Upload
osmanxcengiz
View
182
Download
6
Embed Size (px)
DESCRIPTION
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İSLÂM TARİHİ VE SANATLARI ANABİLİM DALI İSLÂM TARİHİ BİLİM DALIDOKTORA TEZİOSMANLI KAYNAKLARINA GÖRE 1839- 1841 ARASI OSMANLI-MISIR İLİŞKİLERİ VE DÜVEL-İ MUAZZAMADanışman Prof. Dr. Nesimi YAZICIHazırlayan Ramazan ATA 5922506ANKARA-2011İÇİNDEKİLERÖzet ..................................................................................................................................... I Summary ........................................
Citation preview
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İSLÂM TARİHİ VE SANATLARI ANABİLİM DALI
İSLÂM TARİHİ BİLİM DALI
DOKTORA TEZİ
OSMANLI KAYNAKLARINA GÖRE 1839- 1841 ARASI OSMANLI-MISIR
İLİŞKİLERİ VE DÜVEL-İ MUAZZAMA
Danışman
Prof. Dr. Nesimi YAZICI
Hazırlayan
Ramazan ATA
5922506
ANKARA-2011
İÇİNDEKİLER Özet ..................................................................................................................................... I
Summary ............................................................................................................................ V
Önsöz .................................................................................................................................. 1
Kısaltmalar ........................................................................................................................ 6
Giriş .................................................................................................................................... 7
BİRİNCİ BÖLÜM
MISIR VE MISIR MESELESİYLE İLGİLİ ÖNEMLİ DEVLET ADAMLARI
I- Mısır’ın Osmanlı Devleti’ndeki Yeri .............................................................................. 12
II- Dönemin Önemli Osmanlı Devlet Adamları ................................................................. 15
III- Dönemin Önemli Mısırlı Devlet Adamları .................................................................. 21
IV- Dönemin Önemli Avrupalı Devlet Adamları ............................................................... 25
İKİNCİ BÖLÜM (1831- 1839)
MEHMET ALİ PAŞA’NIN YÜKSELİŞİ VE ÖNASYA’YA YAYILMA POLİTİKASI
I- Kütahya Antlaşması Sonrasında Mehmed Ali Paşa’nın Faaliyetleri ve Osmanlı Devleti’ne
Etkileri ................................................................................................................................. 30
II- Mehmet Ali Paşa’nın Suriye ve Anadolu’ya Yayılmak İstemesinin Nedenleri ve Yaptığı
Faaliyetler ............................................................................................................................ 41
III- 1831- 1839 Arası Osmanlı Devleti’nin Verdiği Tavizler ve Mısır’ın Etkisi ............... 49
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM (1839)
NİZİP YENİLGİSİNDEN TANZİMAT’IN İLANINA MISIR MESELESİ I- Nizip Yenilgisi ve Osmanlı Devleti’ne Yansımaları ....................................................... 55
II- II Mahmut’un Ölümü ve Abdülmecid’in Tahta Çıkışı .................................................. 62
III- Osmanlı-Mısır İlişkilerine Düvel-i Muazzama’nın Müdahalesi ve Nedenleri ............. 67
IV- Mustafa Reşid Paşa’nın Hariciye Nazırlığı ve Tanzimat’ın İlanı ................................ 75
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM (1839- 1840)
TANZİMAT’TAN LONDRA ANTLAŞMASI’NA MISIR MESELESİ I- Tanzimat’ın İlanı ve Düvel-i Muazzama ......................................................................... 88
II- Londra Görüşmeleri Sürecinde Bölgenin Durumu ........................................................ 98
III- Londra Görüşmeleri ve Birinci Londra Antlaşmasının İmzalanması……………...…107
IV- Osmanlı Devletinin Mehmed Ali Paşa ve Düvel-i Muazzama Hakkında Düşünceleri 112
V- Mehmed Ali Paşa’nın Osmanlı Devleti ve Düvel-i Muazzama Hakkında Düşünceleri 119
VI- Düvel-i Muazzamanın Osmanlı Devleti ve Mehmed Ali Paşa Hakkında Düşünceleri 124
BEŞİNCİ BÖLÜM (1840- 1841)
LONDRA ANTLAŞMALARI VE MISIR MESELESİNİN ÇÖZÜLMESİ
I- Londra Antlaşmasının Mehmed Ali Paşa tarafından Kabul Edilmemesi ve Sonuçları .. 137
II- Mehmed Ali Paşa Yönetimindeki Yerlerin Müttefik Kuvvetlerce Geri Alınması ........ 159
III- İbrahim Paşa’nın Önasya’daki Faaliyetleri ve Geri Çekilmesi .................................... 165
IV- Abdülmecid’in Mısır Fermanı Yayınlamasının Nedenleri ve Sonuçları ...................... 181
V- İkinci Londra Görüşmeleri ve Londra Antlaşması ....................................................... 204
VI- Mısır Meselesinin Osmanlı Tarihi Açısından Sonuçları .............................................. 207
SONUÇ ............................................................................................................................... 233
KAYNAKÇA ..................................................................................................................... 244
ÖZET
OSMANLI KAYNAKLARINA GÖRE 1839-1841 ARASI OSMANLI-MISIR İLİŞKİLERİ
VE DÜVEL-İ MUAZZAMA
Ata, Ramazan
Doktora Tezi
Tez Danışmanı: Prof. Dr. Nesimi Yazıcı
249 sayfa
Tez’de, Osmanlı Devleti ve Mısır arasında yaşanan savaşın 1839- 1841 yılları arasını
ele alarak, bunun Osmanlı Devleti’nde meydana getirdiği siyasî, ekonomik ve toplumsal
değişimleri incelemeye çalıştım. Osmanlı Devleti’nin Karlofça antlaşmasından sonra Avrupa
devletleri karşısında aldığı ardarda yenilgiler yönetenlerin ve halkın moralini bozuyor, buna
karşı ne gibi tedbirler alınabileceği özellikle yöneticiler ve aydınların kafasını meşgul
ediyordu. 1789 Fransız ihtilali tarihin gidişatını kökten değiştirip, çok uluslu
imparatorlukların yaşamasını zorlaştırdı. Dönemin Padişahı III. Selim, sistemde bazı
değişiklikler yapsa da geleneksel yapı ile bağlarını koparacak imkanı bulamadı. III. Selim’den
sonra Padişah olan II. Mahmud, devleti değiştirmek yönünde daha cesur adımlar attı.
Kendisinin vefatından sonra devleti paradigma değişikliğine götürecek aydın ve yöneticilerin
yetişmesine azami gayret gösterdi.
II. Mahmud, birçok reform yapmasına rağmen zaman ve şartlar uygun olmadığı için
paradigma değişikliğini gerçekleştiremedi. Osmanlı Devletini paradigma değişikliğine götüren
1839 yılında yaşanan 4 olay olmuştur. Bu olaylar; 24 Haziran’da Osmanlı ordusunun Nizip
savaşında Mısır ordusuna yenilmesi, 2 Temmuz’da II. Mahmud’un ölüp yerine tecrübesiz
Abdülmecid’in Padişah olması, hemen bunun ardından Osmanlı donanmasının önemli bir
kısmının bizzat komutanı Ahmed Fevzi Paşa tarafından götürülüp İskenderiye’de Mehmed Ali
Paşa’ya teslim edilmesi, 27 Temmuz’da Avrupa devletlerinin savaşa hemen son verilmesi için
her iki tarafa da ortak bir nota vermesidir. Bütün bu olayların halkta ve aydınlarda yarattığı
şok, Mısır meselesinin ne pahasına mâl olursa olsun çözülmesi noktasında bir konsensüs
oluşturdu.
Bütün kesimlerde oluşan uzlaşma havası, Mustafa Reşid Paşa’yı yapılacak köklü
değişiklikler için Padişahı ikna noktasında cesaretlendirdi. Mustafa Reşid Paşa, Mısır
meselesinin çözümü konusunda Avrupa devletleri ve kamuoyunun desteğini sağlamak için
köklü bazı değişikliklerin yapılması gerektiğine Padişah’ı ikna etti. Osmanlı Devleti’nde
paradigma değişikliğinin mührü olan Tanzimat bu şartlarda 3 Kasım 1839’da ilan edildi.
Böylece Mısır meselesinin çözümü için devam eden Londra görüşmelerinde Avrupa
devletlerinin ve kamuoyunun desteği garanti altına alınmış oldu. Tanzimat’ın ilanı ile
Osmanlı Devleti geleneksel yapısından geri dönülemez biçimde ayrıldı.
SUMMARY
1839-1841 OTTOMAN EMPIRE AND EGYPT AFFAIRS AND GREAT POWERS
UNDER THE LIGHT OF OTTOMANS’ SOURCES
Ata, Ramazan
Doctorate Thesis
Thesis Adviser: Prof. Dr. Nesimi Yazıcı
249 page
In the thesis the issue and the war from 1839- 1841 between Ottomans and Egypt, and the
follow up results of that issue and politic, economic and social changes that was created in
Ottomans were observed. The continous defeats to the European Counties following the treaty
of Karlofça upset the governors and the public, besides it made the governors and intellectuals
think about the possible precaution against the issues. 1789 French Revulotion changed the
trend of the world history drastically and made survivability of the multi Ethnicity Empire
more difficult. The Sultan of that era Selim III, couldn’t disengage totally even though he
made some changes in the siytem of the empire. The following Sultan Mahmut II did more
daring measures in the direction of changing the siystem of the empire. Before his death he
did his best to bring up the intellectuals and governors, staffs who would change the paradigm
of the empire.
Because of the conditions and the period Mahmut II wasn’t able to change the paradigms of
the empire although he had made lots of Reforms. 4 issues made the Ottomans undergo a
paradigm change in 1839. They are; the defeat of Ottoman army to Egyptian army on 24th
of
June in Nizip Battle, the death of Mahmut II on 2nd
of July and his inexperienced son
Abdülmecid’s becoming Sultan, immediately after this Ahmed Fevzi Pasha’s givinig up the
majorty of the Navy to Mehmet Ali Pasha at Alexandria and on 27th
of July European States
delivering a note to the both sides to cease the war. The shock of all those issues among the
public and the intellectual created a consensus to solve the Egypt Issue at all cost.
This conciliatory atmosphere among the all sides encouraged Mustafa Reşid Pasha to
persuade the Sultan about the possible radical changes. Mustafa Reşid Pasha persuaded the
Sultan about some necassary radical changes to gain the support of the European states to
solve the Egypt Issue. The Administrative Reforms which can be regarded as the sign of the
paradigm changes in Ottomans was declared on November 3, 1839 under these sircumstances.
So at the ongoing Londan Interviews -about the solving The Egypt Issue- the support of the
European States and publics were guaranteed. With the decleration of The Administrative
Reforms the Ottomans left its traditional structure totally.
I
ÖZET
OSMANLI KAYNAKLARINA GÖRE 1839-1841 ARASI OSMANLI MISIR
İLİŞKİLERİ VE DÜVEL-İ MUAZZAMA
“Osmanlı Kaynaklarına Göre 1839-1841 Arası Osmanlı-Mısır İlişkileri ve Düvel-i
Muazzama” isimli tezimiz beş bölümden meydana gelmektedir.
Birinci Bölüm 4 Başlıktan oluşmaktadır;
Birinci başlıkta, Mısır’ın Osmanlı Devleti’ndeki yeri ve önemi bazı kaynaklar ve belgeler
ışığında kısaca özetlenmiştir.
İkinci Başlıkta, dönemin önemli Osmanlı devlet adamları ve karakterleri incelenmiştir.
Devlet adamlarının kişiliklerinin, karakterlerinin ve şahsiyetlerinin meselelerin ortaya
çıkmasında önemli etkileri olduğu araştırmamızdan anlaşılmış ve bu durum kendi görüşleri
ışığında ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bu dönemde Osmanlı Devleti’nde Mısır meselesi ile
ilgili olarak Hüsrev Paşa (ö. 1855), Ahmed Fevzi Paşa (ö. 1843), Sadık Rıfat Paşa (ö. 1857),
Namık Paşa (ö. 1892) ve Mustafa Reşid Paşa (ö. 1858) ismi öne çıkmaktadır.
Birinci bölümünün üçüncü Başlığında, dönemin önemli Mısırlı devlet adamları ile
meseleye bakışları incelenmiştir. Mehmed Ali Paşa (ö. 1849) ve oğlu İbrahim Paşa (ö. 1848),
Mısır meselesinin gelişmesinde en önemli rolü oynayan figürlerdir.
Birinci kısmın dördüncü Başlığı altında, Mısır meselesi ile ilgili dönemin önemli Avrupalı
devlet adamları ele alınmıştır. Bu sırada Mısır meselesi ile ilgili önemli Avrupalı devlet
adamları; İngiltere’de Palmerston (ö. 1865) ve Ponsonbi (ö. 1855), Avusturya’da Matternih (ö.
1859) , Rusya’da Nesselrode (ö. 1862) ve Brunof (ö. 1875), Fransa’da Tiers (ö. 1877) ve Guizot
(ö. 1874) öne çıkmaktadır.
Mehmed Ali Paşa’nın Yükselişi ve Asya’ya Yayılışı ismini taşıyan İkinci Bölüm, 1831-
1839 arası Mısır meselesi ve Düvel-i Muazzama’nın buna müdahalesini, sebep ve sonuçları ile
incelediğimiz üç kısımdan meydana gelmektedir.
Birinci Kısımda, 1839 yılına kadar Mısır meselesinin geçirdiği inişli çıkışlı aşamalar,
kaynaklar ve belgeler ışığında ele alınmıştır. Avrupa devletleri meseleye tekrar müdahale gereği
duymuşlar ve uzun görüşmeler sonunda 3 Mayıs 1833 tarihinde Kütahya Antlaşması
imzalanmıştır.
Daha sonraki Kısımda, Mehmed Ali Paşa’nın Mısır’da iktidarını güçlendirmek için Suriye
ve Anadolu’ya ihtiyacı olduğu etraflı biçimde açıklanmıştır.
II
İkinci Bölüm’de son olarak, Tanzimat öncesinde Osmanlı Devleti’nin verdiği tavizler ve
buna Mısır meselesinin etkisi incelenmiştir. 1831-1839 yılları arasında Osmanlı Devleti, Mısır
meselesini çözmek için büyük devletlere birçok tavizler vermek zorunda kalmıştır.
Üçüncü Bölüm’de Nizip yenilgisinden Tanzimat’ın ilanına kadarki kritik dönemin
incelendiği beş kısım bulunmaktadır.
Birinci Kısımda, Nizip yenilgisi ve Osmanlı Devleti’ne yansımaları geniş biçimde
incelenmiştir. 1839 yılı Osmanlı Devleti için bir dönüm noktası olmuştur. 24 Haziran1839’da
Osmanlı ordusu Nizip’te Mısır kuvvetleri karşısında yenilgiye uğramış, 2 Temmuz’da II.
Mahmud (ö. 1839) bu yenilgiyi öğrenemeden acılar içinde vefat etmiş ve yerine en büyük oğlu
Abdülmecid (ö. 1861) tahta oturmuş, 27 Temmuz’da Avrupa devletleri savaşın durdurulması için
nota vermiş, 3 Kasım’da ilan edilen Tanzimat Fermanı ile Osmanlı Devleti, deyim yerindeyse
paradigma değişikliğine gitmiştir.
Tezimizin bunu izleyen Kısmında, II. Mahmud’un ölümü ve yerine oğlu Abdülmecid’in
tahta çıkmasıyla bunun yarattığı sonuçlar etraflı biçimde ortaya konulmaya çalışılmıştır. İkinci
Bölüm’de daha sonra, Düvel-i Muzzama’nın 27 Temmuz 1839’da Osmanlı Devleti’ne bir nota
vererek savaşa son vermesini ve mesele kendileri tarafından çözülene kadar mevcut durumu
korumasını istemeleri geniş biçimde incelenmiştir
Üçüncü Bölüm’ün sonunda, Mustafa Reşid Paşa’nın Hariciye Nazırlığı’na getirilmesi ve
Tanzimat’ı ilan etmesi yerli ve yabancı kaynaklar ışığında geniş biçimde sebep ve sonuçlarıyla
ele alınmıştır. Mustafa Reşid Paşa, Osmanlı Devleti’nin birliğini, Avrupa devletlerini bu amaç
için birleştirerek sağlamaya çalışmış ve bu konuda değişik yöntemler kullanarak 1860’lı yıllara
kadar başarılı olmuştur.
Dördüncü Bölüm’de, Tanzimat’tan Londra Antlaşması’na kadar Mısır meselesinin
gelişimi, altı başlık altında ortaya konulmuştur;
Birinci Başlık’ta, Tanzimat’ın ilanı ve büyük devletlerin buna etkisiyle bu süreçteki rolleri
ele alınmıştır. Tanzimat döneminde merkezileşme artmış ve devlet daha görünür hâle gelmiştir.
II. Mahmud, yeni dönemin gelişmelerine ayak uyduramayan devlet yapısını bütün kurumları ile
reforma tabi tutmuş ve deyim yerindeyse Paradigma değişikliğine giderek bunun için referans
noktası olarak Batı’yı almaya başlamıştır.
Bunu takip eden iki Başlıkta, Londra görüşmeleri ve Londra Antlaşması bütün boyutları ile
incelenmeye çalışılmıştır. 27 Temmuz 1839’da Avrupa devletlerinin savaşa son vermeleri için
Osmanlı Devleti’ne verdikleri notadan hemen sonra Viyana’da bu meseleyi kökünden çözmek
için Avusturya Başvekili Matternih’in himayesinde taraflar arasında görüşmeler başladı.
III
Dördüncü Başlık’ta, Londra Antlaşması sürecinde Osmanlı Devleti’nin Mehmed Ali Paşa
ve Avrupa devletleri hakkındaki düşünceleri ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Beşinci Başlık altında, Mehmed Ali Paşa’nın Osmanlı Devleti ve Düvel-i Muazzama
hakkındaki düşünceleri kaynaklar ışığında ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Bu bölümün sonunda, Düvel-i Muazzama’nın Osmanlı Devleti ve Mehmed Ali Paşa
hakkında düşündükleri dönemin canlı şahitleri ve değişik kaynaklar ışığında ortaya konulmaya
çalışılmıştır. Fransa, Napolyon devrinden itibaren Osmanlı Devleti’ni çıkarları doğrultusunda
kullanmaya çalışmıştır. Rusya, devlet politikası olarak sıcak denizlere inmeyi hedeflediği için
Osmanlı Devleti aleyhine ilerlemişse de 1830’lu yıllardan itibaren Osmanlı Devleti’nin
yıkılmasının kendisine vereceği zararları görerek politikalarını bu devletin yaşaması yönünde
değiştirmiştir. Avusturya ve İngiltere, Londra görüşmeleri sürecinde Osmanlı Devleti’ni gerek
diplomatik olarak gerek maddî olarak en fazla destekleyen devletler olmuşlardır.
Tezimizin Beşinci ve son bölümünde, Londra Antlaşmasının imzalanmasından Mısır
meselesinin çözümüne ve bu durumun Osmanlı tarihi açısından doğurduğu sonuçlara kadar
ortaya çıkan durum altı başlık altında geniş biçimde ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Son bölümün birinci Başlığında, Londra Antlaşması’nın Mehmed Ali Paşa tarafından
kabul edilmemesi ve bunun yarattığı sonuçlar incelenmiştir. 15 Temmuz 1840 tarihinde
imzalanan Londra Antlaşması’nı Fransa dışındaki devletler imzaladı. İngiltere Hariciye Nazırı
Palmerston, bu antlaşmaya uymaması veya aleyhinde bir harekete girişmesi durumunda Avrupa
devletler sisteminden dışlanacağı konusunda Fransa’yı uyardı. Bunun üzerine Fransa, antlaşmaya
karşı çıksa da aleyhinde bir girişimde bulunmaya cesaret edemedi. Mehmed Ali Paşa bütün
tekliflere karşı kendisine II. Mahmud döneminde vaad edilenlerden bir adım geri atmayacağını
belirterek katı bir tutum takındı.
Bu bölümün ikinci Başlığında, Mehmed Ali Paşa’nın Londra Antlaşması’nı kabul
etmemesi üzerine müttefik kuvvetlerin karada ve denizde işgalleri bitirmek için yaptıkları
harekât geniş biçimde ele alınmıştır. Mehmed Ali Paşa antlaşmayı kabul etmeyip hatta İstanbul’a
hareket emri vereceğini belirtince müttefik güçler harekete geçti. Hem Mısır birlikleri her
yönden sıkıştırılmaya başlandı hem de Mısır çıkarlarına karşı yoğun bir propaganda faaliyetine
girişildi. Bunun sonucunda İbrahim Paşa komutasındaki Mısır birlikleri Suriye, Lübnan ve
Anadolu’da çok zor duruma düştüler.
Bunu takip eden Başlıkta, İbrahim Paşa’nın Hicaz, Suriye ve Anadolu’daki faaliyetleri ve
bundaki temel amaçları ortaya konulmaya çalışılmıştır. İbrahim Paşa bütün şartları
değerlendirerek Mısır’a dönmekten başka çare kalmadığını gördü ve çok zorlu bir yolculuğa
çıktı. İskenderiye Antlaşması’nın kabulü ile her iki taraf da savaşmaya son verdi.
IV
Dördüncü Başlıkta, Abdülmecid’in Mısır Fermanı yayınlamasının neden ve sonuçları
ortaya konulmaya çalışılmıştır. Osmanlı Devleti ve Avusturya meselenin kökten halli için
Mısır’ın tamamen ele geçirilmesini isteseler de İngiltere’nin desteği olmadan bunu
başaramayacaklarının farkındaydılar.
Bu bölümün beşinci Başlığında, İkinci Londra Antlaşması ve bu antlaşmanın imzalanma
süreci yerli ve yabancı kaynaklar ışığında incelenmiştir. Birinci Londra Antlaşması ve devam
eden süreçte yayınlanan Mısır Fermanı ile Mısır meselesi çözülmüştü ama Avrupa devletlerinin
bu meseleye müdahalesinin en önemli sebebi olan Boğazlar meselesi henüz çözülememişti.
Altıncı ve son Başlıkta, Mısır meselesinin Osmanlı Devletine verdiği zararlar ve bu cihan
devletini götürdüğü noktalar bütün boyutları ile incelenmeye çalışılmıştır. II. Mahmud, Avrupa
yardımını sağlamak için batıya dönük köklü reformlara girişmiş ve bu dönem danışma kurulları
vasıtasıyla Osmanlı Devleti’nde Paradigma’nın değiştiği dönem olmuştur.
V
SUMMARY
UNDER THE LIGHT OF OTTOMANS’ SOURCES
1839-1841 OTTOMAN EMPIRE AND EGYPT AFFAIRS AND GREAT POWERS
The thesis named “Under the Light of Ottomans’ Sources 1839-1841 Ottoman Empire
and Egypt Affairs and Great Powers” is composed from five main chapters.
The first chapter consists of four parts;
In the first part, Egypt’s attitude and its importance in Ottoman Empire is observed under
the light of sources and documents and summarized shortly.
In the second part, fore coming statesmen and characters of that period were examined.
During this work it is observed that personalities and characters of the statesmen of that time’s
had great impact over the cases and this is proved with the help of their own views as well. In
this period of time Hüsrev Pasha’s ( D.1855 ), Ahmed Fevzi Pasha’s( D.1843 ), Sadık Rıfat
Pasha’s( D.1857 ), Namık Pasha’s( D.1892 ) and Mustafa Reşid Pasha’s( D.1858 ) names come
into prominence in Ottomans about the cases related with Egypt.
In the third part of the entrance; period’s for coming Egyptian statesmen and their views
were. Mehmed Ali Pasha ( D.1849 ) and his son Ibrahim Pasha( D.1848 ) were among the most
important figures on developing of the case.
In the fourth part of the first chapter; some European statesmen of the era related with
Egypt case is handled. Being fore coming European statesmen of the era in England Palmerston
( D.1865 ) and Ponsonbi ( D.1855 ), in Austria Matternih ( D.1859 ), in Russia Nesselrode (
D.1862 ) and Brunof ( D.1875 ) , in France Tiers ( D.1877 ) and Guizot ( D.1874 ) come into
prominence.
The second chapter named ‘The Rise of Mehmed Ali Pasha and His Expansion to Asia’,
Ottoman Empire and Egypt affairs from 1831 to 1839 and Great Powers’ interfering to the issue
is consist of three parts with reasons and results.
In the first part Egypt Issue’s unstable process in 1839 are held under documents and
sources. Thereupon European states needed to involve the issue again and after the extended
interviews Kütahya Treaty was signed on the 3th May 1833.
In the next part while the reasons of Mehmed Ali Pasha’s aim to stretch in Anatolia are
examined, it is stated obviously that Mehmed Ali Pasha needed Syria and Anatolia to foster his
governance in Egypt.
VI
In the first part finally, the compromises that were given by Ottomans before
Administrative Reforms and the affects of Egypt issue over those reforms are held widely.
Between1831-1839 Ottomans were obliged to give lots of compromises to the great powers.
The third chapter is corporated of four parts in which critical period from Nizip defeat to
the Administrative Reforms is examined.
In the first part, Nizip defeat and its effect of Ottomans is widely examined under the
light of sources and documents. 1839 was a critical point for Ottomans. Ottoman army was
defeated to Egyptian army on 24th
of June, on 2nd
of July Mahmud II (D.1839) died sorrowfully
without learning that defeat and his oldest son Abdülmecid (D.1839) became Sultan, on 27th
of
July European States delivered a note to cease the war, on the 3th of November Ottomans
declared the Administrative Reforms and changed its paradigms.
In this part of our thesis the death of Mahmud II and his son Abdülmecid’s becoming
Sultan and is examined thoroughly with its results.
In the third part, Great Powers’ delivering a note to Ottomans on 27th
July 1839 to end
the war and keep the current situation till they solve the problem in their directorate was
examined thoroughly. The defeat of Ottomans by its own governor of a district was a potential
risk for European states and could harm them as well. Thus Egypt issue should be solved in a
way that is useful for each side. England and Austria didn’t support to give any compromises to
Egypt, while France supports to watch Egypt’s rights. Besides all given compromises, Mustafa
Reşid Pasha’s diplomatic ability forced all European states except France to support Ottomans in
the solution processes of Egypt issue.
In the fourth part, Mustafa Reşid Pasha’s appointment to be the grand vizier and his
declaring Reforms are examined with its effects and results under the light of inner and outer
documents and sources. Reşid Pasha tried to keep the unity of Ottomans by convincing European
states around this aim and he was successful till 1860s by using different methods.
In the fourth chapter, from the declaration of the Reforms to London Treaty the process
of Egypt Issue is examined in six parts.
Under the first title, the declaration of the Reforms and Great Powers’ effects and roles
on this declaration is analyzed. In Reform period the centralization was increased and the
structure of the state became more visible. Mahmud II modernized all the state institutions and
redesigned the ones that couldn’t keep up with this innovation namely he made paradigm change
by taking up European values as reference.
In the following parts, London interviews and London Treaty are tried to be held with all
aspects. Soon after European states’ delivering a note on 27th
July 1839 to the sides of the
VII
interviews to solve the issue totally, they started the interviews in Vienna under the observation
of Austrian Prime Minister Matternih.
Under the fourth title, Ottomans thoughts about Mehmed Ali Pasha and European states
are tried to be examined.
In the fifth part Mehmed Ali Pasha’s opinions about Ottomans and Great powers are held
in the light of documents. Mehmed Ali Pasha had an extremely ambitious personality.
At the end of this part, Great Powers’ remarks on Ottomans and Mehmed Ali Pasha are
surveyed in the light of various documents and living witnesses of the era. Matternih and
Palmerston tried all diplomatic methods in order to solve the problem without a war.
In the fifth and the last chapter of the thesis, from the singing of London Treaty to the
solution of Egypt issue and effects of that case in Ottomans history are surveyed widely in the
light of documents and consisted of six parts.
Under the first part of the last chapter, Mehmed Ali Pasha’s objection to the London
Treaty and the results of this situation are examined. All the countries signed the London Treaty
except France on 15th
of June, 1840. English Foreign Minister Palmerston warned France that it
should accept the treaty if France would not sign and against the treaty, it could be isolated from
the European states. Thereupon France didn’t dare to act against the treaty even it objected it. In
spite of all the offers Mehmed Ali Pasha was strict and proclaimed that he wouldn’t step back the
promises that had been given to him during Mahmud II.
In the second title of this chapter, upon Mehmed Ali Paşa’s refusal of London treaty, the
allied forces started an operation that made over land and sea in order to terminate the invasions
is being handled widely in the light of documents and sources. When Mehmed Ali Paşa declared
that he would not accept the treaty and also announced that he would give the order of the
operation to Istanbul, the allied forces went into action. Both the Egyptian forces were begun to
be compressed from all sides and an intensive propaganda process was proceeded against
Egypt’s profits. By this way, the Egyptian forces commanded by Ibrahim Paşa got in a very
difficult position in Lebanon, Syria and Anatolia.
In the following title, the actions and aim of İbrahim Pasha in Hedjaz, Syria and Anatolia
were tried to be explained in the light of documents and sources. İbrahim Pasha, evaluating all
these conditions, understood the fact that there was no way other than returning to Egypt and
started a really difficult travel. By the acceptance of Alexandria treaty, both sides terminated
fighting.
VIII
In the fourth title, Abdulmecid’s declaring Egypt Firman was tried to be explained with
its reasons and results. Although Ottomans and Austria wanted to taking over Egypt totally in
order to solve the issue, they knew that this was impossible without England’s support.
In the fifth part, Second London Treaty handled in the light of documents and sources.
With the first London Treaty and following Egypt Firman this issue was solved, but the most
important reason – The Straits Issue- that made the states interfere the issue was still not solved.
It was signed in London among Ottomans and five Great Powers on 13th
July 1841.
In the sixth and the last title, the damage of Egypt issue to Ottomans and the points where
that worldwide state was dragged were examined widely with all aspect. Mahmud II proceeded
some fundamental reforms in order to get the support of European States, so he could suppress
the rebel of his governor which put him into a deep psychological depression and this period was
the time that Ottomans’ paradigms were changed totally with the help of consultancy boards.
1
ÖNSÖZ
Bilindiği gibi sosyal bilimler, özellikle tarih alanı, fen bilimlerinde olduğu gibi
yeniliğin fazla olduğu bir alan değildir. Ancak yapacağımız araştırmalar sonucunda ileri
süreceğimiz tez ve anti tezler ile yeni sentezlere ve yorumlara ulaşabiliriz. Osmanlı
Tarihi bu gibi çalışmalar için muadili tarihlerle karşılaştırıldığı zaman en bâkir
alanlardan birisidir. Osmanlı tarihini bilmeden, Türkiye Cumhuriyeti veya bu
coğrafyada bulunan başka devletlerin tarihini tam olarak bilmek mümkün değildir.
Günümüzdeki çatışmaların odağında yeralan Ortadoğu ve Arapların tarihini bilmek için
Osmanlı Tarihi’ni iyi bilmek gerekir. Yaşadığı altı asra yakın süre içinde dört asır
Ortadoğu’nun dirlik ve düzenini sağlayan Osmanlı sistemine modern tarihçilerin çoğu
“Pax Ottomana” yani “Osmanlı Barışı” demektedirler. Bu barış XIX. yüzyılda
özellikle Fransız İhtilali’nin getirdiği yeni fikirler nedeni ile sarsıldı ve XX. yüzyılda
bütün dünyayı saran bir savaşın neticesinde sona erdi. Şunu söyleyebiliriz ki Osmanlı,
savaşın icat olduğu topraklarda bütün hatalarına rağmen barışı oluşturmayı ve onu
devam ettirmeyi başardı. İngilizler ve Fransızlar sadece kendi çıkarlarını düşündükleri
için Osmanlı’dan sonra bölgede barışın hiç şansı olmadı. Osmanlı’nın yıkılışı
hükmettiği her yerde dengenin bozulmasına neden oldu ve belki de dengeyi yeniden
kurmak yüzyıllar alabilir. İnsanlık bir asırdan fazladır bu barışın sona ermesinin
acılarını çekiyor ama buna bir çözüm bulamıyor ve ufukta da yeni bir çözüm
görünmüyor.
Başta büyük İngiliz tarihçi Arnold Toynbee olmak üzere tarafsız Batılı tarihçilerin
çoğu Asya, Avrupa ve Afrika’yı aynı zamanda refah ve mutluluk içinde en uzun süre
Osmanlı Devleti’nin yönettiğini kabul ederler. Avrupa devletleri, Osmanlı Devleti’nin
boşalttığı alanları dolduramamış ve buraları sadece değişik yöntemlerle sömürge haline
getirmişlerdir. Bunda, tezimizde işleyeceğimiz başta Mısır olmak üzere Arap aydınların
tarihi iyi bilmemesinin ve taraflı Avrupa kaynaklarından öğrenmelerinin de büyük etkisi
vardır. Arap ülkelerinde Osmanlı tarihi asıl kaynaklarından değil başta İngiliz ve
Fransızlar olmak üzere Avrupalı tarihçilerin kaleminden öğrenilmiştir. Bu tarihçilerin
çoğu ise meseleye kaynaklar ışığında ilmî olarak bakmaktan çok devletlerinin
menfaatleri doğrultusunda yaklaşmışlardır. Osmanlı Devleti üç kıtada işgalci gibi
2
gösterilirken, kendileri medeniyetin temsilcileri olarak gösterilip haklı çıkarılmaya
çalışılmıştır.
Mısır tarih boyunca birçok medeniyete kaynaklık etmiş ve Coğrafî keşiflerden
sonra gelişen sömürgecilik akımları için önemli bir hedef olmuştur. Özellikle İngiltere,
sömürgeci emellerine ulaşmak için önemli bir kavşak noktasında bulunan Mısır’ın
kontrolü altında olmasını siyasî öncelikleri arasında saymıştır. Mısır, Osmanlı yönetimi
altında uzun süre huzur içinde yaşamıştır. Ancak Osmanlı Devleti gerilemeye başladığı
andan itibaren bölgedeki iktidar mücadeleleri nedeniyle huzur bozulmaya başlamıştır.
Bölgeye gönderilen birçok valiler ya öldürülmüş veya görevlerini gerektiği gibi
yapmaları engellenmiştir. Mehmed Ali Paşa şahsî yeteneklerini de kullanarak bu
karışıklılara son vermiş ve 1805 yılında Mısır valiliğine atanmıştır. Mehmed Ali Paşa
için sadece Mısır’ı yönetmek yeterli olmamış, Mısır’da yaptığı idarî, malî, askerî ve
tarımsal yeniliklerle ülkeyi kısa sürede Osmanlı Devleti’nin en gelişmiş eyaleti haline
getirerek iktidar mücadelesine başlamıştır. Fransa’nın da tesiri ile sınırlarını genişletmek
için eline geçen bütün fırsatları kullanmış ve Anadolu içlerine kadar neredeyse hiçbir
direnişle karşılaşmadan ilerlemeyi başarmıştı. 1831-1841 yılları arasında 10 yıla yakın
süre Suriye, Lübnan ve Anadolu’da kaldıktan sonra belki de ilerde Osmanlı Devleti’nin
yıkılmasına neden olacak bedeller ödenerek Mısır’a döndürülebilmiştir.
Biz bu çalışmamızda, incelediğimiz Osmanlı arşiv belgeleri ışığında 1839-1841
yılları üzerinde odaklanacağız. Çünkü bu yıllar Osmanlı Devleti’nin yeni bir Paradigma
değişimine yöneldiği yıllardır. XV. asırdan itibaren gelişen ve asıl meyvelerini XVIII.
yüzyılda veren coğrafi keşifler, XVIII. asırda İngilere’de ortaya çıkıp daha sonra bütün
Avrupa’ya yayılan sanayileşme ve 1789 Fransız ihtilalinin ortaya çıkardığı Milliyetçilik
Eşitlik ve Özgürlük gibi akımlar artık eski düzen ve fikirlerle devletin yaşamasını
imkânsız hale getirmişti. Bütün bunların üzerine ortaya çıkan bir Eyâlet Valisi’nin
isyanı, durumu daha da içinden çıkılamaz hale sokmuştu. II. Mahmud’un son dönemi ile
Abdülmecid’in ilk dönemini kapsayan bu yıllar, Mustafa Reşid Paşa’nın önderliğinde
Osmanıl devlet yapısında köklü değişikliklerin yapıldığı yıllardır. Bu reformların
yapılmasında bazı iç nedenlerin yanı sıra Mısır meselesini halletmek için Avrupa
desteğini sağlama düşüncesinin de önemli etkisi olmuştur.
II. Mahmud’un daha önce hiç olmadığı şekilde kendilerinden örnek alarak birçok
alanda reform yapma gayretleri dost veya düşman bütün Avrupa devletlerinin dikkatini
3
çekti. Osmanlı Devleti üzerinde tesiri olabilecek bütün güçler, bu reformların kendi
menfaatleri doğrultusunda olması için her türlü baskıyı yaptılar. Mehmed Ali Paşa’nın
isyanı yapılan bütün reformların eksen değiştirmesine neden oldu. Nitekim bundan önce
reformlar daha çok teknik, hukuk ve eğitim alanlarında yapılırken Mısır isyanından
sonra siyasi alanda yapılmaya başlandı. Mısır meselesi nedeniyle Avrupa’nın desteğini
almak için liberal reformlar yapan II. Mahmud bunu sağlayamayınca reformları
ağırlaştırarak, monarşik olan Rusya ve Avusturya devletlerinin yardımını temin etmeye
çalıştı. Rusya, Osmanlı Devleti’ne gerekli bütün yardımı sağlama karşılığında kendisine
büyük menfaatler sağlayan Hünkâr İskelesi Antlaşması’nı imzalayınca, İngiltere yaptığı
hatayı anlayarak bunu değiştirmeye yöneldi. II. Mahmud, Rusların tarihî emellerini
bildiği ve yakın komşu olmasından dolayı Osmanlı yönetimi altındaki bazı yerleri
nüfuzu altına almasından çekindiğinden İngiltere ile tekrar yakınlaşmak için elinden
gelen her şeyi yaptı. Düvel-i Muazzama, Osmanlı Devleti’nin Rus etkisi altına
girmesinin ve yıkılmasının tehlikelerini anlayarak onu bu etkiden kurtarmak ve
yaşatmak için İngiltere ve Avusturya’nın öncülüğünde devreye girmeye karar verdi.
Bunun için Mısır meselesini Osmanlı Devleti lehinde çözerek onun gerçek dost ve
müttefiki olduklarını göstermeleri gerekiyordu.
Tezimizde, Osmanlı-Mısır ilişkilerini ve buna Düvel-i Muazzama’nın
müdahalesini; Nizip yenilgisi ile başlayıp, meseleye Avrupa devletleri’nin
müdahalesinin en önemli sebeplerinden birisi olan Boğazlar meselesinin halledildiği
İkinci Londra Antlaşması’nın imzalanmasına kadar sebep ve sonuçları ile ortaya
koymaya çalışacağız. Bu 3 yıllık dönemde tabiri caizse Osmanlı Devleti iç ve dış
nedenlerin etkisiyle yönünü değiştirmiştir. Tek kişinin yönetiminden birçok danışma
meclislerinin kurulduğu müşavereye dayanan çok kişinin yönetimine yani demokrasiye
ilk adımlar atılmıştır. Devlet birçok iç ve dış badirelerle uğraştığı için tabiatıyla
demokrasiye geçiş adımları sancılı olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun çok milletli
yapısı birçok reformun istenildiği gibi uygulanmasını engellemiştir. Tanzimat sırasında
Mısır meselesinin de etkisi ile merkezî otoriteyi artırıcı çalışmalar yapılması eyaletlerde
büyük karışıklıklara neden olmuş, Avrupa devletleri’nin, Osmanlı Devleti’ndeki
azınlıkların haklarını korumak adına, merkezîleşmenin Tanzimat ilkelerine uymadığı ile
ilgili itirazları neredeyse bütün reformların sonuçsuz kalmasına sebep olmuştur.
4
Bu dönemde Türk tarihinin en büyük diplomatı olarak kabul edilen Mustafa Reşid
Paşa’nın etkisiyle siyasal sistemdeki ilk reformlar diplomatik alanda yapılmıştır.
Osmanlı Devleti ve Mehmed Ali Paşa değişik yöntemlerle birbirine karşı kışkırtılmış
daha sonra da barıştırılmak için her ikisinden de büyük çıkarlar sağlanmıştır. Osmanlı
Devleti daha önce bir Valisi’nin böyle büyük isyanı ile karşılaşmamıştı. İsyanın bu
derece büyüyüp devletin başkentini tehdit eder hâle gelmesinde, II. Mahmud’un yaptığı
bazı yanlış uygulamaların etkisi olduğu söylenebilir. II. Mahmud yaptığı reformları
uygulamak ve yerli görevlilere kavratmak üzere değişik alanlarda birçok yabancı uzman
ve danışman getirtmişti. Değişik alanlarda çalışan ve danışmanlık yapan bu Gayr-i
Müslim uzmanların her iki devlet katında da kendi devletlerinin çıkarlarını korumaları
gayet doğaldır. II. Mahmud’un Tıbbiye’yi açmak için Fransız, Bahriye Mektebi’nin
başına geçmek için İspanyol, İstimbotlarını yönetmesi için bir İskoç, Ordu bandosunu
eğitmek için bir İtalyan, Gemi yapımı için Amerikalılar, Deniz kuvvetlerini eğitmesi
için İngiliz subaylar, Orduyu ıslah etmesi ve danışmanlık yapması için Prusyalı subaylar
getirtmiştir. Buna benzer görevlendirmeler başta Fransız uzmanlar olmak üzere Mısır’da
Mehmed Ali Paşa tarafından da yapılmıştır. Özellikle Mehmed Ali Paşa ve oğlu
İbrahim Paşa’nın yanında Fransız asıllı uzman ve danışmanlar bulunmuş ve onları
birçok yönden yanlış bilgiyle kendi menfaatleri doğrultusunda yönlendirmişlerdir. Bu
durum koca İmparatorluğun yıkılmasının önemli nedenlerinden birisi olmuştur.
Bu tez çalışması beş bölümden meydana gelmektedir. Birinci Bölümde, Mısır’ın
Osmanlı Devleti’ndeki yeri ele alınarak, 1839- 1841 yılları arasında Mısır meselesi
sürecinde etkili olan Osmanlı, Mısırlı ve Avrupalı devlet adamları meseleye bakışları ve
sorumlulukları açısından kısaca değerlendirilecektir. İkinci Bölüm’de, meselenin ortaya
çıkışından 1838 yılına kadar Mısır meselesini çözmek için yapılan Kütahya görüşmeleri
ve antlaşması, Mehmed Ali Paşa’nın Suriye ve Anadolu’ya yayılmak istemesinin
nedenleri ve bu süreçte Osmanlı Devleti’nin meseleyi çözmek için vermek zorunda
kaldığı tavizler ele alınmaktadır. Üçüncü Bölüm’de, Nizip yenilgisinden Tanzimat’ın
ilanına kadar yenilginin yansımaları, II. Mahmud’un ölümü ve yerine oğlu
Abdülmecid’in Padişah olması, Mısır meselesine Düvel-i Muazzama’nın müdahalesi ve
nedenleri ile Mustafa Reşid Paşa’nın Hariciya Nâzırı olarak Tanzimat’ı ilan etmesi ele
alınmıştır. Dördüncü Bölüm’de, Tanzimat’ın ilanından Birinci Londra Antlaşması’na
kadar Mısır meselesinin safhaları olan, Tanzimat’ın ilanı ve buna Düvel-i
5
Muazzama’nın tesiri, Londra görüşmeleri ve Londra Antlaşması ve her üç tarafın da
birbiri hakkında besledikleri düşünceler incelenmiştir.
Beşinci ve son bölümde ise, Mısır meselesinin tamamen çözülmeye çalışıldığı
Birinci Londra Antlaşması’ndan İkinci Londra Antlaşması’na kadar yaşanan olaylar ve
Mısır meselesinin Osmanlı Devleti açısından sonuçları belgeler ışığında geniş biçimde
ele alınmıştır. Boğazlar meselesi, Düvel-i Muazzama’nın Mısır meselesine müdahale
etmesinin en önemli nedenidir. Birinci Londra Antlaşması ile Mısır meselesi büyük
oranda çözüme kavuşturulmuştu fakat Boğazlar meselesi hâlâ ortada duruyordu.
Boğazlar meselesi de İkinci Londra Antlaşması ile büyük oranda çözülmüştür.
Bu çalışmanın çok konuşulan ve hakkında yoğun spekülâsyonlar yapılan bir kişi
ve dönemini belgeler ışığında, derli toplu ortaya koyarak, konuya yeni bir perspektif
getireceği düşünülmektedir. XIX. yüzyılda değişik amaçlarla Mısır meselesine dâhil
olan bütün tarafların Mısır meselesi, birbirleri, dünyanın geleceği vb. konulardaki görüş
ve düşünceleri birinci ağızdan ortaya konulmaktadır. Zannederiz ki, dönemin
aktörlerinin konu ve dünyanın gidişatı hakkında ne düşündüklerini bundan daha iyi
ortaya koyacak bir yol yoktur. Bölgenin şimdiki karışık durumuna baktığımız zaman,
geçmişte yaşanılanların sebep ve sonuçları ile ortaya konulmasının, geliştirilecek çözüm
yolları için yol gösterici olacağı açıktır. Belki de, bölgedeki sorunların giderilmesi için
tarihî perspektif göz önünde tutulması gereken en önemli mihenk taşıdır.
Bu çalışmam esnasında başta Prof. Dr. Nesimi Yazıcı, Prof. Dr. İrfan Aycan ve
Doç. Dr. Hasan Kurt olmak üzere İslâm Tarihi kürsüsündeki bütün hocalar bana her
türlü yardım ve kolaylığı gösterdiler. Kıymetli hocalarımın verdiği dersler benim için
yeni düşünce ufukları açtı. Burada ismini andığım ve anamadığım bütün hocalarıma
yetişmeme olan katkılarından dolayı minnetlerimi arz ediyorum.
6
KISALTMALAR
BOA. Başbakanlık Osmanlı Arşivi
Defter Mısır Mesalihine Dâir İradât-ı Seniyye Defteri
DİA. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi
İA. İslâm Ansiklopedisi
TTK. Türk Tarih Kurumu
A.g.e. Adı geçen eser
A.g.s. Adı geçen seminer
A.g.m. Adı Geçen makale
Bkz. Bakınız
C. Cilt
Çev. Çeviren, Tercüme eden
Haz. Hazırlayan
No. Numara
S. Sayı
Seminer Mustafa Reşid Paşa Ve Dönemi Semineri, Ankara,
1994
s. Sayfa
TDV. Türkiye Diyanet Vakfı
Vol. Volume
7
GİRİŞ
1831-1841 yılları arasında on yıla yakın süre devam eden Mısır meselesi, özelde
iç kaynaklı olmasına rağmen genelde dış devletlerin de müdahalesiyle Osmanlı
Devleti’nin geleceğini birçok yönden etkilemiştir. Meselenin ortaya çıktığı zaman, II.
Mahmud’un köklü reformlara girişerek devleti paradigma değişikliğinin eşiğine
getirdiği bir döneme rastlamıştır. II. Mahmud, devletin ayakta kalabilmesi için köklü
reformlara girişmiş fakat Mısır sorununun etkisiyle reformlarda bazı alanlarda yön
değiştirmeler olabilmiştir. Bu durumu savaş şartlarının Tanzimat’a etkileri olarak ifade
edebiliriz. Biz çalışmamızda muhtemel yön değiştirme veya kaymaları şu şekilde
inceleyeceğiz;
a- Reformlar önce hukukî ve teknik alanda yapılır iken Mısır meselesinin etkisiyle
siyasi yöne kayarak, Osmanlı Devleti’ni, Batılı devletleri yardıma ikna için meşveret
meclislerini ve halk meclislerini önplana çıkarmaya zorlamış mıdır? Bu meclislerin
oluşturulmasında Avrupa devletlerinin yardımı geciktirmede mazeret gösterdikleri yeni
ortaya çıkan “kamuoyu” tabirinden etkilenilmiş midir?
b- Mısır meselesi sürecinde bütün taraflarca basın nasıl kullanılmıştır? Halkı
etkilemek için hangi yöntemler devreye sokulmuştur?
c- Sanayileşme, Sömürgecilik ve Fransız ihtilali etkisiyle ortaya çıkan yeni şartlar
Osmanlı devlet adamlarını yeni bir durumla baş başa bıraktı. Sanayileşmeye uygun bir
toplum yapısı olmadığı için sanayileşme; sömürgeciliğe uygun bir zihniyet yapısı
olmadığı için sömürgeleştirme yapılamazken, Fransız ihtilalinin getirdiği eşitlik ve
hürriyet ilkeleri çok uluslu bir sisteme dayanan devleti temelden etkiledi. Mısır meselesi
buna uygun tek çözüm yolu olan adem-i merkeziyete dayanan reformlar yapma
imkanını ortadan kaldırmış mıdır?
ç- İngiltere, Rusya ve Avusturya-Macaristan 1830’lu yıllara kadar Osmanlı
Devleti’ne hasta adam gözüyle bakıp topraklarını paylaşmak istiyorlardı. Mısır meselesi
onların fikrini, güçlü ve hırslı bir Mehmed Ali Paşa yerine, güçsüz ve tüm gücünü
prestijli tarihinden alan bir Osmanlı hanedanını destekleme yönünde değiştirecek
miydi?
8
d- Mısır meselesinin gelişiminde ve çözümünde dönemin devlet adamlarının nasıl
bir etkisi olmuştur? Bu durumda onların çözümü Batılı güçlerde aramasının ve
Batılılar’ın da sömürgecilik düşüncesinin nasıl bir yönlendirmesi olmuştur?
e- Osmanlı Devleti Mısır birliklerinin hızla ilerlemesinin sırrını onun modern
Fransız tarzındaki eğitimi ve silahlanmasına bağlıyordu. Bundan dolayı hem Batılı
uzmanlar getirme hem de Batı’ya yetişmek üzere öğrenci gönderme devletin geleceğini
nasıl etkilemişdir?
f- Yabancı askerî ve sivil uzmanlar Osmanlı Devleti’ni rasyonel olamayıp hayalci
olmak ve duyguları ile hareket etmekle suçluyorlardı. Bu durum yenilgilerin nedenini
maneviyatta görerek, Osmanlı Devleti’nde daha sonra ortaya çıkacak olan pozitivist
anlayışa yol açmış olabilir mi?
g- Tanzimat reformları başta oldukça liberal ve özgürlükçü özellikler taşırken,
uygulamaların gittikçe muhafazakar ve merkeziyetçi yöne kaydığı görülmektedir. Bu
yön değiştirmede Mısır’la yaşanan savaş ortamanın ne oranda etkisi olmuştur?
h- Meşrûti Monarşi diyebileceğimiz Tanzimat, dönemin şartlarına göre çok ileri
sayılabilecek demokratik ilkeleriyle Osmanlı Devleti’nin ömrünü uzatmış mıdır yoksa
kısaltmış mıdır? Bu demokratik ilkelerin uygulanmasında Mısır meselesi nasıl bir tesir
göstermiştir?
ı- Mora isyanı ve Hicaz’daki sorunun giderilmesi Mehmed Ali Paşa’ya ne gibi
avantajlar sağladı? Mehmed Ali Paşa bu avantajlardan ne yönde yararlandı? Bu durum
Osmanlı Devleti’nin geleceğini nasıl etkiledi?
i- Mısır meselesi Osmanlı Devleti’nin çok milletli yapısına nasıl tesir etti? Bu
durum Tanzimat’ın ilanında etkili oldu mu?
j- Mısır meselesi, Osmanlı Devleti’ni Afrika’dan tamamen koparmak için
kullanıldı mı? Bunun için Mehmed Ali Paşa üzerinde ne gibi yönlendirmeler yapıldı?
k- Her iki tarafdaki yabancı uzman ve danışmanların Mısır meselesinin
gelişiminde ne gibi etkileri olmuştur? Bu durum Osmanlı Devleti’nin ve Mısır’ın
geleceğini nasıl etkilemiştir?
l- Modernleşme’nin sanayi ve teknolojiden ziyade moda ve silahlanmaya
kaymasında Mısır meselesinin etkisi olmuş mudur? Bunda iç savaşın yarattığı
kötümserliğin nasıl bir fonksiyonu vardır?
9
Araştırma yapılırken, Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi’nde bulunan 13 defterlik
“Mısır Mesâlihine Dâir İradât-ı Seniyye” isimli belgeler ana kaynak olarak
kullanılmıştır. Bu belgeler dönemin devlet adamlarından Sadrazam Cevad Paşa (ö.
1900) tarafından 13 defter halinde düzenletilmiştir. Cevad Paşa; aydın, bilgili, dil bilen
ve dürüst bir devlet adamı olarak Tarih’e de çok meraklıydı. Paşa’nın yazdığı 10 ciltlik
Tarih-i Askerî isimli eseri özellikle Osmanlı askerî tarihi açısından çok önemlidir.
Sadrazamlığı sırasında Babıâli memurlarının boş zamanlarında kitap okumalarını
sağlamak için Babıâli’nin bahçesinde bir kütüphane yaptırmasıyla meşhurdur.1 1839-
1895 yılları arasında Mısır ile ilgili bütün taraflarla yapılan yazışmaları toplatması,
dönemin tarihinin birinci elden öğrenilmesi için çok önemli bir hizmet olmuştur. Bu
defterler oldukça yıprandığı için T.T.K. tarafından uzman bir ekip tarafından kullanıma
sunulmak üzere CD’ye yüklenmiştir. Bu defterler Mısır’la ilgili Hicrî 1255-1312/1839-
1895 yılları arasında Osmanlı Devleti katında yapılan bütün yazışmaları ve
uygulamaları içerisinde barındırması hasebiyle birinci elden çok değerli bir kaynaktır.
Toplam 1500 sayfaya yakın olan belgeler taranmış ve araştırma alanımızla ilgili 500
sayfa civarındaki ilk dört ciltlik 1255-1257/1839-1841 yılları ayrıntılı olarak
incelenmiştir. Kullandığımız belgelerde, dönemin ilgili bütün devletlerinin yaptığı
girişim ve yazışmalar etraflı biçimde bulunduğu gibi, Osmanlı idareci ve sefirlerinin
merkezle yaptığı yazışmalar da ayrıntılı olarak yer almaktadır. Ayrıca üzerinde daha
önceden derli toplu çalışma yapılmamış olması ve dönemin bütün bilgi ve belgelerini
birinci elden canlı tanıkları ve aktörleri vasıtasıyla içermesi sebebiyle değeri bir kat
daha artmaktadır.
Dönemin tanıkları olan Ahmed Cevdet Paşa, Ahmed Lütfi Efendi, Mustafa Nuri
Paşa, Abdurrahman Şeref Bey vb. devlet adamı ve yazarların eserleri de birinci elden
kaynaklar olmaları dolayısıyla belgelerimizin tamamlayıcısı olarak kullanılmıştır.
Ahmed Cevdet Paşa dönemin en önemli kişiliği olan Mustafa Reşid Paşa’ya yakınlığı
ve uzun süre Vakanüvislik yapması nedeniyle olayları son derece iyi bilmekte ve
eleştirel tarihçiliğin güzel örneklerini vermektedir. Ahmed Cevdet Paşa’nın; Maruzat,
Tezakir ve Tarih-i Cevdet isimli eserleri tezimizin biçimlenmesinde yol gösterici
olmuşlardır. Ahmed Lütfi Efendi araştırdığımız dönemin (1825-1848) Vakanüvisi
olması nedeniyle olayları belgeleri ile beraber kendi yorumlarıyla kayda geçirmiştir.
1 Abdülkadir Özcan, “Cevad Paşa”, T. D.V. İslam Ansiklopedisi, c. 7, s. 430- 431.
10
Ahmed Lütfi Efendi’nin “Tarih-i Lütfi” isimli eseri kendisinin dönemin Vakanüvisi
olması nedeniyle resmî kayıtlara dayanması yönüyle çok önemlidir. Abdurrahman Şeref
Bey’den ise, son Osmanlı Vakanüvisi olması hasebiyle dönemin en önemli şahitlerinden
birisi olarak ve eski belgelere ulaşmadaki avantajlarından dolayı belgelerimizin eksik
bıraktığı yerleri tamamlamak için yararlanılmıştır. Didaktik bir tarzda yazdığı “Tarih
Musahabeleri” isimli eseri öğretici hatıralarla doludur. Mustafa Nuri Paşa resmî
Vakanüvis olmasa da konuya yakınlığı ve görevi dolayısıyla resmi belgelerden
faydalanarak yazdığı eseriyle dönemin en önemli kaynaklarından birisi olarak
kullanılmıştır. Mustafa Nuri Paşa’nın yazdığı “Netâyicü’l-Vukuât” dönemin en yetkin
kaynaklarından birisidir. Metodolojik olarak dönemi en iyi anlatan eserlerden birisidir.
Araştırmamızı yaparken konuyla ilgili çalışma ve araştırmalardan da imkanlar
ölçüsünde faydalandık. Mümkün olduğunca kaynakları karşılaştırmalı olarak ortaya
koymaya çalıştık. Bunun için Mısır meselesinde ilgili devletler olan İngiltere, Fransa,
Rusya, Avusturya ve Prusya kaynaklarından yararlanmaya çalıştık. İngilizce çalışmalar
olarak “Cambridge Ansiklopedisi” ve Muhammed H.Kutluoğlu’nun İngiliz
arşivlerinden de faydalanarak Manchester üniversitesine doktora tezi olarak sunduğu
“The Egyptian Question” isimli eserlerini kullandık. Ayrıca dönemin ünlü İngiliz
Dışişleri Bakanı Lord Palmerston ile ilgili incelemeler yaptık. Dönemin Fransız
düşüncesini ortaya koymak için Cambridge Ansiklopedisi’nin “The Near East and
France” isimli bölümünden yararlandık. Avusturya ve Prusya’nın bu konudaki
görüşlerini ortaya koymak için daha sonra Prusya’da Genelkurmay Başkanı olacak olan,
dönemin Osmanlı ordusundaki Prusyalı danışman yüzbaşısı Helmuth Von Moltke’nin
“Türkiye Mektupları (1835- 1839) isimli eserinden faydalandık. Konuya özel ilgisinden
dolayı Avusturya Başvekili Matternih ile ilgili geniş araştırmalar yapıldı. Dönemin
önemli aktörlerinden Rusya’nın meseleye bakışını ise, uzun süre bu devletin arşiv
dairesi müdürlüğünü yapmış olan Sergey Goryanof’un arşiv belgelerine dayanarak
hazırladığı “Rus Arşiv Belgelerine Göre Boğazlar ve Şark Meselesi” isimli eserinden
faydalanarak ortaya koymaya çalıştık. Zaman ve imkân eksikliğinden dolayı bu beş
devletin arşivlerine doğrudan ulaşmamız mümkün olmasa da dolaylı olarak ulaşmaya
çalıştık. Ana kaynağımız Osmanlı belgeleri olduğu için bu önemli bir eksiklik ifade
etmemektedir diye düşünmekteyiz.
11
XX. yüzyılda Mısır meselesi, Mehmed Ali Paşa ve büyük devletlerin buna
müdahalesi ile ilgili ülkemizde ve dünyada birçok araştırmalar yapılmıştır. İlk dönemde
bu araştırmalar yazma veya matbu kaynaklar ışığında yapılırken dönemimizde artık
arşivlerde araştırma imkânlarının artması ile arşiv belgeleri ışığında sürdürülmektedir.
Ama bu belgeler dağınık ve yeni düzenlenmekte olduğu için bir senteze ulaşmayı
zorlaştırmaktadır. Bizim avantajımız dönemin aşağı yukarı bütün belgeleriyle diğer
devletlerin bu konudaki düşüncelerini ve Mısır meselesine müdahale nedenlerini toplu
olarak bir kaynakta bulmamız oldu. Bu durum bize bir oranda bütün olayları
karşılaştırmalı olarak ortaya koyma imkânı sağladı. Tarihî olayları en doğru biçimde
açıklamakta dönemin ilgili bütün taraflarının görüşlerini bilmenin önemi ortadadır.
Sanırız ki bizim araştırmamız, diğer araştırmalardan bu boyutu ile ayrılmaktadır.
Türkiye’de Mısır meselesi birçok tarihçimizin ilgisini çekmiş, bu konuda
araştırmalar yapılmış ve yapılmaktadır. Bütün dünyanın gözünün Ortadoğu’daki
çıkarları nedeniyle bu bölgeye odaklanması bu araştırmalar için itici güç
oluşturmaktadır. Yerli ve yabancı birçok araştırmacı son dönemde düzenlenip hizmete
sunulan arşivlerde yaptıkları araştırmalar neticesinde konuya yeni açılımlar
getirmektedirler. Bu araştırmaların birçoğundan çalışmamız için önemli ölçüde
faydalandık. Ayrıca ansiklopedik eserleri özellikle İslâm Ansiklopedisi’nin ilgili
maddelerini çalışmamızda dikkatle inceledik ve kullandık.
12
BİRİNCİ BÖLÜM
MISIR VE MISIR MESELESİYLE İLGİLİ DEVLET ADAMLARI
I. Mısır’ın Osmanlı Devletindeki Yeri
Mısır; Asya ile Afrika’nın buluşma noktasında yer alan ve tarih boyunca birçok
medeniyete kaynaklık eden önemli bir bölgedir. Mısır’a bu niteliği kazandıran Nil nehri
olduğu gibi onunu siyasî, ekonomik ve sosyal şartlarını oluşturan da yine bu nehirdir.
Mısır Müslümanlar tarafından ilk fethinden itibaren kutsal toprakların gıda ambarı
olmuş ve her yıl buradan Hicaz’a gemilerle yüklü miktarda buğday gönderilmiştir.
Tarım, Nil nehrinin durumuna bağlı olduğu için birçok şeyin bilinmesini gerektirmiştir.
Bu durum Mısır’ın değişik bilimlere analık etmesine sebep olmuştur. Mısır kendisini
boydan boya geçen Nil nehri sayesinde çölün bir parçası olmaktan kurtulup dünyanın en
verimli topraklarından birisi olmuştur. Mısır, tarih boyunca medeniyet merkezlerinden
biri olması ve diğer medeniyet merkezlerine uzak olmasından dolayı genellikle
bağımsız hareket etmiştir. Geliştirdiği hiyeroglif yazı sistemi de onun diğer
medeniyetlerden bağımsızlığını ve farkını gösterir.
Mısır, Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetine girdiği XVI. Yüzyıldan itibaren devletin
en önemli topraklarından birisi olmuş ve bu durumunu XX. Yüzyılın ilk yarısına kadar
muhafaza etmiştir. Stratejik ve ekonomik nedenlerden dolayı Mısır’ın Osmanlı Devleti
için tarih boyunca önemi büyük olmuştur. Fakat merkeze uzak olmasından ve tarihi
özelliklerinden dolayı fethinden itibaren yönetiminde birçok güçlükler yaşanmıştır.
XVI. asır başlarında Anadolu’daki Şiî-Safevî tesiri Osmanlı Devleti’ni oldukça zor
durumda bırakmış ve bu durum II. Bayezid (ö. 1512) döneminde devletin bekâsını
tehdit eder hâle gelmiştir. Safevîler Devleti bu mücadelesinde Osmanlı Devleti’ni zor
durumda bırakmak için Mısır merkezli Memlükler Devleti’ni de tahrik ederek Osmanlı
Devleti aleyhinde kullanmak istemiştir. Bu duruma bir son vermek isteyen I. Selim (ö.
1520) 1514 yılında Çaldıran ovasında Şah İsmail komutasındaki Safevi ordusunu
yenerek Anadolu’yu Şiî etkisinden büyük oranda kurtarmıştır. Safevî ordusunu
yendikten sonra I. Selim, Memlükler tarafından tehdit olarak görülmeye başlanmıştır.
Safevîler ile Memlükler, Osmanlı Devleti’nin çok güçlendiğini ve bunun kendi bekâları
13
için büyük bir tehdit oluşturduğunu düşünerek Osmanlı Devleti’ne karşı ortak hareket
etmeye karar vermişlerdir.
Çaldıran zaferine rağmen Anadolu’daki Şiî tesirini tamamen ortadan
kaldıramayan I. Selim 1516 yılı ilkbaharında Safevîler’e karşı yeni bir sefer düzenledi.
Sefer hazırlıkları Safevîler için yapılmasına karşın sıranın bundan sonra kendilerine
geleceğini anlayan Memlükler ordusu Suriye’nin kuzeyinde toplanmaya başladı.
Memlükler’in bu hareketini öğrenen I. Selim onlara seferinin kendilerine karşı
olmadığını söyleyerek barış teklif edip uyardıysa da bir sonuç alamadı. Bunun üzerine
Osmanlı ordusu Suriye üzerine yöneldi. İki ordu 24 Ağustos 1516 tarihinde Halep
yakınlarındaki Mercidabık ovasında karşılaştı. Dönemin en ileri silah teknolojilerini
kullanan Osmanlı ordusu burada Memlük ordusunu büyük bir yenilgiye uğrattı.
Suriye’yi ele geçirip Sina çölünü aşan Osmanlı ordusu 23 Ocak 1517 tarihinde Kahire
dışındaki Ridaniye’de Memlük ordusunu bir defa daha yenilgiye uğrattı. Kahire’nin de
ele geçirilmesiyle Mısır artık Osmanlı Devleti’nin bir eyaleti oldu.
Mısır aynı zamanda Mekke ve Medine’nin korunması ve gıda ihtiyacının
sağlanması için çok önemlidir. Mısır eyaletinin sınırları çok geniş ve Nil havzası
oldukça verimlidir. Bundan dolayı Kutsal toprakların doğal gıda deposu ve koruyucusu
olarak görülür. Osmanlı Devleti’nin Mısır’ı fethedip kutsal yerleri ülkeye katmasının en
önemli nedenlerinden birisi Mekke ve Medine’yi Portekizlilerin işgalinden korumaktır.
XVI. yüzyılda Hind okyanusunda büyük bir donanma bulunduran Portekiz, Hicaz’ı da
tehdit etmeye başlamıştı. Bu tehdidi gören Yavuz Sultan Selim, Ridaniye zaferi ile
Mısır’ı ve onun yönetimindeki Hicaz’ı ele geçirerek uzun süre bu tehlikeyi bertaraf
etmiştir. Daha sonraki olaylar Yavuz Sultan Selim’in ileride olabilecek gelişmelerle
ilgili ferasetinde ne kadar haklı olduğunu göstermiştir. Mısır, sömürgeci devletlerin
geçiş yolları için halen en önemli kavşak noktası olmaya devam etmektedir.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, Mısır merkezden uzak olduğu için buradaki
yöneticilerin bağımsızlık eğiliminde olması neredeyse gelenek haline gelmişti. Birçok
tarihçi tarafından modern Mısır’ın kurucusu olarak kabul edilen Mehmed Ali Paşa da,
bu topraklara ayak bastığı andan itibaren Osmanlı Devleti’nden fiilen bağımsızlığını
kazanmak için hiçbir fırsatı kaçırmamıştır. 1805 yılında Mısır Valiliği kendisine verilen
Mehmed Ali Paşa burada bir hanedân oluşturmak istedi.2 Uzun mücadeleler sonucunda
2 Muhammed H. Kutluoğlu, The Egyptian Question, İstanbul, 1998, s. 21.
14
veraseten Valilik şeklinde olsa da bu amacına ulaştı. Bu durum kendisinden sonra da
uzun süre böyle devam etti. Mısır meselesi önce devletin bir iç meselesi olarak
görülürken, daha sonra Avrupa devletlerinin işe karışmasıyla uluslar arası bir mesele
haline geldi. Bu meseleyi kesin olarak çözmek için Sultan Abdülmecid Mısır’ın
Mehmed Ali Paşa yönetimi altına verilen kesin sınırlarını da belirten bir ferman
yayınladı. İradât-ı Seniyye Defteri’ndeki bir müzekkerede Mısır eyaletinin sınırları
kısaca şöyle çizilir: “Eyalet-i Mısrıyye’nin hudud-ı mukayyedesi Beriyyetüşşam’ın
canib-i cenubisi nihayetinden bed’e ile Nil-i Mübarek’in Kanarakat tabir olunur
mahalline kadar mümted olur. Ve mahall-i mezkûrdan bed’e ile yine canib-i cenubîde
bulunan yerler Sudan kıtasına ittila kılınur ki, kıtay-ı merkûme Nûbi ve Dungala ve
Sinar ve Kur ve Darfur ve Kalayıt ve Refaz ağlebi eyalâtına muhittir.”3
3 Mısır Mesalihine Dair İradât-ı Seniyye, TTK. Kütüphanesi, 1255- 1312, Defter 4, s. 108-a.
15
II. Dönemin Önemli Osmanlı Devlet Adamları
Dönemle ilgili belgeler incelendiği zaman, Mısır meselesinin ortaya çıkmasında
gerek Osmanlı devlet adamlarının gerekse Mısır’ı yöneten idarecilerin birbirlerine karşı
nefret ve çekememezliklerinin büyük tesiri olduğu görülür. Dünyanın Fransız ihtilali,
sanayileşme ve sömürgecilik nedeniyle yeni bir rotaya girdiği dönemde Osmanlı
medeniyetinin yetiştirdiği devlet adamları büyük bir buhranın içerisine bulunuyorlardı.
Bu buhran onlar arasında çatışmalar ve cepheleşmeleri de beraberinde getirmişti. Bu
durum dönemin önemli devlet adamları olan Hüsrev Paşa, Mehmed Ali Paşa, Ahmed
Fevzi Paşa, Mustafa Reşid Paşa ve İbrahim Paşa arasındaki direkt veya dolaylı
temaslarda açık biçimde görülür. Tanzimat ilan edildiği zaman Osmanlı yönetiminin
zirvesinde yer alan Hüsrev Paşa gelenekçilerin, Mustafa Reşid Paşa ise yenilikçilerin
lideriydi. II. Mahmud döneminden itibaren gelenekçilerin ve yenilikçilerin kıyasıya bir
güç mücadelesi içine girdiklerini biliyoruz. Bunun yanı sıra değişik çıkar mücadeleleri
nedeniyle zaman zaman gelenekçi ve yenilikçilerin aynı safta yer aldıklarını da
görüyoruz. Hüsrev Paşa, Mısır’da valilikten alınmasına sebep olarak gördüğü Mehmed
Ali Paşa’ya büyük bir kin besliyordu. Mehmed Ali Paşa ise Padişah’ın kendisine cephe
almasından Hüsrev Paşa ve Mustafa Reşid Paşa’yı sorumlu tutuyordu.
Babasının vefatından sonra 2 Temmuz 1839’da Abdülmecid Padişah olunca,
Hüsrev Paşa’nın Sadrazamlık mührünü kendi deyimiyle “zorla” elde etmesi buna
kendisini layık gören Mehmed Ali Paşa’yı iyice kızdırmıştır. Benzer bir durumu,
Hüsrev Paşa Sadrazam olunca idam edilme korkusuyla Çanakkale’de bulunan
donanmayı Mısır’a götüren Ahmed Fevzi Paşa’da da görürüz. Bu durumu dönemin
canlı şahidi Ahmed Cevdet Paşa Tezakir’de şöyle anlatmaktadır: “Culûs-ı hümayunda
kapudan-ı derya bulunan Ahmed Paşa donanmay-ı hümayun ile Akdeniz’de bulunup
düşmanı olan Hüsrev Paşa’nın ber-vech-i bâla makam-ı sadarete geçdiğini işidip bazı
nüdeması dahi ânı ihafe ve iğfal etmekle, Dersaadet’e gelmekten ise Mehmed Ali Paşa
ile bi’l-ittihad Hüsrev Paşa aleyhinde hareket etmek üzere donanmay-ı hümayunu alıp
İskenderiye-i Mısır’a gitmiş ve firarî lakabını ahz etmiş idi”.4
İstanbul’da Yeniçerilerin kaldırılmasından önce Mehmed Ali Paşa, Mısır’da
düzenli asker ve ordu birlikleri kurup bunları Mora yarımadasında oğlu İbrahim Paşa
4 Ahmed Cevdet Paşa, Tezakir, Ankara, 1991, c. I, s. 6.
16
kumandasında kullanmış olup başarıları da görülmüştü. Rusya savaşı çıktığında,
Osmanlı Devleti tarafından yapılan çağrı üzerine Mehmed Ali Paşa 12 bin düzenli asker
için söz vermiş ve bunları göndermek için hazırlanmışken, o aralık Mısır altınlarının
değeri biraz düştüğünden bunu bahane ederek bu birlikleri göndermeyip 25 bin kese
kadar para yardımı yapmakla yetinmişti. İstanbul’dan izin almadan askerlerini geri
çekmesi ve Rus seferine asker yardımında bulunmaması, epeyden beri kendisine karşı
uyanmış olan kuşkuyu güçlendirmiş ve Osmanlı Devletine itaatten yüz çevirmiş
bulunduğunu açığa çıkarmıştır.5
Osmanlı Devleti’nin yıkılmasında devlet adamları arasındaki rekabetin ne kadar
etkisi olduğu birçok tarihçinin dikkatini çekmiştir. Bu konuda İlber Ortaylı şunları
söylemektedir: “Babıâli diktatörlerinin birbirleriyle çekişmeleri bazı zaman
parlamenter Avrupa rejimindeki iktidar ve muhalefet partilerinin sürtüşmesini aratacak
seviyedeydi.”6 Tanzimat döneminde, Osmanlı Devleti’nde çok etkili olan dört devlet
adamı ayrı karakter özellikleri taşıyordu. Ahmed Cevdet Paşa gelenekçi bir medreseli,
Mustafa Reşid Paşa dış ülkeleri tanımış sefarethaneli, onun yetiştirmesi Âli Paşa
ağırbaşlı ve onun yanında Fuad Paşa nüktedandı. Bunlar hep beraber çalışarak Osmanlı
Devleti’nin yaşayabileceği yegâne düzenin Tanzimat düzeni olduğunu düşünerek farklı
düşünce akımlarından olmalarına rağmen buna uygun düzeni kurup yaşatmak için
birlikte çalışıyorlardı. Muhaliflerin ve fikir çatışmalarının çokluğuna rağmen kaostan bir
düzen ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır diyebiliriz.
Mısır meselesinde temel çatışma Hüsrev Paşa ile Mehmed Ali Paşa arasındaki
çatışmaydı. Hüsrev Paşa yeniliklere pek açık olmayan ve uzun süre vezirlik ünvanı
taşıyan bir tutucuydu. Hüsrev Paşa, Mehmed Ali Paşa olayında hırsının ve hatalarının
payı görüldüğünden daha sonra görevden alınarak Tekirdağ’a sürgüne yollanmıştır.
Mehmed Ali Paşa’nın, Hüsrev Paşa’nın Sadrazam olması üzerine 27 Haziran ve 16
Ağustos 1839 tarihlerinde İstanbul’a gönderdiği iki mektup dönemin başrolünde olan bu
şahsiyetlerin birbirine olan düşmanlığını ve bunun devleti ne hâle getirdiğini çok iyi
göstermektedir.
27 Haziran 1839 tarihli mektupta Mehmed Ali Paşa, Ahmed Fevzi Paşa’nın
donanma ile birlikte kendisine sığınması konusunda Hüsrev Paşa’yı sorumlu tutar.
Osmanlı Devleti’nin bu duruma düşmesinin en önemli sorumlusu olarak kendisini
5 Mustafa Nuri Paşa, Netayic ül-Vukuat, Ankara, 1992, sad. Neşet Çağatay, c. 2, s. 269.
6 İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul, 2006, s. 8.
17
gösterir ve Sadrazamlık’tan ayrılmasını ister. Donanmanın Mısır’a götürülmesinin ve
bazı devlet adamlarının kendisine sığınmasının devlete isyanla bir ilgisi yoktur. Devlet
adamlarının kendisine güvenmediğini ve her ikisinin de artık yaşlandıkların belirterek
beraberce görevlerinden çekilmelerini teklif eder. Bununla ilgili mektubunda Mehmed
Ali Paşa şunları söylemeketedir: “Efendim muşarun-ileyhin ve sairlerinin bu hareketleri
hâşâ Devlet-i Aliyye’ye isyan ve muhalefet olmayıp hakk-ı âlinizde bendeniz gibi her
birinin bir türlü istihrac ve mütalaasından nâşi emniyetsizlikten ibaret oluyor. Bu
takdirce zât-ı devletinizden emniyet etmeyen yalnız Mehmed Ali olmayıp umumi bir
maslahat olmak lazım geliyor. Artık siz de bundan ilerisini bil-mülahaza icab-ı vakt ü
hâle göre harekete yani; mesned-i Sadaretten çekilmekle vükelay-ı Saltanat-ı Seniyye ve
umumen Millet-i İslâmiyyenin şu emniyetsizlik berzahından kurtulmalarına lutf u inayet
ve kerem ü mürüvvet buyurmanız muhlisâne ve hayırhahâne rica ve niyaz olunur
efendim.” Fi 15 Haziran Sene 1255 (27 Haziran 1839).7
Mehmed Ali Paşa bundan aşağı yukarı iki ay sonra gönderdiği şukkasında Hüsrev
Paşa’ya Sadrazamlıktan ayrılırsa kendisinin de Mısır Valiliği’nden ayrılacağını, şayet
emeklilikte giderlerini karşılayamamaktan korkuyorsa bu konuda kendisine yardımcı
olacağını belirterek birlikte emekli olmalarının iyi olacağını belirtiyor. Gayet espiritüel
bir dille şunları ifade etmektedir: “Allah daha ziyade eylesin sinn ü sâliniz kemaldedir.
Şimdi size ve bendenize layık olan çekilip bir kûşede ikamet ve Saltanat-ı Seniyye-i
ebeddiyü’d-devamın davât-ı hayriyyesine müdavemet etmekdir. Taraf-ı âlinizden
himmet ve inayet buyrulduğu anda canib-i bendegâneden dahi inzivaya suret verilir ve
eğerçi “Mehmed Ali senin tuzun kurudur, inziva etsen de elverir ama benim hâlim sana
kıyas olunmaz, vâridât-ı yevmiye olmadıkça olmaz” buyurursanız idare-i devletinizi
deruhde ederim. Ve bu hususda sened veririm.” (16 Ağustos 1839).8
Mehmed Ali Paşa bu iki mektuba ek olarak bir üçüncüsünü de gönderiyor ki,
bunda gerçekten ilginç ve hoş ifadeler bulunmaktadır. Mektubda daha ziyade dini
vurgulara özen gösteriyor. Burada artık yaşlandıklarından ve daha fazla ahirete
müteallık işlerle uğraşmalarının daha yararlı olacağından bahsediyor. Bunu sağlamak
için gerekirse onun için de Hicaz’da uygun bir yer ayarlayabileceğini belirtiyor.
Kendileri için iktidar mücadelesi yaşının artık geçtiğini de ilave ederek mektubunu
sonlandırmaktadır. Mehmed Ali Paşa’nın bu mektubundaki bazı ifadeleri şöyledir:
7 Ahmed Lütfi Efendi, Tarih-i Lütfi, İstanbul, 1910, c. 6, s. 1012.
8 Ahmed Lütfi, A.g.e., s. 1016-1017.
18
“Mısır’da oturmayayım, Hicaz’a gidip derun-ı Mekke-i Mükerreme’de bir konak ve Taif
tarikinde cebel bâlasında bir kasır binasıyla orada ârâm u uzlet ve ila ahiri’l ömr evkat
u saatimi ibadet ve taate sarf ederek tahsil-i zuhûr-ı ahiret edeyim diye kurmuş…
Binaenaleyh zât-ı âliniz bu bendenize muvafakat buyurursanız iki konak ve iki kasır
yapdırsak. ”9
Tanzimat dönemi devlet adamlarının Osmanlı tarihinin en fazla eleştirilen kişileri
olduğunu söyleyebiliriz. Gelenekçi ve yenilikçi kesim tarafından çeşitli nedenlerle
kıyasıya eleştirilmişlerdir. Tanzimat aydını ve yöneticisinin genel karakteri, ılımlı ve
uzlaştırıcı bir yol izleyerek milliyetçilik, sömürgecilik ve sanayileşmenin etkisiyle
çatırdamaya başlayan bu imparatorluğu yıkılmaktan kurtarmaktı. Tanzimat’ın öncü
kadrosu geldikleri meslek, dünya görüşü ve toplumsal kökenleri bakımından çok farklı
karakterdeki kişilerden oluşur. Tanzimat yöneticileri, kişiliklerinde tutuculuk ve
pragmatik reformculuğu birleştirmiş, dünya görüşleri ve politik düşünceleriyle XIX. asır
Osmanlı toplumundaki yeni insan tipinin tipik temsilcileri ve öncüleri olmuşlardır.10
Daha önce de belirttiğimiz gibi Tanzimat döneminin seçkin yöneticileri; Mustafa
Reşid Paşa, Ahmed Cevdet Paşa, Âli Paşa ve Fuad Paşa’dır. Tanzimat döneminin
gelenekçi devlet adamları olan; Mehmed Emin Rauf Paşa, Hüsrev Paşa, Akif Paşa ve
Pertev Paşa ise eski yönetici tipini temsil ettikleri için çeşitli biçimlerde yönetimden
uzaklaştırılmışlardır. Yönetime gelen yeni idareciler taraftar bir bürokrasi oluşturmak
için yoğun faaliyetler yapmışlardır. Bunun benzerini Mısır valisi Mehmed Ali Paşa da
Mısır’da yapmıştır. Mehmed Ali Paşa bu çalışmaları sırasında gelenekçi-yenilikçi
rekabetini çok iyi bir şekilde kullanmıştır. Osmanlı devlet adamları arasındaki
taraftarları vasıtasıyla devletin bütün sırlarını çok iyi biliyor ve kendi çıkarları
doğrultusunda onları kullanıyordu. Mehmed Ali Paşa’nın Osmanlı bürokrasisinde
gönüllü ve paralı adamları olduğundan birçok kaynakta bahsedilmektedir. Hatta
bunlardan bazıları devletin bekasını Msır yönetimine bağlanmakta görüyorlardı. Bu
durumu Mustafa Nuri Paşa şöyle anlatmaktadır: ”… Oysaki Mehmed Ali Paşa’nın para
gücü ile Enderun-ı Hümayun’da ve devlet adamları içinde birçok casusları olduğundan,
durumu öğrenerek aşağıdaki girişimlere başladı. Hatta bu durum devlet adamlarının
çoğu tarafından bilindiğinden Doğu Seraskeri Galip Paşa, Şam ve Halep eyaletlerinin
9 Ahmed Lütfi, A.g.e., s. 1017-1018.
10 İ. Ortaylı, A.g.e., s. 226.
19
Mehmed Ali Paşa’ya verilerek Anadolu sınırlarının korunması işinin onun becerikli
ellerine bırakılmasını yazdığı için Padişah kendisine gücenmişti.”11
Dönemin Osmanlı yönetimi Mısır meselesini kendi başına diplomatik veya askeri
olarak çözemeyeceğini anlamıştı. Bu nedenle Mısır meselesinin çözümü için Paris,
Viyana, Londra ve Berlin sefirleri önemli görüşmelerde bulunmuştu. Meselenin çözümü
için özellikle İngiltere, Rusya ve Avusturya’nın devreye gireceği umulmaktaydı.
Dönemin Hariciye Müsteşarı ve Viyana elçisi olan Sadık Rıfat Paşa’nın görüşmelerine
büyük önem verilmekteydi. Bu görüşmeler sonucunda Rusya ve İngiltere’nin, Osmanlı
Devletine yardım için uzlaştırılması beklenmekteydi.“… Rusya Devleti’nin murahhası
mesele-i mezkûrede İngiltere Devleti’ne bazı mertebe muvafakat iraesiyle bir
mukabelede İngiltere Devleti’nin, Saltanat-ı Seniyyenin teminât-ı hariciyesi hakkında
diğer devletlerle müttefikan ilan ettiği niyyât-ı hayır-hahânesini gözetmek …”12
Yukardaki belgede ifade edildiği gibi Rıfat Paşa, Mısır meselesinin çözümü için
Avrupa devletlerinin temsilcileri ile Viyana’da görüşmelerde bulunmuştu. Bu durum
İngiltere Hariciye Bakanı Palmerston’u rahatsız ettiği için işi üzerine almak ve devleti
lehinde meseleyi halletmek üzere devreye girmiş ve görüşmelerin merkezini Londra’ya
alarak, meselenin kendi istediği gibi çözülmesi amacıyla tarihî İngiliz siyasetini devam
ettirmiştir. Rıfat Paşa ise meselenin çözümü için Avrupa devletlerinin aralarındaki
rekabeti son derece iyi kullanmıştır. Bu rekabeti dengeli olarak kullanmak, ilerde de
göreceğimiz gibi Osmanlı Devletini yaşatacak temel etkenlerden birisi olacaktır. Bu
denegenin sağlanması için Avrupa devletleri her şeyi göze almışlardı.
Sadık Rıfat Paşa, Mısır meselesinin çözümü için görevli olduğu Viyana’da diğer
devletlerin elçileri ile birçok görüşmelerde bulunuyor. B u görüşmelerde Avusturya
prensi Matternih’in birçok nedenden dolayı tavrını Osmanlı Devleti lehinde belirlediğini
görüyoruz. Matternih’e göre, Avrupa’da yeni sağlanan düzenin devamı içn Osmanlı
Devleti’nin yaşamaya devam etmesi gerekir. Bir Osmanlı eyaleti olan Mısır’ın
bağımsızlığını kazanması bütün dengeleri altüst edecektir. Böyle bir durum ise
Avrupa’da düzen ve asayişin kaynağı olan dengenin bozulmasına neden olacaktır. Rıfat
Paşa, Mısır meselesinin çözümü için hangi elçilerle ne tür görüşmelerde bulunduğunu
bir mektubunda şöyle ifade ediyor: “Prens cenabları dahi gelecek hafta Viyana’ya
11
Mustafa Nuri Paşa, A.g.e., s. 274. 12
Defter1, s. 2- a.
20
avdet ideceğinden etrafıyla tahsil-i malumat-ı cedide ideriz... Maslahat-ı hâliyenin
matlab-ı seniyye vechile bir an evvel hüsn-i tesviyesi her türlü istirahat-ı mülkiyye ve
alel husus Devlet-i Aliyye’nin hıfz u bekasıyla, ilelebed asayiş ve istirahatı umûmiyyeyi
müstelzem olur bir keyfiyyet-i hayriyye-i imâriyye olacağına dâir Prens Matternih dahi
her bar mütalaat-ı zatiyyesi bu vechile vukubulmaktadır… Bu günlerde Londra’da
Rusya memuru Brunov ile İngiltere Devleti vükelası beyninde müzakerât-ı vakıa terazi-i
tarafeyn üzere karar bulacağından, badehu Mısır meselesinin suret-i tesviyesi dahi
tebeyyün ideceği söylenmekde idüği…”13
Anadolu’da savaşmak için gönderilen bazı komutanların Mehmed Ali Paşa
taraftarı olduğu bilinmektedir. Sürekli yenilgiler ve devlet adamları arasındaki
çekememezlikler üzerine 1828 yılı Şubatı’nda İbrahim Paşa ile savaşmak üzere
gönderilen ordunun komutanı olan Ahmed Fevzi Paşa daha sonra Osmanlı donanmasını
götürüp Mısır’a teslim etmekten çekinmemiştir. Osmanlı ordusunun bir türlü Mısır
ordusu karşısında tutunamaması ve Padişah’ın tam bu sırada vefat etmesi halkta ve
yöneticilerde büyük bir bıkkınlık oluşturmuştu. Bazıları Avrupa karıştırılmaksızın
Mısır’a tavizler verilerek meselenin halledilmesini istiyorlardı ama Matternih bunun çok
yanlış olacağını düşünüyordu. Halkın bu konudaki bıkkınlığı ile ilgili olarak Ahmed
Lütfi Efendi tarihinde şunları yazmaktadır: “Sultan Mahmud Han’ın vefatı ve onu
müteakiben Orduy-ı Hümayunun mağlubiyeti ve Donanmay-ı Hümayunun Mısır’a
dehaleti misillü yekdiğerini vely eden vakıat-ı cesîme-i muzırra, heyet-i vükelay-ı
mevcudeye iras-ı dehşet olmasından nâşi her nasıl olursa olsun tek Mehmed Ali Paşa
ile uzlaşılarak şu gaile berteraf edilsin mülahaza-ı sathiyyesi ile Mehmed Ali Paşa’nın
kâffe-i müstediyatına izhar-ı müsaade buyrulmasına karar verilerek… Avusturya
başvekili Prens Matternih, Mehmed Ali Paşa ile böylece uyuşulması mazarrat-ı atiyyeyi
câlib olacağından bu maddenin Düvel-i Fahîme’ye havalesiyle onların beyninde iktizası
bila- müzakere kararlaştırılıp devletlerin ittifakıyla işe teşebbüs olunması ehem ve
elzem olduğunu…”14
13
Defter1, s. 2- a. 14
Ahmed Lütfi, A.g.e., s. 1020- 1021.
21
III. Dönemin Önemli Mısırlı Devlet Adamları
Mısır meselesini ortaya çıkaran ve bunu devletlerarası bir mesele hâline getiren
Mehmed Ali Paşa ve oğlu İbrahim Paşa’nın hırslarıdır. Mehmed Ali Paşa 1769 yılında
şimdi Yunanistan sınırları içinde bulunan Kavala’da doğdu. Henüz 18 yaşında iken
askerlik hizmetine girdi. Başarı, hırs ve yetenekleriyle hemen dikkat çekti. 1798’de
Mısır’ı işgal eden Fransızların kovulmasında önemli yararlılıklar gösterdi. Mehmed Ali
kısa bir süre sonra Mısır’daki Kavala askerlerinin başı oldu. Okuryazar olmamakla
beraber çok zeki, çalışkan ve becerikli birisiydi. 1801 yılında Mısır’ın Fransızlar
tarafından boşaltılmasından sonra “Serçeşmelik” unvanıyla Kahire’deki başıbozuk
askerlerin komutanı oldu ama gözü daha yükseklerdeydi. Mısır, Fransızlardan
kurtulmuş, bu defa da Mısır’ı kurtarmak için gelen İngilizler sıkıntı olmaya başlamıştı.
Bir diğer sorun da kölemenlerdi. Serdar-ı Ekrem’in dönüşünden sonra Hüsrev Paşa
1801 yılında Mısır Valiliği’ne atandı. Hüsrev Paşa Mısır’da düzenli bir ordu kurmaya
ve başıbozuk askerleri dağıtmaya başlayınca isyan çıktı ve Hüsrev Paşa, Mısır’dan
kaçtı. Hüsrev Paşa bu olaydan Mehmed Ali Paşa’yı sorumlu tuttuğu için onu hiçbir
zaman affetmedi. Hüsrev Paşa’dan sonra göreve getirilen Cezayirli Ali Paşa, Hurşit
Paşa ve diğer Valiler halk tarafından kabul görmedi.
Osmanlı Devleti bu gelişmeler üzerine 9 Temmuz 1805 yılında yıllık belli bir
vergi vermek ve Vahhabileri kutsal topraklardan uzaklaştırmak şartıyla Mehmed Ali
Paşa’yı Mısır Valiliği’ne atamak zorunda kaldı. Balkanlardaki problemler ve Rusya
savaşı nedeniyle III. Selim’in Mısır ve Vahhabi problemi ile uğraşacak durumu yoktu.15
Mehmed Ali Paşa, Vahhabiler meselesi ve iç karışıklıkları çözmek için hızla harekete
geçti. Bunu sağlamak amacıyla hızlı bir şekilde idarî, malî, siyasî ve ticarî alanlarda
modernleşmeye girişti. Bu yenileşme ve modernleşme hareketleri kısa sürede
sonuçlarını verdi. Mehmed Ali Paşa, Vali olduğu zaman 13 bin kese olan vergi geliri
daha sonraları 430 bin keseye kadar ulaştı. Bu gelirin bir kısmı Mısır’ın imar ve
kalkınmasına harcanırken önemli bir kısmı da, ordu ve donanmanın güçlendirilmesine
sarf edildi. Devletin modernleştirilmesi işine ordu ve donanmadan başlamayı gelenek
haline getirenin Mehmed Ali Paşa olduğu görülmektedir.
15
M. H. Kutluoğlu, The Egyptian Question, s. 35
22
Mehmed Ali Paşa Mısır’a Vali olduğu zaman, Osmanlı Devleti ve diğer Avrupa
devletleri önemli iç ve dış meselelerle uğraşıyordu. Bu durum Mısır Valisi Mehmed Ali
Paşa’nın işine yaradı. Osmanlı Devleti ve Avrupa uzun süre onun hırsının ve
hayallerinin sınırını anlayamadı. Osmanlı Devleti’nin acziyetini ve Avrupa devletlerinin
başka meselelerle meşguliyetini gören Mehmed Ali Paşa hedeflerine ulaşmak için her
yolu denedi. Kölemenler’in Fransızlarla savaşta büyük darbe yemesi onu daha da
rahatlattı. Mısır’da hemen hemen kendisine karşı koyacak kimse kalmamıştı. Bu sırada
Osmanlı Devleti, Mehmed Ali Paşa’nın Kölemenler’den daha tehlikeli olduğunu anladı
ama 1806’da başlayan Rusya savaşı elini kolunu bağladı. Mehmed Ali Paşa, Mısır
Valisi olduktan hemen sonra 1807’de İskenderiye’yi işgal etmiş olan İngilizlere karşı
harekete geçti ve onları yenerek Mısır’dan çıkarttı. Hicaz’daki Vahhabi isyanını
bastırmak üzere göndereceği oğlu Tosun Paşa’ya bir şenlik düzenlemek bahanesiyle
topladığı Kölemen liderlerinin çoğunu öldürterek 1 Mart 1811’de Mısır’ın rakipsiz
lideri oldu. 1816’da Hicaz’daki Vahhabi isyanını bastırması ona İslâm dünyasında
inanılmaz bir prestij kazandırdı.16
Bu başarısına mükafaat olarak ayrıca Habeş ve Hicaz
Valilikleri kendisine verildi.
Mehmed Ali Paşa bundan sonra Sudan’a el attı. Askerî ve ticarî öneminden
dolayo ve 1822 yılında burasını da topraklarına kattı. II. Mahmud da onun bu
başarılarına seviniyor ve devletin bu sıkıntılı anında onun gücünden ve ordusundan
faydalanmak istiyordu. Fakat Mehmed Ali Paşa’nın bazı hataları ve çevresindeki hızlı
yükselişini kıskananların kışkırtmasıyla, Padişah ona karşı cephe aldı. Bu cepheleşme
Osmanlı Devleti’ne maalesef büyük zararlar verdi.
Osmanlı Devleti genelde Mehmed Ali Paşa’yı affetme taraftarı olmuştur. Bundan
dolayı yaptığı birçok hatalar devletin bekası için görmezlikten gelinmiş ve birçok
mesele ile uğraşılan böyle zor bir dönemde bir problem daha çıkması istenmemişti.
Fakat Mehmed Ali Paşa’nın hırslarıyla bazı devlet adamlarının ve dış güçlerin
kışkırtmaları buna müsaade etmedi. Buna rağmen Padişah ona karşı şefkatle yaklaşmak
istedi. Bu durum İradât-ı Seniyye Defteri’nde Sultan Abdülmecid’in dilinden şöyle
ifade edilmektedir: “… Ezcümle Mehmed Ali Paşa bazı hâlâta teşebbüs itmiş
olduğundan şimdiye kadar hayli şeyler vuku bulmuş. Ve bu esnada dahi Vali-i muşarun-
16
Yılmaz Öztuna, Büyük Osmanlı Tarihi, İstanbul, 1994, c. 5, s. 122.
23
ileyhe icra-yı muharebe olunmak üzere tedarikata teşebbüs olunmuş ise de asayiş-i hâl-i
mülk ü millete mücerred nisyan mensiyya hükmüne konularak, Vali-i muşarun ileyh
hakkında afv u safh-ı Şahânem erzan ve ülkây-ı Mısrıyye’yi evladına tevarüs itmek
üzere inayet ve ihsan ideceğim. İşte bu vechile temin olunub ve ister ise Dersaadet’e
gelüp hakpây-ı hümayunuma dahi yüz sürmesine müsaade olunur.”17
Bu cepheleşme bazen ihanet noktasına gelmiştir. Navarin olayındaki bazı
rivayetler bunu desteklemektedir. Osmanlı Devleti’nin mirasına konmayı kafasına
koymuş ve bunun için her şeyi yapmayı göze almış olan Mehmed Ali Paşa maalesef
Navarin limanında demirli Osmanlı donanmasının yakılması konusunda Avrupa
devletleri ile işbirliği yapmıştır. Önce Avrupa devletlerinin bütün ısrarlarına rağmen
İbrahim Paşa komutasındaki birliklerini Mora’dan çekmezken, Osmanlı donanmasının
Navarin’de yakılması üzerine oğlu İbrahim Paşa’ya çekilme emri vermesi bu ihaneti
belgelemektedir.18
İbrahim Paşa, Mehmed Ali Paşa’nın büyük oğludur. 1789 yılında Kavala
yakınlarındaki Nusretli’de doğdu. Mehmed Ali Paşa Mısır Valisi olunca, onu ve kardeşi
Tosun’u Mısır’a getirtti. Mısır’a gelişinin ikinci günü Kahire kalesi komutanlığına
getirildi. 1806 yılında bir nevi rehine olarak İstanbul’a gönderildi. Babasının İngilizlere
karşı kazandığı zaferden sonra tekrar Mısır’a gönderildi ve hemen defterdarlığa
getirildi. 1816 yılında Hicaz ordusu komutanlığına getirildi. 1819’da Vahhabi isyanını
bastırarak tekrar Mısır’a döndü ve Yunan isyanına kadar Sudan’daki bazı problemlerle
uğraştı. 1824’te Mora’ya gönderildi ve 1828’e kadar burada kaldı. Şunu diyebiliriz ki;
İbrahim Paşa Mısır ordusuna Başkomutan olduğu zaman askeri konularda iyice
yetişmişti ama gelecekle ilgili düşünceleri babası ile aynı değildi.
Mehmed Ali Paşa, oğlu İbrahim Paşa komutasındaki orduya, görünüşte Akka
Valisi Abdullah Paşa’yı cezalandırmak gerçekte ise Suriye’yi ele geçirmek üzere 14
Ekim 1831 tarihinde Mısır’dan hareket etmesi emrini verdi. Donanma 8 Kasım 1831’de
Yafa limanına vardı. Karadan İbrahim Paşa komutasında gelen ordu ise bütün Filistin
şehirlerini ele geçirerek 26 Kasım 1831’de Akka’ya vardı. Akka uzun süre alınamadıysa
da Sur, Sayda, Beyrut ve Trablus şehirleri kolayca Mısırlılara teslim oldu. İbrahim Paşa
bölgedeki Yahudi ve Hıristiyanlara imtiyazlar vererek yanına çekmeye çalıştı. 27 Mayıs
1832’de Akka’nın da teslim olmasıyla bölge tamamen İbrahim Paşa idaresine geçti.
17
Defter1, s. 4- b. 18
Mustafa Nuri Paşa, A.g.e., s. 273.
24
İbrahim Paşa 15 Haziran 1832’de Şam’ı ele geçirip 30 bin kişilik ordusuyla 8
Temmuz’da Humus’ta ve 29 Temmuz’da Beylan geçidinde Osmanlı ordularını bozguna
uğrattı ve Adana’ya kadar ilerledi. Sonra Toroslar’ı geçerek yönünü Konya’ya doğru
çevirdi. Bu yolculuğu sırasında neredeyse hiçbir direniş ile karşılaşmadan ilerlemesi
bütün boyutları ile incelenmesi gereken önemli bir konudur.
25
IV. Dönemin Önemli Avrupalı Devlet Adamları
Eski Serasker Namık Paşa, 1834 yılında Mirliva (Tuğgeneral) rütbesinde iken,
Mehmed Ali Paşa hakkında Avrupa devletlerinin düşüncelerini öğrenmek ve Osmanlı
Devleti’ne yararlı bir yol bulmak üzere özel elçilikle Avrupa’ya gönderilmişti. Namık
Paşa İngiltere’den başlayarak Fransa, Avusturya, Prusya ve Rusya hükümdarları ile
görüştü. Bu görüşmeler sonucunda Avrupalılar; Mehmed Ali Paşa’nın günden güne
gücünü artırıp zenginleşmekte olduğunu gördüklerini, böylece Osmanlı Devleti’nin
mirasına konmayı kafasına koyduğunu ve bunun için canla başla çalıştığının farkında
olduklarını belirtmişlerdi. Bu dönemde her zaman olduğu gibi Avrupa devletleri,
Osmanlı Devleti’ne değişik amaçlarla sürekli müdahalelerde bulunuyorlardı. Bu
müdahaleler nedeniyle Osmanlı Devleti’nin gerçekleştirmeye çalıştığı birçok reform
sonuçsuz kalmıştır.
Tanzimat döneminde Osmanlı Devleti ile ilişkilerde ön plana çıkan başlıca
Avrupalı devlet adamlarının; İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Palmerston ve İstanbul
Büyükelçisi Lord Ponsonbi, Avusturya Başvekili Matternih, Rusya Dışişleri Bakanı
Nesselrode ve Baron Brunof ve Fransız devlet adamları Tiers, Guizot, Baron Roussine
olduğunu görüyoruz. Bu devlet adamları Mısır meselesini devletlerinin genel
politikalarına uygun olarak çözmek için uğraşmışlardır. Bu dönemde en fazla güvenilen
yabancı devlet adamı Avusturya Başvekili Matternih’dir. Matternih, muhafazakâr bir
devlet adamı olarak kendi devleti ile Osmanlı Devleti’nin kaderini aynı görüyordu. Bu
nedenle Mısır meselesinde ve diğer birçok meselede sürekli Osmanlı Devleti’nin
yanında yer alıyordu. Osmanlı Devleti’nin toprakları üzerinde sömürgeci emelleri
yoktu. İsyanlarla büyük İmparatorlukların küçük millî devletlere bölünmesinin insanlığa
huzur getirmeyeceğini düşünüyordu. Genel siyaset olarak çokuluslu devletlerin
yaşaması gerektiğini, kendi devleti de böyle olduğu için düşünüyordu. Bu nedenle Mısır
meselesi ve diğer meselelerin Osmanlı Devleti lehine çözülmesini istiyordu.
Matternih’in Mısır meselesinin Osmanlı Devleti lehinde çözülmesi ile ilgili
girişimleri birçok kaynakta ve İradât-ı Seniyye Defterinde geçmektedir. Bu durum
kendisiyle sık sık görüşmelerde bulunan Viyana’da görevli Osmanlı temsilcisi
Mavroyani tarafından da dile getirilmektedir. Mavroyani bu durumu bir mektubunda
26
şöyle kaydetmektedir: “… Prensi muma- ileyh taraf-ı Devlet-i Aliyye’den anın içün
olsun ihtiyar-ı sabır ve teenni buyrılmasını. Ve mesalih pek yoluna girmiş olmağla
Saltanat-ı Seniyye hakkında hayırlu ve menfaatli olacağını... Ve emniyet idecek benden
hayırhah adam bulunamayacağı derkârdır. Zira ben Devlet-i Aliyye’nin menafi ve
saadet-i hâline çalışmakdayım.”19
Matternih meseleyi Osmanlı Devleti lehinde çözmeyi kendi devletinin bekası için
de hayatî olarak görmekteydi. Bundan dolayı Avrupa devletlerini bu düşüncesi etrafında
toplamak için önemli diplomatik girişimlerde bulunmuştur. Bu konuda büyük devletler
arasında ittifak sağlamak için uykusuz kaldığı geceler dahi olmuştur. Osmanlı
Devleti’nin Viyana maslahatgüzarı Mavroyani bir başka yazısında Matternih’in bu
süreçteki durumunu şöyle ifade etmektedir: “Derhal Düvel-i Erbaa-ı Muazzama
taraflarına kuryeler irsal iderek Sülale-i Aliyye-i Osmaniyye’nin mahfazası hususuna
dâir olan usûl-i mahsusasını umumen kabûle Devlet-i muşarun-ileyhimi davet itmiş ve
kemal-i gayretinden Düvel-i Hamse’nin iânelerine itimad kılınmak suretini Saltanat-ı
Seniyye’ye kabul ittirmek içün alelacele Dersaadet’e bir kurye göndermek zımnında bir
gece uyuyamayarak sabaha kadar yazu ile meşgul olmuş…”20
Bu dönemde Mısır meselesini Osmanlı Devleti lehine çözmek için uğraşan bir
diğer devlet adamı İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Palmerston’dur. Lord Palmerston
uzun süre İngiltere Hariciye Nezareti’nde çalışmış ve bu alanda duayen olarak kabul
edilmiştir. Mısır meselesinde tek başına ve acele hareket etmemesi hususunda Osmanlı
Devletine birçok mesaj göndermiştir. Bu konuda Avusturya ve Rusya ile ortak hareket
ederek Fransa’nın direncini büyük oranda kırmıştır. Palmerston’un Mısır meselesindeki
durumu ve meseleyi Osmanlı Devleti lehinde çözme kararlılığı İradât-ı Seniyye
Defteri’nde şöyle ifade edilmektedir: “… Muma-ileyh Palmerston’un mektub-ı
mezkûrunda muharrer talimat ve nesayih, Saltanat-ı Seniyye’yi iltizam ve ihtiyar
buyurmuş oldığı sebat ve metanet-i aliyyesinde devama davet ve Devlet-i muşarun-
ileyhanın salik oldığı usûl-i hayır-hahâne’de karar ve sebatından nâşi Avusturya ve
Prusya ve Rusya devletleri kendisiyle müttehidü’r-rey olarak Devlet-i Aliyye’nin
19
Defter1, s. 49- a. 20
Defter1, s. 48- a.
27
menafi-i sahihasına muvafık hareket olundukça Fransalu’nun Mısır tarafdarlığında
ızhar eylediği arzusunun semere ve neticesi olmayacağını beyan ve hikayet dimek
olub…”21
İngiltere, XVI. yüzyıldan itibaren elde ettiği kapitülasyonlar ile Osmanlı Devleti
üzerinde geniş çıkarları olan emperyalist bir devletti. Ayrıca dönemin en büyük
donanmasıyla Akdeniz’deki en önemli güçtü. Bu nedenle Hindistan yolu üzerindeki
Mısır’ın ve Boğazların Osmanlı Devleti dışında güçlü bir devletin eline geçmesini
istemiyordu. Bu gücün sömürgecilikteki rakibi olan Fransa veya onun kontrolünde bir
başka devlet olması onu daha da rahatsız ediyordu. Bu nedenle Fransa’nın desteklediği
Mehmed Ali Paşa’nın Osmanlı Devleti’nden ayrılarak bağımsız bir devlet olmasını
istemiyordu. Çünkü böyle bir durum, kendisi için hayati bir önemde olan Hindistan
deniz yoluyla Fırat, Dicle ve Basra yönündeki karayolunun tehlikeye düşmesine neden
olabilirdi. Bu sömürgecilik mücadelesi bir satranç gibi oynanmaktaydı. Afrika’da
Fransa’nın başına bazı belalar açılarak, tüm gücüyle Mısır’ı desteklenmesinin
engellenebileceği düşünülüyordu. Bu durum İradât-ı Seniyye Defteri’nde İngilizler
tarafından şöyle ifade edilmektedir: “Afrika canibinde Fransaluya bir gailey-i cedide
açılmış oldığı münderic olmasıyla Fransa Devleti bu hususda dahi sıkışub Düvel-i
Erbaa-ı muşarun-ileyhimin kararı müzakere ve netice-i mütalaalarına muvafakata hâh
ve nâ-hâh girişeceği cihetlerle …”22
Palmerston kendisine güvenilmesi konusunda ısrar etmiş ve Osmanlı Devleti’nden
Mısır meselesinde sebat ve kararlılılığını sürdürmesini meselenin mutlaka çözüleceği
teminatını vermişti. İngiltere ve diğer müttefik devletler anlaştığı takdirde, Fransa’nın
tek başına bir harekete girişemeyeceğinden emin olduğunu ifade etmeketydi. Bu durum
bizzat kendi ağzından İstanbul Elçisine yazdığı bir yazıda şöyle ifade
edilmektedir:“Tarafınıza bu defaki talimatım Devlet-i Aliyye’nin sebat ve metanet üzere
olması ve Mehmed Ali’ye hiçbir şey terk itmemesi ve müttefiklerinin ianesine emniyet
buyurması hususunda ısrar eylemenizi işar ve tavsiyeden ibaret olub İngiltere Devleti
salik olacağı mesleği tayin itmiş ve güzeran iden çend mah zarfında vuku bulan
mukalemât ve muhâberatın Rus Devlet-i Aliyyesi ile temin eylemiş olması memul
21
Defter1, s. 48- a. 22
Defter1, s. 48- a.
28
bulunmuşdur. Zira bilâ-şurût Mehmed Ali’nin kâffe-i mesûlatına muvafakata Devlet-i
Aliyye’yi, Düvel-i Hamse’nin icbar itmelerini İngiltere Devleti men eylemişdir …”23
Bildiğimiz gibi Rusya’nın Büyük Petro’dan itibaren temel politikası sıcak
denizlere inmek olmuştur. Bu nedenle güçsüz bir Osmanlı Devleti’nin yaşamasını bu
politikasını gerçekleştirmeye en uygun durum olarak görmüştür. Mısır meselesinin
patlak vermesi üzerine kendisinden yardım istemesini büyük bir fırsat olarak görmüş ve
her türlü yardımı yapacağı sözünü vermiştir. Eğer Mehmed Ali Paşa Osmanlı Devleti’ni
yeniden diriltip veya yıkıp tekrar güçlü bir devlet kurarsa sıcak denizlere ulaşma
hayalleri başka bir bahara kalabilirdi. Bu nedenle Rusya, Mısır meselesi boyunca daima
Osmanlı Devleti yanında ve Mısır aleyhinde yer almıştır. Rusya’nın Mısır meselesinin
gelişim sürecinde, Avrupa devletlerinin meseleye müdahil olması ile sıcak denizlere
inme hayallerinin sona ereceğini düşünmesi, Osmanlı Devleti’ne yakınlaşmasının en
önemli nedeni olmuştur. Bu yardımı sağlamak için imzaladığı 1833 tarihli Hünkâr
İskelesi Antlaşması ile bir nevi Osmanlı Devleti’nin hâmisi durumuna gelmiştir.
Osmanlı Devleti’nin bağımsızlığını da kısıtlayan bu antlaşma, diğer Avrupa devletleri
tarafından şiddetle protesto edilmiş ve onların Mısır meselesini çözmek için devreye
girmelerinin ana nedeni olmuştur.
Fransa Devleti’nin Osmanlı Devleti ile ilişkileri Kanunî (Öl. 1566) döneminden
itibaren dostane bir şekilde yürürken, özellikle 1789 Fransız Devrimi’nden sonra
bozulmaya başladı. Fransa İmparatoru Napolyon’un büyük hedeflerini gerçekleştirmek
için Kuzey Afrika ve Mısır’a yönelmesi, iki devleti karşı karşıya getirdi. Özellikle
Napolyon’un Mısır’ı ele geçirmek için sefer düzenlemesi ve Fransız kamuoyunun
Osmanlı Devleti aleyhine dönmesi ilişkileri iyice kötüleştirdi. Mehmed Ali Paşa,
Mısır’daki bütün yenilikleri Fransa’nın desteğiyle gerçekleştiriyordu. Bundan dolayı
Mısır üzerinde diğer Avrupa devletlerine nazaran tesiri daha fazlaydı. Sömürgecilik
faaliyetlerinde Kuzey Afrika ve Mısır’ın önemini bildiği için, Mehmed Ali Paşa’yı
destekliyordu. Ama aynı zamanda Kanunî döneminden itibaren yararlandığı imtiyazları
kaybetmemek için, Osmanlı Devleti’nin dağılmasını da istemiyordu. Bu nedenle genel
olarak Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü savunsa da, özelde Mehmed Ali Paşa’yı
desteklemiştir. Ama bu destek İngiliz baskısı nedeniyle hiçbir zaman belli bir noktadan
öteye geçememiş ve Mehmed Ali Paşa daima yarı yolda kalmıştır. Fransa’daki bu
23
Defter1, s. 48- b, 49- a.
29
davranış değişikliğinde bazı devlet adamlarının kişisel tercihleri ile ticarî ilişkiler ve
kamuoyu önemli etkenler olmuşlardır. Fransa’da anne tarafından Yunan asıllı olan
Tiers’in yönetimden düşerek yerine dünya hâkimiyeti için İngiltere ile işbirliğinin
gereğine inanan Guizot’un gelmesi Mehmed Ali Paşa’yı en önemli destekçisinden
mahrum bırakmıştır. Araştırmamızdan anlaşıldığı kadarı ile Mısır meselesinin bu kadar
uzamasının sebeplerinden birisi de, Fransa’nın kendi çıkarları için Mehmed Ali Paşa’yı
desteklemesi ve Mısır’da birçok alanda çalışan ajanları vasıtası ile kışkırtması olmuştur.
Birçok Batılı değerin Mısır üzerinden İslam dünyasına girmesi de bu etkiyi
göstermektedir.
Prusya Devleti, Mısır meselesi ortaya çıktığı dönemde milli birliğini kurmaya
çalışıyordu. Bu nedenle henüz kendi dışındaki problemlerle uğraşacak durumda değildi.
Ama kendisinin de küresel emelleri olduğu için Mısır meselesinde Matternih’in yanında
yer alıyordu.24
24
Ali İhsan Gencer, “Tanzimat’tan 1876’ya Kadar Osmanlı İmparatorluğu”,Doğuştan Günümüze
Büyük İslâm Tarihi, Red. , Hakkı Dursun Yıldız, İstanbul, 1998, c. 11, s. 404- 406.
30
İKİNCİ BÖLÜM
MEHMED ALİ PAŞA’NIN YÜKSELİŞİ VE ÖNASYA’YA YAYILIŞI
(1831- 1839)
I. Kütahya Antlaşması Sonrasında Mehmed Ali Paşa’nın Faaliyetleri Ve
Osmanlı Devletine Etkileri
21 Aralık 1832 Konya meydan muharebesi ile II. Mahmud, Mehmed Ali Paşa
aleyhine sevkedebileceği son orduyu kumandanı da dâhil kaybetti. İstanbul kapıları
istediği takdirde Mısır birliklerine ardına kadar açıktı. Mısır ordusunun bu meydan
muharebesinde kaybı sadece 262 ölüden ibaretti. Bu zaferden sonra İbrahim Paşa
İstanbul’a ilerlemek ve halkla, yönetenleri kendi tarafına çekmek için propaganda
faaliyetlerine başladı. Bunu gerek normal yollardan gerekse para vererek yapmak için
elinden gelen her şeyi yaptı. Bu propagandalar sonucunda, pek çok kimse Mısır taraftarı
olarak Osmanlı askerlerine zarar verici davranışlarda bulunmaya başladı. İbrahim Paşa
tarafından Anadolu’da bulunan Yeniçeri artıkları orduya alınıp, Hacı Bektaş-ı Veli
türbesinde kurbanlar kesilerek ocaklarının açıldığı ve eski nizamın yeniden kurulduğu
yönünde duyuru yapıldı. Trabzon Valisi Osman Paşa, Ocak 1833 tarihli yazısında,
Kayseri’den Konya’ya kadar şehir, kasaba ve köylerin fiilen Mısırlılara iltihak
ettiklerini, Niğde ve Bor taraflarında da artık Osmanlı memurlarına iltifat edilmediğini
belirtmektedir. Aynı tarihli bir başka yazısında Osman Paşa’nın Mısır taraftarı olan
eşkiyalarla birçok kanlı çatışmalar yapıldığını ifade ettiğini görüyoruz. Osmanlı ordusu
bu iç çatışmalar yüzünden çok zor duruma düşmüş ve devlet uçurumun kenarına
gelmişti. Bu durumda birbirleri ile anlaşamayan ve koordineli hareket edemeyen
komutanların da büyük tesiri olduğu, birçok kaynakta ifade edilmektedir.25
II. Mahmud, böyle zor bir durumda bile azmini, iradesini ve gururunu
kaybetmemişti. Bu durumla ilgili olarak kendisine gelen bir yazıya yazdığı hat, II.
Mahmud’un asla cesaretini ve metanetini kaybetmediğini göstermektedir. Savaş için
harcadığı ve komutanların başarısızlıkları yüzünden boşa giden paraya da asla
acımamaktadır. Ellerinde yeterli miktarda techizat bulunmasına rağmen, aralarındaki
25
Defter2, s. 26- a.
31
ikilikler yüzünden bunları yeterli miktarda kullanamamalarına üzülmektedir.
Komutanların durumu tam olarak aralarında istişare etmemelerinden dolayı, yanlış
uygulamalar yaptıklarını belirtmektedir. Sultan Mahmud bozgunlar karşısında
kendisinin ve yöneticilerin durumunu ifade eden hattında şunları ifade etmektedir: “ Bu
kadar külliyetli asakir ve top ve mühimmat ve saire ile ihraç olunmuş olan orduy-ı
hümayunumuzu layıkında mahall-i harbe sevk etmiyerek ve havene-i makhurenin niyeti
ve fesadı ne surettedir asla tecessüs ve taharri etmiyerek ve birbirleriyle âkilâne bir
yere gelüp de müzakere ve meşveret etmeksizin bu kadar hasarat-ı külliyeye bais
olmuşlarken yine bu babta bunlar hakkında zât-ı hümayunumun bir gûne şiddet ve infial
göstermemesi çok ihsan değil midir. Amma öte tarafa meyledermiş varsın etsün; işte
ehem ve elzem olan maddeler içün ne derece külliyetlü akçeler vermekteyim, işte
cümleniz görüyorsunuz…”26
İbrahim Paşa duruma daha fazla hâkim olabilmek amacıyla özellikle din adamları
sınıfını kendi tarafına çekmek için yoğun faaliyetlere girişmişti. Böylece halkın
üzerinde tesiri olan bu sınıfı kendi tarafına çekerek halk üzerinde müessir olmaya
çalışmaktaydı. Bunu temin etmek için, maddi manevi bütün yolları denemişti. İbrahim
Paşa, eli ayağı tutan kimselerin yediden yetmişe toplanarak kendi tarafına
gönderilmesini istemiş ayrıca halktan ve askerlerden başlarındaki amirleri kendisine
teslim etmelerini talep etmişti. Bu yapıldığı takdirde diğer asker ve sivillere her türlü
yardımı yapacağını vaad etmişti. “… Öteden berü hakkınızda ve fukara hakkında derkar
olan meyl ü muhabbetimizin ne derecelerde olduğunu ve sizler dahi Mısır
muhiblerinden olub sairi gibi olmadığı ve her halde sizlerin ve fukaranın iktisab-ı
nisab-ı emn ü rahatları indimizde matlub ve mültezem idüğinden bizimle refakat
olunmak üzere evvela cümleniz bi’l-ittifak gayret edüp Paşanızı ahz ü girift ve kayd u
bend ile tarafınızdan adamlara tefrikan tarafımıza göndermeniz…”27
Kayseri Mutasarrıfı Osman Hayri Paşa’nın, Sivas ve Trabzon Valisi Osman
Paşa’ya Kayseri halkının durumu ile ilgili mektubu, Anadolu halkının halet-i ruhiyesini
aksettirmesi bakımından çok önemlidir. Burada halkın yöneticilerden hiç memnun
olmadığı, şehre gelecek Mısır askerlerine karşı koymayacakları ve idareye gelecek yeni
yönetime itaat edeceklerini belirttiği görülmektedir. Metinden anlaşıldığı kadarı ile halk
çeşitli nedenlerle Osmanlı idaresinden bıkmış ve Mısırlılar’ın yaptığı propagandalar
26
Şinasi Altundağ, Kavalalı Mehmet Ali Paşa İsyanı, Mısır Meselesi (1831- 1841), Ankara, 1988, s. 68. 27
Ş. Altundağ, A.g.e., s. 69.
32
nedeni ile onları kurtarıcı gibi beklemeye başlamıştır. Kayseri halkından bazıları
Mısırlılar tarafından kendilerine yardım edilirse Osmanlı Valisi’ne itaat etmeyeceklerini
belirtmişlerdir. Mısırlılara karşı halkın davranışları ile ilgili ilginç anekdotlar içiren bu
mektup kısaca şöyledir: “Kayseriye ahalisine dahi telif ü teşvik zımnında taraf-ı
çakeriden bir kıta buyruldu yazıldığı bundan akdem hakpay-ı mün’imânelerine arz u
inha olunmuş ve muahharan dahi havene-i merkumenin ahali-i mezkure hitaben bir kıta
buyruldusu vuruduyla cümle vucuh ve ahali mahzarında Devlet-i Aliyye-i Ebediyye
uğrunda Kayseriye metanet etmeyeceklerini ve beldelerine kan dökmeyeceklerini ve
faraza havene-i merkume tarafından 50 nefer ile bir adam gelse ve müdafaaya
kudretleri olsa Valileri’ne iane eylemeyeceklerini ve asakiri şehre koymayacaklarını ve
istemiyeceklerini…”28
Mehmed Ali Paşa güçleri sadece geçtikleri yerlerde propaganda yapmak ve halkı
kendi taraflarına çekmek için zaman harcamakla kalmadılar. Faaliyetlerini bütün
Anadolu, Cenubî Arabistan, Acem Körfezi ve Irak havalisine kadar yaydılar. İbrahim
Paşa’nın maneviyatı o kadar güçlü ve kendinden o kadar emindi ki, Osmanlı paşalarına
mektuplar yazarak Osmanlı Devleti’nin sağladığı imkânlardan daha fazlasını
sağlayacağını belirtip kendisine katılmalarını tavsiye etti. Buna kanan birçok Osmanlı
Paşası, Mısır ordusuna katılmakta hiçbir beis görmedi. Bununla ilgili olarak Mısır
birliklerine esir düşen Osmanlı komutanlarından Reşid Mehmed Paşa’nın, Antalya
Muhassılı Yusuf Paşa’ya yazdığı mektup son derece ilginç bir örnektir. Osmanlı Paşası
mektubunda, Mısır ordusunun ilerlemesinin halk için yararlı olduğundan bahsedip,
onları kurtarıcılar gibi görerek, Mısır ordusu komutanından kardeşim diye
bahsetmektedir. Mısır birliklerinin de Osmanlı halkının mutluluğu için çalıştığını
düşünmekte ve durumu uzatmanın her iki tarafa da yarar getirmeyeceğini ifade
etmektedir. “… Bu defa devletlü İbrahim Paşa hazretlerinin külliyetlü askeri berren ve
bahren göndermek için tertip olunmuş ise de sizin ile mukaddem hukuk-ı kadimemiz
olduğundan başka bu maslahat milletçe bir maslahat olduğundan beyhude ısrar
etmenin faydası olmadığından, ahali-i memleket gerek size sıyanet içün dairemiz
ağavatından Abdi Ağa irsal olundu… ”29
1830’daki devrimler Avrupa’yı iki gruba ayırdı. Bunlar Liberal Devletler ve
Monarşik Devletler idi. 1831 yılında Mehmed Ali Paşa otoritesini Filistin, Suriye ve
28
Ş. Altundağ, A.g.e., s. 70. 29
Ş. Altundağ, A.g.e., s. 71- 72.
33
Arabistan’a yaymak için, İbrahim Paşa komutasında bir ordu gönderdi. II. Mahmud onu
engellemek istediyse de Mısır ordusu 1832 yılı Aralığında İstanbul’u zorlamaya başladı.
Mısır’ın bu hızlı ilerleyişi ticaretle ilgilenen bütün Avrupa’yı endişelendirdi. Avusturya,
Mehmed Ali’yi aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin birliğine zarar veren birisi olarak
görüyordu. Mısır meselesinde Viyana’nın liderliği ele aldığını gören Palmerston bundan
rahatsız oldu. O zamana kadar kararsız olan Palmerston Mısır meselesinin çözümü için
Viyana’nın değil Londra’nın görüşme merkezi olması gerektiğine karar verdi.
Avusturya ve İngiltere bu tartışmayı yaparken Osmanlı Devleti Rusya’ya yöneldi. Bu
durum 1833 yılında Kütahya Antlaşması’nın yapılmasıyla sonuçlandı.30
8 Temmuz 1833 tarihli Hünkâr İskelesi Antlaşması’nın Boğazları Avrupa’ya
kapatması, Avrupa devletlerini ayağa kaldırdı. Bu antlaşmayla Osmanlı Devleti bir Rus
uydusu oluyordu. Eylül 1833’te Çar ile Matternih Osmanlı Devleti’ni korumak üzere
Münchengraetz Antlaşması’nı imzaladılar. Bu antlaşma Avrupa’nın liberal devletleri
olan, İngiltere ve Fransa’yı rahatsız etti. Bu antlaşma Doğu’nun monarşik devletlerinin
Batı’nın demokratik devletlerine karşı bir ittifakıydı. İngiltere ve Fransa aralarında
Avusturya ve Portekiz’e karşı ittifak yaparken, Mısır meselesi nedeniyle bu ittifakları
bozuldu. Palmerston doğunun monarşik ittifakını eleştirerek bunun Avrupa’nın liberal
değerlerine karşı yapılmış bir saldırı olduğuna dikkat çekti.31
Kütahya Antlaşmasıyla başlayan durgunluk döneminde Osmanlı Devleti ile Mısır
arasındaki gerginlik azalacağına daha da arttı. II. Mahmud Şark ordusunu kurdu ve
başına güvendiği kumandanlarından Hafız Mehmed Paşa’yı getirdi. II. Mahmud kendi
Valisiyle ancak Avrupa devletlerinin tavassutuyla antlaşmaktan dolayı, son derece
kırgın ve üzgündü. Bu durum onun gururunu incitmiş ve ilk fırsatta ona bir ders vermek
için uygun zamanı kollamaya başlamıştı. Mehmed Ali Paşa da bu antlaşmayla ulaşmak
istediği hiçbir hedefine ulaşamamıştı. Bir yandan İbrahim Paşa Suriye’de 80 bin asker
toplarken babası da Mısır’da Fransız subayların eğitimiyle 50 bin kişilik modern bir
ordu hazırlamaya başladı. Mehmed Ali Paşa da hedeflerine ulaşmak için bir fırsatın
çıkmasını bekliyordu. İbrahim Paşa, Anadolu’da Mısırlılara yapılan dostça muameleden
yalnız manen faydalanmakla kalmamış, gerek yiyecek ve gerek asker bakımından
maddeten de kuvvetlenmiş ve askerinin mevcudunu buradan temin ettiği kuvvetlerle
200 bin kişiye çıkarmıştı. Asker sayısının aşırı derecede artması ile İbrahim Paşa’nın
30
The Cambridge Modern History, G. N. Clark, J. R. Butler, J. P. T. Bury, Volume, X, s. 251- 252. 31
The Cambridge Modern History, Vol. X, s. 252.
34
kendine olan güveni ve cüreti de iyice arttı. Bazı rivayetlere göre esir aldığı Reşid
Mehmed Paşa ile Sultan Mahmud’un tahttan indirilip yerine oğlu Abdülmecid’in
geçirilmesi hususunda anlaşmıştı.32
Osmanlı murahhasları, Mısır ve Kütahya’da Mehmed Ali ve İbrahim Paşa ile
anlaşmaya çalışırken İstanbul çok heyecanlı müzakere ve tartışmalara sahne oluyordu.
Bu tartışmaların en önemli konusu Ruslar’ın fiilen yardımı konusuydu. Bu tartışmalar
sırasında İngiltere ile Fransa, Rusya ile Avusturya birlikte hareket ediyorlardı. 21 Aralık
1832 tarihinde yapılan Konya savaşında Osmanlı Devleti büyük bir yenilgiye uğramış
ve güç bela topladığı son orduyu da komutanı ile birlikte kaybetmişti. Ocak ayı başında
Londra’dan gelen haberler İngiltere’den istenilen yardımın sağlanamadığını gösterirken
Fransa da yardım yapmaya yanaşmıyordu. Yardım alınabilecek tek ülke pek istenmese
de Rusya idi. Bütün bunlara ve İbrahim Paşa kuvvetlerinin Kütahya’ya kadar
ilerlemesine rağmen Fransız sefareti hâlâ Babıâli’ye baskı yaparak Mehmed Ali
Paşa’nın kendisine gönderilen Halil Paşa ile anlaşmasının muhakkak olduğunu söylüyor
ve İngiltere de bu konuda Fransa’yı destekliyordu. Mısır ile anlaşılması durumunda Rus
yardımına ihtiyaç kalmayacağı açıktı. Osmanlı Devleti de buna inanarak işi yavaştan
almaya başlamıştı. Ama Mısır kuvvetlerinin çekilmesi sağlanmadan sırf bu sözlere
inanarak Rus yardımından vazgeçmek istemiyordu. Bundan dolayı Rusya bu meselede
en önemli aktör haline gelmişti.
Kütahya Antlaşması veya Kütahya görüşmeleri bu karmaşaya son vermek ve
Rusya’nın etkinliğini azaltmak için büyük devletlerin de devreye girmesi ile
sonuçlandırıldı. Osmanlı Devleti ile Mısır arasında birçok konuda anlaşma sağlanmış ve
anlaşılamayan konu olarak Adana’nın İbrahim Paşa idaresine bırakılması kalmıştı. Önce
Adana’yı İbrahim Paşa idaresine bırakmak istemeyen II. Mahmud sonunda diğer
devletlerin baskısına dayanamayarak 3 Mayıs 1833 tarihinde Reşid Bey ve İbrahim
Paşa’nın bu yoldaki teklifini kabul ederek Adana’nın da muhassıllık olarak İbrahim
Paşa idaresine bırakılmasını kabul etti. Adana’nın Mısırlılara bırakılması ile Kütahya
Antlaşması sağlanmış ve Mısır meselesinin birinci aşaması sona ermiş oluyordu. “…
Habeş Valisi ve Cidde Mutasarrıfı vezirim İbrahim Paşa… Zikrolunan Adana eyaleti
muhassıllık veçhile sana deruhde ve ihale kılınmış, vedia-ı hazreti haliku’l-beraya olan
32
Ş. Altundağ, A.g.e., s. 76.
35
ahali ve fukara ve aceze ve reayanın bi’l-vücûh esbab-ı refah ve rahatlarını istikmal ve
Adana caddesinin husul-i emniyetiyle …”33
II. Mahmud ve Mehmed Ali Paşa arasında yapılan Kütahya Antlaşması’nı Rus
temsilci Orlof gayet ileri görüşlü bir şekilde şöyle yorumlamaktadır: “Bu anlaşma
hakiki bir sulh temin etmiş değildir. Bu anlaşma ile bir mütareke elde edilmiştir ki,
ancak 5- 6 sene devam edebilir”. Kütahya görüşmeleri sonucunda anlaşılan konularda
bir Ferman yayınlanmış ve böylece Mısır kuvvetlerinin ilerlemesi geçici bir süreliğine
de olsa durdurulmuştu. Mısır’da Mehmed Ali Paşa ve Kütahya’da İbrahim Paşa ile ayrı
ayrı sulh müzakereleri yapılmıştı. Bunun sonucunda bir antlaşma imzalanmasından
ziyade bazı yerlerin Mehmed Ali ve İbrahim Paşalara verildiğine dair tevcihat
fermanları hazırlanmıştı. Bütün bu fermanlar 6 Mayıs 1833 tarihinde hazırlanan umumi
bir fermanla birleştirilmiştir. Bu fermandan gâye bir antlaşma ilan etmek değil bilakis
Mehmed Ali ve İbrahim Paşalara verilen arazileri Padişahın bir lutfu olarak göstermek
ve Osmanlı İmparatorluğu’nun kalan kısımlarında umumi af ilan ederek, mücadele
esnasında Mehmed Ali tarafına geçen halkı kuşkulandırmamak ve bozulan asayişi bir
kat daha bozmamaktır. Bu Ferman dikkat edilirse ilgisi dolayısıyla bütün Osmanlı
ülkesine değil yalnız Anadolu’ya teşmil edilmiştir. Bu Ferman’da Mehmed Ali’nin
Girid ve Mısır Valilikleri’nde ibka edilip buna ilaveten kendisine yeniden Şam, Trablus-
Şam, Sayda, Safed, Halep eyaletleri, Kudüs ile Nablus sancakları, Hac muhafızlığı ve
Cerbe Başbuğluğu tevcih edildi. İbrahim Paşa’nın Mekke Şeyhülharemi ünvanına,
Cidde Valiliği ve Adana Muhassıllığı ilave edildi. Ayrıca hükümet ayan ve erkânına,
aff-ı şahâneyi ilan etmeleri, geçmişten dolayı kimseden hesap sormamaları, geçmişi
unutmaları ve halkın şüphelerini ve rahatsızlıklarını gidermeleri emredilmekte idi.
Kütahya Antlaşması olarak ifade ettiğimiz 14 Mayıs 1833 tarihli belge olsa olsa
bir garanti senedidir. Yani Osmanlı Devleti’ne güvenmeyen bir Valisi’ne, yabancı bir
devlet tarafından sunulan garantidir. İngiltere, Fransa ve diğer Avrupa devletleri kendi
çıkarlarının zedelenmemesi için antlaşmanın gerçekleşmesinde garantör rolü
oynamışlardır. Mehmed Ali’nin sert lisanı ve Rusya’nın askerî müdahalesi, Avusturya,
İngiltere ve Fransa’yı korkuttu. Bunlar sulhun zarureti ve Mehmed Ali’nin isteklerinin
kabulü konusunda Babıâli’yi tazyike başladılar. Rusya, diğer devletlerin bu konudaki
arzularının tahakkukunun önüne geçemedi. Sultan da ard arda gelen mağlubiyetler
33
Ş. Altundağ, A.g.e., s. 132.
36
nedeniyle, Suriye ve Adana’yı Mehmed Ali Paşa idaresi altındaki topraklara ilave
etmekten başka çare bulamadı. Bunun üzerine 16 Zilhicce 1248/6 Mayıs 1833 tarihinde
Mehmed Ali’nin Mısır ve Girid Valiliklerinin tasdik edildiği, Suriye’nin ve Adana
mıntıkasının tevcih edildiği belirtiliyordu. Ayrıca oğlu İbrahim Paşa’ya da Cidde
Valiliği’yle Mekke Şeyhülharemliği’nin yeniden verildiği ve Adana’ya Muhassıl tayin
edildiği bildiriliyordu. 24 Zilhicce 1248 (14 Mayıs 1833) tarihinde Sultan Mahmud ve
Mehmed Ali Paşa arasında Kütahya Antlaşması akdedildi. Bu antlaşmayı İstanbul’da
Sultan namına Baron Roussin, Kütahya’da da babası namına İbrahim Paşa imza ettiler.
Bu antalaşmaya göre Mehmed Ali, bundan evvel eski Valiler’in Suriye için verdikleri
vergiyi vermeyi ve askerlerini Anadolu’dan kendi idaresi altına verilen mıntıkalara
çekmeyi taahhüd ediyordu. 34
Kütahya Antlaşması imzalanmasına rağmen Osmanlı Devleti ile Mısır arasında
derin bir güven bunalımı devam etmekteydi. Özellikle İbrahim Paşa Arap milletinin
içinde büyüdüğü ve tahsilini Mısır’da gördüğü için Arap unsuruna dayanan bir
hâkimiyet sistemi kurmak istiyordu. Babasına kıyasla Arap kültür, örf ve âdetlerini daha
iyi biliyor ve tek millet unsuruna dayanan bir devletin yaşama imkânının çağın
gereklerine daha uygun olduğunu düşünüyordu. Mehmed Ali Paşa ve Oğlu İbrahim
Paşa hızla yayılan Milliyetçilik akımlarının hangi noktaya ulaşabileceğini Osmanlı
Devlet’nden daha önce kestirmişlerdir. Avrupai bir eğitim alan ve Avrupa’daki
gelişmeleri daha iyi bilen İbrahim Paşa Osmanlı Devleti’nin artık yaşama şansı
olmadığını, Arap unsuruna dayanan bir devletin yeni şartlara uygun olduğu için yaşama
şansının daha fazla olduğunu düşünüyordu. Bununla ilgili olarak İbrahim Paşa’yı
yakından tanıyan İskenderiye’deki Avusturyalı görevli Prokesch Osten, Matternih’e
yazdığı bir mektupta şunları belirtiyor: “Bir Arap imparatorluğu kurmak mefkûresinin
yaşamakta olduğunu birçok deliller ispat etmektedir. Mehmed Ali gibi yapıcı bir
zekânın yanında, büyük emeller besleyen ve yüksek bir enerjiye sahip bulunan oğlu ve
halefini görüyorum; İbrahim bu asrın çocuğudur ve asrî bir surette talim ve terbiye
görmüştür. Bu vaziyet İbrahim’i, dinin ahkâmına uyarak Sultan’a itaate mecbur
kalmaktan kurtaracaktır. Bunlardan fazla olarak uykusundan uyanan Arap âleminin
düşüncesini de ilave edebiliriz. ”35
34
Ş. Altundağ, A.g.e., s. 136- 137. 35
Ş. Altundağ, A.g.e., s. 142.
37
Yukarda belirtilen nedenlerle, Kütahya Antlaşması sonrasında II. Mahmud,
devletin bir Valisi’ni dâhi kendi imkânları ile tedip edememekten doğan gurur
kırıklığını gidermek için uğraşırken, Mehmed Ali Paşa da daha fazla yerleri ele
geçirerek otoritesini oralara da yaymak istemekteydi. Bundan dolayı her iki taraf da
amaçlarına ulaşmak için hazırlık yapmakta ve yeniden harekete geçmek için fırsat
kollamaktaydı. Mehmed Ali Paşa, Kütahya Antlaşması’ndan sonra bağımsız biri gibi
davranmaya başladı. Ordu ve donanmasını sürekli artırmak için gayret gösterdi. Buna
karşılık vergisini vermekte birçok zorluklar çıkardı. Yıllık olarak ödediği vergi
miktarını 32 bin keseye kadar indirdi. Osmanlı Devleti bu miktarın idare ettiği
topraklara göre çok az olduğunu ifade ettiyse de bundan bir sonuç alamadı. Vergi
konusu ve İstanbul’daki konsoloslar vasıtasıyla bağımsızlık talebinde bulunması II.
Mahmud’un ona olan kızgınlığını daha da artırdı. 1834 yılında Lübnan’da Mehmed Ali
Paşa idaresinden memnun olmayanlar ayaklanınca II. Mahmud onları destekledi. Diğer
taraftan İbrahim Paşa’nın Mısır’dan alınan halifeliği yeniden İstanbul’dan Kahire’ye
taşımak istediği söyleniyordu. Bu söylenti Padişah’ı olduğu kadar Suriye ve Lübnan
halkını da çok rahatsız etti.36
Bu arada Mehmed Ali Paşa sınırlarını genişletmek için sürekli olarak ticarî, askerî
ve diplomatik faaliyetlerde bulunuyordu. Ayrıca yanına Avrupa kamuoyunu çekmek
için bol miktarda para harcıyordu. Nitekim Irak’a da göz dikmiş ve bu amaçla
İngiltere’yi yanına çekebilmek için Fırat nehrinden vapur geçirmek üzere İngilizlerin
çoktandır istediği ruhsatı Babıâli’nin onayını beklemeden vermeye bile cesaret etmişti.
Bu dönemde Mısır meselesinin yanı sıra Osmanlı Devleti’nin genel durumunun
bozulmasına neden olan birçok sebep vardı. Bunları şöylece sıralayabiliriz:
1- Ekonomik Sebepler: Dünya ticaret yollarındaki değişmeler, devletin sürekli
sürdürmek zorunda kaldığı savaşlar ve bu savaşların aynı anda bazen dört devletle
yapılmak zorunda kalınması ve bunun sonucunda gelen yenilgiler Osmanlı Devleti
ekonomisini çökme noktasına getirmişti. Ayrıca Türkistan’da Rus etkisinin artması,
Halep ticaret yolu ve Şam-Bağdat ticaret yolu üzerinde bedevi baskısının çoğalması da
Suriye ve civarının ticaret hayatını bitme noktasına getirmişti. Bu durumu bölgedeki
asayişsizlik ve kargaşa daha da kötüleştiriyordu. Yeni ticaret yollarının bulunması
36
Ali İhsan Gencer, “Tanzimat’tan 1876’ya Kadar Osmanlı İmparatorluğu”, Doğuştan Günümüze
Büyük İslâm Tarihi, c. 11, s. 413.
38
nedeniyle bölgenin Osmanlı Devleti gözündeki yeri hac yolu olması dışında iyice
azalmıştı.
2- İdarî Sebepler: Devlet sistemindeki bozulmalar birbirini tetikliyordu. Eyaletleri
yönetmekle görevli Paşalar’ın geniş hâne halkları ile geldikleri yerlerde oluşturdukları
yolsuzluklar ve yönetim zaafları vardı. Bu Paşalar genellikle yeteneksiz ve yönetme
kabiliyetleri sınırlı olan kimselerdi. Ama kendileri yönetime ehil olmadıkları gibi onları
denetleyecek doğru dürüst bir mekanizma da yoktu. Ayrıca merkezî otorite değişik
nedenlerle sarsıldığı için başına buyruk hareket ediyorlardı. Yönetimlerinde olmayan
başka eyaletlerin idaresine de karıştıkları için tam bir yönetim karmaşası oluyordu. Bu
istikrarsızlık ve karmaşa halkın idareye karşı hoşnutsuzluğunu daha da artırıyordu.
3- Dış Sebepler: 1800’lü yıllarda şiddetlenen milliyetçilik, sömürgecilik ve
sanayileşme hareketleri çok uluslu İmparatorlukları kökünden sarstı. Osmanlı
Devleti’nin stratejik önemdeki geniş toprakları özellikle sömürgeci devletlerin iştahını
kabartıyordu. Bu dönemde Arap yarımadasının özellikle körfez ve Hind Okyanusuna
kıyısı olan yerlerinde, İngiltere başta olmak üzere sömürgeci Avrupa devletlerinin
faaliyetleri sürekli artıyordu. Bu devletler Ortadoğu ve Uzakdoğu’yu sömürebilmek için
kıyasıya bir rekabet içine girdiler. Osmanlı Devleti yönetimindeki yerleri kontrol
edebilmek için bölge halkını sürekli olarak değişik yollarla devlete karşı kışkırttılar.
4- Güvenlik Sebepleri: 1826 yılında Yeniçeri ocağının kaldırılması ve bunun
yerine yeni askerî birlikler kurmada sürekli savaşlar nedeniyle zorlanılması bölgedeki
merkezî otoriteyi ve güvenliği neredeyse yok olma noktasına getirdi. Emniyet ve asayişi
sağlamakla görevli askerler kendileri başlı başına bir güvensizlik sebebi oldular.
Ortadoğu’daki askerler merkezden uzak olmaları ve savaşa girmemeleri nedeniyle
laçkalaşmışlar ve hac yolunu korumaktan bile aciz hâle gelmişlerdi. Yeniçeriler yasak
olmasına rağmen ticari faaliyetlere başlamışlar ve ellerindeki silahları da bir tehdit
unsuru olarak sürekli kullanmışlardır. Yeniçeri ocağının bu serkeşliklerini yok etmek
için gönderilen kapıkulu askerleri hac yolunun güvenliğini zor sağlıyorlardı. Hac
yollarının güvenliği Osmanlı Devleti katında bir namus meselesi olarak görüldüğü için
büyük önem veriliyordu. Bir süre sonra kapıkulu askerleri de bozulmuş ve aynen
yeniçerilerin durumuna düşmüşlerdir.37
37
Sebahattin Samur, İbrahim Paşa Yönetimi Altında Suriye, Kayseri, 1995, s. 8- 10.
39
Yeniçeri ve kapıkulu askerlerinin dışındaki Valiler’in maiyet askerlerinin durumu
da pek iç açıcı değildi. Savaş eğitimi ve terbiyesi bir yana bunlar asayişi sağlayacak
ahlak ve dürüstlükten de uzaktılar. Halk da onlara güvenemediği için ve bazı dış
güçlerin kışkırtmasıyla ister istemez silahlanmış ve durum içinden çıkılmaz bir hâl
almıştır. Bütün bu nedenlerle bölgede birçok isyanlar çıkmış ve yeni bir kurtarıcı güç
beklenmeye başlamıştı. İbrahim Paşa, Hicaz’daki faaliyetlerinden dolayı bu rol için
biçilmiş kaftandı.
Böylece Osmanlı–Mısır harbinin birinci aşaması, Osmanlı Devleti aleyhinde
neticelenmiş, koca devlet bir Valisi önünde yenilgiye uğramış ve antlaşma imzalamak
için birçok tavizler vermek zorunda kalmıştı. Avrupa devletleri meseleye müdahale
etmelerine rağmen çözümünde anlaşamadıkları için güçlü taraf olan Mısır büyük oranda
istediklerini elde etmişti. Bu meselenin çözümünde Mısır dışında hiçbir devlet istediğini
elde edememiştir diyebiliriz. Fransa’nın, Mısır’ı destekleyerek şanını artırma gayreti
diğer devletlerin müdahalesi ile yarım kalmış; İngiltere, Osmanlı Devleti’nin yardım
talebine gerekli yanıtı veremeyerek güven kaybına uğramış; Avusturya’nın faaliyetleri
pek yetersiz kalmış ve durumdan yararlanan Rusya, Osmanlı’nın yardım talebine cevap
vererek tarihi emellerine bir adım daha yaklaşmıştı. Böylece Rus donanma ve askerleri
İstanbul’a gelmiş ve Mısır tehdidi tamamen ortadan kalkana kadar orada uzun bir süre
kalmıştır. Rusya bu süreçte imzaladığı Hünkâr İskelesi Antlaşması ile diğer devletler
karşısında bir adım öne geçmiştir. Bu durum Düvel-i Muazzama özellikle İngiltere ve
Avusturya’nın meselenin çözümü için inisiyatif almasının da gerekçesi olmuştur.
Osmanlı Devleti ve halkının Rusya hakkındaki düşüncesi hiç olumlu değildi.
Yıllardan beri Rusya’nın Osmanlı Devleti aleyhinde genişlemesi yönetimde ve halkta
haklı olarak onlara karşı bir şüpheye neden olmuştu. Rusya’nın yardım nedeni olarak
Boğazların kapalı tutulması ve böylece kendisinin daha rahat hareket etmesini
amaçladığı düşünülüyordu. İngiltere ve Fransa’nın kendi sömürgeci emelleri
doğrultusunda yardım eder gibi görünürken iş bunu fiiliyata dökmeye gelince sürekli
yan çizdikleri düşünülüyordu. Fransa bu süreçte İngiltere’den tamamen ayrılmıştır.
Osmanlı yönetiminin İngiltere, Fransa ve Rusya hakkında nasıl düşünceler beslediğini
aşağıdaki belge gayet güzel açıklamaktadır. Bu belgede ilgili devletlerin donanmalarının
İstanbul’a gelmesi ile ilgil olarak şu değerlendirmeler yapılmaktadır: “Devlet-i Aliyye
matlub buyurur ise Rusya Devleti iane itmek ve bilmukabele faraza Rusya Devleti’nin
40
sair bazı devletlerden biriyle muharebesi vukuunda Devlet-i Aliyye dahi Rusya
Devleti’nin lehine Bahr-i Sefid boğazını sed eylemek kazayasından ibaret olmasıyla…
Fransalunun taraf-ı Devlet-i Aliyye’ye gereği gibi celb ve imalesi Mısırlu’dan bütün
bütün şerir ve tenfiri esbab-ı lâzımesinin istihsaline birlikde çalışılmakda… Fransa ve
Avusturya Devletlerinin Beriyyetüşşam hakkında bazı mertebe tereddütleri rûnüma
olmakda ise de İngiltere Devleti vesatât ve himmeti ile matlub-ı âli vechile şu
maslahatın tesviyesi memul oldığına dair bazı tabirat irad olunumuş oldığı… ”38
Rus Çarı Nikola, Avusturya ve Prusya hükümdarları ile yaptığı görüşmelerde
Katerina döneminde oluşturulan ve Osmanlı Devleti aleyhinde genişlemeyi hedefleyen
devlet politikasından vazgeçtiklerini belirtmekteydi. 18 Eylül 1833 tarihinde Avusturya,
Rusya ve Prusya arasında imzalanan Münchengratz Antlaşması ile bu devletler Osmanlı
Devleti’nin bekasını garanti altına almak istemişlerdir. Osmanlı Devleti’nin yaşaması
monarşik devletler için de hayatî bir mesele haline gelmişti. Matternih, Mısır
meselesinin çözümüne Almanya ve İtalya’daki Habsburg monarşisine zarar vermemesi
için büyük gayret göstermiştir. Avusturya eski gücünden çok şey kaybetmesine rağmen,
Matternih’in diplomatik dehası sayesinde Mısır meselesinin kendi çıkarlarına zarar
vermeyecek ve yeni bir Avrupa savaşı çıkarmayacak şekilde çözülmesini sağlamıştır.
Böylece daha o zaman değişebilecek Avrupa düzeninin I. Dünya savaşına kadar
uzamasını temin etmiştir.
38
Defter1, s. 8- b.
41
II. Mehmed Ali Paşa’nın Suriye ve Anadolu’ya Yayılmak İstemesinin
Nedenleri ve Yaptığı Faaliyetler
Mehmed Ali Paşa, daha küçük yaşlarda babasını kaybetmiş ve onu himayesi altına
alan Tosun Paşa’nın idamından dolayı içten içe Osmanlı Devleti’ne kin besleyerek
büyümüştür. Gençliğinde Mehmed Ali bir süre Kavala’da ticaretle uğraşan ve Fransız
vatandaşı olan Leon isminde bir şahsın ticari işlerini takip etmiştir. Leon ona gayet iyi
davranmış ve her konuda yardımcı olmuştur. Bu durum Mehmed Ali’nin, Leon’a ve
onun vatandaşı olduğu Fransa’ya derin bir sempati duymasına neden olmuştur. Çok
hassas bir karaktere sahip olan Mehmed Ali, Mısır’da iktidara gelir gelmez Leon’u
Mısır’a davet etmek istemiş fakat o, daha önce Marsilya’da ölmüş olduğu için bu durum
gerçekleşememiştir. Bunun üzerine Mehmed Ali, Leon’un kız kardeşine 50.000 Frank
göndererek hiç olmazsa bu suretle teşekkür etmek istemiştir.39
Napolyon’un 1798 yılında Mısır ve Suriye’ye başlattığı işgal hareketi, bölgeyi
kısa sürede Avrupa devletlerinin nüfûz mücadelesi yaptığı bir alan haline getirdi.
Osmanlılar, İngilizlerin yardımı ile Fransızları Mısır’dan çıkarmak üzere bir ordu
gönderdiler. Bu orduya Kavala hâkiminin hazırladığı ücretli askerler de katılmışlardı ki,
askerlerin başında Kavala hâkiminin oğlu Ali Ağa ve ona muavin olarak da Mehmed
Ali bulunuyordu. Napolyon 1801’de, İngilizler ise 1807’de bölgeyi boşalttılarsa da
yüzyılın en önemli sömürgeci gücü olan bu iki devlet bölgeyle bağlarını hiçbir zaman
koparmadılar ve günümüzde bile bu durum bazı değişiklikler göstermekle beraber
devam etmektedir. Daha o dönemden itibaren bölgenin yer altı ve yer üstü
kaynaklarının haritasını çıkaran sömürgeci devletler, Osmanlı Devleti yıkıldıktan sonra
rahat bir biçimde bölgeyi istedikleri gibi şekillendirmişlerdir. Bölgenin dengelerini
gözetmeden adeta bölge ülkelerinin birbirleriyle savaşının hiç bitmemesini istercesine
çizilen sınırlar hâlen savaş nedeni olmaya devam etmektedir. Napolyon’un Mısır seferi,
Mehmed Ali’nin Mısır’a gelmesine bir sebep teşkil ettiği gibi, aynı zamanda Osmanlı
İmparatorluğu’nun aczini idrak eden Mehmed Ali’nin Mısır’da süratle yükselmesine
yardım etti. Mısır’da merkezi bir idarenin teşekkülüne mani olan Kölemenlerin
Napolyon ile olan çetin savaşlarında, Fransız ordusu yavaş yavaş erirken, Memlükler’in
de en azimkâr ve sebatlı unsurları da mahvolmuştu. Mehmed Ali, 1800’lü yıllardan
39
Ş. Altundağ, A.g.e., s. 22.
42
itibaren rakiplerini birer birer yenerek Mısır’da otoritesini pekiştirdi. 1805 tarihinde
Babıâli, az çok bir mecburiyet altında senevî bir vergiden başka, Medine’yi ellerine
geçiren Vahhabilerle de mücadele etmek ve mukaddes yerleri bunlardan kurtarmak
şartıyla Mehmed Ali’nin Mısır Valiliğini tasdik etti.40
Mehmed Ali, Mısır’ın bütün kurumlarını Fransız uzmanlardan da yardım alarak
değiştirdi ve modern usullerle yeniden kurdu. Çeşitli askerî okullar açtırdı, silah ve
dokuma fabrikaları kurdurdu, barut tesisleri ve tersaneler inşa ettirdi. Tarımın gelişmesi
için köylüleri destekledi. Pamuk, tütün ve ipek gibi tarımsal sanayi ürünlerinin
üretilmesini teşvik etti. Tekelci bir ekonomik politikayla yönetimini mâlî açıdan
oldukça güçlendirdi. Babıâli’nin itimadını kazanarak Mısır sahillerinin güvenlik ve
vergisini üzerine aldı. Hicaz’daki Vahhabi sorununu çözmesi şöhretinin bütün İslâm
dünyasına yayılmasını sağladı. Mısır ve Hicaz’ı yönetimi altında bulunduran Mehmed
Ali Paşa, Suriye’yi de ele geçirerek bağımsız ve güçlü bir devlet kurmak istiyordu.
Onun bütün bu ihtirasları ve egemenliğini genişletmek amacıyla gerçekleştirdiği
uygulamalar bu devrede Avrupa ve Osmanlı Devleti başka sıkıntılarla uğraştığı için
fazla dikkat çekmemişti. Bazı tarihçiler onun bağımsızlık düşüncelerinde Fransa’nın
kışkırtmalarının ve yardım vaatlerinin büyük tesiri olduğunu ifade ederler. Fransız dost
ve danışmanları onu Suriye ve Anadolu yönünde ilerleterek Osmanlı Devleti’ni kendi
Valisi vasıtasıyla kalbinden hançerletmek istiyorlardı. Ayrıca daha önce de belirttiğimiz
gibi daha Kavala’da iken tanıştığı Fransız tüccar Leon vasıtasıyla sıkı bir Fransa
taraftarı olmuştu.41
Birçok yazışmalarında görüldüğü gibi Mehmed Ali Paşa zihniyet itibariyle bir
Osmanlıdır ve Osmanlı Devleti’nin menfaati için çalıştığını belirtmektedir. Fakat son
derece hırslı olması onu Osmanlı Devleti’nin bir numaralı düşmanı ve rakibi durumuna
getirmiştir. Mehmed Ali Paşa bütün faaliyetleri boyunca, Fransa tarafından korunmuş
ve Osmanlı Devleti’ni köşeye sıkıştırmak için kullanılmıştır. Ayrıca Fransa, onun güç
ve nüfuzunun artmasının İngiltere aleyhine olup Hindistan yolunu kapatacağını
düşünerek desteklemiştir. Fransa desteğinden cesaret alan ve Mısır’da güçlü bir devlet
kurmak için Suriye’nin de gerekli olduğunu düşünen Mehmed Ali Paşa dikkatini buraya
yöneltti. Mehmed Ali Paşa’nın otoritesinin diğer yerlerde tanınması için kutsal
toprakların yönetimi altında olması buranın korunabilmesi için de Suriye’nin ele
40
Ş. Altundağ, A.g.e., s. 24. 41
Ş. Altundağ, A.g.e., s. 22.
43
geçirilmesi gerekiyordu. Ayrıca Mehmed Ali Paşa’nın ordu ve sanayi için ihtiyaç
duyduğu gereksinimlerin sağlanmasında Suriye çok önemliydi. Paşa’nın
danışmanlarından olan Fransız Clot, Suriye’nin Mehmed Ali Paşa için gerekliliğini
şöyle ifade etmektedir: “Suriye’nin Mehmed Ali Paşa ülkesine ilhakı zaruri idi. Nil
kenarında kurulacak bağımsız bir devlet büyük bir varlık teşkil edebilir fakat bu gayeye
varılması için Suriye’nin Mısır’a katılması şarttır. Akdeniz ile Basra Körfezi ve Hazar
havzasına giden yollar Suriye’den geçmektedir. Halkı Müslümandır ve Mısır’a yakın
sayıda insan yaşamaktadır. İnsan kaynağı olarak son derece önemlidir. Savunma yapısı
itibariyle korunması kolaydır ve Hicaz’ın güvenliği için şarttır... ”42
Mehmed Ali Paşa, Suriye’nin Mısır’ın güvenliği için önemini Hicaz’ı
Vahhabiler’den temizledikten sonra daha iyi anladı. Suriye’nin kendi idaresinin bekası
için gerekli olduğunu söylemekten çekinmiyordu. Mora savaşındaki yardımından dolayı
kendisine verileceği söylenen Suriye konusundaki sözün yerine getirilmesi gerektiğini
açıkça söylüyordu. 1813 Ağustosunda Mehmed Ali Paşa bu sözü ve Hicaz’ın
güvenliğini gerekçe göstererek Suriye’yi istedi. Babıâli bunu reddetti ve Mehmed Ali
Paşa da fazla ısrar etmedi. Ama Mehmed Ali Paşa, Suriye’nin Mısır için önemini
kavramış ve burayı ilk fırsatta ele geçirmeyi kafasına koymuştu. Çünkü Mısır’ın toprağı
verimli olmasına rağmen sanayi için ihtiyaç duyacağı kereste ve yer altı kaynakları
bakımından oldukça fakirdi. Mısır sanayi ürünlerini ihraç edebilmek için kullanacağı
gemilerde kullanmak üzere bol miktarda kereste, kömür ve yakıta ihtiyacı vardı.
Özellikle kereste ve kömür’ün sağlanabileceği en önemli yerler Suriye ve Karaman
eyaletleri idi. Ayrıca silah fabrikaları ve tophaneler için ihtiyaç duyulan kömür, bakır ve
demir Suriye’de bol miktarda mevcuttu.
Mehmed Ali Paşa’yı büyük hayallerini gerçekleştirmede en fazla engelleyen konu
kalifiye insan sıkıntısıydı. Mısır’da toprağı ekecek yeterli miktarda işçi ve askerlik
yapacak kalifiye eleman da yoktu. Hicaz, Mora ve Sudan’a asker gönderilmesi için
birçok kişinin askere alınmasından dolayı tarım ve sanayide insan ihtiyacı ortaya
çıkmıştı. Bu ihtiyacı diğer yerlerden karşılamak mümkün olmadığı için Mehmed Ali
Paşa bütün dikkatini Suriye’ye yöneltmişti. Ayrıca Suriye zengin tarımsal kaynakları ve
ticaret yolları üzerinde bulunması nedeniyle ihtiyaç duyduğu vergi gelirlerini ona
sunacak imkânlara sahipti. Suriye ipekyolu üzerinde olduğu için dünya ticaret yollarının
42
S. Samur, A.g.e., s. 21- 22.
44
kesişme noktalarından birinde yer alıyordu. Suriye’nin eşsiz mevkisi Asya, Avrupa ve
Afrika arasındaki ticareti kontrol etme ve yapılan ticaretten oldukça yüklü miktarda
vergi almak imkânı sağlıyordu. Doğu Akdeniz ticaretinde merkezî bir konumda bulunan
Suriye aynı zamanda Mısır’ın ticarî ürünleri için en yakın ihraç noktalarından birisiydi.
Bütün bunların yanı sıra Suriye’nin coğrafî konumu Mehmed Ali Paşa’nın siyasî
ve askerî güvenliği için son derece önemliydi. Müdafaası kolay olan bu mıntıka Mısır’ı
korumak için kolayca bir set haline getirilebilirdi. Suriye’nin bu esnada 2 milyon tahmin
edilen nüfusu Mehmed Ali’nin ordusunu kuvvetlendirecek ve Mısır halkının bu
bakımdan yükünü hafifletecekti. Bundan başka, Mehmed Ali’nin sanayi bakımından
hedeflerine ulaşması için Suriye’nin iklimi ve mutedil havası Mısır’dan çok daha
uygundu. Ayrıca, Arap yarımadası ve Hicaz’da kurduğu hâkimiyeti araya yerleştireceği
Suriye tamponu ile garantiye almak istiyordu. Mehmed Ali Hicaz’a ayak basar basmaz,
Kızıldeniz’deki adaları ve Kızıldeniz’in Şark sahillerini elde etmek için tedbir almaya
başlamış, bir müddet sonra da Bahreyn adalarını nüfuzu altına alarak, Bağdat’la siyasî
münasebetler teminine çalışmıştı.43
Mehmed Ali Paşa Suriye’nin önemini baştan beri bilmesine rağmen buraya asker
göndermek için uzun süre beklemiştir. Bu beklemenin başlıca nedenleri şunlardır:
1- Suriye Halkı: Arazi savunmaya müsait olduğu için savaşla almak zordu. Bu
nedenle halkın çeşitli yollarla Mehmed Ali Paşa idaresine ikna edilmesi gerekiyordu.
Bunu sağlamak için Paşa her yolu denemekteydi. Başta Padişah olmak üzere
yöneticilere birçok hediyeler gönderdi. Bölge Valileri ile çok iyi ilişkiler kurdu. Sayda
Valisi Abdullah Paşa ile Cebel-i Lübnan Emiri Beşir bunların başta gelenlerindendi.
Halka ise bölgeyi ele geçirdiğinde kendilerinden mirî vergi almayacağını vaat
ediyordu.44
II. Mahmud’un yenileşme ve merkezileşme çabaları ile yeniçeri ocağını
kaldırması geniş bir memnuniyetsizler sınıfı oluşturmuştu. Bu sırada Mehmed Ali
Paşa’nın İngiliz, Fransız ve Vahhabilere karşı başarıları onu halk nazarında bir
kahraman durumuna getirdi. Bu nedenle bütün muhâlif guruplar ve halk, Mehmed Ali
Paşa’yı desteklemeye başladı ve bundan dolayı birçok şehir Paşa’nın ordusuna
kendiliğinden teslim oldu.
2- Osmanlı Devleti’nin Durumu: Osmanlı Devleti birçok mesele ile uğraşmakta
ise de hâlâ bütün gücünü kaybetmemişti. Bu nedenle onun daha da zayıflamasını
43
Ş. Altundağ, A.g.e., s. 36. 44
M. Nuri Paşa, A.g.e., c. 2, s. 91.
45
beklemek gerekiyordu. 1806 yılında başlayan Rusya savaşı bu durumu büyük oranda
sağlayacaktı. Birçok devletle uzun süre savaşmak, artık devleti hızla güçten düşürmeye
başlamıştı.
3- Avrupa Ülkeleri: İlk dönemde hiçbir Avrupa Devleti, Mehmed Ali Paşa’nın
Suriye’yi de alarak güçlü bir devlet olup bölgedeki statükoyu değiştirmesini
istemiyordu. Özellikle İngiltere, Hindistan deniz yolunun güvenliğini, Rusya ise
Boğazların emniyetini düşünüyordu. Bundan dolayı Avrupa’daki durum onun harekete
geçmesi için müsait değildi.
Mehmed Ali Paşa bütün bu durumlardan kurduğu geniş haberleşme ağı vasıtasıyla
anında haberdar olmaktaydı. Bundan dolayı sabırla durumun olgunlaşmasını bekliyordu.
1831’de Suriye’nin zaptı için beklediği bütün şartlar gerçekleşmişti. Suriye bu sırada
merkezî hükümetin zayıflığı dolayısıyla bir takım yarı müstakil ve birbirlerinin
aleyhinde çalışan guruplara bölünmüştü. Mehmed Ali Paşa bütün bu gurupları çeşitli
yöntemlerle birbirine kırdırdı ve kendini destekleyebilecekleri de korudu. Sonunda
kazandığı birçok taraftardan başka bütün Hıristiyan ahaliyi de bazı vaatler ile kendi
tarafına çekmeyi başardı. Hatta birçok yerde Mehmed Ali bir kurtarıcı gibi
bekleniyordu. Artık Mehmed Ali Paşa’nın Suriye harekâtını başlatması için bütün
şartlar hazırdı ve sadece bunu meşru kılacak bir fırsatı bekliyordu. Buna da Sayda Valisi
Abdullah Paşa ile arasındaki bir problem dolayısıyla sahip olmuştu.
Mehmed Ali Paşa, Akka Valisi Abdullah Paşa’ya karşı harekete geçerken şunları
sebep gösterdi:
1. Mehmed Ali’nin Mısır’da başlattığı ıslahatlar ve yaptığı sürekli harpler çok
büyük miktarda para sarfını gerektiriyordu. Binlerce Mısır fellahı üzerlerine yüklenen
ağır vergilerden inliyorlardı. Ayrıca çok önemli sayıdaki genç her an askere alınma
tehdidi ile yaşıyordu. Halk bütün bu nedenlerle bir yokluk ve korku içinde yaşıyordu.
İşte Mehmed Ali’nin bu sert ve merhametsiz yönetimi nedeniyle 6000 kişi Suriye’ye
iltica etmişti. Mehmed Ali Paşa, Abdullah Paşa’dan derhal bunların iadesini istedi.
Fakat Abdullah Paşa bu isteği yerine getirmedi ve sert bir ifade ile şu cevabı verdi:
”Mısırlılar da Suriyeliler gibi, Osmanlı İmparatorluğunun tebaasıdırlar. Osmanlı
İmparatorluğunun istedikleri bir yerinde ikamete hakları vardır.”
2. Babıâli ile Abdullah Paşa arasındaki ihtilaf sırasında Mehmed Ali Paşa ona
11000 kese borç para vermişti. Abdullah Paşa bu borcunu ödemedi.
46
3. Mehmed Ali Paşa ipekli kumaş üretimini artırarak Avrupa ile ticaretini biraz
olsun dengelemek istiyordu. Bunun için ipek üretimini artırması gerekiyordu Mehmed
Ali Paşa Bundan dolayı Mısır’da dut ağacı yetiştirmeyi ve ipek böcekçiliğini büyük
gayretlerle himaye ediyordu. Fakat ipek böceği tohumunu Suriye’den getirmek zorunda
idi. Daha önce buna ses çıkarmayan Abdullah Paşa 1831 yılında bunu yasaklamıştı.
4. Mehmed Ali, Abdullah Paşa’yı Şark’a olan mısır ihracatının Sina yarımadası
üzerinden yapılmasını teşvik ederek Mısır limanlarının zarar görmesine neden olmakla
itham ediyordu. Bu durum gelişmisine büyük önem verdiği denizcilik ve limanlara zarar
veriyordu.
İşte Mehmed Ali Paşa bütün bu nedenlerden dolayı Suriye’ye bir harekât
düzenleme noktasında kendisini haklı görüyordu.45
Nihayet Mehmed Al Paşa, Osmanlı Devleti’nin bütün uyarılarına rağmen
Abdullah Paşa’ya karşı harekât başlattı. Her şeye rağmen II. Mahmud iki Valisi arasında
çıkan bu ihtilafı barış yoluyla halletmeye çalıştı, ama bütün uğraşlarına rağmen başarılı
olamadı. Mehmed Ali Paşa saldırıya başlarken Abdullah Paşa’nın, Padişahın
yasakladığı bazı musikî aletlerini kullanmasını bile gerekçe gösterdi. Aynı devletin iki
Valisi arasındaki bu mücadele, araya Avrupa devletlerinin de girmesiyle daha sonra
uluslar arası bir problem haline geldi. Abdullah Paşa, Akka kalesi efsanesine de
güvenerek ona karşı geri adım atmadı. Önce bölgedeki kolera salgınından çekinen
Mehmed Ali Paşa, salgının geçmesiyle İbrahim Paşa’ya harekâtı başlatma emri verdi.
İbrahim Paşa komutasındaki Mısır ordusu kısa sürede hem Abdullah Paşa’yı yendi, hem
de neredeyse hiçbir direnişle karşılaşmadan Osmanlı Devleti’nin içlerine kadar ilerledi.
Mısır ordusunun çok kısa bir sürede neredeyse hiçbir direniş ile karşılaşmadan
Osmanlı Devleti’nin kalbine kadar ilerlemesi geniş olarak incelenmesi gereken bir
konudur. Bu ilerlemede bölgedeki Osmanlı idaresinin siyasî, sosyal ve askerî yönden
yozlaşmasının en önemli etken olduğu açıktır. Mehmed Ali Paşa buraları elegeçirecek
ekonomik ve askerî altyapıyı Mısır’ın geniş kaynaklarını kullanarak planlı şekilde
hazırlamıştı. Ordusunu batılı sisteme göre hızla techiz edip geliştirirken, sınırlarına
katmak istediği yerleri de değişik yöntemlerle büyük oranda kendi tarafına çekmeyi
başarmıştır. Mehmed Ali Paşa buralardaki insanların gönlünü kazanmak için bütün
yolları kullanırken bölgedeki Osmanlı idarecileri halkı ezmeye devam ediyordu.
45
Ş. Altundağ, A.g.e., s. 36- 37.
47
Bedeviler ve şehirliler arasındaki çatışmalar ayyuka çıkmıştı. İlerleyişin bu kadar hızlı
olmasının nedenleri Gazze kadısı ile bir Fransız arasında geçen konuşmada şöyle ifade
edilmektedir: “Bugün bedeviler sürülerini istedikleri çayırda otlatmakta ve istedikleri
yerde gecelemektedirler. Hemen yanımızdaki çölde bunlardan 6000 kişi yaşıyor.
Abdullah Paşa Nablus çiftçilerini tedip edeceğine bunların aleyhine yürümeli idi. Bütün
halk bu yolsuzluklardan bıkmış, usanmış bir halde reform istemektedir. Halk arasında
Mehmed Ali’nin Suriye’yi yakında idaresi altına alacağı şayiaları dolaşıyor; bundan
başka Cezayir’i ele geçiren Fransızlar’ın Suriye’yi de zaptetmeyi düşündükleri
söyleniyor. İşte siz de görüyorsunuz ki, bize gelecek fatih hangi tarafdan gelirse gelsin
büyük bir sevinçle karşılanacaktır.”46
Mehmed Ali Paşa devletini güven altına almak için baştan beri Suriye’yi ele
geçirmesi gerektiğini düşünüyordu. Mısır’ın güvenliğini sağlamak için Kuzey Afrika’da
ve yukarı Nil vadisinde Avrupa’nın büyük devletleri ile uğraşmak zorundaydı. Hâlbuki
Osmanlı toprakları neredeyse korumasızdı. Osmanlı Devleti’nin Yeniçeri Ocağı’nı
kapatıp yerine henüz yeni bir askeri sistem kuramaması onun daha da rahat hareket
etmesini sağlamaktaydı. İslâm dünyasında bir kahraman olarak görülmesi bu durumu
kolaylaştırıyordu. Mehmed Ali Paşa 1831-1841 yılları arsındaki Suriye ve Anadolu
harekâtı döneminde Hicaz’ı Vahhabiler’den kurtarmasının kendisine sağladığı
prestijden uzun süre faydalandı. İbrahim Paşa da uzun devrede halkın kendisine
duyduğu sempatinin yararlarını gördü. Suriye ve Anadolu’da halk onu bir kahraman
gibi karşılıyor, mukavemet etmeden şehirleri teslim ediyor ve neredeyse onun her
istediğini yapıyordu. Halk II. Mahmud’un merkezileşme ve batılılaşma çabalarından
dolayı Osmanlı Devleti’ne tepki gösterirken, İbrahim Paşa’nın bazı vergileri azaltma ve
halka bazı yeni haklar vereceği vaatlerinden dolayı onu hararetle destekliyordu. Bu
destek nedeniyle İbrahim Paşa, Suriye ve Anadolu’yu kolaylıkla işgal etti.
Suriye ve Anadolu’nun İbrahim Paşa’nın eline geçmesinden kısa süre sonra, bu
vaatler yerine getirilmeyince durum değişmeye başladı. Özellikle İbrahim Paşa’nın
Avrupa’nın gözüne girmek için Gayr-i Müslimlere verdiği ayrıcalıklar, vergiler
konusunda sözlerini tutmaması ve bölge halkını zorla silahsızlandırıp askere alma
çalışmaları, halkın sempatisini kaybetmesine neden oldu. Bunda bölge halkını ona karşı
ayaklandırmak için Avrupa devletlerinin ve Osmanlı Devleti’nin yaptığı değişik
46
Ş. Altundağ, A.g.e., s. 38- 39.
48
çalışmaların da etkisi olduğunu unutmamak gerekir. Halkı isyana teşvik ettikleri
gerekçesiyle tutuklanıp Mısır’a sürgün edilen şeyh ve ayanların durumu halkı daha da
kızdırıyordu. Yukarda da belirttiğimiz gibi, halkın zorla askere alınması uygulaması
insanları çok zor durumda bıraktı. Askere alınmamak için kendilerini sakat bırakmak da
dâhil, pek çok yol denediler. İhtiyarlar, kadınlar, çocuklar ve Gayr-i Müslimler hariç
halkın çoğu askere alındı. Ömür boyu askerlik yapmak üzere Mısır’a gönderildiler.
Suriye ve Lübnan başta olmak üzere bölgenin bütününde gerçekleştirilen bu tür
uygulamalar oraların çalışabilir nüfusunun azalmasına ve bir süre sonra kıtlık
yaşanmasına neden oldu. Böylece bir kurtarıcı ve kahraman olarak karşılanan Mısır
ordusu kısa bir sürede kendisinden beklenileni veremeyerek bütün taraftarlarını
kaybetme noktasına geldi.
İbrahim Paşa’nın yaptığı bütün bu uygulamalar nedeniyle bölgede halkın ona
karşı tavrı değişti ve birçok kargaşa ile isyanlar meydana geldi. Bu isyanların ortaya
çıkmasında; bölge halkına karşı vaatlerin tutulmaması, bölge ileri gelenlerine karşı
yapılan uygulamalar, Osmanlı Devleti ve Batılı devletlerin propagandaları, vergilerin
azaltmak bir yana artırılması, bölge halkının zorla silahtan arındırılması ve halkın
mecburi askerliğe zorlanmasının etkisi olmuştur. Bütün bu nedenlerle 1833 yılından
itibaren Suriye ve Lübnan başta olmak üzere işgal edilen bütün yerlerde isyanlar
çıkmaya başladı. Sırasıyla Kudüs ve Nablus isyanları, Safed olayları, Nusayri isyanı,
Lice çarpışmaları ve Dürzî isyanları gibi çatışmalar meydana geldi. Bu savaşları güç de
olsa bastıran İbrahim Paşa pek çok askerini kaybetti. Suriye ve Anadolu’yu halkın
Osmanlı Devleti’ne duyduğu tepkiler nedeniyle kolayca ele geçiren İbrahim Paşa,
yaptığı yanlışlıklar nedeniyle yine aynı hızla bölgeyi boşaltmak zorunda kaldı. Bunun
sonuçları bütün Osmanlı ve Mısır halkını etkiledi. Mısır ordusunun Osmanlı
topraklarında kaldığı yaklaşık 10 yıllık süre her iki taraf içinde birçok sorunlara neden
olmuş ve gelecekteki yıkılışlarına kapı aralamıştır denilebilir.
49
III. 1831- 1839 Arası Osmanlı Devleti’nin Verdiği Tavizler Ve Bunda
Mısır’ın Etkisi
Avrupa devletleri 1830’lu yıllarda iç meseleleriyle uğraştıkları için Osmanlı
Devleti’nde ve Ortadoğu’da statükonun devamını istiyorlardı. Mısır meselesi ortaya
çıktığı zaman bu nedenle önce meseleye müdahil olmak istemediler. Mısır birliklerinin
Kütahya’ya kadar ilerlemesi ve Rusya’nın meseleye müdahale etmesiyle Boğazlar ve
Hindistan yolunun tehlikeye düşeceğini düşünerek, zorunlu olarak çıkarları uğruna
meseleye müdahale ettiler. Mısır meselesinde Fransa hariç diğer devletler Osmanlı
Devleti’nin yanında yer aldılar. II. Mahmud; Kütahya Antlaşması sırasında Adana
konusunda taviz vermesiyle, Mehmed Ali Paşa’nın antlaşmayı kabul etmesi ve Avrupa
devletlerinin baskıyı kaldırdıklarını görünce ikiyüzlülüklerini çok iyi anladı. Böylece
Avrupa devletlerinin gerçek amaçlarının Mısır meselesini çözmek değil, Rusları
boğazlardan uzak tutmak olduğunu gördü. Ayrıca İngiltere ve Fransa bu antlaşma
sürecinde daha ziyade Mehmed Ali Paşa tarafını tutmuşlardı. II. Mahmud, İngiltere ve
Fransa’ya karşı şüphe duymuş ve Rusya’ya yaklaşmıştı. Rusya bu durumdan
faydalanarak hemen Osmanlı Devleti’ne yardım teklif etmiş ve bir ittifak antlaşması
yapmayı önermişti. İki devlet arasında bunun sonucunda Osmanlı Devleti’ni Rus
hegemonyası altına sokan 8 Temmuz 1833 tarihli Hünkâr İskelesi Antlaşması
imzalanmıştır. Bu antlaşma 6 açık ve 1 gizli maddeden oluşuyordu. Özellikle gizli
maddenin ortaya çıkması İngiltere ve Fransa başta olmak üzere Avrupa devletlerini
kızdırdı. Bu gizli madde ile Rusya, savaş durumunda Osmanlı Devleti’nin kendisine
yapacağı yardımdan vazgeçerken buna karşılık Osmanlı Devleti, Rusya’ya bir saldırı
olursa Çanakkale Boğazı’nı kapatmayı kabul ediyordu.
Bu antlaşmayla Osmanlı Devleti Rus yardımını sağlarken, Rusya da bir savaş
durumunda Boğazlar’ın güvenliğini garanti altına almış oluyordu. Bu antlaşmayı duyan
büyük devletler bir taraftan her iki devleti de protesto ederken diğer taraftan da Osmanlı
Devleti’nden imtiyazlar sağlamak için harekete geçtiler. İngiltere ve Fransa
donanmalarını Çanakkale Boğazı önlerine gönderdilerse de Avusturya ve Prusya’nın
Rusya tarafını tutmasıyla daha ileriye gidemediler. Bu tepki Osmanlı Devleti’ni bu iki
devlete de yeni imtiyazlar vererek yanına çekme konusunda düşünmeye itti. Mehmed
Ali Paşa’ya karşı yapılacak bir harekâtta deniz gücü çok önemliydi. Zamanın en büyük
50
deniz kuvvetine sahip olan İngiltere’den yardım istendi. İngiltere bu teklifi bazı ticarî
imtiyazlar karşılığı kabul edebileceğini belirtti. İki devlet arasında yapılan uzun
görüşmeler sonucunda 16 Ağustos 1838’de İngiltere’nin İstanbul büyükelçisi Ponsonbi
ile Mustafa Reşit Paşa arasında Baltalimanı Ticaret Antlaşması imzalandı. Bu
antlaşmayla Osmanlı Devleti, İngiliz tüccarların getirdiği her türlü maldan % 3 gümrük
vergisi almayı kabul etti ve birçok imtiyazlar verdi. Böylece Osmanlı Devleti, Mısır’a
karşı İngiliz yardımını temin etmiş oldu.47
Osmanlı Devleti daha önce tarihinde görmediği bu büyük bunalımı da atlatmayı
başaracaktı. Mısır meselesi sırasında dönemin en kudretli donanması olan İngiliz
donanması önemli faaliyetler gösterdi. İngilizler’i bu kadar yoğun faaliyete iten
nedenlerden birisi de onlara önemli ticari ayrıcalıklar veren 1838 Baltalimanı Ticaret
Antlaşması’dır. Bu antlaşma Osmanlı pazarını adeta İngiltere’ye teslim ediyor, böylece
Osmanlı hükümeti, kapitülasyon düzenine rağmen iktisadi alanda belirli ölçüde devlet
himayesine imkân veren yed-i vahid usulünden vazgeçiyordu. Bu büyük taviz Mısır
kalkınmasının da motoru olan mekanizmayı berhava etmiş oluyordu. Abdülmecid’in
cülusunu müteakip ilan edilen Tanzimat Fermanı da Osmanlı Devleti’ni bütün
Avrupa’ya şirin göstermekte önemli rol oynamıştır.48
Osmanlı Devleti dış destekle Kavalalılar’ın hakkından gelmiş oluyordu ama ne
pahasına? İbrahim Paşa ordusu Kütahya’ya geldiğinde II. Mahmud diğer Avrupa
devletlerinden yardım alamayınca “denize düşen yılana sarılır” ilkesini dile getirerek
Rusya’yı yardıma çağırdı.
Batılı devletlerin Mısır meselesi sürecinde Osmanlı Devleti’ne yardım ederken,
kendi menfaatlerini de gözettikleri inkâr edilemeyecek bir gerçektir. Her devlet
meseleye yaklaşırken önce kendi amaçları doğrultusunda hareket etmiştir.
Devletlerarası ilişkilerde bu durum siyaset felsefecileri tarafından sık sık belirtilen bir
gerçektir. Devletlerin Mısır meselesinin çözümünde kendi menfaatlerini gözettikleri
birçok belgede dile getirilmektedir. Mısır meselesinin çözümü sürecinde İngiltere, Mısır
dışındaki yerlerin Mehmed Ali Paşa’da bırakılmamasını isterken Fransa, sadece
Adana’nın Osmanlı Devleti’ne iadesini, kalan yerlerin ise kayd-ı hayat şartıyla Mehmed
47
Sina Akşin, ”1839’da Osmanlı Ülkesinde İdeolojik Ortam”, Mustafa Reşid Paşa ve Dönemi Semineri,
Ankara, 13- 14 Mart 1985, Ankara, 1994, s. 11- 13. 48
Sina Akşin, A.g.m., s. 11.
51
Ali Paşa yönetimine bırakılmasını istiyordu. Rusya ise fikrini güçlünün yanında
yeralacak şekilde saklıyordu. Avrupalılar’ın her an fikirlerini değiştirebilecekleri ve ne
yapacaklarının belli olmadığı Viyana Sefiri Rıfat Paşa tarafından bir mektubunda şöyle
ifade edilmektedir: “Her dostun mevki ve ahvâli başka ve celb-i menfaat ve def-i
mazarratına dair mütalaa ve politikası başka olmağla bu cihetler ile Düvel-i Müttefika
beyninde Mısır meselesinden dolayı reylerde ihtilaf olunub, Mesela İngiltere Devleti
Suriye’nin alel-umum Mısırlu yedinden nezi süretini iltizam itmekde ise de, Fransa
Devleti tarafından güya yalnız Adana’nın şimdiden tarafı Devlet-i Aliyye’ye teslimiyle
diğer eyaletlerin kayd-ı hayat şartıyla öte tarafta kalması rey olunduğu rivayet
olunmakda… ”49
Mustafa Reşid Paşa, Mısır meselesinin dış destek olmadan Osmanlı Devleti
lehinde çözülmesinin zor olduğunu düşünüyordu. Başta o olmak üzere Tanzimat
dönemi devlet adamlarının çoğu Avrupa devletleri hakkında iyi düşünceler
besliyorlardı. Hatta birçokları için ‘Avrupa medeniyetine ve onun yaşam tarzına
hayrandılar’ tabirini kullanabiliriz. Avrupalı devlet adamları ise genellikle Osmanlı
Devleti’ne menfaatleri doğrultusunda bakmaktaydılar. Yani Osmanlı batıya
duygularıyla bakarken, onlar Osmanlıya mantıkları ve menfaatleri ile bakıyorlardı
diyebiliriz. Matternih, Palmerston vb. birkaç devlet adamı biraz dışarıda tutulabilirse de
diğerleri için yukardaki ifade kullanılabilir. Mısır meselesi ile aynı dönemde
gerçekleşen Yunan meselesi ve Cezayir’in Fransızlar tarafından işgali bunun ispatı için
önemli bir örnektir. Rusya, daha sonra kendisine de çok zararı dokunmasına rağmen
Yunan isyanını ve bağımsızlığını desteklemiştir. Bununla ilgili bir belgede Mısır
meselesinde Avrupa devletlerinin durumu şöyle değerlendirilmektedir: “Fransa
Devleti’nin Cezayir ile uğraşması inde’l-ukela pek de tensib olunmamakda oldığına
binaen Devlet-i muşarun-ileyha Cezayir’i dahi sırasıyla Saltanat-ı Seniyye’ye red
idebilür yollu kelimat ityan ve irad itmelerinden Devlet-i muşarun-ileyhanın şu aralık
Devlet-i Aliyye hakkında olan hüsn-i niyeti bir kat dahi anlaşılmış ve bâhusus Yunan
maslahatında bî-taraf bulunan Nemçe Devleti gibi bir mazbutu’l-usûl devlet dahi bu
maslahata girmeğe niyet eylemiş ve İngiltere Devleti’nin ise Devlet-i Aliyye’nin
kuvvetini iltizama politikaca mecburiyetinden başka, Mehmed Ali hakkında olan nefret-i
kâmilesi dahi bedihiyattan bulunmuş ve bu Tanzimat, Yunan ittifakı misillü Devlet-i
49
Defter1, s. 3- b.
52
Aliyye’nin haberi olmaksızın vuku bulacak mevaddan olmayub her ne yapılacak ise
Saltanat-ı Seniyye’nin re’y ve rızay-ı âlisine müracaatla yapılacağı istidlal
olunmuş…”50
Avrupalı devletlerin Osmanlı’daki temsilcileri, Mısır meselesi sürecinde rasyonel
değerlendirmeler yapmaktadırlar. İngiltere’nin İstanbul Elçisi, Şam Valisi Necib
Paşa’nın bölgedeki uygulamalarını eleştirmekte ve bu yanlış uygulamalar devam ederse
bölgede büyük bir isyan çıkacağını belirtmektedir. Vali’nin bölgede vergi ve giyim
kuşam konusunda birçok yanlışlıklar yaptığını bunun da halkta büyük bir hoşnutsuzluk
oluşturduğunu ifade ederek, Suriye ve Lübnan’da zulüm derecesine varan bu
uygulamalara bir son verilmezse halk isyan edecek diyor. Emir Beşir halkı iyi tanıyan
biridir ondan faydalanmak gerekir, onun görevden alınması birçok karışıklığa neden
olabilir diyerek ona ve dinî azınlık önderlerine iyi davranılmasını istiyor. Şayet Necib
Paşa bu yanlış uygulamalara son vermezse görevden alınmalıdır gibi ifadelerle bir
devletin içişlerine resmen müdahale ediyor. İngiltere’nin bu derece Osmanlı Devleti’nin
içişlerine müdahale etmeye cesaret göstermesinin başlıca nedeni, Mısır meselesidir.
Mısır meslesinin çözümü için Osmanlı Devleti’nin istediği şeyleri yapmasını ona
empoze etme hakkını kendinde görmektedir. İngiliz elçisi bir Osmanlı Valisi ile ilgili
yazısında Osmanlı Devlet’inden şunları istemektedir: “Şam Valisi Necib Paşa hazretleri
Nasara taifesi 4 beldeye bargire râkiben girilmek ve başlarına siyah sarıkdan gayrı
nesne sarılmamak ve uçuk renk libas iltibas itmemek hususlarına dair evâmir-i şedide
neşr ve ilan itmişdir. Muşarun-ileyh hazretleri Gazze’de mütesellim ve ol havali
kazaları olmak üzere şeyh Abdülhadi nam zatı nasb ve tayin itmişdir… Muşarun-ileyh
hazretleri bâlâda mezkûr emirlerin üzerine yürüyecek olursa ihtimal ki, Suriye’de gavga
peyda ola… Necib Paşa gibi hareket idenler taraf-ı Devlet-i Aliyye’den def ve tedib
olunmadıkları takdirde Beriyyetüşam ahalisinin isyanı akreb ihtimaldir.”51
İngilizler’in yaptığı işin aynısını Avusturyalı görevlileri de yapmaktadır. İngiltere
ve Avusturya, Osmanlı Devleti’nin yaşamasını istediklerini belirterek içişleri ile ilgili
birçok konuya müdahale ediyorlardı. Avusturya Elçisi de halkın, yanlış
uygulamalarından dolayı Şam Valisi Necib Paşa’dan hiç memnun olmadığını
belirtiyordu. Bu durum İradât-ı Seniyye Defteri’nde şöyle ifade edilmektedir:
50
Defter1, s. 9- a. 51
Defter4, s. 43- a, b.
53
“Avusturya sefareti tercümanı… Şam-ı şerif valisi Necib Paşa hazretlerinin mahall-i
memuriyetlerine vusûlünden berü zuhura gelen su-i harekâta meyl ve rağbetini ve ahali-
i Şam’ın Paşa-yı muşarun-ileyh hazretlerine nisbetle selefleri Hacı Ali Paşa
hazretlerinden daha ziyade hoşnudca olduklarını... .”52
İngilizlerin bölgedeki bir ajanı olan Ron isminde birisi bölge Valileri’nden
çoğunun açık veya gizli rüşvet aldıklarını belirtiyor. Şam ve Haleb Valileri bu konuda
en ileri gidenlerdir diyor. Hatta rüşvet olarak alınan hayvanların sayısını bile tam olarak
(160) yazıyor. Bunun nedeni Osmanlı Devleti’ni yaşatmak mı yoksa devleti istediği gibi
yönlendirmek mi olduğunu bilmesek de Müttefik devletlerin, Osmanlı Devleti’nin
içişlerine her türlü müdahaleyi yaptıklarını bu yazışmalardan açıkça görebiliyoruz.
İngiliz ajanı Osmanlı Valileri ile ilgili yazısında şunları söylüyordu: “Bu defa gelen
haberlerde Beriyyetüşşam taraflarında muamelat-ı vakıadan dolayı izhar-ı şikâyete dair
150 kadar arzuhal gelüb hülasalarını bundan sonra ifade ideceğini ve Necib Paşa
dairesinde rüşvet almağa başlayub eğerçi Paşa-yı muşarun-ileyh kendüsi açıkdan
almıyor ise de memurları tarafından alınmakda oldığını fakat kendüsi hayvanat olarak
şimdiye kadar 160 re’s almış olduğunu ve Hacı Ali Paşa’nın divan efendisi ve kethüda
ve sair muteberan dairesi bayağı zengin olarak çıkmış olduklarını ve Haleb Valisi Esad
Paşa dairesinde dahi rüşvet alınmakda ve hatta milletlerden dahi para istemekde
olduğunu muma ileyh Mösyö Ron ifade ider.”53
Fransa bazı imtiyazlar sağlamak için Mısır’ı bir şantaj malzemesi olarak kullanma
yoluna gitti. Bu durum Osmanlı Devleti’ni endişeye düşürürken, Fransa kısa süre sonra
aynı imtiyazların kendisine de sağlanacağı vaatleri ile İngiltere ile yapılan antlaşmayı
tanıyan ilk devlet oldu. Nitekim bundan kısa süre sonra 25 Kasım 1838’de Fransa’ya da
10 maddelik bir antlaşma ile benzer imtiyazlar tanındı. Böylece Fransa’nın maddi
olmasa da diplomatik desteği sağlanmaya çalışıldı.
Yunanistan’ın bağımsızlığı ile milliyetçilik, Cezayir’in Fransa tarafından işgali ile
sömürgecilik hareketlerinin Osmanlı Devleti aleyhine geliştiğini gören Avusturya
Başvekili Matternih, sıranın kendilerine geleceğini anlayarak inisiyatif alma gereği
duydu. Matternih Mısır meselesini çözmek için Nizip yenilgisi sonrasında hemen
harekete geçti. Onun öncülüğünde 27 Temmuz 1839 tarihinde Avrupa devletleri
tarafından Mısır’a bir nota verildi. Bu nota daha sonraki birçok çözüm önerisinde
52
Defter4, s. 43- b. 53
Defter4, s. 43- b.
54
dayanak noktası olarak gösterilecektir. Matternih’in bu meseledeki öncülüğü Osmanlı
Devleti ve halkı tarafından hiç unutulmayarak Türk milletinin gerçek dostu olarak
görülmüş ve fikirlerine büyük değer verilmiştir. Bu durum bir defa daha Türk milletinin
kendine desteği olanları hiçbir zaman unutmadığını göstermektedir. Günümüzde
yayınlanan birçok tarih eserlerine baktığımız zaman Matternih’in hâlâ minnetle
anıldığını görürüz.
55
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
NİZİP YENİLGİSİNDEN TANZİMATIN İLANINA MISIR MESELESİ
(1839)
I. Nizip Yenilgisi ve Osmanlı Devleti’ne Yansımaları
Nizip yenilgisi Osmanlı Devleti’nin varlığını çok kritik bir hale getirdi. Büyük
gayretlerle toplanan ve yüklü miktarda masraf edilen Osmanlı ordusunun kendisinden
daha az sayıdaki İbrahim Paşa komutasındaki orduya yenilmesi, halkı ve Osmanlı
yöneticilerini büyük bir ümitsizliğe düşürdü. Bu yenilgi ve daha şayiası İstanbul’a
ulaşmadan II. Mahmud’un vefatı ile donanmanın bizzat komutanı tarafından Mısır’a
götürülmesi halkı gayet karamsar bir duruma düşürdü. Bu karamsar havayı dönemin
birçok tarihçisinde görmek mümkündür. Bu yenilginin yansımalarını Ahmed Lütfi
Efendi tarihinde şöyle ifade etmektedir: “Sultan Mahmud Han’ın vefatı ve onu
müteakiben Orduy-ı hümayunun mağlubiyeti ve donanmay-ı hümayun’un Mısır’a
dehaleti misillü yekdiğerini vely eden vakıat-ı cesime-i muzırra, heyet-i vükelay-ı
mevcudeye iras-ı dehşet olmasından nâşi her nasıl olursa olsun tek Mehmed Ali Paşa
ile uzlaşılarak şu gaile bertaraf edilsin mülahaza-ı sathiyyesi ile Mehmed Ali Paşa’nın
kâffe-i müsted’iyyatına izhar-ı müsaade buyurulmasına karar verilerek…”54
Nizip savaşının gelişimi ve yenilgiyle sonuçlanması, dönemin birçok tarihçisi
tarafından kısa ve gayet özlü bir biçimde anlatılmıştır. Osmanlı ordusunda komutanlara
danışmanlık yapmak üzere dönemin en gözde ordusu olan Prusya ordusundan Alman
subaylar görevlendirilmişti, fakat bunların tavsiyeleri pek dikkate alınmıyordu. Prusyalı
ünlü Mareşal Moltke, o zaman daha Yüzbaşı rütbesindeyken Osmanlı Devleti
hizmetinde ve Hafız Paşa komutasındaki orduda görevliydi. Moltke’nin düşüncesi, Türk
ordusu Fırat nehrinin öteki yakasına geçmeyip, yalnız güç ve görkem gösterisinde
bulunursa, böyle bir davranışla yetinilirse, kısa bir süre içinde Mısır askerlerinin
kendiliğinden dağılacağı merkezinde idi. Ancak, Sultan II. Mahmud hemen savaşa
başlanması konusunda komutanı sıkıştırıp acele ettirdiğinden Von Moltke’nin
öğütlerine uyulmadı. Sultan Mahmud, savaşa tutuşulması için çok acele ediyordu. Öyle
54
Ahmed Lütfi, A.g.e., s. 1019.
56
ki, Sultan’ın yakınlarından Mehmed Ali Bey, Padişah’ın bu konudaki buyruğunu yerine
getirmek için ordu karargâhına yollandı. Bunun üzerine 1255 yılı Rebiulevvel ayında
(M. 1839 Mayıs-Haziran) Hafız Paşa, Türk ordusunu alıp Fırat nehrinin karşı kıyısına
geçti. Halep yakınlarındaki Nizip adlı yerde Mısır birlikleri ile savaşa tutuştu. Yerinde
ve iyi tedbirler alınmaması yüzünden Osmanlı ordusu bu kez de yenilip bozguna
uğradı.55
Osmanlı Devleti, Nizip yenilgisi sonrasında Avrupa devletlerinden duruma bir
çözüm getirmelerini istedi. Bu meselenin savaş ile halledilmesinin zor olduğunu görerek
yoğun diplomatik faaliyetlere girişti. Başta Avusturya ve İngiltere olmak üzere Avrupa
devletleri girişimlerini yoğunlaştırdı. Nizip yenilgisi üzerine Osmanlı Devleti’nin
diplomatik alanda yaptığı girişimler İradât-ı Seniyye Defteri’nde şöyle anlatılır: “Düvel-
i hamse taraflarına arz ve beyanından maksat ve aslı dahi şayed yine tamahkârlık
idüğine bir gûne tereddüt idecek olur ise Düvel-i muşarun- ileyhim her dürlü cebr ve
ibram ile iskat ve irzasına himmet itmelerini taleb ve iltimasdan ibarettir. Ve onlar dahi
ol vechile sa’y ve himmet idüb de hiçbir nesneye hüküm olunmaz ise ol vakit kabahat
büsbütün kendi üzerine kalacağı ve yeniden muharebe kapusunun açılmasına sebeb- i
mustakil olacağı ve artık bu babda Saltanat-ı Seniyye’ye bir şey denilemiyeceği itiraf
olunmak gerekdir...”56
Nizip savaşını bütün boyutları ile en güzel şekilde anlatan belki de Prusyalı ünlü
Mareşal Helmuth Von Moltke’dir. Kendisi o dönemde Osmanlı ordusunda
görevlendirilen genç Prusyalı subaylardan birisidir. Padişah tarafından ordu komutanı
Hafız Paşa’ya müşavir olarak görevlendirilmiştir. Onun düşüncesine göre, iki ordunun
sayısı birbirine yakındır. Yenilginin başlıca sebebi başkomutanın subaylardan ziyade
bazı mollaların tavsiyelerine kulak vermesidir. Avrupa devletleri iki tarafın da maddi
manevi gücünün biraz daha kırılmasını istemelerinden dolayı, duruma müdahaleyi
ağırdan almışlardır. Burada Nizip yenilgisini ana hatlarıyla onun hatıralarından kısaca
anlatmakta fayda var. Moltke anılarında Nizip savaşını şöyle anlatmaktadır: “20 Mayıs
1839; Süvarimiz tekmil, şimdi 8 alayımız var. Bunlara Muş’tan 1500 atlı iltihak edecek;
ordugâhta 53 tabur piyade var. Yine birçok askeri bilhassa kaçmak yüzünden
kaybettiğimizi söylemeye bile lüzum yok. Hakiki kuvvetin 25 ila 28 bin piyade 5000 atlı
ve 100 top olduğunu tahmin ediyorum. Eğer 35000 kişiyi harbe sokabilirsek
55
Mustafa Nuri Paşa, A.g.e., s. 275. 56
Defter1, s. 6- b.
57
sevineceğim. Fakat bu miktarın İbrahim Paşa’nın muntazam asker olarak bize karşı
sürebileceklerinin hepsinden daha fazla olması çok muhtemel… Biz nispeten çok büyük
sayıda gayr-ı muntazam kuvvetler bekliyoruz… Kıtalara çift maaş verildi, para avuç
dolusu dağıtılıyor… Paşa efendimiz bir mollalar divanı kurdu ve feriklerden daha ileri
geliyorlar. Paşa’ya dün yanlış anlaşılmaması için tercüman vasıtasıyla harfi harfine
şunları söyledim ”Mollalar sana harbin haklı olup olmadığını söyleyebilirler, fakat
bunun akıllıca olup olmadığını yalnız sen takdir edebilirsin. Bütün şeref ve sorumluluk
sana aittir ve başka hiç kimseden tavsiye beklememelisin” ama onun işitmek istediği şey
bu değildi. Paşa’da iman değil güven eksik… Mamafih hemen başlayabilmek için
tamamen hazır olmadan kesinlikle harp ilan etmememiz lazım olduğunu tasdik etti… Bu
ânın en önemli meseleleriyle meşgul olan Avrupa diplomasisi, çözülmesi imkânsız
görünen Şark meselesini Kütahya sulhundan beri uzak bir istikbale attığı için
memnundu. 7 senede burada en azından 50 bin asker toplanmış ve gömülmüştür.
Karşılığında bir şey kazanılmadan 100 milyon sarf edilmiş ve bütün vilayetlerin
mahsulü tüketilmişti. Ama eninde sonunda, ya Avrupa devletlerinin ara bulmak için
teşebbüs girişmelerinden veya işin savaşla bitirilmesinden başka çare yoktur. Birincisi
olmadı bu yüzden ikincisinin olması gecikmedi”57
Muhakkak ki Sultan Mahmud, gururunu inciten ve moralini bozan bu ezici
duruma savaşla son vermeyi kararlaştırmıştı. Ordunun ikmali için hiçbir fedakârlıktan
kaçınılmadı ve komutanın istediği her şey yerine getirildi. Hükümet, Küçük Asya’da 3
askeri kuvvet bulunduruyordu ki bunların toplamı 70 bin kişiydi. Bu kuvvetlerin
yarısından çoğu yeni toplanmış askerler arasından seçilmiş ve kendilerine biraz savaş
usulleri öğretilmiş redifler ve iltimasla seçilmiş subaylardı. Nizamiye kıtalarının yarısını
da yeni askerler teşkil etmekteydi. Askerlerin maaşı iyi, elbisesi mükemmel, yiyeceği
bol ve kendilerine tatlılıkla muamele ediliyordu. Fakat hemen hemen hiçbir asker iki
seneden fazla dayanamıyordu. Ölüyor veya kaçıyordu. Ordunun üçte ikisinin bu haline
ilave olarak muktedir subayların yokluğunu da belirtmek gerekir. Bu sebeple böyle
askerlerle hiçbir savaşın yapılamayacağı ve kazanılamayacağını kabul etmek lazım.
İbrahim Paşa ordusu için de, ancak Osmanlı ordusu ile mukayese edildiği zaman
daha iyidir denilebilirdi. Bu ordu da önceki yıl Dürzîlerle savaşta korkunç zayiat vermiş,
İbrahim Paşa savaş için bütün Suriye’de ne varsa hepsini sonuna kadar toplamış, Bütün
57
Helmuth Von Moltke, Türkiye Mektupları, s. 292- 300.
58
bunlara karşı ordusu sadece Hafız Paşa’nın ordusundan 10 bin fazla sayıya
ulaşabilmişti. Eğer Osmanlı orduları birleşebilmiş olsaydı, sayıları İbrahim Paşa’nın
ordusunun iki katı olacaktı. Bütün şartlar Osmanlı Devleti lehine olmasına rağmen
birbirlerini kıskanan 4 kumandan nedeniyle Osmanlı ordusu yenilgiye uğradı. Bütün
savaşta Osmanlı ordusunun kaybı sadece 1000 civarındadır. Avrupa devletleri duruma
müdahale etmek için iki ordunun birbirini kırmasını beklemişlerdir. Böylece her iki
taraf üzerinde de menfaatlerini gerçekleştirme imkânı bulmuşlardır. Osmanlı ve Mısır
ordusunun acıklı durumunu ve Avrupa devletlerinin buna kolayca son vermesini
hatıralarında Moltke şöyle anlatır: “Eğer diplomatik teşebbüsler felaket olup bittikten
sonra bu sihri temin edebilecektiyse, bunu engellemek için teşebbüse geçmeyişleri esef
edilecek bir şey. Aslında buradaki durumun içyüzü hakkında Avrupa’da hiçbir şey
bilinmediğine kaniim. Mehmed Ali ile Babıâli kuvvetlerinin denk gelişi yüzünden,
görünüşte hareketsizlik hissini veren bir hâle gelmiş iki pehlivana benzemekteydiler...
“58
Nizip yenilgisi üzerine Avrupa devletleri girişimlerde bulunarak her iki tarafdan
da kendilerinden izinsiz harekete geçmemelerini istediler. Özellikle Avusturya ve
İngiltere bu konuda daha fazla öne çıktılar. Osmanlı Devleti’nin bu süreçte istedikleri
bazı düzenlemeleri yapması için gizli veya açık baskı yaptılar. Bu düzenlemelerin
barışın gerçekleşebilmesi için bir ön şart olduğu düşünülebilir. Nizip yenilgisinden
Londra Antlaşmasının imzalanmasına kadar geçen bir yıllık sürede Tanzimat’ın ilan
edilmesi bu durumu göstermektedir. Bu süreçteki durum İradât-ı Seniyyi Defteri’nde
şöyle ifade edilir: “Saltanat-ı Seniyye ile Mısır Valisi meyanında vaki olan münazaat-ı
politikıyyenin tesviyesi zımnında Vali-i muşarun-ileyh ile bazı Tanzimat (?)
müzakeresine ibtidar itmek hususuna Devlet-i Aliyye’yi terğib ve teşvike sarf-ı sa’y ve
ikdam olunmuş olub hatta Devlet-i Aliyye ol vechile hareket itmek maruzunda virilen
pend ü nasihatı sem-i kabul ile istima itmişdir…”59
Osmanlı Devleti’nin Nizip savaşında yenilgiye uğramasının Mısır’a fazla bir şey
kazandırmayacağı Avrupa devletleri tarafından sık sık dile getirilmekteydi. Mısır’ın bir
muharebe kazandığı fakat kendisine birçok düşman edindiği belirtiliyordu. Böylece
büyük Avrupa devletleri bölgede statükonun değişmesine izin vermeyeceklerini
58
Helmuth Von Moltke, A.g.e., s. 301- 314. 59
Defter1, s. 17- a, b.
59
vurgulamak istiyorlardı. İki tarafın denge durumunda kalması Avrupa devletlerinin
istediği durumdu. Onlara göre Mısır her ne kadar Osmanlı Devleti içlerine kadar
ilerlemişse de bu durum geçicidir. Osmanlı Devleti’nin devletler arasındaki durumu
kalıcıdır, Mısır’ın ise şu anda böyle bir pozisyonu yoktur. Bundan dolayı durum eninde
sonunda normale dönecektir. Matternih ile Viyana sefiri Rıfat Paşa arasında geçen bir
mükâlemede bu durum şöyle dile getirilmektedir: “Şimdi cay-ı nazar iki tarafın
kuvvetinin muvazenesidir. Her ne kadar Mısırlu tarafı zahiren suret-i galebede olmuş
ise de, manevi olarak Devlet-i Aliyye kuvvetini zayi itmemişdir. Çünkü Devlet-i
Aliyye’nin kuvveti ebedi ve zâti, Mehmed Ali Paşa’nın kuvveti kendi zatıyla kaim
suretinde ârız ve fanidir.”60
Nizip yenilgisinin en önemli sonuçları hastalık, karışıklık ve gıda sıkıntısı
olmuştu. Bu nedenle ordugâhın başka bir yere taşınmasının uygun olacağı dile
getirilmiştir. Ordu merkezinin taşınmasında çevrede zararlı unsurlarının bulunmaması
ve diğer ihtiyaçların kolayca temin edilebilmesi etkili olmuştur. Nitekim askerlerin
Siverek’ten kaldırılarak Urfa’ya yerleştirilmelerinin uygun olacağı İradât-ı Seniyye
Defteri’nde Şam Valisi Selim Paşa’nın dilinden şöyle ifade edilmektedir: ”… Etrafta
olan Ekrad şımarub Ergani madeni hususatına sekte îras eylediğini ve ol havalide
zahirenin kılleti cihetiyle Siverek’e bir mikdar Süvari irsali tasmim-kerde-i âlileri
olmağın Siverek’deki askerin iadeleri ifadesini müş’ir bir kıta lütufname-i müşîrâneleri
reside-i dest-i terkim olmuş...”61
Nizip savaşından sonra Osmanlı Devleti’nin değişik eyaletlerinden gelen askerler
aç, hasta ve perişan bir halde bölgeye dağıldı. Bu durumu düzeltmek için Selim Paşa
daha önce de belirttiğimiz gibi merkeze bir yazı yazdı. Bu yazıda, bölgede dolaşan
birçok yabancının halkın arasını bozmaya çalıştığını belirterek, buna karşı dikkatli
olunması gerektiğine dikkat çekti. Selim Paşa’nın istekleri ile ilgili yazılan cevabi
yazıda, birlikten ayrılmadan Türk, Kürd ve diğer halkın hep birlikte hareket etmesi
istenmekteydi. Bu yazıda şunlar dile getiriliyordu: “Cümlemiz zıllullahi fi’l-âlem olan
padişah-ı âlempenah efendimizin kulu ve kölesi ve Asitan-ı Kürdin… Abdullah Ağa ve
beri Ağazâdelere olan tenbihat-ı atüfileri bad-ı mahzûziyyet olmuş idüği… ”62
60
Defter1, s. 40- a. 61
Defter1, s. 45. 62
Defter1,s. 46.
60
Osmanlı Devleti, bütün zorluklarına ve durumun karışıklığına rağmen kesinlikle
halka zulmedilmemesini istiyordu. Özellikle halktan temin edilen her türlü mal ve
hayvanın ücretinin hemen ödenmesini, bölgedeki görevlilere sıkı bir şekilde tembih
ediyordu. Fakat savaş sonrasında bölgedeki durum fazlasıyla karışmış ve zora girmişti.
Malzemelerin taşınması için gerekli olan hayvanların temininde ve onlara yiyecek
bulunmasında büyük sıkıntılar çekilmekteydi. Bölgeden sağlanamayan ihtiyaçlar başka
yerlerden getirilmeye çalışılıyor fakat bu da çok güç ve masraflı oluyordu. Bu durumu
bölgedeki valiler’den birisi olan Ferhad Paşa şöyle ifade etmektedir: “… İcab iden
bahasıyla ve ağırsa şâîrin hayvanlarınıza tahmilen bir gün evvelce bu tarafa
yetişdirilmesi… Bu cihetle mezkûr alaylar ile asker göndermeğe ahali-i fukaraların
veballerini boynunuza almayarak hemen irade-i hazreti dâveri rızasında bulunarak
cümleten ittifak ve ittihada riayet iderek, asker ve leşker göndermeğe hacet koymayarak
icab ider bahası bu tarafa virilmek …”63
Bölgeden gelen bütün haberler Nizip yenilgisi sonrasında durumun çok karışık
olduğunu göstermektedir. Nizip savaşı sonrasında müttefik devletlerce verilen nota ile
her iki taraftan da kendilerine danışmadan bir harekette bulunmamaları istenmişti. Buna
rağmen Mısırlılar durmadan harekette bulunarak Osmanlı Devleti’ni tahrik
etmektedirler. Birçok şehirde haksız yere erzak ve yiyecek toplamaktadırlar. Halk,
Mısırlılar’ın baskısı nedeniyle perişan bir durumdadır. Bölgedeki kötü hava şartları ve
gıdasızlık yüzünden birçok asker hayatını kaybetmektedir. Sınır kamşusu İran ise her
zaman olduğu gibi bu kargaşadan yararlanarak Osmanlı topraklarına tecavüz etme ve
bölgeyi dinî duyguları istismar ederek kontrol altına alma peşindedir. Durum mübarek
topraklarda da aynen belirtildiği gibidir. Bütün bu durumu Bağdat Valisi Ali Rıza Paşa
gönderdiği yazısında şöyle ifade etmektedir: “… Mısırlu takımının durmayarak
sarkıntılık itmekde ve Mısırlu bir mikdar asâkir ve araban ile Habur taraflarına gelerek
Mardin havalisine ihale-i dest eylemekde ve bundan başka Necd tarafında bulunan
Hurşid Paşa Basra’ya gönderilmiş olan asker Basra’nın vehamet-i havası cihetiyle
peyderpay vefat itmekde ve yeni başdan tekrar tekrar asker sevkine mecbur
olunmakda… Malum-ı âlileri olduğu üzere bu İran Devleti zabıta ve rabıtaya riayetsiz
bir kavim olduklarından…”64
63
Defter1,s. 46. 64
Defter1, s. 53- b, 54- a, b.
61
Nizip yenilgisinden sonra Anadolu başta olmak üzere Osmanlı topraklarında
düzen iyice bozulmuştu. Mısır birlikleri Anadolu ve diğer Osmanlı topraklarından asker
yazmak için bütün yolları deniyordu. Bölgede tanıdıkları bütün ileri gelenlere mektuplar
yazılarak, asker kaçkınlarından isteyenlerin Mısır ordusuna katılabileceği, bunların
orduya katılmak üzere yola çıktıkları andan itibaren maaşlarının başlayacağı vb.
vaadlerde bulunuluyordu. Bütün bunlara karşı Nizip savaşından sonra Avrupa devletleri
tarafından verilen ve kendilerinden habersiz harekete geçilmemesini isteyen notadan
dolayı bazı savunma tedbirlerinin dışında bir şey yapılamıyordu. Bazı ajanlar vasıtasıyla
halk Osmanlı yönetimine karşı kışkırtılmaya çalışılıyordu. Birçok bölge Valisi bu
durumdan şakayetçiydi. Konya Valisi Hacı Ali Paşa, bu mektupların nereden geldiğinin
bilinmediğini belirterek şikâyetçi olduğu bir yazısında, bu konuyla ilgili şunları dile
getirmektedir: “Dört beş mahdan berü Arabistan havalisi ve Edirne taraflarında
peyderpey başıbozuk askeri tahrir olunmakda ve ortada olan sergerdeler tarafından
civarlarında ve bu havalide ve bazı Türkmen içlerinde bildikleri sergerdelere, çıkdığınız
günden mahiyeniz işlemek şartıyla bulabildiğiniz kadar başıbozuk askerini bilistishab
getürin yollu ber-vechi hafi kağıdlar gelmekde olduğı rivayet kılınmış… ”65
65
Defter2, s. 9- a.
62
II. II. Mahmud’un Ölümü ve Abdülmecid’in Tahta Çıkışı
II. Mahmud’un saltanatı sırasındaki olaylar, yabancıların değişime yönelik etki ve
teşviklerini de harekete geçirdi. Avrupa’nın askerî yönden Osmanlı Devleti’ne
üstünlüğü birçok kez ortaya çıkmıştı. 1832- 1833 yıllarındaki İstanbul’u dahi tehdit
eden Mısır saldırısı, Rusya’nın yardımı olmasaydı zor savuşturulurdu. Mısırlılar
başarıya bu kadar yaklaşmalarını, ordularını özellikle Fransa’nın yardımı ile modern
usullerde yetiştirme ve donatmalarına borçluydular. Rusya’nın yardımı ile Mısır
ilerlemesi bir süreliğine durdurulsa da Suriye ve Kilikya bölgesi Mısırlılar’ın elinde
kalmaya devam etti. Mısır saldırısı karşısında II. Mahmud önce İngiltere’ye
başvurduysa da bu devlet başka önemli meselelerle uğraştığı için yardım edecek
durumda değildi. Daha sonra hatasını anlayan İngiltere, Palmerston vasıtası ile Osmanlı
Devleti’ni çağa uygun siyasî, ekonomik ve askerî reformlar yapması için sürekli teşvik
etti ve cesaretlendirdi. Osmanlı Devleti’nde bir dönüm noktası olan 1826 yılındaki
Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasında İngiltere’nin bu teşvik ve desteğinin büyük etkisi
olduğu düşünülmektedir. Özellikle Sultan Osman’ın öldürülmesi ile tepki çeken bu
ocağa şimdiye kadar bir operasyon yapılamamasının nedeni, dâhilî ve haricî şartların
uygun olmamasıydı. İngiltere’nin İstanbul Büyükelçisi Ponsonbi’ye, askerî, idarî ve
malî yenilikler konusunda Padişahı teşvik ve etkileme görevi verildi. Bu amaçla
İngilizler ticarî ortaklık diyebileceğimiz 1838 Baltalimanı Ticaret Antlaşması’nı da
devreye soktular.
Dış ve iç nedenlerden dolayı II. Mahmud hızla reformlara girişti. Sultan, iç
isyanlar nedeniyle konumunu güçlendirmek zorundaydı. Bu sebeple geleneksel devlet
kurumlarından bazılarını kaldırdı ve yerine merkezi otoriteyi güçlendirecek yenilerini
kurdu. Teşkilat ve çalışanları açısından izafî olarak batılı ve modern diyebileceğimiz bir
bürokrasi oluşturmaya çalıştı. Her ne kadar kendisi Avrupa’yı hiç görmemiş ve hiçbir
Avrupa dilini bilmemekte ise de Avrupaî bir modernleşmeyi tercih etti. İçinde
bulunduğu şartlar nedeniyle seçebileceği başka bir yolun olup olmadığı tartışılabilir.
Bunda, daha sonra Tanzimat’ı ilan edecek Avrupa’yı tanıyan kimselerin çevresini
sarmasının da etkisi olduğunu unutmamak gerekir. II. Mahmud giriştiği bu
modernleşme çalışmalarını bitiremeden öldü ve yerine oğlu Abdülmecid, Osmanlı-Mısır
savaşının Osmanlı İmparatorluğu’nun bütünlüğünü tekrar tehdit ettiği çok kritik bir
63
dönemde tahta çıktı. Sultan Mahmud, Mısır olayları ile o kadar ilgilenmiş, uğranılan
yenilgiler onu o derece üzmüştü ki, uyku uyuyamaz olmuş, bu olayların üzüntüsünü ve
acısını unutmak için içkiye iyice düşmüş, bu yüzden de sağlığı son derece bozulmuştu.
Havası ve sakinliği kendisini dinlendirir diye onu Çamlıca semtinde bulunan kız kardeşi
Esma Sultan’ın bağına götürdüler. Son Mısır çatışmasında uğranılan bozgun haberi
gelmeden 19 Rebiulahir 1255 (2 Temmuz 1839) tarihinde 55 yaşında ve saltanatının 31.
yılında öldü. Kendisinin sağlığında yaptığı vasiyet üzerine Divan Yolu’nda bulunan
Esma Sultan Sarayı arsasına gömüldü. Daha sonra bu mezar üzerine büyük ve güzel bir
türbe yapıldı. Burası daha sonra birçok Tanzimatçı’nın son istirahatgâhı oldu.66
Bazıları onun Nizip yenilgisinin kahrından öldüğünü söyleseler de, o günün
ulaşım ve haberleşme imkânları ile Nizip’ten İstanbul’a haber gelmesinin en az 15 gün
sürdüğünü biliyoruz. Bizce ölümünde savaşlarda alınan sürekli yenilgilerin etkisi olsa
da, Nizip yenilgisinin tesiri bulunmamaktadır. Çünkü Nizip yenilgisi 24 Haziran
1839’da, II. Mahmud’un ölümü ise 2 Temmuz 1839’da olmuştur. Yani Nizip savaşı ile
II. Mahmud’un ölümü arasında sadece 8- 9 gün fark vardır. Bu kısa sürede yenilgi
haberinin İstanbul’a ulaşması dönemin iletişim imkânları ile mümkün değildir.67
II. Mahmud’un ölümü üzerine daha önce de belirttiğimiz gibi tahta oğlu
Abdülmecid çıkmıştır. II. Sultan Mahmud Han’ın büyük oğlu Şehzade Abdülmecid
Han, babasının ölümü üzerine 3 Temmuz 1839 günü Osmanlı tahtına oturdu.
Sadrazamlığa Hüsrev Paşa, Meclis-i Vâlâ başkanlığına Rauf Paşa, Seraskerliğe Halil
Paşa, Ticaret Nazırlığına Sait Paşa atandı. Ertesi gün, Nizip’te ordumuzun Mısır
birliklerine yenildiği bildirildi. Beş on gün sonra da Kapdan-ı Derya Fevzi Ahmed
Paşa’nın Osmanlı donanmasını İskenderiye limanına götürüp Mehmed Ali Paşa’ya
teslim ettiği şeklindeki acaip haber geldi. Bu haber acaipti çünkü bu Ahmed Fevzi Paşa,
Sultan Mahmud Han’ın çok inandığı ve güvendiği bir kişi idi.68
Birinci Abdülmecid 16 yaşını 2 ay 6 gün geçe cülus etti. Annesi Bezm-i Âlem
Valide Sultan’dır. Birinci Abdülmecid ağabeyi Sultan Abdülhamid’in ölümü üzerine 2
yaşında veliahd olmuştu. Hem Doğu hemde Batı kültürü ile yetiştirilmiş ünlü Tanzimat
hükümdarıdır. İşlek Fransızca öğrenen ilk Osmanoğlu’dur. Sülüs, celi, rika’dan icazetli
hattat’tır. Batı musikisine vâkıf piyanisttir. Türk musikisi öğrenmeyen ilk hükümdardır.
66
Mustafa Nuri Paşa, A.g.e., s. 275. 67
Nesimi Yazıcı, Tanzimat Devri Osmanlı Posta Teşkilatı, Ankara, 1981, s. 17- 52. 68
Mustafa Nuri Paşa, A.g.e., s. 276.
64
Mevlevi ve ince marangozdur… Babasının sert otoritesinden mahrumdu. Asrının
Avrupa tipi hükümdarlarının en seçkinlerinden birisiydi. Devleti babası gibi şahsen
yönetmedi, babası tarafından yetiştirilen bürokrasi takımına devretti. Bu tutum dünyanın
gidişatını iyi kavradığını göstermektedir. Zaten Tanzimat böyle bir yönetim tarzı
gerektiriyordu.69
Dönemi bizzat yaşayan Prusyalı subay Moltke gördüklerini gayet etkili bir dille
anlatmıştır. Her iki Padişah arasında dikkat çekici karşılaştırmalar yapmıştır.
Abdülmecid’in babasından daha suskun ve asık yüzlü olduğunu ifade etmeketedir.
Moltke anılarında tahtın el değiştirmesinden ve Padişahların dikkat çekici yönlerinden
şöyle bahsetmektedir: “ Padişah bizi iltifatla kabul etti, hediyeler verdi ve gitmemize
müsaade etti. Sultanla 6 Eylül’de Beylerbeyi sarayında görüştük. Görünüşü bana
müteveffa Sultanı çok hatırlattı. Abdülmecid yakışıklı bir delikanlıdır ancak 17 yaşında
olmasına rağmen zarif biraz da solgun çehresini muhteşem bir siyah sakal süslüyor.
Hastalıktan ziyade naif vücutlu birisi gibi görünmekde. Fakat bana babasından daha
sükutî ve daha asık yüzlü göründü”.70
Alemdar Mustafa Paşa’nın, Rumeli’den İstanbul’a yürüyüşüyle tahta çıkan II.
Mahmud, bir başka Rumeli kökenli Paşa’nın ordusu Suriye ve Anadolu üzerinden
İstanbul’a yürüdüğünde saltanat ve hayatını tamamlamıştı. 1808-1839 yılları arasında
devletine mutlakıyetçi modernleşmenin yolunu açmıştı.71
II. Mahmud’un devleti merkezileştirme çalışmaları eyaletlerde huzursuzluklara
neden olmuş ve 1826 tarihinde Yeniçeri ocağının kaldırılması nedeniyle azalan merkezi
otoritenin de etkisiyle arka arkaya isyanlar başlamıştı. Sultan Mahmud’un saltanat devri,
Fransız ihtilalinin ortaya çıkardığı Milliyetçilik akımlarının da etkisiyle, yüzyıllardan
beri Türk hâkimiyeti altında huzur içinde yaşayan çeşitli milletlerin ve inançların
benliklerini arayışlarına rastlar. Bu dönemde Sırbistan’da, Eflak ve Boğdan’da, Mora’da
halk silaha sarıldılar. Vahhabiler baş kaldırdı, Ruslar kuzey sınırlarını tazyik etti.
Rumeli, Vidin, Bağdat, Trabzon, Akka, Şam, Halep, Lazkiye ve Yanya Paşaları birbiri
ardına isyan bayrağını çekti. İstanbul’da sürekli Yeniçeri isyanları görülüyordu. Bunun
sonucunda saltanatının 18. yılında (1826) mevcut devlet teşkilatıyla memleketi idare
edemeyeceğine ve bu durumu kökten değiştirmek için hayatını ortaya koyması
69
Yılmaz Öztuna, Osmanlı Devleti Tarihi, Siyasi Tarihi1, İstanbul, 2004, s. 465- 466. 70
H. V. Moltke, A.g.e., s. 318. 71
İ. Ortaylı, A.g.e., s. 54.
65
gerektiğine candan inandı. Yapacağı değişikliklerde Batı’nın mutlu ve müreffeh
toplumlarını örnek aldı. Osmanlı toplumunu kökten değiştirmek için, daha önce hiç
görülmemiş oranda reformlara girişti. Fakat otoritesini destekleyecek güçlü bir ordudan
mahrum olduğu için başarılı olamadı.72
II. Mahmud, Batı devletlerini derinlemesine incelemiş ve Osmanlı Devleti’nde
sömürgeci amacı olmayan bir devletle işbirliği içinde devleti modernleştirmek
istemiştir. Sonunda Avrupa’da askerî bir üne sahip Prusya’da karar kılmıştır. 1833-1839
yılları arasında çeşitli Prusyalı heyetler Osmanlı Devleti’ne danışmanlık yaptılar,
saygınlık kazandılar. Bunlardan en ünlüsü kendisi de bir Prusyalı subay olan
Moltke’dir. Prusyalılar başta olmak üzere Avrupa’dan getirilen bu uzman ve
danışmanlar fazla başarılı olamadılar. Çünkü Osmanlılar hayran olup saygı duydukları
kâfirlerin önerilerini kabul etmek istemiyorlardı.73
Peşpeşe gelişen; Padişahın ölmesi,
Nizip yenilgisinin duyulması ve Ahmed Fevzi Paşa’nın donanmayı Mısır’a teslim
etmesi Osmanlı yönetimini şoka soktu. Duruma müdahale eden Düvel-i Muazzama 27
Temmuz 1839’da verdikleri ortak nota ile Mısır meselesinde kendilerine danışılmadan
harekete geçilmemesini istediler. Çünkü Nizip’te gerçekleşen Osmanlı ordusunun ağır
yenilgisi dengelerin değişmesine neden olabilirdi.
II. Mahmud’un ölümü üzerine tahta oğlu geçince Mısır meselesinde, Mısır’ın
durum değişikliğine gideceği bütün taraflarca düşünülmüştür. II. Mahmud’un ölümü ile
tahta geçen oğlu Abdülmecid, Mehmed Ali Paşa’nın hırsları ile babasını çok kızdırdığı
için devlete büyük zararlar veren kötü şeyler olduğunu belirterek, buna bir son vermek
istediğini belirtmekteydi. Böylece milletin unutulmasına ve zarar görmesine neden olan
savaş tedbirleri sona erecektir. Abdülmecid, halkın rahat ve huzuru için geçmişte
olanları unutmaya hazır olduğunu, Mısır’ın yönetimini veraseten Mehmed Ali Paşa’ya
bırakacağını, şayet isterese İstanbul’a gelip ayağına yüz sürmesine izin vereceğini de
ifade ediyordu. Bunu İstanbul’daki yabancı elçilerin huzurunda bildiriyor ve onlar da bu
durumu devletlerine ve İskenderiye’de bulunan elçiliklerine bildireceklerini ifade
ediyorlardı. Abdülmecid, Mısır meselesini Mehmed Ali Paşa’yı affederek barış içinde
çözerse ülkesinde birçok meselenin kendiliğinden çözüleceğine inanıyordu. Bunu
yapmak için birçok tavizler vermeye hazırdı. Belki de kendisinin gençliğinin verdiği
72
H. V. Moltke, A.g.e., s. 321. 73
Stanford Shaw, Ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, Çev. Mehmet
Harmancı, İstanbul, 2006, c. 2, s. 75- 76.
66
tecrübesizlik ve çevresinin yaptığı bazı yanlış yönlendirmeler, Mehmed Ali Paşa’nın da
Fransa’ya çok güvenmesinden dolayı, bu hedefine ulaşamamıştı. Bu durum koca devleti
bir Valisinin isyanını bastırmak için almak zorunda kaldığı tedbirler ve borçlar
nedeniyle yıkılış sürecine sokmuştu. Bu konuda İradât-ı Seniyye Defteri’nde
Abdülmecid’in ifadesiyle şöyle denilmektedir:“Ezcümle Mehmet Ali Paşa, pederim
merhum muşarun-ileyhin iğrar-ı hatalarını muceb bazı halâta teşebbüs itmiş
olduğundan şimdiye kadar hayli şeyler vuku bulmuş ve bu esnada dahi Vali-i muşarun-
ileyh icra-yı muharebe olunmak üzere tedarikata teşebbüs olunmuş ise de asayiş-i hal-i
mülk ve milleti mücerred nisyan mensiyya hükmüne konularak Vali-i muşarun-ileyh
hakkında afv u safh-ı Şahânem erzan...”74
II. Mahmud öldüğü dönemde başta Mısır meselesi olmak üzere önemli
problemlerle uğraşan Osmanlı Devleti ekonomik olarak zor durumdaydı. Ekonomiyi
biraz rahatlatmak için birçok tedbirlere başvurulurken, Avrupa’daki diplomatik görevli
sayısının ve maaşının azaltılmasına da karar verilmişti. Bu kararın II. Mahmud’un
ölümünden hemen sonra uygulamaya konulmasının bazı sakıncaları görüldüğü için bir
süre ertelenmişti. Abdülmecid’in tahta geçişinin duyurulması ve Mısır meselesi ile ilgili
yoğun diplomatik faaliyetlere girişilmesi Avrupa’daki dil bilen görevlilerin önemini
artırdı. Bundan dolayı buradaki görevlilerin yukarıdaki iki konu ile ilgili görevlerini
tamamladıktan sonra İstanbul’a dönmelerinin daha doğru olacağına karar verildi. Hatta
elçi, maslahatgüzar ve tercüman dışında kalan yazıcıların tasarruf için görevlerine son
verilmesinin uygun olacağı belirtildi. “… Muşarun ve muma-ileyhimin sefaret
memuriyetlerinden infisal suretiyle avdet ideceklerinin şimdiden şuyuu münasib
olamayacağından culus-ı hümayun-ı meyamin-makrûn-ı cenab-ı mülükâneyi
mutazammın Avrupa hükümdarânına başka başka name-i hümayun-ı şahâne tasdîr ve
tesyîr olunacak olduğundan İngiltere ve Fransa ve Prusya krallarına ve Avusturya
İmparatoruna yazılacak nameler kendülerine irsal ile vesatât ve marifetleriyle teslim
olunduktan sonra hakpay-ı hümayun-ı şahâneye yüz sürmek ve yine merkez-i
memuriyetlerine avdet eylemek sayiasıyla muşarun ve muma-ileyhimin bu tarafa husulü
münasib gibi mütalaa olunmuş... ”75
74
Defter1, s. 4- b, 5- a. 75
Defter1, s. 7- a.
67
III. Osmanlı-Mısır İlişkilerine Düvel-i Muazzamanın Müdahalesi ve
Nedenleri
Mustafa Reşid Paşa, Tanzimat’ı ilan edip, bu suretle Avrupa’nın sempatisini
toplayarak Avrupa devletleri arasında bir ittifak oluşturmak ve kendi yanına çekmek
istiyordu. Bazı muhafazakâr Osmanlı devlet adamları buna karşı olsalar da Mısır
meselesinin bir şekilde çözülmesini istedikleri için bu duruma fazla ses çıkarmadılar. 25
Mayıs 1838’de Mehmed Ali Paşa, hanedanının devamı için bağımsızlığını ilan etmek
isteyince durum yine karıştı. Fransa duruma müdahale edince, Mehmed Ali Paşa geçici
olarak bağımsızlık düşüncesinden vazgeçti. Fakat İngiltere, Ortadoğu’da durumun iyice
karışmasının aleyhine olacağını görerek duruma müdahale ihtiyacı hissetti. İngiltere
Hariciye Nazırı Lord Palmerston ile Mustafa Reşid Paşa Ağustos 1838’de Baltalimanı
Ticaret Antlaşması’nı imzaladılar. Bu antlaşma ile İngilizler’e tanınan imtiyazlar daha
da artırıldı. İngiltere’nin Ortadoğu ve Uzakdoğu’daki ticari çıkarları Mısır meselesinin
çözülmesini gerektiriyordu. Palmerston değişik nedenlerle bu meselenin çözümünde
Osmanlı Devleti’nin yanında yer aldı. Bunlar temelde stratejik ve ekonomik çıkarlara
dayanan sebeplerdi. Bu durum, II. Mahmud’un İngilizlere olan güvensizliğini giderdi ve
ileride en bunalımlı anlarında ihtiyaç duyacağı desteği sağladı.76
Avrupa devletleri, II. Mahmud’un yapacağı reformlar için yönünü Avrupa’ya
dönmesinden itibaren Osmanlı Devleti’ne her fırsatta müdahale etmekten
çekinmemişlerdir. Nizip yenilgisi Osmanlı yönetimini bu konuda bir bıkkınlığa ve
bedbinliğe götürdü. Prens Matternih, durumun sonunda kendi devletinin de aleyhine
olacağını düşünerek bu sırada devreye girdi. Rusya’nın Osmanlı Devleti üzerindeki
etkisinden rahatsız olan İngiltere ve Fransa da bu durumu hararetle desteklediler.
Matternih, Osmanlı Devleti’nin Mehmed Ali Paşa’nın isteklerini kabul etmemesini ve
Mısır meselesini büyük Avrupa devletlerine havale etmesinin daha uygun olacağını
belirterek, açıkça Osmanlı Devleti’nin yanında yeraldı. Düvel-i Muazzama, Nizip
yenilgisinden sonra durumun aldığı vehameti görerek Matternih’in öncülüğünde
ateşkesi ve mevcut durumun korunmasını isteyen bir notayı her iki tarafa da 27
Temmuz 1839 tarihinde gönderdi.77
76
Stanford. J. Shaw, A.g.e., s. 8. 77
Ahmed Lütfi Efendi,A.g.e., s. 1019- 1020.
68
Donanmanın Mısır’a götürülmesine Hüsrev Paşa’nın Sadrazam olması ile değişen
dengeler neden olmuştur. Donanma komutanı Ahmed Fevzi Paşa ile Hüsrev Paşa
arasında husumet olduğu için onun Sadrazam olmasıyla kendisine bir zarar
vereceğinden korkan Ahmed Fevzi Paşa, donanmayı Mısır’a götürmüştür. Aslında
Ahmed Fevzi Paşa II. Mahmud’un en fazla itimad ettiği komutanlarından birisiydi.
Ahmed Cevdet Paşa Nizip yenilgisi ve Padişahın değişmesi sürecindeki karmaşık
durumu şöyle anlatır: “Cülûs-ı hümayunda Kapudan-ı derya bulunan Ahmed Fevzi Paşa
Donanmay-ı hümayun ile Akdeniz’de bulunup düşmanı olan Hüsrev Paşa’nın makam-ı
Sadarete geçtiğini işitip bazı nüdeması dahi ânı ihafe ve iğfal etmekle Dersaadet’e
gelmekten ise Mehmed Ali Paşa ile bil-ittihad Hüsrev Paşa aleyhinde hareket etmek
üzere Donanmay-ı hümayunu alıp İskenderiye-i Mısır’a gitmiş ve firari lakabını ahz
etmiş idi… ”78
1839 yılı başında bütün Avrupa devletleri statükoyu değiştirmek için bir harekette
bulunmamaları konusunda Osmanlı Devleti ve Mehmed Ali Paşa’yı uyardılar. İngiltere
bütün dünyada liberal devletlerin öncülüğünü yapmada müttefik oldukları için Fransa
ile ortak hareket etmek istedi, fakat Mısır meselesinde ayrı düştüler. Bu ayrılık Mısır
meselesinin çözülmesiyle giderilmiş gibi görünse de hiçbir zaman tamamen ortadan
kalkmadı. Bu ittifakın uzun süre devam etmesi mümkün değildi. Çünkü bu iki devletin
çıkarları her yerde çatışmaktaydı. 1838 Mayıs’ından itibaren Mehmed Ali Paşa
ordusunu iyice güçlendirmeye ve bağımsızlık ilan edeceğini dair söylentiler çıkarmaya
başladı. 1839 Haziran’ındaki savaşta Osmanlı ordusu yenildi. Osmanlı filosu bizzat
komutanı tarafından Mısır’a teslim edildi. Mehmed Ali Paşa, Osmanlı İmparatorluğu’nu
istediği gibi yönlendirecek duruma geldi. Palmerston durumun daha da ileriye gitmesini
istemiyordu. Meseleye müdahalede gecikmelerini sürekli pişmanlıkla hatırlıyordu.
Rusya ile imzalanan Hünkâr İskelesi Antlaşması’nı “More as a burden than as anything
else” sözleriyle yapılması zor ama gerekli olarak belirtip pişmanlıkla anıyordu.79
Palmerston Osmanlı Devleti’nin bir Valisi tarafından yıkılmasının kurmaya
çalıştığı dengeye büyük zarar vereceğini biliyordu. Bu konuda Avrupa devletlerinin
ortak hareket etmesinin meselenin çözümü için çok önemli olduğunu düşünüyordu.
Bundan dolayı Fransa dışındaki devletleri kendi etrafında toplayabilirse sorunun eninde
78
Ahmed Cevdet Paşa,A.g.e., c. 1, s. 6. 79
The Cambridge Modern History, Vol. X, s. 255.
69
sonunda istediği gibi halledileceğinden emindi. Nizip Savaşı sonrasında İngiltere ve
Rusya başta olmak üzere Avrupa devletleri arasında yoğun bir diplomasi trafiğinin
gerçekleştiği görülür.80
Nizip yenilgisi üzerine Osmanlı Devleti, Avrupa devletlerine
başvurdu ve meseleye acilen müdahale etmeleri gerektiğini bildirdi. Fakat konuya
müdahale yöntemi hakkında özellikle İngiltere ve Fransa arasında önemli görüş
farklılıkları ortaya çıkmıştı. Matternih önce onların anlaşmasını bekleyerek kararsız
kaldıysa da durumun kötüye gittiğini görerek harekete geçti ve Palmerston ile birlikte
diğer devletleri Osmanlı Devleti lehinde ittifak noktasında birleştirdiler. Bu durum
dönemin Viyana elçisi Rıfat Paşa tarafından şöyle ifade edilir: “Devlet-i Aliyye’nin dil-
hâhı ve cümle hayırlu bitirilmek üzere yine düvel-i fahîme canibine havâle kılınmasını
ahz ve tekid eylemiş idüği muhat-ı ilm-i âlileri buyruldıkta emr-û ferman
efendimindir.”81
Mayıs 1839 da savaş devam ederken görüşmeler Viyana’da başladı. 24
Haziran’daki Osmanlı yenilgisi üzerine meselenin çözümü için her iki tarafın da
bulunduğu durumda kalmasını isteyen bir nota verilmesi kabul edildi. 27 Temmuz’da
Avrupa’nın meseleyi çözeceğine dair bu nota 5 devlet elçisi tarafından İstanbul’a ve
Mısır’a verildi. Çar, Şark meselesinin tartışma merkezinin tarihi rakibi Avusturya
olmasını istemedi ve İngiltere ile birlikte hareket etmeye başladı. Londra’ya Çar
tarafından tam yetkili temsilci olarak gönderilen Baron Brunof, Palmerston ile beraber
Mehmed Ali Paşa’yı durdurmanın bir yolunu bulmak ve Osmanlı Devleti’nin birliğini
korumak istiyordu. İngiltere ve Rusya’nın isteğini Avusturya ve Prusya da kabul etti.
Fransa bu meselede yalnız kaldı. Fransa kamuoyu ve Başbakan Tiers, Mehmed Ali
Paşa’yı destekliyordu. Tiers, İngiltere’nin bütün devletler arasında Mısır meselesinde
ittifak sağlayıp Fransa’ya savaş açabileceğine inanmıyordu. Fakat Palmerston durumu
hayati önemde gördüğü için, Fransa ile ittifakı bozma pahasına Avrupa devletlerini
Osmanlı Devleti lehinde ittifaka ikna etti. Bunun bütün dünyada İngiliz çıkarlarının
korunması ve Osmanlı Devleti’nin Fransa ve Rusya hegemonyası altında iki parçaya
bölünmemesi için gerekli olduğunu düşünüyordu. Bununla ilgili olarak Palmerston:
“For the interests of England, the preservation of the balance of power and the
80
Defter1, s. 01. 81
Defter1, s. 2- a, b, 12- b.
70
maintenance of peace in Europe”,82
diyerek İngiliz menfaatlerinin korunması için
güçler dengesinin bozulmamasında Osmanlı Devleti’nin son derece önemli olduğunu
ifade ediyordu. Bu denegenin bozulmasının büyük yıkımlara neden olacağını
düşünüyordu. Palmerston’dan 150 yıl sonra gerçekleşen dengenin bozulması ve bunun
sonucunda çıkan I.Dünya savaşı onun görüşünün doğruluğunu ispatlamıştır.
Avrupa devletler dengesinin korunması yeni iç savaştan çıkmış Avrupa için son
derece önemliydi. Rıfat Paşa kendisiyle şu anda görüşemese dahi Matternih’in, Mısır
meselesinde tamamen Osmanlı Devleti lehinde düşündüğünü daha önceki
görüşmelerinden bilmekteydi. Matternih, baştan itibaren Osmanlı Devleti’nin
yaşamasını kendi devletinin bekası için bir hayat memat meselesi olarak görmüştü.
Osmanlı Devleti’nin yıkılmasıyla başlayacak çok uluslu imparatorlukların yıkılması
sürecinin eninde sonunda Avustury-Macaristan İmparatorluğunu etkileyeceğini bir
devlet adamı feraseti ile anlamıştı. Bütün tedbirlerini bu durumu mümkün olduğunca
geciktirmek için alıyordu. Osmanlı Devleti’nin yıkılmasının Avrupa dengesini
bozacağını söyleyerek diğer devletleri de bu yönde iknaya çalışıyordu. Bu durumu bir
mektubunda Rıfat Paşa şöyle ifade etmektedir: “Düvel-i fahîme-i Avrupa’nın müvazene
politikasının hıfz ve vikaye ve belki böyle şiâr-ı hakkaniyet ile vaz ve tesis olunacak
usûl-i tammiyeti ile ruy-i arzda bulunan kâffe-i düvel ve mülk-i asayiş ve istirahat-i
mütemadiyesini zâmin olur…”83
Mısır meselesinin çözümünde Avrupa’nın durumu karışıktır. Meseleye
bakışlarında bazı dengeleri göz önünde bulundurmaktadırlar. İngiltere; Baltalimanı
Ticaret Antlaşması ile kazandığı ayrıcalıkları kaybetmemek, Avusturya-Macaristan;
şimde Osmanlı Devleti’nin başına gelenlerin aynı özellikleri taşıdığı için yakın
gelecekte kendi başına gelmemesini, Rusya ise; boğazlardaki ve Akdeniz’deki
menfaatleri için mevcut durumun devamını istemektedirler. Fransa; menfaatleri
bakımından bu devletlerden ayrılmıştır. Osmanlı devlet adamlarına göre aslında bu
devletlerin hiçbiri Osmanlı Devleti’nin eskiden olduğu gibi güçlü ve etkili bir devlet
olarak yaşamasını istememektedirler. Bunun birçok nedenleri vardır ve bunları Hariciye
Nazırı Mustafa Reşid Paşa ve Paris sefiri Fethi Paşa şöyle ifade etmektedirler: “Şu Mısır
maslahatının tesviyesine İngiltere, Fransa ve Avusturya devletlerinin meyl ü istidadları
82
The Cambridge Modern History, Vol. X, s. 257. 83
Defter1, s. 2- b, 3- a.
71
rû-nüma olmakda ve Devlet-i Aliyye’nin saadet-i hâl ve kuvvet ve miknetinin kemali
Düvel-i muşarun-ileyhimin üçü dahi istemediğinden… Fransa’da efkâr-ı umumiyyenin
bazı mertebesi henüz habis-i merkûm tarafına mâil bulunmasından neşet itmekde
olub…”84
İngiltere; Mısır meselesinin çözümünde Mehmed Ali Paşa’ya hiçbir taviz
verilmemesini isterken, Fransa; bazı tavizler verilmesinde ısrar ediyordu. Bu duruma
İngiltere’yi ikna edemeyince gizliden gizliye Osmanlı Devleti’ne baskıya başlamıştı.
Eğer Osmanlı Devleti’ni taviz vermeye ikna edebilirse bunu İngiltereye karşı koz olarak
kullanabileceğini düşünüyordu. Fransa’nın meselede sesini fazla çıkaramamasına diğer
devletlerin hepsinin değişik nedenlerle olsa da Osmanlı Devleti lehinde tutum takınması
etkili olmuştur. Bu durumun Fransa iç siyasetini çok karıştırdığını bu süreçteki hükümet
değişikliklerinden görmekteyiz. Fransa iç kamuoyu baskısında dolayı Mısır aleyhinde
olacak bir karara evet demiyordu.: “İngiltere ve Fransa Devleti beyninde cereyan
itmekde olan mübahesat hitampezir olmuş ve galiba galebe İngiltere tarafından zuhur
itmiş olduğunu telmihen tebşir eylemiş ve çünkü Rusya sefaretinin dahi bu hususda sapa
yollara sapacağı meczum oldığından…”85
Avrupa devletleri Nizip savaşından sonra verdikleri ortak nota ile Osmanlı
Devleti’nden kendi kararlarını beklemesini istemişlerdi. Daha sonraki bütün
uygulamaların dayanağı bu nota olmuştur. Matternih, Rıfat Paşa’ya Osmanlı Devleti’nin
kendilerine güvenini boşa çıkarmayacaklarını belirterek Mısır’ın Nizip savaşını
kazanmasının pek önemli olmadığını meseleyi Osmanlı Devleti lehine halledeceklerini
ifade ediyordu. Osmanlı devlet adamlarında ona karşı bu meseleyi Osmanlı lehine
çözeceğine dair bir güven vardı. “… Devlet-i Aliyye dahi Prens cenablarının Saltanat-ı
Seniyye hakkında olan her dürlü beka-hahlıklarından ve alelhusus Mısır meselesinden
dolayı himmet ve gayretlerinden ibraz-ı kemal-i memnûniyet itmekde olduğı…”86
Avrupa devletleri Nizip yenilgisinden sonra Osmanlı Devleti’ne yardım
edeceklerine söz vermelerine rağmen, Fransa’nın açık ve bazı devletlerin gizli
muhalefeti nedeni ile işi yavaştan almak zorunda kalmışlardır. Fransa’nın diğer
devletlerden ayrı düşmesinin nedeni, Mısır ile olan tarihî, askerî ve ticarî bağları olarak
84
Defter1, s. 7- a, b. 85
Defter1, s. 38- b, 39- a. 86
Defter1, s. 40- a.
72
görülebilir. Fransa kamuoyu Mısır taraftarı olduğu için Fransa’nın Mısır aleyhinde bir
ittifakta yer alması halkın galeyana gelmesine ve henüz oturmamış olan devlet
sisteminin yıkılmasına neden olabilirdi. Yoksa bu meselede Kral’ın düşüncesi diğer
Avrupa devletlerinin düşüncesinden pek farklı değildi. “… Fransa Devleti dahi, her ne
kadar Saltanat-ı Seniyye’nin dost-ı mesalihi ise de bu babda olan umûr-ı politikası
Mısırlu tarafına nâfî ve Devlet-i Aliyye menafiini dafi görünmekde olub… Fransalunun
ise mukaddema Mısır’da bulunmaları cihetiyle, Mısır tarafıyla Napolyon zamanından
berü münasebet-i kadimeleri olarak, hâlbuki Düvel-i sairenin oraca böyle
münasebetleri olmdığından… ”87
Avrupa devletleri arasındaki düşünce farklılığının Osmanlı Devleti’nin aleyhine
olduğu açıktır. Bu kritik durumda Osmanlı Devleti’nin, Avrupa devletlerinin
meseleninin çözümünde ortak hareket etmesini bekleyecek ne zamanı ne de sabrı vardı.
Mısır ordusunun işgal ettiği yerlerde yaptıkları, Osmanlı yönetimini iyice çileden
çıkarmış ve Avrupa’nın verdiği sözde durmayacağı endişesine düşürmüştür. Bu durumu
Avrupa’daki elçiler görüşmelerinde sık sık dile getirmektedirler. Matternih ile bir
görüşmesinde Viyana Elçisi Rıfat Paşa ona bu durumu şöyle ifade etmektedir: “Biz işbu
Mısır meselesini Düvel-i Hamse’ye havale eyledik. Ancak şimdiye kadar bir semeresi
hâsıl olmadı. Ve bunun olmaması dahi tesviye-i maddede ittihad-ı reyleri
bulunmadığından neş’et idiyor. Şu hale göre biz ne yapalım? Cümlemizin nazarı dahi
maslahatın netice-i hayriyyesini gözetmekdedir.”88
Osmanlı Devleti durumun bütün zorluğuna rağmen, halka karşı zor
kullanılmamasını ve meselenin mümkün olduğunca kansız olarak halledilmesini
istiyordu. Birçok belgede bu durumu açıkça görebiliyoruz. Bu durum Osmanlı
Devleti’nin kendisine vizyon olarak belirlediği ‘Nizam-ı Âlem’ ilkesinin bir yansıması
olsa gerektir. Osmanlı devlet felsefesinin temelini, idare ettiği topraklarda yaşayan
insanların refah ve mutluluğu teşkil ediyordu. Osmanlı Devleti’nin bu meselenini
çözümünde Avrupa devletlerinden beklediği, bölünmesinin engellenmesi ve isyanın
bitirilmesidir. Yoksa isyanın ve işgalin yaşandığı bölgelerin zarar görmesini kesinlikle
istememektedir. Bütün kadim Osmanlı topraklarını bir vucudun azaları gibi görmekte,
oralarda insanların acı çekmesinin Osmanlı Devleti’ne de acı vereceği ifade
87
Defter1, s. 40- b, 41- a. 88
Defter1, s. 41- a, b.
73
edilmektedir. “Devlet-i Aliyye dahi mücerred kuvve-i cebriye imali ısrarında olmayub
Çünkü ol tarafları ale’l-umum Memalik-i Mahruse-i Şahâne’den ve ahali ve askerisi
tebay-ı Saltanat-ı Seniyye’den bulunduğuna mebni vucud-ı Devlet-i Aliyye’nin azası
mesabesinde olan yerlerin rahne-dar olmasını bittabi tecviz itmeyiz. Heman murad-ı
âlisi ber-vech-i matlub ve suhulet hüsn-i tesviyesidir...”89
Palmerston uzun süre tereddüt ettikten sonra, Mısır meselesinin çözümünde
İngiltere’nin menfaatinin Osmanlı Devleti yanında yeralmak olduğuna karar verdi.
Matternih’in de teşviki ile bu meselede ağır davranan diğer devletleri Fransa hariç bu
konuda ikna etti. Osmanlı Devleti’nden Mehmed Ali Paşa’nın hiçbir teklifini kabul
etmemesini istedi. Mısır’ın isteklerinin karşılanması için diğer devletlerin Osmanlı
Devleti’ne baskı yapmasına da engel oldu. Böylece büyük bir diplomatik başarı
göstererek Fransa hariç Osmanlı Devleti lehinde bir Avrupa ittifakını sağladı. Bu
durumu kendisi İstanbul Elçisi’ne gönderdiği bir yazısında şöyle ifade eder:“Tarafınıza
bu defaki talimatım Devlet-i Aliyye’nin sebat ve metanet üzere olması ve Mehmed Ali’ye
hiçbir şey terk itmemesi ve müttefiklerinin iânesine emniyet buyurması hususunda ısrar
eylemenizi iş’ar ve tavsiyeden ibaret olub… Devlet-i Aliyye menafi-i sahihasına muvafık
hareket ittikce Mehmed Ali’nin iddialarına iane içün Fransalu’nun izhar eylediği
arzusunun hiçbir semere ve neticesi olmayacağı derkârdır.”90
Matternih de aynen Palmerston’un yaptığı gibi, Osmanlı Devleti lehinde bir ittifak
için yoğun faaliyetlerde bulunuyordu. Bunu Fransa hariç büyük oranda sağlamıştır.
Yazışmalardan anlaşıldığı kadarıyla Matternih ve Palmerston değişik nedenlerle Mısır
meselesinin Osmanlı Devleti lehinde çözülmesi için yoğun bir diplomatik faaliyet
içindeydiler. Avusturya-Macaristan tarihine olan merakı belki de onun Hunların torunu
olan Türklere sempati duymasına neden olmuştur. Matternih bir yazısında Osmanlı
Devleti’nin lehinde diğer devletlerle ittifak sağlamak için gösterdiği gayretleri gayet
heyecanlı bir şekilde anlatmaktadır. Onun yaptıklarının canlı ifadelerle anlatılması
sadece menfaat için uğraşan birisinin kuru sözlerinden ziyade bir dostunu zor durumdan
kurtarmış kişilerin mutluluğunu yansıtmaktadır. “Düvel-i Hamse’nin ianelerine itimad
kılınmak suretini Saltanat-ı Seniyye’ye kabul ittirmek içün alelacele Dersaadet’e bir
kurye göndermek zımnında bir gece uyuyamayarak sabaha kadar yazu ile meşgul
89
Defter1, s. 41- b, 42- a. 90
Defter1, s. 48- b, 49- a.
74
olmuş… Devlet-i Aliyye bazı ashab-ı nüfuzdan dirayetsiz kimselerin iğfal ve ilgalarına
kapılarak Mehmed Ali’nin kâffe-i mesulâtına müsaade olunduğını ifade itmek üzere
Mısır tarafına tayin olunmuş olan zat hemen gitmek üzere iken lillahil hamd ziknolunan
kurye Dersaadet’e vasıl olmuş ve Sülale-i Osmaniyye’nin harabını mücib olacak o
misillü bir kararın önü kesdirilmiş olduğını ...”91
91
Defter1, s. 51- b, 52- a.
75
IV. Mustafa Reşid Paşa’nın Hariciye Nâzırlığı ve Tanzimat’ın İlanı
Mustafa Reşid Paşa, 1800 yılında İstanbul’da II. Bayezid vakıflarından birinin
yöneticisinin oğlu olarak dünyaya gelmiştir. İlmiye kurumunda öğrenci ve çıraklık
yaşamına atılmış, 1810’da babasının ölmesiyle, Ispartalı Seyid Ali Paşa’nın hizmetine
girmiş, onunla Mora’ya gittiğinde (1821) hem Osmanlı ordularının yenilgiye
uğramalarına hem de Mehmed Ali Paşa’nın Batı usulündeki modern ordusuna tanık
olmuştu. Yeni askerî kurumların üstünlüğünü görmek, Avrupa’nın öğrenilecek çok şeyi
olduğu konusunda onu ikna etmişti. Mora’daki hayatı ona ilmiye sınıfı hayatının kendisi
için uygun olmadığını göstermiş, bunun üzerine pek çok genç Müslüman gibi o da
Babıâli’de yeni kurulan kâtiplik bölümüne girmek istemişti. Böylece Mustafa Reşid
Paşa, Sultan Mahmud dönemi Babıâli bürokrasisinin genç üyelerinden biri olarak
kâtiplik bürosuna katılmıştır. Kaleminden çıkan belgelerdeki yazı ve anlatım Padişah’ın
hoşuna gitmiş, hamisi Pertev Paşa tarafından Padişah’a övülmüş ve tavsiye edilmişti.
Hükümdar, bu gencin Fransızca öğrenmesini istemiş, bu isteği yerine getirdiğinde artık
yeni devir bürokrasisinin de öncüsü haline gelmişti. Babıâli’ye girdiğinde kısa sürede
yükselen Mustafa Reşid Paşa, 1834’te Paris Elçisi sonra Londra Elçisi ardından
Hariciye Müsteşarı bundan kısa bir süre sonra da Vezirlik rütbesiyle Hariciye Nâzırı
oldu. II. Mahmud öldüğünde Hariciye Nâzırlığı ile beraber Londra Elçiliği’ni
yürütüyordu. Padişah’ın ölümü üzerine İstanbul’a dönerek kısa süre sonra Tanzimat’ı
ilan etti.92
Pertev Paşa Hariciye Nâzırı olunca, onunla birlikte Kahire’ye gidip, Mehmed Ali
Paşa’nın Girid’e müdahalesi ile sonuçlanan görüşmelerde bulunmuştu (22 Haziran- 1
Temmuz 1830). Mehmed Ali Paşa bu görüşmeler sırasında ona saygı duymuş ve
Mısır’da kalmasını istemişse de o bunu kabul etmemişti. Bu davranışı ile Pertev
Paşa’nın daha fazla gözüne girmiş ve çok hızlı yükselmiştir. 1832 yılında Mehmed Ali
ve İbrahim Paşa ile önce Kahire’de sonra Kütahya’da Osmanlı temsilcisi olarak
görüşmelerde bulundu. 1832 yılında Amedci oldu ve Paris Elçisi olarak atandı (1834-
1836). Paris’te ilk olarak Avrupalı devlet adamları ile görüştü. Fransızlar’ın Cezayir’i
işgal sorununu, Mısır meselesini tartıştı. Paris’te yaklaşık iki yıl kalan Mustafa Reşid
Paşa buradan Londra Elçiliği’ne atanınca Palmerston ve dönemin diğer devlet adamları
92
İ. Ortaylı, A.g.e., s. 227.
76
ile Osmanlı Devletin’de gerçekleştirmek istediği reformlar hakkında görüşmeler yapma
imkânı buldu. Reformlara muhalif grubun başında Hüsrev Paşa varken Padişah, Mustafa
Reşid Paşa’yı 1837 yılında Vezir unvanıyla Hariciye Nâzırı olarak atayarak reformları
desteklediğini açıkça göstermiş oldu. Hüsrev Paşa’yı da bulunduğu Seraskerlik
görevinden aldı. Temmuz 1837- Ağustos 1838 yılları arasında Mustafa Reşid Paşa
kafasındaki reform planlarını olgunlaştırdı. Tanzimat fikrini uygulamaya dökmek için
II. Mahmud’un İngilizlere duyduğu kuşkuyu gidermeye çalıştı. Bu dönemde ayrıca
Padişah’ın; rüşvet ve mal gasbını yasaklayan, eyaletlerde idarî ve malî reformların ilk
adımı olarak Bursa ve Çanakkale’de nüfus sayımı yapılmasını emreden fermanları
çıkarmasını sağlayarak, Tanzimat’ın ilk adımlarını attı. İktisadî kalkınma için planlar
geliştirecek; tarım, sanayi ve ticaret uzmanlarından oluşan bir komite kurdurdu. Değişik
inançlardan tebaa arasında eşit davranması için Padişahı teşvik etti.93
Osmanlı Devleti, 1833 yılında Rusya ile yaptığı Hünkâr İskelesi Antlaşması
nedeniyle Avrupa karşısında yalnız kaldı. İngiltere ve Fransa bu antlaşmayı 1833 yılı
sonbaharında protesto ettiler.94
II. Mahmud, Osmanlı Devleti’ni içinde bulunduğu
yalnızlıktan kurtarmak, Rus tehlikesini bertaraf etmek, Mısır ve Cezayir meselesini
Osmanlı Devleti lehinde çözebilmek ve yaptığı reformlara dış destek sağlamak için
Avrupa başkentlerinde daimî elçilikler açmaya karar verdi. İşte Mustafa Reşid Paşa’nın
Paris’e elçi olarak gönderilmesi bu karar üzerine olmuştur. Mustafa Reşid Paşa; 1834,
1835, 1841 ve 1843 yıllarında olmak üzere 4 defa Paris’e elçi olarak atanmıştır. 1839
yılında Londra’da iken kısa bir süre için Paris’te görevlendirilmiştir. Görüldüğü gibi
Reşid Paşa değişik zamanlarda 5 defa Paris’te bulunmuş ve burada dört buçuk yıl kadar
görev yapmıştır. Mustafa Reşid Paşa’nın birinci ve ikinci elçilikleri zamanında ve
Paris’e daha sonraki gelişinde en çok meşgul olduğu hususlar, Cezayir’i Fransız
işgalinden kurtarma ve Mısır meselesini Osmanlı Devleti lehine halletme konuları oldu.
Diğer atamasında ise özellikle Lübnan buhranıyla uğraşmıştır. Burada aşağı yukarı
bütün Avrupa efkâr-ı umumisini, Osmanlı Devleti’nin yaşaması gerektiği konusunda
ikna etme başarısını göstermiş, bunu sağlamak için özel ilişkilere girişmekten
çekinmemiştir. Mustafa Reşid Paşa, Osmanlı İmparatorluğu’nun karşı karşıya
bulunduğu bazı özel siyasî meseleleri çözmek için görevlendirilmişse de o politik dehası
ile özel bir çözüm yolu bulmuştur. Bütün meseleleri ayrı ayrı çözmek yerine her
93
S. J. Shaw, A.g.e., s. 90. 94
M. H. Kutluoğlu, The Egyptian Question, s. 110.
77
meseleyi Osmanlı Devleti’nin yaşam meselesi olarak değerlendirmiş ve bu şekilde
çözmeyi denemiştir. Böylece genel çözüm yöntemleri bulunduğu an, küçük ve münferit
hadiselerle meselelerin kendiliğinden hallolacağına veya bunların meydana
gelmeyeceğine inanmıştı. Bunu sağlamak için yapılan Tanzimat’ın ilanını Palmerston;
’İngiltere ve Fransa’da kamu duygularını oldukça etkileyen çok başarılı bir siyaset’
olarak nitelendirmiştir.95
Mustafa Reşid Paşa, diplomatik faaliyetlerinde Avrupalı devletleri, özellikle
İngiltere ve Fransa’yı şu iki hususun zaruretine inandırarak onların yardım ve desteğini
sağlamayı hedeflemiştir:
1- Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğü ve istiklali, Avrupa barışı için
şarttır. Ayrıca İngiliz ve Fransız menfaatlerinin korunması ve devamı için
İmparatorluğun bütünlüğü ve istiklali Rusya’ya ve ayrılıkçı hareketlere karşı muhafaza
edilmelidir. Bu hususta Mustafa Reşid Paşa, İngiltere ve Fransa’ya sürekli olarak
telkinlerde bulunmuştur. Mustafa Reşid Paşa’ya göre; Şark meselesinde İngiltere ve
Fransa zaman kazanmaktan başka bir şey yapmıyorlardı. Aldıkları uzlaştırıcı tedbirler
ve yarım tedbirler onlara çıkar yol olarak veya tahlikesiz olarak görünüyordu. Fakat bu
büyük ve tehlikeli bir yanılgıdır. Onların politikası tamamen yanlış yoldadır. Osmanlı
İmparatorluğu’nun dezorganizasyonu ve zayıflaması sonunda Rusya istediği bölgede ve
belki bütün imparatorlukta karışıklık ve isyan çıkarmakta kendisini serbest
hissedecektir. Bu konuda tedbir almakta gecikmeleri veya yarım tedbirler almaları
sonunda genel bir savaş patlak verebilirdi… Rusya, Osmanlı İmparatorluğu için
öngörülen hiçbir reform planını gönüllü olarak kabul etmeyecektir. Dolayısıyla
Rusya’ya doğrudan doğruya bir reform planı önermeye gerek yoktur. Bunun için, önce
İngiliz ve Fransız ittifakı şarttır. Avusturya’nın katılmasını temin için Matternih’i
Osmanlı İmparatorluğu’nda bir inkılâp ihtimaliyle ve sonunda Avrupa’da genel bir
savaş tehlikesiyle tehdit etmek yeterli olacaktır. Avusturya ittifaka sokulduğunda Rusya
ister istemez buna katılacaktır.96
Mustafa Reşid Paşa’nın düşüncelerinden anlaşıldığı
kadarıyla onun fikri, Avrupa devletlerinin başta İngiltere ve Fransa’nın dikkatleri
Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması tehlikesine çekilerek, onların müştereken
95
Salahi R. Sonyel, “Tanzimat ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Gayr-i Müslim Uyrukları Üzerindeki
Etkileri”, Tanzimat’ın 150. Yıldönümü Semineri, Ankara, 1994, s. 344. 96
Bayram Kodaman, “Mustafa Reşid Paşa’nın Paris Sefirlikleri Esnasında Takip Ettiği Genel
Politikası”, Seminer, s. 70- 73.
78
kendi geleceklerinin güvenliği için, Osmanlı Devleti’ni korumaları ve onun varlığını
tehlikeye düşürecek bir harekete girişmemeleri gerektiği düşüncesi üzerine oturuyordu.
2- Reşid Paşa’nın diplomatik faaliyetleri sonunda elde etmek istediği hedeflerden
ikincisi de, Osmanlı İmparatorluğu’nu reformlar yoluyla modernleştirmede ve
kuvvetlendirmede Avrupa’nın tasvip ve yardımını sağlamaktır. Çünkü Paşa Avrupa
medeniyetini almadan, iç ve dış meselelerimizin çözülebileceğine inanmamakta, bu
konudaki düşüncelerini sık sık dile getirmekteydi. O’na göre biz, medeniyetsiz asla
hiçbir şey olamayız. O medeniyet de, sadece Avrupa’dan bize gelebilir. Türkiye için en
büyük iş reaya meselesidir. Eğer reayaya verilmesi gereken hak ve hürriyetlerden
bahsetse, ülkede ona kötü bir Müslüman gözü ile bakılacağını düşünür. Bu konuda
yüksek sesle konuşmak Avrupalı büyük devletlere düşer. İmparatorlukta, Hıristiyanlar
üzerindeki baskı için seslerini yükseltmelidirler. Ödeyemedikleri haraç için zavallılar
horlanmakta ve ezilmektedir. Reaya haraç yüzünden isyan etmektedir. Reaya düzenli
vergi istemektedir. Vergi sistemi Hıristiyanlar için yerleşirse Müslümanlara da bunu
kabul ettirmek için önemli bir adım atılmış olacaktır.97
Görüldüğü gibi Mustafa Reşid Paşa, reformların yapılması için mutlaka
Avrupa’nın Babıâli veyahud Padişah nezdinde teşebbüste bulunmasını gerekli
buluyordu. Reşid Paşa’nın bu düşünceleri Avrupa devletleri tarafından gayet iyi
bilinmekte ve bu durumu kendileriyle dindaşları lehinde kullanmak için planlar
yapılmaktaydı. Mustafa Reşid Paşa, Gülhane Hatt-ı Hümayunu’nda öngörülen dâhili
reformları Avrupa veya sadece Fransa müdahalesiyle gerçekleştirme düşüncesiyle
meşguldür. Reşid Paşa, Osmanlı İmparatorluğu hakkında şu görüşlere sahiptir:
Birincisi, İmparatorluğun bugünkü yapısı ve haliyle yaşaması mümkün değildir.
İkincisi, Türkler kendi kendilerine medenileşemez. Üçüncüsü, gerekli görülen bütün
reformların kolayca gerçekleşmesi için Padişah’ın arzu ve iradesi yeterlidir. Yeter ki,
büyük devletler bunun için ona baskı yapsınlar. Mustafa Reşid Paşa büyük devletler
nezdinde bu müdahaleyi gerçekleştirme arzu ve fikriyle Paris’e gitmiştir. Mustafa Reşid
Paşa ile ilgili dönemin Fransa Dışişleri Bakanı Guizot’nun düşüncelerine göre Reşid
Paşa; Avrupa medeniyetinin bazı kaide ve şartlarını Osmanlı İmparatorluğu’na getirtme
ümit ve arzusu ile meşguldür. Bunu Avrupa medeniyetini Müslüman âdetlerinden daha
çok sevdiği için değil, Avrupa politikasında memleketine ve padişahına yer, ağırlık ve
97
Bayram Kodaman, A.g.s., s. 70- 73.
79
itibar kazandırmak için yapıyordu. Ondaki hâkim ve değişmez fikir Türkiye’yi
Avrupa’da tutabilmek için, Avrupa’yı Türkiye’de tatmin ve memnun etmek
gerekmektedir. O, Hıristiyanlara hak ve hürriyetler, büyük devletlere imtiyaz ve tavizler
vermekle İmparatorluğu güçlendireceğini, Müslim ve Gayr-i Müslimler arasında barışı
temin edeceğini zannediyordu.98
Yukarıdaki izahlardan da anlaşılacağı üzere, Mustafa Reşid Paşa’nın gerek
reformların gerçekleştirilmesinde ve gerekse Avrupalıları yakından ilgilendiren Mısır,
Cezayir, Lübnan buhranları ve Hünkâr İskelesi Antlaşması gibi dâhili politik
meselelerin hallinde önceliği tamamen büyük devletlere bırakarak ‘teslimiyetçi’ bir
politika takip etmeyi o günkü şartlar içinde uygun bir davranış olarak gördüğü
anlaşılıyor. Bunu sadece bir devletin öncülüğünde yapmak yerine, bütün devletlerin
ortaklığı ile yapmanın daha doğru olacağını düşünüyordu. Sonraki antlaşmalarda bunu
başardığını göreceğiz. Peki, Mustafa Reşid Paşa niçin böyle teslimiyetçi bir politika
izlemiştir? Bunun nedenini zamanın şartlarıyla, kendi karakterinde ve yapısında aramak
gerekir.
Dönemin canlı tanıklarına göre, Reşid Paşa’da kendisini gösterme ve yükselme
merakı aşırıdır. Bu yönü biraz övülür ve pohpohlanırsa, büyük tavizler elde etmek için
küçük şeyler üzerinde tavizler verilirse, ondan her şey elde edilebilir. Fransa Dışişleri
Bakanı Guizot’a göre Mustafa Reşid Paşa’da, ülkesinde yapmak istediği işlerin başarısı
için çok lüzumlu olan niteliklerden birisi eksiktir; Türkiye’de güçlü bir ıslahatçı olmak
için Türklük vasfı çok az idi. Gençliğinden itibaren Türkiye’nin Avrupa ile
münasebetleri konusuyla ilgilenmiştir. O, daha çok Avrupalı bir diplomata benziyordu.
Reşid Paşa kendisi için söylenen bu tür özellikleri kabul etmiyor ve şöyle diyordu: “Ben
ne Fransızım, ne İngilizim, ne Rusum, ne Avusturyalıyım… Ben Türküm, Türkten başka
bir şey değilim; fakat kendisini Padişahı’na, ülkesine, milletine adamış bir Türküm;
Vezir olmayı kabul ederek, görevinin büyüklüğünü idrak eden ve bıkmadan bu görevi
tamamlamaya azmeden bir Türküm”.99
Mustafa Reşid Paşa, yetişme tarzı ve tecrübeleri sonucunda Osmanlı Devleti’nin
selametini Avrupa’nın, İmparatorluğun işlerine müşterek olarak müdahale etmesinde
görmüştür. Ama şunu da aklımızdan çıkarmamalıyız ki, onu büyük devletlerin
kucağına atan, Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa’nın Osmanlı Devleti’nin bekasını
98
Bayram Kodaman, A.g.s., s. 70- 73. 99
Bayram Kodaman, A.g.s., s. 74- 75.
80
tehlikeye düşüren bitmek tükenmek bilmez yayılma hırslarıdır. Reşid Paşa kendisinin ve
yaptığı reformların başarısını Mehmed Ali Paşa’nın başarısızlığında görmekteydi.
Bundan dolayı şartlar ikisini şahsi düşmanlar durumuna getirmişti. Zira Mehmed Ali
Paşa, Mısır’da başarılı ıslahatlar yapmış ve Hicaz’ı kurtarması ile İslâm kahramanı
görüntüsü vermiştir. Onun Mısır’da yaptığı düzenlemelerde Batı’nın bilim ve
teknolojisi önplanda yeralırken, Mustafa Reşid Paşa’nın ve Tanzimat’çıların yaptığı
düzenlemelerde Batı’nın moda ve hukuku öne çıkmıştır… Bu durum Mustafa Reşid
Paşa’ya karşı tepki doğmasına neden olmuştur. Bütün bu nedenlerle Mustafa Reşid
Paşa, her ne pahasına olursa olsun büyük tavizler vererek Avrupa’nın Osmanlı Devleti
lehinde müdahalesini sağlamak ve Mehmed Ali Paşa’yı itaat ettirmek istiyordu. Bunda
da başarılı oldu ama bu Osmanlı Devleti’ne çok pahalıya mal oldu.
Mustafa Reşid Paşa, Yakınçağ Türk tarihinin etkisi en fazla olan şahsiyetlerinden
birisidir. Bu etki sadece onun yaşadığı sürece görülmemiş, ölümünden sonra da devam
etmiştir. Mustafa Reşid Paşa, Şinasi’nin deyimi ile Osmanlı Devleti için bir ‘medeniyet
resulü’ görevi görmüştür. Toplumumuzda önemini hâlâ devam ettiren medeniyet
mücadelesi ilk önemli temsilcilerinden birini Mustafa Reşid Paşa’nın şahsında
bulmuştur. Tanzimat döneminden itibaren Fransa ve İngiltere’nin XVIII. yüzyılda bilim
ve teknolojiyle ulaştığı yüksek maddi ve manevi mevkiyi ifade etmek için, medeniyet
‘civilisation’ kelimesi kullanılmaya başlanılmıştır. Kavram İngiliz ve Fransızlar’ın ortak
malı olduğu için, daha sonra oluşacak olan Avrupalılık fikrinin de altyapısını
oluşturmuştur. ”Civilasition” kavramı XIX. yüzyıldan itibaren Avrupa için
sömürgeciliğini meşrulaştıran bir araç olmuştur. Dünyanın bütün bölgelerinde yapılan
sömürgecilik hareketleri onları medenileştirmek adına meşru gösterilmeye çalışılmıştır.
Bu etkinin Osmanlı Devleti üzerindeki ilk uygulamasını 1821 Yunan isyanında
görmekteyiz. Çünkü Yunanlılar’ın isyan hareketi, Avrupa medeniyetinin önemli
kaynaklarından birisi Antik Yunan görüldüğü için, barbar Türkler’den kurtuluş olarak
bütün Avrupa’da sempati ile karşılanmıştır. Fransa’nın bir Osmanlı toprağı olan
Cezayir’i işgal etmesinde de aynı bakışın izlerini görebiliyoruz. Diyebiliriz ki, Osmanlı
Devleti’nin yavaş yavaş yıkılmasında sanayileşme, sömürgecilik ve Fransız ihtilali
ilkelerinin etkisi olduğu kadar bu “medeniyet” anlayışının da etkisi vardır.
Medeniyet kavramının Osmanlı aydınları arasında daha ziyade kibarlık, zarafet,
ahlak güzelliği, giyim kuşam vb. olarak anlaşıldığını görüyoruz. Avrupa’ya tahsil için
81
gönderilen öğrencilerin diğer ülkelerden farklı olarak genellikle bu anlayışla yetişmeleri
ilginçtir. Konumuz olan Mehmed Ali Paşa’nın Avrupa’daki hayatı onun da aynı
medeniyet düşüncesinde olduğunu göstermektedir. Mustafa Reşid Paşa, Paris Elçisi
iken orada yaptıkları ve yaşadıkları incelendiği zaman gerçekten önemli detaylar ortaya
çıkmaktadır. Mustafa Reşid Paşa, Paris’de Fransızca öğrenmek için bir hoca aramış,
tanıdıkları bunun bir bayan olmasının daha faydalı olacağını belirtmişlerdir. Bunun
üzerine Fransızca dersi almak üzere Opera’da çalışan bir bayandan ders almıştır. Bunu
Mustafa Reşid Paşa’nın İstanbul’a gönderdiği bir masraf pusulasından anlamaktayız.
Mustafa Reşid Paşa’nın bu opera sanatçısından sadece dil değil kibarlık ve zarafet
konusunda da istifade ettiği muhakkaktır. Bu dönemdeki medeniyet anlayışı, sonradan
kendisine eklenecek olan ilmî, teknik ve öteki teknolojik sahalardaki anlamlardan
hiçbirisini ihtiva etmemektedir.100
Mustafa Reşid Paşa, genel bir reform planı için Padişah’ın saray ve Babıâli’de
danışma kurulları oluşturmasını da sağladı. Böylece XX. Yüzyılın akımı olacak
demokratik devlet anlayışının, Osmanlı’daki ilk temellerinden birini atmış oldu. Ancak
II. Mahmud onu dengelemek için, saray danışmanlığına gelenekçilerin lideri olan
Hüsrev Paşa’yı getirdi. Mustafa Reşid Paşa, Mısır meselesinin yeniden alevlenmesi
üzerine destek aramak üzere tekrar Avrupa’ya gitti. 1838 yılında İngilizler ile
Baltalimanı Ticaret Antlaşması’nı imzalayarak bazı imtiyazlar karşılığında onların
desteğini aldı. Mustafa Raşid Paşa ve diğer önde gelen Tanzimatçılar bu desteği
sağlamak amacıyla birçok manevi değerlerden uzaklaşmak ve öz benliklerini
kaybetmekle suçlanmışlardır. Bu eleştirilerde doğruluk payı olduğu onların bazı fikir ve
görüşleri incelendiği zaman daha iyi anlaşılmaktadır. Tanzimat dönemi yönetici ve fikir
adamlarının birçoğu maalesef Osmanlıyı Osmanlı yapan değerlerden uzak olarak
yetişmişlerdir. Daha sonraki devlet anlayışımızın en büyük açmazı olan halk-aydın-
bürokrat ayrılığının bu döneme dayandığını söyleyebiliriz.
Mustafa Reşid Paşa ve diğer Tanzimatçıların manevi değerlerden uzak olduğu
Ahmed Lütfi Efendi tarafından tarihinde birkaç anekdotla anlatılmaktadır. Bunlardan
biri şöyledir: “Evkaf Nâzırı Eğribozlu Mahir Bey bir gün Hariciye Müsteşarı Rıfat
Bey’e şöyle diyor “Taaccüp ederim sizin halinize. Vaktiyle Ebussuud ve İbn-i Kemal
gibi zatların vaz eyledikleri kanunu bozup sizin gibi adamlar onlara bedel kanunlar vaz
100
Tuncer Baykara,”Mustafa Reşid Paşa’nın Medeniyet Anlayışı”, Seminer, s. 49- 51.
82
u tanzim ediyorsunuz”. Bir diğer anekdotta Mustafa Reşid Paşa ile ilgili Padişahla
şöyle bir konuşma geçmektedir “Mustafa Reşid Paşa Avrupa’da, Mahir Bey Evkaf
Nazırı olarak Dersaadet’te bulunduğu vakit bir Cuma selamlığında cennetmekân Sultan
Abdülmecid Han hazretleri, Mahir Bey’in mutaassıp olduğunu bildikleri cihetle “Acaba
bu gün Avrupa’da Reşit Paşa Cuma namazını nasıl eda eder? deyu Mahir Bey’i şeref-i
hitab-ı âlileriyle mültefat buyurduklarında “burada iken kılmazdı ki orada kılsın”
dediği meşhurdur.”101
Mustafa Reşid Paşa’yı ve onun devletle ilgili fikirlerini en iyi bilenlereden birisi
belki de birincisi Ahmed Cevdet Paşa’dır. Cevdet Paşa, Mustafa Reşid Paşa’nın
mahremiyet dairesine girerek çok önemli hadiselerin içyüzünü öğrenmiş ve onu
yakından tanımış bir kişidir. Cevdet Paşa’ya göre, Osmanlı Devleti’ne ilk defa
diplomasi usulünü getiren Reşid Paşa, Mısır meselesinin en karışık döneminde kendi
ifadesiyle, ”Kevkeb-i Utarid gibi cirmi küçük, kadri büyük bir zat” olarak ortaya
çıkmıştır. Cevdet Paşa’ya göre, Mısır meselesinin halli ile Tanzimatın ilanı arasında çok
yakın ilişki vardır. Sina Akşin buna 1838 yılında İngilizler’le yapılan Baltalimanı
Ticaret Antlaşması’nı da ilave etmektedir. Cevdet Paşa’ya göre, Fransa hariç Avrupa
devletlerinin ve kamuoylarının Osmanlı Devleti yanına çekilmesinde, Tanzimat’ın
ilanının önemli etkisi olmuştur. Reşid Paşa, Mısır meselesinin çözülmesinde ve Avrupa
devletlerinin Osmanlı Devleti lehinde bir araya getirilmesinde önemli bir diplomatik
maharet göstermiştir.102
Reşid Paşa bu büyük diplomatik başarısına rağmen Mısır meselesinin hallinden
sonra kaleme aldığı Ferman-ı Âli müsveddesinde, Mısır Hazinesi’nden senelik 80 bin
kesenin Maliye Hazinesi’ne aktarılması ve Mısır’da bir Osmanlı defterdarı bulunması
maddeleri onun Hariciye Nezareti’nden azline sebep olmuştur. Zira Mısır’da bir
Osmanlı defterdarı bulunmasından rahatsız olan Mehmed Ali Paşa, önce Reşid Paşa’ya
müracaatla bu maddenin kaldırılmasına çalışmış ve bunun için kendisine bazı
rivayetlere göre 60 bin kese akçe teklif etmiştir. Reşid Paşa’nın bu teklifi kabul
etmemesi üzerine Mehmed Ali Paşa parayla elde ettiği diğer devlet adamları vasıtasıyla
Reşid Paşa’yı gözden düşürmeye muvaffak olmuştur.
Mustafa Reşid Paşa önce Edirne Valiliği’ne daha sonra da Paris Sefirliği’ne tayin
olunarak İstanbul’dan uzaklaştırılmıştır. Bundan da anlaşılıyor ki, antlaşmayı kabul
101
Ahmed Lütfi, A.g.e., s. 1066- 1067. 102
Ahmed Cevdet Paşa, A.g.e., s. 6- 7.
83
ederek Mehmed Ali Paşa Mısır dışındaki yerleri terk etse de Osmanlı Devleti üzerindeki
tesirini hâlâ sürdürmektedir. Reşid Paşa, Cevdet Paşa’nın ifadelerine göre büyük
meselelerin halliyle kendini ispat etmiş, büyük şöhrete sahip bir devlet adamıydı.
Tanzimat’ın ilanı ve Mısır meselesinin bütün Avrupa’nın ittifakı ile Osmanlı Devleti
lehinde çözülmesi onun ününü halkın nazarında daha da artırmıştır. Reşid Paşa bu
prestijini, Osmanlı Devleti’ne Avrupa’da gördüğü yenilikleri getirmek için sonuna
kadar kullanmıştır.
Bu dönemde Osmanlı bürokrasisi Reşid Paşa’nın modernist anlayışı ile
biçimlenmiştir. Mustafa Reşid Paşa, kendisinden sonra devleti yöneten birçok devlet
adamları yetiştirmiş, Sultan Mahmud devrinde gördüğü usule uygun olarak Babıâli’yi
teşkil eden Tercüme Odası’na Müslüman tercümanlar alırken, Hariciye memurlarını
bütünüyle Müslümanlardan seçmişti. Ancak onun yerine Âlî Paşa geçince bu usulü terk
etmiş ve Ermenilere haddinden fazla rağbet ederek buralara fazla miktarda Ermeni
doldurmuştur.103
Cevdet Paşa’ya göre, Mustafa Reşid Paşa âlicenap, doğru bildiğini
çekinmeden söyleyen, suistimalden kaçınan ama haddinden fazla İngiliz taraftarı bir
devlet adamıdır. Mustafa Reşid Paşa ile gelenekçi devlet adamları arasında derin bir
fikir ayrılığı vardı. Nitekim Osmanlı Devlet adamları arasındaki bu gelenekçi ve
modernist ayrışması başta İngiltere ve Fransa olmak üzere Avrupa devletlerinin işine
yaramış ve bu devletler bu rekabetten azami ölçüde yararlanarak sık sık Osmanlı
Devleti’nin içişlerine karışma imkânı bulmuşlardır.
Tanzimat’ın ilanı, II. Mahmud döneminde yapılan yeniliklerin bir devamıdır. II.
Mahmud, Tanzimat’ı ilan etmeyi düşünmüş fakat çeşitli iç ve dış sebepler buna
müsaade etmemiştir. II. Mahmud birçok muhafazakâr devlet adamının taleplerine
rağmen Mustafa Reşid Paşa’yı görevinden almayarak onu zımnen desteklediğini
göstermiştir. Bunu Mustafa Nuri Paşa da söylemektedir: “Dışişleri Bakanı Reşid Paşa,
Mısır’a karşı büyük devletler ile ittifak anlaşması yapmak için iki yıldan beri Avrupa’da
bulunup epey başarı da kazanmıştı. Sultan Abdülmecid Han’ın tahta geçişinin hemen
ardından İstanbul’a geldi. H.1254 (M.1838) yılında uygulanması planlanmış iken gerek
görüldüğü için ertelenmiş bulunan Tanzimat’ı Hayriye’yi ilan ettirip uygulamaya
başlattı.”104
103
Ahmed Cevdet Paşa, A.g.e., s. 1. 104
Mustafa Nuri Paşa, A.g.e., s. 277.
84
Mustafa Reşid Paşa ve diğer Tanzimatçılar Osmanlı Devleti’ni yaşatmak için onu
yeni bir rotaya sokmaya çalışmışlarsa da bunun ne derecede başarılı olduğu hâlen
tartışılmaya devam edilmektedir. Tanzimat döneminde Mustafa Reşid Paşa’nın hem
Hariciye Nâzırı hem de Paris Sefiri olması bazı problemler doğurmuştur. Dönemin
uygulaması olarak bir kişi birkaç görevi birden yapıyordu. Tanzimat döneminde bütün
düzenlemelerin yükü neredeyse Mustafa Reşid Paşa’nın omuzlarına yüklenmişti. Bu
durum da doğal olarak bazı işlerin eksik kalmasına neden oluyordu. Bu durum
belgelerde şöyle dile getirilmektedir: “Devlet-i Aliyye’nin istihsal-i mamuriyet ve
miknete destres olabilmesi esbabına teşebbüs dahi faidelü göründüğüne ve bu mesele
içün elbette konferans tabir olunur bir meclis küşadı lazım geleceğinden… Umur-ı
Hariciye Nezareti’nde bulunduğunuzdan sizin veyahud Devlet-i Aliyye’nin ittihad-ı âlisi
olan lisana aşina ve Avrupa ahvaline vakıf başka birisinin bizzat Meclis-i mezkûre
duhulü taraf-ı Devlet-i Aliyye’den istida olunması lazımdır diyerek bu babda dahi bazı
ihtarât-ı hayırhahâne’ye dair hayli şeyler söylemiş olmağla…”105
Tanzimatçılar değişik fikirdeki aydınlarımız tarafından kendi görüşleri
doğrultusunda değerlendirilmiştir. Türkiye’deki sol düşüncenin önemli düşünürlerine
göre, Tanzimatçılar ve Mustafa Reşid Paşa batının uşağı olarak görülüp bu Batılılaşma
sömürge ve yarı sömürge haline getirilen bütün Avrupa dışı ülkelerde görülen cinsten
bir Batılılaşma, bir uydulaşmadır. Reşid Paşa, Tanzimat’tan sonra bol sayıda örnekleri
görülecek olan yeni tip bir devlet adamıdır. Eskiden nüfuzlu paşaların himayesine
girilerek idarede kariyer yapılırken, Reşid Paşa yabancı bir devlete dayanarak kariyer
yapma çığrını açmıştır. 106
Muhafazakârlar ise, Tanzimat’la birlikte geleneklerimiz,
göreneklerimiz ve törelerimizin aydınlarca Batılı değerler karşısında ikinci plana
atılmasını eleştirirler. Onlara göre soysuz, kökünden kopmuş ve kendi halkından uzak
kendilerine aydın diyen yeni nesiller tarihi bağlarından koparak kendilerini takip eden
toplumu da manevi bunalım içine sürüklediler. Bunlara göre Tanzimat, Osmanlı
toplumuna ahlakî çöküşten başka bir şey getirmemiştir.
Günümüzün en önemli Osmanlı tarihçilerinden olan Halil İnalcık ise bize göre en
doğru ve Tanzimat dönemindeki gelişmelere de en uygun tarifi yapmaktadır. Halil
İnalcık, Tanzimat dönemini şöyle tarif ediyor: “Tanzimat temel müesseseleri bozulmuş
olan Osmanlı İmparatorluğu’nun yepyeni bir medeniyetle yükselen ve taarruza geçen
105
Defter1, s. 8- b. 106
Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni, Ankara, 1968, s. 58.
85
bir Avrupa’nın ezici üstünlüğü karşısında yeniden teşkilatlanma teşebbüsünün kati bir
safhasıdır.”107
Tanzimat hakkında olumlu veya olumsuz değerlendirmelerin hâlâ devam etmesi,
onun Türk tarihinin en önemli belki de birinci yenileşme hareketi olmasından
kaynaklanmaktadır. Tanzimat hareketi toplumumuzda olumlu veya olumsuz önemli
etkiler bırakmıştır. Bu etkinin Cumhuriyet döneminde de devam ettiğini görmekteyiz.
Her alanda köklü reformlar yapan Tanzimat’ın en başarılı olduğu alan Hukuk alanı
olmuştur diyebiliriz. Tanzimat’la bütün Osmanlı tebaasının can, ırz, mal ve din
güvenliği sağlanmıştır. Mustafa Reşid Paşa İngiltere’de yaptığı çalışmalar sonucunda
Batı’nın ilerlemesinin en önemli motor gücü olarak hukuku görmüş ve Osmanlı
Devlet’nde hukuk reformu yapmanın şart olduğuna karar vermişti. Tanzimat’ın ilanı ile
başlayan hukukta yenileşme, Osmanlı Devleti’nin yıkılışına kadar devam edecek hatta
Cumhuriyet’in ilanından sonra da etkisini sürdürecektir. Zaten bazı Batılılar
Tanzimat’ın ağırlıklı olarak hukuk alanında yapıldığını düşünmektedirler. Bununla ilgili
olarak ünlü Türkolog Mordtmann şöyle demektedir: “Tanzimat hareketi, yalnız
Müslüman olmayan Osmanlı uyrukların hukuksal durumlarında yapılan bir
değişikliktir. Ama Türkiye’de bu daha genel olarak hukuk ve idarede değişiklikler
biçiminde anlaşılmaktadır”.108
Yukarıda da belirttiğimiz gibi birçok Türk aydını Tanzimat’ı değişik yönleri ile
anlamış ve öyle tarif etmişlerdir. Mesela, Hilmi Ziya Ülken “Askerî ve teknik olarak
başlayan Batılılaşmanın siyasî-hukukî bir şekil alması”109
, Nihat Sami Banarlı
“Osmanlı Devleti’nin artık başa çıkamadığı askerî ve siyasî Rus ve Avrupa baskısı
karşısında, sırf varlığını korumak için yapmak zorunda kaldığı siyasî, adlî, ictimaî ve
medenî bir hareket”110
olarak tarif etmişlerdir. Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa
Kemal Atatürk de Tanzimat’ı şöyle tarif etmiştir: “Memleket içinde isyan ocağını
körüklemekte olan Müslüman olmayan unsurları memnun etmek, onların tarafını yerli
yersiz bahanelerle tutan, devletin içişlerine karışan Avrupa devletleri, Batı karşısında
bir şeyler yapmak zaruretlerinden doğan bir hareket.”111
107
Halil İnalcık, Tanzimat ve Bulgar Meselesi, Ankara, 1943, s. 2. 108
Ahmet Mumcu, “Hukukçu Gözüylü Mustafa Reşid Paşa ve Tanzimat”, Seminer, s. 39. 109
Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, İstanbul, 1979, s. 34. 110
Nihat Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul, 1980, c. II, s. 810- 811. 111
Nejat Göyünç, “Tanzimat’a Yöneltilen Eleştiriler”, Seminer, s. 105.
86
Tanzimat’ın getirdiği Müslüman-Hıristiyan eşitliği prensibinden iki taraf da
memnun kalmamıştır. Hatta daha önce de belirttiğimiz gibi Hıristiyan tebaa da
aralarındaki dengenin bozulmasından kaygı duyarak, Tanzimat’a pekiyi gözle
bakmamışlardı. Gayr-i Müslimler, Tanzimat’ın getirdiği haklardan kısmen memnun
olmakla birlikte, onun getirdiği yeni sorumluluklara karşı çıkıyorlardı. Müslümanlar ise,
Gayr-i Müslimlere verilen ayrıcalıklardan rahatsız oluyor; İslam dininin üstünlüğüne bir
çırpıda darbe vurulduğunu düşünüyor ve menfaati zarar gören bazılarının kışkırtması ile
birçok yerde ‘Şerat elden gidiyor’ çığlıkları ile gösteri yapıyorlardı.112
Yabancı
devletler, Müslüman halkın hoşnutsuzluğundan faydalanarak, Katolik, Ortodoks ve
Protestanların hamisi sıfatıyla Osmanlı Devleti’ne daha fazla müdahalelerde bulunma
fırsatı bulmuşlardı. Tanzimat Fermanı’nın hazırlayıcısı ve bu dönemin en önemli
şahsiyeti olan Mustafa Reşid Paşa ve arkadaşlarının gayesi ülkeyi modernleştirmekti.
Cevdet Paşa’nın açık olarak ifade ettiğine göre “neşr-i maarif ve tamim-i terbiye ile
devleti, usul-i cedide-i Avrupa’ya tevfikan tanzim etmek” yani eğitim ve kültürü
yaygınlaştırmak yolu ile devleti Avrupa’daki yeni usullere göre düzenlemek idi. Bunu
sağlamak için tabiatıyla birçok Batılı müessese ve fikirler ülkeye girdi. Milliyet
duygusu, vatan sevgisi, hürriyet aşkı, halkın yönetime daha fazla katılmasını ifade eden
meşrutiyet ve cumhuriyet gibi kavramlar bunlar arasındadır. Bütün bu gelişmeleri,
Tanzimat’ın yarattığı fikirlere ve kahramanlara borçluyuz. Bu nedenle bazı tarihçiler:
“Cumhuriyet’in temelleri Tanzimat’la atılmıştır” demektedirler.113
Tanzimat yöneticilerinin ve aydınlarının amaçlarından birisi de “ittihad-ı İslâm”
dan önce “ittihad-ı anâsır” yani İslâm birliğinden evvel milletlerin birliğini
sağlamaktı.114
Bunun için üretilen “Osmanlı” deyimi 1876’da Kanun-ı Esasi’ye de girdi
ama maalesef başarılı olamadı. Bu başarısızlığın sebebini 1789 Fransız ihtilalinin
getirdiği milliyetçilik ilkelerinin sonuçlarında aramak gerekir. Bununla ilgili Atatürk
şunları söylüyor: “Osmanlı İmparatorluğu dâhilindeki akvam-ı muhtelife hep milli
akidelere sarılarak, milliyet mefkûresinin kuvvetiyle kendilerini kurtardılar. Biz ne
olduğumuzu, onlardan ayrı ve onlara yabancı bir millet olduğumuzu sopa ile içlerinden
kovulunca anladık”115
Dış etki ve devlet anlayışındaki Paradigma değişmesi nedeniyle
112
Salahi R. Sonyel, A.g.s., s. 344- 345. 113
Ekrem Üçyiğit, A.g.s., s. 12- 13. 114
Erol Güngör, İslâmın Bugünkü Meseleleri, İstanbul, 1983, s. 161. 115
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri1, Ankara, 1988, s. 143.
87
oluşan ulusal devlet anlayışlarına geçişin de tesiri ile gerçekleşen bu başarısızlık,
günümüzde dahi çözülememiş ve bütün Ortadoğu’da onarılamaz yaraların açılmasına
neden olmuştur.
Kanımızca Tanzimat’ı “Bizi Avrupa medeniyetine dış görünüşü taklid etmek
suretiyle sokmağa kalkmaları kısır kaldı” veya “Osmanlı Türkiyesi’nin medeniyet
değiştirerek, yalnız Türkiye için değil, bütün Yakın ve Orta Şark için büyük bir inkılâbın
başlangıcı”şeklinde değerlendirmek eksik kalır. Bildiğimiz gibi Batı medeniyeti üç
temel üzerine kurulmuştur: Grek düşüncesi, Roma hukuku ve Hıristiyan inancı. Biz neyi
değiştirerek bu üç temelden hangisini benimseyebiliriz? Türk Milletinin tarihi temelleri
bellidir: Eski Türk kültürü ve medeniyeti, İslâm inancı ile karşılaştıkları diğer
kültürlerden alarak özümsediği değerler. Bizim medeniyetimizle Batı medeniyetinin
tamamen kaynaşması mümkün değildir. Bunun nedenini dünyaya bakış felsefelerimizin
farklılığında aramak doğru olacaktır. Şöyle ki, bizim dünyaya bakışımızı inancımız
belirler, Batının çoğunun dünyaya bakışını ise menfaati ve çıkarları belirler. Yani Batı
medeniyeti ile aramızda, imanlı akıl ile imansız akıl arasındaki fark kadar ayrılık vardır.
İmanlı akıl; dünyaya kendini geliştirmek ve iç dünyasını zenginleştirmek için bakarken
imansız akıl; ondan nasıl faydalanabilirim, onu nasıl sömürebilirim diye bakar. Belki de,
Osmanlı Devleti’nin yıkılmasını ve Batılı sömürgeci devletlerin bütün dünyayı kasıp
kavuran yükselişler gösteren gelişmesini bu noktada aramak faydalı olur.
Tanzimat getirdiği Batılı değerlerle, Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan
değişik milletler ve inançlar için onları çeşitli açılardan etkileyen bir başlangıç noktası
olmuştur. Lale devrinden itibaren birçok alanda yapılan reformlar, 1826 yılında
Yeniçeri ocağının kaldırılmasına kadar başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Yeniçeri ocağının
kaldırılması, Osmanlı muhafazakârlığının asıl dayanağını teşkil eden geleneksel gücün
yokolmasını sağlamıştır. Böylece yapılacak liberal değişikliklere gerekli ortam
hazırlanırken, devletin üstünlüğünü teşkil eden asıl gücü yok edilmiştir. Bundan dolayı
Tanzimat, kendisinden önceki bütün reformları tavır ve başarı açısından geçen bir mana
taşır. Fakat dönemin şartları ve toplumun inanç yapısı nedeniyle eskiyi tamamen
ortadan kaldıramamış ve birçok alanda ikiliklerin doğmasına neden olmuştur.116
116
Ekrem Üçyiğit, A.g.s., s. 11.
88
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
TANZİMATTAN LONDRA ANTLAŞMASINA MISIR MESELESİ
(1839- 1840)
I.Tanzimat’ın İlanı ve Düvel-i Muazzama
Tanzimat-ı Hayriye, Osmanlı devlet ve toplumunu modernleştirmeyi hedefleyen
sürekli bir yasama ve reform dönemi olup, yönetimin merkezîleşmesini artırmış ve
1839- 1876 yılları arasında Osmanlı toplumuna devlet katkısının artmasını sağlamıştır.
Tanzimat hareketini mümkün kılan, II. Mahmud’un Osmanlı hükümetinin kapsamını
geleneksel sınırlarının dışına taşırıp, tüm yaşam biçimlerini düzenleme görev ve
yetkisini de kapsayacak şekilde genişletmesi, Osmanlı reform kavramını eski kurumları
koruma ve yeniden canlandırma geleneğinden ayırıp, bunların yerine bir bölümü
Batı’dan ithal edilen yenilerini getirmesidir.117
Osmanlı Devleti; Fransız devrimi, sömürgecilik ve sanayileşmenin etkisiyle
ortaya çıkan ve kendi devlet yapısının temellerini de kökten sarsan yeni bir dünya ile
karşı karşıya idi. Koçi Bey risalesine kadar devletin düzelmesi için referans noktası
olarak Kanunî dönemi gösterilirdi. Osmanlı toplumu Batı üstünlüğünü ağır
yenilgilerden sonra onun endüstri ve teknolojideki ilerlemelerini görerek kabullenebildi.
Bunun yarattığı sarsıntı sonucunda devletin bekası için Avrupa referans olarak
gösterilmeye başlandı. Osmanlı Devleti’nin yaşaması için dünyadaki yeniliklere ayak
uydurması ve sistemini buna uyarlaması gerektiği özellikle Tanzimatçı devlet adamları
tarafından sıkça dile getirilmiştir. Osmanlı Devleti’nde Batı’yı örnek alan ilk yenileşme
adımlarını III. Selim attıysa da devleti Batı sistemine uyarlamak gerektiğini Mustafa
Reşit Paşa’nın telkinleri ile II. Mahmud kabul etti. II. Mahmud’un yaptıklarının doğru
olup olmadığı tartışılabilir ama 1826 yılında gerçekleştirdiği Yeniçeri Ocağı’nın
kapatılması olayının gazâ sistemine dayalı Osmanlı devlet yapısını geri dönülmez
biçimde değiştirdiği tartışılamaz. Osmanlı Devleti, ordusu ile XIX. Yüzyılda halen
Avrupa ile baş edebilecek durumdaydı. Avrupa’dan esas geri olduğu alan sanayi,
ekonomi, bilim ve teknoloji alanıydı. Esasen askerî alandaki başarıları, Osmanlı devlet
117
S. J. Shaw, A.g.e., s. 86.
89
adamı ve aydınlarının Avrupa’nın bu alanlardaki ilerleyişini görmesini engellemiştir. Bu
düşünceyle ilgili olarak 1803- 1806 yılları arasında Paris’de kalan Halet Efendi’nin şu
sözünü örnek olarak verebiliriz: “Halkın nakil ve methettikleri Frengistan’ı daha
göremedik. O tuhaf şeyler ve o akıllı Frenkler kangı Avrupa’dadır bilemem.”118
II. Mahmud, hayatı boyunca yeniçeriliğin yerine yeni bir askerî sistem kurmak
istediyse de savaşlar ve değişik nedenlerle bunu tam olarak başaramadı. 1826 yılında
Yeniçeri ocağının kaldırılması ile koca devlet neredeyse savunmasız duruma düştü.
Yeniçeri ocağının kaldırılması ile Osmanlı Devleti kendine güveninin temelini teşkil
eden ve tarihi yüzyıllara dayanan asıl muhafazakâr dayanaktan yoksun kaldı. Osmanlı
Devleti’nde reformların yapılmasındaki en önemli engel orduydu. Yeniçeri ocağının
kaldırılması ile birçok reformların hiçbir direnişle karşılaşmadan yapılmasını sağlandı.
Batı kökenli yeniliklerin Osmanlı Devleti’nce pek kabul görmemesinin nedeni askerî
olarak onlarla aynı seviyede olunmasıydı. Oysa XVI. Yüzyıldan itibaren Rönesans,
reform ve coğrafi keşifler sonucunda, Avrupa ekonomik ve sosyal yönden hızla
ilerlemiş ve birçok yönden Osmanlı Devleti’nin önüne geçmeye başlamıştı. Osmanlı
gururunun temelini teşkil eden Yeniçeri ocağının kaldırılması ile bu durum da ortadan
kalkmış ve devlet her türlü reforma uygun hale gelmişti. Bundan sonra devlet yapısını
da yeniden düzenlemek yoluna gidildi.119
Abdülmecid’in tahta çıkışından yaklaşık 4 ay gibi bir süre sonra gerçekleşen
Tanzimat, Osmanlı Devleti açısından devletin bütün boyutları ile batılı sisteme göre
değişmesini hedeflediği için bir Paradigma değişmesiydi. Thomas Kuhn “Bilimsel
Devrimlerin Yapısı“ isimli eserinde “Paradigma” kavramını; “yeni sorunlara çözüm
üretemeyen bir sistemin kökten değiştirilerek, çözüm üreten yeni bir sistemin
kurulması” olarak tarif eder.120
Kuhn’un fizik ve matematik bilimleri için ifade ettiği
Paradigma kavramının devletler için de aynen geçerli olduğu düşünülebilir. Osmanlı
Devleti’nin sanayi öncesi duruma göre, milliyetçilik ve sömürgecilik akımları ortaya
çıkmadan kurgulanmış bir devlet yapısıyla XIX. ve XX. yüzyılda ayakta kalması
mümkün değildi. Tanzimatçılar’ın bu teşhisi doğruydu ama çözüm konusunda dış
baskılar ve savaşlar nedeniyle doğru adımların atılamaması devleti yine de çöküşe
118
Ekrem Üçyiğit, “Akdeniz Medeniyetleri Tarihinde Tanzimat”, Tanzimat’ın 150. Yıldönümü Uluslar
arası Sempozyumu, Ankara 31 Ekim- 3 Kasım 1989, Ankara, 1994, s. 9. 119
Ekrem Üçyiğit, A. g. s., s. 9. 120
Thomas S. Kuhn, Bilimsel Devrimlerin Yapısı, Çev. Nilüfer Kuyaş, İstanbul, 1991, s. 9, 118.
90
götürdü. Tarih bilimi olayların zaman ve mekânına göre değerlendirilmesini amaç
edinir. Tanzimat’ın ilanı, Osmanlı Devleti ve diğer çok uluslu devletler için uçurumun
kenarında iken yapılması gereken son çırpınışlardan birisidir. Eğer zaman ve şartlar izin
verseydi de bu Paradigma değişikliği normal seyrinde gerçekleşseydi, belki de insanlık
XIX. ve XX. yüzyılda yaşadığı ve hâlen de yaşamakta olduğu pek çok bunalımları
yaşamayacaktı. Devletler normal mecrasında, çatışma ve savaşlar olmadan biçim
değiştirebilecekti.
Fransız ihtilalinden sonra Osmanlı tebaası olan Gayr-i Müslimlerin, XIX. asır
başlarından itibaren birer millet olarak ortaya çıkmak için değişik faaliyetlere
giriştiklerini görmekteyiz. Bu milletlerin bağımsızlık düşüncelerini ortaya çıkaran unsur
sadece Batı düşüncesi ile tanışmaları değildir. En önemli sebep, kapitülasyonların
verdiği imtiyazlar ve Batılı devletlerin himayeci politikaları neticesinde bu milletlerin
ekonomik olarak kalkınmış olmalarıdır. Himayeci sistem sayesinde Avrupalı tüccarlarla
ekonomik ayrıcalıkları paylaşacak duruma gelen azınlıklar, yeni ve diğer
Müslümanlar’dan daha zengin bir ticaret sınıfı olarak ortaya çıktılar. Kapitülasyonlarla
yabancı elçilere yerli Gayr-i Müslim tercüman kullanma hakkı tanınmıştı. Daha sonra
bu hak genişletilerek yabancı konsoloslara da verildi. Hatta kapitülasyonlara aykırı
olduğu halde yerli Hıristiyanlar’dan konsolos görevlendirilmeye de başlandı. Bunların
diplomatik imtiyazları dahi vardı. Yerli tercümanlara beratla izin verildiği için bunların
hepsine “beratlı” deniliyordu. “Avrupa Tüccarı” da denilen beratlılar, kısa sürede bu
ayrıcalıkları sayesinde aşırı zenginleştiler ve özellikle Rum burjuvazi sınıfı bağımsızlık
düşüncesi için bir öncü rolü oynamaya başladı. Gayr-i Müslim cemaatlerde bağımsızlık
düşüncesinin artması, Müslüman topluluklar üzerinde İslâmlık eğiliminin güçlenmesine
neden oldu. II. Mahmud İmparatorluğu dağılmaktan kurtarmak için, İslâm birliğine
vurgu yaparak bunu güçlendirici politikalar izlemeye başladı. Fakat Müslüman olan
Araplar ve Arnavutlar arasında da bağımsızlık düşüncesinin güçlenmesi, bu politikanın
fazla bir etkisi olmayacağını gösterdi. Bu durum yeni bir gelişmeye tanıklık ediyordu;
bir devleti bir arada tutan dinî sebeplerin yerini artık iktisadî sebepler almaktaydı.
Osmanlı İmparatorluğu yukarda da belirttiğimiz gibi kendisini de aşan evrensel
nedenlerden dolayı temelden sarsılmaktaydı. Uzun yıllardır süren değişik ırk, din ve
milletleri barış içinde bir arada tutma misyonu çatırdamakta, Müslüman ile Hıristiyan
yalnız birbirinden ayrılmakla kalmamakta, değişik nedenlerle birbirine düşman
91
olmaktadır. “Fesad çıkar böl ve hâkim ol” zihniyeti uygulamaya girmiştir.121
Bu siyaset
insanları sömürmek için gelecek yüzyılda da futursuzca kullanılacaktır. Araplar
Müslüman oldukları halde, Mehmed Ali Paşa isyanından sonra, Türk gücünün artık
kendilerini koruyamayacağına inanmaya başlamışlardı. Suriye ve Lübnan Gayr-i
Müslimleri’nin Mısır ordusu çekilirken Osmanlı tarafına geçmek için Avrupa garantisi
istemeleri bu durumu açıkça göstermektedir. II. Mahmud’un bunları ortak bir amaca
doğru birleştirip yürütmek için yaptığı bütün girişimler başarısız kalmaktaydı.
İmparatorluğun geniş toprakları üzerinde, yeni ortaya çıkan sömürgeci güçlerin
başlattığı işgal hareketleri ve kışkırtmalar iyi niyetli girişimleri dahi sonuçsuz
kılmaktadır. Dağılma pozisyonuna gelen devleti yaşatmak için köklü reformlar
yapmaktan başka çare kalmamıştı. Tanzimat, kopma noktasına gelen toplum bağlarını
yeniden elden geçirerek güçlendirmek çabası ile ortaya çıktı. Avrupalı büyük
devletlerinin baskı ve müdahaleleri altında Gayr-i Müslim cemaatlerin Türk ve diğer
Müslüman cemaatlerle birlikte yaşayabilecekleri bir İmparatorluk birliğinin
kurulmasına çalışıldı. Fakat 3 Kasım 1839’da ilan edilen Tanzimat Fermanı’nın esasları
böyle bir birliği sağlamaktan uzaktı. Bu Ferman, bir anayasa hatta bir kanun bile
değildi. Ferman’da Padişah, iradesinin sınırlandırılmasını kabul eder, bütün tebaanın
can, mal ve namus masumiyetini kanunların yargısına ve güvenliğine bıraktığını söyler,
hükümet yönetiminin kendi iradesine göre değil “mevadd-ı esasiyye’ye” göre yapılacak
kanunlara göre olacağını belirtir. Mevadd-ı esasiyye ise şeriattır. Buna göre yapılacak
kanunlar bütün tebaaya ayrım gözetmeksizin uygulanacaktır.
Tanzimat Fermanı, Osmanlı Devleti’ni bir arada tutmak için hazırlanmıştı ama
tatbikatı tamamen bunun tersi yönde oldu. Müslümanları kaynaştırmak şöyle dursun,
Gayr-i Müslim toplulukları dahi bir arada tutmayı başaramadı. Ortodoks Kilisesine
bağlı çeşitli milletler kendi Millî Kiliselerini kurmak suretiyle ayrıldılar. Tanzimat
döneminde devlet gittikçe milli bir temelden yoksunlaştı. Bütünleşmiş bir halkın devleti
olmaktan çıktı. Geleneksel temelleri kaldırılınca, Osmanlı Devleti yasal açıdan temelsiz,
millî anlamda köksüz, dış güçlerin katkısı ile ayakta durabilen bir egemenlik durumuna
düştü. Sık sık değişen Tanzimat hükümetleri, dış güçlerin desteği ile ayakta durabilen,
hatta onların siyasî ve ekonomik çıkarlarını dengelemek görevini yerine getiren birer
araçtan başka bir şey değillerdi. Hiçbir Tanzimat dönemi hükümetinin tam bağımsız
121
Mehmet S. Aydın, “Cavidnâme”, T. D.V. İslam Ansiklopedisi, c. 7, s. 179.
92
hareket ettiğini söylemek mümkün değildir. Dış güçler, Osmanlı idaresi altındaki Gayr-i
Müslimlerin çıkarlarını korudukları için, Müslümanlar devlet içindeki etkinliklerini
gittikçe kaybetmekteydiler. Gayr-i Müslim unsurların milliyetçilik akımları, Osmanlı
siyasî hayatında dinî tepkinin oluşmasında oldukça etkili oldu. Müslüman-Türk
unsurunda ise Türk milliyetçiliği yerine İslâmcılık eğilimini güçlendirdi. Bu nedenle
İmparatorluğun yıkılışına kadar Türkler arasında milliyetçilik anlayışı fazla
gelişmedi.122
Osmanlı Devleti kuruluşundan itibaren, değişik milletlerden ve inançlardan insanı,
dönemine göre en ileri sistemle bir arada huzur ve mutluluk içinde tutmayı başarmıştı.
Ama XIX. yüzyıla gelindiği zaman Avrupa’da gerçekleşen milliyetçilik, sömürgecilik
ve sanayileşme akımları tesiriyle bu sistemin devam etmesi mümkün değildi. Bu yeni
dönemin gerektirdiği idarî, malî, askerî ve siyasî değişiklikler çeşitli nedenlerle
yapılamıyordu. Mustafa Reşid Paşa, Osmanlı ordularının kendi valisine yenildiği,
donanmanın komutanı tarafından götürülüp Mısır’a teslim edildiği ve devletin
yaşamasının Rusya’nın insafına bırakıldığı bu karanlıktan ancak Avrupa’nın desteği ile
çıkılabileceğine genç Padişahı ikna etti. Böylece her şeyin buna uygun olduğu bir
dönemde 3 Kasım 1839 tarihinde Tanzimat ilan edildi. Mustafa Reşid Paşa’nın, II.
Mahmud’un reformlarından yola çıkarak geliştirdiği, kendi deneyim ve uygulamaları ile
değiştirdiği ve başlatılan reformları sürdürmek ve yaygınlaştırmak için kaleme aldığı,
Padişah tarafından onaylanan bu Ferman, Topkapı Sarayı’nın altındaki Gülhane
alanında değişik kesimlerden dinleyicilere bizzat kendisi tarafından okundu. Ferman iki
bölümden oluşuyordu; mazbata ve metin. Padişah iradesiyle;
1- Tebaa’nın yaşam, onur, mal ve mülkleri garanti altına alınıyor,
2- Vergi takdiri ve salınması bir sisteme bağlanıyor,
3- Ordu’da askere alma, eğitimde yeni yöntemler geliştirme ve yeni kuruluşlar
kurma yoluna gidiliyordu.123
Paris Sefiri Nuri Efendi’nin Londra’da Şekib Efendi varken Düvel-i Hamse ile
görüşmelere yetkilendirilmesi hususunda Palmerston ve merkez ile yapılan
görüşmelerin anlatıldığı bir belge vardır. Böyle bir şeye niçin ihtiyaç duyulduğu
araştırılması gereken önemli bir konudur. Bize göre, bu durum Tanzimat Fermanı’nın
122
Cevdet Küçük, A.g.s., s. 19- 22. 123
S. J. Shaw, A.g.e., s. 91- 92.
93
ilanı üzerinde 1789 Fransız İhtilali ilkelerinin etkisi ile açıklanabilir. Londra
görüşmelerine Fransa’nın katılmaması önemli bir eksiklikti. Bu eksikliği gidermek ve
Fransız ihtilalinin getirdiği yeni ilkeleri Londra antlaşmasında gündeme getirerek
Osmanlı lehinde kullanmak üzere Paris elçisi Nuri Efendi de Londra görüşmelerinde
görevlendirilmiştir. Londra Antlaşması görüşmeleri ile Tanzimat’ın ilanı sürecinin
birbirine paralel olarak ilerlediği görülmektedir. Avrupa devletleri, Londra Antlaşmasını
sonuçlandırmak için bir yıl beklemişlerdir ki, Tanzimat Fermanı ile bekledikleri
tavizleri alabilsinler. Londra Antlaşması’nın maddelerini incelendiğimiz zaman bu
etkiyi açıkça görebiliriz. Bu meselede henüz sonuca ulaşılamamış ise de bu ilkelerin
antlaşmaya yansıtılması ile Fransa’nın da iknası meselenin istenildiği gibi çözülmesi
bakımından önemli bir ayrıntıdır. Bütün bu sebeplerle buradaki memurun bir başka
memurla desteklenmesi çözüme katkıda bulunacaktır. İfade etmeye çalışığımız bu
fikirlerin işaretlerini bir belgede şöyle görmekteyiz: “… Londra sefiri saadetlü Şekib
Efendi bendelerinin dahi bi-mennihi Teâlâ hemen bu günlerde oraya vasıl olarak artık
bu maslahatlara onun tarafından bakılacağı… ”124
Tanzimat dönemi sıkıntılı bir iç savaşla açılmıştır. Mehmed Ali Paşa olayının
yarattığı sıkıntı eski devirde olduğu gibi paranın ayarını düşürmekle veya başka küçük
değişimlerle çözülecek gibi değildi. Bu nedenle hükümet ilk defa çağdaş Avrupa para
sistemini taklit ederek banknot çıkardı. Ama bu tedbir de halk tarafından fazla itibar
görmedi. Tanzimat dönemi aydını, Avrupa taraftarı politikasını ve yönetimin
modernleşmesini Prens Matternih zihniyetiyle benimseyen bir gruptu. Matternih’in
“İmparatorluğun dış politikadaki gücü içteki düzenin sağlamlığına bağlıdır” sözü
onların çoğunun düsturuydu. Bunu benimseyenlerden birincisi dönemin Viyana elçisi
Sadık Rıfat Paşa ikincisi ise Ahmed Cevdet Paşadır.125
Matternih, Mustafa Reşid Paşa’nın Londra elçiliği sırasında, İngiliz devlet
adamlarının telkinlerinin tesiri ile Tanzimat Fermanı’nı hazırlayıp Padişah’a
onaylattığını ifade eder. Bu düzenlemelerin bir amaçtan yoksun olduğu için başarıya
ulaşmasının zor olduğunu belirtir. Bundan dolayı Tanzimat’ı ‘gösterişli bir tahrir’ olarak
nitelendirir.126
Tanzimat Fermanı ve bunu izleyen diğer reformlar; Matternih gibi
tutucular ile Canning gibi liberallerin etkisi kadar, Tanzimatçı devlet adamlarının,
124
Defter2, s. 10- a, b. 125
İ. Ortaylı, A.g.e., s. 235. 126
S. R. Sonyel, A.g.s., s. 344
94
devletin gerçekleriyle yabancı devlet adamlarının yorumlarını ve kendi görüşlerini
tartarak hareket etmesinin bir karışımıydı.127
Bu Ferman tarz olarak Büyük
Britanya’daki “Queen’s speech to parliament” i yani kraliçenin parlamentoya
hitabelerini andırıyordu. Ancak ondan farklı olarak, hatt-ı hümayunda ifade edilen
cümleler Padişah’ın kişisel projeleriymiş gibi yansıtılıyordu.128
Tanzimat’ın baş aktörü olan Mustafa Reşid Paşa, Mısır meselesinin çözülmesi ile
Tanzimat arasında sıkı bir ilişki olduğunu pekçok kez ifade etmiştir. Birçok ifadesinde
görüleceği gibi, bu şekilde Osmanlı Devleti’nin geleceğini ve refahını garanti altına
aldığını düşünmektedir. Osmanlı Devleti ve halkını böylece kontrol altına sokmuş ve
onu medenî Avrupa ailesi ve hukukuna dâhil etmiştir. Bu durumu Avrupa devletleri’nin
aralarındaki rekabetlerden de faydalanarak gerçekleştirdiğini şöyle ifade etmektedir:
“Fransa ve İngiltere ve Nemçe devletlerinin bi’l-ittifak… Devlet-i Aliyye’yi hukuk-ı
Avrupa’ya idhal ile Devlet-i Aliyye’nin tamamiyet-i mülk ve istiklalini muhatarât-ı
hâliye ve istikbaliyeden muhafaza ve temin kazıyyesine dahi şamil olmasına… ”129
Mısır meselesinin gelişimi kronolojik olarak incelendiği zaman, meseleye kesin
çözüm getiren Londra Antlaşmasına giden süreçle Avrupa’ya verilen tavizlerin ilişkisi
açıkça görülür. 1831-1841 Yılları arasını kapsayan ve Osmanlı Devleti’nin en hayati
meselesi olan Mısır meselesinin yaşandığı bu 10 yıllık dönemde, devletin geleceğini de
ipotek altına alabilecek çok önemli antlaşmalar ve uygulamalar olmuştur. Ruslar’la
imzalanan Hünkâr iskelesi, İngilizler’li imzalanan Baltalimanı, Fransızlar’la imzalanan
Aynalıkavak ve Tanzimat’ın ilanını bunlar arasında sayabiliriz. Tanzimat Fermanı’nın
hangi şartlar altında ilan edildiğini ortaya koyduğumuz zaman bu diğerlerine de ışık
tutacaktır. “Reşid Paşa ol vakit Düvel-i Avrupa miyanelerinde bir ittifak hâsıl edip de
kalemen Mısır meselesini hall ve tesviye etmeye çalışıyordu. Fakat bunu Tanzimat-ı
Hayriye’nin icrasına rabt edip iki işi birlikte yürütmek istedi. Efkâr-ı atîka ashabından
olan vükela ânın meydana koymak istediği Tanzimat-ı Hayriye’den hoşnud olmayıp
ancak Mısır işi bittikten sonra ânın tesis edeceği tanzimatın temellerini yıkmak kâbil
olur mütalaasıyla mücerred Mısır maslahatının husule gelmesi için Tanzimat-ı
Hayriye’nin vazına muvafakat etmişlerdi… ”130
127
İ. Ortaylı, A.g.e., s. 236. 128
Justin McCarthy, Osmanlı’ya Veda, Çev. Mehmet Tuncel, İstanbul, 2006, s. 36. 129
Defter1, s. 13- b. 130
A. Cevdet Paşa, Tezakir, s. 7.
95
Abdülmecid dönemindeki hızlı modernleşme gayretlerinin ardında, Osmanlı
Devleti’ni Mısır gailesinden kurtarma ve devleti yaşatma için Avrupa desteğini sürekli
hâle getirme niyetinin olduğu görülmektedir. Nizip savaşında Mısırlılar’ın kazandığı
zaferden ve Osmanlı donanmasının büyük kısmının Mısır’a teslim edilmesinden sonra
Osmanlı Devleti dış yardım peşine düştü. Önce durumun vahametini göremeyen Avrupa
devletleri, devreye Rusya’nın girmesiyle çıkarlarının tehlikeye düşeceğini anlayarak,
duruma acil müdahale etmeleri gerektiğine karar verdiler. İngiltere ve Fransa, Rusların
İstanbul’a müdahale etmesini engellemek için işbirliğine gitti.131
Osmanlı Devleti,
Tanzimat’tan önce Fransa dışındaki tüm Avrupa devletlerinden diplomatik, Tanzimat
sonrasında ise özellikle Avusturya ve İngiltere’den askerî destek sağladı. Osmanlı
Devleti’nin en az Mısır kadar kurtarılmaya layık olduğunun göstergesi olarak 3 Kasım
1839’da Tanzimat ilan edildi. Tanzimat’ın getirdiği temel hak ve özgürlükler, Avrupa
kamuoyunun desteğini ve sempatisini sağlama bakımından son derece önemliydi. 1839-
1850 yılları arasında reformların hızlı bir şekilde sürdürülmesi Mustafa Reşid Paşa’nın
bunun gerekliliğine inanması ve yoğun gayretleri sonucunda olmuştur.
1839’da Tanzimat’ın ilanından sonra İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Palmerston’un
İstanbul’daki Elçisi Lord Ponsonbi’ye: “Hatt-ı Şerifiniz büyük bir politika başarısıydı”
demesi başta İngilizler olmak üzere Avrupa devletlerinin Tanzimat’ın ilanında büyük
tesirleri olduğunu göstermektedir.132
Avrupa devletlerinin sürekli olarak Osmanlı
Devleti’ndeki Gayr-i Müslimlerin hamiliğine soyunarak, Osmanlı Devleti’ne müdahale
etmek istediklerini biliyoruz. Tanzimat’ın ilanıyla getirilen idarî, malî, askerî ve sosyal
içerikli kurallar birçok amacın gerçekleşmesini hedeflemekteydi. Bu yeniliklerin
gerçekleşmesiyle; vatandaşlık haklarının teminat altına alınması, yönetimin
iyileştirilmesi ve vatandaşlar arasında eşitlik sağlanması isteniyordu. Bütün bunların
gerçekleşmesi durumunda Avrupa desteği sağlanarak, Mısır ve Boğazlar meselesi
Osmanlı Devleti lehinde çözülebilecekti. Mustafa Reşid Paşa Tanzimat Fermanını
okurken onu izleyenler arasında Avrupa elçileri ve temsilcileri de vardı. İngiltere’nin
İstanbul sefiri Ponsonby de 2 Kasımda aldığı bir çağrıyla, ertesi sabah saat 9 ile 10
arasında, üniforması ile saraya teşrif etmesi istenilenler arasındaydı. O’na göre
131
F. E. Bailey, A.g.s., s. 250. 132
Roderic H. Davison, Osmanlı Türk Tarihi (1774- 1923) ,Çev. Mehmet Moralı, İstanbul, 2004, s. 122.
96
Fermanla bu devletin değişemeyeceğini söyleyenlere güzel bir cevap verilmiş
oluyordu.133
Tanzimat döneminin getirdiği en önemli değişimlerden birisi, “rey-i vahid”
dediğimiz tek elden karar verilmesi usulünün terk edilip “ittifak-ı ârâ” dediğimiz ortak
karar verilen meclis usulünün getirilmesidir. Böylece topluluğun vereceği kararın tek
kişinin vereceği karardan daha doğru olacağı esası yani demokrasinin ilk adımı, kalıcı
olarak Tanzimatçılar tarafından atılmıştır. Belgelerde de gördüğümüz birçok meclis
Tanzimat döneminde devlet yönetimine girmiştir. Türk devlet teşkilatının esasını teşkil
eden meclis fikri Türklerin ilk devirlerinden itibaren varolmuştur. Türk devlet
geleneğindeki bu usulün, İslâm dininin esasında bulunan müşavere ile daha bir şuur
bulması, Türkleri cihan hâkimiyeti mefkûresine götüren önemli unsurlardan birisi
olmuştur. II. Mahmud dönemi ise, meclislerin kurulması ile ileriye dönük oldukça
önemli atılımların yapıldığı bir dönemdir. Bu meclisler daha ziyade müşavere içindi.134
Osmanlı Devleti’nde gerçekleştirilen liberalleşme hareketi İngiltere ve Fransa
tarafından hoş karşılanıp teşvik edilirken, Rusya ve Avusturya tarafından hoş
karşılanmadı. Ancak bu devletlerin hepsi siyasî ve ekonomik çıkarları için bu
Ferman’dan faydalanma yolunu izlediler. Daha önce de belirttiğimiz gibi özellikle
İngiltere ve Fransa, bu Ferman’la Müslüman olmayan azınlıkların da haklarının
verildiğini söyleyerek memnuniyetlerini dile getirmişlerdir. Oysa Osmanlı Devleti’nin
kuruluşundan itibaren Gayr-i Müslimlerin hak ve hürriyetlerine en saygılı devletlerden
birisi olduğunu biliyoruz. Tanzimat Fermanı ise Gayr-i Müslim Osmanlı halklarının
diğer devletlerin güdümüne girmesine neden olarak, devlet otoritesinde derin bir gedik
açtı. Rusya; Ortodoks, İngiltere; Protestan, Fransa; Katolik halk için müdahalede
bulunup, Osmanlı Devleti’nin fırsat buldukları her durumda içişlerine karıştılar. Bu
müdahaleler sonucu daha sonra ortaya çıkacak olan‘Kutsal Yerlerin İdaresi’ konusu
önemli bir sorun haline gelecektir. 1867 yılında İstanbul’a İngiliz elçisi olarak atanan
Lord Lyons fermanın sonuçlarının tamamen Hıristiyanlar lehinde olduğunu ifade
ediyordu. “Sultanın Hıristiyan uyruklarının sayı bakımından çoğaldıkları, daha aydın,
daha varlıklı duruma geldikleri kesindir. Bu sahalarda Müslümanları geride bırakacak
biçimde ilerledikleri görülüyor.”135
133
S. R. Sonyel, A.g.s., s. 343. 134
Ali İhsan Gencer,”Encümen-i Dâniş ve Mustafa Reşid Paşa”, Seminer, s. 31. 135
S. R. Sonyel, A.g.s., s. 351.
97
Tanzimat’a açıktan muhalefet eden ve onun Osmanlı Devleti aleyhinde olacağını
söyleyen en önemli devlet adamı daha önce de belirttiğimiz gibi Avusturya Başvekili
Matternih’tir. Matternih, Avrupa’ya has usullerin aynen alınmasının Osmanlı Devleti’ne
zarar vereceğini söyleyerek, Türklerin eski geleneksel rejimlerine bağlı kalmasının daha
doğru olacağını söylemiştir. Matternih’e göre, Avrupa kanunları yalnız Avrupalılar’a
hastır. Avrupa’dan alınan kanunlar Türklerin din ve geleneklerine uymaz. Türkler
kendileri hakkında Avrupalılar’ın ne düşündüğünü bırakıp kendi gelenek ve dinlerinin
kurallarına göre hareket etmelidirler. Avusturya ve Rusya açıkça söylemese de kendileri
gibi çok uluslu bir İmparatorluk olan Osmanlı Devleti’ndeki yeniliklerin kendi
halklarına sirayet etmesinden korkuyorlardı. Bu nedenle Osmanlı-Mısır meselesinin en
kısa yoldan çözülmesini istiyorlardı.
Bu tabloyu genel olarak değerlendirdiğimiz zaman Tanzimat, İslam
Medeniyeti’nin Osmanlı kesiminde ilk ciddi tavır değişikliğini göstermesi bakımından
önemlidir. Paradigmatik bir değişimi ifade eden bu tavır bilinçli olmaktan ziyade
dönemin getirdiği zorunluluklardan kaynaklansa da gerçekleştirilen reformlarla
Cumhuriyet ve Demokrasi’ye giden yolu açmıştır. Burada temel hata belki de Batı’nın
Osmanlı7yı geçmesini sağlayan bilim ve teknolojideki ilerlemelerden daha fazla
toplumsal ve moda ile ilgili yeniliklerin alınmasıdır. Bu durumu kavalalı Mehmed Ali
Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa şöyle ifade ediyor: ”Türkiye, ilerleme ve güçlenme için
gerekli kaynakları hâlâ bünyesinde taşımaktadır. Babıâli medeniyeti yanlış telakki
etmiştir. Bir millete apolet ve dar pantolon giydirerek yenileşme hizmetini
başlatamazsınız. Elbiselerden başlamak yerine halkın zihniyetini aydınlatmaları
gerekirdi; kıyafet hiçbir zaman topal birini sağlam bir adam yapmayacaktır.”136
136
F. E. Bailey, A.g.s., s. 252.
98
II. Birinci Londra Görüşmeleri Süreci ve Bu Süreçte Anadolu’nun Durumu
Londra görüşmelerinde Osmanlı Devleti’ni temsil etmek üzere Paris sefiri Nuri
Paşa görevlendirilmişti. Londra görüşmelerinde aynı anda iki elçinin görevlendirilmesi
Osmanlı Devleti’nin bu sürece verdiği önemi göstermekteydi. Bununla ilgili
görevlendirme yazısının kendisine ulaşması üzerine Nuri Paşa Paris’den ayrılarak yola
çıktı. Burada antlaşmanın şartları üzerinde Londra elçisi ile beraber Avrupa temsilcileri
ile görüşmelerde bulundu. Bu görüşmelerde Paris ve Londra elçilerinin beraberce
görevlendirilmesinde, çağın getirdiği yeniliklerin ve bunun iki ucu olan İngiltere ve
Fransa’nın önemi etkili olmuştur. Böylece bu devletler Osmnlı’yı desteklemek yönünde
teşvik edilmek istenmiştir. Bu görevlendirme ile ilgili belgede şunlar ifade edilmektedir:
“Malum-ı âlî buyrulduğu üzere Mısır meselesine dair Londra’da Düvel-i Fahîme
memurları beyninde icra olunacak Tanzimat müzakeresinde ve icabına göre yapılacak
senedi imza eylemek üzere Paris sefiri saadetlü Nuri Efendi bendeleri Londra canibine
memur ve tayin kılınmış olmasıyla... ”137
Kendisinin Londra görüşmelerinde temsilci olarak görevlendirilmesi üzerine Nuri
Paşa Hariciye Nezareti’ne bir yazı yazdı. Yazısında Londra görüşmelerinde
görevlendirilmesi ile ilgili yazının İngiliz Elçisi Lord Granville aracılığı ile kendisine
ulaştığını ve hemen hazırlıklara başlayarak 24 Muharrem 256/28 Mart 1840 günü
Londra’ya hareket ettiğini belirtmektedir. Bu görevlendirmede, Londra elçisinin ikinci
bir görevli ile desteklenmesi fikri ve Paris’in Londra’ya yakın olmasının etkili olduğu
görülüyor. Nuri Paşa’nın Londra görüşmelerinde görevlendirilmesi ile ilgili merkeze
yazdığı yazısı şöyledir: “Mesele-i Şarkiyye’ye dâir Londra’da verilecek kararda taraf-ı
müctemiu’l-mecd ve eşref-i hazreti şahâneden bir memurun dâhi bulunmaklığı icab
etmiş olduğundan kurbiyet cihetiyle çâker-i keminelerinin serian Londra canibine
azimet-i ubeydâneme dâir şeref-sunûh ve sudûr buyrulmuş irade-i seniyye-i hazret-i
mülûkane...”138
Paris sefiri Nuri Efendi’nin Londra’da Şekib Efendi varken Düvel-i Hamse ile
görüşmelere yetkilendirilmesi birçok tartışmalar sonucunda gerçekleştirilmiştir. Bunun
gerçekleştirilmesi ile ilgili hususlarda Palmerston ve merkez ile yapılan görüşmeler
137
Defter2, s. 6- a. 138
Defter2, s. 6- a.
99
Hariciye Nezareti’nde değerlendirilmiştir. Bu meselede henüz sonuca ulaşılamamış ise
de Fransa’nın da iknasıyla meselenin istenildiği gibi çözülmesi yakındır diye
düşünülmektedir. Bütün bu sebeplerle buradaki memurun bir başka memurla
desteklenmesi çözüme katkıda bulunacaktır diye Paris sefiri Nuri Paşa da Londra’da
görevlendirilmiştir. Şekip Efendi’ye nazaran daha tecrübeli olduğu için görüşmeleri
birinci temsilci olarak o yürütecektir. İngiltere ve Avusturya bütün süreçte olduğu gibi
hâlâ Osmanlı Devleti’nin görüşlerini desteklemektedir. Fakat İngiltere bu meselenin
çözümünü güç kullanmadan “ayak patırdısı” ile sağlayabileceğini düşünmektedir.
Osmanlı temsilcileri, sonunda Mısır ile sıcak bir çatışmaya girmenin gerekli olduğunu
söyleseler de başta İngiltere olmak üzere diğer müttefik devletler buna
yanaşmamaktadır. İngiltere silahlı bir müdahalenin Fransa ile ilişkilerini tümden
koparabileceğinden çekinmektedir. “Meelinden müsteban olduğu üzere İngiltere Devleti
evvel ve âhir hayırhahlığında iras eylediği sebat ve metanete müdavim ve düvel-i saire
dahi devlet-i muşarun-ileyhaya muvafakatta kaim olarak fakat Fransa Devleti’nin
mütereddid bulunması maslahatın şimdiye kadar tehirine bais olmuş ise de… İngiltere
Devleti’nin bu babda mütalaası, bu maddeyi muharebe açılmaksızın yalnız bir ayak
patırdısı ile bitirmek sureti olub… ”139
Nuri Paşa görüşmeler sürecinde sık sık İstanbul’u konunun gelişiminden haberdar
etmekteydi. Durum genellikle Osmanlı Devleti’nin istediği gibi gelişmekteydi. Fransa
bütün Kuzey Afrika kıyılarını ele geçirerek Akdeniz’i bir Fransız gölü haline getirmek
istemektedir. Buna İngiltere müsaade edemezdi. Çünkü böyle bir durumda İngiltere
bütün İmparatorluk hayallerine veda etmek zorunda kalacaktı. Fransa böyle bir şeyi
başarırsa İngiltere’nin ticaret yollarını keserek Hindistan’a ulaşmasını son derece
zorlaştırabilecekti. Bu nedenle Fransa’nın başına Kuzey Afrika’yı tamamen kontrol
etmesini engelleyecek gaileler açılmalıdır. Rusya Devleti, Mısır meselesinin çözümünde
İngiltere’nin yanında yer alarak onunla rekabetten kurtulmak istiyordu. Böylece tarihi
emellerine daha kolay ulaşabilecekti. Buna benzer daha birçok çıkar kavgalarını Nuri
Paşa mektubunda şöyle ifade etmektedir: “… Fransa Devleti’nin asıl meramı, Cezayir’i
zabt eylediği misillü ilerüde Tunus ve Trablus’u ve bade Mısır ile Girid ceziresini yed-i
139
Defter2, s. 10- a, b.
100
istilalarına geçirüb ol vechile Bahr-i Sefid’i kendülerine bir göl ittihaz itmek
mütalaasından ibaret ise de, İngiltere Devleti bunlara bir vechile razı olmaz...”140
Nuri Paşa’nın Palmerston ile yaptığı görüşmelerde ilginç diyaloglar vardır. Buna
göre, Mehmed Ali Paşa kendisine sığınan Osmanlı donanması asker ve subayları ile
görüşmüş ve onlardan bir savaş durumunda kendi yanında savaşıp savaşmayacaklarını
sormuştur. Osmanlı donanması mensupları, Osmanlı Devleti’ne karşı
savaşmayacaklarını ama diğer devletlere karşı savaşabileceklerini söylemişlerdir. Bu da
gösteriyor ki, Osmanlı donanması Mısır’a kendi isteği ile değil bazı kandırmalar
sonucunda sığınmıştır. Bildiğimiz kadarı ile bunda, donanma komutanı Ahmed Fevzi
Paşa’nın Sadrazam Hüsrev Paşa’ya olan kini birinci derecede etkili olmuştur. Bundan
dolayı onların müttefik devletlere karşı savaşmasını engellemek için müttefik donanma
ve diğer yerlerde Osmanlı Devlet’nden görevli ve subayların bulunması faydalı
olacaktır diye düşünülmektedir. Ayrıca bir konuşma sırasında Mısır’a karşı bir güç
gösterisi olarak İstanbul’a müttefik gemiler gönderilmesi tartışılıyor. Osmanlı Devleti
önce buna Rusya’nın muhalefeti nedeni ile izin vermese de sonra Rusya’nın da
muhalefeti terk etmesi ile izin veriyor ama böyle bir uygulamaya ihtiyaç kalmıyor.
Anlaşıldığı kadarıyla bu karışık durumda değişik dengeler gözetilmek zorunda
kalınıyor. “Valiy-i muşarun-ileyh muharebe hususunu İskenderiye’de bulunan
Donanmay-ı Hümayun ümera ve zabitanına lede’t-teklif eğerçi, sair devletlerle
muharebe olur ise sizinle beraber muharebe ideriz, lakin Devlet-i Aliyye ile olduğu
halde bizim muharebe itmek ihtimalimiz yokdur deyu cevab vermiş. Bu Donanmay-ı
Hümayun’un İskenderiye’ye gitmesi, Donanmay-ı Hümayun ricalinin re’y ve rızasıyla
olmayub, mücerred iğfale mebni olduğuna…”141
Londra görüşmelerinde bütün devletler kendi menfaatlerini düşünerek ayrı telden
çalıyorlardı. Mesela İngiltere, Mısır dışındaki bütün toprakların iadesini isterken Fransa,
Adana dışındaki yerlerin kayd-ı hayat şartıyla Mehmed Ali Paşa’da kalmasını istiyordu.
Bütün devletler bu süreçte kendi emperyal siyasetlerinin zarar görmemesi için gayret
gösteriyordu. Bundan dolayı meselenin çözümü sürekli uzuyor, bir oturumda çözülmüş
gibi görülen bir durum diğer oturumda şartların değişmesinden dolayı tekrar sorun
haline geliyordu. “Her dostun mevki ve ahvâli başka ve celb-i menfaat ve def’-i
140
Defter2, s. 10- b, 11- a, b. 141
Defter2, s. 12- a, 13- b.
101
mazarratına dair mütalaa ve politikası başka olmağla bu cihetler ile Düvel-i Müttefika
beyninde Mısır meselesinden dolayı reylerde ihtilaf olunub, mesela İngiltere Devleti
Suriye’nin ale’l-umum Mısırlu yedinden nez’i süretini iltizam itmekde ise de Fransa
Devleti tarafından güya yalnız Adana’nın şimdiden taraf-ı Devlet-i Aliyye’ye teslimiyle
diğer eyaletlerin kayd-ı hayat şartıyla öte tarafta kalması rey olunduğu rivayet
olunmakda olub…”142
Londra görüşmeleri sürecinde Osmanlı Devleti’ne en önemli muhalefeti Fransa
yapmıştır. Bunun üzerine görüşmelerdeki Osmanlı temsilcisi Nuri Efendi, diğer dört
devlet temsilcisine Mısır meselesinin gelişimini anlatan uzun bir yazı yazma ihtiyacı
duymuştur. Osmanlı Devleti’nin iç ve dış nedenlerle son dönemde başına birçok bela
gelmektedir. Biz bu belalardan kurtulmada Mehmed Ali’nin desteğini beklerken o bazı
nedenlerle bu durumdan faydalanmayı tercih etti. Ama Osmanlı Devleti ve Avrupa’nın
barış içinde yaşayabilmesi için Doğu meselesinin çözülmesi bizim ve Avrupa’nın
yararınadır. Bunu sağlamak için şu anda Avrupa’nın desteğine ihtiyacımız var. Düvel-i
Muazzama temsilcilerinin Osmanlı Devleti’nin toprak ve varlığını garanti altına alması
ve bununla ilgili Osmanlı Devleti, Mısır ve Düvel-i Muazzama arasında karşılıklı bir
görüşme mekanizmasının kurulması yararlı olacaktır demektedir.“… Taraf-ı Şahâne’ye
izhar olınan hüsn-i niyete istinaden Devlet-i Aliyye’nin elhaletü hazihi bulundığı hal-i
hâzırına binaen Taraf-ı mülûkâneden olarak Avusturya ve Fransa ve İngiltere ve
Prusya ve Rusya murahhasları muma ileyhim’i kendisiyle hal-i meşruh üzere bir
mukavele akd ve Şark canibinde tesis-i sulh ve salahı ve bu sulh olmadıkça alacağı
dürlü karışıklık ve uygunsuzlukların önünü kesdirmeyi müstelzim…”143
Yukarıda belirttiğimiz mektuptan sonra gönderdiği başka bir mektupta Nuri Paşa
Fransa’nın Mısır meselesinin çözümüne hangi konularda niçin muhalefet ettiğini anlatır.
Fransa anlaşmaya muhalefet etmemek için Mehmed Ali Paşa lehinde bazı tavizler
istiyor. Eğer Mehmed Ali Paşa kuvvetlerinin Suriye’yi terk etmesi isteniyorsa, Nablus
ve Kudüs gibi şehirlerin Mehmed Ali Paşa’ya bırakılması gerekir. Bu konuda Osmanlı
Devleti’ni ikna etmek için Mehmed Ali Paşa’nın vefatından sonra buralar iade
edilebilir. Avusturya, Suriye’nin tamamen iadesini isterken, Fransa buna karşı çıkıyor,
İngiltere ise savaş olmaksızın bu meselenin çözülmesi için orta yolu tercih ediyordu.
142
Defter1, s. 3- b. 143
Defter2, s. 19- a, b, 20- a.
102
Hatta bu durum Palmerston ile Fransız temsilci arasında baş başa gizli bir şekilde
görüşüldü ve bunun ardından Osmanlı Devleti’ne ne kadar tavizde bulunabileceği
İngiltere tarafından soruldu. Ama diğer devletler ve Osmanlı Devleti buna karşı çıkınca
mesele kapanmıştır. “Lord Palmerston ile lede’l-mülakat Fransa Elçisi’nin ifadesine
nazaran, Suriye eyaletlerinin külliyen istirdadına Fransalu muvafakat itmeyeceğinden
kendü mütalaasına göre, maslahatı suûbetten kurtarmak ve Fransalu’nun muvafakatı
istihsal kılınmak üzere, Suriye’nin bir mikdarı taraf-ı Eşref-i Hazreti Şahâne’den Mısır
Valisi’ne ihsan buyrulmak lazım geleceğini…”144
Nuri Paşa Londra görüşmeleri ile ilgili merkeze bir müzekkere gönderdi. İngiltere,
İstanbul’a müttefik donanmanın gelmesinin halkı mutlu edip sukunet getireceğini ve
Mısır birliklerine karşı Osmanlı Devleti yanında yer aldıklarını göstermesi bakımından,
yararlı olacağını düşünmektedir. Ayrıca bunu gerçekleştirebilirse meseleyi silaha gerek
kalmadan diplomatik yollarla çözebilecekti. Osmanlı temsilcisi bu durumun Rusları
rahatsız edeceğini, bu nedenle donanmanın Mısır ve Suriye kıyılarında dolaşarak
Mehmed Ali Paşa kuvvetlerini rahatsız etmesi ve oralardaki Osmanlı askerlerine moral
vermesinin daha doğru olacağını belirtti. “Bu defa mülakat olunan İngiltere Devleti
Amirali… Sual idüb, İngiltere ve Fransa donanmasından 5-10 adet sefine Asitane’ye
getirilmesi Devlet-i Aliyye’nin bazı müşkülatını def ve izaleye muntec olub Düvel-i
Mütehabbe’nin hayır-hahlıklarına delil olmaz mı? didikde, ol hareketin Rusya
Devleti’ne muceb-i şübhe ve vesvese olacağı ifade olundı. ”145
Londra görüşmelerinde diğer önemli görüşmelerde olduğu gibi birçok teklifler
sunulmuş, değişik menfaatler ve dengeler gözetilmeye çalışılmış ve sonunda ortak bir
noktada buluşularak bir antlaşma imzalanmıştır. Bu durumu Rus Arşiv Müdürü Sergey
Goryanof Rus arşiv belgelerinin ışığında geniş biçimde anlatır. 15 Temmuz 1840
tarihinde imzalanan bu antlaşma ile Padişah ile Mısır Valisi arasında uyulması gereken
kurallar ve uyulmazsa Mehmed Ali Paşa hakkında alınacak tedbirler belirtilerek, ayrıca
zorlayıcı tedbirleri de içeren bir protokol imzalanır. İmzalanan belgelerden birincisi;
Padişah ile tabii olan Mısır Valisi arasında yaşanan iç çekişmeye büyük devletler
tarafından yapılan müdahalenin sebeplerini şerh ve izah eden bir mukaddime ile
başlıyordu. Mukaddime’de müdahalenin Padişah’ın hükümranlık haklarına tecavüz
144
Defter2, s. 21- b, 22- a. 145
Defter2, s. 38- b, 39- a, b.
103
olmadığını göstermek için Osmanlı Devleti’nin, Mısır Valisi’yle savaştığı sırada bizzat
Padişah tarafından antlaşmayı yapan dört devlete yardım istenmek için müracaat
edildiği belirtilerek başlanıyordu. Bu dört devleti Padişah’a yardıma sevk eden sebepler
yalnız bu müracaattan ibaret olmayıp, diğer bazı amillerin de tesiri bulunduğu ifade
edilmekteydi. Avrupa barışını takviye etmek için Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünü
muhafaza edip, bağımsızlığını devam ettirmeye destek olmak arzusunun bu devletler
tarafından beslendiği bilinmektedir. Ayrıca İstanbul’daki elçiler tarafından 27 Temmuz
1839 tarihinde Babıâli’ye verilip, Padişah ile Mısır Valisi arasında barışı tesis etmek
için 4 devletin aracılığını içeren notanın kendileri için bir taahhüd hükmünü taşıdığı da
ilave edilmiştir. Bu mukaddime ile daha evvel Rusya’nın Münchengraetz
Antlaşması’yla müttefiki Avusturya’ya kabul ettirdiği “Osmanlı Devleti’nin
bütünlüğünü korumak” kaidesi Londra Antlaşması’yla Fransa hariç, büyük Avrupa
devletlerinin Şark Meselesi konusunda temel düsturu kabul edilmiştir.146
Mısır meselesinin görüşüldüğü Londra görüşmelerine aşağı yukarı bütün Avrupa
devletleri katılmak istemiştir. Bu devletlerden bazısı henüz birleşmesini
tamamlayamamış, bazıları ise varlığını bu görüşmeler vasıtasıyla Avrupa kamuoyuna
duyurmak isteyen devletlerdir. Bu duruma Belçika ve Sardunya’yı örnek olarak
verebiliriz. Belgeden anlaşıldığına göre, Sardunya Devleti kendi kuruluşunu tanıtmak
için Londra görüşmelerinde taraf olarak bulunmak istemektedir. Düvel-i Muazzama
dışındakilerin bugünkü manada gözlemci statüsü ile görüşmelerde bulundukları
düşünülebilir. Osmanlı Devleti kendisini destekleyen küçük Avrupa devletleri, Belçika
ve Sardunya vasıtası ile İngiltere ve Fransa üzerinde bir nevi lobi faaliyetlerinde
bulunmak istiyordu. “Belçika Kralı muşarun-ileyhin Fransa ve İngiltere devletleri
nezdinde fi’l-hakika derkar olan itibarı cihetiyle onun dahi bazı tedabir-i maneviye ile
Devlet-i Aliyye menfaatine çalıştırılmak suretine getirilmesi fevaid-i politikaya mucib
oldığına nazaran… ”147
Mısırlılar Konya’dan Edirne’ye kadar başıbozuk sergerdeleri günlük maaşla
ordularına kaydedip bu paralı askerler vasıtasıyla bütün ülkeyi Osmanlı aleyhine
kışkırtmaya çalışıyorlardı. Bu nedenle Mısır meselesi, Osmanlı tarihinde yeni görülen
bir iç meseledir ve oldukça nazik olduğundan dolayı çözümünde değişik yöntemler
146
Sergey Goryanof, Rus Arşiv Belgelerine Göre Boğazlar ve Şark Meselesi, Haz. A. Ahmetbeyoğlu, İ.
Keskin, İstanbul, 2006, s. 136. 147
Defter2, s. 2- a.
104
kullanılmaktadır. Değişik anlamalara yol açacağı için silah son çare olarak
düşünülmekte ve geniş istişareler sonucunda yapılacak girişimlerin meselenin
çözümünü kolaylaştırması dikkatle gözetilmektedir. Bundan dolayı bölge Valileri çok
zorda kalmadıktan sonra Mısır ordusu ile çatışmaya girişmekten dikkatle
kaçınmaktadırlar. Buna rağmen Mısır ordusu değişik yöntemlerle sürekli yeni asker
kazanmaktadır. Osmanlı ordusundan kaçanları ve değişik nedenlerle başıbuzuk olarak
dolaşanları değişik vaatlerle ordusuna kaydetmektedir. “4–5 mahdan berü Arabistan ve
havalisi ve öte taraflarında peyderpey başıbozuk askeri tahrir… Şimdilik ihtiyar-ı sukut
olunmuş ve havali-i mezkurede kesret üzere başıbozuk tahririnin sebeb-i hikmeti
anlaşılmamış olduğu işar kılınmış… Bu Mısır meselesi Saltanat-ı Seniyye’nin en mutena
ve rakik bir maslahatı olduğundan doğrusu her tarafı düşünülmesi vâcibe-i hâlden
olmak hasebiyle buna müteferri her bir hususatın beyne’l-havas mütalaa ve
müzakeresiyle ona göre muktezâlarının icrası …”148
Londra görüşmeleri sürecinde Osmanlı topraklarının işgalini önlemek için
bölgeye gönderilen askerlerin gıda ve diğer ihtiyaçlarının karşılanması önemli bir
problem oluşturmuştur. İşgal ve diğer nedenlerle halkın gelir seviyesi oldukça düştüğü
için vergi gelirleri azalmış, birçok insanın askere alınması nedeniyle üretilen tarımsal ve
hayvansal ürünler ihtiyacı karşılayamaz hale gelmiştir. Ilgın Muhassılı Maliye
Nezareti’ne yazdığı bir yazıda, Konya’da bulunan 10.000 civarında asker ve bunların
levazımatı nedeniyle vergi gelirlerinin bunların giderini karşılamaya yetmediğini, bunu
sağlamak için çıkarılan yeni vergi ve sorumlulukların halkı güç durumda bıraktığını
belirtiyordu. Ayrıca Konya ve havalisi ürünlerinin bu sayıda askeri beslemeye
yetmediğinden dolayı, bölgede gıda fiyatının aşırı yükseldiğini, gıda fiyatlarının dört
beş kat artmasından dolayı halkın bunu karşılayamaz hale geldiğini söylüyordu. Bütün
bu durumların Tanzimat’ın halka sağlamayı taahhüt ettiği refahı engellediğinden dolayı
iç ve dış problemlere neden olabileceğine dikkat çekiyordu. Bölgedeki arz ve taleb
dengesinin bozulmasının yüksek enflasyona neden olduğu görülmektedir. Bu durumu
bölgeden gelen daha birçok yazı ve şukkada da görüyoruz. “… Bir tarafdan tahrir-i
emlak bir tarafdan tahsil-i alel hasb ve bunun arasında kendülerinde olmayan şeyi
nerede bulur iseniz bulun diyerek cebr ve kahr suretleri gösterilmek Tanzimat-ı
148
Defter2, s. 6- b, 9- a.
105
hayriyyenin cümleye ilan olunan tebşiratı hilafı gibi görüneceği vareste-i kayd ve işar
olduğu… ”149
Aynı konuda dönemin Konya Valisi Hacı Ali Paşa da ilginç şeyler söylemektedir.
Gülek Boğazı civarında bulunan Çiftehan ve diğer yerlerin korunması için bulunan 300
civarındaki süvari ve yaya askerin ihtiyaçlarının Konya Eyaleti’ne bağlı; İçel, Alanya,
Niğde, Aksaray, Beyşehir ve Akşehir kazalarından sağlanması gerektiği belirtiliyordu.
Bunların geciken maaşlarının ödenerek, bununla ilgili tutulan defter ve kayıtların iyi
saklanması istenmektedir. Bu durum bize bu karışık dönemde halk karşısında devleti
zor durumda bırakabilecek bazı suistimallerin olduğunu göstermektedir. Yoksa ısrarla
kayıt defterlerinden bahsedilmesinin başka bir gerekçesi olamaz. Bölgede bulunan 300
askerin 4 aylık ödenmemiş maaşının ve diğer ihtiyaçlarının, savaş ve karmaşa ile
durumu oldukça bozulmuş yöreden karşılanmasının istenmesi şartların zorluğunu
göstermektedir. “Çiftehan ve Bac derbendi istihkamatında Topçu askeriyle birlikde
ikame-i vakıa ittirilmiş olan 300 şu kadar nefer süvari ve yaya başıbozuk askerinin icab
iden maaş ve tayinat bahalarının Konya eyaletinde… Muahharan ve gerek bu defa
takdim kılınan iki kıta mehaz defatirin nâtık olduğu üzere maaş ve tayinat bahalarının
zikrolunan elviye kazalarından usûl-i sabıkı vechile tahsili…”150
Diyarbakır Müşiri Sadat Paşa bölgesinde yapılması gereken stratejik
değişikliklerle ilgili olarak merkezden bazı isteklerde bulunmaktadır. Gerekli yerlerde
asker, binit ve yiyecek bulundurulması, olmayan yerlere bulunanlardan kaydırılmasını
istiyor. Diyarbakır’ın Irak ve Suriye’nin kapısı olduğu bu nedenle burası civarında iyi
donatılmış asker bulundurmanın ülke güvenliği için son derece önemli olduğunu
belirtiyor. Ayrıca Düvel-i Muazzama’nın saldırıların durdurulmasını istemesine rağmen
yer yer Mısırlılar tarafından tecavüzler olduğunu ve bunlara karşı nasıl bir yol izlenmesi
gerektiğini başkentten soruyor. Görüşme ortamının neden olduğu geçici belirsizlik
nedeniyle bölgedeki bazı aşiretlerin askeri rahatsız ettiğini bu nedenle bunlarnı tenkili
için tedbirler alınmasının faydalı olacağını belirtiyordu. “Mısır meselesinin hüsn-i
tanzim ve tesviyesi düvel-i fahîme marifetleriyle Londra’da tertib olunan meclisde
tezekkür olunmakda… Diyarbekir kalesi oldukça ve Bağdad ve Musul taraflarına
münasib olarak kale-i mezkure tahassün olunsa Malatya ve Sivas kolları açık
149
Defter2, s. 15- b. 150
Defter2, s. 16- a.
106
kalacağı… Diyarbekir ise havali-i Irakiye’nin kilidi mesabesinde olarak… Elden
gidecek olsa Bağdad Caddesi hudud bulunacağı emr-i bâhir olarak…”151
Mehmed Ali Paşa gönderdiği ajanlar vasıtasıyla bazı valileri kendi tarafına
çekmeye çalışmıştır. Bu durumu işiten diğer bazı valiler bunun engellenmesi ve
alınacak tedbirlerle ilgili olarak merkeze yazılar göndermişlerdir. Bunlardan birisi de
dönemin Trabzon Valisi Osman Paşa’dır. Trabzon Valisi, Mısır ordusunun Anadolu’da
ilerlemesi nedeniyle işgal edebileceği yerlerde gerekli tedbirlerin alınmasını ve savunma
tedbirlerinin artırılmasını istiyor ve bunun için gerekli yerlerde tabyalar yapılmasını ve
top yerleştirilmesini teklif ediyordu. İhtiyaç duyulması halinde Erzurum ve Ankara gibi
yerlerden İstanbul’a asker gönderilebileceğini belirterek, istenmesi halinde yönetimi
altındaki yerlerden milis birlikleri gönderebileceğini de söylüyordu. “… Bazı tahassün
ve tahaffuza şayan mahallerde tabyalar inşa ve toplar vaz’ ve sair tedarikat cem’
olunabilen güzide askeri bi’l-istishab Dersaadet’e azîmet olunmak üzere keyfiyyetin
mahremâne taraf-ı çakeriye ve devletlü Erzurum ve Ankara müşirleri hazerâtına emr-ü
iş’âr… Mümkin olduğu surette tedarik olunabilen başıbozuk askerini bi’l-istishab öte
taraf askerinin arkası alınarak Dersaadet’e azimete müsaadât olunmak iradesini
şâmil... ”152
151
Defter2, 23- b, 24- a. 152
Defter2, s. 26- a.
107
III. Londra Görüşmeleri ve Birinci Londra Antlaşmasının İmzalanması
Osmanlı Devleti tarafından Londra görüşmelerinde bulunmak üzere
görevlendirilenlerden birisi olan Şekib Efendi meselenin çözümü için İngiltere’ye içten
güveniyordu. 14 devlet arasında Londra’da yapılan antlaşmanın, Palmerston’un
önderliğinde imzalanmasının uygun olacağını belirtiyordu. Görüşmeler sürecinde
tercümanın bu durumu bildirmek üzere gizlice İstanbul’a gitmesi gerekiyordu. Bu
durumun gizli kalması gerektiği için, onun yol harcırahı yerine elçiliğe bazı şeyler
alınacağı belirtilerek bir yabancıdan borç istendi. Feşil adındaki bu kişi ise, Şekib
Efendi’ye kendi maaşını teminat göstermedikçe borç vermeyeceğini belirtti. Devletin
bir elçisinin tercüman tutacak kadar bile ödeneğinin olmadığını söylemesi ve borç
verenin bir Osmanlı Elçisi’nden teminat istemesi gerçekten ilginçtir. Şekib Efendi bütün
bu durumları dile getirdiği yazısında şunları ifade etmektedir: “… Sefarethaneye bazı
eşya mubayaası zımnında muktezi oldu denilerek bezirgân Feşil’den akçe istikrazına
çalışılmış ise de maaş-ı çakerâneme mahsub itmedikçe açıkdan virmeyeceğini katian
beyan itmesiyle kulları dahi çarnaçar mecburen razı olarak ol vechile bezirga-ı mumâ-
ileyhden 200 altun alınub mumâ-ileyh kullarına ita olunmuş olmağla maaş-ı
çakerânemi yine tamamen virmek üzere mezkuru’l-mikdar altunun Dersaadet’te şerîki
olan Mösyö Alen kullarına Hazine-i Âmire çekinden tediye ittirilmesi… ”153
Tanzimat Fermanı’nın oluşturduğu olumlu hava Mısır meselesinin çözümünü
kolaylaştırdı. İngiltere’nin teklifiyle beş büyük devletin temsilcileri Londra’da bir araya
gelerek antlaşmaya son şeklini vermeye çalıştı. Mehmed Ali Paşa’yı destekleyen Fransa
dışındaki beş devlet arasında 15 Temmuz 1840 tarihinde antlaşma imzalandı. Bu
antlaşmayla; Mısır Valiliği veraseten Mehmed Ali Paşa’ya bırakılarak ele geçirdiği
toprakları ve donanmayı iade etmesi istendi. Eğer bu şartları yerine getirmezse müttefik
güçler tarafından saldırıya uğrayacağı kendisine ihtar edildi. Avrupa devletlerinin
meseleye müdahalesinin gerçek amacı olan Boğazlar meselesi daha sonra ayrıca
çözüme kavuşturulacaktı. Londra Antlaşması süreci Osmanlı Devleti’nin 24 Haziran
1839 tarihinde Nizip’te Mısır ordusuna yenilmesiyle başlamıştı. Bu yenilgiden bir ay ve
yenilgi haberinin İstanbul ve Avrupa başkentlerine ulaşmasından hemen sonra 27
Temmuz 1839’da İngiltere, Fransa, Avusturya ve Rusya, Osmanlı Devleti’ne verdikleri
153
Defter2, 40- a, b.
108
ortak nota ile kendilerine danışılmadan harekete geçmemesini istemişlerdi. Bu nota
verildiği sırada hem Hariciye Nâzırı hem de Londra Elçisi olan Mustafa Reşid Paşa
İstanbul’a gelmişti. Mustafa Reşid Paşa, yeni ve tecrübesiz Padişah’la yaptığı
görüşmede onu, babası II. Mahmud’un yaptığı reformlara devam etmesi konusunda
İngiltere desteğini de kullanarak ikna etti.
Osmanlı Devleti ve Mısır arasındaki meselenin bu iki devlet arasında direkt
çözülmesini Avrupa devletleri kendi menfaatlerine uygun bulmadılar. Mısır meselesi
üzerinden birçok isteklerini Osmanlı Devleti ve Mısır’a dikte ettiler. Karmaşık ilişkiler
ve bunların her iki taraf için de getirdiği zorluklar, Londra görüşmeleri sürecinde sık sık
gündeme gelmiştir. Londra görüşmelerinin sürdüğü yaklaşık bir yıllık sürede gayr-ı
resmi de olsa görüşmeler olmuştur. Bu durum, Avrupa devletlerinin Londra görüşmeleri
ile geçen bir yıllık süreyi Osmanlı Devleti’ni istedikleri yönde dizayn etmek için
kullanmak istediklerini göstermektedir. Bu durumu dönemin Rusya Hariciye Nâzırı
Nesselrode bir mektubunda şöyle ifade eder: “Devlet-i Aliyye’nin Mehmed Ali ile bilâ
vasıta akd idebileceği kâffe-i tanzimatı men içün bu babda kat’a tacil olunmayup
Londra’da elyevm cârî olan mükalemâtın netayicine intizar olunmasına ve Devlet-i
Aliyye’yi mecbur itmeğe sarf-ı nakzie-i nufûz ve gayret itmesini…”154
Sergey Goryanof’un da “Boğazlar ve Şark Meselesi” isimli eserinde belirttiği gibi,
Londra görüşmeleri sırasında devletler arasında bir satranç oyunu oynanmıştır. Bir
devletin yaptığı teklif başka bir devlet tarafından onanmayarak gündemden düşmüş,
bunun üzerine bunu dengeleyecek bir başka teklif yapılmış ve bu süreç bir yıla yakın
sürmüştür. “Fransaluların rivayetine göre Rusya memurunun İngiltere Devleti’ne tebliğ
ittiği mevâdd-ı tanzimiyenin bazıları İngiltere vükelası tarafından kabul olunmayarak
yeniden bir suret-i tanzimat kaleme alınmakda olub Prens-i meşrûhanın kendü
kalemiyle Nemçe Elçisi tarafına yazdığı mektub meelinde ise hiçbir maddenin adem-i
kabulüne dâir söz olmayarak fakat Rusya memuruyla bade’l-müzakere İngiltere umur-ı
Ecnebiyyesi Nâzırı Lord Palmerston mevâdd-ı tanzimiyeyi kaleme almakda...”155
Londra Antlaşması’nın imzalanmasından sonra da temsilciler arasında tartışılan
ve bize kadar ulaşan bir belgede, devletler arasındaki farklı düşüncelerin devam ettiğini
görüyoruz. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, ilgili devletler meselenini kendi
154
Defter1, s. 47- b, 48- a. 155
Defter1, 58- a.
109
menfaatleri doğrultusunda çözülmesi için sürekli olarak teklifler sunmaktadırlar.
Osmanlı temsilcisi, Padişah’ın Mehmed Ali Paşa’yı veraseten Mısır Valisi yapmaya
gönlü olmadığını belirtiyordu. Bunun sağlanması için Mehmed Ali Paşa’yı sınırlayacak
ve sözlerini tutmaya zorlayacak bir garanti verilmesi gerekir düşüncesindeydi. Fransa
hariç diğer devlet temsilcileri arasında geçen bu tartışma uzun süre devam etti. “Mısır’ın
bi’t-tevarüs Mehmed Ali’ye itası hususunda taraf-ı eşref-i Hazret-i Şahâne’den
tereddüd buyrulmakda olduğunu tefehhüm ve mülahaza iderek… Ve salifü’z-zikr şurût
icra olunduğu halde niyyât-ı şahâneyi kâmilen tevafuk ideceği ve Düvel-i Erbaa-ı
Müttefika’nın tahsinât-ı halisâneleri dahi fiile çıkarak Londra Muahedesi ile nice
zuhura gelen taahhudât-ı mütekabilelerinin illet-i gaiyesi olan sulh ve asayiş kazıyye-i
hayriyyesi dahi ikmal…”156
Mehmed Ali Paşa, Avrupa devletlerinin duruma müdahale etmesiyle zor durumda
kaldı. Bu sırada Osmanlı Devleti’nin, Mısır askerinin lojistik kanallarını kesmesi askeri
aç ve susuz durumda bıraktı. Mısırlılar durumu düzeltmek için Osmanlı Devleti’ne
müracaatta bulundularsa da bundan bir sonuç alamadılar. Bunu Hüsrev Paşa’nın
engellediğini düşünerek onu görevden aldırmak için bütün yolları denediler. Mehmed
Ali Paşa bunun için bütün kanalları kullandı ise de sonuca ulaşamadı. “Hüsrev Paşa
hazretleriyle müzakereye girişmeğe sa’y ve gayret itmiş ise de bu babda muşarun-ileyh
hazretleri caniblerinden bir cevab alamadığı veyahud almış ise de suret-i marziyyede
olamadığı kıyas olunmakdadır. Zira cevab-ı mezbur muradına muvafık olsa idi ilan
ideceğinde iştibah yoğidi ve Mehmed Ali Paşa zahîrenin fikdânı cihetiyle Maraş’da
olan askerinin daha bazı alaylarının Suriye’ye izamı lazım geleceğini hâvi tahrirat ahz
eylemişdir…”157
Osmanlı Devleti, Londra Antlaşması sürecinde Mısır kuvvetlerini bulundukları
yerde zor durumda bırakmak için elinden gelen bütün yöntemleri kullanmıştır. Nizip
yenilgisinden Londra Antlaşması’na kadar geçen bir yıllık sürede Anadolu’da kuvvetler
arasında bir soğuk savaş sürmüş ve bu bazen sıcak çatışmaya da dönüşmüştür. Bu
dönemde İngiltere, Hindistan ticaret yolu ve Yemen’deki ticarî çıkarlarına Mısır’ın
zarar vermesini, Osmanlı Devleti üzerinden engellemeye çalışmıştır. Hatta Mısır
askerlerinin Yemen’den derhal uzaklaşmasını resmen istemiştir. “Orduy-ı Hümayun ol
156
Defter4, s. 19- b, 20- a. 157
Defter1, s. 62- a, b.
110
tarafları gayet tahrib itmiş olmasıyla bayağı yerlülerinin yiyecekleri olmayub hatta en
lazım olan havayiclerini aramak üzere kendi ordusuna gelmekde oldıklarından
ilerlemek mümkün olduğunu İbrahim Paşa tahrir eylemiş… Ve bu teklif Aden şehrinde
olan İngiltere memurunun şehirleri Mısırlular’ın yedinde bulundukça zikrolunan Aden
Şehrinin ticaretine sekte-i külliye ârız olduğunu ve bunların oralarda vucud-ı Arabları
tahvif iderek İngiltere’yi yeni koloniyasından teb’îd eylediklerini …”158
Osmanlı Devleti, Londra görüşmeleri devam ederken donanmayı Mısır’dan geri
almak için birçok diplomatik girişimde bulunmuştur. Gerçekten bir donanmanın bütün
gemi ve personelleri ile düşman bir devlete iltica etmesi tarihin en ilginç olaylarından
birisidir. Bunu tarihçilerimizin yaptığı gibi sadece Ahmet Fevzi Paşa’nın ihaneti ile izah
etmek kolay değildir. Koca donanmadaki bütün subay ve askerler hâin olamaz. Bunların
bir şekilde kandırıldığı ve sonra da bu durumdan kurtulamadıkları aşikârdır. Osmanlı
Devleti de böyle düşünüyordu. Bunun için onları geri dönmeye ikna etmek için değişik
zamanlarda mektublar ve aracılar gönderiliyordu. Donanma askerlerinin asla Osmanlı
Devleti’ne ihanet etmeyi düşünmedikleri, Mehmed Ali Paşa’ya devletlerine karşı
savaşmayacaklarını söylemeleri ile de ortaya çıkmaktadır. “Donanmay-ı Hümayun’u bu
cânibe irsal eylemesi Mısır Valisi muşarun-ileyhe mukaddemce yazılub çifte tatar
çıkarılmış ve kapudan muşarun-ileyh behemehâl maiyyetinde olan kapudanları aldatmış
olacağı derkâr olduğundan muşarun-ileyhin suret-i hâli ve bayağı isyan semtine salik
olduğu beyan ve bir vechile nush-u pend olunmak muşarun-ileyhin hile ve desisesini
ibtal ve kendisini ahz ile Donanmay-ı Hümayun’un bi’l-istishab avdet eylemeleri”159
Avrupa’nın beş büyük devleti Londra görüşmeleri sürecinde sık sık Osmanlı
Devleti’nin haklarını koruyacaklarına dair sözler vermişlerdir. Fransa da bazı
konulardaki muhalefetine rağmen antlaşma imzalanıncaya kadar bu devletler içinde
bulunmuştur. Fakat istediği bazı şartlar gerçekleşmeyince, daha sonra bu beş devletten
ayrılmıştır. Bu devletlerin Osmanlı Devleti’nin haklarının koruyacakları ile ilgili
mektublarından birisinde şu satırlar yer almaktadır: “… Mısır Valisi’ne yazılacak
olmasıyla artık bunun üzerine Vali-i muşarun-ileyh kımıldamağa mecali
158
Defter1, s. 62- b. 159
Defter1, s. 63- a.
111
olamayacağından bu hususda yani Vali-i muşarun-ileyhim iltimasat-ı vakıasının tervici
emrinde pek de acele olunmak lazım gelmez gibi görünmüş…”160
Londra görüşmelerinin uzamasının temel nedeni, Osmanlı Devleti’nin istedikleri
şekilde reformları içeren bir Ferman yayınlamasını sağlamak içindir. Avrupa devletleri,
Londra görüşmelerini uzatarak, Osmanlı Devleti’nin Mısır karşısında elini kolunu
bağlamışlar ve onu Tanzimat Fermanı’nı ilan etmek zorunda bırakmışlardır. Dönemin
Osmanlı dostu devlet adamlarının görüşleri incelendiği zaman, Tanzimat Fermanı’nın
onların beklentisinin çok üstünde tavizler içerdiğini söyledikleri görülür. Nizip
yenilgisinden Londra Antlaşması’na giden süreç 1 yıl civarındadır. Londra görüşmeleri
devam ederken 3 Kasım 1839’da kabul edilen Tanzimat Fermanı da bu antlaşmanın
imzalanması için önemli bir şartı yerine getirmiştir. Bu Fermanla hem Osmanlı
Devleti’ndeki Gayr-i Müslimlerin hak ve özgürlükleri garanti altına alınmış hem de
Osmanlı Devleti’ndeki İngiliz ticarî çıkarları onaylanmıştır. Ayrıca bu süreçte yapılan
reformlarla Osmanlı Devleti şeklen de olsa Avrupa’nın liberal devletleri arasına katılmış
ve böylece Avrupa kamuoyu ve devlet adamlarının Mısır meselesinde desteği
sağlanmıştır. Bu bir yıllık sürede birçok gelgitler yaşanmış ve nihayet 15 Temmuz 1840
tarihinde antlaşma imzalanmıştır.
Türk- İslâm dünyası günümüzde dünyanın en problemli bölgelerinden birisidir.
Bölgenin problemlerinin kaynağı, ortak tarihi mirasına uygun projeler
geliştirilememesidir. Osmanlı Devleti ayakta kalmak ve varlığını sürdürmek yolunda
Avrupa’nın desteğini almak için onların her istediğini yaptı ama yıkılmaktan
kurtulamadı. Bir iç mesele olan Mısır meselesi Osmanlı’yı yıkıma götüren en önemli
sebeplerden birisidir. Eğer günümüzde dünya birleşirken biz küçük nedenlerle
ayrılmazsak ve küresel ölçekte Türk- İslâm dünyasının birliğini sağlayabilirsek 21.
yüzyıl şartlarında farklı bir Osmanlı Medeniyeti şekli oluşturmayı başarabiliriz. Böylece
Samuel Huntington’un ”Medeniyetler Çatışması” ve Françis Fukuyama’nın “Tarihin
Sonu” tezlerine bizlerin de vereceğimiz bir cevap olduğunu göstermiş oluruz.
160
Defter1, s. 63- b.
112
IV. Osmanlı Devleti’nin Mehmed Ali Paşa ve Düvel-i Muazzama Hakkında
Düşünceleri
Tanzimat’ın ilanından sonra devletin bütün kurumlarında başlatılan yenileşme
çabaları, karşılaşılan türlü tepkiler sonucu istenilen sonuçları vermedi. Abdülmecid bu
tepkiler nedeniyle, sık sık yöneticileri değiştirmek ve bazı tavizler vermek zorunda
kaldı. Hünkâr İskelesi Antlaşması’nda da görüleceği gibi, Osmanlı Devleti’nin hiçbir
Avrupa Devleti’ne itimadı kalmamıştı. Ama bir valisinin Kütahya’ya kadar gelmesi ve
İstanbul’a da gelebileceği düşüncesi, onu Avrupa’dan yardım istemek zorunda bıraktı.
Osmanlı Devleti ile ilişkilerinin en eski ve en köklü olduğu bilinen Avrupa devleti
Fransa’dır. Kanunî döneminden itibaren Osmanlı Devleti-Fransa ilişkileri gayet dostâne
bir şekilde devam etmiştir. Bu dostâne ilişkiler nedeniyle Osmanlı Devleti yenileşme
hareketlerinde özellikle ilk dönemde Fransa’yı örnek almıştır. Napolyon’un 1798
yılında sömürgeci emellerini gerçekleştirmek için Mısır’a çıkarma yapması bu dostâne
ilişkileri bozmuştur. Ayrıca Fransa’nın gerek Yunan gerekse Mısır meselesinde Osmanlı
Devleti aleyhinde tutum takınması, bütün nüfûzunun yok olmasına neden olmuştur.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, Hicaz’ı Vahhabilerden kurtarması, İngiliz ve
Fransızları Mısır’dan kovması nedeniyle, Mehmed Ali Paşa İslâm dünyasında bir
kahraman haline gelmişti. Osmanlı başkentindeki yöneticiler bile onun izlediği idarî,
askerî ve malî politikaları hayranlıkla takip ediyorlardı. Osmanlı yönetimi Mehmed Ali
Paşa’yı bazı meselelerin çözümünde bir destekçi olarak kullandığı için bağımsız
hareketlerine başlarda pek ses çıkarmadı. Osmanlı Devleti, dönemin en güçlü
donanmalarından birisine sahip olmasına rağmen iki valisinin savaşına müdahale
edememiştir. Önce dost olan Mehmed Ali Paşa ve Abdullah Paşa arasındaki savaş, daha
sonra hiç beklenmeyen neticeler vermiştir. Bu duruma Osmanlı Devleti’nin müdahale
etmemesinde, Osmanlı bürokrasisindeki Mısır taraftarı yöneticilerin de tesiri
olabileceğini unutmamak gerekir. Özellikle II. Mahmud döneminden itibaren
yenilikçilerin ön palana çıkmasıyla geri planda kalan gelenekçi yöneticiler duruma
müdahale etmeyerek, Osmanlı Devleti’nin dış müdahalelere açık hâle gelmesine neden
olmuşlardır.
Bazı tarih kitaplarında dönemin devlet adamlarının Mehmed Ali Paşa hayranlığı
ile ilgili ilginç rivayetler vardır. Mustafa Nuri Paşa’nın, Tahir Paşa hakkında anlattığı
113
durum dönemin bazı yöneticilerinin Mısır karşısındaki pozisyonunu göstermektedir. Bu
ve benzeri yöneticiler kendi devletlerini yok etmek isteyen paşa hakkında şöyle
düşünüyorlardı: “Halkın Mehmed Ali Paşa’ya duyduğu sempati o derece idi ki, Hüseyin
Paşa’nın kumanda ettiği orduya defterdar olarak atanıp bu ordu ile yollanan Devlet-i
Aliyye’nin büyük devlet adamlarından Tahir Efendi akıllı ve devlete bağlı bir kişi
olduğu halde yolda giderken ‘bu ne iştir ki ben Saltanat-ı Seniyye tarafından Mısır
üzerine yollanan ordunun defterdarı olduğum halde, gönlüm Mehmed Ali Paşa tarafına
dönük ve ona sevgi ile doludur’ …”161
Mehmed Ali Paşa sürekli olarak Osmanlı Devleti’ne bütün benliği ile hizmet
ettiğini ileri sürerek, isteklerinin yerine getirilmesi için bu durumunu Avrupa’ya karşı da
bir referans olarak göstermektedir. Osmanlı Devleti için Mora, Hicaz ve Mısır’da
yaptığı hizmetlerin kendini istemeyen bazılarının kışkırtmaları ile göz ardı edildiğini
düşünmektedir. Mustafa Reşid Paşa ise, onun bu sözünün gerçek niyetini örtmek için bir
perde olduğunu söylemektedir. Bunu test etmek için de ona istediğinin dışında farklı
yerlerden toprakların verilmesinin bunu ispat edeceğini de belirtmektedir. Bunu
söylerken kullandığı bazı ifadeler iki devlet adamı arasındaki nefretin derecesini
göstermektedir. “… Herifin familyası daha dağınık bulunmak içün bazılarına
mübadeleten daha uzak yerlerden mansıb gösterilse herif buna razı olduğu halde hem
suhuletle maslahat bitmiş ve hem şimdiden familyası azası beynine tefrika düşürülerek
ve cümlesi artık babalarını unudub yalnız Saltanat-ı Seniyye’ye arz-ı hizmet ve ubudiyet
itmekliğe mecburiyet merkezine götürülerek…”162
Osmanlı yöneticileri, Mehmed Ali Paşa’yı bu duruma aşırı hırsı ve gururunun
getirdiği düşüncesinde idiler. Genç Padişah Abdülmecid meseleyi yumşaklıkla
halletmek istemektedir fakat Mehmed Ali Paşa’nın anladığı dil bu değildir. Bundan
dolayı Londra Antlaşması sürecinde Mehmed Ali Paşa’ya fazla haklar verilmesine
kesinlikle karşı çıkmışlardır. Onlara göre Mehmed Ali Paşa’ya verilecek her taviz, onun
tarafından bir zayıflık olarak algılanacaktı. “… Mehmed Ali Paşa’nın tamahkarlığı ve
devr-i sabıkda ve gerek bu kere hiçbir vakitte kabulü mümkün olmayan davalarında
inad ve ısrarı… ”163
161
M. Nuri Paşa, A.g.e., s. 95-96. 162
Defter1, s. 7- b, 8- a. 163
Defter1, s. 22- a.
114
Osmanlı yönetimi Mısır’ı düşüncesinden vazgeçirmenin tek yolunun savaş
olduğunu daha baştan anlamıştı. Ama ülkenin idarî, malî ve askerî durumu buna müsait
olmadığı için bunu son vakte kadar ertelediler. Mehmed Ali Paşa’yı engellemek için
Avrupa yönetimlerini ve kamuoyunu yanlarına çekmeye çalıştılar. Sonunda Rusya’nın
duruma müdahalesinin zararlarını anlayan Avusturya ve İngiltere’nin öncülüğünde
Osmanlı’ya yardım konusunda bir ittifak sağlandı. Böylece Osmanlı Devleti, Mısır
karşısında önemli bir destek ve manevi güç sağlamış oldu. Osmanlı Devleti ayrıca köklü
devlet geleneği ve devletler ailesinin bir üyesi olması hasebiyle Mısır’a karşı bir
üstünlük kesbetmektedir. Bu durum belki de Osmanlı Devleti’ni onore etmek için sık
sık dile getirilmektedir. “Yani maslahat-ı mezkûrenin Düvel-i Hamse’ye havalesi
cihetiyle Devlet-i Aliyye heyet-i hâliyesini temin eyledi ve Mısırlunun icray-ı kuvvet
itmesine bu madde sed ve mani oldu. Şimdi cay-ı nazar iki tarafın kuvvetinin
muvazenesidir. Her ne kadar Mısırlu tarafı zahiren suret-i galebede olmuş ise de,
manevi-i (?) Devlet-i Aliyye kuvvetini zayi itmemişdir. Çünkü Devlet-i Aliyye’nin kuvveti
ebedi ve zâti Mehmed Ali Paşa’nın kuvveti kendi zatıyla kaim suretinde ârız ve
fanidir.”164
İlk dönemde Avrupa’nın kendi iç meseleleriyle uğraşması bu meseleye
odaklanmalarını zorlaştırmıştır. Rusya bu durumu görerek, tarihi çıkarlarına ulaşması
için tehlike olarak gördüğü Mehmed Ali Paşa’nın emellerine ulaşmasına engel olmak
üzere duruma müdahale etti. Osmanlı Devleti diplomatik yollardan meseleyi
halledemeyince Rusya’nın da desteği ile duruma müdahale kararı verdi. Çünkü
Suriye’de İbrahim Paşa bağımsız bir devletin yapabileceği düzenlemeleri yapmaya ve
bağımsız bir devlet gibi davranmaya başlamıştı. Önce Mehmed Ali Paşa ve İbrahim
Paşa’nın Mısır, Cidde ve Girid valiliklerine atanmaları ertelendi. Başlattıkları isyana son
vermedikçe bu valiliklerin kendilerine verilmeyeceği taraflarına bildirildi. 3 Mart 1832
tarihli bu tevcihat kararından kısa bir süre sonra her ikisi de hâin ilan edildiler.
Yayınlanan bir fetva ile İslâm milletinden ayrıldıkları belirtilerek görevlerinden
azledildiler.165
Düvel-i muazzama, Osmanlı Devleti’ni Mısır karşısında desteklemeye söz
vermesine rağmen, iş bunu uygulamaya gelince sözlerine uymayan bazı davranışlar
164
Defter1, s. 40- a. 165
S. Samur, A.g.e., s. 32- 33.
115
içine girdiler. Mısır kuvvetlerinin Anadolu’da ilerlemesini engellemek için gerekli
tedbirler alınmayarak buna karşı sessiz kalındı. Bunun üzerine Mısır kuvvetlerinin
ilerlemesini engellemek için bazı tedbirler alınması gerektiğine dair bir yazı bütün
müttefik elçiliklerine sunuldu. Bu yazıda, müttefik devletlerden Osmanlı Devleti’nin
böyle bir durumda ne yapması gerektiği soruluyor, Mısır askerleri ile savaşmaktan ve
tartışmaktan kaçınmalarının bütün birliklere bildirildiği belirtiliyor, Mısır askerinin ise
kışlamak ve adam aramak bahanesi ile sürekli ilerlediğine işaret edilerek şöyle
deniliyordu: “… Bu hususda ne vechile hareket olunmak lâzım geleceğini düvel-i
muşarun-ileyhim sefaretleri caniblerinden sual itmekliği Devlet-i Aliyye mukteza-yı
maslahat ve levazım-ı dost ve muahedetinden addeylediği beyanıyla Fransa ve
Avusturya ve Rusya ve Prusya Süfera-yı cenâbilerine verildiği.”166
Nizip yenilgisi akabinde Osmanlı Devleti ve Mısır’a verilen notadan sonra Mısır
sürekli açık ve gizli kışkırtmalarda bulunmuştur. Londra Antlaşması’na kadar geçen
süreçte gönderilen gizli ajanlar vasıtasıyla halk Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtılmış,
Bu kışkırtmalar sonucunda birçok yerde ayaklanmalar ortaya çıkmıştır. Özellikle
Rumeli’de çıkan ayklanmalarda, Anadolu’da olduğu gibi Mısır parmağı olmasından
şüphelenilmektedir. Rumeli, Avrupa ile sınır olması bakımından burada ortaya çıkan
olaylar Avrupa devletlerini daha fazla ilgilendirmektedir. Osmanlı Devleti bundan
dolayı Mısır kışkırtmalarının engellenmesi için tedbirler alınmasının Osmanlı
Devleti’ne olduğu kadar kendi menfaatlerine de olacağını belirtmektedir. Meseleye
Avrupa devletlerinin müdahalesinin beklendiği söylenmektedir. “Dersaadet’ten alınan
havâdisata göre Sofya ve Edirne’de ve Rumeli’nin sair bazı mahallerinde ihtilal gibi
bazı şeyler dahi zuhur etmiş olmağla işbu ihtilallerin müşevvik ve muharriki Mehmed
Ali idüğinden devletimin şübhe itmeğe hakkı olduğundan… Memalik-i Devlet-i
Aliyye’yi tahvif itmekde olan uygunsuzlukların önünü kesdirmek Düvel-i Hamse’nin
menafi-i mahsusaları iktizasından olduğu İngiltere ve Avusturya ve Fransa ve Prusya ve
Rusya murahhaslarıyla maslahat-ı mezkurenin katian hâsıl ve itminan olunmasına… Ve
Devlet-i Aliyye’nin bulunduğu menafi-i seniyyesine ve bütün Avrupa’nın menfaatine bu
vechile muzır olan ahval ve keyfiyyatın tesviye-pezir olması yalnız bu madde ile hâsıl
olabileceği bedihiyattan bulunmuş olduğu beyanıyla… ”167
166
Defter1, s. 61- b. 167
Defter2, s. 29- b, 30- a.
116
Osmanlı Devleti Mısır meselesi ile uğraşırken, İran devamlı suretle bölgedeki
karışıklıktan yararlanarak bazı yerleri ele geçirme girişimlerinde bulunmakta ve bu
emelini gerçekleştirmek için her türlü imkânı kullanmaya çalışmaktadır. Mısır işgali bu
durum için gayet uygun bir ortam yaratmıştı. Bölgedeki birçok yer tam bir karmaşa
içinde bulunuyordu. “İran Devleti zabıta ve rabıtaya riayetsiz bir kavim olduklarından
Baban Mutasarrıfı Süleyman Paşa’nın vefatını fırsat addiderek Mahmud Paşa’nın İran
tarafında olan oğlu Ali Bey’e bir mikdar asker tayiniyle Süleymaniye üzerine sevk
itmekde olduklarından bazı taraflarından tahrir kılınmış ve henüz Mahmud Paşa zuhur
itmeyüp ve husus-ı mezkûr içün savb-ı âlilerine gönderilmiş olan tatarımız dahi avdet
itmemiş… ”168
Tanzimat dönemindeki yeniliklerin bazıları ve moda anlayışı Osmanlı Devleti’ne
Mısır üzerinden gelmiştir. Bu nedenle devlet ve halk Mısırlılara karşı kötü hisler
beslemektedir. Maruzat isimli eserinde Ahmed Cevdet Paşa İstanbul’daki Mısırlı prens
ve prensesler yüzünden Osmanlı haneden üyelerinin de lüks tüketime yöneldiklerini, bu
nedenle maliyenin büyük sıkıntıya düştüğünü anlatır. Vakanüvis Ahmed Lütfi Efendi de
Tanzimat döneminde Mısır hakkındaki genel düşünceyi şöyle ifade eder: “… Tanzimat-ı
Hayriye Fermanı, Arabistan’da münteşir olacak efkâr-ı âmme taraf-ı Saltanat-ı
Seniyye’ye mail ve Mısırlılar’dan müteneffir olarak Halep ve Şam ahalisi def’aten
onların aleyhine düştüler”.169
Avrupa devletleri, Osmanlı Devletine yardım ederek Rusya’nın onun üzerindeki
manevi tesirini de yok etmek istemekteydiler. Böylece Rusya’nın sıcak denizlere inme
hayalini engellemek niyetindeydiler. Bölgeden uzak oldukları için güçlü bir Rusya’nın
kendilerinin Ortadoğu’daki çıkarları için zararlı olduğunun farkındaydılar. Bundan
dolayı Mısır meselesinin çözümü için Cezayir’in Fransa’ya bırakılması da dahil her
türlü tavizin verilmesini istemektedirler. “… Devletlerin halisâne niyetleri ancak
Saltanat-ı Seniyye’yi şu Mısır gailesinden bir hoş suretle kurtarub da bununla beraber
Rusyalu’nun istilay-ı maneviyesini def itmek… Devlet-i muşarun ileyha Cezayir’i dahi
sırasıyla Saltanat-ı Seniyye’ye red idebilür yollu kelimat… Mısır mesalihi içün ya
Londra veyahud Viyana’da akd-i cemaat olunacağına … ”170
168
Defter1, s. 53- b, 54- a. 169
A. Lütfi Efendi, A.g.e., c. 6, s. 1071. 170
Defter1, s. 9- a.
117
Rusya, Osmanlı Devleti ve halkı gözünde her zaman şüpheyle bakılan bir devlet
olmuştur. Dönemin tarihî kaynakları incelendiği zaman, bu durumun istisnasının çok az
olduğu görülür. Fakat özellikle Mısır meselesi sürecinde Rusya bu imajını birazda olsa
düzeltmiştir. Rusya ile ilişkileri dönemin Vakanüvisleri’nden Ahmed Lütfi Efendi
tarihinde şöyle anlatır: “1255 senesine kadar Rusya Devletiyle Devlet-i Aliyye beyninde
pek güzel muamelât-ı vedadiyye cereyan ederek âfâk-ı siyasiyyemizin Rusya ciheti pek
küşayişli geçişdirilmiştir.” 171
Osmanlı Devleti tarihi emellerini bildiği için Rusya’dan fevkalâde çekiniyor,
Fransızların Babıâli’ye yalancı dost olarak takdim ettikleri İngiltere’den yardım temin
etmek istiyordu. İngiltere ise işi ağırdan alarak bazı tavizler koparmayı hesaplıyordu.
Sonraki yıllarda İngiltere ile Fransa’nın arasının açıldığını ve İngiltere ile Rusya’nın
birbirine yakınlaştığını göreceğiz. Mısır meselesinin çözümünde Osmanlı Devleti bütün
dengeleri gözetmek zorunda kalmıştır. Londra görüşmeleri sürecinde Avrupa devletleri
“hasta adam” için bütün yolları denemişlerdir. “… Düvel-i Hamse’nin, Saltanat-ı
Seniyye hakkında hulus ve hayırhahlığa ittifak ve meveddetleri kemakân derkar ise de
tesviye-i maslahat bu vechile bizzarura uzamak lazım gelür. Çünki, malumat henüz
nâkıs olub yani arazi-i Hicaziyye’de olan mahaller nasıl olacak yollu söylemeğin taraf-ı
çakerîden çünkü veraset üzere tevcih buyrulacak mahal yalnız eyalet-i Mısrıyye dimek
olduğundan ve havali-i Hicaziyye ise bittabi bundan müstesna olub …”172
Osmanlı Devleti, Mehmed Ali Paşa’nın hırsının millet-i islamiyye’nin
huzursuzluğuna ve Osmanlı Devleti’nin bölünmesine neden olmasından endişe
duymaktadır. Bu nedenle Osmanlı Devleti’ne göre, onun millet-i islamiyyenin
mutluluğu için çalıştığı sözü boş lakırdıdan ibarettir. Çünkü Mısır meselesi bu şekilde
devam ederse, Müslümanlar iki kıtada birbirinden kopuk hale gelecektir. Londra
Antlaşması gereğince Mehmed Ali Paşa’ya Mısır tevarüsen ve Akka kayd-ı hayat
şartıyla verilmişken, o bunları kabul etmeyerek Müslümanlar’ın kanının dökülmesinden
sorumlu olmuştur. Mehmed Ali Paşa bu hareketi ile Osmanlı Devleti’nin uzun süredir
sağladığı Müslümanların birliğine zarar vermiştir. Böylece isteyerek veya istemeyerek
onların büyük sıkıntılar çekmesine sebep olmuştur. “… Velhasıl Mehmed Ali Paşa ile
asıl münazaat arazi maddesi olarak muşarun-ileyhin istediği gibi bu kadar memalik-i
171
A. Lütfi Efendi, A.g.e., c. 6, s. 1091- 1092. 172
Defter1, s. 27- a, b.
118
vesîa evlad ve ahfadına veraset suretiyle virilmek lazım gelse Memalik-i Devlet-i Aliyye
2 kıtaya münkasım olub artık tâbiiyyet ve matbuiyyet yalnız lafızda kalacağı ve ol halde
iki kuvvet-i mütesaviye beyninde hâsıl olacak rekabetten dürlü fenalıklar zuhura
gelerek, Millet-i islamiyyenin kuvveti şöyle dursun belki bilakis maazallah-i Teâlâ
tezelzülüne mucib… ”173
Osmanlı Devleti, Mısır’ın birçok Avrupâi bozulmanın merkezi olduğunu
düşünmektedir. Osmanlıya giren bazı batılı moda anlayışları, Mısır hanedanı üzerinden
girmiştir. Aşağıda vereceğimiz belgede Mehmed Ali Paşa hanedanından bazılarının
İstanbul’daki davranışları ve harcamaları ile halkın bozulmasına neden olduklarını
bundan dolayı İstanbul’dan sürgün edilmeleri gerektiği belirtilmektedir. Mısır hanedanı
üyelerinin Osmanlı hanedanının da bozulmasına neden oldukları birçok kaynak
tarafından ifade edilmektedir. Mısır uzun süre modanın merkezi olan Fransa’nın gözdesi
olduğu için ortaya çıkan moda akımları önce Mısır’a sirayet etmiştir. Osmanlı
Devleti’ne birçok düşünce ve kültür akımlarının buradan geldiğini de biliyoruz. Bu
durum Mehmed Ali Paşa’nın Batıya yaranma gayretlerinin bir sonucu olsa gerek. Aynı
yakınmayı Ahmet Cevdet Paşa’nın Maruzat isimli eserinde ve dönemin başka bazı
kaynaklarında da görüyoruz. 24 Cemaziyelahire 256 (24 Temmuz 1840) tarihli bir
belgede Mısır hanedan üyelerinin İstanbul’da neden oldukları lüks ve bozulma ile ilgili
olarak şöyle denilmektedir: “Mehmed Ali Paşa’nın gelini olan müteveffa Arif Bey’in
kerimesi hanımın mukaddemce Dersaadet’e gelişi… Metalibi fâsidesinin iç yüzünden
tervicine kalkışmak kasdından ibaret olduğu malum olan halâttan olduğuna ve bir takım
adamlar yalısına gelüp gitmekde bulunduğuna ve o makuleler vasıtasıyla ezher bazı
teşviş ve tahdiş idecek suretle sözler işaasına mübaderet edeceğine ve bu cihetle
hıyanet-i azimesi meydanda olan adamın devlet bendeliğinden kat-ı alaka ettirilerek
ümid de kalmayacak suretin hakkında icra ve ilan-ı lâzımeden idüğinden ânın dahi
evlad u iyalinin bu tarafda durmakta ise Mısır Canibine gönderilmeleri tezekkür ve
tensib… ”174
173
Defter2, s. 48- a, b. 174
Defter2, s. 49- b, 50- a.
119
V. Mehmed Ali Paşa’nın Osmanlı Devleti ve Düvel-i Muazzama Hakkında
Düşünceleri
Mehmed Ali Paşa son derece hırslı bir kişiliğe sahipti. Avrupa’nın iç
meselelerinden ve Osmanlı Devleti’nin sorunlarından yararlanarak Mısır merkezli
bağımsız bir devlet kurmak istiyordu. Mısır’dan İngilizleri ve Fransızları kovması,
Kölemen liderlerini yok etmesi ve Hicaz’ı Vahhabilerden kurtarması kendisine olan
güvenini artırdığı gibi, Osmanlı Devleti ve Avrupa devletlerinin bağımsızlık
düşüncesine engel olacak durumda olmadıklarını düşünmesine neden oldu. Ama yine de
mümkün olduğunca Avrupa devletleri ile karşı karşıya gelmemeye çalıştı. Suriye’ye
girmesi olayında bu durumu açıkça görebiliriz. Afrika ve Sudan’da ilerlemek daha
kolayken niçin Osmanlı içlerine ilerlemeyi seçtiğini sorarsak, bunun cevabını onun
genel politikasında aramak gerekir. Mehmed Ali Paşa belirtilen yerlerde ilerleyebilmek
için İngiltere ve Fransa ile savaşmak zorundaydı. Oysa Suriye’de ilerlemek dönemin
şartları bakımından daha kolaydı. Mehmed Ali Paşa, Osmanlı Devleti’nin kendisine
karşı koyacak durumda olmadığını çok iyi biliyordu. Ayrıca bazı Avrupa devletleri
tarafından, Osmanlı Devleti’ni zor durumda bırakmak ve kendilerine muhtaç etmek için
tâbi olduğu devlet aleyhinde ilerlemesi teşvik ediliyordu.
Mehmed Ali Paşa’nın, devlete karşı isyan ederek ne elde etmek istediğine dair
değişik rivayetler vardır. Mısır’ı Osmanlı Devleti’nden ayırarak bağımsız bir duruma
getirmek istediği ve hatta II. Mahmud’u devirerek Padişahlığı’nı ilan niyetinde
olduğuna dâir tarih kayıtları vardır. Fakat Paşa böyle bir niyet gütmediğini ve
güdemeyeceğini bir İngiliz diplomatına şöyle ifade etmiştir: “Padişah’ın hizmetkârı
olarak kalmak istiyorum. İbrahim eğer Boğaziçi’ne varmaya muvaffak olursa,
Padişah’ın ayağına kapanarak affını ve Mısır’a dönmek için müsaadesini
dileyecektir.”175
Mehmed Ali Paşa’nın Suriye ve Anadolu yönünde ilerlemesini dönemin bazı iç ve
dış güçleri haklı görmüştür. Bunlar, II. Mahmud’un onu asla istemediğini, Hicaz ve
Mora olaylarında sarf ettiği 1 milyon akçe ve kaybettiği 30 bin civarında askeri söz
verdiği halde tazmin etmediğini söylemişlerdir. Bazı kaynaklarda belirtildiğine göre
Mehmed Ali Paşa, Mora’da başarı ümitlerini yitirince gizlice Avrupa devletleri ile
175
Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, Ankara, 2007, c. V, s. 130.
120
anlaşmış ve Navarin’de Osmanlı- Mısır ortak donanmasının yakılmasında onlarla
işbirliği yapmıştır. Ayrıca Osmanlı Devleti’nden izin almadan, gönderdiği birliklerini
Mora’dan geri çekmiştir.
Mehmed Ali Paşa sözlerinde Osmanlı Devleti’ne bağlılığını sürekli olarak dile
getirmiş ama uygulamalarında bunun tam tersini yapmıştır. Yaptığı faaliyetler onun
söylediği sözlere rağmen asıl amacının Osmanlı Devleti’ni kurtarmak değil, onu zor
durumda bırakarak baştan beri düşündüğü hedeflerine ulaşmak olduğunu göstermiştir.
Bu hedeflerine ulaşmada gerçek müttefiki ve destekçisi ilk döneminden itibaren Fransa
olmuştur. Mehmed Ali Paşa ve Fransa uzun süre birbirinin çıkarlarını korumuşlar ve
Osmanlı Devleti’ne karşı ortak hareket etmişlerdir. Fransa, Mehmed Ali Paşa’yı İngiliz
nüfuzunun bölgede yayılmamasında ve Hindistan ticaret yolunun güvenliğinde bir
garanti olarak görmüş, Mehmed Ali Paşa ise Fransa’yı, ortak çıkarlar için ittifak
yapabileceği tek güç olarak görmüştür.
Mehmed Ali Paşa bütün uyarılara rağmen Suriye’ye harekât düzenleyerek
İstanbul ile ipleri kopardı. Bunun üzerine İslam milletinden ayrılmakla itham edilerek
görevinden alındığı bildirildi. Mehmed Ali Paşa bu duruma çok sert tepki verdi. Sultan
Mahmud’un müminlere halife olmaya ve Osmanlı tahtında oturmaya layık bir
hükümdar olmadığını ilan etti. İbrahim Paşa’nın, Suriye’ye geldiği zaman yaptığı en
önemli girişimlerden birisi, Halep’te yeniçeri ocağını yeniden açtığını ilan etmesi oldu.
Zaten kendisinin zamana göre çok saf bir ordusu vardı. 176
Askerlerinin çoğunluğu
Türkler’den ve Çerkesler’den meydana gelmekteydi. Halep başta olmak üzere bölgede
oldukça fazla sayıda yeniçeri vardı ve bu ocağın kapatılması ile bunlar bölgede
güvenliği tehdit eden bir güç haline gelmişti. İbrahim Paşa yeniçeri ocağını Halep’te
yeniden açarak ve ocak ağalarından Hüseyin Ağa’yı Halep mütesellimliğine getirerek
buradan ayrıldı. Sultan Mahmud onları asi ilan etmesine rağmen, Mehmed Ali ve
İbrahim Paşalar mevkilerini korumak için; işi gücü kâfirleri taklid olan bu yönetime
karşı İslam’ın ve inananların haklarını korudukları propagandasını yapıyorlardı. Sultan
Mahmud’un yaptığı yenilikler ile bu durum birleşince halkın sempatisini kazanmada
çok etkili oldu.
Mehmed Ali Paşa gönderdiği ajanlar vasıtası ile Osmanlı Devleti’nin birçok
yerinde taraftar kazanmaya çalışıyordu. Rumeli de onun ajan gönderdiği yerlerden
176
Yılmaz Öztuna, Büyük Osmanlı Tarihi, c. 5, s. 146
121
birisiydi. Buralara gönderdiği rüşvetler vasıtasıyla Osmanlı’ya değil kendisine itaat
etmelerini istemekteydi. Ayrıca bölgedeki birçok ileri gelen Osmanlı asker ve
yöneticisine kendisine katılmaları yönünde mektuplar göndermişti. Bu durumu Mustafa
Reşid Paşa şöyle ifade etmektedir: “… Memalik-i Rumeli’de kâin bazı vüzerây-ı izâm
taraflarına tahrik ve ifsad zımnında vali-i muşarun-ileyh canibinden adamlar
gönderilmiş olduğu keyfiyyâtını cümle Rumeli ve elviye-i hamse müşirleri hazerâtının
gelen tahrirâtları vahiden bade vahid kıraat… Çil ile akçe vermek mi iyü olur yohsa
lede’l iktiza şu kadar bu kadar asker mi vermek münasib olur diyerek badezîn emval-i
mertebenin adem-i itasını ima eylemiş… ”177
Mehmed Ali Paşa’nın amacına ulaşmak için özellikle kendine yakın hissettiği
valilere ajanları vasıtasıyla mektublar gönderdiğini yabancı devletlerin elçileri de
belirtmektedir. Bu durum onun propagandaya büyük önem verdiğini göstermektedir.
Bununla ilgili olarak Avusturya elçisi Osmanlı Hariciye Nâzırlığına şöyle bir mektub
gönderdi: “Mehmed Ali (?) havâlisi ahalisine ahd-i karibde icrasını ihbar ideceği bir
ihtilale amade bulunmalarını casusları vasıtasıyla işar itmiş olduğu bir mektup
meelinden müstefad olunub muma-ileyhin bu daveti bir kâğıda muharrer olarak kağıd-ı
mezkür herkesin elinde gezmektedir…”178
Mehmed Ali Paşa, Osmanlı Devleti’nin kendi güçlerine karşı koyamayacağını
düşünmüştü. Ayrıca gönderdiği ajanlar vasıtasıyla birçok Osmanlı Valisi’ni kendi
tarafına çekmişti. Mısır meselesini direkt Osmanlı Devleti ile görüşerek kendi istekleri
doğrultusunda halletmeye çok yaklaşmıştı. Fakat Avrupa devletlerinin duruma
müdahale etmesi işi karıştırdı. Bundan sonra kendisi bazı tavizler vermeden meseleyi
çözemeyeceğini anlayarak kullandığı muktedirâne dili değiştirmiştir. Kendisine vaat
edilen yerlerin bırakılmasının garanti edilmesi halinde Girid adasını istemekten
vazgeçeceğini de bilahere bildirmiştir. Bütün bu durumlar onun Fransız desteğine
güvendiğini, bu destek ortadan kalkınca müttefiklerin istediğini kabul etmek zorunda
kaldığını göstermektedir. “… Devlet-i Aliyye ile beynlerinde bila vasıta uyuşulmak
mümkün olamayacağı bi’l-ifade muma ileyhi telaş-ı azimeye düşürmüşdür. Vali-i muma
ileyhin tahriratı âhiresi Mehmed Ali’ye pek tesir iderek ol vakitten berü ziyade mutedil-i
177
Defter1, s. 12- b. 178
Defter1, s. 33- b.
122
lisan kullanmakda olub hatta mahall-i saire kendisine bırakıldığı halde Girid ceziresini
redd ü iade ideceğini bile söylemişdir.”179
Mehmed Ali Paşa kendisine iltica eden Osmanlı donanması ve askerlerini
kuvvetlerine katmaya ikna için birçok yollar denedi. Özellikle deniz gücü bakımından
müttefik kuvvetler karşısında çok zayıf kalıyordu. Bu durumu düzeltmek için Osmanlı
donanmasından ve askerlerinden faydalanmak istiyordu. Bunu başaramamasının nedeni
kendisine sığınan donanmadaki askerlerin çoğunun hâlâ Osmanlıya bağlı olmaları olsa
gerektir. Bu durum İradât-ı Seniyye Defteri’nde şöyle anlatılır: “… Mehmed Ali’nin
kendisine istihkâm virmek içün asakir-i redîfe tahririne teşebbüs itmiş ve Donanmay-ı
Hümayun’da olan Ferik Mustafa Paşa’nın Beriyyetüşşam’a irsaline ve Donanmayı
Hümayun Zabitânı ve askeriyle kendü asker-i bahriyyesinin birleşdirilmesine her ne
kadar tasmim eylemiş ise de hiçbir tarafdan hüsn-i istikrar göremediğinden bu
hususları gereği gibi gevşetmiş idüği beyaniyle tezkire-i senaveri terkimine ibtidar
kılındı efendim.”180
Mehmed Ali Paşa mektuplarında kuvvetine güvendiğini ve istekleri kabul
edilinceye kadar birliklerinin ilerleyişini durdurmayacağını belirtiyordu. Fakat bir
taraftan da İskenderiye Limanına gelebilecek bir saldırıdan korktuğu için tahkimat
yaptırıyor ve çevre kabilelerden zorla asker topluyordu. Bütün bunlar, Düvel-i
Muazzama’nın meseleye müdahale etmesinin onu çok korkuttuğunu ve savunma
tedbirleri almaya ittiğini göstermektedir. Bu durum kendisinden 3 Temmuz 1839
tarihinde İstanbul’a gelen bir mektubu ışığında şöyle anlatılıyor: ”… Avrupa sefayin-i
harbiyyesi tarafından vukua gelecek muhacemattan masun olmak üzere istihkamat
virmekde olub akdemce iki nefer Arnavud zabitleriyle bir nefer kabail-i bedeviye şeyhi
Berrüşam’da bulunan ordusuna 12 bin nefer asakir tedarikine mecbur itmiş ve
Anadolu’da vaki eyalât valilerini ve alelhusus sabık Serasker Hafız Paşa’yı maiyeti
memuriyetiyle İbrahim Paşa’ya dehalet ittirmeğe aleddevam sarf-ı makdiret ve Devlet-i
Aliyye’yi idare eder kimesne oldığından…”181
Mehmed Ali Paşa Osmanlı yönetimini kendi lehinde ikna etmek için bütün
yöntemleri denemiştir. Bunlardan birisi de hanedanının kadın üyelerini bu tür işleri için
179
Defter1, s. 34- a, b. 180
Defter1, s. 58- a. 181
Defter1, s. 25- b.
123
kullanmasıdır. Türk devlet geleneğinde asla tasvip edilmeyen bu duruma Mehmed Ali
Paşa siyasi hırsları nedeniyle tevessül etmişti. Bunu sağlaması için hanedandan bazı
kadınları İstanbul’a göndermişti. Buna karşı dikkatli olunmasını Rıfat Paşa bir yazısında
şöyle ifade eder: ”…Müteveffa Arif Bey’in kerimesi hanımın, Mısırdan Dersaadete
irsali miras maddesine mebni ise de asıl sebeb-i hafîsi bazı tedabir-i dilgaribane ile
görüşebildiği mahalleri iğfal iderek Mehmed Ali Paşa’nın metalib-i malûmesini
tervicden ibaret olduğına dair İskenderiye’de olan Nemçe konsolosu tarafından vurûd
iden mektubu dahi elçi-i muma ileyhe kıraet…”182
Mehmed Ali Paşa’ya gelen bir mektuba göre, Fransızlar sulhen veya harben olsun
onun amacına ulaşması için her türlü yardımı yapacaklarını söylüyorlardı. Paşa, buna
rağmen denizlerde hâkim olan devletin daha üstün olduğunu düşündüğünden dolayı, her
zaman denge politikası izlemektedir. Mısır meselesi sürecinde İngiltere ile Fransa,
Mehmed Ali Paşa’yı kendi taraflarına çekmek için yoğun diplomatik faaliyetlerde
bulunuyorlardı. Mehmed Ali Paşa ise, Fransa kendisine çok daha yoğun destekte
bulunmasına rağmen son ânâ kadar İngiltere’yi küstürmemeye çalışıyordu. “…
İngiltere’nin bahir’de derkâr-ı istiklaline mebnî politikama tevafuk ideceği cihetle…
İngiltere’den infikak itmemek sevdasıyla Fransa’dan daima uzak durdum. Lakin
İngiltere’nin bu defa hakkımda vukua gelen şiddet-i azimi Fransa’ya ilticaya mecbur
itti... ”183
182
Defter1, s. 39- b. 183
Defter3, s. 41- a.
124
VI. Düvel-i Muazzama’nın Osmanlı Devleti ve Mehmed Ali Paşa Hakkında
Düşünceleri
9 Temmuz 1807 tarihinde Fransa ve Rusya arasında imzalanan Tilsit
antlaşmasından itibaren Avrupa devletleri, Osmanlı Devleti’ne “hasta adam” gözüyle
bakmışlardır.184
Osmanlı Devleti ve Mısır arasındaki savaş Avrupa devletleri’nin
dikkatinin bölgeye yönelmesine neden olmuştur. Çünkü Avrupa devletlerinin çoğunun
bölgede emelleri ve çıkarları bulunuyordu. Mehmed Ali Paşa’nın yeni bir güç olarak
ortaya çıkması bazı iç meselelerinden dolayı önce Avrupa devletlerinin fazla dikkatini
çekmedi. Ama daha sonra Mısır ordusunun Kütahya’ya kadar yaklaşması ve Rusya’nın
devreye girerek Boğazların güvenliği karşılığında Osmanlı Devleti ile antlaşması onları
uyandırdı. Osmanlı Devleti’nin yıkılması yani hastanın ölmesi dengeleri bozarak
Avrupa’nın güvenliğini tehdit edeceğinden dolayı çoğu Avrupa Devleti, statükonun
devamını istediği için meseleye müdahil oldu.
Rusya, Büyük Petro’dan beri sıcak denizlere inmek için Osmanlı Devleti
aleyhinde genişlemeyi tarihi politika olarak benimsemişti. 1829 Edirne Antlaşması ile
Rusya’nın toprakları Tuna’nın güneyine doğru genişlemişti. Mısır meselesinin
çözümünde Avrupa devletlerinden istediği desteği alamayan II. Mahmud, istemeden de
olsa tarihî düşmanı Rusya’nın yardım teklifini kabul etmek zorunda kaldı. II.
Mahmud’un, Mehmed Ali Paşa’nın kellesini getirene İstanbul’u verebileceğini
söylediği rivayet edilir. Rusya’nın yardımını kabul ederken yaptığı antlaşma ile her şeyi
göze almıştı. Çar, boğazların güvenliği için her şeye hazırdı. 1833 yılında Rus
donanması boğaza girdi ve 5000 civarında asker karaya çıktı. 8 Haziran 1833 tarihinde
Osmanlı Devleti ile Rusya arasında imzalanan Hünkâr İskelesi Antlaşması’yla Rusya
boğazları güvenlik altına alırken kendisi de Osmanlı Devleti’nin yaşamasını garanti
ediyordu. Bu antlaşma 8 yıllık ittifak ve savunma antlaşmasıydı. Buna ilave olarak
Rusya ve Avusturya arasında 18 Eylül 1833 tarihinde imzalanan Münchangraetz
Antlaşması ile Osmanlı Devleti’nin yıkılması söz konusu olduğu takdirde, bu devletin
varlığını devam ettirmek için iki devlet birlikte çalışacaklarını birbirlerine taahhüd
etmişlerdir. Münchengraetz antlaşması 2 gizli madde ile tamamlanmıştır:
184
The Cambridge, c. 4, s. 161.
125
Birinci Madde: İki taraf Mısır Valisi’nin hüküm ve nüfuzunun, Avrupa’daki
Osmanlı topraklarına ister doğrudan doğruya, ister dolaylı olsun yayılmasına mani
olmayı kesin olarak taahhüd ederler.
İkinci Madde: Petersburg ve Viyana kabinelerinin mesailerine rağmen, Türkiye’de
şu andaki işler bozulacak olursa durumun düzeltilmesinde Rusya ve Avusturya birlikte
hareket edecek, Türkiye’nin dâhilinde meydana gelecek değişikliğin iki devletin
idaresindeki memleketlerin emniyetine ve Avrupa güçler dengesine zarar getirmemesine
müşterek olarak dikkat edeceklerdir.185
Bu antlaşmada da görüldüğü gibi; Avusturya ve Rusya, Osmanlı Devleti’nin karşı
karşıya bulunduğu Mısır meselesinin ileride aynen kendi başlarına da gelebileceğini
düşünerek, baştan itibaren Osmanlı Devleti’nin yanında yer almışlar ve meselenin
Osmanlı lehinde çözülmesi için kendilerini bağlayacak bir antlaşma imzalamışlardır.
Yönetim karakteri olarak bu üç devletin şartları birbirine çok benzemektedir. Bundan
dolayı Avusturya ve Rusya, Osmanlı Devleti’nin zarar görmesinin kendilerinin zararına
olacağını anlamışlar ve bunu mümkün olduğunca engelleyici tedbirler almaya
çalışmışlardır. Ama ikinci gizli maddede görüldüğü gibi şayet durum kontrolden çıkarsa
duruma kendi menfaatleri doğrultusunda müdahale etmeyi taahhüd etmişlerdir. Bu
politika Kırım harbine kadar aynen devam etmiştir.
Rusya, Mısır meselesinin Osmanlı Devleti lehinde çözülmesi için kararlılık
göstermiştir. II. Mahmud’un, Mısır ordusunun Anadolu içlerine kadar ilerlemesi üzerine
yaptığı yardım talebine ilk ve kararlı cevabı veren Rusya olmuştur. Ama bu ilişkilerin
daha ileriye gitmesini iki devlet ve halk arasındaki tarihi düşmanlık engellemiştir. Rusya
her durumda Osmanlı Devleti’nin devamı için bir şeyler yapmak isteyen bir Çar ve
yönetime sahipti. Osmanlı’nın yaşamasında Rusya için hayati yararlar vardı. Aşağıda
zikredeceğimiz belgede, Rusya Dışişleri Bakanı Nesselrode, Mehmed Ali Paşa’ya karşı
Osmanlı Hanedanının devamına taraftar olduklarını belirtmektedir. Mehmed Ali
Paşa’nın her nekadar Fransa tarafından desteklense de diğer devletlerin ortak kararına
karşı duramayacağını ifade ediyordu. Mısır birlikleri Gülek boğazını geçse bile daha
ileriye gitmeye cesaret ederlerse Rusya bütün gücüyle Osmanıl topraklarını özellikle
başkentini koruyacaktır. Şayet İngiliz ve Avusturya deniz kuvvetleri, Suriye ve Lübnan
kıyılarına baskı uygularsa buna da gerek kalmadan Mısır tehlikesi bertaraf edilecektir
185
S. Goryanof, A.g.e., s. 109.
126
diye düşünüyordu. Mısır’ın bütün güçlü devletlerle karar alınan Londra Antlaşması’na
uymaktan başka çaresi yoktur. “Mısır askerinin Gülek boğazını tecavüze tasdiyesiyle
maan Saltanat-ı Seniyye tarafından Rusya Devleti’nin ianetine müracaat olunması
lâzımeden addolundığı anda İmparator hazretleri Payitaht-ı Saltanatını muhafaza içün
Karadeniz donanmasını kara askeriyle beraber irsale hazır ve amadedir... Rusya’nın
kuvvetini karşısında bulmak meczumiyetine nazaran Mehmed Ali Paşa tarafından
tecavüz-i cedideye tasaddi şöyle dursun…”186
Rusya Dışişleri Bakanı Nesselrode, Mehmed Ali Paşa’yı antlaşmaya zorlamak
ancak İngilizler’in güç kullanmaya kararlı olduğunu göstermekle mümkün olur diye
düşünüyordu. Mısır konusunda müttefik devletler arasında görüş ayrılığı olması,
Mehmed Ali Paşa’yı direnme noktasında cesaretlendiriyordu. Rus elçisi Brunof, Fransa
efkâr-ı umumisini bu konuda ikna etmek için uğraşıp, biz Rusya olarak Osmanlı Devleti
ve Mısır konusunda İngiltere ile beraber hareket edeceğiz diyordu. Kaynaklardan
anlaşıldığı kadarı ile Rusya 1840 yılı eylül ayı itibariyle Mısır meselesinin çözümü için
müttefik devletlerin ortak hareket etmesinin şart olduğunu düşünmektedir.
Nesselrode’nin Mısır meselesinin çözümü konusundaki düşünceleri şöyledir: “… isaf
kılındıkça, ifade-i mezkurenin ancak Mehmed Ali’nin Düvel-i muazzama
konsoloslarının bu misillü duruş ve hareketlerinden dolayı düşdüğü ümidleri teyid ve
tahkim itmek içün olacağı bilhak mülahaza itmekde…”187
Avrupa devletleri, Osmanlı Devleti’nin yıkılacağının farkına varmışlar ve bu
durumdan yararlanmak ve en az zararla kurtulmak için hal çareleri düşünmeye
başlamışlardı. Fransa Devleti’nde bazı kişiler, Arapça’nın yoğun olarak konuşulduğu
yerlerde bir Arap Devleti kurulmasını menfaatlerine daha uygun görüyordu. Bundan
dolayı Arapça konuşulan yerlerin Mehmed Ali Paşa’ya bırakılıp diğer yerlerin Osmanlı
Devleti’ne iadesinin uygun olacağını ifade ediyorlardı. “ Fransa Devleti’nin bu vechile
tasavvur ve teklifi bazı Mısır tarafdarı bulunan Fransızlar’ın, mecmu-ı Arabî tekellüm
olunan memleketlerden Mehmed Ali’nin zîr-i idaresinde olmak üzere müstakillen bir
hükümet-i Arabî teşkil itmek niyet-i fasidelerine ve Devlet-i muşarun-ileyha tarafından
bir muvafakat dimek olduğunu ancak Arabî tekellüm olunmayan mahalleri istisna
itmeleri yani şimdiden Adana eyaletinin ve Mehmed Ali Paşa’nın vefatından sonra dahi
186
Defter2, s. 51- a, b. 187
Defter3, s. 152- a, b, 153- a.
127
fakat Girid ceziresinin taraf-ı Devlet-i Aliyye’ye terk ve teslimi suretini tasavvur
eylemeleri keyfiyyatı müeyyed olub… ”188
Mısır meselesinde Avusturya başta Başvekil Matternih olmak üzere bütün
yönetimi ile Osmanlı Devleti yanında yer almıştır. Osmanlı Devleti’nden Mısır ile tek
başına antlaşma yaparak kendisini zora düşürecek taahhüdlere girmemesini istemiştir.
Matternih, Osmanlı Devletine sürekli dostluğunu göstermesine ve onların da
tavsiyelerini dinlemesine rağmen bu tavsiyelere uyulmamasından şikâyetçidir.
“Avusturya Devleti tarafı Saltanat-ı Seniyye’den Düvel-i mütehâbbe ile istişare
olunmadıkça Mısır Valisi ile bir gûne tanzimat şurûu zımnında tacil buyurulmamasını
kemal-ı mertebe arzu itmekde olduğuna binâen Prens Matternih cenabları ile atiyü’z-
zikr ifadâtı serd ve tahrir eylemişdir… Devlet-i Aliyye bizim nesayih ve tedabir-i
dostânemizi daima kabul buyurmuş ise de, nesayihin kabulû ile icrası beyninde fark-ı
azim olup Devlet-i Aliyye muahharan nesayihimizi fiile getirmediği cihetle, zâf haleti
muceb olabilir… ”189
Avrupa devletleri Fransa hariç Mısır meselesinde Osmanlı Devleti yanında yer
alsalar da pek savaşmak niyetinde değillerdi. Meseleyi mümkün olduğunca savaşsız
olarak halletmek istiyorlardı. Şayet durum böyle olursa Anadolu’nun ve Mehmed Ali
Paşa’nın elindeki donanmanın ve askerlerin durumu nasıl olacaktı? Biliyoruz ki,
Mehmed Ali Paşa artık zordan başka bir şeyden anlamayacak noktaya gelmişti.
Kendisine sığınan Osmanlı donanması yaptığından pişman olmuş ve yeniden devletine
dönmek için fırsat kollamaya başlamıştı. Bu durumu dönemin Viyana sefiri Rıfat Paşa
bir mektubunda şöyle ifade etmektedir: “ Şimdi Fransalu tarafından yalnız Adana’nın
havâlisinde olan dağların taraf-ı Devlet-i Aliyye’ye reddiyle Suriye’nin kayd-ı hayat
şartıyla Mehmed Ali Paşa uhdesinde kalması ve badel-vefat ahfad-ı evladından
münasibleriyle taksim ve terfik olunmak süretiyle tesviyesi… Berû taraftan Donanmayı-
Hümâyun memurlarına vakıa, bazı cehalet ve gafletleri vuku bulmuş ise de rivayet-i
vakıa ve kıyaset-i akliyyeye göre ekserisi ettiklerine nadim ve pişman… ”190
Mısır meselesinin çözümünde Fransa’nın diğer Avrupa devletlerinden
ayrılmasının birçok sebebi vardır. Bunlardan birisi de, Fransa’nın sömürgecilik amaçları
188
Defter1, s. 27- b. 189
Defter1, s. 14- a. 190
Defter1, s. 35- a.
128
için Mısır’ın kritik bir noktada bulunmasıdır. Avrupa’nın büyük ülkeleri, çıkarları olan
ülkeleri paylaşırken, Kuzey Afrika Fransa’nın payına düşmüştü. Fakat Mısır’ın İngiliz
bölgesi olan Hindistan’a ulaşım yolları üzerinde bulunması, bu iki devleti egemenlik
için birbirine düşürdü. Napolyon’un buradan Afrika’ya yayılmak istemesinin, Akka’da
Osmanlı Valisi Cezzar Ahmed Paşa tarafından engellenmesinin onların millî
hafızasında önemli bir iz bırakması da önemlidir. Ayrıca Fransız kamuoyu ve
gazetelerinin Mısır’a aşırı bir sempatisi vardır. Bundan dolayı Mısır aleyhinde bir
ittifaka katılınması durumunda halkın isyan etmesinden korkulmaktadır. Mehmed Ali
Paşa’nın birçok siyasî, ekonomik ve idarî kurumlarını Fransa’dan alması da ona karşı
bir ilgi uyandırmaktadır. “… Fransalunun ise mukaddema Mısır’da bulunmaları
cihetiyle, Mısır tarafıyla Napolyon zamanından berü münasebet-i kadimeleri olarak,
Çünki efrad-ı ahalisi serbest olduklarından onların usulüne dahi muvafakat vadisinde
görünmesi lazım gelür. Çünki birdenbire reylerine muhalif olarak hareket itse şayed,
Fransa’da bir ihtilal zuhuruyla…”191
Mısır meselesi sürecinde Fransa daima Osmanlı Devleti’ni suçlamıştır. Fransa, bu
meselede Osmanlı Devleti’ni suçlarken bazı gerekçeler göstermiştir. Mehmed Ali
Paşa’ya haksızlık yapıldığını, Osmanlı’nın Mehmed Ali’yi tek başına halledemeyince
Avrupa devletlerini değişik bahanelerle tahrik edip onlar üzerinden Mısır idaresini
Mehmed Ali’den almak istediğini ifade etmiştir. Mehmed Ali Paşa, kutsal toprakları
terk etmeyi, Suriye’yi kayd-ı hayat şartıyla yönetmeyi ve sadece Mısır’ı kendi
yönetiminde verasetle bırakmayı Fransa’nın da tavsiyesiyle kabul etmişti. Osmanlı
Devleti ise bütün bunlara, onu Mısır Valiliği’nden alan bir Ferman ile cevap vereceğini
belirtmiştir. Bütün bu fedakârlıklarına karşı Mehmed Ali tamamen yok edilmeye
kalkışılırsa Fransa onu destekleyecektir denilmiştir. Fransa bu nedenle sonuna kadar
meselenin savaşsız olarak çözülmesini istemekte olduğu için tek başına kalsa da Mısır’ı
destekleyecek gibi görünmektedir. Çünkü Osmanlı Devleti onu Mısır Valiliği’nden
alarak iyi niyetli olmadığını göstermiştir deniliyor. “… İşte Fransa Devleti’nin her ne
kadar münferiden hareket etmekde ise de Mesele-i Şarkıyye’nin bir suret-i mutedile ve
muslihâne ile tesviyesi… ”192
191
Defter1, s. 40- b, 41- a. 192
Defter3, s. 32- a, b.
129
Fransa, Mısır meselesinde Mehmed Ali Paşa’nın lehinde hareket etmesine
rağmen, Osmanlı Devleti aleyhinde girişimlerde bulunduğuna dair söylentileri şiddetle
reddetmektedir. Fransa, Osmanlı halkını devlete karşı kışkırttığı ve Osmanlı Devleti
aleyhinde faaliyette bulunduğu yönündeki söylentileri şiddetle reddediyor ve bu
söylentiyi çıkaranlarla uğraşacağını belirtiyordu. “Güya Fransa Devleti’nin Mehmed
Ali’ye iane itmek ve zîr-i hükümet-i şahâne’de bulunan halkı fesada teşvik eylemek
niyetinde olduğu tarafımızdan olarak Devlet-i Aliyye’ye ilan ve ifade olunmuş idüği, bu
haberin iki rivayet-i gayr-i sahihadan ibaret olduğunu ve haber-i mezkûru süferay-ı
muma ileyhime kim ifa itmiş ise ânı zuhur idebilecek netayicden şimdiden mesul tuttuğu
taraf-ı müşirânelerine beyan ve ilan itmekliği vazife-i zimmet ad iylemiş olduğu... ”193
Mısır meselesinde Fransa diğer Avrupa devletlerinden farklı bir politika takip
ederek Mehmed Ali Paşa’nın yanında yeralmıştır. Fransa Devleti, Mısır’ın askerî güç
kullanarak elde ettiği statükonun korunarak Mısır meselesinin savaşsız olarak
halledilmesini istemekteydi. Savaş olması durumunda bundan Rusya’nın kendi çıkarları
için yararlanacağını düşünmektedir. İngiltere ile Fransa zor kullanmak hususunda
anlaşamadığı için meselenin çözümü uzamakta ve durum diğer çok milletli Avrupa
devletlerini de derinden etkileme potansiyeli taşımaktadır. Belki de meselenin Avrupa
devletleri arasında ayrışmaya neden olmasının temel nedeni budur. Aşağıdaki belgede
göreceğimiz gibi Fransa, Osmanlı Devleti’nin menfaatlerini de düşündüğünü fakat
meselenin savaşsız olarak halledilmesini istediği için diğer devletlerden ayrı hareket
ettiğini belirtmektedir. Ayrıca Mehmed Ali Paşa’ya meselenin halli için tavsiyelerine
uymazsa durumun kendisi için çok zor olacağını telkin etmelerinden dolayı son
dönemde tavrının yumşadığını ve bazı taleplerinden vazgeçerek yapıcı bir yola girdiğini
söylemektedir. Mustafa Reşid Paşa ise bunların yetersiz olduğunu ve Fransa’nın
teklifleri kabul edilirse Osmanlı Devleti’nin neredeyse yarısının bölüneceğini
belirtmektedir.“… Fransa Devleti, Devlet-i Aliyye menafiine muhalefet itmeyüb fakat
İngiltere Devleti imal-i kuvve-i cebriye ile Mısır maslahatını bitürmek istediğinden ve
Rusyalu dahi bu kazıyye’ye fırsat ittihazıyla icab-ı takdirinde diğir devletleri hiç
karışdırmaksızın buralarda yalnız kendisi hareket itmek daiyesine düşdüğünden, Fransa
193
Defter2, s. 52- a.
130
Devleti maslahatı bu râddeye getirmemek yani muharebey-i umumiye’ye sebeb
virmemek içün maslahatın bir ortasını bulmak… ”194
Mısır meselesi konusunda iki müttefik İngiltere ve Fransa sık sık görüş ayrılığına
düşmekteydiler. İngilizler tarihi denge (muvazene) politikasını sürdürmek için
uğraşmakta ve Fransa’yı buna zarar vermemesi noktasında uyarmaktadır. Palmerston bu
denge bozulunca neler olacağını çok iyi bilmekte ve bunu şöyle ifade etmektedir:
“Osmanlı’nın izmihlali muvazene-i kuvvet usulünü bozar. Bu da Avrupa’daki güç
dengesini sarsarak bazı devletlerin aşırı güçlenmesine ve savaşlara yol açar.”Biz bu
ferasetin ne kadar doğru olduğunu daha sonraki savaşlarda görüyoruz. Fransız Dışişleri
Bakanı Tiers de Osmanlıyı bölmek niyetinde olmadıklarını bunun sonucunun farkında
olduklarını belirtiyor. İngiltere, Osmanlı’nın hükmettiği topraklarda ikinci bir devletin
bütün dengeleri bozacağını düşünmektedir. İngiltere Hariciye Nâzırı Palmerston, bu
konudaki düşünceleri ve Fransız devlet adamları ile yaptığı görüşmelerle ilgili Paris
sefirine bir yazı göndermişti. Bu yazıda Mısır meselesine bakışı, bu konudaki Fransa ile
kendi devleti arasındaki görüş farkları ve bunun nedenleri ile ilgili şunları yazıyordu:
“Fransa Devleti’nin fikr ü niyeti daima emr-i mesalihinin vikayesi rağbetinden ibaret
olduğu… Devlet-i muşarun ileyha, Saltanat-ı Seniyye’nin izmihlali muvazene-i kuvvet
usulüne gayet muzır olarak Devlet-i Aliyye’nin hemcivarları olan devletlerin esbab-ı
kuvvetini teksîr ve tezyid idecek olduğundan Saltanat-ı Seniyye’nin tamamiyet ve
istiklaliyle tamam ve kıyamı Avrupa’nın menafi ehem ve elzemesinden ad eylediği…”195
İngiltere, Mısır meselesini tarihi emellerini gerçekleştirmek için bir fırsat olarak
görmüş ve bu meseleyi barış yoluyla çözmek için Osmanlı Devleti’ni teşvik etmiştir.
Fakat kendi bilgisi olmadan geniş boyutlu düzenlemeler yapmaması konusunda
Osmanlı Devleti ile anlaşmıştır. Hatta Tanzimat’ın ilanınıda bu durumun büyük tesiri
olduğu iddia edilmiştir. Bütün bu Tanzimat sadece içişleri ile ilgili olarak yapılmış asla
diğer devletlerle ilişkilere sirayet ettirilmemiştir. Bununla ilgili olarak İngiliz Kraliçesi
ve Osmanlı elçisi arasında geçen görüşme şöyledir: “Ancak Devlet-i Aliyye, Düvel-i
Hamse’nin ilm ü rızası lahik olmaksızın Mısır Valisiyle müzakere-i maslahata ibtidar
itmemek ve Vali-i muşarun-ileyh ile bir gûne Tanzimat akd itmemek hususlarını Düvel-i
muşarun-ileyhim hakkında katian taahhüd ve iltizam itmiş olduğunu Devlet-i Aliyye’ye
194
Defter1, s. 31- b, 32- a, b. 195
Defter3, s. 34- a, b.
131
ihtar itmek vazife-i zimmet-i senaveridir. Saltanat-ı Seniyye ile Paşay-ı muşarun-ileyh
beyninde rabt olunacak tanzimat yalnız Saltanat-ı Seniyye ile kendü tebasının umuruna
raci bir madde olarak… ”196
İngiltere’ye göre Osmanlı Devleti hâlâ İslam birliğini sağlayan en önemli güçtür.
Bütün iddialarına rağmen Mehmed Ali Paşa’nın böyle bir güce ulaşması mümkün
değildir. Bu düşüncesi ile İngiltere’nin bir maksadının da yönettiği Müslüman
topluluklarda İslamın hamisi gibi görülmek olduğu ortaya çıkmaktadır. Osmanlı
Devleti’ni halifelik ünvanını kullanmaya İngiliz devlet adamları ikna etmiş olabilir.
Çünkü, tarih boyunca en güçlü döneminde bile Müslümanları derinden etkileyebilecek
ve gücüne güç katacak böyle bir kozu kullanmaya Osmanlı Devleti yönelmemiştir.
Osmanlı Devleti böyle bir güce ihtiyaç mı duymamıştır yoksa bunu dini hassasiyetine
uygun mu görmemiştir diye soracak olursak, bizce ikinci şık tarihî perspektife daha
uyumlu görünmektedir. İngiliz Elçi Mısır-Osmanlı ilişkilerine devletinin bakışını şöyle
ifade etmektedir: “… Mehmed Ali Paşa’nın asakiri işe yarar ve külliyetlü asker
olmayub vezayifi dahi verilmeyüb... Zira böyle bir hareketin neticesi canib-i eşref-i
hazreti şehinşahiden memalik-i mahrûse’nin bir sülüsü Mehmed Ali’nin hanedanına
terk olunmasını… Oysa onu mülahaza ile malum oldur ki; Mehmed Ali’nin istediğine
izhar-ı muvafakat olursa ehl-i İslamı cem itmek değil bir aksi tefrik itmekdir…”197
İngiltere, Mısır meselesinde Fransa’yı kendisi ile beraber hareket etmeye iknanın
mümkün olduğunu düşünmektedir. Ruslar’ın İstanbul’a asker çıkarması, onları sonunda
ortak hareket etmeye ikna edecektir diye düşünüyordu. Diğer Avrupa devletleri,
Rusya’nın Osmanlı Devleti’ne fazla yaklaşarak onu kontrol altına almasına karşı
çıkıyorlardı. Hünkâr İskelesi Antlaşması onları bu hususda oldukça
kuşkulandırmaktaydı. Bütün Avrupa devletleri birlikte hareket ettiği için Rusya’nın tek
başına birşey yapması mümkün değildi. Bununla ilgili olarak İngiltere’nin İstanbul
Elçisi Hariciye Nezareti’ne yazdığı bir mektupta şöyle demekteydi: “… Devlet-i
Aliyye’nin zaaf hali cihetiyle zat-ı şevket-simat-ı şahâne’yi Rusyalu’dan istiane etmeye
mecbur edecek derecede Mehmed Ali’nin mazhar-ı galebe olacağından Fransa
196
Defter1, s. 17- a, b. 197
Defter1, s. 30- a, b, 31- a.
132
Devletinin havfının olduğunu… İngiltereliler’in tanzimini arzu eyledikleri hususatın
icrasına Fransalular dahi ırza olunabilecekleri… ”198
İngiltere, Mehmed Ali Paşa’nın yeni bir devlet kurmak niyetinde olduğunu
düşünmektedir. Bunun için Londra Antlaşması ile ona mâli alanda hareket alanı
bırakılmamasını istemektedir. Mehmed Ali Paşa’nın isyana girişmesinin nedeni birçok
Avrupa ülkesinden fazla yıllık gelire sahip olmasıdır. Mehmed Ali Paşa bu mâli gücünü
Mısır halkının refahı için değil topraklarını ve hâkimiyetini genişletmek amacıyla
silahlanmak için harcamaktadır. Vergi vermeye gücü yetmeyen Mısır halkını köle gibi
kullanmaktan çekinmemektedir. Bu nedenle Mehmed Ali Paşa’nın vergi gelirleri
kısılmalı harcama kalemleri ise mümkün olduğunca artırılmalıdır. Mehmed Ali Paşa’nın
Avrupa tehdidi olmadan Osmanlı Devleti’ne karşı sorumluluklarını yerine
getirmeyeceği artık ortaya çıkmıştır. Bu nedenle onun Osmanlı Devleti karşısında
gücünü kıracak uygulamalara gidilmelidir. İngiltere Devleti’nin bu konudaki görüşlerini
dile getiren İstanbul sefiri Ponsonbi’nin bu konudaki mektubu kısaca şöyledir: “…
Lakin Mehmed Ali ol hal virgü vire vire fülüs-i ahrere muhtac olmuş olan adamları
kendü köleleri gibi kullanacağı aşikâr ve Mısır ahalisinin eşhasına ve memlüklerine
keyfe ma yeşa buyuracağı derkar. Mısır’da mevcud olacak asakirin mikdarını taklil
itmek suret-i derdest-i mütalaadır. Bu tedbirin iktizası Vali’nin masarıfını taklil
itmekdir…”199
İngiltere, Mısır meselesinin çözümünde Rusya’nın ön plana çıkmasının Osmanlı
Devleti için zararlı neticeler doğuracağına inanıyordu. Bu inancı, Rusya’nın Osmanlı
Devleti’ne yakınlaşması İngiliz emperyalist emelleri için çok zararlı bir durumdur diye
de ifade edebiliriz. Aşağıda kaydedeceğimiz belge bu durumu sağlamak için
İngiltere’nin bütün Avrupa dengelerini nasıl kullandığını çok iyi göstermektedir.
İngiltere’nin İstanbul elçisi Ponsonbi’nin Osmanlı Hariciye Nezareti’ne verdiği bu yazı
gerçekten ilginçtir. Lord Ponsonbi, Rusya’nın tek başına değil hep beraber Osmanlı
Devleti’ne garantör olunmasını istediğini söylemekteydi. Fransa değişik tekliflerde
bulunsa da İngiltere’nin önceki görüşünde bir değişiklik yoktu. Her devlet kendi
çıkarları doğrultusunda pozisyon almaktadır, bundan dolayı İngiltere onlar gibi
düşünmek zorunda değildir. İngiltere ve Avusturya aynı düşündüğü sürece diğer
198
Defter1, s. 31- a, b. 199
Defter3, s. 120- a, b
133
devletlerin buna karşı durmaları zordur. Rusya böylece kolaylıkla engellenebilir. Rusya
ile geçmişten gelen Osmanlı Devleti tartışması barış yoluyla halledilmelidir. Hünkâr
İskelesi antlaşmasının uzatılması mümkün değildir. Ancak Osmanlı Devleti’ne bir
saldırı olması durumunda Rusya’ya İstanbul’u koruma önceliği verilebilir. İngiltere’nin
buna benzer birçok düşüncesinin ifade edildiği Lord Ponsonbi’nin mektubu kısaca
şöyledir: “İmparator cenabları, Saltanat-ı Seniyye’nin bilcümle memalik-i tamamiyeti
hususunda kefaleti red ile Devlet-i Aliyye’nin Mehmed Ali ile karargîr olacak tanzimat
hakkında Düvel-i saire ile kefalet hususuna dâhil olur. Fransa Devleti’nin bundan
akdem vaki olan teklifleri bazı gûne istisna ile Mehmed Ali’nin hemen kaffe-i
istidalarına izhar-ı redd-i muvafakat olunmak iddiasından ibaret olmağla İngiltere
Devleti tarafından reddolunmuş olduğu malumdur…”200
Bu mektupla ilgili Osmanlı Hariciye Nezareti’nde geniş değerlendirmeler
yapılıyor. Avrupa devletlerinin ortak kefaletinin kabul edilmesinin uygun olacağına
karar veriliyor. Osmanlı Devleti’nin diğer bölgelerinin Mısır meselesinin çözümünden
nasıl etkileneceği geniş biçimde değerlendiriliyor ve sonucun Osmanlı’nın birliğini
bozmayacak şekilde gerçekleşmesinin uygun olacağı ifade ediliyor. Burada Osmanlı
Devleti’nin dostu olan devletlerin teklifini reddetmenin uygun olmayacağı meselinin
çözümünde onlara güvenildiği belirtiliyor. Bu şartlardan anlaşıldığına göre bunu
yapmaktan başka çare de gözükmemektedir. “ Zikrolunan teklifat iki maddeden ibaret
olarak; Biri: Bir vesatat-ı madde ve muhlisâne ile Saltanat-ı Seniyye ile Rusya Devleti
beyninde olan münazaattan baki kalabilen hususların dostane tanzimi ve Diğeri;
Memleket-i Yunan’da muharebeye bertaraf olması olub, kabul ve icra olundığı takdirde
neticeleri ne olacağı sual olunur ise cevabı vazıh…”201
Mısır meselesinin çözümünde en önemli kişi olan Matternih Osmanlı Devleti ve
Mısır arasında önemli farklar görüyordu. Osmanlı Devleti’ni bir mermer gibi sert
görürken, Mısır’ı hemen eriyecek kar gibi görüyordu. Mısır’ın gücünün Mehmed Ali
Paşa’nın ölümü ile dağılıp gideceğini düşünürken, II. Mahmud’un ölümü ile Osmanlı
Devleti’nin durumunda hiçbir değişme olmadığını belirtiyordu. Köklü devlet
geleneğinden dolayı Osmanlı Devleti’nin yaşamasının Avrupa dengeleri için çok önemli
olduğunu düşünüyordu. Avrupa devletleri, Osmanlı Devleti’nin yaşamasında müttefik
200
Defter3, s. 153- b, 154- a. 201
Defter3, s. 154- a.
134
iseler de, bunun nasıl sağlanacağı hususunda fikir birliği içinde değildiler. Matternih
bütün bunları Osmanlı Devleti’nin Viyana elçisi Rıfat Paşa ile görüşmesinde şöyle ifade
ediyordu: “… Berü tarafdan Saltanat-ı Seniyye’nin lillahil-hamd her dürlü hukuk-ı
sariha ve kuvve-i mütemâdiyesi aşikâr ve Mehmed Ali Paşa’nın kuvve-i müstehsirası ise
bir nevi kar gibi olup… “202
Avusturya Devleti, Mısır ordusunun Anadolu’da ilerlemesi ile yakından
ilgilenmekte ve bununla ilgili tavsiyelerde bulunmaktaydı. Avusturya, Mısır
kuvvetlerinin Anadolu’da ilerlemesinden endişeye gerek olmadığını, bunun Avrupa
devletleri ve kamuoyunu daha fazla Osmanlı taraftarı yapacağını belirtiyordu. Bu
işgalin hemen durdurulması mâli ve ulaşım nedenleri ile mümkün değildi. Burada asıl
meselenin bazı yerlerin Mısır kuvvetlerinin eline geçmesi değil, Osmanlı Devleti
askerlerinin onlarla yakın münasebetlere girerek bu işgalin unutulmasına ve halkın
moralinin bozulmasına neden olmaları ve Mısırlılar’ın kendilerine güven kazanmalarıdır
diye düşünüyordu. Bundan dolayı Osmanlı askerinin Mısır askeri ile yakın temasdan
kaçınarak bu gibi durumların ortaya çıkmasına engel olması isteniyordu. Avusturya’nın
İstanbul Elçisi bununla ilgili Hariciye Nezareti’ne verdiği yazıda şunları söylemektedir:
“… Asâkir-i Devlet-i Aliyye’nin İbrahim Paşa’nın askeriyle ülfet ve ünsiyet
eylemelerine müsaade olunmak mümazir-i azimeyi muceb olacağı kabil-i tariz
olmadığı… Bazı arazi-i cezirenin muvakketen gaib edilmesi kazıyyesi şu ahvâl-i
hâzıranın karışıklığı esnasında meydanda olan mesalih-i mühimmeye müvazin…
Mısırlılar’ın tecavüz ve istilaları keyfiyyeti dahi efkâr-ı nas’ı Mehmed Ali aleyhine
kâmilen ağzâb ve tahrik iderek Düvel-i Hamse beyninde derkâr olan yek ciheti o teharik
semeresi zuhurunu tacil eyleyerek… ”203
Avusturya Elçisi’nin, Osmanlı Hariciye Nezaretine verdiği yukardaki mektuptan
sonra kendisine İskenderiye konsolosundan ilginç bir mektup gelmişti. Mektupta,
Mehmed Ali Paşa’nın Suriye ve Anadolu halkını Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtmak
için ajanlar ve mektuplar gönderdiği belirtilmektedir. Anlaşıldığı kadarı ile Osmanlı
Devleti bu propaganda karşısında boş durmamakta o da Mısır’a karşı her türlü yolu
denemektedir. İbrahim Paşa kuvvetlerine karşı işgal ettiği bazı yerlerde isyanların
olması bu duruma işaret etmektedir. Havran’dan bazı isyancıların Şam’a saldırdığı ve
202
Defter1, s. 33-b. 203
Defter1, s. 33- b.
135
bazı subay ve askerleri yaraladıkları söylenmektedir. Bu durumu bastırmak için civar
yerlerden buraya Mısır askeri kaydırılıp isyanların bastırılmaya çalışıldığı ifade
edilmektedir. Ayrıca Mısır’a sığınan bazı donanma subay ve askerlerinin huzursuz
olduğu bunun bir isyana dönüşmesinin engellenmesi için bunlara bolca gıda ve para
verildiği dile getirilmektedir. Bütün bunlardan iki devletin sadece meydan savaşı
yapmadıkları halkı kendi taraflarına çekmek için bütün yöntemleri kullandıkları
anlaşılmaktadır. Ayrıca bu mektupta İngiltere’nin Afganistan ve İran’da Rusya’ya karşı
bazı girişimlerde bulunduğu da anlatılmaktadır. Avusturya konsolosu bütün bu
mücadeleyi anlatan mektubunda şunları söylemektedir: “Mehmed Ali (?) havâlisi
ahalisine ahd-i karibde icrasını ihbar ideceği bir ihtilale amade bulunmalarını
casusları vasıtasıyla işar itmiş olduğu bir mektup meelinden müstefad olunub muma-
ileyhin bu daveti bir kâğıda muharrer olarak kağıd-ı mezkür herkesin elinde
gezmektedir. Tarafınıza irsal eylediğim tahrirat-ı âhireden berü Mısır mesalihi ziyade
fenalaşmakda gibi görünmekde... ”204
Londra Antlaşması sürecinde önemli rol alan Matternih, Mısır meselesinin
çözümünün Avrupa devletleri tarafından ortaklaşa garanti altına alınmasını istiyordu.
İkinci Londra Antlaşması’nda açıkça göreceğimiz katı birlik anlayışını Matternih baştan
itibaren savunuyordu. Matternih her devletin kendi başına antlaşmayı bozabilmesinin
sakıncalarını iyi bildiği için antlaşmayı değiştirmek isteyen devletin ilgili bütün
devletleri iknasının şart olması gerektiğini düşünüyordu. Böylece bir devletin
antlaşmayı istediği gibi değiştirmesini engellemiş oluyor ve Osmanlı Devletinin
birliğini garanti altına alıyordu. Önceki dönemde yapılan antlaşmalardan da anlaşılacağı
gibi, Avrupa devletleri kendi menfaatleri doğrultusunda yapılan antlaşmaların
değiştirilmesini isteyebiliyorlardı. Bu durum birçok antlaşmanın istenilen sonuçları
vermesini engellemiştir. Matternih’in meselenin çözümünde takip ettiği yöntem, samimi
olarak Osmanlı Devleti’nin yaşamasını istediğini göstermektedir. “… Ve muahede-i
mezkurede münderic olan şurût fiile getirildiği surette Devlet-i Aliyye memurlarından
hiçbir şey gaib itmemiş olacağı misillü Mehmed Ali’nin bir takım mesai-i gayr-i semere
ile kendisini harab itmiş ve davasını tervice çalışanlar ise külliyen boşa çıkmış olacağı
derkâr… Eğerçi muahede-i mezbure hüsn-i suretle icra olunduğu takdirde Devlet-i
Aliyye’nin hüsn-i hâlini teyid ve tekide iane-i kaviyyesi olacağından bu keyfiyeti
204
Defter1, s. 33- b, 34- a.
136
mutsuzlukda bulunduğum müddet-i medide esnasında zuhura gelen ahval ve keyfiyyat-ı
mustaideden ad iderim. Ve Baron Stürmer ve muahharan kendüye göndermiş olduğum
talimat-ı zat-ı valay-ı müşirânelerine ifade ve ihbar idecek olub… Kudretin ancak bu
ittifak ve ittihad ile olacağı ve bu maslahat-ı azimenin semeresi dahi ol halde müşahede
kılınacağı rehin-i hayr-ı berahettir… ”205
205
Defter2, s. 49- b.
137
BEŞİNCİ BÖLÜM
LONDRA ANTLAŞMALARI VE MISIR MESELESİNİN ÇÖZÜLMESİ
(1840- 1841)
I. Londra Antlaşmasının Mehmed Ali Paşa Tarafından Kabul Edilmemesi Ve
Sonuçları
Sultan Abdülmecid tahta geçtiği anda Osmanlı Devleti için en hayati mesele Mısır
meselesiydi. Tahtta genç ve tecrübesiz bir Padişah’ın bulunması, Mehmed Ali Paşa’yı
bağımsızlık davasında cesaretlendiriyordu. Londra Antlaşması ile Paşa’nın bu cesareti
kırılmak isteniyordu. Bu antlaşmaya göre, Mehmed Ali Paşa’ya hemen bir ültimatom
verilecekti. Buna göre Paşa, İskenderiye’ye götürülen Osmanlı donanmasını İstanbul’a
yollayacak, Girid, Adana, Suriye, Hicaz ve Lübnan’ı hemen boşaltmayı kabul edecekti.
Bu takdirde kendisine veraseten Mısır ve Sudan, kaydı hayat şartıyla da Filistin
verilecekti. Ültimatomu kabul etmezse 10 gün sonra ikinci bir ültimatom verilecekti.
Bunu da kabul etmezse, kendisine asi muamelesi yapılacaktı.206
Mısır meselesine bir
çözüm getirmek üzere Osmanlı Devleti, İngiltere, Rusya, Avusturya ve Prusya
temsilcileri arasında yapılan uzun görüşmeler sonucunda 15 Temmuz 1840 tarihinde
Londra’da antlaşma yapıldı. Bu antlaşmanın başlıca maddeleri şunlardır:
Birinci Madde: Zat-ı şahâne Mehmed Ali Paşa’ya kendisi ve ahlâf-ı sahihası için
Mısır Valiliği idaresini vereceğini ve bundan başka kayd-ı hayatla kendisine Akka
Valiliği unvanı ve Akka kalesi kumandanlığı ile Beriyyetüşşam’ın canib-i cenubiyyesinin
idaresini ihale ve tefviz buyuracaklardır ki, canib-i mezkûrun hatt-ı hudud ber-vech-i âti
beyan olunur. Hatt-ı mezkûr; Bahr-i Sefid sevahilinde kâin Dazalnamora burnundan
bed’e ile doğruca Taberiye gölünün nihayet-i şimaliyesi olan Siriayan nehrinin ağzına
kadar mümted olarak zikr olunan gölün sahil-i garbisi boyuna gidecek ve Ürdün
nehrinin sahil-i yeminini ve Bahr-i Lût’un sahil-i garbisinden geçip oradan Akabe
körfezinin nihayet-i şimaliyesine dayanmak üzere hatt-ı müstakim üzere doğruca Bahr-i
Süveyş’e kadar uzayacak ve oradan dahi Akabe körfezinin sahil-i garbisi ve Süveyş
körfezinin sahil-i şarkisi ile Bahr-i Süveyş’e kadar imtidad bulacakdır. Herhalde zat-ı
206
Yılmaz Öztuna, A.g.e., s. 162- 163.
138
şahâne bunları ita ile beraber kendisine bu madde İskenderiye’de bir Devlet-i Aliyye
memuru vesatatıyla icbar olunduğu günden itibaren 10 gün zarfında Mehmed Ali
Paşa’nın kabul etmesi ve Cidde eyaletinden ve dâhilinde kâin Şuhûr-ı mukaddeseden ve
Girid ceziresinden ve bâlâda beyan olunan Mısır ve Akka Paşalığı hududuna dâhil
olmayan kaffe-i memalik-i Osmaniyey’den çekilmelerini mutazammın kuvve-i berriyesi
zabitanına itası lazım gelen talimatı memur-ı muma ileyhe teslim eylemesi şartlarını
dahi ilave buyururlar.
İkinci Madde: Ber-vech-i muharrer tayin olunan 10 gün müddet zarfında Mehmed
Ali Paşa Tanzimat-ı meşrûhayı kabul etmediği halde zat-ı şahâne Akka Paşalığı
idaresinin kayd-ı hayatla verilmesinden sarf-ı nazar buyuracaklar ise de işbu müddet-i
munkazıyyeyi teakub edecek 10 gün zarfında yani bu haber kendisine vasıl olduğu
günden 20 gün mururuna kadar kabul olunmak ve ber-minval-ı meşrûh derhal hudud-ı
Mısrıyye’ye ve Mısır eyaleti dâhilinde bulunan limanlara çekilmelerini mutazammın
zabitân-ı berriye ve bahriyeye verilecek talimat-ı mukteziyye-i mezkure muma-ileyhe
teslim kılınmak üzere kendisine ve ahlâf-ı sahihasına Mısır Valiliği’nin ihalesine
rızadâde olacaklardır.
Üçüncü Madde: Mehmed Ali Paşa tarafından taraf-ı şahâneye tediye olunacak
vergiy-i senevi bâlâda muharrer iki suretin kangısını kabul eder ise ona göre idaresini
istihsal edeceği mahallin vüsat ve adem-i vüsatine tatbik olunacakdır.
Dördüncü Madde: İşbu suretlerin kangısını kabul ederse etsin herhalde Mehmed
Ali Paşa’nın 10 günden 20 güne kadar tayin olunmuş olan müddetin inkızasından
donanmay-ı hümayunu kâffe-i asâkir ve mühimmatı ile ahzına memur olan Devlet-i
Aliyye âdemine teslim etmesi ve işbu teslim ve tesellüm maddesinde düvel-i müttefika
donanmaları kumandanları dahi hazır bulunması bilhassa karargîr olmuşdur. Mehmed
Ali Paşa’nın donanmay-ı hümayunun Mısır limanlarında kaldığı müddetçe vuku bulan
masarıfinı talep etmesi ve vereceği vergiden kontrol eylemesi bir vechile caiz olmaması
dahi mukarrerdir.
Beşinci Madde: Devlet-i Aliyye’nin kaffe-i muahedât ve kavanin-i memalik-i
Devlet-i Aliyye’nin sair tarafları misillü Mısır ve bâlâda tahdid ve beyan olunan Akka
eyaletinde dahi meriyyü’l- icra olup ancak vergiy-i mezkuru yoluyla tediye eylemek
şartıyla Mehmed Ali Paşa’nın ahlâfının uhdelerine muhavvel olan eyalâttan zat-ı
şahânenin isimlerine ve onların Vali ve vekili olarak vergi ve tekalif-i mutedile ahz
139
eylemelerine zat-ı şevket-simat-ı şahâne rızadâde olduklarından işbu vergi ve tekalifin
ahzıyla Mehmed Ali Paşa ve ahlâfının eyalât-ı mezkurenin kaffe-i masarıfı askeriye ve
sairesini idare etmeleri karargîr olmuşdur.
Altıncı Madde: Mısır ve Akka Valisi’nin tutabileceği kuvve-i berriye ve bahriye,
kuvve-i Devlet-i Aliyye’den madud olduğundan bunlara daima devlet hidmeti için
tutulmuş nazarıyla bakılacakdır.
Yedinci Madde: İkinci maddede beyan ve tafsil olunduğu vechile bu keyfiyetler
kendisine tebliğ olunduğu günden itibaren talik olunan 20 gün müddet zarfında
Mehmed Ali Paşa teklif olunan tanzimata muvafakat etmez ve Mısır Valiliği’nin
tevarüsünü kabul eylemez ise zat-ı şahâne kendilerine işbu teklifi geri almaklıkda
muhtar nazarıyla bakacaklarına binaen menafi-i mahsusa-ı şahâneleri ve
müttefiklerinin nasayihleri kendilerine ne tarik irae ederler ise ona salik olacaklardır.
Sekizinci Madde: İşbu sened-i münferid bugünkü mukavele senedine harf be-harf
derc olunmuş gibi mamûl ve kavi olacak ve tasdik olunup tasdiknameleri dahi
zikrolunan mukavele senedi tasdiknameleri ile beraber mübadele kılınacakdır diye
tarih-i mezkûr ile müverrehan Londra’da murahhasûn-ı muma-ileyhim tarafından imza
olunan salifü’z-zikr sened-i münferide münderic ve mestûrdur.207
Osmanlı Devleti’nin yaşaması gerektiğini düşünen İngiltere, Avusturya, Prusya ve
Rusya tarafından antlaşma imzalandığı halde Fransa imzalamamakta ısrar etti.
Antlaşmanın imzalanmasından 4 gün sonra Palmerston Fransız temsilci Guizot’u
Dışişleri Bakanlığı’na çağırdı ve antlaşmaya uymazsa Fransa’yı refüze edeceklerini
kendisine açık bir biçimde bildirdi. Londra Antlaşması sürecinde Palmerston diplomatik
yeteneklerini kullanarak Rusya ve Fransa’ya büyük oranda kendi isteklerini kabul
ettirdi. Fransa da sonunda İngiltere’nin karşısında duramayacağını anlayarak fazla ileri
gitmedi. Palmerston sabırlı bir güç gösterisiyle Rusya ve Fransa’yı da hizaya getirmeyi
başarmıştı. Londra Antlaşması imzalandığı zamanki Fransız temsilci Guizot’un
durumunu Palmerston şöyle ifade etmektedir: “Son birkaç gündür Guizot bana şeytan
gibi kızgın bakıyor.”208
Müttefik devletlerin İskenderiye konsolosları, Londra Antlaşması’nı kabule
Mehmed Ali Paşa’yı ikna etmek için beraberce onun konutuna gittiler. Londra
207
A. Lütfi Efendi, s. 1074- 1076. 208
The Cambridge, c. V, s. 177.
140
Antlaşması’nı kabul ederse neler olacağını kabul etmezse neler olacağını ona gayet açık
bir şekilde anlattılar. Avrupa’nın geçen dönemde sorunları çözmek için bir araya
gelememesine fazla güvenmemesini ihtar ettiler. Antaşmayı kabul ederse Osmanlı
Devleti ve Avrupa’nın güvenini kazanarak huzur içinde Mısır’ı yöneteceğini ve
çocuklarına veraseten bırakacağını belirttiler. Ama antlaşmayı kabul etmezse, bütün
Avrupa devletlerini ve Osmanlı Devleti’ni düşman olarak karşısında bulacağını
söylediler. Ayrıca artık dünya devletleri arasında gücün toprak genişliği ve asker
sayısından ziyade devletler dengesindeki yeriyle orantılı olduğunu belirttiler. İradât-ı
Seniyye Defterinde bu görüşme şöyle kaydedilmektedir: “… Düvel-i Muazzama’nın
kurb ve civarlarında kuvve-i maliye ve askeriyesi külliyen zaid bir takım küçük
hükümetler bulunması dahi bundan icab itmekle bunların mugayir-i hak ve adl hiçbir
gûne hareketten havf ve haşyetleri olmadığından başka Avrupa devletlerinin cümlesi
anların namusı ve emniyet-i zatiyelerine nezaret idegeldikleri derkârdır… ”209
Müttefik devletler, Londra Muahedesi kararlarına uymazsanız asker sevkederiz ve
bizimle yapacağınız savaşı kazanamazsınız, Bu durum ancak ülkenizin değişik
yerlerinin işgaline neden olur, Şimdiye kadar karşınızda sadece Osmanlı Devleti vardı
ama artık bütün Avrupa devletleri vardır, Avrupa devletleri daha önce aralarındaki
anlaşmazlıklar nedeniyle bir araya gelemiyorlardı fakat bu meselede Fransa hariç
diğerleri müttefikdir, Bu nedenle atacağınız adımlara daha fazla dikkat etmelisiniz,
Böyle bir yenilgi ve bunun sonucunda gelecek perişanlıkta kazanacağınız hiçbir şan ve
şöhret yoktur. Avrupa’ya rağmen bir devlet kursanız bile bunu büyük güçlerin kılıcı
tepenizde iken nasıl sürdüreceksiniz? İbrahim Paşa Anadolu’ya girebilir ama oradan
tekrar çıkması çok zor olur, Biz bütün gücümüzle Osmanlı Devleti’nin arkasındayız
diyerek Mehmed Ali Paşa’yı girişeceği işin sonuçları konusunda ciddi biçimde
uyardılar. “… Ve faraza bunu istihsal idebilse bile bu hal Düvel-i Erbaa’nın seyfi daima
başı üzerinde olarak ticareti külliyen ibtal olunmuş ve muhaberat-ı kesilmiş
olacağından… Ve İbrahim Paşa’nın ilerleyib ilerlememesi malun olmağla ilerlediği
halde bir dahi avdeti mümkin olamayacağı...”210
Mehmed Ali Paşa Londra Antlaşması şartlarını konuşmak üzere gelen
konsoloslarla görüşmek istemedi ve sorularını yazılı olarak vermelerini istedi. Rıfat
209
Defter2, s. 55- a, b, 56- a. 210
Defter2, s. 56- a, b.
141
Paşa, Mehmed Ali Paşa’nın Fransa Başbakanı’nı rüşvetle ikna ettiğini ve kendi tarafına
çektiğini belirtmektedir. Mehmed Ali Paşa’nın bütün isteksizliğine rağmen Londra
Muahedesi kararlarını kendisine tebliğ etmek için uğraşılıyordu. Rıfat Paşa, Mehmed
Ali Paşa’ya Akka muhafızlığının kaydı hayat Mısır valiliğinin ise veraseten verileceğini
belirtirken, Mehmed Ali Paşa ise gayesinin ülkesini genişletmek değil, İslam milletinin
huzuru ve yabancı devletlerin tasallutundan korunması olduğunu söylüyordu. II.
Mahmud tarafından kendisine verilen sözlerin tutulmasını isteyerek, II. Mahmud
tarafından kendisine verileceği söylenen yerlerden vazgeçilmesini kabul etmeyeceğini
belirtiyordu. Burada ağır bir deyim kullanarak Osmanlı idarecilerini gaddarlıkla itham
ediyordu. Rıfat Paşa ise bu söylediklerinin sözden ileriye gitmediğini, Hüsrev Paşa ile
çekişmesi ve şahsi hırsları yüzünden devleti çok zor duruma düşürdüğünü ve yabancı
devletlere muhtaç bıraktığını belirtiyordu. Mehmed Ali Paşa tekrar Mısır’ın ailesine
yeteceğini, arazi talebi olmadığını ve devletine ve padişahına muti olduğunu söyleyerek,
II. Mahmud döneminde verilen sözlerden dönülürse kanının son damlasına kadar
savaşacağını ifade ediyordu. Çünki, sözlerden dönülmesini “kendisini düğün evinde
kestane kabuğu suretine koymak” olarak görüyor ve hakaret olarak kabul ediyordu. Bu
durumu kendisiyle sık sık görüşen Rıfat Paşa merkeze gönderdiği yazısında şöyle
anlatmaktadır: “… Bahusus Fransa Başvekili Mösyö Tiers ile Paşa’nın münasebeti
mahsusi olarak kendisiyle muhaberat-ı hafiyesi oldığından başka bir defa 1000 ve diğer
defa 2000 kise akçe Paşa, Tiers’e göndermiş ve o dahi kabul itmiş idiğinden… Kaldı ki,
merhum efendimizin vaktinde Mısır ve Sayda eyaleti ta Trablusa kadar ber-vech-i
veraset virilmiş ve Şam eyaleti hakkında dahi sonradan bir hüsn-i suret bulur deyu
söylemişken şimdi bu vechile muamele olunması insafsızlık ve nefsaniyet olarak…”211
Bütün müttefik konsoloslar beraberce veya ayrı olarak Londra Antlaşmasını kabul
etmesi konusunda ikna etmek üzere sık sık Mehmed Ali Paşa’nın ziyaretine gidiyorlar
ve antlaşmayı kabul etmezse başına gelecekler konusunda uyarıyorlardı. Mehmed Ali
Paşa Türk milletinden olması cihetiyle kaderina razı olduğunu belirtip, Lübnan
sahillerinde ele geçirilen 3 gemisinin hemen iade edilmesini yoksa sonuçlarının çok
kötü olacağını söyledi. Bunun üzerine Rus konsolos bunları söylemenin kolay fakat
yapmanın zor olduğunu belirterek oradan ayrıldı. Mehmed Ali Paşa’nın barış yoluyla
ele geçirdiği topraklardan kesinlikle çekilmeyi düşünmediğini açıkça ifade ettiğini
211
Defter3, s. 133- a, 146- b, 147- a.
142
görüyoruz. Bu durumda müttefik kuvvetler için zor kullanmaktan başka çare
kalmıyordu. İskenderiye’de bulunan Rus konsolosu bu durumu kendi elçiliğine yazdığı
yazıda şöyle dile getirmektedir: “… Ve tesviye-i maslahat ne tarik ile mümkin olacağını
irâe ider iseniz pek asûde memnun oluruz ve mamafih bizler vazife-i zimmet-i
himmetimizi ifa eyledik ve mektub tarafınıza bila vasıta gönderilmiş olmağla meeli
sizden gayrısının malumı değildir denildikde... Ben usulumü tuttum ve kendümi ısrar ile
muhafazaya mübaderet edeceğin ve 8 seneden berü kazandığım şeyler ancak avn-i
inayet-i bârî ile kesb olunmasıyla onları yine elimden alacak cenabı Hakdır… ”212
13 Ağustos 1840 tarihinde akşam saat 8 sularında İngiltere ve Avusturya
konsolosları Mehmed Ali Paşa’yı antlaşmayı kabule ikna için yanına gittiler. İngiltere
konsolosu, Mehmed Ali Paşa’dan durumun vehametini iyi değerlendirmesini şayet
antlaşmayı kabul etmezse başta İngiltere olmak üzere müttefik devletlerin zor
kullanmakta kararlı olduklarını belirtti. Mehmed Ali Paşa, daha önce başta Rıfat Paşa
olmak üzere diğer devlet temsilcilerine verdiği red cevabında kararlı olduğunu artık
rahatsız edilmek istemediğiniifade etti. Avusturya konsolosu, doğu ülkelerinin savaştan
bıktığını ve harab olduğunu bu meselenin savaşsız olarak halledimesini istediklerini
söyledi. Ayrıca Londra Antlaşması’nda Mısır’ın veraseten sana ve ailene bırakılmasını
reddetmen senin ve ailenin mahvına sebep olacaktır diye uyardı. Mehmed Ali Paşa,
savaş istemediğini ama savaşla kazandığı yerleri korkuyla iade etmeyeceğini vurguladı.
Şayet savaş olursa kendi hayatını korumalarını istedi. Buna ilaveten savaş çıkarsa
güvenliğinizi garanti edemem Mısır’ı terkedin deyince, konsoloslar bunu kesinlikle
reddettiler. Burada Osmanlı Devleti’nin garantisi altında olduklarını ve devletleri
istemedikçe gitmeyeceklerini ifade ettiler. Mehmed Ali Paşa karşısındakilere
güvenmiyor ve hamisi Fransa’nın kendisine yardım edeceğini düşünerek antlaşmayı
kabul etmeye yanaşmıyordu. İngiltere ve Avusturya konsolosları asla Mısır’ın
kötülüğünü istemediklerini belirterek, Londra Antlaşmasıyla Osmanlı Devleti’nin
birliğini koruyarak Avrupa dengelerinin devamını sağlamak istediklerini söylediler.
Ertesi gün kesin cevabını almak üzere tekrar geleceklerini belirtip ayrıldılar. Bununla
ilgili müzekkerede kısaca şunlar ifade edilmektedir: “… Avusturya konsolosu:
”Memalik-i Şarkıyyenin muharebeden vikayesi lâzımeden olduğundan” bahs eyledikde,
Vali-i muma ileyh kendisinin bu babda tasavvuru olmayub ve asla muharebe ibkası
212
Defter2, s. 57- a, b, 58- a.
143
niyetinde olmadığını… Kuvve-i seyfiye ile kazanmış olduğu şeyler bu makule ifadât ile
redd ü iade edecek derecede ihafaya gelemeyeceğini… ”213
Prusya konsolosu diğer konsoloslardan sonra aynı gün son bir defa Mehmed Ali
Paşa’yı ikna için gitti. Mehmed Ali Paşa diğerlerine verdiği cevabın aynen kendisi için
de geçerli olduğunu belirtti. Mehmed Ali Paşa onları düşman olarak gördüğünü
söyleyince Prusya konsolosu: ”Biz size 800 saat mesafedeyiz niçin düşmanlık edelim?
Hak ve adaletin sağlanarak bölgenin ve Avrupa’nın güven içinde olmasını
istediğimizden meseleye müdahale ediyoruz” dedi. Mehmed Ali Paşa ise fikrinde yine
ısrar ederek, derhal Mısır’ı terk etmelerini, onların Mısır’daki varlığının kendisine şüphe
ve güvensizlik telkin ettiğini ifade etti. Avrupa devleti temsilcilerinin kendisini
kandırmaya çalıştıklarını söyleyerek, onlara kesinlikle güvenmediğini vurguladı.
Prusya’nın İskenderiye konsolosu Mehmed Ali Paşa ile yaptıkları konuşmayı yazısında
şöyle anlatmaktadır: “… Evvele Prusya Devleti 800 saat mesafede bulunduğundan
Devlet-i muşarun-ileyhanın size hiçbir vechile adavet-i deruniyesi olamaz. Ve
kendüsinin bu vechile uzaklığı işbu meselede bi-garzane hareket etmekde olduğunu
yakinen isbat ider. …Ve bir düşman devlet memurunun hengâm-ı muharebede
memleketten müfarakat itmemesi görülmüş müdür… ?”214
14 Ağustos 1840 günü saat 9 sularında Rıfat Paşa ve diğer müttefik devletler
konsolosları tekrar 10 günlük sürenin bittiğini belirtmek ve kesin cevabını almak üzere
Mehmed Ali Paşa’nın huzuruna çıktılar. Mehmed Ali Paşa, 10 gün sonra veya hiçbir
zaman Londra Antlaşması’nı kabul etmeyeceğini tekrarladı. Müttefik temsilciler artık
tartışmanın zamanının geçtiğini, antlaşmayı ya kabul etmesini ya da sonuçlarına
katlanacağını söylediler. Osmanlı temsilcisi, dökülecek Müslüman kanının
müsebbibinin kendisini olacağını söyleyince, Mehmed Ali Paşa “ben hesabı Allah’a
veririm” diyerek son cevabının olumsuz olduğunu belirtti. Bunun üzerine Rıfat Paşa bu
cevabı resmen yazılı olarak vermesini isitedi. Mehmed Ali Paşa, yazılı cevabın
ayrılacağı zaman verileceğini ifade etti. Bu durum görüşmeyle ilgili belgede şöyle
zikredilmektedir: “…Rıfat Beyefendi hazretleri hâmil oldığı mektub-ı samiye’yi tahriren
213
Defter2, s. 58- a, b, 59- a. 214
Defter2, s. 59- a, b.
144
cevab olunacak mı? deyu sual eyledikde “mufarakatı günü teslim ve ita olunacağını“
ifade itmekle meclis hitam bularak veda ile avdet olunmuşdur.”215
18 Recep 256 (15 Eylül 1840) tarihinde İstanbul’da yapılan toplantıda, Mehmed
Ali Paşa’nın Londra Antlaşması kararlarını kabul etmemesi üzerine alınacak tedbirler
Mustafa Reşid Paşa’nın müttefik devlet elçileri ile yaptığı görüşmede değerlendirildi.
Londra Antlaşması’nı reddettiği için, Mehmed Ali Paşa’nın görevden alınması ama
şimdilik yerine atama yapılmayarak vekâleten görevlendirme yapılmasının daha uygun
olacağı kararlaştırıldı. Bölgedeki bazı valilerin değiştirilmesi daha uygun olacaktır
denildi. Bunda bazı valilerin işgal sırasında ihanete varan davranışları etkili oldu. Girid
Valiliği’ne Mustafa Paşa getirilirken, donanmanın abluka için hazır tutulması istendi.
Şerif ikna edilerek Hicaz bölgesi Valiliği Bağdat Valisi Ali Rıza Paşa’ya verildi.
İskenderiye’de bulunan konsoloslar Mehmed Ali’ye ablukanın başlayacağını belirterek
orayı terk etmesinin uygun olacağını söylediler. Bütün görevlendirmelerin Arapça ve
Rumca’ya da çevrilerek önemli yerlere gönderilmesinin ve halka duyurulmasının yararlı
olacağı ifade edildi. Dürzîler itaatlerini bildirip bizi destekledikleri için
ödüllendirilmelidir, Arabistandaki aşiret ve kabileler Mısır aleyhinde
ayaklandırılmalıdır, Mısır liman ve kanallarının hemen abluka altına alınması yolunda
bölgedeki İngiliz ve Avusturya donanması komutanlarına yazılar gönderilmesi uygun
olur görüşü dile getirildi. “Malum-ı âli buyrıldığı üzere Hariciye Nâzırı devletlü Reşid
Paşa hazretlerinin geçen Cuma günü Düvel-i Erbaa-ı Müttefika elçileriyle vuku bulan
müzakerâtı… Kendüsinin Mısır Valiliği’nden azliyle şimdilik yerine âhar vali nasb
olunmayarak Mısır’ın idare-i muvakketesi akdemce taraf-ı eşref-i şahâneden Akka
Valisi nasb ve tayin buyrulmuş olan devletlü İzzet Mehmed Paşa hazretlerine ihale
birle, Mısır limanlarının ablukasına bundan bir mah sonra mübaşeret olunacağı ve işbu
abluka maddesinin nam-ı şahâneye mahsusan icrası lazım gelecek olmasına… ”216
Mehmed Ali Paşa’nın Londra Antlaşması’nı kabul etmemesi üzerine, onun Mısır
Valiliği’nden alındığı ve bununla ilgili konularda uzun bir ilanname yayınlandı. Bu
ilannamede Mısır meselesi bütün boyutları ile ele alınıp niçin böyle bir ilanname
yayınlanmasına ihtiyaç duyulduğu ifade edilmiştir. Mehmed Ali Paşa’nın, Londra
Antlaşması kararlarını süresi içinde kabul etmediği için Mısır Valiliği’nden alındığı açık
215
Defter2, s. 59- b, 60- a. 216
Defter2, s. 60- a, b.
145
biçimde dile getirilerek açıkça kendisi ve ailesi hakkında vaat edilen bütün imtiyazları
kaybettiği belirtilmiştir. Mısır Valiliği’ne Akka Valisi ve eski Sadrazamlardan İzzet
Mehmed Paşa’nın vekâleten atandığı ifade edilmiştir. Mehmed Ali Paşa artık kendine
karşı yapılacak bütün zorlayıcı tedbirleri hak etmiş ve bunların başlangıcı olarak Mısır
liman ve iskeleleri Osmanlı-müttefik donanması tarafından hemen abluka altına
alınacaktır denilmiştir. Mehmed Ali Paşa’nın bu kararı ile dökülecek Müslüman
kanından dünyada ve ahrette o sorumlu olacaktır. İkinci 10 günlük sürede Mısır’ın
kendisine veraseten bırakılması şartıyla antlaşmayı kabul ettiğini belirtmişse de buna
karşılık hemen donanmayı iade ve Mısır dışındaki yerleri iadesi gerektiği belirtilince
“Bunlar sonraya kalacak işlerdir” diyerek tabiri caizse ipe un serme yoluna gitmiş ve
kabulünü ertelemiştir.
Meselenin bu kadar uzamasının asıl nedeni Mehmed Ali Paşa’nın Suriye ve
Lübnan’ı boşaltması tartışmasıdır. Mehmed Ali Paşa buraların kendisine yakın olduğu
için yönetimine bırakılmasını, böylece buraları da Mısır gibi modernleştirip
kalkındıracağını ifade etti. Oysa Mısır’ı nasıl sömürüp insanları sersefil bıraktığını ve bu
geliri savaşa harcadığını birçok kaynak ifade etmektedir. Mehmed Ali Paşa’nın asıl
amacı bazı tavizler verir gibi görünerek müttefik hücumunu savuşdurup sonra da
Osmanlı Devleti ile tekrar başbaşa kalmaktır. Şayet onun bu tuzağına düşülerek Londra
kararlarını tam olarak kabul etmeden barış imzalanırsa bir daha böyle bir şeye
kalkışması durumunda tekrar bu büyük ittifakı sağlamak son derece zor olacaktır. “…
Mehmed Ali Paşa’nın müddet-i evveli teklifine cevabı pek kati surette ise de, müddeti
saniye cevabı renkden renge konulmuş olmağla bu dahi cümlenin malumu olmak içün
bir mahalde ityan olunmuş olub şöyle ki; müddet-i saniyenin ibtidaki meclisinde ben
Mısır’ın tevarüsünü kabul ittim ve Beriyyetüşşam’ı dahi taraf-ı şahâne’den rica… ”217
Mehmed Ali Paşa’nın Londra Antlaşması’nı kabul etmemesi üzerine Mısır
Valiliği’nden alınması ve kendisine karşı bütün zorlayıcı yöntemlerin kullanılması
kararlaştırıldı. Bunun yöntemi üzerine İstanbul’daki İngiliz elçisi Ponsonbi ile
görüşmeler yapıldı. Mısır liman ve iskelelerinin abluka altına alınması için Osmanlı
donanmasına yardım etmek üzere Akdeniz’de bulunan İngiliz ve Avusturya donanması
komutanlarına resmi bir yazı yazılması kararlaştırıldı. Yazılan ve Akdeniz’deki müttefik
217
Defter2, s. 61- a, b, 62- a, b.
146
donanması komutanlarına gönderilen bu resmi yazı şöyledir: “… Kâffe-i Mısır ve
Beriyyetüşşam liman ve iskelelerinin kemal-ı şiddet ile abluka olunması karargir olmuş
olmağla muahede-i mezkure mucibince zat-ı sefiraneleri İngiltere Elçisi cenablarıyla
bi’l-müzakere zikrolunan abluka usulünün icrasına memur olan Süfün-i hümayunu itay-
ı ianet-i müessese itmekliği Bahr-i Sefid’de olan İngiltere ve Avusturya amirallerinin
memur olunmaları hususuna himmet eylemeleri.”218
Mehmed Ali Paşa’nın yerine Mısır Valiliği’ne getirilen İzzet Mehmed Paşa,
bununla ilgili ayrıntılı bir talimatın düzenlenerek Arapça tercümesiyle beraber Sakız
açıklarındaki Osmanlı Donanması ile Kıbrıs ve Beyrut açıklarında bulunan İngiliz ve
Avusturya donanma komutanlarına ulaştırılmasının faydalı olacağını belirtti. Kendisinin
hızla görev alanına gitmesi ve bu talimatın hızla ilgili yerlere ulaştırılması için bir gemi
kiralanmasının faydalı olacağını belirtti. Herhalde bu dönemde çağa uygun hızlı ve
modern gemiler Osmanlı Devletinde mevcut olmadığı için, kiralama yöntemi tavsiye
ediliyor olsa gerek. Yoksa eski Sadrazam ve yeni Mısır Valisi olan bir kişiyi kiralık
gemi ile görev yerine göndermek pek anlaşılabilecek bir yol değildir. Bununla ilgili
talep yazısında İzzet Mehmed Paşa şunları istiyordu: “ Memurîn-i Cedîde-i
bendegâneme dâir gönderilecek olan talimat-ı mufassala ve evrak-ı sâire
kapukethüdalık hizmeti rikabında bulunan saadetlü Nuri Bey bendelerine teslim
olunarak rukûb-ı çâkerânem içün isticar olunan vapur sefinesine irkaben bu tarafa izam
buyrulmuş… Mahallerine Li-ecl-i isal Sefine-i mezkûre ile Beyrut canibinde olan
İngiltere Sefayini kumandanına gönderilmesine ve Arabi’l-ibare ilanname-i nusha-i
metbua ve mersumelerinin dahî Beriyyetüşşam taraflarına neşr ve idaresine itina…”219
Fransa, Londra Antlaşması ile Mısır’a verilen sürenin henüz dolmadığını iddia
ederek ablukanın hemen başlamasına karşı çıktı. Osmanlı Devleti ise Mısır‘ın abluka
altına alınmasının yabancı bir yerin abluka altına alınması olarak
değerlendirilemeyeceğini, oranın kendi devletine isyan etmiş bir bölge olduğunu
belirterek bunu reddetti. 1840 yılı Şaban ayı (Ekim) ortalarının, gemilerin toplanması da
düşünüldüğü zaman abluka için uygun olduğu belirtildi. Kıyıların abluka altına alınması
olayı bir devletin başka devlete uyguladığı bir düzenleme değil, Osmanlı’nın kendine
karşı ayaklanan bir Valisi’ni yola getirmek için müttefikleri ile beraber yaptığı bir iç
218
Defter2, s. 63- a. 219
Defter2, s. 65- b.
147
güvenlik harekâtıdır. Bu nedenle devletlerarası hukukta böyle değerlendirilmelidir.
Bundan dolayı abluka ile ilgili İstanbul hükümeti tarafından bir tezkire yazılarak ilgili
bütün taraflara gönderilmesi bunun ifadesi açısından çok faydalı bir uygulama olacaktır.
Fransa’nın müttefik güçlerin yapacağı bir harekâtı engellemek için her yolu denemesi
nedeniyle, meselenin uluslararası hukuka uygun olmasına son derece dikkat edilmeye
çalışılıyordu. “… Makam-ı vâlay-ı Nezaret-i Hariciyyeden sefaretlere olunan tebligatta
bu abluka olunacak Limanlar bir devleti müstakille ve ecnebiyyenin zir-i hükmünde
olmayarak Devlet-i Aliyye kendü Limanlarını bir isyanda bulunması cihetiyle yine
kendisi müttefikleriyle birlikde abluka ideceğinden, Faraza iki devlet-i muharibenin
birbirleri hakkında icra idecekleri usul-i ablukaya tamamı tamamına tatbik olunmak
iktiza itmeyeceği… ”220
Mısır’ın ablukası kararı kendisine ulaşınca İstanbul’daki Fransız Elçisi bu
ablukanın usullere uygun olması ve yabıncı tüccarların ticari çıkarlarına zarar
vermemesi gerektiğini ve Fransız ticari çıkarları için doğacak zarardan Osmanlı
Devleti’nin sorumlu tutulacağını belirten bir yazıyı Hariciye Nezaretine verdi.
Fransa’nın bölgedeki ticarî çıkarlarına zarar verebilecek bir uygulamanın sorumluluğu
ile Osmanlı Devleti açakça tehdit ediliyordu. “…Usul-î mezkûrenin Ticaret-i Ecnebiyye
hakkında icra ve tesiratını tayin idecek olan faide-i hukuk-ı bahriyyeyi işara ibtidar
idemiyeceğine teessüfle beraber usûl-i mezkûreyi devleti tarafına ifade ve ihbara
müsaraat idecekdir. Bir abluka maddesinin kaidece vucud-ı meşru olması ve Düvel-i
Ecnebiyye teba ve ticareti hakkında meriyyü’l icra bulunması ancak hukuk-ı milel ve
kaide-i düvel mucibince tayin olunan… ”221
18 Recep 1840 (15 Eylül) tarihinde İstanbul’daki müttefik devlet elçilerine
ablukanın ne zaman başlayıp nasıl uygulanacağına dair bir resmi yazı veriliyor. Bu
yazıda ablukanın 18 Şaban 1840 (15 Ekim) tarihinden itibaren 1 ay içerisinde
başlayacağı ifade ediliyor. Bu ablukanın bütün Mısır, Suriye ve Lübnan kıyılarına
uygulanacağı belirtiliyor. Bununla ilgili müttefik elçiliklere verilen kısa yazıda şöyle
deniliyordu: “Düvel-i mütehabbe Süferasına ita olunan takrir-i resmiyede zikr-i beyan
olunduğu vechile Mısır ve Berruşşam limanları ve iskelelerinin ablukası hususunun
layıkı vechile tayin eylemek ve hiçbir gûne münazaa ve muaraza vuku bulmamak üzere
220
Defter2, s. 67- a. 221
Defter2, s. 67- a, b.
148
hangi günden bed’e ideceği anlaşılmak murad olunduğu Devlet-i Aliyye’nin malum-ı
âlisi olmağla işbu abluka usûlünün icrasına tagarrüb iden mah-ı Şaban’ın 18.
gününden yani Salifüz-zikr tekarîr-i resmiyye tarihinden itibaren bir mah mururunda
bed’e olunacağı bu mahalde ilan ve işar olunur.”222
Osmanlı Devleti abluka konusuna büyük önem veriyordu. Bunun için ayrıntılı bir
görevlendirme ve tahsisat listesi hazırlandı. Bu listeyi kısaca şöyle özetleyebiliriz:
— Kiralanacak gemilerle abluka bölgesine 5000 adam gönderilmesi,
— Serasker İzzet Paşa’nın istediği eşyanın hemen temin edilerek bölgeye
ulaştırılması,
— Gerekli miktarda silah ve mühimmatın temin edilerek bölgeye ulaştırılması,
— Suriye ve Lübnan’da Osmanlı Devleti hizmetinde çalışacak yabancı subayların
intibakının yapılması,
— Uygun yerlerden gıda ve zahire temin edilerek orduya ulaştırılması,
— İstanbul’da bulunan Arnavud İbrahim Mahbub’a 10000 kuruş hercırah
verilerek Orduy-ı Hümayun tarafına gönderilmesi,
— Görevlilerin ücretlerinin ödenmesinde hiçbir gecikmeye mahal verilmemesi,
— 10000 kantar peksimed Ticaret nezareti tarafından hazırlatılarak bölgeye
ulaştırılması,
— Gerekli top ve mühimmatın savaş gemileri ile götürülmesi uygun
olmayacağından hemen 5- 10 gemi kiralanarak bölgeye ulaştırılması,
— Gıda ve zahire temini için bölgeye yakın olan Antalya vb. yerlere resmi yazılar
gönderilmesi,
— Bütün bu ihtiyaçların temini için bir müzekkere hazırlanarak bu konuda irade-i
seniyye çıkarılması sağlanmalıdır
4 Şaban 1840 (1 Ekim 1840) tarihinde hazırlanan ve takip eden günlerde
yapılacak işlemleri ayrıntılı olarak açıklayan bu müzekkere şöyledir: “
222
Defter2, s. 67- b.
149
— Deavi Nezareti muavin-i evveli Selami Efendi Orduy-ı Hümayun müsteşarlığı
ünvanıyla Orduy-ı Hümayuna gönderilüb 7500 kuruş maaşının 2500’ü Hacı Keşşaf
Efendiye virilerek vekâletine memur kılınması.
— İsticar olunan 4 kıta vapur Sefinesiyle 5000 adam gönderilmesi.
— İzzet Paşa hazretlerinin matlubı olan eşya dahi derhal tedarik olunub irsal
olunması… ”223
Serasker ve yeni Mısır Valisi İzzet Mehmed Paşa gönderdiği yardımcısı Nuri
Efendi ile ek taleplerde bulundu ve bu yazıya 9 Şaban 1840 (6 Ekim 1840) tarihinde
cevap yazıldı. Ne hazindir ki, bu ihtiyaçlar devletin kendi imkânları ile temin
edilmekten uzaktır. Yeterli miktarda para ve malzemenin gönderilmesinin mümkün
olmadığı açıkça belirtiliyordu. Bu taleplere verilen cevabı içeren yazı şöyledir:
“İzzet Paşa hazretleri tarafından bu defa kapukethüdası Nuri Bey’in avdetiyle
vurud iden tahrirat meeli bihamdillahi Teâlâ vuku bulan asar-ı nusrete dair olmağla
manzur-ı âli buyrılmak üzere takdim kılındı. Savb-ı işarata göre asker ve akçe ve tüfenk
ve sair bazı eşya irsali elzem ve ehem olmağla ol babda beyne’l- havas müzakere
olunan mevaddın kararı ber-vech-i âti beyan olunur.
Maiyet-i muşarun- ileyh içün mukaddemce tertib olunan 5000 nefer asakirin
tedarik olunabileceği vapur sefineleri ve isticar olunan tüccar sefayini ile hemen sürat-i
irsallerine ibtidar olunması
Ol mikdar asker rütbe-i kifayede olamayacağından ve Dersaadet’te şimdiki halde
başka asker bulunmadığından berr ü nihadan avdet idüb Samsun’da bulunan asakir-i
nizamiyenin sürat-i celbi vesailinin istihsaliyle bir 5000 asakirin dahi tertib ve irsali
hususuna say ve ikdam olunması
Asakir-i Hassa-ı Şahâne’den dahi 5000 mikdarı cünüd-i muntazamanın tahliye ve
irsali suretine dahi gayret ve ikdam olunması.
İngiltere ve Nemçe Devletleri tarafından dahi imkân-ı mertebe asakirin irsali
sureti makam-ı Nezaret-i Hariciye’den, Düvel-i muşarun- ileyhima elçilerine ifade
olunması
223
Defter2, s. 67- b, 68- a.
150
Rodos’da bir tabur asakir-i muvazzafa bulundığından onun dahi muşarun ileyh
İzzet Paşa maiyetine memur ve irsal ittirilmesi.
Hazinede nakid mevcud bulunmadığından ve kaime tebdiline dahi kafi taraflarda
nakid olmadığından çaresi lede’l- mütalaa Hüsrev Paşa’nın yanında kise oldığını
Meclis-i Muhasebe reisi Hacı Edhem Efendi rivayet eylediğini, Maliye Nazırı Paşa
hazretleri ifade itmiş olduklarından ve ashab-ı duyun dahi tacizden hali olmadığından
mebaliğ-i mevcude ashab-ı duyun’a virilmek şartıyla celb olunarak Orduyu Hümayun’a
gönderilmesi ve ashab-ı duyun’a dahi hazineden kaime virilerek suret-i ibralarına dair
senedatı kendü tarafına irsal kılınması. Muşarun ileyh İzzet Paşa hazretlerinin isar
eylediği tüfenkler ve sair eşya tertib ve mübayaa birle serian temin olunması.”224
Mehmed Ali Paşa, Valilikten alınması ve kıyılarının abluka altına alınması
kararına sert tepki gösterdi. Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanması, denize düşen yılana
sarılır misali, Osmanlı Devleti’nin tarihi düşmanı Rusya’dan yardım istemesine neden
olmuştu. Netayic ül Vukuat’ta belirtildiğine göre, Mehmed Ali Paşa diğer Osmanlı
valilerine mektuplar göndererek Osmanlı Devleti’ni Rus tacizinden korumak ve yanlış
işler yapan II. Mahmud’u tahttan indirmek için beraber çalışmaları gerektiğini
söylemişti. Bu durum Osmanlı Devleti ve Rusları ortak bir düşman noktasında ittifaka
götürmüştür. Ruslar’ın işe müdahale etmesi Fransa’yı rahatsız etmiş ve Mısır’dan
antlaşmayı kabul etmesini istemiştir. Fransa’nın baştan beri meselenin halline uğraştığı
ama Londra kararları dışında bırakıldığı için bunun namusuna dokunması nedeniyle
biraz sessiz kalmaya karar verdiği belirtilmektedir. Fransa durumun nezaketi nedeniyle
Mehmed Ali Paşa’dan Mısır’ın veraseten kendisine bırakılması şartıyla, diğer yerleri
terk ederek donanmayı iade edip Padişaha itaatini bildirmesini istiyordu. Fransa’nın bu
tutumu Mehmed Ali Paşa‘nın bütün direncini kırarak antlaşmayı kabul noktasına
götürdü. Mevcut durum zaten onun Suriye’de hak iddia etmesine müsait değildi. “…
Fransa Devleti bilahare harekete icbar itmekden ve kayd-ı hayat şartıyla olan bir
müsaade-i muvakketeyi diriğ ile maslahatı ta Rusya’luyu Memalik-i Devlet-i Aliyye’ye
ayak basdıracak merkeze getirmekden ise hazır Mehmed Ali Paşa ber-muceb-i muahede
Mısır tevarüsünü kabul itmiş ve Beriyyetüşşam eyalâtı içün dahi fütüvvet-i seniyye-i
224
Defter2, s. 68- b, 69- a.
151
hazreti şahâne’ye müracaat eylemiş oldığından şu maslahat ber-vech-i suhulet bitirilse
pek hayırlı olur...”225
Osmanlı Devleti, Paris elçisi olan Nuri Efendi vasıtasıyla Fransa Hariciye Nazırı
Tiers’e bir mektub gönderdi. Bu mektupta, Fransa ile Osmanlı Devleti dost olmasına
rağmen isyancı bir Vali’nin desteklenmesi protesto ediliyordu. Osmanlı Devleti’nin
dostu bir devletin, yeni Padişahımız’ın afvına mucib olmasına rağmen ittatsizliğinde
ısrar eden bir Valisi’ne destek olarak ülkeye zarar vermesi Padişahımızı son derece
üzmüştür deniliyordu. Mehmed Ali Paşa, sadece Mısır’ın kendi ailesine veraseten
bırakılmasını istemekle kalmıyor aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin yarısına tekabül
eden bir alanı isteyerek, Padişahımız’ın mukaddes hukukuna son vermek istiyordu.
Londra kararları müttefik devletler tarafından Osmanlı topraklarını koruma altına
alırken, Fransa’nın bunun dışında kalması bizi son derece üzmüş ve kırmıştır
deniliyordu. Bu mektupta tarihî Osmanlı-Fransa dostluğunun zarar görmesinin Osmanlı
Devleti kadar Fransa’nın da aleyhine olacağı belirtiliyordu. “Devlet-i Aliyye’nin dost-ı
kadimi olan bir devletin Memalik-i Mahruse-i Osmaniyye’nin teebbüd-i hüsn-i hali
kazıyyesine mebni olan bir ittifak ve ittihad-ı halisâneye bigâne durulması kemal-i
mertebe teessür-i Şahâneye mucib olmuş, Saltanat-ı Seniyye, Fransa devlet-i fehimesi
ittifakı hakkında olan rağbet ve iltizam-ı âlisi ve istidadât-ı dostanesi tesiratı hususunda
olan itimad ve emniyet-i seniyyesini isbat idebilür… ”226
Osmanlı Devleti Londra muahedesi ile kendi tebaası için menfaatler istemezken
Düvel-i Muazzama’nın da böyle bir niyeti olmadığına inanmaktadır. Bizzat onların
temsilcileri de bu yönde garantiler vermişler ama daha sonra göreceğimiz gibi
uygulamalar böyle olmamıştır. Müttefik devletlerin çoğu, Osmanlı Devleti’nde yaşayan
dini azınlıkları daima korumuşlar ve onları ayrıcalıklı bir konuma getirmek için azami
gayret göstermişlerdir. Asırlardır Osmanlı sınırları içinde beraberce yaşayan dini
guruplar bu faaliyetler sonucunda, Osmanlı Devleti’ni yıkıma götürecek faaliyetler içine
girmekten maalesef çekinmemişlerdir. Müttefik devletler Londra Antlaşması’nı
düzenlerken, tek kaygılarının Osmanlı Devleti’nin huzur, dirlik ve düzenliği olduğunu
belirtmişler ama sonuç böyle olmamıştır. Düvel-i Muazzama’nın desteği ile Mısır
meselesi çözülmüşse de Osmanlı Devleti’ni yıkıma kadar götürecek milletler meselesi
225
Defter2, s. 73- b, 74- a. 226
Defter2, s. 75- a, b.
152
ortaya çıkmıştır. “… Muahede-i ittifakiye ile Düvel-i Müttefika içün karagîr olan
taahhüdât ve mecburiyyatın icrası babında ol Muşarun ileyhimanın ne hiçbir gûne
teksir-i arazi ve nufuz-ı muhâsara ve ne kendü tebaaları içün milel-i sairenin nail
olamayacakları menafi-i ticareti istihsal daiyesinde olmayacaklarını resmen ve
sarahaten ilan u beyana mübaderet ve işbu ilanı bu mazbataya sebt ve tahrire
mübaşeret iderler… ”227
Londra Antlaşması ile Lübnan ve Suriye kıyılarında bulunan bütün Osmanlı
gemileri İngiliz komutası altına verilmiştir. Bu durum Osmanlı yönetiminin Mısır
meselesinin çözümünde kendisini ve kuvvetlerini Avrupalılara teslim ettiğini
göstermektedir. Düvel-i Muazzama ve özellikle İngiltere müstemlekelerindeki
Müslüman halkın hilafete yapılanlara karşı tepkisini engellemek için böyle bir yola
başvurmuştur. Ayrıca aşağıda Palmerston’un belirteceği gibi, bu olay Osmanlı
Devleti’nin, İngiltere’nin kendini kurtarmak için uğraştığına güveninin bir göstergesidir.
Palmerston, Londra Antlaşması ile kendileri için bir menfaat sağlamaya çalışmadığını
sadece Ortadoğu’da barışı tesis etmek için uğraştığını söylese de bir başka önemli
amacının Hindistan ve diğer sömürge yollarını güven altına almak olduğu bilinmektedir.
“Malum-ı sâmileri buyrulduğu üzere Beriyyetüşşam tarafına sevk olunan Süfün-i
hümayun-ı şahâne emr-i kumandasının İngilterelü Kumandan Walker’e ihalesi keyfiyeti
İngiltere Devleti nezdinde bais-i mahzûziyyet olmuş... ”228
İngiltere Hariciye Nâzırı Palmerston, bir İngiliz Amiral’in müttefik donanmanın
başına getirilmesini Osmanlı Devleti’nin kendilerine karşı derin güvenine bağlıyor ve
bundan çok hoşnud olduklarını söylüyordu. Ayrıca müttefik donanmanın başına Amiral
Walker’ın geçirilmesinin onun buna ehil olması ve İngiltere’ye olan güveni göstermesi
bakımından takdire şayan olduğunu belirten bir teşekkür yazısını Osmanlı Hariciye
Nezaretine de gönderdi. Bu yazısında Palmerston şunları ifade ediyordu: “Bu hususdan
dolayı İngiltere Devleti’nin zuhura gelen mahzuziyyet-i azimesini canib-i Saltanat-ı
Seniyye’ye ifade ve işara himmet ve çünki evvela kaptan muma ileyhin istihdamı
faideden hâli olmayacağı memul ve muhakkak bulunmuş ve Saniyen İngiltere
Devleti’nin Devlet-i Aliyye’ye kema yenbaği muavenet itası emel-i halisânesinde
bulunduğunun nezd-i şahânede takdir buyrulduğuna bir delil-i kâfi olması cihetleriyle
227
Defter2, s. 79- b. 228
Defter2, s. 81- b, 82- a.
153
husus-ı mezbur Devlet-i Muşarun ileyha’nın bais-i mahzuziyyet-i kesiresi olmuş idüğini
tekrara mubaderet eylemeleri…”229
Londra Antlaşması’ndan sonra Düvel-i Muazzama, Osmanlı Devleti’nin
neredeyse her işine karışmıştır. Hatta işi eyaletlerdeki valilerin değiştirilmesini istemeye
kadar götürmüştür. Geniş istihbarat ağı ile devletin neredeyse bütün şehirlerinde bilgi
toplamış ve bunun ışığında bazı girişimlerde bulunmuştur. Aşağıda kaydedeceğimiz
belgelerde Ponsonbi, Osmanlı Devleti tarafından Mısır’a Vali atanan İzzet Mehmed
Paşa hakkında bazı şikâyetlerde bulunuyordu. İzzet Mehmed Paşa’nın, Mehmed Ali
Paşa etkisiyle onun istediği kişileri idam ettirdiğini söylüyor, Onun yaptığı işlerin
Tanzimat ilkelerine uygun olmadığı belirterek görevden alınmasını istiyordu. Ayrıca
Lübnan’da malzeme taşıyan katırcıların ücretini İngilizler vermesine rağmen bu
insanlara baskı yapılıyor ve dövülüyor diyordu. Müttefik güçlerin hepsi, İzzet Mehmed
Paşa’nın Mısır valisi yapılmasına karşı çıkıyorlar, İzzet Mehmed Paşa ise katırcılara
parayı kendisi vermediği için dayak olayından da haberim yok diyordu. Bu yazı
Lübnan’da müttefik görevliler arasında ortaya çıkan tartışmaları göstermesi bakımından
ilginçtir. Ponsonbi’nin bu konudaki şikâyetlerine cevap olarak yazılan 2 Ramazan 256
(29 Ekim 1840) tarihli yazı şöyledir: “… İngiltere elçisi Lord Ponsonbi muşarun-ileyhin
sefk-i dima-ı beşeriye ve usul-i zulmiyye ile şöhret-şiar olmasından ve ekalim-i
Mısrıyye’nin Mehmed Ali Paşa uhdesinden sarf ve tahvili sırasında ol havaliye tayin
kılınan Vali’nin şayıa-ı hasene ashabından olması luzumundan bahisle muşarun-ileyhin
ol suretle memuriyeti vukuunu tecviz ve tensib edemeyerek tebdilini dermiyan… Orduyu
Hümayun’un bulunduğu mahallerde bazı eşya nakli hizmetlerinde istihdam olunmakda
olan yerlü katırcıların icarât-ı mukteziyyeleri İngiltere ve Avusturya amiralleri
tarafından tamamen virilmekde olduğu gibi muşarun ileyh canibinden dâhi bila noksan
ita olunmak icab-ı maslahattan bulunduğu…”230
Avrupa temsilcilerinin bazı Osmanlı valilerinin değiştirilmesi yönündeki baskıları
enine boyuna değerlendirilmiştir. Rus elçisi, kendi baskılarından dolayı söylenti
çıkmasından çekiniliyorsa valinin bir suikastten dolayı yaralandığını bu durumun onun
değiştirilmesi için iyi bir fırsat olduğunu belirtti. İzzet Paşa’nın bu yaralanmadan dolayı
Şam valisi Hacı Ali Paşa ile değiştirilmesinin de mümkün olduğu yolunda batılı elçiler
229
Defter2, s. 82- a. 230
Defter2, s. 88- a, b.
154
tarafından yol gösterildi. Bütün bu düşüncelere rağmen Osmanlı Devleti bu kritik anda
sudan sebeplerle böyle bir değişikliğin şık olmayacağını belirtiyor ve uygulamaya
yanaşmıyordu. Bununla ilgil ileri sürülen düşünceler şöyledir: ”… Şayed İngiltere Elçisi
azlini takrir-i resmi ile istida ider ise ol vakit icrası çirkince olacağından muşarun
ileyhin hazır vuku-ı cerhi münasebetiyle şimdiden oralardan tabidi münasib olacağı
Rusya sefareti tarafından dahi mahremane ihtar ve ityan olunmuş ve İskenderiye’den
kalkub İngiltere donanması gelmiş olan Prusya konsolosunun dahi bu vadide mektubu
geldiği Prusya sefareti tarafından bildirilmiş oldığına binaen…”231
Fransa, Napolyon döneminden beri sömürgeci hayallerini genişletmiş ve
Avrupa’nın en büyük gücü olmak için İngiltere ile rekabete başlamıştı. Bunun için 19.
yüzyılın hemen başında Mısır ve Kuzey Afrika’yı işgal için yoğun faaliyetler içine
girmişti. Londra Antlaşması’ndan hemen sonra bu antlaşmayı imzalamayan ama
Palmerston ve diğer devletlerin baskısından dolayı harekete geçmeyi göze alamayan
Fransa da hizaya gelince, antlaşma Osmanlı temsilcisi ve diğer devletlerin İskenderiye
konsolosları tarafından Mehmed Ali Paşa’ya tebliğ edildi. Antlaşmayı tebliğ etmek
üzere, Sadık Rıfat Paşa özel memuriyetle İskenderiye’ye gönderilmişti. Mehmed Ali
Paşa bütün ikna çabalarına rağmen antlaşmayı kabule yanaşmamış, böylece birinci ve
ikinci kabul müddetini doldurduğu için askeri tedbirlere başvurulmak zorunda
kalınmıştı. “… Mehmed Ali Paşa’nın müstediyyat-ı vakıasının kabulü mehâzîr-i
mülkiye ve milliyeyi mûcib olacağından zerre kadar akl u insafı olan bunu tecviz ve
ihtiyar edemeyeceği ve muahede-i muharrereyi kâmilen kabul ile ahkâmının icrasından
başka tedbir ve çaresi olmayacağı müttefikâne ikrar ve tasdik kılınmış olduğu ve bunun
üzerine kimesne tarafından bir gûne kîl u kale mahal kalmamak ve hilafında hareket
vukuunda her kim olur ise olsun cezasının icrasına müsaraat olunmak mealinde tanzim
ü tahtim olunan tasdikname huzur-ı şahâneye takdim kılındı.”232
Rıfat Paşa’nın, Mehmed Ali Paşa’ya yaptığı antlaşma teklifinin onun tarafından
reddedildiğini bildirmesi üzerine, yapılan gizli toplantıda alınan karar Padişah’a
sunuldu. Padişah bununla ilgili yazdığı hatt-ı hümayunda alınan kararların doğru
olduğunu belirterek aynen uygulanmasını istedi. Abdülmecid, meselenin gayet karmaşık
olmasından dolayı, değişik yöntemlerle çözülmesinin faydalı olacağını söyleyip bunun
231
Defter2, s. 89- a. 232
A. Lütfi Efendi, A.g.e., c. 6, s. 1060- 1061.
155
için müttefiklerle ortak hareketin vatana en önemli hizmet olacağına dikkat çekerek
bunun hilafına hareketten özenle kaçınılmasını istedi. “ Bu mesele-i Mısrıyye’nin
nezaket ve ehemmiyeti ve şu tutulan usulden başka tedbir ve çaresi olmadığı umûr-ı
müsellemden olup… İşte bu madde mesalih-i saireye benzemeyerek bu hususda doğruca
hareket ve icrası lazım gelen ikdam u gayret din ü devlet ve vatan ve millete pek büyük
hizmet olacağı misillü aksine hareket dahi mahz-ı hıyanet demek olacağından ona göre
müttefikâne levazım-ı gayret ü sadakatin icrasına ve muahede-i münakide ahkâmından
olan mevâddın bi-tevfikihi Teâlâ kema-yenbagi tesviye ve ifasına mübaderet
olunsun.”233
Mısır sorunu devlet için çözülmesi en öncelikli olarak görülen hayati bir mesele
haline geldi. Osmanlı Devleti Mısır meselesini çözmek için toplanma merkezi olarak
kullandığı Kıbrıs’a İstanbul’dan da asker gönderdi. Bu durum başkenti Mısır
birliklerinin beklenmeyen bir saldırısı durumunda korumasız hale getirdi. Bundan
dolayı koruma için değişik yerlerden birlikler getirme ihtiyacı ortaya çıktı. Bütün bu
zorlukların ifade edildiği belgede İstanbul’un korunması için acil tedbirler alınması
istenmektedir. “… Mısır maslahatı üzerine icabat-ı haliye ve âtiyeye dâir esbab-ı
lâzıme ve tedarikât-ı mukteziyyenin şimdiden icrasına ibtidar olunmak… Dersaadet’te
bulunan asakir-i muntazamadan Beriyyetüşşam taraflarına çıkarılmak üzere Kıbrıs
canibine malumu’l-mikdar asakir sevk ve irsal olunmuş…”234
Mehmed Ali Paşa’nın Londra Antlaşması kararlarını kabul etmemesi Osmanlı
Devletini de bazı tedbirler almak zorunda bıraktı. Mısır kuvvetlerinin İstanbul’a
yaklaşması üzerine başkent ve civarını onlardan korumak için değişik yollarla asker
toplanıyor ve İstanbul ve Anadolu’nun merkezinde onu koruyacak şekilde özel bir
komutanın komutasında yerleştirilmesi düşünülüyordu. Bu birliklerin Arnavutluk,
Selanik, gibi yerlerden toplanması hatta gerekirse bazı sergerdelerin orduya alınması ve
bunların ayrı ayrı dağıtılması bazı devlet adamları tarafından teklif ediliyordu. Asker
alımında özellikle Rumeli’nin tercih edilmesi orada uzaklığından dolayı daha az Mısır
taraftarı bulunacağının düşünülmesinden dolayı olsa gerektir. Bütün bunlar Mısır
isyanının Osmanlı Devleti’ni ne kadar zor durumda bıraktığını göstermektedir. Bir nevi
1840‘larda Mısır’ın tehditlerine karşı özel birlikler oluşturulmaya çalışılıyor, olağanüstü
şartlarda olağanüstü ittifaklar ve tedbirlere girişiliyordu. “… Hemen şimdiden
233
A. Lütfi Efendi, c. 6, s. 1062. 234
Defter2, s. 46- b.
156
Dersaadete götürülmeleri ve bunların herbir neferine asakir-i nizamiyye misillü
yirmişer kuruş mahiye ve birer kuruş yevmiye katık baha ile üçer yüz dirhem nan-ı aziz
ita olınması ve elbise-i nizamiyyeleri mevcud olmadığından esvab-ı lâzımelerinin dahi
tanzim kılınması ve işbu askerin Dersaadette durması ve bir mahalle sevk olunması
takdirinde topluca bulunmaları kumanda usul-i iktizasından olduğuna… Serasker Paşa
hazretlerinin Rumeli’de ve Arnavutluk’da istihdam itmiş ve hal ve hareketlerini tecrübe
eylemiş olduğu bazı sergerdeler marifetiyle beher nefere ellişer kuruş mahiye ve
üçeryüz dirhem ekmek virilmek ve bu misillü ulufelü neferatın başlarına usulü vechile
başka mahiyeleri ita olunmak üzere ber-vechi’l-meşruh Arnavutluk’da ve Evlad-ı
Fatihandan 2000 nefer asker celb olunarak bade vurudlarında iktizasına bakılması…
”235
Mehmed Ali Paşa’nın Londra Antlaşması’nı kabul etmemesi ve İbrahim Paşa’ya
İstanbul’a kadar ilerleme emrini vereceğini söylemesi Babıâli’yi olağanüstü biçimde
heyecanlandırdı. Bu durumu engellemek için hem müttefik devletlere başvuruldu hem
de kendi imkânları ile alınabilecek bütün tedbirler gözden geçirildi. Özellikle
İstanbul’un işgalden korunması için bütün çevresi ve içi, diğer yerlerden getirilen seçme
ve yedek askerle korumaya alınmaya çalışıldı. Başkentin bu tehlikeden kurtulabilmesi
için geniş değerlendirmelerde bulunuldu. Başkenti korumak üzere değişik yerlerden yüz
bin civarında asker getirilmesi düşünülüyordu. Bununla ilgili bir Layıha’da durumun
nezaketi şöyle ifade edilmektedir: “… Beyandan müstağni olduğu vechile Anadolu ve
Rumeli caniblerinden müretteb asakir-i redife alayları celb ile Dersaadet’te olan ve
gerek Konya ve Harput taraflarından ve Rumeli canibinden gelmiş ve gelmek üzere
bulunan asakir-i muvazzafa alaylarıyla birleşdirilerek beher ordu 36’şar bin neferden
mürekkeb olmak üzere iki ordu tertib olunması ve zikrolunan asakir-i redifenin usulsüz
ve nizamsızlıkları cihetiyle fakat neferatı güya talim ve taallümü ve kavanin-i nizamiyeyi
layıkıyla öğrenmek sayiasıyla asakir-i muvazzafa alayları zabitanının kumandanlarına
virilmesi hususuna dair takdim kılınan bir kıta layıha…”236
Değişik yerlerden çok sayıda düzenli ve düzensiz askerin İstanbul civarında
toplanmasının bazı sakıncaları olabileceği düşünüldü. Bu sakıncaları ortadan kaldırmak
için bunlar arasında sürtüşmelere neden olabilecek maaş, gıda ve elbise gibi ihtiyaçların
235
Defter2, s. 46- b. 236
Defter2, s. 72- b, 73- a.
157
eşit olarak karşılanması gerektiği belirtildi. Gerekirse bu askerlerin hepsinin tek bir
yerde toplanması yerine, bir ihtiyaç anında kolayca İstanbul’a ulaşmalarının sağlanacağı
yakın bir yere güvenilir bir komutanın kumandasında yerleştirilmelerinin de
düşünülebileceği ifade edildi. Bunların toplu olarak güvenli yerlerde tutularak halkın
devlete olan güveninin artırılabileceği ve onların Mısır aldatmasına maruz kalmasının
önüne geçilebileceğine dikkat çekildi. “…Ve bu cihetle bunların dağıtılmaları
uyamayacağından ve Devlet-i Aliyye’nin hüküm ve nüfuzunun icrasına ve bazı
mefsedete cesaret idememelerine medar olmak ve göz doldurmak üzere Anadolu’nun
orta yerlerinde bir mahall-i münasibde mesela vüzeray-ı izamdan bir muktedir zatın
2000 kadar askeri maiyyetine virilerek ikad olunması icab-ı hal ve maslahattan ve ol
mikdar ulufelü askerin tedariki lâzımeden göründüğüne binaen… “237
Mehmed Ali Paşa’nın Londra Antlaşmasını kabul etmemesinde, Fransa’nın büyük
etkisi vardır. Fransa, rekabet halinde olduğu İngiltere’nin görüşlerini yansıttığı için,
antlaşmayı kabul etmek istemese de çeşitli sebeplerle fazla ses çıkaramadı. Fransa’nın
sanayi kesimi bir savaş istemiyordu. Fransa imparatoru Louise Philippe, daima barış
taraftarıydı. Fransa’nın etkili kesimleri bir karar aldılar ve bunu da İngiltere’ye
bildirdiler. Bu karara göre; Fransa, Mehmed Ali Paşa’nın Londra Antlaşması’na uyması
için elinden geleni yapacak, bunu başaramazsa Suriye’nin Mehmed Ali Paşa elinde
kalmasında ısrar etmeyecekti. Fransa, Mehmed Ali Paşa’nın antlaşmayı kabul
etmemesi durumunda tamamen azledilmesini kabul ederek, verdiği sözden dönmüş bir
devlet durumuna düşmek istemiyordu ama müttefik devletlerin ortak kararı sonrasında
yapabileceği fazla bir şey de yoktu. Palmerston, Fransa’nın ne kadar isterse istesin Mısır
meselesinde harekete geçemeyeceğini son derece iyi hesaplayarak, bütün planlarını bu
duruma göre yaptı ve durum aynen tahmin ettiği gibi oldu.
Londra kararlarını Sadık Rıfat Paşa, Mehmed Ali Paşa’ya sunduğu zaman onun
şöyle dediği söylenir: “Vallahi, Billahi, Tallahi malik olduğum araziden bir karış yer
terk etmem. Eğer bana ilan-ı harp ederlerse memalik-i şahâneyi alt üst ederek, harabesi
tahtına kendimi defnederim.” Sadık Rıfat Paşa ve Avrupa devletlerinin İskenderiye
konsolosları ısrarla antlaşmayı kabul etmesini istediler. Ama o hâlâ Fransa’nın kendisini
destekleyeceğini düşünerek kabul etmemekte direniyordu. Üzerine çok gelinince
sonunda şöyle dedi: “Mülkü Allah verir Allah alır. Ben Cenab-ı Hakka mütevekkilim.”
237
Defter2, s. 46- b.
158
Sadık Rıfat Paşa 10 günlük sürenin dolması üzerine Mehmed Ali Paşa’nın kendisine
Babıâli’ye ulaştırılmak üzere verdiği özel antlaşma metnini alarak İstanbul’a döndü. 20
günlük müddet dolunca da müttefik devletlerin konsolosları Mısır’ı terk ettiler.238
238
S. Samur, A.g.e., s. 98.
159
II. Mehmed Ali Paşa Yönetimindeki Yerlerin Müttefik Kuvvetlerce Geri
Alınması
Mehmed Ali Paşa, Londra Antlaşması’nı kabul etmediği gibi İstanbul üzerine
saldıracağını bile söyledi. Bunun üzerine Osmanlı-Müttefik kuvvetleri savaştan başka
bir çare kalmadığını görerek harekete geçti. Mehmed Ali Paşa bu kadar güçlü bir birlik
karşısında savunmaya çekilmeyi tercih etti. Oğlu İbrahim Paşa ise Suriye ile sahil
kesimini korumak için ordusunu Suriye, Filistin ve Lübnan gibi geniş topraklara
yaymak zorunda kaldı. Aynı zamanda bölgede Osmanlı Devleti ve İngiltere’nin
tahrikleriyle Mısır birliklerine karşı önemli ayaklanmalar oldu. Bölgenin değişik
yerlerinde özellikle İngiliz ajanlarının kışkırtmasıyla çıkan bu ayaklanmalar hem
İbrahim Paşa’yı hem de Cebel-i Lübnan, Nablus ve Trablus halklarını çok sarstı. Ama
aynı zamanda bu ayaklanmalar Palmerston’un Londra antlaşması kararlarını taraf
devletlere kabul ettirmesini kolaylaştırdı.239
İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Palmerston, Nizip yenilgisinden Londra
Antlaşması’nın imzalanmasına kadar devam eden süreçte, bölgeye çeşitli vesilelerle
gönderdiği ajanları vasıtasıyla, Lübnan ve diğer yerlerde halkı Mısır yönetimine karşı
ayaklanmaya teşvik etmiştir. Özellikle Cebel-i Lübnan’da Mısırlılar’a karşı birçok
ayaklanmalar oldu. Bu sırada İbrahim Paşa’nın vergileri artırması, zorla halkı askere
alması ve silahlarını toplamaya kalkışması halkın ona olan sempatisini tamamen yok
etti. Bölgeye tüccar, yardım gönüllüsü ve din adamı kılığında gelen İngiliz ajanlar da
halkı kışkırtıyordu. Bunların arasında İngiltere’nin İstanbul sefaretinde tercüman olarak
çalışan Richard Wood’un özel bir yeri vardır. Bu kişinin ismi ve gönderdiği bilgiler
kullandığımız belgelerde de çokça geçmektedir. Wood sözde, bölgeye Arapça
öğrenmesi için gönderilmişti.240
Müttefik donanma, Avusturya kara devleti olduğu ve Osmanlı donanması da
Ahmed Fevzi Paşa tarafından Mısır’a teslim edildiği için büyük oranda İngiliz gemi ve
askerlerinden oluşuyordu. İstanbul’dan gönderilen 1 kapak ve birkaç parça savaş gemisi
ve Avusturyalılar’ın 7 parça gemisi ile İngiliz donanmasından 20 geminin
birleşmesinden oluşan müttefik donanma Mısır, Suriye ve Lübnan kıyılarını abluka
altına aldı. Osmanlı Devleti’nce askeri yığınak merkezi yapılmış olan Kıbrıs’a 20 bin
239
M. Nuri Paşa, A.g.e., s. 278. 240
S. Samur, A.g.e., s. 100.
160
civarında Osmanlı askeri, mühimmat ve erzak yollandı. Kara birliklerinin ordu
Seraskerliği eski Sadrazamlar’dan İzzet Mehmed Paşa’ya ve askeri komutanlığı Servili
Selim Paşa’ya verildi.241
İskenderiye’de bulunan Avusturya konsolosunun bildirdiğine göre, Mehmed Ali
Paşa Mısır valiliğinden alındığını duyunca kızıp oğlu İbrahim Paşa’dan ilerlemesini
istese de durum onun için de hiç iç açıcı değildir. Mehmed Ali Paşa gayet sağlıklı
olmasına rağmen Mısır meselesinin çözümü gündeme geldiğinde canı sıkılıp rengi
değişmekteydi. Suriye ordusunun durumu gıda ve hastalık nedeniyle vahimdi. Bu
nedenle asker başka yerlere kaydırılmak zorunda kalınmaktadır. Artık ordunun ileriye
gidecek durumu yoktur. Mısır askerleri maaşlarını istiyorlar ama verecek para yoktur.
Mehmed Ali Paşa önce donanmayı iade etmeyeceğini söylerken, şimdi söylemini ve
Ahmed Fevzi Paşa’ya karşı davranışını değiştirmektedir. Mehmed Ali Paşa,
görüşmelerinde İstanbul’u işgal gibi bir niyetinin olmadığını söylese de bunu oğluna
emrettiği belirtilmektedir. İbrahim Paşa ise bunun mümkün olmadığını belirtip şu
nedenleri ileri sürmektedir:
1-Askerin levazım ve mühimmat ihtiyacı karşılanamamaktadır.
2-Asker arasında fazla miktarda hasta vardır.
3-Mahalli aşiret ve halk Mısır ordusuna karşıdır.
4-İstanbul’daki devlet adamları kendilerine karşıdır.
Mehmed Ali Paşa’nın kendisine yapılan antlaşma teklifini kabul etmemesi,
Fransa’yı da zor durumda bırakmış ve durum iyiden iyiye aleyhine dönmeye başlamıştı.
Bu durum belgelerde geniş biçimde işlenmiştir. Londra Antlaşması’nı kabul etmemesi
üzerine Mehmed Ali Paşa’nın yanında Fransa dışında kimse kalmamış ve bu devlet de
iç ve dış baskılar nedeni ile gerekli desteği veremeyeceğini anlamıştır. Mehmed Ali
Paşa’nın morali bütün bu olanlardan dolayı fazlasıyla bozulmuş ve zamanın aleyhinde
ilerlemeye başladığını anlamıştır. Mehmed Ali Paşa ile sık sık İskenderiye’de görüşen
konsoloslar bu durumu devletlerine günü gününe bildirmişlerdir. Avusturya’nın
İskenderiye konsolosu tarafından gönderilen Mısır’ın askeri ve psikolojik durumunu
gayet net yansıtan bir mektupta; Mısır Valisi’nin gerçi sıhhat üzere olub lakin
maslahattan bahseylediği anda benzi şiddetle hareket ederek nihayet vücuduna bir
241
M. Nuri Paşa, A.g.e., s. 278.
161
hararet arız olmakda idüğinden bir hafta kadar Nil üzerinde dolaşarak tebdil-i hava
etmesi lazım geldiği kendisine ifade edilmiştir. Devlet-i Aliyye’nin bir ay zarfında
meseleyi uygun bir şekilde çözmeye yanaşmaması durumunda, askerine gidebildiği yere
kadar gitmesini emredeceğinden artık bahsetmemektedir. Mısır askerinin uzun süredir
maaşı ödenememiş, bu durum onları rahatsız etmiştir. Donanmay-ı hümayuna gelince,
artık donanmadan kurtulmak istediğine dair ifadeler duyulmaktadır. Ahmed Paşa ile
görüşmelerini son derece azaltmıştır. Donanmayı getirdiği zaman ona tahsis ettiği
yazlığı elinden almış bundan dolayı kendisi yeniden gemide kalmaya başlamıştır. “
Vali-i muma-ileyh oğlu İbrahim Paşa’ya ilerüye doğru hareket eylemesini emretmiş ise
de Paşay-ı muma-ileyh askerin elbise ve zehayir-i mevcudesi olmadığını ve bir mikdar-ı
küllisinin hastalık ile telef ve helak olduğunu ve kendülerine haberler göndermiş olduğu
vüzeradan Mısırlılar haklarında niyyat-ı hasene müşahede itmediğini ve Berrüşam’ın
ekser mahal ve mevakiinde bir takım fetret ve ihtilal halatı zuhura geldiğini...”242
Mısır Valiliğine atanan İzzet Mehmed Paşa, Mısır Valiliği ve Mehmed Ali
Paşa’nın bu görevden alındığı ile ilgili fermanın Arapça’ya çevrilerek İngiltere ve
Avusturya donanması komutanlarının da yardımı ile Lübnan, Suriye ve Mehmed Ali
Paşa’nın kontrolü altındaki diğer yerlere ulaştırılmasını istiyordu. Böylece Mısırlılara
olan bütün sempatinin biteceğini düşünüyordu. Bununla ilgili yazasında İzzet Paşa
şunları söylemektedir: “Ve Arabü’l ibare ilanname-i nusha-i metbua ve mersumelerinin
dahî Beriyyetüşşam taraflarına neşr ve idaresine itina ve dikkat ve bir mucib talimname
Kıbrıs’da tevakkuf olunarak İngiltere ve Nemçe Amiralleri ve Beyrut sevahilinde
bulunan kumandan-ı muma-ileyh ile peyderpey muharebe ve mukatebe olunarak onların
nesayih ve işaratına göre hareket olunub mezkûr vapur sefinesinin suret-i isticarı…”243
Osmanlı Devleti işgal altındaki yerleri Mısır ordusundan kurtarmak için, şartlara
uygun ve kolayca hareket edebilecek yeni bir ordu oluşturmaya karar verdi. Bu ordunun
seçme askerlerin yanı sıra redif askeriyle de desteklenmesi kararlaştırıldı. Redif askeri
bir Milis gücüne benzediği için disiplin, maaş ve gıda yönünden farklı uygulamalara
gidilmesinin daha uygun olacağı yetkililer tarafından merkeze bildirildi. Özellikle, gıda
temini zor olduğu için, tayınat bedeli yerine tayın verilmesinin daha doğru olacağı ifade
edildi. Bu ordunun asker sayısının 15–16 bin civarında olmasının uygun olacağı
242
Defter3, s. 95- b, 96- a 243
Defter2, s. 65- b.
162
belirtilmekteydi. Önce başkentin özel durumu nedeni ile bu orduya Rumeli’den asker
alınmaması istenirken, buradan askerlerin yola çıktığı öğrenilince zorunlu olarak bunlar
da orduya alındı. Bütün bu durumları içeren bir Tezkire yayınlandı. “… Bunlar asakir-i
muntazama ile mahlût olacakları ve Ramazan-ı şerifin tekarrübü cihetiyle asakir-i
muntazamaya atiyyen tayınat ve bunlara bedel virilmesi pek münasib olmayacağından
ve birde bunlar yiyecek tedariki zımnında beher gün müteferrik olarak bu vesile ile pek
çoğu firar ideceğinden ve tayınat itası nakid gibi olmayub hazinece dahi suhuleti mucib
oldığından bunlara dahi tayınat itası enseb gibi mütalaa olunmuş olmağla…”244
Uzun müzakerelerden sonra Mehmed Ali Paşa’ya karşı artık harekete geçme
zamanının geldiğine karar verildi. İngiltere’nin Akdeniz’deki filo komutanlarından Sir
Charles Napier Mısır gemilerine ve hedeflerine karşı harekete geçmekle görevlendirildi.
Donanmanın giderlerini Osmanlı Devleti karşılayacaktı. Napier, donanmanın bir
kısmıyla 6 Temmuz 1840 tarihinde Beyrut önlerine geldi. Amacı buraya geldiğini
öğrendiği Mısır donanmasındaki Osmanlı gemilerine el koymaktı. Ayrıca gemilerde
bulunan Osmanlı askerlerini alarak, isyancılara yardım etmek üzere Lübnan’a yollamak
veya Rodos’a götürmeyi de hedefliyodu. Ancak Napier’in Lübnan kıyılarına geldiğini
Fransızlar’dan öğrenen Mısır donanması gemileri, o gelmeden demir alarak
İskenderiye’ye dönmüşlerdi. Napier bölgede bir süre oyalandıktan sonra donanma
merkezine dönse de kısa bir süre sonra kendisine Londra Antlaşması’nın metni
gönderilerek, tekrar Lübnan kıyılarına dönerek Mısır donanmasının hareketlerini
engellemesi istendi.
Mehmed Ali Paşa’nın, Londra Antlaşması’nı kabul etmemesi üzerine 9 Eylül
1840 tarihinde savaş yeniden başladı. Osmanlı kara birlikleri komutanlığına İzzet
Mehmed Paşa, Müttefik donanma komutanlığına ise İngiliz Amirali Sir Robert
Stopdford getirildi. Londra Antlaşması kararlarını uygulayacak en önemli güç İngiltere
olduğu için, yukarda belirtilen tarihte müttefik donanmayı Lübnan sularına gönderdi. Bu
savaş özellikle deniz ve kıyılarda olacaktı. Avusturya ve Prusya kara devleti idiler.
Rusya ise İstanbul’un korunmasını üzerine aldı. Palmerston bütün diplomatik yolları
denedikten ve Fransa’yı değişik yollarla hareket edemeyecek hale getirdikten sonra
harekete geçme zamanının geldiğine karar verdi. Beyrut kıyıları şiddetle bombalandı.
Bu durum Fransa’da bir deprem etkisi yarattı ve iktidar değişikliğine neden oldu.
244
Defter2, s. 72- a, b.
163
Böylece Fransa’nın Mısır’a verdiği destek büyük oranda sona ermiş oldu. Fransa’daki
bu hükümet değişikliği Mehmed Ali Paşa’nın bütün yardım ümitlerini yok etti. 10 Ekim
1840 tarihinde Beyrut müttefik güçlerin eline geçti. Ekim ayı sonunda Trablus ve
Akka’nın dışındaki bütün sahil şeridi Mısırlılar’ın elinden çıkmıştı. Trablus da Müttefik
güçlerin eline geçtikten sonra sadece efsanevi Akka kalesi Mısırlılar’ın elinde kalmıştı.
Akka kalesinde 5000 asker ve 72 top vardı.245
Akka kalesi uzun mücadeleler sonucunda ele geçirildi. Akka kalesinin düşmesi
Mısır ordusunun moralini altüst etti. Bu kale tarihte Fransızlar’a karşı yapılan ve
Napolyon’un zelil olarak geri çekilmesi ile bilinen savunma savaşı ile efsaneleşmişti.
Buranın düşmesi ile halkın Mısırlılar’a olan güveni de sona erdi. Bölge halkı hemen
Osmanlı Devleti’ne itaatini bildirdi. Filistin’inin de müttefik kuvvetlerin eline
geçmesiyle İbrahim Paşa’nın Mısır’a dönüş yolu kesildi ve çok zor durumlara düştü.
Akka’nın düşmesinden sonra İngiliz filo komutanlarından Amiral Napier donanmanın
önemli bir kısmını alarak İskenderiye’ye yöneldi. Amacı Mısır kıyılarını kuşatarak
Mehmed Ali Paşa’yı Londra Antlaşması kararlarını kabul etmeye zorlamaktı. Ama
Mısır’a çıkınca durum değişti ve Napier kendine göre bir yol çizdi. “… Akka’nın zabtı
ve Fransa ministerlerinin tebdilatı ve yeni ministerlerin harekât-ı mülayimesi keyfiyatı
tağyir iderek inşaallahu Teâlâ metalib-i Saltanat-ı Seniyye’nin hüsn-i husulü
müyesser… Ve komodor muma ileyhin mukavelesi taraf-ı Saltanat-ı Seniyye’den bir
vechile kabul olunamayacağı halât-ı müsellemden olmak hasebiyle Orduyu Hümayun
tarafından harekât-ı harbiyye’de bir gûne tereddüd ve teehhür vukuuna tecviz
olunmaması… ”246
Aşağıda zikredeceğimiz belgelerde Lübnan sahillerinin ele geçirildiği bu nedenle
buralara uygulanan ablukanın kaldırılması gerektiği belirtilmektedir. Müttefik devletler
adına Mehmed Ali Paşa ile İngiliz Generali Napier görüştü ve Londra Antlaşmasına
uymasını istedi. Osmanlı Devleti, kendisine ve İngiltere’ye rağmen yapılan böyle bir
antlaşmayı yok hükmünde kabul ederek reddetti. Osmanlı Devleti’nin Mehmed Ali
Paşa’yı görevden almasına rağmen, müttefiklerin Mehmed Ali Paşa’nın Mısır
yönetimine veraseten devam etmesini istemeleri durumu karışık bir hale getirdi. Bu
durumu Osmanlı Devleti Amiral Napier’in meşhur olmak için yaptığı bir acelecilik
olarak düşünse de, belgelerden anlaşıldığı kadarı ile bütün müttefik devletlerin istediği
245
S.Samur, A.g.e., s. 110. 246
Defter3, s. 31- a.
164
görülmektedir. Müttefik devletlerin ortak kararı olmadığını düşündüğü için önce
Osmanlı Devleti bunu kabul etmek istemedi ama sonunda müttefiklerin ısrarıyla kabul
etmek zorunda kaldı. Artık Mehmed Ali Paşa’nın kendisini destekleyebilecek hiçbir
hamisi kalmamıştı. Müttefik güçler tarafından Suriye ve Mısır’ın ele geçirilmesi üzerine
Osmanlı Hükümeti tarafından yayınlanan beyanname şöyledir: “… Komodor muma-
ileyh devleti tarafından bir gûne talimat-ı katiye ahz ile icra itmeyüb Düvel-i Müttefika-ı
Fahîme’nin, eyalet-i Mısrıyye’nin Mehmed Ali uhdesinde ibkası fikrinde olduklarını
bazı gazetelerde gördüğü talimat suretinde tefehhüm ile evvelce davranarak nam ve şan
kazanmak mütalaasıyla hodbehod bu surete teşebbüs itmesi… Mukavelenin taraf-ı
Devlet-i Aliyye’den kabulü lazım gelmeyeceği bedihattandır… ”247
Suriye ve Lübnan’a çıkarma yapan askerlerin malzeme ve mühimmat ihtiyacı
vardı. Bu müttefik güçlerin ihtiyacı yapılan antlaşma gereği, Osmanlı Devleti tarafından
karşılanacaktı. Suriye’nin buğday ihtiyacı en uygun şekilde Karaman ve Kıbrıs’tan
karşılanabileceği düşünülüyordu. Askerlerin özellikle elbise, ayakkabı, binek hayvanı,
silah ve mühimmat ihtiyacı vardı. Ayrıca bölgenin gelir ve giderlerini düzenlemek üzere
bir mütesellim atanmasının doğru olacağı belirtilmektedir. Bölgede acilen idari ve
ekonomik düzenlemeler yapılmaması durumunda birçok kargaşanın çıkmasının an
meselesi olduğu belirtilmektedir. Şam Valisi Hacı Ali Paşa yapılacak atamalar için bazı
tanıdığı kişilere referans olmaktadır. Burada da gördüğümüz gibi İngiltere; Rusya’nın
Boğazlarda, Fransa’nın Nil’de hâkimiyet kurmasını engelleyecek bariyer olarak
gördüğü için, Osmanlı Devleti’ni bir süreliğine desteklemeyi devlet politikası haline
getirmiştir. Fakat bunun mâli boyutu Osmanlı Devleti’ni Kırım savaşından sonra derin
bir borç batağının içine sürüklemiştir. Bölgedeki acil olarak temin edilmesi gereken
ihtiyaçların basit bir dökümü şöyledir: 10 bin tüfek, 600 bin mermi, 2000 yatak ve
çarşaf, 400 katır, 200 kat elbise vb. malzeme. Bu taleplerle ilgili mektubda şunlar dile
getirilmektedir: “Binaen ala zalik hemen tiz elden bu tarafa 20 bin çift kundura ve hîn-i
hacette ol kadar çarık gönderilmek iktiza ider. Bu husus Babıâli’den iltimas olunur. …
248
247
Defter3, s. 30- b, 31- a. 248
Defter2, s. 95- a, b, 96- a.
165
III. İbrahim Paşa’nın Önasya’daki Faaliyetleri ve Geri Çekilmesi
Müttefik kuvvetler denizden ve karadan İbrahim Paşa yönetiminde olan bütün
bölgeleri şiddetle abluka altına almış ve bir plan dâhilinde kademeli olarak ilerlemeye
başlamıştı. İbrahim Paşa durumun oldukça kritik olduğunu anladı ve hemen ordusunu
Beka ovasındaki Nahle’de toplayarak danışmanlarıyla durum değerlendirmesi yaptı.
İbrahim Paşa’nın yapabilecekleri oldukça sınırlıydı. Ya Lübnan’a dönüp çarpışmaya
devam edecekti ki, bu durumda dağlılarla çarpışarak çok zayiat verebilirdi. Veya
kuzeydeki kuvvetlerini toplayarak Mısır’a daha yakın olan Akka ya da Filistin
bölgesinde sırtını denize vererek savunma savaşı yapabilirdi. Son çare olarak da
Suriye’yi hemen güvenli bir şekilde boşaltmasıydı. İbrahim Paşa istişareler sonucunda
Suriye ve Filistin üzerinden birliklerini birkaç kola ayırarak Mısır’a dönmeyi uygun
gördü.
Bölge halkının İbrahim Paşa’ya bakışı tamamen değişmişti. Önce onu bir
kahraman gibi karşılarken şimdi özellikle Marunîler onun da yanlış davranışları
nedeniyle ona düşman gözüyle bakıyorlardı. Beyrut’ta bulunan Rus konsolosu, İbrahim
Paşa’nın silahlarını alıp kendilerini askere yazmak istemesi üzerine Marunîlerin
toplanarak ayaklandığını ve şehirden onları çıkardığını belirtiyordu. Maruniler’in,
Mısırlılar’a karşı ayaklanmalarının nedeni kendilerinin askere alınacaklarını
düşünmeleridir. Bütün Lübnan sahilinde durumun böyle olduğunu ve Mısırlıların çok
zor durumda oluklarını ifade ediyordu. Marunîler’in bölgede bulunan Avrupalılar’ın can
ve mal güvenliğine zarar vermeyeceklerini söylese de durumun çok karışık olduğunu
belirtmektedir. “Cebel-i Elbruz’da Maruniyun tâifesinin eslihası ahz ve cem olunmasına
dâir İbrahim Paşa’nın vâki olan emr ü tenbîhi âkıbet cebel halkını askere tahrir
niyetine mebni olduğunu istinbat itmiş olduklarından cebel-i mezkûr ahalisi silahlarını
virmekden imtina birle cem-i gafir olarak isyana teşebbüs eyledikleri… Tatarları gasb
ve garet eyledikten sonra iki gün mururunda Beyrut’ı muhasara ve karantinanın
istihkâmatına birkaç kere hamle eyleyüb... ”249
İskenderiye’deki Avusturya konsolosu İstanbul’a gönderdiği mektubda
Lübnan’daki durumun Mehmed Ali Paşa’yı çok rahatsız ettiğini ve bunu bastırmak için
249
Defter3, s. 99- b.
166
bazı girişimlerde bulunduğunu belirtiyordu. Mehmed Ali Paşa’nın, Hüsrev Paşa’nın
sadrazamlıktan alınmasından memnun olduğunu söylüyordu. Lübnan’daki Marunîlerin
kendilerine karşı ayaklanmasını bastırmak için kendi taraftarı Dürzîlerin teklifte
bulunduğunu ama aralarındaki düşmanlık nedeniyle soykırım yapabileceklerini
düşündüğü için izin vermediğini ifade ediyordu. Gerekirse bu ayaklanmayı bastırmak
için Mısır’dan destek birlikleri göndereceğini, hatta sağlığının elvermesi halinde
kendisinin bile gidebileceğini gayet kızgın bir şekilde söylemektedir. Mektubdan
anlaşıldığı kadarı ile Mehmed Ali Paşa, Hüsrev Paşa’nın sadrazamlıktan alınmasından
memnundur ve Osmanlı Devleti ile anlaşmak için bir engel kalmadığını düşünmektedir.
İstenildiği zaman antlaşma yapıp donanmayı iadeye hazır olduğunu dile getirmesine
rağmen Londra Antlaşması’nın gündeme getirilmesine hâlâ karşıdır. Aynı zamanda
İngilizlerle 1838 Ticaret Antlaşmasını yapan ve Tanzimat’ı ilan eden Mustafa Reşid
Paşa’nın, ulema ve zenginler tarafından çıkarlarına zarar verildiği için hiç sevilmediğini
bundan dolayı yakında zor durumlara düşebileceğini de bir ileri görüşlülükle dile
getirmektedir.
Mehmed Ali Paşa hastalığı nedeniyle dinlenmeye gitmeyi düşünürken Hüsrev
Paşa’nın sadrazamlıktan alındığını duyunca kendinde bir dinçlik hissetti ve psikolojik
olarak sağlığı düzeldi. Osmanlı ile arasını düzeltmek istediğine dair İstanbul’daki dostu
Sami Paşa’ya mesaj gönderdi. Buradan Mehmed Ali Paşa’nın Osmanlı’ya karşı
ayaklanmasının en önemli nedeninin Hüsrev Paşa ile arasındaki kişisel düşmanlık
olduğunu anlıyoruz. Bu nedenle Osmanlının yıkılmasında devlet adamları arasındaki
kişisel düşmanlıkların etkisi ve bu düşmanlıkların nedenleri iyice araştırılmalıdır.
Lübnan’daki Marunîlerin genelde Osmanlıyı, Dürzîlerin ise Mısır’ı desteklediklerini
görüyoruz. “Muma-ileyh ihbar-ı dâhiliyeden dilgir ve bilakis Deraliyye’den gelen
haberlerden gayet memnundur. Beriyyetüşşam ahalisinden pek çok iştika idüb hatta
erbab-ı isyanı dağıttırmak ve tedib itmek zımnında asker irsal itmek niyetinde olduğunu
ilan itmişdir… ”250
Lübnan’ın durumu daha o dönemde karışıktı. Değişik din ve mezhepten insanların
burada yaşaması durumu daha da karmaşık hale getiriyordu. Mehmed Ali Paşa buradaki
durumu Maruniler’in karıştırdığı düşüncesinde idi. Bunları bizzat kendisi giderek tedip
250
Defter3, s. 100- a, 101- a, b.
167
etmek istiyordu. Dürzîler ile bunların arası bozuk olduğu için gerekirse bu iş için
onlardan da faydalanılabilirdi. Ama böyle bir durum uzun çatışmalara ve meselenin
daha karmaşık hale gelmesine de neden olabilirdi. “Suriye’nin ihtilali bir cüzi şey
olduğu ve yalnız Marunî Taifesi beyninde idüğini ve merkumların kahır ve tenkillerine
Dürzîler hazır ve âmade olarak ol babda tarafından ruhsat istemişler ise de bunlar
taife-i merkumenin hasm-ı tabileri bulunmaları hasebiyle üzerlerine taslît olunsalar
şayed ahz-i intikâm ve taaddiyata kalkışacaklarından tâife-i merkümeyi vikayeten
üzerlerine Abbas Paşa’yı göndermek veyahud bizzat kendüsi gitmek muradında olmuş
ise de…”251
İbrahim Paşa durumunun zorlaşması ve ihtiyaç duyması nedeniyle halktan bazı
taleplerde bulunuyordu. İbrahim Paşa bölge halkından başlıca şunları istiyordu:
1- Daha önce verilen 16 bin silahın hemen iade edilmesi
2- Verginin 7 sene için peşin olarak verilmesi
3- 16 bin kişinin hemen askere yazılması
Bu talepler üzerine Lübnan ve civarı halkı Mısır ordusuna karşı ayaklandı. Tarihi
düşmanlar Marunî, Nusayri ve Dürzîler de bunun üzerine birlikte hareket etmeye karar
verdiler. İngiltere bu durumdan yararlanmak ve halkı yanına çekmek için bölge halkına
dinî hak ve hürriyetlerinin verildiğine dair bir fermanın Padişah tarafından
yayınlanmasının uygun olacağını ilgililere söyledi. Bölge halkı, Avrupa devletleri
kendilerine koruyucu olmadığı sürece ve Osmanlı Devleti haklarını garanti etmediği
takdirde müttefik güçleri desteklemeyeceklerini belirttiler. İngiliz temsilci, Mısırlılar’ın
isteklerinin engelleneceğine dair bir fermanla bölgeye bir İngiliz ve bir Osmanlı temsilci
gelirse bölgenin tamamen müttefik güçler tarafına geçeceğini ifade etti. Böylece
İbrahim Paşa kendi eliyle kendi kuyusunu kazmış oluyordu. Suriye ve Lübnan halkı ile
dini azınlıkların Mısır aleyhine dönmesinin nedenlerini gayet iyi gösteren İngiliz
konsolosun mektubu şöyledir: “… El hâsıl bu mahalle iki memurun gelmesi ziyadece
iktiza idüb biri Osmanlı olarak yanında Devlet-i Aliyye tarafından Emir Beşir ile
dağlarda bulunan ümeray-ı saireye hitaben hukuk-ı serbestiyet-i ahali ve reaya takdir
ve tasdik iden bir ferman mevcud olması… Virgü virilmesi ve asker yazılması
251
Defter3, s. 101- a, b.
168
hususlarından muafiyet ve sermestiyet-i kâmile hâvi ve eyalet-i Şam’da mevcud olan
asakiri hal ve bertaraf ve evlerine avdet itmek üzere ruhsatı muhtevi iki kıta Ferman-ı
alişan eyalet-i Beriyyetüşam içinde neşr ve ilan kılındığı halde müstelzim-i âsâr ve
netayic-i hayriyye olacağı derkardır.”252
İbrahim Paşa, bütün birliklerini Şam’da toplayarak Anadolu ve diğer yerlerdeki
askerlerine geri çekilme emri verdi. Askerler çekilirken taşınması mümkün olan
malzemeyi yanlarında götürüyor, mümkün olmayanları ise değişik biçimlerde yok
ediyor ve bazı istihkâmları imha ediyordu. Özellikle stratejik önemi büyük olan Gülek
Boğazı ve Adana civarında bu gibi faaliyetler yapılıyordu. Mısır ordusunun durumunu
zorlaştırmak için gerekli bütün tedbirler alınıyordu. Bu durum Şam Valisi Hacı Ali
Paşa’nın bir mektubunda şöyle ifade edilir: “… Gülek Boğazında olan Asakir-i Mısrıyye
geçen Cumartesi güni kendi tabyalarında olan mevaki-i hazıra ve cebhaneyi ihrak
iderek cümleten bırakub Adana tarafına gitmiş olduklarını… Bazı mütevaridin
ifadelerine göre dahi boğaz-ı mezkûrda olan asakir-i Mısrıyye bütün bütün gitmeyüb
200 mikdarı topçu kalarak maadaları gitmiş ve bizden bazı mevaki ihrak olunmuş…
”253
Şam Valisi Hacı Ali Paşa’nın yazısı üzerine Babıâli’de Meclis-i Meşveret
toplanarak geri çekilen Mısır ordusunun bıraktığı yerlerde alınması gereken tedbirleri
geniş biçimde değerlendirdiler. Uzun süredir bölgede yönetim zaafları olduğu için
devlet otoritesine de zarar verebilecek durumlar ve guruplar ortaya çıkmıştı. Özellikle
hacıların yol güvenliğine azami dikkat edilmesi isteniyordu. Çünkü Osmanlı Devleti,
hac yollarının güvenliğini varlık nedeni ve devlet felsefesinin temeli olarak görüyordu.
Bunu sağlamak için bir miktar askerin Konya’dan başta Ulukışla olmak üzere bölgeye
kaydırılmasının uygun olacağı belirtiliyordu. “… Şam havalisinin tamamı tamamına
yed-i a’dadan istihlas olunamamış ve henüz memuriyet-i Saltanat-ı Seniyye’nin ol
tarafa azimet idememesi cihetleriyle şayed huccac-ı müslimin Şam-ı Şerif’de eşyay-ı
mürettebeye destres olmamaları ve belki emniyet-i tarikiye dahi bulamamaları…”254
252
Defter3, s. 102- a, b. 253
Defter2, s. 87- a. 254
Defter2, s. 90- b.
169
Durumun önemine binaen, bölgeden gelen bir yazıya cevap olarak Mısır
birliklerinin hızla geri çekildiği bölgede bir otorite boşluğu olmaması için Haleb ve Şam
Valilerinin hızla ilerlemesinin uygun olacağı belirtilmektedir. Bölgedeki düzeni acilen
sağlamanın halkın dirliği ve hac yolunun güvenliği için çok önemli olduğu söylenerek,
Bütün müttefik güçler ve bölgedeki dini gurupların harekete geçirilmesinin de münasib
olacağı bu müzakerelerde dile getirilmektedir. Ayrıca denizden Mısırla bağlantının
kesilmesinin faydalı olacağı ifade edilmektedir. “… Beriyyetüşşam taraflarına gelüb
gitmekde olan Fransa vapurlarının devletçe meni suretinin istihsalini mutazammın
olarak… Musul Valisi muşarun ileyhin bulunduğu baîd mevki iktizasınca hareket ve
azimete külfeti mucib olarak muşarun ileyh Zekeriya Paşa’nın ve atufetlü Haleb ve Şam
Valileri Esad Paşa ve Hacı Ali Paşa hazeratının artık ilerüye doğru ilerlemeleri...”255
Şam Valisi Hacı Ali Paşa bir başka yazısında Adana ve Gülek Boğazı civarındaki
Mısır askerlerinin yorgun, bitkin ve moral bozukluğu içinde geri çekildiklerini
belirtmektedir. Bölge ileri gelenleri tarafından kendisinden, Adana ve Tarsus
sancaklarına başta mütesellim olmak üzere görevliler atanması istenmektedir. Bu
atamaların merkezden yapılması daha uygun olacaktır. Yapılması gerekenler ile ilgili
olarak Hacı Ali Paşa’ya tam yetki veriliyor ve düşüncelerinin uygun olduğu belirtiliyor.
Bölgedeki karışıklıklar ortadan kalkıncaya kadar, istediği düzenlemeleri yapmakta
serbest olduğu bildirilmektedir. “… Gülek Boğazı ve Adana ve Tarsus taraflarında
bulunan Asakir-i Mısrıyye düçar-ı yes ve edbar olarak kân İbrahim Paşa maiyyetine
azimete ibtidar itmiş oldıklarından bahisle ol babda teşekkürat-ı lâzımenin icra ve Vali-
i Muşarun-ileyh tarafından Adana ve Tarsus sancaklarına mütesellim nasb ve tayini
istidâsına dâir mahâll-i merkume ahalisi tarafından müteaddid arz ve mahzarla…”256
Mısır askerinin çekildiği geçiş noktalarına güvenlik için asker gönderilmesinin
yararlı olacağı belirtilmektedir. Özellikle Gülek Boğazı Mısır’a geri gitmek için en
önemli kaçış noktası olduğu için, Mısırlılar’ın kontrolü bakımından çok önemlidir
denilerek, bunların geçebilecekleri noktalara sedler ve mevziler yapılmasına azami
gayret gösterilmesi isteniyor. Mısırlılar buradan geçerken sıkıntıya düşmeli ve
yaptıklarının cezasız kalmadığını anlamalıdırlar ve bundan pişman olmalıdırlar diye
255
Defter2, s. 92- a. 256
Defter2, s. 96- a.
170
düşünülüyor. Belgelerde bu durum şöyle ifade edilmektedir: “… Gülek Boğazına dahi
mikdar-ı vafi asker gönderilerek istihkamât-ı mukteziyyesine bakılub sair muamelat-ı
icabiyyenin icraları dahi derdest bulunmuş olduğuna ve firar iden Asakir-i Mısrıyye’nin
ekrad ve ahali tarafından murur idecekleri mahaller sed ve bend ile esbab-ı kahr ve
tenkillerine itina ve mübaderet olunmakda idüğine binaen…“257
Londra Antlaşması’ndan sonra Anadolu’da Mısır askerlerinin pozisyonu oldukça
nazik bir duruma gelmiş, geri çekilen Mısır askerlerine azami zayiat verdirilmesi için
bölgedeki Kürd, Tatar ve Kıpçaklardan faydalanılmasının yararlı olacağı düşünülmüştü.
Ayrıca bölgenin gelir ve giderlerini düzenlemek üzere bir mütesellim atanmasının doğru
olacağı Valiye bildirilerek; Bölgede acilen idari ve ekonomik düzenlemeler
yapılmaması durumunda birçok kargaşanın çıkmasının an meselesi olduğu bu nedenle
uygulamaların hızla yapılmasının iyi olacağı belirtilmişti. Bölgede hiçbir idarî boşluğ
meydan verilmemesi ısrarla istenmiştir. “ Vali-i Muşarun-ileyhin işarâtı üzerine bir iki
gün tarafında Meclis-i Has akdiyle iktizay-ı hâlin bi’l-müzakere arz ve istizan
buyrulması ve zikrolunan Tatarlar ile Kıpçağa dareyne tıbk-ı işar-ı samileri üzere
atebe-i Seniyye ita ve takdim… ”258
İbrahim Paşa’nın durumu gerçekten çok zordu. Mısır’la bütün ulaşım ve
haberleşme kanalları kesildiğinden dolayı Mısır’dan hiçbir haber ve yardım alamıyordu.
Kış mevsimi gelmişti ve hava durumu çok kötüydü. Asker ve komutanlardan birçoğu
hastaydı. Uzun süre Akka’nın müttefik güçlerin eline geçtiğinden bile haberi olmadı.
Uzun tereddütlerden sonra Şam’a hareket etti. Şam yakınlarındaki Mezze’ye karargâhını
kurdu. Gülek boğazı, Adana, Maraş, Urfa ve diğer yerlerdeki birliklerine Şam’a
gelmeleri emrini verdi. Bütün bu gelişmelerle 1840 yılı Ramazan ayına gelindi. Şam’da
bulunan bütün değirmenler ve fırınlar ordunun ekmek ihtiyacını karşılamak üzere
ayrılmıştı. Halk ekmek sıkıntısı çekmeye başladığı için orduya karşı hoşnutsuzluklar
giderek artıyordu. Şam’a gelen birlikler de yolda birçok güçlüklerle karşılaşıyordu.
Ayrıca çevredeki kabilelerle ve aşiretlerle sık sık çatışmalar oluyordu. Kış şiddetli
geçtiği için kurulan çadırlar askerin ihtiyacını karşılamaya yetmiyordu. Askerler
üşümemeleri için Şam’daki evlere dağıtıldılar. Ama bu da yetmedi çünki asker sayısı
257
Defter2, s. 96- a. 258
Defter2, s. 96- b.
171
hane sayısından daha fazlaydı. İbrahim Paşa askerlerinin şiddetli kışı ölmeden
geçirebilmesi için bütün çarelere başvuruyor, bazen odun olarak ne bulurlarsa
yakıyorlardı. Hatta ahşap minareleri bile ısınmak için yaktıkları belirtilmektedir.
Yiyecek bulmak için aşiret ve köylere gidiyorlar, yardım etmeyenleri asıyorlardı. Bütün
bunlar bölgede huzursuzluğu artırıyor ve halkın nefretine ve bölgeden kaçmasına neden
oluyordu.
İzzet Paşa, Mısır askerlerinden birçoğunun kaçarak kendisine sığındıklarını ve
kendisinin de onları memleketlerine gönderdiğini belirtmiştir. Halkta Mısır askerine
karşı büyük bir kin meydana gelmişti. Komutanlarının Mısır’a gitmek üzere zorlu bir
yolculuğa çıkması üzerine çoğu zorla toplandıkları memleketlerine de yakın olması
nedeni ile Suriye ve Lübnan’da ordudan kaçmış ve sersefil bir durumda ortada kalmıştı.
Bu durumu haber alan Serasker İzzet Mehmed Paşa zorla veya kandırılarak Mısır askeri
yapılan Osmanlı vatandaşlarının salimen memleketlerine dönmeleri için büyük gayret
göstermiştir. Bütün bunlardan Osmanlı Devleti’nin, Mısır ordusundan kaçanların
salimen memleketlerine dönmesine izin vereceğini taahhüd ettiğini tahmin ediyoruz.
Yoksa yakalanan bu askerlerin hiçbir işleme tabi tutulmadan serbest bırakılmalarını
anlamak mümkün değildir. Kaçan askerler arasında İbrahim Paşa’nın çok yakınında
olan gulamları da vardı. Bu durum kısaca aşağıya alacağımız 15 Ramazan 256 (11
Kasım 1840) tarihli bir belgede şöyle dile getirilmektedir: “Asakir-i Mısrıyye’den kendü
hevahişleriyle beher gün peyderpey kaçub dehalet itmekde oldukları derkâr olduğundan
tarih-i ariza-i çâkerânemden iki gün mukaddem İbrahim Paşa’nın daima yanında
gezdirdiği gulamlarından iki nefer kölesi firar iderek Taraf-ı çakerâneme gelmiş
olduklarından mukaddemce Sabra ve Sur kalelerinden alınub fırkateyn ile gönderilen
asakir-i Mısrıyye ile beraber merkumat dahi hakpây-ı asafânelerine irsal kılınmış
oldukları… Osman Paşa ve İbrahim Paşa muharebelerinde bi’l-icbar girift olunan ve
tabiatıyla Orduy-ı Hümayun’a dehalet iden asakir-i Mısrıyye’den akdemce Dersaadete
irsal olunub münbagî olan 500 zabit ve nefer asakir-i Mısrıyye dahi bu defa Zeyedes
ticaret nam Vapur-ı Sefine-i hümayununa irkaben… ”259
Mısır ve Lübnan bölgesindeki bazı resmî ve gayr-i resmî ileri gelenler tarafından
Mısır lehinde propaganda yapılmıştır. Bunu yapanların çoğunun Fransa ve Mısır
259
Defter3, s. 01.
172
ajanları olması gayet muhtemeldir. Özellikle bazı kandırılmış görevliler ve
mütesellimler bunu yapmıştır. Haleb Vali yardımcısı olan Hamza Bey ismindeki bir
resmî görevli Mısır’ı bağımsızlık mücadelesinde Amerika, Fransa ve Yunanistan’ın
desteklediği söylentisini çıkararak halkın kafasını Osmanlı yönetimi aleyhinde
karıştırmıştır. Bunlara karşı tedbirler alınmalı diyerek İzzet Mehmed Paşa Hariciye
Nezaretine bir mektup göndermiştir. Bu mektupta İzzet Mehmed Paşa, bölgede birçok
yabancının cirit attığını, kime ve neye hizmet ettiklerinin belli olmadığını ve çeşitli
nedenlerle bunlara müdahale edilemediğini belirterek bunlara karşı tedbir alınmasını
istemektedir. Daha önce kendisiyle ilgili aktardığımız yabancıların şikâyetleri bu
nedenle olabilir. Vali mektubunda şunları demektedir: “Bu esnada İbrahim Paşa
Haleb havalisinde mevcud olan askerini nezdine celb idüb kuvvetli bulunmak emelinde
bulunduğu… Fransa ve Amerika ve Rum devletleri Mısırlu ile ittifak eylediler deyu
şuur-ı mütesellimine yazmış olduğu bir kıta varakasına destrest olarak Savb-ı
bendegâneme göndermiş olduğundan...”260
Suriye ve Lübnan’da işgal dolayısıyla ortaya çıkan karışıklık ve Mısırlılar’ın
geçtikleri yerlerde ekili alanları tahrip etmeleri nedeni ile bölgede kıtlık baş göstermişti.
Bu durum çok önemli sosyal olaylara neden olma potansiyeli taşımaktadır. Özellikle
ailesinden ayrılıp yeni evler kurmuş olan bazı gençler ailelerini geçindiremedikleri için
tekrar eski yerlerine dönmeyi düşünmektedirler. Böyle bir durumda birçok arazi
ekilemeyecek ve gıda üretimi azalacaktır. Şimdiden köylüler temel gıda maddesi olan
ekmeğin pahalı satılmasından şikâyet etmeye başlamışlardır. Bütün bunlardan dolayı
kargaşayı ortadan kaldıracak ve temel gıda maddelerinin kolayca arzını sağlayacak
tedbirler almak gerekmektedir. “… Muahharan Suriye’de vukubulan karışıklık keyfiyeti
ve Mısırlular tarafından ekinlerin tahribi ile sevahilin ablukası hususları hınta’nın
nedret ve gılletini mucib olmuş ve hulûl-ı mevsim-i şıtada gereği gibi zaruret çekileceği
derkar bulunmuş olub hatta fukara takımı ekmeğin gâli baha ile satılmasından şikâyet
itmekde ve köylüler dahi taişleri içün muktezi olan zehairin tedarik ve istihsali zımnında
tarlalarını terk ile familyaları tarafına avdete mecbur olmakdan havf eylemekde…”261
260
Defter3, s. 7- b. 261
Defter3, s. 12- a.
173
Savaş ve abluka yüzünden Suriye ve Lübnan sahillerinde açlık çekiliyordu.
Suriye’deki karışıklıklar ve Mısır ordusunun ekinleri yakması bölge halkını çok zor
durumda bırakmaktaydı. Donanmanın İngiliz generallerinden birisi, Ticaret Nazırı’nın
gıda ithali için teşvik sağlamasını isteyerek gıda sıkıntısının bölgenin aleyhlerine
dönmesine neden olabileceğini belirtiyordu. Biz bölgeyi abluka altında tuttuğumuz için
bütün bu açlık ve sefaletin sebebinin biz olduğumuz yönünde Mısır canibinden
propaganda yapılmasını engellemek için bu sorunu çözmeliyiz yönündeki tekliflerini
Osmanlı Ticaret Bakanlığına sunuyor. Bununla ilgili yazdığı mektup’ta İngiliz General
şunları istiyordu: “… Muharebe ile zuhura gelen fenalıklara kıtlık maddesi dahi ilave
olunduğu halde ahali-i merkumenin pek çok sıkıntı çekecekleri derkâr olmağla işbu
keyfiyyatı Orduy-ı Hümayun-ı şahâne müsteşarı efendi hazretlerine ifade iderek
Berruşşam’a zehayir nakl ve idhalini tervic ve teşvik birle düşman ile uğraşmakda
oldığumuz şu esnalarda zehayirin gıllet ve nedreti keyfiyetinin meni zımnında vaktiyle
usul-i mukteziyye’ye teşebbüs buyrulması...”262
Mısır ordusunun çekilmesi sırasında Osmanlı Devleti ile müttefikleri tam bir
işbirliği içinde hareket etmişlerdir. Müttefik donanmada komutanlık yapan bir İngiliz
generalin hastalığından dolayı görevinde başarısız olması nedeniyle, beraberce anlaşılan
başka bir İngiliz generalin donanma komutanlığına getirilmesi hususunda Lord
Palmerston ile Osmanlı yetkilileri arasında anlaşma sağlanmıştır. Bu general teklif
edilirken bir Osmanlı Paşası ile olan yakın ilişkisi referans olarak gösterilmiştir.
Müttefik Donanma komutan ve subayları arasında olumsuz bir duruma araştırdığımız
belgelerde rastlamadık. Daha önce birçok olayda karşı karşıya gelen ve sadece 13 sene
önce donanması Navarin’de bunlar tarafından yakılan bu asker ve subayların Mısır
meselesinde tam bir uyum içinde hareket etmesi Türk askerinin tarih boyunca görülen
itaat ve mükemmelliğinin bir göstergesi olsa gerek. Bununla ilgili belgede şunlar dile
getirilmektedir: “… Lord Palmerston Cenabları Devlet-i Aliyye’nin Salifü’z-zikr Sör
Çarls hakkında şayan buyrılan itimad-ı âlisinden bigayet memnun ve müteşekkir
olmasıyla …”263
262
Defter3, s. 12- a. 263
Defter3, s. 12- a.
174
Bu zor şartlarda Osmanlı Devleti için en zor durumlardan birisi askerin ihtiyacının
bulunduğu yerlerden sağlanmasıydı. Suriye ve Lübnan bölgesinde bulunan ordunun
ağırlıklarını taşımak için at, eşek ve katıra ihtiyaç vardı ve hayvanların tamamının
bölgeden sağlanması mümkün değildi. Sağlansa bile bölge hayvanları Anadolu’ya göre
küçük ve dayanıksız, uygun olanlar da pahalıydı. Bu nedenle Anadolu ve Kıbrıs’tan
ihtiyaç duyulan 600 hayvan sağlanarak ordunun ağırlıklarını taşımak için acilen bölgeye
gönderilmesi gerekiyordu. Mısır askerinin çekildiği yerleri doldurmak ve asayişi temin
için bu gibi levazımat ihtiyacının karşılanması devletin zor şartları nedeniyle çok güç
olmuş ama yine de sağlanmıştır. “… Bade süvari askerinin hemen lazım gelen
eğerleriyle gönderileceği şifahen emr ü irade buyrulmuş… Süvari Asakir-i Muntazama-ı
Şahâneye virilmek üzere 5- 6 yüz mikdarı hayvanatın bu taraflardan tedariki hini
imkânda olmadığı ve olamayacağı bedihi ve bu civarın kullandıkları merkeb ve ufak
katırlar olub Dürzî dağlarında esb bulunur ise de beheri dört beşbin kuruşa satmakda
idüğinden bizim işimize elvirmeyeceği emr-i celi olduğuna... ”264
Bölge Valileri, Mısır ordusunun çekilmesini dikkatla takip etmekte ve bölgenin
durumu ile alınabilecek tedbirler hakkında merkeze sık sık mektuplar yazmaktaydılar.
Aşağıdaki mektupta Vali tarafından işgalcilerin çekilmesi ve alınacak gerekli tedbirlerle
ilgili bilgiler veriliyor, Mısır ordusunun Maraş ve civarını terk ettiği belirtiliyordu.
Bundan sonra bölgenin refah ve emniyet durumunun düzeleceği ifade edilerek özellikle
Ramazan ayının girmesinden dolayı, bazı özel tedbirlerin alınması gerektiği
söyleniyordu. Mısır ordusunun çekilmesinden sonra bölgenin alabileceği durumu
özetleyen bu mektubda şunlar ifade edilmektedir: “… Ber-vech-i beyan Mısırlu’nun
eyalet-i merkumeden aralaşdığı ve kat-ı rişte-i alaka eylediği rehin-i haber-i bedahet
olmakdan naşi doğruca buradan hareket ve Maraş’a azimete her ne kadar can atmışlar
ise de…”265
Bölgedeki bazı Mısır taraftarı Dürzî aşiret liderleri, tekrar Osmanlı Devleti
hizmetine girmek istediklerine dair bir dilekçe yazdılar. Ancak bunu bölgedeki bazı
yönetici, subay ve askerlerin halka karşı yanlış tutumları zorlaştırıyordu. Prusya
konsolosu, kendisine gelen bazı Dürzî ileri gelenlerin, Lübnan’da kendileri ve diğer
264
Defter3, s. 13- a. 265
Defter3, s. 14- a.
175
gayr-i müslimler üzerinde Osmanlı askerleri tarafından değişik zulümler uygulandığını
söylediğini belirtiyor. Dürzîler; zorla askere alındıklarını, yerlerinden sürüldüklerini ve
ailelerinin açlıkla baş başa olduğunu söyleyerek eğer bu baskı ve haksızlıklar devam
ederse, bölgede büyük isyanlar çıkabileceğini belirtiyorlardı. Bu mektuptan, bölgedeki
Dürzîler’in işgal sırasında Mısır’ı desteklediği de ortaya çıkmaktadır. Avusturya
konsolosunun durumla ilgili çözüm tekliflerini de eklediği bu mektubda kısaca şunlar
dile getirilmektedir: “… Ve buralarda neferat-ı askeriyye ve zabitan-ı Devlet-i Aliyye
tarafından gerek şehirlü ve gerek ahali-i cibalden olan Hıristiyanlar haklarında edna
gûne zulüm ve teaddi ve su-i muamele zuhura gelmekde… Eğerçi taraf-ı Devlet-i
Aliyye’den işbu harekât-ı zulmiyyenin men ve refi zımnında tedabir-i şedideye teşebbüs
buyrulmaz ise işbu memlekette yeniden bir ihtilal zuhura geleceği ağleb
muhtemelattandır…”266
Bölgedeki gençlerin zorla askere alınması ve kullanılan yük hayvanlarının
kamulaştırılması büyük sorunların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Özellikle dağlı
halkın binek hayvanlarının alınması hayatı onlar için daha da zorlaştırmaktadır. Bütün
bu nedenlerden dolayı zaten karnını zor doyurmakta olan dağlılar için yaşamak
neredeyse imkânsız hale gelmektedir. Hane reislerinin bu şekilde zorla çalıştırılmasına
devam edilirse ailelerinin açlıktan telef olması fazla uzun sürmez denilmektedir. “… Ve
neferat-ı askeriyye ika ve ikame olunmak üzere hırıstiyan familyaları kendü
hanelerinden çıkarılmış ve limaslahati memlekete vurûd iden sekene-i cibalin kendüleri
ve hayvanatları ahz ve girift ile dutularak cebren ve kahiren devlet hidmeti içün
çalışdırılmakda ve mahaza familyaları kendü hânelerinde açlıkdan telef olmakdadır.”267
Osmanlı ordusu Seraskeri İzzet Paşa, Mısır ordusundan Osmanlı ordusuna
katılmak için teslim olan bir alayın, 21 alaydan meydana gelen Asakir-i Mansure’ye 22.
alay olarak dâhil edilmesi ve maaşlarının o birliklerle aynı olması uygun olacaktır
şeklinde bir teklifte bulunuyor. Bu isteği merkez tarafından kabul ediliyor. Ancak bu
askerlere maaş verilirken, kendiliğinden savaşmaksızın teslim olanlara; Şaban ayının
başından, savaş sonucunda teslim olan veya yakalananlara; Ramazan ayının başından
itibaren maaş verilmesinin uygun olacağı belirtiliyor. Böylece pişman olup geri dönmek
266
Defter3, s. 20- b. 267
Defter3, s. 20- b.
176
isteyenlere bazı ayrıcalıklar tanınmak isteniyor. Anlaşıldığı kadarı ile Osmanlıya karşı
savaşan askerlerin çoğu bunu isteyerek yapmamaktadır. Daha önce de buna benzer bir
belgede ifade ettiğimiz gibi, Osmanlı askeri ile Mısır askeri aynı düşüncede olmasına
rağmen küçük çıkar çatışması nedeniyle karşı karşıya gelmiştir. Bu birleşmeyle ilgili
Serasker’in mektubu ve buna verilen cevap kısaca şunları ifade etmektedir: “Asakir-i
Mısrıyye’den takım takım Dersaadete gelmiş olanların aylıklarının itası irade-i Seniyye-
i hazret-i mülûkâne müktezasından olmak hasebiyle bunlardan taraf-ı Devlet-i Aliyye’ye
dehalet idenlerin Şaban-ı Şerif’in gurresinden ve harben ahz ve girift olunanların
Ramazan-ı Şerfin gurresinden itibaren maaş ve mahiyelerinin tahsis kılınması… ”268
25 Kasım 1840 da Amiral Napier komutasındaki İngiliz filosu İskenderiye
önlerine gelerek, Mehmed Ali Paşa’ya antlaşma teklif etti. Suriye’yi istemekten
vazgeçmesi ve Osmanlı donanmasını iade etmesi durumunda, Mısır yönetiminin
veraseten kendisine bırakılacağını belirtti. Eğer bu teklifi kabul etmezse İskenderiye
şiddetli bir bombardımana maruz kalacaktı. Mehmed Ali Paşa bütün şartların aleyhinde
olduğunu görerek ve Fransa’dan da ümidini kestiği için bu teklifi kabul etti. Osmanlı
Devleti önce bu durumdan memnun olmadıysa da İngiltere’nin ısrarıyla bu durumu
kabul etti. İngiltere’nin bu teklifinin, Padişah tarafından bir ferman yayınlanması
şartıyla Mehmed Ali Paşa tarafından kabul edilmesiyle, savaş sona ermiş oldu. İngiliz
Amiral’i Napier ile Mehmed Ali Paşa arasında yapılan görüşme ve antlaşma İradât-ı
Seniyye Defterinde şöyle anlatılmaktadır: “Memalik-i Berrüşam’ın asakir-i
Mısrıyye’den tahliyesi, Donanmayı Hümayunu Şahâne’nin, Londra muahede-i
ittifakiyesi iktizasınca redd ü iadesi şartıyla eyalet-i Mısır’ın bittevarüs Mehmed Ali
Paşa’nın uhdesinde ibkası hususunun Düvel-i Fahîme-i Müttefika taraflarından, taraf-ı
eşref-i hazreti şahâne’ye tavsiye ve rica olunduğunu İskenderiye pişgahında bulunan
İngiltere sefayin-i harbiyesi kumandanı Napier, Mehmed Ali Paşa’ya ifade ve ihbar
iderek…”269
Mehmed Ali Paşa, kendisinin antlaşmayı kabul etmesi için Mısır’ın kendisine
veraseten verildiğinin Osmanlı Devleti tarafından resmen bildirilmesini ve buna Avrupa
devletlerinin kefil olmasını istedi. Bu yapıldığı takdirde, oğluna Suriye ve Lübnan’ı
268
Defter3, s. 30- a. 269
Defter3, s. 31- b.
177
boşaltmasını emredeceğini ve Osmanlı donanmasını derhal iade edeceğini beyan etti.
Napier ise, bunları yapması durumunda Mısır ve İskenderiye’den tahliye edilecek asker
ve yaralılara yardımcı olunacağını ve Mısır’a dönecek ordunun yanında bütün silah ve
edevatını getirmesine izin verileceğini söyledi. Ayrıca Akka, Beyrut, Sayda ve Sur’a
gelecek askere bir sınırlandırma getirilmeyeceğini ifade etti. “… Paşa-ı muma ileyh
Berrüşam’ın tahliyesi hususunu muahharan oğlu İbrahim’e emr ü işar ideceğini ve
Mısır eyaletinin veraset suretiyle kendü uhdesinde ibkası canib-i Saltanat-ı Seniyyeden
resmen kendüye ihbar olunduğu ve Düvel-i Müttefika taraflarından dahi kefalet-i
mukteziye icra kılındığı halde Donanmayı Hümayunu Şahâne’yi derhal redd ü iadeye
müsaraat eyleyeceğini taahhüd eylemiş.”270
İbrahim Paşa, Şam’da çok zor durumda iken kendisine Beyrut yoluyla bir mektup
ulaştı. Mektup’ta; babasının Sultan Abdülmecid ile anlaştığı ve Suriye’yi boşaltacağını,
buna karşılık Mısır’ın veraseten kendisine bırakılacağını belirten mektubu getiren Sami
Bey’in Beyrut’a vardığı bildiriliyordu. Ayrıca bundan kısa bir süre önce İbrahim Paşa
Akka’nın düştüğünü de öğrenmişti. Bütün bu nedenlerden dolayı Suriye’yi
boşaltmaktan başka çaresi kalmamıştı. Artık asker hayatta kalmaktan başka bir şey
düşünmüyor ve fırsat bulduğu anda firar ediyordu. Beyrut kalesi küçük bir çatışma
sonunda alındıktan sonra Mehmed Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa, Dürzî dağı
eteklerinde birkaç kez vuruşmaya girişmiş ise de hepsinde yenildiğinden ele geçirilmek
kertesine gelmiş iken Şam’a doğru geri çekilmek zorunda kaldı. Ordu aç ve susuz
kaçmaya başladı ve bu sırada zorla orduya yazılan yerel askerler buldukları ilk fırsatta
ordudan firar ettiler. Ordu geri çekilirken, bir taraftan yer yer müttefik askerlerle
çarpışırken, diğer taraftan bölgedeki asayişsizlikten dolayı sürekli kabile ve aşiretler
tarafından saldırıya uğruyordu. “Kendisinin çok güvendiği Akka’nın da kısa sürede
düştüğünü öğrenince artık Şam’da da durup tutunamadığından çöllere düştü.
Buralarda anlatılması güç sıkıntılarla karşılaşıp aç, çıplak Mısır’a doğru kaçıp
gitti.”271
Mehmed Ali Paşa’nın kısa sürede sağladığı başarının nedeni, Hicaz ve Mora
meselesindeki başarıları ile Mısır’dan işgalci güçleri kovması nedeniyle halk nazarında
270
Defter3, s. 31- a, b. 271
M. Nuri Paşa, A.g.e., s. 278.
178
kendisine duyulan sevgi ve sempatiydi. Bütün bunlardan daha 10 yıl bile geçmeden
uğradığı bu başarısızlığın nedeni ise, işgal ettiği bölge halkına verilen sözlerin
tutulmamasından dolayı halkın güveninin sarsılması ve ona karşı duyulan sevgi ve
sempatinin yok olmasıydı. İbrahim Paşa’nın yaptığı haksızlıklar nedeniyle halk
kendisinden yüz çevirmiş ve askerler fırsat bulunca firar etmeye başlamıştı.272
Mısır birlikleri hızlı bir şekilde Anadolu ve Suriye’yi boşaltmaya başladı.
Özellikle aşiretler arasında Balkanlardan gelen askerler ciddi bir rahatsızlığa neden
olmaktaydı. Mısır askerleri çekildiği için fazla askere luzum kalmamıştı. Bu nedenle bu
askerlerin buradan Diyarbakır ve Malatya’ya nakledilmeleri uygun olacaktı. Suriye ve
Lübnan halkı Hıristiyanları’ndan zorla asker alındığı. bu durumun onları ve geride kalan
ailelerini çok zor durumda bıraktığı belirtilmekteydi. Halk açıktan açığa kendilerine
verilen sözlerin tutulmadığını ve kandırıldıklarını düşünmektedir. Bütün bunlardan
dolayı Tanzimat ilkeleri doğrultusunda Suriye ve Lübnan’da azınlıkların haklarının
dikkatle gözetildiği adil bir idare kurulması gerektiği ifade edilmektedir. Bölgede Mısır
birliklerinin çekilmesinden sonraki psikolojik yapıyı çok iyi gösteren bir belgede bu
konularda şöyle deniliyordu: “… Saltanat-ı Seniyye’de ve her bir gûne mezalim ve
teaddiyattan salim ve masun olmalarını memul eylediklerinden şimdi bilakis bu keyfiyet-
i zulmiyye kendülere ziyadesiyle giran gelerek ekser mahallerde gerçi Mısırlu pek çok
tekâlif taleb ider ise de idareleri şimdikinden hakkaniyet ve musavat üzere idi, bu cihetle
aldanmışız deyu alenen söylenmekde olduğu rivayet olunmuşdur.”273
Bölgedeki İngiliz görevlisi Wood, Mısır işgaline karşı direnen Suriye ve Lübnan
liderlerinin ödüllendirilmesinin ve vergilerinin düşürülmesinin faydalı olacağını
belirtmektedir. Bölgede ne kadar rahip, papaz, haham vb. varsa maaşa bağlanmasını
istiyordu. Burada da görüleceği gibi Gayr-i Müslimler korunmak isteniyor gibi bir
izlenim ortaya çıkmaktadır. Ödüllendirilmesi istenenlerin çoğunluğu Gayr-i Müslim
azınlıklara mensup kimselerdir. Mısırlılar’ın bölgeyi terk etmesinde Müslümanların
hiçbir katkısı olmamış gibi bir durum görülüyor ki, bu mümkün değildir. İngilizler
böylece Gayr-i Müslimler’in sempatisini kazanmak ve ilerdeki emelleri için taraftar
toplamak istiyor olabilir. Wood mektubunda hizmet edenlerin geniş bir listesini
272
M. Nuri Paşa, A.g.e., s. 279- 280. 273
Defter4, s. 11- b.
179
göndererek şunları dile getirmektedir: “… Saltanat-ı Seniyye’ye ibraz-ı hizmet ve
sadakat itmiş olan zevatın esamisini mübeyyen bir kıta defterin tanzimi taraf-ı
acizânemden iltimas buyrulmuş ve atiyüzzikr zevat gerek muharebat-ı vakıada ve gerek
evail-i vukuatta hüsn-i hizmet ve şecaat-i zatiyeleri cihetiyle kesb-i temeyyüz eylemiş
olub… ”274
Avrupa devletlerinin Suriye ve Lübnan’daki dini azınlıklarla ilgili tekliflerinde
özellikle mâli konular dikkat çekmektedir. Bunlardan alınan vergilerin azaltılması veya
affedilmesi sık sık istenmektedir. Böylece bu insanların mâli durumları düzeltilerek
ayrıcalık kazandırılmak isteniyormuş gibi bir manzara vardır. Daha sonraki dönemlerde
ekonomik olarak Müslüman halktan zengin duruma gelen bu insanların birçok
problemlere neden oldukları görülecektir. Bu ayrıcalık istenen Gayr-i Müslimler’in
vergi miktarına bakıldığı zaman zaten diğer vatandaşlarla karşılaştırıldığı zaman fazlaca
malları olduğu görülecektir.“… Senevî 4185 kuruşa baliğ olan virgüy-i emlaklarının
afvını müşir yedlerine birer kıta emr-i âli ihsan buyrılması… Ve şeyh Yunus ve Yahos
nam kimesneler içün mukabil-i adada vukubulan hizmetine mükâfaten iki sene 24 bin ve
Sun-i Yahudi içün dahi çünkü Maruniyun ve Rum ve Katolik Patrikleri taraf-ı Devlet-i
Aliyyeye bunun vasıtasıyla celb olunmuş olduğundan 15 bin kuruş ve İbrahim Harb içün
hidemat-ı mütenevviasına mukabeleten 20 bin kuruş ihsan buyrılmasını bilmemnuniyet
rica iderim…”275
İbrahim Paşa’nın ordusu 29 Aralık 1840 Pazartesi günü (15 zilkade 1256) Şam’ı
boşaltmaya başladı. Şam’dan hareket eden ordunun mevcudu; 25 bin nizami asker, 30
bin başıbozuk asker, 200 top, 3000 süvari ve 700 kişi de asker ailesinden ibaretti. Paşa
Şam’dan ayrılırken halktan Hıristiyanlara dokunmamaları, eğer bir hadise olursa geriye
dönüp sorumluları tenkil edeceğini söyleyerek onları tehdit etti. İbrahim Paşa uzun,
tehlikeli ve sıkıntılı bir yolculuktan sonra 31 Ocak 1841 tarihinde Gazze’ye ulaştı.
Buraya ulaşması elinde güvenilir ve yolları tam olarak gösteren bir harita olmadığı için
çok güç oldu. Gazze’de biraz dinlenerek gönderilen yardım sayesinde Mısır’a
dönebildiler.
274
Defter4, s. 67- a, b. 275
Defter4, s. 67- a, b.
180
Böylece 2 Kasım 1831 tarihinde Mehmed Ali Paşa’nın Mısır’dan ayrılarak
Suriye’ye hareketiyle fiilen başlayan Mısır’la savaş 19 Şubat 1841’de ordunun geldiği
yere dönmesiyle fiilen sona erdi. Ancak bundan sonra Mısır meselesinin hukuken sona
ermesi bir süre daha devam etti. İngiltere meselenin tamamen çözülmesi için, Osmanlı
yönetimine Mehmed Ali Paşa’nın istediği fermanı yayınlaması yönünde baskı
yapıyordu. Mısır meselesinin çözümünün uzaması İngiltere’nin bütün dünyaya yaymaya
çalıştığı “üzerinde güneş batmayan imparatorluk” düşüncesinin önündeki en önemli
engellerden birisi olarak görülüyordu. Çünkü Mısır, önemli deniz ve kara yollarının
geçiş noktasında bir kavşakta bulunuyordu.
181
IV. Abdülmecid’in Mısır Fermanı Yayınlamasının Nedenleri ve Sonuçları
Osmanlı Devleti, Mehmed Ali Paşa yönetiminin tamamen sona ermesini
istiyordu. Londra Antlaşması da Mehmed Ali Paşa’nın antlaşmayı kabul etmemesi
halinde 10 gün içinde Akka Paşalığı’nın 20 gün içinde ise bütün görevlerin kendisinden
alınacağını kayıt altına almıştı. Ama uzun ve yıpratıcı bir savaşı göze alamayan
İngiltere, Fransa’nın da durumunu göz önünde bulundurarak bir orta yol bulmaya
çalıştı. İngiltere, donanması ile Lübnan ve Suriye kıyılarını bombaladıktan ve Mehmed
Ali Paşa’yı her taraftan sıkıştırıp terbiye ettikten sonra, filo komutanı Amiral Napier
vasıtasıyla Mısır dışındaki yerleri ve Osmanlı donanmasını iade etmesi şartıyla,
veraseten Mısır yönetiminin kendisine bırakılacağını söyledi. Mehmed Ali Paşa bu
teklifi Abdülmecid Han’ın bu konuda bir ferman yayınlaması şartıyla kabul etti. Babıâli,
Mısır’ın idaresini özel ayrıcalıklarla Mehmed Ali Paşa’ya vermek istemiyordu ama
İngiltere’nin savaşmak istememesi nedeniyle kendisinin daha ileriye gidecek durumu da
yoktu. Bu şartlar altında Mısır’ın ele geçirilmesi çok para ve asker istediği için, en kolay
çözüm yolu İngiltere’nin teklifini kabul etmekti. Osmanlı Devleti, Mehmed Ali Paşa
Londra Antlaşması’nı kabul etmediği zaman Mısır’a onun yerine İzzet Mehmed Paşa’yı
Vali olarak bile atamıştı.
Müttefik Devletler, Mısır meselesini Mehmed Ali Paşa’yı veraseten Mısır
Valiliğinde bırakarak savaşsız olarak çözmeye karar verdiler. İngilizler, bu meselede
Osmanlı yararına çalıştıklarını sürekli tekrarlıyorlardı. İngiliz temsilci Mehmed Ali
Paşa’ya bu yönde teklif getirerek Mısır dışındaki yerleri boşaltmasını istiyordu. Osmanlı
Devleti dışındaki diğer devletler, Mehmed Ali Paşa’nın tamamen devreden çıkmasını
istemiyorlardı. İskenderiye’ye gönderilecek bir temsilci vasıtasıyla; Padişaha itaatini
bildirmesi, Mısır dışındaki yerleri terk etmesi ve Donanmayı iade etmesi şartıyla Mısır
Valiliği’nin veraseten devam etmesini sağlayacak bir belgeyi imzalaması için Mehmed
Ali Paşa’ya 3 gün zaman verdiler ve bu konuda bir ferman yayınlamaya Padişahı ikna
edeceklerine dair ona söz verdiler. Bu konuda Palmerston bütün taraflarla uzun
görüşmelerde bulundu. “… Mehmed Ali serian taraf-ı şahâneye dehalet birle
donanmayı hümayunu müddet-i galile zarfında redd ü iade ideceğini ve bilcümle
Berrüşam ve Adana ve Kandiye ve Arabistan ve memalik-i mukaddeseyi tahliye
eyleyeceğini muşir tahriren kendüye bir sened-i resmi ita eylediği halde eyalet-i
182
Mısır’da ibkası hususu Düvel-i Erbaa tarafından zat-ı hazreti şahaneye tavsiye
olunacağını kendüsine ifadeye memur oldığunu beyan ve Düvel-i muşarun ileyhim işbu
rica ve tavsiyeleri kendisi derhal dehalet eylediği takdirce vukua geleceğini serd ve
ityan idecektir...”276
Mehmed Ali Paşa Londra Antlaşması’nı kabul etmemesine rağmen, Babıâli’ye
yazılan bir yazıya verilen cevapta, Mısır’ın Osmanlı Devleti’nden kereste ithaline 1841
Martına kadar müdahale edilmemesi isteniyordu. Böyle bir durumda Mısır keresteyi
başka yerden temin edebilecekken halkın Osmanlıya olan bağlılığı azalabilecekti. O
dönemde Mehmed Ali Paşa donanma için ihtiyaç duyduğu kerestenin büyük bir kısmını
Antalya ve civarından karşılamaktadır.277
Herhalde meselenin savaşsız olarak
halledileceğine hâlâ inanılıyordu. Aynı zamanda Paşa’nın görevden alınması için Mart
ayına kadar beklenmesinin uygun olacağı belirtilmektedir. Bu durumla ilgili yazışmada
şunlar ifade edilmektedir: “… Mısırlu canibine kereste virilmemesi babında emr-i âli
sadır olmamış ve bu hususda bir güne memnuniyet-i sarîha vukubulmamış olmasıyla
mir-i muma-ileyhin bu babda töhmetli addolunması iktiza itmeyeceğine ve her nasıl olsa
Mısırlu tarafı luzumu olan keresteyi âhar cânibden dahî celb ve mübayaa itmek
mümkün ve kâbil olarak memnuiyeti dahi…”278
Mehmed Ali Paşa, Mısır idaresinin verasetle kendi neslinin yönetimine
bırakılması garanti edildiği anda gelecek bir Osmanlı Paşası’na donanmayı teslim
edeceğine ve işgal ettiği Mısır dışındaki toprakları terk edeceğine dair İngiliz Amirali
Napier’e söz verdi. Donanmayı Yaver Paşa vasıtasıyla Osmanlı memuru Mazlum Bey’e
teslim edecek ve oğlu İbrahim Paşa’ya işgal etiği yerleri terk etmesini emredecekti.
Bütün bunları yaptıktan sonra İngilizler’den verdikleri sözü tutarak Mısır’ın veraseten
kendisine bırakıldığına dair bir fermanı Padişaha yayınlatmalarını istiyordu. Mehmed
Ali Paşa, Fransa‘nın kendisine desteğini çekeceğini anlayınca, müttefik ülkelerle
antlaşmaktan başka çaresi kalmadığını gördü. Bunun üzerine son teklifi kabul etmeye
karar verdi. Mehmed Ali Paşa bu durumu İngilizlere yazdığı bir yazı ile şöyle
belirtmektedir: “… Donanmay-ı Hümayun’un çarçabuk iadesi ve mahâllı mâlümenin
derhal memurîn-i Devlet-i Aliyye’ye teslimi ile itaat-ı marûza-ı abidânemi fiilen isbata
276
Defter3, s. 53- b, 54- a. 277
Orhan, Koloğlu, İlk Gazete İlk Polemik, Ankara, 1989, s.52. 278
Defter3, s. 67- b.
183
muvaffak olduğum anda Eyalet-i Mısrıyye’nin bittevarüs uhde-i abîdâneme ibka ve
ihsan buyrulacağı … ”279
Mehmed Ali Paşa, müttefik donanmayı İskenderiye önlerinde görünce durumun
gerçekten kritik olduğunu anlamış ve Osmanlı Devleti’ni ferman yayınlamaya ikna için
bütün yolları denemeye karar vermişti. Daha ferman yayınlanmadan Girid’e bir mektub
göndererk oraya atadığı kişiden derhal adayı boşaltmasını istemiş ve bu durumu
müttefik devletlere bildirmişti. Böylece müttefik devletlerin Osmanlı Devleti üzerinde
baskı kurmaları için ellerini güçlendirmiştir. Bu yolda uygulamalar yapmasının kendi
yararına olacağına dair müttefik devletlerin Mehmed Ali Paşa üzerinde telkinlerde
bulunması gayet muhtemeldir. Mehmed Ali Paşa’nın Girid’e gönderdiği yazısı
gerçekten ilginçtir. Girid’deki görevliye şunları söylüyordu: “… Eyalet-i Mısrın veraseti
Düvel-i Fahime-i Müttefika iltimaslarıyla uhdemize tefviz olunmakda idüğinden ve
Girid ceziresi dahi tahliye kılınacağı Babıâli tarafından suret-i tahliyesini hâvi emr-i âli
zuhuruna dek hazırlanmakda bulunmanız bimennihi Teâlâ ondan sonra tarafınıza
gönderilecek sefinelere râkiben bu tarafa gelmeniz icab itmiş...”280
Matternih, İstanbul Elçisi’nin 23 Ağustos 1840 tarihli Mehmed Ali Paşa’nın
müttefik devletleri ve Osmanlı Devleti’ni ikna için bütün yolları denediğini belirten
yazısını geniş biçimde değerlendirdi. Daha önce de belirttiğimiz gibi Mehmed Ali Paşa,
müttefik devletler karşısında yenileceğini anladığı için en az zararla durumdan
kurtulmak istiyordu. Bunun için Avrupa devletleri arasındaki çıkar çatışmalarını
kullanmaya çalışıyor ve bunun için her yolu denemekten kaçınmıyordu. Avrupa
devletleri arasında da kuvvet kullanmakta tam bir ittifak olmadığı için durum onun
lehine görünüyordu. Matternih, İstanbul sefirine yazdığı yazısında bu durumu şöyle
ifade etmektedir: “Şehr-i Ağustosun 23’ü tarihiyle müverreh olan tahriratınızın biri…
Mehmed Ali’nin Berruşşam’da bulunan ordusuyla Anadolu’da İbrahim Paşa’nın
destres olabileceğini aklı kesdiği mikdar mahâll ve mevakiin zabt ve istilası hususunı
tasmim eylemiş gibi görünmüşdür… Ve Mehmed Ali kendüye teklif olunacak şurûtu
kabul ile kesb-i saadet ider idi… ”281
279
Defter3, s. 78- b. 280
Defter3, s. 86- a. 281
Defter3, s. 86- b.
184
Mısır meselesinin çözümünde en önemli problemlerden birisi müttefik devletlerin
çözüm konusunda farklı görüşleri savunmalarıdır. Devletlerin çözümde acele etmesi ve
birbirini çekememesi ayrı bir mesele olarak ortaya çıkmaktadır. Çözümde bir kutbu
temsil eden Matternih’e göre, Mehmed Ali Paşa ordusunun az ve çok yerler işgal etmesi
önemli değildir. Asıl mesele Mehmed Ali Paşa’nın tahrik edilerek bütün bölgeyi
karıştıracak fitneye girişmesine sebep olmaktır. Bu durumu çözmeyi sebep göstererek
Avrupa güçlerinin İstanbul’a girmeleri hiç umulmadık sorunlar çıkarabilir. Donanmanın
yeri daha iyi hareket edebilecek şekilde değiştirilmelidir. Donanma daha ziyade Mısır
birliklerinin bağlantısını kesecek şekilde yerleştirilmelidir. Bunu Çanakkale
açıklarındaki donanmayı Rodos açıklarına göndererek sağlayabiliriz. Bu Mehmed Ali
Paşa’nın gözünü korkutacağı için caydırıcı bir unsur olacaktır. Mehmed Ali Paşa’nın
ısrarla teklifimizi reddetmesinin nedeni ailesine iyi bir gelecek hazırlamak içindir. Ama
böyle devam ederse onların geleceği büyük tehlikeye düşecektir. Bunu biri ona
hatırlatmalıdır. Belki de Mehmed Ali Paşa’daki Hüsrev Paşa düşmanlığının nedeni
Osmanlı yönetiminde kendi hanedanına yer kapma savaşıdır. Mehmed Ali Paşa,
Avrupa’ya rağmen bu bölgede bir devlet kuramaz, kursa bile yaşatamaz. Mehmed Ali
Paşa Anadolu’yu işgal nedeni olarak bölge insanının istemesini gösteriyor, belki yüz
sene önce olsaydı Mehmed Ali Paşa devlet kurabilirdi ama şimdi mümkün değildir. O
zaman Avrupa devletleri arasında bir birlik yoktu ama şimdi birlik ve ortak çıkarları var.
Bunca sorunlara rağmen II. Mahmud’un yerine Abdülmecit’in geçmesi Osmanlı’nın
sağlam bir devlet geleneği olduğunu göstermektedir. Mısır’da ise Mehmed Ali Paşa’dan
sonra ne olacağı belli değildir. Avrupa, çıkar bölgelerinde böyle bir belirsizliği
kaldıramaz. Kısaca özetlemeye çalıştığımız Matternih’in Mısır meselesi ile ilgili
görüşlerinden bazıları şöyledir: “… Ve asıl muhatara İbrahim Paşa’nın ika-ı fitne ve
ihtilale destres olabilecek ve kuvvet-i harbiye-i Avrupa’nın İstanbul’u muhafaza içün
birbirleriyle müttefik olmadıkları halde vurudlarına ve bu cihetle sair muhataratın dahi
zuhuruna badi olacak derecede Dersaadete takarrübü kazıyyesi olmağla bu misillü
muhatara zuhuru indimizde ziyade mucib-i teessüf olur idi. Bahr-i sefid boğazlarının
tabassur ve nezaret üzere olan donanmalara bir başka mevki ittihaz ittirmek bir tedbir-i
isabet-pezîr olduğu indimizde muhakkakdır… ”282
282
Defter3, s. 87- a, 88- b.
185
Mehmed Ali Paşa’nın durumun nezaketini anlayarak geç te olsa Londra
Muahedesi kararlarını kabul edip teslim olmasından sonra, Mustafa Reşid Paşa ve
Düvel-i Müttefika sefirleri bir araya gelip muğlâk bazı konuları çözmek için görüşmeler
yapmışlardır. Mustafa Reşid Paşa önce sefirlere Mısır meselesindeki tam desteklerinden
dolayı teşekkür ederken, toplantının Mehmed Ali Paşa’ya Mısır’ı tevarüsen bırakırken
bir daha Osmanlıya karşı ayaklanamayacak kanunlarla sınırlamak için yapıldığını
söylüyordu. Avusturya sefiri Stürmer; Mehmed Ali Paşa’nın vergi geliri kısılırken
tümden kesilmemelidir, Londra kararlarına göre Osmanlı kanunları aynen Mısırda da
uygulanmalı ve ayrıca vergi konusu Mısır’ın içişi olduğu için Mehmed Ali Paşa istediği
gibi düzenlemekte serbesttir. Prusya sefiri; Bu konuda devletimden bir talimat almasam
da ben de Stürmer gibi düşünüyorum ama vergi konusunda ondan farklı olarak, Mısır’ın
içişi olsa da Mehmed Ali Paşa Osmanlı kanunlarına uymak zorundadır diye
düşünüyorum diyor. Rus sefiri; Londra muahedesinin 3 önemli kararı vardır diyor:
1-Osmanlının bütün kanunları Mısır’da aynen geçerlidir.
2-Mısır içişlerinde serbesttir.
3-Vergi konusu.
Osmanlı temsilcisi Mustafa ReşidPaşa; Vergi konusu çözüme kavuşturulmazsa
Mehmed Ali yıllık 2 milyon lira vergi sağlar ve bu zararımıza olur diye düşünmektedir.
Vergi konusunda hem Mehmed Ali’nin ekonomik olarak güçlenmesini engelleyecek
hem de halkı zorlamayacak bir çözüm bulmalıyız. Burada öncelikli olarak bu sorunu
çözmeliyiz. Çünkü Mısır meselesi olumlu şekilde çözülmüşken, şayet Mehmed Ali Paşa
ileride ekonomik olarak güçlenip yeni problemler çıkarırsa sorunu çözmek için
çektiğimiz bütün sıkıntılar boşa gidecektir. Mehmed Ali önce bütün kanunlarımıza
uysun sonra da vergiyi Osmanlı’da cari kanunlara göre toplasın demektedir. “… Eyalet-
i merküme virgüsinin emr-i tahsilinde dahi Memalik-i Saire’de cari olan usul-i
tahsiliyenin icrasına mecbur ve memur olmak lazım gelür… Mehmed Ali Paşa
uhdesinde ibka olunacak mahallerin varidat-ı Seneviyesi vakıa iki milyon Lirayı
mütecaviz olacağından bu kadar akçenin âna virilmesi Suistimaline mucib olacağı
müsellemdir…”283
283
Defter3, s. 115- b.
186
Avusturya’nın İstanbul Elçisi Baron Stürmer de görüşmelerde Osmanlı görüşlerini
destekler bir tarzda konuşuyordu. Bu görüşmelerde alınacak kararlar Osmanlı Devleti
için uzun süre göz önünde bulundurulacağı için çok dikkat edilmelidir. Londra
kararlarından asla taviz verilmemelidir. Vergi konusunda verilecek her taviz Mehmed
Ali Paşa’nın güçlenmesine ve ileride yeniden hayallere kapılmasına neden olabilir. Bu
konuda aşırıya gidilirse bu defa da fazla vergi toplamak için halka zulmedebilir. Söz
alan İngiliz ve Avusturya sefirleri bu konuda Osmanlı Devleti’nin vereceği karara
uyacaklarını söylüyorlar. Ayrıca Sudan’ın madence zengin Darfur vb. yerleri veraseten
Mehmed Ali Paşaya bırakılmayıp, oraların vergisinin zenginliği ile orantılı olarak
tespitinin daha isabetli olacağı belirtiliyor. Avusturya temsilcisi Mısır hakkında
yapılması gerekenlerle ilgili şunları söylüyordu: “… Tanzimat-ı Mısrıyye’nin tesviyesi
emrinde, muahede-i ittifakiye’yi esas ittihaz itmekliğe mecburum. Eğerçi Mehmed
Ali’nin yedinde kuvve-i nakdiye-i vafiye bırakıldığı takdirde âtide Devlet-i Aliyye
hakkında muzır olacağı cay-ı iştibah olmayub fakat bunun dahi ortası bulunmak yani
tahsis olunacak virgü, mahsulât-ı Senevîsine göre alınarak ve kendüsinin mezalim
melhuzesine dahî bazı usül vazıyla sed çekilerek kesb-i servet ve sadat itmesine mahal
bırakılmamak kâbul olabilür.”284
İngiltere’nin İstanbul Elçisi Lord Ponsonbi henüz konuyla ilgil ülkesinden kesin
emir almadığını ama Mehmed Ali Paşa’nın ekonomik gücü kırılmaz ve buna dair
tedbirler alınmazsa yapılan bütün çalışmaların boşa gideceğini belirtiyordu. Ponsonbi;
Londra muahedesi bizi bağlayan yegâne kanun değildir. Mehmed Ali Paşa bunu süresi
içinde kabul etmediği için bize de hareket alanı doğmuştur. Vergi konusu önemlidir ve
çözüme kavuşturulmalıdır. Çünki öyle bırakırsak gösterdiğimiz bütün gayretler boşa
gider ve Mehmed Ali yıllık 2 milyon lira vergi toplar. Bunu kabul etmek geleceği de
ipotek altına alacak fenalıklara kapı aralayabilir diyerek, Mısırla ilgil kaleme alınacak
fermanda şu hususlara dikkat edilmesi gerektiğine dikkat çekiyordu: “… Zira öyle
oldığı halde Akka’nın dahi Mehmed Ali’ye itasına mecburiyet hâsıl olur… Zira varidat-ı
Mısrıyye-i Seneviyye iki milyon Lira’ya bâliğ oluyor… İhtilafı ârâ iddiğiniz virgü
maddesi üzerine olmağla kusur-ı maddeler hakkında zam ve mütalaamız ittifak
üzeredir… ”285
284
Defter3, s. 116- a. 285
Defter3, s. 116- a.
187
Prusya’nın İstanbul Elçisi daha yeni birliklerini sağlamakta olduklarından dolayı
bu meselede de her zaman olduğu gibi Avusturya ile aynı düşündüklerini ama Osmanlı
kanunlarının Mısır’da uygulanması konusunda onun gibi düşünmediğini belirterek
Mehmed Ali Paşa, Mısır’ın içişlerinde bağımsız olsa dahi vergi konusunda devletin
diğer yerlerine uymak zorundadır. Bundan dolayı vergi konusunda diğer yerlerdeki
uygulamalara tabi olmalıdır. Görüşmelerdeki Prusya Elçisi şunları söylüyordu: “…
Mısır’ın idare-i dâhiliyesi Mehmed Ali Paşa’nın yedinde olduğu halde dahi Devlet-i
Aliyye’nin kâffe-i kavânin ve nizâmâtı icra olunabilir… Muahede-i ittifakiye’nin kâffe-i
ahkâm-ı mündericesine mutabakat olunması Mehmed Ali’ye Akka’nın virilmesi icab
itmez…”286
Görüşmelerdeki Rus temsilci Titof, Mehmed Ali Paşa’nın hem idarî hem askerî
hem de ekonomik olarak kolunun kanadının kırılması gerektiğini belirtiyordu. Bunun
sağlanması için devletinin gerekli her türlü desteği yapmaya hazır olduğunu söyleyerek
Mısır’da uygulanacak yasaların diğer yerlerden farklı olabileceğine işaret ediyordu.
Vergi konusunda çok dikkatli olunması gerektiğini zira bu konuda aşırıya kaçılırsa
Mehmed Ali Paşa bunun acısını Mısr halkından çıkarabilir diye düşünüyordu. “…
Mehmed Ali’nin kuvve-i nakdiyyesi ziyade olur ise kuvve-i mezkurenin suistimali
melhuzattan olmasıyla kuvve-i mezkurenin taklîli lâzımeden ve taraf-ı Devlet-i Aliyye’ye
vireceği virgünin ziyadece tahsisi icabattan ise de virgü ziyade istenildiği halde
Mehmed Ali ahali-i Mısrıyye haklarında daha ziyada zulûm ve teaddi göstereceğinden
bir had layıkını bulmak ve öylece karar virilmek…”287
Bütün bu müzakerelerden sonra Mustafa Reşid Paşa söz alarak bütün tarafların
görüşlerini özetliyen bir konuşma yaptı. Bu tartışmalar sonucunda vergi konusu dışında
görüş birliği sağlandığını belirtip, yapılacaklarla ilgil düşüncelerini açıkladı. Mısır’a 20-
25 bin arası asker bulundurma hakkı verilebileceğini, bunun savaş anında bir ferman ile
artırılabileceğini, Mısır’ın veraseten Mehmed Ali Paşa’ya bırakılabileceğini fakat Sudan
için yer altı zenginliklerinden dolayı başka bir uygulamaya gidilebileceğini belirtti.
Mustafa Reşid Paşa Mısır ile ilgil yapılması düşünülenleri şöyle sıralamaktadır: “
Müzakerat-ı vakıaya göre kaleme alınan varakanın havi olduğu şerayitten virgünin
gayrısında ittifak-ı ârâ hâsıl olmuş oluyor… Mısır eyaleti hudud-ı kadimesiyle
286
Defter3, s. 116- a. 287
Defter3, s. 116- b.
188
bittevarüs Mehmed Ali Paşa’ya ibka olunarak Sinar ve Kurdufan ve Darfur eyaletleri
verasetinden hariç kalmak ez cümle Sinar’da meadin-i kesire olduğu rivayet
olunduğundan oralarının varidatı taraf-ı Devlet-i Aliyye’ye başkaca gösterilmek icab-ı
maslahattandır…”288
Bu tartışmalar sonucunda yayınlanacak ferman konusunda müttefik elçiler
Osmanlı Devleti ile görüş birliğine vardılar. Vergi dışındaki kararların gayet uygun
olduğunu buna ekleyecek bir şeyleri olmadığını belirttiler. Mısır’ın bulundurabileceği
asker konusunda hemen bir ferman yayınlanmasının uygun olacağını ifade ettiler. Mısır
meselesi ile ilgili olarak tartışmalar sonucunda ulaştıkları görüş konusunda şunları
diyorlardı: “ Evet virgü maddesinden başka olan şerayitin cümlesi yolunda ve güzel
mütalaa ve tahrir olunmuş olmağla buna bir diyeceğimiz yokdur. Hemen alelacele
tanzim ve icrasına himmet buyrulmasını rica ideriz. Ve asakirin mikdarı ve vakt-i
muharebede tezyidi hususları dahi irade-i Devlet-i Aliyye’ye mütevakkıfdır… ”289
Avusturya’nın İstanbul Sefiri, Londra Antlaşması’nı kabul etmediği için Mehmed
Ali Paşa’nın Mısır’ı veraseten yönetmesine daha önce karşı olduklarını ama bu şartların
artık değiştiğini belirterek, meselenin silahsız olarak halli ve Avrupa dengelerinin
korunması için Mehmed Ali Paşa’nın veraseten Mısır Valiliğinde bırakılması uygun
olacaktır, bundan dolayı bütün bu değişen şartalar nedeniyle Mısır Valiliğinin veraseten
Mehmed Ali Paşa’da bırakılmasını tavsiye etmek Düvel-i Müttefika için zorunlu hale
gelmiştir diyor. Bütün Avrupa devletleri tarafından desteklenen Mısır’ın veraseten
Mehmed Ali Paşa’ya bırakılması konusunda bir ferman yayınlanması son derece
önemlidir. Bu yapıldığı takdirde Mehmed Ali Paşa’nın elinde mazeret gösterebileceği
bir konu kalmayacaktır. Avrupa devletleri her ne kadar Osmanlı Devleti’nin
menfaatlerini korumak için ellerinden geleni yapmışlarsa da bu konuda Mısır’a bazı
tavizler verilmesi barışın savaşsız olarak sağlanması için gayet gereklidir. Bundan
dolayı bu konuda Osmanlı Devleti, Avrupa devletlerini anlayışla karşılamalıdır ve
meseleyi zorlaştırmaktan kaçınmalıdır. “…Ve Düvel-i müttefika hukuk-ı seniyye-i
şahânenin muzafferiyeti zımnında bil-ittifak sarf-ı mesai ve gayret itmişler ise de
taahhüd eyledikleri maddenin ikmal ve icrası hususunda yine mesele-i mezburede olan
sair gûne menfaatlerini yani hasseten Avrupaca olub vezaif-i icabiyesinde bir dakika
288
Defter3, s. 117- a. 289
Defter3, s. 117- b, 118- a.
189
tereddüd eylemeleri caiz olmayan menafilerini pişgah-ı nazarlarından çıkaramamış
olduklarını…”290
İngiltere Elçisi de aynen Avusturya Elçisi gibi Mısır’ın veraseten Mehmed Ali
Paşa’ya bırakılması gerektiğini düşünüyor. Londra Antlaşması kararlarına göre Mısır’ın
bazı şartlarla Mehmed Ali Paşa’ya bırakıldığını hatırlatıyor. Mehmed Ali Paşa, Londra
Antlaşması kararlarını kabul edip Osmanlı Devleti’ne itaatini bildirirse fazla ısrarın
faydası yoktur ve O’nu Mısır’dan tamamen atmaya çalışmak birçok karışıklığa neden
olabilir diyor. Mısır meselesinin Osmanlı Devleti lehinde çözülmesi için çalışan
Avusturya ve İngiltere’nin değişik nedenlerle tavizler verdiklerini görüyoruz. Aynı
zamanda Osmanlı Devleti’nin de kendilerini bu konuda anlayışla karşılamasını
istemektedirler. Çünkü meseleyi daha da uzatarak uzun süre devam edebilecek bir
savaşa neden olmanın yararından fazla zararı olacaktır. İngiltere Sefiri mektubunda
şunları söylemektedir: “...Devlet-i Aliyye hoşnud olduğu takdirde vereceğim nesayih
bazı şerait ile Mehmed Ali’ye, Mısır’ın bittevarüs verilmesini ibaret idiğini
söylemişdim… Eğerçi Devlet-i Aliyye, Mehmed Ali’nin itaatı maruzasından hoşnud
olduğunu ifade ider ise devletim tarafından memur olduğum vechile nesayih-i mezkureyi
irada amadeyim. Yani Mehmed Ali’ye bazı şerayit ile Mısır’ın bittevarüs virilmesini
söylemeğe hazırım.”291
Prusya’nın İstanbul Sefiri de aynen İngiltere ve Fransa gibi, Mısır meselesinin
barış yoluyla halledilmesi için Mısır’ın veraseten Mehmed Ali Paşa’ya bırakılmasını
kabul ettiklerini belirtmektedir. Savaşın daha fazla uzamasının hiçbir tarafa fayda
getirmeyeceği kanaatindedir. Hariciye Nezaretine yazdığı mektubunda bu durumu şöyle
belirtmektedir: “… Eyalet-i Mısrın bittevarüs inayet ve ihsan buyrulması devleti
tarafından arzu ve iltimas olunmakda idiğine dair Baron Stürmer Cenabları dünki gün
devletlü Reşid Paşa hazretlerine takdim itmiş olduğu takriri tarafıma tebliğ ve irsal
eylemiş… Prusya Elçisi tarafından dahi serd ü irad olunması misillü nazar
buyrulmasını Paşay-ı muşarun-ileyh hazretlerinden rica itmekde olduğumu ifadeye
ibtidar eyleyesiniz.”292
290
Defter3, s. 89- a. 291
Defter3, s. 89- a. 292
Defter3, s. 90- a.
190
Osmanlı Hariciye Nezareti tarafından, Mısır meselesinin çözümü için veraset
konusunun kabulünü isteyen Avrupa devletlerinin bütün yazıları birleştirilerek bir
tezkire halinde padişaha sunulur. Bu tezkireye Avrupa devletlerinin istekleri açıkça
yazılır ve bununla ilgili sefaretlerden gelen yazılar da eklenir. Avrupa devletlerinin
aralarında anlaşması üzerine, Fransa da itirazından vazgeçerek onlara uymuştur.
Böylece Mısır’ın en önemli hamisi de diğer devletlerle ortak hareket etmeye başlamıştır.
Bu durum meselenin çözümünü gayet kolaylaştırmıştır. Padişah belgeyi inceler ve şayet
bütün Avrupa devletleri böyle istiyorsa kendince de bunun bir sakıncası olmadığını
belirtir. Bu durum İradât-ı Seniyye Defterinde şöyle anlatılır: “Bu defa mesele-i
Mısrıyye’ye dâir Avusturya ve Rusya ve Fransa ve İngiltere sefaretleri tarafından
Hariciye Nezaretine gönderilen evrak-ı resmiye tercüme ittirilerek Manzur-ı maal-i
mevfür-ı hazret-i şahâne buyrulmak içün cümleten takdim kılındı. Mesele-i Mısrıyye’nin
dilhah-ı âli vechile hüsn-i tesviyesi eltâf-ı samedâniyyeden memûl idüği beyanıyla
tezkire-i senâveri terkîmine ibtidar kılındı efendim. ”293
Rusya’nın İskenderiye konsolosu, Mehmed Ali Paşa’nın Londra Antlaşmasını
kabul etmemesinden sonra birçok kez Mehmed Ali Paşa ile görüştü. Konsolosa göre,
Mehmed Ali Paşa’nın Londra Antlaşmasını kabul etmemesinin en büyük nedeni,
Avrupa devletlerinin bu meseleyi çözmek için bir ittifak kuramayacaklarına
güvenmesidir. Bu konuda Avrupa kamuoyu ve basını onu desteklemektedir. Fransa
Mehmed Ali’yi desteklediği sürece meseleyi savaşsız olarak çözmek oldukça güçtür ve
en azından Fransa’nın meselenin çözümü için biraz orta noktaya gelmesini sağlamak
gerekir. Mehmed Ali Paşa’nın antlaşmayı kabule zorlanmasında iş savaşa gelince bütün
devletler yan çizmektedir. Bu tereddütler meselenin uzaması için Mehmed Ali Paşa’ya
cesaret vermektedir. “… Ve bu mülakatımda dahi hal ve keyfiyet muhtel oldukça Düvel-
i Fehime-i Muazzama beyninde olan ittihad beka bulmayacağını Mehmed Ali Paşa’nın
ziyade memûl eylediği yakinen meczumum olmuşdur. Ve filvâki Fransa gazetelerinin
kullandıkları lisandan maada Fransa kabinetosusun dahi mütereddidâne usuli Mehmed
Ali aleyhine bir gûne esbab-ı cebriyenin ittihâzında bu âna kadar adem-i
muvaffakiyetini... ”294
293
Defter3, s. 93- a. 294
Defter3, s. 93- b, 94- a.
191
Rusya’nın İskenderiye konsolosu bir yazısında, Mehmed Ali’nin hasta olduğunu
ve tedavi için bir günlük mesafede bir yere gittiğini ve 8 gün sonra döneceğini
söylüyordu. Fransa’nın da Mısır meselesinin çözümünü çok istediğini ama müttefikler
arasındaki ittifakın biteceğini düşündüğü için işi yavaştan aldığını ve Mehmed Ali
Paşa’yı tahrik ettiğini belirtmekteydi. Meselenin çözümünün uzaması durumunda
Osmanlı Devleti ve diğer Avrupa devletleri için ortaya yeni problemler çıkacaktır diye
düşünmektedir. İngiliz-Fransız donanmasının Çanakkale önlerinde bulunması Rusya ve
Osmanlı Devleti için önemli bir tehdittir. İskenderiye’deki Rus konsolosu Mehmed Ali
Paşa ile görüşmesini şöyle özetliyordu: “… Donanmalarını Suriye sularında gezdirerek
bir de guya Mehmed Ali aleyhinde bir şey olmayub maslahat-ı Devlet-i Aliyye’yi ve
Rusya Devletini tehdid ve tahvif itmekden ibaret gibi zikrolunan donanmalar boğaz
ağzında durmaktadır. Ve bu halden anlaşılan şimdiye kadar ancak bir nısf-ı karar
virilmiş olub bu dahi maslahat-ı teşviş ve Düvel-i hamse beyninde ittifak ve ittihadın
bekası mümted olmayacağına dair olunan mütalaatı teyid iderek Mehmed Ali’yi teşci
itmekden başka bir şeye yaramaz...”295
Fransa’nın İstanbul elçisi Hariciye Nezaretine bir yazı yazarak, İskenderiye
konsolosundan Mehmed Ali Paşa’nın görüşlerini öğrendiğini ve Mehmed Ali Paşa’ya
Mısır Valiliği’nin veraseten bırakılması gerektiğini belirtiyordu. Fransa’ya göre,
Mehmed Ali Paşa Mısır dışındaki yerleri terketmeyi ve donanmayı iade etmeyi kabul
etmiştir. Ayrıca Hüsrev Paşa ile ilgili iddialarından vazgeçmiştir. Avrupa ve Osmanlı
Devleti’ne ortamı ifsat edecek, dengeleri bozacak her türlü girişimden uzak duracağına
söz vermiştir. Fransa olarak Mehmed Ali Paşa’nın; donanmayı iadesi, Vezir hakkındaki
taleplerini terk etmesi ve Mısır dışındaki toprakları terk etmeyi kabul etmesiyle
meselenin çözümü önünde bir engel kalmadığını düşünmektedir. Osmanlı Devleti,
Mehmed Ali Paşa’nın bu kabullerine uyarak kendisini ve Avrupa’yı bu büyük beladan
kurtarmalıdır. Sonuçlarının nasıl olacağını şimdiden tahmin edemeyeceğimiz bir savaş
kimseye bir yarar sağlamaz. “… Avrupa müsalaha ve asayişini ziyade ihafa ve ifsad
idecek mevaddını izale eylemek Saltanat-ı Seniyye’nin menfaat-i mahsusasına elzem
olduğu dahi yâd ve tizkar kılınmışdır. Donanmay-ı Hümayun’u iade eylemesi ve
davalarını tadil itmesi zımnında...”296
295
Defter3, s. 94- a. 296
Defter3, s. 94- a, b.
192
Fransa’nın Osmanlı Devleti’ne Mehmed Ali Paşa’nın istekleri konusunda baskı
yaptığını öğrenen İngiltere hemen devreye girerek meseleyi kendi lehinde çözeceğine
dair Osmanlı Devleti’ne garanti verir. Fransa ve Mısır beraber hareket ettiğinde Osmanlı
Devleti’ne üstünlük kursa bile müttefik devletler Mısır meselesinde Osmanlı Devleti’ni
desteklemekte kararlıdır. Bunu bilen Fransa tehditten öte bir harekete girişmeye cesaret
edemez. Bundan dolayı Osmanlı Devleti müttefik devletlere güvenmeye devam
etmelidir. “…Devlet-i Aliyye sebat gösterdiği ve bir teenni-i hekimâne istimal
buyurduğu halde nihayetinde netice-i hasene ve marziyyeye nail olmaması mümkün
olmadığından dolayı vaki olan ifadatımı tekrar idesiniz. Ve Mehmed Ali’nin kuvvet ve
nüfuzu sahihan ne olduğu meydana çıkmağa ve şimdiye kadar virilmesi murad olunan
renkleri zayi itmeğe başlamış olduğundan, memalik-i mahruseye hücuma muktedir
olmayub… ”297
Avrupalılar, Mehmed Ali Paşa’nın tümden ortadan kaldırılmasını çıkarlarına
uygun görmeyip Mısır’da veraseten Vali olarak kalmasının daha uygun olacağına karar
vermişlerdi. Osmanlı Devleti, Londra Sefiri vasıtasıyla Palmerston’dan bunu
engellenmesini istedi. İngiltere’nin İstanbul sefiri Ponsonbi bunun mümkün olmadığını
şimdilik sadece veraset konusunu engellemeye çalışmalarının daha uygun bir yol
olacağını söyledi. Osmanlı Devleti, Mehmed Ali Paşa’nın kayd-ı hayat şartıyla Mısır
Valiliği’ni kabul edip veraset konusuna karşı çıksa da Avrupa dengeleri buna izin
vermiyordu. Böylece Mısır veraseten Mehmed Ali Paşa idaresinde bırakıldı. “…
Şimdilik yalnız tevarüsün defini istida ve Mısır eyaletinin kayd-ı hayatla virilmesi
hakkında izhar-ı rica itmek icab ideceğini dahi tebliğ itmekde bulunduğundan hem onun
tebligatına tevafuk itmek ve hem de bir gûne vad-i sarih ile hiçbir suretle mukayyed
bulunmamak üzere ileride tevili kabil olabilecek vechile talimatın oraları bazı ibarât-ı
mübhem ile savuşdurulmuş …”298
Fransa; Mısır ve Suriye’nin Londra Antlaşması ile Mehmed Ali Paşa’nın elinden
alınmasına karşı çıkıyordu. Bunun üzerine İngiltere, Rusya ve Avusturya, Mısır’ın
veraseten, Suriye’nin ise bir bölümünün kayd-ı hayat şartıyla Mehmed Ali Paşa
idaresinde kalmasına savaşa girmemek için razı oldular. Bu konuda Fransa’yı ikna
edemeyen İngiltere, Osmanlı Devleti’nden bazı tavizler vermesini istedi. İngiltere,
297
Defter3, s. 95- b. 298
Defter3, s. 105- a, b.
193
Fransa olmadan Londra Antlaşması’nı uygulamanın zor olduğunu düşünüyordu. Çünkü
Avrupa dengelerini korumada şimdiye kadar en önemli müttefiki Fransa’dır. İngiltere,
Avrupa dengelerini korumada en önemli müttefiki olan Fransa’yı tümden küstürmek
istemiyordu. Mısır’ın tevarüsen Mehmed Ali Paşa’da kalması kabul edilip, Suriye ile
ilgili teklifler reddedilerek bir orta yol bulunmuş oluyordu. İngiltere savaşmakta isteksiz
davrandığı için Osmanlı Devleti böyle davranmak zorundaydı. Osmanlı Devleti,
Mısır’ın tevarüsen Mehmed Ali Paşa’da kalmasını kabul edip bu konuda bir ferman
yayınlayacağına söz vererek meselenin çözümünü onaylamış oluyordu “… İngiltere ve
Fransa ittifakını bozmamak içün Fransalu ile uyuşarak sairlerine meydan virmemek ve
Devlet-i Aliyyeye nâfi olacak vechile şu mesele-i Mısrıyye’nin dahi bir ortasını bulmak
dimek olduğundan… Madde-i Mısrıyye’nin arazi meselesinde beynlerinde ihtilaf peyda
olmak hasebiyle bu maslahat-ı ta fesh-i ittifak derecesine götürmekliği tecviz
idemediklerinden dolayı bazı müsaadat-ı cüziyeyi zaruri tensib itmiş olacaklarında
şübhe olmayub…”299
Mısır dışındaki toprakların paylaşılmasında büyük tartışmalar çıktı. Bazı
toprakların Mısır’a bırakılması noktasında Fransa ısrar ederken veraseten bırakılması
konusunda fazla ısrarcı olamadı. Osmanlı Devleti, Mısır dışındaki bir yerin Mehmed Ali
Paşa’ya verilmemesi için kararlı bir tutum takındı. İngiltere burada orta bir yol tutarak
Osmanlı Devleti’nden Mısır’ın veraseten Mehmed Ali Paşa’ya bırakılmasını kabul
etmesini, Fransa’dan ise Mısır dışında bir yerin Mehmed Ali Paşa’ya bırakılmasında
ısrarcı olmamasını istedi. Bütün bu tartışmalar belgelerde şöyle ifade edilir: “… Düvel-i
muşarun-ileyhim memurları beyninde hangi mahallin bırakılması ve nerelerin reddi
hususunda zuhur idecek ekseriyet-i ârâya mecburen taraf-ı Devlet-i Aliyye’den ızhar-ı
muvafakat olunmak lazım gelüb şu kadar ki, Mısır eyaleti hudud-ı muayyene-i
kadimesiyle tevarüsen Mısır Valisinin uhdesinde olacağından… Eyalet-i Mısrıyye’den
başka olarak Suriye eyaletlerinin bir karış mülkü tevarüsen virilmesi dermiyan
olunacak olursa savuşdurulmasına...”300
İngiltere, Mısır’ın veraseten Mehmed Ali Paşa’ya bırakılarak Mısır meselesinin
çözülmesine Osmanlı Devleti’ni ikna etmek için Rusya ve Avusturya’yı da yanına
çekmeye çalışıyordu. Bu iki devleti ikna etmek için yoğun bir diplomatik faaliyete
299
Defter3, s. 106- a, b. 300
Defter3, s. 106- a, b, 107- a.
194
girişti ve bunda İstanbul sefareti önemli bir rol oynadı. Palmerston, bir daha Mehmed
Ali Paşa’nın mesele çıkarmasını engellemek için bütün tedbirleri almaya çalışıyordu.
Londra Antlaşması bu tedbirleri sağlayan maddeleri içermekteydi ama Mehmed Ali
Paşa Fransa’ya güvenerek Antlaşmayı kabul etmemişti. İngiltere bu durumun Mısır’a
çok pahalıya patlayacağını bütün gücünü kullanarak ortaya koymaya çalışıyordu. Bunun
için Mehmed Ali Paşa’nın ancak bütün askerî, malî ve idarî konularda bu antlaşmaya
uyarak bağımsız kalabileceğini diplomatik yollarla ifade ediyordu. Mehmed Ali Paşa
durumun gerçekten kritik olduğunu anlayıp donanmayı iade edeceğini belirterek
antlaşma yoluna girmiştir. İngiltere bir süre Osmanlı Devleti’ni kızdırmamak için
İskenderiye Antlaşmasını gizli tutmuştur. Mehmed Ali Paşa’ya kendinden sonra Mısır
Valisi olacak kişiyi belirleme hakkı verilmesi onu antlaşma noktasında daha da teşvik
edecekti. “… Mısır Valisi’nin malik olabileceği kuvvet-i berriye ve bahriye Devlet-i
Aliyye’nin kuvvet-i icrasından madud olub Padişah-ı âlicah hazretlerinin hizmeti içün
hıfz olunmak hususları muahede-i mezkure muktezasındandır …”301
İngiltere özellikle ekonomik konularda çok dikkatli olunmasını istiyordu.
Ponsonbi bir yazısında, paranın tek bir yerde basılmasını ve Mısır’a ayrıca para basma
izni verilmemesini, Mısır’a diğer yerlerden ayrı olarak bir vergi konulmamasını, 1838
yılındaki yed-i vahid usulünü kaldıran ticaret antlaşmasının uygulanmasının doğru
olacağını, böylece gücün bazı ellere geçerek tarım ve zanaatın zarar görmesinin önüne
geçilebileceğini düşünmektedir. Eskiden kalma yanlış uygulamalar tarım ve sanayinin
ilerlemesini engellemekte böylece halk mağdur duruma düşmektedir. Halkın tarım ve
sanayide dengeli dağılımının sağlanması yararlı olacaktır. Böylece hem sanayide
kalifiye eleman bulunacak hem de tarım alanlarının ekimi için yeterli işgücü
bulunacaktır.“… Mısır halkının hiref ve sanayide olan istidadları ekser efrad-ı nasın
düçar-ı fakr ve mazarrata ibtila olmalarını müstelzim ve bunca arazi-i vesianın bundan
akdem mezru ve münbitiken vara vara menafi-i zıraat ve hırasetten hâli kalmalarını
müstevcib olan inhisarat-ı zalimâneden defaten azad olacağı derkar…”302
Barışı sağlamak için Osmanlı Devleti’nin de bazı tavizler vermesi gerektiği
İngiltere tarafından her fırsatta dile getiriliyordu. Osmanlı Devleti veraseti kabul ederek
buna başlayabilirdi. Artık Mehmed Ali Paşa’yı antlaşmaya ikna etmek için bir Mısır
301
Defter3, s. 114- a. 302
Defter3, s. 114- b.
195
fermanı yayınlayarak Mısır’a ve Londra’ya gönderme zamanı gelmişti. Mısır eyaletinin
veraseten Mehmed Ali Paşa’ya bırakıldığı yönündeki bir ferman hem Mısır hem Fransa
hem de diğer taraflar için ikna edici olacaktı. Bütün müttefik devletler bunun için
Padişah üzerinde baskı uygularsa istemeden de olsa böyle bir ferman yayınlamak
zorunda kalacaktı. İngiltere bunu sağlamak için diğer müttefik devletlerle yoğun bir
diplomatik görüşme trafiğine girdi. Palmerston liderliğindeki İngiliz hariciyesi uzun
süre bu özelliği ile temayüz edecektir. “… Benim mütalaam işbu müsaadât-ı seniyyenin
cümlesini yalnız bir emr-i âlide cem itmek olduğundan bu tarikle memulüme göre hem
Fransalu’nun meramı icra olunmuş ve hem hükümet-i seniyye-i şahâne ilan kılınmış
olur… ”303
Müttefik devletler Mısır’la ilgili bir ferman yayınlanması konusunda Babıâli
üzerindeki baskılarını 1841 yılı başından itibaren iyice artırmışlardı. Bu meselenin
uzaması kendileri için oldukça riskli durumlar ortaya çıkarmaktaydı. Avrupa devletleri,
Vali atamanın Osmanlı Devleti yetkisinde olduğunu ve bunu başka valilerde nasıl
uyguluyorsa burada da öyle uygulayabileceğini belirttiler. Yalnız; Mehmed Ali Paşa’nın
veraseten Mısır’a atandığını, vergi miktarını ve askeri konuları içeren bir fermanın
yayınlanarak taraflarına da gönderilmesini istiyorlardı. Bu fermanda özellikle veraset,
vergi ve askeri konulara vurgu yapılmasının faydalı olacağını belirterek; Verasetin ne
şekilde olacağı açıklığa kavuşturulmalı, Mehmed Ali ve oğlu İbrahim Paşa’nın valililiği
için ferman yayınlanmalı, Mehmed Ali Paşa’nın valilik görevini almak için İstanbul’a
gelmesi şart koşulmamalıdır diyorlardı. 27 Nisan 1841 tarihinde Londra Elçisi Şekib
Efendi’ye verdikleri ortak bir yazı ile Müttefik devletler şunları istemektedirler: “…
Yalnız tesviyesi lazım gelen Mısır Valiliği mesnedinin Mehmed Ali Paşa’nın familyası
azasından birinden diğerine suret-i intikal maddesi olub bu intikal-i tevarüs dahi eyalet-
i mezkurenin taraf-ı eşref–i hazreti şahânede Vali-i cedide tevcih ve ihsan buyrulması
suretiyle vukua geleceği… ”304
İngiltere’nin İstanbul elçisi Ponsonbi’ye göre Mehmed Ali Paşa Londra
Antlaşması’nı reddederek Mısır’a yönetici olma hakkını kaybetti. Bunun üzerine
müttefik güçler tarafından zor kullanılarak antlaşmaya zorlandı. Kendisine son şans
olarak gönderilen Amiral Napier’e, zorunluluktan dolayı Osmanlı Padişahı’na itaatini ve
şartları kabul ettiğini bildirmek zorunda kaldı. Böylece Londra Antlaşması’nı kabul
303
Defter3, s. 115- a. 304
Defter4, s. 54- a, b.
196
etmemesi durumunda uğrayacağı müeyyidelerden kurtuldu. Osmanlı Devleti’nin diğer
yerlerindeki uygulamanın Mısır’da da olmasını kabul ederek orta yolun bulunmasına
hizmet etti. Palmerston; bu meseleye müdahaledeki amaçlarının Padişahı isyandan,
Mısır halkını zulümden kurtarmak olduğunu belirtmekteydi. Mehmed Ali Paşa’nın
Mısır’da çok asker beslemesine izin vermenin amacı onun çok para harcamasını
sağlamaktır. Yoksa Mehmed Ali Paşa’nın yıllık vergi geliri Avrupa’dan daha fazla
olacaktır.
Mehmed Ali Paşa’nın maceralara girişmesini engellemek için ekonomik
imkânlarının sınırlandırılması gerekmekteydi. Palmerston’a göre Mehmed Ali Paşa
fazla miktarda gelire sahip olursa her türlü harekete girişebilirdi. Mehmed Ali Paşa’yı,
Osmanlı Devletinin tek başına bu düşüncesinden vazgeçirmesi çok zordu. Maddi
yönden kendine yeter hale gelmenin şart olduğunu daha önceki şartlar göstermişti.
Bundan dolayı bağımsız olmak istiyorsa, ekonomik olarak kendi başına ayakta
durabilmeliydi. Bütün yukarda belirttiğimiz görüşlerini dile getirdiği yazısında
İngiltere’nin İstanbul Elçisi Ponsonbi şunları söylemektedir: “…Mısır’da mevcud
olacak asakirin mikdarını taklil itmek suret-i derdest-i mütalaadır. Bu tedbirin iktizası
Valinin masarıfını taklil itmekdir. Bu takdirde Vali’nin yedinde kalan fazla Avrupa’nın
her bir kralından ziyade zengin itmeğe kâfidir… İmdi, akçe dimek elan bu memalikde
kuvvet dimekdir. Akçe kuvvetiyle Mehmed Ali ol derecelerde kesb-i rıfat itmiş ki havfı
bildirmek içün ol kadar meşakkat çekildi. Ve bu kadar kan döküldü …”305
Önce meseleyi silah zoruyla çözeceğini söyleyen Palmerston iş ciddiye binip
yanında başka bir güç bulamayınca çözümü zamana yaymanın Osmanlı lehine olacağını
söylemeye başladı. Bunda gerçekten diğer müttefiklerin savaşmaya yanaşmaması etkili
olduğu gibi, Mehmed Ali Paşa’nın bazı İngiliz ve Fransız gazetelerine parayla lehinde
yazı yazdırması da etkili olmuştur. Bu yöntemle Mehmed Ali Paşa, başta Fransa olmak
üzere Avrupa’da kendisine sempati besleyen bir kamuoyu ve basın kazanmayı
başarmıştır. Osmanlı Devleti aynı yöntemi izlemekte geç kalmıştı ama zaten
müttefiklere güvendiği için böyle bir yönteme ihtiyacı olmadığını düşünmekteydi.
Mehmed Ali Paşa’nın kamuoyu oluşturmada basının rolünü Osmanlı Devleti’nden çok
önce keşfettiği bu belgede açıkça ortaya çıkmaktadır. Mısır’ın Resmi Gazetesi Vekayi-i
Mısrıyye’nin Osmanlı Devletinin Resmi Gazetesi Takvim-i Vekayi’den üç yıl önce
305
Defter3, s. 119- a, b, 120- a, b.
197
çıkması da bunu göstermektedir.306
Paris ve Londra sefirleri konuyla ilgili yaptıkları
görüşmeler sonucunda vardıkları düşünceyi şöyle ifade etmektedirler: “…Gazeteler
vasıtasıyla Fransızlar, Mehmed Ali’nin mahbubu olub Mösyö Tiers çaresiz za’m-ı
ammeye tabi olacağından sizlere öyle görünmüşdür. Yohsa hakikaten Mehmed Ali’ye
sahabet ve iane değildir. Eğer Devlet-i Aliyye dahi Mehmed Ali’nin ittiği gibi akçe
kuvvetiyle bir iki gazete ele almış olaydı güzel olur… ”307
Müttefiklerin başta İngiltere olmak üzere, Fransa’nın muhalefeti nedeniyle
savaşmak yerine meseleyi zamana yaymanın daha faydalı olacağını düşündükleri
görülmektedir. Hiçbir Avrupa devleti Rusya ile beraber savaşmak istememektedir.
Avusturya ve Prusya savaş için ciddi bir askerî destek verebilecek durumda değildirler.
Müttefik devletlere göre mesele uzadıkça Mısır fazla miktarda asker ve donanma
bulundurmaktan dolayı ekonomik olarak zayıflayacaktır. Avrupalılar’ın bu görüşüne
itiraz eden Osmanlı elçilerine göre, tam tersine Mehmed Ali Paşa toplayacağı vergilerle
güçlenerek asker ve donanmasını daha da kuvvetlendirmeye fırsat bulacaktır. Askerî bir
müdahaleden uzak olarak geçirdiği her yıl onun için askerî ve ekonomik toparlanma için
fırsat olacaktır. “… Ve hem de bu maddenin uzaması halinde Mehmed Ali asker ve
donanma idaresinden dolayı pek çok masrafa giriftar… Maslahatın uzamasıyla
Mehmed Ali’nin beher sene canib-i Saltanat-ı Seniyye’ye vireceği virgü yanına kalarak
asker ve mühimmatını ondan idare ile evvela bu suretle istifade ve saniyen teksir-i
askere mecbur olarak bu cihetle daha ziyade kesb-i kuvvet ideceğine dair ve sair
mazarrata müsteniddir.”308
Avusturya Devleti Başvekili Matternih, Mehmed Ali Paşa’nın tamamen devreden
çıkarılması gerektiğini düşünmektedir. Bu nedenle Osmanlı yönetiminden veraset
konusunu kesinlikle kabul etmemesini istiyordu. Avusturya, veraset konusunun ya
kaldırılması ya da sınırlandırılması gerektiğini düşünüyordu. Çünkü bu durum diğer
eyaletlere bağımsızlık noktasında cesaret verirdi. Böyle bir düşüncenin gelişmesi sadece
Osmanlı Devleti’ne zarar vermez bütün çok uluslu İmparatorluklar’ın sonu olurdu.
Fakat İngiltere meseleyi savaşsız olarak çözmeye kararlıdır ve bunun için her türlü
tavizi vermeye hazırdır. Bunun için donanmayı üç gün içinde iade etmesi, Suriye,
306
O. Koloğlu, A.g.e., s. 28, 29. 307
Defter3, s. 125- a, b. 308
Defter3, s. 125- a, b.
198
Lübnan ve diğer yerlerdeki askerleriyle memurlarını geri çekmesi ve barış için hiçbir
önşart ileri sürmemesi yeterlidir. Bu konuda onu birçok konuda müttefiki olan Fransa ve
kamuoyu sıkıştırmaktadır. “… 3 gün mühlet zarfında Donanmay-ı hümayunun redd ü
iadesine karar virir ve Beriyyetüşam’da olan asker bâkiyesiyle Girid ve sair yerlerde
olan asker ve memurlarının celbine teşebbüs ider ve bununla beraber hiçbir şeyi talik
ve şart itmeyerek atebe-i ülyayaya dehalet ve iltica eyler ise ol takdirde kendüsinin
Mısır Paşalığında ibkası hususunun taraf-ı eşref-i hazreti Padişahîden niyaz ve ricasına
Düvel-i müttefikanın sarf-ı himmet ideceklerini Mehmed Ali Paşa’ya tahriren beyan
ile...”309
Bu durumu Mehmed Ali Paşa önce kabul etmek istemedi. Bunun üzerine müttefik
donanma Mısır üzerine yöneldi. Donanmanın toplarını İskenderiye’ye çevirmiş olan
İngiliz amirali Napier bazı şartlarla Mehmed Ali Paşa’ya antlaşma teklif etti ve şayet
kabul etmezse 1 saat içinde İskenderiye’yi işgal edeceğini belirtti. Fransa da bir savaşı
göze alamadığı için bunun son şansı olabileceği konusunda danışmanları vasıtası ile
Mehmed Ali Paşa’yı uyardı. Bunun üzerine Mehmed Ali Paşa, Mısır’ın veraseten
kendisine bırakılması şartıyla teklifi kabul etti. “… Napier, Mehmed Ali Paşa ile
mülakat iderek Donanmay-ı hümayunun reddini ve asakir bakiyesinin celbini teklif ile
beraber bu sureti kabul itmediği halde bayağı bir saat içinde İskenderiye’yi zabt
ideceğini ifade eylediğinde, Mehmed Ali Paşa tarafından muvafakat-i kâmile
gösterilmiş…”310
İngiltere daha önce de belirttiğimiz gibi Mehmed Ali Paşa’nın elindeki bütün
yerlerin alınması düşüncesindeydi. Fakat Mehmed Ali Paşa lehinde olan Avrupa
kamuoyu ve müttefiklerin görüş ayrılığı bunu engellemiştir. Ayrıca Mehmed Ali Paşa
durumun ciddiyetini anlayınca kendi lehinde propaganda yapılması için başta para
olmak üzere bütün yolları denemiştir. Bu durum hakkında Mustafa Nuri Paşa ilginç bir
anekdot zikreder ve şunları kaydeder: “Akka kalesinin alınmasından sonra
İskenderiye’nin de alınması düşünülmüştü. Ama Mehmed Ali Paşa artık para gücünün
kullanılması zamanının gelmiş olduğunu anlayarak İngiltere Başvekili bulunan kişiyi
kandırıp tuzağa düşürmüş olduğundan Mısır eyaletinin miras yoluyla babadan oğla
geçmesine Mehmed Ali Paşa yanaşırsa işin bitirilmesi İngiliz Amiraline yazılmış.”311
309
Defter3, s. 131- b, 132- a. 310
Defter3, s. 131- b, 132- a. 311
M. Nuri Paşa, A.g.e., s. 280.
199
Bu antlaşmadan sonra daha önce Mısır’a götürülmüş olan Osmanlı donanması
İstanbul’a geri getirildi. Mısır yönetiminden alınıp Osmanlı yönetimine geçen
vilayetlere valiler atandı. O sırada İngiltere’nin İstanbul elçisi olan Ponsonbi’nin,
Mısır’ın Mehmed Ali Paşa’ya verilmesine karşı olduğu halde devleti görevlendirdiği
için, Babıâli’ye bu kararın kabulünü teklif ederken öte yandan gizli olarak bu teklifin
kabul edilmemesini söylediği belirtilmektedir. Ancak Osmanlı Devleti bu antlaşmayı
onayladı. Amiral Napier ile Mehmed Ali Paşa arasında yapılan antlaşmaya uygun olarak
Sultan Abdülmecid tarafından bir ferman yayınlandı. İşin doğrusu, yukarıda da
belirttiğimiz gibi İngilizler daha ileriye gitmekte gönülsüz olduğu için Osmanlı
Devleti’nin tek başına Mısır’ı silah zoruyla alacak ne parası ne de askeri gücü yoktu. Bu
nedenle Akka’dan ileriye gidilemeyip orada alınanlarla yetinildi.
Osmanlı Devleti, Mısır meselesinin tamamen hallolması için ferman yayınlaması
yolunda yapılan müttefik tekliflerini sonunda kabul etti. Çünkü Mehmed Ali Paşa ile tek
başına savaşıp onu yenecek gücü yoktu. 24 Mayıs 1841 tarihinde yayınlanan Mısır
Fermanı şöyledir:
”Zikr-i âti şerait ile uhdesine maa’t-tevarüs Mısır eyaleti ibka ve takrir kılınan
Vezirim Mehmed Ali Paşa’ya; Bu defa ibraz ve izhar ettiğin itaat ve gerek zat-ı
hümayun-ı şahâneme ve gerek menafi-i Devlet-i Aliyyem hakkında arz eylediğin sadakat
ve ubudiyet ve niyyât-ı hulûs u istikamet karîn-i ilm-i âlem-ârâ-yı şahâne ve bu husus
bais-i mahzuziyyet-i padişahânem olduğuna…
Tûl-i müddet Mısır Valiliğin hengâmında ahvâl-i Mısrıyye hakkında kesb ettiğin
tecrübe ve vukuf ve malumatın cihetiyle taraf-ı eşref-i mülûkânemden hakkında mebzûl
ve sezavâr olan inayât ve itimada kesb-i istihkak edeceğine yani kadr ü şükrünü
bileceğine ve bu hasail-i mahsûsasının evlad u ahfâdına dahi intikali esbabının
istihsaline gayret eyleyeceğine delalet eylemesine binaen bi’l-fiil Sadrazamım
tarafından memhûren gönderilen haritada meşrûh hudud-ı adime-i malûme ile mahdûd
olan eyalet-i Mısrıyye uhdende imtiyaz-ı veraset ilavesi ve şerait-i atiye ile ibka
olunmuş olmağla,
Bundan böyle hal vukuunda doğrudan doğruya evlâd u ahfâd-ı zukûrunun
büyükden büyüğüne intikal ile suret-i nasbları taraf-ı Devlet-i Aliyyemden icra kılınması
ve hasbe’l-kader evlâd-ı zukûrun inkırazı vukuunda eyalet-i merkûmenin taraf-ı Devlet-i
Aliyyemden âhere tevcih ü ihalesi lazım geleceğinden evlâd u inasdan mütevellid olan
200
zukûrun bu babda bir gûne istihkak ve selahiyetleri olmaması ve Mısır Valileri her ne
kadar imtiyaz-ı verasete mazhar olmuşlar ise de rütbe hususunda ve kıdem-i vezarete
göre takaddüm ve teehhür maddesinde sair vüzera ile musavât üzere bulunacaklarından
Devlet-i Aliyyem’in vüzerası haklarında her ne vechile muamele olunmakda ve nasıl
elkâb u unvan yazılmakda ise Mısır Valisi olanların dahi ol muamelât ve elkab u
unvana nail olması…
Ve Gülhane hatt-ı hümayunumuzun ahkâm-ı celilesi iktizasınca emniyet-i can u
mal ve mahfûziyet-i ırz u namus mevâdd-ı şeriyye-i mukteziyyesi Devlet-i Aliyyemin
düvel-i mütehâbbe ile yapılmış ve yapılacak cemi-i muahedâtı Mısır eyaletinde dahi
kâmilen icra olunması ve Saltanat-ı Seniyyemin tesis olunmuş ve olunacak kâffe-i
kavanîn-i nizamiyesinin dahi eyalet-i mezkûrenin iktizay-ı mevkiine tatbîkan ve usûl-i
adl ü insafa tevfîkan hüsn-i ifa kılınmış ve eyalet-i mezkûrenin kâffe-i vergi ve varidâtı
ism-i şahaneme olarak tahsil ve istifa olunup Mısır ahalisi dahi tebaa-ı Devlet-i
Aliyyemden olmalarıyla haklarında vakten mine’l-evkat bir gûne zulm ü taaddi vukua
gelmemek için orada tahsil olunacak aşar ve rusûmât ve sair verginin Devlet-i
Aliyyemin mültezem olan usûl-i adliyesine tatbik kılınması ve eyalet-i Mısrıyye’nin
gümrük ve cizye ve aşar ve varidât ve hâsılat-ı sairesinden diğer ferman-ı âli-şanımda
münderic ve musarrah olan mikdar-ı vergiy-i senevînin vakt ü zamanıyla tediyesine
dikkat olunması,
Ve beher sene Haremeyn-i Muhteremeyn’e eyalet-i Mısrıyye’den aynen irsal ü
itası mutad olarak şimdiye kadar irsal oluna gelen zehair ve saire her ne ise kâmilen
başkaca mahallerine irsal olunması ve muamelât-ı nâsın mizan-ı hakikisi olan
meskûkâtın tashihi hususunda nezd-i Saltanat-ı Seniyyemde karar verilerek bundan
böyle ne ayar ve ne fiyatının tağyiri mümkin olamayacak suretle tanzim olunacağından,
Mısır’da nâm-ı namî-i şahâneme olacak kat’ u darbına ruhsat-ı seniyye-i mülûkânem
erzan kılınan altın ve beyaz akçenin dahi gerek ayar ve fiyatça ve gerek şekl ü heyetce
buranın meskûkâtına muvafık bulunması,
Ve Mısır eyaletinin hengâm-ı sulhda muhafaza-ı dâhiliyesine 18 bin nefer asker
kâfi olacağından bu adedi tecavüz etmesi caiz olmaması fakat Mısır’ın kuvve-i berriye
ve bahriyesinin dahi hidmet-i Devlet-i Aliyyem için müretteb olduğundan hengâm-ı
muharebede askerin taraf-ı Devlet-i Aliyyemden tensib olunacak suretle tezyid-i mikdarı
caiz görülmesi ve memalik-i Devlet-i Aliyyemin sair mahallerinde müstahdem olan
201
neferât-ı askeriyenin 5 sene müddet hidmet ettiğinden sonra neferât-ı cedide ile istibdal
olunması usulü karagîr olduğundan Mısır’da dahi usulü mezkurenin icrası lâzımeden
ise de müddet-i istihdam bahsinde ol tarafın istidad-ı ahalisine ve usul-i hakkaniyete
göre icray-ı iktizasına bakılması ve istibdal-ı askeri için beher sene Dersaadetim’e 400
nefer asker gönderilmesi ve orada istihdam olunacak askerin nişanlarında ve
sancaklarında Devlet-i Aliyyemin sair askerinden hiç fark bulunmaması.
Ve süfün-i Mısrıyye’de kullanılacak zabitânın nişanları ve süfün-i mezkurenin
sancakları dahi buranın aynı olarak yapılması ve berrî ve bahrî zabitândan miralaylık
rütbesine kadar Mısır Valisi bulunanların rey-i intihabıyla tayin olunup ol rütbelerden
yukarıda bulunan yani mirliva ve ferik paşaların memuriyetleri mutlaka bu taraftan
istizan ile irade-i seniyyem suduruna mutavakkıf tutulması Ve badezin Mısır Valisi
bulunanların taraf-ı Devlet-i Aliyyemden istizan ile ruhsat-ı sarîha-ı katiye olmadıkça
süfün-i harbiye yapılmaması
Ve işbu şerait-i müessesenin her birisi imtiyaz-ı verasete merbût ve muallak
olduğundan bunlardan birinin adem-i icrası takdirinde ol veraset-i imtiyaziyyenin
derhal fesh ü nez kılınması hususlarına irade-i seniyyem şeref-sudûr buyurulmuş
olmağla sen ve gerek evlâd u ahfâdın bu inayet-i aliyye-i şahânemin kadr ü şükrünü
bilerek ona göre şerait-i müessesenin müdekkikâne icrasına …” Fi 2 Rebiulâhir sene
257 (24 Mayıs 1841)312
Fermanın maddeleri incelendiği zaman 10 konu üzerinde odaklandığı görülür. Bu
konular şunlardır:
A- Aşağıda belirtilen şartaları yerine getirmen şartıyla Mısır Valiliği sana
verilmiştir.
B- Bazı hatalarına rağmen uzun süreli hizmetlerinden ve Mısır’daki hayırlı
faaliyetlerinden dolayı ekteki haritada belirtilen yerler sana bırakılmıştır.
C- Eyalet Valiliği veraseten en büyük oğluna ve devamında diğerlerine
geçecektir. Valilik erkek bir varis olmaması durumunda hanedanın kızlarına
geçmeyecek, bunun yerine Osmanlı Devleti tarafından istenilen biri
görevlendirilecektir.
D- Mısır Valisi her ne kadar bir vali olarak ifade edilse de Osmanlı Devleti
protokolündeki yeri Vezir’e eşit olacaktır.
312
A. Lütfi Efendi, A.g.e., s. 1076- 1077.
202
E- Tanzimat Fermanı ve Osmanlı Devleti’nin diğer devletlerle imzaladığı
antlaşmalar Mısır içen de aynen geçerli olacaktır. Vergi diğer yerlerle aynı
olacaktır.
F- Osmanlı Devleti’ndeki bütün kanun ve kurallar Mısır için de geçerli olacaktır.
Hiçbir konuda halka zulüm manasına gelebilecek bir yola başvurulmayacaktır.
G- Hiciz’a şimdiye kadar temel ihtiyacın karşılanması için Mısır’dan gönderilen
zahire ve diğer mallar bundan sonra da aynen gönderilecektir. Mısır’da
basılmasına izin verilen altın ve akçenin ayarı ile oynanmayacaktır.
H- Barış döneminde Mısır’ın 18 bin asker bulundurmasına izin verilmiştir. Savaş
durumunda bu sayı her iki tarafın ortak kararı ile artırılabilir. Her sene
Padişah’ın korunması için 400 muhafız askeri İstanbul’a gönderilecektir.
İ- Mısır gemilerinde bulunacak subayların nişan ve sancakları Osmanlı Devleti
ile aynı olacaktır. Osmanlı devleti izin vermeden yeni savaş gemisi
yapılmayacaktır. Rütbeleri albaylığa kadar Mısır Valisi verirken bunun üstünü
Osmanlı Devleti verecektir.
J- Veraset imtiyazı bu şartların tamamen yerine getirilmesine bağlıdır.
Hariciye Nâzırı Mustafa Reşid Paşa’nın kaleme aldığı Ferman-ı âli Mısır’a
yollandığında Mehmed Ali Paşa fermanda yazılı 2 koşulun yeniden düzenlenmesini
isteyerek fermanı geri yolladı. Bu değişiklikler yapılarak ferman yukarıdaki şekilde
düzenlenerek üzerinde anlaşıldığı şekilde Mısır’a geri gönderildi. Mehmed Ali Paşa’nın
değiştirilmesini istediği 2 madde şunlardı:
1- Eyalet mirasının en akıllı oğla (evlad-ı erşed) geçeceği koşulunun en büyük
oğla ( evlad-ı ekber) ibaresi ile değiştirilmesi.
2-Mısır gelirlerinin 4’te 3’ü yerel giderler için bırakılıp 4’te 1’inin İstanbul’a
gönderilmesi fıkrasının, İstanbul’a yılda 80 bin kese gönderilir şeklinde sabit bir
miktara bağlanması idi.313
Bu ferman ile Osmanlı Devleti ve Mehmed Ali Paşa anlaşmak için İngiltere’nin
baskısıyla karşılıklı bazı tavizler veriyorlardı. Osmanlı Devleti maalesef bir Valisi ile
yabancı devlet aracılığı ile anlaşmak zorunda kaldı. Böylece tarihi 500 yıla dayanan ve
uzun süre üç kıtada hüküm süren koca devlet temellerinden sarsılmaya başlayarak
313
M. Nuri Paşa, A.g.e., s. 280- 281.
203
yıkılma sürecine girmiştir diyebiliriz. Bu fermanla; Mehmed Ali Paşa esasen çıkarıldığı
7 eyaletten feragat ediyor ve donanmayı İstanbul’a gönderiyordu. Kendisine veraseten
Mısır ve Sudan’ın bir bölümünün Valiliği veriliyordu. Sudan’ın Kızıldeniz’e bakan
Sevakin sahilleri Osmanlı Devleti’nde kalacaktı. Eritre de Osmanlı idaresinde kalırken
Sina yarımadasının yarısı Mehmed Ali Paşa’ya bırakılacaktı. Mehmed Ali Paşa
neslinden en büyük erkek Mısır Valisi olacak, erkek nesli kesilirse kızların erkek
çocukları Vali olamayacaktı. Mısır Valisi diğer Valiler gibi Vali ünvanı ve Vezir payesi
taşıyacak ve protokolde Şeyhülislam’dan sonra 4. sırada bulunacaktı. İstanbul’a yılda
yaklaşık 80 bin kese yani yaklaşık 4 milyon akçe vergi yollayacak, refah düzeyi arttıkça
bu vergi artırılabilecek ama düşürülemeyecekti. Mısır Valisi 18.000 asker bulunduracak
ve Osmanlı Devleti savaşa girdiğinde bunları cepheye yollayacak, barış zamanında ise
her yıl değiştirilmek üzere 400 askeri İstanbul’a gönderecekti. Fazla asker derhal terhis
edilecek, fazla gemi ve donanma olmayacaktı. Mısır askeri Osmanlı üniforması
giyecekti. Mısır’da, Osmanlı bayrağı dalgalanacak, başka bir bayrak kullanılmayacak,
Osmanlı sikkesinden başka sikke kesilmeyecek ve hutbe padişah adına okunacaktı.
Mısır, merkezden izin almadan bir başka devlete borçlanamayacaktı. Osmanlı
Devleti’nin bütün kanun ve uygulamaları aynen Mısır’da da geçerli olacaktı. Mısır
Valisi ancak albay rütbesine kadar rütbe ve sivil makamları tevdi edebilecek bunun üstü
ise Padişah tarafından verilebilecekti. Tanzimat fermanına göre Mısır Valisi mahkeme
kararı olmaksızın hiç kimseyi cezalandıramayacak ve Osmanlı Devleti’nde geçerli
vergiler dışında vergi toplayamayacaktı. Mısır Valisi merkezden izin almadan başka bir
devletle direkt görüşemeyecek ve antlaşma imzalayamayacaktı.314
314
Y. Öztuna, A.g.e., s. 475.
204
V. İkinci Londra Görüşmeleri ve İkinci Londra Antlaşması
1841 senesi Şubat ayında Mehmed Ali Paşa Padişah’a tamamen bağlandığı ve
buna karşılık Mısır ülkesi veraseten Paşa’ya verildiği zaman, Londra Antlaşması ile
hedeflenen amaca ulaşılmıştı. Ancak büyük devletlerin Mısır meselesine müdahalesinin
asıl sebebi olan Boğazlar meselesi henüz çözülememişti. Fransa’nın Londra
Antlaşması’na katılmaması nedeniyle onun da kabulüyle Boğazlar meselesinin
çözülmesi gerekiyordu. Fransa’nın bu antlaşmayı kabul etmemesi her zaman yeni
problemlere yolaçabilirdi. Bu durumu Rus temsilci Brunof şöyle ifade etmektedir:
“Fransa’nın Boğazlar meselesinde istisnai bir mevkide bulunduğu ve diğer devletler
tarafından Londra sözleşmesinin dördüncü maddesine uygun olarak, Osmanlı Devletine
verilen açık ve kesin taahhüde benzer bir taahhüd ile Babıâli’ye bağlı olmadığını bir
gün iddia edebilmesine meydan vermemek üzere, Fransa’yı Boğazların kapalılığı
esasını bozulması mümkün olmayan bir düstur olarak tanımaya ikna etmeye
çalışmalıyız. Bundaki menfaatimiz pek aşikârdır.”315
Yeni antlaşma tasarısı Lord Palmerston ile Baron Brunof tarafından düzenlendi.
Brunof, Padişah’ın bütün dost devletlere bu antlaşmaya katılmalarını teklif etme
hakkının saklı olduğu manasında bir maddeyi sözleşme metnine ilave etti. Bu,
Boğazların kapalılığı esasının sadece 5 devlet arasında olmayıp Türkiye ile
münasebetlerini devam ettiren bütün denize kıyısı olan devletler için gerekli olduğu
düşüncesinden ileri geliyordu. Yeni antlaşma uzun görüşmeler sonucunda Fransa da
dâhil olmak üzere 5 büyük devlet ile Osmanlı Devleti arasında 13 Temmuz 1841
tarihinde Londra’da imzalandı. Bu antlaşmanın mukaddimesinde; Padişah’a ait
hükümranlık haklarının 5 devlet tarafından koruma altına alındığı, bu haklara riayet
etmekten geri durulmayacağı ve Osmanlı topraklarında huzur ve emniyetin
yerleşmesinin kendileri tarafından samimiyetle istendiğinden bahsedilmektedir. Böylece
Osmanlı Devleti’nin yaşaması İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya ve Prusya tarafından
ortaklaşa kefalet altına alınıyordu. İkinci Londra Antlaşması’nın Osmanlı Devleti’ni
yakından ilgilendiren birinci ve ikinci maddeleri şöyledir:
1- Bir taraftan Padişah, yabancı devletlerin savaş gemilerinin Çanakkale ve
İstanbul Boğazlarına girmesini ebediyen meneden ve saltanatın değişmez bir kaidesi
315
S. Goryanof, A.g.e., s. 137.
205
olan esasları muhafaza etmek azminde olduğunu ve Osmanlı Devleti diğer devletlerle
barış halinde bulundukça Boğazlara hiçbir yabancı savaş gemisinin girmeyeceğini
beyan eder. Diğer taraftan bu antlaşmanın altında imzaları bulunan Avrupa
hükümdarları, Padişahın bu azim ve kararına riayet edip, yukarıdaki kaideye uygun
hareket etmeyi üstlenirler.
2- Padişah, yukardaki madde ile beyan olunan saltanatının eski kaidesinin
bozulmadığını ilan etmekle beraber, savaş sancağı altında seyr ü sefer edip alışıla
geldiği üzere dost devlet elçilikleri maiyetinde istihdam olunacak küçük deniz
taşıtlarının Boğazlardan geçmesi için gereken ferman-ı hümayunlarını çıkarma hakkını
muhafaza etmektedir.
İkinci Londra Antlaşması’nın mukaddime ve maddelerinden anlaşıldığı kadarıyla
Avrupa devletleri, kendi imkânları ile yaşayamayacak kadar zayıf olan Osmanlı
Devleti’ni yaşatmak için ittifak etmişlerdir. Ruslar başta olmak üzere Avrupa devletleri
sınırları boyunca Osmanlı Devleti gibi zayıf bir devletin bulunmasının birçok faydaları
olduğunu görmüşlerdi. Başka emelleri olan Avrupa devletleri tarafından Osmanlı
Devleti’ni korumak için yapılan bu ittifak büyük rekabetlerin doğmasına da neden oldu.
Böylece görünüşte mesele çözülmüş ise de gizliden gizliye büyük devletler arasında
çıkar çatışmasından doğan çekişme uzun süre devam edecekti. Bu rekabet ileride
görüleceği gibi Osmanlı Devleti ile en uzun sınırları olan Rusya’nın aleyhine olmuştur.
Mustafa Reşid Paşa’nın Mısır meselesini halledince tarihi düşmanı Rusya meselesine
odaklanacağı aşikârdı.
Amiral Napier ile Mehmed Ali Paşa arasında yapılan 27 Kasım 1840 tarihli
İskenderiye Antlaşması’nın 24 Mayıs 1841 tarihli Mısır Fermanı ile Padişah tarafından
onaylanması sonucu Mısır meselesi kesin olarak çözülmüştü. Böylece Osmanlı tarihinin
en önemli isyanı olan Mısır meselesinin çözülmesi ve Avrupa devletlerinin Osmanlı
Devleti yanında yer alması İngiliz taraftarı olan Mustafa Reşid Paşa’nın elini oldukça
güçlendirmişti. Boğazlar meselesini çözmek için Londra’da yapılan görüşmeler
Osmanlı Devleti’nin Mısır meselesini çözmek için Rusya ile yaptığı ağır antlaşma
şartlarını hafifletmek için bir fırsattı. 13 Temmuz 1841 tarihli II. Londra Antlaşması ile
Osmanlı Devletini Rus hegemonyası altına sokan 1833 tarihli Hünkâr İskelesi
Antlaşması iptal edildi. Bu antlaşmaya göre; Osmanlı Devleti ve Rusya’dan başka hiçbir
devlet Karadeniz’de gemi bulunduramayacak, hiçbir savaş gemisi boğazlardan geçip
206
Marmara’ya giremeyecek ve savaş halinde boğazlardan geçecek savaş gemilerini
Osmanlı Devleti tespit edecekti. Rusya bu şartların kendisi için çok ağır olduğunu
anladığında geç kalmıştı. Mustafa Reşid Paşa’nın sistemli bir biçimde Mısır ve Rusya
problemini halletmeye çalıştığını Mehmed Ali Paşa daha önceden anlamıştı ama büyük
devletlerin Osmanlı Devleti tarafını tutması nedeniyle engelleyememişti. Bir gün bu
konuda Mısır’daki Rusya konsolosuna Mustafa Reşid Paşa hakkında: “Bu adam beni
nasıl Mısır’a kapanmaya mahkûm ettiyse, efendisi Sultan Mahmud ile o kadar uğraşan
Çarınız Nikolay’a da dehşetli bir oyun oynayacaktır demiş böyle bir şeye ihtimal
vermeyen konsolos tebessüm etmiştir.”316
İkinci Londra Antlaşması ile Avrupa devletleri, Padişah’ın istiklalini tanıyıp
korumayı taahhüd ediyorlarsa da Boğazlar konusunda istediği gibi davranmasına bazı
sınırlamalar getiriyorlardı. Bu antlaşma her iki taraf için de bağlayıcılığı olan mecburi
bir tahhüdü ihtiva ediyordu. Bu taahhüd, ne Babıâli’nin büyük devletlerden birine karşı
taahhüdüdür, ne de büyük devletlerden biri tarafından diğerlerine karşı tek başına
yapılmış bir taahhüddür. Bu zincirleme olarak 6 devleti de bağlayan bir sözleşmedir.
Böyle ortak ve bölünemez bir garanti birinci antlaşmada yoktur. Bu antlaşma ile ilgili
devletler ayrı olarak değil bir bütün olarak Osmanlı Devleti’nin bağımsızlık ve
bütünlüğünü garanti ediyorlardı. Avrupa’yı bu noktaya getirmede Matternih ve
Palmerston’un büyük etkisi olmuştur. Yani bu antlaşma ile bütün devletler antlaşmayı
tek taraflı olarak bozdukları zaman diğer devletlere karşı mesul duruma düşüyorlardı.
Rusya da bu antlaşma sonucunda Hünkâr İskelesi Antlaşması ile tek başına yüklendiği
Osmanlı Devleti’ni yaşatma yükünden kurtulurken Boğazlar konusunda kazandığı bazı
haklardan feragat ediyordu.
İkinci Londra Antlaşması ile Mısır ve Boğazlar meselesi Osmanlı Devleti ve
Avrupa devletlerinin azami faydalarına olacak şekilde çözüme kavuşturulmuştur. Bu
antlaşma ile Osmanlı Devleti, Avrupa devletleri tarafından koruma altına alınırken
bunun karşılığında istenilen bütün yenilikler yapılmaya çalışılmıştır. Osmanlı Devleti
bir nevi onların istediği değişiklikleri yapmak şartıyla yaşamasına izin verilecek yarı
bağımsız bir devlet durumuna getirilmiştir.
316
Y. Öztuna, A.g.e., s. 476.
207
VI. Mısır Meselesinin Osmanlı Tarihi Açısından Sonuçları
Mısır meselesini çözmek için II. Mahmud Osmanlı Devleti’ni hızlı bir şekilde
mutlakıyetçi modernleşmenin içine soktu. Çünkü Osmanlı sisteminin çağın ihtiyaçlarına
cevap veremeyecek oranda her alanda çağın gerisinde kaldığını görmüştü. Bunun için
idarî, malî, siyasî ve sosyal alanlarda pek çok yenilikler yaptı. II. Mahmud bu yenilikleri
geçici bir sevda için yapmadığını bunları bizzat uygulayarak ve yerleşmesini sürekli
takip ederek gösterdi. Fakat II. Mahmud yaptığı bu yeniliklerin sonucunu göremeden
öldü. Babasının ölümü üzerine Abdülmecid tahta çıktığı zaman Osmanlı Devleti’nin
durumu gerçekten kötüydü. Abdülmecid; ordusu yenilgiye uğramış, donanması Mısır’a
kendi komutanı tarafından teslim edilmiş, topraklarının büyük bir bölümü bir Valisi
tarafından işgal edilmiş ve ülkesinin her tarafında karmaşanın hüküm sürdüğü bir
Padişahtı. Sultan’ın bir karar vermesi gerekiyordu; ya Avrupa’nın maddi ve manevi
desteğini almak için yeniliklere dört elle sarılarak iç kamuoyunun bir kısmını karşısına
alacak veya bütün yenileşme çalışmalarına son vererek Avrupa devletlerini ve
kamuoyunu karşısına alacaktı.
Abdülmecid yeniliklere hızla devam etmeyi ve yenilikçi yöneticileri desteklemeyi
seçti. Burada onun babası tarafından yetiştirilme tarzı ve hayat felsefesinin tesiri olduğu
kadar Avrupa’nın desteğine duyduğu ihtiyaç da etkili olmuştur. Yenilikleri hızlı bir
şekilde sürdürerek dış destek sağlayıp, içeride oluşturacağı yeniliklere açık aydın ve
yönetici tabakası vasıtasıyla, devleti hızlı bir şekilde bu durumdan kurtarmak istiyordu.
Genç Padişahı bütün bu çalışmalara teşvik eden baş müşaviri Mustafa Reşid Paşa
olmuştur. 1826 yılında yeniçeri ocağının kapatılmasıyla başlayıp 1856 yılında Islahat
Fermanının ilanına kadar süren bu 30 yıllık süreçte Osmanlı Devleti’nde hâlen etkisini
hissettiğimiz köklü reformlar yapıldı. Bu dönem daha sonra Cumhuriyet nesillerinin de
yetiştirileceği bir dönüm noktası olmuştur. II. Mahmud döneminden itibaren yetişen bu
yenilikçi nesil, rehber olarak Osmanlı Devleti’nin haşmetli dönemini örnek alan önceki
nesillerden farklı olarak, Avrupa’yı örnek almaya başlamıştır. Bunun ilk adımlarını daha
önceden III. Selim atmışsa da devamı getirilememişti. Ama artık dönemin ileri
gelenlerinin gözünde bunu denemekten başka çare kalmamıştı.
XIX. yüzyıl sadece Osmanlı Devleti için değil Avrupa ve bütün dünya için de
birçok yönden dönüm noktası olmuştur. XVIII. Asrın sonlarından itibaren ortaya çıkıp
208
başta Avrupa olmak üzere bütün dünyayı etkileyen Fransız İhtilali, Sömürgecilik ve
Sanayileşmenin tesiriyle çok uluslu İmparatorluklar’ın sonu gelmişti. İmparatorluklar’ın
yerini ulus devletlerinin almaya başlamasıyla Cumhuriyetler hızla doğmaya başladı.
Avrupa’nın kendi içinde de bu problem vardı ama Avrupa hızlı bir şekilde bunu aşıp
dünya’ya yayılmaya başladı. Osmanlı Devleti, devlet felsefesi olarak batıyla aynı
kulvarda yer alacak düzenlemelerden uzaktı. Avrupa’nın hızla uyguladığı yeni ticaret ve
sömürge biçimlerine bundan dolayı ayak uyduramadı. Osmanlı Devleti fethettiği yerleri
belli bir vergiye bağlayıp oraya bir yönetici atıyor ve bunun dışında halkı çok rahatsız
edecek uygulamalardan uzak duruyordu. Avrupa’nın sömürgeci devletleri ise işgal ettiği
yerlerin işlerine yarayacak her şeyini almaktan çekinmiyordu. Osmanlı Devleti ve
Avrupa’nın sonradan geri çekildiği yerlere baktığımız zaman kimin sömürgeci olarak
kimin düzenleyici olarak gittiğini açık biçimde görebilmekteyiz. Osmanlı Devleti
yaptığı bütün yeniliklere rağmen sömürgeci olamadığı için yıkılmıştır demek galiba
fazla iddialı bir laf olmaz.
Dönemin Padişahları ve yöneticilerinin bazıları aslında tutucu düşünceler taşısalar
da dünyanın değiştiğini ve kendilerinin de değişmesi gerektiğini düşünüyorlardı. Örnek
olarak II. Mahmud’u verecek olursak bir sözünde şöyle diyordu: “Saltanatın millet için
dehşet ve korku kaynağı değil destek olmasını isterim.”317
Bu söz onun despotik bir
yöneticiden ziyade, demokratik yöntemlere bağlı, yanındakilere danışmak isteyen ve
halkı tarafından korkulmaktansa sevilmeyi tercih eden bir hükümdar olduğunu
göstermektedir. Bu sözüyle II. Mahmud bütün dünyanın gittiği yönü önceden gören,
ileri görüşlü bir Padişah olduğunu göstermektedir. Maalesef Mısır meselesi ve diğer
çeşitli problemler Osmanlı Devleti’nin normal süreçlerle değişimi gerçekleştirmesine
izin vermemiştir. Yapılan reformlar faydasından ziyade Avrupa’nın da baskısıyla
zorunluluktan yapılmıştır. Bu nedenle verilen ilaç hastayı iyileştirmek yerine daha da
kötüleştirmiştir.
Abdülmecid döneminin gözde devlet adamı daha önce de belirttiğimiz gibi
Mustafa Reşid Paşa’dır. Mustafa Reşid Paşa, Tanzimat’ı ilan etmeden önce Avrupa’da
yaptığı incelemelerde Fransa’dan Osmanlı Devleti’ne hayır gelmeyeceğini görmüş ve
bütün umutlarını İngiltere’ye bağlamıştı. Fransa her zaman Mehmed Ali Paşa’yı
desteklemeye ve onun vasıtasıyla Mısır ve yakın yerlerde nüfuz kazanmaya kararlı idi.
317
Y. Öztuna, A.g.e., s. 474.
209
Bundan dolayı Osmanlı Devleti’ni pek dikkate almıyordu. İngiltere ise ona daha yakın
davranmış ve bazı konularda yardımcı olacağını belirtmişti. Bu durumu değerlendiren
Mustafa Reşid Paşa kararını verdi; bundan böyle dünyanın en kudretli devleti İngiltere
ile işbirliği yapacak, asla İngiltere aslanının kuyruğuna basmayacaktı. İngiltere’ye
güvenmesinin başka bir gerekçesi, İngiltere’nin Rusya’nın yayılmasını istememesi ve
bu duruma en büyük teminat olarak Osmanlı Devleti’ni görmesiydi. Mustafa Reşid Paşa
böyle düşünen bir devletle işbirliği yapılabileceğini ve gerekirse Osmanlı Devleti’nden
direkt talebi olmadığı için bazı tavizler verilebileceğini düşünüyordu. Rusya’nın
Osmanlı Devleti üzerinde tarihî emelleri olduğunu ve sürekli aleyhine genişlediğini
düşünerek hiçbir durumda ona güvenilemeyeceğine karar verdi. Bütün bu şartlar iki
devleti “Stratejik İşbirliği” yapmaya yöneltti.
Mustafa Reşid Paşa Avrupa’da yaptığı uzun görüşmelerde Mısır meselesinde bu
devletleri yanına çekebilmek için köklü reformlar yapılması gerektiğini gördü. Bunu
yapmayı Avrupa’ya gittiği ilk yıllarda kafasına koymuştu ama Osmanlı yöneticilerinin
buna alışmasını ve uygun şartların oluşmasını bekliyordu. Bu ortamı; II. Mahmud’un
öldüğü ve yerine genç Abdülmecid’in geçtiği, Osmanlı ordularının Mısır ordusuna
yenildiği, Osmanlı donanmasının bizzat komutanı tarafından götürülüp Mısır’a teslim
edildiği ve bütün halkın bu nedenlerden dolayı bıkkınlık içinde bulunduğu dönemde
buldu. 3 Kasım 1839 tarihinde Tanzimat’ı ilan etmesi, Avrupa kamuoyunun ve
devletlerinin Osmanlı Devleti’ne sempati duymalarını ve desteklemelerini sağladı.
Tanzimat’ı ilan edip Avrupa’ya giden Mustafa Reşid Paşa, bir kahraman edasıyla
karşılandı. 15 Temmuz 1840 tarihinde Osmanlı Devleti, İngiltere, Rusya, Avusturya ve
Prusya arasında Londra Antlaşması imzalandı. Böylece Fransa ve İspanya hariç
Avrupa’nın bütün devletleri Mısır meselesini çözmek üzere anlaştılar. Bu durum
Osmanlı Devleti ve Mustafa Reşid Paşa için büyük bir diplomatik başarıydı. Mehmed
Ali Paşa antlaşmayı kabul etmeyip zor kullanılması gerekince, tabiri caizse bazı
devletler yan çizmeye başladı. Özellikle Mısır meselesi çözülürse sıranın kendisine
geleceğini düşünen Rusya ve onun dümen suyuna giren Prusya yan çizerek asker
göndermediler. Bundan dolayı antlaşmayı İngiltere, Avusturya ve Osmanlı müttefik
kuvvetleri uyguladı. Müttefik donanma tarafından Mısır birlikleri kolayca Mısır
dışındaki topraklardan çıkarıldı.
210
İngiltere’nin İstanbul sefiri Ponsonbi Osmanlı Devleti’nin, Mehmed Ali Paşa’nın
isteğine göre hareket edemeyeceğini belirtiyordu. 15 Mart 1841 tarihinde Hariciye
Nezaretine yazdığı bu yazıda, Mehmed Ali Paşa’nın şimdiye kadar İstanbul’a
gönderdiği yazıların bir tâbiye yakışmayan düşmanca ifadeler içerdiği belirtilerek,
Osmanlı Devleti’nin Mehmed Ali Paşa’dan daha kuvvetli olduğu ve müttefik devletlerin
bu meselede kesinlikle onu destekleyeceği ve taleplerinden geri adım atmaması
gerektiği belirtiliyordu. Mehmed Ali Paşa itaat etmesi gereken devletine böyle
saygısızca davranışlarda bulunarak esasen kendi geleceğine zarar vermektedir
deniliyordu. Mehmed Ali Paşa değişik kanallardan sürekli olarak Osmanlı Devleti
üzerinde baskı kurmaya çalışıyordu. Ponsonbi bu mektubunda Mısır meselesi ile ilgili
şunları söylüyordu: “… Mısır Valisinin salifü’z-zikr mektubuna dair hiçbir vechile
hareket itmemesini tavsiye eylemeyi vazife-i zimmet ad iderim. Ve şimdilik Devlet-i
Aliyye, Mehmed Ali’den ziyade kuvvetlü bulunduğundan Paşay-ı muma-ileyhin bazı
harekât tarzına kalkışmak muhatamasına girişeceğini memul itmem ve eğerçi böyle bir
hareket-i tarziyeye ibtidar ider ise neticesi mucib-i zarratına olur…”318
Sıra Londra Antlaşması’na göre Mısır’a girmeye gelince, İngiltere bunu yapmak
yerine Mehmed Ali Paşa ile antlaşmak yoluna gitti. 27 Kasım 1840 tarihli İskenderiye
Antlaşması ile Mehmed Ali Paşa ikinci ültimatoma uyacağını bildirdi. İngiltere,
Babıâli’den; Mısır ile sahil kısmı hariç Sudan’ın Mehmed Ali Paşa’ya bırakılmasını
istedi. Rusya ve Prusya’nın kuvvet göndermekten yan çizmesi, Fransa’nın baştan beri
antlaşmaya karşı çıkması ve Mehmed Ali Paşa’nın kuvvetli bir askeri sistem kurması ile
bazı yöneticilere dağıttığı rüşvet İngiltere’yi tereddüde düşürmüştü. Üstelik Mehmed
Ali Paşa 35 yıldır Mısır’da hükümdar gibi yöneticilik yapıyordu. Mısır’a kök salmış ve
çehresini değiştirmişti. Osmanlı Devleti önce antlaşmanın tamamen yerine getirilmesini
istediyse de İngiltere’nin ısrarı üzerini İskenderiye Antlaşması’nın içerdiği şartları da
taşıyan Mısır Fermanı’nı yayınlayarak bu meseleyi kapattı. 25 Mayıs 1841 tarihinde
yayınlanan bu ferman 1914 yılına kadar bir nevi Anayasa olarak Mısır’da uygulamada
kalmıştır. Mehmed Ali Paşa’yı mantık dairesine çeken bu ferman Mehmed Ali Paşa
tarafından aynen kabul edilmiş ve yaklaşık 10 yıl süren isyanı sona erdirmişti. Sultan
Abdülmecid, Mehmed Ali Paşa’ya 1842 yılında Vezaretin üzerine Sadaret payesi verdi
ve bu paye ondan sonraki Mısır Valileri’ne de verildi. Böylece Mısır Valisi’nin daha
318
Defter4, s. 25- a, b.
211
kıdemli müşir ve Vezirler’den sonra protokole girmesi engellendi. 1914 yılında Osmanlı
Devletinden ayrılana kadar Mısır Valisi, Osmanlı protokolünde; hanedan üyeleri,
Sadrazam ve Şeyhülislam’dan hemen sonra 4. sırada yer alıyordu. Mehmed Ali Paşa, 19
Temmuz 1846’da İstanbul’a gelerek Padişahın ayağını öptü ve sadakatini bildirdi. 77
yaşında olmasına rağmen İstanbul’da kaldığı 29 gün boyunca Sadrazam olabilmek için
girişimlerde bulundu. Bu onun hırs ve karakterini göstermesi bakımından önemli bir
olaydır.319
Osmanlı Devleti, Mısır meselesinin çözümündeki yardımlarından dolayı müttefik
devletlere birer teşekkür yazısı gönderdi. Bu yazılarda meselenin çözümünde verdikleri
desteklerden dolayı bütün devletlere ayrı ayrı teşekkür ediliyordu. Suriye ve Lübnan
savaşlarında bulunan İngiliz subayların listesi istenerek bunların ödüllendirileceği
bildirildi. 8 Safer 257 ( 1 Nisan 1841) tarihli bu yazıda şunlar dile getiriliyordu: “ …
İngiltere Devleti zabitanından Suriye muharebatında bulunanlar esamisi defterlerin
İngiltere amiral ve kumandan-ı taraflarından celb olunacağı ifadesine dair İngiltere
elçisi Lord Ponsonbi cenabları tarafından başkaca varid olan diğer bir kıta takrîr-i
mücerred …”320
Osmanlı Devleti, İstanbul’daki İngiliz elçisinden ödüllendirmek için Mısır
meselesinin çözümünde bizzat görev alan amiral ve subayların listesini istedi. İngiliz
elçisi Ponsonbi bu listenin elinde olmadığını merkeze yazıp gelen cevabı Hariciye
Nezaretine ulaştıracağını belirtti. Ayrıca Osmanlı Devleti’nin bu isteğinin İngiliz
Kraliçesi’ni son derece memnun edeceğinin açık olduğunu söyledi. “…Kraliçe-i
muşarun-ileyhanın memnun ve mahzuz olacağı aşikârdır. Matlub buyrılan defterin
tanzim ve tedarikine ben dahi kadir olamayacağımdan İngiltere Amiraline ve gerek
Suriye canibinde bulunan İngiliz asakiri kumandanına mektub tahririyle bir kıta defter
tanzim ve irsal eylemelerini işar eyledikçe binaen defter-i mezkûrun bu tarafa vusûlü
anda taraf-ı âlilerine takdim kılınacağı.”321
Müttefik Devlet elçileri, Mısır meselesinin çözümündeki desteklerinden dolayı
Osmanlı Devleti tarafından kendilerine gönderilen ödül ve belgelerden dolayı son
derece mutlu olmuşlardır. İngiltere, Avusturya ve Rusya’nın İstanbul elçileri
mutluluklarını ve teşekkürlerini birer yazı ile Osmanlı Hariciye Nezaretine
319
Y. Öztuna, A.g.e., s. 474. 320
Defter4, s. 26- b, 27- a. 321
Defter4, s. 27- a
212
bildirmişlerdir. Bu yazılardan kısa birer örnek vermek onların Osmanlı’ya olan samimi
sempatilerini göstermesi bakımından faydalı olacaktır. Ponsonbi, Osmanlı Devleti’nin
yaşaması gerektiğine kesinlikle iman ettiği için bütün samimiyeti ile Osmanlı
Devleti’nin yanında yer aldığını ve meselenin çözümü sürecindeki sabır, işbirliği ve
güveninden dolayı kendilerine müteşekkir olduğunu belirtiyordu. “… Canib-i eşref-i
hazret-i şehinşâhiden hakk-ı sefirânemde erzan ve şayan buyrılan eltaf-ı duğayat-ı
mülükânelerine teşekküri ve hak ve insana makrün olub iman olunan davada derkar
olan kemal-ı gayretimi her ne vakit olsa ikrar ve itiraf itmek bahs-i mübahat ve iftiharın
olacağı tahkikatını ve ilelyevm vuku bulduğu misillü bundan böyle dahi bu hususda
hasbel-vasi çalışmak niyetimi paye-serir-i ilaya arz ve takdime himmet buyurmalarını…
”322
Avusturya elçisi, babasının daha önce görevli olarak 16 yıl İstanbul’da
kalmasından ve kendisinin bu şehirde doğmasından dolayı bu şehri kendi vatanı gibi
gördüğünü dile getirmektedir. Ayrıca bir Valisinin, Padişahına karşı yaptığı bu
haksızlığı gidermek için meselenin Osmanlı lehinde çözülmesi amacıyla meseleye
devlet olarak müdahil olduklarını belirtir. Osmanlı Devleti’nin Mısır meselesindeki
desteklerinden dolayı yazdığı teşekkür mektubuna mukabeleten yazdığı cevabda şunları
ifade ediyordu: “… Dersaadet’te tevellüd iderek tahsil-i tertib eylemiş ve bugünki gün
bulundığım memuriyet aleddevem onaltı sene müddet pederimin uhdesinde bulunmuş ve
sağirimden berü Deraliyye’ye vatan zannı nazarıyla bakmağa alışmış oldığıma mebni
idüği… ”323
Osmanlı Devleti meselenin çözümündeki özel gayretinden dolayı Baron Brunof’a
ayrıca pırlanta ile süslenmiş bir teşekkür belgesi verdi. Minnettarlık ifadesi olan bu
nazik tavır Rus elçisini çok memnun etti. Rusya elçisi bu belgeye ve teşekkür
mektubuna karşılık olarak yazdığı teşekkür mektubunda, kendisine ve diğer
yardımcılarına karşı gösterilen bu davranışın kendisini çok mutlu ettiğini söylemektedir.
Bu işin başarılmasında kendisi ve diğer temsilcilerin faydasının çok sınırlı olduğunu,
asıl başarının meselenin çözümüde sabırla hareket eden Osmanlı tarafına ait olduğunu
söyleyerek bu tutuma karşı teşekkürünü ifade ediyordu. “… Ve rütbetlü Baron Vezir
cenabları tarafına olub kendisine pırlanta ile müzeyyen bir kıta tasvir-i hümayün ihsan
buyrulmuş olduğuna dair olan mektub-ı âsafânelerini irsal ve tisyara müsaraat ve
322
Defter4, s. 26- b. 323
Defter4, s. 27- a.
213
bugün Londra’ya azimet iden kurye ile Baron Brunof tarafına dahi hakkında zuhûra
gelen inayet-i seniyye-i mülûkâneyi tahrir ve işara mübaderet eyledim .”324
Mısır meselesinin çözümü sürecinde aldatıldıklarını düşünen Fransa ve Rusya her
fırsatta Osmanlı çıkarlarına zarar vermeye uğraştılar. Mısır meselesinin çözümüyle ağır
bir darbe yiyen ve koruması altındaki Mısır’a yardım edememekten dolayı gururu
incinen Fransa, Lübnan’daki mezhep çatışmalarını her fırsatta kışkırtarak Osmanlı
Devleti’ni zor durumda bırakmaya çalıştı. Buradaki Marunîler’i sürekli olarak
diğerlerine karşı desteklemesi bölgede hâlen süren çatışmaların tarihi temellerini
atmıştır. Osmanlı Devleti çatışmaları engellemek için 1845 yılında Lübnan dağlarında
biri Marunîler’e diğeri Dürzîlere ait iki otonom kaza kurduysa da çatışmalar hiç
bitmedi. Rusya, Matternih tarafından savunulan Osmanlı Devleti’nin varlığının Avrupa
devletlerince garanti altına alınması fikrine her zaman karşı çıkmıştı ama İngiltere’nin
de bu görüşü desteklemesi nedeniyle bunun gerçekleşmesini engelleyememişti. Bunun
üzerine Rusya, Osmanlı Devleti’ni kendi hegemonyası altına alamadığı için, önce
Balkanlar’da sonra bütün Osmanlı topraklarında menfaat sağlamak amacıyla her türlü
faaliyette bulunmuştur. Goryanof, Brunof’un aksine ifadelerine rağmen İkinci Londra
Antlaşması’nın tamamen Rusya aleyhine olduğunu belirtmektedir. Goryanof’a göre
1841 Boğazlar Antlaşması en fazla ihtiyaç duyduğu anlarda Rusya’ya hiçbir fayda
sağlamamıştır.325
Belgelerde ifade edildiğine göre, Osmanlı Devleti’nin Atina elçisi olan Kostaki
Musurus Paşa, Yunanlılar’ın Müslümanlara birçok güçlükler çıkardıklarını
belirtmektedir. Özellikle Girid’de Osmanlı halkının taşınmasında ve barınmasında
birçok eziyetler yapıyorlardı. Yunan Elçisi İstanbul’da rahatça otururken, efrad-ı
Müslimin’in Yunanistan ve Girid’de bu sıkıntıları çekmesine bir son verilmesi
gerektiğini söylüyordu. Ayrıca Ticaret Antlaşmasına da Yunanlılar’ın pek kulak
asmadıklarını belirterek, Girid, Yenişehir ve Selanik başta olmak üzere bütün bölgede
Müslüman halka haksızlık ve eziyet yapıldığını ifade ediyordu. Bölgeyi hızlı bir şekilde
Yunanlılaştırmak üzere bilinçili göç hareketlerine gidildiğini, böyle bir nüfus değişimi
sonunda bir oldu bittiye getirilerek Girid ilhak edilmek isteniyor diyordu. Uzun süreden
beri Yunan dışişleri bakanının bu göç hareketlerinden ve Müslüman halkın arazisine
324
Defter4, s. 28- a, b. 325
S. Goryanof, A.g.e., s. 148- 149.
214
elkonulmasından dolayı sık sık uyarıldığını fakat bundan bir sonuç alınamadığına da
işaret ederek, Yunan tarafı bu konudaki uyarıları dikkate almadığı gibi gayet
umursamaz tavırlar içine girmekten de çekinmemektedir diyordu. Rum kökenli olan bu
devlet adamının Osmanlı halkını ve Müslümanları bu derece düşünmesi “Osmanlı
Barışı” diyebileceğimiz değişik din ve ırktan insanların Osmanlılık ortak paydası için
gerçekten güzel bir örnektir. Osmanlılık bilincini göstermesi bakımından da gayet
manidardır “… Yunan hükümeti Yunan’da bulunan Giridlileri Girid’e mururdan men
etmediğinden başka cezire-i Girid’in Yunana ilhakı davası ve sadası reayayı Girid
beyninde galibü’l-revaç vet-tesir olmak makasıdıyla Yunanlılar’dan dâhi vâfir
mikdarının Girid’e naklinde müsamaha ve tahrikden dâhi hâli olmadığı ve Yunan’da
gadren ve bigayr-ı hak ve hilaf-ı şurut nice senelerden berü tevkif olunmakda olan
emlak-ı müslimine dair Yunan umur-ı ecnebiyesi nazırına taraf-ı çakeriden defaatla
takrir virilmişken… Yunan hükümeti sefareti, Saltanat-ı Seniyye’nin hakka makrun
takriratına fiilen itibar eylemediği ve lakayıd muamelesini izhar itmekde idiği…”326
Mısır meselesinin çözümü sürecinde Osmanlı Devleti tabiri caizse her etkiye açık
hale gelmiştir. Dünya’da ve Osmanlı sınırları içindeki herhangi bir yerde olan bir olay
Mısır meselesini direkt etkilemiştir. Mesela bu süreçte gerçekleşen Girid ayaklanması
Mısır meselesine direkt ve dolaylı birçok etkide bulunmuştur. Aşağıda göstereceğimiz
belgede bölgedeki bir İngiliz görevli Girid isyanı Lübnan’ı ve işgal altındaki diğer
yerleri mutlaka etkileyecektir demektedir. Bazı batılı memurlar bunu sağlamak için
çalışacaklarını açıkça ifade etmektedirler. Şam Valisi Necib Paşa halka iyi
davranmamaya devam ederse yakında bu isyanlar mutlaka ortaya çıkacaktır. Bölgenin
en sevilen kişisi olan Emir Beşir görevinden istifa ederse Dürzîler ve diğer Hıristiyanlar
arasında bir savaş olması kaçınılmazdır vb. sözlerle durumun nezaketi ifade
edilmektedir. Belgelerde genellikle bölgedeki dini azınlıklardan sözedilmesi dikkat
çekmektedir. Yıllardır huzur içinde yaşayan değişik dinî toplulukların birbirine düşman
gözüyle bakmasında dış tesirin büyük etkisi olduğu belgelerden açıkça anlaşılmaktadır.
“… Geçenlerde Girid ceziresinde vukubulan isyanın haberi Beriyyetüşam ahalisine
Dürzî dağında bulunan İsevilere vasıl olarak zihinlerini tahdiş itmiş olduğundan başka
haklarında vukubulan zulüm teaddiden münferid olub... Düvel-i Ecnebiyye memurları
dahi bu babda onları teşvik iderek Devlet-i Aliyye’nin adem-i iktidarı ve Girid
326
Defter4, s. 35- a.
215
ihtilalinin mümted olması ve kendüleri taraf-ı Devlet-i Aliyye’den hüsn-i idare
olunamayacağı ve istedikleri vakit Beriyyetüşam ahalisini isyana davet itmek
kendilerinden olduğunu alenen söylemekdedirler… ”327
Ruslar, Osmanlı sınırları içindeki Ortodoksların hamiliğine soyunmuşlardı.
Osmanlı Devletine Mısır meselesinde Gayr-i Müslim halk yardım ettiği halde, onlara
verilen sözler tutulmamış ve söz verilen ayrıcalıklar ve Tanzimat’ın getirdiği haklar
uygulamada verilmemişti. Mehmed Ali Paşa isyanı boyunca Suriye ve Lübnan’da
bulunan Türkler genellikle Osmanlı Devleti’ne sadık kalırken, Gayr-i Müslimler Mısır
tarafını desteklemekten çekinmemişlerdir.328
Girid isyanının bir benzerini bölgede çıkarmak için bazı Avrupa ülkeleri sürekli
çalıştılar. Onlara göre, Tanzimat kurallarının bölgede uygulanıp memurların
davranışlarına dikkat edilmesi uygun olacaktır. İngiliz görevli ne kadar saklamak istese
de bölgedeki Gayr-i Müslimler tâbi oldukları devletten ziyade Avrupa ve Mısır’ı
desteklemektedirler. Buna rağmen bölgede gerçekleşen bir olumsuzluktan Osmanlı
Devleti sorumlu tutulmaktadır. Lübnan’da alınacak tedbirlerle ilgili olarak bir belgede
şunlardan bahsedilmektedir: “… Geçen paskalyada Efrenc ve Rum ve Ermeni tavaifi
beyninde icraatlarından dolayı bir takım fenalık vukubulduğu Kudüs-i şerif tarafından
alınan tahrirat meelinden müstefad olmuş ve bu keyfiyet Rusya konsolosuna hitaben
irsal olunan Ferman-ı âlinin kıraatından sonra vukubulmuş… Girid maddesi
Beriyyetüşam İsevilerine ne derecelerde tesir eylediğini mukaddemce âcizâne taraf-ı
âlilerine ihtar itmiş idim”329
Bütün müttefik devletler Suriye ve Lübnan’ın Osmanlı sınırları içinde
kalmasından dolayı külliyetli miktarda Hıristiyan’ın burada kaldığını ve bu
Hıristiyanlar’ın haklarının korunması gerektiğini belirtiyorlardı. Dinî azınlıkların
haklarının korunmasının gayet nazik bir durum olduğu ve buna azami dikkat edilmesi
gerektiğine sürekli dikkat çekiliyordu. Özellikle bölgedeki yönetici ve memurlar
konusunda tedbirler alınması isteniyordu. Problem çıkmaması için Avrupalılar, Lübnan
ve Kudüs’ün idaresi ile ilgili 5 maddelik bir belge hazırladılar ve Osmanlı Devleti’nin
buna uymasında sayısız yararlar olacağını belirttiler. Bununla ilgili 25 Rebiulahir 257
(15 Haziran 1841) tarihli yazıda şunlar ifade edilmektedir: “Malum-ı âli buyrıldığı üzere
327
Defter4, s. 52- b. 328
O. Koloğlu, A.g.e., s. 81. 329
Defter4, s. 53- a.
216
Suriye eyaletinin idare-i Mısrıyyeden neziyle idare-i seniyye-i Devlet-i Aliyyeye idhal ve
havali-i mergumede küllüyetlü Hıristiyan bulunduğından haklarında usul-i âdile ve
muamele-i müşfikânenin icrasıyla havali-i mezburede olan hukuk-ı hükümet-i aliyyenin
istihsal-i istikrarı nesayihine dair şu aralık Rusya ve Avusturya ve Prusya ve İngiltere
sefaretleri taraflarından ve Kont Nesselrode ve Prens Matternih cenablarından
birbirini müteakib hayli evrak-ı resmiye virilmiş… ”330
Bütün müttefik devletler gibi İngiltere de Osmanlı sınırları içindeki Hıristiyan
halkların haklarının korunmasına büyük önem vermiştir. Aşağıda kaydedeceğimiz
belgede, İngiltere’nin İstanbul elçisi Ponsonbi bölgede bulunan Wood’a yazdığı
mektupta azınlıkların durumunu sık sık yetkililerle görüşerek kendisine bildirmesini
istemiştir. Ponsonbi’ye göre, Suriye ve Lübnan Osmanlı idaresinden çıkarsa bunun
sorumlusu bölgedeki beceriksiz idareciler olacak ve böyle bir durum diğer yerlerdeki
azınlıkları da derinden etkileyerek çok kötü sonuçlara sebep olabilecektir. Bu konuda
müttefik elçilerin yaptığı dostane nasihatler dinlenir gibi yapılsa da uygulamada bu
durum görülmemektedir. Oysa bölgeyi ve azınlıkları Osmanlı idaresine gönülden
bağlamak hiç zor değildir. Lübnan’ın Osmanlı sınırları içinde kalması diğer Hıristiyan
halk için de önemlidir. Eğer Lübnan, yöneticilerin yanlış tavırları yüzünden
Osmanlı’dan ayrılmak isterse bu hareket Osmanlı sınırları içindeki diğer Hıristiyanlar
için kötü bir örnek olacaktır. Burada yabancı bir devletin Osmanlı Devleti’ni dini
azınlıklar konusunda uyararak onların haklarının verilmesini yoksa bunun devletin
dağılmasına neden olabileceğini söyleyerek tehdit ettiğini görmekteyiz. Ponsonbi
durumun nezaketi konusunda yöneticileri uyarınız ve beni de haberdar ediniz ki ben de
durumu Londra’ya bildireceğim diyerek durumun önemini vurgulamaktadır. “… Ve
eğerçi Devlet-i Aliyye, Beriyyetüşşam’ı muhafaza ve hüsn-i idarede izhar-ı tesamuh ve
eyalât-ı mezkûre’yi elden çıkarır ise bu keyfiyyet Devlet-i Aliyye hakkında sair gûne pek
çok fenalıkları müstelzim olacakdır… Taraf-ı Devlet-i Aliyye’den ne gûne usule
teşebbüs buyrıldığını veyahud hiçbir gûne usul-i hekimâne ve âkilaneye teşebbüs
olunmadığını cezm idinceye değin beher gün Paşay-ı muşarun ileyh hazretleri nezdine
azimet idesiniz… ”331
İngiltere’nin Suriye’deki görevlisi olan Wood sık sık Ponsonbi’ye gönderdiği
mektuplarla bölgenin durumuna ışık tutmaktadır. İradât-ı Seniyye Defterinde ismine en
330
Defter4, s. 56- a. 331
Defter4, s. 60- b.
217
fazla rastlanılan yabancılardan birisi İstanbul İngiliz elçiliği tercümanlarından
Wood’dur. Suriye’nin durumunu incelemek üzere gönderilen Wood 1839- 1841 yılları
arasında bölgeden en net bilgileri veren kişidir. Bu bilgileri İngiliz çıkarları
doğrultusunda verse de Osmanlı yönetiminin bölgedeki birçok yanlışlarını ortaya
koyduğunu da görmekteyiz. Aşağıya aldığımız bir mektubunda Marunî patriği ve
azınlığı hakkında oldukça objektif bilgiler verdiğini görmekteyiz. Bölgedeki çağdaş
Batılı kaynakların son derece az olduğunu düşünürsek bu bizim için önemli bir
kaynaktır. Marunî patriği eğer kendisinin Osmanlı Devleti’ne sığınmasına izin
verilmezse Avrupa devletlerinin himayesine sığınmayı düşünmektedir. Bunun için onun
İstanbul’da bir temsilci bulundurma teklifi kabul edilmelidir yoksa başka devletlerin
himayesine girip Osmanlı çıkarlarına zarar verebilir. Osmanlı Devleti hangi durumun
kendi menfaatine uygun olduğunu düşünüp ona göre karar vermelidir. Lübnan’daki
Marunî ve Dürzîlerin devlet tarafına çekilememesi durumunda onlar Osmanlı idaresine
güvenemedikleri için başka yollara tevessül edeceklerdir.
Bölgedeki Hıristiyanlar’ın birçok devlet tarafından çıkarları için kullanıldıkları
görülmektedir. Diyebiliriz ki; Mısır meselesinin bu derece alevlenmesini,
müdahalelerini kolaylaştırdığı için Avrupa devletlerinin çoğu açık veya gizli olarak
desteklemişlerdir. Özellikle dini azınlıkların rahiplerini kendi çıkarları doğrultusunda
kullanmak için bütün yolları değerlendirmişlerdir. Wood mektubunda bölgenin bu
durumu ile ilgili olarak şunları söylemektedir: “… Şöyle ki, Devlet-i Aliyyenin menfaati
Patrik merkumun bir himayet-i ecnebiye tahtında kalmasıyla mı yohsa bila vasıta
Devlet-i Aliyye ile muhabere idebilmesiyle mi hâsıl olur? Elhasıl Saltanat-ı Seniyye
Patrik merkumun meseline adem-i müsaade ısdar buyurduğu takdirde muma-ileyh ve
gerek bilcümle Maruniyun ahalisi ve kezalik Emir Beşir mütemenna oldukları himayet-i
ecnebiyeden mufarakat itmeyerek daima bigane bir heyette sebat idecekleri
aşikardır.”332
Şam Valisi Necib Paşa, Fransızlar Mısır meselesinin çözümünü güçleştirmek için
Lübnan’da bulunan dini azınlıkları Osmanlı Devleti aleyhine kışkırtıyorlar demektedir.
Fransa, Mısır meselesinde istediğini elde edemeyince, Suriye ve Lübnan’ın Osmanlı
idaresine geçmesini kabul etse de buraların idaresinde başarı sağlanamayacağına dair
söylenti yaymaktadır. Emir Beşir, bazı Şeyhler ve Hıristiyan din adamlarını kullanarak
332
Defter4, s. 61- a.
218
halkı yönetim aleyhinde kışkırtmaktadır. Fransa tarafından Dürzîleri kışkırtmak için 2
Fransız Katolik papaz bölgeye getirilip bölgedeki Katolik kiliselerinin tamiri için
bölgeye yüklü miktarda para gönderilmektedir. Rum kökenli olan halkı ise Ruslar
çıkarları doğrultusunda gayr-ı resmi olarak kullanmaktadırlar. Marunîler de
kullanılmaya çalışılan önemli guruplardan birisidir. Avrupalı bütün memurlar dini
kardeşliği sağlamak ve devletlerine yaranmak için buna tevessül ediyorlardı. Bu duruma
ses çıkarılmazsa kendilerine yakın hissettikleri Hıristiyanları da İngiliz ve Avusturyalı
görevliler koruma altına almak isteyebilirlerdi. Ayrıca yabancı görevlilerin işi
tebalarının ticari ve diğer haklarını korumaktır, devletin içişlerine karışarak Osmanlı
memurlarının atanıp görevden alınmalarına fazla müdahale etmemeleri daha doğru
olacaktır. “… İskenderiye’den avdet iden Dürzî şeyhleri ile alettevali mülakat eyleyerek
tahrik-i ahaliye çalışmakda olub, hatta geçenlerde bir kıta Fransız vapuru ibtiday-ı
emirde İskenderiye’ye uğrayub oradan şehr-i şerifin 26. cumartesi günü ahşam üzeri bu
tarafa gelerek 2 nefer Fransız papazını çıkarub ferdası günü yine geldiği mahalle avdet
ve mersum papazlar dahi doğru Dürzî dağına azimet ile …”333
Belgelerde açık olarak görülen durum, neredeyse bütün Batılı devletlerin dini
azınlıklar vasıtası ile bölgede etkili olmaya çalıştıklarıdır. Bunun için daha önce de
belirttiğimiz gibi her yolu denemişlerdir. Savaş döneminde yıkılan veya bakımsız kalan
kiliseleri ve dini yerleri onarmak için yüklü miktarda ayni ve nakdi yardımda
bulunmuşlardır. Bunun için her devletin tuttuğu ve destekte bulunduğu ayrı bir dini
zümre vardı. Bundan dolayı daha sonra iyice netleşecek düşmanlıklar ortaya çıkmıştır.
Bu olumsuzlukların bazısı bizzat devletlerin bu yöndeki politikalarından kaynaklanırken
bazıları bölgedeki yabancı devlet temsilcilerinin dinî asabiyetlerinden dolayı ortaya
çıkmıştır. “… İbrahim Paşanın istilası esnasında harab olan Katolik kiliselerinin
tamirine sarfolunmak ve fazlası Marunî yani Katolik milletinin fukarasına tevzi ve
taksim kılınmak üzere 1000 kise akçe irsal kılındığı ve İskenderiye canibindin 50 bin
kuruşluk mikdarı zahire dahi gönderileceği… Ve bu ise İngiltere ve Avusturya
devletlerinin namus-ı nüfuzlarına dokunarak onlar dahi diğer takımları daha ziyade
sahabete kalkışacaklarından… ”334
Avrupa devletlerinin çoğu bölgede kendi kolonilerini oluşturmak için
çalışıyorlardı. Bunun için antlaşmalara uygun olmasa da Osmanlı vatandaşlarına geçici
333
Defter4, s. 62- a. 334
Defter4, s. 62- a.
219
vatandaşlık ve temsilcilik belgeleri vermekteydiler. Şam Valisi Necib Paşa; Londra
Antlaşmasın’dan sonra İngiliz konsolosu her işe karışıyordu, Şimdi Fransız ve
Avusturya konsolosu da buna başladı diyerek bundan şikâyet etmektedir. Onun
belirttiğine göre, Şam’daki İngiliz konsolosu kendine sığınan bir suçluyu Vali’ye
vermeyeceğini söylüyordu. Bu nedenle devletin otoritesi sarsılmakta ve devlete olan
güven azalmaktadır. Bazı Gayr-i Müslimlere yabancı konsoloslar tebay-ı muvakkete
belgesi vererek bize karşı bir suç işledikleri zaman bile teslim etmek istemiyorlardı.
Konsoloslar sadece kendi vatandaşı olan kişilerin ticarî ve diğer haklarını
koruyabilecekken, bütün Gayr-i Müslimler’in hamisi gibi davranıyorlardı. Bunlara bir
sınırlama gelmezse bölgenin her tarafında birçok fesada neden olacaklarını belirtiyordu.
“… Konsolos olanların esas-ı memuriyetleri mücerred kendü tebaa ve ticaretlerinin
umûr-ı vakıalarını ru’yet ve tahşiyetten ibaret olarak böyle umûr-ı belde ve ahaliye
müdahaleye memuriyet ve hakları olmadığı…”335
Resmen Osmanlı Devleti’nin içişlerine karışmak manasına gelen yukardaki
tavırların bazısı, yabancı devletlerin haddi aşmasından ileri gelirken, büyük bir kısmı da
Osmanlı devlet adamlarının dirayetsizliğinden ileri gelmektedir. Mısır gailesi birçok
Osmanlı devlet adamını duyarsızlaştırmıştı. Durumlarının ne olacağını bilememekten
ortaya çıkan bu durum nedeniyle, bize bulaşmasında ne olursa olsın tavrı içine
giriyorlardı. Osmanlı Devleti’nde çıkarı olan birçok Batılı devlet belgelerde
gördüğümüz gibi çıkarlarına zarar verebilecek yöneticilerin görevden alınması için
Osmanlı Devleti’ne sürekli olarak baskı yapıyorlardı. Bu durumdan faydalanan yabancı
konsoloslar suç işleyen birisini bile değişik mazeretler ileri sürerek devlet yetkililerine
teslim etmiyorlardı. “… İngiltere konsolosuna mahsus-ı adam irsali ve tezkire tahririyle
merkûm taleb olundukda virmeyeceğini katian beyan eylediğinden Avusturya konsolosu
dahî bu vechile irad-ı cevap ve muma ileyhin bu misillü harekât ve tazarruatı diğer
konsoloslara dahi sirayet eylediğinden…”336
Necib Paşa’nın bir mektubunda çok ilginç bir durumdan da bahsedilmektedir.
Şam’a gelen bir İngiliz görevli olan Çörçil ondan bölgede bazı incelemeler yapmasını
ve sonucu kendisine bildirmesini istemiştir. Necib Paşa bu duruma dair Osmanlı
Devletinin bir izin kâğıdı olup olmadığını sorduğu zaman hayır cevabı vermiştir. Bir
İngiliz memuru yabancı bir devlette aynen kendi devletinde olabileceği gibi araştırma
335
Defter4, s. 62- b, 63- a. 336
Defter4, s. 63- a.
220
ve bunun raporunu hazırlayacak derecede kendini o devlet üzerinde selahiyetli
görebilmektedir. Ayrıca yazıdan anlaşıldığına göre İngiliz ajanlar bölgede cirit
atmaktadır. Bu durumu mektubunda Necib Paşa şöyle anlatıyordu: “… Selim Paşa
hazretleri bendelerinin bir kıta tevcihât-ı resmiyeleri ile İngiltere devleti asâkiri
miralayları’ndan Çörçil namında biri bu tarafa gelmiş ve merasim-i hoşamedi ve
muamele-i dostî bade’l icra sureti memuriyeti lede’s-sual devletim tarafından Beyrut’ta
mukîm konsolosa emir vurûd itmiş olduğundan beni buraya memur itti… ”337
Necip Paşa böyle bir araştırmaya asla izin veremeyeceğini belirtti. Çünkü
Çörçil’in araştırmak ve rapor hazırlamak istediği konular Osmanlı Devleti’nin içişleri
ile ilgili konulardı. Çörçil; sürekli Vali’nin yanında bulunarak yaptığı işleri, bütün Şam
bölgesini dolaşarak bütün halk ile konuşup onların yönetim ve asayişten memnuniyet
durumunu, bölgedeki Osmanlı askerinin eğitim ve savaşa hazırlık durumunu izleyip bir
rapor halinde devletine bildirmek istemektedir. Ayrıca bütün bunlara gerçekleştirmek
için kendisine herhangi bir izin belgesi de verilmemiştir. “Şöyle ki, memuriyetimin
evvelkisi daima yanınızda bulunub vukubulacak mesaliha ve ikincisi, Şam havalisini
cümleten gezüb ahâlisiyle görüşüb konuşarak mamûriyyet-i bilâd ve asayiş-i ayar hâsıl
olub olmadığına kesb-i ittila itmek ve üçüncisi, bu tarafda bulunan asâkir-i muntazama-
ı şahânenin talim ve tallümlerini görüb… Sizin işbu memuriyetinizi mutazammın bir
emir gelmedikçe havali-i merkûmeyi gezmekliğinize hodbehod rıza viremem…”338
Mehmed Ali Paşa müttefik güçler karşısında yenilince Avrupa kamuoyuna
yaranmak ve Avrupa devletlerine şirin görünmek için Suriye ve Lübnan’daki dinî
azınlıklara bazı ayrıcalıklar tanınmasını oğlu İbrahim Paşa’ya emretmişti. Osmanlı
Devleti’nin temeline dinamit koymak manasına gelen bu şartları değiştirmemeleri
konusunda İbrahim Paşa bölge halkını şiddetle uyarmıştı. Hatta geri dönerek bunu ihlal
edenleri cezalandıracağı yönünde onları tehdit etmişti. Bölgede bulunan dinî azınlıklara
idarî, malî ve dinî hususlarda her türlü yardımın yapılmasını ve onlara zarar vermek
isteyenlerin şiddetle cezalandırılmasını istemişti. Bütün bunları dinî gurupların eşitliği
adına yapmıştı ama biliyoruz ki ezilen daima Müslümanlar olmuştu. Bununla ilgili
mektubunda Mehmed Ali Paşa oğlundan şunları istiyordu: “Beriyyetüşşam’da bulunan
Abdîlerin ehl-i İslama nisbetle namüsaid bir halde bulundukları mukarin-i sıhhat
olduğu halde mersumların ehl-i İslamla bir arada tutulması ve hukuk-ı sarihalarının
337
Defter4, s. 63- b. 338
Defter4, s. 63- b.
221
bila istisna halelden vikayesi ve ihtilaf-ı din ve mezheb cihetiyle eğerçi bizimkilerden
bazıları mersumlara su-i muamele göstermeleri iddiasında olunurlar ise şediden tedib
ve tekdirleri hususlarını lazım gelenlere emir ve tenbihe himmet…”339
Bölgedeki dinî azınlıkların Papaz ve Rahipleri aralarında hükmedebilecek liderleri
olarak ifade edilmektedir. Hukuki problemler mahkemeye intikal ederse, bunlar yabancı
devlet mensubu ise yanlarında konsolosların da bulunmasına müsaade edilmesi
isteniyordu. Bu durum birçok belgede gördüğümüz gibi yerli görevlilerin baskı altında
kalmasına neden olmaktaydı. Dinî azınlıklardan alınacak cizye konusunda kolaylık
gösterilmesi, ayrıca ibadet yeri, hastane vb. ihtiyacı var ise bunun yapılacağı arazinin
derhal temin edilmesi isteniyordu. Bütün bu konularda olabilecek güçlüklerin derhal
merkeze bildirilmesi emrediliyordu. “… Cizyenin mikdarı asla tebeddül olunmayub
tediyesi hususunda dahi her birilerinin ayrıca gidüb hazineye teslim itmeleri icab
itmeyeceği ve eğerçi mersumlar hastane ve külliye ve manastırlar bina ve inşasını ve
kabristan vaz ve tesisini murad eyledikleri halde ber-vechi hakkaniyet tayiniyle münasib
mikdar arazinin tahsis olunması… Ve bu babda bir gûne müşkilat mevcud olduğu halde
tarafımıza beyan ve işara mübaderet eylemeleri…”340
Müttefik devlet konsolosları Lübnan ve Kudüs civarının idaresi hakkında, vergi,
ileri gelenlerin bazılarına maaş bağlanması vb. konularda Osmanlı Devleti’nden bazı
isteklerde bulunmaktaydılar. Halka verilen ayrıcalıkların muhafaza edilerek hiçbir yeni
sorumluluk altına sokulmaması, halktan gücü oranında vergi istenmesi ve mal beyanı
zorlamasından vazgeçilmesi, Marunî patriği ve Emir Beşir gibi halkın sevdiği
kimselerin istekleri yerine getirilerek Fransızların gönlünün alınması, Hıristiyanlar
arasındaki sorunların giderilmesi için bölgeye bir Ferik gönderilmesi, Bölgedeki
tartışmalı dinî yerler meselesinin çözülmesi için her dinî guruptan birer temsilcinin
bölgeye gönderilip tartışmalı yerlerin tespit edilerek ortak bir çözüme ulaşılması, zarar
verilen yerlerin söz verilen tazminatlarının Selami Efendi’nin tuttuğu kayıtlara göre
ödenerek halkın mağduriyetinin giderilmesi isteniyordu. Bu yazıda da açıkça
gördüğümüz talepler daha sonra kutsal yerlerle ilgili çıkar savaşlarına çıkmasına yol
açacaktır. “Ve Kudüs-i şerif ile Nablus ve Cebel-i Halil nam mahallerin emir
muhafazasıyla mezahib-i muhtelife ashabından olan Hıristiyanları himaye ve siyanet
eylemek ve beynlerinde zuhura gelen münazaatı fasıl ve tesviye ile birbirlerinin
339
Defter4, s. 66- b. 340
Defter4, s. 66- b.
222
mesalihine müdahalelerini menetmek ve Kudüs-i şerifde ikamet itmek üzere bir Ferik
memur ve tayin buyrulması ve Ermeniler ile Latinler ve Rumlar beyninde cari olan
münazaat-ı muharebe bazı mahall-i mukaddesenin temellükü maddesine dair
olduğundani… ”341
Bölgedeki bir gözlemci, Amerika’dan Beyrut’a bazı kişilerin geldiğini bunların
halkın zihnini karıştırmaması için tedbirler alınması gerektiğini belirtmektedir. Bu
belgeye göre Amerikalılar bölgeye değişik yöntemlerle misyonerlik yapmak için
gelmişlerdir. Özellikle dağlı olanları Protestan mezhebine çekmek için değişik vaatlerle
kitap ve risaleler dağıtmaktadırlar. Halk bunları döverek kovmak istemişse de yönetim
buna müsaade etmemiştir. Bölge, duruma Amerika’nın da müdahale etmesiyle artık
bütün dış müdahalelere açık bir hâle gelmiştir. Mısır ordusunun çekilmesinden sonra
özellikle Lübnan ve Filistin tam olarak Osmanlı idaresi altına girmemiştir. Diyebiliriz
ki; dünyanın bütün sömürgeci güçleri gerek dinî sebeplerle gerek ekonomik sebeplerle
gerekse diğer sebeplerle Ortadoğu dediğimiz bu bölgeyi hiçbir zaman rahat
bırakmamışlardır. Bu devletler arasına Amerika XX. Yüzyılda katılmıştır ve durum
hâlen böyle devam etmektedir. Amerikalılar’ın bölgeye geldiğini belirten bu belgede
şunlar kaydedilmektedir: “… Amerika canibinden Beyrut’a bir takım kimesneler gelüb
meram-ı mefsedet itmemelerini tervic ve teshil zımnında bir müddet sizde ikamet birle
milel-i muhtelifeden cebelî mümkün olanları mevaid-i kazibe ve vesair enva-ı tediye
vasıtasıyla ittıba iderek kendü mezheblerine davet itmek ve bazen mücerred ibad
beynine ilgay-ı fiten ve fesad garzına mebni bir takım kütüb ve resail neşreylemek
misillü harekâta cüret itmekde olduklarından…”342
Daha önce de belirttiğimiz gibi Osmanlı Devleti, Mısır meselesinin çözümündeki
desteklerinden dolayı bütün müttefik devletlere birer teşekkür yazısı göndermiştir.
Aşağıda göstereceğimiz metinde İngiltere Kraliçesi Mısır meselesinin çözülmesinden
dolayı gönderilen teşekkür yazısından memnun olduğunu belirtip, ilişkilerin iyi bir
şekilde devamı için ilişkilerin artırılmasına kolaylık gösterilmesi ve Osmanlı idaresi
altındaki Hıristiyanlara hoşgörülü davranılmasını istemektedir. Böyle olması
durumunda Osmanlı’nın birlik ve refahı için uğraşmaya devam edeceğini
belirtmektedir. Özellikle Hıristiyanlara iyi davranılması durumunda bu ilişkilerin
artırılması için elinden geleni yapacağını ilave ederek Osmanlı-İngiliz ilişkileri ile ilgili
341
Defter4, s. 68- a, b. 342
Defter4, s. 69- a.
223
mektubunda şunları kaydetmektedir: “… Ve Avrupa’nın Hıristiyan devletleri tarafından
vâki olan hidemat cihetiyle teba-ı şahânelerinden olan Hıristiyan taifesi haklarında lutf
u himayet-i şahânelerini ricaya ibtidar iderim. Ve cenabı madilet-meab-ı
mülûkaneleriyle devletlerimiz beyninde geri olan münasebât-ı dostaneyi tervic ve
muhafazaya say ve gayret ideceğime zat-ı hazret-i şahânelerini temin iderim...”343
Mehmed Ali Paşa Mısır’ın şu anki durumu ile yıllık 80 bin kese vergi ödemekte
çok zorlanacağını belirtiyordu. Bunun üzerine uzun görüşmeler ve tartışmalar sonunda
Mısır’dan alınacak yıllık verginin 1841 yılı için 60 bin kese olarak belirlendiğine dâir
tezkerenin Mısır’a giden bir gemi ile gönderildiğisöylenmektedir. Bunun 80 bin keseden
60 bin keseye düşürülmesi de Mehmed Ali Paşayı pek memnun etmedi. 9
Cemaziyelahir 257 (28 Temmuz 1841) tarihli yıllık verginin düşürüldüğü ile ilgili
yazıda şöyle deniliyordu: “… Eyalet-i Mısrıyye virgüsinin 60 bin kise akçe olarak
tahsisi ve tesviyesine müsaade-i seniyye-i cenabı cihanbani şayan buyrulmuş olduğuna
dair ve sair işarâtının cevabını şamil atûfetlü Mehmed Ali Paşa hazretlerine
yazılacak...”344
Mehmed Ali Paşanın antlaşmayı kabul etmesi üzerine Suriyeli ve Lübnanlı
askerlerin memleketlerine iadesi problemi ortaya çıktı. Müttefik devletler, başta
İngiltere olmak üzere bunun için gemilerini Osmanlı hizmetine sunabileceklerini
belirttiler. İngiliz generali Napier, Mısır’daki Osmanlı askerlerini vatanlarına nakletmek
üzere devleti tarafından görevlendirildiğini bir yazı ile Osmanlı Devleti ve Mısır
tarafına bildirdi. Bununla ilgili Said Muhib Efendi’ye yazdığı yazıda şunları
söylemektedir: “Eyalet-i Mısrıyye’de kâin Devlet-i Aliyye ordusundaki
Beriyyetüşamlılar’ın sebillerini tahliye ittirmeğe ve alub vatanlarına götürmeğe
devletim tarafından memuren bu tarafa gelinmiş olduğu malum-ı âlileri buyrulmak ve
çünki memuriyet-i mezkure Devlet-i Aliyyenin menafiinde bulunmak münasebetiyle bu
babda muhlisleri ile istişare itmek arzular...”345
Mısır’da kalan askerlerin memleketlerine taşınmasıyla General Napier devleti
tarafından görevlendirildi. Napier bu taşıma işinin Avrupa gemileri tarafından
yapılmasının uygun olmayacağını belirtiyordu. Mehmed Ali Paşa bunların taşınması
için her türlü yardımı yapacağını ifade etti. Avrupalılar’ın gemileriyle değil kendi
343
Defter4, s. 74- a. 344
Defter4, s. 77- b. 345
Defter4, s. 78- b.
224
gemileri ile taşımak istiyor fakat bunun için Osmanlı Devleti tarafından ödenek
ayrılması gerektiğini belirtiyordu. Bu askerlerin asıl memleketlerine taşınıp başka
yerlere bırakılmamasını da istiyordu. Hâlbuki Mehmed Ali Paşa bu insanları değişik
gerekçelerle zorla Mısır’a götürmüştü. Bununla ilgili 12 Cemaziyelahir 257 (31
Temmuz 1841) tarihli belgede şunlar denilmektedir: “… Beriyyetüşam’a nakil ve
irsalleri hususuna ümeray-ı asakir-i nizamiyeden münasib birinin intihab ve tayin ve
İskenderiye’ye tesyiriyle asakir-i mezkurenin tamamca mahallerine naklettirilmesi ve
öyle bir memurun intihabıyla mikdar-ı kifaye harcırah ita olunmak üzere keyfiyetin
istizan olunması hususunun devletlü Serasker Paşa hazretlerine havalesi beynel huzzar
tensib ve tizkar olunmuş...”346
Osmanlı Devleti, Mehmed Ali Paşa tarafından değişik amaçlar için Suriye ve
Lübnan’dan Mısır’a asker olarak zorla götürülen halkın tekrar yerlerine iadesi için bir
tezkire yayınlayıp Osmanlı subayı da görevlendirdi. Nakil işini yapmak için General
Napier ile Mustafa Paşa beraberce tam yetkiyle bu görevin başına getirildiler. Ayrıca bu
iş için kullanmak üzere Mustafa Paşa’ya bir mikdar ödenek de ayrıldı Bu askerî kişilerin
anavatanlarına götürülmesi meselenin sonuçlanması açısından son derece önemliydi.
Bununla ilgili Tezkire’de şunlar zikredilmektedir: “Beriyyetüşam eyaletinin tahliyesi
hengâmında Mısır canibine gitmiş olan asakirin vatanlarına nakil ve isali zımnında
ümeray-ı asakir-i nizamiyeden birinin intihab ve tayini hususuna… Asakir-i Nizamiye-i
Şahâne miralaylarından mukaddemce memuren Sisam ve Girid taraflarında bulunarak
bu defa bil-avdet Dersaadete gelmiş olan saadetlü Mustafa Bey...”347
Suriye ve Lübnanlı olub savaş karmaşası içinde bir şekilde Mısır’a gelen 7910
asker Amiral Napier ve Mustafa Paşa refakatinde 14 gemi ile tekrar ülkelerine
götürülmüş ve bunun masrafı büyük ölçüde Osmanlı hazinesinden karşılanmıştır. Bu
kişiler Osmanlı Devleti tarafından memeleketlerine taşınırken hiçbir şekilde asker-sivil
veya savaşmış-savaşmamış şeklinde değerlendirmeye tabi tutulmamıştır.
“Beriyyetüşşam ahâlisinden olub mukaddemce hîn-i tahliyede canib-i Mısır’a
götürülmüş olan zabitân ve neferâtın mahallerine iade ve irsalleri zımnında asâkir-i
muntazama-ı şahâne miralaylarından Mustafa Bey bendeleri memur ve tayin buyrulmuş
346
Defter4, s. 78- a. 347
Defter4, s. 78- b.
225
olduğunu… Bu tarafda bulunan zabitân ve neferât ceman 7910 nefer olarak peyderpey
14 kıta sefineye irkâben memleketlerine firistade …”348
Daha önce de belirttiğimiz gibi Mısır’ın senelik vergisi 60 bin keseye
düşürülmüştü. Mısır senevî vergisinin 80 bin keseden 60 bin keseye düşürülmesinin
yeterli olmadığını belirtiyordu. Mehmed Ali Paşa senelik 60 bin kese akçe vergi
ödemesi durumunda ülkesinin düzen ve intizamının bozulacağını söylüyordu. Mısır’ın
vergi borcu hâlen 520 bin kese akçedir. Fransa başta olmak üzere Avrupa devletleri
kendi ürünleri için korumacılık uyguluyorlar ve Mısır ürünleri kendilerinkinden ucuz
olmasına rağmen halkı yerli ürün kullanmaya teşvik ediyorlardı. Ayrıca savaşlar ülkenin
ekonomik durumunu bozduğu için bu kadar vergiyi ödememiz ülkeyi ve halkı yıkıma
uğratır ve durumunu daha da zorlaştırırdı. “Babıâli’ye icmalen arz ve beyan ittiğim ve
senin dahi malumun oldığı vechile altmışbin kise akçe virgü maddesi Mısır’ın şimdiki
haline nisbetle takatten hariç olub tediyesini taahhüd itsem bile vakt ve zamanıyla ifa
olunamayacağından başka memleketin daha ziyade harabatına bâdi olacağı
müsellemdir. Eğerçi taklîl-i asâkir cihetiyle masarıf azalacağından senevî altmışbin kise
akçe tediyesi sehldir, harabiyeti mucib olmaz deyu evliyay-ı umûr hazerâtı söyler ise
hakikat-i hâl öyle değildir… ”349
Uzun süren Osmanlı-Mısır mücadelesi her iki tarafın ekonomik durumunu da çok
bozmuştu. Mısır, vergi miktarının azaltılmasını isterken bu durumu zımnen ifade
etmektedir. Eskiden askerin maaşı Mısır’da ödenir, harcaması Mısır’da olurdu. Şimdi
ise ödeme Mısır’da harcaması ise Mısır dışında olduğu için Mısır hazinesinden çıkan
para başka yerlerde harcanmaktaydı. Bundan dolayı Mısır hazinesinin geliri
düşmektedir. Avrupa kendi çiftçilerine verdiği destekle üretilen fazla ürünü bizim
topraklarımıza satmaktadır. Bu durum bizim gelirimizi daha da düşürmektedir. Bütün
bu durumlardan dolayı istenen vergiyi ödemek Mısır halkının durumunu çok
güçleştirecektir. “… Velhaletü hazihi 520 bin kise akçe borcumuz variken taklîl-i
mesarıf tasridiyesinden ne fark ve faide görülür? Ve 60 bin kise akçe senevî ita kılındığı
surette zaruri ârız olacak kudretsizlik mülabesesiyle hîn-i iktizada uğur-ı Saltanat-ı
seniyye’de ifasına dildar olduğumuz hidemat-ı celile acaba nasıl eda ve ifa kılınabilür?
Hüda bilür bir vechile tasavvur idemiyorum…”350
348
Defter4, s. 78- b. 349
Defter4, s. 82- a. 350
Defter4, s. 82- a.
226
Palmerston, Londra sefiri Şekib Efendi ile görüşerek Mısır meselesine hiçbir
şekilde Fransa’nın karıştırılmasının uygun olmayacağını düşündüğünü belirterek, geçen
olaylar Fransa’nın kesin bir Mısır taraftarı olduğunu göstermiştir diyordu. Fransa’da
hükümetler değişse de kamuoyu ve basının baskısı nedeniyle bu durum fazla
değişmemektedir. Bu durumu Paris sefaretine yazdığı bir mektubda Londra Sefiri şöyle
ifade ediyor: “Evvelki gün Lord Palmerston cenabları bendenizi nezdine celble vaki
olan ifadâtın hülasasında güya maslahat-ı Mısrıyye’de sulh üzere bitirmek muradıyla
Mehmed Ali Paşa’ya tesir-i nufûzı aşikâr olan Fransa Devleti eğer eyalet-i
Beriyyetüşşam tarafını Devlet-i Aliyye’ye kâmilen redd ü teslim ittirir ise cânib-i
Saltanat-ı Seniyye’den dahi eyalet-i Mısır’ın idare-i mütevarisesi yine muşarun-ileyhin
uhdesine ihale buyrulacağı vad olunarak… ”351
İngiltere Hariciye Nâzırı Palmerston kendi haberi olmadan Osmanlı Devleti ile
Fransa arasında bazı görüşmeler yapılmasından kuşkulanıyordu. Osmanlı Devleti’nin
Paris Elçisi ise böyle bir şeyin olmadığını sadece diğer müttefik elçiler ile beraber
Fransız Hariciyesine kendileri ile beraber hareket etmedikleri için üzüntülerini
bildirdiğini bunun dışında kuşkulanacak hiçbir girişimi olmadığını belirterek, Fransa’yı
ikna ve Mehmed Ali Paşa’yı savaşsız olarak aldığı yerleri bırakmaya teşvik için,
Mısır’ın idaresinin veraseten kendi yönetimine bırakıldığına dair bir fermanın
yayınlandığını belirtiyordu. Osmanlı yönetimi bu söylentilerin Osmanlı Devleti ile
müttefiklerinin arasını bozmak için çıkartılabileceğini düşündüğü için daha bunu
kaynağında kurutmak için bütün yolları denedi. “… İşte mesalih-i Mısrıyye’ye dair
Fransa Devleti’ne taraf-ı Devlet-i Aliyye’den bundan başka yalnız bu esnada değil
gerek muahede-i malûmenin inikadından evvel ve gerek sonra velhasıl belki Londra’dan
Deraliyye’ye avdetimden berü hiçbir surette bir şey ifadesi vaki olmamıştır. Ve Mısır’ın
veraseti kazıyyesi üzerine ne Fransa devleti kabinetosu tarafına ve ne burada olan
elçisine kat’a bir gûne mütalaa ve niyet izhar olunmamıştır…”352
Fransa Kralı, Mısır meselesinde diğer devletler gibi düşünmediğini gerekirse
bunun için savaşabileceğini belirterek kararlılığını göstermek istedi. Kral’a göre
Fransa’nın rahat ve emniyeti kadar şan ve şerefi de önemlidir. Bu nedenle Mehmed Ali
Paşa’ya verdiğimiz sözde sebatkârız ama iki tarafı da tatmin edecek bir çözüme karşı
çıkmayız diyordu. Fransa bunun için bütün Asya ve Avrupa devlet geleneklerini dikkate
351
Defter4, s. 99- b. 352
Defter4, s. 98- a, b.
227
alacaktır diyerek, devletler ailesi ile birlikte hareket için böyle bir yola tevessül
ettiklerine dikkat çekiyordu. Fransa da artık müttefik devletlere karşı koyamayacağını
anladı ve bu meseleyi mümkün olduğunca prestijini sarsmadan çözmeye çalıştı. Bu
meselenin çözümünde itibarlarının sarsılmasına asla müsaade etmeyeceğini gerekirse
savaşa bile girişebileceğini ifade ederek geri adım atmadığını göstermek istedi. “…
Vatanımın rahat ve emniyeti ne vechile kalbimde ise derece-i şanı ol vechile
kalbimdedir. On seneden berü semere-i hayriyyesini müşahede eylediğimiz bu politikay-
ı müslihâne ve mutedilânede ızhar-ı sebat ve metanet iderek Fransa’yı memalik-i
şarkıyye’de olan vukuat münasebetiyle vukua gelebilecek ahval ve keyfiyata mukabeleye
muktedir olacak bir hâle vaz eyledi …”353
İngiltere, Fransa Devleti’nin askerî olarak Mısır’a yardım edecek durumda
olmadığını düşünüyordu. Bunu yapabilmesi için müttefik devletlerle silahlı çatışmayı
göze alması gerekirdi. Sadece İngiltere’nin silahlı gücü denizde ve karada Fransa’dan
üstündü. Rusya’yı da buna eklediğiniz zaman güç farkı daha da açılmaktadır. Ayrıca
Fransada’ki Mısır destekçisi grup iktidardan düşmüştü. Bu nedenlerle Fransa’nın
meseleye Mısır lehinde müdahale edebileceği düşüncesi boştu ve diğer devletleri
korkutmak içindi. Bu konuda İngiltere şöyle düşünüyordu: “Fransa Devleti, Mehmed
Ali Paşaya silahla iane itmez ve itmeğe dahi muktedir olamaz. Zira iane idecek olduğu
halde Düvel-i Erbaa ile muharib olması lazım gelür… Ve Mösyö Tiers ile diğer
rüfekasının azl ve tebdilleri Mehmed Ali’yi muhafaza içün Fransa Devleti’nin ilan-ı
harb itmeyeceğine bir kefalet-i kaviyedir...”354
Bazı Osmanlı ve Batılı devlet adamlarından, Palmerston’un Londra Antlaşmas’ını
çiğneyerek Mehmed Ali Paşa ile anlaştığına dair söylentiler çıktı. Buna göre Lord
Palmerston: “Mehmed Ali Paşa Londra muahedesinin 6. ek maddesi gereğince itaatini
bildirip donanmayı iade ve Mısır dışındaki toprakları terk ederse Mısır veraseten
yönetimine bırakılacaktır” diyordu. Bunu yerine getirmemekte inad ederse bunu da
kaybedeceğini ona hissettirmek onun için manevi bir baskı unsuru olacaktır diye ilavede
de bulunuyordu. Bu durumu garanti etmek için bütün devlet elçileri İstanbul’da sürekli
girişimlerde bulunmaya devam etmektedirler. İstanbul’daki İngiliz elçisi Ponsonbi’ye
yazdığı bir yazıda bu durumu Palmerston şöyle dile getirmektedir: “… Londra
muahedesine zam ve ilave olunan sened-i münferidin 6. bendinde münderic ahd ve şart
353
Defter4, s. 100- a. 354
Defter4, s. 100- b.
228
iktizasınca Mehmed Ali Paşa bila tehir taraf-ı şahâneye ızhar-ı itaat ve inkıyad ile
Donanmay-ı hümayunu iadeye razı olduğu ve kendü askerini bilcümle memalik-i
Berrüşam ve Adana ve Konya ve arazi-i mukaddeseden geri çekdiği halde eyalet-i
Mısrın kendü uhdesinde ibkası… 355
Mısır Fermanı’na ek olarak Osmanlı Maliye Nezareti, Mısır’ın vergi durumu ile
ilgili geniş bir düzenleme hazırladı. Maliye Nâzırlığı, hangi mallardan, nerede ve ne
miktarda vergi alınacağını belirledi. Vergiler, eğer mal Mısır’a gidiyorsa çıktığı,
Mısır’dan geliyorsa geldiği yerdeki gümrüklerde alınsın ki, Mısır’ın vergi geliri düşsün
diye düşünüldü. Böylece Mısır’ın ekonomik olarak imkânları azaltılarak bir daha
Osmanlı Devleti’ne karşı isyan etmesi engellenmek istendi. İstanbul’a gelen malların
gümrük vergisinin çıktığı yerde alınarak belgesinin verildiği bu durumun Osmanlı vergi
gelirlerinin düşmesine neden olduğu belirtilerek derhal bundan vazgeçilmesi istendi.
Sadece yabancı devletlere giden malların vergisinin çıktığı yerlerde alınarak
belgelerinin merkeze gönderilmesinini uygun olacağı belirtildi. Ayrıca İstanbul’un vergi
gelirlerini artırmak için de bazı tedbirler alınmıştır. Burada ifade edilen ihraç ve ithal
vergilerinde yabancı devletlerle mütekabiliyet ilkesinin gözetildiği görülmektedir. Daha
önce de belirttiğimiz gibi, yabancı devletler kendi vatandaşlarını korumak için çeşitli
tedbirler almaktadırlar. “… Eyalet-i Mısır’ın o makûle müstesna bulunan mahallerden
maada sair gümrük olmayan her bir mahalleyle Diyar-ı Ecnebiyye’ye gidecek emtia ve
eşyasından alınacak oniki kuruş amediye ve reftiye gümrük rusumâtı kadimi ve Diyar-ı
Ecnebiye takımından alınan yüzde üç kuruşun dört ve sairenin birbuçuk katından daha
ziyade olmasından dolayı …”356
Mısır’ın Osmanlı Devleti ile antlaşma sürecine girmesi donanmayı Mısır’a
götüren Ahmed Fevzi Paşa’nın da aklını başına getirdi. Ahmed Fevzi Paşa, affedilmek
ve istediği eşleri ile hacca gittikten sonra tekrar Osmanlı’ya dönmek için izin isteyen bir
şukka yazdı. Bu şukka Osmanlı devlet adamları tarafından değerlendirilip istediği eşleri
ile hacca gitmesinin uygun olduğu fakat Şerif’in tavassutu ile affedilip Hicaz’da
kalmasının uygun olmayacağını belirtildi. Şerif’in çeşitli nedenlerle Mehmed Ali
Paşa’yı desteklediğini bundan dolayı tavassuta ehil bir kişi olmadığını da ilave ettiler.
İhanetinin bedeli olarak manevi cezalandırmasının devamı için Mısır’da kalmaya devam
etmesinin uygun olacağı söylendi. “Mısır canibinde bulunan Ahmed Paşa’nın bir kıta
355
Defter4, s. 100- a, b. 356
Defter4, s. 104- a, b, 105- a.
229
şukkasıyla istiday-ı afv-ı âli’yi şamil mahud Osman Bey’in şukkası manzûr-ı âli-i
şahâne buyrulmak üzere irsal-i suy-i müşirîleri kılındı… Mısır’da ikametle mücazat-ı
maneviyelerine intizarda kalmaları münasib mütalaa olunmuş ve irade-i seniyye-i
cenabı Padişahî dahi bu merkezde bulunmuş… 357
Ahmed Fevzi Paşa Mısır’a gittikten sonra ona maaş bağlandığı ve ev tahsis
edildiğine dair bir belge de elimizde bulunmaktadır. Burada onun Mehmed Ali Paşa’dan
aldığı rüşvetler açıkça görülmekte ve affedilmesine dair Şukkasının temelsizliği ortaya
çıkmaktadır. Bu belgeye göre Ahmed Fevzi Paşa’ya senelik 2500 kese maaş ve ayrıca
1200 kese değerinde bir arazi ile ikameti için çok güzel bahçesi olan bir konak tahsis
edilmiştir. Bütün bunlar Ahmed Fevzi Paşa ile Mehmed Ali Paşa arasında donanmayı
Mısır’a getirmesi için gizli görüşmeler yapıldığını göstermektedir. Mehmed Ali Paşa,
Osmanlı Devleti’nin son derece kritik bir süreçten geçtiği 1839 yılında, bu durumun
Osmanlı devlet adamlarını iyice umutsuzluğa düşürerek kendi amaçlarını
gerçekleştirmeye uygun ortamı hazırlayacağını düşünmüş olmalıdır. Bundan dolayı
birçok vaatlerle Ahmed Fevzi Paşa’nın böyle bir yola tevessül etmesini temin etmiştir.
Bununla ilgili belgede şunlar kaydedilmektedir: “… Mehmed Ali Paşa tarafından firari
Ahmed Paşa’ya bu defa 2500 kise maaş-ı senevî tahsis olunmuş ve maaşı mezkûrdan
başka olarak 1200 kise kıymetlü Eyalet-i Mısrıyye’de kâin arazi-i mamûre ita ve temlik
kılınmış ve ikametine mahsus olmak üzere 4 kıta bağçel-i bir bab-ı cesîm ve âlâ konak
dahi virilmişdir.”358
Padişah yayınladığı bir fermanla, Mehmed Ali Paşa’dan yönetimine bırakılan
yerlerle ilgili bazı taleplerde bulundu. Bu talepler şunlardı:
A- Sana verdiğim yerlerin toprak, gelir, gider ve diğer kayıt defterlerini her yıl
göndereceksin,
B- Yönetimin altındaki yerlerden kadın ve erkekleri zorla kesinlikle hizmetine
almayacaksın,
C- İnsanları hadımlaştırmaya son vereceksin.
Bilindiği gibi Osmanlı Devleti’nin hadım ihtiyacının çoğu Sudan ve Mısır’dan
karşılanıyordu. Sultan Abdülmecid bu tür uygulamaların kendisinin insan haklarına
saygısına ve adaletine yakışmayacağını düşünmektedir. Bundan dolayı hadımlaştırma
gibi yaratılışa yakışmayan bir uygulamanın kaldırılmasını istemektedir. Bu tür hukuk ve
357
Defter4, s. 105- b. 358
Defter4, s. 108- b.
230
insanlığa yakışmayan bir ameliyatın bundan böyle kesinlikle yasaklandığını bu
fermanıyla ifade etmiştir. Bir fermanla, artık hiçbir şekilde açıklanamayacak ve geçmiş
yüzyılda kalan hadımlaştırma işlemine son verilmiştir. Bununla ilgili Padişah’ın ifadesi
aynen şöyledir: “ Bazılarının sebeb-i tenasül-i benî adem olan bazı azalarının tenkisi
madde-i gayr-ı makbûlesi ez-her cihet mugayir-i rızay-ı madilet-irtizayı mülûkânem
olduğundan velhasıl bu misillü harekât-ı şedide ibtiday-ı culûs-ı hümayunumdan berü
ilan ve iltizam olunan usûl-i hakkaniyet ve insaniyete münafi bulunduğundan fima-bad
bu hususların şediden ve katian men ve ilgası…”359
D- Genel bir af çıkarıldı. Daha önce isteyerek veya istemeyerek Osmanlı
Devleti’ne karşı düşmanca faaliyetler içinde bulunan bütün vatandaşlar affedildi.
Donanmayla gelen veya Mısır’a kaçan Osmanlı askerlerinin hepsini affetti,
memleketlerine dönebilirlerdi. Burada görevli olan zabitler tekrar eski görevlerine iade
edilecektir. Bunun için bunların bulunduğu rütbelerin tarafımıza gönderilmesi uygun
olur denilerek kapsamlı bir barış projesine gidiliyordu. Fermandaki ifade şöyledir:
“Donanmay-ı hümayun-ı şahânemle ol tarafa gitmiş olan eşhâs-ı malûmeden bazı ol
canibde bulunan zabitân ve neferât-ı askeriyye ve memûrîn-i saire cümleten ve bila
istisna mazhar-ı afv-ı cemil-i padişahânem olmuş olduklarından… Kolağası
rütbesinden yukarı nasb olunarak zabitân’ın icray-ı memûriyetleri taraf-ı Devlet-i
Aliyyem’den istizan-ı mevkûf ise de, elyevm bulunanlar rütbe-i varidelerinde ibka
olunacak olub fakat ibkalarına dair iktiza iden evamir-i seniyyem isdar ve tisyar
olunmak …”360
Özetlemeye çalıştığımız Mısır’la ilgili bu fermanda modern devletin birçok
özelliği dikkat çekmektedir. Şayet Osmanlı Devleti bir asır geçmeden değişik etkenlerin
tesiri ile yıkılmasaydı XX. Yüzyılda nasıl bir devlet olacaktı sorusunun ipuçlarını bu
fermanda bulabiliriz. Osmanlı devlet hoşgörüsü, kendisiyle savaşan birisine sığınanları
bile cezalandırmayıp onlardan tekrar faydalanmaya çalışmaktadır. Esasında Osmanlı
Devleti’nin kısa sürede bir cihan devletine dönüşüp beş asırdan fazla üç kıtada
hükmetmesinin sırrını burada aramak gerekir. Diyebiliriz ki, Tanzimat Fermanı ile
sağlanan hürriyetler bu fermanla Mısır için bir daha özetlenmiş oluyordu. “Sen ki;
Vezir-i muşarun-ileyhsin. Sen ki; diğer Ferman-ı âlişanımda beyan olunduğu vechile
bazı şerayıt ve hudud-ı malûmesi ile Eyalet-i Mısrıyye’de maattevarüs ibka ve takririn
359
Defter4, s. 108- b. 360
Defter4, s. 108- b.
231
hususuna irade-i seniyye-i mülûkânem müteallık ve sezaver buyrulmuş olduğundan
Nubi ve Darfur ve Kurdufan ve Sinar eyaletlerinin dâhi cem-i müştemilatıyla yani
hudud-ı Mısrıyye’den hariç kâffe-i levahıklar bila-tevarüs uhdene tevcih…”361
Aşağıda kaydedeceğimiz layıhada Mısır’la ilgili takib edilecek vergi toplama ve
dağıtma yollarından bahsedilmektedir. 1839 yılında Mısır’da kara birlikleri için 120 bin,
deniz birlikleri için 60 bin, gemi inşası için 15500, mühimmat için 14 bin, sipariş olunan
eşya için 15 bin ve gizli masraflar için 16 bin kese olmak üzere toplam 240.500 kese
akçe harcandığı belirtilerek, bu masrafların kısılmasının Mısır için daha faydalı olacağı
ifade edilmektedir. Savaş bittiği için askerliği biten bu kişilerin tarıma kaydırılmasının
birçok yönden yararları olacağı da söylenmektedir. Vergi miktarının Mehmed Ali
Paşa’nın istediği gibi düşürülmesi Osmanlı Devleti’ne zarar verirken, Mısır’ın aşırı
zenginleşmesine ve daha önce de görüldüğü gibi Mehmed Ali Paşa’nın yeniden
hayallere kapılmasına neden olabilirdi. Bir devletin vergi miktarını belirlemesi, bunları
nasıl toplayacağını tespit etmesi ve bunları kayda geçmesi devlet olmasının gereğidir.
Bütün bunlar devletin refah ve güvenliğini direkt etkileyen konulardır. Şimdiye kadar
olan uygulamalar Osmanlı Devleti’ni zevale götürürken Tanzimat Fermanı buna bir dur
demiştir. Öyleyse Tanzimat ilkeleri Mısır’da da aynen uygulanmalıdır. Kaldı ki, Mısır
sadece kendi vergisini toplamamakta aynı zamanda geçiş noktası olduğu için Sudan ve
diğer bölge ülkelerin gümrük vergisinden de aslan payını almaktadır. Vergi konusunun
bütün boyutları ve kesin sınırlarla belirlenmesinin faydalı olacağını yoksa Mehmed Ali
Paşa’nın çeşitli bahanelerle bunun değiştirilmesini aracılar vasıtasıyla isteyebileceğini
belirten bu layiha kısaca şöyledir:
“ Ve Mısır’ın hâsılat-ı arziyyesi mürekkeb olub Nil suyu derece-i kifayeden dûn
olarak taşdığı halde kaht-ı azim olmak ve mahsulât kesret üzere husul bulmak adet
olduğundan bir nakit virgü, bir hadd-i mahsus ile tahsil olunmakda bulunmuş ise de
ahali-i nehir Nil taşmadığı vakitlerde tediye-i virgüden aciz oldukları ve bayağı bir şey
virmeyeceklerini ilan itmişlerdir… Ve bu babda Mehmed Ali tarafından kendü
haklarında vukua gelen muamelat-ı icbariyye cümlenin kendü arazilerini terk ile
kararlarını mucib olmuşdur. Gelelim tenzil-i fiyat-ı meskûkâta. Mehmed Ali’nin 1811
yılından berü virgüyi nasıl ita eylediği 12 bin kise akçe ol vakit 2 milyon 400 bin nefer
florine mukabil iken şimdi ise 600 bin florinle muadil değildir.Devlet-i Aliyye’de kendü
361
Defter4, s. 108- b.
232
lehinde tavassut ittirüb bu tenzilata destres olabilür… Ve Mehmed Ali neferat-ı askeriye
ve bahriyesini yerlerine iade eylediği halde bunlar ziraat ve hırasetle meşgul
olacaklarından hâsılat-ı arziyyesi gereği gibi kesb-i tezayüd idecektir…”362
362
Defter4, s. 110- a, b, 111- a.
233
SONUÇ
Asya, Avrupa ve Afrika’nın en stratejik noktalarından önemli bir kısmını elinde
tutan Osmanlı Devleti XIX. yüzyılın sonlarında bütün sorunlarına rağmen dünyanın
birkaç süper devletinden birisiydi. İdaresi altındaki toprakların yüzölçümünde önemli
değişiklikler olurken farklı din ve ırklardan insanları refah ve mutluluk içinde yaşatma
gücünden fazla bir şey kaybetmemişti. Ama 1789 Fransız İhtilali ile yeni bir ivme
kazanan eşitlik, özgürlük ve milliyetçilik akımları nedeniyle, onun üç jeopolitik
ayrıcalığını ifade eden; din, milliyet ve coğrafyası artık gelecek yüzyıllardaki kaderini
belirleyecekti. Yeniçağ’ın sonları ile Yakınçağ’ın başlarında birçok yönden Osmanlı
Devleti’ne üstünlük sağlamış olmaları ve Osmanlı Devleti’nin eski haşmetinden
uzaklaşması, Batılı devletlerin kendi menfaatleri doğrultusunda Osmanlı coğrafyasına
yönelmelerine neden olmuştu. Bu sömürgeci bakış açısı nedeniyle, Osmanlı devlet ve
toplumu bütün boyutları ile büyük sıkıntılar içine düşmüştü. Bu tutum “Şark Meselesi”
olarak daha sonra dünya siyasi literatüründeki yerini almıştır. Aslında Osmanlı
Devleti’nin parçalanması fikri olarak kabul edilen bu deyim; Asya, Avrupa ve Afrika
üçgeninde o dönemde Osmanlı-Avrupa ilişkilerine verilen genel bir ad olarak
düşünülmelidir. Şark meselesi tabirini, Osmanlı Devleti’nin parçalanması fikrinden
ziyade, sömürgeci devletlerin bölgeyi sömürgeleştirmek için kullandıkları coğrafi bir
jargon olarak anlamak daha doğru olur. Çünkü “Şark Meselesi” deyimi Osmanlı
Devleti’nin yıkılması ile bitmemiş ve hâlen devam etmektedir.
“Şark Meselesi” siyasi bir kavram olarak ilk defa 1815 Viyana Kongresi’nde
kullanılmıştır. Bundan dolayı Avrupa tarafından genelde doğu, özelde Osmanlı
Devleti’nin yaşadığı bölgedeki her problem böyle isimlendirilmiştir. 1774 Küçük
Kaynarca Antlaşması’ndan itibaren birçok Avrupa Devleti, Osmanlı Devleti’nin bütün
işlerine müdahale etme hak ve selahiyetini kendilerinde görmeye başlamışlardır.
Bundan dolayı, olaylara bağlı olarak Avrupa’da değişik dönemlerde farklı güç
dengelerinin ortaya çıktığı görülmüştür. Bir meselede ittifak yapıp dost olan devletlerin
başka bir meselede kanlı bıçaklı oldukları çok görülmüştür. Tabiatıyla bu durum, başta
Avrupa olmak üzere birçok yerde menfaat savaşlarının çıkmasına neden olmuştur.
Osmanlı Devleti, Avrupa devletlerinin güçlenmesi ile tek başına ayakta kalamayacağını
anlayınca, daha uzun süre yaşamak için devletler arasında denge politikası izlemeye
234
başlamıştır. Osmanlı Devleti’nin güçlü olduğu zamanlarda ticarî alanda görülen
ilişkiler, devletin güçten düşmesiyle daha ziyade nüfuz mücadelesi şeklinde ortaya
çıkmıştır.
Osmanlı Devleti güçlü olduğu dönemlerde Avrupa devletlerinin ne yaptıkları ile
pek fazla ilgilenmemiştir. Osmanlı Devleti’nin ilk diplomatik ilişki kurduğu devlet
Fransa olmuştur. Bu ilişkiler daha ziyade Kanunî’nin I. Fransuva’ya yazdığı mektubda
görüldüğü gibi bir koruyan- korunan ilişkisi şeklinde gerçekleşmiştir. 1525 yılında
kurulan ilişkiler 1536 yılında müttefik devlet olarak desteklenme ihtiyacından dolayı
verilen kapitülasyonlarla stratejik bir çıkar ilişkisine dönüşmüştür. 1740 yılından
itibaren sürekli hâle gelen bu ticarî ilişki, Fransız gemilerine tanınan ticarî ayrıcalıklar
nedeniyle diğer Avrupa devletlerine karşı bir üstünlük vesilesi olmuştur. Osmanlı-
İngiliz münasebetleri 1578 yılında Osmanlı Devleti’nden ticaret yapma izni almalarıyla
başlayıp daha sonra kazanılan ticarî ayrıcalıklarla devam etti. Osmanlı-Avusturya
ilişkileri sürekli çatışmalar nedeniyle uzun süre düşmanca devam etse de Karlofça
Antlaşması’ndan sonra ticarî boyut da kazanmıştır. Avusturya-Macaristan
İmparatorluğu’nun bu antlaşmayla kazandığı Osmanlı Devleti sınırları içindeki
Katolikleri koruma hakkı, daha sonra pek çok zararlı gelişmelere neden olacak olan bu
tür adımların ilki olmuştur. Osmanlı-Rus ilişkileri de oldukça eski dönemlere
dayanmaktadır. İlişkiler Moskova Knezi’nin 1497 yılında Kırım Hanlığı vasıtasıyla
İstanbul’a bir elçi göndermesiyle başlamıştır. Resmî devlet politikası hâline getirilen
sıcak denizlere inme politikası ilişkilerin dostça gelişmesini uzun süre engellemiştir.
Rus Çarlığı’nın 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile kazandığı Rus savaş gemilerinin
Karadeniz ve Akdeniz’de serbestçe dolaşma hakkı diğer büyük Avrupa devletlerini her
zaman rahatsız etmiştir. Osmanlı-Prusya ilişkileri milli birliğini tamamlayamadığı için
daha ziyade Avusturya-Macaristan İmparatorluğu üzerinden gerçekleşmiştir. Yeniçeri
ocağının kaldırılmasından sonra yeni ordunun kurulması ve eğitilmesi sürecinde daha
ziyade Prusyalı subaylar kullanıldığı için kendilerine sempati ile bakılmıştır.
Osmanlı Devleti’nin döneminin büyük devletleri ile karşılıklı çıkarlar
doğrultusunda kurduğu ticarî ilişkiler devletin güçten düşmesi ile birer baskı aracı
haline dönüşmüştür. Devletler ticarî ayrıcalıklarını kaybetmemek ve daha da
genişletmek için bütün yolları denemişlerdir. Osmanlı Devleti’nin idare ettiği geniş
topraklar yeraltı ve yerüstü kaynakları bakımından zengin ve ulaşım yönünden stratejik
235
bir noktada olduğu için birçok yıkıcı çıkar savaşları görülmüştür. İngiltere ve Fransa
elde ettikleri siyasî ve ticarî ayrıcalıklar için, Rusya ve Avusturya’yı birer rakip olarak
görmüşler ve onlara karşı değişik yöntemlerle mücadele etmişlerdir. Bunun için,
menfaatleri nedeniyle bütün bu devletler zaman zaman Osmanlı Devleti’nin yanında
veya karşısında bulunmuşlardır. Burada incelenen belgeler ışığında Avusturya Başvekili
Prens Matternih’e ayrı bir parantez açmak gerekir. İncelenen bütün belgelerde
Matternih, daima Osmanlı Devleti’nin iyiliğini isteyen ve kendisine güvenilip sempati
beslenen bir devlet adamı olarak görülmektedir. Matternih’in de kendi devleti ile
Osmanlı Devleti’nin kaderini bir görmenin ötesinde bir sempatiyle Osmanlı Devleti’ne
yaklaştığı görülmektedir. Kesin delillere ulaşamadık ama Osmanlı Devleti’ne bu derece
sempati duyan Matternih ile Türkler arasında Macaristan ve ataları Hunlar vasıtasıyla
bir bağ olabilir diye düşünmekteyiz.
Mısır meselesi, Osmanlı Devleti’nin durumu düzeltmek için yaptığı birçok
reformu sonuçsuz bırakmıştır. Yapılan reformların çoğunda Avrupa desteği sağlamak
amacıyla verilen tavizler ve şekilcilik dikkat çekmektedir. II. Mahmud’un ilk dönemi ile
Mısır meselesinin önplana çıktığı dönemdeki reformları karşılaştırmak bu durumu
görmek için yeterlidir. Mısır meselesi öncesinde, özellikle 1826 yılında Yeniçeri
ocağının kaldırılması sürecinde askerî, adlî, idarî, hukukî, ekonomik, eğitim vb.
alanlarda köklü reformlar yapılırken, meselenin hayati hâle gelmesi ile bu alanlardaki
reformların çoğu uygulanamamıştır. Bu durum, devlet yönetiminde karmaşa doğurmuş
ve birçok yerde karışıklıklar ortaya çıkmıştır. Osmanlı Devleti’ndeki azınlıkların
haklarını korumak için Avrupa devletlerinde birçok gazete yayınlanmaya başlamış ve
Mehmed Ali Paşa da değişik yöntemlerle bundan faydalanmıştır. Osmanlı Devleti buna
mukabele için 1831’de ilk resmi gazete Takvim-i Vekayi’yi kurmuş fakat Mısır
meselesi sürecinde bu alana fazla önem veremediği için meydan dış destekli azınlıkların
çıkardığı gazetelere kalmıştır. Bundan dolayı Osmanlı Devleti, Mısır meselesinde
haklılığını anlatabilecek bir kamuoyu oluşturmada zorlanmıştır. II. Mahmud, bütün dini
azınlıklara çağın getirdiği yeni hakları vermeye çalışırken dış baskılar ve Mısır meselesi
bunu imkânsız hâle getirmiş böylece gidilmek zorunda kalınan merkezîleşme yeni
problemler ortaya çıkarmıştır. Bundan dolayı, başta liberal ve özgürlükçü yapıda olan
reformlar, muhafazakâr ve merkeziyetçi bir şekle bürünmeye başlamıştır. Batılı
devletler, Mısır meselesine kadar Osmanlı Devleti’ni paylaşmak için planlar yaparken,
236
Mehmed Ali Paşa devleti parçalayabilecek hâle gelince, Fransa hariç hepsi değişik
nedenlerden dolayı onu yaşatmak için ellerinden geleni yapmışlardır. Mısır meselesi
sürecinde diplomasi önemli roller oynamıştır. Osmanlı Devleti’nin çıkarlarını
Avrupa’da koruması gereken Osmanlı diplomatları, Batı’nın çıkarlarını da Osmanlı
Devleti’nde koruyarak bir yerlere gelmeye çalışmışlardır. Avrupa’ya gönderilen
diplomat ve öğrenciler Mısır’ın Osmanlı Devleti’ne üstünlük sağlamasının sırrını Batılı
teknik ve uzmanlarda görmüşler ve bunu aynen Osmanlı Devleti’ne uyarlamaya
çalışmışlardır. Mısır karşısında düşülen durum ve bunun Batılı uzmanlarca Osmanlı’nın
maneviyatçılığı ile ilişkilendirilmesi, Osmanlı aydınları arasında nihilist ve pozitivist
düşüncenin yayılmasına neden oldu. Böylece reformların yönü bilim ve teknolojiden,
moda ve sanata kaydı. Mora isyanının bastırılması ve Hicaz olaylarının çözülmesi için
yapacağı hizmetlerden dolayı bir Eyalet Valisi’ne verilen sözler, diğer valileri de daha
talepkar hâle getirdi. Bu durum Osmanlı Devleti’nin iç barışını zedeleyerek devlete olan
bağlılığı yıprattı. Kısacası, Mısır meselesi çok karışık sorunların ortaya çıkmasına neden
oldu.
12 Aralık 1832 tarihinde Osmanlı askeri kuvvetlerinin Konya yakınlarında Mısır
ordusuna yenilmesi ile İstanbul kendi Valisi tarafından işgal edilme tehlikesi ile başbaşa
kalmıştır. Bunun üzerine Avrupa devletlerinden yardım isteyen II. Mahmud bu isteğinin
cevapsız kalması üzerine istemeden de olsa tarihi düşmanı Rusya’nın yardım teklifini
kabul etmiştir. Mısır tehlikesini savuşturmanın başka çaresi kalmadığını düşünerek
böyle bir uygulamaya gitmiştir. Rusya, Osmanlı Devleti’nin her an bundan
vazgeçeceğini düşünerek daima bir tedirginlik içinde bulunmuştur. Mehmed Ali
Paşa’nın İskenderiye’deki Rus konsolosuna: “Osmanlı Devleti bizi halledince sıra size
gelecektir” sözü bu tedirginliklerini daha da artırmıştır. Rusya’nın bu yardım teklifi ve
bunun karşılığında Osmanlı Devleti ile imzalamayı başardığı Hünkâr İskelesi
Antlaşması İngiltere ve Fransa başta olmak üzere büyük Avrupa devletlerinin meseleye
direkt müdahil olmalarına yol açmıştır. Nihayet bütün devletlerin çıkarlarının uzlaştığı
noktada Mısır ordusunun daha fazla ilerlemesi engellenmiştir. 14 Mayıs 1833’te
Kütahya’da imzalanan antlaşma ile meselenin birinci aşaması kapanmıştır ama
tamamen halledilememiştir.
Avrupa’nın iki liberal ülkesi İngiltere ve Fransa bütün dünyayı sömürgeci emelleri
için paylaşmış ve birbirinin çıkar alanına müdahale etmeme yönünde zımnen bir karar
237
almışlardı. Avrupa’nın sömürgeci devletlerinin nufuz alanlarının aradan yüzyıllar geçip
sömürgecilik bitse de pek değişmediği tarihî örneklerden anlaşılmaktadır. Bundan
dolayı değişik dönemlerede değişik amaçlarla aralarında farklı ittifaklara gitseler de bu
‘kırmızı çizgi’ diyebileceğimiz sınırlar hiç değişmemiştir. Fakat dönemin dünyadaki
gelişmelerine bakınca bu ittifakın uzun süre devam etmesi mümkün görünmüyordu.
Çünkü iki devletin ticarî çıkarları her yerde çatışmaktaydı. 1839- 1840 yıllarında Mısır
meselesindeki farklı tutumları nedeniyle bu ittifak iyiden iyiye düşmanlığa dönüşmeye
başladı. Avusturya Başvekili Matternih, bu durumun kendi çakarlarına da zarar
verebileceğini ve sonunda bütün Avrupa’yı saran bir savaşa neden olabileceğini görerek
meseleyi diplomatik olarak halletmek için devreye girdi. Devletler arasındaki
görüşmeler daha savaş devam ederken, Mayıs 1839’da Viyana’da başladı. Matternih
dört büyük devletin elçisi ile uzun süre Viyana’da görüştü. Rıfat Paşa bu görüşmeleri
bütün detayları ile İstanbul’a gönderdiği mektuplarda anlatır. Bunun sonucunda beş
devlet elçisi meselenin çözüleceğine dair her iki tarafa da nota verdi. Rusya, Avusturya
ile çıkarları çatıştığı için barış görüşmelerinin merkezinin Viyana olmasını istemedi.
İngiltere de görüşme merkezinin Viyana olmasını sakıncalı gördü. Bunun üzerine
görüşmeler Londra’ya taşındı. İngiltere Dışişleri Bakanı Palmerston ve tam yetkili Rus
temsilci Brunof, Matternih’in de desteği ile Mehmed Ali Paşa’yı durdurup Osmanlı
Devleti’nin birliğini koruyacak bir yol bulmak için uğraşıyorlardı. Prusya’nın da bu
devletlerin yanında yeralması ile Fransa tek başına kaldı. Böylece Fransa dışındaki
devletler uzun süre yaptıkları görüşmeler sonucunda 15 Temmuz 1840 tarihinde bir
metin üzerinde anlaşarak I. Londra Antlaşmasını imzaladılar.
24 Haziran 1839’da Mısır kuvvetlerinin, Osmanlı kuvvetlerini Nizip’te
yenmesiyle mesele yeniden alevlendi. Bunun üzerine Rusya, Hünkâr İskelesi
Antlaşmasının kendisine tanıdığı hakkı kullanarak hemen harekete geçince diğer
devletler meselenin istemedikleri noktalara gidebileceğini anlayarak Osmanlı Devleti ve
Mehmed Ali Paşa’ya verdikleri nota ile yerlerinde kalmalarını ve kendilerine
danışmadan bir harekete girişmemelerini istediler. 27 Temmuz 1839 tarihinde verilen
bu nota ile mesele bütün Avrupa’nın ortak problemi haline gelmiştir. 15 Temmuz 1840
tarihinde imzalanan I. Londra Antlaşması ile Mısır meslesi, 13 Temmuz 1841 tarihinde
imzalanan II. Londra Antlaşması ile Boğazlar meselesi halledilerek bu sorun büyük
ölçüde çözülmüştür.
238
Bir tarafdan Osmanlı Devleti’ni derinden etkileyen bu siyasî ve askerî olaylar
yaşanırken, diğer tarafdan reform hareketleri ve devleti reorganize etme çalışmaları hızlı
bir şekilde sürdürülüyordu. Bu reformlar idarî olduğu kadar sosyal boyutlar da
taşıyordu. Bu reformların yapılmasında; Mısır ve Boğazlar meselesinin Osmanlı lehine
halledilmesi, Osmanlı Devleti’nin liberal devletler arasına sokularak Batı kamuoyunun
desteğinin sağlanması ve yeni bir dönüm noktasına gelen dünyaya ayak uydurma
gayretleri etkili olmuştur. Fakat yapılan bu reformlar, Avrupa devletlerinin ve dinî
azınlıkların kendi menfaatleri doğrultusunda yararlanmak istemeleri nedeniyle
Müslüman halk tarafından pek benimsenmemiştir. Bu yıllarda Avrupa’da da önemli
değişiklikler olmuştur. 1830–1845 yılları arasındaki devrim niteliğindeki olaylar
Avrupa’da kanlı çatışmaların çıkmasına neden olmuştur. Bütün bu nedenlerle, belgeler
ışığında Osmanlı- Mısır ilişkileri ve Düvel-i Muazzama’nın müdahalesi boyutuyla
incelediğimiz 1840’lı yılların, dünyanın yeniden kurulup sınırların yeniden belirlendiği
ve kartların yeniden karıldığı bir dönem olduğunu ifade edebiliriz. Bundan dolayı
belirtilen dönemde sadece Osmanlı Devleti’nde değil dünyanın başka yerlerinde de
Paradigmatik değişiklikler görülmektedir.
İncelenen belgelerde birçok ilginç detaylar dikkat çekmektedir. Bunlardan
bazılarını şöyle özetleyebiliriz:
1- Bazı belgelerde Mısır hanedanı Osmanlı Devletine Arupa’nın lüks ve şatafatını
ihraç etmekle itham edilmektedir. Bu durum Ahmet Cevdet Paşa tarafından Osmanlı
Devleti’nin borçlanmısının bir nedeni olarak görülmektedir. Ayrıca bundan sorumlu
tutulan Mısırlı prens ve prenseslerin İstanbul’da barındırılmaması istenmektedir.
2- Mehmed Ali Paşa barış tekliflerine karşı Avrupa’nın müdahalesine kadar gayet
sert bir tutum takınırken bundan sonra tutumunu yumşatmıştır. Aynı zamanda Osmanlı
Devleti, Akka yenilgisine kadar meselenin barış yoluyla çözüleceğini düşünürken bu
yenilgiden sonra tutumunu değiştirmiştir. Mehmed Ali Paşa, Avrupa müdahalesinden
sonra Osmanlı Devleti’nden daha önce lobi faaliyetleri ve kamuoyu oluşturmanın
önemini kavrayarak birçok batılı gazeteci ve politikacıyı parayla satın almıştır. Osmanlı
Devleti ise aynı yolu izlemesi yönündeki teklifleri devlet felsefesine uymayacağı
gerekçesi ile reddetmiştir.363
363
Defter2, s. 33- b, 34- a.
239
3- Osmanlı Devleti bütün zorluklara ve başıbozukluklara rağmen hac yollarının
güvenliğini ve sürre alaylarının gönderilmesini ısrarla takip etmiştir. Ayrıca kıtlık
dönemlerinde bile Mısır’dan kutsal topraklara hububat gönderilmesinin ihmal
edilmemesini özellikle Valiler’den istemiştir. Bölgede bulunan Valileri’ne bu konulara
dikkat göstermelerini sıklıkla gönderdiği yazılarla tembih etmiştir. Osmanlı Devleti hac
yollarının güvenliği, hacıların gıda ve barınma ihtiyacının sağlanması, sürre alaylarının
gönderilmesi, Mekke ve Medine’nin korunması gibi dinî hizmetleri temel varlık nedeni
olarak görmüştür.364
4- Osmanlı Devleti, Mısır ile yaşadığı bütün savaş ve problemlere rağmen 1840
Martına kadar bu ülkenin özellikle gemi yapımı için kullandığı kereste ihracatını
yasaklamamıştır. Yasakladığı zaman da kereste alınmak için ödenen paraların geri
iadesini istemiştir. Bunu ya ihmali nedeni ile yapmış veya kutsal beldelerin hububat
ihtiyacının sağlanamayacağı gibi bir gerekçeden dolayı geciktirmiştir.365
5- Mehmed Ali Paşa- Hüsrev Paşa mücadelesinin nedeni olarak, Osmanlı
Devleti’ni hangisinin ailesinin yöneteceği yolundaki rekabet önemli bir neden olarak
görülmektedir. Osmanlı hanedanından başkasının esamesinin okunmadığı bir
imparatorluk için bu önemli bir yeniliktir. Tanzimat döneminden itibaren devleti
merkezileştirme çabalarının bu gibi mücadelelere neden olduğu görülmektedir.366
6- Mehmed Ali Paşa, Londra Antlaşması’nı kabul etmezken, Avrupa devletlerinin
bu konuda ittifak sağlayamayacaklarına güveniyordu. Fransa bu konudu kendisini
sonuna kadar destekleyeceği konusunda Paşa’ya gerekli garantiyi vermiş olmalıdır.
Mısır’ın modernleşmesinde kilit rolü oynayan Fransızlar böylece Osmanlı Devleti’ndeki
çıkarlarını korumak istiyorlardı. Bunu kendisine Fransızların çıtlattığı, kendisiyle
görüşen Rus konsolos tarafından ifade edilmektedir.367
7- Osmanlı Devleti’nin Gayr-i Müslimleri ne kadar sağlam bağlarla kendisine
bağladığını gösteren bir örnek incelediğimiz belgeler arasında bulunmaktadır. Birçok
ulus devletin milliyetçilik akımları nedeniyle çatırdadığı bir dönemde böyle bir örneğin
bulunması gerçekten önemlidir. Osmanlı Devleti’nin Yunan elçisi olan Kostaki
Musurus Paşa, bölgede Müslüman halka ve Mısır’dan topraklarına dönen kişilere
364
Defter2, s. 90- a, b. 365
Defter3, s. 67- b. 366
Defter3, s. 87- a, 88- b. 367
Defter3, s. 93- b.
240
Yunanlılar tarafından eziyet ve haksızlık yapıldığından şikâyet ediyor. İstanbul’daki
Rumlar her yönden rahat içinde yaşarken Yunanistan’da bulunan Müslüman halka
sürekli eziyetler yapılmaktadır. Buna karşı sessiz kalınmamalıdır. İşte “Osmanlı Barışı”
dediğimiz durumun en güzel örneklerinden biri. Bir Yunan asıllı Ortodoks, kendi
dininden olanların Müslüman halka yaptıklarından şikâyetçi oluyor.368
8- Suriye ve Lübnan’daki dini azınlıklara, Mısır birliklerine karşı Osmanlı
Devleti’ne yardım edilirse kendileri ile ilgili birçok düzenleme yapılacağı ile ilgil sözler
verilmişti. Tanzimat’la Gayr-i Müslimlere tanınan birçok ayrıcalığın bu sözden dolayı
sağlandığı söylenebilir. Girid isyanının birçok belgede görüleceği gibi, bu yönde bir
kanıt ve korkutma aracı olarak Avrupa devletleri tarafından kullanıldığı
görülmektedir.369
9- Aşağı yukarı bütün Avrupa devletleri Osmanlı sınırları içinde bulunan
dindaşlarının haklarına azami dikkat gösterilmesini istiyorlardı. Osmanlı’daki Gayr-i
Müslimler daha önce böyle bir ihtiyaç görmezken en ufak bir meselelerinde Avrupa
devletlerine müracaat ediyorlardı. Bu durum daha sonra Osmanlı Devleti’nin yıkılışına
kadar devam edecek olan azınlıklar ve dinî yerler meselesinin çıkmasına neden
olacaktır. Bunda yabancı görevlilerin etkisi olduğu görülmektedir.370
10- Suriye ve Lübnan’da birçok Avrupalı ajanın cirit attığı görülmektedir.
Bunlardan Wood adında bir İngiliz görevli belgelerde en fazla ismi geçen yabancı
kimsedir. 1839- 1841 yılları arasında Suriye ve Lübnan ile ilgili merkeze yazdığı
yazılarla bölgenin durumuna en iyi ayna tutan kişidir. İngiltere’nin İstanbul elçisi
Ponsonbi’ye gönderdiği yazılarla bölgede yapılması ve yapılmaması gereken
uygulamalar ile ilgili gerçekçi değerlendirmelerde bulunmuştur. Baza Vali ve
görevlilerin rüşvet aldığı, yabancıların dinî azınlıkları çıkarları doğrultusunda
kullandığı, Marunî ve Dürzîlerin arasının hiç iyi olmadığı vb. konuları onun
yazılarından birinci ağızdan öğreniyoruz.371
11- Londra Antlaşması’ndan sonra özellikle İngilizler, Suriye ve Lübnan’da sanki
kendi topraklarıymış gibi hareket etme eğilimindeler. İstediklerine vatandaşlık belgesi
verip, istediklerine ticarî temsilcilik hakkı vererek ayrıcalık kazandırıyorlardı. Bunlar ve
368
Defter4, s. 35- a. 369
Defter4, s. 52- b, 53- a. 370
Defter4, s. 56- a. 371
Defter4, s. 61- a.
241
Gayr-i Müslimler bir suç işlediklerinde çeşitli bahanelerle Osmanlı idaresine iade etmek
istemiyorlardı. Valiler’e emirler verme küstahlığında bulunma cesaretini bile
gösterebiliyorlardı.372
12- Amerikalılar’ın 1841 yılında Mısır meselesi bittikten sonra misyonerlik
amacıyla Lübnan’a geldikleri görülüyor. Başta Lübnan olmak üzere bütün Ortadoğu’da
halkı Protestanlaştırmak için her yöntemi kullanıyorlar. Halka İncil ve bunu kabul
edenlere para vererek halkı kendi dinlerine çekmeye çalışıyorlar. Halk değişik
bölgelerde bunlardan rahatsız olup darbetmek istiyor fakat yönetim buna müsaade
etmiyor. Ayrıca halkı misyonerlik faaliyetinden korumak için bazı yazışmalar yapılsa da
dönemin karmaşası içinde pek başarı sağlanamıyor. Bu faaliyetler daha sonra
Üniversiteler açılarak desteklenecektir.373
13- Avrupa ülkeleri sıkı bir merkantalizm uygulamaktadırlar. Kendi pazarlarını
yabancı mallara karşı korumak için ihracat ve ithalatı sıkı bir kontrol altında
tutmaktadırlar. Pahalı bile olsa kendi vatandaşlarının ürettiği malları alarak
vatandaşlarını korumaktadırlar. Bu yüzden Osmanlı Devleti ürettiği malları satmakta ve
ihtiyaç duyduğu bazı ürünleri almakta sıkıntı çekmektedir.374
14- Osmanlı Devleti, daha önce Mısır’da Osmanlı sarayının hadım ihtiyacını
karşılamak için yapılan hadımlaştırma işlemini bu dönemde artık kesinlikle
yasaklamıştır. Bunda, saray sistemindeki değişmeler nedeniyle hadımlara olan ihtiyacın
azalması ve bu işleme duyulan tepkinin etkili olduğu açıktır. Sultan Abdülmecid, bu
uygulamanın hukuk, adalet ve insan haklarına kesinlikle uymadığını düşünmektedir.
Hatta bununla ilgil bir ferman bile yayınlanmıştır.375
15- Dönemimizde olduğu gibi o dönemin Batılı yöneticileri de Osmanlı Devleti
aleyhindeki bazı uygulamaları basın ve kamuoyunun baskısı ile yapmak zorunda
kaldıklarını ifade ediyorlar. Fransa Başbakanı Tiers bu durumu açıkça ifade ediyor ve
şöyle diyor: “Gazeteler vasıtasıyla Fransızlar Mehmed Ali’nin mahbubu olup Mösyö
Tiers çaresiz za’m-ı âmmeye tabi olacağından sizlere öyle görünmüşdür, yohsa
hakikaten Mehmed Ali’ye sahabet ve iane değildir…” Yönetimlerin manevra alanı
372
Defter4, s. 62- b, 63- a. 373
Defter4, s. 69- a. 374
Defter4, s. 82- a. 375
Defter4, s. 108- a.
242
olarak kullandıkları bu kamuoyu baskısı bahanesi hâlen Türkiye’ye karşı
kullanılmaktadır.376
16- Mehmed Ali Paşa’nın kendi ülkesinde ve Avrupa’da kendi taraftarı bir basın
ve kamuoyu oluşturmak gerektiğini bizden çok önce kavradığını görüyoruz. Basına
ödediği paralar yardımı ile bunu başarmış ve bu durum birçok kez Osmanlı Devleti’nin
önüne engel olarak çıkmıştır. Türk miletinin tarihi eksikliği olan “tarih yapıp tarih
yazamamak” yani kendini anlatamamak hastalığı basının ortaya çıkması ile daha fazla
sırıtmıştır. Bugün bile yaşadığımız Ermeni meselesi, Kıbrıs meselesi ve Ortadoğu’daki
kötü imajımız bu durumun birer yansımasıdır.377
17- Doğu Akdeniz’deki Osmanlı-Müttefik donamasının başına İngiliz Amiral
Walker getiriliyor. Bu durum Osmanlı Devletinin, İngiltere’ye ne kadar güvendiğini ve
ne derecede teslim olduğunu göstermektedir. Bu sırada Osmanlı donamasında ve kara
birliklerinde birçok İngiliz ve Alman subay bulunduğu da gözden uzak
tutulmamalıdır.378
Belgeler ışığında ortaya koymaya çalıştığımız gibi Mısır meselesi ve onun çözüm
süreci Osmanlı Devleti için bir dönüm noktası olmuştur. Mısır meselesi çözüldüğünde
artık Osmanlı Devleti büyük devletlerin kuklası haline gelmiş ve neredeyse hiçbir
konuda bağımsız hareket edemez duruma düşmüştür. Mısır meselesi Osmanlı Devleti
üzerinde etkisi daha sonra da görülecek olan 5 önemli tesirde bulunmuştur.
Birincisi; tarihinde ilk defa olarak Osmanlı Devleti bir Valisi’nin isyanın
bastırmak için dış yardıma başvurmuştur.
İkincisi; Mısır meselesi dolayısı ile II. Mahmud’un merkezileşme çalışmaları
sekteye uğramış ve bu meseleyi çözmek için zorunluluktan yapılan reformlar halkın
hoşnutsuzluğuna neden olmuştur.
Üçüncüsü; bütün tarihimiz boyunca olduğu gibi devletin bu gibi problemleri
çözmek için uzun süreli bir planı olmadığı ortaya çıkmıştır.
Dördüncüsü; Mısır meselesi devletin ne kadar güçsüz olduğunu ortaya çıkardığı
için başta Şark meselesi olmak üzere Osmanlı Devleti’nin bütün iç meseleleri dış
376
Defter3, s. 125- a. 377
Defter3, s. 125- b. 378
Defter2, s. 81- b, 82- a.
243
müdahaleye açık hâle gelmiştir. Bundan dolayı kendini güçlü hisseden bütün Avrupa
devletleri kendilerinde Osmanlı Devleti’ne müdahaleyi doğal bir hakmış gibi görmeye
başlamışlardır.
Beşincisi; Mısır meselesinin uluslar arası hale gelmesi, Osmanlı Devleti’nin bu
meseleyi çözmek için büyük devletlere birçok ekonomik, siyasî, dinî vb. tavizler
vermesine yol açmıştır. Böylece Osmanlı Devleti herhangi bir meselesini kendisi dış
destek olmadan çözemeyecek duruma düşmüştür. Bu durum devletin yıkılışına kadar
devam etmiştir.
244
KAYNAKÇA
TEMEL KAYNAK
Mısır Mesalihine Dâir İrâdât-ı Seniyye, İlk 4 Defter, T.T.K. Kütüphanesi, Ankara.
KAYNAKLAR
ABDURRAHMAN ŞEREF, Tarih Musahabeleri, İstanbul, 1920.
AHMED CEVDET PAŞA, Maruzat, Yusuf Halaçoğlu Neşri, İstanbul, 1980.
AHMED CEVDET PAŞA, Tezakir I. II. III. Cavit Baysun Neşri, Ankara, 1963.
AHMED LÜTFİ EFENDİ, Tarih-i Lütfi, c. 6-7, İstanbul, 1910.
AHMED MUHTAR PAŞA, Türkiye- Rusya Seferi, c. II, Ankara, 1928.
AKBAL, Fazıla, “1831 Tarihinde Osmanlı İmparatorluğunda İdâri Taksimat ve
Nüfus”, Belleten, S. XV, Ankara, 1951.
AKŞİN, Sina, “1839’da Osmanlı Ülkesinde İdeolojik Ortam ve Osmanlı
Devletinin Uluslararası Durumu”, Mustafa Reşid Paşa ve Dönemi Semineri, Ankara,
13- 14 Mart 1985, Ankara, 1994.
AKYILDIZ, Ali, Osmanlı Bürokrasisi ve Modernleşme, İstanbul, 2006.
ALİ FUAD, “Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa”, TTEM, XIX/96, İstanbul, 1928.
ALTUNDAĞ, Şinasi, Kavalalı Mehmet Ali Paşa İsyanı, Mısır Meselesi 1831-
1841, Ankara, 1945.
ALTUNDAĞ, Şinasi, “Mehmet Ali Paşa”, İslâm Ansiklopedisi, c. VII, İst., 1957.
ALTUNDAĞ, Şinasi, “İbrahim Paşa”, İslâm Ansiklopedisi, c. V, İstanbul, 1957.
AYALON, D., “Mamlük”, Encyclopaedia of Islam, Second Edition, Leiden, 1978.
BAİLEY, Frank Edgar, “Palmerston ve Osmanlı Reformu 1834- 1839”, Çev.
Yasemin Avcı, Tanzimat’ın 150. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu, Ankara, 31
Ekim- 3 Kasım 1989, Ankara, 1994.
BAYKARA, Tuncer, ”Mustafa Reşid Paşa’nın Medeniyet Anlayışı”, Mustafa
Reşid Paşa ve Dönemi Semineri, Ankara, 13- 14 Mart 1985, Ankara, 1994.
BAYSUN, Cavit, “Mustafa Reşit Paşa” Tanzimat I, İstanbul, 1940.
245
BİLGEN, Bahar, “Mısır’da bir Sosyal Devrim Hikâyesi; Urabi Hareketi”, Journal
of Historical Studies, İstanbul, 2006.
BİLSEL, Cemil, “Tanzimat’ın Haricî Siyaseti”, Tanzimat I, İstanbul, 1940.
CANNİNG, Stratford, Türkiye Hatıraları, Terc. Can Yücel, Ankara, 1959.
CİHAN, Ahmet, Reform Çağında Osmanlı İlmiyye Sınıfı, İstanbul, 2004.
CLARK,G.N., BUTLER, J.R., BURY, J., The Cambridge Modern History, Vol.
X.
ÇADIRCI, Musa, ”Tanzimat’ın Uygulanması ve Karşılaşılan Güçlükler, (1840-
1856)”, Mustafa Reşid Paşa ve Dönemi Semineri, 13- 14 Mart 1985, Ankara, 1994.
ÇAĞATAY, Neşet, ”Tanzimat ve Türk Eğitimi”, Mustafa Reşid Paşa ve Dönemi
Semineri, 13- 14 Mart 1985, Ankara, 1994.
ÇAKIR, Coşkun, “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Osmanlı İktisat Düşüncesi”,
Osmanlı Medeniyeti, Eylül, 2005.
DAĞLI, Yücel, ÜÇER, Cumhure, Tarih Çevirme Kılavuzu, Ankara, 1997.
DARYAL, Ali Murat, İslamın Doğuş ve İlk Yayılışının Psiko-Sosyal Açıdan
Tahlili, İstanbul, 1989.
DUKAKİNZÂDE, Feridun, Nezip, 1831- 1840 Seferi, İstanbul, 1931.
ENGELHARD, Türkiye ve Tanzimat, Terc. Ali Reşad, İstanbul, 1910.
ERGİN, Osman, Nuri, Türkiye Maarif Tarihi, c. II, İstanbul, 1940.
ERKİN, F. C., Türk-Sovyet İlişkileri ve Boğazlar Meselesi, Ankara, 1968.
GENCER, Ali İhsan, “1839’dan 1876’ya Kadar Osmanlı İmparatorluğu”,
Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, Red. Hakkı Dursun Yıdız, İst., 1998
GENCER, Ali İhsan, ”Encümen-i Dâniş ve Mustafa Reşid Paşa”, Mustafa Reşid
Paşa ve Dönemi Semineri, 13- 14 Mart 1985, Ankara, 1994.
GORYANOF, Sergey, Rus Arşiv Belgelerine Göre Boğazlar ve Şark Meselesi,
Haz. Dr. Ali Ahmetbeyoğlu, Dr. İshak Keskin, İstanbul, 2006.
246
GÖYÜNÇ, Nejat, ”Tanzimat’a Yöneltilen Eleştiriler”, Mustafa Reşid Paşa ve
Dönemi Semineri, 13- 14 Mart 1985, Ankara, 1994.
HALAÇOĞLU, Yusuf, ”Maruzat ve Tezakir’de Mustafa Reşid Paşa ve Tanzimat
Erkânı”, Mustafa Reşid Paşa ve Dönemi Semineri, 13- 14 Mart 1985, Ankara, 1994.
HEYET, Osmanlıca- Türkçe Büyük Lügat, İstanbul, 1997.
İNALCIK, Halil, “Hüsrev Paşa”, İslâm Ansiklopedisi, c. 5, İstanbul, 1950.
KAPLAN, Mehmed, ”Mustafa Reşid Paşa ve Yeni Aydın Tipi”, Mustafa Reşid
Paşa ve Dönemi Semineri, 13- 14 Mart 1985, Ankara, 1994.
KARAL, E. Z., Osmanlı Tarihi, c. V, Ankara, 2007.
KARAL, E. Z, Tanzimattan önce Garplılaşma Hareketleri, Tanzimat, İst., 1940.
KAYNAR, Reşat, Mustafa Reşit Paşa ve Tanzimat, Ankara, 1954.
KOLOĞLU, Orhan, İlk Gazete İlk Polemik (Vekayi-i Mısrıyye’nin Öyküsü ve
Takvim-i Vekayi ile Tartışması), Ankara, 1989.
KODAMAN, Bayram, “Mustafa Reşid Paşa’nın Paris Sefirlikleri Esnasında
Takip Ettiği Genel Politikası”, Mustafa Reşid Paşa ve Dönemi Semineri, Ankara, 13- 14
Mart 1985, Ankara, 1994.
KUHN, Thomas S., Bilimsel Devrimlerin Yapısı, çev. Nilüfer Kuyaş, İst., 1991.
KURAN, Ercümend, “Reşid Paşa”, İslâm Ansiklopedisi, cilt. 11, İstanbul, 1964.
KURAT, A., Nimet, Türkiye ve Rusya, XVIII. Yüzyıl Sonundan Kurtuluş
Savaşına Kadar Türk- Rus ilişkileri, 1798- 1919, Ankara, 1970.
KURŞUN, Zekeriya, “Osmanlı-Arap Coğrafyası ve Uluslararası Çekişmeler.”
Osmanlı Medeniyeti, İstanbul 2005.
KUTLUOĞLU, Muhammed H., “1833 Kütahya Antlaşma’sının Yeni Bir
Değerlendirmesi”, Osmanlı Araştırmaları, XVII, İstanbul, 1997.
KUTLUOĞLU, Muhammed H., “Mehmed Ali Paşa’nın Suriye Seferi Öncesi Bu
Bölgeye Yönelik Politikası ve Bu Seferin Geri Planını Oluşturan Unsurlar”, Tarih
Enstitüsü Dergisi, XIV, İstanbul, 1997.
247
KUTLUOĞLU, Muhammed H., The Egyptian Question (1831- 1841) The
Expansionist Policy Of Mehmed Ali Paşa In Syria And Asia Minor And The Reaction
Of The Sublime Porte, İstanbul, 1998.
KÜÇÜK, Cevdet, ”Osmanlı İmparatorluğu’nda Millet Sistemi ve Tanzimat”,
Mustafa Reşid Paşa ve Dönemi Semineri, 13- 14 Mart 1985, Ankara, 1994.
KÜTÜKOĞLU, Mübahat, Osmanlı-İngiliz İktisâdî Münâsebetleri(1580- 1838),
Ankara, 1974.
LEWIS, Bernard, Modern Türkiye’nin Doğuşu, terc. Metin Kıratlı, Ankara, 1970.
McCARTHY, Justin, Osmanlı’ya Veda, Çev. Mehmet Tuncel, İstanbul, 2006.
MUMCU, Ahmet,”Hukukçu Gözüyle Mustafa Reşid Paşa ve Tanzimat” Mustafa
Reşid Paşa ve Dönemi Semineri, 13- 14 Mart 1985, Ankara, 1994.
MUSTAFA NURİ PAŞA, Netayic ül-Vukuât, Kurumları ve Örgütleriyle Osmanlı
Tarihi, III- IV. Cilt, sadeleştiren, notlar ve açıklamalar ekleyen Prof. Dr. Neşet Çağatay,
Ankara, 1992.
ORHONLU, Cengiz, “Kethuda”, Encyclopaedia of Islam, Second Edition, c. IV,
Leiden, 1978.
ORTAYLI, İlber, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul, 2006.
OSMANLI MEDENİYETİ TARİHİ, Editör, Ekmeleddin İhsanoğlu, İstanbul, 1999.
ÖNSOY, Rifat,”Tanzimat Döneminde İktisadi Düşüncenin Teşekkülü”, Mustafa
Reşid Paşa ve Dönemi Semineri, 13- 14 Mart 1985, Ankara, 1994.
ÖZCAN, Abdülkadir, “Cevad Paşa”, T. D. V İslam Ansiklopedisi, c. VII, İst.,
1993.
ÖZTUNA, Yılmaz, Büyük Osmanlı Tarihi, c. V, İstanbul, 1994.
ÖZTUNA, Yılmaz, Osmanlı Devleti Tarihi- 1, İstanbul, 2004.
PAKALIN, M.Z., Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, c. III, İst., 2004.
RODERİC, H. Davison, Osmanlı Türk Tarihi (1774- 1923), Çev. MehmetMoralı,
İst., 2004.
248
SEYİTDANOĞLU, Mehmet, Tanzimat Devrinde Meclis-i Valâ (1838- 1868),
Ankara, 1994.
SHAW, S. J. - E. K. SHAW, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, Çev.
Mehmet Harmancı, İstanbul, 2006.
SİNAPLI, A. N., Mehmet Namık Paşa, İstanbul, 1987.
SONYEL, Salahi R., “Tanzimat ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Gayr-i Müslim
Uyrukları Üzerindeki Etkileri”, Tanzimat’ın 150. Yıldönümü Uluslararası
Sempozyumu, Ankara, 31 Ekim- 3 Kasım 1989, Ankara, 1994.
TANPINAR, A. H., “Akif Paşa”, İslâm Ansiklopedisi, c. I, İstanbul, 1950.
Tanzimatın 150. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu, Ankara, 1994.
TENGİRŞENK, Y. K., “Tanzimat Devrinde Osmanlı Devletinin Haricî Ticaret
Siyaseti”, Tanzimat I, İstanbul, 1940.
TÜKİN, Cemal, Osmanlı İmparatorluğu Devrinde Boğazlar Meselesi, İst., 1947.
UÇAROL, Rıfat, “ Küçük Kaynarca Antlaşmasından 1839’a Kadar Osmanlı
İmparatorluğu”, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, Red. Hakkı Dursun Yıldız,
İst., 1998
UNAT, F. R., Osmanlı Sefirleri ve Sefaretnâmeleri, Ankara, 1968.
UNAT, F. R., Hicrî Tarihleri Milâdî Tarihe Çevirme Kılavuzu, Ankara, 1988.
UZUNÇARŞILI, İ.Hakkı, Osmanlı Tarihi, c. 2- 4, Ankara, 1973.
ÜÇYİĞİT, Ekrem, “Akdeniz Medeniyetleri Tarihinde Tanzimat”, Tanzimat’ın
150. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu, Ankara, 31 Ekim- 3 Kasım 1989, Ankara,
1994.
ÜNAL, Sevim, “1838- 1841 yılları arasında Türk-İngiliz Politik İlişkileri”, VIII.
Tarih Kongresi, Ankara, 11- 15 Ekim 1976, Ankara, 1983.
ÜNAL, Sevim, “Tanzimat Döneminde Dış Politika”, Tanzimat’ın 150. Yıldönümü
Uluslararası Sempozyumu, Ankara, 31 Ekim- 3 Kasım 1989, Ankara, 1994.
VON BİSMARK, Otto, Düşünceler ve Hatıralar, Çev. Nijat Akipek, İst., 1991.