Upload
duonganh
View
225
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
1
Gözlemsel Astronomiden Açıklayıcı Modele, Aristoteles ve Batlamyus (Ptolemaeus)
Ömer Faik ANLI
Çağdaş astronomide gözlem, bir anlamda deney sayılmaktadır. Işık, maddenin yapısı
hakkında da bilgi vermektedir. Yansıyan ya da yayılan ışığa dayanarak madde ya da ışık
kaynağı hakkında her bilgiye ulaşılabilmektedir. Gözlem, bu nedenle, birinci dereceden önem
taşır. Yıldızların yaşamları ve ölümleri hakkında bilgi, yıldızların ışıklarına, sıcaklıklarına
göre sınıflandırılmaları sonucunda evrimsel şemaların çıkarılması ile elde edilmektedir.
Yıldızların kimyaları, onlardan gelen ışıklara dayanılarak tespit edilmektedir.
Tarihiyle birlikte düşünüldüğünde astronomi, evreni inceleyen bilim dalıdır. Gök
cisimlerinin evrimsel, fiziksel, kimyasal yapılarını ve devinimlerini inceler. Astronomi tarihi,
bu bilim dalının tarihsel gelişimini inceler. Astronomi, “astron” ve “nomos” sözcüklerinden
türetilmiştir (Astron: Gökcismi, Nomos: kanun).
Astroloji denilen disiplin, bir bilim olarak astronomiye katkılarda bulunmuş,
matematiksel astronominin doğuşuna katkı sağlamıştır. Matematiksel astronomi, gök
cisimlerinin konumlarını ve devinimlerini belirleme uğraşı olarak doğmuştur. Fiziksel
astronomi (astrofizik) ise gök cisimlerinin fiziksel yapılarının incelenmesidir.
Astronominin gelişimini belirli evrelere ayırmak mümkündür. Beş önemli evre söz
konusudur. Astronomi, ilk olarak Mısır-Mezopotamya uygarlıklarında, M.Ö.4000-3500
yıllarında ortaya çıkmıştır. Astronomiye ilişkin en eski metinlere Sümerliler’de
rastlanmaktadır.
Sümerliler M.Ö. 4000-2400 (2000)
Akadlar M.Ö. 2400-2000
Sümerliler (Sümer Rönesansı)
Babilliler (Eski Babil Dönemi) İlk sistematik gözlemler (M.Ö. 1900-1650)
Asurlular M.Ö. 2000-600
Yeni Babil Dönemi M.Ö. 600-539
Ahamanişler Sülalesi M.Ö. 539-330
İskender’in İstilası
Sistematik gözlemler, gezegenlerin gelecekteki konumlarını belirleyebilmeyi
sağlamıştır. Gelecekteki gökyüzü olaylarını öngörebilmek amaçlanmıştır. Bu, bilimin temel
özelliklerinden biridir. Babilliler, bu kayıtlardan sonuç çıkarmışlar ve tutulmaları tahmin
etmişlerdir. Tutulmaların nasıl olduklarını bilmemektedirler; ancak, tutulmanın ne zaman
olacağını öngörebilmişlerdir. Matematiksel düzenlilik fark edilmiş ve buna dayalı öngörülerde
bulunmuşlardır. Nedenler ise mitolojik temelli olarak açıklanabilmiştir (Kuramsal aşamaya
Antik Yunan’da, matematiksel aşamaya Babilliler döneminde ulaşılmıştır). Onlara göre, Yer,
evrenin merkezidir. Bu görüş, Kopernik’e kadar sürmüş, gerçek değişim Kepler ve
Newton’un çalışmaları ile gerçekleşmiştir.
İlk dönemde, kayıtlar tutarak, gezegenlerin Yer etrafındaki dolanım periyotları
belirlenebilmiştir. Bu, basit gözlemlere dayalı bir çalışmadır. Bunlar, günümüzdeki değerler
ile zaman zaman uygunluk gösterirken çoğu zaman hatalıdırlar. Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter
ve Satürn çıplak gözle gözlemlenebilmiş gezegenlerdir. Uranüs, Neptün ve Plüton ise ancak
2
teleskopun keşfinden sonra gözlemlenebilmiş gezegenlerdir. İlk dönemde yapılan, bir kayıt
tutma işlemidir.
Mısır’da da astronomi çalışmaları yapılmıştır(M.Ö.3000)
Eski İmparatorluk M.Ö 2778-2263
Orta İmparatorluk M.Ö 2000-1580
Yeni İmparatorluk M.Ö 1580-1085
Aşağı İmparatorluk M.Ö 1085-333
İskender’in İstilası
Mısır’da matematik düzeyi yeteri kadar gelişmiş değildir. Astronomi, matematiğe
ihtiyaç duyan bir bilim dalıdır. Matematiksel astronominin gelişebilmesini sağlayacak
matematik bilgisi Mısır astronomisini yüksek düzeye ulaştıracak kadar gelişmiş değildir. Bu
koşul, Mezopotamya’da gerçekleşmiştir. Mısır uygarlığında, astronomiye ilişkin açıklamalar,
Mezopotamya’da olduğu gibi mitolojik temellidir. “Dragonik Ay” terimi günümüzde de
kullanılmaktadır ve bir tutulmadan diğer tutulma anına kadar geçen süre anlamına
gelmektedir. Bu terim, eski insanların mitolojik açıklamalarından gelmektedir.
Mısır-Mezopotamya dönemlerinin bir diğer özelliği, açıklamaların olgusal tabanlı
olmasıdır. Henüz kuramsal aşamaya geçilememiştir. Astronominin ilk evresi, bu nedenle,
“olgusal (empirik) evre” olarak adlandırılmaktadır. Mısır-Mezopotamya, bu evreyi temsil
etmektedirler. Bu evrede olgusal genellemeler söz konusudur.
İkinci evre, Antik Yunan’da görülmektedir. “Kuramsal gelişme evresi” olarak
adlandırılır. M.Ö. 8.yy’da başlar ve iki ana döneme ayrılır: 1) Hellenik 2) Hellenistik
Hellenik Dönem M.Ö. 8.yüzyıl- M.Ö. 323 Antik Yunan Dönemi
Hellenistik Dönem M.Ö. 323- 30
Roma Dönemi 30
Kuramsal genellemelerin yapıldığı ve bilimde kuramsal evrenin başladığı dönemdir.
Mısır-Mezopotamya bilgisinin empirik temeli üzerine inşa edildiği söylenebilir.
Kuramsal evrenin ilk astronomu Thales’tir. Kendi dönemindeki bir Güneş tutulmasını
öngörmüştür (28 Mayıs 585). Thales’in bu öngörüsü, Mezopotamya kayıtlarına dayalıdır.
Antik Yunan döneminde astronomi olgularına ilişkin mitolojik açıklamaların yerlerine
bilimsel denilebilecek açıklamalar getirilmiştir. Çeşitli kuramlar ortaya çıkmıştır. En önemli
adımlar Pythagorasçılar ve Aristoteles tarafından atılmıştır.
Pythagorasçılar, Yer’in küresel olduğunu söyleyen ilk kişilerdir. Diğer bir katkıları,
geometri ile astronomiyi birleştirmeleridir. Astronominin temeline geometriyi ilk kez
yerleştirenler Pythagorasçılar olmuştur. Aristoteles’in katkısı ise fiziksel astronomiyi
geliştirmesi ve gök cisimlerinin fiziksel yapılarına ilişkin bilgi vermesidir. Aristoteles’in, gök
cisimlerine ilişkin fiziksel şeması Kepler’e kadar kabul görmeye devam etmiştir.
Batlamyus (Ptolemy / Ptolemaeus), Roma döneminde yaşamış bir Yunanlıdır.
Yunanlılar, bilimi (doğa felsefesini) teori / kuramsal olarak görmektedirler. Bu yaklaşım,
genel-geçer önermelere ulaşmayı amaçlar. Önemli sistemlere bu anlayış ile ulaşılmıştır.
Teoria dışındaki bilgi türlerini dışlamışlarıdır (Pratik/kılgısal bilgi büyük oranda dışlanmıştır).
Platon’un görüşlerinin etkisi söz konusudur. Roma döneminde tam tersi bir tutum vardır. Bu
3
dönemde teknik bilgi yüceltilmiştir. Teknik bilgi, işe yarar bilgidir. Romalılarda sistem kuran,
kuramsal bilgi elde eden bir kişi yoktur. Mimarlık ve mühendislik üzerine önemli adımlar
atılmıştır. Batlamyus, bu dönemde yaşamış, matematiksel astronominin kurucusu olarak
anılan bir Yunanlıdır. Sistem kurma düşüncesi Batlamyus’ta en üst düzeye ulaşmıştır. Yer
Merkezli Kuram’ın kurucusudur. Bilim, bilgilerin sistematize edilmesi, bilgiler arasındaki
bağıntının görülebilmesi demektir. Batlamyus’un yaptığı bir bu anlamda bir ‘devrim’dir.
Üçüncü Evre, Kopernik’in Güneş merkezli sisteminin ortaya çıkması ile başlamıştır.
(16.yüzyıl (1543))
Üçüncü evrenin en önemli özelliği, yeni bir kuramın ortaya çıkmasıdır. Bu kuram,
Rönesans döneminde ortaya çıkmıştır. Ortaçağ’da Hıristiyanlığın etkisiyle, Batı’da Antik
Yunan bilimi unutulmuştur. Bu nedenle özellikle 4.-10. yüzyıllar arası Karanlık Çağ olarak
adlandırılmaktadır. 10.yüzyıldan sonra Antik Yunan çalışmaları yeniden benimsenmiş, din ve
bilim (doğa felsefesi) özdeşleştirilmiştir. Antik Yunan bilgisi, tam bir otorite halini almıştır.
Otoritelere olan bağlılık, Ortaçağ’ın temel özelliklerinden biridir.
7.yüzyılda İslam uygarlığı ortaya çıkmış ve 8.yüzyıldan itibaren de Antik Yunan
bilgisini benimsemiştir. Antik Yunan bilgisi hem Hıristiyanlığın hem de İslam uygarlığının
temellerinde yer alan bir bilgi birikimi sağlamıştır. 9.-12.yüzyıllar sürecinde İslam uygarlığı
Antik Yunan bilgisine katkı yapacak düzeye ulaşmıştır. Aristoteles’in ortaya koyduğu
kozmolojik prensipler ve Batlamyus’un matematiksel evren anlayışı temelde yer almaya
devam etmiştir. İslam uygarlığı ile birlikte gözlemevlerinin kurumsal olarak ilk kez
yapılandırılmaları, büyük önem taşımaktadır. Antik Yunan’da bireysel gözlemler yapılırken,
İslam uygarlığında kurumsal çalışmalar söz konusu olmuş, gözlem sonuçlarını değerlendiren
matematikçiler ve teorik astronomlar aynı çatı altında toplanmışlardır. Astronominin
geliştirilmesine, Antik Yunan’ın bıraktığı yerden devam edilmiştir. İslam astronomları, yeni
astronomik tablolar oluşturmuşlar, yeni araçlar geliştirmişlerdir. Bunlar içinde en önemlisi
trigonometridir. Trigonometrinin ilk biçimleri Hindistan’da görülmüştür. Sayısal bir oran
olarak görülen trigonometri, İslam araştırmacıları tarafından fonksiyon olarak tanımlanmıştır.
Bu, önemli bir gelişmedir. Bu gelişme ile gözlemler ve konumlar dakik bir biçimde
belirlenmiş / hesaplanmıştır. Yapılan gözlemler biriktikçe, astronomide yeni tartışmalar
başlamıştır. 12.yüzyıldan sonra bu tartışmalar hem Batı hem de Doğu eksenlidirler. Batı,
Antik Yunan bilgisini Doğu üzerinden elde etmiş, 12.yüzyıldan sonra orijinal kaynaklara
dönüş yaşanmıştır. Bu, Rönesans’a giden süreçtir.
Yeni gözlemler ışığında, eski kuramların tartışıldığı ve onların yanlış taraflarının
ortaya çıkarıldığı bir süreç başlamıştır. Özellikle, Ay ve Merkür’e ilişkin yeni bulgular
tartışmalara yol açmıştır. Bu dönemde yeni kuramlar görülmeye başlanmıştır. Eskiye bağlılık
tam olarak terkedilememiş, belli başlı ögeler değiştirilmeye çalışılmıştır.
13. ve 14.yüzyıllarda Aristotelesçiler, bu tartışmanın içindedirler. Aristoteles’in
fiziksel astronomisini yeniden hâkim kılmaya çalışmışlardır. Bitruci, yeni bir kuram kurma
amacı taşıyan en önemli astronomlardandır. Kuramı, yeni tartışmalara yol açmıştır. Bu
sürecin sonunda, Kopernik, tamamen yeni bir kuram ortaya koymuştur; ancak, Batlamyus’un
araçlarını kullanmaya devam etmiştir. Kopernik ile birlikte eski düşünceler terk edilmeye
başlanmıştır. Bu evre içerisinde Batlamyus ve Aristoteles’in otoriteleri yavaş yavaş
kaybolmuştur.
4
Tekrar birinci evreye dönmek gerekirse, bu evredeki koşullar şöyle belirlenebilir.
Tarım faaliyeti sayesinde toplumlarda bir artı gelir oluşmuş ve bunun hesaplanabilmesi,
bölüşülebilmesi ihtiyacından matematik ortaya çıkmıştır. Tarım ile beraber, mevsim kavramı
ve astronominin başlangıcı sayılan takvim çalışmaları başlamıştır. Takvim, gökyüzündeki
hareketlerin bilinmesi ve anlaşılması demektir. Bu çalışmalar M.Ö 4000 yıllarında bilimsel
bilgi ve astronominin doğuşuna zemin hazırlamıştır. Teknik bilgi ise daha eski tarihlidir; ilk
insanın alet kullanmaya başlaması ile ortaya çıkmıştır. Bilimsel bilginin ortaya çıkışı, insanın
yerleşik düzene geçmesi ile görülen bir gelişmedir.
Mısır Astronomisi
Yerleşik uygarlıkların ortaya çıkmasıyla (Mısır ve Mezopotamya uygarlıkları),
aritmetik ve matematik de gelişmeye başlamıştır. Mezopotamya ve Mısır’da aritmetik ve
matematik, astronomiyi geliştirecek düzeye ulaşmıştır. İki uygarlık karşılaştırıldığında, Mısır
matematiğinin yüksek düzeyde olmadığı görülmektedir. Bu nedenle, Mısır astronomisi tam
anlamıyla matematikselleşmemiştir. Astronominin matematikselleşmesi Mezopotamya’da
ortaya çıkan bir gelişmedir.
Mısır astronomisinin en önemli konusu, takvim çalışmaları üzerinedir; zaman ölçümü
merkezi bir yer tutmaktadır. Bunun en önemli sebebi, Mısır’ın tarıma dayalı bir uygarlık
olmasıdır. Zaman ölçümü konusunda Nil Nehri’ni esas almışlardır. Yılı üç mevsime
ayırmışlardır:
15 Temmuz – 15 Kasım Taşma Mevsimi Sirius Yıldızı
15 Kasım - 15 Mart Kış Mevsimi
15 Mart – 15 Temmuz Yaz Mevsimi
Nil taştığı sırada, gökyüzünde Sirius Yıldızı, ‘helyak doğuşu’ (güneşten az önce
doğuş) yapmaktadır. Takvim bu olay ile başlamaktadır. Bir yılı 12 aya bölmüşler ve herbir
ayın başlangıcında ‘hilal’i esas almışlardır. Hilal dönemine Yeni Ay adı verilmektedir. İki
Yeni Ay arası yaklaşık 30 günlük bir süredir ve bir yıl 360 gün olarak hesaplanmıştır. Buna 5
gün ekleyerek bir yılı tanımlamışlardır. Bu, Mısırlıların kullandıkları Güneş takvimidir ve
Güneş’in bir yıllık periyodu esas alınmıştır. İlk kez M.Ö 2773 yılında oluşturulmuş bir
takvimdir.
Mısır Uygarlığı, ‘Dekan’ adı verilen bir sistem geliştirmiştir. Temel olarak burçlar
sistemine benzeyen bir sistemdir. Güneşin yörüngesini 36 kısım olarak düşünmüşlerdir. Bu
bölümleme işlemini bulundukları bölgenin güneyine düşecek şekilde tasarlamışlardır. Her bir
dekan belirli bir yıldız grubunu kapsamaktadır. Bir gece 12 dekan(takım yıldız)dan
oluşmaktadır. Her bir dekanın gökyüzünde görünme süresi bir saattir. Buna bağlı olarak her
bir gecenin 12 saatten oluştuğunu hesaplamışlardır. Bundan da, bir günün 24 saat olduğu
sonucuna ulaşmışlardır.
Saatleri belirlemek için Güneş Saatleri(Gnomon) adı verilen araçlar kullanılmıştır.
Temel olarak, Güneş’in gün içerisindeki gölgesinin ölçümüne dayalı bir araçtır. Geceleri ise
zaman, ‘Su Saatleri’ ile ölçülmüştür. Bunların ilk örneklerini M.Ö 2000’li yıllarda görmek
mümkündür. Su saatleri, aynı zamanda, teknoloji tarihi için de önem taşımaktadır; otomasyon
sistemlerinin gelişiminde temel oluşturmaktadırlar.
Mısırlıların kuramsal astronomi alanındaki bilgileri, tamamen mitolojik ve dini
niteliktedir. Gök cisimlerini tanrılar olarak değerlendirmişler ve gök olaylarını dini biçimde
açıklamışlardır. Gezegenleri tanımaktadırlar; bunları yıldızlardan ayırt ederek gezegen olarak
5
nitelendirebilmişlerdir. Astronomileri, zaman ölçümü-pratik temellidir. Mısır’da astroloji
görülmemektedir.
Mezopotamya Astronomisi
Matematiksel bir astronomidir. Bunun en önemli nedeni, Mezopotamya’da matematik
ve aritmetiğin gelişmiş bir düzeyde olmasıdır. Aritmetik sistemleri 60 tabanlıdır ve bu,
astronomilerine de yansımıştır. Bir saatin 60 dakikaya, bir dakikanın 60 saniyeye bölünmesi
buna örnektir.
Mitolojik ve dini yorumlar yerine matematiksel evreye geçmeyi başarmışlardır.
Yıldızlara ilişkin ilk bilgiler M.Ö 4000’li yıllarda Sümer Uygarlığı’na kadar gitmektedir.
Akad döneminde astronomi, önemli ölçüde gelişmiştir. Astroloji, Akadlar’ın ürünüdür.
Meteoroloji, astroloji çalışmaları için önem taşımaktadır. Gökyüzünde üç önemli kuşak
belirlemişlerdir:
Ekvator Kuşağı
Yengeç Kuşağı
Oğlak Kuşağı
Bunlar, astrolojik olarak önem taşımaktadırlar. Bu belirlemelere dayanarak, gelecek
hakkında tahminlerde bulunmuşlardır. Yaptıkları, ‘konumsal astronomi’dir. Bu, matematiksel
astronomi demektir. Akadlar ve Babilliler dönemlerinde burçlar sistemi geliştirilmiştir.
Güneşin yörüngesi 12 eşit kısma bölünmüştür ve her bir bölüme ‘burç’ adı verilmiştir.
Yaklaşık 30lik bir açı söz konusudur. Her bir burç, bir takımyıldıza karşılık gelmektedir. bu
da konumsal astronominin gelişiminde önemli bir yer tutmaktadır. M.Ö. 4.yy’dan itibaren,
‘Yıldız Katalogları’ görülmeye başlanmıştır. Yıldız kataloglarında yıldızların enlem ve
boylamları verilmektedir. Babilliler döneminde, sistematik gözlem kayıtları yapılmıştır.
Venüs ve Merkür’e ilişkin gözlemler önem taşımaktadır. Bunlar, çıplak gözle yapılabilen
gözlemlerdir ve bunların sistematik olarak kaydedilmeleri önem taşımaktadır. Ay ve Güneş
tutulmalarına ilişkin de kayıtlar tutulmuş ve cetveller hazırlanmıştır. Bu, bir sonraki
tutulmanın öngörülebilmesini sağlamıştır. Sistematik gözlemler sonucu öngörülerde
bulunabilmek olanaklı hale gelmiştir. Ancak, nedensel bilgi verebilecek düzeye
ulaşamamışlardır. Gökyüzündeki olayları bir sistem fikri ile bağdaştıramamışlardır.
Aritmetiksel kayıtlardan geometrik sistemler ortaya çıkaramamışlardır.
Selökidler (312-104) döneminde, Mezopotamya astronomisi en yüksek düzeyine
ulaşmıştır.
Mezopotamya’da Ay takvimi kullanılmıştır. Ay’ın Yer etrafındaki dolanımı esas
alınmıştır. Bunun için de Hilal(Yeni Ay) başlangıç olarak kabul edilmiştir. Bu periyot, 29,5
günlük bir süreç olarak hesaplanmış, 29-30 gün olarak kabul edilmiştir. Bu takvimde bir ay 29
veya 30 gün sürmektedir. Altı ay 29, altı ay 30 gün olarak belirlenmiş, bir yıllık periyot 354
gün olarak hesaplanmıştır. Gün kaymalarını önlemek için üç yılda ortalama bir aylık süre, yıla
eklenmektedir. Belirli dönemlerde, yıl, 13 ay olarak kabul edilmiştir. Böyle bir düzenleme ilk
olarak 2294-2187 yıllarında Urur döneminde yapılmıştır.
Bir günü 24 saate, bir saati 60 dakikaya, bir dakikayı 60 saniyeye ayırmışlardır. Saat,
güneş saati ve su saati ile ölçülmüştür. Polos adı verilen bir araç kullanmışlar ve Güneş’in
yörüngesindeki belirli zamanlar bununla ölçülmüştür.
6
Gezegen hareketlerini birbirlerinden bağımsız olarak ele almışlardır.
Hint Astronomisi
M.Ö 2500’lere kadar geri götürülebilen bir etkinliktir. İlk dönemi M.Ö 2500-600
yılları arasını kapsayan Vedik Dönem, ikinci dönem M.Ö 500 – M.S 500 yılları arasını
kapsayan Siddhantalar dönemidir.
İlk dönem, mitolojik özelliktedir. Vedik Dönem astronomisinde, Mısır-Mezopotamya
astronomileri gibi, Yer, evrenin merkezi olarak kabul edilmiştir. Güneş’e ve Ay’a ilişkin
açıklamalar mevcuttur. Güneş’in yıllık hareketini(yörüngesini) bilmektedirler. Ay’ın
safhalarını gözlemlemişlerdir. Ay ve Güneş tutulmalarına ilişkin bilgiler, mitolojik olarak
açıklanmıştır. Vedik metinlerde, yeryüzünün şekli yuvarlak olarak belirlenmiştir; fakat bu
küresellik anlamı taşımamaktadır. Bazı ifadelerde Yer’in havada asılı olduğu düşüncesi de
vardır. Ay takvimi kabul edilmiştir. Güneş takvimi ile Ay takvimi arasında farkın kapatılması
için 13.ay eklemesi Vedik metinlerde de söz konusudur.
Siddhantalar daha matematiksel ve bilimseldirler. Gezegenlere ilişkin ayrıntılı bilgiler
vardır. Gezegenlerin Yer etrafındaki dolanımlarını, bu metinlerde bulmak mümkündür.
Ancak, bu bilgiler günümüz bilgileriyle örtüşmemektedir. Beş gezegeni ayırt edebilmişlerdir.
Konum hesabı yapabilmektedirler; bu hesaplarda hem Ekliptik’i hem de Ekvator’u
kullanmışlardır. Ekvator eğimini 24 olarak belirlemişlerdir. Siddhantaların belirli bir dönemi
Antik Yunan’la çağdaştır. M.Ö 5.yy’da Hintli astronomların, Antik Yunan kavramlarını
kullandıkları görülmektedir. Batlamyus’un Yer merkezli kuramının tüm kavramları
kullanılmıştır.
Aryabhata’nın ‘Aryabahatiya’ kitabında astronomiye ilişkin bilgiler vardır. Yer’in
döndüğünden-hareketinden bahsetmesi önem taşır. Daha önce M.Ö 4.yy’da Antik Yunan’da
bu konu ele alınmıştır. Brahmagupta(M.S. 6.yy)’nın ‘Brahmagupta Siddhanta’ adlı eserinde
matematik ve astronomi bilgileri verilmektedir. 1008 dizeden oluşmaktadır ve gezegenler
hakkında bilgiler içermektedir. Bu kitaplar, İslam dünyasına çevrilen ilk kitaplardır. İslam
astronomları, ilk olarak bu eserlerden etkilenmişlerdir. Daha sonra Antik Yunan astronomisini
esas almışlardır.
Hintliler, zaman ölçümünde Güneş ve su saatleri kullanmışlardır.
Çin Astronomisi
Çin astronomisi, bir yıldız astronomisi olarak göze çarpmaktadır. Yıldızlara ilişkin
ayrıntılı bilgiler verilmektedir. Kutup yıldızı ve kuyruklu yıldızlara ilişkin kayıtlar
tutulmuştur. Hesaplamalarda yıldızlar esas alınmıştır. Çin uygarlığında hesaplama tekniği, bu
özelliği ile farklılık göstermektedir. Güneş’in ve Ay’ın hareketlerini yıldızları esas alarak
vermişlerdir. Gökyüzünde belirledikleri bir yıldızla Güneş’in aynı doğrultuda olduğu iki
zaman arasını ölçmüşlerdir. Bu ölçümlerin sonuçlarına “Yıldızıl Yıl” ve “Yıldızıl Ay” adı
verilmektedir. Mısırlılar, Mezopotamyalılar ve Hintliler konumlamalarda Güneş’in
yörüngesini(ekliptik’i) referans almışlar ve belirlemelerini burçlara göre yapmışlardır.
Çinliler, Ekliptik yerine Ekvator’u referans olarak belirlemişlerdir. Çinliler tarafından
7
hazırlanmış olan yıldız katalogları da Ekvator’a göre hazırlanmışlardır. Bir başka deyişle, Çin
uygarlığı ‘ekvator koordinat sistemi’ni kullanmıştır.
Kozmoloji görüşleri, ilk defa sonsuz evren fikrini içeren kozmoloji tasarımıdır. Gök
cisimlerinin uzayda yüzen cisimler olduğu dile getirilmiştir. Çin uygarlığında, M.Ö 6.yy’da,
Kuyruklu Yıldız kayıtları ile karşılaşılmaktadır. M.Ö. 4.yy’da, yıldız katalogları
hazırlanmıştır.
İlk Uygarlıkların Astronomilerinin Genel Özellikleri:
Beş gezegeni tanımaktadırlar (Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter, Satürn). Ay ve
Güneş’i de birer gezegen olarak düşünmüşlerdir.
Gezegenlerin hareketlerine ilişkin bilgileri mevcuttur. Onlara göre, gezegenler
ekliptik yakınında dolanmaktadırlar. Gezegenlerin, gökyüzündeki ileri-geri
hareketlerine ve durmalarına ilişkin bilgilere sahiplerdir. Gezegen
hareketlerinin aritmetiksel değerleri ve dolanım periyotları bilinmektedir.
Merkür ve Venüs’ün akşam ve sabah yıldızı olarak görünme süreleri yaklaşık
30 gün olarak belirlenmiştir.
Ay ve Güneş’in hareketleri bilinmektedir; ve bu bilgilerden takvim kavramı
doğmuştur.
Ay ve Güneş tutulmaları gözlemlenmiş ve matematiksel değerleri
belirlenmiştir.
Güneş’in yörüngesi belirlenebilmiştir. Ekliptik, burçlara bölünmüştür ve bu
nedenle, bu yörüngeye burçlar kuşağı adı verilmiştir.
Güneş ve Ay tutulmalarının her zaman ekliptik üzerinde gerçekleştiğini fark
etmişlerdir. Bu nedenle, bu yörüngeye aynı zamanda tutulma düzlemi adı da
verilmektedir.
Gün, 24 saate bölünmüştür. Bir saat, 60 dakikaya, bir dakika, 60 saniyeye
ayrılmıştır. Bir hafta da yedi gün olarak belirlenmiştir.
M.Ö. 4.yy’dan itibaren yıldız katalogları görülmektedir. Bunların en önemlisi
M.S. 1086’da Su Sung tarafından yapılan yıldız kataloğudur.
M.Ö. 6.yy’da kuyruklu yıldızlara ilişkin gözlemler yapılmıştır. M.Ö. 28’de,
Çinliler, Güneş lekelerini ilk defa gözlemlemişlerdir. M.S. 1054 yılında
Çinliler, bir yıldız patlamasını da gözlemlemeyi başarmışlardır. (Yengeç
Nebulası)
Konumsal astronomiye ilişkin bilgiler mevcuttur. Ekliptik ve Ekvator, referans
alınmıştır. Ufuk düzlemini bilmektedirler. Bunlara ilişkin pek çok kavrama
ulaşılmıştır. Enlem ve boylam bilinmekte, meridyen ölçümleri yapılabilmiştir.
M.Ö. 4000-3000 Sümerliler Yıldız gözlemleri
M.Ö. 3000 Akadlar Astroloji
Kuzey Avrupa Stonehenge’in yapımı
Mısırlılar Dini takvim (Güneş’i esas alan takvim)
Mezopotamya Ay takvimi
M.Ö. 2500 Hint Uygarlığı Vedik metinler
Çin uygarlığı Gözlemler
M.Ö. 2000 Eski Babil Gezegenlere ilişkin kayıtlar (Merkür ve Venüs)
8
M.Ö. 1400 Çin Uygarlığı Tutulma kayıtları
M.Ö. 1000 Babil Sistematik Gözlemler
M.Ö. 600 Antik Yunan astronomisi ve kozmolojisi
M.Ö. 400-300 Yıldız katalogları
Çin uygarlığı KuyrukluYıldız kayıtları
Antik Yunan Astronomisi
Minos(Girit) Uygarlığı M.Ö. 3000-1400
Miken (Akalar) Uygarlığı M.Ö. 1700-1100 Antik Yunan Uygalığını
Dorlar M.Ö. 1100 Anadolu’nun Güneybatısı oluşturan uygarlıklar
İyonyalılar M.Ö. 2000 Batı Anadolu
Antik Yunan halkı, M.Ö.1000 yılında oluşmaya başlamıştır
M.Ö. 900-600 yılları arasında kentleşme ve soylular sınıfı ortaya çıkmıştır. Bununla
beraber, Hellenik anlayış gelişmiştir. Antik Yunan, kendisini diğer uygarlıklardan
ayırmış ve diğerlerini ‘barbarlar’ olarak nitelendirmiştir.
M.Ö. 700-323 arası Hellenik Dönem olarak adlandırılmaktadır.
M.Ö. 323 yılı, İskender’in ölüm yılıdır. Aynı yıl Ptolemaios Mısır’da kendi krallığını
kurmuştur. M.Ö. 323 yılında Hellenistik dönem başlamıştır.
M.Ö. 323-30 Hellenistik Dönem
M.Ö. 30 Roma Dönemi
Antik Yunan’da bilim, kuramsal evreye geçmiştir. Gök cisimlerinin hareketlerini
açıklamaya yönelik geometrik ve matematik modeller oluşturulmuştur. Eski bilgileri de
kullanarak, evreni açıklayan sistemler kurulmuştur. Hellenistik dönemde bu uğraş üst
düzeydedir. Astronomide yetkin bir model, bu dönemde ortaya çıkmıştır. Astronomide,
Hellen döneminden itibaren sistemleşme çabası gözlemlenmiştir.
Hellenik dönemde, Milet Okulu (İyonya Okulu) temsilcileri, bilimsel çalışmaları
başlatanlar olmuşlardır. Thales, Anaksimandros, Anaksimenes, İyonya Okulu
temsilcileridirler ve felsefede Varlık sorununu incelemişlerdir. Arke’yi aramışlardır.
Miletlilerin açtığı bu yolda, diğer düşünürler de Varlık sorunu üzerine çalışmışlardır.
Bunlardan en önemlileri Pythagorasçılardır. İyonya kentleri, bu dönemde Persler tarafından
işgal edilmiş ve İyonyalılar, İtalya’nın Elea bölgesine göç etmişlerdir. Burada, Elea Okulu
temsilcileri yetişmiştir. Bunların en önemlileri Parmenides, Empedokles ve Atomculardır.
M.Ö. 5.yy’da Sofistler ortaya çıkmış ve Varlık’tan önce bilgi sorununu incelemişlerdir.
Odaklandıkları konu ‘insan’dır. Protagoras ve Sokrates, bu grubun temsilcileridir.
9
İyonya İtalya-Elea Sofistler Atina Dönemi
Thales Parmenides Protagoras Platon - Akademia
Anaksimandros Empedokles Sokrates Aristoteles - Lise
Anaksimenes Atomcular
Pythagorasçılar
-Varlık Sorunu- -Bilgi Sorunu-
Matematik ve geometrik modeller adım adım ortaya çıkmış, en yüksek seviyesine
Aristoteles ile ulaşmıştır. Mısır ve Mezopotamya astronomileri, bu çalışmaları etkilemişlerdir.
Thales, ilk Yunan astronomu olarak görülmektedir. Thales, evrenin ana maddesinin
‘su’ olduğunu iddia etmiştir. Bir astronom olarak, Thales, M.Ö. 28 Mayıs 585 tarihinde bir
Güneş tutulması olacağını öngörebilmiştir. Bu öngörü, Mısır ve Mezopotamya bilgilerine
dayalıdır. Thales’e göre, yeryüzü yuvarlak bir disk biçimindedir ve bu disk, okyanus üzerinde
yer almaktadır. Bu, Yunanlıların kozmolojik görüşlerine uymayan bir düşüncedir. Antik
Yunan, Yer’i çevreleyen okyanusun sınırsız olduğunu düşünmüştür; Thales ise bu okyanusun
sınırlı olduğunu iddia etmiştir. Ona göre, gökyüzü, fanus şeklindedir.
Anaksimandros, tıpkı Thales gibi Arke’yi aramıştır. Thales, gözlemlerden yola
çıkmıştır; ancak, Anaksimandros, ilk ögenin algılanamaz olduğunu düşünmüştür. Buradan
hareketle varlıkların ana maddesi olarak aperion’u belirlemiştir. Sonsuz, belirsiz,
gözlemlenemeyen ve dokunulamayan anlamındadır. Ona göre, ilk olarak sıcak ve soğuk
maddeler ayrışmıştır; ve böylece toprak ve hava oluşmuştur. Toprak soğuk, hava ise sıcak
nitelikli maddelerdir. Toprak evrenin merkezine inmiş ve Yeryüzünü oluşturmuştur. Ateş ise
gökyüzüne çıkmış ve Yer’i çevrelemiştir. Toprak, hava ve ateş ile birleşerek suyu meydana
getirmiştir. Ateş, suyun bir bölümünü buharlaştırmıştır. Bu buhar, ateş kütlesinin bazı
kısımlarını delmiş ve gökcisimlerini ve yıldızları oluşturmuştur. Yeryüzü, disk biçimindedir
ve okyanus üzerinde yüzmektedir. Okyanus üzerinde yüzen Yeryüzü, havada asılıdır ve diğer
gezegenler Yer’in çevresinde dolanırlar. Her gezegenin bir halkası vardır; bu halkalar
saydamdırlar. Birbirlerinden farklı uzaklıklarda yer alırlar. Yıldızlar, ateşli gökcisimleridirler
ve Güneş de ateşli bir gökcismidir. Ay ve Güneş, tekerlek biçimindedirler. Anaksimandros,
gezegen uzaklıklarını ele almış olan ilk kişidir. İlk kez Güneş’in ve Ay’ın Yer’den
uzaklıklarını bildiren kişidir. Yer ile Güneş arasındaki mesafenin, Yer’in çapının 27 katı, Yer
ile Ay arasındaki mesafenin ise Yer’in çapının 19 katı olduğunu öne sürmüştür. Bu değerleri
nasıl belirlediği bilinmemektedir.
Anaksimenes, ilk öge olarak, gözlemlerden yola çıkarak, ‘hava’yı belirlemiştir.
Gezegenleri ve gök cisimlerini, hava tarafından taşınan diskler olarak düşünmüştür. Yıldızlar,
bütün gökyüzünü çevreleyen bir kürenin üzerine tutturulmuşlardır. Gök cisimleri Yer’in
çevresinde dönerler; ancak, Yer’in altına geçmezler. Hava, gök cisimlerinin Yer’in altına
geçmelerini, bir başka deyişle de düşmelerini önler.
Pythagorasçılar ile birlikte astronomi bilgisi gelişmeye başlamıştır. Pythagorasçılar,
bir bilim topluluğudur. Dini ve mistik bir niteliğe de sahiplerdir. Onlara göre, her şeyin
temelinde ‘sayı’ vardır. Bu, astronomiye de yansımıştır. Evrenin matematiksel ve geometrik
bir yapısının olması, harmonik ve düzenli bir yapı olması demektir. Astronominin temeline
geometri ve matematiğin koyulması, Pythagorasçılar ile başlamıştır. Geometrik bir tasarım ilk
kez Pythagorasçılar tarafından oluşturulmuştur; fakat bir sistem tasarlayamamışlardır. Temel
ilkeler belirlemişlerdir; ve bu ilkeler astronominin gelişmesini sağlamıştır. Bu ilkeler,
10
matematiksel ve geometrik ilkelerdir. Onlara göre, evren, küresel olmalıdır. Gezegen
hareketleri sabit ve düzenlidirler. Bu hareketler, Yer’in çevresinde, dairesel biçimlidirler. Bu
ilke (gezegen hareketlerinin sabit, düzenli, dairesel olması), Kepler’e dek etkili olmuştur.
Gezegen hareketleri dışında, gezegenlerin büyüklükleri ve uzaklıkları da harmonik olmalıdır;
e.d. matematiksel bir orantı içerisindedirler. Bu düşünce, Platon’u da etkilemiştir; ve Platon,
gezegen uzaklıklarını sayılarla orantılı vermeye çalışmıştır. Aynı etki Kepler’i de etkilemiş,
Kepler, uzaklıklar arası orantıdan üçüncü yasasına ulaşmıştır. Bu düşüncenin olgusal temeli
yoktur. Pythagorasçılar’a göre gezegen hareketleri ile çıkan harmonik sesler, yedi nota ile
orantılıdırlar. Onlara göre bu müziği, ölümlüler duyamazlar. Kepler, bu düşünce üzerine bir
kitap kaleme almıştır. Dolayısıyla da bu düşünce, Kepler’e dek etkisini sürdürmüştür. Yer’in
şeklı konusunda bir takım gözlemlere dayanarak, Yer’in küresel olduğunu ifade eden ilk
düşünürlerdir. Aristoteles, bu gözlemlerden bahsetmiş ve bunları kanıt olarak kullanmıştır.
i) Deniz kenarında, bir geminin gözlemlenmesi
ii) Ay tutulması sırasında Yer’in gölgesinin incelenmesi ve bunun daire şeklinde
olduğunun gözlemlenmesi.
iii) Ay’ın ışıklı ve ışıksız tarafları gözlemlenmesi sırasında, Yeryüzünde hareket
edildiğinde ışıklı ve ışıksız tarafındaki kısımların değiştiğinin gözlenlenmesi.
Ay’ın küre biçiminde olduğunun çıkarsanması ile bir analoji kurularak Yer’in
de küresel olduğu sonucuna varılmıştır.
Bunlar, Yer’in küreselliğine ilişkin ilk gözlemlerdir.
Pythagorasçılardan biri olan Philolaos tarafından ortaya atılan, ‘Yer’in hareketi
sorunu’, astronomiye yapılan bir diğer katkıdır. Ona göre, Yer hareketlidir. Yeryüzü, evrenin
merkezinde yer almaz; evrenin merkezinde ‘merkezi ateş’ yer almaktadır. Merkezi Ateş’in
çevresinde dönen ilk gök cismi ‘Karşı Yer(Antikton)’ adı verilen cisimdir. Onun üzerinde,
aynı düzlemde, Yer bulunur.
Merkezi Ateş Karşı Yer Yer Ay Güneş Merkür Venüs Mars Jüpiter Satürn Sabit Yıldızlar Küresi
Pythagorasçılar, geometrik düşünme yoluyla astronomiye ilkeler kazandırmışlardır.
Antik Yunan’da, kozmolojik görüşler de önem taşır. Bunlardan biri de
Anaksagoras’ın kozmoloji görüşüdür. Güneş’in bir ateş küresi olduğunu iddia etmiştir. Ona
göre, Güneş ve yıldızlar ateşli taşlardır. O dönemde (476) Gelibolu’ya düşen bir meteorun,
Güneş’ten düşen bir taş olduğunu düşünmüş ve Güneş’in boyutlarının Gelibolu Yarımadası
kadar olduğunu savunmuştur.
Ona göre, evrende birleşme ve ayrışma vardır; ve evren sonsuzdur. Evrenin
başlangıcında bir kaos vardır. Akıl, bu kaosa bir girdap(vorteks) hareketi vermektedir.
Böylece kaos, kosmos’a dönüşmüştür. Merkezden başlayan dönme hareketi ile eter ve hava
birbirinden ayrılmıştır. Eter, yukarı doğru kaçmış, hava ise iç kısımlarda toplanmıştır.
Havadan bulutlar, su, toprak ve taş ayrışmıştır. Bunlardan toprak, Yer’i oluşturmuştur. Eterin
hızla dönmesiyle Yeryüzünden parçalar kopmuş ve bunlar eterin bulunduğu yerlere çıkarak
yanmaya başlamışlardır. Böylece de yıldızlar oluşmuştur.
Bu görüş ilkel gibi görünse de, Descartes’ın Vorteks Kuramı’nı anımsatmaktadır.
Kant-Laplace kuramı da bu görüşü çağrıştırmaktadır.
Elea Okulu temsilcilerinden Parmenides, evrenin oluşumuna ilişkin değişimi kabul
etmemektedir. Ona göre, evrende değişim söz konusu değildir. Arke, deney ve gözlem ile
11
bulunamaz. Ancak mantıksal düşünce ile bulunabilir. Evren, değişmeyen ve yok olmayan,
sınırlı bir evrendir. Yer, evrenin merkezindedir. Parmenides, Yer’in küresel olduğunu
savunmuştur. Bu sonuca ulaşmasını sağlayan en önemli gözlem, yıldız gözlemleridir.
Empedokles, her şeyin temelini araştırmış ve Varlık’ın temeline dört ögeyi
yerleştirmiştir: Toprak, su, hava, ateş.
Ateş
Sıcak Kuru
Hava Toprak
Islak Soğuk
Su
Bu dört öge değişmez ve yok olmaz. Bunlar, farklı oranlarda birleşerek varlıkları
meydana getirirler. Bu düşünce 17.yy’a kadar etkili olmaya devam etmiştir. İnsan da bu dört
ögeden oluşur. Mizaçlar da bunlara göre belirlenir. Her insanda bu dört ögenin karışımı
farklıdır. Dört öge başlangıçta dağınık biçimde bulunurlar. Aşk ya da sevgi sayesinde
bağlanmışlar ve bir küre meydana gelmiştir. Bu küre, kosmostur. Bundan da diğer ögeler
ayrışmış ve evren düzenli bir yapıya ulaşmıştır. Her öge kendi yerine yerleşmiştir.
Toprak-Su-Hava-Ateş-Eter
Eter, gökyüzünü kristalleştirmiştir. Yıldızlar ve gezegenler burada oluşmuşlardır.
Atomculardan Demokritos’a göre, evrenin ana maddesi atomlar adı verilen en küçük
parçacıklardır. Bunlar bölünemeyen en küçük parçacıklardır. Atomlar, evrenin dolu
kısımlarını temsil ederler. Atomların arasında boşluklar vardır. Evren, doluluk ve boşluktan
oluşur. Atomlar, yok olmayan, yalın-sade varlıklardır. Nitelikleri aynı, biçimleri farklıdır.
Duyumlar, atomlar tarafından oluşturulurlar. Her şey atomların bir araya gelmesi ile oluşur;
atomların ayrışması ise yokluktur. Atomlar, aynı zamanda belirli bir akıl içerirler, dolayısıyla
evren akıllı ve canlı bir evrendir. Evrenin diğer köşesinde de dünya benzeri gök cisimleri
bulunabilmelidir.
Platon, Pythagorasçılardan etkilenmiş ve evrenin temeline matematik ve geometriyi
koymuştur. Evren, düzenli, uyumlu, geometrik ve matematik temelli bir evrendir. İdealar
dünyasına ulaşmak için dış dünyadaki objeleri değil de, geometrik şekilleri düşünmek gerekir.
Matematiksel ve geometrik şekiller düşünüldüğünde, idealara ulaşılabilmektedir. O halde,
matematik, geçeğe ulaştıran bir anahtardır. Platon’un bu düşüncesi astronomisine de
yansımıştır. Evren, küresel bir yapıdadır ve bütün gökcisimleri Yer’i merkeze alarak dairesel
yörüngelerde, sabit hızlarda hareket ederler. Yer de küreseldir. Gezegen uzaklıkları arasında
belli bir orantı vardır.
Yer-Ay 1 birim
Yer-Güneş 2 birim
Yer-Venüs 3 birim
Yer-Merkür 4 birim
12
Yer-Mars 8 birim
Yer-Jüpiter 9 birim
Yer-Satürn 12 birim
Bu uzaklıkları neye göre belirlediğine ilişkin bir bilgi elimizde yoktur. Gezegenlerin
sıralamasını değiştirmiş olması dikkat çekicidir. Sıralamada bir hata vardır. Merkür ve Venüs
bazen Güneş’in altında bazen de üstünde gözlemlenmiştir. Platon da buna dayanarak
sıralamayı bu şekilde belirlemiştir.
Platon’a göre, astronomi bilimi, matematiğin bir alt dalıdır. Astronomi bilmek için
matematik bilmek gerekmektedir. Astronomi de bizi gerçeğe ulaştıran bir anahtardır. Bu
düşüncesi nedeniyle, Platon, astronomiyi tanrıların seviyesine çıkarmış, bir anlamda da
astronomiyi tanrıbilim ile özdeşleştirmiştir.
Platon, gezegenlerin çıkarttıkları seslerle bir müziğin oluşturduğunu düşünmüştür.
Herakleides, Platon’un öğrencisidir. Merkür ve Venüs’ün Güneş’in üzerinde mi yoksa
altında mı olduğu tartışması içinde yer almıştır. Ona göre, Yer-Ay-Güneş sıralaması söz
konusudur. Merkür ve Venüs ise Güneş’in etrafında dolanmaktadır. Yeryüzü de kendi ekseni
etrafında hareket etmektedir. Bu düşünce 16.yy’da T.Brahe’nin kurduğu sisteme benzerlik
gösterir.
Sistem kurma fikrinde atılan ilk adım, Eudoxus’un kurduğu sistemdir. Astronomide
amaç astronomik olguların matematiksel ve geometrik açıklamalarını verebilmektir. Bu
açıklamaları ilk defa yapan kişi Eudoxus’tur ve bilimsel astronomiyi ortaya koyan kişidir. Bu
yönde ilk sistemi kurmuştur: Ortak Merkezli Küreler Sistemi. Gezegenlerin kürelerinin olması
esas alınmıştır. Bu küreler Yer’i merkeze alırlar. Hareket, dairesel ve düzgündür. Ancak,
gezegenlerin hareketlerinde sapmalar gözlemlenmiştir. Eudoxus, bunları açıklayan bir sistem
ortaya koymaya çalışmıştır. Her gezegenin günlük ve yıllık hareketleri ve geri hareketi vardır.
Herbir hareketi açıklamak için belirli bir küre tasarlamıştır. Bunun dışında, gezegenin
üzerinde bulunduğu bir küre vardır. Bu hareketlerin oluşumu için birer tane küre bulunmalı ve
gezegen de bir kürenin üzerinde olmalıdır. Her gezegen için 4 küre tasarlamıştır. Beş gezegen
için toplam 20 küre, Ay ve Güneş için üçer küre ve yıldızlar için de bir küre tasarlamış. 27
küre ile gezegen hareketlerini açıklamaya çalışmıştır. Sistemi karmaşık ve başarısız bir
sistemdir. Küre anlayışı, Kepler’e kadar etkili olmuştur.
Aristoteles, kürelerin sayısını 56’ya çıkararak kendi kuramını oluşturmuştur.
Öncesinde Callippus, 34 küre ile bir sistem tasarlamıştır.
Ortak Merkezli Küreler Sistemi, astronomi olgularını matematiksel olarak vermeyi
amaçlayan ilk çalışmadır. Küreler esasına dayanmaktadır. Herbir gezegenin dört küresi vardır
ve herbir kürenin ekseni farklıdır. Bileşke hareket, gezegenin gökyüzünde gözlemlenen
hareketidir.
Callippus, küre sayısını 34’e çıkarmıştır.
Aristoteles, astronominin fizik prensiplerini ortaya koymuştur. Yer merkezli kuramın
ortaya çıkışında, bu kuramın fiziksel ilkelerini sağlamıştır. Yer merkezli kuram, matematiksel
olarak, Batlamyus tarafından kurgulanmıştır. Aristoteles, astronominin temelinde yer alan
ilkelerin nedensel açıklamalarını vermeyi başarmıştır. ‘Fizik’, ‘Metafizik’, ‘Gökyüzü Üzerine’
adlı kitaplarında bu görüşlerini açıklamıştır. Pythagorasçılar ve Platon’dan etkilenmiştir.
Onların astronomiye ilişkin temel görüşlerini kabul etmiştir.
13
Evren küreseldir. Bu ilkeyi, kürenin en mükemmel şekil olduğunu öne
sürerek açıklar.
Yer, evrenin merkezindedir. Yer’in doğal yeri ile açıklama yapar.
Yer, hareketsizdir. Yer, doğal yerinde olduğundan hareket etmez.
Yer, küreseldir. Pythagorasçıların kanıtlarına dayalı olarak bu ilkeyi açıklar.
o Deniz kenarında, bir geminin gözlemlenmesi
o Ay’ın gözlemlenmesi
o Ay tutulması sırasında, Yer’in Ay üzerine düşen
gölgesinin daire biçiminde olması,
o Yıldızların konumlarındaki değişme
Yer’i, gezegenlerin küreleri çevreler. Gezegenler, Yer’in etrafında dairesel, sabit
ve düzgün hareket ederler.
Bu ilkeler, Kepler’e dek etkili olmuşlardır. Aristoteles, Eudoxus’un Ortak Merkezli
Küreler Sistemini benimsemiştir. Bu küreler, saydam, kristal yapıda kürelerdir. Aristoteles,
kürelerin sayısını 56’ya yükseltmiştir. Sistem, bu haliyle daha karmaşık bir hal almıştır. Sabit
yıldızlar küresi, tüm evreni çevreleyen, en dış küredir. Bu biçimdeki evreni, Ay-altı ve Ay-
üstü evren olmak üzere ikiye ayırmıştır. Ay-altı ve Ay-üstü evrenler, yapı bakımından
farklıdırlar; bu, fizik bakımından farklı evrenler anlamına gelmektedir. bu evrenlerde farklı
fizik kuralları geçerlidir. Ay-altı evren, 4 elementten yapılmıştır: Ateş, Hava, Su, Toprak. Ay-
üstü evren ise Eter’den yapılmıştır.
Ay-altı evren Toprak – Su Küresi – Hava Küresi – Ateş Küresi – Ay Küresi
Toprak, en ağır elementtir. Ateş ise en hafif elementtir. Herbir elementin doğal bir yeri
vardır. Toprağın doğal yeri, merkezdir. Suyun doğal yeri toprağın üstü, havanın doğal yeri
suyun üstü, ateşin doğal yeri ise havanın üstüdür. Topraktan yapılmış cisim merkeze gitme
eğilimi, ateşten yapılmış cisim ise yukarı gitme eğilimi gösterir. Dolayısıyla, Yer’in doğal
yeri, evrenin merkezidir. Yer, en ağır elementtir. Böylelikle ilk defa olarak, Yer’in evrenin
merkezinde olması kabulüne nedensel bir açıklama getirilmiş olmaktadır.
Ay-altı evrendeki hareketler ya merkeze doğrudur ya da merkezden yukarıya
doğrudur. Eş deyişle, doğrusal hareket söz konusudur. Böylece Aristoteles, Ay-altı evrenin
fizik kurallarını da ortaya koymuş olmaktadır. Ay-altı evren, oluş-yokoluş evrenidir; buradaki
hareketler başlangıcı ve sonu olan hareketler olmalıdır. Başı ve sonu olan hareket, doğrusal
harekettir.
Doğrusal hareket, zorunlu harekettir. Zorunlu hareketin dışında, ‘zoraki hareket’ adı
verilen biçimi de vardır. Doğal hareket(zorunlu hareket), nesnenin doğal yerine ulaşma
eğilimidir. Zoraki hareket sona erdiğinde, cisim tekrar doğal hareket haline döner.
Ay-üstü evren, eterden yapılmıştır. Eter, en mükemmel elementtir. Ay küresi ve bütün
gezegen küreleri, eterden yapılmışlardır. Gezegenlerin kendileri ise eterin yoğunlaştığı
yerlerdir. Buradaki hareket, mükemmel hareket olan, dairesel harekettir. Bu hareketin başı ve
sonu yoktur. Aristoteles, ‘mükemmel bir cismin hareketi de mükemmel olmalıdır’
düşüncesini taşımaktadır. Böylece dairesel hareketin nedeni verilmiş olmaktadır. En ağır
elementin hareketi olmayacağından, Yer, hareketsiz olmalıdır. Buna göre, Yer, merkezde ve
hareketsizdir. İlk defa olarak nedensel açıklamalar verilebilmiştir.
14
Eter
Ateş
Hava
Su
Toprak
Evrende yukarıya gidildikçe mükemmellik artar. Ay, bütün Ay-altı evrendeki
cisimlerden daha mükemmeldir. Sabit yıldızlar küresi ise en mükemmel varlıktır. Sabit
yıldızlar küresi, aynı zamanda, evrene hareket veren varlıktır. Eş deyişle, ilk hareket
ettiricidir. Bu küre, Aristoteles’e göre, sekizinci küredir ve Tanrı’nın kendisidir.
Bu düşünce(evren tasarımı) 17.yy’a kadar etkili olmuştur. Batlamyus, bu tasarımın
matematiksel açıklamasını sağlamıştır. Yer Merkezli Kuramın, fiziksel açıklamasını
Aristoteles sağlamış, matematiksel yapısını Batlamyus kurgulamıştır. Kepler ve Newton’a
kadar, bu sistem kabul görmüştür. Kopernik sisteminin fizik yasaları Galile, Kepler ve
Newton tarafından sağlanmıştır. Kepler, küre anlayışını ortadan kaldırmıştır. Newton ise
klasik fiziği kurgulayarak yeni bir fiziksel şema vermiştir. Tek evrende, tek hareketin
olduğunu göstermiştir. Tüm Ortaçağ boyunca, hem Doğu’da hem Batı’da, Aristoteles’in
görüşleri kabul edilmiş ve din görüşleri ile bağdaştırılmıştır. Tek istisna, sabit yıldızlar
küresinde Tanrı’nın cisimleştiği görüşünün kabul görmemesidir. Sabit yıldızlar küresinin
dışına dokuzuncu bir küre eklenmiş ve buna ilk hareket ettirici adı verilmiştir. Bu, Tanrı
değildir. Bu anlayış 9.yy’da İslam dünyasında gelişmiştir. (Sabit b.Kurre) Dokuzuncu küre,
evrene hareketi veren küredir. Tanrı’nın yeri bu kürenin dışındadır.
Hellenistik Dönem Astronomisi
Bu dönemde astronomi adına üç önemli gelişme yaşanmıştır:
i) Aristarkos tarafından Güneş Merkezli Kuram’ın kurulması.
ii) Yer’in küreselliğinin kanıtları ile ortaya konulmasının üzerine yapılan
ölçümler ve Eratostenes tarafından, Yer’in çevresinin başarı ile ölçülmesi.
iii) Appollonius’un, astronomide kullanılan matematiksel ölçüm modelleri
geliştirmesi ve Yer Merkezli Kuram’ın matematiksel yapısının ortaya çıkışı.
Aristarkos (M.Ö. 310-230)
Ortak merkezli küreler sisteminin başarısızlığı nedeniyle yeni bir sistem ihtiyacı
doğmuştur. Aristarkos’un sisteminin temeli, Güneş’in merkezde ve hareketsiz oluşudur. Bu
sistemde Yer, diğer gezegenler gibi hareketlidir ve Güneş’in çevresinde dolanır.
Güneş – Merkür – Venüs – Yer – Mars – Jüpiter – Satürn – Sabit Yıldızlar Küresi
(Merkez)
Ay
Kopernik’i önceleyen bir sistemdir. Bu sistem iki nedenden ötürü kabul edilmemiştir:
Algılarımız, Yer’in sabit, gökcisimlerinin hareketli olduğunu
gösterir. Aristarkos’un sistemi, algılarımızla uyuşmamaktadır.
Sistem, Aristoteles fiziğine aykırıdır. Kendi sistemine uygun bir
fizik-dünya kurgulayamamıştır.
15
Aynı itirazlar Kopernik’e de yöneltilmiştir. Bunların yanısıra, Kopernik sistemi, dine
de aykırı olmakla suçlanmıştır.
Aristarkos, ilk defa olarak gezegenlerin uzaklıklarını geometrik olarak belirleyen
kişidir. Buna ilişkin, “Güneş’in ve Ay’ın Uzaklıkları ve Büyüklükleri” adlı bir kitap yazmıştır.
Bu kitapta, gezegen uzaklıklarının geometrik olarak nasıl belirleneceğine ilişkin bilgiler
verilmektedir. İlk kez, Yer-Güneş mesafesini geometrik olarak hasaplamıştır. Kullandığı
yöntem, “geometrik yöntem”dir ve günümüzün trigonometrik yöntemine karşılık gelmektedir.
Yer-Güneş uzaklığını belirlerken, Ay’dan yararlanmıştır. Ay, ilk dördün olduğu
zaman belirli bir üçgen ortaya çıkmaktadır. Ay’ı gören açı 90˚dir. Yeri gören açı 87˚, Güneş’i
gören açı ise 3˚dir.
Ay Güneş
90˚ 3˚ AY= cos87 x YG
AY
AY YG =
87˚ YG cos87
Yer 1/18 < cos87 < 1/20
YG = AY x 19
Tamamen geometrik ve doğru bir yöntemdir; ancak, değerler yanlıştır. 87˚lik açının
doğru değeri 89˚50’ dir. 3˚nin gerçek değeri ise 1/6˚dir. Gerçek değerler kullanıldığında
mesafe 400 x AY dir. Yöntemi doğru bir yöntemdir ve uzun süre kullanılmıştır.
Eratostenes (M.Ö. 275-194)
O dönemde, Yer’in küresel olduğu bilinmektedir. Problem, buna ilişkin ölçümlerdir.
Aristoteles, Yer’in çevresinin 400 stadium olduğunu söylemiştir. Bu değere nasıl ulaştığına
ilişkin bir bilgi yoktur. Dicaearcus ve Posidenios’un da ölçümleri söz konusudur. İçlerinde en
önemli yöntem, Eratostenes’e aittir.
Yeryüzünde aynı meridyen üzerinde iki şehir belirlemiştir. Bunlar, İskenderiye ve
Syene’dir. Syene’de öğle vaktinde, Güneş’in ışınları tam dik olarak düşmektedir. Aynı anda
Güneş ışınlarının İskenderiye’ye kaç derecelik açı ile düştüğünü hesaplamıştır. Bu açı, 7˚12’
dır. İki şehir arasındaki mesafe 5000 stadiumdur(yaklaşık 800km).
İskenderiye
7
Syne
7˚12’ lik açı 5000 stadiumluk mesafeye karşılık gelmektedir. Yeryüzünün çevresi 360˚
ise , (360 x 5000) / 7˚12’ lik mesafe yeryüzünün çevresidir. Bu değer 250000 stadium olarak
belirlenmiştir(yaklaşık 460000km).
16
Bu yöntem, oldukça başarılı bir yöntemdir ve uzun süre kullanılmıştır. Eratostenes’in
kullandığı veriler hatalıdır. İki şehir arası gerçek mesafe 729km, gerçek açı 7˚5’ dır. Syne ve
İskenderiye arasında 3˚lik boylam farkı vardır ve aynı meridyende yer almazlar.
Eratostenes, mesafe ölçümü için çevre uzunluğu belli olan bir araba tekerleği
kullanmış ve açıyı da Güneş saati ile belirlemiştir.
Eratostenes, bunların yanısıra harita hazırlayan coğrafyacılardan biridir. Haritasında,
bir yöntem geliştirmiştir. Şehirlerin konumlarını belirleyebilmek için haritasında yeryüzünü
dörde ayırmıştır. Doğu-Batı çizgisi Kanarya Adaları’ndan, Kuzey-Güney çizgisi Nil
Nehri’nden geçmektedir. Şehirleri bu çizgilere göre bölgelere yerleştirmiştir. Bu, enlem-
boylam’a benzeyen bir yöntemdir. Böylelikle, basit anlamıyla enlem-boylam kavramlarından
ilk bahseden kişidir.
I II Kanarya Adaları
III IV
Nil Nehri
Appollonius (M.Ö. 262-190)
Matematik ve geometride Koni Kesitleri üzerine çalışmıştır. Bu kesitlere ‘elips’,
‘parabol’ ve ‘hiperbol’ adlarını veren kişidir.
Gökyüzündeki gezegenlerin sabit kürelerde düzgün bir şekilde dolanmaları
gerekirken, bu gözlemlenememekte, bunun yerine düzensiz bir devinim gözlemlenmektedir.
Benzer biçimde, gezegenlerin Yer’e olan uzaklıklarının da sabit kalmadığı tespit edilmiştir.
“Mesafe Değişimi” denilen bir değişim söz konusudur. İkinci olarak, gezegenlerin hareketleri
ileri-geri şeklinde gözlemlenmekte, bazen de durma olgusu ile karşılaşılmaktadır. Mevcut
düşünce, bunları açıklayamamıştır. Appollonius, bu düzensiz hareketleri açıklayabilmek için
iki geometrik model geliştirmiştir. Bunlar üzerine astronomik ölçümler yapmış değildir. Bu
iki model, “Eksantrik Model(Dışmerkezli Model)” ve “Episikl Model” olarak
bilinmektedirler.
Eksantrik Model
Yer, dairenin gerçek merkezinden farklı bir noktaya yerleştirilmiştir. Yer, merkezden e
mesafesi kadar kaydırılmıştır. G₁’de Yer’e olan mesafe r + e dir. G₂’de ise r – e dir. Mesafe
değişimleri, böyle bir modelle açıklanabilmektedir.
17
G₁
G₂
Episikl Model
Yer, merkezdedir. Gezegen, merkezi büyük daire üzerinde olan bir daire etrafında
dönmektedir. Bu daire episikl dairesidir. Bu modelle de mesafe değişimleri
açıklanabilmektedir. Büyük dairenin ve küçük dairenin kendi hareketleri vardır. Gezegenin
ileri-geri hareketi de buna dayalı olarak açıklanmaktadır.
Gezegen
Gezegenin Yer Gözlemlenen
Hareketi
Hipparkos(M.Ö. 190-120)
Bu modelleri ilk kez kullanan Hipparkos(M.Ö. 190-120)’dur. Hem bir matematikçi
hem de astronomdur. Daireyi 360˚ olarak kabul eden ve uygulayan kişidir. Dairenin çapını ise
120 birim olarak kabul etmiştir. Açı ölçümlerinde, Eski Yunan’lılar, açının yayını
kullanmışlardır(Açının iki kolunun dairede kestiği parça yaydır), Hipparkos, bunun yerine
kiriş hesabını kullanmıştır. Kiriş, açının kenarlarının daireyi kestiği parçaya teğet olan
doğrudur. Buna dayalı olarak, bir kirişler tablosu oluşturmuştur. Bundan sonra, açı
hesaplarında kirişler kullanılmaya başlanmıştır. İslam matematikçileri sinüs kavramını
yeniden yorumlayıp, trigonometrik kavramlara ulaşmışlardır. 9.yy’dan itibaren kiriş yerine
trigonometrik hesaplar kullanılmıştır.
Hazırladığı yıldız kataloğu ile ünlüdür(M.Ö.170). Bu katalogta 700 yıldızın enlem ve
boylamı verilmiştir. Kendi yaptığı katalog ile önceki gözlemleri karşılaştırmıştır. Yıldızların
konumlarının değiştiğini keşfetmiştir. Bunun nedeninin araştırdığında, yeni bir olgu ile
karşılaşmıştır. Bu, ‘ekinoksların presesyonu’dur. ‘Ilım Noktaları’ adı verilen noktaların geriye
doğru hareketidir. (Ilımların Öncelimi). Bunlar, gün ve gecenin eşit olduğu noktalardır.
Ekvator üzerinde koç noktasının geriye doğru kaydığını keşfetmiştir. Bu kayma yüz yılda
. e
Yer
r
Yer
e
18
1˚dir. Bu hareket, Yer’in ekseninin eğimli olması ve koni hareketi yapmasından
kaynaklanmaktadır. O dönemde, Hipparkos’un bunu bilmesi olanaksızdır; bu olguyu
keşfetmiş olması önemlidir.
En önemli başarısı, Appollonius’un modellerini kullanarak Güneş’i ve Ay’ın
hareketlerini açıklamış olmasıdır. Güneş’in hareketini açıklarken eksantrik modeli
kullanmıştır. Güneş’i, eksantrik bir daire üzerine yerleştirmiştir ve hareketlerinde oluşan
değişimleri bu biçimde açıklamayı başarmıştır.
Güneş’in hareketi, üç açının değişimine bağlıdır.
Bu üç açı bilindiğinde, Güneş’in hareketi de
açıklanabilmektedir.
Yer’in merkezden ne kadar kaydırıldığını, ilk
kez, matematiksel bir yöntemle ölçmeyi
başarmıştır. Bunu yaparken de mevsimlerden
yararlanmıştır. Dört mevsimin yörüngede eşit
açılara bölünmediğini saptamıştır. İlkbahardan
yaza geçen süreyi ölçmüştür. Bunun açı olarak
karşılığı 93˚dir. Yazdan sonbahara geçişi 91˚
olarak belirlemiştir. Yer’in kaydırılma oranı 4˚lik
bir açıdır. Normalde süreler eşit ve 90˚ olmalıdır.
Oysa toplam 184˚ çıkmaktadır. Aradaki 4˚lik fark
kayma mesafesidir.
Ay’ı açıklamak için episikl modeli kullanmıştır. Burada da birtakım açılar
oluşmaktadır. Ay’ın hareketinin matematiksel açıklaması için bu üç açı belirlenmelidir.
.Merkez e
Yer
.Merkez e
Yer
94 ¼ gün
93˚
92 ½ gün
91˚
19
Böylelikle, ilk kez Güneş ve Ay’ın hareketlerinin matematiksel ifadeleri
verilebilmiştir. Hipparkos’un yöntemi, başarılı bir yöntemdir. Güneş’in hareketini başarı ile,
Ay’ın hareketini ise kısmen açıklayabilmiştir. Bu durum, Ay’ın hareketinin karmaşıklığından
kaynaklanmaktadır. Ay’a ilişkin açıklamaları eksiktir. Gezegenleri açıklamayı ise
başaramamıştır. Bunu başaran kişi, Batlamyus’tur.
Batlamyus (M.S. 150)
Roma döneminde yaşayan bir Yunanlıdır. Coğrafya, astronomi, matematik ve optik
alanlarında çalışmıştır. Çalıştığı bütün alanlarda önemli katkılar yapmıştır. “Coğrafya” adlı bir
kitap kaleme almış ve bu eserle matematiksel coğrafyayı kuran kişi olmuştur.
Batlamyus, esas olarak, astronomi çalışmaları ile ünlüdür. Kepler’e gelene dek,
eserleri temel kaynak olma özelliğini korumuştur. Matematik teoremleri halen
kullanılmaktadır. Yer merkezli kuramı matematiksel ve geometrik olarak kurmuştur.
Döneminde astronominin sentezini yapmış ve matematiksel ilkelerini belirlemiştir. Yer
merkezli kuramı hesap yapılabilir hale getirdiği için, kuramın gerçek kurucusu olarak kabul
edilmektedir. Buna ilişkin “Almagest” adında bir kitap kaleme almıştır. Kitap, 13 bölümden
oluşur.
Almagest
I. ve II. Bölümler : Temel astronomi varsayımları
Gök, bir küredir.
Yeryüzü, bir küredir.
Yer, hareketsizdir ve evrenin merkezindedir.
Bütün gezegenler dairesel yörüngelerde, sabit hızlarda hareket
ederler.
III.Bölüm: Eksantrik ve Episikl modellerin açıklamaları
Güneş’in hareketinin açıklanması.
IV.Bölüm: Ay Kuramı’nın açıklanması.
V.Bölüm: Güneş ve Ay’ın büyüklükleri ve uzaklıkları (Aristarkos’un geometrik
yöntemini kullanmıştır.)
VI.Bölüm: Güneş ve Ay tutulmaları üzerinedir.
VII. ve VIII. Bölümler: Yıldızlara ilişkin açıklamalar (Bir yıldız tablosu verilmiştir. Bu
tablo hem kuzey yarımküredeki hem de güney yarım küredeki yıldızlara
ilişkindir. Enlem ve boylamlar verilir. Hipparkos’la aynı değerlerde,
ılımların öncelini belirlemiştir.
IX. – X. – XI. – XII. – XIII. Bölümler: Gezegenlere ilişkin açıklamalara ayrılmıştır. Her
bölümde bir gezegen hareketi açıklanmaktadır. Kitabın en orjinal kısmı bu
bölümlerdir. Her gezegenin hareketi, birbirinden bağımsız olarak ele
alınmıştır. (Gezegen hareketleri arasındaki bağı gösteren ilk kişi
Kepler’dir.)
20
Ay’ın hareketlerini iyi bir şekilde açıklayabilen kişi, Batlamyus’tur. Episikl modelde
de Yer’i merkezden kaydırmıştır. Gezegen hareketlerinde de aynı yöntemi kullanmıştır. Bu
yeterli olmayınca, merkezin üzerine düşen bir noktada “Eşitlik Merkezi” denilen yeni bir
merkez belirlemiştir. Bu noktanın merkezden uzaklığı, Yer’in merkeze olan uzaklığına eşittir.
Böylece daha karmaşık bir model ortaya çıkmıştır. İlk kez olarak, gökyüzündeki hareketleri
matematiksel olarak açıklayabilen, hareketlerin gelecekteki durumlarını öngörebilen bir
kuram oluşturulmuştur.
Almagest’te ortaya koyduğu kuram ile gök cisimlerinin konumlarını, hareketlerini ve
gelecekteki konumlarını matematiksel olarak ifade edebilmeyi başarmıştır.
Ay Gezegen
Güneş
Kuram, fiziksel açıklamasını, Aristoteles’in açıklamalarına ve kozmolojisine dayalı
olarak vermektedir. Kuram, tam anlamıyla matematikseldir. Tüm Ortaçağ döneminde, bu
kuram etkili olmakla birlikte, büyük tartışma yaratmıştır. Bu dönemler, Aristotelesçiliğin
yeniden yükseldiği dönemdir. Matematiksel olarak çok güçlü bir kuram olsa da, karşı
çıkışlarla karşılaşmıştır. Aristoteles’in fiziğini kullansa da, kuram, bazı noktalarda Aristoteles
fiziğine aykırıdır. En çok karşı çıkılan nokta, Yer’in merkezden kaydırılması düşüncesidir.
Aristoteles’in fizik görüşünde, Yer, merkezde olmalıdır. Karşı çıkılan ikinci nokta, episikl
dairesidir. Aristotelesçiler tarafından böyle bir daire fiziksel gerçekliği olmayan, hayali bir
daire olarak görülmüştür. Episikl daire, Batlamyus’ta matematiksel bir nesne olarak karşımıza
çıkmaktadır. Aynı biçimde, ‘eşitlik merkezi’ de hayali bir nokta olarak görülmüştür.
Aristotelesçilere göre, evrende tek bir merkez vardır, o da Yer’dir. Sistem, bu noktalardan
ötürü eleştirilmiştir. Ortaçağ boyunca, Aristotelesçi filozoflar, Batlamyus astronomisini
reddetmişler ve Aristoteles’in ‘Ortak Merkezli Küreler Sistemi’ni benimsemişlerdir. 13.yy’da
kurulan yeni sistemlerin bir çoğu da bu sistemi temel almıştır. Bu durum, hem Batı
astronomisi hem de Doğu astronomisi için geçerlidir. Matematikçi astronomlar ise Batlamyus
sistemini esas almışlardır. Onlara göre, herhangi bir astronomi kuramının geçerli olması için
matematiksel olarak güçlü olması yeterlidir. Matematikçi astronomlar, gerçekliğe ilişkin
tartışmanın boş olduğunu savunmuşlardır. Kuramın geçerliliği değil, doğruluğu önemlidir.
Fiziksel astronomiyi temele alanlar
Matematiksel astronomiyi temele alanlar
Merkez
Yer
Merkez
Yer
Eşitlik Merkezi
Merkez
Yer
21
Batlamyus + Aristoteles sentezini savunanlar (Küre Katmanları
Sistemi)
Matematik yönden Batlamyus’un başarısını kabul etmekle beraber, fiziksel gerçekliğin
kuramda eksik kaldığını savunan üçüncü bir görüş daha vardır. Bu görüşe göre, Batlamyus ile
Aristoteles’in (matematiksel kuram ile fiziksel kuram) birleştirilmesi gerekir. Batlamyus’un
kullandığı modellerin gökyüzündeki gerçekliklerinin bulunulmasına çalışılmıştır. Küre
Katmanları adı verilen bir sistem geliştirilmiştir. Bu sistemde, modeller, gerçekten var olan
nesneler olarak düşünülmüşlerdir. Bu sistem, 9.yy’da Doğu’da, 13.-14.yy’da da Batı’da
ortaya çıkmıştır. 16.yy’da Kopernik’in sistemi bu tartışmaları azaltmış, 17.yy’da Newton’un
Güneş Merkezli Sistemin dinamiğini kurmasıyla tartışmalar tamamen sona ermiştir. Küre
Katmanları Sistemi, bu tarihten sonra da Doğu da 18.yy’a kadar etkisini sürdürmüştür.
Batlamyus’un diğer bir önemli kitabı ‘Tetrabiblos (Quadripartium)’dur. Bu eserde
astrolojinin sentezini yapmıştır. Astrolojiye ilişkin ilkeler geliştirmiştir.
1. Genel kavramlar / Gezegenlerin nitelikleri
2. Genel kehanetler
3. Özel Kehanetler
4. Hayatın çeşitli dönemlerine ilişkin astrolojik belirlemeler.
Batlamyus’un diğer kitaplarında akılcı/bilimsel bilgiler görülmektedir. Burada ise
farklı bir bilgi türü ile karşılaşılmaktadır. Kepler’e kadar süren dönemde, astroloji de bilim
olarak kabul görmüştür. Bilimsel olmayan bilgiler her zaman kabul görebilirken, bilimsel
bilgi, ilerleme olgusundan ötürü değişen bilgidir. Bu nedenle Batlamyus’un eseri, etkisini
sürdürebilmiştir.