261
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İSLÂM TARİHİ VE SANATLARI ANABİLİM DALI İSLÂM TARİHİ BİLİM DALI DOKTORA TEZİ OSMANLI KAYNAKLARINA GÖRE 1839- 1841 ARASI OSMANLI-MISIR İLİŞKİLERİ VE DÜVEL-İ MUAZZAMA Danışman Prof. Dr. Nesimi YAZICI Hazırlayan Ramazan ATA 5922506 ANKARA-2011

Osmanlı Mısırı

Embed Size (px)

DESCRIPTION

T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İSLÂM TARİHİ VE SANATLARI ANABİLİM DALI İSLÂM TARİHİ BİLİM DALIDOKTORA TEZİOSMANLI KAYNAKLARINA GÖRE 1839- 1841 ARASI OSMANLI-MISIR İLİŞKİLERİ VE DÜVEL-İ MUAZZAMADanışman Prof. Dr. Nesimi YAZICIHazırlayan Ramazan ATA 5922506ANKARA-2011İÇİNDEKİLERÖzet ..................................................................................................................................... I Summary ........................................

Citation preview

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İSLÂM TARİHİ VE SANATLARI ANABİLİM DALI

İSLÂM TARİHİ BİLİM DALI

DOKTORA TEZİ

OSMANLI KAYNAKLARINA GÖRE 1839- 1841 ARASI OSMANLI-MISIR

İLİŞKİLERİ VE DÜVEL-İ MUAZZAMA

Danışman

Prof. Dr. Nesimi YAZICI

Hazırlayan

Ramazan ATA

5922506

ANKARA-2011

İÇİNDEKİLER Özet ..................................................................................................................................... I

Summary ............................................................................................................................ V

Önsöz .................................................................................................................................. 1

Kısaltmalar ........................................................................................................................ 6

Giriş .................................................................................................................................... 7

BİRİNCİ BÖLÜM

MISIR VE MISIR MESELESİYLE İLGİLİ ÖNEMLİ DEVLET ADAMLARI

I- Mısır’ın Osmanlı Devleti’ndeki Yeri .............................................................................. 12

II- Dönemin Önemli Osmanlı Devlet Adamları ................................................................. 15

III- Dönemin Önemli Mısırlı Devlet Adamları .................................................................. 21

IV- Dönemin Önemli Avrupalı Devlet Adamları ............................................................... 25

İKİNCİ BÖLÜM (1831- 1839)

MEHMET ALİ PAŞA’NIN YÜKSELİŞİ VE ÖNASYA’YA YAYILMA POLİTİKASI

I- Kütahya Antlaşması Sonrasında Mehmed Ali Paşa’nın Faaliyetleri ve Osmanlı Devleti’ne

Etkileri ................................................................................................................................. 30

II- Mehmet Ali Paşa’nın Suriye ve Anadolu’ya Yayılmak İstemesinin Nedenleri ve Yaptığı

Faaliyetler ............................................................................................................................ 41

III- 1831- 1839 Arası Osmanlı Devleti’nin Verdiği Tavizler ve Mısır’ın Etkisi ............... 49

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM (1839)

NİZİP YENİLGİSİNDEN TANZİMAT’IN İLANINA MISIR MESELESİ I- Nizip Yenilgisi ve Osmanlı Devleti’ne Yansımaları ....................................................... 55

II- II Mahmut’un Ölümü ve Abdülmecid’in Tahta Çıkışı .................................................. 62

III- Osmanlı-Mısır İlişkilerine Düvel-i Muazzama’nın Müdahalesi ve Nedenleri ............. 67

IV- Mustafa Reşid Paşa’nın Hariciye Nazırlığı ve Tanzimat’ın İlanı ................................ 75

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM (1839- 1840)

TANZİMAT’TAN LONDRA ANTLAŞMASI’NA MISIR MESELESİ I- Tanzimat’ın İlanı ve Düvel-i Muazzama ......................................................................... 88

II- Londra Görüşmeleri Sürecinde Bölgenin Durumu ........................................................ 98

III- Londra Görüşmeleri ve Birinci Londra Antlaşmasının İmzalanması……………...…107

IV- Osmanlı Devletinin Mehmed Ali Paşa ve Düvel-i Muazzama Hakkında Düşünceleri 112

V- Mehmed Ali Paşa’nın Osmanlı Devleti ve Düvel-i Muazzama Hakkında Düşünceleri 119

VI- Düvel-i Muazzamanın Osmanlı Devleti ve Mehmed Ali Paşa Hakkında Düşünceleri 124

BEŞİNCİ BÖLÜM (1840- 1841)

LONDRA ANTLAŞMALARI VE MISIR MESELESİNİN ÇÖZÜLMESİ

I- Londra Antlaşmasının Mehmed Ali Paşa tarafından Kabul Edilmemesi ve Sonuçları .. 137

II- Mehmed Ali Paşa Yönetimindeki Yerlerin Müttefik Kuvvetlerce Geri Alınması ........ 159

III- İbrahim Paşa’nın Önasya’daki Faaliyetleri ve Geri Çekilmesi .................................... 165

IV- Abdülmecid’in Mısır Fermanı Yayınlamasının Nedenleri ve Sonuçları ...................... 181

V- İkinci Londra Görüşmeleri ve Londra Antlaşması ....................................................... 204

VI- Mısır Meselesinin Osmanlı Tarihi Açısından Sonuçları .............................................. 207

SONUÇ ............................................................................................................................... 233

KAYNAKÇA ..................................................................................................................... 244

ÖZET

OSMANLI KAYNAKLARINA GÖRE 1839-1841 ARASI OSMANLI-MISIR İLİŞKİLERİ

VE DÜVEL-İ MUAZZAMA

Ata, Ramazan

Doktora Tezi

Tez Danışmanı: Prof. Dr. Nesimi Yazıcı

249 sayfa

Tez’de, Osmanlı Devleti ve Mısır arasında yaşanan savaşın 1839- 1841 yılları arasını

ele alarak, bunun Osmanlı Devleti’nde meydana getirdiği siyasî, ekonomik ve toplumsal

değişimleri incelemeye çalıştım. Osmanlı Devleti’nin Karlofça antlaşmasından sonra Avrupa

devletleri karşısında aldığı ardarda yenilgiler yönetenlerin ve halkın moralini bozuyor, buna

karşı ne gibi tedbirler alınabileceği özellikle yöneticiler ve aydınların kafasını meşgul

ediyordu. 1789 Fransız ihtilali tarihin gidişatını kökten değiştirip, çok uluslu

imparatorlukların yaşamasını zorlaştırdı. Dönemin Padişahı III. Selim, sistemde bazı

değişiklikler yapsa da geleneksel yapı ile bağlarını koparacak imkanı bulamadı. III. Selim’den

sonra Padişah olan II. Mahmud, devleti değiştirmek yönünde daha cesur adımlar attı.

Kendisinin vefatından sonra devleti paradigma değişikliğine götürecek aydın ve yöneticilerin

yetişmesine azami gayret gösterdi.

II. Mahmud, birçok reform yapmasına rağmen zaman ve şartlar uygun olmadığı için

paradigma değişikliğini gerçekleştiremedi. Osmanlı Devletini paradigma değişikliğine götüren

1839 yılında yaşanan 4 olay olmuştur. Bu olaylar; 24 Haziran’da Osmanlı ordusunun Nizip

savaşında Mısır ordusuna yenilmesi, 2 Temmuz’da II. Mahmud’un ölüp yerine tecrübesiz

Abdülmecid’in Padişah olması, hemen bunun ardından Osmanlı donanmasının önemli bir

kısmının bizzat komutanı Ahmed Fevzi Paşa tarafından götürülüp İskenderiye’de Mehmed Ali

Paşa’ya teslim edilmesi, 27 Temmuz’da Avrupa devletlerinin savaşa hemen son verilmesi için

her iki tarafa da ortak bir nota vermesidir. Bütün bu olayların halkta ve aydınlarda yarattığı

şok, Mısır meselesinin ne pahasına mâl olursa olsun çözülmesi noktasında bir konsensüs

oluşturdu.

Bütün kesimlerde oluşan uzlaşma havası, Mustafa Reşid Paşa’yı yapılacak köklü

değişiklikler için Padişahı ikna noktasında cesaretlendirdi. Mustafa Reşid Paşa, Mısır

meselesinin çözümü konusunda Avrupa devletleri ve kamuoyunun desteğini sağlamak için

köklü bazı değişikliklerin yapılması gerektiğine Padişah’ı ikna etti. Osmanlı Devleti’nde

paradigma değişikliğinin mührü olan Tanzimat bu şartlarda 3 Kasım 1839’da ilan edildi.

Böylece Mısır meselesinin çözümü için devam eden Londra görüşmelerinde Avrupa

devletlerinin ve kamuoyunun desteği garanti altına alınmış oldu. Tanzimat’ın ilanı ile

Osmanlı Devleti geleneksel yapısından geri dönülemez biçimde ayrıldı.

SUMMARY

1839-1841 OTTOMAN EMPIRE AND EGYPT AFFAIRS AND GREAT POWERS

UNDER THE LIGHT OF OTTOMANS’ SOURCES

Ata, Ramazan

Doctorate Thesis

Thesis Adviser: Prof. Dr. Nesimi Yazıcı

249 page

In the thesis the issue and the war from 1839- 1841 between Ottomans and Egypt, and the

follow up results of that issue and politic, economic and social changes that was created in

Ottomans were observed. The continous defeats to the European Counties following the treaty

of Karlofça upset the governors and the public, besides it made the governors and intellectuals

think about the possible precaution against the issues. 1789 French Revulotion changed the

trend of the world history drastically and made survivability of the multi Ethnicity Empire

more difficult. The Sultan of that era Selim III, couldn’t disengage totally even though he

made some changes in the siytem of the empire. The following Sultan Mahmut II did more

daring measures in the direction of changing the siystem of the empire. Before his death he

did his best to bring up the intellectuals and governors, staffs who would change the paradigm

of the empire.

Because of the conditions and the period Mahmut II wasn’t able to change the paradigms of

the empire although he had made lots of Reforms. 4 issues made the Ottomans undergo a

paradigm change in 1839. They are; the defeat of Ottoman army to Egyptian army on 24th

of

June in Nizip Battle, the death of Mahmut II on 2nd

of July and his inexperienced son

Abdülmecid’s becoming Sultan, immediately after this Ahmed Fevzi Pasha’s givinig up the

majorty of the Navy to Mehmet Ali Pasha at Alexandria and on 27th

of July European States

delivering a note to the both sides to cease the war. The shock of all those issues among the

public and the intellectual created a consensus to solve the Egypt Issue at all cost.

This conciliatory atmosphere among the all sides encouraged Mustafa Reşid Pasha to

persuade the Sultan about the possible radical changes. Mustafa Reşid Pasha persuaded the

Sultan about some necassary radical changes to gain the support of the European states to

solve the Egypt Issue. The Administrative Reforms which can be regarded as the sign of the

paradigm changes in Ottomans was declared on November 3, 1839 under these sircumstances.

So at the ongoing Londan Interviews -about the solving The Egypt Issue- the support of the

European States and publics were guaranteed. With the decleration of The Administrative

Reforms the Ottomans left its traditional structure totally.

I

ÖZET

OSMANLI KAYNAKLARINA GÖRE 1839-1841 ARASI OSMANLI MISIR

İLİŞKİLERİ VE DÜVEL-İ MUAZZAMA

“Osmanlı Kaynaklarına Göre 1839-1841 Arası Osmanlı-Mısır İlişkileri ve Düvel-i

Muazzama” isimli tezimiz beş bölümden meydana gelmektedir.

Birinci Bölüm 4 Başlıktan oluşmaktadır;

Birinci başlıkta, Mısır’ın Osmanlı Devleti’ndeki yeri ve önemi bazı kaynaklar ve belgeler

ışığında kısaca özetlenmiştir.

İkinci Başlıkta, dönemin önemli Osmanlı devlet adamları ve karakterleri incelenmiştir.

Devlet adamlarının kişiliklerinin, karakterlerinin ve şahsiyetlerinin meselelerin ortaya

çıkmasında önemli etkileri olduğu araştırmamızdan anlaşılmış ve bu durum kendi görüşleri

ışığında ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bu dönemde Osmanlı Devleti’nde Mısır meselesi ile

ilgili olarak Hüsrev Paşa (ö. 1855), Ahmed Fevzi Paşa (ö. 1843), Sadık Rıfat Paşa (ö. 1857),

Namık Paşa (ö. 1892) ve Mustafa Reşid Paşa (ö. 1858) ismi öne çıkmaktadır.

Birinci bölümünün üçüncü Başlığında, dönemin önemli Mısırlı devlet adamları ile

meseleye bakışları incelenmiştir. Mehmed Ali Paşa (ö. 1849) ve oğlu İbrahim Paşa (ö. 1848),

Mısır meselesinin gelişmesinde en önemli rolü oynayan figürlerdir.

Birinci kısmın dördüncü Başlığı altında, Mısır meselesi ile ilgili dönemin önemli Avrupalı

devlet adamları ele alınmıştır. Bu sırada Mısır meselesi ile ilgili önemli Avrupalı devlet

adamları; İngiltere’de Palmerston (ö. 1865) ve Ponsonbi (ö. 1855), Avusturya’da Matternih (ö.

1859) , Rusya’da Nesselrode (ö. 1862) ve Brunof (ö. 1875), Fransa’da Tiers (ö. 1877) ve Guizot

(ö. 1874) öne çıkmaktadır.

Mehmed Ali Paşa’nın Yükselişi ve Asya’ya Yayılışı ismini taşıyan İkinci Bölüm, 1831-

1839 arası Mısır meselesi ve Düvel-i Muazzama’nın buna müdahalesini, sebep ve sonuçları ile

incelediğimiz üç kısımdan meydana gelmektedir.

Birinci Kısımda, 1839 yılına kadar Mısır meselesinin geçirdiği inişli çıkışlı aşamalar,

kaynaklar ve belgeler ışığında ele alınmıştır. Avrupa devletleri meseleye tekrar müdahale gereği

duymuşlar ve uzun görüşmeler sonunda 3 Mayıs 1833 tarihinde Kütahya Antlaşması

imzalanmıştır.

Daha sonraki Kısımda, Mehmed Ali Paşa’nın Mısır’da iktidarını güçlendirmek için Suriye

ve Anadolu’ya ihtiyacı olduğu etraflı biçimde açıklanmıştır.

II

İkinci Bölüm’de son olarak, Tanzimat öncesinde Osmanlı Devleti’nin verdiği tavizler ve

buna Mısır meselesinin etkisi incelenmiştir. 1831-1839 yılları arasında Osmanlı Devleti, Mısır

meselesini çözmek için büyük devletlere birçok tavizler vermek zorunda kalmıştır.

Üçüncü Bölüm’de Nizip yenilgisinden Tanzimat’ın ilanına kadarki kritik dönemin

incelendiği beş kısım bulunmaktadır.

Birinci Kısımda, Nizip yenilgisi ve Osmanlı Devleti’ne yansımaları geniş biçimde

incelenmiştir. 1839 yılı Osmanlı Devleti için bir dönüm noktası olmuştur. 24 Haziran1839’da

Osmanlı ordusu Nizip’te Mısır kuvvetleri karşısında yenilgiye uğramış, 2 Temmuz’da II.

Mahmud (ö. 1839) bu yenilgiyi öğrenemeden acılar içinde vefat etmiş ve yerine en büyük oğlu

Abdülmecid (ö. 1861) tahta oturmuş, 27 Temmuz’da Avrupa devletleri savaşın durdurulması için

nota vermiş, 3 Kasım’da ilan edilen Tanzimat Fermanı ile Osmanlı Devleti, deyim yerindeyse

paradigma değişikliğine gitmiştir.

Tezimizin bunu izleyen Kısmında, II. Mahmud’un ölümü ve yerine oğlu Abdülmecid’in

tahta çıkmasıyla bunun yarattığı sonuçlar etraflı biçimde ortaya konulmaya çalışılmıştır. İkinci

Bölüm’de daha sonra, Düvel-i Muzzama’nın 27 Temmuz 1839’da Osmanlı Devleti’ne bir nota

vererek savaşa son vermesini ve mesele kendileri tarafından çözülene kadar mevcut durumu

korumasını istemeleri geniş biçimde incelenmiştir

Üçüncü Bölüm’ün sonunda, Mustafa Reşid Paşa’nın Hariciye Nazırlığı’na getirilmesi ve

Tanzimat’ı ilan etmesi yerli ve yabancı kaynaklar ışığında geniş biçimde sebep ve sonuçlarıyla

ele alınmıştır. Mustafa Reşid Paşa, Osmanlı Devleti’nin birliğini, Avrupa devletlerini bu amaç

için birleştirerek sağlamaya çalışmış ve bu konuda değişik yöntemler kullanarak 1860’lı yıllara

kadar başarılı olmuştur.

Dördüncü Bölüm’de, Tanzimat’tan Londra Antlaşması’na kadar Mısır meselesinin

gelişimi, altı başlık altında ortaya konulmuştur;

Birinci Başlık’ta, Tanzimat’ın ilanı ve büyük devletlerin buna etkisiyle bu süreçteki rolleri

ele alınmıştır. Tanzimat döneminde merkezileşme artmış ve devlet daha görünür hâle gelmiştir.

II. Mahmud, yeni dönemin gelişmelerine ayak uyduramayan devlet yapısını bütün kurumları ile

reforma tabi tutmuş ve deyim yerindeyse Paradigma değişikliğine giderek bunun için referans

noktası olarak Batı’yı almaya başlamıştır.

Bunu takip eden iki Başlıkta, Londra görüşmeleri ve Londra Antlaşması bütün boyutları ile

incelenmeye çalışılmıştır. 27 Temmuz 1839’da Avrupa devletlerinin savaşa son vermeleri için

Osmanlı Devleti’ne verdikleri notadan hemen sonra Viyana’da bu meseleyi kökünden çözmek

için Avusturya Başvekili Matternih’in himayesinde taraflar arasında görüşmeler başladı.

III

Dördüncü Başlık’ta, Londra Antlaşması sürecinde Osmanlı Devleti’nin Mehmed Ali Paşa

ve Avrupa devletleri hakkındaki düşünceleri ortaya konulmaya çalışılmıştır.

Beşinci Başlık altında, Mehmed Ali Paşa’nın Osmanlı Devleti ve Düvel-i Muazzama

hakkındaki düşünceleri kaynaklar ışığında ortaya konulmaya çalışılmıştır.

Bu bölümün sonunda, Düvel-i Muazzama’nın Osmanlı Devleti ve Mehmed Ali Paşa

hakkında düşündükleri dönemin canlı şahitleri ve değişik kaynaklar ışığında ortaya konulmaya

çalışılmıştır. Fransa, Napolyon devrinden itibaren Osmanlı Devleti’ni çıkarları doğrultusunda

kullanmaya çalışmıştır. Rusya, devlet politikası olarak sıcak denizlere inmeyi hedeflediği için

Osmanlı Devleti aleyhine ilerlemişse de 1830’lu yıllardan itibaren Osmanlı Devleti’nin

yıkılmasının kendisine vereceği zararları görerek politikalarını bu devletin yaşaması yönünde

değiştirmiştir. Avusturya ve İngiltere, Londra görüşmeleri sürecinde Osmanlı Devleti’ni gerek

diplomatik olarak gerek maddî olarak en fazla destekleyen devletler olmuşlardır.

Tezimizin Beşinci ve son bölümünde, Londra Antlaşmasının imzalanmasından Mısır

meselesinin çözümüne ve bu durumun Osmanlı tarihi açısından doğurduğu sonuçlara kadar

ortaya çıkan durum altı başlık altında geniş biçimde ortaya konulmaya çalışılmıştır.

Son bölümün birinci Başlığında, Londra Antlaşması’nın Mehmed Ali Paşa tarafından

kabul edilmemesi ve bunun yarattığı sonuçlar incelenmiştir. 15 Temmuz 1840 tarihinde

imzalanan Londra Antlaşması’nı Fransa dışındaki devletler imzaladı. İngiltere Hariciye Nazırı

Palmerston, bu antlaşmaya uymaması veya aleyhinde bir harekete girişmesi durumunda Avrupa

devletler sisteminden dışlanacağı konusunda Fransa’yı uyardı. Bunun üzerine Fransa, antlaşmaya

karşı çıksa da aleyhinde bir girişimde bulunmaya cesaret edemedi. Mehmed Ali Paşa bütün

tekliflere karşı kendisine II. Mahmud döneminde vaad edilenlerden bir adım geri atmayacağını

belirterek katı bir tutum takındı.

Bu bölümün ikinci Başlığında, Mehmed Ali Paşa’nın Londra Antlaşması’nı kabul

etmemesi üzerine müttefik kuvvetlerin karada ve denizde işgalleri bitirmek için yaptıkları

harekât geniş biçimde ele alınmıştır. Mehmed Ali Paşa antlaşmayı kabul etmeyip hatta İstanbul’a

hareket emri vereceğini belirtince müttefik güçler harekete geçti. Hem Mısır birlikleri her

yönden sıkıştırılmaya başlandı hem de Mısır çıkarlarına karşı yoğun bir propaganda faaliyetine

girişildi. Bunun sonucunda İbrahim Paşa komutasındaki Mısır birlikleri Suriye, Lübnan ve

Anadolu’da çok zor duruma düştüler.

Bunu takip eden Başlıkta, İbrahim Paşa’nın Hicaz, Suriye ve Anadolu’daki faaliyetleri ve

bundaki temel amaçları ortaya konulmaya çalışılmıştır. İbrahim Paşa bütün şartları

değerlendirerek Mısır’a dönmekten başka çare kalmadığını gördü ve çok zorlu bir yolculuğa

çıktı. İskenderiye Antlaşması’nın kabulü ile her iki taraf da savaşmaya son verdi.

IV

Dördüncü Başlıkta, Abdülmecid’in Mısır Fermanı yayınlamasının neden ve sonuçları

ortaya konulmaya çalışılmıştır. Osmanlı Devleti ve Avusturya meselenin kökten halli için

Mısır’ın tamamen ele geçirilmesini isteseler de İngiltere’nin desteği olmadan bunu

başaramayacaklarının farkındaydılar.

Bu bölümün beşinci Başlığında, İkinci Londra Antlaşması ve bu antlaşmanın imzalanma

süreci yerli ve yabancı kaynaklar ışığında incelenmiştir. Birinci Londra Antlaşması ve devam

eden süreçte yayınlanan Mısır Fermanı ile Mısır meselesi çözülmüştü ama Avrupa devletlerinin

bu meseleye müdahalesinin en önemli sebebi olan Boğazlar meselesi henüz çözülememişti.

Altıncı ve son Başlıkta, Mısır meselesinin Osmanlı Devletine verdiği zararlar ve bu cihan

devletini götürdüğü noktalar bütün boyutları ile incelenmeye çalışılmıştır. II. Mahmud, Avrupa

yardımını sağlamak için batıya dönük köklü reformlara girişmiş ve bu dönem danışma kurulları

vasıtasıyla Osmanlı Devleti’nde Paradigma’nın değiştiği dönem olmuştur.

V

SUMMARY

UNDER THE LIGHT OF OTTOMANS’ SOURCES

1839-1841 OTTOMAN EMPIRE AND EGYPT AFFAIRS AND GREAT POWERS

The thesis named “Under the Light of Ottomans’ Sources 1839-1841 Ottoman Empire

and Egypt Affairs and Great Powers” is composed from five main chapters.

The first chapter consists of four parts;

In the first part, Egypt’s attitude and its importance in Ottoman Empire is observed under

the light of sources and documents and summarized shortly.

In the second part, fore coming statesmen and characters of that period were examined.

During this work it is observed that personalities and characters of the statesmen of that time’s

had great impact over the cases and this is proved with the help of their own views as well. In

this period of time Hüsrev Pasha’s ( D.1855 ), Ahmed Fevzi Pasha’s( D.1843 ), Sadık Rıfat

Pasha’s( D.1857 ), Namık Pasha’s( D.1892 ) and Mustafa Reşid Pasha’s( D.1858 ) names come

into prominence in Ottomans about the cases related with Egypt.

In the third part of the entrance; period’s for coming Egyptian statesmen and their views

were. Mehmed Ali Pasha ( D.1849 ) and his son Ibrahim Pasha( D.1848 ) were among the most

important figures on developing of the case.

In the fourth part of the first chapter; some European statesmen of the era related with

Egypt case is handled. Being fore coming European statesmen of the era in England Palmerston

( D.1865 ) and Ponsonbi ( D.1855 ), in Austria Matternih ( D.1859 ), in Russia Nesselrode (

D.1862 ) and Brunof ( D.1875 ) , in France Tiers ( D.1877 ) and Guizot ( D.1874 ) come into

prominence.

The second chapter named ‘The Rise of Mehmed Ali Pasha and His Expansion to Asia’,

Ottoman Empire and Egypt affairs from 1831 to 1839 and Great Powers’ interfering to the issue

is consist of three parts with reasons and results.

In the first part Egypt Issue’s unstable process in 1839 are held under documents and

sources. Thereupon European states needed to involve the issue again and after the extended

interviews Kütahya Treaty was signed on the 3th May 1833.

In the next part while the reasons of Mehmed Ali Pasha’s aim to stretch in Anatolia are

examined, it is stated obviously that Mehmed Ali Pasha needed Syria and Anatolia to foster his

governance in Egypt.

VI

In the first part finally, the compromises that were given by Ottomans before

Administrative Reforms and the affects of Egypt issue over those reforms are held widely.

Between1831-1839 Ottomans were obliged to give lots of compromises to the great powers.

The third chapter is corporated of four parts in which critical period from Nizip defeat to

the Administrative Reforms is examined.

In the first part, Nizip defeat and its effect of Ottomans is widely examined under the

light of sources and documents. 1839 was a critical point for Ottomans. Ottoman army was

defeated to Egyptian army on 24th

of June, on 2nd

of July Mahmud II (D.1839) died sorrowfully

without learning that defeat and his oldest son Abdülmecid (D.1839) became Sultan, on 27th

of

July European States delivered a note to cease the war, on the 3th of November Ottomans

declared the Administrative Reforms and changed its paradigms.

In this part of our thesis the death of Mahmud II and his son Abdülmecid’s becoming

Sultan and is examined thoroughly with its results.

In the third part, Great Powers’ delivering a note to Ottomans on 27th

July 1839 to end

the war and keep the current situation till they solve the problem in their directorate was

examined thoroughly. The defeat of Ottomans by its own governor of a district was a potential

risk for European states and could harm them as well. Thus Egypt issue should be solved in a

way that is useful for each side. England and Austria didn’t support to give any compromises to

Egypt, while France supports to watch Egypt’s rights. Besides all given compromises, Mustafa

Reşid Pasha’s diplomatic ability forced all European states except France to support Ottomans in

the solution processes of Egypt issue.

In the fourth part, Mustafa Reşid Pasha’s appointment to be the grand vizier and his

declaring Reforms are examined with its effects and results under the light of inner and outer

documents and sources. Reşid Pasha tried to keep the unity of Ottomans by convincing European

states around this aim and he was successful till 1860s by using different methods.

In the fourth chapter, from the declaration of the Reforms to London Treaty the process

of Egypt Issue is examined in six parts.

Under the first title, the declaration of the Reforms and Great Powers’ effects and roles

on this declaration is analyzed. In Reform period the centralization was increased and the

structure of the state became more visible. Mahmud II modernized all the state institutions and

redesigned the ones that couldn’t keep up with this innovation namely he made paradigm change

by taking up European values as reference.

In the following parts, London interviews and London Treaty are tried to be held with all

aspects. Soon after European states’ delivering a note on 27th

July 1839 to the sides of the

VII

interviews to solve the issue totally, they started the interviews in Vienna under the observation

of Austrian Prime Minister Matternih.

Under the fourth title, Ottomans thoughts about Mehmed Ali Pasha and European states

are tried to be examined.

In the fifth part Mehmed Ali Pasha’s opinions about Ottomans and Great powers are held

in the light of documents. Mehmed Ali Pasha had an extremely ambitious personality.

At the end of this part, Great Powers’ remarks on Ottomans and Mehmed Ali Pasha are

surveyed in the light of various documents and living witnesses of the era. Matternih and

Palmerston tried all diplomatic methods in order to solve the problem without a war.

In the fifth and the last chapter of the thesis, from the singing of London Treaty to the

solution of Egypt issue and effects of that case in Ottomans history are surveyed widely in the

light of documents and consisted of six parts.

Under the first part of the last chapter, Mehmed Ali Pasha’s objection to the London

Treaty and the results of this situation are examined. All the countries signed the London Treaty

except France on 15th

of June, 1840. English Foreign Minister Palmerston warned France that it

should accept the treaty if France would not sign and against the treaty, it could be isolated from

the European states. Thereupon France didn’t dare to act against the treaty even it objected it. In

spite of all the offers Mehmed Ali Pasha was strict and proclaimed that he wouldn’t step back the

promises that had been given to him during Mahmud II.

In the second title of this chapter, upon Mehmed Ali Paşa’s refusal of London treaty, the

allied forces started an operation that made over land and sea in order to terminate the invasions

is being handled widely in the light of documents and sources. When Mehmed Ali Paşa declared

that he would not accept the treaty and also announced that he would give the order of the

operation to Istanbul, the allied forces went into action. Both the Egyptian forces were begun to

be compressed from all sides and an intensive propaganda process was proceeded against

Egypt’s profits. By this way, the Egyptian forces commanded by Ibrahim Paşa got in a very

difficult position in Lebanon, Syria and Anatolia.

In the following title, the actions and aim of İbrahim Pasha in Hedjaz, Syria and Anatolia

were tried to be explained in the light of documents and sources. İbrahim Pasha, evaluating all

these conditions, understood the fact that there was no way other than returning to Egypt and

started a really difficult travel. By the acceptance of Alexandria treaty, both sides terminated

fighting.

VIII

In the fourth title, Abdulmecid’s declaring Egypt Firman was tried to be explained with

its reasons and results. Although Ottomans and Austria wanted to taking over Egypt totally in

order to solve the issue, they knew that this was impossible without England’s support.

In the fifth part, Second London Treaty handled in the light of documents and sources.

With the first London Treaty and following Egypt Firman this issue was solved, but the most

important reason – The Straits Issue- that made the states interfere the issue was still not solved.

It was signed in London among Ottomans and five Great Powers on 13th

July 1841.

In the sixth and the last title, the damage of Egypt issue to Ottomans and the points where

that worldwide state was dragged were examined widely with all aspect. Mahmud II proceeded

some fundamental reforms in order to get the support of European States, so he could suppress

the rebel of his governor which put him into a deep psychological depression and this period was

the time that Ottomans’ paradigms were changed totally with the help of consultancy boards.

1

ÖNSÖZ

Bilindiği gibi sosyal bilimler, özellikle tarih alanı, fen bilimlerinde olduğu gibi

yeniliğin fazla olduğu bir alan değildir. Ancak yapacağımız araştırmalar sonucunda ileri

süreceğimiz tez ve anti tezler ile yeni sentezlere ve yorumlara ulaşabiliriz. Osmanlı

Tarihi bu gibi çalışmalar için muadili tarihlerle karşılaştırıldığı zaman en bâkir

alanlardan birisidir. Osmanlı tarihini bilmeden, Türkiye Cumhuriyeti veya bu

coğrafyada bulunan başka devletlerin tarihini tam olarak bilmek mümkün değildir.

Günümüzdeki çatışmaların odağında yeralan Ortadoğu ve Arapların tarihini bilmek için

Osmanlı Tarihi’ni iyi bilmek gerekir. Yaşadığı altı asra yakın süre içinde dört asır

Ortadoğu’nun dirlik ve düzenini sağlayan Osmanlı sistemine modern tarihçilerin çoğu

“Pax Ottomana” yani “Osmanlı Barışı” demektedirler. Bu barış XIX. yüzyılda

özellikle Fransız İhtilali’nin getirdiği yeni fikirler nedeni ile sarsıldı ve XX. yüzyılda

bütün dünyayı saran bir savaşın neticesinde sona erdi. Şunu söyleyebiliriz ki Osmanlı,

savaşın icat olduğu topraklarda bütün hatalarına rağmen barışı oluşturmayı ve onu

devam ettirmeyi başardı. İngilizler ve Fransızlar sadece kendi çıkarlarını düşündükleri

için Osmanlı’dan sonra bölgede barışın hiç şansı olmadı. Osmanlı’nın yıkılışı

hükmettiği her yerde dengenin bozulmasına neden oldu ve belki de dengeyi yeniden

kurmak yüzyıllar alabilir. İnsanlık bir asırdan fazladır bu barışın sona ermesinin

acılarını çekiyor ama buna bir çözüm bulamıyor ve ufukta da yeni bir çözüm

görünmüyor.

Başta büyük İngiliz tarihçi Arnold Toynbee olmak üzere tarafsız Batılı tarihçilerin

çoğu Asya, Avrupa ve Afrika’yı aynı zamanda refah ve mutluluk içinde en uzun süre

Osmanlı Devleti’nin yönettiğini kabul ederler. Avrupa devletleri, Osmanlı Devleti’nin

boşalttığı alanları dolduramamış ve buraları sadece değişik yöntemlerle sömürge haline

getirmişlerdir. Bunda, tezimizde işleyeceğimiz başta Mısır olmak üzere Arap aydınların

tarihi iyi bilmemesinin ve taraflı Avrupa kaynaklarından öğrenmelerinin de büyük etkisi

vardır. Arap ülkelerinde Osmanlı tarihi asıl kaynaklarından değil başta İngiliz ve

Fransızlar olmak üzere Avrupalı tarihçilerin kaleminden öğrenilmiştir. Bu tarihçilerin

çoğu ise meseleye kaynaklar ışığında ilmî olarak bakmaktan çok devletlerinin

menfaatleri doğrultusunda yaklaşmışlardır. Osmanlı Devleti üç kıtada işgalci gibi

2

gösterilirken, kendileri medeniyetin temsilcileri olarak gösterilip haklı çıkarılmaya

çalışılmıştır.

Mısır tarih boyunca birçok medeniyete kaynaklık etmiş ve Coğrafî keşiflerden

sonra gelişen sömürgecilik akımları için önemli bir hedef olmuştur. Özellikle İngiltere,

sömürgeci emellerine ulaşmak için önemli bir kavşak noktasında bulunan Mısır’ın

kontrolü altında olmasını siyasî öncelikleri arasında saymıştır. Mısır, Osmanlı yönetimi

altında uzun süre huzur içinde yaşamıştır. Ancak Osmanlı Devleti gerilemeye başladığı

andan itibaren bölgedeki iktidar mücadeleleri nedeniyle huzur bozulmaya başlamıştır.

Bölgeye gönderilen birçok valiler ya öldürülmüş veya görevlerini gerektiği gibi

yapmaları engellenmiştir. Mehmed Ali Paşa şahsî yeteneklerini de kullanarak bu

karışıklılara son vermiş ve 1805 yılında Mısır valiliğine atanmıştır. Mehmed Ali Paşa

için sadece Mısır’ı yönetmek yeterli olmamış, Mısır’da yaptığı idarî, malî, askerî ve

tarımsal yeniliklerle ülkeyi kısa sürede Osmanlı Devleti’nin en gelişmiş eyaleti haline

getirerek iktidar mücadelesine başlamıştır. Fransa’nın da tesiri ile sınırlarını genişletmek

için eline geçen bütün fırsatları kullanmış ve Anadolu içlerine kadar neredeyse hiçbir

direnişle karşılaşmadan ilerlemeyi başarmıştı. 1831-1841 yılları arasında 10 yıla yakın

süre Suriye, Lübnan ve Anadolu’da kaldıktan sonra belki de ilerde Osmanlı Devleti’nin

yıkılmasına neden olacak bedeller ödenerek Mısır’a döndürülebilmiştir.

Biz bu çalışmamızda, incelediğimiz Osmanlı arşiv belgeleri ışığında 1839-1841

yılları üzerinde odaklanacağız. Çünkü bu yıllar Osmanlı Devleti’nin yeni bir Paradigma

değişimine yöneldiği yıllardır. XV. asırdan itibaren gelişen ve asıl meyvelerini XVIII.

yüzyılda veren coğrafi keşifler, XVIII. asırda İngilere’de ortaya çıkıp daha sonra bütün

Avrupa’ya yayılan sanayileşme ve 1789 Fransız ihtilalinin ortaya çıkardığı Milliyetçilik

Eşitlik ve Özgürlük gibi akımlar artık eski düzen ve fikirlerle devletin yaşamasını

imkânsız hale getirmişti. Bütün bunların üzerine ortaya çıkan bir Eyâlet Valisi’nin

isyanı, durumu daha da içinden çıkılamaz hale sokmuştu. II. Mahmud’un son dönemi ile

Abdülmecid’in ilk dönemini kapsayan bu yıllar, Mustafa Reşid Paşa’nın önderliğinde

Osmanıl devlet yapısında köklü değişikliklerin yapıldığı yıllardır. Bu reformların

yapılmasında bazı iç nedenlerin yanı sıra Mısır meselesini halletmek için Avrupa

desteğini sağlama düşüncesinin de önemli etkisi olmuştur.

II. Mahmud’un daha önce hiç olmadığı şekilde kendilerinden örnek alarak birçok

alanda reform yapma gayretleri dost veya düşman bütün Avrupa devletlerinin dikkatini

3

çekti. Osmanlı Devleti üzerinde tesiri olabilecek bütün güçler, bu reformların kendi

menfaatleri doğrultusunda olması için her türlü baskıyı yaptılar. Mehmed Ali Paşa’nın

isyanı yapılan bütün reformların eksen değiştirmesine neden oldu. Nitekim bundan önce

reformlar daha çok teknik, hukuk ve eğitim alanlarında yapılırken Mısır isyanından

sonra siyasi alanda yapılmaya başlandı. Mısır meselesi nedeniyle Avrupa’nın desteğini

almak için liberal reformlar yapan II. Mahmud bunu sağlayamayınca reformları

ağırlaştırarak, monarşik olan Rusya ve Avusturya devletlerinin yardımını temin etmeye

çalıştı. Rusya, Osmanlı Devleti’ne gerekli bütün yardımı sağlama karşılığında kendisine

büyük menfaatler sağlayan Hünkâr İskelesi Antlaşması’nı imzalayınca, İngiltere yaptığı

hatayı anlayarak bunu değiştirmeye yöneldi. II. Mahmud, Rusların tarihî emellerini

bildiği ve yakın komşu olmasından dolayı Osmanlı yönetimi altındaki bazı yerleri

nüfuzu altına almasından çekindiğinden İngiltere ile tekrar yakınlaşmak için elinden

gelen her şeyi yaptı. Düvel-i Muazzama, Osmanlı Devleti’nin Rus etkisi altına

girmesinin ve yıkılmasının tehlikelerini anlayarak onu bu etkiden kurtarmak ve

yaşatmak için İngiltere ve Avusturya’nın öncülüğünde devreye girmeye karar verdi.

Bunun için Mısır meselesini Osmanlı Devleti lehinde çözerek onun gerçek dost ve

müttefiki olduklarını göstermeleri gerekiyordu.

Tezimizde, Osmanlı-Mısır ilişkilerini ve buna Düvel-i Muazzama’nın

müdahalesini; Nizip yenilgisi ile başlayıp, meseleye Avrupa devletleri’nin

müdahalesinin en önemli sebeplerinden birisi olan Boğazlar meselesinin halledildiği

İkinci Londra Antlaşması’nın imzalanmasına kadar sebep ve sonuçları ile ortaya

koymaya çalışacağız. Bu 3 yıllık dönemde tabiri caizse Osmanlı Devleti iç ve dış

nedenlerin etkisiyle yönünü değiştirmiştir. Tek kişinin yönetiminden birçok danışma

meclislerinin kurulduğu müşavereye dayanan çok kişinin yönetimine yani demokrasiye

ilk adımlar atılmıştır. Devlet birçok iç ve dış badirelerle uğraştığı için tabiatıyla

demokrasiye geçiş adımları sancılı olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun çok milletli

yapısı birçok reformun istenildiği gibi uygulanmasını engellemiştir. Tanzimat sırasında

Mısır meselesinin de etkisi ile merkezî otoriteyi artırıcı çalışmalar yapılması eyaletlerde

büyük karışıklıklara neden olmuş, Avrupa devletleri’nin, Osmanlı Devleti’ndeki

azınlıkların haklarını korumak adına, merkezîleşmenin Tanzimat ilkelerine uymadığı ile

ilgili itirazları neredeyse bütün reformların sonuçsuz kalmasına sebep olmuştur.

4

Bu dönemde Türk tarihinin en büyük diplomatı olarak kabul edilen Mustafa Reşid

Paşa’nın etkisiyle siyasal sistemdeki ilk reformlar diplomatik alanda yapılmıştır.

Osmanlı Devleti ve Mehmed Ali Paşa değişik yöntemlerle birbirine karşı kışkırtılmış

daha sonra da barıştırılmak için her ikisinden de büyük çıkarlar sağlanmıştır. Osmanlı

Devleti daha önce bir Valisi’nin böyle büyük isyanı ile karşılaşmamıştı. İsyanın bu

derece büyüyüp devletin başkentini tehdit eder hâle gelmesinde, II. Mahmud’un yaptığı

bazı yanlış uygulamaların etkisi olduğu söylenebilir. II. Mahmud yaptığı reformları

uygulamak ve yerli görevlilere kavratmak üzere değişik alanlarda birçok yabancı uzman

ve danışman getirtmişti. Değişik alanlarda çalışan ve danışmanlık yapan bu Gayr-i

Müslim uzmanların her iki devlet katında da kendi devletlerinin çıkarlarını korumaları

gayet doğaldır. II. Mahmud’un Tıbbiye’yi açmak için Fransız, Bahriye Mektebi’nin

başına geçmek için İspanyol, İstimbotlarını yönetmesi için bir İskoç, Ordu bandosunu

eğitmek için bir İtalyan, Gemi yapımı için Amerikalılar, Deniz kuvvetlerini eğitmesi

için İngiliz subaylar, Orduyu ıslah etmesi ve danışmanlık yapması için Prusyalı subaylar

getirtmiştir. Buna benzer görevlendirmeler başta Fransız uzmanlar olmak üzere Mısır’da

Mehmed Ali Paşa tarafından da yapılmıştır. Özellikle Mehmed Ali Paşa ve oğlu

İbrahim Paşa’nın yanında Fransız asıllı uzman ve danışmanlar bulunmuş ve onları

birçok yönden yanlış bilgiyle kendi menfaatleri doğrultusunda yönlendirmişlerdir. Bu

durum koca İmparatorluğun yıkılmasının önemli nedenlerinden birisi olmuştur.

Bu tez çalışması beş bölümden meydana gelmektedir. Birinci Bölümde, Mısır’ın

Osmanlı Devleti’ndeki yeri ele alınarak, 1839- 1841 yılları arasında Mısır meselesi

sürecinde etkili olan Osmanlı, Mısırlı ve Avrupalı devlet adamları meseleye bakışları ve

sorumlulukları açısından kısaca değerlendirilecektir. İkinci Bölüm’de, meselenin ortaya

çıkışından 1838 yılına kadar Mısır meselesini çözmek için yapılan Kütahya görüşmeleri

ve antlaşması, Mehmed Ali Paşa’nın Suriye ve Anadolu’ya yayılmak istemesinin

nedenleri ve bu süreçte Osmanlı Devleti’nin meseleyi çözmek için vermek zorunda

kaldığı tavizler ele alınmaktadır. Üçüncü Bölüm’de, Nizip yenilgisinden Tanzimat’ın

ilanına kadar yenilginin yansımaları, II. Mahmud’un ölümü ve yerine oğlu

Abdülmecid’in Padişah olması, Mısır meselesine Düvel-i Muazzama’nın müdahalesi ve

nedenleri ile Mustafa Reşid Paşa’nın Hariciya Nâzırı olarak Tanzimat’ı ilan etmesi ele

alınmıştır. Dördüncü Bölüm’de, Tanzimat’ın ilanından Birinci Londra Antlaşması’na

kadar Mısır meselesinin safhaları olan, Tanzimat’ın ilanı ve buna Düvel-i

5

Muazzama’nın tesiri, Londra görüşmeleri ve Londra Antlaşması ve her üç tarafın da

birbiri hakkında besledikleri düşünceler incelenmiştir.

Beşinci ve son bölümde ise, Mısır meselesinin tamamen çözülmeye çalışıldığı

Birinci Londra Antlaşması’ndan İkinci Londra Antlaşması’na kadar yaşanan olaylar ve

Mısır meselesinin Osmanlı Devleti açısından sonuçları belgeler ışığında geniş biçimde

ele alınmıştır. Boğazlar meselesi, Düvel-i Muazzama’nın Mısır meselesine müdahale

etmesinin en önemli nedenidir. Birinci Londra Antlaşması ile Mısır meselesi büyük

oranda çözüme kavuşturulmuştu fakat Boğazlar meselesi hâlâ ortada duruyordu.

Boğazlar meselesi de İkinci Londra Antlaşması ile büyük oranda çözülmüştür.

Bu çalışmanın çok konuşulan ve hakkında yoğun spekülâsyonlar yapılan bir kişi

ve dönemini belgeler ışığında, derli toplu ortaya koyarak, konuya yeni bir perspektif

getireceği düşünülmektedir. XIX. yüzyılda değişik amaçlarla Mısır meselesine dâhil

olan bütün tarafların Mısır meselesi, birbirleri, dünyanın geleceği vb. konulardaki görüş

ve düşünceleri birinci ağızdan ortaya konulmaktadır. Zannederiz ki, dönemin

aktörlerinin konu ve dünyanın gidişatı hakkında ne düşündüklerini bundan daha iyi

ortaya koyacak bir yol yoktur. Bölgenin şimdiki karışık durumuna baktığımız zaman,

geçmişte yaşanılanların sebep ve sonuçları ile ortaya konulmasının, geliştirilecek çözüm

yolları için yol gösterici olacağı açıktır. Belki de, bölgedeki sorunların giderilmesi için

tarihî perspektif göz önünde tutulması gereken en önemli mihenk taşıdır.

Bu çalışmam esnasında başta Prof. Dr. Nesimi Yazıcı, Prof. Dr. İrfan Aycan ve

Doç. Dr. Hasan Kurt olmak üzere İslâm Tarihi kürsüsündeki bütün hocalar bana her

türlü yardım ve kolaylığı gösterdiler. Kıymetli hocalarımın verdiği dersler benim için

yeni düşünce ufukları açtı. Burada ismini andığım ve anamadığım bütün hocalarıma

yetişmeme olan katkılarından dolayı minnetlerimi arz ediyorum.

6

KISALTMALAR

BOA. Başbakanlık Osmanlı Arşivi

Defter Mısır Mesalihine Dâir İradât-ı Seniyye Defteri

DİA. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi

İA. İslâm Ansiklopedisi

TTK. Türk Tarih Kurumu

A.g.e. Adı geçen eser

A.g.s. Adı geçen seminer

A.g.m. Adı Geçen makale

Bkz. Bakınız

C. Cilt

Çev. Çeviren, Tercüme eden

Haz. Hazırlayan

No. Numara

S. Sayı

Seminer Mustafa Reşid Paşa Ve Dönemi Semineri, Ankara,

1994

s. Sayfa

TDV. Türkiye Diyanet Vakfı

Vol. Volume

7

GİRİŞ

1831-1841 yılları arasında on yıla yakın süre devam eden Mısır meselesi, özelde

iç kaynaklı olmasına rağmen genelde dış devletlerin de müdahalesiyle Osmanlı

Devleti’nin geleceğini birçok yönden etkilemiştir. Meselenin ortaya çıktığı zaman, II.

Mahmud’un köklü reformlara girişerek devleti paradigma değişikliğinin eşiğine

getirdiği bir döneme rastlamıştır. II. Mahmud, devletin ayakta kalabilmesi için köklü

reformlara girişmiş fakat Mısır sorununun etkisiyle reformlarda bazı alanlarda yön

değiştirmeler olabilmiştir. Bu durumu savaş şartlarının Tanzimat’a etkileri olarak ifade

edebiliriz. Biz çalışmamızda muhtemel yön değiştirme veya kaymaları şu şekilde

inceleyeceğiz;

a- Reformlar önce hukukî ve teknik alanda yapılır iken Mısır meselesinin etkisiyle

siyasi yöne kayarak, Osmanlı Devleti’ni, Batılı devletleri yardıma ikna için meşveret

meclislerini ve halk meclislerini önplana çıkarmaya zorlamış mıdır? Bu meclislerin

oluşturulmasında Avrupa devletlerinin yardımı geciktirmede mazeret gösterdikleri yeni

ortaya çıkan “kamuoyu” tabirinden etkilenilmiş midir?

b- Mısır meselesi sürecinde bütün taraflarca basın nasıl kullanılmıştır? Halkı

etkilemek için hangi yöntemler devreye sokulmuştur?

c- Sanayileşme, Sömürgecilik ve Fransız ihtilali etkisiyle ortaya çıkan yeni şartlar

Osmanlı devlet adamlarını yeni bir durumla baş başa bıraktı. Sanayileşmeye uygun bir

toplum yapısı olmadığı için sanayileşme; sömürgeciliğe uygun bir zihniyet yapısı

olmadığı için sömürgeleştirme yapılamazken, Fransız ihtilalinin getirdiği eşitlik ve

hürriyet ilkeleri çok uluslu bir sisteme dayanan devleti temelden etkiledi. Mısır meselesi

buna uygun tek çözüm yolu olan adem-i merkeziyete dayanan reformlar yapma

imkanını ortadan kaldırmış mıdır?

ç- İngiltere, Rusya ve Avusturya-Macaristan 1830’lu yıllara kadar Osmanlı

Devleti’ne hasta adam gözüyle bakıp topraklarını paylaşmak istiyorlardı. Mısır meselesi

onların fikrini, güçlü ve hırslı bir Mehmed Ali Paşa yerine, güçsüz ve tüm gücünü

prestijli tarihinden alan bir Osmanlı hanedanını destekleme yönünde değiştirecek

miydi?

8

d- Mısır meselesinin gelişiminde ve çözümünde dönemin devlet adamlarının nasıl

bir etkisi olmuştur? Bu durumda onların çözümü Batılı güçlerde aramasının ve

Batılılar’ın da sömürgecilik düşüncesinin nasıl bir yönlendirmesi olmuştur?

e- Osmanlı Devleti Mısır birliklerinin hızla ilerlemesinin sırrını onun modern

Fransız tarzındaki eğitimi ve silahlanmasına bağlıyordu. Bundan dolayı hem Batılı

uzmanlar getirme hem de Batı’ya yetişmek üzere öğrenci gönderme devletin geleceğini

nasıl etkilemişdir?

f- Yabancı askerî ve sivil uzmanlar Osmanlı Devleti’ni rasyonel olamayıp hayalci

olmak ve duyguları ile hareket etmekle suçluyorlardı. Bu durum yenilgilerin nedenini

maneviyatta görerek, Osmanlı Devleti’nde daha sonra ortaya çıkacak olan pozitivist

anlayışa yol açmış olabilir mi?

g- Tanzimat reformları başta oldukça liberal ve özgürlükçü özellikler taşırken,

uygulamaların gittikçe muhafazakar ve merkeziyetçi yöne kaydığı görülmektedir. Bu

yön değiştirmede Mısır’la yaşanan savaş ortamanın ne oranda etkisi olmuştur?

h- Meşrûti Monarşi diyebileceğimiz Tanzimat, dönemin şartlarına göre çok ileri

sayılabilecek demokratik ilkeleriyle Osmanlı Devleti’nin ömrünü uzatmış mıdır yoksa

kısaltmış mıdır? Bu demokratik ilkelerin uygulanmasında Mısır meselesi nasıl bir tesir

göstermiştir?

ı- Mora isyanı ve Hicaz’daki sorunun giderilmesi Mehmed Ali Paşa’ya ne gibi

avantajlar sağladı? Mehmed Ali Paşa bu avantajlardan ne yönde yararlandı? Bu durum

Osmanlı Devleti’nin geleceğini nasıl etkiledi?

i- Mısır meselesi Osmanlı Devleti’nin çok milletli yapısına nasıl tesir etti? Bu

durum Tanzimat’ın ilanında etkili oldu mu?

j- Mısır meselesi, Osmanlı Devleti’ni Afrika’dan tamamen koparmak için

kullanıldı mı? Bunun için Mehmed Ali Paşa üzerinde ne gibi yönlendirmeler yapıldı?

k- Her iki tarafdaki yabancı uzman ve danışmanların Mısır meselesinin

gelişiminde ne gibi etkileri olmuştur? Bu durum Osmanlı Devleti’nin ve Mısır’ın

geleceğini nasıl etkilemiştir?

l- Modernleşme’nin sanayi ve teknolojiden ziyade moda ve silahlanmaya

kaymasında Mısır meselesinin etkisi olmuş mudur? Bunda iç savaşın yarattığı

kötümserliğin nasıl bir fonksiyonu vardır?

9

Araştırma yapılırken, Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi’nde bulunan 13 defterlik

“Mısır Mesâlihine Dâir İradât-ı Seniyye” isimli belgeler ana kaynak olarak

kullanılmıştır. Bu belgeler dönemin devlet adamlarından Sadrazam Cevad Paşa (ö.

1900) tarafından 13 defter halinde düzenletilmiştir. Cevad Paşa; aydın, bilgili, dil bilen

ve dürüst bir devlet adamı olarak Tarih’e de çok meraklıydı. Paşa’nın yazdığı 10 ciltlik

Tarih-i Askerî isimli eseri özellikle Osmanlı askerî tarihi açısından çok önemlidir.

Sadrazamlığı sırasında Babıâli memurlarının boş zamanlarında kitap okumalarını

sağlamak için Babıâli’nin bahçesinde bir kütüphane yaptırmasıyla meşhurdur.1 1839-

1895 yılları arasında Mısır ile ilgili bütün taraflarla yapılan yazışmaları toplatması,

dönemin tarihinin birinci elden öğrenilmesi için çok önemli bir hizmet olmuştur. Bu

defterler oldukça yıprandığı için T.T.K. tarafından uzman bir ekip tarafından kullanıma

sunulmak üzere CD’ye yüklenmiştir. Bu defterler Mısır’la ilgili Hicrî 1255-1312/1839-

1895 yılları arasında Osmanlı Devleti katında yapılan bütün yazışmaları ve

uygulamaları içerisinde barındırması hasebiyle birinci elden çok değerli bir kaynaktır.

Toplam 1500 sayfaya yakın olan belgeler taranmış ve araştırma alanımızla ilgili 500

sayfa civarındaki ilk dört ciltlik 1255-1257/1839-1841 yılları ayrıntılı olarak

incelenmiştir. Kullandığımız belgelerde, dönemin ilgili bütün devletlerinin yaptığı

girişim ve yazışmalar etraflı biçimde bulunduğu gibi, Osmanlı idareci ve sefirlerinin

merkezle yaptığı yazışmalar da ayrıntılı olarak yer almaktadır. Ayrıca üzerinde daha

önceden derli toplu çalışma yapılmamış olması ve dönemin bütün bilgi ve belgelerini

birinci elden canlı tanıkları ve aktörleri vasıtasıyla içermesi sebebiyle değeri bir kat

daha artmaktadır.

Dönemin tanıkları olan Ahmed Cevdet Paşa, Ahmed Lütfi Efendi, Mustafa Nuri

Paşa, Abdurrahman Şeref Bey vb. devlet adamı ve yazarların eserleri de birinci elden

kaynaklar olmaları dolayısıyla belgelerimizin tamamlayıcısı olarak kullanılmıştır.

Ahmed Cevdet Paşa dönemin en önemli kişiliği olan Mustafa Reşid Paşa’ya yakınlığı

ve uzun süre Vakanüvislik yapması nedeniyle olayları son derece iyi bilmekte ve

eleştirel tarihçiliğin güzel örneklerini vermektedir. Ahmed Cevdet Paşa’nın; Maruzat,

Tezakir ve Tarih-i Cevdet isimli eserleri tezimizin biçimlenmesinde yol gösterici

olmuşlardır. Ahmed Lütfi Efendi araştırdığımız dönemin (1825-1848) Vakanüvisi

olması nedeniyle olayları belgeleri ile beraber kendi yorumlarıyla kayda geçirmiştir.

1 Abdülkadir Özcan, “Cevad Paşa”, T. D.V. İslam Ansiklopedisi, c. 7, s. 430- 431.

10

Ahmed Lütfi Efendi’nin “Tarih-i Lütfi” isimli eseri kendisinin dönemin Vakanüvisi

olması nedeniyle resmî kayıtlara dayanması yönüyle çok önemlidir. Abdurrahman Şeref

Bey’den ise, son Osmanlı Vakanüvisi olması hasebiyle dönemin en önemli şahitlerinden

birisi olarak ve eski belgelere ulaşmadaki avantajlarından dolayı belgelerimizin eksik

bıraktığı yerleri tamamlamak için yararlanılmıştır. Didaktik bir tarzda yazdığı “Tarih

Musahabeleri” isimli eseri öğretici hatıralarla doludur. Mustafa Nuri Paşa resmî

Vakanüvis olmasa da konuya yakınlığı ve görevi dolayısıyla resmi belgelerden

faydalanarak yazdığı eseriyle dönemin en önemli kaynaklarından birisi olarak

kullanılmıştır. Mustafa Nuri Paşa’nın yazdığı “Netâyicü’l-Vukuât” dönemin en yetkin

kaynaklarından birisidir. Metodolojik olarak dönemi en iyi anlatan eserlerden birisidir.

Araştırmamızı yaparken konuyla ilgili çalışma ve araştırmalardan da imkanlar

ölçüsünde faydalandık. Mümkün olduğunca kaynakları karşılaştırmalı olarak ortaya

koymaya çalıştık. Bunun için Mısır meselesinde ilgili devletler olan İngiltere, Fransa,

Rusya, Avusturya ve Prusya kaynaklarından yararlanmaya çalıştık. İngilizce çalışmalar

olarak “Cambridge Ansiklopedisi” ve Muhammed H.Kutluoğlu’nun İngiliz

arşivlerinden de faydalanarak Manchester üniversitesine doktora tezi olarak sunduğu

“The Egyptian Question” isimli eserlerini kullandık. Ayrıca dönemin ünlü İngiliz

Dışişleri Bakanı Lord Palmerston ile ilgili incelemeler yaptık. Dönemin Fransız

düşüncesini ortaya koymak için Cambridge Ansiklopedisi’nin “The Near East and

France” isimli bölümünden yararlandık. Avusturya ve Prusya’nın bu konudaki

görüşlerini ortaya koymak için daha sonra Prusya’da Genelkurmay Başkanı olacak olan,

dönemin Osmanlı ordusundaki Prusyalı danışman yüzbaşısı Helmuth Von Moltke’nin

“Türkiye Mektupları (1835- 1839) isimli eserinden faydalandık. Konuya özel ilgisinden

dolayı Avusturya Başvekili Matternih ile ilgili geniş araştırmalar yapıldı. Dönemin

önemli aktörlerinden Rusya’nın meseleye bakışını ise, uzun süre bu devletin arşiv

dairesi müdürlüğünü yapmış olan Sergey Goryanof’un arşiv belgelerine dayanarak

hazırladığı “Rus Arşiv Belgelerine Göre Boğazlar ve Şark Meselesi” isimli eserinden

faydalanarak ortaya koymaya çalıştık. Zaman ve imkân eksikliğinden dolayı bu beş

devletin arşivlerine doğrudan ulaşmamız mümkün olmasa da dolaylı olarak ulaşmaya

çalıştık. Ana kaynağımız Osmanlı belgeleri olduğu için bu önemli bir eksiklik ifade

etmemektedir diye düşünmekteyiz.

11

XX. yüzyılda Mısır meselesi, Mehmed Ali Paşa ve büyük devletlerin buna

müdahalesi ile ilgili ülkemizde ve dünyada birçok araştırmalar yapılmıştır. İlk dönemde

bu araştırmalar yazma veya matbu kaynaklar ışığında yapılırken dönemimizde artık

arşivlerde araştırma imkânlarının artması ile arşiv belgeleri ışığında sürdürülmektedir.

Ama bu belgeler dağınık ve yeni düzenlenmekte olduğu için bir senteze ulaşmayı

zorlaştırmaktadır. Bizim avantajımız dönemin aşağı yukarı bütün belgeleriyle diğer

devletlerin bu konudaki düşüncelerini ve Mısır meselesine müdahale nedenlerini toplu

olarak bir kaynakta bulmamız oldu. Bu durum bize bir oranda bütün olayları

karşılaştırmalı olarak ortaya koyma imkânı sağladı. Tarihî olayları en doğru biçimde

açıklamakta dönemin ilgili bütün taraflarının görüşlerini bilmenin önemi ortadadır.

Sanırız ki bizim araştırmamız, diğer araştırmalardan bu boyutu ile ayrılmaktadır.

Türkiye’de Mısır meselesi birçok tarihçimizin ilgisini çekmiş, bu konuda

araştırmalar yapılmış ve yapılmaktadır. Bütün dünyanın gözünün Ortadoğu’daki

çıkarları nedeniyle bu bölgeye odaklanması bu araştırmalar için itici güç

oluşturmaktadır. Yerli ve yabancı birçok araştırmacı son dönemde düzenlenip hizmete

sunulan arşivlerde yaptıkları araştırmalar neticesinde konuya yeni açılımlar

getirmektedirler. Bu araştırmaların birçoğundan çalışmamız için önemli ölçüde

faydalandık. Ayrıca ansiklopedik eserleri özellikle İslâm Ansiklopedisi’nin ilgili

maddelerini çalışmamızda dikkatle inceledik ve kullandık.

12

BİRİNCİ BÖLÜM

MISIR VE MISIR MESELESİYLE İLGİLİ DEVLET ADAMLARI

I. Mısır’ın Osmanlı Devletindeki Yeri

Mısır; Asya ile Afrika’nın buluşma noktasında yer alan ve tarih boyunca birçok

medeniyete kaynaklık eden önemli bir bölgedir. Mısır’a bu niteliği kazandıran Nil nehri

olduğu gibi onunu siyasî, ekonomik ve sosyal şartlarını oluşturan da yine bu nehirdir.

Mısır Müslümanlar tarafından ilk fethinden itibaren kutsal toprakların gıda ambarı

olmuş ve her yıl buradan Hicaz’a gemilerle yüklü miktarda buğday gönderilmiştir.

Tarım, Nil nehrinin durumuna bağlı olduğu için birçok şeyin bilinmesini gerektirmiştir.

Bu durum Mısır’ın değişik bilimlere analık etmesine sebep olmuştur. Mısır kendisini

boydan boya geçen Nil nehri sayesinde çölün bir parçası olmaktan kurtulup dünyanın en

verimli topraklarından birisi olmuştur. Mısır, tarih boyunca medeniyet merkezlerinden

biri olması ve diğer medeniyet merkezlerine uzak olmasından dolayı genellikle

bağımsız hareket etmiştir. Geliştirdiği hiyeroglif yazı sistemi de onun diğer

medeniyetlerden bağımsızlığını ve farkını gösterir.

Mısır, Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetine girdiği XVI. Yüzyıldan itibaren devletin

en önemli topraklarından birisi olmuş ve bu durumunu XX. Yüzyılın ilk yarısına kadar

muhafaza etmiştir. Stratejik ve ekonomik nedenlerden dolayı Mısır’ın Osmanlı Devleti

için tarih boyunca önemi büyük olmuştur. Fakat merkeze uzak olmasından ve tarihi

özelliklerinden dolayı fethinden itibaren yönetiminde birçok güçlükler yaşanmıştır.

XVI. asır başlarında Anadolu’daki Şiî-Safevî tesiri Osmanlı Devleti’ni oldukça zor

durumda bırakmış ve bu durum II. Bayezid (ö. 1512) döneminde devletin bekâsını

tehdit eder hâle gelmiştir. Safevîler Devleti bu mücadelesinde Osmanlı Devleti’ni zor

durumda bırakmak için Mısır merkezli Memlükler Devleti’ni de tahrik ederek Osmanlı

Devleti aleyhinde kullanmak istemiştir. Bu duruma bir son vermek isteyen I. Selim (ö.

1520) 1514 yılında Çaldıran ovasında Şah İsmail komutasındaki Safevi ordusunu

yenerek Anadolu’yu Şiî etkisinden büyük oranda kurtarmıştır. Safevî ordusunu

yendikten sonra I. Selim, Memlükler tarafından tehdit olarak görülmeye başlanmıştır.

Safevîler ile Memlükler, Osmanlı Devleti’nin çok güçlendiğini ve bunun kendi bekâları

13

için büyük bir tehdit oluşturduğunu düşünerek Osmanlı Devleti’ne karşı ortak hareket

etmeye karar vermişlerdir.

Çaldıran zaferine rağmen Anadolu’daki Şiî tesirini tamamen ortadan

kaldıramayan I. Selim 1516 yılı ilkbaharında Safevîler’e karşı yeni bir sefer düzenledi.

Sefer hazırlıkları Safevîler için yapılmasına karşın sıranın bundan sonra kendilerine

geleceğini anlayan Memlükler ordusu Suriye’nin kuzeyinde toplanmaya başladı.

Memlükler’in bu hareketini öğrenen I. Selim onlara seferinin kendilerine karşı

olmadığını söyleyerek barış teklif edip uyardıysa da bir sonuç alamadı. Bunun üzerine

Osmanlı ordusu Suriye üzerine yöneldi. İki ordu 24 Ağustos 1516 tarihinde Halep

yakınlarındaki Mercidabık ovasında karşılaştı. Dönemin en ileri silah teknolojilerini

kullanan Osmanlı ordusu burada Memlük ordusunu büyük bir yenilgiye uğrattı.

Suriye’yi ele geçirip Sina çölünü aşan Osmanlı ordusu 23 Ocak 1517 tarihinde Kahire

dışındaki Ridaniye’de Memlük ordusunu bir defa daha yenilgiye uğrattı. Kahire’nin de

ele geçirilmesiyle Mısır artık Osmanlı Devleti’nin bir eyaleti oldu.

Mısır aynı zamanda Mekke ve Medine’nin korunması ve gıda ihtiyacının

sağlanması için çok önemlidir. Mısır eyaletinin sınırları çok geniş ve Nil havzası

oldukça verimlidir. Bundan dolayı Kutsal toprakların doğal gıda deposu ve koruyucusu

olarak görülür. Osmanlı Devleti’nin Mısır’ı fethedip kutsal yerleri ülkeye katmasının en

önemli nedenlerinden birisi Mekke ve Medine’yi Portekizlilerin işgalinden korumaktır.

XVI. yüzyılda Hind okyanusunda büyük bir donanma bulunduran Portekiz, Hicaz’ı da

tehdit etmeye başlamıştı. Bu tehdidi gören Yavuz Sultan Selim, Ridaniye zaferi ile

Mısır’ı ve onun yönetimindeki Hicaz’ı ele geçirerek uzun süre bu tehlikeyi bertaraf

etmiştir. Daha sonraki olaylar Yavuz Sultan Selim’in ileride olabilecek gelişmelerle

ilgili ferasetinde ne kadar haklı olduğunu göstermiştir. Mısır, sömürgeci devletlerin

geçiş yolları için halen en önemli kavşak noktası olmaya devam etmektedir.

Daha önce de belirttiğimiz gibi, Mısır merkezden uzak olduğu için buradaki

yöneticilerin bağımsızlık eğiliminde olması neredeyse gelenek haline gelmişti. Birçok

tarihçi tarafından modern Mısır’ın kurucusu olarak kabul edilen Mehmed Ali Paşa da,

bu topraklara ayak bastığı andan itibaren Osmanlı Devleti’nden fiilen bağımsızlığını

kazanmak için hiçbir fırsatı kaçırmamıştır. 1805 yılında Mısır Valiliği kendisine verilen

Mehmed Ali Paşa burada bir hanedân oluşturmak istedi.2 Uzun mücadeleler sonucunda

2 Muhammed H. Kutluoğlu, The Egyptian Question, İstanbul, 1998, s. 21.

14

veraseten Valilik şeklinde olsa da bu amacına ulaştı. Bu durum kendisinden sonra da

uzun süre böyle devam etti. Mısır meselesi önce devletin bir iç meselesi olarak

görülürken, daha sonra Avrupa devletlerinin işe karışmasıyla uluslar arası bir mesele

haline geldi. Bu meseleyi kesin olarak çözmek için Sultan Abdülmecid Mısır’ın

Mehmed Ali Paşa yönetimi altına verilen kesin sınırlarını da belirten bir ferman

yayınladı. İradât-ı Seniyye Defteri’ndeki bir müzekkerede Mısır eyaletinin sınırları

kısaca şöyle çizilir: “Eyalet-i Mısrıyye’nin hudud-ı mukayyedesi Beriyyetüşşam’ın

canib-i cenubisi nihayetinden bed’e ile Nil-i Mübarek’in Kanarakat tabir olunur

mahalline kadar mümted olur. Ve mahall-i mezkûrdan bed’e ile yine canib-i cenubîde

bulunan yerler Sudan kıtasına ittila kılınur ki, kıtay-ı merkûme Nûbi ve Dungala ve

Sinar ve Kur ve Darfur ve Kalayıt ve Refaz ağlebi eyalâtına muhittir.”3

3 Mısır Mesalihine Dair İradât-ı Seniyye, TTK. Kütüphanesi, 1255- 1312, Defter 4, s. 108-a.

15

II. Dönemin Önemli Osmanlı Devlet Adamları

Dönemle ilgili belgeler incelendiği zaman, Mısır meselesinin ortaya çıkmasında

gerek Osmanlı devlet adamlarının gerekse Mısır’ı yöneten idarecilerin birbirlerine karşı

nefret ve çekememezliklerinin büyük tesiri olduğu görülür. Dünyanın Fransız ihtilali,

sanayileşme ve sömürgecilik nedeniyle yeni bir rotaya girdiği dönemde Osmanlı

medeniyetinin yetiştirdiği devlet adamları büyük bir buhranın içerisine bulunuyorlardı.

Bu buhran onlar arasında çatışmalar ve cepheleşmeleri de beraberinde getirmişti. Bu

durum dönemin önemli devlet adamları olan Hüsrev Paşa, Mehmed Ali Paşa, Ahmed

Fevzi Paşa, Mustafa Reşid Paşa ve İbrahim Paşa arasındaki direkt veya dolaylı

temaslarda açık biçimde görülür. Tanzimat ilan edildiği zaman Osmanlı yönetiminin

zirvesinde yer alan Hüsrev Paşa gelenekçilerin, Mustafa Reşid Paşa ise yenilikçilerin

lideriydi. II. Mahmud döneminden itibaren gelenekçilerin ve yenilikçilerin kıyasıya bir

güç mücadelesi içine girdiklerini biliyoruz. Bunun yanı sıra değişik çıkar mücadeleleri

nedeniyle zaman zaman gelenekçi ve yenilikçilerin aynı safta yer aldıklarını da

görüyoruz. Hüsrev Paşa, Mısır’da valilikten alınmasına sebep olarak gördüğü Mehmed

Ali Paşa’ya büyük bir kin besliyordu. Mehmed Ali Paşa ise Padişah’ın kendisine cephe

almasından Hüsrev Paşa ve Mustafa Reşid Paşa’yı sorumlu tutuyordu.

Babasının vefatından sonra 2 Temmuz 1839’da Abdülmecid Padişah olunca,

Hüsrev Paşa’nın Sadrazamlık mührünü kendi deyimiyle “zorla” elde etmesi buna

kendisini layık gören Mehmed Ali Paşa’yı iyice kızdırmıştır. Benzer bir durumu,

Hüsrev Paşa Sadrazam olunca idam edilme korkusuyla Çanakkale’de bulunan

donanmayı Mısır’a götüren Ahmed Fevzi Paşa’da da görürüz. Bu durumu dönemin

canlı şahidi Ahmed Cevdet Paşa Tezakir’de şöyle anlatmaktadır: “Culûs-ı hümayunda

kapudan-ı derya bulunan Ahmed Paşa donanmay-ı hümayun ile Akdeniz’de bulunup

düşmanı olan Hüsrev Paşa’nın ber-vech-i bâla makam-ı sadarete geçdiğini işidip bazı

nüdeması dahi ânı ihafe ve iğfal etmekle, Dersaadet’e gelmekten ise Mehmed Ali Paşa

ile bi’l-ittihad Hüsrev Paşa aleyhinde hareket etmek üzere donanmay-ı hümayunu alıp

İskenderiye-i Mısır’a gitmiş ve firarî lakabını ahz etmiş idi”.4

İstanbul’da Yeniçerilerin kaldırılmasından önce Mehmed Ali Paşa, Mısır’da

düzenli asker ve ordu birlikleri kurup bunları Mora yarımadasında oğlu İbrahim Paşa

4 Ahmed Cevdet Paşa, Tezakir, Ankara, 1991, c. I, s. 6.

16

kumandasında kullanmış olup başarıları da görülmüştü. Rusya savaşı çıktığında,

Osmanlı Devleti tarafından yapılan çağrı üzerine Mehmed Ali Paşa 12 bin düzenli asker

için söz vermiş ve bunları göndermek için hazırlanmışken, o aralık Mısır altınlarının

değeri biraz düştüğünden bunu bahane ederek bu birlikleri göndermeyip 25 bin kese

kadar para yardımı yapmakla yetinmişti. İstanbul’dan izin almadan askerlerini geri

çekmesi ve Rus seferine asker yardımında bulunmaması, epeyden beri kendisine karşı

uyanmış olan kuşkuyu güçlendirmiş ve Osmanlı Devletine itaatten yüz çevirmiş

bulunduğunu açığa çıkarmıştır.5

Osmanlı Devleti’nin yıkılmasında devlet adamları arasındaki rekabetin ne kadar

etkisi olduğu birçok tarihçinin dikkatini çekmiştir. Bu konuda İlber Ortaylı şunları

söylemektedir: “Babıâli diktatörlerinin birbirleriyle çekişmeleri bazı zaman

parlamenter Avrupa rejimindeki iktidar ve muhalefet partilerinin sürtüşmesini aratacak

seviyedeydi.”6 Tanzimat döneminde, Osmanlı Devleti’nde çok etkili olan dört devlet

adamı ayrı karakter özellikleri taşıyordu. Ahmed Cevdet Paşa gelenekçi bir medreseli,

Mustafa Reşid Paşa dış ülkeleri tanımış sefarethaneli, onun yetiştirmesi Âli Paşa

ağırbaşlı ve onun yanında Fuad Paşa nüktedandı. Bunlar hep beraber çalışarak Osmanlı

Devleti’nin yaşayabileceği yegâne düzenin Tanzimat düzeni olduğunu düşünerek farklı

düşünce akımlarından olmalarına rağmen buna uygun düzeni kurup yaşatmak için

birlikte çalışıyorlardı. Muhaliflerin ve fikir çatışmalarının çokluğuna rağmen kaostan bir

düzen ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır diyebiliriz.

Mısır meselesinde temel çatışma Hüsrev Paşa ile Mehmed Ali Paşa arasındaki

çatışmaydı. Hüsrev Paşa yeniliklere pek açık olmayan ve uzun süre vezirlik ünvanı

taşıyan bir tutucuydu. Hüsrev Paşa, Mehmed Ali Paşa olayında hırsının ve hatalarının

payı görüldüğünden daha sonra görevden alınarak Tekirdağ’a sürgüne yollanmıştır.

Mehmed Ali Paşa’nın, Hüsrev Paşa’nın Sadrazam olması üzerine 27 Haziran ve 16

Ağustos 1839 tarihlerinde İstanbul’a gönderdiği iki mektup dönemin başrolünde olan bu

şahsiyetlerin birbirine olan düşmanlığını ve bunun devleti ne hâle getirdiğini çok iyi

göstermektedir.

27 Haziran 1839 tarihli mektupta Mehmed Ali Paşa, Ahmed Fevzi Paşa’nın

donanma ile birlikte kendisine sığınması konusunda Hüsrev Paşa’yı sorumlu tutar.

Osmanlı Devleti’nin bu duruma düşmesinin en önemli sorumlusu olarak kendisini

5 Mustafa Nuri Paşa, Netayic ül-Vukuat, Ankara, 1992, sad. Neşet Çağatay, c. 2, s. 269.

6 İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul, 2006, s. 8.

17

gösterir ve Sadrazamlık’tan ayrılmasını ister. Donanmanın Mısır’a götürülmesinin ve

bazı devlet adamlarının kendisine sığınmasının devlete isyanla bir ilgisi yoktur. Devlet

adamlarının kendisine güvenmediğini ve her ikisinin de artık yaşlandıkların belirterek

beraberce görevlerinden çekilmelerini teklif eder. Bununla ilgili mektubunda Mehmed

Ali Paşa şunları söylemeketedir: “Efendim muşarun-ileyhin ve sairlerinin bu hareketleri

hâşâ Devlet-i Aliyye’ye isyan ve muhalefet olmayıp hakk-ı âlinizde bendeniz gibi her

birinin bir türlü istihrac ve mütalaasından nâşi emniyetsizlikten ibaret oluyor. Bu

takdirce zât-ı devletinizden emniyet etmeyen yalnız Mehmed Ali olmayıp umumi bir

maslahat olmak lazım geliyor. Artık siz de bundan ilerisini bil-mülahaza icab-ı vakt ü

hâle göre harekete yani; mesned-i Sadaretten çekilmekle vükelay-ı Saltanat-ı Seniyye ve

umumen Millet-i İslâmiyyenin şu emniyetsizlik berzahından kurtulmalarına lutf u inayet

ve kerem ü mürüvvet buyurmanız muhlisâne ve hayırhahâne rica ve niyaz olunur

efendim.” Fi 15 Haziran Sene 1255 (27 Haziran 1839).7

Mehmed Ali Paşa bundan aşağı yukarı iki ay sonra gönderdiği şukkasında Hüsrev

Paşa’ya Sadrazamlıktan ayrılırsa kendisinin de Mısır Valiliği’nden ayrılacağını, şayet

emeklilikte giderlerini karşılayamamaktan korkuyorsa bu konuda kendisine yardımcı

olacağını belirterek birlikte emekli olmalarının iyi olacağını belirtiyor. Gayet espiritüel

bir dille şunları ifade etmektedir: “Allah daha ziyade eylesin sinn ü sâliniz kemaldedir.

Şimdi size ve bendenize layık olan çekilip bir kûşede ikamet ve Saltanat-ı Seniyye-i

ebeddiyü’d-devamın davât-ı hayriyyesine müdavemet etmekdir. Taraf-ı âlinizden

himmet ve inayet buyrulduğu anda canib-i bendegâneden dahi inzivaya suret verilir ve

eğerçi “Mehmed Ali senin tuzun kurudur, inziva etsen de elverir ama benim hâlim sana

kıyas olunmaz, vâridât-ı yevmiye olmadıkça olmaz” buyurursanız idare-i devletinizi

deruhde ederim. Ve bu hususda sened veririm.” (16 Ağustos 1839).8

Mehmed Ali Paşa bu iki mektuba ek olarak bir üçüncüsünü de gönderiyor ki,

bunda gerçekten ilginç ve hoş ifadeler bulunmaktadır. Mektubda daha ziyade dini

vurgulara özen gösteriyor. Burada artık yaşlandıklarından ve daha fazla ahirete

müteallık işlerle uğraşmalarının daha yararlı olacağından bahsediyor. Bunu sağlamak

için gerekirse onun için de Hicaz’da uygun bir yer ayarlayabileceğini belirtiyor.

Kendileri için iktidar mücadelesi yaşının artık geçtiğini de ilave ederek mektubunu

sonlandırmaktadır. Mehmed Ali Paşa’nın bu mektubundaki bazı ifadeleri şöyledir:

7 Ahmed Lütfi Efendi, Tarih-i Lütfi, İstanbul, 1910, c. 6, s. 1012.

8 Ahmed Lütfi, A.g.e., s. 1016-1017.

18

“Mısır’da oturmayayım, Hicaz’a gidip derun-ı Mekke-i Mükerreme’de bir konak ve Taif

tarikinde cebel bâlasında bir kasır binasıyla orada ârâm u uzlet ve ila ahiri’l ömr evkat

u saatimi ibadet ve taate sarf ederek tahsil-i zuhûr-ı ahiret edeyim diye kurmuş…

Binaenaleyh zât-ı âliniz bu bendenize muvafakat buyurursanız iki konak ve iki kasır

yapdırsak. ”9

Tanzimat dönemi devlet adamlarının Osmanlı tarihinin en fazla eleştirilen kişileri

olduğunu söyleyebiliriz. Gelenekçi ve yenilikçi kesim tarafından çeşitli nedenlerle

kıyasıya eleştirilmişlerdir. Tanzimat aydını ve yöneticisinin genel karakteri, ılımlı ve

uzlaştırıcı bir yol izleyerek milliyetçilik, sömürgecilik ve sanayileşmenin etkisiyle

çatırdamaya başlayan bu imparatorluğu yıkılmaktan kurtarmaktı. Tanzimat’ın öncü

kadrosu geldikleri meslek, dünya görüşü ve toplumsal kökenleri bakımından çok farklı

karakterdeki kişilerden oluşur. Tanzimat yöneticileri, kişiliklerinde tutuculuk ve

pragmatik reformculuğu birleştirmiş, dünya görüşleri ve politik düşünceleriyle XIX. asır

Osmanlı toplumundaki yeni insan tipinin tipik temsilcileri ve öncüleri olmuşlardır.10

Daha önce de belirttiğimiz gibi Tanzimat döneminin seçkin yöneticileri; Mustafa

Reşid Paşa, Ahmed Cevdet Paşa, Âli Paşa ve Fuad Paşa’dır. Tanzimat döneminin

gelenekçi devlet adamları olan; Mehmed Emin Rauf Paşa, Hüsrev Paşa, Akif Paşa ve

Pertev Paşa ise eski yönetici tipini temsil ettikleri için çeşitli biçimlerde yönetimden

uzaklaştırılmışlardır. Yönetime gelen yeni idareciler taraftar bir bürokrasi oluşturmak

için yoğun faaliyetler yapmışlardır. Bunun benzerini Mısır valisi Mehmed Ali Paşa da

Mısır’da yapmıştır. Mehmed Ali Paşa bu çalışmaları sırasında gelenekçi-yenilikçi

rekabetini çok iyi bir şekilde kullanmıştır. Osmanlı devlet adamları arasındaki

taraftarları vasıtasıyla devletin bütün sırlarını çok iyi biliyor ve kendi çıkarları

doğrultusunda onları kullanıyordu. Mehmed Ali Paşa’nın Osmanlı bürokrasisinde

gönüllü ve paralı adamları olduğundan birçok kaynakta bahsedilmektedir. Hatta

bunlardan bazıları devletin bekasını Msır yönetimine bağlanmakta görüyorlardı. Bu

durumu Mustafa Nuri Paşa şöyle anlatmaktadır: ”… Oysaki Mehmed Ali Paşa’nın para

gücü ile Enderun-ı Hümayun’da ve devlet adamları içinde birçok casusları olduğundan,

durumu öğrenerek aşağıdaki girişimlere başladı. Hatta bu durum devlet adamlarının

çoğu tarafından bilindiğinden Doğu Seraskeri Galip Paşa, Şam ve Halep eyaletlerinin

9 Ahmed Lütfi, A.g.e., s. 1017-1018.

10 İ. Ortaylı, A.g.e., s. 226.

19

Mehmed Ali Paşa’ya verilerek Anadolu sınırlarının korunması işinin onun becerikli

ellerine bırakılmasını yazdığı için Padişah kendisine gücenmişti.”11

Dönemin Osmanlı yönetimi Mısır meselesini kendi başına diplomatik veya askeri

olarak çözemeyeceğini anlamıştı. Bu nedenle Mısır meselesinin çözümü için Paris,

Viyana, Londra ve Berlin sefirleri önemli görüşmelerde bulunmuştu. Meselenin çözümü

için özellikle İngiltere, Rusya ve Avusturya’nın devreye gireceği umulmaktaydı.

Dönemin Hariciye Müsteşarı ve Viyana elçisi olan Sadık Rıfat Paşa’nın görüşmelerine

büyük önem verilmekteydi. Bu görüşmeler sonucunda Rusya ve İngiltere’nin, Osmanlı

Devletine yardım için uzlaştırılması beklenmekteydi.“… Rusya Devleti’nin murahhası

mesele-i mezkûrede İngiltere Devleti’ne bazı mertebe muvafakat iraesiyle bir

mukabelede İngiltere Devleti’nin, Saltanat-ı Seniyyenin teminât-ı hariciyesi hakkında

diğer devletlerle müttefikan ilan ettiği niyyât-ı hayır-hahânesini gözetmek …”12

Yukardaki belgede ifade edildiği gibi Rıfat Paşa, Mısır meselesinin çözümü için

Avrupa devletlerinin temsilcileri ile Viyana’da görüşmelerde bulunmuştu. Bu durum

İngiltere Hariciye Bakanı Palmerston’u rahatsız ettiği için işi üzerine almak ve devleti

lehinde meseleyi halletmek üzere devreye girmiş ve görüşmelerin merkezini Londra’ya

alarak, meselenin kendi istediği gibi çözülmesi amacıyla tarihî İngiliz siyasetini devam

ettirmiştir. Rıfat Paşa ise meselenin çözümü için Avrupa devletlerinin aralarındaki

rekabeti son derece iyi kullanmıştır. Bu rekabeti dengeli olarak kullanmak, ilerde de

göreceğimiz gibi Osmanlı Devletini yaşatacak temel etkenlerden birisi olacaktır. Bu

denegenin sağlanması için Avrupa devletleri her şeyi göze almışlardı.

Sadık Rıfat Paşa, Mısır meselesinin çözümü için görevli olduğu Viyana’da diğer

devletlerin elçileri ile birçok görüşmelerde bulunuyor. B u görüşmelerde Avusturya

prensi Matternih’in birçok nedenden dolayı tavrını Osmanlı Devleti lehinde belirlediğini

görüyoruz. Matternih’e göre, Avrupa’da yeni sağlanan düzenin devamı içn Osmanlı

Devleti’nin yaşamaya devam etmesi gerekir. Bir Osmanlı eyaleti olan Mısır’ın

bağımsızlığını kazanması bütün dengeleri altüst edecektir. Böyle bir durum ise

Avrupa’da düzen ve asayişin kaynağı olan dengenin bozulmasına neden olacaktır. Rıfat

Paşa, Mısır meselesinin çözümü için hangi elçilerle ne tür görüşmelerde bulunduğunu

bir mektubunda şöyle ifade ediyor: “Prens cenabları dahi gelecek hafta Viyana’ya

11

Mustafa Nuri Paşa, A.g.e., s. 274. 12

Defter1, s. 2- a.

20

avdet ideceğinden etrafıyla tahsil-i malumat-ı cedide ideriz... Maslahat-ı hâliyenin

matlab-ı seniyye vechile bir an evvel hüsn-i tesviyesi her türlü istirahat-ı mülkiyye ve

alel husus Devlet-i Aliyye’nin hıfz u bekasıyla, ilelebed asayiş ve istirahatı umûmiyyeyi

müstelzem olur bir keyfiyyet-i hayriyye-i imâriyye olacağına dâir Prens Matternih dahi

her bar mütalaat-ı zatiyyesi bu vechile vukubulmaktadır… Bu günlerde Londra’da

Rusya memuru Brunov ile İngiltere Devleti vükelası beyninde müzakerât-ı vakıa terazi-i

tarafeyn üzere karar bulacağından, badehu Mısır meselesinin suret-i tesviyesi dahi

tebeyyün ideceği söylenmekde idüği…”13

Anadolu’da savaşmak için gönderilen bazı komutanların Mehmed Ali Paşa

taraftarı olduğu bilinmektedir. Sürekli yenilgiler ve devlet adamları arasındaki

çekememezlikler üzerine 1828 yılı Şubatı’nda İbrahim Paşa ile savaşmak üzere

gönderilen ordunun komutanı olan Ahmed Fevzi Paşa daha sonra Osmanlı donanmasını

götürüp Mısır’a teslim etmekten çekinmemiştir. Osmanlı ordusunun bir türlü Mısır

ordusu karşısında tutunamaması ve Padişah’ın tam bu sırada vefat etmesi halkta ve

yöneticilerde büyük bir bıkkınlık oluşturmuştu. Bazıları Avrupa karıştırılmaksızın

Mısır’a tavizler verilerek meselenin halledilmesini istiyorlardı ama Matternih bunun çok

yanlış olacağını düşünüyordu. Halkın bu konudaki bıkkınlığı ile ilgili olarak Ahmed

Lütfi Efendi tarihinde şunları yazmaktadır: “Sultan Mahmud Han’ın vefatı ve onu

müteakiben Orduy-ı Hümayunun mağlubiyeti ve Donanmay-ı Hümayunun Mısır’a

dehaleti misillü yekdiğerini vely eden vakıat-ı cesîme-i muzırra, heyet-i vükelay-ı

mevcudeye iras-ı dehşet olmasından nâşi her nasıl olursa olsun tek Mehmed Ali Paşa

ile uzlaşılarak şu gaile berteraf edilsin mülahaza-ı sathiyyesi ile Mehmed Ali Paşa’nın

kâffe-i müstediyatına izhar-ı müsaade buyrulmasına karar verilerek… Avusturya

başvekili Prens Matternih, Mehmed Ali Paşa ile böylece uyuşulması mazarrat-ı atiyyeyi

câlib olacağından bu maddenin Düvel-i Fahîme’ye havalesiyle onların beyninde iktizası

bila- müzakere kararlaştırılıp devletlerin ittifakıyla işe teşebbüs olunması ehem ve

elzem olduğunu…”14

13

Defter1, s. 2- a. 14

Ahmed Lütfi, A.g.e., s. 1020- 1021.

21

III. Dönemin Önemli Mısırlı Devlet Adamları

Mısır meselesini ortaya çıkaran ve bunu devletlerarası bir mesele hâline getiren

Mehmed Ali Paşa ve oğlu İbrahim Paşa’nın hırslarıdır. Mehmed Ali Paşa 1769 yılında

şimdi Yunanistan sınırları içinde bulunan Kavala’da doğdu. Henüz 18 yaşında iken

askerlik hizmetine girdi. Başarı, hırs ve yetenekleriyle hemen dikkat çekti. 1798’de

Mısır’ı işgal eden Fransızların kovulmasında önemli yararlılıklar gösterdi. Mehmed Ali

kısa bir süre sonra Mısır’daki Kavala askerlerinin başı oldu. Okuryazar olmamakla

beraber çok zeki, çalışkan ve becerikli birisiydi. 1801 yılında Mısır’ın Fransızlar

tarafından boşaltılmasından sonra “Serçeşmelik” unvanıyla Kahire’deki başıbozuk

askerlerin komutanı oldu ama gözü daha yükseklerdeydi. Mısır, Fransızlardan

kurtulmuş, bu defa da Mısır’ı kurtarmak için gelen İngilizler sıkıntı olmaya başlamıştı.

Bir diğer sorun da kölemenlerdi. Serdar-ı Ekrem’in dönüşünden sonra Hüsrev Paşa

1801 yılında Mısır Valiliği’ne atandı. Hüsrev Paşa Mısır’da düzenli bir ordu kurmaya

ve başıbozuk askerleri dağıtmaya başlayınca isyan çıktı ve Hüsrev Paşa, Mısır’dan

kaçtı. Hüsrev Paşa bu olaydan Mehmed Ali Paşa’yı sorumlu tuttuğu için onu hiçbir

zaman affetmedi. Hüsrev Paşa’dan sonra göreve getirilen Cezayirli Ali Paşa, Hurşit

Paşa ve diğer Valiler halk tarafından kabul görmedi.

Osmanlı Devleti bu gelişmeler üzerine 9 Temmuz 1805 yılında yıllık belli bir

vergi vermek ve Vahhabileri kutsal topraklardan uzaklaştırmak şartıyla Mehmed Ali

Paşa’yı Mısır Valiliği’ne atamak zorunda kaldı. Balkanlardaki problemler ve Rusya

savaşı nedeniyle III. Selim’in Mısır ve Vahhabi problemi ile uğraşacak durumu yoktu.15

Mehmed Ali Paşa, Vahhabiler meselesi ve iç karışıklıkları çözmek için hızla harekete

geçti. Bunu sağlamak amacıyla hızlı bir şekilde idarî, malî, siyasî ve ticarî alanlarda

modernleşmeye girişti. Bu yenileşme ve modernleşme hareketleri kısa sürede

sonuçlarını verdi. Mehmed Ali Paşa, Vali olduğu zaman 13 bin kese olan vergi geliri

daha sonraları 430 bin keseye kadar ulaştı. Bu gelirin bir kısmı Mısır’ın imar ve

kalkınmasına harcanırken önemli bir kısmı da, ordu ve donanmanın güçlendirilmesine

sarf edildi. Devletin modernleştirilmesi işine ordu ve donanmadan başlamayı gelenek

haline getirenin Mehmed Ali Paşa olduğu görülmektedir.

15

M. H. Kutluoğlu, The Egyptian Question, s. 35

22

Mehmed Ali Paşa Mısır’a Vali olduğu zaman, Osmanlı Devleti ve diğer Avrupa

devletleri önemli iç ve dış meselelerle uğraşıyordu. Bu durum Mısır Valisi Mehmed Ali

Paşa’nın işine yaradı. Osmanlı Devleti ve Avrupa uzun süre onun hırsının ve

hayallerinin sınırını anlayamadı. Osmanlı Devleti’nin acziyetini ve Avrupa devletlerinin

başka meselelerle meşguliyetini gören Mehmed Ali Paşa hedeflerine ulaşmak için her

yolu denedi. Kölemenler’in Fransızlarla savaşta büyük darbe yemesi onu daha da

rahatlattı. Mısır’da hemen hemen kendisine karşı koyacak kimse kalmamıştı. Bu sırada

Osmanlı Devleti, Mehmed Ali Paşa’nın Kölemenler’den daha tehlikeli olduğunu anladı

ama 1806’da başlayan Rusya savaşı elini kolunu bağladı. Mehmed Ali Paşa, Mısır

Valisi olduktan hemen sonra 1807’de İskenderiye’yi işgal etmiş olan İngilizlere karşı

harekete geçti ve onları yenerek Mısır’dan çıkarttı. Hicaz’daki Vahhabi isyanını

bastırmak üzere göndereceği oğlu Tosun Paşa’ya bir şenlik düzenlemek bahanesiyle

topladığı Kölemen liderlerinin çoğunu öldürterek 1 Mart 1811’de Mısır’ın rakipsiz

lideri oldu. 1816’da Hicaz’daki Vahhabi isyanını bastırması ona İslâm dünyasında

inanılmaz bir prestij kazandırdı.16

Bu başarısına mükafaat olarak ayrıca Habeş ve Hicaz

Valilikleri kendisine verildi.

Mehmed Ali Paşa bundan sonra Sudan’a el attı. Askerî ve ticarî öneminden

dolayo ve 1822 yılında burasını da topraklarına kattı. II. Mahmud da onun bu

başarılarına seviniyor ve devletin bu sıkıntılı anında onun gücünden ve ordusundan

faydalanmak istiyordu. Fakat Mehmed Ali Paşa’nın bazı hataları ve çevresindeki hızlı

yükselişini kıskananların kışkırtmasıyla, Padişah ona karşı cephe aldı. Bu cepheleşme

Osmanlı Devleti’ne maalesef büyük zararlar verdi.

Osmanlı Devleti genelde Mehmed Ali Paşa’yı affetme taraftarı olmuştur. Bundan

dolayı yaptığı birçok hatalar devletin bekası için görmezlikten gelinmiş ve birçok

mesele ile uğraşılan böyle zor bir dönemde bir problem daha çıkması istenmemişti.

Fakat Mehmed Ali Paşa’nın hırslarıyla bazı devlet adamlarının ve dış güçlerin

kışkırtmaları buna müsaade etmedi. Buna rağmen Padişah ona karşı şefkatle yaklaşmak

istedi. Bu durum İradât-ı Seniyye Defteri’nde Sultan Abdülmecid’in dilinden şöyle

ifade edilmektedir: “… Ezcümle Mehmed Ali Paşa bazı hâlâta teşebbüs itmiş

olduğundan şimdiye kadar hayli şeyler vuku bulmuş. Ve bu esnada dahi Vali-i muşarun-

16

Yılmaz Öztuna, Büyük Osmanlı Tarihi, İstanbul, 1994, c. 5, s. 122.

23

ileyhe icra-yı muharebe olunmak üzere tedarikata teşebbüs olunmuş ise de asayiş-i hâl-i

mülk ü millete mücerred nisyan mensiyya hükmüne konularak, Vali-i muşarun ileyh

hakkında afv u safh-ı Şahânem erzan ve ülkây-ı Mısrıyye’yi evladına tevarüs itmek

üzere inayet ve ihsan ideceğim. İşte bu vechile temin olunub ve ister ise Dersaadet’e

gelüp hakpây-ı hümayunuma dahi yüz sürmesine müsaade olunur.”17

Bu cepheleşme bazen ihanet noktasına gelmiştir. Navarin olayındaki bazı

rivayetler bunu desteklemektedir. Osmanlı Devleti’nin mirasına konmayı kafasına

koymuş ve bunun için her şeyi yapmayı göze almış olan Mehmed Ali Paşa maalesef

Navarin limanında demirli Osmanlı donanmasının yakılması konusunda Avrupa

devletleri ile işbirliği yapmıştır. Önce Avrupa devletlerinin bütün ısrarlarına rağmen

İbrahim Paşa komutasındaki birliklerini Mora’dan çekmezken, Osmanlı donanmasının

Navarin’de yakılması üzerine oğlu İbrahim Paşa’ya çekilme emri vermesi bu ihaneti

belgelemektedir.18

İbrahim Paşa, Mehmed Ali Paşa’nın büyük oğludur. 1789 yılında Kavala

yakınlarındaki Nusretli’de doğdu. Mehmed Ali Paşa Mısır Valisi olunca, onu ve kardeşi

Tosun’u Mısır’a getirtti. Mısır’a gelişinin ikinci günü Kahire kalesi komutanlığına

getirildi. 1806 yılında bir nevi rehine olarak İstanbul’a gönderildi. Babasının İngilizlere

karşı kazandığı zaferden sonra tekrar Mısır’a gönderildi ve hemen defterdarlığa

getirildi. 1816 yılında Hicaz ordusu komutanlığına getirildi. 1819’da Vahhabi isyanını

bastırarak tekrar Mısır’a döndü ve Yunan isyanına kadar Sudan’daki bazı problemlerle

uğraştı. 1824’te Mora’ya gönderildi ve 1828’e kadar burada kaldı. Şunu diyebiliriz ki;

İbrahim Paşa Mısır ordusuna Başkomutan olduğu zaman askeri konularda iyice

yetişmişti ama gelecekle ilgili düşünceleri babası ile aynı değildi.

Mehmed Ali Paşa, oğlu İbrahim Paşa komutasındaki orduya, görünüşte Akka

Valisi Abdullah Paşa’yı cezalandırmak gerçekte ise Suriye’yi ele geçirmek üzere 14

Ekim 1831 tarihinde Mısır’dan hareket etmesi emrini verdi. Donanma 8 Kasım 1831’de

Yafa limanına vardı. Karadan İbrahim Paşa komutasında gelen ordu ise bütün Filistin

şehirlerini ele geçirerek 26 Kasım 1831’de Akka’ya vardı. Akka uzun süre alınamadıysa

da Sur, Sayda, Beyrut ve Trablus şehirleri kolayca Mısırlılara teslim oldu. İbrahim Paşa

bölgedeki Yahudi ve Hıristiyanlara imtiyazlar vererek yanına çekmeye çalıştı. 27 Mayıs

1832’de Akka’nın da teslim olmasıyla bölge tamamen İbrahim Paşa idaresine geçti.

17

Defter1, s. 4- b. 18

Mustafa Nuri Paşa, A.g.e., s. 273.

24

İbrahim Paşa 15 Haziran 1832’de Şam’ı ele geçirip 30 bin kişilik ordusuyla 8

Temmuz’da Humus’ta ve 29 Temmuz’da Beylan geçidinde Osmanlı ordularını bozguna

uğrattı ve Adana’ya kadar ilerledi. Sonra Toroslar’ı geçerek yönünü Konya’ya doğru

çevirdi. Bu yolculuğu sırasında neredeyse hiçbir direniş ile karşılaşmadan ilerlemesi

bütün boyutları ile incelenmesi gereken önemli bir konudur.

25

IV. Dönemin Önemli Avrupalı Devlet Adamları

Eski Serasker Namık Paşa, 1834 yılında Mirliva (Tuğgeneral) rütbesinde iken,

Mehmed Ali Paşa hakkında Avrupa devletlerinin düşüncelerini öğrenmek ve Osmanlı

Devleti’ne yararlı bir yol bulmak üzere özel elçilikle Avrupa’ya gönderilmişti. Namık

Paşa İngiltere’den başlayarak Fransa, Avusturya, Prusya ve Rusya hükümdarları ile

görüştü. Bu görüşmeler sonucunda Avrupalılar; Mehmed Ali Paşa’nın günden güne

gücünü artırıp zenginleşmekte olduğunu gördüklerini, böylece Osmanlı Devleti’nin

mirasına konmayı kafasına koyduğunu ve bunun için canla başla çalıştığının farkında

olduklarını belirtmişlerdi. Bu dönemde her zaman olduğu gibi Avrupa devletleri,

Osmanlı Devleti’ne değişik amaçlarla sürekli müdahalelerde bulunuyorlardı. Bu

müdahaleler nedeniyle Osmanlı Devleti’nin gerçekleştirmeye çalıştığı birçok reform

sonuçsuz kalmıştır.

Tanzimat döneminde Osmanlı Devleti ile ilişkilerde ön plana çıkan başlıca

Avrupalı devlet adamlarının; İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Palmerston ve İstanbul

Büyükelçisi Lord Ponsonbi, Avusturya Başvekili Matternih, Rusya Dışişleri Bakanı

Nesselrode ve Baron Brunof ve Fransız devlet adamları Tiers, Guizot, Baron Roussine

olduğunu görüyoruz. Bu devlet adamları Mısır meselesini devletlerinin genel

politikalarına uygun olarak çözmek için uğraşmışlardır. Bu dönemde en fazla güvenilen

yabancı devlet adamı Avusturya Başvekili Matternih’dir. Matternih, muhafazakâr bir

devlet adamı olarak kendi devleti ile Osmanlı Devleti’nin kaderini aynı görüyordu. Bu

nedenle Mısır meselesinde ve diğer birçok meselede sürekli Osmanlı Devleti’nin

yanında yer alıyordu. Osmanlı Devleti’nin toprakları üzerinde sömürgeci emelleri

yoktu. İsyanlarla büyük İmparatorlukların küçük millî devletlere bölünmesinin insanlığa

huzur getirmeyeceğini düşünüyordu. Genel siyaset olarak çokuluslu devletlerin

yaşaması gerektiğini, kendi devleti de böyle olduğu için düşünüyordu. Bu nedenle Mısır

meselesi ve diğer meselelerin Osmanlı Devleti lehine çözülmesini istiyordu.

Matternih’in Mısır meselesinin Osmanlı Devleti lehinde çözülmesi ile ilgili

girişimleri birçok kaynakta ve İradât-ı Seniyye Defterinde geçmektedir. Bu durum

kendisiyle sık sık görüşmelerde bulunan Viyana’da görevli Osmanlı temsilcisi

Mavroyani tarafından da dile getirilmektedir. Mavroyani bu durumu bir mektubunda

26

şöyle kaydetmektedir: “… Prensi muma- ileyh taraf-ı Devlet-i Aliyye’den anın içün

olsun ihtiyar-ı sabır ve teenni buyrılmasını. Ve mesalih pek yoluna girmiş olmağla

Saltanat-ı Seniyye hakkında hayırlu ve menfaatli olacağını... Ve emniyet idecek benden

hayırhah adam bulunamayacağı derkârdır. Zira ben Devlet-i Aliyye’nin menafi ve

saadet-i hâline çalışmakdayım.”19

Matternih meseleyi Osmanlı Devleti lehinde çözmeyi kendi devletinin bekası için

de hayatî olarak görmekteydi. Bundan dolayı Avrupa devletlerini bu düşüncesi etrafında

toplamak için önemli diplomatik girişimlerde bulunmuştur. Bu konuda büyük devletler

arasında ittifak sağlamak için uykusuz kaldığı geceler dahi olmuştur. Osmanlı

Devleti’nin Viyana maslahatgüzarı Mavroyani bir başka yazısında Matternih’in bu

süreçteki durumunu şöyle ifade etmektedir: “Derhal Düvel-i Erbaa-ı Muazzama

taraflarına kuryeler irsal iderek Sülale-i Aliyye-i Osmaniyye’nin mahfazası hususuna

dâir olan usûl-i mahsusasını umumen kabûle Devlet-i muşarun-ileyhimi davet itmiş ve

kemal-i gayretinden Düvel-i Hamse’nin iânelerine itimad kılınmak suretini Saltanat-ı

Seniyye’ye kabul ittirmek içün alelacele Dersaadet’e bir kurye göndermek zımnında bir

gece uyuyamayarak sabaha kadar yazu ile meşgul olmuş…”20

Bu dönemde Mısır meselesini Osmanlı Devleti lehine çözmek için uğraşan bir

diğer devlet adamı İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Palmerston’dur. Lord Palmerston

uzun süre İngiltere Hariciye Nezareti’nde çalışmış ve bu alanda duayen olarak kabul

edilmiştir. Mısır meselesinde tek başına ve acele hareket etmemesi hususunda Osmanlı

Devletine birçok mesaj göndermiştir. Bu konuda Avusturya ve Rusya ile ortak hareket

ederek Fransa’nın direncini büyük oranda kırmıştır. Palmerston’un Mısır meselesindeki

durumu ve meseleyi Osmanlı Devleti lehinde çözme kararlılığı İradât-ı Seniyye

Defteri’nde şöyle ifade edilmektedir: “… Muma-ileyh Palmerston’un mektub-ı

mezkûrunda muharrer talimat ve nesayih, Saltanat-ı Seniyye’yi iltizam ve ihtiyar

buyurmuş oldığı sebat ve metanet-i aliyyesinde devama davet ve Devlet-i muşarun-

ileyhanın salik oldığı usûl-i hayır-hahâne’de karar ve sebatından nâşi Avusturya ve

Prusya ve Rusya devletleri kendisiyle müttehidü’r-rey olarak Devlet-i Aliyye’nin

19

Defter1, s. 49- a. 20

Defter1, s. 48- a.

27

menafi-i sahihasına muvafık hareket olundukça Fransalu’nun Mısır tarafdarlığında

ızhar eylediği arzusunun semere ve neticesi olmayacağını beyan ve hikayet dimek

olub…”21

İngiltere, XVI. yüzyıldan itibaren elde ettiği kapitülasyonlar ile Osmanlı Devleti

üzerinde geniş çıkarları olan emperyalist bir devletti. Ayrıca dönemin en büyük

donanmasıyla Akdeniz’deki en önemli güçtü. Bu nedenle Hindistan yolu üzerindeki

Mısır’ın ve Boğazların Osmanlı Devleti dışında güçlü bir devletin eline geçmesini

istemiyordu. Bu gücün sömürgecilikteki rakibi olan Fransa veya onun kontrolünde bir

başka devlet olması onu daha da rahatsız ediyordu. Bu nedenle Fransa’nın desteklediği

Mehmed Ali Paşa’nın Osmanlı Devleti’nden ayrılarak bağımsız bir devlet olmasını

istemiyordu. Çünkü böyle bir durum, kendisi için hayati bir önemde olan Hindistan

deniz yoluyla Fırat, Dicle ve Basra yönündeki karayolunun tehlikeye düşmesine neden

olabilirdi. Bu sömürgecilik mücadelesi bir satranç gibi oynanmaktaydı. Afrika’da

Fransa’nın başına bazı belalar açılarak, tüm gücüyle Mısır’ı desteklenmesinin

engellenebileceği düşünülüyordu. Bu durum İradât-ı Seniyye Defteri’nde İngilizler

tarafından şöyle ifade edilmektedir: “Afrika canibinde Fransaluya bir gailey-i cedide

açılmış oldığı münderic olmasıyla Fransa Devleti bu hususda dahi sıkışub Düvel-i

Erbaa-ı muşarun-ileyhimin kararı müzakere ve netice-i mütalaalarına muvafakata hâh

ve nâ-hâh girişeceği cihetlerle …”22

Palmerston kendisine güvenilmesi konusunda ısrar etmiş ve Osmanlı Devleti’nden

Mısır meselesinde sebat ve kararlılılığını sürdürmesini meselenin mutlaka çözüleceği

teminatını vermişti. İngiltere ve diğer müttefik devletler anlaştığı takdirde, Fransa’nın

tek başına bir harekete girişemeyeceğinden emin olduğunu ifade etmeketydi. Bu durum

bizzat kendi ağzından İstanbul Elçisine yazdığı bir yazıda şöyle ifade

edilmektedir:“Tarafınıza bu defaki talimatım Devlet-i Aliyye’nin sebat ve metanet üzere

olması ve Mehmed Ali’ye hiçbir şey terk itmemesi ve müttefiklerinin ianesine emniyet

buyurması hususunda ısrar eylemenizi işar ve tavsiyeden ibaret olub İngiltere Devleti

salik olacağı mesleği tayin itmiş ve güzeran iden çend mah zarfında vuku bulan

mukalemât ve muhâberatın Rus Devlet-i Aliyyesi ile temin eylemiş olması memul

21

Defter1, s. 48- a. 22

Defter1, s. 48- a.

28

bulunmuşdur. Zira bilâ-şurût Mehmed Ali’nin kâffe-i mesûlatına muvafakata Devlet-i

Aliyye’yi, Düvel-i Hamse’nin icbar itmelerini İngiltere Devleti men eylemişdir …”23

Bildiğimiz gibi Rusya’nın Büyük Petro’dan itibaren temel politikası sıcak

denizlere inmek olmuştur. Bu nedenle güçsüz bir Osmanlı Devleti’nin yaşamasını bu

politikasını gerçekleştirmeye en uygun durum olarak görmüştür. Mısır meselesinin

patlak vermesi üzerine kendisinden yardım istemesini büyük bir fırsat olarak görmüş ve

her türlü yardımı yapacağı sözünü vermiştir. Eğer Mehmed Ali Paşa Osmanlı Devleti’ni

yeniden diriltip veya yıkıp tekrar güçlü bir devlet kurarsa sıcak denizlere ulaşma

hayalleri başka bir bahara kalabilirdi. Bu nedenle Rusya, Mısır meselesi boyunca daima

Osmanlı Devleti yanında ve Mısır aleyhinde yer almıştır. Rusya’nın Mısır meselesinin

gelişim sürecinde, Avrupa devletlerinin meseleye müdahil olması ile sıcak denizlere

inme hayallerinin sona ereceğini düşünmesi, Osmanlı Devleti’ne yakınlaşmasının en

önemli nedeni olmuştur. Bu yardımı sağlamak için imzaladığı 1833 tarihli Hünkâr

İskelesi Antlaşması ile bir nevi Osmanlı Devleti’nin hâmisi durumuna gelmiştir.

Osmanlı Devleti’nin bağımsızlığını da kısıtlayan bu antlaşma, diğer Avrupa devletleri

tarafından şiddetle protesto edilmiş ve onların Mısır meselesini çözmek için devreye

girmelerinin ana nedeni olmuştur.

Fransa Devleti’nin Osmanlı Devleti ile ilişkileri Kanunî (Öl. 1566) döneminden

itibaren dostane bir şekilde yürürken, özellikle 1789 Fransız Devrimi’nden sonra

bozulmaya başladı. Fransa İmparatoru Napolyon’un büyük hedeflerini gerçekleştirmek

için Kuzey Afrika ve Mısır’a yönelmesi, iki devleti karşı karşıya getirdi. Özellikle

Napolyon’un Mısır’ı ele geçirmek için sefer düzenlemesi ve Fransız kamuoyunun

Osmanlı Devleti aleyhine dönmesi ilişkileri iyice kötüleştirdi. Mehmed Ali Paşa,

Mısır’daki bütün yenilikleri Fransa’nın desteğiyle gerçekleştiriyordu. Bundan dolayı

Mısır üzerinde diğer Avrupa devletlerine nazaran tesiri daha fazlaydı. Sömürgecilik

faaliyetlerinde Kuzey Afrika ve Mısır’ın önemini bildiği için, Mehmed Ali Paşa’yı

destekliyordu. Ama aynı zamanda Kanunî döneminden itibaren yararlandığı imtiyazları

kaybetmemek için, Osmanlı Devleti’nin dağılmasını da istemiyordu. Bu nedenle genel

olarak Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü savunsa da, özelde Mehmed Ali Paşa’yı

desteklemiştir. Ama bu destek İngiliz baskısı nedeniyle hiçbir zaman belli bir noktadan

öteye geçememiş ve Mehmed Ali Paşa daima yarı yolda kalmıştır. Fransa’daki bu

23

Defter1, s. 48- b, 49- a.

29

davranış değişikliğinde bazı devlet adamlarının kişisel tercihleri ile ticarî ilişkiler ve

kamuoyu önemli etkenler olmuşlardır. Fransa’da anne tarafından Yunan asıllı olan

Tiers’in yönetimden düşerek yerine dünya hâkimiyeti için İngiltere ile işbirliğinin

gereğine inanan Guizot’un gelmesi Mehmed Ali Paşa’yı en önemli destekçisinden

mahrum bırakmıştır. Araştırmamızdan anlaşıldığı kadarı ile Mısır meselesinin bu kadar

uzamasının sebeplerinden birisi de, Fransa’nın kendi çıkarları için Mehmed Ali Paşa’yı

desteklemesi ve Mısır’da birçok alanda çalışan ajanları vasıtası ile kışkırtması olmuştur.

Birçok Batılı değerin Mısır üzerinden İslam dünyasına girmesi de bu etkiyi

göstermektedir.

Prusya Devleti, Mısır meselesi ortaya çıktığı dönemde milli birliğini kurmaya

çalışıyordu. Bu nedenle henüz kendi dışındaki problemlerle uğraşacak durumda değildi.

Ama kendisinin de küresel emelleri olduğu için Mısır meselesinde Matternih’in yanında

yer alıyordu.24

24

Ali İhsan Gencer, “Tanzimat’tan 1876’ya Kadar Osmanlı İmparatorluğu”,Doğuştan Günümüze

Büyük İslâm Tarihi, Red. , Hakkı Dursun Yıldız, İstanbul, 1998, c. 11, s. 404- 406.

30

İKİNCİ BÖLÜM

MEHMED ALİ PAŞA’NIN YÜKSELİŞİ VE ÖNASYA’YA YAYILIŞI

(1831- 1839)

I. Kütahya Antlaşması Sonrasında Mehmed Ali Paşa’nın Faaliyetleri Ve

Osmanlı Devletine Etkileri

21 Aralık 1832 Konya meydan muharebesi ile II. Mahmud, Mehmed Ali Paşa

aleyhine sevkedebileceği son orduyu kumandanı da dâhil kaybetti. İstanbul kapıları

istediği takdirde Mısır birliklerine ardına kadar açıktı. Mısır ordusunun bu meydan

muharebesinde kaybı sadece 262 ölüden ibaretti. Bu zaferden sonra İbrahim Paşa

İstanbul’a ilerlemek ve halkla, yönetenleri kendi tarafına çekmek için propaganda

faaliyetlerine başladı. Bunu gerek normal yollardan gerekse para vererek yapmak için

elinden gelen her şeyi yaptı. Bu propagandalar sonucunda, pek çok kimse Mısır taraftarı

olarak Osmanlı askerlerine zarar verici davranışlarda bulunmaya başladı. İbrahim Paşa

tarafından Anadolu’da bulunan Yeniçeri artıkları orduya alınıp, Hacı Bektaş-ı Veli

türbesinde kurbanlar kesilerek ocaklarının açıldığı ve eski nizamın yeniden kurulduğu

yönünde duyuru yapıldı. Trabzon Valisi Osman Paşa, Ocak 1833 tarihli yazısında,

Kayseri’den Konya’ya kadar şehir, kasaba ve köylerin fiilen Mısırlılara iltihak

ettiklerini, Niğde ve Bor taraflarında da artık Osmanlı memurlarına iltifat edilmediğini

belirtmektedir. Aynı tarihli bir başka yazısında Osman Paşa’nın Mısır taraftarı olan

eşkiyalarla birçok kanlı çatışmalar yapıldığını ifade ettiğini görüyoruz. Osmanlı ordusu

bu iç çatışmalar yüzünden çok zor duruma düşmüş ve devlet uçurumun kenarına

gelmişti. Bu durumda birbirleri ile anlaşamayan ve koordineli hareket edemeyen

komutanların da büyük tesiri olduğu, birçok kaynakta ifade edilmektedir.25

II. Mahmud, böyle zor bir durumda bile azmini, iradesini ve gururunu

kaybetmemişti. Bu durumla ilgili olarak kendisine gelen bir yazıya yazdığı hat, II.

Mahmud’un asla cesaretini ve metanetini kaybetmediğini göstermektedir. Savaş için

harcadığı ve komutanların başarısızlıkları yüzünden boşa giden paraya da asla

acımamaktadır. Ellerinde yeterli miktarda techizat bulunmasına rağmen, aralarındaki

25

Defter2, s. 26- a.

31

ikilikler yüzünden bunları yeterli miktarda kullanamamalarına üzülmektedir.

Komutanların durumu tam olarak aralarında istişare etmemelerinden dolayı, yanlış

uygulamalar yaptıklarını belirtmektedir. Sultan Mahmud bozgunlar karşısında

kendisinin ve yöneticilerin durumunu ifade eden hattında şunları ifade etmektedir: “ Bu

kadar külliyetli asakir ve top ve mühimmat ve saire ile ihraç olunmuş olan orduy-ı

hümayunumuzu layıkında mahall-i harbe sevk etmiyerek ve havene-i makhurenin niyeti

ve fesadı ne surettedir asla tecessüs ve taharri etmiyerek ve birbirleriyle âkilâne bir

yere gelüp de müzakere ve meşveret etmeksizin bu kadar hasarat-ı külliyeye bais

olmuşlarken yine bu babta bunlar hakkında zât-ı hümayunumun bir gûne şiddet ve infial

göstermemesi çok ihsan değil midir. Amma öte tarafa meyledermiş varsın etsün; işte

ehem ve elzem olan maddeler içün ne derece külliyetlü akçeler vermekteyim, işte

cümleniz görüyorsunuz…”26

İbrahim Paşa duruma daha fazla hâkim olabilmek amacıyla özellikle din adamları

sınıfını kendi tarafına çekmek için yoğun faaliyetlere girişmişti. Böylece halkın

üzerinde tesiri olan bu sınıfı kendi tarafına çekerek halk üzerinde müessir olmaya

çalışmaktaydı. Bunu temin etmek için, maddi manevi bütün yolları denemişti. İbrahim

Paşa, eli ayağı tutan kimselerin yediden yetmişe toplanarak kendi tarafına

gönderilmesini istemiş ayrıca halktan ve askerlerden başlarındaki amirleri kendisine

teslim etmelerini talep etmişti. Bu yapıldığı takdirde diğer asker ve sivillere her türlü

yardımı yapacağını vaad etmişti. “… Öteden berü hakkınızda ve fukara hakkında derkar

olan meyl ü muhabbetimizin ne derecelerde olduğunu ve sizler dahi Mısır

muhiblerinden olub sairi gibi olmadığı ve her halde sizlerin ve fukaranın iktisab-ı

nisab-ı emn ü rahatları indimizde matlub ve mültezem idüğinden bizimle refakat

olunmak üzere evvela cümleniz bi’l-ittifak gayret edüp Paşanızı ahz ü girift ve kayd u

bend ile tarafınızdan adamlara tefrikan tarafımıza göndermeniz…”27

Kayseri Mutasarrıfı Osman Hayri Paşa’nın, Sivas ve Trabzon Valisi Osman

Paşa’ya Kayseri halkının durumu ile ilgili mektubu, Anadolu halkının halet-i ruhiyesini

aksettirmesi bakımından çok önemlidir. Burada halkın yöneticilerden hiç memnun

olmadığı, şehre gelecek Mısır askerlerine karşı koymayacakları ve idareye gelecek yeni

yönetime itaat edeceklerini belirttiği görülmektedir. Metinden anlaşıldığı kadarı ile halk

çeşitli nedenlerle Osmanlı idaresinden bıkmış ve Mısırlılar’ın yaptığı propagandalar

26

Şinasi Altundağ, Kavalalı Mehmet Ali Paşa İsyanı, Mısır Meselesi (1831- 1841), Ankara, 1988, s. 68. 27

Ş. Altundağ, A.g.e., s. 69.

32

nedeni ile onları kurtarıcı gibi beklemeye başlamıştır. Kayseri halkından bazıları

Mısırlılar tarafından kendilerine yardım edilirse Osmanlı Valisi’ne itaat etmeyeceklerini

belirtmişlerdir. Mısırlılara karşı halkın davranışları ile ilgili ilginç anekdotlar içiren bu

mektup kısaca şöyledir: “Kayseriye ahalisine dahi telif ü teşvik zımnında taraf-ı

çakeriden bir kıta buyruldu yazıldığı bundan akdem hakpay-ı mün’imânelerine arz u

inha olunmuş ve muahharan dahi havene-i merkumenin ahali-i mezkure hitaben bir kıta

buyruldusu vuruduyla cümle vucuh ve ahali mahzarında Devlet-i Aliyye-i Ebediyye

uğrunda Kayseriye metanet etmeyeceklerini ve beldelerine kan dökmeyeceklerini ve

faraza havene-i merkume tarafından 50 nefer ile bir adam gelse ve müdafaaya

kudretleri olsa Valileri’ne iane eylemeyeceklerini ve asakiri şehre koymayacaklarını ve

istemiyeceklerini…”28

Mehmed Ali Paşa güçleri sadece geçtikleri yerlerde propaganda yapmak ve halkı

kendi taraflarına çekmek için zaman harcamakla kalmadılar. Faaliyetlerini bütün

Anadolu, Cenubî Arabistan, Acem Körfezi ve Irak havalisine kadar yaydılar. İbrahim

Paşa’nın maneviyatı o kadar güçlü ve kendinden o kadar emindi ki, Osmanlı paşalarına

mektuplar yazarak Osmanlı Devleti’nin sağladığı imkânlardan daha fazlasını

sağlayacağını belirtip kendisine katılmalarını tavsiye etti. Buna kanan birçok Osmanlı

Paşası, Mısır ordusuna katılmakta hiçbir beis görmedi. Bununla ilgili olarak Mısır

birliklerine esir düşen Osmanlı komutanlarından Reşid Mehmed Paşa’nın, Antalya

Muhassılı Yusuf Paşa’ya yazdığı mektup son derece ilginç bir örnektir. Osmanlı Paşası

mektubunda, Mısır ordusunun ilerlemesinin halk için yararlı olduğundan bahsedip,

onları kurtarıcılar gibi görerek, Mısır ordusu komutanından kardeşim diye

bahsetmektedir. Mısır birliklerinin de Osmanlı halkının mutluluğu için çalıştığını

düşünmekte ve durumu uzatmanın her iki tarafa da yarar getirmeyeceğini ifade

etmektedir. “… Bu defa devletlü İbrahim Paşa hazretlerinin külliyetlü askeri berren ve

bahren göndermek için tertip olunmuş ise de sizin ile mukaddem hukuk-ı kadimemiz

olduğundan başka bu maslahat milletçe bir maslahat olduğundan beyhude ısrar

etmenin faydası olmadığından, ahali-i memleket gerek size sıyanet içün dairemiz

ağavatından Abdi Ağa irsal olundu… ”29

1830’daki devrimler Avrupa’yı iki gruba ayırdı. Bunlar Liberal Devletler ve

Monarşik Devletler idi. 1831 yılında Mehmed Ali Paşa otoritesini Filistin, Suriye ve

28

Ş. Altundağ, A.g.e., s. 70. 29

Ş. Altundağ, A.g.e., s. 71- 72.

33

Arabistan’a yaymak için, İbrahim Paşa komutasında bir ordu gönderdi. II. Mahmud onu

engellemek istediyse de Mısır ordusu 1832 yılı Aralığında İstanbul’u zorlamaya başladı.

Mısır’ın bu hızlı ilerleyişi ticaretle ilgilenen bütün Avrupa’yı endişelendirdi. Avusturya,

Mehmed Ali’yi aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin birliğine zarar veren birisi olarak

görüyordu. Mısır meselesinde Viyana’nın liderliği ele aldığını gören Palmerston bundan

rahatsız oldu. O zamana kadar kararsız olan Palmerston Mısır meselesinin çözümü için

Viyana’nın değil Londra’nın görüşme merkezi olması gerektiğine karar verdi.

Avusturya ve İngiltere bu tartışmayı yaparken Osmanlı Devleti Rusya’ya yöneldi. Bu

durum 1833 yılında Kütahya Antlaşması’nın yapılmasıyla sonuçlandı.30

8 Temmuz 1833 tarihli Hünkâr İskelesi Antlaşması’nın Boğazları Avrupa’ya

kapatması, Avrupa devletlerini ayağa kaldırdı. Bu antlaşmayla Osmanlı Devleti bir Rus

uydusu oluyordu. Eylül 1833’te Çar ile Matternih Osmanlı Devleti’ni korumak üzere

Münchengraetz Antlaşması’nı imzaladılar. Bu antlaşma Avrupa’nın liberal devletleri

olan, İngiltere ve Fransa’yı rahatsız etti. Bu antlaşma Doğu’nun monarşik devletlerinin

Batı’nın demokratik devletlerine karşı bir ittifakıydı. İngiltere ve Fransa aralarında

Avusturya ve Portekiz’e karşı ittifak yaparken, Mısır meselesi nedeniyle bu ittifakları

bozuldu. Palmerston doğunun monarşik ittifakını eleştirerek bunun Avrupa’nın liberal

değerlerine karşı yapılmış bir saldırı olduğuna dikkat çekti.31

Kütahya Antlaşmasıyla başlayan durgunluk döneminde Osmanlı Devleti ile Mısır

arasındaki gerginlik azalacağına daha da arttı. II. Mahmud Şark ordusunu kurdu ve

başına güvendiği kumandanlarından Hafız Mehmed Paşa’yı getirdi. II. Mahmud kendi

Valisiyle ancak Avrupa devletlerinin tavassutuyla antlaşmaktan dolayı, son derece

kırgın ve üzgündü. Bu durum onun gururunu incitmiş ve ilk fırsatta ona bir ders vermek

için uygun zamanı kollamaya başlamıştı. Mehmed Ali Paşa da bu antlaşmayla ulaşmak

istediği hiçbir hedefine ulaşamamıştı. Bir yandan İbrahim Paşa Suriye’de 80 bin asker

toplarken babası da Mısır’da Fransız subayların eğitimiyle 50 bin kişilik modern bir

ordu hazırlamaya başladı. Mehmed Ali Paşa da hedeflerine ulaşmak için bir fırsatın

çıkmasını bekliyordu. İbrahim Paşa, Anadolu’da Mısırlılara yapılan dostça muameleden

yalnız manen faydalanmakla kalmamış, gerek yiyecek ve gerek asker bakımından

maddeten de kuvvetlenmiş ve askerinin mevcudunu buradan temin ettiği kuvvetlerle

200 bin kişiye çıkarmıştı. Asker sayısının aşırı derecede artması ile İbrahim Paşa’nın

30

The Cambridge Modern History, G. N. Clark, J. R. Butler, J. P. T. Bury, Volume, X, s. 251- 252. 31

The Cambridge Modern History, Vol. X, s. 252.

34

kendine olan güveni ve cüreti de iyice arttı. Bazı rivayetlere göre esir aldığı Reşid

Mehmed Paşa ile Sultan Mahmud’un tahttan indirilip yerine oğlu Abdülmecid’in

geçirilmesi hususunda anlaşmıştı.32

Osmanlı murahhasları, Mısır ve Kütahya’da Mehmed Ali ve İbrahim Paşa ile

anlaşmaya çalışırken İstanbul çok heyecanlı müzakere ve tartışmalara sahne oluyordu.

Bu tartışmaların en önemli konusu Ruslar’ın fiilen yardımı konusuydu. Bu tartışmalar

sırasında İngiltere ile Fransa, Rusya ile Avusturya birlikte hareket ediyorlardı. 21 Aralık

1832 tarihinde yapılan Konya savaşında Osmanlı Devleti büyük bir yenilgiye uğramış

ve güç bela topladığı son orduyu da komutanı ile birlikte kaybetmişti. Ocak ayı başında

Londra’dan gelen haberler İngiltere’den istenilen yardımın sağlanamadığını gösterirken

Fransa da yardım yapmaya yanaşmıyordu. Yardım alınabilecek tek ülke pek istenmese

de Rusya idi. Bütün bunlara ve İbrahim Paşa kuvvetlerinin Kütahya’ya kadar

ilerlemesine rağmen Fransız sefareti hâlâ Babıâli’ye baskı yaparak Mehmed Ali

Paşa’nın kendisine gönderilen Halil Paşa ile anlaşmasının muhakkak olduğunu söylüyor

ve İngiltere de bu konuda Fransa’yı destekliyordu. Mısır ile anlaşılması durumunda Rus

yardımına ihtiyaç kalmayacağı açıktı. Osmanlı Devleti de buna inanarak işi yavaştan

almaya başlamıştı. Ama Mısır kuvvetlerinin çekilmesi sağlanmadan sırf bu sözlere

inanarak Rus yardımından vazgeçmek istemiyordu. Bundan dolayı Rusya bu meselede

en önemli aktör haline gelmişti.

Kütahya Antlaşması veya Kütahya görüşmeleri bu karmaşaya son vermek ve

Rusya’nın etkinliğini azaltmak için büyük devletlerin de devreye girmesi ile

sonuçlandırıldı. Osmanlı Devleti ile Mısır arasında birçok konuda anlaşma sağlanmış ve

anlaşılamayan konu olarak Adana’nın İbrahim Paşa idaresine bırakılması kalmıştı. Önce

Adana’yı İbrahim Paşa idaresine bırakmak istemeyen II. Mahmud sonunda diğer

devletlerin baskısına dayanamayarak 3 Mayıs 1833 tarihinde Reşid Bey ve İbrahim

Paşa’nın bu yoldaki teklifini kabul ederek Adana’nın da muhassıllık olarak İbrahim

Paşa idaresine bırakılmasını kabul etti. Adana’nın Mısırlılara bırakılması ile Kütahya

Antlaşması sağlanmış ve Mısır meselesinin birinci aşaması sona ermiş oluyordu. “…

Habeş Valisi ve Cidde Mutasarrıfı vezirim İbrahim Paşa… Zikrolunan Adana eyaleti

muhassıllık veçhile sana deruhde ve ihale kılınmış, vedia-ı hazreti haliku’l-beraya olan

32

Ş. Altundağ, A.g.e., s. 76.

35

ahali ve fukara ve aceze ve reayanın bi’l-vücûh esbab-ı refah ve rahatlarını istikmal ve

Adana caddesinin husul-i emniyetiyle …”33

II. Mahmud ve Mehmed Ali Paşa arasında yapılan Kütahya Antlaşması’nı Rus

temsilci Orlof gayet ileri görüşlü bir şekilde şöyle yorumlamaktadır: “Bu anlaşma

hakiki bir sulh temin etmiş değildir. Bu anlaşma ile bir mütareke elde edilmiştir ki,

ancak 5- 6 sene devam edebilir”. Kütahya görüşmeleri sonucunda anlaşılan konularda

bir Ferman yayınlanmış ve böylece Mısır kuvvetlerinin ilerlemesi geçici bir süreliğine

de olsa durdurulmuştu. Mısır’da Mehmed Ali Paşa ve Kütahya’da İbrahim Paşa ile ayrı

ayrı sulh müzakereleri yapılmıştı. Bunun sonucunda bir antlaşma imzalanmasından

ziyade bazı yerlerin Mehmed Ali ve İbrahim Paşalara verildiğine dair tevcihat

fermanları hazırlanmıştı. Bütün bu fermanlar 6 Mayıs 1833 tarihinde hazırlanan umumi

bir fermanla birleştirilmiştir. Bu fermandan gâye bir antlaşma ilan etmek değil bilakis

Mehmed Ali ve İbrahim Paşalara verilen arazileri Padişahın bir lutfu olarak göstermek

ve Osmanlı İmparatorluğu’nun kalan kısımlarında umumi af ilan ederek, mücadele

esnasında Mehmed Ali tarafına geçen halkı kuşkulandırmamak ve bozulan asayişi bir

kat daha bozmamaktır. Bu Ferman dikkat edilirse ilgisi dolayısıyla bütün Osmanlı

ülkesine değil yalnız Anadolu’ya teşmil edilmiştir. Bu Ferman’da Mehmed Ali’nin

Girid ve Mısır Valilikleri’nde ibka edilip buna ilaveten kendisine yeniden Şam, Trablus-

Şam, Sayda, Safed, Halep eyaletleri, Kudüs ile Nablus sancakları, Hac muhafızlığı ve

Cerbe Başbuğluğu tevcih edildi. İbrahim Paşa’nın Mekke Şeyhülharemi ünvanına,

Cidde Valiliği ve Adana Muhassıllığı ilave edildi. Ayrıca hükümet ayan ve erkânına,

aff-ı şahâneyi ilan etmeleri, geçmişten dolayı kimseden hesap sormamaları, geçmişi

unutmaları ve halkın şüphelerini ve rahatsızlıklarını gidermeleri emredilmekte idi.

Kütahya Antlaşması olarak ifade ettiğimiz 14 Mayıs 1833 tarihli belge olsa olsa

bir garanti senedidir. Yani Osmanlı Devleti’ne güvenmeyen bir Valisi’ne, yabancı bir

devlet tarafından sunulan garantidir. İngiltere, Fransa ve diğer Avrupa devletleri kendi

çıkarlarının zedelenmemesi için antlaşmanın gerçekleşmesinde garantör rolü

oynamışlardır. Mehmed Ali’nin sert lisanı ve Rusya’nın askerî müdahalesi, Avusturya,

İngiltere ve Fransa’yı korkuttu. Bunlar sulhun zarureti ve Mehmed Ali’nin isteklerinin

kabulü konusunda Babıâli’yi tazyike başladılar. Rusya, diğer devletlerin bu konudaki

arzularının tahakkukunun önüne geçemedi. Sultan da ard arda gelen mağlubiyetler

33

Ş. Altundağ, A.g.e., s. 132.

36

nedeniyle, Suriye ve Adana’yı Mehmed Ali Paşa idaresi altındaki topraklara ilave

etmekten başka çare bulamadı. Bunun üzerine 16 Zilhicce 1248/6 Mayıs 1833 tarihinde

Mehmed Ali’nin Mısır ve Girid Valiliklerinin tasdik edildiği, Suriye’nin ve Adana

mıntıkasının tevcih edildiği belirtiliyordu. Ayrıca oğlu İbrahim Paşa’ya da Cidde

Valiliği’yle Mekke Şeyhülharemliği’nin yeniden verildiği ve Adana’ya Muhassıl tayin

edildiği bildiriliyordu. 24 Zilhicce 1248 (14 Mayıs 1833) tarihinde Sultan Mahmud ve

Mehmed Ali Paşa arasında Kütahya Antlaşması akdedildi. Bu antlaşmayı İstanbul’da

Sultan namına Baron Roussin, Kütahya’da da babası namına İbrahim Paşa imza ettiler.

Bu antalaşmaya göre Mehmed Ali, bundan evvel eski Valiler’in Suriye için verdikleri

vergiyi vermeyi ve askerlerini Anadolu’dan kendi idaresi altına verilen mıntıkalara

çekmeyi taahhüd ediyordu. 34

Kütahya Antlaşması imzalanmasına rağmen Osmanlı Devleti ile Mısır arasında

derin bir güven bunalımı devam etmekteydi. Özellikle İbrahim Paşa Arap milletinin

içinde büyüdüğü ve tahsilini Mısır’da gördüğü için Arap unsuruna dayanan bir

hâkimiyet sistemi kurmak istiyordu. Babasına kıyasla Arap kültür, örf ve âdetlerini daha

iyi biliyor ve tek millet unsuruna dayanan bir devletin yaşama imkânının çağın

gereklerine daha uygun olduğunu düşünüyordu. Mehmed Ali Paşa ve Oğlu İbrahim

Paşa hızla yayılan Milliyetçilik akımlarının hangi noktaya ulaşabileceğini Osmanlı

Devlet’nden daha önce kestirmişlerdir. Avrupai bir eğitim alan ve Avrupa’daki

gelişmeleri daha iyi bilen İbrahim Paşa Osmanlı Devleti’nin artık yaşama şansı

olmadığını, Arap unsuruna dayanan bir devletin yeni şartlara uygun olduğu için yaşama

şansının daha fazla olduğunu düşünüyordu. Bununla ilgili olarak İbrahim Paşa’yı

yakından tanıyan İskenderiye’deki Avusturyalı görevli Prokesch Osten, Matternih’e

yazdığı bir mektupta şunları belirtiyor: “Bir Arap imparatorluğu kurmak mefkûresinin

yaşamakta olduğunu birçok deliller ispat etmektedir. Mehmed Ali gibi yapıcı bir

zekânın yanında, büyük emeller besleyen ve yüksek bir enerjiye sahip bulunan oğlu ve

halefini görüyorum; İbrahim bu asrın çocuğudur ve asrî bir surette talim ve terbiye

görmüştür. Bu vaziyet İbrahim’i, dinin ahkâmına uyarak Sultan’a itaate mecbur

kalmaktan kurtaracaktır. Bunlardan fazla olarak uykusundan uyanan Arap âleminin

düşüncesini de ilave edebiliriz. ”35

34

Ş. Altundağ, A.g.e., s. 136- 137. 35

Ş. Altundağ, A.g.e., s. 142.

37

Yukarda belirtilen nedenlerle, Kütahya Antlaşması sonrasında II. Mahmud,

devletin bir Valisi’ni dâhi kendi imkânları ile tedip edememekten doğan gurur

kırıklığını gidermek için uğraşırken, Mehmed Ali Paşa da daha fazla yerleri ele

geçirerek otoritesini oralara da yaymak istemekteydi. Bundan dolayı her iki taraf da

amaçlarına ulaşmak için hazırlık yapmakta ve yeniden harekete geçmek için fırsat

kollamaktaydı. Mehmed Ali Paşa, Kütahya Antlaşması’ndan sonra bağımsız biri gibi

davranmaya başladı. Ordu ve donanmasını sürekli artırmak için gayret gösterdi. Buna

karşılık vergisini vermekte birçok zorluklar çıkardı. Yıllık olarak ödediği vergi

miktarını 32 bin keseye kadar indirdi. Osmanlı Devleti bu miktarın idare ettiği

topraklara göre çok az olduğunu ifade ettiyse de bundan bir sonuç alamadı. Vergi

konusu ve İstanbul’daki konsoloslar vasıtasıyla bağımsızlık talebinde bulunması II.

Mahmud’un ona olan kızgınlığını daha da artırdı. 1834 yılında Lübnan’da Mehmed Ali

Paşa idaresinden memnun olmayanlar ayaklanınca II. Mahmud onları destekledi. Diğer

taraftan İbrahim Paşa’nın Mısır’dan alınan halifeliği yeniden İstanbul’dan Kahire’ye

taşımak istediği söyleniyordu. Bu söylenti Padişah’ı olduğu kadar Suriye ve Lübnan

halkını da çok rahatsız etti.36

Bu arada Mehmed Ali Paşa sınırlarını genişletmek için sürekli olarak ticarî, askerî

ve diplomatik faaliyetlerde bulunuyordu. Ayrıca yanına Avrupa kamuoyunu çekmek

için bol miktarda para harcıyordu. Nitekim Irak’a da göz dikmiş ve bu amaçla

İngiltere’yi yanına çekebilmek için Fırat nehrinden vapur geçirmek üzere İngilizlerin

çoktandır istediği ruhsatı Babıâli’nin onayını beklemeden vermeye bile cesaret etmişti.

Bu dönemde Mısır meselesinin yanı sıra Osmanlı Devleti’nin genel durumunun

bozulmasına neden olan birçok sebep vardı. Bunları şöylece sıralayabiliriz:

1- Ekonomik Sebepler: Dünya ticaret yollarındaki değişmeler, devletin sürekli

sürdürmek zorunda kaldığı savaşlar ve bu savaşların aynı anda bazen dört devletle

yapılmak zorunda kalınması ve bunun sonucunda gelen yenilgiler Osmanlı Devleti

ekonomisini çökme noktasına getirmişti. Ayrıca Türkistan’da Rus etkisinin artması,

Halep ticaret yolu ve Şam-Bağdat ticaret yolu üzerinde bedevi baskısının çoğalması da

Suriye ve civarının ticaret hayatını bitme noktasına getirmişti. Bu durumu bölgedeki

asayişsizlik ve kargaşa daha da kötüleştiriyordu. Yeni ticaret yollarının bulunması

36

Ali İhsan Gencer, “Tanzimat’tan 1876’ya Kadar Osmanlı İmparatorluğu”, Doğuştan Günümüze

Büyük İslâm Tarihi, c. 11, s. 413.

38

nedeniyle bölgenin Osmanlı Devleti gözündeki yeri hac yolu olması dışında iyice

azalmıştı.

2- İdarî Sebepler: Devlet sistemindeki bozulmalar birbirini tetikliyordu. Eyaletleri

yönetmekle görevli Paşalar’ın geniş hâne halkları ile geldikleri yerlerde oluşturdukları

yolsuzluklar ve yönetim zaafları vardı. Bu Paşalar genellikle yeteneksiz ve yönetme

kabiliyetleri sınırlı olan kimselerdi. Ama kendileri yönetime ehil olmadıkları gibi onları

denetleyecek doğru dürüst bir mekanizma da yoktu. Ayrıca merkezî otorite değişik

nedenlerle sarsıldığı için başına buyruk hareket ediyorlardı. Yönetimlerinde olmayan

başka eyaletlerin idaresine de karıştıkları için tam bir yönetim karmaşası oluyordu. Bu

istikrarsızlık ve karmaşa halkın idareye karşı hoşnutsuzluğunu daha da artırıyordu.

3- Dış Sebepler: 1800’lü yıllarda şiddetlenen milliyetçilik, sömürgecilik ve

sanayileşme hareketleri çok uluslu İmparatorlukları kökünden sarstı. Osmanlı

Devleti’nin stratejik önemdeki geniş toprakları özellikle sömürgeci devletlerin iştahını

kabartıyordu. Bu dönemde Arap yarımadasının özellikle körfez ve Hind Okyanusuna

kıyısı olan yerlerinde, İngiltere başta olmak üzere sömürgeci Avrupa devletlerinin

faaliyetleri sürekli artıyordu. Bu devletler Ortadoğu ve Uzakdoğu’yu sömürebilmek için

kıyasıya bir rekabet içine girdiler. Osmanlı Devleti yönetimindeki yerleri kontrol

edebilmek için bölge halkını sürekli olarak değişik yollarla devlete karşı kışkırttılar.

4- Güvenlik Sebepleri: 1826 yılında Yeniçeri ocağının kaldırılması ve bunun

yerine yeni askerî birlikler kurmada sürekli savaşlar nedeniyle zorlanılması bölgedeki

merkezî otoriteyi ve güvenliği neredeyse yok olma noktasına getirdi. Emniyet ve asayişi

sağlamakla görevli askerler kendileri başlı başına bir güvensizlik sebebi oldular.

Ortadoğu’daki askerler merkezden uzak olmaları ve savaşa girmemeleri nedeniyle

laçkalaşmışlar ve hac yolunu korumaktan bile aciz hâle gelmişlerdi. Yeniçeriler yasak

olmasına rağmen ticari faaliyetlere başlamışlar ve ellerindeki silahları da bir tehdit

unsuru olarak sürekli kullanmışlardır. Yeniçeri ocağının bu serkeşliklerini yok etmek

için gönderilen kapıkulu askerleri hac yolunun güvenliğini zor sağlıyorlardı. Hac

yollarının güvenliği Osmanlı Devleti katında bir namus meselesi olarak görüldüğü için

büyük önem veriliyordu. Bir süre sonra kapıkulu askerleri de bozulmuş ve aynen

yeniçerilerin durumuna düşmüşlerdir.37

37

Sebahattin Samur, İbrahim Paşa Yönetimi Altında Suriye, Kayseri, 1995, s. 8- 10.

39

Yeniçeri ve kapıkulu askerlerinin dışındaki Valiler’in maiyet askerlerinin durumu

da pek iç açıcı değildi. Savaş eğitimi ve terbiyesi bir yana bunlar asayişi sağlayacak

ahlak ve dürüstlükten de uzaktılar. Halk da onlara güvenemediği için ve bazı dış

güçlerin kışkırtmasıyla ister istemez silahlanmış ve durum içinden çıkılmaz bir hâl

almıştır. Bütün bu nedenlerle bölgede birçok isyanlar çıkmış ve yeni bir kurtarıcı güç

beklenmeye başlamıştı. İbrahim Paşa, Hicaz’daki faaliyetlerinden dolayı bu rol için

biçilmiş kaftandı.

Böylece Osmanlı–Mısır harbinin birinci aşaması, Osmanlı Devleti aleyhinde

neticelenmiş, koca devlet bir Valisi önünde yenilgiye uğramış ve antlaşma imzalamak

için birçok tavizler vermek zorunda kalmıştı. Avrupa devletleri meseleye müdahale

etmelerine rağmen çözümünde anlaşamadıkları için güçlü taraf olan Mısır büyük oranda

istediklerini elde etmişti. Bu meselenin çözümünde Mısır dışında hiçbir devlet istediğini

elde edememiştir diyebiliriz. Fransa’nın, Mısır’ı destekleyerek şanını artırma gayreti

diğer devletlerin müdahalesi ile yarım kalmış; İngiltere, Osmanlı Devleti’nin yardım

talebine gerekli yanıtı veremeyerek güven kaybına uğramış; Avusturya’nın faaliyetleri

pek yetersiz kalmış ve durumdan yararlanan Rusya, Osmanlı’nın yardım talebine cevap

vererek tarihi emellerine bir adım daha yaklaşmıştı. Böylece Rus donanma ve askerleri

İstanbul’a gelmiş ve Mısır tehdidi tamamen ortadan kalkana kadar orada uzun bir süre

kalmıştır. Rusya bu süreçte imzaladığı Hünkâr İskelesi Antlaşması ile diğer devletler

karşısında bir adım öne geçmiştir. Bu durum Düvel-i Muazzama özellikle İngiltere ve

Avusturya’nın meselenin çözümü için inisiyatif almasının da gerekçesi olmuştur.

Osmanlı Devleti ve halkının Rusya hakkındaki düşüncesi hiç olumlu değildi.

Yıllardan beri Rusya’nın Osmanlı Devleti aleyhinde genişlemesi yönetimde ve halkta

haklı olarak onlara karşı bir şüpheye neden olmuştu. Rusya’nın yardım nedeni olarak

Boğazların kapalı tutulması ve böylece kendisinin daha rahat hareket etmesini

amaçladığı düşünülüyordu. İngiltere ve Fransa’nın kendi sömürgeci emelleri

doğrultusunda yardım eder gibi görünürken iş bunu fiiliyata dökmeye gelince sürekli

yan çizdikleri düşünülüyordu. Fransa bu süreçte İngiltere’den tamamen ayrılmıştır.

Osmanlı yönetiminin İngiltere, Fransa ve Rusya hakkında nasıl düşünceler beslediğini

aşağıdaki belge gayet güzel açıklamaktadır. Bu belgede ilgili devletlerin donanmalarının

İstanbul’a gelmesi ile ilgil olarak şu değerlendirmeler yapılmaktadır: “Devlet-i Aliyye

matlub buyurur ise Rusya Devleti iane itmek ve bilmukabele faraza Rusya Devleti’nin

40

sair bazı devletlerden biriyle muharebesi vukuunda Devlet-i Aliyye dahi Rusya

Devleti’nin lehine Bahr-i Sefid boğazını sed eylemek kazayasından ibaret olmasıyla…

Fransalunun taraf-ı Devlet-i Aliyye’ye gereği gibi celb ve imalesi Mısırlu’dan bütün

bütün şerir ve tenfiri esbab-ı lâzımesinin istihsaline birlikde çalışılmakda… Fransa ve

Avusturya Devletlerinin Beriyyetüşşam hakkında bazı mertebe tereddütleri rûnüma

olmakda ise de İngiltere Devleti vesatât ve himmeti ile matlub-ı âli vechile şu

maslahatın tesviyesi memul oldığına dair bazı tabirat irad olunumuş oldığı… ”38

Rus Çarı Nikola, Avusturya ve Prusya hükümdarları ile yaptığı görüşmelerde

Katerina döneminde oluşturulan ve Osmanlı Devleti aleyhinde genişlemeyi hedefleyen

devlet politikasından vazgeçtiklerini belirtmekteydi. 18 Eylül 1833 tarihinde Avusturya,

Rusya ve Prusya arasında imzalanan Münchengratz Antlaşması ile bu devletler Osmanlı

Devleti’nin bekasını garanti altına almak istemişlerdir. Osmanlı Devleti’nin yaşaması

monarşik devletler için de hayatî bir mesele haline gelmişti. Matternih, Mısır

meselesinin çözümüne Almanya ve İtalya’daki Habsburg monarşisine zarar vermemesi

için büyük gayret göstermiştir. Avusturya eski gücünden çok şey kaybetmesine rağmen,

Matternih’in diplomatik dehası sayesinde Mısır meselesinin kendi çıkarlarına zarar

vermeyecek ve yeni bir Avrupa savaşı çıkarmayacak şekilde çözülmesini sağlamıştır.

Böylece daha o zaman değişebilecek Avrupa düzeninin I. Dünya savaşına kadar

uzamasını temin etmiştir.

38

Defter1, s. 8- b.

41

II. Mehmed Ali Paşa’nın Suriye ve Anadolu’ya Yayılmak İstemesinin

Nedenleri ve Yaptığı Faaliyetler

Mehmed Ali Paşa, daha küçük yaşlarda babasını kaybetmiş ve onu himayesi altına

alan Tosun Paşa’nın idamından dolayı içten içe Osmanlı Devleti’ne kin besleyerek

büyümüştür. Gençliğinde Mehmed Ali bir süre Kavala’da ticaretle uğraşan ve Fransız

vatandaşı olan Leon isminde bir şahsın ticari işlerini takip etmiştir. Leon ona gayet iyi

davranmış ve her konuda yardımcı olmuştur. Bu durum Mehmed Ali’nin, Leon’a ve

onun vatandaşı olduğu Fransa’ya derin bir sempati duymasına neden olmuştur. Çok

hassas bir karaktere sahip olan Mehmed Ali, Mısır’da iktidara gelir gelmez Leon’u

Mısır’a davet etmek istemiş fakat o, daha önce Marsilya’da ölmüş olduğu için bu durum

gerçekleşememiştir. Bunun üzerine Mehmed Ali, Leon’un kız kardeşine 50.000 Frank

göndererek hiç olmazsa bu suretle teşekkür etmek istemiştir.39

Napolyon’un 1798 yılında Mısır ve Suriye’ye başlattığı işgal hareketi, bölgeyi

kısa sürede Avrupa devletlerinin nüfûz mücadelesi yaptığı bir alan haline getirdi.

Osmanlılar, İngilizlerin yardımı ile Fransızları Mısır’dan çıkarmak üzere bir ordu

gönderdiler. Bu orduya Kavala hâkiminin hazırladığı ücretli askerler de katılmışlardı ki,

askerlerin başında Kavala hâkiminin oğlu Ali Ağa ve ona muavin olarak da Mehmed

Ali bulunuyordu. Napolyon 1801’de, İngilizler ise 1807’de bölgeyi boşalttılarsa da

yüzyılın en önemli sömürgeci gücü olan bu iki devlet bölgeyle bağlarını hiçbir zaman

koparmadılar ve günümüzde bile bu durum bazı değişiklikler göstermekle beraber

devam etmektedir. Daha o dönemden itibaren bölgenin yer altı ve yer üstü

kaynaklarının haritasını çıkaran sömürgeci devletler, Osmanlı Devleti yıkıldıktan sonra

rahat bir biçimde bölgeyi istedikleri gibi şekillendirmişlerdir. Bölgenin dengelerini

gözetmeden adeta bölge ülkelerinin birbirleriyle savaşının hiç bitmemesini istercesine

çizilen sınırlar hâlen savaş nedeni olmaya devam etmektedir. Napolyon’un Mısır seferi,

Mehmed Ali’nin Mısır’a gelmesine bir sebep teşkil ettiği gibi, aynı zamanda Osmanlı

İmparatorluğu’nun aczini idrak eden Mehmed Ali’nin Mısır’da süratle yükselmesine

yardım etti. Mısır’da merkezi bir idarenin teşekkülüne mani olan Kölemenlerin

Napolyon ile olan çetin savaşlarında, Fransız ordusu yavaş yavaş erirken, Memlükler’in

de en azimkâr ve sebatlı unsurları da mahvolmuştu. Mehmed Ali, 1800’lü yıllardan

39

Ş. Altundağ, A.g.e., s. 22.

42

itibaren rakiplerini birer birer yenerek Mısır’da otoritesini pekiştirdi. 1805 tarihinde

Babıâli, az çok bir mecburiyet altında senevî bir vergiden başka, Medine’yi ellerine

geçiren Vahhabilerle de mücadele etmek ve mukaddes yerleri bunlardan kurtarmak

şartıyla Mehmed Ali’nin Mısır Valiliğini tasdik etti.40

Mehmed Ali, Mısır’ın bütün kurumlarını Fransız uzmanlardan da yardım alarak

değiştirdi ve modern usullerle yeniden kurdu. Çeşitli askerî okullar açtırdı, silah ve

dokuma fabrikaları kurdurdu, barut tesisleri ve tersaneler inşa ettirdi. Tarımın gelişmesi

için köylüleri destekledi. Pamuk, tütün ve ipek gibi tarımsal sanayi ürünlerinin

üretilmesini teşvik etti. Tekelci bir ekonomik politikayla yönetimini mâlî açıdan

oldukça güçlendirdi. Babıâli’nin itimadını kazanarak Mısır sahillerinin güvenlik ve

vergisini üzerine aldı. Hicaz’daki Vahhabi sorununu çözmesi şöhretinin bütün İslâm

dünyasına yayılmasını sağladı. Mısır ve Hicaz’ı yönetimi altında bulunduran Mehmed

Ali Paşa, Suriye’yi de ele geçirerek bağımsız ve güçlü bir devlet kurmak istiyordu.

Onun bütün bu ihtirasları ve egemenliğini genişletmek amacıyla gerçekleştirdiği

uygulamalar bu devrede Avrupa ve Osmanlı Devleti başka sıkıntılarla uğraştığı için

fazla dikkat çekmemişti. Bazı tarihçiler onun bağımsızlık düşüncelerinde Fransa’nın

kışkırtmalarının ve yardım vaatlerinin büyük tesiri olduğunu ifade ederler. Fransız dost

ve danışmanları onu Suriye ve Anadolu yönünde ilerleterek Osmanlı Devleti’ni kendi

Valisi vasıtasıyla kalbinden hançerletmek istiyorlardı. Ayrıca daha önce de belirttiğimiz

gibi daha Kavala’da iken tanıştığı Fransız tüccar Leon vasıtasıyla sıkı bir Fransa

taraftarı olmuştu.41

Birçok yazışmalarında görüldüğü gibi Mehmed Ali Paşa zihniyet itibariyle bir

Osmanlıdır ve Osmanlı Devleti’nin menfaati için çalıştığını belirtmektedir. Fakat son

derece hırslı olması onu Osmanlı Devleti’nin bir numaralı düşmanı ve rakibi durumuna

getirmiştir. Mehmed Ali Paşa bütün faaliyetleri boyunca, Fransa tarafından korunmuş

ve Osmanlı Devleti’ni köşeye sıkıştırmak için kullanılmıştır. Ayrıca Fransa, onun güç

ve nüfuzunun artmasının İngiltere aleyhine olup Hindistan yolunu kapatacağını

düşünerek desteklemiştir. Fransa desteğinden cesaret alan ve Mısır’da güçlü bir devlet

kurmak için Suriye’nin de gerekli olduğunu düşünen Mehmed Ali Paşa dikkatini buraya

yöneltti. Mehmed Ali Paşa’nın otoritesinin diğer yerlerde tanınması için kutsal

toprakların yönetimi altında olması buranın korunabilmesi için de Suriye’nin ele

40

Ş. Altundağ, A.g.e., s. 24. 41

Ş. Altundağ, A.g.e., s. 22.

43

geçirilmesi gerekiyordu. Ayrıca Mehmed Ali Paşa’nın ordu ve sanayi için ihtiyaç

duyduğu gereksinimlerin sağlanmasında Suriye çok önemliydi. Paşa’nın

danışmanlarından olan Fransız Clot, Suriye’nin Mehmed Ali Paşa için gerekliliğini

şöyle ifade etmektedir: “Suriye’nin Mehmed Ali Paşa ülkesine ilhakı zaruri idi. Nil

kenarında kurulacak bağımsız bir devlet büyük bir varlık teşkil edebilir fakat bu gayeye

varılması için Suriye’nin Mısır’a katılması şarttır. Akdeniz ile Basra Körfezi ve Hazar

havzasına giden yollar Suriye’den geçmektedir. Halkı Müslümandır ve Mısır’a yakın

sayıda insan yaşamaktadır. İnsan kaynağı olarak son derece önemlidir. Savunma yapısı

itibariyle korunması kolaydır ve Hicaz’ın güvenliği için şarttır... ”42

Mehmed Ali Paşa, Suriye’nin Mısır’ın güvenliği için önemini Hicaz’ı

Vahhabiler’den temizledikten sonra daha iyi anladı. Suriye’nin kendi idaresinin bekası

için gerekli olduğunu söylemekten çekinmiyordu. Mora savaşındaki yardımından dolayı

kendisine verileceği söylenen Suriye konusundaki sözün yerine getirilmesi gerektiğini

açıkça söylüyordu. 1813 Ağustosunda Mehmed Ali Paşa bu sözü ve Hicaz’ın

güvenliğini gerekçe göstererek Suriye’yi istedi. Babıâli bunu reddetti ve Mehmed Ali

Paşa da fazla ısrar etmedi. Ama Mehmed Ali Paşa, Suriye’nin Mısır için önemini

kavramış ve burayı ilk fırsatta ele geçirmeyi kafasına koymuştu. Çünkü Mısır’ın toprağı

verimli olmasına rağmen sanayi için ihtiyaç duyacağı kereste ve yer altı kaynakları

bakımından oldukça fakirdi. Mısır sanayi ürünlerini ihraç edebilmek için kullanacağı

gemilerde kullanmak üzere bol miktarda kereste, kömür ve yakıta ihtiyacı vardı.

Özellikle kereste ve kömür’ün sağlanabileceği en önemli yerler Suriye ve Karaman

eyaletleri idi. Ayrıca silah fabrikaları ve tophaneler için ihtiyaç duyulan kömür, bakır ve

demir Suriye’de bol miktarda mevcuttu.

Mehmed Ali Paşa’yı büyük hayallerini gerçekleştirmede en fazla engelleyen konu

kalifiye insan sıkıntısıydı. Mısır’da toprağı ekecek yeterli miktarda işçi ve askerlik

yapacak kalifiye eleman da yoktu. Hicaz, Mora ve Sudan’a asker gönderilmesi için

birçok kişinin askere alınmasından dolayı tarım ve sanayide insan ihtiyacı ortaya

çıkmıştı. Bu ihtiyacı diğer yerlerden karşılamak mümkün olmadığı için Mehmed Ali

Paşa bütün dikkatini Suriye’ye yöneltmişti. Ayrıca Suriye zengin tarımsal kaynakları ve

ticaret yolları üzerinde bulunması nedeniyle ihtiyaç duyduğu vergi gelirlerini ona

sunacak imkânlara sahipti. Suriye ipekyolu üzerinde olduğu için dünya ticaret yollarının

42

S. Samur, A.g.e., s. 21- 22.

44

kesişme noktalarından birinde yer alıyordu. Suriye’nin eşsiz mevkisi Asya, Avrupa ve

Afrika arasındaki ticareti kontrol etme ve yapılan ticaretten oldukça yüklü miktarda

vergi almak imkânı sağlıyordu. Doğu Akdeniz ticaretinde merkezî bir konumda bulunan

Suriye aynı zamanda Mısır’ın ticarî ürünleri için en yakın ihraç noktalarından birisiydi.

Bütün bunların yanı sıra Suriye’nin coğrafî konumu Mehmed Ali Paşa’nın siyasî

ve askerî güvenliği için son derece önemliydi. Müdafaası kolay olan bu mıntıka Mısır’ı

korumak için kolayca bir set haline getirilebilirdi. Suriye’nin bu esnada 2 milyon tahmin

edilen nüfusu Mehmed Ali’nin ordusunu kuvvetlendirecek ve Mısır halkının bu

bakımdan yükünü hafifletecekti. Bundan başka, Mehmed Ali’nin sanayi bakımından

hedeflerine ulaşması için Suriye’nin iklimi ve mutedil havası Mısır’dan çok daha

uygundu. Ayrıca, Arap yarımadası ve Hicaz’da kurduğu hâkimiyeti araya yerleştireceği

Suriye tamponu ile garantiye almak istiyordu. Mehmed Ali Hicaz’a ayak basar basmaz,

Kızıldeniz’deki adaları ve Kızıldeniz’in Şark sahillerini elde etmek için tedbir almaya

başlamış, bir müddet sonra da Bahreyn adalarını nüfuzu altına alarak, Bağdat’la siyasî

münasebetler teminine çalışmıştı.43

Mehmed Ali Paşa Suriye’nin önemini baştan beri bilmesine rağmen buraya asker

göndermek için uzun süre beklemiştir. Bu beklemenin başlıca nedenleri şunlardır:

1- Suriye Halkı: Arazi savunmaya müsait olduğu için savaşla almak zordu. Bu

nedenle halkın çeşitli yollarla Mehmed Ali Paşa idaresine ikna edilmesi gerekiyordu.

Bunu sağlamak için Paşa her yolu denemekteydi. Başta Padişah olmak üzere

yöneticilere birçok hediyeler gönderdi. Bölge Valileri ile çok iyi ilişkiler kurdu. Sayda

Valisi Abdullah Paşa ile Cebel-i Lübnan Emiri Beşir bunların başta gelenlerindendi.

Halka ise bölgeyi ele geçirdiğinde kendilerinden mirî vergi almayacağını vaat

ediyordu.44

II. Mahmud’un yenileşme ve merkezileşme çabaları ile yeniçeri ocağını

kaldırması geniş bir memnuniyetsizler sınıfı oluşturmuştu. Bu sırada Mehmed Ali

Paşa’nın İngiliz, Fransız ve Vahhabilere karşı başarıları onu halk nazarında bir

kahraman durumuna getirdi. Bu nedenle bütün muhâlif guruplar ve halk, Mehmed Ali

Paşa’yı desteklemeye başladı ve bundan dolayı birçok şehir Paşa’nın ordusuna

kendiliğinden teslim oldu.

2- Osmanlı Devleti’nin Durumu: Osmanlı Devleti birçok mesele ile uğraşmakta

ise de hâlâ bütün gücünü kaybetmemişti. Bu nedenle onun daha da zayıflamasını

43

Ş. Altundağ, A.g.e., s. 36. 44

M. Nuri Paşa, A.g.e., c. 2, s. 91.

45

beklemek gerekiyordu. 1806 yılında başlayan Rusya savaşı bu durumu büyük oranda

sağlayacaktı. Birçok devletle uzun süre savaşmak, artık devleti hızla güçten düşürmeye

başlamıştı.

3- Avrupa Ülkeleri: İlk dönemde hiçbir Avrupa Devleti, Mehmed Ali Paşa’nın

Suriye’yi de alarak güçlü bir devlet olup bölgedeki statükoyu değiştirmesini

istemiyordu. Özellikle İngiltere, Hindistan deniz yolunun güvenliğini, Rusya ise

Boğazların emniyetini düşünüyordu. Bundan dolayı Avrupa’daki durum onun harekete

geçmesi için müsait değildi.

Mehmed Ali Paşa bütün bu durumlardan kurduğu geniş haberleşme ağı vasıtasıyla

anında haberdar olmaktaydı. Bundan dolayı sabırla durumun olgunlaşmasını bekliyordu.

1831’de Suriye’nin zaptı için beklediği bütün şartlar gerçekleşmişti. Suriye bu sırada

merkezî hükümetin zayıflığı dolayısıyla bir takım yarı müstakil ve birbirlerinin

aleyhinde çalışan guruplara bölünmüştü. Mehmed Ali Paşa bütün bu gurupları çeşitli

yöntemlerle birbirine kırdırdı ve kendini destekleyebilecekleri de korudu. Sonunda

kazandığı birçok taraftardan başka bütün Hıristiyan ahaliyi de bazı vaatler ile kendi

tarafına çekmeyi başardı. Hatta birçok yerde Mehmed Ali bir kurtarıcı gibi

bekleniyordu. Artık Mehmed Ali Paşa’nın Suriye harekâtını başlatması için bütün

şartlar hazırdı ve sadece bunu meşru kılacak bir fırsatı bekliyordu. Buna da Sayda Valisi

Abdullah Paşa ile arasındaki bir problem dolayısıyla sahip olmuştu.

Mehmed Ali Paşa, Akka Valisi Abdullah Paşa’ya karşı harekete geçerken şunları

sebep gösterdi:

1. Mehmed Ali’nin Mısır’da başlattığı ıslahatlar ve yaptığı sürekli harpler çok

büyük miktarda para sarfını gerektiriyordu. Binlerce Mısır fellahı üzerlerine yüklenen

ağır vergilerden inliyorlardı. Ayrıca çok önemli sayıdaki genç her an askere alınma

tehdidi ile yaşıyordu. Halk bütün bu nedenlerle bir yokluk ve korku içinde yaşıyordu.

İşte Mehmed Ali’nin bu sert ve merhametsiz yönetimi nedeniyle 6000 kişi Suriye’ye

iltica etmişti. Mehmed Ali Paşa, Abdullah Paşa’dan derhal bunların iadesini istedi.

Fakat Abdullah Paşa bu isteği yerine getirmedi ve sert bir ifade ile şu cevabı verdi:

”Mısırlılar da Suriyeliler gibi, Osmanlı İmparatorluğunun tebaasıdırlar. Osmanlı

İmparatorluğunun istedikleri bir yerinde ikamete hakları vardır.”

2. Babıâli ile Abdullah Paşa arasındaki ihtilaf sırasında Mehmed Ali Paşa ona

11000 kese borç para vermişti. Abdullah Paşa bu borcunu ödemedi.

46

3. Mehmed Ali Paşa ipekli kumaş üretimini artırarak Avrupa ile ticaretini biraz

olsun dengelemek istiyordu. Bunun için ipek üretimini artırması gerekiyordu Mehmed

Ali Paşa Bundan dolayı Mısır’da dut ağacı yetiştirmeyi ve ipek böcekçiliğini büyük

gayretlerle himaye ediyordu. Fakat ipek böceği tohumunu Suriye’den getirmek zorunda

idi. Daha önce buna ses çıkarmayan Abdullah Paşa 1831 yılında bunu yasaklamıştı.

4. Mehmed Ali, Abdullah Paşa’yı Şark’a olan mısır ihracatının Sina yarımadası

üzerinden yapılmasını teşvik ederek Mısır limanlarının zarar görmesine neden olmakla

itham ediyordu. Bu durum gelişmisine büyük önem verdiği denizcilik ve limanlara zarar

veriyordu.

İşte Mehmed Ali Paşa bütün bu nedenlerden dolayı Suriye’ye bir harekât

düzenleme noktasında kendisini haklı görüyordu.45

Nihayet Mehmed Al Paşa, Osmanlı Devleti’nin bütün uyarılarına rağmen

Abdullah Paşa’ya karşı harekât başlattı. Her şeye rağmen II. Mahmud iki Valisi arasında

çıkan bu ihtilafı barış yoluyla halletmeye çalıştı, ama bütün uğraşlarına rağmen başarılı

olamadı. Mehmed Ali Paşa saldırıya başlarken Abdullah Paşa’nın, Padişahın

yasakladığı bazı musikî aletlerini kullanmasını bile gerekçe gösterdi. Aynı devletin iki

Valisi arasındaki bu mücadele, araya Avrupa devletlerinin de girmesiyle daha sonra

uluslar arası bir problem haline geldi. Abdullah Paşa, Akka kalesi efsanesine de

güvenerek ona karşı geri adım atmadı. Önce bölgedeki kolera salgınından çekinen

Mehmed Ali Paşa, salgının geçmesiyle İbrahim Paşa’ya harekâtı başlatma emri verdi.

İbrahim Paşa komutasındaki Mısır ordusu kısa sürede hem Abdullah Paşa’yı yendi, hem

de neredeyse hiçbir direnişle karşılaşmadan Osmanlı Devleti’nin içlerine kadar ilerledi.

Mısır ordusunun çok kısa bir sürede neredeyse hiçbir direniş ile karşılaşmadan

Osmanlı Devleti’nin kalbine kadar ilerlemesi geniş olarak incelenmesi gereken bir

konudur. Bu ilerlemede bölgedeki Osmanlı idaresinin siyasî, sosyal ve askerî yönden

yozlaşmasının en önemli etken olduğu açıktır. Mehmed Ali Paşa buraları elegeçirecek

ekonomik ve askerî altyapıyı Mısır’ın geniş kaynaklarını kullanarak planlı şekilde

hazırlamıştı. Ordusunu batılı sisteme göre hızla techiz edip geliştirirken, sınırlarına

katmak istediği yerleri de değişik yöntemlerle büyük oranda kendi tarafına çekmeyi

başarmıştır. Mehmed Ali Paşa buralardaki insanların gönlünü kazanmak için bütün

yolları kullanırken bölgedeki Osmanlı idarecileri halkı ezmeye devam ediyordu.

45

Ş. Altundağ, A.g.e., s. 36- 37.

47

Bedeviler ve şehirliler arasındaki çatışmalar ayyuka çıkmıştı. İlerleyişin bu kadar hızlı

olmasının nedenleri Gazze kadısı ile bir Fransız arasında geçen konuşmada şöyle ifade

edilmektedir: “Bugün bedeviler sürülerini istedikleri çayırda otlatmakta ve istedikleri

yerde gecelemektedirler. Hemen yanımızdaki çölde bunlardan 6000 kişi yaşıyor.

Abdullah Paşa Nablus çiftçilerini tedip edeceğine bunların aleyhine yürümeli idi. Bütün

halk bu yolsuzluklardan bıkmış, usanmış bir halde reform istemektedir. Halk arasında

Mehmed Ali’nin Suriye’yi yakında idaresi altına alacağı şayiaları dolaşıyor; bundan

başka Cezayir’i ele geçiren Fransızlar’ın Suriye’yi de zaptetmeyi düşündükleri

söyleniyor. İşte siz de görüyorsunuz ki, bize gelecek fatih hangi tarafdan gelirse gelsin

büyük bir sevinçle karşılanacaktır.”46

Mehmed Ali Paşa devletini güven altına almak için baştan beri Suriye’yi ele

geçirmesi gerektiğini düşünüyordu. Mısır’ın güvenliğini sağlamak için Kuzey Afrika’da

ve yukarı Nil vadisinde Avrupa’nın büyük devletleri ile uğraşmak zorundaydı. Hâlbuki

Osmanlı toprakları neredeyse korumasızdı. Osmanlı Devleti’nin Yeniçeri Ocağı’nı

kapatıp yerine henüz yeni bir askeri sistem kuramaması onun daha da rahat hareket

etmesini sağlamaktaydı. İslâm dünyasında bir kahraman olarak görülmesi bu durumu

kolaylaştırıyordu. Mehmed Ali Paşa 1831-1841 yılları arsındaki Suriye ve Anadolu

harekâtı döneminde Hicaz’ı Vahhabiler’den kurtarmasının kendisine sağladığı

prestijden uzun süre faydalandı. İbrahim Paşa da uzun devrede halkın kendisine

duyduğu sempatinin yararlarını gördü. Suriye ve Anadolu’da halk onu bir kahraman

gibi karşılıyor, mukavemet etmeden şehirleri teslim ediyor ve neredeyse onun her

istediğini yapıyordu. Halk II. Mahmud’un merkezileşme ve batılılaşma çabalarından

dolayı Osmanlı Devleti’ne tepki gösterirken, İbrahim Paşa’nın bazı vergileri azaltma ve

halka bazı yeni haklar vereceği vaatlerinden dolayı onu hararetle destekliyordu. Bu

destek nedeniyle İbrahim Paşa, Suriye ve Anadolu’yu kolaylıkla işgal etti.

Suriye ve Anadolu’nun İbrahim Paşa’nın eline geçmesinden kısa süre sonra, bu

vaatler yerine getirilmeyince durum değişmeye başladı. Özellikle İbrahim Paşa’nın

Avrupa’nın gözüne girmek için Gayr-i Müslimlere verdiği ayrıcalıklar, vergiler

konusunda sözlerini tutmaması ve bölge halkını zorla silahsızlandırıp askere alma

çalışmaları, halkın sempatisini kaybetmesine neden oldu. Bunda bölge halkını ona karşı

ayaklandırmak için Avrupa devletlerinin ve Osmanlı Devleti’nin yaptığı değişik

46

Ş. Altundağ, A.g.e., s. 38- 39.

48

çalışmaların da etkisi olduğunu unutmamak gerekir. Halkı isyana teşvik ettikleri

gerekçesiyle tutuklanıp Mısır’a sürgün edilen şeyh ve ayanların durumu halkı daha da

kızdırıyordu. Yukarda da belirttiğimiz gibi, halkın zorla askere alınması uygulaması

insanları çok zor durumda bıraktı. Askere alınmamak için kendilerini sakat bırakmak da

dâhil, pek çok yol denediler. İhtiyarlar, kadınlar, çocuklar ve Gayr-i Müslimler hariç

halkın çoğu askere alındı. Ömür boyu askerlik yapmak üzere Mısır’a gönderildiler.

Suriye ve Lübnan başta olmak üzere bölgenin bütününde gerçekleştirilen bu tür

uygulamalar oraların çalışabilir nüfusunun azalmasına ve bir süre sonra kıtlık

yaşanmasına neden oldu. Böylece bir kurtarıcı ve kahraman olarak karşılanan Mısır

ordusu kısa bir sürede kendisinden beklenileni veremeyerek bütün taraftarlarını

kaybetme noktasına geldi.

İbrahim Paşa’nın yaptığı bütün bu uygulamalar nedeniyle bölgede halkın ona

karşı tavrı değişti ve birçok kargaşa ile isyanlar meydana geldi. Bu isyanların ortaya

çıkmasında; bölge halkına karşı vaatlerin tutulmaması, bölge ileri gelenlerine karşı

yapılan uygulamalar, Osmanlı Devleti ve Batılı devletlerin propagandaları, vergilerin

azaltmak bir yana artırılması, bölge halkının zorla silahtan arındırılması ve halkın

mecburi askerliğe zorlanmasının etkisi olmuştur. Bütün bu nedenlerle 1833 yılından

itibaren Suriye ve Lübnan başta olmak üzere işgal edilen bütün yerlerde isyanlar

çıkmaya başladı. Sırasıyla Kudüs ve Nablus isyanları, Safed olayları, Nusayri isyanı,

Lice çarpışmaları ve Dürzî isyanları gibi çatışmalar meydana geldi. Bu savaşları güç de

olsa bastıran İbrahim Paşa pek çok askerini kaybetti. Suriye ve Anadolu’yu halkın

Osmanlı Devleti’ne duyduğu tepkiler nedeniyle kolayca ele geçiren İbrahim Paşa,

yaptığı yanlışlıklar nedeniyle yine aynı hızla bölgeyi boşaltmak zorunda kaldı. Bunun

sonuçları bütün Osmanlı ve Mısır halkını etkiledi. Mısır ordusunun Osmanlı

topraklarında kaldığı yaklaşık 10 yıllık süre her iki taraf içinde birçok sorunlara neden

olmuş ve gelecekteki yıkılışlarına kapı aralamıştır denilebilir.

49

III. 1831- 1839 Arası Osmanlı Devleti’nin Verdiği Tavizler Ve Bunda

Mısır’ın Etkisi

Avrupa devletleri 1830’lu yıllarda iç meseleleriyle uğraştıkları için Osmanlı

Devleti’nde ve Ortadoğu’da statükonun devamını istiyorlardı. Mısır meselesi ortaya

çıktığı zaman bu nedenle önce meseleye müdahil olmak istemediler. Mısır birliklerinin

Kütahya’ya kadar ilerlemesi ve Rusya’nın meseleye müdahale etmesiyle Boğazlar ve

Hindistan yolunun tehlikeye düşeceğini düşünerek, zorunlu olarak çıkarları uğruna

meseleye müdahale ettiler. Mısır meselesinde Fransa hariç diğer devletler Osmanlı

Devleti’nin yanında yer aldılar. II. Mahmud; Kütahya Antlaşması sırasında Adana

konusunda taviz vermesiyle, Mehmed Ali Paşa’nın antlaşmayı kabul etmesi ve Avrupa

devletlerinin baskıyı kaldırdıklarını görünce ikiyüzlülüklerini çok iyi anladı. Böylece

Avrupa devletlerinin gerçek amaçlarının Mısır meselesini çözmek değil, Rusları

boğazlardan uzak tutmak olduğunu gördü. Ayrıca İngiltere ve Fransa bu antlaşma

sürecinde daha ziyade Mehmed Ali Paşa tarafını tutmuşlardı. II. Mahmud, İngiltere ve

Fransa’ya karşı şüphe duymuş ve Rusya’ya yaklaşmıştı. Rusya bu durumdan

faydalanarak hemen Osmanlı Devleti’ne yardım teklif etmiş ve bir ittifak antlaşması

yapmayı önermişti. İki devlet arasında bunun sonucunda Osmanlı Devleti’ni Rus

hegemonyası altına sokan 8 Temmuz 1833 tarihli Hünkâr İskelesi Antlaşması

imzalanmıştır. Bu antlaşma 6 açık ve 1 gizli maddeden oluşuyordu. Özellikle gizli

maddenin ortaya çıkması İngiltere ve Fransa başta olmak üzere Avrupa devletlerini

kızdırdı. Bu gizli madde ile Rusya, savaş durumunda Osmanlı Devleti’nin kendisine

yapacağı yardımdan vazgeçerken buna karşılık Osmanlı Devleti, Rusya’ya bir saldırı

olursa Çanakkale Boğazı’nı kapatmayı kabul ediyordu.

Bu antlaşmayla Osmanlı Devleti Rus yardımını sağlarken, Rusya da bir savaş

durumunda Boğazlar’ın güvenliğini garanti altına almış oluyordu. Bu antlaşmayı duyan

büyük devletler bir taraftan her iki devleti de protesto ederken diğer taraftan da Osmanlı

Devleti’nden imtiyazlar sağlamak için harekete geçtiler. İngiltere ve Fransa

donanmalarını Çanakkale Boğazı önlerine gönderdilerse de Avusturya ve Prusya’nın

Rusya tarafını tutmasıyla daha ileriye gidemediler. Bu tepki Osmanlı Devleti’ni bu iki

devlete de yeni imtiyazlar vererek yanına çekme konusunda düşünmeye itti. Mehmed

Ali Paşa’ya karşı yapılacak bir harekâtta deniz gücü çok önemliydi. Zamanın en büyük

50

deniz kuvvetine sahip olan İngiltere’den yardım istendi. İngiltere bu teklifi bazı ticarî

imtiyazlar karşılığı kabul edebileceğini belirtti. İki devlet arasında yapılan uzun

görüşmeler sonucunda 16 Ağustos 1838’de İngiltere’nin İstanbul büyükelçisi Ponsonbi

ile Mustafa Reşit Paşa arasında Baltalimanı Ticaret Antlaşması imzalandı. Bu

antlaşmayla Osmanlı Devleti, İngiliz tüccarların getirdiği her türlü maldan % 3 gümrük

vergisi almayı kabul etti ve birçok imtiyazlar verdi. Böylece Osmanlı Devleti, Mısır’a

karşı İngiliz yardımını temin etmiş oldu.47

Osmanlı Devleti daha önce tarihinde görmediği bu büyük bunalımı da atlatmayı

başaracaktı. Mısır meselesi sırasında dönemin en kudretli donanması olan İngiliz

donanması önemli faaliyetler gösterdi. İngilizler’i bu kadar yoğun faaliyete iten

nedenlerden birisi de onlara önemli ticari ayrıcalıklar veren 1838 Baltalimanı Ticaret

Antlaşması’dır. Bu antlaşma Osmanlı pazarını adeta İngiltere’ye teslim ediyor, böylece

Osmanlı hükümeti, kapitülasyon düzenine rağmen iktisadi alanda belirli ölçüde devlet

himayesine imkân veren yed-i vahid usulünden vazgeçiyordu. Bu büyük taviz Mısır

kalkınmasının da motoru olan mekanizmayı berhava etmiş oluyordu. Abdülmecid’in

cülusunu müteakip ilan edilen Tanzimat Fermanı da Osmanlı Devleti’ni bütün

Avrupa’ya şirin göstermekte önemli rol oynamıştır.48

Osmanlı Devleti dış destekle Kavalalılar’ın hakkından gelmiş oluyordu ama ne

pahasına? İbrahim Paşa ordusu Kütahya’ya geldiğinde II. Mahmud diğer Avrupa

devletlerinden yardım alamayınca “denize düşen yılana sarılır” ilkesini dile getirerek

Rusya’yı yardıma çağırdı.

Batılı devletlerin Mısır meselesi sürecinde Osmanlı Devleti’ne yardım ederken,

kendi menfaatlerini de gözettikleri inkâr edilemeyecek bir gerçektir. Her devlet

meseleye yaklaşırken önce kendi amaçları doğrultusunda hareket etmiştir.

Devletlerarası ilişkilerde bu durum siyaset felsefecileri tarafından sık sık belirtilen bir

gerçektir. Devletlerin Mısır meselesinin çözümünde kendi menfaatlerini gözettikleri

birçok belgede dile getirilmektedir. Mısır meselesinin çözümü sürecinde İngiltere, Mısır

dışındaki yerlerin Mehmed Ali Paşa’da bırakılmamasını isterken Fransa, sadece

Adana’nın Osmanlı Devleti’ne iadesini, kalan yerlerin ise kayd-ı hayat şartıyla Mehmed

47

Sina Akşin, ”1839’da Osmanlı Ülkesinde İdeolojik Ortam”, Mustafa Reşid Paşa ve Dönemi Semineri,

Ankara, 13- 14 Mart 1985, Ankara, 1994, s. 11- 13. 48

Sina Akşin, A.g.m., s. 11.

51

Ali Paşa yönetimine bırakılmasını istiyordu. Rusya ise fikrini güçlünün yanında

yeralacak şekilde saklıyordu. Avrupalılar’ın her an fikirlerini değiştirebilecekleri ve ne

yapacaklarının belli olmadığı Viyana Sefiri Rıfat Paşa tarafından bir mektubunda şöyle

ifade edilmektedir: “Her dostun mevki ve ahvâli başka ve celb-i menfaat ve def-i

mazarratına dair mütalaa ve politikası başka olmağla bu cihetler ile Düvel-i Müttefika

beyninde Mısır meselesinden dolayı reylerde ihtilaf olunub, Mesela İngiltere Devleti

Suriye’nin alel-umum Mısırlu yedinden nezi süretini iltizam itmekde ise de, Fransa

Devleti tarafından güya yalnız Adana’nın şimdiden tarafı Devlet-i Aliyye’ye teslimiyle

diğer eyaletlerin kayd-ı hayat şartıyla öte tarafta kalması rey olunduğu rivayet

olunmakda… ”49

Mustafa Reşid Paşa, Mısır meselesinin dış destek olmadan Osmanlı Devleti

lehinde çözülmesinin zor olduğunu düşünüyordu. Başta o olmak üzere Tanzimat

dönemi devlet adamlarının çoğu Avrupa devletleri hakkında iyi düşünceler

besliyorlardı. Hatta birçokları için ‘Avrupa medeniyetine ve onun yaşam tarzına

hayrandılar’ tabirini kullanabiliriz. Avrupalı devlet adamları ise genellikle Osmanlı

Devleti’ne menfaatleri doğrultusunda bakmaktaydılar. Yani Osmanlı batıya

duygularıyla bakarken, onlar Osmanlıya mantıkları ve menfaatleri ile bakıyorlardı

diyebiliriz. Matternih, Palmerston vb. birkaç devlet adamı biraz dışarıda tutulabilirse de

diğerleri için yukardaki ifade kullanılabilir. Mısır meselesi ile aynı dönemde

gerçekleşen Yunan meselesi ve Cezayir’in Fransızlar tarafından işgali bunun ispatı için

önemli bir örnektir. Rusya, daha sonra kendisine de çok zararı dokunmasına rağmen

Yunan isyanını ve bağımsızlığını desteklemiştir. Bununla ilgili bir belgede Mısır

meselesinde Avrupa devletlerinin durumu şöyle değerlendirilmektedir: “Fransa

Devleti’nin Cezayir ile uğraşması inde’l-ukela pek de tensib olunmamakda oldığına

binaen Devlet-i muşarun-ileyha Cezayir’i dahi sırasıyla Saltanat-ı Seniyye’ye red

idebilür yollu kelimat ityan ve irad itmelerinden Devlet-i muşarun-ileyhanın şu aralık

Devlet-i Aliyye hakkında olan hüsn-i niyeti bir kat dahi anlaşılmış ve bâhusus Yunan

maslahatında bî-taraf bulunan Nemçe Devleti gibi bir mazbutu’l-usûl devlet dahi bu

maslahata girmeğe niyet eylemiş ve İngiltere Devleti’nin ise Devlet-i Aliyye’nin

kuvvetini iltizama politikaca mecburiyetinden başka, Mehmed Ali hakkında olan nefret-i

kâmilesi dahi bedihiyattan bulunmuş ve bu Tanzimat, Yunan ittifakı misillü Devlet-i

49

Defter1, s. 3- b.

52

Aliyye’nin haberi olmaksızın vuku bulacak mevaddan olmayub her ne yapılacak ise

Saltanat-ı Seniyye’nin re’y ve rızay-ı âlisine müracaatla yapılacağı istidlal

olunmuş…”50

Avrupalı devletlerin Osmanlı’daki temsilcileri, Mısır meselesi sürecinde rasyonel

değerlendirmeler yapmaktadırlar. İngiltere’nin İstanbul Elçisi, Şam Valisi Necib

Paşa’nın bölgedeki uygulamalarını eleştirmekte ve bu yanlış uygulamalar devam ederse

bölgede büyük bir isyan çıkacağını belirtmektedir. Vali’nin bölgede vergi ve giyim

kuşam konusunda birçok yanlışlıklar yaptığını bunun da halkta büyük bir hoşnutsuzluk

oluşturduğunu ifade ederek, Suriye ve Lübnan’da zulüm derecesine varan bu

uygulamalara bir son verilmezse halk isyan edecek diyor. Emir Beşir halkı iyi tanıyan

biridir ondan faydalanmak gerekir, onun görevden alınması birçok karışıklığa neden

olabilir diyerek ona ve dinî azınlık önderlerine iyi davranılmasını istiyor. Şayet Necib

Paşa bu yanlış uygulamalara son vermezse görevden alınmalıdır gibi ifadelerle bir

devletin içişlerine resmen müdahale ediyor. İngiltere’nin bu derece Osmanlı Devleti’nin

içişlerine müdahale etmeye cesaret göstermesinin başlıca nedeni, Mısır meselesidir.

Mısır meslesinin çözümü için Osmanlı Devleti’nin istediği şeyleri yapmasını ona

empoze etme hakkını kendinde görmektedir. İngiliz elçisi bir Osmanlı Valisi ile ilgili

yazısında Osmanlı Devlet’inden şunları istemektedir: “Şam Valisi Necib Paşa hazretleri

Nasara taifesi 4 beldeye bargire râkiben girilmek ve başlarına siyah sarıkdan gayrı

nesne sarılmamak ve uçuk renk libas iltibas itmemek hususlarına dair evâmir-i şedide

neşr ve ilan itmişdir. Muşarun-ileyh hazretleri Gazze’de mütesellim ve ol havali

kazaları olmak üzere şeyh Abdülhadi nam zatı nasb ve tayin itmişdir… Muşarun-ileyh

hazretleri bâlâda mezkûr emirlerin üzerine yürüyecek olursa ihtimal ki, Suriye’de gavga

peyda ola… Necib Paşa gibi hareket idenler taraf-ı Devlet-i Aliyye’den def ve tedib

olunmadıkları takdirde Beriyyetüşam ahalisinin isyanı akreb ihtimaldir.”51

İngilizler’in yaptığı işin aynısını Avusturyalı görevlileri de yapmaktadır. İngiltere

ve Avusturya, Osmanlı Devleti’nin yaşamasını istediklerini belirterek içişleri ile ilgili

birçok konuya müdahale ediyorlardı. Avusturya Elçisi de halkın, yanlış

uygulamalarından dolayı Şam Valisi Necib Paşa’dan hiç memnun olmadığını

belirtiyordu. Bu durum İradât-ı Seniyye Defteri’nde şöyle ifade edilmektedir:

50

Defter1, s. 9- a. 51

Defter4, s. 43- a, b.

53

“Avusturya sefareti tercümanı… Şam-ı şerif valisi Necib Paşa hazretlerinin mahall-i

memuriyetlerine vusûlünden berü zuhura gelen su-i harekâta meyl ve rağbetini ve ahali-

i Şam’ın Paşa-yı muşarun-ileyh hazretlerine nisbetle selefleri Hacı Ali Paşa

hazretlerinden daha ziyade hoşnudca olduklarını... .”52

İngilizlerin bölgedeki bir ajanı olan Ron isminde birisi bölge Valileri’nden

çoğunun açık veya gizli rüşvet aldıklarını belirtiyor. Şam ve Haleb Valileri bu konuda

en ileri gidenlerdir diyor. Hatta rüşvet olarak alınan hayvanların sayısını bile tam olarak

(160) yazıyor. Bunun nedeni Osmanlı Devleti’ni yaşatmak mı yoksa devleti istediği gibi

yönlendirmek mi olduğunu bilmesek de Müttefik devletlerin, Osmanlı Devleti’nin

içişlerine her türlü müdahaleyi yaptıklarını bu yazışmalardan açıkça görebiliyoruz.

İngiliz ajanı Osmanlı Valileri ile ilgili yazısında şunları söylüyordu: “Bu defa gelen

haberlerde Beriyyetüşşam taraflarında muamelat-ı vakıadan dolayı izhar-ı şikâyete dair

150 kadar arzuhal gelüb hülasalarını bundan sonra ifade ideceğini ve Necib Paşa

dairesinde rüşvet almağa başlayub eğerçi Paşa-yı muşarun-ileyh kendüsi açıkdan

almıyor ise de memurları tarafından alınmakda oldığını fakat kendüsi hayvanat olarak

şimdiye kadar 160 re’s almış olduğunu ve Hacı Ali Paşa’nın divan efendisi ve kethüda

ve sair muteberan dairesi bayağı zengin olarak çıkmış olduklarını ve Haleb Valisi Esad

Paşa dairesinde dahi rüşvet alınmakda ve hatta milletlerden dahi para istemekde

olduğunu muma ileyh Mösyö Ron ifade ider.”53

Fransa bazı imtiyazlar sağlamak için Mısır’ı bir şantaj malzemesi olarak kullanma

yoluna gitti. Bu durum Osmanlı Devleti’ni endişeye düşürürken, Fransa kısa süre sonra

aynı imtiyazların kendisine de sağlanacağı vaatleri ile İngiltere ile yapılan antlaşmayı

tanıyan ilk devlet oldu. Nitekim bundan kısa süre sonra 25 Kasım 1838’de Fransa’ya da

10 maddelik bir antlaşma ile benzer imtiyazlar tanındı. Böylece Fransa’nın maddi

olmasa da diplomatik desteği sağlanmaya çalışıldı.

Yunanistan’ın bağımsızlığı ile milliyetçilik, Cezayir’in Fransa tarafından işgali ile

sömürgecilik hareketlerinin Osmanlı Devleti aleyhine geliştiğini gören Avusturya

Başvekili Matternih, sıranın kendilerine geleceğini anlayarak inisiyatif alma gereği

duydu. Matternih Mısır meselesini çözmek için Nizip yenilgisi sonrasında hemen

harekete geçti. Onun öncülüğünde 27 Temmuz 1839 tarihinde Avrupa devletleri

tarafından Mısır’a bir nota verildi. Bu nota daha sonraki birçok çözüm önerisinde

52

Defter4, s. 43- b. 53

Defter4, s. 43- b.

54

dayanak noktası olarak gösterilecektir. Matternih’in bu meseledeki öncülüğü Osmanlı

Devleti ve halkı tarafından hiç unutulmayarak Türk milletinin gerçek dostu olarak

görülmüş ve fikirlerine büyük değer verilmiştir. Bu durum bir defa daha Türk milletinin

kendine desteği olanları hiçbir zaman unutmadığını göstermektedir. Günümüzde

yayınlanan birçok tarih eserlerine baktığımız zaman Matternih’in hâlâ minnetle

anıldığını görürüz.

55

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

NİZİP YENİLGİSİNDEN TANZİMATIN İLANINA MISIR MESELESİ

(1839)

I. Nizip Yenilgisi ve Osmanlı Devleti’ne Yansımaları

Nizip yenilgisi Osmanlı Devleti’nin varlığını çok kritik bir hale getirdi. Büyük

gayretlerle toplanan ve yüklü miktarda masraf edilen Osmanlı ordusunun kendisinden

daha az sayıdaki İbrahim Paşa komutasındaki orduya yenilmesi, halkı ve Osmanlı

yöneticilerini büyük bir ümitsizliğe düşürdü. Bu yenilgi ve daha şayiası İstanbul’a

ulaşmadan II. Mahmud’un vefatı ile donanmanın bizzat komutanı tarafından Mısır’a

götürülmesi halkı gayet karamsar bir duruma düşürdü. Bu karamsar havayı dönemin

birçok tarihçisinde görmek mümkündür. Bu yenilginin yansımalarını Ahmed Lütfi

Efendi tarihinde şöyle ifade etmektedir: “Sultan Mahmud Han’ın vefatı ve onu

müteakiben Orduy-ı hümayunun mağlubiyeti ve donanmay-ı hümayun’un Mısır’a

dehaleti misillü yekdiğerini vely eden vakıat-ı cesime-i muzırra, heyet-i vükelay-ı

mevcudeye iras-ı dehşet olmasından nâşi her nasıl olursa olsun tek Mehmed Ali Paşa

ile uzlaşılarak şu gaile bertaraf edilsin mülahaza-ı sathiyyesi ile Mehmed Ali Paşa’nın

kâffe-i müsted’iyyatına izhar-ı müsaade buyurulmasına karar verilerek…”54

Nizip savaşının gelişimi ve yenilgiyle sonuçlanması, dönemin birçok tarihçisi

tarafından kısa ve gayet özlü bir biçimde anlatılmıştır. Osmanlı ordusunda komutanlara

danışmanlık yapmak üzere dönemin en gözde ordusu olan Prusya ordusundan Alman

subaylar görevlendirilmişti, fakat bunların tavsiyeleri pek dikkate alınmıyordu. Prusyalı

ünlü Mareşal Moltke, o zaman daha Yüzbaşı rütbesindeyken Osmanlı Devleti

hizmetinde ve Hafız Paşa komutasındaki orduda görevliydi. Moltke’nin düşüncesi, Türk

ordusu Fırat nehrinin öteki yakasına geçmeyip, yalnız güç ve görkem gösterisinde

bulunursa, böyle bir davranışla yetinilirse, kısa bir süre içinde Mısır askerlerinin

kendiliğinden dağılacağı merkezinde idi. Ancak, Sultan II. Mahmud hemen savaşa

başlanması konusunda komutanı sıkıştırıp acele ettirdiğinden Von Moltke’nin

öğütlerine uyulmadı. Sultan Mahmud, savaşa tutuşulması için çok acele ediyordu. Öyle

54

Ahmed Lütfi, A.g.e., s. 1019.

56

ki, Sultan’ın yakınlarından Mehmed Ali Bey, Padişah’ın bu konudaki buyruğunu yerine

getirmek için ordu karargâhına yollandı. Bunun üzerine 1255 yılı Rebiulevvel ayında

(M. 1839 Mayıs-Haziran) Hafız Paşa, Türk ordusunu alıp Fırat nehrinin karşı kıyısına

geçti. Halep yakınlarındaki Nizip adlı yerde Mısır birlikleri ile savaşa tutuştu. Yerinde

ve iyi tedbirler alınmaması yüzünden Osmanlı ordusu bu kez de yenilip bozguna

uğradı.55

Osmanlı Devleti, Nizip yenilgisi sonrasında Avrupa devletlerinden duruma bir

çözüm getirmelerini istedi. Bu meselenin savaş ile halledilmesinin zor olduğunu görerek

yoğun diplomatik faaliyetlere girişti. Başta Avusturya ve İngiltere olmak üzere Avrupa

devletleri girişimlerini yoğunlaştırdı. Nizip yenilgisi üzerine Osmanlı Devleti’nin

diplomatik alanda yaptığı girişimler İradât-ı Seniyye Defteri’nde şöyle anlatılır: “Düvel-

i hamse taraflarına arz ve beyanından maksat ve aslı dahi şayed yine tamahkârlık

idüğine bir gûne tereddüt idecek olur ise Düvel-i muşarun- ileyhim her dürlü cebr ve

ibram ile iskat ve irzasına himmet itmelerini taleb ve iltimasdan ibarettir. Ve onlar dahi

ol vechile sa’y ve himmet idüb de hiçbir nesneye hüküm olunmaz ise ol vakit kabahat

büsbütün kendi üzerine kalacağı ve yeniden muharebe kapusunun açılmasına sebeb- i

mustakil olacağı ve artık bu babda Saltanat-ı Seniyye’ye bir şey denilemiyeceği itiraf

olunmak gerekdir...”56

Nizip savaşını bütün boyutları ile en güzel şekilde anlatan belki de Prusyalı ünlü

Mareşal Helmuth Von Moltke’dir. Kendisi o dönemde Osmanlı ordusunda

görevlendirilen genç Prusyalı subaylardan birisidir. Padişah tarafından ordu komutanı

Hafız Paşa’ya müşavir olarak görevlendirilmiştir. Onun düşüncesine göre, iki ordunun

sayısı birbirine yakındır. Yenilginin başlıca sebebi başkomutanın subaylardan ziyade

bazı mollaların tavsiyelerine kulak vermesidir. Avrupa devletleri iki tarafın da maddi

manevi gücünün biraz daha kırılmasını istemelerinden dolayı, duruma müdahaleyi

ağırdan almışlardır. Burada Nizip yenilgisini ana hatlarıyla onun hatıralarından kısaca

anlatmakta fayda var. Moltke anılarında Nizip savaşını şöyle anlatmaktadır: “20 Mayıs

1839; Süvarimiz tekmil, şimdi 8 alayımız var. Bunlara Muş’tan 1500 atlı iltihak edecek;

ordugâhta 53 tabur piyade var. Yine birçok askeri bilhassa kaçmak yüzünden

kaybettiğimizi söylemeye bile lüzum yok. Hakiki kuvvetin 25 ila 28 bin piyade 5000 atlı

ve 100 top olduğunu tahmin ediyorum. Eğer 35000 kişiyi harbe sokabilirsek

55

Mustafa Nuri Paşa, A.g.e., s. 275. 56

Defter1, s. 6- b.

57

sevineceğim. Fakat bu miktarın İbrahim Paşa’nın muntazam asker olarak bize karşı

sürebileceklerinin hepsinden daha fazla olması çok muhtemel… Biz nispeten çok büyük

sayıda gayr-ı muntazam kuvvetler bekliyoruz… Kıtalara çift maaş verildi, para avuç

dolusu dağıtılıyor… Paşa efendimiz bir mollalar divanı kurdu ve feriklerden daha ileri

geliyorlar. Paşa’ya dün yanlış anlaşılmaması için tercüman vasıtasıyla harfi harfine

şunları söyledim ”Mollalar sana harbin haklı olup olmadığını söyleyebilirler, fakat

bunun akıllıca olup olmadığını yalnız sen takdir edebilirsin. Bütün şeref ve sorumluluk

sana aittir ve başka hiç kimseden tavsiye beklememelisin” ama onun işitmek istediği şey

bu değildi. Paşa’da iman değil güven eksik… Mamafih hemen başlayabilmek için

tamamen hazır olmadan kesinlikle harp ilan etmememiz lazım olduğunu tasdik etti… Bu

ânın en önemli meseleleriyle meşgul olan Avrupa diplomasisi, çözülmesi imkânsız

görünen Şark meselesini Kütahya sulhundan beri uzak bir istikbale attığı için

memnundu. 7 senede burada en azından 50 bin asker toplanmış ve gömülmüştür.

Karşılığında bir şey kazanılmadan 100 milyon sarf edilmiş ve bütün vilayetlerin

mahsulü tüketilmişti. Ama eninde sonunda, ya Avrupa devletlerinin ara bulmak için

teşebbüs girişmelerinden veya işin savaşla bitirilmesinden başka çare yoktur. Birincisi

olmadı bu yüzden ikincisinin olması gecikmedi”57

Muhakkak ki Sultan Mahmud, gururunu inciten ve moralini bozan bu ezici

duruma savaşla son vermeyi kararlaştırmıştı. Ordunun ikmali için hiçbir fedakârlıktan

kaçınılmadı ve komutanın istediği her şey yerine getirildi. Hükümet, Küçük Asya’da 3

askeri kuvvet bulunduruyordu ki bunların toplamı 70 bin kişiydi. Bu kuvvetlerin

yarısından çoğu yeni toplanmış askerler arasından seçilmiş ve kendilerine biraz savaş

usulleri öğretilmiş redifler ve iltimasla seçilmiş subaylardı. Nizamiye kıtalarının yarısını

da yeni askerler teşkil etmekteydi. Askerlerin maaşı iyi, elbisesi mükemmel, yiyeceği

bol ve kendilerine tatlılıkla muamele ediliyordu. Fakat hemen hemen hiçbir asker iki

seneden fazla dayanamıyordu. Ölüyor veya kaçıyordu. Ordunun üçte ikisinin bu haline

ilave olarak muktedir subayların yokluğunu da belirtmek gerekir. Bu sebeple böyle

askerlerle hiçbir savaşın yapılamayacağı ve kazanılamayacağını kabul etmek lazım.

İbrahim Paşa ordusu için de, ancak Osmanlı ordusu ile mukayese edildiği zaman

daha iyidir denilebilirdi. Bu ordu da önceki yıl Dürzîlerle savaşta korkunç zayiat vermiş,

İbrahim Paşa savaş için bütün Suriye’de ne varsa hepsini sonuna kadar toplamış, Bütün

57

Helmuth Von Moltke, Türkiye Mektupları, s. 292- 300.

58

bunlara karşı ordusu sadece Hafız Paşa’nın ordusundan 10 bin fazla sayıya

ulaşabilmişti. Eğer Osmanlı orduları birleşebilmiş olsaydı, sayıları İbrahim Paşa’nın

ordusunun iki katı olacaktı. Bütün şartlar Osmanlı Devleti lehine olmasına rağmen

birbirlerini kıskanan 4 kumandan nedeniyle Osmanlı ordusu yenilgiye uğradı. Bütün

savaşta Osmanlı ordusunun kaybı sadece 1000 civarındadır. Avrupa devletleri duruma

müdahale etmek için iki ordunun birbirini kırmasını beklemişlerdir. Böylece her iki

taraf üzerinde de menfaatlerini gerçekleştirme imkânı bulmuşlardır. Osmanlı ve Mısır

ordusunun acıklı durumunu ve Avrupa devletlerinin buna kolayca son vermesini

hatıralarında Moltke şöyle anlatır: “Eğer diplomatik teşebbüsler felaket olup bittikten

sonra bu sihri temin edebilecektiyse, bunu engellemek için teşebbüse geçmeyişleri esef

edilecek bir şey. Aslında buradaki durumun içyüzü hakkında Avrupa’da hiçbir şey

bilinmediğine kaniim. Mehmed Ali ile Babıâli kuvvetlerinin denk gelişi yüzünden,

görünüşte hareketsizlik hissini veren bir hâle gelmiş iki pehlivana benzemekteydiler...

“58

Nizip yenilgisi üzerine Avrupa devletleri girişimlerde bulunarak her iki tarafdan

da kendilerinden izinsiz harekete geçmemelerini istediler. Özellikle Avusturya ve

İngiltere bu konuda daha fazla öne çıktılar. Osmanlı Devleti’nin bu süreçte istedikleri

bazı düzenlemeleri yapması için gizli veya açık baskı yaptılar. Bu düzenlemelerin

barışın gerçekleşebilmesi için bir ön şart olduğu düşünülebilir. Nizip yenilgisinden

Londra Antlaşmasının imzalanmasına kadar geçen bir yıllık sürede Tanzimat’ın ilan

edilmesi bu durumu göstermektedir. Bu süreçteki durum İradât-ı Seniyyi Defteri’nde

şöyle ifade edilir: “Saltanat-ı Seniyye ile Mısır Valisi meyanında vaki olan münazaat-ı

politikıyyenin tesviyesi zımnında Vali-i muşarun-ileyh ile bazı Tanzimat (?)

müzakeresine ibtidar itmek hususuna Devlet-i Aliyye’yi terğib ve teşvike sarf-ı sa’y ve

ikdam olunmuş olub hatta Devlet-i Aliyye ol vechile hareket itmek maruzunda virilen

pend ü nasihatı sem-i kabul ile istima itmişdir…”59

Osmanlı Devleti’nin Nizip savaşında yenilgiye uğramasının Mısır’a fazla bir şey

kazandırmayacağı Avrupa devletleri tarafından sık sık dile getirilmekteydi. Mısır’ın bir

muharebe kazandığı fakat kendisine birçok düşman edindiği belirtiliyordu. Böylece

büyük Avrupa devletleri bölgede statükonun değişmesine izin vermeyeceklerini

58

Helmuth Von Moltke, A.g.e., s. 301- 314. 59

Defter1, s. 17- a, b.

59

vurgulamak istiyorlardı. İki tarafın denge durumunda kalması Avrupa devletlerinin

istediği durumdu. Onlara göre Mısır her ne kadar Osmanlı Devleti içlerine kadar

ilerlemişse de bu durum geçicidir. Osmanlı Devleti’nin devletler arasındaki durumu

kalıcıdır, Mısır’ın ise şu anda böyle bir pozisyonu yoktur. Bundan dolayı durum eninde

sonunda normale dönecektir. Matternih ile Viyana sefiri Rıfat Paşa arasında geçen bir

mükâlemede bu durum şöyle dile getirilmektedir: “Şimdi cay-ı nazar iki tarafın

kuvvetinin muvazenesidir. Her ne kadar Mısırlu tarafı zahiren suret-i galebede olmuş

ise de, manevi olarak Devlet-i Aliyye kuvvetini zayi itmemişdir. Çünkü Devlet-i

Aliyye’nin kuvveti ebedi ve zâti, Mehmed Ali Paşa’nın kuvveti kendi zatıyla kaim

suretinde ârız ve fanidir.”60

Nizip yenilgisinin en önemli sonuçları hastalık, karışıklık ve gıda sıkıntısı

olmuştu. Bu nedenle ordugâhın başka bir yere taşınmasının uygun olacağı dile

getirilmiştir. Ordu merkezinin taşınmasında çevrede zararlı unsurlarının bulunmaması

ve diğer ihtiyaçların kolayca temin edilebilmesi etkili olmuştur. Nitekim askerlerin

Siverek’ten kaldırılarak Urfa’ya yerleştirilmelerinin uygun olacağı İradât-ı Seniyye

Defteri’nde Şam Valisi Selim Paşa’nın dilinden şöyle ifade edilmektedir: ”… Etrafta

olan Ekrad şımarub Ergani madeni hususatına sekte îras eylediğini ve ol havalide

zahirenin kılleti cihetiyle Siverek’e bir mikdar Süvari irsali tasmim-kerde-i âlileri

olmağın Siverek’deki askerin iadeleri ifadesini müş’ir bir kıta lütufname-i müşîrâneleri

reside-i dest-i terkim olmuş...”61

Nizip savaşından sonra Osmanlı Devleti’nin değişik eyaletlerinden gelen askerler

aç, hasta ve perişan bir halde bölgeye dağıldı. Bu durumu düzeltmek için Selim Paşa

daha önce de belirttiğimiz gibi merkeze bir yazı yazdı. Bu yazıda, bölgede dolaşan

birçok yabancının halkın arasını bozmaya çalıştığını belirterek, buna karşı dikkatli

olunması gerektiğine dikkat çekti. Selim Paşa’nın istekleri ile ilgili yazılan cevabi

yazıda, birlikten ayrılmadan Türk, Kürd ve diğer halkın hep birlikte hareket etmesi

istenmekteydi. Bu yazıda şunlar dile getiriliyordu: “Cümlemiz zıllullahi fi’l-âlem olan

padişah-ı âlempenah efendimizin kulu ve kölesi ve Asitan-ı Kürdin… Abdullah Ağa ve

beri Ağazâdelere olan tenbihat-ı atüfileri bad-ı mahzûziyyet olmuş idüği… ”62

60

Defter1, s. 40- a. 61

Defter1, s. 45. 62

Defter1,s. 46.

60

Osmanlı Devleti, bütün zorluklarına ve durumun karışıklığına rağmen kesinlikle

halka zulmedilmemesini istiyordu. Özellikle halktan temin edilen her türlü mal ve

hayvanın ücretinin hemen ödenmesini, bölgedeki görevlilere sıkı bir şekilde tembih

ediyordu. Fakat savaş sonrasında bölgedeki durum fazlasıyla karışmış ve zora girmişti.

Malzemelerin taşınması için gerekli olan hayvanların temininde ve onlara yiyecek

bulunmasında büyük sıkıntılar çekilmekteydi. Bölgeden sağlanamayan ihtiyaçlar başka

yerlerden getirilmeye çalışılıyor fakat bu da çok güç ve masraflı oluyordu. Bu durumu

bölgedeki valiler’den birisi olan Ferhad Paşa şöyle ifade etmektedir: “… İcab iden

bahasıyla ve ağırsa şâîrin hayvanlarınıza tahmilen bir gün evvelce bu tarafa

yetişdirilmesi… Bu cihetle mezkûr alaylar ile asker göndermeğe ahali-i fukaraların

veballerini boynunuza almayarak hemen irade-i hazreti dâveri rızasında bulunarak

cümleten ittifak ve ittihada riayet iderek, asker ve leşker göndermeğe hacet koymayarak

icab ider bahası bu tarafa virilmek …”63

Bölgeden gelen bütün haberler Nizip yenilgisi sonrasında durumun çok karışık

olduğunu göstermektedir. Nizip savaşı sonrasında müttefik devletlerce verilen nota ile

her iki taraftan da kendilerine danışmadan bir harekette bulunmamaları istenmişti. Buna

rağmen Mısırlılar durmadan harekette bulunarak Osmanlı Devleti’ni tahrik

etmektedirler. Birçok şehirde haksız yere erzak ve yiyecek toplamaktadırlar. Halk,

Mısırlılar’ın baskısı nedeniyle perişan bir durumdadır. Bölgedeki kötü hava şartları ve

gıdasızlık yüzünden birçok asker hayatını kaybetmektedir. Sınır kamşusu İran ise her

zaman olduğu gibi bu kargaşadan yararlanarak Osmanlı topraklarına tecavüz etme ve

bölgeyi dinî duyguları istismar ederek kontrol altına alma peşindedir. Durum mübarek

topraklarda da aynen belirtildiği gibidir. Bütün bu durumu Bağdat Valisi Ali Rıza Paşa

gönderdiği yazısında şöyle ifade etmektedir: “… Mısırlu takımının durmayarak

sarkıntılık itmekde ve Mısırlu bir mikdar asâkir ve araban ile Habur taraflarına gelerek

Mardin havalisine ihale-i dest eylemekde ve bundan başka Necd tarafında bulunan

Hurşid Paşa Basra’ya gönderilmiş olan asker Basra’nın vehamet-i havası cihetiyle

peyderpay vefat itmekde ve yeni başdan tekrar tekrar asker sevkine mecbur

olunmakda… Malum-ı âlileri olduğu üzere bu İran Devleti zabıta ve rabıtaya riayetsiz

bir kavim olduklarından…”64

63

Defter1,s. 46. 64

Defter1, s. 53- b, 54- a, b.

61

Nizip yenilgisinden sonra Anadolu başta olmak üzere Osmanlı topraklarında

düzen iyice bozulmuştu. Mısır birlikleri Anadolu ve diğer Osmanlı topraklarından asker

yazmak için bütün yolları deniyordu. Bölgede tanıdıkları bütün ileri gelenlere mektuplar

yazılarak, asker kaçkınlarından isteyenlerin Mısır ordusuna katılabileceği, bunların

orduya katılmak üzere yola çıktıkları andan itibaren maaşlarının başlayacağı vb.

vaadlerde bulunuluyordu. Bütün bunlara karşı Nizip savaşından sonra Avrupa devletleri

tarafından verilen ve kendilerinden habersiz harekete geçilmemesini isteyen notadan

dolayı bazı savunma tedbirlerinin dışında bir şey yapılamıyordu. Bazı ajanlar vasıtasıyla

halk Osmanlı yönetimine karşı kışkırtılmaya çalışılıyordu. Birçok bölge Valisi bu

durumdan şakayetçiydi. Konya Valisi Hacı Ali Paşa, bu mektupların nereden geldiğinin

bilinmediğini belirterek şikâyetçi olduğu bir yazısında, bu konuyla ilgili şunları dile

getirmektedir: “Dört beş mahdan berü Arabistan havalisi ve Edirne taraflarında

peyderpey başıbozuk askeri tahrir olunmakda ve ortada olan sergerdeler tarafından

civarlarında ve bu havalide ve bazı Türkmen içlerinde bildikleri sergerdelere, çıkdığınız

günden mahiyeniz işlemek şartıyla bulabildiğiniz kadar başıbozuk askerini bilistishab

getürin yollu ber-vechi hafi kağıdlar gelmekde olduğı rivayet kılınmış… ”65

65

Defter2, s. 9- a.

62

II. II. Mahmud’un Ölümü ve Abdülmecid’in Tahta Çıkışı

II. Mahmud’un saltanatı sırasındaki olaylar, yabancıların değişime yönelik etki ve

teşviklerini de harekete geçirdi. Avrupa’nın askerî yönden Osmanlı Devleti’ne

üstünlüğü birçok kez ortaya çıkmıştı. 1832- 1833 yıllarındaki İstanbul’u dahi tehdit

eden Mısır saldırısı, Rusya’nın yardımı olmasaydı zor savuşturulurdu. Mısırlılar

başarıya bu kadar yaklaşmalarını, ordularını özellikle Fransa’nın yardımı ile modern

usullerde yetiştirme ve donatmalarına borçluydular. Rusya’nın yardımı ile Mısır

ilerlemesi bir süreliğine durdurulsa da Suriye ve Kilikya bölgesi Mısırlılar’ın elinde

kalmaya devam etti. Mısır saldırısı karşısında II. Mahmud önce İngiltere’ye

başvurduysa da bu devlet başka önemli meselelerle uğraştığı için yardım edecek

durumda değildi. Daha sonra hatasını anlayan İngiltere, Palmerston vasıtası ile Osmanlı

Devleti’ni çağa uygun siyasî, ekonomik ve askerî reformlar yapması için sürekli teşvik

etti ve cesaretlendirdi. Osmanlı Devleti’nde bir dönüm noktası olan 1826 yılındaki

Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasında İngiltere’nin bu teşvik ve desteğinin büyük etkisi

olduğu düşünülmektedir. Özellikle Sultan Osman’ın öldürülmesi ile tepki çeken bu

ocağa şimdiye kadar bir operasyon yapılamamasının nedeni, dâhilî ve haricî şartların

uygun olmamasıydı. İngiltere’nin İstanbul Büyükelçisi Ponsonbi’ye, askerî, idarî ve

malî yenilikler konusunda Padişahı teşvik ve etkileme görevi verildi. Bu amaçla

İngilizler ticarî ortaklık diyebileceğimiz 1838 Baltalimanı Ticaret Antlaşması’nı da

devreye soktular.

Dış ve iç nedenlerden dolayı II. Mahmud hızla reformlara girişti. Sultan, iç

isyanlar nedeniyle konumunu güçlendirmek zorundaydı. Bu sebeple geleneksel devlet

kurumlarından bazılarını kaldırdı ve yerine merkezi otoriteyi güçlendirecek yenilerini

kurdu. Teşkilat ve çalışanları açısından izafî olarak batılı ve modern diyebileceğimiz bir

bürokrasi oluşturmaya çalıştı. Her ne kadar kendisi Avrupa’yı hiç görmemiş ve hiçbir

Avrupa dilini bilmemekte ise de Avrupaî bir modernleşmeyi tercih etti. İçinde

bulunduğu şartlar nedeniyle seçebileceği başka bir yolun olup olmadığı tartışılabilir.

Bunda, daha sonra Tanzimat’ı ilan edecek Avrupa’yı tanıyan kimselerin çevresini

sarmasının da etkisi olduğunu unutmamak gerekir. II. Mahmud giriştiği bu

modernleşme çalışmalarını bitiremeden öldü ve yerine oğlu Abdülmecid, Osmanlı-Mısır

savaşının Osmanlı İmparatorluğu’nun bütünlüğünü tekrar tehdit ettiği çok kritik bir

63

dönemde tahta çıktı. Sultan Mahmud, Mısır olayları ile o kadar ilgilenmiş, uğranılan

yenilgiler onu o derece üzmüştü ki, uyku uyuyamaz olmuş, bu olayların üzüntüsünü ve

acısını unutmak için içkiye iyice düşmüş, bu yüzden de sağlığı son derece bozulmuştu.

Havası ve sakinliği kendisini dinlendirir diye onu Çamlıca semtinde bulunan kız kardeşi

Esma Sultan’ın bağına götürdüler. Son Mısır çatışmasında uğranılan bozgun haberi

gelmeden 19 Rebiulahir 1255 (2 Temmuz 1839) tarihinde 55 yaşında ve saltanatının 31.

yılında öldü. Kendisinin sağlığında yaptığı vasiyet üzerine Divan Yolu’nda bulunan

Esma Sultan Sarayı arsasına gömüldü. Daha sonra bu mezar üzerine büyük ve güzel bir

türbe yapıldı. Burası daha sonra birçok Tanzimatçı’nın son istirahatgâhı oldu.66

Bazıları onun Nizip yenilgisinin kahrından öldüğünü söyleseler de, o günün

ulaşım ve haberleşme imkânları ile Nizip’ten İstanbul’a haber gelmesinin en az 15 gün

sürdüğünü biliyoruz. Bizce ölümünde savaşlarda alınan sürekli yenilgilerin etkisi olsa

da, Nizip yenilgisinin tesiri bulunmamaktadır. Çünkü Nizip yenilgisi 24 Haziran

1839’da, II. Mahmud’un ölümü ise 2 Temmuz 1839’da olmuştur. Yani Nizip savaşı ile

II. Mahmud’un ölümü arasında sadece 8- 9 gün fark vardır. Bu kısa sürede yenilgi

haberinin İstanbul’a ulaşması dönemin iletişim imkânları ile mümkün değildir.67

II. Mahmud’un ölümü üzerine daha önce de belirttiğimiz gibi tahta oğlu

Abdülmecid çıkmıştır. II. Sultan Mahmud Han’ın büyük oğlu Şehzade Abdülmecid

Han, babasının ölümü üzerine 3 Temmuz 1839 günü Osmanlı tahtına oturdu.

Sadrazamlığa Hüsrev Paşa, Meclis-i Vâlâ başkanlığına Rauf Paşa, Seraskerliğe Halil

Paşa, Ticaret Nazırlığına Sait Paşa atandı. Ertesi gün, Nizip’te ordumuzun Mısır

birliklerine yenildiği bildirildi. Beş on gün sonra da Kapdan-ı Derya Fevzi Ahmed

Paşa’nın Osmanlı donanmasını İskenderiye limanına götürüp Mehmed Ali Paşa’ya

teslim ettiği şeklindeki acaip haber geldi. Bu haber acaipti çünkü bu Ahmed Fevzi Paşa,

Sultan Mahmud Han’ın çok inandığı ve güvendiği bir kişi idi.68

Birinci Abdülmecid 16 yaşını 2 ay 6 gün geçe cülus etti. Annesi Bezm-i Âlem

Valide Sultan’dır. Birinci Abdülmecid ağabeyi Sultan Abdülhamid’in ölümü üzerine 2

yaşında veliahd olmuştu. Hem Doğu hemde Batı kültürü ile yetiştirilmiş ünlü Tanzimat

hükümdarıdır. İşlek Fransızca öğrenen ilk Osmanoğlu’dur. Sülüs, celi, rika’dan icazetli

hattat’tır. Batı musikisine vâkıf piyanisttir. Türk musikisi öğrenmeyen ilk hükümdardır.

66

Mustafa Nuri Paşa, A.g.e., s. 275. 67

Nesimi Yazıcı, Tanzimat Devri Osmanlı Posta Teşkilatı, Ankara, 1981, s. 17- 52. 68

Mustafa Nuri Paşa, A.g.e., s. 276.

64

Mevlevi ve ince marangozdur… Babasının sert otoritesinden mahrumdu. Asrının

Avrupa tipi hükümdarlarının en seçkinlerinden birisiydi. Devleti babası gibi şahsen

yönetmedi, babası tarafından yetiştirilen bürokrasi takımına devretti. Bu tutum dünyanın

gidişatını iyi kavradığını göstermektedir. Zaten Tanzimat böyle bir yönetim tarzı

gerektiriyordu.69

Dönemi bizzat yaşayan Prusyalı subay Moltke gördüklerini gayet etkili bir dille

anlatmıştır. Her iki Padişah arasında dikkat çekici karşılaştırmalar yapmıştır.

Abdülmecid’in babasından daha suskun ve asık yüzlü olduğunu ifade etmeketedir.

Moltke anılarında tahtın el değiştirmesinden ve Padişahların dikkat çekici yönlerinden

şöyle bahsetmektedir: “ Padişah bizi iltifatla kabul etti, hediyeler verdi ve gitmemize

müsaade etti. Sultanla 6 Eylül’de Beylerbeyi sarayında görüştük. Görünüşü bana

müteveffa Sultanı çok hatırlattı. Abdülmecid yakışıklı bir delikanlıdır ancak 17 yaşında

olmasına rağmen zarif biraz da solgun çehresini muhteşem bir siyah sakal süslüyor.

Hastalıktan ziyade naif vücutlu birisi gibi görünmekde. Fakat bana babasından daha

sükutî ve daha asık yüzlü göründü”.70

Alemdar Mustafa Paşa’nın, Rumeli’den İstanbul’a yürüyüşüyle tahta çıkan II.

Mahmud, bir başka Rumeli kökenli Paşa’nın ordusu Suriye ve Anadolu üzerinden

İstanbul’a yürüdüğünde saltanat ve hayatını tamamlamıştı. 1808-1839 yılları arasında

devletine mutlakıyetçi modernleşmenin yolunu açmıştı.71

II. Mahmud’un devleti merkezileştirme çalışmaları eyaletlerde huzursuzluklara

neden olmuş ve 1826 tarihinde Yeniçeri ocağının kaldırılması nedeniyle azalan merkezi

otoritenin de etkisiyle arka arkaya isyanlar başlamıştı. Sultan Mahmud’un saltanat devri,

Fransız ihtilalinin ortaya çıkardığı Milliyetçilik akımlarının da etkisiyle, yüzyıllardan

beri Türk hâkimiyeti altında huzur içinde yaşayan çeşitli milletlerin ve inançların

benliklerini arayışlarına rastlar. Bu dönemde Sırbistan’da, Eflak ve Boğdan’da, Mora’da

halk silaha sarıldılar. Vahhabiler baş kaldırdı, Ruslar kuzey sınırlarını tazyik etti.

Rumeli, Vidin, Bağdat, Trabzon, Akka, Şam, Halep, Lazkiye ve Yanya Paşaları birbiri

ardına isyan bayrağını çekti. İstanbul’da sürekli Yeniçeri isyanları görülüyordu. Bunun

sonucunda saltanatının 18. yılında (1826) mevcut devlet teşkilatıyla memleketi idare

edemeyeceğine ve bu durumu kökten değiştirmek için hayatını ortaya koyması

69

Yılmaz Öztuna, Osmanlı Devleti Tarihi, Siyasi Tarihi1, İstanbul, 2004, s. 465- 466. 70

H. V. Moltke, A.g.e., s. 318. 71

İ. Ortaylı, A.g.e., s. 54.

65

gerektiğine candan inandı. Yapacağı değişikliklerde Batı’nın mutlu ve müreffeh

toplumlarını örnek aldı. Osmanlı toplumunu kökten değiştirmek için, daha önce hiç

görülmemiş oranda reformlara girişti. Fakat otoritesini destekleyecek güçlü bir ordudan

mahrum olduğu için başarılı olamadı.72

II. Mahmud, Batı devletlerini derinlemesine incelemiş ve Osmanlı Devleti’nde

sömürgeci amacı olmayan bir devletle işbirliği içinde devleti modernleştirmek

istemiştir. Sonunda Avrupa’da askerî bir üne sahip Prusya’da karar kılmıştır. 1833-1839

yılları arasında çeşitli Prusyalı heyetler Osmanlı Devleti’ne danışmanlık yaptılar,

saygınlık kazandılar. Bunlardan en ünlüsü kendisi de bir Prusyalı subay olan

Moltke’dir. Prusyalılar başta olmak üzere Avrupa’dan getirilen bu uzman ve

danışmanlar fazla başarılı olamadılar. Çünkü Osmanlılar hayran olup saygı duydukları

kâfirlerin önerilerini kabul etmek istemiyorlardı.73

Peşpeşe gelişen; Padişahın ölmesi,

Nizip yenilgisinin duyulması ve Ahmed Fevzi Paşa’nın donanmayı Mısır’a teslim

etmesi Osmanlı yönetimini şoka soktu. Duruma müdahale eden Düvel-i Muazzama 27

Temmuz 1839’da verdikleri ortak nota ile Mısır meselesinde kendilerine danışılmadan

harekete geçilmemesini istediler. Çünkü Nizip’te gerçekleşen Osmanlı ordusunun ağır

yenilgisi dengelerin değişmesine neden olabilirdi.

II. Mahmud’un ölümü üzerine tahta oğlu geçince Mısır meselesinde, Mısır’ın

durum değişikliğine gideceği bütün taraflarca düşünülmüştür. II. Mahmud’un ölümü ile

tahta geçen oğlu Abdülmecid, Mehmed Ali Paşa’nın hırsları ile babasını çok kızdırdığı

için devlete büyük zararlar veren kötü şeyler olduğunu belirterek, buna bir son vermek

istediğini belirtmekteydi. Böylece milletin unutulmasına ve zarar görmesine neden olan

savaş tedbirleri sona erecektir. Abdülmecid, halkın rahat ve huzuru için geçmişte

olanları unutmaya hazır olduğunu, Mısır’ın yönetimini veraseten Mehmed Ali Paşa’ya

bırakacağını, şayet isterese İstanbul’a gelip ayağına yüz sürmesine izin vereceğini de

ifade ediyordu. Bunu İstanbul’daki yabancı elçilerin huzurunda bildiriyor ve onlar da bu

durumu devletlerine ve İskenderiye’de bulunan elçiliklerine bildireceklerini ifade

ediyorlardı. Abdülmecid, Mısır meselesini Mehmed Ali Paşa’yı affederek barış içinde

çözerse ülkesinde birçok meselenin kendiliğinden çözüleceğine inanıyordu. Bunu

yapmak için birçok tavizler vermeye hazırdı. Belki de kendisinin gençliğinin verdiği

72

H. V. Moltke, A.g.e., s. 321. 73

Stanford Shaw, Ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, Çev. Mehmet

Harmancı, İstanbul, 2006, c. 2, s. 75- 76.

66

tecrübesizlik ve çevresinin yaptığı bazı yanlış yönlendirmeler, Mehmed Ali Paşa’nın da

Fransa’ya çok güvenmesinden dolayı, bu hedefine ulaşamamıştı. Bu durum koca devleti

bir Valisinin isyanını bastırmak için almak zorunda kaldığı tedbirler ve borçlar

nedeniyle yıkılış sürecine sokmuştu. Bu konuda İradât-ı Seniyye Defteri’nde

Abdülmecid’in ifadesiyle şöyle denilmektedir:“Ezcümle Mehmet Ali Paşa, pederim

merhum muşarun-ileyhin iğrar-ı hatalarını muceb bazı halâta teşebbüs itmiş

olduğundan şimdiye kadar hayli şeyler vuku bulmuş ve bu esnada dahi Vali-i muşarun-

ileyh icra-yı muharebe olunmak üzere tedarikata teşebbüs olunmuş ise de asayiş-i hal-i

mülk ve milleti mücerred nisyan mensiyya hükmüne konularak Vali-i muşarun-ileyh

hakkında afv u safh-ı Şahânem erzan...”74

II. Mahmud öldüğü dönemde başta Mısır meselesi olmak üzere önemli

problemlerle uğraşan Osmanlı Devleti ekonomik olarak zor durumdaydı. Ekonomiyi

biraz rahatlatmak için birçok tedbirlere başvurulurken, Avrupa’daki diplomatik görevli

sayısının ve maaşının azaltılmasına da karar verilmişti. Bu kararın II. Mahmud’un

ölümünden hemen sonra uygulamaya konulmasının bazı sakıncaları görüldüğü için bir

süre ertelenmişti. Abdülmecid’in tahta geçişinin duyurulması ve Mısır meselesi ile ilgili

yoğun diplomatik faaliyetlere girişilmesi Avrupa’daki dil bilen görevlilerin önemini

artırdı. Bundan dolayı buradaki görevlilerin yukarıdaki iki konu ile ilgili görevlerini

tamamladıktan sonra İstanbul’a dönmelerinin daha doğru olacağına karar verildi. Hatta

elçi, maslahatgüzar ve tercüman dışında kalan yazıcıların tasarruf için görevlerine son

verilmesinin uygun olacağı belirtildi. “… Muşarun ve muma-ileyhimin sefaret

memuriyetlerinden infisal suretiyle avdet ideceklerinin şimdiden şuyuu münasib

olamayacağından culus-ı hümayun-ı meyamin-makrûn-ı cenab-ı mülükâneyi

mutazammın Avrupa hükümdarânına başka başka name-i hümayun-ı şahâne tasdîr ve

tesyîr olunacak olduğundan İngiltere ve Fransa ve Prusya krallarına ve Avusturya

İmparatoruna yazılacak nameler kendülerine irsal ile vesatât ve marifetleriyle teslim

olunduktan sonra hakpay-ı hümayun-ı şahâneye yüz sürmek ve yine merkez-i

memuriyetlerine avdet eylemek sayiasıyla muşarun ve muma-ileyhimin bu tarafa husulü

münasib gibi mütalaa olunmuş... ”75

74

Defter1, s. 4- b, 5- a. 75

Defter1, s. 7- a.

67

III. Osmanlı-Mısır İlişkilerine Düvel-i Muazzamanın Müdahalesi ve

Nedenleri

Mustafa Reşid Paşa, Tanzimat’ı ilan edip, bu suretle Avrupa’nın sempatisini

toplayarak Avrupa devletleri arasında bir ittifak oluşturmak ve kendi yanına çekmek

istiyordu. Bazı muhafazakâr Osmanlı devlet adamları buna karşı olsalar da Mısır

meselesinin bir şekilde çözülmesini istedikleri için bu duruma fazla ses çıkarmadılar. 25

Mayıs 1838’de Mehmed Ali Paşa, hanedanının devamı için bağımsızlığını ilan etmek

isteyince durum yine karıştı. Fransa duruma müdahale edince, Mehmed Ali Paşa geçici

olarak bağımsızlık düşüncesinden vazgeçti. Fakat İngiltere, Ortadoğu’da durumun iyice

karışmasının aleyhine olacağını görerek duruma müdahale ihtiyacı hissetti. İngiltere

Hariciye Nazırı Lord Palmerston ile Mustafa Reşid Paşa Ağustos 1838’de Baltalimanı

Ticaret Antlaşması’nı imzaladılar. Bu antlaşma ile İngilizler’e tanınan imtiyazlar daha

da artırıldı. İngiltere’nin Ortadoğu ve Uzakdoğu’daki ticari çıkarları Mısır meselesinin

çözülmesini gerektiriyordu. Palmerston değişik nedenlerle bu meselenin çözümünde

Osmanlı Devleti’nin yanında yer aldı. Bunlar temelde stratejik ve ekonomik çıkarlara

dayanan sebeplerdi. Bu durum, II. Mahmud’un İngilizlere olan güvensizliğini giderdi ve

ileride en bunalımlı anlarında ihtiyaç duyacağı desteği sağladı.76

Avrupa devletleri, II. Mahmud’un yapacağı reformlar için yönünü Avrupa’ya

dönmesinden itibaren Osmanlı Devleti’ne her fırsatta müdahale etmekten

çekinmemişlerdir. Nizip yenilgisi Osmanlı yönetimini bu konuda bir bıkkınlığa ve

bedbinliğe götürdü. Prens Matternih, durumun sonunda kendi devletinin de aleyhine

olacağını düşünerek bu sırada devreye girdi. Rusya’nın Osmanlı Devleti üzerindeki

etkisinden rahatsız olan İngiltere ve Fransa da bu durumu hararetle desteklediler.

Matternih, Osmanlı Devleti’nin Mehmed Ali Paşa’nın isteklerini kabul etmemesini ve

Mısır meselesini büyük Avrupa devletlerine havale etmesinin daha uygun olacağını

belirterek, açıkça Osmanlı Devleti’nin yanında yeraldı. Düvel-i Muazzama, Nizip

yenilgisinden sonra durumun aldığı vehameti görerek Matternih’in öncülüğünde

ateşkesi ve mevcut durumun korunmasını isteyen bir notayı her iki tarafa da 27

Temmuz 1839 tarihinde gönderdi.77

76

Stanford. J. Shaw, A.g.e., s. 8. 77

Ahmed Lütfi Efendi,A.g.e., s. 1019- 1020.

68

Donanmanın Mısır’a götürülmesine Hüsrev Paşa’nın Sadrazam olması ile değişen

dengeler neden olmuştur. Donanma komutanı Ahmed Fevzi Paşa ile Hüsrev Paşa

arasında husumet olduğu için onun Sadrazam olmasıyla kendisine bir zarar

vereceğinden korkan Ahmed Fevzi Paşa, donanmayı Mısır’a götürmüştür. Aslında

Ahmed Fevzi Paşa II. Mahmud’un en fazla itimad ettiği komutanlarından birisiydi.

Ahmed Cevdet Paşa Nizip yenilgisi ve Padişahın değişmesi sürecindeki karmaşık

durumu şöyle anlatır: “Cülûs-ı hümayunda Kapudan-ı derya bulunan Ahmed Fevzi Paşa

Donanmay-ı hümayun ile Akdeniz’de bulunup düşmanı olan Hüsrev Paşa’nın makam-ı

Sadarete geçtiğini işitip bazı nüdeması dahi ânı ihafe ve iğfal etmekle Dersaadet’e

gelmekten ise Mehmed Ali Paşa ile bil-ittihad Hüsrev Paşa aleyhinde hareket etmek

üzere Donanmay-ı hümayunu alıp İskenderiye-i Mısır’a gitmiş ve firari lakabını ahz

etmiş idi… ”78

1839 yılı başında bütün Avrupa devletleri statükoyu değiştirmek için bir harekette

bulunmamaları konusunda Osmanlı Devleti ve Mehmed Ali Paşa’yı uyardılar. İngiltere

bütün dünyada liberal devletlerin öncülüğünü yapmada müttefik oldukları için Fransa

ile ortak hareket etmek istedi, fakat Mısır meselesinde ayrı düştüler. Bu ayrılık Mısır

meselesinin çözülmesiyle giderilmiş gibi görünse de hiçbir zaman tamamen ortadan

kalkmadı. Bu ittifakın uzun süre devam etmesi mümkün değildi. Çünkü bu iki devletin

çıkarları her yerde çatışmaktaydı. 1838 Mayıs’ından itibaren Mehmed Ali Paşa

ordusunu iyice güçlendirmeye ve bağımsızlık ilan edeceğini dair söylentiler çıkarmaya

başladı. 1839 Haziran’ındaki savaşta Osmanlı ordusu yenildi. Osmanlı filosu bizzat

komutanı tarafından Mısır’a teslim edildi. Mehmed Ali Paşa, Osmanlı İmparatorluğu’nu

istediği gibi yönlendirecek duruma geldi. Palmerston durumun daha da ileriye gitmesini

istemiyordu. Meseleye müdahalede gecikmelerini sürekli pişmanlıkla hatırlıyordu.

Rusya ile imzalanan Hünkâr İskelesi Antlaşması’nı “More as a burden than as anything

else” sözleriyle yapılması zor ama gerekli olarak belirtip pişmanlıkla anıyordu.79

Palmerston Osmanlı Devleti’nin bir Valisi tarafından yıkılmasının kurmaya

çalıştığı dengeye büyük zarar vereceğini biliyordu. Bu konuda Avrupa devletlerinin

ortak hareket etmesinin meselenin çözümü için çok önemli olduğunu düşünüyordu.

Bundan dolayı Fransa dışındaki devletleri kendi etrafında toplayabilirse sorunun eninde

78

Ahmed Cevdet Paşa,A.g.e., c. 1, s. 6. 79

The Cambridge Modern History, Vol. X, s. 255.

69

sonunda istediği gibi halledileceğinden emindi. Nizip Savaşı sonrasında İngiltere ve

Rusya başta olmak üzere Avrupa devletleri arasında yoğun bir diplomasi trafiğinin

gerçekleştiği görülür.80

Nizip yenilgisi üzerine Osmanlı Devleti, Avrupa devletlerine

başvurdu ve meseleye acilen müdahale etmeleri gerektiğini bildirdi. Fakat konuya

müdahale yöntemi hakkında özellikle İngiltere ve Fransa arasında önemli görüş

farklılıkları ortaya çıkmıştı. Matternih önce onların anlaşmasını bekleyerek kararsız

kaldıysa da durumun kötüye gittiğini görerek harekete geçti ve Palmerston ile birlikte

diğer devletleri Osmanlı Devleti lehinde ittifak noktasında birleştirdiler. Bu durum

dönemin Viyana elçisi Rıfat Paşa tarafından şöyle ifade edilir: “Devlet-i Aliyye’nin dil-

hâhı ve cümle hayırlu bitirilmek üzere yine düvel-i fahîme canibine havâle kılınmasını

ahz ve tekid eylemiş idüği muhat-ı ilm-i âlileri buyruldıkta emr-û ferman

efendimindir.”81

Mayıs 1839 da savaş devam ederken görüşmeler Viyana’da başladı. 24

Haziran’daki Osmanlı yenilgisi üzerine meselenin çözümü için her iki tarafın da

bulunduğu durumda kalmasını isteyen bir nota verilmesi kabul edildi. 27 Temmuz’da

Avrupa’nın meseleyi çözeceğine dair bu nota 5 devlet elçisi tarafından İstanbul’a ve

Mısır’a verildi. Çar, Şark meselesinin tartışma merkezinin tarihi rakibi Avusturya

olmasını istemedi ve İngiltere ile birlikte hareket etmeye başladı. Londra’ya Çar

tarafından tam yetkili temsilci olarak gönderilen Baron Brunof, Palmerston ile beraber

Mehmed Ali Paşa’yı durdurmanın bir yolunu bulmak ve Osmanlı Devleti’nin birliğini

korumak istiyordu. İngiltere ve Rusya’nın isteğini Avusturya ve Prusya da kabul etti.

Fransa bu meselede yalnız kaldı. Fransa kamuoyu ve Başbakan Tiers, Mehmed Ali

Paşa’yı destekliyordu. Tiers, İngiltere’nin bütün devletler arasında Mısır meselesinde

ittifak sağlayıp Fransa’ya savaş açabileceğine inanmıyordu. Fakat Palmerston durumu

hayati önemde gördüğü için, Fransa ile ittifakı bozma pahasına Avrupa devletlerini

Osmanlı Devleti lehinde ittifaka ikna etti. Bunun bütün dünyada İngiliz çıkarlarının

korunması ve Osmanlı Devleti’nin Fransa ve Rusya hegemonyası altında iki parçaya

bölünmemesi için gerekli olduğunu düşünüyordu. Bununla ilgili olarak Palmerston:

“For the interests of England, the preservation of the balance of power and the

80

Defter1, s. 01. 81

Defter1, s. 2- a, b, 12- b.

70

maintenance of peace in Europe”,82

diyerek İngiliz menfaatlerinin korunması için

güçler dengesinin bozulmamasında Osmanlı Devleti’nin son derece önemli olduğunu

ifade ediyordu. Bu denegenin bozulmasının büyük yıkımlara neden olacağını

düşünüyordu. Palmerston’dan 150 yıl sonra gerçekleşen dengenin bozulması ve bunun

sonucunda çıkan I.Dünya savaşı onun görüşünün doğruluğunu ispatlamıştır.

Avrupa devletler dengesinin korunması yeni iç savaştan çıkmış Avrupa için son

derece önemliydi. Rıfat Paşa kendisiyle şu anda görüşemese dahi Matternih’in, Mısır

meselesinde tamamen Osmanlı Devleti lehinde düşündüğünü daha önceki

görüşmelerinden bilmekteydi. Matternih, baştan itibaren Osmanlı Devleti’nin

yaşamasını kendi devletinin bekası için bir hayat memat meselesi olarak görmüştü.

Osmanlı Devleti’nin yıkılmasıyla başlayacak çok uluslu imparatorlukların yıkılması

sürecinin eninde sonunda Avustury-Macaristan İmparatorluğunu etkileyeceğini bir

devlet adamı feraseti ile anlamıştı. Bütün tedbirlerini bu durumu mümkün olduğunca

geciktirmek için alıyordu. Osmanlı Devleti’nin yıkılmasının Avrupa dengesini

bozacağını söyleyerek diğer devletleri de bu yönde iknaya çalışıyordu. Bu durumu bir

mektubunda Rıfat Paşa şöyle ifade etmektedir: “Düvel-i fahîme-i Avrupa’nın müvazene

politikasının hıfz ve vikaye ve belki böyle şiâr-ı hakkaniyet ile vaz ve tesis olunacak

usûl-i tammiyeti ile ruy-i arzda bulunan kâffe-i düvel ve mülk-i asayiş ve istirahat-i

mütemadiyesini zâmin olur…”83

Mısır meselesinin çözümünde Avrupa’nın durumu karışıktır. Meseleye

bakışlarında bazı dengeleri göz önünde bulundurmaktadırlar. İngiltere; Baltalimanı

Ticaret Antlaşması ile kazandığı ayrıcalıkları kaybetmemek, Avusturya-Macaristan;

şimde Osmanlı Devleti’nin başına gelenlerin aynı özellikleri taşıdığı için yakın

gelecekte kendi başına gelmemesini, Rusya ise; boğazlardaki ve Akdeniz’deki

menfaatleri için mevcut durumun devamını istemektedirler. Fransa; menfaatleri

bakımından bu devletlerden ayrılmıştır. Osmanlı devlet adamlarına göre aslında bu

devletlerin hiçbiri Osmanlı Devleti’nin eskiden olduğu gibi güçlü ve etkili bir devlet

olarak yaşamasını istememektedirler. Bunun birçok nedenleri vardır ve bunları Hariciye

Nazırı Mustafa Reşid Paşa ve Paris sefiri Fethi Paşa şöyle ifade etmektedirler: “Şu Mısır

maslahatının tesviyesine İngiltere, Fransa ve Avusturya devletlerinin meyl ü istidadları

82

The Cambridge Modern History, Vol. X, s. 257. 83

Defter1, s. 2- b, 3- a.

71

rû-nüma olmakda ve Devlet-i Aliyye’nin saadet-i hâl ve kuvvet ve miknetinin kemali

Düvel-i muşarun-ileyhimin üçü dahi istemediğinden… Fransa’da efkâr-ı umumiyyenin

bazı mertebesi henüz habis-i merkûm tarafına mâil bulunmasından neşet itmekde

olub…”84

İngiltere; Mısır meselesinin çözümünde Mehmed Ali Paşa’ya hiçbir taviz

verilmemesini isterken, Fransa; bazı tavizler verilmesinde ısrar ediyordu. Bu duruma

İngiltere’yi ikna edemeyince gizliden gizliye Osmanlı Devleti’ne baskıya başlamıştı.

Eğer Osmanlı Devleti’ni taviz vermeye ikna edebilirse bunu İngiltereye karşı koz olarak

kullanabileceğini düşünüyordu. Fransa’nın meselede sesini fazla çıkaramamasına diğer

devletlerin hepsinin değişik nedenlerle olsa da Osmanlı Devleti lehinde tutum takınması

etkili olmuştur. Bu durumun Fransa iç siyasetini çok karıştırdığını bu süreçteki hükümet

değişikliklerinden görmekteyiz. Fransa iç kamuoyu baskısında dolayı Mısır aleyhinde

olacak bir karara evet demiyordu.: “İngiltere ve Fransa Devleti beyninde cereyan

itmekde olan mübahesat hitampezir olmuş ve galiba galebe İngiltere tarafından zuhur

itmiş olduğunu telmihen tebşir eylemiş ve çünkü Rusya sefaretinin dahi bu hususda sapa

yollara sapacağı meczum oldığından…”85

Avrupa devletleri Nizip savaşından sonra verdikleri ortak nota ile Osmanlı

Devleti’nden kendi kararlarını beklemesini istemişlerdi. Daha sonraki bütün

uygulamaların dayanağı bu nota olmuştur. Matternih, Rıfat Paşa’ya Osmanlı Devleti’nin

kendilerine güvenini boşa çıkarmayacaklarını belirterek Mısır’ın Nizip savaşını

kazanmasının pek önemli olmadığını meseleyi Osmanlı Devleti lehine halledeceklerini

ifade ediyordu. Osmanlı devlet adamlarında ona karşı bu meseleyi Osmanlı lehine

çözeceğine dair bir güven vardı. “… Devlet-i Aliyye dahi Prens cenablarının Saltanat-ı

Seniyye hakkında olan her dürlü beka-hahlıklarından ve alelhusus Mısır meselesinden

dolayı himmet ve gayretlerinden ibraz-ı kemal-i memnûniyet itmekde olduğı…”86

Avrupa devletleri Nizip yenilgisinden sonra Osmanlı Devleti’ne yardım

edeceklerine söz vermelerine rağmen, Fransa’nın açık ve bazı devletlerin gizli

muhalefeti nedeni ile işi yavaştan almak zorunda kalmışlardır. Fransa’nın diğer

devletlerden ayrı düşmesinin nedeni, Mısır ile olan tarihî, askerî ve ticarî bağları olarak

84

Defter1, s. 7- a, b. 85

Defter1, s. 38- b, 39- a. 86

Defter1, s. 40- a.

72

görülebilir. Fransa kamuoyu Mısır taraftarı olduğu için Fransa’nın Mısır aleyhinde bir

ittifakta yer alması halkın galeyana gelmesine ve henüz oturmamış olan devlet

sisteminin yıkılmasına neden olabilirdi. Yoksa bu meselede Kral’ın düşüncesi diğer

Avrupa devletlerinin düşüncesinden pek farklı değildi. “… Fransa Devleti dahi, her ne

kadar Saltanat-ı Seniyye’nin dost-ı mesalihi ise de bu babda olan umûr-ı politikası

Mısırlu tarafına nâfî ve Devlet-i Aliyye menafiini dafi görünmekde olub… Fransalunun

ise mukaddema Mısır’da bulunmaları cihetiyle, Mısır tarafıyla Napolyon zamanından

berü münasebet-i kadimeleri olarak, hâlbuki Düvel-i sairenin oraca böyle

münasebetleri olmdığından… ”87

Avrupa devletleri arasındaki düşünce farklılığının Osmanlı Devleti’nin aleyhine

olduğu açıktır. Bu kritik durumda Osmanlı Devleti’nin, Avrupa devletlerinin

meseleninin çözümünde ortak hareket etmesini bekleyecek ne zamanı ne de sabrı vardı.

Mısır ordusunun işgal ettiği yerlerde yaptıkları, Osmanlı yönetimini iyice çileden

çıkarmış ve Avrupa’nın verdiği sözde durmayacağı endişesine düşürmüştür. Bu durumu

Avrupa’daki elçiler görüşmelerinde sık sık dile getirmektedirler. Matternih ile bir

görüşmesinde Viyana Elçisi Rıfat Paşa ona bu durumu şöyle ifade etmektedir: “Biz işbu

Mısır meselesini Düvel-i Hamse’ye havale eyledik. Ancak şimdiye kadar bir semeresi

hâsıl olmadı. Ve bunun olmaması dahi tesviye-i maddede ittihad-ı reyleri

bulunmadığından neş’et idiyor. Şu hale göre biz ne yapalım? Cümlemizin nazarı dahi

maslahatın netice-i hayriyyesini gözetmekdedir.”88

Osmanlı Devleti durumun bütün zorluğuna rağmen, halka karşı zor

kullanılmamasını ve meselenin mümkün olduğunca kansız olarak halledilmesini

istiyordu. Birçok belgede bu durumu açıkça görebiliyoruz. Bu durum Osmanlı

Devleti’nin kendisine vizyon olarak belirlediği ‘Nizam-ı Âlem’ ilkesinin bir yansıması

olsa gerektir. Osmanlı devlet felsefesinin temelini, idare ettiği topraklarda yaşayan

insanların refah ve mutluluğu teşkil ediyordu. Osmanlı Devleti’nin bu meselenini

çözümünde Avrupa devletlerinden beklediği, bölünmesinin engellenmesi ve isyanın

bitirilmesidir. Yoksa isyanın ve işgalin yaşandığı bölgelerin zarar görmesini kesinlikle

istememektedir. Bütün kadim Osmanlı topraklarını bir vucudun azaları gibi görmekte,

oralarda insanların acı çekmesinin Osmanlı Devleti’ne de acı vereceği ifade

87

Defter1, s. 40- b, 41- a. 88

Defter1, s. 41- a, b.

73

edilmektedir. “Devlet-i Aliyye dahi mücerred kuvve-i cebriye imali ısrarında olmayub

Çünkü ol tarafları ale’l-umum Memalik-i Mahruse-i Şahâne’den ve ahali ve askerisi

tebay-ı Saltanat-ı Seniyye’den bulunduğuna mebni vucud-ı Devlet-i Aliyye’nin azası

mesabesinde olan yerlerin rahne-dar olmasını bittabi tecviz itmeyiz. Heman murad-ı

âlisi ber-vech-i matlub ve suhulet hüsn-i tesviyesidir...”89

Palmerston uzun süre tereddüt ettikten sonra, Mısır meselesinin çözümünde

İngiltere’nin menfaatinin Osmanlı Devleti yanında yeralmak olduğuna karar verdi.

Matternih’in de teşviki ile bu meselede ağır davranan diğer devletleri Fransa hariç bu

konuda ikna etti. Osmanlı Devleti’nden Mehmed Ali Paşa’nın hiçbir teklifini kabul

etmemesini istedi. Mısır’ın isteklerinin karşılanması için diğer devletlerin Osmanlı

Devleti’ne baskı yapmasına da engel oldu. Böylece büyük bir diplomatik başarı

göstererek Fransa hariç Osmanlı Devleti lehinde bir Avrupa ittifakını sağladı. Bu

durumu kendisi İstanbul Elçisi’ne gönderdiği bir yazısında şöyle ifade eder:“Tarafınıza

bu defaki talimatım Devlet-i Aliyye’nin sebat ve metanet üzere olması ve Mehmed Ali’ye

hiçbir şey terk itmemesi ve müttefiklerinin iânesine emniyet buyurması hususunda ısrar

eylemenizi iş’ar ve tavsiyeden ibaret olub… Devlet-i Aliyye menafi-i sahihasına muvafık

hareket ittikce Mehmed Ali’nin iddialarına iane içün Fransalu’nun izhar eylediği

arzusunun hiçbir semere ve neticesi olmayacağı derkârdır.”90

Matternih de aynen Palmerston’un yaptığı gibi, Osmanlı Devleti lehinde bir ittifak

için yoğun faaliyetlerde bulunuyordu. Bunu Fransa hariç büyük oranda sağlamıştır.

Yazışmalardan anlaşıldığı kadarıyla Matternih ve Palmerston değişik nedenlerle Mısır

meselesinin Osmanlı Devleti lehinde çözülmesi için yoğun bir diplomatik faaliyet

içindeydiler. Avusturya-Macaristan tarihine olan merakı belki de onun Hunların torunu

olan Türklere sempati duymasına neden olmuştur. Matternih bir yazısında Osmanlı

Devleti’nin lehinde diğer devletlerle ittifak sağlamak için gösterdiği gayretleri gayet

heyecanlı bir şekilde anlatmaktadır. Onun yaptıklarının canlı ifadelerle anlatılması

sadece menfaat için uğraşan birisinin kuru sözlerinden ziyade bir dostunu zor durumdan

kurtarmış kişilerin mutluluğunu yansıtmaktadır. “Düvel-i Hamse’nin ianelerine itimad

kılınmak suretini Saltanat-ı Seniyye’ye kabul ittirmek içün alelacele Dersaadet’e bir

kurye göndermek zımnında bir gece uyuyamayarak sabaha kadar yazu ile meşgul

89

Defter1, s. 41- b, 42- a. 90

Defter1, s. 48- b, 49- a.

74

olmuş… Devlet-i Aliyye bazı ashab-ı nüfuzdan dirayetsiz kimselerin iğfal ve ilgalarına

kapılarak Mehmed Ali’nin kâffe-i mesulâtına müsaade olunduğını ifade itmek üzere

Mısır tarafına tayin olunmuş olan zat hemen gitmek üzere iken lillahil hamd ziknolunan

kurye Dersaadet’e vasıl olmuş ve Sülale-i Osmaniyye’nin harabını mücib olacak o

misillü bir kararın önü kesdirilmiş olduğını ...”91

91

Defter1, s. 51- b, 52- a.

75

IV. Mustafa Reşid Paşa’nın Hariciye Nâzırlığı ve Tanzimat’ın İlanı

Mustafa Reşid Paşa, 1800 yılında İstanbul’da II. Bayezid vakıflarından birinin

yöneticisinin oğlu olarak dünyaya gelmiştir. İlmiye kurumunda öğrenci ve çıraklık

yaşamına atılmış, 1810’da babasının ölmesiyle, Ispartalı Seyid Ali Paşa’nın hizmetine

girmiş, onunla Mora’ya gittiğinde (1821) hem Osmanlı ordularının yenilgiye

uğramalarına hem de Mehmed Ali Paşa’nın Batı usulündeki modern ordusuna tanık

olmuştu. Yeni askerî kurumların üstünlüğünü görmek, Avrupa’nın öğrenilecek çok şeyi

olduğu konusunda onu ikna etmişti. Mora’daki hayatı ona ilmiye sınıfı hayatının kendisi

için uygun olmadığını göstermiş, bunun üzerine pek çok genç Müslüman gibi o da

Babıâli’de yeni kurulan kâtiplik bölümüne girmek istemişti. Böylece Mustafa Reşid

Paşa, Sultan Mahmud dönemi Babıâli bürokrasisinin genç üyelerinden biri olarak

kâtiplik bürosuna katılmıştır. Kaleminden çıkan belgelerdeki yazı ve anlatım Padişah’ın

hoşuna gitmiş, hamisi Pertev Paşa tarafından Padişah’a övülmüş ve tavsiye edilmişti.

Hükümdar, bu gencin Fransızca öğrenmesini istemiş, bu isteği yerine getirdiğinde artık

yeni devir bürokrasisinin de öncüsü haline gelmişti. Babıâli’ye girdiğinde kısa sürede

yükselen Mustafa Reşid Paşa, 1834’te Paris Elçisi sonra Londra Elçisi ardından

Hariciye Müsteşarı bundan kısa bir süre sonra da Vezirlik rütbesiyle Hariciye Nâzırı

oldu. II. Mahmud öldüğünde Hariciye Nâzırlığı ile beraber Londra Elçiliği’ni

yürütüyordu. Padişah’ın ölümü üzerine İstanbul’a dönerek kısa süre sonra Tanzimat’ı

ilan etti.92

Pertev Paşa Hariciye Nâzırı olunca, onunla birlikte Kahire’ye gidip, Mehmed Ali

Paşa’nın Girid’e müdahalesi ile sonuçlanan görüşmelerde bulunmuştu (22 Haziran- 1

Temmuz 1830). Mehmed Ali Paşa bu görüşmeler sırasında ona saygı duymuş ve

Mısır’da kalmasını istemişse de o bunu kabul etmemişti. Bu davranışı ile Pertev

Paşa’nın daha fazla gözüne girmiş ve çok hızlı yükselmiştir. 1832 yılında Mehmed Ali

ve İbrahim Paşa ile önce Kahire’de sonra Kütahya’da Osmanlı temsilcisi olarak

görüşmelerde bulundu. 1832 yılında Amedci oldu ve Paris Elçisi olarak atandı (1834-

1836). Paris’te ilk olarak Avrupalı devlet adamları ile görüştü. Fransızlar’ın Cezayir’i

işgal sorununu, Mısır meselesini tartıştı. Paris’te yaklaşık iki yıl kalan Mustafa Reşid

Paşa buradan Londra Elçiliği’ne atanınca Palmerston ve dönemin diğer devlet adamları

92

İ. Ortaylı, A.g.e., s. 227.

76

ile Osmanlı Devletin’de gerçekleştirmek istediği reformlar hakkında görüşmeler yapma

imkânı buldu. Reformlara muhalif grubun başında Hüsrev Paşa varken Padişah, Mustafa

Reşid Paşa’yı 1837 yılında Vezir unvanıyla Hariciye Nâzırı olarak atayarak reformları

desteklediğini açıkça göstermiş oldu. Hüsrev Paşa’yı da bulunduğu Seraskerlik

görevinden aldı. Temmuz 1837- Ağustos 1838 yılları arasında Mustafa Reşid Paşa

kafasındaki reform planlarını olgunlaştırdı. Tanzimat fikrini uygulamaya dökmek için

II. Mahmud’un İngilizlere duyduğu kuşkuyu gidermeye çalıştı. Bu dönemde ayrıca

Padişah’ın; rüşvet ve mal gasbını yasaklayan, eyaletlerde idarî ve malî reformların ilk

adımı olarak Bursa ve Çanakkale’de nüfus sayımı yapılmasını emreden fermanları

çıkarmasını sağlayarak, Tanzimat’ın ilk adımlarını attı. İktisadî kalkınma için planlar

geliştirecek; tarım, sanayi ve ticaret uzmanlarından oluşan bir komite kurdurdu. Değişik

inançlardan tebaa arasında eşit davranması için Padişahı teşvik etti.93

Osmanlı Devleti, 1833 yılında Rusya ile yaptığı Hünkâr İskelesi Antlaşması

nedeniyle Avrupa karşısında yalnız kaldı. İngiltere ve Fransa bu antlaşmayı 1833 yılı

sonbaharında protesto ettiler.94

II. Mahmud, Osmanlı Devleti’ni içinde bulunduğu

yalnızlıktan kurtarmak, Rus tehlikesini bertaraf etmek, Mısır ve Cezayir meselesini

Osmanlı Devleti lehinde çözebilmek ve yaptığı reformlara dış destek sağlamak için

Avrupa başkentlerinde daimî elçilikler açmaya karar verdi. İşte Mustafa Reşid Paşa’nın

Paris’e elçi olarak gönderilmesi bu karar üzerine olmuştur. Mustafa Reşid Paşa; 1834,

1835, 1841 ve 1843 yıllarında olmak üzere 4 defa Paris’e elçi olarak atanmıştır. 1839

yılında Londra’da iken kısa bir süre için Paris’te görevlendirilmiştir. Görüldüğü gibi

Reşid Paşa değişik zamanlarda 5 defa Paris’te bulunmuş ve burada dört buçuk yıl kadar

görev yapmıştır. Mustafa Reşid Paşa’nın birinci ve ikinci elçilikleri zamanında ve

Paris’e daha sonraki gelişinde en çok meşgul olduğu hususlar, Cezayir’i Fransız

işgalinden kurtarma ve Mısır meselesini Osmanlı Devleti lehine halletme konuları oldu.

Diğer atamasında ise özellikle Lübnan buhranıyla uğraşmıştır. Burada aşağı yukarı

bütün Avrupa efkâr-ı umumisini, Osmanlı Devleti’nin yaşaması gerektiği konusunda

ikna etme başarısını göstermiş, bunu sağlamak için özel ilişkilere girişmekten

çekinmemiştir. Mustafa Reşid Paşa, Osmanlı İmparatorluğu’nun karşı karşıya

bulunduğu bazı özel siyasî meseleleri çözmek için görevlendirilmişse de o politik dehası

ile özel bir çözüm yolu bulmuştur. Bütün meseleleri ayrı ayrı çözmek yerine her

93

S. J. Shaw, A.g.e., s. 90. 94

M. H. Kutluoğlu, The Egyptian Question, s. 110.

77

meseleyi Osmanlı Devleti’nin yaşam meselesi olarak değerlendirmiş ve bu şekilde

çözmeyi denemiştir. Böylece genel çözüm yöntemleri bulunduğu an, küçük ve münferit

hadiselerle meselelerin kendiliğinden hallolacağına veya bunların meydana

gelmeyeceğine inanmıştı. Bunu sağlamak için yapılan Tanzimat’ın ilanını Palmerston;

’İngiltere ve Fransa’da kamu duygularını oldukça etkileyen çok başarılı bir siyaset’

olarak nitelendirmiştir.95

Mustafa Reşid Paşa, diplomatik faaliyetlerinde Avrupalı devletleri, özellikle

İngiltere ve Fransa’yı şu iki hususun zaruretine inandırarak onların yardım ve desteğini

sağlamayı hedeflemiştir:

1- Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğü ve istiklali, Avrupa barışı için

şarttır. Ayrıca İngiliz ve Fransız menfaatlerinin korunması ve devamı için

İmparatorluğun bütünlüğü ve istiklali Rusya’ya ve ayrılıkçı hareketlere karşı muhafaza

edilmelidir. Bu hususta Mustafa Reşid Paşa, İngiltere ve Fransa’ya sürekli olarak

telkinlerde bulunmuştur. Mustafa Reşid Paşa’ya göre; Şark meselesinde İngiltere ve

Fransa zaman kazanmaktan başka bir şey yapmıyorlardı. Aldıkları uzlaştırıcı tedbirler

ve yarım tedbirler onlara çıkar yol olarak veya tahlikesiz olarak görünüyordu. Fakat bu

büyük ve tehlikeli bir yanılgıdır. Onların politikası tamamen yanlış yoldadır. Osmanlı

İmparatorluğu’nun dezorganizasyonu ve zayıflaması sonunda Rusya istediği bölgede ve

belki bütün imparatorlukta karışıklık ve isyan çıkarmakta kendisini serbest

hissedecektir. Bu konuda tedbir almakta gecikmeleri veya yarım tedbirler almaları

sonunda genel bir savaş patlak verebilirdi… Rusya, Osmanlı İmparatorluğu için

öngörülen hiçbir reform planını gönüllü olarak kabul etmeyecektir. Dolayısıyla

Rusya’ya doğrudan doğruya bir reform planı önermeye gerek yoktur. Bunun için, önce

İngiliz ve Fransız ittifakı şarttır. Avusturya’nın katılmasını temin için Matternih’i

Osmanlı İmparatorluğu’nda bir inkılâp ihtimaliyle ve sonunda Avrupa’da genel bir

savaş tehlikesiyle tehdit etmek yeterli olacaktır. Avusturya ittifaka sokulduğunda Rusya

ister istemez buna katılacaktır.96

Mustafa Reşid Paşa’nın düşüncelerinden anlaşıldığı

kadarıyla onun fikri, Avrupa devletlerinin başta İngiltere ve Fransa’nın dikkatleri

Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması tehlikesine çekilerek, onların müştereken

95

Salahi R. Sonyel, “Tanzimat ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Gayr-i Müslim Uyrukları Üzerindeki

Etkileri”, Tanzimat’ın 150. Yıldönümü Semineri, Ankara, 1994, s. 344. 96

Bayram Kodaman, “Mustafa Reşid Paşa’nın Paris Sefirlikleri Esnasında Takip Ettiği Genel

Politikası”, Seminer, s. 70- 73.

78

kendi geleceklerinin güvenliği için, Osmanlı Devleti’ni korumaları ve onun varlığını

tehlikeye düşürecek bir harekete girişmemeleri gerektiği düşüncesi üzerine oturuyordu.

2- Reşid Paşa’nın diplomatik faaliyetleri sonunda elde etmek istediği hedeflerden

ikincisi de, Osmanlı İmparatorluğu’nu reformlar yoluyla modernleştirmede ve

kuvvetlendirmede Avrupa’nın tasvip ve yardımını sağlamaktır. Çünkü Paşa Avrupa

medeniyetini almadan, iç ve dış meselelerimizin çözülebileceğine inanmamakta, bu

konudaki düşüncelerini sık sık dile getirmekteydi. O’na göre biz, medeniyetsiz asla

hiçbir şey olamayız. O medeniyet de, sadece Avrupa’dan bize gelebilir. Türkiye için en

büyük iş reaya meselesidir. Eğer reayaya verilmesi gereken hak ve hürriyetlerden

bahsetse, ülkede ona kötü bir Müslüman gözü ile bakılacağını düşünür. Bu konuda

yüksek sesle konuşmak Avrupalı büyük devletlere düşer. İmparatorlukta, Hıristiyanlar

üzerindeki baskı için seslerini yükseltmelidirler. Ödeyemedikleri haraç için zavallılar

horlanmakta ve ezilmektedir. Reaya haraç yüzünden isyan etmektedir. Reaya düzenli

vergi istemektedir. Vergi sistemi Hıristiyanlar için yerleşirse Müslümanlara da bunu

kabul ettirmek için önemli bir adım atılmış olacaktır.97

Görüldüğü gibi Mustafa Reşid Paşa, reformların yapılması için mutlaka

Avrupa’nın Babıâli veyahud Padişah nezdinde teşebbüste bulunmasını gerekli

buluyordu. Reşid Paşa’nın bu düşünceleri Avrupa devletleri tarafından gayet iyi

bilinmekte ve bu durumu kendileriyle dindaşları lehinde kullanmak için planlar

yapılmaktaydı. Mustafa Reşid Paşa, Gülhane Hatt-ı Hümayunu’nda öngörülen dâhili

reformları Avrupa veya sadece Fransa müdahalesiyle gerçekleştirme düşüncesiyle

meşguldür. Reşid Paşa, Osmanlı İmparatorluğu hakkında şu görüşlere sahiptir:

Birincisi, İmparatorluğun bugünkü yapısı ve haliyle yaşaması mümkün değildir.

İkincisi, Türkler kendi kendilerine medenileşemez. Üçüncüsü, gerekli görülen bütün

reformların kolayca gerçekleşmesi için Padişah’ın arzu ve iradesi yeterlidir. Yeter ki,

büyük devletler bunun için ona baskı yapsınlar. Mustafa Reşid Paşa büyük devletler

nezdinde bu müdahaleyi gerçekleştirme arzu ve fikriyle Paris’e gitmiştir. Mustafa Reşid

Paşa ile ilgili dönemin Fransa Dışişleri Bakanı Guizot’nun düşüncelerine göre Reşid

Paşa; Avrupa medeniyetinin bazı kaide ve şartlarını Osmanlı İmparatorluğu’na getirtme

ümit ve arzusu ile meşguldür. Bunu Avrupa medeniyetini Müslüman âdetlerinden daha

çok sevdiği için değil, Avrupa politikasında memleketine ve padişahına yer, ağırlık ve

97

Bayram Kodaman, A.g.s., s. 70- 73.

79

itibar kazandırmak için yapıyordu. Ondaki hâkim ve değişmez fikir Türkiye’yi

Avrupa’da tutabilmek için, Avrupa’yı Türkiye’de tatmin ve memnun etmek

gerekmektedir. O, Hıristiyanlara hak ve hürriyetler, büyük devletlere imtiyaz ve tavizler

vermekle İmparatorluğu güçlendireceğini, Müslim ve Gayr-i Müslimler arasında barışı

temin edeceğini zannediyordu.98

Yukarıdaki izahlardan da anlaşılacağı üzere, Mustafa Reşid Paşa’nın gerek

reformların gerçekleştirilmesinde ve gerekse Avrupalıları yakından ilgilendiren Mısır,

Cezayir, Lübnan buhranları ve Hünkâr İskelesi Antlaşması gibi dâhili politik

meselelerin hallinde önceliği tamamen büyük devletlere bırakarak ‘teslimiyetçi’ bir

politika takip etmeyi o günkü şartlar içinde uygun bir davranış olarak gördüğü

anlaşılıyor. Bunu sadece bir devletin öncülüğünde yapmak yerine, bütün devletlerin

ortaklığı ile yapmanın daha doğru olacağını düşünüyordu. Sonraki antlaşmalarda bunu

başardığını göreceğiz. Peki, Mustafa Reşid Paşa niçin böyle teslimiyetçi bir politika

izlemiştir? Bunun nedenini zamanın şartlarıyla, kendi karakterinde ve yapısında aramak

gerekir.

Dönemin canlı tanıklarına göre, Reşid Paşa’da kendisini gösterme ve yükselme

merakı aşırıdır. Bu yönü biraz övülür ve pohpohlanırsa, büyük tavizler elde etmek için

küçük şeyler üzerinde tavizler verilirse, ondan her şey elde edilebilir. Fransa Dışişleri

Bakanı Guizot’a göre Mustafa Reşid Paşa’da, ülkesinde yapmak istediği işlerin başarısı

için çok lüzumlu olan niteliklerden birisi eksiktir; Türkiye’de güçlü bir ıslahatçı olmak

için Türklük vasfı çok az idi. Gençliğinden itibaren Türkiye’nin Avrupa ile

münasebetleri konusuyla ilgilenmiştir. O, daha çok Avrupalı bir diplomata benziyordu.

Reşid Paşa kendisi için söylenen bu tür özellikleri kabul etmiyor ve şöyle diyordu: “Ben

ne Fransızım, ne İngilizim, ne Rusum, ne Avusturyalıyım… Ben Türküm, Türkten başka

bir şey değilim; fakat kendisini Padişahı’na, ülkesine, milletine adamış bir Türküm;

Vezir olmayı kabul ederek, görevinin büyüklüğünü idrak eden ve bıkmadan bu görevi

tamamlamaya azmeden bir Türküm”.99

Mustafa Reşid Paşa, yetişme tarzı ve tecrübeleri sonucunda Osmanlı Devleti’nin

selametini Avrupa’nın, İmparatorluğun işlerine müşterek olarak müdahale etmesinde

görmüştür. Ama şunu da aklımızdan çıkarmamalıyız ki, onu büyük devletlerin

kucağına atan, Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa’nın Osmanlı Devleti’nin bekasını

98

Bayram Kodaman, A.g.s., s. 70- 73. 99

Bayram Kodaman, A.g.s., s. 74- 75.

80

tehlikeye düşüren bitmek tükenmek bilmez yayılma hırslarıdır. Reşid Paşa kendisinin ve

yaptığı reformların başarısını Mehmed Ali Paşa’nın başarısızlığında görmekteydi.

Bundan dolayı şartlar ikisini şahsi düşmanlar durumuna getirmişti. Zira Mehmed Ali

Paşa, Mısır’da başarılı ıslahatlar yapmış ve Hicaz’ı kurtarması ile İslâm kahramanı

görüntüsü vermiştir. Onun Mısır’da yaptığı düzenlemelerde Batı’nın bilim ve

teknolojisi önplanda yeralırken, Mustafa Reşid Paşa’nın ve Tanzimat’çıların yaptığı

düzenlemelerde Batı’nın moda ve hukuku öne çıkmıştır… Bu durum Mustafa Reşid

Paşa’ya karşı tepki doğmasına neden olmuştur. Bütün bu nedenlerle Mustafa Reşid

Paşa, her ne pahasına olursa olsun büyük tavizler vererek Avrupa’nın Osmanlı Devleti

lehinde müdahalesini sağlamak ve Mehmed Ali Paşa’yı itaat ettirmek istiyordu. Bunda

da başarılı oldu ama bu Osmanlı Devleti’ne çok pahalıya mal oldu.

Mustafa Reşid Paşa, Yakınçağ Türk tarihinin etkisi en fazla olan şahsiyetlerinden

birisidir. Bu etki sadece onun yaşadığı sürece görülmemiş, ölümünden sonra da devam

etmiştir. Mustafa Reşid Paşa, Şinasi’nin deyimi ile Osmanlı Devleti için bir ‘medeniyet

resulü’ görevi görmüştür. Toplumumuzda önemini hâlâ devam ettiren medeniyet

mücadelesi ilk önemli temsilcilerinden birini Mustafa Reşid Paşa’nın şahsında

bulmuştur. Tanzimat döneminden itibaren Fransa ve İngiltere’nin XVIII. yüzyılda bilim

ve teknolojiyle ulaştığı yüksek maddi ve manevi mevkiyi ifade etmek için, medeniyet

‘civilisation’ kelimesi kullanılmaya başlanılmıştır. Kavram İngiliz ve Fransızlar’ın ortak

malı olduğu için, daha sonra oluşacak olan Avrupalılık fikrinin de altyapısını

oluşturmuştur. ”Civilasition” kavramı XIX. yüzyıldan itibaren Avrupa için

sömürgeciliğini meşrulaştıran bir araç olmuştur. Dünyanın bütün bölgelerinde yapılan

sömürgecilik hareketleri onları medenileştirmek adına meşru gösterilmeye çalışılmıştır.

Bu etkinin Osmanlı Devleti üzerindeki ilk uygulamasını 1821 Yunan isyanında

görmekteyiz. Çünkü Yunanlılar’ın isyan hareketi, Avrupa medeniyetinin önemli

kaynaklarından birisi Antik Yunan görüldüğü için, barbar Türkler’den kurtuluş olarak

bütün Avrupa’da sempati ile karşılanmıştır. Fransa’nın bir Osmanlı toprağı olan

Cezayir’i işgal etmesinde de aynı bakışın izlerini görebiliyoruz. Diyebiliriz ki, Osmanlı

Devleti’nin yavaş yavaş yıkılmasında sanayileşme, sömürgecilik ve Fransız ihtilali

ilkelerinin etkisi olduğu kadar bu “medeniyet” anlayışının da etkisi vardır.

Medeniyet kavramının Osmanlı aydınları arasında daha ziyade kibarlık, zarafet,

ahlak güzelliği, giyim kuşam vb. olarak anlaşıldığını görüyoruz. Avrupa’ya tahsil için

81

gönderilen öğrencilerin diğer ülkelerden farklı olarak genellikle bu anlayışla yetişmeleri

ilginçtir. Konumuz olan Mehmed Ali Paşa’nın Avrupa’daki hayatı onun da aynı

medeniyet düşüncesinde olduğunu göstermektedir. Mustafa Reşid Paşa, Paris Elçisi

iken orada yaptıkları ve yaşadıkları incelendiği zaman gerçekten önemli detaylar ortaya

çıkmaktadır. Mustafa Reşid Paşa, Paris’de Fransızca öğrenmek için bir hoca aramış,

tanıdıkları bunun bir bayan olmasının daha faydalı olacağını belirtmişlerdir. Bunun

üzerine Fransızca dersi almak üzere Opera’da çalışan bir bayandan ders almıştır. Bunu

Mustafa Reşid Paşa’nın İstanbul’a gönderdiği bir masraf pusulasından anlamaktayız.

Mustafa Reşid Paşa’nın bu opera sanatçısından sadece dil değil kibarlık ve zarafet

konusunda da istifade ettiği muhakkaktır. Bu dönemdeki medeniyet anlayışı, sonradan

kendisine eklenecek olan ilmî, teknik ve öteki teknolojik sahalardaki anlamlardan

hiçbirisini ihtiva etmemektedir.100

Mustafa Reşid Paşa, genel bir reform planı için Padişah’ın saray ve Babıâli’de

danışma kurulları oluşturmasını da sağladı. Böylece XX. Yüzyılın akımı olacak

demokratik devlet anlayışının, Osmanlı’daki ilk temellerinden birini atmış oldu. Ancak

II. Mahmud onu dengelemek için, saray danışmanlığına gelenekçilerin lideri olan

Hüsrev Paşa’yı getirdi. Mustafa Reşid Paşa, Mısır meselesinin yeniden alevlenmesi

üzerine destek aramak üzere tekrar Avrupa’ya gitti. 1838 yılında İngilizler ile

Baltalimanı Ticaret Antlaşması’nı imzalayarak bazı imtiyazlar karşılığında onların

desteğini aldı. Mustafa Raşid Paşa ve diğer önde gelen Tanzimatçılar bu desteği

sağlamak amacıyla birçok manevi değerlerden uzaklaşmak ve öz benliklerini

kaybetmekle suçlanmışlardır. Bu eleştirilerde doğruluk payı olduğu onların bazı fikir ve

görüşleri incelendiği zaman daha iyi anlaşılmaktadır. Tanzimat dönemi yönetici ve fikir

adamlarının birçoğu maalesef Osmanlıyı Osmanlı yapan değerlerden uzak olarak

yetişmişlerdir. Daha sonraki devlet anlayışımızın en büyük açmazı olan halk-aydın-

bürokrat ayrılığının bu döneme dayandığını söyleyebiliriz.

Mustafa Reşid Paşa ve diğer Tanzimatçıların manevi değerlerden uzak olduğu

Ahmed Lütfi Efendi tarafından tarihinde birkaç anekdotla anlatılmaktadır. Bunlardan

biri şöyledir: “Evkaf Nâzırı Eğribozlu Mahir Bey bir gün Hariciye Müsteşarı Rıfat

Bey’e şöyle diyor “Taaccüp ederim sizin halinize. Vaktiyle Ebussuud ve İbn-i Kemal

gibi zatların vaz eyledikleri kanunu bozup sizin gibi adamlar onlara bedel kanunlar vaz

100

Tuncer Baykara,”Mustafa Reşid Paşa’nın Medeniyet Anlayışı”, Seminer, s. 49- 51.

82

u tanzim ediyorsunuz”. Bir diğer anekdotta Mustafa Reşid Paşa ile ilgili Padişahla

şöyle bir konuşma geçmektedir “Mustafa Reşid Paşa Avrupa’da, Mahir Bey Evkaf

Nazırı olarak Dersaadet’te bulunduğu vakit bir Cuma selamlığında cennetmekân Sultan

Abdülmecid Han hazretleri, Mahir Bey’in mutaassıp olduğunu bildikleri cihetle “Acaba

bu gün Avrupa’da Reşit Paşa Cuma namazını nasıl eda eder? deyu Mahir Bey’i şeref-i

hitab-ı âlileriyle mültefat buyurduklarında “burada iken kılmazdı ki orada kılsın”

dediği meşhurdur.”101

Mustafa Reşid Paşa’yı ve onun devletle ilgili fikirlerini en iyi bilenlereden birisi

belki de birincisi Ahmed Cevdet Paşa’dır. Cevdet Paşa, Mustafa Reşid Paşa’nın

mahremiyet dairesine girerek çok önemli hadiselerin içyüzünü öğrenmiş ve onu

yakından tanımış bir kişidir. Cevdet Paşa’ya göre, Osmanlı Devleti’ne ilk defa

diplomasi usulünü getiren Reşid Paşa, Mısır meselesinin en karışık döneminde kendi

ifadesiyle, ”Kevkeb-i Utarid gibi cirmi küçük, kadri büyük bir zat” olarak ortaya

çıkmıştır. Cevdet Paşa’ya göre, Mısır meselesinin halli ile Tanzimatın ilanı arasında çok

yakın ilişki vardır. Sina Akşin buna 1838 yılında İngilizler’le yapılan Baltalimanı

Ticaret Antlaşması’nı da ilave etmektedir. Cevdet Paşa’ya göre, Fransa hariç Avrupa

devletlerinin ve kamuoylarının Osmanlı Devleti yanına çekilmesinde, Tanzimat’ın

ilanının önemli etkisi olmuştur. Reşid Paşa, Mısır meselesinin çözülmesinde ve Avrupa

devletlerinin Osmanlı Devleti lehinde bir araya getirilmesinde önemli bir diplomatik

maharet göstermiştir.102

Reşid Paşa bu büyük diplomatik başarısına rağmen Mısır meselesinin hallinden

sonra kaleme aldığı Ferman-ı Âli müsveddesinde, Mısır Hazinesi’nden senelik 80 bin

kesenin Maliye Hazinesi’ne aktarılması ve Mısır’da bir Osmanlı defterdarı bulunması

maddeleri onun Hariciye Nezareti’nden azline sebep olmuştur. Zira Mısır’da bir

Osmanlı defterdarı bulunmasından rahatsız olan Mehmed Ali Paşa, önce Reşid Paşa’ya

müracaatla bu maddenin kaldırılmasına çalışmış ve bunun için kendisine bazı

rivayetlere göre 60 bin kese akçe teklif etmiştir. Reşid Paşa’nın bu teklifi kabul

etmemesi üzerine Mehmed Ali Paşa parayla elde ettiği diğer devlet adamları vasıtasıyla

Reşid Paşa’yı gözden düşürmeye muvaffak olmuştur.

Mustafa Reşid Paşa önce Edirne Valiliği’ne daha sonra da Paris Sefirliği’ne tayin

olunarak İstanbul’dan uzaklaştırılmıştır. Bundan da anlaşılıyor ki, antlaşmayı kabul

101

Ahmed Lütfi, A.g.e., s. 1066- 1067. 102

Ahmed Cevdet Paşa, A.g.e., s. 6- 7.

83

ederek Mehmed Ali Paşa Mısır dışındaki yerleri terk etse de Osmanlı Devleti üzerindeki

tesirini hâlâ sürdürmektedir. Reşid Paşa, Cevdet Paşa’nın ifadelerine göre büyük

meselelerin halliyle kendini ispat etmiş, büyük şöhrete sahip bir devlet adamıydı.

Tanzimat’ın ilanı ve Mısır meselesinin bütün Avrupa’nın ittifakı ile Osmanlı Devleti

lehinde çözülmesi onun ününü halkın nazarında daha da artırmıştır. Reşid Paşa bu

prestijini, Osmanlı Devleti’ne Avrupa’da gördüğü yenilikleri getirmek için sonuna

kadar kullanmıştır.

Bu dönemde Osmanlı bürokrasisi Reşid Paşa’nın modernist anlayışı ile

biçimlenmiştir. Mustafa Reşid Paşa, kendisinden sonra devleti yöneten birçok devlet

adamları yetiştirmiş, Sultan Mahmud devrinde gördüğü usule uygun olarak Babıâli’yi

teşkil eden Tercüme Odası’na Müslüman tercümanlar alırken, Hariciye memurlarını

bütünüyle Müslümanlardan seçmişti. Ancak onun yerine Âlî Paşa geçince bu usulü terk

etmiş ve Ermenilere haddinden fazla rağbet ederek buralara fazla miktarda Ermeni

doldurmuştur.103

Cevdet Paşa’ya göre, Mustafa Reşid Paşa âlicenap, doğru bildiğini

çekinmeden söyleyen, suistimalden kaçınan ama haddinden fazla İngiliz taraftarı bir

devlet adamıdır. Mustafa Reşid Paşa ile gelenekçi devlet adamları arasında derin bir

fikir ayrılığı vardı. Nitekim Osmanlı Devlet adamları arasındaki bu gelenekçi ve

modernist ayrışması başta İngiltere ve Fransa olmak üzere Avrupa devletlerinin işine

yaramış ve bu devletler bu rekabetten azami ölçüde yararlanarak sık sık Osmanlı

Devleti’nin içişlerine karışma imkânı bulmuşlardır.

Tanzimat’ın ilanı, II. Mahmud döneminde yapılan yeniliklerin bir devamıdır. II.

Mahmud, Tanzimat’ı ilan etmeyi düşünmüş fakat çeşitli iç ve dış sebepler buna

müsaade etmemiştir. II. Mahmud birçok muhafazakâr devlet adamının taleplerine

rağmen Mustafa Reşid Paşa’yı görevinden almayarak onu zımnen desteklediğini

göstermiştir. Bunu Mustafa Nuri Paşa da söylemektedir: “Dışişleri Bakanı Reşid Paşa,

Mısır’a karşı büyük devletler ile ittifak anlaşması yapmak için iki yıldan beri Avrupa’da

bulunup epey başarı da kazanmıştı. Sultan Abdülmecid Han’ın tahta geçişinin hemen

ardından İstanbul’a geldi. H.1254 (M.1838) yılında uygulanması planlanmış iken gerek

görüldüğü için ertelenmiş bulunan Tanzimat’ı Hayriye’yi ilan ettirip uygulamaya

başlattı.”104

103

Ahmed Cevdet Paşa, A.g.e., s. 1. 104

Mustafa Nuri Paşa, A.g.e., s. 277.

84

Mustafa Reşid Paşa ve diğer Tanzimatçılar Osmanlı Devleti’ni yaşatmak için onu

yeni bir rotaya sokmaya çalışmışlarsa da bunun ne derecede başarılı olduğu hâlen

tartışılmaya devam edilmektedir. Tanzimat döneminde Mustafa Reşid Paşa’nın hem

Hariciye Nâzırı hem de Paris Sefiri olması bazı problemler doğurmuştur. Dönemin

uygulaması olarak bir kişi birkaç görevi birden yapıyordu. Tanzimat döneminde bütün

düzenlemelerin yükü neredeyse Mustafa Reşid Paşa’nın omuzlarına yüklenmişti. Bu

durum da doğal olarak bazı işlerin eksik kalmasına neden oluyordu. Bu durum

belgelerde şöyle dile getirilmektedir: “Devlet-i Aliyye’nin istihsal-i mamuriyet ve

miknete destres olabilmesi esbabına teşebbüs dahi faidelü göründüğüne ve bu mesele

içün elbette konferans tabir olunur bir meclis küşadı lazım geleceğinden… Umur-ı

Hariciye Nezareti’nde bulunduğunuzdan sizin veyahud Devlet-i Aliyye’nin ittihad-ı âlisi

olan lisana aşina ve Avrupa ahvaline vakıf başka birisinin bizzat Meclis-i mezkûre

duhulü taraf-ı Devlet-i Aliyye’den istida olunması lazımdır diyerek bu babda dahi bazı

ihtarât-ı hayırhahâne’ye dair hayli şeyler söylemiş olmağla…”105

Tanzimatçılar değişik fikirdeki aydınlarımız tarafından kendi görüşleri

doğrultusunda değerlendirilmiştir. Türkiye’deki sol düşüncenin önemli düşünürlerine

göre, Tanzimatçılar ve Mustafa Reşid Paşa batının uşağı olarak görülüp bu Batılılaşma

sömürge ve yarı sömürge haline getirilen bütün Avrupa dışı ülkelerde görülen cinsten

bir Batılılaşma, bir uydulaşmadır. Reşid Paşa, Tanzimat’tan sonra bol sayıda örnekleri

görülecek olan yeni tip bir devlet adamıdır. Eskiden nüfuzlu paşaların himayesine

girilerek idarede kariyer yapılırken, Reşid Paşa yabancı bir devlete dayanarak kariyer

yapma çığrını açmıştır. 106

Muhafazakârlar ise, Tanzimat’la birlikte geleneklerimiz,

göreneklerimiz ve törelerimizin aydınlarca Batılı değerler karşısında ikinci plana

atılmasını eleştirirler. Onlara göre soysuz, kökünden kopmuş ve kendi halkından uzak

kendilerine aydın diyen yeni nesiller tarihi bağlarından koparak kendilerini takip eden

toplumu da manevi bunalım içine sürüklediler. Bunlara göre Tanzimat, Osmanlı

toplumuna ahlakî çöküşten başka bir şey getirmemiştir.

Günümüzün en önemli Osmanlı tarihçilerinden olan Halil İnalcık ise bize göre en

doğru ve Tanzimat dönemindeki gelişmelere de en uygun tarifi yapmaktadır. Halil

İnalcık, Tanzimat dönemini şöyle tarif ediyor: “Tanzimat temel müesseseleri bozulmuş

olan Osmanlı İmparatorluğu’nun yepyeni bir medeniyetle yükselen ve taarruza geçen

105

Defter1, s. 8- b. 106

Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni, Ankara, 1968, s. 58.

85

bir Avrupa’nın ezici üstünlüğü karşısında yeniden teşkilatlanma teşebbüsünün kati bir

safhasıdır.”107

Tanzimat hakkında olumlu veya olumsuz değerlendirmelerin hâlâ devam etmesi,

onun Türk tarihinin en önemli belki de birinci yenileşme hareketi olmasından

kaynaklanmaktadır. Tanzimat hareketi toplumumuzda olumlu veya olumsuz önemli

etkiler bırakmıştır. Bu etkinin Cumhuriyet döneminde de devam ettiğini görmekteyiz.

Her alanda köklü reformlar yapan Tanzimat’ın en başarılı olduğu alan Hukuk alanı

olmuştur diyebiliriz. Tanzimat’la bütün Osmanlı tebaasının can, ırz, mal ve din

güvenliği sağlanmıştır. Mustafa Reşid Paşa İngiltere’de yaptığı çalışmalar sonucunda

Batı’nın ilerlemesinin en önemli motor gücü olarak hukuku görmüş ve Osmanlı

Devlet’nde hukuk reformu yapmanın şart olduğuna karar vermişti. Tanzimat’ın ilanı ile

başlayan hukukta yenileşme, Osmanlı Devleti’nin yıkılışına kadar devam edecek hatta

Cumhuriyet’in ilanından sonra da etkisini sürdürecektir. Zaten bazı Batılılar

Tanzimat’ın ağırlıklı olarak hukuk alanında yapıldığını düşünmektedirler. Bununla ilgili

olarak ünlü Türkolog Mordtmann şöyle demektedir: “Tanzimat hareketi, yalnız

Müslüman olmayan Osmanlı uyrukların hukuksal durumlarında yapılan bir

değişikliktir. Ama Türkiye’de bu daha genel olarak hukuk ve idarede değişiklikler

biçiminde anlaşılmaktadır”.108

Yukarıda da belirttiğimiz gibi birçok Türk aydını Tanzimat’ı değişik yönleri ile

anlamış ve öyle tarif etmişlerdir. Mesela, Hilmi Ziya Ülken “Askerî ve teknik olarak

başlayan Batılılaşmanın siyasî-hukukî bir şekil alması”109

, Nihat Sami Banarlı

“Osmanlı Devleti’nin artık başa çıkamadığı askerî ve siyasî Rus ve Avrupa baskısı

karşısında, sırf varlığını korumak için yapmak zorunda kaldığı siyasî, adlî, ictimaî ve

medenî bir hareket”110

olarak tarif etmişlerdir. Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa

Kemal Atatürk de Tanzimat’ı şöyle tarif etmiştir: “Memleket içinde isyan ocağını

körüklemekte olan Müslüman olmayan unsurları memnun etmek, onların tarafını yerli

yersiz bahanelerle tutan, devletin içişlerine karışan Avrupa devletleri, Batı karşısında

bir şeyler yapmak zaruretlerinden doğan bir hareket.”111

107

Halil İnalcık, Tanzimat ve Bulgar Meselesi, Ankara, 1943, s. 2. 108

Ahmet Mumcu, “Hukukçu Gözüylü Mustafa Reşid Paşa ve Tanzimat”, Seminer, s. 39. 109

Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, İstanbul, 1979, s. 34. 110

Nihat Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul, 1980, c. II, s. 810- 811. 111

Nejat Göyünç, “Tanzimat’a Yöneltilen Eleştiriler”, Seminer, s. 105.

86

Tanzimat’ın getirdiği Müslüman-Hıristiyan eşitliği prensibinden iki taraf da

memnun kalmamıştır. Hatta daha önce de belirttiğimiz gibi Hıristiyan tebaa da

aralarındaki dengenin bozulmasından kaygı duyarak, Tanzimat’a pekiyi gözle

bakmamışlardı. Gayr-i Müslimler, Tanzimat’ın getirdiği haklardan kısmen memnun

olmakla birlikte, onun getirdiği yeni sorumluluklara karşı çıkıyorlardı. Müslümanlar ise,

Gayr-i Müslimlere verilen ayrıcalıklardan rahatsız oluyor; İslam dininin üstünlüğüne bir

çırpıda darbe vurulduğunu düşünüyor ve menfaati zarar gören bazılarının kışkırtması ile

birçok yerde ‘Şerat elden gidiyor’ çığlıkları ile gösteri yapıyorlardı.112

Yabancı

devletler, Müslüman halkın hoşnutsuzluğundan faydalanarak, Katolik, Ortodoks ve

Protestanların hamisi sıfatıyla Osmanlı Devleti’ne daha fazla müdahalelerde bulunma

fırsatı bulmuşlardı. Tanzimat Fermanı’nın hazırlayıcısı ve bu dönemin en önemli

şahsiyeti olan Mustafa Reşid Paşa ve arkadaşlarının gayesi ülkeyi modernleştirmekti.

Cevdet Paşa’nın açık olarak ifade ettiğine göre “neşr-i maarif ve tamim-i terbiye ile

devleti, usul-i cedide-i Avrupa’ya tevfikan tanzim etmek” yani eğitim ve kültürü

yaygınlaştırmak yolu ile devleti Avrupa’daki yeni usullere göre düzenlemek idi. Bunu

sağlamak için tabiatıyla birçok Batılı müessese ve fikirler ülkeye girdi. Milliyet

duygusu, vatan sevgisi, hürriyet aşkı, halkın yönetime daha fazla katılmasını ifade eden

meşrutiyet ve cumhuriyet gibi kavramlar bunlar arasındadır. Bütün bu gelişmeleri,

Tanzimat’ın yarattığı fikirlere ve kahramanlara borçluyuz. Bu nedenle bazı tarihçiler:

“Cumhuriyet’in temelleri Tanzimat’la atılmıştır” demektedirler.113

Tanzimat yöneticilerinin ve aydınlarının amaçlarından birisi de “ittihad-ı İslâm”

dan önce “ittihad-ı anâsır” yani İslâm birliğinden evvel milletlerin birliğini

sağlamaktı.114

Bunun için üretilen “Osmanlı” deyimi 1876’da Kanun-ı Esasi’ye de girdi

ama maalesef başarılı olamadı. Bu başarısızlığın sebebini 1789 Fransız ihtilalinin

getirdiği milliyetçilik ilkelerinin sonuçlarında aramak gerekir. Bununla ilgili Atatürk

şunları söylüyor: “Osmanlı İmparatorluğu dâhilindeki akvam-ı muhtelife hep milli

akidelere sarılarak, milliyet mefkûresinin kuvvetiyle kendilerini kurtardılar. Biz ne

olduğumuzu, onlardan ayrı ve onlara yabancı bir millet olduğumuzu sopa ile içlerinden

kovulunca anladık”115

Dış etki ve devlet anlayışındaki Paradigma değişmesi nedeniyle

112

Salahi R. Sonyel, A.g.s., s. 344- 345. 113

Ekrem Üçyiğit, A.g.s., s. 12- 13. 114

Erol Güngör, İslâmın Bugünkü Meseleleri, İstanbul, 1983, s. 161. 115

Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri1, Ankara, 1988, s. 143.

87

oluşan ulusal devlet anlayışlarına geçişin de tesiri ile gerçekleşen bu başarısızlık,

günümüzde dahi çözülememiş ve bütün Ortadoğu’da onarılamaz yaraların açılmasına

neden olmuştur.

Kanımızca Tanzimat’ı “Bizi Avrupa medeniyetine dış görünüşü taklid etmek

suretiyle sokmağa kalkmaları kısır kaldı” veya “Osmanlı Türkiyesi’nin medeniyet

değiştirerek, yalnız Türkiye için değil, bütün Yakın ve Orta Şark için büyük bir inkılâbın

başlangıcı”şeklinde değerlendirmek eksik kalır. Bildiğimiz gibi Batı medeniyeti üç

temel üzerine kurulmuştur: Grek düşüncesi, Roma hukuku ve Hıristiyan inancı. Biz neyi

değiştirerek bu üç temelden hangisini benimseyebiliriz? Türk Milletinin tarihi temelleri

bellidir: Eski Türk kültürü ve medeniyeti, İslâm inancı ile karşılaştıkları diğer

kültürlerden alarak özümsediği değerler. Bizim medeniyetimizle Batı medeniyetinin

tamamen kaynaşması mümkün değildir. Bunun nedenini dünyaya bakış felsefelerimizin

farklılığında aramak doğru olacaktır. Şöyle ki, bizim dünyaya bakışımızı inancımız

belirler, Batının çoğunun dünyaya bakışını ise menfaati ve çıkarları belirler. Yani Batı

medeniyeti ile aramızda, imanlı akıl ile imansız akıl arasındaki fark kadar ayrılık vardır.

İmanlı akıl; dünyaya kendini geliştirmek ve iç dünyasını zenginleştirmek için bakarken

imansız akıl; ondan nasıl faydalanabilirim, onu nasıl sömürebilirim diye bakar. Belki de,

Osmanlı Devleti’nin yıkılmasını ve Batılı sömürgeci devletlerin bütün dünyayı kasıp

kavuran yükselişler gösteren gelişmesini bu noktada aramak faydalı olur.

Tanzimat getirdiği Batılı değerlerle, Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan

değişik milletler ve inançlar için onları çeşitli açılardan etkileyen bir başlangıç noktası

olmuştur. Lale devrinden itibaren birçok alanda yapılan reformlar, 1826 yılında

Yeniçeri ocağının kaldırılmasına kadar başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Yeniçeri ocağının

kaldırılması, Osmanlı muhafazakârlığının asıl dayanağını teşkil eden geleneksel gücün

yokolmasını sağlamıştır. Böylece yapılacak liberal değişikliklere gerekli ortam

hazırlanırken, devletin üstünlüğünü teşkil eden asıl gücü yok edilmiştir. Bundan dolayı

Tanzimat, kendisinden önceki bütün reformları tavır ve başarı açısından geçen bir mana

taşır. Fakat dönemin şartları ve toplumun inanç yapısı nedeniyle eskiyi tamamen

ortadan kaldıramamış ve birçok alanda ikiliklerin doğmasına neden olmuştur.116

116

Ekrem Üçyiğit, A.g.s., s. 11.

88

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

TANZİMATTAN LONDRA ANTLAŞMASINA MISIR MESELESİ

(1839- 1840)

I.Tanzimat’ın İlanı ve Düvel-i Muazzama

Tanzimat-ı Hayriye, Osmanlı devlet ve toplumunu modernleştirmeyi hedefleyen

sürekli bir yasama ve reform dönemi olup, yönetimin merkezîleşmesini artırmış ve

1839- 1876 yılları arasında Osmanlı toplumuna devlet katkısının artmasını sağlamıştır.

Tanzimat hareketini mümkün kılan, II. Mahmud’un Osmanlı hükümetinin kapsamını

geleneksel sınırlarının dışına taşırıp, tüm yaşam biçimlerini düzenleme görev ve

yetkisini de kapsayacak şekilde genişletmesi, Osmanlı reform kavramını eski kurumları

koruma ve yeniden canlandırma geleneğinden ayırıp, bunların yerine bir bölümü

Batı’dan ithal edilen yenilerini getirmesidir.117

Osmanlı Devleti; Fransız devrimi, sömürgecilik ve sanayileşmenin etkisiyle

ortaya çıkan ve kendi devlet yapısının temellerini de kökten sarsan yeni bir dünya ile

karşı karşıya idi. Koçi Bey risalesine kadar devletin düzelmesi için referans noktası

olarak Kanunî dönemi gösterilirdi. Osmanlı toplumu Batı üstünlüğünü ağır

yenilgilerden sonra onun endüstri ve teknolojideki ilerlemelerini görerek kabullenebildi.

Bunun yarattığı sarsıntı sonucunda devletin bekası için Avrupa referans olarak

gösterilmeye başlandı. Osmanlı Devleti’nin yaşaması için dünyadaki yeniliklere ayak

uydurması ve sistemini buna uyarlaması gerektiği özellikle Tanzimatçı devlet adamları

tarafından sıkça dile getirilmiştir. Osmanlı Devleti’nde Batı’yı örnek alan ilk yenileşme

adımlarını III. Selim attıysa da devleti Batı sistemine uyarlamak gerektiğini Mustafa

Reşit Paşa’nın telkinleri ile II. Mahmud kabul etti. II. Mahmud’un yaptıklarının doğru

olup olmadığı tartışılabilir ama 1826 yılında gerçekleştirdiği Yeniçeri Ocağı’nın

kapatılması olayının gazâ sistemine dayalı Osmanlı devlet yapısını geri dönülmez

biçimde değiştirdiği tartışılamaz. Osmanlı Devleti, ordusu ile XIX. Yüzyılda halen

Avrupa ile baş edebilecek durumdaydı. Avrupa’dan esas geri olduğu alan sanayi,

ekonomi, bilim ve teknoloji alanıydı. Esasen askerî alandaki başarıları, Osmanlı devlet

117

S. J. Shaw, A.g.e., s. 86.

89

adamı ve aydınlarının Avrupa’nın bu alanlardaki ilerleyişini görmesini engellemiştir. Bu

düşünceyle ilgili olarak 1803- 1806 yılları arasında Paris’de kalan Halet Efendi’nin şu

sözünü örnek olarak verebiliriz: “Halkın nakil ve methettikleri Frengistan’ı daha

göremedik. O tuhaf şeyler ve o akıllı Frenkler kangı Avrupa’dadır bilemem.”118

II. Mahmud, hayatı boyunca yeniçeriliğin yerine yeni bir askerî sistem kurmak

istediyse de savaşlar ve değişik nedenlerle bunu tam olarak başaramadı. 1826 yılında

Yeniçeri ocağının kaldırılması ile koca devlet neredeyse savunmasız duruma düştü.

Yeniçeri ocağının kaldırılması ile Osmanlı Devleti kendine güveninin temelini teşkil

eden ve tarihi yüzyıllara dayanan asıl muhafazakâr dayanaktan yoksun kaldı. Osmanlı

Devleti’nde reformların yapılmasındaki en önemli engel orduydu. Yeniçeri ocağının

kaldırılması ile birçok reformların hiçbir direnişle karşılaşmadan yapılmasını sağlandı.

Batı kökenli yeniliklerin Osmanlı Devleti’nce pek kabul görmemesinin nedeni askerî

olarak onlarla aynı seviyede olunmasıydı. Oysa XVI. Yüzyıldan itibaren Rönesans,

reform ve coğrafi keşifler sonucunda, Avrupa ekonomik ve sosyal yönden hızla

ilerlemiş ve birçok yönden Osmanlı Devleti’nin önüne geçmeye başlamıştı. Osmanlı

gururunun temelini teşkil eden Yeniçeri ocağının kaldırılması ile bu durum da ortadan

kalkmış ve devlet her türlü reforma uygun hale gelmişti. Bundan sonra devlet yapısını

da yeniden düzenlemek yoluna gidildi.119

Abdülmecid’in tahta çıkışından yaklaşık 4 ay gibi bir süre sonra gerçekleşen

Tanzimat, Osmanlı Devleti açısından devletin bütün boyutları ile batılı sisteme göre

değişmesini hedeflediği için bir Paradigma değişmesiydi. Thomas Kuhn “Bilimsel

Devrimlerin Yapısı“ isimli eserinde “Paradigma” kavramını; “yeni sorunlara çözüm

üretemeyen bir sistemin kökten değiştirilerek, çözüm üreten yeni bir sistemin

kurulması” olarak tarif eder.120

Kuhn’un fizik ve matematik bilimleri için ifade ettiği

Paradigma kavramının devletler için de aynen geçerli olduğu düşünülebilir. Osmanlı

Devleti’nin sanayi öncesi duruma göre, milliyetçilik ve sömürgecilik akımları ortaya

çıkmadan kurgulanmış bir devlet yapısıyla XIX. ve XX. yüzyılda ayakta kalması

mümkün değildi. Tanzimatçılar’ın bu teşhisi doğruydu ama çözüm konusunda dış

baskılar ve savaşlar nedeniyle doğru adımların atılamaması devleti yine de çöküşe

118

Ekrem Üçyiğit, “Akdeniz Medeniyetleri Tarihinde Tanzimat”, Tanzimat’ın 150. Yıldönümü Uluslar

arası Sempozyumu, Ankara 31 Ekim- 3 Kasım 1989, Ankara, 1994, s. 9. 119

Ekrem Üçyiğit, A. g. s., s. 9. 120

Thomas S. Kuhn, Bilimsel Devrimlerin Yapısı, Çev. Nilüfer Kuyaş, İstanbul, 1991, s. 9, 118.

90

götürdü. Tarih bilimi olayların zaman ve mekânına göre değerlendirilmesini amaç

edinir. Tanzimat’ın ilanı, Osmanlı Devleti ve diğer çok uluslu devletler için uçurumun

kenarında iken yapılması gereken son çırpınışlardan birisidir. Eğer zaman ve şartlar izin

verseydi de bu Paradigma değişikliği normal seyrinde gerçekleşseydi, belki de insanlık

XIX. ve XX. yüzyılda yaşadığı ve hâlen de yaşamakta olduğu pek çok bunalımları

yaşamayacaktı. Devletler normal mecrasında, çatışma ve savaşlar olmadan biçim

değiştirebilecekti.

Fransız ihtilalinden sonra Osmanlı tebaası olan Gayr-i Müslimlerin, XIX. asır

başlarından itibaren birer millet olarak ortaya çıkmak için değişik faaliyetlere

giriştiklerini görmekteyiz. Bu milletlerin bağımsızlık düşüncelerini ortaya çıkaran unsur

sadece Batı düşüncesi ile tanışmaları değildir. En önemli sebep, kapitülasyonların

verdiği imtiyazlar ve Batılı devletlerin himayeci politikaları neticesinde bu milletlerin

ekonomik olarak kalkınmış olmalarıdır. Himayeci sistem sayesinde Avrupalı tüccarlarla

ekonomik ayrıcalıkları paylaşacak duruma gelen azınlıklar, yeni ve diğer

Müslümanlar’dan daha zengin bir ticaret sınıfı olarak ortaya çıktılar. Kapitülasyonlarla

yabancı elçilere yerli Gayr-i Müslim tercüman kullanma hakkı tanınmıştı. Daha sonra

bu hak genişletilerek yabancı konsoloslara da verildi. Hatta kapitülasyonlara aykırı

olduğu halde yerli Hıristiyanlar’dan konsolos görevlendirilmeye de başlandı. Bunların

diplomatik imtiyazları dahi vardı. Yerli tercümanlara beratla izin verildiği için bunların

hepsine “beratlı” deniliyordu. “Avrupa Tüccarı” da denilen beratlılar, kısa sürede bu

ayrıcalıkları sayesinde aşırı zenginleştiler ve özellikle Rum burjuvazi sınıfı bağımsızlık

düşüncesi için bir öncü rolü oynamaya başladı. Gayr-i Müslim cemaatlerde bağımsızlık

düşüncesinin artması, Müslüman topluluklar üzerinde İslâmlık eğiliminin güçlenmesine

neden oldu. II. Mahmud İmparatorluğu dağılmaktan kurtarmak için, İslâm birliğine

vurgu yaparak bunu güçlendirici politikalar izlemeye başladı. Fakat Müslüman olan

Araplar ve Arnavutlar arasında da bağımsızlık düşüncesinin güçlenmesi, bu politikanın

fazla bir etkisi olmayacağını gösterdi. Bu durum yeni bir gelişmeye tanıklık ediyordu;

bir devleti bir arada tutan dinî sebeplerin yerini artık iktisadî sebepler almaktaydı.

Osmanlı İmparatorluğu yukarda da belirttiğimiz gibi kendisini de aşan evrensel

nedenlerden dolayı temelden sarsılmaktaydı. Uzun yıllardır süren değişik ırk, din ve

milletleri barış içinde bir arada tutma misyonu çatırdamakta, Müslüman ile Hıristiyan

yalnız birbirinden ayrılmakla kalmamakta, değişik nedenlerle birbirine düşman

91

olmaktadır. “Fesad çıkar böl ve hâkim ol” zihniyeti uygulamaya girmiştir.121

Bu siyaset

insanları sömürmek için gelecek yüzyılda da futursuzca kullanılacaktır. Araplar

Müslüman oldukları halde, Mehmed Ali Paşa isyanından sonra, Türk gücünün artık

kendilerini koruyamayacağına inanmaya başlamışlardı. Suriye ve Lübnan Gayr-i

Müslimleri’nin Mısır ordusu çekilirken Osmanlı tarafına geçmek için Avrupa garantisi

istemeleri bu durumu açıkça göstermektedir. II. Mahmud’un bunları ortak bir amaca

doğru birleştirip yürütmek için yaptığı bütün girişimler başarısız kalmaktaydı.

İmparatorluğun geniş toprakları üzerinde, yeni ortaya çıkan sömürgeci güçlerin

başlattığı işgal hareketleri ve kışkırtmalar iyi niyetli girişimleri dahi sonuçsuz

kılmaktadır. Dağılma pozisyonuna gelen devleti yaşatmak için köklü reformlar

yapmaktan başka çare kalmamıştı. Tanzimat, kopma noktasına gelen toplum bağlarını

yeniden elden geçirerek güçlendirmek çabası ile ortaya çıktı. Avrupalı büyük

devletlerinin baskı ve müdahaleleri altında Gayr-i Müslim cemaatlerin Türk ve diğer

Müslüman cemaatlerle birlikte yaşayabilecekleri bir İmparatorluk birliğinin

kurulmasına çalışıldı. Fakat 3 Kasım 1839’da ilan edilen Tanzimat Fermanı’nın esasları

böyle bir birliği sağlamaktan uzaktı. Bu Ferman, bir anayasa hatta bir kanun bile

değildi. Ferman’da Padişah, iradesinin sınırlandırılmasını kabul eder, bütün tebaanın

can, mal ve namus masumiyetini kanunların yargısına ve güvenliğine bıraktığını söyler,

hükümet yönetiminin kendi iradesine göre değil “mevadd-ı esasiyye’ye” göre yapılacak

kanunlara göre olacağını belirtir. Mevadd-ı esasiyye ise şeriattır. Buna göre yapılacak

kanunlar bütün tebaaya ayrım gözetmeksizin uygulanacaktır.

Tanzimat Fermanı, Osmanlı Devleti’ni bir arada tutmak için hazırlanmıştı ama

tatbikatı tamamen bunun tersi yönde oldu. Müslümanları kaynaştırmak şöyle dursun,

Gayr-i Müslim toplulukları dahi bir arada tutmayı başaramadı. Ortodoks Kilisesine

bağlı çeşitli milletler kendi Millî Kiliselerini kurmak suretiyle ayrıldılar. Tanzimat

döneminde devlet gittikçe milli bir temelden yoksunlaştı. Bütünleşmiş bir halkın devleti

olmaktan çıktı. Geleneksel temelleri kaldırılınca, Osmanlı Devleti yasal açıdan temelsiz,

millî anlamda köksüz, dış güçlerin katkısı ile ayakta durabilen bir egemenlik durumuna

düştü. Sık sık değişen Tanzimat hükümetleri, dış güçlerin desteği ile ayakta durabilen,

hatta onların siyasî ve ekonomik çıkarlarını dengelemek görevini yerine getiren birer

araçtan başka bir şey değillerdi. Hiçbir Tanzimat dönemi hükümetinin tam bağımsız

121

Mehmet S. Aydın, “Cavidnâme”, T. D.V. İslam Ansiklopedisi, c. 7, s. 179.

92

hareket ettiğini söylemek mümkün değildir. Dış güçler, Osmanlı idaresi altındaki Gayr-i

Müslimlerin çıkarlarını korudukları için, Müslümanlar devlet içindeki etkinliklerini

gittikçe kaybetmekteydiler. Gayr-i Müslim unsurların milliyetçilik akımları, Osmanlı

siyasî hayatında dinî tepkinin oluşmasında oldukça etkili oldu. Müslüman-Türk

unsurunda ise Türk milliyetçiliği yerine İslâmcılık eğilimini güçlendirdi. Bu nedenle

İmparatorluğun yıkılışına kadar Türkler arasında milliyetçilik anlayışı fazla

gelişmedi.122

Osmanlı Devleti kuruluşundan itibaren, değişik milletlerden ve inançlardan insanı,

dönemine göre en ileri sistemle bir arada huzur ve mutluluk içinde tutmayı başarmıştı.

Ama XIX. yüzyıla gelindiği zaman Avrupa’da gerçekleşen milliyetçilik, sömürgecilik

ve sanayileşme akımları tesiriyle bu sistemin devam etmesi mümkün değildi. Bu yeni

dönemin gerektirdiği idarî, malî, askerî ve siyasî değişiklikler çeşitli nedenlerle

yapılamıyordu. Mustafa Reşid Paşa, Osmanlı ordularının kendi valisine yenildiği,

donanmanın komutanı tarafından götürülüp Mısır’a teslim edildiği ve devletin

yaşamasının Rusya’nın insafına bırakıldığı bu karanlıktan ancak Avrupa’nın desteği ile

çıkılabileceğine genç Padişahı ikna etti. Böylece her şeyin buna uygun olduğu bir

dönemde 3 Kasım 1839 tarihinde Tanzimat ilan edildi. Mustafa Reşid Paşa’nın, II.

Mahmud’un reformlarından yola çıkarak geliştirdiği, kendi deneyim ve uygulamaları ile

değiştirdiği ve başlatılan reformları sürdürmek ve yaygınlaştırmak için kaleme aldığı,

Padişah tarafından onaylanan bu Ferman, Topkapı Sarayı’nın altındaki Gülhane

alanında değişik kesimlerden dinleyicilere bizzat kendisi tarafından okundu. Ferman iki

bölümden oluşuyordu; mazbata ve metin. Padişah iradesiyle;

1- Tebaa’nın yaşam, onur, mal ve mülkleri garanti altına alınıyor,

2- Vergi takdiri ve salınması bir sisteme bağlanıyor,

3- Ordu’da askere alma, eğitimde yeni yöntemler geliştirme ve yeni kuruluşlar

kurma yoluna gidiliyordu.123

Paris Sefiri Nuri Efendi’nin Londra’da Şekib Efendi varken Düvel-i Hamse ile

görüşmelere yetkilendirilmesi hususunda Palmerston ve merkez ile yapılan

görüşmelerin anlatıldığı bir belge vardır. Böyle bir şeye niçin ihtiyaç duyulduğu

araştırılması gereken önemli bir konudur. Bize göre, bu durum Tanzimat Fermanı’nın

122

Cevdet Küçük, A.g.s., s. 19- 22. 123

S. J. Shaw, A.g.e., s. 91- 92.

93

ilanı üzerinde 1789 Fransız İhtilali ilkelerinin etkisi ile açıklanabilir. Londra

görüşmelerine Fransa’nın katılmaması önemli bir eksiklikti. Bu eksikliği gidermek ve

Fransız ihtilalinin getirdiği yeni ilkeleri Londra antlaşmasında gündeme getirerek

Osmanlı lehinde kullanmak üzere Paris elçisi Nuri Efendi de Londra görüşmelerinde

görevlendirilmiştir. Londra Antlaşması görüşmeleri ile Tanzimat’ın ilanı sürecinin

birbirine paralel olarak ilerlediği görülmektedir. Avrupa devletleri, Londra Antlaşmasını

sonuçlandırmak için bir yıl beklemişlerdir ki, Tanzimat Fermanı ile bekledikleri

tavizleri alabilsinler. Londra Antlaşması’nın maddelerini incelendiğimiz zaman bu

etkiyi açıkça görebiliriz. Bu meselede henüz sonuca ulaşılamamış ise de bu ilkelerin

antlaşmaya yansıtılması ile Fransa’nın da iknası meselenin istenildiği gibi çözülmesi

bakımından önemli bir ayrıntıdır. Bütün bu sebeplerle buradaki memurun bir başka

memurla desteklenmesi çözüme katkıda bulunacaktır. İfade etmeye çalışığımız bu

fikirlerin işaretlerini bir belgede şöyle görmekteyiz: “… Londra sefiri saadetlü Şekib

Efendi bendelerinin dahi bi-mennihi Teâlâ hemen bu günlerde oraya vasıl olarak artık

bu maslahatlara onun tarafından bakılacağı… ”124

Tanzimat dönemi sıkıntılı bir iç savaşla açılmıştır. Mehmed Ali Paşa olayının

yarattığı sıkıntı eski devirde olduğu gibi paranın ayarını düşürmekle veya başka küçük

değişimlerle çözülecek gibi değildi. Bu nedenle hükümet ilk defa çağdaş Avrupa para

sistemini taklit ederek banknot çıkardı. Ama bu tedbir de halk tarafından fazla itibar

görmedi. Tanzimat dönemi aydını, Avrupa taraftarı politikasını ve yönetimin

modernleşmesini Prens Matternih zihniyetiyle benimseyen bir gruptu. Matternih’in

“İmparatorluğun dış politikadaki gücü içteki düzenin sağlamlığına bağlıdır” sözü

onların çoğunun düsturuydu. Bunu benimseyenlerden birincisi dönemin Viyana elçisi

Sadık Rıfat Paşa ikincisi ise Ahmed Cevdet Paşadır.125

Matternih, Mustafa Reşid Paşa’nın Londra elçiliği sırasında, İngiliz devlet

adamlarının telkinlerinin tesiri ile Tanzimat Fermanı’nı hazırlayıp Padişah’a

onaylattığını ifade eder. Bu düzenlemelerin bir amaçtan yoksun olduğu için başarıya

ulaşmasının zor olduğunu belirtir. Bundan dolayı Tanzimat’ı ‘gösterişli bir tahrir’ olarak

nitelendirir.126

Tanzimat Fermanı ve bunu izleyen diğer reformlar; Matternih gibi

tutucular ile Canning gibi liberallerin etkisi kadar, Tanzimatçı devlet adamlarının,

124

Defter2, s. 10- a, b. 125

İ. Ortaylı, A.g.e., s. 235. 126

S. R. Sonyel, A.g.s., s. 344

94

devletin gerçekleriyle yabancı devlet adamlarının yorumlarını ve kendi görüşlerini

tartarak hareket etmesinin bir karışımıydı.127

Bu Ferman tarz olarak Büyük

Britanya’daki “Queen’s speech to parliament” i yani kraliçenin parlamentoya

hitabelerini andırıyordu. Ancak ondan farklı olarak, hatt-ı hümayunda ifade edilen

cümleler Padişah’ın kişisel projeleriymiş gibi yansıtılıyordu.128

Tanzimat’ın baş aktörü olan Mustafa Reşid Paşa, Mısır meselesinin çözülmesi ile

Tanzimat arasında sıkı bir ilişki olduğunu pekçok kez ifade etmiştir. Birçok ifadesinde

görüleceği gibi, bu şekilde Osmanlı Devleti’nin geleceğini ve refahını garanti altına

aldığını düşünmektedir. Osmanlı Devleti ve halkını böylece kontrol altına sokmuş ve

onu medenî Avrupa ailesi ve hukukuna dâhil etmiştir. Bu durumu Avrupa devletleri’nin

aralarındaki rekabetlerden de faydalanarak gerçekleştirdiğini şöyle ifade etmektedir:

“Fransa ve İngiltere ve Nemçe devletlerinin bi’l-ittifak… Devlet-i Aliyye’yi hukuk-ı

Avrupa’ya idhal ile Devlet-i Aliyye’nin tamamiyet-i mülk ve istiklalini muhatarât-ı

hâliye ve istikbaliyeden muhafaza ve temin kazıyyesine dahi şamil olmasına… ”129

Mısır meselesinin gelişimi kronolojik olarak incelendiği zaman, meseleye kesin

çözüm getiren Londra Antlaşmasına giden süreçle Avrupa’ya verilen tavizlerin ilişkisi

açıkça görülür. 1831-1841 Yılları arasını kapsayan ve Osmanlı Devleti’nin en hayati

meselesi olan Mısır meselesinin yaşandığı bu 10 yıllık dönemde, devletin geleceğini de

ipotek altına alabilecek çok önemli antlaşmalar ve uygulamalar olmuştur. Ruslar’la

imzalanan Hünkâr iskelesi, İngilizler’li imzalanan Baltalimanı, Fransızlar’la imzalanan

Aynalıkavak ve Tanzimat’ın ilanını bunlar arasında sayabiliriz. Tanzimat Fermanı’nın

hangi şartlar altında ilan edildiğini ortaya koyduğumuz zaman bu diğerlerine de ışık

tutacaktır. “Reşid Paşa ol vakit Düvel-i Avrupa miyanelerinde bir ittifak hâsıl edip de

kalemen Mısır meselesini hall ve tesviye etmeye çalışıyordu. Fakat bunu Tanzimat-ı

Hayriye’nin icrasına rabt edip iki işi birlikte yürütmek istedi. Efkâr-ı atîka ashabından

olan vükela ânın meydana koymak istediği Tanzimat-ı Hayriye’den hoşnud olmayıp

ancak Mısır işi bittikten sonra ânın tesis edeceği tanzimatın temellerini yıkmak kâbil

olur mütalaasıyla mücerred Mısır maslahatının husule gelmesi için Tanzimat-ı

Hayriye’nin vazına muvafakat etmişlerdi… ”130

127

İ. Ortaylı, A.g.e., s. 236. 128

Justin McCarthy, Osmanlı’ya Veda, Çev. Mehmet Tuncel, İstanbul, 2006, s. 36. 129

Defter1, s. 13- b. 130

A. Cevdet Paşa, Tezakir, s. 7.

95

Abdülmecid dönemindeki hızlı modernleşme gayretlerinin ardında, Osmanlı

Devleti’ni Mısır gailesinden kurtarma ve devleti yaşatma için Avrupa desteğini sürekli

hâle getirme niyetinin olduğu görülmektedir. Nizip savaşında Mısırlılar’ın kazandığı

zaferden ve Osmanlı donanmasının büyük kısmının Mısır’a teslim edilmesinden sonra

Osmanlı Devleti dış yardım peşine düştü. Önce durumun vahametini göremeyen Avrupa

devletleri, devreye Rusya’nın girmesiyle çıkarlarının tehlikeye düşeceğini anlayarak,

duruma acil müdahale etmeleri gerektiğine karar verdiler. İngiltere ve Fransa, Rusların

İstanbul’a müdahale etmesini engellemek için işbirliğine gitti.131

Osmanlı Devleti,

Tanzimat’tan önce Fransa dışındaki tüm Avrupa devletlerinden diplomatik, Tanzimat

sonrasında ise özellikle Avusturya ve İngiltere’den askerî destek sağladı. Osmanlı

Devleti’nin en az Mısır kadar kurtarılmaya layık olduğunun göstergesi olarak 3 Kasım

1839’da Tanzimat ilan edildi. Tanzimat’ın getirdiği temel hak ve özgürlükler, Avrupa

kamuoyunun desteğini ve sempatisini sağlama bakımından son derece önemliydi. 1839-

1850 yılları arasında reformların hızlı bir şekilde sürdürülmesi Mustafa Reşid Paşa’nın

bunun gerekliliğine inanması ve yoğun gayretleri sonucunda olmuştur.

1839’da Tanzimat’ın ilanından sonra İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Palmerston’un

İstanbul’daki Elçisi Lord Ponsonbi’ye: “Hatt-ı Şerifiniz büyük bir politika başarısıydı”

demesi başta İngilizler olmak üzere Avrupa devletlerinin Tanzimat’ın ilanında büyük

tesirleri olduğunu göstermektedir.132

Avrupa devletlerinin sürekli olarak Osmanlı

Devleti’ndeki Gayr-i Müslimlerin hamiliğine soyunarak, Osmanlı Devleti’ne müdahale

etmek istediklerini biliyoruz. Tanzimat’ın ilanıyla getirilen idarî, malî, askerî ve sosyal

içerikli kurallar birçok amacın gerçekleşmesini hedeflemekteydi. Bu yeniliklerin

gerçekleşmesiyle; vatandaşlık haklarının teminat altına alınması, yönetimin

iyileştirilmesi ve vatandaşlar arasında eşitlik sağlanması isteniyordu. Bütün bunların

gerçekleşmesi durumunda Avrupa desteği sağlanarak, Mısır ve Boğazlar meselesi

Osmanlı Devleti lehinde çözülebilecekti. Mustafa Reşid Paşa Tanzimat Fermanını

okurken onu izleyenler arasında Avrupa elçileri ve temsilcileri de vardı. İngiltere’nin

İstanbul sefiri Ponsonby de 2 Kasımda aldığı bir çağrıyla, ertesi sabah saat 9 ile 10

arasında, üniforması ile saraya teşrif etmesi istenilenler arasındaydı. O’na göre

131

F. E. Bailey, A.g.s., s. 250. 132

Roderic H. Davison, Osmanlı Türk Tarihi (1774- 1923) ,Çev. Mehmet Moralı, İstanbul, 2004, s. 122.

96

Fermanla bu devletin değişemeyeceğini söyleyenlere güzel bir cevap verilmiş

oluyordu.133

Tanzimat döneminin getirdiği en önemli değişimlerden birisi, “rey-i vahid”

dediğimiz tek elden karar verilmesi usulünün terk edilip “ittifak-ı ârâ” dediğimiz ortak

karar verilen meclis usulünün getirilmesidir. Böylece topluluğun vereceği kararın tek

kişinin vereceği karardan daha doğru olacağı esası yani demokrasinin ilk adımı, kalıcı

olarak Tanzimatçılar tarafından atılmıştır. Belgelerde de gördüğümüz birçok meclis

Tanzimat döneminde devlet yönetimine girmiştir. Türk devlet teşkilatının esasını teşkil

eden meclis fikri Türklerin ilk devirlerinden itibaren varolmuştur. Türk devlet

geleneğindeki bu usulün, İslâm dininin esasında bulunan müşavere ile daha bir şuur

bulması, Türkleri cihan hâkimiyeti mefkûresine götüren önemli unsurlardan birisi

olmuştur. II. Mahmud dönemi ise, meclislerin kurulması ile ileriye dönük oldukça

önemli atılımların yapıldığı bir dönemdir. Bu meclisler daha ziyade müşavere içindi.134

Osmanlı Devleti’nde gerçekleştirilen liberalleşme hareketi İngiltere ve Fransa

tarafından hoş karşılanıp teşvik edilirken, Rusya ve Avusturya tarafından hoş

karşılanmadı. Ancak bu devletlerin hepsi siyasî ve ekonomik çıkarları için bu

Ferman’dan faydalanma yolunu izlediler. Daha önce de belirttiğimiz gibi özellikle

İngiltere ve Fransa, bu Ferman’la Müslüman olmayan azınlıkların da haklarının

verildiğini söyleyerek memnuniyetlerini dile getirmişlerdir. Oysa Osmanlı Devleti’nin

kuruluşundan itibaren Gayr-i Müslimlerin hak ve hürriyetlerine en saygılı devletlerden

birisi olduğunu biliyoruz. Tanzimat Fermanı ise Gayr-i Müslim Osmanlı halklarının

diğer devletlerin güdümüne girmesine neden olarak, devlet otoritesinde derin bir gedik

açtı. Rusya; Ortodoks, İngiltere; Protestan, Fransa; Katolik halk için müdahalede

bulunup, Osmanlı Devleti’nin fırsat buldukları her durumda içişlerine karıştılar. Bu

müdahaleler sonucu daha sonra ortaya çıkacak olan‘Kutsal Yerlerin İdaresi’ konusu

önemli bir sorun haline gelecektir. 1867 yılında İstanbul’a İngiliz elçisi olarak atanan

Lord Lyons fermanın sonuçlarının tamamen Hıristiyanlar lehinde olduğunu ifade

ediyordu. “Sultanın Hıristiyan uyruklarının sayı bakımından çoğaldıkları, daha aydın,

daha varlıklı duruma geldikleri kesindir. Bu sahalarda Müslümanları geride bırakacak

biçimde ilerledikleri görülüyor.”135

133

S. R. Sonyel, A.g.s., s. 343. 134

Ali İhsan Gencer,”Encümen-i Dâniş ve Mustafa Reşid Paşa”, Seminer, s. 31. 135

S. R. Sonyel, A.g.s., s. 351.

97

Tanzimat’a açıktan muhalefet eden ve onun Osmanlı Devleti aleyhinde olacağını

söyleyen en önemli devlet adamı daha önce de belirttiğimiz gibi Avusturya Başvekili

Matternih’tir. Matternih, Avrupa’ya has usullerin aynen alınmasının Osmanlı Devleti’ne

zarar vereceğini söyleyerek, Türklerin eski geleneksel rejimlerine bağlı kalmasının daha

doğru olacağını söylemiştir. Matternih’e göre, Avrupa kanunları yalnız Avrupalılar’a

hastır. Avrupa’dan alınan kanunlar Türklerin din ve geleneklerine uymaz. Türkler

kendileri hakkında Avrupalılar’ın ne düşündüğünü bırakıp kendi gelenek ve dinlerinin

kurallarına göre hareket etmelidirler. Avusturya ve Rusya açıkça söylemese de kendileri

gibi çok uluslu bir İmparatorluk olan Osmanlı Devleti’ndeki yeniliklerin kendi

halklarına sirayet etmesinden korkuyorlardı. Bu nedenle Osmanlı-Mısır meselesinin en

kısa yoldan çözülmesini istiyorlardı.

Bu tabloyu genel olarak değerlendirdiğimiz zaman Tanzimat, İslam

Medeniyeti’nin Osmanlı kesiminde ilk ciddi tavır değişikliğini göstermesi bakımından

önemlidir. Paradigmatik bir değişimi ifade eden bu tavır bilinçli olmaktan ziyade

dönemin getirdiği zorunluluklardan kaynaklansa da gerçekleştirilen reformlarla

Cumhuriyet ve Demokrasi’ye giden yolu açmıştır. Burada temel hata belki de Batı’nın

Osmanlı7yı geçmesini sağlayan bilim ve teknolojideki ilerlemelerden daha fazla

toplumsal ve moda ile ilgili yeniliklerin alınmasıdır. Bu durumu kavalalı Mehmed Ali

Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa şöyle ifade ediyor: ”Türkiye, ilerleme ve güçlenme için

gerekli kaynakları hâlâ bünyesinde taşımaktadır. Babıâli medeniyeti yanlış telakki

etmiştir. Bir millete apolet ve dar pantolon giydirerek yenileşme hizmetini

başlatamazsınız. Elbiselerden başlamak yerine halkın zihniyetini aydınlatmaları

gerekirdi; kıyafet hiçbir zaman topal birini sağlam bir adam yapmayacaktır.”136

136

F. E. Bailey, A.g.s., s. 252.

98

II. Birinci Londra Görüşmeleri Süreci ve Bu Süreçte Anadolu’nun Durumu

Londra görüşmelerinde Osmanlı Devleti’ni temsil etmek üzere Paris sefiri Nuri

Paşa görevlendirilmişti. Londra görüşmelerinde aynı anda iki elçinin görevlendirilmesi

Osmanlı Devleti’nin bu sürece verdiği önemi göstermekteydi. Bununla ilgili

görevlendirme yazısının kendisine ulaşması üzerine Nuri Paşa Paris’den ayrılarak yola

çıktı. Burada antlaşmanın şartları üzerinde Londra elçisi ile beraber Avrupa temsilcileri

ile görüşmelerde bulundu. Bu görüşmelerde Paris ve Londra elçilerinin beraberce

görevlendirilmesinde, çağın getirdiği yeniliklerin ve bunun iki ucu olan İngiltere ve

Fransa’nın önemi etkili olmuştur. Böylece bu devletler Osmnlı’yı desteklemek yönünde

teşvik edilmek istenmiştir. Bu görevlendirme ile ilgili belgede şunlar ifade edilmektedir:

“Malum-ı âlî buyrulduğu üzere Mısır meselesine dair Londra’da Düvel-i Fahîme

memurları beyninde icra olunacak Tanzimat müzakeresinde ve icabına göre yapılacak

senedi imza eylemek üzere Paris sefiri saadetlü Nuri Efendi bendeleri Londra canibine

memur ve tayin kılınmış olmasıyla... ”137

Kendisinin Londra görüşmelerinde temsilci olarak görevlendirilmesi üzerine Nuri

Paşa Hariciye Nezareti’ne bir yazı yazdı. Yazısında Londra görüşmelerinde

görevlendirilmesi ile ilgili yazının İngiliz Elçisi Lord Granville aracılığı ile kendisine

ulaştığını ve hemen hazırlıklara başlayarak 24 Muharrem 256/28 Mart 1840 günü

Londra’ya hareket ettiğini belirtmektedir. Bu görevlendirmede, Londra elçisinin ikinci

bir görevli ile desteklenmesi fikri ve Paris’in Londra’ya yakın olmasının etkili olduğu

görülüyor. Nuri Paşa’nın Londra görüşmelerinde görevlendirilmesi ile ilgili merkeze

yazdığı yazısı şöyledir: “Mesele-i Şarkiyye’ye dâir Londra’da verilecek kararda taraf-ı

müctemiu’l-mecd ve eşref-i hazreti şahâneden bir memurun dâhi bulunmaklığı icab

etmiş olduğundan kurbiyet cihetiyle çâker-i keminelerinin serian Londra canibine

azimet-i ubeydâneme dâir şeref-sunûh ve sudûr buyrulmuş irade-i seniyye-i hazret-i

mülûkane...”138

Paris sefiri Nuri Efendi’nin Londra’da Şekib Efendi varken Düvel-i Hamse ile

görüşmelere yetkilendirilmesi birçok tartışmalar sonucunda gerçekleştirilmiştir. Bunun

gerçekleştirilmesi ile ilgili hususlarda Palmerston ve merkez ile yapılan görüşmeler

137

Defter2, s. 6- a. 138

Defter2, s. 6- a.

99

Hariciye Nezareti’nde değerlendirilmiştir. Bu meselede henüz sonuca ulaşılamamış ise

de Fransa’nın da iknasıyla meselenin istenildiği gibi çözülmesi yakındır diye

düşünülmektedir. Bütün bu sebeplerle buradaki memurun bir başka memurla

desteklenmesi çözüme katkıda bulunacaktır diye Paris sefiri Nuri Paşa da Londra’da

görevlendirilmiştir. Şekip Efendi’ye nazaran daha tecrübeli olduğu için görüşmeleri

birinci temsilci olarak o yürütecektir. İngiltere ve Avusturya bütün süreçte olduğu gibi

hâlâ Osmanlı Devleti’nin görüşlerini desteklemektedir. Fakat İngiltere bu meselenin

çözümünü güç kullanmadan “ayak patırdısı” ile sağlayabileceğini düşünmektedir.

Osmanlı temsilcileri, sonunda Mısır ile sıcak bir çatışmaya girmenin gerekli olduğunu

söyleseler de başta İngiltere olmak üzere diğer müttefik devletler buna

yanaşmamaktadır. İngiltere silahlı bir müdahalenin Fransa ile ilişkilerini tümden

koparabileceğinden çekinmektedir. “Meelinden müsteban olduğu üzere İngiltere Devleti

evvel ve âhir hayırhahlığında iras eylediği sebat ve metanete müdavim ve düvel-i saire

dahi devlet-i muşarun-ileyhaya muvafakatta kaim olarak fakat Fransa Devleti’nin

mütereddid bulunması maslahatın şimdiye kadar tehirine bais olmuş ise de… İngiltere

Devleti’nin bu babda mütalaası, bu maddeyi muharebe açılmaksızın yalnız bir ayak

patırdısı ile bitirmek sureti olub… ”139

Nuri Paşa görüşmeler sürecinde sık sık İstanbul’u konunun gelişiminden haberdar

etmekteydi. Durum genellikle Osmanlı Devleti’nin istediği gibi gelişmekteydi. Fransa

bütün Kuzey Afrika kıyılarını ele geçirerek Akdeniz’i bir Fransız gölü haline getirmek

istemektedir. Buna İngiltere müsaade edemezdi. Çünkü böyle bir durumda İngiltere

bütün İmparatorluk hayallerine veda etmek zorunda kalacaktı. Fransa böyle bir şeyi

başarırsa İngiltere’nin ticaret yollarını keserek Hindistan’a ulaşmasını son derece

zorlaştırabilecekti. Bu nedenle Fransa’nın başına Kuzey Afrika’yı tamamen kontrol

etmesini engelleyecek gaileler açılmalıdır. Rusya Devleti, Mısır meselesinin çözümünde

İngiltere’nin yanında yer alarak onunla rekabetten kurtulmak istiyordu. Böylece tarihi

emellerine daha kolay ulaşabilecekti. Buna benzer daha birçok çıkar kavgalarını Nuri

Paşa mektubunda şöyle ifade etmektedir: “… Fransa Devleti’nin asıl meramı, Cezayir’i

zabt eylediği misillü ilerüde Tunus ve Trablus’u ve bade Mısır ile Girid ceziresini yed-i

139

Defter2, s. 10- a, b.

100

istilalarına geçirüb ol vechile Bahr-i Sefid’i kendülerine bir göl ittihaz itmek

mütalaasından ibaret ise de, İngiltere Devleti bunlara bir vechile razı olmaz...”140

Nuri Paşa’nın Palmerston ile yaptığı görüşmelerde ilginç diyaloglar vardır. Buna

göre, Mehmed Ali Paşa kendisine sığınan Osmanlı donanması asker ve subayları ile

görüşmüş ve onlardan bir savaş durumunda kendi yanında savaşıp savaşmayacaklarını

sormuştur. Osmanlı donanması mensupları, Osmanlı Devleti’ne karşı

savaşmayacaklarını ama diğer devletlere karşı savaşabileceklerini söylemişlerdir. Bu da

gösteriyor ki, Osmanlı donanması Mısır’a kendi isteği ile değil bazı kandırmalar

sonucunda sığınmıştır. Bildiğimiz kadarı ile bunda, donanma komutanı Ahmed Fevzi

Paşa’nın Sadrazam Hüsrev Paşa’ya olan kini birinci derecede etkili olmuştur. Bundan

dolayı onların müttefik devletlere karşı savaşmasını engellemek için müttefik donanma

ve diğer yerlerde Osmanlı Devlet’nden görevli ve subayların bulunması faydalı

olacaktır diye düşünülmektedir. Ayrıca bir konuşma sırasında Mısır’a karşı bir güç

gösterisi olarak İstanbul’a müttefik gemiler gönderilmesi tartışılıyor. Osmanlı Devleti

önce buna Rusya’nın muhalefeti nedeni ile izin vermese de sonra Rusya’nın da

muhalefeti terk etmesi ile izin veriyor ama böyle bir uygulamaya ihtiyaç kalmıyor.

Anlaşıldığı kadarıyla bu karışık durumda değişik dengeler gözetilmek zorunda

kalınıyor. “Valiy-i muşarun-ileyh muharebe hususunu İskenderiye’de bulunan

Donanmay-ı Hümayun ümera ve zabitanına lede’t-teklif eğerçi, sair devletlerle

muharebe olur ise sizinle beraber muharebe ideriz, lakin Devlet-i Aliyye ile olduğu

halde bizim muharebe itmek ihtimalimiz yokdur deyu cevab vermiş. Bu Donanmay-ı

Hümayun’un İskenderiye’ye gitmesi, Donanmay-ı Hümayun ricalinin re’y ve rızasıyla

olmayub, mücerred iğfale mebni olduğuna…”141

Londra görüşmelerinde bütün devletler kendi menfaatlerini düşünerek ayrı telden

çalıyorlardı. Mesela İngiltere, Mısır dışındaki bütün toprakların iadesini isterken Fransa,

Adana dışındaki yerlerin kayd-ı hayat şartıyla Mehmed Ali Paşa’da kalmasını istiyordu.

Bütün devletler bu süreçte kendi emperyal siyasetlerinin zarar görmemesi için gayret

gösteriyordu. Bundan dolayı meselenin çözümü sürekli uzuyor, bir oturumda çözülmüş

gibi görülen bir durum diğer oturumda şartların değişmesinden dolayı tekrar sorun

haline geliyordu. “Her dostun mevki ve ahvâli başka ve celb-i menfaat ve def’-i

140

Defter2, s. 10- b, 11- a, b. 141

Defter2, s. 12- a, 13- b.

101

mazarratına dair mütalaa ve politikası başka olmağla bu cihetler ile Düvel-i Müttefika

beyninde Mısır meselesinden dolayı reylerde ihtilaf olunub, mesela İngiltere Devleti

Suriye’nin ale’l-umum Mısırlu yedinden nez’i süretini iltizam itmekde ise de Fransa

Devleti tarafından güya yalnız Adana’nın şimdiden taraf-ı Devlet-i Aliyye’ye teslimiyle

diğer eyaletlerin kayd-ı hayat şartıyla öte tarafta kalması rey olunduğu rivayet

olunmakda olub…”142

Londra görüşmeleri sürecinde Osmanlı Devleti’ne en önemli muhalefeti Fransa

yapmıştır. Bunun üzerine görüşmelerdeki Osmanlı temsilcisi Nuri Efendi, diğer dört

devlet temsilcisine Mısır meselesinin gelişimini anlatan uzun bir yazı yazma ihtiyacı

duymuştur. Osmanlı Devleti’nin iç ve dış nedenlerle son dönemde başına birçok bela

gelmektedir. Biz bu belalardan kurtulmada Mehmed Ali’nin desteğini beklerken o bazı

nedenlerle bu durumdan faydalanmayı tercih etti. Ama Osmanlı Devleti ve Avrupa’nın

barış içinde yaşayabilmesi için Doğu meselesinin çözülmesi bizim ve Avrupa’nın

yararınadır. Bunu sağlamak için şu anda Avrupa’nın desteğine ihtiyacımız var. Düvel-i

Muazzama temsilcilerinin Osmanlı Devleti’nin toprak ve varlığını garanti altına alması

ve bununla ilgili Osmanlı Devleti, Mısır ve Düvel-i Muazzama arasında karşılıklı bir

görüşme mekanizmasının kurulması yararlı olacaktır demektedir.“… Taraf-ı Şahâne’ye

izhar olınan hüsn-i niyete istinaden Devlet-i Aliyye’nin elhaletü hazihi bulundığı hal-i

hâzırına binaen Taraf-ı mülûkâneden olarak Avusturya ve Fransa ve İngiltere ve

Prusya ve Rusya murahhasları muma ileyhim’i kendisiyle hal-i meşruh üzere bir

mukavele akd ve Şark canibinde tesis-i sulh ve salahı ve bu sulh olmadıkça alacağı

dürlü karışıklık ve uygunsuzlukların önünü kesdirmeyi müstelzim…”143

Yukarıda belirttiğimiz mektuptan sonra gönderdiği başka bir mektupta Nuri Paşa

Fransa’nın Mısır meselesinin çözümüne hangi konularda niçin muhalefet ettiğini anlatır.

Fransa anlaşmaya muhalefet etmemek için Mehmed Ali Paşa lehinde bazı tavizler

istiyor. Eğer Mehmed Ali Paşa kuvvetlerinin Suriye’yi terk etmesi isteniyorsa, Nablus

ve Kudüs gibi şehirlerin Mehmed Ali Paşa’ya bırakılması gerekir. Bu konuda Osmanlı

Devleti’ni ikna etmek için Mehmed Ali Paşa’nın vefatından sonra buralar iade

edilebilir. Avusturya, Suriye’nin tamamen iadesini isterken, Fransa buna karşı çıkıyor,

İngiltere ise savaş olmaksızın bu meselenin çözülmesi için orta yolu tercih ediyordu.

142

Defter1, s. 3- b. 143

Defter2, s. 19- a, b, 20- a.

102

Hatta bu durum Palmerston ile Fransız temsilci arasında baş başa gizli bir şekilde

görüşüldü ve bunun ardından Osmanlı Devleti’ne ne kadar tavizde bulunabileceği

İngiltere tarafından soruldu. Ama diğer devletler ve Osmanlı Devleti buna karşı çıkınca

mesele kapanmıştır. “Lord Palmerston ile lede’l-mülakat Fransa Elçisi’nin ifadesine

nazaran, Suriye eyaletlerinin külliyen istirdadına Fransalu muvafakat itmeyeceğinden

kendü mütalaasına göre, maslahatı suûbetten kurtarmak ve Fransalu’nun muvafakatı

istihsal kılınmak üzere, Suriye’nin bir mikdarı taraf-ı Eşref-i Hazreti Şahâne’den Mısır

Valisi’ne ihsan buyrulmak lazım geleceğini…”144

Nuri Paşa Londra görüşmeleri ile ilgili merkeze bir müzekkere gönderdi. İngiltere,

İstanbul’a müttefik donanmanın gelmesinin halkı mutlu edip sukunet getireceğini ve

Mısır birliklerine karşı Osmanlı Devleti yanında yer aldıklarını göstermesi bakımından,

yararlı olacağını düşünmektedir. Ayrıca bunu gerçekleştirebilirse meseleyi silaha gerek

kalmadan diplomatik yollarla çözebilecekti. Osmanlı temsilcisi bu durumun Rusları

rahatsız edeceğini, bu nedenle donanmanın Mısır ve Suriye kıyılarında dolaşarak

Mehmed Ali Paşa kuvvetlerini rahatsız etmesi ve oralardaki Osmanlı askerlerine moral

vermesinin daha doğru olacağını belirtti. “Bu defa mülakat olunan İngiltere Devleti

Amirali… Sual idüb, İngiltere ve Fransa donanmasından 5-10 adet sefine Asitane’ye

getirilmesi Devlet-i Aliyye’nin bazı müşkülatını def ve izaleye muntec olub Düvel-i

Mütehabbe’nin hayır-hahlıklarına delil olmaz mı? didikde, ol hareketin Rusya

Devleti’ne muceb-i şübhe ve vesvese olacağı ifade olundı. ”145

Londra görüşmelerinde diğer önemli görüşmelerde olduğu gibi birçok teklifler

sunulmuş, değişik menfaatler ve dengeler gözetilmeye çalışılmış ve sonunda ortak bir

noktada buluşularak bir antlaşma imzalanmıştır. Bu durumu Rus Arşiv Müdürü Sergey

Goryanof Rus arşiv belgelerinin ışığında geniş biçimde anlatır. 15 Temmuz 1840

tarihinde imzalanan bu antlaşma ile Padişah ile Mısır Valisi arasında uyulması gereken

kurallar ve uyulmazsa Mehmed Ali Paşa hakkında alınacak tedbirler belirtilerek, ayrıca

zorlayıcı tedbirleri de içeren bir protokol imzalanır. İmzalanan belgelerden birincisi;

Padişah ile tabii olan Mısır Valisi arasında yaşanan iç çekişmeye büyük devletler

tarafından yapılan müdahalenin sebeplerini şerh ve izah eden bir mukaddime ile

başlıyordu. Mukaddime’de müdahalenin Padişah’ın hükümranlık haklarına tecavüz

144

Defter2, s. 21- b, 22- a. 145

Defter2, s. 38- b, 39- a, b.

103

olmadığını göstermek için Osmanlı Devleti’nin, Mısır Valisi’yle savaştığı sırada bizzat

Padişah tarafından antlaşmayı yapan dört devlete yardım istenmek için müracaat

edildiği belirtilerek başlanıyordu. Bu dört devleti Padişah’a yardıma sevk eden sebepler

yalnız bu müracaattan ibaret olmayıp, diğer bazı amillerin de tesiri bulunduğu ifade

edilmekteydi. Avrupa barışını takviye etmek için Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünü

muhafaza edip, bağımsızlığını devam ettirmeye destek olmak arzusunun bu devletler

tarafından beslendiği bilinmektedir. Ayrıca İstanbul’daki elçiler tarafından 27 Temmuz

1839 tarihinde Babıâli’ye verilip, Padişah ile Mısır Valisi arasında barışı tesis etmek

için 4 devletin aracılığını içeren notanın kendileri için bir taahhüd hükmünü taşıdığı da

ilave edilmiştir. Bu mukaddime ile daha evvel Rusya’nın Münchengraetz

Antlaşması’yla müttefiki Avusturya’ya kabul ettirdiği “Osmanlı Devleti’nin

bütünlüğünü korumak” kaidesi Londra Antlaşması’yla Fransa hariç, büyük Avrupa

devletlerinin Şark Meselesi konusunda temel düsturu kabul edilmiştir.146

Mısır meselesinin görüşüldüğü Londra görüşmelerine aşağı yukarı bütün Avrupa

devletleri katılmak istemiştir. Bu devletlerden bazısı henüz birleşmesini

tamamlayamamış, bazıları ise varlığını bu görüşmeler vasıtasıyla Avrupa kamuoyuna

duyurmak isteyen devletlerdir. Bu duruma Belçika ve Sardunya’yı örnek olarak

verebiliriz. Belgeden anlaşıldığına göre, Sardunya Devleti kendi kuruluşunu tanıtmak

için Londra görüşmelerinde taraf olarak bulunmak istemektedir. Düvel-i Muazzama

dışındakilerin bugünkü manada gözlemci statüsü ile görüşmelerde bulundukları

düşünülebilir. Osmanlı Devleti kendisini destekleyen küçük Avrupa devletleri, Belçika

ve Sardunya vasıtası ile İngiltere ve Fransa üzerinde bir nevi lobi faaliyetlerinde

bulunmak istiyordu. “Belçika Kralı muşarun-ileyhin Fransa ve İngiltere devletleri

nezdinde fi’l-hakika derkar olan itibarı cihetiyle onun dahi bazı tedabir-i maneviye ile

Devlet-i Aliyye menfaatine çalıştırılmak suretine getirilmesi fevaid-i politikaya mucib

oldığına nazaran… ”147

Mısırlılar Konya’dan Edirne’ye kadar başıbozuk sergerdeleri günlük maaşla

ordularına kaydedip bu paralı askerler vasıtasıyla bütün ülkeyi Osmanlı aleyhine

kışkırtmaya çalışıyorlardı. Bu nedenle Mısır meselesi, Osmanlı tarihinde yeni görülen

bir iç meseledir ve oldukça nazik olduğundan dolayı çözümünde değişik yöntemler

146

Sergey Goryanof, Rus Arşiv Belgelerine Göre Boğazlar ve Şark Meselesi, Haz. A. Ahmetbeyoğlu, İ.

Keskin, İstanbul, 2006, s. 136. 147

Defter2, s. 2- a.

104

kullanılmaktadır. Değişik anlamalara yol açacağı için silah son çare olarak

düşünülmekte ve geniş istişareler sonucunda yapılacak girişimlerin meselenin

çözümünü kolaylaştırması dikkatle gözetilmektedir. Bundan dolayı bölge Valileri çok

zorda kalmadıktan sonra Mısır ordusu ile çatışmaya girişmekten dikkatle

kaçınmaktadırlar. Buna rağmen Mısır ordusu değişik yöntemlerle sürekli yeni asker

kazanmaktadır. Osmanlı ordusundan kaçanları ve değişik nedenlerle başıbuzuk olarak

dolaşanları değişik vaatlerle ordusuna kaydetmektedir. “4–5 mahdan berü Arabistan ve

havalisi ve öte taraflarında peyderpey başıbozuk askeri tahrir… Şimdilik ihtiyar-ı sukut

olunmuş ve havali-i mezkurede kesret üzere başıbozuk tahririnin sebeb-i hikmeti

anlaşılmamış olduğu işar kılınmış… Bu Mısır meselesi Saltanat-ı Seniyye’nin en mutena

ve rakik bir maslahatı olduğundan doğrusu her tarafı düşünülmesi vâcibe-i hâlden

olmak hasebiyle buna müteferri her bir hususatın beyne’l-havas mütalaa ve

müzakeresiyle ona göre muktezâlarının icrası …”148

Londra görüşmeleri sürecinde Osmanlı topraklarının işgalini önlemek için

bölgeye gönderilen askerlerin gıda ve diğer ihtiyaçlarının karşılanması önemli bir

problem oluşturmuştur. İşgal ve diğer nedenlerle halkın gelir seviyesi oldukça düştüğü

için vergi gelirleri azalmış, birçok insanın askere alınması nedeniyle üretilen tarımsal ve

hayvansal ürünler ihtiyacı karşılayamaz hale gelmiştir. Ilgın Muhassılı Maliye

Nezareti’ne yazdığı bir yazıda, Konya’da bulunan 10.000 civarında asker ve bunların

levazımatı nedeniyle vergi gelirlerinin bunların giderini karşılamaya yetmediğini, bunu

sağlamak için çıkarılan yeni vergi ve sorumlulukların halkı güç durumda bıraktığını

belirtiyordu. Ayrıca Konya ve havalisi ürünlerinin bu sayıda askeri beslemeye

yetmediğinden dolayı, bölgede gıda fiyatının aşırı yükseldiğini, gıda fiyatlarının dört

beş kat artmasından dolayı halkın bunu karşılayamaz hale geldiğini söylüyordu. Bütün

bu durumların Tanzimat’ın halka sağlamayı taahhüt ettiği refahı engellediğinden dolayı

iç ve dış problemlere neden olabileceğine dikkat çekiyordu. Bölgedeki arz ve taleb

dengesinin bozulmasının yüksek enflasyona neden olduğu görülmektedir. Bu durumu

bölgeden gelen daha birçok yazı ve şukkada da görüyoruz. “… Bir tarafdan tahrir-i

emlak bir tarafdan tahsil-i alel hasb ve bunun arasında kendülerinde olmayan şeyi

nerede bulur iseniz bulun diyerek cebr ve kahr suretleri gösterilmek Tanzimat-ı

148

Defter2, s. 6- b, 9- a.

105

hayriyyenin cümleye ilan olunan tebşiratı hilafı gibi görüneceği vareste-i kayd ve işar

olduğu… ”149

Aynı konuda dönemin Konya Valisi Hacı Ali Paşa da ilginç şeyler söylemektedir.

Gülek Boğazı civarında bulunan Çiftehan ve diğer yerlerin korunması için bulunan 300

civarındaki süvari ve yaya askerin ihtiyaçlarının Konya Eyaleti’ne bağlı; İçel, Alanya,

Niğde, Aksaray, Beyşehir ve Akşehir kazalarından sağlanması gerektiği belirtiliyordu.

Bunların geciken maaşlarının ödenerek, bununla ilgili tutulan defter ve kayıtların iyi

saklanması istenmektedir. Bu durum bize bu karışık dönemde halk karşısında devleti

zor durumda bırakabilecek bazı suistimallerin olduğunu göstermektedir. Yoksa ısrarla

kayıt defterlerinden bahsedilmesinin başka bir gerekçesi olamaz. Bölgede bulunan 300

askerin 4 aylık ödenmemiş maaşının ve diğer ihtiyaçlarının, savaş ve karmaşa ile

durumu oldukça bozulmuş yöreden karşılanmasının istenmesi şartların zorluğunu

göstermektedir. “Çiftehan ve Bac derbendi istihkamatında Topçu askeriyle birlikde

ikame-i vakıa ittirilmiş olan 300 şu kadar nefer süvari ve yaya başıbozuk askerinin icab

iden maaş ve tayinat bahalarının Konya eyaletinde… Muahharan ve gerek bu defa

takdim kılınan iki kıta mehaz defatirin nâtık olduğu üzere maaş ve tayinat bahalarının

zikrolunan elviye kazalarından usûl-i sabıkı vechile tahsili…”150

Diyarbakır Müşiri Sadat Paşa bölgesinde yapılması gereken stratejik

değişikliklerle ilgili olarak merkezden bazı isteklerde bulunmaktadır. Gerekli yerlerde

asker, binit ve yiyecek bulundurulması, olmayan yerlere bulunanlardan kaydırılmasını

istiyor. Diyarbakır’ın Irak ve Suriye’nin kapısı olduğu bu nedenle burası civarında iyi

donatılmış asker bulundurmanın ülke güvenliği için son derece önemli olduğunu

belirtiyor. Ayrıca Düvel-i Muazzama’nın saldırıların durdurulmasını istemesine rağmen

yer yer Mısırlılar tarafından tecavüzler olduğunu ve bunlara karşı nasıl bir yol izlenmesi

gerektiğini başkentten soruyor. Görüşme ortamının neden olduğu geçici belirsizlik

nedeniyle bölgedeki bazı aşiretlerin askeri rahatsız ettiğini bu nedenle bunlarnı tenkili

için tedbirler alınmasının faydalı olacağını belirtiyordu. “Mısır meselesinin hüsn-i

tanzim ve tesviyesi düvel-i fahîme marifetleriyle Londra’da tertib olunan meclisde

tezekkür olunmakda… Diyarbekir kalesi oldukça ve Bağdad ve Musul taraflarına

münasib olarak kale-i mezkure tahassün olunsa Malatya ve Sivas kolları açık

149

Defter2, s. 15- b. 150

Defter2, s. 16- a.

106

kalacağı… Diyarbekir ise havali-i Irakiye’nin kilidi mesabesinde olarak… Elden

gidecek olsa Bağdad Caddesi hudud bulunacağı emr-i bâhir olarak…”151

Mehmed Ali Paşa gönderdiği ajanlar vasıtasıyla bazı valileri kendi tarafına

çekmeye çalışmıştır. Bu durumu işiten diğer bazı valiler bunun engellenmesi ve

alınacak tedbirlerle ilgili olarak merkeze yazılar göndermişlerdir. Bunlardan birisi de

dönemin Trabzon Valisi Osman Paşa’dır. Trabzon Valisi, Mısır ordusunun Anadolu’da

ilerlemesi nedeniyle işgal edebileceği yerlerde gerekli tedbirlerin alınmasını ve savunma

tedbirlerinin artırılmasını istiyor ve bunun için gerekli yerlerde tabyalar yapılmasını ve

top yerleştirilmesini teklif ediyordu. İhtiyaç duyulması halinde Erzurum ve Ankara gibi

yerlerden İstanbul’a asker gönderilebileceğini belirterek, istenmesi halinde yönetimi

altındaki yerlerden milis birlikleri gönderebileceğini de söylüyordu. “… Bazı tahassün

ve tahaffuza şayan mahallerde tabyalar inşa ve toplar vaz’ ve sair tedarikat cem’

olunabilen güzide askeri bi’l-istishab Dersaadet’e azîmet olunmak üzere keyfiyyetin

mahremâne taraf-ı çakeriye ve devletlü Erzurum ve Ankara müşirleri hazerâtına emr-ü

iş’âr… Mümkin olduğu surette tedarik olunabilen başıbozuk askerini bi’l-istishab öte

taraf askerinin arkası alınarak Dersaadet’e azimete müsaadât olunmak iradesini

şâmil... ”152

151

Defter2, 23- b, 24- a. 152

Defter2, s. 26- a.

107

III. Londra Görüşmeleri ve Birinci Londra Antlaşmasının İmzalanması

Osmanlı Devleti tarafından Londra görüşmelerinde bulunmak üzere

görevlendirilenlerden birisi olan Şekib Efendi meselenin çözümü için İngiltere’ye içten

güveniyordu. 14 devlet arasında Londra’da yapılan antlaşmanın, Palmerston’un

önderliğinde imzalanmasının uygun olacağını belirtiyordu. Görüşmeler sürecinde

tercümanın bu durumu bildirmek üzere gizlice İstanbul’a gitmesi gerekiyordu. Bu

durumun gizli kalması gerektiği için, onun yol harcırahı yerine elçiliğe bazı şeyler

alınacağı belirtilerek bir yabancıdan borç istendi. Feşil adındaki bu kişi ise, Şekib

Efendi’ye kendi maaşını teminat göstermedikçe borç vermeyeceğini belirtti. Devletin

bir elçisinin tercüman tutacak kadar bile ödeneğinin olmadığını söylemesi ve borç

verenin bir Osmanlı Elçisi’nden teminat istemesi gerçekten ilginçtir. Şekib Efendi bütün

bu durumları dile getirdiği yazısında şunları ifade etmektedir: “… Sefarethaneye bazı

eşya mubayaası zımnında muktezi oldu denilerek bezirgân Feşil’den akçe istikrazına

çalışılmış ise de maaş-ı çakerâneme mahsub itmedikçe açıkdan virmeyeceğini katian

beyan itmesiyle kulları dahi çarnaçar mecburen razı olarak ol vechile bezirga-ı mumâ-

ileyhden 200 altun alınub mumâ-ileyh kullarına ita olunmuş olmağla maaş-ı

çakerânemi yine tamamen virmek üzere mezkuru’l-mikdar altunun Dersaadet’te şerîki

olan Mösyö Alen kullarına Hazine-i Âmire çekinden tediye ittirilmesi… ”153

Tanzimat Fermanı’nın oluşturduğu olumlu hava Mısır meselesinin çözümünü

kolaylaştırdı. İngiltere’nin teklifiyle beş büyük devletin temsilcileri Londra’da bir araya

gelerek antlaşmaya son şeklini vermeye çalıştı. Mehmed Ali Paşa’yı destekleyen Fransa

dışındaki beş devlet arasında 15 Temmuz 1840 tarihinde antlaşma imzalandı. Bu

antlaşmayla; Mısır Valiliği veraseten Mehmed Ali Paşa’ya bırakılarak ele geçirdiği

toprakları ve donanmayı iade etmesi istendi. Eğer bu şartları yerine getirmezse müttefik

güçler tarafından saldırıya uğrayacağı kendisine ihtar edildi. Avrupa devletlerinin

meseleye müdahalesinin gerçek amacı olan Boğazlar meselesi daha sonra ayrıca

çözüme kavuşturulacaktı. Londra Antlaşması süreci Osmanlı Devleti’nin 24 Haziran

1839 tarihinde Nizip’te Mısır ordusuna yenilmesiyle başlamıştı. Bu yenilgiden bir ay ve

yenilgi haberinin İstanbul ve Avrupa başkentlerine ulaşmasından hemen sonra 27

Temmuz 1839’da İngiltere, Fransa, Avusturya ve Rusya, Osmanlı Devleti’ne verdikleri

153

Defter2, 40- a, b.

108

ortak nota ile kendilerine danışılmadan harekete geçmemesini istemişlerdi. Bu nota

verildiği sırada hem Hariciye Nâzırı hem de Londra Elçisi olan Mustafa Reşid Paşa

İstanbul’a gelmişti. Mustafa Reşid Paşa, yeni ve tecrübesiz Padişah’la yaptığı

görüşmede onu, babası II. Mahmud’un yaptığı reformlara devam etmesi konusunda

İngiltere desteğini de kullanarak ikna etti.

Osmanlı Devleti ve Mısır arasındaki meselenin bu iki devlet arasında direkt

çözülmesini Avrupa devletleri kendi menfaatlerine uygun bulmadılar. Mısır meselesi

üzerinden birçok isteklerini Osmanlı Devleti ve Mısır’a dikte ettiler. Karmaşık ilişkiler

ve bunların her iki taraf için de getirdiği zorluklar, Londra görüşmeleri sürecinde sık sık

gündeme gelmiştir. Londra görüşmelerinin sürdüğü yaklaşık bir yıllık sürede gayr-ı

resmi de olsa görüşmeler olmuştur. Bu durum, Avrupa devletlerinin Londra görüşmeleri

ile geçen bir yıllık süreyi Osmanlı Devleti’ni istedikleri yönde dizayn etmek için

kullanmak istediklerini göstermektedir. Bu durumu dönemin Rusya Hariciye Nâzırı

Nesselrode bir mektubunda şöyle ifade eder: “Devlet-i Aliyye’nin Mehmed Ali ile bilâ

vasıta akd idebileceği kâffe-i tanzimatı men içün bu babda kat’a tacil olunmayup

Londra’da elyevm cârî olan mükalemâtın netayicine intizar olunmasına ve Devlet-i

Aliyye’yi mecbur itmeğe sarf-ı nakzie-i nufûz ve gayret itmesini…”154

Sergey Goryanof’un da “Boğazlar ve Şark Meselesi” isimli eserinde belirttiği gibi,

Londra görüşmeleri sırasında devletler arasında bir satranç oyunu oynanmıştır. Bir

devletin yaptığı teklif başka bir devlet tarafından onanmayarak gündemden düşmüş,

bunun üzerine bunu dengeleyecek bir başka teklif yapılmış ve bu süreç bir yıla yakın

sürmüştür. “Fransaluların rivayetine göre Rusya memurunun İngiltere Devleti’ne tebliğ

ittiği mevâdd-ı tanzimiyenin bazıları İngiltere vükelası tarafından kabul olunmayarak

yeniden bir suret-i tanzimat kaleme alınmakda olub Prens-i meşrûhanın kendü

kalemiyle Nemçe Elçisi tarafına yazdığı mektub meelinde ise hiçbir maddenin adem-i

kabulüne dâir söz olmayarak fakat Rusya memuruyla bade’l-müzakere İngiltere umur-ı

Ecnebiyyesi Nâzırı Lord Palmerston mevâdd-ı tanzimiyeyi kaleme almakda...”155

Londra Antlaşması’nın imzalanmasından sonra da temsilciler arasında tartışılan

ve bize kadar ulaşan bir belgede, devletler arasındaki farklı düşüncelerin devam ettiğini

görüyoruz. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, ilgili devletler meselenini kendi

154

Defter1, s. 47- b, 48- a. 155

Defter1, 58- a.

109

menfaatleri doğrultusunda çözülmesi için sürekli olarak teklifler sunmaktadırlar.

Osmanlı temsilcisi, Padişah’ın Mehmed Ali Paşa’yı veraseten Mısır Valisi yapmaya

gönlü olmadığını belirtiyordu. Bunun sağlanması için Mehmed Ali Paşa’yı sınırlayacak

ve sözlerini tutmaya zorlayacak bir garanti verilmesi gerekir düşüncesindeydi. Fransa

hariç diğer devlet temsilcileri arasında geçen bu tartışma uzun süre devam etti. “Mısır’ın

bi’t-tevarüs Mehmed Ali’ye itası hususunda taraf-ı eşref-i Hazret-i Şahâne’den

tereddüd buyrulmakda olduğunu tefehhüm ve mülahaza iderek… Ve salifü’z-zikr şurût

icra olunduğu halde niyyât-ı şahâneyi kâmilen tevafuk ideceği ve Düvel-i Erbaa-ı

Müttefika’nın tahsinât-ı halisâneleri dahi fiile çıkarak Londra Muahedesi ile nice

zuhura gelen taahhudât-ı mütekabilelerinin illet-i gaiyesi olan sulh ve asayiş kazıyye-i

hayriyyesi dahi ikmal…”156

Mehmed Ali Paşa, Avrupa devletlerinin duruma müdahale etmesiyle zor durumda

kaldı. Bu sırada Osmanlı Devleti’nin, Mısır askerinin lojistik kanallarını kesmesi askeri

aç ve susuz durumda bıraktı. Mısırlılar durumu düzeltmek için Osmanlı Devleti’ne

müracaatta bulundularsa da bundan bir sonuç alamadılar. Bunu Hüsrev Paşa’nın

engellediğini düşünerek onu görevden aldırmak için bütün yolları denediler. Mehmed

Ali Paşa bunun için bütün kanalları kullandı ise de sonuca ulaşamadı. “Hüsrev Paşa

hazretleriyle müzakereye girişmeğe sa’y ve gayret itmiş ise de bu babda muşarun-ileyh

hazretleri caniblerinden bir cevab alamadığı veyahud almış ise de suret-i marziyyede

olamadığı kıyas olunmakdadır. Zira cevab-ı mezbur muradına muvafık olsa idi ilan

ideceğinde iştibah yoğidi ve Mehmed Ali Paşa zahîrenin fikdânı cihetiyle Maraş’da

olan askerinin daha bazı alaylarının Suriye’ye izamı lazım geleceğini hâvi tahrirat ahz

eylemişdir…”157

Osmanlı Devleti, Londra Antlaşması sürecinde Mısır kuvvetlerini bulundukları

yerde zor durumda bırakmak için elinden gelen bütün yöntemleri kullanmıştır. Nizip

yenilgisinden Londra Antlaşması’na kadar geçen bir yıllık sürede Anadolu’da kuvvetler

arasında bir soğuk savaş sürmüş ve bu bazen sıcak çatışmaya da dönüşmüştür. Bu

dönemde İngiltere, Hindistan ticaret yolu ve Yemen’deki ticarî çıkarlarına Mısır’ın

zarar vermesini, Osmanlı Devleti üzerinden engellemeye çalışmıştır. Hatta Mısır

askerlerinin Yemen’den derhal uzaklaşmasını resmen istemiştir. “Orduy-ı Hümayun ol

156

Defter4, s. 19- b, 20- a. 157

Defter1, s. 62- a, b.

110

tarafları gayet tahrib itmiş olmasıyla bayağı yerlülerinin yiyecekleri olmayub hatta en

lazım olan havayiclerini aramak üzere kendi ordusuna gelmekde oldıklarından

ilerlemek mümkün olduğunu İbrahim Paşa tahrir eylemiş… Ve bu teklif Aden şehrinde

olan İngiltere memurunun şehirleri Mısırlular’ın yedinde bulundukça zikrolunan Aden

Şehrinin ticaretine sekte-i külliye ârız olduğunu ve bunların oralarda vucud-ı Arabları

tahvif iderek İngiltere’yi yeni koloniyasından teb’îd eylediklerini …”158

Osmanlı Devleti, Londra görüşmeleri devam ederken donanmayı Mısır’dan geri

almak için birçok diplomatik girişimde bulunmuştur. Gerçekten bir donanmanın bütün

gemi ve personelleri ile düşman bir devlete iltica etmesi tarihin en ilginç olaylarından

birisidir. Bunu tarihçilerimizin yaptığı gibi sadece Ahmet Fevzi Paşa’nın ihaneti ile izah

etmek kolay değildir. Koca donanmadaki bütün subay ve askerler hâin olamaz. Bunların

bir şekilde kandırıldığı ve sonra da bu durumdan kurtulamadıkları aşikârdır. Osmanlı

Devleti de böyle düşünüyordu. Bunun için onları geri dönmeye ikna etmek için değişik

zamanlarda mektublar ve aracılar gönderiliyordu. Donanma askerlerinin asla Osmanlı

Devleti’ne ihanet etmeyi düşünmedikleri, Mehmed Ali Paşa’ya devletlerine karşı

savaşmayacaklarını söylemeleri ile de ortaya çıkmaktadır. “Donanmay-ı Hümayun’u bu

cânibe irsal eylemesi Mısır Valisi muşarun-ileyhe mukaddemce yazılub çifte tatar

çıkarılmış ve kapudan muşarun-ileyh behemehâl maiyyetinde olan kapudanları aldatmış

olacağı derkâr olduğundan muşarun-ileyhin suret-i hâli ve bayağı isyan semtine salik

olduğu beyan ve bir vechile nush-u pend olunmak muşarun-ileyhin hile ve desisesini

ibtal ve kendisini ahz ile Donanmay-ı Hümayun’un bi’l-istishab avdet eylemeleri”159

Avrupa’nın beş büyük devleti Londra görüşmeleri sürecinde sık sık Osmanlı

Devleti’nin haklarını koruyacaklarına dair sözler vermişlerdir. Fransa da bazı

konulardaki muhalefetine rağmen antlaşma imzalanıncaya kadar bu devletler içinde

bulunmuştur. Fakat istediği bazı şartlar gerçekleşmeyince, daha sonra bu beş devletten

ayrılmıştır. Bu devletlerin Osmanlı Devleti’nin haklarının koruyacakları ile ilgili

mektublarından birisinde şu satırlar yer almaktadır: “… Mısır Valisi’ne yazılacak

olmasıyla artık bunun üzerine Vali-i muşarun-ileyh kımıldamağa mecali

158

Defter1, s. 62- b. 159

Defter1, s. 63- a.

111

olamayacağından bu hususda yani Vali-i muşarun-ileyhim iltimasat-ı vakıasının tervici

emrinde pek de acele olunmak lazım gelmez gibi görünmüş…”160

Londra görüşmelerinin uzamasının temel nedeni, Osmanlı Devleti’nin istedikleri

şekilde reformları içeren bir Ferman yayınlamasını sağlamak içindir. Avrupa devletleri,

Londra görüşmelerini uzatarak, Osmanlı Devleti’nin Mısır karşısında elini kolunu

bağlamışlar ve onu Tanzimat Fermanı’nı ilan etmek zorunda bırakmışlardır. Dönemin

Osmanlı dostu devlet adamlarının görüşleri incelendiği zaman, Tanzimat Fermanı’nın

onların beklentisinin çok üstünde tavizler içerdiğini söyledikleri görülür. Nizip

yenilgisinden Londra Antlaşması’na giden süreç 1 yıl civarındadır. Londra görüşmeleri

devam ederken 3 Kasım 1839’da kabul edilen Tanzimat Fermanı da bu antlaşmanın

imzalanması için önemli bir şartı yerine getirmiştir. Bu Fermanla hem Osmanlı

Devleti’ndeki Gayr-i Müslimlerin hak ve özgürlükleri garanti altına alınmış hem de

Osmanlı Devleti’ndeki İngiliz ticarî çıkarları onaylanmıştır. Ayrıca bu süreçte yapılan

reformlarla Osmanlı Devleti şeklen de olsa Avrupa’nın liberal devletleri arasına katılmış

ve böylece Avrupa kamuoyu ve devlet adamlarının Mısır meselesinde desteği

sağlanmıştır. Bu bir yıllık sürede birçok gelgitler yaşanmış ve nihayet 15 Temmuz 1840

tarihinde antlaşma imzalanmıştır.

Türk- İslâm dünyası günümüzde dünyanın en problemli bölgelerinden birisidir.

Bölgenin problemlerinin kaynağı, ortak tarihi mirasına uygun projeler

geliştirilememesidir. Osmanlı Devleti ayakta kalmak ve varlığını sürdürmek yolunda

Avrupa’nın desteğini almak için onların her istediğini yaptı ama yıkılmaktan

kurtulamadı. Bir iç mesele olan Mısır meselesi Osmanlı’yı yıkıma götüren en önemli

sebeplerden birisidir. Eğer günümüzde dünya birleşirken biz küçük nedenlerle

ayrılmazsak ve küresel ölçekte Türk- İslâm dünyasının birliğini sağlayabilirsek 21.

yüzyıl şartlarında farklı bir Osmanlı Medeniyeti şekli oluşturmayı başarabiliriz. Böylece

Samuel Huntington’un ”Medeniyetler Çatışması” ve Françis Fukuyama’nın “Tarihin

Sonu” tezlerine bizlerin de vereceğimiz bir cevap olduğunu göstermiş oluruz.

160

Defter1, s. 63- b.

112

IV. Osmanlı Devleti’nin Mehmed Ali Paşa ve Düvel-i Muazzama Hakkında

Düşünceleri

Tanzimat’ın ilanından sonra devletin bütün kurumlarında başlatılan yenileşme

çabaları, karşılaşılan türlü tepkiler sonucu istenilen sonuçları vermedi. Abdülmecid bu

tepkiler nedeniyle, sık sık yöneticileri değiştirmek ve bazı tavizler vermek zorunda

kaldı. Hünkâr İskelesi Antlaşması’nda da görüleceği gibi, Osmanlı Devleti’nin hiçbir

Avrupa Devleti’ne itimadı kalmamıştı. Ama bir valisinin Kütahya’ya kadar gelmesi ve

İstanbul’a da gelebileceği düşüncesi, onu Avrupa’dan yardım istemek zorunda bıraktı.

Osmanlı Devleti ile ilişkilerinin en eski ve en köklü olduğu bilinen Avrupa devleti

Fransa’dır. Kanunî döneminden itibaren Osmanlı Devleti-Fransa ilişkileri gayet dostâne

bir şekilde devam etmiştir. Bu dostâne ilişkiler nedeniyle Osmanlı Devleti yenileşme

hareketlerinde özellikle ilk dönemde Fransa’yı örnek almıştır. Napolyon’un 1798

yılında sömürgeci emellerini gerçekleştirmek için Mısır’a çıkarma yapması bu dostâne

ilişkileri bozmuştur. Ayrıca Fransa’nın gerek Yunan gerekse Mısır meselesinde Osmanlı

Devleti aleyhinde tutum takınması, bütün nüfûzunun yok olmasına neden olmuştur.

Daha önce de belirttiğimiz gibi, Hicaz’ı Vahhabilerden kurtarması, İngiliz ve

Fransızları Mısır’dan kovması nedeniyle, Mehmed Ali Paşa İslâm dünyasında bir

kahraman haline gelmişti. Osmanlı başkentindeki yöneticiler bile onun izlediği idarî,

askerî ve malî politikaları hayranlıkla takip ediyorlardı. Osmanlı yönetimi Mehmed Ali

Paşa’yı bazı meselelerin çözümünde bir destekçi olarak kullandığı için bağımsız

hareketlerine başlarda pek ses çıkarmadı. Osmanlı Devleti, dönemin en güçlü

donanmalarından birisine sahip olmasına rağmen iki valisinin savaşına müdahale

edememiştir. Önce dost olan Mehmed Ali Paşa ve Abdullah Paşa arasındaki savaş, daha

sonra hiç beklenmeyen neticeler vermiştir. Bu duruma Osmanlı Devleti’nin müdahale

etmemesinde, Osmanlı bürokrasisindeki Mısır taraftarı yöneticilerin de tesiri

olabileceğini unutmamak gerekir. Özellikle II. Mahmud döneminden itibaren

yenilikçilerin ön palana çıkmasıyla geri planda kalan gelenekçi yöneticiler duruma

müdahale etmeyerek, Osmanlı Devleti’nin dış müdahalelere açık hâle gelmesine neden

olmuşlardır.

Bazı tarih kitaplarında dönemin devlet adamlarının Mehmed Ali Paşa hayranlığı

ile ilgili ilginç rivayetler vardır. Mustafa Nuri Paşa’nın, Tahir Paşa hakkında anlattığı

113

durum dönemin bazı yöneticilerinin Mısır karşısındaki pozisyonunu göstermektedir. Bu

ve benzeri yöneticiler kendi devletlerini yok etmek isteyen paşa hakkında şöyle

düşünüyorlardı: “Halkın Mehmed Ali Paşa’ya duyduğu sempati o derece idi ki, Hüseyin

Paşa’nın kumanda ettiği orduya defterdar olarak atanıp bu ordu ile yollanan Devlet-i

Aliyye’nin büyük devlet adamlarından Tahir Efendi akıllı ve devlete bağlı bir kişi

olduğu halde yolda giderken ‘bu ne iştir ki ben Saltanat-ı Seniyye tarafından Mısır

üzerine yollanan ordunun defterdarı olduğum halde, gönlüm Mehmed Ali Paşa tarafına

dönük ve ona sevgi ile doludur’ …”161

Mehmed Ali Paşa sürekli olarak Osmanlı Devleti’ne bütün benliği ile hizmet

ettiğini ileri sürerek, isteklerinin yerine getirilmesi için bu durumunu Avrupa’ya karşı da

bir referans olarak göstermektedir. Osmanlı Devleti için Mora, Hicaz ve Mısır’da

yaptığı hizmetlerin kendini istemeyen bazılarının kışkırtmaları ile göz ardı edildiğini

düşünmektedir. Mustafa Reşid Paşa ise, onun bu sözünün gerçek niyetini örtmek için bir

perde olduğunu söylemektedir. Bunu test etmek için de ona istediğinin dışında farklı

yerlerden toprakların verilmesinin bunu ispat edeceğini de belirtmektedir. Bunu

söylerken kullandığı bazı ifadeler iki devlet adamı arasındaki nefretin derecesini

göstermektedir. “… Herifin familyası daha dağınık bulunmak içün bazılarına

mübadeleten daha uzak yerlerden mansıb gösterilse herif buna razı olduğu halde hem

suhuletle maslahat bitmiş ve hem şimdiden familyası azası beynine tefrika düşürülerek

ve cümlesi artık babalarını unudub yalnız Saltanat-ı Seniyye’ye arz-ı hizmet ve ubudiyet

itmekliğe mecburiyet merkezine götürülerek…”162

Osmanlı yöneticileri, Mehmed Ali Paşa’yı bu duruma aşırı hırsı ve gururunun

getirdiği düşüncesinde idiler. Genç Padişah Abdülmecid meseleyi yumşaklıkla

halletmek istemektedir fakat Mehmed Ali Paşa’nın anladığı dil bu değildir. Bundan

dolayı Londra Antlaşması sürecinde Mehmed Ali Paşa’ya fazla haklar verilmesine

kesinlikle karşı çıkmışlardır. Onlara göre Mehmed Ali Paşa’ya verilecek her taviz, onun

tarafından bir zayıflık olarak algılanacaktı. “… Mehmed Ali Paşa’nın tamahkarlığı ve

devr-i sabıkda ve gerek bu kere hiçbir vakitte kabulü mümkün olmayan davalarında

inad ve ısrarı… ”163

161

M. Nuri Paşa, A.g.e., s. 95-96. 162

Defter1, s. 7- b, 8- a. 163

Defter1, s. 22- a.

114

Osmanlı yönetimi Mısır’ı düşüncesinden vazgeçirmenin tek yolunun savaş

olduğunu daha baştan anlamıştı. Ama ülkenin idarî, malî ve askerî durumu buna müsait

olmadığı için bunu son vakte kadar ertelediler. Mehmed Ali Paşa’yı engellemek için

Avrupa yönetimlerini ve kamuoyunu yanlarına çekmeye çalıştılar. Sonunda Rusya’nın

duruma müdahalesinin zararlarını anlayan Avusturya ve İngiltere’nin öncülüğünde

Osmanlı’ya yardım konusunda bir ittifak sağlandı. Böylece Osmanlı Devleti, Mısır

karşısında önemli bir destek ve manevi güç sağlamış oldu. Osmanlı Devleti ayrıca köklü

devlet geleneği ve devletler ailesinin bir üyesi olması hasebiyle Mısır’a karşı bir

üstünlük kesbetmektedir. Bu durum belki de Osmanlı Devleti’ni onore etmek için sık

sık dile getirilmektedir. “Yani maslahat-ı mezkûrenin Düvel-i Hamse’ye havalesi

cihetiyle Devlet-i Aliyye heyet-i hâliyesini temin eyledi ve Mısırlunun icray-ı kuvvet

itmesine bu madde sed ve mani oldu. Şimdi cay-ı nazar iki tarafın kuvvetinin

muvazenesidir. Her ne kadar Mısırlu tarafı zahiren suret-i galebede olmuş ise de,

manevi-i (?) Devlet-i Aliyye kuvvetini zayi itmemişdir. Çünkü Devlet-i Aliyye’nin kuvveti

ebedi ve zâti Mehmed Ali Paşa’nın kuvveti kendi zatıyla kaim suretinde ârız ve

fanidir.”164

İlk dönemde Avrupa’nın kendi iç meseleleriyle uğraşması bu meseleye

odaklanmalarını zorlaştırmıştır. Rusya bu durumu görerek, tarihi çıkarlarına ulaşması

için tehlike olarak gördüğü Mehmed Ali Paşa’nın emellerine ulaşmasına engel olmak

üzere duruma müdahale etti. Osmanlı Devleti diplomatik yollardan meseleyi

halledemeyince Rusya’nın da desteği ile duruma müdahale kararı verdi. Çünkü

Suriye’de İbrahim Paşa bağımsız bir devletin yapabileceği düzenlemeleri yapmaya ve

bağımsız bir devlet gibi davranmaya başlamıştı. Önce Mehmed Ali Paşa ve İbrahim

Paşa’nın Mısır, Cidde ve Girid valiliklerine atanmaları ertelendi. Başlattıkları isyana son

vermedikçe bu valiliklerin kendilerine verilmeyeceği taraflarına bildirildi. 3 Mart 1832

tarihli bu tevcihat kararından kısa bir süre sonra her ikisi de hâin ilan edildiler.

Yayınlanan bir fetva ile İslâm milletinden ayrıldıkları belirtilerek görevlerinden

azledildiler.165

Düvel-i muazzama, Osmanlı Devleti’ni Mısır karşısında desteklemeye söz

vermesine rağmen, iş bunu uygulamaya gelince sözlerine uymayan bazı davranışlar

164

Defter1, s. 40- a. 165

S. Samur, A.g.e., s. 32- 33.

115

içine girdiler. Mısır kuvvetlerinin Anadolu’da ilerlemesini engellemek için gerekli

tedbirler alınmayarak buna karşı sessiz kalındı. Bunun üzerine Mısır kuvvetlerinin

ilerlemesini engellemek için bazı tedbirler alınması gerektiğine dair bir yazı bütün

müttefik elçiliklerine sunuldu. Bu yazıda, müttefik devletlerden Osmanlı Devleti’nin

böyle bir durumda ne yapması gerektiği soruluyor, Mısır askerleri ile savaşmaktan ve

tartışmaktan kaçınmalarının bütün birliklere bildirildiği belirtiliyor, Mısır askerinin ise

kışlamak ve adam aramak bahanesi ile sürekli ilerlediğine işaret edilerek şöyle

deniliyordu: “… Bu hususda ne vechile hareket olunmak lâzım geleceğini düvel-i

muşarun-ileyhim sefaretleri caniblerinden sual itmekliği Devlet-i Aliyye mukteza-yı

maslahat ve levazım-ı dost ve muahedetinden addeylediği beyanıyla Fransa ve

Avusturya ve Rusya ve Prusya Süfera-yı cenâbilerine verildiği.”166

Nizip yenilgisi akabinde Osmanlı Devleti ve Mısır’a verilen notadan sonra Mısır

sürekli açık ve gizli kışkırtmalarda bulunmuştur. Londra Antlaşması’na kadar geçen

süreçte gönderilen gizli ajanlar vasıtasıyla halk Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtılmış,

Bu kışkırtmalar sonucunda birçok yerde ayaklanmalar ortaya çıkmıştır. Özellikle

Rumeli’de çıkan ayklanmalarda, Anadolu’da olduğu gibi Mısır parmağı olmasından

şüphelenilmektedir. Rumeli, Avrupa ile sınır olması bakımından burada ortaya çıkan

olaylar Avrupa devletlerini daha fazla ilgilendirmektedir. Osmanlı Devleti bundan

dolayı Mısır kışkırtmalarının engellenmesi için tedbirler alınmasının Osmanlı

Devleti’ne olduğu kadar kendi menfaatlerine de olacağını belirtmektedir. Meseleye

Avrupa devletlerinin müdahalesinin beklendiği söylenmektedir. “Dersaadet’ten alınan

havâdisata göre Sofya ve Edirne’de ve Rumeli’nin sair bazı mahallerinde ihtilal gibi

bazı şeyler dahi zuhur etmiş olmağla işbu ihtilallerin müşevvik ve muharriki Mehmed

Ali idüğinden devletimin şübhe itmeğe hakkı olduğundan… Memalik-i Devlet-i

Aliyye’yi tahvif itmekde olan uygunsuzlukların önünü kesdirmek Düvel-i Hamse’nin

menafi-i mahsusaları iktizasından olduğu İngiltere ve Avusturya ve Fransa ve Prusya ve

Rusya murahhaslarıyla maslahat-ı mezkurenin katian hâsıl ve itminan olunmasına… Ve

Devlet-i Aliyye’nin bulunduğu menafi-i seniyyesine ve bütün Avrupa’nın menfaatine bu

vechile muzır olan ahval ve keyfiyyatın tesviye-pezir olması yalnız bu madde ile hâsıl

olabileceği bedihiyattan bulunmuş olduğu beyanıyla… ”167

166

Defter1, s. 61- b. 167

Defter2, s. 29- b, 30- a.

116

Osmanlı Devleti Mısır meselesi ile uğraşırken, İran devamlı suretle bölgedeki

karışıklıktan yararlanarak bazı yerleri ele geçirme girişimlerinde bulunmakta ve bu

emelini gerçekleştirmek için her türlü imkânı kullanmaya çalışmaktadır. Mısır işgali bu

durum için gayet uygun bir ortam yaratmıştı. Bölgedeki birçok yer tam bir karmaşa

içinde bulunuyordu. “İran Devleti zabıta ve rabıtaya riayetsiz bir kavim olduklarından

Baban Mutasarrıfı Süleyman Paşa’nın vefatını fırsat addiderek Mahmud Paşa’nın İran

tarafında olan oğlu Ali Bey’e bir mikdar asker tayiniyle Süleymaniye üzerine sevk

itmekde olduklarından bazı taraflarından tahrir kılınmış ve henüz Mahmud Paşa zuhur

itmeyüp ve husus-ı mezkûr içün savb-ı âlilerine gönderilmiş olan tatarımız dahi avdet

itmemiş… ”168

Tanzimat dönemindeki yeniliklerin bazıları ve moda anlayışı Osmanlı Devleti’ne

Mısır üzerinden gelmiştir. Bu nedenle devlet ve halk Mısırlılara karşı kötü hisler

beslemektedir. Maruzat isimli eserinde Ahmed Cevdet Paşa İstanbul’daki Mısırlı prens

ve prensesler yüzünden Osmanlı haneden üyelerinin de lüks tüketime yöneldiklerini, bu

nedenle maliyenin büyük sıkıntıya düştüğünü anlatır. Vakanüvis Ahmed Lütfi Efendi de

Tanzimat döneminde Mısır hakkındaki genel düşünceyi şöyle ifade eder: “… Tanzimat-ı

Hayriye Fermanı, Arabistan’da münteşir olacak efkâr-ı âmme taraf-ı Saltanat-ı

Seniyye’ye mail ve Mısırlılar’dan müteneffir olarak Halep ve Şam ahalisi def’aten

onların aleyhine düştüler”.169

Avrupa devletleri, Osmanlı Devletine yardım ederek Rusya’nın onun üzerindeki

manevi tesirini de yok etmek istemekteydiler. Böylece Rusya’nın sıcak denizlere inme

hayalini engellemek niyetindeydiler. Bölgeden uzak oldukları için güçlü bir Rusya’nın

kendilerinin Ortadoğu’daki çıkarları için zararlı olduğunun farkındaydılar. Bundan

dolayı Mısır meselesinin çözümü için Cezayir’in Fransa’ya bırakılması da dahil her

türlü tavizin verilmesini istemektedirler. “… Devletlerin halisâne niyetleri ancak

Saltanat-ı Seniyye’yi şu Mısır gailesinden bir hoş suretle kurtarub da bununla beraber

Rusyalu’nun istilay-ı maneviyesini def itmek… Devlet-i muşarun ileyha Cezayir’i dahi

sırasıyla Saltanat-ı Seniyye’ye red idebilür yollu kelimat… Mısır mesalihi içün ya

Londra veyahud Viyana’da akd-i cemaat olunacağına … ”170

168

Defter1, s. 53- b, 54- a. 169

A. Lütfi Efendi, A.g.e., c. 6, s. 1071. 170

Defter1, s. 9- a.

117

Rusya, Osmanlı Devleti ve halkı gözünde her zaman şüpheyle bakılan bir devlet

olmuştur. Dönemin tarihî kaynakları incelendiği zaman, bu durumun istisnasının çok az

olduğu görülür. Fakat özellikle Mısır meselesi sürecinde Rusya bu imajını birazda olsa

düzeltmiştir. Rusya ile ilişkileri dönemin Vakanüvisleri’nden Ahmed Lütfi Efendi

tarihinde şöyle anlatır: “1255 senesine kadar Rusya Devletiyle Devlet-i Aliyye beyninde

pek güzel muamelât-ı vedadiyye cereyan ederek âfâk-ı siyasiyyemizin Rusya ciheti pek

küşayişli geçişdirilmiştir.” 171

Osmanlı Devleti tarihi emellerini bildiği için Rusya’dan fevkalâde çekiniyor,

Fransızların Babıâli’ye yalancı dost olarak takdim ettikleri İngiltere’den yardım temin

etmek istiyordu. İngiltere ise işi ağırdan alarak bazı tavizler koparmayı hesaplıyordu.

Sonraki yıllarda İngiltere ile Fransa’nın arasının açıldığını ve İngiltere ile Rusya’nın

birbirine yakınlaştığını göreceğiz. Mısır meselesinin çözümünde Osmanlı Devleti bütün

dengeleri gözetmek zorunda kalmıştır. Londra görüşmeleri sürecinde Avrupa devletleri

“hasta adam” için bütün yolları denemişlerdir. “… Düvel-i Hamse’nin, Saltanat-ı

Seniyye hakkında hulus ve hayırhahlığa ittifak ve meveddetleri kemakân derkar ise de

tesviye-i maslahat bu vechile bizzarura uzamak lazım gelür. Çünki, malumat henüz

nâkıs olub yani arazi-i Hicaziyye’de olan mahaller nasıl olacak yollu söylemeğin taraf-ı

çakerîden çünkü veraset üzere tevcih buyrulacak mahal yalnız eyalet-i Mısrıyye dimek

olduğundan ve havali-i Hicaziyye ise bittabi bundan müstesna olub …”172

Osmanlı Devleti, Mehmed Ali Paşa’nın hırsının millet-i islamiyye’nin

huzursuzluğuna ve Osmanlı Devleti’nin bölünmesine neden olmasından endişe

duymaktadır. Bu nedenle Osmanlı Devleti’ne göre, onun millet-i islamiyyenin

mutluluğu için çalıştığı sözü boş lakırdıdan ibarettir. Çünkü Mısır meselesi bu şekilde

devam ederse, Müslümanlar iki kıtada birbirinden kopuk hale gelecektir. Londra

Antlaşması gereğince Mehmed Ali Paşa’ya Mısır tevarüsen ve Akka kayd-ı hayat

şartıyla verilmişken, o bunları kabul etmeyerek Müslümanlar’ın kanının dökülmesinden

sorumlu olmuştur. Mehmed Ali Paşa bu hareketi ile Osmanlı Devleti’nin uzun süredir

sağladığı Müslümanların birliğine zarar vermiştir. Böylece isteyerek veya istemeyerek

onların büyük sıkıntılar çekmesine sebep olmuştur. “… Velhasıl Mehmed Ali Paşa ile

asıl münazaat arazi maddesi olarak muşarun-ileyhin istediği gibi bu kadar memalik-i

171

A. Lütfi Efendi, A.g.e., c. 6, s. 1091- 1092. 172

Defter1, s. 27- a, b.

118

vesîa evlad ve ahfadına veraset suretiyle virilmek lazım gelse Memalik-i Devlet-i Aliyye

2 kıtaya münkasım olub artık tâbiiyyet ve matbuiyyet yalnız lafızda kalacağı ve ol halde

iki kuvvet-i mütesaviye beyninde hâsıl olacak rekabetten dürlü fenalıklar zuhura

gelerek, Millet-i islamiyyenin kuvveti şöyle dursun belki bilakis maazallah-i Teâlâ

tezelzülüne mucib… ”173

Osmanlı Devleti, Mısır’ın birçok Avrupâi bozulmanın merkezi olduğunu

düşünmektedir. Osmanlıya giren bazı batılı moda anlayışları, Mısır hanedanı üzerinden

girmiştir. Aşağıda vereceğimiz belgede Mehmed Ali Paşa hanedanından bazılarının

İstanbul’daki davranışları ve harcamaları ile halkın bozulmasına neden olduklarını

bundan dolayı İstanbul’dan sürgün edilmeleri gerektiği belirtilmektedir. Mısır hanedanı

üyelerinin Osmanlı hanedanının da bozulmasına neden oldukları birçok kaynak

tarafından ifade edilmektedir. Mısır uzun süre modanın merkezi olan Fransa’nın gözdesi

olduğu için ortaya çıkan moda akımları önce Mısır’a sirayet etmiştir. Osmanlı

Devleti’ne birçok düşünce ve kültür akımlarının buradan geldiğini de biliyoruz. Bu

durum Mehmed Ali Paşa’nın Batıya yaranma gayretlerinin bir sonucu olsa gerek. Aynı

yakınmayı Ahmet Cevdet Paşa’nın Maruzat isimli eserinde ve dönemin başka bazı

kaynaklarında da görüyoruz. 24 Cemaziyelahire 256 (24 Temmuz 1840) tarihli bir

belgede Mısır hanedan üyelerinin İstanbul’da neden oldukları lüks ve bozulma ile ilgili

olarak şöyle denilmektedir: “Mehmed Ali Paşa’nın gelini olan müteveffa Arif Bey’in

kerimesi hanımın mukaddemce Dersaadet’e gelişi… Metalibi fâsidesinin iç yüzünden

tervicine kalkışmak kasdından ibaret olduğu malum olan halâttan olduğuna ve bir takım

adamlar yalısına gelüp gitmekde bulunduğuna ve o makuleler vasıtasıyla ezher bazı

teşviş ve tahdiş idecek suretle sözler işaasına mübaderet edeceğine ve bu cihetle

hıyanet-i azimesi meydanda olan adamın devlet bendeliğinden kat-ı alaka ettirilerek

ümid de kalmayacak suretin hakkında icra ve ilan-ı lâzımeden idüğinden ânın dahi

evlad u iyalinin bu tarafda durmakta ise Mısır Canibine gönderilmeleri tezekkür ve

tensib… ”174

173

Defter2, s. 48- a, b. 174

Defter2, s. 49- b, 50- a.

119

V. Mehmed Ali Paşa’nın Osmanlı Devleti ve Düvel-i Muazzama Hakkında

Düşünceleri

Mehmed Ali Paşa son derece hırslı bir kişiliğe sahipti. Avrupa’nın iç

meselelerinden ve Osmanlı Devleti’nin sorunlarından yararlanarak Mısır merkezli

bağımsız bir devlet kurmak istiyordu. Mısır’dan İngilizleri ve Fransızları kovması,

Kölemen liderlerini yok etmesi ve Hicaz’ı Vahhabilerden kurtarması kendisine olan

güvenini artırdığı gibi, Osmanlı Devleti ve Avrupa devletlerinin bağımsızlık

düşüncesine engel olacak durumda olmadıklarını düşünmesine neden oldu. Ama yine de

mümkün olduğunca Avrupa devletleri ile karşı karşıya gelmemeye çalıştı. Suriye’ye

girmesi olayında bu durumu açıkça görebiliriz. Afrika ve Sudan’da ilerlemek daha

kolayken niçin Osmanlı içlerine ilerlemeyi seçtiğini sorarsak, bunun cevabını onun

genel politikasında aramak gerekir. Mehmed Ali Paşa belirtilen yerlerde ilerleyebilmek

için İngiltere ve Fransa ile savaşmak zorundaydı. Oysa Suriye’de ilerlemek dönemin

şartları bakımından daha kolaydı. Mehmed Ali Paşa, Osmanlı Devleti’nin kendisine

karşı koyacak durumda olmadığını çok iyi biliyordu. Ayrıca bazı Avrupa devletleri

tarafından, Osmanlı Devleti’ni zor durumda bırakmak ve kendilerine muhtaç etmek için

tâbi olduğu devlet aleyhinde ilerlemesi teşvik ediliyordu.

Mehmed Ali Paşa’nın, devlete karşı isyan ederek ne elde etmek istediğine dair

değişik rivayetler vardır. Mısır’ı Osmanlı Devleti’nden ayırarak bağımsız bir duruma

getirmek istediği ve hatta II. Mahmud’u devirerek Padişahlığı’nı ilan niyetinde

olduğuna dâir tarih kayıtları vardır. Fakat Paşa böyle bir niyet gütmediğini ve

güdemeyeceğini bir İngiliz diplomatına şöyle ifade etmiştir: “Padişah’ın hizmetkârı

olarak kalmak istiyorum. İbrahim eğer Boğaziçi’ne varmaya muvaffak olursa,

Padişah’ın ayağına kapanarak affını ve Mısır’a dönmek için müsaadesini

dileyecektir.”175

Mehmed Ali Paşa’nın Suriye ve Anadolu yönünde ilerlemesini dönemin bazı iç ve

dış güçleri haklı görmüştür. Bunlar, II. Mahmud’un onu asla istemediğini, Hicaz ve

Mora olaylarında sarf ettiği 1 milyon akçe ve kaybettiği 30 bin civarında askeri söz

verdiği halde tazmin etmediğini söylemişlerdir. Bazı kaynaklarda belirtildiğine göre

Mehmed Ali Paşa, Mora’da başarı ümitlerini yitirince gizlice Avrupa devletleri ile

175

Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, Ankara, 2007, c. V, s. 130.

120

anlaşmış ve Navarin’de Osmanlı- Mısır ortak donanmasının yakılmasında onlarla

işbirliği yapmıştır. Ayrıca Osmanlı Devleti’nden izin almadan, gönderdiği birliklerini

Mora’dan geri çekmiştir.

Mehmed Ali Paşa sözlerinde Osmanlı Devleti’ne bağlılığını sürekli olarak dile

getirmiş ama uygulamalarında bunun tam tersini yapmıştır. Yaptığı faaliyetler onun

söylediği sözlere rağmen asıl amacının Osmanlı Devleti’ni kurtarmak değil, onu zor

durumda bırakarak baştan beri düşündüğü hedeflerine ulaşmak olduğunu göstermiştir.

Bu hedeflerine ulaşmada gerçek müttefiki ve destekçisi ilk döneminden itibaren Fransa

olmuştur. Mehmed Ali Paşa ve Fransa uzun süre birbirinin çıkarlarını korumuşlar ve

Osmanlı Devleti’ne karşı ortak hareket etmişlerdir. Fransa, Mehmed Ali Paşa’yı İngiliz

nüfuzunun bölgede yayılmamasında ve Hindistan ticaret yolunun güvenliğinde bir

garanti olarak görmüş, Mehmed Ali Paşa ise Fransa’yı, ortak çıkarlar için ittifak

yapabileceği tek güç olarak görmüştür.

Mehmed Ali Paşa bütün uyarılara rağmen Suriye’ye harekât düzenleyerek

İstanbul ile ipleri kopardı. Bunun üzerine İslam milletinden ayrılmakla itham edilerek

görevinden alındığı bildirildi. Mehmed Ali Paşa bu duruma çok sert tepki verdi. Sultan

Mahmud’un müminlere halife olmaya ve Osmanlı tahtında oturmaya layık bir

hükümdar olmadığını ilan etti. İbrahim Paşa’nın, Suriye’ye geldiği zaman yaptığı en

önemli girişimlerden birisi, Halep’te yeniçeri ocağını yeniden açtığını ilan etmesi oldu.

Zaten kendisinin zamana göre çok saf bir ordusu vardı. 176

Askerlerinin çoğunluğu

Türkler’den ve Çerkesler’den meydana gelmekteydi. Halep başta olmak üzere bölgede

oldukça fazla sayıda yeniçeri vardı ve bu ocağın kapatılması ile bunlar bölgede

güvenliği tehdit eden bir güç haline gelmişti. İbrahim Paşa yeniçeri ocağını Halep’te

yeniden açarak ve ocak ağalarından Hüseyin Ağa’yı Halep mütesellimliğine getirerek

buradan ayrıldı. Sultan Mahmud onları asi ilan etmesine rağmen, Mehmed Ali ve

İbrahim Paşalar mevkilerini korumak için; işi gücü kâfirleri taklid olan bu yönetime

karşı İslam’ın ve inananların haklarını korudukları propagandasını yapıyorlardı. Sultan

Mahmud’un yaptığı yenilikler ile bu durum birleşince halkın sempatisini kazanmada

çok etkili oldu.

Mehmed Ali Paşa gönderdiği ajanlar vasıtası ile Osmanlı Devleti’nin birçok

yerinde taraftar kazanmaya çalışıyordu. Rumeli de onun ajan gönderdiği yerlerden

176

Yılmaz Öztuna, Büyük Osmanlı Tarihi, c. 5, s. 146

121

birisiydi. Buralara gönderdiği rüşvetler vasıtasıyla Osmanlı’ya değil kendisine itaat

etmelerini istemekteydi. Ayrıca bölgedeki birçok ileri gelen Osmanlı asker ve

yöneticisine kendisine katılmaları yönünde mektuplar göndermişti. Bu durumu Mustafa

Reşid Paşa şöyle ifade etmektedir: “… Memalik-i Rumeli’de kâin bazı vüzerây-ı izâm

taraflarına tahrik ve ifsad zımnında vali-i muşarun-ileyh canibinden adamlar

gönderilmiş olduğu keyfiyyâtını cümle Rumeli ve elviye-i hamse müşirleri hazerâtının

gelen tahrirâtları vahiden bade vahid kıraat… Çil ile akçe vermek mi iyü olur yohsa

lede’l iktiza şu kadar bu kadar asker mi vermek münasib olur diyerek badezîn emval-i

mertebenin adem-i itasını ima eylemiş… ”177

Mehmed Ali Paşa’nın amacına ulaşmak için özellikle kendine yakın hissettiği

valilere ajanları vasıtasıyla mektublar gönderdiğini yabancı devletlerin elçileri de

belirtmektedir. Bu durum onun propagandaya büyük önem verdiğini göstermektedir.

Bununla ilgili olarak Avusturya elçisi Osmanlı Hariciye Nâzırlığına şöyle bir mektub

gönderdi: “Mehmed Ali (?) havâlisi ahalisine ahd-i karibde icrasını ihbar ideceği bir

ihtilale amade bulunmalarını casusları vasıtasıyla işar itmiş olduğu bir mektup

meelinden müstefad olunub muma-ileyhin bu daveti bir kâğıda muharrer olarak kağıd-ı

mezkür herkesin elinde gezmektedir…”178

Mehmed Ali Paşa, Osmanlı Devleti’nin kendi güçlerine karşı koyamayacağını

düşünmüştü. Ayrıca gönderdiği ajanlar vasıtasıyla birçok Osmanlı Valisi’ni kendi

tarafına çekmişti. Mısır meselesini direkt Osmanlı Devleti ile görüşerek kendi istekleri

doğrultusunda halletmeye çok yaklaşmıştı. Fakat Avrupa devletlerinin duruma

müdahale etmesi işi karıştırdı. Bundan sonra kendisi bazı tavizler vermeden meseleyi

çözemeyeceğini anlayarak kullandığı muktedirâne dili değiştirmiştir. Kendisine vaat

edilen yerlerin bırakılmasının garanti edilmesi halinde Girid adasını istemekten

vazgeçeceğini de bilahere bildirmiştir. Bütün bu durumlar onun Fransız desteğine

güvendiğini, bu destek ortadan kalkınca müttefiklerin istediğini kabul etmek zorunda

kaldığını göstermektedir. “… Devlet-i Aliyye ile beynlerinde bila vasıta uyuşulmak

mümkün olamayacağı bi’l-ifade muma ileyhi telaş-ı azimeye düşürmüşdür. Vali-i muma

ileyhin tahriratı âhiresi Mehmed Ali’ye pek tesir iderek ol vakitten berü ziyade mutedil-i

177

Defter1, s. 12- b. 178

Defter1, s. 33- b.

122

lisan kullanmakda olub hatta mahall-i saire kendisine bırakıldığı halde Girid ceziresini

redd ü iade ideceğini bile söylemişdir.”179

Mehmed Ali Paşa kendisine iltica eden Osmanlı donanması ve askerlerini

kuvvetlerine katmaya ikna için birçok yollar denedi. Özellikle deniz gücü bakımından

müttefik kuvvetler karşısında çok zayıf kalıyordu. Bu durumu düzeltmek için Osmanlı

donanmasından ve askerlerinden faydalanmak istiyordu. Bunu başaramamasının nedeni

kendisine sığınan donanmadaki askerlerin çoğunun hâlâ Osmanlıya bağlı olmaları olsa

gerektir. Bu durum İradât-ı Seniyye Defteri’nde şöyle anlatılır: “… Mehmed Ali’nin

kendisine istihkâm virmek içün asakir-i redîfe tahririne teşebbüs itmiş ve Donanmay-ı

Hümayun’da olan Ferik Mustafa Paşa’nın Beriyyetüşşam’a irsaline ve Donanmayı

Hümayun Zabitânı ve askeriyle kendü asker-i bahriyyesinin birleşdirilmesine her ne

kadar tasmim eylemiş ise de hiçbir tarafdan hüsn-i istikrar göremediğinden bu

hususları gereği gibi gevşetmiş idüği beyaniyle tezkire-i senaveri terkimine ibtidar

kılındı efendim.”180

Mehmed Ali Paşa mektuplarında kuvvetine güvendiğini ve istekleri kabul

edilinceye kadar birliklerinin ilerleyişini durdurmayacağını belirtiyordu. Fakat bir

taraftan da İskenderiye Limanına gelebilecek bir saldırıdan korktuğu için tahkimat

yaptırıyor ve çevre kabilelerden zorla asker topluyordu. Bütün bunlar, Düvel-i

Muazzama’nın meseleye müdahale etmesinin onu çok korkuttuğunu ve savunma

tedbirleri almaya ittiğini göstermektedir. Bu durum kendisinden 3 Temmuz 1839

tarihinde İstanbul’a gelen bir mektubu ışığında şöyle anlatılıyor: ”… Avrupa sefayin-i

harbiyyesi tarafından vukua gelecek muhacemattan masun olmak üzere istihkamat

virmekde olub akdemce iki nefer Arnavud zabitleriyle bir nefer kabail-i bedeviye şeyhi

Berrüşam’da bulunan ordusuna 12 bin nefer asakir tedarikine mecbur itmiş ve

Anadolu’da vaki eyalât valilerini ve alelhusus sabık Serasker Hafız Paşa’yı maiyeti

memuriyetiyle İbrahim Paşa’ya dehalet ittirmeğe aleddevam sarf-ı makdiret ve Devlet-i

Aliyye’yi idare eder kimesne oldığından…”181

Mehmed Ali Paşa Osmanlı yönetimini kendi lehinde ikna etmek için bütün

yöntemleri denemiştir. Bunlardan birisi de hanedanının kadın üyelerini bu tür işleri için

179

Defter1, s. 34- a, b. 180

Defter1, s. 58- a. 181

Defter1, s. 25- b.

123

kullanmasıdır. Türk devlet geleneğinde asla tasvip edilmeyen bu duruma Mehmed Ali

Paşa siyasi hırsları nedeniyle tevessül etmişti. Bunu sağlaması için hanedandan bazı

kadınları İstanbul’a göndermişti. Buna karşı dikkatli olunmasını Rıfat Paşa bir yazısında

şöyle ifade eder: ”…Müteveffa Arif Bey’in kerimesi hanımın, Mısırdan Dersaadete

irsali miras maddesine mebni ise de asıl sebeb-i hafîsi bazı tedabir-i dilgaribane ile

görüşebildiği mahalleri iğfal iderek Mehmed Ali Paşa’nın metalib-i malûmesini

tervicden ibaret olduğına dair İskenderiye’de olan Nemçe konsolosu tarafından vurûd

iden mektubu dahi elçi-i muma ileyhe kıraet…”182

Mehmed Ali Paşa’ya gelen bir mektuba göre, Fransızlar sulhen veya harben olsun

onun amacına ulaşması için her türlü yardımı yapacaklarını söylüyorlardı. Paşa, buna

rağmen denizlerde hâkim olan devletin daha üstün olduğunu düşündüğünden dolayı, her

zaman denge politikası izlemektedir. Mısır meselesi sürecinde İngiltere ile Fransa,

Mehmed Ali Paşa’yı kendi taraflarına çekmek için yoğun diplomatik faaliyetlerde

bulunuyorlardı. Mehmed Ali Paşa ise, Fransa kendisine çok daha yoğun destekte

bulunmasına rağmen son ânâ kadar İngiltere’yi küstürmemeye çalışıyordu. “…

İngiltere’nin bahir’de derkâr-ı istiklaline mebnî politikama tevafuk ideceği cihetle…

İngiltere’den infikak itmemek sevdasıyla Fransa’dan daima uzak durdum. Lakin

İngiltere’nin bu defa hakkımda vukua gelen şiddet-i azimi Fransa’ya ilticaya mecbur

itti... ”183

182

Defter1, s. 39- b. 183

Defter3, s. 41- a.

124

VI. Düvel-i Muazzama’nın Osmanlı Devleti ve Mehmed Ali Paşa Hakkında

Düşünceleri

9 Temmuz 1807 tarihinde Fransa ve Rusya arasında imzalanan Tilsit

antlaşmasından itibaren Avrupa devletleri, Osmanlı Devleti’ne “hasta adam” gözüyle

bakmışlardır.184

Osmanlı Devleti ve Mısır arasındaki savaş Avrupa devletleri’nin

dikkatinin bölgeye yönelmesine neden olmuştur. Çünkü Avrupa devletlerinin çoğunun

bölgede emelleri ve çıkarları bulunuyordu. Mehmed Ali Paşa’nın yeni bir güç olarak

ortaya çıkması bazı iç meselelerinden dolayı önce Avrupa devletlerinin fazla dikkatini

çekmedi. Ama daha sonra Mısır ordusunun Kütahya’ya kadar yaklaşması ve Rusya’nın

devreye girerek Boğazların güvenliği karşılığında Osmanlı Devleti ile antlaşması onları

uyandırdı. Osmanlı Devleti’nin yıkılması yani hastanın ölmesi dengeleri bozarak

Avrupa’nın güvenliğini tehdit edeceğinden dolayı çoğu Avrupa Devleti, statükonun

devamını istediği için meseleye müdahil oldu.

Rusya, Büyük Petro’dan beri sıcak denizlere inmek için Osmanlı Devleti

aleyhinde genişlemeyi tarihi politika olarak benimsemişti. 1829 Edirne Antlaşması ile

Rusya’nın toprakları Tuna’nın güneyine doğru genişlemişti. Mısır meselesinin

çözümünde Avrupa devletlerinden istediği desteği alamayan II. Mahmud, istemeden de

olsa tarihî düşmanı Rusya’nın yardım teklifini kabul etmek zorunda kaldı. II.

Mahmud’un, Mehmed Ali Paşa’nın kellesini getirene İstanbul’u verebileceğini

söylediği rivayet edilir. Rusya’nın yardımını kabul ederken yaptığı antlaşma ile her şeyi

göze almıştı. Çar, boğazların güvenliği için her şeye hazırdı. 1833 yılında Rus

donanması boğaza girdi ve 5000 civarında asker karaya çıktı. 8 Haziran 1833 tarihinde

Osmanlı Devleti ile Rusya arasında imzalanan Hünkâr İskelesi Antlaşması’yla Rusya

boğazları güvenlik altına alırken kendisi de Osmanlı Devleti’nin yaşamasını garanti

ediyordu. Bu antlaşma 8 yıllık ittifak ve savunma antlaşmasıydı. Buna ilave olarak

Rusya ve Avusturya arasında 18 Eylül 1833 tarihinde imzalanan Münchangraetz

Antlaşması ile Osmanlı Devleti’nin yıkılması söz konusu olduğu takdirde, bu devletin

varlığını devam ettirmek için iki devlet birlikte çalışacaklarını birbirlerine taahhüd

etmişlerdir. Münchengraetz antlaşması 2 gizli madde ile tamamlanmıştır:

184

The Cambridge, c. 4, s. 161.

125

Birinci Madde: İki taraf Mısır Valisi’nin hüküm ve nüfuzunun, Avrupa’daki

Osmanlı topraklarına ister doğrudan doğruya, ister dolaylı olsun yayılmasına mani

olmayı kesin olarak taahhüd ederler.

İkinci Madde: Petersburg ve Viyana kabinelerinin mesailerine rağmen, Türkiye’de

şu andaki işler bozulacak olursa durumun düzeltilmesinde Rusya ve Avusturya birlikte

hareket edecek, Türkiye’nin dâhilinde meydana gelecek değişikliğin iki devletin

idaresindeki memleketlerin emniyetine ve Avrupa güçler dengesine zarar getirmemesine

müşterek olarak dikkat edeceklerdir.185

Bu antlaşmada da görüldüğü gibi; Avusturya ve Rusya, Osmanlı Devleti’nin karşı

karşıya bulunduğu Mısır meselesinin ileride aynen kendi başlarına da gelebileceğini

düşünerek, baştan itibaren Osmanlı Devleti’nin yanında yer almışlar ve meselenin

Osmanlı lehinde çözülmesi için kendilerini bağlayacak bir antlaşma imzalamışlardır.

Yönetim karakteri olarak bu üç devletin şartları birbirine çok benzemektedir. Bundan

dolayı Avusturya ve Rusya, Osmanlı Devleti’nin zarar görmesinin kendilerinin zararına

olacağını anlamışlar ve bunu mümkün olduğunca engelleyici tedbirler almaya

çalışmışlardır. Ama ikinci gizli maddede görüldüğü gibi şayet durum kontrolden çıkarsa

duruma kendi menfaatleri doğrultusunda müdahale etmeyi taahhüd etmişlerdir. Bu

politika Kırım harbine kadar aynen devam etmiştir.

Rusya, Mısır meselesinin Osmanlı Devleti lehinde çözülmesi için kararlılık

göstermiştir. II. Mahmud’un, Mısır ordusunun Anadolu içlerine kadar ilerlemesi üzerine

yaptığı yardım talebine ilk ve kararlı cevabı veren Rusya olmuştur. Ama bu ilişkilerin

daha ileriye gitmesini iki devlet ve halk arasındaki tarihi düşmanlık engellemiştir. Rusya

her durumda Osmanlı Devleti’nin devamı için bir şeyler yapmak isteyen bir Çar ve

yönetime sahipti. Osmanlı’nın yaşamasında Rusya için hayati yararlar vardı. Aşağıda

zikredeceğimiz belgede, Rusya Dışişleri Bakanı Nesselrode, Mehmed Ali Paşa’ya karşı

Osmanlı Hanedanının devamına taraftar olduklarını belirtmektedir. Mehmed Ali

Paşa’nın her nekadar Fransa tarafından desteklense de diğer devletlerin ortak kararına

karşı duramayacağını ifade ediyordu. Mısır birlikleri Gülek boğazını geçse bile daha

ileriye gitmeye cesaret ederlerse Rusya bütün gücüyle Osmanıl topraklarını özellikle

başkentini koruyacaktır. Şayet İngiliz ve Avusturya deniz kuvvetleri, Suriye ve Lübnan

kıyılarına baskı uygularsa buna da gerek kalmadan Mısır tehlikesi bertaraf edilecektir

185

S. Goryanof, A.g.e., s. 109.

126

diye düşünüyordu. Mısır’ın bütün güçlü devletlerle karar alınan Londra Antlaşması’na

uymaktan başka çaresi yoktur. “Mısır askerinin Gülek boğazını tecavüze tasdiyesiyle

maan Saltanat-ı Seniyye tarafından Rusya Devleti’nin ianetine müracaat olunması

lâzımeden addolundığı anda İmparator hazretleri Payitaht-ı Saltanatını muhafaza içün

Karadeniz donanmasını kara askeriyle beraber irsale hazır ve amadedir... Rusya’nın

kuvvetini karşısında bulmak meczumiyetine nazaran Mehmed Ali Paşa tarafından

tecavüz-i cedideye tasaddi şöyle dursun…”186

Rusya Dışişleri Bakanı Nesselrode, Mehmed Ali Paşa’yı antlaşmaya zorlamak

ancak İngilizler’in güç kullanmaya kararlı olduğunu göstermekle mümkün olur diye

düşünüyordu. Mısır konusunda müttefik devletler arasında görüş ayrılığı olması,

Mehmed Ali Paşa’yı direnme noktasında cesaretlendiriyordu. Rus elçisi Brunof, Fransa

efkâr-ı umumisini bu konuda ikna etmek için uğraşıp, biz Rusya olarak Osmanlı Devleti

ve Mısır konusunda İngiltere ile beraber hareket edeceğiz diyordu. Kaynaklardan

anlaşıldığı kadarı ile Rusya 1840 yılı eylül ayı itibariyle Mısır meselesinin çözümü için

müttefik devletlerin ortak hareket etmesinin şart olduğunu düşünmektedir.

Nesselrode’nin Mısır meselesinin çözümü konusundaki düşünceleri şöyledir: “… isaf

kılındıkça, ifade-i mezkurenin ancak Mehmed Ali’nin Düvel-i muazzama

konsoloslarının bu misillü duruş ve hareketlerinden dolayı düşdüğü ümidleri teyid ve

tahkim itmek içün olacağı bilhak mülahaza itmekde…”187

Avrupa devletleri, Osmanlı Devleti’nin yıkılacağının farkına varmışlar ve bu

durumdan yararlanmak ve en az zararla kurtulmak için hal çareleri düşünmeye

başlamışlardı. Fransa Devleti’nde bazı kişiler, Arapça’nın yoğun olarak konuşulduğu

yerlerde bir Arap Devleti kurulmasını menfaatlerine daha uygun görüyordu. Bundan

dolayı Arapça konuşulan yerlerin Mehmed Ali Paşa’ya bırakılıp diğer yerlerin Osmanlı

Devleti’ne iadesinin uygun olacağını ifade ediyorlardı. “ Fransa Devleti’nin bu vechile

tasavvur ve teklifi bazı Mısır tarafdarı bulunan Fransızlar’ın, mecmu-ı Arabî tekellüm

olunan memleketlerden Mehmed Ali’nin zîr-i idaresinde olmak üzere müstakillen bir

hükümet-i Arabî teşkil itmek niyet-i fasidelerine ve Devlet-i muşarun-ileyha tarafından

bir muvafakat dimek olduğunu ancak Arabî tekellüm olunmayan mahalleri istisna

itmeleri yani şimdiden Adana eyaletinin ve Mehmed Ali Paşa’nın vefatından sonra dahi

186

Defter2, s. 51- a, b. 187

Defter3, s. 152- a, b, 153- a.

127

fakat Girid ceziresinin taraf-ı Devlet-i Aliyye’ye terk ve teslimi suretini tasavvur

eylemeleri keyfiyyatı müeyyed olub… ”188

Mısır meselesinde Avusturya başta Başvekil Matternih olmak üzere bütün

yönetimi ile Osmanlı Devleti yanında yer almıştır. Osmanlı Devleti’nden Mısır ile tek

başına antlaşma yaparak kendisini zora düşürecek taahhüdlere girmemesini istemiştir.

Matternih, Osmanlı Devletine sürekli dostluğunu göstermesine ve onların da

tavsiyelerini dinlemesine rağmen bu tavsiyelere uyulmamasından şikâyetçidir.

“Avusturya Devleti tarafı Saltanat-ı Seniyye’den Düvel-i mütehâbbe ile istişare

olunmadıkça Mısır Valisi ile bir gûne tanzimat şurûu zımnında tacil buyurulmamasını

kemal-ı mertebe arzu itmekde olduğuna binâen Prens Matternih cenabları ile atiyü’z-

zikr ifadâtı serd ve tahrir eylemişdir… Devlet-i Aliyye bizim nesayih ve tedabir-i

dostânemizi daima kabul buyurmuş ise de, nesayihin kabulû ile icrası beyninde fark-ı

azim olup Devlet-i Aliyye muahharan nesayihimizi fiile getirmediği cihetle, zâf haleti

muceb olabilir… ”189

Avrupa devletleri Fransa hariç Mısır meselesinde Osmanlı Devleti yanında yer

alsalar da pek savaşmak niyetinde değillerdi. Meseleyi mümkün olduğunca savaşsız

olarak halletmek istiyorlardı. Şayet durum böyle olursa Anadolu’nun ve Mehmed Ali

Paşa’nın elindeki donanmanın ve askerlerin durumu nasıl olacaktı? Biliyoruz ki,

Mehmed Ali Paşa artık zordan başka bir şeyden anlamayacak noktaya gelmişti.

Kendisine sığınan Osmanlı donanması yaptığından pişman olmuş ve yeniden devletine

dönmek için fırsat kollamaya başlamıştı. Bu durumu dönemin Viyana sefiri Rıfat Paşa

bir mektubunda şöyle ifade etmektedir: “ Şimdi Fransalu tarafından yalnız Adana’nın

havâlisinde olan dağların taraf-ı Devlet-i Aliyye’ye reddiyle Suriye’nin kayd-ı hayat

şartıyla Mehmed Ali Paşa uhdesinde kalması ve badel-vefat ahfad-ı evladından

münasibleriyle taksim ve terfik olunmak süretiyle tesviyesi… Berû taraftan Donanmayı-

Hümâyun memurlarına vakıa, bazı cehalet ve gafletleri vuku bulmuş ise de rivayet-i

vakıa ve kıyaset-i akliyyeye göre ekserisi ettiklerine nadim ve pişman… ”190

Mısır meselesinin çözümünde Fransa’nın diğer Avrupa devletlerinden

ayrılmasının birçok sebebi vardır. Bunlardan birisi de, Fransa’nın sömürgecilik amaçları

188

Defter1, s. 27- b. 189

Defter1, s. 14- a. 190

Defter1, s. 35- a.

128

için Mısır’ın kritik bir noktada bulunmasıdır. Avrupa’nın büyük ülkeleri, çıkarları olan

ülkeleri paylaşırken, Kuzey Afrika Fransa’nın payına düşmüştü. Fakat Mısır’ın İngiliz

bölgesi olan Hindistan’a ulaşım yolları üzerinde bulunması, bu iki devleti egemenlik

için birbirine düşürdü. Napolyon’un buradan Afrika’ya yayılmak istemesinin, Akka’da

Osmanlı Valisi Cezzar Ahmed Paşa tarafından engellenmesinin onların millî

hafızasında önemli bir iz bırakması da önemlidir. Ayrıca Fransız kamuoyu ve

gazetelerinin Mısır’a aşırı bir sempatisi vardır. Bundan dolayı Mısır aleyhinde bir

ittifaka katılınması durumunda halkın isyan etmesinden korkulmaktadır. Mehmed Ali

Paşa’nın birçok siyasî, ekonomik ve idarî kurumlarını Fransa’dan alması da ona karşı

bir ilgi uyandırmaktadır. “… Fransalunun ise mukaddema Mısır’da bulunmaları

cihetiyle, Mısır tarafıyla Napolyon zamanından berü münasebet-i kadimeleri olarak,

Çünki efrad-ı ahalisi serbest olduklarından onların usulüne dahi muvafakat vadisinde

görünmesi lazım gelür. Çünki birdenbire reylerine muhalif olarak hareket itse şayed,

Fransa’da bir ihtilal zuhuruyla…”191

Mısır meselesi sürecinde Fransa daima Osmanlı Devleti’ni suçlamıştır. Fransa, bu

meselede Osmanlı Devleti’ni suçlarken bazı gerekçeler göstermiştir. Mehmed Ali

Paşa’ya haksızlık yapıldığını, Osmanlı’nın Mehmed Ali’yi tek başına halledemeyince

Avrupa devletlerini değişik bahanelerle tahrik edip onlar üzerinden Mısır idaresini

Mehmed Ali’den almak istediğini ifade etmiştir. Mehmed Ali Paşa, kutsal toprakları

terk etmeyi, Suriye’yi kayd-ı hayat şartıyla yönetmeyi ve sadece Mısır’ı kendi

yönetiminde verasetle bırakmayı Fransa’nın da tavsiyesiyle kabul etmişti. Osmanlı

Devleti ise bütün bunlara, onu Mısır Valiliği’nden alan bir Ferman ile cevap vereceğini

belirtmiştir. Bütün bu fedakârlıklarına karşı Mehmed Ali tamamen yok edilmeye

kalkışılırsa Fransa onu destekleyecektir denilmiştir. Fransa bu nedenle sonuna kadar

meselenin savaşsız olarak çözülmesini istemekte olduğu için tek başına kalsa da Mısır’ı

destekleyecek gibi görünmektedir. Çünkü Osmanlı Devleti onu Mısır Valiliği’nden

alarak iyi niyetli olmadığını göstermiştir deniliyor. “… İşte Fransa Devleti’nin her ne

kadar münferiden hareket etmekde ise de Mesele-i Şarkıyye’nin bir suret-i mutedile ve

muslihâne ile tesviyesi… ”192

191

Defter1, s. 40- b, 41- a. 192

Defter3, s. 32- a, b.

129

Fransa, Mısır meselesinde Mehmed Ali Paşa’nın lehinde hareket etmesine

rağmen, Osmanlı Devleti aleyhinde girişimlerde bulunduğuna dair söylentileri şiddetle

reddetmektedir. Fransa, Osmanlı halkını devlete karşı kışkırttığı ve Osmanlı Devleti

aleyhinde faaliyette bulunduğu yönündeki söylentileri şiddetle reddediyor ve bu

söylentiyi çıkaranlarla uğraşacağını belirtiyordu. “Güya Fransa Devleti’nin Mehmed

Ali’ye iane itmek ve zîr-i hükümet-i şahâne’de bulunan halkı fesada teşvik eylemek

niyetinde olduğu tarafımızdan olarak Devlet-i Aliyye’ye ilan ve ifade olunmuş idüği, bu

haberin iki rivayet-i gayr-i sahihadan ibaret olduğunu ve haber-i mezkûru süferay-ı

muma ileyhime kim ifa itmiş ise ânı zuhur idebilecek netayicden şimdiden mesul tuttuğu

taraf-ı müşirânelerine beyan ve ilan itmekliği vazife-i zimmet ad iylemiş olduğu... ”193

Mısır meselesinde Fransa diğer Avrupa devletlerinden farklı bir politika takip

ederek Mehmed Ali Paşa’nın yanında yeralmıştır. Fransa Devleti, Mısır’ın askerî güç

kullanarak elde ettiği statükonun korunarak Mısır meselesinin savaşsız olarak

halledilmesini istemekteydi. Savaş olması durumunda bundan Rusya’nın kendi çıkarları

için yararlanacağını düşünmektedir. İngiltere ile Fransa zor kullanmak hususunda

anlaşamadığı için meselenin çözümü uzamakta ve durum diğer çok milletli Avrupa

devletlerini de derinden etkileme potansiyeli taşımaktadır. Belki de meselenin Avrupa

devletleri arasında ayrışmaya neden olmasının temel nedeni budur. Aşağıdaki belgede

göreceğimiz gibi Fransa, Osmanlı Devleti’nin menfaatlerini de düşündüğünü fakat

meselenin savaşsız olarak halledilmesini istediği için diğer devletlerden ayrı hareket

ettiğini belirtmektedir. Ayrıca Mehmed Ali Paşa’ya meselenin halli için tavsiyelerine

uymazsa durumun kendisi için çok zor olacağını telkin etmelerinden dolayı son

dönemde tavrının yumşadığını ve bazı taleplerinden vazgeçerek yapıcı bir yola girdiğini

söylemektedir. Mustafa Reşid Paşa ise bunların yetersiz olduğunu ve Fransa’nın

teklifleri kabul edilirse Osmanlı Devleti’nin neredeyse yarısının bölüneceğini

belirtmektedir.“… Fransa Devleti, Devlet-i Aliyye menafiine muhalefet itmeyüb fakat

İngiltere Devleti imal-i kuvve-i cebriye ile Mısır maslahatını bitürmek istediğinden ve

Rusyalu dahi bu kazıyye’ye fırsat ittihazıyla icab-ı takdirinde diğir devletleri hiç

karışdırmaksızın buralarda yalnız kendisi hareket itmek daiyesine düşdüğünden, Fransa

193

Defter2, s. 52- a.

130

Devleti maslahatı bu râddeye getirmemek yani muharebey-i umumiye’ye sebeb

virmemek içün maslahatın bir ortasını bulmak… ”194

Mısır meselesi konusunda iki müttefik İngiltere ve Fransa sık sık görüş ayrılığına

düşmekteydiler. İngilizler tarihi denge (muvazene) politikasını sürdürmek için

uğraşmakta ve Fransa’yı buna zarar vermemesi noktasında uyarmaktadır. Palmerston bu

denge bozulunca neler olacağını çok iyi bilmekte ve bunu şöyle ifade etmektedir:

“Osmanlı’nın izmihlali muvazene-i kuvvet usulünü bozar. Bu da Avrupa’daki güç

dengesini sarsarak bazı devletlerin aşırı güçlenmesine ve savaşlara yol açar.”Biz bu

ferasetin ne kadar doğru olduğunu daha sonraki savaşlarda görüyoruz. Fransız Dışişleri

Bakanı Tiers de Osmanlıyı bölmek niyetinde olmadıklarını bunun sonucunun farkında

olduklarını belirtiyor. İngiltere, Osmanlı’nın hükmettiği topraklarda ikinci bir devletin

bütün dengeleri bozacağını düşünmektedir. İngiltere Hariciye Nâzırı Palmerston, bu

konudaki düşünceleri ve Fransız devlet adamları ile yaptığı görüşmelerle ilgili Paris

sefirine bir yazı göndermişti. Bu yazıda Mısır meselesine bakışı, bu konudaki Fransa ile

kendi devleti arasındaki görüş farkları ve bunun nedenleri ile ilgili şunları yazıyordu:

“Fransa Devleti’nin fikr ü niyeti daima emr-i mesalihinin vikayesi rağbetinden ibaret

olduğu… Devlet-i muşarun ileyha, Saltanat-ı Seniyye’nin izmihlali muvazene-i kuvvet

usulüne gayet muzır olarak Devlet-i Aliyye’nin hemcivarları olan devletlerin esbab-ı

kuvvetini teksîr ve tezyid idecek olduğundan Saltanat-ı Seniyye’nin tamamiyet ve

istiklaliyle tamam ve kıyamı Avrupa’nın menafi ehem ve elzemesinden ad eylediği…”195

İngiltere, Mısır meselesini tarihi emellerini gerçekleştirmek için bir fırsat olarak

görmüş ve bu meseleyi barış yoluyla çözmek için Osmanlı Devleti’ni teşvik etmiştir.

Fakat kendi bilgisi olmadan geniş boyutlu düzenlemeler yapmaması konusunda

Osmanlı Devleti ile anlaşmıştır. Hatta Tanzimat’ın ilanınıda bu durumun büyük tesiri

olduğu iddia edilmiştir. Bütün bu Tanzimat sadece içişleri ile ilgili olarak yapılmış asla

diğer devletlerle ilişkilere sirayet ettirilmemiştir. Bununla ilgili olarak İngiliz Kraliçesi

ve Osmanlı elçisi arasında geçen görüşme şöyledir: “Ancak Devlet-i Aliyye, Düvel-i

Hamse’nin ilm ü rızası lahik olmaksızın Mısır Valisiyle müzakere-i maslahata ibtidar

itmemek ve Vali-i muşarun-ileyh ile bir gûne Tanzimat akd itmemek hususlarını Düvel-i

muşarun-ileyhim hakkında katian taahhüd ve iltizam itmiş olduğunu Devlet-i Aliyye’ye

194

Defter1, s. 31- b, 32- a, b. 195

Defter3, s. 34- a, b.

131

ihtar itmek vazife-i zimmet-i senaveridir. Saltanat-ı Seniyye ile Paşay-ı muşarun-ileyh

beyninde rabt olunacak tanzimat yalnız Saltanat-ı Seniyye ile kendü tebasının umuruna

raci bir madde olarak… ”196

İngiltere’ye göre Osmanlı Devleti hâlâ İslam birliğini sağlayan en önemli güçtür.

Bütün iddialarına rağmen Mehmed Ali Paşa’nın böyle bir güce ulaşması mümkün

değildir. Bu düşüncesi ile İngiltere’nin bir maksadının da yönettiği Müslüman

topluluklarda İslamın hamisi gibi görülmek olduğu ortaya çıkmaktadır. Osmanlı

Devleti’ni halifelik ünvanını kullanmaya İngiliz devlet adamları ikna etmiş olabilir.

Çünkü, tarih boyunca en güçlü döneminde bile Müslümanları derinden etkileyebilecek

ve gücüne güç katacak böyle bir kozu kullanmaya Osmanlı Devleti yönelmemiştir.

Osmanlı Devleti böyle bir güce ihtiyaç mı duymamıştır yoksa bunu dini hassasiyetine

uygun mu görmemiştir diye soracak olursak, bizce ikinci şık tarihî perspektife daha

uyumlu görünmektedir. İngiliz Elçi Mısır-Osmanlı ilişkilerine devletinin bakışını şöyle

ifade etmektedir: “… Mehmed Ali Paşa’nın asakiri işe yarar ve külliyetlü asker

olmayub vezayifi dahi verilmeyüb... Zira böyle bir hareketin neticesi canib-i eşref-i

hazreti şehinşahiden memalik-i mahrûse’nin bir sülüsü Mehmed Ali’nin hanedanına

terk olunmasını… Oysa onu mülahaza ile malum oldur ki; Mehmed Ali’nin istediğine

izhar-ı muvafakat olursa ehl-i İslamı cem itmek değil bir aksi tefrik itmekdir…”197

İngiltere, Mısır meselesinde Fransa’yı kendisi ile beraber hareket etmeye iknanın

mümkün olduğunu düşünmektedir. Ruslar’ın İstanbul’a asker çıkarması, onları sonunda

ortak hareket etmeye ikna edecektir diye düşünüyordu. Diğer Avrupa devletleri,

Rusya’nın Osmanlı Devleti’ne fazla yaklaşarak onu kontrol altına almasına karşı

çıkıyorlardı. Hünkâr İskelesi Antlaşması onları bu hususda oldukça

kuşkulandırmaktaydı. Bütün Avrupa devletleri birlikte hareket ettiği için Rusya’nın tek

başına birşey yapması mümkün değildi. Bununla ilgili olarak İngiltere’nin İstanbul

Elçisi Hariciye Nezareti’ne yazdığı bir mektupta şöyle demekteydi: “… Devlet-i

Aliyye’nin zaaf hali cihetiyle zat-ı şevket-simat-ı şahâne’yi Rusyalu’dan istiane etmeye

mecbur edecek derecede Mehmed Ali’nin mazhar-ı galebe olacağından Fransa

196

Defter1, s. 17- a, b. 197

Defter1, s. 30- a, b, 31- a.

132

Devletinin havfının olduğunu… İngiltereliler’in tanzimini arzu eyledikleri hususatın

icrasına Fransalular dahi ırza olunabilecekleri… ”198

İngiltere, Mehmed Ali Paşa’nın yeni bir devlet kurmak niyetinde olduğunu

düşünmektedir. Bunun için Londra Antlaşması ile ona mâli alanda hareket alanı

bırakılmamasını istemektedir. Mehmed Ali Paşa’nın isyana girişmesinin nedeni birçok

Avrupa ülkesinden fazla yıllık gelire sahip olmasıdır. Mehmed Ali Paşa bu mâli gücünü

Mısır halkının refahı için değil topraklarını ve hâkimiyetini genişletmek amacıyla

silahlanmak için harcamaktadır. Vergi vermeye gücü yetmeyen Mısır halkını köle gibi

kullanmaktan çekinmemektedir. Bu nedenle Mehmed Ali Paşa’nın vergi gelirleri

kısılmalı harcama kalemleri ise mümkün olduğunca artırılmalıdır. Mehmed Ali Paşa’nın

Avrupa tehdidi olmadan Osmanlı Devleti’ne karşı sorumluluklarını yerine

getirmeyeceği artık ortaya çıkmıştır. Bu nedenle onun Osmanlı Devleti karşısında

gücünü kıracak uygulamalara gidilmelidir. İngiltere Devleti’nin bu konudaki görüşlerini

dile getiren İstanbul sefiri Ponsonbi’nin bu konudaki mektubu kısaca şöyledir: “…

Lakin Mehmed Ali ol hal virgü vire vire fülüs-i ahrere muhtac olmuş olan adamları

kendü köleleri gibi kullanacağı aşikâr ve Mısır ahalisinin eşhasına ve memlüklerine

keyfe ma yeşa buyuracağı derkar. Mısır’da mevcud olacak asakirin mikdarını taklil

itmek suret-i derdest-i mütalaadır. Bu tedbirin iktizası Vali’nin masarıfını taklil

itmekdir…”199

İngiltere, Mısır meselesinin çözümünde Rusya’nın ön plana çıkmasının Osmanlı

Devleti için zararlı neticeler doğuracağına inanıyordu. Bu inancı, Rusya’nın Osmanlı

Devleti’ne yakınlaşması İngiliz emperyalist emelleri için çok zararlı bir durumdur diye

de ifade edebiliriz. Aşağıda kaydedeceğimiz belge bu durumu sağlamak için

İngiltere’nin bütün Avrupa dengelerini nasıl kullandığını çok iyi göstermektedir.

İngiltere’nin İstanbul elçisi Ponsonbi’nin Osmanlı Hariciye Nezareti’ne verdiği bu yazı

gerçekten ilginçtir. Lord Ponsonbi, Rusya’nın tek başına değil hep beraber Osmanlı

Devleti’ne garantör olunmasını istediğini söylemekteydi. Fransa değişik tekliflerde

bulunsa da İngiltere’nin önceki görüşünde bir değişiklik yoktu. Her devlet kendi

çıkarları doğrultusunda pozisyon almaktadır, bundan dolayı İngiltere onlar gibi

düşünmek zorunda değildir. İngiltere ve Avusturya aynı düşündüğü sürece diğer

198

Defter1, s. 31- a, b. 199

Defter3, s. 120- a, b

133

devletlerin buna karşı durmaları zordur. Rusya böylece kolaylıkla engellenebilir. Rusya

ile geçmişten gelen Osmanlı Devleti tartışması barış yoluyla halledilmelidir. Hünkâr

İskelesi antlaşmasının uzatılması mümkün değildir. Ancak Osmanlı Devleti’ne bir

saldırı olması durumunda Rusya’ya İstanbul’u koruma önceliği verilebilir. İngiltere’nin

buna benzer birçok düşüncesinin ifade edildiği Lord Ponsonbi’nin mektubu kısaca

şöyledir: “İmparator cenabları, Saltanat-ı Seniyye’nin bilcümle memalik-i tamamiyeti

hususunda kefaleti red ile Devlet-i Aliyye’nin Mehmed Ali ile karargîr olacak tanzimat

hakkında Düvel-i saire ile kefalet hususuna dâhil olur. Fransa Devleti’nin bundan

akdem vaki olan teklifleri bazı gûne istisna ile Mehmed Ali’nin hemen kaffe-i

istidalarına izhar-ı redd-i muvafakat olunmak iddiasından ibaret olmağla İngiltere

Devleti tarafından reddolunmuş olduğu malumdur…”200

Bu mektupla ilgili Osmanlı Hariciye Nezareti’nde geniş değerlendirmeler

yapılıyor. Avrupa devletlerinin ortak kefaletinin kabul edilmesinin uygun olacağına

karar veriliyor. Osmanlı Devleti’nin diğer bölgelerinin Mısır meselesinin çözümünden

nasıl etkileneceği geniş biçimde değerlendiriliyor ve sonucun Osmanlı’nın birliğini

bozmayacak şekilde gerçekleşmesinin uygun olacağı ifade ediliyor. Burada Osmanlı

Devleti’nin dostu olan devletlerin teklifini reddetmenin uygun olmayacağı meselinin

çözümünde onlara güvenildiği belirtiliyor. Bu şartlardan anlaşıldığına göre bunu

yapmaktan başka çare de gözükmemektedir. “ Zikrolunan teklifat iki maddeden ibaret

olarak; Biri: Bir vesatat-ı madde ve muhlisâne ile Saltanat-ı Seniyye ile Rusya Devleti

beyninde olan münazaattan baki kalabilen hususların dostane tanzimi ve Diğeri;

Memleket-i Yunan’da muharebeye bertaraf olması olub, kabul ve icra olundığı takdirde

neticeleri ne olacağı sual olunur ise cevabı vazıh…”201

Mısır meselesinin çözümünde en önemli kişi olan Matternih Osmanlı Devleti ve

Mısır arasında önemli farklar görüyordu. Osmanlı Devleti’ni bir mermer gibi sert

görürken, Mısır’ı hemen eriyecek kar gibi görüyordu. Mısır’ın gücünün Mehmed Ali

Paşa’nın ölümü ile dağılıp gideceğini düşünürken, II. Mahmud’un ölümü ile Osmanlı

Devleti’nin durumunda hiçbir değişme olmadığını belirtiyordu. Köklü devlet

geleneğinden dolayı Osmanlı Devleti’nin yaşamasının Avrupa dengeleri için çok önemli

olduğunu düşünüyordu. Avrupa devletleri, Osmanlı Devleti’nin yaşamasında müttefik

200

Defter3, s. 153- b, 154- a. 201

Defter3, s. 154- a.

134

iseler de, bunun nasıl sağlanacağı hususunda fikir birliği içinde değildiler. Matternih

bütün bunları Osmanlı Devleti’nin Viyana elçisi Rıfat Paşa ile görüşmesinde şöyle ifade

ediyordu: “… Berü tarafdan Saltanat-ı Seniyye’nin lillahil-hamd her dürlü hukuk-ı

sariha ve kuvve-i mütemâdiyesi aşikâr ve Mehmed Ali Paşa’nın kuvve-i müstehsirası ise

bir nevi kar gibi olup… “202

Avusturya Devleti, Mısır ordusunun Anadolu’da ilerlemesi ile yakından

ilgilenmekte ve bununla ilgili tavsiyelerde bulunmaktaydı. Avusturya, Mısır

kuvvetlerinin Anadolu’da ilerlemesinden endişeye gerek olmadığını, bunun Avrupa

devletleri ve kamuoyunu daha fazla Osmanlı taraftarı yapacağını belirtiyordu. Bu

işgalin hemen durdurulması mâli ve ulaşım nedenleri ile mümkün değildi. Burada asıl

meselenin bazı yerlerin Mısır kuvvetlerinin eline geçmesi değil, Osmanlı Devleti

askerlerinin onlarla yakın münasebetlere girerek bu işgalin unutulmasına ve halkın

moralinin bozulmasına neden olmaları ve Mısırlılar’ın kendilerine güven kazanmalarıdır

diye düşünüyordu. Bundan dolayı Osmanlı askerinin Mısır askeri ile yakın temasdan

kaçınarak bu gibi durumların ortaya çıkmasına engel olması isteniyordu. Avusturya’nın

İstanbul Elçisi bununla ilgili Hariciye Nezareti’ne verdiği yazıda şunları söylemektedir:

“… Asâkir-i Devlet-i Aliyye’nin İbrahim Paşa’nın askeriyle ülfet ve ünsiyet

eylemelerine müsaade olunmak mümazir-i azimeyi muceb olacağı kabil-i tariz

olmadığı… Bazı arazi-i cezirenin muvakketen gaib edilmesi kazıyyesi şu ahvâl-i

hâzıranın karışıklığı esnasında meydanda olan mesalih-i mühimmeye müvazin…

Mısırlılar’ın tecavüz ve istilaları keyfiyyeti dahi efkâr-ı nas’ı Mehmed Ali aleyhine

kâmilen ağzâb ve tahrik iderek Düvel-i Hamse beyninde derkâr olan yek ciheti o teharik

semeresi zuhurunu tacil eyleyerek… ”203

Avusturya Elçisi’nin, Osmanlı Hariciye Nezaretine verdiği yukardaki mektuptan

sonra kendisine İskenderiye konsolosundan ilginç bir mektup gelmişti. Mektupta,

Mehmed Ali Paşa’nın Suriye ve Anadolu halkını Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtmak

için ajanlar ve mektuplar gönderdiği belirtilmektedir. Anlaşıldığı kadarı ile Osmanlı

Devleti bu propaganda karşısında boş durmamakta o da Mısır’a karşı her türlü yolu

denemektedir. İbrahim Paşa kuvvetlerine karşı işgal ettiği bazı yerlerde isyanların

olması bu duruma işaret etmektedir. Havran’dan bazı isyancıların Şam’a saldırdığı ve

202

Defter1, s. 33-b. 203

Defter1, s. 33- b.

135

bazı subay ve askerleri yaraladıkları söylenmektedir. Bu durumu bastırmak için civar

yerlerden buraya Mısır askeri kaydırılıp isyanların bastırılmaya çalışıldığı ifade

edilmektedir. Ayrıca Mısır’a sığınan bazı donanma subay ve askerlerinin huzursuz

olduğu bunun bir isyana dönüşmesinin engellenmesi için bunlara bolca gıda ve para

verildiği dile getirilmektedir. Bütün bunlardan iki devletin sadece meydan savaşı

yapmadıkları halkı kendi taraflarına çekmek için bütün yöntemleri kullandıkları

anlaşılmaktadır. Ayrıca bu mektupta İngiltere’nin Afganistan ve İran’da Rusya’ya karşı

bazı girişimlerde bulunduğu da anlatılmaktadır. Avusturya konsolosu bütün bu

mücadeleyi anlatan mektubunda şunları söylemektedir: “Mehmed Ali (?) havâlisi

ahalisine ahd-i karibde icrasını ihbar ideceği bir ihtilale amade bulunmalarını

casusları vasıtasıyla işar itmiş olduğu bir mektup meelinden müstefad olunub muma-

ileyhin bu daveti bir kâğıda muharrer olarak kağıd-ı mezkür herkesin elinde

gezmektedir. Tarafınıza irsal eylediğim tahrirat-ı âhireden berü Mısır mesalihi ziyade

fenalaşmakda gibi görünmekde... ”204

Londra Antlaşması sürecinde önemli rol alan Matternih, Mısır meselesinin

çözümünün Avrupa devletleri tarafından ortaklaşa garanti altına alınmasını istiyordu.

İkinci Londra Antlaşması’nda açıkça göreceğimiz katı birlik anlayışını Matternih baştan

itibaren savunuyordu. Matternih her devletin kendi başına antlaşmayı bozabilmesinin

sakıncalarını iyi bildiği için antlaşmayı değiştirmek isteyen devletin ilgili bütün

devletleri iknasının şart olması gerektiğini düşünüyordu. Böylece bir devletin

antlaşmayı istediği gibi değiştirmesini engellemiş oluyor ve Osmanlı Devletinin

birliğini garanti altına alıyordu. Önceki dönemde yapılan antlaşmalardan da anlaşılacağı

gibi, Avrupa devletleri kendi menfaatleri doğrultusunda yapılan antlaşmaların

değiştirilmesini isteyebiliyorlardı. Bu durum birçok antlaşmanın istenilen sonuçları

vermesini engellemiştir. Matternih’in meselenin çözümünde takip ettiği yöntem, samimi

olarak Osmanlı Devleti’nin yaşamasını istediğini göstermektedir. “… Ve muahede-i

mezkurede münderic olan şurût fiile getirildiği surette Devlet-i Aliyye memurlarından

hiçbir şey gaib itmemiş olacağı misillü Mehmed Ali’nin bir takım mesai-i gayr-i semere

ile kendisini harab itmiş ve davasını tervice çalışanlar ise külliyen boşa çıkmış olacağı

derkâr… Eğerçi muahede-i mezbure hüsn-i suretle icra olunduğu takdirde Devlet-i

Aliyye’nin hüsn-i hâlini teyid ve tekide iane-i kaviyyesi olacağından bu keyfiyeti

204

Defter1, s. 33- b, 34- a.

136

mutsuzlukda bulunduğum müddet-i medide esnasında zuhura gelen ahval ve keyfiyyat-ı

mustaideden ad iderim. Ve Baron Stürmer ve muahharan kendüye göndermiş olduğum

talimat-ı zat-ı valay-ı müşirânelerine ifade ve ihbar idecek olub… Kudretin ancak bu

ittifak ve ittihad ile olacağı ve bu maslahat-ı azimenin semeresi dahi ol halde müşahede

kılınacağı rehin-i hayr-ı berahettir… ”205

205

Defter2, s. 49- b.

137

BEŞİNCİ BÖLÜM

LONDRA ANTLAŞMALARI VE MISIR MESELESİNİN ÇÖZÜLMESİ

(1840- 1841)

I. Londra Antlaşmasının Mehmed Ali Paşa Tarafından Kabul Edilmemesi Ve

Sonuçları

Sultan Abdülmecid tahta geçtiği anda Osmanlı Devleti için en hayati mesele Mısır

meselesiydi. Tahtta genç ve tecrübesiz bir Padişah’ın bulunması, Mehmed Ali Paşa’yı

bağımsızlık davasında cesaretlendiriyordu. Londra Antlaşması ile Paşa’nın bu cesareti

kırılmak isteniyordu. Bu antlaşmaya göre, Mehmed Ali Paşa’ya hemen bir ültimatom

verilecekti. Buna göre Paşa, İskenderiye’ye götürülen Osmanlı donanmasını İstanbul’a

yollayacak, Girid, Adana, Suriye, Hicaz ve Lübnan’ı hemen boşaltmayı kabul edecekti.

Bu takdirde kendisine veraseten Mısır ve Sudan, kaydı hayat şartıyla da Filistin

verilecekti. Ültimatomu kabul etmezse 10 gün sonra ikinci bir ültimatom verilecekti.

Bunu da kabul etmezse, kendisine asi muamelesi yapılacaktı.206

Mısır meselesine bir

çözüm getirmek üzere Osmanlı Devleti, İngiltere, Rusya, Avusturya ve Prusya

temsilcileri arasında yapılan uzun görüşmeler sonucunda 15 Temmuz 1840 tarihinde

Londra’da antlaşma yapıldı. Bu antlaşmanın başlıca maddeleri şunlardır:

Birinci Madde: Zat-ı şahâne Mehmed Ali Paşa’ya kendisi ve ahlâf-ı sahihası için

Mısır Valiliği idaresini vereceğini ve bundan başka kayd-ı hayatla kendisine Akka

Valiliği unvanı ve Akka kalesi kumandanlığı ile Beriyyetüşşam’ın canib-i cenubiyyesinin

idaresini ihale ve tefviz buyuracaklardır ki, canib-i mezkûrun hatt-ı hudud ber-vech-i âti

beyan olunur. Hatt-ı mezkûr; Bahr-i Sefid sevahilinde kâin Dazalnamora burnundan

bed’e ile doğruca Taberiye gölünün nihayet-i şimaliyesi olan Siriayan nehrinin ağzına

kadar mümted olarak zikr olunan gölün sahil-i garbisi boyuna gidecek ve Ürdün

nehrinin sahil-i yeminini ve Bahr-i Lût’un sahil-i garbisinden geçip oradan Akabe

körfezinin nihayet-i şimaliyesine dayanmak üzere hatt-ı müstakim üzere doğruca Bahr-i

Süveyş’e kadar uzayacak ve oradan dahi Akabe körfezinin sahil-i garbisi ve Süveyş

körfezinin sahil-i şarkisi ile Bahr-i Süveyş’e kadar imtidad bulacakdır. Herhalde zat-ı

206

Yılmaz Öztuna, A.g.e., s. 162- 163.

138

şahâne bunları ita ile beraber kendisine bu madde İskenderiye’de bir Devlet-i Aliyye

memuru vesatatıyla icbar olunduğu günden itibaren 10 gün zarfında Mehmed Ali

Paşa’nın kabul etmesi ve Cidde eyaletinden ve dâhilinde kâin Şuhûr-ı mukaddeseden ve

Girid ceziresinden ve bâlâda beyan olunan Mısır ve Akka Paşalığı hududuna dâhil

olmayan kaffe-i memalik-i Osmaniyey’den çekilmelerini mutazammın kuvve-i berriyesi

zabitanına itası lazım gelen talimatı memur-ı muma ileyhe teslim eylemesi şartlarını

dahi ilave buyururlar.

İkinci Madde: Ber-vech-i muharrer tayin olunan 10 gün müddet zarfında Mehmed

Ali Paşa Tanzimat-ı meşrûhayı kabul etmediği halde zat-ı şahâne Akka Paşalığı

idaresinin kayd-ı hayatla verilmesinden sarf-ı nazar buyuracaklar ise de işbu müddet-i

munkazıyyeyi teakub edecek 10 gün zarfında yani bu haber kendisine vasıl olduğu

günden 20 gün mururuna kadar kabul olunmak ve ber-minval-ı meşrûh derhal hudud-ı

Mısrıyye’ye ve Mısır eyaleti dâhilinde bulunan limanlara çekilmelerini mutazammın

zabitân-ı berriye ve bahriyeye verilecek talimat-ı mukteziyye-i mezkure muma-ileyhe

teslim kılınmak üzere kendisine ve ahlâf-ı sahihasına Mısır Valiliği’nin ihalesine

rızadâde olacaklardır.

Üçüncü Madde: Mehmed Ali Paşa tarafından taraf-ı şahâneye tediye olunacak

vergiy-i senevi bâlâda muharrer iki suretin kangısını kabul eder ise ona göre idaresini

istihsal edeceği mahallin vüsat ve adem-i vüsatine tatbik olunacakdır.

Dördüncü Madde: İşbu suretlerin kangısını kabul ederse etsin herhalde Mehmed

Ali Paşa’nın 10 günden 20 güne kadar tayin olunmuş olan müddetin inkızasından

donanmay-ı hümayunu kâffe-i asâkir ve mühimmatı ile ahzına memur olan Devlet-i

Aliyye âdemine teslim etmesi ve işbu teslim ve tesellüm maddesinde düvel-i müttefika

donanmaları kumandanları dahi hazır bulunması bilhassa karargîr olmuşdur. Mehmed

Ali Paşa’nın donanmay-ı hümayunun Mısır limanlarında kaldığı müddetçe vuku bulan

masarıfinı talep etmesi ve vereceği vergiden kontrol eylemesi bir vechile caiz olmaması

dahi mukarrerdir.

Beşinci Madde: Devlet-i Aliyye’nin kaffe-i muahedât ve kavanin-i memalik-i

Devlet-i Aliyye’nin sair tarafları misillü Mısır ve bâlâda tahdid ve beyan olunan Akka

eyaletinde dahi meriyyü’l- icra olup ancak vergiy-i mezkuru yoluyla tediye eylemek

şartıyla Mehmed Ali Paşa’nın ahlâfının uhdelerine muhavvel olan eyalâttan zat-ı

şahânenin isimlerine ve onların Vali ve vekili olarak vergi ve tekalif-i mutedile ahz

139

eylemelerine zat-ı şevket-simat-ı şahâne rızadâde olduklarından işbu vergi ve tekalifin

ahzıyla Mehmed Ali Paşa ve ahlâfının eyalât-ı mezkurenin kaffe-i masarıfı askeriye ve

sairesini idare etmeleri karargîr olmuşdur.

Altıncı Madde: Mısır ve Akka Valisi’nin tutabileceği kuvve-i berriye ve bahriye,

kuvve-i Devlet-i Aliyye’den madud olduğundan bunlara daima devlet hidmeti için

tutulmuş nazarıyla bakılacakdır.

Yedinci Madde: İkinci maddede beyan ve tafsil olunduğu vechile bu keyfiyetler

kendisine tebliğ olunduğu günden itibaren talik olunan 20 gün müddet zarfında

Mehmed Ali Paşa teklif olunan tanzimata muvafakat etmez ve Mısır Valiliği’nin

tevarüsünü kabul eylemez ise zat-ı şahâne kendilerine işbu teklifi geri almaklıkda

muhtar nazarıyla bakacaklarına binaen menafi-i mahsusa-ı şahâneleri ve

müttefiklerinin nasayihleri kendilerine ne tarik irae ederler ise ona salik olacaklardır.

Sekizinci Madde: İşbu sened-i münferid bugünkü mukavele senedine harf be-harf

derc olunmuş gibi mamûl ve kavi olacak ve tasdik olunup tasdiknameleri dahi

zikrolunan mukavele senedi tasdiknameleri ile beraber mübadele kılınacakdır diye

tarih-i mezkûr ile müverrehan Londra’da murahhasûn-ı muma-ileyhim tarafından imza

olunan salifü’z-zikr sened-i münferide münderic ve mestûrdur.207

Osmanlı Devleti’nin yaşaması gerektiğini düşünen İngiltere, Avusturya, Prusya ve

Rusya tarafından antlaşma imzalandığı halde Fransa imzalamamakta ısrar etti.

Antlaşmanın imzalanmasından 4 gün sonra Palmerston Fransız temsilci Guizot’u

Dışişleri Bakanlığı’na çağırdı ve antlaşmaya uymazsa Fransa’yı refüze edeceklerini

kendisine açık bir biçimde bildirdi. Londra Antlaşması sürecinde Palmerston diplomatik

yeteneklerini kullanarak Rusya ve Fransa’ya büyük oranda kendi isteklerini kabul

ettirdi. Fransa da sonunda İngiltere’nin karşısında duramayacağını anlayarak fazla ileri

gitmedi. Palmerston sabırlı bir güç gösterisiyle Rusya ve Fransa’yı da hizaya getirmeyi

başarmıştı. Londra Antlaşması imzalandığı zamanki Fransız temsilci Guizot’un

durumunu Palmerston şöyle ifade etmektedir: “Son birkaç gündür Guizot bana şeytan

gibi kızgın bakıyor.”208

Müttefik devletlerin İskenderiye konsolosları, Londra Antlaşması’nı kabule

Mehmed Ali Paşa’yı ikna etmek için beraberce onun konutuna gittiler. Londra

207

A. Lütfi Efendi, s. 1074- 1076. 208

The Cambridge, c. V, s. 177.

140

Antlaşması’nı kabul ederse neler olacağını kabul etmezse neler olacağını ona gayet açık

bir şekilde anlattılar. Avrupa’nın geçen dönemde sorunları çözmek için bir araya

gelememesine fazla güvenmemesini ihtar ettiler. Antaşmayı kabul ederse Osmanlı

Devleti ve Avrupa’nın güvenini kazanarak huzur içinde Mısır’ı yöneteceğini ve

çocuklarına veraseten bırakacağını belirttiler. Ama antlaşmayı kabul etmezse, bütün

Avrupa devletlerini ve Osmanlı Devleti’ni düşman olarak karşısında bulacağını

söylediler. Ayrıca artık dünya devletleri arasında gücün toprak genişliği ve asker

sayısından ziyade devletler dengesindeki yeriyle orantılı olduğunu belirttiler. İradât-ı

Seniyye Defterinde bu görüşme şöyle kaydedilmektedir: “… Düvel-i Muazzama’nın

kurb ve civarlarında kuvve-i maliye ve askeriyesi külliyen zaid bir takım küçük

hükümetler bulunması dahi bundan icab itmekle bunların mugayir-i hak ve adl hiçbir

gûne hareketten havf ve haşyetleri olmadığından başka Avrupa devletlerinin cümlesi

anların namusı ve emniyet-i zatiyelerine nezaret idegeldikleri derkârdır… ”209

Müttefik devletler, Londra Muahedesi kararlarına uymazsanız asker sevkederiz ve

bizimle yapacağınız savaşı kazanamazsınız, Bu durum ancak ülkenizin değişik

yerlerinin işgaline neden olur, Şimdiye kadar karşınızda sadece Osmanlı Devleti vardı

ama artık bütün Avrupa devletleri vardır, Avrupa devletleri daha önce aralarındaki

anlaşmazlıklar nedeniyle bir araya gelemiyorlardı fakat bu meselede Fransa hariç

diğerleri müttefikdir, Bu nedenle atacağınız adımlara daha fazla dikkat etmelisiniz,

Böyle bir yenilgi ve bunun sonucunda gelecek perişanlıkta kazanacağınız hiçbir şan ve

şöhret yoktur. Avrupa’ya rağmen bir devlet kursanız bile bunu büyük güçlerin kılıcı

tepenizde iken nasıl sürdüreceksiniz? İbrahim Paşa Anadolu’ya girebilir ama oradan

tekrar çıkması çok zor olur, Biz bütün gücümüzle Osmanlı Devleti’nin arkasındayız

diyerek Mehmed Ali Paşa’yı girişeceği işin sonuçları konusunda ciddi biçimde

uyardılar. “… Ve faraza bunu istihsal idebilse bile bu hal Düvel-i Erbaa’nın seyfi daima

başı üzerinde olarak ticareti külliyen ibtal olunmuş ve muhaberat-ı kesilmiş

olacağından… Ve İbrahim Paşa’nın ilerleyib ilerlememesi malun olmağla ilerlediği

halde bir dahi avdeti mümkin olamayacağı...”210

Mehmed Ali Paşa Londra Antlaşması şartlarını konuşmak üzere gelen

konsoloslarla görüşmek istemedi ve sorularını yazılı olarak vermelerini istedi. Rıfat

209

Defter2, s. 55- a, b, 56- a. 210

Defter2, s. 56- a, b.

141

Paşa, Mehmed Ali Paşa’nın Fransa Başbakanı’nı rüşvetle ikna ettiğini ve kendi tarafına

çektiğini belirtmektedir. Mehmed Ali Paşa’nın bütün isteksizliğine rağmen Londra

Muahedesi kararlarını kendisine tebliğ etmek için uğraşılıyordu. Rıfat Paşa, Mehmed

Ali Paşa’ya Akka muhafızlığının kaydı hayat Mısır valiliğinin ise veraseten verileceğini

belirtirken, Mehmed Ali Paşa ise gayesinin ülkesini genişletmek değil, İslam milletinin

huzuru ve yabancı devletlerin tasallutundan korunması olduğunu söylüyordu. II.

Mahmud tarafından kendisine verilen sözlerin tutulmasını isteyerek, II. Mahmud

tarafından kendisine verileceği söylenen yerlerden vazgeçilmesini kabul etmeyeceğini

belirtiyordu. Burada ağır bir deyim kullanarak Osmanlı idarecilerini gaddarlıkla itham

ediyordu. Rıfat Paşa ise bu söylediklerinin sözden ileriye gitmediğini, Hüsrev Paşa ile

çekişmesi ve şahsi hırsları yüzünden devleti çok zor duruma düşürdüğünü ve yabancı

devletlere muhtaç bıraktığını belirtiyordu. Mehmed Ali Paşa tekrar Mısır’ın ailesine

yeteceğini, arazi talebi olmadığını ve devletine ve padişahına muti olduğunu söyleyerek,

II. Mahmud döneminde verilen sözlerden dönülürse kanının son damlasına kadar

savaşacağını ifade ediyordu. Çünki, sözlerden dönülmesini “kendisini düğün evinde

kestane kabuğu suretine koymak” olarak görüyor ve hakaret olarak kabul ediyordu. Bu

durumu kendisiyle sık sık görüşen Rıfat Paşa merkeze gönderdiği yazısında şöyle

anlatmaktadır: “… Bahusus Fransa Başvekili Mösyö Tiers ile Paşa’nın münasebeti

mahsusi olarak kendisiyle muhaberat-ı hafiyesi oldığından başka bir defa 1000 ve diğer

defa 2000 kise akçe Paşa, Tiers’e göndermiş ve o dahi kabul itmiş idiğinden… Kaldı ki,

merhum efendimizin vaktinde Mısır ve Sayda eyaleti ta Trablusa kadar ber-vech-i

veraset virilmiş ve Şam eyaleti hakkında dahi sonradan bir hüsn-i suret bulur deyu

söylemişken şimdi bu vechile muamele olunması insafsızlık ve nefsaniyet olarak…”211

Bütün müttefik konsoloslar beraberce veya ayrı olarak Londra Antlaşmasını kabul

etmesi konusunda ikna etmek üzere sık sık Mehmed Ali Paşa’nın ziyaretine gidiyorlar

ve antlaşmayı kabul etmezse başına gelecekler konusunda uyarıyorlardı. Mehmed Ali

Paşa Türk milletinden olması cihetiyle kaderina razı olduğunu belirtip, Lübnan

sahillerinde ele geçirilen 3 gemisinin hemen iade edilmesini yoksa sonuçlarının çok

kötü olacağını söyledi. Bunun üzerine Rus konsolos bunları söylemenin kolay fakat

yapmanın zor olduğunu belirterek oradan ayrıldı. Mehmed Ali Paşa’nın barış yoluyla

ele geçirdiği topraklardan kesinlikle çekilmeyi düşünmediğini açıkça ifade ettiğini

211

Defter3, s. 133- a, 146- b, 147- a.

142

görüyoruz. Bu durumda müttefik kuvvetler için zor kullanmaktan başka çare

kalmıyordu. İskenderiye’de bulunan Rus konsolosu bu durumu kendi elçiliğine yazdığı

yazıda şöyle dile getirmektedir: “… Ve tesviye-i maslahat ne tarik ile mümkin olacağını

irâe ider iseniz pek asûde memnun oluruz ve mamafih bizler vazife-i zimmet-i

himmetimizi ifa eyledik ve mektub tarafınıza bila vasıta gönderilmiş olmağla meeli

sizden gayrısının malumı değildir denildikde... Ben usulumü tuttum ve kendümi ısrar ile

muhafazaya mübaderet edeceğin ve 8 seneden berü kazandığım şeyler ancak avn-i

inayet-i bârî ile kesb olunmasıyla onları yine elimden alacak cenabı Hakdır… ”212

13 Ağustos 1840 tarihinde akşam saat 8 sularında İngiltere ve Avusturya

konsolosları Mehmed Ali Paşa’yı antlaşmayı kabule ikna için yanına gittiler. İngiltere

konsolosu, Mehmed Ali Paşa’dan durumun vehametini iyi değerlendirmesini şayet

antlaşmayı kabul etmezse başta İngiltere olmak üzere müttefik devletlerin zor

kullanmakta kararlı olduklarını belirtti. Mehmed Ali Paşa, daha önce başta Rıfat Paşa

olmak üzere diğer devlet temsilcilerine verdiği red cevabında kararlı olduğunu artık

rahatsız edilmek istemediğiniifade etti. Avusturya konsolosu, doğu ülkelerinin savaştan

bıktığını ve harab olduğunu bu meselenin savaşsız olarak halledimesini istediklerini

söyledi. Ayrıca Londra Antlaşması’nda Mısır’ın veraseten sana ve ailene bırakılmasını

reddetmen senin ve ailenin mahvına sebep olacaktır diye uyardı. Mehmed Ali Paşa,

savaş istemediğini ama savaşla kazandığı yerleri korkuyla iade etmeyeceğini vurguladı.

Şayet savaş olursa kendi hayatını korumalarını istedi. Buna ilaveten savaş çıkarsa

güvenliğinizi garanti edemem Mısır’ı terkedin deyince, konsoloslar bunu kesinlikle

reddettiler. Burada Osmanlı Devleti’nin garantisi altında olduklarını ve devletleri

istemedikçe gitmeyeceklerini ifade ettiler. Mehmed Ali Paşa karşısındakilere

güvenmiyor ve hamisi Fransa’nın kendisine yardım edeceğini düşünerek antlaşmayı

kabul etmeye yanaşmıyordu. İngiltere ve Avusturya konsolosları asla Mısır’ın

kötülüğünü istemediklerini belirterek, Londra Antlaşmasıyla Osmanlı Devleti’nin

birliğini koruyarak Avrupa dengelerinin devamını sağlamak istediklerini söylediler.

Ertesi gün kesin cevabını almak üzere tekrar geleceklerini belirtip ayrıldılar. Bununla

ilgili müzekkerede kısaca şunlar ifade edilmektedir: “… Avusturya konsolosu:

”Memalik-i Şarkıyyenin muharebeden vikayesi lâzımeden olduğundan” bahs eyledikde,

Vali-i muma ileyh kendisinin bu babda tasavvuru olmayub ve asla muharebe ibkası

212

Defter2, s. 57- a, b, 58- a.

143

niyetinde olmadığını… Kuvve-i seyfiye ile kazanmış olduğu şeyler bu makule ifadât ile

redd ü iade edecek derecede ihafaya gelemeyeceğini… ”213

Prusya konsolosu diğer konsoloslardan sonra aynı gün son bir defa Mehmed Ali

Paşa’yı ikna için gitti. Mehmed Ali Paşa diğerlerine verdiği cevabın aynen kendisi için

de geçerli olduğunu belirtti. Mehmed Ali Paşa onları düşman olarak gördüğünü

söyleyince Prusya konsolosu: ”Biz size 800 saat mesafedeyiz niçin düşmanlık edelim?

Hak ve adaletin sağlanarak bölgenin ve Avrupa’nın güven içinde olmasını

istediğimizden meseleye müdahale ediyoruz” dedi. Mehmed Ali Paşa ise fikrinde yine

ısrar ederek, derhal Mısır’ı terk etmelerini, onların Mısır’daki varlığının kendisine şüphe

ve güvensizlik telkin ettiğini ifade etti. Avrupa devleti temsilcilerinin kendisini

kandırmaya çalıştıklarını söyleyerek, onlara kesinlikle güvenmediğini vurguladı.

Prusya’nın İskenderiye konsolosu Mehmed Ali Paşa ile yaptıkları konuşmayı yazısında

şöyle anlatmaktadır: “… Evvele Prusya Devleti 800 saat mesafede bulunduğundan

Devlet-i muşarun-ileyhanın size hiçbir vechile adavet-i deruniyesi olamaz. Ve

kendüsinin bu vechile uzaklığı işbu meselede bi-garzane hareket etmekde olduğunu

yakinen isbat ider. …Ve bir düşman devlet memurunun hengâm-ı muharebede

memleketten müfarakat itmemesi görülmüş müdür… ?”214

14 Ağustos 1840 günü saat 9 sularında Rıfat Paşa ve diğer müttefik devletler

konsolosları tekrar 10 günlük sürenin bittiğini belirtmek ve kesin cevabını almak üzere

Mehmed Ali Paşa’nın huzuruna çıktılar. Mehmed Ali Paşa, 10 gün sonra veya hiçbir

zaman Londra Antlaşması’nı kabul etmeyeceğini tekrarladı. Müttefik temsilciler artık

tartışmanın zamanının geçtiğini, antlaşmayı ya kabul etmesini ya da sonuçlarına

katlanacağını söylediler. Osmanlı temsilcisi, dökülecek Müslüman kanının

müsebbibinin kendisini olacağını söyleyince, Mehmed Ali Paşa “ben hesabı Allah’a

veririm” diyerek son cevabının olumsuz olduğunu belirtti. Bunun üzerine Rıfat Paşa bu

cevabı resmen yazılı olarak vermesini isitedi. Mehmed Ali Paşa, yazılı cevabın

ayrılacağı zaman verileceğini ifade etti. Bu durum görüşmeyle ilgili belgede şöyle

zikredilmektedir: “…Rıfat Beyefendi hazretleri hâmil oldığı mektub-ı samiye’yi tahriren

213

Defter2, s. 58- a, b, 59- a. 214

Defter2, s. 59- a, b.

144

cevab olunacak mı? deyu sual eyledikde “mufarakatı günü teslim ve ita olunacağını“

ifade itmekle meclis hitam bularak veda ile avdet olunmuşdur.”215

18 Recep 256 (15 Eylül 1840) tarihinde İstanbul’da yapılan toplantıda, Mehmed

Ali Paşa’nın Londra Antlaşması kararlarını kabul etmemesi üzerine alınacak tedbirler

Mustafa Reşid Paşa’nın müttefik devlet elçileri ile yaptığı görüşmede değerlendirildi.

Londra Antlaşması’nı reddettiği için, Mehmed Ali Paşa’nın görevden alınması ama

şimdilik yerine atama yapılmayarak vekâleten görevlendirme yapılmasının daha uygun

olacağı kararlaştırıldı. Bölgedeki bazı valilerin değiştirilmesi daha uygun olacaktır

denildi. Bunda bazı valilerin işgal sırasında ihanete varan davranışları etkili oldu. Girid

Valiliği’ne Mustafa Paşa getirilirken, donanmanın abluka için hazır tutulması istendi.

Şerif ikna edilerek Hicaz bölgesi Valiliği Bağdat Valisi Ali Rıza Paşa’ya verildi.

İskenderiye’de bulunan konsoloslar Mehmed Ali’ye ablukanın başlayacağını belirterek

orayı terk etmesinin uygun olacağını söylediler. Bütün görevlendirmelerin Arapça ve

Rumca’ya da çevrilerek önemli yerlere gönderilmesinin ve halka duyurulmasının yararlı

olacağı ifade edildi. Dürzîler itaatlerini bildirip bizi destekledikleri için

ödüllendirilmelidir, Arabistandaki aşiret ve kabileler Mısır aleyhinde

ayaklandırılmalıdır, Mısır liman ve kanallarının hemen abluka altına alınması yolunda

bölgedeki İngiliz ve Avusturya donanması komutanlarına yazılar gönderilmesi uygun

olur görüşü dile getirildi. “Malum-ı âli buyrıldığı üzere Hariciye Nâzırı devletlü Reşid

Paşa hazretlerinin geçen Cuma günü Düvel-i Erbaa-ı Müttefika elçileriyle vuku bulan

müzakerâtı… Kendüsinin Mısır Valiliği’nden azliyle şimdilik yerine âhar vali nasb

olunmayarak Mısır’ın idare-i muvakketesi akdemce taraf-ı eşref-i şahâneden Akka

Valisi nasb ve tayin buyrulmuş olan devletlü İzzet Mehmed Paşa hazretlerine ihale

birle, Mısır limanlarının ablukasına bundan bir mah sonra mübaşeret olunacağı ve işbu

abluka maddesinin nam-ı şahâneye mahsusan icrası lazım gelecek olmasına… ”216

Mehmed Ali Paşa’nın Londra Antlaşması’nı kabul etmemesi üzerine, onun Mısır

Valiliği’nden alındığı ve bununla ilgili konularda uzun bir ilanname yayınlandı. Bu

ilannamede Mısır meselesi bütün boyutları ile ele alınıp niçin böyle bir ilanname

yayınlanmasına ihtiyaç duyulduğu ifade edilmiştir. Mehmed Ali Paşa’nın, Londra

Antlaşması kararlarını süresi içinde kabul etmediği için Mısır Valiliği’nden alındığı açık

215

Defter2, s. 59- b, 60- a. 216

Defter2, s. 60- a, b.

145

biçimde dile getirilerek açıkça kendisi ve ailesi hakkında vaat edilen bütün imtiyazları

kaybettiği belirtilmiştir. Mısır Valiliği’ne Akka Valisi ve eski Sadrazamlardan İzzet

Mehmed Paşa’nın vekâleten atandığı ifade edilmiştir. Mehmed Ali Paşa artık kendine

karşı yapılacak bütün zorlayıcı tedbirleri hak etmiş ve bunların başlangıcı olarak Mısır

liman ve iskeleleri Osmanlı-müttefik donanması tarafından hemen abluka altına

alınacaktır denilmiştir. Mehmed Ali Paşa’nın bu kararı ile dökülecek Müslüman

kanından dünyada ve ahrette o sorumlu olacaktır. İkinci 10 günlük sürede Mısır’ın

kendisine veraseten bırakılması şartıyla antlaşmayı kabul ettiğini belirtmişse de buna

karşılık hemen donanmayı iade ve Mısır dışındaki yerleri iadesi gerektiği belirtilince

“Bunlar sonraya kalacak işlerdir” diyerek tabiri caizse ipe un serme yoluna gitmiş ve

kabulünü ertelemiştir.

Meselenin bu kadar uzamasının asıl nedeni Mehmed Ali Paşa’nın Suriye ve

Lübnan’ı boşaltması tartışmasıdır. Mehmed Ali Paşa buraların kendisine yakın olduğu

için yönetimine bırakılmasını, böylece buraları da Mısır gibi modernleştirip

kalkındıracağını ifade etti. Oysa Mısır’ı nasıl sömürüp insanları sersefil bıraktığını ve bu

geliri savaşa harcadığını birçok kaynak ifade etmektedir. Mehmed Ali Paşa’nın asıl

amacı bazı tavizler verir gibi görünerek müttefik hücumunu savuşdurup sonra da

Osmanlı Devleti ile tekrar başbaşa kalmaktır. Şayet onun bu tuzağına düşülerek Londra

kararlarını tam olarak kabul etmeden barış imzalanırsa bir daha böyle bir şeye

kalkışması durumunda tekrar bu büyük ittifakı sağlamak son derece zor olacaktır. “…

Mehmed Ali Paşa’nın müddet-i evveli teklifine cevabı pek kati surette ise de, müddeti

saniye cevabı renkden renge konulmuş olmağla bu dahi cümlenin malumu olmak içün

bir mahalde ityan olunmuş olub şöyle ki; müddet-i saniyenin ibtidaki meclisinde ben

Mısır’ın tevarüsünü kabul ittim ve Beriyyetüşşam’ı dahi taraf-ı şahâne’den rica… ”217

Mehmed Ali Paşa’nın Londra Antlaşması’nı kabul etmemesi üzerine Mısır

Valiliği’nden alınması ve kendisine karşı bütün zorlayıcı yöntemlerin kullanılması

kararlaştırıldı. Bunun yöntemi üzerine İstanbul’daki İngiliz elçisi Ponsonbi ile

görüşmeler yapıldı. Mısır liman ve iskelelerinin abluka altına alınması için Osmanlı

donanmasına yardım etmek üzere Akdeniz’de bulunan İngiliz ve Avusturya donanması

komutanlarına resmi bir yazı yazılması kararlaştırıldı. Yazılan ve Akdeniz’deki müttefik

217

Defter2, s. 61- a, b, 62- a, b.

146

donanması komutanlarına gönderilen bu resmi yazı şöyledir: “… Kâffe-i Mısır ve

Beriyyetüşşam liman ve iskelelerinin kemal-ı şiddet ile abluka olunması karargir olmuş

olmağla muahede-i mezkure mucibince zat-ı sefiraneleri İngiltere Elçisi cenablarıyla

bi’l-müzakere zikrolunan abluka usulünün icrasına memur olan Süfün-i hümayunu itay-

ı ianet-i müessese itmekliği Bahr-i Sefid’de olan İngiltere ve Avusturya amirallerinin

memur olunmaları hususuna himmet eylemeleri.”218

Mehmed Ali Paşa’nın yerine Mısır Valiliği’ne getirilen İzzet Mehmed Paşa,

bununla ilgili ayrıntılı bir talimatın düzenlenerek Arapça tercümesiyle beraber Sakız

açıklarındaki Osmanlı Donanması ile Kıbrıs ve Beyrut açıklarında bulunan İngiliz ve

Avusturya donanma komutanlarına ulaştırılmasının faydalı olacağını belirtti. Kendisinin

hızla görev alanına gitmesi ve bu talimatın hızla ilgili yerlere ulaştırılması için bir gemi

kiralanmasının faydalı olacağını belirtti. Herhalde bu dönemde çağa uygun hızlı ve

modern gemiler Osmanlı Devletinde mevcut olmadığı için, kiralama yöntemi tavsiye

ediliyor olsa gerek. Yoksa eski Sadrazam ve yeni Mısır Valisi olan bir kişiyi kiralık

gemi ile görev yerine göndermek pek anlaşılabilecek bir yol değildir. Bununla ilgili

talep yazısında İzzet Mehmed Paşa şunları istiyordu: “ Memurîn-i Cedîde-i

bendegâneme dâir gönderilecek olan talimat-ı mufassala ve evrak-ı sâire

kapukethüdalık hizmeti rikabında bulunan saadetlü Nuri Bey bendelerine teslim

olunarak rukûb-ı çâkerânem içün isticar olunan vapur sefinesine irkaben bu tarafa izam

buyrulmuş… Mahallerine Li-ecl-i isal Sefine-i mezkûre ile Beyrut canibinde olan

İngiltere Sefayini kumandanına gönderilmesine ve Arabi’l-ibare ilanname-i nusha-i

metbua ve mersumelerinin dahî Beriyyetüşşam taraflarına neşr ve idaresine itina…”219

Fransa, Londra Antlaşması ile Mısır’a verilen sürenin henüz dolmadığını iddia

ederek ablukanın hemen başlamasına karşı çıktı. Osmanlı Devleti ise Mısır‘ın abluka

altına alınmasının yabancı bir yerin abluka altına alınması olarak

değerlendirilemeyeceğini, oranın kendi devletine isyan etmiş bir bölge olduğunu

belirterek bunu reddetti. 1840 yılı Şaban ayı (Ekim) ortalarının, gemilerin toplanması da

düşünüldüğü zaman abluka için uygun olduğu belirtildi. Kıyıların abluka altına alınması

olayı bir devletin başka devlete uyguladığı bir düzenleme değil, Osmanlı’nın kendine

karşı ayaklanan bir Valisi’ni yola getirmek için müttefikleri ile beraber yaptığı bir iç

218

Defter2, s. 63- a. 219

Defter2, s. 65- b.

147

güvenlik harekâtıdır. Bu nedenle devletlerarası hukukta böyle değerlendirilmelidir.

Bundan dolayı abluka ile ilgili İstanbul hükümeti tarafından bir tezkire yazılarak ilgili

bütün taraflara gönderilmesi bunun ifadesi açısından çok faydalı bir uygulama olacaktır.

Fransa’nın müttefik güçlerin yapacağı bir harekâtı engellemek için her yolu denemesi

nedeniyle, meselenin uluslararası hukuka uygun olmasına son derece dikkat edilmeye

çalışılıyordu. “… Makam-ı vâlay-ı Nezaret-i Hariciyyeden sefaretlere olunan tebligatta

bu abluka olunacak Limanlar bir devleti müstakille ve ecnebiyyenin zir-i hükmünde

olmayarak Devlet-i Aliyye kendü Limanlarını bir isyanda bulunması cihetiyle yine

kendisi müttefikleriyle birlikde abluka ideceğinden, Faraza iki devlet-i muharibenin

birbirleri hakkında icra idecekleri usul-i ablukaya tamamı tamamına tatbik olunmak

iktiza itmeyeceği… ”220

Mısır’ın ablukası kararı kendisine ulaşınca İstanbul’daki Fransız Elçisi bu

ablukanın usullere uygun olması ve yabıncı tüccarların ticari çıkarlarına zarar

vermemesi gerektiğini ve Fransız ticari çıkarları için doğacak zarardan Osmanlı

Devleti’nin sorumlu tutulacağını belirten bir yazıyı Hariciye Nezaretine verdi.

Fransa’nın bölgedeki ticarî çıkarlarına zarar verebilecek bir uygulamanın sorumluluğu

ile Osmanlı Devleti açakça tehdit ediliyordu. “…Usul-î mezkûrenin Ticaret-i Ecnebiyye

hakkında icra ve tesiratını tayin idecek olan faide-i hukuk-ı bahriyyeyi işara ibtidar

idemiyeceğine teessüfle beraber usûl-i mezkûreyi devleti tarafına ifade ve ihbara

müsaraat idecekdir. Bir abluka maddesinin kaidece vucud-ı meşru olması ve Düvel-i

Ecnebiyye teba ve ticareti hakkında meriyyü’l icra bulunması ancak hukuk-ı milel ve

kaide-i düvel mucibince tayin olunan… ”221

18 Recep 1840 (15 Eylül) tarihinde İstanbul’daki müttefik devlet elçilerine

ablukanın ne zaman başlayıp nasıl uygulanacağına dair bir resmi yazı veriliyor. Bu

yazıda ablukanın 18 Şaban 1840 (15 Ekim) tarihinden itibaren 1 ay içerisinde

başlayacağı ifade ediliyor. Bu ablukanın bütün Mısır, Suriye ve Lübnan kıyılarına

uygulanacağı belirtiliyor. Bununla ilgili müttefik elçiliklere verilen kısa yazıda şöyle

deniliyordu: “Düvel-i mütehabbe Süferasına ita olunan takrir-i resmiyede zikr-i beyan

olunduğu vechile Mısır ve Berruşşam limanları ve iskelelerinin ablukası hususunun

layıkı vechile tayin eylemek ve hiçbir gûne münazaa ve muaraza vuku bulmamak üzere

220

Defter2, s. 67- a. 221

Defter2, s. 67- a, b.

148

hangi günden bed’e ideceği anlaşılmak murad olunduğu Devlet-i Aliyye’nin malum-ı

âlisi olmağla işbu abluka usûlünün icrasına tagarrüb iden mah-ı Şaban’ın 18.

gününden yani Salifüz-zikr tekarîr-i resmiyye tarihinden itibaren bir mah mururunda

bed’e olunacağı bu mahalde ilan ve işar olunur.”222

Osmanlı Devleti abluka konusuna büyük önem veriyordu. Bunun için ayrıntılı bir

görevlendirme ve tahsisat listesi hazırlandı. Bu listeyi kısaca şöyle özetleyebiliriz:

— Kiralanacak gemilerle abluka bölgesine 5000 adam gönderilmesi,

— Serasker İzzet Paşa’nın istediği eşyanın hemen temin edilerek bölgeye

ulaştırılması,

— Gerekli miktarda silah ve mühimmatın temin edilerek bölgeye ulaştırılması,

— Suriye ve Lübnan’da Osmanlı Devleti hizmetinde çalışacak yabancı subayların

intibakının yapılması,

— Uygun yerlerden gıda ve zahire temin edilerek orduya ulaştırılması,

— İstanbul’da bulunan Arnavud İbrahim Mahbub’a 10000 kuruş hercırah

verilerek Orduy-ı Hümayun tarafına gönderilmesi,

— Görevlilerin ücretlerinin ödenmesinde hiçbir gecikmeye mahal verilmemesi,

— 10000 kantar peksimed Ticaret nezareti tarafından hazırlatılarak bölgeye

ulaştırılması,

— Gerekli top ve mühimmatın savaş gemileri ile götürülmesi uygun

olmayacağından hemen 5- 10 gemi kiralanarak bölgeye ulaştırılması,

— Gıda ve zahire temini için bölgeye yakın olan Antalya vb. yerlere resmi yazılar

gönderilmesi,

— Bütün bu ihtiyaçların temini için bir müzekkere hazırlanarak bu konuda irade-i

seniyye çıkarılması sağlanmalıdır

4 Şaban 1840 (1 Ekim 1840) tarihinde hazırlanan ve takip eden günlerde

yapılacak işlemleri ayrıntılı olarak açıklayan bu müzekkere şöyledir: “

222

Defter2, s. 67- b.

149

— Deavi Nezareti muavin-i evveli Selami Efendi Orduy-ı Hümayun müsteşarlığı

ünvanıyla Orduy-ı Hümayuna gönderilüb 7500 kuruş maaşının 2500’ü Hacı Keşşaf

Efendiye virilerek vekâletine memur kılınması.

— İsticar olunan 4 kıta vapur Sefinesiyle 5000 adam gönderilmesi.

— İzzet Paşa hazretlerinin matlubı olan eşya dahi derhal tedarik olunub irsal

olunması… ”223

Serasker ve yeni Mısır Valisi İzzet Mehmed Paşa gönderdiği yardımcısı Nuri

Efendi ile ek taleplerde bulundu ve bu yazıya 9 Şaban 1840 (6 Ekim 1840) tarihinde

cevap yazıldı. Ne hazindir ki, bu ihtiyaçlar devletin kendi imkânları ile temin

edilmekten uzaktır. Yeterli miktarda para ve malzemenin gönderilmesinin mümkün

olmadığı açıkça belirtiliyordu. Bu taleplere verilen cevabı içeren yazı şöyledir:

“İzzet Paşa hazretleri tarafından bu defa kapukethüdası Nuri Bey’in avdetiyle

vurud iden tahrirat meeli bihamdillahi Teâlâ vuku bulan asar-ı nusrete dair olmağla

manzur-ı âli buyrılmak üzere takdim kılındı. Savb-ı işarata göre asker ve akçe ve tüfenk

ve sair bazı eşya irsali elzem ve ehem olmağla ol babda beyne’l- havas müzakere

olunan mevaddın kararı ber-vech-i âti beyan olunur.

Maiyet-i muşarun- ileyh içün mukaddemce tertib olunan 5000 nefer asakirin

tedarik olunabileceği vapur sefineleri ve isticar olunan tüccar sefayini ile hemen sürat-i

irsallerine ibtidar olunması

Ol mikdar asker rütbe-i kifayede olamayacağından ve Dersaadet’te şimdiki halde

başka asker bulunmadığından berr ü nihadan avdet idüb Samsun’da bulunan asakir-i

nizamiyenin sürat-i celbi vesailinin istihsaliyle bir 5000 asakirin dahi tertib ve irsali

hususuna say ve ikdam olunması

Asakir-i Hassa-ı Şahâne’den dahi 5000 mikdarı cünüd-i muntazamanın tahliye ve

irsali suretine dahi gayret ve ikdam olunması.

İngiltere ve Nemçe Devletleri tarafından dahi imkân-ı mertebe asakirin irsali

sureti makam-ı Nezaret-i Hariciye’den, Düvel-i muşarun- ileyhima elçilerine ifade

olunması

223

Defter2, s. 67- b, 68- a.

150

Rodos’da bir tabur asakir-i muvazzafa bulundığından onun dahi muşarun ileyh

İzzet Paşa maiyetine memur ve irsal ittirilmesi.

Hazinede nakid mevcud bulunmadığından ve kaime tebdiline dahi kafi taraflarda

nakid olmadığından çaresi lede’l- mütalaa Hüsrev Paşa’nın yanında kise oldığını

Meclis-i Muhasebe reisi Hacı Edhem Efendi rivayet eylediğini, Maliye Nazırı Paşa

hazretleri ifade itmiş olduklarından ve ashab-ı duyun dahi tacizden hali olmadığından

mebaliğ-i mevcude ashab-ı duyun’a virilmek şartıyla celb olunarak Orduyu Hümayun’a

gönderilmesi ve ashab-ı duyun’a dahi hazineden kaime virilerek suret-i ibralarına dair

senedatı kendü tarafına irsal kılınması. Muşarun ileyh İzzet Paşa hazretlerinin isar

eylediği tüfenkler ve sair eşya tertib ve mübayaa birle serian temin olunması.”224

Mehmed Ali Paşa, Valilikten alınması ve kıyılarının abluka altına alınması

kararına sert tepki gösterdi. Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanması, denize düşen yılana

sarılır misali, Osmanlı Devleti’nin tarihi düşmanı Rusya’dan yardım istemesine neden

olmuştu. Netayic ül Vukuat’ta belirtildiğine göre, Mehmed Ali Paşa diğer Osmanlı

valilerine mektuplar göndererek Osmanlı Devleti’ni Rus tacizinden korumak ve yanlış

işler yapan II. Mahmud’u tahttan indirmek için beraber çalışmaları gerektiğini

söylemişti. Bu durum Osmanlı Devleti ve Rusları ortak bir düşman noktasında ittifaka

götürmüştür. Ruslar’ın işe müdahale etmesi Fransa’yı rahatsız etmiş ve Mısır’dan

antlaşmayı kabul etmesini istemiştir. Fransa’nın baştan beri meselenin halline uğraştığı

ama Londra kararları dışında bırakıldığı için bunun namusuna dokunması nedeniyle

biraz sessiz kalmaya karar verdiği belirtilmektedir. Fransa durumun nezaketi nedeniyle

Mehmed Ali Paşa’dan Mısır’ın veraseten kendisine bırakılması şartıyla, diğer yerleri

terk ederek donanmayı iade edip Padişaha itaatini bildirmesini istiyordu. Fransa’nın bu

tutumu Mehmed Ali Paşa‘nın bütün direncini kırarak antlaşmayı kabul noktasına

götürdü. Mevcut durum zaten onun Suriye’de hak iddia etmesine müsait değildi. “…

Fransa Devleti bilahare harekete icbar itmekden ve kayd-ı hayat şartıyla olan bir

müsaade-i muvakketeyi diriğ ile maslahatı ta Rusya’luyu Memalik-i Devlet-i Aliyye’ye

ayak basdıracak merkeze getirmekden ise hazır Mehmed Ali Paşa ber-muceb-i muahede

Mısır tevarüsünü kabul itmiş ve Beriyyetüşşam eyalâtı içün dahi fütüvvet-i seniyye-i

224

Defter2, s. 68- b, 69- a.

151

hazreti şahâne’ye müracaat eylemiş oldığından şu maslahat ber-vech-i suhulet bitirilse

pek hayırlı olur...”225

Osmanlı Devleti, Paris elçisi olan Nuri Efendi vasıtasıyla Fransa Hariciye Nazırı

Tiers’e bir mektub gönderdi. Bu mektupta, Fransa ile Osmanlı Devleti dost olmasına

rağmen isyancı bir Vali’nin desteklenmesi protesto ediliyordu. Osmanlı Devleti’nin

dostu bir devletin, yeni Padişahımız’ın afvına mucib olmasına rağmen ittatsizliğinde

ısrar eden bir Valisi’ne destek olarak ülkeye zarar vermesi Padişahımızı son derece

üzmüştür deniliyordu. Mehmed Ali Paşa, sadece Mısır’ın kendi ailesine veraseten

bırakılmasını istemekle kalmıyor aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin yarısına tekabül

eden bir alanı isteyerek, Padişahımız’ın mukaddes hukukuna son vermek istiyordu.

Londra kararları müttefik devletler tarafından Osmanlı topraklarını koruma altına

alırken, Fransa’nın bunun dışında kalması bizi son derece üzmüş ve kırmıştır

deniliyordu. Bu mektupta tarihî Osmanlı-Fransa dostluğunun zarar görmesinin Osmanlı

Devleti kadar Fransa’nın da aleyhine olacağı belirtiliyordu. “Devlet-i Aliyye’nin dost-ı

kadimi olan bir devletin Memalik-i Mahruse-i Osmaniyye’nin teebbüd-i hüsn-i hali

kazıyyesine mebni olan bir ittifak ve ittihad-ı halisâneye bigâne durulması kemal-i

mertebe teessür-i Şahâneye mucib olmuş, Saltanat-ı Seniyye, Fransa devlet-i fehimesi

ittifakı hakkında olan rağbet ve iltizam-ı âlisi ve istidadât-ı dostanesi tesiratı hususunda

olan itimad ve emniyet-i seniyyesini isbat idebilür… ”226

Osmanlı Devleti Londra muahedesi ile kendi tebaası için menfaatler istemezken

Düvel-i Muazzama’nın da böyle bir niyeti olmadığına inanmaktadır. Bizzat onların

temsilcileri de bu yönde garantiler vermişler ama daha sonra göreceğimiz gibi

uygulamalar böyle olmamıştır. Müttefik devletlerin çoğu, Osmanlı Devleti’nde yaşayan

dini azınlıkları daima korumuşlar ve onları ayrıcalıklı bir konuma getirmek için azami

gayret göstermişlerdir. Asırlardır Osmanlı sınırları içinde beraberce yaşayan dini

guruplar bu faaliyetler sonucunda, Osmanlı Devleti’ni yıkıma götürecek faaliyetler içine

girmekten maalesef çekinmemişlerdir. Müttefik devletler Londra Antlaşması’nı

düzenlerken, tek kaygılarının Osmanlı Devleti’nin huzur, dirlik ve düzenliği olduğunu

belirtmişler ama sonuç böyle olmamıştır. Düvel-i Muazzama’nın desteği ile Mısır

meselesi çözülmüşse de Osmanlı Devleti’ni yıkıma kadar götürecek milletler meselesi

225

Defter2, s. 73- b, 74- a. 226

Defter2, s. 75- a, b.

152

ortaya çıkmıştır. “… Muahede-i ittifakiye ile Düvel-i Müttefika içün karagîr olan

taahhüdât ve mecburiyyatın icrası babında ol Muşarun ileyhimanın ne hiçbir gûne

teksir-i arazi ve nufuz-ı muhâsara ve ne kendü tebaaları içün milel-i sairenin nail

olamayacakları menafi-i ticareti istihsal daiyesinde olmayacaklarını resmen ve

sarahaten ilan u beyana mübaderet ve işbu ilanı bu mazbataya sebt ve tahrire

mübaşeret iderler… ”227

Londra Antlaşması ile Lübnan ve Suriye kıyılarında bulunan bütün Osmanlı

gemileri İngiliz komutası altına verilmiştir. Bu durum Osmanlı yönetiminin Mısır

meselesinin çözümünde kendisini ve kuvvetlerini Avrupalılara teslim ettiğini

göstermektedir. Düvel-i Muazzama ve özellikle İngiltere müstemlekelerindeki

Müslüman halkın hilafete yapılanlara karşı tepkisini engellemek için böyle bir yola

başvurmuştur. Ayrıca aşağıda Palmerston’un belirteceği gibi, bu olay Osmanlı

Devleti’nin, İngiltere’nin kendini kurtarmak için uğraştığına güveninin bir göstergesidir.

Palmerston, Londra Antlaşması ile kendileri için bir menfaat sağlamaya çalışmadığını

sadece Ortadoğu’da barışı tesis etmek için uğraştığını söylese de bir başka önemli

amacının Hindistan ve diğer sömürge yollarını güven altına almak olduğu bilinmektedir.

“Malum-ı sâmileri buyrulduğu üzere Beriyyetüşşam tarafına sevk olunan Süfün-i

hümayun-ı şahâne emr-i kumandasının İngilterelü Kumandan Walker’e ihalesi keyfiyeti

İngiltere Devleti nezdinde bais-i mahzûziyyet olmuş... ”228

İngiltere Hariciye Nâzırı Palmerston, bir İngiliz Amiral’in müttefik donanmanın

başına getirilmesini Osmanlı Devleti’nin kendilerine karşı derin güvenine bağlıyor ve

bundan çok hoşnud olduklarını söylüyordu. Ayrıca müttefik donanmanın başına Amiral

Walker’ın geçirilmesinin onun buna ehil olması ve İngiltere’ye olan güveni göstermesi

bakımından takdire şayan olduğunu belirten bir teşekkür yazısını Osmanlı Hariciye

Nezaretine de gönderdi. Bu yazısında Palmerston şunları ifade ediyordu: “Bu hususdan

dolayı İngiltere Devleti’nin zuhura gelen mahzuziyyet-i azimesini canib-i Saltanat-ı

Seniyye’ye ifade ve işara himmet ve çünki evvela kaptan muma ileyhin istihdamı

faideden hâli olmayacağı memul ve muhakkak bulunmuş ve Saniyen İngiltere

Devleti’nin Devlet-i Aliyye’ye kema yenbaği muavenet itası emel-i halisânesinde

bulunduğunun nezd-i şahânede takdir buyrulduğuna bir delil-i kâfi olması cihetleriyle

227

Defter2, s. 79- b. 228

Defter2, s. 81- b, 82- a.

153

husus-ı mezbur Devlet-i Muşarun ileyha’nın bais-i mahzuziyyet-i kesiresi olmuş idüğini

tekrara mubaderet eylemeleri…”229

Londra Antlaşması’ndan sonra Düvel-i Muazzama, Osmanlı Devleti’nin

neredeyse her işine karışmıştır. Hatta işi eyaletlerdeki valilerin değiştirilmesini istemeye

kadar götürmüştür. Geniş istihbarat ağı ile devletin neredeyse bütün şehirlerinde bilgi

toplamış ve bunun ışığında bazı girişimlerde bulunmuştur. Aşağıda kaydedeceğimiz

belgelerde Ponsonbi, Osmanlı Devleti tarafından Mısır’a Vali atanan İzzet Mehmed

Paşa hakkında bazı şikâyetlerde bulunuyordu. İzzet Mehmed Paşa’nın, Mehmed Ali

Paşa etkisiyle onun istediği kişileri idam ettirdiğini söylüyor, Onun yaptığı işlerin

Tanzimat ilkelerine uygun olmadığı belirterek görevden alınmasını istiyordu. Ayrıca

Lübnan’da malzeme taşıyan katırcıların ücretini İngilizler vermesine rağmen bu

insanlara baskı yapılıyor ve dövülüyor diyordu. Müttefik güçlerin hepsi, İzzet Mehmed

Paşa’nın Mısır valisi yapılmasına karşı çıkıyorlar, İzzet Mehmed Paşa ise katırcılara

parayı kendisi vermediği için dayak olayından da haberim yok diyordu. Bu yazı

Lübnan’da müttefik görevliler arasında ortaya çıkan tartışmaları göstermesi bakımından

ilginçtir. Ponsonbi’nin bu konudaki şikâyetlerine cevap olarak yazılan 2 Ramazan 256

(29 Ekim 1840) tarihli yazı şöyledir: “… İngiltere elçisi Lord Ponsonbi muşarun-ileyhin

sefk-i dima-ı beşeriye ve usul-i zulmiyye ile şöhret-şiar olmasından ve ekalim-i

Mısrıyye’nin Mehmed Ali Paşa uhdesinden sarf ve tahvili sırasında ol havaliye tayin

kılınan Vali’nin şayıa-ı hasene ashabından olması luzumundan bahisle muşarun-ileyhin

ol suretle memuriyeti vukuunu tecviz ve tensib edemeyerek tebdilini dermiyan… Orduyu

Hümayun’un bulunduğu mahallerde bazı eşya nakli hizmetlerinde istihdam olunmakda

olan yerlü katırcıların icarât-ı mukteziyyeleri İngiltere ve Avusturya amiralleri

tarafından tamamen virilmekde olduğu gibi muşarun ileyh canibinden dâhi bila noksan

ita olunmak icab-ı maslahattan bulunduğu…”230

Avrupa temsilcilerinin bazı Osmanlı valilerinin değiştirilmesi yönündeki baskıları

enine boyuna değerlendirilmiştir. Rus elçisi, kendi baskılarından dolayı söylenti

çıkmasından çekiniliyorsa valinin bir suikastten dolayı yaralandığını bu durumun onun

değiştirilmesi için iyi bir fırsat olduğunu belirtti. İzzet Paşa’nın bu yaralanmadan dolayı

Şam valisi Hacı Ali Paşa ile değiştirilmesinin de mümkün olduğu yolunda batılı elçiler

229

Defter2, s. 82- a. 230

Defter2, s. 88- a, b.

154

tarafından yol gösterildi. Bütün bu düşüncelere rağmen Osmanlı Devleti bu kritik anda

sudan sebeplerle böyle bir değişikliğin şık olmayacağını belirtiyor ve uygulamaya

yanaşmıyordu. Bununla ilgil ileri sürülen düşünceler şöyledir: ”… Şayed İngiltere Elçisi

azlini takrir-i resmi ile istida ider ise ol vakit icrası çirkince olacağından muşarun

ileyhin hazır vuku-ı cerhi münasebetiyle şimdiden oralardan tabidi münasib olacağı

Rusya sefareti tarafından dahi mahremane ihtar ve ityan olunmuş ve İskenderiye’den

kalkub İngiltere donanması gelmiş olan Prusya konsolosunun dahi bu vadide mektubu

geldiği Prusya sefareti tarafından bildirilmiş oldığına binaen…”231

Fransa, Napolyon döneminden beri sömürgeci hayallerini genişletmiş ve

Avrupa’nın en büyük gücü olmak için İngiltere ile rekabete başlamıştı. Bunun için 19.

yüzyılın hemen başında Mısır ve Kuzey Afrika’yı işgal için yoğun faaliyetler içine

girmişti. Londra Antlaşması’ndan hemen sonra bu antlaşmayı imzalamayan ama

Palmerston ve diğer devletlerin baskısından dolayı harekete geçmeyi göze alamayan

Fransa da hizaya gelince, antlaşma Osmanlı temsilcisi ve diğer devletlerin İskenderiye

konsolosları tarafından Mehmed Ali Paşa’ya tebliğ edildi. Antlaşmayı tebliğ etmek

üzere, Sadık Rıfat Paşa özel memuriyetle İskenderiye’ye gönderilmişti. Mehmed Ali

Paşa bütün ikna çabalarına rağmen antlaşmayı kabule yanaşmamış, böylece birinci ve

ikinci kabul müddetini doldurduğu için askeri tedbirlere başvurulmak zorunda

kalınmıştı. “… Mehmed Ali Paşa’nın müstediyyat-ı vakıasının kabulü mehâzîr-i

mülkiye ve milliyeyi mûcib olacağından zerre kadar akl u insafı olan bunu tecviz ve

ihtiyar edemeyeceği ve muahede-i muharrereyi kâmilen kabul ile ahkâmının icrasından

başka tedbir ve çaresi olmayacağı müttefikâne ikrar ve tasdik kılınmış olduğu ve bunun

üzerine kimesne tarafından bir gûne kîl u kale mahal kalmamak ve hilafında hareket

vukuunda her kim olur ise olsun cezasının icrasına müsaraat olunmak mealinde tanzim

ü tahtim olunan tasdikname huzur-ı şahâneye takdim kılındı.”232

Rıfat Paşa’nın, Mehmed Ali Paşa’ya yaptığı antlaşma teklifinin onun tarafından

reddedildiğini bildirmesi üzerine, yapılan gizli toplantıda alınan karar Padişah’a

sunuldu. Padişah bununla ilgili yazdığı hatt-ı hümayunda alınan kararların doğru

olduğunu belirterek aynen uygulanmasını istedi. Abdülmecid, meselenin gayet karmaşık

olmasından dolayı, değişik yöntemlerle çözülmesinin faydalı olacağını söyleyip bunun

231

Defter2, s. 89- a. 232

A. Lütfi Efendi, A.g.e., c. 6, s. 1060- 1061.

155

için müttefiklerle ortak hareketin vatana en önemli hizmet olacağına dikkat çekerek

bunun hilafına hareketten özenle kaçınılmasını istedi. “ Bu mesele-i Mısrıyye’nin

nezaket ve ehemmiyeti ve şu tutulan usulden başka tedbir ve çaresi olmadığı umûr-ı

müsellemden olup… İşte bu madde mesalih-i saireye benzemeyerek bu hususda doğruca

hareket ve icrası lazım gelen ikdam u gayret din ü devlet ve vatan ve millete pek büyük

hizmet olacağı misillü aksine hareket dahi mahz-ı hıyanet demek olacağından ona göre

müttefikâne levazım-ı gayret ü sadakatin icrasına ve muahede-i münakide ahkâmından

olan mevâddın bi-tevfikihi Teâlâ kema-yenbagi tesviye ve ifasına mübaderet

olunsun.”233

Mısır sorunu devlet için çözülmesi en öncelikli olarak görülen hayati bir mesele

haline geldi. Osmanlı Devleti Mısır meselesini çözmek için toplanma merkezi olarak

kullandığı Kıbrıs’a İstanbul’dan da asker gönderdi. Bu durum başkenti Mısır

birliklerinin beklenmeyen bir saldırısı durumunda korumasız hale getirdi. Bundan

dolayı koruma için değişik yerlerden birlikler getirme ihtiyacı ortaya çıktı. Bütün bu

zorlukların ifade edildiği belgede İstanbul’un korunması için acil tedbirler alınması

istenmektedir. “… Mısır maslahatı üzerine icabat-ı haliye ve âtiyeye dâir esbab-ı

lâzıme ve tedarikât-ı mukteziyyenin şimdiden icrasına ibtidar olunmak… Dersaadet’te

bulunan asakir-i muntazamadan Beriyyetüşşam taraflarına çıkarılmak üzere Kıbrıs

canibine malumu’l-mikdar asakir sevk ve irsal olunmuş…”234

Mehmed Ali Paşa’nın Londra Antlaşması kararlarını kabul etmemesi Osmanlı

Devletini de bazı tedbirler almak zorunda bıraktı. Mısır kuvvetlerinin İstanbul’a

yaklaşması üzerine başkent ve civarını onlardan korumak için değişik yollarla asker

toplanıyor ve İstanbul ve Anadolu’nun merkezinde onu koruyacak şekilde özel bir

komutanın komutasında yerleştirilmesi düşünülüyordu. Bu birliklerin Arnavutluk,

Selanik, gibi yerlerden toplanması hatta gerekirse bazı sergerdelerin orduya alınması ve

bunların ayrı ayrı dağıtılması bazı devlet adamları tarafından teklif ediliyordu. Asker

alımında özellikle Rumeli’nin tercih edilmesi orada uzaklığından dolayı daha az Mısır

taraftarı bulunacağının düşünülmesinden dolayı olsa gerektir. Bütün bunlar Mısır

isyanının Osmanlı Devleti’ni ne kadar zor durumda bıraktığını göstermektedir. Bir nevi

1840‘larda Mısır’ın tehditlerine karşı özel birlikler oluşturulmaya çalışılıyor, olağanüstü

şartlarda olağanüstü ittifaklar ve tedbirlere girişiliyordu. “… Hemen şimdiden

233

A. Lütfi Efendi, c. 6, s. 1062. 234

Defter2, s. 46- b.

156

Dersaadete götürülmeleri ve bunların herbir neferine asakir-i nizamiyye misillü

yirmişer kuruş mahiye ve birer kuruş yevmiye katık baha ile üçer yüz dirhem nan-ı aziz

ita olınması ve elbise-i nizamiyyeleri mevcud olmadığından esvab-ı lâzımelerinin dahi

tanzim kılınması ve işbu askerin Dersaadette durması ve bir mahalle sevk olunması

takdirinde topluca bulunmaları kumanda usul-i iktizasından olduğuna… Serasker Paşa

hazretlerinin Rumeli’de ve Arnavutluk’da istihdam itmiş ve hal ve hareketlerini tecrübe

eylemiş olduğu bazı sergerdeler marifetiyle beher nefere ellişer kuruş mahiye ve

üçeryüz dirhem ekmek virilmek ve bu misillü ulufelü neferatın başlarına usulü vechile

başka mahiyeleri ita olunmak üzere ber-vechi’l-meşruh Arnavutluk’da ve Evlad-ı

Fatihandan 2000 nefer asker celb olunarak bade vurudlarında iktizasına bakılması…

”235

Mehmed Ali Paşa’nın Londra Antlaşması’nı kabul etmemesi ve İbrahim Paşa’ya

İstanbul’a kadar ilerleme emrini vereceğini söylemesi Babıâli’yi olağanüstü biçimde

heyecanlandırdı. Bu durumu engellemek için hem müttefik devletlere başvuruldu hem

de kendi imkânları ile alınabilecek bütün tedbirler gözden geçirildi. Özellikle

İstanbul’un işgalden korunması için bütün çevresi ve içi, diğer yerlerden getirilen seçme

ve yedek askerle korumaya alınmaya çalışıldı. Başkentin bu tehlikeden kurtulabilmesi

için geniş değerlendirmelerde bulunuldu. Başkenti korumak üzere değişik yerlerden yüz

bin civarında asker getirilmesi düşünülüyordu. Bununla ilgili bir Layıha’da durumun

nezaketi şöyle ifade edilmektedir: “… Beyandan müstağni olduğu vechile Anadolu ve

Rumeli caniblerinden müretteb asakir-i redife alayları celb ile Dersaadet’te olan ve

gerek Konya ve Harput taraflarından ve Rumeli canibinden gelmiş ve gelmek üzere

bulunan asakir-i muvazzafa alaylarıyla birleşdirilerek beher ordu 36’şar bin neferden

mürekkeb olmak üzere iki ordu tertib olunması ve zikrolunan asakir-i redifenin usulsüz

ve nizamsızlıkları cihetiyle fakat neferatı güya talim ve taallümü ve kavanin-i nizamiyeyi

layıkıyla öğrenmek sayiasıyla asakir-i muvazzafa alayları zabitanının kumandanlarına

virilmesi hususuna dair takdim kılınan bir kıta layıha…”236

Değişik yerlerden çok sayıda düzenli ve düzensiz askerin İstanbul civarında

toplanmasının bazı sakıncaları olabileceği düşünüldü. Bu sakıncaları ortadan kaldırmak

için bunlar arasında sürtüşmelere neden olabilecek maaş, gıda ve elbise gibi ihtiyaçların

235

Defter2, s. 46- b. 236

Defter2, s. 72- b, 73- a.

157

eşit olarak karşılanması gerektiği belirtildi. Gerekirse bu askerlerin hepsinin tek bir

yerde toplanması yerine, bir ihtiyaç anında kolayca İstanbul’a ulaşmalarının sağlanacağı

yakın bir yere güvenilir bir komutanın kumandasında yerleştirilmelerinin de

düşünülebileceği ifade edildi. Bunların toplu olarak güvenli yerlerde tutularak halkın

devlete olan güveninin artırılabileceği ve onların Mısır aldatmasına maruz kalmasının

önüne geçilebileceğine dikkat çekildi. “…Ve bu cihetle bunların dağıtılmaları

uyamayacağından ve Devlet-i Aliyye’nin hüküm ve nüfuzunun icrasına ve bazı

mefsedete cesaret idememelerine medar olmak ve göz doldurmak üzere Anadolu’nun

orta yerlerinde bir mahall-i münasibde mesela vüzeray-ı izamdan bir muktedir zatın

2000 kadar askeri maiyyetine virilerek ikad olunması icab-ı hal ve maslahattan ve ol

mikdar ulufelü askerin tedariki lâzımeden göründüğüne binaen… “237

Mehmed Ali Paşa’nın Londra Antlaşmasını kabul etmemesinde, Fransa’nın büyük

etkisi vardır. Fransa, rekabet halinde olduğu İngiltere’nin görüşlerini yansıttığı için,

antlaşmayı kabul etmek istemese de çeşitli sebeplerle fazla ses çıkaramadı. Fransa’nın

sanayi kesimi bir savaş istemiyordu. Fransa imparatoru Louise Philippe, daima barış

taraftarıydı. Fransa’nın etkili kesimleri bir karar aldılar ve bunu da İngiltere’ye

bildirdiler. Bu karara göre; Fransa, Mehmed Ali Paşa’nın Londra Antlaşması’na uyması

için elinden geleni yapacak, bunu başaramazsa Suriye’nin Mehmed Ali Paşa elinde

kalmasında ısrar etmeyecekti. Fransa, Mehmed Ali Paşa’nın antlaşmayı kabul

etmemesi durumunda tamamen azledilmesini kabul ederek, verdiği sözden dönmüş bir

devlet durumuna düşmek istemiyordu ama müttefik devletlerin ortak kararı sonrasında

yapabileceği fazla bir şey de yoktu. Palmerston, Fransa’nın ne kadar isterse istesin Mısır

meselesinde harekete geçemeyeceğini son derece iyi hesaplayarak, bütün planlarını bu

duruma göre yaptı ve durum aynen tahmin ettiği gibi oldu.

Londra kararlarını Sadık Rıfat Paşa, Mehmed Ali Paşa’ya sunduğu zaman onun

şöyle dediği söylenir: “Vallahi, Billahi, Tallahi malik olduğum araziden bir karış yer

terk etmem. Eğer bana ilan-ı harp ederlerse memalik-i şahâneyi alt üst ederek, harabesi

tahtına kendimi defnederim.” Sadık Rıfat Paşa ve Avrupa devletlerinin İskenderiye

konsolosları ısrarla antlaşmayı kabul etmesini istediler. Ama o hâlâ Fransa’nın kendisini

destekleyeceğini düşünerek kabul etmemekte direniyordu. Üzerine çok gelinince

sonunda şöyle dedi: “Mülkü Allah verir Allah alır. Ben Cenab-ı Hakka mütevekkilim.”

237

Defter2, s. 46- b.

158

Sadık Rıfat Paşa 10 günlük sürenin dolması üzerine Mehmed Ali Paşa’nın kendisine

Babıâli’ye ulaştırılmak üzere verdiği özel antlaşma metnini alarak İstanbul’a döndü. 20

günlük müddet dolunca da müttefik devletlerin konsolosları Mısır’ı terk ettiler.238

238

S. Samur, A.g.e., s. 98.

159

II. Mehmed Ali Paşa Yönetimindeki Yerlerin Müttefik Kuvvetlerce Geri

Alınması

Mehmed Ali Paşa, Londra Antlaşması’nı kabul etmediği gibi İstanbul üzerine

saldıracağını bile söyledi. Bunun üzerine Osmanlı-Müttefik kuvvetleri savaştan başka

bir çare kalmadığını görerek harekete geçti. Mehmed Ali Paşa bu kadar güçlü bir birlik

karşısında savunmaya çekilmeyi tercih etti. Oğlu İbrahim Paşa ise Suriye ile sahil

kesimini korumak için ordusunu Suriye, Filistin ve Lübnan gibi geniş topraklara

yaymak zorunda kaldı. Aynı zamanda bölgede Osmanlı Devleti ve İngiltere’nin

tahrikleriyle Mısır birliklerine karşı önemli ayaklanmalar oldu. Bölgenin değişik

yerlerinde özellikle İngiliz ajanlarının kışkırtmasıyla çıkan bu ayaklanmalar hem

İbrahim Paşa’yı hem de Cebel-i Lübnan, Nablus ve Trablus halklarını çok sarstı. Ama

aynı zamanda bu ayaklanmalar Palmerston’un Londra antlaşması kararlarını taraf

devletlere kabul ettirmesini kolaylaştırdı.239

İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Palmerston, Nizip yenilgisinden Londra

Antlaşması’nın imzalanmasına kadar devam eden süreçte, bölgeye çeşitli vesilelerle

gönderdiği ajanları vasıtasıyla, Lübnan ve diğer yerlerde halkı Mısır yönetimine karşı

ayaklanmaya teşvik etmiştir. Özellikle Cebel-i Lübnan’da Mısırlılar’a karşı birçok

ayaklanmalar oldu. Bu sırada İbrahim Paşa’nın vergileri artırması, zorla halkı askere

alması ve silahlarını toplamaya kalkışması halkın ona olan sempatisini tamamen yok

etti. Bölgeye tüccar, yardım gönüllüsü ve din adamı kılığında gelen İngiliz ajanlar da

halkı kışkırtıyordu. Bunların arasında İngiltere’nin İstanbul sefaretinde tercüman olarak

çalışan Richard Wood’un özel bir yeri vardır. Bu kişinin ismi ve gönderdiği bilgiler

kullandığımız belgelerde de çokça geçmektedir. Wood sözde, bölgeye Arapça

öğrenmesi için gönderilmişti.240

Müttefik donanma, Avusturya kara devleti olduğu ve Osmanlı donanması da

Ahmed Fevzi Paşa tarafından Mısır’a teslim edildiği için büyük oranda İngiliz gemi ve

askerlerinden oluşuyordu. İstanbul’dan gönderilen 1 kapak ve birkaç parça savaş gemisi

ve Avusturyalılar’ın 7 parça gemisi ile İngiliz donanmasından 20 geminin

birleşmesinden oluşan müttefik donanma Mısır, Suriye ve Lübnan kıyılarını abluka

altına aldı. Osmanlı Devleti’nce askeri yığınak merkezi yapılmış olan Kıbrıs’a 20 bin

239

M. Nuri Paşa, A.g.e., s. 278. 240

S. Samur, A.g.e., s. 100.

160

civarında Osmanlı askeri, mühimmat ve erzak yollandı. Kara birliklerinin ordu

Seraskerliği eski Sadrazamlar’dan İzzet Mehmed Paşa’ya ve askeri komutanlığı Servili

Selim Paşa’ya verildi.241

İskenderiye’de bulunan Avusturya konsolosunun bildirdiğine göre, Mehmed Ali

Paşa Mısır valiliğinden alındığını duyunca kızıp oğlu İbrahim Paşa’dan ilerlemesini

istese de durum onun için de hiç iç açıcı değildir. Mehmed Ali Paşa gayet sağlıklı

olmasına rağmen Mısır meselesinin çözümü gündeme geldiğinde canı sıkılıp rengi

değişmekteydi. Suriye ordusunun durumu gıda ve hastalık nedeniyle vahimdi. Bu

nedenle asker başka yerlere kaydırılmak zorunda kalınmaktadır. Artık ordunun ileriye

gidecek durumu yoktur. Mısır askerleri maaşlarını istiyorlar ama verecek para yoktur.

Mehmed Ali Paşa önce donanmayı iade etmeyeceğini söylerken, şimdi söylemini ve

Ahmed Fevzi Paşa’ya karşı davranışını değiştirmektedir. Mehmed Ali Paşa,

görüşmelerinde İstanbul’u işgal gibi bir niyetinin olmadığını söylese de bunu oğluna

emrettiği belirtilmektedir. İbrahim Paşa ise bunun mümkün olmadığını belirtip şu

nedenleri ileri sürmektedir:

1-Askerin levazım ve mühimmat ihtiyacı karşılanamamaktadır.

2-Asker arasında fazla miktarda hasta vardır.

3-Mahalli aşiret ve halk Mısır ordusuna karşıdır.

4-İstanbul’daki devlet adamları kendilerine karşıdır.

Mehmed Ali Paşa’nın kendisine yapılan antlaşma teklifini kabul etmemesi,

Fransa’yı da zor durumda bırakmış ve durum iyiden iyiye aleyhine dönmeye başlamıştı.

Bu durum belgelerde geniş biçimde işlenmiştir. Londra Antlaşması’nı kabul etmemesi

üzerine Mehmed Ali Paşa’nın yanında Fransa dışında kimse kalmamış ve bu devlet de

iç ve dış baskılar nedeni ile gerekli desteği veremeyeceğini anlamıştır. Mehmed Ali

Paşa’nın morali bütün bu olanlardan dolayı fazlasıyla bozulmuş ve zamanın aleyhinde

ilerlemeye başladığını anlamıştır. Mehmed Ali Paşa ile sık sık İskenderiye’de görüşen

konsoloslar bu durumu devletlerine günü gününe bildirmişlerdir. Avusturya’nın

İskenderiye konsolosu tarafından gönderilen Mısır’ın askeri ve psikolojik durumunu

gayet net yansıtan bir mektupta; Mısır Valisi’nin gerçi sıhhat üzere olub lakin

maslahattan bahseylediği anda benzi şiddetle hareket ederek nihayet vücuduna bir

241

M. Nuri Paşa, A.g.e., s. 278.

161

hararet arız olmakda idüğinden bir hafta kadar Nil üzerinde dolaşarak tebdil-i hava

etmesi lazım geldiği kendisine ifade edilmiştir. Devlet-i Aliyye’nin bir ay zarfında

meseleyi uygun bir şekilde çözmeye yanaşmaması durumunda, askerine gidebildiği yere

kadar gitmesini emredeceğinden artık bahsetmemektedir. Mısır askerinin uzun süredir

maaşı ödenememiş, bu durum onları rahatsız etmiştir. Donanmay-ı hümayuna gelince,

artık donanmadan kurtulmak istediğine dair ifadeler duyulmaktadır. Ahmed Paşa ile

görüşmelerini son derece azaltmıştır. Donanmayı getirdiği zaman ona tahsis ettiği

yazlığı elinden almış bundan dolayı kendisi yeniden gemide kalmaya başlamıştır. “

Vali-i muma-ileyh oğlu İbrahim Paşa’ya ilerüye doğru hareket eylemesini emretmiş ise

de Paşay-ı muma-ileyh askerin elbise ve zehayir-i mevcudesi olmadığını ve bir mikdar-ı

küllisinin hastalık ile telef ve helak olduğunu ve kendülerine haberler göndermiş olduğu

vüzeradan Mısırlılar haklarında niyyat-ı hasene müşahede itmediğini ve Berrüşam’ın

ekser mahal ve mevakiinde bir takım fetret ve ihtilal halatı zuhura geldiğini...”242

Mısır Valiliğine atanan İzzet Mehmed Paşa, Mısır Valiliği ve Mehmed Ali

Paşa’nın bu görevden alındığı ile ilgili fermanın Arapça’ya çevrilerek İngiltere ve

Avusturya donanması komutanlarının da yardımı ile Lübnan, Suriye ve Mehmed Ali

Paşa’nın kontrolü altındaki diğer yerlere ulaştırılmasını istiyordu. Böylece Mısırlılara

olan bütün sempatinin biteceğini düşünüyordu. Bununla ilgili yazasında İzzet Paşa

şunları söylemektedir: “Ve Arabü’l ibare ilanname-i nusha-i metbua ve mersumelerinin

dahî Beriyyetüşşam taraflarına neşr ve idaresine itina ve dikkat ve bir mucib talimname

Kıbrıs’da tevakkuf olunarak İngiltere ve Nemçe Amiralleri ve Beyrut sevahilinde

bulunan kumandan-ı muma-ileyh ile peyderpey muharebe ve mukatebe olunarak onların

nesayih ve işaratına göre hareket olunub mezkûr vapur sefinesinin suret-i isticarı…”243

Osmanlı Devleti işgal altındaki yerleri Mısır ordusundan kurtarmak için, şartlara

uygun ve kolayca hareket edebilecek yeni bir ordu oluşturmaya karar verdi. Bu ordunun

seçme askerlerin yanı sıra redif askeriyle de desteklenmesi kararlaştırıldı. Redif askeri

bir Milis gücüne benzediği için disiplin, maaş ve gıda yönünden farklı uygulamalara

gidilmesinin daha uygun olacağı yetkililer tarafından merkeze bildirildi. Özellikle, gıda

temini zor olduğu için, tayınat bedeli yerine tayın verilmesinin daha doğru olacağı ifade

edildi. Bu ordunun asker sayısının 15–16 bin civarında olmasının uygun olacağı

242

Defter3, s. 95- b, 96- a 243

Defter2, s. 65- b.

162

belirtilmekteydi. Önce başkentin özel durumu nedeni ile bu orduya Rumeli’den asker

alınmaması istenirken, buradan askerlerin yola çıktığı öğrenilince zorunlu olarak bunlar

da orduya alındı. Bütün bu durumları içeren bir Tezkire yayınlandı. “… Bunlar asakir-i

muntazama ile mahlût olacakları ve Ramazan-ı şerifin tekarrübü cihetiyle asakir-i

muntazamaya atiyyen tayınat ve bunlara bedel virilmesi pek münasib olmayacağından

ve birde bunlar yiyecek tedariki zımnında beher gün müteferrik olarak bu vesile ile pek

çoğu firar ideceğinden ve tayınat itası nakid gibi olmayub hazinece dahi suhuleti mucib

oldığından bunlara dahi tayınat itası enseb gibi mütalaa olunmuş olmağla…”244

Uzun müzakerelerden sonra Mehmed Ali Paşa’ya karşı artık harekete geçme

zamanının geldiğine karar verildi. İngiltere’nin Akdeniz’deki filo komutanlarından Sir

Charles Napier Mısır gemilerine ve hedeflerine karşı harekete geçmekle görevlendirildi.

Donanmanın giderlerini Osmanlı Devleti karşılayacaktı. Napier, donanmanın bir

kısmıyla 6 Temmuz 1840 tarihinde Beyrut önlerine geldi. Amacı buraya geldiğini

öğrendiği Mısır donanmasındaki Osmanlı gemilerine el koymaktı. Ayrıca gemilerde

bulunan Osmanlı askerlerini alarak, isyancılara yardım etmek üzere Lübnan’a yollamak

veya Rodos’a götürmeyi de hedefliyodu. Ancak Napier’in Lübnan kıyılarına geldiğini

Fransızlar’dan öğrenen Mısır donanması gemileri, o gelmeden demir alarak

İskenderiye’ye dönmüşlerdi. Napier bölgede bir süre oyalandıktan sonra donanma

merkezine dönse de kısa bir süre sonra kendisine Londra Antlaşması’nın metni

gönderilerek, tekrar Lübnan kıyılarına dönerek Mısır donanmasının hareketlerini

engellemesi istendi.

Mehmed Ali Paşa’nın, Londra Antlaşması’nı kabul etmemesi üzerine 9 Eylül

1840 tarihinde savaş yeniden başladı. Osmanlı kara birlikleri komutanlığına İzzet

Mehmed Paşa, Müttefik donanma komutanlığına ise İngiliz Amirali Sir Robert

Stopdford getirildi. Londra Antlaşması kararlarını uygulayacak en önemli güç İngiltere

olduğu için, yukarda belirtilen tarihte müttefik donanmayı Lübnan sularına gönderdi. Bu

savaş özellikle deniz ve kıyılarda olacaktı. Avusturya ve Prusya kara devleti idiler.

Rusya ise İstanbul’un korunmasını üzerine aldı. Palmerston bütün diplomatik yolları

denedikten ve Fransa’yı değişik yollarla hareket edemeyecek hale getirdikten sonra

harekete geçme zamanının geldiğine karar verdi. Beyrut kıyıları şiddetle bombalandı.

Bu durum Fransa’da bir deprem etkisi yarattı ve iktidar değişikliğine neden oldu.

244

Defter2, s. 72- a, b.

163

Böylece Fransa’nın Mısır’a verdiği destek büyük oranda sona ermiş oldu. Fransa’daki

bu hükümet değişikliği Mehmed Ali Paşa’nın bütün yardım ümitlerini yok etti. 10 Ekim

1840 tarihinde Beyrut müttefik güçlerin eline geçti. Ekim ayı sonunda Trablus ve

Akka’nın dışındaki bütün sahil şeridi Mısırlılar’ın elinden çıkmıştı. Trablus da Müttefik

güçlerin eline geçtikten sonra sadece efsanevi Akka kalesi Mısırlılar’ın elinde kalmıştı.

Akka kalesinde 5000 asker ve 72 top vardı.245

Akka kalesi uzun mücadeleler sonucunda ele geçirildi. Akka kalesinin düşmesi

Mısır ordusunun moralini altüst etti. Bu kale tarihte Fransızlar’a karşı yapılan ve

Napolyon’un zelil olarak geri çekilmesi ile bilinen savunma savaşı ile efsaneleşmişti.

Buranın düşmesi ile halkın Mısırlılar’a olan güveni de sona erdi. Bölge halkı hemen

Osmanlı Devleti’ne itaatini bildirdi. Filistin’inin de müttefik kuvvetlerin eline

geçmesiyle İbrahim Paşa’nın Mısır’a dönüş yolu kesildi ve çok zor durumlara düştü.

Akka’nın düşmesinden sonra İngiliz filo komutanlarından Amiral Napier donanmanın

önemli bir kısmını alarak İskenderiye’ye yöneldi. Amacı Mısır kıyılarını kuşatarak

Mehmed Ali Paşa’yı Londra Antlaşması kararlarını kabul etmeye zorlamaktı. Ama

Mısır’a çıkınca durum değişti ve Napier kendine göre bir yol çizdi. “… Akka’nın zabtı

ve Fransa ministerlerinin tebdilatı ve yeni ministerlerin harekât-ı mülayimesi keyfiyatı

tağyir iderek inşaallahu Teâlâ metalib-i Saltanat-ı Seniyye’nin hüsn-i husulü

müyesser… Ve komodor muma ileyhin mukavelesi taraf-ı Saltanat-ı Seniyye’den bir

vechile kabul olunamayacağı halât-ı müsellemden olmak hasebiyle Orduyu Hümayun

tarafından harekât-ı harbiyye’de bir gûne tereddüd ve teehhür vukuuna tecviz

olunmaması… ”246

Aşağıda zikredeceğimiz belgelerde Lübnan sahillerinin ele geçirildiği bu nedenle

buralara uygulanan ablukanın kaldırılması gerektiği belirtilmektedir. Müttefik devletler

adına Mehmed Ali Paşa ile İngiliz Generali Napier görüştü ve Londra Antlaşmasına

uymasını istedi. Osmanlı Devleti, kendisine ve İngiltere’ye rağmen yapılan böyle bir

antlaşmayı yok hükmünde kabul ederek reddetti. Osmanlı Devleti’nin Mehmed Ali

Paşa’yı görevden almasına rağmen, müttefiklerin Mehmed Ali Paşa’nın Mısır

yönetimine veraseten devam etmesini istemeleri durumu karışık bir hale getirdi. Bu

durumu Osmanlı Devleti Amiral Napier’in meşhur olmak için yaptığı bir acelecilik

olarak düşünse de, belgelerden anlaşıldığı kadarı ile bütün müttefik devletlerin istediği

245

S.Samur, A.g.e., s. 110. 246

Defter3, s. 31- a.

164

görülmektedir. Müttefik devletlerin ortak kararı olmadığını düşündüğü için önce

Osmanlı Devleti bunu kabul etmek istemedi ama sonunda müttefiklerin ısrarıyla kabul

etmek zorunda kaldı. Artık Mehmed Ali Paşa’nın kendisini destekleyebilecek hiçbir

hamisi kalmamıştı. Müttefik güçler tarafından Suriye ve Mısır’ın ele geçirilmesi üzerine

Osmanlı Hükümeti tarafından yayınlanan beyanname şöyledir: “… Komodor muma-

ileyh devleti tarafından bir gûne talimat-ı katiye ahz ile icra itmeyüb Düvel-i Müttefika-ı

Fahîme’nin, eyalet-i Mısrıyye’nin Mehmed Ali uhdesinde ibkası fikrinde olduklarını

bazı gazetelerde gördüğü talimat suretinde tefehhüm ile evvelce davranarak nam ve şan

kazanmak mütalaasıyla hodbehod bu surete teşebbüs itmesi… Mukavelenin taraf-ı

Devlet-i Aliyye’den kabulü lazım gelmeyeceği bedihattandır… ”247

Suriye ve Lübnan’a çıkarma yapan askerlerin malzeme ve mühimmat ihtiyacı

vardı. Bu müttefik güçlerin ihtiyacı yapılan antlaşma gereği, Osmanlı Devleti tarafından

karşılanacaktı. Suriye’nin buğday ihtiyacı en uygun şekilde Karaman ve Kıbrıs’tan

karşılanabileceği düşünülüyordu. Askerlerin özellikle elbise, ayakkabı, binek hayvanı,

silah ve mühimmat ihtiyacı vardı. Ayrıca bölgenin gelir ve giderlerini düzenlemek üzere

bir mütesellim atanmasının doğru olacağı belirtilmektedir. Bölgede acilen idari ve

ekonomik düzenlemeler yapılmaması durumunda birçok kargaşanın çıkmasının an

meselesi olduğu belirtilmektedir. Şam Valisi Hacı Ali Paşa yapılacak atamalar için bazı

tanıdığı kişilere referans olmaktadır. Burada da gördüğümüz gibi İngiltere; Rusya’nın

Boğazlarda, Fransa’nın Nil’de hâkimiyet kurmasını engelleyecek bariyer olarak

gördüğü için, Osmanlı Devleti’ni bir süreliğine desteklemeyi devlet politikası haline

getirmiştir. Fakat bunun mâli boyutu Osmanlı Devleti’ni Kırım savaşından sonra derin

bir borç batağının içine sürüklemiştir. Bölgedeki acil olarak temin edilmesi gereken

ihtiyaçların basit bir dökümü şöyledir: 10 bin tüfek, 600 bin mermi, 2000 yatak ve

çarşaf, 400 katır, 200 kat elbise vb. malzeme. Bu taleplerle ilgili mektubda şunlar dile

getirilmektedir: “Binaen ala zalik hemen tiz elden bu tarafa 20 bin çift kundura ve hîn-i

hacette ol kadar çarık gönderilmek iktiza ider. Bu husus Babıâli’den iltimas olunur. …

248

247

Defter3, s. 30- b, 31- a. 248

Defter2, s. 95- a, b, 96- a.

165

III. İbrahim Paşa’nın Önasya’daki Faaliyetleri ve Geri Çekilmesi

Müttefik kuvvetler denizden ve karadan İbrahim Paşa yönetiminde olan bütün

bölgeleri şiddetle abluka altına almış ve bir plan dâhilinde kademeli olarak ilerlemeye

başlamıştı. İbrahim Paşa durumun oldukça kritik olduğunu anladı ve hemen ordusunu

Beka ovasındaki Nahle’de toplayarak danışmanlarıyla durum değerlendirmesi yaptı.

İbrahim Paşa’nın yapabilecekleri oldukça sınırlıydı. Ya Lübnan’a dönüp çarpışmaya

devam edecekti ki, bu durumda dağlılarla çarpışarak çok zayiat verebilirdi. Veya

kuzeydeki kuvvetlerini toplayarak Mısır’a daha yakın olan Akka ya da Filistin

bölgesinde sırtını denize vererek savunma savaşı yapabilirdi. Son çare olarak da

Suriye’yi hemen güvenli bir şekilde boşaltmasıydı. İbrahim Paşa istişareler sonucunda

Suriye ve Filistin üzerinden birliklerini birkaç kola ayırarak Mısır’a dönmeyi uygun

gördü.

Bölge halkının İbrahim Paşa’ya bakışı tamamen değişmişti. Önce onu bir

kahraman gibi karşılarken şimdi özellikle Marunîler onun da yanlış davranışları

nedeniyle ona düşman gözüyle bakıyorlardı. Beyrut’ta bulunan Rus konsolosu, İbrahim

Paşa’nın silahlarını alıp kendilerini askere yazmak istemesi üzerine Marunîlerin

toplanarak ayaklandığını ve şehirden onları çıkardığını belirtiyordu. Maruniler’in,

Mısırlılar’a karşı ayaklanmalarının nedeni kendilerinin askere alınacaklarını

düşünmeleridir. Bütün Lübnan sahilinde durumun böyle olduğunu ve Mısırlıların çok

zor durumda oluklarını ifade ediyordu. Marunîler’in bölgede bulunan Avrupalılar’ın can

ve mal güvenliğine zarar vermeyeceklerini söylese de durumun çok karışık olduğunu

belirtmektedir. “Cebel-i Elbruz’da Maruniyun tâifesinin eslihası ahz ve cem olunmasına

dâir İbrahim Paşa’nın vâki olan emr ü tenbîhi âkıbet cebel halkını askere tahrir

niyetine mebni olduğunu istinbat itmiş olduklarından cebel-i mezkûr ahalisi silahlarını

virmekden imtina birle cem-i gafir olarak isyana teşebbüs eyledikleri… Tatarları gasb

ve garet eyledikten sonra iki gün mururunda Beyrut’ı muhasara ve karantinanın

istihkâmatına birkaç kere hamle eyleyüb... ”249

İskenderiye’deki Avusturya konsolosu İstanbul’a gönderdiği mektubda

Lübnan’daki durumun Mehmed Ali Paşa’yı çok rahatsız ettiğini ve bunu bastırmak için

249

Defter3, s. 99- b.

166

bazı girişimlerde bulunduğunu belirtiyordu. Mehmed Ali Paşa’nın, Hüsrev Paşa’nın

sadrazamlıktan alınmasından memnun olduğunu söylüyordu. Lübnan’daki Marunîlerin

kendilerine karşı ayaklanmasını bastırmak için kendi taraftarı Dürzîlerin teklifte

bulunduğunu ama aralarındaki düşmanlık nedeniyle soykırım yapabileceklerini

düşündüğü için izin vermediğini ifade ediyordu. Gerekirse bu ayaklanmayı bastırmak

için Mısır’dan destek birlikleri göndereceğini, hatta sağlığının elvermesi halinde

kendisinin bile gidebileceğini gayet kızgın bir şekilde söylemektedir. Mektubdan

anlaşıldığı kadarı ile Mehmed Ali Paşa, Hüsrev Paşa’nın sadrazamlıktan alınmasından

memnundur ve Osmanlı Devleti ile anlaşmak için bir engel kalmadığını düşünmektedir.

İstenildiği zaman antlaşma yapıp donanmayı iadeye hazır olduğunu dile getirmesine

rağmen Londra Antlaşması’nın gündeme getirilmesine hâlâ karşıdır. Aynı zamanda

İngilizlerle 1838 Ticaret Antlaşmasını yapan ve Tanzimat’ı ilan eden Mustafa Reşid

Paşa’nın, ulema ve zenginler tarafından çıkarlarına zarar verildiği için hiç sevilmediğini

bundan dolayı yakında zor durumlara düşebileceğini de bir ileri görüşlülükle dile

getirmektedir.

Mehmed Ali Paşa hastalığı nedeniyle dinlenmeye gitmeyi düşünürken Hüsrev

Paşa’nın sadrazamlıktan alındığını duyunca kendinde bir dinçlik hissetti ve psikolojik

olarak sağlığı düzeldi. Osmanlı ile arasını düzeltmek istediğine dair İstanbul’daki dostu

Sami Paşa’ya mesaj gönderdi. Buradan Mehmed Ali Paşa’nın Osmanlı’ya karşı

ayaklanmasının en önemli nedeninin Hüsrev Paşa ile arasındaki kişisel düşmanlık

olduğunu anlıyoruz. Bu nedenle Osmanlının yıkılmasında devlet adamları arasındaki

kişisel düşmanlıkların etkisi ve bu düşmanlıkların nedenleri iyice araştırılmalıdır.

Lübnan’daki Marunîlerin genelde Osmanlıyı, Dürzîlerin ise Mısır’ı desteklediklerini

görüyoruz. “Muma-ileyh ihbar-ı dâhiliyeden dilgir ve bilakis Deraliyye’den gelen

haberlerden gayet memnundur. Beriyyetüşşam ahalisinden pek çok iştika idüb hatta

erbab-ı isyanı dağıttırmak ve tedib itmek zımnında asker irsal itmek niyetinde olduğunu

ilan itmişdir… ”250

Lübnan’ın durumu daha o dönemde karışıktı. Değişik din ve mezhepten insanların

burada yaşaması durumu daha da karmaşık hale getiriyordu. Mehmed Ali Paşa buradaki

durumu Maruniler’in karıştırdığı düşüncesinde idi. Bunları bizzat kendisi giderek tedip

250

Defter3, s. 100- a, 101- a, b.

167

etmek istiyordu. Dürzîler ile bunların arası bozuk olduğu için gerekirse bu iş için

onlardan da faydalanılabilirdi. Ama böyle bir durum uzun çatışmalara ve meselenin

daha karmaşık hale gelmesine de neden olabilirdi. “Suriye’nin ihtilali bir cüzi şey

olduğu ve yalnız Marunî Taifesi beyninde idüğini ve merkumların kahır ve tenkillerine

Dürzîler hazır ve âmade olarak ol babda tarafından ruhsat istemişler ise de bunlar

taife-i merkumenin hasm-ı tabileri bulunmaları hasebiyle üzerlerine taslît olunsalar

şayed ahz-i intikâm ve taaddiyata kalkışacaklarından tâife-i merkümeyi vikayeten

üzerlerine Abbas Paşa’yı göndermek veyahud bizzat kendüsi gitmek muradında olmuş

ise de…”251

İbrahim Paşa durumunun zorlaşması ve ihtiyaç duyması nedeniyle halktan bazı

taleplerde bulunuyordu. İbrahim Paşa bölge halkından başlıca şunları istiyordu:

1- Daha önce verilen 16 bin silahın hemen iade edilmesi

2- Verginin 7 sene için peşin olarak verilmesi

3- 16 bin kişinin hemen askere yazılması

Bu talepler üzerine Lübnan ve civarı halkı Mısır ordusuna karşı ayaklandı. Tarihi

düşmanlar Marunî, Nusayri ve Dürzîler de bunun üzerine birlikte hareket etmeye karar

verdiler. İngiltere bu durumdan yararlanmak ve halkı yanına çekmek için bölge halkına

dinî hak ve hürriyetlerinin verildiğine dair bir fermanın Padişah tarafından

yayınlanmasının uygun olacağını ilgililere söyledi. Bölge halkı, Avrupa devletleri

kendilerine koruyucu olmadığı sürece ve Osmanlı Devleti haklarını garanti etmediği

takdirde müttefik güçleri desteklemeyeceklerini belirttiler. İngiliz temsilci, Mısırlılar’ın

isteklerinin engelleneceğine dair bir fermanla bölgeye bir İngiliz ve bir Osmanlı temsilci

gelirse bölgenin tamamen müttefik güçler tarafına geçeceğini ifade etti. Böylece

İbrahim Paşa kendi eliyle kendi kuyusunu kazmış oluyordu. Suriye ve Lübnan halkı ile

dini azınlıkların Mısır aleyhine dönmesinin nedenlerini gayet iyi gösteren İngiliz

konsolosun mektubu şöyledir: “… El hâsıl bu mahalle iki memurun gelmesi ziyadece

iktiza idüb biri Osmanlı olarak yanında Devlet-i Aliyye tarafından Emir Beşir ile

dağlarda bulunan ümeray-ı saireye hitaben hukuk-ı serbestiyet-i ahali ve reaya takdir

ve tasdik iden bir ferman mevcud olması… Virgü virilmesi ve asker yazılması

251

Defter3, s. 101- a, b.

168

hususlarından muafiyet ve sermestiyet-i kâmile hâvi ve eyalet-i Şam’da mevcud olan

asakiri hal ve bertaraf ve evlerine avdet itmek üzere ruhsatı muhtevi iki kıta Ferman-ı

alişan eyalet-i Beriyyetüşam içinde neşr ve ilan kılındığı halde müstelzim-i âsâr ve

netayic-i hayriyye olacağı derkardır.”252

İbrahim Paşa, bütün birliklerini Şam’da toplayarak Anadolu ve diğer yerlerdeki

askerlerine geri çekilme emri verdi. Askerler çekilirken taşınması mümkün olan

malzemeyi yanlarında götürüyor, mümkün olmayanları ise değişik biçimlerde yok

ediyor ve bazı istihkâmları imha ediyordu. Özellikle stratejik önemi büyük olan Gülek

Boğazı ve Adana civarında bu gibi faaliyetler yapılıyordu. Mısır ordusunun durumunu

zorlaştırmak için gerekli bütün tedbirler alınıyordu. Bu durum Şam Valisi Hacı Ali

Paşa’nın bir mektubunda şöyle ifade edilir: “… Gülek Boğazında olan Asakir-i Mısrıyye

geçen Cumartesi güni kendi tabyalarında olan mevaki-i hazıra ve cebhaneyi ihrak

iderek cümleten bırakub Adana tarafına gitmiş olduklarını… Bazı mütevaridin

ifadelerine göre dahi boğaz-ı mezkûrda olan asakir-i Mısrıyye bütün bütün gitmeyüb

200 mikdarı topçu kalarak maadaları gitmiş ve bizden bazı mevaki ihrak olunmuş…

”253

Şam Valisi Hacı Ali Paşa’nın yazısı üzerine Babıâli’de Meclis-i Meşveret

toplanarak geri çekilen Mısır ordusunun bıraktığı yerlerde alınması gereken tedbirleri

geniş biçimde değerlendirdiler. Uzun süredir bölgede yönetim zaafları olduğu için

devlet otoritesine de zarar verebilecek durumlar ve guruplar ortaya çıkmıştı. Özellikle

hacıların yol güvenliğine azami dikkat edilmesi isteniyordu. Çünkü Osmanlı Devleti,

hac yollarının güvenliğini varlık nedeni ve devlet felsefesinin temeli olarak görüyordu.

Bunu sağlamak için bir miktar askerin Konya’dan başta Ulukışla olmak üzere bölgeye

kaydırılmasının uygun olacağı belirtiliyordu. “… Şam havalisinin tamamı tamamına

yed-i a’dadan istihlas olunamamış ve henüz memuriyet-i Saltanat-ı Seniyye’nin ol

tarafa azimet idememesi cihetleriyle şayed huccac-ı müslimin Şam-ı Şerif’de eşyay-ı

mürettebeye destres olmamaları ve belki emniyet-i tarikiye dahi bulamamaları…”254

252

Defter3, s. 102- a, b. 253

Defter2, s. 87- a. 254

Defter2, s. 90- b.

169

Durumun önemine binaen, bölgeden gelen bir yazıya cevap olarak Mısır

birliklerinin hızla geri çekildiği bölgede bir otorite boşluğu olmaması için Haleb ve Şam

Valilerinin hızla ilerlemesinin uygun olacağı belirtilmektedir. Bölgedeki düzeni acilen

sağlamanın halkın dirliği ve hac yolunun güvenliği için çok önemli olduğu söylenerek,

Bütün müttefik güçler ve bölgedeki dini gurupların harekete geçirilmesinin de münasib

olacağı bu müzakerelerde dile getirilmektedir. Ayrıca denizden Mısırla bağlantının

kesilmesinin faydalı olacağı ifade edilmektedir. “… Beriyyetüşşam taraflarına gelüb

gitmekde olan Fransa vapurlarının devletçe meni suretinin istihsalini mutazammın

olarak… Musul Valisi muşarun ileyhin bulunduğu baîd mevki iktizasınca hareket ve

azimete külfeti mucib olarak muşarun ileyh Zekeriya Paşa’nın ve atufetlü Haleb ve Şam

Valileri Esad Paşa ve Hacı Ali Paşa hazeratının artık ilerüye doğru ilerlemeleri...”255

Şam Valisi Hacı Ali Paşa bir başka yazısında Adana ve Gülek Boğazı civarındaki

Mısır askerlerinin yorgun, bitkin ve moral bozukluğu içinde geri çekildiklerini

belirtmektedir. Bölge ileri gelenleri tarafından kendisinden, Adana ve Tarsus

sancaklarına başta mütesellim olmak üzere görevliler atanması istenmektedir. Bu

atamaların merkezden yapılması daha uygun olacaktır. Yapılması gerekenler ile ilgili

olarak Hacı Ali Paşa’ya tam yetki veriliyor ve düşüncelerinin uygun olduğu belirtiliyor.

Bölgedeki karışıklıklar ortadan kalkıncaya kadar, istediği düzenlemeleri yapmakta

serbest olduğu bildirilmektedir. “… Gülek Boğazı ve Adana ve Tarsus taraflarında

bulunan Asakir-i Mısrıyye düçar-ı yes ve edbar olarak kân İbrahim Paşa maiyyetine

azimete ibtidar itmiş oldıklarından bahisle ol babda teşekkürat-ı lâzımenin icra ve Vali-

i Muşarun-ileyh tarafından Adana ve Tarsus sancaklarına mütesellim nasb ve tayini

istidâsına dâir mahâll-i merkume ahalisi tarafından müteaddid arz ve mahzarla…”256

Mısır askerinin çekildiği geçiş noktalarına güvenlik için asker gönderilmesinin

yararlı olacağı belirtilmektedir. Özellikle Gülek Boğazı Mısır’a geri gitmek için en

önemli kaçış noktası olduğu için, Mısırlılar’ın kontrolü bakımından çok önemlidir

denilerek, bunların geçebilecekleri noktalara sedler ve mevziler yapılmasına azami

gayret gösterilmesi isteniyor. Mısırlılar buradan geçerken sıkıntıya düşmeli ve

yaptıklarının cezasız kalmadığını anlamalıdırlar ve bundan pişman olmalıdırlar diye

255

Defter2, s. 92- a. 256

Defter2, s. 96- a.

170

düşünülüyor. Belgelerde bu durum şöyle ifade edilmektedir: “… Gülek Boğazına dahi

mikdar-ı vafi asker gönderilerek istihkamât-ı mukteziyyesine bakılub sair muamelat-ı

icabiyyenin icraları dahi derdest bulunmuş olduğuna ve firar iden Asakir-i Mısrıyye’nin

ekrad ve ahali tarafından murur idecekleri mahaller sed ve bend ile esbab-ı kahr ve

tenkillerine itina ve mübaderet olunmakda idüğine binaen…“257

Londra Antlaşması’ndan sonra Anadolu’da Mısır askerlerinin pozisyonu oldukça

nazik bir duruma gelmiş, geri çekilen Mısır askerlerine azami zayiat verdirilmesi için

bölgedeki Kürd, Tatar ve Kıpçaklardan faydalanılmasının yararlı olacağı düşünülmüştü.

Ayrıca bölgenin gelir ve giderlerini düzenlemek üzere bir mütesellim atanmasının doğru

olacağı Valiye bildirilerek; Bölgede acilen idari ve ekonomik düzenlemeler

yapılmaması durumunda birçok kargaşanın çıkmasının an meselesi olduğu bu nedenle

uygulamaların hızla yapılmasının iyi olacağı belirtilmişti. Bölgede hiçbir idarî boşluğ

meydan verilmemesi ısrarla istenmiştir. “ Vali-i Muşarun-ileyhin işarâtı üzerine bir iki

gün tarafında Meclis-i Has akdiyle iktizay-ı hâlin bi’l-müzakere arz ve istizan

buyrulması ve zikrolunan Tatarlar ile Kıpçağa dareyne tıbk-ı işar-ı samileri üzere

atebe-i Seniyye ita ve takdim… ”258

İbrahim Paşa’nın durumu gerçekten çok zordu. Mısır’la bütün ulaşım ve

haberleşme kanalları kesildiğinden dolayı Mısır’dan hiçbir haber ve yardım alamıyordu.

Kış mevsimi gelmişti ve hava durumu çok kötüydü. Asker ve komutanlardan birçoğu

hastaydı. Uzun süre Akka’nın müttefik güçlerin eline geçtiğinden bile haberi olmadı.

Uzun tereddütlerden sonra Şam’a hareket etti. Şam yakınlarındaki Mezze’ye karargâhını

kurdu. Gülek boğazı, Adana, Maraş, Urfa ve diğer yerlerdeki birliklerine Şam’a

gelmeleri emrini verdi. Bütün bu gelişmelerle 1840 yılı Ramazan ayına gelindi. Şam’da

bulunan bütün değirmenler ve fırınlar ordunun ekmek ihtiyacını karşılamak üzere

ayrılmıştı. Halk ekmek sıkıntısı çekmeye başladığı için orduya karşı hoşnutsuzluklar

giderek artıyordu. Şam’a gelen birlikler de yolda birçok güçlüklerle karşılaşıyordu.

Ayrıca çevredeki kabilelerle ve aşiretlerle sık sık çatışmalar oluyordu. Kış şiddetli

geçtiği için kurulan çadırlar askerin ihtiyacını karşılamaya yetmiyordu. Askerler

üşümemeleri için Şam’daki evlere dağıtıldılar. Ama bu da yetmedi çünki asker sayısı

257

Defter2, s. 96- a. 258

Defter2, s. 96- b.

171

hane sayısından daha fazlaydı. İbrahim Paşa askerlerinin şiddetli kışı ölmeden

geçirebilmesi için bütün çarelere başvuruyor, bazen odun olarak ne bulurlarsa

yakıyorlardı. Hatta ahşap minareleri bile ısınmak için yaktıkları belirtilmektedir.

Yiyecek bulmak için aşiret ve köylere gidiyorlar, yardım etmeyenleri asıyorlardı. Bütün

bunlar bölgede huzursuzluğu artırıyor ve halkın nefretine ve bölgeden kaçmasına neden

oluyordu.

İzzet Paşa, Mısır askerlerinden birçoğunun kaçarak kendisine sığındıklarını ve

kendisinin de onları memleketlerine gönderdiğini belirtmiştir. Halkta Mısır askerine

karşı büyük bir kin meydana gelmişti. Komutanlarının Mısır’a gitmek üzere zorlu bir

yolculuğa çıkması üzerine çoğu zorla toplandıkları memleketlerine de yakın olması

nedeni ile Suriye ve Lübnan’da ordudan kaçmış ve sersefil bir durumda ortada kalmıştı.

Bu durumu haber alan Serasker İzzet Mehmed Paşa zorla veya kandırılarak Mısır askeri

yapılan Osmanlı vatandaşlarının salimen memleketlerine dönmeleri için büyük gayret

göstermiştir. Bütün bunlardan Osmanlı Devleti’nin, Mısır ordusundan kaçanların

salimen memleketlerine dönmesine izin vereceğini taahhüd ettiğini tahmin ediyoruz.

Yoksa yakalanan bu askerlerin hiçbir işleme tabi tutulmadan serbest bırakılmalarını

anlamak mümkün değildir. Kaçan askerler arasında İbrahim Paşa’nın çok yakınında

olan gulamları da vardı. Bu durum kısaca aşağıya alacağımız 15 Ramazan 256 (11

Kasım 1840) tarihli bir belgede şöyle dile getirilmektedir: “Asakir-i Mısrıyye’den kendü

hevahişleriyle beher gün peyderpey kaçub dehalet itmekde oldukları derkâr olduğundan

tarih-i ariza-i çâkerânemden iki gün mukaddem İbrahim Paşa’nın daima yanında

gezdirdiği gulamlarından iki nefer kölesi firar iderek Taraf-ı çakerâneme gelmiş

olduklarından mukaddemce Sabra ve Sur kalelerinden alınub fırkateyn ile gönderilen

asakir-i Mısrıyye ile beraber merkumat dahi hakpây-ı asafânelerine irsal kılınmış

oldukları… Osman Paşa ve İbrahim Paşa muharebelerinde bi’l-icbar girift olunan ve

tabiatıyla Orduy-ı Hümayun’a dehalet iden asakir-i Mısrıyye’den akdemce Dersaadete

irsal olunub münbagî olan 500 zabit ve nefer asakir-i Mısrıyye dahi bu defa Zeyedes

ticaret nam Vapur-ı Sefine-i hümayununa irkaben… ”259

Mısır ve Lübnan bölgesindeki bazı resmî ve gayr-i resmî ileri gelenler tarafından

Mısır lehinde propaganda yapılmıştır. Bunu yapanların çoğunun Fransa ve Mısır

259

Defter3, s. 01.

172

ajanları olması gayet muhtemeldir. Özellikle bazı kandırılmış görevliler ve

mütesellimler bunu yapmıştır. Haleb Vali yardımcısı olan Hamza Bey ismindeki bir

resmî görevli Mısır’ı bağımsızlık mücadelesinde Amerika, Fransa ve Yunanistan’ın

desteklediği söylentisini çıkararak halkın kafasını Osmanlı yönetimi aleyhinde

karıştırmıştır. Bunlara karşı tedbirler alınmalı diyerek İzzet Mehmed Paşa Hariciye

Nezaretine bir mektup göndermiştir. Bu mektupta İzzet Mehmed Paşa, bölgede birçok

yabancının cirit attığını, kime ve neye hizmet ettiklerinin belli olmadığını ve çeşitli

nedenlerle bunlara müdahale edilemediğini belirterek bunlara karşı tedbir alınmasını

istemektedir. Daha önce kendisiyle ilgili aktardığımız yabancıların şikâyetleri bu

nedenle olabilir. Vali mektubunda şunları demektedir: “Bu esnada İbrahim Paşa

Haleb havalisinde mevcud olan askerini nezdine celb idüb kuvvetli bulunmak emelinde

bulunduğu… Fransa ve Amerika ve Rum devletleri Mısırlu ile ittifak eylediler deyu

şuur-ı mütesellimine yazmış olduğu bir kıta varakasına destrest olarak Savb-ı

bendegâneme göndermiş olduğundan...”260

Suriye ve Lübnan’da işgal dolayısıyla ortaya çıkan karışıklık ve Mısırlılar’ın

geçtikleri yerlerde ekili alanları tahrip etmeleri nedeni ile bölgede kıtlık baş göstermişti.

Bu durum çok önemli sosyal olaylara neden olma potansiyeli taşımaktadır. Özellikle

ailesinden ayrılıp yeni evler kurmuş olan bazı gençler ailelerini geçindiremedikleri için

tekrar eski yerlerine dönmeyi düşünmektedirler. Böyle bir durumda birçok arazi

ekilemeyecek ve gıda üretimi azalacaktır. Şimdiden köylüler temel gıda maddesi olan

ekmeğin pahalı satılmasından şikâyet etmeye başlamışlardır. Bütün bunlardan dolayı

kargaşayı ortadan kaldıracak ve temel gıda maddelerinin kolayca arzını sağlayacak

tedbirler almak gerekmektedir. “… Muahharan Suriye’de vukubulan karışıklık keyfiyeti

ve Mısırlular tarafından ekinlerin tahribi ile sevahilin ablukası hususları hınta’nın

nedret ve gılletini mucib olmuş ve hulûl-ı mevsim-i şıtada gereği gibi zaruret çekileceği

derkar bulunmuş olub hatta fukara takımı ekmeğin gâli baha ile satılmasından şikâyet

itmekde ve köylüler dahi taişleri içün muktezi olan zehairin tedarik ve istihsali zımnında

tarlalarını terk ile familyaları tarafına avdete mecbur olmakdan havf eylemekde…”261

260

Defter3, s. 7- b. 261

Defter3, s. 12- a.

173

Savaş ve abluka yüzünden Suriye ve Lübnan sahillerinde açlık çekiliyordu.

Suriye’deki karışıklıklar ve Mısır ordusunun ekinleri yakması bölge halkını çok zor

durumda bırakmaktaydı. Donanmanın İngiliz generallerinden birisi, Ticaret Nazırı’nın

gıda ithali için teşvik sağlamasını isteyerek gıda sıkıntısının bölgenin aleyhlerine

dönmesine neden olabileceğini belirtiyordu. Biz bölgeyi abluka altında tuttuğumuz için

bütün bu açlık ve sefaletin sebebinin biz olduğumuz yönünde Mısır canibinden

propaganda yapılmasını engellemek için bu sorunu çözmeliyiz yönündeki tekliflerini

Osmanlı Ticaret Bakanlığına sunuyor. Bununla ilgili yazdığı mektup’ta İngiliz General

şunları istiyordu: “… Muharebe ile zuhura gelen fenalıklara kıtlık maddesi dahi ilave

olunduğu halde ahali-i merkumenin pek çok sıkıntı çekecekleri derkâr olmağla işbu

keyfiyyatı Orduy-ı Hümayun-ı şahâne müsteşarı efendi hazretlerine ifade iderek

Berruşşam’a zehayir nakl ve idhalini tervic ve teşvik birle düşman ile uğraşmakda

oldığumuz şu esnalarda zehayirin gıllet ve nedreti keyfiyetinin meni zımnında vaktiyle

usul-i mukteziyye’ye teşebbüs buyrulması...”262

Mısır ordusunun çekilmesi sırasında Osmanlı Devleti ile müttefikleri tam bir

işbirliği içinde hareket etmişlerdir. Müttefik donanmada komutanlık yapan bir İngiliz

generalin hastalığından dolayı görevinde başarısız olması nedeniyle, beraberce anlaşılan

başka bir İngiliz generalin donanma komutanlığına getirilmesi hususunda Lord

Palmerston ile Osmanlı yetkilileri arasında anlaşma sağlanmıştır. Bu general teklif

edilirken bir Osmanlı Paşası ile olan yakın ilişkisi referans olarak gösterilmiştir.

Müttefik Donanma komutan ve subayları arasında olumsuz bir duruma araştırdığımız

belgelerde rastlamadık. Daha önce birçok olayda karşı karşıya gelen ve sadece 13 sene

önce donanması Navarin’de bunlar tarafından yakılan bu asker ve subayların Mısır

meselesinde tam bir uyum içinde hareket etmesi Türk askerinin tarih boyunca görülen

itaat ve mükemmelliğinin bir göstergesi olsa gerek. Bununla ilgili belgede şunlar dile

getirilmektedir: “… Lord Palmerston Cenabları Devlet-i Aliyye’nin Salifü’z-zikr Sör

Çarls hakkında şayan buyrılan itimad-ı âlisinden bigayet memnun ve müteşekkir

olmasıyla …”263

262

Defter3, s. 12- a. 263

Defter3, s. 12- a.

174

Bu zor şartlarda Osmanlı Devleti için en zor durumlardan birisi askerin ihtiyacının

bulunduğu yerlerden sağlanmasıydı. Suriye ve Lübnan bölgesinde bulunan ordunun

ağırlıklarını taşımak için at, eşek ve katıra ihtiyaç vardı ve hayvanların tamamının

bölgeden sağlanması mümkün değildi. Sağlansa bile bölge hayvanları Anadolu’ya göre

küçük ve dayanıksız, uygun olanlar da pahalıydı. Bu nedenle Anadolu ve Kıbrıs’tan

ihtiyaç duyulan 600 hayvan sağlanarak ordunun ağırlıklarını taşımak için acilen bölgeye

gönderilmesi gerekiyordu. Mısır askerinin çekildiği yerleri doldurmak ve asayişi temin

için bu gibi levazımat ihtiyacının karşılanması devletin zor şartları nedeniyle çok güç

olmuş ama yine de sağlanmıştır. “… Bade süvari askerinin hemen lazım gelen

eğerleriyle gönderileceği şifahen emr ü irade buyrulmuş… Süvari Asakir-i Muntazama-ı

Şahâneye virilmek üzere 5- 6 yüz mikdarı hayvanatın bu taraflardan tedariki hini

imkânda olmadığı ve olamayacağı bedihi ve bu civarın kullandıkları merkeb ve ufak

katırlar olub Dürzî dağlarında esb bulunur ise de beheri dört beşbin kuruşa satmakda

idüğinden bizim işimize elvirmeyeceği emr-i celi olduğuna... ”264

Bölge Valileri, Mısır ordusunun çekilmesini dikkatla takip etmekte ve bölgenin

durumu ile alınabilecek tedbirler hakkında merkeze sık sık mektuplar yazmaktaydılar.

Aşağıdaki mektupta Vali tarafından işgalcilerin çekilmesi ve alınacak gerekli tedbirlerle

ilgili bilgiler veriliyor, Mısır ordusunun Maraş ve civarını terk ettiği belirtiliyordu.

Bundan sonra bölgenin refah ve emniyet durumunun düzeleceği ifade edilerek özellikle

Ramazan ayının girmesinden dolayı, bazı özel tedbirlerin alınması gerektiği

söyleniyordu. Mısır ordusunun çekilmesinden sonra bölgenin alabileceği durumu

özetleyen bu mektubda şunlar ifade edilmektedir: “… Ber-vech-i beyan Mısırlu’nun

eyalet-i merkumeden aralaşdığı ve kat-ı rişte-i alaka eylediği rehin-i haber-i bedahet

olmakdan naşi doğruca buradan hareket ve Maraş’a azimete her ne kadar can atmışlar

ise de…”265

Bölgedeki bazı Mısır taraftarı Dürzî aşiret liderleri, tekrar Osmanlı Devleti

hizmetine girmek istediklerine dair bir dilekçe yazdılar. Ancak bunu bölgedeki bazı

yönetici, subay ve askerlerin halka karşı yanlış tutumları zorlaştırıyordu. Prusya

konsolosu, kendisine gelen bazı Dürzî ileri gelenlerin, Lübnan’da kendileri ve diğer

264

Defter3, s. 13- a. 265

Defter3, s. 14- a.

175

gayr-i müslimler üzerinde Osmanlı askerleri tarafından değişik zulümler uygulandığını

söylediğini belirtiyor. Dürzîler; zorla askere alındıklarını, yerlerinden sürüldüklerini ve

ailelerinin açlıkla baş başa olduğunu söyleyerek eğer bu baskı ve haksızlıklar devam

ederse, bölgede büyük isyanlar çıkabileceğini belirtiyorlardı. Bu mektuptan, bölgedeki

Dürzîler’in işgal sırasında Mısır’ı desteklediği de ortaya çıkmaktadır. Avusturya

konsolosunun durumla ilgili çözüm tekliflerini de eklediği bu mektubda kısaca şunlar

dile getirilmektedir: “… Ve buralarda neferat-ı askeriyye ve zabitan-ı Devlet-i Aliyye

tarafından gerek şehirlü ve gerek ahali-i cibalden olan Hıristiyanlar haklarında edna

gûne zulüm ve teaddi ve su-i muamele zuhura gelmekde… Eğerçi taraf-ı Devlet-i

Aliyye’den işbu harekât-ı zulmiyyenin men ve refi zımnında tedabir-i şedideye teşebbüs

buyrulmaz ise işbu memlekette yeniden bir ihtilal zuhura geleceği ağleb

muhtemelattandır…”266

Bölgedeki gençlerin zorla askere alınması ve kullanılan yük hayvanlarının

kamulaştırılması büyük sorunların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Özellikle dağlı

halkın binek hayvanlarının alınması hayatı onlar için daha da zorlaştırmaktadır. Bütün

bu nedenlerden dolayı zaten karnını zor doyurmakta olan dağlılar için yaşamak

neredeyse imkânsız hale gelmektedir. Hane reislerinin bu şekilde zorla çalıştırılmasına

devam edilirse ailelerinin açlıktan telef olması fazla uzun sürmez denilmektedir. “… Ve

neferat-ı askeriyye ika ve ikame olunmak üzere hırıstiyan familyaları kendü

hanelerinden çıkarılmış ve limaslahati memlekete vurûd iden sekene-i cibalin kendüleri

ve hayvanatları ahz ve girift ile dutularak cebren ve kahiren devlet hidmeti içün

çalışdırılmakda ve mahaza familyaları kendü hânelerinde açlıkdan telef olmakdadır.”267

Osmanlı ordusu Seraskeri İzzet Paşa, Mısır ordusundan Osmanlı ordusuna

katılmak için teslim olan bir alayın, 21 alaydan meydana gelen Asakir-i Mansure’ye 22.

alay olarak dâhil edilmesi ve maaşlarının o birliklerle aynı olması uygun olacaktır

şeklinde bir teklifte bulunuyor. Bu isteği merkez tarafından kabul ediliyor. Ancak bu

askerlere maaş verilirken, kendiliğinden savaşmaksızın teslim olanlara; Şaban ayının

başından, savaş sonucunda teslim olan veya yakalananlara; Ramazan ayının başından

itibaren maaş verilmesinin uygun olacağı belirtiliyor. Böylece pişman olup geri dönmek

266

Defter3, s. 20- b. 267

Defter3, s. 20- b.

176

isteyenlere bazı ayrıcalıklar tanınmak isteniyor. Anlaşıldığı kadarı ile Osmanlıya karşı

savaşan askerlerin çoğu bunu isteyerek yapmamaktadır. Daha önce de buna benzer bir

belgede ifade ettiğimiz gibi, Osmanlı askeri ile Mısır askeri aynı düşüncede olmasına

rağmen küçük çıkar çatışması nedeniyle karşı karşıya gelmiştir. Bu birleşmeyle ilgili

Serasker’in mektubu ve buna verilen cevap kısaca şunları ifade etmektedir: “Asakir-i

Mısrıyye’den takım takım Dersaadete gelmiş olanların aylıklarının itası irade-i Seniyye-

i hazret-i mülûkâne müktezasından olmak hasebiyle bunlardan taraf-ı Devlet-i Aliyye’ye

dehalet idenlerin Şaban-ı Şerif’in gurresinden ve harben ahz ve girift olunanların

Ramazan-ı Şerfin gurresinden itibaren maaş ve mahiyelerinin tahsis kılınması… ”268

25 Kasım 1840 da Amiral Napier komutasındaki İngiliz filosu İskenderiye

önlerine gelerek, Mehmed Ali Paşa’ya antlaşma teklif etti. Suriye’yi istemekten

vazgeçmesi ve Osmanlı donanmasını iade etmesi durumunda, Mısır yönetiminin

veraseten kendisine bırakılacağını belirtti. Eğer bu teklifi kabul etmezse İskenderiye

şiddetli bir bombardımana maruz kalacaktı. Mehmed Ali Paşa bütün şartların aleyhinde

olduğunu görerek ve Fransa’dan da ümidini kestiği için bu teklifi kabul etti. Osmanlı

Devleti önce bu durumdan memnun olmadıysa da İngiltere’nin ısrarıyla bu durumu

kabul etti. İngiltere’nin bu teklifinin, Padişah tarafından bir ferman yayınlanması

şartıyla Mehmed Ali Paşa tarafından kabul edilmesiyle, savaş sona ermiş oldu. İngiliz

Amiral’i Napier ile Mehmed Ali Paşa arasında yapılan görüşme ve antlaşma İradât-ı

Seniyye Defterinde şöyle anlatılmaktadır: “Memalik-i Berrüşam’ın asakir-i

Mısrıyye’den tahliyesi, Donanmayı Hümayunu Şahâne’nin, Londra muahede-i

ittifakiyesi iktizasınca redd ü iadesi şartıyla eyalet-i Mısır’ın bittevarüs Mehmed Ali

Paşa’nın uhdesinde ibkası hususunun Düvel-i Fahîme-i Müttefika taraflarından, taraf-ı

eşref-i hazreti şahâne’ye tavsiye ve rica olunduğunu İskenderiye pişgahında bulunan

İngiltere sefayin-i harbiyesi kumandanı Napier, Mehmed Ali Paşa’ya ifade ve ihbar

iderek…”269

Mehmed Ali Paşa, kendisinin antlaşmayı kabul etmesi için Mısır’ın kendisine

veraseten verildiğinin Osmanlı Devleti tarafından resmen bildirilmesini ve buna Avrupa

devletlerinin kefil olmasını istedi. Bu yapıldığı takdirde, oğluna Suriye ve Lübnan’ı

268

Defter3, s. 30- a. 269

Defter3, s. 31- b.

177

boşaltmasını emredeceğini ve Osmanlı donanmasını derhal iade edeceğini beyan etti.

Napier ise, bunları yapması durumunda Mısır ve İskenderiye’den tahliye edilecek asker

ve yaralılara yardımcı olunacağını ve Mısır’a dönecek ordunun yanında bütün silah ve

edevatını getirmesine izin verileceğini söyledi. Ayrıca Akka, Beyrut, Sayda ve Sur’a

gelecek askere bir sınırlandırma getirilmeyeceğini ifade etti. “… Paşa-ı muma ileyh

Berrüşam’ın tahliyesi hususunu muahharan oğlu İbrahim’e emr ü işar ideceğini ve

Mısır eyaletinin veraset suretiyle kendü uhdesinde ibkası canib-i Saltanat-ı Seniyyeden

resmen kendüye ihbar olunduğu ve Düvel-i Müttefika taraflarından dahi kefalet-i

mukteziye icra kılındığı halde Donanmayı Hümayunu Şahâne’yi derhal redd ü iadeye

müsaraat eyleyeceğini taahhüd eylemiş.”270

İbrahim Paşa, Şam’da çok zor durumda iken kendisine Beyrut yoluyla bir mektup

ulaştı. Mektup’ta; babasının Sultan Abdülmecid ile anlaştığı ve Suriye’yi boşaltacağını,

buna karşılık Mısır’ın veraseten kendisine bırakılacağını belirten mektubu getiren Sami

Bey’in Beyrut’a vardığı bildiriliyordu. Ayrıca bundan kısa bir süre önce İbrahim Paşa

Akka’nın düştüğünü de öğrenmişti. Bütün bu nedenlerden dolayı Suriye’yi

boşaltmaktan başka çaresi kalmamıştı. Artık asker hayatta kalmaktan başka bir şey

düşünmüyor ve fırsat bulduğu anda firar ediyordu. Beyrut kalesi küçük bir çatışma

sonunda alındıktan sonra Mehmed Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa, Dürzî dağı

eteklerinde birkaç kez vuruşmaya girişmiş ise de hepsinde yenildiğinden ele geçirilmek

kertesine gelmiş iken Şam’a doğru geri çekilmek zorunda kaldı. Ordu aç ve susuz

kaçmaya başladı ve bu sırada zorla orduya yazılan yerel askerler buldukları ilk fırsatta

ordudan firar ettiler. Ordu geri çekilirken, bir taraftan yer yer müttefik askerlerle

çarpışırken, diğer taraftan bölgedeki asayişsizlikten dolayı sürekli kabile ve aşiretler

tarafından saldırıya uğruyordu. “Kendisinin çok güvendiği Akka’nın da kısa sürede

düştüğünü öğrenince artık Şam’da da durup tutunamadığından çöllere düştü.

Buralarda anlatılması güç sıkıntılarla karşılaşıp aç, çıplak Mısır’a doğru kaçıp

gitti.”271

Mehmed Ali Paşa’nın kısa sürede sağladığı başarının nedeni, Hicaz ve Mora

meselesindeki başarıları ile Mısır’dan işgalci güçleri kovması nedeniyle halk nazarında

270

Defter3, s. 31- a, b. 271

M. Nuri Paşa, A.g.e., s. 278.

178

kendisine duyulan sevgi ve sempatiydi. Bütün bunlardan daha 10 yıl bile geçmeden

uğradığı bu başarısızlığın nedeni ise, işgal ettiği bölge halkına verilen sözlerin

tutulmamasından dolayı halkın güveninin sarsılması ve ona karşı duyulan sevgi ve

sempatinin yok olmasıydı. İbrahim Paşa’nın yaptığı haksızlıklar nedeniyle halk

kendisinden yüz çevirmiş ve askerler fırsat bulunca firar etmeye başlamıştı.272

Mısır birlikleri hızlı bir şekilde Anadolu ve Suriye’yi boşaltmaya başladı.

Özellikle aşiretler arasında Balkanlardan gelen askerler ciddi bir rahatsızlığa neden

olmaktaydı. Mısır askerleri çekildiği için fazla askere luzum kalmamıştı. Bu nedenle bu

askerlerin buradan Diyarbakır ve Malatya’ya nakledilmeleri uygun olacaktı. Suriye ve

Lübnan halkı Hıristiyanları’ndan zorla asker alındığı. bu durumun onları ve geride kalan

ailelerini çok zor durumda bıraktığı belirtilmekteydi. Halk açıktan açığa kendilerine

verilen sözlerin tutulmadığını ve kandırıldıklarını düşünmektedir. Bütün bunlardan

dolayı Tanzimat ilkeleri doğrultusunda Suriye ve Lübnan’da azınlıkların haklarının

dikkatle gözetildiği adil bir idare kurulması gerektiği ifade edilmektedir. Bölgede Mısır

birliklerinin çekilmesinden sonraki psikolojik yapıyı çok iyi gösteren bir belgede bu

konularda şöyle deniliyordu: “… Saltanat-ı Seniyye’de ve her bir gûne mezalim ve

teaddiyattan salim ve masun olmalarını memul eylediklerinden şimdi bilakis bu keyfiyet-

i zulmiyye kendülere ziyadesiyle giran gelerek ekser mahallerde gerçi Mısırlu pek çok

tekâlif taleb ider ise de idareleri şimdikinden hakkaniyet ve musavat üzere idi, bu cihetle

aldanmışız deyu alenen söylenmekde olduğu rivayet olunmuşdur.”273

Bölgedeki İngiliz görevlisi Wood, Mısır işgaline karşı direnen Suriye ve Lübnan

liderlerinin ödüllendirilmesinin ve vergilerinin düşürülmesinin faydalı olacağını

belirtmektedir. Bölgede ne kadar rahip, papaz, haham vb. varsa maaşa bağlanmasını

istiyordu. Burada da görüleceği gibi Gayr-i Müslimler korunmak isteniyor gibi bir

izlenim ortaya çıkmaktadır. Ödüllendirilmesi istenenlerin çoğunluğu Gayr-i Müslim

azınlıklara mensup kimselerdir. Mısırlılar’ın bölgeyi terk etmesinde Müslümanların

hiçbir katkısı olmamış gibi bir durum görülüyor ki, bu mümkün değildir. İngilizler

böylece Gayr-i Müslimler’in sempatisini kazanmak ve ilerdeki emelleri için taraftar

toplamak istiyor olabilir. Wood mektubunda hizmet edenlerin geniş bir listesini

272

M. Nuri Paşa, A.g.e., s. 279- 280. 273

Defter4, s. 11- b.

179

göndererek şunları dile getirmektedir: “… Saltanat-ı Seniyye’ye ibraz-ı hizmet ve

sadakat itmiş olan zevatın esamisini mübeyyen bir kıta defterin tanzimi taraf-ı

acizânemden iltimas buyrulmuş ve atiyüzzikr zevat gerek muharebat-ı vakıada ve gerek

evail-i vukuatta hüsn-i hizmet ve şecaat-i zatiyeleri cihetiyle kesb-i temeyyüz eylemiş

olub… ”274

Avrupa devletlerinin Suriye ve Lübnan’daki dini azınlıklarla ilgili tekliflerinde

özellikle mâli konular dikkat çekmektedir. Bunlardan alınan vergilerin azaltılması veya

affedilmesi sık sık istenmektedir. Böylece bu insanların mâli durumları düzeltilerek

ayrıcalık kazandırılmak isteniyormuş gibi bir manzara vardır. Daha sonraki dönemlerde

ekonomik olarak Müslüman halktan zengin duruma gelen bu insanların birçok

problemlere neden oldukları görülecektir. Bu ayrıcalık istenen Gayr-i Müslimler’in

vergi miktarına bakıldığı zaman zaten diğer vatandaşlarla karşılaştırıldığı zaman fazlaca

malları olduğu görülecektir.“… Senevî 4185 kuruşa baliğ olan virgüy-i emlaklarının

afvını müşir yedlerine birer kıta emr-i âli ihsan buyrılması… Ve şeyh Yunus ve Yahos

nam kimesneler içün mukabil-i adada vukubulan hizmetine mükâfaten iki sene 24 bin ve

Sun-i Yahudi içün dahi çünkü Maruniyun ve Rum ve Katolik Patrikleri taraf-ı Devlet-i

Aliyyeye bunun vasıtasıyla celb olunmuş olduğundan 15 bin kuruş ve İbrahim Harb içün

hidemat-ı mütenevviasına mukabeleten 20 bin kuruş ihsan buyrılmasını bilmemnuniyet

rica iderim…”275

İbrahim Paşa’nın ordusu 29 Aralık 1840 Pazartesi günü (15 zilkade 1256) Şam’ı

boşaltmaya başladı. Şam’dan hareket eden ordunun mevcudu; 25 bin nizami asker, 30

bin başıbozuk asker, 200 top, 3000 süvari ve 700 kişi de asker ailesinden ibaretti. Paşa

Şam’dan ayrılırken halktan Hıristiyanlara dokunmamaları, eğer bir hadise olursa geriye

dönüp sorumluları tenkil edeceğini söyleyerek onları tehdit etti. İbrahim Paşa uzun,

tehlikeli ve sıkıntılı bir yolculuktan sonra 31 Ocak 1841 tarihinde Gazze’ye ulaştı.

Buraya ulaşması elinde güvenilir ve yolları tam olarak gösteren bir harita olmadığı için

çok güç oldu. Gazze’de biraz dinlenerek gönderilen yardım sayesinde Mısır’a

dönebildiler.

274

Defter4, s. 67- a, b. 275

Defter4, s. 67- a, b.

180

Böylece 2 Kasım 1831 tarihinde Mehmed Ali Paşa’nın Mısır’dan ayrılarak

Suriye’ye hareketiyle fiilen başlayan Mısır’la savaş 19 Şubat 1841’de ordunun geldiği

yere dönmesiyle fiilen sona erdi. Ancak bundan sonra Mısır meselesinin hukuken sona

ermesi bir süre daha devam etti. İngiltere meselenin tamamen çözülmesi için, Osmanlı

yönetimine Mehmed Ali Paşa’nın istediği fermanı yayınlaması yönünde baskı

yapıyordu. Mısır meselesinin çözümünün uzaması İngiltere’nin bütün dünyaya yaymaya

çalıştığı “üzerinde güneş batmayan imparatorluk” düşüncesinin önündeki en önemli

engellerden birisi olarak görülüyordu. Çünkü Mısır, önemli deniz ve kara yollarının

geçiş noktasında bir kavşakta bulunuyordu.

181

IV. Abdülmecid’in Mısır Fermanı Yayınlamasının Nedenleri ve Sonuçları

Osmanlı Devleti, Mehmed Ali Paşa yönetiminin tamamen sona ermesini

istiyordu. Londra Antlaşması da Mehmed Ali Paşa’nın antlaşmayı kabul etmemesi

halinde 10 gün içinde Akka Paşalığı’nın 20 gün içinde ise bütün görevlerin kendisinden

alınacağını kayıt altına almıştı. Ama uzun ve yıpratıcı bir savaşı göze alamayan

İngiltere, Fransa’nın da durumunu göz önünde bulundurarak bir orta yol bulmaya

çalıştı. İngiltere, donanması ile Lübnan ve Suriye kıyılarını bombaladıktan ve Mehmed

Ali Paşa’yı her taraftan sıkıştırıp terbiye ettikten sonra, filo komutanı Amiral Napier

vasıtasıyla Mısır dışındaki yerleri ve Osmanlı donanmasını iade etmesi şartıyla,

veraseten Mısır yönetiminin kendisine bırakılacağını söyledi. Mehmed Ali Paşa bu

teklifi Abdülmecid Han’ın bu konuda bir ferman yayınlaması şartıyla kabul etti. Babıâli,

Mısır’ın idaresini özel ayrıcalıklarla Mehmed Ali Paşa’ya vermek istemiyordu ama

İngiltere’nin savaşmak istememesi nedeniyle kendisinin daha ileriye gidecek durumu da

yoktu. Bu şartlar altında Mısır’ın ele geçirilmesi çok para ve asker istediği için, en kolay

çözüm yolu İngiltere’nin teklifini kabul etmekti. Osmanlı Devleti, Mehmed Ali Paşa

Londra Antlaşması’nı kabul etmediği zaman Mısır’a onun yerine İzzet Mehmed Paşa’yı

Vali olarak bile atamıştı.

Müttefik Devletler, Mısır meselesini Mehmed Ali Paşa’yı veraseten Mısır

Valiliğinde bırakarak savaşsız olarak çözmeye karar verdiler. İngilizler, bu meselede

Osmanlı yararına çalıştıklarını sürekli tekrarlıyorlardı. İngiliz temsilci Mehmed Ali

Paşa’ya bu yönde teklif getirerek Mısır dışındaki yerleri boşaltmasını istiyordu. Osmanlı

Devleti dışındaki diğer devletler, Mehmed Ali Paşa’nın tamamen devreden çıkmasını

istemiyorlardı. İskenderiye’ye gönderilecek bir temsilci vasıtasıyla; Padişaha itaatini

bildirmesi, Mısır dışındaki yerleri terk etmesi ve Donanmayı iade etmesi şartıyla Mısır

Valiliği’nin veraseten devam etmesini sağlayacak bir belgeyi imzalaması için Mehmed

Ali Paşa’ya 3 gün zaman verdiler ve bu konuda bir ferman yayınlamaya Padişahı ikna

edeceklerine dair ona söz verdiler. Bu konuda Palmerston bütün taraflarla uzun

görüşmelerde bulundu. “… Mehmed Ali serian taraf-ı şahâneye dehalet birle

donanmayı hümayunu müddet-i galile zarfında redd ü iade ideceğini ve bilcümle

Berrüşam ve Adana ve Kandiye ve Arabistan ve memalik-i mukaddeseyi tahliye

eyleyeceğini muşir tahriren kendüye bir sened-i resmi ita eylediği halde eyalet-i

182

Mısır’da ibkası hususu Düvel-i Erbaa tarafından zat-ı hazreti şahaneye tavsiye

olunacağını kendüsine ifadeye memur oldığunu beyan ve Düvel-i muşarun ileyhim işbu

rica ve tavsiyeleri kendisi derhal dehalet eylediği takdirce vukua geleceğini serd ve

ityan idecektir...”276

Mehmed Ali Paşa Londra Antlaşması’nı kabul etmemesine rağmen, Babıâli’ye

yazılan bir yazıya verilen cevapta, Mısır’ın Osmanlı Devleti’nden kereste ithaline 1841

Martına kadar müdahale edilmemesi isteniyordu. Böyle bir durumda Mısır keresteyi

başka yerden temin edebilecekken halkın Osmanlıya olan bağlılığı azalabilecekti. O

dönemde Mehmed Ali Paşa donanma için ihtiyaç duyduğu kerestenin büyük bir kısmını

Antalya ve civarından karşılamaktadır.277

Herhalde meselenin savaşsız olarak

halledileceğine hâlâ inanılıyordu. Aynı zamanda Paşa’nın görevden alınması için Mart

ayına kadar beklenmesinin uygun olacağı belirtilmektedir. Bu durumla ilgili yazışmada

şunlar ifade edilmektedir: “… Mısırlu canibine kereste virilmemesi babında emr-i âli

sadır olmamış ve bu hususda bir güne memnuniyet-i sarîha vukubulmamış olmasıyla

mir-i muma-ileyhin bu babda töhmetli addolunması iktiza itmeyeceğine ve her nasıl olsa

Mısırlu tarafı luzumu olan keresteyi âhar cânibden dahî celb ve mübayaa itmek

mümkün ve kâbil olarak memnuiyeti dahi…”278

Mehmed Ali Paşa, Mısır idaresinin verasetle kendi neslinin yönetimine

bırakılması garanti edildiği anda gelecek bir Osmanlı Paşası’na donanmayı teslim

edeceğine ve işgal ettiği Mısır dışındaki toprakları terk edeceğine dair İngiliz Amirali

Napier’e söz verdi. Donanmayı Yaver Paşa vasıtasıyla Osmanlı memuru Mazlum Bey’e

teslim edecek ve oğlu İbrahim Paşa’ya işgal etiği yerleri terk etmesini emredecekti.

Bütün bunları yaptıktan sonra İngilizler’den verdikleri sözü tutarak Mısır’ın veraseten

kendisine bırakıldığına dair bir fermanı Padişaha yayınlatmalarını istiyordu. Mehmed

Ali Paşa, Fransa‘nın kendisine desteğini çekeceğini anlayınca, müttefik ülkelerle

antlaşmaktan başka çaresi kalmadığını gördü. Bunun üzerine son teklifi kabul etmeye

karar verdi. Mehmed Ali Paşa bu durumu İngilizlere yazdığı bir yazı ile şöyle

belirtmektedir: “… Donanmay-ı Hümayun’un çarçabuk iadesi ve mahâllı mâlümenin

derhal memurîn-i Devlet-i Aliyye’ye teslimi ile itaat-ı marûza-ı abidânemi fiilen isbata

276

Defter3, s. 53- b, 54- a. 277

Orhan, Koloğlu, İlk Gazete İlk Polemik, Ankara, 1989, s.52. 278

Defter3, s. 67- b.

183

muvaffak olduğum anda Eyalet-i Mısrıyye’nin bittevarüs uhde-i abîdâneme ibka ve

ihsan buyrulacağı … ”279

Mehmed Ali Paşa, müttefik donanmayı İskenderiye önlerinde görünce durumun

gerçekten kritik olduğunu anlamış ve Osmanlı Devleti’ni ferman yayınlamaya ikna için

bütün yolları denemeye karar vermişti. Daha ferman yayınlanmadan Girid’e bir mektub

göndererk oraya atadığı kişiden derhal adayı boşaltmasını istemiş ve bu durumu

müttefik devletlere bildirmişti. Böylece müttefik devletlerin Osmanlı Devleti üzerinde

baskı kurmaları için ellerini güçlendirmiştir. Bu yolda uygulamalar yapmasının kendi

yararına olacağına dair müttefik devletlerin Mehmed Ali Paşa üzerinde telkinlerde

bulunması gayet muhtemeldir. Mehmed Ali Paşa’nın Girid’e gönderdiği yazısı

gerçekten ilginçtir. Girid’deki görevliye şunları söylüyordu: “… Eyalet-i Mısrın veraseti

Düvel-i Fahime-i Müttefika iltimaslarıyla uhdemize tefviz olunmakda idüğinden ve

Girid ceziresi dahi tahliye kılınacağı Babıâli tarafından suret-i tahliyesini hâvi emr-i âli

zuhuruna dek hazırlanmakda bulunmanız bimennihi Teâlâ ondan sonra tarafınıza

gönderilecek sefinelere râkiben bu tarafa gelmeniz icab itmiş...”280

Matternih, İstanbul Elçisi’nin 23 Ağustos 1840 tarihli Mehmed Ali Paşa’nın

müttefik devletleri ve Osmanlı Devleti’ni ikna için bütün yolları denediğini belirten

yazısını geniş biçimde değerlendirdi. Daha önce de belirttiğimiz gibi Mehmed Ali Paşa,

müttefik devletler karşısında yenileceğini anladığı için en az zararla durumdan

kurtulmak istiyordu. Bunun için Avrupa devletleri arasındaki çıkar çatışmalarını

kullanmaya çalışıyor ve bunun için her yolu denemekten kaçınmıyordu. Avrupa

devletleri arasında da kuvvet kullanmakta tam bir ittifak olmadığı için durum onun

lehine görünüyordu. Matternih, İstanbul sefirine yazdığı yazısında bu durumu şöyle

ifade etmektedir: “Şehr-i Ağustosun 23’ü tarihiyle müverreh olan tahriratınızın biri…

Mehmed Ali’nin Berruşşam’da bulunan ordusuyla Anadolu’da İbrahim Paşa’nın

destres olabileceğini aklı kesdiği mikdar mahâll ve mevakiin zabt ve istilası hususunı

tasmim eylemiş gibi görünmüşdür… Ve Mehmed Ali kendüye teklif olunacak şurûtu

kabul ile kesb-i saadet ider idi… ”281

279

Defter3, s. 78- b. 280

Defter3, s. 86- a. 281

Defter3, s. 86- b.

184

Mısır meselesinin çözümünde en önemli problemlerden birisi müttefik devletlerin

çözüm konusunda farklı görüşleri savunmalarıdır. Devletlerin çözümde acele etmesi ve

birbirini çekememesi ayrı bir mesele olarak ortaya çıkmaktadır. Çözümde bir kutbu

temsil eden Matternih’e göre, Mehmed Ali Paşa ordusunun az ve çok yerler işgal etmesi

önemli değildir. Asıl mesele Mehmed Ali Paşa’nın tahrik edilerek bütün bölgeyi

karıştıracak fitneye girişmesine sebep olmaktır. Bu durumu çözmeyi sebep göstererek

Avrupa güçlerinin İstanbul’a girmeleri hiç umulmadık sorunlar çıkarabilir. Donanmanın

yeri daha iyi hareket edebilecek şekilde değiştirilmelidir. Donanma daha ziyade Mısır

birliklerinin bağlantısını kesecek şekilde yerleştirilmelidir. Bunu Çanakkale

açıklarındaki donanmayı Rodos açıklarına göndererek sağlayabiliriz. Bu Mehmed Ali

Paşa’nın gözünü korkutacağı için caydırıcı bir unsur olacaktır. Mehmed Ali Paşa’nın

ısrarla teklifimizi reddetmesinin nedeni ailesine iyi bir gelecek hazırlamak içindir. Ama

böyle devam ederse onların geleceği büyük tehlikeye düşecektir. Bunu biri ona

hatırlatmalıdır. Belki de Mehmed Ali Paşa’daki Hüsrev Paşa düşmanlığının nedeni

Osmanlı yönetiminde kendi hanedanına yer kapma savaşıdır. Mehmed Ali Paşa,

Avrupa’ya rağmen bu bölgede bir devlet kuramaz, kursa bile yaşatamaz. Mehmed Ali

Paşa Anadolu’yu işgal nedeni olarak bölge insanının istemesini gösteriyor, belki yüz

sene önce olsaydı Mehmed Ali Paşa devlet kurabilirdi ama şimdi mümkün değildir. O

zaman Avrupa devletleri arasında bir birlik yoktu ama şimdi birlik ve ortak çıkarları var.

Bunca sorunlara rağmen II. Mahmud’un yerine Abdülmecit’in geçmesi Osmanlı’nın

sağlam bir devlet geleneği olduğunu göstermektedir. Mısır’da ise Mehmed Ali Paşa’dan

sonra ne olacağı belli değildir. Avrupa, çıkar bölgelerinde böyle bir belirsizliği

kaldıramaz. Kısaca özetlemeye çalıştığımız Matternih’in Mısır meselesi ile ilgili

görüşlerinden bazıları şöyledir: “… Ve asıl muhatara İbrahim Paşa’nın ika-ı fitne ve

ihtilale destres olabilecek ve kuvvet-i harbiye-i Avrupa’nın İstanbul’u muhafaza içün

birbirleriyle müttefik olmadıkları halde vurudlarına ve bu cihetle sair muhataratın dahi

zuhuruna badi olacak derecede Dersaadete takarrübü kazıyyesi olmağla bu misillü

muhatara zuhuru indimizde ziyade mucib-i teessüf olur idi. Bahr-i sefid boğazlarının

tabassur ve nezaret üzere olan donanmalara bir başka mevki ittihaz ittirmek bir tedbir-i

isabet-pezîr olduğu indimizde muhakkakdır… ”282

282

Defter3, s. 87- a, 88- b.

185

Mehmed Ali Paşa’nın durumun nezaketini anlayarak geç te olsa Londra

Muahedesi kararlarını kabul edip teslim olmasından sonra, Mustafa Reşid Paşa ve

Düvel-i Müttefika sefirleri bir araya gelip muğlâk bazı konuları çözmek için görüşmeler

yapmışlardır. Mustafa Reşid Paşa önce sefirlere Mısır meselesindeki tam desteklerinden

dolayı teşekkür ederken, toplantının Mehmed Ali Paşa’ya Mısır’ı tevarüsen bırakırken

bir daha Osmanlıya karşı ayaklanamayacak kanunlarla sınırlamak için yapıldığını

söylüyordu. Avusturya sefiri Stürmer; Mehmed Ali Paşa’nın vergi geliri kısılırken

tümden kesilmemelidir, Londra kararlarına göre Osmanlı kanunları aynen Mısırda da

uygulanmalı ve ayrıca vergi konusu Mısır’ın içişi olduğu için Mehmed Ali Paşa istediği

gibi düzenlemekte serbesttir. Prusya sefiri; Bu konuda devletimden bir talimat almasam

da ben de Stürmer gibi düşünüyorum ama vergi konusunda ondan farklı olarak, Mısır’ın

içişi olsa da Mehmed Ali Paşa Osmanlı kanunlarına uymak zorundadır diye

düşünüyorum diyor. Rus sefiri; Londra muahedesinin 3 önemli kararı vardır diyor:

1-Osmanlının bütün kanunları Mısır’da aynen geçerlidir.

2-Mısır içişlerinde serbesttir.

3-Vergi konusu.

Osmanlı temsilcisi Mustafa ReşidPaşa; Vergi konusu çözüme kavuşturulmazsa

Mehmed Ali yıllık 2 milyon lira vergi sağlar ve bu zararımıza olur diye düşünmektedir.

Vergi konusunda hem Mehmed Ali’nin ekonomik olarak güçlenmesini engelleyecek

hem de halkı zorlamayacak bir çözüm bulmalıyız. Burada öncelikli olarak bu sorunu

çözmeliyiz. Çünkü Mısır meselesi olumlu şekilde çözülmüşken, şayet Mehmed Ali Paşa

ileride ekonomik olarak güçlenip yeni problemler çıkarırsa sorunu çözmek için

çektiğimiz bütün sıkıntılar boşa gidecektir. Mehmed Ali önce bütün kanunlarımıza

uysun sonra da vergiyi Osmanlı’da cari kanunlara göre toplasın demektedir. “… Eyalet-

i merküme virgüsinin emr-i tahsilinde dahi Memalik-i Saire’de cari olan usul-i

tahsiliyenin icrasına mecbur ve memur olmak lazım gelür… Mehmed Ali Paşa

uhdesinde ibka olunacak mahallerin varidat-ı Seneviyesi vakıa iki milyon Lirayı

mütecaviz olacağından bu kadar akçenin âna virilmesi Suistimaline mucib olacağı

müsellemdir…”283

283

Defter3, s. 115- b.

186

Avusturya’nın İstanbul Elçisi Baron Stürmer de görüşmelerde Osmanlı görüşlerini

destekler bir tarzda konuşuyordu. Bu görüşmelerde alınacak kararlar Osmanlı Devleti

için uzun süre göz önünde bulundurulacağı için çok dikkat edilmelidir. Londra

kararlarından asla taviz verilmemelidir. Vergi konusunda verilecek her taviz Mehmed

Ali Paşa’nın güçlenmesine ve ileride yeniden hayallere kapılmasına neden olabilir. Bu

konuda aşırıya gidilirse bu defa da fazla vergi toplamak için halka zulmedebilir. Söz

alan İngiliz ve Avusturya sefirleri bu konuda Osmanlı Devleti’nin vereceği karara

uyacaklarını söylüyorlar. Ayrıca Sudan’ın madence zengin Darfur vb. yerleri veraseten

Mehmed Ali Paşaya bırakılmayıp, oraların vergisinin zenginliği ile orantılı olarak

tespitinin daha isabetli olacağı belirtiliyor. Avusturya temsilcisi Mısır hakkında

yapılması gerekenlerle ilgili şunları söylüyordu: “… Tanzimat-ı Mısrıyye’nin tesviyesi

emrinde, muahede-i ittifakiye’yi esas ittihaz itmekliğe mecburum. Eğerçi Mehmed

Ali’nin yedinde kuvve-i nakdiye-i vafiye bırakıldığı takdirde âtide Devlet-i Aliyye

hakkında muzır olacağı cay-ı iştibah olmayub fakat bunun dahi ortası bulunmak yani

tahsis olunacak virgü, mahsulât-ı Senevîsine göre alınarak ve kendüsinin mezalim

melhuzesine dahî bazı usül vazıyla sed çekilerek kesb-i servet ve sadat itmesine mahal

bırakılmamak kâbul olabilür.”284

İngiltere’nin İstanbul Elçisi Lord Ponsonbi henüz konuyla ilgil ülkesinden kesin

emir almadığını ama Mehmed Ali Paşa’nın ekonomik gücü kırılmaz ve buna dair

tedbirler alınmazsa yapılan bütün çalışmaların boşa gideceğini belirtiyordu. Ponsonbi;

Londra muahedesi bizi bağlayan yegâne kanun değildir. Mehmed Ali Paşa bunu süresi

içinde kabul etmediği için bize de hareket alanı doğmuştur. Vergi konusu önemlidir ve

çözüme kavuşturulmalıdır. Çünki öyle bırakırsak gösterdiğimiz bütün gayretler boşa

gider ve Mehmed Ali yıllık 2 milyon lira vergi toplar. Bunu kabul etmek geleceği de

ipotek altına alacak fenalıklara kapı aralayabilir diyerek, Mısırla ilgil kaleme alınacak

fermanda şu hususlara dikkat edilmesi gerektiğine dikkat çekiyordu: “… Zira öyle

oldığı halde Akka’nın dahi Mehmed Ali’ye itasına mecburiyet hâsıl olur… Zira varidat-ı

Mısrıyye-i Seneviyye iki milyon Lira’ya bâliğ oluyor… İhtilafı ârâ iddiğiniz virgü

maddesi üzerine olmağla kusur-ı maddeler hakkında zam ve mütalaamız ittifak

üzeredir… ”285

284

Defter3, s. 116- a. 285

Defter3, s. 116- a.

187

Prusya’nın İstanbul Elçisi daha yeni birliklerini sağlamakta olduklarından dolayı

bu meselede de her zaman olduğu gibi Avusturya ile aynı düşündüklerini ama Osmanlı

kanunlarının Mısır’da uygulanması konusunda onun gibi düşünmediğini belirterek

Mehmed Ali Paşa, Mısır’ın içişlerinde bağımsız olsa dahi vergi konusunda devletin

diğer yerlerine uymak zorundadır. Bundan dolayı vergi konusunda diğer yerlerdeki

uygulamalara tabi olmalıdır. Görüşmelerdeki Prusya Elçisi şunları söylüyordu: “…

Mısır’ın idare-i dâhiliyesi Mehmed Ali Paşa’nın yedinde olduğu halde dahi Devlet-i

Aliyye’nin kâffe-i kavânin ve nizâmâtı icra olunabilir… Muahede-i ittifakiye’nin kâffe-i

ahkâm-ı mündericesine mutabakat olunması Mehmed Ali’ye Akka’nın virilmesi icab

itmez…”286

Görüşmelerdeki Rus temsilci Titof, Mehmed Ali Paşa’nın hem idarî hem askerî

hem de ekonomik olarak kolunun kanadının kırılması gerektiğini belirtiyordu. Bunun

sağlanması için devletinin gerekli her türlü desteği yapmaya hazır olduğunu söyleyerek

Mısır’da uygulanacak yasaların diğer yerlerden farklı olabileceğine işaret ediyordu.

Vergi konusunda çok dikkatli olunması gerektiğini zira bu konuda aşırıya kaçılırsa

Mehmed Ali Paşa bunun acısını Mısr halkından çıkarabilir diye düşünüyordu. “…

Mehmed Ali’nin kuvve-i nakdiyyesi ziyade olur ise kuvve-i mezkurenin suistimali

melhuzattan olmasıyla kuvve-i mezkurenin taklîli lâzımeden ve taraf-ı Devlet-i Aliyye’ye

vireceği virgünin ziyadece tahsisi icabattan ise de virgü ziyade istenildiği halde

Mehmed Ali ahali-i Mısrıyye haklarında daha ziyada zulûm ve teaddi göstereceğinden

bir had layıkını bulmak ve öylece karar virilmek…”287

Bütün bu müzakerelerden sonra Mustafa Reşid Paşa söz alarak bütün tarafların

görüşlerini özetliyen bir konuşma yaptı. Bu tartışmalar sonucunda vergi konusu dışında

görüş birliği sağlandığını belirtip, yapılacaklarla ilgil düşüncelerini açıkladı. Mısır’a 20-

25 bin arası asker bulundurma hakkı verilebileceğini, bunun savaş anında bir ferman ile

artırılabileceğini, Mısır’ın veraseten Mehmed Ali Paşa’ya bırakılabileceğini fakat Sudan

için yer altı zenginliklerinden dolayı başka bir uygulamaya gidilebileceğini belirtti.

Mustafa Reşid Paşa Mısır ile ilgil yapılması düşünülenleri şöyle sıralamaktadır: “

Müzakerat-ı vakıaya göre kaleme alınan varakanın havi olduğu şerayitten virgünin

gayrısında ittifak-ı ârâ hâsıl olmuş oluyor… Mısır eyaleti hudud-ı kadimesiyle

286

Defter3, s. 116- a. 287

Defter3, s. 116- b.

188

bittevarüs Mehmed Ali Paşa’ya ibka olunarak Sinar ve Kurdufan ve Darfur eyaletleri

verasetinden hariç kalmak ez cümle Sinar’da meadin-i kesire olduğu rivayet

olunduğundan oralarının varidatı taraf-ı Devlet-i Aliyye’ye başkaca gösterilmek icab-ı

maslahattandır…”288

Bu tartışmalar sonucunda yayınlanacak ferman konusunda müttefik elçiler

Osmanlı Devleti ile görüş birliğine vardılar. Vergi dışındaki kararların gayet uygun

olduğunu buna ekleyecek bir şeyleri olmadığını belirttiler. Mısır’ın bulundurabileceği

asker konusunda hemen bir ferman yayınlanmasının uygun olacağını ifade ettiler. Mısır

meselesi ile ilgili olarak tartışmalar sonucunda ulaştıkları görüş konusunda şunları

diyorlardı: “ Evet virgü maddesinden başka olan şerayitin cümlesi yolunda ve güzel

mütalaa ve tahrir olunmuş olmağla buna bir diyeceğimiz yokdur. Hemen alelacele

tanzim ve icrasına himmet buyrulmasını rica ideriz. Ve asakirin mikdarı ve vakt-i

muharebede tezyidi hususları dahi irade-i Devlet-i Aliyye’ye mütevakkıfdır… ”289

Avusturya’nın İstanbul Sefiri, Londra Antlaşması’nı kabul etmediği için Mehmed

Ali Paşa’nın Mısır’ı veraseten yönetmesine daha önce karşı olduklarını ama bu şartların

artık değiştiğini belirterek, meselenin silahsız olarak halli ve Avrupa dengelerinin

korunması için Mehmed Ali Paşa’nın veraseten Mısır Valiliğinde bırakılması uygun

olacaktır, bundan dolayı bütün bu değişen şartalar nedeniyle Mısır Valiliğinin veraseten

Mehmed Ali Paşa’da bırakılmasını tavsiye etmek Düvel-i Müttefika için zorunlu hale

gelmiştir diyor. Bütün Avrupa devletleri tarafından desteklenen Mısır’ın veraseten

Mehmed Ali Paşa’ya bırakılması konusunda bir ferman yayınlanması son derece

önemlidir. Bu yapıldığı takdirde Mehmed Ali Paşa’nın elinde mazeret gösterebileceği

bir konu kalmayacaktır. Avrupa devletleri her ne kadar Osmanlı Devleti’nin

menfaatlerini korumak için ellerinden geleni yapmışlarsa da bu konuda Mısır’a bazı

tavizler verilmesi barışın savaşsız olarak sağlanması için gayet gereklidir. Bundan

dolayı bu konuda Osmanlı Devleti, Avrupa devletlerini anlayışla karşılamalıdır ve

meseleyi zorlaştırmaktan kaçınmalıdır. “…Ve Düvel-i müttefika hukuk-ı seniyye-i

şahânenin muzafferiyeti zımnında bil-ittifak sarf-ı mesai ve gayret itmişler ise de

taahhüd eyledikleri maddenin ikmal ve icrası hususunda yine mesele-i mezburede olan

sair gûne menfaatlerini yani hasseten Avrupaca olub vezaif-i icabiyesinde bir dakika

288

Defter3, s. 117- a. 289

Defter3, s. 117- b, 118- a.

189

tereddüd eylemeleri caiz olmayan menafilerini pişgah-ı nazarlarından çıkaramamış

olduklarını…”290

İngiltere Elçisi de aynen Avusturya Elçisi gibi Mısır’ın veraseten Mehmed Ali

Paşa’ya bırakılması gerektiğini düşünüyor. Londra Antlaşması kararlarına göre Mısır’ın

bazı şartlarla Mehmed Ali Paşa’ya bırakıldığını hatırlatıyor. Mehmed Ali Paşa, Londra

Antlaşması kararlarını kabul edip Osmanlı Devleti’ne itaatini bildirirse fazla ısrarın

faydası yoktur ve O’nu Mısır’dan tamamen atmaya çalışmak birçok karışıklığa neden

olabilir diyor. Mısır meselesinin Osmanlı Devleti lehinde çözülmesi için çalışan

Avusturya ve İngiltere’nin değişik nedenlerle tavizler verdiklerini görüyoruz. Aynı

zamanda Osmanlı Devleti’nin de kendilerini bu konuda anlayışla karşılamasını

istemektedirler. Çünkü meseleyi daha da uzatarak uzun süre devam edebilecek bir

savaşa neden olmanın yararından fazla zararı olacaktır. İngiltere Sefiri mektubunda

şunları söylemektedir: “...Devlet-i Aliyye hoşnud olduğu takdirde vereceğim nesayih

bazı şerait ile Mehmed Ali’ye, Mısır’ın bittevarüs verilmesini ibaret idiğini

söylemişdim… Eğerçi Devlet-i Aliyye, Mehmed Ali’nin itaatı maruzasından hoşnud

olduğunu ifade ider ise devletim tarafından memur olduğum vechile nesayih-i mezkureyi

irada amadeyim. Yani Mehmed Ali’ye bazı şerayit ile Mısır’ın bittevarüs virilmesini

söylemeğe hazırım.”291

Prusya’nın İstanbul Sefiri de aynen İngiltere ve Fransa gibi, Mısır meselesinin

barış yoluyla halledilmesi için Mısır’ın veraseten Mehmed Ali Paşa’ya bırakılmasını

kabul ettiklerini belirtmektedir. Savaşın daha fazla uzamasının hiçbir tarafa fayda

getirmeyeceği kanaatindedir. Hariciye Nezaretine yazdığı mektubunda bu durumu şöyle

belirtmektedir: “… Eyalet-i Mısrın bittevarüs inayet ve ihsan buyrulması devleti

tarafından arzu ve iltimas olunmakda idiğine dair Baron Stürmer Cenabları dünki gün

devletlü Reşid Paşa hazretlerine takdim itmiş olduğu takriri tarafıma tebliğ ve irsal

eylemiş… Prusya Elçisi tarafından dahi serd ü irad olunması misillü nazar

buyrulmasını Paşay-ı muşarun-ileyh hazretlerinden rica itmekde olduğumu ifadeye

ibtidar eyleyesiniz.”292

290

Defter3, s. 89- a. 291

Defter3, s. 89- a. 292

Defter3, s. 90- a.

190

Osmanlı Hariciye Nezareti tarafından, Mısır meselesinin çözümü için veraset

konusunun kabulünü isteyen Avrupa devletlerinin bütün yazıları birleştirilerek bir

tezkire halinde padişaha sunulur. Bu tezkireye Avrupa devletlerinin istekleri açıkça

yazılır ve bununla ilgili sefaretlerden gelen yazılar da eklenir. Avrupa devletlerinin

aralarında anlaşması üzerine, Fransa da itirazından vazgeçerek onlara uymuştur.

Böylece Mısır’ın en önemli hamisi de diğer devletlerle ortak hareket etmeye başlamıştır.

Bu durum meselenin çözümünü gayet kolaylaştırmıştır. Padişah belgeyi inceler ve şayet

bütün Avrupa devletleri böyle istiyorsa kendince de bunun bir sakıncası olmadığını

belirtir. Bu durum İradât-ı Seniyye Defterinde şöyle anlatılır: “Bu defa mesele-i

Mısrıyye’ye dâir Avusturya ve Rusya ve Fransa ve İngiltere sefaretleri tarafından

Hariciye Nezaretine gönderilen evrak-ı resmiye tercüme ittirilerek Manzur-ı maal-i

mevfür-ı hazret-i şahâne buyrulmak içün cümleten takdim kılındı. Mesele-i Mısrıyye’nin

dilhah-ı âli vechile hüsn-i tesviyesi eltâf-ı samedâniyyeden memûl idüği beyanıyla

tezkire-i senâveri terkîmine ibtidar kılındı efendim. ”293

Rusya’nın İskenderiye konsolosu, Mehmed Ali Paşa’nın Londra Antlaşmasını

kabul etmemesinden sonra birçok kez Mehmed Ali Paşa ile görüştü. Konsolosa göre,

Mehmed Ali Paşa’nın Londra Antlaşmasını kabul etmemesinin en büyük nedeni,

Avrupa devletlerinin bu meseleyi çözmek için bir ittifak kuramayacaklarına

güvenmesidir. Bu konuda Avrupa kamuoyu ve basını onu desteklemektedir. Fransa

Mehmed Ali’yi desteklediği sürece meseleyi savaşsız olarak çözmek oldukça güçtür ve

en azından Fransa’nın meselenin çözümü için biraz orta noktaya gelmesini sağlamak

gerekir. Mehmed Ali Paşa’nın antlaşmayı kabule zorlanmasında iş savaşa gelince bütün

devletler yan çizmektedir. Bu tereddütler meselenin uzaması için Mehmed Ali Paşa’ya

cesaret vermektedir. “… Ve bu mülakatımda dahi hal ve keyfiyet muhtel oldukça Düvel-

i Fehime-i Muazzama beyninde olan ittihad beka bulmayacağını Mehmed Ali Paşa’nın

ziyade memûl eylediği yakinen meczumum olmuşdur. Ve filvâki Fransa gazetelerinin

kullandıkları lisandan maada Fransa kabinetosusun dahi mütereddidâne usuli Mehmed

Ali aleyhine bir gûne esbab-ı cebriyenin ittihâzında bu âna kadar adem-i

muvaffakiyetini... ”294

293

Defter3, s. 93- a. 294

Defter3, s. 93- b, 94- a.

191

Rusya’nın İskenderiye konsolosu bir yazısında, Mehmed Ali’nin hasta olduğunu

ve tedavi için bir günlük mesafede bir yere gittiğini ve 8 gün sonra döneceğini

söylüyordu. Fransa’nın da Mısır meselesinin çözümünü çok istediğini ama müttefikler

arasındaki ittifakın biteceğini düşündüğü için işi yavaştan aldığını ve Mehmed Ali

Paşa’yı tahrik ettiğini belirtmekteydi. Meselenin çözümünün uzaması durumunda

Osmanlı Devleti ve diğer Avrupa devletleri için ortaya yeni problemler çıkacaktır diye

düşünmektedir. İngiliz-Fransız donanmasının Çanakkale önlerinde bulunması Rusya ve

Osmanlı Devleti için önemli bir tehdittir. İskenderiye’deki Rus konsolosu Mehmed Ali

Paşa ile görüşmesini şöyle özetliyordu: “… Donanmalarını Suriye sularında gezdirerek

bir de guya Mehmed Ali aleyhinde bir şey olmayub maslahat-ı Devlet-i Aliyye’yi ve

Rusya Devletini tehdid ve tahvif itmekden ibaret gibi zikrolunan donanmalar boğaz

ağzında durmaktadır. Ve bu halden anlaşılan şimdiye kadar ancak bir nısf-ı karar

virilmiş olub bu dahi maslahat-ı teşviş ve Düvel-i hamse beyninde ittifak ve ittihadın

bekası mümted olmayacağına dair olunan mütalaatı teyid iderek Mehmed Ali’yi teşci

itmekden başka bir şeye yaramaz...”295

Fransa’nın İstanbul elçisi Hariciye Nezaretine bir yazı yazarak, İskenderiye

konsolosundan Mehmed Ali Paşa’nın görüşlerini öğrendiğini ve Mehmed Ali Paşa’ya

Mısır Valiliği’nin veraseten bırakılması gerektiğini belirtiyordu. Fransa’ya göre,

Mehmed Ali Paşa Mısır dışındaki yerleri terketmeyi ve donanmayı iade etmeyi kabul

etmiştir. Ayrıca Hüsrev Paşa ile ilgili iddialarından vazgeçmiştir. Avrupa ve Osmanlı

Devleti’ne ortamı ifsat edecek, dengeleri bozacak her türlü girişimden uzak duracağına

söz vermiştir. Fransa olarak Mehmed Ali Paşa’nın; donanmayı iadesi, Vezir hakkındaki

taleplerini terk etmesi ve Mısır dışındaki toprakları terk etmeyi kabul etmesiyle

meselenin çözümü önünde bir engel kalmadığını düşünmektedir. Osmanlı Devleti,

Mehmed Ali Paşa’nın bu kabullerine uyarak kendisini ve Avrupa’yı bu büyük beladan

kurtarmalıdır. Sonuçlarının nasıl olacağını şimdiden tahmin edemeyeceğimiz bir savaş

kimseye bir yarar sağlamaz. “… Avrupa müsalaha ve asayişini ziyade ihafa ve ifsad

idecek mevaddını izale eylemek Saltanat-ı Seniyye’nin menfaat-i mahsusasına elzem

olduğu dahi yâd ve tizkar kılınmışdır. Donanmay-ı Hümayun’u iade eylemesi ve

davalarını tadil itmesi zımnında...”296

295

Defter3, s. 94- a. 296

Defter3, s. 94- a, b.

192

Fransa’nın Osmanlı Devleti’ne Mehmed Ali Paşa’nın istekleri konusunda baskı

yaptığını öğrenen İngiltere hemen devreye girerek meseleyi kendi lehinde çözeceğine

dair Osmanlı Devleti’ne garanti verir. Fransa ve Mısır beraber hareket ettiğinde Osmanlı

Devleti’ne üstünlük kursa bile müttefik devletler Mısır meselesinde Osmanlı Devleti’ni

desteklemekte kararlıdır. Bunu bilen Fransa tehditten öte bir harekete girişmeye cesaret

edemez. Bundan dolayı Osmanlı Devleti müttefik devletlere güvenmeye devam

etmelidir. “…Devlet-i Aliyye sebat gösterdiği ve bir teenni-i hekimâne istimal

buyurduğu halde nihayetinde netice-i hasene ve marziyyeye nail olmaması mümkün

olmadığından dolayı vaki olan ifadatımı tekrar idesiniz. Ve Mehmed Ali’nin kuvvet ve

nüfuzu sahihan ne olduğu meydana çıkmağa ve şimdiye kadar virilmesi murad olunan

renkleri zayi itmeğe başlamış olduğundan, memalik-i mahruseye hücuma muktedir

olmayub… ”297

Avrupalılar, Mehmed Ali Paşa’nın tümden ortadan kaldırılmasını çıkarlarına

uygun görmeyip Mısır’da veraseten Vali olarak kalmasının daha uygun olacağına karar

vermişlerdi. Osmanlı Devleti, Londra Sefiri vasıtasıyla Palmerston’dan bunu

engellenmesini istedi. İngiltere’nin İstanbul sefiri Ponsonbi bunun mümkün olmadığını

şimdilik sadece veraset konusunu engellemeye çalışmalarının daha uygun bir yol

olacağını söyledi. Osmanlı Devleti, Mehmed Ali Paşa’nın kayd-ı hayat şartıyla Mısır

Valiliği’ni kabul edip veraset konusuna karşı çıksa da Avrupa dengeleri buna izin

vermiyordu. Böylece Mısır veraseten Mehmed Ali Paşa idaresinde bırakıldı. “…

Şimdilik yalnız tevarüsün defini istida ve Mısır eyaletinin kayd-ı hayatla virilmesi

hakkında izhar-ı rica itmek icab ideceğini dahi tebliğ itmekde bulunduğundan hem onun

tebligatına tevafuk itmek ve hem de bir gûne vad-i sarih ile hiçbir suretle mukayyed

bulunmamak üzere ileride tevili kabil olabilecek vechile talimatın oraları bazı ibarât-ı

mübhem ile savuşdurulmuş …”298

Fransa; Mısır ve Suriye’nin Londra Antlaşması ile Mehmed Ali Paşa’nın elinden

alınmasına karşı çıkıyordu. Bunun üzerine İngiltere, Rusya ve Avusturya, Mısır’ın

veraseten, Suriye’nin ise bir bölümünün kayd-ı hayat şartıyla Mehmed Ali Paşa

idaresinde kalmasına savaşa girmemek için razı oldular. Bu konuda Fransa’yı ikna

edemeyen İngiltere, Osmanlı Devleti’nden bazı tavizler vermesini istedi. İngiltere,

297

Defter3, s. 95- b. 298

Defter3, s. 105- a, b.

193

Fransa olmadan Londra Antlaşması’nı uygulamanın zor olduğunu düşünüyordu. Çünkü

Avrupa dengelerini korumada şimdiye kadar en önemli müttefiki Fransa’dır. İngiltere,

Avrupa dengelerini korumada en önemli müttefiki olan Fransa’yı tümden küstürmek

istemiyordu. Mısır’ın tevarüsen Mehmed Ali Paşa’da kalması kabul edilip, Suriye ile

ilgili teklifler reddedilerek bir orta yol bulunmuş oluyordu. İngiltere savaşmakta isteksiz

davrandığı için Osmanlı Devleti böyle davranmak zorundaydı. Osmanlı Devleti,

Mısır’ın tevarüsen Mehmed Ali Paşa’da kalmasını kabul edip bu konuda bir ferman

yayınlayacağına söz vererek meselenin çözümünü onaylamış oluyordu “… İngiltere ve

Fransa ittifakını bozmamak içün Fransalu ile uyuşarak sairlerine meydan virmemek ve

Devlet-i Aliyyeye nâfi olacak vechile şu mesele-i Mısrıyye’nin dahi bir ortasını bulmak

dimek olduğundan… Madde-i Mısrıyye’nin arazi meselesinde beynlerinde ihtilaf peyda

olmak hasebiyle bu maslahat-ı ta fesh-i ittifak derecesine götürmekliği tecviz

idemediklerinden dolayı bazı müsaadat-ı cüziyeyi zaruri tensib itmiş olacaklarında

şübhe olmayub…”299

Mısır dışındaki toprakların paylaşılmasında büyük tartışmalar çıktı. Bazı

toprakların Mısır’a bırakılması noktasında Fransa ısrar ederken veraseten bırakılması

konusunda fazla ısrarcı olamadı. Osmanlı Devleti, Mısır dışındaki bir yerin Mehmed Ali

Paşa’ya verilmemesi için kararlı bir tutum takındı. İngiltere burada orta bir yol tutarak

Osmanlı Devleti’nden Mısır’ın veraseten Mehmed Ali Paşa’ya bırakılmasını kabul

etmesini, Fransa’dan ise Mısır dışında bir yerin Mehmed Ali Paşa’ya bırakılmasında

ısrarcı olmamasını istedi. Bütün bu tartışmalar belgelerde şöyle ifade edilir: “… Düvel-i

muşarun-ileyhim memurları beyninde hangi mahallin bırakılması ve nerelerin reddi

hususunda zuhur idecek ekseriyet-i ârâya mecburen taraf-ı Devlet-i Aliyye’den ızhar-ı

muvafakat olunmak lazım gelüb şu kadar ki, Mısır eyaleti hudud-ı muayyene-i

kadimesiyle tevarüsen Mısır Valisinin uhdesinde olacağından… Eyalet-i Mısrıyye’den

başka olarak Suriye eyaletlerinin bir karış mülkü tevarüsen virilmesi dermiyan

olunacak olursa savuşdurulmasına...”300

İngiltere, Mısır’ın veraseten Mehmed Ali Paşa’ya bırakılarak Mısır meselesinin

çözülmesine Osmanlı Devleti’ni ikna etmek için Rusya ve Avusturya’yı da yanına

çekmeye çalışıyordu. Bu iki devleti ikna etmek için yoğun bir diplomatik faaliyete

299

Defter3, s. 106- a, b. 300

Defter3, s. 106- a, b, 107- a.

194

girişti ve bunda İstanbul sefareti önemli bir rol oynadı. Palmerston, bir daha Mehmed

Ali Paşa’nın mesele çıkarmasını engellemek için bütün tedbirleri almaya çalışıyordu.

Londra Antlaşması bu tedbirleri sağlayan maddeleri içermekteydi ama Mehmed Ali

Paşa Fransa’ya güvenerek Antlaşmayı kabul etmemişti. İngiltere bu durumun Mısır’a

çok pahalıya patlayacağını bütün gücünü kullanarak ortaya koymaya çalışıyordu. Bunun

için Mehmed Ali Paşa’nın ancak bütün askerî, malî ve idarî konularda bu antlaşmaya

uyarak bağımsız kalabileceğini diplomatik yollarla ifade ediyordu. Mehmed Ali Paşa

durumun gerçekten kritik olduğunu anlayıp donanmayı iade edeceğini belirterek

antlaşma yoluna girmiştir. İngiltere bir süre Osmanlı Devleti’ni kızdırmamak için

İskenderiye Antlaşmasını gizli tutmuştur. Mehmed Ali Paşa’ya kendinden sonra Mısır

Valisi olacak kişiyi belirleme hakkı verilmesi onu antlaşma noktasında daha da teşvik

edecekti. “… Mısır Valisi’nin malik olabileceği kuvvet-i berriye ve bahriye Devlet-i

Aliyye’nin kuvvet-i icrasından madud olub Padişah-ı âlicah hazretlerinin hizmeti içün

hıfz olunmak hususları muahede-i mezkure muktezasındandır …”301

İngiltere özellikle ekonomik konularda çok dikkatli olunmasını istiyordu.

Ponsonbi bir yazısında, paranın tek bir yerde basılmasını ve Mısır’a ayrıca para basma

izni verilmemesini, Mısır’a diğer yerlerden ayrı olarak bir vergi konulmamasını, 1838

yılındaki yed-i vahid usulünü kaldıran ticaret antlaşmasının uygulanmasının doğru

olacağını, böylece gücün bazı ellere geçerek tarım ve zanaatın zarar görmesinin önüne

geçilebileceğini düşünmektedir. Eskiden kalma yanlış uygulamalar tarım ve sanayinin

ilerlemesini engellemekte böylece halk mağdur duruma düşmektedir. Halkın tarım ve

sanayide dengeli dağılımının sağlanması yararlı olacaktır. Böylece hem sanayide

kalifiye eleman bulunacak hem de tarım alanlarının ekimi için yeterli işgücü

bulunacaktır.“… Mısır halkının hiref ve sanayide olan istidadları ekser efrad-ı nasın

düçar-ı fakr ve mazarrata ibtila olmalarını müstelzim ve bunca arazi-i vesianın bundan

akdem mezru ve münbitiken vara vara menafi-i zıraat ve hırasetten hâli kalmalarını

müstevcib olan inhisarat-ı zalimâneden defaten azad olacağı derkar…”302

Barışı sağlamak için Osmanlı Devleti’nin de bazı tavizler vermesi gerektiği

İngiltere tarafından her fırsatta dile getiriliyordu. Osmanlı Devleti veraseti kabul ederek

buna başlayabilirdi. Artık Mehmed Ali Paşa’yı antlaşmaya ikna etmek için bir Mısır

301

Defter3, s. 114- a. 302

Defter3, s. 114- b.

195

fermanı yayınlayarak Mısır’a ve Londra’ya gönderme zamanı gelmişti. Mısır eyaletinin

veraseten Mehmed Ali Paşa’ya bırakıldığı yönündeki bir ferman hem Mısır hem Fransa

hem de diğer taraflar için ikna edici olacaktı. Bütün müttefik devletler bunun için

Padişah üzerinde baskı uygularsa istemeden de olsa böyle bir ferman yayınlamak

zorunda kalacaktı. İngiltere bunu sağlamak için diğer müttefik devletlerle yoğun bir

diplomatik görüşme trafiğine girdi. Palmerston liderliğindeki İngiliz hariciyesi uzun

süre bu özelliği ile temayüz edecektir. “… Benim mütalaam işbu müsaadât-ı seniyyenin

cümlesini yalnız bir emr-i âlide cem itmek olduğundan bu tarikle memulüme göre hem

Fransalu’nun meramı icra olunmuş ve hem hükümet-i seniyye-i şahâne ilan kılınmış

olur… ”303

Müttefik devletler Mısır’la ilgili bir ferman yayınlanması konusunda Babıâli

üzerindeki baskılarını 1841 yılı başından itibaren iyice artırmışlardı. Bu meselenin

uzaması kendileri için oldukça riskli durumlar ortaya çıkarmaktaydı. Avrupa devletleri,

Vali atamanın Osmanlı Devleti yetkisinde olduğunu ve bunu başka valilerde nasıl

uyguluyorsa burada da öyle uygulayabileceğini belirttiler. Yalnız; Mehmed Ali Paşa’nın

veraseten Mısır’a atandığını, vergi miktarını ve askeri konuları içeren bir fermanın

yayınlanarak taraflarına da gönderilmesini istiyorlardı. Bu fermanda özellikle veraset,

vergi ve askeri konulara vurgu yapılmasının faydalı olacağını belirterek; Verasetin ne

şekilde olacağı açıklığa kavuşturulmalı, Mehmed Ali ve oğlu İbrahim Paşa’nın valililiği

için ferman yayınlanmalı, Mehmed Ali Paşa’nın valilik görevini almak için İstanbul’a

gelmesi şart koşulmamalıdır diyorlardı. 27 Nisan 1841 tarihinde Londra Elçisi Şekib

Efendi’ye verdikleri ortak bir yazı ile Müttefik devletler şunları istemektedirler: “…

Yalnız tesviyesi lazım gelen Mısır Valiliği mesnedinin Mehmed Ali Paşa’nın familyası

azasından birinden diğerine suret-i intikal maddesi olub bu intikal-i tevarüs dahi eyalet-

i mezkurenin taraf-ı eşref–i hazreti şahânede Vali-i cedide tevcih ve ihsan buyrulması

suretiyle vukua geleceği… ”304

İngiltere’nin İstanbul elçisi Ponsonbi’ye göre Mehmed Ali Paşa Londra

Antlaşması’nı reddederek Mısır’a yönetici olma hakkını kaybetti. Bunun üzerine

müttefik güçler tarafından zor kullanılarak antlaşmaya zorlandı. Kendisine son şans

olarak gönderilen Amiral Napier’e, zorunluluktan dolayı Osmanlı Padişahı’na itaatini ve

şartları kabul ettiğini bildirmek zorunda kaldı. Böylece Londra Antlaşması’nı kabul

303

Defter3, s. 115- a. 304

Defter4, s. 54- a, b.

196

etmemesi durumunda uğrayacağı müeyyidelerden kurtuldu. Osmanlı Devleti’nin diğer

yerlerindeki uygulamanın Mısır’da da olmasını kabul ederek orta yolun bulunmasına

hizmet etti. Palmerston; bu meseleye müdahaledeki amaçlarının Padişahı isyandan,

Mısır halkını zulümden kurtarmak olduğunu belirtmekteydi. Mehmed Ali Paşa’nın

Mısır’da çok asker beslemesine izin vermenin amacı onun çok para harcamasını

sağlamaktır. Yoksa Mehmed Ali Paşa’nın yıllık vergi geliri Avrupa’dan daha fazla

olacaktır.

Mehmed Ali Paşa’nın maceralara girişmesini engellemek için ekonomik

imkânlarının sınırlandırılması gerekmekteydi. Palmerston’a göre Mehmed Ali Paşa

fazla miktarda gelire sahip olursa her türlü harekete girişebilirdi. Mehmed Ali Paşa’yı,

Osmanlı Devletinin tek başına bu düşüncesinden vazgeçirmesi çok zordu. Maddi

yönden kendine yeter hale gelmenin şart olduğunu daha önceki şartlar göstermişti.

Bundan dolayı bağımsız olmak istiyorsa, ekonomik olarak kendi başına ayakta

durabilmeliydi. Bütün yukarda belirttiğimiz görüşlerini dile getirdiği yazısında

İngiltere’nin İstanbul Elçisi Ponsonbi şunları söylemektedir: “…Mısır’da mevcud

olacak asakirin mikdarını taklil itmek suret-i derdest-i mütalaadır. Bu tedbirin iktizası

Valinin masarıfını taklil itmekdir. Bu takdirde Vali’nin yedinde kalan fazla Avrupa’nın

her bir kralından ziyade zengin itmeğe kâfidir… İmdi, akçe dimek elan bu memalikde

kuvvet dimekdir. Akçe kuvvetiyle Mehmed Ali ol derecelerde kesb-i rıfat itmiş ki havfı

bildirmek içün ol kadar meşakkat çekildi. Ve bu kadar kan döküldü …”305

Önce meseleyi silah zoruyla çözeceğini söyleyen Palmerston iş ciddiye binip

yanında başka bir güç bulamayınca çözümü zamana yaymanın Osmanlı lehine olacağını

söylemeye başladı. Bunda gerçekten diğer müttefiklerin savaşmaya yanaşmaması etkili

olduğu gibi, Mehmed Ali Paşa’nın bazı İngiliz ve Fransız gazetelerine parayla lehinde

yazı yazdırması da etkili olmuştur. Bu yöntemle Mehmed Ali Paşa, başta Fransa olmak

üzere Avrupa’da kendisine sempati besleyen bir kamuoyu ve basın kazanmayı

başarmıştır. Osmanlı Devleti aynı yöntemi izlemekte geç kalmıştı ama zaten

müttefiklere güvendiği için böyle bir yönteme ihtiyacı olmadığını düşünmekteydi.

Mehmed Ali Paşa’nın kamuoyu oluşturmada basının rolünü Osmanlı Devleti’nden çok

önce keşfettiği bu belgede açıkça ortaya çıkmaktadır. Mısır’ın Resmi Gazetesi Vekayi-i

Mısrıyye’nin Osmanlı Devletinin Resmi Gazetesi Takvim-i Vekayi’den üç yıl önce

305

Defter3, s. 119- a, b, 120- a, b.

197

çıkması da bunu göstermektedir.306

Paris ve Londra sefirleri konuyla ilgili yaptıkları

görüşmeler sonucunda vardıkları düşünceyi şöyle ifade etmektedirler: “…Gazeteler

vasıtasıyla Fransızlar, Mehmed Ali’nin mahbubu olub Mösyö Tiers çaresiz za’m-ı

ammeye tabi olacağından sizlere öyle görünmüşdür. Yohsa hakikaten Mehmed Ali’ye

sahabet ve iane değildir. Eğer Devlet-i Aliyye dahi Mehmed Ali’nin ittiği gibi akçe

kuvvetiyle bir iki gazete ele almış olaydı güzel olur… ”307

Müttefiklerin başta İngiltere olmak üzere, Fransa’nın muhalefeti nedeniyle

savaşmak yerine meseleyi zamana yaymanın daha faydalı olacağını düşündükleri

görülmektedir. Hiçbir Avrupa devleti Rusya ile beraber savaşmak istememektedir.

Avusturya ve Prusya savaş için ciddi bir askerî destek verebilecek durumda değildirler.

Müttefik devletlere göre mesele uzadıkça Mısır fazla miktarda asker ve donanma

bulundurmaktan dolayı ekonomik olarak zayıflayacaktır. Avrupalılar’ın bu görüşüne

itiraz eden Osmanlı elçilerine göre, tam tersine Mehmed Ali Paşa toplayacağı vergilerle

güçlenerek asker ve donanmasını daha da kuvvetlendirmeye fırsat bulacaktır. Askerî bir

müdahaleden uzak olarak geçirdiği her yıl onun için askerî ve ekonomik toparlanma için

fırsat olacaktır. “… Ve hem de bu maddenin uzaması halinde Mehmed Ali asker ve

donanma idaresinden dolayı pek çok masrafa giriftar… Maslahatın uzamasıyla

Mehmed Ali’nin beher sene canib-i Saltanat-ı Seniyye’ye vireceği virgü yanına kalarak

asker ve mühimmatını ondan idare ile evvela bu suretle istifade ve saniyen teksir-i

askere mecbur olarak bu cihetle daha ziyade kesb-i kuvvet ideceğine dair ve sair

mazarrata müsteniddir.”308

Avusturya Devleti Başvekili Matternih, Mehmed Ali Paşa’nın tamamen devreden

çıkarılması gerektiğini düşünmektedir. Bu nedenle Osmanlı yönetiminden veraset

konusunu kesinlikle kabul etmemesini istiyordu. Avusturya, veraset konusunun ya

kaldırılması ya da sınırlandırılması gerektiğini düşünüyordu. Çünkü bu durum diğer

eyaletlere bağımsızlık noktasında cesaret verirdi. Böyle bir düşüncenin gelişmesi sadece

Osmanlı Devleti’ne zarar vermez bütün çok uluslu İmparatorluklar’ın sonu olurdu.

Fakat İngiltere meseleyi savaşsız olarak çözmeye kararlıdır ve bunun için her türlü

tavizi vermeye hazırdır. Bunun için donanmayı üç gün içinde iade etmesi, Suriye,

306

O. Koloğlu, A.g.e., s. 28, 29. 307

Defter3, s. 125- a, b. 308

Defter3, s. 125- a, b.

198

Lübnan ve diğer yerlerdeki askerleriyle memurlarını geri çekmesi ve barış için hiçbir

önşart ileri sürmemesi yeterlidir. Bu konuda onu birçok konuda müttefiki olan Fransa ve

kamuoyu sıkıştırmaktadır. “… 3 gün mühlet zarfında Donanmay-ı hümayunun redd ü

iadesine karar virir ve Beriyyetüşam’da olan asker bâkiyesiyle Girid ve sair yerlerde

olan asker ve memurlarının celbine teşebbüs ider ve bununla beraber hiçbir şeyi talik

ve şart itmeyerek atebe-i ülyayaya dehalet ve iltica eyler ise ol takdirde kendüsinin

Mısır Paşalığında ibkası hususunun taraf-ı eşref-i hazreti Padişahîden niyaz ve ricasına

Düvel-i müttefikanın sarf-ı himmet ideceklerini Mehmed Ali Paşa’ya tahriren beyan

ile...”309

Bu durumu Mehmed Ali Paşa önce kabul etmek istemedi. Bunun üzerine müttefik

donanma Mısır üzerine yöneldi. Donanmanın toplarını İskenderiye’ye çevirmiş olan

İngiliz amirali Napier bazı şartlarla Mehmed Ali Paşa’ya antlaşma teklif etti ve şayet

kabul etmezse 1 saat içinde İskenderiye’yi işgal edeceğini belirtti. Fransa da bir savaşı

göze alamadığı için bunun son şansı olabileceği konusunda danışmanları vasıtası ile

Mehmed Ali Paşa’yı uyardı. Bunun üzerine Mehmed Ali Paşa, Mısır’ın veraseten

kendisine bırakılması şartıyla teklifi kabul etti. “… Napier, Mehmed Ali Paşa ile

mülakat iderek Donanmay-ı hümayunun reddini ve asakir bakiyesinin celbini teklif ile

beraber bu sureti kabul itmediği halde bayağı bir saat içinde İskenderiye’yi zabt

ideceğini ifade eylediğinde, Mehmed Ali Paşa tarafından muvafakat-i kâmile

gösterilmiş…”310

İngiltere daha önce de belirttiğimiz gibi Mehmed Ali Paşa’nın elindeki bütün

yerlerin alınması düşüncesindeydi. Fakat Mehmed Ali Paşa lehinde olan Avrupa

kamuoyu ve müttefiklerin görüş ayrılığı bunu engellemiştir. Ayrıca Mehmed Ali Paşa

durumun ciddiyetini anlayınca kendi lehinde propaganda yapılması için başta para

olmak üzere bütün yolları denemiştir. Bu durum hakkında Mustafa Nuri Paşa ilginç bir

anekdot zikreder ve şunları kaydeder: “Akka kalesinin alınmasından sonra

İskenderiye’nin de alınması düşünülmüştü. Ama Mehmed Ali Paşa artık para gücünün

kullanılması zamanının gelmiş olduğunu anlayarak İngiltere Başvekili bulunan kişiyi

kandırıp tuzağa düşürmüş olduğundan Mısır eyaletinin miras yoluyla babadan oğla

geçmesine Mehmed Ali Paşa yanaşırsa işin bitirilmesi İngiliz Amiraline yazılmış.”311

309

Defter3, s. 131- b, 132- a. 310

Defter3, s. 131- b, 132- a. 311

M. Nuri Paşa, A.g.e., s. 280.

199

Bu antlaşmadan sonra daha önce Mısır’a götürülmüş olan Osmanlı donanması

İstanbul’a geri getirildi. Mısır yönetiminden alınıp Osmanlı yönetimine geçen

vilayetlere valiler atandı. O sırada İngiltere’nin İstanbul elçisi olan Ponsonbi’nin,

Mısır’ın Mehmed Ali Paşa’ya verilmesine karşı olduğu halde devleti görevlendirdiği

için, Babıâli’ye bu kararın kabulünü teklif ederken öte yandan gizli olarak bu teklifin

kabul edilmemesini söylediği belirtilmektedir. Ancak Osmanlı Devleti bu antlaşmayı

onayladı. Amiral Napier ile Mehmed Ali Paşa arasında yapılan antlaşmaya uygun olarak

Sultan Abdülmecid tarafından bir ferman yayınlandı. İşin doğrusu, yukarıda da

belirttiğimiz gibi İngilizler daha ileriye gitmekte gönülsüz olduğu için Osmanlı

Devleti’nin tek başına Mısır’ı silah zoruyla alacak ne parası ne de askeri gücü yoktu. Bu

nedenle Akka’dan ileriye gidilemeyip orada alınanlarla yetinildi.

Osmanlı Devleti, Mısır meselesinin tamamen hallolması için ferman yayınlaması

yolunda yapılan müttefik tekliflerini sonunda kabul etti. Çünkü Mehmed Ali Paşa ile tek

başına savaşıp onu yenecek gücü yoktu. 24 Mayıs 1841 tarihinde yayınlanan Mısır

Fermanı şöyledir:

”Zikr-i âti şerait ile uhdesine maa’t-tevarüs Mısır eyaleti ibka ve takrir kılınan

Vezirim Mehmed Ali Paşa’ya; Bu defa ibraz ve izhar ettiğin itaat ve gerek zat-ı

hümayun-ı şahâneme ve gerek menafi-i Devlet-i Aliyyem hakkında arz eylediğin sadakat

ve ubudiyet ve niyyât-ı hulûs u istikamet karîn-i ilm-i âlem-ârâ-yı şahâne ve bu husus

bais-i mahzuziyyet-i padişahânem olduğuna…

Tûl-i müddet Mısır Valiliğin hengâmında ahvâl-i Mısrıyye hakkında kesb ettiğin

tecrübe ve vukuf ve malumatın cihetiyle taraf-ı eşref-i mülûkânemden hakkında mebzûl

ve sezavâr olan inayât ve itimada kesb-i istihkak edeceğine yani kadr ü şükrünü

bileceğine ve bu hasail-i mahsûsasının evlad u ahfâdına dahi intikali esbabının

istihsaline gayret eyleyeceğine delalet eylemesine binaen bi’l-fiil Sadrazamım

tarafından memhûren gönderilen haritada meşrûh hudud-ı adime-i malûme ile mahdûd

olan eyalet-i Mısrıyye uhdende imtiyaz-ı veraset ilavesi ve şerait-i atiye ile ibka

olunmuş olmağla,

Bundan böyle hal vukuunda doğrudan doğruya evlâd u ahfâd-ı zukûrunun

büyükden büyüğüne intikal ile suret-i nasbları taraf-ı Devlet-i Aliyyemden icra kılınması

ve hasbe’l-kader evlâd-ı zukûrun inkırazı vukuunda eyalet-i merkûmenin taraf-ı Devlet-i

Aliyyemden âhere tevcih ü ihalesi lazım geleceğinden evlâd u inasdan mütevellid olan

200

zukûrun bu babda bir gûne istihkak ve selahiyetleri olmaması ve Mısır Valileri her ne

kadar imtiyaz-ı verasete mazhar olmuşlar ise de rütbe hususunda ve kıdem-i vezarete

göre takaddüm ve teehhür maddesinde sair vüzera ile musavât üzere bulunacaklarından

Devlet-i Aliyyem’in vüzerası haklarında her ne vechile muamele olunmakda ve nasıl

elkâb u unvan yazılmakda ise Mısır Valisi olanların dahi ol muamelât ve elkab u

unvana nail olması…

Ve Gülhane hatt-ı hümayunumuzun ahkâm-ı celilesi iktizasınca emniyet-i can u

mal ve mahfûziyet-i ırz u namus mevâdd-ı şeriyye-i mukteziyyesi Devlet-i Aliyyemin

düvel-i mütehâbbe ile yapılmış ve yapılacak cemi-i muahedâtı Mısır eyaletinde dahi

kâmilen icra olunması ve Saltanat-ı Seniyyemin tesis olunmuş ve olunacak kâffe-i

kavanîn-i nizamiyesinin dahi eyalet-i mezkûrenin iktizay-ı mevkiine tatbîkan ve usûl-i

adl ü insafa tevfîkan hüsn-i ifa kılınmış ve eyalet-i mezkûrenin kâffe-i vergi ve varidâtı

ism-i şahaneme olarak tahsil ve istifa olunup Mısır ahalisi dahi tebaa-ı Devlet-i

Aliyyemden olmalarıyla haklarında vakten mine’l-evkat bir gûne zulm ü taaddi vukua

gelmemek için orada tahsil olunacak aşar ve rusûmât ve sair verginin Devlet-i

Aliyyemin mültezem olan usûl-i adliyesine tatbik kılınması ve eyalet-i Mısrıyye’nin

gümrük ve cizye ve aşar ve varidât ve hâsılat-ı sairesinden diğer ferman-ı âli-şanımda

münderic ve musarrah olan mikdar-ı vergiy-i senevînin vakt ü zamanıyla tediyesine

dikkat olunması,

Ve beher sene Haremeyn-i Muhteremeyn’e eyalet-i Mısrıyye’den aynen irsal ü

itası mutad olarak şimdiye kadar irsal oluna gelen zehair ve saire her ne ise kâmilen

başkaca mahallerine irsal olunması ve muamelât-ı nâsın mizan-ı hakikisi olan

meskûkâtın tashihi hususunda nezd-i Saltanat-ı Seniyyemde karar verilerek bundan

böyle ne ayar ve ne fiyatının tağyiri mümkin olamayacak suretle tanzim olunacağından,

Mısır’da nâm-ı namî-i şahâneme olacak kat’ u darbına ruhsat-ı seniyye-i mülûkânem

erzan kılınan altın ve beyaz akçenin dahi gerek ayar ve fiyatça ve gerek şekl ü heyetce

buranın meskûkâtına muvafık bulunması,

Ve Mısır eyaletinin hengâm-ı sulhda muhafaza-ı dâhiliyesine 18 bin nefer asker

kâfi olacağından bu adedi tecavüz etmesi caiz olmaması fakat Mısır’ın kuvve-i berriye

ve bahriyesinin dahi hidmet-i Devlet-i Aliyyem için müretteb olduğundan hengâm-ı

muharebede askerin taraf-ı Devlet-i Aliyyemden tensib olunacak suretle tezyid-i mikdarı

caiz görülmesi ve memalik-i Devlet-i Aliyyemin sair mahallerinde müstahdem olan

201

neferât-ı askeriyenin 5 sene müddet hidmet ettiğinden sonra neferât-ı cedide ile istibdal

olunması usulü karagîr olduğundan Mısır’da dahi usulü mezkurenin icrası lâzımeden

ise de müddet-i istihdam bahsinde ol tarafın istidad-ı ahalisine ve usul-i hakkaniyete

göre icray-ı iktizasına bakılması ve istibdal-ı askeri için beher sene Dersaadetim’e 400

nefer asker gönderilmesi ve orada istihdam olunacak askerin nişanlarında ve

sancaklarında Devlet-i Aliyyemin sair askerinden hiç fark bulunmaması.

Ve süfün-i Mısrıyye’de kullanılacak zabitânın nişanları ve süfün-i mezkurenin

sancakları dahi buranın aynı olarak yapılması ve berrî ve bahrî zabitândan miralaylık

rütbesine kadar Mısır Valisi bulunanların rey-i intihabıyla tayin olunup ol rütbelerden

yukarıda bulunan yani mirliva ve ferik paşaların memuriyetleri mutlaka bu taraftan

istizan ile irade-i seniyyem suduruna mutavakkıf tutulması Ve badezin Mısır Valisi

bulunanların taraf-ı Devlet-i Aliyyemden istizan ile ruhsat-ı sarîha-ı katiye olmadıkça

süfün-i harbiye yapılmaması

Ve işbu şerait-i müessesenin her birisi imtiyaz-ı verasete merbût ve muallak

olduğundan bunlardan birinin adem-i icrası takdirinde ol veraset-i imtiyaziyyenin

derhal fesh ü nez kılınması hususlarına irade-i seniyyem şeref-sudûr buyurulmuş

olmağla sen ve gerek evlâd u ahfâdın bu inayet-i aliyye-i şahânemin kadr ü şükrünü

bilerek ona göre şerait-i müessesenin müdekkikâne icrasına …” Fi 2 Rebiulâhir sene

257 (24 Mayıs 1841)312

Fermanın maddeleri incelendiği zaman 10 konu üzerinde odaklandığı görülür. Bu

konular şunlardır:

A- Aşağıda belirtilen şartaları yerine getirmen şartıyla Mısır Valiliği sana

verilmiştir.

B- Bazı hatalarına rağmen uzun süreli hizmetlerinden ve Mısır’daki hayırlı

faaliyetlerinden dolayı ekteki haritada belirtilen yerler sana bırakılmıştır.

C- Eyalet Valiliği veraseten en büyük oğluna ve devamında diğerlerine

geçecektir. Valilik erkek bir varis olmaması durumunda hanedanın kızlarına

geçmeyecek, bunun yerine Osmanlı Devleti tarafından istenilen biri

görevlendirilecektir.

D- Mısır Valisi her ne kadar bir vali olarak ifade edilse de Osmanlı Devleti

protokolündeki yeri Vezir’e eşit olacaktır.

312

A. Lütfi Efendi, A.g.e., s. 1076- 1077.

202

E- Tanzimat Fermanı ve Osmanlı Devleti’nin diğer devletlerle imzaladığı

antlaşmalar Mısır içen de aynen geçerli olacaktır. Vergi diğer yerlerle aynı

olacaktır.

F- Osmanlı Devleti’ndeki bütün kanun ve kurallar Mısır için de geçerli olacaktır.

Hiçbir konuda halka zulüm manasına gelebilecek bir yola başvurulmayacaktır.

G- Hiciz’a şimdiye kadar temel ihtiyacın karşılanması için Mısır’dan gönderilen

zahire ve diğer mallar bundan sonra da aynen gönderilecektir. Mısır’da

basılmasına izin verilen altın ve akçenin ayarı ile oynanmayacaktır.

H- Barış döneminde Mısır’ın 18 bin asker bulundurmasına izin verilmiştir. Savaş

durumunda bu sayı her iki tarafın ortak kararı ile artırılabilir. Her sene

Padişah’ın korunması için 400 muhafız askeri İstanbul’a gönderilecektir.

İ- Mısır gemilerinde bulunacak subayların nişan ve sancakları Osmanlı Devleti

ile aynı olacaktır. Osmanlı devleti izin vermeden yeni savaş gemisi

yapılmayacaktır. Rütbeleri albaylığa kadar Mısır Valisi verirken bunun üstünü

Osmanlı Devleti verecektir.

J- Veraset imtiyazı bu şartların tamamen yerine getirilmesine bağlıdır.

Hariciye Nâzırı Mustafa Reşid Paşa’nın kaleme aldığı Ferman-ı âli Mısır’a

yollandığında Mehmed Ali Paşa fermanda yazılı 2 koşulun yeniden düzenlenmesini

isteyerek fermanı geri yolladı. Bu değişiklikler yapılarak ferman yukarıdaki şekilde

düzenlenerek üzerinde anlaşıldığı şekilde Mısır’a geri gönderildi. Mehmed Ali Paşa’nın

değiştirilmesini istediği 2 madde şunlardı:

1- Eyalet mirasının en akıllı oğla (evlad-ı erşed) geçeceği koşulunun en büyük

oğla ( evlad-ı ekber) ibaresi ile değiştirilmesi.

2-Mısır gelirlerinin 4’te 3’ü yerel giderler için bırakılıp 4’te 1’inin İstanbul’a

gönderilmesi fıkrasının, İstanbul’a yılda 80 bin kese gönderilir şeklinde sabit bir

miktara bağlanması idi.313

Bu ferman ile Osmanlı Devleti ve Mehmed Ali Paşa anlaşmak için İngiltere’nin

baskısıyla karşılıklı bazı tavizler veriyorlardı. Osmanlı Devleti maalesef bir Valisi ile

yabancı devlet aracılığı ile anlaşmak zorunda kaldı. Böylece tarihi 500 yıla dayanan ve

uzun süre üç kıtada hüküm süren koca devlet temellerinden sarsılmaya başlayarak

313

M. Nuri Paşa, A.g.e., s. 280- 281.

203

yıkılma sürecine girmiştir diyebiliriz. Bu fermanla; Mehmed Ali Paşa esasen çıkarıldığı

7 eyaletten feragat ediyor ve donanmayı İstanbul’a gönderiyordu. Kendisine veraseten

Mısır ve Sudan’ın bir bölümünün Valiliği veriliyordu. Sudan’ın Kızıldeniz’e bakan

Sevakin sahilleri Osmanlı Devleti’nde kalacaktı. Eritre de Osmanlı idaresinde kalırken

Sina yarımadasının yarısı Mehmed Ali Paşa’ya bırakılacaktı. Mehmed Ali Paşa

neslinden en büyük erkek Mısır Valisi olacak, erkek nesli kesilirse kızların erkek

çocukları Vali olamayacaktı. Mısır Valisi diğer Valiler gibi Vali ünvanı ve Vezir payesi

taşıyacak ve protokolde Şeyhülislam’dan sonra 4. sırada bulunacaktı. İstanbul’a yılda

yaklaşık 80 bin kese yani yaklaşık 4 milyon akçe vergi yollayacak, refah düzeyi arttıkça

bu vergi artırılabilecek ama düşürülemeyecekti. Mısır Valisi 18.000 asker bulunduracak

ve Osmanlı Devleti savaşa girdiğinde bunları cepheye yollayacak, barış zamanında ise

her yıl değiştirilmek üzere 400 askeri İstanbul’a gönderecekti. Fazla asker derhal terhis

edilecek, fazla gemi ve donanma olmayacaktı. Mısır askeri Osmanlı üniforması

giyecekti. Mısır’da, Osmanlı bayrağı dalgalanacak, başka bir bayrak kullanılmayacak,

Osmanlı sikkesinden başka sikke kesilmeyecek ve hutbe padişah adına okunacaktı.

Mısır, merkezden izin almadan bir başka devlete borçlanamayacaktı. Osmanlı

Devleti’nin bütün kanun ve uygulamaları aynen Mısır’da da geçerli olacaktı. Mısır

Valisi ancak albay rütbesine kadar rütbe ve sivil makamları tevdi edebilecek bunun üstü

ise Padişah tarafından verilebilecekti. Tanzimat fermanına göre Mısır Valisi mahkeme

kararı olmaksızın hiç kimseyi cezalandıramayacak ve Osmanlı Devleti’nde geçerli

vergiler dışında vergi toplayamayacaktı. Mısır Valisi merkezden izin almadan başka bir

devletle direkt görüşemeyecek ve antlaşma imzalayamayacaktı.314

314

Y. Öztuna, A.g.e., s. 475.

204

V. İkinci Londra Görüşmeleri ve İkinci Londra Antlaşması

1841 senesi Şubat ayında Mehmed Ali Paşa Padişah’a tamamen bağlandığı ve

buna karşılık Mısır ülkesi veraseten Paşa’ya verildiği zaman, Londra Antlaşması ile

hedeflenen amaca ulaşılmıştı. Ancak büyük devletlerin Mısır meselesine müdahalesinin

asıl sebebi olan Boğazlar meselesi henüz çözülememişti. Fransa’nın Londra

Antlaşması’na katılmaması nedeniyle onun da kabulüyle Boğazlar meselesinin

çözülmesi gerekiyordu. Fransa’nın bu antlaşmayı kabul etmemesi her zaman yeni

problemlere yolaçabilirdi. Bu durumu Rus temsilci Brunof şöyle ifade etmektedir:

“Fransa’nın Boğazlar meselesinde istisnai bir mevkide bulunduğu ve diğer devletler

tarafından Londra sözleşmesinin dördüncü maddesine uygun olarak, Osmanlı Devletine

verilen açık ve kesin taahhüde benzer bir taahhüd ile Babıâli’ye bağlı olmadığını bir

gün iddia edebilmesine meydan vermemek üzere, Fransa’yı Boğazların kapalılığı

esasını bozulması mümkün olmayan bir düstur olarak tanımaya ikna etmeye

çalışmalıyız. Bundaki menfaatimiz pek aşikârdır.”315

Yeni antlaşma tasarısı Lord Palmerston ile Baron Brunof tarafından düzenlendi.

Brunof, Padişah’ın bütün dost devletlere bu antlaşmaya katılmalarını teklif etme

hakkının saklı olduğu manasında bir maddeyi sözleşme metnine ilave etti. Bu,

Boğazların kapalılığı esasının sadece 5 devlet arasında olmayıp Türkiye ile

münasebetlerini devam ettiren bütün denize kıyısı olan devletler için gerekli olduğu

düşüncesinden ileri geliyordu. Yeni antlaşma uzun görüşmeler sonucunda Fransa da

dâhil olmak üzere 5 büyük devlet ile Osmanlı Devleti arasında 13 Temmuz 1841

tarihinde Londra’da imzalandı. Bu antlaşmanın mukaddimesinde; Padişah’a ait

hükümranlık haklarının 5 devlet tarafından koruma altına alındığı, bu haklara riayet

etmekten geri durulmayacağı ve Osmanlı topraklarında huzur ve emniyetin

yerleşmesinin kendileri tarafından samimiyetle istendiğinden bahsedilmektedir. Böylece

Osmanlı Devleti’nin yaşaması İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya ve Prusya tarafından

ortaklaşa kefalet altına alınıyordu. İkinci Londra Antlaşması’nın Osmanlı Devleti’ni

yakından ilgilendiren birinci ve ikinci maddeleri şöyledir:

1- Bir taraftan Padişah, yabancı devletlerin savaş gemilerinin Çanakkale ve

İstanbul Boğazlarına girmesini ebediyen meneden ve saltanatın değişmez bir kaidesi

315

S. Goryanof, A.g.e., s. 137.

205

olan esasları muhafaza etmek azminde olduğunu ve Osmanlı Devleti diğer devletlerle

barış halinde bulundukça Boğazlara hiçbir yabancı savaş gemisinin girmeyeceğini

beyan eder. Diğer taraftan bu antlaşmanın altında imzaları bulunan Avrupa

hükümdarları, Padişahın bu azim ve kararına riayet edip, yukarıdaki kaideye uygun

hareket etmeyi üstlenirler.

2- Padişah, yukardaki madde ile beyan olunan saltanatının eski kaidesinin

bozulmadığını ilan etmekle beraber, savaş sancağı altında seyr ü sefer edip alışıla

geldiği üzere dost devlet elçilikleri maiyetinde istihdam olunacak küçük deniz

taşıtlarının Boğazlardan geçmesi için gereken ferman-ı hümayunlarını çıkarma hakkını

muhafaza etmektedir.

İkinci Londra Antlaşması’nın mukaddime ve maddelerinden anlaşıldığı kadarıyla

Avrupa devletleri, kendi imkânları ile yaşayamayacak kadar zayıf olan Osmanlı

Devleti’ni yaşatmak için ittifak etmişlerdir. Ruslar başta olmak üzere Avrupa devletleri

sınırları boyunca Osmanlı Devleti gibi zayıf bir devletin bulunmasının birçok faydaları

olduğunu görmüşlerdi. Başka emelleri olan Avrupa devletleri tarafından Osmanlı

Devleti’ni korumak için yapılan bu ittifak büyük rekabetlerin doğmasına da neden oldu.

Böylece görünüşte mesele çözülmüş ise de gizliden gizliye büyük devletler arasında

çıkar çatışmasından doğan çekişme uzun süre devam edecekti. Bu rekabet ileride

görüleceği gibi Osmanlı Devleti ile en uzun sınırları olan Rusya’nın aleyhine olmuştur.

Mustafa Reşid Paşa’nın Mısır meselesini halledince tarihi düşmanı Rusya meselesine

odaklanacağı aşikârdı.

Amiral Napier ile Mehmed Ali Paşa arasında yapılan 27 Kasım 1840 tarihli

İskenderiye Antlaşması’nın 24 Mayıs 1841 tarihli Mısır Fermanı ile Padişah tarafından

onaylanması sonucu Mısır meselesi kesin olarak çözülmüştü. Böylece Osmanlı tarihinin

en önemli isyanı olan Mısır meselesinin çözülmesi ve Avrupa devletlerinin Osmanlı

Devleti yanında yer alması İngiliz taraftarı olan Mustafa Reşid Paşa’nın elini oldukça

güçlendirmişti. Boğazlar meselesini çözmek için Londra’da yapılan görüşmeler

Osmanlı Devleti’nin Mısır meselesini çözmek için Rusya ile yaptığı ağır antlaşma

şartlarını hafifletmek için bir fırsattı. 13 Temmuz 1841 tarihli II. Londra Antlaşması ile

Osmanlı Devletini Rus hegemonyası altına sokan 1833 tarihli Hünkâr İskelesi

Antlaşması iptal edildi. Bu antlaşmaya göre; Osmanlı Devleti ve Rusya’dan başka hiçbir

devlet Karadeniz’de gemi bulunduramayacak, hiçbir savaş gemisi boğazlardan geçip

206

Marmara’ya giremeyecek ve savaş halinde boğazlardan geçecek savaş gemilerini

Osmanlı Devleti tespit edecekti. Rusya bu şartların kendisi için çok ağır olduğunu

anladığında geç kalmıştı. Mustafa Reşid Paşa’nın sistemli bir biçimde Mısır ve Rusya

problemini halletmeye çalıştığını Mehmed Ali Paşa daha önceden anlamıştı ama büyük

devletlerin Osmanlı Devleti tarafını tutması nedeniyle engelleyememişti. Bir gün bu

konuda Mısır’daki Rusya konsolosuna Mustafa Reşid Paşa hakkında: “Bu adam beni

nasıl Mısır’a kapanmaya mahkûm ettiyse, efendisi Sultan Mahmud ile o kadar uğraşan

Çarınız Nikolay’a da dehşetli bir oyun oynayacaktır demiş böyle bir şeye ihtimal

vermeyen konsolos tebessüm etmiştir.”316

İkinci Londra Antlaşması ile Avrupa devletleri, Padişah’ın istiklalini tanıyıp

korumayı taahhüd ediyorlarsa da Boğazlar konusunda istediği gibi davranmasına bazı

sınırlamalar getiriyorlardı. Bu antlaşma her iki taraf için de bağlayıcılığı olan mecburi

bir tahhüdü ihtiva ediyordu. Bu taahhüd, ne Babıâli’nin büyük devletlerden birine karşı

taahhüdüdür, ne de büyük devletlerden biri tarafından diğerlerine karşı tek başına

yapılmış bir taahhüddür. Bu zincirleme olarak 6 devleti de bağlayan bir sözleşmedir.

Böyle ortak ve bölünemez bir garanti birinci antlaşmada yoktur. Bu antlaşma ile ilgili

devletler ayrı olarak değil bir bütün olarak Osmanlı Devleti’nin bağımsızlık ve

bütünlüğünü garanti ediyorlardı. Avrupa’yı bu noktaya getirmede Matternih ve

Palmerston’un büyük etkisi olmuştur. Yani bu antlaşma ile bütün devletler antlaşmayı

tek taraflı olarak bozdukları zaman diğer devletlere karşı mesul duruma düşüyorlardı.

Rusya da bu antlaşma sonucunda Hünkâr İskelesi Antlaşması ile tek başına yüklendiği

Osmanlı Devleti’ni yaşatma yükünden kurtulurken Boğazlar konusunda kazandığı bazı

haklardan feragat ediyordu.

İkinci Londra Antlaşması ile Mısır ve Boğazlar meselesi Osmanlı Devleti ve

Avrupa devletlerinin azami faydalarına olacak şekilde çözüme kavuşturulmuştur. Bu

antlaşma ile Osmanlı Devleti, Avrupa devletleri tarafından koruma altına alınırken

bunun karşılığında istenilen bütün yenilikler yapılmaya çalışılmıştır. Osmanlı Devleti

bir nevi onların istediği değişiklikleri yapmak şartıyla yaşamasına izin verilecek yarı

bağımsız bir devlet durumuna getirilmiştir.

316

Y. Öztuna, A.g.e., s. 476.

207

VI. Mısır Meselesinin Osmanlı Tarihi Açısından Sonuçları

Mısır meselesini çözmek için II. Mahmud Osmanlı Devleti’ni hızlı bir şekilde

mutlakıyetçi modernleşmenin içine soktu. Çünkü Osmanlı sisteminin çağın ihtiyaçlarına

cevap veremeyecek oranda her alanda çağın gerisinde kaldığını görmüştü. Bunun için

idarî, malî, siyasî ve sosyal alanlarda pek çok yenilikler yaptı. II. Mahmud bu yenilikleri

geçici bir sevda için yapmadığını bunları bizzat uygulayarak ve yerleşmesini sürekli

takip ederek gösterdi. Fakat II. Mahmud yaptığı bu yeniliklerin sonucunu göremeden

öldü. Babasının ölümü üzerine Abdülmecid tahta çıktığı zaman Osmanlı Devleti’nin

durumu gerçekten kötüydü. Abdülmecid; ordusu yenilgiye uğramış, donanması Mısır’a

kendi komutanı tarafından teslim edilmiş, topraklarının büyük bir bölümü bir Valisi

tarafından işgal edilmiş ve ülkesinin her tarafında karmaşanın hüküm sürdüğü bir

Padişahtı. Sultan’ın bir karar vermesi gerekiyordu; ya Avrupa’nın maddi ve manevi

desteğini almak için yeniliklere dört elle sarılarak iç kamuoyunun bir kısmını karşısına

alacak veya bütün yenileşme çalışmalarına son vererek Avrupa devletlerini ve

kamuoyunu karşısına alacaktı.

Abdülmecid yeniliklere hızla devam etmeyi ve yenilikçi yöneticileri desteklemeyi

seçti. Burada onun babası tarafından yetiştirilme tarzı ve hayat felsefesinin tesiri olduğu

kadar Avrupa’nın desteğine duyduğu ihtiyaç da etkili olmuştur. Yenilikleri hızlı bir

şekilde sürdürerek dış destek sağlayıp, içeride oluşturacağı yeniliklere açık aydın ve

yönetici tabakası vasıtasıyla, devleti hızlı bir şekilde bu durumdan kurtarmak istiyordu.

Genç Padişahı bütün bu çalışmalara teşvik eden baş müşaviri Mustafa Reşid Paşa

olmuştur. 1826 yılında yeniçeri ocağının kapatılmasıyla başlayıp 1856 yılında Islahat

Fermanının ilanına kadar süren bu 30 yıllık süreçte Osmanlı Devleti’nde hâlen etkisini

hissettiğimiz köklü reformlar yapıldı. Bu dönem daha sonra Cumhuriyet nesillerinin de

yetiştirileceği bir dönüm noktası olmuştur. II. Mahmud döneminden itibaren yetişen bu

yenilikçi nesil, rehber olarak Osmanlı Devleti’nin haşmetli dönemini örnek alan önceki

nesillerden farklı olarak, Avrupa’yı örnek almaya başlamıştır. Bunun ilk adımlarını daha

önceden III. Selim atmışsa da devamı getirilememişti. Ama artık dönemin ileri

gelenlerinin gözünde bunu denemekten başka çare kalmamıştı.

XIX. yüzyıl sadece Osmanlı Devleti için değil Avrupa ve bütün dünya için de

birçok yönden dönüm noktası olmuştur. XVIII. Asrın sonlarından itibaren ortaya çıkıp

208

başta Avrupa olmak üzere bütün dünyayı etkileyen Fransız İhtilali, Sömürgecilik ve

Sanayileşmenin tesiriyle çok uluslu İmparatorluklar’ın sonu gelmişti. İmparatorluklar’ın

yerini ulus devletlerinin almaya başlamasıyla Cumhuriyetler hızla doğmaya başladı.

Avrupa’nın kendi içinde de bu problem vardı ama Avrupa hızlı bir şekilde bunu aşıp

dünya’ya yayılmaya başladı. Osmanlı Devleti, devlet felsefesi olarak batıyla aynı

kulvarda yer alacak düzenlemelerden uzaktı. Avrupa’nın hızla uyguladığı yeni ticaret ve

sömürge biçimlerine bundan dolayı ayak uyduramadı. Osmanlı Devleti fethettiği yerleri

belli bir vergiye bağlayıp oraya bir yönetici atıyor ve bunun dışında halkı çok rahatsız

edecek uygulamalardan uzak duruyordu. Avrupa’nın sömürgeci devletleri ise işgal ettiği

yerlerin işlerine yarayacak her şeyini almaktan çekinmiyordu. Osmanlı Devleti ve

Avrupa’nın sonradan geri çekildiği yerlere baktığımız zaman kimin sömürgeci olarak

kimin düzenleyici olarak gittiğini açık biçimde görebilmekteyiz. Osmanlı Devleti

yaptığı bütün yeniliklere rağmen sömürgeci olamadığı için yıkılmıştır demek galiba

fazla iddialı bir laf olmaz.

Dönemin Padişahları ve yöneticilerinin bazıları aslında tutucu düşünceler taşısalar

da dünyanın değiştiğini ve kendilerinin de değişmesi gerektiğini düşünüyorlardı. Örnek

olarak II. Mahmud’u verecek olursak bir sözünde şöyle diyordu: “Saltanatın millet için

dehşet ve korku kaynağı değil destek olmasını isterim.”317

Bu söz onun despotik bir

yöneticiden ziyade, demokratik yöntemlere bağlı, yanındakilere danışmak isteyen ve

halkı tarafından korkulmaktansa sevilmeyi tercih eden bir hükümdar olduğunu

göstermektedir. Bu sözüyle II. Mahmud bütün dünyanın gittiği yönü önceden gören,

ileri görüşlü bir Padişah olduğunu göstermektedir. Maalesef Mısır meselesi ve diğer

çeşitli problemler Osmanlı Devleti’nin normal süreçlerle değişimi gerçekleştirmesine

izin vermemiştir. Yapılan reformlar faydasından ziyade Avrupa’nın da baskısıyla

zorunluluktan yapılmıştır. Bu nedenle verilen ilaç hastayı iyileştirmek yerine daha da

kötüleştirmiştir.

Abdülmecid döneminin gözde devlet adamı daha önce de belirttiğimiz gibi

Mustafa Reşid Paşa’dır. Mustafa Reşid Paşa, Tanzimat’ı ilan etmeden önce Avrupa’da

yaptığı incelemelerde Fransa’dan Osmanlı Devleti’ne hayır gelmeyeceğini görmüş ve

bütün umutlarını İngiltere’ye bağlamıştı. Fransa her zaman Mehmed Ali Paşa’yı

desteklemeye ve onun vasıtasıyla Mısır ve yakın yerlerde nüfuz kazanmaya kararlı idi.

317

Y. Öztuna, A.g.e., s. 474.

209

Bundan dolayı Osmanlı Devleti’ni pek dikkate almıyordu. İngiltere ise ona daha yakın

davranmış ve bazı konularda yardımcı olacağını belirtmişti. Bu durumu değerlendiren

Mustafa Reşid Paşa kararını verdi; bundan böyle dünyanın en kudretli devleti İngiltere

ile işbirliği yapacak, asla İngiltere aslanının kuyruğuna basmayacaktı. İngiltere’ye

güvenmesinin başka bir gerekçesi, İngiltere’nin Rusya’nın yayılmasını istememesi ve

bu duruma en büyük teminat olarak Osmanlı Devleti’ni görmesiydi. Mustafa Reşid Paşa

böyle düşünen bir devletle işbirliği yapılabileceğini ve gerekirse Osmanlı Devleti’nden

direkt talebi olmadığı için bazı tavizler verilebileceğini düşünüyordu. Rusya’nın

Osmanlı Devleti üzerinde tarihî emelleri olduğunu ve sürekli aleyhine genişlediğini

düşünerek hiçbir durumda ona güvenilemeyeceğine karar verdi. Bütün bu şartlar iki

devleti “Stratejik İşbirliği” yapmaya yöneltti.

Mustafa Reşid Paşa Avrupa’da yaptığı uzun görüşmelerde Mısır meselesinde bu

devletleri yanına çekebilmek için köklü reformlar yapılması gerektiğini gördü. Bunu

yapmayı Avrupa’ya gittiği ilk yıllarda kafasına koymuştu ama Osmanlı yöneticilerinin

buna alışmasını ve uygun şartların oluşmasını bekliyordu. Bu ortamı; II. Mahmud’un

öldüğü ve yerine genç Abdülmecid’in geçtiği, Osmanlı ordularının Mısır ordusuna

yenildiği, Osmanlı donanmasının bizzat komutanı tarafından götürülüp Mısır’a teslim

edildiği ve bütün halkın bu nedenlerden dolayı bıkkınlık içinde bulunduğu dönemde

buldu. 3 Kasım 1839 tarihinde Tanzimat’ı ilan etmesi, Avrupa kamuoyunun ve

devletlerinin Osmanlı Devleti’ne sempati duymalarını ve desteklemelerini sağladı.

Tanzimat’ı ilan edip Avrupa’ya giden Mustafa Reşid Paşa, bir kahraman edasıyla

karşılandı. 15 Temmuz 1840 tarihinde Osmanlı Devleti, İngiltere, Rusya, Avusturya ve

Prusya arasında Londra Antlaşması imzalandı. Böylece Fransa ve İspanya hariç

Avrupa’nın bütün devletleri Mısır meselesini çözmek üzere anlaştılar. Bu durum

Osmanlı Devleti ve Mustafa Reşid Paşa için büyük bir diplomatik başarıydı. Mehmed

Ali Paşa antlaşmayı kabul etmeyip zor kullanılması gerekince, tabiri caizse bazı

devletler yan çizmeye başladı. Özellikle Mısır meselesi çözülürse sıranın kendisine

geleceğini düşünen Rusya ve onun dümen suyuna giren Prusya yan çizerek asker

göndermediler. Bundan dolayı antlaşmayı İngiltere, Avusturya ve Osmanlı müttefik

kuvvetleri uyguladı. Müttefik donanma tarafından Mısır birlikleri kolayca Mısır

dışındaki topraklardan çıkarıldı.

210

İngiltere’nin İstanbul sefiri Ponsonbi Osmanlı Devleti’nin, Mehmed Ali Paşa’nın

isteğine göre hareket edemeyeceğini belirtiyordu. 15 Mart 1841 tarihinde Hariciye

Nezaretine yazdığı bu yazıda, Mehmed Ali Paşa’nın şimdiye kadar İstanbul’a

gönderdiği yazıların bir tâbiye yakışmayan düşmanca ifadeler içerdiği belirtilerek,

Osmanlı Devleti’nin Mehmed Ali Paşa’dan daha kuvvetli olduğu ve müttefik devletlerin

bu meselede kesinlikle onu destekleyeceği ve taleplerinden geri adım atmaması

gerektiği belirtiliyordu. Mehmed Ali Paşa itaat etmesi gereken devletine böyle

saygısızca davranışlarda bulunarak esasen kendi geleceğine zarar vermektedir

deniliyordu. Mehmed Ali Paşa değişik kanallardan sürekli olarak Osmanlı Devleti

üzerinde baskı kurmaya çalışıyordu. Ponsonbi bu mektubunda Mısır meselesi ile ilgili

şunları söylüyordu: “… Mısır Valisinin salifü’z-zikr mektubuna dair hiçbir vechile

hareket itmemesini tavsiye eylemeyi vazife-i zimmet ad iderim. Ve şimdilik Devlet-i

Aliyye, Mehmed Ali’den ziyade kuvvetlü bulunduğundan Paşay-ı muma-ileyhin bazı

harekât tarzına kalkışmak muhatamasına girişeceğini memul itmem ve eğerçi böyle bir

hareket-i tarziyeye ibtidar ider ise neticesi mucib-i zarratına olur…”318

Sıra Londra Antlaşması’na göre Mısır’a girmeye gelince, İngiltere bunu yapmak

yerine Mehmed Ali Paşa ile antlaşmak yoluna gitti. 27 Kasım 1840 tarihli İskenderiye

Antlaşması ile Mehmed Ali Paşa ikinci ültimatoma uyacağını bildirdi. İngiltere,

Babıâli’den; Mısır ile sahil kısmı hariç Sudan’ın Mehmed Ali Paşa’ya bırakılmasını

istedi. Rusya ve Prusya’nın kuvvet göndermekten yan çizmesi, Fransa’nın baştan beri

antlaşmaya karşı çıkması ve Mehmed Ali Paşa’nın kuvvetli bir askeri sistem kurması ile

bazı yöneticilere dağıttığı rüşvet İngiltere’yi tereddüde düşürmüştü. Üstelik Mehmed

Ali Paşa 35 yıldır Mısır’da hükümdar gibi yöneticilik yapıyordu. Mısır’a kök salmış ve

çehresini değiştirmişti. Osmanlı Devleti önce antlaşmanın tamamen yerine getirilmesini

istediyse de İngiltere’nin ısrarı üzerini İskenderiye Antlaşması’nın içerdiği şartları da

taşıyan Mısır Fermanı’nı yayınlayarak bu meseleyi kapattı. 25 Mayıs 1841 tarihinde

yayınlanan bu ferman 1914 yılına kadar bir nevi Anayasa olarak Mısır’da uygulamada

kalmıştır. Mehmed Ali Paşa’yı mantık dairesine çeken bu ferman Mehmed Ali Paşa

tarafından aynen kabul edilmiş ve yaklaşık 10 yıl süren isyanı sona erdirmişti. Sultan

Abdülmecid, Mehmed Ali Paşa’ya 1842 yılında Vezaretin üzerine Sadaret payesi verdi

ve bu paye ondan sonraki Mısır Valileri’ne de verildi. Böylece Mısır Valisi’nin daha

318

Defter4, s. 25- a, b.

211

kıdemli müşir ve Vezirler’den sonra protokole girmesi engellendi. 1914 yılında Osmanlı

Devletinden ayrılana kadar Mısır Valisi, Osmanlı protokolünde; hanedan üyeleri,

Sadrazam ve Şeyhülislam’dan hemen sonra 4. sırada yer alıyordu. Mehmed Ali Paşa, 19

Temmuz 1846’da İstanbul’a gelerek Padişahın ayağını öptü ve sadakatini bildirdi. 77

yaşında olmasına rağmen İstanbul’da kaldığı 29 gün boyunca Sadrazam olabilmek için

girişimlerde bulundu. Bu onun hırs ve karakterini göstermesi bakımından önemli bir

olaydır.319

Osmanlı Devleti, Mısır meselesinin çözümündeki yardımlarından dolayı müttefik

devletlere birer teşekkür yazısı gönderdi. Bu yazılarda meselenin çözümünde verdikleri

desteklerden dolayı bütün devletlere ayrı ayrı teşekkür ediliyordu. Suriye ve Lübnan

savaşlarında bulunan İngiliz subayların listesi istenerek bunların ödüllendirileceği

bildirildi. 8 Safer 257 ( 1 Nisan 1841) tarihli bu yazıda şunlar dile getiriliyordu: “ …

İngiltere Devleti zabitanından Suriye muharebatında bulunanlar esamisi defterlerin

İngiltere amiral ve kumandan-ı taraflarından celb olunacağı ifadesine dair İngiltere

elçisi Lord Ponsonbi cenabları tarafından başkaca varid olan diğer bir kıta takrîr-i

mücerred …”320

Osmanlı Devleti, İstanbul’daki İngiliz elçisinden ödüllendirmek için Mısır

meselesinin çözümünde bizzat görev alan amiral ve subayların listesini istedi. İngiliz

elçisi Ponsonbi bu listenin elinde olmadığını merkeze yazıp gelen cevabı Hariciye

Nezaretine ulaştıracağını belirtti. Ayrıca Osmanlı Devleti’nin bu isteğinin İngiliz

Kraliçesi’ni son derece memnun edeceğinin açık olduğunu söyledi. “…Kraliçe-i

muşarun-ileyhanın memnun ve mahzuz olacağı aşikârdır. Matlub buyrılan defterin

tanzim ve tedarikine ben dahi kadir olamayacağımdan İngiltere Amiraline ve gerek

Suriye canibinde bulunan İngiliz asakiri kumandanına mektub tahririyle bir kıta defter

tanzim ve irsal eylemelerini işar eyledikçe binaen defter-i mezkûrun bu tarafa vusûlü

anda taraf-ı âlilerine takdim kılınacağı.”321

Müttefik Devlet elçileri, Mısır meselesinin çözümündeki desteklerinden dolayı

Osmanlı Devleti tarafından kendilerine gönderilen ödül ve belgelerden dolayı son

derece mutlu olmuşlardır. İngiltere, Avusturya ve Rusya’nın İstanbul elçileri

mutluluklarını ve teşekkürlerini birer yazı ile Osmanlı Hariciye Nezaretine

319

Y. Öztuna, A.g.e., s. 474. 320

Defter4, s. 26- b, 27- a. 321

Defter4, s. 27- a

212

bildirmişlerdir. Bu yazılardan kısa birer örnek vermek onların Osmanlı’ya olan samimi

sempatilerini göstermesi bakımından faydalı olacaktır. Ponsonbi, Osmanlı Devleti’nin

yaşaması gerektiğine kesinlikle iman ettiği için bütün samimiyeti ile Osmanlı

Devleti’nin yanında yer aldığını ve meselenin çözümü sürecindeki sabır, işbirliği ve

güveninden dolayı kendilerine müteşekkir olduğunu belirtiyordu. “… Canib-i eşref-i

hazret-i şehinşâhiden hakk-ı sefirânemde erzan ve şayan buyrılan eltaf-ı duğayat-ı

mülükânelerine teşekküri ve hak ve insana makrün olub iman olunan davada derkar

olan kemal-ı gayretimi her ne vakit olsa ikrar ve itiraf itmek bahs-i mübahat ve iftiharın

olacağı tahkikatını ve ilelyevm vuku bulduğu misillü bundan böyle dahi bu hususda

hasbel-vasi çalışmak niyetimi paye-serir-i ilaya arz ve takdime himmet buyurmalarını…

”322

Avusturya elçisi, babasının daha önce görevli olarak 16 yıl İstanbul’da

kalmasından ve kendisinin bu şehirde doğmasından dolayı bu şehri kendi vatanı gibi

gördüğünü dile getirmektedir. Ayrıca bir Valisinin, Padişahına karşı yaptığı bu

haksızlığı gidermek için meselenin Osmanlı lehinde çözülmesi amacıyla meseleye

devlet olarak müdahil olduklarını belirtir. Osmanlı Devleti’nin Mısır meselesindeki

desteklerinden dolayı yazdığı teşekkür mektubuna mukabeleten yazdığı cevabda şunları

ifade ediyordu: “… Dersaadet’te tevellüd iderek tahsil-i tertib eylemiş ve bugünki gün

bulundığım memuriyet aleddevem onaltı sene müddet pederimin uhdesinde bulunmuş ve

sağirimden berü Deraliyye’ye vatan zannı nazarıyla bakmağa alışmış oldığıma mebni

idüği… ”323

Osmanlı Devleti meselenin çözümündeki özel gayretinden dolayı Baron Brunof’a

ayrıca pırlanta ile süslenmiş bir teşekkür belgesi verdi. Minnettarlık ifadesi olan bu

nazik tavır Rus elçisini çok memnun etti. Rusya elçisi bu belgeye ve teşekkür

mektubuna karşılık olarak yazdığı teşekkür mektubunda, kendisine ve diğer

yardımcılarına karşı gösterilen bu davranışın kendisini çok mutlu ettiğini söylemektedir.

Bu işin başarılmasında kendisi ve diğer temsilcilerin faydasının çok sınırlı olduğunu,

asıl başarının meselenin çözümüde sabırla hareket eden Osmanlı tarafına ait olduğunu

söyleyerek bu tutuma karşı teşekkürünü ifade ediyordu. “… Ve rütbetlü Baron Vezir

cenabları tarafına olub kendisine pırlanta ile müzeyyen bir kıta tasvir-i hümayün ihsan

buyrulmuş olduğuna dair olan mektub-ı âsafânelerini irsal ve tisyara müsaraat ve

322

Defter4, s. 26- b. 323

Defter4, s. 27- a.

213

bugün Londra’ya azimet iden kurye ile Baron Brunof tarafına dahi hakkında zuhûra

gelen inayet-i seniyye-i mülûkâneyi tahrir ve işara mübaderet eyledim .”324

Mısır meselesinin çözümü sürecinde aldatıldıklarını düşünen Fransa ve Rusya her

fırsatta Osmanlı çıkarlarına zarar vermeye uğraştılar. Mısır meselesinin çözümüyle ağır

bir darbe yiyen ve koruması altındaki Mısır’a yardım edememekten dolayı gururu

incinen Fransa, Lübnan’daki mezhep çatışmalarını her fırsatta kışkırtarak Osmanlı

Devleti’ni zor durumda bırakmaya çalıştı. Buradaki Marunîler’i sürekli olarak

diğerlerine karşı desteklemesi bölgede hâlen süren çatışmaların tarihi temellerini

atmıştır. Osmanlı Devleti çatışmaları engellemek için 1845 yılında Lübnan dağlarında

biri Marunîler’e diğeri Dürzîlere ait iki otonom kaza kurduysa da çatışmalar hiç

bitmedi. Rusya, Matternih tarafından savunulan Osmanlı Devleti’nin varlığının Avrupa

devletlerince garanti altına alınması fikrine her zaman karşı çıkmıştı ama İngiltere’nin

de bu görüşü desteklemesi nedeniyle bunun gerçekleşmesini engelleyememişti. Bunun

üzerine Rusya, Osmanlı Devleti’ni kendi hegemonyası altına alamadığı için, önce

Balkanlar’da sonra bütün Osmanlı topraklarında menfaat sağlamak amacıyla her türlü

faaliyette bulunmuştur. Goryanof, Brunof’un aksine ifadelerine rağmen İkinci Londra

Antlaşması’nın tamamen Rusya aleyhine olduğunu belirtmektedir. Goryanof’a göre

1841 Boğazlar Antlaşması en fazla ihtiyaç duyduğu anlarda Rusya’ya hiçbir fayda

sağlamamıştır.325

Belgelerde ifade edildiğine göre, Osmanlı Devleti’nin Atina elçisi olan Kostaki

Musurus Paşa, Yunanlılar’ın Müslümanlara birçok güçlükler çıkardıklarını

belirtmektedir. Özellikle Girid’de Osmanlı halkının taşınmasında ve barınmasında

birçok eziyetler yapıyorlardı. Yunan Elçisi İstanbul’da rahatça otururken, efrad-ı

Müslimin’in Yunanistan ve Girid’de bu sıkıntıları çekmesine bir son verilmesi

gerektiğini söylüyordu. Ayrıca Ticaret Antlaşmasına da Yunanlılar’ın pek kulak

asmadıklarını belirterek, Girid, Yenişehir ve Selanik başta olmak üzere bütün bölgede

Müslüman halka haksızlık ve eziyet yapıldığını ifade ediyordu. Bölgeyi hızlı bir şekilde

Yunanlılaştırmak üzere bilinçili göç hareketlerine gidildiğini, böyle bir nüfus değişimi

sonunda bir oldu bittiye getirilerek Girid ilhak edilmek isteniyor diyordu. Uzun süreden

beri Yunan dışişleri bakanının bu göç hareketlerinden ve Müslüman halkın arazisine

324

Defter4, s. 28- a, b. 325

S. Goryanof, A.g.e., s. 148- 149.

214

elkonulmasından dolayı sık sık uyarıldığını fakat bundan bir sonuç alınamadığına da

işaret ederek, Yunan tarafı bu konudaki uyarıları dikkate almadığı gibi gayet

umursamaz tavırlar içine girmekten de çekinmemektedir diyordu. Rum kökenli olan bu

devlet adamının Osmanlı halkını ve Müslümanları bu derece düşünmesi “Osmanlı

Barışı” diyebileceğimiz değişik din ve ırktan insanların Osmanlılık ortak paydası için

gerçekten güzel bir örnektir. Osmanlılık bilincini göstermesi bakımından da gayet

manidardır “… Yunan hükümeti Yunan’da bulunan Giridlileri Girid’e mururdan men

etmediğinden başka cezire-i Girid’in Yunana ilhakı davası ve sadası reayayı Girid

beyninde galibü’l-revaç vet-tesir olmak makasıdıyla Yunanlılar’dan dâhi vâfir

mikdarının Girid’e naklinde müsamaha ve tahrikden dâhi hâli olmadığı ve Yunan’da

gadren ve bigayr-ı hak ve hilaf-ı şurut nice senelerden berü tevkif olunmakda olan

emlak-ı müslimine dair Yunan umur-ı ecnebiyesi nazırına taraf-ı çakeriden defaatla

takrir virilmişken… Yunan hükümeti sefareti, Saltanat-ı Seniyye’nin hakka makrun

takriratına fiilen itibar eylemediği ve lakayıd muamelesini izhar itmekde idiği…”326

Mısır meselesinin çözümü sürecinde Osmanlı Devleti tabiri caizse her etkiye açık

hale gelmiştir. Dünya’da ve Osmanlı sınırları içindeki herhangi bir yerde olan bir olay

Mısır meselesini direkt etkilemiştir. Mesela bu süreçte gerçekleşen Girid ayaklanması

Mısır meselesine direkt ve dolaylı birçok etkide bulunmuştur. Aşağıda göstereceğimiz

belgede bölgedeki bir İngiliz görevli Girid isyanı Lübnan’ı ve işgal altındaki diğer

yerleri mutlaka etkileyecektir demektedir. Bazı batılı memurlar bunu sağlamak için

çalışacaklarını açıkça ifade etmektedirler. Şam Valisi Necib Paşa halka iyi

davranmamaya devam ederse yakında bu isyanlar mutlaka ortaya çıkacaktır. Bölgenin

en sevilen kişisi olan Emir Beşir görevinden istifa ederse Dürzîler ve diğer Hıristiyanlar

arasında bir savaş olması kaçınılmazdır vb. sözlerle durumun nezaketi ifade

edilmektedir. Belgelerde genellikle bölgedeki dini azınlıklardan sözedilmesi dikkat

çekmektedir. Yıllardır huzur içinde yaşayan değişik dinî toplulukların birbirine düşman

gözüyle bakmasında dış tesirin büyük etkisi olduğu belgelerden açıkça anlaşılmaktadır.

“… Geçenlerde Girid ceziresinde vukubulan isyanın haberi Beriyyetüşam ahalisine

Dürzî dağında bulunan İsevilere vasıl olarak zihinlerini tahdiş itmiş olduğundan başka

haklarında vukubulan zulüm teaddiden münferid olub... Düvel-i Ecnebiyye memurları

dahi bu babda onları teşvik iderek Devlet-i Aliyye’nin adem-i iktidarı ve Girid

326

Defter4, s. 35- a.

215

ihtilalinin mümted olması ve kendüleri taraf-ı Devlet-i Aliyye’den hüsn-i idare

olunamayacağı ve istedikleri vakit Beriyyetüşam ahalisini isyana davet itmek

kendilerinden olduğunu alenen söylemekdedirler… ”327

Ruslar, Osmanlı sınırları içindeki Ortodoksların hamiliğine soyunmuşlardı.

Osmanlı Devletine Mısır meselesinde Gayr-i Müslim halk yardım ettiği halde, onlara

verilen sözler tutulmamış ve söz verilen ayrıcalıklar ve Tanzimat’ın getirdiği haklar

uygulamada verilmemişti. Mehmed Ali Paşa isyanı boyunca Suriye ve Lübnan’da

bulunan Türkler genellikle Osmanlı Devleti’ne sadık kalırken, Gayr-i Müslimler Mısır

tarafını desteklemekten çekinmemişlerdir.328

Girid isyanının bir benzerini bölgede çıkarmak için bazı Avrupa ülkeleri sürekli

çalıştılar. Onlara göre, Tanzimat kurallarının bölgede uygulanıp memurların

davranışlarına dikkat edilmesi uygun olacaktır. İngiliz görevli ne kadar saklamak istese

de bölgedeki Gayr-i Müslimler tâbi oldukları devletten ziyade Avrupa ve Mısır’ı

desteklemektedirler. Buna rağmen bölgede gerçekleşen bir olumsuzluktan Osmanlı

Devleti sorumlu tutulmaktadır. Lübnan’da alınacak tedbirlerle ilgili olarak bir belgede

şunlardan bahsedilmektedir: “… Geçen paskalyada Efrenc ve Rum ve Ermeni tavaifi

beyninde icraatlarından dolayı bir takım fenalık vukubulduğu Kudüs-i şerif tarafından

alınan tahrirat meelinden müstefad olmuş ve bu keyfiyet Rusya konsolosuna hitaben

irsal olunan Ferman-ı âlinin kıraatından sonra vukubulmuş… Girid maddesi

Beriyyetüşam İsevilerine ne derecelerde tesir eylediğini mukaddemce âcizâne taraf-ı

âlilerine ihtar itmiş idim”329

Bütün müttefik devletler Suriye ve Lübnan’ın Osmanlı sınırları içinde

kalmasından dolayı külliyetli miktarda Hıristiyan’ın burada kaldığını ve bu

Hıristiyanlar’ın haklarının korunması gerektiğini belirtiyorlardı. Dinî azınlıkların

haklarının korunmasının gayet nazik bir durum olduğu ve buna azami dikkat edilmesi

gerektiğine sürekli dikkat çekiliyordu. Özellikle bölgedeki yönetici ve memurlar

konusunda tedbirler alınması isteniyordu. Problem çıkmaması için Avrupalılar, Lübnan

ve Kudüs’ün idaresi ile ilgili 5 maddelik bir belge hazırladılar ve Osmanlı Devleti’nin

buna uymasında sayısız yararlar olacağını belirttiler. Bununla ilgili 25 Rebiulahir 257

(15 Haziran 1841) tarihli yazıda şunlar ifade edilmektedir: “Malum-ı âli buyrıldığı üzere

327

Defter4, s. 52- b. 328

O. Koloğlu, A.g.e., s. 81. 329

Defter4, s. 53- a.

216

Suriye eyaletinin idare-i Mısrıyyeden neziyle idare-i seniyye-i Devlet-i Aliyyeye idhal ve

havali-i mergumede küllüyetlü Hıristiyan bulunduğından haklarında usul-i âdile ve

muamele-i müşfikânenin icrasıyla havali-i mezburede olan hukuk-ı hükümet-i aliyyenin

istihsal-i istikrarı nesayihine dair şu aralık Rusya ve Avusturya ve Prusya ve İngiltere

sefaretleri taraflarından ve Kont Nesselrode ve Prens Matternih cenablarından

birbirini müteakib hayli evrak-ı resmiye virilmiş… ”330

Bütün müttefik devletler gibi İngiltere de Osmanlı sınırları içindeki Hıristiyan

halkların haklarının korunmasına büyük önem vermiştir. Aşağıda kaydedeceğimiz

belgede, İngiltere’nin İstanbul elçisi Ponsonbi bölgede bulunan Wood’a yazdığı

mektupta azınlıkların durumunu sık sık yetkililerle görüşerek kendisine bildirmesini

istemiştir. Ponsonbi’ye göre, Suriye ve Lübnan Osmanlı idaresinden çıkarsa bunun

sorumlusu bölgedeki beceriksiz idareciler olacak ve böyle bir durum diğer yerlerdeki

azınlıkları da derinden etkileyerek çok kötü sonuçlara sebep olabilecektir. Bu konuda

müttefik elçilerin yaptığı dostane nasihatler dinlenir gibi yapılsa da uygulamada bu

durum görülmemektedir. Oysa bölgeyi ve azınlıkları Osmanlı idaresine gönülden

bağlamak hiç zor değildir. Lübnan’ın Osmanlı sınırları içinde kalması diğer Hıristiyan

halk için de önemlidir. Eğer Lübnan, yöneticilerin yanlış tavırları yüzünden

Osmanlı’dan ayrılmak isterse bu hareket Osmanlı sınırları içindeki diğer Hıristiyanlar

için kötü bir örnek olacaktır. Burada yabancı bir devletin Osmanlı Devleti’ni dini

azınlıklar konusunda uyararak onların haklarının verilmesini yoksa bunun devletin

dağılmasına neden olabileceğini söyleyerek tehdit ettiğini görmekteyiz. Ponsonbi

durumun nezaketi konusunda yöneticileri uyarınız ve beni de haberdar ediniz ki ben de

durumu Londra’ya bildireceğim diyerek durumun önemini vurgulamaktadır. “… Ve

eğerçi Devlet-i Aliyye, Beriyyetüşşam’ı muhafaza ve hüsn-i idarede izhar-ı tesamuh ve

eyalât-ı mezkûre’yi elden çıkarır ise bu keyfiyyet Devlet-i Aliyye hakkında sair gûne pek

çok fenalıkları müstelzim olacakdır… Taraf-ı Devlet-i Aliyye’den ne gûne usule

teşebbüs buyrıldığını veyahud hiçbir gûne usul-i hekimâne ve âkilaneye teşebbüs

olunmadığını cezm idinceye değin beher gün Paşay-ı muşarun ileyh hazretleri nezdine

azimet idesiniz… ”331

İngiltere’nin Suriye’deki görevlisi olan Wood sık sık Ponsonbi’ye gönderdiği

mektuplarla bölgenin durumuna ışık tutmaktadır. İradât-ı Seniyye Defterinde ismine en

330

Defter4, s. 56- a. 331

Defter4, s. 60- b.

217

fazla rastlanılan yabancılardan birisi İstanbul İngiliz elçiliği tercümanlarından

Wood’dur. Suriye’nin durumunu incelemek üzere gönderilen Wood 1839- 1841 yılları

arasında bölgeden en net bilgileri veren kişidir. Bu bilgileri İngiliz çıkarları

doğrultusunda verse de Osmanlı yönetiminin bölgedeki birçok yanlışlarını ortaya

koyduğunu da görmekteyiz. Aşağıya aldığımız bir mektubunda Marunî patriği ve

azınlığı hakkında oldukça objektif bilgiler verdiğini görmekteyiz. Bölgedeki çağdaş

Batılı kaynakların son derece az olduğunu düşünürsek bu bizim için önemli bir

kaynaktır. Marunî patriği eğer kendisinin Osmanlı Devleti’ne sığınmasına izin

verilmezse Avrupa devletlerinin himayesine sığınmayı düşünmektedir. Bunun için onun

İstanbul’da bir temsilci bulundurma teklifi kabul edilmelidir yoksa başka devletlerin

himayesine girip Osmanlı çıkarlarına zarar verebilir. Osmanlı Devleti hangi durumun

kendi menfaatine uygun olduğunu düşünüp ona göre karar vermelidir. Lübnan’daki

Marunî ve Dürzîlerin devlet tarafına çekilememesi durumunda onlar Osmanlı idaresine

güvenemedikleri için başka yollara tevessül edeceklerdir.

Bölgedeki Hıristiyanlar’ın birçok devlet tarafından çıkarları için kullanıldıkları

görülmektedir. Diyebiliriz ki; Mısır meselesinin bu derece alevlenmesini,

müdahalelerini kolaylaştırdığı için Avrupa devletlerinin çoğu açık veya gizli olarak

desteklemişlerdir. Özellikle dini azınlıkların rahiplerini kendi çıkarları doğrultusunda

kullanmak için bütün yolları değerlendirmişlerdir. Wood mektubunda bölgenin bu

durumu ile ilgili olarak şunları söylemektedir: “… Şöyle ki, Devlet-i Aliyyenin menfaati

Patrik merkumun bir himayet-i ecnebiye tahtında kalmasıyla mı yohsa bila vasıta

Devlet-i Aliyye ile muhabere idebilmesiyle mi hâsıl olur? Elhasıl Saltanat-ı Seniyye

Patrik merkumun meseline adem-i müsaade ısdar buyurduğu takdirde muma-ileyh ve

gerek bilcümle Maruniyun ahalisi ve kezalik Emir Beşir mütemenna oldukları himayet-i

ecnebiyeden mufarakat itmeyerek daima bigane bir heyette sebat idecekleri

aşikardır.”332

Şam Valisi Necib Paşa, Fransızlar Mısır meselesinin çözümünü güçleştirmek için

Lübnan’da bulunan dini azınlıkları Osmanlı Devleti aleyhine kışkırtıyorlar demektedir.

Fransa, Mısır meselesinde istediğini elde edemeyince, Suriye ve Lübnan’ın Osmanlı

idaresine geçmesini kabul etse de buraların idaresinde başarı sağlanamayacağına dair

söylenti yaymaktadır. Emir Beşir, bazı Şeyhler ve Hıristiyan din adamlarını kullanarak

332

Defter4, s. 61- a.

218

halkı yönetim aleyhinde kışkırtmaktadır. Fransa tarafından Dürzîleri kışkırtmak için 2

Fransız Katolik papaz bölgeye getirilip bölgedeki Katolik kiliselerinin tamiri için

bölgeye yüklü miktarda para gönderilmektedir. Rum kökenli olan halkı ise Ruslar

çıkarları doğrultusunda gayr-ı resmi olarak kullanmaktadırlar. Marunîler de

kullanılmaya çalışılan önemli guruplardan birisidir. Avrupalı bütün memurlar dini

kardeşliği sağlamak ve devletlerine yaranmak için buna tevessül ediyorlardı. Bu duruma

ses çıkarılmazsa kendilerine yakın hissettikleri Hıristiyanları da İngiliz ve Avusturyalı

görevliler koruma altına almak isteyebilirlerdi. Ayrıca yabancı görevlilerin işi

tebalarının ticari ve diğer haklarını korumaktır, devletin içişlerine karışarak Osmanlı

memurlarının atanıp görevden alınmalarına fazla müdahale etmemeleri daha doğru

olacaktır. “… İskenderiye’den avdet iden Dürzî şeyhleri ile alettevali mülakat eyleyerek

tahrik-i ahaliye çalışmakda olub, hatta geçenlerde bir kıta Fransız vapuru ibtiday-ı

emirde İskenderiye’ye uğrayub oradan şehr-i şerifin 26. cumartesi günü ahşam üzeri bu

tarafa gelerek 2 nefer Fransız papazını çıkarub ferdası günü yine geldiği mahalle avdet

ve mersum papazlar dahi doğru Dürzî dağına azimet ile …”333

Belgelerde açık olarak görülen durum, neredeyse bütün Batılı devletlerin dini

azınlıklar vasıtası ile bölgede etkili olmaya çalıştıklarıdır. Bunun için daha önce de

belirttiğimiz gibi her yolu denemişlerdir. Savaş döneminde yıkılan veya bakımsız kalan

kiliseleri ve dini yerleri onarmak için yüklü miktarda ayni ve nakdi yardımda

bulunmuşlardır. Bunun için her devletin tuttuğu ve destekte bulunduğu ayrı bir dini

zümre vardı. Bundan dolayı daha sonra iyice netleşecek düşmanlıklar ortaya çıkmıştır.

Bu olumsuzlukların bazısı bizzat devletlerin bu yöndeki politikalarından kaynaklanırken

bazıları bölgedeki yabancı devlet temsilcilerinin dinî asabiyetlerinden dolayı ortaya

çıkmıştır. “… İbrahim Paşanın istilası esnasında harab olan Katolik kiliselerinin

tamirine sarfolunmak ve fazlası Marunî yani Katolik milletinin fukarasına tevzi ve

taksim kılınmak üzere 1000 kise akçe irsal kılındığı ve İskenderiye canibindin 50 bin

kuruşluk mikdarı zahire dahi gönderileceği… Ve bu ise İngiltere ve Avusturya

devletlerinin namus-ı nüfuzlarına dokunarak onlar dahi diğer takımları daha ziyade

sahabete kalkışacaklarından… ”334

Avrupa devletlerinin çoğu bölgede kendi kolonilerini oluşturmak için

çalışıyorlardı. Bunun için antlaşmalara uygun olmasa da Osmanlı vatandaşlarına geçici

333

Defter4, s. 62- a. 334

Defter4, s. 62- a.

219

vatandaşlık ve temsilcilik belgeleri vermekteydiler. Şam Valisi Necib Paşa; Londra

Antlaşmasın’dan sonra İngiliz konsolosu her işe karışıyordu, Şimdi Fransız ve

Avusturya konsolosu da buna başladı diyerek bundan şikâyet etmektedir. Onun

belirttiğine göre, Şam’daki İngiliz konsolosu kendine sığınan bir suçluyu Vali’ye

vermeyeceğini söylüyordu. Bu nedenle devletin otoritesi sarsılmakta ve devlete olan

güven azalmaktadır. Bazı Gayr-i Müslimlere yabancı konsoloslar tebay-ı muvakkete

belgesi vererek bize karşı bir suç işledikleri zaman bile teslim etmek istemiyorlardı.

Konsoloslar sadece kendi vatandaşı olan kişilerin ticarî ve diğer haklarını

koruyabilecekken, bütün Gayr-i Müslimler’in hamisi gibi davranıyorlardı. Bunlara bir

sınırlama gelmezse bölgenin her tarafında birçok fesada neden olacaklarını belirtiyordu.

“… Konsolos olanların esas-ı memuriyetleri mücerred kendü tebaa ve ticaretlerinin

umûr-ı vakıalarını ru’yet ve tahşiyetten ibaret olarak böyle umûr-ı belde ve ahaliye

müdahaleye memuriyet ve hakları olmadığı…”335

Resmen Osmanlı Devleti’nin içişlerine karışmak manasına gelen yukardaki

tavırların bazısı, yabancı devletlerin haddi aşmasından ileri gelirken, büyük bir kısmı da

Osmanlı devlet adamlarının dirayetsizliğinden ileri gelmektedir. Mısır gailesi birçok

Osmanlı devlet adamını duyarsızlaştırmıştı. Durumlarının ne olacağını bilememekten

ortaya çıkan bu durum nedeniyle, bize bulaşmasında ne olursa olsın tavrı içine

giriyorlardı. Osmanlı Devleti’nde çıkarı olan birçok Batılı devlet belgelerde

gördüğümüz gibi çıkarlarına zarar verebilecek yöneticilerin görevden alınması için

Osmanlı Devleti’ne sürekli olarak baskı yapıyorlardı. Bu durumdan faydalanan yabancı

konsoloslar suç işleyen birisini bile değişik mazeretler ileri sürerek devlet yetkililerine

teslim etmiyorlardı. “… İngiltere konsolosuna mahsus-ı adam irsali ve tezkire tahririyle

merkûm taleb olundukda virmeyeceğini katian beyan eylediğinden Avusturya konsolosu

dahî bu vechile irad-ı cevap ve muma ileyhin bu misillü harekât ve tazarruatı diğer

konsoloslara dahi sirayet eylediğinden…”336

Necib Paşa’nın bir mektubunda çok ilginç bir durumdan da bahsedilmektedir.

Şam’a gelen bir İngiliz görevli olan Çörçil ondan bölgede bazı incelemeler yapmasını

ve sonucu kendisine bildirmesini istemiştir. Necib Paşa bu duruma dair Osmanlı

Devletinin bir izin kâğıdı olup olmadığını sorduğu zaman hayır cevabı vermiştir. Bir

İngiliz memuru yabancı bir devlette aynen kendi devletinde olabileceği gibi araştırma

335

Defter4, s. 62- b, 63- a. 336

Defter4, s. 63- a.

220

ve bunun raporunu hazırlayacak derecede kendini o devlet üzerinde selahiyetli

görebilmektedir. Ayrıca yazıdan anlaşıldığına göre İngiliz ajanlar bölgede cirit

atmaktadır. Bu durumu mektubunda Necib Paşa şöyle anlatıyordu: “… Selim Paşa

hazretleri bendelerinin bir kıta tevcihât-ı resmiyeleri ile İngiltere devleti asâkiri

miralayları’ndan Çörçil namında biri bu tarafa gelmiş ve merasim-i hoşamedi ve

muamele-i dostî bade’l icra sureti memuriyeti lede’s-sual devletim tarafından Beyrut’ta

mukîm konsolosa emir vurûd itmiş olduğundan beni buraya memur itti… ”337

Necip Paşa böyle bir araştırmaya asla izin veremeyeceğini belirtti. Çünkü

Çörçil’in araştırmak ve rapor hazırlamak istediği konular Osmanlı Devleti’nin içişleri

ile ilgili konulardı. Çörçil; sürekli Vali’nin yanında bulunarak yaptığı işleri, bütün Şam

bölgesini dolaşarak bütün halk ile konuşup onların yönetim ve asayişten memnuniyet

durumunu, bölgedeki Osmanlı askerinin eğitim ve savaşa hazırlık durumunu izleyip bir

rapor halinde devletine bildirmek istemektedir. Ayrıca bütün bunlara gerçekleştirmek

için kendisine herhangi bir izin belgesi de verilmemiştir. “Şöyle ki, memuriyetimin

evvelkisi daima yanınızda bulunub vukubulacak mesaliha ve ikincisi, Şam havalisini

cümleten gezüb ahâlisiyle görüşüb konuşarak mamûriyyet-i bilâd ve asayiş-i ayar hâsıl

olub olmadığına kesb-i ittila itmek ve üçüncisi, bu tarafda bulunan asâkir-i muntazama-

ı şahânenin talim ve tallümlerini görüb… Sizin işbu memuriyetinizi mutazammın bir

emir gelmedikçe havali-i merkûmeyi gezmekliğinize hodbehod rıza viremem…”338

Mehmed Ali Paşa müttefik güçler karşısında yenilince Avrupa kamuoyuna

yaranmak ve Avrupa devletlerine şirin görünmek için Suriye ve Lübnan’daki dinî

azınlıklara bazı ayrıcalıklar tanınmasını oğlu İbrahim Paşa’ya emretmişti. Osmanlı

Devleti’nin temeline dinamit koymak manasına gelen bu şartları değiştirmemeleri

konusunda İbrahim Paşa bölge halkını şiddetle uyarmıştı. Hatta geri dönerek bunu ihlal

edenleri cezalandıracağı yönünde onları tehdit etmişti. Bölgede bulunan dinî azınlıklara

idarî, malî ve dinî hususlarda her türlü yardımın yapılmasını ve onlara zarar vermek

isteyenlerin şiddetle cezalandırılmasını istemişti. Bütün bunları dinî gurupların eşitliği

adına yapmıştı ama biliyoruz ki ezilen daima Müslümanlar olmuştu. Bununla ilgili

mektubunda Mehmed Ali Paşa oğlundan şunları istiyordu: “Beriyyetüşşam’da bulunan

Abdîlerin ehl-i İslama nisbetle namüsaid bir halde bulundukları mukarin-i sıhhat

olduğu halde mersumların ehl-i İslamla bir arada tutulması ve hukuk-ı sarihalarının

337

Defter4, s. 63- b. 338

Defter4, s. 63- b.

221

bila istisna halelden vikayesi ve ihtilaf-ı din ve mezheb cihetiyle eğerçi bizimkilerden

bazıları mersumlara su-i muamele göstermeleri iddiasında olunurlar ise şediden tedib

ve tekdirleri hususlarını lazım gelenlere emir ve tenbihe himmet…”339

Bölgedeki dinî azınlıkların Papaz ve Rahipleri aralarında hükmedebilecek liderleri

olarak ifade edilmektedir. Hukuki problemler mahkemeye intikal ederse, bunlar yabancı

devlet mensubu ise yanlarında konsolosların da bulunmasına müsaade edilmesi

isteniyordu. Bu durum birçok belgede gördüğümüz gibi yerli görevlilerin baskı altında

kalmasına neden olmaktaydı. Dinî azınlıklardan alınacak cizye konusunda kolaylık

gösterilmesi, ayrıca ibadet yeri, hastane vb. ihtiyacı var ise bunun yapılacağı arazinin

derhal temin edilmesi isteniyordu. Bütün bu konularda olabilecek güçlüklerin derhal

merkeze bildirilmesi emrediliyordu. “… Cizyenin mikdarı asla tebeddül olunmayub

tediyesi hususunda dahi her birilerinin ayrıca gidüb hazineye teslim itmeleri icab

itmeyeceği ve eğerçi mersumlar hastane ve külliye ve manastırlar bina ve inşasını ve

kabristan vaz ve tesisini murad eyledikleri halde ber-vechi hakkaniyet tayiniyle münasib

mikdar arazinin tahsis olunması… Ve bu babda bir gûne müşkilat mevcud olduğu halde

tarafımıza beyan ve işara mübaderet eylemeleri…”340

Müttefik devlet konsolosları Lübnan ve Kudüs civarının idaresi hakkında, vergi,

ileri gelenlerin bazılarına maaş bağlanması vb. konularda Osmanlı Devleti’nden bazı

isteklerde bulunmaktaydılar. Halka verilen ayrıcalıkların muhafaza edilerek hiçbir yeni

sorumluluk altına sokulmaması, halktan gücü oranında vergi istenmesi ve mal beyanı

zorlamasından vazgeçilmesi, Marunî patriği ve Emir Beşir gibi halkın sevdiği

kimselerin istekleri yerine getirilerek Fransızların gönlünün alınması, Hıristiyanlar

arasındaki sorunların giderilmesi için bölgeye bir Ferik gönderilmesi, Bölgedeki

tartışmalı dinî yerler meselesinin çözülmesi için her dinî guruptan birer temsilcinin

bölgeye gönderilip tartışmalı yerlerin tespit edilerek ortak bir çözüme ulaşılması, zarar

verilen yerlerin söz verilen tazminatlarının Selami Efendi’nin tuttuğu kayıtlara göre

ödenerek halkın mağduriyetinin giderilmesi isteniyordu. Bu yazıda da açıkça

gördüğümüz talepler daha sonra kutsal yerlerle ilgili çıkar savaşlarına çıkmasına yol

açacaktır. “Ve Kudüs-i şerif ile Nablus ve Cebel-i Halil nam mahallerin emir

muhafazasıyla mezahib-i muhtelife ashabından olan Hıristiyanları himaye ve siyanet

eylemek ve beynlerinde zuhura gelen münazaatı fasıl ve tesviye ile birbirlerinin

339

Defter4, s. 66- b. 340

Defter4, s. 66- b.

222

mesalihine müdahalelerini menetmek ve Kudüs-i şerifde ikamet itmek üzere bir Ferik

memur ve tayin buyrulması ve Ermeniler ile Latinler ve Rumlar beyninde cari olan

münazaat-ı muharebe bazı mahall-i mukaddesenin temellükü maddesine dair

olduğundani… ”341

Bölgedeki bir gözlemci, Amerika’dan Beyrut’a bazı kişilerin geldiğini bunların

halkın zihnini karıştırmaması için tedbirler alınması gerektiğini belirtmektedir. Bu

belgeye göre Amerikalılar bölgeye değişik yöntemlerle misyonerlik yapmak için

gelmişlerdir. Özellikle dağlı olanları Protestan mezhebine çekmek için değişik vaatlerle

kitap ve risaleler dağıtmaktadırlar. Halk bunları döverek kovmak istemişse de yönetim

buna müsaade etmemiştir. Bölge, duruma Amerika’nın da müdahale etmesiyle artık

bütün dış müdahalelere açık bir hâle gelmiştir. Mısır ordusunun çekilmesinden sonra

özellikle Lübnan ve Filistin tam olarak Osmanlı idaresi altına girmemiştir. Diyebiliriz

ki; dünyanın bütün sömürgeci güçleri gerek dinî sebeplerle gerek ekonomik sebeplerle

gerekse diğer sebeplerle Ortadoğu dediğimiz bu bölgeyi hiçbir zaman rahat

bırakmamışlardır. Bu devletler arasına Amerika XX. Yüzyılda katılmıştır ve durum

hâlen böyle devam etmektedir. Amerikalılar’ın bölgeye geldiğini belirten bu belgede

şunlar kaydedilmektedir: “… Amerika canibinden Beyrut’a bir takım kimesneler gelüb

meram-ı mefsedet itmemelerini tervic ve teshil zımnında bir müddet sizde ikamet birle

milel-i muhtelifeden cebelî mümkün olanları mevaid-i kazibe ve vesair enva-ı tediye

vasıtasıyla ittıba iderek kendü mezheblerine davet itmek ve bazen mücerred ibad

beynine ilgay-ı fiten ve fesad garzına mebni bir takım kütüb ve resail neşreylemek

misillü harekâta cüret itmekde olduklarından…”342

Daha önce de belirttiğimiz gibi Osmanlı Devleti, Mısır meselesinin çözümündeki

desteklerinden dolayı bütün müttefik devletlere birer teşekkür yazısı göndermiştir.

Aşağıda göstereceğimiz metinde İngiltere Kraliçesi Mısır meselesinin çözülmesinden

dolayı gönderilen teşekkür yazısından memnun olduğunu belirtip, ilişkilerin iyi bir

şekilde devamı için ilişkilerin artırılmasına kolaylık gösterilmesi ve Osmanlı idaresi

altındaki Hıristiyanlara hoşgörülü davranılmasını istemektedir. Böyle olması

durumunda Osmanlı’nın birlik ve refahı için uğraşmaya devam edeceğini

belirtmektedir. Özellikle Hıristiyanlara iyi davranılması durumunda bu ilişkilerin

artırılması için elinden geleni yapacağını ilave ederek Osmanlı-İngiliz ilişkileri ile ilgili

341

Defter4, s. 68- a, b. 342

Defter4, s. 69- a.

223

mektubunda şunları kaydetmektedir: “… Ve Avrupa’nın Hıristiyan devletleri tarafından

vâki olan hidemat cihetiyle teba-ı şahânelerinden olan Hıristiyan taifesi haklarında lutf

u himayet-i şahânelerini ricaya ibtidar iderim. Ve cenabı madilet-meab-ı

mülûkaneleriyle devletlerimiz beyninde geri olan münasebât-ı dostaneyi tervic ve

muhafazaya say ve gayret ideceğime zat-ı hazret-i şahânelerini temin iderim...”343

Mehmed Ali Paşa Mısır’ın şu anki durumu ile yıllık 80 bin kese vergi ödemekte

çok zorlanacağını belirtiyordu. Bunun üzerine uzun görüşmeler ve tartışmalar sonunda

Mısır’dan alınacak yıllık verginin 1841 yılı için 60 bin kese olarak belirlendiğine dâir

tezkerenin Mısır’a giden bir gemi ile gönderildiğisöylenmektedir. Bunun 80 bin keseden

60 bin keseye düşürülmesi de Mehmed Ali Paşayı pek memnun etmedi. 9

Cemaziyelahir 257 (28 Temmuz 1841) tarihli yıllık verginin düşürüldüğü ile ilgili

yazıda şöyle deniliyordu: “… Eyalet-i Mısrıyye virgüsinin 60 bin kise akçe olarak

tahsisi ve tesviyesine müsaade-i seniyye-i cenabı cihanbani şayan buyrulmuş olduğuna

dair ve sair işarâtının cevabını şamil atûfetlü Mehmed Ali Paşa hazretlerine

yazılacak...”344

Mehmed Ali Paşanın antlaşmayı kabul etmesi üzerine Suriyeli ve Lübnanlı

askerlerin memleketlerine iadesi problemi ortaya çıktı. Müttefik devletler, başta

İngiltere olmak üzere bunun için gemilerini Osmanlı hizmetine sunabileceklerini

belirttiler. İngiliz generali Napier, Mısır’daki Osmanlı askerlerini vatanlarına nakletmek

üzere devleti tarafından görevlendirildiğini bir yazı ile Osmanlı Devleti ve Mısır

tarafına bildirdi. Bununla ilgili Said Muhib Efendi’ye yazdığı yazıda şunları

söylemektedir: “Eyalet-i Mısrıyye’de kâin Devlet-i Aliyye ordusundaki

Beriyyetüşamlılar’ın sebillerini tahliye ittirmeğe ve alub vatanlarına götürmeğe

devletim tarafından memuren bu tarafa gelinmiş olduğu malum-ı âlileri buyrulmak ve

çünki memuriyet-i mezkure Devlet-i Aliyyenin menafiinde bulunmak münasebetiyle bu

babda muhlisleri ile istişare itmek arzular...”345

Mısır’da kalan askerlerin memleketlerine taşınmasıyla General Napier devleti

tarafından görevlendirildi. Napier bu taşıma işinin Avrupa gemileri tarafından

yapılmasının uygun olmayacağını belirtiyordu. Mehmed Ali Paşa bunların taşınması

için her türlü yardımı yapacağını ifade etti. Avrupalılar’ın gemileriyle değil kendi

343

Defter4, s. 74- a. 344

Defter4, s. 77- b. 345

Defter4, s. 78- b.

224

gemileri ile taşımak istiyor fakat bunun için Osmanlı Devleti tarafından ödenek

ayrılması gerektiğini belirtiyordu. Bu askerlerin asıl memleketlerine taşınıp başka

yerlere bırakılmamasını da istiyordu. Hâlbuki Mehmed Ali Paşa bu insanları değişik

gerekçelerle zorla Mısır’a götürmüştü. Bununla ilgili 12 Cemaziyelahir 257 (31

Temmuz 1841) tarihli belgede şunlar denilmektedir: “… Beriyyetüşam’a nakil ve

irsalleri hususuna ümeray-ı asakir-i nizamiyeden münasib birinin intihab ve tayin ve

İskenderiye’ye tesyiriyle asakir-i mezkurenin tamamca mahallerine naklettirilmesi ve

öyle bir memurun intihabıyla mikdar-ı kifaye harcırah ita olunmak üzere keyfiyetin

istizan olunması hususunun devletlü Serasker Paşa hazretlerine havalesi beynel huzzar

tensib ve tizkar olunmuş...”346

Osmanlı Devleti, Mehmed Ali Paşa tarafından değişik amaçlar için Suriye ve

Lübnan’dan Mısır’a asker olarak zorla götürülen halkın tekrar yerlerine iadesi için bir

tezkire yayınlayıp Osmanlı subayı da görevlendirdi. Nakil işini yapmak için General

Napier ile Mustafa Paşa beraberce tam yetkiyle bu görevin başına getirildiler. Ayrıca bu

iş için kullanmak üzere Mustafa Paşa’ya bir mikdar ödenek de ayrıldı Bu askerî kişilerin

anavatanlarına götürülmesi meselenin sonuçlanması açısından son derece önemliydi.

Bununla ilgili Tezkire’de şunlar zikredilmektedir: “Beriyyetüşam eyaletinin tahliyesi

hengâmında Mısır canibine gitmiş olan asakirin vatanlarına nakil ve isali zımnında

ümeray-ı asakir-i nizamiyeden birinin intihab ve tayini hususuna… Asakir-i Nizamiye-i

Şahâne miralaylarından mukaddemce memuren Sisam ve Girid taraflarında bulunarak

bu defa bil-avdet Dersaadete gelmiş olan saadetlü Mustafa Bey...”347

Suriye ve Lübnanlı olub savaş karmaşası içinde bir şekilde Mısır’a gelen 7910

asker Amiral Napier ve Mustafa Paşa refakatinde 14 gemi ile tekrar ülkelerine

götürülmüş ve bunun masrafı büyük ölçüde Osmanlı hazinesinden karşılanmıştır. Bu

kişiler Osmanlı Devleti tarafından memeleketlerine taşınırken hiçbir şekilde asker-sivil

veya savaşmış-savaşmamış şeklinde değerlendirmeye tabi tutulmamıştır.

“Beriyyetüşşam ahâlisinden olub mukaddemce hîn-i tahliyede canib-i Mısır’a

götürülmüş olan zabitân ve neferâtın mahallerine iade ve irsalleri zımnında asâkir-i

muntazama-ı şahâne miralaylarından Mustafa Bey bendeleri memur ve tayin buyrulmuş

346

Defter4, s. 78- a. 347

Defter4, s. 78- b.

225

olduğunu… Bu tarafda bulunan zabitân ve neferât ceman 7910 nefer olarak peyderpey

14 kıta sefineye irkâben memleketlerine firistade …”348

Daha önce de belirttiğimiz gibi Mısır’ın senelik vergisi 60 bin keseye

düşürülmüştü. Mısır senevî vergisinin 80 bin keseden 60 bin keseye düşürülmesinin

yeterli olmadığını belirtiyordu. Mehmed Ali Paşa senelik 60 bin kese akçe vergi

ödemesi durumunda ülkesinin düzen ve intizamının bozulacağını söylüyordu. Mısır’ın

vergi borcu hâlen 520 bin kese akçedir. Fransa başta olmak üzere Avrupa devletleri

kendi ürünleri için korumacılık uyguluyorlar ve Mısır ürünleri kendilerinkinden ucuz

olmasına rağmen halkı yerli ürün kullanmaya teşvik ediyorlardı. Ayrıca savaşlar ülkenin

ekonomik durumunu bozduğu için bu kadar vergiyi ödememiz ülkeyi ve halkı yıkıma

uğratır ve durumunu daha da zorlaştırırdı. “Babıâli’ye icmalen arz ve beyan ittiğim ve

senin dahi malumun oldığı vechile altmışbin kise akçe virgü maddesi Mısır’ın şimdiki

haline nisbetle takatten hariç olub tediyesini taahhüd itsem bile vakt ve zamanıyla ifa

olunamayacağından başka memleketin daha ziyade harabatına bâdi olacağı

müsellemdir. Eğerçi taklîl-i asâkir cihetiyle masarıf azalacağından senevî altmışbin kise

akçe tediyesi sehldir, harabiyeti mucib olmaz deyu evliyay-ı umûr hazerâtı söyler ise

hakikat-i hâl öyle değildir… ”349

Uzun süren Osmanlı-Mısır mücadelesi her iki tarafın ekonomik durumunu da çok

bozmuştu. Mısır, vergi miktarının azaltılmasını isterken bu durumu zımnen ifade

etmektedir. Eskiden askerin maaşı Mısır’da ödenir, harcaması Mısır’da olurdu. Şimdi

ise ödeme Mısır’da harcaması ise Mısır dışında olduğu için Mısır hazinesinden çıkan

para başka yerlerde harcanmaktaydı. Bundan dolayı Mısır hazinesinin geliri

düşmektedir. Avrupa kendi çiftçilerine verdiği destekle üretilen fazla ürünü bizim

topraklarımıza satmaktadır. Bu durum bizim gelirimizi daha da düşürmektedir. Bütün

bu durumlardan dolayı istenen vergiyi ödemek Mısır halkının durumunu çok

güçleştirecektir. “… Velhaletü hazihi 520 bin kise akçe borcumuz variken taklîl-i

mesarıf tasridiyesinden ne fark ve faide görülür? Ve 60 bin kise akçe senevî ita kılındığı

surette zaruri ârız olacak kudretsizlik mülabesesiyle hîn-i iktizada uğur-ı Saltanat-ı

seniyye’de ifasına dildar olduğumuz hidemat-ı celile acaba nasıl eda ve ifa kılınabilür?

Hüda bilür bir vechile tasavvur idemiyorum…”350

348

Defter4, s. 78- b. 349

Defter4, s. 82- a. 350

Defter4, s. 82- a.

226

Palmerston, Londra sefiri Şekib Efendi ile görüşerek Mısır meselesine hiçbir

şekilde Fransa’nın karıştırılmasının uygun olmayacağını düşündüğünü belirterek, geçen

olaylar Fransa’nın kesin bir Mısır taraftarı olduğunu göstermiştir diyordu. Fransa’da

hükümetler değişse de kamuoyu ve basının baskısı nedeniyle bu durum fazla

değişmemektedir. Bu durumu Paris sefaretine yazdığı bir mektubda Londra Sefiri şöyle

ifade ediyor: “Evvelki gün Lord Palmerston cenabları bendenizi nezdine celble vaki

olan ifadâtın hülasasında güya maslahat-ı Mısrıyye’de sulh üzere bitirmek muradıyla

Mehmed Ali Paşa’ya tesir-i nufûzı aşikâr olan Fransa Devleti eğer eyalet-i

Beriyyetüşşam tarafını Devlet-i Aliyye’ye kâmilen redd ü teslim ittirir ise cânib-i

Saltanat-ı Seniyye’den dahi eyalet-i Mısır’ın idare-i mütevarisesi yine muşarun-ileyhin

uhdesine ihale buyrulacağı vad olunarak… ”351

İngiltere Hariciye Nâzırı Palmerston kendi haberi olmadan Osmanlı Devleti ile

Fransa arasında bazı görüşmeler yapılmasından kuşkulanıyordu. Osmanlı Devleti’nin

Paris Elçisi ise böyle bir şeyin olmadığını sadece diğer müttefik elçiler ile beraber

Fransız Hariciyesine kendileri ile beraber hareket etmedikleri için üzüntülerini

bildirdiğini bunun dışında kuşkulanacak hiçbir girişimi olmadığını belirterek, Fransa’yı

ikna ve Mehmed Ali Paşa’yı savaşsız olarak aldığı yerleri bırakmaya teşvik için,

Mısır’ın idaresinin veraseten kendi yönetimine bırakıldığına dair bir fermanın

yayınlandığını belirtiyordu. Osmanlı yönetimi bu söylentilerin Osmanlı Devleti ile

müttefiklerinin arasını bozmak için çıkartılabileceğini düşündüğü için daha bunu

kaynağında kurutmak için bütün yolları denedi. “… İşte mesalih-i Mısrıyye’ye dair

Fransa Devleti’ne taraf-ı Devlet-i Aliyye’den bundan başka yalnız bu esnada değil

gerek muahede-i malûmenin inikadından evvel ve gerek sonra velhasıl belki Londra’dan

Deraliyye’ye avdetimden berü hiçbir surette bir şey ifadesi vaki olmamıştır. Ve Mısır’ın

veraseti kazıyyesi üzerine ne Fransa devleti kabinetosu tarafına ve ne burada olan

elçisine kat’a bir gûne mütalaa ve niyet izhar olunmamıştır…”352

Fransa Kralı, Mısır meselesinde diğer devletler gibi düşünmediğini gerekirse

bunun için savaşabileceğini belirterek kararlılığını göstermek istedi. Kral’a göre

Fransa’nın rahat ve emniyeti kadar şan ve şerefi de önemlidir. Bu nedenle Mehmed Ali

Paşa’ya verdiğimiz sözde sebatkârız ama iki tarafı da tatmin edecek bir çözüme karşı

çıkmayız diyordu. Fransa bunun için bütün Asya ve Avrupa devlet geleneklerini dikkate

351

Defter4, s. 99- b. 352

Defter4, s. 98- a, b.

227

alacaktır diyerek, devletler ailesi ile birlikte hareket için böyle bir yola tevessül

ettiklerine dikkat çekiyordu. Fransa da artık müttefik devletlere karşı koyamayacağını

anladı ve bu meseleyi mümkün olduğunca prestijini sarsmadan çözmeye çalıştı. Bu

meselenin çözümünde itibarlarının sarsılmasına asla müsaade etmeyeceğini gerekirse

savaşa bile girişebileceğini ifade ederek geri adım atmadığını göstermek istedi. “…

Vatanımın rahat ve emniyeti ne vechile kalbimde ise derece-i şanı ol vechile

kalbimdedir. On seneden berü semere-i hayriyyesini müşahede eylediğimiz bu politikay-

ı müslihâne ve mutedilânede ızhar-ı sebat ve metanet iderek Fransa’yı memalik-i

şarkıyye’de olan vukuat münasebetiyle vukua gelebilecek ahval ve keyfiyata mukabeleye

muktedir olacak bir hâle vaz eyledi …”353

İngiltere, Fransa Devleti’nin askerî olarak Mısır’a yardım edecek durumda

olmadığını düşünüyordu. Bunu yapabilmesi için müttefik devletlerle silahlı çatışmayı

göze alması gerekirdi. Sadece İngiltere’nin silahlı gücü denizde ve karada Fransa’dan

üstündü. Rusya’yı da buna eklediğiniz zaman güç farkı daha da açılmaktadır. Ayrıca

Fransada’ki Mısır destekçisi grup iktidardan düşmüştü. Bu nedenlerle Fransa’nın

meseleye Mısır lehinde müdahale edebileceği düşüncesi boştu ve diğer devletleri

korkutmak içindi. Bu konuda İngiltere şöyle düşünüyordu: “Fransa Devleti, Mehmed

Ali Paşaya silahla iane itmez ve itmeğe dahi muktedir olamaz. Zira iane idecek olduğu

halde Düvel-i Erbaa ile muharib olması lazım gelür… Ve Mösyö Tiers ile diğer

rüfekasının azl ve tebdilleri Mehmed Ali’yi muhafaza içün Fransa Devleti’nin ilan-ı

harb itmeyeceğine bir kefalet-i kaviyedir...”354

Bazı Osmanlı ve Batılı devlet adamlarından, Palmerston’un Londra Antlaşmas’ını

çiğneyerek Mehmed Ali Paşa ile anlaştığına dair söylentiler çıktı. Buna göre Lord

Palmerston: “Mehmed Ali Paşa Londra muahedesinin 6. ek maddesi gereğince itaatini

bildirip donanmayı iade ve Mısır dışındaki toprakları terk ederse Mısır veraseten

yönetimine bırakılacaktır” diyordu. Bunu yerine getirmemekte inad ederse bunu da

kaybedeceğini ona hissettirmek onun için manevi bir baskı unsuru olacaktır diye ilavede

de bulunuyordu. Bu durumu garanti etmek için bütün devlet elçileri İstanbul’da sürekli

girişimlerde bulunmaya devam etmektedirler. İstanbul’daki İngiliz elçisi Ponsonbi’ye

yazdığı bir yazıda bu durumu Palmerston şöyle dile getirmektedir: “… Londra

muahedesine zam ve ilave olunan sened-i münferidin 6. bendinde münderic ahd ve şart

353

Defter4, s. 100- a. 354

Defter4, s. 100- b.

228

iktizasınca Mehmed Ali Paşa bila tehir taraf-ı şahâneye ızhar-ı itaat ve inkıyad ile

Donanmay-ı hümayunu iadeye razı olduğu ve kendü askerini bilcümle memalik-i

Berrüşam ve Adana ve Konya ve arazi-i mukaddeseden geri çekdiği halde eyalet-i

Mısrın kendü uhdesinde ibkası… 355

Mısır Fermanı’na ek olarak Osmanlı Maliye Nezareti, Mısır’ın vergi durumu ile

ilgili geniş bir düzenleme hazırladı. Maliye Nâzırlığı, hangi mallardan, nerede ve ne

miktarda vergi alınacağını belirledi. Vergiler, eğer mal Mısır’a gidiyorsa çıktığı,

Mısır’dan geliyorsa geldiği yerdeki gümrüklerde alınsın ki, Mısır’ın vergi geliri düşsün

diye düşünüldü. Böylece Mısır’ın ekonomik olarak imkânları azaltılarak bir daha

Osmanlı Devleti’ne karşı isyan etmesi engellenmek istendi. İstanbul’a gelen malların

gümrük vergisinin çıktığı yerde alınarak belgesinin verildiği bu durumun Osmanlı vergi

gelirlerinin düşmesine neden olduğu belirtilerek derhal bundan vazgeçilmesi istendi.

Sadece yabancı devletlere giden malların vergisinin çıktığı yerlerde alınarak

belgelerinin merkeze gönderilmesinini uygun olacağı belirtildi. Ayrıca İstanbul’un vergi

gelirlerini artırmak için de bazı tedbirler alınmıştır. Burada ifade edilen ihraç ve ithal

vergilerinde yabancı devletlerle mütekabiliyet ilkesinin gözetildiği görülmektedir. Daha

önce de belirttiğimiz gibi, yabancı devletler kendi vatandaşlarını korumak için çeşitli

tedbirler almaktadırlar. “… Eyalet-i Mısır’ın o makûle müstesna bulunan mahallerden

maada sair gümrük olmayan her bir mahalleyle Diyar-ı Ecnebiyye’ye gidecek emtia ve

eşyasından alınacak oniki kuruş amediye ve reftiye gümrük rusumâtı kadimi ve Diyar-ı

Ecnebiye takımından alınan yüzde üç kuruşun dört ve sairenin birbuçuk katından daha

ziyade olmasından dolayı …”356

Mısır’ın Osmanlı Devleti ile antlaşma sürecine girmesi donanmayı Mısır’a

götüren Ahmed Fevzi Paşa’nın da aklını başına getirdi. Ahmed Fevzi Paşa, affedilmek

ve istediği eşleri ile hacca gittikten sonra tekrar Osmanlı’ya dönmek için izin isteyen bir

şukka yazdı. Bu şukka Osmanlı devlet adamları tarafından değerlendirilip istediği eşleri

ile hacca gitmesinin uygun olduğu fakat Şerif’in tavassutu ile affedilip Hicaz’da

kalmasının uygun olmayacağını belirtildi. Şerif’in çeşitli nedenlerle Mehmed Ali

Paşa’yı desteklediğini bundan dolayı tavassuta ehil bir kişi olmadığını da ilave ettiler.

İhanetinin bedeli olarak manevi cezalandırmasının devamı için Mısır’da kalmaya devam

etmesinin uygun olacağı söylendi. “Mısır canibinde bulunan Ahmed Paşa’nın bir kıta

355

Defter4, s. 100- a, b. 356

Defter4, s. 104- a, b, 105- a.

229

şukkasıyla istiday-ı afv-ı âli’yi şamil mahud Osman Bey’in şukkası manzûr-ı âli-i

şahâne buyrulmak üzere irsal-i suy-i müşirîleri kılındı… Mısır’da ikametle mücazat-ı

maneviyelerine intizarda kalmaları münasib mütalaa olunmuş ve irade-i seniyye-i

cenabı Padişahî dahi bu merkezde bulunmuş… 357

Ahmed Fevzi Paşa Mısır’a gittikten sonra ona maaş bağlandığı ve ev tahsis

edildiğine dair bir belge de elimizde bulunmaktadır. Burada onun Mehmed Ali Paşa’dan

aldığı rüşvetler açıkça görülmekte ve affedilmesine dair Şukkasının temelsizliği ortaya

çıkmaktadır. Bu belgeye göre Ahmed Fevzi Paşa’ya senelik 2500 kese maaş ve ayrıca

1200 kese değerinde bir arazi ile ikameti için çok güzel bahçesi olan bir konak tahsis

edilmiştir. Bütün bunlar Ahmed Fevzi Paşa ile Mehmed Ali Paşa arasında donanmayı

Mısır’a getirmesi için gizli görüşmeler yapıldığını göstermektedir. Mehmed Ali Paşa,

Osmanlı Devleti’nin son derece kritik bir süreçten geçtiği 1839 yılında, bu durumun

Osmanlı devlet adamlarını iyice umutsuzluğa düşürerek kendi amaçlarını

gerçekleştirmeye uygun ortamı hazırlayacağını düşünmüş olmalıdır. Bundan dolayı

birçok vaatlerle Ahmed Fevzi Paşa’nın böyle bir yola tevessül etmesini temin etmiştir.

Bununla ilgili belgede şunlar kaydedilmektedir: “… Mehmed Ali Paşa tarafından firari

Ahmed Paşa’ya bu defa 2500 kise maaş-ı senevî tahsis olunmuş ve maaşı mezkûrdan

başka olarak 1200 kise kıymetlü Eyalet-i Mısrıyye’de kâin arazi-i mamûre ita ve temlik

kılınmış ve ikametine mahsus olmak üzere 4 kıta bağçel-i bir bab-ı cesîm ve âlâ konak

dahi virilmişdir.”358

Padişah yayınladığı bir fermanla, Mehmed Ali Paşa’dan yönetimine bırakılan

yerlerle ilgili bazı taleplerde bulundu. Bu talepler şunlardı:

A- Sana verdiğim yerlerin toprak, gelir, gider ve diğer kayıt defterlerini her yıl

göndereceksin,

B- Yönetimin altındaki yerlerden kadın ve erkekleri zorla kesinlikle hizmetine

almayacaksın,

C- İnsanları hadımlaştırmaya son vereceksin.

Bilindiği gibi Osmanlı Devleti’nin hadım ihtiyacının çoğu Sudan ve Mısır’dan

karşılanıyordu. Sultan Abdülmecid bu tür uygulamaların kendisinin insan haklarına

saygısına ve adaletine yakışmayacağını düşünmektedir. Bundan dolayı hadımlaştırma

gibi yaratılışa yakışmayan bir uygulamanın kaldırılmasını istemektedir. Bu tür hukuk ve

357

Defter4, s. 105- b. 358

Defter4, s. 108- b.

230

insanlığa yakışmayan bir ameliyatın bundan böyle kesinlikle yasaklandığını bu

fermanıyla ifade etmiştir. Bir fermanla, artık hiçbir şekilde açıklanamayacak ve geçmiş

yüzyılda kalan hadımlaştırma işlemine son verilmiştir. Bununla ilgili Padişah’ın ifadesi

aynen şöyledir: “ Bazılarının sebeb-i tenasül-i benî adem olan bazı azalarının tenkisi

madde-i gayr-ı makbûlesi ez-her cihet mugayir-i rızay-ı madilet-irtizayı mülûkânem

olduğundan velhasıl bu misillü harekât-ı şedide ibtiday-ı culûs-ı hümayunumdan berü

ilan ve iltizam olunan usûl-i hakkaniyet ve insaniyete münafi bulunduğundan fima-bad

bu hususların şediden ve katian men ve ilgası…”359

D- Genel bir af çıkarıldı. Daha önce isteyerek veya istemeyerek Osmanlı

Devleti’ne karşı düşmanca faaliyetler içinde bulunan bütün vatandaşlar affedildi.

Donanmayla gelen veya Mısır’a kaçan Osmanlı askerlerinin hepsini affetti,

memleketlerine dönebilirlerdi. Burada görevli olan zabitler tekrar eski görevlerine iade

edilecektir. Bunun için bunların bulunduğu rütbelerin tarafımıza gönderilmesi uygun

olur denilerek kapsamlı bir barış projesine gidiliyordu. Fermandaki ifade şöyledir:

“Donanmay-ı hümayun-ı şahânemle ol tarafa gitmiş olan eşhâs-ı malûmeden bazı ol

canibde bulunan zabitân ve neferât-ı askeriyye ve memûrîn-i saire cümleten ve bila

istisna mazhar-ı afv-ı cemil-i padişahânem olmuş olduklarından… Kolağası

rütbesinden yukarı nasb olunarak zabitân’ın icray-ı memûriyetleri taraf-ı Devlet-i

Aliyyem’den istizan-ı mevkûf ise de, elyevm bulunanlar rütbe-i varidelerinde ibka

olunacak olub fakat ibkalarına dair iktiza iden evamir-i seniyyem isdar ve tisyar

olunmak …”360

Özetlemeye çalıştığımız Mısır’la ilgili bu fermanda modern devletin birçok

özelliği dikkat çekmektedir. Şayet Osmanlı Devleti bir asır geçmeden değişik etkenlerin

tesiri ile yıkılmasaydı XX. Yüzyılda nasıl bir devlet olacaktı sorusunun ipuçlarını bu

fermanda bulabiliriz. Osmanlı devlet hoşgörüsü, kendisiyle savaşan birisine sığınanları

bile cezalandırmayıp onlardan tekrar faydalanmaya çalışmaktadır. Esasında Osmanlı

Devleti’nin kısa sürede bir cihan devletine dönüşüp beş asırdan fazla üç kıtada

hükmetmesinin sırrını burada aramak gerekir. Diyebiliriz ki, Tanzimat Fermanı ile

sağlanan hürriyetler bu fermanla Mısır için bir daha özetlenmiş oluyordu. “Sen ki;

Vezir-i muşarun-ileyhsin. Sen ki; diğer Ferman-ı âlişanımda beyan olunduğu vechile

bazı şerayıt ve hudud-ı malûmesi ile Eyalet-i Mısrıyye’de maattevarüs ibka ve takririn

359

Defter4, s. 108- b. 360

Defter4, s. 108- b.

231

hususuna irade-i seniyye-i mülûkânem müteallık ve sezaver buyrulmuş olduğundan

Nubi ve Darfur ve Kurdufan ve Sinar eyaletlerinin dâhi cem-i müştemilatıyla yani

hudud-ı Mısrıyye’den hariç kâffe-i levahıklar bila-tevarüs uhdene tevcih…”361

Aşağıda kaydedeceğimiz layıhada Mısır’la ilgili takib edilecek vergi toplama ve

dağıtma yollarından bahsedilmektedir. 1839 yılında Mısır’da kara birlikleri için 120 bin,

deniz birlikleri için 60 bin, gemi inşası için 15500, mühimmat için 14 bin, sipariş olunan

eşya için 15 bin ve gizli masraflar için 16 bin kese olmak üzere toplam 240.500 kese

akçe harcandığı belirtilerek, bu masrafların kısılmasının Mısır için daha faydalı olacağı

ifade edilmektedir. Savaş bittiği için askerliği biten bu kişilerin tarıma kaydırılmasının

birçok yönden yararları olacağı da söylenmektedir. Vergi miktarının Mehmed Ali

Paşa’nın istediği gibi düşürülmesi Osmanlı Devleti’ne zarar verirken, Mısır’ın aşırı

zenginleşmesine ve daha önce de görüldüğü gibi Mehmed Ali Paşa’nın yeniden

hayallere kapılmasına neden olabilirdi. Bir devletin vergi miktarını belirlemesi, bunları

nasıl toplayacağını tespit etmesi ve bunları kayda geçmesi devlet olmasının gereğidir.

Bütün bunlar devletin refah ve güvenliğini direkt etkileyen konulardır. Şimdiye kadar

olan uygulamalar Osmanlı Devleti’ni zevale götürürken Tanzimat Fermanı buna bir dur

demiştir. Öyleyse Tanzimat ilkeleri Mısır’da da aynen uygulanmalıdır. Kaldı ki, Mısır

sadece kendi vergisini toplamamakta aynı zamanda geçiş noktası olduğu için Sudan ve

diğer bölge ülkelerin gümrük vergisinden de aslan payını almaktadır. Vergi konusunun

bütün boyutları ve kesin sınırlarla belirlenmesinin faydalı olacağını yoksa Mehmed Ali

Paşa’nın çeşitli bahanelerle bunun değiştirilmesini aracılar vasıtasıyla isteyebileceğini

belirten bu layiha kısaca şöyledir:

“ Ve Mısır’ın hâsılat-ı arziyyesi mürekkeb olub Nil suyu derece-i kifayeden dûn

olarak taşdığı halde kaht-ı azim olmak ve mahsulât kesret üzere husul bulmak adet

olduğundan bir nakit virgü, bir hadd-i mahsus ile tahsil olunmakda bulunmuş ise de

ahali-i nehir Nil taşmadığı vakitlerde tediye-i virgüden aciz oldukları ve bayağı bir şey

virmeyeceklerini ilan itmişlerdir… Ve bu babda Mehmed Ali tarafından kendü

haklarında vukua gelen muamelat-ı icbariyye cümlenin kendü arazilerini terk ile

kararlarını mucib olmuşdur. Gelelim tenzil-i fiyat-ı meskûkâta. Mehmed Ali’nin 1811

yılından berü virgüyi nasıl ita eylediği 12 bin kise akçe ol vakit 2 milyon 400 bin nefer

florine mukabil iken şimdi ise 600 bin florinle muadil değildir.Devlet-i Aliyye’de kendü

361

Defter4, s. 108- b.

232

lehinde tavassut ittirüb bu tenzilata destres olabilür… Ve Mehmed Ali neferat-ı askeriye

ve bahriyesini yerlerine iade eylediği halde bunlar ziraat ve hırasetle meşgul

olacaklarından hâsılat-ı arziyyesi gereği gibi kesb-i tezayüd idecektir…”362

362

Defter4, s. 110- a, b, 111- a.

233

SONUÇ

Asya, Avrupa ve Afrika’nın en stratejik noktalarından önemli bir kısmını elinde

tutan Osmanlı Devleti XIX. yüzyılın sonlarında bütün sorunlarına rağmen dünyanın

birkaç süper devletinden birisiydi. İdaresi altındaki toprakların yüzölçümünde önemli

değişiklikler olurken farklı din ve ırklardan insanları refah ve mutluluk içinde yaşatma

gücünden fazla bir şey kaybetmemişti. Ama 1789 Fransız İhtilali ile yeni bir ivme

kazanan eşitlik, özgürlük ve milliyetçilik akımları nedeniyle, onun üç jeopolitik

ayrıcalığını ifade eden; din, milliyet ve coğrafyası artık gelecek yüzyıllardaki kaderini

belirleyecekti. Yeniçağ’ın sonları ile Yakınçağ’ın başlarında birçok yönden Osmanlı

Devleti’ne üstünlük sağlamış olmaları ve Osmanlı Devleti’nin eski haşmetinden

uzaklaşması, Batılı devletlerin kendi menfaatleri doğrultusunda Osmanlı coğrafyasına

yönelmelerine neden olmuştu. Bu sömürgeci bakış açısı nedeniyle, Osmanlı devlet ve

toplumu bütün boyutları ile büyük sıkıntılar içine düşmüştü. Bu tutum “Şark Meselesi”

olarak daha sonra dünya siyasi literatüründeki yerini almıştır. Aslında Osmanlı

Devleti’nin parçalanması fikri olarak kabul edilen bu deyim; Asya, Avrupa ve Afrika

üçgeninde o dönemde Osmanlı-Avrupa ilişkilerine verilen genel bir ad olarak

düşünülmelidir. Şark meselesi tabirini, Osmanlı Devleti’nin parçalanması fikrinden

ziyade, sömürgeci devletlerin bölgeyi sömürgeleştirmek için kullandıkları coğrafi bir

jargon olarak anlamak daha doğru olur. Çünkü “Şark Meselesi” deyimi Osmanlı

Devleti’nin yıkılması ile bitmemiş ve hâlen devam etmektedir.

“Şark Meselesi” siyasi bir kavram olarak ilk defa 1815 Viyana Kongresi’nde

kullanılmıştır. Bundan dolayı Avrupa tarafından genelde doğu, özelde Osmanlı

Devleti’nin yaşadığı bölgedeki her problem böyle isimlendirilmiştir. 1774 Küçük

Kaynarca Antlaşması’ndan itibaren birçok Avrupa Devleti, Osmanlı Devleti’nin bütün

işlerine müdahale etme hak ve selahiyetini kendilerinde görmeye başlamışlardır.

Bundan dolayı, olaylara bağlı olarak Avrupa’da değişik dönemlerde farklı güç

dengelerinin ortaya çıktığı görülmüştür. Bir meselede ittifak yapıp dost olan devletlerin

başka bir meselede kanlı bıçaklı oldukları çok görülmüştür. Tabiatıyla bu durum, başta

Avrupa olmak üzere birçok yerde menfaat savaşlarının çıkmasına neden olmuştur.

Osmanlı Devleti, Avrupa devletlerinin güçlenmesi ile tek başına ayakta kalamayacağını

anlayınca, daha uzun süre yaşamak için devletler arasında denge politikası izlemeye

234

başlamıştır. Osmanlı Devleti’nin güçlü olduğu zamanlarda ticarî alanda görülen

ilişkiler, devletin güçten düşmesiyle daha ziyade nüfuz mücadelesi şeklinde ortaya

çıkmıştır.

Osmanlı Devleti güçlü olduğu dönemlerde Avrupa devletlerinin ne yaptıkları ile

pek fazla ilgilenmemiştir. Osmanlı Devleti’nin ilk diplomatik ilişki kurduğu devlet

Fransa olmuştur. Bu ilişkiler daha ziyade Kanunî’nin I. Fransuva’ya yazdığı mektubda

görüldüğü gibi bir koruyan- korunan ilişkisi şeklinde gerçekleşmiştir. 1525 yılında

kurulan ilişkiler 1536 yılında müttefik devlet olarak desteklenme ihtiyacından dolayı

verilen kapitülasyonlarla stratejik bir çıkar ilişkisine dönüşmüştür. 1740 yılından

itibaren sürekli hâle gelen bu ticarî ilişki, Fransız gemilerine tanınan ticarî ayrıcalıklar

nedeniyle diğer Avrupa devletlerine karşı bir üstünlük vesilesi olmuştur. Osmanlı-

İngiliz münasebetleri 1578 yılında Osmanlı Devleti’nden ticaret yapma izni almalarıyla

başlayıp daha sonra kazanılan ticarî ayrıcalıklarla devam etti. Osmanlı-Avusturya

ilişkileri sürekli çatışmalar nedeniyle uzun süre düşmanca devam etse de Karlofça

Antlaşması’ndan sonra ticarî boyut da kazanmıştır. Avusturya-Macaristan

İmparatorluğu’nun bu antlaşmayla kazandığı Osmanlı Devleti sınırları içindeki

Katolikleri koruma hakkı, daha sonra pek çok zararlı gelişmelere neden olacak olan bu

tür adımların ilki olmuştur. Osmanlı-Rus ilişkileri de oldukça eski dönemlere

dayanmaktadır. İlişkiler Moskova Knezi’nin 1497 yılında Kırım Hanlığı vasıtasıyla

İstanbul’a bir elçi göndermesiyle başlamıştır. Resmî devlet politikası hâline getirilen

sıcak denizlere inme politikası ilişkilerin dostça gelişmesini uzun süre engellemiştir.

Rus Çarlığı’nın 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile kazandığı Rus savaş gemilerinin

Karadeniz ve Akdeniz’de serbestçe dolaşma hakkı diğer büyük Avrupa devletlerini her

zaman rahatsız etmiştir. Osmanlı-Prusya ilişkileri milli birliğini tamamlayamadığı için

daha ziyade Avusturya-Macaristan İmparatorluğu üzerinden gerçekleşmiştir. Yeniçeri

ocağının kaldırılmasından sonra yeni ordunun kurulması ve eğitilmesi sürecinde daha

ziyade Prusyalı subaylar kullanıldığı için kendilerine sempati ile bakılmıştır.

Osmanlı Devleti’nin döneminin büyük devletleri ile karşılıklı çıkarlar

doğrultusunda kurduğu ticarî ilişkiler devletin güçten düşmesi ile birer baskı aracı

haline dönüşmüştür. Devletler ticarî ayrıcalıklarını kaybetmemek ve daha da

genişletmek için bütün yolları denemişlerdir. Osmanlı Devleti’nin idare ettiği geniş

topraklar yeraltı ve yerüstü kaynakları bakımından zengin ve ulaşım yönünden stratejik

235

bir noktada olduğu için birçok yıkıcı çıkar savaşları görülmüştür. İngiltere ve Fransa

elde ettikleri siyasî ve ticarî ayrıcalıklar için, Rusya ve Avusturya’yı birer rakip olarak

görmüşler ve onlara karşı değişik yöntemlerle mücadele etmişlerdir. Bunun için,

menfaatleri nedeniyle bütün bu devletler zaman zaman Osmanlı Devleti’nin yanında

veya karşısında bulunmuşlardır. Burada incelenen belgeler ışığında Avusturya Başvekili

Prens Matternih’e ayrı bir parantez açmak gerekir. İncelenen bütün belgelerde

Matternih, daima Osmanlı Devleti’nin iyiliğini isteyen ve kendisine güvenilip sempati

beslenen bir devlet adamı olarak görülmektedir. Matternih’in de kendi devleti ile

Osmanlı Devleti’nin kaderini bir görmenin ötesinde bir sempatiyle Osmanlı Devleti’ne

yaklaştığı görülmektedir. Kesin delillere ulaşamadık ama Osmanlı Devleti’ne bu derece

sempati duyan Matternih ile Türkler arasında Macaristan ve ataları Hunlar vasıtasıyla

bir bağ olabilir diye düşünmekteyiz.

Mısır meselesi, Osmanlı Devleti’nin durumu düzeltmek için yaptığı birçok

reformu sonuçsuz bırakmıştır. Yapılan reformların çoğunda Avrupa desteği sağlamak

amacıyla verilen tavizler ve şekilcilik dikkat çekmektedir. II. Mahmud’un ilk dönemi ile

Mısır meselesinin önplana çıktığı dönemdeki reformları karşılaştırmak bu durumu

görmek için yeterlidir. Mısır meselesi öncesinde, özellikle 1826 yılında Yeniçeri

ocağının kaldırılması sürecinde askerî, adlî, idarî, hukukî, ekonomik, eğitim vb.

alanlarda köklü reformlar yapılırken, meselenin hayati hâle gelmesi ile bu alanlardaki

reformların çoğu uygulanamamıştır. Bu durum, devlet yönetiminde karmaşa doğurmuş

ve birçok yerde karışıklıklar ortaya çıkmıştır. Osmanlı Devleti’ndeki azınlıkların

haklarını korumak için Avrupa devletlerinde birçok gazete yayınlanmaya başlamış ve

Mehmed Ali Paşa da değişik yöntemlerle bundan faydalanmıştır. Osmanlı Devleti buna

mukabele için 1831’de ilk resmi gazete Takvim-i Vekayi’yi kurmuş fakat Mısır

meselesi sürecinde bu alana fazla önem veremediği için meydan dış destekli azınlıkların

çıkardığı gazetelere kalmıştır. Bundan dolayı Osmanlı Devleti, Mısır meselesinde

haklılığını anlatabilecek bir kamuoyu oluşturmada zorlanmıştır. II. Mahmud, bütün dini

azınlıklara çağın getirdiği yeni hakları vermeye çalışırken dış baskılar ve Mısır meselesi

bunu imkânsız hâle getirmiş böylece gidilmek zorunda kalınan merkezîleşme yeni

problemler ortaya çıkarmıştır. Bundan dolayı, başta liberal ve özgürlükçü yapıda olan

reformlar, muhafazakâr ve merkeziyetçi bir şekle bürünmeye başlamıştır. Batılı

devletler, Mısır meselesine kadar Osmanlı Devleti’ni paylaşmak için planlar yaparken,

236

Mehmed Ali Paşa devleti parçalayabilecek hâle gelince, Fransa hariç hepsi değişik

nedenlerden dolayı onu yaşatmak için ellerinden geleni yapmışlardır. Mısır meselesi

sürecinde diplomasi önemli roller oynamıştır. Osmanlı Devleti’nin çıkarlarını

Avrupa’da koruması gereken Osmanlı diplomatları, Batı’nın çıkarlarını da Osmanlı

Devleti’nde koruyarak bir yerlere gelmeye çalışmışlardır. Avrupa’ya gönderilen

diplomat ve öğrenciler Mısır’ın Osmanlı Devleti’ne üstünlük sağlamasının sırrını Batılı

teknik ve uzmanlarda görmüşler ve bunu aynen Osmanlı Devleti’ne uyarlamaya

çalışmışlardır. Mısır karşısında düşülen durum ve bunun Batılı uzmanlarca Osmanlı’nın

maneviyatçılığı ile ilişkilendirilmesi, Osmanlı aydınları arasında nihilist ve pozitivist

düşüncenin yayılmasına neden oldu. Böylece reformların yönü bilim ve teknolojiden,

moda ve sanata kaydı. Mora isyanının bastırılması ve Hicaz olaylarının çözülmesi için

yapacağı hizmetlerden dolayı bir Eyalet Valisi’ne verilen sözler, diğer valileri de daha

talepkar hâle getirdi. Bu durum Osmanlı Devleti’nin iç barışını zedeleyerek devlete olan

bağlılığı yıprattı. Kısacası, Mısır meselesi çok karışık sorunların ortaya çıkmasına neden

oldu.

12 Aralık 1832 tarihinde Osmanlı askeri kuvvetlerinin Konya yakınlarında Mısır

ordusuna yenilmesi ile İstanbul kendi Valisi tarafından işgal edilme tehlikesi ile başbaşa

kalmıştır. Bunun üzerine Avrupa devletlerinden yardım isteyen II. Mahmud bu isteğinin

cevapsız kalması üzerine istemeden de olsa tarihi düşmanı Rusya’nın yardım teklifini

kabul etmiştir. Mısır tehlikesini savuşturmanın başka çaresi kalmadığını düşünerek

böyle bir uygulamaya gitmiştir. Rusya, Osmanlı Devleti’nin her an bundan

vazgeçeceğini düşünerek daima bir tedirginlik içinde bulunmuştur. Mehmed Ali

Paşa’nın İskenderiye’deki Rus konsolosuna: “Osmanlı Devleti bizi halledince sıra size

gelecektir” sözü bu tedirginliklerini daha da artırmıştır. Rusya’nın bu yardım teklifi ve

bunun karşılığında Osmanlı Devleti ile imzalamayı başardığı Hünkâr İskelesi

Antlaşması İngiltere ve Fransa başta olmak üzere büyük Avrupa devletlerinin meseleye

direkt müdahil olmalarına yol açmıştır. Nihayet bütün devletlerin çıkarlarının uzlaştığı

noktada Mısır ordusunun daha fazla ilerlemesi engellenmiştir. 14 Mayıs 1833’te

Kütahya’da imzalanan antlaşma ile meselenin birinci aşaması kapanmıştır ama

tamamen halledilememiştir.

Avrupa’nın iki liberal ülkesi İngiltere ve Fransa bütün dünyayı sömürgeci emelleri

için paylaşmış ve birbirinin çıkar alanına müdahale etmeme yönünde zımnen bir karar

237

almışlardı. Avrupa’nın sömürgeci devletlerinin nufuz alanlarının aradan yüzyıllar geçip

sömürgecilik bitse de pek değişmediği tarihî örneklerden anlaşılmaktadır. Bundan

dolayı değişik dönemlerede değişik amaçlarla aralarında farklı ittifaklara gitseler de bu

‘kırmızı çizgi’ diyebileceğimiz sınırlar hiç değişmemiştir. Fakat dönemin dünyadaki

gelişmelerine bakınca bu ittifakın uzun süre devam etmesi mümkün görünmüyordu.

Çünkü iki devletin ticarî çıkarları her yerde çatışmaktaydı. 1839- 1840 yıllarında Mısır

meselesindeki farklı tutumları nedeniyle bu ittifak iyiden iyiye düşmanlığa dönüşmeye

başladı. Avusturya Başvekili Matternih, bu durumun kendi çakarlarına da zarar

verebileceğini ve sonunda bütün Avrupa’yı saran bir savaşa neden olabileceğini görerek

meseleyi diplomatik olarak halletmek için devreye girdi. Devletler arasındaki

görüşmeler daha savaş devam ederken, Mayıs 1839’da Viyana’da başladı. Matternih

dört büyük devletin elçisi ile uzun süre Viyana’da görüştü. Rıfat Paşa bu görüşmeleri

bütün detayları ile İstanbul’a gönderdiği mektuplarda anlatır. Bunun sonucunda beş

devlet elçisi meselenin çözüleceğine dair her iki tarafa da nota verdi. Rusya, Avusturya

ile çıkarları çatıştığı için barış görüşmelerinin merkezinin Viyana olmasını istemedi.

İngiltere de görüşme merkezinin Viyana olmasını sakıncalı gördü. Bunun üzerine

görüşmeler Londra’ya taşındı. İngiltere Dışişleri Bakanı Palmerston ve tam yetkili Rus

temsilci Brunof, Matternih’in de desteği ile Mehmed Ali Paşa’yı durdurup Osmanlı

Devleti’nin birliğini koruyacak bir yol bulmak için uğraşıyorlardı. Prusya’nın da bu

devletlerin yanında yeralması ile Fransa tek başına kaldı. Böylece Fransa dışındaki

devletler uzun süre yaptıkları görüşmeler sonucunda 15 Temmuz 1840 tarihinde bir

metin üzerinde anlaşarak I. Londra Antlaşmasını imzaladılar.

24 Haziran 1839’da Mısır kuvvetlerinin, Osmanlı kuvvetlerini Nizip’te

yenmesiyle mesele yeniden alevlendi. Bunun üzerine Rusya, Hünkâr İskelesi

Antlaşmasının kendisine tanıdığı hakkı kullanarak hemen harekete geçince diğer

devletler meselenin istemedikleri noktalara gidebileceğini anlayarak Osmanlı Devleti ve

Mehmed Ali Paşa’ya verdikleri nota ile yerlerinde kalmalarını ve kendilerine

danışmadan bir harekete girişmemelerini istediler. 27 Temmuz 1839 tarihinde verilen

bu nota ile mesele bütün Avrupa’nın ortak problemi haline gelmiştir. 15 Temmuz 1840

tarihinde imzalanan I. Londra Antlaşması ile Mısır meslesi, 13 Temmuz 1841 tarihinde

imzalanan II. Londra Antlaşması ile Boğazlar meselesi halledilerek bu sorun büyük

ölçüde çözülmüştür.

238

Bir tarafdan Osmanlı Devleti’ni derinden etkileyen bu siyasî ve askerî olaylar

yaşanırken, diğer tarafdan reform hareketleri ve devleti reorganize etme çalışmaları hızlı

bir şekilde sürdürülüyordu. Bu reformlar idarî olduğu kadar sosyal boyutlar da

taşıyordu. Bu reformların yapılmasında; Mısır ve Boğazlar meselesinin Osmanlı lehine

halledilmesi, Osmanlı Devleti’nin liberal devletler arasına sokularak Batı kamuoyunun

desteğinin sağlanması ve yeni bir dönüm noktasına gelen dünyaya ayak uydurma

gayretleri etkili olmuştur. Fakat yapılan bu reformlar, Avrupa devletlerinin ve dinî

azınlıkların kendi menfaatleri doğrultusunda yararlanmak istemeleri nedeniyle

Müslüman halk tarafından pek benimsenmemiştir. Bu yıllarda Avrupa’da da önemli

değişiklikler olmuştur. 1830–1845 yılları arasındaki devrim niteliğindeki olaylar

Avrupa’da kanlı çatışmaların çıkmasına neden olmuştur. Bütün bu nedenlerle, belgeler

ışığında Osmanlı- Mısır ilişkileri ve Düvel-i Muazzama’nın müdahalesi boyutuyla

incelediğimiz 1840’lı yılların, dünyanın yeniden kurulup sınırların yeniden belirlendiği

ve kartların yeniden karıldığı bir dönem olduğunu ifade edebiliriz. Bundan dolayı

belirtilen dönemde sadece Osmanlı Devleti’nde değil dünyanın başka yerlerinde de

Paradigmatik değişiklikler görülmektedir.

İncelenen belgelerde birçok ilginç detaylar dikkat çekmektedir. Bunlardan

bazılarını şöyle özetleyebiliriz:

1- Bazı belgelerde Mısır hanedanı Osmanlı Devletine Arupa’nın lüks ve şatafatını

ihraç etmekle itham edilmektedir. Bu durum Ahmet Cevdet Paşa tarafından Osmanlı

Devleti’nin borçlanmısının bir nedeni olarak görülmektedir. Ayrıca bundan sorumlu

tutulan Mısırlı prens ve prenseslerin İstanbul’da barındırılmaması istenmektedir.

2- Mehmed Ali Paşa barış tekliflerine karşı Avrupa’nın müdahalesine kadar gayet

sert bir tutum takınırken bundan sonra tutumunu yumşatmıştır. Aynı zamanda Osmanlı

Devleti, Akka yenilgisine kadar meselenin barış yoluyla çözüleceğini düşünürken bu

yenilgiden sonra tutumunu değiştirmiştir. Mehmed Ali Paşa, Avrupa müdahalesinden

sonra Osmanlı Devleti’nden daha önce lobi faaliyetleri ve kamuoyu oluşturmanın

önemini kavrayarak birçok batılı gazeteci ve politikacıyı parayla satın almıştır. Osmanlı

Devleti ise aynı yolu izlemesi yönündeki teklifleri devlet felsefesine uymayacağı

gerekçesi ile reddetmiştir.363

363

Defter2, s. 33- b, 34- a.

239

3- Osmanlı Devleti bütün zorluklara ve başıbozukluklara rağmen hac yollarının

güvenliğini ve sürre alaylarının gönderilmesini ısrarla takip etmiştir. Ayrıca kıtlık

dönemlerinde bile Mısır’dan kutsal topraklara hububat gönderilmesinin ihmal

edilmemesini özellikle Valiler’den istemiştir. Bölgede bulunan Valileri’ne bu konulara

dikkat göstermelerini sıklıkla gönderdiği yazılarla tembih etmiştir. Osmanlı Devleti hac

yollarının güvenliği, hacıların gıda ve barınma ihtiyacının sağlanması, sürre alaylarının

gönderilmesi, Mekke ve Medine’nin korunması gibi dinî hizmetleri temel varlık nedeni

olarak görmüştür.364

4- Osmanlı Devleti, Mısır ile yaşadığı bütün savaş ve problemlere rağmen 1840

Martına kadar bu ülkenin özellikle gemi yapımı için kullandığı kereste ihracatını

yasaklamamıştır. Yasakladığı zaman da kereste alınmak için ödenen paraların geri

iadesini istemiştir. Bunu ya ihmali nedeni ile yapmış veya kutsal beldelerin hububat

ihtiyacının sağlanamayacağı gibi bir gerekçeden dolayı geciktirmiştir.365

5- Mehmed Ali Paşa- Hüsrev Paşa mücadelesinin nedeni olarak, Osmanlı

Devleti’ni hangisinin ailesinin yöneteceği yolundaki rekabet önemli bir neden olarak

görülmektedir. Osmanlı hanedanından başkasının esamesinin okunmadığı bir

imparatorluk için bu önemli bir yeniliktir. Tanzimat döneminden itibaren devleti

merkezileştirme çabalarının bu gibi mücadelelere neden olduğu görülmektedir.366

6- Mehmed Ali Paşa, Londra Antlaşması’nı kabul etmezken, Avrupa devletlerinin

bu konuda ittifak sağlayamayacaklarına güveniyordu. Fransa bu konudu kendisini

sonuna kadar destekleyeceği konusunda Paşa’ya gerekli garantiyi vermiş olmalıdır.

Mısır’ın modernleşmesinde kilit rolü oynayan Fransızlar böylece Osmanlı Devleti’ndeki

çıkarlarını korumak istiyorlardı. Bunu kendisine Fransızların çıtlattığı, kendisiyle

görüşen Rus konsolos tarafından ifade edilmektedir.367

7- Osmanlı Devleti’nin Gayr-i Müslimleri ne kadar sağlam bağlarla kendisine

bağladığını gösteren bir örnek incelediğimiz belgeler arasında bulunmaktadır. Birçok

ulus devletin milliyetçilik akımları nedeniyle çatırdadığı bir dönemde böyle bir örneğin

bulunması gerçekten önemlidir. Osmanlı Devleti’nin Yunan elçisi olan Kostaki

Musurus Paşa, bölgede Müslüman halka ve Mısır’dan topraklarına dönen kişilere

364

Defter2, s. 90- a, b. 365

Defter3, s. 67- b. 366

Defter3, s. 87- a, 88- b. 367

Defter3, s. 93- b.

240

Yunanlılar tarafından eziyet ve haksızlık yapıldığından şikâyet ediyor. İstanbul’daki

Rumlar her yönden rahat içinde yaşarken Yunanistan’da bulunan Müslüman halka

sürekli eziyetler yapılmaktadır. Buna karşı sessiz kalınmamalıdır. İşte “Osmanlı Barışı”

dediğimiz durumun en güzel örneklerinden biri. Bir Yunan asıllı Ortodoks, kendi

dininden olanların Müslüman halka yaptıklarından şikâyetçi oluyor.368

8- Suriye ve Lübnan’daki dini azınlıklara, Mısır birliklerine karşı Osmanlı

Devleti’ne yardım edilirse kendileri ile ilgili birçok düzenleme yapılacağı ile ilgil sözler

verilmişti. Tanzimat’la Gayr-i Müslimlere tanınan birçok ayrıcalığın bu sözden dolayı

sağlandığı söylenebilir. Girid isyanının birçok belgede görüleceği gibi, bu yönde bir

kanıt ve korkutma aracı olarak Avrupa devletleri tarafından kullanıldığı

görülmektedir.369

9- Aşağı yukarı bütün Avrupa devletleri Osmanlı sınırları içinde bulunan

dindaşlarının haklarına azami dikkat gösterilmesini istiyorlardı. Osmanlı’daki Gayr-i

Müslimler daha önce böyle bir ihtiyaç görmezken en ufak bir meselelerinde Avrupa

devletlerine müracaat ediyorlardı. Bu durum daha sonra Osmanlı Devleti’nin yıkılışına

kadar devam edecek olan azınlıklar ve dinî yerler meselesinin çıkmasına neden

olacaktır. Bunda yabancı görevlilerin etkisi olduğu görülmektedir.370

10- Suriye ve Lübnan’da birçok Avrupalı ajanın cirit attığı görülmektedir.

Bunlardan Wood adında bir İngiliz görevli belgelerde en fazla ismi geçen yabancı

kimsedir. 1839- 1841 yılları arasında Suriye ve Lübnan ile ilgili merkeze yazdığı

yazılarla bölgenin durumuna en iyi ayna tutan kişidir. İngiltere’nin İstanbul elçisi

Ponsonbi’ye gönderdiği yazılarla bölgede yapılması ve yapılmaması gereken

uygulamalar ile ilgili gerçekçi değerlendirmelerde bulunmuştur. Baza Vali ve

görevlilerin rüşvet aldığı, yabancıların dinî azınlıkları çıkarları doğrultusunda

kullandığı, Marunî ve Dürzîlerin arasının hiç iyi olmadığı vb. konuları onun

yazılarından birinci ağızdan öğreniyoruz.371

11- Londra Antlaşması’ndan sonra özellikle İngilizler, Suriye ve Lübnan’da sanki

kendi topraklarıymış gibi hareket etme eğilimindeler. İstediklerine vatandaşlık belgesi

verip, istediklerine ticarî temsilcilik hakkı vererek ayrıcalık kazandırıyorlardı. Bunlar ve

368

Defter4, s. 35- a. 369

Defter4, s. 52- b, 53- a. 370

Defter4, s. 56- a. 371

Defter4, s. 61- a.

241

Gayr-i Müslimler bir suç işlediklerinde çeşitli bahanelerle Osmanlı idaresine iade etmek

istemiyorlardı. Valiler’e emirler verme küstahlığında bulunma cesaretini bile

gösterebiliyorlardı.372

12- Amerikalılar’ın 1841 yılında Mısır meselesi bittikten sonra misyonerlik

amacıyla Lübnan’a geldikleri görülüyor. Başta Lübnan olmak üzere bütün Ortadoğu’da

halkı Protestanlaştırmak için her yöntemi kullanıyorlar. Halka İncil ve bunu kabul

edenlere para vererek halkı kendi dinlerine çekmeye çalışıyorlar. Halk değişik

bölgelerde bunlardan rahatsız olup darbetmek istiyor fakat yönetim buna müsaade

etmiyor. Ayrıca halkı misyonerlik faaliyetinden korumak için bazı yazışmalar yapılsa da

dönemin karmaşası içinde pek başarı sağlanamıyor. Bu faaliyetler daha sonra

Üniversiteler açılarak desteklenecektir.373

13- Avrupa ülkeleri sıkı bir merkantalizm uygulamaktadırlar. Kendi pazarlarını

yabancı mallara karşı korumak için ihracat ve ithalatı sıkı bir kontrol altında

tutmaktadırlar. Pahalı bile olsa kendi vatandaşlarının ürettiği malları alarak

vatandaşlarını korumaktadırlar. Bu yüzden Osmanlı Devleti ürettiği malları satmakta ve

ihtiyaç duyduğu bazı ürünleri almakta sıkıntı çekmektedir.374

14- Osmanlı Devleti, daha önce Mısır’da Osmanlı sarayının hadım ihtiyacını

karşılamak için yapılan hadımlaştırma işlemini bu dönemde artık kesinlikle

yasaklamıştır. Bunda, saray sistemindeki değişmeler nedeniyle hadımlara olan ihtiyacın

azalması ve bu işleme duyulan tepkinin etkili olduğu açıktır. Sultan Abdülmecid, bu

uygulamanın hukuk, adalet ve insan haklarına kesinlikle uymadığını düşünmektedir.

Hatta bununla ilgil bir ferman bile yayınlanmıştır.375

15- Dönemimizde olduğu gibi o dönemin Batılı yöneticileri de Osmanlı Devleti

aleyhindeki bazı uygulamaları basın ve kamuoyunun baskısı ile yapmak zorunda

kaldıklarını ifade ediyorlar. Fransa Başbakanı Tiers bu durumu açıkça ifade ediyor ve

şöyle diyor: “Gazeteler vasıtasıyla Fransızlar Mehmed Ali’nin mahbubu olup Mösyö

Tiers çaresiz za’m-ı âmmeye tabi olacağından sizlere öyle görünmüşdür, yohsa

hakikaten Mehmed Ali’ye sahabet ve iane değildir…” Yönetimlerin manevra alanı

372

Defter4, s. 62- b, 63- a. 373

Defter4, s. 69- a. 374

Defter4, s. 82- a. 375

Defter4, s. 108- a.

242

olarak kullandıkları bu kamuoyu baskısı bahanesi hâlen Türkiye’ye karşı

kullanılmaktadır.376

16- Mehmed Ali Paşa’nın kendi ülkesinde ve Avrupa’da kendi taraftarı bir basın

ve kamuoyu oluşturmak gerektiğini bizden çok önce kavradığını görüyoruz. Basına

ödediği paralar yardımı ile bunu başarmış ve bu durum birçok kez Osmanlı Devleti’nin

önüne engel olarak çıkmıştır. Türk miletinin tarihi eksikliği olan “tarih yapıp tarih

yazamamak” yani kendini anlatamamak hastalığı basının ortaya çıkması ile daha fazla

sırıtmıştır. Bugün bile yaşadığımız Ermeni meselesi, Kıbrıs meselesi ve Ortadoğu’daki

kötü imajımız bu durumun birer yansımasıdır.377

17- Doğu Akdeniz’deki Osmanlı-Müttefik donamasının başına İngiliz Amiral

Walker getiriliyor. Bu durum Osmanlı Devletinin, İngiltere’ye ne kadar güvendiğini ve

ne derecede teslim olduğunu göstermektedir. Bu sırada Osmanlı donamasında ve kara

birliklerinde birçok İngiliz ve Alman subay bulunduğu da gözden uzak

tutulmamalıdır.378

Belgeler ışığında ortaya koymaya çalıştığımız gibi Mısır meselesi ve onun çözüm

süreci Osmanlı Devleti için bir dönüm noktası olmuştur. Mısır meselesi çözüldüğünde

artık Osmanlı Devleti büyük devletlerin kuklası haline gelmiş ve neredeyse hiçbir

konuda bağımsız hareket edemez duruma düşmüştür. Mısır meselesi Osmanlı Devleti

üzerinde etkisi daha sonra da görülecek olan 5 önemli tesirde bulunmuştur.

Birincisi; tarihinde ilk defa olarak Osmanlı Devleti bir Valisi’nin isyanın

bastırmak için dış yardıma başvurmuştur.

İkincisi; Mısır meselesi dolayısı ile II. Mahmud’un merkezileşme çalışmaları

sekteye uğramış ve bu meseleyi çözmek için zorunluluktan yapılan reformlar halkın

hoşnutsuzluğuna neden olmuştur.

Üçüncüsü; bütün tarihimiz boyunca olduğu gibi devletin bu gibi problemleri

çözmek için uzun süreli bir planı olmadığı ortaya çıkmıştır.

Dördüncüsü; Mısır meselesi devletin ne kadar güçsüz olduğunu ortaya çıkardığı

için başta Şark meselesi olmak üzere Osmanlı Devleti’nin bütün iç meseleleri dış

376

Defter3, s. 125- a. 377

Defter3, s. 125- b. 378

Defter2, s. 81- b, 82- a.

243

müdahaleye açık hâle gelmiştir. Bundan dolayı kendini güçlü hisseden bütün Avrupa

devletleri kendilerinde Osmanlı Devleti’ne müdahaleyi doğal bir hakmış gibi görmeye

başlamışlardır.

Beşincisi; Mısır meselesinin uluslar arası hale gelmesi, Osmanlı Devleti’nin bu

meseleyi çözmek için büyük devletlere birçok ekonomik, siyasî, dinî vb. tavizler

vermesine yol açmıştır. Böylece Osmanlı Devleti herhangi bir meselesini kendisi dış

destek olmadan çözemeyecek duruma düşmüştür. Bu durum devletin yıkılışına kadar

devam etmiştir.

244

KAYNAKÇA

TEMEL KAYNAK

Mısır Mesalihine Dâir İrâdât-ı Seniyye, İlk 4 Defter, T.T.K. Kütüphanesi, Ankara.

KAYNAKLAR

ABDURRAHMAN ŞEREF, Tarih Musahabeleri, İstanbul, 1920.

AHMED CEVDET PAŞA, Maruzat, Yusuf Halaçoğlu Neşri, İstanbul, 1980.

AHMED CEVDET PAŞA, Tezakir I. II. III. Cavit Baysun Neşri, Ankara, 1963.

AHMED LÜTFİ EFENDİ, Tarih-i Lütfi, c. 6-7, İstanbul, 1910.

AHMED MUHTAR PAŞA, Türkiye- Rusya Seferi, c. II, Ankara, 1928.

AKBAL, Fazıla, “1831 Tarihinde Osmanlı İmparatorluğunda İdâri Taksimat ve

Nüfus”, Belleten, S. XV, Ankara, 1951.

AKŞİN, Sina, “1839’da Osmanlı Ülkesinde İdeolojik Ortam ve Osmanlı

Devletinin Uluslararası Durumu”, Mustafa Reşid Paşa ve Dönemi Semineri, Ankara,

13- 14 Mart 1985, Ankara, 1994.

AKYILDIZ, Ali, Osmanlı Bürokrasisi ve Modernleşme, İstanbul, 2006.

ALİ FUAD, “Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa”, TTEM, XIX/96, İstanbul, 1928.

ALTUNDAĞ, Şinasi, Kavalalı Mehmet Ali Paşa İsyanı, Mısır Meselesi 1831-

1841, Ankara, 1945.

ALTUNDAĞ, Şinasi, “Mehmet Ali Paşa”, İslâm Ansiklopedisi, c. VII, İst., 1957.

ALTUNDAĞ, Şinasi, “İbrahim Paşa”, İslâm Ansiklopedisi, c. V, İstanbul, 1957.

AYALON, D., “Mamlük”, Encyclopaedia of Islam, Second Edition, Leiden, 1978.

BAİLEY, Frank Edgar, “Palmerston ve Osmanlı Reformu 1834- 1839”, Çev.

Yasemin Avcı, Tanzimat’ın 150. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu, Ankara, 31

Ekim- 3 Kasım 1989, Ankara, 1994.

BAYKARA, Tuncer, ”Mustafa Reşid Paşa’nın Medeniyet Anlayışı”, Mustafa

Reşid Paşa ve Dönemi Semineri, Ankara, 13- 14 Mart 1985, Ankara, 1994.

BAYSUN, Cavit, “Mustafa Reşit Paşa” Tanzimat I, İstanbul, 1940.

245

BİLGEN, Bahar, “Mısır’da bir Sosyal Devrim Hikâyesi; Urabi Hareketi”, Journal

of Historical Studies, İstanbul, 2006.

BİLSEL, Cemil, “Tanzimat’ın Haricî Siyaseti”, Tanzimat I, İstanbul, 1940.

CANNİNG, Stratford, Türkiye Hatıraları, Terc. Can Yücel, Ankara, 1959.

CİHAN, Ahmet, Reform Çağında Osmanlı İlmiyye Sınıfı, İstanbul, 2004.

CLARK,G.N., BUTLER, J.R., BURY, J., The Cambridge Modern History, Vol.

X.

ÇADIRCI, Musa, ”Tanzimat’ın Uygulanması ve Karşılaşılan Güçlükler, (1840-

1856)”, Mustafa Reşid Paşa ve Dönemi Semineri, 13- 14 Mart 1985, Ankara, 1994.

ÇAĞATAY, Neşet, ”Tanzimat ve Türk Eğitimi”, Mustafa Reşid Paşa ve Dönemi

Semineri, 13- 14 Mart 1985, Ankara, 1994.

ÇAKIR, Coşkun, “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Osmanlı İktisat Düşüncesi”,

Osmanlı Medeniyeti, Eylül, 2005.

DAĞLI, Yücel, ÜÇER, Cumhure, Tarih Çevirme Kılavuzu, Ankara, 1997.

DARYAL, Ali Murat, İslamın Doğuş ve İlk Yayılışının Psiko-Sosyal Açıdan

Tahlili, İstanbul, 1989.

DUKAKİNZÂDE, Feridun, Nezip, 1831- 1840 Seferi, İstanbul, 1931.

ENGELHARD, Türkiye ve Tanzimat, Terc. Ali Reşad, İstanbul, 1910.

ERGİN, Osman, Nuri, Türkiye Maarif Tarihi, c. II, İstanbul, 1940.

ERKİN, F. C., Türk-Sovyet İlişkileri ve Boğazlar Meselesi, Ankara, 1968.

GENCER, Ali İhsan, “1839’dan 1876’ya Kadar Osmanlı İmparatorluğu”,

Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, Red. Hakkı Dursun Yıdız, İst., 1998

GENCER, Ali İhsan, ”Encümen-i Dâniş ve Mustafa Reşid Paşa”, Mustafa Reşid

Paşa ve Dönemi Semineri, 13- 14 Mart 1985, Ankara, 1994.

GORYANOF, Sergey, Rus Arşiv Belgelerine Göre Boğazlar ve Şark Meselesi,

Haz. Dr. Ali Ahmetbeyoğlu, Dr. İshak Keskin, İstanbul, 2006.

246

GÖYÜNÇ, Nejat, ”Tanzimat’a Yöneltilen Eleştiriler”, Mustafa Reşid Paşa ve

Dönemi Semineri, 13- 14 Mart 1985, Ankara, 1994.

HALAÇOĞLU, Yusuf, ”Maruzat ve Tezakir’de Mustafa Reşid Paşa ve Tanzimat

Erkânı”, Mustafa Reşid Paşa ve Dönemi Semineri, 13- 14 Mart 1985, Ankara, 1994.

HEYET, Osmanlıca- Türkçe Büyük Lügat, İstanbul, 1997.

İNALCIK, Halil, “Hüsrev Paşa”, İslâm Ansiklopedisi, c. 5, İstanbul, 1950.

KAPLAN, Mehmed, ”Mustafa Reşid Paşa ve Yeni Aydın Tipi”, Mustafa Reşid

Paşa ve Dönemi Semineri, 13- 14 Mart 1985, Ankara, 1994.

KARAL, E. Z., Osmanlı Tarihi, c. V, Ankara, 2007.

KARAL, E. Z, Tanzimattan önce Garplılaşma Hareketleri, Tanzimat, İst., 1940.

KAYNAR, Reşat, Mustafa Reşit Paşa ve Tanzimat, Ankara, 1954.

KOLOĞLU, Orhan, İlk Gazete İlk Polemik (Vekayi-i Mısrıyye’nin Öyküsü ve

Takvim-i Vekayi ile Tartışması), Ankara, 1989.

KODAMAN, Bayram, “Mustafa Reşid Paşa’nın Paris Sefirlikleri Esnasında

Takip Ettiği Genel Politikası”, Mustafa Reşid Paşa ve Dönemi Semineri, Ankara, 13- 14

Mart 1985, Ankara, 1994.

KUHN, Thomas S., Bilimsel Devrimlerin Yapısı, çev. Nilüfer Kuyaş, İst., 1991.

KURAN, Ercümend, “Reşid Paşa”, İslâm Ansiklopedisi, cilt. 11, İstanbul, 1964.

KURAT, A., Nimet, Türkiye ve Rusya, XVIII. Yüzyıl Sonundan Kurtuluş

Savaşına Kadar Türk- Rus ilişkileri, 1798- 1919, Ankara, 1970.

KURŞUN, Zekeriya, “Osmanlı-Arap Coğrafyası ve Uluslararası Çekişmeler.”

Osmanlı Medeniyeti, İstanbul 2005.

KUTLUOĞLU, Muhammed H., “1833 Kütahya Antlaşma’sının Yeni Bir

Değerlendirmesi”, Osmanlı Araştırmaları, XVII, İstanbul, 1997.

KUTLUOĞLU, Muhammed H., “Mehmed Ali Paşa’nın Suriye Seferi Öncesi Bu

Bölgeye Yönelik Politikası ve Bu Seferin Geri Planını Oluşturan Unsurlar”, Tarih

Enstitüsü Dergisi, XIV, İstanbul, 1997.

247

KUTLUOĞLU, Muhammed H., The Egyptian Question (1831- 1841) The

Expansionist Policy Of Mehmed Ali Paşa In Syria And Asia Minor And The Reaction

Of The Sublime Porte, İstanbul, 1998.

KÜÇÜK, Cevdet, ”Osmanlı İmparatorluğu’nda Millet Sistemi ve Tanzimat”,

Mustafa Reşid Paşa ve Dönemi Semineri, 13- 14 Mart 1985, Ankara, 1994.

KÜTÜKOĞLU, Mübahat, Osmanlı-İngiliz İktisâdî Münâsebetleri(1580- 1838),

Ankara, 1974.

LEWIS, Bernard, Modern Türkiye’nin Doğuşu, terc. Metin Kıratlı, Ankara, 1970.

McCARTHY, Justin, Osmanlı’ya Veda, Çev. Mehmet Tuncel, İstanbul, 2006.

MUMCU, Ahmet,”Hukukçu Gözüyle Mustafa Reşid Paşa ve Tanzimat” Mustafa

Reşid Paşa ve Dönemi Semineri, 13- 14 Mart 1985, Ankara, 1994.

MUSTAFA NURİ PAŞA, Netayic ül-Vukuât, Kurumları ve Örgütleriyle Osmanlı

Tarihi, III- IV. Cilt, sadeleştiren, notlar ve açıklamalar ekleyen Prof. Dr. Neşet Çağatay,

Ankara, 1992.

ORHONLU, Cengiz, “Kethuda”, Encyclopaedia of Islam, Second Edition, c. IV,

Leiden, 1978.

ORTAYLI, İlber, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul, 2006.

OSMANLI MEDENİYETİ TARİHİ, Editör, Ekmeleddin İhsanoğlu, İstanbul, 1999.

ÖNSOY, Rifat,”Tanzimat Döneminde İktisadi Düşüncenin Teşekkülü”, Mustafa

Reşid Paşa ve Dönemi Semineri, 13- 14 Mart 1985, Ankara, 1994.

ÖZCAN, Abdülkadir, “Cevad Paşa”, T. D. V İslam Ansiklopedisi, c. VII, İst.,

1993.

ÖZTUNA, Yılmaz, Büyük Osmanlı Tarihi, c. V, İstanbul, 1994.

ÖZTUNA, Yılmaz, Osmanlı Devleti Tarihi- 1, İstanbul, 2004.

PAKALIN, M.Z., Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, c. III, İst., 2004.

RODERİC, H. Davison, Osmanlı Türk Tarihi (1774- 1923), Çev. MehmetMoralı,

İst., 2004.

248

SEYİTDANOĞLU, Mehmet, Tanzimat Devrinde Meclis-i Valâ (1838- 1868),

Ankara, 1994.

SHAW, S. J. - E. K. SHAW, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, Çev.

Mehmet Harmancı, İstanbul, 2006.

SİNAPLI, A. N., Mehmet Namık Paşa, İstanbul, 1987.

SONYEL, Salahi R., “Tanzimat ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Gayr-i Müslim

Uyrukları Üzerindeki Etkileri”, Tanzimat’ın 150. Yıldönümü Uluslararası

Sempozyumu, Ankara, 31 Ekim- 3 Kasım 1989, Ankara, 1994.

TANPINAR, A. H., “Akif Paşa”, İslâm Ansiklopedisi, c. I, İstanbul, 1950.

Tanzimatın 150. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu, Ankara, 1994.

TENGİRŞENK, Y. K., “Tanzimat Devrinde Osmanlı Devletinin Haricî Ticaret

Siyaseti”, Tanzimat I, İstanbul, 1940.

TÜKİN, Cemal, Osmanlı İmparatorluğu Devrinde Boğazlar Meselesi, İst., 1947.

UÇAROL, Rıfat, “ Küçük Kaynarca Antlaşmasından 1839’a Kadar Osmanlı

İmparatorluğu”, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, Red. Hakkı Dursun Yıldız,

İst., 1998

UNAT, F. R., Osmanlı Sefirleri ve Sefaretnâmeleri, Ankara, 1968.

UNAT, F. R., Hicrî Tarihleri Milâdî Tarihe Çevirme Kılavuzu, Ankara, 1988.

UZUNÇARŞILI, İ.Hakkı, Osmanlı Tarihi, c. 2- 4, Ankara, 1973.

ÜÇYİĞİT, Ekrem, “Akdeniz Medeniyetleri Tarihinde Tanzimat”, Tanzimat’ın

150. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu, Ankara, 31 Ekim- 3 Kasım 1989, Ankara,

1994.

ÜNAL, Sevim, “1838- 1841 yılları arasında Türk-İngiliz Politik İlişkileri”, VIII.

Tarih Kongresi, Ankara, 11- 15 Ekim 1976, Ankara, 1983.

ÜNAL, Sevim, “Tanzimat Döneminde Dış Politika”, Tanzimat’ın 150. Yıldönümü

Uluslararası Sempozyumu, Ankara, 31 Ekim- 3 Kasım 1989, Ankara, 1994.

VON BİSMARK, Otto, Düşünceler ve Hatıralar, Çev. Nijat Akipek, İst., 1991.

249

VON MOLTKE, Helmuth, Moltke’nin Türkiye Mektupları, Hayrullah Örs Terc.,

İst., 1969.

YURDAYDIN, Hüseyin Gazi, ”Ahmet Resmî Efendi ve Bazı Düşünceleri”,

Mustafa Reşid Paşa ve Dönemi Semineri, 13- 14 Mart 1985, Ankara, 1994.