Upload
others
View
3
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
ORHAN PAMUK’UN TÜRKÇESİ: BENİM ADIM KIRMIZI ÖRNEĞİ*
Yasemin ÖZCAN
ÖZET
20. yüzyılda edebiyat biliminin temel meselesi “Yazılı bir metni sanat eseri yapan nedir?” sorusuna cevap bulmaktır. Edebîlik ya yazarın hayal gücünde ve sanatçı yaratıcılığında, ya metinlerin yapısında, özellikle kelimelerinde, özel metin öğelerinde ve estetik yaratılışta ya da özel bir alımlama (okur merkezli) tarzında aranmaktadır. Dolayısıyla artık günümüzde bir edebî eseri çözümlemenin çeşitli edebiyat kuramları ışığında farklı tahlil yöntemleri olduğu bilinmektedir. Bu bildiride de metin merkezli bir yöntem izlenerek Orhan Pamuk’un “Benim Adım Kırmızı” adlı romanının dili; daha dar anlamda Türkçesi incelenmeye çalışılmış, yazarın; Türkçenin kendine özgü anlatım yollarından, ifade vasıtalarından ne ölçüde yararlandığı tespit edilmeye çalışılmıştır.
ABSTRACTThe basic issue of literature science in twentieth century is to find an answer to the
question of “What makes the written text a work of art?”. Being a literary is approached in a form of imagination and creativity of the writer, structure of the text which is word by word, special text elements and esthetical creation or private perception (reader centered). Consequently, nowadays it is known that analysis of a literal work under literal theories can be made through out different dissections. In this asseveration, Orhan Pamuk’s “My Name is Red” named novel’s dialect detected with a text centered method; the novel’s language is analyzed more tightly, trying to establish how the writer benefits from Turkish language’s self specific expressions ways and expression tools with what scales.
1. GİRİŞ
Bir yapıtta yazarın belli bir edebî sanatı, edebî yeteneği, belli birtakım düşünceleri
ve duyguları ile bir dünya görüşü bulunur. Bu nitelikler dil aracılığıyla okuyucuya iletilir.
Dil edebiyatın bir aracı olmakla birlikte aynı zamanda onun ham maddesidir. Onu işlemek
ve ona birtakım biçimler vermek de yazarın edebî gücüne bağlıdır. (Özünlü, 2001: 12)
Günümüzde edebîliğin ölçütü ya yazarın hayal gücünde ve sanatçı yaratıcılığında, ya
metinlerin yapısında, özellikle kelimelerinde, özel metin öğelerinde ve estetik yaratılışta ya
da özel bir alımlama (okur merkezli) tarzında aranmaktadır. (Aytaç, 2003: 26) Dolayısıyla
artık günümüzde bir edebî eseri çözümlemenin çeşitli edebiyat kuramları ışığında farklı
tahlil yöntemleri olduğu bilinmektedir. Bu bildiride de Orhan Pamuk’un “Benim Adım
Kırmızı” adlı romanı “Türkçesi”nin gücü bakımından irdelenmeye çalışılmıştır.
Orhan Pamuk’un en renkli ve iyimser romanım dediği Benim Adım Kırmızı, 1591
yılında karlı dokuz kış gününde geçiyor. İslam takviminin 1000. yılında Osmanlı padişahı,
Şeküre’nin babası Enişte’ye, kendisini ve âlemini Batılılar gibi temsil edecek resimli bir
* II. Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Öğrenci Kongresi Bildiriler, İstanbul Kültür Üniversitesi, 4–6 Ağustos 2008, Cilt: 1, s. 541–558.
kitap hazırlamasını emreder. Batı’nın portre ve figüratif resmini, perspektif yöntemini
elçiliği sırasında görmüş olan Enişte, Batı resminden habersiz saray nakkaşlarını tek tek
evine çağırarak resmi hazırlamaya başlar. Resim sanatında iki farklı geleneğin
çatışmasından kaynaklanan polisiye gerilim ile aşk, evlilik ve Şeküre’nin iki çocuğuna
baba arayışı etrafında roman ilerler. Herkesin kendi sesiyle konuştuğu, ölülerin, eşyaların,
renklerin dillendiği bu romanda, yazarın; tasvirleriyle adeta bir yönetmen gibi sahneleri
çektiği ve zengin kelime kadrosuyla yarattığı dilin okuyucuyu o dünyaya, o zaman
dilimine sürüklediği görülüyor. Yazar bunu yaparken şüphesiz dilin imkânlarından
faydalanıyor. Her dilin olduğu gibi Türkçenin de tarihin bilinmeyen dönemlerine değin
uzanan temel söz varlığı, kendine özgü anlatım yolları, genel ifade şekilleri bulunmaktadır.
Bu bağlamda incelenen Benim Adım Kırmızı adlı eserde yazarın başvurduğu anlatım yolları
ile anlatımda aksayan yönler ve bozukluklar şöyledir:
2. İNCELEME*
1. TÜRKÇENİN ANLATIM YOLLARINDAN YARARLANMA
1.1. Genel Anlatım Yollarını Kullanma
1.1.1. Deyimler: Etkili ve güçlü bir anlatımın temel taşlarından olan deyimlere
romanda çok sık rastlanmaktadır.
“…bu aklı bir karış havada savaşçının…” (s. 33, 47, 52)
“… bütün hayatıma bakışına aklım takıldı…” (s.89)
“Aklı iyice başından gitti biçarenin.” (s. 151)
“Kahve aklına açıp, gözlerini cin gibi yapınca kırmızı tozunu tencereye attı.” (s.
216)
“… onların aklını çelmeye çalışıyordum.” (s. 331)
“ … alı al moru mor cariye Hayriye.” (s. 151)
“…, sonra bütün bütün semtimizden ayağı nasıl kesildi, …” (s. 52)
“beş para etmez herifin tekiyim.” (s. 43)
“Bir çuval incir berbat olur.” (s.229)
“beni bir kaşık suda boğmasınlar” (s. 410)
“Beni burnu büyük bulup iğnelemesinler diye ….” (s. 25)
“Bana cin gibi bakın da size niye bu kadar yalnız olduğumu anlatayım.” (s. 59)
* İnceleme sırasında Prof. Dr. Şerif Ali Bozkaplan’ın, “İkinci Yeni ve Türkçe” adlı çalışması model alınmıştır. (Bkz. Bozkaplan, Şerif Ali, İkinci Yeni ve Türkçe, Dost Ofset, İzmir, 2007, 130.s.)
“Eh, o da köpek değil ya, çiğ süt emmiş insanoğluymuş;” (s. 19)
“Hayriye’nin tanıklığının hiçbir değeri olmasa da, aleyhime -benim değilse de
babamın kitabının aleyhine- döndürülen dolapların parçası olmasından korkuyorum.” (s.
220)
“İşte ben de öyle dört açtım gözlerimi kulaklarımı …” (s. 236)
“… hiç beklemediğim bir anda, el etek öper bir hale gelmekten …” (s. 228)
“… eli çabuk cellatların …” (s. 284)
“Etekleri zil çalarak bir keseyle geri döndü.” (s. 155)
“Eniştemin öldüğü gün harika evlilik hayalleri ve tasarılarıyla eteklerim zil
çalarak yürüdüğüm için beni aşağı gördü.” (s. 224)
“Bu nasıl bir fitne sokmak, ne pervasız bir yakıştırmadır!” (s. 62)“Bazen içimdeki iki ruhtan birinin en sonunda galebe çalıp ötekini arkada
bıraktığını…” (s. 326)
“gönül almaktı, laf kıtlığında asmalar budayarak hoşbeş etmekti gibi zaaflara
kapılmadan hemen konuya giriveriyordu.” (s. 280)
“…göz gözü görmez odada…” (s. 26)
“… kara ile güneşten gözlerim kamaşır gibi göz göze geldim; …” (s. 50, 200, 225)
“ … göze girmek, üç beş akçe fazla kazanmak için …” (s. 275)
“O güzel gözlerini dört açarsan başına kötü bir şey gelmez” (s. 102)
“… o Cennet’te yaşamak istiyorsanız gözünüzü dört açın da renklerine,
ayrıntılarına ve şakalarına dikkat kesilerek bu dünyayı görün.” (s. 324)
“… evde bekleyen karısına kavuşabilme umuduyla gözlerini fal taşı gibi açan Kara
…” (s. 294)
“Kocamın gün görmemiş, ama çelebi ruhlu Abaza babası…” (s.56)
“Pek çok erkek gibi Hasan da gururu kırıldıkça beni küçümser.” (s. 153)
Eniştem için doya doya kederlenememek, bir gözyaşı bile dökememek içimi
burkuyordu,” (s. 229)
“aşktan iğne ipliğe döner” (s. 404)
“Benim abuk sabuk ulumalarım, ipe sapa gelmez cin laflarım arasında …” (s. 58)
“…ipin ucunu öyle bir kaçırıyorlar ki,” (s. 20)
“resme bakarken kafanıza dank eden asıl manadır.” (s. 26, 82, 150)
“bari çocuğun kalbini kırmayın,” (s. 52, 157)
“… kolay nam yapmak ve kalın kafalı efendilerinin gözüne girmek için …” (s.
299)
“… kantarın topuzunu iyice kaçırıp demeğe getirmiş ki:” (s. 19)
“Hayriye önceden kaşla göz arasında odayı havalandırdığı, kandili de ışığı kesen
bir köşeye iyice gizlediği için,” (s. 235)
“İstanbul kazan Ester kepçe…” (s.46)
“Umutsuz aşk umutsuz olduğunu anlar, kural tanımaz gönül dünyanın kaç bucak
olduğunu kavrar da böyle zamanlarda makul insanlar kibarca “bizi birbirimize uygun
bulmadılar diyerek kısa keserler ya haklı olarak: Öyleydi işte” (s. 52)
“Tezhiple resmin uyumunda kılı kırk yarması…” (s. 118)
“… arada bir avlu kapısına kulak verdiğini, kendisini benden kurtaracak birilerini
beklediğini hissediyordum. (s. 186)
“ona kulak asmadı.” (s. 353)
“vaizin lakırdılarına kulak kabartacak kadar…” (s. 382)
“… beni büyük bir kumpasın parçası olarak kullanıyor diyen bir kuşku kurdu içimi
yiyor,” (s.224)
“içimi kurt gibi kemiren bir şüphe var” (s. 410)
“… sözümona biz ona laf dokunduruyormuşuz.” (s. 62)“Lafı evirip çevirerek gevelemedi.” (s. 28)
“… beni kapı eşiğinde sorguya çeken ev sahibem karıya laf yetiştirdikten sonra,”
(s. 224)
“Nakkaşlık ressamlığa, ressamlık da Allah’a hâşa, meydan okumaya açılan birer
kapıdır;” (s. 296)
“Ok yaydan çıkmıştı bir kere.” (s. 29)
“… ellerinden her iş gelir on parmağında on marifet usta nakkaşların…” (s. 69)
“…paragöz olan çıraklık arkadaşım…” (s. 29)
“…bana kalırsa postu çoktan deldirtmiştir o bahtsız.” (s. 46)
“…ya da bir punduna getirip kendi harikasının üzerine su döküp bozuyordu.” (s. 182)
“İşin püf noktası,” (s. 292)
“Sırra kadem bastı.” (s. 69)“babam öldürülmeden önce bu eve süt dökmüş kedi gibi giriyordun.” (s. 337)
“taş kalpli bulunmak korkusu,” (s. 283)
“Başnakkaşımız Üstat Osman bu yüzden gözünü dört açıp, keskin gözleriyle bütün
sayfaları inceleyip, günahsız nakkaşları birbirine düşüren şeytanlık, hile, fitne, fesat nedir
bulup çıkaracak, suçluyu Cihanpenah Padişahımızın şaşmaz adaletine teslim edecek,
bölüğünü de böylece temize çıkaracaktır.” (s. 287)
“Ölecekler için toprak çekti derler, beni de ölüm çekmişti.” (s. 13)
“Ununu elemiş, eleğini asmış bir ihtiyar gibi” (s. 387)
“…yakayı ele vermiş…” (s. 25)
“… yüreğime taş basıp …” (s.56)
1.1.2. Atasözleri: İncelenen eserde atasözüne hiç rastlanmamıştır.
1.1.3. Terimler: Bilim, teknik, sanat, zanaat, edebiyat, askerlik, siyaset, spor gibi
değişik alanlarla ilgili özel kavramları karşılayan terimler bir dilin söz varlığını
zenginleştiren önemli yapı taşlarındandır. Romanda da özellikle Batı sanatı resim ve Doğu
sanatı minyatür ile Osmanlı dönemi sosyal hayatına ait terimlere sıkça başvurulmuştur.
ahar, altı kürekli, başnakkaş, ciltçi, ciltbend, cinas, dirhem, divit, hattat, hokka,
kıvırma, kinaye, makta, medrese, müderris, mühre, müzehhip, nakkaş, nestalik, okka, rika,
sipahi, telmih, tezhip, tımar, perspektif
1.1.4. İkilemeler-Üçlemeler-Dörtlemeler
İkilemeler: Türkçe ikilemeler yönünden zengin bir dildir. (Tuna, 1986: 163-228)
Türkçenin bu zenginliğinin romanda tespit edilen örnekleri şunlardır:
“Benim abuk sabuk ulumalarım, ipe sapa gelmez cin laflarım arasında …” (s. 58,
333)
“Bağıra çağıra içeri girip çıkan bir kalabalık,” (s. 399)
“… bütün gece uyumadın da ondan mı attı betin benzin. “(s. 160)
“… parmaklarını çatır çutur kırmak da olmaz.” (s. 275)
“Babamı ayaklarından tutup, çeke sürüye sofaya çıkardım.” (s. 207)
“daha sonra benim yalanım onların ağzından, başkalarının kulağına değişe dolaşa,
dönüp bana “Müjde” diye gelince ben herkesten önce inanırdım.” (s. 56)
“… sokakta görülen sıradan bir yük beygirinin resmini kararsızlıklarla deneye
boza yapıp terzilere, kasaplara satan bazı Frenk ressamları varmış.” (s.307)
“Yorgun, ama derli toplu…” (s. 318)
“İstanbul’un sokaklarında döne kıvrıla ine çıka ilerler.” (s. 146)
“eciş bücüş” (s. 332)
“…kapının, duvarın, gıcırdayan döşemenin her soruma gacır gucur bir cevap
vermeye çalışarak benim gibi kekelediğini hissediyordum.” (s. 65)
“gizli saklı kitapların sayfalarından en iyi ağaçları ….” (s. 319)
“ … güle oynaya hamama gittiğim …” (s. 53, 317)
“Yan sokakta iki kişi, karanlıkta gülüşe konuşa geçerlerken,” (s. 207)
“… aç gözlü arsız fareler sayfaları hapır hupur yutacak” (s. 197)
“…içlerinde altın paralar, başka şeyler, ıvır zıvır, kimbilir pek çok resimde olduğu
gibi anlamadığım ve sezdiğim şeyler...” (s. 36)
“…incik-boncuk da koydum mu…” (s. 46)
“işsiz güçsüz, kayıtsız kuyutsuz şehre kaçak girmiş it kopuk takımından bir
kalabalığın ...” (s. 400)
“Bir köpek olarak bu sureyle övünüyor ve düşmanlarına it kopuk, diyen
Erzurumilerin akıllarını inşallah başlarına getirir diyorum.” (s. 20)
“Bir itiş kakış işittik,” (s. 399)
“… kanlı canlı en son atın …” (s. 292)
“… kap kacağa…” (s. 57)
“… karman çorman ve pislik içindeydi.” (s. 296)
“Ötekini kaş göz işaretiyle susturdu” (s. 24)
“… korka çekine şunu sordum çocukluk sevgilime.” (s. 176)
“… kendi gibi pek çok vaiz bu adama kul köle olmuşlar.” (s.19)
“Ama bunlar Venediklilerin yaptığı gibi malın mülkün değil” (s. 34)
“…kocam Nesim'le oturuyoruz da ocağa of-puf iki ihtiyar, odun atarak ısınmaya
çalışıyoruz.” (s. 46)
“… paldır küldür, bir neşeyle itişerek …” (s. 53, 281)
“Çocuklar pat küt merdivenleri çıktılar,” (s. 208)
“… anlaşılmaz bir iradenin saçma sapan mantığına …” (s. 289)
“… sağ salim ayakta durduğumu” (s. 334)
“… gemilere bindik, sallana çalkalana İstanbul’a geldik.” (s. 122)
“… o da bizleri şakır şukur boşayıp nafaka bağlıyormuş.” (s. 222)
“Üstat nakkaşların üçünün de kalemlerinin değdiği Hünername’nin ikinci cildinde,
gürleyen topların ve piyadelerin arkasından kalkanlarını takmış, kılıçlarını çekmiş şanlı
sipahileri taşıyan ve zırhları ve bütün takım taklavatlarıyla tangır tungur, ama düzenle
ilerleyip pembe tepeleri aşan mavimsi, doru, kır, her renkten yüzlerce at gördük,” (s. 310)
“… tek tük kar serpiştiriyordu.” (s. 179)
“… bu usta-çırak oyunundan hoşlanmadığım için sustum.” (s. 308)
“…utana sıkıla yazıyı bir daha okumanızı rica eder.” (s. 48)
“Hazinedarbaşı’nı görmem gerektiğini yalvar yakar anlattım.” (s. 258)
“… her kalıba giren bir yersiz yurtsuzun ihtiyatıyla ağzını açıp nadiren
hatalarımızı gösterir.” (s. 296)
“Suların, nemin, böceklerin ve ilgisizliğin hamur haline getirdiği, yırtık pırtık,
delik deşik, solmuş, okunmaz sayfalarla birlikte …” (s. 198, 293)
“Kucağımdaki iş tahtasını zar zor dikkatle kenara koydum” (s. 91)
Üçlemeler: Romanda sadece bir yerde üçlemeye rastlanmamıştır.
“Yalınayak, başı kabak, yarı çıplak, üzerimizde birer yelekle…” (s. 352)
Dörtlemeler: Romanda sadece bir yerde dörtlemeye rastlanmıştır.
“Hacı-hoca-vaiz-imam takımının, biz köpekleri hiç sevmemeleri malumunuzdur
elbette.” (s. 20)
1.1.5. Zıtlıklar: Zıtlıklar da Türkçe anlatımın önemli yapı taşlarındandır.
“belli belirsiz bir kızıl da vardı bu dorunun içinde.” (s. 304)
“çeşit çeşit kitaplara girip çıkıp” (s. 346)
“herkesi gizli açık küçümsediği için …” (s. 302)
“İstanbul’un sokaklarında döne kıvrıla ine çıka ilerler.” (s. 146)
“irili ufaklı yüzlerce şehirde” (s. 360)
“…âlemde iyilik kadar kötülük, sevap kadar günah da gerekli olduğu için
yaptığım çok önemliydi.” (s. 331)
“bir sokak geçtik geçmedik ki …” (s. 388)
“ister istemez derin bir saygı da duyuyordum.” (s. 383)
“Dışarının soğuğuna alıştım alışmadım,” (s. 394)
“Bohçacı, diye seslenir seslenmez …” (s. 395)
“Burada bulamayacaklarını anlar anlamaz” (s. 422)
“ona doğru ik adım atmış atmamıştım ki” (s. 456)
“Bir at çizmem istendiğini işitir işitmez yarışma olmadığını, çizdiğim attan beni
teşhis etmek istediklerini anladım.” (s. 321)
“Bunu söyledi söylemedi, birden bizi bırakıp akşam namazına yetişmek için çıktı
gitti.” (s. 312)
“Cesedinin bulunduğunu öğrenir öğrenmez koşa koşa gittiğim evinde…” (s. 117)
“… kokusundan başka hiçbir özelliği olmayan bu gülü burnuna yaklaştırır
yaklaştırmaz korkudan yıkılıp ölmüş.” (s. 313 (2))
1.1.6. Argo Sözler: İncelenen romandaki argo ve galiz sözlerden bazıları şunlardır:
“ahmak atım…” (s. 45)
“… altını bozdurmak isteyen bir alık köylü geldi.” (s. 122)
“Gazzali'nin Ihya-ı Ulum’unun evliliğin zararları kısmından apardığımı
anlayınca…” (s. 64)
“aptal şehzade” (s. 33)
“bazı avanakların…” (s. 150)
“İstanbul halkının ayak takımı ve alıklar kalabalığıyla birlikte” (s. 467)
“şarap içer, birbirlerini becerir” (s. 353)
“… kayıklarımız birbirine bodoslayacak gibi yaklaşıverdiler” (s. 118)
“Cadaloz Ester beni aldattı.” (s. 44, 99)
“… hepsini tek tek dikizlediğimi sizden saklamayacağım nakkaşlardan …” (s. 53,
75)
“kalkık götlü ceylan yavruları …” (s. 310)
“Hinoğluhin usta sarraf…” (s. 122)
“Bu kaknem kız öyle müteşekkirdir ki bana…” (s. 98)
“Şöyle izah edeyim ki en kalın kafalınız da anlasın.” (s. 47)
“Böyle iyi bir karıyımdır işte ben Ester,” (s. 49)
“Kör olasıcalar.” (s. 53)
“… ustan bir kahvede resim asmış hikâye anlatır bir meddahtır diye sen onu
korumak için, hoşt, vaiz efendiye dil uzatıyorsun.” (s. 21)
“elini kamışıma attı” (s. 411)
“Bu kadar kuş beyinli miydi…” (s. 29)
“… kuş beyinli nakkaşlar …” (s. 120)
““Kalleş,” dedi ağabeyim.” (s. 39)
“… hatta osuranları da benim kandırdığımı yazıyor …” (s. 332)
“Pezevenklikte değil, nakışta diyorum.” (s. 62)
“Siz insanı rezil edersiniz, piç kuruları.” (s. 40)
1.1.7. Tekrarlar: Tekrarlar romanda en sık başvurulan anlatım vasıtalarındandır.
“O anda dikkatim bana adım adım yaklaşmasına takıldığı için söyledikleri kelime
kelime aklımda kalmadan, doğrudan hatıralarım arasına karışıyordu. Onları sonra tek tek
hatırlayıp düşünecektim.” (s. 171)
“… kendi tam adımı ağır ağır telaffuz ederek heceledim.” (s. 180, 285, 289, 306)
“Bir zamanlar arka arkaya, hızlı hızlı üzerime gelen olaylar …” (s. 204)
“… avuç avuç acı kırmızı biberi serpip …” (s. 322)
“İçimden bağıra bağıra ağlamak geliyordu.” (s. 211)
“… resimlere baka baka çok uzun bir süre sabırla bekledim.” (s. 255, 307)
“bana ballandıra ballandıra anlatsın mı?” (s. 325)
“…bile bile bu gerçeklerin üzerine…” (s. 28)
“Nusret Hoca’nın dedikleri bir bir çıkıyor.” (s. 14)
“Kaç gözü yaşlı kız senin için cayır cayır yanıyordur kimbilir?” (s. 44, 235)
“…kafamı makamla ciddi ciddi misafir gibi sallıyorum.” (s.38)
“…çalışa çalışa kör olur…” (s. 28, 301)
“Camcı ustalarının fırınlarında erittikleri malzemeyi mavi sürahiler ve yeşil şişeler
yapmak için çevire çevire üfleyişlerini …” (s. 301)
“…o pisin etini çiğ çiğ yeyip midemi bozmam.” (s. 22)
“… didik didik etmiş her köşeyi.” (s. 210)
“…karanlıkta dokuna dokuna onları yatakta bulur…” (s. 26)
“… babama sarıldım, burnumu sakallarına gömüp doya doya kokladım ve uzun
uzun ağladım.” (s. 213, 229)
“… beni ölçüp biçerek gözlerini doyura doyura seyrettiler.” (s. 236)
“sanki renk sürme zevki için döne döne aşkla nakşeder.” (s. 297)
“… bana uzaktan düşman düşman baktı.” (s. 232)
“Köpeği işaret ede ede hikâyesini o köpeğin ağzından anlatıyordu.” (s. 17, 324)
“bu duyguları derinlemesine yaşayanları fazla fazla anlarız.” (s. 283)
“… hiç durmayan çenesi ve fıldır fıldır oynayarak bana işaretler yollayan kaşları
ve gözleriyle Ester cıvıl cıvıldı.” (s. 75)
“İstiyorsanız hikâyenizin sayfalarını geri geri çeviriyormuş gibi yapın…” (s. 46)
“Saray’dan gelen oğlana göstere göstere sayfaları karıştırıp atlardan en iyisini
seçtim.” (s. 319)
“… böyle gürül gürül gözyaşları dökebiliyorlar.” (s. 284)
“… beni acılar içinde haykıra haykıra kıvrandıran bu dünyada uzun bir süre
duramayacağımı,” (s. 202)
“Hıçkıra hıçkıra ağladım.” (s. 261)
“Evde duramayacağımı hemen anladığım için kendimi dışarı atıp hızlı hızlı
karanlık sokaklarda yürüdüm.” (s. 321)
“için için ağlıyor adam,” (s. 284)
“…gözlerimin içine içine istekle bakışı…” (s. 32)
“…ince ince işlenmiş duvar…” (s. 26, 324)
“Padişahımızın önünden ite ite geçirdikleri bir tekerlekli arabanın içine …” (s.
293)
“O da benim gibi meddaha gülebiliyordu, ama kolunun benim kolumun
yanıbaşında kardeş kardeş durmasından mı, fincanı tutan kıpır kıpır parmaklarının
huzursuzluğundan mı neden bilmiyorum, onun da benim soyumdan olduğuna
hükmediverdim ve birden dönüp suratına dik dik baktım.” (s.24)
“Umutsuzluk ve uysallıkla uzattığı küçük eline mektubumu katlayıp katlayıp
sıkıştırdım.” (s. 168)
“… karın kederli kederli serpiştirdiği bir keder anında bacaklarınız sizi
kendiliğinden sevdiğiniz bir tepeye çıkarır.” (s.17)
“… kıkır kıkır gülüştüklerini işittim.” (s. 135)
“bu atı kıskana kıskana, söylene söylene taklit edip” (s. 379)
“İstanbul’un sonsuz sokaklarında kıvrıla kıvrıla yürürken…” (s. 179)
“Kulelerine korka korka baktığım …” (s. 284)
“Sokaktan konuşa konuşa birileri geçti.” (s. 169, 222)
“Cesedinin bulunduğunu öğrenir öğrenmez koşa koşa gittiğim evinde…” (s. 117,
209, 228)
“… eğer örtüsünü küçük küçük incelikle işledim ki resmime emek verdimi de
görsünler.” (s. 317)
“… üzerine kürek kürek toprak atıyorlar.” (s. 116)
“… kalbim küt küt hızla vurmaya başladı.” (s. 245, 311)
“…lime lime olmuş elbiseleri…” (s. 117)
“…yataklarında mışıl mışıl uyumakta olanların…” (s. 43)
“Kömür tozu, nokta nokta, alttaki kağıda güzel atın bütün şeklini geçirmişti,” (s.
319)
“Zavallı Zarif Efendi'nin parça parça olmuş cesedinin üzerine çamurlu soğuk
toprak atılırken herkesten çok ben ağladım.” (s.114)
“O mektupları okuya okuya önce ondan korkmayı, sonra da onu merak etmeyi
öğrendim.” (s. 163)
“Gözlerini ovuştura ovuştura ağladığı kadar seviyor muydu babamı,” (s. 210)
“…parıl parıl süsler…” (s. 28)
“Şehre giren bir geminin bana pır pır selam yollayarak indirilen yelkenleri
Haliç’in yüzeyiyle aynı kurşuni sis rengindeydi.” (s. 17)
“İçeri gittim, kalp ve pırıl pırıl iki Venedik Altını’nı alıp Saray’dan gelen oğlanın
eline sıkıştırdım:” (s. 319)
“… divan katiplerinin bindiği renk renk atların …” (s. 310, 322, 324)
“…saf mı saf, masum mu masum din kardeşlerimden birisiyle göz göze
geliyorum.” (s. 25)
“… ısırılmayı hak eden kurbanım salak salak önümden geçerken…” (s. 18)
“… Venenik’ten gelen tüccar gemilerinin sandık sandık bu kalp paralarla dolu
olduğu söyleniyordu.” (s. 16)
“büyük oğlunun savaşa savaşa zenginleşmesi…” (s. 56)
“…tarihten efsaneye, kitaptan kitaba sayfa sayfa koşturuyorum.” (s. 251)
“…onu buraya sık sık getirdiği…” (s. 32)
“… şakır şakır şakırdayan çeşmelere …” (s. 259)
“… bana şaşkın şaşkın bakıp parasını sayan bir fırıncı dedenin …” (s. 322)
“… sarayların taş taş yapılışını, suçluların işkenceyle cezalanışını…” (s. 324)
“Tatlı tatlı gülümsedi bana” (s. 195, 236, 278, 286)
“Zavallı köpekler boyunlarında zincir, en sefil köleler gibi zincirlenmiş olarak tek
tek sürüklene sürüklene sokaklarda gezdirilirlermiş.” (s. 22)
“…tek tek tanıdığı…” (s. 32, 53, 293, 315, 317)
“… bin bir çeşit böcek kitaplarımızı tıkır tıkır kemirip yok edecek.” (s. 197)
“… tıpış tıpış sessizce eve gelir gelirsen …” (s. 248)
“… geceyi tir tir titreyip evin tıkırtılarını dinleyerek geçirmekten,…” (s. 222, 245)
“…heyecandan mı anlayamadım titreye titreye bana Şeküremin ne istediğini
anlatıyor.” (s. 46)
“Siz sokaktayken rengi uça uça ölmüş bembeyaz bir adam geldi buraya,” (s. 209)
“Sanatında ustalaşa ustalaşa körleşen ve bir yaştan sonra yarı evliya yarı bunak
hayatı süren ve bitip tükenmez efsaneleri anlatılan eski Acem üstatları gibi davranıyordu,”
(s. 67)
Yazarın özellikle “uzun uzun” tekrarına çok sık başvurduğu dikkati çekiyor:
“Tam o anda, bir sezgiyle niye kepengi açmıştım da karlı nar dallarının arasından
onu görünce onu görünce öyle uzun uzun bakmıştım.” (s. 50)
“… karanlıkta görebildiğim kadar evi uzun uzun seyrettim.” (s. 144)
“Uzun uzun kana kana ağladık.” (s. 167)
“Pırıl pırıl göğe bakarak uzun uzun dua okudu.” (s. 279)
“Uzun uzun çalıştıktan sonra ne güzeldir sokaklarda yürümek!” (s. 271)
“…bütün kadınlar evde toplanmış ağlarken ben de uzun uzun dövünüp gözyaşı
döktüm.” (s. 277)
“Uzun uzun yürüdükten sonra…” (s. 325)
“Uzun uzun çalıştım.” (s. 325)
“büyük üstadın çizdiği diğer atlarla uzun uzun karşılaştırılmış ve arada hiçbir
farkın olmadığı görülmüştü.” (s. 329)
“… içlerindeki sırrı anlamaya çalışarak uzun uzun onlara baktım.” (s. 241)
“Çocukları, hayatımızı uzun uzun düşündüm.” (s. 207)
“Cihan Hakimi Hünkârın yüzüne, yandan da olsa gözlerine uzun uzun baktım.” (s.
312)
“… diğer atlarla uzun uzun karşılaştırılmış …” (s. 329)
“… resme rastlarız diye uzun uzun sayfa çeviriyordu.” (s. 347)
“sabırla uzun uzun beklerken” (s. 357)
“bu harika resme sessizce uzun uzun ve aynı zevkle baktım.” (s. 362)
“Babamın evine gidip gidip tencerelere, kap kacağa, fincanlara bakıp uzun uzun
ağladığım ve geceleri birbirimize destek olmak için çocuklarla koyun koyuna uyuduğumuz
o günlerde Hasan bana o fırsatı vermedi.” (s. 57)
“Elini yalaya yalaya mumu sonunda yakıp bir rahlenin kenarına koydu.” (s.156)
“… göğüs kemiklerini, yavaş yavaş çıtırdatarak kırmanız…” (s. 12)
“Üzerine kömür tozundan yedire yedire bolca döktüm,” (s. 319)
“… kiremitlerin üzerinde zıp zıp zıplayacak kadar keyiflenmişlerdi.” (s. 228)
1.1.8. Sayılar: Türkçenin temel söz varlıklarından olan bir başka unsur da
sayılardır. Romanda sayma, ölçme, tartma ve tarihlerde sayılardan çokça yararlanılmıştır.
Bunlardan bazıları şunlardır:
“Dört gece önce …” (s. 27)
“on iki adım ötede …” (s. 27)
“yirmi beş yıllık arkadaşımı …” (s. 27)
“Moğol istilası sonrası, İslam resminin üç yüz yıl süren gücünü ve onu puta
tapanların ve Hıristiyanların resminden ayıran şeyi, âlemin Allah'ın gördüğü yerden,
yukarıdan, ufuk çizgisi çizilerek ve içten bir acıyla resmedilmesini bu mutlu mucizeye
borçluyuz.” (s. 85)
“Bir genç ve güzel cariyenin ellide biri olacak tek ayağı; kenarı kemikli, ceviz
ağacından iyi bir berber aynası; doksan akçe gümüş varaklı, şemse nakışlı, içi çekmeli iyi
boyanmış bir sandık; yüz yirmi taze ekmek; üç kişilik mezar toprağı ve tabut; gümüş bir
pazıbent; bir atın onda biri; yaşlı ve şişman bir cariyenin bacakları; bir manda yavrusu;
iki iyi Çin tabağı; Padişahımızın nakkaşhanesindeki Acem nakkaşlarından Tebrizli Derviş
Mehmet'in ve benzeri büyük çoğunluğun bir aylık yevmiyesi; kafesiyle birlikte iyi bir av
doğanı; Panayot'un şarabından on testi; dünyaca ünlü oğlanlardan Mahmut ile cennetlik
bir saat ve saymakla bitirilemeyecek başka pek çok imkân.” (s. 120)
“Dokuz tane bunlar, dedi. Oysa Enişte’yle on resimlik bir kitap için anlaşılmıştı.”
(s. 262)
“… üç beş akçe fazla kazanmak için …” (s. 296)
“Bir üstat asla değildi, ama kırk yıl resimlerin boş yerlerine, beş yapraklı, tek
çiçekli şu otlardan yaptı ve iki sene önce ölüp gitti.” (s. 311)
“Leylek’in kalemlerinden son dört beş yılda çıkan yüzlerce at gördük:” (s. 310)
“… dünyanın en güzel atlarından size beş altı tane çizivereyim.” (s. 318)
1.1.9. Konuşma Dili: Birinci kişi anlatımın hâkim olduğu romanda konuşma
dilinin imkânlarından sık sık faydalanılmıştır. Bu da anlatıma canlılık ve doğallık
katmıştır.
“Aah!” diye bağırdı sonra.” (s. 210)
“Ayy, hayvan çıplak!” (s. 21)
“Ayy bu bohça çok ağır olmuş” (s. 151)
“Ayol bu köpek değil domuz" demişti.” (s. 18)
“ayol unuttum,” (s. 405)
“Ha? dedi önce “Ha!” dedi sonra. (s. 180)
“Haydi elim, şimdi gerçek kıl gözümün önünde bu harika atı!” (s. 315)
“Hınnn” dedim. Saçlarınız kokuyor sizin.” (s. 53)
“Ooh, aman çok iyi geldi, içimi ısıttı, gözlerimi keskinleştirdi, zihnimi açtı ve bakın
aklıma ne geldi.” (s.21)
“Ooff maşallah; ne kadar da ağırsın” (s. 104)
“Şşşt”, dedim. Onları odamıza doğru itekleyerek.” (s. 208)
“Tıpkı Kuran-ı Kerim gibi, -yanlış anlaşılmasın, hâşâ!- bu kitabın sarsıcı gücü
asla resimlenemez oluşundan da gelir.” (s. 12)
“Yerim seni ben, anladın mı?” (s. 242)
1.1.10. Kalıp sözler (Hayır-dua ve beddualar): Romanda zaman zaman kalıp
sözlere de başvurulmuştur.
“Allah kuru iftiradan saklasın” (s. 62)“En sonunda, çok şükür, tekrar çıktığı yere gerisin geriye eve doğru kıvrılarak
dönen gelin alayının aldığı yoldaydı gözüm hep,” (s. 234)
“Allahım sen bizi koru ya Rabbi.” (s. 239)
“Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun!” dedi iyilikle.” (s. 257)
“Allah her şeyi görür, bilir…” (s. 29)
“Allah rızası için kulak verin şu anlatacaklarıma.” (s. 59)
“Allaha şükürler olsun ki” (s. 390)
“Allah gecinden versin” (s. 415)
“Can baş üstüne padişahım,” (s. 316)
“Hayırdır.” (s. 318)
2. BAŞKA ANLATIM YOLLARINI KULLANMA
2.1. Dilbilgisi Kurallarını İhlal Etme: Ekler, imla ve noktalama bakımından bazı
sapmalar ile alışılmadık birtakım ilgiler kurulduğu gözlenmiştir.
2.1.1. Ekler Bakımından Sapmalar: Ekler bakımından az da olsa alışılmadık
kullanımlar tespit edilmiştir:
“gürültülü bir dere kenarında konuşan iki kişi gibi bağırışıyorduk.” (s. 255) Orta
hece ünlüsünün düşmesi beklenirdi: “bağrışıyorduk”
“… kederinin omuzuyla hiç ilgisi olmadığını gördüğüm için …” (s. 467) Burada da
orta hece ünlüsünün düşmesi beklenirdi: “omzuyla”
2.1.2. İmla Bakımından Sapmalar: İncelenen eserde imla bakımından sapmalara
nadiren rastlanmıştır:
“…kardeşlerimden birisiyle gözgöze geliyorum…” (s. 25)
“cellatın işkence yaparken çizilmişi pek makbuldür.” (s. 141)
“… aç gözlü arsız fareler sayfaları hapır hupur yutacak” (s. 197)
“Aynı nakkaşhanede dizdize oturup birlikte resim yapma şerefini tattığım …” (s.
269)
“Batan bir gemiyi terkeder gibi” (s. 387)
2.1.3. Noktalama Bakımından Sapmalar: İncelenen eserde noktalama
bakımından sapmalara da nadiren rastlanmıştır:
“Dört gün geçti, ve şimdiden duruma biraz alıştım.” (s. 23)
“… çizgiyi tam hayal ettiğim gibi çektiğimi görünce resmettiğimi unuttum da sanki
kulaklar, ve güzelim boynunun o nefis eğimini ben çizmedim, elim çizdi.” (s. 315)
“ İçimden öyle geldiği için kepengi o an coşkuyla bütün gücümle itince önce odaya
güneş doldu : pencerede durdum ve Kara ile güneşten gözlerim kamaşır gibi göz göze
geldim; …” (s. 50)
“… şimdiki Şahın ne kitap yazdıracak hali var, ne resimletecek.” (s. 68)
Kısa çizgi ya da parantez arasında ifade edilen iç içe birleşik cümlelere çok sık
başvurulmuş, öte yandan bu iki işareti tercihteki keyfiyetin nedeni anlaşılamamıştır:
“Zeytin'in, bana dostlukla, bir çeşit saygıyla bakışı, sonra sarılışı -sarılmasını bilen adam
iyi adamdır- öyle hoşuma gitti ki, bütün nakkaşlar, hattatlar arasında kitabıma en çok onun
inandığını bir daha düşündüm.” (s. 108)
“Şeyhülislam, kapıcıbaşı, imam, yeniçeri, derviş, sipahi, kadı, ciğerci, cellat -cellatın
işkence yaparken çizilmişi pek makbuldür- dilenci, hamama giden karı, afyonkeş.” (s. 141)
“Kara'nın başına, ensesine, omuzlarının inip kalkışına, çok sinir bozucu bir şekilde
yürüyüşüne -sanki adımlarım dünyaya lütfeder gibi atıyordu- yüreğimi sıcacık sarıveren derin bir
nefretle bakıyordum.” (s. 145)
“… kafama yediğim darbeyle -ya da darbe yüzünden- aklımın iyi çalışmayan bir başka
kısmı ise hüzün verici bir iyi niyetle…” (s. 199)
“Kara’yı dün akşam, -haftalar önce uzak geliyordu bana- onu ilk gördüğüm yerde beni
bekler buldum.” (s. 218)
“Hayriye’nin tanıklığının hiçbir değeri olmasa da, aleyhime -benim değilse de babamın
kitabının aleyhine- döndürülen dolapların parçası olmasından korkuyorum.” (s.220)
“Birileri ona -evet haklı olarak- her şeyin bayram günlerinde olduğu gibi mutlu, ama
derinlikten yoksun olduğunu fısıldamıştır.” (s. 298)
“Kimi örnek kitapların, bazı kalıp defterlerinin yeni bitirilmiş kitapların durduğu
nakkaşhane binasına, Enderun’a ve Harem’e adamlar salındı ki üzerine kilit üzerine kilit vurulup
iç hazineye saklanmamış ne kadar kitap varsa, -tabii ki hepsi Padişahımızın izniyle- getirile.” (s.
309)
“… atların hepsi, Heratlı eski üstatlardan alınmış aynı zarif duruşla -tek bacak kibarca
ilerde, tek bacak onun yanında sabit- durmuşlardı.” (s. 309)
“Son bir haftada iki kere daha karın doyurduğum ve kendi kendime kederliler aşevi
dediğim -aslında sefiller demeliydim- yere girdim.” (s. 322)
“Çünkü kenar mahalle medresesinde günde yirmi akçeye ders veren -bugün yirmi ekmek
alınıyor bununla- hocanın dizinin dibinde üç yıl oturuyorsun da hâlâ Behzat kim bilmiyorsun.” (s.
323)
“Yüzlerce nakkaş -ben de dahil- ezberden çizeriz o atları.” (s. 325)
“Beni hep ayıplayan, cemaatten koparan bu sessiz ve acımasız ruhu -bir cindi o, ruh değil-
kim koymuştu içime?” (s. 326)
“Çubuğun ucuyla bir parça sudan alıp başparmağının (öteki parmaklar katiyen olmaz)
tırnağını sürdü.” (s. 216)
“Gelin alayının kalabalığı eve yerleşirken tıpkı evdeki yaşlılar, kadınlar ve çocuklar (bir
köşeden Orhan kuşkuyla beni süzüyordu) gibi Şeküre'nin de, bu koku hiç yokmuş gibi
davrandığını görünce bir an kuşkuya kapıldım.” (s. 234)
“Bir anda odayı boşalttılar ve Hayriye'nin pilavıyla kızarmış kuzu etini (şimdi ben de
cesedin kokusuyla kekik, kimyon ile kızarmış kuzunun kokusunu birbirine karıştırmaktaydım)
yemek için erkeklerin toplandığı yan odaya geçerlerken…” (s. 236)
“Aynı nakkaşhanede dizdize oturup birlikte resim yapma şerefini tattığım ustalar ustası
Nurullah Selim Çelebi, seksen yaşındayken böyleydi (benim kadar öfkeli değildi ama).” (s. 269)
“Sinirle, mutsuzlukla ya da başka bir kusurla zedelenmiş olduğumuz için değil, insanların
çoğu aptal olduğu için insanların çoğuna aptal muamelesi yapıyoruz. (Yine de onlara daha iyi
davranmamız bizim hesabımıza daha bir incelik ve akıllılık olurdu.)” (s. 269)
“1.Çocuklar. (Onlar bütün âlemin kurallarını özetler.)
2. Tatlı hatıralar. (Güzel oğlanlar, kadınlar, güzel resmetmek, dostluk)
3. Heratlı eski üstatların harikalarıyla karşılaşmak. (Bu bilmeyene açıklanamaz)” (s.270)
“Kısa bir süre önce Acem sınırından Serhat Paşa’nın yanından Eniştesinin davetiyle
İstanbul’a dönmüş (Şüphe ima eden bir bakış attı Bostancıbaşı), İstanbul’da Eniştesine iyice
sokulmuş, hazırladığı kitabın hikâyesini öğrenmiş.” (s. 273)
“Surnamemiz için yaptığı tezhiplerin neredeyse tıpatıp aynısını Enişte’nin kitabı için
yapan, (evet, kalbim tabii ki kırılıyordu) duvarlara, yapraklara, bulutlara fırçasının arada bir
dokunduğunu sandığım zavallı Zarif Efendi’yi …” (s. 294)
“Nakkaşlarımın en sessizi, en içlisi, en suçlusu, en haini, en sinsisi (içimden söyleyiverdim
bunları) odur.” (s. 296)
“Her türlü tuhaf ayrıntıya, hiçbir mantık olmadan (gözle görülmesi dışında) aynı saygıyı
gösterdiği için, resimde tutumu Frenk üstatlarınınkine benzer.” (s. 302)
“Evleri basılıp aranan üstatlardan ve hattatlardan toplanan sayfaları (bazı sayfaların
bizim iki kitabımızla hiç ilgisi yoktu, bazı sayfalar ise hattatların da üç beş akçe için Saray dışına
gizlice sefil işler yaptığını bir kere daha kanıtlıyordu) getiren Bostancıbaşı’nın saygılı ama
kabadayı tavırlı adamlarının ayağı kesildi sanıyorduk ki, biri, kendine en güveneni, büyük üstada
sokulup kuşağının içinden bir kâğıt çıkardı.” (s.303)
2.2. Alışılmadık İlgiler Kurma: Sözlükte olmayan yahut bugünkü kullanımdan
farklı kelimelerle alışılmadık ilgiler kurulmasına az da olsa rastlanmıştır:
“Ne zaman ki köyden, kırdan, göçebelikten vazgeçilip şehire oturuldu, çoban
köpekleri köyde kaldı, o zaman biz köpekler murdar olduk.” (s. 21)
“Kendi dertlerimle şu akşam vakti biraz kıssa, biraz hisse almak isteyen siz
dostlarımı üzmek istemem,” (s. 21)
“… mezarlığın karanlık bir köşesinde karanlık bir köpek bana bakıyor.” (s. 14)
“… kitabı niye benimle değil de o vasatlık misali Kara Efendi ile yapıyorsun.” (s.
195)
“küçük kihkihlerle kendi kendine gülen küçük, ince bir nakkaş vardı.” (s. 439)
“Kazvinli ustalarından ders almış gibi geniş, rahat, mutlu, yuvarlacık çizgiler
çeker …” (s. 297)
“… ne kadar tatlı yuvarlacık geçtim.” (s. 317)
“… her zamanki gülümserliğini hâlâ iyimserlikle koruyan Mektupçubaşı …”
(s.264)
“Saray’dan Bostancıbaşı’nın bir adamı, temiz, güzel, gülümser, yakışıklı bir
genç.” (s. 314)
3. ANLATIM BOZUKLUKLARI
Anlatım bozukluklarını kesin çizgilerle ayırmak, sınıflandırmak mümkün değildir.
Bazen ses ya da şekil düzeyindeki bir yanlışlık anlamın cümle düzeyinde bozulmasına yol
açabilir. (Eker, 2003: 431)
3.1. Uyum Kusurları
Bu tür kusurlar genellikle anlatımda kelimeler ya da cümleler arasındaki uyumu
bozmasına karşılık anlam farklılaşması ya da kaybına yol açmaz. (Eker, 2003: 431)
3.1.1. Kakofoni: Kelime ya da kelime grubundaki seslerin, söyleyişte birbirleriyle
uyuşmaması, kulağa hoş gelmeyen bir izlenim yaratmasıdır. (Eker, 2003: 431)
“Resim hikâyenin renklerle çiçeklenişidir. Kimse hikâyesi olmayan bir resim
düşünemez." (s. 35)
“…kışkırtmam, vesveselendirmem olmadan …” (s. 331),
“sorumun onları çok ikirciklendirdiğini anlayacak kadar …” (s. 449)
“Arada bir bir iki yalan söylesem de, bu benim hakkımda yanlış bir fikir
edinmeyesiniz diyedir.” (s. 55)
3.1.2. Tekrar Sıklığı
Tekrar sıklığı, bir anlatım biriminde, aynı kelimenin ya da aynı kökten türeyen
kelimelerin birlikte kullanılmasıyla ortaya çıkan uyumsuzluktur.
“Başımıza gelenlerin, hikâye edilip bir kitapta yazılsa bile, en usta nakkaşlarca bile
asla resimlenemeyeceğini de söyleyeyim size.” (s. 12)
“Kalbim koşar gibi atıyordu, aklım telaşa kapılmıştı, ellerim atın koşumlarını nasıl
tutacağım şaşırmıştı, ama bacaklarım atın gövdesini sıkı sıkıya sarınca sağlam bir akıl ve
hüner hakim oldu atıma ve bana ve Ester'in dediği gibi, tamı tamına rahvan yürüdü akıllı
atım ve sağa sokağa da döndük ne güzel!” (s. 44)
“…, sonra bütün bütün semtimizden ayağı nasıl kesildi, bütün bunları kederle
hatırlıyorum, …” (s. 52)
“Tâ Timur zamanından kalma iki yüz yıllık kitaplarla, meraklı gâvurların altınları
verip tâ memleketlerine götürdükleri ciltler aklıma gelince ürperirim: Belki de benim şu
hikâyemi öyle tâ uzaklardan biri, bir gün dinleyecektir.” (s. 54)
“Her şeyin her şeyi tekrar ettiği ve bu yüzden yaşlanıp ölmek olmasa insanın
zaman diye bir şeyin varolduğunu hiç fark edemediği…” (s. 86)
“Mektup taşıdığım zamanlar taşıdığım o iri, ama hafif yalancı bohçayı elime
aldım.” (s. 151)
3.1.3. Deyim ve Atasözlerindeki Yanlışlıklar
“… mutluluk ve sefaleti eninde sonunda ezeli bir yalnızlığın bahanesi haline
getiren benim gibi keder erbabı için …” (s. 283)
Deyimin doğrusu “önünde sonunda” olmalıydı.
3.1.4. Tuhaflık (Garabet)
Tuhaflık, alışılmamış olan veya herkesçe bilinmeyen yahut yabancı kökenli
kelimelerin kullanılmasıdır.
“Ne idüğü belirsiz cascavlaklar, afyonkeş meczuplar ….” (s. 16)
“… gençliğindeki o sarsak sallantılı halini üzerinden atmış …” (s. 50)
“Gaib kocamın evini terk etmem, beklediğim gibi, Hasan'ın bana olan saplantılı, saygısız aşkını, çaresiz, ama saygıdeğer bir yangına dönüştürdü.” (s. 58)
“Cinler, cangolozlar, hortlaklar…” (s. 174)“Evliklerimi giyince, karanlıkta kendi başıma oturup bir an
hayallere dalmak geçtiyse de aklımdan …” (s. 206)“bohçamın kenar dantellerini pırpırlandırıp, ağaçlarda ıslık çalıp”
(s. 391)
3.2. Şekil ve Söz Dizimi ile İlgili Diğer Kusurlar
3.2.1. Şekil Bilgisi Kusurları
“… baba taraf-ı-n-dan akrabalarımdan birinin…” (s. 14)
“Padişah ölünce düşmanları güzel kadını ele geçiremediler, ama yalnız yaşayan
adamı astırttılar.” (s. 157)
“Tabii ki başkalarının yaptığı gibi zengin arkadaşlarımı, akrabalarımı giyindirtip
kuşandırtıp atlarına bindirip Şeküre’nin kapısına dayandıracak halim yoktu.” (s. 232)
“Üstat Osman benzerlikleri tek tek tekrarlattırıp beni dikkatle dinledi.” (s. 376)
“Venedikli gâvuru bunları görünce şaşıracak,” (s. 312)
“Timurlu oğullarının tarihini yazarken…” (s. 437)
3.2.2. Söz Dizimi Kusurları
Cümle öğelerinin ve öğeleri oluşturan kelimelerin sıralamasındaki sapmalardır.
Eserde, Eski Türkçe evresinden beri takip ettiğimiz, yabancı kaynaklı bir yapı olmasına
rağmen Türkçeyle neredeyse bütünleşen ancak Türkçenin söz dizimine de ters olan ki’li
cümlelerin sıklığı dikkat çekmektedir:
“Kahvelere gidiyor, kahveyle kafayı buluyor, ipin ucunu öyle bir kaçırıyorlar ki
orada itin köpeğin konuştuklarını sahi zannedip dinliyorlar; köpektir işte bana ve dinimize
küfreder, diyormuş bu Nusret Hoca.” (s. 21)
“Bu parayı şimdi sen kabul et ki bizi onlara, ihbar etmeyeceğini anlayalım.” (s. 29)
“Onu kuyudan aşağıya attıktan çok sonradır ki, yaptığım işte bir nakkaşın
inceliğine hiç mi hiç yakışmayacak kaba bir yan olduğunu düşünebildim.” (s. 30)
“Ne kadar hünerin ve yeteneğin olursa olsun parayı ve iktidarı başka yerlerde ara
ki, hüner ve emeğinin karşılığını alamayınca sanata küsmeyesin.” (s. 32)
“…öyle paralar saçmaya başlamış ki, Tebriz ve Kazvin'in en parlak nakkaşları
ellerindeki işi bırakıp onun sarayına koşmuşlar.” (s. 33)
“Sokağa çıkar çıkmaz, tam bir hamlede atımın üzerine atlamak üzereydim ki, tam
bir daha hiç dönmem diyen masalsı atlı gibi dar sokaklardan kaybolacaktım ki, nereden
çıktığını hiç anlayamadığım koskocaman bir kadın, baştan aşağı pembeler giyen bir
Yahudi, elinde bohçası üzerime geldi.” (s. 43)
“Ki mektubun kokusu da bunu doğruluyor.” (s. 48)
“Acem Şahı Tahmasp, ki hem Osmanlı’nın baş düşmanıydı, hem de cihanın en
nakışsever padişahıydı,” (s. 59)
“Öyle çok yağıyordu ki kar, peçemden içeri, gözlerime giriyordu.” (s. 205)
“Bir şey var ki, eve bile dönmeden hemen sizlerle paylaşmak istiyorum.” (s. 205)
“Arkamı dönmeden anladım ki içeriye Cihanpenah Padişahımız Hazretleri
girmişlerdir.” (s. 276)
“Resme bakan, kitabı karıştıran diğerleri ise konu yüzünden, at bir ata benzediği,
Allah’ın atı, ya da hakikaten bir hayal atı olduğu için güzel bulurlar ki bu sahicilik
duygusunu hünerle açıklarlar.” (s. 306)
“Sarayımızın baytarı Fuyûzi’nin ne de güzel çevirdiği o Baytarname’nin ezbere
bildiğim ve makbul at için söylenmiş öyle güzel sözleri vardır ki, her bir kelimesini bizim
karşımızda duran doru atımız için de söyleyebilirim:” (s. 306)
“Ortalık kararıyordu ki, birden bir ışık doldu odaya, bir hareket oldu:” (s. 311)
“Birden öyle hızlı bir şey geldi ki aklıma, ne olduğunu ben anlayana kadar benim
hınzır elim kalemi kapmış,” (s. 316)
“… cesaretle, hızla, hazla iki yay çizdim ki görseydiniz, sanki ressam değil, bir
hattat bu hünerbaz, derdiniz.” (s. 316)
“Dünyanın en güzel atı yoktur ki ben onu çizeyim.” (s. 318)
“Ezberden bir tane daha çizecektim ki, “Bir tane yeter,” dedi Saray’dan gelen
oğlan.” (s.319)
“Ama bir kusurum, bir üslubum yoktur ki benim çizdiğim atlara bakıp kim
olduğumu bulabilsinler.” (s. 321)
“… hattatlar arasına karıştığım için öyle bir utanç duyuyordum ki alnım
terliyordu.” (s. 325)
3.3. Anlam Kusurları: Anlam kusuru; kelime grubu, cümle gibi anlatım
birimlerinde uyumu bozan, anlamı ve iletilmek istenen mesajın algılanmasını zorlaştıran ya
da ortadan kaldıran kusurdur. (Eker, 2003: 443)
3.3.1. Eksiklik: Eksiklik, bir anlatım biriminde ek, kelime gibi herhangi bir öğenin
eksik olmasıdır. Bu tür bozukluklarda anlam bulanıklığı ya da belirsizliği ortaya çıkar.
(Eker, 2003: 443)
“Boş evin boş odasında aşağı yukarı sinirli sinirli yürürken şamdana sokuluyor,” (s. 64)
“Odada aşağı yukarı yürüyor,” (s. 65)
“…düşünceli bir havayla odanın içinde aşağı yukarı dalgın dalgın yürüyor gibi…”
(s. 136)
“sürekli artan bir huzursuzluk içinde odalar arasında sabırsızlıkla aşağı yukarı
yürüdüm.” (s. 371)
“aşağı yukarı yürürken kafam kelimelerle doluydu.” (s. 442)
Bu cümleler “bir aşağı bir yukarı” sözü yerine “tahmin, yaklaşıklık” bildiren “aşağı
yukarı” kelime grubuyla ifade edilmiştir. “Bir aşağı bir yukarı yürümek” anlamını
içermesine rağmen Orhan Pamuk’un “aşağı yukarı yürümek” ifadesi İngilizce’deki “to
walk up and down” kalıbının bire bir tercümesi olduğunu düşündürmektedir. *
Yalnız bir yerde doğru kullanılmıştır: “bir aşağı bir yukarı yürüyordum ki şöyle
deyivermişim” (s. 441)
“Ama her şeyi aşağı yukarı hâlâ görüyordum da.” (s. 370)
“Padişahımız da olayı sadık tarihçisine aşağı yukarı böyle yazdırdı.” (s. 468)
cümlelerinde ise aşağı yukarı kelime grubu yerinde kullanılmıştır.
“Doğru dürüst bir iş bulamıyor, karımla kavga edip [ona] söz geçiremiyordum.” (s. 64)
* Yorum için bkz. Demir, Gökhan Yavuz, “Türkçenin Pirus Zaferi!”, Trajik Başarı Türk Dil Reformu, Paradigma Yay., İstanbul, 2007, s.XLIV
“Biraz dalkavukça olan bu tür sorulara alışık Başnakkaş [ın] baştan savma bir
cevap vereceğini, zaten şu anda beni bütünüyle unutmakta olduğunu sanıyordum. (s. 73)
“Hüsrev ile Şirin'in Cennet misali masal bahçesinde birbirlerini [bir] çift anlamlı,
manidar bakışlarla süzmelerini bir kitap sahifesinde resmederken…” (s. 77)
3.3.2. Fazlalık: Fazlalık, bir anlatım biriminde, herhangi bir ek, kelime ya da
kelime grubunun gereksiz olarak yer almasıdır.
“Yine de ama katilliğe alışmak zor.” (s. 23)
“Portekiz gemisinden çıkma renkli gömlekliklerin arasına yüzüktü, küpeydi,
gerdanlıktı gibi hem pahalısından hem ucuzundan…” (s. 46)
“Cetvelkeş Nasır, Timur'un oğulları zamanından kalma bir Nizami Hamse'sinden
bir sayfayı, Hüsrev'in Şirin'i yıkanırken çıplak görüşünü tasvir eden bir resmi, tamir
ediyorum diye bozuyordu.” (s. 73)
“Babam bir kötülüklerin yaklaştığını seziyor, ona hak veriyorum.” (s. 175)
“Nerede kaldınız, diye söylendim çocuklar geri döndüğünde.” (s. 163)
“Mavi kaplı odaya korka korka geri dönmüştüm ki Kara üzerime saldırdı.” (s. 243)
“eski kocamın evine geri dönerdim” (s. 337)
“on iki yıl sonra geri dönünce” (s. 338)
“Bu ürpertiyi içimde duyduğumda, ben de, tıpkı bir gözü kitabın içindeki hayata, bir gözü
de kitabın dışına bakan o güzel kadınlar gibi, beni kimbilir tâ hangi yerden ve zamandan
seyretmekte olan sizlerle de konuşmak isterim.” (s. 55)
“Benim velimin de senden hiçbir para ve altın talebi de yoktur.” (s. 220)
“Gerisin geri eve yaklaşmakta olduğumuz bir an, bir cesaret atımın üzerinde geri dönüp de
ona baktığımda, pembe gelin telinin ve kan kırmızısı peçenin arkasında Şeküre’nin hiç de hak
etmediği bu yokluklardan mahzunlaşacağına, düğünün alayının ve yolun kazasız belasız sonuna
geldik diye ferahladığını anlayıp, ben de rahatladım.” (s. 234)
“…Kelebek’in, hırsız bir çırak gibi falakaya yatırılmasını düşünemedim bile de öylece
kalakaldım.” (s. 275)
“Yüzünde tâ çocukluk yıllarımızda onda gördüğüm masum bakış benim çizdiğim atlara
dalıp gitmişti.” (s. 28)
“Cennet'ten tâ dünyaya kadar ve Doğu'nun en uzak noktasından, Batı'nın en uzak
noktasına kadar…” (s. 149)
“Artık her şey asırlarca ve asırlarca tâ kıyamete kadar böyle kalacaktı;” (s. 204)
“Soğukçeşme kapısının karşısındaki terziler kârhanesinde tâ çocukluğumdan beri çalışan
ve rahmetli babam tarafından akraba bir döşemeciye çıkıp, benlerle kaplı elini öptüm.” (s. 258)
“Sarayın içinde bulunmak, Hazinedarbaşı’nın tâ Padişahımızın yanından kalkıp benimle
konuşmaya gelmesi, Padişahımıza bu kadar yakın olabilmek, bütün bunlar beni bir tuhaf
yapmıştı.” (s. 260)
“… üstatların silsilesi tâ Moğollara kadar gider.” (s. 295)
“Bunlar tâ Timur zamanından kalma kalıpların hiç dışına çıkmayan, bildiğimiz kamış
yaprağı gibi kulaklar.” (s. 308)
3.3.3. Yakın veya Uzak Anlamlı Kelimeleri Birbirinin Yerine Kullanma
“… hatta karşılıklı ifade edilmiş hasmane duygular ve düşmanlık var” (s. 111)
Cümlede işaretli kelimeler aynı anlama gelmektedir; dolayısıyla biri gereksiz yere
kullanılmıştır.
3. SONUÇ
Edebiyat metinlerinde sapmalar ve alışılmamış kullanımlar bulunabilir. Özellikle
söz konusu eser postmodern bir üslûba sahipse bu sapmalar ve alışılmadık kullanımlar
daha sık karşımıza çıkar. Ancak bu tür kullanımların da metinde bir işlevi olduğu
unutulmamalıdır. Bir düzyazının, romanın büyüsünü, çoğu kez dilin çok doğru
kullanımından başka bir şeyin yarattığını düşünen, o büyünün de his ve anlatım hüneri
olduğunu savunan yazarlar, eleştirmenler bir ölçüde haklıdır. Üstelik yazar ve şairlerin dili
istedikleri gibi “kullanabilme” ve “değiştirebilme” özgürlükleri sanatın doğası gereğidir.
Öte yandan; üslûp zenginliği yaratmak ya da özgün olma gayesiyle dilin anormal
kullanımlarını da mazur görmek her zaman mümkün olmayabilir. Bu bakış açısıyla
Pamuk’un söz konusu eseri “Türkçesi” bakımından incelendiğinde şu sonuçlara varılabilir:
Türkçenin kendine özgü anlatım yolları olan deyimler, ikilemeler, tekrarlar,
terimler, zıtlıklar, argo sözler, sayılar, kalıp sözler ve konuşma diline sık sık
başvurulmuştur.
Uzun, sıralı, birleşik cümleler bu romanın ve yazarın üslûbunun en tipik özelliği
olarak dikkati çekmektedir. Uzun ve iç içe girişik cümleler, Türkçenin ifade
kudretinin ve esnekliğinin bir işareti olması yanında; eserin yabancı dile
çevrilme gayesiyle yazıldığı eleştirilerini de tekzip eder mahiyettedir:
“Bu adam atına biner, en iyi tezhibi yapan usta oradadır diye ta Şiraz'a gider, oradan en
zarif nestalik hattı yazan hattat için iki sayfayı alır Isfahan'a götürür, sonra dağları geçip ta
Buhara'ya çıkıp Özbek Hanı’nın yanında nakşeden büyük üstat nakkaşa resmin istifini yaptırır,
insanlarını çizdirir; Herat'a inip bu sefer yarı kör eski üstatlardan birine otların ve yaprakların
kıvrım kıvrım kıvrılışını ezberden nakşettirir; Herat'ta başka bir hattata uğrayıp resmin içindeki
kapının üstündeki levhadaki yazıyı altın rika ile yazdırıp hadi yine güneye, Kain'e gider ve altı ay
yolculuk ederek yarılayabildiği sayfayı Sultan İbrahim Mirza'ya gösterip aferini alırdı.” (s. 60)
“Ne kadar zaman geçmişti bilmiyorum; berberin mahir parmakları ve küçük dükkânı tatlı tatlı ısıtan mangalın sıcaklığı ile erimiş, hayatın, onca eziyetten sonra, bugün sanki karşılıksız bir şekilde birdenbire bana en büyük hediyeyi sunuvermesi üzerine, yüce Allah'a şükran ve yarattığı âlemin hangi esrarlı terazinin dengesinden çıktığına derin bir merak ve biraz sonra efendisi olacağı evde yatağında ölü yatan Enişte'ye de bir keder ve acıma duyarak harekete geçmeye hazırlanıyordum ki, berberin sürekli açık duran kapısında bir hareket oldu, dönüp baktım: Şevket!” (s. 231)
da/de, tâ, bile edatlarının çok defa ihtiyaç haricinde kullanıldığı görülmüştür.
Türkçenin sentaksına uygun olmayan fakat yabancı kaynaklı olmasına rağmen
dilde var olan ki’li birleşik cümleler romanda çok sık kullanılmıştır.
Çok fazla olmamakla birlikte romanda imla ve noktalama bakımından bazı
sapmalar olduğu, alışılmadık ilgiler kurulduğu ve birtakım anlatım bozuklukları
yapıldığı görülmüştür.
Kelime kadrosu bakımından yaşayan Türkçenin tercih edildiği, aynı zamanda
klâsik Osmanlı döneminde geçen bir hadiseyi hikâye eden yazarın, dönemin
diline de sıkça başvurduğu tespit edilmiştir. Bu da yeni nesil okuyucuların
kelime hazinelerini genişletmesi bakımından önemlidir:
“… çünkü hakikatli bir kitapdarı1 vardı.” (s. 60)
“Hemen kenarda, bir piştahta2nın başında on beş yıl sonra ilk defa gördüğüm Başnakkaş
Üstat Osman, bir gölgeden çok bir hortlakmış gibi geldi bana.” (s. 67)
“… şımarık şehzadelerin zevki için alelacele yazılıp şıpınişi3 nakışlanmış ucuz kitaplar
sardı her yeri.” (s. 68)
“… açık saçık resimlerle dolu bir murakka4 gördüm.” (s. 68)
“… kafirlere çamurdan bir kefere5 dağı yaptırmış.” (s. 71)
“… kurulduğu şehnişin6in penceresi dibinden …” (s. 89)
1 kitâb-dâr’ın sözlük anlamı “kitap tutan, kitap hazırlayan”dır.2 Farsça bir kelime olan piştahta; “çekmece, küçük sandık” anlamında kullanılmıştır.3 Özensiz, çabucak yapılan iş. (bkz. Güncel Türkçe Sözlük)4 Arapça bir kelime olan murakka“hattat meşknâmesi, birbiri üstüne yapıştırılarak mukavva gibi olmuş bir kağıt üzerine yazılan meşk, güzel yazı örneği” anlamlarına gelmektedir. (bkz. Devellioğlu, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat, 1999, s.684)5 Arapça kefere “kâfirler” anlamına gelmektedir.6 Farsça şeh-nişîn “pencere çıkmazsı, balkon” (bkz. Devellioğlu, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat, 1999, s.986)
“Kısa bir sürede evine gelen nakkaşlar arasında renkzen7likten tezhibe, cetvelkeş8likten
ressamlığa, yüz çizmekten sayfa istifine en hünerlisinin kim olduğunu anlayacağından…” (s. 119)
“altını az bakırı çok olan kalp9 parayı…” (s. 121)
“bir aşevinde ağzıma bir lokma kalye10 koyarken…” (s. 179)
“Padişahımız Hazretleri onu eline alıp şöyle bir bakacak, tabii ki önce altın varakların
yerinde kullanılıp kullanılmadığını göz ucuyla denetleyecek, bir şemailname11ye bakar gibi kendi
resmini seyredip, bütün padişahların yaptığı gibi, bizim harika resmimize değil, resmedilen
kendisine hayran olacak …” (s. 196)
“Hindistan’ın en sıcak yerinden gelen en iyi kırmızı böceğinin kurusunu kendi havanında
elceğiziyle döve döve toz edip, bunun beş dirhemini ve bir dirhem çöven12 ve yarım dirhem de
lotor13 hazır etti.” (s. 215)
“Kaynar su döküp dibindeki musluktan saçlarımı, yüzümü titizlikle yıkadığı satıl14,
tavandan yeni bir zincirle tutturulmuştu.” (s. 231)
“Bunların Padişahımızın ehli hıref 15 bölüklerinden topuzcu, çizmeci, gümüşçü ve kadife
ustası, fildişi işleyen kündekâr 16 ve elinde ud saztıraşlar 17 olduğunu hemen anladım.” (s. 259)
“ağacın altında bir içoğlanı 18nın çaldığı udu kulaklarını saygıyla açıp dinleyen kızıl at;”
(s. 311)
“gösterişli ve üstü mukarnaslı 19 ağır bir kapının önünde durduk.” (s. 342)
Yazarın Türkçesinin zevk vermediği, yabancı dillere kolay çevrilmesi amacıyla
eserlerini kaleme aldığı yönündeki eleştirilerin en azından söz konusu eser için
doğru olmadığını düşünmekteyim. Özellikle bazı kavramların (nakkaş, bohçacı,
7 Farsça reng-zen “renk çalan, renklendiren” anlamına gelmektedir.8 Arapça-Farsça cedvel-keş “cetvel çeken” anlamına gelmektedir.9 Osmanlı döneminde Osmanlının maddi gücü düştüğünde Viyana’da değersiz madenden yapılmış ve piyasaya sürülmüş para çeşidi. Alaşım olmadığı için kolayca ağızda bükülebilmesi sayesinde gerçek mi kalp mı olduğu anlaşılmıştır. Ahali tarafından mecbur kalınmadıkça alışverişte kabul görmemiştir.10 Farsça kalye “patlıcan, kabak gibi yemeklerin yağda kavrularak pişirilmişi” (bkz. Devellioğlu, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat, 1999, s.484)11 Arapça-Farsça bir kelime olan şemail-nâme “bir kimsenin dıştan görünüşündeki özellikleri anlatan eser” anlamına gelmektedir. (bkz. Devellioğlu, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat, 1999, s.988)12 Kökü ve dalları, suyu sabun katılmış gibi köpürten, kir temizleyici bir bitki, sabun otu, helvacı kökü (Saponaria officinalis) (bkz. Güncel Türkçe Sözlük)13 Sözlüklerde tespit edilemeyen lotor bir çeşit bitki olmalıdır.14 Arapça satl “tas, kova, küçük leğen” anlamına gelmektedir.15 Arapça ehl-i hıref “kumaş dokuyan sanatkârlar” anlamına gelmektedir. (bkz. Devellioğlu, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat, 1999, s.209)16 Farsça kündekâr “kıymetli ağaçları işleyen marangoz, sedefçi” anlamına gelmektedir. (bkz. Devellioğlu, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat, 1999, s.535)17 Doğrusu saz-tıraz olan kelime “kamış ustası” anlamına gelmektedir.18 Osmanlı Devleti’nde, “saraylarda türlü devlet hizmetleri için aday olarak yetiştirilen genç, celep” anlamına gelmektedir. (bkz. Güncel Türkçe Sözlük)19 Doğrusu mukarnes olan kelime “kubbe biçiminde olan; nakışlı işlemeli olan” anlamlarına gelmektedir. (bkz. Devellioğlu, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat, 1999, s.678)
enişte vs.) kültürel karşılığının olmaması çeviriyi zorlaştıran önemli
unsurlardan sayılmalıdır.
Sonuç itibariyle; incelenen romanda Türkçenin neredeyse tüm ifade vasıtalarını
kullanan, bunun yanı sıra; bazen Türkçeyi fazlasıyla zorlayan Orhan Pamuk’un eserleri
üzerine daha derinlemesine incelemeler yapılması gereği aşikârdır. Diğer taraftan;
Türkçenin söz hazinesinin hızla erozyona uğradığı bu dönemde, oluşturulan kelime
kadrosuyla Türkçenin geçmişle bağının koparılmaması bir nebze de olsa devamına katkı
sağlanması dikkate değerdir. Zira Türkçe, ancak edebiyat yoluyla işlenerek ifade gücünü
ve zenginliğini artırabilir.
Kaynaklar
AKSAN, Doğan (2006), Anadilimizin Söz Denizinde, Bilgi Yayınevi, 253 s.
AYTAÇ, Gürsel (2003), Genel Edebiyat Bilimi, Say Yay., İstanbul, 387 s.
BOZKAPLAN, Şerif Ali (2007), İkinci Yeni ve Türkçe, Dost Ofset, İzmir,
2007, 130 s.
DÖNMEZ, Haydar (1999), Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızısı’ndaki
Dil ve Mantık Yanlışları, Folklor/Edebiyat, Sayı: 17, 1999, Ankara, s. 45-52.
EKER, Süer (2003), Çağdaş Türk Dili, Grafiker Yay., Ankara, s. 431-470
KILIÇ, Engin (der.) (2006), Orhan Pamuk’u Anlamak, İletişim Yay.,
İstanbul, 431 s.
ÖZÜNLÜ, Ünsal (2001), Edebiyatta Dil Kullanımları, Multilingual Yay., 269
s.
PAMUK, Orhan (2004), Benim Adım Kırmızı, İletişim Yayınları, İstanbul,
470 s.
TUNA, Osman Nedim (1986), Türkçenin Sayıca Eş Heceli İkilemelerinde
Sıralama Kuralları ve Tabiî Bir Ünsüz Dizisi, TDAY-Belleten 1982-1983,
Ankara, s.163-228.