323
PRO. DR . ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET n \C • • TÜRKİYE GERCEGİ MAYAŞ YAYINLARI

ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

  • Upload
    others

  • View
    3

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

PRO. DR.

ORHhN TÜRKDOÖdN

SOSYAL ŞİDDETn \ C • • •

TÜRKİYEGERCEGİ

MAYAŞ YAYINLARI

Page 2: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

o

u -Û £LUOLU> •

Q£ : 3

HC ı J

%< / > •

Io( / )

Page 3: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır
Page 4: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

PROf.DR.

ORHhh TÜRKDOĞ4HSOSYAL ŞİDDET

^ÜRKİYEGERÇEĞİ

M AYAS

MAYAŞ YAYINLARI

Page 5: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Mayaş Yayınları: 12 Araştırma Dizisi: 4

Birinci Baskı: Mayıs 1985

kapak : AlııiK'l YAZ IC I

Montaj Biçer Y ILD IR IM

MAYAŞMatbaacılık Yayın ve Tic. A .Ş .Necatibey Cad. 18/12 Sıhhiye—ANKARA Tel: 30 73 12

Page 6: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

■' İnsan, cemiyetin tarihi ve sosyal yapısı hakkında en vazıh görüşe ya o cemiyet içinde yükselirken ya-da düşerken varır 11.

Kari Mannheim

Page 7: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZG İ R İ Ş -9

BÖLÜM: 1 SINIF ŞU U RU ve SOSYAL RADİKALİZM.Marxist Sınıf Teorisi (16).Endüstri Toplumu ve Sınıf Yapısı (18).Klasik Sınıf Sisteminin Metamorfizmi (21).Sınıf Mücadelesi Tezinin Geçersizliği (30).Frankfurt Okulu ve Mandsm (39)KAYNAKLAR (43)

BÖLÜM II: AYDINLAR VE SOSYAL POLİTİK ROLLERİ (45).Batıda ve Osmanlılarda Aydın Tipi (47).Tanzimat ve Osmanlı Entelijansiyasi (51).Entelektüel Gelişim : Aydının Siyasi Rolü (56).Yeni Sınıf ve Marxist Aydınlar (61).Osmanlılar ve Cumhuriyet Döneminde Aydın Muhalefeti (68).Yeni Sağ ve Yeni Sol Farklılaşmaları (89).KAYNAKLAR (96)

BÖLÜM III SOSYAL ŞİDDETİ ETKİLEYEN TEMEL YAPI UNSURLARI: .Şiddetin Kaynakları (103).Batı Norm ve Değerlerine Göre Şiddet Profilleri (106).Marxist Ozalitler ve Sosyal Şiddet (111).Psikolojik-Etik ve Siyasi Şiddet (114).Daniel Bell: Kapitalizmin Kültürel Çelişkileri (119).Gençliğin Düzenleme Biçimleri (126).Eski Soy-Yeni Sol ve Eski Sağ-Yeni Sağ Kutuplaşması (128).Landau ve Türk Solu-Tüık Sağı (136).Yeni Sol ve Yeni Sâğ Militanlaşma (142) 1.Yeni Sol ve Yeni Sağda İktisadi Sistem Tartışmaları (149).Yabancılaşma veya Negatif Kimlik (159).Yeni Sol Atılımlar: Sosyal Faydacılık (166).Merkez-Çevre İlişkisi: Siyasi Radikalleşme (169).Sosyalist Seferberli mi? (175).Yeni Sol ve Yeni Sağ Bir Sosyal denklemdir (179).Niçin Milli Model? (186).Dinde Aşırı Riberalleşmeye Tepki 1199).Yeni Sol ve Yeni Sağdaki Ben/csı ut ıl Benzeşim) (207). KAYNAKLAlt (216)

BÖLÜM: IV ÜNİVERSİTE VE ÖĞRENCİ HAREKETLERİ: SİYASİ RADİKALLEŞME

.Bir Sosyal Sistem Olarak Üniversite (227)

.Üniversite ve Siyasi Radikalleşme (230)

.Türkiye Örneği (237)

Page 8: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

.Dünya Üniversiteleri Örneği (245)

.Yeni Sol ve Yeni Sağ Gençlik Eylem Kalıpları (256)

.Gençlik Protestoları ve Sosyal Bunalım (262)

.Sosyal Yapı Şiddet Helezonunu Etkiliyor mu? (269)

.Türk Basınında Şiddet Tipolojisi (280)

.K A Y N A K L A R —(2 7 6 )GENEL K A Y N A K L A R -280 YABANCI KAYNAKLAR—281 SONUÇA. ŞAHIS İNDEKSİB. KONU İNDEKSİ

Page 9: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır
Page 10: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

ÖNSÖZTürkiye, tarihi gelişimi boyunca belki en bunalımlı dönemini 12 Eylül öncesi

ideoloji çağının çalkantıları içinde geçirmiştir. Ancak, ülkemiz, bu kavgada varolup- olmama arasındaki mevcut hassas dengeyi, milletimiz ve onun içinden çıkan ordumu­zun olağanüstü milli birlik ve dayanışma gücü neticesi-uyumlu bir biçimde sağlamak suretiyle-yeniden gerçek kimliğine ulaşabilen nadir ülkelerden biridir. '

Ne varki 1960'lar sonrası Batı ve Doğu Blokunu"'ayni zamanda bir kasırga gibi etkisi altına alan gençlik ayaklanmaları; iktisadi ve sosyal yapı bakımından güçlü ve gençlik eylemleriyönünden zçngin deneyimleri bulunan toplumlar tarafından kök­lü önlemler sonucu bir takım iyileştirme operasyonları gerçekleştirildiği halde, ül­kemizde, yerinde ve zamanında "Sosyal şiddet" in felsefesiyle ilgili hiçbir milli, hatta milletler-arası seviyede reform hareketlerinin başlatılmamış olması, bu acı sonun tecellesinde önemli bir faktör olmuştur.

Şimdi ne yapabiliriz? önemli olan meselenin üzerine akılcı bir biçimde yü­rümek ve yeni çözüm yollarını aramaktır. Ülkemizin geçirmiş olduğu "büyük döne­meç", sadece hukuki ve cezai müeyyideleri uygulamak suretiyle bitmiş kabul edile­mez; bunun da gerisinde bir takım köklü reform çarelerine,yasal düzenlemelere baş­vurulması gerekecektir. Bu sebeple, ilkin hastalığın etiyolojisini araştırmak, bunun ffcin de sosyal bilimler metodolojisi açısından terör ve şiddet normlarının gerisinde yatan olayların teşhisi1 (diagnosis), muhtemel gelişim seyri (prognosis) ve tedavi yollarını tesbit etmemiz zarureti vardır.

Birleşik Devletler Eski Cumhurbaşkanlarından Lyndon Johnson, bir zamanlar ülkelerindeki terör ve şiddet olaylarının tırmanış gösterdiği dönemlerde alınması gereken önlemlerin yürürlüğe konulmasından örree ilgili komisyonlarca şu soruların cevaplandırılması isteniyordu: Ne oldu?, Niçin oldu? Nc yapılabilinir?" Bugün aynı sorular belki daha kalın çizgileriyle ülkemiz için de aynen tekrarlanabilir. Ancak, üzüntü ile belirtmemiz gerekir ki, bu hususta, Batılı ülkelerin gösterdiği hassasiyeti, te­rör ve şiddetin bedelini daha ağır ödemesine rağmen, ülkemizin gereken ciddiyetle yerine getirdiği iddia edilertıez(x)

Bıi hususta, 12 Eylül öncesi hükümetlerin, parlamentonun- üniversiteler ve onlara bağlı kuruluşlarla bağımsız ilmi araştırma merkezlerinin-on yıl süreyle ülke­mizi acımasızca kana boyayan ve aydın,öğrenci, güvenlik görevlisi, işçi ve sade vatan­daştan binlerce insanımızın hayatlarını yitirmelerine yol açan şiddet olaylarında- bizlere ışık tutan, çözüm yolu getiren belge niteliğinde sistematik hiçbir araştırma raporunu gündeme getirmemiş olmaları üzüntülerimizi bir kat daha atttırmıştır(xx).

Oysa, Batıda şiddetle ilgili literatür incelendiğinde, "şiddet normunun" fiz­yolojik. antropolojik, sosyolojik, psikolojik, tarihi, ekonomik ve siyasi açılardan

(x) 12 Eylül öncesi, terör ve anarşi olaylarıyla ilgili olarak günlük gazete makale­leri dışında yapılan çalışmaların, ülkemiz açısından tatmin edici olduğu kabul edi­lemez. Bunlar arasında çeşitli sem pozyum , seminer ve konferans niteliğinde olan­lar: a) Eskişehir îktisadi ve ticari Bilimler Akademisi'nin düzenlemiş olduğu "kar­gaşa" olayları adlı sem pozyum ; b) Ankara, Kültür Vakfı sem pozyum u; c) Ankara ve İstanbul Gazeteciler Cemiyeti Başkanlıklarının toplantı ve yayınları; d) Türki­ye'de terör: Abdi- İpekçi semineri: e) Ankara'da düzenlenen "anarşi için ne de­diler" adlı sem pozyum ile Ankara ve İstanbul üniversitelerine mensup, sahasıyla ilgili birkaç öğretim üyesinin yapmış oldukları incelemeleri burada zikredebiliriz.(xx) 12 Eylül sonrası, Genel Kurmay Başkanlığı'nın anarşi ve terörle ilgili olarak 1 9 82 yazında düzenlemiş olduğu milletler-arası sem pozyum ; '"Türkiye'de anarşi ve terörün durum u" adlı yayınları ile Başbakanlığın "terör ve terörle mücadelede durum değerlendirilmesi " ve "Türkiye'de anarşi ve terörün gelişmesi, sonuçları ve güvenlik kuvvetleriylr önlenm esi” gibi son derece değerli belgesel çalışmalar yanında, Ankara Üniversitesinin 19 84 yılı Nisan ayı içinde düzenlediği içinde Ermeni terör olaylarıyla ilgili milletlerarası sempozyumunu da burada belirtme­den geçm ek istemiyorum.

Page 11: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Kcni> yorııml.ırın.ı rastlamaktayız. Buna paralel olarak, hükümetlerin milli yapı içinde olduğu kadar milletlerarası kuruluşlarla da geniş çapta işbirliğine tanık Almaktayız. Nitekim, milli hükümet'açısından bu alanda bir örnek olarak "Ingiliz Ev 0ürosu"(B.H.O.) ve çeşitli ülkelerdeki adalet bakanlıklarının; milletler-aras^alan, da ise Birleşmiş Milletler Savunma Enstitüsü ve toplumlardaki şiddet olaylarını in­celeyen Avrupa konseyinin ilgili dairelerinîburada zikredebiliriz.

Yakın geçmişte değişik ülkelerde şiddet olaylarını soruşturma komisyon­larına İngiltere, Kanada, Kenya,. Tanzanya Birleşik Cumhuriyeti ve Zambiya'da; aynı şekilde, toplumda şiddet olaylarını araştıran milli komisyonlara ise Kolombiya, Fransa ve Birleşik Devletlerde rastlamaktayız. Bunun gibi UNESCO Avrupa Konseyi­nin 1970 yılındaki şiddet ve kitle haberleşme araçları ile ilgili sempozyumunu da bu­rada hatırlatmak isterim. 1960'lar sonrası Hür Berlin Üniversitesi ile bazı Batı Alman Üniversitelerinin içine sürüklenmiş oldukları aşırı siyasallaşma sebebiyle milletler­arası uzman bir kadrodan oluşan komisyonunun 1973-76 yılları arasında sürdürdü­ğü sistemli incelemeleri neticesinde ortaya konulan rapor, bu ülke üniversitelerini uçurumun kenarından kurtarmıştır.

O halde, 12 Eylül öıjcesi şiddet olaylarını sadece bir üst-yapı olayı olarak göt- mek buna karşılık temelde yatan asıl etkenleri bir yana bırakmak hem teşhiste hem de tedavide bizi büyük yanılgılara götürebilir. Bu laştırma, terör ve anarşinin "sebep" değil, "netice" olduğunu ortaya koymak gayesiyle ele alınmıştır. Temel faktörün Türk toplum yapısı, kültür ve değerler sistemiyle tarihi gelişiminde aranması gerek­tiği inancındayım. Nitekim, tanınmış Amerikan sosyoloğu ve düşünürü Daniel Bell, 1950lerden itibaren Amerikan kültürünün artık çalışmak ve başarı gibi motiflerle ilgili olmadığını, daha ziyade nasıl harcamalı, nasıl eğlenmeli tarzında bir takım tüketim normlarına kaydığını belirterek aynen şöylfe diyordu:

"1950'lerde Amerikan kültürü oyun, eğlence, gösteriş ve zevk gibi birinci derecede hedonistik mahiyet arzeden bir kimliğe dönüşmüştür. Hedonizmin dünya­sı, aslında modanın,.fotoğrafın, reklamın, televizyon ve pop müziğinin dünyası­dır. Bu 'Pop kültürü"nün ikonogrifisi aslında kapitalist hayat tarzından kaynakla­nıyor. Ev eşyaları, sinema, hamburger ve koka-kola gibi yiyecek ve giyecekler, A ­merikan kapitalizminde, işin Protestan kutsiyetinde kök salmış bir ahlaki mükafat sistemine dayalı gelenekli yasadığının yitirilmiş olması sonucudur. Bu sistem, yerini madde ve lüksü vaadeden hedonizme terketmiştir."(1)

Kapitalizmin kültürel çelişkileri, D.Bell'e göre, bugün Amerikan toplumunun içine itildiği dramın bir yansımasıdır. Bu ülkede gençler arasında yayılan "Yoga, Hare Krishna, Zen, Swami, Allah'ın çocukları, Kampus haçlıları, ilahi ışık misyo: j , İsa hareketleri, Marga müritleri, Saltanism, Moonie'ler ve benzeri yeni dini hareket­ler, aslında kitlevi bir bunalımın görüntüleridir. Şiddet de bu gelişimin bir uzantısı­dır.

Ülkemizde Batı norm ve değerlerine yönelik böyle bir gelişim çizgisini -çoğu defa milli kültüriirf süzgecinden geçirmeden en az 200 yıldanberi izlemektedir. Bu "Pop kültürü" veya çoğu kez "kozmetik kültür" diye ifade edilen ve manevi temel­den mahrum sadece maddeleşmiş kalıpların peşinde koşan yeni değer sistemleri, her yönü ile benliğimizi tesir sahası içine almak suretiyle cılız bir sosyal dokunun gelişmesin sebep olmuştur. Kanaatımızca, 19^0'lar sonrası Türk toplumunun içine sürüklendiği "büyük felaket"in temelinde bu çelişkili yapının izlerini aramak ge­rekir. Bu araştırma, şiddet normu ile sosyal yapı arasındaki bağlantıyı göstermek gayesiyle kaleme alınmıştır. Her ne kadar "bunalımlı dönemlerde tarafsızlık iki yüzlülüktür" denilirse de, azami ölçüde psikolojik yargılara kapılmadan ve hiçbir akım yanlısını suçlamadan, meselelere ışık tutmak ve çözüm yolu getirmek için aza­mi bir gayretin sarfedildiğinfifokuyucunun bizzat kendisinin adil kararı vereceğine jpanıyorum. '

(1) Daniel Bell, The Cultuml Contradictions o f Capitalism, s .7 0 ,8 4 ,1 9 7 9

Page 12: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

GİRİŞ

ülkemizde, 1960'lardan sonra bazı üniversite ve yüksek okullarda siyasi şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra­dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır. Aslında, bu dönemi hazırlayan sos­yal yapı faktörleri olarak bazı temel unsurları gözönünden uzak tutmamak ge­rekir. 1950 lerden sonra, hükümetlerin siyasetine hakim olan liberal iktisadi sistem veya ^"anarcho-kapitalizm", felsefp olarak "her mahallede 15-17 milyoner yetiş­tirme ilkesinden hareket etmek suretiyle, kısa zamanda "para kıvıran" iş adam­ları, tüccar ve sanayiciden ibaret yeni bir burjuvazi sınıfının temellerini, atıyordu. Ancak, bu ikti^di sistemin ideolojisini teşkil eden, herhangi bir ahlak kuralı, fiini sistem, değer ve inançlar bakımından ayni dozda manlvi bir temellendir'menin dev­reye konulmaması kısa bir sü/e içinde maddi yapı ile manevi yapı arasında bir bü­tünleşmenin sağlanamayışına yol açmıştır.

Buna paralel olarak, "merkez-çevre" diyagramında eski dengeli yapı bozul­muş, köy ve kasabalardan büyük şehir merkezlerine hızlı nüfus göçü başlamıştır. 1950-1960'lar arası, aslında Türk toplumunda ziraat, sanayi, kitle haberleşme araç­ları, yol ve taşıt vasıtaları, zirai makinalaşma gibi alanlarda, tarihinin hiçbir döne­minde raslanmayan bir kalkınma seferberliğinin "altın çağı" olarak değerlendiri- lebilinir. Ancak, "iktisadi-sınai ve teknolojik kalkınmanın patlaması" diyebilece­ğimiz bu dönemde, aynı hız ve tempo içinde "kalkınmanın ideolojisini" teşkil eden manevi yapı unsurları takviye edilmemiş, bu yüzden çok kısa bir süre içinde iktisadi liberalleşmenin dokusu ahlak-dışı bırakılmıştır. Bu sebeple yeni Türk bur­juvazisine biçim veren-manev emellerden söz açmak çok güçtür. Daha ziyade ka­pitalist sistemin tüketim norm ve değerleri giderek iş adamlarımızın veya yeni bur­juvazinin hayat tarzı ve dünya görüşünü büyük ölçüde etkilemiş; kısa zamanda bü­yük ve haksız kazanç sağlama eğilimi, daha çok zengin olma tutkusu, lüks hayat yaşama ve bunlan çerçeveleyen hedonizm, Türk toplumunun çok muhtaç bu­lunduğu "sosyal faydacılık" ilkesini arka plana itmiştir. Gökalpçı sistem, Kemalist ideolojinin eksenini teşkil eden tesanütçü (solidarist) ve dengeli sosyal düzen gi­derek farklılaşan-kutuplaşan bir anarcho-kapitalist modele doğru yönlendirilmiştir.

Türk toplumunun tarihi gelişimi içinde yerini alan "havas-avam" ikiliği, bu defa, "veto grupları” diye adlandırılan aydın muhalefetinin sertleşmesine yol açmış, bu da iktidar elitleri tarafından "kara cübbeliler" sloganının gündeme gel­mesine sebep olmuştur. Hızlı sanayileşme, köy-kent dikotamisinin giderek törpü­lenmesi sonucu, "taşra" kültürünün "gecekondu" adı altında yeni bir kimlik kazan­masına dönüşmüş, bu durum da, halk (avam) tabakası arasında sivrilen protesto grupları için ham maddeyi oluşturmuştur.

27 Mayıs 1960 askeri dartoeşi işte bu mizansen içinde cereyan etmiş, basit bir iktidar müdâhalesinden ziyade Iveto gruplarıyla -bürokrasi, etıtelijansiya, siyaSi parti yöneticileri ve basın-yayın organları, gençlik ve "avam” dan kaynaklanan protesto gruplannın ittifakını sağlamıştır. Yönetimi eline geçiren Milli Birlik Ko­mitesi, daha sonraları kendi içinde sol kanatın iktidarı sağlaması sonucu, veto ve protesto gruplarının temayül ve kanaatlarına uygun, "kuvvetlerin ayrılığı" ilkesine dayalı bir anayasanın kabulünü benimsemiştir.

İktisadi, siyasi ve dini alanda aşırı liberalleşme, (sekülarizasyon) neticesi, hayli hırpalanmış bir sosyal yapısıyla Türk toplumu, DfcS'ler içinde-anayasanın getirdiği imkânlara dayalı olarak- parlamentosunda Marksist Türkiye İşçi Partisi­nin (T İP ) senyör komünistleriyle temsil hakkınuelde etmiş; örgütlü işçi sendikası ve

Page 13: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

(iğrenci dernekleriyle büyük bir güç kaynağı oluşturmuştur.1950'lerden beri uygulanan ve ülkemi/i- "küçük bir Amerika yapmak" eğilimi;

böylece anarcho-kapitalismin ipliğinin pazara çıktığı, bunun yerine "tek yol sos­yalizm" sloganının geçerli olabileceği tezini gündeme getirmiştir. Türkiyenin "hız­lı sosyalistleştirilmesi" dediğimiz süreç, böyle bir ortam içinde gerçekleştirilmiştir. Üniversiteler, sosyal sistemin bir parçası olması sebebiyle, en duyarlı grubu oluş­turan gençliğin ideolojik şartlandırılmasında "sosyal mayalanma'' ortamını hazır­lamış ve buna bağlı olarak sosyalist seferberlik, kalkış (take-off) aşamasını, üniver­site kürsülerinden almış oldukları ilk hızla (impetus) yörüngesine oturtmak suretiyle başarmıştır.

1961-1965 dönemleri arasında, parlamento-içi ve parlamento-dışı muhalefet, T ürk solunun palazlanmasında ikinci aşamayı teşkil eder. Bir yanda orta-sol ve Mark­sist siyasi parti güç birliği, öte yanda anarcho-kapitalizmin iktidarı, ülkeyi, ani bir dönüşle siyasi hayatının en karanlık ve bunalımlı bir girdabına sürüklemiştir. "Taş­ra" insanlarının köy ve kasabalarından koparak büyük kent merkezlerine yığılmaları giderek gecekondu denilen bir takım yan-kültür alanlarının oluşmasına yol açmıştır.’ Henüz "millet" olma kimliğimizi büyük ölçüde etkileyen etnik yapı özellikleri, ka­bile ve aşiret kuruluşları ve hepsinin üstünde mezhep farklılaşmaları-bucoğrafi hareketlilik neticesi- gecekondulaşmanın kendine has yeni bir hüviyet kazanmasına sebep olmuştur. Böyle bir kaygan /emin ü/erinde, şüphesiz parlamentarist sistemin-tüm oyun kuralları ile -hem de anardıo-kapitalizm ve orta sol- Marksist parti tayfla-> rıyla mevcudiyetini muhafaza etmesi mümkün değildi. .

Orta-sol kanat ile Marksist Türkiye İşçi Partisi güçbirliği, ayni zamanda', hızla gelişen Stalinizm, Maoizm, Castroculuk ve benzeri Marksist türevlerin de desteğini sağlıyordu. Artık üniversite kampusları, öğrenci yurtları, fakülte kafeter­ya ve kürsüleri bu Marksist ozalitlerin gövde gösterilerine sahne olmaktan kendilerini kurtaramıyorlardı: 1965'ler sonrası, tedricen üniversite duvarlarının dışına taşmaya başlayan gençlik eylem’ kalıpları, Marksist işçi sendikalarının katalizatörlüğü ile, gecekondu alanlarına 1<adar yayılma imkanını bulabiliyordu. Bu dönemlerde baş­layan Orta-şol ve T İP işbirliği - Doğu mitingleri adı altında- "mezhepçilik, bölücü­lük" kampanyasını sürdürmek suretiyle, bir yanda yeni oy depoları oluştururken, 'öte yanda "sosyalistleştirme" operasyonunu köylere kadar yaymak suretiyle yeni insanlar kazanıyorlardı.

Marksizmin üçüncü aşamasını teşkil eden 1965-1968 yılları -iktidar yoksun­luğu sebebiyle- yeni solun: gençlik, işçi, köylü ve gecekondu (etnik, mezhep ve aşiret yönünden farklılaşmış olmaları gözönüne alınırsa) kitlesini arkasına almasıyla en büyük tırmanışını gösterir.

1968-1971 dönemi ise, Türk solunun dördüncü ve son aşamasını teşkil eder. 3u dönemde, arkasında geniş çapta aydın muhalefetiyle birlikte etkili bir veto gurubu, örgütlü gençlik federasyonları, öğretmen kuruluşları, işçi sendikaları, gece­kondu alanları, kurtarılmış bölgeler ve nihayet belirli yörelerde kümelenen köylü tabakalarının bijlurlaşması süreciyle karşılaşırız. Ancak, bu dönemde parlamentarist sistemin çıkmazları, Marksist İşçi Partisinin büyük ölçüde seçimleri kaybetmesi ve yeni sol tayfta ortaya çıkan derin fraksiyon anlaşmazlıkları yeni bir strateji ve tak­tiğin gündeme getirilmesine adeta zemin hazırlıyordu. Bu da, ilkin banka soygunculu­ğu, adam kaçırma, öldürme olayları şeklinde cereyan eden şehir gerilla eylem biçim­lerinin proto-tipini ortaya koyarken, daha sonraları kır gerillasına dönüşmek suretiy­le Türkiyenin "Sovyetleştirilmesi" planını gündeme getiriyordu.

Yeni sağa gelince, 1950'ler sönrası, siyasi rejim ve iktisadi yapımn radikal de­ğişimi, sağ kanat üzerinde de etkili oluyordu. Jon-Türkler ve İttihatçılardanberi de­vam ettirilen milliyetçilik ideolojisi, xx.yüzyılın başlarında Batıda sosyalist doktrin­lere bir tepki unsuru olarak gelişen solidarist akımlardan da esinlenmek suretiyle, Çökalp sosyolojisinde din-milliyet sentezine dönüşüyordu. Bu anlamda olmak üzeı e,

Page 14: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

'milliyetçilik; hem İslamcılığı hem de Eski Türk kültür değerlerinin kaynaştığı bir çe­şit tesanütçülük (solidarizm) akımını yansıtıyordu. Konvansiyonel sağ, bu milliyet­çilik anlayışını -dini yönü cılız kalmak kaydiyle- 1950'lere kadar getirmiş; ancak bu tarihten sonra, dinamik yapı değişmelerine bağlı olarak, sağın da yeni türevleri ortaya çıkmaya başlamıştır. Bunlar: a) Anadoluculuk, b)lrkçılık-turancıhk(Türk- çülük) ve nihayet c) İslamcılık olmak üzere başlıca üç gruba ayrılıyordu.

Ancak, Yeni solun etnik-mezhepçi ve bölücü bir sosyalist staretjiyi gündeme getirmesi karşısında, İslamcı sağda da giderek "milleyet" dozunun eridiğine tanık olmaktayız. Bu durum, islâmcı sağ ile milliyetçi sağ gruplar arasındaki geriliminin giderek yükselmesine zemin hazırlamış; böylece parçalanmanın şiddeti arttıkça İslâmcı sağ "milliyet" ideolojisinin donuklaşmasını, fakat "şeriatçılığın" hızla bü­yümesini; milliyetçi sağ ise, tersine, islami norm ve değerleri büyük ölçüde "milliyeı duygusuyla amalgamasyon yapmak suretiyle, sağ tayf içinde -1900'ler dönemini hatırlatan- yeni konvansiyonel sağın doğmasını sağlamıştır. Türk düşünce tayfı içinde, yeni konvansiyonal sağ, tıpkı yeni sol gibi, anarcho-kapitalizme karşı idi. Ancak, sosyalizm yerine, İslam-Türk sentezine dayalı milli bir modeli benimsediği için-ithal malı bir doktrine de taraftar değildi. Bu yüzden, 1965'lerde başlayan sos­yalist yayılma süreci karşısında "milliyetçi-toplumcu" bir tezle yerini almaya çalı­şıyordu. Başlangıçta İslamcı sağı, ya "nötr" veya "kısmi bağlılık" tarzında yanında bulan konvansiyonel sağ, izler derinleştikçe, kendisini yalnızlık içinde hissetmeye başlamıştır.

Yeni solun, "kestirmeden" sosyalizmi uygulama alanına aktarama projesinin bir parçasını teşkil eden "şehir ve kır gerillası", gündeme geldiği anda, yeni sağda da radikalleşme eğilimi bir tepki unsuru olarak ortaya çıkmıştır.

Bu araştırma, şiddet normunun böyle bir ortam içinde "döllendiği" tezini ilke olarak kabul etmiştir. Bu sebeple, sosyal yapı, kültür sistemi, değer ve inanç­larımız kadar, Türk insanını yoğuran tarihi gelişim çizgisinin de bu şiddet normunda payı vardır.

"Şiddet" normunun sosyal yapı ve sosyal sistemden kaynaklandığı ilkesinden hareket ederken -ilkin, sınıf şuuru ve sosyal radikalizm, sonra aydınlar ve sosyo-po- litik rolleri ve bunların da en önemlisi sosyal şiddeti etkileyen yapı faktörleri ve ni­hayet üniversite-öğrenci eylerr biçimleri ele alınmıştır.

Bu bölümleri ayrı ayrı incelerken üç esas ilkeden hareket edilmiştir. Bunlar­dan ilki, gerek sol ve gerekse sağ kanatın hangi felsefi düşüncelerden kaynaklandık­ları, bu öğretilerin günümüz gelişim çizgisi içindeki yeri ve mahiyetidir. İkincisi,şid­det normunu oluşturan odak noktaları nelerdir? Bunlar da ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır. Üçüncüsü ise, terör ve anarşik olayların önlenmesi için izlenecek çözüm yolları ve iyileştirme yöntemleridir. Bu sebeple, her bölümü teşkil eden doku içinde şiddet normuna temas ederken; "ne oldu? Niçin oldu? Ve ne yapılabilinir?" tarzın­daki sorular ayrıntılı bir biçimde işlenmiştir.

Bu esaslardan kaynaklanarak, ilk bölümde sınıf şuuru ve buna dayalı sosyal radikalizm süreci incelenmiştir. Yakın tarihimizde Türkiye üzerine oynanan oyunun ilk sahnesini şüphesiz Marksist-leninist staretejiye dayalı komünist bir kalkınma mo­deli teşkil eder. Gençlerimizin önemli bir kesimi, sistematik bir biçimde-kapitalist doktrinin çürüdüğü tezindenhareket edilerek-sosyalizme şartlandırılmaya tabii tutul­muşlardır. 1960'lar sonrası, çoğu ilmi değeri bulunmayan, daha ziyade propaganda niteliğinde Maricsist el kitapları, Batı dillerinden aktarılarak piyasaya sürülmüş ve bu yoğun yayın kampanyasında okuyucu kitlesi metodik bir şekilde beyin yıkama ameliyesine maruz bırakılmıştır. Bazı üniversite kürsülerinde -konusu olsun olmasın- Marksizm üzerine seminerler yürütülmüş, eğitim-öğretim şartlandırılması seferber­liğine girişilmiş ve hiçbir eleştiri zihniyetine yer verilmeksizin "teori yüzünden körleş-miş" dogmatik kafalar imal edilmiştir. Böylece, "bilginin üretildiği, düşüncele­rin kaynaklandığı, dağıtılımının yapıldığı ve eleştirildiği" yer olarak bilinen, üni-

Page 15: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

»rıMicleı, "Irk li|> ütelim y.ıp.ın" Marksist bir imalat kampanyasına başlamıştır. I h o iim <l.ıvı.mı*l.ıım "yumurtlamasında" üniversite kürsülerine kadar getirilen bu V.ııll.ıııılırm.ı (ipcr.ısyonu ile, l ‘)0()'lar sonrası iç ve dış kaynaklar yoluyla finanse edil­miş bulun,ııı ynj>ıın Marksist-Leninist yayın kampanyasının yürüttüğü "kuluçka" döneminin büyük etkisi olmuştur.

Bu sebeple, ele alacağımız müteakip bölümde, gençleri "büyük kavganın" içine iten ve de Marksist teorinin ana eksenini teşkil eden "Sınıf mücadelesi ve sınıf şuuru" öğretisi ele alınırken, daha ziyade bu öğretinin hangi tarihi ve sosyoeko­nomik şartlar altında doğduğu, dünü-bugünü üzerinde, tarafsız gözlemcilerin gö­rüşlerinde de yer vermek suretiyle, ilmi ve metodik bir analizi yapılmıştır. Böy- lece, Marksizmin, Doğu Bloku ve Batıdaki ozalitleri ile, endüstri-sonrası tekno- •strüktürün biçimlendirdiği toplum yapılarındaki yansımalarını -izlememiz imkânı prtaya çıkmış olacaktır.

Page 16: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

B ÖLÜM : I

SINIF ŞUURU VE SOSYAL RADİKALİZM

Page 17: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır
Page 18: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

SINIF Ş U U Rl VE SOSYAL RADİKALİZM

Ülkemizde, 12 Eylül öncesi verilen savaş, aslında bir ideoloji savaşıdır. Bu ideolo­ji komünizmle milliyetçiliğin çarpışması biçiminde ifade edilebilinir. Komünist ideo­lojinin felsefesi, yayılma alanı, kazanmış olduğu tarihi deneyim karşısında milliyetçi ideoloji saf, sınırlı ve daha ziyade halk katlarında yaşayan (orta sınıf) ideolojisi idi. Sosyal yapıda, iki başlı kartal gibi Türk toplumunu farklı istikametlerde şartlandıran bu akım taraftarları, kabül etmek gerekir ki temsil ettikleri ideolojilerinin çağımız gelişim çizgileri içindeki yerini, kimliğini yakından biliyor ve takip ediyor denilemez­di. İlk kuşak sovyet marksizmi yanında, ikinci kuşak Doğu Avrupa deneyimi, üçüncü kuak Çin ve dördüncü kuşak Küba ve Latin Amerika Marksist-Leninist akımları ve nihayet beşinci kuşak Kara Afrika ve bazı Güney Doğu Asya'da beliren komünist eylem biçimlerinin Yeni Sol Marksist akım taraftarları arasında sosyal ve kültürel yapılarıyla anlaşıldığı kanaatında değilim. Bunun gibi, günümüz Kuzey ve Güney ya­rım kürelerindeki milliyetçi ideolojiler ve bunların yansımalarının Yeni Sağ arasında derin çizgileriyle anlaşıldığını da kabul etmek mümkün değildir.

Oysa, bugün Batı Avrupa ve Anglo-Sakson ülkeleriyle Birleşik Devletlerde Marksist ideoloji kadar, milliyetçi akımların da yeni bir felsefe ve sosyolojik idiom kazandığı bilinen gerçektir. Bu sebeple, 12 Eylül öncesi, gençlik grupları arasında kıyasıya kavgaya dönüşen ideolojik çatışmaların temellerine inmek suretiyle gerçeği yakalamamız şarttır. Aksi takdirde, 1960'lardan sonra ülkedeki çelişkiler üzerine ku­rulan Marksist edemiyatın yıkıcılığından ve yaylım ateşinden gençlerimizi kurtarmak, meselelere çözüm yolu bulmak mümkün değildir.

Bugün, birinçi kuşaktan beşinci kuşağa kadar tüm Marksist ülkelerde, yakla­şık altmış yedi yıldanberi fert özgürlüğüne, halk iradesine ters düşen bir despotik yö­netim mevcuttur. Bu ülkelerde kişi hürriyeti yoktur, ferdi haklar yoktur, demokrasi yoktur, parlamentarist sistem yoktur. Sadece ve sadece Politbüro yönetimine dayanan bir oligarşi (sivil-militarist karışımı) hâkimdir. Artık bu bilinen bir gerçektir. İkinci önemli nokta, Rusya ve Doğu Avrupanın "Devrim öncesi" hayatları, iktisadi ve sosyo-kültürel yapıları komünizmle hızlandırılmış değildir. Tersine komünizm bu ülkelerde bir ayak-bağı olmuştur. Bir Doğu-Almanya, bir Çekoslovakya, bir Polonya' nın durumu bunun açık bir delilidir. Üçüncüsü, komünizmin öteki kuşaklarda "eski durumunu aşan" yeni bir hayat tarzı, ileri bir dünya görüşü getirdiği tezi de savunu­lamaz. Ve nihayet Kuzey ülkelerinin en gelişmişi olarak kabul edilen Amerika, Batı Avrupa, İngiltere gibi ülkelerde komünizm başarı sağlayamamıştır. Bu ülkelerde, özel­likle Batı Avrupa'da Marksizm Euro-komünizm denilen türde bir Avrupa tipi komü­nizme dönüşmüştür. Marksist teorinin sınıf mücadelesi, mülkiyet ilişkileri, işçi sınıfı modeli, eşitleştirme operasyonları Batı Avrupa ile Anglo-Amerikan ülkelerinde bFrbî- rinden farklı biçimlerde sosyo-ekonomik yansımalara sebep olmuştur.

İşte bu bölümde Marksizmin temel teorilerine temas etmek suretiyle değişen, Vabancılaşan, ve ütopik kalan verziyonlarmı ortaya koymak istedim. Böylece, gençle­re özellikle Yeni Solu büyüleyı-ıı Marksist teorinin bir "tabu" olamayacağını, 19. yü/-

' n bu ideoloji kalıbının güııumüz ihtiyaçlarını karşılamada güçlükler yaratabileceği ■■ •ermeye çalıştım.

Page 19: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

1. Marksıst-Sııııf Teorisi:Marksist sosyoloji üzerinde son yıllarda yapılan araştırmaların alâka sahası

giderek sınıf şuurg kavramı etrafında yoğunlaşmaktadır. Gerek kapitalist gerekse sosyalist toplumlarda sınıf gerçeğinin güç kazanması, bir bakıma sanayileşmeye tek­nolojik ilerlemelerin bir ürünüdür. Sanayileşme ve teknoloji, kapitalist ve sosyalist sistemlerde çoğu defa benzer yapı gelişmelerine sebep olmaktadır. "Proletaryanın durumu" üzerine Marks'ın Manifesto'da ileri sürdüğü görüşlerin kaynağında da sırf sanayi sisteminin dayandığı iç kanun hakim olmuştur.

Marks'ın diyagramında proletarya, sosyalizmi geliştirecek nihai bir güç kay­nağı oluyordu. Marks'ın bu klasik teorisi Çayanov tarafından "Köylü işletmele­ri "nin katılmasıyla ideal ve dogmatik bir şema olamayacağı böylece vurgulanmış oluyordu. Bu görüşler bir anlamda, proletaryanın köylü sınıfı ile el değiştirebilir veya alternatifi olabilir tezini akla getirebilir. Dahası var, Marcuse devrimci güç ola­rak, proletarya yerine ileri sanayi ülkelerinde öğrencilerin sosyal hareketlerin ek­senini teşkil edebileceği tezini ileri sürüyordu. Hatta, Marks dahi proletaryayı sistemi­nin leitmotifi olarak kabul ederken bile, onu her zaman için iktidarı zorla teslim alan bir sınıf şeklinde tasvir etmemiştir. Nitekim, 3 Temmuz 1871 günlü 'The World gazetesinde, "işçi sınıfının banşçı yollardan iktidara gelmesinin mümkün olabileceğini" belirtmiştir. Aynı şekilde Engels'de "Erfurt programının eleştiri­si "(1891 )inde: "Halkın genel seçimlerde bütün gücü elinde bulundurabileceğini ve anayasının milletin oylarının çoğunluğuna sahip olana her şeyi yapma imkânını' verdiği ülkelerde eski toplumlardan yeni topluma geçişin barışçı yollardan gerçek­leşebileceğini kabu| ediyoruz" diye yazabilmiştir. Yine Marks, Enternasyonel'in La Haye'deki kongresinin kapanış toplantısında sosyalist bir düzeni gerçekleştirmek için: "Hiçbir zaman yolların bütün şartlarda aynı olduklarını söylemediklerini" belirtmiş ve şunları ilave etmiştir: "Başka ülkelerin birbirinden başka olan şart­larına yer vermek gerektiğini biliyoruz. Amerika, İngiltere ve eğer şartlarını iyi biliyorsam Hollanda gibi ülkelerde işçilerin barışçı yollardan gayelerini elde edeceklerini hiçbir zaman inkâr etmedik".

Ayrıca, bugün Yeni Marksistlerden Baran ve Sv/eezy'ye göre, "sınıf çatış­ması" artık, kapitalizmin temel çelişkisi diye gösterilmediği gibi, "Bolluk" aşa­masındaki Amerika Birleşik Devletlerde de sınırlı bir milli gelir bölüşümünden do­ğan çatışmayı konu etmenin de bir anlamı kalmamıştır. Kısacası, modern Mark­sizm, kapitalizmin evrimine uymuştur"(1).

Aynı şekilde, bugün Batı tpplumlarında olduğu kadar sosyalist blokta da pro­letarya teorik kimliğini ortaya koyamamakta, yerini büyük ölçüde tekno-strüktürün geliştirdiği beyaz yakalı veto grupları veya iktidar elitlerine kaptırmaktadır. Öyle- ki, Amerika Birleşik Devletlerinde beyaz yakalı işgücü 1958'den 1969'a kadar 15 mil­yonluk bir artış gösterdiği halde 1958-1963 yılları arasında "mavi yakalı" işgücü sayısı sabit kalmıştır. 1958'debeyaz yakalılar işgücünü %42.6'dan 1969'da %47.3'e kadar yükseltirken; mavi yakalılar % 37'den %36.2'ye düşmüştür. Yalnız,mavi yaka­lıların oranı çelik, petrol ve tütün üretiminde sabit kalmıştır. Otomobil ve gıda sa­nayiinde ise mütevazi bir artış kaydetmiştir.(2).

Görülüyor ki, teknostrüktür, üretirp araçlarının sahipleriyle, kollektif karar­ları yürüten teknisyenlerin, ilim adamlarının, teşkilatçıların arasındadır. Bu sebeple, teknostrüktürler ne iktidarı, üretim araçlarının sahiplerinden alıp kollektif kararlara katılan teknisyenlere, ilim adamlarına ve teşkilatçılara verir,ne de üretim araçlarının sahiplerinde bulunmasına meydan verir. Tersine, her iki tarafı birleştirmek suretiyle kapitalistlere bilgili bir yönetim için gerekli bilgilerin tümüne sahip olma imkânı sağ­lar. Bu durum açıkça göstermektedir ki, Marks'ın tasvir ettiği klasik kapitalizm günü­müzde biçim değiştirmeye (metanorfizme) uğramaktadır.

Marksistlerin sınıf mücadeleleri teorisinin geçersizliği hususu pek yakınlarda Batının sanayi toplumlarında yapılan yeııi araştırmalarla desteklenmiştir. Bu ince­

lt.

Page 20: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

■ leliıede.bu yefıî görüşlereterftasetmek suretiyle konunun Türk proletaryası karşısında­ki ■•.o'syoHîkohOınıK.•.sjpnusintfcaçıklimâk. istiyorum. Böylece . kapitalist toplumlarda sınıf şuuru kavramının saldığı son şekil ile sınıf teorilerinin yapısını yakından görmek i mümkün olacaktır. • /.•.! I* . •. 'H : .. ■ ■ ,->ı;: ' ■■■■ . ■ .

■■ Sosyal sınıfların teşkili hususunda ilk önemli'adım .Max Weber tarafından atıl­mıştır. VVeber'e göre, çağdaş kapitalizm i 1) Çalışansınıf, 2)Küçük burjuva, 3) Mül- kiyetsiz el işçisi olmayanlar, 4) Ve büyük arazi sahipleri. Bu sınıflandırmada,mülki- yesiz el işçileri olmayanlar, el işçilerinden, farklı bir yer tutmaktadırlar. Bunların birlçşijiği tek nokta, her iki sınıfın da müjk.iyetsiz oluşudur. , , ,

r Günürr)üzde,j,modern sınıf teşkili teşorisjyjç uğraşan bir ,diğer sosyolog da Giddens'tir. Giddens, orta ve yukarı s ın ıforta ye çalışan şınıf arasında olduğu kadar orta sınıf içindede öneşmlffbölünmeler bulunduğu, bunun sebeninin de ileri kapitalist sistpmlcr olduğu görüşündedir, Cjiddenş, bu. tür.iJprlemiş, bir kapitalist yapıda üç un-, sura temaş^etmekfedir,:.IJııTeşebbüste iş bölümü, teşebbüste o>.torite(de.npti.rh) ilişkile-. ri ye dağıtım,grupları gibi (3). -y ...r; . :.y- q[ .,rı ■ . .

'Gerçekte, Gidderis'e göre, buradâPtenkide değer husus, ferdin sahip olduğu üreticf güdün biçimidir . Btı damesleki gelişme ve zürrryete sahipi ölmamadururriu idi. Bunun; iç in de örnek olarak, herhangi bir serrrlayeye sahip-olmaksızın toplam sermaye göreViHI icra eden fertler , kendiliğinden sahip oldukları İşi evlatlarına intikal etti­rirler. Böylede gelirlerini' (ırâdlâhnı), sosyal rbevkilerini; Çöiîuklarınm eğitimi ve üstünlükleri için ;küllarimiş olıirlar. Böylece, nesiller^arası kâfıali kapitalist bir sırtrfı belirlemede ortadabir mesele kalmak: Çünkü, geı'çek iktisadi mülkiyeti devam ettir­meyi kabul eden'bir ortamda bütün yöneticiler esas mülk sahibi durumundadırlar Nitekim; 1962’de Birleşik Devletlerde 94 büyük firmanın tepedeki' yürütücüleri sadeiîe Cİ50 bin dolarlık bir stoka sahiptiler. Gelirlerinin % 40'ı bu stoktan sağlanıyor^"' du. Bu suretlestok tercih tekliflerinin üygulânfiıası en yüksek seviyedeki yönetici- lerih çok geniş Çapta mülkiyete sahip olmâlârinı sağlıyordu; Bu durum,aynı zaman­da'Biti ülkelerinde nesiller-arası kapitalist sınıfın sürekliliğini sağlarrfakta idi.' . < > ■ !

' Kapitalist' sınıf ile el işçileri sınıfi arasında hömöjen(mütecanis) oldukları güçlükle1 kabul edilen bir grîıp daha vardır'ki, bunlar da sekreterler, memurlar,dok* ■ torlar ve orta sınıf yöneticileridir, kapitalist sistemin ilerlemiş yapısı, orta ve yukarı­sını^ orta Ve çalışan-sınıf arasinda olduğu kadar, orta sınıf içinde de önemli bölün­meleri meydana getirir.-; !İ' ' >! ; h- . . rı.\-'.■ ' '

Şimdi bu ktsa bilgilerin ışığı altında, Giddens'in ilerlemiş kapitalist yapıda öne sürdüğü üçlü farklılaşmayı ele-alabilirizi Bir teşebbüste iş bölümü,.sanayi tek­niği bakımından, iş yerinde el işçileri ile el işçileri olmayanlar arasındaki sosyal etkileşimi sınırlandırmaya çalışır. Bu durum, neticede sınıf teşkili çizgisini giderek kalınlaştırır: Görülüyor ki, Gjd.dens,Jtezi, işletmede, ayrıntılı bir biçimde el işçileriyle elıişçileri olmayan kategori arasındaki ayırımı;ortaya çıkarmaktadır, . .. .

m ; Şöylekj,, teşebbüsteki otoritç; v.eya kontrol ilişkileri üçlü sınıf farklılaşmasını, takviye eder. Bun.3 : göre, el işçileri olmayanlar daha ziyade emirlerin iletişimiyle ilgilidirler. Oysa, el işçileri bu emirlerin: konuşunu teşkil eder, Buna ilaye .olarak, mülk sahibi, bazı güçlere emir vermek veya geniş politika yürütmek suretiyle bu i i başarmaya çalışır. Bu noktanın örtemi daha aşağı seviyedeki elişçilçr.i olmayanların, artan bir şçkiJde or;ta.şımfın altındaki ayrı, bir, sınıfa.şekil vermçleriyl^ ve avuk.it, "doktor, teknisyen, mühendis gibi kumanda zinçirinin; dışındakileri kullanmasıyla ortaya çıkar. Bu husus, Giddens'e göre köy ve şehir Jfüçük burjuvası yanında bize üç sınıftan ziyade dört sınıf verir. Burada esas soru şudur? Nasıl ve ne derecede sınıf; durumu sosyal etkileşim, kalıplarını .şekillendir,edilir? Yazar, burada Hamilton'un si­yasi davranış tahlilinin sınıf teşkili kavramıyla uyurçı .sağladığı;kanaatındadır,(4)..Şöy- leki,: bir kimsenin ..asli. grubunun politikası v^siyasi davranışı ile. an arabasına, (ait, siyasi davranışlar,taraşında, güçJii b,ir ilişki, vardır. Bir kirosenin sosyal çevresi üzerin­de o kimsepjn mevkiinin etkisi;kadar, ana-baba ve ailesinin çocuklarının şosyal ^uru­

Page 21: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

mu üzerinde de etkisi vardır. El işçileri, iş yerinde öteki el işçilerini etkiler ve böylece çalışan sınıfla komşuluk ilişkilerini sürdürür. Sosyal bakımdan hareketlilik kazanan fertler, elbette bu kalıptan saparlar. Bu suretle ebeveyinlerinden miras aldıkları politikaları kendi sınıf yazgısına naklederler. Bu siyasi davranış kavramı, sınıf teşkili ve sınıf modeli ile uyum sağlar. Ne zaman iktisadi tesirler sosyal tabakaların yaklaşı­mına tesir ederse, sınıf şuuru davranışı (örnek olarak sol oy ve sendika üyeliği gibi) büyiik olur.

Sırası gelmişken, Marksist sosyolojide önemli bir yer tutan el işçileri ve el is­çileri olmayan (zihin işçileri)lar hakkında son yıllarda ileri sürülen görüşlere de k ı­saca değinmek istiyorum. Günümüzde teknik, bir yanda birçok alanlarda uzmanlığı olmayan herhangi bir kimsenin yapacağı birçok işleri meydana getirirken, öte yanda gene teknik ilerleme, özel bir uzmanlığa ihtiyaç gösteren işledin ve bu gibi işleri görebilecek yetenekte yeni bir uzman işçi sınıfının doğmasına yol açmıştır. Me­sela, modern bir özel makinanın yönetimi yahut bütün bir makina kümesini gözet­mek gerektiğinde bu tip işçilere büyük ölçüde ihtiyaç vardır. Başka bir ifadeyle, bugün bütün işçiler kalifiye işçiler ve kalifiye olmayan işçiler diye ikikısma ayrılır­lar. Bu bakımdan işçiler arasında bir farklılaşma olmuştur, hem bu ayrılık durmadan devam etmektedir(5). Buna ek olarak, iktisadi büyüme, tekno-strüktür ve eğitim stan- dartındaki genel yükselme bir yanda bedenen çalışmayanların sayılarını daha da çoğaltırken, öte yanda işçiler arasındaki uzmanlaşma oranını yükseltmektedir. Nitekim, sanayileşmenin ilk safhalarında sanayiye ait insan gücü için gerekli olan eğitim bir piramit şeklinde düşünülebilinirdi. Birkaç avukat, mühendis, memur ve bunun gibileri bir ofis için arzulanıyor ve piramitin tavanını oluşturuyorlardı. Pa- ramitin tabanı ise okur-yazarlığın bile lüks olduğu insan gücünü yansıtmaktaydı. Oysa sanayi sisteminin insan gücü ihtiyaçları tam aksine uzun bir kap şeklinde oluş­tu. Eski piramit modeli değişti. Modern sanayi sisteminin ortaya çıkardığı bu uzun kap modeli tabandan tepeye tekno-strüktür yöneticiliğine, koordinasyon ve plan­lama yeteneğine, ilim adamlarına, mühendislere, satış yöneticilerine, satış elemanla­rına ve kompütürleri programlayan ve yönetenlere olan ihtiyacı yansıtarak genişler (6). Böylece sanayi toplumunda ilk defa çalışan sınıf kendi içinde; 1) el işçileri,2) El işçileri olmayan yani zihin işçileri olmak üzere iki sınıflı bir yapıyı ortaya ko­yuyordu. Bu bakımdan, herhangi bir sanayi toplumunda yaratıcı kişileri bir yana iterek kol işçisini azizleştirmek, onu tapılacak bir çeşit efsane kahramanı haline getirmek Marksizmin günümüzdeki bir modasıdır. Şüphesiz, bir kol işçisi olarak proletarya saygıya değer, ancak tarihin gelişimini belirleyen "yaratıcı azınlık” , kitleleri hareket ettirici bir güç olarak bizzat proletaryanın varlığının da sebebidir.'

2. Endüstri T oplum u vc S ın ıf Yapısı:Batıda, ilk defa Lendercr ve Marschkaya tarafından incelenen bu zihin işçileri

sınıfı "Yeni Orta Sınıf" olarak adlandırılıyordu.(7) R.Dahrendorf'a göre, teknik olarak orta sınıf; yüksek kademedeki yöneticiler kadar, postahanede çalışanların, hastahanedeki doktorlar kadar mağaza deneticilerinin, bir başbakan kadar bir dak­tilo memurunun içine girdiği ve maaşlı çalışanların meydana getirdiği "mesleki bir salatadır".

Hernekadar, Marksistler, "Batılı toplum bilimcilerinin çoğunun işçi sınıfın­dan sadece kol işçilerini anlamalarını, zihin işçilerini gözönüne almadıklarını"(8) eleştirmektelerse de bu husus Marks'ın görüşlerine ters düşmektedir. Çünkü, "K a ­pital "in 3.cildinin son bölümünde "işçi"nin hususiyetleri şu şekilde ortaya kon­maktadır:

"Sadece iş gücüne sahip olanların gelirleri aldıkları ücret, sermaye sahip­lerinin geliri kar ve emlak sahiplerinin geliri de mülkün kirasıdır. Şu halde ücretli işçiler, sermayedarlar ve irad sahipleri, kapitalist üretim tarzına dayalı modern toplumun üç büyük sınıfını teşkil etmektedirler"(9). Bu sebeple, Marksistlerin, mesela Sovyet sosyologu Osipov'un bütün toplumu "Kol ve kafa işçilerinden" 18

Page 22: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

ibaret görmesi gerçeklere ters düşmektedir. Çünkü Marks geliştirdiği sosyal tabakalaşma teorisiyle, el emeği ile entellektüel emek arasındaki farklılaşmayı "ilk büyük ayırım" olarak kabul etmiştir( 10).

Bugün, teknostrüktür: Teknisyenleri, yöneticileri, organizatörleri, vb. içine alır. Bunların gördükleri iş, artık kol işçilerinin kinin aynısı değildir. Bunun gibi, sanayi işçileri ile "teknostrüktür" arasında hayat tarzı, gelir ve zihniyet bakımından mevcut olan çok tüyük farklar bu ikisini aynı sınıfa ithal etmemize imkan verme­mektedir .(11). Keza, Marks ve Engels İngiltere şartları altında, proleteri sanayi iş­çisiyle aynı değerde tutmuş, küçük burjuvazi ve köylü, proletaryaya dahil edilme­miştir. İhtilalde köylü-sanayi işçisi işbirliği, bilindiği üzere Lenin'in önerisidir.

Kısacası, beyaz yakalılar, yeni orta sınıf veya entellektüeller geniş anlamda eğitilmiş bir sınıf olarak, entelijansiyaya denktir(12). Günümüz Marksist ilim adam­ları, özellikle Nicos Poulantzas da el işçileri ile zihin işçileri arasındaki ayırımın kapitalist sistemin bir gerçeği olduğunu vurgulamaktadırlar. Poulantzas'a göre, mühendisler ve teknisyenler, üretken kollektif işçinin bir kısmını teşkil etmesine rağmen çalışan sınıfa ait olamazlar(13). Poulantzas'ın yeni küçük burjuva (petty- bourgeois) diye ifade ettiği ücretle geçinen memurlar da aynı şekilde çalışan sınıfa dahil olamazlar. Bunun gibi, çalışan sınıfa zıt olarak zihin işçileri veya entellektüel­ler de vardır. Entellektüel kavramı, sınıf ideolojisiyle ilgili olarak, münferit sosyal görevleri tamamlayan özel faaliyet grupları anlamına gelir. Gramsci'nin ifadesiyle bu entellektüellerin ideolojik eylemci (ideological functionairese) kimliklerine rağ­men sosyal sınıflar üzerinde bir sosyal gruba biçim veremezler. Sosyal sınıfların "or­ganik entellektüelleri olarak, çeşitli sınıf ideolojisiyle karmaşık ilişkiler sistemine sahiptirler. Bu bakımdan ayakkabıcı, zanatkâr, küçük köylü, denetleyiciler, modern endüstri ve ticari hayatın maaşlı personelleri olarak ifade edilen küçük burjuvazi, Poulantzas'a göre, zihin işçileri kategorisini işgal ederler(14). Hatta, bugün Fransa'da küçük burjuvazinin bürokratlaşması sürecinden bile söz edilmektedir. .

Görülüyor ki, el işçileri ile el işçileri olmayanları, sanayileşmiş teknolojik toplumlarda "emekçi" sınıf altında toplamanın bugün için artık bir anlamı yoktur. Toynbee'nin tarihin akışını değiştiren bu "yaratıcı azınlık" veya yeni oligarşi(ikti-• ıl.ır elitleri) bugün hem kapitalist toplumların hem de sosyalist toplumların bir alın ya/ısıdır. Modern sanayi toplumunda mavi yakalılar kesiminde beliren bu sayıca a/alma, Sovyet toplumu için de geçerlidir. Sovyet sosyologları, bugün Sovyetler Birliğinde iki esas sınıfın, bir de sosyal tabakanın bulunduğunu iddia etmektedirler. Sovyet sosyologlarının bu konudaki tezleri, 1962 yılında "Milletlerarası Sosyoloji Kongresi"nde şu şekilde açıklanmıştır: Bir yanda devlete ve köylüye ait üretim araç­ları üzerinde çalışmakta bulunan işçiler, bir yanda da toprağa sahip olmayan fakat kooperatifler halinde teşkilatlanmış bir ortak mülk üzerinde, yani kolhozda çalışan köylüler vardır. Bu iki sınıf, mülkiyet konusundaki durumları dolayısıyla birbirinden ayrılırlar. Sonra, üçüncü bir grup daha geliyor ki, Amsterdam'daki kongrede Sovyet sosyologları bu guruba "Tabaka " demişlerdir. Aslında "entelijansiya" adı verilen bu tabaka iktisadi işletmeleri yönetenlerden, teknisyenlerden, mühendislerden, uzmanlardan, yani sınai faaliyetlerin kadrolarını teşkil edenlerden meydana gelmiş­tir. Bu tabaka, yani entelijansiya sayı itibariyle artmaktadır(15). O halde Savyet sosyologlarına göre, bugün (1962) Sovyet toplumunda: 1) İşçiler, 2) Köylüler," 3)Entelijansiya olmak üzene iki sınıf ve bir de tabaka vardır.

Sovyet sosyologlarının kendi toplum yapılarıyla ilgili ileri sürdükleri bu sı­nıflamaya göre, işçi sınıf tüm nüfusun % 44.2'sini (bunun %7.4 ü tarım işçileridir), kollektif çiftliklerdeki köylüler % 41.3'ünü ve entelijansiye ise % 14.2'sini teşkil edi­yor. Şu halde, işçi sınıfı tüm nüfusun 1962 yılında faal nüfusun % 73.6'sım işçiler ve müstahdem tabakası, % 26.3'ünü de kolhozcular ve kooperatif işçileri teşkil edi­yordu. Entellektüel meslek sahipleri (20.495.000) kişi yani tüm faal nüfusun % 20.7'- si idi. Bu miktarın 1956 yılında tüm faal nüfusun % 7'si civarında olduğu ve bunun-

Page 23: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

ila 15.5 milyona. uıaştıgı resmi kayıtlarda be|irtiLrniştir. ( 9 ) . 19Ş8 .r^^amlanikt göre,, yeni; .smıf;.%: 2-3,.b'eya^yakah. işçiler.% 15-1.6,-farika işçilerj,^33r36,.koUıo? işçileri ise % 39-40 idi(17). '

,, .. Görülüyorki,,Sovyet rejiminde de "sınıfsız: toplurp,T ç|ü§üı>cesi bir efsaneden ibaret; kalmakladır - Zira,, sanayi. sistemi,teknoştrüktür, Marksın.tahmin edemeyeceği kad^ .tPplMmların yapısında büyük, değişmelere yol ,#£mış.,. h. tta entelijansiy^nın miktarını, hef- geçen, gün arttırmıştırk, da proletarya (e| işçileri ); ile çnlslijanşiya (pl işçileri pl/TiaysK») afjaşındakl'derin.firklıUşmay.ı ^Ma(rt$sjşî;ölç,ü kullanıldığı t^kdir;r dqr işçilerden farklı . .olmayan ,bir grup) gösterdiği,gibij ;ç!^teJija^yanm .yerilin,de orta sınıf karak.terind^ıplduğunu ortaya koyV ,:cjC; ..%i , Gerek kapitalist :gerekse soş.yalist u|k,çlerde;,şanayileşme, ve :tekpp/!strüktür neticesi ;bjr s y^nda/sasyal s;inıfiann ,belirgin bir bİçimde -ortaya. çıkmJŞ.ıOİması^ .öte, yan^a sosyal" .hareketlilik kalıplarının öze İlikle.,Batı top ju rr? I armd^ aynı Kimlikte gö* rürımüş, olmaşıdırışNit&kim, 1959,yılında. Lipşet,ve Zetter^erg: tarafından geliştirilen sosyal hareketlilik , nisbetleri. ijzerinde .yprütülçn>fmukavçşelj, ^karşıt-milli):-yeni- bir a«a$tifina4ajıbu tez,, büyiik ölçüde.,desteklenmiştir^,18).;,Battnın sanayi toplumların, da, sosyal hareketlilik kalıplarının "çok daha-ayni" oldukları tfcii ıüzerinde,değişik açıdan bir -takım araştırmalar yapılmış , fakat bunun kesin olmadığı tezi-üzerede durulmuştur-, Nitekim, Î970’|i -yıllarda; İsveç, .İngiltere Vs Fransa üzerinde yürütür leıı bir araştırma, bu alanda, ilgi; çekici bir takım sonuçları sergilemçktedir( 19). Bu genel . sanuç.a göre i-dünyai i iktisadının; gelişlrıe ,mer-hal.£leri,r>$0syalyapı ve .sürecin saflialarında ^y&nsıyan ikonverjan eğilimleri seziatememize: nağmeni .iktisat- tarîhçile- pj, isen iki yüz yıl içinde-,Batı Avrupa sanayileşme, '.'modelleri., veya1 "tarzlarının gı*.nişr,;çapta: bfeıfarklılık: arz.ettiğini of,taya, koymuşlardır. ;,Aıym yazarlar, yeni bir r,kCt.ip.nJ,elerinde, bu. konyerianş fcbenfeşim) .teor.iyj bütün boy.utlarıyla.değerlendirmi^ ler^tr^O)., Adı geçen; araştırmacılar,, daha ön.çş yayınladıkları iki içıçplemfde, İngil­tere, Fransa ve İsveç'in yetişkin erkek n.üfusynda.nesillef;ara$ı: sınıf h^ekgtliliğinin ııisbetle/ini karşılaştırmışlar ,-Ye Batı sapayi toplumlarmda hereketjjlik biçimlerinin esastş. bir benzerlik yarattığını ortaya.sermişlerdir.,,Böylece,, Ba,tı Avrupa'nıi}.:.üç önemli kapitalist ve sanayi toplumunda, sosyal iktidar ve,sütünlükaİanlarında sınıf esasına: dayalı eşitsizliklerin, etkin bir biçimde azaltılmış olduğunu gözlemişlerdir, Uu suretle .sınıflar arası.,hayat şansları da|ıa f^zla. £şit(iği ortaya ,ko,ymuş ve..dalıa ' a ç ı k '; t o p 1 u rr\ i? i ç i m i n e, y .o il e I i noı j ş t i r,. r-iiM.or-'-İiÇ tQPlum için, 3wştır:maç!laF, :"dûfkuzvkatir,,:vyedi. katlı'-Vbeş katlr'.,,

:,"uç, katlı” sınıf-.şemaları, oluşturmalardır. ÖylekM Ikin İngiltere,. Fransa •şy ' .İÇİn. "dokuz, k?tlı” ,-şonra da,.".y^di katlı","beş .ka.tl^jvp "üç, katlı" s ın ıf ,.; olıişrürmalarına gidjlmiştır. Bunları sırasıyla, önemlerdebinâen bulada ele almak.’.

v >t.î\ urum. ' ’ ' ; ' \\ ' \ : : ' ’.; B.»yli-çe; kapitalist toplum, Sovyet mbdellnde görüldüğü üzeri; "E l fçşis.i olnij-

V in çiU'çi yan? köylü ve'el'işçisi olmak îizel-e üçlü' birsinıf y’apfsinâ dönüşmüş 'İİİnük- tadır(2l). İsveç, frigiltere ve' Fransa’gibi,1 Batinin Endüstri'sonrası” toplumlarihda', tabakalaşma gülleri ile eşitleştirme güçleri'arasında bif mücadele 'seimlehnrekVeıİir'. Kuşktisuz'bu süreçte, her Üç toplumun srnif yapısındaki tanhi-belîrleyidi farklılık­ların etkisini hesaba katmak gerekir. ■ : y ' ■ ■ l: ' ‘ '

S6n;ytllârda bu alanda araştırmalar giderek yaygınlık kazanmaktadır. NrtfcKim; İngiltere ve Birleşik Devletlerde Sınıf ve irk eşitsizlikleriyle ilgili yaş', eğitim Ve gelir durumlarına göre grupların algılamaları 'ü'zerinde^Voğunlâştırılân yeni bir' fnc'elemb konuya önemli, boyutlar kazandırmıştır. Bu araştırma.daha ziyade,ber, iki.ülkede ırk ve,sınıf, eşitsizliğinin hangi bağımsız değişkenlere göre algılandığını bize açıklamak; tadır. Öyleki, elde edilen verilere göre * Amerikalılar lıern stmf hem de ırk eşitsizliğini İngilizlerden daha fazla algılamaktadırlar(22). Çalışan^şımf ırki bakımdan bölünmüş olduğu için, Sınıf duyguları bu ülkede zayıf kalmıştır^İngiltçre ise, buna.zıt olarak, sınıf farklılaşmaları şuurunun çok önemli fakat ırki farklılaşmaların az -önemli bi.- liniği bir tOplUinCıUF,’- >;■ .

Page 24: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

■ Birleşik Devletlerde1 Sön o!laylar (sryah;'yoKsul,etmk jzTOİıRlar; kadınlar ve geriç'- k 'f^ö luylâ fötcîlçoya Kirlikte hücıinı edildiği ve 'Î9601ar: ve 19-70'ler suresince eşit­sizliğin yeniden keşfi ve İngiltere'de (Urtlevibeya/ ölfnayan göçmenlerin akım! UîıfMt^ıVçrfH'n ‘ lıâreketiııiıi diK^dşu v«s ırkla İlgili gösteriler vc'ııüfnavişle'rdekij jıt

>r . b •; 1 ABI 0:-1) Sınıf M-masimı» kar^ılıklap iUDi • -ıi.ar«î.'£.y? dokiı/ Katlı‘s i n i r " , ' ; Yedi katlı Beş kail/ ' - 'f V kaı'iı.1 J3V»! I ,*r : : ‘ ı f s ı .'r! , i.’..-!; •■.•üiıoJ '.ft: iI " nYüksekderee6li me&fek sahip-■: • '*•> .n.:,i-'trn ne.'-:..' -'Ki; ■■ .-i

.. leri,; yöneticiler ve meffiurlaf ;u i:' , --'î-.-ü j» -Ujîıl.-» :-!■■!• .w! ■ni-s-jl'uüO ur! h n:vı.ı büyük.pçKjüstrj tj^sbbüşjepn-.,:]., ~ Vj:!l,->n !>ı, - „ ı r ><:;

, i:; ^^\^rrıeciler:;bUyük;mülk ^ „• : . llV ! v ... ,AiiunidKiJs-/ ■ di' ' uru■ ■; î j şoj ■ ..h:;.;

Iİ Â'şagı dereceli meslek'Mİıipreri,;<<Hizmet s)ilffi'' ' aV;« ./1 ■ :ı1'1 yörtetidi ve ftıemürlar;'yüksfek . ,: 1 .-y ;i-: i>>> i ; ; - : - -r,:\ , - y

def^elitekrtisyenlef; küçükiş- > i ’1' ; , , , - H'(tu>;j|etme>vfe!sanayi!tesislerindekifw:(.h rt».ıc\ıefj H l- lll in '»■ uü*;- ; j . m-'-,.', : nı- ■ : işletmecilerdi işçileri olma,, ,i i j t ih !v!l:; -"beyaz..1 . ..-,•,«(}* hm?* ..ıî-:>i■m .».y^n.nezjj-etçiler.; ->■ .■ il, fiyakalılar/'. . !> h y ' •

,1 y rr .ve ^içareljç rjf jş^isl, fin fc}î J j L :ib, n(* İl i"; olmayan memurlar (muştan- . . ... .. ... - IVa - 4ıy^mferj; Ötelİı servis işçileri0 ! ' ' "■ ; 1 ‘ ' ‘"E İ İş^iİerl 1 ;

rI Vâ‘ Kijçâfc mülk sahitjleriî zinat- ' ; 'İV a '!ii'b'‘.“ -''-"-''lVa?’^:b AUii‘i ölmafyanlâr"1"■ kâp vtotökiİeK ''A ‘ • ; ^Küçiik 1! 11: ■ 'rtCil^ük ■■ v ,

: : [' j f ■ bürjıivazi"^: bürjWvazi"'H .•->0 •(.: : '... . • • •■'Ijd i.” ■ ' . -• •• l,:!

IVb Küçük mülk sahipleri- \ t f ; ; . : hi!:- ;:ii; -i- ? * i i ■ :> *■> ,-i1: - '.‘I*: ; -,,i

1 .*ViÇ:Ç.i.ftÇÂt :ye kMçiik miilk.. . : ;.:;JV,c.„ ..IY-ç, x,VIİt? ; !s| V c V J I b . ,i > v sahipleri; kpndi fıpsatsın? .^i-.r.aob ".Çift.Ç'• „ "Ç iftç i"

. . . .

'N^/Vl :D'atta'al^a i;dbrei,eae‘ t’ek-'L\ !: V/VT'^1* İ‘J ! : İ ' > ‘v • H%;:rtrsyen1er;-=el işçlilferi riezaı'et-'1' " >•

'•'•çileri;'mitaîtkl<ıel:işçilerLji<-F ^ı-^ır^u ^ :b - V>/VL ut'i.Vll.i;

V llâ Varı ve ustâlikiı olmaVân el V lla " VÜa '! "E l ik ile r i"i-işçiler,i.(tarım da olmayan).' / -<’•■■■ .■ ■ .' ...ı .-. • ; ■' >■ ••."'t:- ' : - 'r> ’ i!,l< ^iiv ;.. i;ıi .• ■ |i I - ' 1 l-J /*> 11 ■'■ f •Vllb Tarım işpferi ,. , , jY llb ; , ı .. •. . - ,0 ■

,1>I ış-t'u- . *fiı :1.1u.-1>, si w ( ^«<>.tİJ;H;Wş VİJ)Klsi:.dikkatir^.çlş;t)ı'İ^U;Jİ( ■, „ „ b!;; r ­.. )itrç^|^ .^MSfjlartjıâ. j)u<,afâşfirj^4rın;Ş!!W^{jr.) Amçrilşa)jl?r [ngili^lerin ı , şılagelen hüsu,siyetlenyie. ilgili görülmüştür'. iikTn,Ö!r1£şik Devletler'denekleri IngilıV a606kleriri'dert 'ldâh:â!'Taİİ>' sırtıf V^ıırki,’ eşitsrzliği fâlgilamâWtid(rlâr.B:anuri gibi.Bir-' Ieşik'İjeVletTere' rl'a z âf an’ tVı gîlt er öd e' ırf îf yayılmasına’ Ve rfki eşitsizliği1 karşt^ok'da'i' haıbüyijk -öllçüde.uyum .göze.çarpmaktadıf .Aynı.şekjldöiBirleşik Devletler.■beyaz-ftU-, nşayan:halkiı,^<?y .zrar 1!İıa)şaı;a.;ıj^sın)f ve ırki eşitsiî|i,ğ.i. daha f$z|<ı algılamış laf <Jnu.n .şibi.Birİşşik., Devletlerde. iyi,çğ:*:-- " — — 1 " : "ha az ;eg i fi ipi gormüjlere nâ arâri a

1 î i l \ s a A a ' * f4 t> ' ı \ / l ' h n ’r f f r n • VÂî

nu.n .şibi .Birİşşik, Devletlere);?,’ iyi eğitim görrnuş, kimseler,sınjf ve; ırki eşitsizliği da ”.L az'.eğiti ipi görmüjlere nâ^ârâri aâHâ .fâzla idrak. et'mfşlerdir.frtg'i'l(ere'ye. |eliricfe,' ' :ülkede rde iyi! bgrtrm’ görmü ' 'olanlar daha âz öğftilmişlere nazaran daFi'a'faila

'‘^tsizliği^lgrfadıkları te^bft edilmiştir... ■ ■ : .. -. . ı>.■-.<■■■,> .•,’ ’ Klasik ^ ıiilf SisteııiihiifM 'eta:ii()rnzm i. ’ ' ‘" ' l1:" ’’ 'II- :. - , :ı:; , ■ ■ - .- ' ..r - ! - !?> - ; . . ><r .t-.;,: - , ■. ,• Göfiilüyor ki, her^iki' ürnok-fc de gençler yaşlılara nazaran sınıf eşitsizliğini

1 çök 'dahâ' fazla»'algılama eğilHmifıdedirlcP,-Birleşik Devletlerde: orta yaşlılaı'jrAA^Iı Vey'a ğerıÇlere iıaiaran- eşitsizliği, dahil çok 'algılarlar. B-u-- örneklere dövarri edildiği

Page 25: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

takdirde, bazı Amerikalı gruplar-siyahlar, iyi eğitim görmüş olanlar ve gençler-■ eşitsizliği daha çok algılar durumdadırlar. Bu bakımdan, "Amerikan Rüyası"

bütün Amerikalılar tarafından satın alınamaz. .Batı toplumlarıyla ilgili olarak Lipset ve Zetterberg'in ileri sürdükleri: "Batı

dünyasının sınai toplumlarının hareketlilik kalıplarının çok daha ayni oldukları" tarzındaki iddialar geniş araştırma konusu olmakta devam etmektedir. Nitekim, yine İngiltere; Fransa ve İsveç üzerinde uygulanan bir araştırmada(23) bu defa sosyal akış inceleme konusu olarak ele alınmıştır. Bu inceleme, İngiltere, Fransa ve İsveç'in sınıf hareketlilik kalıpları arasında "aile benzeyişi" tarzında bir eğilim hissedilmesine rağmen, bu ülkelerin herbiri oldukça ayırıcı "hareketlilik profiline" sahip bulunmak­tadırlar. Bu durumu yani nesiller-arası hareketleri daha önce bahsettiğimiz dokuz katlı sınıf şemasına dayalı olarak incelediğimizde ayrıntılı bir tarzda gözleyebiliriz. Aslında,*bu değişkeni meydana getiren etken, her üç toplumun sınıf yapısındaki tarihi bakımdan göze çarpan farklılaşmalardır. Nitekim, Erikson ve arkadaşlarına göre, İsveç, öteki iki ülkeyle kıyaslandığında, daha yüksek sosyal akıcılığa sahip olduğu görülür. Hatta, çok zengin sosyal-demokratik hükümet tecrübesine sahip olma­sına rağmen, İngiltere'nin Fransa'ya nazaran daha akıcı (seyyal) bir toplum olduğunu iddia etmek güçtür. Kısacası, denilebilir ki, İngiltere örneğinde görüldüğü üzere, sosyal demokratik kural, konunun çözümlenmesinde etkin bir yol olmakla beraber yeterli değildir.

Bu örnekler, bize son derece gelişmiş sanayi toplumlarında sınıfsızlaşma ve eşitleştirme gayretlerine rağmen yine de_ etnik grupların, cinsiyet ve yaş farklılaşma­ları ile gelir gruplarının farklı tutumlar içinde bulunduğunu göstermektedir. Özel- lile gençler ve etnik gruplar toplumlarındaki eşitsizlikleri, hakim gruplara nazaran daha yüksek seviyede algılama eğilimindedirler. Bunlar, sosyal hareketlilik ve çe­şitli eylem kalıplarının yürütülmesinde motor gücü teşkil edebilirler.

Şimdi, Marksın sınıf şuuru ve sınıf mücadelesi hususundaki görüşlerini değer­lendirirken sınıf teşkiliyle ilgili bir noktayı daha açıklamak istiyorum. Sosyolog­lara göre, meta-ekonomik. meseleler(etnik durum ve din gibi) iktisadi tabakaları içten kesen bir takım gruplaşmalara sebep olur. Böylece, iktisadi-olmayan bölün­meler, sınıf şuuru davranışını doğrudan etkilemiş olur. Bu husus, son yıllarda yabancı işçilerin akışından önce-Belçika veya İsviçre örneğinde görüldüğü gibi- dil, din ve /veya etnik bölünmelerin bölge ile uyum sağladığı hallerde açıkça görü­lebilir. Esasta hem Marks hem de Engels, "dindarlık ve etnik farklılaşmanın sınıf şuurunu engellediği görüşünde olmakla beraber, kapitalist gelişme güçlerinin uzun bir devreden sonra bu engcllferi yıkacağını kabul ctmişlerdir(24). Oysa,iktisadi tabakala­rın sona ermesine sadece iktisadi faktörler etkide bulunduğunda sol parti ve ssndika üyelikleri için oy verme tarzındaki sınıf şuuru davranışı daha büyük olmaktadır. Etnik durum ve din ekseriye iktisadi tabakaları kesen gruplar yaratır.

Daha önce belirttiğimiz üzere, Parkin, radikal değer sisteminin işçi sınıfı şuuru­nun esas belirleyici unsuru olduğunu iddia etmiştir. Parkin'in bu formülü bize bir çıkış yolu teklif etmektedir, pna göre, nerede sınai yan kültürü «üçlü ise orada ra­dikal değer sistemi daha güçlü olacak, buna bağlı olarak işçinin oy verme oranı da o nisbette yüksek seviyeye ulaşacaktır(25). Burada mevcut bulunan "karşıt-milli" farklılaşmaları anlamak için, sınai yan kültürünün şiddetindekf değişmelerin teme­linde yatan boyutları ayırmak zorundayız. Birinci esaslı unsur, orta ve yukarı sınıf fertlerinden çalışan sınıf fertlerinin etkileşim ağının tecrit (ayırma) nisbetidir; ikin­ci unsur gelenekli veya hakim kurumlarla temasın eksikliği; üçüncüsü ise çalışan sınıf kurumlarıyla olan temastır. Bunlar, aslında birbirleriyle bağlantılı olmakla bera­ber hipsi birbirinden bağımsızdırlar. Mesela çalışan sınıf olarak ev kadını, bir çalışan sınıf ağı içinde gömülüyor gibidir. Çünkü, sendikalarla temas, işçi hayatında daha fazladır, ve çalışan bir kimseden muhtemelen daha az radikal değer sistemlerinin etkisi altındadır. Bunun gibi, bir dini teşkilatın üyesi olan bir ev kadıtV înuhtemelen 22

Page 26: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

hakim'değer sistemi yoluyla daha fazla etki altında kalabilir. Böylece, burada şu gö­rüş ileri sürülebilinir. Çalışan bir sınıfta yapısal yer, çalışan sınıfın merkezini teşkil eder. Bu bakımdan, bir büyük fabrikada çalışanlara nazaran daha merkezi durumda­dırlar. Ayni cinsten (homojen) ibaret çalışan sınıf komşuluklarında işçiler, orta sınıf çalışan işçilerinden daha merkezi yeri tutarlar. Aynı şekilde, sanayi işçileri servis işçilerinden daha merkezi durumdadırlar. Bunu aşağıdaki tabloda gözle­yebiliriz:

1 .ıhU) .2 l, alı vı 1 >ı:üft.lv S Yeı

Meı ke/ e\ re

Çalışan Sınıf Cemaatları Orta Sınıt Cemaatları

Büyük teşebbüsler Madencilik, imalat ve inşaat Halk Sektörü 'İş verilen Erkekler

Küçük teşebbüsler Taşıma-ticaret ve hizmetler özel sektör İş verilmeyen Kadınlar

Görülüyor ki, >.ıpısal yer, bize zıt-milli farkları açıklamak hususunda yardımcı olmuyor. Halbuki ideolojik yer bunu yapabilmektedir. Tablo: 3 bu gerçeği göster­mektedir. .

i Tablo:3 İdeolojik Yer

Merke/ (,ew

Sanayi Sendikası üyesi İşçi basını takip ediyor Kiliseye devam etmiyor Çalışan sınıf örgütlerinin üyesi

Üye değilBurjuva basını takip ediyor Kiliseye devam ediyor

- Orta sınıf örgütlerinin üyesi

î>in mükemmel örgütlendiği ülkelerde, görülüyor ki, >.ıpısal olarak merke/i ve mahalli (çevre) işçiler arasındaki ideolojik mesafe azalmaktadır. Bir çok tarihi se­beplerden ötürü, Fransız işçi sınıfının çekirdeği dalıaRadikaldırve buna karşılık A- merjkan çalışan sınıfın çekirdeği ise İsveç veya İngiliz çalışan sınıfın çekirdeğinden

’ Jaha az radikaldir. Fakat, her iki ülkede de yapısal çevre iş örgütünün zayıflığı yü­zünden çok daha az radikal olctÇığıı bilinmektedir.

Stephens'a göre, sınıf hakkında Yeni Marksist eserler-tarihi ve çağdaş sınıf mü- cadelerinde aktörleri nazarı dikkate alabilen-uzlaştırıcı sınıfların yarattığı eşitsizlik yapılarıyla ilgili hususları bildirmişlerdir. Sınıf şuurunun seviyesini, gerçek seviye­sini belirleyen bir toplumda iş örgütünün seviyesi ve merkezileşme derecesi işçi hareketlerinin esas belirleyicisidir.

Belirli bir ülkenin çalışan sınıfında sınff şuurundaki farklar, sınıf kuruluşu için­de mahallin yapısal durumu ve ideolojisiyle yakından ilgilidir. Hakim karakter gös­teren müesseselere ait işçi hareketi, çalışan sınıfın merkezi yapısına yönelik olıjp çevreye doğrudur. Bu suretle, karşıt-milli farklılaşmalar, çalışan srnıf çevrelerinde yerleşmeye eğilim gösterir.

Stephens'in İngiliz ve İsveç örnek olaylarının tahlili, iki ülke arasında oy verme ve sınıf şüuru bakımından büyük farklar ortaya koymaktadır. İngiltere ve İsveç ara­sında farklı tahlillerin en önemli sonuçlarından biri, ihtilalci ve ıslahatçı hareket­ler arasındakikeskin bölünmeyi ortaya koyar. İsveç örnek olayı göstermektedir ki,

Page 27: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

reformist'eğılfrrilİ iş*çi hateketlerinde' işçiler1s^nif eşüsizNği kavrâmYni sürekli' dlarak geli^tirtrleı^26). Ykpilan araştırmalar Parkın, Marin ve Giddeh§;, : ğöfe sıriîf Şuüru bakıtnindarî toplamların farklılfklar gösterdiğini Ortaca’koymuştur.* Gâffie'ye göre, sınıf şüurti, çalışan Sınıfta Sınıf ’kimliği anlamında ele alırimalıdirvSinıf öşitsizliğitıin fârkina' Vkn'lnıâsi', ;bazı zıtlâşma'kavramlaft veya ^riıf çıkarfarınin çatışmasrtöplıimun göriiş md’essesevi yapısinıfı bir ürûnüdür(27)! Sınif şuüruhun en küçük! ölçeği- işçi­lerin ' bir sınıfa ait olma duygusu içinde kendilerini hissetmeleridir. Böylecej işliler ortak sosyal duruma katılmanın ve bu yolla diğer işçilerle ortak bir alın yazısını paylaşmaraTınirî"farkına varmışolurlar. İşçilerin büyük çöğ'ıinlu'ğü kendilerini bir sosyaljınıf. içiad.e b.ulurlac. ve.çalışan sınıf içine yerleştirirler Kendilerini orta sınıfa koyan işçilerinr.yüzdesi.her ülkede gerçekten çok az sayıdadır. Fransız erkek el işçi­leri üzerinde yapılan geniş araştırma sonuçlarına göre, 1968'de sadece işçilerin % 12'si kendilerini'öhâ sınıf mensubu olarak görmüş (bu hakârtr-Ekim 1*J74 seçim­lerinde İngiliz' eH<ekâj'işçilerinin sayısına' "% î4 " çok yakındır) : ' Burada ileri sürülen sorular şu tarzda ^sıralanmaktadır: (İngiltere için)! •"Keridinizi herhangi bir sınıfa mensup olarak' h'iç’ dfişiinür müsünüz?" Cevabınız evet “Sinıf hangi­sidir"... (Fransa için) HarVgifsıh'(fa ait olduğunuzu söyler misiniz?" ' : ’

... B.u sorulara, verilen, cgvaplara görej, jngilj? eL işçilerinjn çoğunluğu kendilerimi ymf Üyeliği duygusunda^ ay ırmaktadırlar..Bunu jş,asıdfıki.)ı.!.hl(>(l.ı gözleyebilin/

: ' V. ■ Tablo :-3-)1,l<)T4 Şubat Sörirlçijrı ‘

İfadeler... .

îjunat I ‘>74 Ekiı.n 19-74 ' I967

.................. İriRtlrerc----:................ - ‘Prnn\;r

.......... t

I97(>;

Bu sınıfa mensup olma duygusunun yokluğu Ç.ılışan sınıf '/ )rta sınıf !)iı;erleri

I

54377 »OViı:

■ T/;; ü.tıî i.3i.

29

-'

>iU

ını.'t

1.4.652a.<1,-

2(>

5<>144

İngiliz siyaseti l94()lınıV'süiıİaımdaı^riibaren sınıf esası üzerinde yoğunlaç '|\ıVgm]Şa.,\tü^-^“ ş7ç]terwTn^‘3 B y ve erKtt^.î.jr^ller^.m^ŞŞ'sryA'ÇÎ^BTrşınjfajairöl- . matlıklarımı, veya kopu dışı kaldık^rı.nı.fiçıklamış.İardjr,, Aynı. ş<e k i | çj jey ke nçj i,l er ine "herhangi bir sosyal sınıfa ait olup olmadıkları.sorulduğunda" yaînı^çae)'işçilerinin %. 34,’ü çalışan sınıfa ait oldukla,rını bildirmişlerdir.,^Oysa, rİ.97Ö V.e, İ ;9.74..EkiiTJ,ışe- çimleriode ,yü?«Jpler,bir parça yüksekti ;(sifasıyla % ve fo 3 7 ). Vçnlçre görş, İngiliz

. işçileri kendilerini sınıf kavramı içinde mükemmel bir şekilde tasnif.çtıjıçleri.oe trjjğ- men, sınıf yapısı içinde ferdi bağlılık duygusu daha azdır. Sadece, işçjter4,n azınlığı

.•iiyi belirlenmiş çalışan: sınıf kimliği;duygusuna sahiptir. Aynı şekilde, Fıransa'da,iş- çrlerin -büyük bir kısmı, bir dereceye kadar ,çallşafl;.sınıf il^gyni.leşmei göstermiştir. Erkek el işçilerinin %, 54'ü .Guy Michelat ve.Michel Simontarafmda'n yürütülen bir taramaya (surVey) göre, 1966 yılinda kendilerini çalışan' sınıf gibiu sınıflandırmış­lardır. Sofres tarafından .yürütülen bir diğer taramada ise bütün el iş,çiteri için.benzer bir rakam (% 56)x- elde -edilmiştir.' 1967.'de Fransız; "milli seçim söryeyi!' halka şu soruyu- yöneltmiştir: ''Hangi asosyal,;.sınıfa ait.:olduğunuzu söyleyinizV. İşçilerin '%' 64'ü kendilerini -ya çalışan srriıfâvfeyâ "sömürülen" veya "proletarya'' gibi bazı kategoriler içine yerleştirmişlerdir. . ' : ■ ’

Netice-olarak, İngiltere'de işçilerin sadece üçte biri sınıfıkimliğine’veya sınıf şuüruna varmışken, Fransa'da çalışan sınıfın1 yarısından fazlası: bu kimliği ryansıt- mıtır. Buna benzer bir diğer araştırma da ülkemiz şartları açısından ele!alınmıştır. Nitekim, 1980 yılında Kırklarelindebirt' kısım işçilerin siyasi ve sendikal-eğilimleri

Page 28: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

üzenıkle'yapıİari b îr’öfkştlfma ’bü5 alanda ‘ilgi verici söHüçlâr'y'ara'tmiştiF.' Î980yı- lında TiirkJş>ve ;[>İSK*e 6ağ1P.:20 İşçi'üzer'indb yapitân biV^ar'aştiffnada':1 "ftfcrfdihizi hangi;;isihıfar' âit;cOl’arâka!düşünüyo^suhüi<:' sorusuna’,"25-30 yaş grubündaKi işçilerin ';i5İ'6.6''sr-i!herhafigi bit*' sınıfa meirisup olmadıkları !ifâderedcfkeh; %' 83'e'ti -'çalışan •Vırtifâ ait olduklarım bildirmişlerdir . Bu-husustaki tablo asaöıda<lırî;:'s-r-;y »nibjj

; i ' " ‘ İr.-. 'i f b n ; ;’yr ni «o>! ı ;K r.;.: jü Tİî.>

'j;! .';‘r.tf3Mİi>ni .i**• *’;•f;.: ... ; . I abk»;4 *-’• • ■ \r' 1Kuruluştaki yerlerine göre

.- * i . iîd.............

-• .- iıln ı- .Kürı

V.' 'Üsta - , .Jİuştakı .erı; Y.-v.-a-n.cı, ,,,. ,.r

Ustabaşı' < ’ , ' . r r|U!'> in»nı;-. fH': ■: i î * ; i i d YîCîf.Mithh'. -i IH ’-iıyı.',- f;X!(r.fi i ’ıSf! i? V1 . :■ İJİ

i ir sınıfa aifdeRİlini''^ i!î$bh«? ... -1, r*tı‘>!‘': î -‘i., j-,-;' --bli. .ı ji.Q !■

Talışan sınıf , İ l f/ftA;i|nıf " " '

b’ v : ••i-.'.b f-i ■ ' Ü ' 7 11!; ; " ı •-I , »:■ .-i. ilî-i,!,,.' Sİ' - V ? ” f!:-

:-!îö ,Y^Mnj.iiiU trfUlutla g,öıji(estîğ'i am .peı .işçi statüsünde, bulunan, 1:5 Mşwıı-;'- ;2<i>.6.'şı :biç,bir .s.ır»|f3,^%J 734-M-içal)§?n,!iltvt;a.ait olduk la* iri feildir.tnişJ«;rdir(2S)..^ jfj- re-merkez ilişkileri açısında/ı konu ele alındığında daha iigi çekici sonuçlar^ vatabi- jjyoruz,. Köyde. dpğan|arın % 2Q'«i, kçndilerjfV hfcjsir,;şıtufe.^it ,gor/rcezkçn,:,,%;8(),i çalışan sınıfa dahil bulunc)U|k(a,ı;ı ı,-âlesri^sürmüşlerdir..■■İl^ş.doğanların: işe,I.ŞjŞ-.'i hiçbir sınjf^ ıjıenşup-olmadıkl^rını bi.ldirırıişİerdir. ,.Ljr.,. . ijı;, . .. S|MJ<|. . . İşçij^rin bağ|i;Pİdu^rı konfpderasyionj^ra göre dağılımma ,gelİJice^Tür^-j;ş;e bağlı işçilerin, şadçç. ; O.' t çalışan şıntfa ait-oldukların), fçıklarkşn,,.^; 4Q'ı hiçbir sınıfa ait, ol’nıad^kİarı.n.r b.eyan. etmjşlerdir^ Oyşa.ıDİSK'teki işçilerin. % ,:1.0/u.biçbjr sınıfa mensup olmadıklarını söylerken*.^, ?0'ı çalışan sınıfa, ait ; bulunduklarını açıklamışlardır.. Ancak, kendilerini hiçbir sınıfa,ait olarakdüşünoıeyenlerin %. SO-'i i Jürk-İş’e bağlı işçiierljjoluşturur^eo, .p İSK^ bağlı,,işçiler, bunjann, sadece % 2 0 ’sini -teşkil ediyordu. ;iH . r,;.,; .... ; .

"Sınıf menfaatlerinin,/Ftlaşması" hıjsusuna gelince, bu noktada Mayış 19.76 tarihli "Eurobarometer Survey" dergisinden gerşkli : )iIgiyi çifle edeb.iliriz. Qyle ki,

f^çöK" zengirî insanlar ile çök yoksul insanların' sayılarının azaltılması hususunu jönemö bulup-^bulm^dıkia'ri” sorulduğünda’;Fransa'da el işçilerinin-^ 55'i bFTu Çök önemli bir mesele b)a,rak düşündüklerini^belirtmişlerdir. İngiltere'de ise ;eİ işçilerj-

•ııin am-ak 1 22'si bu konuyu önemli bulmuşlardır. Aşağıdaki tablo bu gerçeği”ortay;ıil. ,L ' : P' i--- T ab lıo .'... Z.eûwa.Y,oı>.kHO aLJ.>!i'.'I.aki.V t ş j / Ij î* L • [/,< y 11 njjk^İiıç^ıııf1 t rt k | i r l

lir r .. ■ ' ■■ ■- '-I- :11 '* ifadeler. ‘ : f,v-v Fraıiva-'' ■ : İt^ İIr 'M ’ i. • ' ;;<t 1 ■' ‘r-1'-' ■ " 1 ■ ■ 1 ■: ;:Çuk ö n e m l i :.n , • :!vİv « 2 ,- «= - . • j - i u - ' . . ■

. Önemli : ; ; : - %27 : - - ' ; *■ %35] - ■;i \F6tfemTi - ' "v u • • fdV3 : . f 2 2 ■. 1 liç önemli değil ' / :-'-1 % ı • - f- 14 f ■

ülgeri • ! w •: % r .-. ■■ •' : r . R M i ;

. i 'n 'i ı i i ı . . . . r n , ,,/rr,. ( İ66 '1: ; . , ( 3 i 7 ) ;

■ '-.i,r îbıörüliryor; ki/ Fransız ve-vJngili/;’1şçileri arasında'- "bir ’Sinıta ait laıru: ile ilgili ©tarak.sistematik bir fark kalıbı yoktur. Eğitimin modernleşme ihti­

yatı veya bölgeler narasındaki' farkların azaltılması gibi kaynaklar üzerinde; Fraıvsi/ -işçileri, İngiliz işçileriyle karşıla^tırddığindi çıkar eksikliği «belirmektedir.! Böyle- ce,ı Fransız- .işçilerinin sâdece-%32'si enftawonu önemli bir meşkle olarak düşündü­

. :-25

Page 29: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

ğü halde, İngiliz işçilerinin % 57'si enflasyonu önemli bulmaktadır. Bu deliller, kaynakların ferdi olarak değerlendirildiğini ve Fransız sınıf eşitsizliğinin kayna­ğının ilgi çekiciliği ise asılında değer sisteminden filizlendiğini göstermektedir. 1974 ekimi seçim araştırmaları İngiliz hükümetinin halkın lehinde olmak üzere refah

ve gelirin yeniden dağılımı hususundaki kararının Önemli olup-olmadığı soruldu­ğunda, el işçilerinin % 35’i böyle bir kararı çok önemli bulduklarını ifade etmişler dir. Bu karar, ancak hükümetin kırlık alanları ve güzel binaları korumayı kendine görev olarak kabul eden % 391uk nisbetten daha az olduğu gibi, İngiltere'yi ko­münizmin tesirine karşı korumayı düşünen hükümet tasarısına kıyasla da (%54) daha az idi. .

1968 yılında erkek el işçileri sjnıfına ait geniş kapsamlı bir araştırmada, "Fransa'da iktisadi ilerlemenin Fransa halkının veya azınlığın bütün kategorileri için yararlı olup olmadığı" sorulduğunda % 62 si imkânların azınlıklara kaydırıl­dığını, % 27'si de her kesimdeki halka yayıldığı kanısında olduklarını bildirmişlerdir. Sosyal sınıflar arasında iktisadi menfaatin, şiddetli çatışma duygusunun Fransa'da İngiltere'den daha yüksek olduğuna dair biraz şüphe vardır.(30).

Aynı şekilde, Kırklareli'ndeki işçilere uygulanan aynı tür sorulardan değişik neticeler alınmıştır, öyleki, Türk işçilerinin: "Sizce zengin ile yoksul arasındaki eşitsizliği azaltmak önemli midir" sorusuna %85'i çok önemli, % 10'u biraz önem­li, % 5'i ise hiç önemli olmadığını bildirmişlerdir. Keza, sendikaların bakış açısına göre, aynı soruyu değerlendirmeleri de farklı olmuştur. Türk-İş'e bağlı işçilerin "yoksul ile zengin arasındaki eşitsizliği azaltmanın" %80'i çok önemli olduğunu açıklarken, Disk üyelerinin % 90'ı aynı tepkide bulunmuştur.

Duncan Gallie söz konusu araştırmasında bir de "sınıf çatışmasının siya­sallaşması" tezine temas ediyor. Ona göre, Fransız işçileri, toplum yapısıyla tatmin edilmeme hususunda İngiliz işçilerinden daha yaygın bir tecrübeye sahiptir. 1976'da Eurobarometer surveyi, 11 noktalı bir ölçme tekniğiyle toplumla tatmin olma veya olmamasının derecesini araştırmıştır. Buna göre, Fransız el işçilerinin % 51'i kendi toplumu ile tatmin olamamış gibidirler, % 181 nötr durumda kalmışlar, sadece % 30'u ise toplumlarıyla tatmin edilmiş olduklarınıbelirtmişlerdir. İngiltere'de ise bu kalıbın tersine çevrilmiş olduğunu görüyoruz. Bu ülkede, işçilerin % 24'ü tatmin edilmediklerini, % 37'si ise tatmin edilmiş olduklarını bildirmişlerdir. Aşağıdaki tablo bu gerçeği ortaya koy maktadır -___________ ._______________

Tablu.G ^ Toplum tipiyle tatmin olma, .1976 v 1 iansj ■ İngiltere 'Tatmin olma %30 %57Nötr olma % 18 % 19I .itinin olmama S1 % 24

Ölçekte, (0) olah-yani tamamen olmamadan( 10) a yani tamamen tatmin ol­maya yönelik bir derecelenme gerçekleştirilmiştir. Bunun için de işçilere şöyle hır soru yönetilmiştir: "İçinde yaşadığınız (İngiltere) toplum tipiyle oasıl tatmin olu­yorsunuz?” . Araştırmacıya göre (0) dan (4) e k^dar alınan durumlar tatmin edil­meme) ı; 5 nötr olarak ve 6'aan (11)) a kadar olan dâ tatmin olmayı işaretliyor..:(5) nötr olarak, ve 6'dan 10'a kadar alınan durumlar tatmin edilmemeye,(5) nötr olarak ve 6'dan (10)a kadar olan da tatmin olmayı işaretliyor. „

Tabloda görülebileceği gibi, Fransız işçilerinin % 67'si, İngili^Ojşçilerinin % 35'i ile karşılaştırıldığında tatmin olmadıkları sonucu ortaya çıkmaktadır. Aynı durum, Türk işçileri içinde farklılık göstermektedir. Yine adı geçen KIrk­lareli incelemesinde deneklerin % 20'si içinde yaşadıkları toplumla tatmin ol­duklarını ifade ettikleri halde, % 50'si bu soruya olumsuz cevap vermişlerdir. Sendikalara göre bir durum değerlendirilmesi yapıldığı takdirde, Türk-İş'6 bağlı işçkilerin % 10'u içinde bulundukları toplumdan tatmin olduklarını, % 50'si ise olmadıklarını belirtmişlerdir. Gerjye kalan % 40'ı ise bu soruyu cevapsız bırak- 26

Page 30: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Tablo:7 Toplum tipliyle işçilerin tatmin olma durumu

1971 Fı.ınsj İnj’iltore

Çok tatmin olma % 2 . % 7 '■ Oldukça tatmin olma % 29 % 58

Tatmin olmama % 42 % 25% 25 % 10

Cevapsız % 2 ' % 1(205) (366)

nıışl.ırdır. ■Oysa,MSKle mensup işçilerin % 10'u tatmin olduklarını açıklarken ,o 70'i bunun' karşıt {ezini savunmuşlardır. D İSK işçilerinin ancak % 20'si bu soruyu cevapsız bifakmı$lardır.

İşçilerin radiKâlleşme durumuna gelince, "Fransız toplumunun mevcut yapılarına mubâlefçt ediyor musunuz" sorusuna 1968 yazında Fransız erkek işçi­lerinin % 54'ü muhatefet ettiklerini, sadece % 29'u mevcut sosyal düzen ile anlaşa- bildiklerini (memnun kaldıklarını) ifade etmişlerdir. Aynı şekilde, 1972 Haziranında yapılan bir sörveyde Fransız işçilerinin % 60'ı Fransız toplumunun "adaletsiz" % 20'si ise adil bulduklarını ileri sürmüşlerdir.

Araştırmacıya göre, sınıf eşitsizliğinin kaynağı, İngiltereden çok Fransa'da daha önemli bir unsur olarak ortaya çıkmaktadır. Sınıf eşitsizliğini büyük bir prob­lem olarak telakki eden Fransız işçileri arasıda % 60'ı toplumlarıyla tatmin olma­mış durumdadırlar. Sınıf kaynaklarını t’afi unsur olarak veya onu daha az önemli görenler arasında sadece % 43'ü tatmin edilmediklerini belirtmişlerdir. Sınıf eşit­sizliğini güçlü şekilde hissedenlerin % 26'sı aynı zamanda tatmin edilmemiş dudumda oldukları anlaşılmıştır. .

v Eğer, sınıflar aasındaki iktisadi eşitsizliklerin azaltılmasına bağlı olarak ör,em-:li sorulara dönersek, daha karmaşık birmanzarayla karşılaşırız. Tahmin edildiği üzere eğer parti ideolojisi en etkin durumda ise, sol ve sağ arasındaki kutuplaşma ,ıali hazırda Fransa'da, İngiltere'den daha keskin bir durumdadır. Öte yanda, Fransız işçilerinin radikalizmi solun sınırları ötesine yayılmaktadır. Şüphesiz, sağı destek­leyen Fransız işçilerinin muhafazakâr partiyi destekleyen İngiliz işçilerinden daha fazla eşitsizliğin azaltılması hususunda önemle durdukları söylenmemekle beraber (Fransız işçileri % 39) İngiliz işçileri % 14) İngiliz İşçi Partisini destekleyenlerden daha fazla radikal oldukları ileri sürülebilinir (% 27). Yapılaiı araştırma sonuçlarına yöre, siyasi konuları arkadaşlarıyla zaman zaman tartışan ve partici olmayanlar ara­sındaki radikali/m seviyesi (°,i 56), ,asla bu tür konuları tartışmayanlara nazaran dalı ı yüksek tir '50). Aşağıdaki tablo bu konudaki gerçekleri ortaya koymaktadn

Tablo-S Fr.msız el işçileri arasımla siyasi tartışına derecesi ve p.ııti■ tercihi yoluvla -mil eşitsizliğinin önemi _________;

Arkadaşlarıyla siyasi konuları l'.ırti teri ılıi(partizan olmayanlar'tartışma Sol S.»i;Sık sık/ arasıra % 65 % 56 0 44Asla •" r>2 % 50 % 40

Kaynak: 1976 (May ıs J l uıobarcmcter

' Geniş anlamda konuşmak gerekirse, hem işçi partisi hem Fransız solu sa nayi sektörü üzerinde devlet denetiminin artmasının üstünlüklerini savunmuşlardır. Oysa, bu durum İngiliz işçileri arasında farklı bir tutumu ortaya koyar. İngiliz işçi partisi sanayide devlet denetimi fikrinin artmasını, toplumun özelliğinde herhangi

Page 31: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

İ H I S U M I I H İ . I İ ^ V î l e k i T İ T l

siyasetle ilgilenme —•...............S o f ....... ----- KırtT-temfıf-— - -■s-agPartizan olm.ıv .imar/mT:!».4 J ! !fV11 . . i *?!

. X ı' ''

Pekçok/bjraz . ' % 78 4bPekçpl^ değil " •' . % 7 I ■ !,n.u ,İh;:..,- Si)

: . % f-s % 42

il>it 'değişme yapma düşüncesinden: ayırmaktadır. Nitekim,-:4^7'-4 £kimiıı«:< iş.,} ^kitlelerini destekleyenler millileıştrrTtıenin sınırlı bir bibimden yayılması tezim i'ieıj kürerken-,'^-devlet-denetim inin-- yapılmasına -tarafeff idiler ,-F-ransız salu-isej buna ^ıt ip lapk,,toplunun j^şaşfa,değişnıes^için millileştirmeye jönpel.i.k tanıyordu, ^erjkvülkedç de m.illiJeştirrne ş p l îp a r t i le r i . r n e k .h t )s u sunda halkı,yönlendiren büyük saiklerden biri olmuştur. Genellikle İngiliz İşçi Patisi,spsya.l,uyymu. ta.kYjX,e eden, birf hüki^pt.j.şekljni geliştirirkenı, Fransız, solu :ş,ınjf;e^jtşiz)iği huıStışunda bir takım..şj.^âsk^'lJaŞinTalaiî^a/ıt^çniz^aji yfratr^aktadJr- pinkü, .İngilter^e ^9.76rj77 süresi içindesiş_çi ,yç muhafazakâr destekl.eyicijerjn ■ tatilin .o j^ , , ö?pllikleri se.yi.yesi drasmda.fiöltaz-şfaçK;,ya/, iken', F^aşşa’dai^k^ej parti, i İç, işçi araşpdaki İ>jrkutuplaşmanın: yarlığına tanık olmaktayız,., ŞoJ^j;mensup .Franşı?. işçilerinin sağ kanadı destekleyenlerin % 39'una zıtpIar^toplurn^fJflS k?»rşı,tepKitçi (pir,zih­niyete sahip idiler» ‘ - ,dı, ::ı t i Batıda,f : sınıfeşitsizliğimin kaypağını,teşkiJ, eden, şjyasallja,şm,a sıjreçın,de, (işçi hareketinin tör^üjtlenerek güç;tozanmaşında^işçileırin,.,tercihleri Önçm^. roLpyıp^mak-tadır.. Öy.leki bu hususta sendikalar örnekalmdığı .takdirde. Fransa,'d.a; güçlerindeki arfış .giderek azalırken., ,İngiliz ..işçileri , şendi^lari :güçlü ikıl4ç£ik,şekiide teşkilatlan­dıklarına 4anık plnıakfıiy^-.NJitşki.lTi<nT966'da İngi.lizı.iş.çilerinin ,^,55'i,şpndil^al;4 r;p güçlü olduğunu, 1970'de% 53'ü, 1974'de ise 68'i aynı tezi şavupmuşlaıjdır,. tjrte yatıda^Fr^nsı? işçileri..jde:Sgn.diMİ4 n p ^ t^in^ğ' tıyŞiyŞUjnd(a!lp;lumİu t3jr tuluma sahip öldukJarıni ıifade e.tmi.şjçr,dU- ■1970'dft:f"Şpndageş.'\.dergisi ^arafjndan yürütülen, bir liınçelje/nede ,işçjleriiji..sadçıçe .16’şı sgpdik^aoo Fransa,'d^.pn.e.mli,:rol,pyn.adjKİ^ri.i}i kab.u| edenken, buna kar§|hk,?4;39.,,,u tepki.gösterrpişti,r. 1ŞJ2'de işe.lif|,çj(^rin % 6,6'şı sendikaların etkilerinin artrpaşj lebinde py,k^Janna|$İard.(i;,|(;, ■ Tı fi. ;>iî

, Batıda;; iş çilerin ^opİ.umlanyla,;tatmin olma .djffeçejpi j.kadaf.,. sendikalara pJan,. ter.çijıleiri, de ./^uııf .eşitsizliğinin t^ynağıpı, teşkjiİ, edenjiSİ.yaMİla.şrna. kalıpladıp|a^kgqrülMrr<:,b :-u v : \:o;; ^

: Hçm ,1Ş6Q'ın sprıunda hem de.,,187Q'd . Fransız^pprjuniştr.patisi,7çalışan şın.ıf^pyjjererıleriçıin. yaklaşık pjarak üç.tç birinin deşteğinş.şahjp olduğu. araştirmaTâr şpnuçu.nda ortaya, kongjmu ş.t^r...., 0.ysa,;r İ ngi İtere 'de, Kpmü nişt, P a r t is i İ rigillz işçilerjnuj,oylarının-% Vİrçdep, d^jıa ^ına.dayanıyo.rdM: y^ncak,Fransa'da, 19fo'İn •müoadeleli görüftümü^selun devamlı büyümesiyle olmuştur. Bü -ülkede-, TÖ67<seçimin- de el işçilerinin -fânii'{>■'%’’49) sol partileri dfesteklerke'n, ■bui'akaiti'1968'de % 51 ’ifı jöstünde,.idi..Bunuotö‘.bfera.btei~'.*!-T97Qldfe,^ah^ahi'gıliıif içinde solu^destekleYen Fransı? »sosyalist partisinin gücünde;dikkate değer bir silkinme olmuş ve nişbeti ,1973'tp {% 64'e, 197S'de'% 72'ye yükselmiştir. Burada, bir noktaya işaret etmek gerekirse (O dq, sosyalist partideki bu oy artışı -solun hükümet programı, içinde/ komünist •partiyle de birleşmesi sonucu sağlanmasına rağmen, Komünist Parti (PCF) solda artık şen güçlü parti olma durumunu kaybetmiştir. Böylece, Komünist Partiyi destekleyen­ler, az miktar da da olsa, önemli bir erozyona uğramıştır, işçilerin ,^.3. 'u 1967'de

ı’Komünisti’.artiye. oy.-verirken.,.bu oran. 19.78^e.İp. J6!ya.kadac,yükselmiştir. . ___ __ ei. ....,:ö.tes yanda ,İngiltere'de senaryo çok, .farklı bir şekilde* cereyan etmiştir, 1966’da el; jşçjlerihin.:%:72'$i İşçi Partisini desteklemişlerdir Ancak, ı.by.pr an 197.Q,'- lerdei%61 ’e yükselirken, 19.7,4'te i'se..pnem!i.bir!.'düşrne olrpuş (%58)tur.:Eürpbarome- ter arastırmasalarına göre, durum 1976'nın ilkbaharında % 52 plduğıı halde, 1972 de

Page 32: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

d işçilerinin sadece binazifi'U ı Partisini desteklemiştir. ; :i •: ,, ...r- ;.Bu» velilerin ış»ğ'ı:•aitİncta^demHebilir ki j-IÇö&'tarıh ortalarında1 işçi’ sınıfının

siyasi örgütletime açısifidatt'dâha'fazli Radikal öldüğü- hus&kmdaki boruya -h'erhtfngi- bir cepvap vermek‘1<;blây öl&marnış'tfr: Âraştırıfıacffara^gör-e1, 1970'lerden sonra da işçi" smıfının radikalleşeceği' hususunda şüpheler ..artık kalkmıştır. Fransız, işçileri niruhte'nieîen hem::dâha faizla solu- desteklemekteihesı-n de;işgilemrhötıemü; bir,;kesimi Komünist Partiyle birleşmeye devam etmektedirler. Ancak, Fransız,solunun,'lark- şist, Partj I er i n. ger isi n deki; b|4 kısmında,yüksek hareketlilik şevi.yesiniri. ''meYfH1 S0SVa' düzenin bütünüyle ve aniden, değişmesi isteği" anlamında çalışan.sınıf açısından jhti- raleiliğm.hakim olduğu tezinde bjr-açıHIlk yoktur. Fransız İşçileri koklu bir şekilde parlamentarist müesseseye bağlı bulunmaktadırlar(3l ). Nitekim Ricihard Hatriilton'un ilfiri sürdüğü gib.i, Fransız çalışan ş.ınıfın büyük, bir kesiminin resmi.anlamca İhtilalin le|).i.n:dç qlcJ:uğ|j Jıususu açıklıktan uzaktirp^). Mamilton'dan derlenen verilere görç, yine <e İgS.Ö'^lerde kalifiye isçilerin % 4Û'ı ve kalifiye olmayan i,şçilerİri'$>' 54^ tppiymun, ihtıjaj;’,.yöj tenriİeriyl.e.. dçği’şiçâeğj^bruşurtü''Myühmu^îardir’. Jlamilton'un bu ’ Yeçjİerj çeş.itij, elç tirj-ler.e.^âçjik..J^ıtıjılmüştu}’., Zıra^ İ96Ö ve 1970'lercfe ihtilâlci, d^ fş^e tercihiyle ijgil.i, rakamlar şaşırtıcı bir 'şekilde dalgalanmalar göstördişi’tesbît' edilmiştir. 196'8'iH yazında Fransız' erkek' el işçilerinin sadece % 9 ’u toplümüri de­ğişmesi anlamında rih|jlalci eyleırij kalıplarını destekledikleri ortaya çıkmıştır. Âynf şekilde, Âyrgpa. toplum Taraması (ECS) işe bir' bütün blarak 1970 yılındi' çalışan sınıfiçih bu rakamın % 7'o(d.uguiıu'beiirtmiştir. :

,£|jer ‘.ileri’ sunifen bü rakamlar, doğru ise, on y.illık dönemde, Ftansjz işçi­lerinin'il'ı t! İalci derişme fikrine kâtıjdiğı lı'usy^hun dikkât^ekiöi ^ir tai'zda arttıgi iddia eÜ ileb ilin ir,' Nitekim/ ,fOrgâriizö ,'edîtijıfş toplum yolu niiiz,; ihtilalci' eylemle1

'ikjü bir şekiide de^işmelidir"^tarçındaki İfâdeye) 1^77 yilınâa.i^çilerfı^; ’.'fİİ'iı >m'ılıı cevap vermiştir. Bu IVusüsu aşaifd.lki'tabİöd;ı i/loyebiliriz.' - ' '

l ab iu .K ) İl . ı i ,dlı i ’ıa ı i/kete yUtit'iüio cgtji ••liorı ■ !'. ’: ı;.’ ‘ ' i

v İfadeler . : ■ , ■' .. .. .. , : 197r .. 1978 ' 19.77 1 : r ; i '. ! A1 )J.f in ize edilmiş toplum tar- :

azımız ihtilalci eylemle.köklü: ,:nO .

> -..r -Villı 1Hİ ::^lii r , :-. -,

olarak değiştirilm elid ir.. . ’ . i Toplum'umuz tedrici bir ■> ■ s

..;..%30.,v h...,hı.,oiia-ıJ.V’ ; k

; i ‘.&8

. şek ilderefo rm larla i ■ -> ,i-;. ■ ---i- i..:,;: :ıslah ed ilm elid ir : ■•". ı;: lalilrazır toplum u muz-tüm 'A iil

■ -.kıçı .-güçlere karşt- : :" .(üitçto■savuntıhtalıdır' - ■;

■ ■ % 59- ' ■■■■ u .a % 62- .:;iv i; s ?Ö5S'-.>İ % 6 0 'V -i : ‘

■!;! T-'i.»:7

: Yukarıdaki tabloda görijleçeği üzere .Mayıs l9;7,8U|e-Jıelkiıf^nsız $oUmu; iv savaş sonucu ve Mart: seçimlerinde sol-un mağlup cdilınesini pıüteakip -burakaji) yeniden % 10'a düşmüştür;;Bunun!a beraber,;,önem derecesi ne.-olursa oilsun, "BU böyle .dalgalanmalarla karşı karşıya bulunuyoruz.ye,■Franfnz;.çalı-şan.sınıfının,büyük bir kesiminin sabit bir şekilde reformist olduğunu görüyoruz. Aynı şekildç Tüı;r kiyemiz (Kırklareli).için yapılan araştırmada,,da, Türkrjş’e .bağlı işçilerin % 10’u ihtilalci eylemlerle. töplum-,yapısın.i 'köklü bir şekilde, değiştirmek isterken , ^.ŞO'şi reformlarla, % 4Q'ı ise her türlü yıkıcı eylemlere karşı kendilerini »savunma yolunu desteklemişjefdicl PİSK'e. kayıtlı )üyelerirı! ; 10'u ihtilalci, yöntemj benimserken, yU ne % 9'u reformlar yoluyla toplumu düzenlemeni ; daha.doğru olacağı kanaatini beyan etmişlerdir, öyleki, F.Almanyada Münster Üniversitesi tarafından gerçekleş­tirilen bir araştırmada, burjuva şuuruna'sahip ıolduklairı söylenen, işçilerin sayısı kadar; Marksjst dünya- görüş,üne i kendiliğinden, ş^hip o|an işçiler de azdır(33,). Araş­

Page 33: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

tırmaya konu olan işçilerde sağlam bir teorik temel, devrimci bir tasarı ve geleceği tayin etme gücü eksiktir. Mevcut şartlardan memnun olunmazsa da, bu şartlara kar­şı çıkmamış, aksine onlara uyma yoluna gidilmiştir. Kadercilik, hayati güçten yok­sunluk birçok işçilerin kendilerini vaazetmelerine engel teşkil etmiştir.'

"İşçilerin topluma bakış, yani kafalarında yarattıkları toplum taslağı ve ken­dilerinin bu toplum içindeki yerlerini belirlemeye çalışan Münster üniversitesi araştır- mjsı sonuçlarına göre: ■

1) İşçi kendi varlığını, gelişme, yükselme açısından değil, aksine sımsıkı bağ­landı” ! belirli sosyal durumu açısından,statik olarak kavrıyor.

2) İşçi varlığına ve onu açıklayan şartlara karşı koruyucu durumundadır. Ka­zanılanın güvenliği, yükselme ve ilerlemeden önemlidir.

3) Durumlarını tayin eden, şahsi veya ferdi bir alın yazısı olmayıp, toplu bir alınyazısıdır. Bu alınyızısı çaba ve emekten çok üstün güçler tarafından belirlenmek­tedir. Sosyolojik bir araştırma yapılmış, işçilere: "Durumunuzu düzeltmek için ne yapabilirsiniz" tarzında bir soru yönetilmiş, ancak işçilerin büyük çoğunluğu, hemen hemen yarısı teşebbüse geçmek için hiçbir imkân görmediklerini, birçok­ları da işletmede daha çok çalışarak durumlarını düzeltmeyi düşündüklerini bildir­mişlerdir."

Münster araştırması, işçilerin sosyal konuları kavramalarını iki şekilde açık­lamaktadır: "İşçi sınıfı şuuru" ve dikotami (yani iki dünyaya ayrılmış olarak görme).

"İşçiler, yaptıkları işle kendilerini toplumun diğer gruplarından ayırabilir­ler. Tek olarak emekçilerin istenilen ölçüde değiştirilip ve yerine başkasının konula­bileceği bilinmektedir. İşçi sınıfı tek değil, bir bütün olarak işte bu özgür emeği ya­ratmaktadır. Böylece emeğin şuuru kollektif şuur olarak ortaya çıkar. İşçiler kendi­lerini gördükleri işle, diğer sınıflardan açıkça ayırt eden bir sınıfın üyesi olarak kav­rıyorlar.

"İşçinin toplum görüşünü büyük ölçüde açıklayan ikinci kavram ise, onun hiyerarşi basamaklarındaki yeridir. İşçi en alt basamakta bulunuyor. Gerçekte hi­yerarşi, işçiye basamak basamak değil de, ikiye bölünmüş olarak görünür. Onun gö­rüş alanından az çok kaçak ve daha çok buyruk olarak biçimlenen bür üst vardır, üst ise zaten kendisidir. Ona buyrulur, o ise hiç kimseye baskı yapacak durumda değildir. Kendisini hiyerarşinin bir unsurundan çok bir nesne (eşya) olarak hisseder ve bu duygu yükselme imkânları sınırlandığı oranda artar.

"Sosyal ilişkiler konusunda bütün işçilerin düşünceleri bir değildir. Teorik düşüncelerde kalıplanmış temel çizgiler sık sık ortaklaşa olarak tekrarlanıyor. Fa­kat, bu çerçeve içinde büyük ayrılıklar ortaya çıkmaktadır. Sosyal mevkii (statüyü), işçilerinden bir kısmı veri olarak kabul ediyor ve düzenin doğruluğu, bu düzene uy­mak mecburiyetinde olduklarını, veya uyabileceklerini düşünüyorlar. İşçilerin geri kalan büyük bir kısmı ise, cemiyeti ikiye bölen bu dü/eııi eleştiren bir gözle bakıyor. 3urjuva şuuruna sahip oldukları söylenen işçilerin sayısı azdır. Çünkü, bu görüş yalnız sosyal bağlantıların açıklanmasında değil, topluma karşı takınılan davranış­ta da ortaya çıkar, İşçilerde burjuva toplum şuurunun belirleyen birleşme ve mev­cut düzenle özdeşleşme duygusu eksiktir. İşçinin kendini burjuva sınıfı içinde gö­rebilmesi için elzem olan, ona toplumdaki yerini gösteren "işçi sınıfı şuuru" faz­lasıyla katılaşmıştır.

"Marksist dünya görüşüne, kendiliğinden sahip olan işçiler azdır. Onlarda sağlam bir teorik temel, devrimci bir tasarı ve geleceği belirleme gücü eksiktir. Mevcut şartlardan memnun olunmasa da, bu şartlarJkarşı çıkılmamış, aksine on­lara uyma yoluna gidilmiştir. Kadercilik, hayat gücünden yoksunluk birçok işçilerin kendilerini göstermelerine engeldir".

S ın ıf Mücadelesi T ez iııin (ieçe ıs i/liû i:Bu örnekler giderek Batı ülkelerinde .* larksistlerin "sınıf mücadelesi" paro­

Page 34: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

lasının geçersizliğini ispat etmektedir. İşçi ile işvereni iki karşıt grup olarak gören Marks'ın sınıf mücadelesi teorisinin temelinde sınıf şuuru kavramı vardır. Marks, bilindiği üzere, sınıf şuuru ile sınıf mücadelesi arasında bir ilişki olduğu inancında­dır Onun tezine göre, işçi sınıfı kendi şuuruna vardığı zaman ihtilalcidir. İşte bu hu­sus, Marksizm'in ihtilalci yapısını gösterir. Son yıllarda Batının endüstri toplumları üzerinde yapılan araştırmalar sınıf şuuru kavramına değişik boyutlar kazandırmıştır. Yukarıda değindiğimiz gibi, bunların tezlerine göre, belirli bir ülkenin çalışan sınıfı içnide, sınıf şuurunda farklılaşma göze çarpmaktadır. İngiliz İşçi sınıfı ile İsveç ve Fransız işçi sınıfı eğilimlerinin sınıf şuuru bakımından birbirinin ayni olduğu iddia edilemez. Çünkü, sınıf şuurundaki bu farklılaşmada mahallinbünyevi özelliği ve ideolojilerin değişikliğinin büyük tesiri vardır. Bir toplumda sınıf şuurunun gerçek seviyesini belirleyen unsurlar daha ziyade iş örgütünün durumu ve merkezileşme derecesi olduğu tesbit edilmiştir(34).

Bilindiği üzere, sınıf şuurunun en küçük ölçeği işçilerin kendilerini bir sını­fa ait olma duygusu içinde görmeleri veya hissetmeleridir. Ancak, bu suretle işçiler sosyal ortama katılmanın ve öteki işçilerle ortak bir alın yazısını paylaşmanın far­kına varmış olurlar. Aslında bu sınıf kimliği her ülke için geçerli midir? İngiltere ve Fransa'da çalışan sınıfların üzerinde yapılan geniş çaplı araştırmalar sınıf şuurunun toplum yapısıyla ilgili olarak değişik özellikler gösterdiğini ortaya koymuştur. D. Gallie'nin biraz önce değindiğimiz incelemesi bu gelişiminin bir ürünüdür. Buna göre, İngiliz el işçilerinin % 58'i kendilerinin hiçbir sınıfa mensup olmadıklarını, Fransız işçilerinde ise bu oranın % 26 olduğu meydana çıkmıştır. Böylece, 1974 verilerine göre, İngiliz işçileri kendilerini sınıf kavramı içinde mükemmel bir şekil­de aynileştirmekle beraber, sınıf yapısı esasında şahsi bağlılık duygusu, Fransız işçilerine nazaran daha geri plandadır. Bir başka ifadeyle, İngiltere'de işçilerin sadece üçte biri sınıf kimliği şuuruna vardığı halde, Fransa'da çalışan sınıfın yarı­sından biraz fazlası bu kimlik şuuruna ulaştığı kanısındadır.

Sınıf çıkarlarının zıtlaşması hususunda çalışan sınıfın tutumları incelen­diğinde, aynı farklılaşmaların varlığına tanık olmaktayız. Zengin ve yoksullar ara­sındaki "eşitsizliklerin azaltılması" konusu ile ilgili sorulara da Fransız ve İngiliz çalışan sınıfları değişik cevaplar vermişlerdir. Fransız işçilerinin % 55'i bu hususu çok önemli bulduğu halde, İngiliz işçilerinin ancak % 22'si bu fikre katılmıştır. Görülüyor ki, Fransız ve İngiliz işçileri arasında eğitimin modernleşmesi ihtiyacı veya bölgeler arası farkların azaltılması gibi hususlarda bir menfaat noksanlığı göze çarpmaktadır. Öyleki, Fransız işçilerinin sadece % 32'si enflasyonu önemli bir prob­lem olarak düşündüğü halde, İngiliz işçilerinin % 57'si enflasyonu önemli bulma­maktadır. Bu veriler bize, çalışan sınıfın kaynakları ferdi olarak değerlendirdiğini açıkça göstermektedir._ Sanayinin millileştirilmesi hususunda ileri sürülen alternatifleri' ;çelince, Ingilterede sınıf eşitsizliğine karşı infial duyma seviyesi çok düşük bir düzeyde seyrel­mektedir (kamu mülkiyetinin büyük bir yaygınlık kazanması hususunda yüksek bir katılma seviyesi bulsak bile). 1970 yılında ehemmiyetsiz bir artış olmakla be­raber, millileştirmenin bu ülkede desteklenmesi aşağı bir seviyedidir. 1966'da İngi­liz el işçilerinin sadece % 10'u fazla oranda sanayi dalının millileştirilmesi gerektiği görüşünde idiler. Yaygın bir görüşe göre, önemli endüstri dalları millileştirilınelidir. 1966'da % 22'si, 1974 şubatında % 19'u ve 1974 ekiminde ise % 24'ü bunu tasdik etmişlerdir. Kısacası, İngiliz işçileri genelikle özel mülkiyete dayalı bir iktisadi dü­zenin meşruluğunu kabul eder görünmektedirler. Fransa'da ise,bir alternatif iktis.ulı düzen için destek seviyesinin yüksek olduğu ileri sürülebilir. Millileştirme husu­sunda 1960 ve 1970 Fransız Söryevleri, Kamu sektörünün geniş çapta yaygınlık k.ı /anmasıyla ilgili olarak sadece bir azınlığın tercihinin söz konusu olduğunu göster mektedir. Nitekim, 1966'da Sondages'in "Bazı sektörlerin millileştirilmesi mi yoksa millileştirilmesinin yaygınlık kazanması lehindemisiniz" tarzındaki bir sorusuna Fraıı-

Page 35: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

suj.şçilerinin ,% 32'si ileri dere.cede.bir .millileştirmeye .taraftarolduklarını bijdirmiş Ic.rdir.ı Oq.yı! sopr.a, 19,7Ş'da Sofres, "Banka ve ba ı büyijk teşebbüslerin millileştril.' nn-şnin, iktisadi bunalımıçözmede,olumlu veya olumsuz rpl.pynayabilir mi" şarıışu-, ıra. işçilerin % 43'Ü böyle bir kararm olumlu, %^13'ünün ise olumsuz:olabileceğini, %i14'ü;debir fark yapmayacağını açıklamışlardır., : ■ ■ rr • • ; .

.... Frapsa'da, 1968 yıhnda erkek iş ç i le r in 33'ü bütün önemli endüstrilerin mal sahibi, olanları her, ı^evİP datifi iyi gideceğini .düşünmüşlerdir. 1969'da Franşız, işçile­rinin millj. sörveyi,, 'işçilerin çalıştığı firmada devletle/sendikayla ve tiim perso­nelle birlikte bulunmalarının iyj,bir şey olup Q|madığ,ı" sorulduğunda,: Frarçşjf .şay çıayi yapışına jhaki(n.oian.durunf)a.il&tatrrvin. çlmama;Şe.viyesipin,çok yüksek plduğu a.çıklapnııştır,v Yanj işçilerin sadece,%,:46-sı old^kl^n gjbi, kalmayı.arzulamışlardrr; 3urada, millileşârilmenjn destekleme derecesini de oldukça düşük buluypruz(^16),. Aynı şekilde, sendika yoluyla denetlemedeki durumu da düşüktür. Personel ypluyla hükümete :ka ı.lma(%11),; ise terpih edilen bir alternatif plarak .meydana, çıkıyor. Şunun nıiktarı 21,kadardır. ı; . . , ,v; iHijn./ı-;. , •, ; ,-., Fransa ve İngiltere,Karşılaştırılmalında, ele alınan bir diğer hysu.s da,.p^ftlyeı

sosyal , ç^îkafizm ilişkileridir-. öyİeki^ IŞöS'İende^sosyolpjik araştırmalardan elde edilen güvenilir sonuçlardan biri de.''geliri.,seviyesi.,ile işçilerin toplumumufla.ilgili tutumJari arasındaki basi.t. bir ’ iJjŞ.kiqin iyokİuğ,udurj[(35).. Gerçekte, tüketici o|arâ.k mahjruîtı, bırak.rna tecrvb.es.i île.halkın sınıf. eş,itsizliğipe olan tutumları.aras,inda;:her hangi b'ır doğrudan, ilişkinin yarlığı husu^. muhtemel görü.nmerrakjtedir. 1976'da Fransız işçilerinin, çoğunluğu.kuvvetli, bir şekjlde .şosyaL eş itsizliklerin ^altılması ■lehinde idijer^Ye: toip.lumlairından,,bu yüzdeıp hpşn,ut değillerdi; Oysa-, bu durum, İngiliz işçilerinin sadece .bir azınlığ; .için geçerli .k^bul edjlebilimr. Bununla bera­ber, "Satın almayı arzu ettikleri ; şeyi azaltıp-açaltamadıkları sorulduğunda, Fjrarç-, sız işçilerinin,,şacjeçe bir. kesimi, (% 42 ),harcamaJırın.ı sınırladıklarını söylemişlerdir. Buna karşılık, İngiliz işçilerinin önem|i birçkeşirnir/^ 81).malj güçlüklerin tecrübesine sahip bulunmuyorlardı. Bilindiği; üzere,. ;h$r; ülkede; eşitsizliği .azaltmanın önemi ile, halkın mali,,sıkıntılara ait tecrübesi arasında çok az ilişki yardır, öyleki, herhangi bij-r.şey. şöz konusu;.ise, tüketiciler olarak daha az. baskı tecrübesine sahip olanlar- muhtemelen eşitsizlik hakkında daha, kuvvetli duyguya sahip bulunmaktadırlar; Bu, husustaki veriler derinleştirildiğinde, ilkin bir..yanda radikal ideolojileri:açık­layanlar (splu destekleyenler). i|e öte yanda sağ partileri ve hiçbir partiyle,bağlan­tılar), olmayanlar arasında tutumlardaki .keskin farfklı,laşfiıa ile,, Fransız; çalışanlar sınıjfında yüksek dprecede, bir, 'kutuplaşma . nişbetine,.rastlamaktayız. İngiltere'de ise. Parti .ideolojilerinde beliren aş^ğı seviyedeki kutuplaşma derecesi, destekleyi-’ cilerinjn;tutumlarımdaki benzerlikte^örülşbiliniı;^ ■ - ,-ı

İkincisi, her iki ülkenin işçileri arasında esas farklılık solda görülebilir., Şöy,- lejci, Fransız işçileri ile ;şağı.n, siyasi elitleri içinde yer alan İngiliz işçileri^ sıjııf eşit­liğin iri .mevcut sistemin muhafazası lehinde geniş çapta ^benzerlikleri ortaya koyduk­larını farzetmekteyiz., Birbirine hiç, fjenzemeyen ideoloji. biçimlerini açıkjayaçak planlar da so.ldaki işçilerdir. ,■ ■ ...

Kendilerini , çalışan sınıf olarak. te|a.kki eden sağ ye solun destekleyicileri arasında büyük farklara rastladıklarımız Fransızlardan ziyade İngilizlerdir. Bu ger?: çeği aşağıdaki tabloda gözleyehiCiriz. . . ... . .

Eki çizelgeler çerçevesinde neticeler değerlendirildiğinde, İngilteteyle (9İ>23) Fransa'daki fark çak a z d ır^ S ); Eşit bir şekilde Fransız sağını destekleyenler ayni­leşme biçimine, İngiltere sağ kânat işçilerinden,nFransız solunu destekleyenlerden daL lw çok yakındırlar. : : : :: - ■ '

Marks'tan sonra Marksrrmin Batı Avrupa ve Amerika Birleşik Devletlerinde almış olduğu yeni durumlara: da burada sırası gelmişken kısaca.temas etmek isti­yorum. Zira böyle bir açıklama, klasik Marksizmin Batı-Demokrasilerinde ne tür bir kimliğe büründüğünü göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Bu sebeple, il-12

Page 36: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

İngiltere İşçi PartizanOlmayanlar

Muhafazakarlar

Çalışan sınıfın kendileriyle aynileşmesiyüzdesi (1974)Zengin ve yoksul arasındaki eşitsizliği

.44 22 21

azaltmayı düşünenlerin yüzdesi.. Toplum tipiyle hoşnut olmayanların

27 26 14

yüzdesiİhtilalci eylem yoluyla değişmeye taraftar

26 19 28

olanların yüzdesi(x).. 7 7 ' 5(x) Bu veriler 1977 ve 1978 Eurobarometer'in Mayıs sayılarına dayanmaktadır.

Fransa Sol PartizanOlmayanlar

Sağ

Çalışan sınıfın kendisiyle aynileşmesi( 1967) Zengin ve yoksul arasındaki eşitsizliği

70 54 62

azaltmayı düşünenlerin yüzdesi... Toplum tipiyle hoşnut olmayanların

62 50 39

yüzdesi....İhtilalci eylem yoluyla değişmeye taraftar

75 '39 39

olanların yüzdesi(xx).. 26 16 1(xx) Bu veriler 1977 ve 1978 Eurobarometer'in Mayıs sayılarına dayanmaktadır.

kin İngiltere'yi ele alarak bu (ilkede Marksi/min değişik dozlarına, geniş ölçüde David Mc Lellan'dan yararlanarak temas etmek suretiyle, nasıl İngiliz tipi bir sos­yalizme dönüştüğünü belirtmek istiyorum.

Bilinen gerçek o dur ki, Marks 30 yıldan fazla bir süre İngiltere'de yaşayıp öğretilerini geliştirmesine rağmen, düşünceleri İngiliz soluna çok az nisbette kat­kıda bulunmuştur(36).. 1880 yılına kadar, pek az istisnası ile, Marksın öğretileri Almanya ve Fransa'da okunmuyordu. Ancak, 1881'de Sosyal Demokratik Fede­rasyon "Chartist" düşünceleri yeniden canlandırmıştır. SDF şeklen Marksist de­ğildi, fakat onun lideri H.M.Hyndman, Marksın görüşlerini yaymaya çalışmış ve "Kapital"i okuduktan sonra da Marksizme meyletmiştir. SDF mensupları, İn­giliz Marksist örgütü Birinci Dünya savaşına kadar yürütmelerine rağmen, binden fazla faal üye elde edememişlerdir.

bilindiği üzere, Bağımsız İşçi Partisi, Keir Hardie ve arkadaşları tarafından 1893 yılında kurulmuş fakat sosyalizme yaklaşmada ihtilal fikirlerinden, sınıf çatışmalarından kesin bir şekilde sakınmışlardır. Ancak, diğer İşçi Partilerinin aksine İkinci Enetransyonele katılmışlardır. Bu husus samimi bir kaşıt-Marksist durumu ortaya koyar.

İngiltere'de, Rus Bolşevik zaferi sonunda, üç esas Marksist örgüt mevcut idi. İngiliz sosyalist partisinin en büyüğü, İngiliz İşçi Partisi, (İLP)nden de iltihak e­denlerle SDF'nin birleşmesi sonucu, kurulmuştur. Sosyalist İşçi Partisi, Amerikan Sosyalist İşçi Partisinin bir benzeri idi.

Diğer Avrupa komünist partilerinin aksine, İngiJiz komünist partisi, çoğun­lukla "sosyal demokratik parti "deki yarılmaların neticesi olarak meydana gelme­miştir. Bu yüzden, İngiltere'de komünist parti sürekli olarak İşçi Partisine yakınlık duyma yoluna gitmiş, fakat neticede teklifleri reddedilmiştir. Bu suretle, büyük sınai huzursuzluklara ve milli hükümetin düşürülmesine rağmen, Komünist Parti 1930’lar boyunca çok az bir ilerleme yapabilmiştir. Bununla beraber, 1956'daıı

Page 37: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

sonr^, Marksizm, küçük "İngiliz Komünist Partisinin Urtodoks kanadı ile müsavi telakki edilmekten vazgeçilmiştir". Ancak, Çin-Sovyet anlaşmazlığı ve Cuba'da Kastro'nun hakimiyeti sonucu, Ortodoks komünizm bile İngiltere'de geniş şekil­de farklılaşmaya maruz kalmıştır. Daha da önemlisi, 1960'ların ortasında Mark­sist fikirler üniversite mensupları arasında giderek artan bir yayılma göstermiştir. Bunun asıl belgesi, Yeni Sol Derginin (The New Left Revievv) 1960 yılında bu ülkede yayım faaliyetine geçmiş olmasıdır. Böylece, Yeni Sol Dergisi, İngiltere'de sol aydın kesimin belli başlı organı olarak 22 yıldan beri yayımını sürdürmektedir. Ancak, Marksist teorideki bu alâka yine de gerekli bir artışı sağlayamamış, Komünist Parti zayıf kalmış ve bir ihtilal programından uzaklaşarak "İngiliz Yolu sosyalizme" (The British Road Sosyalisin) uymuştur. Fakat, bununla beraber işçi hareketi içindeki hakiki telkinden zevk alan (hoşlanan) sadece bir Marksist örgüt olarak kalmıştır. Bu husus bize, İngiltere'de ihtilalci solun Troçkizm ile aynı aıı lama, yani grupların en büyüğü Sosyalist İşçi Partisinden, işçilerin ihtilalci paıtT sine olmak üzere sıralanacağını gösterir.

İngiltere'de geniş anlamda Marksist siyasi hareketler olmamasına rağmen, çünkü "İngiliz Yolu Sosyalizm" Marksizme milli bir kimlik kazandırmış -edebiyat, tarih ve iktisat alanında İngiliz aydınları Marksist teoriye üç alanda önemli katkıda bu- lumuşlardır. Edebiyatta, "Kültür ve Toplum" ve "Uzun İhtila!"(Long Revolution) gibi araştırmalarıyla İngiliz halkı hayatının farklı kültürel değerlerini konu alan Raymon VVilliaıns'ın önemli tesiri olmuştur(37). Tarihi alanda ise, Komünist par­tiyle yakın bağlantısı olan yazarlar, özellikle Christopher Mill'in "The English civil war" ve E.P.Thomson'un: 'The Making of English VVorking Class" adlı eserleri bu hususta örnek olarak zikredilebilinir. Ancak, İngiltere'de Marksizmin en etkili olduğu saha belki de iktisat alanı olmuştur. Burada, Sraffa'nın : "The Production of commodities by means of commodities" adlı eseri, Marksizmin güçlü ve yeni bir Rikardoyan yorumudur(1960).

"İngiliz Yolu Sosyalizm" bir diğer anlamda, Marksizmin millileşmesi anlamına gelebilir. Marksizmin millileşmesi ise ihtilalci, terörist ve anti-parlamentarist yapısını kaybederek, İngiliz türü sosyalizmle bütünleşmesi demektir. Bunun en güzel örneğini, tahinmiş Amerikalı sosyal psikolog Charles Korte ve Andrew Sylvester tarafından İskoçya'mn St.Andrevvs üniversitesi öğrencileri üzerinde yapılmış bir araştırmalarında ı>örebiliriz(38). '

Araştırma, İskoçya'mn küçük bir kasabasında kurulmuş bulunan, gelenekli ve değerler sistemine bağlı muhafazakâr bir üniversitenin öğrencileri ü/erinde 1976 yı lında yürütülmüştür. Çoğu İskoç üniversiteleri aksine, Büyük Britanyanın her yerin den öğrenci celbeden ve gerçekten geleneklerine bağlı olarak bilinen St.Andrevvs üni versitesi köklü ve tarihi bir kuruluş olarak bilinmektedir. Üniversite, şöhretini aynı zamanda öğrencilerinin büyük bir kesimini muhafazakâr eğilimli olmasıyla da ortıya koymuştur. Britanyanın en büyük Üniversite Tory Club'ı bünyesinde bu­lundurması ve renkli öğrenci gelenekleriyle mesela kırmızı akademik elbisereleriyle, St.Andrews üniversitesi ilk bakışta herhangi bir yabancı gözlemcinin derhal dikka­tini çekebilir.

Charles Korte, üniversitenin birinci sınıfına 1976 güz döneminde kayıtlı bulunan 206 öğrenci üzerinde bir anket çalışması yapmıştır. Anket; öğrencilerin yüksek aka­demik yeteneği, orta ve yukarı sınıfa mensup oluşları, siyasi görüşleri (orta veya sağ gibi), ilaç kullanmaları ve akademik yönden faaliyetleri, ve rastgele elbise giy­meleri gibi çok yönlü soruları kapsamaktadır. Güz döneminde uygulanan anket, bir öğrenim döneminin sonunda -yazın- ikinci kez aynı öğrencilere uygulanmıştır. Sonbaharda 206 öğrenciye uygulanan birinci ankette, öğrencinin liseyi bitirdikten- beri katlandığı yetenekli hayat hikâyesi, şahsiyet değişmesiyle ilgili hususları; yazın yine aynı öğrencilere uygulanan ikinci anket ise, ilk yılda St.Andrews Üniversite­si ndeki beklentileri, buradaki bir yıllık öüuMiim dönemi içindeki tutum değişme-

Page 38: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Icrini kapsıyordu. Kısacası, Eylül ve kasım aylarındaki seçen bir vıl süre içindeki tmmiL'iiı-rin-üniversiteye girmeden önce, ve sonraki- durumları değerlendirilmiştir,

-«şaşıdaki tablo Korte'niıı tesbitlerini ortaya koymaktadır.

I .ıhlo 11 St.Andrews Üniversitesi öğrencilerini) önre-\ iriş ve soııra-varış tasavvurları

Vk.ı.lenıik. Yetenek Çok \ üksek Yııksek Ona Aşağı Çok Topl.Aşağı

Üniversiteye girmedenönce % 8 ■ % 75 % 17 0 0 204

Üniversiteye girdikten sonra % 4 % 64 % 29 2 1 205

Sosyal Köken(Sınıf) Durumu Üst sınıf Üst orta Orta Altorta Çalışkan Topl.Üniversiteye girmeden önce(başarı) 0 % 22 % 61 % 6 % 2 197Üniversiteye girdikten sonra % 2 % 45 % 50 % 2 % 1 204

Siyasi Görüşler Aşırı sol Sol orta Orta Tedrici sağ aşırı sağ ToplÜniversiteye girmeden önce % 2 % 17 % 24 % 54 % 3 188Üniversiteye girdikten sonra % 1 % 6 %17 % 71 % 6 189

Yumuşak ilaç kullananlar % 50 %50-25 %25-10 %10-5 %5-0Üniversiteye girmeden önce % 2 % 7 % 16 % 40 % 33Üniversiteye girdikten sonra %1 % 7 1 1? ’ 28 % 52

Öğrencilerin siyasi görüşlerinde .1/ derişme ka\ »iedilirken, elde edilen görüşler, esas olarak "merkez-sağa" doğru kaymakta ve öğrencilerin % 72'si kendi siyasi görüşlerini (aşırı sol, sol-orta, sağ, aşırı sağ) dizisi içinde sıralamaktadırlar. Bun­ların % 44’ü ortanın sağı iken, 3 22'si sol görüşte idi.

Böylece, Kotte ve Svlvester araştırmasına göre, St.Aııdrews üniversitesinde okuyan öğrencilerin büyük bir kesimi, muhafazakâr siyasi hir ideoloji ile okula başlıyor, ve bir yıllık devamdan sonra bu durumlarının daj,u da takviye edilmiş olduğu görülüyor, öğrencilerin çoğunluğu da 6 ay içinde rast gele elbise giydik­leri, içki içme ve sosyal faaliyetlerinde bir artış olduğu kaydedilmiştir. Keza, i>- ııemli bir öğrenci grubunun cinsi faaliyetlerinde de ayni şekilde bir ilerleme göz­lenmiştir. Sadece bu dönemde, etkili• olmayan sahalar sigara içme ve siyasi eği­limlerdir. :

Korte?ye göre, öğrencileri tamamen muhafazakâr olmaya yönelten önemli hu­sus, belki de öğrenimlerine muhafazakar olarak başlamaları ve çoğunun St.Aııdre^s’- lü olmalarıdır. Öğrenciler, ayrıca, siyasi görüşlerinde herhangi bir değişmeyi umut etmediklerini ifade etmişlerdir.

Bu araştırma bir İngiliz üniversitesinde öğrenciler arasında muhafazakâr düşün­cenin sürekliliğinin sağlanması bakımından tipik bir örneği teşkil eder. Siyasi görüş­ler de, aşırı sol ve aşırı sağ yerine orta ve ılımlı sağda yoğunlaşmaktadır. Üniversite,

15

Page 39: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

---- ---------------lı.ideler iı ki İçme

İlkönemlideğişme

SömerstreH.ı/ifderişme

Değişmeyok

İkinci sömestre ^ önemli Değişme Hafif

değişmeJ

l niversiteye girmeden önce % 12 % 41 % 39 % 1 ^ 1Üniversiteye girdikten sonra % 3 % 29 % 64 % 7 % 1Siyasi eğilimler(Sağ/Sol) üniversiteye • girmeden önce %3 Üniversiteye

' girdikten sonra % 1

% 10

% 6

% 79

% 86 % 7 % 1Cinsi faaliyet Üniversiteye girmeden önce % 7 % 21 ' % 70 % .2 % 1Üniversiteye girdikten sonra % 6 % 15 % 67 % 8 % 3Akademik Yönelim Üniversiteye girmeden önce % 4 % 19 % 43 % 26 % 9'üniversiteye

t dikten sonra %8 % 35 %39 ' • ^ 14 % 4

iv incideki bit vok eğilimlcripekiştirmcdc, hatta negatif eğilimlerde belirli noımjlo yönelişler sezinlcnmektedir.

Marksizm geleneği, İngiltere'ye nazaran bir hayli farklı bir görünümü sergileyen Amerika Birleşik Devletlerinde, daha değişik bir manzarayla karşılaşmaktayız. Bu sebeple bu ülkedeki Marksist gelişmeye kısa bir göz atmak yararlı olacaktır. Gözlem­cilere göre, hayatları boyunca Marks ve Engels, Birleşik Devletere karşı ilgi duyma­mışlardır. Sadece, bilindiği kadarıyla, Marks, 1850'lelin başlarında Amerikaya göç- etmeyi düşünmüş ve bu tarihten itibaren de 10 yıl kadar 'The New York Daily Tribüne” de iyi takdir edilen yabancı bir gazeteci durumuna geçmiştir. Engels ise, 1888'de Nevv England'i ziyaret etmiştir. Birleşik Devletler, Marks için "Burjuva toplumlarımn en çağdaşını" temsil ediyordu(39). Çünkü, burada bütün ilk milli kuruluşların aksine feodalizm mevcut değildi, ve devlet kuruluşundanberi burjuva toplumuna sahipti.(40).

Birleşik Devletlerde Marksizmin ilk telkini gerçekte Marks'ın ölümünden sonra başlamıştır. Bu da, 1848 Avrupa ihtilalinin başarısızlığını müteakip usta sanayi iş­çilerinin göçleri neticesinde gerçekleşmiştir. Çoğu Alman asıllı olan bu ilkdalganın içinde Marks'ın arkadaşı Josef YVeydemeyer-Birleşik Devletlerde ilk Marksistir-de vardı. Bu zat, 1853 yılında, birkaç arkadaşıyla birlikte kısa ömürlü olan "American Workers Leage in New York C ity" örgütünü kurdu. Bu örgütün amacı, sosyalist esastfc işçinin yaşama şartlarının ıslahını ele almaktı.

Enternasyonalin dağılmasından sonra, "Kuzey Amerika Sosyalist İşçi Parti­si" adlı kuruluş, Filadelfiya'da F.Sorge ve VVeydemeyer'in oğlu Otto tarafından bir konferansta tesis edilmiş o|du. Ancak, bu parti (SLP ) hemen hemen yeni gelen Alman göçmenlerinden ibaret olup, Hollanda da eğitim görmüş ve Kolombiya'da okutmanlık yapmış Yahudi asıllı ve Karibiyanlı Danilel De Leon'un iltihakıyla bir başa kavuşmuştur. Marks gibi De Leon'da, Birleşik Devletlerde sosyalizmin ancak barışçıl bir geçiş yoluyla gerçekleşeceğine kuvvetle inanmıştı. De Leon'a göre, 36

Page 40: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

"Birleşik Devletlerde ihtilalci yol asla mümkün değildir(41).Mc Lellan'a göre, 1900'ların başlarında SLP, Sosyalist Parti yoluyla-ki üyeleri

1912 civarında 100.000 kadardı ve başkanı da Eugene Debs idi- gölgelendi. Aynı zamanda, Sosyalist Parti, Amerika'da Marksizmin popülarize edilmesine yardımcı oalan faaliyetleri, bu ara Ernest Untermann "Kapital" i İngilizceye çevirmiştir. Keza, Louis Bouding "Theoritical system of Kari Marx" ve A.M.Simons ise parti­nin nazari gazetesi olan "İnternational Socialist Revievv'yu çıkarmıştır. Buna kar­şılık, komünist olmayan sol, Bağımsız Radikal Amerikan İşçi Partisi 1934 yılında A.J.Muste tarafından kurulmuştur. Bu zat, James Burnham, Sidney Hook, Bertram VVolfe ve Max Eastman gibi dönemin güçlifcMarksistleriyle tartışmaya girmiştir.

Birleşik Devletlerde Marksizmin f^liyete geçmesiyle birlikte arîti-komünist sol akım taraftarlarının güçlü eleştiri yöntemleri bu ülkede fonksiyonel tartışma ve analitik yorumların bir gelenek halini almasına geniş ölçüde katkıda bulunmuştur.

1960'ların başında Yeni Sol'un yeniden canlanması farklı görünümde olmuştur. 1960'larda radikalizmin yeniden doğuşu, Vietnam'a Birleşik Devletlerin müdahalesi­nin artmasıyla örtülüdür, fakat Yeni Sol’un büyümesi daha ziyade iç gelişmenin bir ürünü olmuştur. Bu olay, büyük ölçüde, etnik grupların yaşadığı sefalet ortamlarının ele alınması, yaşantılarının canlandırılmasıyla daha ziyade dikkati çekmektedir. Harrington'un "The Other American" adlı eseri, Amerikada beyaz işçilerin sefaleti­ni ve geniş çapta yoksulluğu açıklamış, Güneyde medeni haklar hareketi ve siyahla­ra yapılan ayırımlar ise geniş acılara ve rahatsızlıklara sahne olmuştur. Bu yeni Sol, başlangıç olarak, Marksizmle dengeli bir ilişkiyi tesis etmiştir. Gelenekli olarak Mark­sizm gerçeğin ve nüfus çoğunluğunu teşkil eden çalışkan sınıfın umudu olmuştur.

Birleşik Devletlerde, İngiltere'den farklı olarak, Marksizm organik bir şekilde çalışan sınıfa bağlı olmuyor, fakat daha ziyade Yeni Sol şeklinde hücuma maruz ka­lan bir azınlığın protesto aracı biçiminde bir eğilimi yansıtıyordu. Eski Sol'un gele­nekli Marksistleri Yeni Sol'un şüpheci insaniyetçiliğini, akılcılığını, ferdiyetçiliğini, idealizmini reddetti. Çünkü, Eski Solun bu kavramları Marksizmin sınıf esaslı sosyal ve siyasi tahlillerinden ziyade anarşiyle birleşiyordu.

Araştırmacılara göre, Yeni Sol'un teorileri ayni cinsten olmayan (heterojen) azınlık esasında olmak üzere, Marksist olduğu kadar uzlaştırıcı anarşist ve Gandian bir görünüme sahipti. Yeni Sol, öğrenci esasına dayalı ve temel örgütü "Demokratik Toplum İçin öğrenciler" (SDS) ilkesini kapsıyordu. Bu örgüt, ismini 1959'da kurulan "Demokrasi için öğrenci ittifakı" adlı bir kuruluştan alıyordu.Bu hususta, C. W right Mills, Marks'tan esinlenerek Yeni Sol'u etkilemiştir. Bilindiği gibi, Birleşik Devlet­lerde Yeni Sol kavramını popülarize eden W .Mills’t ir . Onurl, cidden çok etkili olan 'The Povver Elite"(1956) adlı kitabı, yönetici sınıf fikrini redderek yerine elit kitle­ler modelini ikame etmiştir.

Herhangi bir Marksist sınıf tahlilinin yapmağa mecbur olduğu gibi, çoğulculuğu, aldatıcı olarak, hükümet, sınai ve askeri elitler arası kilitlenmeye tahsisi hususunu eleştirmiş, fakat bu gerçeği inkâr etmemiştir. VVMills, siyasi/askeri kuruluşun rolü hususundaki kanaatini herhangi bir iktisadi temele başvurmaksızın gerçekleştirerek, ileri kapitalist toplumlarda çalışan sınıf fikrinin aslında tarihi bir araç olduğu düşün­cesini reddetmiştir. Uzmanlara göre,böyle bir iş metafiziği, şimdi tamamen gerçekçi olmayan Viktoryan Marksizmin-yani muhafazakâr Marksizmin- bir mirası olsa' ge­rektir. Nasıl Marksizm Yeni Sol'dan etkilendi ise, Mills 'de Erich Fromm tarafından yorumlandığı üzere, genç Marks'ın yabancılaşma kavram biçimlerinden esinlenmiş- tir(42). Böylece Amerikan 'in bu ünlü sosyoloğu, Marksist literatürün hareket nokta­sını teşkil eden "çalışan sınıf" teorisini tarihi yapan bir "vasıta" (agency) kabul et­miyor, aksine bu yükü,elit-kitlelerin omuzlarına yüklüyordu. .

Amerika'da Marksizmin yapı ve kimlik değiştirmesi tamamiyle Amerikan Dina mizmi ve sosyal ekolojik şartlarından doğmuştur. Nitekim SDS'nin esas belgesinde, inanın esaretten kurtulması için dünya çapında yürütülen eylemin başarısızlığından

Page 41: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

ötürü, komünizm reddedilmiştir(43). Port Haron tarafından 1962 yılında tasvir edilen bu belgede "Hümanist Marksın bize çok şey söylediği fakat, kullandığı kav­ramların modası geçmiş ve nihai görüşlerinin ise akla yakın olmadığı" iddia edilmiş-, tir(44). Bu Marksist hümanizm, Herbert Marcuse'ün eserleriyle daha da etkili olmuştur. Nitekim, Daniel Bell'de Birleşik Devletler için sınıf mücadelesine daya­lı sosyalist bir devrimin artık mümkün olamayacağı görüşündedir. Bell'e göre, sı­nıflar mücadelesine dayalı bir modelden ziyade, tabakalar-arası bir ilişkiler sistemin­den söz açılabilinir(45). Ayrıca, komünizm monolith (yekpare) kimliğini de yitir­miştir. Bugün, milletlerarası komünist bir dünyadan söz açabilmekteyiz. Marcus'i- yan düşünce,alt-sosyalist gelişimlerin endüstri toplumlarındaki bir yansımasıdır.

Komünist Parti ve. onun genç kanadı Du Bois Klüpleri, ,1960'ların başlarında yeniden canlanmışlardır. Fakat, bunlardan ancak Marksizmin Troçkist ve Maocu çevirilerini gençlik kesiminde gerekli ilerlemeyi sağlayabilmişlerdir. Eski Troçkist. sosyalist işçilerin partisi genç "sosyalist ittifakı" meydana getirdiler ve bu ittifak 1970'lerin başlarında çok etkili olan sol kanadı teşkil etti. Sol kanat, bu defa bu ge­lişmede, çalışan sınıf çatışması ile proletarya şuuruna önemle eğildi. Ancak sonunda Mao'cu ilerici İşçi Partisine dönüştü, latta, Vietnam'da Amerikan müdahelesinin büyümesinden yararlanarak anti-emperyalist eylemlere yönelik şiddet olaylarında etkili oldu. Siyah milliyetçilerle ve kendilerini açıkça Marksist-Leninist olarak tasvir eden Panetrelerle ittifa haline geçti. SD S ’in 1969 yılında yapılan üzüntülü anlaşması sonucu, ilerici işçi denetimi kazandı ve Yeni Sol can çekişir bir durum.ı geldi. İlerici ış(,ı Partisi çizgisinde birleşmeyi reddcdenleı ise, kendi sollarında şekillenen k'ısa

■f'Mirlü İhtilalci Gençlik Hareketi (RYM ) ve Rüzgâr adamlar (Weathermen) gibi geril- l.ı .suplarına dönüştüler.

Amerika'da Marksizmin başarısızlığı üzerine birçok yorumlar ileri sürülmüştür. Bunlardan inandırıcı ve ilmi yöntemlerle konuya açıklık getiren teşhislerden biri VVerner Sombart'a aittir. Sombart, 1906 yılında yayınlanan "Why is there no soci- alism in the United States?" adlı eserinde, Avrupa'nın aksine, Birleşik Devletlerin feodal geçmişe sahip olmadıklarını ileri sürmüştür. Ona göre, Amerika'da demok­rasi mücadelesi, sosyal ayrılacakların kaynaklarına hiçbir vakit yönetilmemiştir. Gerçekte, Amerikan siyasi sisteminin açıklığı, Avrupa'nın aksine, işçi taleplerinin birleşmesini teşvik etmiştir. Oysa, Avrupa'da çalışan sınıfın siyasi sürecin dışınd; tutulması, bunların demokratik isteklerini ifade edebilmeleri için .sosyalist dayanış ma içine itilmelerine sebep olmuştur. Toçqueville'in de belirttiği gibi, Birleşik Devletler, Avrupa'daki hoşgörüsüzlüğe tepki olarak kurulduğu için Ameıikalılar "herkesin özgür doğduğunu" kabul ederler. Ancak, bu hürriyet-komünizmden zi­yade ferdiyetçilik sistemine dayandığı için-esasta olumsuz bir hürriyettir. Ayrıca Avrupa'da mevcut bulunan şiddet ayaklanmalarından Amerika kısmen kendisini tecrit edebilmiştir. Bununla beraber, Mc Lellan'ın açıkça ortaya koyduğu üzere, Marksist deyimle sosyalist düşüncelere açık bir çalışan sınıf meydana getirebilmiştir. Fakat, şunu da önemle belirtmek gerekir ki, bu ülkede Sombart'ın ifadesiyle: "Sos­yalizm sığır rostosu ve elma payının sığlıklarına batmıştır,"(46)Bu bir anlamda Amerikan işçisinin bolluğa dayanan hayatının bir tasvirinden ibarettir. Ama,yine de Marksist teoriye en göze çarpan Amerikan katkıları -hayret edilmemelidir ki- ileri kapitalist toplumların yorumlanmasından ve onun emperyalizmle olan ilişkilerin­den kaynaklanmıştır. Bu yardımları uzmanlar genellikle üç alanda özetlemektedir­ler: 1) Çağdaş Amerikan toplumunun yapısı hakkında yeni solun teorileri, 2) Mark-, sist görüş noktasından itibaren Birleşik Devletlerin historiografisi ve 3) En önemlisi de Amerikan kapitalizminin iktisadi araştırmalırıdır. Bunlardan ilkini ele alalım. Amerika'da Yeni Sol, Marks'ın ilk yazılarıyla Erich Fromm ve diğerlerinin açıkla­malarına dayanır .('i?). Bunlar, Marks'ın düşüncelerinin artık komünizmin Sov>et revizyonuyla öze' olarak birleşmediği kanaatlndadırlar. Zira, Marks'ın yabancılaşma 3 S

Page 42: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

kavramı, 19. yüzyıl kadar 20. yüzyıl için de geçerlidir. Bu cümleden olmak üzere, Max Horkheimer'in 'The Edipse ot Reason"( I949) adlı eseri Amerikan toplumuııa sosyal ve siyasi liberalizme tenkidi bir bakışı yansıtır. Frankfurt Okulunun bir ürünü olan Marcus'ün "One Dimensional Man" adlı eseri, 1960‘ların ortasında Yeni Sol düşüncenin bir özeti oldu. Çağdaş Amerika'da "zorlayıcı bir bütünün kuralları al­tında özgürlük", hakimiyetin güçlü bir aletini teşkil eder"(48) tarzındaki görüşü, Marcus'iin en göze çarpan yönünü ortaya koyar.

I ra ıık fıırt O kulu ve Marksi/ııf.Burada, sırası gelmişken kısaca Frankfurt Okulu'na değinmek istiyorum.’

"Frankfurt Okulu" kavramı, 20. yüzyılın başlarına kadar uzanan ve Sosyal Araş­tırma Enstitüsü, e birleşerek, Alman Para-Marksistlerine tahsis edildiğindenberi kıılla- mlagelmektedir. Frankfurt Okulunun bol akademik yayınları ve alaka sahası hiimanis tik bilimlerin birçok sahalarını kapsar: "Fpjsefi, tecrübi, sosyoloji, müzikoloji, sosyal psikoloji, Uzak Dojuı Tarihi, Sovyet Ekonomisi, Psikoanali/, Edebiyat ve hukuk teorisi bunlar arasındadır(49). Frankfurt Okulu, Marksizme olan sadakat normunu muhafaza etmekle kalmıyor, mevcut kültürün eleştirisi ve analizine yardımı da ha­reket noktası olarak benimsemektedir. Buyüzden, Hegel, Kant, Niçe ve Freud gibi Marksist olmayan birçoklarından da yararlanmıştır. Okulun bir diğer özelliği de, programlarında herhangi bir parti veya komünizm ve sosyal demokrasi gibi siyasi hareketle aynileşmemiş olmasıdır. Ancak okul, Lukacs ve Korsch tarafından de­ğerlendirilen Marksizmin yorumlarından etkilenmiştir. Bununla beraber, okul, hiç­bir zaman Lukacs'ın disiplinlerini yansıtan bir hava içinde bulunmadığı gibi, esas­ta da Lukacs'dan ayrılıyordu. Hatta, Proletaryanın yabancılaşması ve sömürülmesi hususunda Marks'ın durumunu kabul etmesine rağmen, okul sınıf şuurunun varlığı ile ilgili olarak proletaryanın yabancılaşması süreciyle özdeşleşmediği gibi, aprioıi bir norm olarak da Komünist Parti diktasına sahip çıkmamıştır. Bunun ıjibi, Okul, toplumun tüm tabakajarını etkileyen bir süreç olarak "maddeleşme"nin (rcificatioıp evrerisetiiğini vurgulamış ve proletaryanın ihtilalciliğinden gittikçe şüphelenmiştrt■. Bunlara ilave olarak Marksizmin Ortadoks verziyonlarıyla revizyonistlerin derin hir •..ekilde yüzyü/e gelmesine rağmen Okul, kendisini ihtilalci entellektüel bir hareket V.ibi gördü, reformist durumu reddetti ve toplumun tüm üstünlüğüne olan ihtı\.ıu ■•avundu. •

Okulun gelişme dönemi Nazizmin yükselişi, zaferi ve düşüşüne rastlar ve veri­lirinin çoğu, ırki peşin yargılar, otorite ihtiyacı ve totalitarizmin iktisadi w ideo­lojik kaynağı gibi sosyal ve kültürel meselelerle ilgiliydi. Hemen hemen okulun esas i: deri orta sınıf Alman valuıdileri olup, sadece birkaçının yaluıdi cemaatı ile ha­kiki kültür bağlantısı vaı idi

Frankfurt okulu, lojik emprisi/m, bilim metodolisi ve bilyi teorisinde pozitivis eğilimler gibi konuları ele alması yanında, ayrıca pragmatizm, ütilitaryarii/m ve A l­man egzistansiyalizmi üzerinde de durmuştur. Üyeleri kitle araçlarının artan tesiri yo luyla "kitle topluma" ve kültürün, özellikle sanatın düşünüşüne hücum ettiler. Bu yüz­den, okul mensupları kitle kültürün saldırgan eleştirici ve analizlerinin öncüleri olarak bilindikleri gibi, kültür tarihinde de Niçe ve elit değerlerin savunucularının halef­leri olarak yerlerirri alırlar.

Sosyal Araştırma Enstitüsüne gelince, bu da 1923 yılında Frankfurtta bir grup genç elit tarafından tesis edilmiştir. Enstitütü resmen Frankfurt Üniversitesinin bir bölümü idi. Esas kurucuları ve ilk üyeleri Friedrich Pollock( 1894-1970) So\\et Rusya'da planlı ekonominin ilk ciddi analizlerini yapan iktisatçı; Cari Grünberg (1861-1940) Enstitünün ilk müdürü ve yaşlı kuşağın bir Ortodoks Marksisti olarak bilinen bu zat, işçi eylemlerinin tarihi gelişimi alanında uzmanlaşmış bir kimse olarak bilinmekte idi;

Enstitünün 1930'dan sonraki müdürü ve merkezi şahsiyeti Max Horkheimeı" 3 ‘>‘

Page 43: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

(1895-1973) bir psikolog ve Tiıozöf idi Diğer önde gelen üyelerden biri de Komü­nist Partisinin bir mensubu oıan ve Çin tarihi (VVirtsclıaft und Gesellschaft Ghin.ıs, 1931, ve Oriental .Despotizm, 1957) adlı eserlerin yazarı Kari VVittfogel (1896)ıli. Frankfurt'ta felsefe okulunu kuran Theodar Wiesengrund-Adorno( 1903-1970) ise daha sonraları Enstitüye katılmıştı.

1930'larda, Enstitütii Almanya’yı terkettikten sonra, VValter Be jamin (1892- 1940)de katıldı. Eserleri, Marksizmin gelişmesine önemli ölçüde katkıda bulunma­mış olmakla beraber, .Frankfurt Okulunun tüm tanınmış yazarları gibi Marksist hareket ile yakından ilgiliydi.

Frankfurt Okulunda, VVittfogel’den başka diğer komünistler Kari Korsch ve Franz Borkenau’dur. Bu sonuncusu, Partiden kovulduktan sonra komünizme hücum eden eserleriyle tanınmış bir kimsedir. ■

k ir PolonyalI yahudi olan Henry Grossman (1881-1950) ise Enstitüde 1920'- lerin sonunda çalışmaya başlamıştır. Enstitüye 1930'larda Herbert Marcuse ve E- rich Fromm gibi düşünürlerin de katıldığını görüyoruz. Enstitütü 1932 yılında*(Jour­nal tor Social Research) dergisini yayınladı, ve Amerika'ya taşındıktan sonra da der­gi iki yıl daha (193941) "Studies in Philosopy and Social Sciences" başlığı altında devam etmiştir. Frankfurt Okulu ayni çizgiler üzerinde olmak, üzere Birleşik Dev­letlerde de faaliyetlerini sürdürmüştür.

Çağdaş Amerikan toplumunun yapısı hakkındaki görüşlerin kaynaklandığı "Frankfurt Okulu" ile ilgili bu ön bilgilerden sonra, Amerika'da Marksizmin gelişmesine katkıda bulunan ikinci noktaya yani Birleşik Devletlerin Histori- ogrfy (vakanüvistlik) durumuna geçebiliriz. Yine Marksist düşünür Mc. Lellaun'a göre, mevcut Amerikan toplumunun liberalizmi Amerikan radikal tarihçileri tarafın­dan inceden inceye araştırılmıştır. Öyleki "The Triumph of Conservatism" adlı eseriyle Gabriel Kolko, VVright, Mills ve "The Corporate İdeal in The Liberal State"(1968) adlı eseriyle James VVeinstein, Marks'ayakınlık duyan düşünürler ara­sındadır. Weinstein, büyük dev korporasyonlarla küçük çiftçiler ve işletmecilerin önderlerinin bir korporat (lonco) devlet halinde birleşmelerini ve hükümetle olan ortaklığı ile yaratılan Amerika'nın en ileri işletme sektörlerinin ideolojisini "Ko r­porat liberal" ideolojiyi önermiştir.

3) Amerikan kapitalizminin iktisadi araştırmalarına gelince, Marksist teoriye en orijinal Amerikan katkısı siyasi iktisat alınanda olmuştur. Bunların da başında Paul Baran'ın 'The Political Ekonomy of Growth"(1957) adlı eseri gelir. Kuşku­suz Amerika Birleşik Devletlerinde Marksist teoriye diyebiliriz ki en önemli ve orijinal katkı 6u tür siyasi iktisat alanındaki çalışmalarla aşılanmıştır. Bilindiği üzere Ba?an, genel olarak’, ileri kapitalizmde iktisadi airtık-değeri incelemiştir. Ba- ran'ın eseri birçok bakımlardan klasik Marksist gelenekte idi. Lenin'in "Emperya­lizm ve iş aristokrasisi", Rosa Luxemburg'un kapitalist birikim teorileri ve Troç- kinin düzenli olmayan gelişme kavramı üzerine Baran sistemini inşa etmiştir£)- nün, çağdaş gelişme teorilerine büyük etkisi olan bir diğer görüşü de: "Batının gplişmesi doğrudan doğruya geri kalmış ülkeler pahasına gerçekleşiyordu" tar­zındaki "THe Political Economy of Growth"(1973) da ileri sürdüğü tezidir.

Bu görüşler , modern kalkınma kavramlarına, Andre Gunder Frank ve Gue- vara'ya geniş şekilde etkide bulunmuştur. Ayrıca, artık-değer teorisinin kapita­lizm yapısındaki durumu da Paul Sweezy'nin "Theory of Capitalist Development" (1942) adlı eserinde ele alınarak tekelci sermaye ile birleştirildi ve bir kitap halin­de 1965 yılında yayınlandı(50). "Tekelci Kapitalizm" adlı bu eser-dilimize de çev­rilmiştir- Mc Lennan'a göre, Birleşik Devletler ekonomisinin en etkin Marksist aşırı düşüncelerini kapsar. Eserin ana teması, tekelci kapitalizmin şartları altında artık- değerin yaratılması ve sömürülmesidir.

Baran ve Sweezy'nin adı geçen kitabı, 1950'lerin sonu ve 1960'ların başında

Page 44: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

yazılmıştır. Vietnam’daki başarısızlık ve büyüyen milletlerarası rekabet, Paul Mat- tick'i Marx ve Keynes(1970) üzerinde durmaya yöneltti. Sonra, James O'connor, The Fiscal Crisis of The State, 1973 ve Harry Braverman, Labour and Monopoly Capital (1974) adlı kitapları iş süreci hakkındaki tekelci sermayenin tesiri altında tarihi ayrıntılar incelenmiştir. Baverman'ın kitabı, Nicos Poulantzas'ın eserleriyle birlikte (Classes in contemporary Capitalism, 1974) ayrıntılı gözlemlerle zenginleş­tirilmiştir. Poulantzas, bilindiği üzere, yıllarca bir metal işçisi olarak çalışmış ve modern kapitalist devletin Marksist teorilerinin iyi bir yönlendiricisi olmuştur. Onun, "Petty-bourgeoisie"(küçük-burjuvazi) kavramı -ayakkabıcılar, zanatkârlar, küçük köylüler, modern sanayi ve ticari alandaki denetleyiciler, maaşlı personel-çağ- daş kapitalizmin Marksist açıdan yeni bir değerlendirmedir.

Amerika ve İngiltere'de Marksizm, Sovyet ve Batı tecrübeleri sonucunda, sınıf mücadelesi ve proletarya diktatörlüğü gibi kavramların insaniyetçi Marks'ın yeni bir yorumu şeklinde düşünce hayatına sürülmesini sembolleştirir...

bundan sonraki bölümde, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi toplum yapısı ve siyasi düşünce kalıplarına temas etmek suretiyle, Marksist gelişimin ülkemizdeki bir yansımasını ortaya koymaya çalışacağım. Çizilecek bu tabloda, Osmanlı enteli- jansiyasının yapısı, dünya görüşü ve batı düşünce kalıpları, özellikle Marksizm karşı­sındaki tutum ve davranış biçimleri ele alınacaktır. Türk aydınının, en az iki yüz- yıldanberi Batı karşısında bir "idiomu" bir mizaç yapısı vardır ki, bu daha ziya­de yüzyıllarca kendi içine kapalı kalmanın verdiği psikolojik gerilimlerin bir neti­cesi olarak değerlendirilebilinir. Osmanlı toplumu, kendi değer sistemleri, inanç ve kültür yapısıyla güçlü olmanın verdiği üstünlük kompleksini yüzyıllarca sürdüre­bilmiş nadir imparatorluklardan biridir. Ancak, Batının reform, rönesans çağının getirmiş olduğu yenilik hamleleri yanında karteziyen düşüncenin geliştirdiği il­mi metodolojiye Osmanlı devleti bu kendine has "idiosyncracy"si sebebiyle yabancı kalmış adeta kapalı bir toplum kimliğini yansıtmıştır. Bu kapalılık devresini ancak, 1800'lerin başlarında kırabilmeye başlamış, Batı değer ve normlarıyla kurulan te­maslar Osmanlı devletini önemli bir kültür değişmesi içine itmiştir. Tanzimat, bu ye­nileşme hareketinin hukuki bir tescilidir. Yeniliğe olan tutum ve eğilimler 1839'la- rın kapısına bir çığ gibi birikmiş ve resmi otoriteyi Batılılaşma süreci içine itmiştir. Hemen her alanda sürdürülen yenileşme hareketleri, yukarıda da temas ettiğimiz gibi, yüzyıllarca kapalı kalmanın ruhi gerilimlerinin bir süblimasyonu veya psika­naliz okulunun terminolojisiyle bir ruhi yıkanma (katarsiza) operasyonu olarak görülebilinir. Günümüz antropolojik araştırmaları göstermiştir ki, okuyup-yazma bil- meyenveya az gelişmiş toplumlar, Batı değerleriyle karşılaştıklarında, eğer kendi gelenekli kültür ve inançlar sistemini bir savunma mekanizması olarak kullanma imkânına sahip olamadıkları taktirde, yeniliğin istilasından kendilerini kurtarma­ları kolaylıkla mümkün olamamaktadır. Japonya, ilkin Çin ve Kuzey Kore kavim- lerinin, daha sonra da İspanyol ve Hollanda gibi ülkelerin etkisi altında önemli kültür değişmelerine sahne olduktan sonra, kendi kabuğuna çekilerek bu yabancı unsurları yerli kültür unsurlarıyla mezcetmek (sentez) suretiyle gelenekli yapısını koruyan nadir örneklerden birini teşkil eder. Ancak, Osmanlı devleti Batıyla saçak ilişkiler bulunması sebebiyle kendisini bu.şartlandırma sürecinden kurtarmamıştır.

Tanzimat aydının Batı kafa“sı ve zihniyeti, oriü, bir "kültür-verici" kimlikten tecrit ederek "kültür-alıcı" bir seviyeye getirmiş, bu yüzden de "taklit" mekanizma­sı "yaratıcılık" kimliğini donuklandırmıştır. Osmanlı aydınının bu niteliği, Cumhu­riyet dönemi aydın kadrosunu da geniş çapta etkilemiştir. Aydının milli dğerlerine yabancı kalması, Batılı anlamda bir bekçi rolünü (gatekeeper) yürütümemesi, ve ülke . gümrük kapısını ardına kadar açması antropolojik anlamda bir kültür amalga- masyonuna dahi imkân sağlamamıştır.

İste Marksist akımlar, Batılılaşmanın bu kültürel çelişkileri karşısında yeni me­

Page 45: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

safeler alabilmiş, ülkede sosyo-ekonomik farklılaşmalar, dini alanda aşırı liberal­leşme ve nihayet aydının ko/ıııopolitliği milli dokuyu zayıflatmakta önemli bir giiç kaynağı olmuştur. Yeni sol ve yeni sağ kutuplaşmaları bu ortamda gündeme gelmiş ve ülkedeki göze çarpan ikili (dikotamik)yapı, güçlü bir aydiıi mııhaletefetini de arka­sına alarak, sos>alistleştiıntc mitini lıı/lanıln mıştır. Tanzimattanberi(avam-havasj farklılaşması, cumhuriyet döneminde de devanı etmiş, yabancılaşmış ayılın zilıtıi- yeni ithal malı ideolojileri ülke yapısına pompalamada adeta bir güç kaynağı olmuş­tur.

Page 46: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

1) Paul Baran and A.Sweezy, Monopoly Capital, 19612) J ,l< Galbraith ,The Nevv İndustrial St.uc, 2.baskı, s.70,1971.3) A.Giddens, The Class Structure of Advanced Societies. 1973. Keza, John D.

Stephens. Class Formation and Class Consciousness: A Theoritical and Emp- rical Analysis vvith Reference to Britain and Svveden, The British Journal of Sociology,vol.30,No:4 Dec. 1979.s.389 4 14.

4) R.Hamilton. Class and politics in United States, 1972.5l Hans Freyer, İndustri Çağı, . .b) J.K.Galbraith ,a ^ £ . i.240-241.7) Ralph Dahrendorf, Class,conflict in industrial society, s.51,1959.8) G.Osipov,Toplum Bilim, s2009) Raymond Aron, Avrupa Sola mı Kayıyor? s2010) Kari Marx, Early VVrittings, 1963. Zik.T.B.Bottomore, Toplumbilim,s.14611) R.Aron,a.g.e..s2012) Leszek Kolakowski, Main Currents of Marxism, 3.cilt, s.240,197813) Nicos Poulantzas, Class in Contemporary Capitalism, 2.baskı, 1979, s.224-250.14) N.Poulantzas,a.g.e.,s270.15) R.Aron, Sınrf Mücadelesi,s.98-99, 1973.16) George Fischer. The İntelligentsis and Russia, The Transformation of Russian

Society,s.269. Zik.M.Eröz, Marxizm-leninizm ve tenkidi, s.197-98,197417) VViktor Sukiennicki, The Social sturcuture of the Soviet Society Today, Münich,

1958, s.418) S.Martin Lipset and Hans Zetterberg, "Social Mobility in İndustrial Societties"

in Lipset and Reinhard Bendit, Social Molity in İndustrial Society, s.13,1959.19) R.Erikson, J.H.Goldthorpe and Lucienne Portocarero, İntergenerational Class

Mobility in three VVestren European Societies: England, France and Svveden, The British Journal of Sociology, vol. 30, No: 4, Dec.1979,s .389-414.

20) R.Erikson ve arkadaşları, a.gjn.21) R.Erikson ve arkadaşları, a.g.m.s30722) Robert V.Robinson, Explaining Perceptions of Class and racial inequality in

Englad and The United Stetes of Americ, The British Journal of Sociology, vol.34,no:3,sept. 1983, s.344-366

23) R.Erikson, J.H.Goldthorpe and Lucienne Portocarero, Social Fluidity in İndus­trial Nations: England, France and Svveden, The British Journal of Sociology, Vol. 33, No: 1, March 1982,s.1-34

24) John D.Stephens,The Transition from capitalism to socialism.s. 41,197925) F.Parkin, Working class conservativas: A Theory of political deviance, The

British Journal of Sociology, 1967, vol.1826) John D .Stephens, The Conseguences of social structural change for the deve-

lopment of socialism in Svveden,Ph D.dissertation, 1976. c27) Duncan Gallie, Social radicalism in the French and British vvorking Classes:

Some point Of Comparison of sociology, The Biritish Journal of Sociology, vo l.30, n o :4 ,1979,s500-524. .

28) Haşan Öztürk, İşçilerin sosyo-ekonomik yapıları üzerinde bir araştırma, Atatürk Üniversitesi, İşletme Fakültesi Bitirme Tezi, 1982.

29) Eurobarometer,5,1976.30) D.Gallie,agm.31) Sofres, L'opinion Français en 1977, s.92-93,219,233.32) Richard Hamilton, Affluence and The French VVorker in the Fourth Republic.33) Friedrich VVeltz, Federal Almanya'da sosyolojik açıdan işçi meseleleri, Sosyal

Page 47: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Siyaset Konferansları, 20 .kitap, 1969,s.103-115.34) John D.Stephens, Classe Formation and Class Consciousness: A Theoritical and

Emprical Analysis with reference to Britain and Svveden, The British Journal of Sociology, Vol.30, N o :4 ,1979.

35) J.Goldthrope and D.Lockwood, The Affluent VVorker in the Class Structure,1969

36) David Mc Lellan, Marxism After Marx, s.307-311,1979. ‘

37) Raymond Williams, Notes on British Marxizm since The War, The New Left Revievv, 100,1976-1977

38) Charles Korte ve Anrevv Sylvester, Expectations, Experience and Anticipatory Socialization at a Scottish University, Mimeo, 1977.

39) K.Marx, İntroduction t o Grundrisse.Selected Writings, ed. D.Mc Lellan, s.355,1977

40) K.Marx,Grunrisse,ed.,M.Nicolaus, 1973,s.88441) D.De Leon, Daily People, 20 Jan. 1913, in quoted in S.Hook, Marx and The:42) E.Fromm, Marx's Concept of Man, 196243) A. Adelson, SDS,.1972, s.20844) N.Young, An İnfantile Disorder?, 1977, s.138.45) Daniel Bell,The Cultural Contradiction of Capitalism, 1979. . „46) Werner Sombart, Socialism and The Social Movement, 1909,s.276. ^47) Erich From:n, Socialist ;iumanism,1967 •48) H.Marcuse, One-dimensional Man, 1968, s.23.49) Leszek Kolakovvski, Main Currents of Marxism, Vol. s.340,1982.50) Baran and Sweezy, Monopoly Capital, 1965. ,

Page 48: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

BÖLÜM : II

AYDINLAR VE SOSYAL POLİTİK ROLLERİ

Page 49: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır
Page 50: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

A Y D IN LA R ve SO SYA L PO LİT İK R O LLER İ

Batıdıı ve O snvn iılan ! ı A y ılın T ip i;Ayılın sosyolojisi, ı;ii:ıiimü/ sosyolojisinin veııi bir disiplinini oluşturur. Bu

sebeple, hem ülkemizde hem de Batıd.ı gelişen aydın sosyolojisinin sahası ve siyasi - sosş.ıl tesirleri .hakkımla hu bölümde bazı çağdaş yönelimleri ortaya koymak isti­yorum. Çünkü, batıda olduğu kadar, ülkemizde de.aydın sınıf(entelijansiya), siyasi rejim ve sosyal yapının yönlendirilmesinde birinci derecede etkili olmuştur. Batının norm ve değerleri, bu fikir jc felsefe taşıyıcı güçler ı ırafından ülkemize aktarılmıştır. Çoğu kez, bu düşünce sistemleri, kendi milli değerlerimizle bir senteze ulaştırılmak­sam doğrudan aktarıldığı için toplumu derinden sarsan hatta birtakım radikal akım­ların yoğunlaştığı odak noktalarının türemesine de sebep' olmuştur.

Ziya Gökalp'ten beri Türk sosyoloji geleneğinde "büyük adam" deyi ni, çoğu defa entellektüel tipleri belirlemede bir merhale olarak kullanılmıştır. Gökalp, ayrıca aydın-halk ayırımın sınıflandırmasını yapan ilk sosyoloğumuzdur da. Ona göre, aydın, belirli bir kültür seviyesine sahip, halka medeniyet götüren kutsal bir misyonu taşır.

Bu noktadan itibaren, Türkçede "aydın sınıfı" olarak karşıladığımız ente- lijansiya kavramı üzerinde durmak istiyorum. Entelijansiya (intelligentsia) ilkin geniş şekilde 1860'larda eğitilmiş tabakalara zıt olarak Rusya'da kullanılmıştır. Batıda, entelijansiya umumiyetle bir şuur bağlantısı, tenkidi düşünce veya ahlaki tutku ile birlikte ele alınan bir sınıf olarak tanımlanır(l).

Entellüktüelin bir isim olarak kullanılması ise, Dreyfus olayı dolayısıyla ilk defa 1898'de Fransa'da kullanılmıştır(2). Bilindiği üzere, bu kelimeye, Dreyfus'un tutuklanmasına karşı çıkan yazarlar ve profesörler tarafından yayınlanan "Aydın­lar Bildirisi" adlı bir protestoda rastlamaktayız. Bu olayda, Dreyfuscülere karşı olanlar, muhaliflerini "entellektüeller" olarak yeriyorlardı(3).

Aydınların karakteristik ahlak ve siyasi yapıları hakkındaki bu genelleştir­meler, özel tarihi bir çerçeve içinde belirlenebilir. Nitekim, Batı toplumu düşünce tarihi incelendiğinde bu gelişimin izlerine rastlamak mümkündür. Sofistler, antik çağın son günlerindenberi toplumlarındaki hakikat diye kabul ettikleri değerler ve nazariyelere hücum etmişler ve onları yıkmaya çalışmışlardır. Ayni şekilde, 16.yüzyılda Luther'in kiliseye karşı ayaklanmasına ilk destek VVittenberg üniversite­si öğrencilerinden gelmiştir. Hobbes, Behemoth'daki İngiliz ihtilalinin sebeplerini açıklarken, üniversitelerin ihtilalin esas kaynağı olduğu sonucuna varmış ve "ihti­lallerin kaynağı üniversitelerdir" demiştir(40.

Fransız sosyoloğu Alexis Tocqueville, gelecek büyük Avrupa ihtilal dalga­sını açıklarken, aydınların bakış açısının etkisi altında hareket etmiştir. Ona göre, entelektüeller, kelimenin tam anlamıyla, her şeyin mütecanis, birbirleriyle tutarlı, dengeli ve akılcı olduğu ancak ideal bir toplumda zihni yeteneklerini geliştirebilir­ler^). Ayni şekilde, Joseph De Maistre ise,birçok Fransız aydınlarının ihtilalin doğ­masında alet olduklarını belirtmiştir:

"B ir kimse bir şey görmeyebilir, fakat aydınlar her şeyi görürler; o bir meslek­tir , bir kalabalıktır; onlar arasında dinle ve otoriteyle zıtlaşma gibi talihsiz istisnaları bir kural haline gelmiştir. Her tarafta sınırsız tesirleri olduğunu kabullenmişlerdir. Bunlar arasında filozoflar diye çağrılanları hiçbir şeyle uzlaşmayan ateşli ve iııti- laliti bir gurura sahiptirler. Her otoritede hata bulurlar, izinverilirse her şeye hücuın ederler"^ __

Namier 1848 olaylarının, Lamartine'nin: "Toplum ve hükümetteki daha iv.. 4 r

Page 51: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

düzen için istek, duygu,, mantık, akıl ve ahlaki idea" tarzındaki kelimeleriyle ifade et­mek suretiyle 33 yıllık bir hazırlık dönemi olduğuna işaret ctmiştir"(7).

Fransa, Alman devletleri, İtalya ve Rusya’da siyasi gelişmelerin açıklanması, mevcut rejimin yasallaşmasında öğrenci ve aydınların rolü olduğu noktasında top­lanmaktadır. Fransa'da, genç entellektüeller ve Bohemiyanlar, Cesar Grana'ya göre, heyecanlı siyasi fikirleri ve radikal hareketleri yorumlayan Left Bank'a dayandırır­lar.

Marksist hareketler, dogma konusu ihtilalde faaliyette bulunan sınıfın(işçi sınıfı) yönetici rolünü belirtmesi ve aydınları hakim sınıfın dostu olarak göstermesine rağmen, ihtilaldeki önemini açıklamaktan çekinmişlerdir. Bu hususta Lenin şöyle

> der: ,"...Mülkiyet sahibi sınıflarm<-tıtelijansiya-eğitilmiş temsilcileri yoluyla araştı

rılan iktisadi, tarihi ve felsefi teorileri sosyalist öğretimi geliştirmiştir Modern ilmi sosyalizmin kurucuları olarak Marx ve Engels'in bizzat kendileri burjuva eııtelijansiya statüsüne dahil bulunuyorlardı. Ayni şekilde, sosyal demokrasinin teorik öğretimi, ihtilalci sosyalist entelijaıısiya arasındaki düşüncenin gelişmesinin tabii ve kaçınılmaz bir neticesi olarak Rusya'da doğmuştur(8)."

Çok yenilerde iseChou En-lai kendisini ziyaret eden bir grup Amerikalr gence şöyle hitap ediyordu: "Bizim tecrübemize göre, daima başlatıcılar (motivatörler) aydınlardır.. Çünkü, onlar için ihtilalci teoriyi kabul etmek kolaydır ve ihtilalci deneme kitaplardan doğar(9).

Gerçekte, ihtilal öncesi Rusya ve Çin'de tarihi kayıt, radikal ideolojinin ser- gileyicileri olarak aydınların rolü hususunda sadece Lenin ve Chou'yu tasdik etmiyor, önemli destekleyici grubu da ortaya koymaktadırlar. Lipset.e göre, 1905 ihtilaline kadar Rusya'da çeşitli ihtilalci hareketlerde aydınlar ve öğrencilerden gelen kimseler önemli rol oynamışlardır. İhtilal ilkin, öğrenci çarpışmasıyla başlamış, daha sonra işçi-köylü kesimine doğru yay ılmıştır( 1 0).

Dünyanın birçok yörelerinde ihtilalin dinamosunu gençlerin yürüttüğü husu­sundaki örneklere Uzak Doğu bölgesinden yine Çin'i örnek olarak verebiliriz. Mo­dernleşmeye yönelen Çin hareketleri-ki ilkin Mançu hanedanını başından atmış, daha sonra Komünist Partisinin teşkiliyle neticelenen kitlevi protestolara dönüşmüş­tür-birinci derecede öğrenci ve aydın kökenli idi (11).

Aynı şekilde tarihi açıdan Amerikan entelektüelleri rahatsızlığın kaynağı olarak görülik, Protesto hareketlerinde aydın ve öğrencinin rolü, sol kanata veya ilerici eylemlere has olduğu izlenimi okuyucularda yaygındır. Aslında bu doğru ve tutarlı bir yargı değildir. Nitekim, iktidara gelmeden önce, Musolinin faşist partisi ve Hitlerin Nasyonal Sosyalist Partisi faal desteği öğrenci ve aydın kesiminden gör­müştür. Hatta, İkinci Dünya Savaşına kadar çeşitli Doğu Avrupa ülkeleri ile Fransa'­

’ da Faşist ve anti-Semitik sağ-kanat aşırı gruplar arasında da aydınlar ve öğrencilere rastlıyoruz(12). '

Sağ kanat ihtilalci hareketleri temsil eden Faşizm de, mevcut düzene karşı devrimci ve anarşist bir hususiyet taşıyordu. Matta Lipset, bu yapısıyla Faşizmi mili­tan anti-burjuva hareketi olarak yorumlar. Faşist ideolojinin sosyalist ve anti-kapi- talist olduğunu itiraf eden Fransız Faşistleri, burjuva toplumuna ve burjuva değer­lerine karşı idiler( 13). VVeimar aydınlarının "gösteri" örneğinde olduğu gibi, aydın eleştiriciliği solcu veya saycı olmasına rağmen, aydınlar statüko'nıın savunucuları olmuyorlar. Görülüyor ki, önemli solcu aydınlar gibi sağcı aydınlar da statüko'yu ko'yu savunmuyorlar. Bu hususla ilgili olarak, Thomas Molnartiç aydın tipine temas etmektedir. Bunlar, Marksist aydınlar, "ilerici" aydınlar ve "gerici" aydınlarıdır. Onun işaret ettiğine göre, bir aydın öğretisi olarak tutuculuk (muhafazakârlık) so­lun zaferine tepki olarak doğar ve eski düzenin yeniden kurulması için kendini vak­feder. Muhafazakar aydınlar, çoğu defa, çağlarının manevi yapısıyla mücehhez olaral kendilerini hakim sola karşı koyan bir azınlık gurubunu oluşturur. Ekseriya, vatan 48

Page 52: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

piTverlik ve dini değerler, devlet veya millet kavramlarıyla aynileşerek-sol aydınlar "ini anti burjuva, anti - materyalist oldular ve bu yüzden de Faşizmin saldırılarına ııaruz kaldılar(14). '

Ülkemiz gerçekleri açısından bir başka aydın sınıflamasına da Sabri ülge- ner'in bir incelemesinde rastlıyoruz. Ona göre, Osmanlılardan-Cumhuriyete kadaı aydınlar üç kategoride toplanmaktadır. Bunlar sırasıyla: 1) Tanzimat ve sonrasına aydını; 2) Bürokrat aydın (Cumhuriyet devri dahil) ve 3) Günümüz sol aydını(15). Ülgener, ilk ikisinin kafalarında soğuk bir batılılaşma modeli, üstelik anlaşılmaz dil ve davranış biçimi ile yığına sürekli yabancılaşmanın çemberini kırıp tabana inen yolu bujamadğı kanaatındadır.. Gerçekten de, Tanzimat ve sonrasının aydını (Yeni Osmanlılar ve Genç Tiirklcr) saray ve Babı Âli'den ve kendi seviyelerindeki okur­yazarlardan öteye yığınla diyalog kurabilmiş değildirler. Başarılan iş de nihayet bir saltanat derişikliğinden ve sonunda yeni bir "ceberrut" despotik yönetimin kurul­malına açık kapı bırakmaktan öteye gidememiştir. Buıokıaı aydın ise, tabana te­peden bakan ve küçümseyen tavrı ile kitleye devamlı yabancı (hatta "yaban") ola­rak kaldı. Yabancılaşmanın giderek kopma ve patlama noktasına vardığı haller na­dir değildiı(......... ) Tanzimat aydını \e bürokrat.aydın gibi, giiniimii/iin sol aydını da .-birbirini fena halde yıpratan ve küçük düşüren kısır çekişmeler bir yana- dili ve dav­ranışı ile kütle karşısında kendini yine de "yabancı" kalmaya mahkıınvetmişe ben­zer." İkinci Dünya Savaşından bu yana ayımı isusımmue gerçekte sola uogru rota değişikliği gözden kaçacak gibi değildir.

Osmanlı toplumunda önemli siyasi ve sosyal değişmelerde bu tip entelek­tüellerin önemli rolü olmuştur. Bunlar, Batıdan örnekler vermek suretiyle Batı norm ve değerlerini, siyasi gelişmelerini Türk düşünce hayatına pompalamışlardır. Bu hu­susta azınlıkların da önemli rolleri oldukları söylenebilir. Nitekim, Fransa'da 1789 ihtilaliyle doğan yeni rejimi Prusya'dan sonra ilk tanıyan Osmanlı devleti olmuştur. Bunun da sebebi şüphesiz Fransız Cumhuriyetinin elçisi olarak Descarches'nii)' 1793 Haziranında İstanbul'a gelmesi ve Cumhuriyet bayrağının asılma töreninde bulunması önemli etken olmuştur(16). Osmanlı Fransız ittifakının bir sonucu ola­rak, 1795 yılında İstanbul'da ilk matbaanın kurulması için de faaliyete geçildiğini görüyoruz. Böylece, "Bulletin de Nouvellcs" adı altında bir gazete çıkmaya baş­lamıştı. Gazetenin amacı, hem Fransız vatandaşlarına hem de OsmanlIlara yeni rejimin felsefesini açıklamaktır. Bu gelişimin neticesi olarak, Türkçe konuşan Fran- sızlar ile yerli Hıristiyanlar ve gayri Türkler başkentte zamanın ihtiyaç ve fikirlerinin tartışıldığı yeni bir toplum teşkil etmeğe başladılar. Hatta, B.Lewis'e göre "Dev­rimci Fransa'nın heyecanlı iyimserliği de, rehberlik ve ilham kaynağı olarak Batıya bakan az fakat yüksek mevkili Türkler arasında yankı bulmuştur” .

Ancak, Fransa devrimi karşısında Osmanlı İmparatorluğunun resmi makamını temsil eden bir kanat da hiç de müsbet düşünceye sahip değildi. Hususiyle, Fransız entelijansının Osmanlı Yunanistanındaki asiler ve muhaliflerle birlikte çalışması ve Mora ile Girit'in ilhakı Fransız planı lıakkındaki raporlar hususunda, Reis'ül Küttab Ahmet Atıf Efendinin Divana sunmak amacıyla hazırladığı layiha, Fransız İhtilali hakkındaki Osmanlı yönetiminin kanatı yanında ihtilalin ana prensipleri de endişeyle karşılanmaktadır: . ,

"Voltaire, Rousseau ve materyalistler gibi ünlü Allah ‘sızlar yayınladıkları eserlerde haşa sümme lıaşa, peygamber ve hükümdarlara iftira ediyor, Cumhuriyet idaresinin ve eşitliğin tadım çıkarmaya çalışıyorlar. Halkın büyük bir kısmı bu eseı lere ilgi gösteriyor. İsyan ve Allahsızlık, frengi gibi beyinlere yerleşiyor, inançtan zehirliyor. Bilindiği ii/eıe her devletin düzeninin ve devamının ana temeli dine bağlı kalmaya dayanmaktır Oysa, hıizursuzluk çıkaran ele başılar asi fikirleriyle Allah korkusunu yok ediyorlar, her türlü iğrenç olaya gö/ yumuyorlar. Utanma ve arlan­mayı umursamıyorlar. Fransız halkım hayvan seviyesine düşürecek görüşlere sebep okıvorlar"( 17).

Page 53: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Atıf Efendinin bu layihasında,açıkça Fransa'devrimine karşı çıkılmakla bera­ber, ayni görüşlerin Osmanlı toplumuna sirayet etmesi endişesi de sezilmektedir. Böylece, "yüzyıl boyunca veya Avrupa'dan gelen bu yeni fikirlerin ilk sızmaya baş­lamasından sonra geçiş kanalları genişledi ve sayısı arttı. Damla halindeki sızıntı önce ırmak, sonra da sel haline geldi. Batının maddi kültürü, İslâm toplumunun çok kez pek kötü bir şekilde yapısını ve çehresini değiştirirken, Batıdan gelen fikirler de yeni özdeşlik ve bağlılık kalıpları yaratarak ve yeni emellerin, gayelerin şekillenmesini sağlıyarak, grup dayanışmasının bizzat temellerini etkiledi. Bu yeni fikirler üç keli­mede özetlenebilir: Hürriyet, eşitlik ve kardeşlik değil, fakat belki de onun tersi­mi I liyettir( 18)".

Batıyı örnek alan okulların giderek Osmanlı toplum yapısında gelişmesi, Batı tipi aydınların yetişmesi toplumda değişik görüşlerin kümelenmesine sebep olmuştur. Nitekim, 1803'lerin başında mühendislik okulu mezunu Seyid Musta­fa şöyle diyordu: "Ve vakit kaybetmeksizin, ben, güzel bilimler üzerinde yazmış yazarları tanımaya eriştirme yeteneğinde ve evrensel dil olarak Fransız dilini öğ­renmeye koyuldum"(19).

Asiler tarafından öldürülen Seyyid Mustafa, ilk defa Batıyı örnek olarak alan mühendis okullarının yetiştirdiği aydın . kadronun çekirdeğini teşkil eder. Böytece^®^tı tipi okullarda yetişen Osmanlı aydını, toplum yapısında yeni bir sınıf olarak kimliğini ortaya koyacaktır. Ayni şekilde, "öğrenim, okuma ve ferdi temasla Rntı Medeniyetinin bazı, cephelerini tanıyan, en az bir Batı diii bilen ve Batılı uzman­lara daha iyi yeni yoliar gösteren mürebbileri ve rehberleri olarak bakmağa alışılmış genç kara ve deniz subayları da bu yeni entelijansiyayı oluşturuyordu. Hattabu elit kadronun Batıyla sıkı temasları vakanüvist Asım Efendinin dikkatini çektiği için ağır bir dille eleştiriye de maruz kalıyorlardı: "..Putperestler ve kâfirlerle samimi arkadaşlık İslam ümmetine yasaktır". Asım Efendi, bununla da kalmayıp, "koyu bir Hıristiyan düşmanı, Fransızlardan nefret eden, Türkiye'deki Fransız taraftarı aydınları da iğfal edilmiş ahmaklar" olarak kötüleyen bir kimsedir. Fransa'nın iç işlerine atıfları azdır ve düşmancadır. Asım Efendiye göre, Fransız ihtilalinin felsefesini teşkil eden cumhuriyetçilik ilkesi, "bulanmış bir midenin böğürmesi" gibidir. Eşitlik ilkesi de: "Dinin terki ve zengin ile yoksulun eşitliğinden ibarettir."

Fransız devriminden esinlenen bir avuç Osmanlı aydını, 1807 Kabakçı ayak­lanması sonucu at meydanında sürüklenerek parçalanacaklardır. Giriştiği reform hareketlerinin neticesi olarak, aydın ve yenilik taraftarı bir padişah da katledilmek­ten kendini kurtaramayacaktır. Böylece Kabakçı ayaklanması sonucu, toplumda güçlükle yetiştirilen birkaç aydının katliyle açılan gedik, 2. Mahmud'un 1827'de Paris'e dört, daha sonra Viyana'ya birkaç Harb Okulu öğrencisinin gönderilmesiyle kapatılmaya çalışılmıştır. Geniş muhalefete rağmen, Sultan, Batıyla olan kültürel temasların sürdürülmesinde başarı sağlamıştır.

Mısır valisi Mehmet Ali Paşa.nın Paris'e birçok öğrenci gönderilmesinden endişelenen Sultan, daha sonra bir yığın Kara ve Deniz Harb Okulu öğrencilerini Avrupa'nın çeşitli başkentlerine göndermeye devam etmiştir. Batıyla Osmanlı toplumu arasında kurulan bu kültür köprüsü, 19. yüzyılın ikinci yarısından itiba­ren gelişen Yeni Osmanlılar ve Jön Türk hareketlerinin ilk tohumlarını teşkil ede­cektir. Bu aydınlar, sonradan birer kültür taşıyıcıları olarak, Osmanlı reform hare­ketlerine damgalarını vurmayı başaracaklardır. Nitekim, Tanzimatın üç büyük mi­marından Mustafa Reşit Paşa 1834'te Paris'e ve sonra Londra'ya, Ali Paşa 1836'da Vinaya'na, Fuat Paşa ise 1840'da Londra'ya gideceklerdir.

Görülüyor ki, Osmanlı aydını, Molnar'ın sınıflandırılması gözönüne alındığı Mkdirde, daha ziyade "ilerici" aydınlar ketagorisini işgal etmektedirler. Başlangıçta birçok yenilikler "serbest kültür değişmeleri" denilen halkın Batı normlarına kendi­liğinden yönelik bir davranış kalıbını ortaya koyarken,bu durum 3 .Selim ve H-Malı- mutla birlikte "mecburi kültür değişmeleri" türünden yeni bir kalıba dökülmüştür.

Page 54: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Artık yönetici kadro (özellikle sultan) daOsmanlı yeni entelijansiyasının yanındadkj-.

Tazm inat ve Osm aıılı Eııtelijaıısiyası:Osmanlı toplum yapısında, Batı değer ve normlarına göre gerçekleştirilen

reform hareketleri bu Yeni Sınıf ile sultanın işbirliğine dayanır. Türk tarihinde Tan­zimat diye yer alan reform hareketi, aslında aydın ve yönetici bütünleşmesinin en iyi örneğini verir. Ancak, bir kısım muhafazakâr diyebileceğimiz aydın kadro ise, bu tür ıslahat hareketlerini "özde" değil de "şekilde" görüyor ve şiddetle bu kadroyu eleştiriyorlardı. Bunların başında güçlü sağ duyu ve kuşatıcı kültürü ile bugünkü an­lamda "kapı bekçisi" türündü bir aydın olan Cevdet Paşa geliyordu. Cevdet Paşaya göre, Batıya yönelik bu değişiklikler "yapının temeline bakılmayarak tavanın süslen­mesine özenilen" bir hareketti. Avrupa'da başlayan fenlerin ve sanatların yayılmasına çalışmak gerekirken medeniyet nehirlerinin getirdiği çerçöpe, israf ve sefahata al danıldı. Halk, yüksek tabakanın bu gidişinden nefret ederek, her türlü yenilikter ürkmeye, yeniyöntemlerle yapılan her şeyi kötü görmeye başladı(20)". Nitekim 1826'da cirit oyununun yasaklanması, akabinde bir harp oyunu olan okçuluğun kal dırılması, Kasımpaşa'da helvacı oyunu gibi halkın eğlence tarzına müdahale edilmesi­nin arkasında bir Batılı biçiminde hareket etmek ve onun psikolojisini benimsemek gibi marazi bir duygu gizliydi.Slade'nin işaret ettiği üzere, başta Sultan olmak üzere Batılı aydınların bütün bu değişikliklerinde "maskeyi insan diye kabuğu da meyva diye alan" bir ruh haletini ortaya koyuyorlardı"(21).

19. yüzyılın ilk yarısına doğru gelişen Batıya yönelik bu reform hareketleri giderek halk katlarındaki yeniliklere olan ürkeklikleri ve tedirginlikleri gidermekte ve yeni bir alışkanlık yaratmakta idi. İlerde yapılacak inkilap hareketlerinde, reform hareketlerine şartlanmış aydın ve halk birikiminin önemli tesiri olacağı muhakkaktır. Bunun yanında, geleceğin inkılapçıları ülkenin Batıyla olan temaslarında istilacı ve levanten bir taklitçilik yerine, milli değerlerin muhafazası hususunda duyarlı olmasının deneyimine de sahip oluyorlardı.

Batı norm ve değerlerine yönelik, Batıya açiK yeni bir entelijansıya karşısın­da, ona tepkide bulunan muhafazakâr aydın tipi de tarihi gelişim çizgisi içinde yerini alıyordu. Yalnız, bu ıslahat hareketlerini Batidan ayıran bir nokta vardır ki o da reform halktan değil üst yöneticilerden geliyordu. Nitekim, 1 Eylül 1839 günü 2Mah­mut'un türbesini ziyaret eden Moltke yapılan ıslahat hareketlerinin halktan gelmedi­ğini belirterek duygularını şu şekilde dile getiriyordu: "...Sâdece büyük Petro ite Sultan Mahmut ll'nin değil o zamanki Rusya ile şimdiki Osmanlı imparatorluğunun birbiriyle kıyaslanması lazımdır".

"Her iki memlekette de inkilap halktan gelmemiş, aksine kendilerine yuka­rıdan zorlanmıştır; her ikisinde de halklar muhafazakar, hükümetler ihtilalci unsur­lardı. Çünkü, sadece devlet dümeninde oturan insanlar, hatta bunda rol alacakların arzuları hilafına olsa bile bir yenileşmenin zaruri olduğunu anlamışlardı"(22).

Moltke'nin bu gözlemi, Lenin'in "başlatıcılar daima aydınlardır" teziyle bir uyum sağlamış oluyor. Böylece, Tanzimatın 'lanına gelinceye kadar yüzyılı aşan reform hareketlerinde başta padişah olmak üzere, zaman zaman sadrazamların da rolü olmuştur. 2JVlahmut döneminde Serasker Hüsrev Paşa -ki bilahare sadrazam olmuştur- seraskerliği müddetince (1827-36) reformların fanatik bir destekleyicisi olmuştur. Halbuki, Tanzimat devriyle yenibir durum ortaya çıkıyordu. Bu devirde (1839-1876) girişilen bütün reform ve yenileşme hareketinde "padişah" devreden çıkarılmış veya arka plana itilmiş, yerlerini Batıda yetişen devlet adamlarına, kül­tür, ve edebi alanlarda çalışanlara ve böylece nisbeten daha büyük bir zümreye inti­kal edecektir.(23).

İşte, 19.yüzyıl reformcularının birçok bakımlardan mimarı sayılabilecek olan Mustafa Reşit Paşa (1800-1858) böyle bir ıslahatçı devlet adamının ilk örneğini temsil eder. Daha önceki yıllarda Batıvla olan temaslar, Batı tipi yeni mekteplerin

Page 55: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

açılması sonucu, toplumun yapısını değiştirmiş, memurlar ve bürokratların teşkil ettiği Yeni Sınıf, Eski Osmanlı idareci sınıfının yerini almıştır. Tanzimat Fermanıy­la sağlanan teminat ve haklar bu Yeni Sınıfın toplum hayatında daha da belirgin bir rol oynamasını takviye etmiştir. Osmanlı hükümetinde memurlar yoluyla haki­miyet, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren toplum yapısında önemli siyasi rol oynayacak yeni orta sınıfın tepkisine maruz kalmıştır(24). Bu da yıllarca önce başlatılan Batılılaşma hareketlerinin müsbet neticelerinden biri idi. 18. yüzyılın başlarında Batıyla temaslar, Rum tercümanlar yoluyla sağlanırken, şimdi, irtibat Batı dillerine vakıf, devleti Londra, Paris ve Viyana'da temsil edebilecek vasıflı, dirayetli devlet adamlarıyla yürütülmektedir.

Tanzimat Fermanının mimarı Reşit Paşanın hayatı ve yetiştiği ortam göz­ünüm alındığı takdirde Osmanlı eliti hakkında bir değer yargısına varmamız müm­kündür. Reşit Paşa, 1834'te Paris'e büyük elçi olarak giderken, Prens Metternich'le bir görüşme yaptığı Viyana'dan geçmiş, Paris'e varır varmaz da Fransız dilini iyice öğrenmeye koyulmuştur. 1839'da Fransa'ya bir başka seyahatında Louis Philipp tarafından kabul edildiği zaman kralla tercümansız konuşmaya muktedir olmuş­tur. Hatta Paris'de iken birçok ünlü kişilerle, özellikle Şarkiyatçı Silvestre de Socy ile dostluk kurmuştur. Bu ara kâtibi hususi Cor adındaki Fransız'ın yardımıyla Fransız ihtilalinin mutaassıp takipçilerinden Blaquc, Borachin gibi fikir adamlarıyla ilişki sağladığı ve mevkii sadarete geldiğinde içlerinde Borachin'de bulunmak üzere bir sürü doktor, avukat, fen ve edebiyat mensuplarını yanına çağırdığı ve bunları dolğun maaşlarla ıslahat işlerinde uzman olarak istihdam ettiği bilinmektedir(25). Bu siyasi, sosyal ve kültür alanındaki temaslara ilave olarak, Reşit Paşa, 2.Mahmut za­manında İngiltere dışişleri bakanı Lord Palmerston'a 12 Ağustos 1839 tarihli bir muhtıra verdiği bilinmektedir. Fransızca yazılan bu muhtırada Reşit Paşanın dü­şündüğü reformun "yerleşmiş,- değişmez bir sistem" (systeme immuablement etabli) gerçekleştirmek olduğunu belirtmiştir. Ayni muhtırada hükümdarın mut­lak yetkisini "tiranlık" olarak ifade etmekte olduğuna göre, "systeme immuablement eıabli" ile kastettiği şeyin • idare üzerinde hükümdarın konuşma yetkisinin kaldırıl­masını gerçekleştirecek bir ıı-izamın kurulmasını öngördüğü anlaşılıyor(26).

Burada, siyasi ve yönetici bir elit olarak çizilen Reşit Paşa profilinde, Osmanlı entelijansiyasının tipik bir örneğiyle karşı karşıyayız. Devlet müesseselerini laik­leştirmeğe çalışan, kanun karşısında yerli ve yabancı uyrukluları eşit telakki eden bu ıslahatın temelinde Batı sosyoloji hareketlerinin (özellikle A.Comte) ve ben­zeri reformistlerin geniş etkisi olduğunu unutmamak gerekir.

Reşit Paşa, şüphesiz, döneminin sosyo-politik şartları içinde yetişmiş aydın kadronun güçlü bir temsilcisi derken onu, geçmişin kültür mirasından ve değer yargılarından tecrit ederek düşünmek mümkiin değildir. Bjıaz önce de belirttiğimiz gibi, henüz İkinci Mahmut zamanında, özellikle 1836 sonu başlayan yoğun eğitimfaaliyetleri Batı düşünce ve metodolojisini adım adım benimseme!, zorunda kaldı. 1843'te ilk mezunlarım veren ve 9 yıla çıkarılmış bulunan Ttbbıye'de öğrencilere ma­tematik, fen dersleri ve Fransız Edebiyatı, Fransızca olarak okutuluyordu. Öğretmen­lerin çoğu AvrupalI sonradan müslüman olma, ya da yerli müslüman olmayan kişiler­dendi. 1847 yılında burayı ziyaret eden Mac Farlane, kütüphanede kitapların çoğu­nun Frar.sızca olduğunu ancak bu kitaplar arasında hiç sevmediği Frans'ız devrimini hazırlayan ünlü materyalist filozofların kitaplarının bulunduğu ve okutulduğum' «ör­düğü zaman şaşıımıştı: "Çoktanberi Nı düpedüz materyalizm kitaplarını toplayan bir koleksi>oıı girmemiştim" der. "Genç bir Türk oturmuş .dinsizliğin el kıi.ıhı ulan 'Systeme de la Nature"ü okuyordu (Baron de Holbad'ün ünlü eseri). Bir başka iğ ­renci üiderot'nun "Jaques La Pataliste"inden, Le Compe Matlıieu"den parçalar okuyarak maarifetini gösteriyordu(27). Netice olarak Farlane, Üsküdar'daki askeri hastahaneyi ziyaretinde ise "doktorlara ve Türk asistanlarına ayrılan mükemmel döşenmiş bir salonda dinsizlik kitabı olan "Systeme de la nature"ün en son baskı-

Page 56: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

>iHiıı ouıunaugunu anlatır. Bu kitapta Tanrının varlığına inanmanın saçmalığını,, ruhun ölmezliği inancının imkansızlığını matematikle gösteren parçalar vardıı Ki bunlar kitapta en çok işaretlenmiş olan sayfalar idi.

Tıp Fakültesinde ilmi eğitim yanında Fransız devriminin bir ürünü olarak gelişen materyalist felsefe akımı yayılıyor ve böylece Atıf Efendi'nin endişeleri gerçekleş­miş oluyordu. Bu akımlar, Tanzimat ve sonrası Türk fikir hayâtını büyük çapta et­kileyecektir. Rıza Tevfik, Ahmet Şuayıp ve Mehmet Cavit'in kurdukları "Ulum"u İktisadiyye ve İçtimaiyye" mecmuasıyla memlekette pozitivizmi, İçtihad mecmu­asında da Dr.Abdullah Cevdet ateizmi yaymaya çalışacaklar. Bu gruba Baha Tev­fik, Ahmet Nebil, Suphi Ethem ve Memduh Süleyman gibi materyalistleri de kata­b ilir iz ^ ).

XX.yüzyılın ilk yarısında Batı tipi okullarda yetişen aydınların felsefi inanç, ve düşünceleri de yine bu ülkelerde etkin olan materyalist ve ateist bir kültüre dayanıyor du. Daha ziyade Batının ilerici aydınlarının tesiri altında gelişen ve Osmanlı mektep­lerine kadar sıçrayan bu akımlar,.genellikle Osmanlı toplumunun müesses değerler sistemiyle çatışma halinde olan radikal görüşleri ihtiva ediyordu.

X IX . yüzyılın ikinci yarısından itibaren gelişen bu aydın kültür ve sanat dalındaki yerini alıyordu. Böyleçe-siyasi, militarist, bürokratik ve sosyal aydın tipi yanında, edebi ve estetik değerleri temsil eden yeni bir entelijansiya daha ilave edilmiş olu­yordu. Bunlar, Osmanlı toplumunda, radikal diyebileceğimiz büyük çapta ülkeyi sarsacak reform ve inkilap hareketlerine gireşeceklerdir. Yeni OsmanlIlar veya Genç Osmanlılar, Jön Türk hareketleri ve bunların belirli siyasi partiler arasındaki dağı­lımları Yeni Türkiye'nin alın yazısını belirliyecektir. İşte, Osmanlı entelijansiyasının doğuşu ve gelişiminin kısa açıklaması bu temel unsurlara istinat etmektedir.

Batıda aydın sosyolojisinin rol ve boyutlarını anlamak için yapılacak herhangi bir girişim, aynı zamanda kültürel sistemdeki otorite kaynağını da incelemeyi ge­rektirir. Max Weber, belirli bir kültür sistemi içinde iktidar boyutunu açıklamak için, toplumun birbirini tamamlayan üç gücünü otorite, maddi çıkar ve değer yönelimini ortaya koymuştur. Bu güçlerin monolitik yönü nekadar büyükse, iktidarın bir mer­kezde toplanması da o kadar büyük olur(29).

VVeber, aydınları milli değer sistemini çoğaltmak için kaza ve kader yoluyla tayin edilmiş bir gurup olarak kabul eder. Bu yüzden, Weber, kültür etkisiyle iktidar etkisi arasında yakın bir ilişki gördüğünden, devlete(iktrdara) tahakküm edenler ile aydınlar arasında zaruri bir ilişki olduğu tezini savunur.

Buraya kadar yapılan açıklamalar bizi bir noktaya götürmektedir ki bu da:"Ay­dın kimdir?" "Aydının özellikleri nelerdir?" gibi bir takım umumi sorulardır. Aydın, insan zihninin geniş fonksiyonunu faaliyete geçiren ve sembolleştiren düşünür olarak tasvir edilir(30). Aydın bu anlamda olmak üzere, toplumun hakiki ve tenkidi değer­lerini temsil eden,yaratıcı, değerlendirici ve topluma şekil vermede sosyal yorumların bir uygulayıcısıdır(31). Edward Shils'e göre aydınlar, konuşma ve ifadelerinde top­lumun diğer üyelerine nazaran evrene, tabiata,topluma, insana dair soyut ve umumi sembolleri sık sık kullanan insanlar .topluluğn^,,r^32V Onların bu tür sembolleri yiıksek ölçüde sık sık kullanmaları mesleki rollerinin bir geregi olmaktadır Şh i Is'in bu tanımda da görüldüğü üzere sadece aydınların yaratma(üretim), bilim, felsefe, teoloji, edebiyat ve sanat eserlerini tüketimi ile ilgilenilmiyor, ayni zamanda aydın­ların uygulayıcı rolleri'de ele alınmaktadır. Bu uygulamalı faaliyetlerde teknik ve ustalıklar ile zihni temayüllerin başarısına dayanır. Böylece, umumi bilgiden yarar­lanmak için cntellektüel geniş çapta mühendislik projelerine, sulama planlarına, askeri operasyonlara, yönetinrve hukuki öğütlere eğilim gösterir.

S.M.Lipset, konuya derinlik getirmek amacıyla "bir aydın olarak" idrak edilen faaliyetlerin geniş sınıflar halinde bir değişkenini (dikotamileri, entellekt/entelijan- siya farklılaşması gibi) ortaya koymuştur. Buna göre, zihni seviyede akıl(enrellekt) ile zekâ (entelijan) arasındaki farklılaşma birçok yazarlar tarafından ilen jftiftilmüş-

Page 57: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

tür. Akıl, oldukça dar, acil olarak kullanılan ve önceden bildirilebilen bir sıra içindi 'ihnin en üst oluşumu, el hünerliği, düzenleyici ve uygulayıcı niteliği ile insanı hay­vandan ayıran erdemlerden birini teşkil eder. Zekâ, zihnin eleştirici, yaratıcı, ve temaşacı yönüdür. Kısacası, zekâ: Yakalamak, yoklamak, yeniden düzenlemek, tan­zim etmek, eleştirmek, tasavvur etmek, nazarileştirmek, düşünmek ve taşınmak için arar. Zeka, (intelligent) herhangi bir durumda derhal manayı kavrayacak ve değerlen­direbilecek bir kimliktedir. Akıl (intellect)"ise kıymetleri yorumlar ve bir bütün olarak durumların (sitüsyon) anlamını aramaya çalışır(33).

Görülüyor ki, hem akıl hem de zekâ kognisyonlarla ilgilidir, ancak biri veya di­ğerinin üstünlüğünden söz açılabilinir. Estetik, normatif ve dini değerler tipik olarak zekânın üstünlüğüne işaret eder. Soyutlama, sentez kurma,yargıda bulunma ve tasav­vur etme gibi faaliyet şekilleri de bunlar arasındadır. Daha objektif ve mekanik yargı­lar zekanın üstünlüğünü yansıtır. Zekâ, gerçeğin ve dünyamızın karşılaşmasına doğru hareket ederken, akıl, dünyamızı kendisine yaklaştırır ve onu kendisinin bir parçası yapmaya çalışır. İki eğilimin (zekâ ve akıl) siyasi tarzları böylece temelden ayrılır ve sadece eğitimin veya zekanın seviyesiyle ilgilenirler, örnek olarak, mühendisler, yüksek zekâ ve üstün eğitime rağmen, siyaset alanında çok daha muhafazakâr bir eeilimi temsil ederler(34).

Tanınmış sosyolog R.Merton, aydın kişiyi (entellektüel), sosyal bir rolü ortaya koyan ve bütün bir insan olmayan kimse olarak tanımlar. Bu anlamda olmak üzere, insanlar, kendilerini bilgi sağlamaya ve onu formüle etmeye hasrettikleri sürece en­tellektüel olarak düşünülürler. Her öğretmen veya profesörün entellektüel olduğu söylenemez. Lipset göstermiştir ki, "yaratıcı entellektüeller geniş entellektüel taba­kalar içinde en dinamik grubu teşkil ederler. Çünkü, bunlar yeniliği yaratanlar olup, kültür gelişmesinde öncüdürler(350).'' .

Aydının rolü ve görevleri de,bu hususta bize ışık tutabilir. Nitekim, Ülgener: "Aydınlar sosyolojisi" adlı bir incelemesinde aydınların fonksiyonlarını şu tarzda açıklıyordu: "Kültür değişmesine öncülük etmek; değişeni daha popüler ve yaygın hale getirmek; yeni bir zevkin ve üslubun öncülüğünü sürdürmek (Edward Shils'in sıralaması, ile: 'Yüksek kültür yaratmak ve yaymak" milli ve milletler-üstü modeller kurmak, ortak kültürler geliştirmek; sosyal gelişmeleri etkilemek; politik roller oy-, namak(36). Bu anlamda aydının rolü ve görevi: "Çağın eğilimlerinin mümkün olduğu kadar muhtevalı ve toplu bir biçimde sentezini ortaya koymaktır"(37). Mann heim'a göre aydın, esasında yeknesak (honv'ienl bir sınıf olma niteliğinden yoksun, fakat toplumun ortak eğitim mirasına katılmak ve başkalarıyla beraber ondan pay almak suretiyle yine de bir "ortak" noktada birleşmiş sayılır".

"Entellektüel" kavramı hakkında ileri sürülen bu görüşlerden sonra, entelek­tüellerin günümüzdeki yönelimlerinekısaca temas etmekte yarar vardır. Günümüz entellektüellerinin göze çarpan en önemli hususiyetlerinden biri ve belki de başlı- cası, entellektüel protestonun Marksist açıklamasıdır. Bu kitabın bazı bölümlerinde (Yeni Solun Eleştirisi ve Sosyal Hareketler), bu tür protestoları değerlendirmeye çalışmıştık. 1960'lar boyunca, Yeni Sol'a ait eylem kalıplarına, öğrenci ve aydın kitlelerin yoğun bir biçimde katılmaları, açıkça bize burjuva kökenli radikal eylem­lerin kaDnaklarımn tahlili zaruretini hatırlatmaktadır. Bu cümleden olmak üzere, bazı Marksist yazarlar entellektüel radikalizmi materyalist "kavramlarla açıklamaya çalış­tılar. Ernest Mandelln belirttiği gibi, Belçikalı Troçkistler,aydınların protestolarının entelektüel yığılmadaki derin değişmelerle yakından alakalı olduğunu açıklamış­lardır. Eylemcilikle ilgili komünist literatür incelendiğinde Yeni Solun, ekseriya öğrenci ve aydınların iktisat ilminin talep ettiği görevleri yerine getirmede önemli dar boğazlara itildikleri ve bu yüzden de toplumlarına yabancılaştıkları tezi savunul­muştur. 1968 yılının Avrupa'da niçin yaygın öğrenci ve entelektüel ihtilal yılı oldu­ğunu açıklarken "The VVorld Marxist Review" da yayınlanmış bir makale: " ....1967ve 1968 yıllarında kitle işsizliğinin yükselmesi ve görevlerin üniversitelerin yayılma

Page 58: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

dalgalarıyla yeterli sayıda olmadığını1'ileri sürüyordu \ Bu yazının iddiasına göre; "bu zıtlaşmalar işçileri etkilediği gibi, aynı şekirde entelektüel topluluğa da tesir etmiştir"(38). Böylece, yeni statü, fırsat ve çalışma hürriyetinde tedrici gerileme ve kitlevi büyümede tabii ödüllendirme ve nihayet buna bağlı olarak meselelerin bürokratikleşmesi de tabakalar arası farklılaşmalara sebep olmuştur(39).

Türk toplumunda elitleşme sürecini araştıran J .S.Szyliovvicz, elitin iki anlamı bulunduğunu belirtiyor ve aynen şöyle diyordu: "Geniş anlamda - sebep ne olursa olsun- yüksek bir statüye sahip olan tüm vazifeli mesleki gruplardır. Dar anlamda elit ise, bir devlet içinde münferit bir iktidar yapısını belirlemek için "yönetici", "hükümet" veya 'iktidar" gibi kavramlarla bağlantılıdır"(40). Bu suretle, İngiliz sosyoloğu T.B.Bottomore'un "bir toplum içinde geliştirdiği hiç olmazsa yönetici sınıf, elitler veya iktidar elitleri gibi üç yapı" Osmanlı toplumu için de uygulanmaktadır(41). Bu, Batılı uzmanlara göre, bürokratik elit, saray-as- keri elit ve dini elitleri kapsar. Bunların üçü birlikte üst sınıfı teşkil ederler. Zaten Osmanlı toplum yapısı da bir yanda sivil, askeri ve dini memurlar olmak üzere en yüksek tabakayı meydana getiren küçük bir azınlık ile reaya denilen aşağı sta­tüdeki halk tabakasından ibarettir. 18.yüzyılın sonlarına gelinceye kadar Osmanlı toplumunda kaılıtımın geçerli olduğu bir statü hakimiyeti söz konusu idi. Münfe­rit mesleklerdehareketlilik kanalları sınırlandırılmıştı. Hatta elit durumuna geçmek nüfuz,yakınlık ve fesatlık gibi yollarla yürütürdü"(43).

Kısacası, 18.yüzyılın sonuna kadar, merkez-çevre ilişkileri modeline göre, Osmanlı imparatorluğunda, yönetici sınıf merkezden geliyordu. Bu sistemde yete­nek ve liyakat, dini, askeri veya idareci elitler için artık esas unsurlar olmuyor, da­ha ziyade kan ve akrabalık gibi bağlar önemli rol oynuyordu(44). Ancak Senedi İttifak( 1808) tan sonra, çevre önderleri (ayanlar) yönetimde söz sahibi oluyor­lardı ki bu durum bir bakıma Osmanlı elitlerinin demokratikleşme sürecini de yan­sıtır. Modernleşme hareketiyle başlayan okullaşma süreci de aşağı sınıf çocuklarının yeni mevkilere tırmanmalarını sağlayacaktır ki, bunu da Genç Türklerin sosyal ve iktisadi yapısı incelendiğinde, çoğunun orta ve aşağı sınıf mensubu olmalarında göz­leyebiliriz.

Bazı araştırmacılar da, Osmanlı toplumunun Eflatun'un "devlet" (Politeia) e­serinde geliştirdiği sınıf ayırımına benzeterek: Seyfiyye, ilmiyye, tüccar ve üretici­ler olmak üzere dörtlü bir sınıflandırma içinde ele alırlar(45). Kemal Karpat'a göre, 15. yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı toplum yapısı incelendiğinde: 1) Arazi haki­miyetini elinde bûlunduran Sultan; eyalet elitleri (Sipahiler); merkezi hükümet elitleri; asker ve bürokrasi (Kullar) olmak üzere seyfiye.. 2) Şeyhülislam-ilmiye, fi­lozoflar, şairler, tarihçiler, sufi liderleri, köylüler ve zenatkarlar olmak üzere ilmiye mensuplan.. 3) Tüccarlar ve zenatkârlardır. Bunlar da; toptan ve perakendesatıcılar, barkacı'ar, çeşitli eşya imalatçıları ve nihayet loncalarda teşkilâtlanan zenatl^arlaı dır.4) Köylüler veya reaya'dır Tımar ve Vakıf arazilerinin kiracıları, k.üçük ferdi çift-

-IHderin sahipleri Ortakçılar, mulksüz köylüler, göçebeler ve benzerleri bu kategori içinde sıralanırlar. ■

Karpat'a göre, Orta Doğu ülkelerinde aydınlar, sivil ve askeri bürokrasiye mensup olanlar arasında çoğu mülk sahiplerinin torunlarıdır ki arazilerden sağ­lanan gelir ve imkanlar bunların mekteplere devam etmelerine ve toplumlarında iyi bir mevki tutmalarına yardımda bulunmuştur.

1970-71 yılları arasında, İstanbul çevresinde kurulan Aktepe mahallesi ü­zerinde sınıf ve cemaat kuruluşunu inceleyen bir araştırmada Dubetsky, milli kül - tiirün köklerinin, Ziya Gökalp'e atfen, eski, bürokratik elitin şehir(kent) kültürün­den ayrıldığını (tefrik edildiğini) açıklamaktadır ki, (46) bu durum bize, şehir entelijansiyasının hakim veya geniş kültüme yabancılaşmış olduğunu gösterir.

Page 59: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

l.ııtellektiiel G elişim : A ydının Siyasi Rolii

Bu açıklamalardan sonra, aydının siyasi ve sosyal rollerine temas ederek, entelektüel gelişim çizgisini belirtmek istiyorum. Yüzyılımızda, sosyo-ekonomik bir bir düzenin doğmasına sebep olan bütün ülkelerde entellektüel ve teknik entelijansi- yadan ibaret -bunlar ister iş adamları isterse parti liderleri olsun-yeni bir sınıf doğ­maktadır. Bu sınıf, kapitalist veya sosyalist ülkelerde sanayi ve teknolojik ilerleme­nin bir ürünü olarak yeni bir sınıf kimliğini ortaya koymaktadır. Bu yeni sınıfın ge­lişiminde bazı etkenler göze çarpmaktadır. Sosyologlar bu hususu bir kaç noktada toplarlar: 1) Laikleşme (ferdiyetçilik) süreci.. Günümüzde çoğu entelijansiya artı ki­lise teşkilatlarının denetimine konu olmuyor, bunların içinde yaşamıyor ve yetiş­miyor. Böylece günlük sosyal yaşantısında entelisansiya, kilise denetimden uzak ka­labilmektedir. Burada, aydın teşkilatına bağlı gelenekli otoriteler yoluyla teşkil edilen sosyal gerçeğin belirlenmesine karşı bu otorite iddialarını kaldıran ve değiş­meleri kolaylaştıran bir kimliği açıklar(46).

Bir tanıma göre de, üniversitelerde, teknik okullarda uzmanlık eğitiminden geçen(48)fertler kategorisine entelijansiya adı verilir. Başka bir tanıma göre: Y a ­zarlar, bilginler veya yaratıcı sanatkârlar birinci sırada; profesörler ve eleştiriciler ikinci sırada; vulgarizatörler veya gazeteciler üçüncü sırada yer alırlar; hukukçu, mü­hendis gibi uygulayıcılar sadece iş yapmak arzusu ile kendilerini kaptırdıkları ve kül­tür endişesi duymadıkları ölçüde kategoriden çıkarlar. Günümüzde Sovyetler B ir­liğinde ilk tanım tutuluyor: Teknik entelijansiyaya ön safta yer verilir, yazarlar bile ruh mühendisleri sayılıyorlar. Batı ise, daha çok ikinci tanımı benimser. Ancak anlamını daraltarak: "Asıl işi okumak, yazmak, öğretmek, vaazetmek, sahneye çik- mak, bir sanat eseri meydana getirmek veya edebi bir eser kaleme almak"tarzında kullanır.

Tanzimattan sonra girişilen Batılılaşma hareketinde aydın kadronun Batıya yönelik davranışlarında dini kalıpların giderek zayıfladığını ve ferdileşmeye yönelik bir eğilimin ağır bastığını biliyoruz. Halkın "feylezof" zihniyetine olan tepkisi de zaten "dinsizlik" damgasıyla karşılanmıştır.Nitekim, Rıza Tevfik bir şiirinde bu nok­tayı şu sakilde dile getiriyordu:

"Filozof Rızayım dinsiz anlama Dini ben öğrettim kendi babama Cambazım her ipte oynarım ama Sırat köprüsünden geçemem Hocam."

Bu şiirde halka karşı okumuş sınıfın değer yargıları, dünya görüşleri, acı da olsa, yine bu sınıfın bir temsilcisi tarafından dile getiriliyordu. Bu bakımdan bazı araştırmacılar ülkemiz aydınucıı tanımada, kaba bir ayırım olarak, Tanzimat-öncesi ve Tanzimat-sonrası bir sınıflandırmayı kullanırlar. Tanzimat-öncesinin aydnı, an­laşıldığı kadarıyla, hiçbir zaman belli bir statünün adamı olmamıştır, tek ve dağınık­tır. Şahsi öcünü ve çıkar hesaplarını daima başkalarının desteğinde, onları doldurup işleyip kavgaya sürmekle almaya, ve karşılamaya çalışmış "suret-i hak" nümayiş­çisi, fakat gerçek yüzüyle birer fesat ve tahrik mihrakıdır. Kimi bir Ayasofya vaizi­dir, kimi bir Rumeli Kazaskeri, kimi bir saray nüfuzlusudur. Ve hepsi de -önemli bir başka özellik- kalemlerinden çok dillerine güvenmiş kişiler".. Türkiye, bildiğimiz öl­çü ve unsurlar ile, "aydın" tipine Tanzimatla beraber ve ondan sonra varır. Aydın artık belli bir statünün adamıdır: Edip, yazar, gazeteci, devlet memuru(bürokrat), bir hizip veya partinin temsilcisi ve sözcüsü: Sesini duyurm3twrnaıbaa ve jurnal ile beraber, dilin yerini kalem almıştır"(49). Bu aydın tipi, halka yabancılaşan, halka ters düşen, hatta halkın husumetini üzerine çeken bir tip olarak en »üzel örneğini Akif'in şu mısralarındabulur:

" ı ııdırımlar gibi, indikçe beyinden şiddet Bir yanardağ gibi fışkırdı yürekten nefret..

Page 60: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Öylü müthiş ki husumet, mütefekkir tabaka Her ne söylerse fena gelmede artık halka"(x).

2) Yejıi sınıfın meydana gelmesinde ikinci tııısur, aydınların dili Latiıucvi yıkarak, yoı im- özellikle ilmi üretimin bir sonucu olarak ayrı bir dilin benimsenmiş olmasıdır. Latince ayrı bir dil olmaktan ziyade, ortak bir medeniyet dilidir. Bu geliş­me, aydınlar ile -ister dindar isterse laik olsun-günlük hayat arasındaki zarı daha zi­yade eritebilmiştir.

Tanzimattan-önce ve sonra da Osmanlı aydını(havas) kendisini, halktan ayı­rarak halkın (avam) konuştuğu dil yerine Farsça-Arapça ve Türkçe karışımı suni bir dil (Osmanlıcayı) yaratmıştır. Böylece, Osmanlı aydını, 35elim döneminden itibaren Batıya açılma süreci içinde bir yanda laik değer ve normlara yönelirken, öte yanda bu sun'i dile Fransızca (Frenkçe)yı da karıştırmak suretiyle, halktan gerek düşünce ve gerekse hayat tarzı ve yaşama biçimi bakımından büsbütün ayrılıyordu. Bu durum, ayni zamanda, Batıyla olan temastan sonra, Osmanlı entelijansiyasımn belirgin özelliklerini ortaya koyuyordu. Osmanlı Yeni Sınıfı, Batı dilini konuşan, Batıya dönük değer normlarını kullanan, Batı tipi okul veya kolejlerde yetişen, halktan ayrı yeni bir sınıfı oluşturuyordu. Bu sınıfın ideolojisi de: Batılı gibi ya­şamak, Batılı gibi düşünmek, halktan kendini bütünü ile sıyırarak- -ne Batılı ne de Doğulu inanç sistemini benimsemeyen- materyalist bir felsefeyi, hümanist değer­ler çatısı altında, kendine şemsiye yapmak ilkesine dayanır. Bu sınıfın konak ha­yatında, sanat ve edebiyat anlayışında, giyim ve kuşam tarzında bu duyguları sezin­lememek mümkün değildir. Milli kültürden kaynaklanmayan bu kozmetik kültür, bu aydın kadroya yeni bir ruh ve atılım vereceği yerde, daha ziyade gününü gün etme, tatlı yaşantı, Avrupa seyahatleri gibi bir takım özentilerin benimsenmesine sebep olur. İşte, Türk toplumuna yabancılaşmanın köklerini burada aramak gerekir.

3) Ayrıca, bir kültürel süreç olarak Yeni Sınıfın münferit üyeleri ile Eski egemen aydın tabaka arasındaki şahsileştirilen patronaj ilişkiler sistemiyle feodal sis­temin yıkılması da söz konusudur, bu suretle Yeni Sınıf, Batının sosyo - ekonomik yapısı içinde yer tutan ve irsi olarak devam eden eski himayeci sınıfların da öte­sinde kendisine has değer ve inançlar sistemiyle (ideoloji) yeni bir kimlik kazan­mış oluyordu. Ayni şey biraz farklı açıdan Osmanlı toplumu için de geçerlidir. Z i­ra, sarayı teşkil eden kadro yerine tamamen onun çevresinde kalan ayan ve eşraf sınıfının çocuklarının okullaşma veya üst seviyedeki bürokratik yapıya bağlı ola­rak mesleki dağılımı Yeni Sınıfı klasik Osmanlı düzeninden ayırıyordu.

Ferdin sosyal statüsünde beliren değişmeler daha ziyade başarısının bir sonucu olmuş, "Arpalıklar" da bile bu unsur önemli rol oynamıştır. Bu da, ente- lijânsiyanın gelenekli yapıclan kurtularak yeni bir sınıfın oluşumuna yöneldiğini kanıtlar.

4) Yeni sınıf, çağımız sanayi ve teknolojik gelişmelerin bir ürünü olduğupa #öfc, hizmetleri, ve üretimleri için bir anonim pazar gelişmesine uygun olarak, bu husus onlara patronlar yoluyla kişileştirilmiş denetimler ve yakın gözlemlerden ayrı bağımsız yaşamaya da müsaade eder. Laikleşme süresine, bu durum aydınla­rın mesleği (işi) ve ikametlerinin başkaları tarafından daha az yakından gözetim altına alındıklarını belirtmektedir.

Yeni sınıf, Gouldner'a göre, "özel bir hayat"'a sahip olmakla beraber, kamu ve siyasi alanda daha kolayca şahsi atılımı ele almış olmaktadır.

5) Doğmakta olan yeni-sınıfın karakteri ve gelişmesi aynı zamanda, Avrupa hükümet şekillerininin önemli ölçüde çok milletli yapısına dayanır.Söz konusu bu Avrupa artık, kendi toprakları üzerinde bir merkezi otorite yoluyla normlar takımını aşılayan tek bir imparatorluk olmayıp fakat şartlar taşınmaz duruma gel­diğinde ve vabancı ülkelerde geçici olarak kalma zorunluğu doğunca göçetmek sü- —- - ■ 'f \ i ' Iclum't A kif, Safahat, \ maniye Kürsüsünden.

Page 61: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

retıyle zihni yenilikleri bilen ve aynrfikirde olmayan aydınlar, bilim adamları ve ilahiyatçıları da kapsayan, farklı din ve kültürle rekabette bulunan ve anonim özel­lik taşıyan bir sistemi oluştururlar,

6) Yeni sınıfın teşekkülünde diğer bir unsur da büyük ve ataerkil ailenin yıkılması, yerini küçük çekirdek ailenin almasıdır. Orta sınıf mensubu ka­dınlar eğitim gördükçe ve haklarını kazandıkça artan bir şekilde baba otoritesine tepkide bulundular ve çocuklarını himayelerine aldılar. Baba otoritesinin yıkılması ve artan ana otoritesiyle çocukların hür ve bağımsız çabalarının baskı altına alın­ması, bundan böyle daha açık olabilmektedir. Baba otoritesi yoluyla çocukları üzerinde sosyal değerler ve siyasi ideolojileri aşılama ve etkileme hususunda aynı şekilde artan güçlüklerle karşılaşılmaktadır. Bu gelişim, batı toplumları için önemli bir husustur.

7) Fransız ihtilalini takiben, birçok Avrupa ülkelerinde, özellikle Fransa ve Almanya'da kolej, politeknik ve üniversite seviyesinde olduğu kadar, aşağı sevi­yelerde de çok sınıflı eğitim (nisbeten fazla) kilise denetimi almayan halk yayımı- ve ıslahı mevcuttur, öte yanda, ilkokul, yüksek eğitim, entelijansiya ve entelek­tüelleri kitle üretimine esas olmak üzere müesseseleşmektedir. Öyleki,' ilk ve orta okul öğretiminin yaygınlık kazanması büyük ölçüde Yeni Sınıfa uygun işleri arttırıyor.

8) Farklılaşan eğitim sistemi giderek aile sisteminden tecrit edilmekte ve öğrenciler arasında aile değerlerinden farklı önemli değer kaynakları haline gel­

mektedir. Aileler aracılığı ile gençlerin sosyalleştirilmesi,, şimdi yarı-hür öğret­menler grubunun katkısıyla gerçekleşmektedir.

9) Halk eğitimi, ailede eğitim sisteminin etkisini sınırladıkça devletin et­kisi artmaktadır. Böylece, halk eğitim sistemi, mahalli alaka ve değerlerden uzak kalmak suretiyle, öğrencileri etkilemede geniş çapta kozmopolitleşmeye sebep olmaktadır.

10) İlkokul ve okuyup-yazmanın yaygınlık kazanmasıyla insaniyetçi aydınlar diyebileceğimiz gruplar hususiyet ve imtiyazlarını, şöhret, gelir ve sosyal güçleriyle birlikte kaybederler. Böylece, insaniyetçi aydınların, özellikle teknokrat yapıya sahip sanayi toplumlarındaki durumları teknik entelijansiyanın insaniyetçi statüsünden daha ziyade marjinal bir yön kazanmak suretiyle, sisteme yabancılaşmıştır. Bu şekilde yeni sınıf, iç yapısı bakımından köklü bir değişmeye maruz kalmıştır.

11) Nihayet çağdaş entelijansiyanın doğmasında bir diğer önemli olay da ser- güzetçi (episode) ihtilalci örgütün değişen biçimidir. Yani ihtilalin kendisi, akra­balık sisteminden veya gizli toplum yapısından çağdaş öncü parti zihniyetine doğru yönelmiştir. Bu hususu "Manifesto" da bütün çıplaklığı ile görmek mümkündür. Komünist Manifesto'da -Komünistler hiçbir şeyi gizli tutmamalıdır- dendiğinde zımnen belirtilen şey kamu hayatında ileri sürülen yeniden doğuştur. Bilindiği üzere, Komünist Manifesto, "kanun dışı ittifaklardan" gelen ve şimdilerde ittifakı­nı" doğuran "komünistlerin ittifakı" için Marx ve Engels tarafından yazılmıştır" (5Ol. Paris'de piramitirp'î hir vaoıva sahip olan Alman göçmenlerinin "yasa dışı" ittifak" grubu yukarı ve aşağı, sınıf üyeleri arasında Keskin bir ayrılığı meydana ge­tirmekle kalmadı, aynı zamanda tanınma işaretleri, parolaları, yeminli üyeleri, giriş merasimleri (inisiyasyon) süresince üyelerinin gözlerini de kapatmak durumunda kaJ- dılar. Bununla heraher, öncü örgüt, hem "gizli cemiyete" hem de siyasi partiye üyelerinin katılmalarını gerektiren bir yol izlediği gibi, katılmaları da akrabalık iliş­kilerinden kurtarmıştır. Öncü örgütlemede kamu (halk) mensuplarının kamuyu tet­kiki örgütünün varlığından ziyade.,öğretinin varlığına işaret eder.

Burada zikredilen çağdaş öncü yapı, ilk defa açıkça Lenin'in "What is to be done?" adlı eserinde ileri sürülmüştür. Entelijansiyanın önemine temas eden bu eserde, proletaryanın kendiliğinden sosyalist şuuru geliştiremeyeceğini, ancak bunu 58

Page 62: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

eritelijansiya yoluyla destekleyebileceğini göstermiştir. Bu "öncü" parti modern­leşmeyi ve siyasi sınırlandırmaları fethetme gayreti kadar yeni sınıfın elit tutkusu­nu da ifade etmektedir. Lenin'in, öncü çekirdeği olarak, mesleki ihtilâlcilerin geliş­mesine çağırışı, ihtilâlin varlığını " normalleştirmek" için yeni sınıfın genç üyelerini davet eden bir niteliği taşır. Komünist Mantesto, Yeni Sınıf açısından bir diğer dikkat olanların üst tabakanın yerini alacağı tezidir. Nitekim, Komünist Manifesto, şimdiye kadar mevcut toplumun tarihini özgür insan ve esir insan, patrisyen (soylu) ve ple- biyan (köle), efendi ve hizmetçi, usta ve kalfa ve nihayet burjuvazi ve proletarya arasında olmak üzere sınıf mücadeleleri tarihi olduğunu iddia etmiştir.

Bu seride ifade edilmeyen bir düzenlilik vardır. Öyle ki, köleler efendilerin yerini alamazlar, plebler patrisyenleri yenemez, esirler lordları alt edemez ve kal­falar da ustajarına karşı zafer sağlayamaz. Kısacası, en alt sınıf asla iktidara gelemez,bundan sonra da asla....

İşte Gouldner tarafından Yeni Sınıfın anatomisi üzerine yürütülen incele­melerin esas hedefi bu saydığımız noktalardan ibarettir. Yeni sınıf, bütün ileri teknoloji ve sanayi toplumlarındâ bir güç kaynağı olarak karşımıza çıkmaktadır.

Gouldner, "Yeni Sınıf yönetici sınıf mıdır?" sorusuna "hayır" cevabını vermektedir. Ayni tarzda, "Yeni sınıf bir gün yönetici sınıf olacak mı" sorusuna ise "düşünülebilinir" karşılığını vermektedir. Batıda, Eski sınıf nekadar zamanda iktidara gelmiştir? 1789 ihtilalinden 400 yıl önce, 14.yüzyıldanberi şehirleşmeyle Eski sınıf olumuşumunu tamamlamıştır. Yeni sınıf ise tarihi kişiliğine ve olgun­luğuna kısa bir süre içinde değil, tersine görüldüğü üzere, güçlükle ulaşmış ve kuş­kusuz son zamanlarda kendisini kabul ettirebilmiştir. Bu yüzden Eski sınıf "ölen sınıf" olarak kabul edilir.

Aşağıdaki tablo Yeni Sınıfın Birleşik Devletlerde "sıçrama" yaptığı döne min 1900-1930 y ılları arası olduğum ışam etmektedir .

Tablo : 1) Birleşik Devletlerde Yem Sınıfın Sıçrama (take off) donemi (x)Mesleki dağılım 1870 1880 1900 1910 1920- 1930Mühendisler 5.6 7 38 77 134 217Yöneticiler 57.0 - - 126 250 313Sosyal,dini gruplar - - 19 46 71Kolej, fakülte 5.6 11.6 24 - 49 82Muhasebeci, murakıp - - 23 39 118 192Devlet Memurları, yöneticive denetleyiciler... - ’ - 58 72 100 124Yazarlar ve gazeteciler - - 32 - 41 61Toplam Nüfus 39.9 50.3 76.1 92.4 1065 123.1(x) Barbara and John Ehrenreich, The Professional Managerial Class, Radical Tfıne rica (March/April 1977,s.19j...

Buna benzer, bir diğer gelişimi de Fransız Marxist düşünürlerinden '\,:ro% Poulantzus'da gözleyebiliriz(51). Aslında, el işçileriyle, zihin işçileri arasındaki fark­lılaşmayı ele alan bir araştırmasında Poulantzar, 1954-1968 yılları arasında zihin iş< ilerinin önemli bir artış gösterdiğini ortaya koymuştur.

Teknisyenler ve mühendisler, sınaii yeniden kurma ve çağdaşlaşma sürecinde verimli kapitalist çalışmaya bir biçim vermektedir .Böylece, günümüzde eski sınıf­ların ölmesi ve yerine yeni sınıfların geçmesi denilen yeni bir durumla karşı karşıya bulunmaktayız.Bilim adatmalarına göre, artık batıda, durumunu koruduğu iddia edi­len eski sınıf bir Amerikan hayali olmaktan öteye bir anlam taşımamaktadır. Zira, tarihi açıdan, görülen odur ki, eski sınıflar ölmekte, hem de şaşırtıcı hızla...Bir yanda tedrici ihtilalci yöntemlerle, öte varın* ihtilalci patlamalarla sıkıştırılmak(x) Barbara and John Klıreııreich, The Professional Managerıat ^lass, Hadieal

America (MarcJı/April-1977, s. 19)...

Page 63: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

M ekler 1954 195.' '■ .s

l \ialıklı işçiler 2.837.442 2.345.080 J . >■ ».. 1 M)Yarı-ustalıkh işçiler 1 ü 15.265 2.465.080 2,ı.m i.380Ustalıksın işçiler 1.125.323 1.405.140 1.4.VI.I40Teknisyenler 192.220 343.986 5 i 5.940

(Özel sektör)Usta 14 I.480 306.142 360.120Mühendisler M 140 138.061 190.440

suretimle eski paralı sınıflar da, a\nı şekilde tarılı rahnesinden Mİmmeye \ u/ tutuvor- lar. Eski sınıflar barış, ekmek, toprak ve proletarya diktatörlüğü adına tasfiye edili­yordu ;bunların yerini ise hızla büyümekte olan yeni bir sınıf alıyordu.

Şimdi haritaya bakalım. Lski sınıfın beslendiği zemin geriye nılrniş, > eıine Berlin'den Vladivistok’a ve Çin'in doğu adalarına kadar uzanan yenibir sosyal sistem almıştır. Yeni sınıf,bu ülke insanını (yeryüzünde her üç kişiden birisi)y<>neimesine rağmen, hala gücü devamlı olarak büyükmekte vâ'Maoizmin tasfiyesiyle daha da bü­yüyeceğe benzemektedir. Bütün bu değişmeler, insanlığın tarihinde 60 yıldan daha az bir zaman içinde gerçekleşmiş o luyo^ "

Gözlemcilere göre, Birleşik Devletler bütün dünyada eski sınıfın en son umu­dudur. Tıpkı İsparta'nın, Eski Yunanın aristokrasisini yürütmesi gibi, bugün Birleşil- Devletler de eski sınıfın dünya çapındaki güçlerinin merkezidir(bugün, komünist dünyasında Yeni Sınıfın esas şikayeti, resmi komünist partilere karşı oluşu ve artık ihtilalci olmak istememesi şeklinde özetlenebilir(52). Hatta, Birleşik Devletlerde eski sınıfın dünyadaki gücünü sürdürdüğü şeklindeki bir yargıya bııgiin inanacak pek az kimse kalmıştır. Watergate olayından önce bile bu durum izlenebiliyordu. Doğru olan şeyin ne olduğu hususunda hükümete inanmadıklarını iddia edenlerin yüzdesi 1964'te % 22'den 1968'de % 37'ye ve 1972'de ise % 76'ya yükselmiştir Böylece "Hükümetin çok az bir büyük grubun çıkarları için hareket ettiği görüşi 1964'te % 31'den, 1968'de % 44'e ve 1972'de ise % 58'e yükselmiştir(53). Bu su retle, aydınmuhalefeti eski sınıf içindeb büyümekte iken, Yeni Sınifın geliştiği sosyalist tonlumlarHa da Yeni Sınıf bir başka seviyede aydm muhalefetini, oluş­turmaktadır.

sosyologlara göre Eski Sınıf tokezlevecekken, Yeni sınıfın üretkenliği artacaktır. Gouldner'in bu hususta sergilediği rakamlar dikkat çekici olsa gerek. Öyleki, yüksek öğretimdeki istatistiki verilere göre, 1947’de Birleşik Devletlerde sadece 2.2 milyon kolej öğrencisi var iken, 1955'den 1960'a kadar bu rakam 2.6 milyondan 3.6 milyona yükselmiştir. Bu rakam, yaklaşık olarak kolej çağı gençliğinin % 35'ini teşkil et­mekte idi. 1970'de isebu rakam % 40'ı buluyordu, yani 8 milyon kadar kolej öğ­rencisine tekabül etmekte idi. Son yıllarda, yapılan bazı tahminlere göre, 1980'de bunun mitarı 13 milyona yükselecektir. Görülüyor ki, Yeni <-ımf toplumdaki diğer sınıflara nazaran daha hızla artmaktadır.

Eski sınıf taraftarları için ileri sürülen bu iddialar, yukarıda dakısaca değin­diğimiz gibi, Komünist Doğu Avrupa toplumları için de hemen ayni şekilde geçer- lidir.Onlarda da entelektüel ve entelijansiya Yeni sınıfın yükselmesiyle karşılaşmak­tadır. Doğuda eski ve yeni sınıflar arasındaki çatışmanın Batıdan daha fazla ileri olduğu söylenebilir. Doğu Avrupa için, parti memurları ve bürokratlar yeni sını­fın yükselmesine -teknik alanda yükselmesine- Batıdaki mal sahibi eski kapitalist sınıflardan daha fazla engel olmaktadırlar. Doğu'da aydın muhalefeti ise, halihazırda Çekoslavakya'da görüldüğü üzere, kitle halinde silah ve askerleri de kapsamak su­retiyle, en ağır baskı yöntemleriyle bir bunalım noktasına ulaşmıştır. Bu durum, Rus aydın grubu için de farklı bir yapıyı ortaya kovmaktadır. Parti bürokratları.

Page 64: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

aydın muhalefetini susturmak için onları temerküz kamplarına sürmekte, akıl has­tanelerine yollamakta, sürgüne göndermekte ve vatandaşlık haklarından yoksun bı­rakmaktadır. Böylece, aydın kadro ve parti bürokratları arasındaki çatışmanın nihai ifadesi, Rusların Çekoslavakya'ya tanklar göndermeleri ve entelijansiyamh plan­larıyla geniş şekilde ilhanı alınmış olan "ilkbahar" hareketini gerçekleştirdiği va- kit vuku bulmuştur.

Gouldner ve arkadaşları, Sovyet Rusya politikasında ortava çıkan yu'mıışa> ma(detante) eğilimin temelinde CPSU'nun merkeziyetçi hi/ibi ile, Sovyet 'ı eni Sınıfı .ırasındaki ittifakır gerçekleşmiş olması düşüncesini bulmaktadırlar. Stalimi iıi/io da in.a yeni sınıftan şüphe etmiştir. Ve yeni sınıf, bu yüzden dc onun diişma::ı olmuştur.

CPSU'nun merkeziyetçi liderlerinden ayrı olarak, Sovyet Sınıfı -sanayileşme yolunda olduğu gibi- yumuşama siyasetinde onları desteklemiştir(54). Bu yumıı şama eğilimi, Yeni sınıfa Batı iilkcleıini ziyaret imkânı sağlamış, kültür uydusu w lüks eşyaların girişini desteklemiştir. Sovyet Rusya'da yeni sınıfın istediği şeyi Yugoslavya'ya, Yunanistan'a hafta sonu ziyaretleri planlamak suretiyle yürütmüştür. Böylece, Sovyet aydınları bu ülkeden blucinler ve lüks eşya alma imkanını elde etmişlerdir. Bu da bilim dilinde, Yeni sınıfın milletlerarası üniforması oluyordu.

Amerika yakasında ise, yumuşama,Cumhuriyetçi Parti i i, ııuie bir yarılma du­rumunu sergiliyordu. Bu yarılma, Ronald Reaga'ın ölçülerine göre, yeniden d ı/ene giren eski sınıfın politik yönden geri ve daha a/ eğitilmişleri kapvu.ın anlaşmazlığı tarzında umumileştirebilir. Ronald Regan'ın çağırışı, ö/.eMikle karşıt -komünist küçük iş adamları (pettyburgeois) ve yeni teorisyenlcrine ve uzun saçlıları na en fazla düşman olan büyük hayvan yetiştiricilerini kapsıyordu. Reagan'a karşı Geraid Ford'un zaferi Cumhuriyetçi Partide soğuk savaş komünizminin nihai yenilgi ■' sini büyülemiştir. Böylece, Yeni sınıf, kendisi kadar eski sınıfın bu sektörleriyle itt:fa­kı s. ğlımış oldu. Bu bakımdar, Dou ve Batı yumuşaması yeni sınıfın bir tasarısıdır. Batıda eski sınıfın, doğuda ise komünist partisinin hakimiyeti devam ettikçe, herj iki alanda da bu tür ittifakların yürütüleceği şüphesizdir. Ayni zamanda, yumuşama politikasının ticarî sonuçları teknolojik gelişme ve rekabetin dünya çapında şiddet­lenmesiyle son bulacaktır. Bu, bir anlamda, uzun vadede yumuşamanın yeni sınıfın yükselmesini ve eski sınıfın da yıkılmasını ifade eder. Günümüzde entelijansiyanın başarısı, yönetime kadar tırmanması ve ona biçim ve anlam vermesi suretiyle yeni bir kimlik kazanmıştır.

YENİ SINIF VE MARKSİST AYDINLAR

Gouldner'e göre, "Marksist senaryonun eksikleri vardır. Şöyleki, çağdaş sınıf mücadelesinde propagandistlerin iddia ettikleri gibi, merkezi rol proletarya ve kapita, list sınıf olduğu iddiası bir hayaldir. Bu bir Marksist senaryodur ve temelde uygun değildir.

İlk uygunsuzluk: Yirminci yüzyılın netice olarak meydana gelen ihtilalci mü- >.ı.leleleri proletaryadan ziyade, daha çok köylü sınıfını kapsamaktadır. Açıkça, ç iıı ihtilalinde durum böyle Olduğu gibi; Sovyet ihtilalinde de böyle oldu. Savaş­tan nefret eden ve Çar hükümetini devirerek Ekim ihtilalini gerçekleştiren, Petrograd garnizonunun çekirdeğini teşkil eden köylü sınıfı idi. Karşıt ihtilal güçlerinin önüne geçen kızıl ordunun çekirdeği yine çoğunlukla köylü sınıfı idi. Kuşkusuz Stalinizmin kökleri, bu geniş köy çoğunluğunu denetlemeyi amaçlayan küçük bir şehir aydının desteğiyle köylü sınıfının aldatılması ve hayal kırıklığına uğratılması gerçeğinde aran­m a lıd ır^ ).

Gouldner tarafından geliştirilen bu tezi destekleyen bir başka teze göre, Rus ihtilal sürecinde esas sürücü güç sanayi işçileri değil, köylülerdir(56). Gouldner'in tezinde’ ikinci uygunsuzluk da Marksist sınıf mücadeleleri senaryosudur. Bundan

Page 65: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Marks'ın sorumlu tutulmaması mümkün değildir. Çünkü, senaryoyu hazırlayan Marks ve Engels'in bizzat kendileridir: Bu sınıf mücadeleleri teorisyenlerine göre, nerede-proleterya'ile" kapitalist, sınıf varsa orada sınıf mücadelesi kaçınılmazdır. Ancak, 20. yüzyılda devletleri yıkan, ihtilaller meydana getiren aldatıcı sınıf müca­deleleri olmamıştır. Bizi burada ilgilendiren, büyük mülkiyet değişimini etkin bir şe­kilde kullanan devlet gücünün kazandığı ihtilallerdir.

İşte, Yeni Sınıf, bu yapı içinde varlığını gösterebilmekte ve özellikle ilerlemiş sanayi toplumlarında bazan sadece siyasi açıdan ihtilalci olmanın ötesinde, devamlı olarak üretim tarzını da ihtilalleştirmektedir. Bu ekonomilerde, Yeni Sınıf, eski paralı sınıfa bağlı olan işi -bir teknik entelijansiya oİarak-gerçekleştiriyor.

Görülüyor ki, Yeni Sınıf, teknik hizmetler hususunda eski sınıfa nazaran da­ha yararlı bir çizgidedir. Çünkü, Yeni Sınıf, çağdaş ve ilmi açıdan topluma hizmeti başarır ve hatta topluma yasal bir kimlik kazandırır. Bu suretle, üretim araçlarına sahip olmaksızın büyük gücü elinde bulunduranlar -tarihi yerindeki eski paralı sınıfın sessizce yerine almaktadırlar ki, bunun da yaygın delili işletmelerdeki yöneticilerdir. Zeitlio'e göre, bu gelişimde, mülkiyet pasif kalmış, buna karşılık denetim işletme­cilerin eline geçmiştir. Böylece, mal sahibi olmayan işletmeciler paralı kapitalist­lerin yerini almışlardır(57). Zeitlin'in araştırmalarına göre, 200 büyük korporasyonun sadece % 22'si işletme yöneticilerinin denetimi altındadır. Yine Zeitlen'in yargılarına göre, Amerika Birleşik Devletlerinde yöneticilerin denetimi yarım yüz yıl önce 1929'danberi gerçekleşmiştir. Ayni zamanda, Zeitlin şu gerçeği de ortaya koymuş­tur: 1950-71 döneminde 50 sanayi korporasyonunun % 581 "belki" yönetici dene­timi altında, 300 büyük korporasyonun ise % 40'ı "belki" yönetici denetimi altın­dadır.

Günümüz sosyolojisinde "entelijansiya" ve "entellektüel" farklılaşması da gözönüne alınmaktadır. Bu görüşlere nazaran yeni sınıf içinde hiç olmazsa iki tür elit vardır. Lipset'e göre, bunlardan enetelektüel çıkarları esasta teknik olanlardır- ki, bu entelijansiyayı verir; çıkarları esasta bunalımlı, yorumlayıcı ve bundan ötürü­de ekseriya siyasi olanlar da, farklı tarzlarda, farklı çevrelerde ve farklı dereceler­de olmamalarına rağmen, her ikisinin de birleştikleri tek nokta eski sınıfa karşı olma­larıdır.

Enetelektüeller, çoğunlukla, ihtilalci önderliğe yardım ederken ayni, za­manda geleceği geçmişle yeni baştan meydana getirirler. Teknik entelijansiyanın sosyal görevi ise devamlı olarak teknolojiyi ihtilalleşme süreci içine çekmek ve bundan dolayı tesis edilen sosyal dayanışmayı ve kültürel değerleri koparmaktır. İhtilalci entellektüeller, eski ahlakın bir aracı (aleti) durumundadırlar. Uyumcu (accomodative) entelijansiya ise yeni ahlaksızlıkların (amoratality) aracıdırlar.

Görülüyor ki, enetelektüeller ve entelijansiyanın sosyolojisi ve sosyal psi­kolojisi, kognitif (zihni faaliyetler) süreçlerinde olduğu gibi, önemli derecede bir­birinden farklıdırlar. Thomas Kuhn'un "Normal bilimin" kavramı, teknik entelijan- siyanın kognitif hayatı ve onların entelektüellerden farklarının bir anahtarını tç^kil eder. "Normal bir bilim” , üyelerinin normal bilim merkezlerinde sunulan örnekleri çözmedeki yoğun faaliyetleri olarak belirlenir... Teknik entelijansiya, örneklerdeki sembolik mekânı inceleyerek ve bunların ilkelerini yeni alanlara doğru kaydırarak iş­lemlerini güçlendirir. Buna zıt olarak, aydınlar ise, eylem alanları geçerli olan örnekle­rin (paradigm) uyumlarını azaltmak suretiyle birkaç rekabet örneğine sahip olur. Ve bu yüzden de normal bilimi tek bir esas örnek olarak almaya lüzum görmezler. Entel­lektüeller, entellektüel hayatta anlaşmalı iş bölümünün s:riirlarını ekseriya ihlal eder­ler. Ancak, ilmi zihniyeti (bilginliği) reddetmezler, fakat sadece onun normalleştiril­mesine çalışırlar.

Entelijansiya yeni sınıfın "tilkilerini" üretirken, enetellektüeller bunun "as- lanları"nı üretirler. Kimin- aslan kimin tilki olması yukarıya giflen yolun tıkanmış olmasına bağlıdır. Orta Doğunun bir kısmında öğretmenler ve entelektüeller siyasi* €2

Page 66: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

açıdan teccessüs sahibi kimselerdir; doktorlar, mühendisler ve avukatlar -bağımsız olarak- daha çok radikaldirler. Nitekim, Che Guevara bir doktor, George Habash, bir doktor ve Yaser Arafat ise bir mühendi..

Marksist yazarlara göre, entelektüeller değişik açıdan ele alınmaktadır. Ör­nek olarak çağımız Fransız bilim adamı Nicos Poullantzas, entelektüelleri sınıf ide­olojisinin gelişmesiyle ilgili olarak münferit sosyal görevleri tamamlayan özel uy­gulayıcı grubu teşkil ettikleri kanısında idi(58). Gramsci'nin ki gibi "ideolojik me­murlar" olmasına rağmen, sosyal sınıflara nazaran "yukarıda", "kenarda" ve "yanın­da" olmak üzere bir grup oluşturmazlar(59). Farklı sınıf ideolojileriyle olan karmaşık ilişkilerinden ötürü sınıf üyelikleri sağlandığından Gramsci'nin kullandığı deyimle on­lar ayni zamanda "organik entellektüeller"dirler. O halde aydın sosyolojisi günümüzde yeni boyutlar kazanmaktadır. Onun bu özel durumundan ötürii "yeni sol" ile aydın sınıf arasında ilişki kuranlar vardır. Yeni sol, bir yanda Marksist ifade tarzının ge­nelleştirilmesi, öte yanda öğretinin uyumsuzluğu ve modern sosyal meselelere el­verişli olmayışını belirleyen bir olaylar karmaşığıdır.(60). Fransa'da 1950.lerden sonra doğan ihtilale umut besleyenlerin adı olan bu grup, daha sonra İngiltere ve diğer ülkelerde de teşkil edilmiştir. Bu hareket,Sovyet 20. Kongresinde de yapı­sına dokunulmadan kabul edildi. Yeni sol, umumiyetle Stalinizmi ve özellikle Macaristan'ın 1956 yılında istilasını takbih etmekle işe başlamıştır. Yeni Sol, ha­kiki komünizmi dışarda arayan Maoist, Troçkist ve öteki gruplara mensup çeşitli görüşü temsil eden kimselerdir.

1960'larda ise,. "Yeni Sol" kavramı, Avrupa ve Kuzey Amerika'da öğrenci ideolojilerinin yaftası oluyor ve Sovyet marksizmini ifade etmemekle beraber, dünya çapında anti-kapitalist ihtilalin uslup tarzı olarak kuşanılıyordu..

K olakow ski, Y eni Sol'un Ö zelliklerini Ş u Ş ek ild e Sıralıyordu:1) Toplumun ihtilal için'olgunluğı/'kavramı bir burjuva yalanıdır; tam örgütlü

bir grup herhangi bir ülkede ihtilali gerçekleştirebilir ve böylece sosyal şartların radikal değişimi ortaya çıkabilir.

2) Mevcut düzen hiçbir ayırım yapılmaksızın tüm yönleriyle tahrib edilmeye layıktır. İhtilal dünya çapında olmalı, tüm, mutlak ve sınırsız olarak herşeyi kucak - lamalıdır. Topyekün ihtilal, bilgi ve mantıki ustalıklara karşı üniversitelerde baş­latılmalıdır. Belki, Yeni Sol'un bilim düşmanlığı özelliği buradan kaynaklanmaktadır.

3) Burjuvazi tarafından, rahatsız edildiği için çalışan sınıfa güvenilemez. Ha lihazırda öğrenciler de toplum üyelerinin baskısı altındadırlar. Hatta herkes bask altındadır. Burjuvazi iş kültünü (mezhebini) başlatmış ve ilk olarak da işi durdurmuş tur. Baskının merhametli olmayan bir şekli de ilaçların yasaklanması ve onlara karşı açılan savaştı. Cinsi serbesti, iş hürriyeti, akademik disiplin özgürlüğü ve her çeşit sınırlandırmalar komünizmin özünü teşkil ediyordu.

4) Tüm ihtilal kalıpları Üçüncü Dünya'da mevcuttu. Yeni Solun kahraman­ları Afrika, Latin Amerika ve Asya'nın siyasi liderleri idi. Birleşik Devletler, Çin, Vietnam veya Küba gibi değişime uğramalı idi. Üçüncü Dünya ve Batılı ideolojilerle ilgilenen Frantz Fanon ve Regis Debray gibi liderlerden ayrı olarak, öğrenc^Yeni Solun özellikle şiddet ve siyah radikalizme sahne olan Birleşik Devletlerdeki zenci liderlerine hayranlık duyuyordu(61).

Yeni Solun eleştirisi üzerinde bir inceleme yapan Maurice Cranston, Yeni Solun: Sartre, Marcuse, Che Guevara, Frantz Fanon gibi altı teorisyeni üzerinde du­rurken, hepsinin kendi değişik yolunda Marks’ın teori ve eylem birliği ülküsünü des­teklediklerini söyler(62).Yalnız burada, partiye kölece bağlılık ve ileri sürülen kural­ların dolambaçlı savunulmasına dayanan tipik eski sol düşünce biçimiyle artık karşı- karşıya bulunmuyoruz. Bu bakımdan Yeni Sol özgürdür ve bağımsızlığı ile övünür. Yeni Soluun marksizmi yeni bir Marks? da^anıd. Bu yazarların izinden gittikleri Marks; "Das Kapital" in yazarı, olgunluk çağındaki iktisatçı Mark, değil, felsefi eser- lein yazarı, gençlik çağındaki sosyolog Ma;kstır. Bir iktisatçı olarak değerini kaybe­

Page 67: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

den Marx'a Yeni Sol, filozof rolünde yeniden hayat vermiş ve böylelikle daha zor sal­dırıya uğrayabileceği bir çizgiye getirmiştir. Çoğu kez Yeni Marx, tepesi üstü durdu­rulmuş Eski Marx'tan başka biri değildir. Yeni Sol'un gözünde Marx'ın sözünü ettiği proletarya bugün daha /iv.ıde bir burjuvadır.

Yeni sol kendisine Mao ve Frantz Fanon'un ileri sürdüğü yeni hir proletarya bulmuştur. Bu yeni proletarya, Fanon'un ünlü kitabının sözleri ile -Damnes de la Torre- Toprağın Lanetlileri", Üçüncü Dünyanın yoksul köylüleri, yoksul Amerikan mahallesindeki zencileridir...

Yeni Sol, daha geniş anlamıyla çağımız aydınında rastlanılan önemli bir zihniyet değişikliği ve anti kapitalist bir kimliği temsil etmektedir. Buna belirli ölçülerde Yeni Sağın birikim ve motiflerini de ekleyebiliriz. Nitekim, Ülgener'e göre, anti-kapitalizm ve Marksizm, ikisi de geçen yüz yıl sonlarından bu yana ça­ğımız entelektüellerinin ürünleridirler. Öyleki, tanınmış siyaset sosyologu Roberto Michels, aydınların türlü akımlar arasında en büyük katkıyı Marksizme yaptıklarını- iddia eder(63).

Ülgener, günümüz aydınlarının anti-kapitalist oluşlarını iki noktada top­lamaktadır: 1) Çağımız aydını, önemli bir bölümü ile kapitalizme karşıdır; hem de formasyonu ve maddi şartları bakımından ters kanatta olmadığı halde karşıdır ve karşı olmayı entellektüelliğinin bir gereği ve belki ön şaitı saymaktadır. Kapita­list düzenin hir acaip taraf olmalı: Kendisine karşı olanı kendi sinesinden yaratmış, hatta mükâfatlandırmış.

"duadan a>dın neden kapitalizme karşıdır?"Kapitalizm bugüne kadar bilinen sistemler arasında en kolay vurulabilir

olanı ve saldırı riski ve maliyeti en az olanıdır."Neden öyledir? Kapitalizm, yıllar yılı usta bir propagandanın aydın önüne

lıer talihsizliğin ve her günahın işte sebebi diye diktiği ve dile yerleştirdiği suçlu gövde.

2) "Kapitalizme saldırının ucuzluğu bir başka etkenden, sitemin tarih boyu hukuk anlayışından ve oyun kurallarından geliyor. Her sistem kendini bir takım kural ve tedbirler manzumesi ile çevreleyerek emniyete alır; varlığını o şekilde sürdürür. Feodajite olsun, monarşi olsun, lıerbiri kendilerini çupçevre kuşatan ve her türlü saldırı karşısında dokunulmazlık kazandıran din ve hukuk. kurulları ile beraber düşüp kalkmışlardır. Sert ve kati tedbirler manzumesinin, gizli veya açık polis ya­saklarıyla, en yakın geçmişin faşist ve günümüzün demir perde ülkelerine kadar sürüp geldiği bilinmektedir. Kapitalizmde durumu farklıdr: Kapitalist düzen, perde arkasında sermayenin oynadığı hakim rol ile beraber, hiç değilse kabuk üstünde ve yüzeyde bir savunmanın kazandıracağı güven ve rahatlıktan yoksundur."

Böylece, kapitalist sistem oyun kuralları bakımından sonuna kadar eleş- İİreye açık olması nedeniyle Yeni Sol'un boy hedefini teşkil etmektedir.

Yeni sol düşünceyi gelenekli Marksa düşünce biçiminden kesinlikle ayıran bu yeni unsur da "Zor"un yüceltilmcsidir. Marks, devrimci eylemde zor kullanılması­nın kaçınılmaz olduğuna inanırsa da bunu üzüntüyle karşılar-ve eylem yoluyla pro­paganda taraftarı bozguncu ve baş kaldırıçı'clan hiç hoşlanmazdı. "Zor" hemen bütün Yeni Sol'un eylemli yönünü teşkil eder. Bir psikiyatrist olan Fanon, Avrupa sömür­geciliğine karşı savaşta zor kullanmayı, terapatik (iyileştirici) bir yol olarak savunur. Ona göre; "Zo r", yerliyi küçüklük kompleksinden, umutsuzluktan ve tembellikten kurtarır. Onu yüreklendirir ve kendine olan saygısını geri getirir.

"FanoıVu okumadan çok önce de Sartre politikada zor kullanma yöntemine taraftardı. .Sartre'in en iyi iki tiyatro oyunu, "Kirli eller" le "Şeytan ve Allah" bu konuyu işler. Politikada adam öldürmek ve korku saçmak gibi zorbaca yollara başvurarak ellerini kirletmeye hazır olmadıkça başarıya ulaşılamayacağı fikrini tartışır. Ona göre: "Zor, eldeki bütün müessese ve siyasi ilişkileri etkiler".

Aydınların siyasi rollerine gelince, umumiyetle aydınlar akılda "yönelikci

Page 68: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

olmaya eğilim gösterirken, zeka da "bütünleyici” bir eğilimi yansıtırlar. Böyle bir ayırım aydının siyasi rollerinin özel bir mahiyet kazanmasının esasını teşkil eder.' Aydınların, ilk dönemlerinden günümüze kadar eylemleri tasvir edildiğinden, kültür yapısı ve toplumlarının belirlediği çerçeve içinde dört prototipteki esas rolleri olduğu görülür(64). Bu dört proto-tip roller: 1) „k.a.p.ı.c.ı.

(Gatekeeper), 2) ahlakçı, 3)Koruyücu(preserver) 4)bekçi (cıretaker) olmak üzere sıralanabilir

I Aşağ ıdaki je m a bu tipolojin in m antığ ın ı belirtm ektedir. Zeka| Akılc*(zih in )

I a. Yenilikçi A B

KaDicı Ahlakçı

C Db.Bütünleyici Koruyutu Bekçi

Yaratıcı akıl(zihin) ekseriya- kapıcı rolünü yüklenir ve fikirlerin, düşüncenin kapısinı açmada yenilikçi sözcü olur,Hedefi,"tüm" insanlarla Mgilidir. Gayreti, medeniyet "değerlerinin özü" ile irtibatlıdır.

Edward ShHs, geteneğr-b ozan aydından daha fazla muhafazakar rolleri yük- enen yaratıcı alim veya yazarı belirtmesine rağmen, kapıcı rolünü de ihmal etme­miştir. Kapıcı rolü, tutuculuklarıyla tanınmış aydınların bulunduğu bütün top- lumlarda,olumsuzluğa yönelik eğilimler kadar, yaratıcılığında farklı tarzları ve hakim kültür değerlerinin kısmı reddini gerektirir. Nitekim, Raymond Aron, bütün partiler ve doktrinlerin gerisinde, kanâatleri veya çıkarları teorilere çeviren aydınların mevcu­diyetinden söz etmekteidir(65). koruyucu (preservr) tipteki aydının bu rolünde, eskj veya yeni otoritenin yasallaşması, çerçevelenmesi için gelenekli yapıcılık önem­lidir. Eisenstadt'ın ileri sürdüğü gibi, "koruyucular bu tür geleneklerin sembolik ve müessesevi çerçevelerine katılırlar veya mevcut gelenekler çerçevesinde görevlerini sürdürürler(66).

Mevcut sistemi korumaya yardımcı olma-hususunda aydınlar, kültür siste­minin bir unsuru olarak bütünleşirler ve VVeber'in "Milli idea" adını verdiği şeyi besler ve yaşatırlar. Yüksek derecede farklılaşmış bir toplumda bu rol "özel bir hünerin ve sanatın ifadesi" olur(67). Bu tür aydınlar, toplumun teşkilatlı müessevi yapısına aklı uygulamaya çalışırlar. Bu tutum, şüphesiz dünya tarihinin kültürel kök­lerinden çıkarılır. Koruyucu aydınların gücü, büyük ölçüde insan kaderini açıklayan yeteneklerinde yatar. Bunlar, toplumlarının "ethos" (bir kavmin hususiyetleri)unu bütünleştirirler. Nitekim, Meiji döneminde toplu mİ arın un yeniden inşasına katkıda bulunan Japon aydınlarının bütünleştirici (birleştirici) güçleri, aydınlarınbu anlamdaki rollerinin önemini bize gösterir. "Siyâsi veya edebi kanaatlarınd^ bir­birlerinden farkîı otmalarının önemi ne olursa o]sun,_ Meiji yasaları, zamanlarının hakim milli görevlerine ortak olmuştur: Bu da Doğu ve Batının en iyi yönlerini bir araya getiren yeni bir medeniyetin yaratılması"dır(68).

Bir de sosyal yapı ile il$idolarak aydınların durumu ele alındığında ilk örnekMarksist toplumlardır. lemel değişmeyi besleyen staratejiler ve orijinal kavramların düzenleyicileri olarak anahtar Marksist aydınlar, kapıcı (gatekeeper) yenilikçiler gibi, kapitalist-sonrası toplumda meydana gelen sosyal sıralama (hiyerarşi) ilişkilerinde yeni bir yasa yaratmak için hizmet e.den yeni geleneklerin düzenleyicisi olarak görü­leceklerdir. Çeşitli açıklamalar göstermiştirfei... Marksizm, bir sosyal sistem olarak, sosyalizmi önceden eören aydınların sınıf çıkarlarının ideolojik bir ifadesidir. Jan

Page 69: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Machajski, PolonyalI sabık bir Marksist ve anarşist, bu hususta şöyle diyordu: "Mark- sistlerin takdim ettikleri rol ile, Amerikan ve Fransız ihtilalcilerinin başarılı sonuç­ları tahlil edildiğinde, burjuva sınıfının yasallaşmasındaki eşitlikçi sloganlar ara­sında bir paralellik vardır Anarşist teorisyen Bakunin gibi, Machajski de "Mandali­n a la r tarafından denetlenen bir toplumla sonuçlanacağını iddia etmiş ve Robert Michels'in tezine benzer, "muhalefet partilerinin bulunduğu bir sistemde kitle­ler yoluyla karmaşık sanayi toplumunun denetimi ve katılımcı demokrasinin kavram- larınnleri sürmüştür(69).

Umut edildiği gibi, Marksist ideolojinin koruyucu görevi hakkında Mac- hajski'nin yazılarının komünist dünyada dağılımına izin verilmemiştir(70). Mac- hajski'ye benzer görüşler son günlerde Büyük Britanya'da kıdemli (senyör) Mark­sist T.B.Bottomore tarafından ileri sürülmüştür. Bottomore'a göre, Sovyetler Birliğinde "eşitlik duygusu, ayrıcalığın(imtiyazın) artık ayrıcalık sayılmadığı sınıf­sız bir toplumun ahlaki üstünlük iddiasıyla istismar edilmektedir." Gerçekte, kitleler üzerinde bir-elit yönetimini haklı çıkaran bu doktrin eskinin ve riyakarlığın sadece en yeni karşılığıdır. Bottomore, kitleleri, bu yüzden komünist ülkelerden ziyade, da­ha çok Batı ülkelerinde -eşitlikçi amaçları bakımından- umutlu görüyor. Çünkü, ona göre, kitleler kendilerini Batı toplumlarında daha ziyade savunma imkânına sahiptir­ler. Öte yanda, komünist ülkelerde eşitsizliğin devamlı büyümesi, elit yönetiminin maddi ve kültürel üstünlüğündeki artışı etkilemektedir. Bu farklılığın sebepleri açık­tır. Ayrıcaklı(imtiyazlı) sınıfın hakimiyeti, ayrıcalığı olmayan kitlelerin iktidara sahip oldükları ve yönetici sınıfın iktidarını sınırlandıran ve tepki yaratan rakip elit­lerin yaratılmasının mümkün olduğu yerde ancak sona erebilir. Siyasi demokrasinin bu şartları, Bottomore'a göre, ne toplumun iktisadi yapısına bağlıdır ne de bunlar tamamen iktisadi yapı tarafından belirlenir. Bu şartların eksik olduğu yerde, ayrı- taklı bir sınıf -üretim araçlarına sahip olsun veya olmasın- ayrıcalıklarını yaymaya ve korumaya muktedir olabilir(71).

Son yıllarda birçok yeni Marksistler ihtilalci fikirleri, aydın kesimin rol-tipi desteğinde aradılar. Le Febvre, fikirlerin denetiminin sadece bilginin yargısı ve

> yüksek ölçeği" olduğunu ileri sürmüştür,Aydınların proto-tip rollerinden "koruyucu" (preserver)luk rolü yanında bir diğeri de, daha önce de temas ettiğimiz gibi, kapıcı- (gatekeeper) rolüdür. Yaratıcı zihin ekseriya kapıcı rolünü yüklenir ve fikirlerin ka­pısını açmada yeniliğin sözcüsü olur. Faaliyetleri tüm insanla ilgilidir.

Aynı şekilde, sanayi-öncesi toplumlarda, aydınlar toplumlarına açıklak getir­mek için "Kutsal" olan hakkı yüklenmek durumunda kalmışlardır. Bu.da aydınların "ahlakçı" proto-tip rolünü ortaya koyar. Hıristiyan Avrupasında aydın ilk def.ı ''ruhban” olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Aynı durum, Osmanlı devletinin kuru­luşuna, Alp erenlerin, Şeyh Edebalilerin, Anadoluya ilk gelen Hacı Bayram Velile­rin, Ahmet Yesevilerin manevi misyonlarında da gözlenebilir. Bu dönemin aydınları dini motiflerle yüksü sosyal kahramanlardır.

Avrupa toplumlarında farklılaşmanın artmasıyla teşkiletlanan tabakalar çözül­meye yüz tutmuş, "Özgür" aydınlar denetim görevlerini yüklenmeye başlamışlar­dır. Avrupa'da bu kalkınma Rönesansın doğmasıyla gerçekleşmiştir. Kapıcılar (Getekeepers)ın aksine, ahlâkçı aydınlar bilginler değildi;filozof da olmadıkları gibi, edebi yaratıcılar veya sanatkâr da değildiler.

Modernleşmeye maruz kalan milletlerde ilerleme, toplumun manevi-kültürel değerlerinin belirlenmesi için teknolojik değişmeyi ihmal eden latin Amerika'daki be­lirli zamanda verilen işi gözetleyenler (Pensadores) gibi, ekseriya sağdan ve Batının veya emperyalistlerin takdim ettiği değerlerle ayni değişmeye itiraz eden soldan gelen ahlakçı aydınlar tarafından engellenmiştir.

Kısacası, kapıcılar ile ahlakçılar arasındaki farklılaşmayı ortaya koymak güçtür. Fakat yirminci yüzyılda siyasetle alakalı aydınlar kapıcılardan ziyade ahlakçı ay­dınlara benzerler.

Page 70: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Yirminci yüzyılın başından itibaren gozae Ameri-kan entellektüellerin bir çoğu, ticaretle gabiliğin, aptallığın, saldırganlığın, gelenekli ahlakın unsurlarına uyumun ve iktisadi statü hakkındaki bazı kör kurbanlarla ilgili ahlâki oportünizmin kaynaklandı­ğı yönetim sınıfına olan'zıtlaymayı ortaya koymuşlardır. Çoğu durumlarda, onların "vahy" (apocalyptic) tepkileri yapının solcu biçimine dönüşmesinde göze çarpar. Amerika'da Marksizme taraftarlık, geniş şekilde, bir kültürel protesto metodu olarak devreye girmiştir. Yirminci yüzyılın başlarında Edvvard L.Doheny, arkadaşlarını, Birleşik Devletlerdeki kolej profesörlerinin çoğuna karşı, sosyalizmi ve Bolşevik­liği öğrettikleri için, savaşa çağırmıştır.(72).

Doheny'nin kanaatinin aksine, Marksist sosyolog Tom Bottomore, protestonun göninen işlevinin ötesinde, Marksist eleştiriciliğin geniş çapta Amerikan bilginlerinin, siyasi teoriden siyasi eyleme köprü kurma hususundaki zihni yetersizliyleriyle ilgili olarak, sosyal arenadan çekilmelerini sebep olarak ileri sürmüştür. Bottomore'un belirttiği üzere, 'ik i yollu zihni trafiğin" eksikliği, Kuzey Amerikada müessir bir radikal zeminin mevcut olmadığını gösterir(73).

1960'lar ortasında, Amerikan aydınları, siyasi eleştiriyle ilgili olarak tartışmacı ahlâkçı rollerini yeniden yüklenmişlerdir... 1965 Vietnam savaşına karşı fakültelerde öğrencilerle başlayan gelişmelerde Amerikan ayrınları, birçok radikaller tarafından beslenen karşıt savaş eylemlerinin gelişmesinde önemli rol oynamışlardır.

Kenneth Galbraithln belirttiği gibi, ''Vietnam savaşına karşı muhalefeti yürü­tenler ne sendikalar, ne bağımsız ayrınlar, ne basın, ne de iş adamlar idi, bunlar aslında üniversiteler idi.'' Ancak, Vietnam savaşıyla ilgili olarak kitlevi protestolar so­nucu, Amerikan askeri, katılım sürecinde ortaya çıkan çöküş ve ahlakçı siyasi bakış açıları için gerekli desteği sağlayamamıştır.

Proto-iip aydın rolünden bir diğeri de bekçi (caretaker) kimliğidir. Bu rolün ayrınlanması hususunda Gouldner, sanayi çağı öncesi ilmi çalışma dönemini ha­zırlayan toplum şartlarına yönelir. Böylece, sanayi toplumunun gerisinde bir zihni hazırlık dönemi olduğu bilinmektedir. Bu dönemde, entellektüeller doğacak olan ye­ni sistemin bürokratik yapısına katılma imkânı buldular. Bu bakımdan proto-tip ay­dın rolünde bekçi denilen yapı değişmesi esasta sanayi ihtilaline atfedilebilinir Bu durum Batı yöresinde hiç değilse en erken 1500'lerde başlayan ilmi düzeni de­vam ettirme süreciyle yakından ilgilidir. Çünkü, farklı dünyaları açıklamak için araştırıcıya bir zihni ihtilal yapması imkânının tanınması gerekiyordu. Bu sebeple, Bronovvski'nin de ifade ettiği gibi, insanlara yönelik değişme-onların tabiatına göre düzenlenen eşyalar dünyasından olaylar dünyasına akıp gitmiştir(74). İlmi düşün­cenin pragmatik teorisine yönelen güvenilir her çaba sınai gelişimi doğurmuştur. Ancak, bu "düzenli" değişim tarihin gidişiyle uyum sağlayamıyordu. Zihni geliş­meler, 16. yüzyılın başlarında İngiltere ve Fransa'da sınai toplumunun doğmasına önemli ölçüde hız vermiştir. Amerikan ihtilalinde açıkça görüldüğü üzere püritan an­layış, evrenin mihaniki işleyişini tasvir etmede daha da etken bir rol oynamıştır(75).

Bilim adamları-Descartes, Desargue, Fermat, Pascal ve diğer önemli sosyal rüşü- nürler - sosyal şartları açıklamada rasyonel bir diyaloğa başlamışlardır. 'The Royal Society" Londra'da Gresham College'de 28 Kasım 1660 yılında toplanmıştır. Bu şahıslar büyük ölçüde püritan sempatizanları idiler9760. Kültür unsurları ve medeni­yetin etkileşimi, Merton'un endüstri toplumunun gelişiminde püritan aydının rolünün tartışmasındaki köşe taşına biçim vermiştir. Merton'un işaret ettiği gibi, püritanahlâk, püritanizme esas teşkil eden değer yönelimlerinin ideal -ti pi k bir göstergesi olarak, bilimin güçlenmesinde 17. yüzyıl İngilizlerin alakalarını yönlendirmiştirBendix'e göre, tam bir sistemleştirme, üniversite öğrenimine yönelik yargıların işi olmaktadır. Bu da, yasal yöneticilerin siyasi cemaatın gerçek yöneticileri du­rumuna geçmesini sağlamıştır. Böylece ilk dönemlerde entellektüeller, sistemli olarak bürokratik yapının korunmasına ortak olmayı başarmışlardırb Bu sosyol ikilikte (dualism) aydın bir çeşik bekçi (caretaker) oldu.

Page 71: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Bürokratik yetki, kamu ve özel mülkiyet sahasını ayırmış ve merkezi yete­neğe dayalı bir rekabetin geçerli olduğu müessesevi bir hiyerarşiyi ortaya koymuş­tu r.^ ?). Bu durum, sınai toplumlarında, meslek için fertlerin kendilerini eğittik­leri ve vasıflı memurların sosyal hizmetleri yürüttükleri anlamına gelebilir. Eğitim­ciler şimdi bürokrasiyi yönetmek için, kamu hizmetlerinde çalışanları yetiştirmeye koyulmuşlardır.. Bentham' ın ifade ettiği gibi " mutlu hesaplar " ; zevklerin art­ması ve ıstırabın azalmasındaki " faydalılığı " kavramamamızı doğurmuştur. Böylece, eğitimci gibi aydın kişi de sosyal hır uygulayıcı olmuştur. Zamanla da meslekler liderlik rolünü yüklenmişlerdir. Schumpeter, bürokrasiyle aydınlar ara­sındaki doğrudan ilişkinin arttığını göstermiştir. Ancak,bu eğilime, Birleşik Dev­letlerde, bilhassa kendilerini tarihi açıdan toplum değerleri için destek hazırlayan milli liderliğin kaynağı olarak gören işletmeciler tarafından karşı konulmuştur. Doğrudan olmamakla beraber, bürokratik aydınlar, hükümetin dışındakilerle , özellikle üniversitelerdekilerle bir irtibatları olmamakla suçlanmıştır.

Bu teknik elitin artan iktidarı, statüsü ve geliri, Bell ve Dahrendorf tarafından niilletlerarası bir seminerin konusu olmuştur. Bell ve Dahrendorf'un alakalı bekçi olarak, aydının bu prototipik rolünün hem teorik yönünü hem de önemini açıkla­maktadır.

Bell 'in "endüstri-sonrası" toplumun ekseni etrafında toplanan ilkeler, bu geliş­meleri besleyen yapısal eğilimleri belirtir:

a) Endüstri-sonrası toplumda, ekonomi, imalat sektöründen mesleklerinde dahageniş üst eğitim kazanmış bir kardoyu gerektiren hizmetler sektörüne doğru değiş - mektedir(78). • •

b) Mesleki ve mekanik sınıftaki artış,aslında teknokratik karar-verme biçimlerini kapsar(79)-

Kısacası, bu incelemeler, aydının proto-tip siyasi rollerinin nasıl zaman içinde geliştiğini göstermektedir. Bu çerçevenin ışığı altında şimdi biraz da Türk toplu- ‘ munun tarihi gelişini idinde entellektüel kimliği değerlendirmeye çalışalım..

Osmanlılar ve C um huriyet D önem inde A ydın M uhalefeti

Bu bölümün başlangıç kısmında, Osmanlı toplumunda entelijansiyanın oluşu­mu ile ilgili kısa bilgiler sunulmuştur. Şimdi, bu hususlara- kaynakların elverildiği nis- bette ayrıntılı bir biçimde girmek istiyorum.Türk toplumunun tarihi gelişimi, Batı ve doğu Avrupa ülkelerinden farklı bir yapıyı ortaya koyar. Bu sebeple entelektüel hareketlerin tipleri ve görevleri/farklılık arzeder.

a. Siyasi yapının tek adamın iktidarına dayanmış olması entellektüel faaliyetle­rin son derece sınırlandırılmasını gerektirmiştir. Saltanatın babadan oğula geçişi, mutlakıyetçi bir yönetim biçiminin sisteme hakim olması, sosyo-politik diyebile­ceğimiz bir aydın kadronun oluşumunu uzun süre engellemiştir. Devletin kuruluş dönemlerinde, özellikle Malazgirt seferiyle Türklerin Anadolu'ya yayıl ması, hem di­ni hem de askeri gücü temsil eden "ahi-evren" tipini ortaya koymuştur. Dini ve ik- tisadi-sosyal hayatı temsil eden iki başlı kartal, böylece milli birliği temsil eden tek başlı kartal olarak Türk toplum yapısındaki yerini alıyordu. Çin ve diğer bazı ül­kelerde görüldüğü üzere, Osmanlı toplum yapısında bir "mandarin "ler mevcut deği.l- di(askeri ve mülki yüksek memur). Bir Yesevi, Bir Bektaşi tarikatından gelen "Ahi- Evren" "Gazi-Evren" ruhu sosyal statüsünü elinde tutabiliyordu. Bunlar, aslında Türk toplurriunun manevi yapısına, iktisadi ve sosyal oluşumuna yön veren öncü kimseler (avangard) idiler. Osmanlı düzeninde /Ahi teşkilatı olarak yer tutan ve 300- 400 yıl süreyle hakimiyetini sürdüren bu gelişimde Goüldner'in de belirttiği "Ahi- Evren” ruhu bir kapıcı tipi, hatta ahlakçı aydın rolünü oynamıştır diyebiliriz. Milli birliği korumak, dini mitos etrafında kitleleri birleştirmek "tek Tanrı, tek kitap,

^tek peygamber"e itiaat etmek bu dönemin ideolojisini teşkil ediyordu. BirMevlana, bir Yunus./bu.tiir sosyal hareketlerin içinden gelen proto-tip aydın rolünü oynamış-

Page 72: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

lardır. Maddi hayatı değıı-manevi hayatı nareket noKtası olarak seçen bir İslam sufizmi bu dönemdecanlılıeını korumaktadır. Sufızm, insanı iç dünyasıyla ele alır­ken "ben"in yücelmesi' süreci itici bir güç olarak ortaya çıkıyordu. Allah sevgisi, ancak insanın kendi benliğine dönmesi suretiyle yükliyordu..İnsanın derisinin dışında yaşaması artık mümkün olamıyordu. Bu da bir iş yaşayışla, manevi bir disiplinle gerçekleşiyordu. Toplumun, kendi kurallarına göre işleyişi, bu özden uzaklaşması sık sık bu itici manevi güçler tarafından fraenlenmeye çalışılırdı. Yu- nus’un: "İnsanlar çula düştü, paraya pula düştü, seni sevmekse bu garip Yunus'a düştü" tarzındaki sosyal eleştirileri bu çizgide değerlendirilmelidir. Bu sufizm, bir noktada Sünniliğin de karşısına çıkıyor, ona yeni bir kimlik kazandırıyordu. Sufiliğin getirdiği hoşgörü, Sünniliğin etkilediği dar kalıpları, katı yargıları aşmak süetiyle dinin yayılması ve etki alanının güçlenmesinde yaygın rol oynuyordu. Bu bakımdan sufiler birer ahlakçı aydınlar olarak toplumu düzenlemekte, ona yeni bir ruh vermekte etkili oluyorlardı. Sufilerin topluma kazandırdıkları, aslında islamın ruhu idi. Hoşgörü, şekilden ziyade içe dönüş, devlete ve millete sahip çık­ma, sosyal adalet ve dengeli bir toplum biçimini yönlendirmede kuşkusuz bu su­fizm hareketinin başarıları arasındadır. İktisadi hayatı yönlendirme, tabakalar-ara- ,sı eşitlikçi girişimleri teşvik yanında, gerçek mülkün “ Allah'a ait olduğunu, hiçbir kimsenin bu dünyadaki saltanatın devamlı olamayacağı, bu bakımdan servetin de makamın da bir "hoş sada" dan ibaret kalacağı telkin edilmektedir. Yine Yunus bu gerçeği şöyle dile getiriyordu :

" Şeriatta bu senin bu benim,Tarikatta hem senin hem benim Hakikatta ne senin ne benim.”

İşte , Anadoluya akan Türk ruhu böyle bir ilahi mitosu canlandırıyordu : Bu da kişi hakimiyeti değil Allah'ın hakimiyeti, sınıf aristokrasisi değil hakkın hakimi­yetine dayalı islami bir düzendir. Bu düzen, Osmanlı toplum yapısını ayakta tutan bir silikat tabakası gibi, insanımızı ve ruhumuzu yoğurmuştur. Ancak, toplumu besleyen bu manevi kanallar zamanla tıkanmaya yüz tutunca, özellikle XIX.yüzyı­lın ikinci yarısında bu denğeli yapıya dışarıdan müdahahaleler başlayınca devlet, çöküşünün kapısına kadar sürüklenmiştir.

Bundan 200 yıl önce Batıyla ilişkiler ve Türk aydınlarının ideolojik eğitimi - nin güçlü olduğu Fransa'da yerleşmeleri, giderek Avrupai akımların Osmanlı top­lum yapısına pompalanmasına yol açmıştır. Yeni OsmanlIlar daha sonraları Jön- Türkler denilen bir grup Osmanlı aydınının temsil ettikleri dünya görüşleri Batı­dan aktarılmak suretiyle toplum yapımıza aşılanmaya çalışılıyordu . Böylece, Ba­tı, önemli ölçüde kendisi için bir "Kültür uydusu" oluşturmuş, bu kanalla "Hür­riyet, eşitlik ve cumhuriyet" gibi akımların yayılmasına etkide bulunmuştur... Yeni OsmanlIların, özellikle Namık Kemâl, Ziya Paşa, Şinasi ve Ali Suavi'nin temsil ettikleri bu akımlar, geniş bir aydın kadrosunun bir embriyon halinde ge­lişmesini sağlıyordu. Yeni Osmanlılar'da belirtilen hürriyet, vatan ve millet kav­ramları, nihayet 1876 Anayasasında ümmetçilikten çok ”millet"e yaklaşan kav­ramların filizlenmesine yardım etimiştir.Osmanlı toplum yapısında ortaya çıkmaya başlayan bu yinu elit kadro, daha zi­yade yüksek eğitim görmüş, Osmanlı bürokrasisinde yer almış, Batı norm ve değer­lerine bağlı bir kimlgi yansıtır. Bu sebeple, yenilikçi (innovator) yönleri ağır basan bir aydın kadrodan söz açılabilinir. Fransız toplumun ideolojik yönü ağır ba­san eğitim sistemi, bu aydın zümre üzerinde etkili olduğu için, Osmanlı aydını bu dönemde ihtilalci bir özelliğe de sahipti. Nitekim, daha önce de temas edildiği üze­re, Tıp Fakültelerinde ilmi eğitim yanında Fransız ihtilalinin felsefi akımı da tedrici olarak öğrenciler arasında yayılıyordu. Bu akımlar, Tanzimat ve sonrası Türk düşün­ce hayatını büyük ölçüde etkileyecektir. Nitekim, Tanzimat bilidirisindeki önerile­ri, bir anayasa ölçüsünde kıyaslayan yorumcular şu görüşleri ileri sürüyorlardı : a)

Page 73: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Hükümdar, yayınladıkları bu "charte" ile kendi "irade"sinin sınırlanmasını kabul ediyor; b)Can, mal, namus özgürlüğünü iradesinin dışına, kanunların yargılarına bırakıyor; c) Hükümet idaresinin, kendi iradesine değil, "Mevaddı esasiye"(temel ilkeler) olarak belirtilen ölçülerle yapılacak kanunlara göre olmasını bildiriyor(80).

Bilindiği üzere, bu "mevaddı esasiye" terimi, daha sonra Nizamatı Esasiye, 36 yıl sonra da 1876'da Kanuni Esasiye şeklinde olacaktır. Bu bakımdan, burada­ki, Mevaddı Esasiye, I.Meşruyitetin temel felsefesini teşkil edecek olan ilk Os­manlI Anayasasının proto-tipini oluşturacaktır. Böylece, bu tarihe gelinceye kadar (1876), Osmanlı siyasi yapısını temsil eden Sultanın mutlak otoritesi nihayet bir "meclis'Me sınırlandırılacaktır. Bu gelişimde şüphesiz Yeni Osmanlı entelijansiya- sının etkisi büyük olmuştur.

1850'lilerdert sonra gelişen entelektüel hareket, kısa zamanda yönetimde et­kisini göstermiş ve devletin siyasi yapısına, Batı norm ve değerler sistemine dayalı yeni bir ruh getirilmiştir. Bu durum, Japonyadaki Meiji türü bir yenileşme için ge­rekli milli şuuru taşımada henüz olgunlaşmış sayılmazsa da,yine de devletin kuruluş dönemindeki zihni eğilimlerin şartlandırdığı ahlakçı aydın tipinden uzaklaşarak, bir çeşit "koruyucu aydın tipine yönelmenin başladığını bize göstermektedir. An­cak, ne varki Japonya'da gerek Toguakava döneminde gerekse Meiji döneminde gi­rişilen hareketlerde, sosyal reformlarda ” ilerici" (yenilikçi) sınıf ile muhafazakâr aydınlar birbirinin karşıtı değil, daha ziyade birbiriyle bütünleşecek bir çizgiyi izledikleri halde, Osmanlı döneminde bu iki grup birbiriyle kıyasıya bir mücadele­nin içine itilmişlerdir. Artık, Cumhuriyet döneminde bütün kapılar ardına kadar yenilikçi aydınlar için açılacak, muhafazakârlar yenik düşeceklerdir. Belki de Türk demokrasisinin 1950'liler sonrası, her on yılda bir askeri darbelere maruz kalmasında, bu ‘'ilerici” ve "muhafazakâr" aydın grupların birbiriyleriyle bütün­leşecekleri yerde, birbirleriyle kıyasıya bir mücadelenin içine itilmiş olmalarının sebebini yine burada aramak gerekir. Batılı aydınların, özellikle Daniel Bell'in de sık sık belirttiği üzere, bir toplumda muhafazakâr güç temel unsuru teşkil eder. Nitekim, İngiliz toplumu bunun tipik, örneğidir. Oysa, ülkemizde tarihi role sahip, muhafazakâr güç, Tanzimat sonrası yenileşme sürecinden itibaren yenik düşmeye başlamış, Cumhuriyet döneminde ve günümüzde bu kavramlar birbirinin yerini alacak biçimde tersine dönüşmüştür. O kadar ki, 1960'lar sonrası gelişen Yeni Sol, .topluma materyalist damgasını vururken Türk entelijansiyası i'ilerici” olmayı, "solcu" olmayı, hatta "sosyalist" kimlik taşımayı "insancıl" olmakla özdeşleş­tirmiştir bile. Bu yelpazede "sağ"ın yeri "başta takke, elde teşbih,siyah çemberli sakalla" özdeşleşmiş bir silueti canlandırıyordu. Tanzimat sonrası gelişmelerin, özellikle aydın sınıfın "ideolojiye" yönelik Fransız kültürü ile beslenmesi bu ayı­rımcı modelin ülkemize sirayetine engel olamamıştır.

Kısacası, ülkemiz Batılı antropologların bugün Üçüncü Dünya ülkeleri için kul­landıkları bir kavramla, Batıya yönelik "kültür uydusu" haline gelmiştir. Ancak, unutmamak gerektir ki, Yeni Osmanlılar -ilk Batı tipi aydının prototipini oluştu­rurken- ülkemize yeni bir misyonu da getiriyorlardı, bu da "halkı seven, devlete bağlı" yeni bir "m illilik" anlayışı idi. Buıyüzden "ilerici" ve "m illi" bir kimlik­leri vardı. Rusya tarihinde görülen Maximalist bir ruha sahip değillerdi .(Eski Rus sosyalist akımı). Oysa, Yeni Osmanlı eliti, imparatorluğu ayakta tutmaya çalışı­yor, fakat ona yeni unsurlar aşılamak suretiyle, iktidarı (saltanatı) tahtından indi­rerek kitlelere maletmek istiyorlardı. Bu ihtilalci karakterlerinden ötürü, Yeni Osmanlılar siyasi ideolojilerinde daha ziyade radikal bir görünümü sergiliyorlardı. Nitekim, "Şinasi, aynı zamanda Fransa'da iken 1848 ihtilaline katılmış bir Osman­lI aydını idi". Aynı şekilde, İnsan Hakları Beyannamesini andıran Hattı Hümayun "vezirden çobana kadar herkesin kanun önünde eşit olduğunu" iddia ediyordu. Reşit Paşa ise, bu eylemleriyle padişahın otoritesini ve karar verme yetkisini fii­len bürpkrasiye devretmek arzusundaydı"(81).

Page 74: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Stanford J. Shaw, 19. yüzyılın ikinci yansından itibaren toplum yapısında önemli siyasi rol oynayacak olan bu kadroyu, ;'Yeni Orta Sın ıf" olarak değerlen­diriyordu.(82) Gerçekte, İbrahim Şinasi(1826-1871), Ziya Paşa( 1825-1880), Namık Kemal( 1840-1888), Osmanlı toplum yapısında orta tabakaya mensup ailelerin ço­cuklarıydı.

1870’lerde siyasi alanda meydana gelen değişmeler, adlarını yukarıda sırala­dığımız, başta Reşit Paşa olmak üzere, bu yeni entelijansiyanın eseridir. Öyleki, yabancı bir uzmanın da belirttiği gibi, "1871'e varıldığı zaman reform, basit bir geçmişe dönüş politikasını imkansız kılacak kadar yol almış bulunuyordu. Eski düzenin yıkılması onun yeniden ihyasına imkân bırakmasına köklü olmuştu: iyi veya kötü Türkiye'nin önündeki tek yol modernleşme ve Batılılaşma yoluydu. Hızlı veya yavaş, doğru veya dolambaçlı gidebilir, fakat geriye dönülemezdi "(83)

Tanzimat elitinin bir başarısı da Batı norm ve değerlerini benimseyen aydının aynı zamanda Osmanlı bürokrasisini temsil etmiş olmasıydı. Sultan ile bu üst bürokrasi arasındaki zıtlaşmalara rağmen, yine de üst bürokrasi yeniliğe açık ve sultanı etkileyecek bir seviyede idi. Zira, Reşit Paşa, Padişahın otoritesini ve ka­rar verme yetkisini fiilen bürokrasiye devretmek emelindeydi.(84). Hükümdarın yeminle bağlandığı ana haklar kavramı da şüphesiz 1830-1840 Avrupasında yay­gın meşrutiyetçi fikirlerin tesiri altında benimsendi. Hatta giriş kısmında, Sul­tan, bütün düşüncenin memleketi kalkındırma ve halkı refaha kavuşturma oldu­ğunu ilan ediyor, daha aşağıda Tanzimatın gayesinin yalnız din ve devlet değil, "mülk ve milleti ihya" olduğunu söylüyordu. Böylece, Reşit Paşa halka devlet içinde merkezi bir mevki vermekle, modern Batı devletinin esas prensiplerini ya­ni halkın devlet için değil, devletin halk için varolduğu düşüncesini getirmekte idi. Bu suretle, 1839'lara gelinceye kadar devlete hakim olan sultanın merkezi­yetçi iktjdar telakkisi önemli derecede sınırlanmakta, halkın teba ve kul duru­mu büyük ölçüde değişmektedir. Reşit Paşa her vesile ile "Kanun padişahtan da­ha yücedir" diyordu. Bu durum, Mustafa Reşit Paşa'nın 1856 Hattı Huma- yunu ilan ettiği sırada Fransa'daki öğreniminden henüz yeni dönmüş bulunan Şinasi tarafından Mustafa Reşit Paşaya yazılan bir kasidede en iyi şekilde dile getiriliyordu;

"Şem'idir kalbimizin can ile malü namus Hıfz için babı sitemden olur adlin fanus Ettin azad bizi olmuş iken zulme esir Cehlimiz sanki idi kendimizi bir zincir Bir ıtık-namedir insana senin kanunun Bildirir haddini sultana senin kanunun

Şinasi’nin bu ifadeferi, dönemine gelinceye kadar iktidarı temsil eden "zatr şahaneye” yöneltilemeyen ilk radikal hareketi temsil edebilir. Şinasi’nin bu düşün­celerinde. Kari Manheim'in terminolojisiyle "ütopya" diyebileceğimiz bir vaziyet alışı sezinlemek mümkiin değil,Aııc.ık daha sonraki çevre-merkez ilişkilerini şid­detlendiren olayları pekiştirmede etkin rol oynayacağı muhakkaktır. Kelimenin basit ifadesiyle, Şinasi ve öteki Yeni Osm anlIların temsil ettikleri radikal hareket­lerde, mevcut düzeni parlamentarist sistemle yıkmak ve onun yerine halkın yö­netimini destekleyen katılımcı bir cumhuriyet ideolojisini yerleştirme hakim te­mi teşkil etmektedir. Bu bakımdan Batıdaki gelişen ferdiyetçi ve cumhuriyetçi fikirlerle bütünleşen bir "ideoloji" kimliğini yansıttığı muhakkaktır. Bu ideo­lojinin "ütopya"ya dönüşmesi, Jön türkler döneminde, özellikle 1906 Paris Jön Türk Kongresini takiben İttihatçılar ile Ademi Merkeziyetçilerin keşin çiz­gileriyle birbirlerinden ayrılmalarından ve bu fikirlerin Anadoluya yayılması ve. isyanlar halinde merkezi otoriteyi tehdit etmesiyle ortaya çıkmıştır. -

Page 75: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Ayni şekilde Ziya Paşa, "Rüya" adlı eserinde: "İngııterede Hampstead He- ath'de bir sıra üzerinde uyurken rüyasında Sultan Abdülaziz'le konuşur ve Sül- tan'a ülkenin tehlikeli durumunu haber verir. Sultan, Ziya'ya bir milli meclis kurulmasını salık vermek suretiyle kendi otoritesini yıkmaya çalışmakla suçlar.

*Ziya'nın rüyasında sultan yine tatmin olmaz ve diğer devletlerin herbirinin sadece bir milleti idare ettiğini, kendi tebasının ise çeşitli mezheplerde olduğu­nu, her grup kendi çıkarlarının peşine düşeceğinden bir millet meclisinin sadece bu uyuşmaz platformu yaratacağını, anlaşmazlık ve parçalanmaya yol açacağını işaret eder. Ziya hak verir der ki: "Evet efendim, eğer şimdi burada yapılacak millet meclisi, Fransa ve İngilteredeki parlamentolar imtiyazıyla başlar ise filhakika bu mütalaa vakidir".. "Fakat asıl kafasındaki bu değildir. Osmanlı millet mec­lisi, belirtilen nedenlerle daha sonra yapılabileceği zamanı genişletebilecek, sı­nırlı yetkilere başlamalı idi. Bir park bekçisi Ziya'yı uyandırınca rüya biter"(85).

Ziya Paşa'mn "Rüya"sında ana fikir, görüldüğü gibi, millet meclisidir.Hal­kın temsilcilerinin yönetime katılması, ve halk adına yönetimi yürütmesidir. Oy­

sa, Gülhane Hattı Şerifesinde Fransız "Deperment " meclisine benzetilen bir mec­lisi âlâ önerilmiştir ki,gayesi din ve mezhep farkı gözetmeksizin bütün imparator­luk tebası arasında hukuki eşitsizliği fiilen tesis etmekti" (86).

Böylece tanzimat Fermanı ile, parlamentosuz -halkın katkısı olmaksızın- ülkede bir takım reform hareketlerine girişilmeye çalışılmıştır. Buna karşılık, azın­lıklara eşit hak tanınması düşüncesi , giderek onlara bir takım imtiyazlar elde etmeye ve neticede " milli devletler" biçiminde örgütlenmelerine zemin teşkil etmiş ola­caktır. Osmanlı devleti, mevcutu muhafaza, azınlıkların parçalanması, merkezi yönetimin zaafa düşmemesi çin " milliyetler" meselesini bu tarzda çözümlenmeye terkediyordu. Balkanlarda daha önceleri mevcut olan, özellikle Batıda gelişen milli­yetçi akımların sıçraması ile bu tohumlar giderek filizlenmeye başlamıştı. 19. yüz­yılın ikinci yarısında Batıya giden aydınlar bu fikirlerle doğrudan karşılaşıyor ve etki alanı içine giriyorlardı. Bu demektir ki Yeni Osmanlılar, Tanzimatın boşluk­larını, getirdiği yarar ve zararların bir bilançosunu yapma imkânına daha gerçekçi bir şekilde sahip bulunuyorlardı.

19. yüzyılın ikinci yarısından itbaren başlayan ve Genç Türklerde zirve nokta­sına kadar ulaşan milliyetçi (türkçülük)- İslâmcı çatışmaları, aslında "milli çıkarlar" açısından bir değerlendirmeye tabii tutulmuş olsaydı. Balkan faciaları bir alev ha­linde bölgeyi sarmayabilirdi. Çünkü, Etniki Eterya, daha 19. yüzyılın ilk yansında Odesa da üslenmis. Mora isyanları başlatılmış ve Yunan bağımsızlık hareketlen gerçeMeşmıştı. Ayni alevlerin çok yakında diğer azınlıklar arasında da yayılaca­ğını sezmemek akılcı ve metodik bir siyaset anlayışı olarak değerlendirilemezdi. ■Bu sebeple, devletin islami motifler etrafında çağın gerçeğini sezinlemesi ve bu an­lamda Osmanlı aydınlarını desteklemesi gerekirdi. Zaten, Fermanda "müslim ve gayri müslim farkı gözetmeksizin herkesin kanun karşısında eşit tutulmasıyla" bü­yük ölçüde şeri hükümlerden uzaklaşma eğilimleri başlamıştı bile(87). Bu husus, daha sonra yasalarda yapılan değişikliklerle laik düşüncenin çekirdeğini teşkil ede­cektir.

Böylece, Batının milli devletlerinde eşitlik prensibi, sosyal sınıflar, vatandaş­ları özgürlüğü ve eşitliği yönünden gelişirken, Osmanlı imparatorluğunda bu pren­sip tabi kavimlerin, gayri müslimlerin eşitliği şeklinde kendisini göstermekte idi. Kısacası, Tanzimatçılar devleti laikleştirme, dini devletten ayırma hareketlerinde ilk adımı atmış bulunuyorlardı. Onlar, evvelce yalnız şeriatın idare ve denetimi altında'olan birçok kamu hizmetlerini giderek laik Batı kanun ve nizamlarına tabi tutmuşlardır. Ulemanın faaliyet alanını gittikçe daraltmışlar, gayri müslim cema­atlar için olduğu gibi, dini, hukuki, miras, evlenme ve benzeri zahiri hukuk sahasına inhisar ettirmeye çalışmışlardır. Bu bakımdan, "devletlet müesseselerinin laikleş­tirilmesi Tanzimatın en önemli yönünü teşkil eder".

Page 76: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Kanaatimca, lanzımat, geçmışterıde yararlanarak Batıda gelişen milli dev­letler ve milli cereyanları yasal bir zemine oturtsa idi, kendi içinde bir iç değişme- ye(transmütasyona) uğramak suretiyle yenileşme ve çağın dinamiklerine uyma imkanına kavuşabilirdi. Balkanlardaki azınlık ayaklanmaları yeni çözüm yolla­rına bağlanabilir, iç ve dışta güçlü olma imkânları sağlanabilirdi. Böylece, Tür­kiye'de milliyetçilik akımı, 20. yüzyılın başlarına kadar uzanmaz, her şey bittiği zaman bir tahlisiye simidi gibi sarılması gereken en sön çare olmazdı.

Kısacası, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren gelişen önemli siyasi ve sos­yal düşünceler arasında: "Dinin devletten ayrılması ve laikleşme akımı, sultanın otoritesinin sınırlandırılması, halkın temsilçileri yoluyla yönetime katılması(1876) anlamına gelen parlamentarist sistemin savunulması, bütün vatandaşların kanun karşısında eşit hakka sahip olması erkek öğrenciler yanında kızlar arasında da eği­tim ve öğretim haklarının yaygınlaştırılması, kadınlarla erkeklerin cemiyette ayni statü altında düşünülmesi gibi radikal değişmeler burada zikredilebilinir. Nihayet Tanzimat hareketinin yetiştirdiği elit kadronun önde gelen kişilerinden biri M it­hat paşa Londra. Paris/Viyana ve Brüksel’i ziyaret ederek Avrupa'da incelemelerde bulunmuş, ve zamanla oluşturduğu bir arkadaş grubu arasına Şehzade Murad'ı da katmaya muvaffak olmuştur. 1875 kışında Şinasi, İngiliz elçisi Sir Henry Elliot'a grubunun amacının bir anayasa elde temek olduğunu açıklıyor ve :

" İmparatorluk hızla yıkıntıya götürülüyor, bütün nazırları milli halk mec­lisine mesul kılarak hükümetin üzerinde kontrolü sağlaması, bütün sınıf ve din fark­larını ortadan kaldırarak meclisin gerçekten milli yapılması "(88) tezini ileri sürü­yordu.

19. yüzyılın başlarından itibaren yeni okullaşma süreci ilk meyvelerini ver­meye başlamıştır. (x). Batıda yetişen veya Batıyla temas sağlavan Oanlı eliti kı­sa zamanda batı norm ve değerlerini benimsemek suretiyle, siyasi ve sosyal alan­da önemli sayılabilecek radikal eylemlere katılabilme imkanına kavuşabilmiştir.

Ünlü Fransız düşünürü R.Aıon, aydınların düşünüş tarzına tesir eden üç fak­törden sözetmektedir: 1 )Batı tesirine milli bir biçim verme; 2) Din ve mazi karsısın­da davranış ve 3) Liberal kanaatlarda sosyalist inançların gücü(89). Osmanlı ay­dınlarında, genellikle Batı değer ve yeniliklerini benimserken, onları kendi top­lum yapısıyla yoğurup yeni bir milli kimlik verme eğilimi kalıplaşmamıştır. Bu dönemde, şüphesiz aydınların halkın alın yazılarını kendilerine has bir iymanla yaşadıkları savunulamaz. Çünkü, entelijansiyanın büyük çoğunluğunun rejime sadık kaldığını iddia etmek güç olmazsa gerekir. Oysa, Japonya'da, belirli yeni­leşme dönemlerinde rastladığımız milli aydın tipine Osmanlı yeni elit kadrosu ara­sında tüm özelliğiyle raslamak mümkün değildir. Aron'un da işaret ettiği üzere, Japon kültürünün çoğu, Leibniz'in bir "monad" gibi kendi kanunlarına göre, hiçbir şey almadan ve hiçbir şey vermeden gelişmiş değildir. Tersine, daha çok aldıkça, aldığı fikirleri, adet ve inançları değiştirdikçe, kültürleri gelişmiştir. Japon kül­türü, Hind'de doğan, İran ve Çin'i dolaşan bir dini benimsemiştir. Yazı sistemini, mimarisinin, heykel ve resim sanatının ilk şekillerini Çin'den aldı. Ama bütün bu aldıklarını- kendi dehasıyla damgalamayı başardı. Bağımsızlığın asıl şartı olan askeri güç için gerekli saydıkları şeyi Batıdan almaya kalktılar. Anladılar ki, askeri güç sa­dece top ve disiplin değil, aynı zamanda sosyal bir sistem demekti. (Bu yüzden) Ja-

(x) Tesbitlere göre, 1867 189;> yılları arasında ilerleyen Osmanlı laik eğitim sis­teminde ilk okula dcı um eden erkek öğrenci sayısı 1 8 6 7 'de 24 2 .0 1 7 iken, 1895 'de bu oran 64 0 .7 21 'e; keza kız öğrenci sayısı ise 12 6 .4 54 'den 253.349'a yükselmiştir.(Stanford Slıaw, The History o f The Ottoman Empire and M o-

t dern Turkey, . s .l 12, 1977). B öylece, ülkede okul çağı erkek çocuklarının % 9Q_'ı kiz ve çocuklarının da üçte birinden fazlası 1895 yılında okula devam imkanına kavuşmuş bulunuyorlardı. Hatta, 1862 yılından itibaren- kız ö ğ ­rencilerin orta öğretim görmeleri de sağlanmıştı.

Page 77: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

ponyaya Batı tarzında bir mevzuatı, Üniversiteleri, ilmi araştırmayı getirdiler. A y ­ni zamanda, imparatoru kutsallaştırmak, yüzyılların örflerini canlandırmak için çalıştılar."

Japonya'nın BatılıJaşma süreci karşısındaki tutumu, bir yanda Batıya ait ye­nilikleri alırken bu yeniliklerin gerisinde yatan sosyal sistemi değerlendirmeye çalış­tılar. çünkü, her türlü yenilik-sosyal sistemi gözönüne almadan-Afrika yerlilerinin Batılı misyonerlerin sundukları teknik yenilikleri taklit etmesi, onu aynen benim­semesi tipinden bir alış -veriş değildir. Tersine, o yeniliği meydana getiren yaratıcı zihniyet ve değerler sistemini de kavramayı gerektirir. İlmi ve teknolojik alış veriş, her şeyden ikice o seviyeye ulaşmak ve temeldeyatan yaratıcı zihniyeti besleyen sis­temi kavramakla mümkündür. Bizde Tanzimatçılar ve Osmanlı aydının -batıyı benim­semedeki hataları- bu noktada yatmaktadır. Onlar, hiçbir vakit bu yeniliklerin gerisine yatan ve Batıyı bu ilmi seviyeye getiren sistemi öğrenmeye çalışmamışlardır.

Oysa, Osmanlı entelijansıyasında böyle bir milli uyanışı, Gökalap'e kadar beklemek boşunadır. Tanzimattan itibaren bazı araştırmacıların "aşırı Batılılaş­ma" adını verdikleri çok hızlı bir gelişme, yarım yüzyıl içinde baş döndürücü bir hızla eski kültür ve değerlerimizin karşısına çıkarılmış, hatta bazı noktalarda eski kültürün ölümüne bile sebep olmuştur.

b. Ayd ın larım ızn din ve mazi karşısındaki davranışlarına gelince, Yen i Os­m anlIlarda dini bağlar kuvvetli olm akla beraber, Jön Türkler, İç tih a tç ıla r ve de Pozitivist akımları temsil eden kültür çevrelerinde bu bağların o kadar güçlü o l­duğu iddia edilemez.

3. Kasım.1839 günü okunan Gülhane Hattı Hümayununda Reşit Paşa'nın ifadesiyle, bütün İslahatın temel taşını teşkil eden "herkesin kanun karşısında e- şitliği" ilkesi idi. Böylece Osmanlı tarih! >de ilk defa müslim ve gayri müslim ara­sında fark gözeten dini kanun, şeriat burada bir tarafa bırakılmıştı. Bu husus, daha sonraları yasalarda yapılacak olan değişikliklerle laik düşüncenin ilk çekir­değini teşkil edecektir. Denilebilir ki, Tanzimatçılar devleti laikleştirme, dini devle! ■ ten ayırma hareketini ilk başlatanlar olarak tarihe geçeceklerdir. Onlar, evvelce yal­nız şeriatın idare ve denetimi altında olanbirçok kamu hizmetlerini giderek laik Batı- kanun ve nizamlarına tabi tutmuşlar, ulemanın faaliyet alanını daraltmışlar, gayri müslim cemaatler için olduğu gibi, dini, hukuki, miras, evlenme ve benzeri sahalara yaymaya çalışmışlardır. Bu bakımdan İnalcık'a göre, "Tanzimatın en önemli cephe­si devlet müesseselerini laikleştirmesidir"

Böylece, 18. yüzyılın sonlarına doğru Batıyla olan temaslar, Batı tipi yeni mek­teplerin açılması neticesi .toplum yapısı değişmiş, memur ve bürokratların teşkil et­tiği yeni sınıf eski Osmanlı yöneticilerinin yerlerini almıştır. Orta sınıf kökenli bu yeni entelijansiya, Batı değer ve normlarına bağlı kaldığı için dini inanç ve değer­lerinde de laik bir kimliği yansıtır. Batının materyalist ve pozitivist akımları daha çok okullaşma süreciyle, gençleri etkilemiş, böylece dini değerlerle çatışan yeni

.bir sınıfın doğmasına sebep olmuştur. Fransız devrimini hazırlayan ünlü materya­list filozofların hemen hemen önemli eserleri Türkçeye çevrilmiş veya orijinalleri kütüphane raflarında okuyucuya sunulmuştur. Baron de Holbach, ünlü düşünür Diderot'dan yapılan çeviriler bunlar arasındadır.

1791-1808 yıllarının vakayinamesini yazan Asım Efendi, bu yıllar esnasında Fransız nüfusundan söz açarken, girişilen.-reformların imparatorluğu eski askeri gücünü kazandıracağı görüşünü ileri sürer ve kitabının bir yerinde Rusya'nın Batı­nın ilim ve tekniğini a mak suretiyle nasıl zayıflıktan ve barbarlıktan en büyük dev­let durumuna geçtiğini açıklar"(90). Ancak, Asım Efendi, "koyu bir Hıristiyan düşmanı, Fransızlardan nefret eden, Türkiye’deki Fransız taraftarı aydınları da iğfal edilmiş ahmaklar" olarak kötüleyen bir kimsedir. Asım Efendiye göre, "Cum­huriyet, bulanmış bir midenin böğürmesi gibi" idi. İlkeleri de "dinin terki ve zengin ile yoksulun eşitliğinden ibaretti/

Page 78: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Bunun gibi, Fransız devrimi karşısında Osmanlı İmparatorluğunu temsil eden bir-diğer kanaatta, aynı tarzda bu ülke ve aydınları hakkında müspet bir yargıya sa­hip değildi. Özellikle, Fransız entelijansının Osmanlı Yunanistanındaki asiler ve mu­haliflerle birlikte çalışması ve Mora ile Girit'in ilhakı için Fransız planı hakkındaki raporlar(91) hususunda, Reis'ül Küttab Ahmet Atıf Efendinin Divana sunmak ama­cıyla hazırladığı layiha, Fransız ihtilali hakkındaki Osmanlı yönetiminin görüşü yanında, aynı zamanda ihtilalin ana ilkeleri de endişeyle karşılanmaktadır:

"Voltaire Roıısseau ve materyalistler gibi ünlü Allahsızlar yayınladıkları eserlerde haşa sümme haşa, peygamberler ve hükümdarlara iftira ediyor, cumhuri yet idaresinin ve eşitliğin tadını yaymaya çalışıyorlar. Halkın büyük kısmı bu eser­lere ilgi gösteriyor. İsyan ve Allahsızlık, frengi gibi beyinlere yerleşiyor, inançları zehirleniyor. Bilindiği üzere her devletip düzeninin ve devamının ana temeli dine bağlı kalmaya dayanmaktadır. Oysa huzursuzluk çıkaran elebaşılar asi fikirleriyle Allah korkusunu yok ediyorlarJıertürlü iğrenç olaya göz yumuyorlar. Utanma ve arlanmayı umursamıyorlar. Fransız halkını hayvan seviyesine düşürecek görüşlere sebep oluyorlar(92).

19.yüzyılın başlarında Osmanlı yazar ve düşünürlerinin Batı, özellikle Fransız devrimi ile aydınları hakkındaki genel yargılarını ayrıntılara girmeden burada kesmek istiyorum. Ancak, ne varki, Fransa ile Batıya açılan perde Osmanlı toplumu için kültür ve değer çatışmaları yaratacak bir düzeyde cereyan etmektedir. Bernard Lewis'e göre, "devrimci Fransa'nın heyecanlı iyimserliği de, rehberlik ve ilham kay­nağı olarak Batıya hakan az fakat yüksek mevki sahibi Türkler arasında yankı bul­muştur” . Bunlar, daha ziyade, birer kültürel taşıyıcı olarak Fransız dünya görüşü ve hayat tarzının etkisi'altında kalmış Türk elitinin ideolojik yönünü gösterir. Yeniliri, Batıdan hiçbir senteze tabii tutmadan ülkemize pompalamışlar ve o çizgide kalma­lardır. Öteki aydınlar ise Osmanlı düzeninin işleyiş kurallarını "koruyan” bir kim­liği temsil etmektedirler. Bunlar bir anlamda koruyucu aydınlar kategorisini teşkil ederler. Asım ve Atıf Efendiler, daha sonra Cevdet Paşa daha ziyade koruyucu ay­dın misyonunu yüklenmiş kimseler olarak karşımıza çıkarlar. Teşhislerinde çok de­fa sathi yanılmaların izlerine rastlanırsa da büyük ölçüde toplum yapısı ve değerler sistemini savunan birer sosyal "avangard" öncüler olarak karşımıza çıkarlar. B.Le- wis, Osmanlı toplum yapısının gerçek kimliğini ortaya koyarken onlarn bu meş­ruiyet çizgisinde kalan mücadelelerinin haklılığını bir kere daha gözlemek mümkün olacaktır. Lewis'« göre, Fransız devriminin getirdiği (hürriyet, eşitlik) gibi kavram­lar, özellikle eşitliğe gelince, Fransız inkılabının getirdiği bu kavram farklı bir an­lam kazanma eğilimi gösterdi. Zira, İslam toplumu, inkılap öncesi Avrupanın katı sosyal engellerini ve sınıf imtiyazlarını tanımamıştır. Gelişmemiş ekonomisi, servetin hem edinilmesini hem de harcanmasını.sınırlamış, bu suretle imparatorluk yapı­sında zenginle yoksul arasında göze batan eşitsizliklerin ortaya çıkmasını önlemiştir. Fakat, eşitlik ilkelerinin kişiler üzerinde fazla çekiciliği olmadıysa da Osmanlı toplumunu meydana getiren farklı gruplar üzerinde tesiri daha çok oldu. Çok geçmeden milletler arasındaki eşitlik isteği yükseldi ve bu, zamanla yeni Batılı ilke olan "milli özgürlük” ilkesiyle birleşti."ı Batı karşısında, Türk aydınının iç dünyasının bu tasviri, bize, "koruyucu" aydın ile her türlü yeniliğe açık ve ilerde bir kültür uydusunun ilk çekirdeğini oluş­turan "taşıyıcı" aydın arasındaki yarılmaların su yüzüne çıktığını da göstermekte­dir. Yine Levvis, iki dünya sistemi arasında bir kimlik tesbiti yapılmadan, sürekli Batı değerlerinin ülkemize aktarılmasının "İslam toplumunun çok kez pek kötü bir şekilde yapısını ve çehresini değiştirirken, Batıdan gelen fikirler de yeni özdeşlik ve bağlılık kal ıpları yaratarak ve yeni emellerin, gayelerin şekillenmesini sağlıyarak, grup dayanışmasının bizzat temellerini etkilemiştir. Bu yeni fikirler üc kelimede özetlenebilir: Hürriyet, eşitlik ve kardeşlik değil, fakat belki d» onun tersi-mi 11 i y ettir' '('9 3'

Page 79: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

B .Lew is 'in bu teşhisleri, bize Batı tesirinin Türk aydının bir '*bekçi" rolünü oynamadan rastgele nakilciliğinin toplum yapımızda nasıl derin yaralar açtığını göstermesi bakımından dikkat çekici olsa gerek. Bunların da ötesinde, Fransız devrimiyle, Batıdan gelen ve devrimin sembollerini taşıyan "Hürriyet ve eşitlik" ilkelerin gerisinde asıl büyük tehlike olarak belirlenen "m illiyet" ideolojisidir. Os­manlI devleti, hürriyet ve eşitliği, İslam sistemi çerçevesi içinde reddederken "M illi­yet" ideolojisine, daha önce de değindiğimiz gibi . azınlıklar dört kolla sarılmış Ve bunu geri tepen bir silah gibi aleyhimize kullanmışlardır. Nitekim, Daniel Chirot, Balkanlarda milliyetçilik hareketini incelerken bazı dikkat çekici neticelere ulaş­mıştır. Ona göre, Balkan milliyetçiliğinin teorik gelişmesi üç noktada özetlene­bilir. Bunlardan ilki, milliyetçiliğin yeni bir oluşum olmadığı, her yerde ve her za­man mevcut olduğu hususudur. Ancak, 19. yüzyılda bazı makul olaylardan ötürü uyuyan bir volkanın indifası şeklinde zuhur etmiştir. Yani bu olaylar milliyetçili­ğin esasını/meydana getirmemiş, sadece ortaya çıkmasına yardımcı olmuştur(94). Bunun gibi, Seaton-Watson ve Nicolae Lorga gibi geçmişe yönelen yazarlar ve Bal­kanların çağdaş yerli tarihçileri; Sırplar, Romenler ve öteki topluluklarn Osmanlı imparatorluğu yönetimleri boyunca milli bağımsızlıkları tekrar ispatlamaya hazır bekleyen milletler oldukları tezini ileri sürmüşlerdir. Bu düşüncelere göre, Orta­çağ savaşçılarının en şanlı isimleri ve prensleri o dönemde bile, milleytçiliğin mev­cut olduğunu göstermeye çalışmışlardır. Nitekim, günümüzde Romanya'nın dev­let yöneticileri milli idealin savunulması esnasında "milli kahramanlığın değişmez 2050. yılından " söz açabilmektedirler (95).

İkinci yaklaşım tarzına gelince, bu da milliyetçiliğin Batı ithal malı olarak, Ba­tı Avrupa'nın dışında ele alınması görüşüdür. Kültürel açıdan şuurlu olan lisan ve dini grupların varlığı bilinmesine rağmen, Kedouie'ye göre, bu durum Batının, özellikle Alman Romantik milliyetçilik esaslarında gelişmelere sebep olmuştur.Yaklaşım biçimi ise :

Milliyetçiliğe üçüncü yaklaşım, biçimi ise dah ziyade yapısal bir mahiyet arze- der. Öyleki, Osmanlı feodalizminin çöküşünden sonra, Batıda olduğu gibi, ticari ve milli burjuvazinin gelişmesi neticesi milliyetçilik ideolojsi doğmuştur.

Chirot ve Barkey'e göre, bu üç çeşit millyetçilik yaklaşım taızı hakkında ileri sürülen ortak düşünce : "Hepsinde de bir hakikat payının mevcut oluşudur".

İşte, Tanzimat ve Tanzimat sonrası Yeni Osmanlılar giriştikleri sosyal, iktisadi ve siyasi reform hareketleri-azınlıkların dolayısıyla Balkanlar kadar Arap ülkelerinin bu yapılarını yakından tanımamaları ve sürekli olarak "milli kimliği" oluşturma yo­lunu aramamaları- Osmanlı devletini içine sürüklendiği akibetten kurtaramamış- tır. Bu gelişimde, şüphesiz Batıyı birer "kültürel uydu" tarzında benimseyen aydın tipinin katkısını unutmamak gerekir. Tanzimat aydınlarını belirleyen temel özellik

böyle bir çizgi üzerinde sıralanmış bulunmalarıyla ifade edilebilinir. Nitekim, Batir v da A.Comte tarafından ortaya atılan "insaniyet dini", semavi dinler yerine, yeni bir dünyevi dinei yaymak suretiyle pozitivist akımı başlatıyordu. 1854 yılında Mustafa Reşit Paşanın Batı oozivizminin temsilcisi A.Comte ile temas sağlanması, önemli bir merhaledir. A.Comte'un M.Reşit paşa'ya yolladığı bir mektuptan ak­tarılan birbölüm ünlü sosyologun Tanzimat hakkındaki görüşünü aydınlatacak nite­liktedir.* t

"..Asrımız şark politikasıyla garp politikası arasında şayanı dikkat bir tezat arzediyor. Garbın içtimai hareketlerini sevk ve idareden aciz gelen otoriteleri sadece körükörüne tazyik ile iktifa ediyorlar ki bu da, her ne kadar maddi nizamın derhal temini için zaruri ise de hakikaten milletlerin başında bulunan şefler, her hükümetin "hayra teveccüh ve şerre mukavemet"le hülasa edilebilen muzaaf vazifesini bihakkın ifa ediyorlar"(96).

Daha, ^onraiarr, Rıza Tevfik, Ahmet Şuayıp ve Mehmet Cavit'in kurdukları

Page 80: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

"Ulum "u İktisadiye ve İçtimaiye" mecmuasıyla ülkede pozitivist akım taraftar bul­maya başlamıştır. Böylece, 15 ve 16. yüzyıllarda Batı medeniyetinin gelişimini sağ­layan kilise ve laik iktidar arasındaki rekabet neticesi reform hareketlerinin bu ül­kelerde doğmasına karşılık, bu tür eylem kalıpları OsmanlIlarda ancak 19. yüzyılr ikinci yarısından itibaren güçlenmeye başlamış, ancak Batı türü bir akademik kimli­ğe dönüşememiştir. Böyle bir akademik felsefe, ancak Cumhuriyet döneminde , özellikle 1960'lardan sonra giderek yoğunluk kazanacaktır. Buna mukabil,pozi- tivistf materyalist, ateist, ruhçu (spiritüalist), İslamcı ve milliyetçi akımların 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren önemli yertuttuğu bir gerçektir. İslamcı ideV' oloji karşısında Dr.Abdullah Cevdet'in ateist eğilimi ve bunu izleyen Baha Tevfık, Ahmet Nebil, Suphi Ethem ve Memduh Süleyman gibi materyalistlerin faaliyetleri, bu alanda dünyaca bilinen kitapların da türkçeye çevrilmesine sebep olmuştur. Bu suretle liberal düşünce akımları da otokton felsefeye karşı Osmanlı toplum yapısın­daki yerini almayı başarabilmiştir. İlk Osmanlı pozitivisti Beşir Fuad, bileklerini keserek intihar ederken, ayni zamanda hayatın ve ölümün nasıl mihaniki kanunlara göre işlediğini açıklamaya çalışıyordu.(97). Ludwig BüchneVden "Madde ve Kuv­vet" bu amaçla dilimize çevriliyordu. Bu bakımdan "Mekteb-i Tıbbiye, adeta Fran­sız Pozitivist akımının bir devamı haline gelmişti. Abdullah Cevdet, her zamanki gibi, bu alanda etkin bir rol oynuyordu. İlkin, ludvvig Büchner'in "Natur und Geist"- ini dilimize çeviriyor, bunun için de gerekçe olarak : " Hikmet ve hakikat mümi­nin gaib olmuş malıdır, nerede bulursa ahz-ü tasarruf eder" Hadisi Şerifinin bir ge­reği olarak Osmanlı kamuoyuna sunuyordu(98).

Biyolojik materyalist bir felsefe inancını benimseyen Abdullah Cevdet, bu hu­sustaki görüşlerini şu şekilde özetliyordu: "Hiçbir şey düşünemeyiz ki ya madde veya mahsulü madde olmasın". İçtihatçılardan Kılıçzade Hakkı-tarafından ele alınan 'Pek. Uyanık Bir Uyku" adlı bir yazıda ise, Kemalist ideolojiye etkisi büyük ola­cağı kabul edilen bir taslak programa rastlamaktayız. Radikal aydınlar tipini temsil eden bu İçtihatçı teorisyene göre:

"...■Her yaş ve her Kaaeme kız ve erkek çocuklarının okutulmasını; spdrtif faaliyetlere katılmalarını; Hıristiyan ve BizanslIların milli serpuşu fes yerine, milli bir serpuşun benimsenmesi; kadınlann diledikleri tarzda giyinmeleri; dini makamla­rın bunlara müdahale etmemesi; kızların diledikleri erkeklerle anlaşarak evlenme tesis etmeleri; sarık ve cübbenin kaldırılması; çok çalışmak, kazandığını biriktirme­nin bir hayat felsefesi olarak benimsenmesi; Kur'an ve Hadislerin türkçeye çevril­mesi ve hutbelerin türkçe yazılması; mezhep ayrılıkları yerine, dini umdelerde birle- şilmesi" gibi radikal teklifler ele alınmıştır.

Bu dönemin sosyal ve siyasi aydınları "koruyucu aydın" tipinden ziyade ka­pıcı (Gatekeeper) dediğimiz Batıya ait yeniliklerin kapısını açan proto-tip aydın­lardır. Sürekli olarak, Eski Aydın tipine karşı, Yeni Aydın modeli, ülkeyi kısa za­manda Batının felsefi, edebi, siyasi ve sosyal düşüncelerine açık tutmak suretiyle yeni bir ortam oluşturuyordu. Bu yüzden siyasi ideolojileri radikal bir kimliğe, yansıtıyordu. Nitekim, Rıza Nur bir hatıratında şöyle diyordu:

"..Kimya okuyoruz, hatta hasis bir cismin diğer hasis bir cisim ile ittihadından hararetler, kuvvetler, elektirikler husule geldiğini görüyoruz. Bu iki madde-i hasise birleşince türlü hevassı haiz kıymetli bir cisme tebdil ediveriyor. Birleşelim müdhiş bir kuvvet meydana gelir. Sonra hücum edelim. Sitibdat kalesinin bize karşı kurul­muş olan bu burcnu biz elimizle yıkalım.(99).

Buna karşılık, koruyucu (preserver) aydın tipine de rastlıyoruz. Şüphesiz mo­dernleşmeye maruz kalan bir toplum yapısında "koruyucu" aydın rolü, daha zi­yade gelenekli kültür sisteminin yem unsurlar karşısınua vaziyet alışı olarak be­lirlenir. Tanzimattan sonra, hukuk alanında girişilen reformlara, özellikle Cevdet Paşanın tutumu örnek gösterilebilir. Zira, Cevdet Paşaya göre, "bir ülkenin kanu­nundan, mesela Fransız "Code Civil"inden, moderry bir medeni kapun çıkarmak

Page 81: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

İslam milletini yıkmak demektir".. Bu sebeple, Ali Paşa'nın daha önce'Ticaret Ka­nunnamesi örneğinin izlenmesi ve imparatorluğun medeni kanun olarak "Code Civi!e"in bazı kısımlarının adabte edilmesi (iktibas) teklifine Cevdet Paşa, İs­lâm sistemine aykırı düşeceği kanaati ile-karşı çıkmıştır. Çünkü, Code Civile'in temelinde, Code Çivile 'i oluşturan değerler sisteminde Hırıstiyen inançlar siste­mi vardır, bu ise İslam'a aykırıdır.

Aynı şekilde, gelenekçi aydın kadronun bir diğer örneğini de "İslamcı akım" teşkil ediyordu. Bunlar, belirli sınırlar içinde, Gouldner’in deyimiyle "koruyucu" aydınlar kategorisini oluşturabilir. İslamcıların ileri gelen teorisyenleri arasında: Sait Halim Paşa, Hacı İbrahim Efendi, Ahmet Naim, Mehmet Akif ve diğerleri bu grubun içinde incelenebilir. Bunlar, "m illiyet" fikrinden ziyade, "ümmet" ide­ali etrafında birleşiyorlar, Batıcılığı da maddi (teknolojik) kültür değişmesi ola­rak görüyorlardı. Oysa, din-islam dini- kavimcilik yapmamak kaydıyla, kişinin kendi kavmini sevmesini öneriyordu. Bu bakımdan,Osmanlı sistemi, belirli dönemle? hariç tutulursa, Türklüklerini adeta unutmuş, Ümmetçilik içinde erimişlerdir. B.Le- vvis'in deyimiyle "Türkler, kendilerini İslamiyet içinde eritme derecesini yüksek öl­çüde tutarken" şu kayıtı önemle vurgulamaktadır: "Müslümanlığı kabul eden ilk Türkler, kendilerini miisliirnanlıkla tamamen aynileştirdiler ve bu, Türk dilinin yaşamasına ve teoride mevcut olmadığı zannedilen bir Türk devletinin varlığına rağmen gerçekleşti. Basit halk, köylüler ve göçebeler arasında bir Türklük duy­gusu yaşamağa devam etti. Ve zengin fakat iîımal edilmiş bir halk edebiyatında ifa­desini buldu. Fakat yönetici okumuş guruplar, İslamlık içinde ayrı bir etnik ve kül­türel topluluk olma hüvviyetlerinin şuurunu Araplar ve İranlılar devresinde bile ko­ruyamamalardır "(100).

Görülüyor ki, İslamiyeti Türkler, maddi ve manevi yapısıyla ruhlarına sindir­miş tek İslam ülkesi olarak bilinmektedirler. Daha, 19. yüzyılın başlarında, Fran­sız ihtilalini yakındın izlemek ve Batıyla kültürel temaslan elçilik seviyesinde yü­rütmek için Paris'e »iden Halet Efendi (1802), kendisine "Türk elçisi" denmiş ol­masından üzülmüş göıiiınıf ve kendisini hasım (düşman) bir manevra ile karşı tertibe gitmekle kutlarken, "amma bu defa sanıyorum ki, inşaallah istedikleri Türk elçisi­ne-yeni cahil köylüye-düşmediler” serzenişinde bulunmaktan çekinmemiştir"(101).

İmparatorlukta bir müslüman millet vardı, fakat Türk, Arap milletleri yoktu. Rum, Ermeni ve Yahudi milletleri vardı. O dönemde yüksek mevki sahibi bir Tür­kün mektubunda (1877), Times gazetesi muhabirine "şimdi ne müslüman, ne Y u ­nan, ne Ermeni milletvekili vardır, tümü de Osmanlıdır" diye yazıyordu(102). Hat­ta, 19. yüzyılın ortalarında Genç Osmanlılar Avrupa etkisi altında kendi ülkelerinden 'Türkiye" olarak söz etmek istediklerinde, bu isme Türkçe karşılık bulmakta güçlük duymuşlardır. Önce Türk ülkesi anlamına gelen Farsça kurulıışlu'Türkistan" kelime­sini kullanmışlar. Daha sonra da bunu terkederek ve Avrupai addan uyarlanan (adapte edilen) ve 1923'te ülkenin resmi adı olan "Türkiye'yi almışlardır"(103). Ancak, İslamcı akım, Balkanlarda gelişen azınlık milliyetçiliğini dahi görmezlikten gelmek suretiyle, bu akımı, "islami bölücü, kavimcilik" yapmakla suçluyordu, Bu sebeple de, koruyucu aydın rolünde daha ziyade fanatizme kadar varan, dar kalıp lan saplanmış oluyordu.

Nihayet, bütünleştirici aydının Proto-tipi rolünü, daha ziyade, Türkçü akım taraftarlarında rastlamaktayız. Bunlar, Batıcılar ile İslamcılar arasında ortaya çıkan aşırılıkları milli bir potada eritmek -.uretiyle yeni bir senteze varıyorlardı. Kökle­rine Yeni OsmanlIlarda rastladığımı/ (x.!.j’U .ıKım taraftarlarına göre : "Din cilıe-

fx j I ı ı r k m i l l i y e t ç i l i ğ i n i n 1 i s m a nl ı t o n l u n . -.a/nsında doğuşu 'ancak 1 9 .yüzyılın ikinci yarısından itibaren başlar. Nitekim, Ali Sııavi Türklerin tarihi, poli­tik, askeri ve kültürel rollerine göre en yiiksek ve en eski ırk olduğunu savu nuyor ve aynı zamanda Türk dilinin > İtin ya dillerinin en zengini olduğun açıklıyordu.(E.Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, Cilt: VII, Islahat Fermanı Devri)

Page 82: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

tiyle İslam, heyeti içtimaiyemiz cihetiyle Osmanlı, kavmiyet cihetiyle Türküz"( 104).Aynı şekilde Türkçülerin dil alanındaki görüşlerini yazar ve gazeteci Kemal

Paşazade Sait Bey (Lastik Said) şöyle formülleştiriyordu:"Arapça isteyen urbana gitsin,Acamce isteyen İran'a gitsin Frengiler Frengistana gitsin

Ki biz Türküz bize Türki gerektir"Bu şiirde fikri ve edebi alanda entellektüel bir kavga verilmekte "ümmet-millet"

ikiliği bir bütünleşmeye götürülmektedir. Sonra, bu öğreti Ziya Gökalp tarafından sosyolojik bir temele oturtulmak suretiyle ilmi bir kimlik kazandırılacaktır. Böyle­ce, eski değerlerle (islamı) yeni değerler(Batı normları) birbirleriyle zıtlaşacakları yerde sosyal bir gelenek içinde bütünleştirilecektir. VVeberln "Milli idea” adını ver­diği gelişime en çok bu süreçte rastlanır. Bunlar, aslında toplumun etosunu teşkil ederler. >

Görülüyor ki, Batıcılar daha çok Türk felsefe ve düşünce sisteminde, eski değer­lerden kaparak, liberal bir yönlendirmeyi gerçekleştirmeye çalışırken, İslamcılar "koruyucu" -daha ziyade ahlaki etosa saygılı- muhafazakar bir aydın rolündedirler. Cumhuriyetten sonraki siyasi ve toplum felsefelerinde, bu farklılaşmalara sosyalist akımları temsil eden Yeni Sol aydınlar da katılmak suretiyle Türk toplum yapısı değişik bir çizgiye çekilmiştir.

Tanzimattan sonra yapılan aşırı-batılılaşma hareketleri, dağılmakta olan Yeni sınıfın günlük hayatlarında, yaşama tarzlarında bir takım değişmelere sebep ol- mutur. Bunu en iyi biçimde Türk romanında gözleyebiliriz. Nitekim, Ahmet Mithat Efendinin "Felatun Bey" ile "Rakım Efendi" adlı romanı, eski ayan, eşref ve bürokrat sınıf ile bunların halkın milli değerlerine ve yaşantısına kayıtsızlıkları ile Avrupanın taklitçi hayat tarzı arasındaki çelişkileri sergiler.

"...Rakım Efendi, kendisini okula yollayabilmek için gündeliğe giden zenci Bacısı'nın büyüttüğü bir yetimdir. Rakım Efendi, Osmanlı Eğitim Kurumlarmı :yi bir derece ile bitirip Fransızcasını geliştiren daha sonra bilgi hâzinesini hukuk, >i- ir ve npla genişleten ciddiyet ve çalışkanlığı boğucu bir ukalalıkta beliren bir genç­tir. Rakrıı Efendi'nin değerleri başarıya ulaştıktan sonra bile, arasında yaşadığı oı - ta sınıfın görüşleri ve Batı kültürünün bir karışımından meydana gelir.

"Felatun Bey ise Rakım'ın tam tersidir, zengin bir mirasın varisi olarak bütün za; i miii başkentin Avrupa yakasındaki modern yerlerde kumar ve kadın arasında •jeçirır. üir İngiliz kızının aşkı ile gölgelenen Rakım Efendinin başarısı kısa zamanda >ine eski durumuna döner. Mahvolan Felatun Bey ise bir odada mutasarrıflık kabul

tınek zoru ıkla kalır."Ke/a,Recaizadenin "Araba Sevdası" romanının kahramanı ölan Bilıruz bc\ >e

örnek bir batılılaşmış züppedir. Roman 1870'lerde geçer. Bu eserde, aşırı Batı lılaşmış Osmanlıların arkasında gizlenen sosyal gerilimleri farketmeye başlarız. A- raba Sevdası, 1839'da Tanzimat Fermanının ilanından sonra, Türkiye'de bazı yeni sınıfların takındığı sathi Batılılaşma tavrını yerer"( 105).

Tanzimat aydınının rolü, bir yanda Batıya yönelik medeniyet ve kültür unsur­larını eğitim yoluyla kazanıp bir Batılı gibi hareket etmek iken, öte yanda günliik yaşayışında Batının üst sınıfının tüketim normlarını benimseyen ve bir Batılı gibi yaşayan yeni bir "aylak" sınıfın da yetişmesine sessiz kalmış olmasıdır. Bu batı­lılaşmış "züppe" orta sınıf menşeli yeni sınıfın gölgesinde hayat sürerken ay­nı zamanda Batı kültür ve tekniğine ait bazı teorik kavramları da pratiğe aktarmış oluyordu. Tanzimattan sonra gelişen konak hayatı, dans ve balo gibi Batı eğlence tiplerinin üst tabaka arasında yayılması; yabancı okıillarda yetişme ve nihayet Ba ­tıya yönelik "alafranga” yaşama biçimi, denilebilir ki eski sınıfa ait değerleri sosval niş noktalarından koparmaya çalışıyordu.

Tanzimattan sonra, gelişen yenileşme hareketleri ilkin, zihniyette bir takım köklü değişmeler yapmak suretiyle Batı kültür ve değerlerinin IVırk toplumuna ak^

79

Page 83: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

takılmasına ön ayak oluyordu, bunun da en iyi örneğini edebiyat alanında görebi­liyoruz. Siyasi alanda entelijansiya, rejimin yapısını değiştirerek yasallaştırmaya ça­lışırken, edebiyat alanında bir takım yeni motifler, mitler ve jargonlarla eski kül­tür mirası değerler sistemini bombardımana tabi tutuyordu. Nitekim, Tanzimat Fermanının yürürlüğe girmesinden yirmi yıl sonra, Şinasi "şair Evlenmesi" adlı eserinde kadınların yeri ve Türkler arasındaki evlenme usulü ile alay etmeye baş­lamıştı. Kadınlara karşı takınılan tavır arasında Ahmet Mithat Efendinin görüşleri daha da açıktır. Ana tema olarak, eğitim alanında kadınların eşitliğini inceleyen bir romanında Ahmet Mithat'ın hayal gücü zamanının en cesur spekülasyonlarını bile aşıyordu ve kadınların bir gün gelip her mesleğe girebileceklerini önceden haber veriyordu. Sık sık işlediği konular, kadınların düşük sosyal statülerine, erke­lere eşit haklara sahip olmadıkları için çektikleri sıkıntılara ve talihsizliklere ilişkin meselelerdi(106). KeZa. Namık Kemal İntibah (1878) adlı romanında ca-./ riyelerin durumlarını ele aıır. bu romanın kahramanı olan Ali Bey annesi, vaktini geçirmesi için kendisine Avrupa tarzında eğitilmiş -alafranga- bir cariye tuttuğunu söyler. Fakat, Ali Beyin karşılığı nefret doludur. Bu aslında, onun başka birisine aşık olmasından ötürüdür, fakat cariyelik meselesine karşı olan memnunniyetsizliği de aşikârdır(107).

Türk romanında işlenen her aşırı tipleştirmeler ve bununla ilgili kültür kalıpla­rı, giderek yeni bir "aylak" tabakanın günlük yaşantısının bir parçası haline gel­miştir. Cumhuriyetin kurulmasıyla başlayan edebi akımlar içerisinde Yaban, "en­kaz altında kalmış bir halkın" dramını ele almak suretiyle ilk defa gerçekçi bir yönelimi ortaya koymuş bulunmaktadır. Bu romanda, "inkılabı yapan aydın züm­re ile romanın cereyan ettiği yolsuz, çıplak ve sert Anadolu bozkırında yaşayan geniş köylü tabakanın derin donukluğu ve acarlığı arasında birlik kurmanın" güç­lükleri dile getirilmek suretiyle Türk romanının kaderi de değiştirilmiştir.

Eğer Yaban'da Yakup Kadri'nin belirttiği gibi, köylü aleyhtarı bir karakter taşıması köylünün maddi ve manevi sefaleti bir entelektüel ağzından tezyife kal­kışılmışsa, kuşkusuz; "Bunun sebebi, Türk aydını gene sensin. Bu viran ülke ve bu yoksul insan kitlesi için ne yaptın? Yıllarca onun kanını emdikten ve onu bir posa halinde katı toprak üstüne attıktan sonra, şimdi de gelip ondan tiksinmek hak­kını kendinde buluyorsun .

"Anadolu halkının bir ruhu vardı; nüfuz edemedin. Bir kafası vardı; aydınlata­madın. Bir vücudu vardı; besleyemedin. Üstünde yaşadığı bir toprak vardı; işleteme­din. OVıu, hayvani duyguların, cehaletin, yoksulluğun ve kıtlığın elinde bıraktın.O katı toprakla kuru göğün arasında bir yabani ot gibi bitti. Şimdi elinde orak, buraya hasada gelmişsin. Ne ektin ki, ne biçeceksin?"

İşte, roman kahramanı aydınımız, bir neıs muhasebesi içinde, köyün tasvirini bu çizgilerle belirtiyor ve aydının halkına yabancılaşmasını bu mizansen içinde dile getiriyordu. Yaban'a gelinceye kadar, Türk romanında izlenen gelişmeler, as­lında 70-80 yıl önce kaleme alınan sösyo-kültürel hayatımızın ulaştığı gerçek bir noktayı •vurgulamaktadır. Batı norm ve değerlerini benimseyen Tanzimat aydını, yaşadığı hayal ülkesinden Anadolu'nun bozkırlarına düştüğünde rüyasından uyan­mış ve acı.gerçekle karşı karşıya gelmiştir. Mizancı Murat'ın "Turfanda mı Turfa­m ı?" romanında dile getirilen Mansur Bey, idealist bir ruhla köye gitme heyecanı içinde iken, Cumhuriyet döneminde "köycülük" hareketi bir hayat kavgası olarak gerçekleşiyordu. Ancak, Atatürk'ün ölümünden sonra, bu realist köycülük tablosu, zamanla Rousseau tipi bir romantizme dönüşmüştür. Özellikle, bir yazarın da belirt­tiği üzere "İnönü Atatürkçülüğü" deyimi altında toplanan ve bir yanda Batılı kla­siklerin çevrilmesi, liselerde latince ve yunanca okutulması, buna yönelik batılılaş­ma tezi; öte yanda köylüleri Rus devrimi öncesi Narodniklerin (halkçıların), aydın­ların ve okumuşların halka giderek onlan aydınlatıp düzeni değiştirmeye yönelik hareketlerinden- esinlenen Köy Enstitüsü Cuntacılıeı(108^. "İctp avdınımızın ülk<*

Page 84: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

gerçeklerine getirdikleri "kozmopolit ruh" haleti. Atilla İlhan'a göre, Plekhanov'un1) Köylüler, üretici de olsalar üretimin en ilkel düzeyinde çalışılırlar; 2) ortaklaşa jıir sınıf şuuru oluşturamayacak kadar dağınık bulundukları; 3)geleneksel olarak geçmiş üst yapıların en fazla etkisinde bulundukları için devrimci sınıfın başını çekemeycek- leri" tezine zıt olarak geliştirilen bu "Köy Enstitüsü Cuntacılığı" İnönü Atatürkçü­lüğünün CHP içinde bir kaç yıldır geliştirilmek istenen enayi "köycülüğünün"de narodnik mistisizmiyle alttan alta bir ilgisi ve ilişkisi olmalıdır."

"Köy Enstitüleri fikri, köylüyü bir ulusal eğitim seferberliğinden geçirip okur­yazar yapmayı, köyünde daha aydın bir düzeyde yaşamasını ve çalışmasını sağla­mayı öngörüyordu. Köy çocukları kendileri için özellikle hazırlanmış okullara alı­nıyorlar, basit teknikler gerektiren bazı zanaatları öğreniyorlar, sonra da köy çev­relerini aydınlatsınlar diye birer kültür öncü kimliğiyle köylere gönderiyorlardı".

Oysa, "bugün gazeteci olarak, yazar olarak, yüksek bürokiat olarak ün yapmış, ortalıkta dolaşan bir sürü köy enstitüsü mezunu ya da hayranına rastlayabilirsiniz ; hemen hepsi büyük şehirlerde yerleşmişlerdir, ya küçük burjuva, dahaca varlıkları basbayağı büyük burjuva yaşantılarına özenirler; köyle ilişkileri arada yaptıkları görev ya da gözlem yolculuklarından ibarettir, gördükleri ülkücü köylülük ve köy­cülük eğitimi onları bal gibi sınıflarını kaybetmiş aydınlara çevirmiştir, osmanlı entelijansiyasi siyasi, ideolojik ve estetik-sanat alanlarında olduğu kadar • kültür ve medeniyet delerleri alanında da aktif rol oynamıştır. Modernleşme ve teknoloji alanında yapılan tanışmalar bunun en canlı bir kanıtıdır. Batıcılar, ge­nellikle jçtihatçılar, "Avrupa medeniyetini bütünü ile almadıkça batılılaşa-- ulayacağımızı iddia ediyorlardı. Nitekim, Saffet Paşa, Milli Eğitim Bakanı ol­madan gerçek bir medeni Avrupa devleti haline getirmedikçe Türkiye'nin Av­rupa'nın müdahalelerinden ve efendiliğinden asla kurtulamayacağım" yazıyor- dıı(109). Safet Paşa'nın bu görüşünü Batıcıların, bir anlamda modernistlerin sa­vunucusu Dr.Abdullah Cevdet, 19. yüzyılda yapıla gelen reform hareketlerinin bir sentezi olarak formüle edecektir:1' bir ikinci medeniyet yoktur, medeniyet Avrupa medeniyetidir. Bunu gülü ile dikeni ile isticlas etmek mecbyridir"(110). İkdam'da ise,. Ahmet Muhtar yine 1912 yılında "ya garplılaşırız ya mahvoluruz" diye yazıyordu(111). İslamcılar ise, mesela Musa Kâzım, "Biz Avrupanın yal­nız ilim ve sanayini kabule mecburuz. Fakat, Avrupanın bütün adet ve ahlakını, ıı.su lü maişet ve tarzı hayatını kabul edemeyiz"(112) demek suretiyle, Batının tekno­lojisini ve ilmini alıyor, fakat bunun bir araştırma, Batı tarzı bir mevzuat ve um-' veı;.site ortamını tutan sosyal sistemin bir parçası olabileceğini hesaba k<ıt•-1■.’dı. Aıu.ık, Türkçüler; Batıcılar ile İslamcılar arasındaki sentezi tesis etmek sı... • ..e modernleşme akımına yeni bir yön verebilmişlerdir. Bu gelişimde şüpııo!/- tjö- Lılp sosyolojisinin payı hiiyük olmuştur. Gökalp, ilmi metod, teknik ustalıklar ve kullanış biçimlerinin Batıdan alınmasını ileri sürerken, konuya, ıl.ılıa ziyade sos- Milojik acıdan yaklaşmayı düşünüyordu.. Günümüz antropolojik .deyimiyle bu tür bir kiiltüı iktibası (uıltural borrovving), her şeyden önce cemiyetin terbiye ve öğretiııısistemiyle -milli bir üslup içinde- yoğurulmalıydı.. Gökalp’ı , İslamcı ve batıcı elit kadrodan ayıran en önemli nokta da belki budur. Olaylara bu tür bir teşhis koymak, iktibas unsurlarını -yani yabancı kültür motiflerini- kendi kültür sistemimiz içinde değerlendirmek demektir. Her kültür iktibası, Batı medeniye­tinin bir parçası olması sebebiyle, eğer toplum yapımızla bütünleştirileme/.se, bir başka deyimle milli yapıyla uyum sağlayacak bir düzeye getirilemezse, çoğu de fa kültür çatışmalarına yol açabilir. Gökalp sosyolojisine damgasını vuran ba­

tılılaşma normu, her şeyden ünce bu zihniyetten hareket ediyordu. Böyle bir gi­rişim ise, milli aydını tipini, Gouldner’in deyimiyle "ahlakçı" elit tipini gerek­tirir. Milli aydın, Gökalp'e göre, milli bir toplumun ihtiyaçlarına cevap veren ki n sedir. Nasıl hastalıklara karşı .ışılanmış bir bünye bağışıklık kazanmışsa, milli .iy­ilin da toplıımunun tarihi ve kıiltiirel değerleriyle öylesine kodlanmıştır. ' l is r

Page 85: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

dan sızabilecek her yabancı unsura -mikroba veya kültür istilasına- karşı duyarlık, kazanan bir bünye, veya sosyal dirence sahip bir cemiyet, karşı koyma mekanizmasını kullanmak suretiyle seferber olabilir. Gökalp'e göre, milli aydın, toplumunun ta­rihi değerlerine sahip çıkan ve onu Batının bilim zihniyeti ve normlarıyla metodik bir biçimde bütünleştiren bir kimsedir. O, Enderun kültürünün bir temsilcisi ol-

.ııadığı gibi, kendi .kültür değerlerini Batı karşısında gelişigüzel harcayarak tarzda bir mirasyedi de değildir.

Cumhuriyet döneminin ilk yıllarına rastlayan kısa bir süre gözönüne alınmadığı takdirde, 1950'li yıllara kadar milli aydın tipi, Kemalist felsefenin resmi ideoloji hususiyetini devam ettirmesi sebebiyle,varlığını, belirli sınırlar-içinde sürdürebilmiştir. Ancak, 1960'Iardan. itibaren "sola açık" anayasa sistemi içinde sosyalist partilerin resmen kurulmaya haşlaması, hatta parlamentoda temsil edilmiş olmaları, yıllarca birikmiş olan sol potansiyelin birdenbire su yüzüne çıkmasına sebep olmuştur. Gerçi, Türk toplumunda, ilk sosyalist hareketlerin bu tarihlerden bir yüz yıl önce başladığı bilinmektedir:

"....Osmanlı imparatorluğunda ilk işçi teşekkülü olan (Ameleperver Cemiyeti) 1871 yılında teşekkül etmiştir. Bu teşekkül, Komünist Manifesto'nun I. Enternas- yonelin ve başta Fransa olmak üzere, Batı Avrupadak işçi hareketlerinin tesiri ile kurulmuştur''(113).

Ancak, Yeni Osmanlılar veya Genç OsmanlIların hiçbirinde bu tür sosyalist hareketleri destekleyen bir elit kadroya rastlamak mümkün değildir. Gerçi, Av- rupada başlayan işçi hareketleriyle Osmanlı imparatorluğunda kurulan Amele­perver Cemiyeti (1871) arasındaki sürenin çok erken olması da bu eliteleşme ve­tiresinde rol oynamıştır. Tophane işçilerinin de bizzat katıldığı Osmanlı Amele Cemiyeti ise 1899'da kurulmuştur. Bunun gibi, Osmanlılarda, Markstan yapılan ilk çeviri, 1871 yılında gerçekleştirilmiş ve Hakayikul Vekayi gazetesinde yayımlan­mıştır^ 14). Çevirinin ilk 1871 Paris Komününe rastlaması ve Demir Başvekil Bis- mark'ı hedef alan bu yazı Daily News'da yayınlanmıştır.

Bunu takiben, 1908-1913 yılları arasında Balkanlarda gelişen ve azınlıklar tarafından desteklenen Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu yine Hüseyin Hilmi'­nin kurduğu ilk Osmanlı Sosyalist Fırkalarıyla karşılıyoruz. Ermeniler, Bulgarlar, MakedonyalIlar, Rum ve Yahudilerden oluşan bu fırka Dr. Haşan Rıza Beyin Enternasyonele üye seçilmesiyle de sosyalist kimliğini kazanmıştı(115).

Yabancı gözlemciler, özellikle Haupt ve Dümont belgelere dayanarak geliş­tirdikleri ve bu dönemin sosyalist bilançosunu yapan incelemelerinde şöyle bir yargıya varıyorlardı: "Sosyalizm tartışmasız bir biçimde ithal maljdır"(116).

Ayrıca, bu dönemde tesis edilen örgütlerin yayınları, Alman, Fransız, Anglo­sakson ve de Rus klasiklerinden (Marx, Kautsky, Jaures, vb.) alıntılarla dolup taş­maktadır. Ancak, Osmanlı toplum meseleleri hakkında hiçbir görüş ve tartışma geliştirilmemişti. Örnek olarak din konusunda mutlak bir sessizlik sürdürülmüş­tür. Türk sosyalistlerinde, İslam dinini ele alan yazılara da pek rastlamıyoruz. Yalnız. Hüseyin Hilmi'nin İstanbul'da 1910 Şubatında itibaren çıkardığı gazete­lerde, İslam dini ancak 2 yada 3 makalede söz konusu edilmektedir(117).

Türkiye Komünist Partisinin 1920'lerde Baku'da üslenmesin / resmen yasaklandığı 1925 tarihine kadar geçen süre içinde yabancı uzmanlara göre, "bir yerde komünistlerin iktidarı elde etmelerine hemen hemen ramak kalmıştı"(118) Ancak ’Harris'in de yerinde teşhisiyle "Komünistlerin etkisine kapılmış bu güç­lerin Ankara rejimine karşı kafa tutma tavrına Atatürk Türkiyesinin'azimli, mil­liyetçi rejiminin kuvvetli icraatı yeterli olmuştur".

Yukarıda belirttiğimiz gibi, Gökalp fikri hayatının hemen hiçbir döneminde bu sosyalist hareketlerin"; Türk toplumundaki çizgisine değinmemekte, sadece Rus Bolşevik hareketlerine ve Marksist teoriye olan eleştirilerine yer vermektedir. Türk jpplumunda,’ sosyalizmin bu yasal sınırlar içinde bir aydın muhalefetine dönüş- ' 82v

Page 86: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

mesi, Türkiye İşçi Partisinin parlamentoda temsiliyle başlar. Bunun da temelin­de, demokrat Parti'nin on yıllık (1950-1960) liberal iktisat siyaseti neticesi "her mahallede 15-17 milyoner yaratma" sloganı yatar. Aslındagçmişin "yasakçı dev­letçilik" zihniyetine bir karşıt tez plarak gelişen bu liberal rejim, kısa zamanda toplum yapısını değiştirmek suretiyle ülkemize yeni bir kimlik kazandırmaya ça­lışıyordu. Büyük şehirlerden köylere açılan yeni yollar, kitle iletişim araçlarının kullanılmasınn etkinlik kazanması, zirai sektörde makinalaşma, yeni fabrikala­rın açılması, her yönü ile topluma bir dinamiklik kazandırıyordu. Bu durum, kır­lık alanlardan kentlere olan göçleri hızlandırmış, böylece bazı metropol çevreler­de hızla gecekondulaşma denilen yeni bir yerleşim biçiminin doğmasına sebep olmuştur. Böyle bir gelişim bir yanda sanayi yatırımlarının daha ziyade tüketin, maddeleri, montaj endüstrisi gibi alanlara kaymasına öte yandan sermayenin belirli ellerde.topianmasına, adil ve dengeli bir gelir dağılımına engel oluyordu. Bu, kısmen durgun ve uyumlu Türk toplum yapısının hem tarihi gelişimine ters düşüyor, hem de taj endüstrisi gibi alanlara kaymasına öte yanda sermayenin belirli ellerde toplan­masın^ adil ve dengeli bir gelir dağılımına engel oluyordu. Bu durum, kısmen dur gun ve uyumlu Türk toplum yapısının hem tarihi gelişimine ters düşüyor, hem de onun gecekondulaşma, sefalet yuvaları, işsiz kitleler gibibir takım sosyal problem alanlarına dönüşmesine v e , yeni yan-kültür alanları meydana getirmesine sebep oluyordu. Köy ve kasaba çocuklarının kitlevi okullaşma süreci bu dengesiz ve eşitlikçi olmayan toplum yapısına karşı protesto paketlerinin oluşumunu hazır- luyordu. Bu süreci, bazı fakülte ve üniversite kuruluşlarının senyör Marksistlçrinin kanalize etmesi, sosyalistleştirme eğilimlerini giderek hızlandırıyordu. Bu başâön- dürücü şartlandırma süreci içinde genç öğrenciler, gerçekle -fantazijilimle- ütopyis arasında ne analiz ne de sentez gücüne ve fırsatına sahip olmadanf'düzenin" bir karşıt -gücü haline rahatlıkla gelebiliyorlardı. Fransa'da aydınların sosyal kökenlerini ince­lerken R.Aron, bazı üniversitelerin ve öğrencilerin tahlillerini yaparak şöyle bir yargıya varıyordu: "Aydınların tutumunu anlamak için Fransa'da fakültelerin ha­vasını- mukayese etmek ve bir kanaata varmak için yeterlidir. Bu durum, profesör­ler için de öğrenciler için de ayni.. Ecole Norman Superieur sola, hatta aşırı sola dönüktür. İnstitut d'Etudes Politiques genel olarak muhafazakâr veya mutedildir. Taşra üniversitelerinde her fakülte ayrı bir şöhrete sahip çok kere tıp ve hukuk fakülteleri edebiyat veya fen fakültelerine nisbetle daha sağda yer almaktadır(119).

Son 10 yıl içinde, "politize olmanın büyümesi" diye ifade edilen bir aşırılığa Alman üniversitelerinin de sürüklendiğini biliyoruz. Hür Berlin üniversitesinde öğ­renci eylemciliği altında 1965'lerde başlayan bu hareket ancak, 1976 yılına doğru Federal reform yoluyla çözümlenebilmiştir. Alman Üniversiteleri hakkında hazırla­nan bir rapora göre, Berlin Hur Üniversitesinde bin düzine kadar fraksiyon vardı. Çok iyi tanınan bazı fraksiyonlar şunlardı: Komünist'yüksek okul öğrencileri(KSV) teşki­latı; Maoistler; Alman Komünist Partisi(DKP)ne iltihak eden MSB Spartaküs ve Stalinci uzantıların destekçileri olan komünist yüksek okul grupları; Sosyalist Yüksek Okullar Birliği; Demokrat ve Sosyalistlerin Aksiyon Birlikleri vb."(120)

Rapordan öğrendiğimize göre, "ilk önce radikal talebelerin üniversite çalışma­larını engellediklerine şahit oluyoruz. Onların fiziki şiddet kullandıklarını öğreni­yoruz. Tartışmıyorlar, bağırıyorlardı. Seminerleri önlemek için çeşitli yöntemler kullanıyorlardı".

"Marburg üniversitesinde ise müfredat programı ideolojik propagandanın teh- diti altında idi. Böylece tüm disiplinler doktrinlerin denetimleri altına alınmış bu­lunuyorlardı.

"1975 yılı baharı da Marburg üniversitesinde devletinf siyasi bilimler dalında .yaptığı seçme sınav için verilen her biri bizimnot ettiğimiz kadarı ile ya sosyal gerçeği tasvir eden gelenekç, Marksist tarzda, ya çağdaş Marksist partisi çizgisin­de, ya komünist hareketin stratejisi, yahut da tarihin anlaşılmayan donuk manzarala-

Page 87: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

o. /.!, \iıu- hu ııııt\ ı-ı sitı-ıle, 1975 ilkbaharında sivasi b ilim ler dalında oureiHİ-

.ere u i l e ı ı 81 ev < »ek-. . 1 1 iıı konulan y.ı sos>al .eeııeğ i yo rum layan Marksist , ' i ı t i

a /g isinde vey.ı komünist b a n k e t in stratejisi ve t.;rilıi safhaları hakkındaki bilgileri

k.ıpsıvordu.

I' ıtı üniversitelerinde, 1960'h yıllardan sonra gelişen öğrenci hareketla ,11 n.ıI . dt-; 1., Marksizmin çeşitli fraksiyonlarına yöneliktir. Bu gelişimde, ünivcı siteleı 111

1 0 İİ1 inkar edilemeycek ölçüde büyük olmuştur. Böyle bir süreç aslında aydın lıaıe- <etinin bir parçasını teşkil ediyordu. Daha önce de belirttiğimiz üzere, entelijansi- /a, insan zihninin geniş işleyiş biçimini (fonksiyonunu)yaratan ve onu sembolleş­tiren fikir adamı veya fikir kadrosu olarak tanımlanır. Bu sebeple, aydın kişi, bir toplumda gerçek ve tenkidi değerlerin üreticisidir. Topluma değer atfetmede, kümü­latif bilgileri arttırmada ve şekillendirmede aydın, en uygun yorumu yürüten ki­şidir. Bu anlamda olmak üzere, insanlar kendilerini bilgiye adamaya ve onları foı müle etmeye hasrettikleri sürece, entellektüel olarak düşünülürler. Bu sebeple, A- merikalı ünlü sosyolog Robert Merton'a göre, her öğretmen veya profesörün bir entellektüel olduğu düşünülemez.. Bir öğretmen sadece bir metin kitabının için­dekilerin i bildiği zaman sınırlı bir durum ortaya çıkar. Böyle hallerde öğretmen bir radyo spikerinden daha fazla entelektüel değile!İr( 121). Aynı şekilde, S.M.Lipset göstermiştir ki, yaratıcı entelektüeller, geniş entelektüel tabakalar içinde en di­namik grupturlar. Çünkü, yenilik yaratıcısıdırlar, kültür geliştirmesinde öncüdür- ler( 122). Sosyolog Richard Lichtman ise: "İnsanoğlu adına konuşmayan bir üni­versite bir insan teşebbüsü olmaktan çıkmıştır"(123) demek suretiyle öğretim üye­lerinin tarafsızlıklarını koruyamayacakları" tezini ileri süreı. Çiinkü, Lichtman'a göre "tarafsızlık iki yüzlülük" demektir. Bir müessese olarak üniversite, bilginin iyi veya kötü kullanılmasında ahlaki görevini yerine getirmelidir". Nitekim, bir zamanlar Kennedy'niıı iktisadi danışmanı olan ünlü iktisatçı Kenneth Galbraith'in de belirttiği gibi.' Vietnam savaşına karşı muhalefet yürütenler Amerika Birleşik Devletlerinde 11e sendikacı, ne bağımsız aydınlar, ne basın, ne de iş adamları idi, bunlar üniversiteler idi."

Ülkemi/de de aydın muhalefeti ve öğrenci aktivizmi ilk defa sistemli bir güç oalarak 1960'lı yıllarda üniversitelerde başlamış ve sendikalara, çeşitli derneklere yayılmıştır. Bu dönemin sosyolojik tahlilini yapan bir Batılı siyaset sosyoloğu sağ ye sol gençlik eylemciliğini şu şekilde değerlendiriyordu:

"..Sağ eğilimli gençlik grupları daha az ve genellikle milli gururun mesajın­dan ötürü Türkiye'nin geçmişinde ortak ideolojik köklere sahipken, solcu genç­lik gruplarının böylesine bir ortak esinti kaynakları yoktu. Bunlar, lıerbiri hayran oldıığupeygamberleriyle birlikte çoğalmışlardır -Marx, Lenin, Mao, Clıe Gııevara, Rogor Garaııdy ya l.ı Herbert Ma raise- tiirkçe çevirisinden okudukları bu ya da, başka bir iki düşüniiııin öğretilerinden oluş.iıi bir programı kabul etmişlerdir! 124). Ba/ı üniversite \c takııl'teleıde Maıksısi \ önlendirme lıı/ı arttıkça radikal öğlen­ci hareketleri de güçlenmiştir.''

1960'lı yılların sonlarına doğru "öğrencilerin CHP ile AP gibi hiiwik partilere bağlılıklarında belki bir çözülme görülmüş, öğrencilerin ba/ısı ya* Fikir Klüpleri Federasyonu"(FKF)na, ya da daha aşırı sol örgütlere katılmışlardır(125). Böy­lece, Landau'ya göre, "yerli ya da çeviri Marksist kitaplarla beslenen en aşırı öğ­rencilerin bazıları, o öğrenciler tarafından yönetilen ve onlardan oluşan bir si­yasi gençlik örgütünde birleşmeye karar verdiler. 1969 güzünde "Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu" ya da kısaca "Dev-Genç" bu şekilde FK F ve bazı gruplar­dan öğrencilerin katılmasıyla k ırulııyordu"..

A\.n şekilde, sosyalist hareketlerin geniş çapta üniversitelerden kaynaklandığı hususunda.Avdın Yalçın şıı "..'irisleri ileri sürüyordu:

"liiı sa>ede fikri ve \.ı?ır alanında, dernek ve siyası parti olarak örgütlenme

Page 88: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

alanında doğan yeni olanaklar, yepyeni akımların, örgütlerin ve siyasi hareketlerin doğmasına zemin hazırlıyordu. T İP gibi Marksist bir siyasi parti memleket çapında seçimlere katılıyor, devlet radyosundan halka sesleniyor, parlamentoda gruplardaki' varlığını devlet bünyesi içinde hissettiriyordu. 1960 yılından sonra, bütün Marksisı klasikler türkçemize çevriliyor ve yayınlanıyor. Eskiden gizli hücre çalışmalarında üç beş kişi tarafından okunabilen kitaplar, fakültelerde ders yardımcısı olarak oku uılııvor, işportalarda satılacak kadar etrafa yayılıyordu(126).

Dönemin, Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı Prof. Bedri Gürsoy ise yazmış olduğu l>iı yazısında: "Fakültelerinde ders yapılan sınıflarda Marksist-Leninist diyalektik ıı/erine kurslar yapıldığını hayretler içindegördüğünü, durumu yetkililere bildirdiğini "Bu nesil kimin" başlığı altında dile getiriyordu(127). Yine, ayni fakültede bir kısım öğretim üyesinin, 1961 Anayasasının getirdiği boşluklardan yararlanarak, öğrencileri tek yönlü Marksist şartlandırma operasyonuna tabi tutmak suretiyle "sosyalistleştirme" sürecini hızlandırdıklarını biliyoruz. Yapılan araştırmalar, "1960-1970 yılları arasında 60 küsur kadar sol yayın yapan ve dağıtan yayınevi, 5000 civarında basan birçok dergi ve kitabın devamlı olarak yayın hayatını sürdür­düğünü ve 30’dan fazla derginin bugün Marksist fikirleri yayma göreviniyüklendi- ğini açıklamaktadır(128). Ayni şekilde, Prof. Tarık Z.Tuna'ya ise bu konuda şu yargıyı ileri sürüyordu:

"...Hazırlığı ve öncesi zayıf, temelsiz bir arayış içine birdenbire girilmiştir. İnsanlar sosyalizmin ne olduğunu bilmeden kolayca sosyalist olmuşlardır, yabancı dil bilmeyenler birdenbire şelale gibi, akan sosyal ve sosyalist nitelikli yayım, bazıları eksik, bir çoğu aceleye gelmiş, çeviriler kalabalığı karşısında şa­şırıp kalmışlardır. Üniversitelerde okutulmayan konular kahvelerde öğrenilmeye ve tartışılmaya başlanmıştır. Sonuçsuz kalmış bir ihtilalin yarattığı ideal buhranı in­sanları, savaş meydanı haline gelmiş bir memleketin fikir cepheleri arasında raksettirmiştir. Sosyalizm nedir? Adaletsizliğe karşı haykırış mı? Yoksa belli aşamalardan sonra kurulması gerekli bir düzen mi? Bu konulara "cevaplar" de­ğil, tek "cevap” aranmıştır. Yayınlar ve yazarlar genellikle Marksist-Leninist yön­de sunulma yoluna gidilmiştir"(129).

Bir kısım öğretim üyeleri, yazarlar, ülkenin sosyo-ekonomik yapısını gözönüne alarak, gerçek kurtuluşun "sosyalizm" olduğu tezini savunuyor, öğrenci ve okuyu­cularına: "Kapitalizm mi Sosyalizm mi" tartışması altında -sosyalist öğretiyi- tek yönlü telkin etme yoluna sapıyorlardı. 1967'lere ait bu Marksist ortamı Prof. Na il kubalı şöyle açıklıyordu:

"...Aşırı soldan Marksist-Leninist veya yaygın ve popüler adıyla komünist akımı kastediyorum. Komünizm kanunlarımızın baskısı altında mutedil daha doğ­rusu maskeli görünmeyi tercih etmekte, sosyalizm umumi etiketi altında anayasa­nın sağladığı demokratik hürriyetlerden faydalanarak ve onun sosyal adalet, sos­yal güvenlik ve sosyal devleti bir kalkan gibi öne sürerek Anayasamızın ve daha ileri giderek Atatürk ilkelerinin aşırı sola kapalı olmadığı intibaını uyandırmaya ve bu yöndün bir taraftan sınıf şuuru yaratmağa, diğer taraftan aşırı sol yararına kol­lektif bir sempati, elverişli bir ortam hazırlamağa çalışmaktadıri'(130).

Yeni Sol'un gelişmesinde, ilk ve önemli adım 20 Aralık 1961Tden 30 Haziran 1968’ kadar altı yıl süreyle yayınlamış bulunan YÖN dergisiyle başlar. YÖN'ün birinci sayısında yayınlanan iki sahifelik bir bildiri vardır ki,kendi çapında bir sos­yalist manifesto özelliği taşıyordu. Landau ise bu bildiriyi "Türk türü sosyalizm" hüvviyetinde görüyorum diyordu.

Bildiriyi imzalayan 160'ı aşkın kişi YÖNÜ'ün sonraki sayılarında bildiriye katı- lanlarla birlikte 500'e ulaşmıştır. İmzalayanların 36'sı üniversiteden, 36'sı gazeteci-, 19'u yazardı. Yarısından çoğunu bunlar oluşturuyordu. Profesör Landau'ya göre, "YÖ N, gerçek Marksist biçimin savunucuları, aydınlar tarafından yönetilecek olan, çıkarları için çalıştıkları işçileriyle alt ve orta sınıfın'bağışıklığım tasarlıyordu 13 I),,

Page 89: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

YÖN'e göre, bu 'Türk türü sosyalizm", islamlikilesosyaıızm arasındaki uçurumu da kanatmalı idi. Bu sure.tie, Aran sosyalizminin sağladığı bir strateji, "Marksizm ile sos- yiiı-ımi" uzlaştırma, İslamcıları da kendilerine çekmek Suretiyle sağda bir boşıuK yaratma, eğilimini yansıtıyordu. Böylece YÖN giderek Türk toplum katlarında özel­likle öğrenci, bürokrat, asker, memur ve öğretmenler arasında sosyalizmi "şirin" göstermenin mücadelesini veriyordu. Burada, donemin, Ant, Türk bolu, AydınıiK, Devrim, Gün, Meri, Proleter Aydınlık gibi daha bir çok Marksist-Leninis fraksiyon­ların temsilciliklerini yapan dergileri ve yayın organlarını zikretmek-istemi-yorum.

Daha önce de, Hitler Almanyası döneminde -1933'lerden sonra- çok sayıda İstanbul ve Ankara üniversitelerine yerleştirilen öğretim üyelerinin bir kısmı Mark­sist odak noktaları oluşturmak suretiyle, Türk solunun çekirdeğini bu kuruluşlarda hazırladıklarını bilmekteyiz. Prof. Osman Turan, ilk bölünmenin Dil ve Tarih-Coğ- rafya Fakültesinde başladığını, hocalar gibi talebelerin de, milliyetçi ve solcu ola­rak iki ana gruba ayrıldığını bildirmektedir. ?

Türk Solu'nun tarihi gelişimi göstermektedir ki, üniversitelerden, siyasi parti­lerden ve bazı basın organlarından kaynaklanan Maıksist akımlar 1950'lilerden ön­ceki "hamle" dönemine -on yıllık bir aradan sonra- 1960'lardan itibaren yeniden başlamışlardır. Bu suretle, siyasi, iktisadi ve sosyal açıdan sola açık bir ortamın oluş­ması, aşırı sola yönelen bazı aydın kesimin ve öğrenci gruplarının giderek radikal­leşmesine geniş ölçüde katkıda bulunmuştur.

Türk toplumunun ortodoks ideolojisini teşkil eden Kemalist sistemin daha ziya­de CHP'ningarantisi altında tutulması, bürokrasinin de ayni kimliği taşıması, siyasi yapımızda "bir itaat ruhu" yaratmıştır. Bu defa, parti disiplinini demokratikleştir­me süreci içine girince, "Ortanın Solu", "Yeni CHP" eğilimleri sola,açılan yelpa­zede, bürokratik kadroyu, elitist güçleri kendi ekseninde toplama kampanyasını da başlatmış oluyordu. Bu hareket, CHP tarahinde en radikal "iç değişmeyi" (Trans- mütasyonu) yansıtır. Zira, devletin ortodoks ideolojisi , CHP'nin veraseti altında "ortanın solu" denilen bir macereya sürükleniyordu. Yorumcular ve İnönü sempa­tizanları bövle bir "iç-değişimi", aişırı solu sınırlamada nirengi noktası olarak kabul ederkr. Oysa, Kemalist ideoloji, Orta Sola saptırılmakla sosyalist hareketleri sınırla­ması bir alternatif olarak düşünülse bile, "Karma ekonomik" sistem, milliyetçilik ve cumhuriyetçilik ilkeleriyle "merkeziyetçi" K im liğ in i , partiler yelpazesinde yine de temsil edebilirdi. Orta sola itilmesinin Kemalist ideolojiyi ilgilendiren hangi yönü, o günlerde gündemde idi? Bu soru cevaplandırılması gereken teme! hareket noktasını teşkil ediyordu. Ömrü boyunca.Atatürk, milliyetçiliği en güçlü slogan olarak kullanıl­mış ve gençliğin de böyle bir ruhla yetişmesini telkin etmiş 20. yüzyılın en dinamik liderlerinden biridir. Bu sebeple, milliyetçiliğin, sol sloganlarla uzlaştırmasının anla­mı ne idi? Bu olsa olsa, ideolojiyi, kendi çıkarları için kullanma eğiliminin topluma bir yansıması idi.

Kemalist sistemin müesseseleşmesini sağlayan "Halk Evleri" , "Türk Dil ve Tarih Kwumları, şimde ideolojik şartlandırmanın birer karargahı haline dönüştü­rülüyor, açıkça bilimle- ideoloji çatışması başlatılıyordu. CHP'nin başlattığı böyle bir transmütasyon- hızla sosyalize edilmeye çalışılan ülkemizde "solun ekmeğine yağ sürmekten"'öteye bir anlam taşımıyordu. Böylece, Cumhuriyet tarihimizde ilk defa legal Marksist parti İle devletin ortodoks fe}s efemin vesayetini yüklenmiş bulu­nan bir siyasi örgüt arasında irtibat RanaUar?i'kurulabifirTli’$tir.

Cumhuriyet Halk Partisi, bu ilişkiler sistemi içinde, aşırı sola-İngiltere'de ör­neğine rastladığımı/ gibi—"millî" bir sosyalist kimliği kazandıracağı yerde, siyasi literatürümüzde "solla flört" denilebilecek bi ilişkinin içine itilmiştir.

Türkiye'nin sosyo-ekonomik şartlan, ve jeo politik durumundan ötürü, bu tür siyasi kombinezonlar sosyalist deneyimi^ tam lıazırlıksız denilebilecek bir dönemde- içine çekiyordu.

Page 90: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

O kadar ki, parlamentarist sistemin özünü teşkil eden hoşgörü* düşünce fark­lılaşmaları, siyasi tercihlerin demokrasinin btr gereği olduğu zihniyeti bir kenara iti­lerek; bürokrasisiyle, aydın kadrosuyla, siyasi örgütleriyle yeni sol güçlü bir ittifak içinde hareket ediyor ve "sağ" düşünceye hayat hakla tanımayacak kadar fana­tikleşemiyordu. Nitekim, Herbert Marcuse'ün, "hoşgörürlüğün bir baskı yöntemini siyasi kombinezonlar sosyalist deneyemi -tam hazırlıksız denilebilecek bir dönemde- içine çekivordu.

...Sağcı fikirlerle solcu fikirler arasında eşitliği kurmak suretiyle hoşgöıHiriü- ğün gerçek görevini yenilemiş oluruz postulası, bu gözlem karşısında gerçekçi ol­mayan bir fikir yapısından ileri bir değer taşımamaktadır” (132).

Marcus'cü Profesöre göre, demokrasinin hoşgörü ilkesi yalnız sol düşünce için uygulanırsa, bir anlam taşır, aksi takdirde anlamsızdır. Bu hazin netice hem ilmi düşünceye hem de demokrasinin özüne ters düşen dogmatik bir zihniyeti gündeme getiriyordu ki, bu da "fanatik sol., diyebileceğimiz bir tutumun giderek siyasi fel­sefemizde kök salmasına sebep olacaktır. Bu bakımdan, fanatik sol büyük ölçüde, kitaplardan değil -hatta Marksist el kitaplarından da değil- bizzat elitist kadronun üniversite kürsülerini ve yayın organlarını kendi görüş istikametlerinde şartlandır­malarından doğmuştur.

Yeni Solun ünlü teorisyeni ve Frankfurt Markscı Sosyoloji Okulunun kurucusu Herbert Marcuse, Birleşik Devletler gibi güçlü sanayi toplumlarına Marksizmin başarı sağlayabilmesi için gençlik kitlesini, proletaryadan daha şuurluVe aktif bulmaktadır. Çünkü, Marcuse, 'Mevcut demokrasi içinde hoşgörünün yaygın olduğunu, sağa ve sola, komünist v& faşiste, siyaha ve beyaza, ve joo.u eleştirenlere fark gözetmeksizin eşit olarak tatbik edildiğini kabul ettikten sonra, bu hoşgörüye taraf tutmadığı için gereken sıfatı yapıştırır ve hücum eder. Una göre, "insan gerçekten insan olunca­ya kadar bütün görüşlerin tarafsız olarak ortaya konması sadece kötünün iyiye karşı zaferi ile neticelenecektir. İnsanlar henüz tam anlamıyla insan olmadığı için, istik­balin gözüyle görüp istikbalin kafasıyla anlayamazlar". . . .

İşte bu garip demokrasi düşmanlığı, sağa ve sola fark gözetmeksizin eşit olarakuygulama imkânı vereri bu açık rejim düşmanlığı, vatandaşın kılık ve kıyafetine va­rıncaya kadar töplum katlarına tekin ediliyordu, öyleki, ayni öğretim üyesi: "eğer demokrasimiz kalpak giyenlere, çarşaf kullananlara hoşgörü içinde ses çıkarmıyorsa bu gerçek demokrasi değildir" diyebiliyordu. Demokrasinin bir zihniyet, hayat tarzı ve inanç iradesi olduğunu bile kavramayan bu garip düşünce kalıbı, Türk top- lumunda "uyum " mekanizması yerine "çatışma", "Yalnız benim inancım doğrudur" türünden tek yanlı fikirler sistemenin kök salmasına katkıda bulunltıuş, bu da gi­derek fakültelerde, okul sıralarında, eski yerleşmiş değer ve kültür biçimlerinin top- yekün bombardımanına sebef* olmuştur. ^öS^tefden sonra, üniversitelere, kampus­lara hakim olan "zörba" zihniyet, hazırlığı daha önce yapılmış, sistematik bir psi­kolojik şartlandırmanın ürünü olduğu ve şüphesiz bunda elit'^t kadronun nihilst ve her yeniliğe açık kimliğinin etkisi büyük olmuştur.

Yerfı Sâgın koruyucu "reserver* ve ahlakçı"moralistV elitist güçleri, birden­bire vatan.ufuklarını karartan bu kasvetli ortamdan silkinecek yeni bir hayat ham­lesi yapma fırsatını bile bulamamıştır. O zaman "kuvvete kuvvet, dişe d iş" .far­zında bir kaba «üç denerçıesi kampuslara, sınıflara ve nihayet sokaklara taşmak su­retiyle halk katlarına sirayet etmeye taslamıştır. .Bu bakımdan ülkede 196XMerden sonra cereyan eden "işgaller, Boykotlar", "kanlı, bıçaklı kavgalar", asımua mr ^ag-,sol vuruşması" değildi, tersine 1968’lerden itibaren kürsülerden,gazete sütunlarından, kitap sayfalarından, yer altı örgütlerinden ve sendika, siyasi parti örgütlerinden et­kilenmiş "öfkeli bir gençliğin" "sosyalizm" macerasına itilmesinin hazin bir tecellisi idi. 'Sağ-sol çatışması" aslında hastalığın ufuneti, belirtileri idi.

Kemalist ideolojinin, Türk toplumunu "sınıfsız", uyumlu, dayanışmacı bir kimlik içinde görmek isteyen "Gökalpçı" düşünceleri, artık Marksist-Leninist stra­teji için bir sıçrama taşı olarak kullanılmış, Atatürk'ün portreleri, posterlSK

Page 91: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

"l.eııin"e benzetilecek biçimde çarpıtılmaK suretiyle fakülte koridorlarını, sınıfları, LM/ete ve dergi sütunlarını süslemeye bile başlamıştı. Bunun gibi, ders kitap ve not­larında Atatürk ilkeleri eleştirilmek suretiyle, Yeni Sola yeni ufuklar gösterilmeye bile başlanılmıştı. Bu dönemde, Atatürk'ün birleştirici, milli birlik ilkesini sembolize eden "m illiyetçilik" ideolojisi, "halklar teorisi" adı altında eleştiriliyor ve "öfkeli gençliğe" yeni sokak mitingleri için malzeme olarak sunuluyordu. Bu konu ile ilgili olrak, yine ayni Siyasal Bilgiler Fakültesine mensup bir diğer profesör de aynen ştı görüşleri ileri sürüyordu:

"....Cumhuriyetle birlikte halifelik kaldırıldığı zaman, onun birleştirici ve bü­tünleştirici görevini yapacak yeni kuruma gereklilik görülmedi. Yerine Türk ulus­çuluğu (milliyetçiliği olmalı) kabul edildi. Fakat, bu uluşculuk toplumsal temeller üzerine oturtulmadığı için kısa zamanda ırkçı gelişmelerin önüne de geçelimedi. İşte o zaman Kürtü Türk gösterme çabaları ortaya çıkmıştır ki, artık bunu bilme­nin hiçbir olanağı kalmamıştır. Birden çok etnik grupların bir arada yaşadığı bir ülkede bunları bütünleştirmek oldukça zor ve zamana bağlı bir ülkü olabilmiş- tir"(133).

Burada, Atatürk milliyetçiliği sathi bir görüşle yerilmekte ve açıkça Kürt-Türk ayırımı yapılmakta, "etnik-halklar teorisi" gündeme getirilmektedir. Artık, Ke­malist ideoloji, sosyalizmin ihtilalci ilkeleri beyinlere iyice yerleştirildikten sonra yerini 1968'lerden itibaren "halklar-etnik gruplar" sloganlarına terkediyordu. Me/lıep kışkırtıcılığı, halklar teorisi gibi bölücü sloganlar ve jargonların sosyoloji ders kitabianna kadar uzanması, Marksist-Leninist strateji için yeni yorum biçim­lerini davet ediyordu. Milli Demokratik Devrim Teoris'i, Tek Tip Sosyalizm gibi kavram tartışmaları Yeni Solu öyle bir açmaza sürüklüyordu ki, bu da: "Mark­sist-Leninist merkezli bir halklar teorisi mi? Yoksa Halklar-merkezli bir Marksist-Le­ninist teori mi öncülük yapmalıdır. " tarzında sürüp gidiyordu. Fraksiyonlar, etnik gruplaşmalar, bölünmeler, halklar teorisi, mezhepçilik tarzındaki birliğimizi teh­dit eden bütün bu sosyal yarılmalar üniversite kürsülerinde, basında elitist kadro tara­fından malzeme yığını olarak kullanılmış, ders kitaplarına kadar yansıtılmıştır.

Kısacası, lybü'lardan itibaren Türk üniversitelerinde gelişen aydın muhale­feti; Kemalist ideolojiye düşman, karşıt-milliyetçi ve sosyalizmin sadece ve sade­ce ihtilalci türüne açık bir duyarlığı temsil ediyordu. Bu solcu entelijansiya ders kitaplarında, inceleme ve araştırmalarında olduğu kadar, bizzat derslerinde de aka- H^mik hak ve hürriyetleri kötüye kullanmak suretiyle, Mannheim'ın ifadesiyle "mer kezf yönetimi yıkmaya yönelik" bir-"ideoloji" oluşturmaya çalışmıştır. Gençli­ğin, kurulu düzene olan çoğunlukla olumsuz tepkilerini de sömürmek suretiyle isyan bayrağı çekilmiştir. Yukarıda belirttiğimiz gibi, bütün bu olaylar zinciri mantıki,planlı ve rasyonel bir biçimde gündeme getirilmiş; Türk milletinin manevi değerlerine karşı adeta bir savaş ilan edilmiş ve her kale fethinden sonra Yeni Sol başarısına yeni starteji ve taktikleri eklemek suretiyle mesafe almayş çalışmıştır. İşte, devletin ortodoks ideolojisi, Kemalist sistem en son aşamada boy hedefi haline gelmiş.vine avnı kürsülerden vaylırp ateşine tutulmuştur.

Bu cümleden olmak üzere İstanbul Hukuk Fakültesinden bir öğretim üyesi Atatürkçü ideolojiyi 1969'larda Siyasal Bilgiler Fakültesine paralel olarak şu tarzda eleştiriyordu:

"....Atatürk zamanında yapılan devrimler biçimseldir''(134) Ve "Türk devri­mi halkça benimsenmemiş, halkın tepkisiyle karşılanmıştır"(135). Oysa, "az ge­lişmiş bir ülkenin endüstrileşmesi ise, üretim ilişkilerinin toptan veya temelden değişmesiyle olabilecektir. Halk için gerçek devrim o zaman ortaya çıkacaktır. Bu düzen halka inanan, halka dayanan, gerçekten halkçı bir düzen olacaktır. Ve bu düzenin adı SO SYA LİST düzendir"(136).

Ders kitaplarında, araştırma ve incelemelerde yer alan bu satırlar, bize Ata­türkçülüğün artık Yeni Sol içinde tüketildiğini, yerini sosyalizme terketmek üze- H8

Page 92: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

re olduğu açık ve kesin bir biçimde göstermektedir. Devrim yasalarına rağmen hiçbir üniversite senatosu, fakülte kurulu, hatta Üniversitelerarası KtiHıf. cjolay- larında cereyan eden bu anti-Kemalist akımlarla ilgilenmiyor, adeta olaylara perde arkasından göz kırpar gibi bir davranış içine sürükleniyordu. İktidar ise, ger­çek anlamda sosyal bilimler kimliğine sahip olmayan çok küçük bir teknokrat­lar gurubunun elimle "sokaklar ge/mekie aşınma/" teranisiyle vakit öldürüyordu.

Yeni Sağ ve Yeni Sol l-urklılaşmusı;Yeni aydın muhalefeti, Atatürk ve İnkılap düşmanlığına mukabil, sos­

yalist ideolojinin savunuculuğunu yüklenirken; Eski Aydın, büyük ölçüde bu değerlere sahip çıkmaya, bir öncü-rolü oynamaya çalışıyordu. Ancak, ortam o- kadar tek yanlı ve güçlü bir biçimde şartlandırılmıştı ki, Yeni Solun Atatürkçü­lüğü ve "Ulusçuluğu" yine de sağın inkılapçılığı yanında "ilerici" niteliğini sür- dürebiliyordu. Ülke, böyle bir kaos içinde 12 Martın eşiğine kadar itildi. Yine­de, bu yeni dönemde sol, ilerici kimliğini sürdürmeyi başardı. 12 Mart askeri dar­besinin kurucu hükümeti, ülkeyi uçuruma kadar sürükleyen bu ihtilalci sosyalist eğilimlerinkökünü kurutmaya çalışırken, yönetimde yer alan bazı kişiler, geçmi­şin alışkanlığından kurtulamayarak sosyalist olmak insan olmaktır" diyebil­mekte ve adeta bu güçlere karanlıkta göz kırpmakta idi.

Ancak, şunu da unutmamak gerekir ki, 12 Mart 1971 'den sonra sahnede gö­rünmeye başlayan Yeni sol'un taktik ve startejisi artık yeni bir kalıba dökülmüş­tür. Üniversitelerde 1971'den önce üretilen sosyalist gençlik, işçi örgütleri, sendi­kalar, bu defa ağırlıklarını kampuslardan gecekondulara,kırsal alanlara kaydırmış­lardır. Şimdi, yeni sun'i gecekondular oluşturuluyor, fabrikalar yönlendiriliyor, kasaba ve köylerde halk komiteleri kuruluyordu. Bu dönem, 12 Eylüle kadar en yoğun biçimde sürdürülmüş, artık ülke kamplara bölünmüş, iç savaşa hazır bir du­ruma getirilmiştir. Ne Celali hareketleri, ne Şeyh Bedrettin ayaklanması ne de Milli Mücadele de martız kaldığımı/ trajik olaylar, 12 Evliil öncesi kadar ülkemizi tehdit edici boyutlara ulaşabilmiştir. Bütün bu olaylar, 15-20 yıl gibi çok kıv\ bir süre içinde sistemli, «tdım adım, basamak basamak gerçekleştıı ilmiştir. Ülke, tari­hinin hiçbir döneminde bu tür bir komünist istilasına maruz kalmamıştır. Parla- mentarist sisteme, demokratik mekanizmaya, halk iradesine rağmen, milletimizin içine sürüklendiği bu milli felaket, sağın da kamplara bölünmüşlüğünden yararlana­rak, ülkemizi adım adım istila etmekte; ancak bu tüyler ürpertici tablo karşısında üniversiteler, yargı organları, parlamento hatta hükümet acze düşmüş, hiçbir ç ı­kış yolu gösterilememektedir. Ülke, bir iç savaşın eşiğinden ancak 12 Eylül ha­rekâtıyla kurtarılabilmiştir.

Aynı paralelde gelişmelere dünyanın başka ülkelerinde de rastlamaktayız. Me­sela Birleşik Devletlerde, 1960'ların başında Yeni Solun yeniden canlandığına tanık olmaktayız. 1960'larda bu ülkede radikalizmin yeniden doğuşu, daha önce de be­

lirttiğimiz gibi, Vietnam'a Amerikan müdahalesiyle yoğunluk kazanmıştır.Fakat, bu ülkede Yeni Sol'un büyümesi daha ziyade iç gelişmenin bir iirünü ola­

rak ortaya çıkmaktadır. Harrington'un, 'The Other America" adlı eseri, bu ülkede beyaz işçilerin sefaletini ve yoksulluğunu açıklıyordu. Güneyde medeni haklar hare­keti ve siyahlara uygulanan ırkçı ayırımlar büyük çapta rahatsızlıklara, sosyal huzur­suzluklara sahne oluyordu(137). Yeni Sol, başlangıçta, Marksizmle dengeli bir ilişki tesis etmiştir. Gelenekli olarak, Marksizm, gerçeğin ve nüfusun çoğunluğunu teşkil eden işçi(çalışan) smıiııı umudu olmuştur.

Birleşik Devletlerde Yeııi Sol, Eski Sol'un gelenekli Marksist tutumu yerine şüpheci, insaniyetçi, ahlakçı, ferdiyetçi bir idealizmi canlandırıyordu. Türkiye'de Yeni Sol ise Eski Solun radikal Marksist startejisini aynen benimsiyor, ancak Rus ortodoks Marksizmi yerine, Mao'cu, Guevaracı, Troçkist, Castro ve Enver Hoca'cı gibi yeni kimlikler peşinde koşuyordu.

■'ÇfiO'lardan «nnra ülkemizde Yeni Sat?. Eski Sağa nazaran daha çok gerçekçi,

Page 93: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

sosyal muhtevalı, 1944'lerin idealist havası yerine Anadolu'nun meselelerine çözüm yolu arayan bir kararlılığı temsil etmektedir. Ancak, 1944'lerdeki sağ ” tek"çi (mo­nist), kendi içinde alternatifi bulunmayan bir yapıyı ortaya koyarken 1960'lardan sonraki Yeni Sağ en az üç önemli bölünmeyi içinde Taşıyordu. Bunlar, daha ön­ce de belirttiğimiz gibi, milliyetçiliğe ağırlık yeren Yeni Sağ, İslamcılığı ön plana geçiren Dinci Sağ, ve alternatifleri, nihayet liberal sağ olmak üzere sıralanabilir. Bunlar içinde aktivist olan kanat,şüphesiz Milliyetçi Yeni Sağ idi. Ancak, Yeni Sol'un teknik ve propaganda gücü karşısında bu Yeni Sağ-cılız kalmış olmakla be^ raber- Türk milliyetçiliğine Marksist-Leninist stratejiye rağmen, sosyal bir felsefe kazandırmış olmakla tarihi mücadeledeki yerini almıştır. Fikirde, edebiyatta, sanat ve estetikte olduğu kadar, sosyal bilimlerde de Yeni Sağın, ülkemizin çelişkili ha-

-yat tarzını, geri kalmışlığını, yeni Sol grup gibi İhtilalci bir yöntemle değil de, "u- yumc'u" ve "bütünleştirici" bir zihniyetle savunmuş olması siyasi felsefemizdeki yerini belirlemesi bakımından kayda değer bir husustur. Bununla beraber, Mark- sizmin çeşitli ülkelerde uygulanan verziyonları, Türk Marksistleri tarafından de­neme safhasına aktarılırken kullanılan anarşi ve terör yöntemlerine -çok sınırlı alanlarda- ayni yöntemlerle karşılık verme durumunda kalınması, Yeni Sağın en bunalımlı yanılgısı olmuştur.

Yeni Sağ, ülkemizde sol starteji karşısında yerini alırken, Eski Sağın Sosyo­ekonomik şartlar sebebiyle, devreye koyamadığı "dini değer ve inançları, eski Türk

etoplumunun kültür miraslarıyla sentez yaparak, 1960'lardan sonra sosyalizmin kar­şısına çıkması önemli bir güç kaynağı olmuştur. Kuşkusuz, Eski sağa nazaran, 1990'- lerden sonra, Yeni Sağın ileri sürdüğü milliyetçilik ideolojisinde -his ve heyecan motiflerinden ziyade-iktisadi yönelimlerin yoğunluk kazanmasında bu dönemde gün­deme gelmiş ° l an sosyalist veya kapitalist kalkınma modelleri tartışmasından üçün­cü bir yolu izlemeleri önemli etken olmuştur. Bu da Yeni Sağın başarısıdır. Kısa­cası, Yeni Sol, dış kaynaklı Marksist ozalitler peşinde koşarken Yeni Sağ, kendi kültür değerlerimize dönmek suretiyle toplum yapımıza uygun milli bir kalkınma modelinin çerçevesini de cizivordu. Bunlar, tüketilmesi öyle kolay olmayan tarihi miraslar ki, eğer sahi^ çıkıldığı takdirde milli kalkınmamızı gerçekleşebilirdi.

Ancak, yukarıda da belirttiğimiz üzere, Yeni Sağın ülkemizde yeknesak (homo­jen), bütünleşmiş ve kendi içinde çelişkilerden arınmış bir kimliği yansıttığı tezi savunulamazdı. Yerçj Sağın karşıt -milliyetçi bir kanatı- ki kökleri 1950'tere kadar uzanır-dini norm ve değerleri pür-islam kodlan etrafında delil de datıa ziy^jte belirli bunalım dönemlerinde ortaya çıkmış akımlar (Nurculuk; Işıkçılık, Süleymancılık, Yeşilcilik, Ticanilik vb.) yöresinde farklılaşmaları, şüphesiz Yeni Solla olan felsefi tar­tışmaları zayıflatıyordu. Yeni Sol gibi Yeni Sağ da kendi içinde bölünmüştü. Bu tür dini hareketlerin toplum yapısında belirlemesi, güçlenmesi ve yayılması sosyal norm ve değer yönelimleri kadar inanç sistemleriyle de yakından bağlantılıdır. Daha önce­leri de temas ettiğimiz gibi, bu tür dini hareketler, Landsberger'in belirttiği üzere, "mücadeleye yönelik oluşları, sosyal çatışmalara yol açmaları ve bu itibarla belirli ölçüde "devrimci" bir potansiyel taşımaları ve çoğu kez toplum içinde düşük bir statüye sahip grupların geliştirdikleri kollektif bir tepki olmalarıyla, açıklanabi- Iir(139). Hatta, Wach, dini eylem biçimlerini bir çeşit "içsel protesto" olarak be- lirtmiştir(139). Bu duruma göre, "din, bir yandan bütünleştirici güçlerin eg kud­retlisidir, öte yandan ise sosyal çözülmeye yol açan ve toplumu yeni bir temef üze­rinde bütünleştirmeyi amaçlayan bir güçtür". Bu bilgilerin ışığı altında, bir araştır­macı "dini hareketleri, reformcu dini hareketler ve devrime yönelik dini'hareketler" olmak "üzere iki kategoriye ayırmaktadır. Reformcu hareketler, belirli bir sosyat düzenlemeyi ya da kurumu ana~hatlarıyla kabul etmekte olup, mevcut kusurları ya da eksiklikleri reformlar yoluyla gidermeyi amaçlar. Devrimci hareketler ise, top­lumun temelden dönüştürülmesini ya da yepyeni bir toplum biçimi ile ikame edil­mesini ön görmektedirler. Buna göre, reformcu hareketler ise.sosval sistemin ftıştari 90.

Page 94: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

aşağı bozuk olduğuna iş *e t ederek onu ortadan kaldırmayı hedeflemektedir"(140) Araştırmacı, tarihimizde cereyan eden Şeyh Bedrettin hareketini, ezilenlerin

dini olarak belirtilen "millinarist" kalıplar içinde değerlendirmektedir. Bu millena- rist hareketler, toplumun gidişatına karşı doymayı öngören din: hareketlenin başın­da gelir. Nitekim, Hob.sawm'un belirtmesine göre, millenarısı hareketler, iiç ayrı açıdan farklı- özellikler taşımaktadır: ı) Millenarist hareketlere» mevcut dünyaya ve kötü olarak tanınan günümüze karşı topyekun bir inkar vardır. Bu inkar farklı, daha iyi bir dünyanın coşkulu özleminin eşitliğinde ortaya çıkmaktadır; 2)Milenarist ha­reketlerde belirli ölçüde standartlaşmış bir ideoloji yer almaktadır. Bu tür ideolo­jilerin en başta geleni Musevi-Hristiyan ideolojisi ve bunu izleyen İslam ideolojisi idi; 3) çağdaş devrimci hareketlerle millenarist hareketler arasındaki son fark da millenarist hareketlerin özlemledikleri yeni topluma ilişkin çok belirsiz fikirleri ol- masıdır"(141).

Ülkemizde, dini ideolojinin, 1950'lerden sonra, halk katında (Volk İslam) önemli bir sosyal patlama yapmasında siyasi ve iktisadi olaylardaki gerilimlerin büyük etkisi olmuştur. Yeni Sağın manevi zihniyeti umumiyetle bu kaynaktan beslenmiş­tir. Dini motiflere dayanan Yeni Sağın bazan sosyalist akımlardan da esinlenerek(x) milli sosyalizm, dini sosyalizm, Ayetül Kerime sosyalizmi, Kaddaficilik, Humeyni- cilik gibi hem milli hem de milletlerarası islami akımlara yönelik davranış ve tutum biçimlerini ortaya koyması yeni bir arayış, özenti ve düzene protesto tarzında açık­lanabilir.

Ancak unutmamak gerekir ki, Türkiye bir'sömürge hayatı yaşamamıştır, bu se­beple sömürgeci güçlere karşı bir kin ve intikam duygusuyla hareket etmek gibi bir zihniyete de sahip değildir. Oysa, Arap sosyalizminin temelinde Kapitalist dünyaya olan olumsuz tepki, söfmiirülme Hmvoijsu önemli bir ver tutar. Buna karşılık, Arap dünyasının "Rusyayla olan bir tarihi ilişkisi” de yoktur. Bu bakımdan, Türkive. Rus- yadan uzaklaştıkça batıya yaklaşmakta; Arap dünyasıMse, Batıdan uzaklaştıkça Rusyaya yaklaşmaktadır. Türkiye'deki İslamcı sosyalistler, bu çelişkiyi ancak, Arap gözlüğü ile olayları gözledikleri vakit çözümleyebilirler. O zaman da, Batı­dan çok sosyalist ülkelere yaklaşma eğilimi kalın çizgileriyle ortaya çıkabilmek­tedir. 12 Eylül öncesi kendilerini Enternasyonele. üye kabul ettirebilecek kadar sosyalist bir partiyle, İslamcı bir partinin koalisyon ortaklığı yapmasındaki çe­lişkilerin kökeninde, her iki zihniyetin aynı çizgide birleşmesi diyebileceğimiz bir dünya görüşünün hakim olması motifi vardır.

Yeni sağın, geçmiş olaylardan ders alarak bütünlpğünü koruması ve ahlâkçı (moralist) aydın görevini yürütmesi ancak gerçeklere ayağı değdiği taktirde müm­kün olacaktır. Aksi takdirde, milli birliğimizin ve bütünlüğümüzün tehlikeye düş­mesi kaçınılmaz bir alın yazısı telakki edilmemelidir. Yen; sağ, tarih''şuuru, ge­lenek ve kültür değerlerimizin koruyucusu ve yaşatıcısı olmakla, aslında solun karşısında güçlüdür. İngiliz muhafazakarlığı, Japon gelenekçiliği toplumlarındaki güç dengesinin sağlanmasında önemli rol oynamışlardır.

Yeni sola gelince, bunu da Eski Soldan ayıran bir yönü vardır ki, o da birin­ci kuşak ortodoks Marksist ülkeler uygulamasının verziyonlarına kendilerini kaptırmış olmaları ve Yugoslavya, Fransa, Çin ve diğer ülkelerde görüldüğü gibi, her ülkenin kendi tarih ve sosyal şartlarına uygun bir sosyalist modeli Türki­ye'nin ekolojik yapısı içinde uygulamaya kalkmış olmalarıdır. Nitekim, bu hu­susta sol teorisyen Atilla İlhan şu görüşleri ileri sürmektedir: "..Am a kim ne der-

(.v) Yakuı zamanlarda, Mısır'da ' Şt y h Mustafa as-Sibai'nin "İslâmlığın sosya­lizm "i adlı kitabında. "Tanrı güneşi, a yı/'geceyi 've gündüzü'size vermiştir" âyetini sosyalizme temel saydığı görülmektedir. Keza, Al-Klıuli'nin "teori ve eylem olarak İslâm toplumurıda sosyalizm " adlı kitabında, sosyalizme temel sayılabilecek âyetlerde yer alıyordu. Irak'ta Baas Partisi lsl4mcıdır ve İslâm sosyalizmini uyguluyor.

n

Page 95: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

desin, bizim kuşağın gözünde, sosyalizmi, Papası Moskova'da oturan acaip bir - kilise olmaktan çıkaran yürekli adam, Balkan dağlarının o aydınlık gözlü çetesi, Yosip Broz Tito'dur"(142).

Ona göre, ’T ito bir sosyalizm haini değildir, sosyalizmi bir dikta tekeli ha­line getirmiş bürokratlara kafa tutmak, bununla da kalmayı kendi koşullarının sosyalizmini pekala kurmak cesaretini göstermiş önemli bir adamdır".

Sosyalizme, sol cenahtan muhalefet grubunun başını çeken A.İlhan'a göre: 'Türkiye'nin sosyalizmi olacaksa, kendi koşulları içerisinde, kendi diyalektiğine göre olacak. Besbelli öbürlerine benzemeyecek. Benzetmeye kalkışanlar olursa, kesinlikle "hüsrana" uğrayacak... Neden derseniz, nedeni belli: Sosyalizm, her şey­den önce,sürekli yenileşerek başkalaşma, yani dogmacılığın karşılığı"

Marks'ın, Bracke'ye ünlü 17 Eylül 1879 tarihli mektubu ile 1872 Enternas­yonal Kongresi kapanış konuşmasından esinlenen bu ifadeler, sosyalizmin her ül­kede başka yollardan kuralabileceğine ilişkin tarihi sözlerinden kaynaklanmaktadır:

"...İşçiler, emeğin yeni örgütlenmesini kurmak için bir gün mutlaka siyasi ik­tidarı ele gcçirmelidirler(....)Ama, bu amaca ulaşmanın yolunun her yerde ayni olduğunu iddia etmiyoruz. Çeşitli ülkelerin kurumlarının adet ve geleneklerinin dikkate alınması gerektiğini biliyoruz, ve İngiltere ve Amerika gibi (içinde bulundu­ğunuz düzeni daha iyi anlasaydım, buna Hollondayı da ekleyebilirdim) işçilerin bu amaca barışçı yollarla ulaşabilecekleri ülkelerin olduğunu inkar etmiyoruz".

Bu grup sosyalistler, hem 12 Mart 1971 hem de dünya sosyalist hareketlerin eylem kalıplarının denemelerinden, özellikle^ Latin Amerika modellerinden yarar­landıkları için insaniyetçi Marks'ın takipçileridirler. Bu Yeni Sol, bir başka türlü söylemek gerekirse, "Şiddete başvurmak devrimin amacı değildir, aracı bile değil­dir. Yalnız teröristler ve aktivistlerdir ki, henüz olgunlaşmamış nesnel koşullara şiddet eylemleriyle /otlayarak yapay(sun’i) devi im koşulları hazırlayabileceklerini sanırla rf ..) Bütün Güney Amerika deneylerinin kötü sonuçlandığını bugün "bizzat" Kegıs ')ehray ya/maktadır. Gerek Guevaıa'mn Bmıvya başarısızlığım', gerekse genel olarak filanlı eylemin eleştirisini yaptığı i'-.i yeııi eserinde Debruy ne tür bir yanılgıya düşülmüş olduğunu açık açık gözler önüne seriyor. Bizim gençlerin ne yanlışlar için­de olduklarını anlamaları için Chc Gııevara'dan aktardığı bir söz var ki yeter; bakın ne diyor: ,

"Hileli bile olsa eğer bir hükümet iktidara seçimle gelir de, görünüşte bile olsa Anayasayı korursa o ülkede gerilla ne barınabilir, ne tııtıınabilir"( 144).

Görülüyor ki, Yeni Sol, 1968 Çekoslavakya olayından da esinlenmek suretiyle "ceberrut sosyalizm" modelinden u/aklaştıgı gibi, yöntem bakımından diktacı, tepeden inmeci sistemlere de iltifat etmemektedir ;;

Özet olarak, 1960'lardan itibaıen yeni emelijamiya,dünyadaki örneklerinden de gizlediğimiz üzere, yeni bir muhalefet grubu oluşturmak suretiyle, sosyalist modelin Muınucusu olmuştur. Türk entelektüel hayatında bu yeni sınıfın rasyonalizmi, koz- mopolitizmi ve liberal inançları, Batı türü bir akademik felsefenin -toplumumuzdaki eksikliği sebebiyle- millilik niteliğini yitirmiş ve sosyalizme açık bir sisteme dönüş­müştür. Öyleki, şehirleşmenin tedrici gelişmesi, ticari ve sınai hayatın yetersizliği toplumumuzda bağımsız bir entelektüel kültürün gelişimini büyük ölçüde etkilemiş­tir. Oysa, entelektüellerin kurtuluşu, akli yeteneklerinin gelişmesi ve soyut analiz­leri sevmesi gibi bütün bu yetenekler şehir kültürünün safhalarıdır ve ticari refahla İCten bağlaııtılıdır(145). Bu gerçeği tarihi gelişimimizi incelediğimizde daha iyi anla­yabiliri/ .

Türkiye'de entelektüel gelişmenin odak noktası, bir ticaret merkezi olan İs­tanbul, Selanik, Manastır, Kosova yani Makedonya bölgesinde toplanmıştır. N i­tekim, 1889-1908 yılları arasında, çoğunluğu müslüman Türklerin hakim olduğu bu yörede çok sayıda sosyal hareketlere rastlamaktayız. Bu hareketlerin tümü,Genç Türk ya da İttihat ve Terakki hareketleridir(146). Müslüman, Rum-Ortodoks, Er- 92

Page 96: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

meni, ve Musevilerin bir arada yaşadığı Selanik ve hinterlandı Makedonya tarihi gelişimi içinde önemli sosyal patlamalara yol açmıştır. Bu azınlıklar kendi içindea)\skeri sınıf, b)İlmiye sınıfı, c)Tüccarlar ve sanatkarlar, d)Köylü ve reaya olmak ü/ere sıralanırlar. Selanikte, ticari faalivetlerin 14. yüzyılda başladığı bilinmekte- diı . 16. yüzyıl, Balkanlarda ticari hayatın gelişmesine s.ılıne olmaktadır. Balkan­lardaki tüm tüccarlar gibi. Selanik \e Makedom adaki tiicıaılaı ila lıeııı iı. hem de d... pazarların gelişmesine yardımcı oldular. Bu dönemde Balkanlarda 115 şehir ge­lişimi mevcuttu. Ayni şekilde, Selanik 'de tııı bılgııiıer topluluğunun mevcııdiy etine tanık olmaktayız(1470. Bogomil ve Şeyh Bedrettin hareketleri bu ortam idinde gelişmiştir. Çeşitli mezhep farklılaşmaları, heretik (rafizi) dini akımlar Selanik'in sosyal yapısı, sınıf sisteminin bir eseridir. Ticari faaliyetlerin yayılması yanında, azınlık okullarının ve kültür merkezlerinin gelişmesi, Selaniği Balkanların en güçlü bir kenti haline getirmiştir. Selanikte, 20.yüzyılın başlarında 50-200 işçi arasında çalışan tekstil ve giyim alanındaki fabrikaların sayısı ise 11 tane kadardı. 15 tanede matbaa vardı. Bu bakımdan Selanik, Makedonyanın ticari ve sanayi merkezi olma yanında bir kültür şehri durumuna gelmiştir.

19.yüzyılın ilk yarısından itibaren Selanik'te azınlık milliyetçiliği diyebilen- ğimiz eylem kalıplarının su yüzüne çıkması sebepsiz değildir. Rum milli hareket leri ve ideolojik faaliyet biçimleri, Selanik ve Makedonya'da işlenmiştir. 17 ve 18. yüzyılda Balkanlarda yükseldiğini gördüğümüz ticaret kesiminin öncülüğünde haş­layan milliyetçilik akımları, çeteleri ve'korsanları da örgiitleverek ve büyük şelıir- leden birinin desteğini sağlayarak, köylüler ii/eıinde ayan Kıskıyım, İni kesimin desteğini almakta kullandılar. 1814'te Odesa'da Rum ve Bulgar tüccarlarmm öncülü­ğünde kurulan Lttıike Lterya Cemiyeti taralından oluşan hareket Moı ada, Yuna­nistan'ın kurulmasıyla 1799'da Karadağlılar ve I817'dc Sırplar bağımsızlıklarını kazanmışlardır(148).

Görülüyor ki, Selanik vc Makedonya yörelerinde ticaret \e sanayiinin gelişmesi, siyasi faaliyetleri ve kültürleşme sürecini hızlandırmıştır. Batıda, bağımsız en- tellektüel kültürün gelişmesinde tiı iri şe 'ıir merkezlenilin önemi büyük olmuştur. Osmanlı ihtilal komitelerinin, İstanbul'un su hanın denetimi altına geçmesi kar­şısında, Selanik'e kaymış olması bir raslantı delildir. İttihat ve Terakki bu şekilde üstlenmiş, 1903 Manastır ayaklanması Makedoiıyada Türk subayları arasındaki akımlarda bir dönüm noktası olmuştur. I urk subayları, Makedonya'da "milliyet­çilik" akımlarını gerçekleştirmek için çatışan çetelerle savaşırken onlardan da etkileniyorlardı. 19.yüzyılın ikinci yarısında Makedonyada müslümaıı-Tüı k-i' caret kesimi ve yeni tip eğitim görmüş bir ınırokratik sınıf da doğuyordu. Nitekim, çok merkezli İttihat ve Terakki merkezinin bu yönlerden kaynaklandığını da bili­yoruz. Ayni şekilde, 1906 yılında Selanik'te kurulan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti, tıpkı İtalyan Karbonari örgütünün hücre esasına göre düzenlemelerini yapıyordu. Cemiyetin gelişmesine Selanik ve Makedonyadaki Mason cemiyetlerinin büyük et­kisi olmuştur. İspanya, Fransa ve İtalyan maşrıklığının Cemiyetin iç yapısına nü­fuz ettiği bilinmektedir. Talat Bey, Mithat Şükrü(Bleda), Kazım Nami(Duru), Ma­kedonya Rizorta locasının üyesidirler. Veritas locasının üstadı azami ise sonra İt ­tihat ve Terakki merkezi umumisi olan Emanual Karasu'dur. Bu locada, Talat Bey, Nabi bey, İsmail Canbolat, Cemal Paşa bulunmaktadır. Görülüyor ki, Os­manlI Hürriyet Cemiyeti Mason locaları taralından desteklenmiş :'iı kuruluştur. Hatta, birçok araştırmacılar masonluğun Osmanlılaula da veiışme>;nin asıl İtti­hatçıların başarısından sonra olduğunu söş leı leıı 14‘>.

24 Temmuz 1908'de iktidarı ele geçiren İttihat \e lerakki harekeli Selanik’­ten kaynaklanıyordu. Yusuf Akçura'ya göre, "İttihat ve Terakki'nin dayandığı sınıflar üzerindeki tanımlaması, bu hareketin bir merkez-çevre çelişkisinden kay­naklandığını açıkça ortaya koymaktadır. Merkez, devletin gücünden yararlanarak denetimi elinde tutan saray ve çevresindeki üst kademe bürokratlarla, sağladığı

Page 97: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

dış desteklerden de yararlanarak, bu ust Kaaeme ile sıkı ilişkiler kurmuş iş çev­relerini kapsamaktadır. Çevre .ise, merkez dışındaki tüm sınıfları kapsamaktadır. Ama bunun içinde küçük memuj, subay gibi öncü grupla bütünleşen taşranın tüccar ve eşrafı harekete aktif olarak katılıyordu. İttihat ve Terakkiye bir küçük burjuva ya da orta sınıf hareketi niteliği kazandırıyordu(150).

Feroz Ahmad ise, 24 Ağustos 1908 tarihli Timeş gazetesine (atfenjjön Türk hareketini genel çizgileriyle bir orta sınıf (burjuvazi) harekete olarak nitelemek­teydi. Yüksek makamlardaki idarecilerin çoğu hareketi karşıydılar. Alt tabaka ise lakayıttı. Hareketten en çok etkilenen kara ve deniz kuvvetlerindeki küçük rütbeli subaylar, orta ve küçük memurlar, serbest meslek sahipleri ve ulemaydı" diye yazıyordu''(151).

Görülüyor ki, Osmanlı entelijansiyası önemli sosyal hareketlerin kaynağı ola­rak kendilerine (Makedonya)yı (Selanik ve Manastırı) seçmeleri bir rastgele ter­cih değildir. Selanik, azınlık ve yerli ticari faaliyetlerin ve entelektüel kültürün kaynağını teşkil etmiştir. Liberal ve sosyalist hareketler kadar milliyetçilik ve Türkçülük hareketleri de bu yörede doğmuş ve gelişmiştir. Laik ve kilise iktidarı arasında, Batıda başlayan rekabet Selanik'te de olmamakla beraber, sınıf çıkar­larına dayanan entelijansiyanın güçlenmişine tanık olmaktayız. 1908'ten sonra gelişen radikalist hareketlerin, Osmanlı yerleşim birimleri arasında, Makedonya en başta gelenidir. Oysa, diğer Osmanlı şehirleri lonca ticaretinin dengeli yapı­sını devam ettirdiği için bir sanayi ve ticari canlılık seviyesine ulaşamamıştır. Ticaretin, yabancı uyruklu tüccarların imtiyazıpdan kurtarılma çabaları ve Os­manlI- uyruklu tüccar grubunu oluşturma yoluna gidilmesi ancak 19.yüzyılın baş­larımla Hayriye Tüccarlarının kurulmasıyla başlamıştır(152). Ancak, bu durum, Ma- kedonyada olduğu gibi, yerli, bir şehir entelijansiyası yaratacak seviyeye ulaşamamış­tır.

Böylece, İttihat ve Terakki, eşraf ve kü^vk tüccarlardan ibaret bir burjuva par­tisi görünümünde idi(l53). Bazı Batılı araştırmacılar tarafından Türk burjuvazisi­nin öncüsü olarak belirtilen İttihat ve Terakki, aynı zamanda Türk elit felsefesi için ilk embriyonu da oluşturur.Ancak, Osmanlı imparatorluğunda bir burjuvazinin iktisadi fonksiyonlarını başaran bir halk kitlesi mevcut olmadığı için devleti kendi tasavvuru >ve alakaları istikametinde şekillendiren sınıf tesiri ve siyasi iktidarı elde etme imkanfolmamıştır. Bernard Levvis'in belirttiği ü/ere* "Türkiye'de Michael Can- tucuzenos, Portekizli Nasi gibi zengin tüccarlar ve bankerler vardır, ancak, bunların hiçbiri Avrupa'daki emsallerinin siyasi, iktisadi ve mali rollerini asla oynayamamış- lardır(154).

Bu gelişim ancak, 1950'lerden sonra entelektüel kültür birikiminin bir patlama noktasına gelmesi, liberal iktisadi yönlendirmelerin devletçe benimsenmesi, köyler- den ve kasabalardan büyük kent kuruluşlarına gelen gençlerin belirli eğitim merkez­lerinde yoğunlaşmaları, burada .Marksist şartlandırmaların gündeme gelmesi neticesi sola açık düşüncelerin etkinlik kazanmasını sağlamış, bu durum da bir sosyo-politik denklem olarak yeni gelişmelere yol açmıştır. Toplum tek yönlü olmaktan çıkmış farklı görüşlerin kesiştiği girift bir yapıyı ortaya koymuştur. Sınıf çelişkileri, al

\maşık akımlar, gecekondulaşma ve metropolitan dediğimiz büyük kent merkezle rinin ortaya çıkması, çarpık sanayileşme modeli, toplum yapımızda Batı anlamınd. milli bir burjuvazinin teşekkülünden ziyade, tüketim normlarına cevap veren, hava dan para kazanmanın yollarını bulmuş, nüfuz ticaretine dayalı kozmopolit bir kim­liğin belirmesine yol açmıştır. Bu kolay para kazanan sınıf, çoğu kez, Yeni Sol ile Yeni Sağ arasında denge unsuru olacağı yerde, bir pandül gibi taraflara yalpa vurmak süetiyle fırsatları lehine işletme yollarını aramış, çoğunlukla Yeni Sola kitle iletişim araçlarını kullanmada etkin rol oynamıştır. Hem burjuvazi sınıfı hem de entelijansiya, önemli ölçüde bu "m illilik" hüviyetini koruyamadığı için, ülkemiz, örneğine Batıda rastladığımız, güç kaynakların' ve neticede Yeni Sol ile Yeni Sağ arasında94

Page 98: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

kökenleri düzeni değişterme felsefesinden kaynaklanan bir mücadalenin içine itil-Omişlerdir.

Yukarıdanberi ana çizgileriyle belirtildiği üzere, aydının milli kimliğini ve Bâ­tılı anlamda kültür ve değerler sistemimizin -yabancı istilaları karşısında- bekçi ro­lünü sürdürememesi kısacası, yabancılaşma helezonunun içini itilmiş olması ülke­mizi ^çok kısa bir süre içinde lyiarksist-Leninist şartlandırma diye ifade edebilece­ğimiz bir kaosla karşı karşıya getirmiştir. Dreyfus olayında karşılaştığımız ente- lijansiya (aydın sınıfı) beyannamemi 1960'lar sonrası 'gündeme gelecek ve "Yön Bildirisi” 200 Türk elitinin yeni sol bir çizgide karar kıldığını vurgulayacaktır. Üni­versite kürsüleri bu gayeyle Marksist propagandanın üstlendiği alanlar haline getiri­lecek, dini değerler doğmatik kalıplar, hatta "afyon" telakki edilecek, milli mitos­lar, hümanist bir felsefe uğruna tüketilecektir. İşte sosyal şiddet normu, böyle bir yol ağzında ülkemizi tehdit eder boyutlara gelecektir. Yabancı elçilerin arabalarını yakanlar, zengin iş adamlarının çocuklarını kaçıranlar, elçilik binalarını yaylım ateşine tutan şehir gerilla taktikçileri üniversite kampuslarında üstlenmiş, devletin en gözde üniversiteleri cephanelik haline getirilmiş, Türk ordusuyla burada cephe savaşına girilmiş ancak Türk entelijansıyası bunları masum çocuklar ilan etmiş, Marksist jargoları gündeme getirmek suretiyle bu eylem biçimlerini "sosyalleş­tirme" operasyonu olarak değerlendirmiştir. Hatta, bununla da iktifa edilme­yerek, bu "masum çocukların" mezarlarından topraklar alınmış -hem de iktidarın kilit adamları tarafından- Rusya'ya taşınarak Nazım Hikmet'in mezarına konulmuş, Nazım Hikmetin mezarından topraklar alınarak bu "masum çocukların" meza­rına serpilmiş, böylece anarşist ve teröristlere bir nevi kutsiyet kazandırılmaya ça­lışılmıştır.

ülkenin en seçkin gazeteleri "Fatsa modellerine" medhiye düzen öğretim üyelerinin kalemşörlüğüne sahne olmuş ve giderek ülke, terörist davranış pro­filinin kalın çizgilerle ortaya çıkmasında en güçlü motivasyon unsurunu sağlamış­tır. Sosyal şiddeti etkileyen temel yapı unsurlarını açıklarken bu üst yapı unsur­larına da yer vermek gerekir.

Kısacası, aydınların yapısı ve sosyo-politik kimliği toplum değerlerinin, kül­tür ve inançlar sisteminin biçimlendirilmesinde önemli gücü teşkil eder. Batı A v ­rupa, Japonya ve Amerika Birleşik Devletleri gibi gelişmiş ülkelerde aydının uz­laştırıcı rolü, ne zak ki OsmanlIların Batıyla karşılaştığı çağlardan başlayarak kuru­lu düzene protesto, başkaldırma tarzında cereyan etmiştir. Toplum felsefesine yeni değer ve inanç sistemlerini aşılamaya, bunların sosyal yapıyı meydana getiren norm ve kültür kodlarıyla bir sentez teşkiline gideceği* yerde, nihilist bir davranış içine sürüklenmesi "m illi" yapımızın kozmopolitleşmesine sebep olmuştur. 12 Eylül öncesi Türk insanının yaşadığı dramın temellerinde entelijansiyanın bu köksüzlük ve inanç­sızlık tutumunun izlerini görmemek mümkün değildir........................

Bir toplu, Leibnitzln "monod", gibi kendi içine kapalı -dışardan ve içerden- harekete kayıtsız düşünülemez.. Osmanlı İmparatorluğu, 19. yüzyılın sonlarına doğ­ru bu garip "ınonod" kimliğinden sıyrılmış, elit kadroları aracılığıyla Batıyla olan temasını başlatmıştır. Ancak entelijansiyasının, bir bekçi-koruyucu aydın tipini -Japonya'da olduğu gibi- tarih sahnesine çıkaramaması ülkenin kopyacı, taklitçi ve intikalcı bir zümrenin eline geçmesine sebep olmuştur. Bu aydın geleneği, Cum­huriyet ideolojisiyle daha da sert boyutlara uzanmak suretiyle tüm milli değerlere yabancılaşmış "ilerici." insan tipini gündeme getirmiştir. 12 Eylül öncesi üniver­siteler, yayın organları, dergiler ve öteki yasal kuruluşlarda rastlanılan kayıtsızlık ve Bohemiyan davranış tipolojisi, içine sürüklendiğimiz maceralı hayatın bir bakı­ma büyük ölçüde teşvik ve tahrikçisi olmuştur. Şimdi sosyal şiddeti etkileyen- başka yapı unsurları nelerdir, bunları şırasıyla incelemek suretiyle "terör ağım" ören ve oluşturan profilleri keskin hatlarıyla ortaya koymak istiyorum.

Page 99: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

K \YN \k l VK

1) Martin Malia, What is The İntelligeııtsij? İıı Richard Pipes, ed. The Russian İntelli- gentsia, 1961 ,s.5.(Aslında kelime 1840'larda Almanya'da uydurulmuş)

2) Seymour M.Lipset and Asoke Baseu, "İntellectual Types and Political Roles", İn The İdea of Social Structure^Papers İn Honor of Robert K.Merton,(Ed.), Levvis A.Coser,1975.

3) Louis Bodin, Les İntellectuels, 1962, s.6-9, Richard Hofstadter, Anti-İntellectu- alism in American Life,s.38-39,1963. Zik.S.M.Lip set, a.g.e.

4) Thomes Hobbes, Behemoth: The History of the causes of the civil vvar of Enland,1968, s.74.

5) Alexis de Tocqueville, The Old Regime and The Franch Revolution, 1955.Zik. S.M.Lipset,a.g.e.,

6) Jeak Lively, ed.,The Works of Joseph De Maistre, s.50, 269,19657) Levvis Namier, 1848: The Revolution of İntellectual, 19648) V.İ.Lenin, VVhat is to be done, s.63,19639) "Premier Chou En-Lai Diseusses Nixon Trip With Americans", The Guardian

23(Eylül 8,1971):1110) Franco Venturi, Roots of Revolution, 1960; Bemard Pares, Russuia Betvveen

Reform and Revolution, 1962,S.Feuer,The Confliet of Generation, 1969.11) Y.C.VVang, Chienese İntelectuals and The VVest, s.229-361, 1966; John İsrael,

Student Nationalism in China, 1927-1937, 1966.12) Alasatir HamHton, The Appeal of Fascism: A Study of İntellectuals and Fascism,

1920-1945,1971. ' '13) Robert J.Souecy, 'The Nature of Fascism in Fraıu ı1' ’ in VValter Laqeu and

G.Mosse.eds. İnternational Tascism, 192045.14) Thomas Molnar, The Decline of İntellectual, 196115) Sabri F.Ülgener, Aydınlar Sosyolojisi ve Çağımız Aydını, İktisat Fakültesi

Mecmuası, cilt: 35, sayı: 14 Ekim 1975-Eylül 1976, s.5-3916) Bernard Levvis, Modern Türkiyenin Doğuşu, 1970, s.6517) Cevdet Paşa, Tarih V I, s,32718) B.Levvis,a.g.e.^.5519) B.Levvis a.g.e.£.6120) Cevdet, I, s.67. Zik.B.Levvis, a.g.e ,21) A.SIade, Record of Travela in Turkey, 1820, 1830 ve 1831, 2 cilt: 1832, zik.

B.Levvis, a.g.e.,22) H.V.Moltke,Türkiye'deki durum veolaylar üzerindeki mektuplar,s.319,196023) Mümtaz Turhan, Kültür Değişmeleri, s.164-6524) Stanford J.Shaw, The History of The Ottoman Empire and Modern Turkey,

s.113-114,197725) VVanda, Souvenirs, Ancedotiques sur la Turqui, 1820-1870, Paris 1884. Zik.

Sabri Esat Siyavuşgul, Tanzimatın Fransız Efkârı Umumiyesinde Uyandırdığı Akisler, s.5, 1940:Tanzimat, lOO.Yıl.

26) F.E.Bailey, British Policy and The Turkish Reform Movemenet, 1942, s.- 271-76 Keza, F.S.Rodkey, Reşit Pasha’s Memorandum of August 12,1839.

27) Mac Farlane, II, s.163, 165, 167. Zik. Niyazi Berkes, Türkiye'de Çağdaşlaşma, s.205

28) Süleyman Ha.yri Bolay, Türkiye'de Ruhçu ve Maddeci Görüş Mücadelesi, 196729) Max VVeber, On Law in Economy and Society, Trans Edvvard Shils and Max

Weber, On lavv in Economv and Society, Trans. Edvvard Shils and Max30) S.M.Lipset, a.g.e.> I ) R.Aron, The Optium of the İntdlecıuals, s.2103 1 E.A.Shils, İntellectual

Page 100: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

32) E. A. Shils, İntclcctuals, in Davit Shils, ed. İnternational Encyclopedia of tlıt Socjal Sciences, Vol. 7,s.399,1968.

33) Hofstadter.Anti-intellectualism in American Life,s.25.34) G.Eric Hansen, İntellect and Power: Sonic Notes On The İntellectual as a Polo-

tical Type, The Journal of Politicis, 31 May 1969.35) Lipset and Dobsan,.The İntelectual as Critic and Rebel, s.13836) E .Shils, "İntclcctuals", İnternational Encyclopedia of Social Sciences, Vol.

7, s.410, 1968 (Zik. S.Ülgener, Aydınlar sosyolojisi ve Çağımız aydım, a.g .m.)37) Kari Maanheimjdeology and Utopia, s.138,195238)Upsıırge of The Youtlı Movement in The Capitalist Countries, Worl MarxKt,

Revicvv ll(Ju ly , 1968): 6-739) Ernest Mandel, 'The New Vanguard" in Tarik Ali, cd. The Nevv Revolutionries

1969.40) Joseplı S.Szylio\v!.'/, The Ottoman Empire, (C.A.O. Van Nieuwenltuijzc, ed.

Commoııers, Climbers atıd Notables,s.102-121,1977 '■41) T.B.Bottomore, Elites and Society, s.14,1964.42) J .S.Szyliowiez, Elites and Modernization inTurkey.ln Frank Taclıau,ed.,.Elites

Elites and Modernization iıı The Middia East, 1975.43) J.S.Szyliowie/,a.g.e.,s.11044) Norman İt/kovvitz, "Kimsiniz Beyefendi, or a look at Tanzimat Through Winder,

Namier Colored Glasses, in R.Bayly ed, \ear Eastern Round table, s.49-50, 196945) Kemal Karpat, Some historical and Methodoligical consideration corcerning

social stratification in the Middle East, in (C.A., Van Nie VVen Hüijza,a.g.e.,s.101)46) A.R.Dubetsk, Class and community in Urban Turkey, (İn C.A.O. Van Nicu-wenhuisze, a.g.e. ,s .360-371)47) Alwin W.Gouldner, The Future of İntellectuals, and ThcRise of The New Class,

197948) Sabri F.Ülgener, Zihniyet, Aydınlar ve İzm'ler, s.72-73,dip not, 1983.49) R.Aron, Aydınların Afyonu,Çev İzzet Tanju,s.260-61, 1979.50) Marx ve Engels, Communist Manifesto, Chicago, 1888^.58.51) Nicos Poulantzas, Classes in Contemporary Capitalism, s.243,1979.52) Los/ok Kol.ıkowski, Maiıı Currents of Marxism, The Breakdovvn, 1978.53) Icıign Policy, 1974-75,s.11854) Mevıruler Yanov, Deteeııte after Bre/hnev, Berkeley, 1972. Zik. A.Gouldner,

a .g .e.55) A.VV.Gouldner, Stalinism: A Study of İnternal Colonialism,Tel<>s (VViııter, 19-

77-1978), s.5 48)56) John L.H.Keep,The Russian Revolution, 1977.57) Maurice Zeitlin, Corporate Ownership and Control, American Journal of Soci-

ology.March 1974, s .1073-110758) N.Poulantzas, a.g.e.^.25259) Antonio Gramscı,The İntellectuals,in Prison Notebooks, 197160) L.Kolakowski, a.g.e.^.487-8861) L.Kolakovvski, a ,g.e.^.488-49062) Maurice Crannston, Yeni Solun Eleştirisi,Çev. F.Sanem, 197263) R.Michels, İntellectuals, Encyclopedia of The Social Sicences, Vol. 8, s.120

1 950.Zik. S.Ülgener,a.g.e.,s.3164) Coser’le yapılan tartışmalardan elde edilmiştir. Bkz. Men of İdeas, Pix, and

Hofstater, Anti-intellectualism in American Life,s.28-2965) R.Aron,The Optium of The İntellectuals, s.20966) S.N.Eisenstadt, İntellectuals and Tradition, Daedalas 101, Spring, 1972. Zik

A.Gouldner, a ^.e.67) Max Ascoli, İntelligence in Polities, s.1741, 1936

Page 101: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

68) Jan Eto, Natsume Soseki : A Japanese Meiji Intelectual, American Schola : 34 (Automu 1965)

69) Jan Waclaw Machajski, The İntellectual Worker, bkz. V.'F.Colvcrton, ed.Thi' Makingof Society, s.427-3 6,1937.

70) Entelektüellerin görüşü ile ilgili olarak, Machazkski’ye göre, Marksın sosyalizm fikri, özellikje tevarüs edilen sosyal bilgi imtiyazı ile siyasi imtiyaz durumunu kazanmayı umut eden entelektüellerin çıkarlarını ifade eder.

71) T.B.Bottomore, Classes in Modern Society, s.48-49,61-62,1955.72) Arthur M.Schcsinger,The Crises of The Old Order, 1919-1923,s.49,1957.73) TB.Bottomore, Critics of The Society :Radical Thought in North America,

1968,s.39.74) J.Bronovvski and Bruce Mazlish,The Western İntelectual Tradition, 1960, s.10875) Robert E.Buttsand John VV.Davis,eds.,The Methodological Heritage of Newton

197276) Robert K.Merton, Science, Technology and Society in Seventeenth-Century

England77) Michael Voung, The Rise of The Meritocracy, 195878) Daniel Bell, The Corning of Posti İndustrial Society79) Daniel Bell, Technocracy and Politcs, Survey 17 (Winter, 1971)80) Enver Ziya Karal, Gülhanc Hattı Hümayununa Batının Tesiri, s.59981) H .İnalcık-Senedi İttifak ve Gülhanc Hattı, s.109 ve s.61582) B.Lewis,a.g.e.,83) S.J.Shavv, a.g.e.,s.113-11484) H.İnalcık,a.g.e.,s. 109-61585) B.Lewis,a.g.e.,s.139-14086) Ubcini, Letters on Turkey, 1856. Zik. H.İnalcık Tanzimatın uygulanması ve sos­

yal tepkiler.87) Halil İnalcık, Senedi İttifak ve Gülhane Hattı, s.61988) Sir Henry Elliot, Zik. B.Lewis,a.g.e.^.61389) R.Aron, a.g.e.,s.321.. Ayni değer yargılarına Ülgener’de katılıyor ve : Günümüz

entelektüelinin dünyada ve bizde-azımsanamayacak bir bölümü ile Marksist kanatta saf tuttuğunu” açıklıyor, a.g.e.,s.82

90) Asım I,zik. B.Lewis, Modern Türkiye'nin Doğuşu, s.72,197091) E.Z.Karal, Yunan adalarının Fransızlar tarafından işgali ve Osmanlı-Rus Mü­

nasebeti, Tarih Semineri Dergisi, 193792) Cevdet Paşa, Tarih V I, s.327. Zik. B.Levvis, a.g.e.,s.6893) B.Lewis,a.g.e.^.5594) Daniel Chirot and Karen Barkey, States in Seorch of legitimacy, İnternational

Journal of Comparative Sociology, Vol.24,1-2, 1983, s.30-4695) İlie Ceauşeseu, Talk Gîven to The Conference of America and Komania Social

bcientists, Clııj, Romania, 1979.96) A.Comte, La Politique Positive, cilt 3, s .X IV II-1. Zik. S.Esat Siyavüşgil, a.g.e.97) Orhan Okay, Beşir Fuad: İlk Türk Pozitivist ve Natüralisti, 1969.98) Ludvviy Biıclıncr, Goril Ter, Abdullah Cevdet, 1311, Zik. Şükrü Hanioğlu, Doktor

Abdullan Cevdet ve Dönemi, tarihsiz.99) Rıza Nur, Tıbbiye Hayatından 1327, s.7100) B.l.owis, a ^ . e . ^ .2101) E.Z.Kaıal,Halet Efendinin Büyük Elçiliği: 1802-6,s.55,1940102) E.Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, 8. cilt, s.497,1962103) B.Lewis, a.g.e.,s.330104) Terbiye, İkdam,27 Temmuz 1896105) Şerif Mardin, Tanzimattan sonra aşırı batılılaşma, Türkiye, Hazırlayan: Fat­

ma Mansur ve Benedict

Page 102: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

106) N.Berkes,The Development of Secularism in Turkey,s.283-84,1964.107) Şerif Mardin,a.g.e.£.419108) Atilla İlhan, Hangi Sol? İkinci baskı, 1976,s.225-246109) İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Belleten,s.25. 289-90110) Abdullah Cevdet, İçtihad, No: 69, Hicri 1329111) Ahmet Muhtar, İkdam, No: 5716, Hicri 1329, Zik.B.Levvis, a.g.e.£.235112) P.Safa,Türk İnkılabına Bakışlar, s.59113) Dimiter Şişmanof, Türkiye'de İşçi ve Sosyalist Hareketi, 1965, Sofya, Çev.

Tuğrul Deliorman.114) A.Cerrahoğlu(Kerim Sadi), Türkiye'de Sosyalizm, s.21,1965115) Georges Haupt-Paul Dumond, Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalist Hareket-

lers.193,1977116) Haupt ve Dumont,a.g.e.£.37-38117) Mete Tunçay, Türkiye'de Sol Akımlar, s.31-32. Keza, A.Cerrahoğlu, İslami­

yet ve Osmanlı Sosyalistleri, s.4 .£.37-38118) George S.Harris,Türkiye'de Komünizmin Kaynakları,s.10,1975119) R.Aron,a.g.e.£.268120) Report on the Germany Üniversity, Minerva, vol. X V I, number I, 1978, s.

103-38121) Robert Merton, Social Theory and Social Structure,s.263-64,1968122) Lipset and Dobson.The İntillectual ascı itic and rebel,s.138,1960.123) R.Lichtman, The University: Mask for Privilege. The Çenter Magazine,

Ocak 1968.124) J .M.Landau .Türkiye'de Aşırı Akımlar, s53125) J.M.Landau,a.gje.,126) Aydın Yalçın,Türk Komünizmi Üzerine Bazı Gözlemler, 1977, s.10127) Meydan Dergisi, Şubat 1977128) A.Yalçın,a.g.e.129) Tarık Z.Tunaya,Sosyalizm Tartışmaları, Cumhuriyet, 21 Mayıs 1968.130) Hüseyin Nail Kubalı, Cumhuriyet, 18 Kasım.1967

131) Landau,a^.e.£.81132) Cumhuriyet, 315.1968133) Türkiye'nin Toplumsal yapısı, 1969,s.176134) Türkiye'de Gerici Akımlar, s.131,1969135) Yukarıda a.g.e.£.146.136) Yukarıda a.g.e.£.219137) David Mc Lellan, Marxism After Marx, 1979,s.312-331138) H.A.Lanndberger (ed.) Rural Protest: Peasant Movements and Social Change,

1974139) J .Wach, Sociology of Religion, 1947140) Nur Vergin. Toplumsal Protesto vs., Dinsel Hareketler. 1ktisa.t Fakültesi Mec­

muası, cilt 27, Sayı: 14 , Ekim 1977-Eylül 1978, s.99-123141) Nur Vergin. a.g.e.,s.105142) Atilla İlhan, Hangi Sol. 2. baskı, 1976,s.39143) Atilla İlhan. a.g.e.£.94144) Atilla İlhan, a.g.e.£.158-59145) İntellectual Movementduringthe reign of Nicolas I, Kolanovvsky, a.g.e.146) İlhan Tekeli-Selim İlkin, İttihat ve Terakki Hareketinin oluşumunda Sela-

nak'in Toplumsal yapısının belirleyiciliği, Türkiye'nin Sosyo-Ekonomik Tari- h i( 1971 -1920), 1980, s.351-382.

147) İİkin-Tekeli, a.g.e.£.356148) İ İkin-Tekeli, a.g.e.,s.366

Page 103: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

149) Ewin Pears:a.g:e.,s.259Zik.İlkin-Tekeli,a.g.e.,s.374150) Akçuroğlu Yusuf, Siyaset ve İktisat, İst.1324.151) Feroz Ahmad, İttihat Terakki ve Jön Türkler, s.3940152) Musa Çadırcı, ll.Mahmut Döneminde (1808-1839) Avrupa ve Hayriye Tüccarla­

rı, Türkiye'nin Ekonomik Tarihi(1071 -1920).

Page 104: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

BÖLÜM : III

SOSYAL ŞİDDETİ ETKİLEYEN TEMEL

YAPI UNSURLARI

Page 105: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır
Page 106: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

SOSYAL ŞİDDETİ ETKİLEYEN TEMEL YAPI UNSURLARI

Şiddetin Kaynaklan :

"Füturist Manifesto "da Göethe'nin bir sözü değişik bir şekilde açıklanıyordu: "Atalarınızdan miras aldığınız şeylere sahip olmak durumunda iseniz ilkin onu tahrip etmelisiniz."(1 ) Bu değişik ifade modernist hareketin geçmiş değerlere açmış olduğu bir savaş ilanıdır. İnsanlığın düşünce tarihinde 20. yüzyıl kadar hiçbir yüzyıl kurulu düzene karşı bu kadar protesto ve ayaklanmalarla dolu değildir. Buna bir de terör ve anarşi gibi ideoloji kavgalarının yeni yayılım biçimlerinin eklenildiği takdirde, içinde yaşadığımız bu yüzyılın bir "Sosyal Problemler" alanı olduğunu söyleyebiliriz.

Yüzyılımızda, elitist hareketler, sosyal ayaklanmalar, şehir ve kır gerilla eylem­leri ve köylü ihtilalleri bir yanda Sosyalist ideolojilerin kavgasını verirken, öte yanda eski düzene karşı yeni akımların giderek toplum katlarına yayılmasını da yönlendir­mektedir.

Günümüz insanı hem öldürücü tecavüz ve hem deuyumu arayan bir varlık olma­sı bakımından "Homo-duplex" bir kimliğe sahiptir. (İki katlı-insan) Dün alet yapan varlık olması bakımından "Homo-Faber" olarak tanımlanan insan, bugün zıt verile­ri birbirinde toplayacak kadar sosyal ortam içinde değişik bir yapıyı temsil etmek­tedir. Ancak, kapitalist sistemin iktisadi ve sosyal çelişkileri, sanayileşme ve tekno­lojik ilerlemeler, demokratik yapı değişmeleri bu "Çift-kimlikli" insanı her zaman için dengede tutamamış saldırgan hususiyetini adeta tahrik etmiştir. Nitekim, Sosya­list Blok, batı dünyasında sık sık rastlanılan gençlik hareketini daha ziyade kapita­list sistemin sosyal hayatı şekillendirmesiyle açıklamaktadır. Öyleki 12-13 Haziran 1968 yılında Prag'da yapılan yuvarlak masa toplantısında büyüyen gençjik ayaklan­maları (Upsurge) gündemin konusunu teşkil etmiştir. Bu toplantıya İtalya, Batı Berlin ve Birleşik Devletlerden bir kısım yazarlar da davet edilmiştir. Hatta, bu ül­kenin Komünist Partisi üyelerinden M.B.Hallinan yapmış olduğu bir konuşmada şu görüşleri ileri sürüyordu:

"Dünyada Amerikan tekelci kapitalizminden önemli bir güç yoktur. Tekel­ciler eğitimin değerini (fiyatını) ödemeyi reddetmekle kalmıyorlar, ayni zamanda bu değerlerin yükselmesinden sorumlu da olmaktadırlar. Finans kapital büyük bir ölçüde eğitim işletmesine girmiş bulunmaktadır. Mesela, ders kitabı endüstrisini ele alalım; burada, elektronik öğretim imalatı ve yeni öğretim cihazları (donatımı) bir­kaç güçlü şirketin denetimi altındadır.

''Dev taşınmaz mallar ve banka firmaları öğrenciler için konut ve eğlence im­kanlarını satın almaya kalktığı gibi, üniversite öğrencileri için kira ve yaşama stan­dardı da inanılmaz şekilde yüksektir. Tekelci kapitalizm her üniversitede İdare­ciler Kurulu 'nun denetimini ellerine almışlardır.

Bir veya birkaç örnek verelim. Kaliforniya Üniversitesi Yönetim Kurulu Baş­kanı aynı zamanda, Amerikan Bankasının da başkamdir ki bu banka batı sahille- lerinin en büyük mali müessesesini teşkil eder. Diğer üyeleri (üniversitenin) devle­tin büyük tekelci tarım ve sınai çıkar çevrelerinden gelmektedir. Kalanlan da ile­tişim endüstrisi, basın, radyo ve televizyon dallarına mensupturlar.

Büyük gazetelerin birinde ırk ayırımına karşı öğrenciler tarafından yürütülen protestolar üniversite engellemeye kalktığında Berkeley'de huzursuzluklar baş

Page 107: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

gösterdi. Bu direnme, öğrencilerin olayları yani gazete yazarının üniversitelerinin yöneticilerinden biri olduğunu öğrenmelerine kadar devam etmişti-.(2).

"Kolombiya Üniversitesi Başkanı Grayson Kirk adlı biridir. Kirk, Newyork Standard Company'nin eski başkamdir. Onun, yöneticiler arasnda bulunma­sı, Chase Manhattan Bank gibi Rockefeller'in temsilcilerinin hakimiyetini sağ­lamaktadır. Keza, First National City Bank ve diğer tekelci kapitalist kuruluş­ların temsilcileri de aynı durumdadır.

Aslında, "Kolombiya Üniversitesinde gelişen öğrenci bunalımı iki kaynak­tan doğmaktadır. Birincisi, Üniversitenin zenci ghetto'arına yayılmak suretiyle bu şahısların evlerini tahrip etmeleri ve bu sahada Üniversite için imkan kapılan hazırlamaları; diğeri de üniversiteyi askeri araştrma programı için amaç olarak e- le almaları idi. Yönetim kurulunda temsil edilen şirketler, New York şehrinin en geniş arazi sahiplerinin şirketleri idi. Böylece, onlar üniversiteye daha pahalı ve daha fiyatlı imkânları sağlamak suretiyle düşük kiralık konutları engelliyor­lardı.

"Rokefeller şirketlerinin bazılarıyla The First National City Bank, Birleşik Devletlerde askeri anlaşmaların en büyük ittifakını oluşturuyorlardı."

^Üniversite, bu tür şirketlerin çıkarları için en geniş bir holding kuruluşu teşkil etmekte idi.

Amerikan Komünist Partisi üyesi Hallinan'ın konu ile ilgili görüşleri bununla kalmamakta, gençlik bunalımından kapitalist sistemi suçlu tutaıken şu yargıya varmak idi:

"Askeri araştırma için esas sahalar olarak, üniversiteler, bu tür müdahale­leriyle karşıt ayaklanma denilen soğuk savaşı artrıyorlar. Bizim hükünetin Vi etnam'da kullandığı stratejik "Köy Programı" Mişigan Devlet Üniversitesine men­sup bir grup sosyal bilim adamları tarafından çizilmiştir.

"B ir diğer Üniversite ise Vietnam'a köylülerle mülakat yapmak içki bir ant­ropologlar takımı göndermiş bulunmaktadır. Bunların amacı, ihtilalle en çok il­gilenen köylüler kategorisini tesbit etmektir. Onların ileri sürdükleri iddiaya göre Vietnam'da orta sınıf köylüler en fazla ihtilalci grubu teşkil ediyordu.

Bu oluşum, ihtilali bertaraf etmek için arazi reformun yürütülmesinin ge­rekli olduğu neticesine götürdü. Bu husus, Güney AmeriKa için bir ders olarak görülüyor. Bu noktaya dikkati çeken bir hususta, Pittsburg üniversitesinden bir kısım antropologlar tarafından ele alınan "Camelot operasyonu" idi. Bu da Latin Amerikan ülkelerinde karşıt ayaklanma taktikleri için hazırlanacak stra­tejinin ham maddelerini oluşturmak amacıyla yapılan bir araştrma projesi idi.

"Kanaatim odur ki, komünizm ve kapitalizmle yapılacak ilk karşılaşmajHer- kesin elind.en üretim araçlarını almanın ve kamu malı haline getirmenin, "aşrı eşitlik", "Lüzumundan fazla eşitliğin", "İnsan tabiatına aykrılık", "negatif e- şitlik" olduğudur. Kapitalizm ise/"eşitsizliği" eşitlik saymak veya insanların sa­dece bir kısmını aşırı eşitsizliğe itmesi sebebiyle insan tabiatına aykırıdır.. B' normal bünyede bir urdur. Oysa, gerçek olan insan tabiatına uygun olanını vey "Pozitif eşitliği" tesbittir.

•"Günümüzde giderek proleterleşen öğrenciler, yönetici sınıfın çıkarları istikametinde eyleme zorlanmaktadırlar. Öğrenci kitleleri işçi sınıfının seviyesi­nin aşağısına itilmekte ve yeni "teknolojik proleterya"ya biçim vermektedirler.

11 Bu durum, Birleşik Devletlerden bağımsız orta sınıfın varlığını sona erdir­mektedir. Nitekim, öğrenciler, kapitalizmin insanların imkânlarının gelişmesi hususunda hiçbir ön şartı hazırlamadığını idrak etmeye başlamışlardır. Gefçekten akademik dünyada, gençlerin gelişmeleri, bilgilerini ilerletmeleri insanlığın iyiliğiy­le değil daha ziyade çıkarların birleşmesiyle ilgilidir.

,(Bu suretle, öğrencilerin giderek artan sayısı; üniversite reformunu sadece 104

Page 108: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

problemlerinden biri olarak görmüyorlar, aynı zamanda hür toplum olmaksızın üniversite hürriyetinin de olamayacağına inanmaktadırlar. Kısacası, sosyalist bir şuur, öğrencilerimiz arasında bir ilerleme durumuna gelmektedir."

Amerikan Komünist Partisi temsilcisi Hallinan'ının Prag konuşması kapita­list toplumda giderek öğrencinin sosyalist bir şuur kazandığı ifadeleriyle sona eriyordu. Bu ülkedeöğrenciyi siyasi ve sosyo-ekonomik eylemere iten etkenler, daha ziyade kapitalist sistemin kedine has işleyiş yasasında mevcuttur. Bu sis­tem, ancak, sosyalist bir kimliğe dönüştüğü takdirde bünyesinde taşımış olduğu kültürel ve iktisadi çelişkiler sona erecektir.

Ülkemizde gençlik eylem biçimlerinin değerlendirilmesinde uygulanmakta olan sosyo-ekonomik sistemlerin çelişkilerine duyarlı yorum tarzları henüz önemli bir yer işgal etmemektedir. Oysa, sistemlerin kültürel ve iktisadi şekilleri toplum yapı­sını, siyasi organizasyonu bozmak suretiyle bir takım sosyal protestolara yol açmak­tadır. Bu husustaki tartışmalara hem derinlik kazandırmak hem de yeni yorum ka­lıplarına fırsat tanımak bakımından bir diğer örneğe temas etmek istiyorum.

Nitekim, fslick Hart'ın "Kapitalizm sağlığınız için kötü müdür?" adlı inceleme- si(3) ''Sağlığın siyasi Ekonomisi"-açısından sistemlerin bir karşılaştırmasıdır. Böy- tucö, sanayi kapitalizmi ile sanayi sosyalizminin insan sağlığı avısındaıs bu tarz bir değerlendirilmesi toplum bunalımlarına yeni bir yaklaşım biçimini ortaya koyabilir.

Lesley Doyal ve İmogen Pennell'in "Sağlığın Siyasi Ekonomisi" adlı kitabı ise; Hart'ın aksine, konuya Marksist açıdan yaklaşmak suretiyle hastalık-kapitalizm ve Tıp ilmi arasındaki ilişkilerin bir tahjilini ele alınmaktadır(4).Buna göre son iki yüz yıl insan sağlığında iyileştirmeler dönemini yansıtır. Sanayi toplümlarında nüfusun yaş yapısında meydana gelen değişmeler, ölüm nisbetinde düşmelere se- bı;> olmuş böylece geniş çapta bulaşıcı salgın hastalıkların önü alınmıştır. Bu de­ğişmelerin neticesi oıarak insan ömrünün ortalama yaş oranı artmış, kadın ve er­keklerin fi/iki tedavileri etkin bir şekilde denetim altına alınmak suretiyle hasta­lıkların tehlikelerinden korunma imkânları sağlanmıştır.

İngiltere'de maddi hayatın ıslahı hususunda bir çok önlemler alınmıştır. Bun­lar arasında; (1) insanın beslenmesi ve diyet sisteminde yaygın ıslah hareketlerine girişilmesi,(2) Temiz -içme sularının hazırlanması yoluyla insan sağlığı için kamu denetimi altına alınması (3), ortalama ev standartlarında değişme sağlanması;(4) Tıbbi bilgi ve tekniklerde gerçek ilerlemenin kayd edilmesi gibi.

N.Hart'a göre bu sayılan hususlar, yani maddi varlığın bu değişmeleri sonucu kapitalist medeniyetin etkin merkezi bir safhasını teşkil ettiği gibi sosyalist (kol- lektivist) medeniyetle de çok az nisbette ilgilidir.

Lesley Doyal ve İmogen Pennell, "Sağlığın Siyasal Ekonomisi (The political Ekonomy of Health) adlı araştırma sahası için yeni başlık buldular. Onların bu kitaby dünyanın gelişmesi ve gelişmekte olan kısımlarında tıbbi tedavi, sağlık ve hastalığın sosyal ve iktisadi belirleyicileri etrafında örgütlenmiş araştırmaların bir koleksiyonundan ibarettir. Bu kitabın merak verici yanı; hastalık hususunda, kapitalizm ve tıbbi bilim arasındaki ilişkinin tahliline Marksist bir yaklaşım getir­miş olmasıdır. Buna göre, sağlık bakımından çağdaş bunalım kapitalist sosyal örgütlenmenin iç çelişkilerinin bir ürünüdür. Çağdaş dünyada üretimin kapitalist tarzının (ÜKT ) tesiri insan sağlığı için kötü bir izi sürdürmektedir.

Nicky Hart'ın sağlık alanında birçok yeniliklerin kapitalist sistemin bir ürünü olarak görünmesine karşılık, Doyal ve Pennell ise, çağdaş hastalıktan kapitalist sis­temi doğrudan sorumlu tutmaktadırlar. Hastalık ve hasta da tıpkı ilaç alışkanlığı, kumar, intihar, cinayet, fahişelik gibi toplumun sosyal normlarında meydana ge­len bir sapmadır. Ne zaman toplum normları bozulduğunda sapık (devyant) dav­ranışların oranında önemli artışlara rastlamaktayız. Bu sebeple terör, anarşi gibi sosyal sapık davranış türleri de, Doyal ve Pennell'in tezlerine göre, üretimin kapita­list tarzının (Ü KT ) bir ürünüdürler.

Page 109: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Böylece, sapık davranışlardan ekonomik sistemlerin sorumlu tutulması düşün­cesi marksis geleneğin bir tezahürü olsa gerek.

Biz, bu araştırmada kapitalist ve sosyalist dünyanın birbirini suçlayan yapıları­nın isabetlilik payı üzerinde durmayıp sadece günümüzde anarşi ve terör gisi değişik anomik davranışlara çözüm getiren teorilerin nerelere kadar uzanabileceğini göster­meye çalıştık.

Bu bölümü kapatmadan önce bir diğer yaklaşıma E.Fromm'un görüşlerine kı­saca değinmek istiyorum.

Franfurt okulundan Erich Fromm'un da Nazizim gibi bazı otoriteryan rejimle­rin meydana geliş tarzlarını kapitalist toplum yapısıyla açıkladığı bilinmektedir. Fromm diğer eserlerinde görüldüğü gibi "Hürriyet"ten kaçış (Escape from Freedon) adlı incelemesinde de modern kapitalist toplum yapısının ferdi daha hür ve bağımsız, kendine güvenli yapmaktadır. Bu özellikler hem kapitalist toplum için hem de o top­lumda yaşayan fert için fonksiyonel bir durumdur. Ancak, özgürlüğü artan fert aynı zamanda yalnızlığa da itilmektedir. Dolayısıyla yeniden birgüven ve kimlik bulabil­mek için fert, bu kazandığı "Özgürlükten Kaçıp" bazı totaliter ve otoriter grup üye­liklerinde kendine yeni bir benlik ve aidiyet aramayı deneyebilir. Almanya'da faşiz­min gelişmesini Fromm bu şekilde açıklamaktadır. Bu açıklamalar, kapitalist siste­min batı toplumlarında belirlediği hayat tarzlarının nasıl fertleri otoriteye gözü kapalı bir hale getirdiğinin tipik bir örneğini teşkil eder.(5).

Türk toplumunda terör ve anarşinin sosyal yapı ve tarihi gelişim ile bağlantılı bir yönü bulunmadığını iddia etmek konuyu dar bir görüş açısı içinde ele almak de­mektir. Bugüne kadar ne parlamentonun, ne üniversitelerin, ne de bağımsız araştır­ma merkezlerinin ülkemizde terör ve anarşinin sosyal, iktisadi, biyolojik, kültürel, ideolojik ve psikolojik etkenleri üzerinde ilmi tahlil ve gözlemleri kapsayan kuşatı­cı raporlarının elde mevcut bulunmaması, Türk okuyucularına konuyu değişik açı­dan görmeleri için böyle bir ön denemeyi gerekli kılmıştır.

Terör ve anarşinin, "Şiddet" normu altında değerlendirilmesi, Batı ülkelerinde, hatta şiddetin uzun süreden beri milli varlıkları tehdit edici etkenler arasında yer alması sebebiyle, bazı Latin Amerika toplumlarında milli komisyonlar kadar millet­lerarası kuruluşlardan yararlanmaları adeta bir gelenek halini almıştır. Şiddet olay­larının kaynağı ister sosyal, siyasi, biyolojik, isterse ideolojik özelliklerden kaynak­lansın, bizim burada ele almak istediğimiz husus "şiddet" kavramının batı normları içinde nasıl değerlendirildiği hususudur.

Batı Norm ve D eğerlerine Göre Ş id d et Profilleri :

Şiddet ve tecavüz araştırmalarında "Hükümet"lerin katkıları birçok şekilde ol­duğu gibi, bu katkılar milli sınırların ötesine de uzanabilmektedir. Son 15-20 yıl içinde şiddet; toplumları kuşatan büyük bir porblem olarak kabul edilmekle beraber, çok milletli ve milletlerarası teşkilatlardan birçok hükümet kuruluşlarının da dikka­tini üzerine çeken bir konu olmuştur.

Hükümetlerin çalışmalarında; şiddet üzerinde genel açıdan durmuş, ayrıca şiddet olaylarının tahrik edilmesinde kitle iletişim araçlarının rolü, yasal ve cezai sistemler ve suçun nisbeti gibi şiddetin farklı yönleri üzerinde incelemelerini art­tırmışlardır .(6).

Görülüyor ki, "şiddet" olayları hem milli hem de milletlerarası kuruluşların katkısı sağlanmak suretiyle değerlendirilen bir konu haline gelmiştir. Hükümet se­viyesinde incelenen şiddet olaylarında daha ziyade fizyolojik, biyolojik, antropoli- jik, psikolojik, tarihi, ekonomik ve siyasi alanlarda yapılan çalışmalara öncelik ve­rilmiştir. Geçmişte bu tür çalışmalar hükümet tarafından desteklenmeksizin yapı­lırken, ancak bugün tecavüzle ilgili çalışmalara kendini hasreden münevverler, fert­ler ve araştırma kurumlarının tamamı olmasa bile çoğu varlıklarını hükümete borç­ludurlar.

Page 110: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Hükümet araştırmaları yanında ferdi araştırmalar da önemli yer tutabilmek­tedir. Bunlar münferit araştırmalar kadar, ekip halinde çalışmaları da kapsamaktadır. Ferdi çalışmalar, hükümetle işbirliği yapabilecekleri kadar diğer kuruluşlarla da faaliyetlerini sürdürebilir. Hatta, Feierdbend'e göre, birçok ülkelerde, fertlerin yap­tığı araştırmalar ya da hükümetlerin desteğiyle yapılan çalışmalar birbirleri arasın­da takas da edilebilinir.

Aslında bu tür çalışmaların amacı, hükümet tarafından maddiyönden destekle­nen araştırmaların ötesinde, hükümet kuruluşları, milli komisyonlar ve milletlerarası örgütler adına yürütülmüş ve yayınlanmış olanlara göz atmaktır.

Böylece şiddet olaylarının incelenmesinde yeni yönelimler yanında hükümet kuruluşları, milli komisyonlar ve milletlerarası örgütler adına yürütülmüş ve yayın­lanmış olanlar olmak üzere çok yönlü incelemelerle karşılaşmaktayız. Ülkemiz, 1965-1980 yılları arasında şiddet olaylarının (siyasi, ideolojik vesosyal) en tehli­keli boyutlarına itildiği halde bu süre içinde örneğine Batı ve Latin Amerika ülke­lerinde rastladığımız ve hükümetin teşkil ettiği Milli Araştırma Komisyonu kurula­bilmiş, ne UNESCO'nun değişik zamanlarda, değişik çerçevelerde kitle ileti­şim araçları ve şiddetle ilgili konferanslar, sempozyum ve araştırma imkânlarından yararlanılabilmiş (UNESCO'nun televizyon ve filmlerle şiddetin konu edilişi ve gençlik üzerine olan etkisi yanında, çağdaş toplumda ahlaki bunalımlarla ilgili monografi çalışmalarına ek olarak yine UNESCO tarafından yayınlanan bir mo­nografi ise şiddet -ve tecavüzü de içine alan çok yönlü araştırmaların yapılması ihtiyacını vurgulayarak çağdaş toplumda kitle iletişim araçlarının tartışılması) ne 1967 yılında, Amerika Birleşik Devletleri başkanı Lyndon johnson'un ("N e oldu? Niçin Oldu?. Bu olayların tekrar meydana gelmesini engellemek için ne yapılabilir?" gibi sorulara cevap verebilmek amacıyla^kurdurduğu Milli Dayanışma Komisyonu tipinde bir Cumhurbaşkanlığı önerisi olmuş, ne de parlamento ve ben­zeri kuruluşların yönlendirdiği incelemelere rastlanılmıştır. Oysa şiddet olaylarını incelemede diğer ülkelerin uyguladıkları çok yönlü deneyimlerden yararlanılabi- linirdi. Bugün de, aynı örgüt ve kuruluşlarla temas sağlanılabileceği gibi, batıda örneklerine rastladığımız türden Milli komisyonlar oluşturmak suretiyle ülkemiz­de de "Ne oldu?” "Niçin Oldu?" ve "Ne Yapılabilir" tarzında konu ayrıntılarıyla değerlendirilmek suretiyle gerçek kimliğiyle ortaya konulabilir.

Şiddet olaylarını incelemede genel eğilim çok yönlü kuruluşların konuya eğilmesi şeklinde belirmektedir.

Bunlar: 1) Milli hükümet çerçevesi içinde kalan araştırmalar (Parlamento Ko ­misyonları gibi.) 2) Hükümet sektörleri arasında ele alınan araştırma komisyon­ları (Adalet Bakanlığı bünyesinde kurulan araştırma büroları gibi.) 3) Çok uluslu örgütlerin sürekli araştırma kurullarından yararlanmak. Bunlar ise, Birleşmiş Mil­letler Sosyal Savunma Enstitüsü, Avrupa Konseyi nihayet Alman üniversitelerinin 1965'lerden sonra içine düştüğü siyasi (ideolojik) bunalımlardan kurtulmak için başvurduğu milletlerarası alanda ün yapmış "New-York Milletlerarası Üniversite­lerin Geleceği Konseyi" gibi kurumlar da olabilir.

Ülkemiz 1965-1980 yılları arasında öğrenci, işçi, polis, asker, devlet adamı, siyasi lider, millet vekili, öğretim üyesi, iş adamı olmak üzere çeşitli meslek gurup­larına mensup yaklaşık 6000 kişiyi kaybettiği halde şiddet (terör ve anarşi) olay­larının henüz ilmi bir tahlilini yapılamamış olması bağışlanamaz hir gaflettir.(x).

(x) Ancak, Ayhan Songar ve arkadaşlarının tutuklu veya mahkiim teröristler ara sından 3279'unda, ayrıca 185 terörist olmayan adi suçtan tutuklu veya mahkum ıc kontrol grubu olarak da 1643 normal lise ve yüksek öğrenim öğrencisi üzerinde bir anıştırmayı gerçekleştirdiğini biliyoruz. (Ülkemizi 12 Eylüle getiren sebepler ve Tür­kiye üzerindeki oyunlar, s.309-337, Aydınlar Ocağı semineri 14-15 Eylül 1984 .İstanbul)

Page 111: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Bu sebeple, batıda bütün şiddet araştırmalarıyla, ilgili çalışmaların ne tarzda yürütüldüğü hususuna ışık tutmak amacıyla R.L.Feicrabend'in söz konusu yazısın­dan buraya birkaç örnek aktarmak istiyorum.

"Hükümet, şiddet olaylarıyla ilgili yayınları ^kaynakları ne olursa olsun-üç boyut içinde ele alabilir. Bunlardan j||<j) hükümetin milli bir kuruluşu veya çok uluslu örgütlerle olan işbirliği neticesi araştırmayı yönlendirmesi; İkincisi, "Hükü­met araştırma kuruluşları ve komisyonlarının" ne için kurulduğu ve süresinin tes- bit edilmesi (Bu zaman limiti içerisinde oluşmuş belirli bir problemi tetkik etmek için mi kurulmuştur. Yoksa süreklilik esasına dayanan bir kuruluş mudur?); Üçün- cüsü, araştırma mihrakının belirlenmesi, şiddetin sadece televizyon programlarından yansıyan yanının incelenmesinde olduğu gibi, sınırlı bir yönünün mü yoksa toplumu etkileyen tümünün mü ele alınması onu tayin etmemiz gerekir.

Aşağıdaki Tablo (1), şiddet üzerinde resmi hükümet araştırma ve yayınljrımn temsili şemasını göstermekte ve milli hükümetin ne tür çok uluslu örgütlerle işbir­liği yapabileceğini bize açıklamaktadır:

Tablo(1) de görüleceği gibi, milli hükümetin şiddetle ilgilenmesinin bir şekli günlük parlamento çalışmalarında ortaya çıkmaktadır. Yasa teklifleri gündeme alındığında, bir parlamento komisyonu meseleyi araştırmak ve kanun yapıcı­lara kanıtlar hazırlamak için çalışma grupları oluşturabilir. Yasa teklifleri eğer şiddetle ilgili ise, uzman kanıtları parlamento tartışmalarında ve resmi kayıtla­rında bulunacaktır.

Şiddetle ilgili bu tür hükümet yayınlarının örneklerini şiddetle doğrudan il­gili olmayan bir çok ülkede görebiliriz. Sözgelimi Belçika'da şiddeti araştırmak için kurulan hiçbir hükümet komisyonu olmadığı halde bu hususa parlamento tartışmalarında özel "m ilis" kuvvetlerinin muhafazası için parlamentoya teklif edilen yasa tartışmalarında değinilmiştir.

Bunun gibi, bir çok hükümet, halk sektörü ile ilgili olarak problemleri araş­tırmak için özellikle Adalet Bakanlıkları Kuruluşlarının bünyesinde araştırma büroları kurarak bunların devamlılığını sağlayabilirler. Bu bürolarda münferit bilim, adamlarıyla ilişki kurmak ve kendi araştırmalarını yönetmek için ekip­ler vardır. Bu konuda bir çok örnekler gösterilebilir. Örnek olarak İngiltere'de Ev Bürosu (Home Office) hayvanlarla deney yürütür, radyo yayınları polis, mahkum ve güvenlik gibi çok çeşitli konularda ise bir araştırma mesjeği olarak çalışır. Bu araştırmaların sonuçları Devlet Başımevi tarafından neşredilerek İngiltere'ye ila­ve olarak, dünyanın 44 ülkesinde bulunan bürolar yoluyla bu öteki ülkelere dağıtılır.

Ev bürosu araştırma kurumunun 50 üyesi olup şiddet üzerindeki araştırma­ları desteklemek amacıyla çeşitli üniversitelere bağışta bulunur ve aynı zamanda şiddet ve kitle iletişim araçları üzerinde araştırmaları yürütür. Ayrıca Sağlık ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının denetimi altında yayınlanan "Şiddet"(7 ) adlı eser­de; incelemelerin yayınlanmasında, desteklenmesinde ve yardım edilmesinde hü: kümetin katkılarının ne tarzda olabileceğine iyi bir örnek teşkil eder. (Norman Tutt, kitabında şiddet, şiddetin biyolojik yönleri ve öğrenme yaklaşımları, aile içi te­cavüz; kitle iletişim araçlarında şiddet;, grup şiddeti ve vak'a tarihi ve karşılaştır­malı araştırmalar yapmakta ve ayrıca günlük, temelde ve sınırlı bir sahada şiddetle ilgilenen kişilerin genişletilmesinde anlamlı bilgi yığınlarını ortaya koymaktadiı }

Almanya'da, Freiburg un Breisgau eyaletinde bulunan Max Planck Milletleı arası ve Yabancı Ceza Hukuku Enstitüsü, karşılaştırmalı ceza hukuku ve kriminoloji ile ilgilenmektedir. Bu enstitü Max Planck cemiyetinin 48 enstitüsünden biridir ve öncelikle tabii bilimler ve sanatı incelemeye yönelmiş bağımsız bir araştırma biri­mi olup, kamu fonları tarafından da desteklenmektedir.

Kamu sektörü tarafından maddi olarak desteklenen bü çeşit teşkilatlara veya cinayet ya da sosval şiddetin diğer yönleri üzerinde araştırma yapan benzeri ku-

Page 112: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

TABl.O : 1) Şiddet üzerinde Resmi Hükümet Araştırma ve Yayınlarının temsili • ■•naşı.

' ekli Aıaştııma Kurumlan ıSeli li bir amaç için km ıl'tuış m flitler

Milli 1 lukiimc't (. ok Uluslu 1 >ı -4 i.it 1 <r Milli 1 lukiimc't ı. <>k Uluslu Org.

şiddetin :\ı/t Parlamento Birleşmiş Şiddet olay­ 1 M M Ovönleri üze- komisyonları. Milletler Sos­ larını soruş­ Avrupatinde sınırlı yal Savunma turma komis­ Konsey ininaraştırmalar: İ tıgiliz ev bü­ Enstitüsü. yonları: 1970 y ı­

rosu ve çeşit­ Toplum şiddet Kanada, lında şid­li ülkelerdeki olaylarını ince­ Kenya, det ve kit­Adalet Bakan­ leyen Avrupa Tanzanya Bir­ le iletişimlıkları gibi yay.- konseyinin leşik Cumhu- araçlarıylagın problemle­ ilgili dairesi. huriyeti ilgili sem­ri araştırmaya Zambia pozyumu.yönelmiş hü­kümet kuru­luşları. II

Televizyon ve genel olarak kitle iletişim araç­larını inceleyen ko­misyonlar: Fransa, Ka­nada, Birleşik Dev­letler.

Şiddeti genel Herbiri sınırlı araştırmalar olarak ele alan yapan çeşitli hükümet geniş kapsamlı araştırma dairelerinin araştırmalar birleşimi.

III

Toplumda şiddet olay­larını araş­tırma Milli Komisyon­lar: Kolom­biya,Fransa Birleşik Devletler

1947-I^S6 donemi milletlerarası ger ginliği inceleyen UNES( O araştır ması l c)72 insan mütecjvi/liği üze­rinde l NESCO sempo/\ umu.1975 şiddet üze rinde LNLSCO konferansları.

jlara Batı Avrupa ülkelerinin tamamında, bazı Arap Devletlerin de ( K a l ı r . Vısyal \r Krimonolojik Milli Araştırma Merkezi gibi) ve dünyanın birçok ülkesinde rastlamaktayız.

Bunun gibi, milli hükümet seviyesinde desteklenen cinayete dayalı araştırma­lar çok olumlu ve uluslararası bilgi alış -verişi de zirveye varır. Sözgelimi, Roma- da bulunan Birleşmiş Milletler Savunma Araştırma Enstitüsü, Konferanslar ve Se­minerler tesbit ederek öncelikle şiddete dayalı cinayetlerle ilgili araştırmaları yü­rütmekte ve elde ettikleri bilgilerin üye devletler arasında yayılmasını sağlamakta­dırlar.

Avrupa Konseyi de sınırlı araştırmalar kategorisini teşkil eder. Nitekim kon­sey tarafından 1973 yılında 'Toplumda Şiddet" (Violence in Society) adıyla yayınlanan geniş bir rapor burada zikredebiliriz. Bu yayının ana noktası cinayet

Page 113: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

üzerinedir. Resmen 13 ülkenin katıldığı bu konteransta, şiddet faaliyetlerinin ana­lizleri ve yasal tanımlamaları, son on yılda cinai suça olan eğilimlerin araştırması ve cinayetle ilgili istatistiklerin -farklı ülkeler arasında karşılaştırmalı olarak ince­lenmesinin güçlülüğüne rağmen- çeşitli ülkelerdeki cinai eylemlerin ayrıntılı bir dökümü ortaya konulmuştur. Konseyin ikinci raporunda 1960'lardan beri şid­detle ilgili suçlayıcılık, çeşitli ülkelerin politikalarında meydana gelen değişik­likler ve halkın şiddete karşı tutum ve vaziyet alışları incelenmiştir. Geri kalan diğer iki rapor ise şiddetin etiyolojisini tetkik etmektedir. Bunlardan biri feno- menolojik ve yapısal analiz üzerinde odaklaşmakta öteki ise, biyolojik, engel­leme ve sosyal öğrenme 'kültürel olmak üzere şiddete yönelik 3 esas teorik yakla­şımı araştırmaktadır.

Görülüyor ki, şiddet olayları batı toplumlarında hem milli hem de milletler­arası seviyede komisyonlar oluşturulmak suretiyle ayrıntılı bir biçimde değerlen­dirilmektedir. Ülkemizde bu boyutlar bir yana, ferdi araştırmaların dahi tatmin edici olduğu iddia edilemez.

"Ş iddet" olayları hakkında yapılan bu çalışmalara paralel olarak biraz da mil­letlerarası komünist ayaklanmalar ve gerilla taktikleri üzerinde yürütülen bazı çalış­ma ve deneyimlere burada kısaca temas etmek istiyorum.

R.Thomson, Malaya ve Vietnam Komünist ayaklanmaları neticesine dayanarak yayınladığı bir araştırmasına şöyle başlıyordu; "Kabul etmek gerekir ki, engel olmak tedaviden daha iyid ir"(8 ).Yazar'bu kanaata; 1948'den 1960 yılına kadar, Malaya ve 1961'den 1965'e kadar da Güney Vietnamlda olmak üzere 15 yılı aşan ve İngiliz Danışman Misyonunun başkanı olarak elde ettiği geniş deneyimlerin neticesi varmış­tır. Thompson,' okuyucularına bu atanda şu eserleri tavsiye etmektedir.(The Man- Eating Leopard of Rııdraprayap/Ox. Üniv. Press, 1947"; "Jjm Corbett,and his man- Eaters of Kumaon.O*. Üniv. Press, 1944''. Bu sonuncu kitap, teröristlerin denetimi altında insan yiyen Leopardın geniş bir sahada en parlak örneklerini vermektedir;

Keza, Philip VVoodruff.’un 'The Men Who Ruled İndia, 1953, 1954, 2 cilt" ad­lı eseri de köy zirai kuruluşlarında başarılan hükümet deneyimlerini açıklamaktadır.

Thompson, olayların ışığı altında, kazanılan tecrübelere dayanarak "Bir ülkede ayaklanmaların tedavisinden ziyade bunların engellenmesini " önermekte; bunun için de "Hükümetin yaklaşımında bir takım olumlu davranışları benimsemesinin şart olduğunu" ileri sürmektedir. Thompson'a göre, herhangi bir hükümet böyle bir konuda başarı sağlamak istiyorsa şu ilkeleri gözönüne bulundurmalıdır. Birin­ci ilke, Hükümetlerin uygar ve ekonomik açıdan istikrarlı, birlik içinde olan bağım­sız ve özgür bir ülkeyi tesis ve muhafaza için açık ve kesin siyasi bir amaca muhak­kak sahip olmaları gerekir.

Umumiyetle bir ayaklanma hareti bir halk savaşıdır. Bunun içn, hükümet ölçü­leri; hükümet otoritesini, yasayı ve ülkeyi baştan sona düzenlemek için yeniden tesbit edilmelidir. Ancak, bu retle Hft.ilİçler üzerinde destek ve denetim sağlanmış olunur. Öncelik, hükümetin bu yönetim yapısına, müesseselerine ve personel eği­time verilmedikçe beklenilen sonuç gerçekleşemez. Makul, yeterli bir hükümet mekanizmasının dışında hiçbir program ve proje karşıt-devrim çerçevesi içinde arzu edilen sonuca ulaşamaz.

"Komünistlerin halihazırda "Çelişkiler" diye ifade ettikleri toplum içinde ça­tışma tohumları ekmek suretiyle hükümetteki zayıflıktan yararlandıkları hususuna burada önemle işaret etmek gerekir. Komünistler genellikle "B ir Ülkeyi içten ke­mirmek ve korkuyu devam ettirmek” amacıyla, hükümetin tepesine tırmanmak su­retiyle bu çelişkilerden-sürekli olarak yararlanırlar. Mesela, Milliyetçi Çin'in düş­mesinde böyle bir içten çürüme önemli etken olarak gösterilebilinir. Bu tür zayıf noktaların giderilmesi, düzeltilmesi herhangi bir karşıt-isyan kadar askeri operas­yonun da görevidir. Gerçekte hükümet yapısındaki çatlaklar onarılmadıkça, giri­şilecek herhangi bir askeri operasyon ve olağanüstü önlemler ancak çatlakları ge­

Page 114: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

nişletir ve düşmanın üstünlük sağlanmasına sebep olabilirler.İkinci İlke: Hükümet, kanuna uygun bir görevi yürütmelidir. Kanun dışı hare­

ketleri tartışmak için hükümet güçlerinin hem terörizmle hem de gerilla eylemle­riyle uğraşmada güçlü deneme imkanları olmalıdır. Aksine yöntem ahlakça yanlış olabileceği gibi, belirli bir süreden sonra hükümete çözümünden daha çok pratik güçlükler yaratabilir. Yasaya uygun hareket etmeyen bir hükümet, hükümet olma hakkını kaybedeceği gibi, halkından da yasaya itaat etmesini bekleyemez. Yasaya uygun hareket etmek hükümet olmanın üstünlüğü için çok küçük bir fiyat ödemek demektir. Bunlardan tutuklama belki bir hükümetin uygulayacağı en karşıt güçler­den biridir.

Unutulmamalıdır ki, tutuklamanın gayesi şüphenilen kişileri düşmanca faa­liyetlerden alıkoymaktır. Ekseri batı hükümetlerinin savaş zamanında takındıkları tavırlar idi. Eğer konuya süreç takip edilirse hükümetten kanuna aykırı hiçbir be­yan beklenemez. Uzun vadede yasaya bağlı olma, hükümete büyük üstünlükler sağ­layabileceği gibi, memurlara ve sivil hizmetlilere eylemlerinden ötürü, sorumlu tu­tulmaları hakkını da verebilir.

Eğer hükümet yasaya bağlı değilse saygınlığını yitirir ve bir hükümet olarak "hal- kına karşı yükümlülüğünü yerine getirmede başarısızlığa uğrar. Bu oluşum devletin memurları kadar diğer sorumluların eylemlerinden (işlemlerinden) mesul tutul­malarını engeller ve bunun sonucu olarak ayaklanma yerine ülkede taraflardan bi- 'inin hükümet olması iddiasını gerektiren bir halk savaşı maksat ve niyetleri söz konusu olabilir .

Eğer hükümet kanunları uygulayamazsa o zaman saygınlığını yitirir've bir hü­kümet olarak halkına olan yükümlülüğünü yerine getirmede başarı sağlıyamaz.

Üçüncü İlke: Hükümetlerin, hepsinin üstünde bir plana sahip olması gerekir. Bu plan, sadece güvenlik ölçüleri ve askeri operasyonları kapsamakla kalmamalı, ayni zamanda ayaklanmayı meydana getiren bu tür siyasi, sosyal, iktisadi, idari, polisiye ve benzeri ölçüleri de içine almalıdır. Hepsinin üstünde, hükümetin ic- rai faaliyetinde hiçbir ayrılığın bulunmadığı hususunu sağlamak ve çabaların tek­rarlanmasından sakınmak için açıkça sorumluların rolleri belirtilmelidir. Bütün alanlarda koordinasyonun tamamlanması ile askeri ve sivil faaliyetler arasında tam bir denge sağlanması da esastır. Aksi takdirde askeri operasyonlar sivil faaliyet ile izlenmemesi neticesi arzulanan hedefe ulaşılamaz.

Dörtüncü İlke : Hükümetler, önceliği gerillaya değil, sıyası yiKicılığı önlemeye vermelidir. Bu husus isyan başlamadan önce, açıkça gerçekleştirilmesi gereken bir durumdur. Ancak bu suretle ortamın iyi bir şekilde hazırlanması imkan dahiline girer. Kasaba ve köylerde komünist eğilimli yıkıcı siyasi örgütlanma kırılmadıkça ve bunlar tasfiye edilmedikçe gerilla birimlerinin ayaklanması önlenemez. Eğer gerillalar halktan tecrit edilebilirse yani "küçük balıklar" sudan çıkarılırsa, o zaman nihai temizleme kendiliğinden gerçekleşmiş olur.

Beşinci İlke; İsyanın gerilla safhasında, bir hükümet, ilkin kendi esas sahalarını tesbit etmelidir. Bu açık isyan başlamadan önce, uzak köy sahalarında güvenliğe ve iktisadi ölçülere önem verilmelidir. Egcr böyle koruyucu bir eylem başarı sağ­layamazsa, güvenlik ölçüsü hususunda ' öncelik, ülkenin daha fazla gelişmiş saha­larına kaydırılmalıdır. Burada "tak tik " alanlarda ayrıntılı bilgiler ortaya konulma­lıdır."

Marksist O zalitler ve Sosyal Ş d d e t :Kısacası, Thompson'a nöre, bir ülkede güçlerin dengesi hem ülkenin siyasi istik­

rarı hem de isyana karşı askeri operasyonunun ve sivil (Halk) unsurların tüm koor­dinasyonunu gerektiren hava desteği ve yeterli seferberlik gücü ile bir deniz birliği yanında yüksek ölçüde disipline edilmiş, donatılmış ve hücuma hazır bir ordu inan­

Page 115: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

mış bir elit kadro ile sivil hükümetin desteği ancak başarıyı sağlayabilir.İşte Malaya ve Vietnam tecrübesi neticesi Thompson, komünist eylemlere kar­

şı girişilecek önlemlerin neler olabileceğini bu şekilde açıklığa kavuşturabilmektedir.Sırası gelmişken bazı uzak doğu Asya, Latin Amerika, Afrika ve Orta Doğu, ö-

zellikle, 12 Eylülden önce ülkemizde uygulanan milletlerarası terörizmin eylem ka­lıpları hakkında -hem Marksist jargonlara dayanarak hem de çağdaş yönelim biçim­lerini ele alarak- bazı açıklamalar yapmak istiyorum.

Marksist literatüre göre, Engels, "Şiddetin İhtilali kazanamıyacağı düşüncesin- dir.(9) Aynı şekilde Lenin \e Che Guevara "terörizmi, ihtilalciler arasında ileti­şimi kesmesi ve polis baskısını tahrik etmesi" nedeniyle bir engel olarak kabul ederler. Guevara, ayrıca, hem günahsız insanlara lıcm de ihtilal için değerli can­lara yönelik rastgele öldürmelerle de yakından ilgilenmiştir.Ona göre, terörizm olum­suz bir silahtır. Bu nedenle devrimlere sebep olurlar.(10) Buna karşılık Leon Trotsky'de ihtilalci sınıf savaşının gayesine ulaşması için teklif edilen bütün yön­temlere başvurmanın bir zaruret olduğunu ileri sürer( 11). Bu suretle Trotsky, te­rörün savunmasını yapmak suretiyle onu devrimin başarısına yol açan bir eylem kalıbı olarak görür.

F.Engels, 19. yüzyılın ilk yarısından itibaren toplumların ömürlerinin barikat kurmakla, sokak ihtilalleri yapmakla geçtiğini söyler. Ancak zamanla teknolojinin ıslahı, askeri tekniklerin ilerlemesi, sokak savaşlarını tesirsiz kılmıştır.(12). En- gels'in gözlemleri dikkate alınmaksızın, bir çok çağdaş terörist gruplar, terörün bir silah olduğu ve teknolojik ustalıklarla birlikte kullanıldığı takdirde nihai bir zafere ulaşılacağına inanmışlardır.

Carlos Marighella ise "terörizmin ihtilal için zaruri bir silah olduğu tezini "sa­vunur. Marigella'ya göre, terörizm, şehir gerilla savaşından ayrılmalıdır. Çünkü şehir gerilla savaşı "Yüksek Terörizm gücüne" sahiptir, ve ihtilali başarmak için güçlü bir araçtır.(13).

Fransız yazar ve düşünürü Regis Debray ise "İhtilal İçinde İhtilal m i?" ve "S i­lahların Eleştirisi" adlı incelemelerinde "Niçin Terör" sorusuna değişik cevaplar vermektedir. Ona göre: (1) Terör bir doktriner teori ve plan ile uygun olarak top­luma karşı mukavemeti > öıılendiı ir .

2) Keza terör fren katlar tahrikin de bir fonksiyonudur.(14)Debray, esasta terörü bir savaş biçimi olarak kabul ederken Birleşik Devletlerin

terörizmi cinai bir faaliyet olarak görmelerine karşı çıkmaktadır. Samuel Hendel ise "Terörizmi kurulan düzeni devirmek üzere siyasetlerini değiştirmek veya yönelt­mektir" diyordu.(15). Şehir gerilla savaşının ilk kullanılmasının 1848 ihtilaline rast­ladığını iddia eden Wilkinson:’Terörizme karşıt terörist eylemler gerilla eylemlerine taktikler hazırlar(16) görüşündedir.

Oysa, Mahatma Gandhi şiddete dayanmayan eylem biçimi veya passif mukave­met modeli çağımızda en önemli bir güç kaynağı olmuştur. Çünkü bu model hem anayasa reformunun hem de terörizmin haşarı sağlayamadığı bir kitle hareketi ol­muştur. Bununla beraber, şiddet olayları Hindu çoğunluk ile Müslüman azınlık ara­sında devam edegelmiştir.

Böylece, günümüzde baş kaldırmalar, gerilla eylemleri veya sosyal hareket bi­çimleri; ülkelerin tarihi gelişimi , sosyal ve kültürel şartları ve lider kadrosunun idi - moatik kimliğiyle yakından ilgilidir. Bir çok gerilla teorisyenleri terör veşiddet olay­larını önerirken, bir kısmı da buna karşıdır. Bunun gibi, çeşitli ülkelerde terörist gruplar arasında farklı eylem staratejilerine tanık olmaktayız. Nitekim, West gös­termiştir ki, Latin Amerika terörist eylemleri ile İRA ve bazı Filistin örgütlerinin faaliyetleri zıtlık arzederler(17). ke/a, Latin Amerika teröristleri, İR A ve Filistin gruplarına zıt olarak dış yardımı kabul etmemişlerdir. Aynı şekilde Almanya'da öğrenci ihtilallerinin kıvamını bulduğu bir dönemde ortaya çıkan Red Army Fac- 112

Page 116: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

tion (R A F ) veya Baader-Meinhof çetesi; 1970-1972 yılları arasında Doğu Ber­lin, Ürdün ve Lübnan'a giderek Filistin kamplarında eğitim görmüşlerdir. Bunun­la beraber Baader-Meinhof çetesi ne siyasi amaçlara ne de inşacı programlara sahip olmuşlar, sadece yoketmeyi hedef edinmişlerdir. Bu teröristler, esasta şahsi me­seleleri çözmekle yetiniyorlardı. Kendilerini Marksist olarak telakki etmelerine rağmen, esasta ihtilalci disiplin veya teme> siyasi bilgi dışında orta sınıfa mensup kişilerin çocukları idiler(x).

Uzmanlara göre Terörizmin çağdaş kavramı, 19. yüzyıl Rus terörist Serguis Stepinak'ın fikirleriyle yakından ilgilidir. Stepinak'a göre, terörizm bir hükümeti devirmez fakat başka her şeyi ihmal etmeye zorlayabilip 18).

Stepinak'ın bu görüşleri 20. Yüzyıl da bazı ülkelerde adeta bir hayat felse­fesine dönüşmüştür. Nitekim, Arap terörist staretjisi .İsrail’den diplomasi ve kon­vansiyonel savaş yoluyla ve Maoist-Tip gerilla savaşlarıyla kaybettikleri ülkeleri­ni kurtaramıyacaklarını anladıkları zaman, kendilerini, İsraillilere ve onun des­tekleyicilerine karşı terör taktiklerini kullanmada serbest hissetmişlerdir. Bu du­rum bize bazı ülkelerde terörün bir araç olmaktan çok bir sanata dönüşmesini vur­gulamaktadır.

Özgür bir toplumda vatandaşların, teröristlerin ayak bastıkları yerlerde temel hürriyetlerin sınırlandığını kabul etmeleri gerekir. Nitekim 22 Kasım 1974 de İngil­tere hükümeti, Birmingham'da 2(PAB)ın bombalanması sonucu Polise İrlanda Cum­huriyeti Ordusunun (İR A ) yarattığı terörizmle savaşmak için parlamentoya acele yasa teklifleri sunmuştur. Bunun için de 2. Dünya savaşı döneminde olduğu gibi vatandaşlara kimlik kartı verilmesi önerilmiştir. Böyle bir kimlik kartı fertler üze­rinde hükümetin daha çok denetimini gerektirir. Bazan bu tür önlemler vatandaş­lar tarafından sert tepkilerle karşılaşsa bile terörizmle mücadelede "yılanın başı daha küçükken ezilmesi" gerekir* süzünün haklılığını gösterir. Bazı demokratik ül­kelerde ise terörizmle mücadelede akıllıca eğitim görmüş bölge polis memurlarının tesbiti ve seçiminde ısrar edilmiştir. Bunlar uzun vadede terörist odak noktalarıy­la mücadelede bazı toplumların caydırıcı neticeler alınması bakımından uygulamış oldukları yöntemlerdir.

- Ancak, şurasını da unutmamak gerekir ki, terörle mücadelede demokratik bir ülkenin teröristlerle karşılaştıklarında güvenlik kuvvetlerinin bazı muafiyetleri ol­ması gerekir. Uzmanlara göre bunlar iki noktada toplanabilir.

1) Hukuki açıdan fert için normal teminatlar (garanti) bir terörist için dü­şünülemez.

2) Terörist her yönüyle yasa dışı bir muameleye layık bjr kimsedir. Bu konuy­la ilgili olarak Sir Robert Thompson bir İngiliz Karşıt-ayaklanma uzmanı olarak aşağıdaki görüşleri ileri sürmektedir:

"B ir yasa dışı eylem, sadece ahlaki yönden yanlışdeğil, fakat bir süre sonra hükümete çözümünden daha fazla güçlükler yaratabilir. Yasa ile ilgili faaliyette bulunmayan bir hükümet ileride çağırılma hakkını kaybedebilir ve o zaman halkın yasaya uymasını da bekleyemez. Bu sebeple, yasaya uygun bir görev, hü­kümet olmanın üstünlüğü karşılığında ödenecek çok küçük bir fiyattır (19).. Çün­kü teröristler her şeyden önce başarı sağlamak için stratejik bir takım planlar uy­gularlar. Bu plan tasarlanan ülkeyi fiilen zapt için bir stratejidir.Her zaman terö­ristin stratejik amacı rejimin üzerine yıkılan güçlerin askeri mağlubiyeti değildir.

Aslında bu imkânsız bir hedeftir, fakat asıl hedef, mevcut hükümetler kitlele­rin ahlaki açıdantabana*ulaşmasını sağlamak ve neticede bu tür bir soyutlamayı yaygınlaştırarak artık dönülemez denilen bir noktaya getirmektir(20). Brezilyalı gerilla lideri Carlos Marighella, "Ülkelerin siyasi yapısını askeri yapıya çevirmeye— - ..... I . .... ......... i(x) Üçüncü Reich-Almanları dahi terörü Milli Politikalarının bir aleti olarak kul­

lanmışlardır: Yani Milli güvenliklerini tehdit eden Yahudiler hem de aşağıolarak düşündükleri ırkın tasfiyesi yoluyla toplumlarını değiştirmek..

Page 117: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

yönelik şiddet eylemlerini kullanmakla, siyasi bunalımı silahlı çatışmaya dönüştür­menin zaruri olduğu" tezini savunur. Böylece kitleler, orduya ve polise karşı ayak­lanabilecek bir yabancılaşma çizgisine getirilmiş olurlar.

Terör ve şiddet olayları hakkında buraya kadar yapmış olduğumuz açıkla­maların hareket noktası, şiddetin belirli ideolojik kalıplarına göre uygulanmış ol­masıdır. Oysa şiddetin ,bir de daraltılmış manada açıklaması gerekmektedir. Bu da, daha ziyade ferdi seviyede veya mikro boyutlarda şiddet ve terör olaylarının açık­lanmasında bir takım çözüm noktalarını ortaya konulmasıdır... Bu sebeple şiddetin ferdi seviyede bir değerlendirmesini yapmakta yarar vardır.

Psikolojik Etik ve Siyasi Ş d d e t :

Eski Yunan kozmogonisine göre (Heraklit) "Mücadele her şeyin babası veya kiralıdır". Oysa, Sokrates'i rahatsız eden şey "gücün" biçimsiz kullanılışıdır'. Sok- rates için güzellik ve uyum (ahenk) esastır."

Böylece, eski Yunan felsefesinde zıtların çarpışması ve uyum eşya dünyasına hakim iki yasa olarak kabul edilirdi.

Bugün şiddet üç esasta İncelenmektedir.1) Psikolojik Açıdan:.Akli olmayan ve çoğunlukla öldürme tarzına yönelik güç

patlaması.2) Etik Aç dan: Komşusunun milliyet ve hürriyetine yönelik saldırı.3) Siyasi Açıdan : İktidarı ele geçirmek veya yasal olmayan gayeler için ikti­

dara ihanet etmek ve bu maksatla gücün kullanılması(2 1 ).Bunlardan üçüncüsü, günümii/de en fazla dikkatimizi çekmektedir. Lalande fel­

sefe sözlüğüne göre bu tür bir şiddet biçimi "gayri meşru veya herhalde meşru ol­mayan gücün kullanılması "tarzında tanımlanmaktadır.

Domenach'a göre, demokrasinin ruhunun (zihniyetinin) gelişmesi çağdaş şid­det kavramının ortaya çıkmasında en önemli etken olmuş, hatta kelimeye aşırı bir tonda olmak üzere bayağı bir anlam kazandırmıştır. Her ferde mutlu ve özgür olma hakkını tanıyan vatandaş statüâi ile zevk alması imkânı sağladığı andan itibaren artık şiddet, güç ile karışmış kabul edilemez.

Şiddet, tarihi olarak bir insan olayıdır. "Hayvanlar avlarını ararlar; insanın avı da hürriyettir. Şiddet de hürriyeti arar. Aşk ve sadizm, demokrasi ve tiranlık, namuslu olma ve safsata daima eylemin birbirine rakip , biri yumuşak öteki şiddet olmak üzere, iki akışı vardır. Bunlar karşılıklı olarak birbirlerine zıttırlar. Bu durum gösteriyor ki şiddet insan tabiatının derinliğinde kök salmıştır. Çünkü, hayatın ilk başlangıcına kadar uzanır. Ve çoğu kez mistisizm, sanat ve adaletsizliğe karşı baş kaldırmış sevgi gibi insanın soylu umutsuzluklarını yansıtır.

Felsefe tarihinde mücadelenin bir hayat yasası olduğu hususunda dikkat çekici bir görüş de.Hegel'e aittir.Hegel'in diyalektik felsefesine göre, şiddet toplum tarihi­nin akılcılığını bütünleştirici bir özelliğe sahip olduğu kadar şuurun doğuşunun da sebebidir. Ona göre, şuur hayattan doğar ve "başkasına" tepkide bulunmak sure­tiyle "kendisi iç in " olur. Ancak bu sadece sübjektif kesinliği ortaya koyar. Hegel diyor ki, "Eğer varolduğumdan emin olursam "Kendisi "de var olmalı ve var olduğu gibi beni tanımalıdır. Hayat için mücadele bu suretle "tanınma" için mücadeleye dönüşmüş olur. Ancak, mücadele yoluyla insanın tabii ve hayvani hayatından "Ken­dimi" özgür kılmış olurum. Böyle görünmek suretiyle hayatımı tehlikeye koymaya hazırlanırım. Bir insan hayatını tehlikeye koymak suretiyle yalnızca özgürlüğünü kazanmış olur” . Bu tehlike Hegel'e göre'vister karşılaşılsın, isterse uygulanmış ol­sun, şiddeti ifade eder. Efendi-köle diyalektiği yoluyla insan, gelişimi sürecine ken­dini katmış olur. Aynı şekilde, devletler arasında ilişkilerin normal şekli olarak savaşı destekler-. Şiddetin şerefli olmadığı bir gerçektir. Ancak iş^kültü^daha tat- rr«n edici olarak kendini vaazetme ve yeni ilişki tarzlarını önerir. Fakat şiddet, haklı görül­melidir; çünkü zıt olarak, şahıslar ve milletlerarası ilişkilerin insanileşmesi anlamına !14

Page 118: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

gelir(2 2 ).?Bu tür Hegelci bir yoriım tarzı, çağdaş şiddet kavramına hakim olan düşünce­

lerin tüm çizgisini ortaya koyar. Marksist kategoriler terimiyle yorumlanırsa şiddetin olumlu veya olumsuz, iyi veya kötü ikili meselesini ortaya koymak için bizi zorlar.

Bu hususta Marx ve Engels tarafından verilen cevabı da biliyoruz.: "Sınıf müca­delesi tarihin itici gücüdür." Ütopik sosyalizm veyadini hayallere sığındıkça şiddetten kaçamayız. Ancak, burjuvazideki hakim sınıfın şiddetini baskı altına alınan sınıf (proletarya) şiddetinden ayırmak mecburiyetindeyiz. Çünkü, burjuva sınıfı tarihi güçlerin ilerlemesine engel olmaya çalışırken, proletarya sadece bütün insanların kurtarılmasıyla ilgilenir. George Sorel bu düşünceyi en aşırı şekilde açıklamıştır. Ona göre; "güç burjuvazidir, şiddet proletaryadir" veya Dostov'eyski'nin ifade­siyle; "savaşın hakiki sebebi barışın kendisidir."

Davranış bilimleri alanında yapılan araştırmalar şiddetin kimliğine yeni bo­yutlar kazandırmıştır. Nitekim 1975 yılında, Barış Araştırma Özetleri Dergisi (Peace Research Abstracts Journal) 6 Ağustos 1945 ten beri barış ve savaş hak­kında yayınlanan 106.000 makalenin özetlerini 29.000 sayfa halinde yayınla­mıştır. Böylece dünyanın dört bir yanında çeşitli nedenlerden kaynaklanan şid­detin sebeplerihakkında doğrudan bir yayın meydana getirilmiş oluyordu.(23) Bu araştırmaların ışığında Nevvcombe'a göre, çocuklukta şiddete yönelik eği­limler; militarizm, konservatizmp(enophobia, otoritarianizm ve diğer sosyal tu­tumlarla yakından ilgilidir.

Şiddet hakkında fizyolojik çalışmalar bazı ipuçlarını ortaya koymuştur. Bu alandaki . çalışmaların çoğu son on yıl. içinde gerçekleştirilmiştir. Öyleki, elde edilen verilere göre fazla erkek, kromozonuna (mesela bunlar XYY'dirler) sahip olan kimseler üzerinde yapılan araştırmaların neticeleri göstermiştir, ki bu özel­likteki erkekler normal erkeklere nazaran başlangıçta daha fazla şiddete eğilimlidir­ler. Bylinsky, ister barış sever ister mütecaviz olsun, bu durumun daha ziyade erke­ğin babasına bağlı olduğunu iddia etmektedir.(24). Fareler üzerinde yapılan araş­tırmalar, özellikle Hypothalamus'daki lithiumun faaliyeti farelerin mütecaviz dav­ranışlarını azalttığı tesbit edilmiştir(25). Moyer (1975) gıda allerjilerinin şiddete sebep olabileceği tezini savunmuştur.(Bu durum lithium ve beyini etkileyen diğer kimyasal maddeler üzerindeki incelemeler ile uyum halindedir)(26).

Newcombe’a göre^iddetin çoğu şüphenin öğrenilmiş biçimleridir. İnsan şid­detinin esas nedeni ilk cocukluğun teşkilinde rastlanılan bedeni zevkin eksik olu­şudur. Birçok araştırmalar göstermiştir ki, şiddet ve tecavüz öğrenilmiş davranış biçimleridir. Bergius ise mütecaviz -içgüdü teorisini reddetmekte ve tecavüzün mek­tep sıralarında kazanılan tutum ve sosyal normlardan öğrenildiğini iddia etmekte­dir. Sosyal konteksten çıkarılan otoriteye kör itaat, düşmanlık(Xenophobi^ ve sos­yal kayıplar (bunların hepsi sosyal normları oluşturur)(27). Bergius'un tecavüz modeli:

1) Bunalım durumunun algılanması, 2) duruma uymak için öğrenilmiş dav­ranış biçimine başvurma, 3) yasaklamalar ve 4) sosyal ödüllendirme veya var­sayılan davranışın değeri, olmak üzere dört noktada toplanır.

Graham ise şiddetin-doğuştanlık hususiyetini reddederek daha ziyade engel­lemenin bir ürünü olduğu fikrini öne sürmüştür. Ona göre, radikal (köktenci ) veya irticai (reaksiyoner) sosyal hareketler savaş tehlikesini arttırır. Çünkü her türlü engelleme fertleri militan yapmaya çalışır. Ona göre, barış insanı nefret ve şüp­helerin değil, sevgi ve inancın bir yaratması olarak gören varoluşçu psikoloji yo­luyla başarılabilen bir süreçtir(280.)

Kitle araçları, özellikle TV'nin şiddet olaylarını arttırdığı hususunda dikkat çekici araştırmalara rastlamaktayız Bunlardan Mary Morrisori (1974) tarafından gerçekleştirilen dikkatli ve iyi denetlenmiş bir inceleme T V seyreden okul öncesi çocukların dünyalarını şiddet alanı olarak gördüklerini ortaya koymuştur. Zira

Page 119: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

bu çocuklar, diğer insanları şiddetten ziyade muhtemel yardım ve destek kayna, ğı olarak görmeye daha az muktedir olmuşlardır.(29).

Geis (1966) ise gang (Cinai Çeteler) lara katılmış genç değerler üzerinde şid­detin yararlığını incelemiştir.

Bahsedilen bu araştırmalar tecavüz ve şiddetin bir içgüdü olmaktan ziyade l öğrenilmiş davranış biçimleri olduğunu açıkça ortaya koymuştur.

Burada şöyle bir soru da akla gelebilir: İnsanlar hangi şartlar altında şiddete başvururlar? Bir çok çalışmalar Dollard ve Doob'un "engelmeme-tecavüz teorisi" üzerinde yürütülmüştür.

Nielsen, Kuzey İrlandadaki şiddet olaylarıyla ilgili olarak Berkowitz teorisi­nin yeniden bir uygulanmasını ele almıştır. Umumi bir model içinde bu teorinin safhaları şu şekilde belirlenmiştir: a) Mutlakın farkına varılması ve nisbi mahru­miyetin siyasi açıdan yönlendirilmesi (medeni haklar hareketi gibi); b) siyasi et­kenliğin (Barışçıl protesto yürüyüşleri) engellemekte olan kalkınmayı başlatması;c) Güçlü grup aynileşmesinin başlaması ve toplumun çatışma safhasına geçmesi,d) Şiddetin daha fazla engelleyici baskıyı yönlendirmesi, bunun da daha fazla şid­deti yaratması ve böylece giderek bir çatışma helezonu meydana çıkmış olması. Loevvenberg göstermiştir ki, Almanya'da birinci dünya savaşı esnasında çocuklar ve buluğ çağındakilerin açlığa maruz kalmaları, ebevenlerini kaybetmeleri, ihtilal ve nihayet enflasyonun engelleyici rol oynamak suretiyle 1928 ve 1933 yılları ara­sında gençlerin Nazi partisine temayül göstermelerine sebep olmuştur.(3)Bun.ılım dönemlerinin bozuk aile yapısı (Broken Familyj/uygun olmayan sosyal­izm. önemli ölçüde Alman toplumun da şahsiyet yarlmalarına sebep olmuş­tur. -\ynı şekilde saygınlığını yitireceğinden korkan orta sınıfın aşağı sınıfa kay­maması için Nazi rejimi adeta bir güvenlik ortamı yaratmıştır.

Eckhardt tarafından yürütülen bir tutum taramasında(Survey) otoritarizm öl­çeğinde aşağı statüdeki denekler, üst statüyü işgal edenlere karşı mütecaviz bir dav­ranış normu geliştirdikleri halde asaöı statüde bulunanlara karsı demokratik bir tarz­da davranmışlardır. Bunun için Eckhardt, 1969 yılında 71 farklı ölçekten 1 11 de- neke yöneltilen 470 soruluk bir anket meydana getirmiştir. Faktör analiz (ki mate­matik olarak benzer aytıtrtlı gruplar ve aralarında ilişkiler işaret edilmektedir) açı­sından konu ele alınmış ve bu faktörlerden biri militarizm olarak kabul edilmiştir. Ayrıca, bu militarizm de ECKHARDT, Adorno'nun otoritaryanizm, etnosantrizm ve anti-semitizm kavramlarıyla ilgilenmiştir.(31) Neticede milliyetçilik, muhafazakar­lık, militarizm ideolojisinin esas tutumları ve beynelmiİelliciğin eksikliği yüksek ölçüde birbirleriyle bağlantılı bulunmuştur (Belki ortak kaynaktan ötürü). Buna karşılık, mizantropinin şahsiyet faktörleri (başkalarının nefretleri) disiplin (ço­cukluktan hatırlandığı gibi) ve empatinin eksikliği yüksek derecede birbirleriyle korelasyon halindedirler. Aynı şekilde mizantropi, militarizmin korelasyon ha­linde bulunan en yüksek şahsiyet faktörünü ((075) teşkil ediyordu. Bu husus A- dorno'nun otoriteryan kişilik adlı eserinde geliştirdiği "Kişilik Teorisini" des­tekler mahiyettedir. Bilindiği üzere bu teorinin temel varsayımlarından birisi kişi­nin çeşitli tutumlarının birbirleriyle tutarlı bir düzen içinde olduğu ve dolayısıyla bir kimsede bu tutumlardan birisi görüldüğünde, diğerlerinin de mevcut olduğunun varsayılabileceği idi. Eckardth'ın gösterdiği gibi, özellikle otoriteye boyun eğme, batıl inançlar, hoşgörüsüzlük, tutuculuk, katılık, ırkçılık gibi tutumların burada ve birbirleriyle tutarlı bir bütün meydana getirdiği öngörülmüş ve bu varsayım "Oto­riter kişilik "araştırması sonuçlarıyla da desteklenmiştir .(32).

Eckhardt'ın çocuklar üzerindeki çalışmaları, Becker ve Coopersmith'in yine çocuklar üzerindeki -mesela düşmanlık ve sınırlılık ortamı içinde yetiştirilen çocuk- farın militarist tutum kazanmaya ve militarizmle birleşmeye eğilim göstermelerin­de olduğu gibi- incelemeleriyle desteklenmiştir. Bunun gibi sevilen ve sınırlandırıl­mayan bir ortamda beslenen çocuklar yaratıcı, kendine güvenen ve barışçıl zih­

Page 120: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

niyete sahip kimseler olarak belirtilmiştir. Sosyal-yapısal şiddet taraftarlarına göre şiddetin kaynağı biyolojik, yani genetik etkenlpr değildir. İnsan saldırganlığına yol açan nedenin Biyolojik değil sosyal olduğu yolundaki görüş, saldırgan olma­yan "toplumlara örnek verme zorunluluğu ile karşı karşıya gibi gözüküyor. Ni­tekim, 1966 yılında Dafal adlı bir avcının bulduğu Tasaday oymağı Filipinlerde, Mindanao adasında yaşayan 26 kişilik küçük bir toplumdu. Bu toplumun yarı­sını çocuklar oluşturuyordu. Bütün gözlemciler, Tasadayların silah kullanmayan, saldırgan olmayan işbirliğine yönelik başkalarına sevgi ve saygı ile davranan kişi­ler olduğu konusunda görüşbirliği içindedirler."(33).

Aynı şekilde, 1873 yılında İngiliz sömürgecileri tarafından tamamiyle yok- edilen TASMAN Y A L IL A R da, çeşitli gözlemcilere göre, barışçı ve saldırgan ol­mayan nitelikleriyle biliniyorlardı. Son derece güç koşullarda yaşamlarını sür­düren Eskimolar da barışçı davranışları ve saldırgan olmayışları ile ün yapmışlar­dır.

Böylece, saldırganlığın, toplum yapısıyla, sosyalleşme sureciyle bağlantılı olarak geliştiği tezi giderek ağırlık kazanmış oluyor demektir.

M.Morrison ve diğer araştırmacılar şiddet olayları üzerinde seri halinde ça­lışmalarını açıklarken, umumiyetle uygun olmayan sosyalleşmenin yarattığı şah­siyet bozukluğunu ön planda tutmuşlardır. Bir sosyal harekette ve eylem gru­bunda şiddete başvuranlar umumiyetle şahsiyet yapısı bakımından hasta tipler­dir. Nitekim, Larsen şiddetin sosyolojik sebepleri üzerinde dururken bu noktayı

Uzmanlar, ihtilallerin sebepleri ve akışları hakkında şiddet olaylarından daha farklı bir görüşe sahiptirler. Bunlara göre ayaklanmalar ve gösteriler gibi karma­şık olaylar iç şiddet olaylarının diğer şekillerinden tamamen farklı bir katego­ride meydana gelirler. Öteki şekiller ise bazan birlikte gruplaşırlar veya suikast - ler vp iç savaşlar gibi iki ayrı kategori olarak işlem görürler (İç savaş, gerilla savaşı ve terörizm gibi suikastler ise darbeler ve fesat hareketleri).Sosyal karı­şıklıklarda, kitleler hoşnutsuzdurlar, fakat teşkilatsız ve seferberlik halinde ol­dukları söylenemez. Bundan ötürü kitleler, sadece kendiliğinden .yoğunlaştırıl-, mamış ve neticesiz kalmış eylemleri meydana getirebilirler.

Araştırmalar göstermektedir ki, sosyal karışıklıklar daha ziyade gelişmiş mil­letlerde, suikast ve iç savaşlar ise gelişmemiş ülkelerde meydana gelir. Bununla be­raber bazı araştırmalar üç kategori arasında (karışıklık, suikast ve iç savaş) ayı- önemle vurgulamıştır. Uyum, tecavüz ve şiddet arasındaki ilişkiyi Knud Larsen Tecavüz ve Sosyal Pahası "(1973) adJı araştırmasında ayrıntılı bir şekilde ele

almıştır. Ona göre; tecavüz: a) Şahsiyet değişkenlerine; b) Fizyolojik işlevlere (öğrenilmiş bir tepki olmasına rağmen, erkekler daha fazla mütecavizdirler) vec) kıt-kaynaklı bir toplumda başarı için dürtü ve insiyak gibi unsurlara dayan­maktadır. Böylece Larsen, daha önce zikrettiğimiz Berkovitz'in tadil edilmiş engelleme-tecavüz teorisiyle aynı sonuca vawyorr- Hatta ondan daha ileri giderek,- şiddetin kullanımımı, sgsyal pahasıyla etkilendiği gibi dogmatik ve savaş­çı gruplardaki üyeliğin şiddet ve tecavüzü artırdığı neticesine varıyor. Larsen'e göre, eğer bir grupta engelleme seviyesi aşağı, misilleme ihtimali yüksek ve grup desteği aşağı düzeyde ise o grupta tecavüz söz konusu değildir. Hatta, Hanna Newcomb'un işaret ettiği üzere, bu üç etken üç boyutlu bir alanda tasavvur edi­lebilir. Böyle bir alan aracılığı ile teorik bir aşama (Larsen bunu tecavüz eşiği ola­rak adlandırıyor.) yaratılırsa o zaman bir açık davranış da meydana gelebilir. Eşik aşamasının (derecesinin) durumu kısmen şahsiyete dayanır. Gerek Miligram, gerekse Larsen, Borden ve Kolberg'in çalışmaları göstermektedir ki, belirli bir sosyal yapıda, njesela denekin değerleri, şahsiyet etkenleri şiddetin en önemli belirleyicisidirler. Nitekim, Millgram'ın "İtiaat" deneyi göstermiştir ki, insan­ların sosyal etkiye (bu denemede yüksek voltajlı bir elektrik şokus sözkonusu) boyuneğmelerinin nedeni otoritenin etkisidir.

Page 121: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

rım yapma hususunda başarı sağlayamamışlardır. Çünkü, Davis'e göre İhtilaller gelişmekte olan ülkeler kadar yoksul ülkelerde de fazla değildir(34).

Türkiye'de şiddet olaylarına gelince, bu hususta parlamento, hükümetler, üni­versiteler, bağımsız araştırmamerkezleri ve şahıslar son derece sınırlı diyebileceğimiz görüşler geliştirmişlerdir. Bunların bir kısmı şiddet olaylarının teorik yapısıyla ilgili oldukları halde bir kısmı da şiddet olaylarının sağ ve sol fraksiyonlar arasındaki ki­şisel tercihlerle yönlendirildiği kanaatindedir. Ancak, hepsinin üstünde Alman Üni­versiteleri örneğinde görülebileceği gibi, milletlerarası gözlemciler yoluyla olayların gelişim çizgisini izleyen herhangi bir umumi rapor meydana getirmediği gibi hiçbir kökJü iyileştirici yöntemin'de benimsenmediği görülmektedir. Mesela, 1965'den 12 Eylül'e kadar parlemento-batıda benzerlerine rastladığımız üzere terör ve şiddet olayları alanında uzmanlaşmış senato alt komisyonları oluşturmamış, hükümetler de aynı bilinçsizlik içinde hareket etmişlerdir (x) Oysa, Birleşmiş Milletler ve Unes- co'nun terörlü uzmanlaşmış altıkomisyonlarından her an ilmi danışmanlık sağla­nabileceği gibi Birleşik Devletlerde görüldüğü üzere "Terörle Mücadele Derneği"de kurulabilirdi.. Bu tür girişimlerin hâlu gerçekleşmemiş olması üzücüdür...

Bütün bunlara rağmen, 'bazı bilim adamları,sosyal araştırmacılar, gazeteciler ve veto grupları diyebileceğimiz kimseler terör ve anarşi üzerinde ışık tutucu görüş­leri ortaya koyabilmişlerdir Bunlardarı biri Şerif Mardin'e aittir. Mardin, 'Tür­kiye’de Gençlik ve Şiddet" adh bir araştırmasında (35) Türkiye'de şiddetin köken­lerinin iki sebebe bağlandığı eörüsünün vaygın olduğunu söylüyor. Bunlardan ilki, öğrenci tahriklerinde ve öğrenci şiddft olaylarının artmasında reaksiyener, hükümetler tarafından desteklenen reaksiyoı<er (irticai) eğitim sisteminin temel­den çürüklüğü...

İkincisi de, üniversitelerde şiddetin tırmanmasında siyasi eylemcilik yönelimi. Mardin, İstanbul ve Ankara üniversitelerinin çeşitli fakültelerinin sağ veya sol kanat grupların işgali altına girdiğini, Türk Nasyonal Sosyalist Partisinin yan-mi- litan gruplarının- Milli Hareket Partisi ve Komandolar- Yüksek Eğitim ve Lise­ler üzerinde denetimi sağladığını ileri sürmektedir.

Mardin'e göre şiddetin nedenleri üzerinde yürütülen açıklamalar sadece kıs­men yararlıdır. Zira, ilkin bu açıklamalar 1950'Iiler sürecinde mevcut derin ideo­lojik yarılmalar hakkında bike harhangi bir şey söylememekte sadece 1960'lardaki yapıyı ele almaktadır. İkincisi; sol kanat öğrencileri sakinleştirmek için onları yö­neten faaliyetleri izleyen herhangi bir kimse bu uyarılara rağmen birbirleriyle çar­pışmayı sürdürenlerin kültürel görünümleriyle ilgili diğer değişmeleri de araştırma­lıdır.

Bu iki yaklaşıma tatmin edici cevaplar bulmak mümkündür. Bunlardan biritüm seviy.ede ilerleme ve yasal yetkinin yıkılması, toplumun giderek bürokratlaşması,daha önceleri sakin görünen kitlelerin siyasi ve sosyal hareketliliği ve dünya çapındakimlik tesbiti gibi. Bu tür açıklamalar Türkiye kadar Japonya veya Almanya'ya dauyabilen öğrenci hareketlerinin bir yorumu olabilir. Bir diğer yaklaşım da, Türksosyal ve kültürel değişmesine has farklılıkların tesbitidir. Bu açıdan Türkiye'deöğrenci tecavüzü büyük kültürel çözülmelerin neticesi olarak açıklanabilir. Fazladeğişmelerle birlikte geleneksel kültürün yapısındaki kalıntılar bu yarılmalarınsebebi olmuştur. Mardin, bu açıklamalarında daha ziyade Alex İnkeles'in "ikisistem" teorisini hatırlatan bir modeli burada geliştirmektedir. Bilindiği gibi MilliKarakter üzerinde dururken İnkels ve Levinson, şahsiyet ve sosyo-kültürel kurumlan

ı---- ------- --------------------_>Yalnız, 19 77 -1 979 ıh m a n i İçişleri Bakanlığmn "Terörüm nedenlerinin araş­

tırılması, ve kaynakların inilmesi, içgüvenlik istihbaratının reorganize edilmesi ve içgüvenlik istihbarat koordinasyonunun şartlarımnaraştırılması ve sağlanması" gibi konular üzerinde rapor hazırladığı ifade edilmekte ise de, söz konusu rapor henüz yayınlanmadığı için mahiyeti hakkında bir bilgimiz olamadı (Cemal Kutuy, Pusu- dulu ihanet, S .492, 1984)

Page 122: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Birbirleriyle ilişkili iki ayrı sistem olarak ele almışlardır(38). Buna göre eğer ferdin, davranışları aynı anda hem psikolojik hem de sosyal-müessese.vi rol beklentilerine cevap verirse bu iki sistem arasında o fert için tam bir "fonksiyonel uyuşma" var demektir. Başka bir deyişle, sosyal normlara uyma davranışı ferde aynı zamanda psikolojik tatmin de sağlıyorsa, “ iki sistem" bu fertte birbirleriyle uyum halinde­dir. Bazan bu uyumsuzluk haline de dönüşpbilir. Bu durumda toplumda öyle önem­li müessesevi değişmeler oluşur ki, toplumun yerleşik ve kendi içinde tutarlı tipik kişileri, yeni müessesevi rol ve beklentilere cevap vermekte zorluk çekebilir, özel­likle kısa zamanda büyük müessesevi değişiklik geçiren toplumlarda böyle bir durum söz konusu olabilir.

İnkels ve Levinson, Rus Devrimi sonucu, Rusya'da böyle bir durumun ortaya çıktığını ileri sürmektedirler. Onlara göre, geleneksel Rus kişiliği, arkadaşlık ve esas (Primary) ilişkilere önem veren, bağımlı, duygusal, pek metodik olmayan ra­hat bir yapıya sahiptir. Oysa Bolşevik rejiminin getirdiği müessesevi düzen tali (secondery) ilişkilere dayanan bağımsız, özerk, akılcı, metodik ve kontrollü bir kişilik gerektirmiştir. Bundan ötürü toplumun büyük bir kesimi için bir süre bu yeni müessesevi düzene uyumsuzluk bir mesele olarak belirmiştir.

Toplumları Herodian ve Zilotoist olarak tipleştiren A.Toynbee'nın tarih fel­sefesi de bize aynı çizgide bir takım sosyal ipuçları vermektedir. Buna göre her türlü yeniliğe açık kültür "Herodian Kültür", zıddı ise "Zilotoist kültür' 'dür. Os- manlı imparatorluğu üzerine kurulan Cumhuriyet ve Atatürk İnkılapları Toynbee'- ye göre, bir yelpazenin açılması gibi sürekli yeniliklere açık olmuştur. Yeni dev­letin getirdiği yeni insan tipi, yeni norm ve yeni roller, yeni değer sistemleri ve dünya görüşü imparatorluğun gelenekli yapısını temsil eden "Cemaatçı kimliğe" kaişı idi. Burada, İnkels'in belirttiği üzere müessesevi değişmeler (hukuki, siya­si, ahlaki, sosyal, iktisadi ve dini alanlarda) geleneksel Türk kişiliği ile bir çok noktalarda uyum sağlayamamıştır.

Bu tür yapısal değişmeler neticesi meydana gelen fonksiyonel uyumsuzluk zamanla ortaya çıkan şiddet olaylarının temellendirilmesinde önemli etken olarak düşünülebilir. Aynı şekilde 1950'lerde ı^ıeyd|na gelen radikal siyasi gelişmeler özel­likle çok partili siyasi bir rejimin gelişmesi, bürokratik yapı (merkez) ile halk (çev­re) arasındaki sosyal diyaloğun yoğunluk kazanmasına sebep ölmüştür. Bu geli­şimin neticesi olarak, köylerden büyük şehir merkezlerine kayan köylü nüfusu met­ropol sahalarında bir takım yan -kültür alanları meydana getirmek suretiyle "Ge­cekondulaşma" dediğimiz bir sosyal oluşumun yaratılmasına sebep olmuştur. Bu­da giderek, İnkels'in de işaret ettiği üzere,müessesevi düzenle toplumdaki tipik kişilik yapısı arasında bir uyuşmazlığa yol açmıştır. Bunlar karakter sebebiyle be-, liren bir takım uyumsuzlukların kaynağı olarak zikredilebilinir.

Daniel Bell: Kapitalizmin Kültürel ÇelişkeleriBöylece 1950'lerin liberal iktisadi gelişmesi fertlerde özgürlük ruhunu da yü-

celtmıştır Bu özgürlük hareketi bir takım ihtiyaçlar ve rol beklentilerine yolaçmıştır. Nitekim batıdaki benzer gelişmeleri açıklarken Fromm şu görüşleri ileri suruyordu:

"Kapitalist bir toplumda, o toplumun ferdi zengin olmak ister. Fert toplum­la aynıleşebilirse mutlu olur. İnsan içinde bulunduğu topluma göre ruhi denge­sini kazanır. Hasta toplum insanını temel ihtiyaçlarını karşılayamaz. Toplumlar sürekli olarak karakter değiştirmektedir. Bu değişme ani olursa o zaman da fert sarsıntı geçirmektedir. Ferdin topluma uyması ise uzun bir zamanı gerektirir. Eski yapı yeni sosyal tipe, fertlere kolay kolay uyamamaktadır. Ferdin, yeniye bağlanmadan önce eski bağları kopmakta ve yeniye de bağlanamamakta, bir ta­kım ruhi bocalamalar olmaktadır". Fromm için insanın toplumu ile olan ilişki­leri çok önemlidir. İnsanın temelden ve doğuştan getirdiği bir yaradılışı vardır. Toplum insanın bu temel özünü tatm'" etmek için yaratılmıştır. Hiçbir toplum

Page 123: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

insanın bu temel ihtiyaçlarını karşılar durumda değildir. Böyle bir toplumu yaratmak mümkündür. Böyle bir toplumda fertlerin hepsi insan olmak fırsatına eşit olarak sahiptir. Temel ihtiyaçları tatmin edilirse o insan yaratıcı sevgiye kavu­şabilmektedir. Fert topluma bağlandığı an toplum bu ihtiyaçları karşılamıyorsa yine mutsuz olmaktadır, yalnız olmak, yalnız kalmak istemektedir.1'

Bu durum, eski toplumun dayanışma ruhunu, fertlerin birbirlerine olan say­gınlığını ve çerçeveli yapısını parçalayarak yerini zevklerin, isteklerin dahi mad- deleştiği, herşeyin ferdi çıkarlara dayandığı çerçeveden kopmuş yeni bir toplum yapısını getirir. Her türlü sapık (devyant) davranışlar, aslında bu tür toplumun alın yazısını teşkil eder. Nitekim, Daniel Bell, 1950'lerde "Amerikan kültürünün artık çalışmak ve başarı gibi motiflerle ilgili olmadığını, daha ziyade nasıl harca- malı, nasıl eğlenmeli tarzında tüketim normlarına kaydığını" söylüyordu(37). O- nagöre, "1950'iilerde Amerikan kültürü oyun, eğlence, gösteriş ve zevk gibi birin-

•cj derecede hedonistik mahiyet arzeden bir kimiiğe dönüşmüştür. Hedonizmin dünyası, aslında modanın, fotoğrafın, reklamın, televizyonun, pop müziğinin dünyasıdır. Bu pop kültürünün ikonogrofisi aslında kapitalist hayat tarzından geli­yor.

Ev eşyaları, sinema, hamburger, koka-kola gibi yiyecek ve giyecekler Ame­rikan kapitalizminde, işin Protestan kutsiyetinde kök salmış bir ahlaki mükafat sistemine dayalı geleneksel yasadığın kaybolmasının neticesidir. Bu sistem yerini maddiyi ve lüksü vaadeden hedonizme terketmiştir(38)."

. D.Bell'in Amerikan kapitalist sisteminin toplum yapısında yarattığı bu kültü­rel boşluğu, manevi değerlerin yitirilmesine ait bu gerçekçi tasvirlerin geçerliliği 1950 'ilerden sonra ülkemizde gelişen liberal iktisat düzeni içinde söz konusu olamaz m ı’, Bu nokta, üzerinde, önemıe yutulması gereken bir husustur'. Çünkü bin yıla yaklaşan kültür tarihimiz incelendiğinde toplum yapımız umumiyetle dengeli bir iktisadi kimliği yansıtır. Burada fert-toplum dengesi sistemin esasını teşkil ederdi. Kemalist model de 1950’lilere kadar bu çerçeve.içinde varlığını sürdürmüş, büyük ölçüde bu tarihi dengeyi ayakta tutan kültür ve değerler sistemine saygılı kalmıştır. An­cak 19501ilerden sonra iktisadi alanda başlatılan liberalleşme hareketleri dengeye dayalı bu kültür kodunu yıkmış, "her mahallede 15-17 milyoner yetiştirme" slo­ganı topluma damgasını vurmaya başlamıştır. “Servetin toplum katlarında den­geli dolaşımını" ön gören İslam ilkeleri ile, fe/^-toplum bütünleşmesine dayalı Ahi- esnaf teşkilatlarının yüzyıllarca insanımızı yoğuran, ona biçim ve ruh veren sosyal dinamikleri, bu defa, liberal iktisadf sistemin batıdaki Protestan ahlakı ve Püritan zihniyetiyle beslenen kimliğinden soyutlanarak, toplumumuza maddi kalıplar ha­linde yerleşmeye başlamıştır.

3 il in diği üzere, Osmanlı iktisadi sistemi ile onu ayakta tutan, ona norm ve biçim veren manevi zihniyet (ideoloji) arasında bir uyum var idi. Ama,1950'lilerden sonra benimsenen liberal iktisat sisteminin manevi yapısı ne olacaktı?Liberal iktisadi siste­mini geliştiren batıda bu manevi yapı Protestan ahlâkı idi. Bu din, sanayileşmenin ve kapitalist sistemin, Weber'e göre "ruhynu" teşkil ediyordu. Şimdi bu ruhtan so­yutlanmış sadece kalıbı kalmış bir liberal iktisadi sistem -yerine yenisi konulma­dan- sosyal yapımıza aktarılmaya çalışılıyordu. İşte, bu ruhsuz manevi yapıdan yoksun liberal iktisadi sistem toplumumuzu istila ederken, ona karşı batıda ol­duğu gibi hiçbir kültür ve değerler sistemini seferber kılmamız milli-ma-nevi bir yapı oluşturmamız en önemli boşluğu teşkil etmiştir. O zaman, Daniel 3 cll'in bile batı kapitalist sistemi için öngördüğü sedce ve sadece tüketim normları­na dönük bir nesil yetiştirilmiş, toplumu ayakta tutan manevi yönü zayıflatılmıştır. Böylece, toplumun maddi ve manevi değerler arasında bir bütünleşme sağlanamayışı, "kültür boşluğu" diyebileceğimiz bir uyumsuzluk yaratmıştır .Ülkemizin 12 Eylül 1980'den önce içine sürüklendiği şiddet olaylarında böyle bir çarpık gelişimin et­kisi tartışma konusu olabilir.120

Page 124: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Daniel Bell 'e göre; Kapitalizm, sadece rasyonel fiyat ve hesaplama yoluyla eşyanın üretilmesini destekleyen bir sosyo-ekonomik sistem olmakla kalmıyor, ayni zamanda bu yeni faaliyet tarzı, özel kültür Ve karakter yapısıyla da iç içe bulunmaktadır. Öyleki, kültür alanında bu durum (yani ferdin arzuladığını yapa­bilmesi) bir takım geleneksel sınırlandırılmalardan doğum yoluyla taşıdığı bağ­lardan (aile ve doğum) kurtulması ve "kendini gerçekleştirme" idealine varmasıyla mümkündür. Karakter yapısında ise bu süreç "kendini destekleme" ve amaçların izlenmesinde maksatlı davranış normu ile gerçekleşebilir. Böylece, burjuva me­deniyetini birleştiren bu iktisadi sistem, kültür ve karakter yapısının karşılıklı ilişkisinin (bağlantısının) bir ürünüdür."37.

Görülüyor'ki, kapitalist sistem burjuva medeniyetiyle birleşmekte ve onun bir parçası olmaktadır. Bu da kültür ve karakter alanında belirmektedir. Kültür ala­nında bu durum ferdin, kendisini kuşatan (aile ve doğum yoluyla kazanılan) bağ­lardan kurtulması ve kendini gerçekleştirmesiyle mümkün olabilmiştir. O halde, kapitalistleşme sürecinin kültür alanındaki yansıması, Erich Fromm'un da belirt­tiği üzere, ferdi her yönü ilç sınırlandıran eski bağlardan kurtulması ve .."kendisini yine kendisi" olarak özgürce yaşaması mümkün olabilmektedir. Bir bakıma bu da ferdi hürriyetin kazanılması,ferdi özgürlüklerin ön plana geçmesi demektir.

İkincisi, yani karakter yapısına gelince, burada ferdin "kendisini denetleme­si" ve amaçların izlenmesiyle ortaya çıkan gayeli davranış normları söz konusu olmaktadır.

Kapitalizm, bu sebeple Batı kültür ve karakter yapısının bir bütünleşmesidir.O halde kapitalizm, rasyonel fiyat ve hesaplama yoluyja eşyanın üretilmesininötesinde, özel kültür ve karakter yapuyla da bağlantılıdır.

Aynı sistemi bünyemize aktarırken, batıda daha önce Reform ve Rönesans yoluyla .gerçekleştirilmiş olan "İnsanın özgürlüğü" ve kiliseden koparak "Allah'ı kendinde bulması" gibi bir uiKim manevi inkılap normları- ki bunlar kapitalizmin itici gücü olmuşlardır- bir kenara itilerek sadece kalıba yönelik bir benimseme me­kanizması oluşturulmuş ve neticede "İstim sonradan gelsin kabilinden” bu kalıba uygun manevi bir zihniyetin oyunlaştırılması düşünülmemiş, her şey adeta kendi akışına terkedilmiştir. Bilindiği üzere, kültür iktibasları bir ülkeden diğerine akta­rılırken, bunun her zartıan içir, bir teknoloji transferi şeklinde düşünülmemesi gere­kir. Zira, iktibas edilen kültür unsurları, çoğu kez egemen kültürün değer, inanç ve kültür sistemleri içinde oluşmuştur. 8 u sebeple, o kültür unsurları toplumumuza aktarılırken temelde yatan sosyal sistemi ya hesaba katmamız gerekir. Veya onu uygun yeni bir sosyal sistemi bünyemizde olgunlaştırmamız icab eder. 8 u yapıl­madığı takdirde, kültür temasları temelsiz kalabileceği gibi, sosyal yapıyı da boza­bilir.

Böylece, hem müessesevi değişme, hem de karakter sebebiyle ortaya çıkan u- yumsuzluk, bizim en az 50-60 yıllık tarihi gelişmemizde veya Heradion kültür ya­pımızda rastlanılan olaylardır. İşte, Mardin in ülkemizde büyük sosyal tecavüzlerin kaynağı olarak ele aldığı büyük kültürel çözülmeler bu sıralamalarla yakından bağ­lantılı olsa gerek. Nitekim, Mardin bu hususla ilgili olarak şöyle diyordu; "Gele­neksel küçügelenek' unsurları yeni bir sentez içinde bütünleşmeden 'büyük gele- nçğin' unsurlarını yeniden söküp attı. Geleneksel toplumun merkezinden kaynak­lanan kollektif tasavvurlar medeni dinin başarılı sentezi yoluyla yerine tekrar yer-

•leştirilmeksizin aşındırıldı. Bu hususlar, Mardin'e göre, ''öğrenci olaylarının odak noktası olarak araştırılması gereken hususlardır."

Türkiye'de şiddet olaylarının bir yönünü teşkil eden mikro boyutlarda yapılan bu şahsiyet faktörleriyle ilgili açıklamalara bazı önemli ilaveler yapmak mümkün­dür. Günümüz sosyolojisinde bilim adamları tarafından yürütülen krimonolojik araştırmalarda merkezi tema, cinayet ve caniliğin aynı sosyal şartların bir ürünü olduğu tezidir. Bu şartlar ve sonuçların tahlili iki umumi şekil almaktadır.İlki,,

Page 125: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

cinayet nisbetlerindeki değişkenler ile sosyal örgütteki değişkenler arasındaki i- -lişkileri ortaya çıkarmaktır. Böylece toplumların cinayet oranlan; sosyal hare­ketlilik, rekabet, kültürel çatışma, siyasi, dini ve iktisadi ideolojiler, nüfusyoğun- luğu ve terbiye sistemi, refah, gelir ve istihdamın dağılımı gibi şartlar ve süreç­lerle bağlantılı olduğu tesbit edilmiş bulunmaktadır.

Ancak, bu tür bir açıklama şekli, 1940'dan sonra geçerliliğini büyük ölçüde kay­betmiştir. Çünkü araştırmacılar, konvansiyonel cinayet istatistikleri yoluyla öl­çüldüğü gibi cinayet hakkında genelleştirmelerde bulunmanın büyük tehli­keler yaratabileceğinin farkına varmışlardır, Fakat günümüzde bu görüş yine sahneye çıkmıştır. İkincisi, sosyologlar şahısları cani yapan süreçleri tanımlamaya ve belirlemeye teşebbüs etmişlerdir. Bu tahliller, tabiatiyle sosyal psikolojiktir ve kullanılan kavramlar da, daha ziyade sosyal öğrenmede yararlanılmaktadır. Çeşitli araştırmacılar taklit, rol-oynama, farklı çağrışım, telafi, aynileşme, ken­dine güvenme ve engelleme-saldırganlık gibi süreçler üzerinde durmuşlardır. Şa ­hıslar türlü sosyal davranış çeşitlerini bu süreçler yoluyla kazanırlar ve aynı şe­kilde, mesleki rol, erkek veya kız çocuğu rolü veya bir gencin rolü gibi sosyal davranışa ait rolleri de bu tarzda öğrenirler, öğrenmenin muhtevası, öğrenme süreci olmamak kaydıyla, bir kimsenin cani olup olmadığını belirleyen önemli bir şart olarak görülür, öğrenme süreciyle bir çocuk, ailesine ve arkadaşlarına nasıl davranacağını öğrenebileceği gibi aynı şekilde yine öğrenme süreciyle, hır­sızlık için elverişli olan kilitli olmayan otomobillere de nasıl davranacağını öğrenir(39)

Bu duruma göre şiddet olayları kategorosine giren cinayet, sosyal davranış türlerine etkide bulunan aynı sosyal şartların bir ürünüdür. Bu gelişimde siyasi, dini ve iktisadi ideolojiler kadar sosyal hareketlilik, rekabet ve kültürel çatışma­ların önemli etkisi vardır.

Türk toplumu 1950'lilerden itibaren siyasi rejim değişikliği “neticesinde hızlı bir zirai makinalaşmaya sahne olmuş, bu da geniş çapta köylerden büyük şehir

-merkezlerine nüfus akımına yol açmıştır. Liberal kapitalist sisteme dayalı çarpık sanayileşme hareketlerinin neticesi olarak ülkemizde gecekondulaşma denilen bir takım yan-kültür alanları sivrilmeye başlamıştır. Cressey’nin belirttiği gibi, cinayet de, tıpkı tutumlar, inançlar ve bir insanı simgeleyen değerler gibi fertlerin değil grup­ların malıdır(40).

Bu demektir ki, cinayetler; oturma sahası, yaş ve cinsiyet gibi değişkenlerden ziyade sosyo-ekonomik sınıf temeline dayanır(41). Nitekim Birleşik Devletlerde resmi istatistiki verilere göre cinayet işleyen nüfusun büyük nisbeti işçi sınıfı kö­kenlidir. Hatta bazı kaynaklara göre, işçi sınıfına mensup olanların cinayet ora­nı, diğer insanların cinayet oranı hızlandığında,bu oranın daha yüksek olduğu gö­rülür.

Ülkemizde gecekondular umumiyetle işsiz ve çalışan sınır tao^nına dayanır. Bu sebeple aşağı sınıfı temsil eder. Cinayet oranı kadar, çocuk suçluluğu, zihni bozukluklar, ilaç alışkanlığı, intihar, fahişelik, etnik bölünmeler, aile içi çatışma­lar ve örgütlenme bozuklukları gibi birçok sapık davranış türleri de genellikle aşa­ğı sınıf kültürü içinde önemli yer tutar. Yakın zamana kadar yapılan operasyonlar göstermiştir ki, gecekondulaşma süreci terör ve anarşi gibi sosyal şiddet olayların­da önemli rol oynamıştır. Çocuk suçluluğu üzerinde yapılan araştırmalarda da he­men hemen aynı sonuçlar elde edilmiştir.

Aşağı sınıfa mensup olanların çocukları daha fazla suça itilrr‘ıektedirler(42).Me- sela, Amerika Birleşik Devletlerinde sefalet çevrelerinde yaşayan zencilerde suç oranı daha yüksektir. Aynı şekilde, beyazlarla karşılaştırıldığında bu oran Porto Rikolular, M eksikalIlar ve Kızılderililer de daha yüksek oranda olduğu görülür. Son yıllarda yapılan araştırmaların yoğunlaştığı bir diğer nokta da, yüksek suçlu­luk oranının iktisadi yaşayış tarzıyla yakından ilgili olduğu iddiasıdır.

Page 126: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Ülkemizsem imparatorluktan Cumhuriyet dönemine, hem de tek partili hayat tarzından çok partili rejime geçerken değer yönelimi, inanç sistemi, sosyal beklen­ti ve normlar bakımından olduğu kadar din .hukuk, ahlak, eğitim, iktisadi s:stem gi­bi olanlarda önemli müessesevi değişmelerle karşı karşıya bulunduğu muhakkak­tır. Su iki dönemi, gerek ferdi sistem gerekse sosyo-kültürel sistem bakımından, toplumumuzun sarsıntısız atlattığı tezi savunulamaz.

Türkiye, batı değer ve sistemleri kadar tüketim normlarını yönlendiren bir ba­tılılaşma süreci içine, 1950'lilerden itibaren iktisadi liberalizme de ağırlık vermek suretiyle, büyük ölçüde itilmiştir. Bunlardan sadece liberal kapitalist sistem 10-15 yıl içinde fertlerin dünya görüşleri, rol ve beklentileri kadar kültür değer ve inanç sistemlerinde de önemli çözülmelere sebep olmuştur. Çünkü, Batılı uzmanların da belirttiği gibi, kapitalizm sadece rasyonal fiyat ve hesaplama yolu ile eşyaların üretimini destekleyen bir sosyo-ekonomik sistem olmakla kalmıyor, aynı zamanda bu yeni faaliyet tarzı özel kültür ve karakter yapısıyla da iç içe bulunmaktadır. Öy- leki, kültürde bu süreç yani ferdin arzuladığı şeyi yapabilmesi geleneksel sınırlan-, dırmalar ile doğum yoluyla taşıdığı bağlardan (a i 11 ■ ve doğum) kurtulması ve an­cak kendini kendinde gerçekleştirme idealine varmasıyla mümkündür.

Karakter yapısında ise bu süreç kendini denetleme ve amaçların izlenmesinde maksatlı davranış normu ile gerçekleşebilir. Böylece, burjuva medeniyetini birleş­tiren bu iktisadi sistem aynı zamanda kültür ve karakter yapısının karşılıklı bağlan­tısıdır da(43). Daniel Bell'in açıkça ortaya koymuş olduğu gibi, kapitalist sistem, batı medeniyetinin, kültür ve karakter yapısının bir ürünüdür. Kapitalizmin çeliş­kileri her şeyden önce, batı toplumunun kültürel, teknik, iktisadi ve siyasi yapı­sının temelinde yatar.

Batıda kültür tarihçileri kadar sosyal araştırmacılar, şiddet olaylarının artma­sını, gençliğin yabancılaşması ve aydınlar arasında sistemin yasallığına karşı büyü­yen tepkileri ileri sürmektedirler. Her ne kadar kapitalist sistemin ilk kaynakları Weber1n ileri sürdüğü gibi Protestanlığın zühd anlakıyla Werner Sombart'ın mer­kezi temi olarak kabul ettiği (Kazanç Hırsı) (acquisitiveness) ilkesine dayanmasına rağmen, zamanla bu dini normlardan ayıklanmak suretiyle geniş ölçüde dünyevi- leşmiştir. Siyasi ve sosyal karışıklıklar, yapısal değişmeler ve temel değerler me­selesi kadar kültürel tercihler bugün batı toplumlarında kapitalizmin kültürel çe­lişkileri olarak karşımıza ç ıkmaktadır.

Batıda, toplumun istikrarsızlığı ve siyasi sistemin yasadığının yitirilmesiyle il­gili olarak D.Befl yedi önemli noktaya işaret etmektedir. Bunlar sırasıyla;

1) Çözülmeyen bir problemin varlığı:1930'ların işsizlik, meselesi ekseri toplumlarda çözülmeyen bir prqblem olarak

görülüyordu. Her batı toplumu zamanında bu bunalımlara saplanmıştır .Hatta, buna­lım, 1930'lar Faşizmi getiren güçlerden birini teşkif etmiştir.

2) Özel Şiddetin Büyümesi:Almanya ve Diğer ülkelerde özel (orduların) yaratılması ve hükümet tarafın­

dan denetlenemeyen açık sokak şiddetinin büyümesi otoritenin alaşağı edilmesine yol açmıştır.

3) Parlamento çıkmazı:1920 ve 1930'larda İtalya, Portekiz ve İspanya'da,güçlerin kutuplaşması neticesi

yaratılan parlamento çıkmazı, kitle eylemi, otoriter, diktatör veya askeri darbe şek­linde billurlaşan bir yapıda etkin bir hükümet denetimine engel olmuştur.

4) Sektörlerin kopukluğu :Bazı alanlarda hızlı sanayileşme^ öteki alanlarda geniş çapta siyasi ilerlemenin

gecikmesi (lag) sürekli istikrarsızlığa sebep olmuştur.5) Çok yönlü ırk veya çok yönlü kabile çatışmaları: vBu durumu en açık şekilde, katılmadan önce Hindistan'da müslümanlar ile Hin-

dular arasında cereyan eden çatışmalarda görebiliriz. Keza, Nijerya'da çeşitli ka-

Page 127: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

hileleri temsil eden bölgeler arasında, Belçika'da Flemenler ile VValonlar ve kana­da da ise İngilizlerve Fransızlar arasındaki çatışmalarda görüldüğü gibi.

6 ) Aydın Sınıfın (İntelligentia) Yabancılaşması:Bir toplumda kültürel elitler o toplumun bütünleştirici * sembollerini taşırlar.

Bu grupların gözlerini açması, (disenchantment) hemen her ihtilal ortamının bir yöniinü oluşturur. Nitekim Küba'da Batista'nın yenilgisi, geniş çapta orta sınıfın rejime muhalefetinden kaynaklanmıştır .

7) Savaşta Aşağılama :Ezici bir yenilgi, Çar Rusyası ve Wilhelm Almanyasında olduğu gibi, ekseriya

siyasi sistemin zedelenmesine yol içar. 1905'de Rusyanın Japonya tarafından ye- nilgisfyCengiz istilasından beri bir Batılı gücün bir Doğulu millete yenilgisinin bu ilk örneği Rusya'da psikolojik aşağılamayı temsil eder.-Aynı şekilde, Latin Amerika'­da diktatör Profirio Diaz (1910)'ın tahtından atılmasından beri, ilk ihtilal^ iki dün­ya savaşı ve depresyon süreci arasında önce sosyalist, komünist halkçı ve yoksulluk hareketlerinin meydana gelmesine rağmen, Bolivya milli ihtilaliyle birlikte 1952 yılında gerçekleşmiştir.

Böyle bir .liste Bell'e göre, bitirilemez ancak yüzyılımızın büyük siyasi dene­melerinin bir bilançosunu ortaya koyması bakımından ilgi çekicidir. Bu çerçeve içerisinde, Birleşik Devletler hakkında söyleyebileceğimiz şey de, Vietnam Savaşı, gençliğin yabancılaşması ve toplumdaki yapısal değişmelerden kaynaklanan sosyal problemlerin çokluğu gibi bir takım gerginlikler ve istikrarsızlıklardır.(44).

Bell'in görüşlerini hatırlatan şiddet normu ile ilgili bir diğer varsayımda Hun- tington'a aittir. Bilim dilinde Huntington'un "yarılma" (lag) hipotezi olarak bili­nen bu ilkeye göre, Latin Amerika, Afrika ve Asya gibi yeni doğan ülkelerde istik­rarsızlık ve şiddetin sebepleri yaşayan siyasi kurumların gelişmesi ile sosyal ve ekonomik değişme süreci arasındaki "yarı!ma"dan ötürüdür. Yapısal-fonksiyonalist- ler tarafından geliştirilen toplumların geleneksel, intikal ve modern tarzdaki üçlü modeline göre,Huntington,ilki ve sonuncusunu siyasi şiddete ve istikrarsızlığa da­ha az eğilimli bulmaktadır(45). İhtilalci karışıklıklar, askeri darbeler, isyanlar, geril­la savaşı ve öldürmeler intikal/geçişli toplumların ortak yöniinü verir. 'Yoksulluk tezini" reddeden Huntington'un varsayımına göre, şiddet, ne yoksulluk ne de geri kalmışlıkla ilgilidir, sadece şiddeti ve istikrarsızlığı besleyen modern ve zengin olma arzusu ile bağlantılıdır. Modernleşmekte olan ülkelerde, şiddet/ahatsızlık ve aşırı­lıklar yoksul ülkelerden ziyade daha zengin ülkelerde olduğu tezi de savunulamaz. Böylece Huntington'a göre, iktisadi büyümenin ölçüsü zaruri olarak istikrarsızlığı fnümkün kılmaktadır. Huntington'un tezinde sosyal hareketlilik, ekonomik geliş­meden daha çok istikrarsızlığa yol açmaktadır. Kentleşme, okuyup-yazya, eğitim ve kitle araçları geleneksel insana yeni hayat tarzları, yeni eğlence standartları ve yeni tatmin olma imkânları sağlar. Bunlar sırasıyla, geleneksel kültürün kognitif ve vaziyet alma engellerini kırar (bozar) ve yeni beklenti ve isteklerin seviyelerini teşvik eder. Bununla beraber bu yeni beklentileri doyurmak için (tatmin etmek) geçişli bir toplumun yeteneği çok daha yavaşça artar, netice olarak, umutlar ve beklentiler arasında bir istek- teşkili ve istek tatmini, beklentiler fikri ile yaşarıp seviyesi fikri arasında bir yarılma (lag) veya gecikme (gap) ye sebep olur..

Bu yarılma/gecikme, hükümet hakkındaki istekleri yöneten sosyal tatminsiz­lik ve engeller ile siyasi hareketliliğin yayılmasını meydana getirir. Elverişle siyasi kurumların norsanlığı, bu durumu zorlaştırır ve siyasi sistemde yığılmayı ve itidalli olmayı imkansız kılmasa bile güçleştirir.' Bundan ötürü siyasi katılmada ani artış­lar siyasi istikrarsızlığa ve şiddete yol açar.

Daniel Lerner "Geleneksel Toplumların Geçişi" adlı eserinde ülkemizi intikal/ jcranstition kategorisinde düşünmektedir. Ona göre Türkiye ne geleneksel ne de modern bir toplumdur. Sadece geçişli bir safhadadır. Geçişli toplum istikrarlı ve dengeli bir kimliği olan geleneksel toplum ile iş bölümü neticesi farklılaşmış ve L24

Page 128: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

kendi içınae bütünleşmiş modern toplum arasına sıkışmış, henüz dengeli bir yapı­ya ulaşan kuruluşlar olmaması nedeniyle şiddete açık toplumdur. Kısacası, şid­detin etiyolojisi üzerinde Hündigton'un varsayım! bugün Latin Amerika, Afrika ve Asya kadar ülkemizde meydana gelen şiddet olaylarının a y d ın la n m a s ın d a önem­li ipuçlarını ortaya koyabilir. Bununla beraber bu tezin doyurucu ve sonuna kadar ikna edici olduğu iddia edilemez.

Bununla beraber, Edward Shils, Cliford Geertz ve Lucian Pye gibi araştırmacı­lar, yapısal-fonksiyonalist davranışçı düşüme okulunun mensupları olarak, doğ­makta olan Asya ve Afrika ülkelerindeki şiddet hakimiyetine dikkat çekmişlerdir, öu ülkeler, Munııgnton’un belirttiği gibi (geleneksel^geçişli ve modern şemada) geçişli toplumlardır. Bunlara yöre, şiddetin esas nedeni; etnik, bölgesel, lengüstik veya ortak yarılma ve bölünmelerden ötürü siyasi bütünleşmenin noksanlığıdır. A y ­nı şekilde, Henry Bienen'de toplumların gelenekselden modernleşmeye doğru deği­şikliklerini ileri sürmekte ve değişmeye olan duyarlılığın geçişli toplumlarda cin­ayetin kaynağı olduğunu .kabul etmektedir. Geçişli toplumlarda ona göre düşman­lık ve tecavüzün nisbeti miktar olarak artmaktadır.(46).

Bazı doğulu araştırmacılar model seçiminin kuzey-güney ülkeleri ayırımı çer­çevesinde ele almakta ve Kuzey ülkelerine göre geliştiriliş modellerin güney ülkele­rinin de ihtiyaçlarına aynen cevap vereceği kanısında değildirler, öyleki, şiddeti sosyo-ekonomik gelişme modeli içindi ele alan bir varsayım, özellikle Birleşik Devletler tarafından sunulan Batı liberal-burjuva inceliğinin bir proto-tipi olarak kabul edilir(47).

Aynı şekilde modernleşme modeli Veya "siyasi gelişme "de batının tarihi tec­rübesi içinde kalıplaşmış bir stereotiptir. Bu grup, yapısal şiddet kalıplarını ince­lerken iktisadi ve siyasi sistemler yanında situasyon (durum) bağlantılarına da yer vermektedir. Bu hakim "duruma ait bağlantılar "dan kast edilen şey de bir ülke veya bir ferdin kendisini bulduğu (keşfettiği) haldir. O zaman, şiddetin tipolojisi bu üç değişkeni (iktisadi sistem, siyasi sistem ve duruma ait context) ortaya koyar. Sosyo-ekonomik bölümde ekonomik sistemin dört tipi ele alınır.

1) İlkel: Kent devrimi çizgisinde "maişet ekonomisi, kabile toplumu ve aşağı seviyede teknoloji.

2) Geleneksel Kategoride : Sanayi devrimi çizgisinde trampa ekonomisi, feodal toplum ve ara teknoloji.

3) Modern(kapitalist) Kategoride :Otomasyon devrimine maruz kalan para-kredi ekonomisi, rekabet, sanayi-sonrası topluma yönelik kâr, çok uluslu ticari faaliyetler.

4) Modern (sosyalist): Otomasyon devrimi çizgisinde, para-kredi ekonomisi, merkezi planlamalı sanayiye dayalı kooperatif bir toplum.

Çağdaş siyasi sistem, anayasa yapısı, sivasi fonksiyonlar, yasallık esası, iktidar durumu ve rejimin yönlendirilmesiyle belirlenir.

3ilindiği üzere sitüasyonal bağlantı, büyük amaçlar ve iç gelişme kavramı ' bakımından bir insanın veya birMi İken in kendisini bulduğu (keşfetti) umumi sosyo-si- yasi yönelmeyi işaret etmek amacıyla kuHanılır. Bunun için de beş stiüasyoııal bağ­lantı belirlenir: a) Sömürge/Özgürlük mücadelesi, b)Somurge/sonrası olgunlaşmış bağımsızlık, c) Eski sömürge/yeni metropolitan, d)Kurulmakta olan sosyalizm ve e) Olgun sosyalizm. Rasheedduddin Khan'a göre, bu topluma ait kalıpların herbi- rinde ve situational bağlantıda şiddetin yapısı^,tipleri ve tezahürü farklı olup özel araştırmayı gerektirir. Temel varsayım odur kı, her sosyal kalıpta ve "Situational bağlantıda" şiddet andemik bir yapıya sahiptir. Nitekim, bir kimse,tersi d,pğru ol­masa bile, caninin bir insan olduğunu söyleyebilir. Hiçbir toplumun >iddet tezahür­lerinden yoksun olmadığı ve ancak çok az sayıda insanın bu tezahürlerden yoksun ol­duğu herkesçe bilinen bir gerçektir.

Yazara göre, sosyo ekonomik değişmenin dinamik ve diyalektikleri yoksulluğun bazı şiddet tiplerini meydana getirmesine rağmen, siyaset şiddet Je kültiit -bağlantı

Page 129: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

ve sistem-bağlantılm ır(boundj(48).R.Khan tarafından ileri sürülen bu tezin ana fikri Aristotle'den beri bilinmek­

tedir. Aristotle'a göre ihtilallerin evrensel ve temel sebepleri eşitsizliktir. O poli­tika adlı eserinde şöyle diyordu: "Aşağıdakiler, eşit olmak için başkaldırırlar. ve üstün olanlara eşit olurlar." Engels'de, siyasi yapıların sosyo-ekonomik şartlarla aynı zamana rastlamadıkları takdirde siyasi şiddetle sonuçlanacağını belirtiyordu. Aynı paralelde olmak üzere, Sigelman ve Simpson, siyasi şiddetle ekonomik eşitsizlik arasındaki bağlantıları araştıran,49 toplumu içine*, alan bir örneklem araştırma­sında: Ferdi-gelir eşitsizliği, s'yasi Şiddet, bolluk, sosyal hareketlilik, sosyo-kültü- rel ayni cinstenlik (heterogenity), sosyal değişme oranı ve nüfus büyüklüğü gibi yedi belirleyici kullanrriışlardı(49). Araştırmacılar, bu belirleyicilere dayanarak, dört esas varsayım geliştirdiler: a)Fer;!i gelirlerin milli dağılımında eşitsizlik ne ka­dar büyükse, siyasi şiddetin seviyesi de o kadar büyüktür; b) Gelir eşitsizliği ölçe­ğinin orta noktasından itibaren her iki istikamette milli sapma ne kadar büyük­se, siyasi şiddetin seviyesi de o kadar büyüttür; c) Milli gelir eşitsizliği skorunun dağılımının ortasından itibaren her iki yöne uzanan milli sapma; ne kadar büyük­se, siyasi şiddetin seviyesi de o kadar büyüktür; Ve d)Ferdi gelirlerin milli da­ğılımı ne kadar az yoğunlaşır veya dağılırsa, siyasi şiddetin seviyesi de o kadar büyük olur.

Bu varsayımlardan elde edilen neticelere göre , siyasi sistemde yeni fırsatlar ve açılmalar, siyasi hareketlilik ve katılmayı arttırır. Siyasallaşmış iktisadi çıkar­lar ve anlaşmazlıklar, gerginlik, çatışma ve şiddetle neticelenen gruplar arası ça­tışmalar, ejnikler-arası, dil-arası, kast-arası Cemaat-arası, kabile-arası, kültür ve sınıf­lar arası gerginliklere biçim verir ve neticede barışcrl gösterilerden, parlamento kav­galarından sokak savaşlarına, linçlere, grevlere ve şiddete dönüşür. Bazan bu durum­lar, ideolojik aşırıcılık ve siyasi militarizm için eylemci siyasi partiler tarafından ve­rimli bir ortam olarak kullanılır.

Kısacası, şiddet normu fonksiyonel bir ilişki sistemi içinde ele alınması gereken bir sosyal sapmayı ortaya koymaktadır. Bu oluşumda toplumlârın milli kültür ve değerler sistemi kadar gelişim çizgileri de rol oynarlar. Ancak Huntigton, Shils , Lernerln üçlü modeline dayalı şemasında yer alan geçişli toplum yapısı, R.Khan ve L.Sigelman ile M.Simpson'un dörtlü değişken modelinde ileri sürülen gelir eşitsiz­liği, etnik yapı, iktisadi çıkarlar ve sınıflar arası farklılaşmalar sosyal dengeyi her zaman için bozabilirler. Çünkü bilindiği üzere Lerner modelinde bir uçta kozmopo­lit, kentli, okuyup-yazma bilen, nadiren dindar ve çoğunlukla hali vakti yerinde olan modernler, öteki uçta da bunun zıddı yani geleneksel toplumlar vardır.Geçiş halindeki toplumlar ise, Lerner'e göre, hakiki modern tarzın unsurları eksik olmakla beraber, fert modernleşmeye ait "empati''nin bir kesimi ile, fiziki hareketliliklere katılma özelliği gösterir. Geçiş döneminde olan fertler farklı toplumlara göre eylemde bu­lunurlar. Bunların bir çoğu henüz şehirde yaşanmamakla beraber, kitle haberleşme kanalıyla uyarılmakta ve doğum yerlerinin dışında bir başka yerde kendilerini ha­yal edebilmektedirler. Bu sebeple, geçiş döneminde olanların bir kesimi, orta sınıfın her iki ucuna açılabilen bir sınıf yaşamının basit üyeleridirler(49).

Sunlar da,toplumumuzun durumu gözönüne alındığında, "Şiddet" normunu etkileyen unsurlar olarak düşünülebilir. Dünyanın birçok ülkelerinde intikal topr lumları üzerinde yapılan surveyler şiddetin hangi ölçülerde yoğunlak kazandığını göstermektedir. Ülkemizde şiddet olaylarının kökenleri araştırıldığında toplumu­muzun bu kimliği elbette önemle nazarı dikkate alınacaktır.

G en çliğ in D üzenlem e Biçim leri:

3azı araştırmacılar mikro-düzeyde şiddet olaylarını incelerken ayni zamanda, olayların kaynaklandığı tarihi gelişime dikkati çekmektedirler. Nitekim, Michael Harrington bu görüştedir. Ona göre temel sosyal değişmeyi arayan bir neslin yenider doğuşu çok önemlidir(Momentous} Günkü onlar kendi yaş grubunun bir izinli

Page 130: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

ğıdır. Ama damgalarını zamana vuran yaratıcı ve eylemci bir azınlıktır. Paul Goodman ise bu noktaya devamla, dünya çapında gençlik huzursuzlukları tarihteki dönüş noktasını işaret eder(50). Nitekim 1970'lerde meydana gelen olaylara deği­nirken şöyle denilmektedir: "Bu ihtilaldir,. İngiltere, İtalya, Batı Almanya, Fransa ile 3erlin Hür Üniversitesi ve Sorban'da vukubulan şey ne nesiller arası.bir çatışma, ne de sadece üniversite reforma için bir savaştır.

Sosyologlar, umumiyetle "Gençliğin düzenleme biçimleriyle alakalı olarak beş kademeli bir sanaflandırmayı önerirler. 3u tipoloji aşağıdaki biçimlnri kapsar.

' I ) Siyasi yönden duyarsız gençlik (Siyasi konularda aşağı seviyelerde olma­larıyla karakterize edilirler).

2) Yabancılaşmış gençlik (Bunlar geleneksel toplum değerlerini reddeden ku­rulu düzene, otorite yapısına karşı isyan eden ve siyasal veya sosyal kaynaklarla il­gili olmayan kimselerdir)

3) Ferdiyetçi gençliğe gelince; bunlar da umumiyetle (şimdiki durumu) statüko­yu kabul etmelerine rağmen daha ziyade siyasi konularla ilgilidirler. Bu sebeple itaat eden isyankarlar olarak tasvir edilirler.

4) Eylemci gençlik; bunlar, otorite yapılarını, geleneksel değerleri reddeden fakat siyasi ve sosyal açıdan olaylarla ilgilenen kimselerdir.

5) Yapıcı (Constroctivist) gençlik; Bunlar, otorite ve geleneksel değerlerin dere cesine göre farklılaşırlar. Öyleki, eylemciler gibi yüksek ölçüde sosyal ve politik ko­nularla ilgilenirler. Ancak eylemcilerin aksine, öğrencileri Barış gönüllüleri gibi, eylemlerini değişme istikametinde yürütmek için toplumun mevcut çerçevesi için­de çalışmayı araştırırlar(51).

"Gençlik Ayrılmalan" diyebileceğimiz gelişmelerde bir diğer husus da karşıt kültür sürecidir. Sosyolojik bir kavram olarak karşıt-kültiir(cross-cuture) ileri sana­yileşmiş toplumlar kadar gelişmekte olan toplumların da bir açmazıdır. Buna göre karşıt-kültür, büyük toplumdaki hakim değerlere zıt olan değerlere sahip bir grubun (Kural Koyma) normatif sistemi tarzında tanımlanabilir. Bu anlamda "karşıt-kül- tür" "yan-kültür"den farklıdır. Çünkü yan-kiiltür, geniş toplum ve hakim kültürde mevcut olmayan değerler ve normlar takımı ile belirlenen bir kültür, var olan bir gruptur.

Sanayi-sonrası toplum tipini temsil eden Birleşik Devletler, bugün hem karşıt kültür hem de yan-kültür alanlarının bir mozayiğini teşkil eder. Her iki kültür alanı da yoksulluk kültürü, ghetto, slam, Hippi, yippi, krishna, yeni müzik, yeraltı basını dünyası, ilaç iptilası, fuhuş, alkolizm, cinayet çeşitli elbise ve saç modelleri ve kuşaklar-arası çatışmalar gibi sosyal problemler alanını teşkil ederler. Terör ve anarşik eylemlerin köklerini işte bu zeminde aramak gerekir.

Buna ilave olarak, kuşaklar arası yarılmalar da birçok gençlik ayrılmalarının nedenlerini teşkil ederler. Bu durumda "İki-kuşak" çocuk ve ebeveynleri köklü bunalımlar, saldırılar ve olayların, tecrübesine sahip olmamalarından ötürü birbir­leriyle iletişimde bulunamazlar. Gençlik, "yeni tarih, yeni şuur üretiyor" zihni­yetine sahiptir. Dünyamızda yeni katılanlar olarak gençlik aslında kendi me­selelerine kendileri çözüm yolları aramalıdır.

Böylece, toplumun esas yöneliminde herhangi bir önemli değişme farklı bir şuur ve görülebilen bir kuşak yarılması üretilmiş olacaktır. Sosyologlara göre "ku­şaklar arası çatışma, kuşaklar arası mücadele, tarihin evrensel bir olgusudur." Ni­tekim, konu ile ilgili olarak "Fortune" dergisinin; "Bugün Amerika Birleşik Dev­letlerinde kuşaklar arası bir yarılma hissedivor musunuz?" sorusuna kolej öğren­cilerinin % 69'u, kolejli olmayan gençliğin de % 48’i evet cevabını vermişlerdir(52). Böylece, toplumun temel değer ve tutumlarında değişmeler ortaya çıkmaktadır. Daniel Bell, bu tür yarılmaların, bir "Millet olma" kimliği ile ancak düzenlenebile­ceği kanaatindedir. Ona göre, 2. Dünya savaşından sonra, bir çeyrek yüzyılda Bir­leşik'Devletler ilk defa bir milli devlet kimliğine kavuşabilmiştir. Milli kimliği ve

Page 131: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

milli sembolizmi başarmış olma anlamında Birleşik Devletler uzun bir süreden beri millet olmuştur Fakat haberleşme ve taşımacılıkta meydana gelen devrimlerden ötürü, ancak bu dönemde toplumun bir kesiminde meydana gelen değişmeler an­lamında öteki kesimler üzerinde de tesir yapmaya başlamıştır.(53). Bu da ancak çok yenilerde gerçekleşmiştir.

Şüphesiz yeni kuşağın yarattığı yeni şuurun gçrisinde "endüstri-sonrası" A- merikan toplum imajı saklıdır. Sosyologla^ bu toplumda marijuana, LSD, esrar ve afyon gibi çeşitli ilaç alışkanlıkları kadar, Beats ve Hippi, yaşantısı .ahlaki zaaf unsuru olarak hipokrasi, eş-cinsel faaliyetleri, siyasi rejime yönelik sahte-demokrasi veya "ikili konuşma demokrasisi" deyimleri, sahte tutuculuk, yeni zenginleş John Birch Toplumu, Du Bois Klüpleri, Radikal sağ Protestolar ve radikal sol protesto­ların hemen hepsinin paranoid tarzındaki politikaların bir ürünü olduğu kanaatın- dadırlar. Zira uzak-soldaki aşırılar gibi, uzak-sağdaki aşırılar da^ekseriye herhangi bir birleşmeyi veya birbirleriyle daha ılımlı gruplarla koalisyonu, ahlaksız bir faa­liyet olarak görmektedir. Birçokları için hatta siyaset ve siyasetçiler için böyle bir anlaşma, düşmanlıkla karşılanmıştır. Bu tutum ve yönelim batilı sosyologlara göre siyasetin paranoid tarzı olarak ifade çdilmektedir(54). Böyle bir sahte de­mokraside bir çok ahlak ve değer yargıları toplum yararına alınacak kararları et­kileyebileceği gibi gençliğe de şahsiyet kazandırmaz.

Gençliğe ait bu eğilimi, batıda önemlibir alain olarak sağ ve sol fraksiyonlara bölünürken, toplumun sosyo-ekonomik tarihi ve psikolojik yapısına da tercüman olu­yordu. Bu sebeple, "Batıdaki Şiddet Eğilim Kalıpları" hakkında ayrıntılı bilgilerin toplumumuz için de belirli sınırlar çerçevesinde geçerliliğini koruyacağı gözden uzak tutulmamalıdır.Eski Sol - Veııi Sol ve Eski Sağ - Y eni Sağ K utuplaşm ası:

Günümüzde Batı toplumlarında, özellikle Amerika Birleşik Devletlerinde yeni Sol - Eski Sol; Eski Sol- Yeni Sol akımlarının kutuplaşr <sı, hayat felsefesi ve dünya görüşleri yanında bu kutuplaşmanın sosyo-ekonomik şartlara göre kimlik değiştir­mek suretiyle bir (benzeşim)konverjans teoriye yöneldikleri de bilinmektedir.

Batıdaki bu gelişim çizgisin' izlemek suretiyle ülkemizde de 1960flı yıllardan itibaren başlayan siyasi kutuplaşma ve ideolojik sapmaların nasıl terör ve şiddet olaylarına dönüştüklerini de anlayabiliriz.

Batılı araştırmacılardan bir grup ilkin ,” Eski ve Yeni So l" ayırımı üzerinde dur­mak suretiyle; onların sosyal kökenleri, silisi durumları, etnik ilişkileri strateji ve taktikleri hususunda oldukça ilgi çekici verileri tesbit etmişlerdir.

Bunlardan Mauss'un sınıflandırması ilk akla gelenidir. O, eski sol ile yeni solun karşılaştırmasını spyle sıralıyordu(55)l

ESKİ SOL YENİ SOI

A- SOYAL KÖKLERİ VE YÖNELİM LERİ

I Kaynaklar :(loçmenler, proletarya, aydınlar Öğrenciler, burjuvalar, aydınlar, siyahlar

2. Görülebilir Güdüler;İktisadi adalet, iktisaden kendi kendine yetme

Topyekun sosyal adalet, idealizm, altürizm

3. Başka Yerden Kahramanlaş ye Modeller: Lenin, Musolini, Stalin, İspanya Cumhuriyetçileri Castro, Mao-Guevara, Fanon, Ho..

Page 132: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

4.Halihazır Müttefikleri :Göçmenler, Sendikalar, İşçiler, birkaç aydın

5. Düşmanları ve Nefret Edilenleri : Burjuvazi, Yöneticiler, Mal sahipleri ve patronlar.

B - S İY A S İ D U R

Yeni proletarya, yoksullar, zenciler, kızıIderililer, Hippiler, aydınlar/ öğrenciler ve asiler..

İktidar yapısı, korporat liberalistler (Hatta öğretmen kategorileri, kolej yönetimi, kiliseler, beyaz liberaller, ırk­lar, askeri sınıf, işçi sendikaları v.b.)

U M L A R 1 :

6 . Umumi İdeolojik Görünümler . Marksist Fabian-Kollektivist Melioristler

7. Yönetme ve Fonksiyonları : Gerçekte meşruiyetçi, reform taraftarı ve siyasi hürriyetlerin korunması kaydıyla merkezileşmiş .bürokratik refah devleti.8 . Irk İlişkileri :Umumiyetle bütünleştirici asimilas- yonist ve eşitçi

9. Kolej Kampusları :Eylemde bulunmayan radikal fikirlere sahip.

10. Statükonun esas göstergeleri :Yaygın yoksıilluk, işsizlik, eşitsizlik ve işçilerin sömürülmesi.

11. Dış Politika :Anti-faşist umumiyetle anti-komünist

C- S T R A T E J İ

İhtilalcilik, Maoizm, Marksizm unsur larıyla eklektik ıslahatçılık

Meşruiyetçi ve Sosyal adalet taraftarı. Hem siyasi hem de kültürel alanda ihtilalci.

Umumiyetle ayırımcı ve siyah iktidara yönelik.

Kampuslar, sosyal değişme ajanları ve faaliyetleri için bir üsshalini almıştır.

Aynı derecede gelişmiş toplum, orta sınıf değerleri yoluyla yoksulluğa karşı ırkçılık

Anti kapitalist bazan Amerika ve İs­rail'e karşı, modası geçmiş komüniz­me karşı.

V E T A K T İK L E R İ

12. Eylemin Hedefi :Fabrikalar, maden ocakları limanlar ve doklar

13. Eylem ve TaktikUmumi grevler, oturarak grevler, boykotlar, sabotaj ve fabrikalarda

ı şiddet.

Komşuluklar, Ghetto'lar, kampuslar

Eski solun aynısı, fazladan gösteri ve terörizm.

Page 133: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

D-TEMSİLCİLERİ VE FORUMLARI

C.\V.MİIIs,S.Lynd ,Hcntoffz,Haydeıı, Flacks,R.Parris, Gitlin, P.Booth, Ne w Field, C.Oglesb,, Carmichail,Seale, Cleaver.

Realist', Ramports, New left Notc> Stadies on the Left, Liberation,Village Voice.

SDS,SNDC,CORE,SSOC,VDC,FSM ( Barış ve Hürriyet Partisi.

14. Şahsiyetleri (Geçmişte ve Şimdi) Eugene Debs, Norman Thomas, Valter Reuter, S.Hook,L.Feuer,Hawe, Rustin Muste, Kristol, Kempton, Dos Passos,M

15.Yayınlar:Dissent, Partisan, Review, New Leader New Rebuplic, Nation, '»Vorker

16. Örgütleri ve Toplulukları: C İO .LİD .Socialist Party,PLP CPUSA,DUBOİS,CLUB,NAACP, URBAN LEAGE.SAN E..

Bu sınıflandırma sanayi-sonrası batının en dinamik bir toplumunda eski ve yeni sol’un zaman süreci içinde kimlik değişmelerini göstermeleri bakımından ilgi çeki­cidir. Tamamıyle Amerikan toplumunun kültür ve değerler sisteminin bir ürünü olan bu gelişim, Türk toplum yapısındaki eski ve yeni sol arasındaki dağılımlarda önemli farklılıklar kadar bazı noktalarda benzerlikleri de yansıttığı inkar edilemez.

Bu listeye göre, yeni solun sosyal sınıfı proletarya, burjuva ve işçilerden ziyade öğrencidir. Yeni sol, geniş çapta orta sınıfa mensup gençler, aydınlar, ve özgür kişi­lerden ibarettir.

MAUSS, Eski-Yeni sol arasındaki zıtlaşmayı : a) Sosyal kökler ve yönelimler,b) Siyasi durumlar, c) Strateji ve taktikler, d) Temsili şahıslar ve forumları olmak üzere dört noktada toplamaktadır.

İlk kategoride, eski solun sosyal kökenlerinin aydınlara dayandığı görülmekte­dir. Ülkemizde de hem eski hem de yeni sol da işçi gruplarının büyük çoğunluğu ve temsilcileri umumiyetle yurdumuza göçmen olarak yerleşen gruplarla yerleşim mer­kezlerinde yoğunlaşan kütleler olduğu bilinmektedir. Özellikle, Bulgaristan, Yugos­lavya gibi Sosyalist bloktan gelen işçilerin ve aydın grupların sol hareketlerin ekse­nini teşkil ettiği bir gerçektir. Eski-yeni solun "Bey lik " konvansiyonel şairi Nazım Hikmet’in Rusya'ya kaçtıktan sonra "Ran " yerine "VVerzanski" soyadını kullanma­sı dikkat çekicidir. Eski-Yeni solun örgüt liderleri ve temsilcileri de umumiyetle göç­men gruplara mensupturlar.

Yeni solun 1960 lardan sonra geniş çapta örgütlü işçi kuruluşlarına ve öğrenci­lerine kaydığı; aydınlarının ise üniversite öğretim üyeleri,öğretmenler, serbest mes­lek sahipleri (Avukat, Doktor ve yazarlar gibi) gazetecilerle kendileri dil, din, ve soy etnik grupları olarak belirleyen kimseler olduğu bilinmektedir. İşçi, öğrenci ve aydınlar kategorisinin önemli bir kesimi birinci veya ikinci kuşak göçmen veya etnik kökenli oldukları şüphesizdir.(x)

Eski-Yeni sol arasında bir zıtlaşım da sosyalist hareketin "Sınıf Durumu 'dur.Es­ki sola nazaran yeni sol, ülkemizde aydın kadro olarak "Orta Sın ıf" kökenlidir.Az­da olsa burjuva asıllı olanlara, eski konak sahiplerinin çocuklarına rastlamaktayız. Tanzimat sonrası Batıya açık kolcşler.de yetişen üst sınıfın çocuklarının zaman za­man sol, hatta radikal sol akımlar arasında yer aldıklarına tanık olmaktayız.

i m ulkcrnu.n . ■.Komünist •; <nsyal kökenleri üzerinde, batıda örneklerine rastladığımız türde an; ^tırmalar bulunmamakla beraber, genel yar­gı od ur ki göçmenler bu tür c\ lem kalıplarında önemli rol oynamışlardır.

Page 134: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

tsurada sırası gelmişken bir noktaya temas etmek yararlı olacaktır. Ülkemizde solun örgütlü, sistemli ve metodik mücadelesi 1920'lerden itibaren başlar. Bu bakım­dan sol hareketlerin 60 yıllık bir tarihi vardır. Ancak yeni solun 1950'lerden iti­baren siyasi ve kültürel hayatımızda yeni bir kimlik kazandığını ileri sürebiliriz. 1950'lerde çok partili siyasi rejime geçiş, liberal akımların yayılması, kitle iletişim araçlarının köy-şehir farklılaşmasını büyük ölçüde azaltması, şehirleşme ve sanalileş- menin hızlanması yeni solun filizlenmesinde veya kimlik değiştirmesinde etkili ol­muştur. 27 Mayıs 1960 Askeri İhtilalini takibeden, özellikle sol kanadın yönetimini elinde bulundurması Türk insanının siyasi düşünce ve inanç sistemlerinde geniş çapta bir liberalleşme hareketini başlatmıştır diyebiliriz. 1961 Anayasa değişikliği "sol"a açık akımları hukukun üstünlüğü ilkesi altında adeta yasallaştırmıştı. Türkiye İşçi Partisinin resmen kurulması(x), D İSK'in, Türk-İş'in bünyesinden ayrılarak Mark­sist işçi sendikasına dönüşmesi, bu tarihten sonra başlayan siyasal alandaki sosyal­leşme sürecini hızlandırmıştır. Yeni sol bu yapı değişmeleri içinde yeşermiş ve dal ve budak salmıştır. Yeni değerler, yeni biçimler, yeni örgütler, yeni felsefe ve kül­tür hareketleri, sol stratejideki eylem ve taktikler, Marksizmin yapısındaki "Mo- nolith” kimliğin parçalanması ve çok merkezli Marksist akımların tek yönlü yansıma­sını doğurmuş, bu da ülkemizde yeni solun eski sol karşısındat tarihi yerini almasına sebep olmuştur. Nitekim bu hususla ilgili olarak, Landau bir incelemesinde şu görü­şü ileri sürüyordu.

"...Sağ eğilimli gençlik grupları sayıca daha az ve genellikle Milli Gururun mesa­jından ötürü Türkiye'nin geçmişinde ortak ideolojik köklere sahipken, solcu gençlik gruplarının böylesine bir ortak esinti kaynakları yoktu. Bunlar, herbiri hayran oldu­ğu peygamberi ile birlikte Mao, Che Guevara, Roger Garaudy ya da Herbert Mar- cuse'ü türkçe çevirişinden okudukları bu ya da başka iki düşünürün özetlerinden olu­şan bir programı kabul etmişlerdir.(56).

Böylece, yeni solun kahramanları, modelleri ve mitleri hatta kullandıkları jar­gon ve uslüp tarzlarına kadar hepsi Sosyalist Enternasyonalin günümüzdeki birer yan­sımasıdır. Eski sol, felsefe olarak milli değildi. Osmanlı İmparatorluğunda Sosya­list hareketler üzerine bir inceleme yapan Haupt ve Dumont, Selanik sosyalist İşçi Federasyonu ile Hüseyin Hilmi’nin Osmanlı Sosyalist Fırkası" militanlarının çoğunun, "Ermeniler, Bulgarlar, MakedonyalIlar, Rus ve yahudilerden oluştuğu­nu açıklamışlardır.(57) Aynı araştırmacılar bununla kalmayıp Osmanlı sosyaliz­minin de tartışmaz bir biçimde "İthal Malı" olduğunu vurgulamışlardır(58).

"Örgütlerin yayınları, Alman, Fransız, Anglo Sakson ve de Rus klasiklerin­den (Marks, Kautsky, Jaures vb.) alıntılarla dolup taşmaktadır. Osmanlı toplu- munun sorunlarının özelliği konusunda hiçbir görüş ve tartışma geliştirilmemiştir. Örnek olarak din meselesi konusunda mutlak bir sessizlik sürdürülmüştür. Türk sosyalizminde İslam dinini ele alan yazılara pek rastlanmamaktadır.. Hüseyin Hil­mi'nin İstanbul'da 1910 Şubatından itibaren çıkardığı gazetelerde İslam dini an­cak 2 ya da 3 makalede söz konusu ediliyordu"(59).

Yeni solun da hemen ayni geleneği ileri sürdürdüğü hususunda görüşler var­dır. Nitekim Tarık Zafer Tunaya, 1968'lerde yeni sol hakkındaki bu yargısını şu şekilde dile getiriyordu;

"Hazırlığı ve öncesi zayıf temelsiz bir arayış içine birden bire girilmiştir... İnsan sosyalizmin ne olduğunu bilmeden, kolayca sosyalist oluvermişlerdir, yayım; bazıları eksik, birçoğu aceleye gelmiş çeviriler kalabalığı karşısında şaşı­rıp kalmışlardır. Üniversitelerde okutulmayan konular kahvelerde öğrenilmeye-ve tartışılmaya başlanmıştır. Sonuçsuz kalmış bir ihtilalin yarattığı ideal buhranı,

(.V) Türkiye İşçi Partisi (TİP) 10 Ekim 1 9 65 seçimlerine katılarak 15 Millet Ve ki li ve 276.101 oyla parlamentoda ilk yasal Marksist parti olmuştur.

Page 135: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

insanları, savaş meydanı haline gelmiş bir memleketin fikir cepheleri arasında raksettirmiştir. Sosyalizm nedir? Adaletsizliğe karşı haykırış mı? Yoksa belli aşamalardan sonra kurulması gerekli bir düzen mi?

Bu konularda "Cevaplar" değil, tek "Cevap" aranmıştır. Yayınlar ve yazar-, lar genellikle Marksist-Leninist yönde sunulma yoluna gidilmiştir. Oysa sosyalizm yok sosyalizmler vardır.. Marksizm yok Marksizmler vardır"(60).

Ancak, şu bir gerçektir ki, Türk solu, 1960'lı yıllardan sonra tek tip (Mo- nolith) Sosyalizm yerine çok merkezli (Polylith) bir sosyalizme yönelmiştir.

Bu husus yeni solun önemli bir hususiyetini teşkil eder..Artık, yeni solun Mekkesi sadece Moskova değildir .Pekin, Havana, Tiran, Belgrat, Santiyago ve Oslo olabilir.

Böylece, 1920'lerde Baku'da üslenmesinden - 1925 yılında yasaklandığı gü­ne kadar geçen süre içinde bir ara Harris'in de: "Bir yerde komünistlerin iktidarı elde etmelerine hemen hemen ramak kalmıştır "(61) diye belirttiği üzere, Tür­kiye Komünist Partisi, 1960'lardan itibaren kendi içinde önemli sosyal değişme­lere maruz kalıyordu.

Marxtan ilk çevirinin "Cemiyet'i limıye'i Osmaniye" matoaasında basılan ve "Hakayikul Vekayi" gazetesinde 9 Şubat 1871 nüshasında yayınlanmasırdan (62) tamyüz yıl sonra 1.971 dönemini Aydın Yalçın; 'Türkiye'de aşırı sol ve Marksist akımlar için önemli bir aşama ve dönüm noktası olarak" görmektedir.

Bunun da sebebini" 1961-1971 yılları arasındaki on yıllık sürenin Türk solu tarafından iyi bir şekilde değerlendirilmiş olmasına bağlıyordu.

Mauss'un, eski ve yeni solun ayrılıklarını işaretlerken ileri sürdüğü yayınlar hususu, 1960'lardan sonra yeni solun Marksist Staratejisi kadar ülkemizde de uygu­lama alanına aktarılmış bir yönünü ortaya koyar. Bilindiği kadarıyla, 1960-1970 yılları arasında Marksist literatürün başlıca kaynakları ve klasikleri artık Türkçe, olarak yayınlanmıştır"(63). Ayni şekilde Aydın Yalçın dâ: "1960 yılından sonra, bütün Marksist klasiklerin Türkçeye tercüme edildiği ve yayınlandığı, eskiden giz­li hücre çalışmalarında üç beş kişi tarafından okunabilen kitapların, fakültelerde ders yardımcısı olarak okutulduğu, işportalarda satılacak kadar etrafa yayıldığı" kanaatındadır(64).

"Derleme Müdürlüğü Aylık Yayın Bülteni" Aralık 1978/Ocak 1979 tarihli sa­yılarında, 1978 yılının ilk iki ayında yayınlanmış eserlerden sadece (50) adetinin Marksist-Leninist-Maocu-Tirancı, bölücü aşırı sol fraksiyonlara ait olduğu tesbit edilmiştir ki, bu sol ve aşırı solun diğer sosyo ekonomik yayınlarla karşılaştırıldı­ğında önemli bîr yayılma alanını ortay, koyar. 1977 yılı için yapılan tesbitlere göre, yine sol ve aşırı sol yayınları destekleyen ve kamu oyunda iletme görevini yüklenen (61) yayınevi, ( 8 ) dağıtım evi,(7) Kitabevi ve "Devrimci" şarkılar ve müzi­ği dinleyicilere ulaştıran.(3) satış müessesesi tesbit edilmrştir.(65). .

Yine tesbitlere göre 1960,'da sosyal bilimler alanında 4195 olan kitap sayısı 1970'de 5854'e, gazete ve süreli yayınlar ise 290'dan 507'ye yükselmistir{6 6 ).

Yeni solun ülkemizin iktisadi, sınai, sosyal ve kültürel meseleleri kadar tarihi, ve siyasi olayları-üzerinde yoğunlaşan çalışmaları da yine bu döneme rastlar(x). Doğan Avcıoğlu'nun 'Türkiye'nin Düzeni"; İdris Küçükömer’in "Düzenin Ya­bancılaşması; Sencer Divitcioğlu'nun "Osmanlı Toplum Yapısı ye Asyatik Üre­tim Tarzı"; yine Doğan Avcıoğlu'nun Türklerin Tarihi: Mete Tunçay.ın 'Türkiye'de Sol Akımlar"; Çetin Yetkin’in 'Türkiye’de Sosyalist Hareketler"; AtiTla ;İlhan'ın "Hangj Sol ve Hangi Sağ"; İsmail Cem'in, Türkiye'nin Geri Kal­mışlığının Tarihi Gelişimi” ,. Niya/i Berkes'in Türkiye’de Çağdaşlaşma Akımları",

1 - • • . • I(x/\ l'urkıye'de uzun-surc kalan Sn l; iudıngton, 1961'lerden sonraki ortam için

söyle diyordu: "Türkiye'ye geldıuım zaman çok enteresan bir gelişme vardı.ilk defa yaygın bir sosyalist hareket Başladı memlekette., yabancı Gözü ileTürkiye, Milliyet,1 9 7 6 '

Page 136: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Keza, son yıllaraa çeşitli üniversitelerde Türkiye'nin loplum Yapısı, Köy Ku­ruluşları, Şehirleşme, göçler ve nüfus hareketleri, Türkiye'de sol akımların, ta­rihi gelişimi, iktisadi yapı ve sanayrltşme, yabancı sermaye ve istihdam gibi çe­şitli konular üzerinde yoğunlaşmış daha. bir çok yayınları burada tekrarlamak istemiyorum.

1960'lardan sonra Yeni sol'a norm ve biçim veren bir diğer yönelim de sos­yal hareketliliğin üniveriste kâmpusyarına yayılmış bulunmasıdır. Üniversite ve yük­sekokul gençliğini içine çeken Türk Solunun bu yeni oluşumu 1934'lerdeki taktik ve staratejilerinin sosyal şiddet bakımından yoğunluk kazanması olarak ifade edile- bilinir. _

"Bilindiği üzere 1934 yılından itibaren’, Komintern, dünya komünist partile­rine, faşizme karşı ortak cephe kurulması direktiflerini vermeye başlamış ve 1935 komintern V II. kongresinde cephe politikası kararı alınmıştı."

'Türkiye Komünist Partisi (TKP)de Komintern hattına uymak için faaliyete tekrar başlamış. Hapisten çıkan, Sovyetlerden gelen militanlar aracılığı ile 1934 yılı sonlarında komünist gençlik teşkilatı (Komsomol) kurulmuş ve 15-21 yaşla­rındaki gençler önce bu okulda yetiştirilmiş,sonra da partiye kaydedilmiştir.

1935 Haziranında İstanbul Yüksek Okulu öğrencileri arasında da hücreler teşkil edilmiş, bu dönemde lise ve yüksekokullarda TKP'nin yoğun eylemleri yanın­da, işçi çevrelerinde de hücreler kurulmuştur.

" 1938'de T K P ’nfn Donanmaya ve Harp Okuluna sızması bu felsefenin bir par­çasını teşkil eder;

"Bu dönfcmde İstanbul lise ve ortaokullarındaki komsomol teşkilatı 8 ay için­de umut edilmeyen bir seviyeye ulaşmıştır (67)."

1930'lara ait bu girişimler, 19601ı yıllarda yasal Marksist Partinin Parlemento-. da temsil edilmesiyle daha da güçlenmiştir. Bu gelişim, Marksist-Leninişt staretji- ye uygundur. Zira, akademik çalışmalar komünist hareketlere yeni boyutlar kazan­dırabilir.

"...Ve küçük akademik çatışmaların küçük başlangıçları, büyük bir başlangıç­tır; çünkü, onu büyük sonuçlar izleyecektir. Bugün değilse, yarın.ya da öbür gün"(6 8 )

Bu düşünceleri Mao'da çok açık olarak görmek mümkündür."...Yirmi yıl önce bugün Çin'de 4 Mayıs hareketi denHerç^öğr.encilerin katıldığı

büyük bir olay yer aldı. Bu, büyük önem taşıyan t>ir hareketti. 4 Mayıs harekinden bu yana Çin gençliği hangi rolü oynadı?" Onlar bir bakıma öncü rolünü oynadılar. Ama bu öncü ordusu yeterli değildi. Sadece ona dayanarak düşmanı yenemeyiz, çünkü, temel kuvvet bu değildir. O halde temel kuvveti kimler meydana getirir?.. Geniş işçi ve köylü yığınları.. Ç in in genç aydın ve öğrencileri işçi ve köylü yığın­larına gitmeli ve ülke nüfusunun yüzde doksanını meydana getiren geniş yığınları harekete geçirmeli ve örgütlenmelidir"(69).

Marksist analizden hareket eden ve 1960 olaylarıyla Batı Solunun sembolü olarak kabul edilen H.Marcus*a ise, proletarya yerine "öğrenci"yi devrimci bir gü alarak görüyordu .(70).

- Endüstri-Sonrası toplumlarında öğrencinin en büyük, itici güç olması gerçeği, Marksist staretiji için bir sıçrama taşı teşkil etmiş ve güç aktarılması kampuslara ve fabrikalara yönelmiştir. Aynı taktik ülkemize de uygulanmış 1968'lerde üniver­site kampusları bir savaş arenasına dönüşmüştür.

GöriilUyor ki, Marksist teorisyenlere göre gençlik, hem komünist hareketlerin "Leitm otif" i, hem de işçi ve köylü yığınlarını hazırlayan çift standartlı bir görevi temsil etmektedir.

ly / ı'le r öncesi öğrenci olayları üzerinde psiko-sosyolojiıv açıdan yapılan bir tahlil bu görüşlerimize ışık tutucu niteliktedir:

"....Başlangıçta anomik koşullar içinde bulunan gençlerin müşterek duygu­larıyla ve muhtemelen dıs ülkelerdeki öğrenci hareketlerinin de etkisiyle spontane

Page 137: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

olarak başlayan ve neye karşı olduğu bilinçli bir şekilde idrak edilmeyen boykot hareketleri bilahare toplumda mevcut bazı etnik grupların, bölgesel toplaşmaların ve ideolojilerin manipilasyonuna uygun bir ortam hazırlamıştır"(71).

Gençliğin, sol stareteji için potansiyel bir güç olarak kullanılması deneyimi bazı üniversite organlarınca değişik biçimde yorumlanmak suretiyle bir "Genç­lik Bunalımı" havası estirilmiştir. Nitekim, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Aka­demik Konseyi'nin 1970 yılında basına intikal eden kararı bu istikamettedir.

"...Gençlik hareketleri temelde, toplumdaki eşitsizlik ve adaletsizliklere da­yanmaktadır. Yurdumuzun ve onun üniversitelerinin bu nedenlerden gelen bu bir bunalım içinde olduğu muhakkaktır"(72).

Yeni solun temsilcileri de aynı tarzda sosyal düzen hakkında yorumlar geti­riyorlardı.

"...Toplumun en dinamik kesimi olan gençler, toplum içindeki sınıflararası mücadelede tercihlerini belirterek bir saf tutmak zorundadırlar. Çağımızda gençler ya ezilen sınıf ve tabakaların ekonomik ve siyasal iktidarı olan demokratik halk iktidarını ya da dışa bağımlı tekelci sermayenin iktidarını savunmak durumunda­dırlar.

"... Biz, düzeni köklü olarak değiştirmek isteyen bir sol görüşü savunuyoruz" Ayrıca, bütün sosyal dilimleri kapsayan bir milliyetçilikten söz ediliyor. Bugün Türkiye’de artık kesin olarak bilinen bir sınıf gerçeği vardır. Partimiz şimdi ter­cihini belirli bir saftan yana koymuş bir partidir. Bütün sınıfları; özellikle 40 milyo­nu kardeş yapmak ise mümkün değildir "(73).

19601ar sonrası Türkiyesi üzerine yapılan yorumların sosyolojik tahlili şüp­hesiz bejli bir odak noktasında toplanacaktır. Bu da, toplumumuzun tarihi gelişi­mi, değer yönelimi ve sosyal sistem farklılaşmalarıyla bir senteze ulaşabilir. Son yıllarda sosyal bilimlerde kullanılan muhteva tahlilleri (Content analysis) yön­temlerine dayalı araştırmalar toplum olayları ile sosyal yapı arasındaki karşılıklı etkileşime dikkati çekmiştir. Öyleki; araştırmacı Berelson'a göre, "Kültür de­ğişmesi, inceleme ve karşılaştırmalı kültür araştırmalarına uygulanırken bir var­sayımla hareket edilmektedir; bir toplumdaki genel bildirişmelerin (dergilerdeki hikayeler, piyesler, filimler, oyunlar, radyoda seri halinde verilen oyunlar, roman­lar vb.) kapsamları, o toplumun mensuplarının tipik, tutumlarını, değerlerini, örf­lerini ve benzer şeyleri "ifade eder" veya "yansıtır". Nitekim, Mc Granahan ve Wayne gibi araştıımacılar bu yöntemle Alman ve Amerikan oyunlarını karşılaş­tırmak suıetiyle: Almanların neden güç kuvvet siyasetiyle halk idealizminin ga­rip bir sentezi olan Nasyonal sosyalizme (Hitler'in Nazi Partisi) sürüklendikleri­ni" ortaya koymuşlardır(74).

1960'lar sonrası lürkiyesi, eğer "sağ ve sol'da vuruşanların" bir arenası hali­ne dönüşmüşse, elbette bu oluşumda, Berelson'un da belirttiği gibi, bir takım sos­yal yapı faktörleri ve kültür değerleri kadar siyasi ideolojilerin etkisi büyük olmuş- tuı. Çünkü bir toplumda üst yapı olayları ile alt yapı olayları arasında karşılıklı etkileşim vardır. Siyasi bunalımlar, gençlik olayları, temelde yatan sosyal yapı, kül­tür ve değer yönelimi ile örgütlenme biçiminin göstergeleri olabileceği gibi, aynı etkenlerin, rüzgârla aşınan kayalar gibi, toplum yapısını zamanla şekillendirebile- ceği de bir gerçektir.

Türkiye'nin, bir yüzyılı aşan süreden beri Batı değer ve normları içinde hızlı ve­ya "aşırı" bir batılılaşma sürecine maruz kaldığı şüphesizdir.

Bilhassa eğitim ve öğretim sistemi ve okullaşma süreci neticesi, batıdan akta­rılan yeni kültür unsurlarının sosyal yapıda bir uyum ve bütünleşme meydana ge­tirememesi, halk tabakası ile aydın kadro arasındaki kültürel yarılmaya sebep ol­muştur. Aydının halk katlarına yabancılaşması ülkemizde ikili toplum (dual-society) yapısının kök salmasına neden olmuştur. Gerek kültür çevreleri ve oturma alan­ları, gerekse sosval ilişkileri bakımından giderek tabandan kopan bu avdın kadro, 134

Page 138: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

başlangıçta da belirttiğimiz gibi, siyasi ideoloji açısından "sol” a açık bir eğilimi yansıtmışlardır. Topluma yeni bir ruh ve kimlik kazandıracakları, "bekçi" rolü­nü oynayacakları yerde, değerler sistemini tüketen bir yol izlemişlerdir.

Gençliğin fikri terbiye ve yetişmesinde toplum değer ve inançlarına yabancı­laşmış bu aydın tipinin büyük etkisi olduğu muhakkaktır. II. Dünya savaşı neti­cesi dünyamıza çöken manevi bunalımlar karşısında sosyal mobilizasyon güçlerini önemli ölçüde kaybeden gençlik kitlesi, üniversitelerde sola yönelik şartlandırıl­malarla karşı karşıya gelmişlerdir.(x).

Özellikle, Hitler Almanyasını iş başına geçmesiyle dağılan Frankfurt Okulu mensubu bazı Marksist yabancı öğretim üyelerinin 1940-1950 yılları arası Ankara ve İstanbul Üniversitesinin bazı fakültelerinde Türk solunun aydın kadrolarıyla işbirliği yapmaları, yüksek öğretim müesseselerinde "Marksistleştirme” sürecini güçlendirmiştir.

Oysa, batının değerler düzenini, sosyal kurumlarını meselâ, kapitalist düzeni benimserken, bu sistemin temelinde yatan Protestan ahlâkı ve son yıllarda "ka­pitalizm ve onun yarattığı iktisadi oligarşinin etkisine karşı çıkan yeni Hristiyan- lığın; diğer insanlara karşı sevgi ve dayanışmı ruhunu ön plana alan ve cinsel ya­sakları arka plana iten ahlâk kurallarının gerçek hiyerarşisini yeniden kurma eğilimine"(75) yönelik mukabil önlemlerin, Türk kapitalizminin manevi te­melleri tartışılırken ne olabileceği henüz tesbit edilmeden toplum, sosyalizm şart­landırılmasına tabi tutulmuştur. Bunun gibi komünist partilerin batıdaki durum­ları da tartışmaya değer. Bugün, genel anlamda batıda "bir yandan sosyalist par­tisi olmayanlar, diğer yanda sosyalist partileri olup da komünist partisi bulunmayan­lar ve nihayet hem sosyalist hem komünist partisine sahip olanlar". Olmak üzere üçlü bir durum göze çarpmaktadır.

M.Duverger'e göre birinci kümede yalnızca.Amerika Birleşik Devletleri söz konu­sudur. Burada sosyalizm hiçbir zaman, diğer bütün batı ülkelerinde olduğu biçimde,t Cumhuriyetçilerle ve demokratlarla yarışacak kadar büyük bir parti çerçevesinde gelişme olanağı bulamamıştır. Amerikan Sosyalist Partisi daha önceki bölümlerde gördüğümüz gibi, 1912 yılında (118.000) kadar üye sayısına ulaşmış, 60 kadar be­lediye başkanı çıkarmış, eyalet parlamentosunda çok sayıda milletvekiline sahip olmuş ve kongreye Victor Berger adlı bir temsilci göndermiştir. Ancak, 1918yılmda Temsilciler Meclisi Berger'in meclise katılmasını yasaklamıştır. Bu olay kamu oyu­nun sosyalizm karşısındaki direncini göstermektedir. Amerikan sosyalistleri, 1892'- den 1960'a kadar başkanlık için her zaman aday çıkarmışlar, ama her defasında da oyların çok az bir yüzdesini alabilmişlerdir. Kısacası, Amerikan siyasal hayatında sosyalist parti, kenarda kalan (marjinal) siyasal görüşleriyle halk içinde önemli bir destek bulamayan küçük bir küme halinde kalmıştır.

Yeni dünyanın Eski dünyaya nazaran sosyalist ideolojilere karşı büyük ölçüde liberal hareketlere yönelmiş olmasının sebeplerini ise Duverger şu tarzda açiklıyordu:

"Amerika Birleşik Devletlerinin, Avrupanın siyasetine, geleneklerine ve düşün­celerine bu derece derinden nüfuz etmiş olan sosyalizme karşı gösterdiği bağışıklı­ğın nedeni ne olabilirdi?" Batının anlaşılması için temel bir nitelik taşıyan bu soru, bugüne kadar sistematik araştırmaların konusu olmamıştır.

Burada soruya verilebilecek akla yakın cevapların bazı unsurlarını belirtmekle yetineceğiz. Amerikan milletindeki sosyal uyuşumun Avrupa milletlerine kıyasla daha yüksek olan derecesi, burada herhalde belli bir rol oynamıştır. Amerika Bir-, leşik Devletleri eski dünyayı parçalamış olan muhafazakar ve liberal muhalefeti hiçbir zaman tanımamıştır. Zaten biiliinmüş olan bir toplum içinde yeni dcvrimci ideolojilerin gelişimi, o ana kadar .1/ v-ı da çok anlaşmış olan bir topluma oranla

(x) Devlet klasikleri "hünıanimıe Hareketh'ri" udi altında bu amaçlı üniversite yayınları arasında Marksist veya sol eğilimli çeviriler bu maksat yeralmışti.

Page 139: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

elbetteki çok daha kolaydır. Sosyalizmin genişlemesi böylece Atlantik'in bir ya­nında frenlenirken,diğer yanında hızlanmıştır(76).

"Batının iki yakası" arasındaki farklılaşmayı açıklarken Duverger, Yeni Dün- ya'da liberalist düşüncenin sosyalizme karşı direncini,- buna güçlülüğü de diyebi­liriz- her şeyden önce, Amerikan Toplum yapısının kendine has bünyevi hususi­yetlerine bağlanmaktadır. Amerikan toplumunda kitleler arasında "Eşitlik", "öz ­gürlük", "Seçim " ve 'Tem sil" gibi büyük ölçüde sınıf çelişkilerini önleyen kav­ramların rolü ve etkisi büyük olmuştur. Amerikan modelinde; eğer sınıf çelişki­leri çok fazla olursa, tarihin ağırlığı sosyal uyuşumu ayakta tutmaya yeterli değil­dir. Çünkü, Yeni Dünyadaki işçiler eski dünyadaki işçiler gibi toplumu radikal bir biçimde tartışma konusu yapmadan onunla birleşmesine imkan sağlayabil­mişlerdir^?).

Görülüyor ki, Amerikan Toplum yapısının Batı Avrupa ülkelerinin toplum ya», pısına oranla daha çok uyumlu olmasının sdsyo-kültürel yönelimi ile inanç ve değer sistemlerinin, özellikle Püritan ahlakının büyük etkisi olduğu muhakkaktır. Böyle­ce, Duverger'in de isabetle belirttiği üzere, Amerikalıların en azından % 95'i için, kapitalizm ve demokrasi, tarihleri boyunca, tıpkı Allah'ın varlığı ve Amerika B ir­leşik Devletlerinin Kudreti gibi, temel bir dogma meydanagetirir. Oysa, eski dün< yada sosyalizmin tekno-demokrasi ile bütünleşmesi ahlaki değil, maddi bir bütün­leşm ed ir^ }

ıvıauss'un incelemesinde sözünü ettiği sosyal kökler ve yönelmeler kadr soy (ırk) ilişkilerinin yeni sol'un güçlenmesinde etkisi büyük olmuştur. 1970 yılında öğrenci hareketlerini ilmi yönden tahlil eden İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakül­tesi Sosyal Antropoloji bölümüne mensup bir grup çalışmasında belirtildiği gibi,: başlangıçta " gençlerin anomik şartlar içinde bulunduğu ” kabul edilmiş, bilahare de boykot hareketleri, öğrenci eylemleri toplumda mevcut bazı etnik grupların böl­gesel toplaşmalarına ve ideolojilerin manipilasyonuna uygun bir ortamı hazırladığ’ tezi savunulmuştur.

Landau ve ı unc soıu-Türk Sağı ;Ülkemizin doğu kesiminde dil etnik grupıarı olarak ifade edilen fakat, aslinde

binlerce yıl Türk milletiyle tasada ve kıvançta aynı ortak kaderi paşlaşmış, aynı kültür değer ve inanç sistemine katılmış insanlarımızın iç ve dış güçler tarafından tahrik edilmek suretiyle, siyasi amaçları doğrultusunda kullanılması -yukarıda açık­ladığımız- modernleşme sürecine açık Batı Avrupa tipi uyumluluk arzetmeyen si­yasi sistemin hiçbir senteze tabi tutulmadan aktarılması sonucu ortaya çıkmıştır. Toplumu birlik halinde tutan kaynak noktaları, sosyal mobilize güçlerinin de za­rflamasıyla sorumsuz bir demokrasi modeline, Eflatun 'un deyimiyle«£ir çeşit 'Ti- rjıokrasiye" dönüşmüş; bunun neticesi olarak -iç ve dış propagandaların etkisiyle- Çtnik strateji "halklar teorisi" adı altında geniş uygujama alanı bulmuştur.

Türkiye'de "Aşırı Akımlar" adlı eseriyle (1960-1971) dönemini inceleyen Lan­dau, "Türk Solu'Yıun nasıl bu siyasi Kürtçülük akımını Marksist strateji için kul­landığını şu sözlerle ifade etmiştir; ''Kürt gençleri seferber edilm ifve Türkiye'nin doğusunda yaşayan Kürtlerin ayrılması"(79) tezi işlenmiştir. Böylece 1968'de dünyada ve bizde başlayan öğrenci hareketleri "siyasi Kürtçülük" kalıpları halinde su yüzüne çıkmış, netice olarak, Aydın Yalçın'ın ifadesiyle "Kürt Bağımsızlığı hareketiyle, Atatürk ve İnönü gibi Cumhuriyetin ve Türk Devletinin kurucularının kürt halkını aldattıklarını, yeni devletin kendilerini temsjl etmediklerini, Türk ordusunun sanıldığı kadar güçlü bir engel olmadığını"(80) iddia etmişlerdir.

Bu bakımdan yeni sol, eskisinin mirasını, kalıntılarını sistemli birjşekilde sürdür­me imkanına ulaşmıştır. "Halklar" teorisiyle ülke "Milli birliğini" nerede ise yitir­miş duruma getirilmiştir. Bu gelişim yeni sol ile eski sol arasındaki saçak (Fringe) alanını gösterir. "Halklara özgürlük" 1960'lar sonrası yeni solun belli başlı slo­ganları arasındadır. Bu ayırımcı/ÎSfcparatist) staretji, bâzan halkların özgürlüğü, ba-

Page 140: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

zan da Marksist staretji için araç olarak kullanılmıştır. "Azınlık ırkçılığı" tarzın­da ifade edilen "Halklara Özgürlük " sloğanı daha ziyade etnik bölücülük hareket için kullanılmış, daha sonra da bu eğilim " suni haklar " yaratılmak suretiyle ülkt çapında olaya yaygınlık kazandırılmak istenmiştir. Bu gelişim aynı zamanda Tür kiye İşçi Partisine gerekli oyu da sağlamıştır.

Nitekim, bu partinin 1965 genel seçimleri sonucu, oyunun uuruK çogunıuğu yukarı sınıfa mensup olanlarla kürt kabile liderleriyle ittifak sağlayanlardan gelmiş­tir. özellikle Türkiye'nin doğu kesimindeki bu Kürt kabilelejeri, toprak ağaları ve el işçileri işçi partisinin oy deposu olmuş(81) ve böylece kayıtlara göre Batı Av- rupadaki işçi hareketlerinin tesiri 1871 yılında faaliyete geçen ve Osmanlı impara­torluğunda ilk işçi teşekkülü olan "Ameleperver Cemiyeti "nin(81) kuruluşundan bir yüzyıl sonra, ülkemizde Marksist-leninist .staretji, mezhep ve benzeri etnik kış­kırtmalarla zirve noktasına ulaşmıştır. Bu bölünme, başlangıçtaki Selanik Sosya­list İşçi Federasyonu (SSİF)nun yöntemlerine uygun fakat daha sistemli ve üçün­cü Dünya ülkelerinde Marksizmin elde ettiği evrensel deneyimlerinin birikiminin ürünüdür. Bölünrfıelerin izleri ve hedefleri Eski Sol ile Yeni sol arasında bir çeliş­kiden ziyade benzeşimi ( konveiansı) gösterir.

Nitekim, Haupt ve.Dumunt Eski Sol'un bu yayılma politikasını şjyle özetli yordu:

" Sosyalistlerin bölünmüşlüğü ayrıca coğrafi bir bölünmüş niteliğini de taşır." Selanik'te, İzmir'de, İstanbul'da ve daha başka şenırlerde yığınla militan diğer taraf-' larda ne yapıldığı ile ilgilenmeden çalışmalarını sürdürmektedirler. Fakat bölünme­nin esas niteliğini etnik sorunda aramak gerekir. Ermeniler, Rumlar, Türkler, Make­donyalIlar, Bulgarlar, Yahudiler kendi örgütlerine-sahiptirler ve genellikle bir an­laşmayı akıllarından bile geçirmiyorlardı. Ve bu durumdan dolayı kitleler de derin­den derine bölünmüşlerdi. İşçi dernekleri içihde emekçiler genellikle etnjk gruplara göre örgütleniyorlardı(82).

"Ameleperver Cemiyeti'nin, tersane işçilerinin grevlerinde rol almasına müte­akip 1845 tarihli Polis Nizamnamesi'nin 12. maddesine dayanılarak kapatılmasından (Ocak 1872) (83^ 37 yıl sonra (SS jF ) Enternasyonel staretjiye uygun harekeletmek suretiyle Osmanlı imparatorluğunda etnik güçleri Selanik yöresinde harekete geçi- rebilmiştir.

10 Ekim 1965 seçimlerine katılan ve Türk parlamento tarihinin ilk defa ve 15 milletvekili ile parlamentoda temsil edilen yasal Marksist partinin kuruluşundan iti­baren Yeni Sol, Marksist Stratejide Üçüncü Dünya ülkelerinde gelişen Marksist de­neyimlerden de yararlanarak Eski solla ya saçak birleşimler, ya zıtlaşmalar veya çelişkiler ortaya koymak suretiyle yeni yansımalar meydana getirmiştir.

Marksizmin Üçüncü Dünya ülkelerinde kullandığı modeller sosyo-kültürel ve jeopolitik şartlara göre farklılık arzeden zengin deneyimleri, yeni sol tarafından yı­ğın yığın çevirilerle, makalelerle toplum katlarına yayılmışlardır. Üniversite genç­leri, öğretmenler, profesörler, bürokratlar, gazeteciler(x) diğer çeşitli meslek grup­ları ile bürokrasinin önemli bir kesimi "So l” görünmeyi^ bu sıralarda ileri sürülen "fVta So l" staretiisini de vesile ittihaz ederek, yeni bir sn<val kimlik olarak jpenint siy ordu. Marksist-Leninst odak noktalarından yansıyan profaganaa dalgaları Kit­leleri sararken "sosyalist olmak namuslu olmak demektir." sloganı da bazı "afdil" bürokratları tahrik edebiliyordu.

Yeni sol, işçi kuruluşları, siyasi parti ve gençlik teşkilâtlarıyla (örgütleriyle) Türk siyasi hayatında ağırlığını hissettirdikçe "kestirmeden" iktidarı eline geçirme.

(x) 'Hatta, H a rrit’e göre sol ideolojiler ülkede, fik irle ri etkileyen gazeteciler pro­fesörler kadar m natk&rların ve edebiyatçılar arasında önemli destek bul­m uştur.(G .S.H arrit, The Le ft in Turkey) B u sol elitlerin fik irle ri Türk ay- dınlan üzerinde önemli bir etkiye.sahiptir.

Page 141: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

yollarını da aramaya başlamıştır. 1969 seçimlerinde halktan oy da alamayınca parçalanan fraksiyonlar-arası kutuplaşmalar sosyal gerginliği bir kat daha artır­mıştır. Yeni sol'un radikalleşmesi bu noktada başlar.

Türkiye solu üzerine yapılmış incelemeler arasında gerçekçi ve tarafsız kalma­sını azami derecede korumasını bilmiş olan Landau'nun belirttiği üzere; bu ger­ginlik bir noktada silahlı patlamaya, gerilla taktiklerine dönüşmüştür.

Üçüncü dünya ülkeleri ile az gelişmiş ülkelerde teori ve pratikte uygulanan yöntem ve tekniklerin ürünü olan en son veriler yaygın bir çeviri kampanyası içinde dilimize ve insanlarımıza aktarılıyordu. Şehir ve kır gerillasına ait seri kitap ve ma­kaleler bunlar arasındadır. O kadar ki, bu dönemlerde şehir ve kır gerillası üzerine yazılan yazılar bu eylem biçiminin - jeo-politik şartlar bile gözönüne alınmaksı­zın- espirisi, sosyal felsefesi basit fakat heyecanlı motifler altında gençlere aktarı­lıyordu;

"Satılık iktidarın, emniyet kuvvetleri adı verilen silahlı haydutları üniversi­teleri kana boyuyorlar bu koşullarda gerilla tek kurtuluş olarak kalıyor halkın ve gençliğin en cesur ve vatansever kesimleri kırlarda ve şehirlerde silahlı sevaşa başlı­yorlar; gerilla yenilmez bir silah, ancak, Şili, Peru ve Bolivya gibi emperyalizm uşaklığını reddederek devrimci bir yöneliş olan ülkelerde, gerilla eylemleri son buluyor. Gerilla egemen sınıfların temellerini sarstığı için lanetleniyor".(83) Geril­la'ya övgü diyebileceğimiz bu ifadeler Yeni Solun radikal kanadı için yeni bir "Credo" yeni bir hedefi teşkil ediyordu.

Landau'ya göre; "Doğan Avcıoğlu tarafından kaleme alınan ve 20 Aralık 1961'de Yön ’ün birinci sayısında yayınlanan iki sayfalık bir bildiri giderek radikal­leşen aydınların daha geniş çevresinden başlangıç bir örnek olmakla kalmıyor, 'Türk Türü Sosyalizmi" "Latin Amerika Türü" gerilla hareketleriyle sona erdiriyor­du”

Nitekim, böyle bir halka üzerinde olaylar zinciri incelndiği takdirde gerilla Yeni Radikal So l’un vazgeçilmez bir motifi haline geliyordu.

"İşçileri sömüren Türkiye'deki Demokrasi rejimini değiştirmek için yalnızca propaganda yeterli değildi, silahlı eyleme de gerek vardı" (84).

Yeni solun 1960’lardan itibaren Türk Toplum hayatına getirdiği radikalleş­menin boomerang'ı "Fatsa'da ilk ütopyasını geçici de olsa gerçekleştirmiştir. Gecekondu alanları, mahalleler, kampuslar, fabrikalar, okullar, devlet daireleri, köyler ve kasabalar radikalleştirilmek suretiyle, yeni solun kurtarılmış bölgeler adını verdiği birer strateji ve taktik alanları olmuştur.

Yeni sol'un örgütler ve kümeleştikleri grupları gözönüne alındığı takdirde Eski Sola nazaran büyük ölçüde farklılaştığı görülür. Bunları, 1978'Ierdeki ya­pılmış tesbitlere birkaç ilave ile şöyle sıralayabiliriz.

"T İP - TSİP - VA - T İK P - TSP - TEP - İGD - DEV-GENÇ - YD GF - DGB - DLB - H ALK IN K U R T U LU ŞU - H A LK IN YO LU - H ALK IN SESİ - THKO - THKP - Ç .M LSPB - PART İZAN -İKD - DDKD - GSB -DHKD - PİM -TÖB -DER, (Demokratik Milliyetçiler) Birlik Dayanışma, Halkçı Eğitimciler, Özgürlük yolu, Yurtsever Öğretmenler) DÖB-DEV-LİS-DEV-GÖR -DEV-YOL-DEV-SOL-GENÇ- GÜÇ-PDA-ALÖB-POL-DER-DKD-İLD-PDK v s .v s . " (8 5 )

Türk solu ile, Türk sağı arasındaki zıtlaşmalar aslında 1930'lara kadar uzanır. O dönemden ikinci dünya savaşının sonlarına kadar sağın gelenekçi yapısı "Cum­huriyet” esprisine bağlı hatta rejimin savunucusu biçimindedir. Atatürk'ün ölü­münden sonra, solun bürokrasiye sızması, kadrolaşması geçmiş deneyimlerden ders alarak, palazlanması sağ kat.at üzerinde olumsuz etkide bulunmuştur.

İkinci dünya savaşından galip çıkan devletlerin, özellikle Rusya'ya karşı "şirin" görünme politikası dönemin iktidarı karşısında sağın, 'Turancılık ve Irkçılık” suç­lamalarıyla karşı karşıya bırakılmasına yol açmıştır. Atatürk'ün ölümünden sonra sağ kanat bir bütün halinde idi. Bu niteliğini sağ, 2.Dünya savaşı sonlarına kadar 138

Page 142: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

sürdürmüş ve,Türk solu ile kalem tartışmalarından öteye önemli hir bunalımı da ol­mamıştır. Ama, bu defa durum öyle değildir. Sağın Teorisyeni Nihal Atsız, dönemin başbakanına yazmış olduğu bir açık mektupta; Komünist faaliyetlerin maarife, askeri okullara sızdığından, bürokraside bazı kilit kadrolara eski Marksistleıin ge­tirildiğinden yakınılıyordu. Rusya'nın müttefikleriyle savaşı kazanması Türk solunu cesaretlendirmişti. Günlük gazeteleri olarak Tan ve çeşitli haftalık dergileri (Yığın, yeni Ses, Gün, Zincirli Hürriyet, Hür, Projektör, Gerçek, Adımlar, Barış, Yurt ve Dün­ya vb.) yayın hayatında boy gösteriyordu.

Buna karşı Sağın, Bozkurt, Orkun: Atsız Mecmua, Ergenekon, Çınaraltı, Çığır ve Millet gibi dergilerine rastlıyoruz. İkinci Dünya savaşında, Rusya, Doğu Avru­pa'da yeni yeni başarılar sağladıkça Türk solu toplum katlarına o denli güçlü yer­leşiyordu. Yönetimde özellikle Milli Eğitimde kilit mevkilere tanınmış solcuların yerleştirilmesi Sağ ve Sol gruplar arasındaki gerginlikleri büsbütün arttırıyordu. Ay­rıca, 1941'lerde uygulamaya geçen ve özellikle belirli illerin köy yörelerinde kuru­lan Köy Enstitüleri, idareci kadrolarının sol bürokrasiden kaynaklanması sebebiyle, bir takım komünist eylemlerin arenası haline gelmişti. Bu da, sağ grupların tepkisi­ne sebep oluyordu.

İki grup arasındaki bu ideolojik gerginlik nihayet Atsız'ın Başbakan Şükrü Sa­raçoğlu'na "Orkun" dergisinde yazmış olduğu iki açık mektupla patlama nokta­sına ulaşıyordu. Bazı illerdeki sıkıyönetimin ilanı ve arkasından sağın askeri mah­kemelerde yargılanması cumhuriyet tarihinde ilk defa rastlanan bir olay oluyordu. Türk düşünce hayatında sağın elinde bulunan ağırlık bu defa el değiştirerek sola kayıyor; milliyetçiler tutuklanarak hapse atılırken komünistler bazı kilit mevki­lere tayin edilmek suretiyle kadrolaşıyorlardı.

1945'lerden itibaren siyasi rejimde meydana gelen değişmeler sağın yapısın­da da önemli fraksiyonların belirmesine sebep oluyordu. Milliyetçiler, (Anado- lucular) Türkçüler (Irkçı ve Turancılar), bilahare dinciler (Büyük Doğucular) Mil­li sosyalistler (Hareketçiler) Nurcular ve diğer yan grupları, Anadolucular, (Çığır ve Millet gibi dergilerde), Türkçüler; Orkun, Göktürk, Ergenekon vb. dergilerde kümeleşiyorlardı. İslamcı akımın en güçlü yayın organı ise Büyük Doğu ve Hür Adam dergileriydi.

Böylece, 2. Muşrutiyetten sonra Türk Fikir Hayatında rastladığımız, üçleme (Trinity)-Batıcılık, İslamcılık, Milliyetçilik- geniş kalıp ve muhtevalar içinde trans- mütasyona uğramak suretiyle Batıcıların yerini sosyalistler alıyor, esasda üçleme yine özelliğini sürdürüyordu: sosyalistler, Milliyetçiler ve İslamcılar gibi...

Eski sağ, 1950'liler çizgisine kadar hususiyetini koruduktan sonra, bu tarih­ten itibaren Milliyetçiler ve İslamcılar olmak üzere iki ana kola ayrılıyordu(x). Türkiye'nin parlamentarist sisteme geçişi, Batılı müttefiklerle işbirliği, Yeni sa­ğın siyasi rejim değişikliği içinde, yeni roller yüklenmesini gerektiriyordu. Komü­nizmle mücadele ve Milliyetçiler Derneğinin faaliyete geçmeleri bu döneme rastlar. Birçok Milliyetçi ve İslamcı adayların 14 Mayıs 1950 seçimlerinde parlamentoya girmeleri sol'un karşısında sağı daha da güçlendirmiştir.

Eski sağ, yönetime katılmak gibi siyasi tecrübeleri yanında demokratik mekanizmanın gereği halka yönelmesiyle de bilgi arttırımı ve staretjide bir takım farklılaşmalara uğramıştı. 1930'lardan beri dini değerlere önemli bir sosyal un­sur olarak yer vermeyen Milliyetçiler, 1950'lilerin getirdiği halk - aydın diyaloğu

f\) İslam hareketinin çeşitli Müslüman ülkesinde birden bire başarılı bir tepki halincTe belirmesinin kökeninde Habib Bulares iki gerçek etkenin bulunduğunu söyler. Bun­lar: Müslüman toplumlarında gelir dağılımının kötülüğü, aşın zenginliğin ve lüksün yanında aşırı yoksulluğun var oluşu, yani ikili toplum yapısı; b) batı modeli gelişme­si, aydınlür ve varlıklı kesimlerle geniş halk yığınları arasında gerçekleştirdiği yaban­cılaşma (Zik. A.İlhan, Hhngi Sağ, S .120, 1980)

Page 143: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

neticesi tek boyutlu olmaktan kurtulmuş, "Müslüman-Türk Milliyetçiliği " sen­tezinde birleşmişlerdir. Yeni sağ bu yeni gelişimin sosyal bir ürünüdür. İçinde hem İslâmcısı, Anadolcusu ve Türkçüsü ile adeta üç dala ayrılmış bir ağacı andırıyordu.

1960'lardan sonra yeni sağ belirip siyasi partiler içinde üslenerek Siyasallaş­ma sürecine de katılıyordu. Hatta partisini bile kurabiliyordu.

Yeni sol, 1960'ların yeni Anayasa modelinin kabülü ile meydana gelen hükümet boşluklarından da yararlanarak parlamentoya kadar girmiş ve halk temsilcilerini seçmiştir. Hatta,Türkiye'de yasal partiler arasındaki yerini de 1969 seçimlerine ka­dar koruyabilmiştir. 1961 Anayasasının ' Türkiye Cumhuriyetinin bir "sosyal devlet" olduğunu belirleyen maddesini",Başkan Cemal Gürsel'in Türkiye "sosyalizme açık­t ır" tarzında belirtmesi, komünizm ile sosyalizm arasındaki ayırımı daha da keskin- leştirmiştir. (85 a).

Bu dönemlerde Avrupa'da sosyalist yaklaşımlar saygınlık kazanmaya başlıyor­du. Bir çok Türk'ün nazarında yabancı tehlike azalmış, barış içinde birlikte önem kazanmıştı. Bu safha ülkemizde sosyalist hareketin hızla ortaya çıkmasına zemin hazırlıyordu Nitekim T İP, 1961 Martında küçük bir grup tarafından kuruluyordu. Aynı şekilde 1961in sonuna doğru, eğitilmiş elit kadro tarafından Yön derğisi çık­maya başlamıştı. Bu derği 6 yıl süreyle Türk sivasi düşüncesinde solcu ideolojik akımların gelişmesinde önemli ölçüde etkili olacaktır. Harris'e göre, "yön CHPiçinde, aşrı sosyal reform taraftarlarını sol kanat altında bir grup haline getirmiş­t i r "

Bu^lört yıl içinde bürokrasi, okullar, işçi sendikaları, üniversiteler geniş çapta marksistleştirme sürecine tabii tutulurken Yeni sağda )hem iktidar kanadı altında hem de kendi çabasıyla bir güç birliğine katılmıştı. 1968'lere gelindiğinde, sol ka­nat birçok üniversitelerde, işçi kuruluşlarında ve halk katlarında bir hayli mesafe almış gibi görünüyordu. Ana*muhalefet partisinin yasal Marksist partiyle zaman zaman cephe birliğine katılması, dünya sol stratejisinde cılız denebilecek kadar tec­rübesi olan iktidar partisini, “ İşe neresinden" başlanacağı hususunda adeta kararsıf kılıyordu. "Sokaklar gezmekle aşınmaz" sözü bu şaşkınlığın bir ifadesiydi. Aynı derecede, parlamento geleneğinde sosyalist ve Marksist partilerle çalışma deneyimi bulunmayan anamuhalefet partisi de sırf teorisyenlerinin -özüllikle üniversite kö- kenli- telkini ile "solla dayanışma" yaparken oyuna geldiğinin farkında bile değildi-, "Boykrtt ne i;e işagal de odur" tarzındaki üniversite işgallerini "hafife" alan sorumsuz ifadeler de böylece Türk demokrasisinin sağlıklı işlemediğini belirten göstergeler oalarak tarihe geçiyordu.

Yeni sol, 1965'lerden itibaren "ç if t standartlı" diyebileceğimiz bir metodla bir yanda iktidarı yıpratırken, öte yanda ana muhalefet partisi ile sosyal simbiotik bir hayatttarzı kurmak suretiyle oyun kurallarını sağlıkü bir şekilde yürütmüştür.

Y epi sağa gelince, yeni sol tarafından kazanılan siyasi arenada bir yanda milli­yetçiliği "İT avimcilik" sayan dini bir akımla, öte yanda 1950'lilerde boy gösteren "Mellinoist" hareketlerin kalın çizgileri arasında adeta puslaşmıştı. "Hira dağı kadar, Müslüman, Tanrı dağı kadar Türk" tarzındaki İslam-Türk sentezi yeni sağın Milli­yetçi kesiminde her iki mitosu tek elde toplayan birgörünüm arzediyordu.

İslam dünyasında II.Dünya savaşından sonra gelişen bağımsızlık hareketleri (Cezayir, Fas, Tunus,) emperyalizme karşı verilen savaşlar ve bazı İslâm ülkelerinde krallığa, monarşiye yön'çlik ■ihtilâl eylemleri (Mısır-Suriye-Irak) beraberinde ülkenin kendi tarihi gelişimine uygun daha ziyade Marksizmin türevlerine dayalı birtakım sosyalist kalıplarla islaıpın sentezine çalışılan yerli hareketler gelişiyordu. Na- sır'ın ^Mısır'da nasyonal sosyalizme yaklaşan bu tür İslam sosyalizmi ile Irak ve Suriye'de hâkim Baascı öğretiler, Cezayir'de gerçekleştirilen ve büyük ölçüde Maxim Rodinson'dan esinlendiği kabul edilen İslam sosyalizmi İslam dünyasında yeni bir devrin başlangıcı oluyordu.

Bu akımların Türkiye'ye yansımasının pek parlak olduğu söylenemez. Yalnız

Page 144: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

'İdini", hareket unsuru olaıak ele alafi bir parti, Tanzimattan beri batılılaşma akım­larının Türk milletini öz cevherinden uzaklaştırdığı iddiasıyla İslama dönüşü kurtu­luşun çaresi olarak görüyordu. Sağın geleneksel ideolojisini teşkil eden milliyet­çiliğin de "kavimcilik koktuğu" gerekçesiyle reddedilerek "Milli Nizam" veya "Milli Y o l" sloganında birleşiyorlardı. İslâmın "Milli Nizam",ilkesi bizzat islamın "evrensellik" hususiyetiyle çelişkili görünmekle beraber, izlenen yolun Türk top- lumuna özgü olduğunu göstermek amacıyla kullanılmakta bir sakınca görülmüyordu.

Bu Milli Nizam, özel teşebbüsün belirli ellerde birikmesine karşı olduğu kadar sanayileşme hamlesinin "üç Büyük Şehir" de yoğunlaşmasına da taraftar değildi. Yatay kalkınma modeli olarak nitelendirilen bu projeye göre, sanayileşme Anado­lu'dan ^başlayacaktır. Böylece servetin belirli ellerde birikmesi yerine tüm toplum katlarına dengeli bir surette dağılımı İslam kültür kodlarıyla uyum sağlayacak bir biçimde değerlendiriliyordu. İslamın sosyal adalet yönünün gelir dengesizliğinin, yoksulluğun ve sosyal sınıflar arası eşitsizliğin yüksek oranda bulunduğu bir ülkede elbette ağır basacağı kuşkusuzdur. (8 6 ). Yeni sağın bu dinci grubu ile Yeni solun sloganları, bize " KorsikalI kardeşler" veya " Siyamlı İkizler" i hatırlatıyordu. (Tek Yol Sosyalizm "veya " Tek yol İslam " gibi.)

İslâmın püritan ahlâk görüşünü de öğretisi için manevi unsurlar olaraıc Kuııauan bu İslamcı akım^Yenî,sağın oluşumunda belirli bir safhayı teşkil eder.

Böylece, Yfenı sağjn gelenekli yapısı, oır yanda milliyetçiler öte yanda İslamcı­lar olmak üzere önemli ayrılmalara isahne oluyordu(x). Dinci ve milliyetçi sağ­cılar, kendi izafet çerçeveleri açısından. "islam"a eğilmek suretiyle, 1950'lerden sonra toplum yapısında ortaya çıkan dini boşluğu doldurmaya çalışıyorlardı. Yeni sağa bu açıdan bakıldığında ikili bir yapıyla karşılaşıyoruz. Öğleki bir yanda dini motiflerin milliyetçilik ideolojisine kazandırılmasıyla Eski Sağ-Yeni sağ ara­sındaki bir farklılaşma ortaya çıkıyordu, öte yanda "Din-Milliyetçilik Sentezi"

•yeni sağın, milliyetçi kesimi ile dinci kesimi arasındaki uyumsuzluğa da sebep oluyordu. Eski Sağ,milliyetçilik nöronlarını benimserken daha ziyade laik kül­tür koduna bağlı idi. Yeni sağ ise bizzat. " Ja ik lik " kavramı yerine "İslami" normlar etrafında kümeleniyordu, yani, "ferd iyetçi" bir dünya görüşü yerine "cemaatcı" bireğilim daha ağır basıyordu.

' İslâmın yan-grupları olarak ortaya çıkan Nurculuk, Hilmicilik, Işıkçılık, Ye- şilcilik,Ticanilik, Nakşilik gibi gerek kültür eşdeğeri geçmişten gelen, gerekse si­yasi ve sosyal patlamalarla uzjaşmaya çalışan mellionlst kimlikteki dini akımlarda yeni sağın her iki kanadıyla uyum sağlayacak.bir sosyal kimliğe sahipti.

Bir toplumda fikir akımları, siyasi felsefeler, yayılmak ve kalıcı olmak ga­yesiyle döneminin çeşitli inanç sistemlerine karşı uzlaşma taktik ve yöntemleri­ni kullanmaya kalkışırsa okyanuslarda su alan bir geminin batması gibi içinde ta­şıdığı çelişkilerin ağırlığıyla saflığını yitirir.

Yeni sag ve yeni solup 1980' rdeki görünümü ülkemiz için böyle bir man­zarayı ortaya koyuyordu Hem yeni sol hem de yeni sağ da rastlanan radikalleş­me hareketleri; temel felsefe olarak, (kur;l ettikleri sosyal sistemler dünyasındaki . çelişkileri çözümleyecekleri, ülke gerçeklerine uygun üst düzeyde yeni sentezlere varacakları .yerde; bunu "öfkeli çoğunluklar" yaratarak halletmeye kalkışmalarıo- --------- — - , ı{x)' Yeni sol lenrisy enlerinden bazıları Milli Türk Sentezini kabul ediyorlar, fakat bunun Türk-lslâm birlcşimine-dıni unsurdan ötürü-karşı çıkıyorlarfBkz.Atilla İlhan, Hangi sağ,S. 178, Birinci Basım 198(1.)

(xx) 19 6 0 ’larda yeni sağda İslamlaşma sürceinm güçlenmesi turan ile İslamın bir slogan halinde' birleşmesi görülür "Rehber Kur'an H edef Tııran'm” Paııtürkiznıin Turkey Jacob M.Landau S. 144.

Page 145: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

dan doğmuştur.(x)Yeni Sol ve Yeni Sağ Militanlaşma:Bugün Batı dünyasında yeni sol genç Marksın yabancılaşma ve benzeri görüş­

lerine yönelirken, eski sol yerini yaşlı Marks'ın "sınıf çatışması" ideolosini terke- diyordu. Böyle bir eğilim, sanayi ve teknoloji toplumlarıhın dinamik yapılarına Marksizmin adaptasyonunu sağlamakla, hem kapitalizmin yeni sosyalist formlar kazanmasını sağlıyor, hem de militarist çatışmaların halk nazarında sosyalistleri gözden düşürmesine engel oluyordu. Türk solunda bir zamanlar kullanılmış olan "Güler Yüzlü Sosyalizm" bu nedenlerden kaynaklanıyordu.

Başlangıçta da belirttiğimiz gibi, Engels, 19.yüzyılın ilk yarısından itibaren toplumların ömürlerinin hareket ve sokak çarpışmalarıyla geçmesi konusunda-tek- nolojinin ilerlemesine işaret ederek- bu tür savaşlara karşı olduğunu belirtmiştir. Aynı şekilde Lenin, terörizmi ihtilalciler arasında iletişimi kesmesi ve polis bas­kısını tahrik etmesi sebebiyle bir engel olarak kabul ediyor, Guevara'da "teröriz­min negatif bir silah olduğunu" açıklıyordu.(87).

Latin Amerika'da sık sık uygulanan Carlos Marighela'nın gerilla metodları (xx) Leon Trosky'nin "İhtilalci Sınıf Teorisi" için teklif edilen yöntemlerinde Regın Debray'ın "İhtilal İçinde İhtilal "inde ileri sürdüğü bir "savaş biçimi" olarak terörü öngörmeleri, ülkemizin tarihi gelişimi, sosyo kültürel yapısı ve jeo-politik bakımından uygun davranış kalıpları olamaz. Terörizmin hedefi mevcut hükümete, kurulu düzene karşı, halkın yabancılaşmasını ve soyutlaşmasını sağlamaktır. 7 Ekim 1982 Anayasa oylaması göstermiştir ki, halk ençok oya katılma oranını, terörizmin ve kurtarılmış bölgelerin doruğa ulaştığı yörelerde gerçekleştirmek suretiyle devlete sahip çıkmıştır. Böylece "Rudraprayag'ın insan-yiyen leopardı" gibi terör metodları da halka karşı "vahşi bir nefretten" başka bir şey sağlayama­mıştır. Brezilya gerilla lideri Carlos Marighella'nın "Terörizmin ihtilal için zaruri bir silah olduğu" şeklindeki tezi yeni solun radikal kanadı tarafından 1971 lerden önce gündeme getirilmişti. Ancak, bu eylem biçimlerinin yeni stratejiler altında tekrar örgütlenmesi ve ülkenin jeopolitik bakımından bunalımlara yol açacak alan­larda uygulanmaya konulması 1971 'lerden sonraki döneme rastlar.

Yeni solun militanlaşan bu terörist kanadı, 19.yüzyıl Rus teröristi Sergius Stepniak'ın da belirttiği gibi, "terörizm bir hükümeti devirmiyor fakat her şeyi ihmali, terke zorluyor". 12 Eylül öncesi, Türkiye'de hükümetin varlığı ile yokluğu bir gibiydi: devlet acze düşmüştü. Üniversiteler, sokaklar, mahalleler, köyler, kasa­balar, mezralar,fabrikalar, daireler birer kurtarılmış bölge halinde idi Anayasa mü- essesesi, adli organlar, parlamento adeta felç olmuştur.

Siyasi partiler Türk demokrasisini ve milli birliğini koruyacağı yerde z.ı'.ıfa düşmüş, kısır çekişmeler içinde ayakta durmaya çalışıyordu. Demokrasinin ö/üıı- deki fazilet yitirilmiş, toplumu ayakta tutan bağlar çözülmüştü. Terör ve anaişinin Türkiye üzerinde oynadığı oyunun son sahnesi bu idi, Yeni sol radikal kanadın ülkenin kaderine el koymak suretiyle, "kestirmeden" netice alma yönteminin hem düşündürücü hem de ironik yapısı hakkında bir fikir edinmek isteyen çevrelere bizzat kendi kalemlerinden aşağıdaki savaş bildirilerini(!) aktarıyorum!

"....29 Mayıs, gece yarısı olmasına rağmen tüm Çorum halkı ayakta, tam bir

(x) "(İğrenci eylemlerinin ne söylendiği gibi faşist kışkırmalar,ne de yeraltı "K o ­münist akımlarının öğrencileri kandırmasıdır. Konunun en önemli ipuçlarını temin eden özü, sağcı vc solcu eylemci öğrencilerin birbirlerini şaşılacak kadar benzedik­leridir. " (Şerif Mardin, Susyal Yapımız ve öğrenci Eylemleri) Milliyet 4 Ocak 1975... 1*7) John />’. W olf, Terrorist Manipulation o f The Democratic process'in internatio­nal Terrorism.(xx) 1969 yılında öldürülen Marigella'nın "Şehir Gerillası" el kitabı dilimize de çev­rilmişti.

Page 146: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

komünist havası var. Fırınlar halka bedava ekmek dağıtıyor, esnaf, halkın ve mi­litanların bütün ihtiyaçlarını parasız karşılıyor. Analar, bacılar barikat nöbetçileri­ne yiyecek, su ve ayran taşıyor. Onbinleri bulan halk kitleleri sabaha kadar kararlı ve dirençli bir şekilde ayakta..."

"...30 Mayıs: Sabah parti militanları, gecenin bütün yorgunluğuna rağmen ba­rikatlarda dimdik ayakta. Halk sessiz ama kararlı bir şekilde bekliyor. Tam bu sı­rada barikatlarin iç tarafında üç polis görülüyor. Sessiz bir bekleyiş içinde olan halk birden canlanıyor, polisle silahlı çatışma başlıyor. Bu çatışmada polislerden ikisi ölüyor, biri ağır yaralanıyor. Gece barikatlanan bölgede kalan bir faşist polis evine kıstırılıyor ve öldürülüyor. Tüm ilerici köyler, Çanakçı, Çukurca, Palabıyık, Tolo Mehmet, Kazıklıkaya, Yoğunpolit, Sarımbey,'Mislerovacığı, Sapa ve daha nice köy direnişe aktif olarak destek oluyor,Kimi köy silahlı militan, kimi köy ise silah, cephane ve para yardımında bulunuyor.."

"...31 Mayıs; halkın kararlılığından ve direncinden hiçbir şey eksilmiş değil, barikatlar dopdolu, halkın büyük çoğunluğu silahlı, silahlar açıkta, kiminin belin­de çift tabanca, kiminin sırtında av tüfeği, geceleri devrimciler mevzilerini sağlam­laştırmak için faşistlerin tuttuğu Terlemez ve Siortaya doğru harekete geçtiler.."

"...2 Haziran; Parti militanları ve halk yiğitçe ve faşistlere karşı hücuma geçi­yorlar. Beşyüzü aşkın silahlı insan ve binlerce taşlı sopalı destekçi ile birlikte, halk faşist canilerin üzerine hırsla saldırıyor. Faşistler kaçıyorlar. Faşistlerin saldırı mer­kezi olarak kullandıkları sigorta mahallesinin büyük bir kesimi devrimcilerin kon­trolüne geçiyor. Yakalanan iki faşist halk tarafından kurşuna diziliyor. Direniş bo­yunca meydana gelen en büyük çatışma olan bu müsademe saatler boyu devam edi­yor, yüzlerce dinamit ve halkın kendi elleriyle yaptığı benzin bombaları patlıyor. Bu çatışmadan sonra faşistler yılgınlığa kapılıyorlar, büyük çoğunluğu panik içinde ilçelere kaçıyorlar.

"Direnişin daha sonra günlerinde halk güçlü, düzenli bir şekilde geri çekili­yor ve her türlü saldırıya karşı komitelerin örgütlü önderliği altında hazırlıklı bir şeklde geriliyorlar. Çorum'un her yanında komiteler kuruluyor. Halk, hızla silah­lanmaya başi iyor (88).

TKP (B)'nin savaş karargâhında yayınlanan bu bildiri, "Kurtarılmış Bölgeler Teorisi" denilen gerilla harbinin Latin Amerika örneklerine özentinin de ötesinde ne denli tüyler ürpertici "vahşi bir çılgınlığı" sergilediği bütün çıplaklığıyla görül­mektedir.

Bu vahşi çılgınlık sadece yeni solun radikal eylem cephesinde işlenen bir ci­nayet değildir. Yeni solun teorisyenlerinden biri, Marksist bir öğretim üyesi, ge­rilla taktikleriyle ele geçirilen cumhuriyet topraklarında kurulan sözüm ona "Bol­şevik devletçikler" modelini kamu oyuna şu tarzda açıklıyordu:

"...Fatsa'da müthiş bir olay vardı. Bir belediye başkanı halkla el ele vermiş, Karadeniz'in küçük bir kasabasında Ankara'daki politikacı kafasının alamayacağı bir demokrasi anlayışı sokmuştur. Kadın, erkek, genç, ihtiyar herkes koşuşuyor, herkes her konuda düşüncesini söylüyor, işler böyle yürüyordu.

"Ama, önemli, çok önemli bir nokta hep unutulmaktaydı: Başka yerlerdeki "Kurtarılmış bölgeler" Sağlı, sollu gizli örgütlerce ve silah zoruyla ele geçirildiği halde, Fatsa'daki belediye yönetimi, başkanlarıyla ve organlarıyla Türkiye Cum­huriyeti yasalarına göre ayaktaydı.

"Ama Fatsa'.:a Türkiye'nin başka köşelerinde olmayan bir şey vardı; İlçede onbir halk komitesi kurulmuştu.

"CHP'nin bir ara heves ederek programına ve seçim bildirgelerine koyduğu ama, bir türlü gerçekleştiremediği bu "Komiteler" halkın oylarıyla seçilmekte, her mahalledeki halk, şikâyetlerini bu komiteler yapmakta, komiteler sorunları

(88) TKP'nin yay ınla>:.^ı "JUrhk " mili hır hücrenin .(KTP (B) ) yayını S (l-30)Zi,. Hergün gazetesi. 23.b.JÜ*(i

Page 147: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

.doğrudan doğruya çözmeye çalışmakta, çözemediklerini de belediyeye aktarr maktadırlar.

"Evet Fatsa Belediyesi, Halk komitelerine danışarak halktan gelen bir dü­şünceyle ve halk sırtında deniz kıyısından taşınıp sokaklara serpilen çakıl taşla­rıyla Fatsa"nın çamur sorununu çözmüştü. Türkiye'nin battığı çamurlardan hiç­birinin hakkından gelmeden bula bula bir garip Fatsa'nın hakkından gelmeye ça­lışmak Demirel'e şeref kazandırmayacak her halde"(89)

İşte "garip Fatsa nın niKayesi bu.. Corum karargâhındah "bildirilen tebliğ ile "Fatsa ayıbı" arasındaki tunaT benzerlik, yeni radikal solun nerelere ve kimler tarafından sürüklendiğinin hazin bir hikâyesidir.

Kısacası, Domenach'ın ifade ettiği gibi :"..Hayvanlar avlarını avlarlar; insanın da avı hürriyettir. Şiddet de hürriyeti

arar, aşk ve sadizm, demokrasi ve tiranlık, namuslu olma ve safsata, daima eylemin birbirine rakip, biri yumuşak öteki sert olmak üzere, iki akışı vardır. Bunlar kar­şılıklı olarak birbirlerine zıttırlar. Bu durum gösteriyor ki şiddet insan tabiatının derinliğinde kok salmıştır. Çünkü, hayatın ilk başlangıcına kadar uzanır ye çoğu kez mistisizm, sanat ve adaletsizliğe karşı ayaklanma, sevgi gibi insanın soylu umut­suzluklarını yansıtır"..

Görülüyor ki şıuueı tarihi otarak bir insan olayıdır. Domenach a göre, de­mokrasi ruhunun gelişmesi çağdaş şiddet biçiminin ortaya çıkmasında en önemli etkin olmuştur(90).

Bugün, sosyalist ülkeler dışında, şiddet ve terör olaylarının yaygınlık kazan­masında demokrasinin oyun kurallarının iyi uygulanmaması kadar, demokratik ha­reketin bir toplumurTvar oluş felsefesini gerçekleştirmede manevi birgüç kaynağı olduğu hususunun idrak edilmemesi en önemli etkin olmuştur.

Demokratik zihniyet bir ahlâk ilkesi kadar yaşanan hayatın da bir parçasıdır. İnsanın kendisini aşması, evrensel değerlere yükselmesi ancak hür ve eşit haklara sahip oldi'ğu zaman gerçekleşir. Hürriyet ve demokrasi evrensel olan insan ruhu­nun yücelmesinde iki manevi payandadır. Batı demokrasinin özünde Hıristiyanlık'­tan gelen bu ilahi norm ve değerler sistemi vardır. Biz ,. batıdan bu demokrasiyi ak­tarırken sadece kitaplarda ya'zriı olan kurallara dayalı mekanik bir yapıyı aldık, fakat bunu toplumumuza biçim veren manevi değer ve inanç sistemleriyle besleye- mediğimiz için, rejim ruhsuz kaldı. Maddi bir enkaz haline geldi. Seçmeni aldatma, oy avcılığı, "sandıktan çıkma", rejimin yegâne teminatı haline geldi. Bu demokrasi- ruhsuz kalıbıyla- kendi öz değerlerimize milli müesseselerimize yabancılaşmıştı.

Aynı çizgide Şerif Mardin de birleşmekte ve:"ülkemizde çok partili rejimle giren demokrasi belki üjke düzeyinde vatandaşlar üzerinde o zamana kadar olan bir baskıyı kaldırmıştır, fakat bu rejim toplumumuzdaki kişilere hoşgörüyü aşı- lıyamamıştır. Oysa hoşgörü, demokratik kurumların üzerinde kurulu olduğu bir değerdir, onsuz çalışmaz. Hoşgörüyü bir tarafa bırakalım; günlük meslek hayatı­mızın temel "asgari müşterek' Merini i oluşturması gereken meslek ahlSkı da aynı şekil­de gelişmemiştir. Demokrasi, gene başka bir planda böyle bir meslek ahlakının olıiş- ması üzerine kurulmuştur. Bizde bunun tam aksi olmuştur"(91) demek suretiyle demokratik rejimin işleyişi tarzını eleştirmiştir. O kadar ki, Mardin'e göre, "..şid­det, bu biçim toplumsal ilişkilerin doğal sonucu olmuştur". 12 Eylül dönemi hü- kümetiifTerör ve Terörle Mücadele Durum Değerlendirilmesi" adlı yayını ise, " t e ­rörün ortaya çıkmasına üç etkeni ileri sürmektedir:

- Dış destek- İç destek

{'.'I) V Mardin, a.g.m .'

144

Page 148: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

- Karma etkenler(92).Araştırmaya göre/ "toplum yapısından kaynaklanan iç etkenler, huzursuzluk,

çeşitli sosyal ve politik gerginlikler gibi, ekonomik yapıdan da ileri gelebilir". Bü­tün bunlar'milli ahlâkın bunalıma girmesinden milli terbiyenin öğrenilmemesi"den doğmaktadır.

" İç etkenlerin ortadan kaldırılmasını sağlamak amacı ile;-Devletin güçlendirilmesi,-Hükümet otoritesinin yeniden kurulması, toplumun bazı kesimlerindeki bo

zulmuşluğun giderilmesi,-Halkın yönetime güven ve desteğinin sağlıklı kılınması" gibi hususlar öneril­

mektedir.Yeni Türk eliti demokrasi kadar, batılılaşması neticesi diğer değer ve kurumları-

nın ithalinin toplum yapımız için sakıncalı olacağı hususunda Kemal Karpat'ın da görüşlerine değinmek istiyorum.

"...Türkiye'nin modernleşmesi uzun süfe Batıyı aynen kopya etmekle yürütül­müştür. Bu çeşit modernleşmenin olumlu yönleri olduğu kadar çok zararları da ol­muştur. Batıyı mutlak üstün görmek, toplumun yargı değerlerini, kendine olan gü­venini zedelemekle kalmamış, bir toplumun varlığı için birinci derecede önemli olan devamlılık fikrini ve benliğini bile hırpalamıştır " (93)

Karpat'a göre esas olan'Gökalp'ten beri bildiğimiz toplumun kendi öz kaynak ve değerlerine yönelmek suretiyle sosyal çelişkilerden kurtulmak mümkündür."

"..Bugün Türkiye'de hâkim olan düşünce, Türk toplumunun kendi kültürüne, kendi tarihi tecrübesine ve kendi benliğine, özellikle kendi maddi ve manevi gü- uine göre kendikararıyla geleceğini bizzat kendisinin tayin etmesi düşüncesidir".

Böylece, Türk toplumunu kendi öz kaynakları yerine Batı ve Doğudan, hiç bir zihni birleşim zahmetine katlanmaksızın, sadece bir takım düşünce ve idfeoloji alıntılarıyla şartlandırmanın modası geçtiği, ülkede yeni bir dönemin başladığı, bundan sonra yapılacak işin bu yeni ortamın içinde gelişecek kuvvetlere, gerçekçi bir göz ile bakmaları gerektiği vurgulanmaktadır.

Gerçekten, ülkemizde siyasi rejimin temellendirilmesi yapılırken 1923-1945 yılları arasında girişilen birden fazla partiler teşebbüsünün sebepleri ve başarı sazlıkları değerlendirilmeden yine dış etkenler sonucu, 1945'de batı model demokrasiyi sırf şekli (formel) olarak benimsedik. Gerek bu tarihten önce gerekst bu tarihten sonra müessese ve değerler sistemimizi, batı tipi demokrasi için kıyas lama imkânı üzerinde durmayışımız, iki kültür arasındaki çatışmanın odak nokta

^sivhaline gelmiştir. Çünkü, benimsenilen model ile uygulanması yapılan toplum arasında sosyo-kültürel ve psikolojik bağlar kuralamamış, demokrasinin "Hak'Vın önünde saygı cfyyma ve ülke gerçekleri için ferdin kendini "feda" etmesi anlamına geldiği hususu htniiz kitlelere maledilememiştir.

Belki, Mardin'in "çök partili rejimle giren demokrasinin, toplumumuzdaki ki­şilere hoşgörüyü aşılıyamamıştır, "tarzındaki yargısı da bu noktadan kaynaklan­maktadır.

Böyle bir birleşimin (sentezin) yapılmamış olması, toplumumuzun kısa zaman­da çok partili siyasi ortamda, kabile yaşantısını andıran bir kavga içine itilmiş ve demokrasinin temel ilkesini teşkil eden "çatışm a" ve "uzlaşma" mekanizması toplumurnuzda sürekli olarak, tek yönde yani,çatışma’lbiçiminde işlenmiş ve bu da genç demokrasimizin kısa zamanda yozlaşmasına sebep olmuştur.

Demokratik rejim, bir toplumdan diğerine kolaylıkla aktarılamaz. Hiç değil­se "a lıc ı" durumunda olan toplumun bu yeni sistemin en az zararlı işleyebilmesi

(01) Ş.Mardin, a.g.m.(92) Terör vc ^«rörle Mücadele Durum Değerlendirmesi) S :79. 1983

7 93) ’at, Yeni Ortam, Yeni Bir Yön Gerektiriyor, Miiliyet 26 Şubat1 9 '

Page 149: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

için bir takım "yerli'1 unsurları bünyesinde, canlandırması gerekir. Bu durumu bir benzetme ile şu şekilde açıklayabiliriz: Bugün tıp sahasında organ nakli denilen bir tedavi tekniği ile karşı karşıya bulunuyoruz. Bu operasyon "verici" ile "alıcı” ara sındaki işleme dayanır. Fakat, bu tedavi sisteminde bugün top yetkililerini düşündü­ren en önemli husus, yabancı bir organa karşı "alıcının" tepkisidir. Bu husus önlendi­ği takdirde, farklı insanların organlarının nakli işleminde önemli bir aşamaya ulaşıl- moş olunacaktır. Aynı şey, siyasi rejimimiz için de düşünülebilir. Batı modeli de­mokratik sistemi toplum yapımıza uygularken ortaya çıkan tepkileri önleyici ted­birleri de yine kendi toplum yapımızda aramamız ve bulmamız gerekir. Çünkü, Toplum düzeni, vücut yapısının da ötesinde daha karmaşık ilişkiler sistemini yan­sıtır.

Nitekim, bir doğu ülkesi olmasına rağmen, Japonya, parlamentarist sistemi, batıyla köklü temasa geçtiği 1867 yılından itibaren kendi sosyal ve kültürel şart­larına göre yoğurarak, gerçekleştirmeyi başarabilmiştir. Bu uygulamada "Japon Ülküsü" ve "Japon toplum yapısı” çimento görevini yapmıştır. Bunlardan ilki, yani "Japon ülküsü", Tokugawa döneminde "ülkeyi zengin kılmak" ve "Or­duyu Güçlendirmek" gibi iki milli slogana dayanıyordu. Bunun gibi, Meiji (Işık) döneminin başlangıcında "Medeniyet” ve "aydınlanma", bu dönemin sonunda ise "kendiniz için birşeyler yapınız" sloganları kullanıldı. Böylece Japon toplu- munun kalkınmasında ve siyasi rejimin düzenli işlemesinde bu tür ideolojiler te­me sloganlar olarak aydınlar tarafından sürekli bir şekilde topluma aşılanmıştır. Bu sloganlar, aynı zamanda bir yanda muhafazakâr, öte yanda da liberaller olmak üzere iki kanat tarafından temsil ediliyordu. Liberaller "medeniyet ve "aydınlanma" ile "kendiniz için birşeyler yapınız" ülküsünü; muhafazakârlar ise "ülkeyi zengin kılmak." ve "orduyu güçlendirmek” sloganlarını benimsiyorlardı. Fakat bu iki grup Muhafazakâr (Sağ kanat) ve liberaller (Sol kanat) -örneğine çok az toplumda rastlanabilecek tarzda- Japonya'yı Milletlerarası bir seviyeye ulaştırmada birleştiler; Çağdaş demokrasinin özü olan "Çatışma” ve "Uyum " ancak bu suretle gerçekleşi­yordu.

Dünyamızda, demokrasiyi, sınıf çıkarları açısından yorumlayan ve çoğunluk­la Marksist öğretimin etkisinde kalan akımların diyalektik düşüncesi yerine, bir di­yaloga varma, en güzel örneklerinden birini doğulu bir toplumda, Japonya'da ver­miş oluyordu.

Bu gelişimde Japon toplum yapısının katkısına da önemle eğilmek gerekir. Ge­nellikle münferit gruplara sadakat ve grup çıkarlarını uzlaştırma Japon toplumun; has davranış biçimleridir.

Bu suretle siyasi partiler ve işçi sendikaları gibi başka grupları da kolaylıklı anlaşmaya yönelme imkânını sağlıyordu.(94)

Demokrasimizi ve kalkınma gücümüzü ayakta tutmamız isteniyorsa, toplumun manevi temellerine inmek zarureti vardır. Bu temellerden itibaren kurulacak iske­letin sütunlarından özellikle "dayanışma ruhu" Anadolu insanında canlılığını sür­dürmektedir. Bunu kitle eğitim yoluyla tüm toplum katlarına yaymak mümkündür. Çünkü, yakın tarihimizde "Milli Mücadele” bu dayanışma ruhunun sonucudur. Bu­nun gibi, refah ve felâket insanımızın değişmez vasfını teşkil eder. Onun için, biyo- jenik motifler kadar tarihi niteliği olan bu sosyojenik motifleri, dayanışma ruhunu akılcı bir şekilde canlandırmak milli birliğimiz için, demokrasimiz için, elzemdir.

Nitekim, aynı gelişim, klasik demokrasinin çıkmazlarını önlemek için bugün Batı ülkelerinde de destek görmektedir. UNESCO'nun hazırladığı bir raporda "her insan ancak toplum üyeliğinin sağladığı özelliklere göre zihni ve hissi yaşantısını sürdürebilir. Bu temel ihtiyaçların tatmin edilmemesi halinde, fertler bir takım ruhi bunalımlara ve saplantılara süriiklenebilir(95).

İşte, Türk kültür kodlarıyla dengeleştirilmemiş bir demokrasi hayatı, siyasi tecrübeler ne olursa olsun, tehlikeli virajlar yaratabilir. 1950’li yıllardan sonra gi­

Page 150: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

rişilen parlamentarist sisteme rağmen her on yılda bir askeri müdahalenin sebep­lerini burada aramak gerekir. Bunların da "ötesinde, şiddet olaylarının çoğunluk kazanması, birliğimizin parçalanarak "Halklar Teorisi" adı altında bir takım kur­tarılmış bölgelere dönüşmesi üzerinde önemle durulması gereken hususlardır.

Plato'dan beri bilinen gerçek odurki, demokrasi toplumun öz değerleriyle uyum sağlayacak bir şekilde sosyal bütünleşmeyi gerçekleştirmedikçe "Timokrasi" denilen bir hasta yönetim biçimine rahatlıkla dönüşebilirdi. Türk demokrasisi, halkımızdaki yüksek sağduyuya rağmen her on yılda bir yönetimi rejimin .yegâne teminatı olan Türk Silahlı Kuvvetlerine devretmek suretiyle ancak varlığını sürdürebilmiştir. Ancak Georges Vedel'in belirttiği gibi "demokrasi siyasi partiler olmaksızın gelişe­mez de."

İşte yeni solun radikalleşmesi hem de yarım yüzyıla ulaşmadan cumhuriyet rejimini köklerinden itibaren sarsması demokrasi deneyimimizin yarattığı bu söz konusu boşluklar neticesi gerçekleşmiştir. Yalnız, sanıldığı kadarıyla bu bir Anayasa meselesi -1961 Anayasa değişikliğinde görüldüğü gibi- değildir. Onun da temelinde, Batı'dan ithal edilen demokratik yönetim biçiminin, sosyal sistemimizde uyum sağ­layacak biçimde milli değerlerimizi seferber kılamayışımızda aranmalıdır.

Yeni solun dokusu zayıf bu demokrasi kumaşını her yönden yaylım ateşine tutması neticesi entelijansiyası büyük ölçüde yabancılaşmış toplum yapımızda önem­li yarılmalara sebep olmuştur.

Yeni solun yaşlı Marks'ın sınıf mücadelesi kavramını şiddet perspektifi içinde anlamlandırılması yeni sağın radikalleşmesinde büyük etken olmuş, bu da Vietnam ve Malaya komünist ayaklanmaları hususunda geniş tecrübesi bulunan VVilkinson'ın teşhisiyle, "terörizme karşıt-terörist eylemler gerilla eylemlerine tattikler hazır­lar," sözünü doğrulamıştır(96).

Yeni sağın radikalleşmesi(X) Türk milliyetçilik geleneğinde, yeni sol stratejisi karşısında birikmiş bir deneyimin bulunmaması Marksist akımın türevlerini teş­kil eden Maocu, Castrocu, Gueuvara'cı, Fanon'cu eylem kalıplarının üçüncü dün­ya ülkelerindeki yansımaları hakkında hemen hiç denilecek kadar bilgi sahibi olma­masından doğmuştur. İlkin üniversite kampuslarında başlayan eylemler hem yeni so­lu hem de yeni sağı bir noktada teorik tartışmaların dışına taşırmış ye daha 19651er- de kullanılan "fikir namlunun ucundadır" sloganı ile bir noktada meyvelerini vermiş­tir.

Siyasi radikalleşme, esasta yeni solun önemli stratejilerinden birini teşkil eder. Yeni sağın bu oyuna gelmesi, Mardin'in teşhisiyle bir noktada sağ ve solun birbirine benzer duruma gelmelerinden ötürüdür. Oysa ülkemiz 1918 lerden sonra içine sürüklendiği emperyalist ihtilallere karşı milli birliğini tesis etmek suretiyle karşı koyma gücünü gösteren bir ülke olmuştur. Yeni solun deyimiyle dünyada ilk bağım­sızlık savaşını vermiştir. Bunu yaparken, parlamentosu, ve millet iradesiyle "top- yekun" ayaklanma gücünü "Misak-i Milli Ruhu" içinde canlandırmıştır.

Gandhi'nin yakın zamanlarda İngiliz sömürgesine karşı yürüttüğü "satyagraha" gerçeği arama ideali aslında mobilize güç kaynaklarına karşı bir milletin irade ve ruhunu ayakta tutma eğilimi taşır. Gandi, bu yöntemle 450 milyona yaklaşan ve son derece heterejon bir toplumda süper emperyalist bir güce karşı en vermli so­nuçları almıştır. Gandi’nin büyüleyici gücü ortaya attığı felsefededir, kitlelerde

r) "M Lül'l i 'mn faal t \ < )rlıuıı ( >ZB.\Y hapishanede Tokay G öZ ü T O K 'aşunları anlatıyordu :"... .gençlik içerisinde komünizme karşı lularlı tedbirler alınmadığını gören aşırı sağ kesim , bu görevi kendine hak görmüştür.. Ve bu safhadan sonra da Marksist-Le- ninstlerin silahlı sol örgütleri Devlete olan savaşını yüzeysel olarak ikinci, plana a- mak durumunda kalmış ve kendisine çelme takan silahlı sağ kesim ile mücedeleye girm iştir." (Toskay Gözütok, bir gazeteciniz. Cezaevleri ve Mazlumlar Arasındaki Tesbitleri, S.26 8 , "Ülkemizi 12 Eyliil'e getiren sebepler ve Türkiye Üzerindeki Oyunlar, 1984)

Page 151: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

değil tıpkı kendi milli mücadele yönteminde olduğu gibi.Yeni solun giderek siyasallaşması ve fanatik bir kimliğe bürünmesi, ülkenin

tarihi gelişimi ve toplum yapısına yabancılaşmalarından ve "teori yüzünden kör­leşmelerinden " ötürüdür. Yeni sağın aynı çıkmaza düşmesi ve "silaha silahla karşı koyması" (x) gibi tehlikeli bir yöntemi benimsemesi temelinde Islami ve Türk Kültür değerleri bulunan milliyetçilik ideolojisi için büyük bir şansızlık olmuştur. (xx) Bi­lindiği üzere, Eflatun'un "Kriton"adlı kitabında Sokrates "yasa kötü de olsa ona uyulması gerekir" tezini ileri sürer. Bu diyalog, Sokrates'in ölümünden birkaç gün önce, tutuklu bulunduğu yerde geçer.

Sokratese çok bağlı olan eski öğrencilerinden Kriton erkeneden hapisaneye gelir ve Sokrates'i. hapisanede bulur. Sokrates uyanınca, Kriton kendisine hapisa- neden kaçabileceğini, bu hususda bütün önlemlerin alındığını, gardiyanların elde edil­diğini söyler. Fakat, Sokrates kaçmaya razı olmaz görüşlerini şöyle savunur:

"Biz buradan kaçmak üzere iken, yasalar ile devlet karşımıza çıkar, dile gelip bize, kendini dünyüyü getirip beslemiş olanalara karşı geliyorsun, size uyuacağım de­mişken uymuyorsun. Biz yanlış bir iş görmüşsek bizi tatlılıkla yola getirip düzeltme­ye çalışmıyorsun diyebilir. (97).

Günümüzden yaklaşık 2380 yıl önce Atina'da bir tutuk evinde ünlü düşünür, anaya, babaya karşı gelmek günah ise, yurda karşı gelmek daha büyük günahtır." demek suretiyle öğrencilerine yasalara ve devlete sayğılı olmalarını öneriyordu. Sokrates'e göre yasalarve devlet kötü de olsa onları " tatlılıkla" yola getirip düzelt: meye çalışmak dururken onları yıkmaya çalışmak , " devlet bize eğrilik etti, bizde onlara eğrilik edelim" demektir. "Eğrilik hiç bir yerde güzel değildir."

Görülüydr ki Sokrates, topluma uyum sağlamakla ancak toplumun düzeltile­bileceği kanısındadır. Bu nedenle o, yasâlara ve devlet otoritesine baş kaldıran her tür şiddet eylemlerine ve çatışmacı modellere karşıdır. (98).

Oysa yeni sol, özellikle radikal kanat, çatışmaları marksizmin bir gereği say­makta ve bu tezi fanatik bir eğilim için savunmaktadır. Bir gazetinin, " Gençlik ne istiyor, niye çarpışıyor " formunda bu görüş 1975 yılında şu şekilde dile getirili­yordu.

"....İnananımız odur ki, çatışmaların durması, ancak faşizmin, emperyaliz­min ve kapitalizmin politika sahnesinden yok olması, tarihin çöplüğe atılmasıyla mümkün olacaktır. (99). Aynı forumda İslamcı radikal akımın temsilcisi de konuşu­yor ve patron (sermayedar) sınıfı kastederek, "biz de zaten o azınlığın kardeş olma­yacağını bilmekteyiz ve 39,5 milyonun yanında önemli değildir" demek suretiyle yeni solun radikal sözcüğüyle bir noktada birleşiyordu.

(x) En önemli noktalardan biri, iki kesimin terör eylemine katılmalarındaki sebep, motiv farklıdır. Sağcıları bu eylemler içine ilen ya "memleket hizmeti düşüncesi" veya "farkında olmadan başkaları tarafından kullanılma "dır. Gerçekten de sag ke­sim çok zaman Devlelv yardımcı olmak fikrinden yola çıkmış, bir metod hatası veya kandırılma sonucu teorisi eylem e katılmıştır." (Ayhan Songar'ın 3464 mah­kum ve tutuklu üzerinde yapmış olduğu araştırma sonuçları, (ülkemizi 12 Eylül'e getiren jebepler ve Türkiye üzerinde oynanan oyunlar.S.323.1984).(xx) Kir günlük gazetenin: "Çatışan Ğençler Ne düşünüyor? " formunda şu tez sa­vunuluyordu: "..kadrolaşma sırasında da ilk yapılan iş, düşmanın metodunu kavra­yarak bunu ters yüz etmek, tesirsiz hale getirmektir. Bu nedenle karşı hareket eğer anarşi çıkarıyorsa ve bize silahla saldırıyorsa ,biz de meşru müdafaa hakkımızı kul­lanmak zorundayız. " (Milliyet, 6 Kasım 1976)...

A yn ı şekilde, İslamcı sağın bir teşkilat başkanı da 1980'lerin kanlı eylem dö­nemlerinde şöyle konuşuyordu : " Anarşinin sağı da solu da silahlı...Bize göre silah­lanma lı, bu ortamda hiç olmazsa birbirimizin şerrinden korkarız..Zaten gittikçe Teksas'a dönüyoruz" (Milliyet 5 Ağustos 1980)..

Page 152: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Kapitalist ve sosoyalist ülkelerin Türk yeni solu ve Yeni Sağı tarafından ileri sürülen förüşleri gerçekçi bir çleştiri ve düşünce süzgecinden geçecegi yerde, dışarı­dan pompalanan veya birbirinden etkilenen "Dolma" fikirler ve kalıplarla değerlen­dirilmektedir. Bacon'un "Arı yer bal yapar, kuş yer pislik yapar" tarzındaki bilim metodolojisine dayalı bir çalışma sisteminin her iki grup arasında tutarlı ve kendine özgü bir yetişme tarzıyla olayları tahlil etmesi ve yönlendirmesi gerçekleşmediği için 12 Eylül öncesi bu sevimsiz tablo toplumumuzun bir alın yazısı olmuştur.

Bugün,Batı toplumları,Doğu tbloku ülkelerine göre kitle tüketim normların­dan daha çok yararlanıyorsa kişi hak ve özgürlüğüne daha çok sahipse, ve daha çok mutlu ise bu sonucu görmezlikten gelemeyiz. Teori yüzünden körleşemeyiz. Bunun nedenlerini, kapitalist iktisat düzenin de ötesinde, insan hak ve özgürlüklerine saygılı, kendi kültür sistemleriyle uyumlu bir toplum yapısında aramak gerekir. Herşeyden öpce, batı toplumjarı, gelir dağılımında ortaya çıkan sosyal eşitsizliği radikal yön­temlerle çözümlemeye karşıdırlar. Bu bakımdan radikal değer sistemleri şiddetinin bu ülkelerde, işçi sınıfı şuurunun temel belirliyicileri olduğu iddası gerçeklere uymaz. Nitekim, son yıllarda sınıf çıkarlarının zıtlaşması sınıf çatışmasının siyasallaşması ve sosyal radikalizm gibi toplumun tutum kalıpları üstünde yapılan çok yönlü araş­tırmalar, batı ülkeleri için farklı sonuçlar ortaya koymuştur. Daha önceki bölümler­de de açıkladığımız gibi, 1978'de Fransa ve İngiltere'deki işçileri kapsayan bir araştırmada "kumlu toplum düzenimizin ihtilalci eylemlerle köklü bir tarzda de­ğiştirilmesine taraftar mısınız?" sorusuna, Fransız işçilerinin % 10'u, İngiliz işçi­lerinin ise % 6'sı "evet" cevabını vermişlerdi(IOO). Oysa bu rakam 1970 yılında Fransa için % 7 idi. Toplumların reformlarla tedrici bir şekilde düzeltilmesini iv teyenler Fransa'da % 62, İngiltere'de % 60'tır. Diğer % 25 ve % 27'si her türlü yıkıcı güçlere karşı toplumun "yiğitçe"savunulmasından yanadırlar.

Bunun gibi, sosyolog Parkin tarafından geliştirilen "şiddetin Sınıf Şuurunun belirleyici unsuru olduğu"(101) görüşü de eleştiriye açıktır. İngiltere ve İsveç gibi bâtının iki lideri endüstri ülkesinde yapılan araştırmaların sonuçlarına göre, sınıf şuurunu belirleyen etkenin iş örgütünün düzeni ve merkezileşme derecesi olduğu belirlenmiştir(102) Öyleki, Fransız işçi sınıfı çekirdeğinin daha aşırı eğilimli, bu­na karşılık ABD'de çalışan sınıf çekirdeğinin İsveç veya İngiliz çalışan-sınıflarm- kinde göre, daha az aşırı eğilimli olduğu da tesbit edilmiştir.

1976 yılında işçiler üstünde yürütülen bir diğer araştırmada Fransız el işçile­rinin % 51'i, İngiliz işçilerinin % 24*0 kendi topHımlarından hoşnut olmadıklarını belirtmişlerdi^ 103). Her iki ülkeye ait sosyal eşitsizlikten kaynaklanan bu görüşler, yine de işçiler arasında toplumun "devrim " yoluyla değiştirilmesi tezine karşıdır­lar.

Görülüyor ki, Sokrates’in yasalar ve devlet kötü de olsa, onları "tatlılıkla" yola getirip düzeltmeye çalışma ilkesi, Batı toplumları için bugün de gerçekli- liğini sürdü rmektedir(104).

Türk solu geleneğin in, sosyalizmin doğup büyüdüğü Batı Avrupa ülkeleri, Fran­sa ve İngiltere gibi bir tarihi kimliği olduğu tezi savunulamayacağı gibi yine Mark­sist şemaya, sosyalizme geçişte basamak teşkil etmesi bakımından Türk solunun batıya nazaran sanayileşme süreci ve proletarya potansiyeli de zayıf kaldığı düşü­nülürse, yeni solun sürekli olarak, "barışı kazanmak için savaşmak gerikiyor (105). tarzındaki solganm bir anlamı olmasa gerektir.

Aslında yarğılarda beliren bu çelişkiler "Marksizmin mutlak bir ilim" olarak kabul edilmesi efsanesinden doğmaktadır.

Yeni Sol ve Yeni Sağda İktisadi Sistem Tartışmaları :Siyasi radikalleşminin temelinde Marksist-Leninist stratejinin Afrika, Uzak

Dogğu Asya ile Latin Amerika ülkelerinde verilen gerilla savaşlır örnekleri kadar Türk solunun teorik perspektifini belirleyen elit kadronun da etkisi olduğu muhak- bunlar marksizm profilini çizerken "sınıf çatışması" modelini sosyal bir hak

14?

Page 153: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

olarak göstermişler ve Türkiye'nin kalkınması için sosyalizmden başka bir seçenek hakkını kitlelere tanımamışlardır. 1960'lı yıllarda sistem tartışmaları bu ana eksen etrafında cereyan etmiştir: Ya sosyalist olacaksınız veya kapitalist. Bunlar için üçüncü bir yol mümkün değildir.

Batıya rağmen batı değerlerine açık olan sağ ve sol aydınlar bu arenada ya kapitalizmi veya sosyalizmi tercih ediyordu. Bu hususda Türk solunun tek yönlü şartlandırılması Fransız Marksist sosyologu M.Rodinson'un etkisi büyük olmuştur. Rodinson diyor ki;

"Kapitalizm-sosyalizm ikileminde kurtulmaya can atan AvrupalI iktisatçıla­rın ve iktisat programlarına millici bir renk vermek isteyen Üçüncü Dünya ideolog­larından bir çoğunun düşündüklerinin aksine üçüncü bir şık yoktur"(106).

Böylece Rodinson'dan aktarılan yayınlar Türk düşünce hayatına sosyalizm-ka- pitalizm ikilemini getiriyordu. Bu esasta olmak-üzere, Türkiye'de sistem tartışmaları­nın yapısı tıpkı iki hakikat değerli klasik mantık önerimlerine benziyordu. Bir şey ya doğrudur ya yanlıştır, üçüncü bir hal imkânsızdır. Aristo'dan beri skolastik dü­şünceye damgasını vuran bu zihniyet ülkemizde de değişik kalıplar içinde ikibin yıl sonra yeniden canlanıyordu. Oysa, modern mantık (lojistik) birşeyin doğru veya yanlış olması dışında ihtimali olabileceğini de göstermiştir. O halde, üçüncü halin imkânsızlığa diye bir şey düşünülemezdi. Çünkü modern fizik determinist ilke yeri­ne belirsizlik ilkesini getiriyordu. Maddenin en küçük unsurunu teşkil eden atom parçalandığında yörüngesinde dönen elektronun yerini belirlediğimizde hızını; hızını belirlediğimizde yerini hem zaman olarak tesbit etmemiz mümkün olamı­yordu. Bunu ancak ihtimali (olasılıklı) olarak bilebiliyorduk. Bu da ihtimaller (ola­sılıklar) mantığını yaratıyordu. Kısacası, Heisenberg'in ifadesiyle fizik dünya (mikrokozmoz) bir belirsizlik içinde idi.

Aynı şekilde, sosyal bilimler dünyasına hâkim olan yasada da belirsizlik bu­lunduğu bir gerçektir. En somut bilim dalını teşkil eden fizik dünyada belirsiz­lik durumu gözönüne alınırsa, sosyal bilimlerde bu gerçek daha da kalın çizgile­riyle ortaya çıkacaktır. O halde, siyasi rejim tartışmalarında: "Ya kapitalizm yada sosyalizm” tarzındaki klasik mantık önermelerine dayalı düşünce kalıplarıyla hareket etmenin bir anlamı da olmazsa, gerekir. Ayrıca kapitalizm de sosyalizm de Bat Avrupa toplumlarının tarihi gelişimlerinin bir ürünüdürler. Bu bakımdan-birbir- lerine karşıt biçim ve kurallar da ortaya koysalar-Batı değer ve kültür sistemleri­ni dokusunda taşırlar. Oysa ülkemiz, değişik tarihi gelişim çizgisinde bulunan ve Hristiyan kültür kodları yerine tamamiyle ona karşıt bir dini sistemin tesiri altında yeni müesseseler ve toplum biçimleri geliştirmiştir. Osmanlı iktisat ideolojisi: kâr ve kazanç normları ile gelir dağılımı ve üretim araçlarının kullanılması hususunda ne sosyalist ne de kapitalist olmayan bir iktisat modelini ortaya koyuyordu. Üstelik sistemin bir de güçlü manevi yapısı vardır ki, çoğu araştırmacıları "İslam Pürita- nizmi" dedirtebilecek Weberi'an bir düşünce tarzına sevk ediyordu.

Hatırlanacağı üzere VVeber, kapitalizmin ruhunda Protestan ahlâkını görmüştü. Ona göre, kapitalizmin kâr ve kazanca dayalı kodları Protestanlığın ön gördüğü çok çalışma, kazanç sağlama ve bunları yeni yatırım alanlarına aktarma gibi bir takım püritan ahlâk kurallarına dayanıyordu. Çünkü din bir sosyal müessese olarak başta ekonomi olmak üzere diğer müesseselerle ilişki halindedir.

"Dini kurumların bir özelliği de böylece salt dini fonksiyonları yanında baş­ka sosyal fonksiyonlarda görebilmektir. Nitekim, Batıda manastır dini sistemin bir parçasıydı; manastır çok zaman bir üretim birimi olabiliyordu. Bunun gibi, dini ayin bütünü ile dinsel bir işlemdir. Fakat onun hem pekiştirici -insanları yan yana ge­tirerek bir birlik duygusu yaratan- hem de kişilik belirleyici fonksiyonu vardır. K i­şinin tek başına elde edemiyeceği dengeyi sağlamada rol oynar. Aynı şekilde, Batı­da kilisenin bu yanında siyasi ve semboluk fonksiyonundan da söz edilebilir. Kilise- siyasi ve sosyal değerlerin felsefesini yapıyor ve düşünürlerin bu sistemin içine giren 150

Page 154: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

simgelerini sağlıyordu.Zaman geldi, batı ülkelerinde bu fonksiyonlar dinden ayrıldı. Manastır özel

üretim birimi olarak değerini kaybetti. Bunun yerini salt üretim amacıyla kurul­muş iktisadi işletmeler aldı. Batıda laikliğin sosyal içeriği, kişilik sistemi, yeni ide­oloji ve felsefelerin ortaya çıkmasıyla gerçekleşmiştir. Yoksa laiklik bizim anladığı­mız anlamda hukuki bir kavram değildir. Batıda laikliğin bir sosyal tarihi gelişimi vardır. Şöyleki:

1) Ancak, batıda bu ayrılmanın her yerde aynı derecede oluştuğunu söylemek mümkün değildir. Örnek olarak Polonya'da kilisenin siyasi ve sosyal rolü devam et­mektedir. 2) Batıda bu ayrılma, uzmanlaşma (kilisenin iktisadi, sosyal ve siyasi felsefe gibi rolleri) ve uzmanlaşmanın bütün toplum alanları için aynı nisbette iler­lediğini de söyleyemeyiz. Örnek olarak; halk yığınlarının kesesine uygun bir kişi dengesi sağlama mekanizmasını ne kapitalist ilkeler ne de komünist rejimler sağ­layabilmiştir. Burada din hâlâ eski avantajını yitirmemiştir. 3) Bunun yanında, eskiden dini mekanizmanın sağladığı sosyal fonksiyonun dinde, din dışı teşekkül­lere aktarılması birden olmamış ve belki de bu oranda başarıya ulaşabilmiştir.(107)

Ancak, kapitalizmden geçmemiş ve kendi özel gelişmesi ürünleri bu sosyal yapının itişleriyle ortaya çıkmamış olan İslam ülkelerinde, Batı Avrupanın iktisadi ve sosyal kurumlarının yaptığı işi dini kurumlar üstlenmişti. Bundan da anlaşılıyor ki, İslamın toplum fonksiyonu zorunlu olarak öteki dinlerinkinden daha, yoğun de­ğildir. Dinin bu olağanüstü sosyal fonksiyonları yeni norm ve değerleri etkileme­de seferber kılınabilir.

Bu kısa bilgilerin çerçevesi içinde denilebilir ki, İslâmiyet dengeli bir toplum yapısını model olarak benimseyen, diğer sosyal müesseselerle ilişkili, kendine özgü bir püritan ahlâka sahiptir.

Mevdudi'ye göre "bugün dünyada tanınmış iktisad dinleri, aralarındaki ufak ihtilaflara göz yumduğumuz takdirde, üç kısma ayrılabilir. Bunlar, kapitalizm düzeni, komünizm düzeni ve İslam düzenidir. Kapitalizmde fert kazandığının biricik sahi­bidir, bunda başkasının hakkı yoktur. Eline geçen üretim araçlarında ihtikâr yapma hakkı vardır. Bu düzende toplum fiilen iki tabakaya ayrılır, üçüncüsü yoktur. Zen­ginler ve yoksullar tabakası vardır. Zenginler tabakası bütün servete el koyar, dile­diğini gibi tasarruf eder. Bunu sadece şahsi çıkarları uğrunda kullanır. Servetin art­ması yolunda kamu çıkarlarını feda eder.. Bu, tabii olarak insanlarda mal birik­tirmeye karşı şiddetli bir eğilim doğurur ve ancak yararlı, verimli yerlerde harca­ma duygusu belirir.

"Komünizm düzenine gelince, burada üretim araçlarının hepsi toplum fertleri arasında ortaktır. Bir fert olarak hiçbir ferdin hakkı yoktur. O haklara sahip değil­dir. Malları isteklerine göre tasarruf edemezler, sadece kendileri yararlanamazlar, fertler toplumun ortak menfaatları için ifa ettikleri hizmet karşılığında bir ücret alırlar. Toplum geçim yollarını onlara hazırlar. Onlar da bunun karşılığında çalı-

' "İslam ise bu iki iktisadi düzen arasında ılımlı bir sistemi tesis eder. Esas ilke olarak servet dağılımında dengeyi bozmayacak bir usule göre şahsa her türlü ferdi ve doğuştan haklarını verir. Bir yanda ferde özel mülkiyetteki hakkını, malında tasarruf hakkını, öte yanda da bu haklardan ve bu tasarruflardan her birini içten ahlâkı sınırlarla dıştan, yasal sınırlamalarla bağlar. Bunun arkasındanda hiçbir yerde tehlikeli şekilde servet kaynaklarının birikmemesini ister. Fertler arasında mübadele ve tedavül devam eder. Neticede herkes yasal nasibini alır( 108). Bu sebeple modern çağın tanınmış İslam düşünürü Seyyit Kutub, İslami kapitalist veya sosyalist sistem­lerden birine veya M.Rodinston'da olduğu gibi her ikisine açık tutan düşünce ka­lıplarına karşıdır. Ona göre, İslam parçalanmayan bir bütündür, ya olduğu gibi alı­nır, yahut olduğu gibi brakılır. İslamiyet bir hayat yoludur" Bütün esaslarıyla in­saniyetin hayat yoludur(109). Aynı şekilde bir kısım Batılı düşünür ve iktisatçı- arkasından da hiçbiral

Page 155: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

lar da bu görüştedirler.. Nitekim, günümüz Fransız Ekonomiste Jacgues Austruy, bu hususta aynen şu ifadeleri kullanmaktadır: "İslami zihniyet kapitalist ve Mark­sist gelişmeye elverişli değildir."(110).

Batı ve doğu dünyasından zikrettiğimiz bu örnekler, konusu ile doğrudan ilgili olmadığı için, uzatmak istemiyorum. Ancak İslamiyetin kapitalizme de sosyalizme de karşı olduğu bir vakıadır. Bunun en iyi uygulamasını, 600 yıllık bir tarihi geçmişi olan Ismanlı toplumu yapısında görmekteyiz. Osmanlı toplumu bir yanda eski Türk- lerin sosyal sistem, inanç ve değerler düzeniyle öte yanda İslamiyetin dünya görüşü, iktisadi yapısı ve hayat tarzıyla uyum sağlayan bir kimliği temsil ettiği için aynı yansımayı Ziya Gökalp, Mehmet İzzet Ziyaettin Fahri Fındıkoğlu gibi sosyologlar­la Kemalist ideolojide rastlamaktayız.

İşte 1960'lardan itibaren bilhassa sosyalist aydınların kümelendiği "Yö n ” der­gisi kadrosunda bilahare TİP'e mensup Marksist aydınlar arasında başlatılan "Ya Kapitalist veya Sosyalist" olacaksınız tarzındaki klasik sofizm öyle bir doruğa ula­şıyordu ki, kapitalizmin oyun kurallarının "aşırı kar ve kazanç" motifine dayan­ması, toplum imajında bir azınlık sınıfın servete sahip olması karşısında, büyük kitlelerin bundan yoksun bırakılması bu sistemin sosyalizm karşısında "gözden düşürülmesine" yol açıyordu.

Kapitalizme "vur abalıya" misali horlanılması sosyalizmin tercihini gerekti­riyordu. Türk toplumunda "aşırı sosyalleşme" diyebileceğimiz gelişme bu meto­dolojik boşluktan doğmuştur. Kemalist ideolojinin sağ sapmalara karşı bir etiket olarak kullanılması, devrim staretjisinde ise "gerici bir akım" olarak değerlendiril­mesi bu döneme raslar. Yeni sağın Milliyetci-Toplumcu" türdeki yeni sola tepkisi, tfir yanda kemalist sistemin karma-ekonomik modeli ile, öte yanda Gökalp'in soli- darist sisteminin günümüz şartların bir adaptasyonu oluyordu. Bu sebeple, 1950'- lerden itibaren yeni sağın belirli bir kesiminin temsil ettiği liberal iktisat sistemi­nin yeni sol tarafından çaptan düşürülmesi sonucu, Milliyetçi Toplumcu görüş yeni sağın gelenekli milliyetçi kanadı için bir "can kurtaran" simidi oluyordu. Buna, Hareketçilerin cılız kalan "Ayet-ül Kerime" tipi sosyalizmi ile Nizamcıların "M il­li görüşleri"ni de eklersek yeni sağın iktisadi öğretisi büyük ölçüde "renklilik" kazanıyordu.

Şüphesiz, Türk düşünce hayatında değişik akımların, farklı görüşlerin yer et­mesi "otorite böyle dedi" şeklindeki skolastik zihniyet karşısında yeni bir geliş­medir. Sağlıklı toplumlar, her şeyden önce, "tek-tip düşünce" üretme yerine de­ğişik tondaki akımların dengeli ve fonksiyonel ilişkisine dayanır.

Türk toplumunda sola açık düşünceler kadar elbette sağa açık düşünceleri de benimseyenler olacaktır. Demokrasi deneyimine henüz yeni girmiş bir toplumda insanlar arası hoşgörünün yayılması rejimin sağlıklı olması açısından da elzemdir. Şüphesiz hakikatin ışığı fikirlerin çatışmasından doğar. Ancak. Türk aydınının çoğunlukla batı ülkelerinde tek tip düşünce kalıplarına şartlanmış bulunması, Tan- zimattan beri yabancı okullarda yetişmesi karşısında, bu sağlıklı ortam kısa ömürlü olmuş ve ülke "sağ-sol" kavgasına sürüklenmiştir.

• Ne hazindir ki yakın zamanlara kadar Türk aydınının bazı kesimi sağa ha­yat hakkı tanımıyordu. Yığınlarla bütünleşme yolunu açarak bunalımdan çıkış' sağ kesim için söz konusu değildir. Çünkü, sağın dayandığı güçler, onun geniş yığın­larla taban oluşturmasını engellemektedir.(110).

İktisadi sistem tercihi yapılırken -tarihi gelişim çizgisine- Türk toplumunun kül­tür ve değerler sistemi açısından gereken önemin verilmemesi bu acı sonu yaratmıştır. İslam dünyasında rastlanan sosyalist hareketler örnek olarak, Arap milliyetçiliği önemli bir unsur olarak karşımıza çıkmıştır. Arap birliği ve milliyetçiliği idealinde, hem milliyetçilik hem de İslam dini sosyalist sistemlerle yüksek düzeyde sentez edil­mek suretiyle milli iktisadi modeller ortaya konulmuştur.

Yeni sağ staretjisini oluştururken, yeni solun yaşlı Marks'a dayalı sınıf mücade­

Page 156: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

lesi öğretisi karşısında ileri sürdüğü iktisadi sistemin ayrıntılı bir ön hazırlığı olduğu iddia edilemez. Yeni sağın liberal kanadı, "her mahallede 15-16 milyoner yetişti­receğiz" sloganı ile batıda bile sosyalize edilen kapitalist sisteme taş çıkartacak şe­kilde 19. yüzyıl liberalizmine yöneliyordu. Yönetimi elinde bulunduran ''veto grup­ları", daha ziyade bu düzene ayak uydurmuş üst zenginler diyebileceğimiz, iş adam­ları, sanayiciler ve tüccarlara dayanıyordu. İktisadi sistemin oyun kuralları "Aşırı kazanç ve Kar"a dayandığı ve milli bir denetimden yoksun olduğu için -Cumhu­riyet tarihinde bile örneğine rastlamadığımız- ticaret ve sanayi ile uğraşan belirli bir üst burjuvazinin doğuşuna tanık olmaktayız.

Yeni solun eleştirilerine hedef olan, biraz da yeni sağın bu iktisadi ve ahlâki zihniyetine dayalı düzen anlayışıdır. "Bu düzen değişmelidir"’ tarzındaki sloganlar, eski solun yeni solu canlandırmasında önemli bir tepki unsuru olmuştur. Kapita­lizmin -dünyanın diğer batı yöresinde görüldüğü gibi- bir iktisadi sistem olarak sürek­li eleştiriye açık bulanması, toplumda sadece holdingleşmiş tipte üretim araçlarını ellerinde bulunduran bir üst zenginler sınıfını (pülıtokrasiyi) yetiştirmesi karşısında, üretim araçlarının devletin elinde toplandığı ve rejimin teminatının devletin resmi felsefesi haline dönüştüğü sosyalist sistemlerin kamu oyunda tercihlerianti-Marksist. hatta para-Marksist türdeki düşünürlerinin, sağduyu sahiplerinin çok az sayıda bulunduğu bir ülkede konvansiyonel sağ adeta bir "kültür şoku"na ma­ruz kalmıştır.

Yeni solun kapitalizmi karşıt-tez olarak görmesi, eski solun devamından başka bir şey değildir. Bu hususta, yeni sağın da solla aynı çizgide birleşmesi 19.yüzyıl liberal kapitalist sistemin günümüzde büyük ölçüde metamorfizme uğraması husu­sunda her iki kanadın tutucu bir zihniyete sahip oldukları söylenebilir.

Bugün klasik liberal devlet yerini refah devletine bırakmıştır. Yeni kapitalizm, Duverger'e göret kapitalizmin kısmi'sosyalizasyoııudur"(111)

Duverger, bu hususu şöyle açıklıyordu;"Daha temelde, batının bir sosyalizasyona, sanayileşmiş sosyalist toplumların da

bir liberalizasyona ihtiyacı var. Burada, "ih tiyaç" terimi, öznel (sübjektif) ahlaki bir eğilimi değil, nesnel (gbjektif) maddi bir mecburiyeti ifade ediyor. Ferdi gergin­lik ve serbesti her alanda gelişmediği sürece, doğuda ilmi ve teknik gelişme frenlen­miş olarak kalacaktır. Batıda insan faaliyetinin temel amacı olarak, özel çıkirların yerini ortak çıkarlar almadıkça, bu gelişmenin etkileri sınırlı kalacaktır. Böylece, aşırı sanayileşmiş ülkelerin hepsi aynı ortak hedefe doğru itilmektedir."

DuVerger gibi sosyalist düşünürler yeni kapitalizmin kısmi sosyalizsayon neti­cesi değişikliğe uğradığı tezi batıda yeni solu radikal soldan ayıran kesişme nokta­sını verir. Bizde ise, 19. yüzyıl klasik liberal kapitalist sistemin yürürlükte olduğu izlenimi yaratılmak suretiyle, sosyalist modelin savunulması yapılm’aktadır. Türk solunun, kapitalist sistemi batıdaki yeni norm ve değerleri iyi bildiği dahi iddia edilemez. Bu hususta bir açıklık getirmek istiyorum;

J .A.Schumpeter'e göre, "kapitalist mekanizmayı, çalışmasını devam ettiren yeni tüketim maddeleri, yeni üretim metodları yeni ulaşım metodları, yeni pazarlar^ yeni sınai örgütlenmelerin tipleri çeşitleridir ve bütün bunlar kapitalist girişim ta­rafından yaratılmıştır." Bu yenilikler, kapitalist sistemin karakteristik vasfından ibarettir ve bu yüzden de kapitalizm sanayi inkılâplarının yaratıcısıdır. (11) Görülüyor ki, kapitalist sis­tem için hareket noktası olarak " kâr değil, yeni mallar, yeni teknolojiik teşkilât, yeni ticari teşkilât, yeni ikmal kaynakları yaratmak gibi çeşitli yeni unsurlar­dır. " (113).

Aynı şekilde Schumpeter, "kapitalizm yaşamaya devam edebilir mi sorusuna "hayır yaşamaya devam edebileceğini sanmıyorum"cevabını vermektedir. Ona gö­re, "ispatlamaya çalışılan tez, kapitalizmin ekonomik bir bozgun sonucunda y ı­kacağı değil, kapitalizmin başarısının sosyal ku'umları çürütmesi ve bu şekil:.,

Page 157: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

de kaçınılmaz bir halde kendini yıkacak şartlan hazırlamasıdır." Burada önemli nokta, Schumpter'in de belirttiği gibi, kapitalizmi ölüme sürükleyen yolun, onun başarısından doğmuş olmasıdır. O buna "Yaratıcı Y ık ım " diyordu.

Bu örnekler, kapitalist sistemin yaratıcı yeniliği, tekno-strüktürü en iyi kulla­nan devrimci bir sistem olduğunu göstermektedir. Klasik anlamda artık kapita­lizm aşırı kar ve kazanç mitosuna dayalı bir sistem olduğunu çok gerilerde bırak­mıştır.

Aynı şekilde, K.GIbraith'de kapitalist sistemdeki bu yeni boyutlara değinmek­tedir. "Bolluk Toplumu" adını verdiği eserinde, O, "kapitalist sistemde mevcut eşitsizliğin artık önemli bir siyasi malı olmadığı kanaatindedir. Esasen zenginler göze çok batacak sosyal imtiyazlarını kaybettikçe halk kitleleri de zenginlere kar­şı husumetlerini gevşetmişlerdir."(114).

"Eşitsizliğe karşı tutumda bu değişikliğin sonucu olarak bugün liberaller ge­lirin yeniden dağılımı yerine ekonominin gittikçe genişlemesi gerektiği üzerinde dur­maktadır."

Görülüyor ki, yeni kapitalizm veya refah devleti, konverjans (benzeşim) teori gibi unsurlarını ithal ettiğini bize göstermektedir. Duvergerşnin deyimiyle günümüzde kapitalizm "kısmı sosyalizasyona" uğramıştır. Sosyalizmin de yaratıcılığını devam ettirmesi ve bugünkü durgunluğunu gidermesi isteniyorsa bir takım liberal unsurla­ra bünyesinde yer vermesi gerekir.

Bir kapitalist toplum tipinde posta, milli savunma, gıda ve beslenmenin dene­tim altına alınması, yoksullara ucuz konut sağlanması, park ve yeşil sahaların umu­mun dinlenmesine açılması, ilaç sanayii kontrolü, sosyal refahın temininde girişi­len bir dizi atılımlar kapitalist sistemde "hükümet'' kavramının yeni bir biçim ka­zanmasını ortaya koyar. Bunun gibi, sosyalist toplum tipine misâl olarak, Sovyet toplumunda pirim tanımak (Libermanizm), özel aile çiftlikleri, yabancı sermaye yatırımlarını teşvik gibi bir çok girişimler de merkeziyetçi devlet kavramlarının sı­nırlarının aşındran kapitalist unsurlardır. Böylece, Duverger'in tabiriyle "Batının bir sosyalizasyona, sanayileşmiş sosyalist toplumların da bir libaralizasyona ihtiyacı" olduğu artık bir gerçektir.

Kızıl Çin'de Mao'nun ölümünden sonra hızla girişilen bir dizi liberalizasyon hareketleri burada örnek olarak zikredilebilinir. Aynı şekilde Kuzay-Kore/Güney- Kore, Doğu Almanya/Batı Almanya gibi ülkeler insan, kültür ve tarihi değerler bakımından aynı soy kütüğüne, birinin sosyalist ötekinin kapitalist sistemlere men­sup olmalarına rağmen, kapitalist modeli benimseyen Batı Almanya ve Güney Kore daha başarılı bir iktisadi kalkınma içindedirler. Doğu Almanya ve Kuzey Kore ise, sistemin tahribatından ötürü adeta "kilitlenmiş" bir iktisadi yapıyı ortaya koy maktadır.

Yukarıdaki örnekler, yeni sol ve yeni sağın radikal kanatlarına hakim olan "kapitalist İmajı" için bir takım uyarıcı ipuçları ortaya koyabiliyorsa çabalar bo­şuna sayılmaz.

Bugün Japonya, doğuda kapitalist rejimi, tarihi ve kültürel değerler sistemiyle yoğurarak yeni bir senteze ulaştırdığı için süper devletler arasında yer alabilmek tedir. Ama, Japonya'dan tarihi gelişim çizgisi bakımından çok ileri bir seviyede bulunmasına rağmen, bir Çekoslavakya'nın, bir doğu Almanya'nın, bir Macaristan ve bir Polonya'nın bugün aynı niteliğini sürdürdüğü iddia edilemez.

Bu sebeple, ülkemizde sistem tartışması yapılırken, gençlerin fanatik tutum- lan yerine dinamik ve yaratıcı modeller hususunda çağdaş bilgileri kazanmaları gerekir. İnsan, belirli bir sistemi tercih etse bile, ona şartlanması ve bir azizin iko­nunu koruması gibi ona bağlanması, modernleşme gerçeğine ters düşen tutum­lardır.

Page 158: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Durum ülkemizde de belirli çizgileri izlemiştir. Osmanlı devletinde de toprak- insan ilişkisi ele alındığında "miri arazi" rejimi adı altında toprakların mülkiyet ve denetim hakkının devlete ait olduğu bilinmektedir. Osmanlı devletinde, ancak 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren fertlere, arazi üzerinde özel mülkiyet hakkının tanınmasına tanık oluyoruz. Kuşkusuz, Osmanlı toprak rejiminde kamu veya or­tak mülkiyet biçiminden ferdi mülkiyete geçişte sosyal yapı ve müesseseler ile de­ğerler sisteminin etkisi büyük olmuştur. Özellikle, sosyal dayanışma duygusunun zayıflaması fertlerde mülk güvenliğinin doğmasına katkıda bulunmuştur. Aynı şe­kilde, Hutteroth'un da isabetle belirttiği gibi, 1858'de ortak mülkiyet "Muşa" ya­saklanmış ve ferdi mülkiyet hukuken sağlanmıştır.

1858 yılından sonra özel mülkiyetin gelişmesi, Cumhuriyet döneminde bazı kamu yararına başlatılmış önlemleri kapsıyorsa da bu atılımlar istenilen düzeye ulaşamamıştır. Fakat, buna karşılık Hutterohth'un deyimiyle bir şahsın tasarrufun­da (ağa) bulunan ve "işbirlikçi" denilen gücün yanında, devletin sürekli olarak göç­men yerleştirme politikası, arazi dağıtım ve üretim çiftlikleri kurma eğilimiyle "Hükümetci"güç kendini ortaya koymuştur.

Kısacası, Cumhuriyet yönetimiyle başlayan 'işb irlikçi" güçten kamu yararını ön plana alan "hükümetci güç", Kemalist ideolojinin 1858'lerden önceki, eski Os­manlI kültür kodunun modern şartlara bir uygulanmasıdır.

Böyle bir model, 1950'lilerde liberal kapitalist sistem yerine, tarihi kimliğini sürdürebilseydi -bir Japonya, bir Giiney Kore örneğinde olduğu gibi- daha verimli neticeler alınabilirdi.

Bu örneklerle şunu açıklamak istiyorum; İslam dini, bir sosyal müessese ola­rak, sosyo-ekonomik hayatımızda, toplum katlarımızda yaşamaktadır. Bu dinin bir takım değerler ve inançlar sistemi ile yaptırımları (müeyyideleri) vardır ki bunları fertler için seferber kılmak -seküler toplum kimliğine hiç zarar vermeden- mümkün­dür. Öyleki, Bernard Lewis'in de isabetle belirttiği üzere;

İslam toplumu inkılap öncesi Avrupa'nın katı sosyal engellerini ve sınıf im­tiyazlarını tanımamıştır. Gelişmemiş ekonomisi, servetin hem kazanılması hem de harcanmasını sınırlamış, bu suretle imparatorluk yapısında zengin ile yoksul arasında göze batan eşitsizliklerin ortaya çıkmasını önlemiştir.(116).

Osmanlı toplum düzeninin sınıf çatışmasına açık olmayan bu yönüne en iyi örnek Ahmet Mithat Efendi'den verilebilinir. Ahmet Mithat Efendi 20. yüzyılın başlarında kaleme aldığı bir yazısında Fransa'daki aile ve hanedan esasına daya­nan sosyal sınıfların devamına hayret eder ve aynen şöyle der;

"Ne demek? cümlemizi Allah yaratmadı mı? Hepimizde cevheri insaniyet müsavi değil mi?.. Hiç insanın büyüğü küçüğü, eşrafı ve ednası (kötüsü) olur mu?Bu fikir cühelaya mahsustur"(l17).

Görülüyor ki, Osmanlı toplum düzeni sınıf yapısına karşı olduğu kadar in­sanların farklılaşması düşüncesine de yabancıdır. Ahmet Mithat Efendi'den bir yüzyıl önce de 1791-1808 Vakayiname'sini yazan vakanivist Ahmet Asım Efen­di'de, Fransız inkılabı ideolojisinin ülkeye yansıması karşısında, "eşitlik ve Cum­huriyet gibi kavramları bir anlamı olmayan "miğde bulantısı" türünden şeyler ka­bul ediyordu(118).

Görülüyor ki Osmanlı toplumu ve seçkinleri, Allah indinde herkesin eşit ol­duğunu, bu sebeple hem insanları zengin-yoksul şeklinde ayıran, hem de böyle bir eşitlik yokmuş gibi "eşitlik" fikri yaratanlara karşıdır. Böylece, eşitsizlik yarat­mamak suretiyle dengeli toplum yapısını yansıtan Osmanlı düzeni, Cumhuriyet döneminde de bu kimliğini önemli bir kültür kodu olarak sürdürmüştür.

Nitekim, Atatürk'ün "Bütün insanları bir sosyal yapının üyeleri, olarak kabul eden "sosyal bağlılık" ilkesi, Türkiye Cumhuriyeti halkını ayrı ayrı sınıflardan mürekkeb değil, fakat ferdi ve sosyal hayat için iş bölümü itibariyle muhtelif mesai erbabına ayrılmış bir topluluk telakki eden "sosyal halkçılık” doktrini ve nihayet

. 155

Page 159: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

liirk toplumunu "sınıf mücadelesi yerine içtimai intizam ve tesanüt temin etmeK ve birbirini çürütmeyecek surette menfaatlerde ahenk tesis eylemektir.", tarzındaki sosyal dayanışmacı görüşü ile dengeli bir toplum modelini'sürdürdüğü görülmektedir. Bu motifler, önemli ölçüde yeni Türk iktisadi sistemine bir "sosyalleşme" yakla­şımını getirmiş olmaktadır. Böylece, laik bir yapı içinde bile iktisadi normların tarihi sosyo-kültürel "niş'Tere yerleştirilmesi mümkün olabilmektedir. Kemalist ideoloji bu kimliğini, sosyalist-kapitalist rejimlerin hâkim olduğu bir or­tamda bile koruyabilmiştir.

İsrail modelinde gördüğümüz gibi, nasıl ibbutzlar kapitalist sistemin içinde sosyalist bir modelin uygulanmasını ön plana alarak, Sovyetlerden gelen Yahudi- lerin' kendi • iktisadi yapılarına tedrici uymalarını o>n plana almışsa, nasıl Japon- lar ”Zen" medyosyonu yolu ile grup hayatına bir maneviyatçılık kazandırmak suretiyle toplumu çatışma sürecinden uzak tutmuşlar» biz de öylesine dini de­ğerlerden-ahlâkımızın önemli bir parçasını teşkil etmesi sebebiyle-yararlafıma yollarını aramalıyız.

Günümüz yazarlarından E.F.Schumacher, "Küçük Güzeldir" adlı bir incele­mesinde;* çağdaş maddeciliğin, çağdaş iktisat ilmini oluşturması gibi, Budist hayat yolunun da Budist iktisat ilmini gerektirdiği"görüşündedir.(11). Bu açıdan bakıl­dığında çağdaş iktisat ile Budist iktisat arasında önemli bir farklılaşma göze çar­par, zira çağdaş iktisatçı "emek" veya çalışmayı neredeyse zorunlu bir dert olarak görmeye alıştırılmıştır. İşveren açısından da o, yalnızca bir maliyet un­surudur, Oysa, Budist bakış açısıyla, çalışmanın fonksiyonu en az üç katlıdır. İnsana yeteneklerini kullanmak ve geliştirmek imkânını verir. Başka insanlarla ortak bir işte birleşerek kendine dönüklüğünü sağlar, kendine uygun bir hayatın gerektirdiği mal ve hizmetleri oluşturur. Böylece işi anlamsız, sıkıcı, bönleştirici ya da sinir bozucu duruma getirecek biçimde örgütlemek, insana karşı suç’ iş­lemek sayılır".

Görülüyor ki, Budist iktisat, çağdaş maddeci ekonomiden çok değişiktir. İktisatçıların "metil-iktisat" dedikleri birçok unsurlar hususiyle "değerler sistemi ve inançlar yönelimi" Budist iktisat anlayışında önemli rol oynarlar. Materyalist iktisadi sistemde emek veya çalışma insanın boş zamanlarından ve rahatından fe­dakârlıkta bulunması anlamına geldiği halde, Budist ekonomide karakteri oluştu­ran bir unsur olarak telâkki edilir. Nitekim, Hintli filozof ve iktisatçı, J.C.Kumarap- pa. konuya şöyle yaklaşıyor:

"Çalışmanın tabiatı gereğince anlaşıldığı ve uygulandığı zaman, gıda bedeni nasıl besliyorsa, emek de insanın daha yüksek seviyedeki yeteneklerini öyle besle­yecek, gücünün elverdiği en iyi ürünü vermeye zorlayacaktır"(120)

Görülüyor ki, materyalist önce malla ilgilenirken Budist, insanın kurtulu­şuyla ilgilidir. Bu da, iktisadi unsurların bir toplumda değer yönelimleriyle ne ka­dar bağlantılı olduğunu bize kesin bir şekilde aösternv-Medir, Milli kültür kalıp­larının tipleştirilmesi, değerler sisteminin organize edilerek ürtogorileştirilmesi Türk iktisat ideoloji için kaynak sahayı teşkil edebilir.

Akademik sosyolojinin günümüzde önemli temsilcilerden biri, Robert Merton, sanayi toplumlarının gelişmesinde önemli Püritan aydınların rolünü açıklarken Püri­tan- Ahlakın"- püritanizme temel olan değer yönelimlerinin bir ideal tipik ifadesi o- larak-ilmin güçlenmesinde önemli bir unsuru teşkil ettiğini vurgulamıştır. (121)

Bu örnek bize, ahlâki zihniyet ve değerlerin ilmi ilerlemedeki tesirini göster­mesi bakımından dikkat çekicidir. Hatırlanacağı üzere aynı püritan ahlâk anlayışı kapitalizmin ruhunu teşkil etmektedir. I .

Ülkemizde, ilk sosyoloji akımının temsilcisi olan Gökalp'de iktisadi olayları değerlendirirken ileri sürdüğü meslek ahlâkının temel felsefesi, onlara bir öz kazan­dırmak içindir. Bugün bu görüşler Türk toplumunda tartışmaya açıktır.

Türk aydını, kendi toplumun tarihi gelişmesine damgasını vuran bir iktisadi ■

Page 160: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

sistem yerine, yabancı toplumların, özellikle batı ülkelerinin tarihi ve sosyal geli­şim çizgilerine uygun sosyo-ekonomik şartları yaratan modeller aramakla vakit geçirmemeli, bu iktisadi ve sosyal sistemleri benimserken bile onları, yoğuran ve biçimlendiren ahlâki zihniyeti veya iktisadi ideolojiyi hesaba katmalıdır.

Batı norm ve değerlerine göre iktisadi sistemini geliştiren Amerika Birleşik Devletlerinde zaman zaman sosyologlar toplum hayatını; teknolojik ve kapitalist sistemin yönlendirdiği kaostan kurtarmak için bir takım maddi olmayan unsurları önerdikleri bilinmektedir. Nitekim, ünlü sosyolog G.Homans bunlar arasındadır. Homans, "Guroup" adlı eserinde, günümüz Amerikan toplumunda gözlediği mane­vi çöküntü ve sosyal kokuşmayı karşılamak için ileri sürdüğü "grup" duygusu ve grup hayatı ilkelerini -ki felsefesi Hristiyanliğın inanç sistemlerine dayanmalıdır- güçlendirmeyi teklif etmektedir.

1960'lardan itibaren hemen on yıllık bir süre içinde geniş çapta aydınların, üst bürokrasinin, üniversite öğrencilerinin, öğretmenlerin, işçi sendikalarının, der­neklerin, birliklerin sösyalize edilmesi yeni solun oyun kurallarını, yeni sağın kar­şısında iyi oynayabilmesinden doğmuştur.

Yukarda da belirttiğimiz gibi, yeni solun yaşlı Marks'a dayalı sınıf mücade­lesi kavramı -ülkemizin gerçekleri dışında- Batı Avrupa'nın tarihi ve sosyal yapısı­nın ürünüdür. Bu sebeple bir ithal malıdır. Oysa, Kemalist; İdeoloji tarihi bir kül­tür kodu olarak Ziya Gökalp'ten kaynaklanmıştır. Atatürk'ün: "bedenimin babası Ali Rıza, duygularımın babası Namık Kemal ve fikirlerimin babası Ziya Gökalp'- t ir " Sözünü burada belirtmek gerekir.

Gökalp, ne kapitalist ne de sosyalist sisteme iltifat etmiş; her ikisinin dışında belki de her ucun uzantısını teşkil eden bir saçak noktayı yani Solidarist sistemi Türk iktisat ideolojisi için temel öğreti olarak kabul etmiştir. Gökalp'in bu tesa- nütcülük (Solidarizm) ilkesinde "fert-toplum" dengesi esastır. Nitekim, bir ma­kalesinde Gökalp aynen şöyle diyordu;

"...Türkler hürriyet ve istiklallerini sevdikleri için iştirakçi "Komünist" ola­mazlar. Fakat, eşitliği sevdiklerinden dolayı ferdi (liberal) kalamazlar. Türk kül­türüne en uygun olan sistem tesanütcülüktür. Ferdi mülkiyet, sosyal tesanüte yaradığı ölçüde meşrudur. Sosyalistlerin ve komünistlerin ferdi mülkiyeti ilgaya (kaldırmaya) teşebbüs etmeleri doğru değildir. Yalnız, sosyal tesanüde yaramayan ferdi mülki­yetler varsa bunlar da meşru sayılmazlar. Bundan başka mülkiyet yalnız ferdi olmak lâzım gelmez. Ferdi mülkiyet gibi sosyal mülkiyet de olmalıdır.."(122)

Görülüyor ki, Gökalp hem liberal kapitalizme hem de sosyalizme ve Komü­nizme -Türk kültür kodu bakımından- karşıdır. Demek ki diyordu, "Türklerin sos­yal ülküsü, ferdi mülkiyeti kaldırmaksızın sosyal servetleri fertlere kaptırmamak, umumun menfaatine sarfetmek üzere muhafazasına ve üretilmesine çalışmaktır".

Kemalist ideoloji de hemen hemen aynı tez etrafında olgunlaşmıştır. Fert ve devlet ilişkisini yansıtan bir konuşmasında Mustafa Kemal: "devlet ve fert birbi­rine karşıt değil, birbirinin tamamlayıcısıdır.(123) diyordu, özel çıkarlar çoğun­lukla genel çıkarlarla tezat halinde bulunur. Bir de özel çıkarlar, en sonunda reka­bete dayanırlar. Serbest rekabetin, sosyal zararları da vardır. Zayıflar, güçlüleri yarışmada karşı karşıya bırakmak gibi. Ve nihayet fertler bazı büyük ortak çıkar­ları tatmine muktedir olamazlar"(124). Bu da Atatürk'e göre "Devletçiliğin hu­susiyle ile sosyal, ahlakı ve milli oluşudur"(125).

Kemalist modele ait bu ifadeler, bir yanda Türk iktisadi sisteminin esaslarını ortaya koyarken öte yandan da bu modelin "sosyal, ahlaki ve M illi" ilkelere bağlı bir manevi zihniyeti bulunduğunu açıklamaktadır. Kemalist ideolojide rastladığı­mız halkçılık, bağlılık, ve milliyetçilik ilkeleri aslında Fert-toplum dengesine da­yalı iktisadi modelin dokusunu teşkil, ederler. Bu bakımdan kemalist tez; ne ka- pitalistleşme ne de sosyalistleşmedir.. Bütün özellikleriyle Türk tarihinin kültür ve değerler sistemimizin bir yansımasıdır.

Page 161: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Nitekim, iktisat vekili Mahmut Esat Bozkurt 1923 İzmir İktisat kongresinde Kemalist sistemin felsefesini şöyle açıklıyordu:

"Biz ekonomi tarihi içindeki ekollerden hiç birine benzemeyiz. Ne bırakınız geçsinler, bırakınız yapsınlar ekolünü ne de sosyalist komünist, etatist veya hima­ye ekolünden değiliz. Yeni Türkiye muhtelit (karma) bir iktisat sistemi takip et­melidir. İktisadi teşebbüs kısmen devlet ve kısmen de özel teşebbüs tarafından deruhde edilmelidir( 126).

Görülüyor ki, Kemalist sistemin iktisadi ideolojisi ana çizgileriyle fert-toplum dengesine dayalıdır. Bu sistem, tarihi gelişimimiz kadar Türk, kültür kodlarının da bir yansımasıdır.

Yeni sol, Kemalist ideolojinin, özellikle iktisat sistemini -iki hakikat değerli mantık modelinde görüldüğü gibi- kapitalist kategori alanlarına yerleştiği için karşı çıkmış, yerine batı toplumlarının tarihi gelişiminin ürünü olan sosyalizmi tercih etmiştir. Sosyalizmin de yaşlı Marks'ın "Sınıf-Mücadelesi" tipolojisine yö­nelmiş ve radikal bir kimlik kazanmıştır.

Kemalizm ise bir "üst yapı devrimi" olarak kabul edilmiş, Marksist jargonlar ve üsluplarla yerilmiştir. Nitekini, 1968 lerde yeni solun önde gelen teorisyenlerinden biri Kemalist modeli eleştirirken: "Atatürk zamanında yapılan devrimler biçimsel" olarak nitelendiriyor ve 'Türk devriminin halkça benimsenmemiş, halkın tepki­siyle karşılaşmış" olduğunu iddia ediyordu(127). Aynı kişi, Kemalist sistem yeri­ne Sosyalist sistemin kurulmasını, gerçek devrimin sosyalizm olduğunu vurgulu­yordu."

"Az gelişmiş bir ülkenin endüstrileşmesi ise üretim, ilişkilerinin toptan ve te­melden değişmesiyle olabilecektir. Halk için gerçek devrim o zaman ortaya çıka­caktır. Bu düzen halka inanan, halka dayanan gerçekten halkçı bir düzen olacak­tır ve bu düzenin adı sosyalist düzendir,"(128 diyebiliyordu.

1970'lerden önce, Kemalist model Türk toplum yapısında (sahte) "psedou" bir kavram olarak yorumlanmış, onun yerine yeni sol teorisyenler sosyalist dü­zenin savunuculuğunu yapmak suretiyle ithal malı ideolojiler peşinde koşmuşlar­dır.

Bu gün batıda, kapitalist sistemlerin sosyal öz kazanmak suretiyle sosyalleş­tiklerine, "yeni kapitalizm" veya "sosyal kapitalizm" türünde değişmelere uğ­radığına tanık olurken, bundan en az yarım yüzyıl önce, "fert toplum çıkarları sentezine dayalı ve kendi tarihi ve sosyal yapımızın gelişimine damgasını basan bir iktisadi modele ''yan çizilmesi" Türk aydınının ancak sosyal mizacıyla (İdi- osyncracisy) izah edilebilecek yönleri taşımaktadır. Batıdan -veya daha üstün odak merkezlerinden gelen- yeniliklere karşı tuhaf bir tutku veya şahsiyet faktörü olarak açıklanabilecek olan bu mizaç, ünlü tarih felsefecisi Töynbee'nin Herodian kavramıy­la nitelendirdiği bir haleti ruhiyedir.

Kemalist ideoloji kadar diğer milli değerlerimiz karşısında da Türk aydınının bu garip tutumu, iktisadi ve siyasi rejim tercihininde de kendisini göstermiştir(129). Yeni solun fikir sisteminin dokusunda bu marazi (patolojik) ruh haletinin derin iz­lerine rastlamamak mümkün değildir ,(x)

Yeni sağ da, "milliyetçilik" motifini ve milli kültür kalıplarını bir felsefi inanç olarak benimserken, iktisadi ideolojide Türk kültür kodlarına dayalı Kemalist mode­lin şuurlu bir şekilde sosyal tahlillerini yaparak, ikinci dünya savaşından sonraki değişen dünya şartları ve teknolojik ilerleme ile yeni bilgi üretiminin biçimlendirdi­ği bir sosyo-ekonomik ortam içinde değerlendirmesine gitmemiş, sadece sosyalizm karşısında yeni seçenekler (alternatifler) aramıştır.

Yeni sağın yenilikçi (modernist) kanadı bajıdan liberal kapitalist sistemi akta-

(.\) 12 Eylül 1980 lerden soıı'ra da Yen* Snlun bir çok ileri gelen teorisyeıileri. sempati~Liııları Kemalist sistemin su. ıntnuluğunu yapmış, ..kitaplar yayınlamış,

Page 162: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

rırken milliyetçi kanadı ise sosyalizme karşıt olabilecek değerlere yönelmeyi yeğ­lemiştir.

Yabancılaşma veya Negatif kimlik :

Tanzimattan beri batıya açılan pencerelerimiz son dönemlerde meyvelerini ver­miş ve yabancılaşmış gençlik problemini toplumun belirgin bir parçası haline getir­miştir.

Bu sebeple, ülkemizdeki sağ ve sol kanatların temsil ettiği sosyal hareketlerin dokusu , umumiyetle yerlicilik (nativizm), aşırı yabancı düşmanlığı (Xenophabia) ve aynı dozda yabancı hayranlığı diyebileceğimiz bir eğilimi yansıtır. 1960'lardan sonraki yeni sol ve yeni sağdaki radikalleşme hareketlerinin kökeninde, günümüz sosyologlarının da ifade ettiği gibi, bu "Şahsiyet Yarılmasının'' derin izlerini göz­lemek mümkündür. Batı norm vedeğerleriyle yetişen hatta batı tüketim biçimleri­ne yönelik bir kültürleşme (Acculturation) veya kültür değişmesi sürecinde gençli­ğin nihilizmi, hedonistik davranışları kadar yaratıcı ekspresyonizmi ve militan ayak­lanmaları sadece ferdi çıkışlar olarak ifade edilemez. Bu oluşumun temelinde; sosyal müesseseler, kalıplaşmış tutumlar kültür ve şahsiyet meseleleri gibi karmaşık etken­ler söz konusudur. Öyleki, sosyologlar yabancılaşmış gençlik meselelerini incelerken beş önemli değişken üzerinde dururlar. Bunlar sırasıyla:

a) İktidarsızlık (povverlesness): Bir ferdin halihazır sosyal ve siyasi kurallar al­tında kendi sosyla ve siyasi dünyasına tesir etme imkânının mevcut olmayışı inancı,

b) Anlamsızlık (meanninglesness): Ferdin davranış neticelerini yorumlayan ve yargıda bulunmasını sağlayan kesin bir inanç sisteminin eksikliği.

c) Normsuzluk: Ferdi davranış üzerindeki sosyal normların gücünü düzenle­mede beliren bozulmalar,

d) Tecrit (soyutlama-isolation): Ferdi kendi inanç sistemlerine bağlayan yük­sek değerlerden yani toplumundan ayrılmış olma duygusu.

e) Kendine yabancılaşma (Self-Estrangemet): Bir ferdin, içe ait anlamsızlık­tan ziyade, dışa ait beklentiler hususundaki davranış bağımlılığı( 130).

Bu unsurların hepsi Tannenbaum'a g.öre gençlik yan kültürünü belirler..Bunlar, bazan sosyal psikologların "neğatif kimlik" dedikleri yabancılaşma sürecini hız­landırırlar. Bu negatif kimlik veya yabancılaşma, kültür ve sanat eserlerinde can­lanmak suretiyle modernleşme biçimleri ve gençlik suçları gibi çok yönlü sapık (devyant) davranışların kaynağını teşkil eder. Türk toplumunda gençliğin sosyal­leşmesi, özellikle, üst ve üst orta sınıfı ile aşağı sınıf kültür katlarında önemli ölçüde yabancılaşma sürecini yansıtacak kültür tohumlarını taşır.

Bu anlamda, sosyalleşme yabancılaşma oluyor demektir. Yabancılaşma arazı (sendromu) üzerine yapılmış olan araştırmaların ülkemizde hemen hemen yok denilebilecek kadar ihmal edilmiş olması, yüzyılı aşan bir süreden beri karşıt-kültür değişmelerine maruz kalmış bir toplum için ıstırap vericidir. Ancak, batı ülke­lerinde yapılan araştırmaların bir parelelini -donuk çizgileriyle- ülkemiz için de izlemek mümkündür.

Amerika'da (Connetecticut) Devlet Koleji'nde 429 erkek öğrenci üzerinde ya­pılan bir araştırmada, yabancılaşma ârazının (sendromunun) şahsiyet ve tutum boyutlarının bir birleşimi olduğu ortaya konulmuştur(131).

Marks'tan beri bilinen gerçek odur ki, yabancılaşma Marks'ın ikonografisinin- de, lumpenproletaryanın işine yabancılaşması, grup kimliğinin eksilmesi ve neti­ce olarak totaliter liderliğe hazır olmasıdır.

Bazı Amerikan sosyologları da yabancılaşmayı uyum sağlamayan (nonconfor-

Page 163: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

mist) gençliğin yan -kültür alanı olarak görmüşlerdir. Yoksullar, zenciler ve beyazlar ile. kazananlar ve kaybedenler üzerinde yapılan araştırmalarda, yoksul gençler, top­lumda belirli amaçlarını gerçekleştirme imkansızlıkları yüzünden daha çok yaban- cılışmaya maruz kalmaktadırlar. Bu bakımdan siyahlar ve beyazlar arasında da büyük farklar gözlenmiştir. Aynı yargı kazananlar ve kaybedenler için de geçerlidir.(132). Bunun gibi, sosyal sınıf farklılaşmaları kadar şehirli gençler, köylü gençlere naza­ran yabancılaşma sürecinden daha fazla etkilenmektedirler.

Yabancılaşma ârazı olarak gençlik suçları üzerinde duran tanınmış sosyal psi­kolog Erikson, gençlik suçlusunu negatif kimliğin bir örneği olarak zikreder( 133). "Sosyal bakımdan kalıplaşmış eksiklik" denilen bu durum, giderek toplum çatış­malarının kaynağı haline gelir.

Bu kısa bilgilerin ışığı altında, imparatorluktan Cumhuriyete geçen ve "eski kültür ile yeni kültür değerlerinin kumpası” içine sıkışan toplumumuzda yabancı­laşmış veya negatif kimlikli bir gençlik bunalımını bulunmadığını inkar etmek müm­kün değildir. Hem yeni solun hem de yeni sağın radikalleşmesinde bu negatif kimli­ğin önemli rolü olduğu muhakkaktır.

Nitekim, Newcomb, çocuklukta şiddete yönelik eğilimlerin, militarizm, kon- servatizm, Xenophobia, Otoritarizm ve diğer sosyal tutumlarla ilgili olduğunu be­lirtmiştir. Newcomb'a göre, şiddetin önemli bir kısmı öğrenilmiş davranış biçim­leri olduğu da unutulmamalıdır. Bergius, bu hususta içgüdü teorisini reddederek şiddet eylemlerinin okul sıralarında kazanılan tutum ve sosyal normlardan kay­naklandığını iddia etmektedir.

Şerif Mardin, 1976'larda Türk toplumunun geçirmiş olduğu bunalıma teşhis koyarken hemen hemen aynı çizgiden hareket etmekte ve bunalımın köklerine "yalnız iktisadi gelişme veya kurumlaşma açısından” bakılamayacağını, kişilerin taşıdığı değerler açısından da kavramlaştırılnıası gerektiğini ileri sürer (134).

Ona göre, asıl mesele, katılan insanların değerler sisteminin bu müesseselerin üzerine kurulu oldukları değerlerden farklı olmasındadır.

"Hiç bir beton yatırımı, hiçbir üretim fazlası kendi başına bu sorunu hallede­mez. Aksine gelişme hızı artışı, sorunu daha da çözülmez bir duruma sokar.

"İçine girdiğimiz bu durumdan -çıkmak kolay olmayacaktır. Birçok kimse­lerin düşündüğünün aksine salt fert başına gelirin artması hatta dağılımının daha adil oluşu gibi birinci derecede önemli bir yapısal değişiklik, bu sorunları çözeme­yecektir"

Çünkü . "toplumsal katılma ya geleneksel değerleri toplum alanlarına sür­müş, ya da hiçbir değeri kalmamış olan insanları hareketlendirmiştir. Türkiye bu açıdan tam bir "kör döğüşü" içindedir...Bu durumda da, her mezhep, her yö­re, her küme, her ideoloji, her grup değer,, bağlayıcı bir toplumsal kutub olarak çalışmaktadır. Şiddet, bu biçim toplumsal ilişkilerin doğal sonucudur."

Görülüyor ki, Mardin şiddet olaylarının köklerinin toplumdaki değer buna­lımlarından kaynaklandığı inincındadır.

Kısacası, şiddet ve saldırı bir içgüdü olmaktan ziyade öğrenilmiş davranış bi­çimleri tarzında özetlenebilir.Sosyal sınıfların yansıması, köy-şehir farklılaşması, kuşaklar arası hayat tarzı've felsefeler, gelir gruplaşmaları "büyük toplumda" bir takım yan kültür alanları yaratır. Bunlar da yetişme biçimi, eğitim ve öğretim süre­ciyle tipleştirilen "negatif bir kimliği" oluşturur ki "gençlik suçluluğu" denilen fa­kat aslında toplum normlarına karşı koyma davranışı olarak nitelenebilen davranış kalıplarına yol açar.

Nielsen’in daha önce söz konusu ettiğimiz Berkowitz teorisine dayalı "çatışma helezonu” teorisi bu gelişimin tipik bir örneğini verir. Nielsen, Kuzey İrlanda'daki

Page 164: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

şiddet olaylarının kaynağını umumi bir model içinde incelemektedir.1 . Mutlakın farkına varılması ve nisbi bir yoksunluğun siyasi açıdan yönlendi­

rilmesi, (medeni haklar hareketinde olduğu gibi):2. Siyasi etkinliğin (barışçıl protesto yürüyüşleri) engellenmekte olan kalkınma­

yı başlatması;3. Güçlü grup özdeşleşmesinin sağlanması ve toplumun çatışma safhasına geçme­

si;4. Şiddetin daha fazla engelleyici baskıyı yönlendirmesi, bunun da daha fazla

şiddeti yaratması ve böylece bir "çatışma helezonunun" meydana gelmesi.Ülkemizde yeni solun radikalleşmesinde bu çatışma helezonunun geçerliliğini

gözlememek mümkün değildir. 1950'Ierde açılan yeni dönemle, ülkenin bölgeler arası sosyo-ekonomik farklılaşması ve geri kalmışlığının net bir durum arzetmeye başlaması; fertler arasında hoşgörü inancının bir demokrasi felsefesi olarak artması toplum katlarında siyasallaşma göstergesinin hızla yükselmesine sebep olmuştur. Protestolar, mitingler, boykot ve grevler işgaller bu dönemin olaylarıdır. Köylerden, kasabalardan gelen ve okullaşma sürecine katılan yüzbinlerce gentçe toplum sorun­larına sahip çıkma duygusunun şiddetlenmesi, bu "benim toplumumdur", bu "Benim insanimdir” tarzında sosyal, ekonomik ve siyasi konularla bir bütünleşme şuurunun doğması ancak, bunun bazı yayın organları,üniversite kuruluşları ve siyasi kuruluşlar ile "uyum ve 'bütünleştirme” süreci yerine ''çatışma"ya doğru yönlen­dirilmesi ve yönetimi, onu yöneten sözde "satılmış'lardan1',"amerikan uşaklarından" veya "yerli işbirlikçilerinden" devr almak suretiyle yeni jargonlar türetilmesi radikal militanlaşma diyebileceğimiz bir sürecin içine itilmişlerdir.

İşte Türkiye'nin 12 Eylül'den önceki dramı bu idi. Bu dramın özünde ''tu­tuklanmış (Gerçekleşmek istenen fakat henüz gerçekleşemeyen) "vahşi is te k ­lerin büyük etkisi olmuştur. Gerilla, halk savaşı bu tutuklanmış arzuyu yaratma­mıştır, tersine toplum katlarında "tıpkı süzgeçten geçemeyen virüsler" gibi biri - ken'bu tutuklanmış arzular, gerillayı, halk savaşını başlatmıştır. Bir başka deyiş­le 12 Eylül öncesi kardeş kavgası, kampus işgalleri, kurtarılmış bölgeler ve yeni "gecekondu insanı" bir ölçüde toplumumuzun eseridir.

Bunun da nedeni yukarıdan beri açıklandığı gibi, Türkiye'nin Doğu ve Batı uygarlığı arasında sıkışması, kültür ve değer sistemlerinde batı normlarına göre bir sosyal aşılama ve uyuma gitmeden milli değerlerimizi tüketircesine toplumun 200 yıldan beri aşırı bir batılılaşma sürecine maruz bırakılması... Böylece eski ve yeni müesseselerde bir bütünleşmenin sağlanamaması toplum hayatımızdaki "kül­tür boşluğu” nu yaratmıştır. Aristo fiziğine göre ''tabiat boşluktan korkar” ; bu se­beple, sosyal müesseselerdeki boşluk, yabancılaşmış gençlik veya negatif kimliğin nedeni olmuştur.

Şüphesiz böyle bir kaosu, sağlıklı, refah seviyesi yüksek, kitlelerdeki psikolojik tatmin oranı dengeli, batı ülkelerinin yaşaması mümkün değildir. 1968 "Prag Çiçeği ve Atlantiğin her iki yöresinde meydana gelen gençlik eylemleri, işçi olayları daha ziyade fırtınalı bulutların yıidırımlar yağdıracağı yerlere kayarken üstünden geçmek zorunda kaldıkları bölgelerde meydana gelen "Sosyal Çiselemclerdir” . Aslında "Siyasi Patlamalar" Latin Amerika, Orta Doğu ve bazı Afrika ülkeleriyle, Uzak Doğu Asya'da olmuştur. Kuşkusuz ülkemizde orta doğu sınırları içinde cereyan eden bu sancıları pek acı bir şekilde yaşamış, maddi ve manevi büyük bunalımlar içine itilmiştir.

Yeni solun ideolojisi, yaşlı Marks'ın sınıf mücadelesi ilkesini benimsediği için toplumu iyileştirme (meliorism)den ziyade ülkemiz bir kör döğüşünün arenası haline gelmiştir. Başlangıçta temas ettiğimiz gibi, Yeni solun sözcüleri kavgadan, savaştan, gerilladan, toplumun her kesiminin birbirleriyle "Kardeş olamıyacağından” söz- ettiği için felsefe olarak Sorelcidir. Tıpkı Sorel gibi o da "güç Burjuvazidir", "şiddet proletaryadır" diyordu. 12 Eylül 1980'den öncc ülkenin böyle bir durumda olma­dığını hiç kimse iddia edemezdi...

Page 165: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Oysa, toplumların iyileştirilmesi (meliorism), sağlıklı ve uyumlu bir biçimde işlemesi herşeyden önce bilimin etkili bir tarzda kullanılmasına bağlıdır. Bu sebeple Yeni soldaki felsefi hareketliliğe -ülkemizin aynı paraleldeki meselelerine ışık tutma­sı düşüncesiyle-temas etmek istiyorum.

Günümüzde batı sosyolojisi, Akademik sosyoloji ve Marksist sosyoloji olmak üze­re iki ana disipline ayrılır. Her iki sosyoloji akımı da aynı kaynaktan çıkmakla be­raber farklı sistemleri yansıtırlar. Batı Avrupa ve Birleşik Devletlerde gelişen Aka­demik sosyoloji kapitalist-liberal sistemin; Doğu Bloku ve Sovyetler Birliğinde ge­lişen Marksist sosyolojide sosyalist-kollektivist sistemin ürünüdürler.

Başlangıçta her iki sosyoloji de orta sınıf faydacılığına(x) (Utilitarianizm) bir tepki olarak ortaya çıkmıştır, Bentham'm,,İngiliz burjuvası için faydalı olan şey bütün insanlar için de faydalıdır", biçimindeki fertçi faydağıcılığı, Akademik sos­yolojinin bugün en son aşamasını jeşkil eden Fonksiyonalist (Functionalism) sos­yoloji tarafından toplumsal faydacılığa yönetilmiştir. Bunun gibi Marksist sosyolo­ji de ferdî faydacılığa' karşı çıkmış, toplumsal veya kollektif faydacılığı savun­muştur.

Böylece, günümüzde klasik orta sınıf faydalacılığına hem fonksiyonalizm hem de marksizm tepkide, bulunmak suretiyle "herkes için faydalılık" ilkesi etrafında birleşmişlerdir.

Aslında Marks’ı faydacılığa yönelten neden de onun kapitalist sistemin yapısın­da gördüğü yabancılaşma (alienation) olayıdır. Kapitalist düzende gelişen iş bölümü ve sınıf çatışması sonucu, birey toplumdaki yeteneklerini kullanamaz, adeta toplu­mun bir aracı haline gelir, BunîJh doğal sonucu olarak da kişiliğini tüketir, insanlı­ğından uzaklaşır. Kapitalist sistemin bütün değerler yönelimi bu süreci destekler. Bu gelişimin sonucu olarak insan, kapitalist toplumda tüm eylemleriyle yabancı­laşmıştır. Ancak, "Herkesten yeteneğine göre alınıp ihtiyaçlarına göre verilecek" bir sosyalist düzende insan bu yabancılaşmadan kurtulacaktır. Görülüyor ki, Marks'ın faydacılığı aslında, kapitalist sistemin ürtinü olan yabancılaşma ilkesinin bir sonucudur.

Yeni solun sosyolojisinin kökleri, genç Marks ’ın bu yabancılaşma görüşünün yeniden değerlendirilmesiyle ortaya çıkar. Refah devleti ilkesi etrafında gelişen Akademik sosyoloji de, orta sınıf faydacılığına karşıttır. XX . Başlangıcından iti­baren Akademik sosyoloji ile Marksist sosyoloji arasındaki gerginlik 1930 buna­lımı ve 2. Dünya Savaşı sonrası olayların ortak nedeniyle birbirlerini geniş ölçüde etkilemiş ve bir diyaloğa dönüşmüştür.

Ancak Akademik sosyolojiden farklı olarak Marksist sosyoloji başlangıçta si­yasal güç kazanmak suretiyle yeni bir aşamaya ulaşmıştır. Bu da kapitalizmin kök­lü bir değişimini savunan 'e özellikle sosyalist düzen içinde "refah devleti" ilke­sini benimseyen: Marksist, Fabian, Militan işçi örgütleri ve bir kısım sol kanat ay- dınlarının temsil ettikleri eski sol .akımıdır( 135). Eski solun Sovyet Rusya veya öteki yabancı siyasal sistemlere eğilimleri, Batı ülkelerinde çeşitli sosyalist ve komünist partilere katılma gücünü de arttırmıştır. Sınıf çatışmaları- ve işçilerin siyasal üstünlük sağlamaları bu gelişimin ana motifini teşkil ediyordu. Fakat, Es­ki solun bu marksist niteliği 2. Dünya savaşından sonr^ sert bir çıkışla anti marksist bir kimliğe dönüşmüştür, özellikle Birleşik Devletlerde 1950 sularında başlayan medeni haklarla ilgili eylemler, Vietnam savaşına yönelik militan .zıtlaşmalar, 1960’- dan sonr;> wniş çapta gençlik hareketlerinin ortaya çıkmasına yol açmıştır. 3öy- lece eski sola karşı yeni sol belirmiştir. Genellikle eski solla yeni sol arasındaki farklı­laşmalar ün önemli noktada özötlenebili-.(136)

1 . ^nsval kökler v..' yönetimler bakımından eski sol, göçmenler, proletarya ve orta sınıf aydınlarına dayanırken*.yeni sol, öğrencilere, burjuvaziye aydınlau ve

(x) Ferd i fayda ile sosyal faydayı uzlaştıran ve bütijn Sbsyal örgüterin amacının umumumun refahı olduğunu savunan

Page 166: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

siyahlara dayanıyordu. Bunun gibi eski sol ekonomik adalet ilkesini benimserken, yeni sol sosyal adalet, idealizm, altürizmi benimsiyordu. Eski solun kahramanları ve modelleri Lenin, Stalin, iken yeni solun ki Castro, Mao, Gyevara, Faron ve Ho'dur.

2. Eski sol siyasal ideoloji yönünden Marksist, F^bian Kollektivist ve Meliorist iken,' Yeni sol Maoizmr ve Marksizmin ihtilalci yöntemlerini-uziaştıran ferdiyetçi biraz da nihilisttir.

3. Strateji ve tatbik yönünden eski sol, oturma, boykot, fırsat buldukça sabotaj ve fabrikalarda, iş yerlerinde şiddet kullanma taraftarı iken; yeni sol, eski soldan fazla olarak üniversite kampuslarında, çeşitli öğretim kurumlarında gösteriler ve terörizme yönelmektedir. Görülüyor ki, yeni sol ile eski sol arasında benzerlikler ve birleşmeler vardır. Bu da hür dünya ile doğu blokunun düşünsel bir ürünü, bir deva­mıdır.

Yeni solun geniş çapta orta sınıf, öğrenciler, aydınlar ve liberalistlerden olu- şumu(137) onu proletaryadan çok burjuvaziye kaydırmıştır. Bu gelişimin doğal bir sonucu olarak da eski sol sınıf çatışmasının yaratıcısı olan eski Marks'ı, yeni sol ise, yabancılaşma teorisiyle genç Marksı benimsemiştir(138).Bunun gibi eski solun bütünleşme (entegrasyon) taraftarı olması karşısında yeni soluh ayırıcı, bölücü ni­telik taşıması ve beyaz solun siyah solu desteklemesi de yeni solu, eski soldan ayıran önemli noktayı teşkil eder.

Günümüzde gecekondu, kenar mahalleler ve üniversite kampuslarındaki yete­neksiz, yoksul ve yabancılaşmış kitleler artık yeni solun "Yeni Proletaryası"nı teş­kil ediyordu. Yeni sol aynı zamanda, yeni bir yaşantı ve.değerler biçimini de be­nimsiyor. 3u da hür dünya ve doğu bloku ile az gelişmiş ülkeler ötesinde kalan dördüncü dünyadır (139). Bu dördüncü dünya yeni sol ile birlikte ortaya çıkmış ve ilk iki dünyanın değerler sistemini hor gören ve üçüncü dünya ile işbirliği yapan beyaz ve siyah radikallerin dünyasıdır. Hippilerin kültürel baş kaldırmaları ile yeni bir yaşantı biçimini ortaya koyan yippiler yeni sol hareketin "karşıt-kültür" veya "karşıt toplum"gençliğini teşkil ederler.

Yeni sol veya yeni radikalizm için bundan böyle " , ide sorunları" yerine eşit­lik, hürriyet, uygar özgürlükler gibi kavramların savunulması ön sıraya geçmekte­dir. Marks'ın kişiliğinde "kahramana tapma kültü" artık eskiden olduğu gibi yeni solu uğrâştırmayacaktır. Görülüyor ki, eski solun benimsediği Marks’ın sınıflar çatışması yerine, çoğunluğu üniversite öğrencilerini teşkil eden yeni sol,genç Marks'ın yabancılaşma teorisine uygun düşen, yeni sosyal gerçeğe dayalı bir sos­yoloji akımını savunuyordu. 3öylece yeni solun sosyolojisi faydacılık kültürünün yeni bir yorumu oluyordu. Bunun gibi ahlakilik de bu gelişimin öteki yönünü teş­kil, edecektir. Çünkü^ağdaş radikalizm kişisel gerçeğe ve özellikle "mide sorunla­rı "ndaıı £ok ilaha önem kazandığı duygular yapısına değer vermektedir.

Yeni sol sosyolojisi/bu açıdan incelendiği takdirde, bir yandan ekonomik fay­dacılık öte yandan ahlaki duygulara dayanması bakımından aynı zamanda yeni Marksizmin yaratıcısı da sayılır. Keza^bu husus akademik sosyolojiyi belirleyen ve günümüz batı sosyolojisine egemen olan fonksiyonolizmin -hürriyet ve eşitlik eğilimleri, refah devleti ilkesine uyma ve faydacılık nedeniyle- yeni marksizmle olan birleşme noktalannı da ortaya koyuyordu(140).

Akademik sosyolojinin özellikle fonksiyonalist sosyolojinin Doğu Avrupa ve Sovyetler birliğinde şu anda yayılmış olması, bu gerçeği doğrulamaktadır. Günü­müzde bir çok Marksistler başka yerlerde olduğu gibi, Sovyet blokunda da Akademik sosyolojiye ve Parsansan fonksiyonalizme büyük bir yakınlık göstermektedir. Ge­rek marksist sosyoloji ve gerek akademik sososyolji özellikle Parsons'un kişiliğinde temsil edilen fonksiyofıalizm, yeni faydacılık kültürü ve ahlaki değer yönelimi nede­ni ile birbirlerini etkilemekte, bunun sonucu olarak da Marksizmin yapısı değiş­mektedir. Aslında marksizmin temelinde ortaya çıkan ve giderek yayınlanan bu tür yorum biçimleri, Marksizmin çeşitli kültürler içindeki ulusal dentm?'orin sonucudur.

Page 167: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Marksizmdeki çok merkezcilik diye nitelendirilen Doğu Bloku otonomisi, Maoizm Castroizm ve benzeri gelişmelerdir.

Dünya sosyolojisinde en büyük fikri gelişme, Marksizm (somut sosyoloji) ve akademik sosyolojinin karşılıklı temas ve diyalogu sağlamış olmalarıyla belirir. Bu gelişimin bir sonucu da Sovyet sosyolojisi ile Sovyet Marksizmi arasında ki gerginliğin gün geçtikçe artmış olmasıdır. Bu süreç' aynı zamanda Marksizmin ken­di yapısının gelişeceğini ve değişeceğini ortaya koymaktadır. Bu gelişimde şüphe­siz yeni solun temsil ettiği değerler sisteminin etkisi büyük olmuştur.

Soldaki değişmelerin önemli başarılarına da bu vesile ile değinmek gerekiyor. Sosyal mücadeleler tarihinde büyük denemeleri bulunan batı toplumlarında Mark­sizmin iç-yaP1 değişmelerine uğradığına tanık olmaktayız. Hızlı sanayileşme tekno­lojik ilerleme ve bunlara bağlı olarak yeni tekno-strüktürün ortaya ç ıkması kapitalist/ sosyalist tartışmalarına yeni boyutlar getirmiştir.

Yeni solun, Marks'ın sınıf çatışmaları yerine yabancılaşma teorisini benimse­miş olması Marksizmin yapısında meydana gelen değişmelerin en önemlisidir. Bu değişme, herşeyden önce hızlı sanayileşme sürecinin damgasını taşır, çünkü, tek­nolojik ilerlemeler, bir yandan sosyal üretimi, rahat hayat hakkını getirirken öte yanda "slam" "gecekondu", "ghetto" gibi ana kültürden kopuk yerleşim biçim­lerini ortaya koymuştur. Böylece, endüstri toplumu içinde bir takım yan-kültür alan­ları teşekkül ederken, üniversite kampuslarındaki yeteneksiz, yoksul ve negatif kimliği taşıyan kitlelere de rastlamaktayız. Bunlar, yeni solun "yeni proletarya­sını" teşkil ederler. Çünkü sanayi-sonrası (Postindustrial) toplumlarda yaşlı Marks'ın sınıf çatışmasına dayalı modelinin geçerliliği artık sözkonusu olamaz. Durum böyle olunca Marksist stratejide yeni değişim biçimleri ortaya çıkacaktır. İşte yeni solun "yabancılaşma" teorisiyle genç Marks'a yönelmesi bu noktada başlar. Marcuse’ün sanayi ordusu olarak proletaryayı değil de kampusta yuva­lanan "öğrencileri" ele almış olmasının .sebeplerini burada aramak gerekir. Ye­ni solun sanayi ordusu, öğrenci, gecekonduda yaşayanlar "yeni gecekondu in­sanı, yoksullar ve yabancılaşmış kitleler, olunca stratejide değişmeler gerek­miştir. Bu da yeni bir yaşantı ve değerler biçiminin kazanılması demektir.

Batıda yeni solun genç Marks'ın yabancılaşma kavramına yönelmesi ve "ça ­tışma teorisi"ni ilke olarak benimsememesi bir "sosyal fantazi" değildi En ­düstri ve teknolojinin gelişmesi, yani sosyal ve felsefi akımların kitle yararına yön- ledirilmesi, yüksek verimlilik gibi etkenler konvansiyonel Marksizmin "sınıf ça­tışmasını geçerli kılamamıştır. "Sınıf çatışmasının" morfolojisi ve terkibi üze­rinde son yıllarda- yoğunlaşan araştırmalar ve ilmi veriler de bu gerçeği destek­lemektedir. Nitekim, ünlü araştırmacı Leonard Berkovvitz'in çatışma teorisini temel- lendirmesiyle ilgili incelemesi, ülkemizde yeni solun, yarım yüzyıldan beri eski solun devam ettirdiği sınıf çatışması mirasına yeni boyutlar kazandırmaktadır. Berkowitz, Marks'ın bir sözünden hareket ederek konuya şöyle giriyor: Marks diyor ki, "...Zengin bir adam yakınında bir konak inşa edinceye kadar işçi kü­çük evinde mutlu bir şekilde yaşıyordu. Bundan sonra, Marks'a göre, işçinin evi nazarında bir kulübe oldu ve aradaki farka içerledi."

Bu gözlemde, Berkovvitz'e göre hiç olmazsa üzerinde durulması gereken iki nok­ta vardır. 1) Sosyal bilimlerde, sosyal karşılaştırma kavramları uzun bir tarihe 2) Özel olmasına rağmen şekli ifadeler bir hat boyunca ilerlemezler. Gözlemcilerin yargılarına göre, halk, çoğunlukla kendi durumlarını mutlak olmaktan ziyade nisbi (Relatif) olarak değerlendirir. Buna nazaran, işçi gerçekten kendisini zengin bir kimseyle mukayese eder mi? Eğer böyle yaparsa bunu niçin yapar?

GErçekte sosyal karşılaştırmanın her eleştirisi (veya referans grup) halkın bu değer yargılarını seçeceği meselesini ortaya koyar. Bu soruya verilecek cevaplar bir danışma grubu (referans grubu) nun seçilmesini belirleyen üç esas noktada toplanır:

Page 168: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

1. Diğer insanlarla olan dostluk ilişkisi,2. Fertler ve diğerleri arasındaki benzerlik derecesi,3. ferdin onlara olan cazibesi.Bu etkenler, Berkovvitz'e göre, birbirleriyle bağlantılıdır, fakat bazan da bağım­

sızdırlar ve birbirinden ayrılabilirler. Bunlar, birbirleriyle bağlantılı olsun veya ol­masın hiçbir zaman işçinin kendisini zengin bir kimse ile karşılaştırmasına sebep teşkil edemezler. Bu iki insan belki sınırlı ve sathi bir dostluğa (arkadaşlık) sahip olabilirler, yani aralarında çok az bir ilişki düşünülebilir. Bunun gibi, işçinin zengin komşusunu çok daha seveceği de umutedilebilinir.

Bu sosyal karşılaştırma kavramlarını anti-sosyal davranışa olart uygulamasına bir örnek olarak, adam öldürme nisbetleri ile iş devriliği (cyole) arasındaki ilişkile­rin tahlilini gösterebiliriz. Zenci adam öldürme nisbetinin, iş anlaşmaları süresi bo­yunca azalmalarını izah ederken, henry ve Short, çalışan sınıf siyahları, iş bunalım zamanlarında gerçekte, az da olsa, engellemektedirler. Çünkü, siyah kendilerini yok­sul beyazlarla karşılaştırırlar, iş şartları kötü olduğu zaman, zenciler işi iyi olanlar­dan ziyade yoksul beyazlar ile kendileri arasında çok az fark görürler(141). Bundan ötürü siyahlar, beyazlara nazaran iş bunalımlarında daha nisbi bir yoksunluk dere­cesine sahiptirler. Bu yüzden siyahlar daha mütecaviz olurlar. Fakat Leonard Ber­kovvitz'e göre bu doğaı mudur? Yoksul siyahlar kendilerini yoksul beyazlarla karşı­laştırırlar mı? Zira ekonomik statüleri birbirlerine benziyor, fakat diğer hususlarda birbirlerinden çok farklıdırlar. Çalışan sınıf siyahları kendilerini çalışan sınıf beyaz­larına nazaran bir d#ereceye kadar değerlendirme eğiliminde olmalarına (ortak mesleki şartlar sebebiyle) rağmen, zenginler bir danışma grubu (referans grup) olarak öteki siyahları da kullanmağa yöneliktirler. Bu sebeble dostluklar siyahlar arasında daha sık ve daha canlıdır. Hatta bir çok hususlarda birbirlerine benzerler ve her yerde birbirlerini arama eğilimindedirler.

Ünlü araştırmacı Berkovvitz açıkça göstermektedir ki, "sosyal çatışma teo­risi" temellendirilirken, alt sınıf (proletarya), üst sınıfı (kapitalist) bir karşılaştırma unsuru olarak almamakta, tersine kendisiyle aynı statüde bazan da aynı statü ve aynı soydan (Siyahlar-arası ilişkiler) kimselerle ilişki sağladıklarını belgelemiştir .(142)

Yeni solun batıdaki yönelimleri, bu sosyal yapı oluşumundan doğmakta ve bu sebeple "Çatışma''dan ziyade yabancılaşma ölçeği üzerinde durmaktadır. Bu süreç, batı yeni solunun ilmi verileri metodik bir biçimde yorumlama gücü ve toplum şartlarına yatkınlık duymalarının bir ürünüdür Ülkemizde, .yeni sol ülke gerçeklerini ele almak suretiyle ona yeni yaklaşım biçimleri getireceği yerde, teoriyi bu gerçek­leri uygulamak suretiyle tersine bir yol tutmuştur. Batıda yeni solu, Türk solun­dan ayıran sosyal realizmin kaynaklarını burada aramak gerekir.

M .EUen’in de belirttiği gibi, yeni solun bati dünyasındaki gücü, onu hür.düny^ ve doğu bloku ile az gelişmiş ülkeler dışında dördüncü dünya durumuna getirmiş­tir. Bu dördüncü dünya yeni solun eseridir. Geri kalmış ülkeler meselesi eşitlik, hürriyet, özjjirlükler, Marks'ın kişiliğinde kahramanlara tapma kültü, artık eskiden olduğu gibi yeni solu uğraştırmayacaktır. Böylece yeni solun sosyolojisi fayda­cılık kültürünün yeni bir yorumu yanında,.sosyal ahlâki duyguların gelişmesinde de katkıda bulunmuştur. Ünlü sosyolog Gouldner'in de belirttiği üzere, yeni sol, sos­yolojisi itibariyle,bir yanda ekonomik faydacılık öte yanda ahlâki duyguları geliş­tirmesi açısından bir bakıma Marksizmin yaratıcısı da sayılabilir(143).

Yeni Türk solunun 1960'lı yıllardaki tablosu incelendiğinde böyle bir sosyal faydacılık ve iyileştirme gelişimini gözleme imkânımız son derece kısıtlanmıştır. 3u da Yeni Türk solunun en büyük başarısızlıklarından biri olarak kaydedilmelidir.

Şüphesiz, bu oluşumda Türl* toplum yapısının iyi tanınmaması, Marksizmin değişik sosyal sistemler içinde uygulanan modellerinin -özellikle radikalleşen yön­lerinin- bir taktik olarak negatif kimlikli gruplar tarafından yönlendirilmesi, sol ay­dının vorum ve metodik düşünceden ziyade sathi ve kopyacı bir fikir sevi-

Page 169: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

yesinı aşamaması ve nihayet ideal ile gerçek arasındaki çizginin akılcı bir yöntem­le belirlenmemesinin bu çarpık modelin ortaya çıkmasında büyük payı olduğu mu­hakkaktır.

Hem sosyalist düşüncelerin -kendi sistemleri dışında- bir başka modele seçe­nek tanımaması, hem de üçüncü dünya ülkelerinde -Küba, Bolivya ve bazı kara Afrika ve Uzak Doğu Asya Ülkelerinde- çerilla taktikleriyle nevrotik rejim dene­meleri ülkemizde; aynen yansıyarak toplumu şartlandıracak biçimde bir kimlik kazanması, Türk solunun ''erken sosyalleşmesi" diyebileceğimiz bir çizgiye gel­mesine sebep olmuştur.

Milletimizin bin yıllık zengin tarihi mirası kültür ve değerler sistemiyle biçim­lendirilmiş Toplum düzenini ve bunları sosyal iç güdüsü ile kuşaktan kuşağa ak­taran Türk insanını silah gücü ile bir anda saf dışı ederek "oldu b ittiye" getirmek, Türk solunun ülkemiz için bir diğer tarihi yanglıısı olmuştur. Gerilla nedir? Hangi ülkelerdç^aşarı sağlamıştır? Türk toplumunun bu ülkelerle olan tarihi benzerlik ve ayrılıkları nelerdir? Bunların hiç biri uzun uzun çtüd edilmek suretiyle bir strateji tesbit edilmemiştir. Zira,Türk solunun Osmanlı öncesi ve sonrası toplum ya­pısı üzerinde birkaç denemesi dışında ciddi hiçbir araştırması yoktur. Marks'ın As- yatik retim tarzının Osmanlı toplum yapasına uygulanan denemeleri de daha baş­langıçta tarihi gerçeklere ters düştüğü için kendi aralarında eleştiri konusu olmuş­tur. Bu sebeple, yeni solun kültür tarihimiz, sosyal yapı ve kuruluşları üzerind^ söylediği^ fazla bir şey yoktur. Marksist sosyolojinin Türk geleneğinde yapılan denemeleri / pratikten çok teoriye dayalı bir takım malzeme yığınından iba­rettir. Bunlar da umumiyetle konvansiyonel Marksist modellerin bir yansımasıdır.

Bilindiği gibi, Marksizmin çeşitli ülkelerin sosyal yapı, toplum biçimi, tarihi gelişimi ve değer sistemlerine uygun yansımaları mevcuttur. 'Tek tip sosyalizm", ülkemizde yeni solun en güçlü sloganı olmuştur. Oysa Marks'ın kendisi bile "her toplumun kendi konjüktürü sosyal yapıyı şekillendirir" demek suretiyle bu gerçe­ği ortaya koymuştur(144). Marks bununla da yetinmeyerek, "emeğin verimliliği­nin bulunduğu, çevrenin tabii şartlarına bağlı olduğunu, bu şartların tümünün de ya insanın kendi tabiatına, ırkına, ya da çevresindeki tabiata indirgeneceği" tezini savunmuştur. Bugün, sosyalist dünyada birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü hatta îeşinci kuşak Marksist ülkelerden söz açılmaktadır. Bunların hiçbirinde Marksiz- nin iktidara geçişi, teorik ilkelere göre gerçekleşmediği gibi, Marksist uygulama- ar da birbirinden farklıdır. Tabir yerinde ise günümüzde bir takım "sosyalist o- alitler" ile karşı karşıya bulunmaktayız.

Yeni So! Atılımlar: Sosyal FaydacılıkTürk solu literatüründe "tek tip sosyalizm "e karşıt görüşler -Aybarcıların dışın­

da- hemen hiçbir yankı uyandırmamıştı. Bu sebeple, Sovye*. josyalisf modeli ile Çin modeli, Küba hatta Arnavut ve Yugoslav modellerine dayalı sistem tartışma­larının yapıldığı bir dünyada fanatik bir ideoloji bombardımanın yeni solun radi­kalleşmesinde^ etkisi elbette büyük olmuştur. Bugün, nasıl Avrupa komünizmi (Eurokomünizm) bu ülkelerin tarihi gelişim çizgisinin bir neticesi ise, yukarda sö­zünü ettiğimiz Marksizmin türevleri diyebileceğimiz sosyalist ozalitler de aynı şekilde Çin, Küba, Yugoslavya, Arnavutluk ve benzerleri ülkelerin sosyal yapısı ve insan fak­törlerinin bir ürünüdür.

Marksizmin -hemen hiçbir ülkede halkın iradesiyle- iktidarı elinde tutması müm­kün olamadığındaıtihtilal denemeleri, terör ve anarşi biricik silahı teşkil etmiştir. Yakın tarihlerde, Afganistanın sosyalizme kaydırılması "Truva a t ı" örneğindf ol­duğu gibi, "içten avlama" ile gerçekleştirilmiştir. 3ütün bunlara rağmen l960'lı yıllardan itibaren Yeni sol kimliğin billurlaşmasında bazı yapıcı sosyal müdahalelerin olduğu da bir gerçektir. Yeni solun morfolojisi ve terkibini belirleyen bu hususlara burada kalın çizgileriyle temas etmeden geçemeyeceğim.

a. Petrol ve madenlerin millileştirilmesi sloganı, 1960'lardan sonra yeni solun

Page 170: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Türk kapitalizmine getirdiği bir Karşıt tez olarak değerlendirilebilir. Eski Türk kültür kodunda olduğu kadar islanıH’ cn-afcjjk sektör olarak kabul edilebilen bazı yeraltı servetlerinin devlet denetiminde ouıunması gerekmektedir. Yeni soıun ou ..>,«-1,

' 1S50'lilerden itibaren gelişen liberal iktisadi sistemin zigzaklarına karşı çıkıştır. 8 u olay, aynı zamanda yeni solun Türk toplumunda taban oluşturmasına ilk baş­langıcı da teşkil eder.

b) Topraksız köylülerin toprak sahibi kılınarak bazı yörelerde toprak mülki­yetine bağlı feodal denilebilecek ilişkilerin kaldırılması kampanyası da yeni sağ­dan çok yeni solun stratejisini belirler.

Türkiye'de bir toprak reformu meselesi ilk defa kamu oyunda 1945 yılından itibaren sesini duyurabilmiştir. Gerçi Osmanlı toplum düzeninde 1858"A raz i Kanunnamesi" ile toprak mülkiyeti alanında önemli bir değişiklik .yapının? ve "Mülk Arazi" adıyla özel mülkiyete resmen yer verilmiştir(145). Ancak 1926 me­

deni kanununun kabulii ile Osmanlı toprak ve mülkiyet rejimi tarihe intikal etmiş oıuyuıuu.

Su tarihten 9 yıl sonra, 1935 de ilk toprak kanunu projesinin "Toprak İskan Kanunu" olarak hazırlanmıştır. Böylp bir, kanunun çıkarılmasında zaruretolduğuna işaret eden Atatürk 1936 senesinde irad buyurduğu bir nutkunda şöyle diyordu:

"Toprak kanununun bir nçticeye varmasını kamutayın yüksek himmetleriden beklerim. Her Türk çitfci ailesinin geçineceği, çalışacağı toprağa malik olması be- hemal lâzımdır ve vatanın sağlam temeli ve imarı bu esastadır"(146).

Atatürk'ün bu tezi, Hütteroth 'un* iş birlikçi gücün "Hükümetci Gücü" dönüşmesi olarak algılanabilir.

Ancak, toprak ve mülkiyet rejimi sisteminde en önemli adım, biraz öncede be­lirttiğimiz üzere 11.6.1945 tarih ve 4753 sayılı "ÇiftçiyiTopraklandırma Kanunu"- dur. Ancak, bu kanun parlamentoda görüşülürken aile işletmeleri kurulmasını ve bu işletmelerin p rçalanmadan korunmasını sağlayan bir bölümü çıkarılarak kanunun bütünlüğü bozulmuştur.(147)

1945'den 1962 yılına kadar ülkede toprak reformu alanında hemen hiçbir değişiklik yapılmamışt«. Bu dönemde önemli değişiklik, 27 Mayıs 1960 ihtilali neticesi Milli Birlik komitesinin teşkil ettiği kurucu meclisce kabul edilen Ana­yasa'da ölmüştür.

Buna göre, Türkiye'de;a) Aile ve toplumb) Dinc) Sosyo-ekonomikç) Kültürel kurumlard) Zirai reformlargibi önemli değişmelere tanık oluyoruz.(148)9 Temmuz 1961 yılında Türk halkının oyuna sunulan bu ikinci anayasanın 37.

maddesi toprak mülkiyetiyle ilgili kuşdiıcı ilkeleri kapsıyordu. Bu maddeye göre "Devlet toprağın verimli olarak işletilmesini gerçekleştirmek ve topraksız olan veya yeteri kadar toprağı bulunmayan çiftçiye toprak sağlamak amacıylarıyla gereken tedbirleri alır. Kanun, bu amaçlarla değişik tarım bölgelerine ve çeşitlerine göre toprağın genişliğini gösterebilir. Devlet, çiftçinin işletme araçlarına sahip olmasını kolaylaştırır. Toprak dağıtımı, ormanların küçültülmesi veya diğer topraklar ser­vetlerinin azalması sonucunu doğurmaz."

İşte yeni solun toprak reformu ve topraksız köylünün toprak sahibi kılınması hususunda başlattığı kampanya bu anayasa maddesine istinat eder. Böylece 1961 ve 1965 toprak reformu tasarıları hükümet programlarında birinci sırayı alabil­miştir.

c. Ülke varanna hiçbir ciddi katkısı olmayan, dışa bağımlı montaj sanayiinr

Page 171: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

karşı çıkış da Yeni solun protestoları arasındadır. Gerek ilaç endüstrisinde gerekse otomotiv sanayinde sermayenin önemli bir kesimi yabancı kuruluşlara ait olmak üzere -kritik sektörlerde makina yapan makinalar kurmak yerine- yalın kat ve dışa bağımlı bir sanayileşme modeli klasik liberal sistemin ürünü olmuştur. Ülkenin kal­kınmasına doğrudan yararı olacağı yerde, ancak temel yatırımların tesisinden sonra gerçekleştirilmesi gereken bu tür sanayileşme modeli; daha ziyade Batılı ülkelerin sömürgelerinde denedikleri bir kalkınma stratejisi oluyordu.

d. Köy ve şehirlerde yaşayan yoksun halkın milli gelirden dengeli pay alması ve sosyal adaletin sağlanması için bir dizi reform teklifleri yeni solun kalkınma stra­tejisini oluşturur. Bu süreçte, Mardin'in "merkez çevre" ilişkisi modelinin önemli etkisi olduğu kuşkusuzdur. Şöyleki; 1960lardan sonra Türk toplumunda elitleşme, Osmanlı İmparatorluğundan kalma dar kalıplarının dışına taşarak, oldukça hızlı bir şekilde değişmiştir. Çevreden gelip, çağdaş şehir hayatının üst kesimlerinde yaşamaya aday olan, -üniversiteye girmeye çalışan- öğrencilerin sayısı hiç kimse­nin öngörmediği şekilde artmıştır.(149)

' Böylece "merkez-taşra" yakınlaşması sonucu bugün, büyük şehirlerin öğretim kurumlarına giren "çevre" sosyal kökenli kimseler, "merkezin" kültürüne uyum sağ­layacağı yerde, tersine merkezi çevreye benimsetmek suretiyle entelijansiyasının sosyalleşmesine büyük ölçüde katkıda bulunmuştur. Bir zamanlar yaygın bir deyim olan 'Tatlı Su Sosyalisti” tarzındaki yakıştırmalar, daha ziyade merkez kültürü ile yetişen fakat "taşra" kültürüne sahip çıkan ve sağdan ziyade yeni solun saf­larında yer alan aydın kitle için ifade edilmiştir.

'Taşra" kültürü, merkez kültürü ile temasa geçerken onun, "konuk" yapısına bir "renklilik" getirmiş ve kısa zamanda folklor, halk oyunu ve dansları yanında köylü kilim ve desenleri "merkez kültürü"nü etkilemiştir. Bölgecilik, etnik parça­lanma ve nihayet "Halklar teorisi" bu gelişimin bir uzantısıdır. (x). Batıda olduğu gibi, bu süreçte, "merkezcil güçler" "taşra" kültürünün siyasallaşmasına dahi karşı çıkmamış adeta onunla bütünleşmiştir. Bu durumda, bir araştırmacının da belirttiği gibi, "bölgecilik" güden çoğu hareketlerde devletin eş biçime sokmak için giriştiği eylemlere karşı mahalli kültürler canlanmakta, folklor öğeleri dirilmekte ve farklılık vurgulanarak yaşatılmaktadır. Bu gelişimin tabii bir sonucu olarak milli devletin tek tipte insan yetiştirmek ve türdeş bir kültürü yaygınlaştırma eyleminin karşı­sında farklılıkların altını çizen, farklı olmayı ve farklı kalmayı olumlaştırma çabası güden eylemler yer almaktadır.(150)

İşte bu merkez-çevre ilişkisi, gittikçe çevrenin etkinliğini artırarak "merkez" kültüre yeni bir sosyal biçim ve yön vermiştir. Köylüye eğilme, halkçı akımların gelişmesi, "ezilmişlerin" ve "horlanmışların" meselelerinin üniversite kürsülerinde, ders kitaplarında, bildirilerde, sloganlarda, duvar afişlerinde, sanat ve edebiyat hareketlerinde günün konusu haline gelmesi, bir anlamda Gökalp sosyolojisinin esas­larını teşkil eden "aydın-halk" ilişkisinin bir görüntüsünden ibarettir. Adına ister romantism, isterse "sosyal gerçekçilik" diyelim, bu yönelim biçimi Batıda "rurba- nizasyon" denilen köy değerlerinin şehiri, şehir değerlerinin ise köyü etkilediği bir akımı bize hatırlatmaktadır. Ancak, kitle iletişim araçları ve okullaşma süreci­nin neticesi olarak meydana gelen bu merkez-çevre yaklaşımı, toplumun her katın­da yasayanları birbirleriyle temasa geçirerek bir özdeşleşme kalıbı içine akıtması

Yxj o dönemde Türk iye’nin siyasallaşm adoVu o kadar ileri g itm işti ki, nihayet İnönü 16 Aralık 1970 günü Parti grubunda konuya işaret ederek aynen şöyle diyecekti."Bazı k işiler gençlik içine sızmış bir grup yaparak bilim sel sosyalizme (Türkiye H alkları) n ı hazırlamak iddiası peşinde Türkiye Vatanını parça parça etmek yo ­lunu tutm uşlardır. Türkiye Cum huriyeti, Türk M illetin in iradesi altındaki Türkiyede etkin grup meselesine büyük mücadelerle son verm iştir (........ ) -Türk devletiböyle kurulm uştur. Bun ıin içine ethin mesele karıştırm ak vatan dışının arzusudur. " (K u rtu l A ltuğ , Umudun Tükenişi, Tercüman 18 Mayıs 1979)..

Page 172: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

gerekirken tersine bölmeye, ayırmaya, parçalamayı yönelmesi Yeni sol'un radikal­leşmesinin bir ürünüdür.

e. Çağımızın gerisinde kalan üniversite eğitim sistemi içinde, eği*:min üretime dönük ve toplumun şartlarına, hızlı kalkınma gerçeklerine uygun yönlendirilmesi gibi hususlar da en çok 1960'lardan sonra güncellik kazanan konular arasındadır. Bu ey­lemlerle bağlantılı olarak bazı üniversite ve fakülte öğretim-eğitim programlarının sosyal muhteva kazanması, Marksist öğretilerin ders ve seminer halinde öğrenci­lere aktarılması, üniversitelerin "halka dönük" bir kimlik kazanması stratejisini takviye etmiştir. Üniversite ve yüksek okullarda "eğitinin demokratikleşmesi” , "halkçı" ve "özgürlükçü” yönlendirme ve "tam-gün" çalışmanın programlanması gibi eğilimler ağır basarken; öte yanda kendi fildişi kuleline çekilmiş ve daha ziyade birer spekülasyon merkezleri haline dönüşmüş "üniversite zihniyeti" dışa açılma, halkla bütünleşme ideolojisini benimsemeye başlamıştır. 1750 sayılı Üniversiteler Kanunu ve bu kanuna dayalı olarak öğrenci ve asistan temsilcilerinin kurullara katılmaları, "halka dönük" üniversite sloganlarının bir yansıması olarak kabul edi- lebilinir. Bunun gibi, yüksek öğretimin yarasız olması, yoksul öğrencilere burs ve kredi sağlanması imkânları yurt kapasitelerinin genişletilmesi de bu felsefe içinde yorumlanabilir.

Ancak, Yeni Sol'un bu tür sosyal reformları desteklerken giderek "kamu oyu oluşturması" kampanyasına katılması, örgütleşmesi, bir baskı gücü haline dönüş­mesi^) bazı çevrelerce içten ve dıştan sistematik bir tarzda Türk toplumunun inanç ve değerler sistemine karşı Marksist-Leninist stratejinin "şiddet" normuna yönel­mesi ve "tekyol devrim-ihtilal'1, "devrim kanla yazılır", "kurtuluşa kadar savaş", "iktidar namlunun ucundadır" ve "iktidar sandıksal değil namlusaldır" türünde sloganlara dönüşmesi, başlangıçta ileri sürülen "masum ve haklı" öğrenci istek­lerini çok gerilerde bırakmıştır.

M erkez-Çevre ilişkisi-S iyasi R adikalleşm e1950'Iilerden itibaren hak katlarında yaygınlık kazanan demokratik siyasi ka­

tılma süreci, 1960'lardan sonra öğrencilerin Marcuse cü felsefeye uygun olarak,pro­letaryadan daha güçlü bir sosyal kimli kkazanması, ülkemizde yeni solun yukarıda te­mas ettiğimiz sosyal katılma sürecinde hareket ettirici'(motivatör) bir etken olmasını sağlamıştır. Bu yöntemle, öğrenci, siyasi, sosyal ve iktisadi meseleleri gündeme geti­rip sesini duy.urmaya başladıkça yumuşak toplum dokusunda yeşermesi ve dal ve bu­dak vermesi daha da kolaylaşmıştır. İşte, Yeni Sol'da rasladığımız radikalleşme sü­reci öğrencilerin ülkede kendilerini bircik kurtarıcı güç olarak görmeleri tarzındaki bir idrak yanılması ve ben- imajlarının bir ürünü neticesinde gerçekleşmiştir. Ve şu­rası da rahatlıkla iddia edilebilir ki, "merkez-çevre” ilişkisi şemasında radikalleşme­nin ilk eğilimleri "taşralı" gençlerden kaynaklanmıştır. "Taşra kültürü", şehir-mer- kez kültürün içine yayıldıkça toplumun "egemen" veya "temel kültür" kodlarından kopmalar da o zaman başlamıştır. Bazı fakülte ve üniversite kampuslarını karalayan Halklara özgürlük " doğuda zulme son" vc "Kürdara azadi" tarzında bir takım bölü-

(x) Yeni Solun, Esk i Solun (tir devam ı olarak dıştan beslenmesi onun "alam eti fa rikası" olm uştur. Ancak, bunun 1970'lerde Seylan'a kadar uzandığım tahmin etmek ise güç tür. Bu konu ile ilg ili olarak Nur Yalman aynen bit günlük gazetede şu haberi yazıyordu: "1970 de Seylan 'ın ücra köylerinden birindeydim . Seylan da bir Halk Kurtu luş ordugu var. Üniversiteden bazı talebeler toplanıyor dediler. Benim de üniversiteden olduğumu duyunca, b irik iş i benimle konuşmak istediler, çok şaştım. Ba tıla rı İstanbul'da üç ay kalm ışlar, etüdler yapm ışlar. Benim de Türkiye'den olduğumu duyunca, "am an" dediler, "Türkiye çok enteresan, gel. Merak etm eyin Türkiye'de bu hareket olacaktır, çok yakından Türkiyede bizim safımıza katılacaktır". O zaman çok şaşmıştım.- Arkasından Seylan'da olan hare­ket 6*7 Nisan 1971 de oldu. Bizim 12 M art tabii bundan bir ik i hafta evvel idi, ve efradaki bağlantıyı halâ merak ediyorum . (N ur Yalm an, Antropoloji, M illeyt, 24 E y lü l 1-073).

Page 173: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

cü ve etnik mezhepçi kökenli sloganların ortaya atılması, dergi ve çeşitli yayın organ­larında el ilan ve afişlerinde bunların açıkça belirtilmesi, hatta bu istikamette çeviri ve telif türünden yayınların, hem de hiçbir ilmi değeri olmayan eserlerin, vitrinleri süslemesi Yeni Solun giderek radikalleşme eğilimini eüclendirmiştir.

Bu çerçeveden bakıldığında, 'gelişen kollektif çatışma yasasına" göre, şiddet normları ülkemizde de tarihi, jeo-pelttik ve sosyo-kültüre! yapının bir sonucu ol­maktan ziyade dışardan pompalanmak suretiyle gençliğin danışma çerçevesi, algı a la n ı ani değişmelerle karş karşıya bırakılmış, akılcı ve metodik yönlendirme yerine ^atin Amerika modeli bir K a n l ı çatışma içine sütüklenmiştir. Bu kollektif çatışmalar­da öğrenci ve işçi kesiminin seferber kılınması, gerçi sosyalist kültürün yayılmasında "hızlandırıcı etken" olarak önemli bir rol oynamakla beraber, bir bakıma "sosyalist empatisi" yükselen gençlerin militan eylemlere sapmalarında büyük ölçüde katkıda bulunmuştur. Bu suretle, sosyalist kültüre) seferberlik, 'iktidar boşluğu" sebebiyle, en’ kısa zamanda "çatışmacı" modeli gündeme getirmiştir. "Sosyalist kültür sefer­berliği", bir anlamda "erken-sosyalleşme" için bir başlangıç eşiği rolünü oynamış, bu da giderek "yeni gecekondu insanını", "taşralı gençleri" çelişkilerle dolu toplum dramının içine çekmiştir. Bu nokta, önemle üzerinde durulması gereken bir hususu teşkil eder. Marks'ın bir ifadesini biraz değişik kullanmak gerekirse, "yeni gecekon­du insanı ve "taşralı genç", sosyalist eylem ve çatışma teorileri için "yedek ordu" olarak kullanılmıştır.

1950'liler öncesi toplum yapısı, 1950’liler sonrası kitle iletişim araçları netice­sinde büyük kent merkezlerine bağlanmış, böylece kırsal alanların metropolitan böl­gelere yığılmasını hazırlamıştır. Ancak, katılımcı demokrasi ve parlamentarist sistemin "yeni oy alanları oluşturması" tarzındaki kamplara ayrılma politikası, daha önce Kemalist ideoloji etrafında kümelenen Türk halkını, etnik ve mezhep­çi bölünmeler içine sürüklemiş, böylece taşradaki tarihi sessizlik bu defa merkezde patlamalara sebep olmuştur. Gecekonduların kısa zamanda kurtarılmış bölgelere dönüşmesi aslında bu sürecin sonucu gerçekleşmiştir. Bu defa köyler, şehir mer­kezlerine taşınmış, tarihi birliğimiz, kültür ve soy bağlılığımız sistematik pro­paganda ve eylem biçimi neticesi, yeni savaş alanlarına dönüştürülmüştürftfJİşte "sağ­da ve solda vuruşanlar", sosyal yapının ve siyasi rejim zihniyetinin disipline edile­memesi, özellikle 1950'liler sonrası siyasi, iktisadi alandaki aşırı liberalleşme ha­reketlerinin bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Oyun kuralları -içerden ve dışar- dan- bu dokuyu yıpratmak suretiyle tezgâhlanmış, Atatürkçü milli birlik şuuru, bir "oy verme" uğruna Türk halkının kamplara ayrılmasının şehirlerde de yer­leşmesini perçinle m iş tir. ■*

Nitekim, 1982 yılında yapılan yeni bir araştırma, şehirleşme ile siyasi şiddet normu arasında ilişkiler bulunduğu varsayımına ışık tutmaktadır.. Hindli siyasal bilimci Raşüddin Khan daha önce bahsettiğimiz, Üçüncü Dünya ülkeleri için ge­liştirilmiş olduğu görüşlerden hareket ederek Türktye için -siyasi şiddet normunu yansıtan-şu 4lgi cekici fikirleri ileri

(x; Bazı politiacı ve yazarlar bu etnik parçalanmalar karşısında Türk toplumunun tarihi gelişimi ve jeo-politik yapısını gözönüne almadan, Amerikan sosyologlarının ileri sürdükleri hızlı sanayileşme ve teknolojik ilerleme modeli neticesi bölgelerarası farklılaşmanın ortadan kalkacağı ve sosyo-kültürel bir bütünleşmeye gideceği tezini Savunmaktadırlar. Ancak, bilinmesi gereken nokta o dur kı, Amerika da etnıt fark­lılaşma ile ülkemizdeki etnik bölünmeler ayni tarihi yapıya sahip değildir. Am eri­ka'yı meydana getiren hakların hiçbirinin Amerika üzerinde bu "coğrafi talebi yoktur Oysa ülkemizdeki etnik gruplar haklı veya haksız - coğrafi, bir talebe sahip çıkmaktadır. Bu bakımdan, etnik farklılaşmaların ülkemiz insanlarıyla bütünleşmesi sanayileşme ve şehirleşmenin ötesinde-bir eğitim v e . kültür seferberliği kadarTürkiye'nin "m illet" olma süreciyle bağlantılıdır.

Page 174: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

"Türkiye'de siyasal şiddet oıayidimın gerisinde birden fazla etkenin yer aldığı tnr gerçektir. Bu gelişimde, aslında, özellikle geçmiş yıllarda siyasal istikrarsızlık ve partizanlıktan devlet otoritesinin geniş ölçüde zarar görmesinin de payı büyük olsa gerektir. Ancak, Batılı yazarların da vurguladığı gibi, devleti istikrarsızlığa sü­rükleyen terörizm değil, tersine, istikrarını yitiren bir devletin gereksiz karışıklık­lara ve sonra da şiddete yol açmasıdır". Bazı yerli araştırmacılar ise ayni çizgiden yürüyerek şu görüşleri ileri sürmektedirler.

"(5 te yaı.dan, ideolojik kutuplaşmaların, sağda ve soldaki silahlı ve sııaıısı/. çatışmaların yaygınlaşmasında önemli bir rolü olduğu inkar edilemez. .

"Böyıece, ekonomik ve toplumsal dönüşümlerin, lurkiye'de siyasal şiddet potansiyelini büyük ölçüde geliştirdiği inancındayız. Yurdumuzdaki nüfus pat­lamasının, artan işsiz sayısının, gecekondulaşmanın, giderek ağırlaşan geçim ko­şullarının, yüksek öğretim kurallarına giremeyen kitlelerin büyük bir ölçüde si­yasal şiddeti körüklediği söylenebilir.

"Ülkemizde son yıllarda belli bir ivme kazandığı görülen dinsel ve etnik ayı­rımcılık kışkırtmalarının, Orta Doğunun "duyarlı" bir bölgesinde yer alması ne­deniyle daha da güçlendiği söylenebilir(151)

12 Eylülden önce yapılmış bir diğer araştırma da, 'Türkiye'de şiddetin iki türü olduıhınu, bunlardan ilki, terör unsurunu içeren siyasi şeddet eylemleri, İkin­cisinin de toplumun geleneksel sosyal kurumlarından, ilişkilerinden kaynaklanan ve kültürel değerleriyle beslenen şiddet eylemleridir" Bu İkincisi terör olayını içer- ;rıez(152). Bu araştırmacıya göre "Türkiye'deşiddetin sebebi, ülkenin geçişli(intikal). .->lum döneminde bulunmasından kaynaklanır. Öylcki, iktisadi yapı hızla değiş­mekte, milli gelir büyümektedir. Sektörler arasında ağırlık ve üretkenlik değişmek­tedir. Tüketimin hacmi kadar sosyal alana hızla yayılmaktadır. Kır yerleşmelerinden kent yerleşmelerine, tarımdan tarım-dışı işlere geçilmektedir. Eski sosyal yapı yeni ekonomik işlere uyan bir yapıya doğru evrilmektedir. Ancak bu hızlı ekonomik de­ğişmenin bu hıza paralel(koşut) ekonomik gelişme ile atbaşı gitmediğidir. Bu yüz den de, ekonomik değişmenin etkinliği, modern işlevleri temsil eden sosyal ve siya­sal kurumlarm doğumunu geciktirmiştir{....) Bu uyumsuzluk siyasa! istikrarsızlığa yol açar."

Kısacası, yazara göre: "Toplumumuzda sosyal değişme son derece hızlı ol­masına rağmen, ekonomik gelişme geriden gelmektedir. Hızla artan ve kentleşe- reK kendine yeterliliğim yitiren nufusa yeter derecede iş olanağı sağlanamamakta­dır. Tarım göreli (izafi) olarak modernleşmekte, ama tarımsal mülkiyet ilişkileri köklü bir sanayi hamlesini besleyecek sermaye birikimine olanak vermemektedir. Finansman kaynağı ve teknolojisi dış kaynaklara dayandırılan sanayi, ithal ika­mesi sınırlılığı içinde kalmış ve birkaç alanda bile dünya pazarlarında rekabet olana­ğı. kazanacak büyüklük ve teknik yaratıcılığa varamamıştır. Bu da giderek gele­neksel küçük üreticileri ve kendi başına çalışart küçük iş erbabını kırda ve kentte huzursuzluğa süreklemiştir'_(x^

1983lerde, belirli alanlar içinde^Türkiyegerçeği üzerine yürütülen yorum biçim­lerinden biri de terör ve şiddet normlarının "sosyol-yapısal" görüntü içinde değer­lendirilmesidir. Bu araştırmaya göre, günümüz toplumunda insan saldırganlığına yol a^an en önemli nedenlerden birisi, insanların gittikçe artan bir belirsizlik ortamı içinde yaşamaya başlamış olmasıdır. Belirsizlik; güvensizlik duygusunu da birlikte getirrriekte ve kişiyi ya tam bir güvervarayışı içinde otoritenin kucağında (ana rah-

, (x) Ancak, araştırm acı bu açıklam alara rağmen, "lü rk iye de terör ve şiddetin ana kaynaklarından biri olan otoriter sağın eylem lerid ir" derken aynı zamanda solun da programında şiddet ve terörün bulunduğunu belirtmekte ancak:"bunun amacı ve hedefi farklıd ır. Solun hedefi, toplumsal adeleti sağlamaktır. Solun amacı demokratik bir toplum yaratm aktır" (D .Ergil. ag.es,s.67) tarzındaki ifadeleriyle" sol şiddetin yasallığ ın ı" vurgulamaktadır.

Page 175: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

mine döner gibi) uslu çocuk olmaya itmekte, ya da güvensizliğin doğurduğu huzur­suzluk, endişe ve korku sonunda saldırganlığa ve şiddete dönüşmektedir"(153)

Yazara göre: "Bizi 12 Eylül'e getiren çatışmacı ve uzlaşmasız ortamın nasıl ön yargılarla beslenen kafaların ürünü olduğunu düşünecek olursak, bunda şaşı­lacak bir zan olmadığını anlarız” tarzındaki ileri sürülen tezi daha ziyade, bir kül­türe uyum sağlama (enculturaiton) süreciyle yakından ilgilidir. Bu sebeple, "aşı­rı milliyetçilik, fanatik dindarlık, geleneksel kültür kalıpları, otoritaryan kişilik tipleştirmeleri toplumdan kaynaklanan saldırganlık motifini işler. Bunlar da, şiddet normunu hazırlayıcı etkenler olarak kabul edilmelidir.

Türk sosyoloji ve siyasi davranış bilimleri alanında şiddet normu üzerinde yoğun­laşan incelemelerden biri de, Batı ve ülkemiz şartlarına dayalı olarak konunun bir farklılaşma gösterdiği inancındadır: "Batıda terörizm, toplumsal değişimi engelleyen yapısal durağanlığın zorunlu olarak ürettiği ve hatta, bilinçli olarak yığınlara karşı yönelişini hızlandırdığı bir muhalefet türü olarak açıklanırken, Türkiye'deki şiddet eylemleri gençliğin sosyo-ekonomik sorunlarına, işsizliğe, dış dinamiklerden ziyade az gelişmiş bir yapının toplumsal değişimi güçleştiren yapısal özelliğiyle ilgilidir(154) Yani Batıdaki sosyal yapı güçlenmenin değişim arayışlarını düzen dışına yönelmeye zorlanmasına karşılık, ülkemizdeki eylemlerin tam tersi, sosyo-ekonomik yapının güçlülüğünden kaynaklandığı söylenebilir."

Araştırmacıya göre, Türkiye'deki terörün kaynakları bu "yapısal özelliklerden, değişim isteklerinden kaynaklanmaktadır. ... Türkiye'de kurulu düzenindeğiştiril- mesi yolunda güçlü bir psikolojik potansiyel vardır. Sağ ya da sol ayırımı ikinci de­recede ve belki de önemli olmayan bir ayırımdır . Terör bu güçlerin düzen deği­şikliklerinin gecikmesi karşısında geçerli oluyor." "Türk Solu" üzerindeki araştır­malarıyla bilinen George S.Harris'e göre: Ülkemizde şiddet olaylarının sebebi si­yasi olmaktan ziyade sosyaldir. Bunun da kökeninde kırlık alanlardan şehir yöre­lerine aktarılan geleneksel kan-dökme biçimlerini aramak gerekir"(155).

Son yıllarda hızla büyüyen şehirleşme, köy kaynaklı dayanışmayı yansıtan ge­cekondu kuruluşlarını meydana getirmiştir. 1970'lerin ortalarında bu alt-kent ku­ruluşları ideolojik özdeşleşmeye(aynileşme) yönelerek yan sun'i muhafazakâr Ortadoks veya Alevi (Ş ii) heterodoks tarzındaki islami gruplaşmaların pekiştiril­mesini sağlamıştır. Bu yerleşim tarzları, bir cemaat şuuru içinde "sağ-sol" yarıl­maları besleyerek ortamın daha da gerginlik kazanmasını hızlandırmıştır. 1978 Kah­ramanmaraş olayı, "Solcu Aleviler" ile "Sağcı Sünniler" arasında giderek yoğun­laşan olayların, özellikle tarihi gelişimin hatıralarda yaşayan acı izlerinin dış ve içi kaynaklarca sömürülmesi neticesi, "kan-gütme" biçiminde sosyal patlamalara yol açması, Kemalist ideoloji dokusunun laiklik kodlarının büyük ölçüde, parlamentarist rejimin uyum ve bütünleşme süreciyle korunması yerine rejimin giderek ayırıcı ve bölücü normlarının hakim olmasının bir ürünüdür.

Gelişen kollektif çatışma yasasına göre, şiddet normları, Türkiye'de de tarihi ve sosyo kültürel ilerlemenin tabii bir sonucu olarak değil, dışardan pompalanmak suretiyle toplumumuzun danışma çerçevesi, referans grubu ani değişmelerle bı­rakılması neticesi gerçekleştirilmiştir. Bu kollektif çatışmalarda öğrencilerin ve işçilerin seferber kılınması, gerçi sosyalist kültürün yayılmasında hızlandırıcı etken olarak önemli bir rol oynamakla beraber, "sosyalist sempatisi" yükselen gençler kolaylıkla militan-radikalleşme eğilimine sapmışlardır. Bu suretle, sosyalist-kültü- rel seferberlik, "iktidar yoksulluğu" sebebiyle, en kısa zamanda "çatışma teorisini" yürürlüğe koymuştur. Sosyalist kültür seferberliği, bir anlamda "erken sosyalleşme" için bir başlangıç eşiği rolü oynamış, bu da giderek "yeni gecekondu insanını", 'taşralı gençleri" olayların içine çekmiştir. Bu husus, üzerinde önemle durulması gereken bir oluşumu, ortaya koymaktadır. Marks'ın bir ifadesini biraz değişik bi­çimde kullanmak gerekirse, "Yeni gecekondu insanı" "taşralı genç", sosyalist ey­lem ve çatışma “ nrileri için "yedek ordu" olarak kullanılmıştır. Bu anlamda "şid­

Page 176: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

det" olayı, çevrenin merkeze olan başkaldırmasıdır.Batıda son yıllarda yapılan araştırmalar şiddet olayları hususunda "tek boyut­

lu " düşünmeyi bir kenara itmiştir. Erken tarihlerde "çocuğa kötü muamele'nin sebebi, bazı araştırmacılar tarafından "sosyal sınıfla'" ilgili olmadığı bir "sınıf- sızlık miti "nin hakim bulunduğu tezi ileri sürülürken (156), daha sonraki araştırma­larda çocuklarayönelik şiddet olaylarının sosyal statü ile bağlantılı olduğu görüşü ağırlık kazanmıştır. Nitekim, düşük gelirlilerde şiddet oranı % 22 iken, yüksek gelir­li ailelerin çocuklarında bu oran % 11 civarındadır(157). Bunun gibi, işsiz ailelerin çocuklarında fiziki şiddet oranı % 22 iken, meslek sahibi olanlarda % 14'tür. Avni tarzda aile yapısı, büyüklüğü ve sosyal tecritin şiddetin derecesiyle il «il i olduğu tesbit edilmiştir.

Ülkemizde, şiddet olaylarına katılaııların çoğunluğu düşük gelirli veya yüksek statülü olmayan ve "merkez-çevre" ..işkisi platformu içinde "çevre-taşra" kökenli kimseler olduğu.bilinmektedir.

İşte, 1960-1968 yılları arasında Yeni Solda göze çarpan ve hazırlayıcı biı takım sosyal ve iktisadi reform ilkelerini kapsayan eylem biçimleri, bu tarihten soma mi litan radikalleşme süreci içine itilerek "şiddet" olaylarına dönüşmüştür, buıada, zikre değer nokta, belki biı Faslı antropologa atfen Şerif Mardin'in bo:ırmscdi';i "insan topluluklarını değiştirmek için "bir şey " yapılabileceği inancını yani "possibilizmi" yerleştirmiş olması"(158) tamndaki görüşleridir. Aslında, yapıla­bilecek işlerin şuuru anlamına gelen possibilizmi, 5-10 yıldanberi Türk toplununda kendilerini bir güç kaynağı olauk duyuran öğreıtti ve işçi kesimlerinde, rejimi değiş­tirmeye sevkeden bir inanç iıaliııe geliyordu. Mardin, bugünkü eylem liderleri ara­sında bu inancın önemli bir aksiyon olduğu kanaatındadır.

Türk toplumunda "şiddet olaylarını incelerken, Yeni solun teorisyenleri arasın­da bu tür bir "possibilizmin" geçerliliğini ortaya atan görüşlere rastlamak mümkün değil. 3 unlar, sosyal normlar dışına çıkan eylemleri açıklarken birbirinden farklı iki ideolojik modeli savunuyorlar. 3unlardan ilki "tutucu-liberal" ideolojik çizgi, öteki ise "sol-radikal" ideolojik çizgidir(159). Tutucu-liberal felsefi çizginin/yönünü otonom-insan; sol-radikal ideolojik çizginin insanı ise sosyal insandır. Bunlardan otonom insan, kapitalist sistemin; sosyal insan ise sosyalist sistemin ürünüdürler.

"Liberaller, sosyal durumda iyileştirmeler olmadan suçluluğun tam olarak kal­kamayacağına inanmakla beraber, polis ve baskı yöntemleriyle azaltılabileceğini savunmaktadırlar. "Sol-radikal" ideolojik çizginin "insan modeli” toplum-insandır. Sosyal insan modeli kabul edilince, sosyal normların dışına çıkan eylemlerin nedeni kişide bulunamaz.

"Kapitalist düzenin hakim olduğu ülkeler için bu açıklamalar, kapitalist siste­min eleştirisine dayanacaktır. 3u tür ele alışta temel kavram, "yabancılaşma" olma­yacaktır. 3una göre, yabancılaşmış kişi, ya sapık (devyan) eylemleri yapmakta ya da sosyal marjinalliği benimsemektedir.

"Sosyal hareketler ve iktidara yönelik hareketler için "sol-radikal" çizgi daha dolaysız açıklamalar getiriyor ve bunları sosyal eşitsizliğe tepki olarak görüyoı. sosyal sınıflarla, sınıf şuuru ile temellendiriyor. 3u ideolojik çizgiye göre, toplumun baskı altındaki kesimleri siyasi sürece toplumun normal siyasi kanalları içinde ka- tılamamakta, istediklerini elde edemememektedirler. Sosyal norm dışı eylemleı, bu yolların kapalı olmasından doğmaktadır. Böyle olunca, protesto ve sosyal norm dışı eylemler bir siyasi katılma biçimi olma niteliğini kazanmaktadır"(160).

Burada, ayrıca araştırmacı tarafından Jean Paul Sartra'ın Fanon'un kitabına yazdığı önsözdeki şiddet meselesine bakış tarzı da hatırlatılmaktadır... Cezayir di­reniş örgütünün şiddetinden söz ederken Sartre şöyle demektedir:

" S i z ş id d e t t e n b a ş k a ş e y d e n a n l a m a d ık l a r ın ı s ö y le d in iz , d e ğ i l m i? Ş ü p h e s iz , ö n c e t e k ş id d e t " A v r u p a l I l a r ı n d ı ; f a k a t ç o k g e ç m e d e n C e z a y i r l i l e r o n u k e n d i l e ­

Page 177: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

rinden yaptılar, ayni şiddet bizim üstümüze geriye atıldı, aynen bir aynaya yaklaş­tığımızda yansımamızın bizi karşılamaya gelmesi gibi"(161-)

Tekeli'ye göre, "sosyat düzeydeki eylemler bir sosyal sapma değildir, beklenen bir sonuçtur. Zaten toplumların gelişme dinamiği bu eylemlerde ya da "sınıf çatışmasında" görülmektedir."

O halde, sosyal şiddet normunun kaynağında -sol radikal ideolojik çizgiye göre- kaybeden sınıfların iktidar talepleri ve bunun için çatışmayı göze almaları söz konusudur. 3u husus sosyal gelişmenin tabiatında var olan eğilimler olarak kabul edilir. Düzenin yabancılaşması kendiliğinden sosyal eylem biçimlerine dave­tiye çıkarır.

Toplumumuzda bu tür görüşler yani "şiddetin sosyal sistemin bir gereği ol­duğu" tezi, Yeni Sol'un radikal kanatı tarafından sık sık sloganlar halinde açıklan­mıştır; "Kurtuluşa kadar devrim", "Devrim kanla yazılır".. "Emperyalizme ölüm", "Halk savaşı" gibi her gün sokaklara, duvarlara yazılan bu tür sloganlar ve afişler, sosyal düzendeki sol-radikal ideolojinin dışa yansıyan eylem kalıpları olarak görü­lebilir. Ülkede, 1980'ler öncesine kadar mahallelerin, köylerin, fabrikaların, gece­konduların, işyerlerinin, üniversite ve yüksekokulların, idari örgütlerin paylaşılma­sı ve birer kurtarılmış bölgeler olarak ilan edilmeleri, bu sol radikal grubun kendi ideolojik doğrultularındaki şiddet kalıplarının büyük payı olduğu unutulmamalıdır.

Kısacası, "insa^toplumunu değiştirmek için bir şeyler yapmalıdır" biçiminde özetlenen bu possibilizmin izlerine düşünce hayatımızda rastlamak mümkündür. Sosyal şiddeti, ideolojik ve siyasi amaçlı eylem biçimleri olarak yorumlayan bu tezin ağırlık kazanmasında,şüphesiz 1960'lardan itibaren üniversitelerde ve basında, ente- lijansiya tarafından metodik olarak sürdürülen tek yönlü Marksist şartlandırmanın önemli etkisi olduğu başlangıçtanberi vurgulanmaktadır.

3en, ferdi olarak, sosyal olayları açıklamada olduğu kadar, şiddet normunun ele alınış tarzında da, sosyolojik yöntemlerden yararlanmanın şart olduğuna inan­maktayım. 3unun için de sosyal olayların dağılım biçimlerine bakarak bir "ne­dene" varmak mümkün. 3öyle bir tümdengelim(dedüksiyon) yöntemi, olayların de­netlenmesi anlamına gelse bile,yararlıdır.

Öyleki, radikal solun yukarıda belirtilen sloganları, banka soygunları, kurtarıl­mış bölgeler stratejisi, şehir gerilla savaş taktikleri, kır gerillası gibi çok yönlü eylem biçimlerinin ortak hedefi "düzenin değiştirilmesi" noktasında düğümlenmektedir. Böylece, "terör düzenin sorunlarının nedeni değildir,* aksine^ düzenin sorunlarının yarattığı sonuçtur. Şiddet mevcut düzeni belirii doğrultuda belirli bir modele dö­nüştürmeyi amaçlar. 3u dinamizm açısından şiddet "Sağ terör" ve "Sol terör" ola­rak ikiye ayrılır. Sol şiddet değişik bir teorik görüşten hareket ettiği gibi, değişik amaçlarla da eyleme girişir. Sadece devletin siyasi biçimini değil, ayrıca devlete temel olan üretim ilişkileri biçimini de değiştirmeyi amaçlar. "Sosyalist" bir sistemin si- yasi/toplumsal ve ekonomik amaçları da "sol terörün" amacı kapsamına girer. Bu açıdan "sol. şiddet" kendini "devrimci eylem" olarak isimlendirir. 3una göre "ş id ­det sosyal.ve siyasi bir olgudur” (162) -

Ancak, insanın "bir şey" yapabileceği tutumunun temelinde öğrenci ve işçi eylem biçimlerinin,1960'lardan sonraki ortamın büyük etkisi olmuştur. 3u ortam, her iki grubu da yeni sosyal hareketlerin yaratılmasında bir yasallık duygusu yaratı­yormuş izlenimi vermiştir. Yeni soldaki bu militan radikalleşme, bu yasallık kimli­ğinin kazanılmasından sonra başlamıştır. 3u hususta Rap 3rown der ki: "şiddet, elma payı kadar Amerikanındır? 3u sözde gerçek payı, her Amerikalının sofrasında bir çeşit tatlı olan (elma payı) nekadar yaygınsa şiddet de öylesine bu toplumda yay­gın bir durumu yansıtır. Toplumun adeta bir parçasıdır.

Ülkemizde şiddetin morfolojisi ve yapısı üzerinde incelemelerin varacağı sonuç o dur ki, 1980'lerden önce ayni tip olaylar adeta günlük yaşantımızın bir parçası haline gelmişti. Ancak, Birleşik Devletlerde. 1960'lardan sonra voeunlaşan çatış-

Page 178: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

ıtıa, sosyal ayaklanmalar ve şiddet olaylarıyla ilgili olarak en kısa zamanda üç ko misyon—Kamu Düzensizlikleri Hakkında Milli Danışma Komisyonu; Şiddetin Se­bepleri ve Engellenmesi Hakkında 3aşkanlık Komisyonu ve Kampus Huzursuzlukları Hakkında 3aşkanlık Komisyonu- teşkil edildiği halde, ülkemiz içirt, konuyla ilgili hiçbir sosyo-kültürel ve psikolojik önlemin alınmaması hazindir. . Oysa şiddet olay­larının kantitatif (sayısal) tesbitleri kadar klinik yönü, psiko-sosyal tedavi yö­netiminin büyük ölçüde etkisi olduğu unutulmamalıdır. Nitekim, Amerika'da ilk kurulan "Halk Rahatsızları Hakkında Milli Danışma Komisyonu" iki eşit olmayan toplumdaki "bölünmelere",- İkincisi Şiddetin Sebepleri ve önlenmesi Hakkındaki Başkanlık Komisyonu Amerikan toplumunda şiddet olaylarının seviyesinin yük­sek oluşuna; üçüncüsü yani "Kampus Rahatsızlıkları Hakkında 3aşkanlık Komis­yonu ise "savaş silahlarını gençliğin üzerine .yönelten bir milletin kaosun eşiğin­de olabileceğine" dikkati çekmiştir. Bunlara ilave olarak, Kemer Komisyonu da kit­le araçlarının (TV gibi) kitle huzursuzlukları üzerindeki etkisini incelemek amacıy­la kurulmuştur. Bu komisyonun tesbitlerine göre, kitle iletişim araçları "sosyal protestoların devriliğini" hızlandırır ve dolaylı olarak şiddeti arttırır. 3öylece, siyasi iklim ile kitle araçları arasında bir takım ilişkiler ortaya çıkmış olur(163)

Ülkemizde 1950'lerden sonra kara yollarının kasaba ve köylere kadar, bir kan damarının vücudu sarması gibi, hızla yayılması "merkez-çevre" ilişkisini yoğunlaş­tırmış; böylece kitle taşıt ve kitle iletişim araçları en kısa zamanda en ücra köylere kadar belirli sınırlar içinde, ulaşma imkanına kavuşmuştur. Kitlevi şartlandırma ancak bu süreç neticesinde gerçekleşebilmiştir. Yine de Daniel 3ell'in ileri sürdüğü "bir millet olma kimliği", nasıl Amerika Birleşik Devletlerinde ikinci Dünya sava­şını izleyen yıllardan itibaren artan kitle iletişim ağının ülkenin bütün yüzeyine yo­ğun bir biçimde yayılması neticesi büyük ölçüde başarılmışsa, ülkemizde de, ayni süreç, 1950'li yıllardan sonra hızla taşıt ve kitle iletişim araçlarının giderek yaygın­lık kazanamasına paralel olarak büyük ölçüde bir bütünleşmeye yönelmiştir. 3una

• rağmen, ülkemiz "sosyolojik anlamda bir millet olma kimliğini" henüz tamam­lamış sayılamaz. Bu sosyolojik oluşumun gecikmesi, ülkemizde bir çok siyasi-ideolo- jik ve sosyal patlamaların odak noktasını teşkil eder. İkiye bölünmüş toplum yapı- sı-gecekondular ve Çankaya^Maçka, Şişli, Kavaklıdere gibi-iki farklı gelir grup­larının birbirinden kopuk hayat tarzı, yaşama biçimi, dünya göriişü, değer ve inanç sistemlerinin farklılaşması toplumuzda kültürel çelişkiler sisteminin en çarpıcı örneğini ortaya koyar.: Sosyalist Seferberlik mi?

Dış politikada Yeni Sol, 1950'lilerden sonra Batıya, daha doğrusu "Amerika- nizme" yönelik dostluk ilişkilerine karşı çıkıyordu. Ülkenin bazı önemli staretjik noktalarında üssler kurulması , hatta bu üsslere Türk yetkililerinin dahi sokulma­ması ve "devlet içinde devlet" olmaları eğilimi, Yeni Solun başi ca propaganda ürü­nünü teşkil-ediyordu.

1950'li yıllardan itibaren 'Türkiye'yi küçük bir Amerika yapma" eğilimi, Ame­rikalı uzmanların "kritik sektörlerde"görevlendirilmeleri, "dışa bağımlı bir sanayi sisteminin kuralması", nihayet 27 Mayıs 1960 ihtilali önce, Cemal Gürsel'in, dö­nemin başbakanına yapmış olduğu uyarı mektubunda hatırlattığı üzere, "ülke­nin sömürge kalkınma tipi" bir sürecin içine itilmesi tezi, 1960'lardan sonra da malzeme olarak kullanılmakta devam edip gitmiştir.

Yeni Sol'un dış politikaya tepkisi böylece bir noktada düğümleniyordu: Ba­ğımsız Türkiye ve Anti-Amerikanizm. 3u eylem biçimleri, 1960-1968 yılları arasında en çok kullanılan .sloganlar arasındadır. Kemalizm işte bu ortam içinde gündeme geliyor ve "dünyada-ilk bağımsızlık savaşı veren bir ideoloji" olduğu iddi­ası işleniyordu.

Kıbrıs .olaylarının alevlendiği 1963-1964 yılları arasında Türk ordusunun adaya müdahale durumunda kalması, karşısında, Amerikan Cumhurbaşkanının dönemin

Page 179: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

devıet başkanı İnönü'ye tepkide bulunması, "gerektiğinde savaş için lüzumlu yedek parçaların verilmeyebileceği" tarzındaki tehditleri ve 6 . filoyu Akdenizde harekete geçirmesi, böylece herhangi bir Türk müdahalesinin adaya yönelmesini engellemesi, Yeni Solun dışa bağımlı bu "Amerikancı" politikasının artık iflas ettiği biçimindeki yaygın propagandasının, halk, öğrenci ve aydın katların da geniş destek sağlamasına sebep olmuştur. Olaylarda mesafe alındıkça, sol sloganlar kalın çizgileriyle istikamet belirlemede güçlülük kazanıyordu. Yeni solun militan radikal kanatı "bağımsız Tür­kiye" sloganını bir yana bırakarak bu defa "tek yol sosyalizm" jargonlarını kullan­mak suretiyle yeni bir halk cephesi oluşturulması aşamalarını belirlemeye çalışı­yordu. Bazı Amerikalı denizcilerin gençler tarafından tartaklanmaları, denize atıl­maları, PAN-AM hava yollarının basılması, Amerikan büyük elçiliğine silahlı sal­dırı, büyük elçinin Orta Doğu Teknik Üniversitesinde arabasimn benzin dökülerek yakılması tarzında bir seri eylem biçimleri, liberal sol kanatın oluşturduğu anti-Ame- rikanizm kampanyası neticesi artık meyvelerini vermeye başlamıştı.

1960'lar Türkiyesi, ideolojik alanda "sosyal güçlerin" el değiştirmesi olarak tâ­rih geçecektir. Çünkü, konvansiyonel sağ bugüne kadar, 1944 olayları istisna edilir­se, siyasi iktidarlar tarafından önemli tutuklamalara ve yasal işlemlere maruz kal­mamıştır. Oysa, "Türk solu", zaman zaman radikal operasyonlar geçirmiş ve hemen her defasında "budana budana" siyasi arenada güçlü çıkmayı başarabilmiştir. 1960'lı yıllar, bu bakımdan Türk solunun, tabir yerinde ise, "bal ay ı" dönemini teşkil eder. Zira, 1965 yılında Türkiye İşçi Partisi 15 milletvekiliyle parlamentoya girebilmiş, böylece, siyasi bir güç olarak Türk parlamento tarihinde ilk dela aşırı sol kanadı temsil etme imkânına kavuşabilmiştir. Böylece, Ortadoks Marksizm (Marksist- Leninist ideoloji) yer altı dünyasından -yasallık kazanmak suretiyle- yer-üstü dünyasına çıkıyordu. Yeni Solun parlamentodaki liberal ve sendikal kanatları deği­şik tonda fakat, daha çok Marksist resmi felsefeye bağlı kalmak kaydıyla. Yeni sa­ğın liberal kanadı ve orta sol parti arasında sosyo-politik görüşlerini kamu oyuna et­kin kitle iletişim araçlarının imkânlarından da yararlanmak suretiyle, nüfuz edebi­liyordu. Şimdiye kadar parlamento tarihinde ele alınmamış konular, Meclis kürsü­sünde dile getirilmek suretiyle kamu oyuna sunuluyordu. Öyleki, petrolün, yer altı ve yer üstü servetlerin yabancı sermaye tarafından sömürülmesi, ülkenin bağımsız­lığına gölge düşüren yabancı üssler meselesi, dış yardım fonları, borçlanma, "kom­prador" yönetimi, "kapkaççı" düzeni, Amerikan emperyalizmi, doğura "feodal zulüm" "ağahk-şeyhlik ve seyyitlik" oluşumları, halkların ezilmişliği, halklara özgürlük gibi sayılamayacak birçok döviz, slogan, jargon ve mitler üniversite, fakülte ve yüksek okulların anfi ve kampuslarını, sokakları, asfaltları, elektrik direklerini, duvarları -çiçek çıkarmış bir yüz gibi- karalıyordu.

3 ir bakıma, "sosyalist seferberlik" diyebileceğimiz bu gelişme, beraberinde ör­gütlenme, dernekleşme ve sendikalaşma gibi bir takım baskı ve çıkar gruplarının oluşumunu da sağlıyordu. Türkiye Öğretmenler Sendikası (TöS ), Üniversite Asis­tanlar Sendikası (ÜNAS), ve Devrimci İşçi Sendikası (D İSK ) 1968 yılına kadar kuruluşunu üniversitelerde sürdüren fakat, bu tarihten sonra yeni eylem biçimlerini yansıtan siyasi orkitler haline gelmeleri, kısa bir süre içinde toplumumuzun "sos­yalist bir tabana" oturtulmasında önemli rol oynamışlardır, 3u sürece paralel ola­rak bazı bürokratik kuruluşlar, basın organları, yasal kuruluşlar, elitist kadro, öğ­retim üyeleri "sosyalist seferberiliğe" destek unsuru sağlamak suretiyle ortak kat­kıda bulunmuşlardır.

Ülkemizde, yüzyılların biriken tortuları, doğu insanının yaşadığı mağara hayatı, çarpıcı sosyal adaletsizlikler, toprak dağılımındaki dengesizlikler, vurguncu ve kara­borsacı bir zihniyetin türemesi, kolay ve ucuz zengin olma yollarının açılması ve nihayet para kıvıran sınıfın tatlı yaşantısı düzenin çelişkileri olarak genç kuşa«ı "bitmeyen bir kavganın” içine iten uyarıcı (motivator) unsurları teşkil ediyordu 3una karşılık, iktidarların parlamentarist bir düzen içinde toplum katlarında beliren

Page 180: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

ou DuyuK sosyo-ekonomik yarılmaları çözecekleri yerde, belirli bir zengin tabakayı (plütokrasi) giderek güçlendirmesi ve bu sınıfın "milli br tez yerine", "para üstüne para" yığma gibi şahsi çıkar peşine düşmesi, hatta "Mıgırdıç Şelefyan" veya "Go- mel" tipinde sembolleşen üst-kapitalist bir yapıyı oluşturması beliren çelişkileri daha da derinleştirmiştir. Yönetimi elinde tutan kadroların önemli bir kesiminin , toplumumuza yansıttığı üst-ahlâksızlık (süper-dejenere) türünden yönelim biçimleri karşısında, Anadolunun belirli bölgelerinde Türk insanının son derece ilkel yaşantı biçimleri, belirli yaş gruplarının, özellikle üst öğrenim seviyesindeki gençlerin mizaç ve karakter yapıları gereği , "kutsal isyan" duygularını tahrik etmiş ve onları büyük ölçüde düzene karşı aşırı kutuplaşmaların içine itmiştir.

Yeni Solun elitisit ve propagandist güçkri tarafından son derece sistematik yöntemlerle sömürülen bu duygular, gençleri kampus ayaklanmalarına, sokak miting­lerine ve meydan kavgalarına itmiştir. Bir Batılı düşünürün: "Musiki notaları gibi birbirimizden farklı olsak bile yine birbirimiz için değil m iyiz?" tarzındaki uyumcu ve bütünleştirici felsefesi; bir hayat hamlesi olarak gençlere aşılanacağı, onlara di­namik ve akılcı çözüm yolları gösterileceği yerde solun, Latin Amerika, Afrika ve Uzak Doğu ülkelerinde modası geçmiş sloganlarının tekrar tekrar ısıtılıp sunalması, beyinlerin yıkanılması^'fikirle çözümlenecek" meselelerin "kavga ve şiddetle çözüm­lenebileceği" bir sosyal arenayı hazırlamıştır. Oysa, 1960'lara gelinceye kadar, Türk düşünce hayatında resmi felsefenin bir kanadını teşkil eden Kemalizm ile, halk katlarında yaşayan dini sistem ve milliyetçilik ideolojisi bir bütün olarak rejimin iki güvence kaynağıh! teşkil etmekteydi. Ancak, Yeni Solun -belirli bir dönemde, arka­sında bir yığın sosyal ve iktisadi meseleleri bulunan ülke gerçeklerine sahip çıkması- oluşan tayfın, anayasal kuruluşlardan üniversiteye, bürokratik kadrodan işçevrelerine kadar yansıması, toplum yapımızın düşünce kalıpları ve morfolojisinde köklü değiş­melere sebep olmuştur; Bu süreç, aynı zamanda Yeni Solun, Eski Solun yerini almasıyla da belirginlik kazanmıştır. Batıda olduğu gibi, ihtilalci anarşistlerden tutu­nuz da sendikalistİer, sosyalistler ve komünistlere varıncaya kadar yeni sol tayfın ülkemizde de oluşumuna yol açmıştır.

Ancak, bu "Yeni Sol Tayfı" içinde, sosyal düzenin ihtilalci yöntemlerle değil de parlamentarist rejim değişikliğiyle çözümlenebileceğine inanan liberal so l, kanatın ağırlığını hissettirebilecek biçimde bir varlık gösterememesi, hatta radikal sol kanat içinde erimesi, 'Türk Solu " için kuşkusuz büyük bir talihsizlik olmuştur.

Yeni Solun militan radikal kanatı;bir "safra" olarak çıkarıldığı takdirde, Türk toplum yapısı "vitesi" -e "freni" ile donatılmış iyi. bir araç olabilirdi. Bir Çin ata­sözü vardır: "eğer bir inasana bir balık verirseniz onu bir gün için beslersiniz', eğer ona balık avlanacağını öğretirseniz onu günlerce beslersiniz". Toplumumuzda güç dengesi hiçbir vakit tek yönlü düşünce kalıplarıyla sağlanamaz, sağlansa bile bun­ların uzun ömürlü olabileceği düşünülemez. Oysa, demokratik bir toplumda, çoğul­cu kuruluşlarda "sosyal denklemler" teşkil edebilecek unsurlara ihtiyaç vardır. 3u sebeple, sağlıklı liberal yeni bir solun, sosyal düşünce hayatımızda kök salması ge­rekirdi

3ir toplumda insanlar birbirlerinin düşüncelerini beğenmeyebilirler, fakat dü­şünce hakkına karşı gelemezler. Çünkü düşünce hakkı kutsaldır. "Görüşlerini beğen­miyorum ama söz hakkınıza saygı duyarım" ilkesi hepimizin ortaklaşa paylaşacağı bir halk felsefesi olmalıdır. Eskilerin bir sözü vardır: "Barika-ı hakikat müsademi ef­kârdan doğar". Bu demektir ki, gerçeğin ışığı ancak fikirlerin çarpışmasıyla ortaya çıkacaktır. Nasıl bir halının dokunuşunda çeşitli istikametlerde ipler kullanılırsa, toplumun da düşünce dokusu farklı görüşlerle oluşur. Önemli olan bu farklı düşün­celerin insanı "doğruyu" bulmaya, " iy iye " yönelmeye sevkedebilmesindedir. İs- lamda Hz.AIi'ye atfedilen bir söze göre: "Doğrunun hakkı iki sevap, yanlışın hakkı bir sevaptır J Görülüyor ki, İslam geleneği "yanlış" görüşe de sevap hakkı tanımakla hem karşıt düşünceye saygı duyduğunu, hem de "doğruyu" bulmada ona yar­dımcı olduğu için hoşgörü ile bakmaktadır. İslamın dinamikliğini, kendisiyle ayni

Page 181: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Kanaatta bulunmayan düşüncelere bile saygı duymasında aramak gerekir. 3u sebep­le, islami ve eski Türk kültür kodlarını devreye sokmak suretiyle-birbirimizden farklı düşünsek bile- yine birbirimiz için olduğumuzu unutmamız gerekir. Batıda hoşgörü (tolerans) fikrinin geliş meşine, rönesans ve reform hareketlerinin gelişmesiyle ay­dınlanma döneminin güçlü etkisi ymında,) .J.Rousseau, John Lock ve benzeri birçok dü ünürlerin önemli etkisi olduğu bi inmektedir.

Acı ve tatlı, 30 yılı aşan demokratik rejim denemes! halkımızdaki yan­sımasının bir değerlendirilmesi yapılmak suretiyle, nesilden nesile aktarılan Türk toplumuna has dayanışmacı ve cemaatçı norm ve değerler sistemine dayalı bir hoş­görü ortamı yaratılabilinir. Bizde kitle eğitimi yanında, grup eğitimi ve grup,çalış­maları parçalanmış, bölük pörçük edilmeşi toplum hayatımızın yeniden düzenlen­mesi bakımından ilk ele alınması gereken konuyu teşkil eder.

Cemaatçı bir gelenek hususiyetine sahip Osmanlı toplum yapısı, Tanzimat dö­nemi sonrası hızlı bir Batılılaşma süreci içine itilmiş ve muhafazakar değerler ve inanç kalıpları bir "yenileşme süreci” uğruna sürekli bir biçimde erozyona uğratıl­mıştır. Batıda yetişen aydın tipi. Ahmet Mithat Efendinin "Bahtiyarlık” romanında (1885) görülebileceği gibi, ilk defa "köye dönüşü" müjdeleyecektir .Galatasaray Sul­tanisinde okuyan iki yatılı öğrenci arkadaş var: "Senai ve Şinasi". "Senai, şehir­lerdeki maişet-i mütemeddinenin pek şiddetli ve gayretli taraftarrı olup, Şinası ise bilâh’s kır ve sahra âlemini tercihde bulunur". (164). Şehir hayatına özenen Senai, köylü bir babanın oğludur. Köv hayatına hasret çeken Şinasi ise şehirli bir memurun çocuğudur. Refah ve saadetin bu köylerde olduğuna inanan Şinasi, arkadaşına şöy­le der: "Evet, köye gideceğim, köylü olacağım. Kendimce ettiğim arzuda taTf dalıi yardım ederse beni mutlaka köylü göreceksiniz". Senai'nin gözü Avrupadıdır, zengin bir ailenin çocuğudur. Bu sebeple, Avrupalıca yaşamağa en yakın yer olan Bey- oğlunu tercih eder. Avrupa'dan Beyoğlu’na dökülmüş artist kalıntılarıyla düşüp kalkar".

Ahmet Mithat Efendinin, yalnız köylülükten değil, Osmanlı olmaktan da utanan ve nefret eden bir "tatlı su frengi" olarak yarattığı bu tipin, Cumhuriyet döneminden sonra ve günümüzde de kimliğini sürdürdüğü bilinen bir gerçektir. "Bahtiyarlık” bir roman da olsa, romantik bir hava da' taşısa Osmanlı seçkisinin ikili yapısını ortaya koyması yönünden dikkat çekicidir.

Oysa, bu ikili (dual) yapının zararlarını sezinleyen Gökalp,aydın ile halk arasın­daki yarılmaları giderici kültür nişlerini tesbit etmeye çalışmıştır. Öyleki, aydının halka gitmesi ve halktaki değerleri alırken ona medeniyet unsurlarını da aşılaması gerekir. Bu-ifadeler, modern sosyolojik anlamda halkla aydının bütün­leşmesi ve toplumdaki "kültür boşluğunu” doldurması demektir. Bu kültür boşluğu, Gökalp'e göre,Tanzimatın bir sonucudur.

Doğulu bir ülke olmasına rağmen, Japonya 3atılı olmayan diğer devletlerden daha hızlı kalkınmaya sevkeden ve uyumlu bir toplum modeli yaratmasını sağlayan bir takım unsurlar daha vardır ki, bunların bışında: a) Japon ideali, b)cemaat yapısı gibi önemli kültür kodlan gelir. Araştırmacı Jansen'e göre, bunlardan ilki yani ideal kimlik en etkin olanıdır. Bu ideolojiler esas sloganlar olarak modern çağın her döne­minde Japon elitleri tarafından kullanılmıştır. Tokugawa zamanında 'ülkeyi zengin kılmak" ve "orduyu güçlendirmek"; Meiji (ışık) döneminin başlangıcında "uygarlık ve aydınlanma"; Meiji döneminin sonunda ise: "Kendiniz için bir şeyler yapınız"

, gibi sloganlar hâkim olmuştur. Bu tür sloganlar, ayni zamanda milli hedefler hakkın­da düşünme tarzlarını gösterir(165). Japon karakteri ve milliyetçiliği bu sloganlarla gelişmiştir. Belirli dönemleri sembolleştiren bu üç slogan bir yanda muhafazakârlar, öte yanda liberaller olmak üzere "medeniyet ve aydınlanma" ile "kendiniz için bir- şeyler yapınız" ideailini; muhafazakârlar, ise "ülkeyi zengin kılmak" ve "orduyu güçlendirmek" gibi ilkeleri birer hayat felsefesi olarak benimsemişlerdir. Fakat, bir örneğine hiçbir toplumda görülmeyecek şekilde, hem muhafazakârlar hem de libe-

,-raller Japonya'yı milletlerarası güçlü ve modern bir devlet kılmak için birleşmede

Page 182: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

başar.ı sağlayabilmişlerdir.Japonya'da toplum dinamiklerini belirleyen ikinci etken de "cemaat yapısı "dır.

Dış gözlemlere göre, münferit gruplara sadakat ve grup çıkarlarını uzlaştırma, gerçek menfaat gruplarından daha fazla Japon sosyal faaliyet biçiminin tipik yönünü teş­kil eder. Bu suretle siyasi partiler ve işçi sendikaları gibi çatışma grupları bir noktada iktidar merkezleriyle anlaşmaya yönelmeyi "toplumun bunalımdan çıkması için" tarihi fırsatlar olarak değerlendirmişlerdir. Bu yüzdendir ki, Japonya'da alt tabaka­dan gelen tüccarlaı. ile yüksek tabakadaki Samurailer arasında-Avrupa'da olduğu gibi- sınai çatışmalaı yarine dostluk hâkim olmuştur"( 166)-

Demek ki, toplum yapısı ile ilgili olarak Japon sosyal sistemi esas olan modern­leşmeyi başlatmıştır. Burada, fert için bir başarı güdüsü teşkil edebilen aile yapısı­nın da önemi büyük olmuştur. Japonya'da aileler, imparator veya devletin şahsın­daki nihai yetkiye dayanan bir takım yükümlülükleri ile birbirlerine bağlıdırlar.

Japonlar da tıpkı Yahudiler gibi, kendi kültürlerini canlandırmak ve milliyetçi­lik duygusunu yüceltmek suretiyle kalkınmalarını gerçekleştirebilmişlerdir. Bazı 3atılı araştırmacılar Japon kalkınmasının sırrını şu şekilde özetlemektedirler: "Mo­dern bir toplum için elzem olan sosyal bir sistem"(167). Gerçekte, bir yanda "Or- yantal-feodal" bir kuruluş ve cemaat yapısına dayalı otorite ve sosyal ilişkiler sis­temi, öte yanda 1868 yılındanberi yetişen Batı tipi bir organizasyon. İşte bu "i- kili imaj" Japon kalkınmasında bir uyum meydana getirir. Karsh'a göre, batılılaş­mış toplumlar içinde sanayileşmiş bir toplum olan sadece Japonyadır"(168). 3u gerçeği, 1915 yılında T.Veblen şöyle açıklıyordu: "Teknolojisi modern fakat, sosyal denetim kurumlan feodal olan bir millet"

Japon kalkınmasında bu muhafazakâr ve liberal düşünceler iki önemli tarihi misyonu gerçekleştirmişlerdir. Bunlardan ilki, 1867 yılından itibaren 3atı ile temas, Japonya’da Avrupa ve Amerikanın güçlü nüfuzunun hissedilmesine sebep olmuştur. Bu durumda Japonya, bağımsızlığının tehdit edildiğini sezerek, kendi öz kaynaklarına dönmek suretiyle Japon idealleri etrafında toplanmayı başarabil­miştir. İşte Japon milliyetçiliğinin yeniden canlanışı, hiçbir sömürge hayatı ya­şamamasına rağmen, bu şartlar altında gerçekleşmiştir(169). İkincisi, siyasi ve sosyal reform hareketlerine veya köklü kültür değişmelerine girişilirken başarı sağlayabilmek ve toplumu çöküşe süıüklememek gayesiyle bir yanda ve bir saha­da inkılapçı olunurken,diğer sahalarda muhafazakâr kalma zarureti duyulur"(170)

İşte Batı dünyasında "Japon mucizesi" diye adlandırılan olayın ana çizgileriyle tablosu budur. Japon toplum kalkınmasında temel hareket ettirici unsur "muhafa­zakar" ve "liberallerin" ülkeninin milli çıkarları karşısında olağanüstü birjeşme nite­liğidir. Bunun da temelinde-biraz önce belirttiğimiz üzere- Japon inanç ve değerler sistemini yansıtan kültür kodları bulunur.

Günümüzde, Japon toplumunu, belirli sosyal çizgiler içinde izleyen bir diğer ülke de İngilteredir. Bu ülkede, muhafazakârlar ve liberaller toplumun milli çıkarları karşısında daima uyum sağlayabilecek bir zihniyeti temsil ederler. Böylece, "Büyük 3ritanya" idealinde muhafazakâr ve liberal düşünce temsilcileri, sosyal çatışmayı çoğu kez, daha güçlü uyumlar için bir basamak olarak kullanmayı başarabilmişlerdir. Başlangıçta, "dünyada ve İngiltere’de Marksizmi" tahlil eden eserler incelendiğinde "İngiliz Marksizminin -sosyalizmin beşiği olmasına rağmen- dünya Marksist hareket­leri karşısında hemen hiçbir önemli yer tutamadığı Marksist literatür incelendiğinde Sürülmektedir. Bu ülkede Marksizm -tabir yerinde ise- adeta "İngilizleşmiştir". Tıp­kı Torez'in : "Ç in ’de Marksizmin Çimlileşmesi" yargısında olduğu gibi.

Ülkemizde, 12 Eylül öncesi yaratılan kaos ve bunalımdan çıkmak ve "büyük dönemeci" dönmek için sadece bir takım yasal önlemleri almak yeterli değildir. Kerenski, batılarını anlatırken, doksan günl' k iktidarı döneminde o kadar çok sa­yıda toplum yararına kanun çıkardığını ifade etmiştir ki, yine de mukadder akı­betten !İus milletini ve kendisini kıııtaıamamızın .

Yeni S»! ve V'Mii S;it> Bir sosyal D enklem di:Türkiye iyi işlemeyen bir demokrasi, "yoksul" iktidarla^ ve "kendini ken­

dinde bulması" gereken bir arayış yerine, Batı norm ve değerler sistemine yönelik kimliği bir "dört yo l" ağzına getirilmiştir. 12 Eylül öncesi böyle bir bunalımın temelinde sadece rejim bunalımı veya anayasa değişikliği gibi bir takım etkenleri

179

Page 183: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

yeter sebep olarak ileri sürmek isabetli olamaz; bunların da ötesinde ikiyüz y ıl­dan beri sosyal yapıyı çevreleyen din, ahlâk, milli değerler gibi bir toplumu ayakta tutan manevi sütunların aşınması önemli unsurlar olarak zikredilebilinir. Bu sebeple, yakın geçmeşimizdeki bir takım siyasi çekişmeleri, sosyo-ekonomik patlamaları "temel âraz" kabul ederek, "sebebi neticeyle" tedaviye kalkışmak büyük hata olabilir. Sosyal ıslahatç ılar olaylara tahlilci bir güzle bakarken, hiçbir vakit "teşhis", "durum tesbiti" ve "tedavi diyebileceğimiz yöntem ve cknikleri gözden uzak tutma­dıkları gibi, sosyal müesseselerin gerisinde belirginlik kazanan hastalık belirtilerini yüzeyden tedaviye kalkışmanın da sakıncalarını bilmektedirler. Çünkü, sosyal olay­lar fonksiyonel bir tarzda birbiri eriyle bütünleşir. Birinde meydana gelen uyumsuzluk sosyal denklemin tümünü etkileyebilir. 'Sosyal iyileştirme" denilen tedavi yöntem­leri, esasta hastalık ârazlarını bütiincül bir şekilde ela almayı gerektirir. İngilizlerin tanınmış ilim dergisi Minerva'da yayınlanan bir inceleme de bu görüşümüz destekler mahiyettedir. "Geri kalmış ülkelerde geri kalmış ilim ” adlı yazısında Stevan Dedijer şöy.e divordu:

"İlmi gerçeğin verimliliği ve uygulanması fertlere hikaye edilen bir konu olma­yıp daha ziyade yabancı üniversitelerde iyi eğitilmiş,arzu edilen şekilde donatılmış’ b ir yetişme tarzıdır. 3unlar, ilmin geleceği için önemlidir, ancak ilmin gelişmesi, beslenip değerlendirilmesi, daha ziyade uygun bir sosyal yapıya dayalı kollektif b i r başarı ve anlayışın neticesidir. 8 u sosyal yapı, ilmi bir cemiyet ve onun uzman­laşmış müessesesidir. İlim özerk bir şekilde gelişip müesseseleşinceye kadar, öteki Hususların ilerlemesi gerekir"(171).

Yeni sol ve Yeni Sağ, bu sebeple toplumumuzun vazgeçilmez bir parçasıdır. Her ikisi de sosyal şartların zorlamalarıdan doğmuş bir takım ihtiyaçları karşı­lamaktadırlar. Önemli olan bu iki kanatı kıyasıya bir çatışma modeli içine sürük­lemek veya birbirlerine ters düşecek bir "negatif kimliğe" yöneltmek değil; tersine, birinin "izafet çerçevesini" veya idrak sahasını etkilemeyen bir sosyal problemi ötekinin algılaması ve ona "tarihin misyonu'* yüklemesi, "yasadığın biricik temsil­ciliği" hakkının tanınmasıdır. "Gerçeği kavrama'* ve "yanılgılar" sosyal olayların akışı içinde her zaman tabii olan şeylerdir. Ama, '*tek gerçek vardır, onu da sadece ben bilirim" demek aslında dogmatik bir zihniyetin ürünüdür. Bu sebeple fertlere; gerçeklere giden yolun farklı ve değişik yöntemlerle de olsa bulunabileceğini; doğ­ru ve yanlışın, iyi ve kötünün tek belirleyicisi, birbirine ters düşen fikirlerin ancak sosyal bir arenada karşılaşması neticesi çözümlenebileceği telkin edilmelidir. An­cak, "iy i vatandaş modeli" yaratılmaya çalışıldığında, müesseseler "sosyal iyileş­tirme'* operasyonuna tabi tutulduğunda "milli birliğimizin" sağlanabileceği dü­şüncesi unutulmamalıdır. Ünlü Amerikalı sosyolog, Daniel Bell, daha önce temas ettiğimiz bir yazısında da belirttiği gibi, bu konu ile ilgili olarak şöyle diyordu: "Amerikan milletinin tarihi bir gerçekliği olduğu bilinmektedir. Ancak, bir mil­let kimliğine ulaşması ikinci dünya savaşı sonlarından itibaren gelişen kitle ile­tişim araçlarının -vücudun her noktasına kan devarınının yayılması gibi- toplumun her katını etkileyerek bir millet bütünlüğü yaratması neticesi gerçekleşmiştir".

Günümüzde kitle iletişim araçları, çoğulcu toplum yapısının mozaikleşmesinde önemli bir etken olduğu gerçeği D.Bell'in teşhisiyle bir kerre daha doğrulanmıştır. İsrail ve İngiltere gibi ülkelerde yazılı -tesbit edilmiş- bir anayasa bulunmadığı halde, bu ülkelerin rejimleri oyun kurallarına göre uyumlu bir şekilde yürütülmektedir. Biz de ise yazılı anayasanın(1961) "devleti batırdığı" iddiası vardır. Sosyal bilim­ler alanında çalışan araştırmacılar "kanunların . bozukluğu" sebebiyle ülkelerin yıkıldığını hiçbir zaman iddia etmemişlerdir, ama ahlâkın bozulmasıyla' toplum- İarın içten çöktüğü Eflatun'dan beri bilinen bir gerçektir. Nitekim, Aristo, şöyle di­yordu: "En bedbaht millet kaleleri ayakta durupta ahlakı harabe olan millettir..."

Bu bakımdan, ilkin 12 Eylül'e neden geldik? Bu hususta sosyal bilimcilerin, tarihçilerin teşhislerine ihtiyaç vardır. Hatta, gşrekirse bu alşnda yetişmiş uzman kişi veya kuruluşlardan -Batı Almanya Üniversite Reform Komisyonu Raporunda olduğu gibi-yararlanabilinir İkinci kademede ise "dirim tesbiti" veya "durum muhakemesi" diy bileceğimiz tartışma safhası gündeme gelebilir. Burada, olayla­rın mahiyeti, yapısı, dış etkenler gibi birbirinden çok farklı açılardan konuya

Page 184: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

yaklaşım yapılabilinir. Nihayet, hastalığın işileştirilmesi, kullanılan tedavi yön­temlerinin ele alınması gibi ıslahatçı bir bakış açısıyla konuya yaklaşımlarda bulu- nulabilinir. Ancak, bu tür girişimler gerçekleştirildiği takdirde, sosyal şiddetin kök­leri kurtulabilinir. Şu anda, sağ-sol çatışmasıyla bir açmaza sürüklenen ülkemiz, 1917'lerden önceki "Bolşevik-Menşevik" kutuplaşmasına benzer bir girdaba sü­rüklenmiştir. Bu oluşumda, şüphesiz Lipset'in ileri sürdüğü: İlerlemekte olan hemen bütün ülkelerde- entellektüellerle dini sistem ve laik değerler arasındaki sosyal gerginliğin andemik bir hususiyet taşıması" önemli rol oynamaktadır (172). Bu bakımdan önemli olan bu sosyal gerginliğin temelden kurutulması ve toplumun uyumlu bir yapıya ulaştırılmasıdır.

Yeni sağ sosyal değişmelerin belirginlik kazandığı 1950'lerden itibaren Türk toplum yapısındaki yerini almıştır. Türk toplumunun an- modülü umumiyetle sağ düşünceye dayalı bîr kimliği yansıtır. Tarihimizde, yeniliklerin, önemli sosyal de­ğişme kalıplarının 19.yüzyılın başlarından itibaren üst-yönetici diyebileceğimiz Osmanlı bürokrasisi tarafından yukarıdan aşağıya olmak üzere yürütüldüğü bilin­mektedir. Üçüncü Selim ve İkinci Mahmut'la sürdürülen bu güdümlü (direct) de­ğişme (cedidleşme) hareketinden önce, Osmanlı toplum yapısında rastlanılan kül­tür değişmesi sürecini, az da olsa, Batıda eğitim görmüş veya Batıyla temas sağlayan münferit kişilerin serbest kültür değişmesi diyebileceğimiz yeni değer ve normlar aktarılması hadisesinde de "cultural borrovving" gözleyebiliriz.

Osmanlı toplum yapısında yenileşme hareketleri, devletin çöküş grafiğini çiz­diği dönemlere rastlar. Nitekim, ünlü bilim adamı Hacı Halife (Katip Çelebi 1653) bu durumu şu şekilde açıklıyordu:

"..İnsanın sosyal durumu onun terdi durumuna uyar ve ekseri hususlarda biri diğerine paraleldirj-jerşeyden önce insanın tabiî hayatı büyüme, duraklama ve düşme yılları olmak üzere üç safha halinde hesaplanır. Kişilerde bu üç safhanın süreleri mukadder olmakla beraber, bu süreler ferdi yapının sağlamlığına ya da zayıflığına göre değişir. Peygamberin (kendisine salık ve selâm olsun) hicretinden itibaren tarih 1063'e geldiği ve Devlet-i Ali'ye-i Osmaniye 364.yılına eriştiği zaman, Tan­rının geleneği,medeniyet ve insan toplumlarının tabii kanunları uyarınca bu Dev- Iet-i Aliyye'nin durumunda hastalık belirtileri, tabiatında ve güçlerinde ahenksiz­lik izleri göriildü"(173)»

İbn Haldun'un "Tavırlar" nazariyesinin izlerini taşıyan bu görüşler, devletin resmi düşünürünün ağzında^, artık "devıeti aliyye" de hastalık belirtilerinin 17. yüz­yılın ilk yarısmdan itibaren ortaya çıktığını açıkça göstermektedir. Ayni şekilde Hammer'in 'Türk Montesquieu"sü olarak adlandırdığı IV.Murad'ın ünlü danışmanı Koçi Bey’ de "Risalesi"nde (1630) devlet cihazının çöküntüye maruz kaldığına işaret etmiştir. Böylece, Osmanlı kültür ve medeniyetinin çöküşüne yol açan se­bepler devlet idaresi, iktisadi ve sosyal hayat ile, manevi, kültürel ve entellektüel alanda olmak üzere çeşitli risalelerde ortaya konmuştur. Şimdi, önemli mesele Batı tesiri karşısında Osmanlı toplum yapısında aksayan tarafların neler olduğunu tesbitten ibarettir. OsmanlIların, fütuhat ve yayılma siyaseti sonucu, geniş coğrafi bölgelerde farklı kültür çevreleriyle temas sağlamaları kültür değişmesi denilen bir hadisenin de meydana gelnesine sebep olmuştur. Bazı Batılı gözlemciler,bu tür kültür değişmelerinin, özellikle Türkler,Batı tesirinin, Bizansınki kadar eski olduğunu iddia ederler(174). Bu ilkin ateşli silahların kullanıldığı savaş sanatlarında, sonra gemi yapımı ve deniz savaşları tekniğinde göze çarpar. Bunların yanında 16. yüzyılın başlarında İspanya'dan ve Portekiz'den, kendileriyle birlikte bazı tıbbi ve teknolo­jik bilgileri getiren Yahudiler ile AvrupalI diplomatların İstanbul'a yerleşmelerine tanık oluyoruz(175) Buna karşılık, Osmanlı devletinin ıslahat endişesiyle 3atıya açılma teşebbüslerini de bilmekteyiz. Avrupa ile V III. yüzyılın ikinci yarısından itibaren gerçekleştirilen kültür temasları, ilk defa toplum hayatımızda belirli ölçüde değişmelere sebep olacaktır. 1721'de Paris'te Türk elçiliğinin başlattığı moda, İs­tanbul'da daha küçük ölçüde bir Frenk tarzı ve stili modasıyla karşılık buldu(176). Damat İbrahim Paşa, Haliç'te yeni bir Versay kurma gayreti gibi maddi kültür unsurlarında meydana gelen değişmeler peşinde koşarken, kadınların toplum ha­yatındaki yeri de"Lale Devri-' motifi içinde hayli değişmeye uğruyordu. O dev­rin dünva görüsü ve havat tarzlarında meydana gelen değişmeleri yakından takip

'l

Page 185: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

etmek istiyorsak aşağıdaki ifadelere bir gözatmak kâfidir:"....Bu vezir miras yedi meşrebdir, gece ve gündüz zevk-u sürür icat eder v.e

kendünü müteallikatının sefasına kanaat etmeyüp halka aldatacak şey lâzımdır deyü iydlerde A t meydanı ve Sultan Ahmet ve Beyazıt avluları ve Yeni Bahçe ve Yedikule ve Bayrampaşa ve Eyüp ve Kasımpaşa ve Tophane ve Sa’ d-âbâd ve Dolmabahçe ve Bebek ve Göksu ve Çubuklu ve Beykoz ve Üsküdar'da Harmanlık nâm mahallerde dolaplar ve beşikler ve atlı karıncalar ve salıncaklar kucdurup ricâl ü nisâ mahlut ve kadıncıklar salıncağa binüp inerken hubbaz yiğitler kadın­ları kucağına alup salıncağa koyup çıkarup kadınların salıncakta uçkurları mey­danda hoş sadâ ile şarkılar çağırttığında nakısatü'lakl nişvan taifesi mail olup ki­mi zevcinden izin, kimi izinsiz, izn-i âmdır diyerek seyrana alup olmaz ise talâk eder. Tatlik avratların yedinde gibi olup ehli ırz diyecek her mahallede beş hatun kal­madı... Halkın nizamında olan ezvacını ve taam ve libaslarını baştan çıkardı"(177).

Bu tablo, Osmanlı toplum yapısında 18. yüzyılın ilk yarısından itibaren ahlâk normlarında önemli gerilemeler kadar, 3atı tipi değerlerin nasıl bir yayılma istikameti çizdiğini de göstermesi bakımından ibret vericidir.

Görülüyor ki, Lale devrinde girişilen modernleşme hareketi tabandan değil yine yönetici kadrodan geliyor fakat, halka doğru yayılıyordu. Sadrazam ve yenileşme hareketinin etki alanında kalan birçok aydının, Patrona Halil isyanında öldürülme­sinden bir süre sonra, 3atıyla olan kültürel temasların tarihi seyrine devam ettiğini görmekteyiz.

Dışarıya açılmak için kabuğunu çatlatan Osmanlı toplumunun bu hususiyetini "Modern Türkiye'nin Doğuşu ' 1 adlı eserinde B.Lewis şöyle tasvir etmektedir:

"Bu yüzyıl boyunca veya Avrupa’dangelen bu yeni fikirlerin ilk sızmaya başla­masından sonra geçiş kanalları genişledi ve sayısı arttı. Damla halindeki sızıntı önce ırmak, sonra da sel haline geldi. Batının maddi kültürü İslam toplumunun çok kez pek kötü bir şekilde yapısını ve çehresini değiştirirken, Batıdan gelen fikirler de yeni özdeşlik ve bağlılık kalıpları yaratarak ve yeni emellerin, gayelerin şekillenmesini sağlıyarak, grup dayanışmasının bizzat temellerini etkiledi. 3u yeni fikirler de üç kelimede özetlenebilir: Hürriyet, eşitlik ve kardeşlik.."

18. yüzyılın ikinci yarısında Batıyla devam eden temaslar, daha üst seviyede bir seyir takip etmiş ve devlet, Avrupa'da inceleme yapması maksadıyla,Ebu Bekir Ratip Efendiyi Avrupaya özel elçi olarak göndermiştir. 1791 yılında Viyana'ya giden Ra­tip Efendi burada bir yıl kalarak Avrupa devletlerinin özellikle Avusturyanın iktisadi refah durumu, eğitilmiş ordu düzeni, hükümet sistemi, siyasi ve toplum yapısı hakkın­da bir rapor hazırlamıştır(178). 3u yoğun teşebbüsler, önceki yüzyıl içindeki 3atıyla olan temasların hazırladığı birikimin su yüzüne aksetmesi olarak ifade edilebilinir. Henüz 1803Merin başında mühendislik okulu mezunu Seyid Mustafa Şöyle diyordu: "..Ve vakit kaybetmeksizin,ben, güzel ilimlerin üzerinde yazmış yazarları tanımaya eriştirme yeteneğinde ve en evrensel dil olarak Fransız dilini öğrenmeye koyul- dum"(179).

19.yüzyılın başlarında, asiler tarafından öldürülen Seyyid Mustafa, ilk defa Batı­yı örnek olarak alan mühendis okulunun yetiştirdiği aydın kadronun çekirdeğini teşkil eder. 3öylece, yenilik hareketi, daha önce de işaret ettiğimiz üzere, okullaşma neticesi giderek toplum katlarına doğru yayılmaya başlayacaktır. Osmanlı toplum yapısında düzene sahip çıkanlar kadar yenileşme taraftarları da bir kıvılcım halinde beliriyordu. İşte Seyyid Mustafa ve arkadaşları bunlar arasındadır. 3unlar, Fransız devrimi kadar bu devrimi başlatanların da etkisi altında toplum yapısına yeni bir ruh, yeni bir canlılık vermek isteyen yenilikçiler veya reform taraftarlarıdırlar. Ancak, merkezi yönetim sistemi, 3atı düşüncesinin istilasi karşısında son derece tedirgindi.

1800'lerde yenileşme süreci devlet felsefesi haline dönüşmüş, bizzat II.Mahmut uzun süren yönetiminde Batıya dönük bir yenileşme kampanyasını başlatmıştır. Ba­tı tipi okulların açılması, ordunun teçhizi ve kılık-kıyafetteki değişmeler, Avrupa­ya öğrenci gönderilmesi bu tür yenileşme hareketleri icînHe ilk akla gelenleridir.

Page 186: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Mecburi küitür değişmeleri çerçevesinde başlatılan bu yenileşme eğilimlerinin öze Jeğil,daha ziyade şekle yönelmesi, özellikle başlığın yerini fesin jcübbe ve terliğin ye- ini de redinctonlar, pelerinler, paııtalonlar ve siyah derili potinlerin alınası çakalların

kesilmesi, brzzat padişahın da bu yenileşmeye katılması; perşemebinin tatil günü olması, Fransa'dan alınarak devlet dairelerinde kabul edilmesi, Sultanın portre­lerinin devlet dairelerine as;!ması; yabancı diplomatların Avrupa protokolüne göre kabul edilmesi; verilen resepsiyonlarda bizzat sultanın bulunması, misafirlerle sohbet etmesi ve hatta hanımlara hürmet gösterecek kadar ileri gitmesi, haklı olarak halk katında "reform bu mudur?*tarzındaki endişeleri yaratmıştır.

Harp tazminatı meselesini görüşmek üzere Rusyaya gönderilen Halil Paşa 3 eri döndüğürtde açıktan açığa "Devlet-i Aliyye'nin yaşaması için Batıyı taklitten başka çaresi olmadığını" ifade ederken aslında dönemin devlet erkânının görüşlerine tercüman oluyordu.

Kendi oz kimliğinden sıyrılırcasına 3atıya dönük bu yenileşme akımının yetiş­tirdiği aydın kadro, umumiyetle, maddeci inanç sistemleri içinde bunalım geçiren, bir bakıma iki kültür arasında sıkışmış bir "Senai" tipi, bir "ta tlı su frengi", hatta Recaizade Ekrem'in 'Araba Sevdası" roman kahramanı Bihıuz 3ey misali bir "Batı­lılaşmış Züppe", bir "Yaban"dıı.

Tanzimat Fermanı ile yenileşme hareketi, adeta müesseseleşmiştir. 1850-1900 Urda yeni Osmanlılar ve onu takiben Jön Türkler olmak üzere bir takım köklü entel- lekfücl akımlar belirmeye başlanış tır .Bunların bir kesimi, Batıdan kaynaklanarak,si­yasi rejim,parlamentarizm gibi yönetim biçimleri yanı ıda hürriyet,eşitlik ve sosyal a- dalet normlarına dayalı esas değişmelir toplum yapısına aşılarken, bir kesimi de yeni örgüt biçimleri tesis etmek suretiyle edebi, ilmi,siyasi,sosyal ve kültürel alanlarda mü­esseseleşmeye çalışıyorlardı. Ancak,Batı kültürü karşısında yeıii değer ve inanç sis­temlerinin kazanılması, Osmanlı toplum yapısında resmi temasların başlamasından yarım yüzyıl sonra meyvelerini vermeye başlamış ve birbirinden farklı dünya görüşü, hayat tarzı ve zihni eylem biçimlerine sahip başlıca üç akımın ortaya çıkmasına kat­kıda bulunmuştur. Bunlardan ilki Batıcılar,İkincisi İslâmcılar, üçüncüsü ise Türkçü­lerdir. DrAbdullah Cevdet ile çoğu kez resmi kimliğe kavuştuğu iddia edilen Batıcı­lar,bugünkü terminoloji ile ifade edilirse, liberal aydın kadroyu oluşturuyorlardı .Bun­lar, her türlü yeniliğin Batıdan gelmesini, taı ih kiiltür kodlar ından saparak, Batı değer lerine göre ülkenin köklü bir değişmeye marn/ kalmasına taraftar idiler. 3atı;ıın biyolojik-materyalist hayat felsefesi jçtihatçıların günlük hayat tarzlarının bir par­çasını teşkil ediyordu. Dini inanç ve normlara göre kurulmuş bulunan Osmanlı top­lum yapısı, jçtihatçılar tarafından bu kimliğinden soyutlanarak biyolojik-materya­list bir kalıba aktarılıyordu. Bu akımın kökleri hiç değilse, yüzyıl öncelere kadar uzanır. Nitekim, 19. yüzyılın son çeyreğinde Maarif nazırı Saffet Paşa(1879) özel bir mektubunda: "Avrupa medeniyetini bütünü ile almadıkça, devleti gerçek bir me­deni Avrupa devleti haline getirmedikçe Türkiye'nin Avrupa'nın müdahalelerinden ve efendiliğinden kurtulamayacağını yazıyordu"(179 a). Aynı şekilde, 1913'lerde Ab­dullah Cevde de : "B ir ikinci medeniyet yoktur, medeniyet Avrupa medeniyetidir. "Bunu gülü ile dikeni ile isticlas etmek mecburidir" diyordu(179b)

İkinci akımı, İslamcıların temsil ettiği ve Osmanlı resmi felsefesine dayalı konvansiyonel düşünce tarzı teşkil ediyordu. 3u grup, cemiyet inanç ve değerler sis­temine bağlı olmakla beraber., ayni zamanda Satıdan teknoloji ve ilmi yeniliklerin aktarılmasını da öngörüyordu(x)

Türk düşünce hayatında Iç.tihatçılar liberal radikal kanatı temsil ederlerken, İslamcılar gelenekçi radikal akımı yönlendiriyorlardı. Prens Sait Halim Paşa -hem Batı hem de doğu kültürüne vakıf bir aydın kimse olarak- İslamcı akımın önde «elen temsilcileri arasında idi.

Osmanlı toplum yapısında, 1900'lerden itibaren ortaya çıkan üçüncü akım 3a tıdan esinlenen, fakat Osmanlı azınlık gruplarının başlattığı ümmetçilik ideolo­

Page 187: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

jisine bir tepki olarak doğan "Türkçülük” hareketidir. 3alkanlarda, Batı Avrupadan esinlenerek alevlenen milliyetçilik şuuru, devletin duraklama, dış itibarını yitirme ' dönemlerine rastlar. Bu eylem kalıpları ilkin Yunanistan'ın, sonra da Romanya, Yu­goslavya ve Bulgaristan'ın bağımsızlık savaşlarında etkili bir silah olarak Osmanlı devletine yöneltilecektir. Osmanlı devleti, kendi coğrafyası içinde beliren bu bağım­sızlık savaşına karşı ayni silahla mukabele edememiş, tersine gayri milli bir rol iz­lemek suretiyle "mevcudu muhafazaya" çalışmıştır. Milliyetçiliği çağın akımı -hem de en güçlü akımı- olarak görme eğilimi, ilk defa Türkçüler adı verilen yeni bir okul tesis eden Gökalp ve arkadaşları tarafından ele alınmıştır. Türkçüler, Osman­lI toplumunu kuruluşundanberi ayakta tutan dini müesseseyi sosyal bir varlık alanı olarak ele alıyor ve bu sebeple de dini inanç ve değerleri -Marks'ın anladığının ter­sine- alt yapı unsuru olarak kabul ediyorlardı. Max Weber'i hatırlatan bu düşünce tarzı, hukuk, ahlak, mülkiyet ve iktisat gibi öteki sosyal müesseselerin dinden kay­naklandığı tezini savunuyorlardı. Böylece, Durkheim'in sosyolojizmi -çağdaşı Gök­alp tarafından- Osmanlı toplum yapısı içinde esas müessese kimliğine ulaşmış olu­yordu. Yalnız, Onu, İslamcılardan ayıran yanı, İslamcıların, bir bütün olarak dini sistemi -çağın akışı içinde değerlendirmekten ziyade-statökoyu koruma ve sürdürme ilkesi olarak kabul etmeleridir. Oysa, Gökalp, çağın ilerlemesi karşısında, yeni bir takım toplum ihtiyaçlarının belireceğine inandığı için, bu yeni duruma islamın bir bakış açısı ve yönlendirme biçimi olacağı kanaatındadır. Gökalp'in İslamcı moder- nizm anlayışı buradan kaynaklanmaktadır(180).

Adı muhafazakârlar arasında zikredilen Hacı İbrahim Efendi(1826-1891) düşün­ce ve sistematiği bakımından Türkçüler ve Batıcılara karşıdır. Onun Kemal Paşazade Sait bey (Lastik Sait) ile tartışmaları pek ünlüdür. Sait Bey (1880) daha önce zikret­tiğimiz;

"Arapça isteyen urbana gitsin,Acemce isteyen İran'a gitsin,Frengiler Frengistan'a gitsin,Ki biz Türküz bize Türki gerekir"(182)

kıt'ası ile Türkçülük akımının ilk temsilcileri arasına katılıyordu.Hacı İbrahim Efendi ise yeni yeni filizlenen bu "Türkçülük akımının savunucu­

suna 1882'de şu cevabı veriyordu:"Biz davamızı yani Osmanlı lisanının mevcut olduğunu daha ince delillerle is­

pat edebiliyoruz. Lâkin "biz Türküz, bize Türki gerekir" deyip Türklük iddiasında bulunanlar acaba aslen Türk olduklarını nasıl ispat edebiliyorlar?"(183)

İkinci akımı teşkil eden Yenilikçiler, Batıcılar grubunu; "Mutavassıtin" ler ise daha çok, doğu ve batı yani islami değerlerle Bştı normları arasındaki bütünleşmeyi sağlayan Türkçülerin prototipini teşkil edebilirler.

Tarihimizde İttihat ve Terakki'nin 2. Meşrutiyeti takiben iktidarı devralmaları üzerine, Türkçülük akımı hükümetin resmi felsefesi haline gelmiştir. Batıcılar, öğre­tilerini Mısır ve benzeri yerlerde sürdürürken İslamcıların, liberal gelenekçi kanatı İttihat ve Terakki'nin resmi felsefesiyle anlaşabilecek bir düzeye gelmişlerdir. 2. Meşrutiyet hareketi ile Türkçülüğün teşkilâtlanması ve 1913'ten itibaren hükü­metin resmi felsefesi haline gelmesinden önce, bu akımın Osmanlı toplumu için ha­yatı zaruretlerden doğduğu ve bir devlet felsefesi olmaktan ziyade,. Fransız ih­tilalinde görüldüğü gibi, geniş çapta genç aydınlar kadrosunun bir ürünü olduğu bili­nen bir gerçektir.

(x ) İslam cıların özettikle Mehmet A k if'in dünya görüşünde. M ısırlı düşünür ve çağdaşı M ısırlı düşünür M .A bduh iın (1949-1905) etkisi olduğu m uhakkaktır. Abduh İslâm dininde bu dinin kaynağındaki orjinâl şartlara dönmek suretiyle bir ıslahat yapılm asını; keza, B a tı m edeniyeti özlemine karşı İslam ülkelerinin birleştirilm esini istiyordu "Akif'te "İnk ilûp istiyorum . Ben de fakat Abdu gibi diyordu. (Safahat, S.440,7 basım,1966

Page 188: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Yeni OsmanlIlarda i i k izlerine rastladığımız Türkçülük hareketi Şinasi, Namık Kemal ve Ziya Paşalarla dilde yenileşme hareketiyle canlanır. Ancak, lisanda mil­liyetçilik hareketi; Gökalp'ın ilmi Türkçülüğün ilk temsilcisi olarak gördüğü Ahmet Vefik Paşa ile gerçek kimliğine ulaşır. Böylece milliyetçilik ilkin edebiyat ve lisan­da, daha sonra da filoloji, etnoloji, tarih ve dış siyaset alanında yapılan çalışma­larla 'Türkçülük hareketi" olarak kültür tarihimizde belirir. Dikkat edilirse, Tan­zimat veya Satıyla girişilen temaslar, yukarıdan yani resmi otarite yoluyla gerçek­leştirildiği halde, ilk Türkçülük hareketleri aşağıdan yukarıya doğru gelişmiştir. Bu sebeple, Türkçülük akımının ilk devresi, edebi, siyasi alanda Şinasi, Ziya Pa­şa, Namık Kemal ve Ahmet Vefik Paşa, Ali Suavi gibi seçkinler kadrosundan ibaret­tir. Türkçülüğün ikinci devresi, Gökalp’ın da ifade ettiği gibi, Batıda başlayan ve Osmanlı aydınları üzerinde etkide bulunan Türk milletinin kültürüne, medeniyet değerlerine dönüş anlamına geler Turquerie ve Türkoloji akımlarıdır.

3u döneme gelinceye kadar Osmanlı düşüncesinde Eski Babil zihniyeti hâkimdi. Osmanlı devleti, ümmet esasına göre hareket etmekte, "millet"ten de anlaşılan etnik azınlıklardı. İmparatorluk ise islamiyetten önce de bir Türk milletinin bulunabile­ceğini kabul etmiyordu. İşte bu akımlar, Osmanlı aydınlarını, İslamiyet-öncesi Türk kavimlerinin incelenmesine yöneltiyordu.

1876 yılında teşkil edilen ilk anayasa, devletin resmi dilinin türkçe olduğunu, millet meclisi üyeleri ve memurJarın türkçe bilmesini şart koşuyordu. 1 8 % yılında İkdam gazetesi: "din cihetiyle İslam, heyeti ictimaiyemiz cihetiyle Osmanlı, kavmiyet ciheyetiyle Türküz" demek suretiyle uç w bir yapı ortaya koymakta ve devleti kuran asli unsurun Türk olduğunu vurgulamaktadır. 3üyük ölçüde çağın dinamik sosyolo­jisi kadar etnik azınlıkların Balkanlar ve Arap ülkelerinde başlattıkları ayaklan­malardan etkilenen türkçülük hareketi, Osmanlı aydınları hatta patrimonyal bürok­ratik yapısı için iyi bir hayat hamlesi, bir yaşama iradesi olmuştur. Ünlü İslam düşünürü İbn Haldun'un "bir nesilden gelenleri bir. araya toplayarak bir kuvvet, kudret ve üstünlük sahibi olmaları ve bir mefkure etrafında kümelenmeleri"(184) tarzında tanımladığı "asabiyet teorisi", 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Os­manlI toplum yapısında "Türkçülük" akımına dönüşüyordu"(184). Türkçülük ide­olojisinin, Bergson'un ifadesiyle, o dönem ve o şartlarda "yaratıcı bir hayat hamlesi" olarak ortaya çıkması, Türk Denkelrei, Türk Yurdu ve Türk Ocakları gibi milli mües­sese ve yayınlarla desteklenmesi giderek genç kitleler arasında geniş yankılar uyan­dırmıştır. Şunlardan en uzun ömürlü olan Türk Ocağına, askeri elitler arasında Mus­tafa Kemal Paşa ve İsmet Paşa da (İsmet İnal) adıyla kayıt olmak üzere geniş bir subay kadrosu katılacaktır. Milli Mücadelenin felsefesi bu eksen üzerine çizilecek­tir. Nitekim, Atatürk mensubu bulunduğu Türk milliyetçiliğinin ideolojisini şu tarz­da açıklıyordu:

"...Bizim milletimiz, milliyetinden tegafül edişinin çok acı cezalarını gördü. Os- manlı imparatorluğu dahilindeki akvam-ı muhtelife hep milli akidelere sarılarak, milliyet mefkuresinin kuvvetiyle kendilerini kurtardılar. Biz ne olduğumuzu, on­lardan ayrı ve onlara yabancı bir millet olduğumuzu sopa ile içlerinden koğulunca anladık. Kuvvetimizin zaafa uğradığı anda bizi tahkir, tezlil ettiler. Anladık ki, kabahatimiz kendimizi'unutmaklığımızmış"(185)., • . •*-

Bu sebeple, milliyetçilik, resmi otoriteye bağlı olmayarak Yeni Osmanlı eliti tarafından yarım yüzyılı aşan bir süre içinde tabana yayılmasından sonra, Ke­malist ideolojinin iktidarı ele almasıyla gerçek kimliğine kavuşmuş olacaktır. Böy­lece, tanınmış;7Türkolog, Uriel Heyd'in de belirttiğj üzere: "Gökalp'in fikirleri, dendisinden de önemli rol oynadığı Genç T ürk hareketinin ideolojisiyle A t a t u r * re­jimi arasında vazgeçilmez bir bağ teşkil eder. Gökalpçı fikirler, 1909'dan 1924'e kadar devam eden edebiyat sahasındaki faaliyetleri süresince, 1908-1909 inkılabının prensiplerinden tedricen uzaklaşarak, cumhuriyetçilik, milliyetçilik, laiklik, halkçı­lık ve inkılaocılıaadayanan Kemalizm'e yol açmıştır"(186).

Page 189: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Ayni görüşü antropolog Robert F.Spencer de paylaşmaktadır:"..İngiliz işgal kuvvetleri tarafından Malta'ya sürülen Göklap, Yunanistan ile

savaş esnasında memleketine döndü. Gittikçe büyüyen Kemalist harekete bağlan­dı ve Atatürk'ün yakın çevresine hiçbir zaman dahil olmadıysa da, devamlı ya­yımları, ünü, coşkun vatanseverliği ona partide bir yer sağlaaı. trken oıumüne ve siyasi önderlikte faal bir mevki almamış olmasına rağmen, O Atatürk rejiminin güdümlü sosyal değişmelerinin gerisindeki entelektüel kuvvet olarak belirir"(187).

Aynı şekilde, 1963-1964 ders yılı döneminde İstanbul Üniversitesi İktisat Fa­kültesine konuk öğretim üyesi olarak gelen günümüz tanınmış Amerikan sosyoloğu Carle C.Zimmerman, ilk dersine şu tarihi sözlerle başlıyordu:

"..Bir üniversitede ders vermek ve onun tam Ziya Gökalp'ın sosyoloji okuttuğu kısmı ile de ilgilenmek meraklı bir hadise ve iddiadır. Çünkü, 18.yüzyılın sonların­da Fransız ve Amerikan ihtilallerindenberi son iki yüz sene insanlığı alt üst eden bütün inkılaplar içinde 1919'da başlayan Türk inkılabı mutada en aykırı olanı ve en kısa zamanda en küçük tahribat ve kan kaybı ile pratik bir hal çaresine ulaş­mıştır. 3u inkılabın fikri felsefesi ise geniş manada Ziya Gökalp'e ve onun reh­berliğiyle sosyoloji doktrinleri konusundaki öğretim faaliyetine aittir"(188)>

Bir diğer Batılı araştırmacı, özellikle Türkiye ve Atatürk devrimleri üzerinde ihtisaslaşmış bulunan Dankvart Rustovv ise, milliyetçilik düşüncesinin Kemalist sistemdeki yerini şu sözlerle açıklıyordu:

"Sürgüne giden Ruslar, komünizm ya da anarşizmi benimserken, Türkler mil­liyetçilik ve Anayasacılığı çekici bulmuşlardı. Su tutuma iş başındaki Jön Türk­ler ile Cumhuriyetçilerin kurucuları arasında rastlanmaktadır"(189).

Bu örnekleri daha fazla uzatmak istemiyorum. Görülüyor ki, Atatürk milliyet­çiliği aslında 1860'lardan beri sistemli olarak gelişen, büyüyen ve yayılan Türk milliyetçiliğinin bir devamı ve zaman içinde müesseseleşmesini ifade eder. Nite­kim, o bu görüşünü şöyle açıklıyordu:

Biz doğrudan doğruya milletperveriz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriye­timizin dayanağı Türk topluluğudur. Bu topluluğun efradı ne kadar Türk kül­türü ile meşbu olursa o topluluğa dayanan Cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur(190)*

Yukarıda bahsettiğimiz gibi, Türk milliyetçiliği ne bir ütopik akım ne de bir romantizm hareketidir, tersine iç ve dış olayların, hakim realizmin bir yansıma­sıdır. Hareket, ilkin Batıya yönelik Osmanlı seçkinleri tarafından başlatılmış, daha sonra da halk katlarına ve milli müesseselere yayılmıştır. Milliyetçilik ideoloji­sinin tarihimizde bir ön hazırlığı, teorisyeni, yayın organları, dernek ve ocakları ve nihayet bir uygulaması vardır. Genç seçkinleri, öğrencileri ve milli müesseseleriyle bir kısım Osmanlı bürokrasisi ve nihayet geniş halk tabakasına kadar yayılan bu akım, Cumhuriyetçilerin resmi ideolojisi olmak suretiyle ilk defa tarihimizde- halktan gelen bir tepkiyi temsil ediyordu. Şimdi bu noktadan itibaren tarihi gelişim çizgisini bırakarak, hiçbir tarihi köke sahip olmayan "solcu" akımların tah­liline devam etmek istiyorum.

N için Milli M odel ?

1960 'lı yıllarda Yeni Solun ortaya attığı sosyal bir tez vardı ki , bu da , "k a l­kınma sistemi gerektirir " s lo ğ a n ı idi. E ğ e r kalkınmak istiyorsak öncelikle bir sos- yo - ekonomik sistemi benimsememiz gerekmekte idi. Bunun için de " ya sosya­l i s t veya1 K a p i t a l i s t " b i r m o d e l i k a lk ın m a m ız ın ana e k s e n i o la r a k t e r c ih im iz söz konusu idi. Oysa . her iki sistem de aslında , Batının tarihi gelişiminin ve sosyal yapısının ş a r t l a n d ı r d ığ ı i d e o lo j i le r o lm a k la beraber, b u n la r d a n b i r in i i t h a l e t m e m iz

öneriliyordu. Türk fikir pazarı 1960'lardan sonra bu tez etrafında kümeleniyordu. Kapitalizm, bir yüz yıl önceki durumu ve oyun kurallarının eleştiriye açık olması bakımından sosyalizm karşısında sürekli değer tüketimine uğramış ve adeta Türk

Page 190: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

entelijansiyası arasında sınıflararası "eşitleştirici" kimliğini yitirmiştir. Bu sebeple, hem eşitleştirici hem» ie sosyal adeletçi tııtcmu ile sosyalizm, gençlik katında, ni- versite çevresinde ve y inetici elit arasında biıyük bir d^tek ve haklılık kazanıyordu. Bunun için de, çoğu kez, sosyalizmi açıkça telkin etmeye yerini Freud'un sübliınaa- yon mekanizmasınıhatırlatan bir psikanaliz netodu kullanıyordu: "Kalkınma sistemi gerektirir, bu yüzden de sosyalizm kapitalizmi- nazaran kitleleri tatmin eden bi. sos­yoekonomik düşünce biçimidir... Oysa^Jatıd'm farklı olarak Osmanlı toplum yapı­sının -hatta ondan önce de milletimizin- tarihi bir gelişim çizgisi vardır. Bin \il­li k dönemi içinde, İslami sembollerle bütünleşmiş biı toprak yapısı, iktisadi dü­şünce sistemi, hepsinin üstünde bu müesseseleri yönlendiren ahlâk ve zihniyet (ideoloji) mevcuttur. Bunlar, hiçbir vakit ele alınmıyor, organ nakli yapılırcasına, bir toplum yapısına bir başka toplum yapısı monte edilmeye çalışılıyordu. Böy- lesine, felsefi düşünce ve idrakten yoksun,hiç bir kültür değişmesi mekanizması bile hesaba katılmayan "karşıt-bilimci" elitist kadro karşısında, Yeni Sağ: "kalkınma sis­temi gerektiriyorsa bunun alternatifi kapitalizm değil, miHiyetçilik" teziyle çıkma­sını başarabilmiştir.

Bu suretle, Yeni solun Türk toplum yapısına 1960'lardan sonra şırınga ettiği: 1) Komünist kalkınma yolu, 2) Amerikan tipi yabancı sermayeye veya özel sektöre dayalı kalkınma yo lu ;3) P o lo n y a l I iktisatçıOscar Lange'nin Milli Devrimci Kalkınma Yolu(191) tarzında özetlenen sosyal sistemleri, tartışma alanına sürülerek, ülkemiz gibi geri kalmış ülkeler için milli devrimci yol önerilirken; Yeni Sağ, kendi toplum gelişimimizin bir üriinü olan Türk milliyetçiliğinde karar kılıyordu. Elbette, Yeni Sağ kanatta neo-kapitalizmden-milli sosyalizme kadar açılan bir yelpaze mevcuttu. An­cak, yeni sağın belirleyici yönü, kendi değerlerimize yönelik bir çizgiyi izlemesidir. Bunlardan, yeni kapitalist grup, Amerikan tipi bir kapitalizmi bünyemize aktarırken, milli sosyalistler daha ziyade Anadolu tarih ve gerçeğinden hareket etmeyi öneriyor­lardı. O halde iktisadi sistem, liberal kapitalizm değil, ülkenin tarihi gelişimine ve sosyal şartlarına uygun olmalıdır. Batının ünlü düşünürü M.Duverşer, "Batı ka­pitalizmi ile komünizminin az gelişmiş ülkelerin yapılarına uymadığından"(192), hat­ta Türkiye gibi bir ülkede kendi sosyal ve tarihi şartlarına uygun "Kemalist" bir modelden bahsediyordu» Yeni Sağın anti-kapitalist kanadı-buna konvansiyonel sağ kanat da diyebiliriz- Atatürkçü bir devletçilik görüşünde karar kılıyorlardı. Çün­kü, Atatürkün devlet görüşü, günümüzün net karma ekonomik düzenini yansıt­makta idi (193)?

"Bizim takibini muvafık gördüğümüz devletçilik prensibi, bütün istihsal ve tev­zii vasıtalarını fertlerden alarak milleti büsbütün başka esaslar dahilinde tanzim etmek gayelini güden, hususi ve ferdi iktisada teşebbüs ve faaliyete meydan bırak­mayan sosyalizm prensibine müstenit kollektivizm, komünizm gibi bir sistem de­ğildir".

Atatürkçü model, böylece fert-toplum dengesine dayanan, ne ferde ne de top­luma öncelik tanımayan eski Türk loiltür kodunun bir devamıdır( 194). Bu suretle,

, 1960'lardan itibaren sosyal kimlik değiştiren Atatürk'ün bu öğretisi, "Ortanın So­lu" felsefesi altında ana ekseninden saptırılarak, "devletleştirme" ve "sosyalistleş- tirme" operasyonuna tabi tutulmak istenmiştir. Ancak, bu gelişimin neticesi olarak, Yeni Sol kanat, "ortanın solu" modeli içinde yayılma startejisini, yönetici elit, bürokrasi, hatta okullaşma surecine tabi kılma imkanını elde edebilmiştir. 'O r ­tanın Solu" ideolojisi, Nehru'nun da belirttiği gibi, "çağımızın ruhu eşitlik istiyorsa bu;eşitliğe uygun ve teşvik edici bir iktisadi sistemi de istemek zorundadır(195)" tarzında bir temel felsefeden hareket edeceği yerde, sadece sola açılmaya "set ve. ne" veya sağa karşı "ilericilik" gereği, biı sosyal kabuk değiştir ııe sürecinden kayi.ıklanıyordu. Bu yüzden de k indin i hızla sosyalist normlar içinde "eritme" akı­betinden kurtaranılyordu... 'Toprak işleyenin su kullananın", veya "parlamentonun üstünde de doğa kanunu vardır" taı/ındaki sloganlar, Kemalist ideolojinin artık bir "üst yapı "devrimi veya "gardrop Atatürkçülüğü" biçiminde yorumlanmasına yol

187

Page 191: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

açıyor ve ülke bir baştan öbür başa milli bütünlüğünü etnik bölünme, siyasi kamplaş­ma uğruna tüketiyordu. Kemalizmin getirdiği sosyal milliyetçilik: "Türkiye'de ya­şayan Türk halkına Türk milleti derler" tarzındaki bütünleştirici ve uyumcu görüş­ler, "millet olma" sürecinin sosyolojik unsurlarını taşırken, ne yazık ki bu süreç, "halklar" teorisi, "sınıf gerçeği" gibi daha ziyade Marksist jargonlarla geri plana itiliyordu. Artık, Atatürk'ün: Türk âleminin en büyük düşmanı komünistliktir. Mu­hakkak ki her görüldüğü yerde ezilmelidir" tarzındaki, tarihi deneyimler ve acı hatı­raların birikimi olan evciz sözleri Güven Parkından ve benzeri yerlerden sökülü­yordu^). Ayni tarzda, Türk Ocaklarının kapanmasıyla Halk evlerine dönüşen kültür

yuvaları, Kemalist ideolojinin tabana yayılmasına aktif rol oynayacağı yerde Mark­sist işgalin emrine verilmiş, Lenin, Mao posterlerinin bulunduğu yer olarak 12 Eylül tarihine geçmiştir.

Oysa, Kemalist öğretinin halkçılık, milliyetçilik ve fert-devlet dengesine daya­lı iktisat ideolojisi (devletçilik), toplumdaki aşırı gelir farklılaşmalarını yönlendire­cek zihniyet ve değer sistemlerine fazlasıyla sahiptir. Bunlar çağdaş norm ve sem­bolleri oluşturmada önemli vakit kaynakları olarak kullanılabilirdi. 1960'lardan sonra, sosyalizme şirin görünme" uğruna bu değerler harcanırken, Yeni Sag top­lumun bu tarihi standart kadrolarına belirli ölçüde sahip çıkmıştır. Şüphesiz, milli­yetçiliğin bir güç kaynağı olması, 20.yüzyılın başladında Türkiye'ye has bir sembol­leşme hareketi değildir. İbn Haldun'un "her toplumu her devirde derinden sarsan güç kaynağı" olarak belirlediği bu "milli asabiye" günümüzde de birçok ülkelerin kal­kınmasında itici bir güç kaynağı olmuştur. Nitekim, çağımız düşünürlerinden Sir Radhakhrisnan ve J.Romain milliyetçiliğin bir çeşit "manevi yapısı" bulunduğu­na dikkati çekmişlerdir. Dinamik bir milliyetçiliğin amacı, birliği korumak, sosyal kuruluş ve iktisadi kalkınma için gerekli olan enerjiyi temin etmektir. Gustavo Lagos gösterdi ki; "bir milletin yaşadığı aşağı sosyo-ekonomik statüsünün farkına varabilmesi için, milli birliğin dayanışmasını sağlayacak olan psikolojik kaynak­ları yaratması gerekir". Aynı şekilde, Robert Alexander da: "Gerçekte yenilik ge­tirmede bir zamanlar, Anglosakson ülkelerinde başlıca itici güç olan özel kazanç sağlama isteği, yeni sanayileşen ülkelerin çoğunda etki yapmayacak kadar zayıf ise de, milliyetçilik bu konuda gerekli güç ve genişlikte bir istek yaratmaktadır. Bu itibarla bu devletler milliyetçilik adına, kendi hesabına kazanç sağlamak iste­yen özel sektörün başa çıkamayacağı geleneksel engelleri süratle bertaraf edebilirler. Ekseriya yeniliğin gerektirdiği yeni yöntem ve fedakârlıklar ise milli gurur ve bağ­lılığa hitap etmek suretiyle yasal bir duruma getirebilir" diyordu. Keza, Rhadak- hrishan için "milliyetçilik insanların irade ve kalbini hareket ettiren ve onları mil­let için yardım ve kendini feda etme hususunda teşvik eden manevi bir güçtür"(196)

Bazı düşünürler, bugün Kızıl Çin'in kalkınmasında milliyetçilik ideolojisinin önemli bir itici güç olduğu kanısındadırlar. Bunlara göre, "tek parti kalkınmanın makinası, milliyetçilik yakıtı ve komünizm ise emniyet sübobu olmuştur"(197). Bu anlamda, Hsü'ye göre, Kızıl Çin'de daha 1950'lerde "milliyetçi komünist” devlet deyimini kullanmak gelenek halini almıştır. Görülüyor ki, Çin kalkınmasında önemli itici unsur olan milliyetçilik, sanayileşme ve üretimin arttırılmasında ve halkın duy­gularının, heyecanlarının yükseltilmesinde önemli bir misyona da sahiptir. Ayni tarz­da, bugün Sovyet Rusya'nın peklerde geliştirdiği "Ruslaştırma" ve "Sovyetleştirme” politikaları aslında Rus milliyetçiliğinin "Enternasyonal aynasında" yansımasıdır.

Böylece, Marks'ın: "Bütün dünya proleterleri birleşiniz" parolası karşısında, A.Camus'nun ifadesiyle "Marks'ın evrensel proletarya dayanışmasının milliyetçilik­ten daha güçlü olacağı üzerindeki düşüncesinin büsbütün yanlış olduğu anlaşılmak- tadır"(198). Görülüyor ki, yakın tarihimizde sosyo-ekonomik ve kültürel odak nok­talarından kaynaklanan milliyetçilik, Yeni Sol tarafından Faşizm mitine" sürükle­nirken, Yeni Sağ veya konvansiyonel gruplar, bu değerler sistemini savunma188

Page 192: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

misyonunu sonuna kadar yürtitmüşlerdir.Ancak, Osmanlı devletinin tarih sahnesinden çekilmesini hazırlayan olaylar ve

arkasından Yeni Türk devletinin kurulması, kemalist ideolojiye yeni bir bakış açısı kazandırmıştır. Kemalistler, Gökalp'ın Türkçülük akımı yerine "m illiyetçilik" ideo­lojisini -Arnold Toynbee’nin bağımsızlık mücadeleleri denilen milliyetçi hareket içinde geliştiği için- İçtihatçıların batıcılık tezini de menediyetçilik normu etrafın­da sentez etmek suretiyle yeni bir hayat tarzı geliştirmişlerdir. Artık, cumhuriyet döneminde devletin resmü felsefesi Kemalist sistem olmakta, diğer akımlar yerini bu resmi felsefeye veya monolithic(tekci) öğretiye terketmekte idiler.

Cumhuriyet döneminden önce 1908'lerde Selanik yöresinde sosyalist partiler kurulmuş olmakla beraber, bunlar daha I.Dünya Savaşından önce, İttihat ve Te­rakki yönetimiyle saf dışı edilmiştir. Türkiye Komünist Partisi gerçek kimliğine 1920'lerde Milli Mücadele içinde kavuşmuştur. Türk solunun geleneği bu çizgiden itibaren başlar. Cumhuriyet yönetiminin kurulmasıyla, Türk toplum yapısında "merkez.ideoloji Kemalizm, onuri solunda yer-altı örgütü olarak TKP ve bir avuç aydın grup sıralanmaktadır. Türk Sağı, 1935'lere kadar geçen dönem içinde hem yasal olmayan (illegal) komünist örgütlere karşı bir tepki unsuru olarak, hem de Kemalist rejimi ve Gökalp'tenberi devam eden Türkçülük ideolojisini yönlen­dirmek suretiyle Türk düşünce tayfındaki yerini alıyordu. Milli Türk Talebe Bir­liği (M TTB), resmi ideoloji kadar Türkçülük akımının da Türk Ocağından dev­ralınan mirasını temsil ediyordu. Türk Ocağı-Halkevi ikiliği kaldırılmıştı. Ama, Türk Ocağı ruhu devam ediyordu. Bulgarların Türk mezarlarına karşı çirkin davranışlarını belirleyen Razdgrat'a tepkiler MTTB'den geliyordu. Neticede, şöyle bir ikili yapı Türk toplum düzeninde ortaya çıkıyordu: Bir yanda resmi felsefe yani Kemalist ideoloji, Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu gibi yüksek seviyede üst entelijansiya tarafından-yönlendirilirken; öte yanda halk katlarında 'Türk­çülük" akımı umumiyetle orta sınıf aydınlar-doktor, öğretmen, hukukçu ve benzeri- tarafından destekleniyordu. Böylece, konvansiyonel sağ ^Türk Yurdu, Türk Oca­ğı gibi kuruluşların düşünce sistemlerini resmi felsefeyle birlikte değerlendirirken çok boyutlu bir çizgi çizdiği de bir gerçekti.

Cumhu.., . dönemi içinde (1923-1938) Atatürk, milliyetçilik ideolojisini mil­li bir müessese haline getirmek ve bir benzeri -Balkanlarda kurulan Pan Islavist Ce­miyetler türünde görüldüğü gibi—"dil ve tarih şuuru" etrafında toplayarak yeni bir kültürleştirme sürecine katılmış, gençlik de bu ruh ve dinamizmle yetiştirilmiştir. Resmi ideolojinin temsil ettiği milliyetçilik akımı ile, resmi-olmayan halk katla­rındaki Türkçülük doktrini birbirleriyle bütünleşen ve ayni nehire dökülen iki ırmak gibiydi. Ancak, resmi ideolojiler müesseseleştiklerinde üzerlerinde değişme yapmak güç oluyordu. Sonra, devlet politikasının bir parçası haline dönüşüyordu. Oysa, ide­olojiler halk katında yaşadıkça daha canlı, daha ziy?de günlük ihtiyaçlara cevap ve­rebiliyordu. Ayni şekilde, halkta yaşayan inanç ve değerler tek elde toplanarak monopolize edildiği takdirde donup-kalıplaşması, sosyal kireçleşmeye daha çabuk maruz kalabilmesi de bir gerçektir. Atatürk'ün ölümünden sonra Kemalist ideolojinin akıbeti büyük ölçüde bu olmuştur. Türk Ocağının verine geçen Halkevleri Marksist istilaya uğramış, Köy Enstitüleri sosyalist enternasyonal türden kavgalar içine itjkniş ve Kemalist ideolojinin ana eksenini teşkil eden milliyetçilik ise "altı ok"-yaktası altında yakalarda birer maddi külçe halinde kalıplaştırılmıştır. Atatürk'ün Orta As­ya'ya dönük Dil ve Tarih tezi, yörüngesinden saptırılarak Yunan-Latin hümanizminin istilasıyla karşı karşıya bırakılmıştır(199). Türkiye, 2 Dünya Savaşının Nazi yenil­gisine dönüştüğü tarihlerde, bir de Rus tehditine maruz kalmış ve devletin felsefesi olan milliyetçiliği savunanlar, Ruslara şirin görünmek gibi affedilemez tarihi bir gaflete düşmüşlerdir. Böylece, devletin resmi ideolojisi milliyetçilik ilkesi -dev- let politikası gereği- yön değiştirirken, resmi olmayan Türkçülük akımı taraftarlı ağır bir şekilde suçlanmış ve mahkum edilmişlerdir. Startejik mevkiler, Marksist- ler tarafından işgal edilmiş, bu durum Stalin'in_ Doğuda üç ilimizi açıkça talep

189

Page 193: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

etmesi karşısında son bulmuş, dönemin milli eğitim bakanı görevinden alınmış, yerine Anadolucu milliyetçi bir bakan tayin edilmek suretiyle yeniden Türk milli­yetçileri gprevlerine iade edilmişlerdir.

Kısacası, Kemalist ideolojinin dil ve tarih tezi ve bunun hedef aldığı Türk milli­yetçiliği, 1940'lardanberi halk katlarından beslenerek gelen Yeni Sağın Türkçülük teziyle çatışmacı bir duruma getirilmiştir. Böylece, Cumhuriyet tarihimizde resmi felsefe ile halk felsefesi arasındaki ideolojik ayrılık ilk defa 1940'lardan itibaren başlatılmış oluyordu. Bu yüzden, Yeni Sol, kimlik değiştiren Kemalizmle bütün­leşebiliyor ve startejik mevkilerde söz sahibi olabiliyordu(x). Atatürkçü ideolojiyi ■ sosyal kimliğine yerleştirmekle görevli bulunan Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi de kısa zamanda Nazi Almanyasından ayrılmak durumunda kalan bazı Frankfurt O- kuluna mensup Marksist öğretim üyeleri tarafından bir üss haline getirilimş v£ 1944 olaylarıyla 194748 protestolarının sebebi olmuştur. İşte konvansiyonel sağ, ilk defa Cumhuriyet döneminde böylesine sistematik, istilacı ve kadrolu bir sol yayıl­mayla karşı karşıya bulunuyordu.

II. Dünya Savaşı sonrasını izleyen günlerde Türk Solu, özellikle entelijansiyası ve kampustaki hakimiyetiyle bir tırmanış yaparken, Tüı k s.ığı da, tepki unsuru o- larak milliyetçilik ideolojisini bazı yayın organları vfc fakülte kürsülerindeki belirli bölümlerine mensup öğretim üyeleri aracılığıyla sürdürüyordu. Yukarıda belirtil­diği gibi, Sovyetlerin II.Dünya Savaşında galip çıkması, Stalin'in -Almanlarla işbir­liği yaptığımızı bahane ederek- toprak talep etmesi Türk solunun yeniden can­lanmasında önemli derecede etkili olmuştur. Artık dünyamızda yeni bir dönem baş­lı yordu.Kapitalist dünya ile komünist düzenin birleşmesi (ittifakı) giderek komü­nizmin yayılma politikasına zemin hazırlıyordu. Bu mizansen içinde, Türkçüler yaratılan sun'i bir oyun kuralı gereği, "maceracı" ve "ırkç ı" hevesler peşinde koş­makla suçlanıyor, teorisyenleri ve entelijansiyası en ağır işkencelere maruz bırakı­lıyordu. Kemalist ideolojinin -milli kültür ve değer kodları silinmek suretiyle- yö­rüngesinden saptırılıyor, adeta halk katlarında yaşayan Türkçülük ruhuna ters düşü­yormuş izlenimi verilmek suretiyle Türk düşünce hayatında bir "Korsikalı Kardeş" imajı yaratılmaya çalışılıyordu.

Yeni sağın tarihi görevi, hem rejime sahip çıkmak hem de Yeni Solun devlet kadrolarını istilasına -özellikle Milli Eğitim Bakanlığını- bir sınır çizmekti. Bu bu­nalım döneminde, ülkemizin Amerika Birleşik Devletlerinin de telkiniyle parlamen- tarist sistemde karar kılması -herşeyden önce Stalin'in Türkiye üzerindeyütüttüğü emperyalist isteklerin ısrarlılık taşıması karşısında- Marksistler ve onların destek­leyicilerinin teker eker mevkilerinden uzaklaştırmalarına sebep oluyordu. Köy Enstitüleri -ki devrimin köyde gerçekleştirilmesini hedef alıyordu- kapatılması da yine bu döneme rastlar. Şimdi Türkiye, yeni bir devlet politikası geliştiriyor. Bu­nun da hareket noktasını Amerika Birleşik Devletleri ve Batı dünyası temsil ediyordu. Rusya'nın yayılmacı ve emperyalist eğilimleri ve Stalin'in bu çizgide olmak üzere ülkemizden toprak talepleri milli gurur ve heyecanı büyük ölçüde arttırıyordu. Buna karşılık, NATO'ya girmemiz, Amerikan-Türk dostluğunun ilerlemesi, bu cümleden olmak üzere Missouri gemisinin İstanbul'u ziyareti ve bunlarla bazı kız öğrencilerin göze batan ilişkileri sosya! gerilimi büsbütün yükseltmiş ve bu durum geniş ölçüde sağın tepkisine yol açmıştır. Yeni sağın Türk düşünce tayfında yerini alması, bu milli tepkiler neticesi gelişmiştir. Yeni Sol, Sovyet emperyalizmi karşı­sında hiçbir tepki göstermediği gibi, kültür ve düşünce hayatımızı Köy Enstitüleri yoluyla Sovyetleştirme eğilimini sürdürerek Eski Solun bir devamcısı olduğunu kanıt-

fx) A yn ı türde deneyim ler Atatürk Üniversitesi kampusunda da gerçekleştirilm eye çalışılıyordu (M illiye t 5 Ağustos 1980 Atatürk üniversitesinde Neler O luyor) Komünizme karşı üçüncü ordunun beslendiği startejik bir bölgede, Atatürk "ün komünizmi tehüke gören sözleri, 12 Ey lü l öncesi Bürokratik kadronun ne ölçüde Atatürk 'ten koptuğunun hazin bir tecellisidir.m

Page 194: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

lam ıştır.Böylece, bir yanda yaklaşık olarak yüz yıllık tarihi gelişimi, öte yanda Cumhu­

riyet ideolojisine sahip çıkması bakımından Yeni Sağ, 1950'lerden itibaren Yeni Solla stıateji, metod ve miiıadele hiçimi yönünden de önemli farklılaşmayı yansı­tıyordu. (x)Bir yanda,yaklaşık olarak yüz yıllık tarihi gelişimi, öte Cumhuriyet ide­olojisine sahip çıkması bakımından Yeni Sağ, 1950'lerden itibaıeıı güçlü bir solla karşılaştığı da inkar kabul edilmez bir gerçektir. Zira, seçimle ilk defa iktidara gelen yeni yönetim, hızlı bir kalkınma süreci içine girmiş , ülke baştan sona ka­dar yeni fabrika, yeni yol, yeni köy, yeni kasaba, taşıt araçları ve yoğun kitle ile­tişim kaynaklarıyla, yeni teknolojiyle donatılıyordu. Bu radikal yenileşme hare­ketleri -özellikle tarımda hızlı makinalaşma neticesi- köylerden büyük şehir mer­kezlerine genç ve dinamik nüfus kitlesinin de büyük oranda kaymasına sebep oluyordu. Uzmanlar göstermişlerdir ki, Çar Rusyası ve Çin'de olduğu gibi, solcu ideolojiler; modernleşme, hızlı ekonomik gelişme ve nihayet eşitlik ve iyi eğitim süreciyle bağlantılı olarak siyasi eğilimlerde birleşmiş ve gelişmişlerdir."(2 0 0 ). 1950'Iiler yeni solun atılım yapmasında önemli aşamayı teşkil eder. Ve Lipset'in ileri sürdüğü bütün şartlar, aşağı yukarı ülkemiz için özelliklerini sürdürür mahi- yettidir. 27 Mayıs 1960 askeri darbesi Yeni Solun bu gücünü değerlendirmede et­kin rol oynamıştır. Milli Birlik Komitesi içindeki sol kanatın yönetimi eline ge­çirmesi, kampuslarda, bürokratik kadroda ve parlamentoda Yeni solun sesini duyurmasına yol açmış, 1961 Anayasası bu zihniyet içinde kaleme alınmış, CHP tek güç olarak "sosyal katarsisa" dediğimiz bir arındırma operasyonu ile yeni bir norm kazanmıştır.

Ancak, Yeni Sağ - daha önce de belirttiğimiz gibi- Yeni Solu içine alan par­çalanmalardan, ideolojik bölünmelerden kendini kurtaramam ıştır. Yeni İslamcı cephe, cumhuriyet boyunca din-devlet ayrımını bir felsefe olarak belirleyen ve dini bir vicdan meselesine dönüştüren laik kod'dan, 1950'lerin siyasi özgürlük ikli­mini vesile ittihaz etmek suretiyle, ayrılarak yeni meliorist bir eğilime yönel­miştir. Hemen dünyamızın her bölgesinde meliorist akımlar birer sosyal denetim unsuru olarak belirli ideolojik boşlukları doldurma niteliği taşımaktadır. Bu geli­şimde, çoğu defa akılcı, sosyal ıslahatçı ve düzenleyici rol oynayanlar, yeni­leşme sürecinin kimliğini gerçekçi olarak kabul edip onunla uyum sağlayanlardır.Tarihimizde Simavna kadısı Şeyh Bedrettin hareketi, konvansiyonel İslam kimli­ğine ters düştüğü için bir çeşit "dinde Celali" diyebileceğimiz bir yargıya varmak suretiyle ana kökten kopmuştur. Hem dini birliği hem de devlet yapısını anarşi içine iten bu eylem biçimi -eğer sosyal ıslahatçı ve bütünleştirici rolünü oynayabil- seydi- tarih felsefecilerinin hücum (challtnge) kavramıyla belirledikleri - yaratıcı motif daha etkin bir güç kazanabilirdi.

Oysa, tarihimizde azınlıkların etnik-miliiyetçi ayaklanmaları karşısında Yeni OsmanlIların kültür alanına sürdürdükleri islami norm ve değerler: "vatan", "millet", "hürriyet", "adalet" ve "eşitlik" duygularıyla uyum sağlayabildiği için meliorist bir kimliği temsil ediyordu. Gökalp, daha sonraları bu islami eğilimi, Jön Türklerin geliştirdiği yeni sosyo-politik güçler ve ideolojilerle, bilhassa milliyetçilik duygusuyla uyum haline getirmek suretiyle yeni bir senteze varabilmiştir. Böylece, Yeni Osman­lIlarla başlayan dini şuurlaşma, etnik kimliğin "ümmet" ayrılmasının farkına va-

(x) Ayhan Songor. IH83 yılında "3 4 6 1" tutuklu ve mahkum üzerinde yapmış ııtılıığu bir araştırmada sol ve sağ grupların yönelimlerini şu şekilde belirliyordu.

"Solcuların, kişilik itibariyle, sosyalizasyon temazülleri baskın çıkmıştır. Tat­minsizlik içinde ve çevresine bağımlı kişilerdir. Daha çok kitapların tesiri altında kaldıkları görülmektedir.. Huna karşılık sağcı denen teröristler sulh tarafları, aileye döniik ve cinayeti ulılâk dışı kabul eden tipler olarak ortaya çıkmıştır. (A.Songor, ('lisemizi. 12 Eylul'e yi tiren sebepler ue Türkiye üzerindeki oyunlar, S .322, 1984)

Page 195: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

rıİması karşısında, Genç Türkleri-devleti mukadder çöküşe iten sebepler hususunda- yeni bir görüş açısı kazanmaya sevketmiştir. Bu da islamla Türkçülüğün sentezi oluyordu( 2 0 1 )•

Yeni Türk inkılabının ideolojik mirası, tarihimizde -biri Yeni Osmanlılar öteki de Genç Türklerden kaynaklanan-dinde liberal eylem biçimiyle milliyet duygusunun yüksek seviyede birleşimidir.Bu açıdan düşünüldüğünde, Türk inkılabı kültür haya­tımızda iyileştirici(meliorist), yapıcı, uzlaştırıcı ve milli kimliği tecelli ettirici sosyal bir eğilimi yansıtır. Türk inkılabının dini bakış açısı, Türk entelijansiyasının millilik şuurundan geniş ölçüde etkilenmiştir. Muhammed Sadiq' in belirttiği üzere, : ' "M.Kemla'in dini bakış açısı Türk inkılabının dinr bakış açısının kalbini teşkil eder" (202). Nitekim, Emil Ludwig ile yapmış olduğu bir konuşmasında Atatürk: "Benim takip ettiğim faaliyet çfegisi sadece düşüncemin bir üıünüdür"(203) demek sure­tiyle inkılapçı kişiliğini ortaya koymuştur

M.Kemal'in tarihi oluşturan idiomunda muhakkak ki dini motifler önemli rol oynarlar. Türk İstiklal Savaşının siyasi ve sosyal muhasebesinin bir bilançosunu teş­kil eden "Büyük Nutuk" islami düşüncesinin yaygın izlerini taşır. Ayni şekilde, Milli Mücadelede verilen bağımsızlık hareketinin evrensel kardeşlik kavramı da -ki bu pan islami bir kimlik taşıyordu- sürekli bir biçimde islami normlarla beslenmiştir. İstanbul'un işgali esnasında, Mustafa Kemal: "Bütün müslümanlar kutsal kardeşlik bağıyla birbirine bağlıdırlar"(204).. İstiklal savaşı, dünya müslümanlarının desteğine mazhar olmuş ilk bağımsızlık mücadelesidir. Bunu Atatürk şöyle dile getiriyordu: "Biz dünya müslümanlarının desteğine güveniyoruz"(295).

Günlük ilişkilerde kullandığı kavramlar ve sembollerde de onun kişiliğinin bir yansımasını görmek mümkündür. Bir konuşmasında bu tür ahlâki kalıpların standart tiplerini ortaya koyabiliriz:

" .... Bu buhranlı saatlerde hercümerce mani olmak için kütlelerin kendilerininkarar vermeleri ve mesuliyet mevkilerini yüksek karakterli ve moralli vicdanlı in­sanların eline tevdi etmeleri gerekir "(206)-

Burada kullanılan karakter, moral ve vicdan gibi sembolik kavramlar, buna­lım dönemlerinde sorumluluk yüklenen kişilerin belirleyici vasfı olmaktadır. Bu kavramların, 12 Eylül öncesi kargaşa ortamında nasıl tüketildiğini hep birlikte yaşa­dığımız için, ayrıca bir değerlendirme yapmak istemiyorum.

Yalnız, yabaoçı kaynakların da belirttiği gibi, Atatürk bir din İslahatçısı değil­dir, o sosyal bir i'^hatçıdır. Bu sebeple, dinin biçim yönü ile ilgilenmiş,asıl toplum alanına uygulamıştır. Kemalist sistem açısından^ dinin bu özelliğinden ötürü, Hristi- yan reform hareketinin İslam dininde de aynen gerçekleştirilmesi mümkün değildir. İslam, felsefe olarak tek bir güce sahip bulunduğundan Hıristiyan tarzı bir reforma gitmeksizin kendi yolunu değiştirmesiyle her an tepkide bulunabilir. Nitekim, 20 Haziran 1928'de Fuad Köprülü'nün başkanlığında İlahiyat Fakültesi tarafından a- tanan bir komite, ibadet ve ibadet tarzı da dahil, dini sistemde aşırı değişmeleri teklif eden bir rapor hazırlamıştır. Sadıq'ın da işaret ettiği gibi, bu komisyonunun teklifleri zamanında unutulmuştur, çünkü bu maddelerin ruhu, ne Türk ihtilalinin karakterine ne de milletin geleneklerine uygun düşmüştür. Yukarıda da belirtildiği üzere, ihtilalin felsefesinde din önemli bir rol oynar. Yeni Osmanlılar ve Genç Türk­lerden devralınan islami miras istiklal mücadelesinnde de etkinliğini sürdürür. Türk tarihinde hakim tez olarak bilinen "süreklilik ilkesi" tüm sosyal müessese kalıpla- rıyla-Anadolu insanının günlük yaşayışına damgasını vurmuştur. Bu açıdan, Türk inkılabının dine bakış açısı iki yönlüdür:

1) Birinci safha: Milli İstiklâl savaşı süresince (1919-1922), Osmanlı toplum dü­zenini yüzyıllarca yoğuran dini ideoloji, en güçlü düşünce akımı olarak hizmet gör­müştür. Hatta denilebilir ki, 1908'lerden itibaren Genç Türkler ve onu izleyen dö­nemde Gökalp'le başlayan milliyetçilik hareketleri -Türk/Müslüman aynileşmesi çerçevesi içinde- siyasi ve kültürel alanda istiklal savaşı için evrensel ve kuşatıcı bir

Page 196: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

ideolojik kalıbı oluşturmuştur. Böylece, İslam karanlrk günlerde bir inanç ve hayat felsefesi olarak milli istical hareketine ruh ve iyman vermede güçlü bir kaynak ol­muştur (207). İstiklal Harbi süresince meydana gelen bir olay vardırki bu da, "üm­met" ideolojisi ile "millet" ideolojisinin aynı boyutlar içinde karşılaşmış olması­dır .(208)

Genç Türk felsefesinin esası, "ilerleme" fikri ile "birlik” ruhunu temsil edi­yordu. Bu daha önceleri A.Comte sosyoloji geleneğinin Ahmet Rıza'ya yansıyan 'ilerleme" ve "düzen” sloganının Türk entelijansiyası üzerinde bir etkisi olarak düşünülebilir. Şimdi/Türk istiklal hareketi bir yanda birliğe, öte yanda ilerlemeye ihtiyaç hissediyordu. Din ve milliyet böylece Osmanlı tarihinin hiçbir döneminde bir güç kaynağı olarak Anadolu insanında yaşamamıştır. Çünkü İslam, evrensel bir din olarak tabiat, akıl, ilerleme ve aydınlanmay/a uyum sağlıyordu,

İstiklal savaşının ilk döneminde M .Kemal'in deyimiyle "irfan-Muhammedi oca­ğ ı" diye ifade edilen 'Tekkeler" ile milliyetçilik hareketinin sembolü olan "Türk Ocakları" Türk toplumunun değerler sistemini besleyen ve yoğuran bir yaşama iradesinin kaynaklarını teşkil etmiştir.

Reformların ikinci safhasında, "dini bakış ile yönetici elitin siyasi şuuru arasın­da bir yarılmanın" söz konusu olmasıdır. Bu bir anlamda, dinin sosyal varlığının si­yasi açıdan oynadığı rolün önüne geçmesi demektir. Bir başka deyimle, "ne di­nin siyaseti ne de siyasetin dini yöneltmesi" -geçmişte olduğu gibi- birbirini et- kilememelidir. Böyle bir zihniyet tarzında, tarihi felâketlerin sona ermesi, müesse- selerin siyasi kimlikten sıyrılarak sosyalleşmesinin imkanları elde edilmiş olunur. Bunun gibi, siyasi hayatın ahlâki esastan sıyrılarak bir vicdan meselesi haline dö­nüşmesi bir takım sosyal boşluklar meydana getirebilir. Hatta bu boşiuğun 1940'ların sonunda "İslam"a dönüş yapmak suretiyle siyasi elit tarafından belirli bir noktaya kadar geterildiği tezi de savunulabilinir. Bütün bu tartışmalar, felsefi bakış açıları, bir odak noktasında yoğunlaştırdığında, dini değer, norm ve inançlar sistemi­nin, Türk insanının toplum yapısını etkilemede önemli bir müessese olarak ortaya çıktığını gösterir. Ayni tarzda, milliyetçiliğin sosyal yönelimi siyasi yönüne nazaran ağır basmış ve Pan-Turanizrt^Pan-Türkizm gibi akımlar yerine günümüzde en çok kullanılan halkçı (demokdik) bir milliyetçilik eğilimi, Kemalist ideolojinin ana eksenini oluşturmuştur. Rustovv’un deyimiyle: "Sürgüne giden Ruslar, komünizm ya da anarşizmi benimserken, Türkler milliyetçilik ve anayasacılığı çekici bulmuş­lardı. Bu tutuma, iş başındaki Jön Türklerle Cumhuriyetin kurucuları arasında rast- lanmaktadır (270) tarzındaki değerlendirmesi bu gerçeğin bir ifadesidir. Atatürk'ün bu milliyetçilik duygusunun psikolojik kaynağında, Arnold Toynbee'nin de belirtti­ği üzere, "bağımsızlık mücadeleleri denilen bir milliyetçi hareket içinde geliştiği" inancı yatar(2 1 1 ).

Hem bir devlet adamı, hem de bir inkılapçı olarak 2 0 yüzyıla damgasını vurmuş olan Atatürk'ün Türk Dil ve Tarih tezi birbirleriyle bütünleşerek, Orta Asya'dan A- nadoluya yönelen "merkezcil" bir modeli yansıtıyoıdu. Tarihi çağlardanberi Ana­dolu'da yaşayan bu milletin kökleri nereye dayanıyordu? Uygarlık ve kültürleri nasıl bir yol izlemişti? Ve tarihteki yeri neydi? Bunun için de Atatürk: "Ev\ela millete tarihini, asil bir millete mensup bulunduğunu, bütün meJeniyetleıin anası olan ileri bir milletin çocukları olduğunu öğretmeli\ i/ " diyoulu

İşte. Atatü rk^mil liyetç il iğ i böyle düşünüyor ve "eğer bir millet büyükse, tarihini tanımakla daha büyük olur" diyordu. Bu sebeple.Atatürk'iin tarih tezi, Gökalp'ten farklı olarak, Anadolu'dan Orta Asya'ya yönelen bir "merkez kaç" modelden ziyade Orta Asya'dan Anadolu'ya yönelen ve orada yoğunlaşan bir "merkezcif" modeli savunuyordu(212). Türk düşünce tarihinde romantik milliyetçilik dönemini kapa­tarak realist milliyetçilik çağının açılmasında bu fikirlerin payı büyük olmuştur.

Gökalp.ın, 1909'lardan itibaren geliştirdiğT ve milli mücadele içinde oluşan dü­şünce sisteminde "milliyetçil:k " ve "İslamcılık" birbirine karşıt akımlar olmakta;

Page 197: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

ziyade, birbirleriyle bütünleşen bir yapıyı ortaya koyar. Nasıl İbn Haldun, "asabiyetin bir nesilden gelenlerin bir araya toplanarak bir kuvvet, kudret ve üstünlük sahibi olmaları ve bir ülkü etrafında toplanmalırıdır"(213) demek suretiyle, milli dayanış­maya ışık tutan ve yön veren bir göriişü, İslam felsefesine getirmişse, Gökalpde Yeni OsmanlIlardan Genç Türklere bir sosyal miras olarak devralınan "milli duygu" motifini işlemek suretiyle modern bir "asabiye" teorisini yaratıyordu. İbn Haldun; asabiyetini (x) türlü çağ ve türlü kavimlerde başka başka olduğunu söyler" Gö- kalp sosyolojisinde ise "milliyet ideolojisi, devlette tecelli eder" öyleki, ilkin kavmi devlet şeklinde kavmi bir halkçılık vardır (kavim asabiyeti). İmparatorlukta kavim dini yerini ümmet dini almıştır. Milli devlette ise milli duygular ön plana geçmiştir "(124) ,

İbn Haldun, bir dinin yayılabilmesi için kuvvetli bir asabiyete, soy asabiye­tine dayanması gerektiği(215) tezini savunur. Görülüyor »ki, İbn Haldun'da "asa- biyye": Hem türlü çağ ve türlü kavimlerde başka başkadır", hem de yayılabilmesi için kuvvetli bir asabiyyete ihtiyaç vardır". Gökalp de, hemen hemen aynı görüşler­de birleşmede; ilkin kavim asabiyeti, sonra ümmet asabiyeti ve nihayet millet asabiyetinde karar kılmaktadır. Nasıl İbn Haldun'da "dini olaylar ve bunların doğu­racağı etkiler bile asabiyetsiz gerçekleşemezse"(216), Gökalp'de -bukadar önemli sosyal dirence sahip olmazsa bile- İslamiyet ancak milli devletle gerçek hüviyetine ulaşır. Türkler kendilerinde mevcut bulunan kavim asabiyyetini ancak islamiyete girmekle koruyabilmişlerdir. Çünkü, bir dine girmeğe dilin tesiri olduğu gibi, bir milliyete girmeğe de bir dinin tesiri vardır” (217). Gökalp sosyolojisinde, milliyetin dine aykırılığı bir yanay dinin milliyet duygusunu desteklediği gerçeğiyle karşı karşıyayız. İslami akımın milli duyguları pekiştirmede, hatta yaratılan kültür boş­luğunu doldurmada oynadığı tarihi rolü hem İbn Haldun hem de Gökalp sosyo­lojisinde açık bir şekilde gözlemek mümkündür.

Bu tarihi kültür kodu, 19. yüzyılın ikinci yarısı ve 20. yüzyılın başlarında yalnız Türkçülerde konvansiyonel kimliğini koruyabildiği halde, İslamcıların ra­dikal kanatı ile Batıcılar da ya birbirlerine karşıt unsurlar olarak değerlendirilmiş veya modernleşme akımında hareket noktası olarak kabul edilmemiş, "gülü ve dikeniyle" Batıya yönelik bir ideolojik alan oluşturulmaya çalışılmış, dini ha­yat adeta "saf dışı" edilmek istenmiştir. Bunu, en güzel örneğiyle pozitivist İtti­hatçı gruplarda, özellikle Ahmet Rıza ve benzerlerinde gözlemek mümkündür. Ba­tıdan aktarılan çevirilerde, Abdullah Cevdet başta olmak üzere, ateist yazar ve düşünürlerin kitaplarının ön plana alınması bu hazin tecellilerden birkaçım teş­kil eder.

Yeni Sağın milliyetçi kanatı, 1940'ların sonundan itibaren Yeni OsmanlIlar­dan Genç Türklere aktarılan bu tarihi mirası devralmak suretiyle ona yeni bir kim­lik kazandırmaları, Türk düşünce hayatında belirli bir nirengi noktasını verir. O halde, Yeni Sağın milliyetçi kanatı, böyle bir tarihi misyonu yüklenmekle, Tür­kiye devleti ve cumhuriyeti ideolojisine sahip çıkmıştır. Yeni sağın, 1950'lerin siyası ve sosyal tayfındaki Yenif yeni solun dıştan beslenen ideolojilerine karşı dini Jeğer \e injııçLıı sistemi\lc milliyetçilik ideolojisini birbirleriyle uyum sağlayacak bir biçimde .lenjı■leşi'imcsidıı. 'W,ni sağın "İslamcı" kanatı ise, I.Dünya Savaşı dö­nemindeki ra.likal slam.ıların "mılli>et"i "kavimcilik" veya "Irkçılık " telakki eden sembolik Javı ıniş k.ılıpı.r ına; ya Nuuuluk, Ticanilik, Işıkçılık, Süleymancılık gibi meliorist tinde örguılenmeleı tarzında veya "İslami şeriat" düzeni içinde canlandır- mak suretiyle tepkide bulunarak, sade ■ dini normlara ve motifleıı* ağırlık vermek

(x j T.Khemiri, asabiyye ile milliyetçilik kavramları arasında fazla bir farkın olma­dığını söylerken, Von Kramer, bu kelimenin "milliyet fik ri" ile karşılanabileceğini belirtmiştir. Max Weber'de "karizmatik kim lik" , Gökalp de "u/num culuk" veya sosyal dayanışma" ;Spengerler'de "millet ruhu", Durkheim de "Esprit de Corps ve nihayet Selahaddin Nuda Rahştla "modern milliyetçilik "anlamına gelir.

Page 198: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

suretiyle, Kur'an ve Hadislerin öngördüğü "kavim sevgisi"ni bir yana itmişlerdir. Çağımızın İslam dünyasındaki din-millet sentezini teşhis edememişlerdir.

Büyük İslam düşünürü Cemalettin Efgani ile başlayan din Ve milliyet yaklaşımı" bugün bütün İslam dünyasında ortak bir hayat hamlesi olarak belirmektedir. Ülke­mizde, aşırı dini liberalleşme dönemlerine tepki olarak çıkan-az önce zikrettiği­miz- "tali-din gruplan"; islami bir dünya görüşü ve çağın gerçekleri içinde islamın giderek "aslına bağlı" kimliğine boyutlar kazandırmadaki idrak kısırlığı karşısında donup-kalıplaşması, yeni bir skolastik ve doğmatik eğilimin kalın çizgileriyle Türk düşünce hayatında canlanmasına sebep oluyordu. Konvansiyonel sağ, Kur'an, Ha­dis ve Ehli Sünnet kurallarının belirlediği değişmez, ezeli ve ebedi ilkeleri içinde, islami esaslara bağlı kalırken, bu "tali-din. gruplar"ın aralarımla ve çoğu kez "İslamiyet" adına geliştirdikleri., "bölünmelerin artık birer "çıkar grupları"na dönüşmelerine itibar etmemek suretiyle, Türk auşunce yelpazesindeki gcıcek ye­rini alıyordu Konvansiyonel sağ, daha ziyade bu dönemde insanın iç dünyasını zenginleştiren tasavvufi akımlara yönelmek suretiyle, "moralist-elitist" rollerini uy­gulamayı akılcı bir yöntem olarak vurguluyor.

Milli birliğimiz bu çerçeve içinde daha güçlü bir hüvviyet kazanabiliyor. Es­ki Konvansiyonel Sağın, sadece "ırkç ı" alternatife dayanan sert kabuğunu, Ye­ni Sağ, bu "din-millet" senteziyle daha yüksek seviyede bir bütünleştirmeye ulaş- tırabiliyordu. Bu hususta elbetteki Kemalist ideolojinin halk katlarında yaşayan "ortak duygu* ve "ortak dileklerini yansıtan değer sistemlerine tercüman olması önemli rol oynayabiliyordu.

Atatürk, millet sentezini tarihi deneyimlerden ve Türk toplum gerçeğinden esinlenerek -birçok acı olayların bizzat içinde yaşamak suretiyle- oluşturuyordu:

'Türkiye cumhuriyetini kuran Tükiye halkına Tjürk milleti denir. Bugünkü Türk milleti siyasi ve içtimai camiası içinde kendilerine Kürtlük fikri, Çerkeslik fikri ve hatta Lazlık fikri veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş va­tandaş ve milletdaşlarımız vardır. Fakat mazinin istipdat devirleri mahsulü olan bu yanlış tevsimler (adlandırmalar) birkaç düşman .aleti, mürteci, beyirsizden-mada, hiçbir millet ferdi üzerinde tecllümden (elemden) başka bir tesir hasıl etmemiştir Çünkü bu millet efradı da umum Türk camiası eibi aynı müşterek maziye, tarihe, atı­lana, hukuka sanıp nuıtmuyorlar "(218).

Milli devlet, belirli bir coğrafya üzerinde yerleşerek milli sınırlar içinde iade­ce özgürce yaşamak demek değildir, bunun da «nesinde Oanial Bell 'in de isabetle belirttiği gibi, kitle iletişim araçları ve teknolojinin yayılmasıyla milli sınırlar için­de en ücra köyde ve kasabada yaşayan insanların ortak duygu ve inançlar etrafında toplanmasıdır. Atatürk'ün 1930'lardaki bu sözleri, 12 Eylül öncesi, siyasi dini ve et­nik parçalanmaların doruğuna ulaştığı .bir noktada, bizi yeniden "Milli devlet” ger­çeğine götüreceği en güçlü sosyal ipuçlarını taşımaktadır. İfadeleri pekiştiren ''müş­terek mazi" tarih, ahlâk- ve -hukuk TnoTîflerl bugün daha ziyade Türk halkını birbiri­ne bağlayan bir alın yazısı oluşturabileceği unutulmamalıdır" (219)

Kemalist ideolojide, İslam dininin siyasi rolleri, ortak mazi, ahlak ve tarih kavramları gibi manev-i temeller üzerinde yön değiştirmek suretiyle sosyalbir muhteva kazanıyordu. Aslında bu gelişim çağa hakin olan modernleşme hare­ketinin Türkiye'de bir yansıması oluyordu. Çünkü, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren İslam dünyasında gelişen modernleşme hareketleri Osmanlı toplumunda belirli akımlar içinde yeni bir görüş tarzı olarak ortaya çıkıyordu, Özellikle, Se­yit Ahmet Han, Cemalettin Afgarli, MuhammeJ İkbal, Hüseyin Taha, Muhammed Abduiı, Sait Halim Paşa, Ziya Gökalp, Ahmet Naim, Mehmet Akif ve AbJullah Cevdet gibi İslam dünyasının değişik kültür çevrelerinin oluştıır-.iuğu düşüııüılerin görüşlerini açıklarken, modernleşme açısından, İslam ve Tihk toplumuna aşıla­dıkları fikir akımları daha ziyade bir noktada ağırlık kazanıyordu, o da İslam ül­kelerinin bağımsızlıklarını kazanmaları ve yeni bir milli devlet kimliğine kavuş-

195

Page 199: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

maları idi. Nitekim, bu hususta reform çağının kilit düşünürü M.İkbal şöyle di­yordu:

"...Tam müessir bir İslâm ittihadı husule getirmek için müslüman ülkeler müs­takil hale gelmelidir; sonra bir bütün haline gelerek bir tek halifeye tabii olmalı­dırlar. Şu anda böyle bir şey mümkün müdür? Eğer bugün mümkün değilse, bek­lemeli. Ayni zamanda halife kendi evini intizama sokmalı ve hakkıyla işleyebilecek modern bir devletin temellerini atmalıdır". Oysa, Gökalp döneminde ılımlı İslam­cı kanatın teorisyeni Sait Halim Paşa ise bunun zıddı kanaata yani İslâm birliği olmadan milli birliğin kurulamayacağı görüşünde idi:

"...3eşeriyet, milletlerarası dayanışmayı geliştirmeden milli dayanışmanın mümkün olmadığını göıecek, birincisini geliştirmeye çalışacaktır"(2 2 0 ).

İkbal, bu satırları Gökalp'ten iktibas ettikten sonra, aynen şöyle devam ediyordı: "Bu satırlar, hali hazır müslümanların temayüllerini ifade etmektedir. Şimdilik, her müslüman millet, kendi içine çekilmeli, bir zaman için ancak kendi içine tevveccüh etmelidir; ta ki bütün müslüman kavimler aralarında bir cumhuriyet ailesi teşkil edecek kudret ve salâbeti buluncaya kadar"(2 2 1 ).

Ayni şekilde, günümüz İslâm düşünürlerinden Fazlur Rahman da hemen hemen ayni noktalara temas ederek: "Aşırı milliyetçilik önlendiği müddetçe, milli devlet­lerin daha büyük islâmi gayelere ulaşmak hususunda gerçek ve müsbet bir işbirli­ğini veya çok devletli bir toplumun oluşmasını mümkün kılabilir"(2 2 2 ), tezini sa­vunmaktadır.

O halde, gerçek olan Sait Halim Paşa'nın ifade ettiği gibi, milletlerarası daya­nışmayı (İslâm birliği) geliştirmeden milli dayanışmanın (milli birlik) mümkün ol­madığı tarzındaki görüşü değil, tersine modern milli devletlerin kurulmasıdır.

Kemalist sistem -gelecekte bir İslâm birliği söz konusu olursa- 20.yüzyılın ilk çeyreğinde buna yaklaşan yine ilk milli devlet modelini oluşturmuştur. Son yıllarda İslâm dünyasıyla başlayan iktisadi, sosyal ve siyasi dayanışma yönelimleri, bu tez için iyi bir başlangıç teşkil edebilir. 3öylece, bir düşünce sistemi olarak Ke­malist ideoloji, evrenin değişmeyen, sessiz ve cansız olduğuna dair eski teoriyi red­deden dinamik düşünce tarzını benimser. Her şeyin akıp gittiği dünyamızda, İkba­lin de temas ettiği üzere, "içtihat bir hareket prensibi" olmaktadır. Aksi takdirde her öğreti için olduğu kadar Kemalizm için de donup-kalıplaşmama mümkün değildir. Kemalist ideolojinin hayatiyetini koruması da bu tür bir hareket pren­sibine bağlıdır. Zira, insan her üri yeniden doğar. 3u ifade, biyolojik kanuna aykırı gibi görünmekle beraber, insanın ruhen yenileşen, her an kendini aşan bir varlık olduğunu belirlemesi bakımından isabetli bir yargıdır. Nietzsche, bu gerçeği "ka­buğunu değiştirmeyen yılan mahvolur" sözleriyle dile getirmiştir. "Daima birbiri­nin ayni kalmak", kabristana özgü bir durumdur. Düşünce sistemleri, ideolojiler de öyledir,eğer kendilerini yenileme ilkesini benimsemezler kısa süre içinde kalıplaş­maları ve canlılıklarını yitirmeleri kaçınılmaz bir neticedir. O zaman, ideolojileri hayata uydurma yerine hayatı ideolojilere uygulama gibi tuhaf bir manzara ile karşı karşıya gelmiş oluruz. İşte, "teori yüzünden körleşme" veya fanatik davranış tarzları diyebileceğimiz kalıplaşmalar, düşüncenin dışımızdaki hayat ile bağlarını kopardığı vakit ortaya çıkar.

Kemalist ideolojinin kalıcığı ve sürekliliğini isteyenler, onun temel konfi- gürasyonunu bozmadan, çağın yeni akışı içinde yorumlamayı başaranlardır. Konvansiyonel sağın, bu hususta, Yeni Sola nazaran daha başarılı ve gerçekçi olduğu söylenebilir. Askeri liseler, Harp Okulları ve Akademiler, Kemalist sistemin birer mimarları olarak büyük çapta mücadele vermişlerdir. Aslında, Toyn- bee'nin ifadesiyle, tarihi yapan "yaratıcı azınlık" kategorisi içinde yer alan Atatürk, Rustovv'un teşhisiyle, "milliyetçilik ve anâyasacılık” ilkeleri etrafında olu­şan felsefi akımları, kendi mizacına uygun, kendi kişiliğinin bir parçası olarak sentez yapmasını başarmış bir Merdir Bu yüzden, dönemin faşist ve komünist

Page 200: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

■ucoıojileri kadar, emperyalizrrfe açık liberal kapitalist sisteme de iltifat etme­miştir.

XX.yüzyıla damgasını vuran liderler, bugün sosyalist ve komünist ideolojilere olan yakınlık ve uzaklıklarına göre sınıflandırılırken, Atatürk ve Gandi, milletlerinin tarihi gelişimi içinde halkçı ve inkılapçı taraflarıyla "tarihileşmiş" iki önderdirler. Gandi nasıl bir sosyalist kurşunu öldürülmüşse Atatürk'ün manevi eserleri de öyle­sine sol ve sağdaki fanatik gruplar tarafından saldırıya uğramış, daha sonraları da Yeni Sol'un sistemli boy hedefi haline gelmiştir.

Yeni sağ veya konvansiyonel sağ kanat, siyasi iktidarı eline geçirdiği 1950'li yıllarda kadro olarak ya Kemalist ideoloji içinde yetişmiş veya Atatürk'ün yakın arkadaşları idi. Bunlar, hem Kemalizmden sapmalara fırsat vermemek hem de altı ok halinde yakalarda parti rozeti olarak dondurulmasına karşı çıkarak,sisteme bir dinamikli kazandırmaya çalışmışlardır. İlk aşamada İlahiyat Fakülteleri ile bazı Üniversitelere bağlı Yüksek İslam Araştırma Enstitülerinin kurulmasında öncülük yapmışlardır. Halk ile yönetici elit arasındaki sosyal gerginlikleri, özellikle dinde li­beralleşme eğilimlerinin belirli bir düzfcye getirilmesi hususunda ileri sürülen çö­züm yollan bu tür atılımlar arasındadır. İlk ve oıi.ı okullara din derslerinin konul­ması, ezanın Arapcalaştırılması, İmam Hatip Okullarının açılması ve hepsinin üs­tünde Yeni Anayasamızda ilk ve orta dereceli okullarda din dersinin bizzatihi mecburi ders haline getirilmesi, Kemalist ideolojiye çağın gerekleri içinde yeni bir hareket­lilik kazandırma eğilimini taşıyordu. Ancak, siyasi rejimde meydana gelen radi­kalleşme süreci, seçmenlerin çeşitli baskı gruplarının etkisi altında kalması ve niha­yet iktidarlar ile muhalefet arasındaki kısır çekişmeler, "oy avcılığı" zihniyeti, bir takım dini yan grupların "yedek oy deposu" olarak kullanılmasına yol açmış­tır. Su durum, Kemalist sisteme çağa ait "yeni aşılamalar" yapmak suretiyle ide­olojiyi aşırı sağ ve sol sapmalara karşı güçlü kılmayı gerektirirken aksine, devletin resmi doktrinine saldırıl ması ve anti-Kemalist bir ortam yaratılmasında adeta sessiz kalınmasına yol açmıştır. I960'lardan sonra da Yeni Sol, Türk düşünce hayatında yaratılan bu boşluğu doldurmak gayretiyle, Marksist-Leninist akımları aşılamaya çalışmış, bizzat "Atatürkçü kimlik" arkasında Atatürk inkılaplarını "üst-yapı devrimleri" veya "gardrop Atatürkçülüğü" tarzında kamu dyuna takdim edebilmiştir. O kadar ki, v eni Sol entelijansiyasının 1960-1970 yılları arasında fikir piyasasına sürmüş olduğu Marksist-Leninist yayınlar yanında, Atatürkçü ide­olojiye yarım yüzyılda tahsis edilen eserler tabir caizse "devede kulak" durumunda kalmıştır. Türk Ocağı mirasına konan ve Kemalist sistemi halk katlarında felsefi ve kültürel yönden yayma amacı taşıyan Halk Evleri, 1970'li yıllardan sonra Marksist-Leninist yuvalar haline getirilmiŞjTürk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kuru­mu, 12 Eylül 1980'lerden önce bir zamanların yasal Marksist partisi sempati­zanları ile bölücü ve siyasi etnik akımların arenası haline getirilmiştir. O kadar ki, 1977'de "Atatürk'ün Dünyası ve Yeni Türkiye" adlı Milliyet gazetesinin açmış olduğu bir forumda dönemin bir öğretim üyesi konu ile ilgili olank şu gerçeği dile getiriyordu:

"....Devrimcilik ilkesine gelince, bu kavramın bugün akla getirdiği tek anlam Marksist bir içerik taşımaksıdır. Söz gelişi, basında, "devrimcilerle ülkücüler çatış­t ı" denildiğinde, "devrimciler" kelimesi ile Marksistler kastedilmektedir"(223)

Böylece, 1960'lardan itibaren "devrimciler"(x) yaftası altında ikinci bağımsız­lık savaşı verdiklerini sloganlar halinde haykıran Yeni Sol, aslında "sahte" bir imajla

( x ) Aynı paraleldeki görüşlere, 1 2 Eylül sonrası incelemelerde de rastlamaktayız. Bunlara göre, "D evrim ci" aynı zamanda ayrılıkçı aşırı sol anlamına gelmektedir. (Ruşen Keleş-Artun ünsal. K ent ve siyasal şiddet, $ .8 .1 9 8 2 ) .. Oysa, aynı kavram,1 2 Eylülden önce yasallığı olan ve doğrudan Atatürkçü çizgiyi belirlemek için kullanılmakta idi.

Page 201: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Kemalist ideolojiyi Marksist-Leninist ideoloji için bir basamak olarak kullanıyordu. Bunların hepsinin üzerinde en acısı, en elem vericisi, "İkinci Adam"ın son parti kurultayından önce yapmış olduğu açıklamadır'kiAtatürk'ün tarihi mirasını taşıyan bir kuruluşun nasıl çok kısa bir süre içinde Marksist istilaya uğradığını bize kesin bir biçimde göstermektedir:

"....Ortanın solunu ben çıkardım, ancak şimdi bilmediğim mahiyette, ayrı bir parti ilkesi halinde kullanılıyor. Ne çeşit baskılar yapılıyor, aklın alacağı şeyler değil; Dev-Genç teşkilâtı lağvolundu. Ne marifet yapacakları belli değildi. Harıl harıl partiye kaydetmeye çalışıyorlar Ve il başkanları onları militan olarak kulla­nıyorlar. Bunlar yüksek okullarda serbest seçimleri yaptırmayan silahlı öğrenci­lerdir. Karşılarındaki hizip partiyi ortanın soluna taraftar olmayanların eline bı­rakmayacaklarmış, bir prensipleri bu. Ortanın solunu, ortanın göbekcilerinin eli­ne bırakmayacaklar. Kim göbekcilerdir? Genel Başkanları başlarının üzerindedir, henüz idare edebiliyorlar. Genel Başkanlarının vaktinin dolduğuna karar verirler­se, onu da-atacaklar; kim bilir ne kulp takacaklar? Her istidat var. Memleket idaresi, hayatı, ne olursa olsun, bu zihniyeti taşıyanların eline geçerse, başımıza neler ge­leceğini ne bileyim ben? Her halde başımıza neler geleceğine mani olmak için so­nuna kadar çalışacağım. Ecevit doğruya söylemiyor, samimiyetsizdiı( genel baş­kan başımızdadır, onunla ihtilafımız yoktur) diyorlar. Ben bar bar bağırıyoıum, ihtilaf benimledir, beraber değilim. Onlar diyorlar ki(hayır beraberiz, siz bakma­yın onun sözüne) böylesine rastgelmedim. Tam ihtilaf halinde bulunur benimle (hayır onunla hiçbir ihtilafım yoktur) diye ısrar eder. Böylesine rasgelmedim. Ku­rultayda bir neticeye varacağız; onlar (haksızdır) diyecekler, ortanın solunu an- latacaklar(ortanın solu göbekcilerin eline geçti) diyecekler, (genel başkanı kan­dırıyorlar) diyecekler.. (Onunla ihtilafımız yoktur. Ona yanlış bilgiler veri­yorlar, işitmiyor, yanlış yazıyorlar, yaşı ilerledi, bünadı, ömrü belli değil) diye­cekler. Bir gün bakacaklar, hakikaten ölmüş. Ne genel başkan kalmış, ne ihti­lafı kalmış, Ama sonuna kadar ben vazifeyi ifa etmiş olacağım"(224).

İşte, "İkinci Adam", Partisinin son kurultayında ve ölümünden bir yıi önce böylesine trajik bir olayı sahneliyordu. Ve böylece yetiştirdiği "Frankeştyan" kendisini yiyordu. Su tarih, aynı zamanda Kemalist ideolojinin de parti gelene­ğinde sonu olmuştur. "İkinci Adam" engeli ortadan kalktıktan sonra, "Yeni CHP" gerçekten yeni bir yapı kazanıyor ve Atatürk'ün partisi adım adım Mark­sist sosyalist partiler çizgisine yaklaşıyordu. Nitekim, 14 Ekim seçimlerini izleyen günlerde, Milliyet gazetesinin düzenlediği "Seçimden Sonra Liderler Ne D iyor?" forumunda yeni genel başkan "sosyalizmle flört" diyebileceğimiz ilk mesajı ve­riyordu:

"...Bizim dışımızdaki sol kuruluşların parti olarak veya dernek olarak, toplu­luk olarak sol örgütlerin davranışları, tabii birbirinden farklı oldu. Bunlar içinde Türkiye İşçi Partisi (T İP ), çök açık ve demokrasi bakımından bizim düşünce­mize göre çok sağlıklı bir tutum izledi. Bir yanda CHP ile aramızdaki ayrılıkları uygar bir dille, fakat kesin bir biçimde ortaya koydu, ama bir yandan da özgür­lükçü demokrasiyi faşizm tehlikesinden korumak için ve özgürlükçü demokrasiyi gerçek boyutlarına eriştirebilmek için CHP'ye hiç değilse bir süre destek olunması gereğini savundu"(225).

Msacası, Yeni Sağ ve Yeni Soldaki radikal kanatlar Kemalist sistemi ve onun kurduğu milli devlet yapısını böylesine yaylım ateşine tutarken, rie acıdır ki, yöne­tici elitin önemli bir kesimi ve yeni entelijansiya olaylara ya sessiz kalmış veya "so­la pay" çıkarma gibi küçük hesaplar içine itilmişlerdir. Ama, yine de konvansiyo­nel sağ, hem fanatik sağa hem de radikal yeni sola karşı -eski bir kültür kodunu devam ettirmesinden ötürü- Kemalist sisteme sahip çıkmış ancak mücadelesi yeter­siz kalmıştır. Şimdi ör^mli mesele, Kemalist ideolojiyi Türk toplumunun yeni şart­lan içinde -temel konfigürasyonu bozulmadan- değerlendirmeye çalışmaktır. Daha

Page 202: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

önce de temas edildiği üzere, Kemalist modelin ana eksenini teşkil eden milliyet­çilik ve halkçılık ilkeleri,- bir hayat hamlesi olarak Yeni Osmanlılar ve onu izleyen Genç Türklerden devralınmış felsefi düşünce sistemleridir. Bu bakımdan, Mustafa Kemal'e gelinceye kadar -en az-yarım'yüzyıllık bir devamlılığı söz konusudur(x). Bunun gibi, 1870'lerin konvansiyonel siyasi platformunda -aşırı dincilerin dışın­da- ılımlı İslamcı kanatla, yenilikçi akım taraftarları arasında da uyum sağlanmıştır. Türk istiklal hareketi boyunca da "beynelrfiilelci" olduklarını iddia eden İslamcılar, büyük çoğunlukla "mjlli devlet" safında yer almışlardır. Bu bakımdan milliyetçi­lik ile İslamcılık arasında bir zıtlaşma düşünülemeyeceği gibi, bunlardan biri olma­dan ötekinin gerçekleşfnesi de mümkün değildir.

12 Eylül 1980 harekâtı -diğer askeri darbelerden farklı olarak- Kemalist ide­olojiye bir devlet felsefesi olarak sahip çıkmış. Onun dışında bir başka doktrin veya siyasi sisteme itibar etmemiş, anayasayı bu çizgide düzenlemiştir. Harekatın lider­leri, "Milli Güvenlik Konseyi", ordu içinde yetişmiş, milli duygu ve terbiyeyi asker ocağından almış, bu yüzden de Atatürkçü ideolojiye bağlı üst-elit kadroyu oluş­turuyordu. Bugün, bu kadro, parlamentoda rejimin teminatı olarak- Anayasada be‘- lirlenmiş olan-yerlerini almış bulunuyorlar.

Dinde A şırı I Nonıliesn ıeye Tepki:12 Eylül öncesi sosyal hareketler, terör ve anarşi eylemlerinin yarattığı fikir

boşluğunu, MGK birbirini izleyen karar ve uygulamalarla gidermeye çalışmıştır. 7 Kasım 1982 günü halk oyuna sunulan ve milletimizin yüzde yüze yakın ezici çoğunluğu ile kabul gören yeni anayasımızın başlangıç kısmı (dibace) incelen­diğinde: "Milli kültür", sosyal adelet, cumhuriyet, eşitlik, egemenlik, hürriyet ve demokrasi gibi bir takım sosyolojik kavramlar -ki Yeni Osmanlılar ve Genç Türk- lerdenberi tartışma konusu olmuştur- yeni boyutlar kazanarak canlı ve siste­matik bir tarzda gündeme gelmektedir: "Ebedi Türk vatan ve milletinin bütünlü­ğüne ve kutsal Türk devletinin varlığına karçı.." 'Türkiye Cumhuriyetinin ilelebet varlığı, refahı, maddi ve manevi mutluluğu", millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk milletine ait olduğu", "Hiçbir düşünce ve mülâ­hazanın Türk milli menfaatlarının, Türk varlığının, devleti ve ülkesiyle bölünmez­liği esasının, Türklüğün tarihi ve manevi değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılapları ve inkılapçılığı karşısında korunma göremeyecek ve laiklik ilkesi­nin gereği kutsal din duygularının, devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karış- tırılamayacağı Türk milleti tarafından demokrasiye âşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine eman t tevdi olunur."..

Görülüyor ki, Anayasının başlangıç kısmından aktardığımız bu ifadeler, Türk tarihinde yüzyıla yaklaşan öğreti ve sistem tartışmalarının ideal bir profilini ortaya koymaktadır. Kullanılan sembolik değerlerin tünü, Türk millet ve devlet bütünlü­ğünde düğümlenmektedir. Milli mücadele bu kavramlar çevresinde kümelenen insanlar tarafından gerçekleştirilmiş, yeni anayasa bu değerlere sahip çıkmakla millet iradesinde bir sapma bulunmadığını kanıtlamıştır. Keza, yeni anayasa, 3jnaddesiyle devletin milli marşının "istiklal marşı" olduğunu belirtmekle.

(x) Zaman zaman "ortanın so lu " teorisini ileri sürdüğünü ifade eden "İkinci A d a m " 28 Nisan.1 9 6 7 günü partisinin 4 .olağanüstü kurultayının gündeminde bulunan " 8 ‘1er hareketi nedeniyle ortaya çıkan bunalımları "bertaraf" etm ek gayesiyle yapmış olduğu bir konuşmasında ''m illiyetçilik" ideolojisinin tarihi zaruret'erin tabii ve haklı bir neticesi olduğunu vurguluyordu;". Biz, vazgeçmez bir şekilde milliyetçiyiz, sosyalist partiler prensip olarak beynelmilelcidirler ve milliyetçilik­lerini örterek, onu başka perdeler arkasında .yaparlar. Bizim milliyetçiliğimiz, imparatorluğun dağılmasının tabii ve haklı sonucudur. Milliyetçilik bize Kurtuluş Harbinin neticesi olarak devlet temeli olmuştur. (Suna Kili, 19 60 -1 975 döneminde Cumhuriyet Halk Partisinde Gelişmeler, s.238 ,1 97 6)

Page 203: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

tarihi kültür kodları arasındaki devamlılığını korumada kararlılığını vûrgulamıştır.Yeni anayasamız -konumuzu ilgilendirdi” i ölçüde- "dinin devlet işlerine ve

politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı" görüşündedir. Bu durum, Genç Türk- ler, İçtihatçılar ve Türkçülerden beri devam edegelen "dinin siyasetten arındırıl­ması" düşüncesinin en son vardığı noktayı işaret edtr. Yeni anayasa, ayrıca, Ke­malist sistemin "dinin siyasetten •arındırılması" biçiminde belirlenen temel ilkesi -Türk halkının günümüz ihtiyaçlarına cevap verecek tarzda- yeni hareket ilkeleri getirmiştir. Öyleki, "herkes, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir .(Din ve mezhep ayırımı yaratmak veya sair herhan gibir yoldan bu kavram ve görüşlere dayanarak bir devlet düzenini kurmak amacı dışında) ibadet, dini ayin ve törenler serbesttir.

"Kimse, ibadete, dini âyin ve törenlere katılmaya, dini inanç ve kanaatlarını açıklamaya zorlanamaz; dini inanç ve kanaatlarından dolayı kınanamaz ve suç­lanamaz.

"Din ve ahlâk, eğitim ve öğretimi devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Dini kültür ve ahlâk öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcisinin talebine bağlıdır".

Yeni anayasımızın bu söz konusu maddesi: "Din kültürü ve ahlâk öğretimi" ile "din eğitim ve öğretimi"ni ilk ve ortaöğretim kurumla ında öngörmekle be­raber, ilkini zorunlu dersler arasında İkincisini ise kişinin kendi isteğine bırak­mıştır. Böylece yeni anayasa, dini eğitim ve öğretim yanında dini kültür ve ahla­ki sistemleri de sosyal takviye edici unsurlar olarak kabul etmekle -daha önceki anayasaları- bütünleştirici bir nitelik kazandırmıştır. Bugün, hiçbir kimse dev­letin; ilâhiyat fakültesi, yüksek İslâm enstitüleri-, imam hatip okulları açmasını, "dini kültür ve ahlak öğretimini", ilk ve ortaöğretim kurumlarında zorunlu ders­ler olarak okutulmasını ve "dini eğitim ve öğretim" sistemini topluma maletmesini Kemalist ideolojiye aykırı bulamayacağı gibi, tersine bu tarihi mirasın toplumdaki nişlerine, sosyal yuvalarına yerleştirilmesi ile Türk toplumunun manevi yapısının güçlenmesi kadar Kemalizmin de çağdaş hareketlilik ilkesini temsil edeceğine ina­m ı. Çünkü, biraz önce de belirtildiği üzere, Kemalist ideolojiyi bir öğreti, bir sis­tem olarak yaşatmak istiyorsak onun sosyal ilerlemenin meydana getirdiği yeni ihtiyaçlarla ilişkisini koparmamız gerekir.

Yeni Anayasamız, kesinlikle, "devletin sosyal, ekonomik^iyasi ve hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar etmeye ve kötüye kullanmaya karşı ol­makla "dinin" siyasetten arındırılmasını öngörmüş; fakat ilk ve ortaöğretimde di­ni kültürü ve ahlâk eğitimi ile "din eğitimi ve öğretimini"nin yaygınlaşmasını öner­mekle de dinin sosyal yönüne yeni boyutlar kazandırmıştır. İdeolojilerde "sosyal hızlandırma" denilen prensip de budur(x). Kemalizmin bir felsefi öğreti olarak gücü,

(xj Ati Fuacl Başgil, "Din ve Laiklik" hakkında kaleme aldığı bir incelemesinde ko­nu ile ilgili olarak şu görüşleri savunuyordu."... İnsan bilmeye muhtaç olduğu gibi, inanmaya da muhtaçtır."Din ile devlet münasebetleri İslâm dininin itikadi ahkâmından değil, sırıf âmeli ahkâmındandır." ... Laiklik sırıf devlet hayatına ait bir hareket ve faaliyet prensibidir. Binaen­

aleyh ferdin hususi ve manevi hayatı ve ailesi içinde vaziyeti tenakuza girmez, ve din- dalığı aslâ nefetmez (ortadan kaldırmaz). Laikliği dinsizlik sanmak, onu yanlış anla- matır. İnsan iş ve münasebetler hayatında lâik olur yani işin ve münasebetlerin dev­letçe vazedilen kanunlara göre hareket eder de, diğer taraftan, ferdi ve hususi haya­tında dindar olarak yaşar.

"... hülâsa, zamanımızda ve tekâmülün bugünkü merhalesinde din ve vicdan hürri­yetinin teminatı ancak devletin laik olmasındadır.

".. Ne "dine bağlı devlet” ne "de devlete bağlı din” sistemi laiklik için esas pren­siptir" (Ali Fuad Başgil, Din ve Laiklik. 1955,s. 1 2 4 .1 27 -1 28 ,140 ,14 2 ,1 71).

Page 204: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

onun naiKçılık ve sosyal dayanışma ilkeleri yanında, yeniliğe açık olmasındadır. Herşeyden önce, bu yeniliğin, halktan güç alarak yönetici elit tarafından gerçek­leştirilmiş olması, Kemalist modelin en etkin yönünü teşkil eder. Zira, ideolojiler halkın ihtiyaçlarına cevap verdikleri takdirfle, "vücutta kanın temizlenmesi" anla­mında canlılık kazanabilirler. Evrensel dinlerin, hiçbir zorlamaya başvurmaksızın, halk katlarına yayılmasında bu sosyo-psikolojik motifler önemli rol oynamıştır. İdeolojiler ile halkın ihtiyaçları arasındaki bütünleşme ayni zamanda onların et­kinliği ve devamlılığı için de önemli kalıcı unsurları teşkil ederler. Aslında mo­dernleşme dediğimiz süreç de budur. Modernleşme -ister inançlarda isterse ideo­lojilerde olsun- sistemin temel standart yapısı değişmeksizin-çağın şartlarını kendi görüş açısından yoğurması ve onlara biçim vermesi demektir.

Dünyada birçok anayasalar gözönüne alındığında, din devlet ilişkisi üçlü bir durumu ortaya koyar: "1) Dine karşı olan devlet modeli. Bazı toplumlarda, bilhassa komünist-ülkelerde devlet dine karşıttır. Yani devletin karakteri Allahsız(ateist) oluşundadır. Burada devlet doğrudan doğruya dine etkide bulunur, yani bir çe­şit politika güder. Dini, toplum için "afyon” olarak telakki eder. Mesela Sovyet Rusya Anayasasında din yasaklanmıştır. 1917 ihtilalinden sonra Çarlığa ait kili­seler, camiiler, hapishaneler kışla haline getirilmiştir. Böyle bir toplumda vatandaş dinine sahip çıkamaz. Aksi, takdirde hakim ve kanun önünde dindar oluşunun he­sabını vermek durumundadır. 2) Dini devlet sistemi. Burada devlet dini, din de devleti etkiler. Buna teokratik düzen diyoruz. Devlet başkanı ayni zamanda Allah'ın yeryüzündeki temsilcisidir de. Bugün Suudi Arabistan, İran Devrim Cumhuriyeti ve kısmen Körfez ülkeleri (Arap emirlikleri) ve Pakistan'da görüldüğü gibi. Pakistan a- nayasasının ilk maddesi: '“Pakistan İslam dinine dayanan bir devlettir" şeklindedir. Fakat, devlet reisi bu görevini,Suudi Arabistan'da olduğu şekilde,mutlak bir anlam­da yürütemez. Bu sistemde devlet ile siyaset birleşmiş l i ı . Nereye kadar devlet si­yasete karışıyor, nereye kadar siyaset devleti beliıliyorbunu kestirmek mümkün de­ğildir. din ile devlet adeta bir madalyonun iki yii/ti gibi "bütün" bir yapıyı ortaya koyar. Bu sistemde, ilkinde olduğunun zıddına, hiçbir fert dindarlaşma sürecinin dışına çıkamaz. Dine karşıt olamaz. Devlet ye kanunlar dini emir ve düzeni bozan­lar için sert kurallar koymuştur. 3) Dinin devletten ayrıldığı laik sistemler. Bura­da din işleriyle devlet işleri birbirinden tamamen ayrılmıştır. Yukarıda her iki sistemin devlet-din ilişkileri bu sistemde nötralize edilmiştir(x). Din siyaset ala­nından sosyal alana aktarılarak, sadece ferdin ve toplumun ahlaki inançlar alanına dönüşmüştür. Yani dinin siyasi alanda umumileşmesi kadar siyasi modernleşme­si de mümkün değildir(226).

Eski anayasının 154. maddesi, yeni anayasımızın 136. maddesine göre, Diya­net İşleri Başkanlığı laiklik ilkesi doğrultusunda -bütün siyasi görüş ve düşünüş­lerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek- özel kanunda gösterilen görevleri yerine getirir". Bu hükmü ile anayasamız, dini sem­bolizmin siyasi alanda umumileşmesini engellemek suretiyle, sosyal alanda, özel­likle "milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi" sağlamada etkin rol alma hakkını tanımıştır.

Böylece, dini sistemin toplum hayatındaki önemi belirlenmiş olmaktadır. Marks'a göre, din aşağı tabakalar için bir aldanma kaynağı, onları hayattaki kade­rine uydurmaya yarayan ve gerçek sınıf çıkarlarım görmekten alıkoyan bir dü­zendir. Alexis Tocqueville ise tersine, dini inanç geleneğinin siyasi hürriyetle doğ­ru orantılı olarak arttığını ileri sürmüştür. Ona göre, bir- toplumun siyaset kurum­lan ne kadar az diktatörce olur ve nekadar az fark yaparsa hem hükmedenleri hem- de itaat edenleri sınırlayacak bir kutsal inanç sistemi o kadar çok gerekli olur''(227).

Hıristiyanlıkta, örnek olarak Amerika'da dini sembolleşme, siyasi modernleş­me ile siyasi alanda umumileşme kimliğine sahip olduğu için/bu ülkede modern­leşmenin hızı daha yüksektir. Bunun nedenini de her şeyden önce Hristiyan öğre­tinin yapısında aramak gerekir.

Page 205: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Bu yüzden Avrupa ülkelerinde siyasi davranış kalıpları ile dini bağlar arasında yakın ilişki vardır. Övleki. Fransa ve Hollanda gibi iki Avrupa ülkesinde kiliseye devam ederiler komünist partiler için daha az oy kullanmışlardır. Buna karşılık, akademisyenlerin büyük çoğunluğu, ileri gelen edebi kişiler ve önemli fikir der­gileri, din ve siyaset alanında tutucu (muhafazakar) düşünür ve faaliyete karşı olmuş­la r d ı r ^ )

Dinin Batı toplumlarırida aşırı bir biçimde ferdileşmesi (secularisation)nin gide­rek değer kazanması karşısında, birçok fikir adamları, dinin toplum içindeki görevi­nin daha da etkinlik’ kazandığı kanaatmdadırlar. Ünlü iktisat tarihçisi ve sosyolog Max Weber bu görüştedir. Ona göre, Protestanlığın ferdi sorumluluk üstünde ısrar edişi, Protestanlığın yaygın olduğu ülkelerde (İngiltere ve Hollanda gibi) demokratik değerlerin ortaya çıkışına yardım etmiş ve burjuvalarla (şehir soylu) monarşiyi sak­lamak isteyen tahtın arasını açmış ve demokrasinin muhafazakar tabakalarda ka­bulünü sağlamıştır(229). Weber, aynı zamanda Protestan ahlakının (çok çalışarak kazanç sağlama, tasarrufta bulunma ve bunların yeni yatırım kaynaklarına tahsisi) kapitalist sistemin ruhunu teşkil ettiğini ileri sürmüştür. Böylece, laikleşme süre­cinin ferdiyetçi düşünceyi etkilediği tezi, VVeber'in "Protestan ahlaki ve kapita­lizmin ruhu "adlı eserinin ana esaslarını teşkil eder.

Kemalist ideoloji, "din-devlet" ilişkisi modelinde üçüncü kategoriyi, yani laik kültür kodunu temsil etmektedir(x). VVeber'de rastladığımız, daha ziyade sos­yalleşme yönü ağır basan bir laikleşme süreci, geçmişte "milli mücadele” hare­ketinde olduğu gibi, 12 Eylül öncesi yıkılmış ve bir enkaza dönüşmüş toplum ya­pımızı yeniden onarabilir, birliğimizi kurabilir. Zira, yeni Anayasamız; "Din kül­türü ve ahlak öğretimi" ile "din eğitimi ve öğretimi" gibi önemli kültür kodlarını okullaşma süreci içine ithal etmiş, bunların da üstünde ona, "milletçe dayanışma ve bütünleşme " görevini yüklemiştir.

Şimdi, bu bilgilerin ışığında biraz da Batı(Amerika) ve Uzak Doğu (Japonya) da dinin sosyalleşme sürecindeki önemi üzerinde durmak istiyorum. 1970'lerde, "dini, siyasi modernleşme ve laikleşme" üzerinde bir tez çalışması yapan ve bunun için de Amerika, Türkiye ve Japonyayı örnek alan bir Amerikalı araştırmacının dok­tora tezinden yararlanmak istiyorum. Palmer Parker Jay, üç kültürü karşılaştırma­sına ilkin, modernleşmenin bir tanımını vererek başlıyor. Ona göre, "modernleş­me, geniş anlamda dini ve onun diğer kültürel sistemlerle olan ilgisini belirlemeyen sembolik farklılaşma derecesidir "(230) •

Jay'e göre, dini sistemin modernleşmesi anlamında Amerika ilk, Türkiye ikin­ci, ve Japonya ise nisbeten üçüncü ülkeyi teşkil eder. Amerika dini sem­bolizm , siyasi modernleşme kadar, siyasi alanda umimileşme bakımından büyük bir potansiyele sahip olmakla beraber, siyasi alanda umumileşmektedir. Hatırla­nacağı gibi, bu hususa biraz farklı açıdan Mohammed Sadıq ta da raslamaktayız. O, klâmi sembolizmi siyasi platformdan silerken, sosyal alanda değerlendirilme­sine sahip çıkmıştır.

Batılı düşünürler, umumiyetle, modernleşme sürecini ele alırken dini modern­leşme ile siyasi modernleşme arasında bir ayırım yapmaya gerek görürler. Bu çer­çeve içinde, Japonya örneği ele alındığında, bu ülkede dini modernliğin siyasi mo­dernleşmeyi desteklemediği, bu sebeple ikisi arasında bir olumsuz bağlantının (negptif korelasyonun) bulunduğu iddia edilmektedir.Zira, dini sisteminde, yüzyıl- danberi bir değişme olmamasına rağmen, japonya siyasi modernleşmeyi başarama­mıştır.

Bu husufca Jay şöyle bir yaklaşım getirmektedir, laponva'da "milli yapı"

(x) "Laiklik, din hürriyetini ve bundan doğan vatandaş hakkını korumaktır” (Ali Fuad Başgil, Din ve Nedir ne Din Hürriyeti, 1954).

Page 206: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Veya "milli devlet" anlamına gelen bir"Kokutai"kavramı vardır k i Dunu Türkiye için yazar, "ümmet" kavramıyla karşılamaktadır. Bu kavram , Japonyanın milli mito­lojisinde sık sık raslanan''Kokutai,"böylece öğretim ve siyasi alanda bütünleşme ve yasallaşmayı sağlayan birer siyasi seferberlik kodlarıdır. Türkiye'de ise böyle bir terim, "ümmet" olarak bilinmektedir. Peygamberin önderliği altında Medine Ana­yasasının esası "insanların tek bir ümmetten ibaret olduğu" tezini savunuyordu" (231). Böylece, ümmet-Arapça umma- Allah'ın iradesini ve Onun hükümranlığını kabul eden insan topluluğudur. Kısacası ümmet, Allah'ın birliğine ve peygamberin müjdecisi olduğuna inananların cemaatı oluyordu.

Japon medornleşmesinde, "Kokutai" gibi "ümmet" de Türkiye'nin siyası mo­dernleşmesinde, Jay'e göre, rol oynayabilirdi. Ümmet, insanların bir dayanışması,- sosyal birliği idi. Ancak, İslâm dini-sembolik farklılaşma, ferdileşme ve rasyonali- zasyon anlamında "m it” ve "büyü" yapısına dayalı Japon Şinto'sunda raslanıldığı üzere, başarılı bir biçimde değerlendirememiştir. Zira, "Kokutai", uygun bir sem­bol olarak, siyasi alanda umumileşmeyi sağladığı halde, "ümmet" Türkiye'nin mo­dernleşen elitleri tarafından -özel bir alan olarak- reddedilmiştir".

Genellikle, yönetici elit ile halk kültürü arasında -islâmın siyasi yönünün sınır­landırılması neticesi- bir farklılaşma olduğu inkar edilemez. Halkta, "ümmet" kül­türü, yönetici aydında "laik kültür" hakim olmuştur. Bu sebeple halk katında ümmet ideolojisi yaşantısını sürdürmüştür. Buna karşılık, "cumhuriyet, bir diğer yönden "ümmet" yapısının devamını sağlamıştır. "Vatanseverlik", "Birlikte olma" ve "başkalarına karşı koyma" ümmet hissine devam ettirici birer unsur olmuşlardır. Okullarda bütünlük, birlik ve beraberliği verilen önem pek o kadar da ümmet fik­rinden uzaklaştırıcı bir anlam taşımamıştır. Bayrak ve kahramanlık değerleri ise Battal Gazi menkıbelerinden uzak değildi"(232). Hatta, Atatürk'te rastladığımız "bağlılık-dayanışma" prensibi, bu anlamda "bütün insanlar bir sosyal yapının üyeleri­dir ve bu sebeple birbirlerine bağlıdırlar(...)(Bunun için de) "herkes kendi için" yerine "herkes herkes için" düşüncesi olmalıdıt. Çünkü böyle bir düşünce Atatürk'e göre ancak "içtimaidir.", "millidir” , geniş ve yüksek anlayışla insânidir"(233). Ata­türk'e ait bu sosyal dayanışma teorisi, önemli ölçüde Gökalp sosyolojisinin tesanüt (solidarite)adını verdiği "umumculuk" ruhunun bir yansıması olmakla beraber, aynı zamanda "ümmet" kimliğinin de bir yön değiştirmesi olarak telâkki edilebilinir. Hat­ta, Kemalist ideolojide yansıyan aynı tarih, aynı kültür ve aynı ortak duygulan payla­şan insanları birbirine bağlayan milliyetçilik ideolojisinin de, "Kokutai" kavramında görüldüğü üzere, yüz yıllarca aynı dini normlar içinde yaşayan bir "birlik" şuurunun fertlerde meydana getirdiği sosyal alışkanlığın bir görüntüsüdür. Velevki, bu Rustovv'- un laiklik modeli olsa bile (234), Gökalp'ın ümmet ile millet arasındaki çelişkili gi­bi görünen bu durumunu, bir uyum, bir bütünleşme olarak çözümlemenin sosyal ipuçlarını burada aramak gerekir. Onun ünlü: "Türk milletindenim, İslâm ümmetin- denim, batı medeniyetindenim" tarzındaki üçlemesi (tri.nity), "millet" ile "ümmet" kavramlarının çelişkili olamayacağını kanıtlar. Bu sebeple, bazı Batılı düşünürlerin, özellikle U.Heyd ve H.H.Sceader'in "Ziya Gökalp'in İslam ümmetinden olmayı ka­bul edişi, milli Türk kültürünün gelişmesi ve Avrupa medeniyetine uyması isteğiyle uyuşmazlık içindedir ve bir uzlaştırmadan ibarettir"(235) tarzındaki yargılarına katılmak mümkün değildir. Zira, Gökalp bu hususta aynen şöyle diyordu:

"..Bir millete önce din kitapları yazılır, sonra ahlak, hukuk, edebiyat, ilim, felsefe gibi marifet şubeleri diıîden ayrılarak kuruluşunu tamamladıkça bunlara ait kitaplar da yazılmaya başlar.

"Türk fikir adamları, Türklüğü inkâr ederek dinler-arası bir Osmanlılık hayal ettikleri zaman İslâmlaşmak ihtiyacını duymuyorlardı, halbuki Türkleşmek mef­kuresi doğar doğmaz İslâmlaşmak ihtiyacı da duyulmaya başladı."

Bu sebeple, Türkleşmek. İslâmlaşmak mefkuresi arasında bir zıtlık yoktur.

Page 207: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Hatta, islâmi etüdler ve Türkiye üzerine orijinal incelemeleriyle tanınmış bulunan Robert Bellah, "islâmi küllilik(üniversalizm) ile milliyetçi cüzilik (particularism) arasındaki çatışmanın mantıki açıdan şiddetli olduğu "kanaatında değildir(236).

Hem Gökalp hem de Kemalist ideolojide rasianılan sınıf teorisi yerine mesleki tabakalaşma fikrinin geçmesi de Mardin'e göre: "Ümmete benzer bir sosyal kişi yaratmaktadır"(237). Bu ise, bizi bir noktada jay'in tezine götürür.

Cumhuriyet eliti arasında, "ümmet” kavramı, Batılı araştırmacıların çoğu kez iddia ettikleri gibi, siyasi bir içerik kazanmamakla birlikte, modernleşmeye ve di­nin sosyal etkinlik sağlamasına da engel olduğu iddia edilemez. Zira konvansi­yonel dini sistemin birçok "m it" ve normları halkın gelenekli yaşayışında devam­lılığını sürdürürken, yönetici elit de bu sembolleri değişik motif ve kalıplarla tem­sil edebilmiştir..

Japonya ve Amerika'da dini sembolizm, siyasi modernleşme kadar siyasi alanda bir genelleşme hususiyeti gösterirken, Türkiye'de dini sembolizmin büyük modern­leşme gücüne sahip olmakla beraber - siyasi alanda umumileşememesini Genç Türk- lerden Cumhuriyete intikal eden dini sembollerin siyasi yönlendirilmesinin kısıt­lanması gibi iradi bir etken kadar bizzat islâmın monolitik yapısında da aramak gerekir. Zira, Amerika'da modernleşmenin zeminini teşkil eden "novo" kavramı, her ne kadar modernleşme kaynaklarını nadir harcayan veya değiştiren pek az sınırlı gelenekleri ihtiva etmekle beraber, reforma uğramış Hıristiyanlık-ilk hıris- tiyanlık, İbrahinilik ve Protestanlık gibi durumlar - yanında Eflatunun, Aristocu düşünce ile skolastik ve aydınlanma çağının ürünlerini de hesaba katmak gerekir. Araştırmacılara göre, böyle antlaşma sembollerinin geçerli bulunduğu durumlar­da (polinithic) mutlak geleneğin umumileştirilmesi yüksek bir potansiyeli hazırlar. Ayni gözlemi, sembolik genelleştirmeleri Japonya için de iddia edebiliriz. Bu ül­kede geleneğe bağlılık çok yönlüdür. Bir kimse, Japon dininden söz açtığı zaman - hiç olmazsa - Şinto, Budizm ve Konfiiçyüzmin amalğamasyonunu (karışımını) bilmesi gerekir. Öyleki, Şinto dini, Meiji döneminde bir takım milil ” mit"ler hazırlarken, Konfüçyüsizm sadakat ahlâkı ve evlada itaat duygularını geliştirmiş­tir. Budizm ise aile ve devleti takviye eden metafizik -üst yapıyı hazırlamıştır. İşte Japonya'da bu dini kimlik yabancı bilgilere kapıları açmıştır"(238).

İslam ise aksine tek yönlü (unilinear) geleneği temsil eder. İslam, diğer "k i­tap sahiplerine" hürmet etmekle beraber, onların kavramlarıyla işbirliğine karşıt­tır. Hem Japon hem de Türkiye'de dini sembolleşme kalıpları söz konusu oldu­ğunda, Rustaovv'un da işaret ettiği üzere, "savunucu modernleşme" örnekleri var- dır(239). Bu, "savunucu modernleşmenin", modernleşme için ileri sürülen ilke­leri; kendi toplumu içinden değil dışardan gelmekte ve milli istikrarı (stabilty) sağlamak için de Batının ilk gelişen devletleri yoluyla siyasi ve iktisadi tecavüzlere karşı kendilerini korumak ihtiyacından doğmaktadır. Bu sebeple, "savunucu mo­dernleşme", sembolleri umumileştirilmesine eleştirel, ve bir takım suçlamalar koyma eğilimindedir. Bazan da eğilim, bu sürecin zıddına olup, sembollerin da­raltılması biçiminde tecelli edebilir.

Robert Bellah'ın da işaret ettiği gibi, her yerde, geleneksel toplum üzerinde modern toplumun etkisinde görüldüğü üzere, eski cemaat (gemeinschaft) yapısına bir dönüş vardır. Bu cemaat yapısı, halkın psikolojisinde, köy ve akrabalık gibi sosyal yapı unsurlarında kök salmış olarak yaşantısını sürdürür. Bu sebeple, bu tür geleneksel toplumlarda modernleşmeye yönelik irtsiyak (güdü) içten değil, yani kendi iç mantığından gelemez, işte durumu böylesine ''savunucu" olmasına rağ­men Japonya, modernleşme maksatları için kendi yaratıcı geleneğini teşkil edebil­miştir. Bunun da temelinde Amerikanın reforma uğramış Hıristiyanlık sisteminde olduğu gibi, Japon dininin amalgamasyona uğramış niteliği söz konusudur. Bu suret­le Japon dini sembolik umumileştirmeleri gerçekleştirmek suretiyle modernleşme sü­recinde -Amerika örneğinde izlediğimiz gibi- istenilen seviyeye ulaşabilmiştir. Türki- 204

Page 208: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

ye'nin siyasi modernleşmesinden dini etkinliğin sınırlı kalmasında, Kemalist ideoloji­ye tarihi bir miras olarak intikal eden din-devlet ayırımının kökeninde geçmişin acı ve elem verici tecrübeleri kadar, sistemin iç mantığı ve işleyiş tarzının da hesaba katılması gerektiği kanaatındayım.

Modernleşme sürecini incelerken Jay, ayrıca sembolik etkenler üzerinde de dur­maktadır. Ona göre, Amerikan'ın siyasi modernleşmesinin niteliği, dine uygun olarak, Protestan sembol sisteminde ferdi ve kollektif unsurların dengelenmesiyle ilgilidir. Birçok Protestan sembolleri ferdin uluhiyetle (asceticism) olan alakâsını sağlar. Bu yüzden, kilisenin otoritesinden ziyade fertle Allah'ı arasında doğrudan ilişki kurul­muştur. Reform çağıyla Lüter ve Kalvin'in başlattıkları akımın özelliği de budur. Fert, özgürlüğünü kazandıkça Tanrısına o kadar yaklaşmış olur. Çok çalışan, ka­zanç sağlayan ve bunları tasarruf eden, yeni yatırım kaynaklarına tahsis eden bir kimse, VVeber'e göre, Püritan ahlakın temsilcisidir. Oysa, "İslam, devlet ve kilise kavramlarını ve bir dereceye kadar da din ve ideolojiyi eritmeye temayül eder. Bu bakımdan protestanlık mezhebi ile İslam dini arasında bir benzerlik olmakla bera­ber, ümmet kavramı ağır basar. Bu sebeple, bir noktaya değinmekte yarar vardır. Ümmet ve millet tarihi açıdan birbirine yakın bir anlama gelirler. Kur'an da mil­letin anlamı dini cemaat, bilhassa İslam cemaatı olarak kabul edilir. Fakat, Ber- kes'in tesiriyle yazar, Gökalp'ın bu iki sembolü birbirine zıt olarak kullandığı ka- naatındadır. "Gökalp'e göre, İslamcılar tarafından temsil edilen düşünceler artık toplumu hareket ettirici güçler olarak kabul edilemez. Bunlar daha ziyade engel­leyici unsurlardır. Bu değerleri yaratan toplum bir ümmettir ki bu yüksek değer­lerin kaynağı da yine dindir. Türk cemiyeti ümmetten millete intikal eden bir yol- dadır"(240).

Ancak, yazarın da işaret ettiği üzere, Atatürk islamın. siyasi modernleşmesine karşı olduğu için ümmet-millet zıtlığını ortadan koldırarak "millet" anlamı için millet kavramını kullanmıştır(241).

Genç Türklere gelinceye kadar Yeni Osmanlılar başta olmak üzere, ümmet ve millet arasındaki uzlaşma, islamın siyasi modernleşmesine katkıda bulunduğu bir vakıadır. Jay, bununla ilgili olarak Namık Kemal'i örnek vermekte ve onu modern­leşme süreci ile islamın en büyük yorumcusu milliyetçi bir oyun yazarı olarak gör­mektedir. "Ümmet, millet ve vatan" bu eserlerde birbirleriyle uyum içindedirler" (242). Von Gronebaum'un belirttiği gibi, "Ortodoks müslüman millet, devletine ve dini cemaatına olan sadakati arasında "iki milletli"(binational) kimliğindendir. Bu tür gerginlikler, teolojik açıdan ve belki ahlaki yönden övgüye değer olmakla beraber bu durum modern milliyetçiliğin yapısı'nda sıkışmış gibi gözükmektedir.(243)

Ayni şekilde, daha önce de belirttiğimiz üzere, "islami küllilik(üniversalizm) ile milliyetçilik (parçacılık) arasındaki çatışma, mantıki olarak vukubulduğu kadar şiddetli değildir"(244). "Ümmet” sembolü üniversalist bir kimliğe sahip olmasına karşılık, Amerika ve Japonya'da sembıl sistemin parçacılığına (partikülarizm) ta­nık oluruz. Milliyetçiliği teşvik eden etken de bu sombolik umumileştirmelerdir. Amerika'da dini sembollerin umumileşmesi, siyasi modernleşmenin en önemli unsurunu teşkil ettiği halde, Türkiye'de dini sembollerin umumileşmenin engel­lenerek siyasi modernleşme durdurulmuştur. Bellah'a göre : "Atatürk'ün refor­munda din açıkça şahsi tercih konusu yapılmıştır"(245). Bu açıdan, Bellah'ın teşhisine bakılırsa Türkiye iki örnek içinde (Japonya ve Amerika) belki en fazla laikleşmiş bir ülkedir. Ancak, unutman.ak gerekir ki, Kemalist ideoloji de laiklik kodu şahsi bir tercih değil, aksine Türk tarihinin sosyal ve kültürel gelişimine de uygundur. Belgeler ve kayıtlar göstermektedir ki> Türklerde dini hayat siyasi sem­bollerden ziyade sosyal sembolleşmeye açıktır. Nitekim, Ömer Lütfi Barkan "Os­manlIların laik bir devlet" oldukları tezini savunurken şu ilgi çekici görüşleri ileri sürmektedir:

"Osmanlılar dini konuların çoğunu kendi özel formülleri ile işlemez hale getir­

Page 209: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

mişlerdir. Örneğin devletin yüzde 2 0 oranında faiz aldığına dair belgeler vardır ve zamanın eyhüsislamları bunu dini kılıfa uydurmuştur. Ayni şekilde maliye, ceza hukuku ve gayri menkul miras hukukunda islami kurallar uygulanmamıştır. Örne­ğin zina suçuna verilen dini ceza İstanbul'da iki yüz yıl içinde bir kez tahrik so­nucu uygulanmıştır. Osmanlılar "toprak devletindir" formülünü uygulayarak, toprak­ların dini kurallara göre bölünmesini önlemişlerdir. İşini en ilginç yanı, şeyhülislam­lar devletin yararına gördükleri konularda, bilinen şeriat kurallarının dışına çıkarak, özel formüller bularak imparatorluğun sistemlerinin işbirliğini gerçekleştirmişlerdir. Osmanlılar dini değil, laik bir devlet kurmuşlardır"(246)

Barkan, bir diğer araştırmasında ise, "İslam miras hukukunun kaidelerine ria­yet edilmeyerek arazilerin nasıl paylaşıldığını ve bu durumun şeyhülislam fetva­larıyla şeriata uygun gösterme yoluna nasıl sapıiaıgını şu şekilde açıklıyordu:

"..Miri arazi rejiminde köylü toprağını katmak, hibe veya vakfetmek hakkına sahip bulunmadığı gibi; toprak sahipleri ölünce, o zamana kadar kira ile tasarruf ettiği farz ve kabul edilmiş olan topraklar varisleri arasında İslam miras hukukunun kaidelerine göre bir mülk gibi paylaştırılmayıp, bütünlüğü bozulmadan bazı varislere intikal etmesi için de lüzumlu tedbirler alınmış bulunuyordu. Kısacası, Şeyhülislam Ebusuud Efendi (1490-1574)'nin "köylünün devlete ait toprakların kiracısı" var­sayımına dayanarak verdiği fetvalar, bu rejimi şeriata uygun gösterme işini başar- mıştır"(247)-

Bu sebeple, gerek proto-Türkler gerekse İslam döneminde Selçukiler ve Os­manlIların "dini devlet” veya şeriat nizamına göre yönetildiği iddası tartışmaya a- çık bir husustur. Hatta, Osmanlılarda halifenin dünya işlerini, şeyhülislamın ise dini hayatı yürütmesi gerçeği bu iki alanın 16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kalın çizgilerle birbirlerinden ayrılmış bulunduğunu bize gösterir. O halde, Türk toplum tarihinde de laik kültür kodunun önemli bir geleneğjne rasladığımızı burada iddia etmek mümkündür. Ne varki, Osmanlılarda dini alanda geniş çapta bir sos­yalleşme süreciyle karşı karşıya bulunduğumuz da bir gerçektir. Dinde liberal­leşme artık 19.yüzyıldan itibaren bir kıvılcım halinde ortaya çıkmış, bu durum Tanzimat ıslahat hareketleri, Yeni Osmanlılar ve Genç Türk hareketleriyle güçlen­miş, İttihatçılar da ise, programları incelendiğinde, bu liberalleşme yönelim bi­çimlerinin önemli bir zirveye ulaştığını görebiliriz.

Netice olarak, "toplum meseleleri", hiçbir yerde entelektüel seviyede vazedil­miş soyut problemler olarak ortaya çıkmıyor. Halk, bu meseleleri ihtiyaçlarının tatmini olarak karşıladıkça önem kazanıyor. Türk aydını, bu gerçeklerden hare­ket etmedikçe, bir taraftan toplum değerlerinden uzak kalacağı , öte taraftan da sürprizlerle dolu çelişkilerle karşılaşacakları şüphesizdir.

Türkiye'de dini sembollerin umumileştirilmesi, siyasi alanda modernleşmeyi engellemiş olmakla beraber, dini inancın halk katlarında canlılığını koruduğu da bir gerçektir. Geçmişin acı tecrübelerinin bir yansıması olan bu psikolojik engelle­meler, bazı sosyal araştırmacıların da işar, t ettiği üzere/ bir "volk-islam" gelene­ğinin halk katlarında yaygınlık kazanmasını sağlamakla beraber, "okullaşma" sü­recinin hızlandırılması laikliği, her şeyden önce, karşıt-din eylem kalıpları biçimin­de düşünen çevreleri tedirgin etmiştir. İslam dirri inanç ve değerlerinin okullaşma süreci yoluyla eğitim-öğretim sisteminin bir parçası haline dönüşmesi,Türk toplum yapısının önemli bir dokusunu oluşturacaktır,

Böylece, laikliği ikili (dyadic) yapı içinde düşünce ve tutum tarzları tekçi (monolithic) bir kimliğe yaklaşmış olmak suretiyle, dini hayatın kitleleri saran önemli bir manevi kaynak ve güç olduğu sosyolojik bir muhteva kazanacaktır. Hatta Batıda birçok sosyologların teknoloji ve sanayileşmenin meydana getirdiği kültürel çelişkileri çözümlemede kullandıkları sosyal iyileştirmeci unsurlar olarak kabul ettikleri dini hayatın zenginleştirilmesi aynı şekilde süreci töplumumuz için şimdiden etkin rol oynayacaktır.

Page 210: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Görülüyor ki, laikliğin karşıt-din biçiminde anlaşılmaması, Türk toplum yapısı­nın dini kurallar üzerine kurulmasından ziyade, dinin toplum apışını sosyal iyileş­tirici manevi bir harç olarak kullanılması çağımız düşüncelerine ters düşmemektedir.

Ancak, konvansiynel Yeni Sağın laikliğin bu kimliği ü/etinde 1950'Ii yıllardan itibaren önemli mesafe aldığı muhakkaktır. Diyanet İşleri Başkanlığının, Başba- knlığa bağlı da olsa, kimliğini koruması, İlahiyat Fakültesi, Yüksek İslam Ens­titüleri ve İmam Hatip Okullarının açılması ve dini alanda ' ‘okullaşma" oranının yıllara göre yükselmiş olması, ezanın arapça okunması, ilk ve orta dereceli okul­larda din ve ahlak derslerinin konulması, hatta bunların Anayasa gereği zorunlu dersler arasında yer alması, kitle araçlarından yararlanarak dini eğitimin halk katlarına yayılması laikliği karşıt-din eylem biçiminde anlayan zihniyetin artık çok gerilerde kaldığını gösteren önemli sosyal ipuçları olarak kabul edilebilinir. Bunlara ek olarak, son yıllarda Ermeni caniler tarafından katledilen Türk Dış İş­leri‘yetkililerine karşı işlenen cinayetlerde düzenlenen devlet törenlerine Diyanet İşleri Başkamnın temsilci olarak bulunması, nüfus planlaması veya yaygın deyi­miyle aile planlaması gibi devlet politikasıyla yakından alakalı konularda Di­yanet İşleri Başkanlığının görüşlerinin alınması, organ ve kalb gibi doku nakli operasyonlarında halkın eğilimlerini olumlu biçimde kanalize edilmesini sağla­mak amacıyla ayni kuruluşa söz hakkı tanınması ve hepsinin üstünde/ 12 Eylül­den sonra Batı karşısında yalnız bırakılmış olmamızın getirdiği boşluğu doldur­mak amacıyla İslam dünyasıyla girişilen yoğun iktisadi ve kültürel temaslar, Cum­hurbaşkanımızın İslam Birliği İktisadi İşler Başkanlığına getirilmesi, eski tarihi e- serler ve dini müesseselerin onarılması için geniş çapta Vakıflar teşkilatının dev­reye girmesi, bütçeden geniş imkânların bu gaye için harcanması; sendika ve ben­zeri birçok sosyal ve kültüre) toplantılara bizzat Diyanet İşleri Başkanlığının da­veti ve konuşma yapması gibi tutum ve davranış tarzları ülkemizde giderek dini eylem kalıplarının sosyal munteva kazandığını göstermektedir.

Ülkemizde bu türde çok yönlü dindarlaşma süreci bize, milli devlet içinde bir çeşit "ümmet" geleneğinin yaygınlık kazanmasını hatırlatmaktadır. Batı ve Japonya gibi ülkelerde örneğini gördüğümüz "ümmet''-''millet" yaklaşımı bu su­retle birbirine karşıt unsurlar olmaktan çıkarak bir bütünleşmeye varmaktadır. Bu sebeple, nasıl Yeni Osmanlılar ve onları takiben Genç Türklere intikal eden "üm­met" sembolü içinde "millet rulru" canlandırılır)ışsa, bugün de aynı şekilde "mil-

> let sembolü" içinde "cemaat şuuru"belirmeye başlamıştır.Görülüyor ki, böyle bir "ikili kimlik"r -halkımızın tarihi yaşantısı ve değerler

sisteminin sosyo-kültürel bir ürünü olmasına rağmen- çelişkili değil, zamanla bir­birinin tamamlayıcısı haline gelebilmektedir Batılı düşünürlerin, özellikle Pal- mer Jay, M.Sadıq ve Robert S Bellah’ın örneklerinde görüldüğü üzere, hem Ame­rika hem de Japonya-ki toplum yapılarında modernleşme hususunda bizden daha az sembolik unsuılaı taşımalarına rağmen- bu kültür kodları ve sembolik kalıpları umumileştirebildikleri için başarı sağlamışlardır.

Böylece, günümüz sosyolojik deyimiyle bir çeşit "cemiyet içinde cemaatlaş- ma" unsurlarının toplum yapısındaki çelişkili izlerini silebilmekte "Yeni Sağın" tarihi bir misyonu bulunduğunu kabil etmek geıekiı . Bu sebeple, ülkemiz siyasi düşünce geleneğindeyakın /amana kjdaı soluıı-Batı standaıtlaıı dışında- "sağda her- şeyin iflas ettiğini" ilan eden negatif kimliğine katılmak mümkün değildir.

Ycııi Sol ve Yeni Snğ'kıki licn/eşim:1960’lardat , itibaren sosyo-politik yapımızda keskin virajlar alan Yeni sol ile

Yeni sağ arasında raslanılan farklılaşmalar kadar, "birbirleriyle benzeşim (conveıgen- ce) veya saçak (fringe) alanlar teşkil edebilecek bir noktaya ulaştıkları da iddia edi­lebilinir. Batıda buna benzer benzeşimlere rastlamaktayız. Schvveitzer ve Elden'in bir araştırmasında; Yeni Sol ile gelenekçi ve özgürlükçü konvansiyonel sağ arasın­

Page 211: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

daki sınırlar -yeni beliren gelişmelerden ötürü- çoğunlukla donuklaşmış olmasına rağmen, iki siyasi kamp arasında üç esas noktada bir yaklaşımın varlığından söz açılabilinir. Bunlar sırasıyla: a) Yönetim tarzı ve toplumda giderek yoğunlaşan bü- rokratlaşmış ve merkezileşmiş otorite yapısın* olan birlikte hücum; b) şahsi de­ğer, insan onuru ve sosyal adaletin sağlanmasında ittifak; c) mahalli ve şahsi çö­züm tekliflerinde bulunma eğilimileri gibi...(248).

‘ Bu üç husus, Yeni Sol ile konvansiyonel sağ arasındaki sosyal benzeşim nok­talarını açıklarken, ayni zamanda sosyal gerçekliğin katılma stratejisini de belirt­mektedir. Bu hususları aşağıdaki tabloda izleyebiliriz:

* Tablo (2.) Yeni Sol, Eski Sol ve Geleneksel Sağ eylemcilerin yapısal özellikleri (Yüzde dağılım)

Yeni solYaş- 30 4930-49 3340-49 1450-59 2

EğitimKoleje gitmeyenler.. 5Kısmen devam edenler.. 33Koleji bitirenler.. 19MeslekAvukat 1

Diğer meslekler 42Yönetici 15Elişçileri olmayanlar.. 1 1

El işçileri ve diğerleri 5CinsiyetErkek 75Kadın '25DinProtestan 1QKatolik 4Yahudi 17Aile geliri- 1 0 .0 0 0 (dolar) 4810.000-19.000 İS20 000-29.999 6

30.000-39.999 0

Eski Sol Gelenekçi Sağ

6 .3.27 2839 4018 18

13 8

18 2 0

9 2 2

2 2 1932 3319 36

8 2

5 2

71 8329 17

23 7116 1531 1

2 1 936 4S19 1914 9

Yukaııdaki tabloda görülebileceği gıtıı, reni sol, yoğunlukla gençliği' liayanı- \or(% 4<>' Buna karşılık kolej mezunu olanların N'eııi sola nazaı.ın Yeni s.ı^da da­ha yüksek <>randadır(% 22) Hem Eski sol lıem de geleneksel sağ, mesleki dağılım bakımından sosyal itibarı daha ağır bavın bir kadroyu bünyesinde tutmaktadır. Buna karşılık, Yahudilerin dışında, diğer din grupları özellikle Protestanların % 7Vi, Katoliklerin % 15'i geleneksel sağı desteklemektedirler. Yeni sol, gelişim ç İ / ” İ m için- de, Lski sola nazaran dini çevrelerden giderek daha az destek görmektedir. Bunun gibi, alt-orta gelir tabakasının % 45'i. sağı; % 38'i Yeni solu desteklerken; üst-orta tabakanın geleneksel sağı desteklediğine tanık olmaktayız.

Ayni şekilde, yine Amerika Birleşik devletlerde yapılan bir araştırmada Yeni

Page 212: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

sol, Eski sol ve geleneksel sağ eylemcilerin yerli ve yabancı kaynaklara olan tutum­ları da önemli sosyal ipuçlarını ortaya koymaktadır. Bu husus aşağıdaki tabloda ele alınmıştır.

Tablo (3) Yeni sol, Eski sol ve Geleneksel sağ eylemcilerin yerli \e »alumı kaynaklara yönelimi(yiizde)

Federal Hükümet daha fazla yapmalı

1 Kom ünizmin yay ılm a ­sına enı>cl olmalı

2 Şchiı şiddet olayları hıı- sumi ıda sert önlemler alınmalı.

3 .Hükümet lıaiv imasını kesm elı,

4 .Konut ve okulları bi* araya toplamalı

5 't oksiıl.ı olanak toplamalıö .V iet (.onı* ı!e baı ış

antlaşması \apılmah7 Niiklı'eı silallsı/l.ı rı,a

için çalışm a yapılmalı

Yeni Sol • Eski Sol Geleneksel sa,{|Barış ve özgür-Liberal demokrat- Muhafazakaı Cıım-lük radikaller lar

1 13

3 17

32 30

81 8291 99

')() 82

93 78

huriyetçiler

74

79

96

1043

20

13

Tabloda izlenebileceği üzere, komünizmin yayılmasında geleneksel sağ (muha­fazakâr cumhuriyetçiler) % 74 oyla hükümetin engelleyici önlemler almasını ister­ken, Yeni Solun radikalleşen kanatı bu önlemelere ancak % 1 oyla katılmaktadır. Ayni şekilde şehirlerde yoğunlaşan şiddet olayları hususunda geleneksel sağ % 79 oyla sert önlemler alınmasını önerirken, yeni sol (barış ve özgürlük radikalleri) bu davranış kalıbına ancak % 3 gibi çok bir oranla olumlu bir cevap vermektedirler. Ancak, liberal demokrat eğilimli Eski sol bu hususta Yeni sola nazaran daha fazla hükîlmetin şiddet olaylarını önlemesine taraftardır(% 13). Bu tablodaki veriler in­celendiğinde, Yeni Solun -Federal hükümet yapısı içinde- Eski sola nazaran daha ziyade radikalleşme eğilimi gösterdiği belirmektedir

Kısacası, her iki tablodaki tüm veriler incelendiğinde dikkatimizi çeken en önem­li husus, Yeni sol ile hem Eski sol hem de Eski sağ arasındaki en önemli fark, Yeni solun konvansiyonel siyasi şekillere ve örgütlere antipati duymasıdır. Yeni sol, de­mokratik partiye veya çoğulcu siyaset yapılarına bağlanmıyor. Bunun gibi, konvan­siyonel sağın refah devleti anlayışı da Yeni soldan farklıdır. Konvansiyonel sağın hem gelenekçi hem de özgürlükçü kanatları federal hükümet yapısı içinde iktidarın merkezileşmesine karşıdırlar. Ayni tarzda hem Yeni Sol hem de özgürlükçü sağ in­san onuru ve temel haklara ait toplumun değerler sistemine tepkide bulunmaktan çekinmiyorlar. Yeni sol, çoğu kez, insanın tabiatı hakkında iyimser varsayımlara sa­hip görünmektedir. Yeni Sol ve Yeni sağ arasındaki esas fark-veriler incelendiğinde- insan kavramında noktalanmaktadır. özçürlük^iiler; hürriyet ve özerkliği temel inanç olarak kabul ederlerken, insanlaıın iktisadı vele>di rekabetleri kaynaklandırdıklarına inanırlar. Oysa ,Ycni sol iç in ö/”üıliik ve Inaı . ■. kooperatif temele dayalı bir demok­rasi kavramından ibaıettiı. Dış politikada 'ı ı-n. sol Vietnam ve benzeri ülkelerdeki gerilla hareketlerini desteklcıken, Yeni saü umumiyetle yerli ve milliyetçi eylem bi­çimlerine yönelmektedir.

Page 213: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Batı demokrasilerinde Yeni sol, genellikle Cski solun radikalleşmesinin bir de­ğişkenini ortaya koymaktadıı. 1 ,'lkemizde de hemen hemen ayni eğilimlere tanık olduğumuzu iddia edebiliriz. Yeni sol içinde 1960'laıdan sonra »iderek keskinleşen ideolojik yarılmalar bir yana bırakılırsa, kır ve şehir gerilla taktiklerinin yaygınlaş­ması, terör ve anarşi olaylarının bir yöntem ol.ııak benimsenmesi, yeni soldaki ra­dikalleşme eğiliminin kilometre taşlarını teşkil etleı (\)

Türk tipi sosyalizm "güleı yii/lii sosyalizm ilen Moskova, Pekin, Havana ve Tirancı,sosyalist modellere vaıııuava kadar, 5-10 yıl içinde yaygınlık kazanan sos- yalistleştirme süreci, radikalleşen militarist yeni sol ile liberal şol arasında önemli sosyal mesafeler yaratmıştır. Ancak, Batıda olduğu gibi, Yeni sol, sosyal kökler, yönlendirmeler, siyasi durumlar, strateji ve taktik ve temsili kişiler bakımından Eski sola karşı olduğu halde (249) ülkemi/ açısından böyle önemli sosyo-politjk zıt- laşmalırın söz konusu olduğu kabul edileme/

İç politikada Yeni sol etnik bölünmeye, mezhep ayrılıklarını kışkırtmaya son yıllarda büyük önem atfetmiştir "Halklara özgürlük" sloganı altında yürütülen bu tez, gençler arasında kısa sürede önemli biı yayılma istidatı göstermiş, böylece 1923'- lerdenberi yürütülen milli devlet ilkesi/ayıflatılmaya çalışılmıştır.Bu teze, bir kı­sım yönetici elit ve yasal kuruluşlar ve müesseseleıin de katılması karşısında, Ke­malist modelin sütunlarını teşkil eden Türk Tarih-Kurumu ve Tüık Dil Kurumu gibi milli kuruluşların etkinlikerini yitirerek, "mijli devlet" profilini çi/mede sessiz kalmaları Yeni Sağın devreye girmesine yol açmıştır. Yeni çaiiin gerçek görünümü; milli birliği bütünleştirme ve etnik farklılaşmalara karşı çıkmada görülebilir. (xx).

Yeni sağın bir kanatı, hareket noktası olarak milliyetçi ideolojiye yönelirken, "milli devlet" sembolüne ağırlık veriyordu. Bu sebeple, ülkenin emik parçalanmasına karşı idi. Milli devlet, Gökalp sosyolojisi geleneği içinde Kemalist modelin felsefe­sini yansıtıyordu. Buna göre, "Türkiye'deyaşayan Türk halkına Türk milleti" denir tezi 'Türk" kavramı noktasında düğümleniyordu. Bu gelişmede Mustafa Kemal'in de işaret ettiği gibi, "Ben bir Türküm, dinim, cinsim uludur" diyen Mehmet Emin Yurdakul ve "fikir babası" Ziya Gökalp'in büyük etkisi olmuştur. Atatürk'ün be­lirli dönemler içinde mantıki ve akılcı bir biçimde millete sunduğu ” Nc mutlu Türküm diyene" ifadesi, millet fertlerini sosyal ve psikolojik açıdan hiı ^ı/yide birleştirme felsefesini taşıyordu. Bu anlamda millet, Atatürkçü ideoloji>e ı><>ıe, "birlikte yaşadığı insanlarla tasada ve kıvançta ortak duyguları paylaşma eğilimi1' oluyordu. Bu husus, günümüz sosyolojisinin "milli kimlikleşme" sürecine de uygun düşüyordu. Zira, "psikolojik ve sosyal açıdan bir toplumda ortaklaşa paylaşılan duygular bulunmalıdır. Bu meselenin çözülmesi, ayni zamanda, geleneksel toplum kavramlarına olan bağlılıklardan uzaklaşmayı da ihtiva eder. Örnek olarak, milli kültür şuuruna varmış bir Türk yurttaşının "sen kimsin, nesin" sorusuna cevap ola­rak, 'Türküm" demesi gerekil "(250).

Görülüyor ki, millet olmanın gereği,içinde yaşayan fertlerin bir milli kimlik şuuruna erişmesiyle mümkündür. Bunun içinde, vatandaş arasında tebaa durumun­dan yurttaş durumuna geçme, kitle iletişim araçlarından yaygın bir biçimde ya-

(,v; .1. Songar'uı adı geçen uruştırmasıntıı sonuçlarına göre, "sol taraftan eyleme girişen anarşistlerin hepsi ayni ortak amaçta birleşiyordu: Anayasayı ortadan kaldı- mak rejimi değiştirmek, devleti imha e l" el; ve kendileri devlet olm ak" (ülkemizi 12 Eyliile getiren sebepler, S .325,1984)

(xx) A. Söngar'ııı 1983 yılında 3464 tutuklu ve mahkumu deneme grubu, 1643 kişi ı e Yüksel; ı.grenim öğrencisini dc kontrol grubu olarak seçtiği araştırma neti- cesnc göre, "sağ taraftan teröre kat ilanlar hiçbir zumun Devlet'e karşı eylem e giriş­memiş. kendisi Deelel olmak veya Anayasayı ortadan kaldırmak maksadını gülme­miştir. (A.üongur.tı. V(.,£>'.325, 1984)

Page 214: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

rarlanma, sendika, mesleki örgütlere ve siyasi partilere katılma oranının arttıriî ması, devletin köklü değişmeyi gerçekleştirmek amacıyla ülke kaynaklarını hare­kete geçirmesi gerekir. Milli devlet, bu anlamda mekanik bir yığılma değil zihni­yetlerin ,ı!uygulaı ın, sezişlerin, ıstırap ve çilelerin tüm toplum fertleri tarafından paylaşılması aslında ortak bir doku meydana getirmesi demektir.

İşte Yeni Sol, ö/ellikle radikal kanatı, oluşmakta olan bu milli yapıyı parça­layarak vatandaşı vatandaşa, mezhebi mezhebe, mahalleyi mahalleye, insanı in­sana, ve nihayt-t köyü köye kırdırmaya çalışmıştır. Ülkemiz adeta, 1917 öncesi "bolşevik-menşev ik " çatışmasını hatırlatan bir ortamın içine sürüklenmiştir.

Yeni sağın, hem rejimin hem de devletin yanında yer alması ve psikolojik kon- figürasyonununda "milli birlik” ve "milli bütünleşme" gibi sembolik değerlerin birer sosyal seferberlik unsuru olarak kullanılması, Eski sağ ile Yeni sağı birbi­rine kenetleyen unsurları teşkil eder.

Nitekim, 1971 ’lerin İstanbul sıkıyönetim komuta'ıılıgını yürütmüş bir zatın12 Eylülden kısa bir süre önce, hergün bir vatandaş veya deflet yöneticisinin katledilmesi sebebiyle parlamentoda yapmış olduğu bir konuşmasını!,ı

"...Emri ben verdim, günahsız insanlarla hesaplaşmayı bııakım/, meselesi olan kozunu benimle paylaşsın" tarzındaki terör ve anarşi odak noktalarına karşı bir cesaret normu olarak değerlendirebileceğimiz konuşması, komansiyonel milli sağım tarihi bir tepkisidir.

Türkiye'de 1 %0 'Lııilan itibaren ortaya çıkan "sol patlamanın temelindi' ’ böl- gelı-ıaıasi -<>syo-ekonomik farklılaşmalar, yaygın köylülük yapısı, sosyal 'inıflaı aıası büyiik gelir eşitsizlikleri, şehir-köy ikiliği, stratejik üretim araıi.u'iım belirli bir azınlık zümresinin tekelinde bulunması, Türkiye'nin zengin tabu’ -oynakları ve yeıaltı servetlerine rağmen geri kalmışlığı, sanayileşmenin tiikı-tim normlarına yönelik olması ve montajcı birnitelik taşımasına karşılık ağır sanayie bir türlü geçilememesi, yabancı şirket ve firmalara geniş imtiyaz hakkı tanınarak sosyal ve iktisadi sloganlarda Yeni sol ve Yeni sağ arasındaki benzeşimde (convergence) ye kilitleniyordu Batı örneklerine rasladığımız bu tür benzeşim teorileri, 1960'lar­dan sonra ülkedeki sosyal ve iktisadi çelişkilerin dile getirilmesi toplumun iyileş­tirilmesi bakımından kaynaklandığını bir ölçüde- kabul etmek gerekir. Çünkü, fer­di farklar psikolojisi göstermektedir ki, bir toplumda fertlerin yetiştirdiği aile yapı-

, sı (sosyal çevre), ekolojik şartlar, şahsiyet ve mizaç .faktörleri, nihayet kazanıl­mış tecrübeler insanların atıf sistemlerini (frame of reference) oluştururlar. Bu yüz­den hiçbir feııtin kogııisyonlaıı (istek, duygu ve bilgiler birikimi) birbirinin ayni de­ğildir. Sosyal psikolojinin ortaya koyduğu bu gerçek, bizi bir noktaya yöneltil ki bıı ila insanların zihni faaliyetleri (kongnisyonları) ve onlardan belirli atıf Sistemleri oluşturdukları gerçeğidir. Hu bakımdan, Şişli, Maçka, Beyoğlu, Etiler, Çankaya w Kavaklıdere gibi İstanbul ve Ankara'nın seçkin sosyo-ekonomik çevrelerinde yetişen bir ferdinkognisyonları, zihni faaliyetleri ve dünya görüşleri, hiçbir vakit Kocamusta- fa Paşa, Fyiip, Fatih, Gülveren, Zeytinburnu ve Altındağ gibi daha ziyade muhafaza­kâr ve yoksul çevrelerde yaşayanlarınatıf sistemlerinin aynisi olamaz. Bu sebeple,fer­di farklar psikolojisinin oluşumunda, fertlerin atıf sistemlerinin farklılaşması,sosyal çevre ferdi mizaç ka/.m 1 ■ . leneyim ve ihtiyaç ile istekleri gibi çok yönlü etkenle­rin önemli rolü bulunııuMad"

Yenı m i I m - yeni sağın yönlendirilmesinde bu iki türlü işleyişi gözonünde tutmak geıokiı. Bunlardan ilki, killerin kültür alanları hiçbir vakit birbirinin ayni olamadığından farklı yönelimlerin meydana gelmesi tabiidir. İkincisi, bir toplumda herkesin bu sosyal sancıları aynı şiddetle duyması da düşünülemez. Bu yönlendirme­ler, yeni sosyalleşme süreçleri bir çok şahsiyet faktörlerinin tesiri altında geliş­mektedir.

Ülkemizin, 1950'lerin şartları altında ortaya çıkan siyasi gelişme,ayni zamanda sosyal eleştiriye açık yeni bir takım odak noktalarının oluşturulmasına yol açmıştır.

Page 215: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Köy ve kasabadan, farklı kültür ve gelir çevrelerinden büyük kentlerin metropol merkezlerine yığılan gençler, Yüksek Öğretim Kurumlarında yeniden-sos/alleşme adı verilen bir sürece maruz kalmışlardır. Bunların bir kesimi, farklı atıf sistemi sebebiyle sol veya sağ ideolojilerin oluşturduğu siyasi kamplara yönelirken, öteki kesimi de sosyal yabancılaşma diyebileceğimiz bir ruhi başkalaşma içine itilmiş­lerdir. Bu yabancılaşma aslında gençliği bir bütün olarak tehdit eden düzen fark­lılaşmasının bir ürünüdür. Batıya yönelik eğitim ve öğretim sistemi, radyo-televizyon, basın ve benzeri kitle iletişim araçları ve hepsinin üstünde entelijansiyasmın çürü­mesi, milli odak noktalarından ayrılarak yabancı ideolojilere şartlanmanın nirengi noktalarını oluşturmuştııı. Siyasi partiler, iktidar yapısı ve yönetici elitin zihni­yet ve felsefesine yöre,gençliğin milli eğitim politikası düzenlenmiş, devletin Tiirk insanını yetiştirmede model olarak benimsediği milli kültür standartlarına gereken saygı gösterilmemiştir. Hatta, eğitimde anarşi ve ko/mopolitik derecesinin gelecek nesillerin alın ya/iMiıa nasıl ve ne biçimde bir damga vurabilir? Bunun bile hesabı ya­pılmamıştır. Beliı li dönemlerde toplanan "maarif şuraları'.nın bugün kültür bilanço­su yapıldığında orta da "laf salatasından" (verbalizm) başka bir şeyin gö/c çarpma­dığı kolaylıkla aıılaşılabilinir.

Birleşik Devletlerde eğitim ve kültür alanında yapılan köklii refoım değişme­lerinin ancak yarım yü/ içinde olumlu neticeleri hesaplanmıştıı. Gerçekten bu ülkede, Kızılderililerin, beyazlar gelmeden önce, yetiştirdikleri yerli mısır(mais) halkın geleneksel mısır tiiriintin !• ırışırv.ım teşkil eden melez mısııflu h ''■ "»•nK ancak 14 yıl içinde İOVVA çiftçileri tarafından değerlendirilmesinin 40 - 50 yıllık bir aradan sonra meyvelcıinin vermesini tabii karşılamak gerekir Bazı Batı Avrupa ülkelerinin 1960’laı sonrası, üniversite ve gençlik olayları patlaması karşısın­da, köklü üniversite reformlarına gitmelerine mukabil, bu ülkelerin eğitim sistem­lerinde startejik diyebileceğimiz değişmelere yönelmelerinin nedenlerini herşey- den önce, eğitim ve milli kültür politikalarının kalıcılığına ve toplum müesselerinin- deki gelenekselleşme dokusuna bağlı olduğunu unutmamak gerekir.

Ülkemizde, Yeni solun bir takım ithal malı ideolojiler peşinde koşmasında şüp­hesiz gençliğe tarihi ve kültürel standart ve değerler sistemini yansıtan "millilik kim­liğinin” kazandırılması önemli unsuru teşkil eder. Ancak, en az bunun kadar tehli­keli olan bir eğilim de, gençliğin yüksek ideal ve milli değerlerden saparken, Batı ti­pi tüketim ve hayat biçimlerine uyum sağlanmasına seyirci kalınması olmuştur.Her insanın hastalıklara karşı bir bağışıklık derecesinin olabileceği kabul edilirken, gençliğin de bir dayanma gücü ve sosyal direncinin hesaplanmasında eğitim siste­mimizin en büyük günahı olmuştur. Esen g'inlük politika uğruna, eğitim rotası çi­zilmiş, milli semboller giinlük politika uğruna harcanmıştır. Ancak, sosyal "dozu” kozmopolitlik biçiminde ağır basan, 'milli duyarlığı" büyük ölçüde tahrip edilmiş bu yüzden de günahkâr bir nesil yetiştirilmiştir.

Bu bakımdan, sol ve sağ düşünce kalıpları, demokratik bir toplumda sosyal ih­tiyaçların farklılaşmasına bir tepkidir ve de ferdin atıf sistemi ile yakından ilgilidir. Her iki grupta da hakim olan düşünce ve dünya görüşü, soyut ve genel anlamda-in­sanın hakkındaki iyimser varsayımlara, sosyal adalet, insan onuru, kişi değerleri gibi ferdin kurtuluşu ve refahını hazırlayan evrensel ilkelerden kaynaklanmaktadır.

Ülkemizde, Yeni sol ve Yeni Sağın, bazı sosyo-ekonomik çelişkilerin gideril­mesindeki ortak tepki kalıplarının kökenlerinde bu atıf sistemlerinin rolünü unut­mamak gerekir. Sağ ve solun yeni entelijansiyasi-sistemlerdeki farklılaşma bir yana bırakılırsa-ülkenin geri kalmışlığı ve sömürü düzenlerinde birleşmişlerdir. Böylece, hem yeni sol hem de yeni sağın düzeni eleştirmede ortak bir kültür kodunu sembol­leştirdikleri Je bir gerçektir.

Schvvitzer ve Elden'in araştırmaları göstermiş tiı; ki, dinamik Amerikan toplum yapısında yeni solun yarısına yakının (949) yaş ortalaması 30'un altındadır. Oysa, geleneksel sağ da bu oran % 3'tür. Ancak, ülkemiz şartlarında böyle bir değerlen-

212

Page 216: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

dirme henüz yapılmamış olmakla beraber-değişik sonuçlar ortaya koyabilir. Bu ­gün Yeni sağın da yeni sol gibi büyük çoğunluğu 30 yaşının altında gençlik grup­larını teşkil ettikleri muhakkaktır. Bir ölçüde gençlik eleştirinin ve ilerlemenin di­namosudur. Bu da içinde bulundukları yaş ve ruhi yapılarının bir gereğidir.

Yeni sol ve yeni sağın bir diğer benzemiş noktası da, her iki kanatın çok küçük bir grubunun militan radikal eylemlere, etki-tepki tartışmaları bir yana, karışnış ol­malarıdır. Sağ ve sol terör, 1900'lerden beri gelişen sosyalist ve milliyetçi akımların 1960'ların sonlarına doğru ülkemizdeki yeni boyutlarının bir tezahürü olarak gö- rülebilinir. (x) Bu tür sosyal şiddet normlarında Batı Yeni solu kadar Latin Amerika, Orta Doğu, Afrika ve Güney Doğu bölgelerindeki eylemci Marksist fraksiyonların kullandıkları metod ve taktiklerin büyük etkisi olmuştur. Raymond Aron'un Fran-' sız üniversitelerindeki bunalımlar üzerinde geliştirdiği bir incelemesinde belirttiği gibi, "protestoları başlatan ve reform için planlar geliştiren öğrenci örgütleri, ken­dilerine has bir takım özelliklere sahiptirler.

"Bunlar, bir eylemci azınlık tarafından-Fransız öğrenci milli birliği (U N EF ) ve sol kanata mensup kimseler-tarafından yönlendirilir" (251).

Aynı teşhisler, 12 Eylül öncesi ülkemiz gerçekleri için de büyük ölçüde geçerli olduğu kabul edilebilinir. Lenin'in 30 bin kişilik bir sivil ihtilalci grupla Rusya da yönetimi eline geçirdiği, Castro'nun ise bu işi 1000 kişilik bir grupla gerçek­leştirdiği bilinmektedir.

Yeni Sağ'daki yapı farklılaşmasına gelince, Türkiye'de Yeni sağ-daha önce de kısaca değindiğimiz gibi-liberal, toplumcu-milliyetçi ve İslamcı olmak üzere-belli başlı üç kanat altında toplanabilir. Liberal (özgürlükçü) Yeni Sağ; ferdiyetçi-re­kabetçi laissez-faire veya anarko-kapitalizm Denilebilecek bir iktisadi rejime taraf­tardır. Bu yüzden de, milletin topyekün kalkınmasını belirli bir işverenler çer­çevesinin iradesine bağlı görmektedir. Temsilcileri, daha ziyade, 40 yaşının üze­rindeki bir gruba dayanır. Meslek grupları olarak tüccarlar, büyük çiftçiler, iş a- damları ve sanayicilerden ibaret bir tabloyu oluştururlar. Yeni Sağın milliyetçi- toplumcu tayfı, otuz yaşının altındaki gençlik kitlelerini kapsayan ve temelde "taşralı" gençlerin İstanbul, Ankara gibi büyük şehir üniversitelerindeki sesini duy- ran bir grubu oluştururlar. Hem kapitalizme hem de sosyalizme, iktisadi ve ideolo­jik bakımdan kapalıdırlar. Daha ziyade, Kemalist modelin "fert-devlet" dengesine dayalı ve "bağlılık ilkesinde" sembolleşen "sınıf sistemi" yerine-iş bölümü ve mesleki farklılaşmayı hatırlatan toplumcu-milliyetçi bir modeli savunurlar. Bilindiği üzere, Kemalist ideoloji, işbölümü sonucu sosyal mesleklerin çeşitli iş sahalarına ayrılmasını-her şeyden önce-birbirinden farklı yedi tabakalaşma sürecine bağlıyor­du. Ona göre, bu sosyal meslekler: 1) Çiftçiler 2) küçük sanat sahibi ve esnaf 3) e- mekçi veya işçi, 4) senbest meslek sahibi, 5) sanayici, 6)tüccar, 7)memurlardır. Ata­türk'e göre: "Bunların herbirinin çalışma,sı umumi camianın hayat ve saadeti için zaruridir. Fırkamızın bu prensipleri, istihdaf ettiği gaye sınıf mücadelesi yerine içtimai intizam ve tesanütü temin etmek ve bu birbirini çürütmeyecek surette menfaatlerde ahenk tesis eylemektir" (252).

Bu görüşü ile Kemalist ideoloji, 20.yüzyılın başlarında dünyaya hakim olan sınıf gerçeği ve bu sınıflar çatışmasına karşıdır. (v\ ) Durkheim ve Gökalp sosyo-

(x) "...3 4 6 4 tutuklu ve malıku ıı kişiler üzerinde yapılan araştırma sonuçlarına göre, Ayhan Songür şu yargıya varıyordu:

".■Sağ ve sol denilen kejimden teröristlerin karakterleri çizgileri bakımından benzer tarafları bulunmaktadır " (A.Songar a.g.e.,s. 322, 1984)

(xx) Bu hususta Atatürk aynen şöyle diyordu: "Türkiye Cumhuriyeti, halkı­nı ayrı ayrı sınıflardan mürekkep değil, fakat ferdi ve sosyal hayat için iş bö'ümü itibariyle muhtelif mesai erbabına ayrılmış bir topluluk telâkki etmek gerekir"(İs- mail A R A R , a.g.e. , s. 25).

Page 217: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

lojisinden kaynaklanan bu sosyal dayanışma ilkesi, aslında Eski TürkJOsmanlı kültür kodunun bir devamını teşkil ettiği için Yeni sağın ortak görüşünü teşkil eder. Bu yüzden Yeni Sağ, sınıf gerçeğinden değil, birbirini tamamlayan mes­leki farklılaşmadan hareket ettiği için Yeni Solun sınıflar çatışması modeline kar­şıdır. Ayrıca, dini değerlerin 1950'lerden sonra serbestçe tartışılması, yeni bir popülizm akımının da toplum katlarına yayıyordu. Bu gelişim, dinin sosyalleş­mesi sembolü yanında siyasallaşması sürecini de etkiliyordu. 1960'lardan sonra bu gelişim, halk tabanında daha da hızlandırılarak Yeni Sağın İslamcı kanatında siyasi sembolleşme'e dönüşmüştür. Yeni sağın milliyetçi toplumcu kanatı bu gelişmelerden etkilenmek suretiyle "din milliyet" sentezini de benimsiyordu. M il­liyetçi toplumcu Yeni Sağ kanat, liberal yeni sağ kanatla birlikte hem "milli"- hem de "dini" motiflerde ödeşmelerinden ötürü bir anlamda konvansiyonel diye­bileceğimiz bir sağ tayfı oluşturuyorlardı

ni sol ve yeni sağ da, 1960'lardan itibaren gelişen sosyal gerçekçilik-ra- dikaliz. de dahil- radikalizmlerinin belirmesinde önemli etken olmuştur. Hatta denilebilir ki, bir otuz yıllık dönem (1950-1980) ülkemizde "ideoloji çağı) olmuş­tur. Her iki akımın halk katlarına yayılması, hem bu ideolojilerin güncelik kazan­masına, hem de toplumumuzda monolitik profillerin belirmesini engellemiştir. Öyleki, Yeni Sol'da, daha önceki Eski Solun "Moskovacı" yönemilimini parça­layarak, "tek Tanrıya tapma" yerine çok merkezli radikal tayfın oluşmasına yol açmıştır. Aynı eğilimin Yeni Sağ için de geçerli olabileceğini iddia edebiliriz.. Yeni Sağın "milliyetçi-monolitik" profili yanında "dinci", "m illici" bir takım yan-gruplarına da tanık olmaktayız. Bir topluma; kişi onuruna saygılı, sosyal

-adalet, eşitlik ve evrensel ilkeler etrafında kümeleşen yeni değer ve sistemler aşı­landığı takdirde, ister yeni sağ isterse yeni solda olsun, monolitik görünümler be- lirlenemeyece gibi, sosyal denge de sağlıklı bir biçimde tesis edilmiş olunur.

Ancak unutmamak gerekir ki , bir devletin milli politikası, ne taıihi hu müze ne­de esen rüzgâra göre yönlendirilebilecek sistemlerdir. Gökalp, "İngiliz medeniyeti İngiliz kültürüne aşılanmıştır" demek suretiyle, milli kültürün dinamik yapısını or­taya koymuştur. 3izde ise, medeniyetin akışı içinde milli hüviyetimiz adeta, aşın­dırılmış gibidir. Yeni'sağın bu tehlikeli erozyona karşı koyması, ayni zamanda devletimizin bir felsefesidir de. Hüseyin Nail Kubalı'nın Ekim 1978 Senato top- lantısında*yapmış olduğu bir konuşmada:

"...Sayın 3aşbakanın, talihsiz bir vesile ile söylediği, vahim bir yanılgıdan bah­sedeceğim. Bu yanılgı, Türkiye'de faşizmin bulunduğu iddiasıdır. Yoktur Türki­ye'de faşizm. Sunu vicdanımın sesine kulak vererek söyleyebiliyorum, yok. Ne vardır? Faşizm yöntemleri vardır. 3u faşizan yöntemler maalesef Marksizmin ese­ridir. Ve milli reaksiyonun mahsulüdür. Yani Türk milletinin yapısının, komünizme karşı gelenekli bir alerjiyle dolu olduğunu gösteren bir tepkinin ifadesidir ve bun­dan bir bakıma memnun olmamız gerekir", tarzında açıkladığı "milli tepki" -Türk milletinin yapısı ve komünizme duyulan gelenekli bir alerjiyi yansıtan "milli reak­siyonu" -aslında, Yeni Sağın nasıl bir tarihi mirası temsil ettiğini gösteren kültürel sembollerdir. 3u sebeple, Yeni sağın milliyetçilik ideolojisi, kaynağını tarihi geç­mişimizden alan ve Türk milletinin varolup-olmama felsefesine dayalı bir kültür ve değerler mirasını temsil eder. 3u miras; Kemalist modelde yansıyan "kendini kendinde bulma" sürecini başlatmak suretiyle toplumumuzun muhtaç olduğu mil­li birlik ruhunu, tükenmez bir enerji kaynağı haline dönüştürebilir. 3u sebeple, Yeni sağın hayat felsefesi; bir yanda kendi içinde bir oluşumu gerçekleştirirken, öte yanda kültür medeniyet sentezini oluşturmak suretiyle, "kendini yenilemesi" ve de "kendini kendinde aşması" gibi yaratıcı bir evrime inanmasıyla ancak gerçek­leşebilir.

Yeni sol da,bir arabanın vitesinde olduğu gibi, çağın ileri teknoloji ve ilmi metodlarına yönelik bir sembolleşme sürecini topluma pompalarken, sınıflar-arası

Page 218: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

eşitsizliklerin müesseseleşmesi için alınacak bir dizi sosyal reform programlarının inatçı bir takipçisi olduğu müddetçe- örneğine Batı toplumları ile Japonya'da ras- ladığımız—milli birlik ruhu, hatta milli sosyalleşme tipleştirilmelerinde görüldüğü üzere- ülkede birçok radikal girişimlere katkıda bulunabilir.

Sosyal şiddeti açıklarken temel yapı unsurlarının, özellikle kapitalizmin kül­türel çelişkileri, aşırı dini liberalleşme, anarcho-kapitalist sistemin Eski Türk-İs- lam kültür kodlarını törpülemisi,' aydının batı norm ve değerleri karşısında ya­bancılaşması ve negatif bir kimliği yansıtması giderek şiddet profilini gün ışığına çıkardığını, ana çizgileriyle açıklamış bulunuyoruz. Artık, böyle bir doku içinde milli değerlere sahip çıkan sağ kanatla sol kanat arasındaki zıtlaşma ve parlamentarist sistemin kısır çekişmeler içinde bir çıkmaza sürüklenmesi ve iktidar yoksunluğunun otorite kimliğini, "kaı i/m :iik" niteliğini yitirmesi (x) beklenilen olaylar olarak ka­

bul ed ilebilin ir. Geıçekte le öyle oldu. "Kaballat ölenJe mi ol.liiıiilende mi" Jiye bir sorunun gündeme geldiği bir çizgideyiz. Ülkenin maddi ve manevi tini yapı unsurları elektriklenmiş bir hava içinde, atmosfer her an patlamaya hazır. 3 ir sosyal sistem olarak üniversite bu siyasi radikalleşmenin fitilini alevlemiş değildir, üniversite, "bombayı patlamaya hazır duruma getirmede" bir imalât merkezi du­rumundadır. Şimdi, şiddet normunun oluşmasında üniversitelerimizin bu Mark­sist eylem biçimlerini desteklemedeki "sergüzeçi" tutumunu görebiliriz.

(x) " . . . Sokaklardan kan gövdeyi götürürken idareden, milletin bekasından sorumlu" olanların " yürümekle yollar aşınmaz dedikleri günler pek de o kadar uzak değildir. Böylece, bu gidişe "dur', diyecek kişilerin, toplumu idare etmekle vazifeli şahısların nereye gidildiğinden haberdar olmaları oyunu dışardan seyredenlerce hayretle karşılanmakta endişe ile takibedilmektedir" (Ayhan Songar'a g.e£ S. 317- 318,1984)

Page 219: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

k a y n a k l a r

1) Futurist Manifesto, in I uuııism, ed.Joslıua Taylor, 1961(Atalarınızdan miras al­dığınız şeye sahip olmak istcrcniz ilkin onu kazanmalısınız)

2) Upsurge of Youth Mo^ement in The Capitalist Contries, World Markxist Review, 1968, July, Vul.2, N o : 7, Pia-ue

3) Nicky Hart, İs capitalism b.nl for your health,The 3ritislı Journal of Sociology, Vol. 33, N o : i Septemlvı, I *)82, s.435-445

4) Lesley Doyal \e İmogeıı Pcıineli,The Political Economy of Health5) A.İnkeles and D.J.Levinson, National Charecter: The Study of Modal Persona-

lity and Socio-cultural Systems (C*L indzey and E.Aronson, ed.) The Hand- bookkof Social Psyhology, c ilt: 4

6 ) Rosalind L.Feierabend, The Rnle ol Goverement in violence research, s.776- 800, İnternational Social Sicieıue Joıundl, vl. 3 0 ,n o :4 ,1978

7) Norman Tut (Ed), Violence, I ‘>76, Her Majesty's Stationary Office8 ) Robert Thompson, Defeatim’ Communist İnsurgency: Experiences From Malaya

and Vietnam, 19669) Marie G.’.Vanek, Symposium summary, (Paul VVilkinson, Political terorism,

I974, p.4)10) John 8 .Wolf, Terörist Manipulation of The Demokratic Process in İnternati­

onal Terrorism.11) Leon Trotsky, The Defense of Terrorism, 192012) John B.VVolf, Terrorist manipulation of the Democratic Process, p .297-30613) Carlos Marighella, For The Liberation of 3razil, 1971. Keza, Mini-Maııual of

Guerrilla'«Var fare, 197014) Regis Debıay, La Critique des Armes; keza, Revolution in Revolution. Armed

Stıuggle in Latin America, 196715) Samuel Hendel, The Price of Terror, in The USSR (İn İnternational Terrorism

in The Contemporary IVorld (Ed) Marius L.Livingston and Others,197816) P.’.Vİlkinson,a.g.e.17) Gerald T.West, Foreign Policiy Research İnstitute18) Marius L.Livingston, Lee Burce Kress and Marie G.VVenek, İnternational

Terrorism in tlıe Comtemporary World, s.298,197819) J.B.VVolf, j -.e 30020) Robert Thompson, Defeating Communist İnsurgency, s. 52-55,197021) J .M.Domench: "The Ubixuity of Violence", İnternational Social Science

vol. 30 ,no ,4,197822) J .M.Domenach, a.g.m.23) Alan Nevvcombe, Some Cantribuitions of The Behavioral Sciences to the Study

of Violence^İnternational Social Science Journal, vol. 30, no: 4,197824) Gene 3ylinsky, New Clues to the causes of violence, Fortune, vol. 87, no: 1,

s 134-38,197325) F.N Johnson and Serena ’Vormington (1972), "Effect of Lithium on Rearing

Activity in Rats, Natura, vol. 235, s.159-6026) K.E.Moyer, Allergy and Agression: THe Phsiology of violence, Psychology

today, vol .9, no: 2, s.76-7927) RuJofl 3ergius, (1970) Are agressions only learned? Conditions of Aggressive

Behavior in Children and Youtlı, Politische Studies, May/June 1970

Page 220: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

28) Thomas F.Graham, 1968, Anatomy of Agression:Bases of War.29) Mary Morrison, Television: Violence and your children, Peace ResarclıReview,

V o l. 6 , N .2 ,197430) Peter Loewenberg, 1970, Arno Mayer's İnternal Causes and Purposes of War in

Europe, 1870-1956, Journal of Modern Hislory, No :4,197031) William Eckhardt, 1969, İdeology and Peısonality in Social Attitudes, Peace

Research Review, Vol. 3, No: 2, April 1969. Zik.M.Norisson.a.g.m.32) T.W.Adorno ve diğerleri, The Authoritarian Personality, 1950. Zik. Ç.Kâğıt-

çıbaşı, İnsan ve İnsanlar, s.93,197733) Peggy Durdin, From The Space Age to theTasaday a^e,New York Times Ma­

gazine, zik. 8 Ekim 1972, Türker Ah;an, Saldırganlık, Önyargı ve Yabancı düş­manlığı, s. 162,1983

34) L.Berkovvitz, 1962, Agression: A Social psychological Analysis.35) Ş.Mardin, Youth and Violence in Turkey, European Journal of Sociology,

Tome, 19,1978, n.2. s. 229-25636) Alex İnkeles ve D.J.Levinson, National Charecter: The Study of Model Per­

sonality and Socio-cultural Systems (in G.Lindzey ve E.Aronson(Ed.), The Handbook of social psychology 2.baskı, cilt: 4, 1969, zik. Ç.Kağıtçıbaşı,a.g.e.

37) Daniel Bell,a.g.e.,s7038) Daniel Bell,a.g.e.,s.8438a)Daniel Bell,The Cultural Contradictions of Capitalism, s .X V I, ikinci baskı,197939) Robert K.Merton and Robert A.Nisbet, Contemporary Sociology, s.21-76,1%140) Donald'R.Cressey,a.g.e.,s.7241) Bazı araştırmacılar, suçluluk oranlarının şehir merkezlerinden uzaklaştıkça

azaldığı göüşündedirler. Böylece cemaat yapısı durağanlığı (sabitliği) ile, suç­luluk oranı arasında bir ilişki vardır.(R.J.Bursik ve Jim \Vebb, Community Change and Patterns of Deliquency, American Journal of Sociology, Vol.8 8 , Juyl 1982

42) Albert K.Cohen and James F.Short, Jr.Juvenile Deliquency, s. 77-126, Merton and Nisbet (ed) (a.g.e.)

43) Daniel Bell, The Cultural Contradictions of Capitalism, XV I, second edition197944) Daniel Bell, a.g.e.,s.180-18145) Samuel P.Huntigton, Political Order in Changingx Socicties,s.41,196946) Henry 3lenen, Violence and Social Change, s.9-1047) Rasheedduddin Khan, Violence and Sorio-Economic Development, İnternati­

onal Social Science Journal, Vol. X X X , N o :4 ,1978, s. 867-89248) R.Khan,a.g.e.,s.84349) D.Lerner, The Passing of Traditional SocietydVloderni/irrç The Middle East,

s.13,195850) Paul Goodman, The New Reformation, The New York Times Mâgazine(Sept.

4,1969)51) James F_Adams(Ed.), 1 96£;'LontributıîKjs to the Undeıstanding of Adolescence,

zik. Harold M.Hodgc> ]ı. .Conflict and Consensus, An introduction to Soci­ology, s. 511,1974

52) Daniel Seligman(t J .), 1969, Youth in Turmoil, zik. H.Hodges, a.g.e.,s.496,49753) Daniel 3ell,a.g.e.,s.l9454) Richard Hofstadter, Tha paranoid Sty le of American Politicis, 196555)Armand L.Mauss, The Lost Promise of Reconcilitaion: New Left vs. Old Left,

The Journal of Social İssues, vol. 27, No: 1 .,197156) J.M.Landau.Türkiye'de Aşırı Akımlar,s.53,Çev.Erdinç Baykal, 197857) G.Haupt-P.Dumont, Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalist Hareketler,1977.

s.36-3758) Haupt-Dumont, a.g.e.,s.37-38

Page 221: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

59) Bu konuda ayrıca bkz.(Mete Tunçay, Tüıki\e'de sol Akımlar, s.31-32..KezaA.Cerrahoğlu, İslamiyet-ve Osmanlılar,s.4-6, l% 4 )

60) Tarık Z.Tunaya, Sosyalizm Tartışmaları, Cumhuriyet Gazetesi,21 Mayas 196861) George S.Harris, Türkiye'de komünizmin kaynakları, s. 10,197562) A.Cerrahoğlu,Türkiye'de Sosyalizm, s. 21,196563) j ,M.Landau,a.g.e.,s.10664) Aydın Yalçın,Türk komünizmi üzerinde bazı gözlemler, s.10,197865) A.Yalçın,a.g.e.,s.51-526 6 ) J.M.Landau,a.g.e.,s.3267) Açlan Say ılgan, Solun 94 yılı, s.181 -268,19686 8 ) Aydınlık, Kasım, 1968^.7169) Aydınlık, Şubat 1969,s.31870) Herbert Marcuse, Tek Boyutlu İnsan,s.323, Çev.Seçkin Çağan, 196871) Hikmet Altuğ, Kazım Arısan, Özcan Köknel, Nephan Saran, Öğrenci Hareket­

lerinin Bilimsel Yönden Araştırılması, .24,197072) Milliyet Gazetesi, 21 Mart. 197073) Milliyet Gazetesi, 4.5.197574) D.V.Mc.Granahan and İ.Wayne, German and American Traits Reflected in Po­

pular Drama, Human Relations, Vol., I, s. 429-455,194875) M.Duverger, Batının İki yüzü,s.139197776) M.Duverger,a.g.e.,s.18277) M.Duverger,a.g.e.,s.18278) M.r)ııverger,a.g.e.,s.18679) J.M.Landau,a.g.e.,s.64-6580) A A alçın ,a ».e.,s.115-11681) G.S.Harris, Left in Turkey, Problems of Communistm, July-August, 1980,s,26-9l 81 a) Dimiter Şişmanof, Türkiyede İşçi ve Sosyalist Hareketler, S.13.1965, Sotya

Çev.Tuğrul Deliorman82) Lütfi Eı i><, ı, 1 ürkiye'dc İşçi Sınıfının Tarihi, 195183) Haupt-Dumont, a.g.e.,s.36-37 83a)Devrim Gazetesi, 24 Mart 197084) Bayram Gazetesi, 2-3 Aralık 1970. ZikSüleyman Genç, 12 Mart'a Nasıl Gelin­

di: Bir Devrin Perde Arkası: 1960-1971, s.5 ,197185) Abdi İpekçi, Milliyet, 25.8.19788 6 ) Bir araştırmacı, Şeyh Mustafa as-Sibai'nin İslam Sosyalizmi ile Al-Khuli'nin

"teori ve eylem olarak İslam toplumunda sosyalizm" adlı yayınlarının İslam Dünyasında, "Milliyetçilik, Müslümanlık ve Sosyalizm" karışjmı neticesi sosyalist hareketlerin varlığına temas etmektedir.(Atilla İlhan, a.g.e.s.201)

87) John B.Wolf, Terrorist Manipulation of Democratic Process in İnternationalTerrorism _

8 8 ) TKP'nin yayınladığı "B irlik " adlı bir hücrenin yayım (TKP(B), s. 1-30. Zik. Hergün Gazetesi, 23.8.1980

89) Milliyet,Temmuz, 198090) J.M.Domenach,a.g.e.,91) Şerif Mardin, a.gjn.92) Terör ve Terörle mücadelede Durum Değerlendirmesi, s.79-198393) Kemal Karpat. Yeni ortam yeni bir yön gerektiriyor. Milliyet, 26 Şubat 197394) Orhan Türkdoğan, Türkiye'de Siyasal Rejimin Temelleri, Milliyet, 15 Ekim 197395) Jeromex, F.Scott and R.P.Lynton, The Communitiy Factor in Modern Tech­

nology, UNESCO, 196296) P.Wilkinson,a.g.e.97) Eflatun, kriton, s. 21. çev. Zafer Taş lıkoğlu, 1942

Page 222: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

98) Orhan Türkdoğan, Gerçeği Yakalamak ve Şiddetin Çözümsüzlüğü, Milliyet11 Mayıs 1980

99) Gençlik Ne İstiyor? Niye Çatışıyor? M ili iyet, 4 Mart 1975100) Duncan Gallie, Social Radicalism in the French and British VVorking Class,

The British Journal of Sociology,cilt: 30, N o :4,1979,s.500-524101) F.Parkin, Class İnecjııality and Political Order,1971102) John D.Stephens, Class formation and class consciousness, British Journal

of Sociology, 1979103) Eurobarometer Survey 1976104) Orhan Türkdoğan, a.g.e..Milliyet 11 Mayıs 1980105) Bülent Uluer, Kana Karşı Neler Yapmalı, Milliyet 7 Kasım 1976106) M.Rodinson, İslamiyet ve Kapitalizm, s. 253,1966107) Şerif Mardin, Din Sorunu yeni Bir Düzeye Ulaşırken, Milliyet, 6 Ocak

1970, Milliyet.108) Ebul-ala Mevdudi, İslam ve muasır nizamlara göre iktisat pıensipleıi, s. 9-13

1968, Çev. İhsan Toksarı.109) Seyyid Kutub, İslami Etüdler, çev. Hazar Beşer, ikinci baskı, s. 91, 1967..

Keza.Seyyid Kutub İstikbal İslamındır, Çev. Abdülkadir Şener, s.17.1967110) )acques Austruy, Kapitalizm, Marksizm ve İslam, s. 3540, 90, Çev. Agâh

Oktay Güner, 1975110a)Milliyet, 11 Şubat 1979111) M.Duverger,Batının iki yüzü,s. 141112) j.A.Schumpeter, Kapitalizm, sosyalizm, demokrasi, s. 118113) A.M.Sivers, İhtilal, Tekâmül ve İktisadi Nizam, s. 101,1969114) Kenneth Galbraith,the Affluent Society, V I. ve V II bölümleri.115) Orhan Türkdoğan, Batı Avrupadaki Sessiz Devrim, Milliyet, 14 Aralık 1972116) B.Levvis, a.g.e.,117) Orhan Türkdoğan, Atatürk'te Milli Devlet Anlayışı, İstanbul, 198T118) Asım I , s. 265,Zik.Bernard Levvis,a.g.e.,s.72119) E.F.Schumacher, Küçük Güzeldir,s. 64,1979120) J.C.Kumarappa.Economy of Permanence121) Robert Merton,Social Theory and Social Strocture, s. 628,1951122) Ziya Gökalp,Türkçülüğün Esasları, s. 180, ll.ı/ıı layan Mehmet Kaplan, 1973123) A.İna^Mustafa Kemal Atatürk'ten Yazdıklarım, 1969124) A.İnan,a.g.e.,s.63454125) A.İnan,a.g.e.,s.65126) Türkiye İktisat Kongresi: 1923 İzmir(hazırlayan Gündüz Ökçün, s. 252-253,

1968)127) Çetin Özek, Türkiye’de Gerici Akım lar,s.131,146,1968128) Çetin Özek,a.g.e.,s.129129) Yeni Sol'un bir teorisyeni, folkloru ,kentleşmeye engel olacağı nedeniyle

"kırsal alışkanlıklar" olarak belirlemektedir(A.İlhan, Hangi Sol,s.243 46)130) Abraham J .Tannenbaum, Alienated youth, Journal of Social İssues, s. 1-6,

vol. 25, Nisan, 1969131) Laurence J.Gould, Conformity and Marginality: Two faces alienation, a.g.e.,

s.39-65132) David Gottlieb, Poor Youth: A Study in forced alienation, a.g. dergi, s.

91-120133) E.H.Erikson, identty and life cycle, in G.S.Klein (ed.) Psychological issues,

1959.S 129-132

134) Şerif Mardin, Türk Toplumunun Bunalımı ve Değerleri, Milliyet 7 Ocak 1976135) Armand L.Mauss. The Lost Promise of Reconcilitation: New Left vs OIH

Page 223: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

136137

138139

140141142

143144145

146147148

149150151152

153154

155

156157

158159

160161162

163

164

165166167

168169170

220

Left, The Journal of Social İssues, vol. 27, No: 1971 Op. Cit. pp.6-16Richard Flacks, The New Left and American Politics After Ten Years, The Journal of Social İssues,vol. 27.1971Maurice Cranston, Yeni Solun Eleştirisi,s.X-XI, 1972,Milliyet Yayınları James M.Elden, Nevv Left As RightConvergence Themes of Political Discon- tent, The Journal Of Social İssues,p.145, vol. 27-1971 Alvin VV.Gouldner, The Corning Crises of Western Sociology, pp.399-1970A.Henry and J .Short, Suicide and Homicide, 1954Leonard Berkovvitz, Frustrations comparisons and other sources of emotion arousal as contributors to social unrest, The Journal of Social İssues, vol. 28.1972,Nu:1Alvin W.Gouldner,a.g.e.,s.399-410Orhan Türkdoğan, Sanayi Sosyolojisi,Türkiye'nin Sanayileşmesi, s.732,1981Orhan Türkdoğan, Türkiye'de Köy Sosyolojisinin Temel Sorunları, İkinciBaskı, s. 120-173, Ekim 1977Toprak Reformu, İmar İskân Bakanlığı,s. 1-2,1963Reşat Aktan,Toprak Reformu,s. 5,1963Robert Devereux, Society andculture in the second Turkish Rebuplic, Middle Eastern Affairs,Oct, 1961, vol. 7Ş.Mardin, Sosyal Yapımız ve Öğrenci Eylemleri, Milliyet 4 Ocak 1975Nur Vergin, Bölgecilik Hareketleri ve Çağımız, M illiyet,4 Ağustos 1977Ruşen Keleş, Artun Ünsal, Kent ve Siyasal Şiddet, s. 90,1982Doğu Ergil, Türkiye’de Terör ve Şiddetin Yapısal ve Kültürel Kaynakları,s. 53,1980Türker Alkan, Saldırganlık,Önyargı ve Yabancı Düşmanlığı, s. 161-190 Günsel Evcimen, Batıda ve Türkiye’de Terörün Yapısal Kaynakları, Milliyet, 22 Ekim 1979George S.Hanis.The Left in Turkey.Problemsof Communism, July- August 1980B.F.Steellex,and C.B.Pollock, The Battered Child, 2. baskı, 1974Richard J.Gelles and Murray, A.Status, Violence in The American Family, The Journal of Social İssues, a .g.e vol.Şerif Mardin, Sosyal Yapı ve Öğrenci Eylemleri, a.g£.İlhan Tekeli, Kent-Suçluluk ve Şiddet :Türkiyede Terör ve şiddet, Abdi İpekçi Semineri,3 0 Ocak,2 Şubat 1980,s .201-225 İlhan Tekeli,a.g.e.s.213-214Franz Fanon.The Wretched of The Erath, 1966, zik. İ .T ekeli, a.g.e.Nezih Demirkent, Türkiye'de terörün boyutları, gelişme ve çözüm önerileri, Türkiye'de Terör: Abdi İpekçi Semineri, s. 41-62,1980Gladys Engel Lang, and Kurt Lang, CollectiveViolence and The News Media, Journal of Social İssues, vol. 28, No: 1,1972Ahmet Mithat, Letaifi Rivayat, s. 4, 1885(13Û2).Zik.O.Okay, Türk romanına köy mevzuunun girişinde unutulan bir isim. Birinci Milli Türkoloji Kongresi Tebliğleri,s, 169,176Ruth Benedict, Krizantem ve Kılıç, Çev.Türkân Turgut, s. 77-78,1967 Ruth Benedict,a.g.e ,s.77-78Bernard Karsh, İndustrialization and The Converşence Hypothesis, The Jour­nal of Social İssues, 1968, vol. 24, s. 48B.Karsh,a.g.e.,s.48-59Mümtaz Turhan, Atatürk İlkeleri ve Kalkınma, sT124,1965Japon in Transition, s. 11(One Hundred Years of Modernization, Ministryof Foreign Affairs, Japon, 1968)

Page 224: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

. 171) Stevan Dedijer, Underdeveloped Science in Underdeveloped Conutries, Mi-nerva,vol.2,Numbe 1,1963

172) Seymour Martin Lipset, University Students in Underdeveloped Countries, Minerva, vol.3, Number 1,1964

173) Haci Halife, Düstur ül Amel, 1953. Zik.Bernard Levvis, Modern Türkiye'nin Doğuşu,s. 21,1970

174) B.Levvis, a.g.e.,s.43175) Enver Ziya Karal, Tanzimattan evvel garplılaşma hareketleri, s. 8,1940, Tanzi­

mat: 1 0 0 . yıl176) Ahmet Refik, Lale Devri.177) Münir Aktepe, Patrona isyanı: 1730.S.44178) E.Ziya Karal,Selim lll'ün Hatt-ı Hümayunları, Nizam-ı Cedit, 1946179) B.Lewis. a.g£.,s. 6

179a)İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Belleten,cilt: 25, s.289, 290179b)A.Cevdet, İçtihad, Nu 69, Hicri, 1329180) Bu konu ile ilgili olarak, ayrıntılı bilgi için bkz.Orhan Türkdoğan-Milli Kül­

tür, Modernleşme ve İslam, 1983181) Şerif Aktaş, Edebiyatımızda geçen asrın sonlarında ’Mutavassitın" grubunun

edebi düşüncesi hakkında (Birinci Milli Türkoloji Kongresi, Tebliğler, s.71-81, 1980)

182) Osman Nuri Ergin, Türk Maarif Tarihi, s. 612.. Keza, İ A.Gövsa,Türk Meşhur­ları Ansiklopedisi, s. 399

183) Hacı İbrahim Efendi, Taccüb, Tercüman-ı Hakikat, Nu: 1246, 7 Ağustos, 1882. Nakleden Davit kushner, Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu, 1876-1908, s .2.1979

184) İbn Haldun,Mukaddime,cilt:1, s. 395, çevZakir Kadiri Urgan.185) Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, II,s.143186) Uriel Heyd, Ziya Gökalp and The Foundation of Turkish Nationalism, s.

170,1970187) R.FSpencer, Culture, Process and İntellectual Current:Duıkheimand Atatürk

American Anthropologist, 1958188) Carle C.Zimmerman, Yeni Sosyoloji Dersleri, Giriş Kısmı, çev Amiran Kurt-

kan.190) Sadi Borak ve Utkan Kocatürk, Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, s. 14, 1972.

Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. O.Türkdoğan, Kemalist Modelde Fert ve Devlet İlişkileri, ! 977

191) Doğan Avcıoğlu, Türkiye'nin düzeni, 1968, Birinci Baskı.192) Maurice Duverger, Azgelişmiş Ülkelerin Rejimleri, çev.Yaşar Gürbüz,s.2-3193) Orhan Türkdoğan, Türkiye'nin Kalkınma Yolu: Sosyo-Ekonomik sistem

tartışmaları, 1970194) Orhan TüıkdoĞan, Kemalist Modelde Fert ve Devlet İlişkileri195) jawahral Nelıru, The Discovery of İndia in the ideologies of developing

nations b\ Reinhold Niebuhr, s. 127,1967196) O.Türkdoğan,Türkiye'nin Kalkınma Yolu197) İmmanuel C.Y.Hsü, The İmpact of İndustrilization on higher education in

commünist China, Manpower and Education, s. 230,1965198) |olın Cruickshans, Albert Camus ve Başkaldırma Edebiyatı, s. 151.199) Orhan I iirkdoğan, Gökalp'ten Atatürk'e ulusal birlik, Milliyet, 14 Eylül, 1978200) Seymour M.Lipset, University students in underdeveloped countries, Minerva

vol.3, number 1,1964201) Muhammed Sadiq, The Religious outlook of The Turkish Revolution, SBFD ,

s.245-161, c ilt : 24,Ocak-Aralık, 1981, No :1 4202) M.Sadig, a.g.e .s.248-249

Page 225: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

203) Emil Ludwlq, Türkiye reisicumhuru Mustafa Kemal Hazretleriyle Mülakat, Ayın Tarihi, vol 22,1930. Zik. M.Sadiq, a.g.e.

204) Atatürk'ün Tamim --Telgraf ve Beyannameleri, IV , 1964,s. 259205) Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, 2. baskı, 1961,cilt*3, s.15206) Atatürk, 1000 temel eser, s. 274, 1979207) M.Sadiq, a.gm.208) Orhan Türkdoğan .Milli Kültü ı , Modernleşme ve İslam, s. 91,1983209) M.Sadiq, intellectual origins of tlıe Turkish national liberation movement,

İnternational Studies, New Delhi, Oct, December, 1976, s. 209-29210) Dankvvart A.Rustovv, Devlet Kurucusu Olarak Atatürk, SBFD , 1969, No: 280211) A.Toynbee, Türkiye tarihi, s. 256. Keza, George S.Harris, Türkiye'de ko­

münizmin kaynakları, s. 50,1975212) O.Türkdoğan, Orta Asya Türk Kültürü Üstüne Yeni Araştırmalar, Milliyet,

14 Eylül 1978213) İbn Haldun, Mukaddime, s. 395, çev. Zakir Kadiri Urgan, Keza, Ziyaettin

Fahri Fındıkoğlu, İçtim aiyat,cilt: 11, s. 102,1961214) Ziya Gökalp, Milliyetçilik, Yeni Mecmua, Cilt: 2, sayı: 33, s. 21-28, Şubat

1918215) İ.Erol Kozak, İbn Haldun'da İktisadi Faaliyetin Önemi ve Tesirleri, Atatürk

Üniversitesi İşletme Fakültesi, Dergisi, cilt: 5, sayı: 1 -2, s.115-184, Mayıs 1981216) Ümit Hassan, İbn Haldun'un metodu ve siyaset teorisi, s. 205,1977217) Orhan Türkdoğan, Milli Kültür, Modernleşme ve İslam, s.88-89,1983218) Afet İnan, Medeni Bilgiler, Atatürk'ün El Yazıları, s. 376-77219) O.Türkdoğan-, Gökalp'ten Atatürk'e "Ulusal Birlik", Milliyet, 15 Temmuz

1977220) Sait Halim Paşa, Buhranlarımız, s.226,Tercüman, 1001 Temel Eser, tarihsiz.221) M.İkbal, İslamda Dini Tefekküıün Yeniden Teşekkülü, s. 178222) Fazlur Rahman, İslam, s.286223) Emre Kongar, Atatürk'ün Dünyası veTürkiye, Milliyet Gazetesi, 6 Kasım 1977224) Celal E.Bozkurt, Kemalizm, Marksizm ve Ecevit, s. 435-36,1976225) 'Seçimlerdon sonra liderler ne diyor?" Milliyet, 20 Ekim, 1975,Aynı kaynak

için bkz. Celal Bozkurt. a .g.e.,494226) Orhan Türkdoğan, Türkiye'de Köy Sosyolojisinin 1 emel Sorunları, s. 194-

207,1970227) Orhan Türkdoğan,a.g.e.,s.199-200228) Seymour Martin Lipset, Siyasi İ n s a n , s. 229 Çev. Mete Tunçay229) S.M.Lipset, a.g.e.,s.300-301230) P.ılmeı Parker Ja y , Religion, Political Modemization and Seculaıization:

Caic Studies in America,Turkey and japon, 1970, Mimeo, s. 163231) W Montgomery Watt, İslamic Political Thoght, s. 5,1968232) Şeı if Madin, Din ve İdeoloji, s 121233) Afet İnan, Mustafa Kemal Atatürk İçin Yazdıklarım, s. 101 -104234) A.Dankwart Rustovv, Politics and İslam in Turkey: 1920-1955235) Gothard Jaschke, Yeni Türkiye'de İslamlık, s. 42, 1972.. Keza, Uriel Heyd,

Türk Ulusçuluğunun Temelleri, s. 1 51,1979236) Robert Bellah, İslamic Tradition, s. 28-29237) Şerif Mardin,a.g.e.,s.121238) Palmer P Ja y , a.g.e ,s 174-75239) Robert E AVard and D.A Rustow, Political Modemization in Japon and Turkey,

1964, s.438.. Keza, Robert N.Bellah, Values and Social Change in Modern Ja­pon , Tokyo, international Chiristian University, s 23

240) Niyazi 3erkes, Development of Secıılaıism in Turkey, 1964,s 365

Page 226: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

241) A.Rustovv.a g.e ,s.71-72242) P.P.Jay.a ge.,s.200 .243) Von Grurebaum, a.g.e.,s,183244) R.Bella!ı,a ".e.,s.28-29245) Robeı ı N.Bellah, Religious Aspects of Modernization in Turkey and Japan, "in

Ameı ican ) ournal of Sociology", 64,1958246) Sedat Simavi Ödülünü Kazananlar, Hürriyet, 12 Aralık 1978247) Ömer Lütfi Barkan, Türkiye'de Din ve Devlet İlişkilerinin Tarihsel Gelişimi,

s. 58, Cumhuriyetin 50. Yıldönümü Semineri, 1975248) David R.Schweitzer and James M.Elden, Nevv Left as RiglıtConvergent The-

mesof Political Discontent;The Journal of Social İssues, Vol, 27, No.1.1971249) Armand L.Manss, The Lost Promise of Reconciliation: New Left Vs. Old Left

The Journal of Social İssues, Vol. 27, No. I. ,1971250) Suna Kili, İlk Millet Meclisi; Ulusal bağımsızlık ve Demokratikleşme Milliyet

24 Nisan 1977251) Raymond Aron, Some Aspects of The Crisis in The French Universities, Mi-

nerva, vol. 2. N o : 14,1963-1964252) Orhan Türkdoğan, Kemalist Modelde Fert ve Devlet İlişkileri, s. 64,1977, Ke­

za İsmail Arar, Atatürk'ün Halkçılık Programı, s. 24-25,1965

Page 227: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır
Page 228: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

BÖLÜM : IV

ÜNİVERSİTE VE ÖĞRENCİ HAREKETLERİ

SIYASI RADİKALLEŞMEm

Page 229: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır
Page 230: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

BÖLÜM : IV ÜNİVERSİTE VE ÖĞRENCİ HAREKETLERİ

( Siyasi Radikalleşme ı

Bir Sosyal Sistem Olarak Üniversite :

Batılı uzmanlara göre, ı kalmış 'ilkelerin üinversiteleri, milliyetçilik çağında, evrensel bir kültür modelini yerleştirme ve onun büyümesine katkıda bulunma gibi görevleri yanında milli kültiir ve milli hayatın zenginleşmesini ve giz lenmesini de sağ- lar(l). Ülkemizde yeni sağın, temsil ettiği milliyetçilik ideolojisinin milli kültür ve milli hayatımızın teşkilindeki önemi, ünlü Amerikan sosyoloğu Martın S.Lipest'in bu ifadeleriyle bir kez daha vurgulanmış olmaktadır.

Dünyanın az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerinde olduğu gibi, ülkemizde de, üniversite öğrencileri sadece beklenilen elitler kadrosunu teşkil etmekle kalmıyor, aynı zamanda toplumun siyasi hayatında önemli rol oynamak ve kamu hayatının ge­lecek rolleri için de birtakım sosyal beklentileri temsil etmek gibi yüksek düzeyde bir­takım motivasyonları taşırlar.

Lipest'in çok yönlü değerlendirmeleri, bir üniversite gençliğinin sorumlu olduğu silueti tesbitte bize geniş ölçüde yardımcı olacaktır. Geri kalmış ülkelerde, üniversite öğrencileri, umumiyetle Avrupa öğrencilerinin izlediği siyaset geleneğinin mirasçıları olarak belirlenir. 19 naı yüzyılda Rusya ve Almanya'da öğrenci siyasetleri, milli ye-, nileşme ve ilerleme için başlatılan hareketlere canlılık verdiği bilinmektedir. Fransa' da bile, 19 ncu ve 20 ııci yüzyıllarda üniversite öğrencileri ihtilallere, psikolojik kış­kırtma ve gösteri siyasetlerine doğru itilmişlerdir. Avrupa liberalizmi, rasyonalizmi ve milliyetçiliğinin gelenekleri- eğitilmiş sınıfların sosyal statüleri içinde esas ipuçları­nı geri kalmış ülkelerde bulmuşlardır.

Bu süretçe, 'dini ve lâik aydınların rollerinin büyük olduğu muhakkaktır. Nite­kim 19. yüzyılın sonlarına doğru - daha önceki bölümlerde de açıkladığımız üzere- Japonya Meiji liderleri; ülkede araştırmayı besleyen ve elitler yetiştiren üniversite­lerin yaratıcı rolü ile ilk eğitimin görevini yönlendirmesi hususuna gereken desteği sağlamada Prusya eğitim İslahatçıları, özellikle Humbol't'u taklit etmişlerdi. 1880’ lerde Eğitim Bakn, Arinori Mori vasıtasıyla neyin öğretilmesi gerekiyorsa onun sı­nırları çizilmiştir. Mori'ye göre ilk eğitim -japon Milliyetçilik ve militarizm öğreti­sini esas almak kaydıyla- halka ve devlete sadık kalmayı öğretiyordu. Aynı zamanda, Mori, eğitimin ilk seviyede sınırlandırılması halinde, liderlerin milletin beklentileri­ne katkıda bulunmaları için, teknoloji ile bilimin yeterli ölçüde desteğinin sağlana­mayacağına inanıyordu. Ancak, araştırma ve öğretim alanında, ünivesite ve meslek okullarının açılması hususunda ikna edildi (.2 ).

Page 231: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Aslında, ünivershe öğrencileri ve siyasi alâkanın gelişmesi geri kalmış ülkeler kadar gelişmiş ülkeler öğrencilerinde de radikalleşme şiddetini arttırmaktadır. Son zamanlara kadar, üniversite öğrencilerinin kamu veya siyasi işlerde önemli rol oyna­madıkları Birleşik Devletlerde bile, öğrenciler Demokratik Partiyi destekleme eğilimi göstermişler, orta sınıftan ziyade liberal hatta sosyalist eğilimlere yönelmişlerdir. Gerçekten bir çok araştırmalar üniversite seviyesinde eğitimin etkisini açıklamak- tadmBuna göre, son y Harda liberal hoşgörürlük tutumunda artış fakat, peşin yargılı olmada azalma gözlenmiştir(3). Aynı şekilde, ekseri Avrupa ülkeleriyle İngiltere'de solcu partili üniversite gençleri arasında ortasınıf kö' enli olanlarda daha güçlü yayıl­ma alanı bulmuşlardır.

Ülkemiz açısından durum biraz daha farklıdır. 1950'li lerden itibaren parlamen- tarist rejimin desteklediği siyasi ve sosyal akların, Eski sol ile Yeni sol arasındaki devamlılığı büyük ölçüce sağlarken, Maıksist stratejide bazı sapmalar Yeni Solu be­lirlemede etkili olmuştur. Yenisoldaki radikalleşme, fanatik yönelimler "solun" li­beralleşme ve hoşgörülü kimliğini büyük ölçüde gölgelemiştir. Bunun gibi, Marksist türevlere (Stalinizm, Maoizm, Enver Hocaizm, Kastroizm gibi sol sapmalara) dogma­tik kalıplar olarak bakılması, kendi öğreti sistemleri dışında hiç bir sisteme söz hakkı tanınmaması Türk solunun alın yazısı olmuştur. "Militan radikalleşme" gibi eylem biçimleri, temelde bu hoşgörü ve ferdiyetçi inanç sisteminin tedrici olarak eritilmesi neticesinde doğmuştur. Yeni üniversiteler yasasında öğrencilerin yönetime katılma­ları ilkesi, sosyal demokratik önlemleri için sıçrama taşı teşkil etmiş, "iktidar yok­sulluğu "kur arılmış üniversiteler, kamplara bölünmüş fakülte ve derneklerin ele geçirilmesine yol açmıştır.

Federal Almanya üzerinde yapılan bir araştırmada (4): Üniversitenin görevi "b il­ginin üretildiği, fikirlerin kaynaklandığı, dağılımının yapıldığı ve eleştirildiği merkez" olarak tanımlanmıştır... 12 Eylülden önce çok az sayıda üniversite veya fakülte've araştırma merkezi bu zihniyeti temsil eder durumda idi. Aynı gelişmelere farklı doz­lar içinde batı toplumlarında da rastlamaktayız. Alman üniversiteleri hakkındaki ra­por bu gerçeği biiyiik ölçüde doğrulamaktadır. Federal Almanya,1968'lerden önce gelişen Marksist istila karşısında, merkezi New York'da bulunan "Milletlerarası Üni­versitelerin Geleceği Konseyi"(.!977)nin hazırladığı bu rapor, bazı Alman üniversite­lerinde tek yönlü Marksist şartlandırmanın mekanizmasını da bize açıklamaktadır.

Konsey raporunun ortaya koyduğu bazı gerçekler vardır ki, konumu/la ilgisi bulunması bakımından burada kısaca değinmek istiyorum. Bağlılık derecesi ülkeden ülkeye değişme göstermesine rağmen, dünyanın hemen her yerinde, üniversite, a>nı zamanda içinde çıktığı toplumun bir parçasıdır ve devlete sıkı sıkıya bağlıdır. Çoğun­lukla bir çok üniversitelerin ıstırap veren durumları işte bu bağlılık derecesinin esnek­liğinden kaynaklanmaktadır. Ülkemizde, 1968'lerde başlayan, sol slo^anlaım malze­mesini teşkil eden "üniversite özerkliği" veya "halka dönük" üniversitedövi/lerı,üni- versite-devlet arasındaki "zihniyeti" büyük ölçüde zedelemiş, adeta üniversiteler "devlet içinde devlet" olma eğilimine dönüşmüşlerdir. Durum böyle olunca birer fe­odal kuruluş haline gelen univeısiteler rahatlıkla içerden fethedilmek suretiyle sol kuruluşların kucağına itilmişlerdir. Bu yüzden üniversitelerimizin siyasallaşması ipolitize olmas) nın önüne geçilememiştir. Daha önceleri, Latin Amerika üniversite­lerine has olan'bu özel hastalıktan Türk üniversiteleri de ne yazık ki yakasını kurta- ramamıştır. "Halk üniversitesi" modelleri içinde ideolojik gruplaşmalar adeta bir "horoz döğüşü" biçiminde cereyan etmiş, fikirlere saygı ve hoşgörü tamamiyle orta­dan kaldır İmaya çalışılmıştır

Adı geçen konsey, altı ülkeden (Paris, Roma, Kopenhag. Londra. ( .m ıcrra, Berkeley) seçilen ve herbiri kendi alanında şahsi tecrübeye sahip, üniversite- t;ıesele- leiyle yakından ilgili seçkin öğretim elemanlarından ibarettir, İncek-me\e I ‘)74 yılın­da başlanmış, üç yıllık bir çalışmadan sonra 1977'de konsey raporunu tamamlamış­tır. Komisyon, başta hür Berlin üniversiteleri olmak üzere Bonn, Mannheim, Düssel-

Page 232: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

dorf gibi üniversiteleri günlerce ziyaret etmiş, yetkili temsilcileri ve öğrenci gruplan ile konuşmalar yapmıştır.Ayrıca, Federal Devlete Yüksek Eğitim hususunda tavsiye- lede bulunmakla sorumlu Bilim Adamı Cemiyeti (VVissenschaftstrat) üyeleri, kültür Bakanlığı sekreteri, iki ülkedeki eğitim bakanlarının görüşlerini düzenleyen kurul üye­leri, Rektörler konferansının görevlileri (Rektoren Konferenz) olmak üzere, Batı Al­manya’nın 156 yüksek eğitim kurumunun başkanİarından oluşan bir grup, Alman üniversiteleri Profesörleri Derneği Mensupları, Bilim ve Eğitim Bakanlığ sekreteri (Staatsekretar), Alman Araştırma Teşkilâtı (Deutsche Forschnungsgemeinschaft) başkanı ile yapılan yoğun temaslar, bu konsey raporunun bir parçasını teşkil ediyor- du.

Batı Alman üniversitelerinde siyasallaşmanın (politize olmanın) büyümesine kon­sey raporu temas ederken, ilkin Berlin Hür üniversitesi ele alınmıştır. 1960'lardan itibaren 10 yıllık dönem içinde Batı Alman üniversitelerinde hızlı bir demokratikleş­me süreci başlatılmış an ak, Berlin üniversitesinde, öğrenci eylemleri ile yönlendirilen bu sosyal hareketler 1976 yılında Federal Reform Yasasının ( Hochshulerahmange- setz) yürürlüğe girmesiyle son bulmuştur. Bu yasa, butun yüksek öğretin kuruluşla­rının demokratikleşmesini düzenlemiştir. Reformun felsefesi, bir ticaret derneğinin 1960'larda idari ve sınai kararlara işçilerin katılması için harcanan çabalan yönlendi­ren ilkelerden kaynaklanıyordu (Mitbestimmung Söz hakkı). Bu esastan hareket ederek, ilk kez, 1967 yılında Berlin Hür Üniversitesinde tüm öğretim üyelerine tüm karar verme organlarına katılma hakkı tanıyordu. Böylece, daha sonraları grup pren­sibi (gruppenprincip) diye anılan ve sonraki tüm üniversite eformlarına esas teşkil ecicıı: öğrenci, asistan, profesör'den ibaret üçlü bir ünversite yapısı oluşturuluyordu.O dönemlerde Berein Hü üniversite yapısı için de bu ilkelerin aynen uygulan­masını öneriyor ve bu yönde yoğun kampanyaya girişiyorlardı. "Yönetime katılma' ilenilen sosyal felsefe,’ fabrika ve iş yerlerinden bu defa üniversitelere sıçrıyordu.

Üniversitelerimizin çok kısa bir dönem içinde politize olmasında, Hür Berlin Üniversitesinden üslenen bu girişimlerin ağırlığını ve etkisini görmezlikten gelmek mümkün değildir. 1973, yılında kabul edilen 1765 siy ılı üniversiteler kanununda öğrencilerin belirli kurullara temsilci göndermeleri, asistanların yönetime katılma­ları, bazı üniversitelerde ise profesör, asistan, öğrenci yanında memur ve müstah­demlerin de yönetimde söz sa ibi olmalarında bu akımın payını unutmamak gere­kir.

Oysa, Max VVeber, henüz 1900'lü yıllara rast lav an bir konferansında: "Gençliğin mutlak amacının esâs ilkesi saf bir ahlâkın düşünceyi izlemesini, olgunluk dönemi­nin ise sorumluluk ahlâkı ile birleşmesini" öneriyordu (5).

Gençlik; toplumun ahlâkî ve siyasi standartlarıyla temasta bulunurken soyut birtakım ilkeleri ileri sürer ve umumiyetle kendilerinden yaşlı nesiller tarafından bu soyut ilkelerin kaldırıldığı inancı içinde bulunur. Bu tutum, iyi kanalize edilme­diği takdirde "negatif kimlik" dediğimiz topluma karşı yabancılaşma sürecini yarata­bilir. Böyle bir yabancılaşma, sosyal değerler ile "kendisi" arasındaki şahsiyet yarıl­masının neticesidir. Bu durum her an sosyal patlamalara açık olabilir(x).

Yeni doğan milletlerin yüksek eğitim sektörlerini kapsayan çağdaş dünyada eşitlik, adalet ve iktisadi refah, umumiyetle iyi toplum değerl°ri olarak gençlere tak­dim edilir. Yoksulluk, ırk ayırımı, kast sistemleri, sosyal eşitsizlik, idari ve siyasi bo­zulma, kültürel gerilik bu tür ilkelerin en şiddetlisidir. Tacott Parsons'a göre gençlik, toplumun temel değerleriyle bütünleşmiştir, halihazırda, iyi bir toplum değişik gö­rüş noktalarına sahip olabil ceği gibi, onların standartlarını karşılama hususunda ye­terli olıudi' ivi hareket etmeyebilir(6 ). Tüm ülkelerde, özellikle 12 Eylül 1980'den öıiı ı- k.ınlı ul.ı.l.ır.ı ı.ınık nldııj;u:t'u/ iilkemi/dc de gerçek o dur ki, gençler-bilhassa

1.x) Nitelim, kemikti* </r terör o/,. , hırımı katılanlann %57 si (16-25) yaş gruplan arasında; vıı~üc yirmisekizi ise (2â-:>.>) yaş grupları arasında olduğu gözönüne alınır­sa, bu kimliğin hususiyeti daha da iyi anlaşılmış olur. (Anarchy and Terorism in Tur- key, s.64 yazarı yok.)

Page 233: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

biıluC çağındakiler- bir değişken (varyans) durumunda olup kentlilerinden yaşlıların veya ebeveyinlerinin otoritelerine karşı bir yabancılaşma e^ilmim \ .:iısıtmışlardır. Uipset'in de belirttiği gibi, her yerde eğitilmiş inşan, geıum dunyasını gelişmesine yardım etmekten ziyade onların değer ve ideolojilerine yönelik idealistçe girişimlere temayül ederler. Çünkü, hem genç hem de yüksek ölçüde eğitim görmüş üniversiteli öğrenciler, kültürel ve siyasi inançlar bakımından geleneksel reçetelerden hoşlanmaz­lar. Yaşlı kuşaklar ise aile otoritesi, hakları, otorite, din ve benzeri sosyal de­netim kalıplarında gençlerden daha fazla geleneksel normlara bağlıdırlar. Tutumla­rındaki farklar aynı zamanda eğitim düzeyiyle de bağlantılıdır. Umumiyetle i>i bir eğitim sistemi gençleri çağdaş değerlere yöneltmede başarılı olabilmektedir (/ '

Üniversite \e Siyıısi R ;ıtlik;ıllesm e

Ülkemi/tle seni s.ıü \e yeni solun "bo/ıık düzen" veya "batasıca dü/en" diye belirledikleri modelin temelinde genellikle eğitim sisteminin su, i.ıü’iısu olması se­bepsiz değildir. Her iki kanat, biri eğitimin milli olmaması,öteki de belirli sınıfların çıkarlarına işlemesi nedeniyle, eğitim yapısının bozukluğumla bırleşi> urlardı. Esasta, böyle bir sosyal eleştiri, norm ve değerler bakımından gençlerin yapı ve karakterini yansıtan ve toplumun bir parçası olduğunu gösteren nirengi noktalarıdır.

Ancak, 1950'lilerden sonra, "taşralı" gençlerin okullaşma sürecindeki artışı, be­lirli bir sınıfa açık klasik üniversite öğretimini "halk üniversitesi" ne dönüştürüyordu. Nitekim, Atatürk Üniversitesi -ki 1958 yılında kurulmuştur. İşletme Fakültesine men­sup 206 kişi üzerinde 1974-1975 ders yılı döneminde yapılan bir araştırmada öğren­cilerin % 41.6 sı köy ve kasaba; % 25.2'si ilçe ve % 33.2'si il doğumlu olduğu t es h i t edilmiştir ( 8 ).

Bu gençlerin aile ilişkileri ile üniversite içindeki tutumları iyi değerlendirildi­ğinde gençleri devrimci eylemlere iten şahsiyet yarılmalarına rastlayabiliri/.Lipset, göstermişiirki; "üniversitede okuyan gençler üzerinde ailelerinin denetimi ne kadar yüksek ve kalıcı ise.ö/eıklikgiısterilerine olan ihtiyaçlarının şiddeti de o kadar fazla­dır".

Alman üniversiteleri örneğinde görüldüğü gib^Türk üniversiteleri öğlenci eylem­leri biçimlerinde de gençlik psikolojisi, aile öğıent ilişkileri "taşra karekterinin" üni­versite merkezlerinde yığılmasında önemli rol o\ıı.iması bir gerçektir. Nitekim, Al- manyada reform ile ilgili çalışmalar devam edeıken kimsenin tasvip etmediği fakat bu faaliyetlerin sonucu ortaya çıktığına inanıldığı bazı gelişmeler oluyordu. Bu da, üni­versite içi kararlara giderek ağırlığını koyan ve.üniversite dışı siyasi etkenlerin ağır batığı fraksiyon gelişmeleri idi. Konsey raporunun hazırlandığı sularda, üniversite meseleleri üzerinde hem milli hem de milletler arası fonksiyon-çatışmaları vardı. Çok iyi bilinen bu fonksiyonlardan bazıları şunlardı; KSV (Kummunistischer Stııdentver- baııd/,Komünist Yüksek Okul Öğrencileri Teşkilâtları), Maistler, DKP (Alman Ko­münist Partisi) ne katılan MSB Spartakus, Stalinci uzantıların destekçileri olan KHG (Kommıınistische Hochschulgruppe/ Komünist Yüksek Okul grupları), (Berlin Hür Üniversitesi Avrupa da Stalinin yazı ve kitaplarının satıldığı tek üniversite), SHB/ Ju- so (Sozialistischer Hochschulband/ Jungsozialisten, Sosyalist yüksek okulları birliği/ genç sosyalistlerdir ki bu en soldaki sosyalistleri bir araya topluyor, ADS (Aktions- gemeinsehaften von Demokraten und Sozilalisten/ Demokrat ve sosyalistlerin Aksi­yon Birlikleri). Diğer fonksiyonlar ise SPD (Sosyalist Alman Partisinin reform sos­yalistleri, CDU (Hıristiyan Demokrat Birliğinin) Reform -grtıppe'si,/reform grubu, RCDS (Ring Christlicherdemoktatischer studenten/ Hiristiyan Demokrat Öğrenci Birliği) ve FDP (Hür Alman Partisi) liberalleri arasında yer alan LUST'dır.

Kısacası, Berlin üniversitesine siyasi akımlarn sızması, öğrenci ayaklanmasına çare olarak Batı Berlin yetkilileri yolu ile olduğu sanılıyor. Öyleki, bu girişimin neti­

Page 234: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

cesi olarak, bir yanda giiçlii komünist suplarla onların destekleyicileri öte yanda bütiin demokratik kararlar arasında giderek beliren kutuplaşmalar bu neticeyi hazırla­mıştır (9).

Bu gelişmelerin bir ürünü olarak Batı Alman üniversitelerinin «iğretim lıeycti ko misyonu bir kaç yıl içinde değiştirildi. O zaman tam-gün Profesörler nisbeti diiştii. Bu hususu aşağıdaki tabloda gözleyebiliriz. (Tablo 1)

Tablo: 1) Hür Berlin Üniversitesinde 1970-1972 yılları arasında öğretim he\etlerinin bilim alanındaki niteliğindeki değişmelerin beş durumu.

Bilim Dalları Profesörler Öğretmenler1970 1972 1970 1972

Hukuk Toplam 2 0 33 26 118Tamgün 16 16 2 0 39

Felsefe ve Sosyoloji Toplam 32 53 1 0 1 135Tamgün 18 2 0 48 31

Siyasal Bilimler Toplam 19 30 55 105Tamgün 8 9 13 23

Modern diller ve Toplam 15 37 64 64Edebiyat Tamgün 1 1 1 0 37 2 0

Matematik Toplam 17 2 2 25 30Tamgün 7 4 15 1 0

Akademik nitelik bakımından, öğretmenlerin geniş çoğunluğu öğrenci seviyesi­ne yaklaşıyordu. Gerçekte, onların ekseri mezuniyet sonrası öğrencilerdi.

Berlin üniversitesinin görüldüğü üzere ortak noktası idari yapıya c'ayanır. İlkin bir üniversite konseyi tesis edildi. Burada 33 profesör, 33 öğretmen, 33 öğrenci ve akademik olmayan personelden 15 kişilk temsilcileri bulunuyordu. Bundan daha feci­sini 969 seçiminden sonra, rektörlüğe 31 yaşındaki doktora tezini bile tamamlamamış bir asistan - Rolf Krcibich-getiriliyordu.

Sadece iki profesörde! oy alan rektör Krebich, ancak güçlü ve dinamik lider ro­lünü oynuyordu. Kendisi Maoist, Trotskyites, Ortodoks komünist, solcu nasyolist, sosyalist ve liberal solcuların teşkil ettiği koalisyonun aşırı kanadının bir mahkumu oluyordu.

1969-1973 yılları arasında ders programl.Ti Marksist tonda standartların konul­ması suretiyle üniversite şartlandırılmış bir dıır.ıma getirildi. Böylecc eğitim kadrosu­nun yenid'n teşkilâtlandırılması radikal eylemler için yeni imkânlar hazırlıyordu. Artık 1974'ün ortalarında hukuk, iktisad, felsefe ve sosyal ilimler, eğitim, siyasi ilimler, almanca ve modern diller, güzel sanatlar, mii/ik, biyoloji bölümleri (fakülte­leri) "ilerici" çoğunluğun hâkim bulunduğu fakülte komiteleri tarafından yöneltil­meye başlamıştır. Hür Berlin üniversitesinde, I960 ların sonlarına doğru gösterileri teşvik eden öğrenciler ve asistanlar, öteki batı ülkelerinde olduğu gibi,ilkin kendileri­ni radikal demokra^sonra da "anti-otoriter yeni sol" un bir kesimi olarak görmüşler­dir. Esasta insaniyetei ihtilal fikrine bağlı olan bu grubun kahrarranları Che Guevara ve Çinin hareketli mutasıp müfrezesi ic'i. Geçen dört yıl boyunca Hür Berlin ûıiveı- siesinde siyasi gelişmesinin esas safhalarından biri, yeni solun sovyet öncesi inancın

lll

Page 235: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

ortodoks, Yeni Stalinci, Eski Sol şeklinde teşkilâtlanmasına dönüşmüştür.Hür Berlin üniversitesinde o dönemlerde komünist ve Pro-Komünist gruplar

arasında beliren dört siyasi akıma rastlanır. Bunların ilki, yeni sol anarşist çemberleri, Trocki ve Maoist inançlar idi. Yeni solun dışında şiddet yanlısı Palueo-Stalinci teşki- lât- ki bunlar 1928-1934 yılları, arasında komünist enternasyonal tarafından kullanı­lan terminoloji taktiklere bağlı kalmak sureti/le gelişmişti. Neticede, 1971-1973 arasında bir grup münferit öğretmenlere yönelik şiddet uygulamalarına katılmışlar­dır. Tablo 2, bu dönemlere ait öğretim mensuplarının tutumlarındaki radikal farklı­laşmaları göstermektedir.

Tablo:2) 1969 ve 1974 lerde devamlı atanan profesörlerin siyasi tutumları

Eğilimleri 1969%

1974%

1974 indeksi rakamı 1969 — 100

Ilımlılar, muhafazakârlar ve liberal merkeziyetçiler 84.3 52.7 , • 63

Sol liberaller ve "reform sosyalistleri" 15.7 17.8 113

Komünist ve öteki solcular 0 20.4 2040

Kesin şekilde yönü belli olmayanlar. 0 9.1 910

Komünistler ve öteki solcuların kazançları^ geçmiş dört yılın atanılan profesör­lerin temsil ettikleri politikaların neticesi olmuştur. Bu süre içinde profesörlerin sayısı 494 den 1000e yükselmiştir.

aynı süreler içinde, öğrencilerin durumuna gelince, öncelikle "komünist ve öteki solcular" arasındaki artımda önemli sıçramalar olmuştur. Bu ideolojik dalgalanmaları tablo 3 de gözleyebiliriz.

Tablo 3) 1969-1974 yılları arasında öğrencilerin siyasi tutumları

Eyilimler 1969%

1974%

1974 indeks rakamı 1969 — 100

İlımlı muhafazakârlar ve liberal merkeziyetçiler 23.5 23.5 1 0 0

Sol liberaller ve "reform sosyalistleri" 30.7 ' 13.1 43

Komünistler ve öteki solcular 42.8 62.6 146

Yönleri açıkça belli olmayanlar 3.0 0

Görülüyorki, Hür Berlin üniversitesinin her kademesinde komünistler ve öteki solcu gruplar siyasi atamalar yoluyla önemli kazançlar sağlamışlardır.

Sınavlar ve ara sınavlara gelince burada da, siyasi şartlandırma ön plânda yer tut­muştur. Öyleki jDaşarılı olmayan sınav kâğıtları başarılı olarak kabul edilmiş, kopya ve benzeri faaliyet biçimleri giderek yoğunluk kazanmıştır. Tehdit yoluyla yıldırılan

Page 236: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

ve cesareti kırılan profesörler öğrencilere yüksek derecede not verme yolunu tutmuş­lar, o kadarki bazı fakültelerde bir kaç yıl önce (C) alan öğrencilerin notları şimdi (A ) derecesine tahvil ediliyordu...

Yakın geçmişte bazı Türk üniversiletelir fakülteleri ders programlarında da sık rastlanan türde öğrenciyi Marksistleştirme kanpanyası en modern biçimde Hür Ber­lin üniversitesinde gerçekleştiriliyordu. Böylece, çeşitli konularda, özellikle beşeri bilimlerde "siyasi ekonomi" kursları - Das kapital ve öteki NTarksisit ve Leninist yazarların kitapları bölüm bölüm incelenmek üzere - ders programlarına mecburi olarak aktarılıyordu. Bazı ders programları, ilmi öğretim yerine, Marksist öğretileri teklif eden sınıflarda yeniden hazırlanmak suretiyle kurslar haline getiriliyordu.

Bu siyasal radikalleşme tıp ve tarih gibi fakültelerin öğretim üyeleri atasında önemli huzursuzlukların tloğııı.ısına sebep olmuştur. Araştırmaların yıllık verimi ani­den düşmüş ve yetenekli bilim adamları Berlin üniversitesini terk etme durumunda kalmışlardır. (Tablo 4)

Tablo 4) Batı Berlin Teknik Üniversitesini Terkeden Tam-gün Profesörlerin Sayısı

1 Ekim 1963 -30 Eylül 1968 10 (5 yıl içinde)1 Ağustos 1969 (x) - 31 Aralık 1971 29 (2.5 yıl içinde)

İşte, 1960'lı yıllardan itibaren bazı Batı Alman üniversitelerinin içine sürüklen­diği durum, Konsey raporunda bu şekilde belirtilmektedir. Marksizmin klasik ve mo­dern bütün akımları yanında, siyasi partilerin tüm örgütleri çeşitli kuruluş adı altında üniversiteleri adeta istila etmiş görünüyorlardı. Türk üniversitelerinin yapısı da bundan farklı değildi. Öğretim üyeleri, öğrenciler, ve parti temsilcileri ve örgütlerinin adeta istilasına uğramış gibiydi. Gerektiğinde derslere boykot, gerektiğinde eylem kararla­rı almak, Aron'un Ja belirttiği gibi, siyasi odak noktalarının oluşturduğu bir azınlığın tekelinde idi.

Bata Avrupa üniversitelerinde öğretim üyelerinin siyasi iktidarlarla olduğu kadar, siyasi partilerle de ilişkilerini sürdürmeleri olağan olaylar arasında idi(10). Bur,a kar­şılık, Amerika üniversite profesörlerinin, aydın olan ve olmayan bütün gruplardan nisbeten tecrit edilmiş bir durumda bulunduğu da bir gerçektir. Buna karşılık filo­zof Herbert Marcuse ise; Amerikan üniversitelerinin bir ilim mabedi hatta gerçeği arayan bir alimler topluluğu olmamasından yakınıyor ve "buraları-ithamlar duya duya kanıksadığımız bir liste halinde- kökleşmiş düzenin kalesi, endüstri, hükümet ve çeşitli hususi teşebbüs gruplarının hizmetkârı olup dışardan emperyalizm ve yurt içinde ırkçılık ve gericiliğin müdafiidiler" demektedir(1 1 ).

Buna karşılık, Kennedy'nin iktisadi danışmanı ünlü iktisatçı Galbraith'in belirt­tiği üzere: "Vietnam savaşına karşı muhalefet yürütenler Amerika Birleşik Devletle­rinde ne sendikalar ne de bağımsız aydınlar, ne basın ne de iş adamları idi.

Sosvolog Richard Lichtman ise "insanoğlu adına konuşmayan bir üniversite bir insan teşebbüsü olmaktan çıkmıştır" yargısını ileri sürüyordu(1 2 ).

Keza, Lazarsfeld; yapmış olduğu bir incelemesinde "üniversite öğretim mensup­larının beşte üçünden çoğu (yüzde altmış ikisi) başlıca sosyal temaslarının üniversi­teye inhisar ettiğini" açıklamıştır...

Bu açıklamalar, Amerikan üniversitelerinin geleneksel yapısına ışık tutması ba­kımından dikkat çekicidir. Bunalım dönemlerinde üniversitelerin toplumla bütünleş­meleri gerekirken Batı Alman Üniversitelerinde - ülkemizde de gözlendiği gibi-aksine bunalımın kaynağı haline yelmişlerdir.

Geleneksel olarak, Batı Almanya, Fransa ve İtalya gibi Batı Avrupanın uç ülke­sinde universite o/erkliği .:emck, siyasi güçler ya da hükümetler tarfından yapılacak

ı.v/ Üniversite Mukavelesi I .\nustn-- i 'niO'da yürürlüğe girmiştir.

Page 237: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

dış tesirlere karşı korunmakla birlikte aynı zamanda profesörlerin hürriyeti anlamını taşıyordu. Ancak, son yıllarda bir çok kişinin sıkı sıkıya bağlı kaldığı özerklik nor­mu, şimdi çok değişik bir anlam taşımaktadır. Barışı sağlamak için hükümetler, üni­versitenin iyi bitmen hususiyetlerini feda eğilimi göstermişler ve sahayı aşırı grupla­rın faaliyetlerine açık bırakmışlardır. Geçmişte liberaller üniversitenin özerkliği için hükümete karşı mücadele vermişlerdir. Bu gün tam tersine, liberallerin birçokları üni­versitenin aşırı azınlıklarından korunmaları için kanuni yollarla devlet müdahalesini desteklemektedirler.

Bizde durum aşağı yukarı böyle bir yolu izlemiştir. 1950 lerden itibaren gelişen liberal akımlar nihayet 1960'lardan sonra merkeziyetçi hükümet denetimine karşı çıkmış; öğrenciler dahi yönetime katılmalarını öngören kanunlar, özel üniversite yasaları yürürlüğe girdiği gibi, bir 'örneğine Hür Berlin ve Marburg üniversitelerinde rastladığımız "gruppenprinzip" denilen bir sisteme göre, müfredat programlarının öğ­renci -öğretim üyesi işbirliği neticesi gerçekleştirilmesi- Marksist ve devrimci eylem kalıplarına yönelik- öğretilerin öncelik kazanmasına yol açmış; bu durum da kısa zamanda bazı üniversite ve fakültelerin siyasallaşmasına yol açmıştır. Her iki üniversi­tenin Marksistleştirilmesinde bu gruppenprinzip denilen demokratikleşme hareke­tinin büyük etkisi olmuştur. Örnek olarak denilebilirki Marburg üniversitesinde, 1075 ilkbaharında siyasi ilim dalında öğrencilere verilen 81 ev ödevinin konuları yasos>al gerçeği yorumlayan Marksist parti çizgisindeki konular veya komünist hareketin stra­tejisi ve tarihi safhaları hakkında verilmiş konulardır. Çünkü akademik hürriyet ilmi hürriyetin teminat» olarak kabul edilmiştir(13).

Böylece, 1960 sonlarına doğru Batı Almanya'da girişilen üinversite reform hare­ketleri ilkin öğrenci eylemlerini güçlendirmiş, sol radikalleşmenin giderek kökleşme­sine sebep olmuştur. Gruppenprinzip kısa zamanda üniversitelerin sosyalleşmesi ne yol açmıştır. Bizde bazı üniversitelerde Gruppenprinzip'i hatırlatan konserlerin ger­çekleşmesi, öğretim üyeleri ile birlikte öğrenci ve üniversitede çalışjn nıeımır, işçi müstahdem temsilcilerinin yönetime katılmaları bu üniversitelerden tek yönlü eğiti­min uygulanmasını ve Marksist akımların yaygınlaşmasını büyük ölçüde hızlandırmış­tır.

Geçmişte öğrencilerin hocalarla eşit hak sahibi olarak ders programlarını planla­ması, uygulama ve değerlendirmelerde rol alması Amerika Birleşik Devletlerinde de bir seri olaylara sebep olmuştur. 1968 ilkbaharında Kolombia üniversitesinde vuku bulan karışıklıklar esnasında SDS (students for a Democratic Society) lideri mego- fonla şöyle konuşuyordu:

"Üniversite binalarından birini işgal etmemizin sebebi Viyetnamdaki şiddet hareketlerine Harlem'deki polis devletine Birleşik Devletlerin Latin Amerika üze­rideki tahammül edilmez baskısına dikkati çekmek içindir " (14).

Yalnız Kolombia üniversitesinde değil diğer eğitim kurumlarında da öğrenciler binalara saldırmış, yöneticileri hırpalamış, gizli dosyaları yağma etmiş, hocaları ve öğrenci arkadaşlarını eğitim hürriyetinden mahrum bırakmışlardır. Ameril.a üniver­siteleri dersanelerinde, laboratuvarlarında ve saygı değer ve mümtaz alimlerin büro­larında vuku bulmuş olan şeylerin Amerikan eğitim tarihinde benzeri yoktur. Ameri­kanın doğu kıyılarından batı kıyılarına kadar üniversitelerde tecavüz, tehdit ve şiddet savurma olaylarını etraflı olarak sıralamaya burada yerimiz yok. Anlaşıldığına göre bu genç totaliter fanatiklerin isteğine ı vgun olarak "faşist ve ırkçılar" Amerikan üniversitelerinde kovulacak; komünist olduğunu açıkça söyleyen kimselerin ders ver­me hakkı ise gerekirse üniversiteyi kapatarak savunalacaktır(15).

Nitekim Yale üniversitesinde Harold Bloom ve İngilterenin Susex üniversitesinde Mattiıew konuk öğretim üyesi olarak bulundukları Cornelle üniversitesindeki gelişen olaylar karşısında 10 Mayıs I969 tarihinde New York Times gazetesinde çıkan ben­zeri görülmemiş mektuplarını buraya aktarmak istiyorum:

Page 238: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

"Yazı İşleri Müdürlüğüne," Bu mektubun yazarları Cornell üniversitesinin Humanite ve İngilizce bölümle­

rinde ziyaretçi profesör olan iki alimdir. 1 1 gün önce her ikimizde belkide büyük bir Amerikan üniversitesini misafiri olan hiç bir alimin yapamadığı adım attık ve kendi öğrencilerimizle hususi görüşmeler ha/ır olmakla beraber sömestre sonuna kadar ders veremiyeceğimizi ilân ettik.

"Cornell üniversietsinin davetini kabul ettiğimiz zaman medeni dünyadaki aka­demik çevrelerde bulunması normal koruşma hürriyeti ve şahsi emniyet gibi şartların mevcut olacağını düşünmüştük. Kanaatimizce sözü edilen şartlar bugün mevcut değil­dir. Kararamızı değiştirmek için bir sebep görmüyoruz. Çünkü bu gün Cornell de du­rum görünüşte daha sakin olmakla beraber, akadenrk hürriyet hala tehlikededir. Üni- veriste idaresinin birçok hoca ve öğrencisinin tasvibi ile Cornell'in idari bünyesinde ve bazı bölümlerinde yapılmakta olaıı ihtilali i değişikliklerin bu üniversitenin ilmi mev­kiini tahrip etme tehlikesini yaratt ğını başka üniversitelerdeki meslektaşlarımıza du­yuruyoruz".

Batının hür ve demokratik ıjİkilerindeki bu üniversite kargaşası, tabiatıyla Batı Almanya üniversitelerinde dalu u/uıı ömürlü olmuş ve adeta devleti içten çökertme­ye yönelmiştir. Nitekim konsey raporu konu ile ilgili olarak şu açıklamayı yapıyor­du: "... Hemen hemen görüştüğümüz hiçbir,bilim adamı ya da üniversite görevlisi üni­versitelerde bugün ulaşılan politi/e olmadurumuni! sağlıklı ve göz arkası edilir bulma­mıştır. Kendisi de siyasi amaçla Iraksiy onlar tarafından seçilmiş olan Berlin Hür üniversitesi başkanı (Rektör) bize biz/at araştırma ve fakülte işlerinin tehlikede ol­duğundan bahsederek "eski model oir takültede olduğu gibi kararlar değişik ferdi görüşlerin nüfuzu altındadır ve giderek siyasi gayeli fraksiyonların etkisi artmıştır. Acaba bu tehlike grup prensibindeki (gruppenprinzip) ufak değişmelerle -ki bu poli- tize olmanın tesirini azaltacaktır- azaltabilir mi? Yoksa meseleyi çözümlemek için daha büyük ölçülere mi ihtiyaç vardır. Asıl mesele burada yatmaktadır" tarzında gö­rüşlerini sıralamaştır.

Hatta konseyin tesbitlerine göre "radikal öğrencilerin üniversite içi çalışmaları engelledikleri, sözlü şiddet yöntemlerine başvurdukları, seminerlerin yapılmasına en­gel oldukları, fiziki şiddet ve tehdit kullandıkları ortaya konulmuştur... B ir çok bilim adamları ve araştırmacıların, boykot ve grevlerle geçen zamanı kendi özel araştırma­ları için kullandıkları da bir gerçektir. Fakat bir üniversite iletişim yeri olduğu kadar ''ilginin üretildiği verdir de. Bıııuın s>ibi,"üniveısite\>elece'jii' ■ ılı;' .idamları ve araştır­manlarının yetiştiği kııtsal bir müessesedir de" Biı s ıi/ le ı >u/ıii>u/ bir üniversite çıı plık bir lüktür demektir..

1965 lerden itibaren ulkemi/de siyasi parti liderleri,hükümetler ve ben/eri yet­kili kuruluşlar giderek üniversite ve kampuslarında yoğunlaşan boykot ve işgal gibi eylem biçimlerini milli birlik ruhu içinde ele alacakları yerde meseleyi, "sen-ben" kavgasına sürüklemek -.liretiyle hafife almışlar, hatta bunıınlada iktifa etmemek üze­re -adeta yangının ıı/eıine konikle gideneıim' "bos kot ne ise işgalde o dur" denile­rek bu işgaller meşru göstermeye ^ılışmış \es.ı -s:»kaklaı gı/inekle .ışınmaz" tera­nesiyle öğrenci eylem biçimlerinin akış r.anaıi.ırı genişletmışleıdiı ;>)

Aynı şekilde bazı üniversite organları İm' -batı i lkelerinin an/eri sosyal şiddet normları hususundaki önlemleri ile ilgili hiçbir tarihi deneyime sahip olmadan- üni­versiteleri kasıp kavuran öğrenci eylem kalıplarını "masum öğrenci istekleri" tarzında basına u ıkl.ı n.ık suretiyle güvenlik kuvvetlerinin üniversiteye giremeyeceği tezini sa-

ı.\) öoKukiur aşvım az" sözünden tam hır yıl sonra, Orta Doğul’cknik Ünircrsitcsinde 7 Nisan 1969 günü başlayan boykot karşısında, dönemin Uektörü, Ankara Valiliğine hitaben kaleme aldığı 10 .1 .1969 tarihli yazısında "üniversite işgal altında olduğundan bu yazıya resmi numara verilmemiştir" tarzın

da bir notu olan eklemekte idi (Cemal Kutay, pusudaki ihanet, S .4 4 7 -4 8 ,19841.

Page 239: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

vunmtfg^rJır. Latin Amerika, Orta Avrupa ve Uzak Doğü olayları deneyimine sahip olan Marksist teorisyen ve strateji uzmanlarının yayınları ve görüşleri istikametinde Türk solu, "üzerinde dikenleri ayıklanmış kendi yolunda" adım adım ilerlemesini ba­şarabilmiştir.

1968'lerde ülkemizde siyasi parti liderleri milli birlik yolu içinde köklü önlemler ele alacakları> erde tersine olayları körükleyici nitelikte semboller kullanmak suretiy­le ortamı sürekli gergin tutmaya çaba göstermişlerdir. Buna paralel olarak üniversite üstü kuruluşlar hatta bazı üniversite yetkilileri üniversite yetkilileri üniversitedeki huzursuzlukları siyasi sebeplerden ziyade sosyal amaçlı "masum öğrenci" istekleri olrak değerlendirmek surçtiyle polisin üniversite kampuslarına giremeyeceği tezini sa­vunmuşlar, hükümeti desteklememişlerdir... Hür dünyayı saran tehlike, milli bir teh­like kabul edilmemiş, sadece ve sadece iktidarı yıpratma, yönetimi gözden düşürme gibi amaçlar için propaganda malzemesi olarak kullanılmış ve bir gün tepelerden yu­varlanan çığın altınıl.ı kendilerinin de kalacaklarını hesap etmemişlerdir.

Aynı şelide ııniversitc yönetimine karşı çıkılmış, hocalar derslerden kovulmuş, rektörler hırpalanmış'arabaları yakılmış hatta ölümle bile tehdit edilmişlerdir. Fakat, üniversitelerde sosyalleşmenin büyümesi" o dereceye varmıştırki Cornell üniversi­tesi modelinde olduğu gibi ne bir profesör Harold Bloom ve Hodgart Mattew tipinde "cesaret profilini" üniversite tarihine yazdıracak bir öğretim üyesi çıkmış, ne de üni­versitelerin nereye gittiğinin hesabı sorulmuştur. Olayların gelişme çizgisi, yeni sol ve yeni sağ kanatların yayılma alanı, ideolojik yönelimleri hükümet, siyasi partiler, par­lamento ve üniversite organları ve yetkilileri tarafından tarafsız bilimin ışığı altında en ufak bir incelemeye tabi tutulmadığı gibi, terör ve anarşi alanında uzmanlaşmış milletlerarası kuruluşlardan da herhangibir talepte bulunulmamaştır.

İleride basın ve dergilerde yer alan anarşi ve teröre ait yazıların incelenmesi ve değerlendirilmesi kısmındada görülebileceği gibi, 1960'lardan itibaren sosyal bir sal­gın halinde büyüyen üniversite içi olaylar karşısında bizzat üniversiteler, yasal kuruluşlar, siyasi partiler ve yönetici elit hiç bir şeyi yapamamanın aczi içinde kal­mışlardır. Oysa olaylarda faal rol oynayan öğrenciler arasında önemli kişilerin çocuk­ları ve yakınları öne sürülmekte idi. Bu husus dahi Türk entelijansiyasi için önemli bir sosyal uyarıyı teşkil edebilir. Nitekim Çar Rusyası üzerinde bir araştırma yapan Ana- tole Leroy -Beaulieav'nun ileri sürdüğü belgelere göre 1880 yılında ihtilalcilerin sosyal kökenleri şöyledir; 4/5 yüksek veya orta öğretime mensup kimseler, tutuklu tahrik­çilerin de yine 4/5'i soylu, papaz çocukları, subay, işadamları ve tüccarlar ile burjuva çocukları oldukları tesbit edilmiştir. Ancak, bunların sadece % 20'si çalışan halk ve köylü idi (16).

Ülkemizde gelişen öğrenci eylemlerinin en çarpıcı bir yönü de -sessiz kalan taba­nı kışkırtmaları- ve işçi-köylü ittifakı altında yönlendirmeleridir. Bu model, dünya­nın bir çok geri kalmış yörelerinde denenmiş ve başarılı sonuçlar da alınmıştır. Nite­kim 1901 yılında işçi>er Rusya'da sokak eylemlerini St. Petersburg üniversitesi öğrencilerinden esinlenerek geliştirilmiş oldukları bilinen bir gerçektir. İşçilerin, şe­hirli nüfusun diğer kesimleri St. Petersburg üniversitesi öğrencileri eylem birlği 1905 de üniversiteye özerklik verilmesi hakkını da kazandırmıştır. (17) Araştırmalar^ göre, bu ülkede öğrenci eylemleri, aşırı radikal gruplar-sosyal demokratlar ve bazı sosyalist ihtilâlciler- tarafından yönetilmiştir. Normal akademik hayata dönmeyi araştıran li­beral profesörler ve öğrenciler üniversite kapılarını işçi toplantılarına açarak -çünkü üniversite kurulu dışında polis üniversiteye giremiyordu- ihtilâlci toplantı ve grevlerin örgütlenmesine katkıda bulunmuşlardır. Bu olayların bir benzeri yaklaşık olarak ya­rım yüzyıl sonra, aynen ülkemizde de uygulanmış, birçok fakültelerden öğretim üye­leri yasal Marksist parti danışma kurullarında eğitimci uzman ve teorisyen olarak görev aLmış vc çeşitli eylem kalıplarının uygulanmasında etken rol oynamışlardır.

Lipset’e göre, Çinde de ayaklanmaların çoğu öğrenciler tarafından yürütülmüş hatta Manço hanedanının yıklmasında bu öğrenciler birinci derecede rol yüklenmiş­

Page 240: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

lerdir. Çoğu, Şun Yat Sen'i desteklemiş ve ülkede demokrasi ve modernleşmeye ait radikal fikirlerin yayılmasına katkıda bulunmuşlardır. Daha sonra, 1911 yılında mo­narşinin yıkılmasında öğrenciler Ch'en Tu-hsiu- Pekinli bir profesör- etrafında topla­narak, demokratik ve eşitlikçi toplum tezini savunmuşlardır. Temeli öğrenci eylem kalıpları ile beslenen ikinci Çin ihtilâli 1919 mayısında Pekin de muazzam gösteri­ler neticesi zirveye ulaşmıştır. O kadar ki, öğrencilerin desteği ile işçilere fabrikalarda grev ve benzeri hareketleri yürütmüşlerdir. Bu eylemlere karışan öğrenci ve aydınla­rın çoğu, Ch'en Tu-hsiu'da dahil, 1921 de Çin komünist partisinin kurucuları arasında yer almışlardır. Öğrenci hareketleri, gösteriler ve grevler, 1930'lar boyunca Chiang kai-Shek'in denetiminde büyük ve mesuliyetli görevler yüklenmişlerdir.

Hatta, öğrenciler bununla da kalmayarak Kuomintang ile komünistler arasında bir birleşik cephe kurmuşlardır (18). 1931 de Nanking'te kitlevi öğrenci gösterileri tertip edilmiş; 1935'ifı sonu ve 1936 da yasa hükümete, "komünistlerin birleşik cephe stratejilerini" kabul ettirmekle başarı sağlamışdır. İkinci dünya salaşı sonrası, öğrenci ayaklanmaları, Chiang hükümetinin düşmesinin ve komünist zaferinin > olunu açmıştır(19).

Üniversite öğrencilerinin, "sosyal hareketler" kategorisi içinde incelediğimiz eylem biçimleri, Bolşevik devriminin hazırlık dönemini; Çin'de ise Mao iktidarına önemli katkıda bulunmuştur. Aynı şekilde Caströ hareketinin de Havana üniversite­sinde başlatılan öğrenci eylemlerinden kaynaklandığını biliyoruz. Jose Antonio Mella ve diğer sürgündeki solcu öğrenciler tarafından 1925 de kurulan parti, yarım yüzyıla varmadan Küba'da iktidarı komünistlerin eline teslim etmiştir (20). Keza, ilk Vietnam komünist hareketleri, 1955 de Ho Chi Minh-ülkemizde solcu çevrelerce Ho Amca olarak bilinir- tarafından kurulan Vietnam ihtilâlci genç arkadaşlar derneği, 1925 de Hangi öğrenciler hareketini izleyen baskılardan kaçan gençler tarafından ku- rulmuştur(2 1 ).

Aynı şekilde, Yugoslavya komünist partisi de öğrenci hareketlerinin önderliğinde kurulmuştur. İkinci dünya savaşından önce, komünist öğrenci örgütü (SK O J) eylemin arta kalan kısmından daha fazla idi, ve üyeLri de partizan dayanışma hareketinde büyük rol oynamışlardı(2 2 ).

T ÜRK İY E ÖRNEĞİ

Türkiye'de öğrenci hareketlerinin ortaya çıkması, örgütlenmesi ve sosyal rolleri üzerinde bu gün pek fazla birşey bildiğimizi iddia edemeyiz. Ancak, 1950'lerden "ön- ce-sonraki" Marksist eylem biçiminin grafiği incelendiğinde, her on yılda bir, öğrenci hareketlerinin ülkeyi Marksistleştirme işleminde kilit rol oynadığı inkâr edilemez bir gerçektir. Bu süreç, aynı zamanda dünyanın diğer sosyalist devrim modellerinde gö­rüldüğü üzere,belirli zaman aralıkları ile etkinliğini sürdürerek nihai hedefine yürüye­bilmektedir.

Burada, sırası gelmişken öğrenci hareketlerinin komünist dünya ve doğu bloku ülkelerindeki yönelim biçimleri hakkında kısa bilgiler aktarmak istiyorum. Komünist ülkelerde de rejime karşı çıkışlar yine öğrenci hareketlerinden kaynaklanmıştır. Bu

ülkelerde,

ülkelerde, sanıldığı kadar öğrencilerin statükoya pasif şekilde destekledikleri, iddia edilemez. Polonya üzerine geliştirilen veriler göstermiştir kİ, öğrencilerin bir grubu sosyalizmi savunurken, diğer grubu anti-Marksist eylemleri, özgürlüğü, hürriyetleri ve eşitliği desteklemişlerdir. Nitekim, Ekim 1956 da başlatılan karşıt -Stalinci gös­terilerde öğrencilerin % 45'i faal bir rol oynamıştır.

Aynı şekilde, öğrencilerin % 24'ü komünist gençlik örgütü ey lemlerine yönelir­ken, % 72'si bu partilerden memnun olmadıklarını bildirmişlerdir... Öğrencilerin % 6 8 'i sosyalizmin bazı türünü tercih ettiklerini, % 13 u Marksizmle aymleştiklerini,

Page 241: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

% 6 8 'i ise Marksizme karşı olduklarını bildirmişlerdir(23).Lipsete göre geri kalmış veya yeni doğmakta olan ülkelerde eğitilmiş tabakaların

tenkiti tutumu, komünist öncesi Rusv a ve (..indeki elitlerin tepkilerini hatırlamakta­dır. Milliyetçi bakış açısından alâkalan ülkelerinin modernleşmesine yöneliktir.Ooğıı Avrupa ıılkneımde doj;an lelorııı istekleıinın oir benzerine l.jtin Amerikada rastlamaktayız.

Bu ülkelerde, 19. yüzyılın liberal ilerici hareketleri kadar 20. yüzyılın Marsist ve­ya hıristiyan ilerici hareketlerine de rastlamaktayız. Tabiatıyla bu ideolojik öncüler muhafazakârlarla çatışmadan kaçınmamaktadırlar. John Friedman, geri kalmış ülke­lerde -bu ideolojik öncülerin intikal (geçişli) sürecini başlatmaları ııedertiyle- 3 esas görevleri olduğu kanısındadır. Bunlar: 1-yeni değerlere aracı olurlar. 2-etkin bir ideolojiyi formülleştirirler ve 3- uygun ve kollektif (milli) bir "ben-izlenimi" (self- imaje) yaratırlar (24). Geri kalmış ülkelerde entellektiiel'in bu kimliği^yenilik getirme eğilimi onu, doğrudan milletindeki geleneksel güçler ile çatışma durumunu getirir. Bu suretle ideolojik öncülerin, gelişme için sosyal ihtiyaçların tesbiti hususunda mer­kezi görevlerinden biri, entellektüeller ve üniversite öğrencilerinin tepkilerine tesir eden şartların açıklanmasıdır. Açıklamalara göre, öğrencilerle entellektüeller-çalışan sınıflardan ziyade- sosyal gelişmenin ani ve köklü (radikal) bir uzmanı olabilirler(25). Bir sosyolog olarak C.Right Mills, entellektüellerin (üniversite öğrencileri de dahil bu yeni kuşaklarını incelemek için hakiki tarihi değişme uzmanlarının dünyasına ihtiyaç olduğu kanaatindedir. Böylece o siyasi zıtlaşmanın kaynağı olarak üniversi­te öğrencileri tarafından başlatılan birçok e\lemleri ayrıntıları ile incelemiş ve neti­ce olarak çSliş m sınıfın siyasi gücünü kötülemiş t ir.

Geri kalmış veya gelişmekte olan ülkelerde entelijansiya ve öğrenci^bütünleş- mesi, kalkınma felsefesini tesbitte motor güç olmakla beraber, ülkemizde bu iki sos­yal tabaka, değer yaratma ve bu değerleri sosyal yapımızla bütünleştirerek bir milli şuurun oluşturulması yerine, daha ziyade dış kaynaklı (Kozmopolitlik derecesi yüksek olan) siyasi tormülleri denemek suretiyle negatif kimlik seviyesinde kalması Türk toplumu için bir talihsizlik olmuştur. Üniversitelerin, sosyal sistemin bir unsu­ru olması gözönüne alınırsa sosyal huzursuzlukların aynen bu kuruluşlara da yansı­ması tabiidir... Üniversite öğrencilerinin belirli sınırlar içinde, ülke entelijansiyasının bir devamı olduğu tezi kabul edilirse, üniversite olaylarının, Toplum olaylarının teşhis ve tedavisinde başlangıç noktasını teşkil etmesi tabii bir süreçtir. Bu sebeple üniver­site hem sosyal huzursuzlukların başlangıç noktası hem de çözümün hareket noktası olarak düşünülebelir. Ülkemiz Je, 1960'lardan sonra alevlenen öğrenci olaylarının te­melinde, uzun yılların "ihmaline uğramış sosyal ve iktisadi politika kadar 1950'ler sonrası şehirleşme ve sanayileşme normlarının belirli bir sınıfın çıkarına işleyen yarpık kalkınma modellerinde derin izlerini bulmak mümkündür. Erken sosyalleşme sureıiııin temelinde ebette ilkenin lııı kimliğinin üniversiteli öğrenciler tarafından değerlen­dirilmesinin etkisi biıuik olmuştur.

Lipset <• davanarak yapmış olduğumuz açıklamalar göstermektedir ki, üniversi­teler bir çok sosyal patlamaların, devrim eylemlerinin döl yatağı olmaktadır. Toplu­ma başkaldırmalar, ona yeni norm ve biçimler vermenin ilk tohumları üniversiteler­de yeşermektedir. Çünkü gençlik enerjisi ve psikolojik itici güçlerin kaynağı bu kuşa­ğın sosyal tortulan ü/eriııe kurulur. Bunun gibi, üniversite gençliği, sosyal entelijansi- yanın tamamlayıcı unsuru olarak öteki halk tabakalarıyla doğrudan bütünleşme ve onları belirli idealler etrafında yönlendirme imkânına da sahiptir...

Bilindiği ii/ere, 27 Mayıs 1960 harekâtından sonra gelişen olaylar eylem alanı olarak üniversiteleri seçmeleri raslatıtı değildiı. Yeni sağ ile yeni solun üniversitelerde hakimiyet sağlamaları veya irsler tesisi -ister karşıt güçler isterse çelişkileri çözüm- leme.V misyonerlik duygusu olan- bu model 12 Mart 1971'e kadar süren on yıl için­de önemli ölçüde uygulama alanı bulmuştur. Artık, üniversiteler ve fakülteler birer kutarılmış bölgeler altında yeni bir kimliğe kavuşmuştur. Bu tarihten sonra da çalı-23,S

Page 242: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

şan sınıf, bürokratik sınıflar, sokaklar, gecekondular, fabrikalar, işyerleri, köy ve kasabalar üniversitelerde geliştirilen kurtarılmış bölgeler modeli teoriden-pratiğe geçişin meyvelerini olgunlaştırıyordu.

Türkiye'de üst entelijansiya veya yönetici kadroların bir kesimi, 12 Eylülden önceki yurdu saran terör ve anarşi istilasında üniversitelerin bir payı bulunmadığı te/ini savumırkenisabetsiz teşhislerde bulunmalarının sebeblerini burada aramak gere­kir. Çoğu bilim adamları üniversiteleri, gezegenimizi ısıtan ve aydınlatan güneş sistemine benzetirler. Bu sebeple, toplumdaki farklı gerginlik ve çelişkiler gibi sosyal protestoların da esas kaynağı yine üniver :telerdir. Toplumdaki eşitlikçi ilkelerin güçlü zikzaklar çizmesi sosyo, ekonomik dengesizlikler, tıpkı karanlıkta izbe köşe­leri aydınlatan güneş gibi üniversiteler tarafından dile getirilir ve buradan halk kitle­lerine yansıtılır. Bu fikirler halka mal olduktan sonra bu defa halkın kendisi bir güneş sistemi haline dönüşür. Hatırlanacağı üzere, 1937 yılında Çin'de 22 üniversite ve kolejde 1160 öğrenci üzerinde yapılan bir araştırma göstermiştir ki, 1160 öğrencinin

' 10 u muh.ıf ı/A âr, % 14 i. Uşi-t %12 sı le nokrat, °o10 u hırısiiyan, ;i>19u radikal (komünist) ve 16 sı ise milliyetçi olduklarını ifade etmişlerdir(26). Bu dönemde, Çinde milliyetçi bir hükümetin iş başında bulunnduğu ve Çinin ikinci dünya savaşı­nın eşiğine geldiği düşünülürse, komünist gençlerin 1948 lerde Çinin niçin ilk sosyal göstergeleri olduğunu tahmin etmekte hiç de güçlük çekmeyiz.

Aynı şekilde ikinci dünya savaşından sonra Hindistanda 10 üniversiteden alınan öğrenci örneklemeleri neticesinde, "öğrencilere hükümet seçme tercihleri" soruldu­ğunda, % 23'ü İngiltere de olduğu gibi Parlameııtarist demokrasiyi;% 15'i Amerikan türü demokrasiyi; % 18'i demokratik sosyalizmi, % 6 'sı Sovyet sosyalizmi tipini, % 21 ’i Yeni Çinde olduğu ı>ii)i halk demokrasisini ve % 10 ise diktatörlüğü tercih et­tiklerini bildirmişlerdir(?7).

Aradan 30 yıl geçmesine rağmen Hindistanın tarihi gelişmesi, demokrasi tecrü­besinde önemli bir farklılaşma olmadığı gibi, Çin müdelini tercih edenlerin de bir güç kaynağı haline geldiği savunulamaz.

Aynı şekilde 1960lardan önce Meksika da (Arjantin ve Brezilya) 9 üniversite üzrinde yapılan karşılaştırmalı bir araştırmada, öğrencilerin % 57'si sosyalizm hakkın- daki kanaatlarını "çok iyi" tarzında değerlendirdikleri halde; % 1 0 'u bunun akisin ifade etmişlerdir. Yine komünizmle ilgili karşılaştırmalı bir araştırmada MeksikalIla­rın % 25'i lehte; % 40'ı aleyhte olduklarını bildirmişlerdir. Bunun gibi, kapitalizm bir sistem olarak % 29 'u tarafından beğenilirken, % 40'ı "fena" veya "çok fena" biçi­minde cevaplandırmışlardır(28). Bu gün Arjantinin askeri bir yönetim altında siyasi rejim bunalımı ve birtakım ekonomik çırpınışların içinde bulunduğu bilinmektedir.

1966 yılında Ankara üniversitesine bağlı on fakültenin öğrencileri arasında rast- gele (random) yolu ile ‘v anuttan % 3 oranında seçilen (317) öğrenci ve öğrenci ku- ruuşlarmda başkan w->. oıtetim kurulu üyesi (109) kişi olmak üzere/426) öğrenci üzerinde yapılan aı.ıştıımad.ı kapitalizm ve sosyalizm modellerine olan tutumları incelenirken bc> eyle m kalıbı ön şart olarak ileri sürülmüştür:

1) Sosyalizm dalıa adil bir düzen getirebilecek ve insanları daha mutlu kılabilecek bir rejimdir.

2) Dış ticaret devletleştirilmelidir.3) Sosyal meseleleri çözmenin en iyi yolu orta yoldan ayrılmamak ve aşırı görüş­

lerden kaçınmaktır.4) Devlet özel teşebbüsü desteklemelidir.5) Devleçilik verimsizliğe, tembelliğe ve bürokrasiye yol açar(29).Bunlardan ilki yani "sosyalizmin daha adil bir düzen getirebileceği" sorusuna

olumlu cevap verenlerin miktarı % 61.8 dir. Bu cevaplara göre yapılan bir sıralamada araştırmacı, öğrencilerin kapitalizme olan tutumlarının sosyalizme nazaran daha ağır bastığı neticesine varmakta ve bunun sebeplerini de söz konusu incelemede şu şekil­de açıklamaktadır:

Page 243: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

"Öğrencilerin çoğunluğu, bir yandan sosyalizmin daha adil bir düzen olduğuna inanır ve dış tica etin devletleştirilmesi gerektiğini savunurken, öte yandan orta yol­dan ayrılınmaması ve devletin özel teşebbüsü desteklemesi" tezi ileri sürülüyor; neti­cede devletçiliğin verimsizliğejtembelliğe ve bürokrasiye yol açtığına inanılarak arada­ki çelişkinin görülmediği vurgulanıyordu. Bunun da sebebi araştırmacıya göre "üniversitelerimiz ve Öteki öğretim kurumlarımızda kapitalist düzenin şimdiye kadar asla tenkidi yapılmaksızın benimsenmiş, sosyalist düzenin ise hiç öğretilmemiş olma­sı idi"(29).

Eğer dış ticaret, liberal kapitalist sistemden ziyade sosyalist ideolojinin sınıfları­na bir yaklaşım olarak düşünülürse, 1960 lardan kısa bir süre sonra (1966), öğrenciler arasında "sosyalistleşme" sürecinin ne kadar hızlı geliştiğini gözleyebilriz.

Aynı araşıtırmacınm 1974 yılında yayınlanan Artvin ile Polatlı ilçesine bağlı iki köy üzerinde yapılan karşılaştırmalı bir a aştırmada, "sosyalistleşme"sürecinin çok daha yavftş bir biçimde halk katlarında yayıldığına tanık olmaktayız. Nitekim "sos­yalizm hakkında (A) ili köylerinde hemen hiç kimsenin bilgisi bulunmadığını buna kaşıılık(B) ili köyünde de bir görüş sahibi olmayanların oranının iki bölü üçün oldu­ğunu görüyoruz(29 b).

Derneklerin "sosyalizm ne demektir" sorusuna verilen cevaplar ise aşağıdaki tabloda gösterilmiştir (Tablo 4).

Tablo 4. "sosyalizm ne demektir"sorusuna grupların verdikleri cevaplar(erkek­ler %)

Gruplar (;a) köyü (b) köyü (c) köyü (d) köyü

Olumlu ve nötr cevap _ — 2.3 2.4Olumsuz Cevap 3.4 3.6 23.3 29.3Duymuş olup fakat an­lamını bilmeyenler 27.1 17.9 18.6 34.2Hiç duymadım diyenler 67.8 78.6 46.5 I . 1.5

Toplam sayısı 59 27 43 41

Araştırmacı konu ile ilgili olarak şu yargıyı ileri sürüyor:"Bu köylerde bir görüş sahibi olanların da hemen hepsinin, 1965 seçimlerinde

"T İP " e geniş ölçüde oy veren (d) köyü halkının bile, sosyalizm konusunda "duy­duk" kötü şey olduğunu söylüyorlar. "Komünistliği ise Rus rejimine çıkıyormuş" dedikleri görülmektedir.

Bu araştırmada, a ve b köyü Artvin'e, c ve d köyleride Polatlıya bağlıdır. Neti­ce olarak: "iki grup köyde de kitle haberleşme araçlarının köylü çoğunluğuhca etkin bir biçimde kullanılmadığı ve geniş toplumla ilgili haberlerin köylü çoğunluğuna da- haçok, bu araçlarn etkin bir biçimde işleyen iktidar sahibi kişiler aracılığı ile ve onla­rın gördüğü biçimde oluşm ştur>" hipotezi ortayaatılmıştır.

Ancak bizi burada ilgilendiren önemli nokta Polatlının d köyünde Marksist bir partiye geniş ölçüde oy verilmesine ve "merkez-çevre" ilişkisinin güçlü olmasına rağmen, Polatlıya nazaran Artvinde, terör ve anarşinin hakim duruma ge.miş olması idi. Burada yüksek okul ve üniversitli gençlerin hızlı sosyalist'eşme süreci neticesinde 12 Ey lü ll971 den itibaren yeni strateji kalıpları oluşturmak suretiyle kurtarılmış bölgeler teorisini vatının hangi köşelerine kadar ulaştırdıklarını kanıtlar.

Kısacası 1960-1971 dönemlerinde üniversitelerde oluşturulan teorik Marksist akımlaş eylem ve propaganda kalıpları 1971 den sonra köy ve kasabalara yansıtıl­mak suretiyle terör ve anarşiye dönüşmüştür.

Bu sebeple, 1970’ te yayınlanan bir araştırmada dile getirilen görüşlere belirli

Page 244: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Ölçüde katıldığımızı ifade edebiliriz."Başlanğıç anomik şartlar içinde bulunan gençlerin müşterek duyguları ve

muhtemelen dış ülkelerdeki öğrenci hareketlerinin de etkisi ile kendiliğinden (spon­tane) olarak başlayan ve neye karşı olduğu bilinçli bir şekilde idrak edilemeyen boy­kot hareketleri bilahare toplumda mevcut bazı etnik grupların, bölgesel toplaşmaların ve ideolojilerin manipilasyonunua uygun bir ortam hazırlamıştır. (30)

"Süratli bir sosyo-kültürel değişmenin yarattığı anomik ortamı, türlü düşünceler­le istismar eden sağ ve sol ideolojiler neticede yüksek öğrenim gençliğinin bir kısmını tahripkâr gruplar halinde teşkilâtlandırmışlar ve gençleri birbirine düşman gruplar olarak karşı karşıya getirmişlerdir".

Ancak unutmamak gerekir ki,öğrenci olaylarını sadece gençlerin anomik şartlar içinde bulunmaları gibi tek yönlü veya te ahürleri, netice olarak idrak etme gibi süb­jektif bir açıklama tarzı konuyu son derece basitleştirmek olur. Bir kültür kuruluşu olarak üniversite, toplumun bir parçasıdır; öğrenciler de o sosyal sistemin birer üyesi- dirler.Bunlarda birbirlerini karşılıklı ve bağlantılı olarak etkilerler. Kaldı ki, anomik şartlarında neler olabileceği olayların temelinde yatan ilişkiler sistemine eğilerek tesbit edilmesi gerekir. Nitekim, İngiltere'de ilmi soruşturma komisyonları, parlamento öncülüğünde halk mitingleri ile ilgili olarak ortaya çıkan sosyal şiddet olaylarını dahi inceleme konusu yapmıştır. Bu ülkede iki komisyon aynı zamanda siyasi yürüyüşler ve gösteriler olarak başlayan olaylar esnasında ortaya çıkan şiddetin yatıştırılması hususunda polis ve askerin rolünü dahi araştırmaya tabi tutmuşlardır (31). Bu tür hükümet inceleme komisyonlarının örneklerine çeşitli ülkelerde rastlaya­biliriz Söz gelimi İtalya'da parlamenterlerden teşekkül etmiş komisyonlar Sardunya­daki cinayet olaylarını ele almak ve Sicilyadaki mafiayı araştırmak suretiyle değişik konul ra yönelmişlerdir. Keza, Kanadada 1971 yılından 1976 ya k|ıdar İslah evlerin­deki şiddet olaylarını incelemk için üç ayrı komisyon kurulmuştur. Bu tür soruş- tumaların ana hedefi Kanada da İslah evlerindeki mahkumların içinde bulundukları durumun eleştirisini yapmaktır. Bu konuda çeşitli reformlar teklif edilmiş ve 40 yıldan beri de teklif edilmektedir. Keza, 1975 yılında, Zamb ya hükümeti Zimbabya gerilla örgütü-Zanu-lideri Herbert Chitepo'nun öldürülmesi olayını tahkik etmek için bir soruşturma açılmasını istemiştir.

Bu örnekler çoğaltılabilinir. Ülkemiz 12 Eylül öncesi "Cumhuriyet devrinde ben­zeri görülmemiş bölücü ve yıkıcı kanlı bir iç savaşın gerçekleşme noktasına yaklaştı­ğı” halde bu güne kadara olayların nedenleri, kaynaklandığı noktalar, yayılma alan­ları, ve hedefi henüz ciddi bir araştırmaya tabi tutulmamıştır, unlar yapılmadıkça; çeşitli yerli yabancı uzman kişilerden oluşan komisyonlar meydana getirilmek sure- tile farklı kültür ve tarihi gelişime sahip ülkelerin deneyimlerinden yararlanılmadıkça bir takım sathi bilgiler yığını ile bir yere varılacağını ummak safdillik olur.

Kolombiya'da 16 yıldan fazla süren (1946-1965) kanlı çatîşmalar dolayısı ile milli bir komisyon kurulmuş ve şiddet olayları incelenmiştir. Ramsey'e göre Kolom- biyada "La Vionlencia" olarak bilinen bu çatışma dünyanın en yaygıı ve bu yüzyılın en karmaşık savaşlarından biridir. Milli komisyonun hazırladığı raporşiddetin bir bas­kı aracı olarak ilk defa kullanılmasından ötürü,doğrudan muhafa/akar partiyi suçlu­yordu. Buna karşılık Fals Borda (1965], raporu otoriter olarak nitelemiş ve şiddetin liberal partinin baskı ve zulmüne karşı daha sonra sivil mukavemet ilân eden muha­fazakar partinin uyguladığı sertliğin mantıki ve kaçınılmaz bir sonucu olduğunu ilân etmiştir.

Yine komisyon raporunu iktibas eden Fals Borda, Kolombiyada güç kazanma, taktiğinden -ki bu taktik resmi olmayan siyasetlerde zaruri bir unsur olarak itibar kazanmıştı- yine siyasi olaylara yönelen şiddet kullanımının tarzını belirtmeğe ça­lışmış ve şöyle bir neticeye varmrtı: İdeolojilerden ve herhangi bir görüşten yoksun olarak önemsiz güdülerle, duygusal, zalim, kör, lidersiz ve örgütlenmemiş halde şiddet olaylarını çoğaltılması-Kolombiyayı bu geçiş döneminin ortasında hazırlık­

l ı

Page 245: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

sız yakalamıştır"-(32). Bu yeni şiddet türü "top yekun çatışma" veya "çatışmasının ortadan kaldırılması" olaraty isimlendirilmiştir. Böylece, şiddet Kolombiyada alışıl­mış bir davranış biçimine dönüşmüştür. Bu sebeple uzun dönemde sosyal değişme, geleneksel normlar ve değerlerin bozulması ve bir dereceye kadar hareketlilik şiddetin kurumlaşmasıyla neticelenmiştir

Şiddet olay I.irinin sahne olduğu bir diğer ülke de Fransa'dır. Fransa 1976 yılın­da şiddet oljy l.ırım incelemek için bir hükümet komisyonu kurmuştur.Şiddeti ,cina- yeti vc suçluluğu .ıraştıran bu komisyon hukuk, psikiyatri, sosyoloji ve şehir plânla­ması. mimari dallarını temsil eden 10 üyeden teşekkül etmiştir. Komisyonun çalışma- larrneticesindeaşağıdaki konuları araştırmaları bakımından tesbit etmişlerdir. Bunlar: a) Şiddetin psikolojik ve biyolojik görünümü, b) şehirleşme, çevre ve kültürel değiş­mece) Şiddet ve eRonomi,d) Gençliğin korunmasını1) cezai görünüm ve İslah evleri idi.

■w "Şiddete tepkiler" adlı genel rapor bir yıl içinde tamamlanarak 1977 Temmu­zunda başkan Giscard d1 Estaing’e sunulmuştur. Raporun ana fikri ülkeyi saran güvensizlik duygusu üzerinde toplanıyordu. Böyle bir duygu, komisyonu; cinayet, suçluluk, ekenomik şiddet ve iş dünyasında şiddet gibi korkuyu ortaya koyan dav­ranışların analizini yapmaya itiyordu. Komisyonun raporuna göre; korku ve karşıt- toplum(antisosyal) ayaklanmaları peryodik bir olaydı ve hem dünyada hem de Fran- sada tarihin birçok dönemlerine damgasını vuruyordu. Şimdi ise kısmi bir sükuttan sonra yeniden ortaya çıkmıştır. Öyle ki cinayet modernşekliyle son on yıllık dönem­de, 1967-1976 arasında iki katı artışla, yeniden dirilmişti. Netice olarak şiddet, geniş kent merkezlerine hUkim olan ve kitle iletim araçları yolu ile beslenen korku ve endi­şe ortamı olarak görülüyordu. Komisyon raporuna göre şiddetin sebebleri şöyle sıra­lanıyordu: "Kentleşme, sosyal hareketlilik, kalabalık ve modern şehir hayatının anomiliği, sosyo ekonomik statü, yaş ve sosyal sınıfa göre komşulukların etnik bölünmeleri, tartışma yerine çatışmanın geçmesi, diyaloğun kopması..."

Keza, komisyon raporunda 105 ayrı tavsiyede ortaya konulmuştur. Bu tavsiye­ler genel olarak şiddetin sebeplerinin tartışmasını yapmaktadır. Bunlar ana ilkeleri ile şöyle sıralanabilir:

1) Şiddet in sebeplerini tartışma,2 ) Ciıı.n etle ilgili daha iyi istatistiki venler elde etme,3) Dalu fazla araştırmanın yürütülmesi,-4) Şehirlerin ikiyüzbin nüfusla sınırlandırılması,5) Komşuluklar ve komşuluk faaliyetlerinin teşvik edilmesi,6 ) Kültürü koruma ve nüfus unsurlarının gelenekselleşmesini sağlama,7) Büyük işletmelerdeki korkunun giderilmesi ve yetkinin kötüye kullanılmasının

mümkün mertebe azaltılması,8 ) Aile hayatı ve aile yapısının korunması,9) Kitle iletişim araçlarının şiddetle ilgisinin araştırılması,

10) Alkolizme ve ilaç sömürüsüne karşı savaş ilan edilmesi,11) Gençliği koruma önlemlerinin alınması,12) Cinayet olaylarına karşı mücadelede milletlerarası işbirliğinin sağlanması,13) Ve nihayet bütün bu hususları düzenlemek için milli seviyede sürekli bir ör­

gütlenmenin ele alınması zaruri görülmektedir.Netice olarak,raporun da belirttiği gibi şiddet insanla ilgili bir olaydır. Şiddet

durdurulamayabilir; fakat insanlirın yeniden birbirleri ile ilgilenmesi ve diyalogların başlatılması ile daha barış sever bir dünya doğabilir.(33) Ayrıca,buraya kadar naklet­tiğimiz şiddet olaylarını tümü ile siyasi kökenli şiddet olayları teorisini ithal etmek de doğru değildir. Amerika Birleşik Devletlerinde 1960 lardan itibaren yoğunlaşan şiddet olayları, daha ziyade siyalı-beyaz çekişmelerine dayandığı halde, bazı latin Amerika ülkeleriyle, Türkiyede umumiyetle siyasi yani ideolojik kökenlidir. Martin Luther King ve senatör Robert Kennedy'in suikaste uğraması sonucu, Birleşik devlet­lerde 1968 vılı içinde Lyndon Johnson'un emri ile kurulan Milli Dayanışma Isoıııisvo-

Page 246: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

nu 1969 da çalışmalarını tamamlayarak yeni başkan Nixon'a bir rapor sunmuştur. Komisyon başkanı bir üniversite rektörü olan eski başkan D. Eisenhovver'in kız kar­deşi Dr. Milton S. Eisonhower'di. Ayrıca komisyonda hakimler, kongre üyeleri, sav­cılar, başpiskopos, yazar, filozof ve pisikiyatristler olmak üzere 1 2 kişi yer alıyordu. Neticede komisyon; yedi görevlendirme raporu, 5 ihtisas raporu, komisyonda yapılan mukavele gereği yaklaşık 2 0 0 bilim adamı tarafından yapılan tartışma ve araştırma olmak üzere onbeş ciltten fazla muazzam bir eser meydana getirilmişti... Komisyon üyeleri,nihai vc <>/et raporlarını sunmadan önce, 18 ay boyunca oturumlar konferans­lar düzenlemişti. Raporun ana fikri: "şiddeti anlamak için bizzat Amerikan toplu­munun kendisini incelemek gerekiyor" ilkesinde düğümleniyordu. Görüldüğü üzere,

Milli komisyon raporu daha önce de değindiğimiz Kernel raporu gibi kabahati sosyal şartlarda arıyordu ki bu husus, hemen hemen sosyal şidde> normlarında genel ve ortak bir noktayı teşkil etmektedir.

Ülkemizde 1960/lardan sonra meydana gelen şiddet olayları, başlangıçta siyasi veya ideolojik amaçlı şiddet olayları görünümünü yansıtırken, daha sonraları etnik ve meshep bölünmelerini de kapsamak suretiyle sosyal ve etnik kimliğini daha belirgin bir biçimde ortaya koymuştur. Ancak hedef ister siyasi, ister ideolojik amaçlı, isterse etnik-mezhep ayırımı tarzında olsun, "norm" olarak şiddet yine şiddettir(x). Çünkü şiddeti yaratan unsurlarda toplum yapısının, sosyal ilişkiler sisteminin etki alanını unutmamak gerekir. Bir sapık (devyant) davranış türü veya sosyal anomali (norm bo­zuklukları) olarak şiddet toplum normlarından sapma olarak ifade edilir. Bu nedenle, şiddetin dışarıdan veya içeriden belirti odak noktalarından kaynaklandığını ileri sür­mek doğru gibi görünürse de yanıltıcı olabilir. Çünkü, önemli olan sosyal yapının za­yıf düşmesi veya buna ait istidatları taşımasıdır. Bir vücut ne kadar sağlıklı olursa o kadar hastalık ve mikroplara karşı dayanıklılığı ve bağışıklığı yüksektir.

Bunun gibi, eğer bir sosyal yapı da iç ve dış etkenlere, yabancı güçlere karşı milli bağışıklığa" sahipse dışardan sızan tehlikeler önemli ölçüde tesirsiz kalmaya

mahkûmdur. Birleşik devletler ve İngiltere gibiAnglo-Sakson ülkelerinde uyumlu top­lum modeli en iyi biçimde yansıdığı için sosyal şiddet normları bu toplumların kül­tür ve değerler sisteminde herhangi bir köklü erozyon veya aşındırma meydana getir­mez. Ama, Güney Doğu Asya, Latin Amerika, Orta Doğu, Afrika gibi henüz "millet olma" kimliğine kavuşamamış ülkelerde şiddet olayları "içerden ve dışardan" olmak üzere iki yönlü aşındırabilir. Ülkemiz de 2 0 0 yıldan beri milli birlik mücadelesi içinde bulunmasına rağmen henüz bu sosyolojik süreci gerçekleştirmiş sayılamaz. Batıdan aktardığımız örnekleri ibretle izlemek ve yararlanmak mecburiyetindeyiz. Bunun için de, toplum yapımızın tarihi, kültürel, sosyal antropolojik ve benzeri kotlarını ilmi metotlarla tahlil etmek suretiyle zayıf ve güçlü noktalarını ortaya koymamız gerekir. Bu bir anlamda toplumumuzun "milli özelliklerinin" tesbiti demektir. Milli yapıyı be­lirli fonlar esas olmak üzere sadece 5 yıllık plan çerçevesi içinde -iktisadi ve sınai alanlarına uygun pojeksiyonu yürütmek- yeterli değildir; en az onlar kadar toplum şartlarının ıslahı ve radikal önlemleri hedef almak gerekir. Zira unutmamak gerekir ki insana tahsis edilen yatırım, yatırımların en verimlisidir.

Nitekim, Birleşik Devletlerde Nixon'a sunulan milli komisyon raporu ırk ayırımı motifi üzerine dayalı şiddet olaylarını önlemek için sosyal yapının ıslahını ön plana almış ve yatırımların tahsisinde bu yöne ağırlık verilmiştir.

"Milli önceliklerin yeniden düzenlenmesi sosyal hedeflere ulaşıncaya kadar, refah hizmetleri ve cezai yargılamada, yatırımların arttırılması, ateşli silahlar ruhsatının düzenlenmesi, tam gün istihdamı, yeterli konut sağlama, kent yenileme politikasının

f.v; Şiddet üzerine yoğunlaşan araştırmalar konuya daha ziyade ; 1) Şiddetin tahri- kinar kitle iletişim araçlarının rolü, 2) Politik amaçlarla yönlendirilen grup şiddeti,■ i) Cinayet şeklinde ferdi şiddet eylemleri olmak iizere üç noktada toplanabilir. (R o- salihd L. I'eicrabend, a.g.nı).

Page 247: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

el e alınması .televizyon ve filmlerdeki şiddet programlarının daha iyi denetimi, üniver­site kampuslarındaki öğrenciler ile yönetim arasında daha iyi iletişim kurulması, gençlik programlarının artırılması, oy v^rme yaşının 18'e indirilmesi, kötü dav­ranışlara yol açan marijuna kullanımına ait cezaların yeniden gözden geçirilmesi ve kuşaklar arasındaki boşluğu kapatmada faaliyet gösterilmesi" gibi hayati önemi olan noktaları tavsiye etmektedir. Bu tavsiyeler, şüphesiz komisyon raporlarına olduğu kadar, şiddet, protesto, çatışmalar, cinayet, suikast, ateşli silahlar, kitle iletişim araç­ları ve hukuki yapı ile sosyal düzenin tarihi ve mukayeseli bir görüş açısını kapsayan komisyon raporlarına da dayanılarak geliştirilmiştir.

Görüldüğü üzere, ülkemizde "şiddet" olaylarını analiz ederken sosyal şiddete ağırlık verdik. Ancak bunun yanında başlangıçtada işaret ettiğimiz gibi şiddetin biyolojik yönünün de ihmal edilmemesi gerektiği kanısındayız. Konuyu geometrik olarak tasvir etmek gerekirse, sosyal şiddeti bir dikdörtgenin uzun kenarı,biyolojik kökenli şiddeti de kısa ken.ııı olarak düşündüğümüzde, durum bir toplumda (şiddet olayı = sosyal şiddet x biyolojik şiddet) şeklinde formüle edilebilinir. Nitekim milli hükümet düzeyinde milletlerarası gerginlik ve şiddeti konu olarak ele alan ve 1948 yılında UNESCO'nun gözetimi altında yedi milletten seçilmiş sekiz seçkin sosyolo­gun oluşturduğu bir grubun yapmış olduğu çalışmada ileri sürülen tez, biyolojik se- belerden ziyade sosyal sebepler üzerinde yoğunlaşmakla beraber yine de biyolojik hususlar belirli sınırlar içinde yer almaktadır. Söz gelimi UNESCO raporlarına göre savaşın sebepleri sadece insan tabiatında mevcut olmadığı, bunun yanında milli mitler, semboller ve tutumlar kadar, engellemeler, güvensizlik, ekonomik eşitsizlik ve suistimallerin de bulunabileceği ileri sürülmüştür. Bunun gibi, 1936 yılında Nor- man Tutt, yayınladığı bir kitabında şiddetin; öğrenci biçimleri aile içi saldırganlık, kitle iletişim araçları ve grup yapısı gibi hem biyolojik hem de sosyolojik yönleri üzerinde durmuştur(34).

10-15 yıldan beri terör ağına düşmüş bulunan ülkemizde ne UNESCO inceleme­leri, Birleşmiş Milletler Savunma Enstitüsü, Avrupa Konseyi gibi milletlerarası kuru­luşların ne de çeşitli ülkelerin kendi iç yapılarına göre geliştirilmiş bulunan parla­mento ve milli hükümet komisyonları raporlarına sahip bulunmaktayız.

12 Eylül öncesi şiddet olaylarına yönelik araştırma, tahlil ve yorumların gazete sütunlarına yansıyanları bir elin parmakları sayısı kadar az olmakla beraber, gazete sütunlarında yer alanlar da umumiyetle ilmi tarafsızlıktan yoksun, sathi ve tek yönlü şartlandırılmış derlemelerden ibarettir(x).

12 Eylül sonrası, ülkemizde şiddet olayları üzerindeGenel Kurmay başkanlığı ve Ankara Üniversitesinin düzenlediği milletlerarası terör ve anarşi ile ilgili sempozyum­lar dışında- herüz üniversiteler ilmi araştırma merkezleri, hükümetler ve parlamento düzeyinde- ciddi ve ilmi tahlillere dayalı ne komisyon raporları ne de genel mahiyette önerileri kapsayan seminer, konferans ve yayınlara rastlamak mümkün değildir.

Oysa, ülkemiz son 10-15 yıl içinde şiddet açısından büyük ölçüde endişe verici sosyal bir depreme maruz kalmıştır. Bu depremin yarattığı zarar ve ziyanların telafisi, yaraların sarılması gerekmektedir. Bu sebeple, Türkiye'de şiddet olaylarının açıklan­ması ve teşhisine yönelirken, özellikle "sosyal" ve "ideolojik" yönü üzerinde önemle durulması gerekir. Daha önceki bölümlerde de açıkladığımız üzere, ülkemiz hızlı bir sosyalisıleştirme süreci içine itilmiş, 1950 lerden itibaren köy-kent arasında bağlantı­ların kurulması "taşralı" gençlerin büyük oranda Ankara, İstanbul, İzmir ve benzeri metropol merkezlerin üniversite kampuslarına yığılmasına yol açmış; bazı üniversite,

(.vy /9 7 9 v ılınclu bir gazele sütunum... lerör ve anarşi için çöziim yolu 'Getirilirken bir sosyoloji öğretim üyesi aynen şöyle diyordu : "...Diyalektiği hiç gözden kaçırma­mak gerekir. Eğer bir ülk’cdeki bunalım son derce yüksek bir hıza kavuşmuş ve şid­detlenmişse, o ülkenin aydınlık günleri aslında o kadar uzak değildir " (Milliyet,11 Şubat 1979).244

Page 248: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

fakülte ve yüksek okul kürsülerinde, -196U lardan sorfraki yasal boşluklardan ve "ik ­tidar yoksulluğu" sürecinden de yararlanılarak- ideolojik, etnik ve mezhep şartlandır­maları eğitim-öğretimin adeta bir parçası haline getirilmiştir...

D Ü N Y A ÜNİVERSİTELERİ ÖRNEĞİ

Ülkedeki iktisadi siyasi ve sosyal gerginlikler, çelişki ve uyumsuzluklar bu "öf­keli" gençler için elverişli bir ortam yaratmış; kürsülerirdekanlık ve rektörlükleri işgal edilmiş, iş yerleri, elçilik binaları, tahrip edilmiş ve nihayet bazı üniversiteler yer-altı örgütlerin atış poligonlarına dönüşmüştür. İşte olayları teşhis, tanıma ve çözüm yolları arama yerine önemli bir entelijansiye basamağı teşkil eden gençliğin enerjisi sokaklarda, kampus alanlarında böylesine tüketilmek istenmiştir. Ve ülkemiz gelişmekte olan ülkelerin benzeri bir çıkmaz içine itilmiştir. Nitekim, Bonilla'nın araştırması göstermiştir ki, Şili'de öğrenci liderlerinin önemli bir kesimi ya aşağı- orta veya çalışan sınıf ailelerinden gelmektedir. Bunun gibi bu öğrencilerin (ilk nesil Şilili öğrenciler) % 3,2 si yabancı nüfuslu, liderlerinin ise % 31 'i yine yabancı doğum­lu oldukları tesbit edilmiştir(35).

Aynı şekilde Brezilya Panamalı hukuk öğrencileri üzerinde yapılan araştırmaların ortaya koyduğu sonuçlara göre, aşağı sınıfa mensup olanlar daha fazla siyasetle uğra­şan öğrenciler kategorisine mensup bulundukları,aşağı statülü Brezilyalı öğreneilerin- soylu-imtiyazlı ailelerin- çocuklarından daha fazla bu tür eylemlerle meşgul oldukları görülmektedir (x).

Bu ülkeye ait verilere göre daha ziyade radikal öğrenciler köy veya küçük kasaba kökenli olup aşağı gelir grubu aile çocuklarıdırlar. Brezilyalı öğrencilerin üzerinde yürütülen araştırmalarda ise aşağı gelir seviyesine mensup ailelerin daha fazla solcu görüşlerde birleşmeğe eğilimli oldukları belir!enmiştir(36).

Tokyo üniversitesi öğrencileri üzerinde yapılan bir araştırmada (1957) solcu Zen- gakuren örgütünü destekleyenler daha ziyade aşağı aile sosyo-ekonomik statüsünde olanlardır(37).

Ancak; daha önce de belirtildiği gibi Tokyo'üniversitesindeki öğrencilerin hemen hemen hepsi orta sınıf veya yukarı sınıfa mensup ailelerin ço'cuklarıdır. İran'da ide­olojik gelişmelerde aşağı orta sınıf öğrenciler rol oynamıştır(38). 1937 yılında, Çinde çeşitli kolej öğrencileri üzerinde yürütülen bir taramada (sörvey) en aşağı gelir grubu, köylü ve küçük toprak sahiplerinin oğulları "radikal" komünist oluyorlardı.

Kısacası üniversite öğrencileri üzerinde yapılan çok yönlü taramalar göstermkte- dir ki, radikal ve aşırı tutumlara çoğunlukla yüksek oranda siyasallaşmış öğrenciler arsında rastlanmaktadır. Ancak, bununla birçok öğrencinin çok sayıda siyasallaşmış olduğu iddia edilemeyeceği gibi, bunların birçoğu siyasi tutumlar kazanıncaya kadar ya muhafazakar, (ılımlı) veya liberaldiler denilemez. Yine 1937 yılında 22 Çin kole­jinde öğrenciler üzerinde yürütülen söz konsu araştırmada, öğrenci radikal eylemi yüksek olduğu zaman öğrenci ideoloji yönelimlerinde geniş bir değişme (varyasyon) görülüyordu. Nitekim bu hususdaki veriler şöyle sıralanabilir... öğrencilerin 1 j 60'ı (/610) muhafazakar, % 14’ü faşist, % 1 2 'si demokrat* % 1 0 'u hiristiyan, % 19'u-fadi- kal (komünist),% 16'sı ise milliyetçi oldukalrınt ifade etmişlerdir(39).

"Metris ve Diyarbakır özel Askeri Ceza ve tutukevlerinde yapılan bir araştırma­da MLSPB adlı ve illigal örgütün ileri gelenlerinden Şemsi Özkan şöyle diyordu: "örgütün üst düzeyinde yer alan kişilerden ilk anda aklına gelen 4 kişinin baba­larının alkolik olması ve iki kişinin de ana babalarının ayrı bulunması herhalde basit bir tesadüf değildir. Bu sebeple, aileleri ve yakın çevreleri ile sağlıklı ilişkiler kura­mayan gençler ihtiyaçları olan ilgi ve yakınlığı, dışarda arayacaklardır" (Tokay Gözütok, a.y.m ., S .261-262)

Page 249: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

1968 yılında Pitsbtırg (x) üniversitesinde yapııan D ir araştırmada şöyle bir varsa­yımdan hareket edilmiştir.' "Eski nesil başarı sağlayamaz, çünkü yeni meseleleri tör­pülemek için aynen eski çözüm yollarına uymayı denemektedir." öğrenci gücünün "ethos" ve "mithos" unu inceleyen bu araştırma, eski normların yerini yeni normla­rın aldığı inancındadır. Bunun için de kampustaki 8650 öğrenci seçilmiş ve her öğ­renciye yedi isim verilerek, hiç olmazsa altı tanesi ile temas sağlamaları istenmiştir. Cevap verenler radikal/muhafazakâr sürekliliği biçiminde kategorileştirilmiştir(40).

Bunun proto-tipi yukarıdaki varsıyama göre değerlendirildiğinde radikal ve mu­hafazakâr kategorisi elde edilebilinir.

Varsayım: "eski kuşak başarı sağlayamaz, çünkü yeni meseleleri törpülemek için aynen eski çözüm yollarını denemektedir."

Etkili bir şekilde Şiddetle kabulkabul ediyorum Kabul ediyorum Kabul etmiyorum etmiyorum

% 27.6 % 43.8 % 20 % 7.8

bunlardan ilk ikisi radikal kanadı oluştururken öteki ikisi muhafazakar grubu teşkil eder. Ancak Pitsburgh üniversitesindeki bu dağılım 1967 de üniversitenin devlete bağ­lanması ile özel durumunu koruyamamış ve yapı değişmesine uğramıştır. Böylece, üniversite mütecanisiikten gayri mütecanist bir kimliğe dönüşmüştür.

Tablo 5) Aşağıdaki "değerler"e 500 Pittsburgh öğrencisnin tepkisi

Değerler 1

etkinlikle ka- kabul edi- kabul etmi- etkinlikle ka­bul ediyorum yorum yorum bul etmiyo­

rum

1) Bizim görevimiz öğ­rencilerin çıkarları içinüniversitelerimizin ör- 29.0 49.4 15.4 6.0gütlenmesini ıslah et­mektir.

2) Bir üniversite bilgi veustalıkları kazanma yeri 22.0 33.6 33.0 10.8olup, sosyal reform acen- tası değildir.

3) Mütecaviz bir davranışdaima anti-sosyaldir. Dün­ya, mütecaviz davranışın 9.0 1 6 . 6 44.6 29.4bulunmadığı iyi bir yerolmalıdır.

4) Üniversitede kurallarıicra eden öğrenciler 16.2 39.6 30.2 13.6olmalıdır.

fxj 1‘ittsburg üniversitesi yüksek ödeme (tuition) ve nisbeten düşük akedemik ihtiyaç­ların birleştiği bir kurumdur.

Page 250: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

5) Herhangi bir kimse hak­sızlığa maruz kalmışsabir insan olarak onun 46.2 39.0 11.0 3.6görevi bu haksızlıkla ilgi­lenmektir.

Bu tabloda açıkça görüldüğü üzere, "üniversitelerin ıslahı" ve üniversitelerin bilgi ve ustalıktan ziyade "reform acentaları" olduğu, anti-sosyal davranışın tasviple kar­şılandığı, öğrenciye üniversitede etkinlik kazandırılması ve nihayet her çeşit haksız­lıkların üzerine yürümeyi sembolik davranış olarak kabul eden radikal bir süreçle kar­şılaşmaktayız. Muhafazakâr kanat ise bunun tam karşıtı bir tutum ortaya koymakta­dır. "Mütecaviz bir davranışı anti sosyal" kabul eden muhafazakârların oranı % 74 tür. Buna rağmen, radikallerin % 26'sı anti-sosyal davranışın mütecaviz bir davranış olmadığını kabul etmek suretiyle yeni şiddet normlarına taraftar görünmektedirler.

Aynı sembolleşmeleri öğrencilerin "dışa yansıma tepkileri"nde de gözleyebiliriz. (Tablo : 6 ) bu gerçeği ortaya koymaktadır.

Tablo: 6 ) 500 Pittsburgh öğrencisinin "dışa yansıma tepkileri" (out-lets)

1

"Dışa yansıma etkinlikle ka- tepkileri" bul ediyorum

2

kabul edi­yorum

3kabul et­miyorum

4şiddetle ka­bul etmiyo­

rum

1) Şimdi olduğu gibi, geçmişte ve gelecektede şiddet, sosyal re- 21.4 form için bazan zorunlu bir araçtır.

2 ) Öğrenciler tarafından arzu edilen herhangi

44.6 2 2 . 6 11.4

bir değişme normal 16.6 yollarla başarılmalıdıı

36.0 32.0 15.2

3) Bu üniversitede eğiti­mi İslah etmenin tek yo- 6 . 0

lu tüm temel sistemi değiştirmektir.

14.2 41.2 38.2

Araştırmacılara göre radikal, muhafazakar, eylemci ve siyah radikal öğrencileri muhafazakâr öğrenciden kaba jir ölçü ile ayıran husus "etkinlikle kabul ediyorum" ifadesine olan tepkileridir. Meselâ/'bu üniversitede eğitimi İslah etmenin biricik yolu tüm temel sistemi değiştirmektir". Bu ifade, görüldüğü üzere "etkinlikle kabul" nor­munu ortaya koymaktadır. Ancak, "öğrenci tarafından arzu edilen her değişme nor­mal kanallardan yürütülmelidir" ifadesi muhafazakar bir yargıdır, öyleki, "eğitimi İs­lah etmenin tek yolu sistemi temelden değiştirmektir" ifadesi, "bir üniversite, sosyal reform acentası değil, bilgi ve ustalıkların kazanıldığı bir yerdir" tarzindaki ifadenin karşıtı olmaktadır. Bu sebeple ilki radikal sistemi meydana getirirken, İkincisi muha­fazakâr kimliği ortaya koyar.

Tablo: 6 da zıtlaşma kesin çizgileriyle gözlenmektedir. "Şiddet"i her ?aman ve her yerde sosyal reform için bir araç olarak kabul eden öğrenciler, deneye katılanlara nazaran büyük çoğunluğu (% 6 6 ) tişkil etmektedir. Radikal öğrenciler, standart bi­rim olarak, toplumun reform yolu ile değiştirilmesine karşı çıkmakta ve önemli bir

Page 251: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

gerilimi belirtmektedirler.Aynı şekilde,öğrecnilerin "sosyal engelleme" tepkileri de radikal-muhafazakâr

tipleştirmesine daha derinden ışık tutmaktadır. Bu hususu tablo : 7 de görebiliriz.

"Engelleme" etkinlikle ka- kabul edi- kabul et- etkinlikle ka-ifadeleri" bul ediyorum yorum miyorum bul etmiyo­

rum

1) Günümüz üniversite öğrencis'1 b ir fert gi­bi değil bir "sayı" gibi muamele görmek­tedir.

2) Bu gün üniversite kampuslarında reka­betçi ortam, bilimden ziyade düşmanlık duy­gusuna terkedilmiştir .

3) Üniversitelerin gerçek amacını tanımayı redde­den kolej yöneticileri öğre ıci ayaklanmalarının gerçek sebepleridir.

Diğer örneklerde olduğu gibi bu tabloda da öğrenci "radikal-muhafazakâr" ku­tuplaşmasının hangi nirengi noktalarından kaynaklandığı açık bir şekilde gözlenebi­lir. Böylece, "radikal" kavramı arka plan (background) bakımından da muhafazakar kavramının karşıtı olduğu ortaya çıkar.

Bazı araştırmacılara göre radikal gruplar, muhtemelen sosyal bilimler veya beşeri bilimlerde eğitimlerini sürdüren üst sınıf öğrencileridir. Bunlar, ister apartmanlarda isterse yurtlarda kalsınlar yalnızdırlar ve umumiyetle toplumdaki bir dinin mensubu olmamaya eğilim gösterirler. (Tabii bir dini inançları varsa). Hatta bunlar dini tören­lere bile düzensiz devam ederler.

Muhafazakârlar ise müsbet ilimler veya mühendislikle ya birinci sınıf veya son sınıf öğrencisidirler; dinleri vardır ve kiliseye oldukça düzenli bir şekilde devam eder­ler. Tablo : 8 öğrecnilerin bu arka plandaki durumlarına açıklık getirmektedir(41).

Tablo: 8 Radikal muhafazakâr dikotamisi

Değerler Radikaller Muhafa*akarlar(kabul edenler) (kabul etmeyenler)

—Karşıt-tevcavüz 21.9 31.2-^Liderlik 83.3 60.2

Çalışma sahası

—Sosyal Bilimler 37.5 2Ö78-Bilimler 12.5 16.9248

26.8 48.8 18.2 6.0

18.8 38.4 29.4 13.0

12.4 39.6 35.0 13.0

Page 252: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

—Matematik 0.0 7.8—Mühendislik 0.0 19.5

Kiliseye devam durumu

—Muntazam 20.8 45.4-Bazen 45.8 45.4-Asla 33.3 7.8

Danışma (reference) grubu

—Eylemciler 16.7 10.4—Good-Time (gününü gün edenler) 41.7 66.2—Aydınlar 33.3 18.1

Radika! ve muhafazakâr öğrenciler üzerinde yapılan bu araştırma değerler, ça­lışma sahası, kiliseye devam ve danışma grupları olmak üzere dört kategoride toplan­mıştır. Bunların hepsi de her iki grup öğrencinin (radikal-muhafazakar) ölçeğine göre arka plândaki durumunu "background" ortaya koymaktadır. Radikallerin büyük ço­ğunluğu (% 37.5) sosyal bilimlere mensupken; muhafazakarların % 20.8 sosyal bilim­lere; % 19.5’i ise mühendislik bilimine dahil bulunmaktadırlar. Radikallerin hemen hiç biri matematik ve mühendislik dalma mensup değillerdir. Bunun gibi^radikalle- rin özelliği daha ziyade "eylemci" normlar üzerinde yoğunlaşırken muhafazakârlar ise "gününü gün eden" (good-time) kategorisini oluştururlar.

Daha öncede temas ettiğimiz gibi Mexico'nun 9 üniversitesi üzerinde yapılan bir Sürvey'de siyasi kanaatleri farklı fakülteler arasında önemli bir varyasyon tesbit olun- mutur. öyle ki Mexico City milli üniversitesinde -sosyoloji disipline dahil- iktisat fa­kültesi öğrencileri çoğunlukla solcu kanadı oluşturuyorlardı. Buna karşı ticaret, mü­hendislik ve tıp öğrencileri muhafazakar eğilim taşıyorlardı (42). Bu veriler dünyanın diğer ülkelerinde elde edilen bulgularla büyük ölçüde benzerlik göstermektedir.

Genellikle, yoksulluk, ırk ayırımı, kast sistemi, sosyal eşitsizlik, idari ve siyasi kokuşma ve kültürel gerilikler gibi bir toplumda düğümlenen sosyal problemler genç- lei radikal ve muhafazakâr (evrime taraftar olmaları bakımından) bir kutuplaşma içi­ne iter. Parsons'un ifadesi ile "gençlik" toplumun esas değerleriyle kaynaşan bir güç­tür. Bnunla beraber bir toplum çeşitli görüş noktalarında oluşur. Bu sebeple, onların standartlarını karşılamak her zaman için mümkün değildir... Lipset'e göre, esasda geri kalmış toplumlarda, önemli varyasyonlara rağmen, öğrenci siyaseti esasda sol- culuğua yönelik bir eglemi yansıtır(43).

Üniversite içindeki öğrencilerin eylem kalıpları üzerinde geliştirilen bir diğer araştırma da Lipset'e aittir. Farklı kültür halkları üzerinde ciddi ve metodik araştır­maları ile tanınan Lipset de, üniversite öğrencilerin siyasi yönelimlerini etkileyen hususlara bir takım boyutlar kazandırmıştır, öyleki, üniversite veya mezuniyetten sonra iyi bir iş temininde öğrenciler ne kadar çok güçlükle karşılaşıyorlarsa, herhan­gi bir siyasi akıma o kadar daha az katılacaklardır. Bu durum, öğretim mensuplarının belirli bir ölçüde güçlü eğitim derecesiyle yakından ilgilidir. Nerede öğretim mensup­ları -Latin Amerika'da olduğu gibi yarımgün çalışma durumunda ise, orda öğrenciler akademik-dış siyasi akımlara yöneleceklerdir... Japonya ve Hindistanda da durum bu- dur. Üniversite içinde de aynı değişkenler muhafaza ediliyor(44). Sosyal Bilimler ve Sanat dallarına nazaran yoğun çalışmayı gerektiren tabii bilimlerde öğrencilerin siya­sete yönelmeleri son derece sınırlandırılmış olacaktır. Bu veriler görüldüğü gibi, Ja- meson ve Hessler'in bulgularıyla büyük ölçüde benzerlik arzetmektedir. Zira bu araş­tırmanın ortaya koyduğu verilere göre, matematik ve mühendislik anabilim dallarına «ehsup olanlar arasında hiç bir radikal gruba raslanılmamıştır. Muhazakâr grubta ise

249

Page 253: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

bu oran sırasıyla % 7.8 ve % 19.8 dir.Bunun gibi geri kalmış ülkelerde üniversitelerin merkeze veya yakın yörelerine

yerleşmeleri siyasi eylemi teşvik etmektedir.. Çünkü, milli siyasi örgütlenmeler ve kişilikler daha ziyade öğrencilerin zihninde mevcut bulunduğundan tahrik ve gösteri bu düşünceleri büyük ölçüde yoğunlaştırma eğilimi yaratır.Böylece öğretim üyeleri daha fazla siyasalleşir ve buna bağlı olarak öğrenciler de siyasi tahriklere daha ko­laylıkla kapılırlar. 1912'ye kadar İngiliz Raj'ının merkezi durumunda bulunan Kalkü- ta ve Bengal bu çeşit eylemlere en fazla açık olan şehirler arasında bulunuyorlar­d ı^ ) .

Bir üniversite ne kadar büyükse siyasi eylemler ve dayanışma da o kadar örgütlü bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Bunun gibi, üniversitenin bünyesi genişledikçe, dene­timi ve üniversite yönetimine karşı kültürel direnmeside -özellikle özerklik açısından- o kadar fazla olmaktadır. Bu yüzden, merkezi kentlerde büyük üniversiteler öğrenci gösteri ve eylemlerinin tahrip alanı haline her an dönüşebilir. Tokyo'da Japonya ile Birleşik Devlet arasında "karşılıklı güvenlik anlaşması" na yönelik kitle gösterileri

»bunlar arasındadır. Aynı şekilde Seoul'de Japonya ve Kore arasındaki antlaşmaya; Varşova ve Budapeşte de özgürlük ayaklanmalarına ,ve Cezayir savaşına karış Paris'te düzenlenen gösterilere karşı başkaldırma hareketleri bunlar arasında zikredilebilinir.

öğrencilerin üniversite'de yıllarını geçirme süresi arttıkça öğrenci siyasi eylemle­rine benzer türde eylemlerde o nisbetle artmaktadır. Lipset'e göre böyle bir sistem -Hindistan, Latin Amerika ve başka yerlerde olduğu gibi- siyasi partilere kampusta taraftarlarının iktidarlarını sürdürmelerine imkân hazırlar. Hindistan öğrencileri üzerinde araştırmalarını yürüten E.Shils'e göre üniversite veya kolejde yaşayıpta ka- yıdını yaptırmayan ve çalışmayan öğrenciler "akademik kimliği olmayan fakat sa­dece orada ikamet eden kimselerdi"(46). Çünkü bu "profesyonel" öğrenciler, "kuzu­ları aslanlara kışkırtan bir çeşit aracıdırlarv (katilizatör)...

Böyle bir sistem aynı zamanda siyasi partilere kampuslarda ajanlarını bulundur­maya bir çeşit imkân da hazırlar.

Lipset'in belirttiği üzere, üniversitede siyasi türde farklılaşmanın bir diğer görü­nümüne de, ikâmet yerlerinin değişik yapısında tanık olmaktayız... İster öğrencilerin ikâmet yeri aileleriyle birlikte evleri isterse üniversite ikâmet yerleri veya yurdların bulunduğu umumi hayat tarzı ortak öğrenci tutumunun teşkili ve örgütlü eylem bi­çimlerini seferber kılmada bir güç kaynağı olabilir. Nitekim Pariste "Çite unıversita- ir"- daha önce de temas edildiği gibitson yıllarda açıkça öğrenci siyasi eylemlerini kolaylaştırmıştır.

Dig'ler ve kahvelerde yaşama Fransa ve İtalya gibi büyük Latin kıta ülkeleri öğrencileri arasında özerk, siyasi kültürün olmasına yol açmıştır; ve bu kültür,her zamanki gibi tahrikçi ve aşırı görüşleri beslemiştir.

Ancak, evde yaşama öğrenci üzerinde aile otoritesini devamlı kılmış ve üniver­site etkilerinden büyük ölçüde uzaklaştırmıştı. Hindistan'lı öğrenciler- üzerinde araştırma göstermiştir ki, öğrencilerin ailelerinin yanında kalmaları ne kadar fazla ise -üniversiteye muntazam devam etmelerine ve solcu öğrencilerle özel yurtlar veya "Hostel"lerde kalmalarına rağmen -(47) eğilimleri de o kadar muhafazakâr­d ır- ^ ).

Bunun gibi; güçlü radikal öğrenci hareketleri daha ziyade Tokyo gibi büyük met­ro polkan merkezlerde yoğunlaşmıştır. Bunlar, aslında evden gelen fakat evlerinden uzak yaşayan öğrenci kitleleri olup ya yurtlarda veya Lotging'lerde yaşarlar. Bunlar, evlerinde kalan öğrencilerden daha özgür ve daha az yalnızdırlar... Bu yüzden yalmz oldukları kadar kendilerini daha da serbest hissederler. Kısacası sosyologların geri;kal- mış ülkelerin üniversite öğrencileri ile ilgili yapmış oldukları araştırmaktı ın sağladığı sonuç o dur ki, büyük şehir merkezlerinde yaşamanın yüksek fiyatı ve mali destek noksanlığı veya iş bulma fırsatı gibi unsurlar Burma ve Hindistan'da öğrenci hoş­

Page 254: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

nutsuzluklarını yaratmıştır. Buna gore öğrenci yoksulluğu;ücretler, barınma ve besin imkânlarına dayalı huzursuzlukları şiddetlendirmiştir. Yoksullaşan öğrenci kırgınlık­larının esasları, bilhassa yarım-gün öğrenci geleneğinin bulunmadığı ülkelerde, kon- vansiyonel siyasi tahriklerin esas unsurunu teşkil etmiştir.

Az gelişmiş ülkelerde üniversite öğrencileri ile ilgili eylem kalıpları, bir çok nok­talarda gelişmiş toplumların üinversite meseleleriyle ortak yönleri bulunduğu tezini de destekler niteliktedir.Nitekim Puerto Rico üniversitesinde yeni sol öğrenciler Bir­leşik Devletlerdeki liberal ve solcu ailelerden gelen -ya dini olmayan veya dine karşıt görüşte bulunan ve Sosyal Bilimler veya Beşeri Bilimler okuluna devan eden- zeki öğ­rencilerle benzer durumu yansıttıklarını ortaya koymuştur. Bu ülkede bir solcu öğ­renci örgütü olan "Bağımsızlık İçin Üniversite Federasyonu" (FU P İ), 1956 yılından beri kampusta etkin bir durumda idi. Son yıllarda FUPİ, Vietnam savaşı, siyah hare­ketler gibi dış etkenler tesiri ile hem büyüklük hem de siyasi önemi bakımından duyar­lık kazınmıştır. Ancak, Birleşik Devletlerde olduğu gibi Puerto Rico'da da öğrenci eylemleri ve solcular arkadaşları arasında bir azınlığı oluştururlar(48). Şöyleki, üni­versitede mevcut öğrencilere uygulanan karşılaştırmalı bir soruda: "Umumi siyasi du­rumumuzun ekseri öğrencilerden çok daha fazla solda, ekseri öğrencilerden daha faz­la solda, takriben ekseri öğrencilerle aynı, ekseri öğrencilerden daha fazla sağda veya ekseri öğrencilerden çok daha fazla sağda mısınız?*tarzında ifadeler yöneltilmiş.an- cak verilen cevabi arda öğrencilerin % 47'si ortada ve % 32'si sağda olduklarını bildir­imlerdir.

Amerika ve Puerto Rico siyasi kültür bakımından "solun anlamları" nın farklı olduğu iki ülkede kesin bir karşılaştırmanın güçlüğüne işaret eden araştırmacı, ebeveyinlerin siyasi görüşü, dini yönlendirme, öğrencinin araştırma sahası ve akade­mik başarı gibi hususlarda aralarında bir benzerliğin bulunacağı kanısındadırlar.

Geleneksel olarak bir ferdin en iyi siyasi göstergesinden biri babasıdır. Bu özellik­le gençler için bir durum tesbitidir. Çünkü, aile gibi esas guruplarda, siyasi normlar bakımından her üç çocuktan ikisinin babalarının istikametinde oylarını kullandıkla­rı yapılan araştırmalarla ortaya konulmuştur(48 a). Birleşik Devletlerde solcu öğren- cier üzerinde yapılan araştırmalar göstermiştir ki öğrencilerin önemli bir kesimi ya liberal veya sol olan ailelerden gelmektedirler(49).

Puerto RicoMu öğrenciler, bilhassa solcular için durum aynı yöndedir. Babanın tercih ettiği parti öğrencinin siyasi durumu ile bağlantılıdır. Bu hususu aşağıdaki (Tablo 9) gözleyebiliriz.

Tablo: 9 siyasi durum ve babanın parti tercihi (yüzde dağılımı)

öğrencilerin siyasi durumu Babanın parti tercihiPİP PPP PER(Sol) (merkez) (sağ)

Sol 43 2 0 19Merkez 34 47 49Sağ 23 33 32

Tabloda görüldüğü üzere Puerto Rico'lu solcu öğrenciler güçlü bir şekilde Amerikalı ebeveyinlerin çocuklarınınkine benzer bir durumu ortaya koymaktadır. Her iki ülkede de liberal-solebeveyinlerinsolcu çocuklara sahiplerdir. Babaları Puerto Rico bağımsızlık partisini (PİP) tercih ederleç,babaları ya Halk Demokratik Partisini (PPD) veya Cumhuriyetçi Devletçi Parti (PER ) sini tercihi edenlere nazaran daha sol­dadırlar. Gerçekten parti tercihi ölçüsüne göre/Ebeveynleri soldan gelen solcu öğren­cilerin yüzdesi,babaları siyasi tayfın merkezi veya sağında olan solcu öğrencilerin iki

Page 255: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

katından daha fazladır(X).Ülkemizde 638 öğrenci (Ankara koleji, Gülveren ve Anafartalar Liseleri) üzerinde

yapılan bir araştırmada; "hayatınız için önemli kararlarınızda babanızın görüşleri ne derece rol oynar?"sorusuna yarısından çoğu (%60) "normal" demiştir. Bu sonuçlar öğrencilerin baba ile uyum içerisinde olduğunu göstermektedir(50). Aynı araştırma­ya göre, danışma olarak öğrencilerin üçte birine yakın kısmı annelerine başvurmakta daha sonra da baba ve kardeşleri gelmektedir.

Dini yönlendirmeye gelince, hem gençler hem de öğrenciler arasında din, siya­setle bağlantılı bir diğer önemli değişkendir... Birleşik Devletlerde olduğu gibi dün­yanın bir çok yerlerinde öğrenciler dini normlara olan tutumlar bakımından bir bir­lik meydana getirirler. Öyle ki fert ne kadar fazla dindarsa muhtemelen o ka­dar fazla muhafazakâr olmakta; tersine ne kadar az dindarsa muhtemelen o ka­dar fazla solda olmaktadır(51).

Dindarlık ile siyasi tercih arasındaki bağlantı durumu (Tablo 10'da) belirtilmiş­tir.

Tablo: 10 siyasi durum ve Dindarlık

Öğrencinin Siyasi Durumu Dindarlık

Yüksek Aşağı

Sol % 17 % 38Merkez % 48 % 38Sağ % 35 % 22

N 437 107

Tablo: 11 Siyasi Durum ve Dini özdeşleşme

Dini özdeşleşmeöğrencinin Siyasi

DurumuKatolik Diğeri Tatbiki olmayan

KatolikHiçbiri

Sol % 14 % 15 % 24 % 52Merkez % 50 % 48 % 48 % 2 2

Sağ % 36 % 37 % 28 % 26

N 258 75 138 69

Tablo: 10'da görüleceği gibi, herhangibir dini olmayan öğrencilerin % 38'i, ken­dilerini dini olan solcu öğrencilerin % 17'si ile mukayese eden grupla özd şişmekte­dirler. Bir diğer deyimle, dini olmayanların, dini olan öğrencilerle mukayesesinde, iki katı daha fazla solda oldukları görülür. Aynı şekilde dini pratiği olmayan katolik- ler bile muhtemelen daha fazla soldadırlar. Böylece, Puerto Rico'da dini-olmayan öğ­renciler, muhtemelen dindar öğrencilerden daha fazla siyasi tayfın soluna yerleşmek­tedirler. öğrencilerin araştırma sahasıyla ilgili bulgulara gelince, bu hususta da Birle­şik Devletler ve dünyanın başka yerlerinde olduğu gibi güçlü bir tutarlılık görülmek-

(x) Mamak'ta 194 tuluktu üzerinde yapılan bir araştırmada da, tutuklulann % 36'sım babalarının, % 14'ü ise örğüt üyelerinin üzerlerinde etkili olduklarını bildirmişlerdir. (Yankı, Sayı: 687, 28 M ayıs/3 Haziran 1984).

Page 256: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

tedir.Solcular veya yeni sol öğrecniler sosyal bilimler ve beşeri bilimler alanından gel­m ektedirler^).

(Tablo 12) öğrencilerin siyasi görüşleri ile araştırma sahaları bakımından sıkı bağlantılarının bulunduğunu göstermektedir.

Tablo 12) Siyasi durum ve öğrencinin fakültesi

Fakülteler öğrencinin siyasi durumusol merkez « ğ N

Siyasi Bilimler %43 %34 %23 65Hukuk %40 %27 %32 96Beşeri Bilimler %27 %43 %30 44Tıp %17 %50 %33 1 2

Eğitim %13 %53 %34 83Mühendislik % 1 2 %52 %36 6 6

Tabii Bilimler % 1 2 %62 %26 50İşletme % 1 0 %55 %36 62

Tablo 12 de gözlenebileceği gibi, Puerto Rico'lu sol öğrenciler, sosyal bilim-hu- kuk , beşeri bilimler olmak üzere üç fakültede yoğunlaşmışlardır. Puerto Rico üniver­sitesinde sol öğrenciler daha ziyade sosyal bilimler fakültesinde bulunmaktadırlar. Böylece sosyal bilimler fakültesi, merkez ve sağın yüksek bir oranını temsil eden işlet­me fakültesine nazaran, kampus yetkilileri tarafından radikallerin sıcak yatağı olarak görünür.

Akademik başarıya gelince, yeni sol eylemci öğrenciler sempatizanları üzerinde yapılan çeşitlr araştırmalar göstermektedirki bunlar kolej öğrencilerinin en duyarlı, en zeki ve en aydın kişileridir.

Tablo: 13) Siyasi Durum ve Akademik Başarı

öğrencinin Siyasi Durumu Üniversite not ortalamasıOrta İyi Pekiyi

Sol % 1 2 %26 %35Merkez %48 %46 %41Sağ %40 %28 %24

N 144 250 75

Tablo 13 bize açıkça akademik başarı ile siyasi durum arasında olumlu bir ilişki bulunduğunu göstermektedir. Not ortalamasının üç kategorisinin her birinde (orta, iyi, pekiyi) öğrencilerin çoğunluğunun kendilerini "merkez"le özdeşleştirmelerine rağmen, tablo 13 deki veriler, solcu öğrencilerin not ortalamalarında ortadan-pekiyi- ye yönelen bir artışı izlerken buna karşılık, sağcı öğrencilerde bu oran tersine bir aza­lışı ortaya koymaktadır.

Görülüyorki, Puerto Rico'lfi öğrenci grupları hakkında elde edilen veriler, daha önce tesbit ettiğimiz diğer ülkelerin öğrenci grupları arasındaki verilerle sıkı bir ben- zelik arzetmektedir.

Bu alanda yapılmaş bir diğer araşıtrma da,Atatürk Üniversitesi ile Hacettepe Üni­versitesini konu alan Ahmet Taner Kışlalı nın 1974 yılında yayınlanmış bir kitabı- dır(53). Böylece değişik şartlar içinde tnerkez-çevre) iki yeni üniversitenin öğrenci

253

Page 257: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

yapısı ve öğrenci ayaklanmaları hakkındaki görüşleri dile getirilmiştir.Ankete tabi tutulan fakülte, sınıf ve bölümleri arasındaki dağılımları sövledir:

Tablo : 14) Atatürk ve Hacettepe Üniversitesinin ilgili 1. ve 4. sınıfları

Üniversite Fakülte Bölüm öğrenci

Atatürk Edebiyat Fransızca 25Atatürk İşletme Fransızca 65Hacettepe Sosyal ve Beşeri

Bilimler Sosyoloji 54Hacettepe Dişçilik Sosyoloji 42Hacettepe Tıp Fizyoloji 50

Toplam 266

Her fakültenin ilgili bölümlerinden birinci ve dördüncü sınıflar ankete katılmıştır, öğrencilerin % 32.3'ü kız, yüzde 67.6 sı erkek, % 35.7'si büyük, yüzde 33'ü küçük kentlerden, % 20.3'ü kasabadan, % 10.9'u da köyden gelmektedir, öğrencilerin sosyal kökenlerine bakıldığında baba mesleğine göre % 44'ü memur, subay, öğretmen ve emekli çocukları en fazla olanı; buna karşılık % 0 . 2 ile işsiz kimselerin çocukları ise en az olanıdır» Aylık gelir durumuna göre, 250 TL'daıı az olanlar % 5.8 ile en küçük oranı, % 31.6 ile I000-2500 lira arasında olanlar en yüksek oranı teşkil etmektedir­le r ^ ) .

Her üniversitenin yerleşim biçimlerine bakıldığında, büyük şehirlerden gelenlerin ornı Hacettepe üniversitesinde % 11.6; köylerden gelenler ise % 23.9, geriye kalan % 64.5'ini ise küçük şehirler ve kasabalardan gelenler teşkil etmektedir. Buna muka­bil, Atatürk üniversitesine köyden gelenler % 75.8 olmak kaydıyla en yüksek oranda­dır. Bu durum göstermektedir ki, umumiyetle köylü çücuklar büyük kent üniversite­lerinde okuma şanslarına, kentten gelenlere nazaran daha az imkâna sahiptirler. Ni- tekimAtatürk üniversitesine devam eden öğrencilerin % 8 6 . 6 sını aylık geliri 250 TL ' dan az, % 25'ininki ise 4000 TL'dan az, % 25'ninki ise 4000 TL'dan çok. Hacettepe üniversitesinde ise % 13'nün geliri 250 TL'dan az, % 75'inin geliri ise 4000 liradan faz­ladır.

Araştırmaya göre, iktisadi güçlükler içinde bulunan yoksul öğrenciler zengin aile çocuklarıyla ilişki kurmak, onlarla kaynaşmakta güçlük çekmektedirler. Öğrencilerin % 67.9'u önem dereceleri değişen problemlerle karşı karşıya bulunmaktadırlar. Yok­sul aile çocukları gelecek kuşkusu içindedirler. Öğrencilerin bu yapısı, araştırmacıya göre, aşırı akımlara itilmelerinde önemli etken olmaktadır.

Nitekim, "kurulu düzenden memnun musunuz" sorusuna üniversitelerin fakülte­lerine mensup ilgili bölüm öğrencileri farklı cevaplar vermişlerdir.

Tablo: 15) Kurulu düzenden memnun musunuz?

Bölümler Memnunolanlar

Memnunolmayanlar

Fikri olmayanlar

Fransız Dili ve Edeb. 14.5 75.5 1 . 0

İşletme 18.7 71.5 19.8Sosyoloji 1 1 . 1 79.6 14.2Dişçilik 2.3 83.3 14.2Biyoloji 13.4 62.0 26.0

Page 258: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

(Tablo:15) dikkatle incelendiğinde dişçilik, sosyoloji ve Fransız dili ve edebiyatı fakültelere mensup öğrencilerin üçte ikisinden fazlası kurulu düzenden memnun kalmadıklarını beyan etmişlerdir. Ancak en düşük oran biyoloji gibi müsbet ilimlere mensup öğrenciler arasında görülmektedir ki bu da Lipset ve diğer Latin Amerika ve Uzak Doğu ülkeleri üzerine geliştirilen araştırmalarla ortak yönleri yansıtır.

Kışlalılnın araştırmalarında dikkati çeten bir nokta da öğrencilerin Kemalist ideolojiye olan tutumlarıdır.

Tablo: 16) Kemalizm sizin için yeterli midir?

Meslekler Kemalizm yeterli Hayır Evet

Memur/subay 34.1 33.3 0 0 . 8

Tüccar/sanayici 16.6 33.3 16.7Küçük esnaf/sanatkâr 27.2 36.3 9.1Serbest meslek 38.0 35.0 50.0Çiftçi 39.5 27.0' 12.5İşçi 25.0 50.3 33.3

Çiftçi, memur ve subay çocukları Kemalizmi kurtarıcı olarak görmekte, buna karşılık işçi çocukları olumsuz bir tepkide bulunmaktadırlar. Araştırmada ilgi çekici bir nokta da, sosyalizm ile islâmiyetin temelde aynı norm ve değerleri yansıttığı hususunda öğrencilerin büyük bir çoğunluğunun birleşmiş olmalarıdır.

Tablo:17) Yerleşme biçimlerine göre sosyalizm ve İslâm hakkında öğrencilerin tutumları

Yerleşme birimleri Sosyalizm islâmi ilkelerintemelinde vardır

Büyük şehir(yüzdesi) 26.3Küçük şehir(yüzdesi) 29.5Kasaba(yüzdesi) 47.1Köy(yüzdesi) 44.8

Sosyalizm ile İslâmiyet'i temelde birleştirenlerin oranı, araştırmaların verilerine göre büyük kentlerd düşük, köy ve kasabalarda ise yüksektir. Araştırmacanın bu hu­sustaki yargısı: Kasaba ve köyden gelen öğrencilerin benimsedikleri siyasi düşünce ve islâmiyeti bağdaştırmaya çalışmaları noktasında toplanmaktadır. Bu görüş, daha son­raları İslamcı Yeni sağın konvansiyonel/orta yeni sol ile siyasi koalisyonlarında da aynen gerçekleşecektir.

"Düzene karşı olmak!', yapılan örneklemeler incelendiğinde, hiçbir tartışmaya mahal vermeyecek kadar açıktır: Yasal ve sosyal düzenden memnun olmayanlar % 74.3 gibi yüksek bir düzeydedir. Memnun olanların oranı ise % 13 denilebilecek kadar çok düşüktür. Bu da, 1960'LırJjn sonra öğrencilerin n«>:, büyük hızla siya- sallaştıklarını göstermektedir.

Tablo: 18' de gözlenebileceği gibi, düzenden en çok hoşnut olanlar da tiiccar-sa- naici ve serbest meslek sahibinin, hoşnut olmayanlar ise işçi ve küçük esnafın ço­cuklarıdır... Daha önce de temas edildiği gibi Kışlalı Aysel Ekşi'nin araştırmasında "babalarının mesleklerinden memnun olanlar % 26.9 çiftçi, % 21.4 ü esnaf tüccar olanlar ise % 14.2 dir" (55)

Ayni şekilde D.İ.E. yayınlarına göre, ülkemi/de, 1975-76 yılında Yüksek Öğre­

Page 259: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

nime kayıt olan öğrencilerin ana-baba mesleki dağılımı ile bu veriler arasında bü­yük benzerlikler vardır (x). Keza, baba mesleği ile sosyal düzen arasındaki ilişki­leri de ortaya koymaktadır...

Meslekler Memnun olanlar Memnun olmayanlar Fikri yok

Memur-Subay 9.4 73.5 17.0Tüccar-sanayici 25.0 75.0 —

Küçük esnaf-sanatkâr 9.0 81.6 9.0Serbest meslek 23.8 61.9 14.2Çiftçi 18.7 72.9 8.3İşçi 4.1 87.5 8.3

Sosyalist eğilimli öğrenciler orta sol partiyi desteklemekte (% 44.2), rejimden umudunu kesenler (hiçbir partiyi tercih etmeyenler) ise % 19'u teşkil etmektedir. Böylece, araştırma verilerine göre, öğrenci ayaklanmalarının nedeni, "düzen bozuk­luğudur". Kurul düzene olan tutumlar değerlendirildiğinde:

— Yüksek öğrenim gençliğinin problemlerinin büyük bir kısmı üniversite içinde çözülebilir(% 18.4).

— Problemlerin çözümü sosyal akademik düzenin temelden değişmesine bağlı­dır /» 42.5).

— Bu problemler, sorumluların hatasından doğmaktadır. Sorumlu mevkilere ye­tenekli yöneticiler geldiğinde bu meseleler kolaylıkla çözülebilir (% 38.5)

Umumiyetle, kurulu düzenin değişmesinden kararlı olanlar büyük şehirlerden gelen öğrencilerdir. Düzenle bütünleşenler sanayici ve tü u jr ç otııklarıdır(56).

Kışlalı, "öğrenci ayaklanmaları" adlı incelemesinde öğrenci olaylarının esas sebe­bi olarak iktisadi etkenleri ön plana almaktadır(57). Buna ek olarak, "cinsel tatmin­sizlik'' gibi psikolojik sebeplere de yer verilmemektedir.

Bu araştırmada dikkatimizi çeken bir diğer husus da öğrencilerle-alileler arasın­daki siyasi görüş farklılaşmalarıdır. Bu hususta araştırmacı şu görüşleri ileri sıirmek-

tedir:"Oy verilen parti bakımından babaya farklılaşmanın- daha çok büyük esnaf sanatkâr ve işçi kesiminde olduğu görülmektedir. Böylece, yelir seviyeleri düşük olan aile çocukları babalarından oldukça farklı siyasi düşüncelere sahip olmakta buna karşılık, gelir durumları yükseldikçe babanın danışma çerçevesiyle birleşme oranı, ancak % 2.2 iken, üniversite öğrencileri arasında sosyalist eğilimlerin oranı da % 45.9 dur. Öğrencilerin gelir grupları veya sınıf aynileşmesine göre ana-babaya olan tutum­ları ele alınmakla beraber, bir diğer araştırmada (Ankara koleji, Gülveren ve Anafar- talar Akşam Liselerinde) elde edilen bulgulara göre, öğrencilerin % 76'sı anne ile <ın- lasmalarının " iv i" durumda olduğunu ancak % 2 0 'sinin "fena" ve "çok fena" olduk­ları beli: t ilmiklerdir (58). Ayni şekilde, öğrencilerin % 70 gibi bir oıanı da ha!- . ile durumlarının " iy i" ve '\<>k iy i" olduğunu iddia etmişlerdir.

Aile içi siyasi konularda farklılaşma erkeklerde kızlardan daha fazladır. Siyasi konularda çatışma derecesi çok olanlar öğrenim düzeyine göre artış gösteriyor. Bu­nun gibi, Gülveren Lisesinde (gecekondu bölgesi) siyasal k o n u la rd a anlaşmazlığın her dereceye göre oranı kolejden oldukça fazlalık göstermektedir. Böylece, sosyo-ekono­mik düzeyi düşük olan ailelerde siyasal konularda çatışmanın daha fazla olduğu anla-

(.v; Meslekleri memur olunlar '.i 28 .6 Çiftçi % 13.5 , İşçi % 10.1, esnaf ve sanatnar 7 r 9.9 Tüccar, 7 c S . $ , Serbest meslek sahibi, % S.9 Sanayici, % 1.6, diğerleri % 9.4'tür. (DPT.Eğitim Özel İlitisas Komivvonu Raporları. Haziran 1977).256

Page 260: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

ş lmaktadır(59). Ancak, Tezcan'ın araştırmasında dikkat çekici bir nokta, siyasal an­laşmazlık türlerine olan derneklerin tutumlarıdır, öğrencilerin % 1 2 'si anne-babala­rıyla farklı sosyo-ekonomik düzen anlayışı % 1 0 'u ise siyasal bilinçlenmenin kendi­lerindi.' erken başlaması ve ülke sorunlarının çokluğu nedeniyle-siyasetle fazla ilgi­lenişlerinden ötürü- çatışmaktadırlar. Ancak öğrencilerin ytişkinlerden farklı si­yasi düşüncelere sahip oluşlarının da dikkati çekecek kadar düşük oluşu göze bat­maktadır. Öğrr.uilerin dörtte birden fazlası (% 28), bu konuda anlaşmazlığı ol­madığını belirtmişlerdir.

12 Eylülden önce, Ankara Cezaevinde 162 sağ ve 125 sol eğilimli tutuklu ve mahkum eylemciler üzerinde yapılan bir araştırmanın sonuçlarına göre, solcu-eylemci gençlerin danışma (referans) grubu büyük ölçüde kendi akranlarıdır(% 56.8). Oysa i>u oran sağcı eylemciler arasında % 25.9 dur (60). Araştırına veril-T', ailelerin etkilerinin eylcmci gençler üzerinde artış çok azalmış olduğunu göst< rmektedir.

Eylemcilerin eğitimdüzeyi ve sosyo-ekonomik yapısına gelince, s>lcu eylem­cilerin % 48'i, sağcıların ise % 54 u öğrenci, sokulanı % 28'i, sağcılaın % 13.6 sı işçidir. Bunun gibi memur çocukları solcular arasında % 24, sağcık r arasında % 21.65, işçi çocukları solcular arasında % 36, sağcılar arasında ise % 27.8 dir. Böy- kce, eylemcilerin büyük çoğunluğu memur, işçi ve çiftçi çocuklarıdır (61). Bunun gibi, gerek solcu gerekse sağcı militanla "izafi yoksulluk" çevresine mensupturlar. Yani, geçinmesi tümüyle olanaksız olmayan, ama geliri ile özlediği hayat standar- tı arasındaki uçurumun artan beklenti diizeyi ile İyice sosyal kümelerdir.

Üniversite gençleri arasında ebeveynlerinden farklı yeni "danışma gruplan"nm yaygınlaşması, bazı üniversitelerde ders programlarının ınuhtevasının-sosyalist doğrul tuda yönlendirilmesi*erken siyasallaşma diyebileceğimiz bir sürecin ortaya çıkmasın­da etkin rol oynamıştır. Kışlalı'ya göre, "her iki üniversite öğrencileri arasında sosya­lizme karşı olan tek bir grup bulunmakta o da "tüccar-sanayici" ailelerinin çocukları, yani ülkedeki egemen rejime ters düşmeyen "büyük ve orta burjuvazi" sınıfına men­sup aile çocuklarıdır"(62).

Böylece, araştırmacıya göre, ülkemizde öğrenci ayaklanmaları ilkin "üniversiteye karşı olmak" biçiminde cereyan etmiş (eğitimle ilgili), ancak 1969 Ocağından itiba­ren yapılan boykot ve işgallerin temel niteliği değişmiş, siyasi yönü ağır basmış (re­jim ve sosyal düzene karşı olmak), bu da giderek yetişkinlerin örgütlerindeki bağım­sızlık ve şiddet olaylarına dönüşmüştür.

Y E N İ S O L VH Y İ M S \(, C,1 N t L İK E Y L E M K A L I P L A R IÜlkemizde, sosyal şiddetle ilgili olarak üniversite öğrencileri üzerinde Batıda

yapılan araştırmalar çerçevesinde kuşatıcı, sistematik incelemeleri mevcut değil­dir. Hatta, şiddet olaylarının çizdiği "anarşi ağının" mahiyeti dahi tatmim edi­ci bir şekilde ele alınmış olduğu iddia edilemez. Nitekim, 1979'ların İçişleri Bakanı: Terörizm sadece, Türkiye'ye özgü değil, bugün Avrupa'nın hiçbir ülkesini göstere­meyiz ki, terörizm ve tedhişçilik olayndan sıkıntı çekmiş olmasın. Tüm Avrupa' da tırmanış vardır. Ama bizim için şu anlamda yeni savılır. Biz olayın ne olduğu­nu yeni anladık. A:lmda bizde vardı, adını koymamıştık" demek suretiyle anar­şik olaylar kaışısında hükümetin ve devletin bilgi edinme kaynakları bakımından ne kadar yüzeyde kaldığını belirtmektedir (62).

Araştırmaların, elde mevcut bir kaçı da, daha ziyade satlii ve d.ır kal.plar içerisin­de "üniversite olaylarının mahiyetine yönelik" didaktik seviyede taramalardan, derle­melerden ibarettir. Ayrıca, üniversiteler ve onlara bağlı fakülte dergi ve yayınları ara­sında "şiddet olayları, Batıda örneklerine rasladığımız türde ne bi özel sayı nede araştırma konusu yapılmıştır Yalnız, 'Eskişehir İktisadi ve Ticari Bilimler Akademisi Başkanlığının 1980'lerden önce "Kargaşa olaylarıyla" ilgili bir sempozyum düzenle­diğini bilmekteyiz. Ayni şekilde, Gazeteciler Cemiyeti 15 şkanlr'imır ve Ankara Kiil tür Vakfı ve benzeri çok sayıda kuruluşların düzenlediği anarşi ve terörk iuili se-

>S7

Page 261: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

miner ve toplantılarına da Taslamaktayız.Yalnız ba/ı basın organlarında, siyasi partilerin üniversitelerdeki dernek ve kuru­

luşlarına mensup temsilcilerinin katıldığı forumlar vardır ki, bunlar hem üniversite gençlerinin ülke meseleleriyle ilgili görüşlerini hem de "şiddet" normların., ait düşün­celerini dile getirmektedir. Ayrıca, belirli günlük İstanbul gazetelerinde anarşi ve terör olaylarıyla ilgili "makale", "inceleme" ve "röportaj" türünden yazı'uu da rastlamak- taız.

Konumuz elverdiği nisbette, Türk basınında rasladığımız her iki yönelime de bu­utla temas etmek istiyorum. Bu amaçla, 1968-1980 yılları arasında taradığımız g.ı-

ve şiddet olaylarıyla ilgili yazılarTab. :(19) da uösterilmiştir.

Tablo: (19) Şiddet olaylarıyla ilgili bir kısım Türk basınında yer alan yazılar (1968-1980)

Gazetenin adı 1968-71 1971-75 1976-79 1980 Toplam

Hergün _ 1 2 13 — 25Millet - - 1 2 - 1 2

Yeni Asya 3 5 2 - 1 0

Yeni Devir — — 9 6 15Son Havadis — — 2 1 — 2 1

Tercüman 8 3 3 - 14Sabah — 3 13 — 16Politika — 1 1 1 — 1 2

Cumhuriyet - - 26 - 26Milliyet 2 3 — 5

Genel Toplam 1 1 36 103 6 156

Yukarıdaki tabloda görülebileceği üzere, 1968-1980 yılları arasında, ülkemizde sağ-sol tayfın her iki yakasında bulunan 1 0 günlük gazetede ancak araştırma niteli­ğinde bulunan 156 makale tesbit edilebilmiştir. Oysa bu dönem içinde milletimizin terör ve anarşi kurbanı 5000'e yakın insan feda edilmiştir.

Bu çerçeve içinde, ilkin siyasi partilerin üniversitelerdeki uzantılarını teşkil eden dernek ve kuruluşların önde gelen kişileriyle yapılan forumlara temas etmek istiyo­rum. Çünkü onların i/.ıfet çerçevesi (frame of reference) terör ve şiddet olaylarının ne şekilde değerlenilirilebileceği hususunda bize katkıda bulunabilir. Konuyla ilgili olarak, Milliyet gazetesinin I975 yılında .lüzeıılcıügi Gençlik ne istiyor, niye ça­tışıyor?” forıımuu ele alaracak bu forumıU p .uiicrin İstanbul Gençlik Kolu Baş karıları ile Yüksek öğretim Kültür Derneği Yönetimkurulu üye (YÖKD) lerinin ş>öriiş- k-r ine temas edeceğiz.

Konvaıısıyonel yeni sağın temsilcisi; "Milliyetçi bir doktirini temsil ettiklerini bu yüzden anti-Murksist olduklarını belirterek sözlerine başlamaktadır. Doktrinleri­nin hedefini, Türk topulumunu sosyal, kültürel ve askeri yönden en üst düzeye çıkar­maktır" biçiminde özetledikten sonra, hem liberal kapitalizme hem de Marksist sos yalizme karşı oldukları görüşünü ileri sürmektedirler(63). Buna göre, "iki sistem ve doktrin olarak gösterilen liberal kapitalizm ve Marksist s.osyali/m .ırtık günümüz dün yasında iflas etmiştir; her ikisi de emperyalizm ideolojisinde birleşmektedirler. L i­beral kapitalizm temel olarak sermaye sahiplerine dayanmaktadır, ferdiyetçi bir görü­şe sahiptir; sadece sahiplerinin üstünlüğü ve sınırsız gelişmesini esas almıştır. Elli yıllık Cumhuriyet döneminde karma ekonomi şeklinde görünen liberal kapitalizm bugün /engini daha zengin, fakiri daha fakir yapan görünümdedir. Buna alternatif olarak

Page 262: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

gösterilen Marksist sosyalizm ise, Rusya ve Çindeki uygulamalarında görüldüğü gibi, insan toplumlarına belirli bir refah ve huzur getirmemektedir. Kalcjıki.komünist ül­kelerdi. kapitalizme doğrı; bir ekilim, kapitalist ülkelerde de Marksist sosyalinne biı özenti vardır. Sadece bu iki sistemin dünya refahını sağlayacağı one sürülemez. On­lara, geçmişte uygulanan fakat artık kapanmış olan faşizm de' eklenebilir"...

Konvansiyonel Milliyetçi Sağ temsilcisinin liberal kapitalizm ve Marksist sosya­lizm ile faşizm hakkındaki eleştirileri bu çerçeve içinde özetlenebilir. Bu yeni sağ tayfa göre, "yüzyıllardanberi duygularda ve histe kalan Türk milliyetçileri bugün doktriner bir çehreye bürünmüştür". Bu doktrinin temelinde, insan haysiyet ve sevgi­si vardır. Bu yüzden de her türlü yabancı fikirlere ve emperyalizme karşıdırlar. Taklit­çilik ve kopyacılık çıkmaz bir yoldur. Bir milletin kendi bünyesinden doğmayan, bütün fertlerini aynı değer ölçüsü içinde kucaklamayan hiçbir doktrin, refah ve huzur getiremeyecektir.

Konvansiyonel yeni sağ, daha önce de belirttiğimiz üzere, büyük.ölçüde Kemalist ideolojiyle uyum sağlayan bir çizgidedirler. Zira, Kemalist model, fert-toplum den­gesine dayalı bir iktisadi sistemi benimser. Ne ferdin hakkını devlete, ne de devletin hakkını ferde yedirmez. Böyle bir sistem, esasta fert-devlet bütünleşmesine dayanır, sistem de, ötekine hâkimiyeti olamayacağı gibi önceliği de düşünülemez. Bu, eski Türk-İslam iktisadi zihniyetinin bir devamıdır. Kemalist sistemde olduğu gibi, kon­vansiyonel yeni sağ da sınıf çatışmasına karşıdır. Bu hususu, konuşmacı şu şekilde belirtiyor: "Tarih, Marksistlerin öne sürdüğü gibi, yalnız sınıfların mücadelesi ve eko­nomik koşullarla değil, milletlerin mücadelesi ile oluşuyor” . Hatta, konuşmaca bu tezine, kapitalist ve sosyalist sistem karşılaştırılmasını yaparken daha da açTklık ge­tirmekte ve aynen şöyle demektedir: "Ne Marksi.t sosyalizmdeki sınıf bütünlüğüne ne de liberal kapitalizmdeki ferdin üstünlüğüne dayanan bir doktrini kabul ediyoruz. Türk milletinin bünyesinden doğmuş, karakterine uygun milli ve yerli bir doktrin ile (milli sosyal sistem) bunalımdan kurtarmaktır"...

"Toplum, sosyalistlerin söylediği gibi sadece işçi sınıfı ile burjuvaziden, yani ezen ve ezilenden mi oluşuyor?... Köylü, esnaf, memur, çeşitli meslek mensupları birer sınıf değil midir? Ve bunların özgürlükleri ne olacaktır? Bunlar yalnızca işçi sı­nıfının dayanak noktaları mı olacaktır?"

"... Milliyetçi-toplumcu ekonomide işçi fabrikaya ortak olacaktır. Zira, kapita­list sistemde fabrika ferdin, sosyalist sistemde ise devletindir. Büyük fabrikaların çoğu işçilerin olduğu takdirde (millet sektörü veya üçüncü sektör) işçi o fabrikanın hem patronu, hem yöneticisi, hem de işçisi ve çırağı olacaktır. Bunun yanında da, hem özel hem de devlet sektöründe işçinin yönetiminde söz sahibi olmasını öneriyoruz"...

1975'ler Türkiyesinde konvansiyonel sağın iktisadi sisteminin ana esasları gençlik temsilcisi tarafından bu tarzda özetleniyordu. Bu sistemde, iktisadi düzen, hem devlet hem de millet-aslında çalışan sımf-olmak üzere üçlü (triadic) bir yapıyı oluşturmakta­dır.

Buna karşılık, Yeni İslâmcı sağın iktisadi ideolojisi "maneviyatçı" diyebileceği­miz bir kimliği ortaya koymaktadır, öyle ki, "Türkiyenin meselesi yüzyıl önce baş­layan ve son elli yı'da hızlanan "Batıcılık hastalığı", milli eğitim politikamızda yer almış ve Batıya dönük eğitim yüzünden gençliğimiz bugünkü bunalımların içine düş­müştür. Gençliğin bunalımdan kurtulabilmesi için milli ve manevi değerlerimize bağlı olarak yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Oysa, ne Yüksek İslâm Enstitüsü ne de İmam Hatip Okulu öğrencilerinde bu tür bunalımlar ve eylemler görmıiyoru/.Bu, ma­nevi değerlere saygılı olarak yetişen gençliğin, memleket içinde vazifelerini yaptığını göstermektedir."

Yeni İslâmcı sağ, ayni zamanda Batı norm ve değerlerine karşı elma ve islâma dönüşte Eski İslâmcı sağın bir devamı olduğunu vurgulamış bulunmaktadır Ancak, İslâm ülkeleriyle temaslarda Kaddafirilik, Humeynicilik ızibi- yeni öğreti sistemi ve

Page 263: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

yönelim biçimleri bakımından daha ziyade dışa açık bir görünümü ortaya koyarlar.Yeni İslâmtı sağ, ,:yni zamanda Batı norm ve değerlerine karşı olma ve İslama

dönüşte eski İslamcı sağın bir devamı olduğunu belirtmiş bulunmaktadır. İslamcı ide­oloji için iktisadi ünlemlerin de temelinde, manevi ve ahlâka dayalı değerler sistemi yatmaktadır. Bir çeşit, "iktisadi olayları da belirleyen dini müesseselerdir" diyen We- b« i<rn uörüşle karşı karşıyayız. Yeni İslamcılar için önemli olan Maıkssitlerin ileri sürdüğü gibi iktisadi semboller değildir, tersine dini noı m ve inançlardır. Onlara göre:

"... Sosyalizm veya Marksizm, memleketin kalkınması gençliğin kurtarılması için (her şey ekonomiye dayalıdır) diye bir yol göstermektedir. Demokratik sol bir ülke olan İsveç'te, gençlerin her türlü konforları vardır ama İsveçli bir genç, Boğaziçi köprüsüne intihar etmek için gelmektedir. Bu gencin midesi değil, kalbi açtır. Böyle bir genç elbette sokağa dökülecek, fiili hareketlere başlayacak, düşünmeden fıkırakımlarına kapılacaktır. ......... . .

"... Biz siyasi mücadelemizi siyasi platform içinde yaparak; somuru, faiz, tetecmk gibi millet evlâdını ezen unsurların kalkınmasını, siyasi iktidar olmak suretiyle sağla­yabileceğimizi biliyoruz."

Konvansiyonel Milliyetçi Sağ ile İslamcı Yeni Sağ arasında önemli ortak "n iş" noktaları Vardır. Her iki kanat da "manevi" değerlere eğilmekte, Batıdan sızan kültür emperyalizmine karşı bir takım sosyal seferberlik diyebileceğimiz savunma mekaniz­malarını işletmektedirler. Ancak, Milliyetçi sağ, öğreti ve yönelim biçimlerinde "mil- liyet-din" sentezine giden bir yol izlediği halde, İslamcı sağ kanat, daha ziyade "dini bütünlüğc"iltifat etmektedir.

(•önel anlamda, eni sağ dini normların, devrey.' konulması suretiyle, çocuğun yetişmesi ve -eğitim \ apışında yünicndi'iti etken olarak rol oynayabileceği »örü- şndeılir.. Riı sosy.ıl müessese olaıak dinin bu yapıcı rolü, Batı topluır.larında olduğu gibi, eğitim sistemine aşılanmalıdır. Çünkü, dini değer ve inanç sistemleri toplum ah­lâk yapısının çimentosunu teşkil eder. Bu değerlerden yoksun yetiden genç, milletine yabancılaşacağı gibi, geniş çapta tüketim normlarına dayalı materyalist bir dünya gö­rüşü ve hayat tarzı da kazanmış olur(x). Nitekim, 1975 yılında, İstanbul Üniversite­sine mensup 1613 kız ve erkek öğrenci üzerinde yapılan bir araştırmada gençlerin % 15.3'ünün dini inançları olmadığı anlaşılmaktadır(64). Gençlerin, % 36.3'ünün ise bir yaratıcı güce inancı olduğu, fakat olayları daha ziyade akılcı yoldan açıklamaya taraftar görüldükleri de yine ayni araştırmada tesbit edilmiştir. Ayni incelemede, öğ­rencilerin % 48'inin hiç namaz kılmadıkları, âksatmadan namaz kılanların ise sadece % 7.7 olduğu ortaya çıkmıştır.

Bu veriler, dini kimliğin oluşumunda önemli oranda laikleşme (sürüklarizasyon) sürecinin yaygınlık kazandığını gösterir ki, bu da toplumu ayakta tutan bağların çö­zülmesi anlamına gelir. Bu sosyal çözülme, Yeni Sağın isabetle işaret ettiği üzere, "kişilik yarılmasına" geniş ölçüde etkide bulunarak ülkemizde bir gençlik bunalımı­nın meydana gelmesinde önemli rol oynamıştır. Ancak, gençlik olaylarıyla ilgili ola- ra, Türk enteljiansiyası ve öğrenci temsilcilerinin ortak bir yönelimi vardır ki, bu da meselelerin eğitim sisteminde düğümlenmiş olmasıdır. Nitekim, "gençlerin sorunla­rı" üzerinde 1975-76 yılında İstanbul Üniversitesine mensup 4318 öğrenci üzerinde yürütülen bir incelemede "şiddet normu" ile ilgili eylem kalıplarım araştırmacı: "Eğ i­tim sistemimizde, ulusal kişilik yapımızda ve kişilik gelişimine ailemizin katkısının ni­teliğinde" bulmaktadır. (65). Araştırmacı bir yanda, düşünmeden yazılanları ve söy-

(x) Yeni sağın yayın organlarında sık sık Taslanılan örneklerden biri de dinin manevi bir yapı unsuru olarak, 1940'lar Türkiye'sinde tamamiyle geri plana itilmesidir. Ni­tekim, 1945 yılında yazılmış, ve Dahiliye Bakanlığına, Matbuat Umum Müdürlüğü taraflıdan yayınlanan bir tebliğde şöyle denilmektedir: "Biz, her ne şekil ve surette olursa olsun, memleket dahilinde dini neşriyat yaptırarak dini bir atmosfer ve gençlik için dini bir zihniyet vücuda getirilmesine taraftar değiliz.

Page 264: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

lenenleri ezbere ve yüzeyden almaya alıştırılan eğitim sistemimiz, diğer yanaa »aıuır- panlığı, vurup-kırıcılığı devamlı besleyen, cesaretlendiren, hatta ödüllendiren sosyal tutum ve değer yargılarımız, üstelik çocukluğumuzdan itibaren zamanında heyecanla­rımızı kontrol altna alma ve dengeleme gerektiğini öğretmeyen aile tutumlarımız, anarşi için en uygun ortamı hep birlikte ve elele oluştururlar, sürdürürler", demek suretiyle sosyal şiddet kavramını eğitim açısından değerlendirmektedir, öyleki, "sol­cu veya sağcı gençlerinin belirgin özellikleri gerçeklerden kopma, idrak sapması, ka­tı bir dogmatizm ve aşırı bir şüphedir. Bunun sebepleri de, Mediko-sosyal merkezide gelen öğrencilerde görülen bir takım ruhi belirtiler,korku ve sıkıntı, mide krampları, mide ağrıları, ülser, başağrıları, boyun ağrıları, göğüste sıkışma, çarpıntı, uykusuzluk gibi psiko-somatik hastalıklardır. Bu sosyal görev-bozukluklarının başlıca sebepleri, öğrencilerin sağ-sol şeklinde ideolojik kamplara ayrılmış olmaları, ortada kalanlarınise herhangi bir psikolojik dayanma çerçevesi bulunmaması karşısmda-yalm/ kalmak­ta kurtulma gibi psikolojik bir itilme sı nııcu-gruplardan birine katılması biçiminde özetlenebilir.

"Bireylerin ideolojik eğilimlerine göre kesin kamplarla ayrıldığı toplumıınr.ı/da jjüvensizlik duygusu, takip edilme, devamlı gözaltında tutulma gibi yersiz ve aşırı şüphelere dönüşmektedir, öyleki, sağcı ve solcu olarak bilinen bir öğrenciyle bir ilişkide bulunmak veya konuşmak bile, gençlerde şüphe duyguları doğurmakta, bu gençler başkalarının kendisini artık "faşist" veya "komünist" olarak belleyecekleri kokusunu yaşamaktadırlar.

"Özellikle ailelerin güven verici varlığından kopup-büyük şehire gelmiş olan gençlerde bı korkular anormal boyutlara ulaşmaktadır'.'

Gençlerin, sağ veya sol ideolojik kamplarda yer alması onların tutumlarının sa­bitliğini (durağanlığını) uyarmış ve böylece tutumiarda irken yaşlarda kalıplaşmaya veya stereotiplerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu kalıp davranışlar, gençlerin ideolojik yapısına göre yeni bir takım danışma çevreleri oluşturur. Gençler, ortada kaldıkları sürece, böyle bir dayanışma çerçevesinden yoksun bulundukiarından ken­dilerini tophımdjn itilmiş, kalabalıklar içinde yalnız bıı'akıııış hisseler Bu yalm/ iık içgüdüsünden kurtulmak için, kendi dünya görümleri ve zihniyetlerine uygıır) gruplardan birine katılırlar. Bu gruplar, onlar için yeni bir dayanışma çerçevesi oluş­turur ve höylcıc gem, adam içine itildiği yalnızlık duygusundan kurtulmuş olur. Bu­nu gençler şöyle açıklıyor: "Bu kampta yer almak her nekadar başka sorunlar doğu- rusa da, gruplarda d?yanışma, beraberlik hatta eğlence vardır. Bağımlı gençlerimizin çoğu için bu dayanışma gerçekten önemlir'r. Şı; veya bu ncdenic gruplarından d/rılmak zorunda k >lan gençlerinbüyük bir ;;i.veıısi/lik duyduğu ve o döneme kadar kontrol altında tuttukları çeşitli savunmaların birden çöktüğü çok görülmektedir.

"örneğin 1 Mayıs İstanbul olaylarını izleyen günlerde gru ılardan kopup tek başı­na kalan birçok öğrencide, gerçek psikoz tabloları ortaya çıkmıştır.

"Gene pek çok "ortadaki" öğrencinin haksız yere geldikleri dayanaklardan veya yanlarında patlayan bir bombadan sonra, yakınlık duydukları kampta daha büyük gü­ven buldukları için, mekanik şekilde bu kamplarda yer aldıkları da çok görülmekte­dir.

"Kısacası gruplar, bütün tehlikesine rağmen gençlerin dayanma gereksinimlerini karşılamakta, onlara güven ve dayanışma sağlamaktadır"(65). Görülüyorki, ülkemizde gençlik olayları,"sosyal psikolojik" açıdan sağ-sol ideolojik kamplara bölünrre ve bu­nun da temelinde eğitim sistemimize yönelik aksaklıkların bulunduğu tarzında yo­rumlanmaktadır. Ayrıca sosyo-ekonomik yapı farklılaşmasın.n bu oluşumu etkilemede önemli rol oynadığı bizzat araştırmacılar tarafından şu şekilde vurgulan­maktadır: "özellikle, sosyo-ekonomik bakımdan büyük eşitsizliğin varolduğu toplumlarda ve ülkeyi yönetenlerin güven verici olmakta yetersiz kaldığı dönemlerde ideoloji sorunu gençler için daha büyük önem kazanacak ve gençler yapıyı değiştirr 1e

Page 265: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

veya bir değişime karşı direnme sorumluluğunu daha çok kendilerinde görecekler­dir".

Gençliğe yüklenen bu "misyon", aslında/Parsons ve Weber örneklerinde görüldü­ğü üzere, gençliğin toplumun duyarlı bir ınsuru olması ve bu sebeple toplumda orta­ya çıkan çelişkilerin gençlikte yansımasının bir neticesidir. Türk gençliği üzerinde psiko-sosyolojik açıdan yapılan araştırmaların son derece sınırlı bulunması, umumi­yetle bu hususlarda daha kesin yargılarda bulunmamı/ı engellemektedir. Ancak, du alanda bir elin parmakları kadar az sayıda yapılmış araştırmalarınortaya koyduğu ve­riler değe lendirildiğinde, ülkemizde bir gençlik bunalımı, şahsiyet yarılması ca "ne­gatif kimlik" dediğimiz temel meselelerle karşı karşıya bulunduğumuz bir gerçektir. A. Ekşi"nitı 1613 üniversite öğrencisi üzerinde yürüttüğü söz konusu incelemesi bize göstermektedir ki, gençlerde "dini duygular önemli ölçüde zayıflamaktadır".Bunun gibi, 1508 öğrneci üzerinde gerçekleştirilen (karşı cinsle ilişkide bulunan gençlerin yaş •dağılımını gösteren veriler) toplumumuz için önemli uyarılar olmalıdır.Söz konu­su araştırmalar sonucuna göre, "cinsel ilişki denemesi olan kı/ ve erkeklerin oranı 17 yaşındakilerde sıfır iken, 18 yaşındakilerde % 11, 19 yaşında % 21, 20 yaşında % 30, 21 yaşında % 45, 22'sinde % 43, 23 yaşında % 61, 24 yaşında % 56, 25 yaşın­da % 69, 26 ve yukarı yaşlarda % 73'tür. Bu rakamlar, gençler .ırkında yaş durumu ilerledikçe, evlilik dışı ilişkilerde de bir artış olduğunu bi/e göstermektedir. Bunun gibi, gen .lerin evlilik öncesi cinsi ilişkilere kan ; tutumları ve l>ıı tutumları etkileyen unsurlar da araştırma konır■; y.ıpmıştır. "Kız ve erkeklerin evlilik-öncesi cinsi ilişkide bulunmasını nasıl karşılarsınız" sorusuna, kızların 36'sı bunu erkeklerde normal karşıladığını, erkeklerin % 44'ü için ise bu gereklidir. Oysa buna kesinlikle karşı çıkan kızların oranı % 5, erkeklerin ise % 8 dir. Ayni şekilde, bir kızın evlilik önce­si davranışa cinsel ilişkide bulunmasına kı/ ve erkeklerin verdiği cevaplar da ilgi çeki­cidir. Burada kızların kendileri de % 48.7 oranında "bir kı/ın evlilik öncesi cinsel iliş­kide hıılıını.iM gibi bir davranışa kesinlikle karşı çıkmaktadırlar.

Evlilik dışı cinsi ilişkiler, toplumumuzun gençlik kesiminde önemli bir proiılem alanını teşkil etmekledir. Aile bağlarını ve yasak cinsi İIİşkİ (insect taboo) kavramını geniş ölçüde etkileyen bu «elimeler temelde aile miiessesesinin bir buıulım i<,ıne itil­diğini de ortaya koymaktadır

Gençlik bunalımlarının kökeninde kuşkusuz aile ve toplum sistemi yatmaktadır. Ailede görev bozuklukları (fonksiyonel) büyük ölçüde toplumu da etkilemektedir. Esasta, aile ve okul gibi sosyal kurumlarda çocuğun temel şahsiyet standartlarıyla yetişmemesi bunalımları arttırmaktadır. Bu sebeple, Türkiye'de nesiller-arası bir gençlik bunalımı söz konusu olduğu muhakkaktır.

G E N Ç L İK P R O T E S T O L A R I V E S O S Y A L B U N A L IM

Öncelikle, Türk entelijansiyası, yetiştiği sosyal çevre, kültür ve değerler sistemiy­le sosyal bunalımları yönlendirmede etkin rol oynamaktadır. Batı norm ve değerleriy­le beslenen bu elitistler, her şeyden önce, kendi toplumuna ait kültür ve inanç sistem­lerine yabancılaştıkları için, bir katalizatör olarak Batıdan aktardıkları yeniliklerin milli kiıltıir standartlarıyla ne ölçüde uyum sağlayıp sağlayamadığı hususunda köklü hir düşünceye sahip değildirler. Bu yü/den, Türk eleştıslicrı-bazı gclUnıeku olan ülke­le örneğinde görüldüğü gibi- kendine dönüş yaparak milli bir modeli yeniden canlan- dıma (revitalizm) sürecini başlatmada henüz belirli standartlara ulaşmış sayılamaz. Türk aydını üzerinde geniş tecrübesi bulunan Phillips Schavvart: "1933 yılında yapılan üniversite reformu neden dolayı başarısız geçti" adlı 1968 yılında yayınlanan bir ma- kalesinde(6 6 ) önemli sosyolojik ipuçları ortaya koymaktadır. Bu yazısında Schwartz şu görüşleri ileri sürüyordu:

"1 8 sene, Türk milletinin her tabakasıyla yaptığım sıkı temaslardan edindiğim in­tibalar neticesinde, üniversite reformunun muvaffakıyetsizliğindc iki mühim ve Türk 262

Page 266: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

tarihiyle izah edilebilen âmilin en büyük rolü oynadığını sanıyorum."Biri, Türk münevverlerinin bir çoğunda derin kökleri olan K İFA Y E T S İZ L İK

hissidir. İkncisi de, gerek münevverlerde, gerekse halkın birçok unsurlarında Türk mil­letinin mukadderatını idare edenlere karış mevcut olan İT İM A TSIZL IK T IR .

"Önce kifayetsizlik hissini ele alalım. Bu, ilk görünüşte kolaylıkla tesbit edile­mez. Hatta üniversitenin kaderini ele almış şal siyetlerin bazıları kendilerni çok üstün görmektedirler. Fakat hakikati biraz araştırırsak, kifayetsizlik hissinin hayret edilecek ifadeleriyle karşılaşırız. Kaç defa Türk arkadaşlarımdan şu tarzda hitaplara maruz kaldım: "Siz Türkiyeyi tanımıyorsunuz. Burada hiçbir şey yapılmaz".

•'Ekseriyetle raslanan sathi bedbinlik, haksız tenkit iptilâsı, hakikatlerin ve hâdi­selerin yanlış bir zaviyeden takdimi, daima haklı çıkmak hırsı, böbürlenmek, alâyişe düşkünlük, toleranstan mahrumiyet, başkalarına nisbetle daha iyi olmak iddiası, görünüşü kurtarma arzusu, bütün bu gibi vasıfların neticeleri günlük hayatta bile çok derin tesirler yapmaktadır. Eğer idareciler sınıfı arasında menfi bir istifa (seleksiyon) cereyan ediyorsa, bunun sebepleri de bu ruhi amillerde aranmalıdır.

"Yukarıda zikrettiğimiz ikinci sebep, yani itimatsızlık unsuru da bu birinci se beple çok yakından alâkalıdır. Bütün bu sebepler neticesinde münevverlerin çoğu kendi şahsi kaderlerini milletinden ayırmakta haklı olduklarını zannetmektedirler. Vatanları için ölmeyi göze alanların çoğunda vatan için yaşamak arzusu çok gevşek­tir. Bundan dolayıdır ki, hayat mücadelesinde hile, kanundan daha büyük lıir itih.ua sahiptir. Kurna/lık, ilim ve sanat bakımından yaratıcı dehadan daha yüksek bir kıy­met taşımaktadır. Üniversitelerde mevcut olan mevkiler, birçoklarınca lıjy.ıt gayesi olarak t c l â k ı M edilmemektedir. Bilâkis, ancak hariçteki şahsi ve maddi işler için bir temel olarak kullanılmaktadır".

Türk üniversitelerinde uzun süre hizmet gören Prof. Ph. Schwartz, üniversite re­formunun başarısızlığı gibi önemli bir yenileşme hareketini Türk tarihinin gelişimiyle ilgili görmekte, bunu da Türk aydınında gözlediği kifayetsizlik ve itimatsızlık gibi iki psikolojik kategoriye (şahsiyet faktörüne) bağlamaktadır.

Elitistlerin, üst-yöneticilerin böbürlenme, gösterişe düşkünlük, görünüşü kurtar­ma, hoşgörürlükten yoksunluk gibi göze çarpan davranış t.ır/ları, olumsuz bir seleksi- yonun bu tabaka arasında yaygınlık kazandığım göstermektedir. Bunun gibi, aydınla­rın nayat kavgasında hile, kurnazlık riyâ ve ben/eri aııli-snsyal davranışları ilmi yaratıcılıktan üstiin tutmaları, Tiirk toplumunda önemli şahsiyet bunalımlarının gös­tergeleri olarak zikredilebilinir. Bu duruma 12 Eylül’e gelinceye kadar devletemizi ve milli bölücü ve mezhepçi şartlandırmalar karşısında yönetici elitin, ülke kaderin sa­vunmada en ufak bir cesaret normunu canlandırmasıyla da bir kere daha belirlenmiş bulunmaktadır.

Türk entelijansiyasında gözlenen bu ahlâki bunalımların sebepleri aslında, Schvvartz'ın da belirttiği gibi, tarihi gelişimimiz, sosyal yapı unsurları ve inanç sistem­leriyle açıklanması gereken bir takım sosyal ipuçlarını da ortaya koymaktır. Yönetici elitlerin; umumiyetle yabancı okullarda yetişmiş olmaları, halktan kopuk bir hayat tarzı yaşamaları, milli kültür ve değerler sistemi yerine Batı norm ve yeniliklerine açık bir zihniyetle şartlandırılmış olmaları, dayanışma gücü zayıf ve hemen her kaııba uyabilecek nitelikte kişiliği yansıtan kadroyu işbayına getirmiştir. Elitis kadroda gözlediğimiz bu bunalım, aslında sosyal yapının bir yansıması olması sebebiyledir ki- 1968'lerde Doğu ve Batı dünyasını saran gençlik ve üniversite olayljımı bu ülkeler yara almadan atlatırken, on y ıllık bir süre içinde, ülkemizin ıro lııp <>l i ı . m ı . ı " <. izci­sine getirilmiş olması düşündürücüdür.Terör ve anarşiyle mücadelenin <,ö/üm yo lu

aslında bu noktalarda düğümlenmektedirTürk toplumundakı bu şahsiyet yarılmasının temelinde, entelijansiyanın milli

değerlere karşı yabancılaşmış olması, eğitimin milli hedeflerden uzaklaşmış bulun­ması gibi bir takım psiko-sosyolojik etkenler söz konusu olabilir. Öyleki, 1961'lerde Ankara :iniversitesine mensup Siyasal Bileiler ve Hukuk Fakültesi ile Orta Doğu Tek­

Page 267: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

nik Üniversitesi idari ilimler fakültesi ve iki ayrı kuruluş üzerinde yapılan bir incele­mede "öğrencilerin serbest zaman faaliyetleri" değerlendirilmiştir. Araştırma verile- rie göre, "dini inançlarına körü körüne bağlı olan öğrenci nisbeti örneğe dahil olan grjplara nisbetle dörtte bir ile onda bir arasında de~.işmektedir"(67) denilmekte; ayrıca "ibadeti bir alışkanlık haline getirenler" ile "ona karşı kesin ni.ır.ık cephe alan­lar ise aşırı gruplar" olarak ifade edilmektedir. Bu incelemede araşl'i macı, ^örıildüğii üzere, "dini inanç sistemlerini alışkanlık haline getirenlerle yani dindarlık surecini be­nimseyenlerle, tersine dindarlaşmayı reddedenler (ateist) arasında bir sosyal dikotami oluştrmaktadır. Araştırmada dikkat çekici bir nokta da, "dini alışkanlık" haline ge­tirenlerin dörtte bir oranında bulunmasıdır ki, bu da bize materyalist değer sistemleri­nin öğrenciler arasında güçlü bir ideoloji haline geldiğini göstermektedir.

Sosyal araştırma alanında sık sık raslanılan bilim adamlarının "self-imaj" ı, bize ayni zamanda onların sosyal eğilimleri vc- kognisyonları hakkında bir takım ip uçları­mı da vermektedir. Bıı da, en az araştırma verileri kadar üzerinde düşünülmeye değer, Nitekim, Mr başka ini riicde, "yiil.sek ölçüde dini yüncüm ya da dindarlık, lürki- yale- kuvvetli bir »t-riçılik kembolii ol,.rak gösterilmekte, bııııa karşıl k "modernleş­me'" süreci de karşıt tez ol ırak kabul edilmektedir"(6 8 ). Böylece ya/ar, "din" ile "modernleşme" kavramı arasında bir zıtlaşma olduğu kanaatındadir. Araşiırma- cıya göıe, arttıkça dindarlaşma seviyesi de düşecektir. Burada önemli yanılgı, mo­dernleşmenin niçin dindarlaşma sürecinin karşıtı olduğu hususudur. Kuşkusuz bu hu­susta, 7'irk aydının yabancılaşmış değer yargılarının etkisini unutmamak gerekir.

Genellikle Batılı araştırmacıların geri kalmış veya kendi ülke şartları için uygu­ladıkları bu tür dikotamik modellerin aynen kendi ülkemiz için de geçerli olabileceği­ni iddia etmek safdillik olur. Nitekim, bazı Batılı aydınların modernleşme sürecinin karşıtı olarak kullanılmasının itici gücü olabileceğini yine Batılı uzmanlar ileri sürmek­tedirler. örnek olarak, Mc Clelland bunlardan biridir. Ona göre, bir ülkede "başarıya gösterilen ilgiler toplumun milli özelliklerinde yaşar. Bunlar halk hikâyeleri, vazo motifleri, bir kültürde sembollerin ortaya çıkış sıklığı olarak kodlanabilir. Kültürel alanda halkın istediği evleri yaratmakla başarılı olan sanatçılar, kültürel normları yan­s ıtab ilir"^ )...

Mc Clelland'a göre, "geleceğin toplum biliminde, bir ülkenin gelişmesi sadece ser­maye oluşumunun hızı gibi ekonomik değişkenler içinde anlaşılmamalı, fakat aynı zamanda (görünüşte artan sermaye üretimini de etkileyen) başarı düzeyleri içinde an­laşılmalıdır. Ne ekonomik ne de psikolojik değişkenler kendi başlarına yeterli değil­dir... Vatanseverlik ideolojisi bir milli özelliktir."

Bu sebeple, "kurumsal olarak, temeli dindarlık olan (dinsel ideoloji) bu şekilde bir hayat görüşü; modern yaşayışla çelişki içindedir"(70), yargısı ilmi gerçeklere ters düşmektedir. Bazı Türk aydınlarında gözlediğimiz dini değerlere olan bu tür marazi (patalojik) tutumun bir örneğin de benzeri saha araştırmasında raslamak müm­kündür. Nitekim, aşağıdaki ifadeler bu hazin tabloyu sergilemektedir:

"Türkiye'de din, gelişmemiş, farklılaşmamış, geniş aile, aşiret düzeyinin yaygın bulunduğu, toprak dağılımınih adaletsiz oluşu sonucu toplumun kapalı pazar ekono­misine yarı-feodal ilişkilerin egemen olduğu ve bu nedenlerle geleneksel kaderci bir kültüre sahip bölgelerle, sömürü düzeninden yarar gören yerli egemen zümrelerin sta­tükoyu muhafaza etmek amacıyla topluma yutturdukları bir afyondur"(71).

ülkemizde, dini yapı" üzerinde yürütülen bir araştırmada dini normları, böyle-sine alçaltıcı yargılarla -MARKS'ta görüldüğü üzere tezyif eden bir zihmiyetin olaylar karşısında objektif olabileceği beklenemez.

Kısacası, dini tutumlara sahip olanları muhafazakâr, dini tutumlar yerine dünyevi değerlere bağlı olanları ise modern telâkki etme eğilimi, ne yazık ki, Türk aydınları arasında umumiyetle yaygın bir durumu ortaya koyar. Başlangıçtanberi üzerinde dur­duğumuz bu "negatif kimlik", aslında toplum yapımız ve tarihi gelişimimizle bağlan­tılıdır. Bazı aydıı ımızın dini sistemlerin, böylesine sosyal hayattaki rolünü inkâr ede­

Page 268: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

rek, onu sürekli olarak "dogmatik kalıplar" içinde değerlendirilmeleri, Max Weber'in 'Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu adlı eserinde üzerinde önemle durduğu din gibi h.ıyati bir sosyal müesseseııin etkinliğinden toplumumuzun yoksun bırakılmasın­da bunun da giderek bir "negatif kimlik" bunalımlarına yol açacağı şüphesizdir Ayni Şekilde, hangi alanda olursa olsun topluma düzen verme gücünü, zamanla yitirdiğini, üstelik politikaya alet olduğunu olaylar kanıtlamış bulunuyor"(72) tarzındaki yargı­larda bu açıdan üzüntü ile gözlenebilecek sübjektif ifadelerdir. Hatta, aynı bilim ada­mının bir yazara atfen iktisab' ettiği şu cümlesi, bir "dini seminçrde "dine kıışı gi­rişilen cüretkâr saldırıların boyutlarını göstermesi bakımından kayde değer:

"...Sosyolojinin ortaya koyduğu bir kanundur ki, dini akide ve kanunlar, insa­niyetle müsbet zihniyet ve ilmi kanaatların ilerleyişi ile kakusen mütenasip olarak gi­der. Berikiler ilerledikçe din geriler. Din ilerledikçe bilim geriler".Bugün Batı ülkele­rinde böyle bir orantının geçerliliğini kabul edebilecek kaç akıllı kişi ortaya çıka­bilir. Din, komünizmi afyon telâkki eden ülkelerde bile yıkılamamıştır. Polonya bu­nun tipik bir örneğini teşkil edebilir. Daniel Bell: "inançlarımızda yıkılma eğiliminin her şeyden önce teknik ilerleme ve rasyonel planlama ile alakalı olarak ortaya çıkan aşırı faikleşme neticesi ' olarak açıklamakla beraber, bunu "modernleşme- din­darlaşma" zıtlaşması biçiminde görkemten ziyade teknolojinin nasıl manevi değerle­rimizi tahrip ettiği tarzında karşılamanın daha doğru olacağına işaret etmiştir.Bu se­beple, Batıda teknoloji ve onun ürünü olan modernleşme sürecinin getirdiği çeliş­kileri gidermede bir takım dini yan grupların devreye girdikleri de bilinen bir ger­çektir. Sosyologlar tarafından Yeni dini hareketler olarak belirlenen bu gelişmelerin tipik örnekleri: Yoga, Krishna Hare, Karizmatik hareketler, çeşitli Doğu mistik hare­ketleri Zen, Swami, Allah'ın çocukları (COG), Hristiyan Müritleri, Saltanism, Hris- tiyan Dünyaları, Hürriyet Cephesi Tongue-Speakterler, Mooni'ler, Cennetin melekleri ve benzeri yönelim biçimleridir. G.Gallup'un yapmış olduğu bir araştırma "Amerika­nın büyük din çeşitlerini kapsayan derin bir dini canlanma içinde bulunduğunu" ortaya koymuştur (74). Ona göre, bugün Amerikada 5 milyon Yoga, 3 milyon Karizmatik hareket, 3 milyon mistik akım taraftarları ve 2 milyon kadar da Doğu dinlerine mensup kimselere Taslamaktayız. Böylece Birleşik Devletlerde Yeni Dini Hareket taraftarlarının sayılarının bugün 15 milyon civarında olduğu tahmin edilmek­tedir. Bu ülkede yeni dini akımlara katılanların önemli bir kısmı aynı zamanda, üyelik durumlarından önce ruhi bunalımlar içinde olup daha sonraları "İlâhi Işık Misyonu" sayesinde iyileştiklerini ifade etmişlerdir. 1979 yılında yapılan bir araştırmada bu akıma mensup bulunanların % 97'si "yeni dine" katılmadan önce, yüksek dozda uyuşturucu kullandıklarını açıklamışlardır (75). Ayni şekilde 1974'te yapılan bir araştırmada ise üyelerin gruba katıldıktan sonra, ilâç, sigara ve alkol kullanmayı terkettikleri (x), çevrelerindeki kimselerle daha yakın ilişkiler kurmayı başardıkları görülmüştür (76).

İsveç gibi, Batının son derece gelişmiş ülkelerinde bile, yapılan araştırmalar gös­termiştir ki, öğrencilerin °/o 18.8'i "dini inançlarının kuvvetli olduğunu"; % 29.6'sı "dini gerekleri yerine getirmez ama Allah'a ve kitaba inançları kuvvetli", % 36.3'ü ise "bir yaratıcı güce inandıklarını ancak olayları akılcı bir yoldan yorumladıklarını" ifade etmişlerdir(77). Bu araştırma sonuçlarına göre "hiçbir dini inançları olmayan­lar" ise % 15.3'tür. Oysa İstanbul Mediko Sosyal Merkezinin söz konusu 1613 öğren­ci üzerinde yapmış olduğu araştırma sonuçlarına göre ise üniversiteli gençlerin

(x) "rlkemizde son günlerde "biranın alkollü içkiler" katagorisinden olup-olmadığı tartışmalarında ilgili bira firmalarının gazetelere vermiş oldukları çarşaf çarşaf ilânlarda, Atatürk'çü ideolojiyi, felsefe ve fikir sistemi seviyesinden indirerek, şahsi çıkarları için bir araç olarak kullanmaları ve bu amaçla dini çevrelere yakışıksız if­tiralarda bulunmaları, Toplumumuzun ne tür çapraz akımlarla karşı karşıya bulun­duğunu gösteren hazin bir tabloyu sergilemektedir.

Page 269: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

% 15.3'ünün "hiçbir dini inancı olmadığı" ortaya çıkmıştır. Bu neticeye göre, şimdi hiçbir mantık sahibi bir kimse "Türkiyenin İsveçten daha ziyade modenleştiği tezini ileri süremez.

Kısacası, aydınlar ve üst-entelijansiyada rasladığımız materyalist felsefi düşün­celer, elbette üniversite sıralarındaki gençlerimizin "negatif kimlik" kazanmaların­da büyük etken olmuştur. Terör ve anarşiye katılan aşırı fanatik sol grupların idam sehpasında dini liderleri reddetmeleri bu yaratılan manevi boşluğun bir ürünüdür. Türk toplumunda, 19. yüzyılın başlarındanberi gerek okullaşma gerekse kültür ve düşünce hayatında -Batıyı yanlış değerlendirmek suretiyle- esinlenen bir maddi hayat tarzı, cemiyetimizi ayakta tutacak olan dini sütunları çökertmiş ve büyük ölçüde genç nesillerde manevi bir boşluk yaratmıştır. 12 Eylül öncesi, toplumunıuzıın içine sürüklendiği bu kaosta, "Batıda" olduğu gibi, dini sistemi aşırı bir ferdileşme (sekü- lari/asyon) sürecine maruz bırakmanın biiyük fakat kalıtı etkisi olduğu unutulmamalıdır bini hayatta yaratılan bu boşlukı.ıı, M,ıx VVebcr'in yerinde teşhisiyle'teknoloji ve ilmin ilerlemesiyle insan, biiyiik ruh ve cinlc-rdeki manevi güçlere inanmayı bırak mış, netice olarak peygamberlerce duygusunu, her şeyden önce,mukaddes inancını kaybetmiştir". Ancak,Batı bu boşlukları "meliorist" (iyileştirici) bir takım kültiir kodlarını devreye sokmak suretiyle takviye etmeye çalışmaktadır. I.ondrada sabah evinden çıkıp akşam dönen bir Yahudi kapısın çaldığı tokmağı öperek evine gi­rer. Böylece kendisine iş ve kıymet veren yüce Allah'ına sağ ve selâmetle yuvasına dönme imkânı sağladığı için şükiir borcu ifâ etmiş olur. Amerikânır bir kentinde Nebraska'da bu imkânı sağlayan firma kurucusuna ve Tanrıya -karınları burada doy-- duğuma, şirket, fabrika ve çeşitli işyerlerine alınacak memur ve yöneticilerin mane­vi bir eğitimden geçirildiktensonra görevlerine dönmeleri ve çalıştıklarıyeri kutsal kuruluşlar olarak benimsemeleri Japon iş ahlâkının hareket noktasını teşkil eder.Bu örnekler dilendiği kadar uzatılabilinir. Oysa, kendi toplumumuzun iş hayatını ayakta tutacak manevi temeller bugün bazı kasaba ve köylerde-lonca ahlâkının tarihi kalıntıları olarak- mevcutken, büyük kentler dini ve ahlâki değerlerden önem­li ölçüde soyutlanmış, hatta aşırı derecede liberalleşmiştir. Yakın hayatımızda ve günümüzde zeytin yağlarına parafin karıştıran Gomel olayı, teneke kralı diye bili­nen Şelefyan hâdisesi, ihraç mallarımızda akla hayale gelmeyen hile ve dalavereler, fındığı fasulye göstererek dış ülkelere nakletme, gıda maddelerine çoğu kez insan hayatını tehlikeye sokacak yabancı maddeler karıştırıra, ve nihayet yetkili iş adamı­mız Vehbi Koç'un da belirttiği üzere:

"... 1974 başından itibaren bozulan ekonomimiz 1980 başında bugünkü hale gel­miştir.Faturasız mal alıp satmayı, döviz kaçırmayı, karaborsa yapmayı, gelir vergileri dahil her türlü vergileri kaçırmayı, rüşvet vermeyi, herkes normal karşılamaya başla­mıştır".

Farzındaki bu yargılar iş ahlâkımızın ne kadar çürüdüğünü ve ahlâk dışı kaldığını göstermesi bakımından üzerinde hassasiyetledurulması «erc'cen bir husustur. Ünlü Fransız sosyologu Elime Durkheim, meslek gruplarının zamanla ilerleyen ekonomik ve teknolojik gelişmeye ayak uyduramayarak soysuzlaşmalarını, çoğu çevrelerce bu teşkilâtın görevini tamamlamadığı, bir işe yaramadığından ötürü deği, zama­nın şartlarına göre islâh edilmemesine bağlamaktadır. Oysa, Durkheim'e göre, meslek ahlâkından yoksun bugünkü iktisat dünyasında meslek gruplarına ihtiyaç vardır. İktisadi çıkarların başıboş kayıtsjz oluşunu çoğu kez umumi ahlâkın düşnüklüğü takip ettiği görülmektedir. Çü.'kL, fabrikatör, tüccar,amele,müstahdem,mesleğini yürüttüğü sürece, kendinin üstünce egoizme dizgin vuracak hiçbir kuvvet görmüyor.O hiçbir ahlâk disiplinine bağlı değiiJir, dolayısıyla bu neviden bir disiplin tanımı yor" (78).

Bu örnekler, bir iş ve meslek ahlâkının iktisadi ha>atımız için ne kadar gerekli olduğunu ortaya koyması bakımından üzerinde önemle durulması gerekçi’ ’ıayati bir noktadır.Herkesin herkesi sömürdüeü.denetimden voksun ahlâk dışı bir li ;ari ve 266

Page 270: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

iktisadi hayat giderek toplumumuzda belirgin sınıf farklılaşmaların., \el>c|i olum-, I>|ı yanda günde milyonlar kazanan tabakalar ile öte vand.ı «iinlı.k n.ılık imim İnli irmın etmekte güçlük çeken vatandaşların oluşturduğu dramatik hiı tanln I.! I >İni mm si ülkemizin içine sürüklendiği olayların düğüm noktasını teşkil * i i t ş |ii !•. Iı.ır,ı f ımı/m,-Dwkheim'in deyimiyle, çerçeveden kopmuş olması, < -ııı lııtaıı manevi y.ıpı v<ı parçalamış bulunması "anomi" denilen kurallar bozulmasına yol açmakladıı kı bu da yakın geçmişimizde sosyal şiddet olaylarının "dö l" vataüını. birçok /aıaılı yaratıkların ürediği-bataklıkları oluşturmuştur.

Ülkemizde ilâç alışkanlıkları, alkolizm gibi davranış biçimleri de toplum norrfl- laından sapmaların nirengi noktalarını teşkil eder. Nitekim, nüfusuzumuz 1959'dan 1962'ye kadar % 49 oranında artarken, buna karşılık alkollü içkiler tüketimi, ayni sü­re içinde % 80 oranında artmıştır. Nüfus artışını gözönüne alırsak kişi başına düşen alkol miktarının 1939'da 1.11 litre, 1950'de 1.30 litre, 1962'de ise 3 litre olduğunu görüyoruz.

Dünya standartlarına göre alkole başlama yaşı 13-14, ülkemizde bu oran dünya standartlarının üstünde olup, 19-23 yaşları arasındadır. Genellikle, kadınlardaki alkol 'ma miktarı, erkeklerden daha azdır. Bu oran ABD'de 1/6, İskandinav ülkelerinde

1 /23, İngilterede 1 /8 , Türkiyede ise 1/15 dir(79).Bunun gibi kaçak afyon miktarı da yaklaşık olarak 50 ton civarında olduğu

bilinmektedir(80). Keza, Emniyet Genel Müdürlüğünün uyuşturucu madde bültenine göre afyon kaçakçıları ve tutuklananların oranında da(1966-1968) yıllara göre artış kaydedilmiştir.

Tablo: 20) Afyon kaçakçılarından tutuklanan ve yakalananlar

Yıl Tutuklananların Yakalananlarınsayısı sayısı

1966 1217 19941967 1316 21481968 1503 2470

1968 yılında tutuklanan vak'aların satıcı, üretici ve içici olarak dökümleri deönemli bir artış göstermektedir. Bu husus da aşağıdaki tabloda sergilenmiştir.

Tablo: 21) Tutuklananların türleri

Ele geçen İşçi Satıcı Üretici Toplam

Esrar 1227 185 1412Afyon 29 51 80Morfin - 1 1 1 1

Eroin — — —

Kokain - - -

Toplam 1256 247 1503

Tesbitlere göre, suçluların yaş dağılımı da içaçıcı değildir. Genellikle, 15-40grupları arasındaki suçlular dağılımı (Tablo:22) de ele alınmıştır.:

Page 271: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Yaş grubu İçicilerin sayısı15-1516-20 21-25 26-30 31-35 36-40 41-45 46-50 51-65 65 +

17282457425316244185

7368

7

Toplam 2074

Böylece, % 60'ı (15-40) yaş grupları arasında yoğunlaştığı tesbit edilmiştir. Son yıllarda bu oranın daha da arttığı bilinmektedir. 1973 ve 1975 verilerine gö­re uyuşturucu madde kullananların % 26'sı işsiz ve serseri % 24'ü işçi, % 23'ü ser­best meslek sahibi olduğu tesbit edilmiştir (81). Bu veriler, milletler arası araştır­maların sonuçlarımla büyük ölçüde benzerlik arzetmektedir. Öyleki, Şikago'nun dokuz alt-toplumunda yapılan araştırma sonuçlarına göre ilaç alışkanlıklarım yük­sek oranla belirleyen alanlar aşağı sosyo-ekonomik sahalar ilo en büyük şehir alan­larıdır. Bu gibi yerler, aşağı seviyede aile grupları, yüksek nüfus hareketliliği, yüksek suç oranı ve yüksek sosyal problemler alanı olarak karakterize edilirler(82). Azınlık­lar arasında bu oran daha da yüksektir.

Batıda yapılan araştırmalara göre, Marihuana(haşhaş) veya eroin kullanma daha ziyade 15 veya 16 yaşları arasında olmasına rağmen, ülkemizde bu oran % 56 civarın­dadır. Genellikle, ilâç kullanmanın yüksek oranda oldukları sahalar, cinayetin, fahi­şeliğin, gayri meşru ilişkilerin, çocuk ölüm oranlarının, tüberkülozun, aile anlaşmaz- tıkarının hâkim olduğıj bölgelerdir. Ülkemizde de durum bundan farklı değildir. Nite­kim, son yıllarda yaşlan genel olarak 18-35 arasında olan, ekonomik, sosyal ve kültü­rel seviyesi düşük ve yüksek gençler arasında esrar kullanımının gittikçe yayıldığı bi- linmektcdiı

Esrar kullananlarda ortak psikolojik özellik olarak yaşadıkları çevreden kaçma eğilimi; değişin sosyal ve ekonomik şartlar içinde özerklik ve sorumluluk sınırıriı çiz­mek gibi etkenler söz konusudur. Aile ve çevre onlara mutlu olı.ıamn yollarını göster­miştir. Boşa .zaman geçirme, eğlence, değişiklik ve yenilik arama, karşı cinsle kolay ilişki kurma vb. nedenlerle içiciler, çevrelerinden kolayca sağladıkları esrara kavuş­muşlardır. Hepsinin dünya görüşünü, asi gençlerden hipilere kadar, her türlü sosyal değer yargılarına başkaldıran moda akımlar etkilemiştir. İstanbul'da özellikle Üs­küdar, Kumkapı, Samatya, Kabataş Sultanahmet Tophane, Eyüp gibi semtlerde gençler kolayca sağlayarak gruplar halinde esrar partileri yapmaktadırlar. Ayni şekilde başta Ankara olmak üzere İzmir, Adana, Eskişehir vb. büyük şehirlerin gö- 7 inde bulunan semtlerinde de esrarı kolayca sağlayan ve esrar kullanmak için bir r iya gelen gençlik grupları vardır. Böylece toplumumuzda belirli sosyo-ekonomik

çevrelerde yaşayan bir esrar alt kültürü teşekkül etmektedir. Köknel'e göre, LSD' y 4-5 yıl öncesine kadar Türkiye’dekullanan olmadığı halde, son yıllarda, ö/ellikle büy;k şehirlerde oturan, sosyo ekonomik seviyesi yüksek gençler arasında kulla­nanlar görülmüştür.

Erzurum, narkotik bürodan elde edilen bilgilere göre, uyuşturucu kullananların üst sınıfa mensup olanlardan ziyade alt sınıf kökenli oldukları tesbit edilmiştir. Bu ilde, narkotik suçu işleyenlerin daha ziyade 26-40 yaşları arasında bulundukları 268

Page 272: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

kaydedilmiştir. 22.6.1981 'de faaliyete geçen büro kayıtlarına ■göre, o tarihten bugüne kadar 18 adet uyuşturucu madde olayına el konulmuş ve bu operasyonlarda (20.259) kg. esrar maddesi ele geçirilmiş ve 32 sanık yakalanmıştır. Uyuşturucu madde kul- laanların hemen hepsinin problemli ailelerden geldikeleri verilen bilgilerden anlaşıl­maktadır.

Milletlerarası ve Türk narkotik uzmanlarına göre, en geniş sınırlar içinde Türkiye' den kaçırılan afyon miktarı yaklaşık 50 ton civarındadır. Bu miktar Amerika Birleşik Devletlerde kullanılan afyonun yaklaşık % 10'nu teşkil eder.

Türk toplumunda, değer yargıları üzerinde geliştirilen araştırmalar, gençlik ka­tında önemli bunalımlara işaret etmektedir. Özellikle 1970'lerden sonra köy ve şehir- leıde milii karakter veya sosyal değer yargıları (ktereotiplcr) istikametinde gelişti­rilen araştırmalarda: Dindarlık, toprağa bağlılık, mertlik ve yiğitlik gibi Türk toplu­nunum tarihilik niteliğini oluşturan kavramlar "modası geçmiş değerler" katego­risi içine ithal edilmiştir(83).Bunun yerini geçerliğini koruyan kalıpla; olarak, "tahsil- bilgi, ferdi özgürlük, maddiyat ve seksi değerler" gibi bir seri Batı tipi norm- ; lar almıştır. Öyleki, ankete katılan öğrencilerin % 59'unun, "yurtseverlik ve mil­liyetçilik adına yapılan birçok şeyin ya yarardan çok zarar getirdiğine, veya bu . hususta henüz bir karar vermediklerine tanık olmaktayız"

Zikredilen bütün bu örnekler, Türk kültür kodlarını belirleyen niş noktalarının zamanla ne denli aşındığını açıkça ortaya koymaktadır. Ülkemizi yakın tarihlere ka- Jar kasıp kavuran sosyal şiddet olaylarının, biiyiik ölçiide bu /ayıl dokudan etkilendiği muhakkaktır. Konvansiyonel sağın bu "doku"nun -kendi milli değerlerimize yabancı­laşma süreci- neticesi ortaya çıktığı ve sol tayfın karşısında yer aldığı bir gerçektir.

Konvansiyonel Yeni Sol veya orta sol zihniyetin iktisadi görüşlerine gelince, bu da "üçlü üretim biçimine" dayanmaktadır. Bunlar, sırasıyla kamu, özel ve halk sek­törü olarak bilinirler. Yeraltı ve yerüstü servetleri kamu sektörünün kontrolünde ola­caktır, ama eko;ıomid'. Iı.ık sektörü egemen sektördür. \eııi solun, adi •.•rçeıı "Fo- n m"daki temsilcisi konuyla ilj*ili "ölüşlerini şu şekilde açıklıyordu.

SOSYAL YAPI ŞİDDİiT III 1.1./O M NU f l k im ÜU MU?..."Savunduğumuz demokratik sol görüş, İskandinav sosyal demokrasisinden de

farklıdır. Bizim savunduğumuz görüş temelde, anti-emperyalist, anti-faşist, anti-kapi- taist bir sol harekettir. Türkiye geri bırakılmış bir ülkedir. Oysa gelişmiş Batı kapita­list ülkelerinde sol hareketler, kapitalist ekonomiye karşı ortaya çıkmıştır ve temelin­de kapitalist üretim biçimi hâkimdir. Oradaki sosyal demokrat hareketler genellikle devrimci değil, reformcu harektlerdir; sosyal siyasetler aracılığıylla çalışan sınıflar lehine daha fazla hak elde etmeye çalışırlar.

"Bizim sol görüşümüz, Türkiye'nin az gelişmişlik yapısından kaynaklanır; kapita­list üretim biçimi yerine başka bir üretim biçimi isteyen devrimci bir harekettir. Biz düzeni köklü olarak değiştirmek isteyen bir sol görüşü savunuyoruz"(84).

Konvansiyonel Yeni Solun iktisadi modelinin ana çizgileriyle özeti aynen böyle belirlenmektedir. Birçok noktalardan konvansiyonel yeni sol, Kemalist ideolojide.) kesin çizgilerle ayrılmaktadır. Bu da, "düzeni köklü olarak değiştirmek” ve kapi­talist üretim biçimi yerine "başka" bir üretim biçimine (İskandinav modeline) açık "devrimci” bir harekettir. Bu "başka" üretim biçiminin "devrimci" kimliği açık- lanmamakla beraber, "kamu-özel-halk sektörü olmak üzere öçlü bir üretim biçi­mine dayanmaktadır. B r Hur'imu ile konvansiyonel sol, belirli noktalarda, konvan siyonel sağla birleşmektedir. Çıinkü, konvansiyonel sağ da üçlü üretim biçimini *.t- vımnıakta, yalnız "halk" yerine th i!. t" kavramını kullanmaktadır.

Ayrıca, orta sol kanat, milliyetti sağın "sınıf" kasramr \erine "sosyal dilimler" kavramımı -sınıf gerçeğini reddettiği için- karşı çıkmaktadır. Orta sola öre: "Bugün Türkiyede artık kesin olarak bilinen bir sınıf gerçeği vardır. (Orta sol), şimdi tercihi­ni belirli bir saftan yana koymuş bir partidir. Bütün ■ -mıtlan. özellikle 40 milyonu

Page 273: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

kardeş yapmak ise mümkün değildir. Bir işçi ile işveren, topraksız köylüyle toprak ağası arasında çıkar farkları vardır. Bunlardan birinin yanında olmak zorundayız artık. Hem işçiden yana, hem de işverenden yana olan bir görüş temelinde sakattır, yanlıştır".

Konvansiyonel sol, ne Kemalist ideolojinin ne de milliyetçi sağın "mesleki taba- kaar" arası dayanışmacı modeline veya "sosyal dilimler" teorisine katılmamakta, da­ha ziyade Marksist-sosyalistlerin "sınıf" gerçeği ilkesinde birleşmektedirler(x). Oysa, hatırlanacağı üzere, Kemalist model, "Türkiye cumhuriyetini ayrı ayrı sınıflardan mürekkep değil, fakat ferdi ve sosyal hayat için işbölümü itibariyle muhtelif mesai er- baına ayrılmış bir topluluk telâkki etmektedir"(85). Bu bakımdan Kemalist ideoloji, Yeni Solun sınıf modelinden ziyade Yeni Sağla uyum sağlamaktadır.

Kemalist modelde karşılaştığımız mesleki tabakalaşma "sınıf çatışması" veya "sınıf" gerçeğine dayalı Marksist ideolojiye karşıtlığı, islâmi kültür kodu için de ge- çerlidir. İslam da sınıf çatışması ve sınıf gerçeğine karşıdır. Nitekim, Kur'an'ın bu hu­sustaki görüşleri kesindir.

"Yoksa onlar Rabbinin rahmetini mi paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların maişet yerini biz paylaştırdık. Birbirlerine iş görmeleri için kimini kimine dereceler­le üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onlarık biriktirdikleri şeylerden daha hayırlı­dır " ( 8 6 ).

Seyyid Kutub'a göre, Kur'an'ın bu ayeti: "Gelir dağılımındaki farkılığın her za­man, her şart ve her toplumda geçerli olduğunu" göstermektedir. Bunun da hikmeti şudur: "Birbirlerine iş gördürmek için", "birbirlerine iş yaptırmak için". Ve ancak böyle olunca hayat çarkı normal olarak seyrine devam eder. Hayat çarkında birisi öbürüne bağlı kalır. Meselâ işçi mühendise bağlıdır ve iş sahibinin işini görür. Mühen­dis ise iş sahibine bağlıdır. Ve hepsi yeryüzünde farklı kabiliyet ve kapasiteleriyle de­ğişik iş ve üretimleriyle farklı kazançlar elde ederek yeryüzünde hilafet vazifelerini ifa odcı K t .

Gorülüyor ki, İslâm düzeninde işveren, işçi ve her ikisi arasında çalışmayı dü­zenleyen "mühendis" sembolü altında ne işçi ne de iş vereni olmayan bir tabaka mev­cuttur. Bunlar, hep birlikte bir toplumda Kutub'un ifadesiyle, "hayatın gelişmesi için zaruri olan fitrı uyumu sağlar". O halde, Kur'an açıkça ve kesin bir tarzda sosyal sı­nıfların mesleki tabakalaşmasının varlığını kabul etmektedir. Ayni şekilde, "kiminin kimine derecelerle üstün kılınması" da Kutub'a göre, hayatın gelişimi için doğuştan uyumu sağlar. Bu sebeple, Kur'an çatışmayj değil, "uyum " a dayanan bir modeli yansıtır. Bunun gibi, İslâm, "sınıfsız toplum'' teorisine de karşıdır. Öyleki, Kutub'un ifadesine göre: "Şayet bütün insanlar bir nüshanın mükerrer kopyaları gibi olsaydılar, şüphesiz ki yer yüzünde hayat imkânı kalmazdı ve bir çok işler yeterli elemanlar bu­lamazdı. Ve o işi yapanlar gerekli imkânı elde edemezlerdi. Halbuki hayatı yaratan, gelişip devam etmesini isteyen yüce Allah, icrası gereken farklı işlere muvafık olarak, kabiliyet ve istidatları da farklı yaratmıştır. İşte bu vazifelerin farklı yapılışında rızık farklılığı ortaya çıkmaktadır! Ana kaide budur".

Kısacası, İslâmiyet de, eski Türk kültür sistemi gibi sınıflaşmaya karşıdır. Ayni tarzda, fertler arası "eşitlik" ilkesinin de sosyal bir gerçekliliği olduğu tezi savunula­maz.

Kemalizm'de, iş bölümü sonucu sosyal mesleklerin çeşitli iş sahalarına ayrılması gerçeği, her şeyden önce, birbirinden farklı yedi tabakayı ortaya koymaktadır. İş sahaları da diyebileceğimi/ bu sosyal tabakalar sırasıyla: 1) Çiftçiler, 2) küçük sanat

(x ) "Eski günlerin özlemi içinde tuluuşanlar unutmamalıdırlar ki, Atatürk dönemin­deki " tekçi düzen 1977'nin sınıflı loptum düzeninde artık geçerli olamaz. Sınıflı toplumun siyasal yansıması olan demokrasinin reddi ise, ancak kan dökülerek sonuç­lanır” (Emre Kongar, Atatürk'ün dünyası ve yeni Türkiye, Milliyet gazetesi.6 Kasım 1977).270

Page 274: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

sahibi ve esnaf, 3) emekçi veya işçi, 4) serbest meslek sahibi, 5) sanayici, 6 ) tüccar, 7' memurlardır(xx)...

Kemalist sisteme göre, "bunların herbirinin çalışması umumi camianın hayat ve saadeti için zaruridir. Fırkamızın bu prensipleri, istihdaf ettiği gaye sınıf mücadelesi yerine içtimai intizam ve tesanüt temin etmek ve birbirini çürütmeyecek surette menfaatlerde ahenk tesis eylemektir. Menfaatler, tabiatıyla, maarifet ve çalışma dere­cesiyle mütenasip olur"(87) Oysa, konvansiyonel sol-Marksist şemaya uygun olarak- Türk toplumunu "işçi-işveren" olmak üzere ikili bir sınıf yapısına irca etmekte ve bu yüzden de "40 milyonu kardeş yapmak istememektedir".

Militan radikal yeni sol ise artık sınırları açık ve kesin bir biçimde belirlenmiş Marksist sembollere dayanıyor ve görüşlerini şöyle özetliyordu:

" ... Bugün dünya, milliyetçilik değil, devrimler çağını yaşıyor. Türkiyenin sos- yo-ekonomik yapısı tekelci kapitalist bir yapıdır. Önce, Türkiye'yi anti-emperyalist mücadele ile emperyalizmin baskısından kurtarmak zorundayız.

" ... Bugün dünyada artık sınıfların kristalleşmesi sağlanmıştır. Toplumlarda işçi sınıfı ve onun karşısında burjuva sınıfı vardır. İşçi sınıfı, üretimdeki yeri gereği en ilerici sınıftır ve bunun karşısında işçi sınıfını sömüren kapitalist sınıf da en gerici sı­nıftır. Biz 20. yüzyılın ileri ve devrimci gençliği olarak siyasi platformdaki gücümüzü, halktan, işçi sınıfından yana koymak zorundayız.

" ... İşte öğrenci hareketlerinde bugüne kadar sağ-sol çatışmaları diye yanlış ola­rak yansıtılan husus burada başlıyor. Gençliğin bir kesimi siyasal platformdaki ağır­lığını emekçi halktan yana koyarken, bir kesimide, otııeğin Türkiyede ağırlığını te­kelci sermayenin güdümündeki faşist örgütlerden yana koyuyor. Bu nedenle, Türkiye­de gün geçmiyor ki devrimci gençlik arasında çatışma olmasın".

Militarist radikal veni sol, hem yeni sağ hem de -belirli alanlarda- orta soldan ayrılarak, bütünü ile Marksist sistemin oyun kurallarına dayalı bir tezi savunmaktadır. Gerek İslamcı yeni sağ, gerekse konvansiyonel so^-burjuva veya kapitalistin dışında; öteki sınıflarla birleşmektedir. Bu husus, üç kanat arasındaki stratejik yaklaşımı (x) göstermekle beraber, Marksist veya eylemci yeni sol, ülkedeki "sağ-sol" çatışmayı ik- tiadi sisteme göre yorumlamaktadır. Böylece, militarist radikal yeni sol, çatışmanın kökeninde sınıf mücadelesi ideolojisini görmekte ve gençlik olaylarını bu sistemin egemenliği için bir araç olarak kullandıklarını açıkça beyan etmektedirler. Buna kar­şılık, İslamcı yeni sağ açık ve kesin bir biçimde gençliğin siyasi platformdançekilmesi , her şeyin demokratik kurallar içinde yürütülmesi tezini savunmaktadır:

"Memleketin ekonomi ve dış politikasını meclis, senato, anayasa mahkemesi gibi anayasa kuruluşları tayin ve tesbit etmekle görevlidir^ tğer demokrasiye inanıyorsak, niversite talebesi memleketin ekonomisine, dı> poIitikasına\atıldığı gun.bu tür hadi­

seler çıkar ve önü hiç bir zaman alınmaz. Talebenin va/fesi, politiak Jeğil, eğitim yapmaktar.

"Bazı siyasi parti liderlerinin gayet açık ve seçik olarak hükümet kuruluna kadar talebe boykotları devam etmelidir"yolundaki so/leri, talelvyi sokağa dökmek­ten başka bir şey değildir.

"Sokakta doğüşcıı yencieı. '.mıurüye veya başka şeylere karşı savaşan gençler değil, zavallık yoksul geni, ;> ı .İn. ve onlar ölmektedir. Türkiyede üçbuçuk sömürü-

( Konuansiyonel sağ da toplumu: 1) köylüler, 2) işçiler, 3) işverenlerdi) serbest meslek sahipleri, 5) memurlar, 6) esnaf olmak üzere allı dilimden ibaret kabul edi­yordu. Böylece, sosyal yapıyı sınıf kimliğine göre değil, iş sahaları veya sosyal dilimler olarak ele almaktadır. Bu bakımdan Kemalist ideoloji ile konvansiyonel sağ arasında önemli ölçüde bir uyum vardır...

(xs.) İslamcı yeni sağ, tıpkı militarist radikal yeni sol veya orta yeni sol gibi- işei köy- ıiı. < sııaf, meur kesiminin dışında kalan- azaıılıkla (yani burjuvazi) ile bir ittifaka kar­şıdır....

Page 275: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

cü insana bir şey olmamaktadır".İslamcı yeni sağ, toplumun tekâmül yoluyla ve demokratik kurallar içinde değiş­

mesine taraftar. Bu da üniversite öğrenimi dışında bir takım demokratik müessselerin sosyal görevidir, öğrencinin görevi ise politika yapmak değil eğitim yapmaktır. Sok- rates 'in "yasa kötü de olsa ona uyacaksın" ilkesi doğrultusunda görüşlerini açıklayan İslamcı sağ ihtilalci değil tekâmülcüdür.

Oysa, militarist radikal sol kanat temsilcisi: "İnancımız odur ki, çatışmaların durması ancak faşizmin, emperyalizmin ve kapitalizmin politika saht esinden yok olması, tarihin çöplüğe atılmasıyla mümkün olacaktır".

Milliyet gazetesinin 1975 yılınJa hazırlamış olduğu bu forum,hiı yıl sonra, "çatışan gençleı ne düşünüyor" başlığı altında yeniden bir değetlendiıilmeye tabi tutulmuştur. 3u defa, militarist radikal yeni sol kanat Türkiye Milli Gençlik Teş­kilâtı (TMGT) ve Devrimci Gençlik Dernekleri Federasyonu (D VD F) İ^Konvan- siyonel yeni sağ ise Ülkü Ocakları ile temsil edilmektedir. TMGT'ye «öre: "Üni­versitedeki çatışmanın temelinde yatan neden, Türk toplumunun hızlı gelişimi ve bu gelişimi karşılamktan uzak kalan ekonomik yapısıdır(8 8 ) "

3u görüş, Huntington'dan beri bilinen geçişli/intikal toplum tipinin bir yansı­masıdır. Geçişli toplumlar genellikle yoksullak, etnik farklılaşma, sosyal eşitsiz­lik, idari ve siyasi kokuşma ve kültürel gerileme gibi çok yönlü sosyal problemlere sahne olabilmektedirler. Ülkemizde de 1950'lerden itibaren tarım sektöründe iler­leyen makinalaşma, suıfi gübrenin kullanılması ve yeni sulama tekniklerinin geliş­mesi verimliliği arttırmış, buna ilave olarak büyük kent merkezlerinde saniyelişme ve teknolojinin güç kazanması kırsal alanlarda yoğun bir biçimde iç göçlerin baş­lamasına sebep olm'jştur(x). Ancak, okullaşma süreci neticesi köy ve kasabalı genç­lerin üniversite ve yüksek okullara girmesi bölgeler arası dengesizliğin sezinlenmesine ve buna bağlı olarak hızla siyasallaşma oranının yükselmesine sebep olmuştur. 3öy- lece gençlerin beklentiieı i ile sosyal ve iktisadi hayat tarzları arasındaki kültürel gecikme veya yarılma, belirli ölçülerde protesto, miting ve gösterilerden başlıyarak kanlı şiddet olaylarına dönüşmüştür. TGMG'nin konuşmacısı bu sosyal yarılmaya parmak basmakla şiddet normlarının nerelerden kaynaklandığını göstermiş bulun­maktadır. Ancak/toplumda değişim sürecine bağlı olarak sosyal sınıflar arasında görülmesi gereken sınıfsal çelişkiler ve çatışmalar,“ neden onlar arasında değil de, gençler arasında patlak vermektedir? Neden işçi ile patron arasındaki gerilimler ye­rine öğrcııcilerin kendi içlerindeki silahlı eylemlere varan seıt çatışmalardan söz açmak gerekmektediı lat/ındaki soruları ise: "Türkiye gibi yeterince gelişmemiş bir ülkede top'mi'in alt yapısını belirleye. ilişki ve çelişkiler, üniversite gençliğinin çok somut ve ç . ııp ıı ı hiı biçimde benliğinde duyması ve kamu oyuna Yansıtması" biçimde karşılıyorlardı.

Böylece, gençlik ülkedeki sosyal çelişkileri tesbit ve teşhiste kendilerini itici bir güç olarak sorumlu görüyorlardı. Zira, ‘daha öncede temas edildiği üzere, gençlik Patsons'un ifadesi ile "toplumun esas değerleri ile kaynaşan bir güç " olara'< ta­nımlanmaktadır. Bu çerçeve içinde^getıçlik kitlesi; öğrenci eylemlerinin yirmi yıllık gelişiminin bir bilançosu yapıldığında Türk toplumunun sosyo politik alt yapı ihtiyaçlarım vurgulayan çok önemli meselelerin gün ışığına çıkarılmasında bir misyon sahibi oldukları kaııaatıtuiadıı. 3ıı bakımdan gençler: Petrol ve madenlerin millileştirilmesi; topraksız k• <,; ıK-ıi»ı topıak sahibi kılınarak, toprak mülkiyetine bağlı feodal ilişkileıinkınlm.iMiıi liiıkıyc'de "en ek hiı demokratik di'zen yerleş­tirilmesine kadaı varaıı teinim isteklerini ülke yaratına hiçbir ciddi katkısı olmayan, dışa bağımlı montaj sanayii yetine yerli ağıt sanayi ve teknolojinin kurulması; kırlar ve kentlerde yaşayan emekçi sınıfın .leğişinı ve beslenme meslelesine kadar uzanan

(x) Hatla bazı araştırmacılar içinde bulunduğumuz çıkmazı, " 1 950'den sonra uygu­lanan yanlış, çarpık k Ikınma modelinin yarattığı güçlü bir özel kesim, anamalcı düzene bağlamaktadırlar" (Suna Kili, Cumhuriyet, IS Ocak 1979)272

Page 276: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

bir çok yurt sorununu, çeşitli eylem kalıpları yoıuyıa kamu oyuna mal ettikleri inancında idiler.

Gençlerin eğitim alanında da etkin rol oynadıklarını dile getiren radikal yeni solun sözcüsü konula ile ilgili olarak 1960'lardan beri sürdürülen faaliyetleri şöyle sıralıyordu:

"Gençlerin,özellikle 1960'lar öncesi demokratik ve sosyal hakların geliştirilmesi için girişmiş oldukları mücadele 1960 devriminde kısmen sonuca ulaşmıştır. I96I anayasasının 1 2 0 . maddesinden kaynaklanan üniversitelerin bilimsel ve yönetimsel özerkliği konusunda, üniversitelerin çağdaş ve toplum yararına eğitim yapabilmesi için öğretim üye ve yardımcılarının tam gün çalışmaları, öğrencilerin üniversitelerde demokratik seçimler sonucunda belirlenecek yetkili temsilcileri ile fakülte ve yönetim organlarına katılmalarıda gneçlerin somut mücadeleleri olmuştur.

"Ayrıca, ders kitapların ucuzlatılması, içeriklerinin çağdaş toplumların gerek­lerine göre düzenlenmesi, özellikle Anadoludân gelen öğrencilerin barınma sorunlarını çözecek yurt sorununun ele alınması, mediko-sosyal yardım, kredi ve burslara ağır­lık verilmesi gibi bir çok öneriyi, çok çarpıcı bir biçimde ve demokratik usuller içinde kamu oyuna yine gençler yansıtmışlardır. Hatta kamu oyunun büyük oran­larda bu sorunları benimsemesini de sağlamışlardır” .

3ütüıı bu eylem kalıplarının sosyo-ekonimik çelişkilerden kaynaklandığını iddia eden geriler bunda da belirli ölçüler içinde etkin rol oynadıkları kaııaatındadırlar. Ancak, öğlencilerin kendi danışma çerçevesine dayalı yeni görüş açıları oluşturmak suretiyle, toplumumuzdakı çelişkileri çözümlemede kendilerini sorumlu kılmaları dahi giderek büyük ölçüde siyasallaşmalarına yol açmıştır. 3u hususta, daha önce değindiğimiz Alman üniversiteleri hakkında raporda inceleme komisyonunun tesbit ettiği bir önemli nokta vardırki onu bıiıaya aktarmadan geçmek istemiyorum. Rapor - üniversite-öğrenci ilişkilerini açıklaı keıı şu tavsiyeleri ileri sürüyordu:

"Hükümetin üniversiteleri tamamen kendi başlarına bırakıp ordan ayrılması gerektiğini söylemeyi arzu etmeyiz.Hükümetin,yanı başında üniversitelerin içten yı­kılmasına seyirci kalmasıda istenemez . Tabii olarak hükümetin üniversite ile kar­şı karşıya gelmekten çekinmesini uygun görüyoruz. Ancak, üniversite işlerinin en azından siyasi ve ideolojik kıstaslara göre yapılmaması gerektiğine de kesinlikle inan­mıyoruz.

"Günümüz Alman üniversitelerinin kökeninde, 1960'ların ani üniversite geliş­mesi ve karmaşık bir durumda olan sert reformların izlerini unutmamak gerekir. Akademik kararlar almada katılımcı demokrasinin uygulanması, gruppenprinzip'in yaygınlık kazanması, Alman üniversitelerinin siyasallaşmasında birinci derecede etken olmuştur.

"Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki, hür ve açık tartışma ve araştırmaya açık olmayan siyasallaşmış bir üniversite artık kutsal olma iddiasını kaybetmiş demektir. Çünkü,böyle bir üniversitenin sempatizanları tarafından maddi desteğe lâyık görü­lebileceği düşünülemez. 3öyle durumlarda sınıfların işgal edilmesinin engellenmesi ve profesörlerin çalışmalarını sürdürmelerinin sağlanması hususunda devlet müda­halelerine karşı yapılacak sınırlamada akademik hürriyet ilkeleri değil, siyasallaş­mış bir zihniyet yetkili olur."

3u etkenlerin ışığı altında/ülkemizde de üniversite öğrencileri toplumdaki çe­lişkilerin çözümlenmesinde kendilerini birinci der cede sorumlu ve görevli kılmış olmaları; bunun içinde çeşitli eylem biçimlerine başvurmaları, sağlıklı bir üniversite işleyişi yerine tamamiyle politize olmuş bir avuç militanın hükümranlığını yaratmış­tır. Böylece, 1960'lardan itibaren hükumet-üniversite ve öğrenci üçlüsii arasındaki dengenin uyumlu bir şekilde kurulamaması, siyasi pa ti uzantılarımı üniversiteyi yönlendirme teşebbüsleri, öğrencileri -bir avuç azınlık da olsa- bir güç kaynağı haline getirmiştir. 3u gelişmenin neticesi olarak boykotlar, işgaller ve öğretim üyeleri ve rektörlerin tartaklanması, derslerin engellenmesi, fakülte ve sınıfların işgali gibi

Page 277: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

öğrenci şiddet olayları yanında "nışçu, çinçi, arnavutcu, bölücü mezhepci" bit çok fraksiyonların kümeleştiği yeni lıiı takını odak noktalar ı beliı iniştir. O zaman, kendi evladını yiyen vampir öıne';hde olduğu gibi TMGT temsilcisinin vardığı trajik noktaya ulaşmış oluruz:"liugıi:ı üniversitede güncelliği oljn konu, toplumun temel alt yapısını belirleyen sosyo ekonomik sorunlarla bağımlılık içindeki lemokratik akademik istekler olmaktan çıkmıştır. Güncel dava, can güvenliği so­

rusu haline gelmiş olan kanlı olaylardır".Bu noktaya nasıl gelinmiştir? Kimler rol a lm ış t ı ı8 u çıkmazdan ne şekilde kur­

tulabiliriz? Bugün bu konular üzerinde akılcı bir tar/da düşünmemiz gerekmektedir. Siyasi partiler, yönetici elit, anayasal kuruluşlar ve nihayet üniversitelerden ilkokul­lara varıncaya kadar tüm eğitim müesseseleri ortak bir sorumluluk içinde hareket etmek suretiyle meseleye bir çözüm yolu, bir yaklaşım biçimi aramak zorundadır. Üniversitelerden itibaren orta dereceli okullara kadar yayılan ideolojik şart­landırmanın yaratmış olduğu siyasi radikalleşme aslında toplumumuzdaki çeliş­kilerin bir yansımasıdır. Eğer bir ülkede sosyal kurumlar arasında sağlıklı bir bütün­leşme mevcut değilse, bunlar arasında fonksivoıel bozukluklar toplumu tehdit edici boyutlara kadar tırmanmışsa^sosyal şiddei ulaylaıımn kanalize edilmesi için alınacak önlemler her şeyden önce geçici de;ıl köklü olmalıdır.

Radikal yeni sol, Türkiye’deki bunalımları MaıksıM metodolojiye göre yorum­lamış ve böylece teori ile pratikansında bir uyu ;ı -.ağlamaya çalışmıştır. Nite­kim, toruma katılan bir öğrenci temsilcisi bu hususu ş<>yle dile getiriyordu:

"...İlk kez, 1968'de Fransa'da başlayan olay, a ,Jın hoşnutsuzluğu olarak ge- liştirilmiştir'.s,Ama Türkiye'de, 1971 açık faşist döneminin uygulamalarına rağmen, öğrenci hareketlerinin gelişimi sürmektedir, ve mutlaka da sürecektir. T,ı ki, toplum­daki sınıflar çatışmasında, ezenin ezilene mağlup duruma düşmesine k.ı l.ı: (89).

"Sosyali/mi, dogmatizme karşı çıkan bir ilmi sistem" ol.ııak sueıı radikal sol, bu teorinin bir gereği olarak kabul edilen sınıf çatışmasını evrensel bir ilke olarak tasavvur etmekte, ve öğrenci olaylarını da bu perspektil n inde değerlendir­meye çalışmaktadır. Aslında, "teori yüzünden körleşen" bu oağnaz dogmatik zih­niyet, ün .'ersitedeki çatışmaları sınıf çatışmasının bir yansıması ol.ıı.ık kabul etmekte ve "çatışan gençlerin niçin çatıştıkları" sorusunu da yine bu K a l ı p l a r ici-ı- de değerlendirmektedir. Nitekim, DGDF temsilcisi konuya şu tarzda eğilmekti.-.Iıı:

".. Sınıf çatışması ne şu ya da bu örgütün alacağı kararla, ne de çok iyi niyetli herhangi bir siyasal iktidarca durdurulabilir Eğer, sınıf çatışmasını tarihte durdura­bilecek güçler var ise, üniversitedeki çatışmalar da kendiliğinden zınk diye durur. Fakat sınıflar çatışmasının dönen bu tekerleğini durdurabilecek güç henüz daha tarih sahnesine çıkmamışsa çatışma da sürer."

Militarist-Radikal yeni solun, "çatışan gençlerin niçin çatıştıkları” hususunda yönelttikleri cevap iki cümleyle açıklanabilir: "Sınıf çatışmaları".. 3u görüşlerdeki, "bilimsel sosyalizm" adına veıileıı fetva niteliğindeki davranış biçimlerinin,asîında "karşıt-bilici" bir kimlik taşıdığı da kaba çizgileriyle meydandadır. Öyleki, 19. yüzyılın ürünü olan ve toplunların ilerlemesinin sınıflar çatışmasına dayalı di­yalektik bir gidişi yansıttığını iddia eden bu teori, günümüzde ilmi değerini koruduğu iddia edilemez, 2 0 . yüzyılda, fizik bilimlerinde bile kesinlik ilkesinin (determinizm) geçerli olamayacağı kuantum fiziği ve buna yeni bir yorum getiren Heisenberg'in

''belirsizlik'ilkesiyle ortaya konduğuna göre, sosyal bilimlerde kesin kanunların bulun­duğu tezini savunmak -en azıyla-dünyadaki gelişmelerden lıaberdar olmamak demek­tir. Yeni solun esas yanılgısı binada olmuştur. Diğer yanılgısı da, "bir toplumda sınıf gerçeğinin bulunmasının zorunlu olarak sınıf çatışmasına yol açacağı" tarzındaki inancıdır. 3u da, her zaman ve her yerde kanıtlanmış bir gerçek değildir. Marx,ın/ 3atı Avrupa toplumlarına dayalı olarak geliştirdiği şema (antik-feodal, burjuva ve sosyalizm) toplumların en son aşamaya yani sosyalizme geçebilmeleri için, üretim

Page 278: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

ataçlarını ellerinde bulunduran kapitalist sınıfla,üretim araçlarından,yoksun bulunan pıoletarya sınıfı arasındaki kanlı çatışmada-proletaryanın savaşı kazanması ve üretim ataçlarını ellerine geçirerek onları sosyalleştirmesi ilkesine dayınır. Birinci kuşak Sovyet Rusya dahil, bugün hangi komünist ülkede kaç kişi Marksizmin zafe­rinin böyle bir "ilm i" sürece göre gerçekleştiğini savunabilir Üstelil* Batıt , 'Umları ve Amerika Birleşik Devletleri gibi kapitalist sistemin doruğuna flaşmış sanayi- soıırası (post-industrial)ülkelerde değil sınıf çatılşamısı,tersine, proletaryanın ka­pitalist sınıfla özyönetim (self-management) ve benzeri yeni bir takım ittifak sistem­leri (commonwealth) vardır.

19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında Rusya ve bazı 3arikan ülkeleriyle daha önceleri temas ettiğimiz Latin Amerika ülkelerinde rasladığımız' köylü hareket­leri tipindeki "sosyal hareketlerin" hiçbirine,ülkemizin tarihi gelişim çizgisi içinde raslamamız mümkün değildir. 1917 Ekiminde Rusya'da gerçekleştirilen Bolşevik Devriminin anatomisi üzerinde yürütülen yeni belgesel çalışmalar, bu devrimin bir proletarya hareketi olmaktan ziyade bir köylü hareketi olduğu görüşünü kanıtlamış­tır. Bu gün sosyalizm değil, sosyalist ozalitlerin hakim olduğu Marksist bir dünyada; "sosyalizm de bir bilimdir, eğer bilime saygımız varsa onu da öğrenebilmeliyiz" tarzındaki karşıt-bilimci iddiaların bir dayanağı olmadığı da bir gerçektir. 3u yüz­den, gençlere ilmi ilerlemelerin en yeni sonuçlarını açıklamak ve onlarda eleştiri zihniyetini yaratmak suretiyle metodik düşünce kalıplarını aşılamak gerekir. Mo- nolotik (tekçi) sistemler yerine, olaylara çok yönlü açılardan bakmak, yeni çözüm yolları aramak gerekliliği vardır.

Yeni sağa gelince, bu grup da: "Batıdan ithal edilmiş ve Türk toplum yapısına uymayan liberal kapitalizmin değiştirilmesine yönelik, milli bir doktrinde karar kıl­maktadır". Öğrenci olaylarının nedeni milliyetçi sağa göre, Türkiye'yi sömürmek isteyen güçlerin Türkiye'deki uzantılarıdır. Türkiye'de hangi devrimciye bir şey sorulsa hepsi de Angola'dan, Kamboçya'dan söz edeceklerdir. Çünkü, amaçları işçi sınıfında düğümlenmektedir, ve dünyanın neresinde olursa olsun, işçi sınıfı ilgilendirmektedir onları.'' Böyle bir tutum, gençliğin, yabancılaşması süreci neti­cesi kendi milli değerlerinden uzaklaştığını simgeler.

Yeni sağ; "Türkiye'deki mücadelenin, yalnız sınıf çatışmalarının bir ürünü olmadığı ortada, Türkiye'yi hâkimiyeti altına alarak, Marksist, sosyalist ya da Maoist bir düzen kurmak isteyen enternasyonal akımlarla, milliyetçi, her türlü emperya­lizme "dur" diyen bölücülüğe karşı olan ve Türk ülküsünü, doktriner Türk milli­yetçiliği halinde sistemleştirmiş Türk milliyetçiliğinin mücadelesi söz konusudur" tarzındaki bir tezi savunmaktadır. Söylece, konvansiyonel sağ, çatışmaların kay­nağını, sınıf mücadelesi yerine Marksisj sistem ve onun ozalitlerini teşkil eden sosyalsit ya da Maoist enternasyonal akımlarla Türk milliyetçiliğinin karşılaşması sında görür..

Kısacası, Kari Mannheim'in isabetli teşhisiyle belirttiği gibi, "erginlerin veya yetişme çağında olanların, özellikle öğrencilerin şahsi çıkarlarının ötesinde, temel siyasi veya sosyal alâkalan bakımından ilgi alanları-"bir kimsenin problemleri, ce­vaplarının ötesinde gittiğinde ortaya çıkan durumlar-üzerine tesis edilmiştir", yar­gısıyla karşı karşıya bulunmaktayız. Genç, ailesi tarafından kendisini kuşatan kuşku ve belirsizlik havası içinde başka değerler ve hayat tarzlarının bulunduğunu öğren­diği zaman bu durum ortaya çıkmıştır. Bu suretle, özçjürlük duygusu ile. çev­resinde aranırken delikanlılığa has yorumlar ve yeni değerler elde eder. Kendini tanıtma ve meydan okuma bu yeni deneyime refakat eder. Aile içinde öğretilmeyen imkânların farklılığı ile bu temas, şüpheli durumda kalmaktan ziyade zihnini karış­tırır ve birçok genç böylece evde <1 ı<.■ <ilenlere karşı kesin nitelikli yeni inançlar peşine takılır. Entelektüel bağnazlık, zımnen kabul edilen kalıtımın ürünü değil, fakat daha ziyade bir kategorik inanını benimsenmesi sonucu şüphe durumunun aşınıp yıpranmasın* jr ı ıçlayan biı endişenin ifadesidir"(90).

Page 279: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

K.Mannheim'in gençlik psikolojisi üzerine geliştirdiği bu yaklaşım biçimleri, aslında gençlerimizi de kuşatan bir takım gerçek ipuçlarını yansıtmaktadır. Genç­lerin çeşitli coğrafi ve kültür çevrelerinden gelmeleri, yeni ekolojik şartlara uyum sağlamalarını etkilemiştir. Merkez-çevre ilişkilerinin yoğunlaştırdığı(x) şahsiyet yapısı, gençlere yeni bir danışma çerçevesi kazandırmakta, böylece genç babası­nın (ailesi) etki alanından uzaklaşmış olmaktadır. Türk toplumunun geçişli bir aşamada bulunması, sosyallenme hızını büsbütün arttırmış; bu da giderek toplum düzenine karşı gençlerde"protesto"eğilimininortaya.çıkmasmasebepolmuştur. (x). Bu süreçte, imparatorluktan-cumhuriyete geçişin sarsıntıları kadar, Türk milleti­nin tarihi gelişimiyle açıklanabilecek bir takım faktörleri de hesaba katmak gere­kir. Toplum tahlilleri üzerinde son derece duyarlı bir edebiyatçımız bu hususu şöyle açıklıyordu:

"..Son 150 yıl içinde benimsemiş olduğumuz Batılı medeniyetin bazı temel müesseseleri vardır. Bunları başlıca üç noktada toplamak mümkündür. Ve bu üç müessese birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Batıyı yaratan üç temel; a) Büyük sanayi, b)Çoğulcu demokrasi; Ve milli devlet yapısıdır. Bunların hepsi Batı'da mev­cuttur. Biz, bunların özerinde durmuyoruz.Tanzimat'tan sonra gelen nesil büyük sanayi üzerinde duracak yerde, rejim üzerinde durmuş, ve memleketi yukarıdan değiştirebileceğini zannetmiştir. Demokrasinin öteki şartlarını gözönüne alma­mıştır. Zira, demokrasi, ancak, milli birliğini tesis etmiş olan memleketlerde ger­çekleşir. Eğer bir memlekette milli birlik yoksa, orada devlet birbirinden farklı çeşitli sosyal grupları bir arada tütmak için diktatörlüğe başvurur.. Milli birlik üzerinde durmak lazımdır. Milli birlik, medeniyet birliğiyle birdir. Büyük sana­yiinin Avrupa’da milli birliğin kuruluşunda büyük rolü olmuştur. Büyük sanayi bir bütün olarak memleketi bir tarla gibi sürer. Fabrika yahut da elektrik şebe­kesi, öteki bütün müesseseler memleketin her tarafına yayılınca öyle bir alt yapı vücuda getirir ki, burada büyük sanayi ile sosyal refah memlekette belli bir seviyeyi meydana getirir.

"Toplum belli bir seviyeye, ortak müesseselere, ortak sosyal bilince ulaştık­tan sonra rahat bir şekilde demokrasi üzerinde konuşulabilir. Türkiye bugün dahi bu manada milli birliği kurabilmiş değildir. Anadolunun batısının sosyal şartları başkadır; doğusunun sosyal şartları başkadır. Anadolu coğrafyası yüzyıllar bo­yunca zaten kapalı kültürler meydana getirmiştir, ve bu kapalı kültürler bugün de devam etmektedir. Şu halde, bugünkü meselemiz, demokrasinin de bazı temel­lere dayandığını unutmamız gereğidir.

"Anadoludaki mahalli kültürler, tarihten kalma kalıntılar, maddi ve manevi cepheleriyle bir birliğe yönelmeden çoğulcu demokrasiye girince, bu çoğulcu demokrasi bugün görüyoruz ki adeta memleketi dağıtan bir rol oynamaya baş­lamıştır Kendilerine milliyetçi diyen partilerin bile ayrı partiler halinde olması üzerinde durulacak bir konudur. İleri demokrasinin mevcut olduğu Avrupa'da okuma-yazma oranı yüzde yüz ya da doksan dokuz iken Türkiye'de bu miktarın ya-

(x) 12 Eylül 1 9 8 0 ’den öncc, Ankara hapishanesinde yalan 287 tulukla (sağ-sol) öğrenciler üzerinde yapılan bir araştırmada sol eylemcilerin % 39.2'si, sağ eylemci­lerin ise % 34'ü köy kökenli olduğu anlaşılmıştır. (Doğu Ergil.a.ğ.e, s. 113-114). 280'eeeeee Bakıverii’iirmiissin.

(x) Bu noktada Ş. Mardin'de aynı tarzda M. Kaplan'la aynı görüşleri paylaşmaktadır: "Devrim tarihi, gerçeklen de çok kuru bir biçimide, bir olaylar silsilesi olarak aktarıl­mıştır. Devrim tarihine, yeni bir içerik kazandırmak için, artık onu felsefe olarak an­latmak gerekmektedir. Özellikle olayların düşündürücü yanları gözöniine alınarak in- sanlar düşünmeye yöneltilebilinir. Ancak böyle bir yöntem le Türk devrimleri, Türk gençliğine anlamlı bir içerikle aktarılabilir" (Şerif Mardin, Atatürk’ün dünyası ve yeni Türkiye, Milliyet, 6. Kasım 1977).

Page 280: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

rısından fazlası hala eski köy sistemi içinde yaşıyor; okuma-yazma oranı ise dü­şüktür. Böyle bir alt yapı üzerine Avrupa'nın en yüksek bir demokrasisini oturt­maya çalışıyoruz.

"Hoşgörti de, Batı medeniyetinin yarattığı bir davranış tarzıdır, ve ilmi düşün­ceyle yakından ilgilidir. Batı sanayinin temelinde ilmi düşünce vardır; ilmi düşüncenin ardında da felsefe ve fikirlerin serbesf bir şekilde münakaşa edilmesi vardır. Bu şart­lar olmadan demokrasi teessüs edemez.

"..Şimdiki Türkiye'de mevcut milli eğitim sistemi, çocuklarımızı müsamahalı bir şekilde iartışma yapabilecek nitelikte yetiştirmiyor(...;.) Türk okullarında uygu­lanan sistem tamamiyle ezbere dayanan bir sistemdir. Ezber, düşünmek demek de­ğildir.

"İdeolojiler de ezberlettiriliyor. Atatürkçülük de ezberlettirilmiştir; üzerinde düşünülmemiştir, tartışılmamıştır(x). Bugün Türkiye'ye çeşitli ideolojiler giriyor. Bunların sloganları var. Bu sloganlar tekrarlanır ve zannedilir ki, bunlar düşüncedenibarettir. Düşünme son derece zor bir iştir(__) Şu halde eğer çoğulcu demokraşiyitesis etmek istiyorsak öğretmenlerimize serbest şekilde düşünebilmesini öğretmeli­yiz. Yoksa herkes "ben mutlak hakikata sahip oldum, benim söylediğime inanacak­sınız" derse bundan taasup doğar ve taassup da insanları birbirlerini boğazlamaya götürür"(91).

Türk toplumunun geçişli yapısını açıklayan bu ifadeler, bir bakıma sosyal prob­lemlerin nerelerden kaynaklandığını da bize açık bir biçimde göstermektedir. "M il­li devlet" ve "milli kültür" tipleştirmeleri ve hoşgörünün toplum katlarına maledil- memesi, 1950'Ierden itibaren başlayan parlamentarist sistemin bir türlü rayına otur­tulmasını da engellemiş,bu da giderek ülkenin aşırı siyasallaşma-neticesi,kamplara bölünmesine yol açmıştır. O halde, öğrenci-^ençlik olaylarının temelinde sosyal ya­pı bozukluklarının önemini gözönünde tutmamız gerekmektedir. Nitekim, 1970'- de "öğrenci Hareketleri"üzerjnde yürütülen bir araştırma da aynı doğrultudaki gö­rüşlerde birleşıiı'emize yardımcı olmaktadır;

"....1968 yılının baharında başlayan öğrenci hareketleri, Türkiye'nin içinde bulunduğu sosyal, ekonomik, politik ve eğitim şartlarının bir fonksiyonudur; ve şüphe yok ki toplum düzenini ciddi şekilde tehdit eden bir sosyal sorundur"(92)«

Böylece, öğrenci olaylarının gelişim çizgisi; Türk toplumunun hızla değiş­mekte olan sosyal organizasyonuna-kültür ve sosyal sistem farklılaşmasına- dayanı­larak açıklanması, giderek araştırmacı ve bilim adamlarım z arasındaki ortak yöne­limi belirtmektedir. Gökalp'in: "Bu memlekette medeniyet ve eğitim bakımından birbirinden farklı üç insan yaşar; Halk tabakası, medrese eğitimi görenler ve modern laik eğitim görenler.. İlki henüz Uzak Doğunun etkisinden kurtulamamıştır; İkincisi ise hâlâ Doğu medeniyeti içinde yaşar. Ancak üçüncü tabakada olanlar Batı medeniyetinden bir miktar feyz alabilmişlerdir. Bu milletimizin bir kısmının eşki, bir kısmının orta, bir kısmının ise modern çağlarda yaşaması demektir. 3u üçlü eğitim sistemini birleştirmeden biz nasıl hakiki bir millet olabiliriz?" tarzın­daki düşünceleri de, toplum yapımızda henüz "millet” olma kimliğinin 1918'lerden itibaren tartışma konusu olarak gündeme geldiğini bizeaçıkca göstermektedir.

Geçişli bir toplumun sosyal meselelerini yansıtan kültürel gecikme normları üzerinde duran araştırmacılar, anomik toplum yapısının hususiyetlerini şu şekilde özetlemektedirler:

(x) Buna benzer görüşler bilim adamlarımız arasında yağındır. Nitekim kentleşme ile şiddet olayları arasında ilişki arayan iki araştırmacı konu ile ilgili olarak şu görüşleri ileri sürmektedirler:. Türkiyede kentleşmenin sağlıksızlığı kentli nüfus oranı artış hızı­nın çok yüksek olmasına karşın, tarımsal olmayan etkinliklerin artış hızının, ya da kısacası sanayileşme hızının düşük olmasından kaynaklanıyor. Oysa, ileri Batı ülke­lerinde sanayileşme kentleşm eye bağlı olarak değil, tersine, kentleşme, sanayileş­m eye bağlı olarak artmıştır. (R.Keleş-A. ifnsal, a.g.e.s.23).

Page 281: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

"....Ziraatçı bir toplum yapısına sahip olan toplumumuz yavaş da olsa sana­yileşmeye doğru yönelmiş ve buna bağlı olarak gelişmesi gereken örfler, adetler, davranış normları, müesseseler, kısacası sınai topluma uygun sosyo-kültürel yapı henüz istikrarlı bir toplum yaratacağı güçte gelişmemiştir . Buna ek olarak, politik hayatımız, ileri demokratik prensiplerle düzenlenirken, toplumun tüm ya­pısı ve tüm temel müesseseler otoriter bir yapıya sahiptir. Aile, şehirlerde ve aydın çevrelerde dahi demokratik olmayıp otoriter, ataerkil ailedir. Aile dışı çevre, okul, iş hayatı ve kişiler arası ilişkiler tamamiyle aynı düzeyde olup hiyerarşik -otoriter bir yapıya sahip olan Türk toplumunun kültür dokusuna uygun demokratik yapı gelişme mücadelesi içindedir.

"Böylece, sosyo-kültürel değişmelerin en süratli olduğu bir devrede yetişen genç elit grup, toplum yapısını süratle yeni bir düzene oturtacağını ve bir siharbaz değ­neği gibi dokunulduğu anda tüm sosyal problemleri halledeceğini iddia eden 19. asırda gelişmiş çeşitli ideolojilerin ağına kolayca düşmektedir"(93).

Görülüyorki, gençlik ve gençliğin yöneldiği şiddet normları, sosyal yapı bozuk­luklarından doğmaktadır. Bu sebeple, araştırmacılara göre, 1961 anayasasının getir­diği geniş özgürlük ile yurt meselesine daha gerçekçi olarak eğilme imkânlarından yararlanan öğrencilerin gerçekleştirdikleri eylemler; 1 ) Üniversite reformu ile ilgili hareketler; 2) İdeolojik eylemler; 3) Ülke sorunlarıyla ilgili eylem kalıpları olmak üzere üç noktada toplanır.

1969-1970 ders yıllarıda muhtelif fakültelerde' başlayan boykotları takiben öğrenci istekleri daha belirsiz, ifadeler ise politik bir eda kazanmış, "halka dönük eğitim", "emperyalizmi kovacağız", "N.ıtu>.ı lu\ ıı!" ?i 'i sloganlar fakülte duvarla­rına yazılmaya başlanmıştıı ."Üniversite luii.ı.m \ .ı.ı o'.ıı.’k, t > >pl ima ışık tu­tacak,yurt gerçeklerini yansıtacak, Türkiye ıı.n »om.ı.,ıı.. . ı ı ı .n ı. . r. ve çö/iim yollarını gösterecek bir dü/eye getirmelidir’ şeklinde yııvaılak if.uleler öğrenci bildirilerinde yer almış, bu ara ideolojik aksettiriliniştiı (x). Bu cümleden olmak üzere bir yazar dünyada ve Türkiye'de gençlik hareketini refah ve adaletsizliğe isyan', şek­linde nitelendirmiştir, "dava, yeni bir düzen yaratmaktır. Bu düzenin karakteri henüz kesin hatlarla belirlenmiş değildir.Fakat kapitalizme karşı kesin cephe aldığı, buna karşılık sosyalizmin temel ilkesi olan hürriyete en geniş ve eşitlikçi anlamda yer vermek istediği muhakkaktır".

Bir başka yazar da Atlantiğin ötesinde kendini duyurduğunu belirterek, gele­cek kuşağın ideolojisini geri kalmış ülkelerdeki Marksist anlayıştan doğacağını, Kemalizmin yetersizliğini, tutarlı, anlamlı ve kendi kendisini yenileyebilecek te­rimlerle ortaya konmuş olmadığını, sömürgeciliğe, emperyalizme karşı olmakla birlikte ekonomik ve toplumsal değişiklikler için yeterli anahtar olmadığını, Türk halkının kurulu düzendeki egemen çevrelerin baskısından sıyrılmamış olduğunu savunmaktadır "(94).

Böylece 1970'lere kadar gelen öğrenci eylem biçimleri hakkında elitist kadro­nun yorumlarını özetleyen araştırmacılar: "Başlangıçta anomik koşullar içinde bu­lunan gençlerin....boykot hareketleri bilahare toplumda mevcut bazı etnik grup­ların, bölgesel tartışmaların \e ideolojilerin maniplasyonuna uygun bir ortam hazırlamıştır.

12 Eylül sonrası iç ve dış kaynaklı bazı bilim çevrelerinin ülkemizdeki terör ve şiddet olayları üzerine yürüttükleri yorumlarda geçiş döneminin kimlik yapı­sına ağırlık verildiği görülmektedir. Nitekim, Hintli bilim adamı Raşüddin Khan'ın

(x) Gençlerin üniversite reforları ile ilgili 1980'lerden itibaren gelişen istekleri ise, "eleme kalkmalı, harçlar indirilmeli, baraj kaldırılmalı imtihan günleri arasında ara olmalı, Şubat haki verilmeli, Fakültenin öğrenci l.ontenyanı azaltılmalı, kitap fiyat­ları indirilmeli, öğrenci burs ve kredileri arttırılmalı, konut ve yurt sorunu halledil­meli, ve nihayet yönetim e katılma hakkı verilmeli," şeklinde özetlenebilir.

Page 282: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

az gelişmiş ülkeler için;"Azgelişmiş ülkelerde; ger il im leri, çatışmaları ve şiddeti doğuran değişme ol­

gusunun kendisi değil, dengesiz gelişme veya başka bir deyişle sağlıksız büyüme- dir” (95)j tarzındaki tezini bazı bilim çevreleri ülkemiz şartları içinde şaşılacak derecede benzerlikler taşıdığını ileri sürmektedirler. Bu teze göre "siyasal sis­temde yeni olanaklar ve yeni açılmalar hateketlilik ve siyasal katılmayı arttırır. Ekonomik çıkarlar ve zıtlaşmalar siyasalları, gerilimlere çatışmalara ve şid­dete yol açar; gruplar arasındaki anlaşma/hklaı, kendilerini değişik biçimlerde açığa vuran kastlaı, kabileler, kültürler ve>.ı sınıflar arası biçimler alır. Barışçıl gösteriler, işbirliğini reddetme, parlamentoda mücadeleler, sokakta kavgalar, sui­kastlar, grevler, toplu kalkışmalar ve iç savaş. Bu durumlar kimi zaman, faal radikal partiler tarafından ideolojik aşırılığa ve siyasal militanlığa elverişli bir ortama dö­nüştürülür. Aynı şekilde, bir devletin veya bir eyaletin içindeki bölgesel farklılık­lar ve ekonomik dengesizlikler sonucunda ortaya çıkan kavgalar ve çatışmalar, militan seferberliğinin odak noktaları olabilir. Üçüncü Dünya ülkelerinin büyük bir bölümünde, belgesel ve yerel hareketler, istikrarlı hükümetleri bile sarsan şiddetli çatışmalara yol açmışlardır.

"Sistemin işleyişinde görülen aksaklıklar^ki bunların göstergeleri fiyat artış­ları, işsizliğin ve gizli işsizliğin yayılması, (eğitilmiş ve vasıflı işgücü durumunda bile); enflasyonunun zaten çok yüksek olmayan alım gücünü azalması, açlığı veya ona yakın bir durumu ortadan kaldırma olanağının bulunmaması; taıımsal ve endüstriyel üretimi arttırmaya yönelik toprak reformu ve projelerin başarı­sızlığı; işverenlerle ücretliler arasındaki çatışmaların barışçıl yollarda önlenememesi ve eğitim kurullarında disiplinin sağlanamaması ve nihayet yönetimin etkisizleşti­ği ve yoksullukların bürokrasi ve siyasal seçkinler arasında yaygın olduğu konu­sunda güçlenen duygulardır. Hoşnutsuzluğa uygun hızlı siyasallaşan bir ortam bugün Türk toplumunun önemli bir çelişkisidir. Bu ortam büyük çapta çatış­malara ve örgütlü şiddetin izlediği militan demogajiye dönüşür(96)’. Hemen ayni paraleldeki görüşlere -Türkiye üzerinde orijinal incelemeleri ile bilinen- George S. Harris'te de rastlamaktayız. Ona göre^Türkiye'deki şiddet ve terör olaylarından çoğunda uç-sol (aşırı sol) ile uç-sağ(aşırı sağ)ın kendi aralarındaki çatışmanın rolü olmakla birlikte, gözden kaçırılmaması gereken bazı başka etkenler de vaıd ıı. Şiddetin siyasal olmaktan çok sosyolojik bir nitelik gösteren en önemli nedeni ise, kırlardan kentlere taşınan ve sonradan ideolojik bir içeriğe bürünen gelenek­sel öç duygularıdıı . Özellikle, 1970'den sonra kentlere göçmüş olan bu gruplaı, şu ya da bu İslam mezhebine bağlı olmanın güçlendirdiği bir dayanışma duygusu ile, gecekondu alanlarında aynı köylerden ve aynı yörelerden gelen gruplaı oluş­turmuşlardır. 1978 Aralık ayındaki Kahramanmaraş olayları f 1980 >ılı m lala­rındaki Çorum olayları bu gözlemin somut örnekleridir” (97)

Hatta, Harris Türkiye'de şiddet olaylarının temelini araştırırken şehir pro­letaryası ile köy azınlıkları Özellikle Kürtler) ’ Türkiye İşçi Partisi (Boran grubu) tarafından harekete geçirildiği ve radikal bir kanat oluşturulduğu tezini ileri sürmektedir. Ona göre, "Mihri Bell i 'n in Milli Demokratik Devrim leorisi, popüler anarşi yoluyla hükümeti yardımsız bırakmak hedefi güdüyordu. Böyle Belli Tip 'i n parlemantarist görüşleriyle çatışıyor ve sol şiddet için ideolojik te­meli oluşturmaya çalışıyordu(98)

Bu anlamda olmak üzeıe, Belli yanlısı "Türk solu", şiddet normlarının toplum­da gelişmesi için kitleleri kazanmak ve çatışmanın içine itmek gibi bir yöntemi de d e s t e k l i y o r d u . Harris, yeni solun bu yapısına özellikle dikkati çekmek istiyordu. Sağ ve sol öğrenci grupları arasındaki çatışmalar bu dönemdi» ortaya çıkmış, aşırı solun banka soyma, faili meçhul cinayetleri ve mali ve siyasi, eyieın kalıp­ları ile örgütleşme biçimleri de yine bu döneme rastlaı

Milliyet gazetesi 1979 yılında yüzsüz, soyut bir adam tipini yılın adamı ilan

Page 283: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

etmiştir. 3u anlamlı bir harekettir Terör ve şiddet olaylarına karşı ülkede adeta hiç bir şey yapamamanın verdiği çaresizlik içinde zimni bir davranış kalıbını or­taya koyuyordu. Gerçekde bundan farklı değildi. Üniversiteler -yetkili bir bilim adamının belirttiği gibi- "teröre karşı kendilerine düşeni yapamamışlardır"(99) hükümet, parlamento, bilim araştırma merkezleri ayni çaresizlik içinde idi. Sos­yalizme karşı en güçlü alternatif sayılabilecek olan, Kemalist ideoloji ise bizzat bazı üniversite öğretim üyeleri tarafından açıkça eleştiriye tabi tutulmak sure­tiyle dokusu zayıflatılmaya çalışılıyordu. O kadar kişiddet ve terör olaylarının düğümlendiği, ülkenin bir kör döğüşü haline dönüştüğü 1979'larda bir kısım öğre­tim üyeleri de şiddet normunu diyalektik gereği görmekte ve bu durumun ülke- dfe aydınlık günlerin aslında n kadar uzak olmadığının habercisi olarak kabul etmek­te idi"

TÜRK B A SIN ıN D A Ş İD D E T TÎPOLGJİSİ

İşte bu mizansen içinde konuya ışık tutmak gayesi ile değişik eğilimli basın organlarında yer alan şiddet olayları ile ilgili bazı çarpıcı yazılara burada temas etmek istiyorum. İlkin bu basın organlarının düzenlediği formlarda yer alan örgüt temsilcilerinin görüşlerini özet olarak ele almak istiyorum. 1 Ekim 1975, 31 Mart 1976 tarihleri arasında yayın hayatını sürdüren daha sonra kapatılan, ancak 1979 yılında tekrar yayınlanan Politika gazetesinden örnekler vermek istiyorum. Bu ga- zetinin "öğrenciler niçin huzursuz, çatışmalar nasıl önlenir?" başlığı altında yü­rüttüğü birforumdaüç esas soru ele alınmıştır. Bir,yüksek öğrenim kurumlan içinde­ki bugünkü huzursuzluk kaynağı sizce nedir? İki, hükümetin bu konudaki tutu­munu nasıl değerlendiriyorsunuz? Üç, yüksek öğrenim kurumlarında öğrenimin kesintisiz olarak yap alabilmesi için öneriniz nelerdir?(100). Bu foruma katılan Milli Türk Talebe Birliği başkanına göre huzursuzluğun kaynağı "ithal malı sis­temdir", buginkü huzursuzluk sadece yüksek tahsil talebe ve müesseseleri içinde değil, bütün müesseselerdedir. Buradan hemen şu sonuç çıkar^ huzursuzluk kayna­ğı bugünkü sistemden ileri gelmektedir.

"Bugünkü hayattan, sistemden hiç kimse memnun değildir. Buna çareler ara­nırken, bazıları yine iyi zanlı ile dışarıdaki bir başka düzene göz dikmişler; bunu ithal etme yobazlığına saplanmışlardır. Evet bugün komünizm, Marksizm, Maoizm.. ve nice "izmler" ithal edilmek istenmektedir. Nitekim, bugün sol yine bunun için ve yine "izmlerin" yerleştirilmesi için kullanılmaktadır. Bu kullanılan bugün silahlı çatışmadır. Yarın sabotajlarla devam eder, öbürsügün ihtilale döner, hedefleri ih­tilaldir. Bu açmazlardan kurtulmak için, bünyemize uygun, içimizden çıkan bir sisteme yönelmemiz gerekmektedir. Bu da ilk olarak eğitim müesseseleıimizden başlar, "gerçek nesil" yetiştiren bir eğitim müessesesi bunun için ilk adımı teşkil eder.

"Hükümetin bu husustaki tutumuna gelince, çatışmalara eğilmesi, katillerin bulunup ilan edilmesi gerekir.

Yüksek öğrenim kurumların öğrenimi kesintisiz olarak yapalabilmesi için, sadece fikir ayrılıklarından doğan hadiseler değil, kökü dışarıda olan bir sistem, (Marksizm) ihtilale kadar olsa bile başka bir gözle bakmak gerekir. Bu silahlı çatışmaya tevessül edenlerin, katillerin, silah alış verişi yapanların tesbit ve ağır cezaya çarptırılmaları gerekir. Artık fikir ayrılığı, üniversite problemi, meselesi değildir bunlar.

"Üniversitelerin alet olmalarından kaçınmalıdırlar. Bizlerin üzerine vazife düş­tüğü an, bizlerde milli menfaatlerimiz doğrultusunda müdahaleye hazır olduğu­muzu ilan ederiz. Herkes kendisin i mesul tutmalıdır"'

Politika Gazetesinde konuşmacı olarak bulunan bu İslamcı yeni sağ temsil­cisi, şiddet normlarının kökeninde bugünkü ithal malı ideolojileri sorumlu tut­makta. bunun içinde eğitim sisteminin millileşmesini önermektedir. MTTB tem­

Page 284: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

silcisine göre, üniversitedeki huzursuzluk aslında toplumdaki huzursuzluğun bir yansımasıdır. Sosyal olaylara bakış açısı yönünden bu yaklaşım son derece isa­betli bir noktaya parmak basmış.Çünkü bir eğitim müessesesi olarak üniversitede de toplum sisteminin bir parçası veya uzantısıdır. Bu bakımdan üniversiteler içinde yaşa­dıkları toplumla hiitünleşen kurumlar olarak bilinirler

/ine aynı gazetede Devrimci Gençlik Birliği (DGBj sözcüsü aynı soruları özet olarak şu şekilde cevaplandırıyordu:

"Yüksek öğrenimdeki huzursuzluğun kaynağı bir avuç faşistin bütün genç­liği hedef alan saldırısıdır. Daha doğrusu, gençliğe yöneltilen tek yanlı bir saldırı söz konusudur

Gençlik, faşist güruhla bir sürü haline getirilmek isteniyor. Faşistlerin silahla­rına boyun eğip her türlü demokratik hakkından yoksun kılınmak isteniyor. Si­lahlı çatışmanın sebebi budur.

'B iz gençlik olarak haktan yana, demokratik, özerk bir üniversite istiyoruz. Faşistlere değil halkımıza hizmet istiyoruz. Var olan hakkımızı koruyacak, 12 Mart faşizminin geniş ölçüde gasbettiği hakkımızı elde etmek için mücadele edeceğiz.

"Aşırı uçların çatışması görünümünü yaratarak, reformcu CHP'yi tarafsızlaş­tırmak, böylece faşist baskıları sürekli arttırmak ve kitleleri köleleştirmek politika­sı uygulamaktadır

"Saldırıların durdurulması, faşist terör kampanyasının bütün halk tarafından ezilmesi ile mümkündür. Faşistlerin silahlarını kendiliğinden bırakacağını sanmak hayaldir. Geniş yığınların mücadelesi ile saldırganlar ezilmelidir. Bütün halk genç­liğe sahip çıkmalıdır, yurtsever gençlik bir birine düşünce örgütlenme hakkına saygı göstermeli, faşizme karşı birlik sağlanmalıdır. Faşizmin gasbettiği haklar için mücadeleye hız verilmelidir. Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği üniversiteler kanunu uygulanmamalı, dernekler kanunu iptal edilmelidir. Hükümet ve polis baskısı bir an önce durmalıdır. Üniversitelere huzur ancak böyle sağlanabilir"(1 0 1 )

DGB'nin sözcüsü de üniv^site olaylarını, MTTB temsilcisi gibi geniş yığınlara yönelik meseleler çerçevesi içinde düşünmektedir. Toplumda antifasist önlemler alındıkça üniversitelerde de huzur sağlanılacaği kanaatındadır

Genç Sosyal Devrimciler Birliği temsilcisi (GSB)lse konuya şöyle yaklaşıyor: "özellikle okulların açılmasından sonra başlayan olaylar sadece yüksek öğrenim gençliği içerisinde değil, orta öğrenim gençliğinde, işçi sınıfı ve diğer emekçi tabakaları içerisinde de başlamıştır. Olaylara doğru yaklaşmak, doğru teşhis ve çözüm getirebHmek için sadece öğrenci-gençlik içindeki olayları değil, onun da bağlı olduğu Türkiye'nin ekonomik, politik ve sosyal durumu ve hatta Türkiye'­nin içinde bulunduğu ortamla birlikte yapılacak iyi değerlendirme ile olayları incelemek gerekir.

"Hükümet egemen güçlerin temsilcisidir, ve onların desteğine sahiptir. Pra­tikte de görüldüğü gibi, açık olarak gençlik içinde tecrit olmuş faşistleri destek­lemekte ve korumaktadır.

"Yüksek öğrenim kummlarında öğrenimini kesintisiz yapılabilmesi için her halde hükümet ve gerici güçlerden beklenecek hiçbir şey yoktur. Gerici güçler okulların kapanmasından yanadırlar. özellikle faşist yöneticilerin başta olduğu üniversite, fakülte ve yüksek okullarda sık sık olay olması bunun nasıl başarıldı­ğını kanıtlamaktadır.

"Bu görev devrimcilere, ilericileri, yurt severlere ve en son gençliğin öncüleri olan sosyalistlere düşmektedir. Bunu nasıl başarabiliriz? Hangi yöntemlerle başa­rabiliriz?

"Öğrenci-gençlik,faşistleri tecrit etmek .çin ve onları tesirsiz hale getirmek için demokratik-yığın sal örgütlenmelerini yapmaları bir zarurettir. Ki bu, fakülte

Page 285: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

hiıim derneklerinin rvuıuıması, şelıiı ve üniversite esasına göre federasyonlaşma ve Türkiye çapında konfederasyonlaşması şeklindedir. Fakat, aııti demokratik ve 12 Mart faşizminin üriinü olan dernekler yasası ile (Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen) engellenmiş ve okullarda polisiye dernekler kurulmuştur.

Fakülte birim dernekleri değişik isimler altında kurulmalıdır. Öğrencilerin akademik-demokratik problemlerini çözmeye çalışarak, geniş gençlik kitlesini yanına alarak faşistlere, faşizme ve emperyalizme karşı tutarlı biı ımitadele ve­rilebilir. Böylece, emekçi halkın yanında gençlik geıçek yerini bulur.

"Bu konuda işçi sınıtı örgütlerinin büyük görevi vardır. Özellikle sosyalist par­tiler ve sendikalar (özellikle D İSK ) gençliğe uygulanan faşist saldırıl.r ı, tezgâh ve provakasyonlara karşı aktif olarak karşı çıkmalı gençliğin, işçi sınıfın". . 1' emekçi halkın mücadelesinde tu ta ı Iı bir çizgi izlemesine yardımcı olmalıdırlar"( 1 0 2 ).

1975'lcrdc, GSB sözcüsü de diğeı g . '. i ı j ik temsilcileri gibi, öğrenci şiddet normlarının büyük toplumun meselelerinden soyutlanamayacağı görüşündedir. Bu sebeple öğrenci olaylarına isabetli biı teşhis koymak , toplumun iktisa­di, sosyal ve siyasi durumunu da gözönüne almak gerekil. Çünkü, üniversite kam­puslarında başlatılan olaylar aslında toplumdaki çelişkilerin bir yansımasıdır.

Radikal yeni solun yönelim biçimlerinde önemli bir kavıam da "faşizm"diı. Bilindiği üzere dünyada komünistler kendileri gibi düşünmeyen her kuruluşu veya sosyal hareketi faşizmle suçlarlar. Bu sebeple, sıiıeklı ırın nedenlerini faşizme yönelten mücadele biçimi ağırlıkkazanmam.ıkt.ıJıı. l-î■ ■ ... \ inde faşistlerin üniver­site ve fakültelerde "yok edilmesi" gerekmekledir I .ulılte birim derneklerinin" kurularak, emekçi halkın yanında, geniş .içlik kitlesi ile birlikte faşizme karşı mücadele, aslında Marksist ideolojinin yayılma startejisinde gençliğin roliinii ortaya koymaktadır. Ancak, gençliğin bu sosyal eylemi gerçekleştitebilmesi için biı ta­kım güçlere, örgütlere ihtiyacı vardır. Sosyalist partiler ve sendikalar bu amaçla ortak eylem birliğine çağırtmaktadır. Fakat burada üniveısiteııin felsefesi "ilim üretemek değil de devrim" için strateji oluşturmaktır. Böylece üniversiteler her çe­şit eylem biçimleri için hiı er devıim karargahı telâkki edilmektedir.

Ayni konuda, i'.«i.;İKa gazetesinde ' ■*< Öğretim Üyeleri Derneği (TÖD) ve Tüm Asistanlar Derneğinin (TÜMAS ,> 4 ..nişlerine kısaca değinmek istiyorum.TÜM AS temsilcisine göıe, .her ne k.ı.l.ıı Silahlı olaylar yükseköğrenim kurumlan içinde cereyan etmekte ise de, olaylaım kaynağı ve hedefleri bu kurumlarındışındadır. Olaylar temelde bir saldırı ve provakasyon niteliği taşımaktadır.

Bugünkü hükümetin egemen sınıfların temsilcisi olduğu, her düzeyde bu sınıfların çıkarları doğrultusunda uygulamalara giriştiği herkes tarafından bi­linmektedir Üstelik yüksek öğrenim kurumlarındaki karışıklık ve saldırıların baş düzenleyicisi olan faşist saldırgan örgüt hükümet koalisyonunu oluşturan par­tilerden birinin kurduğu ve beslediği yan örgüttür. Bu durumda hükümetin busaldıı ılat 1 dıııdurması söz konusu bile değildir" (103)

Tl İMA') da meseleyi radikal solcu kuruluşların açısından değerlendirmekte­dir o ı,ı\lanher zaman olduğu gibi "faşizm" miti etrafında yoğunlaştırırken, ka- 1 ış i ki* k la 11 meydana getiren kuruluşları tasfiye edebilmek amacaylı yasal önlem- leı v anında, parlamento denetim yollarının etkinliğini arttırması görüşündedir.

TÖD temsilcisi ise, "yükek öğrenim gençliğinin tüm gençliğin bilinçli bir gru­bu olduğu" inancındadır. Bg kuruluşa göre, gençlik olaylarının sebebi, kendile­riyle ilgili olmayıp daha çok yerli ve yabancı güçlerin eseridir. Özellikle toplum­daki gelişmeden endişe duyan ve siyasi iktidara hakim bulunan sermaye kesimi­nin eseridir. (104)

"Gençlik, geleceğe ait sorunlara rözüm aramak, siyasi iktidarı etkilemek, ka­rarlarda söz sahibi olmak istemektedir.Bunun için de mücadele vermektedir. Bu. bütün dünya gençliği için ortak bir nedendir.

Page 286: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

"Görünüşe bakılırsa, hükümet sermaye kesiminin politikasına uygun davran­maktadır. Böylece tarafsız olması gereken devlet güçlerini ve olanaklarını bir taraf yararına kullanmaktadır.

"Gençlik hareketlerinin özellikle silahlı çatışmaların önlenmesi için evvel emir­de zabıta tarafsız davranmalıdır.

"1960 yılında "kara cübbeliler" lafı için yürüyüş yaparak cübbelerini Atatürk heykeli önüne bırakanlar,profesyonel katillerin kurşunlarına hadef olan genç öğ­renciler için de bir şeyler yapmalıdırlar.

"Gençler, tüm aydınlar tarafından aydınlatılarak, özgürlükçü demokrasinin tehlikeye düşürüldüğü kendilerine anlatılmalıdır. Oyuna getirilmek istendikelri, gerek sağdaki, gerek soldaki gençlere aç ıklanarak tüm gençlik uyarılmalıdır."

TÖD, sosyal şiddetin nedenlerini kapitalist çevrelerin oyunu olarak göster­mekte, gençler ise'bu oyuna alet cdıMi;. onaaatındadırlar Ancak, gençliğin ■ istek­leri ve ideolojik yönelimin TÖD sözcüsüne göre "iktidarı etkilemek" ve "kararlarda söz sahibi olmak" gibi siyasi katılımcı bir eylem biçimi gerçekleştirmektir.

Aynı forumaTürkiye Milli Gençlik Teşkilâtı (TMGT) adına bir öğretim üyesi de katılmıştır. Anarşinin nedenleri bu kuruluşun temsilcisine göre içeride değil dışa­rıdadır. 'Bugün Türkiye'de sosyal ve siyasal yapıdaki azgelişmişlikten yararlanan bir takım gizli merkezler, daha öncede oynadıkları kirli bir oyunu tekrarlamaktadır­lar. Bu oyun için yine elverişli alan olarak yüksek öğretim kurumlarını seçmiş ol­duklarını görüyoruz. Gerginliğin, huzıırsuzlğun kaynağı budur.

"Öğrenci kiılesi içindeki siyasal görüş ayrılıkl.ıtımn silahlı çatışmalara dönüş­türülmesi bu oyun planına dahildir.

"Hükümetin bu konudaki tutumu, mevcut beliı telere bakılırsa, olayları gözle­mekten ibarettir. Aktif, enerjik bir müdahaleden kaçınılıyor.

"Sözünü ettiğim dışsal nedenler ortadan kalkmadıkça, kaldırılmadıkça yüksek öğretim kurumlarının işlerliği ve huzura kavuşmasına olanak yoktur (105)

Buclcrnek mensuplacına göre, şiddet normlarının kaynağı, ne sosyal ne de biyo­lojiktir. Sadece ve sadece dış kaynaklıdır. Kunımların kendi iç sorunları, işleyişi değildir, kaynak dışarıdadır. Ancak, şiddet nor'uınu beliıleyen bu dış kaynaklı kirli ellerin mahiyeti hakkında aç ık bir bilgi ortay.ı konulmamaktadır.

Politika gazetesinin baş yazarı "gençliği şiddete koşullandıran kim" adlı ma­kalesinde, Batı tipi norm bozukluklarını belirtmek suretiyle konuya sosyal içerik kazandırmaktadır

"Bazı güncel ve siyasal tehlikelerin nedenleri çok derinlerde toplumumuzun bilinç altında, yılların toplumsal koşullandırmalarında yatar Çocukluk çağında taze beyinlere aşılanan yanlışlar, gençliğe geçiş döneminde hedef olması, doyum- suzluklar ve doyumsuzluğu sözde gideren eğitsel reçeteler, kişiyi en büyük yan­lışlıklara hazırlar. Onu, esmekte olan toplumsal kasırgalara karşı yaşı geldi­ğinde, çaresiz bir yaprak gibi salıverirler.

"Bizim toplumumuz, gerek eğitim düzenindeki boşluklarla, gerekse toplum­sal koşullanmanın aletleri olan kitle haberleşme araçlarıyla yani, gazete, sinema, radyo, televizyon ve benzeri haberleşme araçlarıyla , genç kuşaklara adeta, "bi­

limsel "bir yanlışın cenderesinde yetiştirir. Türkiye’nin verdiği eğitimde toplumsal koşullandırma da, sonuçta en çarpık insan modelini yaratmaya dönüktür. Bir toplumun kedi kendini körletmesinden başka bir şey değildir. Bir kara-kirdir. Türkiye’yi ve gençliğini son aylarda kasıp kavuran şiddet hareketleri, çatışma­lar ve öldürmeler söz konusu sapık şartlanmalardan ayrı olafak düşünülemez” (106).

Yeni sol elit de görüldüğü gibi toplumda negatif kimliğin kazanılmasını eğitim sisteminin bozukluğuna bağlamaktadır. Gençlikte, kişiliğin sağlıklı ve toplum ku­rularına göre değerlendirileceği yerde, kitle iletişim araçlarının cenderesi altında biçimlendirilmesi "şiddet normunu " belirleyen en önemli etkenlerdir

Aynı şekilde konvansiyonel sağın "self-imaj"ına dayalı "Türk toplumunun

Page 287: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

1975‘ler muhasebesi", eğitim sistemindeki köklü bunalımlardan kaynaklanmakta­dır. Sağsol çatışması bu sosyal açmazın bir görüntüsüdür. Buna karşılık, yeni solun, bir temsilcisi de "neyin mücadelesini yapıyorsunuz" sorusuna Sabah ga­zetesinde: "Anayasanın belirttiği gibi, herkese öğretim özgürlüğünün tanınması, öğrencilerin okul yönetimlerine katılabilmeleri için verilen mücadelenin yanında, siyasi isteklerini yönlendiren demokratik talepler" zikredilmektedir.

f Gençlik olaylarına gelince; günümüzdeki gençlik olaylarını yukarıda anlatmaya çalıştığım her yurtseverin yapması gereken şeyleri savunan gençler üzerine, halkın yanında yer almayan gençliğin genel olarak halkın mücadelesini baltalayanların^yur- dumuzu yabancı ülkelere satmak isteenlerin ve onlara bir avuç gözü dönmüş zavallı kuklaların saldırması, halkın menfaatlerini engellemek isteyenlerin zorbacı bastırma­sı olarak görüyoruz"(107).

Bir diğer radikal yeni sol fraksiyon temsilcisi ise ayni forumda"gençlik eylemle­r i" ile ilgili olarak şu iddaları ileri sürmektedir:

"Gençliğin sosyalist bilincinin geliştirilmesi, işçi, emekçi, öğrenci gençliğin sosyalist unsurlarını örgütleyip işçi sınıfının siyasi mücadelesi ile birleştirmek için mücadele veriyoruz. Hedefimiz insanın insan tarafından sömürülmediği bugünkü iktisadi bunalımların bulunmadığı sömürüsüz bir toplum olan sosyalizmi kurmaktır"

Radikal sol gençliğin hareket noktası, toplumun uzantısını teşkil eden üniver­site meselesi üzerinde yoğunlaşmak, sonradan halktan yana sosyalist bir düzende çözüm yolu olarak birleşmektir : Üniversitenin amacı işçi, emekçi ve öğrencikesimini sosyalizme giden yolda birleştirmektir.

12 Eylül öncesi meydana gelen sosyal şiddet olaylarının tarafsız gerçekçi bir minyatürünü geliştirebilmek için belge niteliğinde olan bu tür kaynak çalışmaları ve örnek oiayları derinleştirmek istiyorum.Günümüz sosyoloji sinde arşivler,basın,nü­fus sayımları gibi unsurlar belge kategorilerini oluştururlar.Bu tür yazılı belgelere da­yanarak yapılacak analiz birimleri (makaleler,dergideki yazılar,mektuplar)bize şiddet olavlarını etkileyen unsurların neler olduğun,nasıl geliştiğini açıklamada önemli ip uç­ları vereoiiir. batıda, siyasal sloganlar, işçi mitingleri, siyasi afişler, siyasi demeçler, kullanılan sembolik kelimeler (özgürlük, faşizm, demokrasi ve komünizm gibi) tah­lili.kilit şahsiteylerın nutuk ve demeçleri üzerinde geliştirilen muhteva incelemeleri (çontent analysis) türündeki çalışmalar sosyal gerçeklere boyut kazandırmada, ya­rarlı olmuşlardır.

Bu incelemede; gençlerin, aydınların ve çeşitli meslek grubuna mensup bulunan köşe başı kişilerin Türkiye'nin kaderi üzerine yürüttükleri fikri mesai ana katipler etrafında tonlayarak "şiddet normu"nu gençlik olayları çerçevesinde değerlendir­meye çalışmaktayız.Bunun için de, her türlü değer yargılarından uzak kalmak kaydıyla, gençliğin hemen her kesiminden "sondajlama1. yapmak suretiyle temelde yatan olaylara eğilmek ve olayların niçin, nasıl ve neden meydana geldiğine ışık ♦■■♦mak' istiyoruz.

İlkin Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) temsilcisinin 1976'lar Türkiye'si hakkın- daki görüşlerine burada temas etmek suretiyle islâmcı sağın sosyal şiddet normu­nun felsefesi hakkındaki görüşlerini belirtmek istiyorum:

"...kaybedilen mukaddes ölçüerin, öldürülen tarih şuurunun, Maveraünnehir- de bünyemize giren, bizi biz yapan gerçek rengi veren alemşümul bir irfanın yeni­den kazanılmasının mücadelesini veriyoruz.

"...Gençlerin ihtiyarlara başkaldırdığı ne sosyalistlerin sandığı gibi bir sos­yalist harekettir, ne de burjuva fantazisi.. Bu fırtına arayış azabının helezonu­dur"^ 08).

"..1968 talebe olayları, şu hususiyetlere sahiptir. Hareketler üniversiteye, re­jime ve cemiyet düzenine karşıdır. Gençler, ihtiyarlardan bağımsız hareket etmiş­lerdir ve şiddet vardır.

Page 288: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

"...Dünya öğrenci olaylarının dinmesi ve en şiddetli olanlarında dahi yararlan­maların olmaması buna karşılık Türkiye'de olayların devam etmesi, ölümle, sonuçlanması sadece ve sadece "anomy" ile izah edilir."

Türk toplum yapısında normların bozulması, "şiddet olaylarına açık bir ortamı hazırlanmıştır tezi bu ifadelerde yer almaktadır. Sağ ve soı taytta yer alan gençler üniversiteye, topluma, rejime ve düzene karşıdırlar. Bu bakımdan radikal, eylem biçimlerini denemek suretiyle "şiddet normu"nu oluştururlar. Ayrıca, İslâmcı Yeni Sağ temsilcileri, bu çerçeve içinde ülkemizde "anarşinin ne dış kaynakların ne de içteki sosyo-politik veya sosyo-ekonomik sorunlardan değil, her ikisini içeren sebeplerden kaynaklandığı" görüşündedirler. (109).

Ancak bu önerilerin ağırlık noktası yine eğitimde düğümlenmektedir. Çünkü, 'Türkiye'deki eğitim sistemi milletin bünyesine terstir. Anarşi bunun faturasıdır. Yapılacak tek şey eğitim sistemini başından sonuna kadar yamamak şeklinde değil­de, tamamen değiştirmektir."

Yeni Sağ, şiddet olaylarının temelinde toplum normlarının bozulması (anomia), bunu da etkileyen motifin eğitim olduğu noktasında birleşmektedir. Eğitimin "mil­l i" olmaması, Batı değerlerine açık yeni inanç ve kuralları toplum hayatına pompa­lanması, ne Batıyla ne de milli hayat tarzımızla bütünleşmemize imkan vermiştir. Böyle istikrarsız bir toplum yapısı, anarşinin "döl" yatağını meydana getirmiştir. Ayni zamanda eğitimdeki bu yabancılaşma, aslında Yeni Sağa göre, "Osmanlı impa­ratorluğunun son dönemlerinde başlatılan ve cumhuriyet döneminde hızlandırılarak geliştirilen Batılılaşma hareketlerinden ötürüdür"(1 1 0 )

Radikal Yeni Sol, daha farklı stratejileri kullanarak, değişik norm ve biçimlerde Türiye meselesini ele almaktadır. Nitekim, Ankara Gazeteciler Cemiyeti’nin hazır­ladığı "öğrenci liderleri kavgalarını tartıştı" forumunda Dev-Genç Genel Başkanı konuya şöyle yaklaşıyordu:

"...Sol gençlik” olayları demek bence yanlış. Bu gençlik olaylarının ne başı ne sonu başladı ve Türkiye halklarının kurtuluşuna kadar devam edecek ve gençlik olayları devamlı var olacak.

"Devrimci gençler, toplumsal dinamit patlayana kadar bu fitil rolünü oynaya­caklardır.Bundan sonra, görev elbette işçi ve köylü yığınları üzerine geçecek. Bizim burada yapmak istediğimiz de şudur: Biz işçi sınıfının ideolojisi olan bilimsel sosyalizmi benimsemiş gençleriz. Biz bu ideolojiyi, bu düşünceyi halk yığınlarına kavratmak ve bunu bir maddi güç haline dönüştürmek isteyen gençleriz. Bizim mü­cadelemiz buradadır"(1 1 1 ).

Bu forumda, milliyetçi yeni sağın temsilcisi de ana tezlerini şöyle özetliyordu: "Türkiye'nin geleceğinin inşası milliyetçi-toplumcu, siyasi ve ideolojik temele

dayandırılmalıdır. Milliyetçi-toplumcu görüş sadece bir moral heyecan değil, ayni zamanda siyasi bir aksiyon ve ayni zamanda iktisadi bir doktrindir. Türk milliyet­çiliğinin temelinde, Türk milletinin milli menfaatlerini şahsi menfaatleri üzerinde tutma ve hiçbir zaman için taviz vermeme hususu ve Türk milletinin birlik ve be­raberlik içinde kalkınması ve onun bağımsızlığı esas alınmıştır

"Gençler arasınciı .ısıl dövüş gençler arasında değildir . Dönüşün .ısıl gayesi dışarda bazı kuvvetlerini ürk devletini, yıkmak için sıın'i sınıf mik aile leşin i ortacaatarak, işçi sınıfını kötüleyerek.....ve bazı Türk çocuklarına, İm milletin asliunsurlarını ayrı etnik gıuplardanmış gibi tahrik ederek bütiiıı millete karşı ayaklan­dırmak, isyan ettirmek isteğinden ileri gelmektedir, bunun asıl- arkasında Turk milletinin, Rus ve Çin emperyalizminin menfaatleri yatmaktadır.

"Atatürk'ün (Türk milleti sınıfsız imtiyazsız birbütündür) sözüne uygun olarak Türkiye'de sun'i bir sınıf yaratılması ve bu sınıfın iktidara gelme vaadinin yalan olduğunu bilerek bu Türk milletini parçalama gayretinin karşısına çıkıyoruz"

Yeni Sağın milliyetçi kanatı, görüldüğü üzere eski Tiirk-İslam ve Kemalist ideolojinin günümüze yansıyan kültür kodları ve değerler sistemini canlandırmak suretiyle Marksist öğretiler karşısında yerlerini alıyorlardı. İslamcı sağa nazaran

285

Page 289: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

"m illiyetçi" eğilimlere yönelik bu vaziyet alışta, Türk toplırmunun, millet olma kimliği etrafında kenetlenmesi önemli bir basamağı tenkil eıler Yeni Sağ, halk­lara bölünmüş, etnik hiı mo/ayik yapıdan hareket edeu-k "İslam'a yönelmenin, bugünkü İslâm dünyasında gerçekçi olmaktan ziyade biı ütopya olabileceği" dü­şüncesindedir. Bu yüzden de "din-millet" sentezini ele almakta, bunu hem millet olma süreci hem de dini değeılerin işlenmesinde fonksiyonel bir bağlantı olarak görmektedir.

Sosyal Demokrasi Dernekleri Başkanı ise:"...Biz gençlik olarak birbirimizle dövüşmüyoruz. Dövüşmek de istemiyoruz.

Dövüşmek isteyenleri de önlemek istiyoruz.Türk toplumunda da, bizim özellikle gençler olarak kendi aramızda yapacağımız kavganın hiçbir değeı-nin, h iç hiı kat­kısının da olmayacağına inanıyoruz. Ancak bir şekilde dövüşı-h ;.ı iz. Kendi inan­cımızı, kendi ideolojimizi ve kendi varlığımızı korumak, devam ettirebilmek için bize gelebilecek saldırıları önlemek iç in "..

Dev -Genç V göre, gençlik olayları siyasi rejim değişikliğiden soyutlanamaz.O, böyle bir patlamada dinamitin fitilini teşkil eder. Tarihi göıevini tamamladıktan sonra da köylü ve işçi kesimine dcvıedetektir. 1968lerden itibaren olaylaı zinciri • titizlikle incelendiğinde, "şiddet olayları ilkin gençlik kesiminde, üniveısitelerde başlamış daha sonra fabrikalarda, işyerlerinde çalışanlara ve kırsal alanlaıa yönel­miştir. Böyle sistematik yayıl-na planı için başlatılan eylem kalıpları idinde, terör ve anarşi kesin sonucu almada bir araç veya bir yöntem olarak kullanılmıştır. He­def, işçi sınıfının ideolojisi olan "bilimsel sosyalizmdir."

Militarist radikal yeni sol Marksist stratejismık'k'' 1 0 lü,görüldüğü üzere,hedefe giden yolda gerektiğinde-teıoı ve anarşi de dahil eı .eşit metod ve tekniği kullan­maktır. Redikal yeni sağın biı tepki unsuru olaı ortaya çıkması -belki geçici bir s ü r e için- şiddet olaylaı ıııın bir araç olmaktan çıkıp uir gayeye dönüşmesini etkilemiş, ancak ana tema değişmiş değildiı Görülebileceği gibi teıöı ve anarşinin temelinde düzeni değiştirmek, Marksist-Le\ı:,ıst strateiive uygun yeni bir düze' oluşturma

diyebileceğimizstandaıtlaı vardır, ^eklinde ülkenin tüm meselelerini kapsayan slo­ganlar kalın çizgilc’vle ortaya çıkmaya başlamıştır. Toplumda, Yeni Sol ente­lektüeller de, öğıeikilerin bu eğilimlerini yönlendirebilecek istikamette yazılar yazmak suretiyle biı "feed-back" geri beslçnme rolünü oynuyorlardı Böylece, il­kin eylemler için teorik çerçeve çiziliyor, sonra da gençler bu istikamete sevke- diliyordu. Bir yazar, 1968'lerde dünya da ve Türkiye'de gençlik hareketini "refah ve adaletsizliğe isyan" şeklinde nitelendirmiş, "dava, yeni bir düzen yaratmaktır, bu düzenin karakteri henüz kesin hatlarla belirlenmiş değildir Fakat kapitalizme kesin cephe alındığı, buna karşılık sosyalizmin temel ilkesi olan hürriyete en geniş ve eşitlikçi anlamda yer vermek istediği muhakkaktır. Türkiye'de korkulacak şey köklü değişikler talep eden öğrencilerin "aşırı" davranışlara kapılması değil, Ata­türk'ün kendilerine emanet ettiği devrimcilik ruhunun tutucu güçlerin kollektif çabalarıyla sindirilmesine göz yumulmasıdır"(1 1 2 )

Belirli üniversite ve fakültelerde, 1964 yılında, özellikle Türkiye İşçi parti­sinin kurulmasıyla toplum yapısında başlatılan eleştiri kampanyası, parlamento­daki sistemli propganda girişimleri, sendikal kuruluşlarla güçbirliği, giderek Türk kamu oyunda yeni odak noktalarını oluşturulmasına geniş çapta etkide bulunmuştur Böylece, "sanayi ordusunun" henüz teşkilâtlı bir yapıya ulaşamadı­ğı ülkemizde, gençliği "devrim ordu"su olarak kullanmayı salık vet ■ Marcuscü biı felsefe, teoriden pratiğe aktarılmaya çalışıyor-1-j Daha önceki boilimlerde de belirttiğimiz üzere, ayni yazar, 1964'te yayınlanan biı yazıda Marcuse'ün yazı­larından pasajlaı aktarmak suretiyle demokrasinin hoşgörürlük ilkesini eleştiri­yor, hemen Marksist Frankfurt okulu temsilcisiyle aynı parelelde olmak üzere görüşlerini kamu oyuna aç ıklıyordu.

_86

Page 290: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Bir başka yazar da, ayni tarihlerde, "Atlantiğin ötesinde ve Doğu Avrupa'­da beliren ideoloji yetersizliğinin Türkiye'de de kendisini belirttiğini, gelecek kuşa­ğın ideolojisinin geri kalmış ülkelerdeki Marksist anlayıştan doğatıacağım, Ke- malizmin yetersizliğini, tutarlı, anlamlı ve kendi kendisini yenileyebilecek terim­lerle ortaya konmuş olmadığını, sömiirgenliğe, emperyalizme kaışı olmakla bir­likte ekonomik ve toplumsal değişikli1 ı\in yeterli analuaı, sağlamadığını, Türk halkının kurulu düzendeki egemen ı, e\ u-u-ı ın baskısından sıkılamamış olduğunu savunmaktadır "(113).

O dönemlerde, Marksizmin, sosyal bir öğreti olarak, Kemalizme tercih edil­mesi, Yeni Sol entelektüellerin siyasi sembolü haline gelmişti. Çünkü, elitistlere gö­re, Kemali/m de aslında kapitalizmin bir türevini teşkil ediyordu. Marksizm bu boş­luğu dolduıacak en gerçekçi ideoloji oluyordu.

Bazı üniversite öğetim üyeleri, birer entelektüel olarak, 1960'laıdan soma solcu kimliklerini belirterek gençlik kitlesinin gerisindeki itici güç durumuna geçtiler. 1961'lerde YÖN bildirisine imza koyan 200'e yakın aydın kadı o , >eni sol enteli- jansiyanın, ayni zamanda birliğini sağlamasısuıetiyle oıtamın oluşmasında önemli bir rol oynamışlartlır(x). Yeni sağın bu taıihlenle böyle biı organi/e e^leııı kalıbına raslamak mümkün değildir. Çeşitli mesleklere mensup olan (öğretim üyesi, gazete­ci, siyasi parti ve serbest meslek mensuplan) bu kimseler, her kesimde, özellikle gençlik kitlesi üzerinde "düzeni eleştirme ve sosyalist duyarlığı" yaratmada etkin rol oynamıştır. Gençliğin, "radikalleşme sürecinden yararlanma" kampanyasına siyasi partiler de katılmak suretiyle olayların kampus dışına taşmasını hızlandırı­yordu. Gazetelerde (üniversite ve eğitim) sorunları çeşitli açılardan eleştirilirken siyasi teşekküller daha ilk günlerden itibaren bu olayları parti açısından ele almış­lardır. Bir yazarın ifadesine göre: 'Siyasi partiler üniversite refonmu fikrine sıkı sıkıya sarılarak öğrencilerin tüm isteklerine hak verirken, tasvip edilmeyecek öğ­renci davranışlarına değinmemek iç in azami itnayı göstermişler ve hatta yüksek öğretimin münferit bazı meselelerini bütün üniversite ve yüksek okullara malederek öğretim üyelerine haksız tarizlerde bulunmuşlardır(114).

Bu mizansen içinde, öğrenci kitleleri siyasi rejimin değiştirilmesi ve sosyalist sistemin benimsenmesi hususunda bir güç kaynağı durumuna geçmişlerdir. Bu bakımdan öğrenci olaylarının temelinde sosyal hızlandırma mekanizması olarak toplum çelişkilerinin nazarı dikkate alınması ve bnlaıın ilmi eleştirisi yapılıp çözüm vollaıı gösterilmesi gerekiıkn tersine sol entelijonsiya tarafından sürekli olarak belir-

.• >k trinlerin yörüngesinde > oyunlaştırılması ön plâna geçmiştir.Nitekim, bu alanda >apılnıış araştırmalarda sosyal yönü ağır basan yoııım tarzlarına raslamaktayız:

1968 yılının baharında başlayan öğreıu i hareketleri, Tiiıkiye'nin içinde bulunduğu sosyal, ekonomik, politik ve eğitim ,• utlarının çeşitli maksatlaıa yö­nelik örgütler tarafından kullanışının bir fonksiyonudur, ve hiç şüphe yok ki top­lum düzenini ciddi şekilde tehdit eden bir sosyal sorundur

Genel olarak Türkiye'de, özel olarak İstanbul'da olagelen öğrenci huzur­suzluğunun kaynağını toplumun süratle değişmek olan sosyal organizasyonunda aramak yerinde olacaktır "(115)

Nephan Saran ve arkadaşları, 1968'lerden itibaren başlatılan öğrenci olayla­rının açıkça toplum yapısından kaynaklandığını belirtmek suretiyle, bir anlamda sosyal şiddet normuna yaklaşmış bulunuyorlar demektir Onlar, öğrenci şiddet olaylarını kültür sistemi ile sosyal yapı arasındaki uyumun sağlanamadığı gerek­çesiyle ortaya çıkan "anomie" yani norm bozulmalarına bağlamaktadırlaı. N i­tekim, Saran konuya şöyle yaklaşmaktadır: 'Toplumumuzda boykotlar şeklinde ortaya çıkan davranış sapmalarının frekansının artmasının nedeni son elli > ılda

(x) 20 Mayıs 1984 günlü Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan "1 2 6 0 Aydın dilekçesi' de Radikal solun savunulması açısından bir kamu oyu denemesi niteliğindedir.

287

Page 291: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

süratle değişmekte olan toplumun sosyo-kültürel yapısında aranmalıdır. Zira, süratli bir değişme vetiresinin süregeldiği toplumurnuzda sosyo-kültürel yapı, özellikle bazı çevrelerde, fertler üzerinde mevcut kurallara ve normlara uygun davranıştan ziyade,normlardan sapmaya zorlayan baskı yapmaktadır.

'Türk toplumu, uzun bir süredir dışardan ve içerden gelen çeşitli faktör­lerin etkisiyle süratli değişmelere sahne olmuştur. Teknolojik değişmeler, süratli nüfus artışı ve şehirleşme, endüstrileşme çabaları v.s. istikrarlı bir toplumda gelenek­sel değer yargılarının birbiriyle çatışmasına, ya da değer sisteminin bünyesinin bo­zulmasına sebep olabilir. Hangi toplumda olursa olsun bu tür süratli değişmeler, birbirine fonksiyonel bağlarla bağlanmış parçalardan müteşekkil bir bütün olan kültürün işleyişinde aksamalar yapacak ve bazı çevrelerde anomik ortamın gelişimine sebep olacaktır. Büyüme ortamı nı teşkil eden bu çevreler fertlerde az yada çok bu tür aksamaları yapacak ve bazı çevrelerde anomik ortamın gelişimine sebep olacaktır. Büyüme ortamı işte bu çevreler olan fertler az yada çok bu aksamaların etkisinde ka­lacak ve kişilik yapılanlarına göre mevcut düzene değişik uyum tipleri gösterecekler­dir. Toplumumuzdaki son öğrenci olayları, sosyo-kültürel yapıdan olagelen değişme- gerekir"

"Şiddet normunu" antropolojik açıdan değerlendiren bu inceleme, öğrenci olaylarını tamamiyle sosyo-kültürel yapıda beliren anomik eğilimlerle bağlantılı olarak kabul etmektedir. Böylece, siyasi gelişmeler, demografik değişme, eğitim alanında beliren kuşaklararası çatışma Merton'un "isyanı' 1 şeklindeki davramş"ti- pinin frekansını arttırmıştır.

İlkönceleri üniversite reform istekleri,sorunları "yeni bir düzen yaratmak"(116) çabaları haline dönüşen öğrenci eylemleri, boykotlar ve işgallerle sembolize edilmiş ve hiç kuşkusuz ideolojik bir temel üzerinte oturtulmuş olmasına rağmen, öğrenci­nin büyük bir kısmı bir davranış sapması olan "boykotları" tasvip eder olmuşlardır. Nitekim, Saran'ın adı geçen araştırmasında yönettiği "boykotları tasvip ediyor- musunuz?" sorusuna dört fakülteye mensup öğrencilerin (648) hemen hemen üçte ikisi olumlu cevap vermişlerdir. Bu oran Makine Fakültesinde % 77.6'ya ulaşmıştır. Aynı şekilde, 1969-1970 yılları arasındaki öğrencilerin büyük çoğunluğu "düzen değişikliğine" taraftar olduklarını, bu oranın Cerrahpaşa ve Makine Fakültelerinde % 77 civarında olduğu tesbit edilmiştir. Araştırmacı, "yeni bir düzen yaratmak" eği­limini Meıton'on anomik bir ortam içinde kişisel uyum tiplerine muhalefet (isyan) davranışı olarak vasıflandırmaktadırlar.

N Saran'ın, 1969-1972 dönemi içinde öğrencilerin sosyo-ekonomik yapısı ile öğrenci hareketlerinin teorik ve deneysel seviyede bir açıklamasını ele alan bu in­celeme, İstanbul İşletme Fakültesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Çapa Tıp Fakültesi, İstanbul Teknik Üniversitesi Makine Fakültesinin çeşitli sınıflarına mensup 648 öğrenci üzerinde yürütülmüş tür (117). Bu dört fakültenin doğum yeri, ilçe, kasaba ve köy olanlar Makine (%56.7), İşletme (%53.7), Cerrahpaşa %47) ve Çapa(%39.7) olmak üzere sıralanabilir.

Görülüyor ki, metropolitan bir şehir merkezinde bazı fakültelere mensup öğren­cilerin yarısından fazlası kırlık alanlardan (çevreden) gelen öğrenciler tarafından temsil edilmektedir. Bunun gibi, "şahsınızla ilgili önemli problemleri aileden kime sorarsınız" tarzındaki bir soruya da, öğrencilerin büyük çoğunluğu ebeviyenleriyle yaptıklarını bildirmişlerdir. Ancak, ailede genellikle tercih edilen kişi annedir. Kız öğrencilerde bu oran erkek öğrencilere nazaran çok daha yüksektir. Erkek öğrenci­ler ise anaya yakın bir oranla babalarını da danışacak kişi olarak seçmişlerdir. An­cak, konuşulan erkek öğrencilerin % ,1 2 'sinden yukarısı ailelerinde hiç kimseyi ken­dilerine yeterince yakın bulmamışlardır Araştırmacılara göre, toplumurnuzda aile, henüz kişilere emniyet ve dayanışma ruhu sağlayan, fertlerin herbirine uzun süre maddi ve manevi destek olma özelliğini kaybetmemiştir. Ailelerin küçülmüş, da­ralmış olmasına rağmen, geniş ailenin özelliği olan fertler arası bağlılık ve bağım-288

Page 292: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Iılık devam etmektedir,Puerto Rico örneğinde görüldüğü gibi, öğrencinin danışma çerçevesi büyük

ölçüde ebeveynlerinin etki alanı altındadır. Buna rağmen yine de belirli bir yüz- desi yeni bir danışma gurubu oluşturabilmektedir Bu referans grubunun ne ölçüde genci esas grubuna (primary grup) ters düşmesi hususunda araştırmada bir açıklık yoktur.'Ayrıca ebeveyinlerinin yanlarında kalanlarla, yurt ve pansiyonda oturanların şiddet normuna olan tutumları da tesbit edilmemiştir. Oysa, mesleki gruplaşma, sınıf yapısı ve fertlerin statüsünün belirlenmesi şiddete olan tutumların yönlendiril­mesinde önemli bir etkendir, öyleki, ülkemizde 12 Eylül 1980 ile 11 Eylül 1981 arasında yakalanan teröristlerin dağılımı incelendiğinde öğrenciler % 23 ile en yük­sek, ev kadınları ise en düşük % 1 kategoriyi oluşturmaktadır(118). 3u husustaTab-lo (2 2 ) bize aydınlatıcı bir takım ip uçları vermektedir.

Tablo: (22) Eylül 1980 ve 11 Eylül 1981 tarihleri arasında yakalanan terörist­lerin mesleki dağılımları

Meslekler Teröristlerin sayısı ■ %öğrenci 9.760 23Öğretmen 2.830 7İşçi 6.052 14Kamu Hizmetlileri 4.254 1 0

Serbest çalışanlar 6

(kendi hesabına çalışanlar) 649 15Ev kadını 519 1

Diğer meslekler 4.159 1 0

İşsiz 8.919 2 0

Toplam 43.140 1 0 0

Bunun gibi, şiddet olaylarına karışanların seviyesi ile sınıf yapısı ve mesleki dağılımı arasındaki ilişkiler de henüz tesbit edilmemiştir. Bunlar, mahkeme kayıt­ları kadar, tutuk evlerinden sağlanacak verilerle yürütülmelidir. Şimdiki halde ■elimizde 12 Eylül 1980 ile 11 Eylül 1981 arasında terör eylemlerine karışmış (43.140) kişinin eğitim seviyeleri hakkındaki kayıtlar mevcuttur.

Genel olarak, ülkemizde suça itilenleı kj^dba ve kö> kökenli, büyük kentlerde ise gecekondu alanlarında yaşayan insanlar arasında belitmektediı. Sosyal şiddet olaylarının ekolojik yapısı hemen hemen bu çizgidedir. Ancak, burada bir noktaya değinmekte yarar vardır. Şöyleki, ülkemizde terör ve şiddet olaylarının büyük boyut­larda eylem kalıplarına dönüşmesi, yaklaşık olarak 12 yıllık bir dönemi kapsar. Şid­det normları daha ziyade yoksuljuk kimliğini -yoksulluk kültürü değil- yansıtan sosyal tabakalar arasında belirginlik kazanmıştır. Son yıllarda Amerikan toplumu üzerinde yürütülen araştırmalarda bu görüşümüzü doğrular niteliktedir. Cinai suçlar, Blau'- lara göre, şiddetin güneye ait geleneğiyle yakından alakalıdır. 3u anlamda olmak üzere, cinai şiddet pozitif olarak güneye ait bir yerleşim biçimidir( 1 2 0 ). 3öylece siyahların yaşadıkları gettolar gibi alt-kültür alanları da şiddet normunu yansıtan kaynaklar olarak ortaya çıkmaktadır. Hatta araştırmacılar şiddet normunun yük- suIIak kültürünün bir ürünü olduğu kanısındadır. Bu açıdan, iktisadi eşitsizlik kadar ırklar arasındaki sosyo-ekonomik eşitsizlikte cinai şiddetin oranını arttırmaktadır. Eğer, şiddetin bir kültürel yanı varsa, bunu kökleri iktisadi eşitsizlikte düğümlenir. Walter B.Miller tarafından 1958 yılında : "Suçluluğun temel sebebi olarak yoksul­luk kültürü teoris in in" iler i sürülmesi tezi, bu araştırma ile yeniden destekleniyor­du^ 21).. Amerika bileşik Devletleri Güney şehirlerinde cinai suçluluğun yüksek oranda oluşu bu tezin gerçekliğini ortaya koymaktadır. Irklar arasında olduğu ka­dar sosyo-ekonomik eşitliklerde cinai suç oranını arttırmaktadır

Page 293: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Ülkemizde, terör ve anarşi normlarj içinde beliren cinai suçların, üniversiteler­den itibaren büyüyen dalgalar halinde bütün Türkiye'yç,ö/el|ikle, etnik ve sosyo­ekonomik eşitsizliklerin belirgin olduğu alanlara yayılması, şiddet olaylarının eko­lojisi hakkında bize önemli ipuçlarını verebilir(x).

Sosyal şiddet olaylarının giderek yoğunlaştığı 12 Eylül öncesi dönemde, zama­nın içişleri bakanlarının görüş açıları da bize şiddet normunun ülkemizdeki profil­leri hususunda önemli ipuçlarını verebilmektedir. Bu sebeple yine muhteva tahlili yöntemi çerçevesi içinde biri Korkut Özal diğeri de Haşan Fehmi Güneş'e ait ol­mak üzere,bunalımlı dönemlerde iki içişleri bakanının terörizm hakkındaki görüşle­rini ana çizgileriyle buraya aktarmak istiyorum.

K.Özal'a göre: "....Türkiye'de anarşi meselesine bakılacak üç temel kaynak var­dır. Bunlardan birincisi Türkiye'nin son 50-60 senedir, içinden geçtiği istihaledir.Eko­nomik değerlerin bölgesel zümresel dağılımı problemi var. Yani pastayı büyül­telim. Pastayı büyültmek çok önemli ama pastayı büyütmekten de önemli olan onun nasıl taksim edileceği. Kimin ne pay alacağı. Geri kalmışlık daha hızlı devam ederken geri kalmış bölgeler geri kaldıklarını daha çok şuurlu görmeye başladılar. Anarşinin doğmasına fevkalâde müsait ve onları besleyen ortam böyece meydana gelmiştir.

"İkincisi, Türkiye'de devlet yapısının, hükümet yapısının memleket mesele­lerini çözecek bir şekilde olmayışı.. Hükümet yanlış kurulmuştur. Transferlerle ku­rulan hükümetler güçlü olmaz(benim kanatıma göre transferler sebep değil, netice­dir. Bir defa toplum bu hale gelince transfer onun arazı oluyor)..

"üçüncüsü: Türkiye'de yargı fonksiyonunun, yani adalet mekanizmasının vazi­fesini yapacak durumda olmayışı.."

Eski İçişleri Bakanı özal, 12 Mart 1979 tarihinde konuya sosyo-ekonomik, hu­kuki ve siyasi açıdan olmak üzere üç yönlü bir olusumü dile getirmek suretiyle yaklaşıyordu. Dönemin içişleri bakanı H.F. Güneş ise bir başka açıdan sosyal şiddet normunu yorumlamakta idi.

"..Terörizm sadece bize özgü değil.. Bugin Avrupa'nın hiçbir ülkesini göstere­meyiz ki, terörizm ve tedhişçilik olayından, sıkıntısından kendisini kurtarmış olsun. Tüm Avrupa'da tırmanış vardır. Ama bizim için şu anlamda yeni sayılır. Biz oJayın ne olduğunu yeni anladık. Aslında bizde vardı, adını koyamamıştık."

Böylece, Güneş konuya, Türkiye’ye has görmemekte, tüm Avrupa'da bir tırma­nış halinde olduğunu belirtmekte, Türkiye'nin de bulaşıcı felaketten kendisini kur­taramadığını vurgulamış bulunmaktadır. Bu açmazdan ülkemizin sıyrılması için de;a) Polis ne yapar; b) Gezici ekipler; c)Büyük kentlerde bölge sistemi, istihbarat ek­sikliği, polis eğitim yetersizliği gibi köklü önlemlere gerek görmektedir.

Netice olarak, Güneş'e göre: "örgütler suça karşı devlet var ama yetmez. Halkı devletin yanına almak, ulusal tepkiyi yaratmak önler terörizmi.. Bütün sosyal prob­lemlerin büyük olduğu, gelir dağılımının çok düşük, işsizlik düzeyinin çok yüksek olduğu, eğitim kurumlarının artık eğitilmemiş, insan ürettiği bir toplumda bu tür olayları sadece polisiye önlemlerle önlemeyi yalnızca içişleri bakanlığından bekle­mek en azından cahilliktir'*{1 2 2 ).

H.F.Güneş., nihayet toplum yapısındaki çelişkileri (iktisad ve sosyal olmak üzere şiddet normunun kaynağı olarak kabul etmektedir. İster şiddet olayı ideo-

(x) Yankı derğisi 'tarafından hazırlanan ve Mamaktaki 194 siyasi tutuklu üzerinde yürütülen bir anket formuna verilen cevaplar nazarı dikkate alındığında, şiddetin eko­lojisi küçük-orta memur gibi ümitlenebilir" kesim iççinde delgalanmaktadır. (Yankı, 2 1 -27 Mayıs, 1984, siyi 686, s.4-11). Oysa, Amerika Birleşik Devletleri ve Ltüni Amerika ülkeleri üzerinde geliştirilen araştırmalar bu verilere büyük ölçüde ters düş­mektedir, Nitekim, yanı araştırmada Ayhan Songar'ın: terör sanıklarının çoğunun okumamış ve ekonomi bakımdan güçlükleri olan ailelerden geldiği, tarzındaki bulgu­ları bize daha isabetli görünmektedir.

Page 294: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

lojik, isterse sosyo-ekonomik temelden kaynaklansın, Yeni Sol ve Yeni sağ görüş­lerin ve tarafsız araştırmacıların birleştikleri nokta: Sosyal yapıdaki derin farklı­laşmalar ön planda gelmektedir.Aynı şekilde, 12 Eylül öncesi eski İçişleri devlet ve başbakan yardımcısı Faruk Sükan da: "ilk fazla yapılacak iş, karşı karşıya bulunduğumuz önemli olayların tırmanışını durdurmak ve genişlemesine engel olmaktır. İkinci fazdır ise, arzulanmayan geri tep­meleri önlemek için sağlanacak olumlu durumu geçiştirici önlemleri geliştirmek, bundan sonra da bu çok iyi belirlenmiş sınırlar içine hapsedilecek olguyu söndür- mektir.Bunun için de Devlet Güvenliğini koruma koordinatörlüğü (DGKK) öngörüyo­ruz" (x)

Şiddet normu üzerimde Türkiye gerçeğini tahlil ederken görüşlerimizi burada düğümlemek istiyoruz. Bu bölümde, basına intikal etmiş sağ-sol grupların terör ve şiddet olaylarıyla ilgili profillerini ortaya koymaya çalıştık. Hemen hepsi, te­rör ve şiddet olaylarında "düzeni", Türkiye'nin sosyal yapısı ve onun yansıttığı sosyo-ekonomik çelişkileri suçlamada birleşmektedirler. O halde şiddet sosyal sistemden kaynaklanmaktadır. Ülkedeki zengin-yoksul farklılaşmasının keskin boyutlara ulaşması, derin köy-şehir zıtlaşması, gelir gruplan arasındaki adil ol­mayan eşitsizlikler, dini ve iktisadi alanda aşırı liberalleşme neticesi milli değer­ler ve inanç sistemlerinde cılızlaşmanın başgöstermesi, hepsinin üstünde ülkenin rotasını çizecek olan aydının kozmopolitleşmesi,protesto ve veto gruplarının sistematik muhalefeti, iktidar yoksunluğu, işadamları ve yeni burjuvazinin "para kıvıran” bir sınıf haline dönüşmesi, üniversite kürsülerinin Marksist-Leninist öğre­tiye propaganda seviyesinde açık tutulması, köy, kasabalardaki mezhep-etnik fark­lılaşmaların büyük kentin kenar mahallelerine "gecekondulaşma" biçiminde yan­sıması, kurtarılmış bölgelerin oluşması işte bütün bu olaylar terör ve şiddeti bes­leyen helezonu meydana getirmişlerdir.

(x) Cemâl Kutay, pusudaki ihanet, S. 500-501, 1984 Ancak, sükan'ın dönemin Cum­hurbaşkanına sunduğu bir rapor vardır ki bunun mahiyeti hakkında yayınlanmadığı için genel bir bilgiye sahip değiliz.

Page 295: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

1) Seymour M.Lipset, University Studentsand Politics in Underveloped Countries, ‘ Minervar Vol.3.,1964, s. 15-56

2) Michio Nagai, The Development of İntellectuals in The Meiji and Taisho Peri- ods, Journal ofSocial and Political İdeas in Japan,ll,1946,s. 29

3) Charles Herbert Steriber, Education and Attitudes Change, 1961. Zik. S.M.Lip­set. a.g.e.

4) Report On The Germany Universities, Minerva, vol.16, Number 1,1978.s.103- 138

5) TVlax’Veber, Politics as a vocation.6 ) alcott Parsons "Youth in the Context of American Society",in Erik H.Erikson

(Ed), Youth:Change and Challenge, 1963^.117 r7) Seymour Martin Lipset, "Political Cle\aıı.ues in deleloped and emerging politi-

es" in Erik Allardt (Ed.) Cleavagc^ideologies and pârty systemsContribuitons to Comparative political ;>ociology,l964

8 ) Orhan Türkdoğan-Dursun Bingöl, 1974-75 öğretim döneminde işletme fakül­tesi öğrenci üzerinde sosyo-ekonomik bir araştırma, s.91-103, Atatürk Üniver­sitesi Yayınları, IV.Kitap,1978

9) Jürgen Domes and Amin Paul Frank, The Tribujations of The Free University of Berlin, Minerva, vol.XIII,Number 2,Summer 1975,s.183-199

10) S.M.Lipset,Siyasi İnsan,s.317-32811) H.Marcuse, Repressive andTolerance12) Richard Lichtman.The Unuvetistiy: Mask for Privielege. Zik.Sidney Hook, Aka­

demik Hürriyet ve Akademik Anarşi, çev. Sencer Tonguç.13) Report on theGerman Universities,Minerva,vol. 16,Numberl,1978,s. 103-13814) S.Hook, a ,g.e.,s.56-5715) S.Hook^.g.e.,56-5716) Anatole Leroy-Beaulieu, The Empire of the Tsars and Russians, Part I I : The

Institutions 1984, s.486-487.Zik.S .M.Lipset, a.g.d.17) 3emard Pares, Russia 3etween Reform and Revolution,196218) H.Seton-\Vatson, the Patternsof Communist Rev olu tion,195319) John İsrael, The Chinese Student Movement, 1927-1937, doktore'tezi, s.146-

1963 .Zik.Lipset,a.g.e.20) Edward Rivas Suarez, un pueblo crucificado, basılmamış bir inceleme, 1964.

Zik.Lipset a.g.e.,s.2121) Hoang Van Chi, From Colonialism to communism,196422) Joseph 3rozTito, Report to the 5th Congress CPY,1948,Yugoslavia,s.27-3423) Stefan Nowak, Social Attitudes of \Varsaw Students, Ploish Sociological 3ul-

lettin, January-June, 1962. Zik.S.M.Lipset,a.g.e.,s.2324) John Friedman, İntellectuals in Developing Societies. Kyklos,XI 11,1964,4^.51425) C.VVright Mills, Power, Politics and People, 1963^.256-15926) Olga Lang, Chinese Family and Society, s.316,194627) The İndian Student (Washington, D.C.,3ureau of Social Science Research,

1954^.4028) A Study of Opinions of Universtity .Students in Mexico, "Mexico City.İnter-

national Research Association, 1964,16-19

Page 296: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

29) Özer Ozank4ya, Üniversite öğrencilerinin siyasal yönelimleri, s.61-63,196629b) özer Ozanka,a Köyde Toplumsal Yapı ve Siyasal Kültür: İki grup Köyde Yapı­

lan Karşılaştırmalı bir Araştırma, 1974, s.15730) Hikmet Altuğ, Kazım Arısan, Özcan Köknel, Nephan Saran, Öğrenci Hareket­

lerinin 3ilimsel Yönden Araştırılması, s.24,197031) Report of İnquiry, 1974; Report of The Tribunal, 1972. Zik.Rosalina. L.Feie-

rabend, The Role of Government in Violence Research, İnternational Social Journal Vol.30,1978,No:4

32) Fals Borda, Violencia, 1965, s.19733) R.L.Feierabend, a.g.e.34) NormanTutt,,Violence, 193635) E.Bonilla, Students in Politics, s.253 '36) Student Study, Sao Paulo: instituto de Estudos Socials e Economicos, 1960.

Zik.S.M. Lipset, a.g.e.37) M.Ozaki, 'The Third Generation" yayınlanmamış bir araştırma38) Leonard BinJer, İran: Political Development in Changing, 196239) Olga Lang, a.g.e.40) John Jameson and Richard M.Hessler: "The Natives Are Restless:The Ethos

and Mythos of Student Power, Human Organization, vol. 29, Sumner 1970, Number:2

41) Daniel Cohn Bendit and Gabriel Cohn -3endit, Obsolete Communism:The Left \Ving Alternative, 1969

42) AStudy of Opinions- of Universtiy Students in Mexico, İnternational Research Association, 1964, Zik.S.M.Lipset,a.g.e.,s.35

43) S„M.Lipset,a.g.e.44) S.Martin Lipset, Students and Politics in Underdeveloped Countries, Minerva,

Vol.3. 3,Number: 1,1964.S.8,15-5645) S.M.Lipset,a.g.e.,s.4146) Edward Shils, İndian Student, s. 19.Keza, The İntellectual 3etween Traditon

- and modernity,The İndian Stiuation, 196147) Bureau of social Science research, political attitudes of İndian Students 1955

zik. S.M .Lipset, a.g.e.48) Arthur Liebman, the student left in puerto, The Journal of Social İssues, vol.

27, No: 1,197148a)Mc Clasky and N.E.Dahlgren, Primary group influence in partly loyalty: Poli­

tics in social life,(in N.W.W.Polsby, R.A.Dentler, P.A.Smith (Eds.), 1963 zik. A.Liebman, a.g.e.

49) K.Keniston, The sources of student dissent, The journal of Social İssues, 1967 vol. 23,c ilt3 , s.108-137

50) Mahmut Tezcan- Kuşaklar Çatışması: Okuyan ve Çalışan Gençlik Üzerinde Bir Araştırma, s.159,1981

51) S5touffer, Communism, conformity and civil liberties, 1966, Keza, S.Martin Lipset, Political Man, 1960

52) S.M.Lipset and PAltbach, Student politics and Higher education in The United States (in S .M. Lipset, Ed., Student Politics, 1967)

53) Ahmet Taner Kışlalı, Öğrenci Ayaklanmaları, 197454) A.T.Kışlalı,a.g.e.,s.12955) Aysel Ekşi, Gençlerimiz ve Sorunları, s.160,198256) A.T .Kışlalı,a.g.e.,s.19857) A.T.Kışlalı,a.g.e.,s.13858) Mahmut Tezcan, Kuşaklar Çatışması, s.55,198159) MahmutTezcan,a.g.e.,s.82-9060) Doğu Ergil, Türkiye'de Terör ve Şiddet: Yapısal ve Kültürel Kaynaklar, s. 14445

Page 297: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

61) D.Ergil, a.g.e.,s.129-13062) A.T.Kışlalı,a.g.e.,s. 17863) Gençlik Ne İstiyor, Niye Çatışıyor? ", Milliyet, 4.5.197564) Aysel Ekşi,a.g.e.,s.163-16465) A.Ekşi,a.g.e.,s.3536 6 ) Phillips Schvvartz, 1933 yılında yapılan üniversite reformu neden dolayı

başarısız geçti? Cumhuriyet, 5 Ağustos, 196867) Nermin Abadan, Üniversite Öğrencilerinin Serbest Zaman Faaliyetleri, s.23,

90,91,19636 8 ) Çiğdem Kâğıtçıbaşı,Sosyal Değişmenin Psikolojik Boyutları, s.23,35,139,197269) David Mc Clellland, Ulusal Özellik ve Türkiye ve İran'da Ekonomik Gelişme,

Türkiye Amme İdaresi Dersisi, Sayı: 3, C ilt:7 ,197470) Ç.Kâğıtçıbaşı, a.g.e.s.2471) Ahmet Yücekök, Türkiye'de örgütlenmiş Dinin sosyo-ekonomik tabanı,s.236

197172) Fehmi Yavuz, Darü'l-Hilafet i'l-Aliye Medreseleri ve Kurtuluş Savaşı, Atatürk'ün

100.Yıl Doğumunda Türkiye 1 .Dün Eğitim Semineri, 23-25 Nisan 1981, s.70-7173) Orhan Türkdoğan, Batıda Yeni Dini Hareketler, Tercüman 10 Nisan 198474) George Gallup Jar.,"U.S. in Early Stages of Religious Revival, Journal of Cur-

rent Social İssues, 14:197775) Marc Galanter ve diğerleri, 'The Mdonies: A Psyhcological Study of Conver-

sion and Membership in Contemporary Religious Sect, American Journal of Psychatry, 136(2) 1979

76) A.M.Nicholi, "A New Dimension of The Youth Culture", American Journal of Psychiatry, 131(14) 1974

77) Göran-Gustafon, Popular Religion in Svveden, Social Compass, vol. 24.2-3,198278) E.Durkheim Meslek Ahlakı, çev.Mehmet Karasan,s.23.194979) Ayhan Songar, Psikiyatri, s.17,197780) özcan Köknel, Uyuşturucu Madde Sorunları; Keza, Yılmaz Günal.Uyuşturucu

Madde Suçları, s.225-227,197681) Y.Günal,a.g.e.,s.225-22782) John A.Clausen, Drug Addict (Ed.Robert K.Merton and Robert A.Nisbet,

Contemporary Social Problems, s. 181-221.1961)83) Mahmut Tezcan, Türkiye'yle ilgili Stereotipler ve Türk değerleri üzerine bir

deneme s.24546,197484) Milliyet, a.gjn.85) İsmail Arar, Atatürk'ün Halkçılık Programı, s.24-25,19638 6 ) Seyyid Kutub, Fizilâl-il Kur’an,Zuhruf Suresi, Ayet:32,13jcilt,s.185-18787) İ .Arara ,g.e.,s.25 . •8 8 ) "Çatışan Gençler Ne Düşünüyor?".Milliyet, 6 Kasım,197689) Milliyet, Çatışan gençler ne düşünüyor? 6 Kasım 197690) Kari Mannheim, Essays on The Sociology of Culture, s.163-164,195691) Mehmet Kaplan, Çğretemen, Sosyal Değişim ve Demokrasi, Milliyet, 23 Şubat

197592) Hikmet Altuğ ve arkadaşları, a g e.,s.21 .Keza, Özcan Köknel,Türk Toplumunda

Bugünün Gençliği, 1970. Mahmut Tezcan. 1968 yılı öğrenci hareketleri, 196993) H.Altuğ,a.g.e.^.53-5494) HAltuğ,a.g.e.,s. 17-1895) Raşüddin Khan, La violence et le develeopment socio-economique/Revue.İn-

temationale des Scieneces Sociales, Vol.,30, No: 4, 1978. Zik. Ruşen Keleş- Artun Ünsal, Kent ve Siyasal Şiddet, s.23-24,1982

96) R .Khanya.gjn.,s.904-90897) George S.Harris, The Left in Turkey, Problems of Communism, vol.29,No:4

Page 298: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

J uly -Aug.l 980,s.36-3 898) G.Harris,a.g.m.,s3099) Türkiye'nin Demokratik Gelişimi ve Abdi İpekçi Olayı, Milliyet, 11 Şubat

1979100)Cahit Düzel, Politika Gazetesi, İlgililer Gözüyle Üniversite Olayları, 8 Aralık

1975.101 )Politika Gazetesi, "Komünist-Faşist çatışması yok. Bir grubun öğrencilere sal­

dırısı var((DGB) sözcüsü, 8 Aralık 1975102) Salih Sıtkı Erdal, "Gericiler Okulların Kapanmasını istiyorlar", Politika 8 Ara­

lık 1975.103) Tüm Asistanlar Derneği(TÜMAS), Politika Gazetesi, 8 Aralık 1975104) Ümit Doğanay, Politika Gazetesi, 8 Aralık f975105) Aybay Aydın, Politika Gazetesi, 8 Aralık 1975106) İsmail CemjPoNtika gazetesi, 20 Aralık 1975107) Sabah Gazetesi, Bir Mesele bir Misafir, 22 Nisan 1975108) 'Talebe Liderleri Konuşuyor", Sabah Gazetesi, 26-27 Nisan 1976109) Gençlik Ne Diyor? Sabah Gazetesi, 15 Mayıs 1978 __110) GençlilcNe Diyor? 15 Mayıs 1978, Sabah Gazetesi.111) "öğrenci Liderleri Kavgalarını Tartıştı", Tercüman,4 Aralık 1970112) Nermin Abadan, Refah ve Adaletsizliğe İsyan Edenler, MiHiyet, 20 Mayıs

1968.113) Mümtaz Soysal, Bulutsuzluk Özlemi, Milliyet, 20 Mayıs 1968114) Nephan Saran, Üniversite Gençliği, s.71,1975115) N.Saran,a.g.e.,s.73116) Mahmut Tezcan, "Memleketimizin Yüksek Öğrenim Kurumlarında öğrenci

Hareketleri ve Ortaya Çıkardığı Sorunlar", 1968 yılı öğrenci hareketleri,1969, s.170-184

117) Nephan Saran, Üniversite Gençliği, 1875118) Anarchy and Terrorism in Turkey, Başarı Matbaacılık, Tarih ve Yazarı yok.119) Tercüman, 7 May ıs 1983120) Judith R.Blau and Peter M.Blau, The Cost of inexuality ınobilitan structure

and violent erime, American Sociological Review, vol.47, Feb.1982, Number: s.114-128

121) Walter B.Miller, "Lowerclass Cultureasa generatingmilieu of gang;Journal of Social.İssues, 14:5-19,1958

122) Yeni ve Eski İçişleri Bakanları Terörizmi Tartıştılar (cumhuriyet Gazetesi. 12 Mart 1.979)

Page 299: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

A. Terör ve A narşiyle ilgili Yerli Kaynnkl:ır.

1 ) Akyol, Taha. Politikada Şiddet, 19802) Alkan, Türker,Saldırganlık, Ön Yargı ve Yabancı Düşmanlığı, 19833) Altuğ, Hikmet, Kazım Arısan, Özcan, Köknel, Nephan Saran, Öğrenci Hareket­

lerinin Bilimsel Yönden Araştırılması.4) Ankara Kültür Vakfı: Anarşi Sempozyumu, 19805) Anarşi İçin Ne Dediler? Ankara, 19796 ) Anarşiye Karşı Mücadele, Cumhuriyetçi Güven Partisi Yayını, 19737) Apaydın,Orhan, Kim Öldürüyor? Niçin Öldürüyor?8 ) Abdi İpekçi Semineri :Türkiye'de Terör, 19809) Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Reform Komisyonu Raporu, 11.7.196810) Bozdemir, Mevlfit, Türkiye'de terörün sosyolojik kaynakları, çoğaltma, SBF.

Ankara, 198011) Demirkent, Nezihi, Türkiye'de Terör, Gazeteciler Cemiyeti.12) Demirel, Osman,Bugünkü Halimiz ve Kurtuluş Çareleri,13) Dünyada ve Türkiye'de Öğrenci Hareketleri, Üniversite Sorunu, Milliyetçi Türk

Kadınlar Derneği, 196814) Ekşi, Aysel, Dertli Gençlik, Milliyet, (11-17 Mart, 1979)15) Ekşi, Aysel, Gençlerimiz ve Sorunları, 198216) Ergil, Doğu, Türkiye'de Terör ve Şiddet: Yapısal ve Kültürel Kaynaklar,198017) Elverdi, Ali, Bu vatana Kastedenler18) Gençtan, Ergin, Üniversite Gençlik Sorunları -önrapor-19) Keleş, Ruşen ve Altun Ünsal, Kent ve Siyasal Şiddet, 198220) Kışlalı, Taner,Gençlik Ayaklanmaları, 197421) Köknel, Ö/can.Tiirk Toplumımda Bugünün Gençliği, 1970 21 a) Kutay, Cemal, Pusudaki ihanet, 198422) Özankaya, Özer, Üniversite '"ii’ iencilcıinin Siyasal Yönelimleri, 196623) Saran, Nephan, Üniversite Gençliği, 197524) Tezcan, Mahmut, Kuşaklar Çatışması: Okuyan ve Çalışan Gençlik Üzerinde

Bir Araştırma. 198125) Tezcan, Mahmut, Memleketimizin Yüksek öğrenim Kuramlarında Öğrenci Hare­

ketleri ve Ortaya çıkardığı Sorunlar, 1968 yılı Öğrenci Hareketleri, 196926) Üniversite Sorunlarını İnceleme Komisyonu Raporları, 1 9 6 8 ,Temmuz26a) Ülkemizi 12 Eylüle getiren sebepler ve Türkiye üzerindeki oyunlar, 14-15

Eylül 1984, Aydınlar Ocağı yayınları..27) Türkiye'de Terör, İstanbul Gazeteciler Cemiyeti Yayınları, 198028) Toker, Metin, Sağda ve Solda Vuruşanlar, 197129) Türkiye'de Anarşi ve Terörün Gelişmesi, Sonuçları ve Güvenlik Kuvvet­

leriyle önlenmesi, Başbakanlık Basımevi, 198230) Türkiye'de Anarşi ve Terörün Durumu, Genel Kyrmay Başkanlığı, 1982

Page 300: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

31) Terör ve Terörle Mücadele Durum Değerlendirilmesi, Başbakanlık Matbaası, 1983

32) Anarchy and Terrorism in Turkey,Başarı Matbaacılık, Tarih ve yazarı yok.33) Neden Anarşist Oldular? Yankı Dergisi, Sayı: 686-690, ^1/27 Mayıs -18/24

Haziran 1984

B. Yabancı Kaynaklar

1) Tarık Ali, Ed.Thc New Revolutionnarie, A Handbook of The İnternational New Lcft, 1966

2) Rodney F.Allen and Charles H.Adaîr,eds..Violence and Riots in Urban America,1969

3) John Barron, KGB :The Secret Work Of Soviet SecretAgents, 19744) Hannah Arendt, On Violence, 19705) M.Cherif Bassiouni, ed.İnternational Terrorism and Political Crimes, 19756 ) Alberte Bayo, 150 questions to a Guerrilla7) J.Bowyer Bell, The Myth of The Guerrilla, Revolutionary Theory and Malprac-

tice, 19718 ) J .Bovvyer Bell, The Profile of a Terrorist ;9) J.Bowyer Bell, On revolt: Strategies of National Liberation, 197610) J .Bovvyer Bell,The Secret army,The İ R A I9'16-19?411) J.Bowyer Bell,Transnational Teı‘ror, 197512) J.Bowyer Bell,Terror ou tö f Zion, 197713) Cyril E.Black and Thomas P.Thornton, eds. Communism and Revolution:

The Strategic Uses of Political Violence, 196414) Guy D.Marcus Boston, Marvin Marous and Robert J.Weaton,Terrorism-A.Selec-

ted Bibliografphy, 197615) Anthony M.Burton, Urban Terrorism, 197516) Anthony M.Öurton,UrbanTerrorism:Theory,Practiceand Response,197517) Maria Esther Gilio, The Tuparmare Guerrillas, The Structure of The Urban

Gueı'rilla Movement, 1972 -18) Richard Gott, Guerrilla Movements in Latin America, 197019) Kenneth W and M.A.VVeinstein, İdeologies of Violence, 197520) Ernesto Guevara.Obras Completes.5 vols. Buenas Aieres. 197321) Brian M.Jenkins and Janera Johnson, eds. İnternational Trrorism: A. Chrono-

logy, 1968-1974; 197522) J.R .Kelly, New Political Crimes and the Emergence of revolutionary nationalist

ideology, 197323) Melvin J.Lasky, Ulrike Meinhof and The Baader-Meinhof Gang, Encounter,

X IIV ,Ju n e 197524) Mao Tse-Tung,OnGuerillaWarfare,196125) Mao Tse Tung, Basic Tactics, 196626) Eugene H.Methuin, Rise of Radicalism, The Social Psychology of Messianic

Extremism 197327) David L.Milbank and Edvvard Mickolus, International and Transâtional Terro-

rism:Dianosis and Prognosis, 197628) Leon Romaniecki, The Arab Terrorists in The Middle East and The Soviet

197329) Leon Romaniecki, The Soviet Union and İnternational Terroris, Soviet Studies,

X X V I :3 rJuly 1974,417-44430) Colin Smith, Carlos; Portrait of a Terrorist, 197631) U.S.Congress, Senate Committee on Government Operation32) U.S. Cangress Senate Committes on the judicay, subcommittee to investigate,

Page 301: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

the Administration of the internal security act.33) U.S.,Department of Jusice34) U 5. Department of Transportation36) UÜ.National Advisary Committeeon Criminial Justice Standartsand Geals37) U.S. National Advisary Committee on criminial justice standarts and geals38) Al j. Venter, The Terror Fighters; A Profile of Guerrilla Warfare in Southern

Africa, 196939) Paul ’Vilkinson, Pölitical Terrorism, 197440) Veça Luis Mercier, ed.Guerrillas in Latin America: The Technique of The Coun-

ter State, 1969 „41) Eugene H.Methvin, The Rise of Radicalism; The Social Psychology of Messianic

Extremism, 197342) Franz Fanon,The Wreched of the Earth, 196843) R.Heberle,Social movements44) George S.Harris, The Left in Turkey, Problems of Communism, July-August

198045) Claire Stirling, Terör Ağı, 1982

Page 302: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

SONUÇ

Başlangıçta, Türkiye'de sosyal şiddet normu üzerinde ileri sürdüğümüz hipotez, terör ve anarşik olayların -sosyal yapı unsurları, kültür ve değerler sistemi ile tarihi gelişim çizgisi olmak üzere- bir dizi faktörlerle bağlantılı olarak geliştiği ilkesine da­yanıyordu. Bu sebeple, sosyal şiddetin, her ülkenin kendi toplum yapısı ve değer sistemlerinin bir yansıması olduğu tezi, önemle belirtilmelidir. Ancak, sosyal şidde­tin bu yapı özelliklerine rağmen, bir "ideal tipi"geliştirildiğinde şartlandırma veyön* lendirme biçimlerinde bir takım temel çizgi vejconfigürasyonların ortak bir karakter oluşturdukları da gözden kaçmamaktadır. Latin Amerika, Uzak Doğu Asya, Afrika ve Orta Doğu ülkelerinde rastladığımız "şiddet profilleri" bize bu hususta uyarıcı bir takım ipuçları verebilmektedir.

Bu araştırma boyunca, dış kaynaklara dayanarak geliştirdiğimiz modeller as­lında, hipotezimizin hangi ölçülerde genellik taşıdığını, hangi ölçülerde ise değiş­kenler arasında sapmaların mevcut olabileceğini tesbit etmek içindir Latin Ameri­ka ülkeleri, Afrika ve benzeri az gelişmiş ülkeler yanında, Batı Avrupa ülkelerinde, hatta Birleşik Devletlerde yer yer örneklerle temas ettiğimiz şiddet normu ile, Türk toplumunun 19601ar sonrası içine sürüklendiği terör ve anarşik olaylar arasında dikkat çekici bazı benzerlikler bulunduğunu gözlemekteyiz.

Gerek veto grupları, entelijansiya, gençlik.örgütleri, gerekse Türk basınına yan­sıyan yayınlar, toplantı ve forumlar neticesi yapdan örnek olay araştırmaları gös­termiştir ki, şiddet normu-geniş çapta-eğitim sistemi, iktisadi ideolojikparlamenta- rist sistem, entelijansiya ve Türk burjuvazisinin tutum ve davranış biçimleriyle,Türk tarihinin geçmişi ve geleceği arasındaki devamlılığın kesintiye uğraması gibi temel yapı özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Bıinlara ilâve olarak kitle haberleşme araç­ları ve eğitim kanallarının etkin bir biçimde, köy-şehir zıtlaşmasını yumuşatamama- sı, hâlâ yurdumuzun belirli yörelerinde farklı kültür adacıklarının varlıklarını sür­dürmelerine, mezhep ve etnik bölünmelerin dinamikliğini korumasına yol açmıştır. Bu ikili yapının (dyadic toplum biçimi) son yıllarda-artan coğrafi hareketlilikten ötürü- büyük kent merkezlerine yığılmak suretiyle gecekondulaşma sürecine dönüş­müş olması, henüz "millet olma" kimliğini geniş ölçüde etkilemektedir. Bu da, te­rör ve şiddet olaylarının filizlenmesinde itici gücü teşkil eder. Tanınmış sosyolog Daniel Seli'in "Amerikan toplumunun ancak 1950'lerden itibaren bir''milletnolma seviyesine geldiği" tarzındaki görüşleri gözönüne alınırsa, sosyal ekolojisi, iktisadi yapısı, gelir ve eğitim seviyesi, kültür ve değer sistemiyle son derece farklılaşmış

Page 303: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

bir Türkiye'nin bölgeler-arası bu polarizasyonu, onu bir "millet olma" kimliğine ulaştırdığı iddia edilemez. Terör ve anarşi kadar, belki Türk demokrasisinin bir -türlü rayına oturamamasında, bu farklılaşmaların bir bütünleşmeye varamamasının derin izleri vardır.

Şiddet normu, aslında, günümüz sosyolojisinde "sosyal hareketlilik" diye ifade edebileceğimiz bir hususu teşkil eder. Bu bakımdan bütün medeniyetlerde insanlar kendilerini çılgınlık, anarşi ve ihtilal gibi dramitik diyebileceğimiz davranış içine atmışlardır. Smelser, bu tür sosyal hareketleri-dar anlamda kollektif davranışları- panik, çılgınlık, düşmanlık, sosyal reform hareketleri ve nihayet dini ve siyasi ihtilaller, mezhep çatışmaları ve milliyetçilik eylem biçimleri olmak üzere sıralar(1 ).

Görülüyor ki, sosyal hareketler, ilk planda normal sosyal kuramlarla bir zıtlaşma du­rumunu yansıtmaktadır(2). Hatta, Muzaffer Sherif "sosyal hareketlerin esasta deği­şen değerler ve normlar kadar, değişen sosyal düzen ve kültürel değişmeyi de kap­sadığı kanaatındadır"(3)

Kısacası, şiddet normu bir kollektif davranış veya sosyal hareketlilik sürecinin ürünüdür. Bu sebeple, araştırmamız boyunca sosyal sistemle şiddet normu arasındaki bağlantıyı ana unsurlarıyla belirlemeye çalıştık. Böylece, "norm-yönelimli" hareket­ler (panik, düşmanlık, çılgınlık, silahlı ayaklanma gibi) ile ..değer-yönelimli" hare- ketler(4)-ki bunlar yerli hareketler, Messianik ve Millenarian hareketler, mezhepçi­lik, dini ve siyasi ayaklanmalar, karizmatik ve milliyetçi hareketler olarak sıralana­bilir- aslında terör ve şiddet normlarını etkileyen sosyal yapı faktörlerinin değişik boyyt lardaki bir yansımasıdır.

Türk toplumunun 200 yıldanberi, Batı medeniyeti karşısındaki aşırı liberalleş­me hareketleri, Daniel Lerner'in ifadesiyle ülkemizin: a)gelenekli, b) geçişli, c)mo- dernleşme süreci olmak üzere üçlü bir yapıyı ortaya çıkardığını göstermektedir. Sos­yal empati, okuyup-yazma oranı, kitle haberleşme araçları, lokalit-kozmopolitlik derecesi ve benzeri unsurlar-bakımından geniş ölçüde birbirinden farklı olan bu tipleştirme, ülkemizin- Batı ve doğu olmak üzere iki kültür çevresi arasındaki kül­türel bütünleşmenin henüz gerçekleştirilemediğini kanıtlar. Bu bakımdan "değer- yönelimli" hareketler, yerli kültür unsurlarıyla dış-kültürden ithal edilen unsurların amalgamasyonu noktasında düğümlenir. Nitekim, antropologlar, kültür değişmesi sürecini incelerken Melanesia'da Batı kültürü ve medeniyeti karşısında yerli kültürün gelenekli çerçevesinin tahrip edilmiş olduğunu, bunun da "Kargo kültü"ne yol açtığını ileri sürmüşlerdir. Bu durama göre, "Kargo kültü", Melanezya örneğinde görüldüğü üzere, bir toplumun kendi gelenekli kültürü ile Avrupa kUltürii arasındaki yarıyolda duran ülkelerde meydana gelmektedir(S). Nitekim, 3elshaw'^ göre: "Me- lanezyalılar Avrupa toplumu ile başarılı temas sağlamalarına rağmen, yüksek bir hayat standartına yönelen güçlü bir canlılığı ortaya koyamamışlardır. Bunun da sebebi, kendi meselelerine sahip çıkmalarına karşılık, Melanezya hayatının iki aşırı unsurunun şimdiye kadar bu kültlere (ruh dansları gibi) karşı yenilgiye uğrama­masında (veya yenilgiye uğramış görünmesindç) aranabileceğini ileri sürmektedir. Bir yanda yoğun sınai iş sahaları ve Port Moreşb, Rabaul, Vila ve Yeni Kaledonya gibi yakın kasabalarda başarılı yerli yerleşimler -ki buralarda halk, modern hayat tarzı içinde kitleleri teşkilâtlandırmak için çok az zaman veya eğitime sahiptirler- öte yanda, Avrupa’nın işgaliyle tadil edilemeyen kültlerin kendi yerli tarzında de­vam ettirdiği Malenkula ve Yeni Gine'nin iç bölgeleri olmak üzere ikili bir yapı or­taya çıkmaktadır "

(1) NeU J.Smelser, Theory o f collektive Behavior, 1962(2) Ralph H.Turner, "Collective Behavior" in Handbook o f Modern Sociology,

(ed.) R.E.L.Faris 1964(3) Muzaffer Sherif, and Carolyn Şherif, An Outline o f Psycohology, 1956(4) Ralph Linton, "Nativistic. Movem en's " in American Antropologist, vol,45 ,1943(5 ) C.S.Bel&hcıu), Recent History o f M edeo Society, Dceanisa, s .l 123 ,vol.22 ,1951

Page 304: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Görülüyor ki, "Kargo kültü", aslında sosyal hareketlerin doğmasında bir takım gerginliklerin kaynağını oluşturmaktadır, Araştırma boyunca, aşırı Batılılaşma ne­ticesi, ülkemizin de "taklit ve kopyacılıktan" öteye gidemeyen kültür temasları (acculturation), yenileşme hareketleri -Japon örneğinde görüldüğü üzere- milli değerlerimizle yüksek seviyede bir senteze ulaşamadığı için ikili bir toplum yapısı­na dönüştüğü bir gerçektir. Aslında, "Kargo kültü" Melanezya kadar ülkemiz için de geçerlidir. Batı norm ve değerlerinin ülkemizi -hiçbir fikir gümrüğüne tabi tutul­maksızın- istilası, milli değerlerimiz karşısında yeni bir kozmetik kültür veya pop kültürünün canlanmasına sebep olmuştur. Böylece, halk katlarında milli kültür ve değerlerimiz yaşarken, üst tabakada ise ruhsuz ve köksüz ithal malı kozmetik kül­türün hâkimiyet sağlaması, hatta bunların kitle haberleşme araçları ve okullaşma süreciyle toplumun derinliklerine doğru yayılması, 12 Eylül öncesi sosyal gergin­liklerin ve anomik davranışların doğmasında başlıca sebebi teşkil etmiştir.

Sosyal şiddet, yukarıdanberi özetlediğimiz Hususlar göz önü ne alınarak ortaya çıkan çelişkiler düzenlemedikçe, her an patlamaya hazır bir bomba gibi Türk top- lumunun yumuşak karnında varlığını sürdürecektir. Bu sebeple, araştırma boyunca, toplumu iyileştirme (melioration) türünden köklü çözüm yollarının neler olabile­ceğine temas edilmiştir.

Aslında, "gençlik-üniversite" bütünleşmesi, sosyal sistemin bir parçasını oluştu­rur. Sosyal sistemde ortaya çıkan herhangi bir gerginlik, "gençlik-üniversite" bütün­leşmesini etkileyebileceği gibi, ayni şekilde "gençlik-üniversite" bütünleşmesi de top­lum yapısındaki norm bozukluklarının patlamalarına sebep olabilir. Bunlar, belirli sınırlar içinde, birbirleriyle fonksiyonel ilişki içindedirler. Bu bakımdan, gençlik- üniversite bütünleşmesi, her şeyden önce, düşünce sistemleri ve hayat felsefelerinin farklılaşmasını gerektirir. Buğin, hiçbir kimse,sol-sağ tayfın fikir hayatımızın bir parçası olmasından ötürü, şikâyetçi olamaz. Bunlar, sosyal yapımızın, siyasi reji­mimizin daha sağlıklı işlemesinide başlıca denge unsurlarını teşkil ederler. Konuya bir benzetme ile yaklaşmak gerekirse, bunlardan biri aracın vitesi ise, öteki frenidir. Bunlardan birinin eksikliği bu aracı nasıl tehlikelere götürebilirse, ayni şekilde bir toplumda da sağ veya sol düşüncenin hakimiyeti sosyal dengeyi, ezeli uyumu boza­bilir.

12 Eylül sonrası, Türkiye'nin geleceğinde yeni sol ve yeni sağ bu sosyal denk­lemi koruyabildiği takdirde -herhangi bir siyasi radikalleşmeye meydan vermeksi­zin- sosyo-ekonomik meselelerin çözümlenmesinde olumlu atılımlar yapı labil in ir. 3ir düşünürün de belirttiği gibi, "hepimiz musiki notaları gibi birbirimizden farklı olsak bile yine birbirimiz için olduğumuzu" unutmamamız gerekir. Aksi takdirde, ülkemizin içine süıüklenebileceği bir "kör döğüşünde" kimin ne kazanıp ne kaybe­deceğini önceden kestirmenin mümkün olamayacağı kanatındayız.

Yarım yüzyıl önce, bizden daha farklı olarak, İspanya'da kardeş kavgasının i- çine süreklenmiş, sağ-sol çatışmasında yüzbinlerce yurttaşını kaybetmiştir. Ancak, sağ kanatı temsil eden ve ordunun güçlü lideri Franco,akıllı, tarafsız ve ılımlı tutumu ile yangını söndürebilmiştir. Onun Madrid yakınlarında Sierra Guadarram'da diktir­diği anıt, sağda ve solda vuruşanların kemiklerinin bir araya getirilerek gömüldüğü bir tepeden yükselmektedir.Asıl önemlisi de bıı anıtın üzerindeki, sosyal barışı, birliği simgeleyen şu yazılardır: "Kahramanlarımız, uğrunda hayatlarını verdik­leri sadakat, kardeşlik ve vatan sevgisi gibi insani değerlerde birleşmişlerdir. Bu ' "Haç"ın iki yana açılan kolları hiçbir ayırım yapmadan bütün İspanyolları kucakla­maktadır". Ülkesini, kardeş kavgasından çıkarmak suretiyle yarım yüz yıl uyum­lu bir biçimde yöneten Franco, bugün arkasında -faşizm ve komünizm tehlikelerin­den uzak- bir İspanya bırakmıştır.

Ülkemizde de, sosyal yapı çelişkilerini çözebilecek radikal önlemler kadar, hemen her alanda hoşgörü, sosyal uyum ve birbirimizi bir aşk ahlâkıyla sevebi­lecek bir toplum mannerizminin kısa zamanda tohumlarının ekilmesi gerekmekte­

Page 305: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

dir. Aksi takdirde Orta Çağın "tabiat boşluktan korkar" diye olayları açıklayan Aristocu zihniyeti gündeme gelirse, sosyo ekonomik sistemin tüm çelişkileriyle ortaya koyduğu tablo, toplumun dinamosunu teşkil eden gençleri karamsar ve sergüzetçi modeller peşinde koşturabilir. Burada, biraz önce sözünü ettiğimiz İs­panya iç savaşına katılan ve kendisi de taraflardan biri olan bir İngiliz şairi o bu­nalımlı dönemi şöyle dile getirmektedir:

"Bu savaşa neden katıldığımızı,Yıldızların altındaki platolara Bizi neyin sürüklediğini soranlara İngiltere'deki dostlara.Deyin ki, bu sebep.Yalancılık ve aptallık değil,Şehvet, intikam ve para da değil Biz buraya başka bir yol Göremediğimiz için geldik."

Bu şiirin dile getirdiği gerçek; 12 Eylül öncesi toplum yapımızın, siyasi reji­mimizin, iktidar yoksunluğunun, anayasal kuruluşların, üniversitelerin, veto grup­larının, entelijansiyanın, Türk tarihinin gelişim çizgisinin, aşırı liberalleşmenin, protesto, gruplarının, bölgelerarası dengesizliklerin birbirleriyle kesiştiği tabloya önemli boyutlarla uyum sağlamaktadır.

Bu bakımdan, terör ve anarşinin bir sosyal patalojik hal olduğu ve bundan bü­yük ölçüde yukarıdaki çarpık tablonun sorumlu bulunduğu kabul edilmelidir. Bu sebeple, sosyal yapının restorasyonu, bundan sonraki iktidarların girişecekleri ra­dikal önlemlerin başında gelmelidir. İlkin, TürT^tarihi ve kültür hayatımızı -geçmişi­mizi geleceğimize bağlayacak tarzda-bir süreklilik içinde ele alan bir tarih felsefesi­nin devletin resmi felsefesi haline gelmesi gerekmektedir. Cumhurbaşkanlığı for­sunda yer alan 17 ayrı ayrı Türk devletleri birbirleriyle organik bir bütünleşme ha­line getirilerek, "kökü mazide bir atiyiz" tarzında holistik-bütüncül düşünce tarzı benimsenmeli ve geçmiş bizim geleceğimizin konfigürasyonunu teşkil etmesi ba­kımından saygıya değer kabul edilmelidir. Bu tür bir dünya görüşü, folklorumuza, örf ve geleneklerimize, inanç ve değer sistemlerimize yeniden dönüşü sağlaması ba­kımından biricik kaynağı teşkil eder. Biz gücü Batıdan alarak değil, kendi milli kaynaklarımıza dönmek suretiyle toplumumuzu yeniden canlanma (re-vitalizm) sürecine tabii tutmak durumundayız. Tarihimizi, toplumumuzu şekillendiren değerler sistemimizi kronolojik kimliğinden tecrit ederek ona yeni bir ruh kazan­dıracak bir milli eğitim politikası devreye sokulmadığı sürece, benliğimizi yoğu­racak ve bize şahsiyet verecek manevi mesnetlerden yoksun bırakılmamız mukad­derdir. Ayni şekilde, Polonya'da komünizm karşısında bir güç kaynağı olan hıris- tiyanlık gibi, islâmi yapının da sistematik bir biçimde -okullaşma süreciyle- reor- ganizasyonu gerekmektedir. Türkiyeyi tehdit eden komünizm tehlikesine karşı, tarih şuuru güçlü, dini inanç ve normlara bağlı bir nesil en büyük güç kaynağıdır. Bugün Batıda, dini hayat bütün özellikleriyle toplumun üstüne atılmış bir ağ gibi yaşantısının bir parçasını teşkil eder. Okul-öncesi kadar, ilkokullar çeşitli mezhep­lere göre eğitimlerini sürdüıüı ve böylece çocuk en verimli yaşında "dindarlaşma" sürecinin içine itilmiş olunur. Batı Avrupa'ya nazaran Birleik Devletlerde dindarlaş­ma oranı en yüksek seviyededir. Bu ülkede sosyolog Nelson, sosyal mobili- zasyonun itici gücü olarak dinin önemini şöyle sıralıyordu: "dini doktrini öğret­mek, üyeleri ibadete ve itaata teşvik etmek, dini faaliyet için kolaylık sağlamak, şahsi meşelerle ilgili olarak üyeler arası teması sağlamak ve nihayet sosyal kontro­lün merkezi olarak vazife görmek” (6 )*

(6) Lowry Nelson, Rulal socilology, s. 322-341, 1955

302

Page 306: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Türkiye’de dini sistem üzerinde bir araştırma yapan Şerif Mardin, İslâmî inanç­ların halk katındaki gelişme şeklinin etkilerini incelerken, Türk toplumundaki kim­lik krizinin çözümlenmesinde dinin ideolojik yönünün önemini belirtmekte, bunun için de: "Cumhuriyet Türkiyesinde, din meselesini bir tarafta modernleşmenin şid­detli isteği diğer taraftan da Osmanlı devletinden tevarüs eden meselelerin kadrosu içinde düşünmenin gerekliliğini" vurgulamaktadır(7).. Ona göre: "Bugün halk kül­türü ile seçkinler kültürü arasında bir uçurum olması, seçkinlerin dine önem veren kimseler olsalar bile, "halk islâmım" kural dışı, saydıkları meydandadır. Diğer ta­raftan, Cumhuriyetin seçkinleri yüzeyde görülmesi mümkün olmayan önemli fonk­siyonlar gördüğünü idrak etmemişlerdir. Cumhuriyetin seçkinleri, islâmın kişisel fonksiyonlarını kolayca başka bir yapıya devredeceklerini sanmışlardır". Mardin, böylece, bugünkü Türkiye'deki dini kaosu bütün katlarıyla ortaya serdikten son­ra, görüşlerini şöyle neticelendiriyordu: "Bugün Türkiye'de ümmet yapısından yeni çıkmış bir topluma, halk dini, bir dünya görüşü ve bir kişisel denge yöntemi sağlamaktadır".

Ayni şekilde bölgeler arası varyasyonlar da, "taşra"dan"merkez"e gelen gençler üzerinde psikolojik etkiler yapmak suretiyle bir takım sosyal patlamalara, enternas­yonal ideolojilerin oltalarına takılmalarına elverişli vasatı yaratabilmektedir. F.Frey 1962 yılında 458 köyde yaşayan (6000)den fazla ve yaşları 14ün üstünde köylüler üzerinde yapmış olduğu bir sörveyde:a)köy niteliklerinde bölgesel farklılıklar; b)köy- lülerin niteliklerinde bölgeler varvasyonlar; c)ve Türk köyleri arasında bölgesel fark­lılıkların bulunduğunu.tdsbit etmiştir(8 ). Bu araştırma göstermiştir ki; bölgeler arası varvasyonlar gerçekten sert çizgiler halinde ortaya çıkmakta ve el'an devam etmek­tedir. Bu dutum, sosyal sistemin bir parçasını teşkil eden gençlik ilişki sistemi içinde önemli sosyal gerginliklerin kaynağı olabilir.

Kısacası, terör ve şiddet olayları, aslında temelde yatan sosyal yapı ve organizas­yon biçimlerinden kaynaklandığı, bir "sebep" değil "netice" olduğu; sosyal şiddeti sindirmekle, derinde kanayan yarayı iyileştirdiğimizi ummak büyük tarihi bir yanılgı olabilir.Ülkenin bu çizgiye sürüklenmesi, 15-20 yıl gibi çok kısa bir süre içinde hepimizin gözleri önünde cereyan etmiş, oynanan oyunların failleri ve seyircileri içimizde, ha­yatta ve bizleriz. Ancak, şunu itiraf etmek gerekir ki, sosyal yapının çelişkilerinden için için kaynaklanan olaylar; objektif, her türlü değer yargılarından uzak akılcı bir metodla henüz ayrıntılarıyla inceleme konusu yapılmış değildir. Fransa, İn­giltere ve Batı Almanya örneklerinde görüldüğü gibi, üniversite işgalleri veya iki polis memurunun öldürülmesi bu ülkelerde araştırma komisyonlarının kurulmasını, olayların enine boyuna ilmi tahlillerini gerektirmektedir. Ülkemizde sosyal şiddetin en tehlikeli boyutlara ulaşmasına rağmen, henüz ciddi ve ayrıntılı bir teşhis ve tedavi yönteminin gündeme gelmemiş olması düşündürücüdür. Sadece, bir iki kuruluşun tertiplediği seminer ve sempozyumun ötesinde, Ayhan Songar'ın (3464) mahkum ve tutuklunun deneme grubu (1643) normal lise ve yüksek öğretim öğren­cisinin de kontrol grubu olarak ele alındığı, toplam (5107) kişi üzerinde 401 soruluk bir test uygulamasının sonuçlarından başka elimizde hemen hemen hiçbir belge de yoktur.

3u çerçeve içinde, hastalığın teşhisi,i tedavisi ve muhtemel seyrinin -geç- de olsa- gündeme gelmesi gerektiği inancındayım. 12 Eylül öncesi birbirinden kalın duvarlarla ayrılmış örgütlü öğrenci gruplarının forumlarında, basın organlarında ele almış oldukları açıklamalar, muhteva tahlili (content analysis) denilen bir yöntemle burada teker teker incelenmiş ve temel felsefeleri ortaya konulmuştur. 3unun gibi, bazı üniversite öğretim üyelirinin öğrenci grupları üzerinde uyguladıkları anket

(7) Ş erif Mardin, din ve ideoloji, s. 118-119.(8) Frederecik W.F rey, Regional Variations in Rural Turkey, Report N O : 4 ,1966

Page 307: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

sonuçları da kalın çizgileriyle belirtilmiştir. Ayrıca Gazeteciler Cemiyeti ve benzeri kuruluşlar ile dönemin üç İçişleri Bakanlarının bizzat basma yansıyan, sosyal şiddet normlarıyla ilgili fikirlerine de yer vermiş bulunmaktayız. Bunların hep­sinin toplandığı ortak bir nokta vardır ki, bu da sosyal şiddetin Türk toplumunun sosyo-ekonomik yapısı, siyasi iktidar kalıpları ve devletin resmi ideolojisi Kema- lizmin devreden çıkarılması, yabancı ideolojilerin yeni bir fetiş olarak entelijansiya- nın önemli bir kesimi tarafından toplum yapımıza pompalanmasıdır.

3u arattırma boyunca ileri sürülen tezler, daha ziyade toplumumuzun tarihi gelişim çizgisine dayalı bazı açıklamayar, kültür ve değerler sistemimizin dış et­kenler karşısında sürekli erozyona maruz kalması ve nihayet iktidar yapısının çürü­mesi, entelijansiyanın (aydın sınıf) millilik kimliğini büyük ölçüde yitirmesi ve kendine yabancılaşması gibi çok yönlü etkenler üzerinde durmaktadır. 3öylece, sosyal şiddetin, sadece "terör" ve "anarşi"nin soyut kalıpları içinde düşünülmemesi gerektiği aslında, temelden yatan yapı faktörleriyle bağlantılı olduğu açıklığa ka­vuşturulmak istenmiştir. Ayrıca, en önemli nokta olarak üzerinde durulması ge­reken husus, sosyal şiddet normunun ülkelerin tarihi gelişim ve jeo-politik yapısıy­la yakından ilgili olması nedeniyle, evrensel ve tek tip ideal bir "terör" şemasına varmanın da mümkün olamayacağını görüşünü bu araştırmada bütün açıklığıyla gözler önüne sermiş bulunmaktayız, öyleki, günümüzde Ermeni terör kalıpları daha ziyade ülkemizin bunalımlı dönemlerinde başımıza musallat olan "vur-kaç” tak­tiğine dayılı bir intikam, "öc-alma" furyasıdır. Ülkemiz, ne zaman -içte ve dışta- zayıf düşmüşse Ermeni katliam hareketi gündeme gelmiştir. Atatürk döneminde tek bir Ermeni olayının' cereyan etmemesi bu görüşümüzün en belirgin özelliğini teşkil eder. 3unun gibi, Amerika Birleşik Devletlerinde zenci-beyaz çatışması bir takım temel hakların elde edilmesi kavgasıdır. Ülkemizde terör ve şiddetin kaynağı, Türkiye'yi Marksistleştirme operasyonu gibi önemli ideolojik siperlerin arkasında yatar. 3ölücülük, mezhepçilik gibi akımlar da, aslında Ermeni olayında gö­rüldüğü gibi, "bulanık suda ne avlarsam o yanıma kâr kalır" ilkesiyle bağlantılıdır. Tıpkı Ermeni davası gibi. Yoksa, ülkemizde yaşayan insanlarımızın biroirlerini belir­li ayırım çizgileri içinde gördükleri söylenemez. Doğuda yaşayan vatandaşlarımız, bu ülkenin Edirnesinde, Samsununda, Adanasında ve İzmirinde yaşayan vatandaş­lardan, devlete ve millete bağlılık şuuru açısından, kıl kadar ayrıldığı iddia edile­mez. Zaten, lisan faktörünün dışında -ki bugün İsrail'de Kürtçe konuşan Yahu- diler mevcuttur- hiç bit sosyolog ve antropolog yapmış oldukları araştırmalarda bugüne kadar Türk kültüründen ayrı bir Kürt kültürünün mevcut olduğunu gös­terememişlerdir^). Bazı üniversitelerde, yakın zamana kadar sosyoloji ensti­tüleri ve sosyal araştırma derneklerinin geliştirdikleri kasıtlı yayın kampanyalarına rağmen, ortaya koydukları incelemelerin hiçbirinde, Türk-Kürt kültürünün sürek­liliğinden başka hiçbir şey ortaya konulamamıştır. Son Anayasa oylaması, büyük ölçüde, terör ve şiddet profili ile Kürtçülüğün-mezhepçiliğiıı yaygın bulunduğu iddia edilen yörelerde tasvip görmüştür.

Bunun göbi İtalya'da Kızıl Tugaylar, Almanya'da şiddet yanlısı 3aader- meinhof çetesi Almanya ve İtalya'ya özgü şartlardan kaynaklanmaktadır ki, bunun örneğine ülkemizde rastlamak mümkün değildir.

Görülüyor ki, şiddet normu toplumların sosyo-kültürel yapısı ve tarihi gelişim çizgisiyle bağlantılı olarak gelişmektedir. 3ununla şunu demek istiyo­rum: Ülkemizde, 12 Eylülden önce ortaya çıkan şiddet olayları, ülkemizin tarihi şartları, jeo-politik yapısı ve sosyo-ekonomik gelişiminden soyutlanamaz, onların bir uzantısıdır. 3u nedenle, neticeye dayanarak kaynaklara inmemek, sebepleri araştırmamak satıhdaki "uru " tedavi etmek gibi bir şeydir.

(x) Bu husuta ayrıntılı bilgiler için bkz: orhan Türkdoğan, Türk târihinin Sosyolo­jisi, 1977. Keza, Orhan Türkdoğan, Çağdaş Türk Sosyolojisi, 1977..

Page 308: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Durum, bütün açıklığı ile bir daha göstermektedir ki, üzerine parmak bas- tıtjımjz hususları kalın çizgileriyle ortaya koymamızda hayati bir zaruret vardır. Bunun için de, biraz önce temas ettiğim Ayhan Soygar'ın araştırmasıyla, Metris ve Diyarbakır Askeri Ceza Evi ve Tutuk Evlerindeki mahkumlar üzerinde yapıl­mış örnek olaylara kısaca temas etmek istiyorum(x).

Ayhan Songar'ın, söz konusu (5107) kişi üzerinde yapmış olduğu anket sonuçlarına göre,Terör ve şiddet profilini yansıtan üç temel faktör vardır.

1. Sağ ve sol teröristler benzer demografik özellikler göstermektedir.2. Sağ-ve sol tarafa yönelmesinde en büyük tesir içinde yaşadı*' ı çevreden

gelmektedir.3. Liderler ve onu takipeden, rma tabi olan eylemciler arasında önemli

farklar mevcuttur.

, Terörizmin sebepleri de şu şekilde ortaya çıkmaktadır:. Ekonomik güçlük ve eşitsizlikler,. Eğitim noksanı,. Çevrenin kötü tesiri,. Hükümetteki zaf, iktidar yetersizliği . Aile ve okuldaki otorite eksikliği . Dış tesirier( 1 0 )Ancak, Songar'ın: "Bunların en başta geleni, en önemli faktör, terörizmin

Jışardan yönlendirilmesi ve yönetilmesidir. Diğerleri, buna katılan fertlerin bu yolu seçmeleri için gerekli hususiyetleri oluşturmaktadır. Nasıl ki bir insanın pnömoni hastalığına yakalanması için pnömoni, zatürrie mikrobnu alması temel şarttır ve onun üstüne eklenen "soğuk alma" kolaylaştırıcı sebebi teşkil ederse, burada da "dış tesir" ana sebebi, diğerleri ise teröre katılmadaki "kolaylaştırıcı" faktörleri temsil etmektedir" tarzındaki yargılarına büyük ölçüde katılmak, bu incelememizin baştan sona kadar geliştirdiği, desteklediği ve değerlendirdiği hipoteze önemli ölçüde ters düşmek demektir. Zira, 12 Eylül öncesi, ülkemizde cereyan eden sosyal şiddet normu, bir eylem kalıbı olarak, sosyo-ekonomik sis­tem toplumun tarihi gelişimi, jeopolitik yapısı ve nihayet siyasi iktidar biçimiyle fonksiyonel bir bağlantı içindedir. Günümüz sosyolojisi artık sosyal oiayları "tek- nedenli, tek-boyutiu" faktörler yerine, çoğulcu-plüralist bir çerçeve içinde de­ğerlendirmektedir. Ve bu faktörler de birbirleriyle karşılıklı işlevsel (fonksiyonel) bir bağlantıyı oluşturur. Örnek olarak kapalı bir köye zirai sektörde makinanın girmesini ele alalım. Makinanın kabulü, işgücü fazlasının köyden şehire nüfus göçüne, ailede erkekle kadın arasında görevlerin farklılaşmasına, bunun da ailede erkek otoritesinin zayıflamasına, kadın-erkek özgürlüğünün dengelenmesine ve nihayet statü farklılaşmasına varıncaya kadar bir dizi fonksiyonel bağlantıyı ortaya koyar. 3unun gibi, sosyal şiddet de, temelde yatan bir takım tortuların birikimi netice­sidir. Günümüzde, bir İngiltere, bir Fransa ve bir Almanya'da görüldüğü gibi, sos­yal yapımızın dokusu yıpranmamış, zayıf düşürülmemiş olsaydı ülkemize dıştan ve içten yönelik sistematik şartlandırmalar bu kadar yıpratıcı boyutlara ulaşamaz­dı. İngiltere'de İrlanda Kurtuluş Ordusu(İRA), Batı Almanya'da Badeer-Meinhoff çetesi, Kızıl Ordu Fraksiyonu (R A F ) ve Fransa'da Baskçı hareketler bizden daha az mı eylem kalıpları oluşturmuştur? İRA'nın mücadelesi aşağı yukarı -bir yüz- yıldanberi sürüp gitmektedir. Fakat, bu ülkenin güçlü toplum yapısı, ayakta duran milli entelijansiyası ve tarihi gelişim çizgisinin- gelmişle geçmiş arasında hiçbir

(x) Yukarıda zikredilen her iki araştırma da bu eser, matbaaya verildiği ve yayı.rıa ha­zırlandığı sırada elimize geçmiştir. Bu sebeple, metin içinde geniş bir değerlendirme yapmamıza fırsat vermemiştir.(10) Ayhan Songar, Türkiye'de terör olaylarının arkasmde yatan gerçekler sosyo- psikolojik araştırma ve değerlendirme, a.g.e., s.309-328, 1984

Page 309: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

kopukluğa meydan vermeyen süreklilik ilkesine dayalı milli şuur tezi- İRA'nın bütün sistematik mücadele taktik ve yöntemlerine rağmen, zaferini sağlamasına gereken fırsatı vermemiştir. Baskçıların akıbeti de bundan farklı değildir(x). Gö­rülüyor ki, her ülke-şartları sebebiyle- içerden ve dışardan müdahalelere daima açık olabilir. Ancak, önemli olan mikroplar karşısında bünyenin muafiyet oranının yüksek derecede olmasıdır. Kanaatımca, 12 eylül öncesi Türkiye'miz için de üzerinde durulması gereken husus budur. Neden ülkemiz, 10-15 yıl kısa bür süre içinde terör ve şiddet salgınına yakalanmış? Ve sadece, 12 Eylül öncesi iki yıl içinde (1977-1979) 5242 ölü ve 14 852 yaralı olmak üzere 20.000 üstünde insan kayıbına yol açabilecek olayların içine sürüklenmiştir? 3ütün bunlar, sadece ve sadecedışardan kaynaklanan monist görüşlerle açıklanacak türden olaylar değildir, biz, bu araştırma boyunca Türkiye'deki terör ve şiddet olaylarının gerisinde yatan fonu birkaç çizgisiyle aydınlatmaya çalıştık. 3undan sonraki gelişmeler, terör ve anarşi üzerine yoğunlaştırılacak parlamento, üniversite, hükümet, hatta özel kuruluşların -ki biz de bu kuruluşlar daha ziyade futbol ve basketbol tü­ründen faaliyetleri yansıtmak suretiyle "bacağın" ve "kolun" zaferine ışık tut­maya çalışır- teşkil edebilecekleri komisyon raporlarıyla ancak değerlendirilebi­lecektir.

Ülkemizde, terör ve anarşinin tek bir kaynaktan (monist) kaynaklanma­dığı hususuna açıklık getirmek gayesiyle bizzat terör döneminde sorumluluk taşı­yan kişilerle, askeri ceza evlerinde bulunan tutuklular üzerinde yapılmış örnek olay-araştırmaları kısa çizgilerle temas etmek suretiyle "şiddet” normunun fonk­siyonel kimliğine aç ıklama getirmek istiyorum.

3u araştırma, yayına verildiği sıralarda Faruk Sükan'ın anılarına ait bir kitap elimize geçti. Pusudaki İhanet adlı bu kitapta, Sükan'ın, 12 Eylül öncesi dönemin Devlet Bakanı ve 3aşbakan yardımcısı, hatta Şükrıi Kaya'dan sonra en uzun devre İçişleri Bakanı olması gibi hususlar gözönüne alınarak, sosyal şiddet normu ile alakalı görüşlerine tanık olmaktayız. Öyleki, 28 Şubat 1979 tarihinde dönemin Başbakanı tarafından, "örgütlü terörün, nedenlerini araştırması ve kay­naklarına inilmesi, iç» güvenlik istihbaratının reorganize edilmesi ve içgüvenlik is­tihbarat koordinasyonunun şartlarının araştırılması ve sağlanması" gibi konular üzerinde kendisine çalışma görevi verildiğini öğrenmekteyiz(11). Ancak, Sü- kan: 'Devlet ve rejim bakımından çok önemli olan iç güvenlik sorunlarına ya­pılan yaklaşım, alınması gereken önlemler ile bunları bütünleştirici önlemlerin" üç âylık kısa bir süre içinde tamamlanarak 3aşbakana ve Cumhurbaşkanına su­nulduğunu ifade etmektedir.

Üzülerek beyan etmek gerekir ki, bu rapor da bugüne kadar yayınlanmamış, Songar'ın araştırması gibi bir köşede tozlanmaya bırakılmıştır. Pusudaki İiıanet'te biıkaç satırla özetlenen rapora göre, sosyal şiddetin profilini etkileyen iki tiir teh­dit helezonu mevcuttur. Bunlardan "birinci helezon, ülkenin bağrından kaynak­lanarak ve giderek büyüyen ve genişleyen çemberler halinde dışa doğru açılmakta, bu oluşumun nasıl ettiği boşluğa ise muhitten merkeze doğru gelen diğer bir tehdit helezonu ülkenin bağrında yerleşme gayretinde bulunmaktadır.

"Öz varlığımızdan kaynaklanan birinci tehdit helezonu merkezden muhite doğru en geniş anlamı ile ekonomik baskılarla da iyice.belirlenen iç istikrar sorunu­nu gün ışığına daha kesin hatlarla çıkarıcı olan ve beraberinde sağ ve sol aşırılık, bölücülük, silahlı şiddet eylemleri, gericilik, gençlik sorunları, genel asayiş sorun-

(x) Hatta, Kanada'da Kebek (quebec) Halk Kurtuluş Ordusu ne derecede başart saglayabilimiştir.? De Gaull'ün bütün çabalarına rağmen, Kanada Milli Hümeti bu ayrılıkçı güçleri sindimeyi başarabilmiştir...311 'e bak

(1 /) Cemal Kutay, Pusudaki İhanet,s.49 2 ,1 9 8 4

Page 310: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

ları, mezhep çatışmaları, kaçakçılık, siyasal terörizm ve gittikçe hızlanan katı ku­tuplaşma hareketleri gibi unsurları taşımaktadır.

"Muhitten merkeze doğru gelen dış kaynaklı ikinci tehdit helezonu ülke üzerinde süper devletler rekabeti, bölge konjoktürünün yarattığı sorunlar, yabancı ortak menfaat gruplarının özel girişmleri, özel amaçlı operasyonlar, put dışı baskı gruplarının girişimleri, farklı ideolojik akımların yerleşme ve pekişme gayretlerini beraberinde getirmektedir"(1 2 )

Görülüyor ki, raporun ana "tema"sı merkezden çevreye ve ve çevreden merke­ze olmak üzere ikili bir modeli ortaya koymaktadır. Bunlardan ilki, yani merkez­den çevreye doğru olanı, en geniş anlamı ile "iktisadi baskılarla" belirlenen iç is­tikrar probleminin yarattığı ideolojik kutuplaşma ve sosyal şiddet normu.. İkin­cisi de, çevreden merkeze yönelik dış baskılardır. Anladığım kadarıyla, ülkede ik­tisadi bunalımlar ve iç istikrarın sağlanamayışı sosyal yapıyı zayıflatmakta, o zaman dış baskılar da güç kazanmaktadır. Bunlar birbirleriyle karşılıklı bağlantı halindedir. Bu bakımdan dış müdahaleler bünyeyi zayıflatacağı gibi, bünyenin zayıflaması da iktisadi bunalım ve istikrarsızlıklara yol açacaktır" tarzında bir yorum biçiminden ziyade,-esasta hükümetlerin iktisadi politikalarının dengeli bir biçimde yürütül - memesi toplum katlarında bunalımlara, ideolojik kutuplaşmalara yol açmakta, bunlar da giderek bünyeyi zayıf düşürmekte ve zaten mevcut dış süper güçlerin müdahalesini pekiştirmektedir.

Aynı şekilde Metris Cezaevinde MLSP3 (Marksist-Leninist Silahlı Pro­paganda birliği) adlı illegal örgütün beyni olarak kabul edilen Şem/i Özkan’la yapı­lan bir görüşme de terörist profilin nerelerden etkilendiğini göstermesi bakımından >!.ıka çekicidir. Özkan, "sosyal şiddetin" sebeplerini beş noktada topluyor. 3ıın- lır 1)Eğitim sistemi, 2)HoşgörürsüTlük, 3) Kültürel yapı, 4) Yenilik ve aile ilişki­leri ve nihayet 5) Gençlik ve toplum ilişkileridir(13).

İleri sürülen bu görüşlerin hemen hepsi de sosyal sistemin yapı ve organi­zasyon özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Öyleki, Özkan'a göre: "Ülkemizde eğitim sistemi tam anlamı ile miadını doldurmuş ve toplumumuzun gereklerine cevap vermekten uzak hale gelmiştir. Eğitim sistemimiz yaratıcı, araştırıcı insan­lar yetiştirmekten çok u/ıktır. Bir defa bile laboratuvara gitmeden fen kolundan mezun olan birçok öğrenci vardır. Eğitimimizde temel çizgiyi ezbercilik ve ko- şullama oluşturmaktadır.

"Bu eğitim sisteminde Atatürk'ün doğum ve ölüm tarihini i'ğreııirsiniz. Ama Atatürkçülüğün ne olduğunu öğrenemezsiniz. Her toplumsal grubun bir yana çektiği Atatürkçülüğü sonunda Sovyet yazarlarından okuyup-öğrenme kıs­met olur. Sonrası ise malum".

Kültürel yapıya gelince, bunu da Şemsi Özkan $öyle açıklıyordu: "Eğitim sistemini değerlendirirken Türk gençliğinin savunabileceği bir ideolojinin veril­mediği gibi, ülkenin kültür yapısında bir boşluk ve kargaşa içinde idi." Aynı şekil­de gençlerin aile ve toplum ilişkileri de uyum içinde değildi. Özkan’a göre: "M LSP B ’nin eylemci ve yönetici kesimini oluşturanların böylesi bir uyumsuzluk ve ailesel problemlerle karşı karşıya oldukları hemen göze çarpacaktır. Örgütün üst düzeyinde yer alan kişilerden ilk anda akılma gelen 4 kişinin babalarının alkolik ol­ması ve iki kişinin de ana-babalarının ayrı bulunması herhalde basit bir tesadüf de­ğildir. Şenim problemim ise çok küçük yaşta başladı".

Görülüyor ki, Özkan'a göre: "İlgisizlik, uyumsuzluk ve aradığını bulamama­nın oluşturduğu topluma yabancılık, giderek ilk önce düzene karşı daha sonra da ideolojik ortam içinde devlete karşı kin ve neftere dönüşüyor".. Ve nihayet hazin

(12) Cemal Kutay, a.g.e., s.493 -494(13) Tokay Gözütok, bir gazetecinin cezaevleri ve mazlumlar arasındaki teshilleri ülkemizi 12 Eylül'e getiren sebepler ve Türkiye üzerindeki oyunlar, s.2 5 5 -3 0 7 ,191* I.

Page 311: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

fakat, dramatik itiraf: 'Polise sıktığım kurşunlar diyor, Şemsi Özkan, aslında kendi çelişkilerime, toplumla olun uyumsuzlarıma idi"..

117'si öldürme olmak üzere 184 eylem yapan MLSPB'nin merkez komite üyesi Orhan Özal da kendi hayat hikayesini şöyle açıklıyordu: ".So l gruplar içeri­sine 17 yaşlarında lise çağlarında katıldım. Çünkü çevrem, öyleydi ve okuduğum okulda belli bir saflaşma vardı. Ve ben, bu saflaşma içerisinde yer almak zorunda bırakıldım. Süre içerisinde toplum yapısında gördüğüm aksaklıkların düzeltilişi yön­teminin Maksist-Leninist öğretilerde olduğu gibi, proletarya iktidarı denilen ve direkt devleti hedef alan devrim safsatasının sonucunda olduğuna inandım. Bu inancın pekişmesi hiç de zor değildi. Ailevi ilişkilerim, ekonomik sıkıntalırımız, gençlik enerjimiz, bana cazip gelen gizli tehlikeler, toplumun içerisinde söz sahibi olma arzusu..."

Diyarbakır cezaevindeki, Tuncelili Hıdır Akbalık-PKK(Partiye Karkeran Kürdistan)" Yani Kürdistan İşçi Partisi" örgütü Diyarbakır Genel Sekreteri- görüş­lerini şöyle belirliyordu:

"Ülkemizde çocukluğumuzdanberi. ailemezdi ve çevremizde öğrendiğimiz, bir ülkede yaşayan insanlar olarak bizi bir araya getirdiğine inandığımız iki temel unsur vardı. Bunlardan biri dini inançlarımıza olan bağlılık, diğeri ise Türklük bilincinin yarattığı milli duygulardı.

"Çocukluk dönemini geride bırakıp gençliğe adım attığımız yıllarda, artık toplumsal meselelere de ilgi duymağa başladık. Ailemizde ve çevremizde öğrendi­ğimiz şeyler bizi tatmin etmiyordu.Okullarda da aradığımızı bulamıyorduk.

"Gençliğimizin bu dönemini çok iyi değerlendiren komünistler, gençlerin tecrübesizlikleri ve heyecanlarından istifade ederek, gelişmelerin önünde engel ola­rak gördükleri dini ve milli duyguları zayıflatmak ve giderek yok etmek suretiyle düşünce alanında bir boşluk yarattılar. Milliyetçi düşünceler yerine enternasyona­lizmi, milli ahlak yerine proleter ahlak dedikleri komünist ahlakı yerleştirmeye çalıştılar. Bütün bunların yanı sıra ekonomik, sosyal ve siyasal meseleleri de is­tismar edip tek çıkar yolun komünist ideoloji olduğunu kabul ettirdiler"..

Aynı şekilde PK K adlı illegal örgütün lideri Abdullah Öcalan (APO)ın sağ kolu ve merkez komitesi üyesi Şahin Dönmez ise tutuklu bulunduğu Diyarbakır özel Askeri Ceza Evinde Tokay Gözütok'a şunları anlatıyordu:

"Ben Tunceli lisesini bitirdiğim zaman ailemden aldığım ter-biye ile dini inançlarına ve Türk örf, adetlerine bağlı biri idim. Ne oldu ise üniversite tahsili için gittiğim Ankara'da oldu."

Şahin Dönmez, 1973-1974 ders yılı döneminde Hacettepe Üniversitesi Sos­yal 3ilimler Fakültesi ekonomi bölümüne kayıtım yaptırdığını ifade ederek şöyle diyordu: "Bu üniversitede "Milli mesele-Kürt sorunu" adı altında bazı yeni ko­nuların tartışmaya başlandığını ve bir 'lılus"tan söz edildiğini anlattılar.

"Ben Kürtlerin bir"ulus" olarak kabul edilip edilemeyeceği konusunda yabancı idim. Türk kültürü ile yetişmiş, ailemden böyle bir terbiye almış oldu­ğumdan önce Kürtlerin bir ulus olarak varlığını kabul edemedim. Ancak daha sonra benimsediğim Marksist düşüncenin etkisi ile Kürtlerin bir ulus olarak kabul edilmesi gerektiğini görüşünü kabul ettim. Zaten birçok arkadaşım benim gibi önce komünizmi benimsedi ve sonra Kürt meselesini kabul etti. Bu strateji PKK'- nin en büyük ilahıdır. PK K bünyesine alınan insanların beyinlerine Marksizm ışığında tarihi gerçekler saptırılarak Kürtçülük meselesine şırınga edilir.

"PK K stratejisinin başarı kazandığı en önemli yer de Tunceli'dir. Çünkü o ta­rihlerde Tunceli'de Kürtçülüğe karşı büyük bir allerji vardı. Ve gençlerde KEM A LİST düşünce hakimdi. Bu sebeple fikirlerimizi anlatırken çok zorluk çektik. Sonunda bize uygulanan sistem burada da neticeye gitmemizi sağladı. Tunceli gençliğine ön­ce Marksizmi öğrettik. Marksist düşünceyi benimseyen Tunceliler daha sonra Kürt­lerin bir ulu s olduklarını ve bağımsız yaşamaları gerektiğini kabul ettiler"..

Page 312: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

PK K örgütünün Tunceli sorumlusu Yıldırım Melkit de aynı konuda aynen şöyle diyordu: ” 12 Eylül öncesi Türkiye genelijıde olduğu gibi Tunceli'de de okullar­da verilen eğitim, gençliği geleceğe hazırlamaktan çok uzaktı. Derslerin çoğu ezber­ciliğe dayanmakta idi. En önemlisi derslerden önce öğrencilere Marksist felsefe öğretilmekteydi. Liseden mezun olan öğrenci harita üzerinde Türkiye'nin bir akar- suyunu bile gösteremiyordu. Kısacası Tunceli lisesi o zamanlar bir eğitim kurumu değil, Marksist felsefeye hizmet eden, komünist ve bölücü örgütlere militan yetiş­tiren bir enstitü haline gelmişti"..

"Diğer orta dereceli okullar, hatta ilkokullar bile Tunceli lisesinden fark­sızdı.

"Öğretmenlerin büyük bir kısmı çocuklara alfabeden önce, bağlı olduğu örgütün sloganlarını öğretmekteydi. Bir toplumun kalkınması için mutlaka kav­ranılması gereken dersler, burjuva kültüKi, burjuvaya hizmet eder gibi gülünç iddi- adalarla öğrencilere verilmekteydi. 3u anlayışa karşı çıkan ve sayıları çok az olan öğretmenler de faşist olarak nitelendirilir ve dövülerek uzaklaştırılırdı” ..

Sıraladığımız bu birkaç örnek olay, Türkiye'nin hangi cezaevinde yürütü­lürse yürütülsün -gerçeği gören her örgüt üyesinin- birleşebilecekleri bir tek ortaknokta vardır ki, bu da 19651er sonrası Türkiyesinin her kademedeki eğitim mü- esseseleriyle bölücü, mezhepçi ve komünist militanların bir arenası haline dönüş­tüğü gerçeğidir. Hakikatte 1965'leri izleyen olaylar, özellikle Türkiye İşçi Par­tisi (T İP ) ve Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (D İSK ) gibi Marksist- Leninist çizgide kuruluşların ’Truva atı" örneğinde görüldüğü üzere, sosyal bünyemizde tutunmaları, merkezden çevreye hızlı bir sosyalistleştirme süreci meydana getirmiştir. Bilhassa, bu tarihlerden sonra Kemalist ideolojinin misyo­nunu taşıdığını savunan bir parti ile yasal Marksist partinin güç birliği -"Doğumitingleri" adı altında bölücülük ve mezhepçilik eylem kalıplarının hızla suyüzüne çıkmasına sebep olmuştur. Doğu insanından oy koparabilmek için giri­şilen bu yaygın propagandakampanyası -çoğu defa milli şuurun ötesinde "1938'1er öncesinin hesabını sorma-biçiminde tecelli etmiş olmasının vebalini bu memleket,o tarihten sonra çok pahalı ödemiştir.

Artık, 19651er sonrası Türkiyesinde derlenip toparlanan sosyalisleştirme süreci, öylesine baş döndürücü bir biçimde geliştirmiştir ki, bundan etkilenm yen hemen hiçbir milli müessese, bürokratik düzen, hiçbir köy ve kent, hatta hiçbir aile ve fert kalmamıştır. "Sosyalist" fetret" dönemi diye ifade edebileceğimiz bu şartlandırma süreci, sanki ülkemizin üzerine atılmış bir ağ gibi, hepimizi derinden etkilemiştir. Fertlerin hayatında görüldüğü gibi, milletlerin hayatında da onları derindensarsan "Büyük şok" dönemleri olmuştur. Biz, bu dönemleri bugün biraz daha akılcı, anlayışlı ve her türlü değer yargılarından arınmış bir şekilde eleştiri süzgecinden geçirebiliyoruz.

Ancak, bu döneme ait ciddi hiçbir ilmi tahlilin yapılmamış olmasında, şüp­hesiz Türk entelijansiyasının bu alandaki bilgi deneyiminin sınırlılığı kadar,olayların yarattığı bu psikolojik şokun dabüyük etkisi bulunduğu muhakkaktır(x).

"Sosyalist fetret" döneminin bugün bile akademik araştırmalara açık ol­ması bir yana, Türk toplumunun bu denli duyarlılık kazanmış olması, hatta buna­lımların 12 Mart duvarını da aşarak şiddet profilini canlandırması, öylesine sathi tahlil ve açıklamalarla geçiştirilebilecek bir konu olmazsa gerek.

Yukarıda belirttiğimiz gibi, "sosyalist fetret" döneminin o tarihlerden sonra Türk düşünce hayatının akışında nasıl derin izler bırakmış olduğunu bugün biraz daha açıklıkla görebilmekteyiz. Türk aydınının sanat ve estetik değerleri kadar,

(x) Bu dönem e ait en iyi tahlil ve sitematik çalışma Batılı bir araştırmacıya aittir.Türkiye'de Aşırı Akım lar" ve Pantürkism in T u rk ey" gibi adlı incelemelerin yazarı

M.Landau, öteki ilmi derğilerdeki makaleleriyle ülkemizin Sosyo-politik meselele­rine boyutlar kazandırmıştır."

Page 313: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

iktisadi dü>ünce ve siyasi felsefesinde keskin kutuplaşmalar ortaya çıkmış ve bugün bu, "kabuğuna çekilmiş" bir durumda devam ediyorsa, bu gerçeği idrak alanımızın dışına atamayız., görmezlikten gelemeyiz. İfadelerimizi daha kalın çizgilerle be­lirtmek gerekiyorsa şöyle de denilebilinir: Bir düşünce sistemi, bir fikir akımı olarak sosyalist ideolojiyi-ki bununla her tondaki sol akımları kastediyorum- entellektüel hayatımızın bir parçası olarak kabullenmek durumundayız. Aynı şekilde, sosyalist düşüncenin de, 'Türk milliyetçiliği'-' ideolojisini kendi tayf alanları içinde objektif bir değerlendirmeye tabi tutmalarının şuuruna varmaları gerekir. Batı anlamında böyle bir felsefe, uyumlu bir toplum yaratmamızın temel taşlarını teşkil edebilir. Ayni zamanda, sosyalist ozalitlerin hergün biraz daha çoğaldığı dünyamızda Türk solunun "kendini kendinde bulması" içinde böyle bir tutum, zengin bir deneyim olabilir. Zira, 1965'ler sonrası toplumumuzdaki yarattığı imaj-terör ve anarşi tablosu-bunu gerektirmektedir..

Kanaatımca, 12 Eylül sonrası asıl çözümlenmesi gereken meselelerden birinin kaynağı burada yatmaktadır. Zira, hızlı sosyalistleştirme süreci, zamanında Türk entelijansiyası arasında -buna üniversite ve yüksek okul öğrencilerini de ithal edebiliriz- olayları hoşgörü, benimseme ve eleştiri gibi yüksek seviyede ev­rensel yaratıcı bir değerlendirme için gereken fırsatı sağlayamamış, bu da sağ ve sol tayfta derin kutuplaşmaların ortaya ç ıkmasınasebep olmuştur.

Bu açıdan, konuya yaklaşımımızla, temelde yatan bir kördüğüm haline gelmiş bulunan meselelere birkaç çizgiyle yeni bir konfigürasyon kazandırmak is­tiyorum. Aslında böyle bir yaklaşım, bu inceleme boyunca ele aldığımız ve de­ğerlendirmeye çalıştığımız hipotezin de can damarını teşkil etmektedir.

Yakın bir zaman önce, Türkiye büyük bir kavganın içinden çıkmıştır. Bu kavganın temelinde keskin ideolojik ayrılıklar yatmaktadır. Bu da, herşeyden ön­ce,- sosyal yapımızdan kaynaklanan bir "zihniyet" meselesidir. Meseleye bu açı­dan yaklaşmanın kaos döneminin çelişkilerini çözümlemede büyük yararı olacağı inanpındayııtı. Ülkemizi, 12 Eylül'e sürükleyen kardeş kavgasının nedenlerini •''millet" olarak bizi, iki yüz yılı aşkın bir süredenberi tesir sahası içine alan Batî- •lılaşma anylayışı, entelijansiyanın (aydın sınıfı) ülke değerlerine yabancılaşma­sı ve nihayet tarihi gelişim çizgisinin toplum katlarına çarpık bir tarzda yansımasın­da aramak gerekir. Bütün bu unsurlar, maddi kalıplar değil, zihni ve manevi ge­lişim- biçimeridir. 12 Eylül öncesi, düşünce hayatımıza sağ ve sol kanattan yansıyan doktrin, slogan, mit, ideoloji ve jargonların teker teker sıralanması yapılıp felsefi bir değerlendirmeye tabi tutulursa -ki bu, sosyologlarımız, antropologlarımız ve siyaset bilimcilerimiz tarafından yapılmalıdır da-arka fonda (background) zihniyet tortularının derin izlerini görmemek mümkün değildir. Bu bakımdan, sosyal tedavi bu "tortulara" ulaşmak suretiyle yapılmalıdır. Aksi takdirde, o döneme ait ve­rilecek yargılar havada kalır, zihni yoracak spekülatif bilgilerden öteye gidemez.

Bu araştırma boyunca, ülkemizi 12 Eylül öncesi kardeş kavgasına sürük­leyen nedenlerin tarihi gelişimini, sosyal yapıya olan tesirlerini ve fikir hayatı­mızdaki kolonileşmesini kalın çizgileriyle belirtmeye çalıştık. Görüş ve kanaat- larımızı desteklemek, ileri sürülen hipoteze yeni boyutlar kazandırmak gayesiyle ayni zamanda, öteki ülkelerden ve deneyimlerinden yer yer örnekler vermek su­retiyle konuya -belirli ölçüde- açıklık getirmeye çalıştık. Ancak, düşünce hayatı­mızın sağ ve sol tayfında ortaya çıkan akımlar, yani zihniyet meselesinin geleceği üzerinde durmamızı, bundan sonra yapılacak incelemelerin ana hedefini teşkil edeceği inancıyla, birkaç satırla da olsa belirtmeye çalışacağım.

12 Eylül öncesi toplumumuzun içine itildiği kardeş kavgasında -sosyo-po- litik ve iktisadi sistem tartışmalarından kaynaklanan- sosyal felsefe veya zihniyet meselesi, düşünce ortamımızın sağ ve solundaki kutuplaşma, aslında hoşgörü, benimseme ve eleştiri gibi evrensel değerlerin tüketilmesinden doğmuştur. 1 2

Eylül sonrası atılacak ileri adım, kanaatımca bugün bir kesiminin yer altına 310

Page 314: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

çekilmiş olanı ile ayakta kalanları arasında akılcı, tarafsız ve yapıct-iyileştirici a- tılımlarla mümkündür. Modern sosyal psikoloji ve antrpoloji göstermektedir ki, köklü değişmeler, aslında fertlerin, toplumların idrak alanlarında yapılan tutum ve zihniyet değişmeleriyle gerçekleşmektedir. Bunu tanınmış hürriyet şairimiz Namık Kemal şöyle ifade ediyordu:

"Ne mümkün zulm ile bid 'at ile imhayı hürriyetÇalış idraki kaldır muktedirsen ademiyetten."O halde, 12 Eylül öncesi sosyal şiddet normunu oluşturan arka fondaki

"zihniyet" kutuplaşması -buna ilmi ifadesiyle "sosyal antinomi"ler de diyebi­liriz- ne tarzda çözümlenebilir? Bu düşünce akımları arasında bir yaklaşım (convergence) veya bir uyum sağlanabilir mi? Bir başka ifade ile ilerleyen ça­ğımızın ihtiyaçları gözönüne alınarak bir kısım kalıplaşmış zihniyetlerde moder- leşmeye gidilebilinir mi? Akla gelen ve gelecek olan bütün sorular, kanaatımca faziletli ve cesur yaklaşımlarla kamu oyuna sunulmalıdır. Hölderlin'in ifade et­tiği gibi, "gayesi ister bir hata isterse bir hakikat olsun, bir iyman uğruna kendini feda etmek, hayatını, en yüksek derecede yaşamak demektir" Ayni atılımlar bir koruyucu (gatekeeper) rolünü oynayacak Türk aydınları tarafından da gündeme getirilebilin ir.

12 Eylül öncesi ve sonrası ortaya çıkan bu zihniyet meselesi, aslında dü­şünce tayfımızın sağ ve solunda yer alan yansımalardır. Bunlar, Türk milliyetçi­liği, 'slamiyet ve sosyalist akımlar ile bunların kendi içindeki alt-bölünineleridir. Bunlardan ilki, Türk milliyetçiliği ile islamiye^sosyoloji ve felsefe alanında Ziya Gökalp'le teorik bir çerçeve içine oturtulmuştur. Hatta, milliyetçilik, batılı­laşma ile İslamiyet arasında bir köprü teşkil etmek suretiyle Doğu ve Batı me­deniyetinin uzlaşmasında önemli kutsi bir şuur (misyon)a da sahiptir. Gökalp'e göre, Batı norm ve değerleri ancak milliyetçilik süzgecinden geçtikten sonra is- lami kalıplara dökülebilinirdi. Bu anlamda milliyetçilik, batılılaşmanın bir kontrol anahtarı idi ve islamiyeti hem zararlı dış tesirlerden koruyor hem de ça­ğın gerçekleriyle temasa geçiriyordu. Böylece, İslamiyet, Leibnitz'in "monad" ı gibi kendi içinekapalı ve dışa açık olmayan bir kimlikten kurtuluyordu. Öyley­se, milliyetçilik ideolojisi bir kültür ve düşünce akımı olarak islamiyetle çelişkili bir duruma düşemezdi. Yirminci yüzyılın başlarında İslam dünyasında Şeyh M. Abduh, Muhammed İkbal, Cemalettin Efgani, Gaspıralı İsmail, Taha Hüseyin ve benzeri düşünürler bu tür modernisler arasında zikredilebilinir. İkinci Dünya savaşını izleyen dönemlerde ise Kuzey Afrika, Orta Doğu ülkeleri ve Güney As­ya'da bu teorik İslamcı akımların eylem alanına dönüştüğüne ve emperyalist ül­kelere karşı bağımsızlık savaşı verdiklerine -tanık olmaktayız. Mesela Cezayir'de başlayan bu bağımsızlık savaşının kaynağını milliyetçilik ve İslamcı ideo­loji teşkil ediyordu. Daha sonraları bu Arap milliyetçiliği hareketi "Baas" par­tisinin Suriye ve Irak'ta resmi doktrini haline geliyordu. Batı sömürgeciliği kar­şısında kurtuluş savaşları veren İslam ülkeleri, bu defa yanlarında, başta Sovyet Rusya olmak üzere sosyalist ülkeleri buluyorlardı. Bu noktadan itibaren, milliyet­çilik ideolojisi, islamiyetle-Batıcılıkla değil-sosyalizm arasında köprü rolünü oynaya­caktı. Böyle bir eğilim, ayni zamanda, İslamiyet ile sosyalizm arasındaki çelişkileri gidermek suretiyle yeni bir sentezi oluşturacaktı. Bu hususta, Maxim Rodinson ve Roger Garaudy gibi Batılı Marksist teorisyenlerin önemli tesiri olacaktır. Daha son­raları, İslam ülkelerinde bu bağımsızlık savaşları, sosyalizmin de cazibesiyle, kendi iç çelişkilerini çözümlemede sosyo-politik kavgalara dönüşecek, nihayet Mısır, Irak, Suriye ve Libya gibi ülkelerde krallık ve monarşi yerine bazılarında "yeni monarşi", bazılarında ise "oligarşinin" zaferini sağlayacaktır. 3öylece, Türkiye gerçeğinden farklı olarak milliyetçilik hem İslamiyet hem de sosyalizm arasında bir kaynak noktası olacak ve "islami sosyalizmi" gündeme getirecektir.

Ülkemizin, Doğu ve Batı medeniyetlerinin kesistiği bir noktada bulunduğu311

Page 315: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

gözönüne alınırsa, hem sosyalist düşünce sistemlerinin hem de islami sosyalizmin geniş çapta tesir alanları içinde bulunduğu bir gerçektir. Bugün fikir ortamımızı oluşturan sağ tayfta rastlanılan Kaddaficilik, Humeynicilik tarzındaki sosyo-politik akımlar gençlik ve elit kadro arasında belirli odak noktaları oluşturmaktadır. Biri, islami Arap milliyetçiliği, öteki de İran "tekelinde" olmak üzere toparlamaya çalı­şılan bu akımların yanında Hizb-ül Tahrir, Müslüman Kardeşler, Vehabilik hareket­leri ve nihayet kendi içimizden kaynaklanan Nurculuk, Işıkçılık, Süleymancılık ve benzeri sağ tayfı renklendiren çeşitli islami "yan-akımlar" ile karşı karşıya bu- lunmakta/ız. Bunlardan bir kesiminin milliyetçilik ideolojisini "parantez" içine almak suretiyle "şeriatçılık" normu etrafında yoğunlaşması, öteki kesiminin de İslam düşüncesini sosyalizmle bütünleştirmesi dergileriyle, gazeteleriyle, incele­meleriyle ve çevirileriyle kitapçı vitrinlerini süslemektedirler. Nasıl mağaza vit­rinleri modanın, giyimin aynası ise, kitâpçı vitrinleri de öylesine düşünce taleple­rimizin cazibe merkezleridir. Bunlara bir göz atmak, ülkemizdeki düşünce akım­larının hangi istikametlere gittiğini görmek bakımından ışık tutucu olabilir.

Sosyalizmi, İslamcı düşünce ile bir sentez haline getiren akımlar kadar milliyetçilikle de birleşimini (convergence) yürütenler vardır. Bunlar, ülkenin sosyo-ekonomik çelişkileri ile kapitalist sistemin işleyiş mekanizmasına olan tep­kilerinden doğmaktadır. Görüşlerini ve düşünce sistemlerini bu noktada yoğunlaş­tırıyorlar.

Türk düşünce hayatının sağ ve sol tayfında sıralanan bu öğretiler karşısın­da bir de ana ekseni teşkil eden ve devletin resmi ideolojisini oluşturan Atatürk­çülük ilkesi vardır. Bilindiği üzere, 12 Eylül öncesi bu ilke, kökleri yakın bir geçmişimize uzanan dönemlerde - hem de Atatürkçü bir parti tarafından- aşın­dır İmaya çalışılmış(x) ve bunda da büyük ölçüde başarı sağlanmıştır. 12 E y ­lülü gerçekleştiren Kemalist liderler, zaman zaman yapmış oldukları açıklamalarda bu gerçeği dile getirmek suretiyle Atatürkçülüğün yeniden canlandırılması misyo­nunu yüklenmişlerdir. Türk Dil ve Tarih Kurumuna, değişik adlar altında, kendine özgü kanunlarla, yeni milli bir ruh verilmesi, Halk Evlerinin lağvedilmesi ve Ata­türk İnkılapları Enstitüsünün kurulması gibi önemli yapı değişmeleri de bu yakın geçmişteki anti-kemalist eğilimlerin tasfiyesine dayanmaktadır.

Bu çerçeve içinde, şimdi, konuya birkaç soruyla yaklaşabiliriz. Öyleki, Türk düşünce tayfı içinde Atatürkçülük ilkesi -ki yeni anayasamızın dibacesinde belirtildiği üzere Türk milliyetçiliği -sağ ve sol sapmalar karşısında ne tür sa­vunma mekanizmalarını kullanabilecektir?.. Keza, "sosyal demokrasi" mode­linden sosyalizmin en koyu tabakalarına varıncaya kadar sol yansımalar tablo­su içinde -Fransız sosyologu M.Duvergerln isabetli tabiriyle "Kemalizm"in uyuş­ma ve ayrılma noktaları neler olabilir? Bunun gibi, Gökalp anlamında bir "İs­lamlaşma" haraketinden tutunuz da" islami sosyalizm" ve her türdeki varyas­yonlarının oluşturduğu kültür yaşantımızın sağ kanatı karşısında Atatürkçü ide­olojinin yeri ve sınırları nerede başlar nerede biter?

(x) Atatürk'ün vefatından hemen sonra, Nazi ve Faşist ideolojilerde raslanılan "Füh- rer" ve "D u ç e " kalıplarından esinlenerek tipleştirilen "milli ş e f " modeli, kısa zaman­da, Atatürk'ün resimlerini paralardan, pullardan ve kitaplardan kaldırmak suretiyle, kendi ekseni etrafında oluşan bir fetiş yaratmış, Daha sonra onu izleyen bir parti­nin en üst düzeydeki yöneticisi; "Atatürk inkilaplannin millete mal olmuşları da mal olmamışları da m evcuttur" demek suretiyle Atatürkçülük yörüngesinden saptırılmaya çalışılmış; bununla da yetinilmeyerek 1965'lerden sonra, Atatürkçü sistem "ortanın solu " teorisine sürüklenmek suretiyle Sosyalist Enternasyonele kapı açılması sağlanıl- mıştır.Halkevleri, Dil ye Tarih Kurumlarıyla Kemalizmin müeseseleşmesini hedef alan kuruluşlar kısa zamanda Atatürkçülük sistemi çinde metamorfizme uğramak suretiy­le "sosyalist” yuvalar halinde kolonileşmiştir.

Page 316: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Son yıllarda, laiklik ilkesinin, sosyo-politik çevrelerce, "taban oluşturma" gayesiyle çeşitli istikametlere saptırılması neticesi, bazı düşünürlerimiz arasında islamın ikili bir kimliğinin ortaya çıktığına dikkatler çekilmiştir. Buna göre, üst tabaka-dini yaşayış ve ibadet normlarıyla-giderek dini sistemden arınmak anlamın­da bir laiklik kodu oluştururken; halk tabakası ise -Nurculuk, Işıkçılık, Ticanilik, Süleymancılık gibi çoğu kez birbirine kapalı ve giderek toplum katlarında birer menfaat gruplarına (interest group) dönüşen akımların oluşturduğu anti-laik bir kodu temsil etmektedir. Böylece, "volk-islam" ile "laiklik" arasındaki bu ikili* £>n nötralize edilmesi kadar; Kemalist ideolojinin -kendi sosyal şartlarımız ve ta­rihi gelişim çizgisinin tabii bir neticesi olan -laiklik ilkesinin yeni yorum biçimleri neler olabilir?

Günümüzde, bu "somlara" cevap aramak hem Atatürkçülüğü katı formalizm ve ;sosyal kemikleşme tehlikesinden uzaklaştıracak, hem de çağımızın yeni değer ve normları karşısında -kan tazelenmesi- anlamında yeni bir kimlik kazanmasını sağlayacaktır. 12 Eylül öncesi sosyo-politik gelişim biçimleri ve iktisadi sistem tar­tışmalarının ülkemizde yarattığı felsefi kaosa çözüm getirmek, 12 Eylül sonrası Atatürkçü öğretiyi müesseseleştirmeye çalışan kuruluşların ve milli Türk aydını­nın tarihi bir görevidir. Eğer bu görev, ilmi tarafsızlık, metodik araştırma ve milli şuurun ışığı altında gerçekleştirilirse "Atatürkçüiik ilkesi" yarına dönük ve geç­mişine bağlı gençliğimizin elinde iyman dolu bir meşale gibi karanlıkları aydın­latacağından hiç şüphemiz olmasın.

Page 317: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

(A)

Ahmet Atıf Efendi, 49.51.53.75Ahmet Asım Efendi 50.74.155Ali Paşa 50 77Arafat Yaser 63Aron, R. 65.73.83.223Ali Siiavi 69.78Ahmet Naim 78Ahmet Mithat Efendf 79.80Avcıoğlu Doğan 132.138.155.221Atatürk 82.88.136.157.213.285.Akçura, Yusuf 93Ahmad,Feroz, 82.75Aristo, 150.161Atsız Nihal, 138Ahmet Vefîk Paşa 185Ahmet Rıza, 193.194Adomo,W.T. 40.116.217Altuğ, Hikmet, 278Alsadan, Nermin, 276.281Ali, Tarık, 277

(B )

Baran P. 40Bell, D. 38.68.121.123.127.217 Bottomore, B.T. 55.66.67 Bendix, A. 68 Besir Fuad, 77 Berkez, Niyazi 132.223 Berolson, 134 Bozkurt, Mahmut Esat 158 Berkowitz, L. 117.160.164.165.217 Bellah, Robert. 204.205.207.223 Barkan Ömer Lütfi, 205.223 Blood, Harold, 235.236 Bendit, Danicel Cohn, 281

(C:Ç)Cevdet Paşa, 75.77.78 Cevdet, Abdullah 53.77.76.194 Comte , August 7 6 Castro, 89 .147213 Camus, A. 217 Calvin 205Clellanda, Mc. 264281 Cem. İsmail, 132.279 Çayanov 19

(D:E)Dahrendorf, R. 18.68Diderot 40 53DebrayR. 92.112216Dolay, Lesky, 105Duverger. M. 135.153.218.219.221Durkheim, E. 213.266.278Engels, F. 19.2258.112.114.142.Ethem Suphi, 53.77 Eflatun, 55.147.148218

Eisenstadt, S.N. 65 Erikson,H.E. 22.160219 Ergil, Doğu, 281220 Ergin, Osman Nuri, 221 Ekşi, Aysel, 255.281

(F-G)

Fromm, Erich 37.38.106.119.121 Freud, S . 39 f

Fanon.F. 63.64.147.220 Feirdbend 281Fındıkoğlu, Ziyaettin Fahri, 152 Friedman, John, 220238277Goethe 103 Giddens, A. 17.24

Gramsoi,A.40Gökalp, Ziya 47.55.79.81.82.152.193.192.Gouldner, 57.59.60.61.81.165220Guevara, Che 40.61.63.84.89.92.112.131.Galbraith,K. 67.84.154Gürsel,Cemal 140Garaudy, Roger, 84.131Gandhi, 112.147Guevara, Ernesto 245Gürsoy Bedri pros. 85

(H)

Hitler 37Hikmet Nazım (RAN) 95.130 Huntigton M. 124.126.172Hütteroth 155 Homans G. 157Haci Halife (Kâtip Çelebi) 181*

Page 318: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Heyd, Uriel 185Ho Chi Minh 237Hook, Sidney 37Hegel, 39.114HamiltonR. 17.29HobbesT. 47Hiisrev Paşa 51Habbash, G. 63Haci İbrahim Efendi. 78Hacı Efendi 78Halet Efendi 78Haupt-Dupont 82.137Hüseyin Hilmi 82.131Harris, G. 82.218.220.278.279

M

İnalcık, Halil 74 İnönü İsmet (İnal) 136.185 İlhan, Atilla 82.91.132 tnkeles Alex 118.119.217

İbn Haldun, 194 * Jaures 82

Jay, Parker 202203.209

(K)

Killi Suna 223Karaosmanoğlu Yakup Kadri 80Kâzım Musa 81Kautsky, 131.153Kubalı, Nail, 85214Karal, Enver Ziya 221Kutub, Seyyid 151270.278219Köprülü, Fuad 192Keleş Ruşen 220Kongar, Emre 223Kışlalı, Taner, 281Köknel, Özcan, 278Kılıçzade Hakkı 77Korte, C ü . 34.35Korsch, 39.40Kant,l. 39Kolakowski, L. 38Karpat.K. 55.145Kuhn, Thomas 62Kemal, Namık 69.70.80

(L)

Landau,M. 84.85.138218 Larsenjtnud, 117 Lerner .Daniel, 124.126 Lockjohn 178 Lange, Oscar 187 Ludwig,Emil 192.222 Luüıer 247 Lasky,J.Melvin, 280 Lewis.Bemard 75.76.94.155

Lenin İ İ . 5859 .112 .163213. Lipset,M. 21.48.5

Lipset M. 21.48.5354.62.84238249.250 Luxemburg, R 40 Lukacks 39Lennan, Mo.D. 33.37.38 Le Febvre 66 Lichtman, R. 84

(M)

Mehmet Akif, 57.78Merton R. 54.67.84.156.288.217.219Mannheim,K. 71 .275276278Mandel,E.54Miehels,Roberto, 64 - 66Mithat Paşa 73Mizancı Murat, 80Mardin, Şerif. 118.144.145.147.160.217 Marighella,Carlos, 142.216 Mevdudi 219 Mehmet İzzet 152Marx Kari, 18.19.22.58.63.64.65.84.114 Mills R. 37.40Marcuse,H. 38.39.40.63.84.87.131.133.Mussolini 53Molnar,Thomas 4859Mustafa Reşit Paşa, 69.70.74.7£Moltke,H.V. 59Muhammed İkbal, 195

(N.O)

Nietzshe, F. 39 Nebil, Ahmet 5 3.7 7 Newcomb,Hanna 217 Nehru,P. 221 Osipow 18 Ozankaya.özer, 277

( P i l )

Poulantzas N. 19.41.59.63 Parkin, 2224.219 Polloek,F. 39 Paşazade Sait Bey, 78 Plekhanov 81 Pennell İmogen 105 Patrona Halil 182 Parsons,Talcott, 163 RousseayJ J . 49 Rıza Tevfik 76 Rıza Nur, 77Rodinson,Maxim 150.151219 Rustow,A.D. 193.222 Rahman ,Fazlur, 222 Reagan Ronald. 61

Page 319: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

(S) (Z.W)

Schumpeter J A . 68.153.154 Sait Halim Paşa. 78.222 Stepinak, S ; 113 Sokra tes. 114:148.149 Sorel . 115 161 Rafet Paşa' 81 StaBnJ. 163 Sayılgan, Açlan 218 Schumoher.F.E. 156219 Saran,Nephan 276.287.288 Songar, Ayhan 278 Soysal, Mümtaz. 276 Shils, E. 53.54.65.125.281 Suphi Ethem, 76 Sweezy’,F. 40 Stephens 23 Sombart,W 38 Seyyid Mustafa 50 Süleyman Memduh. 53.77 Szyüowicz, JjS. 55 Sartre P. 63Stiriing, Claire, 278 281

(Ş.T)

Şuayıp, Ahmet 53.76 Şinasi 70.71.73.80 Şeyh Bedrettin 93 Trosky. Leon 142.216 Tunaya,Tank Zafer. 85.131 Tooqueville, A. 38.47 Tevfik, Rıza, 5 3.5 6.76 Tefik,Baha53.77 Turan, Osman, 86 Tito,Yosip Briz 92 Turhan, Mümtaz, 96.220 Tekeli, İlhan. 220 Tpompson, R. 110.111.112.216 Toynbee,A. 119.193.222 Tunçay Mete 133 Tannenbaum 159 Torez. 179Türkdoğan Orhan 2 0 5 2 0 6 2 0 7 2 0 8 2 1 8 2 1 9 2 2 0 2 2 1 .2 2 2 2 7 6 2 7 8 Tezcan Mahmut 281 Toker.Metin 80Tung.Tse Mao 64.131.133.154.163281

(Ü.V.Y)

ülgener, Sabri 49.54 Veblen.T. 179 Vergin, Nur. 220Voltaire 49.75 xYalçın, Aydın. 84.132.136 Yurdakul,Mehmet Emin 210

Zetterber 20 Ziya Paşa 69.70.72 Zimmerman ,Carle C. 186 Weber,Alfred, 65.150.266 WittfogelK. 40 Wilkinson, Paul, 112.281

Page 320: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

(A )

A yet-ül Kerim e sosyalizmi 91 .152 Atatürk Üniversitesi 2 5 4 Ankara Üniversitesi 26 3 Allah’ın çocukları (COG) 26 5 Anadoluculuk 11 .14 0 Aydın sınıfı 47 Aydın sosyolojisi 5 4 A ydın Muhalefeti €8 Ahi-evren £ 8 Asyatik, üretim tarzı 132 Azıûlık ırkçılığı 137 Aşırı sosyalleşme 152

(B.Ç)

Bürokrat Aydın 49 Baader-Meinhoff çetesi 113 Beats 128Bolluk toplumu 154 Büyük toplum 160 Bolşevik-menşevik 2 1 1 Batıcılık hastalığı 259 Çatışma helezonu 160 (D.E)

Du Bois klüpleri 128 ,38 Dreyfus 47 Dayanışma ruhu 146 Devrimci eylem 174 Eurobarometer survey, 28 .25Eski Sol 37 .8 9 .9 1 .1 3 7 Entelijansiye 4 7 Entelektüel 5 4 Eski aydın 77 Eski Sağ 90 .91 .211 Eylemci Gençlik 127 Erken sosyalleşme 166 Entelektüel bağnazlık 2 7 6

(F,G)

Frankfurt Okulu 39 .135 Fatsa modelleri 95 Ferdiyetçi gençlik 127 Fabiarı işçi örgütleri 162 Gerici aydınlar 19 Gazi-evren 68 Güleryüzlü sosyalizm 142 Ghetto 164Genç-Türkler (Jön Türkler) 19 2 .2 00 Geleneksel Sağ 208

(H)

Hizbül Tahrir 30 3 Humeynicilik 9 1 .2 5 9 Herodiyan kültür 119 Hipokrasi 128 Hilmi c Uk 141- Ha Otlar teorisi 147 .188 Hippi 1 2 8 .1 63Hür Berlin üniversitesi 2 3 1 .2 3 2 Hacettepe üniversitesi 2 5 4

Wİslam püritanizmi 150 İslamcılık 20İhtilâlci gençlik hareketleri (R Y M ) 38 İlerici aydınlar 19

İçtihatçılar 77 .200İnönü Atatürkçülüğü 81İR A ( İrlanda Kızıl Ordusu) 112İkili toplum (dual society) 134İslâm cılık 139İslâm-Türk sentezi 140İslâm kapitalizmi 151İslamcı yeni sağ 2 65İlâhi ışık misyonu 2 6 5

(I.J)

Irk çılık-turancılık 20 ■ Işıkçılık 90.141

Jön Türkler 69 .192 John Birch Toplumu 128 Japon ülküsü 146

(K)

Karizmatik hareketler 26 5 Kültürel çatışma 122 Kozm etik kültür 8 K-ültür-verici 41 Kütür-alıcı 41 .Komünist manifesto 58 Kültür uydusu 69 Koruyucu-aydın 75 .77 Kaddaficilik 91 .259 K ö y Enstitüsü cuntacılığı 8 1 .1 8 9 Kültür boşluğu 120 Küçük-gelenek 121 Krishna Hare 26 5

Page 321: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

Karşıt-kültiir 127 Konvansiyonel Yeni Sol 269 Kolej Kampusları 129 Kültürel, yarılma 134 Kemalist ideoloji 1 5 7 .1 90 .19 2 .27 9 Kahramana tapma kültü 163 Kampus rahatsızlıkları 175 Kutsal isyan 177 Konvansiyonel Sağ 2 5 9 Konvansiyonel Milliyetçi Sağ 2 5 9 Kampus haçlıları 265

(L,M)

Latin Amerika türü gerilla 138 Meiji (ışık) 7 0 .14 6 .2 27 Milenarist hareketler 91 Marijuna 128 Milliyetçilik 189 Müslüman-Türk milliyetçiliği 140 Milliyetçiler Derneği 139 Milli Nizam 141 M erkezçevre ilişkileri 16 8 .1 75 Moralist-elitist 129 Milli Demokratik Devrim 278 MeUorist örgüt 129 Milli kültür 199 Modernleşme 2 0 1 .2 0 4 .2 6 4 Milliyetçi-monolitik 21 3 Milli Özellikler 2 4 3 'Marga Müri tleri 2 69 Mooni 26 8

(N.O)

Nurculuk 90 .141Nakşilik 141Negatif kimlik 159Ortodoks Marksizm 176Orta D oğu Teknik üniversitesi 2 6 3 .2 6 4

<n,P)öflzeli çoğunluk 141 Pop kültürü 11 Petty-bourgeoisie 80 Püritan aydınlar 142 Prag çiçeği 161 Pro-komünist 232

(R)

R A F (Kızıl Ordu Fraksiyonu) 113 Ruhi yıkanma (katarsiza) 41 Radikal Sağ 128 Refah devleti 162 Ruslaştırma 188 Radikal komünist 245 Radikal muhafazakar 2 4 8 .2 49 Radikal sol 138

(S)

Sovyetleştirme 188 Siyah Milliyetçiler 38 Süleymancılık 90 Sosyal devlet 140 Solla dayanışma 141 Sınıf çatışması 142 Sosyal halkçılık 155 Sosyal bağlılık 155 Sosyal hareketler 23 7 Sosyalist fetret 105 Sosyal fantazi 164 Sanayi-sonrası toplum 164 Sosyalist ozalitler 166 Sosyal radikalizm 169 Sosyalist küItür 170 Solcu-Aleviler 172 Sağ ve sol terör 174 Sol şiddet 174 Sosyalistleşme süreci 24 0 Sosyal en file m e 248 Sutami 265 Sosyal şiddet 268

(Ş)

Şiddet profili 106 Şiddet normu 126 Şiddet helezonu 269 Şehir proletaryası 278

(T)

Taşra kültürü 15 .168 Toprağın lanetlileri 64

Toguakauıa 70 .147 .178Türkçülük 1 8 9 .1 9 0 .2 0 0Taşıyıcı ay.dın 75Ticanilik 90 .141Timokrosi 1 3 6 .1 47Türk türü sosyalizm 138Teori yüzünden körleşme 1 4 8 .1 9 6 .2 7 4Toplumsal katılma 160Türk solu 190

(Z,W)

Zilotoist kültür 119 Zıt-Toplum 163 Zen 265The World Marxist Revieıv 54

St.Andreuıs Üniversitesi 35 Sosyalist seferberlik 17 5 .1 76

Page 322: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır
Page 323: ORHhN TÜRKDOÖdN SOSYAL ŞİDDET · 2018-07-27 · şartlandırma eğitim-öğretim ve ilmi zihniyetin önünde gitmiş, bu da, öğrenci ra dikalleşmesi dediğimiz süreci hızlandırmıştır

PROF DR

ORHM1 TÜRKDOGdrt

SOSYAL ŞİDDET^ÜRKİYE

GERÇEĞİ

Türkiye, tarihi gelişimi boyunca belki en bunalımlı dönemini 12 Eylül öncesi ide­oloji çağının çalkantıları içinde geçirmiştir. Ancak, ülkemiz, bu kavgada varolup-olmama arasındaki mevcut hassas dengeyi, milletimiz ve onun içinden çıkan ordumuzun olağanüs­tü gerçek kimliğine ulaşabilen nadir ülkeler­den biridir.

Ne varki, 1960 lar sonrası Batı ve Doğu Blokunu aynı zamanda bir kasırga gibi etkisi altına alan gençlik ayaklanmaları; iktisadi ve sosyal yapı bakımından güçlü ve gençlik eylemleri yönünden zengin deneyimleri bulu­nan toplumlar tarafından köklü önlemler sonucu bir takım iyileştirme operasyon­ları gerçekleştirildiği halde, ülkemizde, yerin­de ve zamanında "sosyal şidd et" in felse­fesiyle ilgili hiçbir milli, hatta milletler arası seviyede reform hareketlerinin başlatılmamış olması, bu acı sonun tecellisinde önemli bir faktör olmuştur.

Şimdi ne yapabiliriz? önemli olan meselenin üzerine akılcı bir biçimde yürü­mek ve yeni çözüm yollarım aramaktır. Ülkemizin geçirmiş olduğu "büyük dön e­m e ç ", sadece hukuki ve cezai müeyyideleri uygulamak suretiyle bitmiş kabul edilemez; bunun da gerisinde bir takım köklü reform çarelerine, yasal düzenlemelere başvurulması gerekecektir. Bu sebeple, ilkin hastalığın etiyolojisini araştırmak,bunun için de sos­yal bilimler metodolojisi açısından terör ve şiddet normlarının gerisinde yatan olay­ların teşhisi (diagnosis), muhtemel gelişim seyri (prognosis) ve tedavi yollarını tesbit etmemiz zarureti vardır.