14
aylık Okü. . aergısı Nerde kaldı o çağlar ki, Analar kurt doğururdu Hilkat, insan çamurunu Destanlarla yoğururdu. Nerde o yiğitler ki Gür sesleri vadiyi bürür Yürü dese dağlar yürür, Dur dese kalpler dururdu Arif Nihat ASYA GAlJP ERDEM Bir Hatıra ve Eğitim Anlayışımın DÎLÂVER. CEBECİ Ateş ŞEVKET B. YAHNÎCÎ Tarihimizde Büyük Fedakârlıklar OSMAN OKTAY Bozkurt Bir Yaşında SADIK KEMALıOĞIAJ Sen Bir Dava Adamısu DİNÇ YAYLALIER Sistemlerin Analizi * METIN ÖNEY Genç Ülkücüye YETİK OZAN Hak Kimin? EYIıÜL 1913 13

Okü. . aergısı - ulkunet.com

  • Upload
    others

  • View
    4

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Okü. . aergısı - ulkunet.com

aylık Okü. . aergısı

Nerde kaldı o çağlar ki, Analar kurt doğururdu Hilkat, insan çamurunu Destanlarla yoğururdu.

Nerde o yiğitler ki Gür sesleri vadiyi bürür Yürü dese dağlar yürür, Dur dese kalpler dururdu

Arif Nihat ASYA GAlJP ERDEM Bir Hatıra ve Eğitim Anlayışımın

• DÎLÂVER. CEBECİ Ateş

ŞEVKET B. YAHNÎCÎ Tarihimizde Büyük Fedakârlıklar

• OSMAN OKTAY Bozkurt Bir Yaşında

• SADIK KEMALıOĞIAJ Sen Bir Dava Adamısu

DİNÇ YAYLALIER Sistemlerin Analizi

* METIN ÖNEY Genç Ülkücüye

• YETİK OZAN Hak Kimin?

• EYIıÜL 1913 13

Page 2: Okü. . aergısı - ulkunet.com

Bozkurt Bir Yaşında

1972 Ekimi'nde yayın hayatına giren dergimiz elimizdeki bu 12. Sa­yısıyla birinci yılını doldurmuş bu­lunuyor.

Bir derginin çıkarılması ve çı­karılmaya başlanan bir derginin ya­şatılması kolay değildir. Bir sürü fedakârlıklar, cefakârlıklar ister. Bu fedakârlık ve cefakârlığı göste­rebilmek ise her kişinin harcı değil­dir. Bu işe girişenlerin herşeyden ön­ce bir davası, bir ülküsü olması ge­rekir. Töre ve Devlet Dergileri yıl­lardır yayın hayatlarını sürdürüyor­lar ve her geçen gün «En iyiye, en güzele, en doğruya» gitmek için gay­ret gösteriyorlar. Hem de birçok gün­lük gazetenin trajlarıyla yarış ede­

rek. BOZKURT traj zincirini çok­tan kırdı. Bir derginin on bin bas­ması ancak bizim cephede görülür­dü. Ama 25 bine ulaşan bir dergi trajı Türkiye'de görülmüş şey de­ğildir. Birçok günlük gazetenin 5-10 bin arasında bastığını, hele dergilerin çoğunun bin - ikibin trajlı olduğunu söylersek BOZKURT gerçeği iyice anlaşılmış olur.

Demek ki bir dergiyi, bir gaze­teyi çıkarmak pek o kadar mühim değildir. Mühim olan iyi bir traj, iyi bir muhteva ile aksatmadan çıkara­bilmektir. BOZKURT'un yazı ailesi birhayli kalabalık. Anadolu'nun dört bir yanına giden BOZKURT'a yine Anadolu'nun dört bir yanından yazı­lar, şiirler geliyor. Hergün sayısız mektup alıyoruz. Yazı heyetimiz ge­len her mektubu açıp okuyor. Ya­zılar, şiirler tasnif ediliyor, cevap verilmesi icabedenlere cevap yazılı­yor, ülküdaşlarımızın BOZKURT'ta yapılmasını istedikleri değişiklikler, yaptıkları tenkitler tartışılıp karara varılıyor. Kısacası herşeyi en iyi şe­kilde yapmaya çalışıyoruz.

Verdiğimiz haberler, yaptığımız yorumlar hep gerçekleri yansıtıyor. Bir yılda bir sefer tekzip aldık. Ver­diğimiz cevap onu da susturdu. Çün­kü yalan şeyleri yazmıyorduk. Hep­si gerçeğin ifadesiydi. İtiraz edecek­lere vesikalarla ispat etmemiz her zaman için mümkündür.

Yurdumuzun hemen her tara­fında ülküdaşlarımız harıl han i ça­lışıyor. Vatanımıza, milletimize, di­nimize ve kutsal değerlerimize atılan çamurları, iftiraları bize en iyi ve en doğru şekilde bildirmeye çalışı­yorlar. Zaten ülkücülüğün şartların­dan birisi de budur : «Herşeyin en iyisini, en güzelini ve en doğrusunu yapmak.»

Dergimiz'in sahibi ve Başyazarı, Saym Sadi Somuncuoğlu BOZKURT'­un ilk sayısında «Ülkücüler bir top­lumun seçkin tabakasını teşkil eder­ler. Sorumlulukları diğer insanların-kinden kat kat fazladır...» diyordu. Biz Türk Ülkücüleri olarak bu sorum­luluğu duymalı ve yaşamalıyız. Bir

Osman OKTAY

büyüğümüz «Ülküsüz insan çamur­dan farkı olmayan bir varlıktır» di­yor. Biz bunu idrak etmiş ülkücü­ler olarak sonuna kadar ülkümüze sahip çıkacağız.

«Ülkümüz göklerde dalgalanan bir sancak,

Allah'ın huzurunda eğiliriz an­cak»

TANRI TÜRK'Ü KORUSUN.

aboneleri biten

okuyucularımıza Sayın Ülküdaşlarımız :

BOZKURT bu sayısıyla bir yılını doldurmuş ve ikinci yılı­na girmiştir, ikinci, üçüncü... Ve sonsuza giden yıllara ka­tlar da inşallah yayın hayatı­na devam edecektir. El ele, gö­nül gönüle çalışarak önümüze çıkan her engeli yine aşmaya devam edeceğiz.

ROZKURT'a ilk sayısından itibaren abone olan okuyucula­rımızın abonelerini yenilemele­rini rica eder başarılar dileriz.

Abone bedellerinizi 10079758 nu. lu posta çekine yatırınız.

2

Page 3: Okü. . aergısı - ulkunet.com

Tarihimizde büyük

fedakârlıklar

Şevket B. YAHNİCİ

I X ûr-Şad ve yiğitlerinin Çin başkentin'deki ihtilâl •^gecesinin üstünden yıllar geçmiş. Türkler ba­

ğımsızlıklarını kaybetmiş, darmadağınık bir haldeler. Ötüken'den çok uzakta, Çin şeddi yakınında üç Gök­türk yiğidi kılıçlarını dikmişler havaya and içiyorlar: «Gök girsin, kızıl çıksın!» Ortada bir gönder, ucun­da altından kurt başı. Kutluk Şad, Tonyukuk ve Boy­la Bağa Tarkan Türk'ün tarihinde pek az görülmüş esaret günlerinin zincirini kıracak yemini ediyorlar.

Ötüken'de bir oba. Binbaşı Pars'ın Obası. İlteriş Kutluk Kağan'ın beğlerinden Binbaşı Pars ve O'nun kumandasındaki bir onbaşı : Urungu.

Pars beğin gözü Urungu onbaşının börk ve bıça­ğına takılakalmış. Yoksul kıyafetlerinin yanında bun­lar pek farklı şeyler. Biraz sohbet. Pars'ın eli bıçağa uzanıyor, çeviriyor güneşe doğru ve bıçak kabzasın-daki tılsımlı yazıyı okuyor: «Bumin Kağan.» Göktürk'­lerin Kağanlık alâmeti olan bıçak. Şüphe leri doğru çıkıyor işte : İlteriş Kağan çerisinden basit bir on­başı olarak bilinen Urungu, aslında yiğitler yiğidi, yoldaşı, silâh arkadaşı Kür-Şad'ın oğlu...

Ve fedakârlık. Dörtnala, çılgıncasına giden bir at. «Ölüm Uçurumu,»na doğru Sırrıyla beraber uçmağa gidiyor Kür-Şad'ın oğlu Onbaşı Urungu...

Gene Göktürk'ler çağındayız. Türk istiklâlini ve birliğini yeniden tesis eden İlteriş Kutluk Kağan öl­müş. Oğulları küçük. Yerine kardeşi tahta geçmiş. Kültegin ve Bilge büyüyorlar. Bu sırada Kapagan Ka­ğan (Amcaları) ölüyor. Tahta kim çıkacak? Kültekin'-in kağanlığı konusunda bütün ordu, beğler çoğunlukla istekli görülüyor. Kültekin kağanlıkta gözü olsa pekâ­lâ olabilecek güç ve kuvvette. Ama O'nun ülküsü, ordularının, yiğitlerinin başında Göktürk Devleti'ne hizmet. Gayrı düşüncesi yok. Kağan Bilge. O'da ordu kumandanı oluyor ve Türk'e tarihinin en şerefli gün­lerini yaşatıyorlar.

Karahanlflar devrindeyiz. Oğuzlar'ın Kınık bo­yundan Selçuk Beğ bir Karahanlı kumandanı. Anlaşa­mıyor onlarla, ayrılıp etrafına diğer Oğuz boylarını da topluyor. Oğullarından Mikail Yabgu iki evlât sahibi : Tuğrul ve Çağrı. Dedelerinin ölümünden sonra amca­ları, amca çocukları ile beraber pek çok savaşlar yapıp zaferler kazanıyorlar. Nihayet kurulan bir dev­let. Selçuklu Devleti. Bir kağan lâzım bu devlete. Çağrı beğ hem büyük, hem de bu mevkie gelebilmek konusunda daha güçlü. O da küçük kardeşi Tuğrul beğin kağanlığındaki bir devletin ordu kumandanı ola­rak hizmeti tercih ediyor kağanlığa...

600 yıllık Çınar'ın ilk yılları. Ertuğrul Sancağından, Ertuğruloğlu Osman Beğ'in devleti kök salıyor Mar­mara'nın güneyinde. Osman beğin de devlete baş olabilecek iki oğlu var. Büyüğü Aleaddin, küçüğü Or­han. Bilgili, görgülü, uzağı gören bir zat olan Alead­din Beğ, küçük kardeşinin tahta geçmesini istiyor ve sağlıyor. İlk veziri olarak da devlete büyük hiz­metlerde bulunuyor.

Sizlere Türk tarihinin en kritik dönemlerinde, milletimizin var olma yok olma mücadelesi yaptığı sıralardan üç feragat ve fedakârlık örneği. Öyle kü­çük, basit şeyler de değil vazgeçilenler. Devlet'ten ve devletin başı olmaktan vazgeçmişler. Birisi de sır­rıyla beraber Tanrı'sına uçarak. Bunlardan iik ikisi Göktürk Devleti'nin; üçüncüsü Selçuklu Devleti'nin, sonuncusu ise Osmanlı Devleti'nin var olma ve var­lığını devam ettirme sebepleri olmuştur. Aksi vaki olsa ve Devlet sen-ben kavgasına düşseydi, Türk Mil­leti tarihin bu üç şanlı devletinden mahrum kalabi­lirdi.

Yüzyıllar sonra bu ataların torunları olarak gene varlık, yokluk mücadelesi içindeyiz. ÜLKÜCÜ HARE­KET mensupları güç, kuvvet ve örnek aldıkları ata­larına benzemek zorundadırlar. Yapacakları feragat ve fedakârlık da yukarıdakiler ölçüsünde değil hiç bir zaman. Daha basit, ufak şeyler.

3

Page 4: Okü. . aergısı - ulkunet.com

İMTİHANLAR YAKLAŞIYOR 9 EYLÜL ZAFERİ KUTLANIYOR

BOZKURT

BİR YILINI

DOLDURDU Dergimiz elinizdeki bu 12. sayı­

sı ile bir yılını doldurmuş oluyor. 1972 Ekimi'nde ilk sayısı çıkmış olan BOZKURT kısa zamanda umulan­dan çok ilgi gördü, öyle ki, daha ilk sayısı ikinci baskı yapmak du­rumunda kalmıştı.

O günden bu güne BOZKURT geniş bir kitleye yayılmış ve yur­dumuzun hemen her köşesine git­miştir. Bu kadar geniş bir bölgeye yayılan BOZKURT'a yine bu kadar çok şiir ve yazı gelmiş, bu şiir ve yazıların bir kısmı yayımlanmıştır. Gelen yazı ve şiirler için dosyalar açılmıştır. Heyet tarafından incele­nen yazı ve şiirlerden uygun görü­lenler sırası geldikçe yayımlanmak­tadır.

BOZKURT ülkücü gençlerin e-linde bir el kitabı gibi dolaşmış ve her yerde okunmuştur. BOZKURT ikinci yılma daha güçlü girecek ve daha iyi daha güzel, daha doyurucu olarak elinize geçecektir. Allah'ın izniyle şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da bütün yeneceğimize inanıyoruz.

4

Malûm olduğu üzere 6 Temmuz 1973 Cuma günü yapılan «Üniversi­telerarası Giriş îmtihanı» soruların çalınması yüzünden iptal edilmişti. Böylece de yurdumuzun en ücra kö­şelerinden binbir türlü imkânsızlık içerisinde imtihan için gelen gençle­rin emeği ve masrafları boşa git­mişti.

Şimdi imtihanlar 19 Eylül 1973 günü tekrar yapılacak ve gençler yeniden büyük bir külfete katlana­caklar. Belkide çoğu imkânsızlıkları yüzünden imtihana gidemeyecek.

Diğer taraftan okulların Eylül imtihanları da başlamış bulunuyor. Eylül imtihanı olan ve «Üniversiteye Giriş îmtihanı»na girecek olan ül-küdaşlarımızın çok çalışmaları ve başarılı olmaları gerekmektedir. «Ülkücü Aydınlar Kadrosu»nu güç­lendirmek için bütün gayretimizi se­ferber etmeliyiz. Unutmayalım ki : Vatan bizden hizmet bekliyor.

30 Ağustos Zaferimden sonra M. Kemal Atatürk şanlı Türk Ordusu'na «Ordular îlk Hedefiniz Akdeniz'dir İleri» komutunu vermişti. Bunun üze­rine düşmanı yurdumuzdan kovma­ya azimli olan mehmetçiklerimiz 51 yıl önce düşmanı yüzlerce kilomet­re kovalayarak İzmir'de denize dök­müşlerdi. Zaferlerle dolu tarihimize altın bir halka olarak eklenen 9 Ey-lüTün 51. yılını kutluyoruz. Şanlı Türk Ordusu'nun ve Yüce Türk Mil-leti'nin daha nice 9 Eylül'ler kaza­nacağına inancımız sonsuzdur.

ORDULAR! İLK HEDEFİNİZ

AKDENİZDD3 İLERİ!.. K. ATATÜRK

zorlukları

Page 5: Okü. . aergısı - ulkunet.com

Ülkü Yağmuru Anadolu'nun çorak toprakları

ve bozkırları üzerinde ömür tüke­ten, vefakâr ve çilekeş insanları mahsullerinin yeşermesi ve bol ol­ması için Tanrı'dan yağmur isterler. Mahsulleri için yağmur bekleyen bu cefakâr insanların ruhları ve kafala­rı için ne istediklerini bilmek ve bul­mak lâzımdır.

Şüphesiz ki, Anadolu ve dünya Türklüğü bugün, bardaktan boşanır-easına, imanlı, ülkücü kafalardan boşalacak ülkü yağmurunu hasretle beklemektedir. Hem öyle bir bekle­yiş ve özleyiş ki; kızgın çöl üzerinde bir damla su arayan, hararetten dili kurumuş insan misâli... Çünkü, Türk­lüğün üzerine ülkü yağmuru yağma-yalı yıllar olmuştur : II. Viyana boz­gunundan sonra kesilmeğe başlayan ülkü yağmuru, Tanzimat ve daha sonraki yıllarda büsbütün kesilmişti. Araya giren I. ve II. Dünya Harpleri Türklük semalarında ülkü bulutları­nın üzerine bir toz ve kum bulutları olarak inmiştir. Büyük Taarruzdan sonra doğan güneş ve beliren bulutla­rın ömrü de kısa olmuştur. M. Kemal Atatürk'ün ölümünden sonra, yine

Türklük semalarını ve Anadolu at­mosferini zehirli sis yığınları kapla­mıştır. Vatan ve milletin kaderine hakim kimseler kendi şahsî çıkar ve menfaatlarmın peşinde koşmuş, yabancı ajanların yerli işbirlikçileri durumuna düşmüşlerdir. İşte böyle­ce Türk Milleti'nin millî ülkü pınar­ları tıkanmış ve Türk insanının ka­fası ülküsüz, idealsiz bırakılmıştır.

İnsan, bütün yaratılmışların en şereflisi, en güçlüsü olmakla birlikte, bir karanfil çiçeği kadar da narin ve naziktir. Çünkü o, çift yönlü bir varlıktır : Ruh ve ceset... Her ikisi de birbirini tamamlayan unsurlardır. Fakat , ceset olmasa da, ölmeyen ruhlar yine bütün canlılığı ile kalp­lerde, gönüllerde durmaktadır. Tıpkı suyu alınarak koku yapılan karan­filler gibi... Ama ruh olmazsa ceset hiçbir işe yaramayacak, toprak olup gidecektir. Maddî olan cesedin (vü­cudun) beslenmesi maddî olan şeyler­dir : Yemek, içmek v.s. gibi... Fakat, ruhun gıdası ise ülkü yağmuru de­diğimiz topyekûn millî kültürdür : Din, dil, tarih, örf-âdetler... Türk Milleti'nin üzerine Millî kültür bu­lutlarından ülkü yağmuru boşanmaz-sa kurur ve mahvolur. Tıpkı o narin karanfil çiçeğinin sıcak yaz günle­rinde iki gün susuz kalıp kuruduğu gibi. O zaman da şair bize haklı o-larak : «Ey dipdiri meyyit» diye hay­kıracaktır.

Evet, maalesef bugün Türk Mil­leti'nin ruhu ve kafası Büyük Sah-ra 'ya dönmüştür. Atalarımızın kan­larıyla suladığı bu toprakları çorak­laştırmak istemiyor isek, her biri­miz birer millî kültür bulutu olup, ülkü yağmurunu yağdırmamız ge­rekmektedir. Bir şimşek olup çak­mak, bir gürültü olup gürlemek, yağ-

Yavuz SERDAROGLU

mur olup boşanmak, sel olup taşmak, fırtına olup esmek* zorunda olduğu­muzu unutmayalım. Aksi halde Türk­lük semalarını kızıl bulutlar ve bay­kuş sesleri dolduracaktır. Türklü­ğün gurur ve şuuru, İslâm'ın ahlâk ve faziletiyle mazîden hız alıp, hâl köprüsünden geçerek geleceğe doğru bir sel gibi akalım. Keskin bir ok gibi yaylarımızdan fırlayalım ki, yarının yüz milyonluk BÜYÜK TÜR­KİYE'SİNİ kuralım.

Töre - Devlet Yayınları

Uçurumun Kenarındaki Türkiye Serisi:

(İddianameler ve Mahkeme Belgeleri)

1. TÖS DOSYASI - I 10 TL. (Mevcudu kalmamıştır)

2. TİP DOSYASI 10 TL.

3. TÜRKİYE İHTİLÂLCİ İŞÇİ - KÖYLÜ PARTİSİ DOSYASI - I 15 TL.

4. MADANOĞLU DOSYASI 10 TL.

5. DEV GENÇ DOSYASI 15 TL.

6. TÖS DOSYASI II 10 TL.

İsteme Adresi : TÖRE - DEV­LET YAYINEVİ Konur Sok. Köklü Pasajı 57 C/8

Bakanlıklar - A N K A R A

© : 17 23 23

Page 6: Okü. . aergısı - ulkunet.com

Dinç YAYLAUER

Sistemlerin Analizi

XX. YüzyıTın ikinci yarısını hay­li geçtiğimiz günümüz ortamında, teoride birbirlerine zıt olmalarına rağmen, materyalist temelde birle­şen Kapitalist ve Marksist sistem­lerin insan mutluluğunu gerçekleş­tirmediklerini görüyoruz.

Fer t başına düşen millî gelir oranma göre yapılan tasniflerde ön sıraları işgal etmelerine rağmen, batı toplumları bünyelerini kemir­meye devam eden sosyal buhranlar­dan yıllardır kurtulamamışlardır, însan mutluluğunu sağlamak için tek hedef, onlara millî gelirden bü­yük payları mı vermektir? Asla. Aşırı madde tatminiyle düşülen re­havet ortamında fertlerin çılgınlık­ları, çoğu zaman dünyalarını değiş­tirmeye sebeb olmaktadır.

Demirperde blokuna dahil ülke­lerde de patlamaların, bunalımların hâlâ devam etmesi, düzenin, emekçi yığınların isteği ile değil de, Jan­darma devletinin gayretleriyle a-yakta durması, Marksist sistemin de çağımız insanının mutluluğunu ger­çekleştiremediğinin delilidir.

Marx ve Adam Smith'in en bü­yük hataları, insanı ruhsuz bir mad­

de olarak ele almalarıdır. «Proleter-yanm vatanı karnının doyduğu yer­dir.» diyerek bütün manevî duygu­ları bir kalemde çizen Marx ile, fer­din mutluluğunu sadece aşırı kâr un­surunda arayan Adam Smith, insa­nın manevî dünyasını nazarı itibara almamışlardır. Madde elde etme sai-kiyle hareket eden fertlerden oluşan materyalist toplumlarda, bunalımla­rın temel sebebi buradadır. Fertler için madde kavramının, din, ahlâk, .sosyal dayanışma gibi kutsal duy­gulardan ön plânda gelmesi, bunalım­ların körüklenmesine sebep olmak­tadır.

200 yıldır kalkınma gayretleri içerisinde bulunan Türkiye'de, millî bünyemize ters düşen iktisat politi­kalarının tatbiki, geri kalmışlığımızı pekleştirmekten, sefalet edebiyatı kalemlerine materyal hazırlamaktan başka bir işe yaramamıştır. Toplum bünyesinde girişilecek her hareketin başarı şansı, toplumu iyi tanımakla arttırılır. Türk insanım tanımadan, örf ve adetlerini, geleneklerini dik­kate almadan tatbikata konulacak her faaliyet millî bünyemize ters düşmeye mahkûmdur. Yıllardır fer­diyetçi iktisat politikasında ısrar eden zihniyetler toplum bünyemizi biraz tanımış olsalardı, «Yerinde say» temposuna alkış tutmazlardı.

Osmanlı'nın dört kıtada at koş­turduğu dönemi düşünelim. Her fet­hettiği ülkeye yatırım götüren Os­manlı, materyalist dünya görüşüne sahip olsaydı, bir sürü külfete mâl olan alt yapı yatırımlarını hiç yapar mıydı?. Oysa İspanyol'lar, Porte­kizliler, İngiliz, Fransız lar her fır­satta müstemleklerini iliklerine ka­dar sömürmüşlerdir. Her iki dünya görüşü arasmda bu kadar kesin çiz­gilerle ayrılık mevcutken, batınm dünya görüşünü Türk toplumuna zorla kabul ettirmeye imkân var mı­dır? .

Bu konuda bir nokta üzerinde de durmak gerekir : Klâsik eğitim sistemimizin çarkları araşma kendi­ni kaptıran fertler, materyalist dün­ya görüşünü benimsemeye mecbur­dur.

Tanzimattan buyana, materya­list süzgeçten geçerek yetişen ay­dınlarımız, millî bünyemize ters dü­şen dünya görüşünü savunmakta­dırlar. Kültür ikileşmesinden dolayı, standart aydınlarımız ile halkımız arasında anlaşmazlık hüküm sür­mektedir. Bu savaşı kim kazanacak­t ı r? Aydınlarımız materyalist dün­ya görüşünü mü halkımıza kabul ettirecekler, yoksa halkımız mı fer­diyetçi felsefeye karşı verilen müca­deleden galip çıkacaktır? Klâsik e-ğitim sisteminin çarklarmdan kendi­lerini kurtararak, çoğunluğu teşkil eden kalabalıklardan kopan ülkücü aydınlar halkımız ile bütünleştikçe, zafer milletimizin olacaktır. Mülî esaslara göre yeniden kurulacak o-lan müesseseler ve her alanda tat­bik edilecek millî politikalar, Türk Milleti'nin çoğunluğunun arzusu is­tikâmetinde olduğu için başarıya u-laşacaktır.

Materyalist toplumlardaki bu­nalımların sebebi, sanayileşmenin tabiî bir neticesi olarak gösterilebi­lir. Acaba sanayileşmenin yol açtığı problemler, bizim düzenimizde de sosyal bünyede derin yaralar aça­cak mıdır? Kültürleri ile, çağdaş me­deniyet arasında denge kuramayan milletler için mevcut olan bu tehlike bizim düzenimizde asgarî hadde in­dirilecektir. İktisadî ve kültür dü­zenleri arasında tam bir dengenin kurulması, Türk-lslâm töresinin top­lumumuzun bütün kesimlerine hakim kılınması, milletimizi ahenkli bir bü­tünlüğe kavuşturacaktır.

Millî bünyesine yabancılaşan bir toplumda iktisadî kalkınma gerçek­leştirilemez. Çağ değiştirmiş, kuv­vetli olduğu dönemde cihan politi­kasına yön vermiş olan Türk Milleti aslına rücû etmeye mecburdur.

Türk insanının mutluluğu 9 ışık düzeninde gerçekleşecektir. Yıllar­dır özlenen millî havanın düzeni­mizde teneffüs edilmesi, iktisadî kalkınmamızda rol oynayacak en ö-nemli itici güç olacaktır.

6

Page 7: Okü. . aergısı - ulkunet.com

^©©lEÜÎLÜ' i î®! Sönük Geçer

Ağustoslarım Ey Bu Topraklar îçin Toprağa

Düşmüş Asker : Gökden Ecdad İnerek öpse, O

Pak Alnı Değer. Yalnız Çanakkale Şehidini an­

latmaz bu mısralar bende. Bu top­raklar için ilk şehidimi MALAZ­GİRT'te verdim, bu topraklar için ilk kanımı MALAZGİRT'te akıttım ben, ve de kan döktüğüm her yer benimdir. Ama nice topraklar içinde oluk oluk kan dökmüştüm, dökmüş­tüm de bugün neden o yer benim değildir? Bilirim anlamazsın sen, bu yüzden de o yerler benim değil­dir. Onu ancak savaşa giren yiğit­ler bilir.

Bilir misin sen MTJNZUR boy­larını? Dağ keçilerinin oynaşmaları­nı seyrettin mi orda? Karadeniz kı­yılarım gördün mü sen? ORDU'dan kıyı dağlarına doğru tırmanırsan, yeşillikler içinde göremezsin köyleri. YEMİŞLİ, KÖKENLİ yakındır. Karadeniz'e, taflan ağaçlarının dip­lerine uzanırsan orada, yeşillerin so­nunu bulamazsın. Fındık bahçeleri, sakız ağaçları alabildiğine uzar gi­der, uzar gider de MALAZGİRT'te düğümlenir hepsi. Karadeniz'e gece gündüz sessiz sessiz akan ırmaklar vardır. Yeşil Irmak mı oldu, Melet mi gezersen kıyılarını, MALAZ-GİRT'ten sularım alır sanırsın. İşte O an anlarsm Ağustosların önemini

Yıl 1973. Kurşunlar sıkılır al­çakça vatanın bağrına. Yine şehit düşer bu topraklar için niceleri. Bi­lirim mutsuzdur yine ALPARSLAN, mutsuzdur mezarında. Yiğitliği ya­şatılmaz şimdi 1071 lerin. Anadolu'­nun kaderi böyle değil. O yine es­kisi gibi heybetli, eskisi gibi gebe yeni yurtlara ama, YENİ BİR ALP­ARSLAN'I ÖZLER SADECE O, ÇÜNKÜ : O ZAMAN RAHAT U-YUR MALAZGİRT'TE ŞEHİDLER, ve de o zaman anlaşılır AĞUSTOS'-ların önemi...

Günerkan AYDOĞMUŞ

BEKLENEN GÜN Ben bir Türk oğluyum adımda şan var, Damarımda zulme haykıran kan var Salan korkar sanıp kükreme düşman Bende zulme baş eğmeyen îman var.

Silâhım susamış düşman kanına Yaptıkların kalır sanma yanma Bin canım olsaydı kordum yoluna Bize candan daha özge vatan var.

Kerkük benim, Kafkas benim öz malım, Kırını, Alta'yım, ah... Türkistan'ım Yavru vatan Kıbrıs, Azerbaycan'ım Hayalimde bir hudutsuz Turan var.

Bozkurtlar uyansın şafak söküyor, Bir dert beni cayır cayır yakıyor Türk'lük hürriyete hasret çekiyor, Gene öz yurdumda kara duman var.

Üzülme, ah çekme ağlama ana, Bin -KARAKOÇ- kurban olsun vatana, Görülecek çok hesabım var ama, Sabret kahpe Moskof hele zaman var.

Nafiz KARAKOÇ

HOYRATLAR YAZ OLSUN EL ÎÇÎN DEYİL ÜLKÜM İÇİN YAZ OLSUN ŞÖLENİMİZ OLACAK HELE BÎR DE YAZ OLSUN

GÜLEYİM VER TOPRAĞIM GÜLEYİM TURANIM GERÇEK OLSUN BEN O ZAMAN GÜLEYİM

TÜRKELÎ BENİ ÖZLER TÜRKELİ EL TÜRK'Ü SEVMEYİNCE NASIL SEVER TÜRK ELİ

KIZILA GÖK RENGİM DURURKEN BOYANMIŞLAR KIZILA VUR Kİ TÖREN KURTULSUN NERDE GÖRSEN KIZILA

Abdullah TAŞ

7

Page 8: Okü. . aergısı - ulkunet.com

BİR HATIRA ve EĞİTİM ANLAY\Ş\IMIZ Galip ERDEM

7-8 yıl öncesiydi. Hastanede ya­tan bir büyüğümün ziyaretine git­miştim. Hastanın yanında biri er­kek, diğeri kadın İki ziyaretçi da­ha vardı. Erkeği tanıyordum; An­kara Hukuk Fakültesi'nde hocamdı. Siyasi Tarih ve Hukuk Tarihi Pro­fesörü Coşkun Uçok. Hanım da Coş­kun beyin eşi imiş; ilahiyat Fakül­tesi öğretim Üyelerinden - şimdi Cumhurbaşkanlığı kontenjan sena­törü - Doçent Bahriye Üçok. Hasta, Üçok'lara kızlarım sordu, anlattılar, mecburen dinledim : Çocuğu Fransız İlkokuluna vermişler. Okulda Fran-sa'daki ilköğretim programı aynen uygulanıyormuş. Kazlarının yetişme­sinden, hele Fransızca'yı kısa zaman­da İyice öğrenmesinden, öğretmen­

lerinin tutumundan sok, çoook mem­nun imişler. Yalnız bir şikâyetleri varmış; çocuk, genel kültür bakı­mından pek zayıf kalıyormuş. Çün­kü öğretim programının kültür ders­leri bölümünde hep Fransız tarihi, Fransa coğrafyası, Fransız edebiya­tı ve Fransız sanatı Öğretiliyormuşî Diğer milletlerden hiç bahsedilml-yormuş; sadece Fransa'nın komşula­rına, Fransızlarla münasebetleri öl­çüsünde bir kaç satırla yer veriliyor­muş. Fransız ilkokulundan mezun bir Öğrenci, meselâ Sen nehrinde hangi balıkların yaşadığını, nerede hızlı nerede yavaş aktığım, kısacası ufacık bir ırmağın bütün özellikle­rini bilirmlş de Sakarya'nın adım duysa şaşırırmış. Tarih, edebiyat, sanat konularında durum hep böyle İmiş! Hararetli İdiler, belki daha çok anlatacaklardı. Dayanamadım, ara­ya girdim, önce, Prof. Üçok'a ken­dimi tanıttım. 1954-55 yıllarında öğ­rencisi olduğumu söyledim. Sonra; «Hocam, dedim, affedersiniz amma, merak ettiğim bir hususu öğrenmek istiyorum. Profesörsünüz. Hem tek­nik bir sahada değil, kültür konuları ile uğraşıyorsunuz. Millî Eğitim si­

yasetimiz hakkında görüşleriniz var dır. Muhterem eşiniz de DAhlyat Doçenti İmiş! Fransız İlkokullarının öğretim programı, bir Türk olarak »İze neler düşündürdü, nasıl bir so­nuç çıkardınız? Fikirlerinizi mmj eğitim yetkililerine bildirdiniz mi?» Sayın Üçok'lar, mübalâğa etmiyo-rum, ne söylemek istediğimi bile an-layamadılar; çaresiz, sustum!...

Aklımın erdiği günden beri, miK U eğitimde reform yapılacağım du­yarım. Şekle bağlı değişiklikler öyle­sine çok denenmiştir ki, sayısını unut--' • muşuzdur. Ama, Türk Gençliğini öz değerlerine yabancılaştıran öğretim programlarında hiçbir değişiklik ya­pılmamıştır. Oysa, bildiğimiz kada­rına göre, yalnız Fransa'da değil, bağımsız ülkelerin hemen hepsinde kültür dersleri, «önce kendini tanı­mak» ilkesine dayanır. Tabancı ta­rihlerin, edebiyatların, coğrafyaların öğrenilmesi, yetişme döneminden sonra ele alman bir uzmanlık konu­sudur. Hk ve Orta Öğretim çağın­daki Türk çocuklarına milletimizin kültür değerleri iyice Öğretilip be­nimse 111 mediğl sürece başkalarına

duyulan hayranlıkların doğurduğu son uçlardan şikâyet etmeye hakkı-

I rmz yoktur. Yazdıklarımızı «Çocuk-, lanmızın dünyadan habersiz kalma­larını istemek» manâsına almak ay­rı bir yobazlıktır, insanlığın tarihi

I ana çizgileri ile elbette Öğretilecek­tir. Ama işlenmesi, ayrıntılarının anlatılması ve her Türk'ün mutlaka bilmesi, ömür boyunca hiç unutma-

I ması gereken milletimizin tarihidir, edebiyatıdır, sanatıdır, coğrafyasıdır. Hun veya Göktürk Imparatorlukla-

- rina bir İki sayfa ayıran tarih kitabı, eski Roma ve Yunan*ı yirmi sahifede anlatırsa, böyle bir kitabı okutan bir

I eğitim bakanlığına «Milli» denemez. 7 imamı Azamı tanımayan bir gençll-£ ğe Luther'in hayatım ezberletiyor­

sak, kültür açısından tamamen sö-mürgeleşmişiz demektir. Ilyada ve

S Odlsse gibi Yunan destanlarını içine tNalan, diğer taraftan Manas destanım t yadışarda bırakan bir öğretim proğra-

a j m ı hazırlayanların millî şuurdan yok-g sunluklarının derecesini belirtmeye

yetecek bir kelime dünyanın hiç bir B sözlüğünde bulunamaz.

KENDİNE DÖN Ayetle öğülmuş şana müle t f i^^ Uyan artık ey Türk, gel kendine dön. Türk'ün olsun Otttken'de devletin, Uyan artik ey TÜRK, gel kendine dön.

Bilge Kağan bağırıyor öz Türkçe : SÖS ffigg gok kubbemiz oelinmedikçe. Altta kara toprak yanlmadıkça, Kim bozar töreni, gel kendine dön.»

Ergenekon kadar dar sana Acun, Tanrı sana dedi; «Benim kılıcım» Ey Türkoğlu, kardeşim, anam, bacım, Karşı dur batıya, gel kendine dön.

SUklnln Oğuz'un genç Bozkurtlan, Gene yurt edelim, eski yurtları, Tazelensin yağıların dertleri, Hazır ol savaşa, gel kendine dön.

Alpago'lar, GÜItekin'ler, Mete'ler... Ataların senden bunu İsterler Uğraşa koşuşun bütün yiğitler. Hedefin unutma, gel kendine dön.

Dinle başbuğunun emrini işit. Düşmanın bir değil, birkaç yüz çeşit, Senin bir tek erin dünyaya eşit. Sana sen yetersin, gel kendine dön».

Tunga ORHUN

H A B E R G E L D İ K Ö Y Ü M D E N < »•t j»0ıı+t1r '3^tı^> A A A A*+tM"*-- '>"*>*A^A A

Duydum ki köyümde biten ağaçlar Meyveye hasretmiş, dala hasretmiş Gelinlik kızlarda o siyah saçlar Tarağa hasretmiş, tüle hasretmiş.

Ağlayanı güleninden çok derler Güldürecek tek seveni yok derler Gözlerdeki, yüzlerdeki kederler Neşeye hasretmiş, düne hasretmiş.

Ekin yola-yola bembeyaz eller Yarılmış yarıktan terlerden seller Akarken, dallarda açılan güller Bülbüle hasretmiş, dile hasretmiş.

Bİlâl BÜTÜN

Harmanları yine dövülüyormuş Danesi yabanla bÖlUnUyormuş Yuvasız, elvelvsiz kalırken her kuş. Sevgiye hasretmiş, yeme hasretmiş.

Gök yüzünde demir olmuş bulutlar Çürüyüpte kokmuş bütün umutlar Bir zaman otağlar kurulan yurtlar, insana hasretmiş, sese hasretmiş.

Her evin Üstünde bir büyük baca Dumanı tütmüyor sönmüş kısaca Eli şakağında düşünen hoca, Camiye hasretmiş, kula hasretmiş.

< • - I

Tös Dosyası Birinci Cildi

Hadise Yaratan ve Kısa Zamanda Kapışılan

Kitabın

İkinci Cildi

Ç I K T I Flatı : 10 TL.

İsteme Adresi ; Konur Sokağı • Köklü Pasajı « • : 57 C/8 Bakan-| l k t a r _ ANKARA

f M U ntr**

Hak Kimin? Yetik OZAN

Bir gün kurt, tilki, çakal dolaşmağa çıkmışlar. Dağ, ova, bayır derken iyice acıkmışlar. O sırada bir tavşan fırlamış yollarına. Bir anda tutsak olmuş çakalın kollarına. Çakal demiş ; «Dostlarım, bu Üçümüze yetmez, Paylaşmağa kalkışsak birer lokmacık etmez, tyislml bu tavşan en yaşlımızın olsun; Yaşa saygı gerekir, âdet yerini bulsun. Ben dört yüz yaşındayım dünyamız kurulurken; Eh, kimseye düşmez bu ben burada dururken.» Tilki atılıp demiş : «Sen daha pek toymuşsun, Benim torunum Ue aynı yılda doğmuşsun.» Kurt bakmış ki, yalanlar Kaf dağım aşmakta, Şansı yok düzenbazlar yansında koşmakta. Demiş : «Yasım yedidir, İşte doğrusu size,* Fakat korsam bu avı varmayayım sekize.» Sonra tavşanı alıp sık bir ormana dalmış, Böylece hak bir daha güçlü olana kalmış.

Page 9: Okü. . aergısı - ulkunet.com

Metin ÖNEY

Genç Ülkücüye 5000 yıllık muhteşem bir tarihin talihsiz mirasçısı

olmak sana nasiboldu. Yok olası ayrılık belimizi büker, fukaralık kırk yamada sırıtır, bir tas çorbaya bağdaş kurarken, kafan ve gönlün büyük Türkiye ülküsü ile dolu yola çıkıyorsun. Sana Amazon Nehri'nin kolları­nın uzunluğunu, kaplumbağanın sindirim sistemini, Öklit teorisini öğretmeye kalkışan «Millî» Eğitim, Millî Ülkü'nün zerresini bile veremeden seni Üniver­siteye gönderiyor.

Özbeöz Türkmen'lerin arasından, saf ve temiz Türk insanının içinden büyük kente geleceksin. Ru­hun saf, kalbin temiz, kafan bir sürü problemle dop-doludur. İhtimal ki bu saf bakışınla sırtlan ruhlar, maskeli yüzleri teşhis edemeyeceksin. Bu sırtlan ruh­lar, bu maskeli yüzler sana, geri kalmışlıktan, köy­den, mer'a ve su ihtilâflarından bahsedecekler. Se­nin temiz duygularını şahsî hırs ve aşağılık duygula­rının tatmini için istismar edecekler. Ve sana Türk'ün tarihî düşmanını dost, rejimini çözüm yolu olarak gösterecekler.

Bu memlekette bir tas çorbayı bulamayanların yanında, bir telefonla milyonları vuranların varlığı doğrudur.

Bu memlekette yer altı ve yer üstü servetlerimizi babalarının mirası gibi yabancılara peşkeş çeken den­sizlerin mevcudiyeti de bir vakıadır.

Bu memlekette seni okutmamak için öğretimi pa­ralı hale getiren zihniyetin hâkimiyeti de doğrudur.

Sırtında insanlık haysiyetine aykırı tarzda yüküy­le yevmiyesini doğrultmaya çalışan Türk insanının yanında, onu hakir gören, horlayan «Batıcı kafalı» bürokrat çevrenin zulmü de gerçektir.

Ancak, köy olarak Yeniköy'le, Yeşilköy'ü, Kadı­köy'ü bilenler senin dertlerine çözüm yolları getire­mezler.

Toprağı saksıda görenler, senin toprak halledemezler.

davanı

Çözüm yollarında sen onlardan ayrıl. O sırtlan ruhları iyi teşhis et. Yol kalabalıkların yolu değil, hakikatin yoludur. Sen bu yolu seç. Çözüm yollarını usta demagokların demagojilerinde veya Türk Devle-ti'ni yıkmayı amaçlayan hain sürünün felsefesinde de­ğil, Türk tarihinin seyrinde, ilmin ışığında akim derin­liğinde, Türk'ün töresinde ve Millî Doktrin'in üstünlü­ğünde ara. Davarı güden sen, cephede ölecek olan sen, atanın kahrını çeken sen, çözüm yollarım da bulacak olan yine sensin.

Yanık çehrenin sert bakışıyla, yiğitliğinle onla­ra ihtar et : «Gölge etme başka ihsan istemez.»

Çok çalış. Dünya'nm bütün mükâfatları seni bek­lemelidir. Laboratuarlar senin icad merkezlerin olma­lıdır. Çünkü sen, Türk'lüğün şanlı geçmişi ile gelece­ğin büyük Türkiye'si arasında bir doruktasın. Dünün efendisini yarının da efendisi yapacak sensin. Sen 36 milyonun «Ümmidi istikbâli» değil bütün Türk'lük âleminin ümit ve güven kaynağısın. Dev adımlarla her gün biraz daha ileri olmanm yollarını ara.

Bu yolu sana Türk Milliyetçiliği ve onun sistemi-ze olmuş şekli olan Millî Doktrin gösterecektir. Millî Doktrin'in etrafında çelikten bir halka teşkil et. Reh­ber edineceğin Millî Doktrin'le feza çağının gerekle­rini yerine getirebilecek, teknolojik üstünlüğünü sağ­layabilecek ve esir soydaşlarının bağımsızlığını mut­laka temin edebileceksin.

Gayrî millî bütün ideolojileri tepeleyip özbeöz yer­li özbeöz millî Türk düzenini ancak Millî Doktrin doğ­rultusunda sen kuracaksın. Tarihine yakışır «Büyük ve Kudretli Türkiye» senin eserin olacaktır.

Bütün bunlar için yapacağın tek şey vardır :

TİTRE VE KENDÎNE DÖN

GENÇLİĞİ, MUTLAKA ÜLKÜCÜ ve MEM­

LEKETLE ALAKALI OLARAK YETİŞTİR­

MEK; HERKESİN, HEPİMİZİN, HER DEVLET

ADAMININ BAŞTA GELEN VAZİFESİDİR.

Kemal ATATÜRK

10

Page 10: Okü. . aergısı - ulkunet.com

Sadık KEMÂLOĞLU

Gerçek ülkücü ve gerçek BOZKURT OLMANIN ilk şartı, dâvasını iyi bilmektir. İkinci şart ise dâ­vasını yaşamaya ve yaşatmaya çalışmaktır.

Dâva, bütün Türklerin, hür ve bağımsız bir şekilde, öz değerlerinden kopmadan ilimde ve teknikte yükselmesini, lâyık olduğu yere gelmesini gerçekleştirmektir.

Her Türk, aksini söylemedikçe, milliyetçidir. HER ÜLKÜCÜ MİLLİYETÇİDİR, fakat HER MİLLİYET­Çİ ÜLKÜCÜ DEĞİLDİR. TÜRK ÜLKÜSÜ'ne inanan ve bu yolda uğraşan her milliyetçi ülkücüdür.

Her ülkücü olduğunu söyleyen, bir BOZKURT değildir. Türklüğün dâvasını aşk sayan ülkücü Hareket'-in yılmaz ve dönmez inançlılarına Bozkurt diyoruz. HerBozkurt, Türk olmanın şuuruna ermeği, gururunu duy­mayı; îslâm ahlâk ve faziletine uymayı ölçü bilir. Bu öcüler içinde Ülkücü Hareket'in rütbesiz bir neferi, yo­rulmaz bir eri olmayı şeref sayan her Türk bir Bozkurt'tur.

Sen Bir Dâva Adamısın

«ÜLKÜ yolu pek dardır Tetik bas önü yardır Sakın hakkım var deme Hak yok vazife vardır»

Dâva arkadaşım, ülküdaş tır. Söylediği şeyleri yapmayan ve yaşamayanların birgün kendisine inanan kimsesi kalmaz. İnanılır, güveni­lir ve örnek insan olmak için, her türlü fedakârlığa boyun eğmeli, seve seve yapmalısın.

Şuna kesinlikle inanınız ki, erkeği ile, kızı ile, yaşlısı ile, genci ile bütün TÜRK MİLLETİ bu dâvanın bay­raktarı olacaktır. Fakat, onları çağırmasını bilirsen senin yanma toplanacaklardır. Çirkin politikacılar, ko­münist gençler, iğrenç ve sahte mücadelecilerden dolayı, kimseye güvenci kalmayan milletime kızma. BÜ­YÜK TÜRK MİLLETİ, KENDİSİNE DERİN BİR AŞK, ENGİN BİR MÜSAMAHA İLE BAKACAK, İLGİ­LENECEK AYDINLAR BEKLÎYOR. MESELESİNİ ANLAYACAK, DERDİNİ KENDİSİ GİBİ DUYACAK, KARDEŞLER BEKLÎYOR. TÜRK MÎLLETÎ, DÜN OLDUĞU GİBİ BUGÜN DE, BÜYÜK VE HAYSİYETLİ ZENGİNLİĞİ gerçekleştirecek kadroları gözlüyor. Kendisini, içine düştüğü maddî ve manevî bataktan çıka­racak lideri özlüyor. Türkler, dertlerine çâre bulan fikirleri, yalnız ve yalnız kendisine benzeyenlerden alır. Ne yazık ki Türk Milletimin hâinlerden ve sahtekârlardan dili yanmıştır. Artık herkese inanmıyor. Sana inan­ması, bel bağlaması için dâvanı hayatmla mühürlemelisin.

İki yüzlülükten, günlük politikacılar gibi yalancılıktan uzak olmalısın. İslâmiyet'in ahlâk ve fazilet an­layışı vazgeçilmez ölçümüzdür. Onu istismar edenler ile dfe savaşımız vardır.

Disipline uymalı, uymayanı uyarmalısın. Otoritenin merkezî ve bölünmezliğine inanmalı, lider (Türkçe-si Başbuğ) den gelen emirleri harfiyyen uygulamalısm.Nereden, kimden gelirse gelsin, fesat tohumlarını yok-etmelisin.

Bu dâva, bir oyun veya macera değildir. BU DÂVA, YAŞAMAYA KARAR VERMİŞLERİN, YAŞAT­MAYA ANDÎÇMÎŞLERİN HAREKETİDİR. BU HAREKET TÜRK MİLLETİ'NİN VAR VEYA YOK OLMA DAVASIDIR SEN BİR DAVA ADAMISIN. DAVAN NASIL İSTİYORSA ÖYLE YAŞA, NE EMREDERSE ONU YAP...

ÜLKÜCÜ BOZKURT, milleti ve devleti ile BÜYÜK TÜRK MİLLETİ'-ni, kendine dönük bir dünya görüşü içinde, sonsuza kadar hür, haysiyetli ve şanlı yaşatmaya yeminli insandır. Bozkurt'ların hareketinin düşmanları vardır, hem de pek çoktur. Bizimle uğraşan gafil ve hâinlerin çok ol­ması, bizi ürkütmez, yıldırmaz; bilâkis birbirimize bağlar, kuvvetlendirir. Ancak, dâvamızı hayatımızın bîr parçası hâline getirmezsek düşmanları­mız bundan istifade ederler: Geniş halk kitlelerini binbir türlü yalan ve iftiralarla aleyhimize çevirmeye uğraşırlar. Bunun yanında içimize ata­cakları fesat tohumları ile parçalanmamızı temin etmeye çalışırlar. Bazı ülkücü kardeşlerimiz bu oyunlara düşürülmüşler ve âdi fesatçıların oyun­cağı olmuşlardır. Z. Gökalp'ın şiirindeki bir kelimeyi değiştirip aynen tek­rar edelim :

şım, Bozkurt kardaşım! Vazifelerimizden birincisi dâvamızı tanıtmak ve yaymak-

11

Page 11: Okü. . aergısı - ulkunet.com

Mayıs'ın ilk günleri... Ahmet üç yüz elli lira bursunu almış, mut­lu adımlarla yurduna doğru ilerliyor. Arkadaşlarından aldığı yüz lira borcu ve yurt aylığını ödeyecek. Yol üzerindeki manavdan bir doma­tes, bir salatalık ve iki yeşil biber alarak altı lira ödedi. Gözü çok sevdiği kirazlara takılıp kalmıştı. Etiketinde on üç lira yazılıydı. Mem­leketinde yok pahasına satılan kırmı­zı kirazların acı tebessümü yüzüne çökerken oradan ayrıldı. Kantinden de yarım ekmek alarak odasma çıktı. Musluğu açtı. Su yoktu. Zemin katta bulduğu su ile yiyeceklerini yıkadıktan sonra tekrar odasına çıktı. O günkü «Bizim Anadolu» Gazetesi'ni pencerenin önüne sere­rek üzerine ekmeği koydu Henüz küçük bir lokma almıştı ki - gözü bahçenin öbür ucunda birşeye ta­kıldı. Lokma düğftmlenivermişti bo­ğazına. Dikkatle baktı. Bahçede ot toplayan yaşlı bir kadın vardı. Gö­zü ister İstemez önündeki gazete­deki satırları tekrar okudu. «Sivas'­ta halk pahalılıktan ot yemeye baş­ladı.» Bir an durdu. Belki de kuzusu­na topluyordur diye düşünerek ye­meye devam etmek istedi. Fakat ne mümkün, bir türlü boğazından geçmiyordu lokmalar. İçindeki dü­şündükçe artan sıkıntı dayanılacak gibi değildi. Kanla yoğrulmuş bere­ketli toprakların bu kutlu millete ve-

12

receği bir tutam ot olamazdı. Yum­ruklarını öfke ile sıkarak kalktı.

Manavdan iki kilo taze fasulye ile yarım kilo kiraz alarak kadına doğru ilerledi. Yaklaştıkça düşünce­leri artıyor, adımları ürkekleşiyor-du. Aralarında üç metrelik bir me­safe kalınca durdu. Ya kabul et­mezse, üzülür, utanırsa... Yaşlı ka­dın, kararsız bir şekilde kendisini seyreden gençten habersiz, otların uç kısımlarından küçücük parçalan koparmaya devam ediyordu. İnce­cik, kupkuru, kırış kırış ve kınalı parmaklar nasılda titriyor Allahım. Başındaki mavi boncuklu tülbendin altından sıyrılarak zayıf omuzu ü-zerinde kıvrılmış ak bir örgü deme­ti. «Saç bu Allahım. Belki de cephe­de kaybettiği kocası için, evlâdı, va­tanı için süpürge ettiği saç! Kuyruk değil...» diye isyan etmek, haykır­mak geldi içinden. Sonra milleti ta­nımadığı halde O'nu yöneteceğini zanneden gayesiz, şuursuz insanların suçunu Yaradan'da bulmaktan duy­duğa pişmanlıkla tövbe etti. Birkaç adım daha yaklaşarak saygıyla ses­lendi.

— «Kolay gelsin teyze. Bu otun iyi çorbası olur değil mi? Anacığım yapardı bana da.»

Yanıbaşında birisinin kendisine seslendiğini duyan yaşlı kadın, bir­den irkildi. Başmı hafifçe kaldıra­rak «Sağol yavrum» diye mırıldan­dı. Sesi mecalsiz fakat içtendi. Ba­şını hemen eğerek işine koyulmuş­tu. Ahmet elindeki kesekâğıdını sak­lamaya devam ederek sordu.

— «Teyze sana birşey söyle­sem?»

—• «Deyiver bakim ne diye çakı­lıp kaldın tepemde.»

Ahmet biraz sertleşen bu ses­ten cesaretini kaybederek bir an sustu. Dudaklarmı ıslatarak, zorla yutkundu. Ancak duyulan ürkek bir sesle tekrar sordu.

— «Sana şuradan biraz sebze alsam...?»

Reşat GÜREL

Yaşlı kadın koparmak üzere ol­duğu otu hırsla kökünden söktü. Bu soru, solgun yüzünü daha da sol­durmuş, ak almnda boğum boğum kırışıklar peyda etmişti. Başını ot­lar arasında gizlemek istercesine eğerek mırıldandı.

— «Sağolasm, istesem oğlum da alır.»

Sesi ağlıyacakmış gibi titriyor­du. Oğlunun, gelinine uyarak ken­disini evden kovduğumu söyler miydi hiç. Sanki sebze olsa ne yapacaktı ki : İki haftalık ayrılıktan sonra tekrar döndüğü gecekondusunda bir kaşık yağ bile yoktu. O'nca Ankara'­da bu otu bulmak bile büyük bir nimetti. Suda haşla, üzerine bir par­ça tuz ekele tamam. Bir öğün tok tutar insanı. Şimdi bu çocukda ne­reden gelmişti başına, utamr bir da­ha gelemezdi buraya da «Gece gelip yolmaktan başka çarem yok gayrı. Hem gelip geçenlerin bakışlarından da laırtulmuş olurum.» diye içinden geçirirken Ahmet, içindeki acıyı bel­ki biraz dindiririm düşüncesi ile kulağının dibine eğilerek fısıldadı.

—« Teyzecigim ne olur, şunu kabul et.»

Yaşlı kadın başım üzerindeki ağır bir kayayı kaldırıp atar gibi kaldırdı. Biraz önce bükük boynun­daki kırışıkların yerini başını dim­dik tutmak için kabaran damarlar alıvermişti. Bir Türkmen Anası'nın vakarı ile ağır ağır ayağ:a kalktı. Avucunda hırsla sıkılmaktan kırış kırış olmuş bir yirmi liralık tutan Ahmet'e sert bir sesle bağırdı.

— «De var git işine oğul. Kendi halıma ko beni.»

Ahmet bin pişmandı şimdi. Ken­di kendine kızıyor, kahroluyordu. «İyilik yapamıyorum» diye. Bu defa kısık sesi sanki yal varıyordu.

— «Pekâlâ teyzem, işte koydum cebime. Ne olur birazcık yardım et­meme müsade et bari.»

Page 12: Okü. . aergısı - ulkunet.com

bozkıırtların kaleminden Bu sözlerden sonra ot torbasının yanma henüz eğil­

mişti ki, yağlı kadın torbayı hışımla çekerek tekrar bağırdı.

— «Var git dedim ya oğul...» Ahmet çatılan kaşların, asılan kuru, kansız çeh­

renin ve bilhassa yalvaran gözlerin acısına daha faz­la dayanamadı. Ayağına dolaşan otlar arasında sürü­nür gibi odasına doğru ilerlerken bütün kalbiyle Al­lah'a dua ediyordu : «Bütün gücüm, sabrım o kınalı parmaklara rabbim.»

Yukarıya nasıl çıktı, kapıyı nasıl üzerine kilitle­yip odasına kapandı bilmiyordu. Üzerine kara sinek­ler üşüşmüş domatesi çöp sepetine atarken kusacak gibi oldu. Kulaklarında hiç silinmeyecek bir ses uğul-duyordu. Ve o ses yalvarıyor mu, emir mi veriyor belli değil. «Var git işine oğul!» Hırsla kitaplarım alarak çalışmaya koyuldu. Evet, yapacağı iş buydu şimdi. Bir kaç fakirin, bir öğün doyması değildi mesele, ku­rulacak Yüz Milyonluk Milliyetçi ve Güçlü Türkiye bu dertli anlara, kahraman gazilere de ulaştırılmalıydı. Gerekirse bu uğurda kanını, canını vererek. îşte her Türk Milliyetçisi'nin ülküsü bu. Bu sırada aynı dert­lerle yoğrulmuş bir ülküdaşının duygulu sesi yandaki odanın açık penceresinden hafifçe yükseliyordu.

Anadolu yetim kaldı, Moskof, mason yurda doldu. Türk Milleti hep ağladı Kurtar onu...

p*^^***-+

ATEŞ (16. Sayfadan devam)

Yüzü birdenbire değişti. Allak - bullak oldu. Göz­lerindeki yalımlar daha bir parladı. Kaşları çatıldı, al­nı kırış kırış oldu.

— Men buradan getmirem. Burada bir Türkman kızından altı tene oğlum olacak. Gidersem Kerkük'ten yeddi Türkman eksilir.

Ve ilâve etti : «Bu yurdu Ata bize buyurdu Çıkınca bu ruh candan Ben beklerim bu yurdu»

({) Hara = Nereye (2) Gurgurbaba = Kerkük'te yerden ateşler püsküren

ve yer altından sesler gelen bir yer. Burası Ora Türklerinin bir millî sembolüdür.

(3) Canuva = Canına (Kerkük ağzı) (4) Kimin = Kadar

H A L İ M İ Z Bir diyeyim başa gelen halleri, Kızlar oğlan oldu. oğlanlar da kız, îyiyi, kötüyü göremez olduk, Kadını, erkeği seçemez olduk.

Sıra sıra dağlar yatar çöl gibi, Akar gider hep nehirler sel gibi, Bizimkiler bize bakar el gibi, Kime dert yanalım bilemez olduk.

İmdat dedik gâvurların tümüne, Değer verdik çakalına, itine Gel bir bakın şu milletin haline, Dost ile düşmanı göremez olduk.

Vura vura saza kırdık telleri, Biz neyledik o koskoca elleri, Bahçemizde açan gonca gülleri Bir el uzatıp da deremez olduk.

Ülkücü aşığın sözü söz üste, Kimimiz ah eder kimimiz süste, Koy biriksin dertlerimiz üst üste Daha fazlasını çekemez olduk.

Ülkücü AŞIK

13

Page 13: Okü. . aergısı - ulkunet.com

Milli Ülkü Nasıl Aşılanmalıdır

Ülkü, yüksek bir gaye etrafın­da fikir, duygu ve irade güllerinin kesin ve dengeli biçimde insan ru­hunu bütünüyle sarması sonucu o-luşur. Eğer bu gaye bütün milletin fertlerini kapsar ve milletin yarar­larıyla ilgiliyse, bu bir Millî ülkü'-dür; millet, fertlerin üzerinde yaşa­dığı toprak parçası olan yurtla bir düşünülmelidir.

Bir ülkünün benimsenmesi için en çok gerekli olan, insanların aynı fikirler etrafında birleşmesini sağ­layan etkenler, telkin ve taklit gibi iki ayrı eğilimdir. Herkesçe bilin­mektedir ki, güçlü fikir ve düşün­celer, çevrede az veya çok etki bıra­kır. Fikir ve düşüncelerin çevresini etki altında bırakması; o fikir ve­ya düşüncelerin çevreye aşılanması, yani telkindir. Şu halde bütün mil­let fertlerini aynı ülkü etrafında birleştirmek için en önemli etmen olarak telkinden yararlanmak gerek­mektedir. Bilindiği üzere insanlar, içinde bulundukları ortamda gördük­leri ve yaşadıkları bazı hareketleri aynen yapmaya çalışırlar; bu da in­sanlardaki taklit eğiliminden başka bir şey değildir. Görülüyor ki, telkin bir fikrin etkisi altında kalmaktır; Telkin de insan iradesini harekete geçiren özellikle başkasının fikirleri­dir. Yani burada, insan pasif du-

14

rumdadır. Taklitte tam tersine bir durum görülür; taklitte bu eğilim sayesinde insanlar çevrelerindeki ha­reketleri aynen başkalarının dav­ranışlarını olduğu gibi alarak ken­di hareket biçimlerine uydurur. Telkinde fikirlerden harekete doğ­ru, taklitte ise hareketlerden fikir­lere doğru bir eğilim vardır. Taklit yoluyla benimsenen hareketler tek­rarlandıkça ve zamanla o hareketin yaratıcısı olan fikirlere karşı uygun bir ruh hali meydana gelir; yani son­radan o fikirler benimsenmiş duru­ma geliyor. Bu durum taklidin yap­macık hareketlerle başladığını ve fikirlerin benimsenmesiyle son bul­duğunu göstermektedir. Belirli ha­reketleri sık sık yaparak kazanılan alışkanlık insanın bu alışkanlığa dö­nük fikirlere karşı sempati besle­mesini gerektirir. Fikirler, sevilmek veya benimsenmek kaydıyla, her an için fikir düzeyinden çıkıp eylem bi­çimini almaya hazırdırlar.

Bununla birlikte fikirlerin tel­kin edici gücü kişilere göre değişir. Herhangi bir fikir bazı kimselerde hiç bir etki uyandırmadığı halde, di­ğer bazılarında, derin izler bıraka­bilir. Bu, daha çok ferdin ruh ve ahlâk durumuna bağlıdır. Bencil, içtimaî ve ahlâkî eğilimleri ge­lişmemiş kimselerin elinde fikir ve bilgi her zaman zararlı bir silâh ola­bilir. Ülkü hakkında da aynı düşünce­yi ileri sürmek mümkündür. Ruh yapısı bir ülküyü benimsemeye uy­gun olmayan ve ahlâkî güçleri za­yıf bulunan yetişkin bir kimse ülkü­nün niteliğini bildiği halde ülkücü görünerek kendisi için kişisel yarar­lar peşinde olabilir: Bu tipler daha çok tarihî fonksiyonu olan büyük önderlerin çevresinde ülkücü görü­nerek ikiyüzlülükle kendilerine ya­rar sağlamanın yollarını ararlar. Salt bir akılcılık kavramının arka­sından giderek bu tür ruh bilim gerçeklerini görmemezlikten gelme­meliyiz. Yoksa bol bilgi ve parlak fikirlerle inan ve karakter yarata­bileceğimizi sanarak boş yere uğra­şıp dururuz.

Ata ORAJJ

Taklite gelince, burada durum başka türlüdür. İnsanlar taklit eği­limi ile belirli alışkanlıklar kazanır­lar. Alışkanlıklar sevilen ve sevile­rek yapılan işlerdir. İnsanlar a-lışkanlığa dönük fikir ve düşünce­lere karşı sürekli olarak sempati duyarlar. Bu gerçekler ilmi ola­rak iyice incelendikten sonra akılcı­lıktan uzaklaşarak istemli davranış­lara geçilmiştir. Bu açıklamalara gö­re istemcilik, gençleri fikirlerden harekete değil hareketten fikire doğ­ru yöneltme akımı oluyor. Burada iki ana unsur telkin ve taklittir. Şu halde aşağıdaki kurallara geçebili­riz :

1) Ülkü'nün aşılanması için ge­rekli bilgi telkin yoluyla verilmeli­dir.

2) Gençler, içinde bulundukları çevre ve ortamda ülküye uygun ha­reketlerin bol bol yapıldığını göre­rek taklit yöntemiyle bunları benim­semeye çalışmalıdır.

3) Gençlerin ülküye uygun ha­reketlerde bulunmalarını sağlamak için çeşitli ortam ve imkân hazırlan­malıdır.

Bunlardan başka ülkü birliği ya­ratan diğer bir etmen de ülkeyi yö­neten sınıfların yerleşmesini arzu et­tikleri belirli ülküleri içtenlikle yap­maları ve tiyatro, yazı, söz, radyo -televizyon, sinema gibi yayın ve haberleşme araçlarıyla fırsat çıktık­ça sevdirmeye çalışmaları ve ülküye bütünüyle zıt ve yabancı fikirleri et­kisiz kılmasıdır.

Bilindiği gibi millî ülkü Türk Milliyetçiliği'nin ana ilkelerinden bi­ridir. Bu ilkenin Türk Milleti'nce benimsenmemesine ve sevilmemesine imkân yoktur. Çünkü milliyet fikri aynı dil, aynı kültür, aynı gelenek ve göreneklerle aynı umut ve emel­lerle birleşmiş insanların içgüdüle­rine uygundur. Eğer geniş, sürekli ve kararlı bir plânla çalışılacak o-lursa bundan olumlu ve mutlu sonuç­lar alınması her zaman için müm­kündür.

Page 14: Okü. . aergısı - ulkunet.com

YOZ MİLYONLUK MİLLİYETÇİ TÜRKİYE'YE BÖĞRÜ

Ülküdaşlarımızdan Yusuf Ziya Kömürcü ile Şerife Zehra Atilla Yah­yalıda 5.8.1973 günü evlenmişlerdir. Tebrik eder başarılar dileriz.

Ülküdaşlarımızdan Hasan Kal-limci ile Nevrisal hanım Denizli'de 19 Ağustos 1973 günü evlenmişler­dir. Türk Milleti içi hayırlı olmasını dileriz.

Ülküdaşlarımızdan Lâmi Oruç ile Nadiye hanım 19 Ağustos 1973 günü Denizli'nin Babadağ İlçesi'nde evlenmişlerdir. Tebrik eder, hayırlı olmasını dileriz.

Ülküdaşlarımızdan Ruhi Baya-zıt ile Nazife hanım 6.8.1973 günü Şereflikoçhisar'ın Karandere köyün­de evlenmişlerdir. Tebrik eder başa­rılar dileriz.

Ülküdaşlarımızdan Halûk ServF-nin Alp Er - Tunga adı verilen bir oğlu dünyaya gelmiştir. Alp Er Tun-ga'ya zafer dolu bir gelecek dileriz.

Ülküdaşlarımızdan Ömer Albay'-m Alparslan adı verilen bir oğlu dünyaya gelmiştir. Alparslan'a fe­tih dolu zaferler kazandıracak bir gelecek dileriz.

Ülkücü Öğretmenlerden Ahmet Söylemez ile Meryem Tekdal 12.7.-1973 günü evlenmişlerdir. Tebrik

eder, evliliklerinin milletimize hayır getirmesini dileriz.

Ülküdaşlarımızdan Ali Kılıç ile Günay hanım 20.8.1973 günü Sivas'­ta evlenmişlerdir. Hayırlı olmasını di­leriz.

Ülküdaşlarımızdan Mehmet Kes ile Kadriye hanım 15.8.1973 günü TurhaPm Asarcık Köyü'nde evlen­mişlerdir. Tebrik eder, hayırlı olma­sını dileriz.

Ülküdaşlarımızdan Hacı încel ile Niğmet hanım 29.7.1973 günü Kozaklı'da evlenmişlerdir. Tebrik eder başarılar dileriz.

Bucak'h ülküdaşlarımızdan Diş Doktoru A. İhsan Gök ile Emine Ün-lücan geçtiğimiz günlerde Bucak'ta nişanlanmışlardır. Tebrik eder, ülkü­müz yolunda başarılar dileriz.

Kırıkkale'n ülküdaşlarımızdan Yu­suf Dede ve Şeker hanım'ın TÜR-KEŞ adı verilen bir oğulları dünya­ya gelmiştir. TÜRKEŞ'e büyük bir azim ve kuvvet dileriz.

Akdağmaden'li ülküdaşlarımız­dan Adem Alkan'm Gökçen, Ahmet Yurtsever'in Selcen adlı kızları ve Uğur Ergül'ün Gökhan adlı oğlu dünyaya gelmiştir. Yavrulara Türk Milleti için hayırlı bir gelecek di­leriz.

Selçuk Eğ. Enstitüsü Talebe Ce­miyeti Başkanı ülküdaşımız Vahap Avcı ve evdeşi Raziye hanımın kızları Ülkü'den sonra Kürşad adı verilen oğulları da dünyaya gelmiştir. Kür-şad'a hayırlı bir gelecek dileriz.

Akşehirli ülküdaşlarımızdan Şi-nasi Demirel ile Hülya hanım 3.8.-1973 günü millî bir törenle evlen­mişlerdir. Tebrik eder, hayırlı olma­sını dileriz.

Yozgatlı ülküdaşlarımızdan Fu­at Yılmazer'in Selcen adı verilen bir yeğeni olmuştur. Selcen hanıma ülkü yolunda başarılar dileriz.

Salihli'li ülküdaşlarımızdan Mu­sa Kılmç ve evdaşı Neriman hanımın 21 Haziran 1973 günü Habip isimli bir oğulları dünyaya gelmiştir. Ha-bip'e hayırlı bir gelecek dileriz.

Ülkücü öğretmenlerden Hasan Doğan ile Şerife hanım 22.7.1973 gü­nü Besni'nin Dutlupınar Köyü'nde evlenmişlerdir. Tebrik eder, başa­rılar dileriz.

Karadeniz Teknik Üniversitesi­nin ülkücü asistanlarından Mustafa Kasney ile Pazarören İlköğretmen Okulu Tarih öğretmeni Selma Urut hanım nişanlanmışlardır. Tebrik e-der ülkü yolunda başarılar dileriz.

Hukukçu ülküdaşlarımızdan Ca­hit Hacıhaliloğlu ile Fatoş hanım Ankara'da evlenmişlerdir. Tebrik e-der, ülkü yolunda başarılar dileriz.

V E F A T Akdağmaden'li ülküdaşlarımız­

dan Cengiz Tüfekçi bir trafik kaza­sı sonucu vefat etmiştir. Ailesine ve ülküdaşlarımıza başsağlığı dileriz.

Üîküdaşiarımızran Abdullah Kö­se bir trafik kazası sonucu vefat et­miştir. Ailesine ve ülküdaşlarımıza başsağlığı dileriz.

BOZKÜRT Sahibi : Sadi SOMUNCUOĞLU 9 Yazı İsleri Müd&ıü : Nedim ÜNAL $ l'mumi Neşriyat Md : Mahir DURAKOĞLU © İdarî İşler M d : Osman OKTAY © İdare Yeri : Bedesten içi - Bedesten Han mı : 6 — KONYA @ Haberleşme adresi : P.K. 151 Bakanlıklar - ANKARA © Posta çeki nu : 10079758 © Yıl : 1 Sayı : 1% $ Yıllık abone : 17,50 TL. £ Fiatı : 150 kr. $ Yurt dışı : İki misli 9 Reklâm tarifesi : Tam sayfa : 1000 TL. Renkli sayfa : 1500 TL. $ Kitap İlânları : Santimi : 30 TL. SAN Matbaası 11 98 19 - 10 40 03 — ANKARA $ DAĞITIM - G A M E D A .

15