17
AKATALPA Temmuz 2013 - Sayı 163 Aylık Şiir ve Eleştiri Dergisi ISSN 1305 - 7685 İrfan YILDIZ İSKELET İSKELE bir beyaz iskele teyel bir eve gölgelerde uçarak çeşmelerden kaçarak kanar bir eşiğe göklerde turna ağlayı gider çocuklarca gülerek uçurtmalarca ölerek atların boyları kadar ulu bir yola bakardı nallarını severken yıldızlara bakardı kara bir at sevdalı iskelet suların ruhuyla yüzer dolunayda çitlerin içinde geyikler omuzlarken dağları meşelerle değirmen suları ağlayıverir mezarın başında iskelede, sonsuzluk başında kayıklara bakarak eflatun günler bir martı düşer yere balıkların gözlerinde karabatak bir akşamda derindeki lacivert kaptan kürekleri çekerek dalgalarla düşerek atları göre göre koşar gider bir yere Oresay Özgür DOĞAN VİNÇLER Şimdi birkaç uyumsuzluk fotoğrafı çekelim yakın ölüler çukuruna kendini seyretme saatlerine. Nereden çıkar böyle şeyler! Telkinsiz. Ama insan kuşkudur, büyürken yalnızlığına. Ama kuşlar dallarını kutsar, fısıldaşarak. Şimdi telaşla koşuşturabilir soğuk ürperti korku eşiklerini geçerek. Aman ciddiye alalım sıkıntı olmasın diyebilir. Aman dikkatli olalım şeyleri aynılaştıralım. Aman allah korusun diyebilir. Desin. Atları kırbaçlayalım. Şimdi sen topçu kışlasının denetimli bahçesine akıllandırılmış yeşillikler ekebilirsin. Gaz bulutları dağılınca orada Gezi’de altı ağaç göreceksin orada sivil ve itaatsiz orada altı ağaç aşk ve tutkuyla özgürlük şarkıları söyleyen. Ve yok etmek alın yazısıdır kubaran tortunun Sonra yer çekiminden firar etmiş özellikli haller veya derişmek için el feneri ışığında raks forsundan soyunan tunç eğilimler, uzlaşmalı iyilikler ğıtta hınç köprüleri, ürkü imleri şiltesi çekilmiş ulu hükümler ve yavuz tomalar anlama kıvranan. Desin. Atları kırbaçlayalım. Ellerimi uzatıyorum dünyanın en uzak parkına orada yağmur ve iğde çiçekleri… Artık ustalıkla tutulur acının nöbeti. Fatih Akça, Necati Albayrak, Hüseyin Alemdar, Nilüfer Altunkaya, Suat Kemal Angı, Kadir Aydemir, Yılmaz Bozan, Hüseyin Avni Cinozoğlu, Serdar Çakıcıoğlu, Ünsal Çankaya, Halim Çiftçi, M. Güner Demiray, Oresay Özgür Doğan, Öztekin Düzgün, Necati Eker, Sema Enci, Özgün Ergen, Arif Erguvan, Seda Eriş, Osman Serhat Erkekli, Ozan Genç, Mehmet Girgin, M. Sinan Karadeniz, Nevzat Konşer, Hüseyin Korkmaz, Hande Kuşuluoğlu, Bilal Nergizli, İbrahim Oluklu, Seyhan Özdamar, Mustafa Burak Sezer, İlkay Şahin, Ertan Şahin, Turgut Tan, Merve Tokgöz, Hasan Varol, İrfan Yıldız, Erol Yılmaz.

AKATALPA · orada altı ağaç aşk ve tutkuyla özgürlük şarkıları söyleyen. Ve yok etmek alın yazısıdır kubaran tortunun Sonra yer çekiminden firar etmiş özellikli

  • Upload
    others

  • View
    5

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: AKATALPA · orada altı ağaç aşk ve tutkuyla özgürlük şarkıları söyleyen. Ve yok etmek alın yazısıdır kubaran tortunun Sonra yer çekiminden firar etmiş özellikli

AKATALPA Temmuz 2013 - Sayı 163 Aylık Şiir ve Eleştiri Dergisi ISSN 1305 - 7685

İrfan YILDIZ İSKELET İSKELE bir beyaz iskele teyel bir eve gölgelerde uçarak çeşmelerden kaçarak kanar bir eşiğe

göklerde turna ağlayı gider çocuklarca gülerek uçurtmalarca ölerek

atların boyları kadar ulu bir yola bakardı nallarını severken yıldızlara bakardı

kara bir at sevdalı iskelet suların ruhuyla yüzer dolunayda çitlerin içinde

geyikler omuzlarken dağları meşelerle değirmen suları ağlayıverir mezarın başında iskelede, sonsuzluk başında kayıklara bakarak eflatun günler

bir martı düşer yere balıkların gözlerinde karabatak bir akşamda derindeki lacivert kaptan

kürekleri çekerek dalgalarla düşerek atları göre göre koşar gider bir yere

Oresay Özgür DOĞAN

VİNÇLER Şimdi birkaç uyumsuzluk fotoğrafı çekelim yakın ölüler çukuruna kendini seyretme saatlerine.

Nereden çıkar böyle şeyler! Telkinsiz.

Ama insan kuşkudur, büyürken yalnızlığına. Ama kuşlar dallarını kutsar, fısıldaşarak.

Şimdi telaşla koşuşturabilir soğuk ürperti korku eşiklerini geçerek. Aman ciddiye alalım sıkıntı olmasın diyebilir. Aman dikkatli olalım şeyleri aynılaştıralım. Aman allah korusun diyebilir. Desin. Atları kırbaçlayalım. Şimdi sen topçu kışlasının denetimli bahçesine akıllandırılmış yeşillikler ekebilirsin. Gaz bulutları dağılınca orada Gezi’de altı ağaç göreceksin orada sivil ve itaatsiz orada altı ağaç aşk ve tutkuyla özgürlük şarkıları söyleyen.

Ve yok etmek alın yazısıdır kubaran tortunun

Sonra yer çekiminden firar etmiş özellikli haller veya derişmek için el feneri ışığında raks forsundan soyunan tunç eğilimler, uzlaşmalı iyilikler kâğıtta hınç köprüleri, ürkü imleri şiltesi çekilmiş ulu hükümler ve yavuz tomalar anlama kıvranan. Desin.

Atları kırbaçlayalım.

Ellerimi uzatıyorum dünyanın en uzak parkına orada yağmur ve iğde çiçekleri…

Artık ustalıkla tutulur acının nöbeti. Fatih Akça, Necati Albayrak, Hüseyin Alemdar, Nilüfer Altunkaya, Suat Kemal Angı, Kadir Aydemir, Yılmaz Bozan, Hüseyin Avni Cinozoğlu, Serdar Çakıcıoğlu, Ünsal Çankaya, Halim Çiftçi, M. Güner Demiray, Oresay Özgür Doğan, Öztekin Düzgün, Necati Eker, Sema Enci, Özgün Ergen, Arif Erguvan, Seda Eriş, Osman Serhat Erkekli, Ozan Genç, Mehmet Girgin, M. Sinan Karadeniz, Nevzat Konşer, Hüseyin Korkmaz, Hande Kuşuluoğlu, Bilal Nergizli, İbrahim Oluklu, Seyhan Özdamar, Mustafa Burak Sezer, İlkay Şahin, Ertan Şahin, Turgut Tan, Merve Tokgöz, Hasan Varol, İrfan Yıldız, Erol Yılmaz.

Page 2: AKATALPA · orada altı ağaç aşk ve tutkuyla özgürlük şarkıları söyleyen. Ve yok etmek alın yazısıdır kubaran tortunun Sonra yer çekiminden firar etmiş özellikli

OZANIN OZANDAN BAŞKA DOSTU YOK

Ozan GENÇ

Adamcağızın adını ezberleyemedim gitti, bilgiçlik erdem

değilse de, suç da bende değil hani; bu eski yazıncıların adları ne denli birbirini andırıyor, hele de soyadı kullanmayınca. Hoş günümüzde soyadı kullanıp da adları yine de birbirine benzeyen, karışan yazıncı arkadaşlar da yok değil. (Bu yüzden başıma epey kaza da geldi: Beni çok seven Sezer Gölgedeyaşar yerine hiç sevmediğim Sezer Duldadagezer’e göndermişim kitabımı, Nesrin Açan’ın aldığı ödül için Nusret Uçan’a kutlama yazmışım, ayırt etsem yazar mıyım, Süheyla Tokuş’a yazdığım çok özel bir mektubu Sümeyra Yokuş’a göndermişim, vb. vb.) Her neyse, Ahmet Rasim ya da Ahmet Haşim, işte o, dost olduğu yazıncılardan birer fotoğrafını ister, büyütüp evinin salonuna asarmış. Sonra da arası açılınca fotoğraflar hoooop doğru tuvalet duvarına...

Sabırlı adammış! Düşünebiliyor musunuz, tam da “o iş”i

yaparken karşınızda bir dizi sevmediğiniz yüz... (Özüre sığınarak, ekleyeyim: Barsakları çalışkan biri olsam hadi neyse, bende epey sıkıntılıdır o iş, Godot’yu beklemeye dönüşür sıklıkla.)

Bunu yazarken, yüreğimin sızladığını içtenlikle söylemek

durumundayım. Şurada bir avuç yazıncıyız, gönül ister ki dostluklar hiç eksilmesin, yürekler hiç kırılmasın, herkes birbirini sırayla övsün, gönül alsın, herkes sırayla ödül alsın... Artık herkese yetecek kadar dergi, artık herkese yetecek kadar ödül, artık herkese yetecek kadar yıllık, artık herkese yetecek kadar yazınsal / cinsel eş var, öyleyse neyi paylaşamıyoruz? Öyle bir devirde yaşıyoruz ki ozanın ozandan başka dostu yok abi. Öyleyse nedir bu kırgınlıklar, küslükler...

Yazılarımı izleyenler bilir, ben başından beri, elimden

geldiğimce büyük yazıncı abilerimi anmaya, küçüklerimin gözlerinden öpmeye özenmişimdir. Ben herkesle iyi geçinirim. Ne yazık, ne acı, kimileri benimle iyi geçinmiyor. Emin olun “Vizontele” filmindeki “Ne konuşuyordun ulan karıyla” “Kiiim? Karı benimle konuşuyordu” diyalogu gibi değil durum, kimi adamlar ve kimi bayanlar nedense benimle gerçekten iyi geçinmiyor.

Oysa bakın, dergiciler ozana düşman, yayıncılar ozana

düşman, eleştirmenler ozana düşman, öykücüler ozana düşman, romancılar ozana düşman, iktidarlar ozana düşman, hadi onlardan geçtik muhalefet partilerinin bizden bir ozanın dizelerini dillendirdiğine hiç tanık oldunuz mu, stadyumlarda dizelerimiz haykırıldı mı, meyhanelerde Hayyam’ın bayat dörtlükleri dışında şiir anılıyor mu?

Rıfkı Tıpkı, günümüz önemli ozanlarını sıralarken, beni

unutuvermiş. Kırılmam mı gerek şimdi? (Bir defterim var, orada kim nerede ne yazmış hakkımda, not ediyorum, tarihe iz düşüyorum. Kendi bilir.) Nabi Üstünırkdaş, kitaplarımı kitaplığından atmış. Canı sağ olsun. Yalnız haber verse ben alırdım. Ödemeli kargoyla gönderebilirdi. Depomda yerim var. Ben de onunkileri mi atayım şimdi? Bana imzalarken yazmış olduğu yüceltmelere yazık olmaz mı? Numan Uman, danışman ve karışman olduğu bir etkinliğe katılmamam için elinden geleni yapmış. Üzüleyim mi şimdi. Kalkıp onun için yazmakta olduğum yazıyı (hayır, yırtıp atmadım) adları değiştirerek Leyla Şehla’nın son kitabına uyarladım, pek bir şey fark etmedi.

Sonuçta yazınsal imgeselliği ve belirtimsel bağlılaşımı, şiirin içsel (üretken) ve dışsal (kuşatıcı) tin’ini, anlamsalın dizimsel değil dizisel örgütlenişini, anlam katmanlarının yoğuşmalı kombinasyonunu (yoğuşmalı kombimiz bozuldu, servis gelecekti sahi) ha Numan serimlemiş, ha Leyla, ne fark eder...

Sevgili ozan kardeşlerim, şurada taş çatlasa beş - on bin

kadar ozanız, bir düşünsenize, her ozan çıkan her şiir kitabından bir tane alsa... Haydi yarısı alsa... Bana güvenin, yayıncılar kapılarımıza dizilir, televizyoncular peşimizden koşar, cebimiz üç beş para görür. Ozanın parası ozana helaldir. Hem senin de sıran gelecek. (On bin ozan yılda bir kitap çıkarsa... Bazı açıkgözler beş altı tane birden çıkarır ya biz bir diyelim. 10.000 x 10 TL. = 100.000 TL. mi ediyor. Çok demeyin. Ozana çok görmeyin. Bulup buluşturup bu parayı alalım ozan arkadaşlarımızın kitaplarını. Kitapçılar da ivme kazanır böylece şiir kitapları getirtme konusunda. Hatta şiir uzmanlık kitapçıları, olmadı, uzman şiir kitapçıları kurulmalı, buralarda ozan arkadaşlar gönüllü çalışmalı. (Ama nesnel bir gönüllülük olmalı bu, müşterilere kendi kitabını kakalamamalı.) Ayrıca kitap çalarak şiir kitaplığı kurmuş ozan arkadaşlara da dikkat edilmeli, gerekirse polis ozanlardan yardım alınmalı. (Bu arada beni potansiyel müşteri sanıp mail adresimi şiir kitaplarının duyurularıyla dolduran arkadaşlara: Ne diyeyim, pazarınız bol olsun. Siz benim kaç kitabımı aldınız ki ben de sizinkini alayım. Beleşe verdiğim kitapları bile beleşe sahaflara verenler oldu, adları bende saklı.)

Kimi ozan arkadaşlar “Şiir Sevenler Cemiyeti”

öneriyormuş. Ne diyeyim? Tanrı iyiliklerini versin. Günümüzde şiir seven mi kaldı? Bu arkadaşlar ozanın ozandan başka dostu kalmadığının ayırtında değiller henüz. Evet, örgütlenelim ama kendi aramızda. Bilmem ayırtında mıyız, biz ozanlar, yazar örgütlerinde ikinci sınıf durumundayız. Hiç adında “ozan” belirtimi bulunan bir dernek gördünüz mü? Neden “Ozanlar ve Yazarlar Sendikası” değil de sadece Yazarlar Sendikası? (Kuşkulanmıyor değilim, belki de benim adım da Ozan olduğu için usuna gelse de bazı arkadaşlar geri tepiyor olabilir bu düşünüyü). Hem bakın, şimdiye kadar bir araya gelip ortak etkinlik koyan eleştirmen, öykücü ya da romancı gördünüz mü? Hepsi kendi köşesinde. Hepsi bireysel. Hatta bireyci. Burunları da Kaf dağında. Oysa biz ozanlar öyle miyiz? Her saat beraberiz. Toplumsalız. İç içeyiz. Dergilerin çoğunu biz çıkarıyoruz. En çok ödülü biz, bize veriyoruz ve böylece en çok ödül bize verilmiş oluyor. Sosyal medyada biz varız. En çok blog bizde var. İnternet sözlüklerinde en çok biz övülüyoruz, bunları yazan, kendimizi öven de biz olduğumuza göre, dolayısıyla oralarda en çok yazan da biz olmuş oluyoruz. Öyleyse ötekileri neden sırtımızda taşıyalım. Ozanlar Derneği’ni kurmak için geç bile kaldık. Hatta kapısına yazalım: “Düzyazanlar - eleştirmenleri de kapsar - giremez” diye. Zaten eleştirmenler girerse, oradan hayır gelmez. (Ramis Dara büyüğümüzü ayrık tutalım. O girebilsin.)

Birden aklıma geldi, sahi Şiir Anonim Ortaklıkları, kolektif

ya da limited de olabilir, neden kurmuyoruz? Aslında eylemsellikte var olan ortaklıkları tüzeselleştirmiş olacağız. Zaten tüm ozan arkadaşlar, çoğu biraz mahalle bakkallarını andırsalar da, şirket şirket değil mi? Tüzesel şiir ortaklıkları olunca bakarsınız iş büyür, şiir holdingleri oluşur. (Kulağa hoş geliyor ha!) Hatta bu sayede aile boyu ozanlar da aile boyu mahalle kavgası yapmaktan kurtulur, şiir holdingin tüzel kişiliği adına devinilir.

Düşünüyorum da, birbirimizi yiyeceğimize, bunları neden

düşünmüyoruz?

2

Page 3: AKATALPA · orada altı ağaç aşk ve tutkuyla özgürlük şarkıları söyleyen. Ve yok etmek alın yazısıdır kubaran tortunun Sonra yer çekiminden firar etmiş özellikli

Hüseyin ALEMDAR GEZİ-ŞİİR 1 İnci dakika, ince cennet yarın öleceğim, biliyorum yirmi bir adım oldu on beş günde; en güzeli Çapulcu uzakyarın bu adla anılır mıyım bilmiyorum--

2 “Özgürlük de öğrenilmesi gereken bir şeydir!” mi demişti Adorno kendimi bildim bileli hem uzak hem yarın ülkem!

3 Ah! Yirmi yıl var hem lirizmi arıyorum hem dadaizmi--

4 Babam annemden, ben babamdan gençtim bir zamanlar Allahı ve şiiri ayna yapıp kırardım!

5 Sahi, kim ve kaç kişi böylesine yanlış anlamış olabilir g e n ç – liği, gökyüzünü, köpekleri ve devleti-- Taksim Gezi Parkı Susuz Yaz yüzyılın şimdisi!

6 Bir yanım Heidegger bir yanım Hölderlin Yılmaz ve Deniz’ler için göğe bakmalıyım bu öğlen nasıl da üniversite gençliği elli birim biraz kötülük, çokça iyilik kalbim ve ellerim

7 Ah! Kendini ağaçlara dolamış bir kız çocuğu, kızım hiç durmadan uzuyor göğe doğru Ece sivili ve sırılçıplak!

Beyoğlu, 13 Haziran 2013

Kadir AYDEMİR GİDERKEN YAPAYALNIZ Kalbini dinlemiştim, eğilip Bir yaprakla örter gibi üstünü O gece, fırtınadan önce Işıklar henüz sönmemişti Yan komşunun elinden Yere düşmemişti kristal bardak Ayrılık hiç geçmemişti içimizden Çekirgeler bile uykuda, bak Kara ağaçlar sakin Ölüm mü? -Çok uzak bir şarkı Oysa yapayalnızdır her şey. Buz tutmuş kalbin Öğretti bana: Gözyaşı hep Kelimelere dökülür.

Arif ERGUVAN İYİ AYRILIKLAR

sustuğum yerden başlıyorum susmaya beni görünce sevinenler azalmış sustum kuşlar konuşsun diye hayallerimin banklarına zürafalar otursun sustum ben ki ölüler arkasından bile susan biriyim öyle böyle öyleyim ama iyiyim demeyi öğrendim

tüm saygım havalanıyor gazı değil de taşı bitiyor çakmağın hamamın suyu biranın köpüğü bitiyor dişlerimin beyazı tırnaklarım dökülüyor parmaklarımdan attığım taşlar başıma değiyor bir şey olacak gayri resmi doğum günüm olacak

herkes için uygun bir vakit var mıdır uygunsuz vakitleri bilebilmeyi isterdim içkiyi sigarayı bırakacağım sana başlayacağım demeyi isterdim artık az görüyorum martıları egede kim kaldı benim aklım kaldı

işaretlerle konuşamıyorum sade gülmeyi biliyorum çoğu kalem çalmayla oluyor çalakalem kötüler tembel olsaydı böyle olmazdı ben cahil ipliğiyim bu kumaşın en sırıtanı desenin çeperin en incelmiş yeri başım diyorum bir halatın içine girse mi girmese mi

memelerin artık birer balon bu ağzımla şişirdiğim biraz yürüyünce karşıma çıkacak bahar olsan bir şişeden ne kadar süt dökülebilirse devrildiğinde kalan kısmını içsem gemiler ipek gemiler terli keşke perdelerinizi çekmeseniz

ve bu sabrın sonu gelir mi yasak olan çimlere bastıkça güzel kadından vazgeçecek kadar kahraman değilim karşı kaldırımı sever gibi severim halbuki ayrılığı andıktan sonra susmaktan başka bir şey konuşulmuyor deri montlar da insanlar gibi eskiyince buruşur birbirimize baka baka derilerimiz buruşacak

3

Page 4: AKATALPA · orada altı ağaç aşk ve tutkuyla özgürlük şarkıları söyleyen. Ve yok etmek alın yazısıdır kubaran tortunun Sonra yer çekiminden firar etmiş özellikli

Hüseyin Avni CİNOZOĞLU EMİNE Ben ömrümde birkaç bahar gördüm Emine hiç bahar görmedi “Bacımı Koyvermeyen Şizofreni” Bir deli kral Deli midir kral mı? Saraya prangalarla bağlı Bir köle belki de Kralların kalpleri yoktur Dünyaya kral olarak gelmeyi murat etmem Bir uzun zemheri Emine’nin hayatı Bir ırmak gibi taşlara vura vura Aktım durulmadan aklım çığlıklar içinde Bir durgun göle varmak gibi ölüm Göle karışınca sükût edecek çağıltısı Otuz iki yıl oldu Emine’yi göreli Emine’nin imtihanı bir Eyyüb sabrı Dünyaya tekrar gelmeyi istemem Gelirsem bir daha Emine’yi seçerim Eş ya da kız kardeş fark etmez.

Seyhan ÖZDAMAR PUMA bana bir puma koşuşu geldi. ona Miranda de, bazen bir puma kedigillerden sayılmayabilir. aşk işte, ayna değil bir ayna, derslik değil. ona Miyyaaavvvv de bazen beni gördüğünde sırtını kabartır. tuzak iklime bir kuyu karanlığından başka ne verebilirim, bağır ve duy biçimsiz incilerin biçimli seslerini. bir kedinin bazen bir pumaya bir pumanın bazen bir kadına bir kadının bazen bir anneye dönüşebilirliği. desem ki dersliğin içinde de ayna var bütün ona mevsim de bazen eteklerindeki saat uyandırır seni bazen sarı renktedir, yeşilin geçiciliği.

İbrahim OLUKLU KONUŞ KARDEŞ KADIN Zamanın hükmünü sen veriyorsun kardeş kadın Daha çekirdeğini çitlemesen de mevsimin. Senden önce budandı bu toprağın bağları, Üzümü ellerinden öper, şarabına geç kaldın, Çöpleridir kim bilir senin topladığın... Olsun, hükmün sürmese de sürüyormuş gibi yap, Hiç'ten ve hiççilik'ten haberin olmasa da konuş Devir senin devrindir susmamacasına hiç…

M. Sinan KARADENİZ OLAN CADDESİ Benim gözlerimle mi bakıyorsun sana Ben seni gördüğümde gülerim Bir gülüş büyür bakıyorken gözlerimden biz Bir hayret büyür aynı açıya koşullandığımızda Büyütür her nesneyi gülüşümüz Aynı minyatürü tutarız avucumuzda Belki bu hayret sana garip gelecek Tüm duyumlar arasında fark edilen işaret Göz kırpar gibi, el eder, sanki masada unutulmuş çiçek Bakınca içine girilen, hani benim gözümle sana bakıyorsun ya işte öyle Dudağına, kokuna, sonra işgüzarlığına… Ben ne kadar güzelim sana bakarken; seni unutunca pis kokulu ayna Benim gözlerim iki bıldırcın oynaşında seni arar Gecenin sesinde, inişinde yaprakların yere, suyun kaynayışında Birlikte bakar mıyız? buyur; yani gözlerimi kullan Al götür bütün fikrimi güzelliğine Sana açılan bir açı bulalım çabucak, seyredelim gözlerimden biz Ben güleyim sen de benim gülüşüme yerleş, edamdan eda kazan Dalgayı, rüzgârı, buharı merakı okuyalım sana bakaraktan Yani gözlerimden sana bakalım diyorum bu kadar basit Böylece renk alalım odağımızdan Nerden geldi aklıma benim gözlerimi kullandığın Kim oluyorum ki kendine gözlerimle bakasın Getirdi işte sana bakan yüzüm bebelerden Asya’da deniz kıyısında harabe kentlerden Bahçelerde arı yalnızlığı, işe koşulan işçilerden Binalar, insanlar arasında elimde senin ipin Ezilen bir güvercinden savrulan tüylerden Olan caddesinde oynayan bütün kaderlerden Sıyrılan bir hayretle duruyorken Geldi işte aklıma gözlerimi kullandığın Buyur, hadi gözlerimden sana bakalım

4

Page 5: AKATALPA · orada altı ağaç aşk ve tutkuyla özgürlük şarkıları söyleyen. Ve yok etmek alın yazısıdır kubaran tortunun Sonra yer çekiminden firar etmiş özellikli

Ünsal ÇANKAYA CAN KULAĞIYLA Dinlerim, denerim, iki parmak iki elden dil altına sıkışacak ve sonra dil yarım rulo üfle haydi, sal ıslığı, sal dağlara. Herkes yapar, herkes gider, herkes döner çalar bilinen çığlıkla geldim diyen o ıslığı oturur yağmuru bekler. Ben hiç öğrenemedim ıslık çalmayı suların akışı gibi adımlarım, giderim, dönsem kimseler duymaz. Beklerim o çardakta, suyum o testide soğur şimşekler deler gökyüzünü, dikemem, bilmez kimse nasıl ağladığımı. Oturur günlüğüme bu yalnızlığımı yazarım yazdıkça yabancılaşır bana yaşadıklarım benden başka birisi okur bunu. Kimse kim okur yazarlığım! Gebze, 16.01.2013

Sema ENCİ TE CETVELİ BABAM göğsümün orta yerinde sızı ocakta kaynamış taş elleri hep yüzüne yakın büyük fotoğrafta te cetveli babam okyanus ötesine mektuplar yazarken tanrı’ya ne masallarla uyunur bir göz bıraktı ne huzurlu bir kalp… sıra sıra kahverengi çocuklar lastik ayakkabıların ucunda dünya babamın ağzı kuş yuvası yollarsa çabuk çabuk çırpılan kanatlar. işte kıskandı şu ağaç şu kırmızı taşlar kaldırımda şu sardunya o sebepten eğilmiş sokağa sallardım da fırçamı biçimi bozulmasa yağmurun ıslak bir bank tenha bir parkta. birazdan açılacak kapı gıcırtısı babam yürek kıpırtısı kaç zamandır kapalı kapılar ardında. 11.06.2013

Özgün ERGEN SEVGİLİM PANZERLERE KARŞI İçimde ağaçlar büyütürüm tırnaklarımdan Köküne sarılalım sevdanın Bademler doğuralım gün batımında rüzgâra karşı Soru işaretlerinin kancasında çürüyen inciri uyandıralım Karıncalar insan öldürüyor, develer geçip gidiyor boyunlarını eğerek Gökyüzünde sıraya girmiş ünlemler Dudaklarına çağlayanlar sarayım sevgilim dikenleri aşayım sana varayım Yüksünme sakın gözyaşından, mumun bile dibi tutar ağladığında Kitaplar kalkan, mızıkadan çadırımız, sevişerek çoğalırız Nasıl ki kandiller ışıtamaz artık bizi Sevgilim dindar değil insandar! Bir bebek “günaydın”a çıkar Rahmimde binlerce güvercin ... Eylem olsun adı

Nevzat KONŞER BEN SOKAĞI Çantamda taşıdım bütün gün gülümsememi yalnız bir ağaç gibi kök verdim hayata simitçilerden geçtim, sokak satıcılarından kıvrıldım kalbimdeki çarşıya. -Rum işi bir bina heykeli olup sustu şehir- Caddeler resimlerdeki gibi masum değildir dedim renkleri de olmaz sokak kavgalarının arabalar bile didişir birbiriyle hiçliğini kemirir sürekli insan Sakin bir pazartesi çizdim sol elime bahçesinde gezindim sıkıntının -Her kaldırım sürgüsünü çekti gezintilere- Uçtum, zaten hayaller kanatlıydı çocukluğumda babam doğu yönünde bir tren garı, uzun bir yolculuk şiiri elimde babam! Çantama sığdırdım bütün gün şehri saçlarımı kestim eski kafalı bir akşamda. -Yüzüm, ömrümün hüzün hali!-

5

Page 6: AKATALPA · orada altı ağaç aşk ve tutkuyla özgürlük şarkıları söyleyen. Ve yok etmek alın yazısıdır kubaran tortunun Sonra yer çekiminden firar etmiş özellikli

SÖZCÜKLERİN EFENDİSİ’NE MEKTUPLAR -14

Nilüfer ALTUNKAYA

Kişisel tarihimiz biz kalabalıklaştıkça bir anlam kazanıyor

belki de… Bu anlam arayışının peşinde koşmak hem sürekli bir hiçlikle yüzleşmek hem de ölümün kollarında dans ederken hayata uyanmak gibi… Ürkütücü ve güzel.

Yalnızlık ve yabancılaşma şairin çağıyla yüzleşmesini nasıl da bu anlam arayışıyla bağdaştırıyor. Eğer yalnızlık ve anlamsızlık duygusunu yılgınlık ve vazgeçmişlikle birlikte dayatan bir sisteme karşı koyamıyorsa o şiir kimin şiiri olacaktır? Sanki herkes bir yalana tutunarak yaşamanın derdine düşmüş de biz bu olan bitenin dışında kalabilmek adına şiire sığınmışız gibi… Mesafesiz ve uzak.

Günler sıcak ve boğucu geçiyor. Akşamüstü birden bir yağmur başlıyor. Bir şekilde yakalanıyorum yağmura. Kalabalıkta bir yerlere yetişmeye çalışırken ya da aklımda dolaşıp duran seslerin, çoğalıp duran düşüncelerin peşinde başıboşça yürürken. Sırılsıklam da olsam acele etmek istemiyorum ve böyle bir yağmurda seninle el ele yürümeyi hayal ediyorum. Umutlu ve aşık.

Hiçbiri gerçeklerle örtüşmüyor bu hayallerin. Hiçbir zaman da gerçek olmayacaklar belki de. Ama hayallerimiz ve inançlarımız yoksa gerçekler neye yarar ki?

*** Bir halkın uzun ve yorucu bir uykudan uyanışı. Belki de

gençliğin yeniden gençlik oluşu. Ben bir özgürlük çığlığı olarak atılan bu direnişi seninle birlikte yaşayamadım. Ama senden dinlediğim ve sosyal medyadan izleyebildiğim kadarıyla ilk günden beri, yeniden umutlanmamıza yetecek kadar güzel bir eylemlilik içinde olduğumuzu düşünüyorum.

Elbette birdenbire değil, yıllardır süren baskılara karşı oluştu bu direniş ruhu. Kim ne derse desin! Gezi Parkı direnişleri ile gençlik şimdiden daha önce yapılamamış olanı başarmıştır, bana göre. (Tabii ki bu hareket, üzerinden zaman geçtikçe daha iyi ve farklı açılardan değerlendirilecektir, çünkü sosyolojik olaylara nesnel yaklaşabilmek için bu gereklidir. Ama ben şimdiden bu gençlerin çok önemli bir şey başarmış olduklarını düşünüyorum.) Hangi açıdan bakarsak bakalım, bir çevre duyarlılığıyla başlayan ve halktan ‘kendiliğinden’ ve gittikçe güçlenen bir karşılık bulan bu muhalif hareket, bir yandan tüm ülkede polisin eylemcilere uyguladığı şiddet dolu müdahalelere rağmen direnişten vazgeçilmemesi ile tam bir özgürlük talebine dönüştü.

Ama tüm bunlar bir anda başlayıvermiş gibi düşünülmemeli. Gezi Parkı için yapılan eylemlerin de, halkın iktidar tarafından sürekli dışlanan kesimlerinin tepkilerinin de bir diyalektiği var elbette…

Baran Alp Uncu; “Gezi Parkı Nasıl Okunmalı?” adlı yazısında bu oluşum sürecini şöyle değerlendiriyor:

“Gezi Parkı direnişine gelen yol da böylesine esnek, lidersiz ve hiyerarşik olmayan ağ-tipi organizasyon üzerinden şekillendi. Gezi Parkı’nın yıkılmasına karşı çıkanların bir araya geldiği Taksim Platformu, aylar boyunca sembolik eylemler düzenleme, projenin olası etkilerini uzman raporlarıyla belirleme, basın açıklamaları ve diğer protestolar yoluyla konuyu gündeme taşıma ve kamuoyunu bilinçlendirme, imza kampanyası düzenleme ve hukuki mücadele yürütme gibi birçok işi yaptı. Burada önemli bir noktanın altını çizmek gerek. O da, hiçbir büyük ölçekli protesto sıfırdan ortaya çıkmadığıdır. Taksim Platformu’nun tüm çaba ve eylemleri geniş çaplı Gezi Parkı direnişinin altyapısını hazırlamış oldu.”

Ağaçları geceleri de korumak gerektiği fikriyle çadırların kurulmasının, öğrenci kolektiflerinin çadır kurma girişimine destek olmasının ve eylemcilere yönelik uygulanan polis şiddetinin, direnişi farklı boyutlara taşıdığını gördük. Televizyonların suskun kaldığı olaylar, güçlü bir direnişe dönüşürken, insanlar sosyal medya aracılığıyla haberleşerek birçok ilde polisin sert müdahalelerine rağmen sokaklara dökülmeye başladığında kimse bu kadarını beklemiyordu belki de… Bu eylemlerin ‘kendiliğinden’ bütün ülkede yayılan bir özgürlük hareketine dönüşeceğini kim tahmin edebilirdi ki? Bunun nedenleri, niçinleri ve zamanlaması ile ilgili konuşurken, insanların "hayır deme özgürlüğü"nü kaybetmesinin yarattığı umutsuzluğun birdenbire yerini umuda bırakması şeklinde yorumlanabilecek bir sivil refleksin belki de ilk kez böylesine hızla karşılık bulduğunu söylemiştin. Sesinde coşku vardı, bir çocuk kadar dalmıştın kendi dünyana, karanlık yürekleri ışığa taşıyan bir şiirin dizelerini düşünür gibiydin. Uzaktaydın, aylardır kimsem değildin, belki çoktan inanmıştım yokluğuna… Sonra sesin öylece kalakaldı dağılmadan. Sesinin her tınısında vardı; o devrimci inanç.

Sonra bana Gezi Parkı’na ilk çadırı kuran Mehmet Arslan’ın çadır kurmaya nasıl karar verdiğini anlattığı bir röportajdan bölümler okudun:

“Salı günü Sırrı Süreyya [Önder] Gezi Park’ına gelen ilk dozerleri durdurunca insanlarda “Bizler burada yokken dozerler ağaçları kesmesin” diye gece kalalım fikri oluştu. Ben de eve gittim, çadırımı ve uyku tulumumu aldım, saat dört gibi geri döndüm ve Facebook’tan duyurdum. Şenlik havası oluşsun diye umuyordum. Öğrenci kolektifleri geldi, onlar da 30 kadar çadır kurdu. İlk gün kolektifin dışında çadır sayısı bir ya da ikiydi.

Aklımda beklemek vardı. O gün iki ağacı telef ettiler, kimse kalmasa devam edeceklerdi. Hükümeti devirmek gibi politik bir amacım yoktu. Gayet kamp havasıyla geldim. Hatta açık öğretim kitaplarımı yanıma aldım, ders çalışıyordum.”

Burada çadır kurarak direnişleri destekleyen gençler de aynı ruhu taşıyordu. Ülkede olan bitenlere artık sessiz kalmamak ve bir direnç gösterebilmek!

*** Aslında sen her akşam direnişlere katılırken, içimdeki korku

ve kaygılara rağmen bir yandan da gurur duydum seninle. Korku ve yabancılaşma bu insanları uzun zamandır susma

ve boyun eğme noktasında öğütürken, ‘hayır’ diyebilme kararlılığı, sesini duyurabilmenin özgüveniyle haklı olmalarına olan inançlarını da güçlendirdi işte. Daha önce hiçbir şekilde siyasi bir eyleme ya da bir sokak hareketine katılmamış olan insanlar sokaklara dökülmeye başladı.

Peki ama hepsi bu kadar mı? Elbette değil! Bazı noktalar var, özellikle dikkatimi çeken ve seninle konuşmaya fırsat bulamadığımız. Öncelikle vurgulamak isteğim; harekete öncülük edenlerin ve bu öncü grupların eylemlerin yaygınlık kazanmasından sonra ve polis şiddetine rağmen ilk aşamadaki hümanist ve herhangi bir siyasi örgütlenmeden bağımsız barışçıl, doğa yanlısı ve ‘ideolojiler üstü’ tutumunu koruma refleksi... Sen bunu belki farklı değerlendiriyorsun ama bana göre çevreci bir refleksin devamı olarak gelişen ve gençliğin akıl almaz bir dayanışma ile siyasi oluşumların güdümü dışında tutmayı başardıkları bu ‘ideolojiler üstü’ tavırda son derece barışçıl ve siyasetteki muhalefeti aşan bir karşı koyuş var.

Belki de ülkemizde olduğu kadar dünya genelinde de bu yanıyla ilk denilebilecek bir hareket gibi görünen bu eylemlerdeki kendiliğindenlik de işte bu ‘ideolojiler üstü’ muhalif bir yapısı olmasında aranabilir. (Ne yazık ki iktidar partisi bu noktayı hâlâ anlamak istememekte direniyor... Eylemciler, hassasiyetle herhangi bir siyasi oluşuma bağlı olmadıklarını vurgularken, hükümet yetkilileri ve Sayın Başbakan'ın konuya inatla bu eylemlerin muhalefetin başının altından çıkıyor önyargısıyla yaklaşması çok dramatik doğrusu!

6

Page 7: AKATALPA · orada altı ağaç aşk ve tutkuyla özgürlük şarkıları söyleyen. Ve yok etmek alın yazısıdır kubaran tortunun Sonra yer çekiminden firar etmiş özellikli

Ve yetkililerin bütün bunların yıllardır söylenegeldiği gibi ülkemizin huzurunu bozmak isteyen dış odakların işi olduğu düşüncesinde sabitlenmiş olmaları sosyal olaylarda bir gelenekten öteye gidilmesinin en büyük kanıtı! )

En az iktidar partisi kadar onun temsil ettiği kitlelerin de eylemlere yönelik algısının bir ezberden öteye gitmediğini görüyoruz. Öyle ki; eylemlerin, Cumhuriyet mitingleri ile bağdaştırılamayacağını, herhangi bir güç odağının kontrolünde gelişmediğini, rejimin diğer kanadında bulunan "% 50"nin homojen bir şekilde yer aldığı direnişler olmadığını, sadece kamu malına zarar verilmesi konusu ile karalanarak ele alınmaması gerektiğini ve hükümetin meşruluğuna yönelik bir hesaplaşma amacı gütmediğini anlayamadıklarını görmek ilginç! Hem ilginç, hem de sinir bozucu!

Evet, sen de bir taraftan mesele bir onur meselesi gibi algılanabilir, diye düşünüyorsun. Çünkü uzun zamandır yaşam tarzlarına, dünya görüşlerine ve rejime yönelik yerleşik alışkanlıklarına saldırgan bir üslupla müdahale edilen kitle, onaylamadığı girişim ve uygulamalara sessizce katlanmak durumunda kalmaktan yoruldu. Eylemlerin bu kadar hızla yayılması ve benimsenmesinin nedeni bu insanların uzun zamandır ülkeyi yöneten iktidar tarafından "sen de kimsin?" şeklindeki yaklaşımına maruz kalmasıdır, denebilir. Yani kısaca hep ‘öteki’leştiren iktidar söylemi, halkı bu karşı duruşta bir araya getirmiş oldu.

Eylemleri, Nuri Bilgin'in “Meydanlara Dökülenleri Anlamak” adlı yazısında "kentsel mekânların inşasıyla ilgili bir metafor olarak" ele aldığı 'ara özgürlük alanları'na sahip çıkma eylemi olarak nitelendirmek, bana en doğru yaklaşım gibi geliyor. (Bu yazıdan söz ettim sana.) Aynı yazıda Bilgin, iktidarın kendine yönelik yapılan eleştirilerden yakınmalarına karşılık, eylemcilerin derdinin Türkiye’de yapılan ‘olumlu’ işlerle ve ‘güçlü’ ekonomiyle ilgili olmadığını belirtiyor ve kitle üzerinde ‘güçlü lider’ etkisinin psikolojik bağlamlarına da dikkat çekiyor.

Bugün geldiğimiz noktada içler acısı bir şiddete rağmen onurunu korumaya çalışan herkesin ülkemizdeki demokratik taleplerin artık göz ardı edilemeyeceğine olan katkısına ihtiyacımız var. Bütün bu direniş sürecinin sonuna gelindiğine inanmıyorum. Aslında her şey yeni başlıyor.

İlkeli olmak… Şimdi çok daha kapsayıcı bir edim gibi geliyor bana. Politikacı ilkeli olursa siyaset temiz olur, basın mensubu ilkeli olursa doğru haber yapar, sanatçı ilkeli olursa emeğe saygı duyar ve halk özlediği yaşamın oluşumunda en büyük güce kendisinin sahip olduğunu bilen bir halk olarak evrimleşir. Nasıl ki eylemsizlikten eylemli olmaya doğru yola çıkıldıysa yaşamın her alanında ilkesiz ve günübirlik alışkanlıklardan ilkeli olmaya doğru yapılacak her atılım da devrimci bir nitelik kazanmıştır ülkemizde artık.

Umut ettiğimiz gibi; bu eylemler sonrası sanatçının konumlanışı da değişecektir. Toprağında kök salması adına bir halkı direnişe dönüştüren ağaçlardan öğrenecek ne çok şey var! Sanırım kimse aynı şiire, aynı öyküye, aynı romana kaldığı yerden devam edemeyecek artık…

Bana göre edebiyattaki her türlü iktidar yapısı da sorgulanmaya başlanmalıdır. İktidara yakın bir dünya görüşüne sahip olan oluşumlar değil tabii ki bu anlamda bir beklenti içinde olduğumuz… Kırılma, artık liberal söyleme yakınlaşan merkez dergilerinden başlamalıdır. Yani gerçek anlamda bir yeniliğe doğru ‘iktidarca yönlendirilmeyecek’ adımlar atılmalıdır, edebiyatta da… Hep konuştuğumuz konular bunlar ama artık daha ciddi düşünmeliyiz bunları…

Ve sorulacak asıl soru şu: Bu eylemlerin bugün bir direniş biçimine dönüşecek potansiyeli yakalaması, işin başından beri siyaset üstü bir tavırla yola çıkan eylemcilerin, yeni bir ideolojiyi de temellendirecek bir örgütlülük bilincinin tohumunu atmalarını sağlayacak mıdır? Şu an için bilmiyoruz neler

Hüseyin KORKMAZ FIRAT ve GÜL karanlığında körelir güneşin gülleri, görünmez, sözcük arazisine düşen yağmur, bir çırpıda-- çölünü yeşertebilir mi ki sessizliğin? karanfili hasta, kır çiçeği yanı başında, burada, içse içine dokunur su, nehir bilir!

hassas açar güneşin gülleri, dışında zamanın - güvelenmekten sıkılır kış, yavaş erir kar sesi pencerede öter sevdasız belki de bir kuş bağrı ayaz yanığı, gözleri kömür karası, seriyor dalgınlığını yere, yorgun!

güneşin gülleri değiyor yanağıma, yumuşak, güllerin elleri, öyle nazlı büyütüyor uçurumu eğiliyorum, şehri geçiyor çılgın sular; vakitsiz öpüyorum şarabi dudağını hırçın susar Fırat denen velet, ondan!

Halim ÇİFTÇİ BİZ Sev ki yeşersin paylaşılmaya hazır bu hayatın umudu yüzün o günden kalma duru, aydınlık, çocuksu. En eski zamanlardan seksek, saklambaç oyunlarından dizleri yaralı gözleri bağlı aşkız biz o kutsal kitaplardan yaradılışın hikâyesinden kalan. ___________________________________________________

olabileceğini. Siyasi manevraları ve uygulanacak yaklaşımları akıl almaz bir şekilde taraflı yayın yapan medyanın halinden kestirmek zor ama baskının devam edeceğini görmek zor değil…

*** Bu ışıl ışıl özgürlük umudu, yokluğundan başka bir

rüzgârda sınayabilir mi beni? Bekliyorum bütün zamanları, yanılgıları, vazgeçişleri… Bütün mesafelerden sonra anlıyorum ki; dalları birbirine

uzanan ağaçlar gibiyiz. Aynı gökyüzünün altında aynı toprağa kök salmış…

Ve her şiir şimdi başka bir şiirdir.

7

Page 8: AKATALPA · orada altı ağaç aşk ve tutkuyla özgürlük şarkıları söyleyen. Ve yok etmek alın yazısıdır kubaran tortunun Sonra yer çekiminden firar etmiş özellikli

KIRK YIL SONRA YENİDEN KANAMA

Merve TOKGÖZ

İzzet Yasar’ın 1969-1973 yıllarında yazdığı şiirleri Kanama adıyla ilk kez 1974’te Ma-ya yayınları tarafından basılmıştı. Aradan neredeyse kırk yıl geçtikten sonra kitabın ikinci baskısını ise bir “edebi şeyler” dizisi olan 160. Kilometre yayımladı. Kanama’nın bunca yıl sonra geç de olsa ikinci baskıyı yapması özellikle son dönem genç şairler açısından sevindirici bir haber.

Yaklaşık kırk yıl önce Yasar tarafından yazılan şiirlerin toplumcu ve politik bir zemine yönelmesi Yasar şiirinin bayatlamasının önüne geçmiş görünüyor. Toplumsal travmaların hafıza-i beşerden silinmesi ne kadar zor ise bu travmaları erken gençliğinde yaşamış Yasar’ın, travma izlerini taşıyan şiirinin de -toz tutsa bile- eskimesi, bayatlaması pek mümkün görünmüyor. Bu bağlamda Yasar’ın ilk şiirlerini yazdığı 1969 yılı itibariyle başlayan döneme dikkat etmek elzemdir, zira Yasar’ın şiirinin politik bileşenleri o dönemden beslenir. Beslenişten kastım elbette söz konusu dönemde devlet organları tarafından insanlara hem ruhen hem de bedenen yaşatılan eziyetler üzerinden çıkar elde eden pragmatist bir bakışa yaslanış değil; aksine “beslenilen” dönemin siyasi konjonktürü, İzzet Yasar’ı şiirinde karşıpolitika üretmesine yöneltmiştir.

Yasar’ın toplumcu ve politik tavrını poetik bir dille yansıttığı fikri, şiirlerinden yola çıkarak savlanabilir. Söz konusu tavır, Kanama’daki bir kısım şiirde kendini belirgin bir şekilde hissettiren kavga ruhu ile paralel yürür. Yasar bu kavgayı da çoğu zaman sevda ile birlikte güder; “ben aşklarla mümkünüm/ sevda kanundışı eylemimdir” (s. 15)1 ya da bir diğer şiirinde “bırak ellerimde atsın/ esmer yiğit yüreğin/ artık içtiğimiz rakı/ yediğimiz kurşun ayrı gitmesin” (s. 18). Kimi zamanlarsa Yasar için devrimci romantizm çöker ve muktedirlerin karşısında sevda yetmez kavgayı ateşlemeye nefret gerekir; “gözlerini sil/ artık nefret etmeyi öğrenmelisin” (s. 24). Neredeyse kasvetin hâkim olduğu şiirlerde gelecek kuşaklara duyulan umut da vardır; “bir gün gelecek/ senin küçük ellerinle/ kırmızı çizginin soluna yazdıkların/ hep birlikte okunacak/ yüksek sesle ağlanacak/ bu son olacak/ artık kan akmayacak” (s. 20). Tamamı için söyleyemesem de sloganvari bazı dizelerin, o dönem için dikkat çekici duvar yazıları olabileceğini de eklemek isterim.

Şiir sadece yazıldığı zaman dilimine seslenmez. Üstelik şiirde toplumcu bir damar varsa, bu damar şiirin sonsuza dek yaşamasına imkân verir. Yasar’ın kitaptaki şiirlerinde –hepsinde olmasa da kısmen kanamalı bir toplumcu damar vardır diyebiliriz. Kanamalıdır, zira Yasar’ın şiirlerini yazdığı dönem toplumsal ve siyasal anlamda kanamalıdır. Kanamalıdır, zira Yasar’ın tamamına yakın pek çok şiirinin içinde “kan” lafzının geçtiği görülebilir. İki noktayı birleştirecek olursak siyasal alandan taşan kan Yasar’ın şiirlerine yayılmıştır:“gözlerinde haziran kan perdesi” (s. 13), “uzun bacaların altında kan toplanır” (s. 10), “kanamalardan kral hemofili” (s. 30)… ve dahası. Dikkat çeken bir diğer nokta ise Yasar’ın “tarih”le olan anlaşmazlığıdır. Yasar’ın sorunlu olduğu ve bunu kendine dert ettiği tarih resmi tarihtir. Bu bakımdan kitaptaki pek çok

1 Burada yapılacak tüm alıntılar için bkz.Yasar, İzzet: Kanama. 160. Kilometre, Kadıköy-İstanbul, Şubat 2013.

Hande KUŞULUOĞLU KAHROLMAKLI ŞİİR Kahrolsun bazı şeyler Rıfkı Bazı şeyler yani işte… Sen gibi, ayrılık gibi, üzerimize çöken akşamlar, akşam yorgunlukları, akşamları sefa sürmeden uyutulan insanlar gibi Kahrolsun topyekûn bu akşamlar Rıfkı! O akşamlarda uzayacak geceler, o gecelerden okunacak kitaplar, kitaplardan çizilecek satırlar, ruhumuza façayla çizik atanlar, çizemediğimiz hayat, hayatın kaportası Hep kahrolsun! Faşizmden, diktatörlükten, kahrolması gereken memleket meselelerinden bahsetmeyeceğim. bu aralar herkes kahretmekle meşgul hem. anarşist, komünist, beyaz Türk filan diyorlar bu dem. Ben bunlardan geçiyorum Rıfkı. yemeğe acı biber doğruyorum sonra yanlışlıkla gözümü ovuşturuyorum Gözlerim gerçek biberden yanıyor böylece gazdan yandığı kadar acıtmıyor ama bir de hiç bibersiz göz yanmalarım var En çok onlar kahrolsun Rıfkı! Şiirimi “direnhande” mahlasıyla bitiriyorum daha yaratıcı, tevriyeli bir mahlas düşünemiyorum bütün düşüncelerimin önüne tomalar barikat kuruyor çatışacak gücüm yok Rıfkı. Şiirin başında dediğim bazı şeyler beni burada da yordu şiirin başında da yoruyordu Bak, yine yoruldum Rıfkı. En çok da kahroldum ama Kahrolmak fiilindeki “ı” ünlüsü gibi düştüm, hayata. “Hep kahır” Rıfkı Hep. Kahır.

_________________________________________________

şiirde tarihe atıfta bulunulur. Kitaptaki dizelere bakacak olursak; “tarih lütfen önlesin gözyaşlarını!”(s.33), “kan resmi olmayan tarihimdir”(s. 14). “Kenar Süsleri” adlı şiir ise ilk dizeleri ile okurunu sorguya davet eden bir tarih eleştirisi sunar: “bu tarihi kim yazdı yavrum/ kim yazdı ak kâğıtlara/ asyanın kirli yüzünü/ avrupanın sabunlu ellerini …” (s. 19).

İzzet Yasar’ın yazın hayatına giriş sayılabilecek ilk kitabı olan Kanama’da, yazarın diğer kitaplarında sergilediği dil oyunlarına rastlamak pek mümkün değil. Yasar’ın Kanama’daki şiirleri ile çok daha sonra yazdığı şiirleri arasında dilsel kurgu bağlamında ciddi bir fark olduğunu söylemek yanlış olmaz.

8

Page 9: AKATALPA · orada altı ağaç aşk ve tutkuyla özgürlük şarkıları söyleyen. Ve yok etmek alın yazısıdır kubaran tortunun Sonra yer çekiminden firar etmiş özellikli

Necati ALBAYRAK EVİN BOŞLUĞU [“Vücut sanki bir vazo, ruhun sığındığı bir kap gibiydi (corpus quidem quasi vas et aut aliquod animi receptaculum).” Cicero, Tusculum Tartışmaları (Tusculum Disputations)] gölün rüyası yansın kıyıya sınır gözlerimden som bataklıktan uykusu yokken de karşımdasın ellerim varmaz yatağından etmeye ay sana kalsın ne de ağlamak mümkün yağmurdan mı kâbusun evin boşluğu ağırlıyor rüzgârı kırık pencerem bakmak güç aynalara sudan kaçıp gelmişsen titriyor gölgem butades’in kızına güneş değiyor çanak çömlek patlar da kilden taşan ruh bilmez

Turgut TAN HERKESİN BAŞINDAN GEÇMİŞ Sevdiğinizden ayrıldınız Güzel bahar günü, Üzerinize ince yağmurlar yağıyor Özlemi çekilen yüzünden Yürek buruklukları, Canınız bu yaşamda çok mu sızladı? Nedensiz ayrılıklarla unutulmayan yıllar Sığınacak köşe bulamadınız Bir sigara yakarak efkârlı birahanelerde. Şarkılar yalnızlığı seslendirir olmuştu Hiçliğin duyulduğu Kimsesizlerin içlerine işleyen keman sesi: Geçip gitti hepsi tabii zamanla Şiir Lady Issızlığın kederli müzikleriydi.

Öztekin DÜZGÜN Z RAPORU Ali’ye; kendimi açarsam şiir de açılır dedim İşte bu benim sevgim dedim, kırmızı bişey çıkardım. Tam saha degaj; uzaktı, ağlarla buluştu mu? Göremedim. İşte atlas dedim, adacıklardan tek tek zıpladım. Tabanlarım daimi kormuş, nasırdan hissetmedim. Annem, karışık renkli gözlerle önümden geçti her deniz. Çirkinlere üfledim; babamı göremedim. Bizimkiler İstanbul’a göçtüğünde çok sevinmişler. Varlığa sürgün otobüslerden iğrendim. Ezici plaka yoğunlukları yağmur yağdırıyordu. Bir gecekondu bulup saklandım şemsiyeme. Ben onlara temiz su verdim, onlar erik. Kargalar zeytin de yerlermiş, zamanla öğrendim. Ben evime nefes verdim, o bana şiir. Sesler vardı, yalnız değildim, türküler çaldım, ses oldu; birbirimizi onore ettik. Öğrendim ki, direkten dönmüş, hakem vermemiş, kaleci iyiymiş,

[girmemiş. Hevesimle kursağım birlikte oturduk. Batan gemide karadenizlerim kaybolmuş. Salyongoz mahallesinde müslüman kaldım.

Necati EKER BİR NEFES ÇAY düne ait huzurlar en dibinde yorganların nefes almak izinsiz bir gösteri zaman içinde zorlaşan deniyorum olduğumdan daha suskun ğ gibi boğup sözcükleri anlamdan kaçıyorum ne desem hoş çaylarda yıkanıp ağıtlara ağlıyorum yeni yalan yine boş

9

Page 10: AKATALPA · orada altı ağaç aşk ve tutkuyla özgürlük şarkıları söyleyen. Ve yok etmek alın yazısıdır kubaran tortunun Sonra yer çekiminden firar etmiş özellikli

M. Güner DEMİRAY BOZGUN Yürüdüm, kurban eşiğinde tutuldum Mumya bir zamanın kapısı önünde, Külün ateşi közün ateşinden diri, Ada inzivasında yandım Sivri bir öfke kervanında Düşlerimi tırpanlayan kör sevdalar mı? İşte acılar yüreğimde düğüm düğüm, Gölgelere düştüm Ya da bahtım mı çabuk kanan kimliğimin Bir kara tespihte sayıklaması, Nedir evin hallerinde bu yorgan kavgası? Rüzgârın dalgası hınç kusuyordu Zincire vurulmuş aşkın hüznünde, Yalana seken çığlıklarda büyüyordu sonbaharım Çocuk teri kokuyordu odalar Artık gizlerimin tohumu suskun Ömrümün aynası nereye uzar ki, Çünkü unutturulan çiçekli vadide Yeni bir çöle vardım, Tüm turkuaz renkleri boşadım

Bilal NERGİZLİ REEL BİR SANRI

roboski’ye

ansızın, saçına dolanır gökyüzü (o vakit, akşam yıldızı kör karanlıkla çekişir.) dağ kovuklarından başlar güvercinlerin tedirginliği, (ezan okunur ve kalkar heronlar?) adımlarıyla yalnızlığı ölçer tanrı? kanayan bedenlerde lekelenir tarih? (gövdede anlamlı bir hezeyan!) med(ya)da ve cezir(de) nereye akar insan leşleri? bir bardak çay lütfen, kaçak olsun!

Hasan VAROL BÖCEKKAPAN ÇİÇEĞİ Esintilere bırakmış kendini Bir böcekkapan çiçeğiydim. Sessizliğe asla dayanamam Kendimi cırcırböceği bilirdim. Uzakta, kırda, ladinler ve kar inciri Rüzgârla kardeşçe vakit geçirirdim. Güneşe giderim serçelerle denize Korkma kışın gider yazın gelirim. Ladinlere ve ardıçlara selam ederim Kokularına alışığım canımı veririm. Sulaklarda dolaşsam da asmaya giderim İncir bulaşığı ağzım, dilim, hem dişlerim. Uzatma Hasan çalılar içinde dolaşan Bir arpacığa komşu böcekkapan çiçeğiydim.

Erol YILMAZ ZENGİN KIZ FAKİR OĞLAN Varsın tarasın senin zülüflerini kelebekler Saka kuşları, serçeler ve zarif elli nedimeler Benimse darmadağın kalsın kirli saçlarım Tepetaklak olmuş kaotik yaşamımla yarışırcasına Pencerene bülbüller konsun hep Kanaryalar, muhabbet kuşları Ve güneş damla damla öpsün Okşarcasına gül tenini sabahları Beni de karakargalar gaaak gaak uyandırsın İt donduran ayazında gri bir Ankara sabahının Sen kahkalaşırken varsıl dostlarınla Bir tek kuş sütü eksik mükellef brançlarda1 Körlensin benim de nefsim, bulabildiği kadar doysun Peynir koyulabildiğine şükredilen sofralarda zeytinin yanına Doymaz bir nefis değil mi altı üstü, ha bir lokma eksik, ha bir fazla Şam ipeğinden olsa ne yazar tüm giysilerin Benim urbalarım olsa hep un çuvalından Ya da her biri bir başkasının eskisinin eskisi İki metrelik kaput bezi değil mi hepimizin son giysisi ________________ 1 İngilizce breakfast (kahvaltı) ve lunch (öğlen yemeği) kelimelerinden oluşmuş “brunch”; sabah ile öğle arasında yenen ve hem kahvaltı hem de öğle yemeği yerine geçen uzun öğün.

10

Page 11: AKATALPA · orada altı ağaç aşk ve tutkuyla özgürlük şarkıları söyleyen. Ve yok etmek alın yazısıdır kubaran tortunun Sonra yer çekiminden firar etmiş özellikli

Yılmaz BOZAN ARZU MAKINESİ bu zehirli sarmaşık ne zaman girdi içime? kovuldum genç kadınlardan

bir bakireye emzirmeliyim dul sözlerimi gecenin şiddet çirkinliğine dokunuşları son versin sesleniyor güneşe kulağımı dayadığım yara bellek kuraklığı

söylendim uzaklaşan pencereden umuda çöktü orta yaşımın balkonu kaçıncı kez yattım istiareye düzelmedi ruhumun kamburu arzu makinesi bir adamım güzün unutturduğu sokaklarda

bir bahçeye toplayacaklar hasbahçe mi, yasbahçe mi? ne dersen yaşarken çukurlar açtı ömrümde hayat hayat, o iki yüzlü renksiz cellat

azrail neyle vuracak bilinmez suyun kumaşa yürümesi gibi mi? ağır, sessiz, yumuşak ateşin çalıyı sarması gibi mi? hızlı, sert ve gürültülü

herkesin sesi kendine girdap ad öyle kolay değil birlikte silinir, gider asıl girdapsa doğum

İlkay ŞAHİN BECKETT’LARIN HAMM ben olmadan önce olanlardan iyiydim yokluk: ince tül perdesiydi ölümsüzün karanlık: başlangıç kısmıydı huzurun sıfır: kıyılara vuran hediyesiydi tözün bir özlemdi siyah zamana kıpırtısızlık ve varlık: sıvanan sonsuzdan sızan yırtık

Serdar ÇAKICIOĞLU BİRAZ DOĞRU güzel meridyen güzel meridyen açık kapılarından baktım öyle yine bir gemi ve dümen geldim sessizce yerime

içim sarhoş dışım zindan biraz doğru gizleme zehrimin biçildiği orman izini sürdüm delice

benim ince iskeletim mağara duvarlarında rengim ölmeden yaşamak gibi sanki döndüm gizlendim

içsem duru bir toz gemici elleriyle heykelim başım en karlı çukurlarda balıkçıllar ve eridim

kırılmaz elimde dal bile indim işte tüm inişleri nerden düştüm siperine alnımda mühür boynumda denge

hangi ağda konuşsa balık bir balina ve iki kayık denizden yükselen güneş derimde kuvvet dirimde kanıt

gelip geçen ve dönüp gelen bir iğnenin dibinde kuruldu bir tahta ve ağaca kurtlar ölü ve ağıt

biraz doğru gizleme dilinde biriken kir ihanet ve güven karanlık ve gece

Ertan ŞAHİN AYRAÇ sayfalar dolusu yalnızlık kitabımı ışıkları hafif kararmış kentin odasında okurum bazı zamanlar bırakırım elimden arasına bir dost koyup bakarsın kaldığım yeri unuturum

11

Page 12: AKATALPA · orada altı ağaç aşk ve tutkuyla özgürlük şarkıları söyleyen. Ve yok etmek alın yazısıdır kubaran tortunun Sonra yer çekiminden firar etmiş özellikli

Suat Kemal ANGI

BABAMIN NE GÜZEL ÇELİŞKİSİ

Size büyük bir yalandan bahsetmeliyim. Babamdan. Ama

şimdilik bunu meyvem duymamalı. O daha yedi yaşında. Tıpkı Recep abim’le gittiğimiz film gibi. Bunu da kendisi keşfetmeli. Zamanı gelince, biraz yardımın sakıncası yok tabii.

Babam önce pagandı. Bunu bilmiyor. Hepimiz önce şamandık. Bunu da bilmiyoruz. Ya da çoktan unuttuk. Ama bu değil yalan olan.

Babam. Cumhuriyet çocuğu. Yoksul köy çocuğu. Nefis bir el yazısı var. Aynı Atatürk’ün el yazısı. Babam. Arıcı. Köy Enstitüleri mezunu. İnsanın vicdanı. İçinde konuştuğu Tanrı’dır. Tanrı’sıdır.

Dertleşir. Sohbet eder. Anadiliyle. Ya da tersi. İnsanın Tanrı’sı. İçinde konuştuğu vicdanıdır. Dertleşir.

Sohbet eder. Anadiliyle. İnsan işiyle sevişir. İnsan işiyle ibadet eder. İşte. Babam işiyle ibadet etti asıl. Bunu bilmiyor. Ya da biliyor.

Bildiği için belki. Namazdan sonra kollarını açıyor. Göğe kaldırıyor. Türkçe mırıldanıyor. Yakarıyor. Tohum, diyor. Tohumlar diyor.

Babam işiyle ibadet etti. Çünkü babası ona öyle öğretti. Çünkü anası ona öyle öğretti. Öğretmenleri öyle öğrettiler.

Babam. Öğretmendi ibadet etti. Radyocu/Televizyoncu oldu ibadet etti. Her iki işte de öğrenciler yetiştirdi. Yayıncılığa başladı. İbadet etti. Kitaplar yazdı. Atatürk kitapları. İbadet etti. Babamın hayatı ibadet etmekle geçti. Ağaç dikti. İbadet etti.

Meyve ağacı. Elma, armut, kiraz. Kayısı, şeftali, erik. Meyveleri topladı. İbadet etti. Yedi. İbadet etti. Mısır ekti. Domates ekti. Biber ekti. Onları çapaladı. Onları suladı. Güvercin gübresi serpti.

Bir de beyaz kiraz. Konya Ereğli vatanı. Kırım anavatanı. Bir gece bir telefon geldi. Mehmet dayım. Memleketten

arıyor. O zaman biz Misket Sokak’ta oturuyoruz. Önümüzde Konya Yolu. Arkamızda Atlı Spor Kulübü. Ne istersiniz dedi? Babam elmayı özlemiş. Babam elmayı çok sever. Biraz elma getir dedi. Ertesi akşam kapımız çalındı. Açtık. Mehmet dayım. Gelin yardım edin dedi. Neye dedik? Gelin gelin dedi. Düştük peşine. Ben. Rex ya da Alex. Rex. Ya da Alex. Büyük abim. Küçük abim. Babam. Vardık Konya Yolu’nun kenarına. (…) Bunlar ne Mehmet, dedi babam? Elma istemedin mi sen? Al sana elma. Tam bir ton.

Cömert adamdı dayım. Şimdi nerede, ne yapıyor bilmiyorum? Belki lüferin yanında rakı içiyordur. Kesin tüm cömert adamların gittiği yerde. Cennette. Birazdan arabasına atlar. Yoksulları toplar, pazara götürür, hastaneye götürür. Hatta alıp te yurtdışına ameliyata götürür.

O da bir zaman. Daha gençken hem de. Tüm iyi ustaların gittiği yere gitti. Gurbete. Ama Almanya’ya değil. O gurbeti kendi vatanında yaşadı. Cömertliği yüzünden. Bu vatan. Dayımın "yazını kışa çevirdi". Kendi içinden. Hiç dönmedi. Dayım. Hep gurbette yaşadı.

Bir de şu yanık adam türkülerini önüne gelen söylemesin Allah aşkına! "Ayaklarımızın turabı, göğüllerimizin hızmatçısı." Olamayacak adamlar, kadınlar. Misal. Zara mara!

Hâlâ inanamıyorum. Daha dün burada, bu balkondaydı. Annemin adasının balkonunda. Lüferin yanında rakı içtik. Neşet Ertaş dinledik. Gurbeti Almanya’da yaşayan İbrahim dayımın kırkbeşliklerini. Dayımın ruhuna. "Hep sen mi ağladın? Hep sen mi yandın? Ben de gülemedim yalan dünyada." Elbette tadı kaçmıştı hayatımızın. Rakının. Lüferin. Muhtekirlere sövdük. Muhterislere sövdük. Çevresinde sarı dilli milyon kere milyon okumuş yalaka. El ele tutuşmuşlar. Yüzlerce halka. Sövdük. Virüsler hakkında konuştuk. Niye biz böyle söver olduk, dedik? KKKA virüsü kapmış olabilirdik.

Ah insanlık! “Dün bütün gün evdeydin baba!” “Dün lafın gelişi oğlum. Bir tür mecaz.” “Ama dün dedin baba? Bu çok karışık!” Sonra elma çuvallarını eve taşıdık. Biz niye geldiysek? Rex

ve Alex. Elma çuvalları bize ağır. Ne yapacağız bunca elmayı? Oturduk yedik. Mis gibi. Ereğli elması. Sularını sıkıp içtik. Mis gibi Ereğli elması. Komşulara dağıttık. Okula götürdük. Rex/Alex ve ben. Öğretmenlere dağıttık. Öğrencilere dağıttık. Oturup yedik. Mis gibi. Ereğli elması. Tezgâh kurup sattık. Çiftlik Caddesi’nin kenarında. İkişer kilo ikişer kilo. Bir ton mis gibi Ereğli elması. Arkamızdaki atlara verdik. Atlarla birlikte elma yedik. Mis gibi. Ereğli elması. Seyislere verdik. Seyislerle yedik. Bir ton mis gibi Ereğli elması. O zaman Ereğli’de her yer elma bahçesi. Elmalar kaç ayda bitti, anımsamıyorum? Kaç mevsim elma yedik? Mis gibi. Ereğli elması. Eskiden Ereğli’de, her yer elma bahçesiydi.

Bir de Atlı Spor Kulübü. Babamla gittik. Çocukken her pazar gittik. Arkasında kırlar. AOÇ’nin arazisi. Çiçekler. Otlar. Boyumuz kadar. Düzensiz kırlar. Eskiden düzensizdi kırlar. Rex/Alex ve ben. Bir de babam. Sonra maneje girdik. Spor yaptık. Atlar gibi koştuk. Koşturduk. Babam bizi salladı kollarıyla. Hoplattı. Yuvarladı. Dua eden kollarıyla. Tanrı’sına uzattığı yakaran kollarıyla. Havalara attı. Hep tuttu. Hiç korkmadık.

İlk geldiğimizde Ankara boştu. Genişti. Tarla çoktu. Birine çökse. Babam yani. Bir gecekondu dikse. Misal. Çiğdem’e. Şimdi efendiydik hepimiz. Şahane. Babam. Kitap yayımlamayı ve bizi yetiştirmeyi seçti. Görgülü. Bilgili. Hür. Bizi

12

Page 13: AKATALPA · orada altı ağaç aşk ve tutkuyla özgürlük şarkıları söyleyen. Ve yok etmek alın yazısıdır kubaran tortunun Sonra yer çekiminden firar etmiş özellikli

yetiştirirken ibadet etti. Bizi kitaplarını satarak yetiştirdi. Aklıma gelmişken. Ben. Yani Rex/Alex. O kitapları. Atatürk kitaplarını tashih ederek büyüdüm. Ya da tersi. Kitaplar beni tashih etti. Ben. Alex ya da Rex. Kâğıtlar kuşeydi o zaman. Harfler kurşundan dizilirdi. Ofset yok. Resimler bile kurşun plakalara oyulurdu. Tersten. Tipo. Bilmem anlatabildim mi?

Kitaplarını satarken de ibadet etti. Babam. Çuval çuval ibadet. Çuvalların her biri, hiç değilse elli kilo. Hiç değilse altmış kilo. Ayıların bile beli bükülür. Omuzlarında. Melekleri. Atatürk’ü. Kitapları. Babamın ibadeti. Çuval çuval.

Babam eski toprak. Tohumları yuvarlak. Elbette annem de ona yardım etti. Her konuda yani. Bilmem anlatabildim mi?

Babam sessizce ibadet etti. Kimseye göstermedi. Söylemedi bile. Duaları sessizceydi. Çabası sessizlikti.

Namaz kılarken fotoğraf çektiren ineklerden değildi. Babama neden yalan dedim o zaman? Hemen söyleyeyim.

Bugün 29 Ekim. Ve bugün. Ankaralı sokakta. Direniyor. Bayramını geri alacak. Barikatları yıkacak. Bilmem anlatabildim mi?

Ve iki gün sonra. Cadılar Bayramı. Cadılar Bayramı. Bir pagan geleneği. İyi de. Bundan bize ne?

Çok iyi anımsıyorum. İlk kiraladığı günü. Ulus’taki o küçük büroyu. Ankara Patent Bürosu komşumuz. Korhan abi komşumuz. Alev abla komşumuz. Patent Bürosu Kızılay’a taşındı. Orada tanıdım Nuh abiyi. İlk dergilerimin editörü. Dört sayı. Acemi Serçe’ydi ikinci sayının adı. Yırtık Çorap’tı üçüncü sayının adı. Ortağım. Şimdi Bizans’ta çalışıyor. Ariadne’nin toptancısı. O çağda Aineias’tı adı.

Arka kapakta, Ankara Patent Bürosu vardı. İki dergicinin iletişim telefonlarının altında. 64 33 02. 86 54 50. Kızılay’da, Şehit Adem Yavuz Sokak’ta. Büro teknik destek sağlardı. Büroda büyük saygınlığımız, sonsuz kredimiz vardı. Çünkü o zamanlar, dergiye saygı vardı. Hurray love! Hurray amateurism! Derdi patronları. Welcome! Brave Hector. Victorious Aineias. Varlığımız varlığınıza armağan. Kâğıtlar, kalemler, makaslar. Son model fotokopi makineleri, uhular. Bilgisayar lüks o zaman. Ve mutlaka gerekli. Uzmanlık. Bilgi birikimi. O da Nuh abi de var. Bilgisayar efendisi. IBM compatible. 386 bile olmayabilir. 3.x DOS işletim sistemi. Yazılar kırık olduğuna göre. En iyisi 24pp. Yazıcımız. Epson dot matrix’ti.

Çok iyi anımsıyorum. Kiraladığı ilk günü. O küçük büroyu. Babamın yani. Tuttu. Hem de ilk gün. Yayınevinin duvarına. Tam masasının karşısına. Fotoğraflarını astı. İsmail Hakkı Tonguç’un. Hasan Âli Yücel’in. Daha ilk gün. Kaybetti. Daha ilk gün. Kazandı. Biliyorum. İçindeki büyük sesi dinledi. Vefa. Borç. Akıl. İman. Özgürlük, adalet, vicdan.

Hüseyin Hüsnü Tekışık. Üstün başarılı bir eğitimci. Say say bitmez ödülleri. Onu Milli Eğitim bilir. Dağıtımcılar, kitapçılar bilir. Tüm Türkiye bilir. Bilenler bilir. Babamın arkadaşı. Çıktı bir kat yukarı. Ziyaretimize geldi. Hayırlı olsun dedi. Oturdu bir bardak çay içti. Fotoğrafları gördü. Kaşlarını çattı. Çok kızdı. Babama döndü. Hayırlı olmamış dedi.

Nasıl kış! Anlatamam. Beyaz, büyülü, kristal bir pazardı. Belki bilmiyordu. Ya da biliyordu. Daha ilk gün. Ticari

başarıyı elinin tersiyle itti. Kim? Dodo kuşu mu? Hayır yahu. Babam. Bilmem anlatabildim mi?

En önemlisi topraktı. Tohumdu. Tohumları toprağa ekmekti. Meyveyi beklemekti.

Meyvelere iyi bakmaktı. Soymaktı. Yıkamaktı. Öpüp koklamaktı.

Babam hep emekçi kaldı. Hep çiftçi. Hep arıcı. Hep yayıncı. Hep öğretmen. İman sahibi.

Her zaman enstitü mezunu. Babam hep savaşçıydı. Hep bir direnişçi.

Hiç küvete girmedi. Babam. Subay bavulu kadar hafifti. Açıldı masa oldu.

Kapandı bavul oldu. Babam solcuydu. Rönesans’tı. Anadolu Rönesans’ı. Bunu

içindeki büyük sesle başardı. Bunun tersi. İşte bu canım. En büyük yalandı. Biliyorum. Devir çok değişti. Kerameti kendinden menkul,

tuhaf tuhaf adamlar, kadınlar türedi. Televizyonlara çıkıyor ve peygamber edasıyla konuşuyorlar her gece. Gazatalarında yazıyorlar. Yani biliyorum. Şimdi bazı aklı evveller çıkacak ve diyecekler ki. Babanın solculuğu da bir tuhafmış canım. Ben de onlara diyeceğim ki. Bak canım. Evet sen. Nadolu’nun ayısı. Yoksul evine ekmek götürdün mü sen hiç? Yalan. Alnındaki teri elinin kenarıyla sıyırdın mı hiç? Bir avuç ter. Bir sıyırışta. Yalan. Ter caddede, ter toprakta. Ter bardakta, hamurda. Kurtuluş savaşı yapmak da o dönem modaydı zaten. Konjonktür gereği. Misal. Araplar. Her bir Arap ulusu kendi coğrafyasında kendi kurtuluş savaşını yaptı. Şiir gibi konuştum ama. Bilmem anlatabildim mi?

Senden büyük görünmez bir şeyin ellerini izlediğini, ayaklarını takip ettiğini, sana kızdığını, seni alkışladığını fark ettin mi hiç? Kulak memeni öpüp mırıldadığını, ayıp sana dediğini, kulak memeni ısırıp mırıldadığını, aferin sana dediğini, işittin mi hiç? Sen hiç duyumsadın mı esirgendiğini?

Dinle o zaman. Yarabbi. Yavrularımı koru, onları esirge. İzin ver

Rex/Alex’in yolculuğu sona ersin. Kalemleri ve kâğıtları tükenmesin. Kâğıtları kitap olsun. Evliya Çelebi’nin seyahatnamesi gibi on ciltten oluşsun. Rex/Alex askerden sağ salim dönsün. En büyük oğlum mühendis olsun. Hayırlısıyla diplomasını alsın. Madencilik yapsın. Onun küçüğü hayırlısıyla mühendis olsun. O da diplomasını alsın. Gönlünde nere varsa orayı işletsin. Eşimin içine sabır dışına kefir aşıla yarabbi. Ellerine, kollarına, kalçalarına derman ver. Yarabbi, kaynanamın çayını açık eyle. Yüzünü güler yüzlü eyle. Sinirlerini al yarabbi. Yarabbi. Evimize düzen, soframıza bereket, aklımıza akıl, kalbimize ferahlık ver. Huzur konuğumuz olsun hep. Kapımızı çalmadan girsin evimize. Ağzımız hep arılarımın boku tadında olsun. Oğul arılarım çalışkan olsun. Havalar ne çok sıcak ne de çok soğuk olsun. Mutedil olsun. Bu beş kardeşi birbirinden ayırma yarabbi. Amin. Benim de gücümü artır. Gücüme güç kat yarabbi. Ülkemize zenginlik ve barış ihsan eyle yarabbi. Atatürk’e rahmet eyle. Cumhuriyette bir damla teri olanların hepsine şükran eyle. Gönül borcumuzu söylediğimizi duymalarını sağla yarabbi. Ölenlerine rahmet eyle. Tüm şehitlerimize rahmet eyle. Hasan Âli Yücel’e ve Tonguç Baba’ya rahmet eyle yarabbi. Dünyaya barış eyle yarabbi. Görgülerini ve irfanlarını. Ve tüm ömürlerini insanlığın macerasına adayan. Gelmiş, yaşamış ve toprağa düşmüş bilim insanlarına rahmet eyle yarabbi. Özellikle Galileo Galilei’ye. Ve Galileo’nun Karısı’na rahmet eyle. Dualarımı duy yarabbi. Kabul eyle. Dualarım kışın cibinlik yazın vantilatör olsun. Evimizin üstüne. Amin. Pardon. Dualarım kışın şofben yazın vantilatör, klima ve cibinlik olsun. Evimizin üstüne. Amin.

Bu büyük yalanı uydurup yayanlar için de ben bir Roma duası yazdım. Ve ben şimdi. İzin verirseniz. Bu duayı okuyacağım.

Dilinizi Nadolu’nun arıları soksun. Belinizi Nadolu’nun ayıları çiğnesin. Bahçeniz solsun. Tohumlarınız kurusun. Tanrılar sizi göçe zorlasın. Giderken heykelinizi de yanınıza alın. Sarığınızı da götürün. Tuğranızı da götürün. Kavimler göçünde yolunuzu şaşırın. Vladivostok’a varın. Üzüm sulu votka içmek, istifra etmek zorunda kalın. Kaşıntı tutsun elinizi. Kaşıntı tutsun kasıklarınızı. Ters evrime uğrayın. Daha da esmerleşin. Kıllansın her yeriniz. Her sabah cünüp uyanın. Su basmanınıza kadar suya gömülün. Su bulamayın. Bir deprem dalgasıyla batıya savrulun. Tez zamanda fırtına çıksın içinizde. Vezüv sıçsın üstünüze. Jüpiter sıçsın üstünüze. Öyle kalın.

13

Page 14: AKATALPA · orada altı ağaç aşk ve tutkuyla özgürlük şarkıları söyleyen. Ve yok etmek alın yazısıdır kubaran tortunun Sonra yer çekiminden firar etmiş özellikli

Vladivostok. Rusya’nın doğu kapısı. Ta Pasifik’in kıyısı. Sarıkamış’ta ya da başka bir Doğu Anadolu cephesinde esir düşen binlerce Türk askerinden ta/te Vladivostok’a bile gönderilenler vardı. Neredeyse vatandan on on iki bin kilometre. Vay anam vay! Dünya çevresinin dörtte biri. Gene de, bir ay süren tren yolculuğu sırasında. Ölüp de trenden atılmadan kamplara varabilenler şanslıydı. Vay anam vay! Bir de. Vagonlar dışarıdan kilitleniyor ya! Vagon bir daha açılana kadar, canlı esir askerler. Ölü esir askerlerle koyun koyuna yolculuk yaptı. Hepsi arkadaştı. Vay anam vay! Bazen de, aktarma yapılacak ya. Tren durdu bir yerde. Karlı bir ormanın içinde. Ya da. Tataristan’dan daha bile soğuk bir çölde. Bekledi. Ama kapılar açılmadı. Belki de unutuldu. Kamplara varamadan daha. Donarak öldü esir askerler. Vay anam vay! Vay anam vay!

Bak canım. Bunların hepsi çelişki. Savaş/Barış. Esirlik/Hürriyet. Savaş ve Barış/Barış ve Savaş. Esirlik ve Hürriyet/Hürriyet ve Esirlik. Savaş ve Hürriyet/Hürriyet ve Savaş. Barış ve Esirlik/Esirlik ve Barış. Savaş ve Hürriyet/Hürriyet ve Savaş. Barış ve Esirlik/Esirlik ve Savaş. Küvet/Küvet. Soğuk/Sıcak. Acı/Sevinç. Keder/Mutluluk. Sevişmek/Tepişmek. Küvet/Küvet. Canlılık/Ölüm. Sevişmek/Çiftleşmek. Sibirya Kömürü/Afrika Kömürü. Bir Günlük Mühendislik/Oğuz Atay. Hafiflik/Ağırlık. Zahmetsizlik/Öfke. Hacivat/Karagöz. Bektaşi Alevilik/Sünni Vehbilik. Temiz Giyim/Dış Görünüş. Dış Görünüş/İdea. Walter Benjamin/Marcel Proust. Marcel Proust/Hatırlamayı Abarttın Baba. Melezlik/Saflık. Kafka/Köstebek. Türk Tohumu/Yunan Tohumu. Din/Ticaret/Siyaset. Tiyatro/Hayat. Abartı/İnandırıcılık. Ses/Sessizlik. Görüntü/Ses. Yazı/Görüntü. Yazı/Ses. Oyun/Aforizma. Aforizma/Slogan. İngilizce. Ve İngilizce öğretmenim. Küvet ve Küvet. Tatlı Noel ve Kanlı Noel. Dicle bir nehir değildir. Dicle bir nehirdir. Dicle sevgili

kardeşimdir. Bunların hepsi çelişki canım. İnsan bir dili öğrenirken adaleti de öğrenir. Hiç değilse

sezer. Çünkü her dilin matematiği vardır. Ve. Ida’nın hep dediği gibi, en iyi/güzel hikâyeler gerçek

hikâyelerdir. Not: Bu metin, yazarın Galileo’nun Karısı adlı yayımlanmamış romanından Akatalpa için seçtiği kısa bir bölümdür.

Mehmet GİRGİN MEDENİYET VE MERMİ 1 medeniyet, burnuma dayadığın mermi olmasın modernlik, doğanın giysilerini parçalayan canavar olmasın

10 Mayıs 2013 MEDENİYET VE MERMİ 2 medeniyet geldi ağaca dayandı mermilerinizi hazırlayın

31 Mayıs 2013

Çıktı!

Bakakalmak

Şiir

Serdar Ünver

Komşu Yayınları / Yasakmeyve, İstanbul, Nisan 2013, 64 s

Çıktı!

Tahir Abacı’dan 4 deneme-inceleme kitabı…

Gramofonlu Kahvehane, 232 s. *

Türk Müziğinde Bestelenmiş Şiirler, 160 s. *

Harput / Elazığ Türküleri (Ekli 2. Baskı), 192 s. *

Yahya Kemal ve Ahmet Hamdi Tanpınar'da Müzik (Genişletilmiş 2. Baskı), 128 s.

İkaros Yayınları, İstanbul, Şubat 2013

14

Page 15: AKATALPA · orada altı ağaç aşk ve tutkuyla özgürlük şarkıları söyleyen. Ve yok etmek alın yazısıdır kubaran tortunun Sonra yer çekiminden firar etmiş özellikli

Mustafa Burak SEZER KISA ŞİİRLER BALIK sen büyük bir balık değilsin marmara’da yağmur damlalarından küçüksün. OROSPU KALP kalbin orospu gibi dolaşıyor kalabalıkta durup bir güzel yerde dinleniyorsun. KAYBOLAN GÜN yanan bir sigara gibi dumanıyla yükselen ve akşamına kaybolan bir gün. KAYIP bir istanbul hanfendisi adalarda eteğini sıyırıp kayıplara karışıyor. FISTIKLAR ağzım köpük köpük kalbim kıpır kıpır fıstıkların arasında. YOKLUK nereye çarparsa derin bir sensizlikle doluyor kalbim. PATLAMA nükleer santral oluyoruz birbirimize kızınca patlamaya hazır bahçelerde büyüyor göt laleleri.

Fatih AKÇA İNSAN İÇİNİ ÇEKE ÇEKE ÇAĞIRIR SEVDİĞİNİ gittim, bir vakit ötesini gördüm. insan içini çeke çeke çağırır sevdiğini deri’m ki, sen sıratsan, mahşerimin dikeni bat ar, yüzüne katlanan bir mendil olurum kuşlar burada ne güzel kan çırpıyor çığlığımıza gittim, vakitlerin ötesini gördüm insan içini yara yara belleyip bulur sevdiğini susup, ateş eder kuşağına göğün yara’dan dan, kan sızıyor, şirkte mümkün ey kuşlar, evler, yüzler kalbimde bir asma yaprağı dilleniyor tay tayım, çıngırağım, gel de vur sızı burada ne güzel tutuyor ellerimizi geldim, vakitlerin ötesine bakarım derimin altında gülüşün çatlar nar gibi, bir handır dünya acısı keskin acısı bir tutam kökinsan geldim, vakitlerin ötesine yanarım kanırtıp çocukluğumu gençliğimin kapısını kırarım, sen bir ak süt olursun anamdan emip emip dillendiğim düştüm dizim tekrar edip terk ediyor kanım kabuğunu, ey kuşlar, evler, yüzler arşta mümkün mü yeniden ölmek kurcalarken zamanın oyuğunu geldim, insan içindeyim aşk burada ne güzel karartıyor gözlerimizi uyu, sevdiğim bizi gelmeler de kilitler bu uçurum da biter elbet, bu dağ da yenilir yutulur ağzımızda bir orman olur, azığımızda azı dişleri zamanın gittim vakitlerin ötesine geldim sırtında sır’at, mahşerden dil yaptım insan dilini çeke çeke yaraya öper sevdiğini

15

Page 16: AKATALPA · orada altı ağaç aşk ve tutkuyla özgürlük şarkıları söyleyen. Ve yok etmek alın yazısıdır kubaran tortunun Sonra yer çekiminden firar etmiş özellikli

TÜRK EDEBİYATINDA NELER OLUYOR

Osman Serhat ERKEKLİ

Özal’a kadar Varlık ve Türk Dili dergileri her kasım

ayı Atatürk özel sayısı çıkarır idi. Günümüzde Kemalist Türk Dili Dergisi (Ahmet Miskioğlu ) bile böyle bir girişimde bulunmuyor. Atatürk Şiirleri Antolojisi bir tür çok satan kitaptı. Hatta bir ara Kenan Paşa Şiirleri çıkmıştı. MEB Yayınlarından ya da Devlet Kitaplarından, hatırlamıyorum. İkinci Özal devri denebilecek bu günlerde Müslüman genç şairlerin özellikle Zafer Acar, Yeprem Türk, Aykut Nasip Kelebek, Abdullah İlhan, Selim Sina Berk’in şiirlerinde 70’li yılların slogancı şiirini hatırlatan bir siyasal hava var; hatta Amerika’ya karşı yazdıkları toplumcu şiiri çok andırıyor. Öte yandan etnik kültür uğraşı veren halkların bu çabası mesela Kürt Şiiri Antolojisi gibi çalışmalara yansıyor. Müslüman yazarlar Kürtleri Türkleri ve öteki Anadolu halklarını İslam şemsiyesi altında birliğe çağırıyor. Demek ki Türk Milliyetçiliği ve Kemalizm gerilerken Kürt Milliyetçiliği ve İslam ilerledi Türkiye’de. Bu arada internet çok yaygınlaştı. Bu yaygınlaşmaya paralel olarak şiir antolojileri ve şiir kitapları öldü denebilir ya da ölü doğuyor denmeli. Şiir yıllıkları hâlâ gündemde ama eski tartışmaları yaratmıyor. Google karşısında ansiklopediler de öldü. Dolayısıyla Voltaire de öldü. Epeydir fark ettiğim bir sosyolojik gerçek ki Tuncer Uçarol su kenarları teorisiyle açıklar bu olguyu; Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da şiir dergisi yok denecek kadar az ya da hiç yok. Uluslararası şiir festivallerinin suyu artık ısındı. Artık kitap çevirtmek isteyen şairler uluslararası paslaşıyor. Sezai Karakoç Batı uygarlığının sanatı sinema demiş. Fotoğraf film radyo yokken Balzac, Tolstoy, Dostoyevski delice okunuyordu. Divan edebiyatının son devrine tekabül eder bu olgu. Artık hiçbir kitap delice okunmuyor. Aşklar bile delice değil. Kâğıt çekiliyor dünyadan. Papirüs ömrünü bitirdi ve üstündeki bütün değerleri kendi ile birlikte götürüyor. Hayat belki kendine bir çözüm bulur.

27 Mayıs 2013

Seda ERİŞ ÇIPLAK TAŞLARIN BOHEMİ dirim kanatıyor avuçlarımı sahte şenlik yoz tozanlarıyla geliyor büyümsü boşluğunda senin gergefine işlenmiş iki siyah lal yakut dokun ses tortusuna gecenin ihaneti kabuğundaysa sırrın saklı su alıp başını giden ben’in kor emilimini anlatır kristal kemerlerin sızısı kuzey taraçasıyla kent ellerinden almıştı onu sümbül yağmuruyla onardığından beridir kendini bu algın iklim kumral burukluğuyla bitik heykellerini anımsatıyor bana ve taç yaprağında yok oluşun korkunç neliğini. beklemekten öylesine yorgun düşmüştü ki bedenin sağır yazgısını anlamak için sevişirken mistik ahenkten esip gelen yangıyı ve çıplak taşların bohemini bütün gürültüsüyle hissederdin. ah karanlık ayetlerini indirdiğin yeryüzü şarkıları gibisin bir önemi yok upuzun gecikse de yelkovansı bekleyişler bir önemi yok sadece eziyorum eskil anları unutkan gözlerimle şüphesiz sana sarılmalıyım bütün gün iğreti noktalarından geçtim alınyazısı limanların. bütün gün mabetlerdeki gömütsü suskuyu ellerinden onların kayıp sisinden ipeğin nefret kozasındaki çözülüşünden dinledim donuk madensi nefesini bir de soğuk kanın dolaşımı gövdeni harelendirdikçe kâhin bakışlarını üzerime çevireceksin ve sonsuz düş başlı gezegenden sırça kovuğa demirleneceğiz fısıldayarak Medusa’nın muştusunu çıplak taşlara

Selim MURTAZAOĞLU DARWİN – DARBE Yarınımızın olmayacağını bana hissettirmek Evrime inanmayanlara devrimi anlatmaktan beter Biliyorum…

Yayın Yönetmeni : Ramis Dara Katkı Payı : 25 TL. Prodüksiyon : İhsan Üren, Z. Ersin Erdem, Yalçın Oğuz, Halim Çiftçi. Posta Çeki ya da Banka hesabı: Ramis Dara adına açılmış; Yayın Adresi : İncirdibi Sok. Baysan Sitesi No 6 C Blok D. 7 6025702 numaralı Posta Çeki hesabı Güzelyalı – BURSA ya da Garanti Bankası Mudanya şubesi Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü : Tülay Elal Muş (Barış Mah. Adalet Sok. (1050 ) Hesap No: 6989317 Adaletkent Sitesi H Bl. D: 3 Nilüfer – BURSA) IBAN: TR 35 0006 2001 0500 0006 9893 17 Yazışma Adresi : PK 68 16361 Ulucami – BURSA Yayın Türü : Yaygın süreli yayın. ISSN 1305 – 7685 Baskı : Akın Erim Matb. Hocalizâde Cad. 7/27 E- Posta : [email protected] Setbaşı – BURSA _________________________________________________________________________________________________________________________________

Ocak 2000’de Bursa’da Ramis Dara, Melih Elal, Serdar Ünver, Ali Özçelebi ve arkadaşları tarafından kurulan şiir ve eleştiri ağırlıklı aylık edebiyat dergisi Akatalpa (www.akatalpa.org), şair ve yazarlarının bağışladıkları telifler ve bazı şiir dostlarının sürekli katkısıyla yayımlanmaktadır.

16

Page 17: AKATALPA · orada altı ağaç aşk ve tutkuyla özgürlük şarkıları söyleyen. Ve yok etmek alın yazısıdır kubaran tortunun Sonra yer çekiminden firar etmiş özellikli