Upload
others
View
23
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
Gl~ ULUSLU OSMA.~'LI DEVLET TECRÜBESİNİN
ÇOK DİN ve KÜL TÜRLÜ AVRUPA BİRLİGİ'NE KA TKISI ÖmerYılmaz
KUR'AN'DA SOSYAL BÜTÜNLEŞME Özcan Güngör
OSMANLI DİN GÖREVLİLERİNİN ROLÜ ASIRDA, BURSA 'DA) AhmetAkın
ÇOK KÜLTÜRLÜ ORTAMA GEÇİŞTE İSLAMI İLİMLERİN İNŞAİ YORUMU:
YUSUF EZHERİ MODELİ İbrahim Hatiboğlu
V AKIPLAR ve PSİKO-SOSYAL FONKSİYONLARI Mehmet Soysaldı
HALK ARASINDAKİYAYGIN İNANIŞLARIN OLUŞUMUNA ETKİ EDEN TARİHSEL VE PSİKO-SOSY AL FAKTÖRLER
Mustafa Arslan
İNSANLARıN TUTUMU Halil İbrahim Bulut
40•Sayı.3•Temmuz-Ağustos-Eylül 2004
ÇokUluslu Osmanlı Devlet Tecrübesinin Çok Din ve Kültürlü Avrupa Birliği'ne Katkısı
Ömer YıLMAZ*
Özet: Çalışmamızda çok din ve kültürlü Osmanlı Devleti tecrübesinin Avrupa Birliği'ne katkısı üze
rinde durulacaktır. Ülkemizin Avrupa Birliği'ne girme gayretleri devam etmektedir. Bununla birlikte esas soru,
Müslüman bir ülkenin adı geçen birliğe üye olup olamayacağında yatmaktadır. Avrupa'nın artık çok kültürlülüğe doğru gittiği bir vakıadır. Halbuki Osmanlı bu tecrübeyi Avrupa Birliği'nden çok önce kazanmıştı.
Bu çalışmamızda, Osmanlı toplumunu din, etnik ve mezhep yapı açısından analiz edeceğiz. Daha sonra barışı temin edecek belli başlı bazı prensipiere değinilecek ve bu aşamada Türkiye'nin Batı ile olan ortak noktalarına bakılacaktır. Türkiye Cumhuriyeti'nin Batılılaşma gayretleri ile Avrupa Birliği'ne üye olma hadisesine temas edilip, Türkiye'nin Birliğe getireceği kazanımlar üzerinde durulacaktır.
Anahtar Kelimeler: Din, Hoşgörü, Adalet, Batılılaşma
Abstract: Contribution of the Ottoman State's Experiences to the European Onion which had
Heterogeneous Structure. Turkey' s challenges have being continued through European Union. However the question
is whether a Muslim country be a member. In fact, The Europe is going to a diverse structure already. The Ottomans already had an experience before this tendeney of The EU. Same of the
countries that became or will become member of The EU, lived under the rule of Ottomans Jang time ago.
At the beginning, we will look into the structure of religion, ethnic and sect in The Ottoman society. Later, we will touch the principles that set up peace and compare The West and Turkey' s mutual points in this respect. W e will alsa focus on westernization of Turkish Republic at the sa
me time, in the case of Turkey' s be a member, and look into the benefits that what brings to the Union.
Key words: Religion, Tolerance, Justice, Westernization.
* Dr., DIB., Eğitim Uzmam
7
DİY ANET İLMİ DERGi • CİLT: 40 • SA YI: 3
GlRlŞ Ülkemizin son yıllarda üzerinde özenle durduğu konulardan biri, Avrupa
Birliği'ne (AB) tam üye olma girişirnleridir. Buna bağlı olarak, bir taraftan mevzuatımızda gerekli uyum çalışmaları yapılmakta, diğer taraftan akademik ve sivil toplum örgütleri toplantılar düzenleyerek AB 'ni tanıtmaktadırlar.
Biz de bu makalemizde Avrupa Birliğinin siyasi oluşuma doğru gittiği şu günlerde tartışılan "çok din ve kültürlülük" kavramına açıklık getirmeye çalışacağız. Alınacak yeni üyelerin geçmişte Osmanlı geleneğinin bir parçası olmaları gerçeğinden hareketle, devletin onlara davranış tarzına değinilecek, bununla bağlantılı olarak Türkiye'nin adaylığı söz konusu olduğunda ileri sürülen "din" faktörüne atıfta bulunulacaktır. Zira Osmanlıdan sonra tarih ikinci kez, böylesine geniş kapsamlı farklı din ve kültürler birlikteliğine gidecek yolun AB ile şekillenmesine tanık olacaktır. Toplumların daima birbirinden etkilendiği göz önüne alındığında, böyle bir yapının teşekkülüne Osmanlı devlet tecrübesinin katkı sağlayıp sağlayamayacağı üzerinde durulacaktır. Bunları yaparken öncelikle iki şeye dikkat etmemiz gerekecektir. Bunlardan biri tarihimiz olması nedeniyle Osmanlı geleneği, diğeri ise mensup olduğumuz İslam dinidir. Din faktörü önemlidir, çünkü din, günümüzde devletlerarası diplomaside halen etkinliğini sürdürnıekte, son elli yıldan beri "toplumlar birlikteliği" diyebileceğimiz Avrupa Birliği'ne girişte bir ülkenin (Türkiye) kabul edilip edilmemesinde etkin bir rol oynamaktadır. Hatta din, AB ülkelerinin kendi içinde ileride yapacakları Anayasaya konup konmamasında dahi ciddi tartışmalara neden olabilmektedir.
Avrupa Birliği, istese de istemese de, artık çok din ve kültürlü bir yapıya doğru gitmektedir. Her ne kadar üye ülkelerin hakim kültürü Hıristiyanlık ağırlıklı olsa da, bu ülkelerde bugün yadsınamayacak derecede farklı dinlerin bir vakıa olduğu kabullenilmektedir. Durum böyle olunca, bu farklı yapıdaki insanları bir arada kavgasız yaşatmanın modelleri üzerinde durolmakta ve bu konuda projeler üretilmektedir. Halbuki Türkler, beraber yaşama geleneğini, modern A vrupa'dan asırlar önce tatbik etmiş, çok sayıda coğrafya, dil, din ve kültür sahiplerini bir arada barış içinde yaşatmasını başarabilmiştir.
Makalemiz bir giriş ve iki bölümden oluşacaktır. Birinci bölümde Osmanlılar sosyal yapı açısından genel bir analize tabi tutulacaktır. "Osmanlı Toplum Yapısı" adını taşıyacak bu bölümde ana hatlarıyla coğrafi, etnik, dini ve idari yöne temas edilecektir. Ayrıca burada devletin uyguladığı ve çoğulculuğatemel oluşturan bazı kavrarnlara değinilecektir. Bu kavramlar, "Millet Sistemi, Adalet ve
8
ÇOK ULUSLU OSMANLI DEVLET TECRÜBESİNİN ÇOK DİN VE KÜLTÜRLÜ AB 'YE KATKlSI
Hoşgörü (Tolerans)" olacaktır. Bununla bağlantılı olarak yeri geldikçe bu kavramlar anlatılırken, milletimizin sergilediği tavırlar, gerek yerli gerekse yabancı ilim ve din adamlarının verdiği örneklerle daha somut hale getirilecektir.
İkinci bölümde Osmanlı ve Avrupa Birliği ele alınacak, burada Osmanlı ve Avrupa medeniyetlerinin ortak noktalarına değinilecek ve Avrupa Birliği girişimlerine göz atılacaktır. Aslında üzerinde araştırma gereği duyduğumuz Osmanlı toplumunun siyasi, iktisadi, edebi, kültürel vb. pek çok yönlerden ele alınması gerekmektedir. Ancak bu kadar kapsamlı bir konunun tek bir makale çerçevesinde ele alınması imkansızdır. Bu sebeple sadece Osmanlının sosyal yapısı çalışmamızlll alanı içinde olacak, diğerlerine ise belki yeri geldikçe çok kısa değinilecektir.
A- OSMANLI TOPLUMYAPISI 1- Genel ve Coğrafi Durwn Bilindiği gibi Osmanlı beyliği, XIII. Yüzyıl sonlarında Batı Anadolu'nun
küçük bir kasabası olan Söğüt'te Oğuzların Kınık boyuna mensup Türkler tarafından 1299'da kurulmuştur.' Anadolu Selçukluları'nın zayıflayıp siyasi etkinliklerini yitirdiği bir dönemde, bu topraklar üzerinde küçük beyliklerin tesis edildiği görülmektedir. Aynı tarihlerde sadece Selçuklular değil, Bizans da gücünü zayıflatmış, Anadolu ve Balkanlardaki otoritesini yitirmeye başlamıştır. Batı Anadolu'ya yerleşen Osmanlılar, yeni yurtlarının güvenliğini sağladıktan sonra fırsatı değerlendirerek hem Rumeli, hem de Anadolu' da yeni yayılma alanları elde etmiş, Rumeli'de Hıristiyan komşulardan, Anadolu'da ise Türk beyliklerinden toprak: alarak sınırlarını genişletmişlerdi.2
Küçük bir aşiret olarak başlayan Osmanlı, bir-iki asır içinde Balkanlar, Anadolu, Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgelerinden; Türk, Yunan, Sırp, Bulgar, Ro·men, Ermeni, Arap gibi uluslardan; Müslüman, Ortodoks, Katolik, Yahudi gibi cemaatlerden; şehirli, köylü, ovalı ve dağlı gibi kesimlerden oluşan bir cihan devletine yükselmiştir. Böylesine farklı coğrafi, etnik, dini ve sosyal bir yapıyı adalet ilkeleri ışığında, her farklı gurubun kendisiyle barışık, buna mukabil başkalarıyla ahenk içinde yaşayabilmesi ve toplumun yararına olan genel menfaate katkıda bulunması hedeflenmiş ve bunda da uzun müddet başarılı olunmuştur. Os-
Nesimi Yazıcı, "Osmanlılarda Bir Arada Yaşama Tecrübesi ve Dini Müsamaha Üzerine Bazı Değerlendirmeler'', Uluslararası Avrupa Birliği Şurası ll , DIB Yayınları, Ankara 2000, s. 522.
Mehmet Şeker, Anadolu'da Bir Arada Yaşama Tecrübesi, DI B. Yayınları, Ankara 2002, ss. 89-90.
9
DİY ANET İLMİ DERGi • CİLT: 40 • SA YI: 3
manlı 'nın böylesine renkli bir toplumu "devlete sadakat" ve "hükümete itaat" prensipleriyle donattığı görülmektedir.
2- Etnik, Din ve Mezhep Yapısı
Bugünkü Birleşmiş Milletler Teşkilatma bağlı yaklaşık kırk devlette yaşayan yirmi ye yakın etnik grup, Osmanlı idaresi altında asırlarca yaşamıştır. Bu etnik yapının belli başlıları arasında Türk, Rum, Bulgar, Sırp, Hırvat, Karadağlı, Boşnak, Pomak, Arnavut, Çingene, Romen, Macar, Ermeni, Gürcü, Süryani, Arap, Kıpti ve Rabeşlileri görmek müınkündür.
Osmanlı toplumunda hakim grup (millet-i hiikime) Müslüman olmakla be
raber, sosyal yapı ırka dayanmadığından, toplumda başka din ve mezhep müntesipleri de bulunmuştur. "Millet sistemi"ni benimseyen Osmanlıda, İslam'dan
·:o. başka Hıristiyanlık ve Musevilik ile bu diniere bağlı mezhepler yer almıştır. İs
lam'ın Sünni ve Şii; Hıristiyanlığın Ortodoks ve Katolik, Yahudiliğin ise Rabbani, Karai ve Samiri mezhepleri bunlardandır.'
Ömer Lütfü Barkan'ın Kanuni Sultan Süleyman dönemine (ı520-1566) ait naklettiği bir nüfus istatistiğine göre; ülke nüfusu yaklaşık ı2 milyon olarak gösterilmiş, bunun% 58'i Müslüman,% 4ı 'i Hıristiyan,% 054'ü ise Yahudi olarak verilmiş ve üç asır sonra da bu oranın büyük ölçüde değişınediği görülmüştür.4
Zaman itibariyle konumuzun kapsamı dışında olsa da, bir fikir vermesi amacıyla ı 83 ı yılındaki Osmanlı nüfusuna baktığımızda; Rumeli'de yaşayan halkın yaklaşık% 38'i Müslüman, % 60'ı Hıristiyan; Anadolu'da ise % 83'ü Müslüman, %15'i ise Hıristiyan'dır.5
3- İdaıi Yapı
Bir ülkede milli bütünleşmeyi sağlamak için genelde iki türlü kamu politikasından söz edilmektedir. Bunlardan biri, farklı din ve kültürlere sahip insanları milli kültür potası içinde eritmek, yani asimile etmek, bir diğeri ise; farklı g
ruplar arasında kendi kimliklerini muhafaza ile beraber aynı amaç için çalışmayı da ihtiva eden ve karşılıklı saygının esas olduğu birlik şuurunu geliştirmektir.6
10
Yazıcı, aynı yer.
Yazıcı, aynı eser, s. 526.
Yaklaşık olarak verilen bu istatistikte diğer diniere yer vermedik. (Daha geniş bilgi için bkz. Enver Ziya Karai, Osmanlt Imparatorluğunda lik Nüfus Saytmt 1831, Başvekalet Istatistik Umum Müdürlüğü, Ankara 1943, s. 215.
Bilal Eryılmaz, Osmanlt Devletinde Millet Sistemi, Alternatif Üniversite Yayınları, Istanbul 1992, s.10.
ÇOKULUSLU OSMANLI DEVLET TECRÜBESININ ÇOK DIN VE KÜLTÜRLÜ AB'YE KATKlSI
Osmanlı 'nın tercih ettiği sistem ikincisidir. Dikkat edilirse asırlar önce yapılan bu uygulama, modem dünyanın henüz yeni dillendirmeye çalıştığı ve insan hakları kategorisinden saydığı temel prensiplerle ne derece benzerlik gösterdiği ve onlarla uyum arz ettiği görülecektir.
Osmanlı idaresi, biri saltanat heratı ile padişahın kendilerine yetki verdiği şahıslardan oluşan ve "yönetenler" diye bilinen zümre, diğeri ise çeşitli din ve soylara mensup ve adına "yönetilenler" denilen iki sınıftan oluşmaktaydı. Yönetenler kendi aralarında bir analize daha tabi tutulursa, bunların seyfiye (askeriye), saray halkı, ilmiye ve kalemiye denilen dört ana guruptan oluştuğu görülecektir. 7 Reaya denilen halk ise herhangi bir ayrıma tabi tutulmaksızın geçimini tarım, ticaret, sanayi ve diğer sektörlerden kazanan şahıslardan oluşmaktadır. Burada, yöneten ile yönetilen arasında, sosyo-ekonomik yönden Hint kast sistemine benzer bir ayrımın bulunmadığı vurgulanmalıdır. Üstelik, kaabiliyet ve çalışmayla kendini ispatlayanlar bu iki grup arasında geçiş yapabilmişlerdir.
Osmanlı toplum yapısını kısaca bu şekilde inceledikten sonra şimdi de bu devletin uyguladığı çoğulculuk anlayışının ana hatlarına değinmek istiyoruz.
B- OSMANLI ÇOÖULCULUK ANLA YIŞININ TEMEL İLKELERt
Türklerin 1071 yılında Anadolu topraklarına girmeden önce, burada yaşayan insanların mutlu olduğunu söylemek mümkün değildir. Çok sayıda medeniyedere ev sahipliği yapmış, muhtelif din ve kültür sahibi idarelerle yönetilmiş Anadolu'nun bu asırdaki genel durumu ya Bizans zulmünden bunalan veya İran baskısından usanan insanlarla doludur. Anadolu 'ya gelen Türk idaresi, bu durumda bulunan topluma ne katliam yapmış, ne insanları köleleştirmiş, ne de kültürel ve dini bir baskıya maruz bırakmıştır. Osmanlı, yönetmeye çalıştığı zümrelerle önce anlaşma ve uzlaşma yolunu seçmiş, ancak bu mümkün olmadığı takdirde savaşmıştır.8
Bunca farklı etnik, din ve kültür sahiplerini bir arada yaşatmayı, o devletin uyguladığı sıkı disiplin politikası ile açıklamak doğru değildir. O halde buradaki
E. lhsanoğlu, Osmanlt Devleti Tarihi, c. ll, Zaman Yayınları, lstanbul1999, s. 44·68.
llhan Dülger, "Sosyo-Kültürel Yapı Farklılıkları Açısından Türkiye'nin A.B Konusundaki Hareket Alanı", Yeni Türkiye, 200/36 (Temel Eğitim Ders Notu)
ll
DİY ANET İLMİ DERGi • CİLT: 40 • SA YI: 3
incelik iyi kavranmalıdır. Osmanlı, despotizmi değil, bazı evrensel ilke ve sistemleri uygulayarak başarılı olmuştur. Bu değerler Türk-İslam kültürünün değişmez parçalarıdır. Buna göre öncelikle otoriteyi temsil eden devletin yönetim anlayışı "millet sistemi"ne bakmak istiyoruz.
1- Millet(ler) Sistemi
Aslı Arapça olan "millet" kelimesi bu dilde "din" manasma gelmektedir. İslam'ın ana kaynağı Kur'an9
, bu kelimeyi hep din anlamında kullanmıştır. Kuran'ın Türkçe mealierinin nerede ise hepsi buna uyarak millet kelimesini din olarak tercüme etmiştir. 10 Buna göre millet, bir dine bağlı topluluğun daha çok "dini geleneği"ni belirtmektedir. Aslında Osmanlı döneminde de bu kelime genelde "din" anlamına kullanılmıştır. Nitekim 1876 Kanun-i Esasi'de (Anayasa) de aynen kullanıldığını görmekteyiz. 11 Şemseddin Sami de Kamus-i Türki'sinde din ve milleti aynı anlamda kullanmıştır. 12
Buna göre Osmanlılarda, kendi içinde uyumlu toplum yapısı ırklara değil, millet (din) esasına dayalıdır. Başka bir deyişle, Osmanlı coğrafyasında ırklar değil, diniere bağlı "milletler" ön plandadır. Böylece idari yapı onlarca ırk yerine, din bazında üç ana gruba, yani Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Yahudilere indirgeyerek yönetim ve huzurun sağlanmasını kolaylaştırmıştır.
Osmanlıların yükseliş döneminde, Avrupa'da böylesine çok uluslu ve çok dinli bir yapıyı bünyesinde barındıran bir devlet nerede ise yoktur. O zamanki Osmanlılarda hakim unsur olan Türkler, toplumun ancak 3/1 'ini oluş~urmuşlardır.13 Bu sistemde Müslümanlar egemen millet, ancak diğer milletler de bu devletin sınırları içinde nerede ikamet ederlerse etsinler, merkezi otorite İstanbul ile kendi özerk dini statüleri ve seçtikleri millet (din) yönetimleri aracılığı ile bu sistemin ayrılmaz bir parçasıdırlar. Osmanlı Devleti'nin topraklarında yaşayan din
Bakara, 120, 135. 10
Bakara 130, 135; Al~i imran 95; Enam 161; Yusuf 38; Nahl 123; Sad 7. (Geniş bilgi için bkz. Hasan Basri Çantay, Kur'an-i Hakim ve Meali Kerim, Çantay Matbaası, Istanbul 1984, c. 1/37; Suat Yıldırım, Kur'an-i Hakim ve Açiklamall Meali, Zaman Yayınları, Istanbul 1998; Bekir Sadak, Kur'an-1 Kerim ve Türkçe Anlatimi, Ötüken Yayınları, Istanbul 1989; Ahmed Davudoğlu, Kur'an-1 Kerim ve lzah/1 Meali, Çile Yayınları, Istanbul 1988; Süleyman Ateş, Kur'an-1 Kerim ve Yüce Meali, Kılıç Kitabevi, Ankara trs.
11 1876 KanOn-i Esasrnin 16. maddesinde geçen "milei-i muhtelife" ile çeşitli Gayr-i Müslim topluluklar kastedilmiştir.
12 - Semseddin Sami, Kamus-1 Türki, Derseadet, istanbul1318, c_ 1-11, s. 645 ve 1404.
13 Eryılmaz, a.g.e, s.10.
12
ÇOKULUSLU OSMAN LI DEVLET TECRÜBESİNİN ÇOK DİN VE KÜLTÜRLÜ AB 'YE KA TKISI
ya da mezhep esasına göre örgütleyerek yönetme biçimine "millet(ler) sistemi"
denmektedir. 14
Aslında bunca kozmopolit bir yapıyı uzun süre bir arada tutarak "ulus dev
let" ilkeleriyle yönetmek oldukça zordur. Zira hakim unsuru bir kenara iterek bir hakem gibi tarafsız davranmanın güçlüğü ortadadır. Balkanları dört yüz yıl kavgasız idare eden Osmanlı'nın çekilmesinden sonra, ırkçılığın sonucu olarak Av
rupa'nın ortasında bulunan ve medeni dünyanın gözleıi önünde cereyan eden Bosna trajedisi insanlığın hafızasında tazeliğini korumaktadır. OhaldeA vrupa bu devletin idari felsefesinden yeterince yararlanmalı ve onu anlamalıdır. 15 Bu yak
laşımlardan sonra Osmanlı'nın tercih ettiği millet sisteminin arkasında yatan temel felsefe nedir? Bu soruya cevap bulunmalıdır.
Öncelikle Türkler, sadece mensup oldukları dinden kaynaklanmayan ama içinde bulundukları kültürel birikimin de tabii bir sonucu olarak "çatışmacı" ve "uzlaşmacılık" yerine "sentezciliği" tasvip eden bir karakter yapısına sahiptir. Çünkü bu millet, tarihin en eski topluluklarından biri olup asırlarca Orta Asya, Çin, Hindistan, İran, Afganistan, Doğu Avrupa ve nihayet Anadolu' da yerleşme imkanı bulmuş zengin bir kültüre ve en eski medeniyetlerden birine sahip olmayı başannıştır. Hazar gölünden Çin ve Hindistan' a kadar uzanan büyük coğrafya
da değişik din ve kültürlerle iç-içe olmuş, böylece kendinden olmayanlada beraber yaşamayı, paylaşmayı ve onlarla anlaşmayı öğrenmişlerdir. 16 Buna karşın Türklerin Anadolu 'ya gelişlerine tekabül eden XI. Yüzyılda Bizans İmparatorlu
ğu yedi yüz yıllık mezhep kavgalarını devam ettirmekte, İstanbul Kilisesine bağlı olmayan Hıristiyan mezhep mensupları en ağır vergiler altında bunalmaktadır. Bu nedenle olsa gerek Monofizit, Nesturi gibi doğu Hıristiyan mezhepleri, Türklerin Anadolu 'ya gelişini sevinçle karşılamışlardır. 17
Sentezci karakter yapısına sahip olmak doğal olarak "öteki" ni asimile etmeye gerek bırakmamaktadır. Önce Türk-İslam, daha sonra sırasıyla yüzleşti
ği Anadolu ve Rumeli kültürlerini birini diğerine tercih etmeksizin, kendi potasında entegre etmesini başararak kendine mal edebiimiş Osmanlı, günümüzde de ihtiyaç duyulan bu şekil bir oluşumu geçmişte teşekkül ettirmenin haklı
gururunu taşımaktadır. Zaten çok ulus, çok din ve çok kültürlü bir devlete
14 Aynı eser, s. 13. 15
Kemal Karpat, Osmanli ve Dünya, Ufuk Kitapları, Istanbul 2001, 5.13. 16
Mehmet Aydın, "Türk Toplumunda Dini Hoşgörünün Temelleri", SÜIFD, Konya 1998, c. VIII, 5.7-8. 17
A.g.e., 5.12.
13
DİY ANET iLMi DERGi • CİLT: 40 • SA YI: 3
mensubiyeti, belli bir ırk ve dine olduğundan fazla ayrıcalık vererek oluşturmak mümkün değildir. O halde Osmanlı bunu, yıkılınaya yakın ve yine batıdan kaynaklanan milliyetçiliğin ağır bastığı son dönemleri istisna edecek olursak, belli bir "Osmanlı milleti oluşturma" projesi olmaksızın, ancak buna karşın "belli bir yaşama düzeni" etrafında şekillendirerek mensubiyet bilincini inşa etmekle başarmıştır. ıs
Hüseyin Aydın'ın dediği gibi, tarihte belki ilk defa bir diı).ler ve ırklar cumhuriyeti denebilecek bir yaşam tarzının, Osmanlıdan sonra bugün ikinci kez AB çerçevesinde gerçekleştirileceği görülmektedir. ı9 Bir başka ilim adamımız Osman Cilacı, Osmanlı yı 624 yıl çok sayıda etnik ve dini cemaati bünyesinde barındırmış dünyanın en uzun ömürlü imparatorluğu ilan etmekte ve bunu da kesintisiz uyguladıkları toleransa bağlamaktadır.20
Fatih Sultan Mehmet'in (ö.l481) yaklaşık beş yüz elli yıl önce geliştirdiği
"millet sistemi" nin, bugünkü modern dünyada din ve vicdan özgürlüğünün uygulamasından farklı bir şey olmadığı anlaşılmaktadır. Bu sistem aynı zamanda elinler ve topluluklar arasındaki yumuşama ve yakıniaşmayı da beraberinde getirmiş, halkın idareye itaati ile beraber, idarenin de herkesin inancını serbest ve inandığı şekilde İcra edebilmesine imkan tanımıştır. Fatih'in uyguladığı ve içinde bulunulan zaman itibariyle de verimli görülen bu yönetim tarzına, Batılı ilim ve siyaset adamlarının da olumlu baktıkları görülmektedir. Uzun süre üç dinde önemli yeri olan Kudüs 'ün asırlar boyu kavgasız idare edilişincieki inceliği araştıran İsrailli Arnnon Cohen, bunu "meslek odaları" (lonca) adını verdiği bir sisteme bağlayarak halkın doğrudan yönetime katıldığına dikkat çekmektedir. Yazar daha sonra devamla, halkın ne istediğini bilmek ve buna uygun davranmanın ülkeye barış getirdiğine temas etmektedir.2 ı
2- Adalet tıkesi
Bu şekilde tarif ve ardında yatan anlayışa temas ettiğimiz Millet sistemini ayakta tutabilen en önemli faktör, hiç şüphesiz adaleti sağlama ve onu
18 Dülger, a.g.m.
19 Hüseyin Aydın, "Avrupa Birliğine Giriş Sürecinde Islam ile Hıristiyanlık Arasında Teolojik Müştı;ıreklere ve Kültürel Farklılıklara Bir Bakış", Türkiye'nin Avrupa Birliğine Girişinin Din Boyutu, DIB. Yayınları, Ankara 2003, s. 271.
20 Osman Cilacı, "Müslüman Hıristiyan Diyalogu ve Ülkemizde Islam'ın Hoşgörüsü", Diyanet Ilmi Dergi, c. 33, sy. 3, 1997, s.79.
21 Bkz. Dünden Bugüne Tercüman Gazetesi, 28.10.2003.
14
ÇOKULUSLU OSMANLı DEVLET TECRÜBESİNİN ÇOK DIN VE KÜLTÜRLÜ AB'YE KATKlSI
uygulama bec;erisidir. O nedenle şimdi de çoğulculuğun ana ilkelerinden biri olan adalet kavramının tanımı ve Osmanlı Devletindeki uygulanmasına
değinilecektir.
Adalet kavramı, Arapça "A D L" kökünden gelmektedir. Adaletin sözlük anlamı haklılık, dürüstlük, doğruluk, eşitlik, eşit bir şekilde ayırmak, dağıtmak ve eşit bir şekilde mükafatlandırmak demektir.22 Adalet, herkese verilmesi lazım ola-
. nı vermek, yani herkesin hakkına hürmet ve riayet etmek gibi bir anlamı da içermektedir. Kur' an, bir hak konusunda hüküm verilirken hakkın kendi lehine hükmedilmesi halinde bundan memnun olan, fakat aleyhinde hükmedilmesi halinde bu hükmü tanımayan kimsenin zalim olacağını bildirmiştir.23
İslam'ın adalet anlayışında bir takım özellikler aranmaktadır. Bunların başında "adaletin evrenselliği" gelmektedir.24 Ayrıca adalet, belli zümre, cemaat, sosyal sınıf gibi toplumun çeşitli katmanlarında uygulama ayrıcalığı kabul etmeyerek herkese eşit davranılmak gibi bir fonksiyonu da içermektedir.25 Bununla beraber adalet denilince akla gelen diğer bir husus, modem hukukun da özelliklerinden sayılan "yargı bağımsızlığı"na gösterilmesi gereken azami riayettir. Nitekim bu konuda Kur'an, "Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu Allah korkusuna daha çok yakışan bir davranıştır."26
gerçeğine dikkat çekmektedir.
"Adalet mülkün temelidir" prensibine daima özen gösteren Türk milleti, bu kavramın zıddı zulümle, devletin asla payidar olamayacağına kendisini inandırmış ve davranışlannda hep adil olmaya dikkat etmiştir. O halde bugün de mahkemelerinin duvarında bu ilkeye atıfta bulunan bir milletin "öteki"ne karşı bu konuda yanlış ve haksız davranışta bulunması düşünülemez. Zira hem dinimiz, hem geleneğimiz, adaletin ihlal ve İlımalinden dolayı meydana gelmiş bir haksızlığın ağır bir vebal olduğuna inanmaktadır. Dinimizde kul hakkı ile ahirete gitmenin, kim olursa olsun insan hakkını gasp etmenin affedilmeyen günahlar arasında sayıldığı bilinmektedir. Osmanlı· dönemi ahlak yazarlanndan biri olan Kınalızade'nin (ö.1377) Ahlak-ı Aliil' isimli eseri, adalet konusunda şu görüşleretemas
22 Ragıp el-lsfahani, ei-Müfredat, Beyrut trs., ss. 324-325; Ferit Devellioğlu, Osmanlica-Türkçe Ansiklopedik Sözlük, Ankara 1978, s.1 O.
23 NCır, 48-51. 24
Nisa, 58. 25
Nisa, 135. 26
Maide, 8.
15
DİY ANET İLMİ DERGİ • CİLT: 40 • SA YI: 3
etmekte ve adeta yeni şekillenen devlete çekidüzen verecek ahlaki ktirallar önermektedir: "Adldir mikib-i saHili-ı cihan; cihan bir bağdır divar-ı devlet; devletin nazımı şeriattır; şeriata haris olamaz illa melik; melik zapt eylemez illa leşker; leşker-i cem' edemez illa mal; malı cem' eyleyen reayadır; reayayı kul eder padişah-ı aleme adl." 27 Bu cümlelerin günümüz Türkçe'si ile ifadesine bakacak olursak; dünya barışının adaletle sağlanacağı, dünyanın duvarı devlet olan bir bahçeye benzetildiği, devletin düzenleyicisinin kanun olduğu, kanun koruyucusunun hükümet, hakimiyeti elde bulundurmanın bir ordu, ordunun beslenmesi için servete ihtiyaç duyulduğu vurgulanmaktadır.
Osmanlı bu durumda iken Avrupa' daki çağdaşı idarelere bakıldığında bu konuda pek çok eksikliğin bulunduğu görülmektedir. Hatta bazı ilim adamları, atlı devlet yönetiminin çok kültürlülük içinde sağladığı adaleti dünyanın henüz aşamadığına dahi vurgu yapmaktadır.28 Nitekim Bizans düzeni ile Osmanlı düzenini kıyaslayan Selanik Başpiskoposu Palamos'tan, Fransız ihtilali filozoflarından Volter' e kadar Osmanlı sistemini Batı Avrupa feodalizmi ile kıyaslayan herkesin gördüğü özellik şudur: "Osmanlılarda hukuk düzeni, vatandaşın güven altında yaşamasına, kazanmasına, istikrarlı bir ortamda mutlu bir hayat sürmesine imkan veren önemli bir unsurdur."29 Yine zamanın İngiliz Kralı VIII. Henri, Türkiye'ye bir heyet göndererek, adli müesseseleri tetkik ettirmiş ve bu heyetin raporu ile gerçekten İngiliz adalet sisteminde örnek olacak ısiahatlar yapmıştır. 30 Yabancı
yazarlar da Osmanlı tarafından uygulanan adalet anlayışına hayranlıklarını dik getirmektedir. Bunlardan biri İngiltere'nin İstanbul Konsolosluğunda çalışan Ricault isimli bir diplomattır. Ricault, Köprülü Fazıl Ahmet Paşanın komutasındaki ordu ile 1665 yılında Avusturya seferinden İstanbul'a dönerken, burada hareket halindeki ordunun geçtiği yerlerdeki ahaliye asla kötü davranmadığını, aldıkları eşyanın parasını hemen ödediklerini söylemekte, dolayısıyla bu adalet ve hakkaniyet duygusunun Türklerin başarısına sebep olduğunu belirtmektedir. 31
Erdel Beyi Betlen Gabor da Osmanlıdan gördükleri iyilik nedeniyle adeta minnetini dile getirmekte ve vefat eden Osmanlı Padişahı I. Ahmet (ö.1616) için şunları söylemektedir: "Rahmet-i Ralımana kavuşan Sultan I. Ahmet'ten çok iyi-
27 Kınalızade Ali, Ahlak-I Ala/, Bulak Matbaası, Mısr 1248, c. lll, s. 49 28
Dülger, a.g.m. 29 Aydın Yalçın, Türkiye Iktisat Tarihi, Osmanli iktisadmda Büyüme ve Gerileme Süreci, Ankara 1979,
s. 65. 30 Yılmaz Öztuna, Türkiye Tarihi, Hayat Yayınları, lstanbul1964, c. V/144. 31
!smail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanli Devleti Teşkilatmdan Kapikulu Ocak/an, Ankara 1984, c. fl/259.
16
ÇOKULUSLU OSMANLI DEVLET TECRÜBESİNİN ÇOK DIN VE KÜLTÜRLÜ AB'YE KATKlSI
lik gördük. Eğer çocuklarına ve Osmanlı Devletine karşı nankörlük edersek Türkiye'de yediğimiz ekmek ve tuz gözümüze dizimize dursun.'m
Bütün bu örnekler modem dünyanın temel değerleri arasında yer alan "Hukuk Devleti" prensipleriyle de ne kadar uyumlu olduğunu göstermektedir. Hiç şüphesiz adalet ilkesine dikkat etmek ve bu şekilde davranmak bir anlamda dini metinlerin emri olsa da, bunda ve bunu uygulayan insanlarda hoşgörülü olmanın büyük önemi vardır.
3- Hoşgörü
"Müsamaha" veya "hoşgörü" şeklinde geçen bu kavram, farklılıklara rağmen birbirine tahammül edebilmenin yegane anahtarıdır. Üstelik hem Türk hem Avrupa toplumunun mensup olduklarıdininasıl öğretileri hoşgörülü olmaya çok önem vermektedir.33 Tarihte hoşgörüsüzlük nedeniyle vuku bulmuş, 1096 yılında başlayarak 1270 yılına kadar aralıklarla devam eden "Haçlı Seferleri" nin bugün makul bir açıklaması yapılamamaktadır. Nitekim Katolik dünyasının dini lideri Papa Jean Paul, Bosna ziyareti esnasında, tarihte sergilenen ve din ile ilişkilendirilen Haçlı Seferlerinden dolayı Müslümanlardan özür dilemek zorunda kalmıştır.34
O dönem ve daha sonra gelen dönemlerde aralıklarla devam eden "Yüzyıl Savaşları" nedeniyle batı cephesinde durum böyle iken, pek çok din, dil ve kültür sahiplerini altı yüz yıldan fazla bir arada tutarak bu milletler arasında kayda değer herhangi bir kavgaya sebebiyet verdirmeyen Osmanlı'nın bunu nasıl başardığı sorgulanmaktadır. Bu başarıyı yalnızca devletin uyguladığı sıkı disiplin politikası ile açıklamak yeterli bir yaklaşım tarzı olamaz. Eğer sert ve sıkı disiplin ile insanlar bir arada tutulacak olsaydı, eskiye oranla her şeyin daha çok geliştiği günümüzde doğu bloğunun bir arada yaşaması, seksen yıldan fazla sürmesi gerekirdi. O halde sıkı disiplin yerine hoşgörülü davranmanın daha müessir olduğu görülınektedir.
Osmanlı hoşgörülü olmasaydı idaresi altında tuttuğu insanların pek çoğunun bu dili öğrenmesi ve özden olmasa bile bu dine inanması gerekirdi. Örneğin Osmanlının asırlardır idare ettiği Afrika topraklarındaki Cezayir, Fas, Tunus vb. ülkelerde bir tür kültür emperyalizmi uygulansaydı orada yaşayan insanların ana dili gibi Osmanlıca (Türkçe) bilmeleri gerekirdi. Buna karşın ancak elli yıl civa-
32 Tayyip Gökbilgin, "Macaristan'daki Türk Hakimiyeti Devrine Ait Bazı Notlar'', Türkiyat Mecmuası, c.VII, lstanbul1942, s. 206.
33 Taha, 44; Yuhanna, 8; 7.
34 Bkz. 23.6.2003 tarihli Zaman ve Akşam Gazeteleri.
17
DİYANET İLMİ DERGi • CİLT: 40 • SAYI: 3
rında bu ülkeleri idaresinde tutan Fransızların uyguladıkları metod neticesinde olsa gerek, adı geçen ülke vatandaşlarının bugün hemen hemen hepsi ana dili gibi Fransızca konuşmaktadır. Dil konusunda bu denli esnek bir tavır sergileyen Osmanlının hoşgörüsünü din konusunda da görmek pekala mümkündür. Hiç kimsenin dinine, ibadet şekline ve mabedine karışılmamış, herkes dilediği şekilde ibadetini kendi usulüne göre yapmış ve mabetierini de inşa etmiştir. Bu denli bir hoşgörü anlayışını bir başka devlet yapısında görmek neredeyse imkansız gibidir. Nitekim Ermeni asıllı yazar Papazyan, Hz. İsa'da tek tabiata inanan Ermeni Hıristiyanların Bizans İmparatorluğu döneminde Messe ayini ve diğer ibadetlerini hür bir şekilde eda edemediklerini yazmaktadır.35 Çok yakın bir zamanda Ermeni Patriği Mesrob Mutafyan, Patrikliğin Fatih tarafından tesis edilmesinin 536. yıldönümü nedeniyle yayımladığı bir beyanında "Ben şahsen bir Kilise tarihçisi olarak Patriklik mertebesindeki yüksek bir kilise makamının, bir Müslüman Padişah tarafından tesisi gibi bir olaya Dinler Tarihinin başka hiçbir sayfasında rastlamadım" demektedir.36
Fatih, Darü'l-Aceze müessesesine üç mabedi yan yana koyarak "Ben Hıristiyan tebaamı kilisede, Yahudi tebaamı havrada, Müslüman tebaamı camide görmek isterim"37 toleransını göstermiştir. Devir değiştİkten sonra aynı hoşgörünün karşı taraftan görüldüğünü söylemek ise pek mümkün olamamaktadır. Buna, dört yüz yıldan fazla idaresi altında bulundurduğu Yunanistan'ın başkenti Atina'da bugün bir adet dahi caminin bulunmadığını örnek olarak göstermek mümkündür.
Bu hoşgörü gerçeğini dile getirenler sadece Türkler değildir. Objektif davranan batılı kimi tarihçiler de buna vurgu yapmaktadır. Daha önce adı geçen İngiliz Diplomat Ricault, hoşgörü konusunda ilginç gözlemlerine yer vererek yazar sanki bugüne seslenir gibi, "Türkleri daha yakından tanımak, biz Avrupalılar için şarttır. En kısa zamanda İngiltere'de Türkçe öğreten bir okul açmamız lazımdır." temennisinde bulunmaktadır. 3H
Sahip olduğu hoşgörü hasletini sadece idare ettiği toprak parçasıyla sınırlandırmayan Osmanlı padişahları, ülke içindeki yabancıların can, mal, din, nesil ve namus güvenliğini belli bir hukuki sistemle sağlarken,39 ülke dışında zulme ma-
35 Cilacı, a.g.m., s.77. 36 Cilacı, aynı yer. 37
Ömer Yılmaz, "Dinlerarası Diyaloğun Mistik Boyutu", Diyanet Ilmi Dergi, Cilt 39, sayı 4, s 119. 38 Aynı eser, s. 320. 39
Muhammed Hamidullah, Islam Peygamberi, çev. S. Mutlu, S.Tuğ, lrfan Yayınları, Istanbul 1969, c. 11/182.
18
ÇOK ULUSLU OSMANLI DEVLET TECRÜBESİNİN ÇOK DIN VE KÜLTÜRLÜ AB'YE KA TKISI
ruz kalan insanları da göz ardı etmemiştir. Mesela, 1490'larda İspanya'dan kovulan Yahudilere Osmanlı Padişahı Sultan Beyazıt'ın (ö.1512) sahip çıkması, zihinlerdeki tazeliğini hiila muhafaza etmektedir.40 Muhammed Hamidullah'ın (ö. 2002) hoşgörü ile ilgili şu tespiti ne kadar yerindedir. "Osmanlı Devleti'nin vüzerası arasında gayr-i Müslimleri gördüğümüz halde, batı dünyasında tek bir Müslüman'ı dahi hükümette göremezsiniz" 41 O nedenle "hoşgörü" adına bir başkasının bu millete söyleyecek her hangi bir sözü olmamalıdır.
OSMANLI VE AVRUPA
A- OSMANLI VE BATI MEDENlYETlNlN ORTAK NOKTALARI
1-Tarihi ve Coğrafi Ortaklık
Henüz Osmanlı Devleti kurulmadan önce, Osman oğullarının bir uç beyliği olması nedeniyle Bizanslı unsurlar ile daima yakın ilişkide bulundukları görülmektedir. Bu açıdan Osmanlının daha kurulma aşamasında bile Batıyla belli bir tarih ve coğrafyayı paylaştıklarında herhangi bir şüphe yoktur. Ne var ki, A vrupa ülkelerinin bu ilmi yaklaşıma pek yanaşmadıkları, tarihi ve coğrafi müşterekliği görmezlikten gelerek, meseleye politik biraz da eskiye dayanan duygusal etkenleri ilave ederek yaklaştıkları görülmektedir~
Batılılar Avrupa ve AB'ni tanırularken daha çok din ve coğrafya söyleminden hareket etmektedirler. Halbuki bunun doğru olmadığı görülmekte ve böylece Avrupa birliğinin kendi içinde adeta bir "kimlik sorunu" ile karşı karşıya bulunduğu anlaşılmaktadır. Bazen yetkili ağızlar tarafından resmen olmasa da bu kulübün bir Hıristiyan birliği olduğuna atıfta bulunulmakta ve kökenierinin GrekoRomen (Yunan-Roma) kültürüne dayandırıldığı iddia edilmektedir.42 Bunlar ilmi ve tarihi açıdan bakıldığında gerçekleri ifade etmeyen söylemlerden ibaret kalmaktadır. Zira söyledikleri Greko-Romen kültürü bir Hıristiyan değil, bir pagan kültürü olup, Hıristiyan tarihinden çok daha eski bir geçmişe sahiptir. O halde bu kültüre bir Hıristiyan kültürü gözüyle değil, içlerinde Türkiye'nin de bulunduğu bir Anadolu havzası kültürü gözüyle bakmak daha doğru olacaktır.43 Bununla beraber gönderme yaptıkları Hıristiyanlığın yeknesak bir çizgi seyrettiğini söyle-
40 Baki Adam, Dinler Arast Diyalog, Yurtdışı Din Görevlilerine Rehber Kitap, DIB. Yayınları, Ankara 2001, s. 82.
41 Mehmet Görmez, "Said Hatipoğlu ile Muhammed Hamidullah Hocamız Üzerine", Islamiyat
Bülteni, Ekim -Aralık 2002, s. 9. 42
Murat Bilhan, "Ataum Güz Dönemi Açılış Dersi", ATAUM Bülten, Güz 2003, s. 25. 43
Bilhan, aynı yer.
19
DİY ANET İLMİ DER Gl • CİLT: 40 • SA YI: 3
mekde oldukça zordur. Bugün bile Avrupa'nın güneyinde Katolik, kuzeyinde Protestan, doğusunda ise Ortodoks ağırlık ve özellik göze çarpmaktadır.44 Buna göre hangi Hıristiyanlık diye sormak gerekecektir? Ortodoks, Katolik ve Protestanlık günümüzde dahi nereden bakılırsa bakılsın ruhani hiyerarşide çok farklı otoriteler tanımakta, adeta ibadet şekli, ibadethane ve teolojik açıdan çok farklı umdeler içermektedir. Bu sebepleAvrupa Birliğini tanımlama yolunda dile getirdikleri yaklaşımların gerek tarih ve coğrafi, gerekse dini açıdan pek tutarlı olduğu söylenemez.
Batının savunduğu demokrasi, insan hakları, din ve vicdan özgürlüğü gibi günümüzün vazgeçilmez değerlerini Hıristiyanlıkla başlatmak ve kökenini bu din ile özdeşleştirmek de mümkün değildir. Eğer bu doğru olsa idi, Roma'dan çok daha önce yeryüzünde ilk Hıristiyan devletlerden sadece biri olan Necaşi'nin krallığını yürüttüğü Habeşistan 'da da bu değerlerin olması gerekirdi. O halde bu değerler manzumesinin kaynağını Hıristiyanlıkta aramak ilmi mesnetten yoksunIuğu gerektirmektedir. Durum böyle olunca evrensel karakter arz eden bu ilkelerden, din ve coğrafya farklılığı nedeniyle kendinden olmayan "öteki"lerini mahrum etmenin makul bir açıklaması olamaz.
Bunlardan başka katılım konusunda coğrafi anlamda topluluğun sınırlarını Avrupa ile tahdit etme gayretleri samimi olsa, o zaman da bir Akdeniz havzası olan Yunanistan, Kıbrıs, Malta, Portekiz ve İspanya'nın bu birlik içinde olmaması gerekir. Bu nedenle tatmin edici gerekçelerden uzak seyreden bir Avrupa Topluluğu 'nun kimlik sorununa bir çözüm bulup kendini daha iyi tanımlaması gerekmektedir.
2- Dini Benzerlik
Osmanlı Devleti ile Avrupa'nın farklı diniere sahip ülkeler olduğu doğrudur. Hatta bu konuda tarihte dinler arasında yaşanan kavgaların varlığı da inkar edilemez. Ancak, dinler arasındaki bu gerginliğin haddi zatında dinlerin özünden değil temsilinden kaynaklandığı, husumetlerin dinin altyapısının tabii sonucu değil, egemenlik kaygılarından olduğu gözardı edilmektedir. Geçmişi bu tespitle bir kenara bırakacak olursak, günümüzde artık "dinlerin diyalog"undan bahsedilmekte, eskiden "hiçbir benzerliğimiz olmayan Batı alemi" diye söze başlarken, günümüzde "pek çok müşterek değerlere sahip olduğumuz dost ve müttefik Avrupa" denilmektedir.
44 !smail Hilmi Bilgi, Avrupa Birliği -Din ltişkileri, ATAUM 3. Dönem Uzmanlık Tezi, Ank., 2003, s .3.
20
ÇOKULUSLU OSMANLI DEVLET TECRÜBESİNİN ÇOK DİN VE KÜLTÜRLÜ AB'YE KA TKISI
Konuya din bazında yaklaşacak olursak, ortak noktalarımızdan biri hatta en önemlisi farklı yorumlansa da aynı Tanrı anlayışına sahip olmamızdır. Gerek Hıristiyanlık gerek İslam her ikisi de ilahi kaynaklı semavi dinlerdir. Ayrıca her iki dinin hem ahlaki umdelerinde hem de metafizik anlayışlarında bir paralellik söz konusudur. İslam'dan önce gelen Tevrat ve İncilin On Emir diye bildiğimiz bu ilkeleri neredeyse İslam'ın ahlaki kaide ve kurallarıyla cümle cümle benzerlik göstermektedir.45 Yine metafizik anlayışıara sahip her iki dinde en önemli temel kavram olan Tanrı, evrenle ilişkisini sürdüm1ekle beraber aşkın kabul edilmekte, ahiret inancı, sevap-günah , cennet cehennem, insanın kıymetli bir varlık olduğu, aile hayatına verilen önem gibi pek çok husus benzerlik göstermektedir.46 Pek tabii bunlarla beraber ibadetlerde ve inanç konularında farklılıkların olmadığını söylemek istemiyoruz. Bu farklılıklar vardır ve olması da doğaldır.
Dinimiz İslam. İbrahimi gelenek ailesinden gördüğü Yahudi ve Hıristiyan mensuplarına karşı daha dikkatli davranınayı mensuplarına tavsiye etmektedir. Bir Müslüman onların Peygamberlerini ve kitaplarını kabul etmek zorundadır. Bu kimseler Müslümanlarca "Ehl-i Kitap" görülmekte, kestikleri yenilmekte, şahitlikleri geçerli olmakta, kendileriyle her türlü komşuluk ve ticari işler yapılabilmekte, hediyeleşilmekte daha da önemlisi kendilerinden kız almakta bir sakınca görülmemektedir.47 Örneğin son olarak saydığımız evlilik konusuna, bu devleti kuran Osman Gazinin oğlu Orhan'ı, Rum tekfurunun kızıyla evlendirınesini gösterebiliriz. İslam'ın Peygamberi Hz. Muhammed (a.s.) da, Musa ve İsa'yı anaları ayrı babaları bir kardeşe benzetmektedir.48 İslam'ın ana kaynaklarından esinlenerek uyarlanan bir yaşam tarzı diyebileceğimiz tasavvufi boyutta da pek çok müştereklerimiz vardır. Her iki dinde de mevcut olan mistik boyut ve bunları uygulayan aziz ve evliyaların hem kendileriyle barışık, hem de toplumla daima barış içinde olmayı tavsiye ettikleri bilinmektedir.49 Bunlardan biri ilk defa Avrupa sözcüğünün yanına "birlik" kelimesini getirerek kullanan İtalyan şair Dante'dir. (ö.1321)50 Dante, varlığın birliğini savunan ve kesret içinde vahdeti (çoklukta bir
45 Bkz. 5 Mose 5,6-21; Matta 19,17-19; Enam ,151-153; isra, 23-37.
46 Ade! Theodor Khory, Der Islam und die westliche Welt, Primus Verlag, Darmstadt 2001, s.177-178.
47 Kral Fahd tarafından bir Türk komisyonuna hazırlattınlan Kur'an Mealinde Maide Suresinin 5.
ayeti yorumlanırken burada geçen konulara değinilmektedir. (Bkz, Komisyon, Kur'an-ı Kerim ve
Türkçe Açıklamalı Meali, Mushaf-ı Şerif Kurumu, Medine 1412/1992). 48
Zebidi,Tecrid-i Sarih, IX, 179, H. No: 1402~ 49
ömer Yılmaz, a.g.m , s.111. 50 Çağrı Erhan, "Avrupa Bütünleşmesinin Tarihsel Gelişimi", (ATAUM Ders Notları)
21
DİY ANET iLMi DERGi • CİLT: 40 • SA YI: 3
olmak) dile getiren vahdet-i vücudcu ekolün kurucusu İbn Arabi (ö.l240) den etkilenen şahısların başında gelınektedir.51
Çok dikkatli bakildığı takdirde önemine binaen her iki dindeki müşterek noktalar, farklı olanlara göre daha çoktur. Ortak noktalardan hareket etmek demek, dinlerin aynı olduğunu iddia etmek ve farklılıkları ortadan kaldırmak demek değildir. Aksine diyalog çalışınalarında da söylendiği gibi bu farklılıkların korunmasına dikkat çekilınektedir.52 Buna göre, tüm dünyada bir yuınuşaına ve dinler arası diyalog faaliyetlerinden bahsetmek ınüınkündür.53 Bu konuda Türk milletinin gerek tarihi birikimi gerekse şimdiki konumu, bu birliğin İslam ülkeleriyle ilişki kurmasında en güvenilir ortak olma özelliğini muhafaza etmektedir. Eğer gayretler samimi yürütülecek olursa bir ilim adaınının tespit ettiği gibi ana karakter itibariyle XVIII. yüzyıl aydınlanınanın, XIX. yüzyıl pozitivizınin, XX. yüzyıl Komünizmin, XXI. yüzyıl ise Seınavi dinlerin asrı olacağa benzeınektedir.:;4
3- Karşılıklı Bilim Transferleri
Aslında geldiği çağ itibariyle sayılamayacak derecede sorun mevcut iken, cehaletle mücadeleye önem veren ve bu sebeple ilk eınrini "Oku!"ınaya tahsis eden55 birdinin bu fenomene bakışını çok fazla izah etmeye gerek yoktur. Üstelik dinimiz ilmin memleketini de sormayarak "hikıneti ınü'ıninin yitik ınalı"56
olarak görmekte ve onun nerede bulunursa alınmasını eınretınektedir.
İşte tüm bu ifadeler ışığında söylemi eyleme geçiren İslam peygamberi, daha ilk yıllarda Hz. Zeyd'i yabancı dil öğrenmek üzere görevlendirmiş, Bedir savaşında esir düşen her ınüşrikin on Müslüman çocuğa okuma yazma öğretınesi sonucunda serbest bırakılınasını eınretıniştir.57 Peygamberden sonra gelen halifeler de ilıne gereken önemi vermişler ve Hıristiyanların kitabı Kitab-ı Mukaddes, daha dört halife devrinden hemen sonra Arapça'ya tercüme edilmiştir.
51 Ebul Ala Affifi, M.lbn Arabi'de Tasavvuf Felsefesi, çev. M. Dağ, Kırkambar Yayınları, lstanbul1998,
s.16. 52 Yılmaz, a.g.m., s.109. 53
Türkiye'de Diyanet Işleri Başkanlığı bünyesinde 1999 yılında kurulmuş olan Dinler Arası Diyalog Şube Müdürlüğü halen hizmet vermektedir. Yine belli başlı Islam ülkelerinden Mısır, Ürdün, Tunus, Fas ve
Endonezya'da bu konuda çalışmaların bulunduğu bilinmektedir. 54 Aydın, a.g.m., s.272. 55
Alak, 1. 56
Mansur Ali Nasıl, et- Tae li Camiu'l Usul, Pamuk Yayınları, Istanbul 1961, c. 1, s. 64. 57
Ali Himmet Berki, Osman Keskioğlu, Hatemü'l- Enbiya Hz. Muhammed ve Hayati, DIB Yayınları, Ankara 1993, s. 254.
22
ÇOKULUSLU OSMANLI DEVLET TECRÜBESİNİN ÇOK DİN VE KÜLTÜRLÜ AB'YE KATKlSI
Miladi VII. yüzyıl Bınevi halifeliğinin sonlarına doğru eski Yunan filozof
ları ve ilim adamlarının kitapları Arapça'ya tercüme edilmeye başlanmıştır. On
dan sonra gelen Abbasiler devri ise tamamen Müslüman alimierin ilmi faaliyet
göstermeye, keşif ve icatlarda bulunmaya başladığı dönemlerdir. 58 Bu nedenle
Yunan fılozofu Aristo (M.Ö. 384-322)'nun şahsiyeti İslami düşüncenin şekillen
mesinde önemli görevler icra etmiş, kendisi Müslümanlar tarafından "muallim-i
evvel" (ilk öğretmen) olarak nitelendirilmiştir. Yine Aristo felsefesi, kendi için
den "muallim-i sani"(ikinci öğretmen) Müslüman filozofİbn Sina (ö.1037)'yı çı
karmıştır. O halde İslam dünyası bir anlamda felsefeyi dokuzuncu yüzyılda Grek
felsefi eserlerinin Arapça'ya çevrilmesiyle başlatmaktadır. Keza İslam felsefenin
ve felsefi tasavvufun teşekkülünde yine bu ekolden Eflatun'un (M.Ö. 427-347)
varlığı inkar edilemez bir paya sahiptir.59
İlk devirlerde böylece Grek kültüründen istifade etmesini bilen Müslüman
ların, X. yüzyıla doğru ilmin en fazla kaynaştığı yerler Endülüs, Mısır ve Dicle
civarlarını ihya ettikleri, Bağdat, Basra ve Harran'ı zamanın kültür merkezi hali
ne getirdikleri görülmektedir. Müslüman olan bu beldeler aynı zamanda ticaret
yolu üzerinde bulunduğundan, Avrupalı tüccar ve misyonerler buradan faydalan
masını gayet iyi bilmişlerdir. Avrupalı yazar Rom Landau da bu gerçeğe dikkat
çekerek; bu zamanda bilimi, Müslümanların Avrupa'ya en ciddi desteği olarak
görmektedir.60 Türk tarihçi Cevdet Paşa (ö.l895) da karşılıklı ilim etkileşimleri
ne vurgu yapmakta ve detaylı bilgiler vermektedir. 61 O halde nereden bakılırsa
bakılsın her iki kültürün birbiriyle iletişim halinde bulundukları görülmektedir.
Karşılıklı etkileşimin olduğuna inananlardan biri de daha sonra Müslüman olan
Fransız Dr. Maurice Bucaille'dir. Ona göre Batı dünyası Rönesans'tan önce İs
lam uygarlığından oldukça beslenmiştir.62
Osmanlı- Batı kültür etkileşimi üzerine daha yoğun konuşacak olursak, bunu alı
şılagelen genel yapıdan ayırmaınız mümkün değildir. Osmanlı Devletinin coğrafya
sında barındırdığı bu kültür ve dinin çocuklarından azami ölçüde ilmi anlamda istifa
de ettiği bilinmektedir. Nitekim bunu doğrular bir delil Osmanlıdaki Enderun mektep-
58 Mahmut Karakaş, Müspet Ilirnde Müslüman Alim/er, KB Yayınları, Ankara 1991, s. 2.
59 Seyyid Hüseyin Nasr, lslamjda Bilim ve Medeniyet, Insan Yayınları, istanbul 1991, s .8 ve 16.
6° Karakaş, a.g.e, s. 83. 61
A.g.e, ss. 84-85. 62
Maurice Bucaille, Müspet Ilim Yönünden Tevrat Inciller ve Kur'an, ter. Mehmet Ali Sönmez, DIB.
Yayınları, Ankara1991, s. 20.
23
DİY ANET İLMİ DERGi • CİLT: 40 • SA YI: 3
leri63 ve "devşirme'mı denilen bir sistemin varlığıdır. Bu metod, bazı Batılıl3rın da de
diği gibi Hıristiyan tebaanın yetenekli çocuklarına, askere alarak eğitme ve onları en
alt seviyeden en üst seviyeye kadar kamu hizmetinde istihdam etmeye yönelik imkan hazırlamaktaydı. Osmanlının gerileme dönemlerinde ilinin ve fennin merkezi Avrupa görülmekte ve bu konuda oralara eleman gönderilmektedir.
B-AVRUPA BlRLtöt G:tRlŞİMLERİ
Bilindiği gibi modem anlamda Avrupa Birliğinin temeli, Fransız diplomat
Jean Monnet 'in fikir babalığını yaptığı 1951 Paris Antıaşması 'na dayanan ekonomik maksatlı bir kuruluş olarak atılmıştır. Birlik başlangıçta AKÇT (Avrupa Kö
mür ve Çelik Topluluğu) adını taşımaktaydı.65 Ancak çeşitli evrelerden sonra, hem derinlemesine hem de genişlemesine hız veren birlik, 1956 Roma Antlaşması ile AET (Avrupa Ekonomik Topluluğu) olmuş, günümüzde ise siyasi bir olu
şuma doğru gitmeye karar vermiştir. 1 Kasım 1993 tarihinde yürürlüğe giren Avrupa Birliği Antıaşması ile de bazı yeni programlar geliştirerek daha önce görülmeyen tek para birimi, Avrupa ynrttaşlığı, ortak savunma gibi projelerle ortaya çıkmaya başlamıştır. Böylece AB, geleneksel ulus devlet kavramını esneterek,
egemenliğin bir bölümünü de kendi üzerine alarak "supra-riational" (uluslar üstü) bir karaktere doğru adım atmış bulunmaktadır.
Osmanlı Devletinin son devirleri batılılaşmaya ayrılmış, yıkılmakta olan devlet kimilerince "Avrupa'nın hasta adamı" ilan edilmiştir. Buna mukabil Yeni
Türkiye Cumhuriyeti ve kurucusu M. Kemal Atatürk 'ün temel anlayışı "muasır medeniyet" istikametinde seyrettiğinden batı ile ilişkilere daha fazla önem verilmeye başlanılmıştır.
1- Batılılaşma Gayretleri
XVIII. Yüzyıl'da Osmanlı aydınları ve idarecilerinin devlet teşkilatı ve Ba
tı'ya bakışlarında önemli bir değişimin olduğu bilinmektedir. Bu asırda artık, her kesimde bir Batı kültürü ve medeniyetine hayranlık sezilmekte, kurtuluş reçete-
63 Bu konuda çok detaylı bilgiler veren Osman Zeki Pakalın, saray işlerinde kullanılacak adamlar
yeniçeri ocağı için her sene devşirilen Hıristiyan çocuklarının en yakışıklı ve gösterişlilerinden
seçildiğine temas etmekte, daha sonra bunların kıdem ve ehliyetlerine göre sarayın büyük
vazifelerine yükseldiklerini belirtmektedir. (0. Zeki Pakalın, Osmanli Tarih Deyimleri ve Terimleri
Sözlüğü, MEB Yayınları, fstanbUI1993, c. 1/534.)
B4 Oevşirme: Saray hizmetleri, bestancılık ve Yeniçeri ocağında istihdam olunmak üzere toplanan
Hıristiyan çocukları hakkında kullanılan bir tabirdir. (Pakalın, OTDTS, c. 1/444.) 65 Ali Bulaç, Avrupa Birliği ve Türkiye, Zaman Yayınları, ]stanbul 2001, s. 17.·
24
ÇOKULUSLU OSMANLI DEVLET TECRÜBESİNİN ÇOK DiN VE KÜLTÜRLÜ AB'YE KA TKISI
sinin batı normlarında olduğuna dair görüşler dile getirilmektedir. Bir taraftan Osmanlı kendi toplumunu batılılaştırma gayreti güderken, diğer taraftan ülkede
bulunan azınlıklada ilgili Batıdan gelen telkin ve tavsiyelere kulak vermekte ve bu konuda ciddi değişimlere gitmektedir. Nitekim daha 1720'lerdeki Lale Devri'nde Fransa'ya gönderilen Yirmi Sekiz Çelebi Mehrned Efendi'nin yazdığı se
faretname, bu konuda önemli bilgiler ihtiva etmektedir.66
Batılılaşma yönünde ilk ciddi ıslahat hareketi, 1730-17 54 yılları arasında I. Mahmud zamanında başlamıştır. Bu yıllarda Fransız asıllı Comte de Bonneval Osmanlı hizmetine girerek ve Müslümanlığı da seçerek paşa unvanıyla Humba
racıbaşı görevine getirilmiş ve bazı yeniliklere gitmiştir. Bundan sonra gelen bütün Padişahlar ıslahat hareketlerine devam etmiş, özellikle III. Selim yenilikçi fikirleriyle Avrupa devletlerini daha yakından tanıma gayretleri göstermiştir. Isiahat taraftarı olan II. Mahmut'tan sonra yerine geçen oğlu Abdülmecid de bu faaliyetlerine devam ederek Londra ve Paris büyükelçilik görevlerinde bulunan Mustafa Reşit Paşa'ya bu görevi vermiş, 1839 yılında Tanzimat Fermanı'nı ilan
ettirmiştir. 1856 yılında ilan edilen Isl::ıhat fermanı da Hıristiyan halka yeni haklar getirmiştir. Yine 1876 yılındaki Kanun-i Esasi'nde yer alan "memalik-i Osmaniye'de maruf olan bi'l-cümle edyanın serbesti-i icrası ve cemaat-i muhtelife-~
ye verilmiş olan imtiyazat-ı mezhebiyyenin kemakan cereyanı devletin taht-ı himayesindedir" şeklindeki ll. maddesi dikkat çekmektedir.67
Artarak gelişen bu batılılaşma hareketlerinin Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ile doruk noktasına ulaştığı görülmektedir. Zira artık batılılaşma genç Cumhuriyet için bir devlet politikası haline gelmiş, muasır mede
niyet ve çağdaşlaşmanın kriteri olarak batı örnek alınmaya başlanmıştır. Hatta çalışmamızın ana noktasını oluşturan kavramlardan biri olan "din" ile ilgili düzenlernelerin de, bundan böyle menşeini Fransa'dan alan "laiklik" ilkesi ile bağdaş
masına çalışılmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti, bu batılılaşma sürecinin devamı olarak II. Dünya savaşından sonra Avrupa merkezli kurulan tüm oluşuırıların içinde yerini almıştır.
Buna göre Türkiye, 1945 Birleşmiş Milletler, 1946 UNESCO, 1948 NATO, 1948
ıı6 Mehmet lpşirli, "Osmanlı Devlet Teşkilatı", Osmanlı Devleti Tarihi, Zaman Yayınları , lstanbul1999,
c. 11/219. 67
Mehmet Akman, "Kilise ve Havraların lslam~Osmanlı Hukuk Tarihindeki Yeri", iLAM Araştırma Dergisi, c.l, S. 2, yıl1996, s.141.
25
DlYANET iLMi DERGi • CİLT: 40 • SAYI: 3
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, 1949 Avrupa Konseyi,l950 Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, 1957 Avrupa Topluluğu, 1959 Avrupa İnsan Hakları Divanı,l975 Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı gibi daha pek çok anlaşmalara imza atmış ve bu organizasyonlara üye olmuştur.
2- Geçmişe Dayalı Ticari Ayncalıklar
Bu çalışmamızda geçmişe dayalı ticari imtiyaziara yer verınemizin nedeni, karşılaştırdığımız Avrupa Birliği 'nin ekonomik maksatla kurulmasındandır. Zira Avrupa Birliği'nin temeli öncelikle serbest dolaşım, mal ve hizmet akışına müsaade eden ekonomik amaca dayanmaktadır. Bundan asırlar önce Osmanlı İmparatorluğu, hangi amaçla olursa olsun netice itibariyle bugünün Avrupa'sının bazı halklar için kısıtladığı serbest dolaşım hakkına müsaade etmiştir. Hatta bu birliğin asıl kurucu üyeleri arasında yer alan Fransa ve Hollanda'ya daha sonraları İngiltere'ye karşılıksız ticari imtiyazlar tanımış ve kapitülasyon vermiştir.68 Hiç şüphesiz padişahların bunda sosyal, siyasal ve ekonomik bazı niyetleri bulunabilir. Ancak her halükarda buradaki asıl amacın ticareti teşvik, üretimi artırma ve hayatı canlandırmaya yönelik olduğu görülmektedir.
Nitekim Doğu Akdeniz ticaret uzmanlarından Paul Masson ve R. Mantran, XVII. yüzyılda yabancı tüccarlam karşı Osmanlı İmparatorluğundan daha fazla liberal politika uygulayan yeryüzünde her hangi bir devletin bulunmadığına temas etmektedir.69 Hatta belki kısmen abartılı bir ifade olacak ama, bir anlamda siyasi varlıklarını Roma'nın gücünün zayıflamasına imkan tanıyan Osmanlı'ya borçlu olan Avrupa Devletleri, ekonomik amaçlı tesis ettikleri bu birlikteliği de Osmanlı Devletine borçludurlar. Zira bu devletler Osmanlının geçmişte tek taraflı kendilerine tanıdığı bir takım imkanları gayet iyi değerlendirmesini bilmişler ve iktisadi açıdan gelişme olanağını elde etmişlerdir. Venedik, Ceneviz, Felemenk, İngiliz ve Fransızlada yapılan deniz ticareti ve Kuzey Avrupa'ya kadar uzanan Kara yolları bunda etkin bir rol oynamıştır.70 Bu görüşü dile getiren ilim adamları, Avrupa'nın Osmanlıların kendilerine verdiği bu ticari imtiyaz sayesinde ekonomik olarak kendilerini geliştirdiklerini ve kapitalist düzenlerini kurdukIarına vurgu yapmaktadırlar. 71
68 Geniş bilgi için bkz. Pakalın, Osmanli Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, c .ll, ss.177-181. 69
Halil lnalcık, "Modern Avrupa'nın Gelişmesinde Türk Etkisi", Osmanlı ve Dünya, haz. K. Karpat,
s.87. 7° Karpat, a.g.e, s. 23. 71 lnalcık, a.g.e, s. 88.
26
ÇOKULUSLU OSMANLI DEVLET TECRÜBESİNİN ÇOK DİN VE KÜLTÜRLÜ AB'YE KA TKISI
Pek tabii burada padişahların asıl amaçlarının Avrupa'yı ekonomik açıdan güçlendirme politikası güttükleri söylenemez. Ancak onların Batılılara verdiği bu ticari ayrıcalığın halkın müreffeh bir hayat sürmesine dair aldığı tedbirler cümlesinden olması muhtemeldir. Bu açıdan Osmanlı, hem tüccarların güvenliğini sağlamaya yönelik bir takım girişimlerde bulunup kervansaraylar inşa etmiş, hem de her türlü ticari kolaylığı temin etme gayretleri göstermiştir. Bir tek örneği dahi bir başka ülkede görülmeyen kervansaraylarda din farkı gözetilmeksizin Türk misafirperverliğinin örnekleri sunulmuştur.72
Halil İnalcık ticaret konusunda herhangi bir ayırım yapılmaksızın XV. Yüzyılda şehzadelere yazılan bir nasihat kitabına yer vermekte ve şunları söylemektedir: "Ülkendeki tüccarlara iyi davran; her zaman onları kolla; kimsenin onlara zarar vermesine izin vern1e; kimsenin onların düzenini bozmasına izin verme, çünkü onların ticaretiyle memleket zenginleşir ve onların ınalları sayesinde dünyada ucuzluk yayılır; onlar aracılığıyla Sultanın yüce şöhreti çevredeki ülkelere taşınır ve onlar tarafından ülkenin zenginliği artar:"73
Ticari ınaksatlı bu faaliyetlerin getirisini sadece ekonomi ile sınırlandırmak insaflı bir yaklaşım tarzı değildir. Nitekim bir batılı uzman, uzun vadeli düşünüldüğünde, Osmanlıların politik esneklikte bulunmasını övgüye değer bulmakta, ahlaki anlamda asıl övgünün ise devletin temel aldığı millet sistemi, düşük gümrük vergileri, ticari imtiyaz ve kapitülasyona zemin hazırlayan İslami uygulaınalara ait olduğuna atıf yapmaktadır. Aynı yazar, bu şekil davranınanın aynı zamanda Osınanlıyı hızla ınodernleştirip dini azınlıkların kendi potalarında asimile edilmelerine imkan vermediğini sözlerine ilave etınektedir.7.ı
3- Osmanlı Değerlerinin Modern Avrupa'daki İzleri
Son zamanlarda Avrupa Birliği çevreleri ve ilim adamları tarafından "çeşitlilik içinde birlik", "çok din ve kültürlü bir Avrupa" söylemlerinin dile getirilmeye başlandığını görüyoruz.75 De facto olarak zaten böyle bir yaşama adıın atmış Avrupa, geleceğini yukarıda söylenen vecizelerle şekillendirmeye mecbur görünmektedir. Ancak dillendirilen bu "çeşitlilik", "çok kültürlülük" olarak algılanıp tatbik edilınedikçe, istenilen verimi sağlamayacak ve Avrupa kendi içinde kapa-
72 Necdet Sevinç, Osmanimm Yükselişi ve Çöküşü, Burak Yayınevi, Istanbul 1991, ss. 42-43.
73 lnalcık, a.g.e, s. 84. 74
C.M. Kortepeter, "Modern Avrupa'nın Gelişmesinde Türk Etkisi", Osmanlı ve Dünya, s. 90. 75
Brissaud Allain, Islam und Christentum, Berlin 1993, s. 357.
27
DİYANET iLMi DERGi • CİLT: 40 • SAY!: 3
lı toplum olmaya devam edecektir. Esasen ırk ve mezhepçi bir geleneğe sahip
Avrupa, kendi içinde ırk ve milliyet farklılığını demokrasi içinde aştığına kanaat getirmekte ve "çeşitliliği" bu şekilde gerçekleştirdiğine inanmaktadır. Doğrusu Osmanlı, Avrupa için uygulanabilirliği tartışılmaya çalışılan "çeşitlilik içinde birlik" teşekkülünü asırlar önce tatbik etmiş, "kesret içinde vahdet" yani çokluk
içinde birlik fikrine dayalı bir yaşam formülünü pratiğe de yansıtarak bunu başarmıştır. Bunun en güzel örneği ise uygarlıklar beşiği dediğimiz Anadolu'dur.76
O açıdan Osmanlı, temsil ettiği "dışa dayalı" ve "sentezci" yapısıyla A vrupa'nın "içe dönük" ve "çatışmacı" karakterini değiştirebilecek bir mirasa sahip
tir. Dikkat edildiği takdirde "Kopenhag Kriterleri" diye bilinen siyasi kriterlerin içinde geçen hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü, insan haklarına saygı ve azınlıkların korunması ile ilgili maddelerin şekli ve niteliği bir miktar değişmekle be
raber Osmanlı Devletinin takip ettiği uygulamalardan çok büyük oranda farklılık göstermedİğİ anlaşılacaktır. Çünkü çalışmamızın içinde temas ettiğimiz Osmanlı devletinin uyguladığı temel ilkeler, artık yerel olmaktan çıkmış, gerçekten evren
sel niteliğe bürünmüştür. Yine Osmanlının uyguladığı millet sistemi, herkesin din ve vicdan özgürlüğünün savunulduğu bugünkü Batı normlarından daha ileri sevi
yedeki uyarlamasından başka bir şey olmasa gerektir.
Doğrusu Batının değişen dünya şartlannda bu gelenekten bir şeyler almasını garip karşılayanlar bulunabilir. Bir başka deyişle anlatılınaya çalışılan bu değerlerin asla Batıda bulunmadığını söylemek istemiyoruz. Ancak temenni edilen müşterek noktalardan hareketle, kutuplaşmaya ve çatışmaya imkan vermeyerek, evrensel değerlerin kimden gelirse gelsin uygulanabilir ve herkese eşit olmasını
savunmaktır. Artık çifte standart davranış tarzının ve aynıncılığa teşvik eden söylemlerin modern dünyaya yakışır bir durum olmadığı görülmektedir. Ömeğin Avrupa, serbest dolaşımı sadece kendi vatandaşları arasında uygulanabilir ol
maktan çıkarıp, belli şartlar içerisinde daha geniş bir çevreye yaymadığı müddetçe, Osmanlı'nın geçmişte takip ettiği ticari sistemin kendi halklan için sağlandı
ğından daha azını vermiş olacaktır.
Buna göre, Avrupa, kendi ırkı' ve mezhebi ağırlığını kabul etmekle beraber bunu bir tahakküm aracı ve üstünlük nedeni saymayarak, içinde barındıracağı diğer toplulukların kültürel zenginliğinden yararlanmasını bilmelidir. Böyle davra-
76 Mehmet Nuri Yılmaz, "Türkiye Batının Doğuya; Doğunun Batıya Merhaba Dediği Yerdir," inanç
Turizm Günleri, Türsab Yayınları, trs., s.12-13.
28
ÇOKULUSLU OSMANLI DEVLET TECRÜBESİNİN ÇOK DİN VE KÜLTÜRLÜ AB'YE KA TKISI
nılması hem zengin ve mutlu bir Avrupa'nın oluşumuna katkı sağlayacak, hem de tüm dünyada barış ve güvenin tesisine imkan verecektir. Aksi halde böyle bir teşebbüsün yolu açılmadığında, kimileri tarafından dile getirilen Avrupa'nın bir "Hıristiyan Kulübü" olduğuna dair fikirlere haklılık payı çıkacak ve Avrupa'nın eskiye dayanan düşmanlık duygularından henüz kurtulamadığı dile getirilecektir.77
SONUÇ
Buraya kadar çeşitli yönleriyle Osmanlı toplumunu ele alarak değerlendirmeye ve Batı ile karşılaştırmasını yapmaya çalıştık. Günümüz toplumunun sosyal ve siyasal şartlarının bundan dört yüz yıl öncesiyle kıyaslanmayacak kadar değiştiği kabul edilebilir. Ancak Osmanlı devlet geleneğinden istifade etme, sadece ahlaki nedenlerle sınırlı olmayıp, pratik bazı faydaları da beraberinde getirecektir. Çünkü geleceğin şekillenınesinde, bulunduğumuz komşu kıtaya nispetle çok daha uzakta olan ABD'nin Irak harekatı ve Gürcistan meselesi nedeniyle elini çekmeyeceği bölgelerden birinin Ortadoğu ve Kafkasya olduğu görülmektedir. Belki ileriye dönük Balkanlar da bu devletin ilgi alanına girecektir. Bu nedenle Türkiye Avrupa için, sahip olduğu jeo-politik konum itibariyle önemini muhafaza edecek, oluşabilecek sorunların çözümünde gerek bu bölgeye komşu olması, gerekse tarihteki idari tecrübesi ve dindaşlığı sebebiyle kendisine daima müracaat edilebilecek ve ihtiyaç duyulacak otoritelerin başında yer alacaktır. O halde dünyanın acilen ihtiyaç duyduğu barış ortamının sağlanmasında, zıtlaşma ve kampiaşmanın azaltılmasında Avrupa'nın en önemli ortaklarından birinin Türkiye olacağı asla unutulmamalıdır.
Artık tarihte kalmış bağnaz tutumlara, insanlığın yeniden din savaşları ve gözyaşına tahammülü yoktur. Kendisini evrensel kaide ve demokrasinin beşiği kabul eden bu dünyanın "ötekiler" e adil davranmasını, payıaşımda eşitliğe riayet etmesini, samimi ve çifte standarttan uzaklaşmasını talep etmek en doğal hak olsa gerektir. Bu sebeple uluslar üstü oluşmaya çalışan yeni Avrupa yapısı içinde yer almamızın Avrupa Birliğine katkısı bize göre şu faydaları beraberinde getirecektir:
77 XVI. Yüzyıl Alman mutassıp Protestan seyyahlarından biri olan Hans Denschwam, istanbul ve
Anadolu'ya Seyahat günlüğünde, Türklerin Türkiye'de yaşayan azınlıklara, özellikle Yahudilere
karşı gösterdiği müsamahayı takdirle belirtirken, çok ağır şeyleri söylemekten de geri kalmamış ve
''Türklere karşı koymak ve onları yenmek istiyorsak her şeyden önce biz Hıristiyanlar kendi
aramızda birleşmeliyiz" sözlerine yer vermektedir. (Bkz. Hans Dernschwam, Istanbul ve
Anadolu'ya Seyahat Günlüğü, ter. Yaşar Önen, KB.Yayınları, Ankara 1987, s. 4 ve 114.)
29
DlY ANET iLMi DERGi • CiL T: 40 • SA YI: 3
I-Fiilen bu topluluk içerisinde işçi ve işveren olarak çalışan yaklaşık üç milyon vatandaşımız bulunmaktadır. Onların değer yargıları ve kültürel kimliklerine
gösterilen saygı, o ülkelerin üretimine moral destek sağlayacak ve ekonomik açı
dan daha da yükselmelerine sebep olacaktır.
2-Dünyanın geldiği bu aşamada problemierin artmasına paralel çözümlerin de artması gerekmektedir. Günümüzde hiçbir anlayış bunca sorunla tek başına mücadele edemez. O nedenle bu milletin global sorunların çözümüne katkı sağ
layacak birikimini daha yakından tanıma inıkanı doğacaktır.
3-Dünyanın acilen ihtiyaç duyduğu ve ekonomideki istikrarın da ana konu
larından biri olan güvenliğin temin ve barışın tesisinde büyük mesafe alınacaktır. Böylece diğerlerinin dışlanmadığı, potansiyel suçlu görolmediği bir anlayışın
sergilenmesine çalışılacaktır.
4-Bu sayede henüz yeni serpilmeye başlayan dinler arası diyaloga katkı sağ
lanacak, bu birliğin dini esas alan bir Hıristiyan kulübü olduğuna dair ileri sürülen tezlerin ise geçersizliği ispat edilecektir.
S-Hoşgörü geleneğine yatkın ve ılımlı bir İslam temsilinde bulunan ülkemiz,
(son seksen yıldır Batı norınlarına yabancı olmadığı da dikkate alınırsa) diğer İslam ülkeleri ile koordine sağlanmasında bir köprü görevi üstlenecektir.
6-Gitgide yaşıanan Avrupa'ya genç ve dinamik bir nüfus katılacak ve böy
lece bu kıtaya yeni bir canlılık kazandırılacaktır.
30