16

Paristeki Es

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Heminway ve karısı Hadley Richardson'ın Paris'teki yaşamları.

Citation preview

Page 1: Paristeki Es
Page 2: Paristeki Es

_

2

Page 3: Paristeki Es

3

Paula McLain

Paris’teki Eş

Türkçesi:Leyla İsmier Özcengiz

Page 4: Paristeki Es

PARIS’TEKI EŞ_Paula Mclain

4

Paris’teki eş / Paula McLainÖzgün adý: The Paris Wife

© Paula McLain, 2011İlk olarak ABD’de, Random House, Inc., New York içinde, The Random House Publishing Group’a bağlı Ballantine Books tarafından yayınlanmıştır.

Türkçe yayýn haklarý © Remzi Kitabevi, 2012Yayýn haklarý, Kayı Telif Hakları Ajansýaracýlýðýyla satýn alýnmýþtýr.

Her hakkı saklıdır. Bu yapıtın aynen ya da özet olarak hiçbir bölümü, telif hakkı sahibininyazılı izni alınmadan kullanılamaz.

Editör: Yankı EnkiKapak tasarımı: Anna BauerKapak fotoğrafı: Kurt Hutton / Getty Images

ısbn 978-975-14-1503-5

birinci basım: Nisan 2012

Kitabın basımı 3000 adet olarak yapılmıştır.

Remzi Kitabevi A.Ş., Akmerkez E3-14, 34337 Etiler-İstanbulTel (212) 282 2080 Faks (212) 282 2090www.remzi.com.tr [email protected]

Baskı ve cilt: Remzi Kitabevi A.Ş. basım tesisleri100. Yıl Matbaacılar Sitesi, 196, Bağcılar-İstanbul

Page 5: Paristeki Es

5

Önemli olan, Fransa’nın sana ne verdiği değil, senden neyi almadığıydı.

GERTRUDE STEIN

Tek bir gerçek yoktur. Hepsi gerçektir.ERNEST HEMINGWAY

Page 6: Paristeki Es

PARIS’TEKI EŞ_Paula Mclain

6

Page 7: Paristeki Es

7BAŞLARKEN

Ç ok arayıp durdum ama sonunda Paris’in derdine bir çare olmadığını kabullenmek zorunda kaldım. Biraz da savaş

yüzündendi bu. Dünya bir kez kıyameti yaşamıştı ve aynısı her an tekrarlanabilirdi. Herkes olamaz derken savaş patlayıp hepi-mizi altüst etmişti. Kaç kişinin öldüğünü bilen yoktu, ama sa-yıları duyduğunuzda –yok dokuz milyon, yok on dört milyon– Daha neler, diye düşünüyordunuz. Paris hortlak ve canlı cena-ze kaynıyordu. İçlerinden asla söküp atamayacakları bir boşluk-la, savaşa tanıklıklarının parçacıklarını dizkapaklarının arka-sında taşıyarak Rouen’e ya da İllinois’un Oak Park banliyösüne dönen çok kişi vardı. Sedyelerde ceset taşımışlar, bunu yapmak için başka cesetleri çiğnemek zorunda kalmışlardı. Hatta kendi-leri de sinek kaynayan ağır aksak trenlerde, ‘memleketteki sev-gilime söyleyin, beni unutmasın’ diyen dalgalı bir ses eşliğinde, sedyelerde taşınmışlardı.

Artık bildik anlamda sılaya dönüş yoktu ve bu da Paris’in bir parçasıydı. Neye mal olursa olsun içmenin, yanlış insanlar-la konuşup öpüşmenin önünü alamıyorduk. Kimimiz ölmüşle-rin yüzlerini görmüştü ve onlarla ilgili herhangi bir şeyi hatırla-mamaya çalışıyordu. Ernest de bunlardan biriydi. Savaşta bir an ölümü tattığını sık sık anlatırdı; ruhu ipek bir mendil gibi be-deninden süzülüp çıkmış, havada göğsünün üstünde durmuş, sonra da çağrılmadan geri dönmüştü. ‘Acaba onun için yazmak, ruhunun yerinde olup olmadığını öğrenmenin bir yolu mudur?’

Page 8: Paristeki Es

PARIS’TEKI EŞ_Paula Mclain

8

diye merak ettiğim çok olurdu. Başkalarına olmasa da kendine, nelere tanıklık ettiğini, ne korkunç duygulara kapıldığını ama her şeye karşın yaşadığını anlatmanın bir yolu… Ölmüş olmak-la birlikte artık cansız olmadığını söylemenin bir yolu.

Paris deyince en hoşuma giden şeylerden biri, ayrıldıktan sonra oraya geri dönmüş olmamızdı. 1923’te Toronto’ya gitmiş, orada oğlumuz Bumby’i kollarımıza almıştık. Döndüğümüzde her şey yerli yerinde olmakla birlikte daha artmıştı sanki. Paris pis ve muhteşemdi. Etraf fare, atkestanesi tomurcukları ve şi-ir kaynıyordu. Bebekle birlikte ihtiyaçlarımız ikiye katlan-mış gibiydi ama elimize geçen azalmıştı. Pound’un yardımıy-la, Lüksemburg Bahçeleri yakınında, kıvrılan daracık bir sokak-ta, beyaz kâgir bir binanın ikinci katında bir daire bulmuştuk. Evde sıcak su, küvet ve elektrik yoktu. Ne var ki biz daha beter yerlerde de yaşamıştık. Hem de bu yakın zaman önceydi. Avluya bakan bıçkıhaneden sabah yediden akşamüstü beşe kadar dur-maksızın vızıltılar yükseliyordu. Ortalıkta hep taze kesilmiş ke-reste kokusu vardı. Talaş tozu pencere pervazlarından, kapı ka-salarından içeri sızıyor, giysilerimizin içine işleyip bizi öksürtü-yordu. Evde, üst kattaki küçük odadan Ernest’in Corona mar-ka daktilosunun düzenli tıkırtısı duyuluyordu. Hikâye yazıyor-du. Daima yazacak bir hikâyesi ya da denemesi olurdu ama bu arada yazın başlamış olduğu, Pamplona’daki şenliği anlatan ye-ni bir roman üstünde de çalışıyordu.

O sıralar yazdıklarını okumuyordum ama duygularına gü-veniyor, günlük temposunu beğeniyordum. Sabahları erkenden uyanır ve giyinir sonra odasına gider ve günlük çalışmasına baş-lardı. Eğer orada ilham gelmemişse, defterlerini, uçları sipsiv-ri açılmış kurşun kalemlerini toparlar, en sevdiği mermer ma-sada bir kafe krem içmek için Closerie des Lilas’a yürürdü. Ben de Bumby ile baş başa kahvaltı ettikten sonra giyinip ya yürüyü-şe çıkar, ya da arkadaşlarımla buluşurdum. Akşamüstü eve dön-düğümde, eğer günü iyi geçmişse Ernest’i önünde buz gibi bir

Page 9: Paristeki Es

9

Sauternes ya da konyak ve maden sodasıyla masaya oturmuş, havadan sudan konuşmaya hazır bulurdum. Bazen Bumby’i ev sahibemiz Madam Chautard’a bırakır, Select, Dôme veya Deux Magots gibi kafelerden birinde bir tabak tombul istiridyenin ba-şına çöküp derin sohbetlere dalardık.

O günlerde etraf enteresan insanlarla dolup taşıyordu. Montparnasse’ın kafeleri, soluk alıp verir gibi, Fransız ressam-ları, Rus dansçıları ve Amerikalı yazarları üst üste buyur edip uğurluyordu. Geceleri Saint-Germain’den Grands Augustins Sokağı’ndaki atölyesine yürüyen Picasso’ya rastlamanız işten bi-le değildi. Hep aynı yoldan gider gelir, daima herkesi ve her şeyi sessizce incelerdi. O sıra Paris sokaklarını arşınlayan herkes ken-dinin ressam olduğu hissine kapılabilirdi, çünkü etraftaki ışık kadar, binaların yanı başındaki gölgeler, kalbinizi kırmak ister gibi duran köprüler ve sigara içen, başlarını arkaya atarak gülen, Chanel’in daracık, düz siyah elbiselerine bürünmüş heykel gü-zelliğinde kadınlar da içinizde bu duyguyu uyandırırdı. Biz iki-miz herhangi bir kafeden içeri girip onun şahane karmaşasına dalabilir, Pernod ya da St. James romu ısmarlayarak çakırkeyif olup orada bir arada bulunmanın hazzına varabilirdik.

Cafe Select’te körkütük sarhoş olduğumuz bir gece Don Stewart “Bak ne diyeceğim,” demişti. “Hem’le paylaştığınız, mükemmel bir şey… Yok, yok…” Dili dolaşıyordu. Yüzünden aşırı duygulandığı belliydi. “Tapılası bir şey. Asıl söylemek iste-diğim buydu.”

“Sağ ol Don. Sen de iyi birisin, inan bana.” Ağlayacağından korkup hafifçe omzunu sıktım. Don mizahçıydı ve herkes mi-zah yazarlarının aslında çok ciddi insanlar olduklarını bilirdi. Henüz evlenmemişti ama ufukta ihtimaller vardı ve Don için evliliğin zarafetle, doğru bir biçimde yürütülebileceğini görmek çok önemliydi.

O zamanlar evlilik kurumuna pek inanan yoktu. Evlenmek,

Page 10: Paristeki Es

PARIS’TEKI EŞ_Paula Mclain

10

geleceğe hatta geçmişe inanç duyduğunuz, tarih, gelenek ve umudun birbirine sarılarak sizi ayakta tutabileceğine inandı-ğınız anlamına geliyordu. Ama savaş patlamış, bütün iyi genç adamlarla birlikte inancımızı da çalmıştı. Sonsuzluk ne kelime; yarını bile düşünmeden, gözü kapalı dalabileceğimiz bir tek bu-günümüz vardı. Düşünmemek için denizler dolusu alkol, bü-tün o bildik namussuzluklar ve kendimizi asabileceğimiz bolca ip mevcuttu. Ama sayıları az da olsa sonunda aramızdan birileri evlilikte şanslarını denemişti. Ve ben, kutsal demesem de, pay-laştığımızın az bulunur ve sahici olduğunu, birlikte kurup her gün üstüne bir taş daha koyduğumuz evliliğin içinde güvende olduğumuzu hissediyordum.

Bu bir dedektif romanı değil; pek öyle niteleyemeyiz. Ortaya çıkıp her şeyi mahvedecek olan kıza dikkat edin demek istemiyo-rum ama o, muhteşem sincap kürkü ve şık ayakkabılarıyla çok-tan yola düzülmüş bile. Biçimli başına iyice yapıştırılmış, ala-garson kesimli ipeksi kumral saçlarıyla mutfağımda güzel bir su samuru gibi duracak. O her dem hazır gülüşü… O akıcı, aklı ba-şında konuşmaları… Buna karşılık yatak odasında, saçı sakalına karışmış, bakımsız bir Ernest, despot bir kral gibi yatağa uzan-mış, kıza metelik vermeden kitabını okuyor olacak. En azından önceleri… Çaydanlık ocakta fokurdarken, ben ikimizin yüzyıl önce St. Louis’de tanıdığı bir kızın hikâyesini anlatacağım. Biz çabucak kırk yıllık dost gibi oluverirken, avlunun karşısındaki bıçkıhanede köpeğin biri havlamaya başlayacak, sürekli havla-yacak ve ne yaparsanız yapın susmak bilmeyecek.

Page 11: Paristeki Es

11

PARİS’TEKİ EŞ

Page 12: Paristeki Es

PARIS’TEKI EŞ_Paula Mclain

12

Paris’teki Eş yaşanmış olaylardan yola çıkılarak yazılmış bir romandır. Bilinen gerçek kişiler, olaylar ve yerler dışında me-tindeki bütün isimler, karakterler, mekânlar ve olaylar haya-lidir. Gerçek olaylar, mekânlar ya da kişilerle olan benzerlik-ler bütünüyle rastlantıdır.

Page 13: Paristeki Es

13BİR

lk yaptığı, beni o şahane kahverengi gözleriyle yerime mıhlayıp konuşmaya başlamak oluyor: “İçmekten mu-

hakeme yeteneğimi kaybetmiş olabilirim ama bana kalırsa sen-de iş var.”

1920 yılının ekim ayındayız. Caz almış yürümüş. Ben cazdan anlamam; bu yüzden Rahmaninof çalıyorum. Canım arkada-şım Kate Smith’in gevşemem için gırtlağımdan aşağı boşalttığı sert elma şarabı yüzünden yanaklarımı al basmış. Saniye saniye sarhoş oluyorum. Olay önce ılıcık olup gevşeyen parmaklarım-dan başlıyor. Sonra sinirlerim boyunca ilerleyip bedenimin için-de turluyor. Bir yıldır, annemin ciddi hastalığından bu yana ka-fayı bulduğum yoktu. Sarhoşluğun o kendine özgü bozbulanık eldiveniyle gelip rahatça ve keyifle beynimin üstüne çöküşümü özlemişim. Düşünmek de, hissetmek de istemiyorum. Bunları yapmak, dizimin birkaç santim ötesinde duran şu yakışıklı oğ-lanın dizi kadar kolaysa, orasını bilemem.

Diz tek başına da idare ederdi ama ona bağlı, sırım gibi, uzun boylu koskoca bir adam var. Simsiyah, gür saçlı biri. Sol yana-ğında öyle derin bir gamzesi var ki içine düşmeniz işten bile de-ğil. Dostları ona Hemingstein, Oinbones, Kuş, Nesto, Wemedge diyor, o anda orada akıllarına ne gelirse öyle hitap ediyorlar. O, Kate’e Başbelası ya da Butstein diyor. Bu kibarca bir niteleme değil tabii. Bir başkasına Ateş Parçası, öbürüne Azmış, bir diğe-rine Koca Boynuzlu Şey adını takmış. Bütün milleti tanıyor ol-

Page 14: Paristeki Es

PARIS’TEKI EŞ_Paula Mclain

14

malı. Herkesin aynı şaka ve hikâyeleri bildiği belli. Büyük bir hazırcevaplıkla ve şimşek hızıyla karşılıklı şifreli espriler çakıştı-rıp duruyorlar. Ben ipin ucunu kaçırmışım ama pek umurum-da değil. Bu mutlu yabancıların yanında, onların neşeleri olan-ca yoğunluğuyla bana da geçiyor.

Kate mutfak dolaylarından çıkıp geldiğinde oğlan çenesiy-le beni gösterip “Yeni arkadaşımıza ne isim takalım?” diye so-ruyor.

“Hash,” diyor Kate.“Hashedad daha iyi,” diyor delikanlı. “Hasovitch.”“Kuş dedikleri sen misin?” diye soruyorum.“Wem,” diyor Kate.“Ben neden kimsenin dans etmediğini merak eden kişiyim.”

Olanca çekiciliğiyle gülümsüyor. Kate’in erkek kardeşi Kenley göz açıp kapayıncaya kadar salonun halısını bir yana tekmele-miş ve Victrola’nın başına geçmiş bile. Kendimizi ortaya atıyor, dans ederek bir yığın plağın eşliğinde dönüp duruyoruz. Oğlan anadan doğma dansçı olmasa da kolu bacağı rahat oynuyor. O bedenin içinde olmaktan memnunluk duyduğu belli. Karşımda pek de utangaç davranmıyor. Terlemiş ellerimiz bir anda birbi-rine kenetleniveriyor. Yüzlerimiz o kadar yakın ki, onun nasıl yandığını hissedebiliyorum. O ara adının Ernest olduğunu söy-lüyor nihayet.

“Ama değiştirmeyi düşünüyorum. Ernest ismi o kadar tatsız ki. Hele Hemingway… Kim Hemingway gibi bir isim ister?”

‘Burasıyla Michigan Caddesi arasında rastlayacağın her kız,’ diye düşünüp kızarmamak için gözlerimi yere indiriyorum. Başımı kaldırdığımda, kahverengi gözlerini bana dikmiş bakı-yor.

“Eee, ne diyorsun? Sence atayım mı bu ismi?”“Ben hemen yapma derim.”O sırada slow çalmaya başlıyor. Delikanlı izin bile isteme-

den beni belimden kavrayıp kendine çekiyor. Bedeni yakından

Page 15: Paristeki Es

15

daha da iyi. Göğsü taş gibi. Kolları da öyle. Beni salonun çev-resinde döndürürken gevşekçe kollarından tutuyorum. Neşeyle Victrola’nın kolunu çeviren Kenley’in, bizi merakla, uzun uzun süzen Kate’in yanından geçiyoruz. Gözlerimi kapatıp Ernest’e yaslanıyorum. Burbon viski ve sabun, tütün ve nemli keten ko-kuyor. Bu ana ilişkin her şey o denli vurucu ve güzel ki, karakte-rimin dışına çıkıyor ve kendimi akışa bırakıyorum.

Page 16: Paristeki Es