223
Paul Carrel - Rommel - Çöl Tilkisi 1939 yılının bir Eylül sabahı Almanların Polonya'ya taarruzu ile başlayan İkinci Dünya har. bi, o kışı sakin bir şekilde geçirdikten sonra, 1940 Nisanında Almanların Danimarka ve Norveç'i Istilasıyla tekrar canlanmış ve bir ay sonra Mayısta Führer ordularının Hollanda - Belçika - Fransa'ya yönelmesiyle de en coşkun noktasına ulaşmıştı. Dunkerque faciasını yaşayan Fransanın çökmeye başladığı bu sıralarda, Musolini Haziran 1940 da İtalyayı harbe sürüklemiş ve o zamana kadar yalnız Avrupa'da yapılan savaş böylece Akdeniz ve Afrika'ya yayılmıştı. İtalyanların Libya'da, Mareşal Graziani komutasında kuvvetli bir orduları vardır. Bu ordu, karşısında Mısır'ı koruyan zayıf İngiliz 8 nci ordusuna karşı Eylül ayında taarruz eder, fakat başarılı olamaz. Bundan az sonra Ekim'de İtalyanlar bu sefer Yunanistan'a harp açarlar. Musolini'nin düşmanı 15 günde dize getirmeyi umduğu bu yeni cephede de İtalyan ordusu yenilgilere uğrar ve bir ilerleme kaydedemez. İş bununla kalsa iyi. Aralık ayında Mısırdaki İngiliz kuvvetleri, General Wavelle'nin komutasında taarruza

Paul Carrel - Rommel - Çöl Tilkisi

Embed Size (px)

DESCRIPTION

genel

Citation preview

Paul Carrel - Rommel - Çöl Tilkisi 1939 yılının bir Eylül sabahı Almanların Polonya'ya taarruzu ile başlayan İkinci Dünya har. bi, o kışı sakin bir şekilde geçirdikten sonra, 1940 Nisanında Almanların Danimarka ve Norveç'i Istilasıyla tekrar canlanmış ve bir ay sonra Mayısta Führer ordularının Hollanda - Belçika - Fransa'ya yönelmesiyle de en coşkun noktasına ulaşmıştı. Dunkerque faciasını yaşayan Fransanın çökmeye başladığı bu sıralarda, Musolini Haziran 1940 da İtalyayı harbe sürüklemiş ve o zamana kadar yalnız Avrupa'da yapılan savaş böylece Akdeniz ve Afrika'ya yayılmıştı. İtalyanların Libya'da, Mareşal Graziani komutasında kuvvetli bir orduları vardır. Bu ordu, karşısında Mısır'ı koruyan zayıf İngiliz 8 nci ordusuna karşı Eylül ayında taarruz eder, fakat başarılı olamaz. Bundan az sonra Ekim'de İtalyanlar bu sefer Yunanistan'a harp açarlar. Musolini'nin düşmanı 15 günde dize getirmeyi umduğu bu yeni cephede de İtalyan ordusu yenilgilere uğrar ve bir ilerleme kaydedemez. İş bununla kalsa iyi. Aralık ayında Mısırdaki İngiliz kuvvetleri, General Wavelle'nin komutasında taarruza

geçmişler ve Mareşal Graziani'yi önlerine katarak kovalamaya başlamışlardır. Tobruk, Deme, Bingazi dahil Libyanın yansı kaybedilmiş ve Wavelle 9 Şubat 1941 de El Ageyla'ya ulaşmıştır. İyice hırpalanan İtalyan ordusunda 5 artık hayır kalmamıştır ve Mareşal Graziani de son çare olarak Trablus'a çekilmeyi düşündüğünü bildirmekte, acele takviye diyerek yakınmaktadır. Halbuki Musolini bu harbe ne ümitlerle katılmıştı? Fransa yıkılıyor, İngiltere imparatorluğu çatırdıyordu ve harp, bitti bitiyordu, öyleyse milletine vadettiği «Süngüler üstünde kuracağı büyük Roma İmparatorluğu» için ileri atılmanın tam zamanıydı. Peki ama, şimdi bu olanlar da neyin nesiydi? Harp, hiç de kısa zamanda biteceğe benzemiyordu. Yunanistan'da bir karış ilerleyemeden olduğu yere çakılıp kalması bir yana, Libya'da uğradığı bu utandırıcı yenilgi nasıl açıklanacaktı? Daha önce. Musolini'nin ricalarını reddeden ve Kuzey Afrika'ya kuvvet göndermeyi kabul etmeyen Hitler, bu sefer gerçekten korkmuştur. İşte, acele ile 5 nci Hafif tümen ve 15 nci Panzer tümeninden kurulan Afrika Kolordusu'nun ve onun komutanı olarak o güne kadar pek az kişinin tanıdığı Rommel'in Afrika kıtasına ayak basışları böylece gerçekleşir. Bu eserin yazarı da hikâyesine işte bu noktadan başlamakta ve biz de böylece bu tarihten itibaren, yeni yeni parlayan bir yıldızın, Erwin Rommel'in yükselişini adım adım takip imkânını bulmaktayız. Zaten Rommel'in kabına sığmayan ataklığı kendisini göstermekte hiç de geç kalmaz. «Büyük çaplı bir harekâttan kaçınması ve Agadebya'dan daha ileri geçmemesi» hakkındaki Alman Yüksek Komutanlığının emrini kendine gö. re yorumlayarak ve birliklerinin tamamının gelmesini dahi beklemeden giriştiği Mart 1941 taarruzunun parlak sonucu ile herkesi şaşırtır. Şimdi dünyanın hayretle açılan gözleri Afrika'ya çevrilmiş ve dikkatler bu adı duyulmamış general üzerinde toplanmıştır. Hitler karargâhının Kurmay Başkanı General Halder, O'nun «Çılgının biri» olduğunda ısrar etmektedir ama, Yüksek Komutanlıkça durumu yerinde incelemekle görevlendirilen General Paulus, Berlin'e bir «Rommel hayranı» olarak dönmekte ve Goebbels hatıra defterine «Rommel akıl almaz başarılar

kazanmaya başladı» diye yazmaktadır. Almanya artık büyük bir komutana sahiptir ve o güne kadar akla bile gelmemiş imkânlar, şimdi Afrika'da Almanya'yı beklemektedir. Bir yıl kadar sonra, Tobruk'un düşmesi üzerine Çörçil, Temmuz 1942 de. Avam Kamarası'- nda kendisini terleten muhaliflerine karşı şunları söyler: «Kuvvetlerimiz, Mihver kuvvetlerinden üstündü. 50.000'i Alman olan 90.000 kişiye karşı 100.000 askerimiz vardı. Malzeme bakımından 5/8 daha fazla imkâna sahiptik ve yeni 7.5 luk toplarımızı da cepheye sürmüştük. Bütün bunlara rağmen Tobruk savunmamız bir günde çöktü. Düşmanla araya 200 kilometrelik bir mesafe koyarak Marsa Matruh'a kadar çekildik. Rommel, 5 gün sonra tekrar karşımıza çıktı. Savaştan gene kaçarak Mısır'a gerisin geriye dönmek, El Alemeyn'e kadar çekilmek zorunda kaldık. Koskoca 8 nci Ordumuza ne oldu, anlıyamıyorum?» Eylül 1942 de Rommel Libya'yı bütünüyle kurtarmış, Mısır'a girmiştir ve Piramitler, elini uzatsa tutacağı kadar yakındır. Aynı günlerde kendisinden binlerce kilometre uzaktaki Rusya cephesinde de Alman orduları bir taraftan Stalingrad'a dayanırken, diğer yandan Kafkas dağlarının karlı yükseldiklerine tırmanmaktadır. Ama Mihverin soluğu da, beri yandan ağır ağır kesilmeye başlamıştır. Buna karşın Müttefikler, dev Amerikan endüstrisinin tükenmez desteği ile asıl şimdi soluk almaya başlamışlardır. İşte bu çerçeve içinde, Ekim 1942 de Rommel'in Afrika'daki talihi de dönüm noktasına varır ve zafer eğrisi tepe noktasma ulaştıktan sonra aşağıya doğru inmeye başlar. Montgomeri'nin taarruzu üzerine tedavisini yarıda keserek cepheye dönen Rommel, Hitler ve Yüksek Karargaha tekliflerini kabul ettirememenin ve bir yardım alamamanın kırgınlığı içindedir. Üstelik, hizmetlerinin ve çektiği çilenin yeterince takdir edilmediği inananı taşımaktadır. Kuzey Afrika savaşı, 2 senelik kısa bir zaman birimi içinde her iki taraf için zafer ve yenilgilerle iç içe sürmüş ve zor Çöl şartlan altında geçmiş bir mücadeledir. Ve Rommel, iradesi ve üstün komutanlık nitelikleriyle bu mücadelenin doruğundaki adamdır. Kuşkusuz, başarıları tek başına bir kişiye, yani Rommel'e mal etmek doğru olmaz. Bu, disiplinli, iyi eğitilmiş, iyi silahlanmış Alman askerinin

ağırlığını göz ardı etmek ve onlann omuzlarına basarak haksız kahramanlar yaratmak olur. Fakat Alman askerinin bu niteliği de, hiç bir zaman, Rommel'in strateji dehasının değerini gölgelememelidir. Gelecek savaşa iyi hazırlanabilmek için geçmiş savaştan dersler almak başkadır, yeni sa- 8 vaşı da geçmiş savaşın usul ve kaidelerine gore yönetmeye kalkışmak başkadır. Birincisi ne kadar gerekli ve doğru ise, ikincisi de o kadar hatalı ve yanlıştır. Harp tarihinde pek çok kere tekrarım gördüğümüz bu hatayı, başlangıçta 8 nci İngiliz ordusu komutanlarında da müşahede ediyoruz. Buna karşın Rommel, yeni harbin şartlarına kendini gayet mükemmel şekilde uydurmuş, gözünü kırpmadan riskleri cesaretle kabullenmiş ve savaşın en kritik anında en ilerdeki birliklerin yanına gelerek onlara moral ve güven aşılamasiyle de destek olmayı bilmiştir. Paul Carell bu eseriyle, Rommel'in kişiliğinde, İkinci Dünya harbinin Avrupa dışındaki bir cephesini, özellikle o savaşa katılanlarla bizzat konuşarak işlemiştir. Ve öyle sanıyorum ki okuyucular, eserin kahramanı Rommel'in muharebeyi sevk ve idaresinden 40 yıl sonra bugün bile, çıkarılacak bir sürü ders bulacaklardır. Çünkü kahramanların belirgin özelliği, kendisinden sonra geleceklere, ibretle dinleyip okuyacakları örnekler sergilemeleridir. Bu, gelecekte de böyle olacaktır. İbrahim Artuç 9 ALMANLAR AFRİKA'DA Gecenin bu saatinde kuzey Afrika Çölü derin bir sessizliğe ve koyu bir zifiri karanlığa gömülmüştü. Tarih, 31 Mart 1941 ve vakit geceyarısından sonra idi. İki İngiliz subayı El Ageyla'- mn önündeki bir kum tepesinde durmuş düşman tarafını ve etrafı dinliyorlardı. Sessizliği bozan ufak bir çıt sesi bile yoktu. Teğmen Miller, dirseğiyle arkadaşı Clark'ı dürttü ve «Sana birşey söyleyeyim mi» dedi. «Harbin nefesi kesilmiş!» Gecenin belli belirsiz aydınlığında tepenin arkasında duran teğmenlerin aracı hayal meyal seçilebiliyordu. Araçta bir telsiz operatörü ve bir şoför vardı. Aracın üzerindeki işaret, 7 nci İngiliz zırhlı tümenine ait olduğunu gösteriyordu. Clark ve Miller'in alayı, buraya Kahire'den gelmişti. Kahire'de iken alaydaki subaylar arasında

«İtalyan generali Graziani'nin 250.000 kişilik ordusu ile, fareyi gören kadınlar gibi, nasıl tabanları yağlayıp kaçtıkları» üzerine bir sürü hikâyeler anlatılıyor, nükteler savruluyordu. Teğmen Clark da ta Kahire'den Trablus içlerine, yani şimdi bulundukları tepeye kadar, kulaklarında bu hikâyeler ve dudaklannda hafif tebessümlerle gelmişti. Ama keşfe çıktığı şu uç noktada bile henüz Graziani ordusunun bir askerine rastlayamamıştı. 19 yaşında olan teğmen Miller de cepheye ancak birkaç gün evvel gelmişti. Bu, yüzünden belli oluyordu, çünkü henüz çölün yakan rengi tenini karartmamıştı. Araçlarıyle seli kiz saattan beri bu kum tepesinin gerisinde birşeyler görebilmek ve bir düşman eri olsun esir alabilmek ümidiyle sabırsızlanan iki subay, nihayet karınlarının acıktığını farketmişler ve şoför Fulton'a iyi bir akşam yemeği hazırlamasını söylemişlerdi. Şoför Fulton, açıkgöz bir Skoç'tu ve Bingazi'nin zaptı esnasında ele geçirilen İtalyan erzak depolarından bir sürü yiyecek almış ve aracının boş yerlerini bunlarla doldurmuştu. Kısa bir zaman sonra subaylar; Fulton'un yaptığı nefis spagettiyi yiyip, gece çöl ayazından korunmak için kaputlarını giyerek araçlarının içine girmişlerdi. Clark bir sigara yakmış ve Miller'e, İtalyan generali Bergonzoli'ye ait hikâyeler anlatmaya başlamıştı. Bergonzoli, «Fırça bıyık» manasına geliyordu. İngilizlerin taarruz harekâtı esnasında bu İtalyan generalini yakalayabilmek bir spor yarışmasına dönmüştü. Her basandan ve her ele geçirilen şehirden sonra subaylann ilk sorduklan «Acaba Fırça bıyık yakalandı mı?» oluyordu. Bergonzoli ise, hemen hemen her savaşı kaybetmesine ve neredeyse bütün kolordusunu elden çıkarmasına rağmen kendisini tutsak etmek bir türlü mümkün olamıyordu. Nitekim Sollüm'den, Bardiya'- dan, Tobrük ve Derne'den aynı şekilde kaçmak imkânım bulmuştu. Ama çekirge en sonunda Bingazi'de ele geçti. Arabasının penceresinden tabancasını uzatan İngiliz subayına söylediği de şu olmuştu: «Bugün buraya biraz erken geldiniz »... Bingazi'de general Bergonzoli'den başka yarım düzine kadar İtalyan generali daha esir alınmıştı. Bunların arasında general Bigoni, topçu generali Villanis, İstihkâm generali Negroni, tank generali Bardini, general Gona ve kurmay 12 Daşkanı general Guilliano da vardı. Bundan başka

işin asıl eğlenceli tarafı, üzerinde «Yalnız subaylara mahsustur» tabelası taşıyan bir kamyon dolusu genç ve güzel kız da ele geçirilmişti. — Ne zevkli bir savaş değil mi? Clark hikâyesini bitirmiş ve çölün dondurucu soğuğundan korunmak için kaputuna sıkıca sanılmıştı. Miller'e dönerek alaylı bir tarzda: — Aman dikkat et, savaş tekrar nefes almaya başlamasın, demiş ve biraz sonra da uykuya dalmıştı. Teğmen Clark, kuşkusuz birkaç saat sonra savaşın tekrar, hem de eskisinden de dâha müthiş bir hiddetle nefes almaya başlayacağını aklînin ucundan dahi geçirmiyordu. Teğmenlerin keşif kolu kum tepesinin gerisinde tatlı tatlı uyurken, kilometrelerce gerideki Bingazi'de İngiliz generali Neame ve 2 nci zırhlı tümen komutam general Gambier Parry, bir İtalyan otelinin odasında, teğmen Clark'ın yolladığı «Hiç bir düşman faaliyeti görülmedi» raporuna ve diğer raporlara bakarak haritayı tetkik ediyorlardı. Muhtemelen generaller, birkaç ay evvelki taarruzlarının Sirte körfezinde kendi yüksek komutanları tarafından durdurulmaması gerektiğini ve 700 kilometre batıdaki Trablus'a kadar ilerlemenin kolaylıkla mümkün olabileceğini düşünüyorlardı. Baksanıza, İtalyanlarda hâlâ bir toparlanma ve hareket yoktu. Ama doğrusunu söylemek gerekirse 700 kilometrelik mesafe de pek öyle yabana atılır gibi değildi, üstelik İngiliz tanklarının durumu da öyle parlak sayılmazdı. Bunlara ilâveten Balkanlardaki Alman tehlikesini karşılamak üzere Afrikadaki kuvvetlerden üç tümen Girit ve Yunanistana gönderilmişti. Almanlar karadan bu bölgelere 13 yaklaştıkları gibi güney İtalya'da bir hava indirme tümenini elde bulundurarak devamlı bir tehlike yaratıyorlardı. Hele 10 ncu Alman hava kolordusu Bingazi'nin tepesinde boza pişiriyordu. Bu yüzden Bingazi'de gemi boşaltmak hemen hemen olanaksızdı. Onun için ikmal maddelerini Tobruk'dan karayolu ile getirtmek zorunda kalınmıştı. ROMEL DENEN KOMUTAN Aslında Hitler, kader arkadaşı Musolıni'nin kuzey Afrika'yı terketmesine asla izin vermeyeceğini belli etmişti. İngilizlerin taarruzu karşısında adeta kaçarcasma çekilen İtalyanların bu çekilişini durdurmak

ve Avrupa'yı güneyden tehdit edilmekten kurtarmak Hitler için zorunlu hale gelmişti. Ama bu maksatla Afrika'ya fazla kuvvet ayırmak da işine gelmiyordu, çünkü savaşın kalbi Avrupa'da atıyordu. Bir Alman kolordusu bu iş için yeterliydi. Nitekim bu kuvvetler kısım kısım ve gizlice Afrika'ya ayak basmışlardı bile. Ve şu sıralarda bu Alman kolordusunun keşif birlikleri atak bir hareketle El Ageyla'yı ele geçirmiş bulunuyorlardı. Rommel isminde bir Alman generali de bu kuvvetlere komuta ediyordu. Evet, Rommel... Kendinden emin, taarruz ruhuyla yetişmiş, gözü pek bu generalin kendisi gibi atak keşif birlikleri daha göz açıp kapayıncaya kadar El Ageyla'ya el attıkları şu sıralarda, El Ageyla'dan kilometrelerce uzaktaki Bingazi'de, İngiliz generalleri Neame ve Parry, istihbarat subayı binbaşının raporunu dinli;, orlardı: 14 «Rommel, 15 Kasım 1891 de Würtemberg'te doğmuş, 1910 da Danzing harp okulundan mezun olmuş. Birinci Dünya harbinde, Argon savaşma katılmış, Fransa, Romanya ve İtalya'da hizmet etmiştir. İki defa yaralanmış, Demir Haç ve Pour Merrite madalyalarını kazanmıştır. Birinci dünya savaşı ile İkinci dünya savaşı arasında birçok birliklerde görev yapmış ve albaylığa yükselmiştir. İkinci dünya savaşımn başında Polonya harekâtına katılmış, sonra 15 nci zırhlı kolordu 7 nci Panzer Tümen komutanlığına getirilmiştir. » General Neame: — 7 nci Panzer tümeni, şu meşhur Maaş yarmasını yapan (*) şeytan tümen değil mi? Binbaşı okumasına devam ederek: «21 Mayıs 1940 da Arras taarruzunda esir olmak üzere iken kurtulmuş, Şövalye Haç madalyasıyla onurlandırılmıştır. Generalin, Şubat 1914 tarihinden beri karargâhıyla Trablus'ta bulunduğu tahmin edilmektedir.» Bu brifink, generallere pekaz birşey verebilmişti. General Neame yerinden kalkarak pencereye doğru yürümüş ve kendi kendine: —Rommel ve kuvvetleri, İtalyanları moralce takviyeden başka bir mana ifade etmez, diye söylenmişti. Berlin'deki İngiliz gizli servisi, yetkili ve güvenilir bir kaynaktı. Bu kaynağın verdiği raporlarda «Trablus'ta yalnızca 5 nci Alman hafif tümeninin bulunduğu, bunun da İtalyanların ancak moralini düzeltmeye yarayabileceği, bu

nedenle de Alman - İtalyan taarruzunun Mayıs (*) Fransa'da, Almanların Arden Taarruzu. 15 1941 den önce pek düşünülemeyeceği» belirtiliyor, «Bununla beraber Hitler'in başka iki Alman tümenini heran Trablus'a gönderme ihtimalinin de dikkate alınması gerektiği» nden bahsediliyordu. İngiliz genel karargâhına gelen keşif raporları da bunu teyit ediyordu. Ayrıca İngiliz ordusu komutanı general VVavelle'in Berlinden aldığı ajan raporları, Hitlerin Rommel'e «Geniş çapta bir taarruzdan sakınması» emrini verdiğini bildiriyordu. Berlin'den gelen diğer raporlar birbirlerini aynı doğrultuda tamamlamaktaydı. Ve hakikaten, İngiliz ajanlarının raporları tamamen doğru idi. Zira Hitler'in 17:22 numaralı emirleri İngiliz ajanlarının eline geçmişti. 10 Kasım 1940 tarihinde yayınlanan 18 numaralı emrinde Hitler, «İtalyanların Marsa Matruh'a kadar ilerlemesinden sonra ve ancak hava kuvvetleriyle savaşa katılabileceklerini bildiriyor, bunun için de İtalyanların gerekli hava meydanlarım hazırlamalarım şart koşuyordu. Yine bu safhada bir Alman Panzer tümeninin Afrika'ya çıkarılabileceğini söylüyordu.» Ama ancak bu safhada... Daha önce değil. Görüldüğü gibi Almanların yardımı, İtalyanların Mısır hududuna kadar ilerlemeleri şartına bağlanmıştı. O zaman, Mısır'ın istilası için, Alman hava kuvvetleri ve zırhh birliklerinin desteğine ihtiyaç duyulacaktı. Fakat işe bakın ki, 18 numaralı emrin yayınlandığı tarihten sonra durum düşünülenin tam tersi istikametinde gelişmiş ve İngilizler taarruzla İtalyanları batıya doğru kovalamaya başlamışlardı. Bunun üzerine Hitler 18 Kasım 1940 da evvelki kararı değiştirmeye mecbur kalmış ve Alman hava kuvvetlerinin Kuzey Afrika harekâtına süratle 16 katılması emrini vermişti. Alman hava kuvvetlerine verilen vazife, İskenderiye'deki İngiliz donanmasına, Süveyş kanalına ve Sicilya ile kuzey Afrika arasındaki boğaza taarruzdu. Aynı tarihte Hitler, bir Alman zırhlı Tümeninin de Afrika'ya taşınmasına müsaade etmişti. Bununla beraber Hitler, Rusya'ya taarruz için imkân nisbetinde Avrupa'da kuvvetli bulunmanın gereğini aklından çıkarmış değildi. Führer için kuzey Afrika, fazla kuvvet ayırmaya değmeyen küçük ve tali bir harekât alanı idi.

Lâkin kuzey Afrika'daki olaylar daha kötüleşmiş ve Hitler, 11 Ocak 1941 de yayınladığı Zİ numaralı emirle «Akdenizdeki stratejik, politik, psikolojik durumun Alman yardımını süratle gerektirdiğini, Libya'nın elde bulundurulmasının önem kazandığını, ama savunmakla yetinilmesi gerektiğini» bildiriyordu. Hitler'in düşüncesi hep yakında başlamayı düşündüğü Rusya harekâtı üzerinde düğümlenmişti ve kuşkusuz bunda yerden göğe kadar haklı idi. öyle ya, ortalama 6 ayda bitirmeyi tasarladığı Rus seferinin yanında kuzey Afrika'daki harekâtın önemi ne olacaktı ki?... Hitler diyordu ki: «Ne İtalyanların ne de bizim Mısır'a taarruza ihtiyacımız yok. Zaten bunun gereği de yok. Eğer böyle bir harekât yapılacaksa bunun için en erken tarih 1941/1942 kışı olur...» Ocak 1941 de Alman 5 nci hafif motorlu tümeni Afrika'ya çıkarıldı. İngiliz taarruzunun Bingazi'ye ulaşması üzerine de Ocak sonu ve Şubat başlannda 15 nci panzer (*i tümeni keza (*) Zırhlı Tümen. 17 Afrika'ya ayak bastı. Bu iki tümen ve diğer bağlı birlikler bir kolordu haline getirildi ve Korgeneral Erwin Rommel 6 Şubat 1941 de bu kolorduya komutan tayin edildi. Feld mareşal Von Brauchich bu emri Rommel'e tebliğ etmiş ve Rommel de İkinci Dünya savaşı tarihine böylece girmişti. Hitler, Rommel ile yaptığı görüşmede, 1941 sonbaharına kadar kuzey Afrika'da geniş çapta bir harekâta girişilmemesi için ona ikazda bulunmuştu. Rommel, 14 Mart 1941 de hâlâ Führer'in karargâhından ayrılmamıştı ve Alman yüksek karargâhında kuzey Afrika'da İngilizlere karşı kat'i sonuçlu bir muharebe için herhangi bir planlama yapılmadığım da biliyordu. Ona, ancak Mayıs ayı sonuna doğru ve 15 nci Panzer tümeninin tamamının muharebe sahasına varışından sonra Agadebya bölgesinde mahdut hedefli bir taarruza müsaade edildiği, daha sonra da şartlar uygun olursa Bingazi'ye kadar taarruzu sürdürebileceği bildirilmişti. Bu direktifleri esas alarak yapacağı planı, 20 Nisan tarihine kadar yüksek karargâha sunması isteniyordu. Rommel, çekirdekten yetişme disiplinli bir askerdi ve emirlere mutlaka itaat etmek gerektiğinin bilincindeydi. Ama aynı zamanda O, Berlin'de masa başında oturan bu yüksek komuta heyetinin her zaman ve tam manasiyle açık bir

bilgiye sahip bulunmadıklarını da biliyordu. Doğabilecek herhangi bir fırsatı, yüksek komuta heyeti istemiyor diye, elden kaçıracak kadar insiyatiften yoksun da değildi. Rommel, El Ageyla kum tepeleri gerisindeki İngilizlerin, Yunanistan'a kuvvet yollamaları nedeniyle zayıfladıklarını, Çörçil'in mareşal Wavelle'e Sireneyka mevzilerini elindeki' kuvvetlerle savunmasını, Kahire'den Tobruk'a, Bingazi'ye ve nihayet El Agey- 18 la'ya kadar uzanan kilometrelerce ikmal yolunun, özellikle taşıma aracında çekilen sıkıntı dolayısiyle, bu kuvvetleri desteklemede güçlükler yarattığını biliyordu. İngilizlerin bu nedenle noksanlarını gidermek, mevzilerini takviye ve kuvvetlendirmek için gayretle çalıştıklarına dair elinde kuvvetli deliller de mevcuttu. Bütün bunlara rağmen beklemeli mi idi? Hayır... Düşmanın noksanlarını gidermesini ve mevziini kuvvetlendirmesini beklemek, sonradan yapılacak bir taarruzda ağır kayıplar vermek demekti. Rommel'in düşüncesine göre Hitler ve karargâhı, çöl harbi hakkında yanlış fikirlere sahiptiler. Musolini ve generalleri ise iki aydır süren ve felâketle sonuçlanan muharebelerden sonra hala titremekte idiler. O bunları hiç dikkate almadan ve vakit geçirmeden hemen taarruza geçmeli idi. Çölde harp, normal arazideki harpten başkadır. Çöl, deniz gibidir. Kesin sonuç alınacak müstahkem mevkilere karşı baskın imkânları çoktur ve bir kerre bu müstahkem mevkiler ele geçirildi mi bütün cephe çöker. İki aydır süren savaş sonunda 20.000 kişilik İngiliz ordusu, 31.000 insan, 210 top, 275 tanktan meydana gelen on İtalyan tümenini imha etmişti. Gerçi İtalyan birliklerinin bazı yerlerde cesur şekilde çarpıştığı inkâr edilemezdi ama, özellikle silâh ve araçlarının eski oluşu ve İngilizlerin onlara nazaran daha fazla hareket kabiliyetine sahip bulunuşu yüzünden devamlı mağlubiyetten kurtulamamışlardı. Harekâtın başında İngilizler, yalnızca beş gün sürecek bir taarruzu planlamışlardı. Ama, ummadıkları bir başarı kazanınca fırsatı kaçır- 19 Rommel'in Mart - Nisan 1941 Taarruzu koşan şaşkın bir deve idi. Acaba bu, Tomi'lerin (*) bir tuzağı olmasın? Değil.. Zavallı deve mermi seslerinden ve gürültüden ürkmüş ve bir tarafı tutturmuş koşuyordu. Panzerler ilerlemelerine

devam ediyorlar fakat inatla direnen İngilizleri yerlerinden atamıyorlardı. Saat 17.30 da İngiliz topçusunu susturmak için ağır Alman topçusu ileri alınmış ve iki Stuka da pike taarruzu ile hücuma geçmişti. Bu saatte çöldeki ısı 42 derece idi. Alman piyadesi kan ter içinde kum tepeleri arasından ilerlemeye çalışırken ilk mayın patlamış, istihkâmlar mayınları temizlemek için hemen ileriye çağrılmıştı. Kısa bir süre sonra da mayından temizlenen bölgeyi belirleyen işaret filamaları arasından motorlu piyade ve 8 nci ağır makinalıtüfek taburunun araçları geçmiş ve taarruz yeniden başlamıştı. Rommel'in baskın şeklindeki bu ani taarruzu sonunda Merselbrega ele geçirilmiş, Sireneyka'nın kapısı açılmıştı. Ama, İtalyan başkomutanlığının Rommel'e müsaade ettiği en uzak mesafeye de varılmıştı. E, Rommel emir böyle diyor diye, duracak mıydı? Hayır, böyle tutucu, insiyatiften yoksun ve klasik savaş usulleri Rommel'in mizacına hiç uymuyordu. Rommel aklının emrettiğini yaptı ve ileri harekâta, hem de hiç durmaksızın devam emrini verdi. Yumruğu yapıştırmışken onun meyvesini toplamak ve sersemleyen İngilizleri yapabildiğince kovalamak lâzımdı. İşte bu hızla Alman kuvvetleri Merselbrega ile Bingazi arasındaki Selika ilçesine varmıştı bile. Rommel'in «Vahşi avı» 2 Haziran gününe (*) Almanların. İngilizlere taktıkları isim. 23 kadar devam etti ve Agadebya'da ele geçirildi. O Agadebya ki, onda taze ve iyi su kaynakları vardı ve Alman keşif uçakları, ingilizlerin hala çekilmeye devam ettiklerini bildiriyordu. Evet, İngilizler devamlı çekiliyor ve ciddi bir muharebeden kaçınıyorlardı. Ama, bu nasıl olurdu? general Wavelle kısa bir süre önce bubölgeye kendi «Çöl mütehassısları» nı, general O'Connor ile general Combu'yu göndermiş ve onlardan aldığı raporlardan Rommel'in bir taarruza muktedir olmadığım öğrenmişti. Fakat cephedeki general Neame'in raporu ne oluyordu? Neame: «Almanların cepheyi yardığını ve İngiliz zırhlı birliklerinin gediği tıkayamadıklannı » bildiriyordu. İngiliz ordusunda bu karışıklık süredursun, Alman tarafında da işlerin pek öyle göründüğü kadar mükemmel olduğu söylenemezdi. Rommel her ne kadar hergün «İleri harekâta devam» emrini

veriyorsa da ve komutanları gibi gözü pek ve atak Alman subayları imkânlarının son hududuna kadar birliklerini zorluyorsa da nihayet birliklerin benzin, yiyecek ve diğer ikmal maddelerine ihtiyacı vardı ve bunun için enaz dört gün gerekliydi. Klasik tarzda yetişmiş komutanlar için öyle ama Rommel için, hayır. Rommel, tümenlerin bütün hafif araçlarının boşaltılmasını ve konvoy halinde akaryakıt ve cephane almak üzere geriye gönderilmesini emretti ve üstelik bu iş için birliklerine sadece yirmidört saat zaman verdi. Bu, çok tehlikeli bir karardı. Zira Alman birlikleri bu süre içinde büyük ölçüde hareketten yoksun, atıl bir vaziyette İngilizlerin insafına terkedilmiş oluyordu. Fakat Rommel, İngiliz generali Neame'nin bu 24 karışıklık arasında bundan yararlanamıyacağını gayet iyi biliyordu. Hakikaten Almanlar yirmidört saat içinde her türlü ikmallerini yapmışlar ve 5 nci hafif tümen Doğu istikametinde yeniden harekete geçmişti. İngiliz cephesinde, ilk şaşkınlıktan sonra bir toparlanma olacağına, keşmekeş artarak devam ediyordu. Birbiriyle çelişen emirler veriliyor, emir ve komuta zinciri yer yer kopuyor ve her kafadan bir ses çıkıyordu. Kahire'deki Yüksek Komutanlık, düşmanm bu taarruzu bir tümenle yapmakta olduğuna bir türlü inanamıyor ve bu nedenle de yanlış karara varıyor, yanlış emirler veriyordu. Daha fenası bu emirler cephe komutam general Neame'ye verileceğine doğrudan doğruya tümen komutanları general Parry ve Marshed'e veriliyor, bu da işleri büsbütün Arap saçına çeviriyordu. General Wavelle, durumu bizzat yerinde görmek maksadiyle, uçağa atlayıp cepheye koştu. Yolda iken acı acı, nasıl olup da İngiliz Genel Kurmay Başkanına ve Dışişleri bakanına «Rommel'in Mayıstan evvel taarruz edemiyeceğine» dair teminat vermiş olduğunu düşünüyordu. General Neame' nin karargâhına ulaştığında yeni bir karara daha vardı, ki bu da yanlıştı: Rommel sahilden Via Balbo istikametinde taarruzuna devam edecek, biz de ona Bingazi istikametinde çöl üzerinden taarruz ederek yan ve gerilerine düşeceğiz. Wavelle, Rommel'i çöl savaşlarında tecrübesiz sanıyor, Onu ve askerlerini küçümsüyordu. Bu, Ona ve İngiliz ordusuna pahalıya mal olacaktı. Rommel, VVavelle'nin tahmininin

aksine çölden Mekili istikametinde ilerliyor ve Alman hava kuvvetleri özellikle İngiliz ikmal konvoylarına sürekli taarruz ediyorlardı. Rom- 25 mel, uzak mesafeler üzerinde çöl harekâtının akaryakıta olan ihtiyacını gayet güzel değerlendirmiş ve hava kuvvetlerinden özellikle ikmal araçlarına taarruz etmelerini istemişti. 4 Nisan sabahı Msus'dan gelen haber, Almanların buraya taarruza geçtiklerini bildiriyordu. İlçedeki İngiliz garnizonu, muazzam ikmal depolarını havaya uçurmuştu. İkmal için buraya gelmiş olan 7 nci zırhlı tümen tank komutanlarının gördükleri manzara, kendilerinin şiddetle ihtiyaç duydukları bu kıymetli maddelerin bir kara duman halinde havaya doğru yükselmesi olmuştu. Ve bu yüzden de birçok tank, akaryakıt yokluğundan sağlam olarak Almanların eline geçmişti. Rommel, aynı hızla 4 Nisan sabahı baskınla Bingazi'ye girdi. Komutan, en önde. taarruz etmekte olan 3 ncü keşif Alayının hemen arkasında idi. Şehri görecek zamanı da yoktu. Geniş ve güzel çarşı caddesinin iki tarafına sıralanmış beyaz elbiseler içindeki yerli halkın coşkun tezahüratı arasından ilerledi, bir yerlinin ikram ettiği buzlu limonatayı içecek vakti bulamadı. Kafasını işgal eden fikre teslim olarak «Durmadan ve gözünü kırpmadan Doğuya» doğru arabasını sürdü. Kahire'ye döndükten sonra general "VVavelle, general O'Connor'ı, yardım için, general Neame'ye göndermişti. O'Connor, Rommel'in maksadını anlayan ve savaş stratejisini en iyi kavrayan bir kimse olarak dikkati çekmişti. Bu zayıf ve kısa boylu İrlanda'lı, İngiliz ordusunun çöl mütehassısı ve Kuzey Afrika harekâtının beyni sayılıyordu. General Neame ve O'Connor birlikte 6 Nisan akşamı Timini'ye gitmek üzere Maraua'dan hareket etmişler, fakat 26 yollanın şaşırarak Deme yoluna varmışlardı. İşte ne olduysa bundan sonra oldu. Generallerin otomobilleri bir Alman keşif koluna rastlamış ve otomobili kullanan şoför silahın?, davranarak motosikletin sepetinde oturan bir Almanı öldürmüştü. Fakat diğer motosikletteki Almanlar derhal karşı ateşe başlayarak şoförü öldürünce Generallere, ellerini kaldırarak teslim olmaktan başka yapacak birşey kalmamıştı. 7 Nisanda Alman 5 nci Hafif tümenine ait

Streich ve Shvver'in muharebe guruplan Mekiü'ye taarruzla Sireneyka'nın kilidi sayılan bu şehri ele geçirmişlerdi. Almanlar, şehre taarruzdan önce iki defa İngilizlere teslim olmalannı teklif etmişlerse de İngiliz garnizon komutam bunu kabul etmemiş, gecenin karanlığından yararlanarak yaptıklan çıkış harekâtı başanlı olamayınca general Gambier ve Vaugham da içlerinde olmak üzere 2.000 İngiliz Almanlara esir düşmüştü. Mekili şehrinin düştüğü gün. Alman Panath gurubu da Derne'ye girmiş ve İngilizlerin uğradığı felaketi tamamlamıştı. Bütün bu başarılar sonunda Rommel, 5 nci Hafif tümen erlerine, serin bir gölgede kısa bir zaman dinlenmek ve bir yudum soğuk birşey içmek için ancak müsaade etmiş, arkasından yine ilerleme emrini vermişti. Önündeki hedef Tobruk'tu. Kuzey Afrika'nın incisi, çok önemli bir ikmal ve ulaştırma merkezi ve Mısır'ın kilit noktası Tobruk. Churchill 7 Nisanda general VVavelle'e «Düşman ağır topçusunu getirinceye kadar eski İtalyan tahkimatına dayanarak Tobruk'u elde tutacağınızdan şüphe etmiyorum» diye bir telgraf yollamış ve şehrin kendisi için hayati bir önem 27 taşıdığım belirtmek istemişti. Çörçil, ayrıca «öyle görünüyor ki, Rommel birkaç hafta içinde burayı zaptedemeyecek ve bu yüzden burasını arkasında bırakarak Mısır'a doğru ilerlemeyi de göze alamıyacaktır. Biz bu arada, Tobruk'u deniz yolu ile ikmal edebilir, üstelik Almanların • ikmal batlarım tehdit edebiliriz. Bu konudaki düşüncelerinizi öğrenmekten memnun olacağım » diyerek fikrini açık ve kesin olarak bildirmesine rağmen Wavelle'in ertesi günkü cevabı hayal kırıcı olmuştu: «Tobruk, iyi bir savunma mevzii değildir»... Çörçil küplere binmiş ve kesin emrini vermişti: «Tobruk, mutlaka savunulacaktır » ... Rommel'in Tobruk taarruzu hakikaten İngilizlerin şiddetli direnişiyle karşılaştı. 10 Nisanda 15 nci Panzer tümen komutanı Von Pritrvviz -vuruldu. 12 Nisanda takviyeli 5 nci Panzer alayı ile bir yarmayı denedi ise de Avustralya tugayının zorlu mukavemeti ve İngiliz topçusunun tesirli ateşi yüzünden bunda da başarılı olamadı. Rommel, bunların kötü birer tesadüf olduğunu kabul ederek 13 ve 14 Nisan günleri taarruzlarını tekrarladı. Her ne kadar yarbay

Paneth komutasındaki 8 nci makinalıtüfek taburu kaleye girmeyi başarmış, 5 nci Panzer alayı tank mayın kuşaklarını geçmiş ise de, her iki taarruz kolu da Fort Pilastrino'dan açılan şiddetli ateşle karşılaşmışlar ve daha fazla ilerliyememişlerdi.. Paneth ve askerleri Avustralyalılarla göğüs göğüse çarpışırlarken İtalyan zırhlı tümeni Ariete pek istekli savaşmıyordu. Tobruk'u sür'atle ele geçirme planı, nerdeyse bir felâketle sonuçlanacaktı. Fakat Rommel, kolay koylay cesaretini kaybedecek, olur olmaz 28 tersliklere hemen boyun eğecek bir yaradılışta mı idi? O, zayıf ve şaşırmış bulunan İngilizlerin, bu kadar kısa bir zamanda kendilerini toparlayabileceklerine inanmıyordu. Tobruk'u bırakarak ilerlemeye karar verdi. Ve hemen teşkil ettiği iki çevik muharebe gurubuna, uzaktan Tobruk'un doğusuna hareket emrini ulaştırdı. Muharebe gruplarını yarbay Von Wechmar'm komutasındaki 3 ucü zırhlı keşif alayı, 15 nci motorlu piyade taburu, 33 ncü tanksavar bölüğü, 88 milimetrelik bir batarya takip ediyordu. 15 nci motorlu piyade taburunun birinci bölük çavuşlarından Krügel ve Wolf araç içinde tozlu yolda sallanarak ilerlerken kısa bir süre önce İngiliz donanmasının heran taarruzundan korkarak Akdenizi gemi ile aşıp Trablus'a ayak basmalarını düşünüyorlardı. Trablus'a yaklaştıkları zaman, bu güzel Umanda en az bir hafta istirahat edeceklerini hayal ederek birbirlerine az takılmamışlardı. Gemi rıhtıma yanaşmış, erler de limanda toplanmıştı. Daha birer sigara içecek zaman dolmadan yüzbaşı Otto, Bingazi'- ye hareket emrini vermiş ve 15 nci motorlu taburun üç bölüğü Via Balbo'yu takiben yürüyüşe geçmişti. Her bölük, 66 sepetli motosiklet, 25 ağır ve hafif kamyon ve 210 erden müteşekkildi. Bölükler Bingazi'ye vardıkları zaman Tobruk'un geçilmiş, taburlarının da Knobe gurubu ile Kapusso ve Sollum limanının ele geçirilmesi için ileriye sürülmüş olduklarını öğrenmişlerdi. Bardiya 11 Nisanda düşmüş, Kapusso ve Sollüm'e doğru harekete geçilmişti. Bu iki yer nerede idi, onlar da bilmiyorlardı. Hele hele, yakında bu yerlerin harp tarihinde birer sayfa işgal edecekleri akıllarından bile geçmiyordu. 29 12 Nisan 1941 de yürüyüş kolu tozlu bir yola

sapmış ve bir müddet sonra da dur! emri verilmişti. Motorlar soğutulacakmış!... Her motosiklette makinalı tüfek taşıyan üç er bulunuyordu. Ayrıca cepane kutularım, üç yedek benzin bidonunu, bir su bidonunu da bu yüke eklemek lâzımdı. 50 santigrat sıcaklıkta, tozu toprağı bol yollarda ve bu yükün altında zavallı motosikletler sık sık arızalanıyor ve erlere kök söktürüyorlardı. Deve dikenleri, taş, kum, toz, sıcak ve sinekler... Hele sinekler... Bu cefalı yolculuğun üzerine tüy dikiyorlardı. Nihayet 12/13 Nisan gecesi Kapusso'nun yakınlarına gelinmiş ve ertesi sabah ta Kapusso'ya taarruza başlanmıştı. Eski bir İtalyan kalesi olan Kopusso kısa, fakat zorlu bir savaştan sonra Almanların eline geçmişti. Ama İngilizler bir karşı taarruzla Almanları kaleden atmış ve bu minval üzere kale dört beş kere el değiştirdikten sonra nihayet Almanların elinde kalmıştı. Çavuş Krügel ve Wolf akşama doğru harabeler arasında dinlenmek üzere biraz uzandıklarında kötü talihlerine veriştirip duruyorlardı. Bırak bir Arap barını ve oynıyan güzel rakkaseyi, doğru dürüst içecek bir su bile bulamamışlardı. Ve üstelik bugün mübarek Paskalya idi.. Ama ne Paskalya, ya?... Kapusso ele geçirildiğinde «E Riddotto Capusso» (Kapusso alındı) diye bağrışan İtalyanların bile neşesiz oldukları gözden kaçmıyordu. Limanda bulunan bir İngiliz muhribi bütün toplarıyla Almanları daimi taciz ediyordu. Teğmen Krause, 88 milimetrelik topuyla muhribin hakkından gelebildi. Muhrip, selâmeti kaçmakta bulmuştu. Bu toplar aslında uçaksavar silahı olarak imal edilmişlerdi. Bundan ayrı olarak Afrika'da tanklara karşı mükemmel bir 30 tanksavar topu ve sahra topu olarak da kullanılmıştı. Bu toplar olmasaydı acaba savaş nasıl olurdu? Afrikadan gönderilen bütün İngiliz raporları, Almanların bu 88 milimetrelik topundan takdirle ve korku ile bahsediyordu. Sollüm'e gelince, burası İngilizler tarafından inatla savunuluyordu. En şiddetli taarruz karşısında İngilizler adım adım geri çekiliyor, durabildikleri ilk mevzide yeniden direnişe başlıyorlardı. Bütün keşif araçlarını Cebel'in (*) en dar boğazına toplamışlar, hareket eden herşeye ateş ediyorlardı. Bu nedenle gündüz hareketsiz kalıp geceleyin taarruza geçmek daha akıllıca idi. Hele sıcaklık! Harpten de beter bir şeydi.

Peki sineklere ne demeli? Bu melun yaratıklar dünyanın bütün ordularından daha müthiş bir düşman ordusu idiler. İnsanların dudaklarından başlayarak burun deliklerine kadar girmekte ve hatta dost jandarmalar bile (Sinekleri yiyen kuşlara bu adı takmışlardı) insanın yanağından dahi bu melunları kapacak kadar saldırgan olmalarına rağmen, başa çıkamıyorlardı. Nihayet, Sollum de düştü. Tobruk bir ay daha, Mayıs ortalarına kadar Alman hücumlarına mukavemet etmiş, fakat sonunda Rommel'e boyun eğerek teslim olmuştu. Rommel'in Tobruk savaşlarında düşmanı yanıltmak için kullandığı bazı hileler anılmağa değer. Bazı araçlara eski uçak motoru yüklenmiş, 100 : 200 m. aralıklarla peşpeşe hareket eden bu araçlardaki çalışan motorun koca pervanesiyle çölde havaya kaldırdığı toz duman İngilizlere, büyük Alman kıtalarının hareket ettiği görüntüsünü vermiş ve aldatmıştı. (*) Dağ CEHENNEM GEÇİDİNİN PAPAZI Nisan 1941 ortalarında Alman birlikleri Bardiya ve Sollüm'e ulaşmış, Rommel, şimdilik taarruzu durdurmayı uygun görmüştü. Biraz nefes alan ve derlenip toparlanmaya fırsat bulan İngilizler, küçük bir kuvvetle Almanları denemeye ve daha sonra yapılacak taarruz için kuzey bölgesinde büyük önem taşıyan Halfaya geçidini ele geçirmeye karar verdiler. Bu bölgede bulunan Alman 5 nci hafif turnem, Halfaya geçidim zayıf bir kuvvetle tutmuş, geçide gereken önemi vermemişti. Mayıs ortalarında İngiliz 22 nci Muhafız Tugayı, baskın tarzında Halfaya geçidine taarruz etmiş, Alman 15 nci motorlu Piyade taburunun bir bölüğü ve bir topçu bataryası tarafından savunulan geçidi ele geçirmişti. Alman birliğinin 12 eri hariç, hepsi esir düşmüştü. İngilizler bu başarı üzerine taarruzlarım sürdürmüşler, Kapusso ve Sollumu de elde etmişlerdi. Bunun üzerine Almanlar akviye almış, bu sefer 5 nci tümene bağlı Herff muharebe gurubunun karşı taarruzu ile Kapusso ve Sollum tekrar el değiştirererek ilk sahiplerinde kalmıştı. Fakat inatla savunulan Halfaya geçidi İngilizlerin elindeydi ve bu nedenle Kapusso ve Sollum daimi bir tehdit altında sayılırdı. Bu tehlikeyi gidermek için bölgenin kilit noktası olan geçit, mutlaka ele geçirilmeliydi.

Halfaya geçidinin önünde, sahilden başlayarak güneye doğru 130 kilometre uzunluğunda dikenli bir tel engeli vardı. Savaştan önce İtalyan'lar, Mısır topraklarında üslenen Sünu- 32 si'lerin (*) Libya'ya akınlarına karşı bir emniyet tedbiri olmak üzere bunu inşa etmişlerdi. Savaşın başlamasından sonra tankların çiğnemesi ve topçu ateşleri yüzünden bu engel neredeyse ortadan kalkmıştı. Fakat Sollum ile Kapusso arasındaki çölde 600 m. yükseklik ve 35 kilometre uzunluğunda bir yüksek plato mevcuttu. Sahil şeridinden platoya gelen yolun Halfaya geçidinden başka yerden geçmesi çok zordu. Üstelik bu yol istikameti derin bir boğazdan geçiyor, eski zamanlarda kurumuş nehir yataklarının teşkil ettiği derin yar ve kesintiler, çakıl ve kayalar bu yol istikametim büsbütün güçlükle geçilir hale sokuyordu: Herff muharebe gurubu 26 Mayısta Halfaya geçidini ele geçirmek için taarruza başladı. Yarbay Gramer'in komutasındaki 8 nci Panzer alayı, 33 ncü zırhlı topçu alayı, 15 nci Mot. P. Tb., bir keşif Bl. ve 104 ncü Topçu alayından teşkil edilmiş yaya bir tabur cepheden taarruz ederken, 5 nci Panzer alayı ve bir 88 milimetrelik batarya İngilizlerin dikkatim oraya çekmek için güneyden taarruza başlamıştı. Isının gölgede 55 santigrata vardığı bu kavurucu günün muharebesi o gün akşama kadar sürdü. Gece olduğunda geçit hala İngilizlerin elindeydi. Fakat 27 Mayıs günü Almanların ezici taarruzu karşısında Halfaya dayanamamış ve özellikle yüzbaşı Bach'ın komutasındaki 104 ncü Topçu alayı yaya taburunun süngü hücumu ile İngiliz 3 ncü Goldstrom muhafız alayının cephesini yarması sonucu geçit bir defa daha Almanların eline geçmişti. (*) Libya'h vatanseverler. 33 Yüzbaşı Bach, bir papazdı. Takma ad olarak değil, gerçek bir papazdı. Bach, askere alınmadan önce kendi halinde, sakin, güleryüzlü bir Evangelikal kilise mensubu idi. Ve şimdi erler arasında da «Muhterem Peder» olarak anılıyordu. Fakat savaş, bu sakin ve karınca incitmez Muhterem Peder'i şimdi tanınmayacak derecede cesur ve sert bir asker yapmıştı. Çekirdekten yetişen bir asker kadar mesleğine ve savaşın şartlarına uyabilen, gerektiğinde bir

şeytan kadar kurnaz, gerektiğinde atak ve acımasız. Sonradan İngilizlerin dilinde -«Cehennem geçidinin papazı» ve «Halfaya kahramanı» olarak anılacak olan yüzbaşı Bach, erleri tarafından da, pek az komutana nasip olan bir sevgi ile seviliyor, sayılıyordu. O da, savaşa başladıklarının ikinci günü Tobruk çöllerinde kaybettikleri tabur komutanlarından sonra emri komutasını aldığı bu taburla gururlanıyor ve bütün personelini bir peder şefkatiyle korumaya çalışıyordu. TİGER HAREKÂTI VE SOLLUM SAVAŞI Rommel'in, o güne kadar İtalyan kuvvetlerini eze eze ilerleyen İngiliz 8 nci ordusunu, hiç beklenmeyen bir sırada taarruzla önüne katarak döve döve kovalaması, İngiliz halkı üzerinde şok etkisi yaratmış ve herkes şaşkına dönmüştü. Bardiya ve Sollum savaşlarının başladığı Nisan ayının ikinci haftasında geceleyin Çörçil, Londradaki evinde istirahata çekilmiş, bir taraftan Kahire'den gelen son telgrafları okurken diğer ta- 34 raftan dışardaki fırtına ve yağmurun gürültüsü ne dalmıştı. Üzgün olduğu her halinden belliydi. Geçen olayları zihninde bir sıraya sokmaya çalışıyor, apansız bastıran Alman taarruzundan birkaç gün önce general VVavelle'den gelen «Benim başlıca gayem, Rommel'in kuvvetlenmesine fırsat vermeden taarruzla birliklerini imha etmek ve kısa zamanda zafere ulaşmaktır» mesajı aklına takılıp duruyordu. Eğer zamanında Wavelle takviye edilebilseydi bu zafer gerçekleşebilecekti. Nitekim bu takviyeyi biran önce Libya'ya ulaştırabilmek için düşman denizaltı ve hava tehlikesini bile bile Çörçil, Afrikayı dolaşmak yerine kısa yol olan Akdenizden geçilmesini emretmiş ve bunu sağlamak üzere kuvvetli bir deniz filosu teşkil edilmişti. Beş büyük şilep, Amiral Sommenvell'in komutasındaki harp gemileriyle korunmuş olarak Mart sonlarında Ingiltereden yola çıkarıldı. Bu filo ile Libya'daki küvetlere 295 tank ve 50 av uçağı ulaştırılacaktı ve bu harekâta «Operation Tiger» kapalı adı verilmişti. Ertesi gün VVavelle'e gönderdiği telgrafta Çörçil «Eğer Tiger emniyetle elinize ulaşırsa, düşündüğünüzü yapmak için en uygun fırsatı bulmuş olacaksınız. Tiger'in sonu alınır alınmaz Malta'daki Harikanların (*) komutanız altına girmeleri için emir vereceğim. Bütün düşüncelerimiz ve kalbimiz sizinle beraberdir»,

diyordu. Hakikaten bu günlerde Londra'nın bütün düşünce ve dikkati Akdeniz'e dönüktü ve herkes Tiger'in İskenderiye'ye vardığı 12 Nisan günü derin bir oh çekmişti.. Çekmişti ama, iş işten de geçmişti. Çünkü Rommel, İtalya'dan gelmekte olan 15 nci Panzer tümeninin vo diğer ba- (*) Savaş uçakları. 35 zı birliklerin tamamının limanlara çıkmasını veya cepheye varmasını beklemeden İngilizlerin üzerine atılmış Tigerin İskenderiyeye' vardığı tarihte O da Tobruk'u geride bırakarak Bardiya ve Sollüm'e dayanmış bulunuyordu. Tiger Akdenizi geçerken Alman ve İtalyan denizaltıları birçok fırsatı kullanamamalarına rağmen yine de Empire Sang adlı şilebi 57 tank ve 10 av uçağı ile birlikte batırmayı başarmışlardı. Bu hesaba göre 26.5 ton ağırlığında ve 3.5 inç zırh kalınlığı olan 138 adet Matilda —2 tankı ve daha hafif olan (14 ton) Cruiser tankları İskenderiye rıhtımına ulaşmış oluyordu. 25 Nisanda Wavelle, tankların toplandığım, personelin eğitime başladığım ve 3 gün sonra da Rommel'e taarruz için hazır olduğunu ve Tobruk'u kurtarabileceğini Londra'ya bildiriyordu. Çörçil bu taarruzun kod adını bizzat kendisi tesbit etmiş ve bütün ümidini bağladığı bu harekâta «Battle Axe» adını takmıştı. Çörçil ve diğer İngiliz komutanlar bu yeni Matilda —2 tanklarına o kadar güveniyorlardı ki «Metilda'lar ile harekâta başladığımız zaman zafer kuşkusuz bize nasip olacaktır» diyorlardı. Taarruz günü olarak 15 Haziran 1941 saat 04.00 seçilmişti. Taarruz kuvvetlerinin komutası general Peirs'de idi, 7 nci zırhlı tümene general Greagh, 4 ncü Hint Tugayı ile 22 nci Muhafız Tugayına General Messervy Jtomuta ediyorlardı. General Peirs, başlangıçta muharebeye 200 tank ve 25.000 er sürmüştü. Hedefi, Halfaya geçidini ele geçirdikten sonra Bardiya ve Sollum arasında düşman zırhlı kuvvetlerini imha etmek ve Tobruk'a ulaşmaktı. 36 Bu sıralarda karşı tarafa, Almanlardan yana göz- attığımızda Halfaya geçidinde gördüğümüz şunlar: Halfaya'yı ele geçiren Yüzbaşı Bach'ın taburu 14 günden beri mevzilerini kuvvetlendirmek ve tahkimat yapmakla uğraşmıştı. Teğmen Ritcher, istihkâmcıların 88 milimetrelik top

için hazırladıkları beton top yuvasını 150 m. kadar uzaktan yere yatarak uzun uzun tetkik etmiş ve gizlemeye ait hiç bir hata bulamamıştı. Mükemmel, diye söylendi. Bu topun hemen gerisinde, yine güzel bir şekilde gizlenmiş bulunan 15.5 luk Fransız sahra toplarından kurulu bir batarya, bunun da yanında İtalyan binbaşı Pardi'nin komuta ettiği bir topçu bataryası vardı. 12 Haziran günü istihkâm birliğinden bir hafif araç «T» lağımlarıyla doldurulmuş ve dere tabanına gönderilmişıti. Burada birbirine bağlı tellerle bir merkezden idare edilen normal mayınlardan başka, tazyikle patlayacak diğer bazı mayınlar da döşenmiş ve dikkatle gizlenmiştir. İstihkâmcılar bu işle meşgulken gökte bir İngiliz Harikan filosu göründü. Harikanların mevzi üzerinde uçmaları, ya bir şeyden şüphelendiklerine veya birşeyler hazırlamakta olduklarına işaretti. İstihkâmcıların can sıkıntısiyle havaya baktıkları tam bu sırada nereden geldiğini göremedikleri bir Messerchmid (*) tepede bitiverdi ve göz açıp kapayıncaya kadar bir Harikan'ın gerisinden taarruza geçti. İstihkâmcılar az sonra düşen Harikan'ın Kapusso taraflarında yerden kaldırdığı toz ve alevini seyrettiler. Daha ne olup bittiğini anlamadan ikinci bir Harikan da alev <*) Alman avcı uçağı. 37 almış ve dumanlar içerisinde denize doğru düşmeye başlamıştı. Bütün bu işler, bir dakika içinde olup bitmişti. Gökte hiçbir İngiliz uçağı görünmüyordu. Geniş bir kavis çizen Messerchmid ise vadiye, istihkâmcılara doğru alçalmış ve zafer işareti olarak kanadını sallayarak geçmiş ve gözden kaybolmuştu. Muhterem Peder Yüzbaşı Bach, bütün tedbirlerini almış, huzur içindeydi. 14 Haziran gecesi İstihkâmcılar 3 ncü bölükle 88 lik batarya arasında «T» lağım tarla hattını kapatmışlardı. Çifte nöbetçi ve devriyeler çıkarılmış,, birlik mevzilerini işgal etmiş, alarm durumunda idi. Saat 21.57 olmuştu. Belgrad radyosunda yine o her zamanki tatlı kadın sesi «Lili Marlene» i söylemeye başlamıştı. Şimdi, gecenin bu sessiz saatinde ortalık büsbütün derin bir sükûta bürünmüş gibi idi. Dost, düşman herkes bu saatte mutlaka Lili Marlene'i dinlemeye çalışırdı. Bu meşhur melodi herkesin dilinde idi ve herkese sıcak yuvasını, sevgililerini ve memleketini hatırlatırdı. 15 Haziranda gün doğarken motor gürültüleri

derinden derine duyulmaya başladı. Bir gece evvelki Lili Marlene'in dost sesinin yerini şimdi araç ve tank sesleri doldurmada ve insanın içine ürperti vermekteydi. Yükselen toz bulutlan arasında 4 ncü İngiliz tank tugayı ile 4 ncü Hint Tugayı Halfaya geçidine dcğru ilerliyorlardı. Bu sırada Muhterem Peder 88 milimetrelik topun yanına gelmiş ve : — Ne düşünüyorsun Ritcher, tanklar nekadar mesafede? diye sormuştu. — 3.500 yardada yüzbaşım. — Daha zamanımız var Ritcher. Bırak gelsinler. Ateş emrimle açılacak. 38 Bu. kolay ve doğru bir emirdi. Ama bunu bir de silâh başında, elleri tetikte bekleyen erlere sormalı! Aşağıda hareket halinde bulunan, çelik canavarlar, yavaş yavaş yaklaşıyorlardı. Güneş, artık doğmuştu. Biraz daha yükselirse savunanların gözlerini alacan ve görüşü bulandıracaktı. Alman mevzilerinde heyecan ve sinirlilik artmıştı. Çelik ejderhalar, arkalarında piyadeler olduğu halde ağır ağır yaklaşmaya başlamışlardı. İşte bu sırada da İngiliz topçusu kütle halinde atışa başlayarak Sollum muharebesini gürültülerle ve resmen açtı. Düşman mermileri daha ziyade tanksavar mevzii ile 3 ncü bölük arasındaki boş vadiye düşüyordu. Az sonra da tanklar birbiri gerisinden 3 ncü bölük mevzilerine taarruza başladı. Alman mevzilerinde hala hiç bir hareket yoktu. Acaba Almanlar geriye mi çekilmişlerdi, yoksa topçu ateşleriyle çok kayıp vermişler, kalanlar da başlarını çukurdan çıkarmaya mı korkuyorlardı? Bunu fazla düşünmeye gerek kalmadan Halfaya sırtlarında sanki bir yanardağ patladı. Bir ses ve tek nefes imişçesine Alman topları hep bir ağızdan ve aynı anda konuşmaya başlamışlardı. Bütün bataryalar ve pek doğal olarak en başta 88 milimetrelikler seri ateş... Tam isabet... Ve arkasından bir ateş sütunu daha... Tam isabet... Bir diğeri daha ve yine tam isabet... bir kaç dakika önce Mark —2 devlerinin karşısında titreyen Alman askeri, şimdi kuleleri kopan, paletleri çöken, bir kâğıt gibi sağa sola savrulan bu çelik heyulaları görmekten şaşkına dönmüşlerdi. Bu onlara, tarifsiz bir güven verdi. Kendi 88 İlklerine bir kere daha hayran oldular. Binbaşı Pardi'nin bataryası, İngiliz topçularının ateşi altına düşmesine rağmen inatla döğüşüyor ve isabetler kaydediyordu. Uzun

39 boylu ve zayıf bir subay olan Pardi, gayet sakin davranıyor ve sanki eğitim alanında imiş gibi komutlarını rahat rahat veriyordu. İtalyan topçuları cidden fevkalâde idiler. Muharebe bölgesi tam manasiyle bir ana baba gününe dönmüştü. Bu, zamanın modern harp şekli idi. Bir düzine yanmış tank Alman mevzilerinin önünde kalmış ve şimdi de 88 milimetrelik toplar, kapalı kolda ilerleyen piyadeye yönelmişti. Ateşler öldürücüydü ve düşman ağır zayiat vermişti. Her iki tarafın ateşleriyle Halfaya hakikaten bir yanardağa, bir cehenneme dönmüş ve bu tarihten itibaren de Halfaya geçidi «Cehennem Geçiti», burasını savunan Yüzbaşı Bach'ta «Cehennem Geçitinin Papazı» adını almıştı. Sahilde, İngilizlerin Sollüm'e ulaşmalarına engel olmak üzere mevzilenen 1 nci bölük de, ilerleyen düşmanı rahatsız etmeden, mevziinde sessizce beklemekte idi. Beş Matilda —2 kendilerine doğru geliyor ve gittikçe mayın tarlasına yaklaşıyordu. Bütün bölük nefesini tutmuş ve olacakları beklemeye başlamıştı. Nitekim biraz sonra infilaklar duyulmaya başladı: Bir... İki... Üç... Ama o da ne?.. Tanklar hiçbirşey olmamışçasına ilerlemeye devam ediyorlardı. Az sonra daha yüksek patlamalar duyuldu ve işte ne olduysa o zaman oldu. Kısa bir zaman içinde ikinci tank havaya uçmuş, üçüncü tank, dördüncü tank hareketsiz kalmıştı. Dördüncü tankın kulesinden çıkan bir er sürünerek saklanmak isterken bir patlama daha duyulmuş ve erin paramparça olduğu görülmüştü. Şimdi ortada yalnız bir Matilda kalmıştı. O da herhalde yakında havaya uçardı. Fakat, Almanların şaşkın bakışları arasında tank, ilerlemesine rahat rahat devam ediyordu. Daha şimdiden altı mayın hattını geçmiş, piyade 40 Sollum Muharebesinin 1 nci safhası 15 ı 16 Haziran 1941 İngiliz Taarruzu mevzilerini aşmış, Sollum yoluna yaklaşmıştı. Bu esnada tank birdenbire durdu. Herhalde yalnız başına kaldığı için daha fazla ilerlemekten korkmuş olacaktı. Bir geri manevrasıyla geldiği istikamete dönen tank, biraz ilerledikten sonra korktuğuna uğramış ve bir mayın onun da hakkından gelmişti. Tanktan çıkan mürettebat, eller yukarda, tankların açtığı izi takip ederek tealim olmaya geliyorlardı.

Diğer yandan savaş bütün şiddetiyle devam ediyordu. İtalyan Topçu binbaşı Pardi hakikaten tesirli ateşiyle düşmanın ilerlemesine set çekiyor, ateş kümelerini bir yerden diğer tarafa gayet maharetle kaydırıyordu. Sırf binbaşıyı kutlamak için Halfaya geçidine gelen Rommel bu tebriği kîsa kesmek zorunda kaldı. Çünkü ağır ziyata rağmen o sıralarda İngilizler yeniden taarruza geçmişlerdi. 16 Haziran günü güneş doğarken Sollum muharebesi de ikinci gününe girmişti. Hint kıtaları ve tank tugayları vahşi bir tank ve piyade taarruzuna başlamış, General Peirs'in iki muharebe gurubu geçidin iki tarafından aşarak ilerlemişti. Kollardan biri Kapusso ve Müsait istikametinde 15 nci Panzer tümenine doğru cepheden ilerlerken, diğer kol da çöl istikametinde, Batıdan bir kuşatma harekâtına girişmişti; General Peirs'in maksadı 5 nci hafif tümeni doğuya, olmazsa kuzeye doğru atarak bölgedeki Alman kuvvetlerini çember içine almak ve imha etmekti. Merkezden yapılan İngiliz taarruzu başarılı olmuş, Kapusso ve Müsait düşmüş, 7 nci zırhlı tümen 15 nci Panzer tümeni ile temasa geçmişti. Batıdan ilerleyen kuşatma kuvveti de 208 rakımlı bölgeye ulaşmıştı. Hakikatte 208 rakımlı 42 yer bir Arap mezarlığından ibaretti ve haritada coğrafi bir yerdi. Yoksa çölde öyle ahım şahım bir tepe veya kritik bir nokta değildi. Burayı ele geçirdikten sonra İtalyan ve Alman istihkâmcıları ve piyadeleri ile bir Alman Vaha Bölüğü bu mezarlığı müştereken müstahkem bir mevki haline getirmişlerdi. Vaha Bölüklerinin kurucusu, Rommel'den başkası değildi. Bu bölüklerin personeli özel surette seçiliyor, subayları hariç erlerin değil evli, nişanlı olanları dahi kabul edilmiyordu. Subaylar dahil bütün erler 30 yaşından genç ve atletik yapıh idiler, özel maksatla 5 bölük olarak kurulan bu birlikler harp boyunca çok önemli görevleri başarmışlar ve kurucularının yüzünü kara çıkarmamışlardı. 208 rakımlı müstahkem nokta, 500 metre genişlik ve 600 metre uzunluğunda güzel bir vahaydı ve takriben Kapusso'nun 30 kilometre kadar kuzey batısında ve çölün tam ortasında bulunuyordu. Mükemmel bir şekilde tahkim edilmiş ve gizlenmişti. 1 nci Vaha Bölüğü, 3,7 santimetrelik bir tanksavar top bataryası, bir makinalıtüfek kısmı ve teğmen Zeimer tarafından

komuta edilen 88 milimetrelik bir bataryadan kurulu birliğin başında teğmen Padewitz vardı. Teğmen Padewitz'in görevi, 5 nci hafif tümenin kuşatılmasına mani olmaktı. 15 Haziran günü 208 rakımlı mevzi bölgesi sukânet içinde geçmişti. Fakat akşam, yegane irtibatları olan 15 nci motorlu piyade taburu ile olan telsiz haberleşmeleri kesilmiş ve bir daha da kurulamamıştı. Bu yüzden bu küçük mevziin dünyası kararmış, geniş çöl ortasında kendi ka deriyle baş başa bir ada gibi kalmıştı. 43 208 Rakımlı bölge askerleri 16 Haziran sabahı, mevziye doğru ilerleyen 7nci İngiliz zırhlı tugayının palet gürültüleriyle uyandılar. Burada da, Halfaya'daki taktik aynen uygulanıyordu: Tanklar burunlarının dibine gelinceye kadar ateş etmek yasaktı. Ateş, emirle, baskın tarzında ve hep birden başlayacaktı. Teğmen Padewitz 88 milimetrelik bataryanın yamna gelmiş dürbünü ile etrafı gözetliyordu. Daha. şimdiden düşmanın 30 tankım saymıştı. Oldukça heyecanlı olduğu gözden kaçmıyordu. Birliğin komutanlığına tayin edileli 10 günü geçmemişti, daha birliğim yakından tanıma fırsatını bulamamıştı. Ya sinirlerine hakim olamayan bir er erken tetiğe basarsa?. Tanklar toz duman içinde yaklaşmaya devam ediyorlardı. Diğer mevzideki teğmen Zeimer de «Sinirlenmeyin çocuklar » diye erlerini yatıştırıyordu. O da şimdi 70 tank saymıştı. Birkaç dakika sonra ilk komut duyuldu: «Ateş».. Aynı anda ilk 88 lik topun gürlemesinin işitilmesiyle en öndeki tankın taretinin uçması bir oldu. İkinci, üçüncü tanklar da isabet almışlardı. Kısa bir zaman içinde tam 11 Ma t i 1da muharebe dışı kalmıştı. öğleye doğru ikinci İngiliz taarruzu başlamıştı. Bu muharebede de İngilizler 17 tank kaybetmiş, böylece 16 Haziran taarruzu tam 28 tanka malolmuştu. Artık taarruzdan bir yarar sağlanamayacağını anlayan İngiliz 7 nci zırhlı Tugay komutanı, taarruzun durmasını emrettiğinde vaha, bir tank mezarlığına dönmüş bulunuyordu. İnanılacak gibi değil ama, Alman Vaha birliğinin bütün zayiatı iki yaralı ve tahrip olmuş bir tanksavar topundan ibaretti. Ertesi gün ne olacaktı? Mermi ve su azalmaya başlamıştı, bereket ki İngilizlerin bundan haberi yoktu. Ge- 44 ce, telsiz irtibatının yeniden sağlanması, bütün

birlik personelim bayram çocukları gibi sevince boğdu. Vaha birliğinin, çok üstün zırhlı kuvvetlere karşı döğüşerek mevziim koruması, 5 nci hafif tümen komutanını daha az sevindirmemişti. Derhal bütün istediklerinden daha fazlasını süratle yola çıkararak Vaha birliğinin ikmalim aynı gece sağladı. Moralleri büsbütün düzelen Vaha birliği ertesi sabah yem İngiliz taarruzunu bekledi ise de, İngilizler cepheyi bırakıp çekilmeyi daha uygun bularak gece karanlığından yararlanıp bunu uygulamışlardı bile. 16 Haziran günü merkezde, Bardiya istikametinde taarruz eden 7 nci İngiliz zırhlı tümeni için başarılı geçmişti. Kapusso ve Musait'ten başka yukarı Sollum de ele geçirilmiş, 15 nci Alman Panzer turnem kuzeye doğru atılmıştı. Hele Kapusso'da 50 kadar İngiliz tankı mevzi önünde belirince motorlu Alman piyadesine çekilme emri verilmiş ve bu çekilme kısa bir zamanda paniğe ve kaçmağa dönüşmüştü. Herkes bacağının kuvvetine ve atletik kabiliyetine göre gücünün son hududunu zorlayıp canını kurtarmaya çalışırken birçok er paletlerin altında can vermekten kurtulamadı. Paniği yübaşı Kümmel önlemeseydi ne olurdu bilinmez. Gayet cesur ve parlak bir subay olan yüzbaşı, iki tank ve birkaç 88 lik topla bir barikat kurmuş, altı İngiliz Matilda'sım tahrip ederek İngilizlerin şaşkınlıkla duraklamasından yararlanarak tabancası elde kaçan piyadeleri durdurmuştu. Bu atak hareketi ona «Meşe dalı» nişanını kazandırmış, muharebenin genel akışını bir kişinin kişisel gayreti ile düzeltilebileceğine parlak bir örnek olmuştu. 45 Halfaya geçidine gelince, Muhterem Peder Bach, İngilizlerin yan ve gerilerine bir diken gibi batan mevziini savunmaya devam ediyordu. Bu geçit ve ancak bu geçitten geçen önemli yol, Sollum ve Bardiya bölgesindeki harekâtın ikmal yönünden can daman idi. Şu sırada devam etmekte olan muharebeyi bu kadar etkileyen buranın kıymetim iki taraf da biliyor ve Rommel'- in «Her ne pahasına olursa olsun bu geçidi elde bulunduracaksın» emriyle neyi kastettiğini Muhterem Peder çok iyi anlıyordu. İngilizler Halfaya geçidine beş defa taarruz etmiş ve her keresinde de ağır zayiatla geriye püskürtülmüşlerdi. Bununla beraber Halfaya'- da cepane ve ikmal maddeleri kritik bir hal

almaya başlamıştı. Binbaşı Pardi vadide depolanmış eski İtalyan top mermilerini toplatmış, temizletip yağlamak suretiyle bunlardan faydalanma yolunu bulmuştu. Yüzbaşı Bach ise yalnız mevzilerini savunmakla kalmamış, karşı taarruza da geçerek İngilizleri Halfaya köyünden atmayı başarmıştı. Rommel, iki günlük muharebe sonucunda ortaya çıkmakta olan fırsatı, her saat biraz daha yakından seçmeye başlamıştı. Özellikle iki hayati nokta-elindeydi: Halfaya ve 208 rakımlı nokta. Bardiya istikametini zorlayan düşman da takatinin sonuna yaklaşmış, üstelik 208 bölgesini ihmal ederek sol yanını tehlikeli şekilde açmıştı. Rommel gibi bir «Çöl Tilkisi» için bunu sezmek fazla zor olmamıştı. Rommel o gece 5 nci hafif tümeni 208 civanna kaydırmış ve 18 Haziran sabahı erkenden İngilizlerin yan ve gerilerine taarruza sevk etmişti. Aynı gece Bardiya bölgesindeki 5 nci Panzer tümenine ait bazı 46 Sollum Muharebesinin 2 nci safhası 18 Haziran 1941 Alman Taarruzu birlikleri düşmanın burnunun dibinden sessizce çekerek, Sidi Süleyman istikametinde süratle ilerleyen 5 nci hafif tümeni takviye etmiş ve Aynı sabah kuvvet kaydırma sonucu zayıflayan cephe küvetleri ile de düşmanı tesbit taarruzu başlayınca Gveneral Peirs çekilme emrini vermek zorunda kalmıştı. İngiliz askeri hem geldiği yoldan apar topar gerisin geriye kaçıyor, hem de başına geleni anlamaya çalışıyordu. Nasıl olmuştu da Almanları önüne katmış kovalarken ve Kapussç, Müsait, Sollumu alıp Bardiya'ya dayanmışken 3 gün içinde işler tersine dönmüştü? Tomi'nin doğal olarak bu işe akıl erdirmesi mümkün değildi» •Şimdi kendisini biran evvel bu ölüm kıskacının dışına atmaya çalışıyordu. Bugün Çörçil hatıra defterine aynen şunları yazmıştı: «Herşey yanlış gidiyor.» Gerçekten de herşey yanlış gidiyordu. Çünkü pekaz küvetle tutulmuş olmalarına rağmen Halfaya geçidi ve küçük bir vaha (208 rakımlı yer) bir türlü ele geçirilememiş, buradaki bir avuç askerin ölümü göze alan direnmelerine Rommel'in sezgisi ve taarruz ruhu eklenince sonuç kaçınılmaz olmuştu. Bu savaşta Alman onarım ve kurtarma birliklerinin cansiperane gayretleri

de başarıya etki yapmıştı. Arızalanan veya hasara uğrayan tank olsun, motorlu araç olsun muharebe sahasından taşıyıcıya yüklenerek geriye alınırken ve taşıyıcı hareket halinde iken onarılıyor ve birçok araç kısa zamanda onarım atelyesine gelmeden yine muharebe bölgesinde göreve sevkediliyordu. Bu cidden büyük bir başarı idi ve çölde şimdiye kadarki bu en büyük tank muharebesinin kazanılmasında Almanlara 48 önemli avantaj sağlamıştı. Bu muharebedeki İngiliz zayiatı 122 ölü, 259 yaralı, 600 kayıptı. 100 tank ve birçok malzeme kaybedilmişti. Ve, General VVavelle'in bütün ümidim bağladığı Matilda zırhlı kuvvetleri, belim zor düzeltebileceği bir yenilgiye uğramıştı. Kuşkusuz bu muharebede, üstün komutanlık ve liderlik vasıfları yanında başta 88 likler olmak üzere silah üstünlüğünün rolünü de unutmamak lâzımdı. Harp sona ermemişti. İngilizler bu muharebeden dersler almışlardı.. Savaş devam ediyordu. Rommel'in maiyeti, O'nun insan üstü bir kuvvete sahip olduğuna ve hatta hiçbir merminin bu ihtiyar askere değmeyeceğine inanmıştı. Bindiği zırhlı aracın önünde mermi patlamadan birkaç saniye önce aracı terkederek uzaklaşmasını komutanlarının altıncı bir hisse sahipolmasına yoruyorlar, düşmanın şiddetli ateşleri altında hiç kimsenin başını siperden çıkarmaya cesaret edemediği bir anda O'nun bir siperde ayakta durmuş erlerini hücuma kaldırmasını, mermi değmez'liğine veriyorlardı. Rommel'in vurulmazlığı ve Alman Generallerinin yenilmezliği. Alman esirlerinin anlattıkları hikâyelerle Tomi'lerin arasında da yayılmış ve Roramel adı İngiliz ordusu için psikolojik bir tehlike olmaya başlamıştı. 18 Haziran günü 7 noi zırhlı tümenden kurtulabilenler arasında sevgili dostlarımız teğmen Clark ve Miller'de vardı. 15 Haziran günü Matilda'ları gördüklerinde hayran kalmışlardı ve zafere gerçekten inanmışlardı. Fakat kısa zamanda Sidi Ömer'le Halfaya ve Kapusso arasın- 49 da Rommel'in büyük torbasına düşüp o tehlikeli çekilmeye, daha doğrusu kaçışa katıldıkları zaman onlar da Rommel'e, bu düşman Generalin askeri dehasına hayran olmuşlardı. Hakikaten bu Almanlar yenilemez mi? Bunları yenmek için birşeyler yapılamaz mı? Bu ev buna benzer

sorular bu iki subayın ve daha bir çok İngiliz subayının kafasını işgal ediyordu. Çörçil, bu yenilgiden sonra, VVavelle'i çöl komutanlığından, 8 nci İngiliz ordusunun başından almış ve yerine inadıyla şöhret yapmış olan Hindistan başkomutanı Sir Claud Auchinleck'i atamıştı. Acaba Rommel mağlup edilebilecek mi? Ah, şu mel'un adam. Bu Tilki, Çörçil'in eline bir geçse!?... ÇALINAN PLANLAR 18 Haziran zaferinden birgün sonra Almanların Rusya'ya taarruzunun yakın olduğu tahmin ediliyor (*) ve bu yüzden geniş çapta tank, uçak ve diğer takviye kuvvetini alma ümidi çok zayıflıyordu. Rommel, Hitler'in ve Alman Baş komutanlığının Afrika harekâtına sempati beslediklerini ve fakat Avrupayı birinci planda düşündüklerini de biliyordu. Genel Kurmay Başkam General Halder bile İngilizlerin kuzey Afrikada mağlup edilemiyeceğini savunuyordu. Ona göre Kuzey Afrika harekâtı, düşmamn dik- (*) Almanların Rusya taarruzu, 22 Haziran 1941 sabahı başladı. 50 katini başka istikamete çekmek suretiyle zaman kazanılacak bir bölge idi. Rommel'in büyük bir taktisyen, parlak bir komutan ve lider olduğunda herkes birleşiyordu. Ama iyi bir stratej olduğunda şüpheler vardı. Onu bu konuda Hayalci olmakla suçlayanlar mevcuttu. Zira Rommel Hitler'e «Biran önce Süveyş'e el atıp oradan Suriye'ye yönelmek, Suriye'yi ikmal üssü haline getirdikten sonra İran körfezine kadar uzanmak» konusunda cesur planlar önermişti. Bu bir hayalcilik mi idi?... Hitler'in Kafkasları aşarak Bakü petrollerim elde etmek arzusundan daha mı hayali idi? Gelin, biraz da düşman başkumandanın söylediklerine kulak verelim: İngiliz komutanı General Auchinleck 1941 Kasımında Londra'ya yolladığı 38177 numaralı raporunda «Rommel'in böyle bir plandan çekindiğim, Suriye'yi savunacak bir İngiliz kuvvetinin bulunmadığını. Irak ve İran bölgelerinde ise çok zayıf kuvvetlerin olduğunu, Kıbrıs'ın Alman hava indirme birlikleri tarafından kolaylıkla istila edilebileceği » nden bahisle, Führer'in, Rommel'in isteklerini yerine getirmemesi için dua ediyordu. Nitekim Barbarossa (*) harekatının başlamasiyle Auchinleck'in duası kabul olunmuş,

Kuzey Afrika'ya yapılan Alman ikmâli büsbütün zayıflamıştı. Buna mukabil İngilizler cepheye gemilerinin taşıyabileceği herşeyi getirebiliyor ve hergün biraz daha güçleniyorlardı. Hitler ve Başkomutanlık istese de istemese de (*) Almanların Rusya'ya taarruz harekâtının kapalı adı. 51 Rommel, İngilizler bir taarruza girişmeden önce, gerisinde bir çıban gibi duran Tobruk'u ele geçirmeyi planlıyordu. Bu sırada Alman gizli istihbarat şefi Amiral Canaris'in bir raporu da imdada yetişmişti. Kudüs'te bir İngiliz asker hastanesinde hemşire olarak çalışan değerli bir ajan, yaralı İngilizlerden çok önemli haberler elde etmişti. Bu kadın ajanın raporuna göre İngilizler Kuzey Afrika'da büyük bir taarruza hazırlanmakta idiler. Rommel, Roma'dan General Jodl ile telefonla görüşerek Başkomutanlığı ikna etmeyi başardı. Taarruz, mümkün olursa Ekim sonunda yapılacaktı. Rommel, kolları hemen sıvadı. Hainler olmasaydı harpler nasıl cereyan ederdi? Doğal olarak silah ve insanca kuvvetli olan ve iyi komutanlara sahip bulunan orduların harbi kazanmaları matematiksel şekilde kesinlik kazanırdı. Ta ki, araya hiyanet karışmış olmasın. Onun girdiği yerde çok kere mükemmel planlar, silah üstünlükleri ve askerlerin ölüm karşısındaki cesaretleri birer komediye döner. Bu, asırlardır böyle devam edegelmiştir. Bu çirkin hiyanet olaylarında bir teselli tarafı da vardır. O da hainin güvenilir olmayışı yüzünden getirdiği habere her zaman itimat edilmeyişi ve gerekli tedbirin alınmayışıdır. En büyük casuslardan biri olduğu kabul edilen Çiçero Ankara'da İngiliz elçiliğinde kavaslık yaparken çaldığı çok gizli ve önemli planlan Almanlara satmış, fakat Hitler bunun İngiliz gizli haberalma servisinin bir aldatmacası olduğundan şüphelenerek dikkat nazanna almamıştı. İşte bu hatası da ona pahalıya mal olmuştu. Aynı şekilde 1940 da Fransa harekâtınan ait planı taşıyan bir Alman kurye uçağı yanlışlıkla Bel- 52 çika arazisine inmiş ve mürettebatın bu planı imha etmesine vakit bırakmadan dokümanlar Belçikalıların eline geçmişti. Fakat Müttefikler de, Hitler'in bu hile ile kendilerini yanlış karara sevketmek istediklerini zannnetmişlerdi. Hitler,

düşman eline geçtiğim bildiği bu planda hiçbir değişiklik yapmadan taarruza geçtiğinde hatalarını anlamışlardı. Kasım başında Rommel Mersedes arazi aracı ile cepheyi teftişe çıkmış, geceleyin de kendisine dinlenme yeri vazifesi gören treylerine çekilmiş, hazırladığı planları bir daha gözden geçirmeye başlamıştı. Bu planda, bundan önce Tobruk'a yapılan bir çok taarruzdan elde edilen tecrübeler de dikkate alınmıştı. Bu sıralarda, yani her iki tarafın da düşmanın tarruz edeceğini bildiği bu Kasım ayında istihbarat faaliyetleri bir hayli artmıştı. Uzun mesafe çöl gurubundan yarbay Heselden bir bedevi kılığına girerek Alman hatları gerisine sızıyor, Roma ve Sicilya'daki îngiliz ajanları da son raporlarını hazırlıyorlardı. Buradaki ajanlar İtalyan Amirali Maugeri'yi kendilerine haber veren bir kaynak olarak kullanmaya başlamışlardı. Bu Amiral kanaliyle İngiliz entelijansı, İtalyan limanlarından Rommel'e ikmal maddeleri taşıyan konvoyların hareket saatleri ve taşıdıkları malzemenin cins ve miktarı hakkında kesin bilgi elde etmekteydi. Bu sebeple bu gemilerin % 75 nin yolda batırılması normal sayılmalıdır. Bu hiyanet, bütün harp süresince devam etmiş ve hiçbir zaman meydana çıkmamıştır. Bugün artık herşeyin gün gibi belli olduğu şu sırada kesinlikle biliyoruz ki, Almanların Kuzey Afrika'daki yenilgilerini hazırlayan- 53 ların başında İngiliz ajanlarının bu faaliyetleri gelmekte idi. Amiral Maugeri yalnız değildi ki. Roma yolu ile de önemli haberler geliyordu. İngiliz ajanları, Faşizme karşı olan kişileri de ustaca kendi taraflarına elde etmenin yollarını bulmuşlardı. Ayrıca Rommel'in başarılarım kıskanan Roma'daki İtalyan yüksek karargâhının bazı general ve subaylarım da bu hiyanet şebekesine katmak lâzımdır. Kahire'ye gelince, heyecanlı ve aym zamanda şüpheci olan General Auchinleck, masasının üzerindeki Rommel'in bizzat eliyle çizdiği ve Tobruk'a taarruz planım gösteren krokiyi derin düşünceler içinde tetkik etmekte idi. Krokide taarruz edecek birlikler, ihtiyatlar, Tobruk savunmasının zayıf noktaları ve Alman tümenlerinin taarruz saatleri işaretlenmişti. Kroki, gerçekten mükemmeldi ve herşey çizilmişti. Bir şey müstesna, herşey.. O müstesna olan

şey de tarihi idi. Hangi ay ve hangi gün? General Auchinleck'i de şüphelendiren buydu. Acaba, birçok defa İngiliz strateji ustalarını aldatan bu «Çöl Tilkisi» nin yeni bir hilesi olmasın.. İngiliz gizli servisi fotokopi üzerindeki yazıların kesinlikle Rommel'in el yazısı olduğunu bildiriyordu. İşte şimdi Tilki, kovuğunda kıstınlmıştı. Bu sefer Rommel'e öyle bir ders verilmeliydi ki artık unutmasın. Rommel'in taarruz planı dikkate alınarak Afrika Mihver kuvvetlerini imha edecek bir karşı taarruz planı hazırflandı. Bu plana göre birlikler gecenin karanlığında yerlerini aldılar. Gündüzki hareketler de bir deve kervanı hareketine benzetildi. Şimdi bütün mesele Rommel'in taarruza geçmesini beklemeye kalmıştı. I 54 Bu konuda, harpten sonra 1953 yılında «Picture Post» mecmuası şunları yazmıştı: «Her harp plammn bir bilinmeyeni vardır. Tobruk'ta da Rommel'in hangi günü taarruz tarihi olarak seçtiği bizim için meşhuldü. Taarruzun yakın olduğunu, hatta bir gün meselesi olduğunu dahi biliyorduk. Fakat kesin tarih hâlâ bir soru olarak ortada duruyordu. 14 Kasım geçmişti. 15 Kasım günü Londra ve Kahire'- de heyecanla Rommel'in taarruzunu bekliyorduk. Fakat bu gün de herhangi bir hareket olmadı. 16 Kasım günü Londra'da sinirler adamakıllı gerilmişti. Birlikler, bir kısmı açık çölde olmak üzere, üç gündenberi mevzilerinde idiler. Hergün Alman keşif kollarının bu hazırlığı keşfetme tehlikesi vardı. Şimdi şüpheciler de seslerim yükseltmişlerdi. Bütün bu hazırlıklar ne idüğü belirsiz bir harita için mi yapılıyordu? Londra ile Kahire arasında devamlı mesajlar alınıp veriliyordu. General Auchinleck bir müddet daha beklemek taraftarıydı. Çörçil ve Harp Kabinesi ise buna itiraz ediyor ve Çörçil, bir müddet daha beklemenin herşeyi daha da berbat etmekten başka bir şeye yaramayacağına inanıyordu. Sonunda Çörçil 17 Kasım gününü taarruz günü olarak seçti. Auchinleck'e gönderdiği mesajda: Çöl ordusu tarihe bir Blenheim ve VVaterlo (*) zaferleri gibi memleketimiz ve medeniyetimiz için yem bir sahife ilâve edecek ve dünyanın gözü üzerinizde olacaktır, diyordu. (*) Blenheim; 1704 te ingilizlerin Fransız ve ispanyol ordularını yendikleri, VVaterlo: ingiliz ve Almanların Napolyon ordularım mağlup ettikleri

savaşlar. 55 Bu sırada Rommel, bir konferansa katılmak için Roma'da bulunuyordu. İngilizlere Rommel'in planım veren hain kimdi? Buna yalnız Feld Mareşal Sir Auchinleck cevap verebilir. Fakat İngiliz Harbiye Nezareti, herhalde bu hiyanetin açıklanması için henüz zamanın geldiğine kani değildir.» Rommel'in karargah subaylanndan Albay Albert Bötteher'in de bu konuda anlattıktan bir hayli ilginçtir: «Dokümanlar, önemine göre gizlilik derecelerine aynlır. Çok Gizli evrak kurye subaylarıyla, Gizli evrak motosikletli habercilerle gönderilirdi. Kurye ve haberciler, özel odalarda bulundurulur ve bunlara görevden önce yemin ettirilirdi. Bu gibi evrakla ilgili olmayan kimsenin, kim olursa olsun, evrakı görmesi kesinlikle yasaklanmıştı. Bununla birlikte İtalyan Yüksek Komutanlığı ve bazı birlikleriyle irtibat zorunluğu olduğundan bu emir ve kararlardan buradaki ilgililere bilgi verilmekte idi. Bu da İtalyan subaylanyla yapılıyordu. Savaşın gayet hareketli olması ve Mareşalin en ilerdeki hatlara gitme adeti yüzünden, gizli dokümanın düşmanın eline geçmesini önlemek için elimizde benzin şişeleriyle her an hazır bulunurduk. Gizli hususları -Telefotograf- ile gönderirken kod kullanırdık. Bu işle ilgili personelin aracı karargahın çok gerilerinde bulundurulurdu. Burada şifreli mesajlar çözülür ve belirli zamanda kod değiştirilirdi. Ordu İstihbarat Başkanı, bütün bu işlerden sorumluydu. Harekât bölgesindeki istihbarat işlerinden sorumlu bulunan yarbay Melenthin'in düşman hakkında bilgi toplayıp 56 genel karargaha bu bilgileri ulaştırmak ve özellikle düşman teşkilâtı, silahları hakkında harp esirlerinin sorguya çekilmesi, düşman radyolarının dinlenmesi, tercümanların kullanılması, dinleme postalarına özel görevlerin verilmesi gibi bir sürü görevi vardı.» AUCHİNLECK'İN TAARRUZU «Tobruk fareleri» (*) 17/18 Kasım gecesi uyumamışlardı. İngiliz deniz kuvvetleri, ağır kayıplar vermesine rağmen, geceleyin limana girmeyi başarmış, ikmal malzemesi ve biraz da takviye kuvvetleri getirmişti. Yedi aydan beri bu «Fare» 1er, Rommel'in bütün taarruzlarına

azimle karşı koymuşlardı. Şimdi Çörçil'in Londra'dan yayınlanan zafer nutkunu ve sakin sakin yağan yağmurun sesini dinliyorlardı. Her ne kadar İngiliz tank, top ve araçlarının seslerim duyamıyorlarsa da bu anda ıslak ve yumuşak kumlan ezerek Batıya, kendilerine doğru Rommel kuvvetlerine karşı hareket halinde olduklarını biliyorlardı. Takriben 1.000 tank ve zırhlı araç, 500 Alman ve İtalyan tankına saldırmak için yaklaşıyordu. 30 ncu kolordu, 7 nci İngiliz zırhlı tümeni, 1 nci Güney Afrika tümeni ve 22 nci Tugaydan kurulu birlikleriyle Tobruk istikametinde yürüyüş halindeydi. Daha kuzeyde 3 ncü kolordu, 4 ncü Hint tümeni, 2 nci Yeni Zelanda tümeni ve 1 nci tank tugayı ile Sollum - Bardiya cephesinde ilerlemekte idi. Ayn- (*) Tobruk'u savunan Avustralyalıların kendilerine taktıkları isim. 57 ca bir motorlu gurup da güneyde Cerabub vahasından Rommel'in hatları gerisine dalmış, Alman Panzer ordusunun muhabere ve ulaştırma hatlarını kesmek emrini almıştı. Almanlar ise İngiliz hazırlıklarını ne karadan ne de havadan görebilmişlerdi. Hatta, İngilizlerin sol kanadında çöldeki muazzam ikmal maddelerinin meydana getirdiği yığınları bile tesbit edememişlerdi. Almanlar Mısırdaki ajanlarından herhangi şüpheyi çekecek bir rapor alamamışlar, bir düşman telsiz mesajını bile elde edememişlerdi. Bunda, İngilizlerin kesinlikle telsiz susmasına uymasının da rolü vardı. 18 Kasım günü bir Alman keşif kolu Sidi Süleyman yolunda yolunu şaşıran 4 ncü Hint tümenine ait bulunan bir komuta aracını baskına uğratmış ve içindekileri esir almıştı.. Bunlar Bardiya'da sorguya çekildikleri zaman üzerlerinden Auchileck'in taarruz plam çıkmış ve Rommel'in taarruz planının İngiliz Genel Karargâhı tarafından bilinmekte olduğunu öğrenmişlerdi. 7 nci zırhlı tümen ve özellikle meşhur 11 nci Hüssar alayı, Mihver mevzilerini 20 Kasımda yarmaya muvaffak olmuşlar ve ileri kısımlarıyla Sidi Rezek'e varmışlardı. Alman Afrika kolordusu ise üstün düşman taarruzları karşısında başarılı savaşlar vererek düşmanı yıpratmaya çalışıyordu. İngilizlerin her bakımdan üstün durumda bulunmaları Rommel'i, yaklaşmakta olan kuvvetleri teker teker yakalayarak haklarından gelme taktiğine zorluyordu. Fakat general

Cunnigam, bu oyuna gelecek miydi?. Gelmemesi gerekti ama, savaş bu, belli mi olurdu? Nitekim Rommel'in bile böyle kolayca bekleme- 58 algi durum meydana gelmiş ve savaşın hercümerci içinde Cunnigam birliklerinin bir kısmını değişik cephelere sürerek dağıtmış ve bir daha da toparlayamamıştı. 21 Kasımda Afrika Kolordusunun zırhlı birlikleri Sidi Ömer istikametinde ingiliz 7 nci Zırhlı tümenine taaruzla onu, taaruzunu durdurup savunmaya geçmek zorunda bırakmışlardı. Tobruk savunma küvetlerinin 20/21 Kasım gecesi yapmak istedikleri çıkış hareketi de püskürtülmüştü. 21 nci Panzer tümeni ve 5 nci Hafif tümen Sidi Rezek hava alanına taarruz etmiş ve İngiliz kuvvetleri güneye atılmıştı; Bu sırada 15 nci Panzer Tümen komutanı General Silkow, tümeniyle karşısındaki kuvvetlerin yan ve gerilerine taarruzla bunları kuşatmıştı. Bu savaşta 8 nci Panzer Alayının, 4 ncü İngiliz Zırhlı tugayını tutsak alış şekli çok enteresandır. Onu anlatmalıyım. Olay şöyle cereyan etmişti: 22 Kasım gecesi Yarbay Gramer'in 8 nci Panzer Alayı çekilen düşmanla teması kaybetmişti. Tamamiyle ve hiç beklenmeyen bir zamanda, zifiri karanlıkta bir tank topluluğu içine dalmış ve 10 metre mesafeye gelinceye kadar da bunların düşman tankları olduğunu anlayamamıştı. İşin anlaşıldığı anda ise her iki taraf da şaşkına dönmüş ve hiç kimse ateş açmaya cesaret edememişti. 1 nci Tabur Komutanı Binbaşı Frenski, seri bir kararla ve kendi insiyatifini kullanarak kendi komutan tankını düşman tank topluluğu içine sürereken, telsizle de 1 nci bölüğe ve kendi koluna düşmanı kuşatma emrini vermişti. Tabur Emir Subayı Teğ- 60 men Beck, alanı aydınlatmak için havaya devamlı olarak aydınlatma mermisi atıyor ve bu hal İngilizlerin şaşkınlığını büsbütün arttınyordu. Çavuş Sauter de İngilizlerin içine dalmış ve yüksek sesle İngilizce «Eller yukarı» diye bağırıyordu. Bir düşman tankı kaçmayı denediyse de çavuş Sauter tanka atlayarak kule kapağım açmış ve makinalı tabancasıyla mürettebatı hareketsiz bırakmıştı. Çember içine alınmış bulunan İngiliz tanklarından bir kısmı kendilerine bir

yol açmak için harekete geçmişlerse de yedik— leri şiddetli ateş karşısında durmaya mecbur bırakılmışlardı. Bu durumda herhangi bir yanlışlığı, önlemek üzere birliklere, yalnız tanklara ateş edilmesi emredilmiş ve Binbaşı Frenski tank komutanlarının tanklanndan çıkarak otomatik tabancalarıyla esirleri toplamalarını emretmişti. Bu sırada tank topçuları alarm durumunda ve tetikte beklerken tank farlarının ışığı altında İngilizler silahsızlandırılmaya başlanmıştı. Hareket, tam m an asiyle umulmayan bir durumda seri karar verme ve cesaretle insiyatifi kullanma şaheseriydi. Bunun ödülü de, bir Tuğgeneral, 17 subay, 150 astsubay ve er, 35 tank ve bir sürü motorlu araç olmuştu. Böylece koskoca bir zırhlı tugay ortadan kaldırılmış ve tamamen tutsak edilmişti. Harp tarihine ibretle geçecek bir olay... Fakat talihin garip cilvesi, bu hareketin yaratıcısı Binbaşı Frenski, ertesi günkü harekâtta vurulmuş ve ölmüştü. O gün Tobruk'tan yem bir çıkış yapılmamıştı. Fakat İngilizler muharebeye 13 ncü kolordularını da sürmüş ve geniş bir cephe ile Halfaya geçidi gerisine ve Sollum istikametine taarruza geçmişlerdi. Kapusso, Yeni Zelandalılar tarafından zaptedilmişti. 61 22 Kasımda Rommel, karşı taarruz için uygun zamanın geldiğine karar verdi. Planı kısaca şöyleydi: Birinci safha olarak Bir El Ğobi bölgesinde teşkil edilecek bir sıklet merkezi ile 23 Kasımda Halfaya istikametinde taarruz etmek ve bu bölgedeki düşman ana kuvvetlerini kuşatarak imha etmek. Ondan sonra duruma göre hareket etmek. 1 O gece birlikler plana uygun olarak taarruz bölgelerindeki yerlerini aldılar. 23 Kasım sabahı Afrika kolordusu, İtalyan Ariete zırhlı tümeni ve arkasından yetişen 15 nci Panzer tümeni Bir El Gobi bölgesinden general Grüwell komutasında güney doğu istikametinde ve kuşatıcı şekilde taarruza başladı. Taarruzun başlamasından az önce Afrika kolordusu karargâhı Yeni Zelandalıların eline esir düştü. Kolordu Kurmay Başkanı albay Bayerlayn olayı şöyle anlatıyordu: Sabah 05.35 de General Grüwell beni de yanına alarak sabahın alaca karanlığında 15 nci Panzer tümeni karargâhına doğru hareket' ettik. Henüz tümen karargâhına varmıştık ki korkunç haberi aldık. Hemen hemen bütün kolordu

karargâhı, gecenin karanlığında nereden geldikleri bilinmeyen bir düşmanla karşılaşmış bütün kıymetli ve gizli dokümanlar, haritalar ve kurmay heyeti apansız ortaya çıkan Yeni Zelandalıların eline geçmişti. General Grüwell ve ben bir şans eseri kıl payı bu felaketten kurtulmuştuk. Ve şimdi komik bir durum ortaya çıkmıştı: Koca bir kolordunun komuta heyeti olarak general ve benden başka kimse yoktu. Evet, karargâhsız General Grüwell şimdi İtalyan Ariete zırhlı tümeninin başında, 21 nci 62 Panzer tümeniyle müştereken yaptıkları taarruzu yönetiyordu. Ve taarruz istikametini, tesbit edilen düşmanın kuvvetli zırhlı birlik ve büyük motorlu kuvvetlerim torbaya alacak şekilde daha güneye doğru kaydırıyordu. 8 nci Panzer alayı merkezde, 5 nci Panzer alayı sağda ve İtalyanlar solda olduğu halde ilerleyen taarruz, Güney Afrika tümeninin kurduğu kuvvetli bir tanksavar savunması ile karşılaşınca durakladı. 8 nci Panzer Alayının 8 nci bölüğü ağır zayiat vermiş, bölük komutanı tankı ile düşman mevziine ulaşmışsa da o da vurulmuş ve nişancımn kollan arasına düşmüştü. Teğmen Lietsman komutayı almak istemişse de Lider" tankından bir ses alamayınca tankından inerek yüzbaşının tankına fırlamış, ölmüş bulunan bölük komutanı ve doldurucu hariç diğer mürettebatı kurtarmıştı, öğleye kadar devam eden savaş sonunda Almanlar birkaç yerden düşman mevzilerine girme'yi başarmış ve arkasından da tanklar, bir sel gibi yıkılan bu barajdan ileri atılmışlardı. Buradan kilometrelerce uzaktaki Sidi Bezek bölgesindeki 21 nci Panzer tümeni, çok üstün düşman zırhlı taarruzlarına karşı başanyle savunmasını sürdürüyor ve önemli düşman küvetlerini oyalayarak General Grüvvell'in taarruz birliklerinin işini kolaylaştınyordu. Daha batıdaki Tobruk cephesinde ise, «Tobruk Fareleri »nin öğleye doğru 80 kadar tankla desteklenen taarruzu, İtalyan Pavia tümeninin inatçı direnişiyle püskürtülmüş bulunuyordu. Bugün Afrika kolordusu komutanı General Grüvvell ve Kurmay Başkanı Albay Bayerlayn'ın başında galiba bir şeyler dolaşmaktaydı. Bugün 63 onlann «Esir düşme» günlerimiydi ne? öyle de ğilse bile mutlaka ters günlerinden birinde idiler.

Aynı gün akşama doğru savaşın kızgın bir anında zırhlı araçlarının birdenbire ingiliz tankları ile sanlıverdiğini farketmişlerdi. Nasıl olduğunu anlayamadan ve ne yapmaları lazım geldiğine dair bir karar veremeden öylece kala kalmışlardı. Herhalde teslim olmaktan başka yapacak pek bir şeyleri yoktu, ingilizler de, komutanın bindiği aracın üzerindeki Alman haçını gördüklerinde aynı derecede şaşırmış, onlar da bu işe bir mana verememişlerdi. Tank mürettebatından bazıları yere inerek bertaraf! kapalı bu zırhlı aracın zırhına içerde kimse yok mu diye, vurmaya başlamışlardı. General Grüwell kapağı açtığı zaman da, şaşkınlıktan az daha dillerini yutuyorlardı. Ama tam bu sırada yakın mesafeden İngilizlerin üzerine dehşetli bir ateş açılmıştı. General ve Kurmay Başkanı ateşten korunmak için kendilerini aracın içine atmışlar, karışıklıktan yararlanan şoför de gaza basarak hızla olay yerinden uzaklaşmıştı. Grüwell, sonradan kendilerini kurtaranın, o esnada civarda ağaçların dibine mevzilenmiş olan 20 mm. lik bir Alman uçaksavar topu olduğunu öğrenmiş ve bu top çavuşu ile iki erini izinle ödüllendirmişti. Akşama doğru bütün muharebe sahası toz ve duman içindeydi. Görüş mesafesi de bir hayli azalmıştı. Bundan yararlanan bir kısım ingiliz tank ve zırhlı topçusu güneye doğru kaçmayı başardı ise de büyük kısım çevrilmiş bulunuyordu. Savaş, böylece akşamın ilk saatlerinde de devam etti. Yer yer sürmekte olan yangınların kızıl alevleri tahrip edilmiş yüzlerce motorlu araç, tank ve topu aydınlatıyor ve azalan gü- 64 rültülere bazan uluyan bir çakal sesi karışıyordu. Bu muharebe ile Rommel'in ele geçirilen planından yararlanılarak Tobruk'u kuşatmadan kurtarmak, Mihver kuvevtlerini imha etmek maksadiyle ve büyük ümitlerle başlatılan İngiliz taarruzu ilkin kırılmış, bugün başlatılan karşı taarruzla da önemli kuvvetleri çember içine alınmıştı. 24 Kasım sabahı General Grüvvell'in raporu Rommel'in elindeydi: «Düşmanın büyükçe bir kısmı kuşatılarak imha edilmiştir». Zafer'!.. Hem de inanılmaz bir zafer... Evet öyle ama mevzii bir başarıdan daha fazla bir mana vermek de, abartma sayılmaz mı? Rommel bu... Hem bunu fazla büyütmemek gerektiğinin bilincinde,

hem de bu zaferin meyvelerinin hepsini toplama fırsatını kaçırmayacak kadar zeki ve atak. Öyleyse durulur mu? «Hiç duraksamadan bütün kuvvetlerle ve süratle daha büyük bir kuşatma için Sidi Ömer istikametinde ileri... Ta ki, daha derinlikte bulunan İngiliz ihtiyatlarının cepheye yetişmelerinden önce, şu sırada çekilmekte olan düşman kuvvetlerinin kurtulmasını önlemek için Sidi Ömer, halen elimizde bulunan Halfaya geçidi ve Sahil arasında torbanın ağzını kesin olarak kapatalım. Bu nedenle de toplanabilen bütün kuvvetleri cepheye sürmeli. Hemen şimdi cephe gerisindeki Tobruk bölgesinden bütün zırhlı ve motorlu birlikleri alıp kuşatma kanadına sevk edin. Tobruk bölgesindeki piyadeleri, Afrika kolordusu topçu komutanının emrine verin. O, bu zayıf piyadeyle bile benim yan ve gerimi korur.» Diğer yandan İngiliz Cephe Komutam General Cunnigam derin bir keder içinde idi. Ge- 65 cenin bu geç saatinde hala uyuyamamış, derin düşüncelere dalmıştı. Ne kadar iyi hazırlanmış, ne büyük kuvvetler toplamıştı. Almanların T'obruk taarruzu ve bunun için tertiplenen birliklerinin yerleri, kuvvetleri, hepsi en ince detayına kadar biliniyordu. En modern Matilda tankları cepheye sürülmüştü. Ama ne olmuş, nasıl olmuş ve işler nasıl böyle bir kaç günde tersine dönmüştü?. Peki ama, şimdi ne yapmalı?!.. En iyisi muharebeyi keserek, kurtarabildiği bütün kuvvetlerle Süveyş - Kahire önlerine kadar çekilip, burada savunmaya geçmeli. (Rommel'e ne büyük yardım). İngiliz kurmayları, komutanlarına itimatla nnı tamamen kaybetmiş, ona acıyarak bakıyorlardı. Küçük subaylar ise çok daha acımasız ve heyecanlı idiler. Onlar, bütün komutanlarına karşı güvenlerini yitirmişlerdi. Kuvvetçe Rommel kuvvetlerinden üstün olmamıza rağmen nasıl böyle üst üste utanılacak yenilgilere uğruyoruz? Üstelik Kraliyet Hava Kuvvetleri hava üstünlüğünü ele geçirmiş, Donanma Akdenizde kesin hakimiyetim kurmuş hertürlü ikmalimizi sağlarken bu nasıl oluyor? Ve cevabını yine kendileri veriyordu: Çünkü biz iyi sevk ve idare edilmiyoruz. Birliklerimiz bölük pörçük kısım kısım muharebeye sürülüyor, Rommel'in göze aldığı riskleri göze alamıyoruz. Örneğin 7 nci Zırhlı tümenle Güney Afrika tümeni

muharebe ederken Yeni Zelanda tümeni ile Muhafız Tugayı zamanında savaş alanına yetişemiyorlar, veya Yeni Zelanda tümeni sıkıştığında Hint tümeni ortalarda görünmüyor. General Cunnigam çekilme kararını açıkladıktan birkaç saat sonra General Auchinleck 66 uçakla Kahire'den cephe karargâhına gelmiş ve iki General arasında şiddetli bir münakaşa başlamıştı. Auchinleck, soğuk ve tipik bir İngilizdi. Aynı zamanda inatçı ve etrafına ateş saçarak kararını mutlaka yaptıran bir komutan olarak tanınıyordu. Şimdi de Cunnigam'm bütün tekliflerini reddediyor ve «Hayır çekilmenize kesin surette karşıyım. Bu, Afrikada sonumuz olur» diye avaz avaz bağırdığı duyuluyordu. Sonunda «8 nci Ordu ya ilerleyecek veya hiç kimse geriye dönmeyecektir. Bu, kesin kararımdir » diye emrini vermiş ve hemen orada Cunnigam'ı azletmiş ve komutayı General Ritchie'- ye devretmişti. Kritik bir anda, aynı zamanda ortalığı daha da karıştırabilecek cüretli bir karar.. Fakat işler, bundan sonra düzelmeye başlıyor. 7 nci Zırhlı tümenin çekilmesi durdurulmuş, birlikler savunmak için gayrete gelmişlerdi. Tuğgeneral CampeU'in «Fırtına birlikleri» düşman hatları gerisine sürülmüş ve onlara «Düşman cephesi gerisinde görülecek her şeye taarruz» emri verilmişti. Nitekim bu partizanlar yirmiden fazla gurup halinde düşman gerilerine sızmış yakarak, yıkarak, vurarak, tuzak kurarak, düşman yürüyüş kollarının hareket istikametlerini değiştirerek, konvoylara, hava alanlarına taarruz ederek, muhabere hatlarını keserek vc düşmandan haberler toplayarak 8 nci ordunun kendisine gelmesine azımsanamayacak ölçüde yardım sağlamışlardı. 24 Kasım sabahı Rommel aracına atlamış ve Kurmay Başkan yardımcısı Yarbay Westphal'i çağırarak «Ben Sidi Ömer'e gidiyorum, 21 nci Panzer tümenini Halfaya geçidine sevk edeceğim» demiş, Yarbayın şimdiki durumu, ha- 67 va kuvvetlerinden alman rapordan İngilizlerin hâlâ Bir £1 Gobi'de mevzilerini savunmaya de. vam ettiklerim anlatmasına fırsat vermeden Kurmay Başkanı General Cause'i yanma alarak şoföre hareket emrini vermişti. Şoför aracım, yapabileceği hızla ve ustalıkla, Mısır'a doğru bozgun halinde çekilen düşman birlikleri arasından

geçirerek sürüyordu. Rommel'in, Auchinleck'in çekilmeyi durdurma kararından tabiatiyle haberi yoktu.. 80 - 90 kilometre hızla Doğuya doğru ilerlediği şu sırada O, Süveyş kanalım, efsaneleşen Nil nehrim düşünüyordu. Olgun bir meyve gibi avucuna düşmekte olan büyük zaferinin tatlı hayallerine dalmış, gitmişti. Birlikte yola çıktıkları muhabere aracıyle telsiz aracının gerilerde kaldığının farkında bile değildi. Aynı gün öğleden sonra Rommel, 21 nci Panzer tümeni birlikleriyle beraber Sidi Ömer'e ulaşmıştı bile. Oradaki İngilizlerin şaşkınlığı görülmeye değerdi: «Allah allah... Bu Almanlar hangi cehennemden geliyorlar böyle?» Rommel, 21 nci Panzer tümenim bekletmeden Sidi Süleyman istikametine sevk etmiş ve tümenin Kasrul Abid bölgesinde dikenli tel örgü hatları içinden geçişim bizzat idare-etmişti. 15 nci Panzer tümenine de Sidi Ömer'deki düşmana taarruz emrini vermiş ve evvelce bu tümenden alman 5 nci Panzer Alayım tekrar tümenine iade etmişti. Ama bu başarılı ilerlemeye rağmen işler pek rahat yürümüyordu. Meselâ Sidi Ömer bölgesindeki 4 ncü Hint tümeni kuvvetli bir savunma ile 5 nci Panzer Alayına önemli kayıplar verdirmiş ve bu alayın cesur komutam Yarbay Stephan da vurulmuştu. 24 Kasım gecesi, muharebe alam cesetlerle doluydu. Düşman ve dost ölüleri yan yana üst 68 üsteydi. Ama Rommel'in bunu görecek hali yoktu. O, biraz önce 21 nci Panzer Tümenini kuzeye sevk etmiş kendisi de 15 nci Panzer tümenine katılmak üzere yola çıkmıştı. Fakat araç az sonra bozulmuş ve şoförün bütün çabasına rağmen onarma imkanı da olmamıştı. Dolayısiyle Feld Mareşal Rommel ve. Kurmay Başkam General Cause bu soğuk çöl gecesinde korumasız, savaş alanının ortasında yalnız başlarına kala kalmış lardı. Kimse, kendi kıtalarının ve düşmanın nerede olduğunu bilmiyordu, buradan nasıl kurtulacaklarım da. Ama tesadüfe bakın siz. Başkası da değil, bizzat Afrika kolordusu komutam general Grüvvell oradan geçerken bir Alman komuta aracına rastlayarak, şoförüne o istikamete yürümesini emretti. Ve yakınlarına geldiğinde de ilkin bir müddet ağzından tek kelime çıkmadı, sonra da kendi kendine söylenmeye başladı: «Aman Allahım, Aman Allahım, gözlerime inanamıyorum! » Hakikaten benzetmiyordu, gördüğü Rommel'in ta kendisiydi. Soğuktan halâ titreyen

Rommel gülerek Grüwell'e «Arabanızda bize de yer var mı?» diyordu. Generallerin arabası hareketten az sonra 4 ncü Hint tümenine ait tanklara rastladı, fakat hiç şüpheyi çekmeden yanlarından geçip gitti. İkinci tehlike de böylece atlatılmıştı. Hintlilere gelince, onlar hiçbir zaman nekadar büyük bir ikramiyeyi kaçırdıklarını öğrenemeyeceklerdi. Bu arada gerideki Rommel'in karargâhına ulaşan raporlar hiç de iyiye alâmet sayılmazdı. Sidi Rezek bölgesindeki İngiliz kuvvetleri, Afrika Kolordusunun zayıf küvetlerine karşı taarruza geçmiş ve bu kuvvetleri yer yer geriye atmaya başlamıştı. Tobrukta da durum iyi değildi. «Tobruk Fareleri» bilmem kaçıncı defa yeni- 69 den taarruza başlamışlar ve topçu komutanının komutasındaki zayıf piyade birliklerini zorlama ya başlamışlardı. Karargâhtaki kurmay Başkanı yardımcısı Yarbay VVestphal ısdıfap içinde kıvranıyor ve komutanı Rommel ile haberleşmeyi sağlamak için Karargâh telsiziyle durmaksızın çağrı yapıyor, fakat bir cevap alamıyordu. Durumun, daha fazla beklemeye tahammülü yoktu. Yapılacak iş, insiyatifini kullanarak işleri bizzat ele almaktı. O da öyle yaptı. Ve, Afrika kolordusuna «Taarruzu durdurarak ilk mevzilerine geri çekilmek» emrini verdi. Telsiz operatörü Darn, aldığı bu mesajı 21 nci Panzer tümeni Kurmay Başkanına vermiş, alındığına dair belgeyi imzalamasını bekliyordu. Kurmay Başkanının yorgun ve bezgin mesaja daldığını gören Tümen komutanı general Von Ravenstayn Başkanın yanına gelerek mesajı gördü, okudu ve emre uyarak birliklerine çekilme emrini verdi. Rommel geriye dönerken yolda rastladığı bir tabur komutanından, general Ravenstayn'ın çekilme emrini öğrenince müthiş öfkelendi. Hele bu emrin kendisi tarafından verildiğini duyunca büsbütün küplere bindi. Bunun, bir düşman hilesi olduğunu tahmin etmişti. Karargâhına dönünce durumu öğrenmiş, muharebe raporlarını gözden geçirmiş, sonra da tek bir kelime söylemeden yatağına uzanmıştı. Ertesi gün Rommel herzamanki gibi yine aracına atlamış, bir birlikten diğerine giderek durumu düzeltmeye çalışıyordu Düşman hatları içine dalmış, İngilizler atından kovalanmış, ateş yağmuruna tutul' ve Büyük Frederik'in

70 bir zamanlar söylediği «Başarılı bir komutanın yalnız kabiliyetinin değil, talihinin d>- yaver olması lâzımdır» sözünün adeta simgesi haline gelmişti. Rommel bugün öğleden sonra küçük bir kum tepesini aştığında bir Yeni Zelanda sahra hastanesiyle burun buruna geldi. Rommel ilk şoku üzerinden atınca sakin bir şekilde araçtan inerek Emir subayı ile şoförüne öteki tarafa giderek kendisini beklemelerini emretmiş ve tek başına çadırların arasına dalmıştı. Şaşkınlıkla ve korkarak etrafına toplanan doktor ve hastalara hastane ve civarının Almanların elinde bulunduğu hissini vermiş ve ciddi şekilde denetlemesine devam ederek askerlerin selâmlarına karşılık vermişti. Bu arada koşup yanına gelen Baş Hekime ihtiyaçlarını sormuş, bunları derhal yolîuyacağını söylüyerek kendisini korku ve saygı ile selâmlayan doktorların ve erlerin arasından yürüyüp aracına binmiş ve sakin şekilde uzaklaşmıştı. Kasım 1941 in sonunda yapılan bu savaşı hangi tarafın kazandığı hala bir soru olarak ortada durmaktadır. Gerçek olan şudur ki, iki taraf da canını dişine takarak döğüşmüş, siperler, mevkiler bir o taraf, bir bu tarafın eline geçmiş ve savaş çok kritik safhalar göstermiştir. Kasımın 28 inde Halfaya Geçidi hala Muhterem Peder Bach'ın, Tobruk ise ingilizlerin elinde idi. 28 Kasımda savaşın hızı azalıyor diye düşünüldüğü bir sırada, 21 nci Panzer tümen komutanı Von Ravenstayn İngilizlere esir düştü. Ravenstayn savaştan soma bana olayı şöyle anlatmıştı: 71 «28 Kasım akşama doğru General Grüwell'in komuta arabasına rastladım ve kendisine 21 nci Panzer tümeninin emredilen bölgeye gelmiş bulunduğunu bildirdim. General Grüwell iki Panzer tümenini bir kere daha eli altına aldığından sevinçli, Sidi Rezek bölgesinde yarın sabah yapacağımız taarruz hakkında bana gerekli emri verdi. Sonra da, bu emri sözlü olarak bizzat 15 nci Panzer tümen komutanına iletmemi benden rica etti. Komuta aracımla, Kurmay Başkam Bayerlayn'm bir çarpı işaretiyle haritamda belirttiği 15 nci tümen komuta yerine doğru hareket ettik. Henüz 10 : 15 kilometre yol almamıştık ki yolumuzu şaşırdık. Pusula ile istikametimizi bulmaya çalışırken hava da iyice kararmıştı.

Haritaya göre burası çarpı işaretli yer olmalı diye düşünürken aniden ve çok yakın yerden üzerimize ateş açıldı. Şoförüm yaralanmış, komuta aracında yangın çıkmıştı. Ben ve emir subayımla koruma çavuşu arabadan fırlayarak mevzilenmeye çalıştık. Fakat çok iyi kamufle edilmiş bir Yem Zelanda birliğinin mevziinin içine düştüğümüzü tutsak edildikten sonra anlayabildik.» GAMBARA NEREDE 2 Aralık 1941 de Rommel, Rastenburg'taki Alman Baş komutanlığına çektiği telgrafta şunları bildiriyordu: «18 Kasımdan 1 Aralığa kadar devam eden savaş sonunda düşmanın 814 tank ve zırhlı aracı tahrip edilmiş, 127 uçağı düşürülmüştür. Çok miktarda tank, top, araç ve gereç ele geçirilmiş, üçü general olmak üzere 9000 esir alınmıştır». 72 Fakat savaş, eski hızını kaybetmesine rağmen, yer yer taarruz ve karşı taarruz şeklinde sürüyordu. Rommel'le Auchinleck gladiyatörler gibi Totruk için döğüşmeye devam ediyorlardı. Rommel, İngilizlerin mütemadiyen cepheye yeni kuvvetler getirmekte olduklarını ve Auchinleck' in bir El Gobi bölgesinde taarruz için yığınak yapmakta olduğunu biliyordu. Kısa bir durum muhakemesi sonunda, İngilizlerin yeterince takviye almasından önce taarruz hazırlıklarını bozmak maksadiyle 4/5 Aralık gecesi mahdut hedefli bir taarruz yapmaya karar verdi. Bunun için yine Tobruk çevresinden bazı küvetleri çekerek taarruz kuvvetlerine kattı. Ve kararlaştırıldığı gibi harekât 4 Aralık gece yarısından sonra Sidi Rezek güneyinden Bir El Gobi istikametinde başladı. İtalyanlar taarruz saatinde henüz birliklerini toplayamamışlar ve taarruzdaki yerlerini alamamışlardı. Kuzey yanlarından tesbit taarruzu yapacak olan İtalyan kolordusunun harekâta katılmamasına rağmen, Alman Afrika kolordusu komutanı General Grüwell taarruzu geri bırakmayı uygun görmemiş ve birkaç saat önce kendi emrine giren İtalyan Genç Faşist tümenini yeterli görerek taarruza başlamıştı. Başlangıçta İngiliz Muhafız tugayına ve sonra 7 nci Zırhlı tümene yöneltilen taarruz uygun bir şekilde gelişmiş ve bu birlikler geriye atılmıştı. Fakat öğlenden sonra İngilizlerin savunmaları sertleşmiş ve mevzii karşı taarruzlarla kaybettikleri araziyi ele geçirme gayretine girişmişlerdi. «Tobruk Fareleri» de yine rahat durmamış,

70 nci tümenle, zayıflatılmış Alman İtalyan kuşatma küvetlerine yüklenerek kritik bir kesim olan Bel Ahmet Duda'yı ele geçirmişlerdi. 6 Aralık günü General Grüwell 15 nci ve 21 73 ııci Panzer tümenleriyle Bir El Gobi mihverinde taarruzunu tekrarladı isede, gittikçe artan İngiliz mukavemeti karşısında bir başarı gösteremedi. Bugün de İtalyan Ariete Zırhlı ve Trieste piyade tümenleri harekâta katılmamışlardı. İtalyan komutanları, birliklerinin çok yorgun olduğunu ve bu durumda bir taarruz harekâtına katılamayacaklarını bildirmişlerdi. Halbuki muharebenin kaderini tayin edecek bu kritik saatte bir erin bile önemi vardı ve İtalyanlardan istenen de sadece bir tesbit taarruzuyla düşman kuvvetlerini oyalamaktan ibaretti. Grüwell bu durumu içi yanarak görüyor ve birbiri peşine gerek Rommel'e ve gerekse İtalyan kolordu komutanı Gambara'ya mesaj üstüne mesaj yolluyordu. Yalvardı... Rica etti... Emretti... Gambara nerede?... Grüwell'in dilindeki bu iki kelimelik cümle sonradan bir Ata sözü haline gelmişti: «Gambara nerede?...» Fakat dün olduğu gibi ne bugün ne de yarın, ne Gambara ne italyan tümenleri cephede görünmeyecekti. 7 Aralıkta muharebe hâlâ devam ediyordu. Ama artık, taarruzun zayiatı arttırmaktan başka bir sonuç vermiyeceğini anlayan general Grüwell savunmaya geçmiş, karşı taarruza başlayan İngilizlere karşı kendini korumaya çalışıyordu. Üstün düşman taarruzları karşısında çevrilmek tehlikesi başgöstermeye başlamıştı. Alman tankları ya düşman ateşleriyle veya benzinsizlik nedeniyle teker teker muharebe dışı oluyordu. Afrika'da en parlak tank Generallerinden biri olan General Silkow, bugün kendi komuta tankında ve kulede harekâtı idare ederken vurulmuş ve ölmüştü. Bu çok meşhur Alman komutan, erleri tarafından tapılırcasına sevilen bir askerdi. 74 İki gün evvel 15 nci Panzer tümeni taarruz ederken yine General Silkow ön hatlarda, kule kapağı açık ve kendisi ayakta olarak komuta tankında muharebeyi idare etmekteydi. Yanından geçen piyade erlerinden biri ona, general olduğunu farkedemediği için «Allah aşkına şu kapağı kapa» diye seslenmişti. Biraz sonra kulenin hâla kapanmadığım gören aynı er «Bana bak,

sözümü dinle, yoksa kurşunu yiyeceksin» diye bağırmış ve henüz sözünü bitirmeden açılan düşman ateşinden korunmak için diğer erlerle beraber kendini yere atmıştı. General Silkow tankın etrafında bulunan erlere, ateş baraj nidan kurtulmaları için tankın civarından uzaklaşmaları gerektiğini bağırınca aynı er «güzel fikir, sonra eğer ölmezsen gel beni gör de servetimi paylaşalım» diye cevap verdi. Bu er, bölüğünde «Düşmandan ele geçirilen malzeme ile uğraşmak üzere görevli» Potass adında bir erdi ve hâlâ konuştuğunun bir general olduğunu bilmiyordu. İki saat sonra ilk hedef ele geçirilip birliklere kısa bir mola verildiği sırada general Silkow bölüğe gelmiş ve gülerek olayı anlattığı bölük komutanından er Potass'ı çağırtmasını emretmişti. Potass geldiğinde general ondan servetinin yarısını istemiş, çok şaşıran ere iltifat ettikten sonra bölük komutannından eri mükafatlandırmasını istemişti. İşte general Silkow'a ait anılardan biri... 15 Aralıkta Rommel, Alman Başkomutanlığına «Dört hafta süren muharebeler sonucu, bölgesel başarılara karşın, zayiatımız büyük olmuş ve yeterli bir ikmal yapılamadığından birliklerin muharebe gücü önemli ölçüde azalmıştır. Gazala bölgesini tutmak istiyorum. Fakat düşma- 75 nın kuşatıcı bir taarruzundan korunmak için Mekili ve Derne yolu ile bir çekilmenin daha uygun olduğunu düşünüyorum» mesajını yollamıştı. Sekiz aylık kanlı bir savaştan sonra, Sireneyka'dan yapılan bu çekilmeyi, askeri tarih basit bir olay olarak kaydetmeyecektir. Bu büyük çekilmeyi ancak cesur komutanlar göze alabilir. 1941 yılının bu dramatik günlerinin ne manaya geldiğim ancak tozlu çöllerde hergün savaşan, durmaksızın uzun mesafelere yürüyen, sıcakla, kum fırtınalanyla ve gecenin dondurucu soğuğu ile mücadele eden Ve bir çok günlerini yiyeceksiz, akaryakıtsız ve daha fenası susuz geçiren bu askerler bilebilir. örneğin bu günlerde, 15 nci Alman Panzer tümeni Kurmay Başkam binbaşı Kriebel ile bu tümene bağlı 57 nci Motorlu Piyade taburundan teğmen Kordel arasındaki şu konuşmaya kulak verelim: Kurmay Başkanı, tabur karargâhında bulduğu teğmene telefonla soruyor: «Taburunuzun şimdiki küvetini bana söylüyebilir misiniz?»

Cevap: «5 subay, 14 Astsubay, 58 er, 3 zırhlı top, 10 hafif 5 ağır araç, 6 motosiklet.» «Hepsi bu kadar mı?» «Evet Binbaşım, hepsi bu kadar.» Halbuki çok değil daha bir hafta önce bu taburun kuvveti 480 kişiydi. Kaybolanlar ne mi olmuştu? Ne olacak, kimi Sollümde, kimi Sidi Rezek'de, Tobruk veya Sidi Ömer bölgesinde çölün derinliklerinde ölmüş olarak yatıyor, ya hastanede can çekişiyor veya bir İngiliz esir kampında başına gelem düşünüyordu. Ama yapılacak bir şey yoktu. Tabur bugün, bu zayıf mevcuduna rağmen artçı görevim yerine getirecekti. Yani Sollüm'e geriye doğru 10 : 15 kilometre 76 gidilecek, kendilerine tutulması emredilen hatta silahları için mevziler seçilecek, yarın geceye kadar düşman bu hattan geriye geçirilmeyecekti. Teğmen Kordel, tabur emir subayı Dreyer ve Teğmen Servas, Via Balbo yolu ile Sollum istikametinde harekete geçmişlerdi bile. Teğmen Servas, İngilizlerden ele geçirdiği ve Afrika Kolordusunda şöhret yapmış olan Zırhlı topu, makinahtüfek mürettebatı ve silahını taşıyan bir araç ve iki motosikletli haberciden kurulu kıtanın komutanı olarak yürüyüşte iken, kendi mevzilerinde ve civarında düşmanın bulunmadığım ve Güney kesimlerinin başka bir Alman Piyade bölüğü tarafından tutulmakta olduğunu öğrenmişti. Gerçekte de 36 ncı Alayın 11 nci bölüğü mevziim, paleti parçalanmış bir mark —4 tankım topçu olarak kullanmak suretiyle işgal etmiş, İngilizleri de uzakta tutmayı başarmıştı. Teğmen Servas durum hakkında bilgi almak maksadıyla 11 nci bölüğün bulunduğu yere geldiğinde, etrafın güzel kokulu bir berber dükkâm gibi koktuğunu görünce bir mana verememiş ve bölük komutanına ne olduğunu sormuştu. Meğerse bölük dün Bingazi'de, düşmandan daha önce ele geçirilen sabun ve tuvalet malzemeleriyle dolu bir deponun yamndan geçmiş, erler de bunları yağma etmişlerdi. Bölük komutanının dediğine göre hangi eri arasa enaşağı 10 diş fırçası, ömür boyu yetecek kadar sabun ve tuvalet suyu bulabilirdi. Bölük komutanı Teğmen aynı zamanda, durumu da açıklıyordu: Şu tarafta düşman yok, şu istikametten bir, şu istikametten de bir olmak üzere bölgemize iki patika gelmekte... Teğmen Servas, karanlık basmadan az önce gelen bölüğünü seçtiği yere götürmüş, onlar da

77 karanlığa kadar acele kazabildikleri mevzilere yerleşmişlerdi. Bölüğün araçları çöküntüler içine gizlenmiş, ileriye iki karakol postası çıkarılmış, diğerleri de mevzilerinde, nöbetçiler dışında, istirahata çekilmişlerdi. Gün ağarmaya başladığında ileri karakol gözetleme postaları Tomilerin harekete hazırlandıkları ve motor seslerinin duyulduğunu bildirmişlerdi. 15 : 20 dakika soma da etraf biraz daha aydınlanmış ve ilk İngiliz Skavt'ı da (*) karşıki bayırdan ağır ağır inmeye başlamıştı. «Acaba Servas gelem gördü mü?» diye erler birbirlerine sorarken, Servas'm topu gürlemiş, arkasından da skavt bayırdan aşağı yuvarlanarak toz duman arasında kaybolmuştu. Servas, kısa bir zaman içinde tam 3 skavt'ı birbiri peşi sıra tam isabetle tahrip etmiş ve aniden muharebe kızışmıştı. İngilizler, motorlu taburun seri ateşi karşısında üstün düşman kuvvetine çattıklarını zannederek ilkin durmuşlar, sonra da geri çekilerek topçu hazırlığını müteakip taarruz için tertiplenmeye başlamışlardı. Nitekim 3 saat sonra yeniden taarruza geçtiler ve savaş 2 saatten fazla devam etti. Zaman ilerledikçe motorlu taburun durumu kritik bir hal almaya başladı. Zira İngilizler, düşmanın sandıklan kadar kuvvetli olmadığını anlamışlar ve taburu güneyden kuşatacak şekilde vadi istikametinden yüklenme ye başlamışlardı. Tabur komutam Servas'ın bölüğüne gerideki hatta çekilmesini emretmiş, Servas'ın topu ile yaptığı ateş desteğinden yararlanan bölük de yavaş yavaş çekilmeye başlamıştı. İşte bu sırada onbaşı Vaight erlerini araca (*) İngiliz zırhlı aracı 78 bindirinceye kadar beklemeye mecbur olmuş ve sonra kola yetişmek için harekete geçmişse de araç arızalandığından hareketsiz kalmıştı. Ne talih? Bu gibi olaylar Artçı birhklerinin başına sık sık gelirdi ve artık onlar için esir olmaktan başka yapılacak iş yoktu. Kol düşmandan bir hayli uzaklaşmıştı ki, epeyi ilerde 10 : 15 kadar Arabın ellerindeki tüfeklerle bir yere doğru ateş ettiklerim gördüler. Önündeki tümseğe fırlayıp dürbünüyle bakan Behrens «İleride bir hava alam var. İtalyan uçaklarını da seçebiliyorum, humardan başka ileride başka Araplar da var ve bunlar İtalyanlara ateş ediyorlar» diye durumu açıklamaya çalışıyordu.

Şimdi Taburun öncüsü onlara yetişmiş ve Araplar kaçışmaya başlamışlardı. Fakat taburun bu çapulcularla uğraşacak ne zamanı ne de niyeti vardı, öncü hızla yoluna devam ederken meydanda daha da şaşırtıcı bir durumla karşılaştılar. İtalyanlar, onları İngiliz zannederek el. lerini kaldırmış, bekleşiyorlardı. Fakat İtalyanlar durumun böyle olmadığını anlayınca ve hele Servant'ın top atışlarını da görünce gayrete gelmişler, mevzideki üç tanksavar topuyla dört tan. kın başına koşarak onlar da ateşe başlamışlardı. Meğerse aynı uçak alanı iki saat önce İngiliz Skavt'larının taarruzuna uğramış ve onları püskürtmüşler, fakat şimdi Motorlu kollar halinde tekrar taarruza başlayınca (gelen Almanların İngiliz olduğunu sanarak) teslim olmayı daha uygun bulmuşlardı. Ama şimdi de işi anlayınca sevinçle «Avanti, Avanti» diye bağrışmaya başlamışlardı. Hem bağırıyorlar, hem de uçaklarına atlayan 3 pilot 3 uçakla havalanıyor, yer personeli de çalıştırdıkları araçları Alman kolunun gerisinden hızla sürüyorlardı. Araplara gelince, onlar vartayı bukadar ucuz atlattıkları için neredeyse göbek atacaklardı. İtalyanlardan kalan ganimet kendilerine yeter de artardı bile. Bu üç teğmenin akibetini merak ettiyseniz söyleyelim: Drayer, Servas ve Kordel, bunlardan hiçbiri yurduna dönemedi. Dreyer ve Servas, dokuz ay sonra El Alemeyn'de toprağa gömülmüş, Kordel'in yaşamı ise daha sonra Rus steplerinde sona ermişti. CEHENNEM GEÇİTİNDEKİ SON Kasım 941 sonundan beri Sollum ve etrafındaki Mihver küvetleri tamamiyle düşman tarafından çevrilmiş ve Halfaya geçidi gibi Sollum mevzileri de düşman ortasında küçük birer ada gibi kendi başlarına yapayalnız kalmışlardı. Şimdi cephe kendi gerilerinde. Batıda, kilometrelerce uzaklarda bulunuyordu. Sollum mevzilerinin komutanı Yüzbaşı Emmecerus'du. Yüzbaşının emrinde 300 ncü Vaha Tabur karargâhı, 12 nci Vaha Bölüğünden kalanlarla 10 ncu Vaha bölüğü vardı. Bu kuvvetin mevcudu, 21 Kasım 1941 den 10 Ocak 1942 ye kadar geçen 50 günde 200 den 70'e inmişti. Düşman tesirinden çok, yiyecek ve özellikle su kıtlığı birliğin son direncini de kırmış ve nihayet 10 Ocak günü Emmecerus son yiyecek ve içeceğin de dağıtılmasını emretmişti: 20 gram ekmek, 1 avuç pirinç ve 1 kaşık dolusu üzüm. Bir yudum

olsun, su yoktu. Moral, tam anlamıyle sıfıra inmişti. Bu halde bile erler, taarruz eden düş- 80 mana karşı namlular kızıp işe yaramaz hale gelinceye kadar kudurmuşcasına ateşe devamdan geri kalmıyorlardı. Ölüm halinde bile öldürmeye devam ediyorlardı. Erler geceleyin kendi aralarında «Bu, son demektir» diye konuşuyorlar kaderlerine rıza gösteriyorlar, fakat sabahleyin te. tiğe basacak kuvvetleri tükeninceye kadar düşmana ölüm saçmayı sürdürüyorlardı. Gören, sanki dün geceki erler bunlar değildi, derdi. 12 Ocak günü düşman bütün ağır ve hafif silahlanyla Sollum mevziini yeniden hallaç pamuğu gibi atmış, ortalığı yeniden cehenneme çevirmişti. Arkasından giriştiği taarruz, nasıl hâlâ sağ kaldıklarına şaştıkları bu şeytan Fritz'- ler (*) tarafından bilmem kaçıncı defa gene püskürtülmüştü. Ama 1 : 2 saat sonra tekrarlanan ikinci hücum artık savunanların son mukavemetim de kırmış ve komutan yüzbaşı Emmecerus'u, elindeki bir harp esirini beyaz bayrakla, düşmana göndererek teslim olacaklarını bildir, meye mecbur etmişti. Yüzbaşı durumu bildirmek için ortaya çıkmış, erlerine teslim olmaktan başka çare kalmadığını, silah ve araçlarını tahrip etmelerini bildirmiş ve birdenbire arkasına dönerek uzaklaşmıştı. Boğazına oturan yumruk gibi bir sıkıntı, daha fazla konuşmasına imkân vermemişti. Zaten konuşacak da birşey kalmamıştı ki... Az sonra da elleri tetikte dikkatle ağır ağır mevzilere giren ingilizler, pislikten kararmış, her taraflannı bit, sarmış, elbiseleri pa. ramparça, açlık ve susuzluktan bitap düşmüş bu perişan insanları birer ikişer yıkıntılar arasından çıkar gördükçe hayretlerini gizliyemiyor- (*) İngilizlerin Almanlara taktıkları isim. 81 lardı. 58 gündür kendilerine kafa tutan, çok üs. tün taarruzları orak gibi biçen, durmadan ateş püsküren kahramanlar şu şimdi karşılarında duran, üfürsen düşecek bir avuç insan mıydı? Neyse, Sollum düşmüştü. Meşhur Halfaya geçidine gelince: Sollüm'ün güneyinde Mısır ile Libya'nın arasındaki bu kilit yer, şimdi Binbaşılığa terfi eden Muhterem Peder Bach'm komutasında, üstün kuvvetlere karşı kendim savunuyordu. Harpten birkaç sene sonra arayıp Binbaşı Bach'ı buldum. Kendisinin bu konuda söylediklerini naklediyorum:

«Suyumuz gittikçe azalıyordu. İngilizler aşağı Soliüm'ü ele geçirmiş, bizim su kuyuları da elimizden çıkmıştı. Dudaklarımız susuzluktan çatlamaya, boğazımız da kurumaya başlamıştı. Bir şeyler yapmak lâzımdı. Bunun için bir Akıncı grubuyla bu su kaynaklarının en kısa zamanda ele geçirilmesinden ve su stoklarımızın tamamlanmasından başka çare yoktu. 2 nci bölük komutanı teğmen Eichholz'a şu emri verdim: Komandolarıma su kuyularını elde edecek, kuyuları ve civarım, su kamyonu dolduruluncaya kadar elde tutacak ve sonra çekileceksin. Teğmen Eichholz o gece emri yerine getirmiş ve baskıma kuyuları elde ederek suyu doldurmuş ve mevziye getirmeyi başarmıştı. Gece karanlığı nedeniyle yanlışlıkla biribirlerine ateş ettiklerinden bir Onbaşı yaralanmış, bir er İngilizlerin ateşiyle ölmüştü. Noel'e yakın günlerde bu su, bize verilecek en büyük hediyeden daha değerliydi. Çöl ortasında kuşatılmış bir vahada bir kamyon dolusu su ne demekti?. Bunu anlayabilmek için bizim gibi haftalardır gram gram su 82 harcamaya mahkûm çöl savaşçısı olmak lâzımdır. Bu bayram günlerinde hiç kimse ne bir teb. rik alabilmiş ve ne de memleketine bir kart yollayabilmişti. Noel gecesi erleri toplayarak İndiden bazı parçalar okudum ve bu geceye mahsus olmak üzere fazla su dağıttırdım. İngiliz 25 pauntluk toplarının mermi sesleri, o gece Noel çanlarının vazifesini gördü. Ne mes'ut bir Noel?! General Rommel ise, yiyecek, su ve diğer ihtiyacımızı hava yolu ile Girit'ten sağlamağa çalışıyordu. Fakat ikinci, üçüncü seferden sonra 2 Yunkers düşman av uçakları tarafından düşürülünce bu yol da kapandı. Günler, moralimizden ve cepane, yiyecek, içecek stoklarımızdan birşeyler götürerek geçip gidiyor, itiraf etmek lazım ki direnme gücümüz de gıdım gıdım azalıyordu. 2 bardak dolusu sulu çorba, 1 parça sığır eti ve 1 bardak tuzlu sudan yapılmış kahve: Bu, bir günlük istihkakımızdı. Kuşkusuz bu gıda, ölmeyecek kadar ayakta kalabilmemize ancak yetiyordu. İngilizler de bu durumu gayet iyi bildiklerinden durup bekliyorlar, açlık ve susuzluktan zorumu olarak teslim olacağımız günün uzak ol. madiğini seziyorlardı, öyleyse gereksiz bir taarruza ve kayıplar vermeye ne gerek vardı? Ocak ayının ortalarında bir gece Savona tümeninden bir kaç yüz İtalyan, düşman hatlarını

gizlice geçerek, birliğimize katıldı. Bunlar Rommel'in emriyle bizi takviyeye gelmişlerdi. Doğru... Gerçekten kuvevtimiz bir hayli artmıştı ama bu, aynı zamanda yiyecek, içecek üzerinde yeni kısıntılara bizi mecbur etmişti. Hesaba göre herşey, bir hafta sonra tamamdı. Nitekim bir hafta sonra beklenen son göründü. O gün sabahtan kıdemli bölük komutanı 83 Yüzbaşı Voight'u Güney Afrikalılarla teslim şartlarını görüşmek üzere gönderdim. Voight'un uygun haberini getirmesinden sonra da, teğmen Shmidt'i yamma alarak düşman tümen karargahına gittim. Güney Afrikalılarla görüşmemiz münakaşasız oldu ve kısa zamanda sonuçlandı. Anlaşmayı imzaladım ve mevziimize hareket ettik. Teslim şartları arasında, her türlü silah ve malzemeyi tahrip edilmeden teslim edeceğimize dair kayıt da vardı. Fakat daha yolda iken bizim bölgeden bazı gürültü, toz ve duman görerek hayrete düştüm. Mevziye vardığımızda silah ve araçların mürettebatı tarafından tahrip edildiğini gördüm. Halbuki gitmeden önce benim haberim olmadan hiç bir şeyin tahrip edilmemesi için emir vermiştim. Sonradan öğrendim ki, bizim subaylar kendi aralarında şöyle anlaşmışlar: Eğer teslim için anlaşamazsak silah ve araçlar savunmaya devam için tahrip edilmeyecek, yok eğer anlaşırsak, düşman eline geçmesin için imha edilecek. Bunun için de dönüşümüzde benim araçtaki beyaz bayrak eğer sağ tarafta ise birşey yok, şayet aracın sol tarafında ise bu silahların tahribi manasına gelecek. Bunu da beraber gittiğimiz teğmen Shmidt idare edecek. Neyse olan oldu.. 17 Ocak günü sabah güneş doğarken, anlaştığımız gibi Güney Afrikalılar mevziimize girmeye başladı. Bizim erlerimiz de çukurlardan çıkmış, toplanma bölgesine doğru yürümeye başlamışlardı. Açlık, susuzluk ve pislik bu insanların yüzlerim bile değiştirmişti. Hepsi yaşlı ve yorgun görünüyorlardı. Güney Afrikalılar bu bitkin ve mecalsiz insanlara su ve yiyecek dağıtmaya başlamışlardı. Yaralılara sağlık ekibince gerekli bakım yapılmış ve ambulanslarla geri- 84 ye yollanmbaya başlamıştı. Az soma bölük komutanları, erlerini yürüyüş için topladıkları sırada, Afrika muharebelerinde daima kara bir leke olarak kalacak olan çirkin olay meydana

geldi: Bir düşman topçu bataryası, aniden toplu halde açıkta bulunan esirler üzerine ateşe başladı. İlkin, kimse ne olduğunu anlıyamamıştı. Fakat teğmen Ger, ring'in dağıl komutu şaşkın erleri kendine getirdi ve erler çil yavrusu gibi dağıldılar. Mutlu bir tesadüf sonucu bu tehlikeyi 2 yaralı ile atlattık. Sonradan bu ateşin, emre itaat etmeyi reddeden Hür Fransızlar tarafından açılmış olduğunu bildirdiler ve özür diledilerse de bu çirkin hareket hepimizi çok sarstı...» Evet, Bach'ın anlattıkları aşağı yukarı bu kadardı. Alman Baş Komutanlığı, savaş bülteninde Halfaya savunucularının son mermilerine kadar savaşa devam ettiklerini söylüyor idiyse de, kuşkusuz durum öyle değildi. Bach'ın birliği teslim olduğunda bir hayli mermisi vardı ama neylesin ki yiyeceği ve suyu yoktu. Ve bu, teslim olmak için yeter de artardı bile. Herşeye rağmen «Cehennem geçidinin papazı» «Muhterem Peder» Bach'ı harp tarihi, İngilizler gibi daima saygı ile anacaktır. MALTA DENEN ÇIBAN Hepimiz cephede çarpışan kimseleri merak ederiz, onların savaşlarım okur, kahramanlıklarım söyler dururuz. Ama pek çoğumuz cephe ge. risinde olan şeylerle pek ilgilenmeyiz. Bu cephe- 85 dekilere yiyecek, içecek, cepane, malzeme, akaryakıtı kim getirir düşünmeyiz bile... Her mermi atan erin, her tankı ve uçağı kullanan insanın gerisinde görünmeyen yardımcı kimseler vardır. Onlar olmadan ne bir kurşun atılabilir ne de bir zafer kazanmak mümkün olurdu. İkinci Dünya Harbinde kazanılan savaşların bir çoğu, iyi plan. lanmış ve aksaksız yapılmış ikmal harekâtı sayesinde, kaybedilenlerin bir çoğu da cepheye zamanında ve yeteri kadar ulaştırılamayan akaryakıt, cepane ve diğer maddeler yüzündendir. Bu harp, bunu kanıtlayan bir sürü olayla doludur. Rommel de kuzey Afrikada, gerisinde düşman donanmasının kaynaştığı tehlike dolu bir deniz, önünde yakıcı güneş altında, kumlar arasında uzanan uçsuz bucaksız bir çöl ile boğuşurken ikmal'in Önemini çok iyi biliyordu. Nitekim Sicilya'dan Tunusa kad-°r olan 550 kilometre uzunluğundaki denizde bugün, Libya'daki o savaşta ölen insan kadar insan, o cephedeki Alman ve İtalyanların bütün savaş boyunca kullandıkları malzemeden daha fazlası malzeme yatmaktadır. Rommel gibi bir çok kimse Libya ikmal

yolu üzerinde bir diken gibi duran Malta adasının İngilizlerden alınması gerektiğine inanıyordu. Böylece bu adaya üslenecek Mihver hava ve deniz kuvvetleri, hem Sicilya - Libya ikmalinin daha emniyetle yapılmasını sağlayacak, hem de İngilizlerin Akdeniz yoluyla Mısır'a yaptığı deniz nakliyatını önlemiş olacaktı. Gerçi savaşın başlarında bütün bu güçlüklere rağmen Rommel'in kazandığı başarılar Malta'nın önemini küçümseyenlere hak verdirir gibi olmuşsa da, sonradan harbin uzayarak yıpratma savaşına dönmesiyle gerçek, tekrar su yüzüne çıkmıştı. 88 Afrikada savaşan Almanlann çoğu Napoli ve Toranto'dan gemilere binerek Akdenizi geçmişlerdi.. Bu geçiş ortalama 84 saat, yani 3.5 gün sürüyordu. Gerçi havadan geçiş 1 saat gibi kısa bir zamanda mümkündü ama, uçaklarla ne ka. dar insan veya malzeme taşınabilirdi ki?. Savaşta Deniz yolculuğunun ne demek olduğunu, düşman denizaltı ve su üstü savaş gemilerinin cirit attığı, hava küvetlerinin her an taarruzunun beklendiği tehlikeli bir denizi geçen askerlere sormalı. Geıninin alarm zilleri çalmaya başladığı ve İngiliz torpil uçaklarının gürültüleri duyulmaya başladığı zaman erler talimat gereği güverteye koşuyor ve başlarını dizlerimn araşma saklayarak öylece kaderlerim bekliyorlardı. Bazan başka türlüsü de olurdur Alarm verilmediği, herşeyin salan göründüğü bir sırada, erlerin ambarda kâğıt oynadığı ve sohbete daldıkları esnada birdenbire şiddetli bir infilak duyulur ve uğursuz bir haber yıldırım gibi gemiyi dolaşırdı «Tam isabet, batıyoruz!» Gemi batmaya başlayınca da herkes eüne ne geçirebilirse ona sarılırdı. Ve bundan soma işler daha dehşet veren bir şekilde devam ederdi: Acaba suya atlayabilecekler mi? Veya gemi batarken ana. fordan yakayı kurtarabilecekler mi? Bütün yolculuk devamında bu ve buna benzer sorular zihinlerim bir kurt gibi kemirir dururdu. 1941 Ocak: Mayıs ayları arasında bu denizde Mihver kuvvetleri 40.000 tonluk 11 gemi kaybetmişti. 11 Nisanda bir Alman gemi konoyu gece saat 02.00 de İngiliz savaş gemilerinin taarruzuna uğ. ramış ve yarım saat içinde Arto, Aegena ve İserlohn yük gemileri batmış, Adona şilebi ise ertesi gün öğleye kadar sürüklenmiş durmuş, sonra 87 o da sulara gömülmüştü. Samos adlı bir şilep

ertesi günü bir başka taarruzda batmış, l Mayıs 1941 de Lorris ve 7.500 tonluk Laurkusen adlı Alman gemileri mayına çarparak parçalanmışlardı. Arcturus yük gemisi de son seferinde tam 6 saat süresince İngiliz uçaklarının taarruzuna uğramış fakat batmadan Napoli limanına canını atarak kurtulmayı başarmıştı. Şimdi de aynı gemi Mayısın bu güzel bahar sabahında 200 Alman askeri ve bir hayli ikmal maddesiyle Trablus'a gitmek üzere Napoli rıhtımından harekete hazırlanıyordu. Gemi kaptanı yüksek bir yere çıkmış üst güvertede topladığı personele hitap ediyordu: «Gece yukarı güvertede sigara içmek veya herhangi bir ışık yakmak yasak. Hiçbir yerden dışarıya ışık sızdırılmayacak, kesin bir karartma uygulanacak. Hiç kimse kendiliğinden gemiyi terketmeyecek, gereken emir Kaptan tarafından verilecek»... Akdenizi geçen erlerin bir çoğu daha önce deniz yolculuğu yapmamıştı. Ve bu yolculuk onlar için iki kat heyecan verici bir macera idi. Kaptan, moral yükseltmek için sesini daha yükselterek konuşmasını sürdürüyordu: «Gemide, hepinize bol bol yetecek kadar can kurtaran simidi ve tahlisiye kayığı var, hiç merak ve telaşa gerek yok. O zeman size yardıma hazır bir gemiciyi de yanıbaşınızda bulacaksınız. Eğer bana birşey olursa İkinci veya Üçüncü kaptan görevi devir alacak ve siz daima emir ve komuta makamında bir amir göreceksiniz...» Geminin hareketinden, çok değil 7 saat sonra, personel öğle yemeklerini yerken alarm verilmiş, «Denizaltı», «Alarm», «Uçaklar» haberi bir biri peşine duyulmuştu. Beyaz pantalon, haki ce 88 ket ve can kurtaran yeleği sırtında olarak mihverini giymiş kaptan Morris, kaptan köşkünde ayakta idi ve sağa sola emirler verdiği uzaktan bile belli oluyordu. «Uçak sancak istikametinden yaklaşıyor»... «Uçak arkadan yaklaşıyor»... Artık askerler bu komutları da kanıksamışlardı... Ve Arcturus da diğer arkadaşlarının yanına, deniz dibine gitmekten kurtulamadı. İki gün sonra kaptan Morris, daha iyi yüzebilmek için ayakkabılarım gemide terkettiğinden, yalınayak Trablus'da karaya ayak bastı. 40 asker kaybolmuştu. „• Yine bu günlerde İtalyanlara ait büyük bir gemi olan Birmanya, Trablus'a cepane getirmişti. Gemisiz kalmış olan Arcturus'un kaptanı Morris de bu gemiden cephaneyi boşaltmak görevini almıştı. Sıcaktan bunalan Morris, bir ara,

Trablus limanı deniz komutanlığı şefi olan arkadaşı Albay Mexiner ile birer yudum cin içmek için gemiden uzaklaşmış ve kulakları sağır eden patlama da bu sırada duyulmuştu. Her iki arkadaş kendilerini yere atmışlar, sonra da daha şiddetli bir ikinci patlama sesi duymuşlardı. Daha küçük bir kaç patlama daha oldu, doğrulduklarında bütün limanın simsiyah dumanla örtüldüğünü gördüler. Birmanya ilk patlamada par_ çalanmış, ikinci patlama ile de yanındaki Gitta Di Bari Kruvazörü sulara gömülmüştü. Eksper raporu olaya, Birmanya gemisindeki anti personel mayınlarının taşınırken patlamasının sebep olduğunu bildirdi. Bu mayınların dedantörleri o kadar hassas idi ki, ufak bir dokunma bile patlaması için yeterliydi. Mayın'm bu kadar hassas olmasına rağmen otoriteler, taşınmasında ge. rekli emniyet tedbirlerini almakta ihmal göster- 89 mislerdi. Birmanya gemisinde ayrıca büyük uçak bombalan da vardı ve patlama bunlara da etki yaptığından koca gemi berhava olduğundan başka yakınındaki Gitta Di Bari kruvazörünün de başım yemişti. Bu olayda kayıp bilançosu korkunçtu: 220 ölü, 88 yarah. Patlamadan biraz sonra bir bomba haber daha duyuldu: Aynı mayınlarla yüklü bir İtalyan gemisi daha Trablus'a doğru yolda idi. Albay Mexiner, limanda gerekli emniyet tedbirlerim almış ve gemiyi de sağ salim demirleme yerine bağlamıştı. Ama olayın Berlinde duyulması nerdeyse bir panik doğurmuş ve Göring hiddetten köpürerek şu emri vermişti: «Gemi, derhal açık denize alınarak batınlacak.» Göring için böyle bir emri vermek kolaydı ama, değil bir gemi dolusu cepanenin, bir sandık cepanenin bile Rommel için ne büyük önem taşıdığım ancak Al. bay Mexiner gibiler bilebilirdi. Bu sebeple de Mexiner tereddüt içinde idi ve ne yapıp da bu işten sıynlmak mümkün olur diye düşünüyordu. İşte bizim anlatmak istediğimiz cephe gerisi ikmal kahramanlanndan birisi de bu Albay. Mexiner'dir. Mexiner, kendi halinde ve sessiz bir askerdi, Afrika'da cephede çarpışanlann çoğu. onu tanımaz bile. Albay Mexiner, Birinci Dünya harbinde de denizci idi ve bir İtalyan destroyerim mahmuzlayarak batırmış, esir düştüğü İtalyan esir kampından beş defa kaçmaya teşebbüs etmiş ve her seferinde yakalanmıştı. Harpten sonra hukuk okumuş, avukatlık yapmış, İkinci Dünya

harbinin başlamasiyle yedek deniz yarbayı olarak tekrar hizmete çağnlmıştı. İngiltereye yapüacak çıkartma harekâtının «Sea Lion» eğitim 90 işlerinde öğretmenlik yapmış, sonra Trablus'a gönderilmiş ve Rommel'in güvendiği bir kimse olarak görev yüklenmişti. Rommel'le ilk karşılaşması biraz da tuhaf olmuştu: Rommel'e büyük bir saygı ve hayranlık duymasına rağmen anlaşamadıkları iş için, «bunun kendi konusuna girdiğini ve bunu da kendisinin daha iyi bilmesinin doğal ojduğunu» belirtmiş «Müdahale etmemesini rica» etmek zorunda kalmıştı. Peki ama, şimdi ne yapması lâzımdı? Mexiner, tecrübeli bir gemici olan sivil kaptan Reinen'e haber göndererek çağırtmış ve «Bu gemiyi boşaltabilir miyiz» diye sormuştu. Reinen'in verdiği olumlu cevabı, kendi muavini Kru. ger de destekleyince, Göring'in kesin emrine rağmen gemiyi batırnıamaya ve bütün cepaneyi ve mayınları rıhtıma boşaltmaya karar vermişti. Bir başarısızlık halinde başına neler ge lebileceğini, kuşkusuz, tahmin edebiliyordu. Vakit geçirmeden Alman erlerinden gönüllü onar kişilik üç ekip oluşturmuşlar ve İtalyan gemicilere, gemiyi terk emrini vermişlerdi. Birmanya gemisinde edinilen tecrübeden de yararlanarak ilk sandık açılmış ve mayın dedantörlerinin emniyet maşasının üzerinde olup olmadığı araştırılmış ve sonra dikkatle, sarsmadan rıhtıma boşaltma başlamıştı. Bir sandıkta bir dedantör ma. şasinin yerinde olmadığı görülmüş, Reinen ve bir itfaiye eri mayını kuytu bir yere taşıyarak usulca dedantörü mayından ayırmayı başarmışlardı. İlk günü bu şekilde 6 mayın bulunmuştu. İkinci gün 9, üçüncü gün 4 mayın bulunmuş ve geminin, nefes kesen bu tehlikeli boşaltma işlemi, tam dört gün sürmüştü. Bu hesaba göre 19 defa ölümle karşı karşıya gelinmiş ve her defa 91 sında kaptan Reinen ile itfaiyeci er ve Muavin Kruger gönüllüleri kıyaya yolluyarak mayını dedantörden ayırmayı başarmışlardı. Bu suretle kaptan Reinen, ilk defa bir sivile verilen Demir Haç nişanının birinci rütbesini kazanan kimse olmuştu. Bu olay, Rommel'in ikmal işleriyle görevli personelinin, sükûnet ve cesaretle yaptıkla, n işlere ait sadece bir örnektir. Daha bunun gibi, nice ölümü göze alan işler başarmış, nice adsız kahraman örneği verilebilir.

Malta adası, işte bu önemli ikmal savaşının tam ortasına bağdaş kurup oturmuştu. Askeri bakımdan, cüssesi ile orantılı olmayan bir önem taşıyordu. Bu küçük ve kayalık adanın, Rommel' in yenilgisinde önemli rol oynadığı şüphe götürmez. Sanırım ki, Kuzey Afrika harekâtını etüd edecek herkesin varacağı sonuç bu olacaktır. Harpten evvel ziyarete gidenler ay çiçeği ve rüzgârdan dalgalanan mısır tarlaları, direklere asılı balıkçı ağları ve çok eski taş evleriyle bu. adayı turistik bakımdan gayet enteresan bulurlardı. Maltalılar hayatlarını ticaret, denizcilik ve balıkçılık yaparak kazanırlar, bol bol da Orkinos balığı avlarlardı. İngilizler bu adayı 1800' de işgal etmiş ve ondan sonra burayı tahkim ederek kuvvetli bir deniz ve hava üssü haline getirmişlerdi. Mussolini, Akdeniz bizimdir «Mare Nostrum» derken hayali konuşuyordu. Çünkü gerçekte Akdeniz, Ingilizlerindi. Zira tarihle herhangi bir devlet askerini bu bölgedeki denizden geçirmek istemişse ya Maltayı yenmek veya yüklü bir haraç vermek zorunda kalmıştı. 1940 Haziranında harbe katılan İtalyanlar, Japonlar gibi olabilir miydi ki onların Pearl Harbor'da yaptıklarını Malta'da yapabilsinler. O tarihte Malta, hakikaten bütün pozisyonu ve durumu ile Akde- 92 nizln Pearl Harbor'u idi ve aralannda büyük bir benzerlik vardı. Roma'da bulunan Alman Deniz İrtibat Heyetinin başkanı Amiral VVeischold'un, Malta'nın mutlaka ele geçirilmesi için yaptığı öneri, 9 Ağustos 1940 da Mussolini tarafından reddedilmişti. Almanlar bile başlangıçta, Ada'nın önemini tamamiyle kavramışlardı denemez. İngilizler ise. Ada'nın stratejik durumunu herkesten iyi bilecek mevkide idiler ve İkinci Dünya Harbi başlar başlamaz, daha İtalya'nın harbe girmesinden aylarca evvel oraya takviye kuvvetleri göndererek Ada'ya sımsıkı sarılmışlardı. Mareşal Badoglio, kelimelerini çok özenle seçerek harpten sonra bana şunları söylemişti: «Hiç bir şeye hazır değildik. Mussolini, 1939 da Almanların Polonya zaferini seyretmiş, general Dietel'in (*) dağ birliklerinin Narvik'i (**) zaptını, Danimarka ve Oslo'nun bir tek mermi atılmadan ele geçirilmesini hayretler içinde görmüştü. Duçe, Almanlann Fransızları bir yumrukta nasıl devirdiğini ve İngilizleri en çok 3 ay içinde dize getireceğini görürtce, artık beklemenin İtalyan menfaatlerine aykırı düşeceğini

hesaplamış ve bu yüzden Fransa harekâtının ikinci safhasında harp ilân etmişti. Eğer barış istiyorsak, gecikmeden ve hemen harbe girmemiz gerekmektedir, diye mareşallerine hitap ediyordu. Mareşaller donmuş ve Taş kesilmişti. Harbe girmek mi?!... Mussolini, hepimizin aksi düşüncede olduğumuzu sezmiş ve gayet kibirli bir pozla sağ elini havaya kaldırarak, size şu (*) Alman generali. (**) Norveç'te bir liman. 93 hususu belirtmek isterim ki, ben Hitler'e ellerim koynumda beklemeyi düşünmediğimi ve 5 Hazirandan itibaren Fransa'ya harp ilâmna hazır olduğumu bildirdim, demişti. Bunun üzerine ben bir adım ileri çıkarak, kendisine ama sayın Duçe, askeri bakımdan hazırlığımızın çok yetersiz olduğunu biliyorsunuz. Raporları okudunuz, tümenlerimizin ancak yüzde yirmisi tam mevcutlu, diğerleri çok eksik kadrolu. Zırhlı birliklerimizin yüzde yetmişinin bir tek tankı bile yok. Hatta, erlerimizi giydirecek gömleğimiz bile eksik dedim. Ayrıca sömürgelerimizde hiçbir hazırlığımız yok, ticaret gemilerimiz ise dünyanın dört bir denizine dağılmış vaziyette. Bu durumda nasıl harp ilan edebiliriz diye açıklamaya devam ediyordum ki, elini kaldırarak konuşmamı engelledi ve bana cevap verdi. Bu söylediklerini hiç unutamıyorum: Saym Mareşal, dedi. Tarih hiç bir zaman don ve gömlekle yazılmaz»... Evet, sonunda Mussolini'nin dediği gibi İtalya harbe girmişti. Donanmada işler, Kara kuvvetlerine göre daha iyi görünüyordu. Mussolini'ye göre de herşey donanmaya bağlıydı ve donanma da o devrede diğer millet donanmalarına göre hatırı sayılır bir kuvvetti. İtalyan donanmasında 6 zırhlı, 29 kruvazör, 59 destroyer, 69 torpidobot ve 115 denizaltı vardı. İngilizler Akdenizde bu kuvvetli armada karşısında ne yapabilirlerdi? Mısırda ise İngilizlerin 35.000 kişilik ordusuna karşın, İtalyanların Mareşal Graziani emrinde 220.000 kişilik 14 tümenleri vardı. O halde Mussolini, kâğıt üzerinde pek de yanlış düşünüyordu denemez... Ama savaş başlayınca işler hiç de umulduğu gibi gitmedi. İngilizler Graziani'nin başarısız ta- 94 arruzundan sonra karşı taarruza geçerek İtalyan ordusunu önüne kattı ve ta Libya'nın orta yerine, El Ageyla'ya kadar döve döve kovaladı.

Bu sırada İtalyan donanması doğru dürüst Akdeniz'e açılamadı bile. İşte bunun üzerinedir ki Hitler, hazırlandığı Rusya seferinin aleyhine olduğunu bile bile Rommel komutasındaki bir kolordusunu (*) Libya'ya çıkarmış ve daha ilk Alman gemisinin. Alman askerini taşımak için Akdeniz'e açılmasından önce 10 ncu hava kolordusunu Sicilya'ya yollayarak bu Kolorduya, «Akdenizdeki İngiliz deniz kuvvetlerine taarruz ve Afrika'ya yapılacak nakliyatı emniyete almak» görevini vermişti. Bunun için ilk kuvvet denemesini yapacak fırsat da doğmuştu: 7 Ocak 1941 de Batı Akdeniz'de bulunan İngiliz donanmasının Malta'ya doğru hareket halinde bulunduğu rapor edilmişti. Dört yük gemisi, Cebelütarık'tan Malta ve Yunanistan'a önemli malzeme taşımakta ve kuvvetli savaş gemileri tarafından korunmakta idiler. 9 Ocak öğleden sonra ilk defa torpido taşıyan İtalyan uçakları Sicilya'nın güneyinde bu konvoya taarruza geçmiş ve İngilizler, Almanlar tarafından döşenmiş mayın sahasına düşmüşler ve Alman uçakları da hücuma geçmişlerdi. Bu taarruzda iki yük gemisi batmış daha önemli olarak ertesi gün, 10 Ocak öğleye doğru Mihver uçakları, İngiliz uçak gemisi İllustrious'u yakalamışlardı. Alman Stukalan bu gemiye taarruza geçtikleri sırada geminin gü. vertesinde bulunan uçaklar uçmaya hazırlanıyordu. Ştukalann bombalan uçuş güvertesini delmiş, gemide yangın çıkmış ve düzeni parçaca Afrika kolordusu. 95 lanan gemi, kendi etrafında dönüp durmaya baş. lamıştı. İtalyan torpido ve Alman Ştukaları hiç ara vermeden gemiye taarruzlarına devam ediyorlardı. İngiliz harp ceridelerine göre lllustrious'a yapılan hücumlardan yalmz Almanlannkiler başarılı olmuş ve 10 dakikalık sürede 6 tane 1000 librelik bomba, uçak gemisinin güvertesinde infilak etmişti. Bu, İngiliz deniz kuvvetleri, nin Akdenizde Almanlarla ilk karşılaşması idi. İngiliz Amirali, Londra ve Kahire'ye bu taarruzu bildiren raporu yolladığı zaman her iki şehirde de şaşkınlık ve dehşet yaratmıştı. Fakat İtalyan deniz filosu neredeydi? Mussolini'nin o kadar güvendiği müthiş Armadasına ne olmuş, tu? Bu kelepir zaferden pay almak için olsun burnunu dışarı çıkarmaktan çekiniyor muydu? Düşman donanması olaya karışmayınca, İllustrious'un kaptanı bütün hünerim göstererek geçici

tamirle gemisini Maita'ya getirmeyi başardı. Ertesi gün Alman uçakları birkaç defa daha yaralı gemiye taarruz ettilerse de. Malta üssünün hava savunma tesislerinden de yararlanan gemiyi batırmaya muvaffak olamadılar. Yalnız İngiliz kruvazörü Southampton bu arada nasibini almış, bir mayına çarptıktan başka Alman uçak bombalarının tesiriyle sulara gömülmüştü. Bu savaş sırasında, İngilizler mevcut uçaklarını deniz filolarını korumak üzere görevlendirmek zorunda kaldıklarından, Akdenizden geçen Mihver konvoyları rahatsız edilmeden gidecekleri yere gitmek olanağını bulmuşlardı. Nihayet 7 Mart 1941 de hava Mareşali Maynord, Sunderland ve Wellingtön kruvazörlerim Alman hücum uçaklarına karşı daha fazla koruyamayacağım Kahire'ye bildirmişti: Aynı gün Malta valisi Sir William DoUice, Harp kabinesi- 96 ne çektiği telgrafta «Malta'nın bu kadar hava taarruzları karşısında, artık bir deniz ve hava üssü olmak özelliğini kaybetmek tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğunu» bildirmiş ve bunun üzerine İngiliz Yüksek Komutanlığı Adaya yem Harikan uçakları göndermek zorunda kalmıştı. Ocak: Haziran 1941 de tam beş ay boyunca yoğun Mihver hava taarruzu, Maltayı canından bezdirdi. Bu sürede İngilizler 78 uçak kaybettiler, Maltalılar söylenmeye başladı ve yıkıntıları kaldırmayı red ettiler. Martta Adada yiyecek sıkıntısı başladı, yiyecek karneye bağlandı. Ada, artık istila için olgun bir hale gelmişti. Büyük Arrüral Readerin, Malta'yı deniz çıkarması ve Hava indirmesi ile işgaline dair plammn tatbiki için herşey uygun görünüyordu. Bu tarihte Malta'da İngilizlerin 8 piyade taburu, 1 Topçu Alayı ve ismi zırhlı olan bir Kraliyet tank alayı vardı. Çünkü bu tank alayının 2 si hafif, 4 ü piyade tankı olmak üzere sadece 6 tankı bulunuyordu. Ama, daha önce de söylediğim gibi, 22 Haziran 1941 de Barbarossa harekâtı başlamış, herkesin gözü Rusya'ya çevrilmişti. Artık kim Akdenize bakacaktı? Nitekim az sonra Alman Yüksek Komutanlığı bir emirle İtalya ve Sicilya'daki 10 ncu Hava Kolordusunu da geri çekmiş ve Rommel Afrika'daki kolordusu ile birlikte kaderine terkedilmişti. Malta rahat bir nefes almış, İngilizler Adaya yem takviye birlikleri çıkarma imkâmm bulmuşlar, İngiliz donanması ve hava kuvvetleri derlenip toplanmış

ve şimdi rahat rahat Rommel'in cephedeki kuvvetlerine ve çok daha önemlisi, İtalya ve Sicilya' dan yapılan ikmal nakliyatına darbeler indirmek fırsatını bulmuşlardı. Malta zaptedilebilir miydi? 97 Bu soruyu bugün dahi bir çok Tarihçi soruyor. Benim kanıma göre, zaptedilebilirdi. Malta'- dan 33 defa daha büyük ve çok daha iyi bir şekilde savunulan Girit'in Almanlar tarafından zaptı bunun delilidir. Çörçil de bu sırada Başkan Rosvelt'e gönderdiği ümitsiz mesajda «Amerikan yardımı yetişmezse, İngilizler harbi kaybedecektir » diyordu. Haziran 1941 den soma işler tersine döndü. Artık roller değişmişti. Nitekim Haziran: Ekim 1941 arasındaki 5 aylık sürede İngilizler, Kuzey Afrika'ya ikmal maddeleri ve asker taşıyan Mih. ver gemilerinden, 40 nı batırmıştıki bu, 179.000 tonu buluyordu. Kaybedilen asker ve malzemenin korkunçluğuna ilâveten gemi azlığı da ayrı bir problem yaratıyordu. Kuzey Afrika kuvvetlerinin ikmali için ayrılabilen 50.000 tonluk geminin yüzde 63 ü de Ekim ayında kaybedilmiş, Kasım ayına kalan 37.000 tonluk geminin yüzde 77 si keza İngiliz deniz ve hava kuvvetlerinin taarruzu ile sulara gömülmüştü. Bu sırada Rommel, Tobruk'un kapılarında merak ve ümitsizlik içinde ikmâlini bekleyerek savaşına devam ediyordu. ROMMEL ÇEKİLİYOR «Sahi, burayı ilk defa ne zaman görmüştük? Aşağı yukarı dokuz ay önce idi değil mi? Ama o zaman yüzümüz Doğuya doğru idi. Tobruk'a doğru ilerliyorduk, hedefimiz de Süveyş ve Kahire idi. Ya şimdi! Yinff aynı yerdeyiz ama bu sefer arkamızı Doğuya dönmüş, Batı'ya gidiyo- 98 ruz. Bunun, asker dilinde adı, Çekilme, değil mi? Evet çekiliyoruz. Harbin talihi aleyhinize döndü galiba?.» Böyle düşünüyordu onbaşı Böhlerr... Hem böyle düşünüyor hem de bu soğuk Aralık gününde 1 : 2 haftadır başından geçenleri hatırlamaya çalışıyordu. Bu son günlerde durup din. lenmeden dövüşmüşler, taarruz etmişler, savunmuşlar, çekilmişler, yürümüşler, velhasıl kan ter içinde ha babam koşuşturmuşlardı. Bu sırada hiç kimse dostun ve düşmamn nerede olduğunu bilmiyordu. Bazan esirler, düşman muhafızlarının gözetimindvi geriye götürülürken,

kendi birliklerinin arasında kaldıklarını görünce neye uğradıklarım şaşılıyorlardı. Yaralı sar. gı yerlerinin bir günde birkaç defa el değiştirdiği, Alman ve İngiliz doktorlarının yan yana çalıştıkları, yaralıları birlikte tedavi ettikleri görülmüştü. Yani Aralık 1941 in başından itibaren 3 hafta tozdan dumandan göz gözü görmemiş, dost düşman birbirine karışmıştı. Şimdi de kış yağmurları başlamış, hava sıcaklığı ile birlikte savaşın hızı da azalmaya yüz tutmuştu. Rommel, modern bir savaşta ve hele çölde bol bol arazi ele geçirmenin önem taşımadığını gayet iyi biliyordu. Rommel'e göre bir bölgeyi ele geçirmek bir zaferi göstermediği gibi kaybetmek de bir felâketin göstergesi olamazdı. Ama İngiliz Başkomutanı Auchinleck herhalde böyle düşünmüyordu ki, 1941 Boxing Day (*) de Kahire'deki Royter muhabiri aracılığı ile Lond. ra'ya şu haberi yolluyordu: «Almanların Afrika kolordusundan ve İtal- (*) Noelden sonra gelen ilk gün. 99 yan ordusundan arta kalanlar sahil yolu ile Sirte üzerinden Trablus'a çekilmektedir, Düşman kuvvetlerinin büyük kısmı imha edilmiştir. Alman Panzerlerinden kurtulabilen birkaç tank panik halinde kaçmaktadır.» Yıl sonunda Londra'ya ulaşan bu haber Noel ve yeni yıl eğlencelerine ayrı bir neş'e katmış, İngilizler, Rommel'in yenilmiş olmasından dolayı sevinçlerini saklayamaz olmuşlardı. Halbuki İngiliz halkının genellikle ne Rommel hakkında yeterli bilgileri vardı, ne de Alman askerini yakından tanıyorlardı. Ama bütün gazeteler ve harp tebliğleri zaferi anlatıyordu ya, mesele yoktu. Ve şu körolası Rommel yılanının başı ezilmişti ya... Rommel'in, İtalyan Başkomutanı ile de başı dertte idi. italyan Başkomutanı Mareşal Bastico, bu çekilmenin çok kötü politik etkileri olacağını tahmin ettiğinden Rommel'in çekilmesini önle. meye çalışıyor ve O'na olmadık güçlükler çıkarıyordu. Fakat herşeye rağmen Rommel «Ben çekiliyorum. Çünkü böyle yapmaya mecburum. Aksi halde yalmz muharebeyi değil bütün ordumu kaybederim» diye diretmiş ve kararından dönmemişti. Her ne kadar Mihver küvetleri Aralık ayı savaşında pek başarılı olamamışlar ve Tobruk bölgesinden çekilmeye başlamışlarsa da bu, geçen kış İtalyan ordusunun çekilmesi gibi bir kesin mağlubiyet ve panik şeklini almamıştı.

Afrika Kolordusu hiç telaşa kapılmadan ve kuvvet kaptırmadan düzenli olarak çekiliyordu. 16 Aralıkta Mareşal Cavallero Rommel'i ziyaret etmiş ve herne olursa olsun Sireneyka'- dan çekilmemesini rica etmişti. «Çekilme, Mu. solini'ye ve İtalyan prestijine büyük bir darbe olur» diyor ve ısarar ediyordu. Cavallero, 10 gün 100 kadar önce General Grüwell'in yardım için İtalyanlara gönderdiği mesajları çok çabuk unutmuşa benziyordu. Grüwell. 15 nci ve 21 nci Panzer tümenleriyle Bir El Gobi'de düşmanı kıstır, misken ve muharebenin kaderini değiştirecek olan İtalyan birlikleri için «Gambara nerede?» diye feryat ederken Mareşal Cavallero ne düşünüyordu acaba? Grüwell, saatlerce ve bıkmadan aynı soruyu sormuş ve Gambara'dan «Birliklerim bitkindir.» cevabını almıştı. Bu, böyle kritik bir durumda verilecek cevap mı idi? Sanki Alman askerleri hiç çarpışmamış ve istirahat etn^işlerdü. Rommel, kendisine engel olunmam^ mı ve uygun bir savunma mevzii buluncaya kadar çekilmeye devam edeceğini kesin olarak bildirdi. Tecrübelere dayanılarak, Sireneyka'da böyle bir mevzi bulmak olanaksızdı. Ta ki, Rommel'in ilk taarruza başladığı El Ageyla bölgesindeki Brega mevzilerine kadar çekilinsin. Evet, harpte —Denizlerdeki gibi— «Med ve Cezir'ler» (*) vardır. Şimdi Rommel, cezir (**) halinde idi. 20 Aralıkta Binbaşı Ehle'nin motorlu grubu, bir zırhlı topçu bataryası ve 33 ncü keşif alayından bir bölük takviyeli olarak Agadebya'nın güney doğusuna ulaşmıştı. Bu artçı görevi yapan birliğin kendi birliğine katılması için geçen zaman içinde Afrika Kolordusu da, daha önce ulaştığı Brega mevzilerinde, tertiplenme imkânım bulmuş ve rahat bir nefes almıştı. İngiliz 8 nci Ordusu, her ne kadar Rommel'i yakalamak ve onun yeniden savunma yapmasına fırsat vermemek için ceba retle ileri atılmışsa da, - (*) Denizlerdeki gel git. (**) Deniz çekilmesi 101 O'na engel olamamış ve düşmanını elinden kaçırmıştı. Bir kere, uzayan ikmal ve ulaştırma hatları İngilizlerin ilerleme hızlarım azaltmıştı. Ayrıca özellikle Almanlar, taarruz ve savunmada olduğu gibi çekilmede de yaman savaşıyorlardı. Hiç paniğe kapılmıyorlar, sanki eğlenceye gi.

der gibi sakin ve güvenli rahat rahat geriye yürüyorlardı. Rommel'in artçı birlikleri de az baş belâsı değillerdi hani. Hele Ballested muharebe grubunun artçı savaşları dillere destan olmuştu. Bu grup bir tavşan gibi saklanıyor, en umulmayan bir yerde ve beklenmeyen bir zamanda ilerleyen Tomiler'e saldırıyordu. Saldırıyor, kırıyor, parçalıyor, eziyor ve sonra geldiği gibi süratle araçlarına atlayarak gözden kayboluyorlardı. Kuşkusuz buna benzer tehlikeler, İngiliz, leri ihtiyatlı olmaya ve etrafı kollayarak ağır ağır ilerlemeye mecbur ediyordu. Alman istihkâmcılannın yola ve araziye döşedikleri mayınların yarattığı tehlike de ayrı bir konu idi. 1942 Yılbaşı gecesi çöl soğuk ve karanlıktı. Keşif araçlarının farları geceleyin yollarını şaşıranlar için güzel bir işaret noktası teşkil ediyor ve onlara yol gösteriyordu. 27 Aralıktan 29 Aralığa kadar Afrika kolordusu Agedebya'daki mevzilerinde düşmana ağır kayıplar verdirmiş sonra da daha Batı'dakr bir ara mevziye çekilmişti. Bu oyalama mevziinin kuzeyim 13 tane 88 milimetrelik topu ve 3.7 milimetrelik tanksavar toplarıyla takviye edilen 114 ncü tanksavar birliği, güneyini de 7 tane 88 lik topla takviyeli bir İtalyan birliği korumaktaydı.. Bu soğuk ve ıslak yılbaşı gecesinde Yüzbaşı Schlosser, eşinden gelen mektuba dalmış, vaktin geceyarısını buldu, ğunun farkına bile varmamıştı. İkinci şampanya kadehini yudumlarken dışarıda bütün cepheyi 102 kapsayan bir topçu düellosu başladı.. «Bu, düşmanın büyük çapta bir taarruzu demektir» diye çadırından dışarı fırlayan yüzbaşı, gökyüzünün yeşil, kırmızı, san ve beyaz kümelerle kaplı olduğunu gördü. Topçular, makinalı tüfekler, piyade tüfekleri, hepsi birlikte havaya doğru ateş ediyordu. Rengarenk mermi izleri, patlayıp dağılan şeridimsi izler gökyüzünü bir yıldızlar âlemine çevirmişti.. Bu kıyameti koparan da kendi cephesinin erleriydi, aksine İngilizler bir sessizliğe bürünmüşlerdi, italyan müttefiklerinin mev-1 zilerinden de bir gürültü duyulmuyordu. Saatin 24 ü vurduğu bu sırada Almanlar kendi âdetlerince yeni yd şenliklerine başlamışlardı. İtalyanların protestolarına Albay Bayerlayn telefonda sükûnetle cevap veriyordu: «Canım işi bu kadar büyütmeyin. Hem niye siz de bu şenliğe katılmıyorsunuz »?.. Bütün Alman askeri mevzilerden dışarı fırlamış, sevinç içinde şarkı söylüyor,

göbek atıyorlardı. Ve bu sırada gözleri yaşartan olay meydana geldi. İlkin güney mevzilerinden başlayan marş.elektrikle intikal etmiş gibi birden yayılmış ve her tarafı sarmıştı. Şimdi bütün ağızlardan «Deutchland Uber Alles» (*) heceleri dökülüyor ve dalga dalga gecenin sessizliğine dağılıyordu. Kalpler bir başka çarpıyor, sevgililer, aileler ve memleket hasreti gözlerde sessiz birer yaş olmuş ağır ağır süzülüyordu. Afrika kolordusu, Merselbrega mevziine 4 Ocak 1942 de ulaşmıştı. Kötü bir fırtına ve yağmur altında, yorgun ve yaralı, bir hayli de kayıp lara uğramış halde vakit geçirmeksizin savunma hazırlıklarına başlamışlardı. 115 nci Zırhlı (*) Alman milli marşı. 103 Piyade Alayının birinci Taburu, birlikleri dağılmış piyade ve makinalı Tüfek erleri ile eksiklerini tamamlamış ve Vadi El Ferağ güneyindeki mevzileri işgal etmişti. Bereket ki yağmurlar, tabur bütün hazırlıklarını bitirmiş ve tahkimatını yapmış olarak mevziye yerleştikten sonra başlamıştı. Yoksa, halleri duman olurdu. Tank çavuşu Weiler, İngilizlerden yeni araç zaptetmek ve kendi anzalı araçlarını da çekip getirmek üzere gönüllü bir kaç eri seçerek düşman mevzilerine doğru gözden kaybolmuştu. Teğmen Ruf, kendi demir paletli top çekici aracıyla, sağlam 3 tanksavar topunu bulmuş, mevziye getirmişti. 6 Ocakta fırtına hâlâ ve bütün şiddeti ile devam ediyordu. Yağmur düşerken rüzgârın kaldırdığı kum bulutu, araç ve çadırların doğal gizlemesini yapıyordu. Bu «Kıble» rüzgârı hemen hemen bütün yıl boyunca eserdi. Eserdi ve yazın insanın suratını san ve kırmızı bir pudra ile, kışın da renkli bir çamurla sıvardı. Şimdi olduğu gibi. Bu da yetmiyormuş gibi, hani top mermisi patladıktan sonra etrafa sıçrayan toprak parçalan gibi, önüne kattığı kum, toprakla insan ve hayvanlann yüzlerini kırbaçlar, çadır ve kaputlanm yırtardı. Bu hal kuşkusuz, taarruz edenden çok, savunana yarardı. Yani şu sıralarda Kıble rüzgân, Alman ve İtalyanlarla müttefikti. Nihayet Mihver Afrika kuvvetlerine takviyeler de gelmeye başlamıştı. Ve bunlann en önemlisi, Kesserling'in 2 nci hava filosunun, Do. ğudan Güney İtalya ve Sicilya'ya intikal ettirilmesiydi. Bu hava kuvvetinin bölgeye gelişinin etkisi kısa zamanda görülmüş ve Libya'ya yapılan ikmal ulaştırması rahat bir nefes almıştı. Ah

ne olurdu, 1 ay kadar önce yani Rommel'in çekilmesinden evvel bu uçaklar geleydi ve Gamba- 104 ra kuvvetleri de mızıkçılık etmeyip Alman müttefiklerinin yanında savaşa gireydi... Evet öyle olaydı, kuşkusuz, Afrika savaşlarının kaderi değişirdi. Bu arada Burckhard'm paraşütçülerinden de bahsetmeliyiz. Bu komandolar da takviye olarak Doğu cephesinden Libya'ya gönderilmişler ve boylarından büyük işler yaparak bayağı önemli yardımlar sağlamışlardı. Gözü pek bu bir avuç komando, birkaç Wolkswagen aracı ve motosiklet ile, çölün derinliklerine dalıyor ve düşman gerilerinde gerilla harekâtı yaparak İngilizlere korkulu günler yaşatıyordu. Bunlar seferden boş dönmezlerdi. Esir, araç, her türlü yiyecek, sigara... Hiç bir şey bulamadıkları zaman bir koyun veya kuzu. Burckhard ve komandoları Sireneyka bölgesinde düşmanın uykularını kaçıran şeytanlar olmuşlardı. Bir gün kısmetlerine boru, trampet ve bandonun diğer aletleri çıkmıştı ve bunları çala çala geriye dönmüşlerdi. Baskına uğrattıkları Hint bando bölüğünün personeli ne oldu, Allah bilir. Burckhard zamanla o kadar meşhur olmuştu ki, İngilizler onu yakaladıklarında yayınladıkları harp tebliğine ismini yazmışlar ve bu reklâmdan özel bir zevk almışlardı: «Rommel'in paraşüt kuvvetleri komutanı Binbaşı Burckhard, bugün İngiliz kuvvetleri taraf mdan esir alınmıştır.» Mihver kuvvetleri yeni çekildikleri mezide hazırlıklarla vakit geçirirken Alman 902 nci ağır topçu bataryasında bir evlenme töreni yapıldı. Okuyucularıma ondan da bahsetmeliyim: Mektupların cepheye geldiği bir gün onbaşı Raskoski, bölük komutanı tarafından çadıra çağırıldı. Az sonra da çadırdan çıktığında elinde sarı bir zarf tutuyor ve bir hayli heyecanlı oldu- 105 ğu gözden kaçmıyordu. Bölük komutanının postası Anton, Raskoski'ye sokularak: «Hayrola Raskoski, Demir Haç nişanının Şövalye rütbesini mi kazandın?» diye takılmaya başladı. Raskoski'nin cevabı kısa ve yalındı: «Yann evleni. yorum.» Anton şaşırmıştı «Yann evleniyor musun? Sen kaçırıyor musun yoksa, Paul!»... «Yok, kaçırdığım falan yok, uzaktan evlenme...» Bu haber yıldırım hızıyle bütün personele yayılmış, herkes işin aslını araştırmaya, merak etmeye başlamıştı.

Paul Raskoski, Polonya ve Fransa savaşlarından kurtulmuş eski bir muharipti. Fransa, dan Libya'ya birliği nakledilirken batarya komutanından bir haftalık bir izin koparmış ve memleketine gitmişti. İşte, yıldırım aşkı da böyle başlamıştı. Tanıştığı güzel bir genç kızla iki gün sonra nişanlanmışlar ve Raskoski'nin ilk izinli gelişinde de evlenmeye kar^r vermişlerdi. Ama bu izin işi uzamaya başlayınca nişanlısı Raskoski'ye sert bir ihtar mektubu yazarak, artık daha fazla bekleyemeyeceğini bildirmişti. Bunun üzerine Raskoski'nin etekleri tutuşmuş, savaşın bu hareketli zamanında —Birlikleri çekiliyordu— izin almak da mümkün olamayınca ne yapacağım şaşırmış, kara kara düşünürken imdada yine Batarya komutanı yetişmişti: «İzinli gitmeden de evlenebilirsin, yeter ki iki tarafın da isteği olsun.» Meğerse, böyle evlenme de oluyormuş. Neyse, iki taraf anlaşınca, resmi ma. kamlarca 11 Ocak, evlenme tarihi olarak tesbit edilmişti. Yarın da Ocağın ll'i idi. Bütün bölük seferber oldu. Palmiyelere yakın bir yerde bir sahne inşa ettiler, ortasına da Batarya komutanının nutkunu söylemesi için bir 108 ambalaj sandığı yerleştirdiler. Sandığın iki tarafına da tüfekler dizildi. Arka fona bir bayrak yerleştirildi ve bir koyun ekibi aracına atlayarak Marada istikametine hareket etti. Bu ekibe verilen görev: «3 koyundan aşağı ganimetle dönmek yasak» dı. 11 Ocak 1942 sabahı güneş, bulutsuz bir havada parlamağa başlamıştı. Bütün bölük, tören yerinde toplanmış, Raskoski'de sahnenin karşı, sındaki yerini almıştı. Burada bulunmayan nişanlısının tanığı olarak Anton ve Bretch de Raskoski'nin iki tarafına oturmuşlardı. Tam tören saatinde Batarya komutam Yüzbaşı Grim alana gelmiş, tekmil aldıktan sonra, ağır adımlarla yürüyerek nutuk kürsüsüne —Ambalaj sandığına— çıkmış ve konuşmaya başlamıştı. Yüzbaşının sözleri, en katı ruhlu kimsenin bile gözlerini yaşartacak kadar etkili olmuştu. Erlere, bura. dan binlerce kilometre uzaktaki vatanlarım hatırlatmış, işte orada küçük bir kasabada bulunan genç kızın da şimdi evet demek için evlenme memurunun karşısına oturmuş olduğunu bildirmişti. Sıra, Raskoski'yi kutlamaya gelince, erler gülümsemeye başlamışlar, arkasından da kahkahalarını koyuvermişlerdi. Bölük komutanının

Raskoski şerefine verdiği 2 şişe brandiden başka, olayı geç duyduklarından ancak törene yetişebilen İtalyan tanksavar erlerinin 1 teneke kırmızı şarabı da sofraya kurulunca neşe daha artmıştı. Az sonra paraşütçü Başçavuş motosikletinin sepetinden 3 şişe viski çıkarmış ve emri zamanında yerine getiren koyun ekibinin ileride kızarmakta olan 4 koyunluk ganimetinin mis gibi et kokusu etrafı sarmıştı. Eğlence, gecenin geç saatlerine kadar devam etmiş, Raskoski neş'e ile hüzün arasında yalnız geçireceği bu 107 gecenin tesellisini içkide bulmuştu. Dışanda paraşütçüler, Hintlilerden aldıkları bando aletleriyle gürültü yapmakta, uzakta Vadi El Ferağ tarafında belirli aralıklarla patlayan top mermi, lerinin ışığı, mantar fişeğini anımsatmaktaydı. ROMMEL'İN İKİNCİ YUMRUĞU 8nci ordunun Rommel'i önüne katıp ilerlemesi «Noel zafer yarışı» na benzetilmiş ve bu, haklı olarak Kahire'de büyük sevinç yaratmıştı. Kahire'de kış güneşi hâlâ parlak, tatlı ve sıcaktı. Bu günlerde herkes herşeyi gül pembe görüyordu. Barlar, gece kulüpleri cepheden izinli gelen askerle dolup taşmaya başlamıştı. Bundan yararlanmak için heryerde yeni gece kulüpleri açılıyor, yeni barlar mantar gibi çoğalıyordu. Kahire'de herşey boldu, ama doğal olarak biraz da pahalıydı. Olsun, bu da dert mi? Askerlerin parası çoktu ve bunu da kısa izin günlerinde harcamayıp da ne yapacaklardı? Velhasıl bu güzel ve ılık kış günlerinde Kahire neş'e içinde gülüyor ve eğleniyordu. Hele meşhur Necm ül Nil (*) ban görülmeye değerdi. Nil nehri üzerinde ve bir eski vapur düzenlenerek yapılan bu meşhur gazinoda şampanya su gibi akmakta, subaylar ve Kahire sosyetesi sabahlara kadar za. ferin tadını çıkarmaktaydı. Hele 942 Ocak ayı sonuna doğru Halfaya geçidindeki Alman garnizonunun teslim olduğu haberi gelince keyifler büsbütün artmıştı. Gazetelerde meşhur «Cehennem Papazı» Binbaşı Bach'ın resimleri yayınlan. (*) Nil Yıldızı 108 mış, herkes 9 : 10 ay önceki İtalyanları kovaladıkları o zafer haberleriyle yüklü günleri yeniden düşünmeye başlamıştı. Şimdi Trablusla İngiliz ordusu arasında duran bu diken ortadan kalkmış, yol 8 nci Orduya açılmıştı. Artık şu hesapta olmayan ve bir Mart günü aniden karşılarına

çıkan Rommel ve kolordusunun hesabı görülmeli, defterleri dürülmeliydi. Askeri durum gibi kuvvet hesabı da bu iş için uygun görünmekteydi. Son günlerde alman yedek küvetler, le personel bakımından kuvvet üstünlüğü kesin olarak İngiliz tarafındaydı. Silah, araç ve gereç ikmali de yapılmıştı. İskenderiye rıhtımı, devamlı gelen gemilerin boşaltmakta olduğu Amerikan tankları ve uçakları ile dolmuştu. Bu arada gelen top, silah ve diğer ikmal maddelerinin hesabı sorulmasa da olurdu. Yığınlar ve yığınlar, gören gözlerde bir dağ heybeti yaratmaktaydı. General Auchinleck, Kahirede çiçeklerle süslü bahçe içindeki güzel karargâhında, Rommel'- in kesin olarak imhasını sağlayacak plânın son rötuşları ile meşguldü. Erwin Rommel'e gelince, O, El Ageyla da oturuyordu. Karargâh binası hiç de kocaman sayılmazdı. Bahçesinde ise bırakın bol ve rengarenk çiçekleri, ancak birkaç palmiye vardı. Tabii, bol bol da deve dikeni.. 10 Ocak 1942 de Rommel, yanında yarbay Westphal olduğu halde cephedeki birlikleri denetlemişti. Yarbay Westphal, bu gezi boyunca hep 8 : 10 ay kadar önce Rommel'le beraber Batı'ya, Mısır'a doğru yaptıkları muzaffer taarruzu düşünmüştü. Onunla beraber yine böyle birinden diğerine kıtaları dolaşmaları, çölde geçirdikleri tehlike dolu saatleri hatırlamıştı. Hiçbir zaman bu ihtiyar tilkiyi bir yerde uzunca bir zaman tutmak müm- 109 kün değildi. O. düşmanla yakın temasta bulunan bir öncü kuvvetini falanca istikamette taarruza sevkederken, az sonra başka bir birliğin tepesinde bitiyor ve onu da bizzat arazi ve düşmanı görerek yakından cepheye sürüyordu. Bu arada kendi hayatını hiç düşündüğü yoktu. Ve aslında, astları için en büyük güçlük de buradaydı: Rommel'in hayatını korumak. Rommel ordusunun çekildiği Merselbrega cephesinde savaş durağanlık kazanmış ve bir bakıma sükûnet doğmuştu. 10, 20 ve 21 nci İtalyan kolordularından sağlanan bir kısım perso. nelle Afrika kolordusu takviye edilmiş, Güney -İtalya ve Sicilya'ya intikal ettirilen Kesselring'in 2 nci Hava Filosunun sayesinde ikmal hizmetleri de biraz normale dönmüştü. Buna rağmen Rommel'in, ciddi bir İngiliz taarruzu karşısında tutunup tutunamıyacağı hâlâ kafaları işgal ediyordu. İngilizlerin, uzayan ikmal yollan nedeniyle

zorluk çektikleri kabul edilmekle beraber, hergün daha da kuvvetlendikleri gözden uzak tutulmamalıydı. "vVestphal'in, «Derhal bir karşı taarruza girişelim,» teklifinin nedeni de buydu. Düşmanın hazırlığını tamamlamasına fırsat vermeden onu hırpalamak ve taarruzunu geciktirmek lâzımdı. Rommel 13 Ocak perşembe gecesini, kendisine çalışma yeri vazifesi gören treylerinde haritalar, Hava kuvvetinin raporlan, düşman telsiz haberleşmesini devamlı olarak dinleyen Dinleme Postalan'nın bildirdiklerim tetkik ederek geçirmiş ve bütün gece ışığım söndürmemişti. Rommel'in sekreteri Başçavuş Böttecher, «Galiba bizim kurt yine dişlerini biliyor» diye yanındakilere Rommel'in neden uyumadığını açıklamaya çalışıyordu. Böttecher bütün gece Rommel için çekmece ve çantalarda sakla- 110 nan arazi krokilerini, haritaları, eski taarruz planlarını ve raporları arayıp bulmakla vakit geçirmişti. Emir erleri bu faaliyeti birbirlerine açıklamakta güçlük çekmiyorlardı. Zira onlar, böyle olağanüstü birçok günler görmüş ve sonuçlarının ne olabileceği hakkında deneyim sahibi olmuşlardı. Rommel'in Bavyeralı sadık hizmet eri Fritch arkadaşının kulağına eğilerek: «Yine birşeyler kaynıyor azizim» demişti. Rom. mel, hizmet erini çağırmış, beni bir saat sonra uyandır, diyerek yatağına uzanmıştı. Bu sırada saatler 05.30 u gösteriyordu. Bir buçuk saat son- . ra, 14 Ocak 1942 sabahı 07.00 de karargâhının brifingine katılmış ve onları dinledikten sonra «Taarruza geçeceğiz baylar» diye sonunda kararını açıklamıştı. Taarruza geçmek mi?... Olabildiği kadar az subayla yapılan bu daraltılmış brifinge katılanların afallaması görülecek şeydi. Daha yeni çekildiğimiz ve postu zar zor kurtardığımız şu sıralarda mı taarruz?. Acaba komutanları delirdi mi? Bölüklerimizin insan sayısı otuzu aşmazken, araç ve cepanemizin çoğu çekilmede kaybedilmişken taarruz ha?. Acaba bu bir intihar olmaz mı? Onlara göre şimdiki mevziler takviye edilebilir ve «Trablus doğu duvarı» olarak aşılmaz bir engel haline getirilebilirdi. Fakat taarruz, bu asla hatıra getirilmemeli ve düşünülmemeliydi. Rommel'in söylediklerinden hayrete düşmeyen tek kişi Yarbay Westphal'di ve diğer subaylar, gözlerinde telaş ve korku ile birbirinin yüzüne bakarken neş'e ile belli belirsiz gülümsemekteydi. Rommel'in

ana gayesi İngilizlerin taarruz hazırlıklarını bozmak ve eğer harekât umduğu gibi gelişirse taarruzu daha da derinliklere doğru sürdürerek' mevzii başarıyı daha geniş bir imha harekâtına 111 döndürmekti. Bunun tehlikeler taşıdığını O da biüyordu ama, bunun, yapılabilecek en iyi hareket olduğuna da inanıyordu. Rommel'in direktifi ile bir haber el altından, Rommel karargâhından, İtalyan Kuzey Afrika baş komutanlığına doğru sinsice yayıldı: «Rommel yem bir çekilme hazırlıyor».. İtalyan Komutanlar ve kurmay subayları da hayret içinde kalmışlardı. Bu kadar da olur muydu efendim. Yoksa Rommel, Trablus'a kadar çekilmeye mi niyetleniyordu? Ve bu gizli haber anında Roma', daki Yüksek Karargâha kadar bir yıldırım hızı ile ulaşmıştı. Aradan daha iki gün geçmeden Rommel'in çekileceği haberi Roma'daki güzel kadınların yatak odalarında, berber salonlarında, barlarda ve şık otellerin tenha köşelerinde fısıltı halinde konuşulmaya başlamıştı bile. Haberi duyanlar «Rommel, şimdiki mevziini de tu. tacak halde değilmiş, Trablus yakınlarına kadar çekilecekmiş» diye olayı büyütmüşlerdi. Roma'da en gizli askeri haberlerin dahi duyabileceğini Rommel çok iyi biliyordu. 18 Ocakta Roma, Berlin ve Napoli'deki ajanlardan alınan bu yoldaki haberler Kahire'de duyulduğunda hayret uyandırmakla birlikte, Mısırdaki İngiliz Baş komutam Auchinleck'i pek de inandı, ramamıştı. O, bu haberin doğruluğunu bir de kendi deneyimi ile anlamak için cephe komutanından taarruzî keşif yaptırmasını emretmiş, hava kuvvetlerinden durum ve geri çekilme konusunda özel gözlemlerde bulunulmasım istemiş, kendi emrindeki komando guruplarından cephe gerisindeki \faaliyetler hakkında detaylı bilgiler talep etmişti. Bütün bunlardan gelen raporlardan kesin birşey öğrenmek mümkün olma- 112 mıştı. Evet ama, acaba geceleri neler oluyordu? Auchlnleck Londra'ya rica ediyordu: «Daha detaylı bilgi, lütfen». «Berlin neler biliyor?» «Berlin'de, Rommel'in plam hakkında kesin bilgi yok.» «Peki İtalyan Başkomutanlığı ne biliyor?» «O da plan hakkında kesin bir bilgiye sahip değil, Rommel'in çekilmesinden korkuyor.» «Bastico Cephe Komutanlığı ne biliyor?»

«Trablustaki bu karargâhta, Rommel'in çekilmeyi düşünmekte olduğu hakkında devamlı söylentiler var. Bir Mihver çekilmesinin şu sırada yapılıp yapılmayacağı, yapılacaksa ne zaman yapı. lacağı hakkında kesin birşey söylenemez ise de Almanların herhangi bir taarruza girişemiyecekleri hususunda kimsenin tereddüdü yok.» 19 Ocak günü müthiş bir kum fırtınası her türlü keşif harekâtına engel olmuştu. Ertesi günü Merselbrega'daki bazı binalar ateşe veriliyor, Umandaki deniz araçları havaya uçuruluyordu. Tabii bunların sahte tesisler olduğunu söylemeye lüzum yok. Her ne kadar ileri sürülen keşif kollan raporlannda doyurucu bir bilgi yoksa da, Rommel'in çekilmesinin kesinlik kazanmakta olduğu genel bir kam halim almıştı.. Trablus'ta güzel dansöz Hikmet Fehmi, gizli bir sevinçle sevgilisi Mehmet Ali'nin kulağına birşeyler fısıldayarak şampanya kadehim «Şerefe» diye kaldınyordu. O Mehmet Ali ki, «Uzak mesafe çöl gurubu» na mensup bir İngiliz ajanıydı ve bir Berlin'i! kadar güzel Almanca konuşuyordu. Bir gün önce Kahire'ye şu raporu yollamıştı: «Rommel bir çekilmeyi planlıyor. Artçı mevzileri hasırladığı, na dair haberler dolaşıyor». 113 21 Ocak günü sabahın erken saatinde bir Alman astsubayı, bölük erlerine şu emri okumaktaydı: Afrika Panzer Grubu Komutanlığına 2i pcak 1942 GÜNLÜK ORDU EMRİ Alman ve İtalyan askerleri, Geride üstün düşmana karşı yapılmış bir savaş bırakmamıza rağmen moralimiz asla sarsılmamıştır. Bu anda karşımızdaki düşmandan üstünüz. Bunun içindir ki bugün, düşmanı imha maksadiyle taarruza geçeceğiz. Bu kesin sonuçlu günde herkesin elindeki bütün imkânları kullanacağını biliyorum. Yaşasın İtalya, yaşasın Büyük Alman Reich'i, yaşasın Führer. Bütün Tümenlere yayınlanmıştır. Baş Komutan ROMMEL Trablus'taki Mehmet Ali gibi Merselbrega'- daki İngiliz ileri karakolları, 21 Ocak 1942 günü saat 08.30'da Alman tanklarının olanca hıziyle kendilerine doğru gelmekte olduklarını gördükleri zaman hayretten ağızları açık kalmıştı.

— Alarm... Alman tankları... Rommel'in hilesi ve dolayısiyle yaptığı bas. kın tam manasiyle başarılı olmuştu. O, geçmişte uğradığı ihanetlerden gerekli dersi almaşım bilmiş ve bundan akıllıca yararlanarak düşmanı kendi silahı ile aldatmasını becermişti... Bu al- 114 datmacanm tatbikatı da çok güzel başarılmıştı: Deriye doğru olan bütün hareketler son günlerde ve ancak geceleyin yapılmış, taarruz plam birkaç kurmay subay tarafından gizlice hazırlanmış, karar ve plan hakkında ilgili komutanlara olabildiğince geç haber verilmişti. Rommel, bu konuda Alman ve İtalyan yüksek komuta kademelerine herhangi bir istekte bulunmadığı gibi herhangi bir görüşmede de bulunmamıştı. En son dakikada Afrika'daki Mihver Cephe kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanı, General Gambara'yı «Küçük bir akın. İsterseniz buna bir komando akını da diyebilirsiniz» diye şahsen haberdar etmişti. Gambara, Rommel'e bir miktar kuvvet ve akaryakıt vermiş ve işi hiç de önemsemediğinden üst komutanlığa haber bile vermeye gerek görmemişti. Taarruz planının ana hatları şöyleydi: Yarbay Marcks tarafından komuta edilen bir muharebe grubu (2 nci Panzer ve 90 ncı Hafif Tümenin bazı birliklerinden kurulmuş) Via Balbo istikametinde İngiliz Muhafız Tugayı tarafından tutulan mevziye taarruz edecek ve yarmayı gerçekleştirdikten sonra Agedebya'ya doğru harekâtım sürdürecek. 20 nci İtalyan Kolordusu ve henüz motorlandırılmamış olan 90 ncı Hafif tümen. Marcks muharebe grubunu takip edecek.. Bütün bu kuvvetler, «Kuzey Kuşatma Grubu»nu meydana getirecek. Afrika Kolordusu ise, «Güney Kuşatma Gurubunu teşkil edecek ve Vadi El Ferağ boyunca Kuzey Doğu istikametinde taarruz edecek ve Kuzey grubu ile çember kapatılarak kuşatılan kuvvetler imha edilecekti. Bundan sonraki harekât, duruma göre emirle sürdürülecekti. 115 Rommel in 2 nci Sireneyka taarruzu 21 Ocak 1942 Gayet soğuk ve güneşli bir -kış sabahı idi. Rommel, Marcks Muharebe Grubu karargâhını ziyaret için kendi karargâhından yola çıkacağı sırada, saat 06.00 da, Führer'in karargâhından

gönderilmiş iki mesaj aldı. Birinci mesaj, Afrika Kolordusunun Panzer Ordusu olarak ordu seviyesine çıkartıldığım, ikinci mesaj da kendisinin Şövalye haç nişanının Meşe yaprağı ve Kılıçla ödüllendirildiğini bildiriyordu. Aynı gün saat 11.00 e doğru Marcks Muharebe Grubu düşman mevziim yarmış, Agedebya istikametinde hızla ilerlemeye başlamıştı. Bu arada Grup, İngiliz cepane ve akaryakıt depolarım da ele geçirmiş, bu nedenle de bir kısım düşman tankı benzinsizlikten harekâta katılamamıştı. 20 nci İtalyan Kolordusunun yem komutanı general Zingholes bütün kuvvetleriyle harekâta katılmıştı. Askerler bu komutana «İtalyan Guderian'ı» adını takmışlardı. Alan Moorhead, İngilizlerin nasıl baskına uğradıklarını ve yenildiklerini «African Triology » adlı eserinde şöyle açıklamaktadır: «Daha taarruzun birinci günü, birliklerimiz arasındaki irtibat karma kanşık olmuştu. Ağır bir baskı altına düşen kıtalar, takviye ve zamanında destek alamamışlar, bu yüzden de ne yapacaklarını bilemez duruma düşmüşlerdi. İhtiyat kuvvetleri de irtibatsızlıktan ya hareketsiz kalmış veya cephe istikametinde harekete geçtiklerinde yollarının Alman birlikleri tarafından kesilmiş olduğunu görmüşlerdi. Mihver kuvvetleri iki kol halinde İngiliz mevzilerini yararak bir nehir gibi akmaya başlamışlardı. Bu kuvvetler, eskiden yaptıkları gibi yelpazevari açılarak 117 birliklerimizi ilkin çeviriyor sonra da taarruza geçerek bu adacıkları teker teker temizliyorlardı. İki gün içinde İngiliz sağ kanadı çökmüş, üçüncü günü de artık tam manasiyle çekilme ve bozgun başlamıştı.»... Afrika kolordusu da güneyde, Saunu istikametinde 1 nci İngiliz Zırhlı Tümenini kuşatmak üzere hızla harekâta devam ediyordu. 24 Ocakta Rommel, kuşatılması tamamlanan düşmanın imhası için bazı taarruz grupları teşkil etmiş ve kendisi de şahsen —geçici olarak motorlandırılan— 114 ncü batarya, 135 nci uçaksavar ve tanksavar grubunu sevk ve idare etmişti. Taarruz cephesinin sol kanadında, Yarbay Grammer'in 8 nci Panzer alayı aynı şekilde harekâtını sürdürüyordu. İlerleme kanadındaki tank bölük komutanı telsizinde Yarbay Grammer'in sesi duyuldu: «Dikkat... Portakal 2... Solda düşman tankları»... Az sonra da diğer tank komutanları

telsizlerinde bölük komutanının komutunu dinliyorlardı: «Sarı 1... Solda düşman tankları... Saat 11 istikameti»... (*) Arkadan tank komutanının komutu yetişti: «800 yarda... Zırh mermisi... » «Hazır» haberinden sonra da «Ateş»... Bu cehennem kafesinde Nişancı ve Doldurucu bir saat dakikliği ile çalışıyorlardı. Top hedefe dönmüş, şoför de ateş için tankı durdurmuştu. Nişancı elektrikli ateş düğmesine basmıştı ki tank komutanının yeni komutu duyulmuştu: «50 metre uzat». Top tekrar dolduruldu, ayarlandı ve ateş edildi. «Hedefte». 24 Ocakta İngilizler, kuşatılan birliklerim (*) Tanklar için hedef tarifi saat kadranına göre yapılır. Saat 11 demek, bir parça sola demektir. 118 kurtarabilmek ümidiyle, Bingazi'deki Hint tüninin bir Tugayuu Alman kanadına doğru taarruza şevkettiler... Bu hareket Alman planım bozabilir, hiç değilse geciktirebilirdi. Fakat kısa süre sonra bir Alman Dinleme Postasından gelen rapor bunun blöf olduğunu bildiriyordu. Rapora göre, taarruz eden kuvvet Agedebya'mn 8 kilometre kadar kuzeyindeki bir tabur kuvvetinde zayıf bir birlikti ve Hint Tugay komutam, büyük kuvvetler taarruz ediyor hissini vererek, Alman taarruzunu durdurmayı murat ediyordu. Rommel, muharebe planında hiçbir değişildik yapmamış ve Hintlilerin taarruzuna önem vermeden bütün kuvvetleriyle 1 nci İngiliz Zırhlı Tümeni üzerine yönelmişti. Ve ilk sonuçlara göre 12 uçak, 98 zırhlı araç ve tank, 38 top ele geçirilmiş ve İngiliz Zırhlı Tümen karargâhı da dahil 1000 esir alınmıştı. Ayrıca büyük yığınlar halinde ikmal maddeleri de Almanların eline geçmişti. Rommel, Kurmay Başkanı ile, durumu yakından görmek için, küçük bir komutan uçağı ile cephe üzerinde uçarken ansızın İngiliz uçaksavar topçusunun ateşleri arasında kalmış ve büyük bir şans eseri hiçbir yara almadan kurtulmuştu. Tam tehlikeyi atlattık derken yükseklerden uçan 12 kadar İngiliz Harikan uçağını görmüşler ve Yarbay VVestphal artık sonlanmn geldiğim düşünmeye başlamıştı. Fakat talih, yine Rommel'- den yana idi ve uçaklar, altlarında uçan bu savunmasız ve küçük sineği görememişlerdi. Msus muharebesiyle, İngiliz taarruz hazırlıklarını bozmak ve zaman kazanmak maksadiyle gerçekleştirilen harekât başarılmıştı. Fakat Rommel gibi bir komutan için bu yeterli değildi.

Şimdi bu avantajlı durumdan olabildiğince fay dalanmak ve başarıyı geliştirmek gerekirdi. 22 119 Ocakta Rommel'in karargâhına gelen Mareşal kont Cavellero, kendisinden artık taarruzu durdurmasını rica ediyordu. Alman Mareşali Keserling'te Cavallero ile birlikte gelmişti, o da taarruzun daha ileriye götürülmemesini uygun buluyordu. Ertesi günü de Cavallero, Roma'nın, taarruzun daha ileri götürülmesine taraftar olmadığını ve harekâtın durdurularak birliklerin eski mevzileri Brega'ya çekilmesini istediğini bir kere daha Rommel'e bildirdi. Rommel, bütün bu önerileri red etmiş ve durumun elverdiği ölçüde taarruzu sürdüreceğini tekrar etmişti. Bunun üzerine Mareşal Cavallero, İtalyan kuvvetlerini Rommel'in komutasından geri alacağı tehdidini savurmuş, «Rommel eğer savaşmak istiyorsa, bunu Alman birlikleriyle yapsın» demişti. İtalyanlar neden bukadar çekingen hareket ediyorlardı? Biz Almanlar, ekseriya İtalyanları küçümseriz. Fakat gerçek, göründüğü kadar basit değildir. Çünkü İtalyan Yüksek Komutanlığının, kendi başına büyük kararlar almaya yetkisi yoktur. Üstelik İtalyan generalleri, 800 kilometrelik bir çekilmeden sonra bu yorgun ve morali yıkılmış kıtalarla Rommel'in bir taarruzu nasıl düşünebildiğini bir türlü anlıyamıyorlardı. Bunun bir delilik olduğunu söylüyorlar ve İtalyan askerlerinin böyle bir maceraya tahammülü olmadığını iddia ediyorlardı. İtalyan subay ve komuta heyeti, bu düşüncelerinde haksız da sayılmazlardı. Çünkü cepheye büyük treylerle giden eğer şehirde konaklamışlarsa en lüks otellerde oturan, hatta çölde bile beyaz eldivenli siyah papyonlu garsonların servis yaptığı sofralarda yemek yiyen, subay, Astsubay, kıdemsiz Astsubay'lann ayrı ayrı gazinoları olan bu bay- 120 lann erleriyle cephede aynı yemeği yiyen, aynı hayatı yaşayan Alman komuta heyetinin düşünceleri arasında doğal olarak büyük fark olacaktı. Kuşkusuz, bir ordunun morali, lüks ve gösterişle sağlanamazdı. Astlarına her hareketi ile örnek olan, onlara iyi ve kötü zamanlarında beraber olduğunu gösteren bilgili ve cesur komutanlarla sağlanabilirdi. Ve işte Alman ordusunun kuvveti de burada idi. Takvimler Ocak sonunu göstermesine rağmen Çölde bahar başlamıştı. Yeni ele geçirilen

Msus'ta Sireneyka çölünün muhteşem güzelliği Alman askerlerini büyülemişti. Çiğdemler açmış, -san, kırmızı, velhasıl binbir renkli tomurcuklar hepsinde vatan hasretini uyandırmıştı. Rommel, Dinleme Postalanndan aldığı raporlardan, İngilizlerin Bingazi veya Mekili'de savunmaya geçmekte bir karar veremediklerini öğrenmişti. Düşmanın bu ikircikli durumundan faydalanmayı düşünen Rommel vakit geçirmeksizin Bingazi'ye taamıza karar verdi. Bingazi limanı bundan sonraki harekâtında ordusunun ikmali için kendisine büyük kolaylık sağlardı. Ama bu sefer Bingazi'ye taarruz 1941'deki gibi güneyden yapılmayacak, düşmana Msus istikametinden sokularak baskın sağlanacaktı. Arazinin harekâta güçlük çıkarması ve ikmal zorluğu dolayısiyle az birlik kullanmak bir mahzur yaratıyorsa da, baskına kolaylık sağlamasıyla bu man. zur katlanılabilir bir risk idi. Bu harekâtta yükün ağırlığı Marcks grubuna verilmişti. Marcks, iki ağır makinalı taburu, bir uçaksavar ve bir tanksavar grubu ile de takviye edilmişti. Albay Geissler muharebe grubu ise Mekili'ye uğramadan ilerleyecek ve 121 Marau'yu zaptederek taarruz birliklerinin doğu yanını emniyete alacaktı. Bu grup da 115'nci zırhlı alaydan iki tabur, iki tanksavar bölüğü ve bir zırhlı topçu bataryasından kurulmuştu. Msus'un ele geçirilmesi ve İngiliz l nci Zırhlı Tümeni ve bir kısım birliklerinin imhası tamamlandıktan sonra harekâtın ikinci safhası da aksaksız yürümekteydi. 26 Ocak akşam üzeri Albay Geissler muharehe grubunun ileriye sürdüğü bir keşif kolu, 20 top ve 100 kadar motorlu araçtan müteşekkil kuvvetli bir düşman birliğinin vadi içinde istirahata geçtiğim rapor etmişti. İngilizler vadide akşam yemeğim hazırlıyor ve neşeli görünüyorlardı. Geissler, ayağına gelmiş olan fırsatı tepeceklerden değildi. Derhal kararını verdi: Sabah güneş doğmadan düşmana bas- j kın tarzında taarruz edilecekti. Bunun için hava kararmadan arazi keşfi yapıldı ve birliklerin mevzileri seçildi, silah yuvalan tesbit edildi. Havanın kararmasıyle birlikte kılavuzlar yardımiyle mevzilerine intikal ettiler, silahlar yerlerim aldı. Gerek topçular, gerekse makinalı tüfek ve diğer silahlar zaman azlığından dolayı kararlamadan tevcih edilmişlerdi. Geceleyin tam bir ışık yasağı uygulandı, hiçbir şekilde ses çıkanlmaması

konusunda kesin emirler verildi. İniglizler, sabahlan genellikle geç kalkarlardı. Diğer Almanlar gibi Albay Geissler'de bunu biliyordu. Gece saat 03.00 da bütün emirler verilmiş 3 : 4 saat uyuma imkânı bulan erler şimdi uyanmış, yerlerim almışlardı. Teğmen Ruf, üç tanksavar topu ile beklemekten sıkılmaya başladığı sırada günün belli belirsiz aydınlığında Albay Geissler'in bulunduğu yamaçtan beyaz işaret fişeği karanlığı aydınlattı ve birden acı bir çığlık gibi kopan cayırtı vadide korkunç akis- 122 ler yapmaya başladı. Topçu da az sonra bu ate şe korkunç tarakalarla katılınca, ortalık tam bir ana baba gününe döndü. Daha bir saat geçmeden etraf tekrar sessizliğe bürünmüş, herşey halledilmişti. Bir kısım sıhhiyeler İngiliz yaralıları sedyelerle taşırken, diğer bir kısım erler İngiliz tutsakları rütbelerine göre ayırıp sıraya diziyorlardı. Geissler Muharebe grubunun ileri kısımları 28 Ocak'ta Marau'ya yaklaşmışlardı. İleriye sürülen keşif kolları bölgelerinde düşman bulunmadığım bildiriyordu Rommel, Bingazi harekâtında asıl taarruz birliğim teşkil eden Marcks. muharebe grubu ile beraber bulunuyor ve Ordunun harekâtını buradan yönetiyordu. Fakat ilk gün şanssızlıkla başlamıştı. Kırbaç gibi yağan müthiş bir yağmur ilt birlikte, etrafı birbirine katan müthiş bir kum fırtınası başlamış ve iki saat kadar sürmüştü. Vadiyi takiben ilerleyen birlikler çamura saplanmış ve hareketsiz kalmışlardı, özellikle gece çıkan dondurucu bir soğuk da buna eklenince oturup ağlamaktan başka yapılacak bir şey kalmamıştı. Fakat allahtan bu ancak bir gün sürmüş, 28 Ocak'da yakıcı bir güneş kısa zamanda çamuru kurutmuş ve birlikler tekrar neş'e ile harekete geçmişlerdi. Ağır araç ve bir kısım topçuyu geride bırakarak Rommel'in dürtüsü ile ileri atılan birlik, eski bir Türk kalesi olan Erregina'yı öğlene doğru zaptetmişti. Takibe devam... Rommel, tepelerinde nefes aldırmıyordu: Benina istikametine... Yol boyu yığın yığın düşman ikmal malzemeleriyle doluydu. Bunlar, İngilizlerin Trablus'a karşı başlatacakları büyük taarruza hazırlık için getirilmişlerdi. Nihayet 123 Bingazi... Ani bir saldın ve bir iki saat içinde şehir, Rommel'in kollan arasına baygın düşüverdi.

Rommel'in, bu «Çöl Tilkisi» nin kehaneti gerçekleşmiş, evvelce olduğu gibi Almanların Güneyden taarruzunu bekleyen düşman yanıl. mış ve baskına uğramıştı. Hint tümen komutanı tahrip müfrezelerine, evvelce planlanan tahrip faaliyetine geçmesini emretmişse de, bir hayli geç kalınmıştı. Gerçi yedi milyon sigara, sayısız şarap fıçısı ve binlerce ton yiyecek maddesi, Almanlann üzgün bakışlan altında ateşe verilmişse de, bunun bir kaç misli malzeme, araç ve silah gene de Almanlann eline geçmişti. Sıra sıra tutsak kafileleri, motorlu araç ve silahlar toplanır ve düzene sokulurken bir muhabere subayı Rommel'i selamlayarak ona bir mesaj uzattı. Bu mesaj, Musolini'ye aitti ve bir keşif aracının telsiz operatörü tarafından zaptedilmişti. Duçe, bu uygun ortamdan yararlanarak Rommel'e, Bingazi'yi almasını tavsiye ediyordu. Rommel'in cevap mesajı kısa oldu: «Bingazi alınmıştır».. 30 Ocak 1942 sabahı Rommel, karargâhının başında Bingazi şehrine girdi. Araplar büyük sevinç gösterileriyle kendisini karşıladılar ve Hazreti Muhammed'in bayrağı olduğunu iddia ettikleri süslü yeşil bir bayrağı kendisine hediye ettiler. Rommel, aynı Arapların daha önce Bingazi'- ye giren İngiliz ordusunu ve komutanını da aynı coşku ile alkışladıklannı İnliyordu. Aynı saatlerde general Auchinleck, Bingazi'den kilometrelerce uzakta, Kahire'deki karargâhında harita ve raporlara dalmış, düşmanı durduracak çareler aramakla meşguldü.. Peş peşe sert emirler gönderiyor, güvendiği kurmaylan özel görevlerle cepheye uçurarak tedbirleri yakından takibe çalışıyordu. İngilizler nerede du- 124 rabilecekler, nerede savunabileceklerdi? Düş. manın elinden kurtulabilen birliklerin durumu nasıldı, geriye ne kadar kuvvetimiz kalmıştı? Bunlar öyle sorulardı ki, şu keşmekeş içinde doğru dürüst cevaplayacak babayiğit az bulunurdu. Peki Rommel, hani şu «Hilekâr Tilki» ne düşünüyor, ne yapmak istiyordu? «Ne!... Derne istikametinde ilerlemeye devam mı ediyor?» Allah allah, bu adam yorulmak nedir bilmez mi? Her yükselen eğrinin bir tepe, durma noktası olduğu gibi, her ilerlemenin de bir gaye, duraklama noktası ve yeri vardır. Taarruz eden kuvvetlerin nefes alması, kendisine yeniden çeki

düzen vermesi bir ihtiyaç olarak kendisini gösterdikten başka, özellikle ikmal ve takviye gereği de gittikçe kendini ağırlıkla hissettirir. Hele böyle yüzlerce kilometre koşturulmuşsa ve bir de Çöl şartlarının zorlukları omuzlara binmişse bu ihtiyaç âdeta ayakları bağlar ve ilerleme hızı, yorulan güreşçi örneği, her saat biraz daha azalır ve bir yerde de durur... Bu değişmez gerçek, Rommel'i de dize getirdi ve muzaffer ordu Tobruk'a ulaşamadan durdu. Evet Rommel 17 gün içinde hemen hemen bütün kaybettiklerini geri almıştı, fakat İngilizler de Gazala mevzilerinde tutunma fırsatım bulmuşlardı. 1942 YAZ SAVAŞI BAŞLIYOR Onbaşı Grossman, Derne yakınında Um El Rzen vahasında, sahra mutfağının başında kan ter içinde arkadaşlarının yemeğini hazırlamak- 125 la meşguldü. Levazım bölüğünün kamyonları Thueringen sembolü olarak yeşil kalp işaretini taşıyorlardı. Çünkü mürettebatın çoğu bu bölgeden gelmişlerdi ve bunlar yalnız siyah ekmeği değil, beyaz ekmek ve pasta pişirmekte bile usta kimselerdi. 20 Mart 1942 sabahı erken saatlerde Grossman, bir aşçının çölde bile neler yapabileceğini arkadaşlarına göstermek istiyordu. Bunun için kremalı çikolatalı bir pasta hazırlıyor, kendisim seyredenlere hem açıklamalarda bulunuyor, hem de nasıl yapılacağını tatbiki olarak gösteriyordu. İki kocaman ve nefis kokulu pasta, fırının yanında ve masa üzerinde duruyordu. Bu pastalar, General Grüwell'in 50nci doğum yıldönümünü kutlamak üzere Um El Rzen vahasında ve palmiyeler arasında kendisine sunulacaktı. Grüwell'de Ordu karargâhından Afrika Kolordusu karargâhına zaten bunun için gelmişti. Grüweîl, Mart ayı bacından beri Panzer Ordusu komutanlığına tayin edilmiş bulunan General Rommel'in, muavinliğine getirilmişti. Ve şimdi Afrika Kolordusu komutanlığını general Nehring yapıyordu. Akşam yemeğinde aşçıbaşı en iyi cinsten bir şişe Fransız şampanyası ile pastaları masaya dizmiş ve güzel bir örtü ile hepsini örtmüştü. Yemeğe davetli olan General ve yüksek rütbeli subaylar, iki haftadan fazla süren yorucu muharebelerden sonra bahar akşamının bu güzel sofrasında yorgunluklarını gidereceklerinden memnun, biran evvel yemeğe başlayabilmek için sabırsızdılar. Doğrusu her iki taraf da yorulmuş, kimi kaçmaktan,

kimi de kovalamaktan halsiz düşmüştü. Şimdi iki taraf da yeniden kılıçlarını bilemeğe başlamıştı, tşte bunun hazırlığı yüzünden 126 midir nedir, ortalıkta acayip bir sessizlik vardı. Bir taraftan birlikler, yeni takviyelerle eksikliklerini tamamlıyor, izine gidenler yeniden birliklerine dönüyor, hasta ve yaralılar iyileşerek kıtalarına geliyorlardı. Örneğin 15 nci Motorlu Piyade Taburu, tam mevcutlu bir muharebe birliği haline gelmişti. Taburun Afrika'ya varışı da 4 Nisanda tam bir yıl olacaktı. Tabur ilk geldiğinde 21 nci Panzer tümeninin 104 ncü Alayının 3 ncü Taburu olarak harekâta katılmıştı. Ve yanlarında sahra mutfağına ait bir kısım malzeme, 2 öküz, 5 fıçı kırmızı şarap ve bir hafif araç dolusu Lövenbrau ihraç birası taşımışlardı. Halfaya geçidindeki kamı muharebelerden sonra tabur yemden teşkilâtlandırılmış ve yeniden kurulmuştu. İngilizler de, doğal olarak, boş durmuyorlardı. Onlar da toparlanmaya ve yeniden taarruz gücü kazanmak için hazırlanmaya başlamış, lardı. Alman keşif kolları da, Gazala mevziinde harıl harıl tahkim faaliyeti hakkında rapor veriyorlar, Alman istihbaratı bu tahkimatın şimdiye kadar alışılmışın dışında bir şekilde yapıldığı yolunda haberler ulaştırıyordu. Rommel, çöle geleli tam 1 sene olmuştu. Bu süre içinde Hitler ve Yüksek karargâhla hiç temas olanağı bulamamıştı. Bu önerisine yüksek karargâhtan gelen cevapta: «Cephedeki durumu tehlikesiz ve güvenli gördüğü takdirde gelebileceği » bildiriliyordu. Rommel'in cevabı biraz sertti: «Durumu güvemi gördüğüm içindir ki, gelmeyi önerdim»... Buna rağmen Baş komutanlık karargâhı hâlâ tatmin olmuş değildi. Ve gönderdiği ikinci mesajda: «Roma'ya varışınızı bildirin. 127 Oradan Prusya'ya hareketiniz için aynca talimat verilecektir» diyordu. 15 Şubat 1042 günü Rommel, yamnda Kurmay Başkan muavini Yarbay Vestphal olduğu halde Trablus'taki Misurato hava alanmdan Roma'ya hareket etmişti. Bu yolculuk onların He- 111 uçağı ile ilk uçuşlarıydı. Hitler, Ordu Komutanlarının en az üç motorlu uçak ile uçmalarını emretmişti. Fakat üç motorlu ju-52, Afrika için, hızı yetersiz sayılan bir uçaktı. Condor veya ju-90 dört motorlu uçakları daha uygundu ama, düşman bu uçakların önemli kişileri taşıdıklarım

biliyordu. Bununla beraber Rommel, He-lll uçağını kullanmak için özel bir izne sahipti. O tarihte yarbay olan general Vestphal bu yolculuğu şöyle anlatır: «Musolirti'nin Venezya sarayındaki kabulü, her zamanki gibi arkadaşça ve samimi idi. Askeri meseleler konusu görüşülmedi. Duçe, her ne kadar Akdeniz bölgesi Baş Komutanı idiyse de, uzun zamandan beri askeri konulara direkt olarak müdahele etmekten kaçınıyordu. 18 Şubat gününü Rommel'in ailesinin oturmakta olduğu Viener Neustad şehrinde geçirdik ve ertesi günü, Hitler ve karargahına ulaşmak için Rastenburg'a hareket ettik. Gerek Rommel ve gerekse ben, Hitler'in Kuzey Afrika'daki işlere özel bir ilgi göstereceğini ümit ediyorduk. Fakat yanılmışız. Çünkü O, Rusya harekâtı ile ve Moskova önündeki duraklama ile fazla meşguldü. Bu yüzden Rommel'in, İngilizlerin kış taarruzu ve şimdiki durum hakkındaki açıklamalarım sessiz dinlemiş ve hiç müdahele etmemişti. Rommel'in: — Führerim, Yüksek komutanlığın Afrika'daki harekâtın geleceği hakında düşünceleri 128 acaba nelerdir, yolundaki sorusunu cevaplandırmaktan kaçınmış ve Rommel'in, Maltanın zaptının gerekli olduğuna dair önerisine de hiç temas etmeden şunları söylemişti: — Akdenizdeki harbi kızıştırmak ve genişletmek bize pek bir yarar sağlamaz. Üstelik bundan fazla bir şey elde edeceğimizi de sanmıyorum. Kişisel olarak 17 ve 18 Şubat günleri Kurmay Başkam General jodl ile kurduğum ilişkiden de bir sonuç elde edemedim. Alman Baş komutanlığı tarnamiyle Doğu Cephesinin etkisi altında idi ve Afrika'yı daha az önemli bir harekât bölgesi olarak mütalaa ediyorlardı. İngilizlerin Mısır'da ve İmparatorluğun en hassas olduğu bu yerde mağlup edilebileceklerini idrak dahi etmiyorlardı. »... Çörçil ise, İngilterenin kesin sonuca ulaşabilmesinin ancak Orta Doğu'da mümkün olacağını anlamış, bütün kozlarım da buna göre kullanmaya başlamıştı. Fakat Hitler ve Yüksek karargâh ya bunu görememiş veya red etmişlerdi. Rommel ve Kurmay başkan muavini Vestphal, bu üzüntünün etkisi altında daha fazla Rastennurg'ta kalmayı gereksiz bularak ve geldikleri zamanki heyecanlarından çok şeyler kaybetmiş olarak cepheye döndüler.

Halbuki Afrika Kolordusu Komutanlığına atanan General Nehring'in Führerle yaptığı konuşma daha başka olmuştu. General Doğu cephesinden Afrika'ya giderken Hitler kendisini, ge. neral Jodl ve Bühle'nin yanında kabul etmiş ve Afrika cephesinde mümkün olduğu kadar ilerleme < suretiyle İngiliz kuvvetlerim buraya bağla- 120 manın önemi üzerinde durmuş ve Tobruk'un alınmasının çok iyi olacağını belirtmişti. Hitler ayrıca, Panzer ordusunun başarısı için iyi temennilerde bulunduktan sonra «Orgeneral Rommel'e söyleyin, kendisi hakkında takdir duygulan ile doluyum» demişti. Hitlerin bu konuşmasından sonra iki hafta daha geçmiş ve Rommel, bu takdir duygularından başka bir şey görememişti. Afrika'ya dönmeden önce Rommel, Roma'da Musollini'yi ziyaret ederek, kendi planlarını bir kere daha anlatıp O'nu ikna etmeye çalışmış ve kesin olarak şunu belirtmişti: «İlk iş olarak Malta'nın behemehal zaptı gerekmektedir. İkinci iş olarak da Tobruk ele geçirilmelidir.» Bütün bu gayretlere rağmen Nisan 1942 başlannda durum hiç de umutlu görünmüyordu. Malta, korkunç bir Ahtapot gibi takviye için gönderilen bir çok insan ve malzemeyi yutuyordu. Mart'ta ordunun gereksinimi olan 60.000 ton. dan ancak 18.000 tonu Rommel'e ulaşabilmişti. Mareşal Keserling de Rommel gibi Malta'nm önemini biliyordu. Emrindeki hava kuvvetleriyle Malta'yı olgun bir hale getirdikten sonra bir haa indirmesiyle bu çıbanı ortadan kaldırmayı düşünmekteydi. Bunun için Kesserling'in de ısrarlı ricalanyle 2 nci Paraşüt tümeni İtalya'ya nakledildi. Fakat İtalyanlar Malta istilası için Haziran sonundan önce hazır olamayacaklarını tekrarlayıp duruyorlardı. Rommel ne yapsın? Durumu ve şartlan göz önüne alan komutan, planındaki öncelikte bir değişiklik yapmaya ve ilkin Tobruk'un, sonra Malta'nın ele geçirilmesine karar verdi. Nisan başlannda ise Kesserling'in stukaları Malta'yı ağır bir baskı altına almaya başlamış, liman tesislerini ve tahkimatı tah- 130 rip etmiş, Amiral Cunnigam'ın gemileri bile bu hengameden kurtulmak için kendilerini başka limanlara atmışlardı. Ahtapotun kollan budanmaya başlamıştı. Bu devrede İngiliz hava kuvvetleri uçmaya bile zor olanak bulabilmiş, kendini saunmaktan Mihver ikmal nakliyatına

saldırmağa fırsat bulamamıştı. Nitekim Nisan başından Mayıs ortalarına kadar ikmal gemilerinden hiç bir kayıp olmamış, Rommel de rahat rahat hazırlanma imkâmnı bulmuştu, Kesserling'in uçaklan tam iki ay mevzii hava üstünlüğünü ele geçirmiş ve devam ettirmişti. İngilizlerin bu durum karşısındaki telaşı görülmeye değerdi. Onlar, Malta'nm kaybedilmesiyle başlarına neler geleceğini gayet güzel kıymetlendiriyorlardı. Bu, Akdenizin kendilerine kapanması, Rommel'in rahat şekilde ikmalini yapması ve sonuç olarak Mısır'ın kaybedilmesi demekti. İşte bu korktukları şey de başlarına gelmek üzereydi, Malta, Kesserling'in peş peşe inen yumruklan altında halsiz düşmüş, kaderini beklemekteydi. Peki Mihverin başındakiler, yani bu konuda karar verecek yetkililer Führer ve Duçe ne düşünüyorlar ve nasıl karar veriyorlardı?. Onlar mı? Hiç!.. İkircildi kaldılar ve bir türlü bir karara varamadılar... Akdeniz harekâtının kaderi artık belli olmuştu. BİR KOLORDUYU KURTARAN TANKSAVARLAR Yaz gelmişti. Çölde yaz cehennem demekti. Çölde her şey ve özellikle de taşlar ve kumlar, ateşte kaynayan Malt kahvesi gibi, gecenin geç 131 saatlerine kadar sıcaklıklarını korurlardı. Termometreler gölgede 50 santigrat dereceyi gösteriyordu. Tecrübelere ve resmi talimatlara göre bu sıcakta askerlerin çalışmamaları lâzımdı. Ama savaşta ne olacak?. Olacağı o, tecrübeler de, talimatlar da bir tarafa, çalışmaya devam. Bu sıcakta çelik duvarlı çok kızgın bir hamama dönen Tankta oturmak mümkün mü? Tabii mümkün.. İnsan iradesi ve direnci bu.. Almanlar, İtalyanlar, İngilizler ve müttefikleri hem alarmdaki tanklarında oturuyor, hem' silah ve personel mevzilerini hazırlıyor, hem de mayınlan döşüyorlardı. İnsanlar güneşten kararmış, ciltleri nasırlaşmış, adeta kurumuş ve sinirli bir hal almışlardı. Sineklere gelince, bunlar, düşmandan da düşman mel'unlardı. Çorap ve çamaşırlann içi çoğu kere kum doluyor, kum pireleri insanın canım yakıyordu. Dizanteri, normal hastalık halini almıştı. Rahatlıkla denebilir ki, çölde insanoğlunun sarf ettiği bu enerji ile ve bu güçle on adet Süveyş kanalı daha yapılabilirdi. İşin garibi, bütün bunlar bir Süveyş Kanalının zaptı veya korunması için yapılıyordu.

Rommel, İngilizlerin bir taarruz için hazırlanmakta olduklarını, İngilizler de Almanların aynı maksatla çalıştıklarını biliyorlardı. Alman askerleri «Bakalım bu yarışı kim kazanacak, acaba sıra Tomilerde mi?» diye merak ederken, İngiliz Tomiler'de «Hâlâ yediğimiz sopa bitmedi mi, bu Rommel Tilkisinden galiba daha çekeceğimiz var» diye düşünmekte haklı idiler. Gerçekten de Rommel'in kişiliği, biraz da romantik duygular uyandıran bu uçsuz ve bucaksız çöldo bir umacı, insan üstü bir yaratık havasına bürünmüştü. Şimşek gibi taarruzları, beklenmeyen 132 aldatıcı hareketleri, cesarette astlarına örnek oluşu, velhasıl yenilmezliği İngiliz askeri üzerinde yıldırıcı bir etki uyandırmış ve moralleri üzerinde çok kötü tesirler bırakmıştı. «Rommel geliyor » sözü bile yeterliydi. Sanki bir ejderha geliyor gibi millet şok oluyordu. Bu psikolojik durumu dikkate alan İngiliz Baş komutanı Aauchinleck, «Rommel» in isminden bahsetmeyi yasak etmiş ve durum anlatılırken «Alman» kelimesinin bile kullanılmayarak «Mihver kuvvetleri» denmesini bir emirle bütün birliklere duyurmuştu. Bu emirde Rommel'in insan üstün bir mahluk olmayıp sadece yetenekli bir general olduğunu ve kendisinin de O'nu hiç bir zaman küçümsemediğini özellikle belirtmişti. Auchinleck, tasarladığı taarruza Mayıs ortalarında başlamak istiyordu. Fakat, Rommel'in zırhlı birliklerinin takviye edildiğine dair raporlar alınca, üstünlüğünü yeterli görmüyerek Londra Harp kabinesini de ikna ederek taarruzu Haziran ortalarına ertelemişti. Beri tarafta Rommel de Nisan ayından beri taarruza Mayıs sonlarında başlamayı planlıyordu. İngilizlerin savundukları Gazala mevziinde çok iyi tahkimat yaptıklarının bilincinde idi. Gerçekten de İngiliz tahkimatı, zamanına göre, çok teknik ve görülmemiş düzeyde moderndi. Gazala mevzii, sahilde Gazala bölgesinden başlayıp Bir El Hakim'e, çölün derinliklerine kadar uzayan 65 kilometre uzunluğunda, 3 A kilometre derinliğindeki birinci kuşaktan ve derinlikteki diğer tahkimattan meydana geliyordu. Birinci kuşakta kendi kendine yeterli ve bağımsız mukave. met mevzileri vardı ki buna İngilizler Box diyorlardı. Mevzilerin düzeni şöyleydi: İlk hat tel 133 Rommel'in Gazala taarruzu

26 - 27 Mayıs 1942 öı gülerle çevrilmişti. Derinliğe doğru Dinleme postalan, mayın tarlalan, makinalı tüfek yuvala, n ve topçu ateşiyle kapanan aralıklar başlıyordu. Böyle bir bloka, genellikle bir tugay mevzilendiriliyordu. Bu tugaya uzunca bir süre yetecek her türlü ikmal maddesi de stok ediliyordu. Tugay mevzilerinin hemen gerisinde zırhlı ve motorlu birliklerden kurulmuş çevik vurucu kuvvetler bulunuyor, bunlar hem mevziye derinlik veriyorlar hem de ihtiyat vazifesini görüyorlardı. Rommel'in düşüncesine göre önünde taarruz için iki hareket tarzı vardı: *İ. Düşman mevziine cepheden taarruz ederek mevziyi yarmak, bu yarmadan dalarak düşman ana kuvvetlerini derinlikte imha etmek. 2. Düşmanı Çöle dayalı açık yanından kuşatmak ve denizle kendi kuvvetleri arasında imha etmek. O, her iki seçeneğin fayda ve mahzurunu uzun uzun düşünmüş ve sonunda, kendi yapı ve karakterine de uyan, ikinci hareket tarzını seçmişti: «Örsle Çekiç» taktiği.. Örs görevini burada deniz üstleniyor, Çekiç ise kuşatıcı kuvvetlerle sağlanıyordu. Rommel'in Gazala taarruz planı kısaca şöyle idi: Dört İtalyan Piyade tümeni cepheden taarruz" la düşmanı tesbit edecekler, taarruzun ilk gecesi güneye kaydınlacak zırhlı ve motorlu kuşatma kuvvetleri. Bir El Hakim'in güneyinden Acroma istikametinde harekâta başlayacaklar. Kuşatma kuvvetini, 15 ve 21 nci Alman panzer tümenleri, Ariete İtalyan zırhlı tümeni teşkil edecek, bunlan iki motorlu piyade tümeni takip edecek. 135 İngilizler de cepheyi üç tümen ve birkaç tugayla tutmuş, iki tümen ve tank tugaylarım ihtiyata ayırmışlardı. Her iki tarafın ortalama 100.000 kişilik ordu mevcutları vardı. Tank bakımından İngiliz 8 nci ordusu daha kuvvetliydi. Mihverin 320 Alman 240 İtalyan tankı ve 90 zırhlı topuna (Toplam 650) karşılık İngilizlerin yem gelen 250 tankla birlikte 881 tankı mevcuttu. 26 Mayıs günü saat 14.00 te Rommel'in cephe taarruzu başladı. Yüzlerce topun gürlemesi, makinalı tüfek ve diğer silahların ateşleriyle çöl, zelzeleye uğramışçasına sarsılmaya başlamıştı. Stukalar tahkimli mevziler üzerine pike yapmakta, gürültüler insanı adeta sağır etmekteydi. Taarruza başlayan birliklerin gerisinde, eski

uçak motorlarının yüklendiği kamyonlanyla «Tozkoparanlar» geliyor ve tozu dumanı birbirine katıyordu. İngilizler haklı bir kararsızlık içindeydiler: Düşmanın niyeti nedir, sıklet merkezi nerede?... Hava keşif raporları yeterli değildi. Raporlar, cephede taarruza başlayan piyadeleri, geriden büyük zırhlı ve motorlu birliklerin takip etmekte olduğunu bildiriyordu. Öyleyse Rommel, bir yarma taarruzuna mı başlamıştı? İngiliz cephe kuvvetleri komutanı general Ritchie doğrusu tereddüt içindeydi ve Rommel'in bir cephe taarruzu yaptığı hakkında kesin bir karara varamıyordu. O, ihtiyar Tilkinin ne kurnaz olduğunu biliyor ve bir erken karara varmanın tehlikesini seziyordu. Nitekim 26/27 Mayıs gecesi, karanlığın koyulaşması ile birlikte, cepheye doğru hareket halindeki bu muazzam insan ve araç kitlesi güneye doğru geniş bir çarkla yön değiştirmiş ve karartma yasağına sıkı sıkıya uyarak Bir El Hakim istikametinde ilerle- 136 meye başlamıştı. Üç zırhlı ve iki motorlu Piyade Tümeninden kurulu koskoca Afrika kolordusu, pusula ve araçların kilometre saatleriyle yön tayin ediyor ve karartılmış far ışıklarının elverdiği ölçüde süratle hedefine yaklaşıyordu. 27 Mayıs sabahı ortalık aydınlanırken öndeki zırhlı tümenler Bir El Hakim'i güneyden dolaşmış, kuzey istikametinde kuşatma harekâtına başlamışlardı bile... Bu, bugüne kadar bu denli büyük çapta yapılmış yürüyüş ve aldatıcı hareketlerin ilki sayılabilirdi. Tümüyle, başarılı olmuş, ve tam bir baskın elde edilmişti.. Sabahın bu ilk saatlerinde beklenen hava keşif raporlan bir türlü alınamıyordu. 33 ncü zırhlı keşif birliği de Tobruk istikametinde özel bir göreve sevkedildiğinden, Afrika kolordusu karargâhında düşman konusunda yeterli bilgi yoktu. Üstelik ilerleyen birlikler de düşmana rastlamamışlardı. Ama fazla zaman geçmedi ve 8 nci Panzer alayı bir düşman tank birliği ile karşılaştı. Kol başındaki Yüzbaşı Künnel bölüğü ile ileri atıldı. Düşman tank ateşleriyle ilk tank ve biraz sonra ikinci Alman tankı isabet alarak hareketsiz kalınca Yüzbaşı Künnel «Ne oluyoruz?» diye şaşırdı. «Düşman tankları bizden daha uzak mesafeye bu kadar tesirli nasıl ateş edebiliyorlar?» Yüzbaşı, dürbünüyle düşman tanklarına daha dikkatle bakınca hayrete düştü. Hele düşmana doğru biraz daha ilerlediğinde, üzerindeki gizleme

ağını atmış olan bir tankı daha yakından görünce, bunların yeni Tanklar olduğunda hiç kuşkusu kalmadı. Bu, Almanların uğradığı ilk baskındı. Yeni tanklar, Amerikan Grant tanklarıydı ve 7.7 santimetrelik topu ile, 5.7 santimetrelik top taşıyan Alman Mark—3 tankından daha üstündü. 137 İşte böylece 8 nci Panzer alayı, 4 ncü İngiliz zırhlı tugayı ile bir defa daha karşı karşıya gelmişti. Hani, 22 Kasım 1941 gecesi Binbaşı Frenski'nin generalleri başta olmak üzere esir aldığı o meşhur 4 ncü zııhlı Tugay... 8 ncü Panzer ve 4 ncü Zırhlı bir daha karşılaştılar. 8 nci Panzer alayım destekleyecek olan zırhlı topçu gecikmiş, 33 ncü zırhlı topçu alayı da Grant tanklarının ateşi karşısında dağılmıştı. Topçu desteği olmadan savaşı sürdüren 8 nci Panzer alayı ağır kayıplar vermeğe başladı. Daha solda taarruza katılan 5 nci Panzer alayı da aynı durumda idi. 8 nci Panzer alay komutanı cephede taarruzunu durdururken, ihtiyat bölüğünü düşmanın açık sağ kanadına doğru sürdü. Bu hareket umulmadık bir başarı sağladı. İki yanındaki Alman birli klerinin kendi bölgelerinde ilerlemesiyle ortada dayanaksız kalan 4 ncü Zırhlı Tugay zorla geriye çekilebilmiş ve bu harekât sonunda 7 nci alayını imhadan kurtaramamış, 16 Grant tankını da muharebe alanında terketmişti. Düşmanın çekildiği, 8 nci Panzer alayının yeniden hızla ilerlemeye başladığı saatte general Von Vaerst aracıyla Yüzbaşı Künnel'in bölüğünün yanından geçiyordu. Yüzbaşı Künnel «Generalim hangi istikamete gideceğiz» diye sormuş ve generalden daha önvo Muavininin sesini duymuştu: «Şu istikamete... Rommel'in bulunduğu yere»... Bu cümle, herzamanki gibi bölük üzerinde, Fareli köyün kavalı gibi, sihirli bir etki yaratmış ve bütün bölük, Baş komutanlarının bulunduğu istikamete doğru yeni bir güçle ileriye atılmıştı. 21 nci ve 15 nci Panzer tümenleri, General Nehring'in komutasında Gazala mevziine para- 138 lel olarak kuzeye doğru harekâta devam ediyorlardı. Neredeyse Acroma'ya ulaşacakları şu sırada dahi büyük düşman kuvevtlerini yakalayamadıkları için tedirgindiler. Düşmanın yenilgiye uğratıldığından da emin değildiler. Gerçekten de Gazala ile Tobruk arasındaki düşman

zırhlı küvetleri General Ritchie'nin emriyle doğuya çekilmişler, şimdi de Afrika kolordusunun yanlarına taarruzla onu kemirmeye çalışıyorlardı. Yeni Amerikan Grant tankları, Alman tanklarına bir hayli kayıp verdirmiş, Kraliyet Hava kuvvetleri de gerek ikmal konvoylarına ve gerekse cephe birliklerine taarruzla etkili olmuşlardı. Akşama doğru durum daha da kanşık bir hal almıştı. Kuzey istikametinde harekâta devam eden zırhlı tümenlerin öncüleri nerdeyse denizi görecekleri sırada, El Adem'e varan 90 ncı hafif tümenle irtibatları kesilmiş, geriden ikmal araçları gelemez olmuş ve Afrika kolordusu adata çöl ortasında yalnız kalakalmıştı. Üstelik düşman büyük zırhlı birlikleri henüz sıhhatte ve ayaktaydı. Ve korkulan durum, saat 18.00 sıralarında 15 nci Panzer tümeninin başına geldi. Bu tümenin açık kanadını korumakta olan bir taburu 60 : 70 Grant tankı ile takviyeli bir düşman zırhlı birliğinin taarruzuna uğramış ve kısa zamanda büyük kısmı ile imha edilmişti. Taarruzlarını devam ettiren düşman tankları, Alman cephesinde doğan karışıklıktan da yararlanarak, sür'atle ilerlemiş ve bazı ikmal birlik ve araçlarını çiğnemişlerdi. Şimdi de Afrika kolordusu komutanlığı — General Nehring — ve karargâhı istikametine yönelmişlerdi. Albay VVolz bugünü şöyle hikâye eder: «Etrafta bir müddet dolaştıktan sonra kendimizi kaçmakta olan Kolordu karargâhının a- 139 raçları içinde bulduk. Bu arada alay karargâhının bütün araçlarını kaybetmiştik. Bu karışıklık arasında birden gözüme 2 : 3 tane 88 lik top ilişti. Onlara doğru koştuğum sırada Rommel'le burun buruna geldim. Rommel firarilerin içinde ikircikli bir haldeydi ve beni sert bir şekilde haşladı. Bu halden tanksavarların sorumlu olduklarını, çünkü ateş etmediklerini söyledi. Derhal toplara doğru koştum ve onları durdurarak mevziye soktum. Kısa bir süre sonra kolordu tanksavar bataryasının yansı da yetişip onlar da mevzilendiler. Zaten bu sırada da düşman tanklan 1000 metreye kadar sokulmuşlardı ve ben 40 kadar tank saymıştım. Bunlar kaçan a raçlan takip ediyorlardı. Bu kaçanlan koruyacak ne bir top ne de bir birlik vardı. Onlar tamamiyle yardımsız ve ümitsiz vaziyette idiler. Bu kanşıklığın ortasında Rommel, Afrika Kolordusu karargâhı, Alay karargâhı, istihbarat

araçlan, kısaca bütün cephenin beyin merkezi vardı. Toplanmızı rekor denecek bir zamanda mevziye sokmuş ve ateş emrini vermek üzereydim ki, düşman tanklarının bir piyade taburumuza doğru taanuza geçtiklerini gördüm. Eğer bunlar hedeflerine ulaşabilirlerse o zaman ben, piyademizi de tehlikeye sokmadan, ateş edemezdim. Bunun üzerine hemen ateş emrini verdim. Süratle ve sağlıklı ateş etmemiz gerekiyordu. İlk mermi ve tam isabet... Tanklar durmuş ve umulmayan bu ateşten şaşırmışlardı. Az sonra yeniden tertiplenmek için olacak çekilirlerken Kolordu Komutanı General Nehring'in «Tanksavar Cephesi» diye bağırdığını duydum. Bana «Elindeki bütün tanksavarlarla bir tanksavar cephesi kuracaksın» emrini verdi. Güzel bir şans eseri binbaşı Gurke'de diğer bir ağır batarya 140 ile bize katıldı. Yanm saat sonra da bizzat Rommel diğer bir batarya ile çıkageldi. Bu tehlikeli anda ve alelacele kurulan tanksavar cephesi neredeyse 3 kilometrelik bir genişlik kazanmıştı. Zaten az sonra da düşman tank taarruzu yeniden başlamıştı. Açık sarı taretli'tank.. 1200 yarda... Ateş... 16 tane 88 lik top, yaklaşan İngiliz tanklarına karşı gürlemeye başlamış ve Dora'- nın topu 1600 yardadan ateş etmesine rağmen yaklaşan Grarit'lardan birine tam isabet kaydetmişti. Yeni Amerikan tankları b.ı tehdide pek aldırış etmiyorlardı. Onlar da bütün silâhlarım üzerimize çevirmiş, inatla tarruzlarma devam ediyorlardı. Akşam yaklaşırken İngiliz taarruzu püskürtülmüş ve ortada tahrip edilen 24 tank kalmıştı: Fakat muharebe bitmemişti. Düşman takviye topçusunu getirmiş, bu duvarı açığından dolaşarak kuşatma hareketine girişmişti. Düşman topçusu, bizim topçulan ağır bir ateş altına almış ve mürettebatın büyük bir kısmı muharebe dışı edilmişti. Ben, binbaşı Gurke ve diğer subaylar bir toptan diğerine koşarak erleri cesaretlendiriyor ve onlara taze güç vermeye çalışıyorduk. Zira bu cephenin çöküşü bütün Afrika kolordusu için bir felaket demekti. Bu sırada Tann'nın yardımı imdada yetişti. Yavaştan başlayarak gittikçe şiddetini arttıran bir Kıble kum fırtınası dostu da düşmam da birbirinden ayırdı.» Rommel, Kurmay başkanına soruyordu: «Grüvell'in cephe taarruzu ne oldu?»... Arkadan

şu emri veriyordu: «Bizimle birleşmek üzere taarruzla mayın tarlaları ve cephe yarılacak ve bir geçit açılacak». Bu emrin General Grüvell'e 141 bir mesajla ulaştınlmasmdan sonrasını Grüvell'- in ağzından dinleyelim: «28/29 Mayıs gecesi Rommel'den aldığım mesajda, emrimdeki İtalyan kolordusu ile hemen taarruza geçmemi emrediyordu. Derhal topçu komutanı Albay Krause'yi İtalyan karargahına yolladım. Vazifesi, İtalyan ileri hat mevzilerini belirtecek işaret fişeklerini sabah 08.30 da attırmaktı. Ben de bu saatte kendi uçağımla hareket ettim. Pilotun haritası yoktu. Pilota komutanı, Segnoli istikametini tut, sonra Doğuya dön diye gideceği yeri tarif etmişti. Mütemadiyen güneşe doğru uçuyorduk. Pilot bana teminat veriyor ve mutlaka işaret fişeğini görebileceğimizi söylüyordu. Fakat biz kendimizi birdenbire İngiliz mevzileri üzerinde bulduk. Aniden yoğun bir makinalı tüfek ateşine tutulduk. Bu sırada tahminen 500 fit yükseklikten uçuyorduk. Pilot isabet aldı ve cansız bir halde sandalyesine yığıldı. Fakat talih eseri uçak kendi kendine mükemmel bir şekilde irtifa kaybederek yere süründü. Ve yine iyi bir şans eseri bana bir şey olmadan sağa sola çarparak durdu. 150 nci İngiliz Tugayının askerleri koşarak beni tutsak aldılar.» Bu nedenle İtalyan Kolordusunun taarruzu geri kaldı. Rommel bu kritik durumda küçük bir harp meclisi toplamıştı. Bu mecliste General Nehring general Cause, Vestphal ve Bayerlayn vardı. Hepsi de durumun ciddi olduğunda birleşmişlerdi. Kuşatma kanadı başarılı olmuş fakat cephe kuvvetleri düşman mevzilerini yaramadığı için her iki kuvvetin birleşmesi gerçekleştirilememişti. Bu durumda kuşatma birliklerinin bu kurt kapanından kurtulabilmesi için Gazala 142 mevziinin cepheden ve geriden müştereken yarılması gerekiyordu. Dolayısiyle Rommel, çekilmeyi kabul ediyor ve savaşın şerefini düşmana bırakıyordu. O'nun belirgin özelliği, hiçbir zaman ümitsiz bir muharebeye girişmemekti. Batı'daki ayrı düştükleri İtalyan kolordusu ilo Afrika kolordusunun birleşme yeri. olarak cephe üzerindeki Got El Valeh mevkii seçildi. Afrika kolordusunun doğu kanadındaki 90 ncı hafif tümen, doğu'dan gelecek düşman tehlikesini önlemeye

çalışırken Panzer tümenleri bir kısım kuvvetleriyle geçidin açılmasına ve İtalyanlarla birleşme harekâtına yardım edeceklerdi. 30 Mayıs öğlenden sonra harekât başladı. Ama Got El Valeh mevzii bütün Mihver taarruzlarını kırıyor ve inatla direniyordu. İngiliz cephe komutanı Ritchie, bu durumu bir zafer olarak değerlendiriyor ve acele bir kanaatle Kahire'ye «Rommel kaçıyor» mesajını çekiyordu. «Got El Valeh zaptedilecek ve 150 nci Tugay atılacaktır». Bu, Rommel'in kesin emriydi ve aynı zamanda da son şansıydı. Eğer bu harekât başarı kazanamazsa bu açıkça, Rommel ve ordusunun sonu demek olacaktı. Bunu adeta komutanlar ve bütün erler de Rommel gibi anlamış ve içlerinde duymuşlardı, denebilir. Böylece koca bir savaşın kaderi, pek çok savaşta olduğu gibi, Got El Valeh'i savunan İngiliz 150 nci Tugayının gücüne ve onun imha edilip edilemiyeceği sorusuna bağlı kalıyordu. ı O gün, 1 Haziran 3942, Afrika savaşma katılmış olanların asla unutamıyacağı, herşeyin pamuk ipliğine bağlı olduğu kritik bir gündü. Rommel, 5 nci panzer alayını taarruza sevketmişti. Felaket.. Daha ilk anda 12 tank mayın 143 tarlalarına düşmüş ve saf dışı olmuştu. Kiehl muharebe grubunun taarruzu ise ingiliz topçu ve makinalı tüfek ateşleriyle ve hatırı sayılır kayıplar verildikten sonra durdurulmuştu. Komutanlar dürbünleriyle bu ele geçirilmez makinalı tüfek ve top mevzilerinin yerlerini bulmaya ve mayın tarlalarının mevkilerini tesbite çalışıyorlardı. O günkü muharebe, Almanlar için yenilgi ve ümitsizlikten başka birşey getirmedi. 2 Haziran sabahı güneş yükselmeye başlarken Alman topçusu bütün gücü ile 150 nci İngiliz Tugay mevzilerini yumuşatmaya başlamıştı. Bu sırada da stukalar göründü ve o da ne? Aman Allahım, Alman mevzilerine bombalarını bırakmaya başladılar. Bu umulmadık felaketten, taarruza hazırlanan 104 ncü Alayın 111 nci motorlu taburu da nasibini aldı. 88 lik bir topu ile iki aracı isabet alarak yanarken aynı anda da top cepaneleri patlamaya başlamıştı. Patlamalardan, yaralıların feryadı duyulmuyordu. Bu da yetmezmiş gibi fırsattan faydalanan İngilizlerin mevzii bir taarruzu başlamıştı. Bereket bu taarruz çabuk püskürtüldü. General Bismark, aracından inmeden 111 nci

motorlu tabur komutanı Ehle'ye, ufukta yanan bir tankı işaret ederek: «Tankı görebiliyor musun Ehle» diye sormuştu. Olumlu cevap üzerine «Orada İngilizlerin Got El Valen tahkimli mevzileri var. Taburunuzla burasını zaptedeceksiniz. Fakat bü Oldukça güç bir iş Ehle. Taarruz plânını düşün ve bu taarruzu nasıl yapacağını bana bildir.» General biraz sonra, sanki kendisiyle konuşur gibi tekrar ediyordu: «Bu, güç ve ağır bir iş Ehle...» Taarruz, binbaşı Beil'in komutasındaki bir topçu birliği tarafından yakından 144 desteklenecekti. Ama kader, binbaşı Ehle'ye bu taarruza komuta etmeyi çok görmüştü. Bu sırada Alman mevzilerine dalan bir düşman avcı uçağının makinalı tüfek mermileri^Ehle'yi ağır şekilde yaralamış ve taburun komutasını yüzbaşı Reisman almıştı. Taburun taarruzu dikenli teller, mayınlar, binbir silahın kustukları ateşler altında zorlukla gelişiyordu. Her bölüğe bir istihkâm takımı verilmişti. 9 ncu bölük yoğun düşman ateşleri altına düşmüş ilerliyemezken, 10 ncu bölüğün şansı yaver gitmiş, mayın tarlalarında geçit açarak yürümeye başlamıştı. Beil'in topları hücumu yakın mesafeden destekliyor, stukalar da pike ile (Ama bu sefer kendi mevzilerine değil) düşman mevzilerine bombalarını bırakıyorlardı. Muharebenin en kızgın bir anında Rommel, Reisman'ın yanında beliriverdi. Heyecanlı olduğu zamanlardaki gibi kaba bir Swabian lehçesiyle «Düşman zayıfladı, teslim olacaklar, beyaz bayrak salla» diye emir verdi. Reisman şaşırmıştı. Galiba- bu ihtiyar kurdun kafasını arı soktu, diye düşündü. Nasıl bayrak sallıyayım, baksana hâlâ şeytanlar gibi döğüşüyorlar. Ama yapacak birşey yoktu ve inanmadığı halde haberci onbaşıya emir verdi, beyaz bayrak sallattı. A, a!? Gözlerine ina. namıyordu, İlkin bir kaç kişi, sonra da küme küme düşman askerleri kendisine beyaz bayrakla karşılık veriyorlar ve korka korka mevzilerinden dışarı çıkıyorlardı. 2000 İngiliz, motorlu taburun 300 eri tarafından teslim alınmıştı. 150 nci Tugayın ortadan kaikması ile, ikiye bölünmüş olan Rommel kuvvetleri tekrar birleşmiş, tehlike atlatılmıştı. Rommel, burada uçağı düşürülen general GrüveH'i bulacağını umuyor - 145 du ama İngilizler onu, Alman taarruzu başlamadan 2 saat önce, bir zırhlı araca bindirerek geriye

yollamışlardı. BİR EL HAKİM CEHENNEMİ «Atla arabaya Bayerlayn Bir El Hakime gidiyoruz. » Bu, Rommel'in kurmay başkanı Albay Bayerlayn'ı ilk selamlaması idi. Bayerlayn, l Haziran 1942 günü yaralanmış bulunan General Cause'un yerine Afrika Kolordusundan Panzer Ordusunun kurmay başkanlığına atanmıştı. Aniden umulmadık bir yere gidiş. Bu, Rommel'in tipik özelliklerindendi. Daha yeni düşmanın çemberinden kurtulmuş ve şimdi daha ayağının tozunu silmeden başka bir harekâtı başlatmak için harekete geçmişti. 26 Mayıstan beri Bir El Hakim tahkimli bölgesini ele geçirmeleri gereken İtalyanlar esaslı hiçbir şey becerememişler ve düşmanla karşılıklı oturup beklemişlerdi. Şimdi Rommel, 90 ncı hafif tümenden bir kısım birlik, Panzer tümenlerinden bir kısım tank, 33 ncü zırhlı keşif birliği ve İtalyan Trieste tümeninden bir muharebe grubu ile yeni bir kuvvet teşkil etmiş ve Bir El Hakim'i zaptetmeye karar vermişti. Bir El Hakim, Gazala mevziinin en güney ucunda General Koenig komutasındaki Hür Fransız Tugayı ile bir yahudi taburu tarafından sa vunuluyordu. General Ritchie, bu cesuı savaş birliğini bilerek Bir El Hakim'e yollamıştı. Zira burası, Gazala mevziinin önemli kilit noktasını teşkil ediyordu ve burası düşerse Gazala mevziinde tutunmak imkânı kalmayacağı gibi Tob- 146 ruk yolu da açılmış olacaktı. Bir El Hakim, Tobruk önünde onu savunan son kale idi, burası elde tutulduğu müddetçe Tobruk"a doğru düşmanın yürüteceği hareketin yan ve gerileri devamlı bir tehdit altmda bulundurulabilirdi. İşte bu önemli yer 3000 Fransız ve 1000 Yahudi askeri tarafından fevkalade pekiştirilmiş, engellenmiş, ve kamufle edilerek geçilemez bir hale getirilmişti. Makinalı tüfek ve top yuvalan o kadar mükemmel bir şekilde gizlenmişti ki, bunlan bul. mak mümkün değildi ve kale alındığı zaman bu şekilde yapılmış 1200 yuva sayılmıştı. Savunucular hemen her yerden açtıkları ateşle, geçilmez- bir baraj kuruyorlar, sinek bile uçurmuyorlardı. Nitekim Rommel'in yem birliğinin taarruzu, Fransız topçusunun da yardımıyla ezilmişti. Bunun üzerine Rommel, Kesserling'ten Stuka yardımı istemiş. Mareşal de kuşları tam zamanında göndermişti. Ama savunucular tahkimatlannı çok dar çukurlar halinde inşa etmiş olduklarından

bunlan kolay kolay tahrip etmek imkânı olmuyordu. Ritchie de hava desteği istemiş olacaktı ki az sonra İngiliz avcılan da muharebe sahasında boy göstermişlerdi. İngiliz avcılan Stukalardan daha üstün manevra kabiliyetine sahip olduklarından yapılan hava savaşından çoğunlukla galip çıkıyorlar ve Alman Stu. kalan ağır kayıp veriyorlardı. Kesserling öfke içinde Rommel'e «Bu şekilde devam edemeyiz Rommel. Bu mel'un yuvalara kuvvetlerinle taarruz et ve benim yavrulanmı böyle harcamaktan vazgeç» diye adeta çıkışmıştı. Rommel gibi bir komutan için ağır sözler. O da kendi yağı ile kavrulmaya karar vermiş ve ilk iş olarak yeni uçaksavar ve tanksavar birlikleri getirtmiş, aynca Albay Volz da bazı birlik 147 ve topçu ile yardıma gelmişti. Buna rağmen düşman inatla döğüşüyor, Almanların her taarruzu kayıplara uğrayarak mevzi önünde sönüyordu. Rommel için sevinilecek tek husus, Ritchie'- nin Bir El Hakim harekâtına elindeki diğer kuvvetlerle hiç müdahele etmeyişi idi. O, bütün zırhlı kuvvetlerini Rommel'in zayıf olan Kuzey kanadında toplayıp, buradaki Mihver kuvvetlerinin geri ile olan irtibatlarını kesecek şekilde taarruz edeceğine, dağınık ve zayıf bazı kuvvetlerle Got El Valeh'teki İtalyan Ariete zırhlı tümenine karşı taarruza geçmişti. Afrika kolordu komutam kendisi için avantajlı olan bu durumu hemen gördü. Rommel'le irtibat kuramamasına rağmen sorumluluğu yüklenerek kendi insiyatifi ile İngiliz tank tugaylarının yanına karşı taarruza geçti. Albay Grossman'm komuta ettiği 15 nci Panzer tümeni (General Vaerst yaralandıktan sonra komutayı devralmıştı) Güneyden, 21 nci Panzer tümeni de Doğudan düşmanı kıskaç içine alacak şekilde çaprazlama taarruz ediyorlardı. İngilizler hâlâ Ariete tümeni ile muharebe ettiklerini sanırken kendilerini birdenbire Panzer tümenlerinin arasında bulunca şaşırmışlar ve sür'atle çekilmeye başlamışlardı. Ama yine de, düşmana ağır kayıplar verdirdiklerini ve galibiyetin kendilerinde olduğunu iddia edebiliyorlardı. Aslında bu düşüncelerinden dolayı pek haksız da sayılmazlardı. Hareket halinde yapılan bu gibi tank muharebelerinde genellikle dost düşman birbirine karışır, belirli bir mevzi olmadığı için de tek tank komutanından tabur, Alay, hatta tümen komutanına kadar herkes durumu

tam manasiyle kavrayamaz. Çünkü bir toz duman içinde herşey hareket halindedir. Komutanlıklara geç raporlar gelir veya komutanın karar- 148 gâh vasıtasiyle yolladığı, veya telsiziyle direkt verdiği emirler kıtalara geç ulaşır. Çünkü durum, çok çabuk değişir. İşte bu nedenle ilkin iki taraf da zaferin kendisinde olduğunu iddia edebilir. Ve yine aynı sebeple zırhlı birliklerin her kademesindeki komutanın, her durum için ayrı bir emir alamayacağım veya emir beklerken fırsatı kaçıracağını düşünerek, kendi kendine ka_ rar verebilir, insiyatif ve cesaret sahibi olması gerekir. Yine her kademedeki zırhlı birlik komutanının, düşman ve araziyi yakından görebilmek ve duruma anında müdahele edebilmek için, olabildiğince ileride bulunması en uygun -hareket tarzıdır. İngiliz komutanlar ise -Generaller başta olmak üzere- Eskiden yapıldığı gibi klasik tarzda cephenin bir hayli gerisinden birliklerini sevk ve idareye çalışıyorlar ve doğal olarak başarılı olamıyorlardı. Rommel ve onun komutanları ise yem zırhlı birlik taktiğini eksiksiz uyguluyorlar ve muharebeyi komutan tanklarından ve en ileride bulunarak yönetiyorlardı. Basit gibi görünen bu hareketin, zafer veya yenilgi üzerinde önemli bir etkiye sahip olduğunu bugün rahatlıkla ileri sürebiliriz. Evet, sonuç olarak zırhlı birlik harekâtında sorumluluk, tank komutanından başlayarak bütün kademelerdeki komutanların omuzunda ve onların kişisel insiyatif ve kararına bağlı kalıyordu. Tankta veya komuta aracında ve yalnız başlarına mürettebatıyla, cesaret ve korkularıyla baş başa kalarak karar almak zorunda idiler. Ve onlar, komutanları Rommel'in muharebe alanında olduğunu da biliyorlardı. O'nu hiç ummadıkları bir yerde ve kritik bir zamanda, yalnız hayatını hiçe sayan cesur bir asker olarak değil, kendilerine her hususta örnek bir komutan olarak yanıbaş- 149 lannda görmek her zaman mümkündü. Rommel, onlar için, ayrı ve başlı başına bir kuvvetti. Yamnda emir subayı olduğu halde taarruz eden kuvvetlerin içine dalar ve zaman zaman tankını durdurarak emir subayı eliyle kararsız bekleyen komutan tanklarına madem bir çubukla vurdururdu. Komutan kuleden kafasını çıkardığın da karşısında emir subayını görür ve aynı esnada tankın açık kulesinden ayakta seslenen

Rommel'in sesim duyardı: «Haydi kamçını şaklat bakalım. Durduğu yerde taarruzun, başarılı olduğunu daha kimse görmedi.» Afrika Kolordusunun taarruzu sonunda Hint tümeni tamamen mağlup edilerek çiğnenmiş, 10 ncu İngiliz Tugayı ile 201 nci Muhafız tugayı kuşatılarak büyük çoğunlukla tutsak alınmış, 2 nci, 4 ncü ve 22 nci tank tugayları ağır bir yenilgiye uğratılmıştı. Tahrip edilen düşman tank sayısı 170 ti. Bu sonuçta, İngilizlerin kuvvetlerini parça parça muharebeye sokuşlarının, sıkılmış bir yumruk gibi sıklet merkezi yapmanın önemini yeterince kavrıyamamalannın etkisi vardı. Ama «Ah şu mel'un Bir El Hakim!»... O günlerde General Rommel sık sık böyle söylüyerek bu yer hakkında duygularım açığa vururdu. Evet, bu belâh yer hâlâ ele geçirilememiş ve Hür Fransızlar ile Yahudiler Rommel'in sırtında acılı bir yara gibi bağdaş kurup oturmuşlardı. Rommel'in taze kuvvet olarak sevk ettiği birliklerin bir hafta boyunca tekrarladıkları bütün hücumları bir sonuç vermemişti. Hemen hemen şimdiye kadar 1.000 sorti yapmış olan Stukalann yağdırdığı tonlarca bomba da bu sonucu değiştirmeye yetmemişti.. Rommel şimdi yeni bir tedbir olarak 33 ncü ve 900 ncü İstihkâm taburlarım Kuzeyden 150 taarruza sürmeyi kararlaştırdı. Bunlara komutan olarak da istihkâm komutanı Albay Hecker'i atadı. Albay Hecker'in bu kuvvetlerin yetersiz olduğu hakkındaki düşüncesine de katılarak, 278 nci özel komando kıtasından bir kısım birliklerle onu takviye etti. Bu birlikler, bir Alp (*) bölüğü, bir tanksavar bölüğü, 11 tank ve 88 milimetrelik bir bataryadan ibaretti. Bu da yetmemiş, bir topçu bataryası, bir ağır batarya ve Albay Volz'un tanksavarları Albay Hecker'i desteklemeye tahsis edilmişti. Bu, oldukça önemli bir kuvvetti. Albay Hecker, kıtalarını iki gruba ayırmış, sol grubu 900 ncü İstihkâm tabur komutanı Yüzbaşı Hundt emrine vermiş, sağ grubu kendi eline almıştı. İki grup da kuşatıcı şekilde taarruz edeceklerdi. Haziranın 8 inde, sabahın ilk saatinde taarruz başladı. Başlangıçta harekât, uygun bir şekilde gelişiyordu. Albay Hecker, zırhlı aracına binmiş olarak İtalyan taburlarının başında taarruza katılmış «Avanti, Avanti» (**) diyerek onları harekete geçirmişti. Fakat az sonra özellikle düşman topçu ateşleri ve mayınlar yüzünden kayıplar artmaya, taarruz

duraklamaya başladı. 6 İtalyan bölüğünden 3 nürî komutanı vurulmuş ve ölmüştü. Arazi tamamen çıplak olduğundan gizlenmek'mümkün değildi ve bölge bir ölüm tuzağı haline gelmişti. Yüzbaşı Kiehl'in 11 tankından 6 sı, çok güzel gizlenmiş bulunan düşman tanksavar topları tara-, fından, 4 ü de mayınlar tarafından hareketsiz bırakılmıştı. Çavuş Schulz, açıkta mevzilenmiş, yerlerini tesbit ettiği bir makinah tüfek ve ha^ (*) Dağcı bölük (•••) İleri, İleri... 151 van mevzi'ine ateş ediyor, az ilerisindeki yüzbaşı Hundt'da ona «Sis mermileriyle yuvalan sisle» diye bağınyordu. Çavuş Schulz'un bir makinalıtüfek ateşi ile cansız yere yıkıldığı sırada 4 ncü İngiliz tank tugayının Hecker'in sol kanadına tarruzu başlamıştı. Albay Voltz'un tanksavar ve sahra toplan bu cansız taarruzu kısa zamanda püskürtmüş ve düşmana bir hayli zayiat verdirmişti. Gece olduğu zaman Hecker'in muharebe grubu Bir El Haki m'in dış mevzilerine 500 metre kadar yaklaşmıştı. Alp bölüğü, karanlık basar basmaz istihkâmcılarla beraber hücuma geçmiş ve öndeki bazı makinahtüfek yuvalannı ele geçirmişti. 9 Haziran sabahı taarruz yeniden ve taze bir güçle başlamıştı. Ama daha ilk saatte, Albay Hecker'in zırhlı komuta aracı bir mayına çarpmış ve başını kule kapağına vuran Hecker yaralanmış, yüzbaşı Klungenin bacağı ezilmişti. Albay Hecker sürünerek yanan bir tankın yamnagelmiş ve orayı geçici karargâh olarak kullanıp emirlerini buradan vermeye başlamıştı. Durumu öğrenen Rommel «Bu Allanın belası yer yeter derecede kammızı emdi... Burayı artık bırakıyorum. Tobruk'a taarruz edeceğim» demiş, fakat ziyarete geldiği Albay Hecker «Orgeneralim, çok kan akıttık ama buralara kadar da ilerledik. Çok değil, bana bir Alman piyade taburu verin, size Bir El Hakim'i teslim edeyim» ricasını da kıramıyarak «Peki» demişti. Ve Hecker'in emrine Albay Baade komutasındaki 115 nci zırhlı piyade alayım vermişti. Aynı gün akşama doğru tekrarlanan takviyeli Alman taarruzu da, azimle döğüşen Bir El Hakim savunuculannın mevzilerinin önünde serilip kaldı. Muharebenin şiddetle sürdüğü bu saatlerde Bir El Hakim savunu- 152 onlarının mevzilerinde kulaktan kulağa general

Koneig'in şu emri yayılıyordu: «Çölün bu bölgesinde biz Fransızlar, nasıl çarpışıp nasıl öldüğümüzü göstereceğiz.» Aynı şekilde Yahudi mevzilerinde duyulan haber de şuydu: «Sonuna kadar savaşa devam edeceğiz. Dünya Yahudilerinin gözü bizdedir.» 10 Haziran akşamı olmuştu. Baade'nin taburları ve cesur Alp birlikleri bu çöl kalesinin derinliklerine ve harabelerine henüz girememişlerdi. General Koneig, General Ritchie'ye «Ben imkânlarımın son sınırına gelmiş bulunuyorum. Düşman, karargâhınım hemen yanında» mesajını yollamış, Ritchie'de «Düşman kuşatmasını yararak bize katılmaya çalışın» diye cevap vermişti. Almanlar, o gün tutsak aldıkları bir Fransız erinden durumu öğrenmişler ve gerekli tedbirleri almışlardı. Geceyansı sessizce kılavuzların güdümünde yürüyüşe geçen kale savunucuları. Alman yüzbaşı Briel'in attığı yeşil işaret fişeğinin arkasından yedikleri ani ateşle çok zayiat vermişlerdi. Bununla beraber ilk şaşkınlıktan kurtulur kurtulmaz ileri atılmışlar ve kazma, tabanca, süngü ve el bombaları kullanarak düşmanla göğüs göğüse çarpışmaya başlamışlardı. Sonunda ancak yarısı, başlannda General Koneig olduğu halde, kuşatmayı yararak 7 nci İngiliz tugayı ile birleşmeye muvaffak oldu. 11 Haziran günü tahkimatın yıkıntıları arasında kovuklarından beyaz bayrak sallayarak çıkan son savunucuların da teslim olmasıyla Bir El Hakim Rommel'in eline geçmiş ve Ritchie, Gazala mevziini tamamen terke mecbur olmuştu. İngiliz küçük rütbeli subayları bir türlü olan işlere akıl erdiremiyorlar ve «Taarruz etmek için 153 normal olarak savunandan üstün olmak gereklidir » harp kuralına rağmen nasıl oluyor da bizden zayıf olan Rommel bize tamız ediyor ve bizi yeniyor diye, sorularına makul bir cevap arıyorlardı. Şimdi Rommel, kuvvetlerini daha bir hafta önce kuşatılmak tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı bölgeye, Kuzey Doğuya doğru yeniden sürmeye başlamıştı. Zira, Tobruk'a taarruz için şartlar, artık olgun hale gelmiş bulunuyordu. NİHAYET TOBRUK DÜŞÜYOR Başçavuş telsiz mesajmı getirdiği zaman Binbaşı Hardy çayını henüz bitirmemişti. — Kahire'den bir mesaj, efendim. Binbaşı mesajı almış, evvelâ tarihine, sonra çekiliş saati,

ne bakmış, arkasından mesajı okumaya başlamıştı. Okudukça heyecanı artan Hardy birdenbire ayağa fırlayarak 8 nci Ordu Komutanının kapışım bile vurmadan odasına girdi. 8 nci Ordu komutanı Ritchıe, Gambot'ta eski hükümet konağının penceresinde durmuş, dalgın dalgın çarşı meydanınındaki harap binala ra bakıyordu. Bu çok soğukkanlılığı ile meşhur komutan, sinirli sinirli pencerenin çerçevesini tıklatmakta, bir taraftan da General Norrie'yi dinlemekteydi. General Norrie, büyük bir durum haritasının karşısında ayakta duruyor ve bugünkü muharebeler sonunda sıkışık vaziyete düşen kuvvetlerinin mevkileri ve mevcutları hakkında açıklamalar yapıyordu. Bu açıklamalardan anlaşıldığına göre Rommel, Bir El Hakimin düşmesinden sonra 24 saatte kuvvetini yeni- 154 den gruplandırmış ve beklenmeyen bir sür'atle Kuzeye doğru sevketmişti. Bu kuvvetleri durdurmak ve kazanacakları zamandan faydalanarak Gazala mevziindeki kuvvetlerinin çekilmesini sağlamak maksadiyle muharebeye sürülen 1 nci ve 7 nci İngiliz zırhlı tümenleri düşman taarruzları karşısında pek de iyi durumda değildiler. Durum aceleyi gerektirdiğinden ayrı ayrı muharebeye girmek zorunda kalmışlar ve Rommei kuvvetlerinin ayrı ayrı darbelerine uğrayarak bir hayli kayıp vermişlerdi. 7 nci zırhlı tümen komutanı General Messery tutsak düşmüş ve tümen bütün gün komutansız kalmıştı. General Lumdsen 22 nci Tank tugayı ile, 7 nci zırhlı tümene yardım için çırpınıyor, bu arada kolordusu ile kaybolan irtibatı ancak 11 saat sonra sağlanabiliyordu. Rommel'e gelince, O bir kere daha karşı tarafın uyuşuk emri komuta zafiyetinden faydalanmış ve dağınık bir halde parça parça muharebeye giren İngiliz zırhlı birliklerini, hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde yenilgiye uğratmıştı. 12 Haziran günü öğleden sonra, İngiliz zırhlı kuvvetleri, sadece bir gölge halindeydi ve çöl, Grant, Krusader ve Stuvart tanklarının leşleriyle doluydu. General Norrie, General Ritchie'ye alınması, gereken tedbirleri de söylüyor ve şayet bunlar yapılmaz ise Rommel'in kısa zamanda kuşatmayı tamamlayıp Gazala mevziinde savunmakta olan 50 nci İngiliz ve' 1 nc; Güney Afrika tümenlerini imha edeceğini izah ediyordu ki, işte tam bu sırada Binbaşı Hardy telaşla odaya girdi, olin_

deki mesajı General Ritchie'ye uzattı. General, mesaja bir bakıp binbaşıya dönünce binbaşı 155 «Mesajın veriliş zamanına göre, sayın General Auchinleck'in bir saat sonra burda olmaları gerekiyor » dedi. Ritchie ve Norrie göz göze geldiler, ikisinin de canının sıkıldığı belliydi. General Sir Claude Auchinleck sinirliliğini belli etmez, fakat acı ve iğneleyici kelimelerle içini boşaltırdı. Ve şimdi pek hazsız da sayılmazdı, öyle ya, daha on gün önce düşman neredeyse kuşatılmış, ikmal yollan kesilmiş, bu kapandan kurtulmak için canını dişine takarak kendisine bir yol açmaya savaşmamış mıydı? Yani düşman kaçmaya çalışıyor, biz de onu kaçırmamak için kovalamıyor muyduk? Eü. Nasıl oldu da'durum bu kısa süre içinde tamamen tersine döndü? Şu anda Mihver kuvvetlerinden insan, silah, araç ve gereç yönünden daha kuvvetli olan koskoca 8 nci İngiliz ordusu imha tehlikesiyle burun buruna değil miydi? Allah aşkına, şu Rommel denen adamın Şeytanla arkadaşlığı mı vardı?!... Hayır... Rommel'in ne şeytanlarla ne de büyücülerle bir arkadaşlığı vardı. O, sadece modern harbin gereklerini yerine getirmesini gayet iyi bilen akıllı ve cesur bir komutandı, hepsi o kadar.. Bunu, İngiliz ordusunun genç kurmay lan, genç subaylan söylüyordu. Ve şunlan da kendi aralannda rahatlıkla konuşuyorlardı: «Biz, 1914. 1918 metodu ile savaştığımız müddetçe asla başanya ulaşamayız. Generallerimiz, geçmiş harbin sevk ve idare usullerinin bugünün çevik zırhlı kuvvetleri karşısında bir önemi kalmadığını anlayıncaya kadar, ne kadar üstün olursak olalım muharebeyi kaybeden daima biz olacağız. Generallerimiz bir sürü teferruat ve zaman yiyici lüzumsuz işlerle meşgulken ve karargâhlar, 156 Kıtalar emir beklerken, Rommel - Nehring Kleerman - Bismark - Grossman gibi düşman komutanları hareket halindeki birliklerini kişisel olarak en ileride, onların yanında yönetiyorlar ve her kritik anda gerekli emirlerini gecikmeksizin yerinde verebiliyorlardı. Ya bizim sırma apoletti zevat ne yapıyor? Uzaktaki karargâhlarında bir işe başlamak için kavga ediyorlar. Ortada ne azimkar bir karar ,ne de zafere inanç var. Kahire'de uygun görünen eski ve modası geçmiş bir strateji, burada, Gambot'ta can sıkıcı'

bir emir haüne geliyor ve bu emir de yine aynı şehirdeki 13 ncü ve 30 ncu kolordulara ulaşamadan bu kolorduların cephedeki birliklerinin durumu değişmiş oluyordu. Bu hantal emir cepheye ulaştığında ise, özellikle zırhlı birlikler çoğu kere, gelen emirle tamamen ters bir vaziyette kalmış oluyorlardı.» Başkomutan Auchinleck uçağından inip karargâha ulaştığında korkulan hal meydana gelmedi. İlkin biraz sertçe cümleler serfedildi ise de sonradan çabucak tatlı bir sonuca ulaşıldı: «Rommel'in taarruz gücü ve hızı azalıyordu. 8 nci ordu bu gücün tamamen kırılmasına kadar kısa bir müddet daha dayanmalı ve savunmasını sürdürmeliydi. Rommel, bu arada sahile ulaşsa da, durmaya mecbur olacağından buralardan atılarak cephedeki kuşatılmış olan birlikler kurtarılabilirdi. » Bu iyimser görüş Auchinleck'i memnun etmişti. Zaten bütün komutanlar, iyimserlikten hoşlanırlar... «Muharebe, Gazala - El Adem cephesinde Rommel nefes almak için duruncaya kadar devam edecek» ti. Baş komutan, Kahire'ye hareketinden önce Çörçil'e bu kararlarım bildirmiş ve eklemişti «Düşman hareketlerini, planladıkları gibi yürütemiyor. Askerleri- 157 mizin morali iyidir».. Çörçil'in cevabı, muhteşemdi... «Muharebeye devam kararınızı bütün kalbimle alkışlıyorum, başarınız yalnız silahlara değil ve fakat savaş azminize dayanacaktır. Tanrı sizinle beraberdir.» Savaş, çölün büyük bir kısmında Tobruk, Gazala, Knights Bridge ve El Adem etrafında devam ediyordu. Dünkü ve bugünkü muharebeler sonunda İngiliz Muhafız Tugayı Knights Bridge'de, Hintli- * ler de Acroma'da yenilgiye uğratılmışlar, her iki muharebede de yardım için koşan İngiliz zırhlı birlikleri başarılı olamamışlardı. Dolayısiyle İngiliz komutanlığı, elindeki ihtiyat zırhlı birliklerini sıkışan kuvvetlerini kurtarmak için parça parça kullanırken insiyatifi tamamen Rommel'e terketmişti. Rommel Tilki'sinin aradığı da buydu. Ve o da elini kolunu sallaya sallaya sıklet merkezini bu saatte şurada, 3 saat sonra diğer tarafta teşkil ederek lokma lokma düşman zırhlı kuvvetlerini yutuyordu. İtiraf etmek gerekirse bunda 88 lik topların da büyük payı vardı. Tanksavar görevinde bu toplar çok etkili oluyor, lar ve İngiliz tanklarının büyük kaybında baş

rolü oynuyorlardı. Afrika Kolordusunun harekâtı sahil istikametinde hızla devam ediyor, Rommel ve kolordu komutanı Nehring doğrusu modern harp orkest. rasının usta birer virtiözü gibi birliklerini sevk ve idare ediyorlardı. Onlar bu harekâtta da aynı hareketi tatbik etmişlerdi: Birinci öncelikle düşman zırhlı kuvvetleri ezilmelidir. Bu, düşman ordusunun bel kemiğinin kırılması demektir. Nitekim İngiliz zırhlı birliklerinin yenilmesi ve büyük kısmının imha edilmesiyle Gazala ve 158 Tobruk mevzilerini savunan düşman piyadelerinin talihi de belli olmuş. Rommel kuvvetleri çölün rakipsiz hakimi kesilmişti. 12 Haziran akşamı İngiüz zırhlı kuvvetlerinin yenilgiye uğramış oldukları haberi Gambot* taki 8 nci ordu karargâhına ulaştığı zaman, Başkomutan Auchinledk'in uçağı Kahire'ye inmemişti bile. Gerçi Gazala mevziinde, daha ciddi bir muharebeye tutuşmadığı için yapranmadan duran iki tümen vardı ama, zayıf tanksavar silâhlarıyla bu birliklerin Alman zıhlı kuvvetleri karşısında uzun müddet dayanamayacakları belliydi.. General Ritchie 13 Haziran gününü de son bicümitle doyanmakla geçirdi. Fakat durum her saat daha kötüye gidiyordu. Sonunda, Baş Komutanla Gambot'taki karargâhta savunmaya devamı kararlaştırdıklarından tam 36 saat sonra birliklerine (Free Born) kapalı adlı mesajı yayınlamak zorunda kaldı. Bu mesaj, Gazala mev. ziini savunmakta olan 50 nci ingiliz ve 1 nci Güney Afrika tümenlerine mevzilerini terkederek Tobruk'a, eğer mümkün olmazsa Mısır hududuna doğru çekilmelerini bildiriyordu. Auchinleck, Ritchie'nin bu kararını şiddetle protesto etti. Kendini aldatılmış olarak hissediyordu ve durumu, Ritchie'nin gördüğü gibi tehlikeli bulmuyordu. Ama ok yaydan çıkmıştı. Ve Londra ile Kahire'nin gözleri bir kere daha Tobruk'a döndü. Burası ne olacaktı? Acaba bu önemli mevki geçen sene olduğu gibi yine uzun süre savunulabilir miydi? Çörçil, ümitli bir temenni ile 15 Haziranda Auchinleck'e gönderdiği mesajda «Tobruk'ta yeteri kadar kuvvet bırakarak burayı savunun» diyor ve sonra şunları ekliyordu: «Hükümet, herşeye rağmen Tobruk'un savunulacağını bilmiş olmaktan memnun olacaktır.» 159 Rommel ise Tobruk'u, bu tath avı, elle tutulacak

kadar yakınında görüyordu. O'nun için, İngiliz zırhlı kuvvetlerinin artık ezilmesinden sonra, Gazala mevziindeki İngiliz tümenlerinin tutsak edilmesi ve sonra da Tobruk'un ele geçirilmesi pek zor değildi. Artık güzel Nil ile arasındaki engeller ortadan kalkmış olacak, asıl ondan sonra rüyası gerçekleşecekti. Yani Mısır O'nun kollarına düşecek ve hatta Ortadoğu ve İran yolları açılmış olacaktı. Ama ilkin durum, Rommel'in umduğu gibi, gerçekleşmedi. 1 nci Güney Afrika tümeni ağır silahlarını terkederek döğüşe döğüşe Tobruk'a çekilmeyi başardı. 50 nci tümen ise ters cepheli muharebeler vererek Doğuya değil Batıya doğru ilerlemeye başlamış, böyle bir hareket beklemeyen İtalyan'ların şaşkınlığından da yararlanarak onları geriye atmış, sonra güneye dönerek Bir El Hakim'i yanından dolaşıp Madelena bölgesinde kendi kuvvetleriyle birleşmeye muvaffak olmuştu. Kuşkusuz bu tümen de ağır silah ve araçlarını terketmiş, kayıplara uğramış ve üstelik Tobruk savunmasından uzak kalmıştı ama gene de kendini kurtarmıştı. Knights Bridge bölgesindeki İngiliz Muhafız Tugayı da Doğuya doğru sıyrılmayı becerdiğinden Rommel, kuşatma sonucu beklediği başarıyı sağlayamamış sayılırdı. Tobruk'a doğru ileri harekâtını sürdüren Rommel, aldatmaca ve baskına dayanan planlara sahipti. Zırhlı ve motorlu birliklerini Tobruk' un etrafından dolaştırarak Doğuya doğru sevketmiş ve savunuculara, geçen yıl olduğu gibi gene Tobruk'a dokunmadan Mısır isitikametinde ilerlemeye devam edeceği hissini vermiş, fakat piyadelerini gece karanlığından yararlana- 160 rak tahkimli mevzilerin Batı yanına yanaştırmıştı. Rommel 19 Haziranda Bardiya'ya ulaşmış ve buradan - gayet ivedi - kaydı ile birliklerine açık bir mesaj yayınlamıştı. Bu mesaj «Dubble bed» kapalı adını taşıyordu. Herkes bu kapalı adın Bardiya ile ilgili olduğunu tahmin ediyordu. Hatta, İngiliz telsizlerini dinleyen Alman dinleme postalan, İngilizlerin üst makamlara verdikleri raporlarda «Dikkat!. Rommel Mısır hu duduna doğru ilerliyor» ikazım yakalamışlardı. Bundan sonra Rommel 19 Haziran gecesi, 20 nci İtalyan kolordusunun motorlu gruplan ile Afrika Kolordusu hücum birliklerinin gizlice taarruz mevzilerine yanaşmalanm emretmiş, kendisi de 20 Haziran sabahı erken saatte karargâhı

ile Tobruk karşısındaki komuta yerine gelmişti. O gün pazardı, Rommel ayakta dürbünü ile devamlı olarak ufku gözetliyor ve sık sık saatine bakıyordu. Saat 05.20 olmuştu. Uzaktan an vızıl_ tısı gibi bir ses duyulmaya ve az sonra da gökte ufak siyah noktalar seçilmeye başladı. Stukalar ve Alman, İtalyan'lann hazır bütün hafif ve ağır bombardıman uçaklan dalgalar halinde sokulup Tobruk mevzilerine yüklerini boşaltmaya koyuldular. Mevzilerden korkunç infilaklar duyuluyor, Hintli'lerin tuttuğu güney doğudaki tahkimattan korkunç toz bulutlan yükseliyordu. 80 Stuka ve 100 bombardıman uçağı özellikle bombalarını Hintli'lerin bulunduğu 6 kilometrekarelik bu dar bölgeye bırakıyor ve dalgalar halinde birbiri peşi sıra dalıp uzaklaşıyorlardı. Kale, kuşkusuz geçen yılkinden daha zayıf değildi. Mevziler dikenli tel örgüleriyle boydan boya kuşatılmış, mayınlar döşenmiş, tahkimat bir kere daha elden geçirilerek kuv- 161 vetlendirilmişti. Kuvveti de geçen seferki kadar 30 : 40.000 kişiydi. Fakat arada önemli bir fark vardı: Geçen yıl savunucular tngilizlerdi, ama bu seferki yorgun ve moralleri bozuk Hintli ve Güney Afrikalılardı. Hava taarruzundan soma Mihver topçusunun yoğun ateşleri başladı. Topçunun ateşleri derinliğe kayınca da tank vc piyade müştereken taarruza kalktılar. 15 nci ve 2i nci Panzer tümenleri Tobruk hücumunun büyük yükünü taşıyorlardı. Bu harekâtta 36 nci Alayın 1 nci ve 2 nci taburları Rommel'in büyük takdirim kazanmışlar ve yüzbaşı Kleerman Şövalye Haç madalyası ile ödüllendirilmişti. 5 nci Panzer Alayına mensup 8 nci bölük taarruza Doğu kanatta katılıyordu. Bundan önceki muharebelerde bölük ağır kayıplar vermiş ve birçok Mark—4 tankım çöllerde yanmış ve parçalanmış halde terketmişti. Bölük yine Mark—4 tanklarına sahipti ve bu çelik devler istihkâmcüann biraz evvel açtıkları mayın tarlaları geçitlerinden, yine istikam klavuzlannm gözetiminde ileriye doğru birbiri peşisıra akmaya başlamıştı. Üstteğmen Koch'un erleri geçen seneden bu bölgeyi gayet iyi biliyorlardı. Tank komutanları dikkatle Stukalarm gelmesini beklemekteydiler. Zaten Stukalar da onları çok bekletmeden tam saatinde gelince tank komutanları sis mermileri atarak hem kendi ileri hatlarını hem de düşman yuvalarım

pilotlara gösterme imkânım buldular. Arkasından da tanklar, 100 metre kadar önlerinde patlayan uçak bombalarının toz ve dumanının ortasına doğru harekete geçtiler. 15 nci Panzer tümeni de tank tuzaklarını 08.30 da geçmeye başlamıştı. Istihkâmcılar ve hücum birlikleri burada da kan ter içinde çalışarak 162 tanklann geçişini sağlıyorlardı. 8 nci Panzer alayının ilk tankı temizlenen geçite doğru harekete geçtiği sırada Rommel de emir subayı yanında olarak buraya geldi. Rommel «Haydi çocuklar, biraz daha çabuk» diye tanklara hız vermeye çalışıyordu. Az sonra da önden ilerleyen bölük meşhur Sidi Mahmut yol kavşağına ulaştı. Buradan bir yol. El Adem'e gitmekteydi. Bu sırada Cebel bölgesinden ateş eden düşman tanksavarları etkili olmaya başlamıştı. Ama tam zamanında yetişen Stukalar, sis mermilerinin yardımıyla kolaylıkla hedeflerini bulmuş ve tanksavarları susturmuşlardı. Doğrusu bu tür güzel bir hava desteğinin tadına doyulmuyordu. Ve, bu sabah başlayan taarruzda tank, piyade ve hava kuvvetleri arasındaki ahenkli işbirliği örnek gösterilecek bir mükemmeliyetteydi. Panzer tümenleri cephesinde harekât, plana göre uygun bir şekilde gelişirken, cephenin diğer tarafındaki İtalyan kolordusunun harekâtı hiç bir basan göstermiyor ve bu kuvvetler âdeta yerinde sayıyorlardı. Bu yüzden de ileriye çıkmış bulunan 15 nci Panzer tümeni birliklerinin yanı düşmana karşı açılmış ve kanattaki birlikler, İngiliz Top ve Tanksavarlannın kesif ateşine uğramışlardı. Bundan ayn olarak bu sırada İngilizlerin ağır kıyı bataryalan da ateş açmıştı. Bu yoğun ateş karşısında tank komutanlan ve diğer komutanlar tank kule kapaklannı kapamak zorunda kalmışlardı. İyi ama, tank periskobundan üstelik toz duman arasında iyi bir gözetleme yapamamak bir yana, sıcaktan bannmanın imkânı yoktu. İçerdeki sıcaklık 50 dereceyi buluyor, ateş eden topun gürültü, duman ve sıcağı da buna eklenince insan fınna düşmüşten beter oluyordu. Tank motorunun sı- 163 cakhğım da buna ekleyince artık ne demeli, bilinmez. Bereket bu sırada 8 nci Panzer Alayına bu cehennem sıcağını unutturacak bir manzara doğdu. Alayın sol ilerisindeki sırtlardan bir düşman tank birliğinin taarruzu başladı. Ama bu

taarruzla düşman, panzer alayına yanını verdiği için hem büyük hedef gösteriyor ve hem de tank_ ların zayıf olan yanını düşman ateşlerine açıyordu. Panzer alayında telsiz komutlan verilmeye başlanmıştı bile: Dikkat! Saat 10... 800 yarda... Düşman tankı... Ateş!... Bu esnada teğmen Kurhe'nin gözüne, kule telsiz anteninde komutan filaması sallanan bir düşman tankı ilişmişti. «Bu İngilizlerde komutan tankını belli etmek âdeti de ne zaman çıktı?» diye düşünmekle beraber komutunu da çabucak sıraladı: Saat 10... 700 yarda... Anteninde filama görünen düşman tankı. Zırh mermisi... Ateş!.. Tam isabetle birlikle tank da ateş almış, sür'atle kule kapağı açılmış ve bir İngiliz teğmeniyle bir er kendilerini aşağıya atmışlardı. Elleri yukarıda bekleşen teğmen ve erin yaralı oldukları anlaşılıyordu. Tankı ilo yanlarına gelen Kurhe'nin, yaralıları bu halde bırakmaya gönlü razı olmadı, onları da tankına alarak yoluna devam etti. Tankın içinde, bu davetsiz misafirler yüzünden millet kucak kucağa oturmuş, yaralarını sarmaları için İngilizlere sargı bezi verilmişti. İşte bu sırada olanlar oldu ve teğmen Kurhe'nin tankı bir top mermisinin darbesiyle devrilecek gibi sarsılarak olduğu yerde kaldı. Kendini toplayan Kurhe hemen kule kapağım açarak «Tankı Terket» emrini verdi. Kurhe, mürettebat ve İngiliz yaralılar ateş altında kuleden fırlayarak 20 metre kadar ilerdeki bir çukura sığındılar.. İngiliz teğmen, Kurhe'ye cebinden çıkardığı güzel bir İngiliz sigarası uzatmış, işaretle almasını istemişti. Kurhe'de yarı İngilizce yarı Almanca «Teşekkür, şimdi değil daha sonra» diyerek almamıştı. Çukura rağmen hepsi de, bulundukları yerin pek de emin olmadığını biliyordu. Etraflarına ateşin yağdığı bir sırada birden Teğmen Kurhe'nin kendi tankına doğru koştuğunu gördüler. Kurhe tankın içine girdiğinde nişancı erin öldüğünü, şoförün de yaralandığını gördü ve tankın çalışır halde olduğunu anladı. Tankı geri vitese takıp hareket ettirince tankın yürüdüğünü görerek sevindi ve tankı ağır ağır bulundukları çukura getirdi. Çukurdakileri tanka bindirdi. Şimdi ateşe karşı daha emniyette sayılırlardı. Az sonra Kurhe, kalçasındaki sızının ancak farkına vardı. Eliyle yokladığında parmakları kan içinde kalmış ve yaralandığını anlamıştı. Erler yarasını sarmaya başladıkları sırada da nerden çıktığı belli olmayan Rommel, bir zırhlı araçla yanların,

da görünüvermişti. Durumu açıklamaya başlayan Kurhe'yi eliyle susturarak «Derhal, sargı yerine... Şu istikamette» diyerek aracını sürmüş, koşup gelen sedyeciler yürüyemeyecek durumda olan tank şoförünü sedyeye bindirerek uzaklaşmışlardı. Kurhe, hafif yaralı kendi tankının cepanecisi, İngiliz Teğmen ve diğer İngiliz eri, yani dört yaralı ağır ağır sargı yeri istikametinde ilerlemeye başlamışlardı. Birden bu tenhada teğmen Kurhe'nin aklına tabancasının olmadığı geliverdi. Tabancası tankta kalmıştı. Hemen nişancısına fısıldadı: Senin yanında tabancan var mı? Aksiliğe bakın, onda da yoktu. Üstelik fısıldaştıklarını İngiliz teğmen de duymuşa benziyordu. Vay canına, daha önce esirleri aramak Kurhe'nin aklına gelmemişti. Ya onların üzerinde silâh varsa... Çünkü şu sırada inin, cinin top 165 attığı tenha bir yerde idiler. Kurhe'nin gözü yeniden İngiliz teğmenine takıldı. İşe bakın siz, yaralı esir açıkça belli bir şekilde tebessüm ediyordu. «Allah allah anladı mı yoksa? İngiliz teğmen de elini arka cebine mi götürüyordu» demeye kalmadan, İngiliz arka cebinden tabancasını çıkararak alması için Kurhe'ye uzattı. Ve güzel bir Almanca ile gülerek «Şimdi birer sigara içebiliriz değil mi?» deyip Player paketini yeniden uzattı. Töbruk muharebesi, bütün şiddetiyle devam ediyordu. Alman Topçusu olabildiğince ileriye sürülmüş, görerek ateş edebilmek için mevzi dışına çıkmış ateş ediyordu. 15 nci Panzer tümen topçusunun12 nci bataryası top komutanlarından onbaşı Hans, o gün yarım saatte 10.5 luk tam 80 mermiyi düşman mevzilerine yollamıştı. Topun diğer erleri de Hans'a mermi yetiştirebilmek için kan ter içinde kalmışlardı. Topçular, hani nerdeyse tank ve piyadelerle omuz omuza idiler. Savunma, ne kadar kuvvetli olursa olsun böyle bir hücuma dayanamazdı. Nitekim 15 nci Panzer tümeni saat 18.30 da düşmam Fort Gabr Gasem'- den atmış, yarım saat sonra da Fort Pilastrino zaptedilmişti. Böylece savunma bölgesinin üçte ikisi Almanların eline geçmiş oluyordu. Rommel bu savaşta, kendi deneyimlerine dayanarak, tahkimli mevzilere taarruz için özel ku_ ruluşlar kurmuştu. Bu kuruluşun çekirdeğini bir piyade taburu teşkil ediyordu. Bu taburun emrine bir tank bölüğü, bir tanksavar bölüğü, bir 75 milimetrelik zırhlı topçu bataryası, bir istihkâm

takımı 5 tane 3.7 santimetrelik tanksavar topu veriliyordu. Bu kuruluşlar, kısa süre önce, tahkimli mevzilere taarruz.için eğitilmişlerdi. Rom- 186 mel 20 Hazirandaki Tobruk müstahkem mevkiine taarruzun bu ilk günü bu özel birlikleri bizzat kendisi kullandı ve onları deneme imkânını da böylece bulmuş oldu. Bu özel kuruluştaki birlik, muharebenin en kritik yerine yıldırım gibi yetişiyor, mayınları temizliyor, tel engellerini kesiyor, düşman silah mevzilerini şişleyip körletiyor ve bir burgu gibi ağır ağır, fakat emniyetle bölgesini silip süpürüyor ve zırhlı birliklerin yolunu açıyordu. Tobruk muharebesinin başladığı bugün sabahtan beri, Tobruk garnizonu komutam General Klapper kendisine bir türlü uzun müddet bir komuta yeri bulamamıştı. O nereye sığınsa ya Stükalar yahut da Topçular tarafından bulunduğu yer ateş altma alınıyor ve çalışamaz hale geliyordu. Böyle bir sırada komutanın bir yerden bir yere karargahını taşıması, birlikleriyle olan irtibatını da aksatıyor ve bazı karışıklıklara neden oluyordu. O kadar bel bağlanan tahkimatın ve mevzilerin birer birer elden çıkması sonucu akşam saatlerine doğru Klapper artık hiç emir veremez, verse de muhatap bulamaz olmuştu.. Rapor vermek ve konuşmak için Kabire'ye uçan General Ritchie'ye şu mesajı yolladı: «Durumum ümitsiz»... Her an bir mevziin daha düşman eline geçtiği haberi geliyor, şehir alevler içinde yanıyordu. Ümitsizlik içinde kıvranan Klapper, bu Güney Afrika tümen komutanı General, kendi azim ve mukavemetini de yitirmişti. Ritchie'ye son mesajı şöyleydi: «Düşman kuşatmasını yararak çıkmak için de geç kalınmıştır. Araçlarımızın çoğu tahrip edilmiş, hareket olanağımız kalmamıştır ». Bir yıl önce tam 28 hafta cesaretle döğüşen şehir şimdi artık can çekişiyordu. 167 Nihayet geceleyin, etrafla irtibatı kesilmiş 1 : 2 mevzi hariç, şehir düşmüştü. Rommel, şehre 21 Haziran sabahı saat 05.00 te kendi muharebe grubunun başında girerken hâlâ yer yer yangınlar devam ediyordu. Etraf bir harabeye dönmüş, ayakta pek az bina kalmıştı. Liman tesisleri ve caddeler moloz ve yıkıntılarla doluydu. Fakat ne hikmetse yol üzerindeki bir cami pek az hasara uğramıştı ve etrafını «Bunlara da ne olmuş?» diye hayretle seyreder gibi

bir hali vardı. Doklar ve Havuzlarda yanmış veya yarı batmış bir kaç tane gemi görülüyordu ki, bunların çoğu, 2 nci Panzer tümen topçularının görerek açıktan atışlarıyla bu hale gelmişti. Rommel saat 09.00 da sahil yolu üzerinde yanan araçlar ye tahrip edilen ikmal maddeleri arasından geçerken arabasına aldığı General Klapper'e şunları söylemişti. «Eğer araçlarınızı tahribe devam ederseniz tutsakları çöl boyunca yaya yürütmeye mecbur kalacağım. Ve yine erlerinizin yiyeceklerini böyle imha ederseniz onlara yedirecek bir şeyim kalmayacak». Klapper soğuk bir şekilde «Ben yalmz komutanlık vazifemi yapıyorum, General» diye cevap vermiş ve sonra da yatıştırıcı bir tarzda «Ben, yiyeceklerin imhası için emir vermedim» demişti. 33.000 kişilik esir kafileleri uzun şeritler halinde uzayıp gidiyordu. Ele geçirilen tank, top, silâh, araç ve ikmal maddelerinin haddi hesabı yoktu. Şimdi Rommel bunlarla ordusunun eksiğini rahatlıkla karşılar ve geniş çapta bir harekâta sıkıntısız hazır olabilirdi. Bu kazanılan başarı, şüphe götürmez tam ve dörtbaşı mamur bir başarı idi. Düşmanın bir kolu daha kesilmiş, Rommel'in Mısır yoluna dikilen büyük engeli 168 yıkılmıştı. Hele bundan soma bu coşkun ve muzaffer ordu nasıl durdurulacaktı? Sel bendini yıkmış, süvari atlanmış ve kılıcını kuşanmıştı. Bu duygular, Rommel'in 21 Haziran günü akşamı yayınladığı şu günlük emrinde de dile geliyordu: Afrika Zırhlı Ordusunun askerleri. Şimdi düşmanı kat'i olarak imha etmemiz lâzım. Gelecek günlerde sizden büyük isteklerim olacak ve bu suretle hedefimize ulaşmak imkânını bulacağız. Hedefimiz O'nun hedefi NİL'di. Tobruk bir atlama tahtası idi. Ve Rommel şimdi bu atlama tahtasını 24 saatte ele geçirmişti. Aynı gün Rastenburg'- tan, Hitler karargâhından gelen bir mesaj Rommel'in Feld Mareşalliğe, General Nehring'in de Orgeneralliğe yükseltildiklerim bildiriyordu. İtalyan generalleri Cavellero ve Bastico'da Musolini tarafından Feld Mareşalliğe terfi ettirilmişlerdi. Tobruk'un düştüğü 20 Haziran 1942 gecesi, Tobruktan 13.000 kilometre uzakta Vaşington'da Çörçil ile Rozvelt bir toplantıda idiler. Çörçil 16 Haziran'da Londra'da uçağa binerken genel durum müttefikler için hiç te iç açıcı bir manzara göstermiyordu. Avrupa'da Almanlar Narvik'ten

İspanya'ya kadar bütün kıt'ayı ellerinde tutuyorlar, tam bir yıl önce başlattıktan Rusya harekâtı sonunda Rus ordularım önüne katarak Volga'ya ulaşmış bulunuyorlardı. Alman denizaltılan onbinlerce tonluk gemiyi hergün denizin dibine yolluyor, Alman hava kuvvetleri göklere hükmediyordu. Asya'da Japonlar 6 ay önce Pearl Harbor baskım ile başlattıklan zafer yürü- 169 yüşüne aynı hızla devam ediyorlardı. Singapur hiç umulmayan bir hızla Japonların eline düşmüştü. Kuzey Afrika ise bir başka baş ağnsıydı. Rommel, 8 nci İngiliz ordusunu karşısına almış dövüp duruyordu. Çörçil, General İsnıay (*) ve Rozvelt, planlar üzerinde görüşürlerken, salona Marshall (**) girerek Rozvelt'e bir kâğıt uzattı. Başkan telgrafı okuyunca adeta donup kaldı. Ortalığı derin bir sessizlik kaplamıştı. Rozvelt, telgrafı Çörçil'e uzattı. Telgraf, Tobruk'un 30.000 savunucusu ile teslim olduğunu bildiriyordu... Çörçil, okuduğuna bir türlü inanâmıyordu. 16 Haziranda Amerika'ya hareket ederken gerçi Libya muharebesi bütün şiddetiyle sürüyordu ama, durum, hiç te ümit kırıcı görünmüyordu. Hatta Rommel kuvvetlerimn kuşatılma ihtimali bile mevcuttu. £, Şimdi ne oluyor? Bir hafta içinde bu nasıl tepe taklak oluş... Canım efendim, yok mu bu Rommel denen adamın hakkından gelecek kimse?... Çörçil yediği bu darbeyi bir türlü hazmedemiyordu ve Londra ile görüşmesi için gönderdiği general tsmay 3 : 4 dakika soma dönüp «Haberin maalesef doğru olduğu» nu bildirmesine kadar da inanmak istememişti. Peki, şimdi ne yapacağız?!.. Durum, hakikaten çok kritik bir hal almıştı. Bir taraftan Rommel Nil'in kapışım aralamış, bundan daha önemlisi de İngiliz gururu, şöhreti ve morali müthiş bir darbe yemişti. 86.000 kişilik savunma kuvveti ne kısa zamanda Japonlara teslim olan Singapur... Ve şimdi de Rommel'e 24 saat dayanamayan 30.000 kişilik şöhretli Töbruk... (*) İngiliz genel kurmay Başkanı (**) Amerikan genel kurmay başkanı 170 NİL'E DOĞRU Afrika'da savaşan her askerin rüyası, Akdeniz'in serin sularında bir deniz banyosu yapmaktı. Er için böyleydi de, General için değil miydi? Tobruk'un ele geçirilmesinin ertesi günü

22 Haziran öğleden evvel günlerin yorgunluğunu denizde gidermek niyetiyle General Nehring ve kurmay Başkam Albay Bayerlayn kendilerini Tobruk şehri hemen yakınındaki plajın kumlarına bırakmışlardı. Bu sırada ellerinde tabancaları olduğu halde iki İngiliz askerinin generale doğru yürüdüğü görüldü. General ve yanındakiler silahsız ve korumasızdılar. Generali daima yakından takip eden telsiz aracı bu sefer hızlı giden Generale yetişememiş ve geride kalmıştı. Bereket General Nehring soğukkanlılığını koruyarak İngilizlerle yatıştırıcı şekilde konuşmuş ve hu sırada yetişen telsiz aracının çavuş ve erleri İngilizleri tesirsiz hale getirmişlerdi. General ve Kurmay Başkanı bu maceralı banyoyu hemen bitirmişlerdi ki, ivedi bir emir nedeniyle karargâhta beklendikleri haberi geldi. Az sonra karargâha gelen Nehring, Feld Mareşal Rommel'in «Vakit geçirmeksizin Mısır istikametinde harekâta başlanacak» emrini buldu. Halbu_ ki General, hiç olmazsa 2 : 3 gün ordunun dinlenerek kendisine çeki düzen vereceğini ummuştu. 4 gün eksiğiyle tam bir aydır, çölün cehennemi yaz sıcağında döğüşen birlikler fizik olarak tükenmiş, adeta insanlıktan çıkmışlardı. Uzayan mesafeler dolayısiyle ikmal de bir hayli aksamıştı. Akaryakıt ve cepane, bir sorun olmaya devam ediyordu. Rommel ise, durumu başka görüyordu. Ona göre, Tobruk'un zaptından sonra asıl hedef, Mı. 171 sır, elle tutulur bir mesafeye gelmişti. Rommel' in parlak bir kurmay subayı olan Harekât Şube Müdürü Vbn Mellenthin «Panzer muharebeleri» adlı kitabında bu durumu şöyle anlatır: «Ciddi bir karar almak zorunlu idi. Nisan 1942 sonunda yapılan bir toplantıda Hitler ve Musolini şu plân üzerinde anlaşmışlardı: Tobruk zaptedildikten sonra, Malta, deniz ve hava'dan taarruzla işgal edilinceye kadar kara harekâtı durdurulacak. Malta ele geçirilerek Akdenizden yapılan ikmal nakliyatı güven altına alındıktan sonra, boş kalan hava kuvvetlerinin de desteğinde Mısır'a doğru kesin taarruza girişilecek. 21 Haziran günü Tobruk düşer düşmez Mareşal Kesserling, Rommel'le konuşmak üzere kuzey Afrika'ya uçmuştu. Rommel, Malta'nm ele geçirilmesini beklemeden Mısır üzerine yürümeye kararlı olduğunu bildirmiş, Kesserling de, Mısır'a taarruzun başarı sağlayabilmesi için kuvvetli bir

hava desteğine ihtiyaç olduğunu, halbuki hava kuvvetlerinin bu destek için buraya angaje olması halinde Malta serbest kalacağından ikmal nakliyatını engelleyerek ordunun gerisini kesebileceğini ve taarruzun muvaffak olamıyacağını söylemişti. İki Alman mareşali bu konuda anlaşamamışlardı. Alman Akdeniz kuvvetleri komutanı Amiralle, İtalyan Genel Kurmay Başkanı da Kesserling'le aynı fikirde idiler. Rommel bunun üzerine durumu bir mesajla bizzat Hitler'e duyurmuş ve cevabın ivedi olarak telsizle bildirilmesini rica etmişti. Hitler'de Mussolini'nin bu ko nudaki fikrini almak istemiş, o da, ZAFER İLÂHI İNSANA BİR KERE GÜLER cevabını vermişti. Böylece Nisan'da alınan karar değiştirilmiş ve Malta'nın istilası Eylüle ertelenerek bütün kuv- 172 vetler Rommel'in Mısır taarruzunu desteklemeye tahsis edilmişti.» Acaba bu karar doğru mu idi? Bunu olaylar gösterecekti. Kurmay Başkam Bayerlayn harpten soma, Rommel'in o zamanki düşüncelerini bana şöyle açıklamıştı: «Ben bütün kuvvetimle İngilizlerin yemden derlenip toparlanmasına ve Orta Doğuda bu cepheye takviyeler getirmesine engel olmak zorundayım. Bugün 8 nci ordu çok yıpranmış ve zayıflamıştır. O halde bu fırsatı kaçırmak, düşmanın rahat nefes alıp dizlerinin üstünde yeniden doğrulmasına seyirci kalmak, bir akıllının yapacağı iş değildir. Hem, Malta istilası ne zaman başlayacak? Mussolini, Malta'nın zaptı şerefini kimseye bırakmak niyetinde olmadığını açık açık söylemiştir. Hitler'de Girit hava indirme harekâtında uğradığı kayıpları düşünerek Mussolini'ye olur'unu bildirmiştir. Halbuki İtalyanlar, ne kadar zamandır, bir türlü Malta harekâtının hazırlığım bitirmemişlerdir. Daha ne kadar zaman sonra bitirebileceklerini de Allah bilir. E, ben böyle ne zaman başlayacağı bilinmeyen bir harekâta bel bağlayarak şimdi elime geçen bu fırsatı tepecek miyim?. Benden böyle bir şeyi hiç kimse istemesin.» Rommel, kendisine güveniyordu. O, İngilizlerin Suriye'deki 10 ncu Ordu birliklerini Mısır cephesine sevkettiklerini, yeni Amerikan tanklarının her an Süveyş limanında beklendiğim, Kahire'deki Amerikan Askeri Ataşesinin kendi

memleketine gönderdiği mesajlardan günü gününe öğreniyordu. Çünkü Alman ajanları Amerikan şifresini çözmüştü. Alman telsiz dinleme 173 postalan, Amerikan Ataşesinin bütün mesaj lannı tesbit ediyor ve Rommel'in karargâhı ingilizlerin bütün harekâtını takip ediyordu. Ta, Haziran ayımn sonuna kadar bu böyle devam etti. Fakat bu tarihten sonra Amerikan ve İngiliz şifreleri değiştirildi ve yeni şifrenin anahtanm öğrenmek Alman ordusunun istihbarat elemanlannca gerçekleştirilemedi. Mısır üzerine yürümeye hazırlandığı bu önemli günlerde Rommel gözlerini ve kulaklannı artık kullanamaz olmuştu. Şifre değiştirilinceye kadar Rommel, Telsiz Dinleme Postalannın Amerikan ataşesi mesajlannı yakalamalan sayesinde birçok kritik durumu atlatmıştı. Doğrusu, bu Dinleme Postalannın sağladıklan bilgi çok büyük önem taşıyordu. Bu Postalar, düşmanın bütün mesajlannı dinleyebilmek için gece gündüz durmadan çalışıyor, mesaj lann gecikmeksizin deşifresi yapılarak karagaha sunuluyordu. Ama şimdi, bütün bu göze görünmeyen, fakat en büyük yardımı sağlayan destek aniden kesilmişti. Rommel ve kurmaylan İngiüzler El Alemeyn cephesini ne kadar kuvvetle tutuyorlar, tertibatlan nasıl, ihtiyatlan nerede ve ne kadar kuvvette bunlar hakkında kesin bir bilgiye sahip değildiler. Hatta İngilizlerin tahkimat işlerinde, bu işte ihtisaslaşmış İtalyan esirlerini de kullanarak, çok geniş mevziler ve engeller kurduklanndan da haberleri yoktu. 22 Haziran günü Rommel'in Panzerleri Doğuya doğru harekete geçmiş, ertesi günü sabah saatlerinde Rommel hemen yanlannda bulunduğu halde Mısır hududunu geçerek ilerlemeye başlamışlardı. Keşiflerden ve gelen raporlardan 174 İngilizlerin Marsa Matruh'ta bir mevzi tutarak savunmaya hazırlandıkları bilindiğinden Rommel birliklerini, benzinleri tükeninceye kadar ve olabildiğince hızla ileriye sürüyordu. Habata'da İngilizlerin aceleden imha edemedikleri bir benzin istasyonu ele geçmiş ve burada tankların Nil'e kadar hareketine yetecek miktarda akaryakıt bulunmuştu. 23 Haziran kaçan ve kovalayan için, cidden nefesleri kesecek bir yanş içinde geçmişti. İngiliz ve Alman motorlu kolları bazan 500 metreye kadar birbirlerine sokulmuşlardı.

Bir defasında 104 ncü zırhlı piyade alayından teğmen Servas ve 15 nci motorlu piyade" taburundan teğmen Shulz'un motorlu kolu bir İngiliz kamyonunu toplarıyla tahrip etmiş ve süratle yanına gelerek içerdekileri teslim almaya hazırlanmışlardı. Gördükleri manzara şuydu: Bir manga kadar silahlı İngiliz askeri, başlarında astsubayları olduğu halde hiç gelen düşmana aldırış etmeden yaralı arkadaşlarına yardıma çalışıyorlardı. Fakat ellerinde ne bir sargı bezi ne de bir sıhhiyeci vardı. Bunun üzerine teğmen Shulz, sağlam düşmanı tutsak alacağına o da yaralıların feryadına kapılmış ve yanındaki erlere emir vererek çabucak sıhhiye çantasını getirmelerini istemiş, gelen malzeme ile yaralıların yardımına koşmuşlardı. Çok geçmeden arkadan bir İngiliz kamyon kolu daha çıka gelmiş ve öndeki araç yanlarında durarak yere atlayan bir İngiliz subayı ve yanındakiler şaşkınlıkla ne olduğunu anlamak için etraf larına bakmaya başlamışlardı. Yaralılara yardım etmekte olan teğmen Shulz durumun farkına varınca o da ne yapacağım şaşırmıştı. Evvelki ve yeni gelen kamyondaki İngilizler, Shulz ve erlerinden 4 misli fazla ve hepsi de silahlı idiler. Bereket Shulz şoktan çabuk kurtulmuş ve erlerine «Aracınıza marş marş!» emrini vererek kendisi de arkalarından fakat telaşsız bir halde yürümüştü. Araca biner binmez de «Haydi Dorek, bas gaza!» diye tozu dumana katarak son sür'atle uzaklaşırken arkasına baktığında İngilizlerden hiç kimsenin silahına davranmadığını hayretle görmüştü. Demek ki İngilizler bu asil davranışa, aynı asaletle cevap vermeyi yeğlemişlerdi. 23 ve 24 Haziran günlerinde Marsa Matruh mevzilerine ulaşan Rommel, 25 Haziranda vakit geçirmeksizin taarruza geçti, Rommel, taarruzu iki gurup halinde tertiplenmişti: Kuzeyde 20 nci İtalyan Kolordusu cepheden taarruzla düşmanı tesbit edecek, 90 ncı Hafif Tümen mevzii güneyden kuşatacak şekilde taarruzla Sidi Hemush bölgesinde kıyıya ulaşarak düşmanın Marsa Matruh bölgesindeki kuvvetleri imha edilecek. Güneyde 15 nci Panzer tümeni cepheden, 21 nci Panzer tümeni merkezden taarruzla güneye yönelerek koordineli bir hareketle düşman zırhlı birlikleri kuşatılarak saf dışı edilecek. 26 ve 27 Haziranda, güney grubu (15 nci ve

21 nci Panzer tümenleri) düşman mevzilerine dalarak düşman zırhlı birliklerini yenilgiye uğratmışlar ve 2 nci Yeni Zelanda tümeniyle şiddetli bir muharebeye tutuşmuşlardı. Taarruzdan önce Rommel bu meşhur tümenin nerede olduğunu kesinlikle öğrenememişti. Halbuki savaşın bu kritik saatinde Yeni Zelandalı General Frayberg, başından yaralı olduğu halde, kıtalarının başında savaşıyor ve ısrarlara rağmen 176 emri komutayı bırakmıyordu. Biraz daha güneyde 5 nci Yeni Zelanda tugay komutanı General Kippenberger, Maori (*) diliyle bağırarak birliklerini birbiri peşisıra muharebeye sürüyordu. Kuzey grubundaki kuşatma kuvveti 90 ncı Hafif Tümen, aynı saatlerde cepheden dalarak Kuzeye yönelmiş ve Marcks muharebe Grubu 1/16 ncı Tanksavar taburuyla sahil yolunu kesmişti. Kuzeydeki bu çemberin içinde 10 ncu Hint tümeni, 5 nci Hint tümeninden bazı birlikler ve 50 nci Güney Afrika Tümen birlikleri sıkışıp kalmıştı. Eğer Rommel bunları imha veya tutsak edebilirse zaferi tamamlamış olacak ve 8 nci Ordunun bel kemiğini kırarak İskenderiye'ye giden yolu bütünüyle açacaktı. Lâkin Rommel kuvvetleri de bir hayli yıpranmış ve yorulmuştu. Üstelik kuvvet üstünlüğü hâlâ Ingilizlerdeydi. Nitekim düşmanı gerisinden sıkıştırıp sıkan kolu, düşmanın can havli ile kaçmak için çırpınmalarına daha fazla dayanamamış ve her iki kol da gevşeyerek vazifelerini tam yerine getirememişti. Tamamiyle motorlandınlmış olan Frayberg'in tümeni, Kraliyet Hava Kuvvetlerinin büyük desteğiyle ve ustaca bir darbe ile 2 nci Panzer tümeninin kuşatmasını yarıp geçmeye muvaffak olmuştu. Yeni Zelanda Tümeni bu harekâtta, ellerinde bıçakları olduğu halde vahşi hücum naraları atarak ilerlemiş ve göğüs göğüse yapılan kanlı bir boğuşmadan galip çıkmışlardı. Kuzeyde 90 ncı Hafif tümen de 50 nci Güney Afrika Tümeninin tanr. (*) Yeni Zelanda yerlilerinin dili 178 ruzuna uğramıştı. Bu tümen, topçusuyla, karargâh subayları, kâtipler, telsizciler, velhasıl bütün takım taklavatıyla süngü, bıçak, tabancalar kullanılarak saldırmış ve bir kısım birlikler bu çemberden sıyrılmayı başarmıştı. Rommel bu muharebenin en kanlı yerine gelmiş, en öndeki birlikleri bizzat yönetmişti. Kiefer muharebe

grubu bu gün çok başarılı clmuş ve düşman içinde kalmasına rağmen direnerek geriden gelen Afrikalıların çemberi yarıp kaçmalarına engel olmuştu. Marsa Matruh savaşındaki bazı birliklerin kuşatmayı yararak kurtulmasında bütün kabahat İtalyanlara yüklenmek istenmiştir. İtalyan kolordusunun cephe taarruzunda çok gevşek hareket ettiği ve bundan yararlanan Afrika tümeninin 90 ncı Hafif tümen birliklerine aniden saldırarak kaçmak fırsatını bulduğu söylenmiştir. Evet, başarısızlıkta bunun rolü olmamış değildir, fakat bir ölçüde. Gerçekte Rommel'in kuşatma küvetlerinin zayıf olmasından başka İngilizlerin tamamen motorlu olmasının ve İngiliz Kraliyet hava kuvvetlerinin, yakın hava alanlarından harekâta katılmanın avantajından yararlanarak, çok etkili bir destek sağlamasımn rolü de unutulmamalıdır. Benim, o savaşa katılmış birçok askere sorup vardığım kanaat odur ki, İtalyan askeri, malzemelerinin yetersiz, tanklarının çok demode ve ağır silahlarının çok az olmasına rağmen cesaretle döğüşmüştü. Ariete zırhlı tümeni ile Trieste motorlu tümeni 14 tank, 30 top ve 2000 insan mevcuduna düşmüş olmalarına rağmen asla sarsılmamışlardı. 20 nci İtalyan kolordu komutam ve kolordu topçu komutam kıtalarının başında vurulmuşlardı. Herhan- 179 gi bir kimse İtalyan askerinin savaştaki kabiliyetini tetkik etmek isterse, daha başlangıçtan itibaren ondan takatinin üstünde şeyler istendiğini dikkate almalıdır. Mussolini, «Eski Roma İmparatorluğunu yeniden 7 milyon süngü ile kuracağını» dünyaya haykırıyordu ama bu süngülerin takıldığı tüfekler gayet eski ve köhneydi. Afrika'ya yollanan zırhlı tümenin adı gayet şanlı ve iddialı idi (*) amma bu tümenin modası geçmiş tankları düşmanda alay, dostta merhamet duygulan uyandırıyordu. Bu tanklann zırh koruması çok zayıftı ve aynca 12 tonluk bu tanklann 4 santimetrelik topu, İngiliz tanksavarlanmn ve tanklannm karşısında çek âciz kalıyordu. Tank mürettebatını düşman mermilerine karşı korumak için etrafa kum torbaları konuyor ve bu haliyle tank, hareket eden bir tabuta benziyordu. İtalyanlann diğer ağır silahlan da tank örneğinde olduğu gibiydi. Bununla beraber her Alman askeri, İtalyan askerinin bu yetersiz silah ve araçlara rağmen ekseriya

şaşılacak derecede cesaretle döğüştüğünü biliyordu. Ayrıca İtalyanlar ikmal faaliyeti ve tahkimat işlerinde çok büyük bir kabiliyet olduklannı her zaman isbat etmişlerdi. Örneğin Tobruk yolu, İtalyan inşaat sanatının simgesi olarak görenlerin hayranlığını kazanmıştı. Özet olarak İtalyan askerlerinin çoğu, diğer millet askerlerinin muharebede gösterdikleri kahraman- (*) Ariete zırhlı tümeni'nin adı Aries'ten gelir. Aries, Latincede Koç Başı demektir. Bilindiği gibi eski Romalılar, Koçbaşı ile kaleleri yıkarak İspanya'dan Suriye'ye uzanan koca bir imparatorluk kurmuşlardı. 180 lık ve cesareti göstermemişlerse bile, bunlardan binlercesi Kuzey Afrika'da en olumsuz şartlarda büyük uğraş vermişlerdir. Bu harpte Amerikan eri en ileri mevzilerde bile gayet güzel beslenmişti. Alman sahra mutfakları temiz ve yeterliydi. Buna karşın İtalyanlar cephede ekseriya tadsız ve yetersiz bir fakir yemeği ile yetinmek zorunda kalmışlardı. Bütün bu olanaksızlıklara rağmen O, savaştı ve öldü. «Camerato » (*) sözü hâlâ birçok Alman askerinin kulağında ve askerlik anılarının arasında vefa duygularıyla beraber çınlamaktadır. 28 Haziran akşamı saat 17.00 sıralarında 90 ncı Hafif tümen kuşatmış olduğu Marsa Matruh'a karşı her taraftan taarruza geçti. Tümeni, 5S0 nci keşif kıtası, Kiehl ve Yüzbaşı Briel'in 606 ncı tanksavar taburu, 288 nci Özel grup, 10 ncu ve 20 nci İtalyan kolordularından bazı birlikler destekliyordu. Kalede ortalama 8000 kadar Güney Afrikalı ve Hintli vardı ve bunlar iyi hazırlanmış mevzilerinde inatla savunuyorlardı. Ama 12 saat sonra şehir düştü. 29 Haziran sabahı erken saatlerde Müttefik kuvvetler 6000 kişi ile teslim olmuştu. Düşmanın 40 tankı tahrip edilmiş birçok silah, araç, ikmal maddesi ele geçirilmişti. Bununla beraber, Rommel'in maksadına ulaştığı iddia edilemezdi. Çünkü Auchinleck, Marsa Matruh mevziindeki kuvvetlerinin çoğunu Rommeli'n kuşatmasını yararak daha doğuya, El Alemeyn mevziine doğru çekmeyi başarmıştı. Briel muharebe gurubuna ait erler Marsa Matruh'ta ele geçirilen İngiliz ikmal maddeleri (*) Arkadaş 181 arasında ganimet toplamakla meşguldüler, istediklerini de bol bol bulmuşlardı: Bira, sigara,

reçel ve diğerleri. Bu kadar uğraştan soma hiç olmazsa 1 : 2 gün dinleneceklerim ve rahat rahat eğleneceklerim umuyorlardı. Muhabere kısım komutanı çavuş Slımidt, Rommel'in ivedi mesajını Muharebe Grup komutanına uzattığı zaman saat henüz 11.00 idi. Yani Marsa Matruh mevzilerini ele geçirmeleri üzerinden ancak 4.5 saat geçmişti. Grup komutanı mesajı okudu «Yüzbaşı Briel, Muharebe Grubuyla 586 ya sol 9!.. Rommel» Beş dakika sonra grup yürüyüşe geçmek üzereydi ki Rommel göründü. Bir taraftan haritasını katlarken diğer yandan Briel'le konuşuyordu «Eh Briel, askerlerinle doğru İskenderiye üzerine yürüyecek ve şehrin dış kapılarında durup beni bekleyeceksin.» Bir ara durduktan sonra gülümseyerek «Yarın geldiğim zaman şehre beraber girer ve seninle birer kahve içeriz» diye de eklemişti. Yüzbaşı Briel, Tanksavar birliklerinde olup da Haç nişanımn Şövalye rütbesini kazanan ilk askerdi ve bütün Alman ordusunda Altın Haç nişanını kazanan yegana subaydı. O, Rommel'den, insanı şaşırtan pek çok emir almıştı. Fakat bu seferki hakikaten nefes kesiciydi. Bunun manası Mısır'ın fethiydi ve büyük bir şan ve şöhretti. Vestefalyalı Briel gururla doğrulmuş ve «Emredersiniz Mareşalim. Beni destekleyecek başka birlik var mı?» diye sormuştu. Briel muharebe grubu bir hayli kayıp vermiş ve şu anda elinde silah olarak, birkaç 4 santimetrelik top, 1 tane 5 santimetrelik tanksavar, 4 tane 2 santimetrelik uçaksavar, 2 havan ve 10.5 luk bir topçu bataryası kalmıştı. Rommel «Merak etme Briel, sana herşey göndereceğim» demiş ve hakikaten Briel 182 emrine 2 zırhlı top, bir 38 tonluk Çek tankı, Kayser'in zırhlı piyade taburu, 2 zırhlı keşif aracı ve bir miktar kamyon göndermişti. Bir saat sonra Briel yola çıkmıştı bile. Ve Rommel'in emrini eksiksiz yerine getiriyor, düşene kalkana bakmadan iskenderiye sahil yolunu takip ederek son hızla ilerliyordu. Nerede ingiliz kuvvetlerine rastlamışlarsa onu iki yanından kuşatarak ya çekilmeğe veya teslim olmaya mecbur ediyorlar ve gerilerinde, yanlarında kalan düşmana önem vermeden yürüyorlardı. Panzer ordu karargâhında Harekât Şube müdürü, her saat başı Briel'den gelen raporu okudukça hayretle başını sallıyor ve mesajı getiren teğmene «Bu olanaksız, hele bir daha oku bakayım»

diye söyleniyordu. Halbuki ortada hayret edilecek birşey veya bir hata yoktu: — Saat 14.30, İlk hedefe ulaşıldı. — Saat 14.55, ikinci hedefe ulaşıldı. — Saat 15.35. Düşman Skavtlanyla karşılaşıldı. 3 tank tahrip edildi. Kaybımız 1 dört santimetrelik top, 1 iki santimetrelik top ve 1 küçük araç. — Saat 18.02. Günlük hedefe ulaşıldı. Muharebe grubu tahkimatla meşgul. Bu bilgileri haritasına işaretleyen bir kimse, Briel grubunun El Daba'ya varmış olduğunu kolaylıkla anlayabilirdi. Ve gerçekten durum bu kadar kolaylıkla gelişti ise El Daba karşısında durup oturmanın ne manası vardı? Netekim Rommel'in «El Daba'yı derhal ele geçirin» emri gecikmemiş ve 4 saat sonra Briel'den şu mesaj gelmişti: — Saat 2.10. El Daba zaptedildi. Abdurrahman istikametinde ilerliyorum. 183 Panzer ordu karargahında bütün subaylar bu heyecanlı yarışı, adeta konuşmaktan çekinerek, nefesleri tutulmuş bir halde saat saat takip ediyorlar ve «Briel bu hızla İskenderiye'de bile duramayacak galiba» diye sevinçlerini gizlemiyorlardı. 15 nci ve 21 nci Panzer tümenlerine ait araçlar da, İngiliz istihkâmcıları tarafından yer yer tahrip edilen Marsa Matruh - İskenderiye yolu üzerinde harekete geçmişlerdi. 90 nci tümen de hareket etmek üzereydi. Briel muharebe grubu, tümenlerin şu sırada çok uzağında, adeta düşman denizi ortasında bir ada gibi idi. Ama diğer yandan askerin olduğu kadar, araçların bile fiziki kuvvet ve enerjileri son kerteye dayanmıştı. Ayaklar şayet vücudu taşıyamıyorsa ve kafalar açık ve doğru düşünemiyorsa o zaman hiçbir emrin hükmü kalmaz. İşte kısa da olsa bir mola vermenin tam zamanıdır. İstirahat emri duyulur duyulmaz askerler yere serilir veya araç başında başlarını göğüslerine dayayarak uyumaya başlarlar. Briel'in de istirahat komutu ile beraber aynı şey olmuş ve bütün Muharebe Grubu «Yat» emri verilmiş gibi sür'atle uyuya kalmışlardı. Henüz uyuyamayan iki er konuşuyorlardı: — Daha ne kadar yolumuz kaldı? — 95 kilometre kadar. — İskenderiye'ye daha o kadar yol var mı? — Evet.

•— Vay canına, daha epeyi çekeceğimiz var, desene. Almanların, El Alemeyn mevziindeki tahkimat ve mayın tarlalarından haberleri yoktu. Mevzi şu sıralarda 1 nci Güney Afrika tümeni, 6 nci Yem Zelanda ve 18 nci Hint Tugayı tara- 184 fından tutuluyordu. Bu kuvvetler bir hafta kadar önceden El Alemeyn mevziine gelerek yerleşmeye başlamışlardı. Eğer Rommel, Marsa Matruh'tan çekilen diğer kuvvetlerin burada tutunmasına imkân vermeden sür'atle yüklenirse mevzideki şimdiki zayıf küvetlerle El Alemeyn'in savunulması mümkün olmazdı. Eğer-? Eğer!? Yüzbaşı Kayser'in taburu sahil yolunu emniyete almıştı. Geceleyin devriyeler çıkarılmış ve El Daba'mn biraz ilerisinde Briel Muharebe Grubu, silah ve araçlarının bakımım yapmak ve biraz dinlenmek üzere yerinde kalmıştı. Ertesi gün emir gereğince ileriye keşif kolları sürülerek diğer birlikler beklenmiş, bu arada Briel de kuvvetli bir keşif kolu ile birÜkte ileriye çıkmıştı. Keşif kolu, meşhur Beyaz Cami'yi geçip istasyona yaklaşmıştı. Biraz ilerideki patikada duran birkaç kamyondan başka ortalıkta birşey görünmüyordu. Ama keşif kolu öndeki sırtı da aşınca ilk ateşi yemiş ve sırtın gerisine çekilmişti. Alman öncüleri şimdi El Alemeyn mevzii ile karşı karşıyaydı ve bilmem kaçıncı defa olarak bir kanlı savaşın eşiğinde bulunuyordu. Ve solda, sahil yolunda küçük bir İngiliz motorlu kolu, sanki olanlardan habersizmiş gibi İskenderiye istikametinde hareket halinde idi. Birgün önceki iki Alman eri yine konuşuyorlardı: — Ne kadar mesafe kaldı? — 75 kilometre. — Ne, hepsi o kadar mı? — Evet, yarın İskenderiye'deyiz. 30 Haziran sabahı Briel'in araçları harekete hazırdı. 185 15 nci ve 21 nci Panzer tümenleri El Daba- El Kesir hattını geçmişler, 90 nci Hafif tümen Fuka bölgesini geride bırakmıştı. Rommel, her zamanki gibi yine ileri hatlardaydı ve Taktik Komuta Yeri'ni El Daba'da bir barakada kurmuştu. Fakat Panzer ordusu El Alemeyn mevziine yaklaşması ile doğru orantılı olarak kesif düşman hava taarruzlarına uğruyordu. Rommel

ilk defa bu kadar yoğun uçak saldırılan ile karşılaşıyordu. Ve Çörçil'in «Kıraliyet Hava Kuvvetleri, kayıplara aldırmaksızın, Mihver kuvvetlerinin ilerleyişini durduracaktır» yolundaki emrinden de haberi yoktu. Rommel çalıştığı barakaya hava hücumlan başladığından burayı terketmiş ve ilerideki bir çukurda bulunan çadınnda vazifeye devam zorunda kalmıştı. Kuzey Afrika harbi en yüksek noktasına ulaşmıştı. Tansiyon artmış, sinirler gerilmişti: Acaba Alman zırhlı birlikleri Nil'e ulaşabilecek ler mi? Şimdi dünya, heyecanla bu sorulann cevabını aramaktaydı. Almanlar için Suriye'yi. Irak'ı ve İran körfezini ele geçirmek gibi muazzam sonuçlar sağlayacak bir stratejik fırsat doğmuştu. Dahası da var: Türkiye kuşatılacak ve Almanya yanında harbe girmeye zorlanmak suretiyle Rusya'nın güney kanadı tehdit edilecekti. 30 Haziranda Rommel, bu fırsatlann hepsinin, artık çok yakınında olduğuna inanıyordu, öğleden sonra komutanlarla Taktik Komuta yerinde bir toplantı yaptı. Durum tartışması sonunda Feld Mareşal «Ertesi günü - l Temmuz sabahı El Alemeyn mevzilerine taarruza başlanmasını » emretti. «Afrika Kolordusu, bütün sür'atiyle El Fajda - Kahire genej istikametinde 186 ilerleyecekti» Albay Bayerlayn, askerlerin çok yorgun olduğunu söylemek istediyse de, Ordu Kurmay başkam onun omuzunu okşayarak «Nil'de dinlenirler Bayerlayn, fazla telaş etme » diyerek onu susturdu. Briel'e, «İleri harekâtı durdurarak 90 ncı Hafif Tümene katılması» emri verildi. Bu saatlerde 3 ncü Güney Afrika Tugayının İngiliz emir subayı teğmen Blonton, son hızla İskenderiye'deki ikmal birlikleri komutanına' bir emir götürmekteydi: «Almanlar El Alemeyn'i topçu ateşi altına aldılar. Tahrip hazırlıkları en kısa zamanda tamamlanmalıdır».. İngilizler, Briel Muharebe Grubunu çok büyütmüşler, onun keşif taarruzunu, Alman asıl kuvvetlerinin genel taarruzu sanmışlardı. Şu «Tilki Adam-ın bulunduğu yerde herşey mümkündü. Alman asıl kuvvetleri bu kadar kısa zamanda El Alemeyn'e ulaşmış olabilirdi. Almanların mevziye taarruza başladıkları haberi, yıldırım süratiyle bütün İskenderiye'ye yayıldı: «Rommel El Alemeyn kapılarında»... Bir zamanlar Romalıların bağırdığı gibi: «Hannibal Ante Portas» (*)

İngiliz donanmasına, Port Sait ve Hayfa'ya çekilmeleri emredilmiş ve bu hal Mısırlıların açıktan İngilizlere hakaret etmelerine yol açmıştı. İngilizlerin, harbin başlamasiyle Mısır'a yığdıkları insan, silah ve malzemenin haddi hesabı yoktu. Başlangıçta İngiliz ordusu, bunun hakkını vermiş ve İtalyan ordusunu önüne katarak Bingazi'nin ötesine kadar kovalamıştı. Ama vakta ki Rommel ve birkaç Alman tümeni Afrika'mı Aníbal, kapımızda. 187 ya ayak basmıştı, işler sanki sihirli bir değnek değmiş gibi tamamen tersine dönmüştü. Ve kimse, felaketin yalnız Mısır'ın kaybedilmesiyle biteceğine inanmıyordu. Mısır'dan sonra sıranın Malta'ya geleceğini ve Malta ile birlikte bütün Akdeniz'in elden çıkmış olacağını, bütün Orta Doğu'mın sırasiyle Almanların eline geçeceğini aklı başındaki herkes kabul ediyordu. İskenderiye'de İngiliz askerleri hemen hemen tamamen şehri terketmiş, tahrip müfrezeleri rıhtım, liman tesislerini ve diğer kritik yerleri tahribe hazırlamış, alarm durumunda bekliyorlardı. Kahire de İskenderiye'den geri kalmıyordu. Caddeler, İskenderiye ve civardan gelen araçlarla tıkanmıştı. Şehirde sıkı yönetim ilan edilmiş, İngiliz konsolosluğunun karşısında Filistin'e gitmek için vize bekleyen büyük bir insan kalabalığı toplanmıştı. Kahire, Hazreti Musa'dan beri görülmeyen muazzam bir göç hazırlığı içindeydi. Sefaretin bahçesinden koyu bir duman yükselmekte, ingilizler bütün dokümanları yakmaktaydılar. Askerler mütemadiyen haritaları, dokümanları, şifre kitaplarını ve isim listelerini kapsayan bültenleri yükselen alevlerin içine atıyorlardı. İçi, İngiliz kamu kuruluşlarının malzemeleri ile dolu uzun kamyon kollan Filistin istikametine gidiyor, Amerikalılar ise Somali'ye doğru çekiliyorlardı. Haberler servisi, kadın sekreterler ve memurlar Güneye gönderilmişti. Şehir dışı da, şehir içine benziyordu. Yaralı araçlan, ikmal araçlan, birlik taşıyan araçlar karma kanşıktı. Kimi şehre doğru geliyor, kimi şehirden uzaklaşıyordu. Alan Moorhead, bu olaylan anlatan eserinde «Her cins top, kurtarma araçlan, zırhlı araçlar, sayısız kamyon, yorgunluktan bitkin bir hale gelmiş insan- 188 larla dolu olarak ve kocaman bir kertenkele gibi, 150 kilometreden daha uzun bîr kafile halinde

çöl yolundan Kahire'ye taşınıyordu. Kendi kendimize soruyorduk. Acaba bütün ordu mu çekiliyor?» O gün General Auchinleck, Nil deltasını tahliyeye karar vermiş ve 8 nci ordunun kalanı ile Sudan, Filistin ve Irak'a çekilmeyi planlamıştı. Rommel'in El Alemeyn hattına taarruz planı şöyleydi: Güneyden, Kattara çukuru yakınından taarruz edileceği hissini vermek ve kuzeye doğru kayıp 90 ncı Hafif Tümen desteğinde 21 nci .Panzer tümeniyle El Alemeyn bölgesindeki düşman kuvvetlerini çevirip imha etmek, sonra Afrika kolordusuna 21 nci Panzer tümenini de katarak güneye yönelip düşman gerilerine sarkarak imhayı tamamlamak ve bunu müteakiben de, doğal olarak, Süveyş ve Kahire'yi ele geçirmek. Fakat harp kaderi ne yazık ki Rommel'e yavaş yavaş sırtını dönmeye başlamıştı. Bir defa, Rommel'in artık göz ve kulağı eskisi gibi vazife görmüyordu. Kahire'deki Amerikan Ataşesinin 29 Hazirandan beri mesajları çözülemiyordu. Şifreler değişmiş, Berlin'deki şifre mütehassısları 2 gündür yeni şifre üzerinde çalışıyorlarsa da henüz bir sonuç alamamışlardı. Üstelik keşif kollan da, yeterli tutsak ele geçiremediklerinden ve mayınlı alanlar yüzünden düşman mevzii derinliklerine giremediklerinden durumu aydınlatıcı raporlar veremiyorlardı. Ancak 1 Temmuz sabahı, Deir - El Shein mevkiinin kuvvetli bir düşman birliği tarafından tutulduğu ve etrafın küvetle mayınlandığı haberi alınabilmiş, Nehring'in keşif kollan da ancak o saatlerde 189 Ruveysat sırtlarının 1 nci Güney Afrika tugayı tarafından tutulduğunu bildirmişti. Başka bir talihsizlik daha olmuş, bir gece evvel Afrika kolordusu şiddetli bir kum fırtınasına tutulmuş. El Kesir'den El Alemeyn'e dönüş yerinde geçilmesi zor bir araziye rastlamış ve zamanında taarruz mevzilerine yanaşamamıştı. Ama bunlar, plam değiştirmek için yeter nedenler değildi. Rommel harekâtın devamını emretti. Öğleden evvel 21 nci Panzer tümeni, örnek bir cesaretle döğüşerek ve yine örnek alınacak koordineli bir taarruzla Deir - El Shein müstahkem mevkiini ele geçirmişti. Öğleden sonra Afrika kolordusu mayın engellerinde geçitler açarak cephesindeki 18 nci Hint Tugayını geriye atmış,

fakat bu taarruz Afrika kolordusuna 18 tanka malolmuştu. Bu tank kaybı, şimdi miktar olarak ne kadar komik görünse de, daha önceki muharebelerde zaten küçümsenemeyecek kayıplara uğramış Rommel ordusu için bir hayli önemliydi. Kuzeyde, plan gereğince El Alemeyn tahkimatına çatmadan kuşatıcı taarruza başlayan 90 nci Hafif Tümen'in harekâtı başarı sağlayamamıştı. Birlikler, Güney Afrika tugaylarının umulanın üstünde çetin savunmalan ile karşılaşmış ve yoğun bir savunma ateşi altında engelleri ve mayın tarlalarını aşmak için tekrarladıkları hücumlarda ağır kayıplara uğramışlardı. Rommel bu haberi alır almaz derhal 90 nci tümen bölgesine hareket etmiş, durumu bizzat gördükten sonra taarruzun devamının bir fayda sağlamıyacağını o da anlamıştı. Bu duraklamalar, Rommel için, El Alemeyn muharebelerini kaybetmek anlamına geliyordu. O, bütün planını, bir hareket taktiğine dayandırmış 191 ve derinliğe dalmak suretiyle düşmanı mevziinden söküp çıkarmak ve onu zırhlı ve motorlu kuvvetlerinin çevik darbeleriyle hareket halinde imha etmek esasını gütmüştü. Ama iş bir mevzi harbine döküldü mü, bu O'nun sonu demek olurdu. Çünkü düşman, kendisine nazaran bol ve çabuk ikmal edilebilir, kendisinin 1 mermisine 5 mermi ile karşılık verebilirdi. Hem bu, Rommel ve askerlerinin âdetlerine ve karakterlerine de uymazdı. Çünkü O ve askerleri El Ageyla'dan buraya kadar tank ve araç sırtında açık alanlarda at oynatarak, sür'atle karar verip yıldırım gibi tatbik ederek, kuşatarak, çevirerek hızla atılıp şaşırtarak gelmişler ve başarmışlardı. Ama şimdi düşmanla karşılıklı oturup keyif mi süreceklerdi? Hem de Nil'e bu kadar yaklaştıkları, başlarını biraz ileriye uzatabilseler Ehramların tepelerini görebilecekleri bir zamanda mı oturup duracaklardı? Bu sıralarda gelen keşif raporlarından l nci İngiliz zırhlı tümeninin, bir yanlış anlama sonunda, Ruveysat'- ın güneyindeki mevzileri işgal etmemiş olduğu anlaşılmıştı.. Ne umulmadık fırsat bu!.. Yoksa talih tekrar Rommel'e gülümsemeye mi başlamıştı? Kayıplara bakmaksızın Nehring'in Afrika kolordusu Ruveysat istikametinde ileri. Boş olan Ruveysat sırtları ele geçirildikten sonra iş kolaydı: Düşman savunma mevzii yarıldığına

göre çevik kuvvetler süratle dalarak Güneydeki 13 ncü İngiliz kolordusunun gerisine düşebilirlerdi. Fakat o gün akşama kadar Nehring, cepheden çekilip Ruveysat sırtlarını tutan 18 nci Hint Tugayını bir türlü geriye atamadı. Hintliler sanki çukurlarına zincirle bağlanmışlardı, ölüyor fakat çekilmiyorlardı. Beri yandan, doğrusu aranırsa kar topu örneği eriye eriye bu- 192 ralara kadar gelen Afrika kolordusunun da nefesi tükenmek üzere idi. Nitekim Batıdaki kum tepelerinin ötesinde yavaş yavaş kaybolan çöl güneşinin ışıklan gibi, Alman askerinin son enerji kırmtılan da yavaş yavaş karardı ve Ruveysat sırtlan eteklerinde serilip kaldı. Ertesi günü ve daha ertesi günü, 2 ve 3 Temmuz günleri, Panzerlerin kalanı ile taarruzlar tekrarlanmış ise de, bölgeye yeni takviyeler gönderen İngiliz savunma gücü karşısında bir basan sağlamak mümkün olamamıştı. 3 Temmuz günü İtalyan Littoria tümeni ve güneyden kaydınlan Ariete İtalyan zırhlı tümeni yardımiyle El Alemeyn'i kuşatmak için 90 ncı Hafif tümenin taarruzlan da muvaffak olamadı. Daha önceki savaşlarda daima yenilen Hintli'ler, Güney Arikalı'lar, Avustralyalı'lar, Yeni Zelandalı'lar, İngilizler yenile yenile yenmesini mi öğrendiler yoksa? Burada da Fray berg'in Yeni Zelanda tümeni Hint Tugayı gibi canım dişine takarak döğüşmüş ve bir adım gerilememişti. Hatta savunmakla da yetinmemiş, aldığı takviyelerle mahdut hedefli bir taarruza başlamış ve İtalyan Ariete tümenini yenerek bütün tümen topçusunu ele geçirmişti. Diğer cephelerde olduğu gibi bu kesimdeki muharebelerde de her ne kadar İngiliz Hava Kuvvetlerinin yakın desteğinin büyük yardımı olmuşsa da bu, savunuculann başansını küçültmez. Rommel, son şansın da elinden kaçmakta olduğunu görüyordu. Son bir gayretle ağır topçuyu ve 88 lik bataryalan cepheye sürerek yeni bir taarruzu denediyse de bu da bir evvelki gibi biraz mesafe aldıktan sonra yavaşlayıp durdu. Artık yeni bir taarruzu düşünmek bir yana bu durumuyla savunmak bile güçleşmiş, Rommel'in 193 kuzey yanı düşmana karşı tehlikeli şekilde açılmıştı. Feld Mareşal, mukadderata boyun eğdi ve 3 Temmuz akşamı geç saatlerde «Bulunulan hatlarda savunma»ya geçmelerini birliklerine emretti.

Bu, 26 Mayıstan beri, neredeyse, 1.5 aydır süren zafer yürüyüşünün sonu demekti. Bunu, cephedeki bütün Mihver askerleri ta içlerinde hissediyorlardı. Ama koca ordudan elde kalabilen 26 tankla Nil'e varılamayacağım da biliyorlardı. 4 Temmuzda artık roller değişmişti. Bugün İngilizler 21 nci Panzer tümenine karşı kuvvetli bir taarruz yönelttiler. Tümen zor saatler geçirmiş ve Rommel'in emriyle geri çekilmişti. Fakat tümen topçuları ezilmiş ve düşman ilerlemesi ancak Zeck Grubuna ait topçuların imdada koşmalanyla durdurulabilmişti. 5 Temmuzda da düşmamn mevzii taarruzları ile savaşlar sürmüş ve 15 nci Panzer tümeninin elinde ancak 16 tank kalmıştı. Ertesi gün mayınlar ve tahkim malzemesi gelmiş, Rommel yeni savunma grupmanlan yaparak birliklerini mevzilerine yerleştirmeye başlamıştı. 3-4 gün, Rommel'in tekrar kendine gelmesi ve insiyatifi ele alması için yetmişti. 10 Temmuz günü sabah 06.00 da Mihver kuvvetleri, El Alemeyn bölgesindeki düşman Kuzey kanadını kuşatacak şekilde taarruza başlıyordu. Harekâtın başlamasıyla birlikte kuzey bölgede birdenbire muharebe şiddetlendi ve düşmanın yoğun bir topçu ateşine başladığı görüldü. Albay Von Mellenthin bugünkü olayları şöyle anlatın «Taktik karargahımız cepheden ancak 1.5 kilometre geride idi. Cephe istikametinde ilerlediğim zaman yüzlerce İtalyan askerinin panik halinde geriye doğru kaçtıklarını gördüm. Bur- 184 lar, Sabratha tümenine mensuptular. Durumu yakından görünce, bütün tümenin mağlup olduğunu anlamakta güçlük çekmedim. Açılan bu muazzam gediği tıkamak için birşeyler yapmak lazımdı. Derhal gerideki karargahımla temasa geçtim ve o civarda bulunan bütün askerlerin sür'atle bulunduğum sırta koşmasını bildirdim. Çok geçmeden karargah erleri, uçaksavar ve tanksavarlar, sahra mutfağının mürettebat ve ikmal birliği erleriyle düşmana karşı koymaya başlamıştık. Az sonra da bu erlerle, Avustralyalılar arasında göğüs göğüse yakın çarpışmalar başladı. Bu hengamede subaylar da erlerden geri kalmadı ve düşman taarruzunun ilk dalgasını durdurmaya muvaffak olduk. Ama maalesef dinleme servisinin başarılı komutam Yüzbaşı Seebahn vurulmuş, haber ve raporlardan imha edemedikleri düşmanın eline geçmişti.

» O gün Rommel, Yüzbaşı Seebahn'ın ölüm haberini aldığında donup kalmış, neredeyse ağlayacak hale gelmişti. Seebahn'ı Mareşal gerçekten çok severdi. O, gece gündüz demeden çalışır, düşman telsiz haberleşmesini yakalar ve takip eder, şifreleri çözmeye çalışır, yorulmadan raporlarını muntazaman karargaha sunardı. Rommel'in başarılarında bu dinleme bölüklerinin verdiği haberlerin çok önemli bir yeri olduğunu bugün artık herkes kabul ediyor. Özellikle de 621 nci dinleme bölük komutanı Yüzbaşı Seebahn'ın ele geçirdiği haberler hâlâ onu tanıyanların dillerinde dolaşmaktadır. Seebahn'. ın ölümünden evvel gönderdiği son rapor şöyleydi: «Avustralya kıtaları tanınmış fakat bu saate kadar nerede bulundukları tesbit edilememiştir.. » Seebahn için «Rommel'in kulağı» de- 195 nirdi. Ve bu yakıştırma aynı zamanda bir gerçeğin ifadesiydi. 10 Temmuzda Rommel'e Alman 184 ncü Hafif Tümeninin öncü birlikleri takviye olarak katılmıştı. Gelen birlik 38 nci Piyade Alayı ve bir İstihkâm birliği idi. Tümenin kalanı Trablus limanına parti parti çıkarılmaktaydı. Bu birlik, ayağımn tozu ile savunmaya katılarak Hecker Muharebe Grubuyla birlikte düşman ilerleyişini de durdurmuştu. Fakat Mareşal'ds buna sevinmek için takat kalmamıştı ve O hâlâ, Yüzbaşı Seebahn'ın ölümüne yanıyordu. Bugünkü muharebeler sonunda -İtalyan birlikleri, yararlanamayacak şekilde ağır kayıplara uğramış ve moralman da sarsılmışlardı. Rommel o gece Kuzey cephesine, Güneyden bazı birlikleri kaydırmak zorunda kalmıştı. 13 Temmuz günü Rommel şansını bir kere daha denemeye karar verdi. Öğleden sonra takviyeli 21 nci Panzer tümeninin eldeki tanklarıyla El Alemeyn bölgesine yönelttiği taarruz bir kere daha başarısızlığa uğradı. Rommel, bu taarruzu herşeye rağmen ertesi gün yemledi. Bu sefer başarı elde edilmiş ve Panzer tümeninin öncü birlikleri sahil yoluna ulaşarak El Alemeyn kalesinin geri ile olan irtibatını kesmişlerdi. Talih, tekrar dönüyor muydu, yoksa! İşte İngilizlerin Kuzey cephesi çökmek üzereydi. Daha denizi gören erlerin sevinmesine ve karargahlarda haritalara gelişen durumu işaretlemeye zaman kalmadan vaziyet değişmiş ve ilerleyen

kuvvetlerin açık kanadına taarruz eden Avustralyalılar durumu tersine çevirmişlerdi. Kuşatmaya giderken kuşatılan Alman öncü birlikleri zorlukla çekilme imkânı bulabilmiş ve kayıplar 196 vererek eski mevzilerine dönmüşlerdi. Rommel, raporlar karşısında acı düşüncelere dalmıştı «Çok değil, tam mevcutlu bir zırhlı tümen, o da bulunmazsa sadece bir hafif tümen şu anda elinde olsaydı? Harbin talihini bu tek tümen dahi değiştirmeye yeterdi..» Fakat, işte o tümen yoktu. Rus cephesi, Alman askeri kudretini bir Vampir gibi yutuyordu. 15 Temmuz'da Yeni Zelanda ve Hint birlikleri tekrar taarruza geçerek, Ruveysat bölgesinde bir yarma yapmaya muvaffak olmuşlardı. Fakat aynı gün 15 nci Panzer tümeni, 3 ncü ve 33 ncü keşif birlikleriyle müştereken yaptıkları karşî taarruzla düşman geri atılmış ve kaybedilen arazi tekrar ele geçirilmişti. 16 Temmuz'da Avustralyalılar, İtalyan Sabratha tümeninin Tel-El İsa'daki kalıntılarını da tamamen temizlemişlerdi. 282 nci Alayın mevziini tutması sayesinde harekâtın gelişmesi önlenmiş ve bir felakete mani olunmuştu. Ertesi gün İtalyan Trieste ve Trento tümenleri de mağlup edilmiş ve Rommel bu gediği ancak bütün kuvvetlerim toplayarak tıkamaya muaffak olmuştu. O gece Mareşal Kesserling ve İtalyan Genel Kurmay Başkanı Mareşal Cavellero, Rommel'in karargahına gelerek görüştüler. Rommel, durumu bütün açıklığı ile ortaya koymuş, harekâttaki bu Med ve Cezirler'in kıt'alanmn son enerji ve takatini de yiyip bitirdiğini belirtmişti. İngilizler ana ikmal depolarından 90 -100 kilometre uzakta olmalarına karşın, Rommel'in en yakın ikmal depolan 450 - 500 kilometre mesafedeydi. Bu da Tobruk limanına göre yapılan hesaptı. İtalyan kuvvetlerinin ikmali ise —İtalyanlar burayı daha emniyetli gördüklerinden— Trablus'a yapılmaktaydı. Trablus ise buradan 1800 kilometre 197 mesafedeydi. Bu, Düsseldorf'tan Moskova'ya gitmek demekti. Son olarak Rommel «Eğer ikmal problemi halledilmez ve birşeyler yapılmazsa yakında çökebiliriz» diyerek sözlerini bitirdi. Bunu konuşurlarken, daha 25 gün kadar önce Mareşallerin ilkin Malta'nın alınmasını uygun görmelerine karşın Rommel'in Nil'e taarruzda ısrarı hafızalarda canlanıyordu. Tahmin olunur

ki Kesserling, haklı çıkmanın gizli sevincini bile duymuştur. Çünkü kendisi, oldum olası ilkin Malta'nın ele geçirilmesi, ikmal yolları güven altına alındıktan sonradır ki Nil üzerine yürünmesini savunmuştu. Ve şimdi olaylar onun ne kadar haklı olduğunu göstermişti. O sırada hiçbiri, Rommel'in bu kritik durumu atlatabilme sebebinin, İngilizlerin Rommel kuvvetlerinin hâlâ muharebe kudretini koruduğunu sanmalarından ileri geldiğini bilmiyordu. İngilizler henüz, Rommel isminden gelen korkuyu atamamışlardı. Bir de Alman askerinin tükenmez kahramanlığının rolü unutulmamalıydı. Şimdi bununla ilgili bir olayı anlatmanın yeri geldi: Bu kahraman, 19 yaşında, çocuk yüzlü Günter Halm adında bir delikanlıydı. O, ne gözü pek bir insan ne de cüretli, becerikli bir kimseydi. Aklı başında sakin bir hali vardı. Onun çavuşu, bu soluk benizli gencin asla bir kahraman olamayacağı ve adının harp tarihine büyük harflerle yazılacak tipte bir adam olmadığı üzerine bütün servetini ortaya koyarak bahse tutuşmaya hazırdı. Amma işe bakın ki, bir eski makina tamircisi olan Halm, Brinkforth'- dan sonra Şövalye Haç nişanıyla onurlandırılan en genç ikinci er oldu. Ve Rommel madalyayı bizzat kendi eliyle taktı. Halm, bazı kitaplarda yazıldığı ve anlatıl- 198 uıgı giDi Aırıka savaşlarında vurulup ölmüş değildir. O halen Almanyada Bad - Munderde şehrinde oturmakta ve kömür ticareti ile uğraşmaktadır: Dört kız babası Halm bana hikâyesini büyük bir alçak gönüllülük içinde ve adeta sıkılarak anlattı. Komşularından hiç birinin, O'nun, 5 sene evvel bütün gazetelerde resmi basılan ve sütunlar dolusu yazı yazılan kimse olduğundan haberi yoktu ve onu tanımıyorlardı. «Niçin bilsinler » diye omuz silkti. Çünkü kendisi harpten sonra bu yüzden birçok zorlukla karşılaşmış ve hatta Brunswick üniversitesinde mekanik öğrenimi görmesine bile engel olunmuştu. Halm'i kahraman yapan olay şöyle gelişmişti : Auchinleck, 21/22 Temmuz gecesi taze kuvvetlerini gizlice El Alemeyn mevziinin merkez kesimine yanaştırmış ve 22 Temmuz sabahı erken saatte yoğun bir topçu ateş hazırlığından sonra bu kuvvetli sıklet merkezi ile 21 nci Panzer tümeninin üzerine çullanmıştı. Bu kuvvetler

Avustralya, Hint ve Güney Afrika Tugayları ile İngiltereden yeni gelen 23 ncü İngiliz zırhlı tugayı idi ve Auchinleck tam mevcutlu ve dinlendirilmiş bu kuvvetlerle son kozunu oynuyordu. 21 nci Alman Panzer tümenini ezerek Afrika kolordusunun bel kemiğini kırmış olacak, ondan sonra diğer kuvvetlerin üzerine çullanmak büyük bir mesele teşkil etmeyecekti. İngilizlerin taarruza başladıkları sırada 21 nci Panzer tümeni 104 ncü zırhlı Piyade Alayının tanksavar bölüğü küçük bir vadinin sırtında durmakta idi. Hafif alaca karanlıkta etraflarında patlayan topçu ateşlerinden korunmak için bölük erleri, toplannın az ötesindeki çukurlara mevzilenmiş- 199 ler emir beklemekteydiler. Bölük komutanı teğmen Skubavius, top kalkanının gerisinde bir heykel gibi ayakta duruyor ve dürbünü ile vadi istikametini gözetliyordu. Birdenbire teğmenin «Geliyorlar. Top başına» komutu duyuldu. Bütün erler sanki aynı anda elektriklenmiş gibi yerlerinden fırlayarak toplarına koştular. Karşıdan bir sürü düşman tankı vadi boyunca resmi geçit yaparcasına ilerlemekteydi: Halm'ın topu sırtta, diğer toplardan 100 metre kadar ilerde bulunuyordu. Top çavuşu Jabeck ve diğer top mürettebatı bu gürültü arasında ve sabahın hafif sisi altında 5 düşman tankının biraz ileriden geçerek kendilerini geride bıraktıklarını ancak farkedebildiler. Panzer tümeninin taktik komuta yeri, tankların gittikleri istikamette, 1.5 kilometre ileride idi. Ve tankların önünde hiç bir kuvvet yoktu... Düşünebiliyor musunuz? Tanklar ve savunmasız komuta heyeti... Ya diğer tanklar da ilerlerse? On! yirmi! Otuz!... Eğer iş böyle gelişirse, Alman askerlerin söylediği gibi buna «İyi geceler Mari» demekten başka çare kalmayacaktı. Zaten bu sırada teğmen Skubavius «Ateş serbest» komutunu vermişti. Top çavuşu koluyla 5 düşman tankının en önündekini gösteriyordu. Şimdi herşey Halm'in sinirlerine hakim olup, iyi nişan almasına kalmıştı. Top çavuşunun bu 14 Tonluk Rus topunun mermilerini zamanında taşıtması ve 3 ile 4 numaralı erlerin zamanında görevlerini yapabilmeleri de önemliydi. Şimdi hiç kimse konuşmuyordu, herkes nefesini kesmiş, Halm' in tetiğe basmasını bekliyordu. Halm ise ne zaman ilk mermiyi ateşlediğini hatırlamıyordu. Nişancı sandalyesine oturduktan 5 saniye sonra

mı, 5 dakika sonra mı? Hiç farkında değildi. Ancak, tetiğe basmasından sonra gümbürtü 200 toz, duman birkaç saniyede dağılanca en öndeki tankın durduğu yerde yanmakta olduğunu sevinerek hatırlıyordu. Top çavuşu Jabeck'in «Tam isabet» diye haykırması halâ kulaklarında idi. Atış esnasında geri tepen top Halm'in bacağını sıkıştırmıştı. Halm bacağının ağrısını duymuyordu bile, topu tekrar yerine sürdüler ve dolduruş, arkasından Halm'in ikinci mermiyi yollayışı. Yine «Tam isabet». Bu sefep Halm dahil hepsi birden bağırmıştı. Ve 2 dakika içinde 5 tankın 4 ü tam isabetle tahrip edilmiş ve ilerleyen diğer tanlar da durmuştu. Ateşin nereden geldiğini anlamaya çalışıyorlardı. Çok araştırmalarına da lüzum kalmadı. Bir kaç saniye sonra ilkin 1 : 2 mermi, âz .sonra sayısız mermi topun civarında patlamaya başlamıştı. Topun etrafı, sanki Cehennemden bir köşeyi andırıyordu. Toz, toprak ve duman arasında herşey birbirine karışmıştı ve Halm bugün bile bu çelik bombardımanından nasıl sağ kurtulduğunu bir türlü anlıyamamıştı... Halm dahil hiçbiri ne yaralanmış, ne korkup saklanmıştı ve sanki etrafa yağan leblebiymiş gibi hiçbirşeye aldırmadan topu yerine oturtuyorlar, mermiyi taşıyıp namluya sürüyorlar sonra da nişancı Halm'in topu ateşlemesini bekliyorlardı. 6, 7, 8 derken şimdi de 9 ncu tank tam isabetle parçalanmıştı. Yakındaki düşman tankları şimdi muharebeyi kesmiş, çekilmeye başlamışlardı. Ama içlerinden birisi bizim topa geriden saldırmak için yön değiştirerek yamaca tırmanmış, ama bu sefer de imdada yandaki topun mermisi ye^ tişmişti. Bareck'in topu bir atışta tankın kulesini parçalamış ve bu felâketten kurtarmıştı. Az sonra Stukalar da muharebe alanının tepesinde görününce top ve tank düellosunun sonu belli 201 olmuş, ayakta kalabilen ve ilerlemeye çalışan diğer tanklar da geriye çark etmeye başlamışlardı. Fakat şimdi de Jabeck'in topu bu geriye dönen tankların yoğun ateşi altına düşmüştü. Bir isabetle top kalkanı parçalanmış, bir başka mermi nişan dürbününü uçurmuştu. Doldurucu yaralanmış, toptan biraz uzaklaştığında kan kaybından yere yuvarlanarak orada kalmıştı. Topun diğer erleri de ya yaralı veya topun geri tepmesiyle yara bere içindeydiler. Yakınlarına

düşen son bir mermi topu tekrar havaya fırlatmış, ayakta sallanan Halm'de diğer arkadaşları gibi yere yuvarlanmıştı. Şimdi hepsi toz toprak arasında kan ve ter içinde, başlarını kolları arasına alarak veya topraklara sarılarak ateşten korunmaya çalışıyorlardı. Nihayet Alman Panzerleri de göründü ve düşman tanklarının üzerine son sür'atle atıldılar. Sonuç olarak düşman tank taarruzu kesin bir yenilgiye uğramış ve bir tanksavar bölüğü koca bir tank tugayının canına okumuştu. Bunda bütün bölüğün rolü olmakla beraber, özellikle 19 yaşındaki sessiz bir erin sinir hakimiyetinin, seri ve keskin nişan alma becerisinin büyük payı vardı. İngiliz teğmen Gordon Radford hatıralarında bu savaş hakkında şunları yazmıştı: «Taarruza henüz başlamıştık ki vadi istikametinde ilerleyen öncü bölüğü müthiş bir düşman tanksavar ateşine uğradı. Birkaç dakika içinde 9 tank yanmaya başlamış, diğer 6 sı hareketsiz kalmıştı. Bütün tugay şaşkınlık içinde idi. Yeni bir düzende harekâtı yürütme fırsatı bulamadan bu sefer düşman Stukalannın pike taarruzlarına uğradık. Ve bunu da atlattık derken bu 202 sefer Alman Mark—4 tanklarım karşımızda bulduk. Bütün bunların sonunda hemen hemen bütün Tugay yok edilmişti. İki sene eğitim, dünyanın yansı kadar süren bir yolculuk ve sonunda tam 1,5 saatlik bir çarpışmadan sonra yok oluş. Bu, korkunç bir kâbustu. 96 tank kavbetmiştik »... Teğmen Radford bu kanlı hengameden yakasını kurtarabilen ve tankı ile geri dönebilen pek az şanslı kimseden biri idi. Auchinleck'in Rommel cephesini çökertmek ve O'nun sağ kolu mesabesindeki 21 nci Panzer tümenini imha etmek üzere büyük ümitlerle başlattığı bu Taarruz tam tersi bir sonuç vermiş ve koca bir İngiliz zırhlı Tugayı 2 saatten daha kısa bir zamanda adeta erimişti. Ve bu başarıda büyük yükü taşıyan bir tanksavar bölüğü idi. 5 top mürettebatı ve bölük komutanı bir teğmen. Günter Halm Şövalye Haç nişanını Rommel'in kendisinden almış ve Onbaşılığa terfi etmişti. Harb içinde Halm Teğmenliğe kadar yükselmiş, 1944 te Fransa cephesinde Amerikalılara tutsak düşünceye kadar durmadan bir cepheden diğerine koşmuştu.

ÇÖL STALİNGRADI (Halfaya tepeleri) Feld Mareşal Rommel, Ağustosun bu sıcak yaz gecesinde ve bu geç saatte derin düşüncelere dalmıştı. Ciğerlerinden hastaydı, gözleri de iltihaplanmıştı. Bu da yetmiyormuş gibi son günlerde bir de burnunda bir türlü iyileşmeyen bir yara çıkmıştı. Komuta arabasında haritaları 203 ve hava fotoğrafları arasında uykusuz ve yorgundu. Bir ay önce Temmuzda ne ümitlerle El Alemeyn önlerine gelmiş ve Nil'e ne kadar yaklaşmıştı. Artık can çekişmekte olan İngiliz 8 nci ordusuna son darbeyi vuracak, onu kuşatıcı bir taarruzla mevzilerinden çıkmaya mecbur ederek, kendisinin alışık olduğu hareket harbine çekecek ve çevik kuvvetleriyle imha edecekti. Öyle ümit etmiş ve o planla harekâta başlamıştı. Fakat İngiliz ordusu bu sefer pek çetin çıkmıştı. Ve harbi, kendisinin istediği hareket harbinden mevzi harbine çevirmeyi başarmıştı. İngiliz ordusu bu harbe alışıktı ve bu durağan halde ikmal ve malzeme üstünlüğü ile ve yıpratma yoluyla sonunda zaferin kendi tarafında kalacağına inanıyordu. Yaz taarruzunun başladığı 26 Hazirandan bugüne, yani Ağustosun sonuna kadar Almanlar 60.000 tutsak almışlardı. 2.000 ne yakın İngiliz tank ve zırhlı aracı tahrip edilmiş ve bütün Çöl, İngiliz ordusuna ait malzeme, silah ve araç döküntüleriyle dolmuştu. Mihver kuvvetleri ele geçirdiği bu malzeme ve yiyecekle kendisini birkaç hafta ikmal imkânını bulmuştu ve şu anda bu kuvvetlerin araç ve malzemesinin % 85 i Amerikan ve İngiliz araç ve malzemesiydi. Fakat Almanların da zayiatı pek az sayılmazdı, 2.300 subay ve er ölmüş, 7.500 yaralı ve 2.700 tutsak verilmişti. Ağustos sonunda Rommel'in savaş kuvveti 34.000 kişiyi geçmiyordu. Aynı süre içinde İtalyanlar da 1.000 ölü, 10.000 yaralı ve 5.000 tutsak vermişti. İngilizler kayıplarını kısa sürede gidermişler ve Hindistan, Irak ve Suriye' den yeni tümenler getirmişlerdi. Afrikayı güneyden dolaşarak güven içinde Süveyş'e ulaşan Müttefik konvoyları, İngiliz araç silah ve her 204 türlü ikmal kayıplarım fazlasiyle gideriyor ve 8 nci ordu kısa zamanda nekahet devresini atlatarak sıhhatine kavuşuyordu. Rommel ise ne almıştı? Sadece 164 ncü Hafif

tümen ve Ramke paraşüt tugayı. Ki, 164 ncü tümenin araçları henüz Afrikaya getirtilememişti. tkmal maddelerinin üçte biri bile cepheye ulaşamıyordu. Ulaşanlar da, ta uzaklarda Tobruk, Bingazi ve hatta Trablus'a çıkarılıyor ve buradan cepheye gelinceye kadar ingiliz hava kuvvetlerinin devamlı taarruzlarına uğrayarak bir kısmı da yollarda kaybediliyordu. İngilizler, denizden ve karadan Rommel'e gelen herşeye taarruzla meşguldüler. Bu nedenle Kuzey Afrika'ya'gönderilmek üzere İtalya'da bekleyen 100 top, 2.000 araç ve Almanya'daki 20 tank bir türlü yola çıkarılamamıştı. «Son haftalarda Zırhlı Ordumuzun başarıları Londra ve Vaşıngton'da korku ve panik yaratmıştı. Bu hal, kuşkusuz düşmanımızı zamanından önce uyandırmaya, Nil'i ve Orta Doğuyu elden kaçırmamak için daha fazla gayrete teşvik edecektir» diyordu Rommel.. Sonra, elini Alman istihbarat raporlarının üzerine vurarak ekliyordu. «Büyük Müttefik konvoylar; kuvvetli bir koruma altında Güney Afrika'yı dolaşarak hareket halinde. Şimdiden bunlardan biri Kızıldeniz'e ulaştı bile. Bunlar sadece bir başlangıç, daha arkasının geleceği muhakkak. Çörçil ve Rozvelt, şimdi tehlikeyi bütün korkunçluğu ile anlamış görünüyorlar. Eylül ortalarında İngiliz 8 nci ordusu artık karşısında duramıyacağımız kadar kuvvetlenmiş olacaktır».. Eylülün ortası. Rommel, böyle demişti. Panzer ordusu karargâh kurmaylarının son bilgilere dayanarak hazırladıkları rapora göre, 205 Ağustos sonunda kuvvet üstünlüğü oranı, kara kuvvetlerinde üçe karşı bir, hava kuvvetlerinde beşe karşı bir Miher kuvvetleri aleyhine olacaktı. 259 Alman ve modası geçmiş 243 İtalyan (toplam 502) Tankına karşı 700 İngiliz tankı vardı ve bu oran gittikçe aleyhe olmak üzere artacaktı. İngiliz mayın ve diğer engelleri söz götürmez derecede boldu ve geçilmez bir derinliğe sahipti. İngiliz topçusu daha üstündü ve tükenmez denecek kadar bol cepanesi vardı. Akaryakıta gelince: Rommel'in Panzer ordusu ancak 120 kilometrelik bir harekete yetecek akaryakıta sahipken İngilizlerin akaryakıt depoları ağzına kadar doluydu. Fakat kurmaylar bu kötü durumdan çıkan sonuçlan yorumlarken, Rommel karşısında ihtiyatla hareket ediyorlardı. Çünkü Feld Mareşal bundan önce de,

kurmaylarının «Olamaz», «Kuvvetimiz yeterli değil» dedikleri birçok durumda bile onlan dinlememiş ve sonunda haklı da çıkmıştı. Ve şimdi de Rommel, önemli karar öncesinde yaptığı gibi gecenin sabaha kavuşacağı bu geç saatlerinde komuta aracında yalnız başına haritalara ve düşüncelere dalmıştı. Diğer taraftan İngilizler de derin düşünceler içinde idiler. Çörçil Ağustos 1942 başında Kahire'ye uçmuş, sonra Moskova'ya giderek Alman yaz taarruzunun etkisiyle paniğe kapılmış Stalin'i yatıştırmaya çalışmıştı. Almanlar bir taraftan Stalingrat'a ulaşırken diğer yandan Güneyde Kafkas zirvelerine tırmanıyorlardı. Stalin, «Birşeyler yapılmalı, birşeyler yapılmalı» diye söyleniyordu. Çörçil de, «Rommel'e karşı da birşeyler yapılmalı» diyordu. İlk yapılacak iş de, 8 nci Orduya yeni bir komutan atanmasıydı. Bu nedenle Auchinleck Orta Doğu baş 208 komutanlığına atanarak ondan boşalan Mısır cephesi komutanlığına Çörçil'in istediği General Gott getirildi. Herne kadar bazı politikacı ve asker, General Montgomeri'yi önermişlerse de Çörçil bu önemli yere tanımadığı bir komutan atanmasından çekinmiş ye Gott üzerinde ısrar etmişti. General Gott, orduda —saldırgan ve sinirli— bir kimse olarak tanınıyordu ve kendisine «Azarcı general» adını takmışlardı. Yakın günlerin ne getireceğini kim daha önceden bilebilir ki? General Gott'un göreve başlaması üzerinden daha bir hafta geçmeden bir öğle sonrası bir Alman keşif uçağı Kahire üzerinden görevden dönerken sahil yolunda korumasız bir İngiliz aracına rastlamış ve üzerine dalarak bir kaç makinalı tüfek ateş darbesiyle aracı tahrip etmişti. Gott ve emir subayı devrilen ve yanan araçta hayatlarını kaybetmişlerdi.. Şans denen görünmez ve bilinmez kuşun ne zaman, nerede, kimin başına konacağı belli mi olur? İşte o kuş, böyle hiç umulmayan bir zamanda Monti'nin (*) başında tüneyivermiş ve Harp tarihinin satır başlarına onun adı yerleşmişti. General Montgomeri'nin atanması haberleri Rommel karargâhına ulaştığında, biyografisine ait bilgiler yetişmiş bulunuyordu. Montgomeri en son olarak Dunkerque harekâtında bulunmuş ve tümen komutanı olarak çekilmeyi organize etmede gösterdiği başarı ile dikkat çekmişti. Rommel kendi kendine «Bu adam tehlikeli

» diye söylenmişti. «Aynı zamanda da işini biliyor»... Gerçekten de Montgomeri güvendiği (*) General Montgomeri. 207 bazı karargâh subaylarını beraberinde getirmiş, Korgeneral Harrocks'un da 13 ncü kolordu komutanlığına atanmasında direnmişti. Monti'nin ilk işi, 8 nci Ordunun El Alemeynden çekilmek için hazırlamış olduğu bütün planlan iptal etmek oldu. Onun kesin görüşüne göre «El Alemeyn mevziim terk etmek asla bahis konusu olamaz» dı. O, Alay ve Tümen komutanlanna «Birliklerim dağıtmadan ve topluca muharebeye sürmeleri» m söylüyor ve «Böylece dağınıklıktan ve düşmana lokma lokma yem olmaktan kurtularak, Rommel'e daha önce olduğu gibi kolay zafer sevincim tattırmayacağız » diyordu. «Tanklar ve Topçu'nun kitle halinde kullanılması, özellikle ve kesinlikle sağlanacaktır » diye ekliyor ve bu sözünün altını bilhassa çiziyordu. Harp kabinesine de bir raporla asgari isteklerini ve ihtiyaçlannı bildirmiş ve «Bu ihtiyaçlanm temin edilinceye kadar El Alemeyn mevzilerini tutacağım» demişti. Alman Baş Komutanlık karargâhı, kişisel olarak da Führer ve Duçe, Rommel'e çekilmemesini emretmişlerdi. O zamanki Afrika Kolordusu komutam General Nehring durumu sonradan bana şöyle anlatmıştı: «Rommel için bence 3 hareket tarzı vardı: Bulunduğu mevzilerde savunmaya devam etmek, düşmanın taarruz hazırlıklannı bozup zaman kazanmak üzere mahdut hedefli bir taarruz yapmak, veya, daha uygun bir mevzide savunmak için geriye çekilmek. Bence bunlann içinde en uygun olam, Baş Komutanlann düşünceleri hilafına ve psikolojik, politik bakımdan güçlükler yaratmasına rağmen, daha gerideki uygun bir savunma mevziine çekilmekti. Çün- 208 kü böylece —Düşman taarruz için yeni baştan hazırlık yapma zorunda kalacağından— zaman kazanılacak, düşman ikmal merkezlerinden uzaklaşırken biz ikmal mesafelerini daha kısaltmış olacaktık. Bunlardan ayrı olarak şimdikinden daha uygun bir mevzide —kazanılacak zaman içinde yem mevziyi yeterince pekiştirmek suretiyle— savunma avantajına kavuşmuş olacaktık. Kanaatımca, şu sıralarda 8 nci Ordu savunma gücü —Mahdut hedefH bir taarruz için bile

olsa— ümit vadetmiyecek kadar kuvvetli idi.» Yukarıdaki sözlerin, hayatı boyunca çekinmeden doğru bildiğini dile getiren, soğukkanlı ve temkinli bir general olan Nehring tarafından söylenmiş olması ayrı bir ağırlık. taşıyordu. Rommel'e gelince O, bu hareket tarzlarının hepsinin dışında —Nehring'in bir hareket tarzı olarak dahi düşünmediği— kesin sonuçlu genel bir taarruz yolunu seçti. O'na göre bu, bütün parasını bir karta yatırarak oynanan bir kumardı. Ve O, çekinmeden bu kumarı oynayacaktı. Afrika : Zırhlı Ordu Taktik Karargâh 30.8.1942 ORDU GÜNLÜK EMRİ Askerler, Bugün, Ordu yeni tümenterl3 takviye edilmiş ve düşmanın imhasını tamamlamak üzere yeni bir taarruza sokulmuştur. Emrimdeki her askerden bu kati saatlerde en büyük fedakârlığı bek- I İ y o n m - Feld Mareşal Rommel 209 Harekât planının kapalı adı «Hakiki Rommel »di. Kesin sonuç yine bir kuşatma manevrasıyla elde edilecekti. 1 nci safhada, Cepheye yeni takviye kuvvetleri olarak gelen Alman 164 ncü Hafif tümen ve Ramke paraşütçü tugayı diğer iki İtalyan Tümeniyle birlikte bütün cephe boyunca taarruz ederök düşmanı tesbit edecek, çevik ve vurucu asıl kuvvet düşmanı Güneyden kuşatarak denizle kendisi arasında imha edecek. Kuşatmanın zırhlı kuvvetini 15 nci ve 21 nci Panzer tümenlerinden kurulmuş Afrika kolordusu teşkil edecek ve bu kuvvet doğruca Ruveysat ve Halfaya tepelerini Doğu'dan dolaşarak kıyıya ulaşacak ve öncelikle düşman zırhh birliklerine taarruz ederek kuşatılan kuvvetleri imha edecekti. 20 nci İtalyan kolordusu, 90 nci Alman Hafif tümeni ve sonradan Ramke Tugayı cephe kuvvetleriyle kuşatma kuvvetleri arasında bir menteşe görevi yapacaklar. Afrika kolordusunun Kuzey ve Batı yan ve gerisini koruyacaklardı, l nci safha tamamlanıp düşman ana kuvvetleri imha edildikten sonra harekâtın 2 nci safhasına geçilecek ve destek, takip kuvvetleri arkalarında olmak üzere 21 nci Panzer tümeni İskenderi'- ye, 15 nci Panzer ve 90 nci Hafif Tümenler de Kahire genel mihverinde takip harekâtına girişeceklerdi. Rommel'in taarruzunun başarısı iki önemli

şarta bağlıydı. Şartlardan birincisi aldatma ve baskındı. Mevziin merkez ve Kuzey kesimi zırhlı ve motorlu birliklerin kolaylıkla hareketine uygun bir arazi yapısına sahipti. İyi ve geniş bir yol şebekesi de mevcuttu. Buna karşın Güney kesim, yani asıl taarruzun yapılacağı bölge, harekâtı çok güçleştiren arazalı bir araziye malikti. Bunlardan ayn olarak Rommel'in zırhlı ve 211 motorlu birlikleri Kuzeyde toplanmıştı, bunu ingiliz hava kuvvetleri rahatlıkla tesbit etmişlerdi. Rommel, Güneyde yığınak yapmışcasına bu bölgede sahte gizleme mevzileri yapılmasını emretmişti. Bu gizleme acemice yapılacaktı. Böylece İngilizler, Almanların Kuzeyden Taarruz edeceklerini, Güneyde sahte tesislerle kendilerini aldatmaya çalıştıklanriı anlayacaklar ve baskına uğrayacaklardı. Plamn 2 nci şartı sür'atti. Kuşatma birliklerinin mayın tarlalarında geçit açması, mevziyi yararak düşman derinliklerine dalması bir şimşek sür'atiyle bir gece içinde yapümaİıydı. Ancak bu suretle, düşman ihtiyatındaki asıl kuvvetlerin bir karşı taarruz için tertiplenmeleri veya tıkama hazırlığı yapmaları önlenmiş olacaktı. Plan gereğince, ay ışığının kısa sürdüğü 29 ve 30 Ağustos geceleri Afrika kolordusu gizlice Güneye kaydırıldı. Panzer tümenleri Mark—3 ve Mark—4 tanklarıyla takviye edilmiş, kayıpları nisbeten giderilmişti. 15 nci Panzer Tümeninin 70, 21 nci Panzer tümeninin 120 tankı vardı. 30 Ağustos gece yarısından az evvel 15 nci Panzer tümeni düşmanla temasa gelmiş, kuvvetli bir ateş ve mukavemetle karşılaşmış, üstelik mayın tarlalarına düşerek zayiat vermeye başlamıştı. 21 nci Panzer tümeni de ondan şanslı değildi, o da mayınla ve kuvvetli düşmanla karşılaşmıştı. Halbuki bu bölgede düşmanın zayıf birliklerinin olması gerekmiyor muydu? Bu gece karanlığında düşman topçusu da ateşe başlamış ve bunlar yetmiyormuş gibi az sonra İngiliz av ve bombardıman uçakları da havada görünmüştü. Uçakların attığı aydınlatma bom- 212 balanyla ortalık adeta gündüze dönmüştü. İngiliz pilotları, yere değdiği zaman yanmaya başlayan mağnezyumlu yeni bir aydınlatma bombası kullanıyorlardı. Bunları söndürmek adeta imkânsızdı. Savaşın kızıştığı ve mermi ve bombaların yağmur gibi yağdığı bir sırada 21 nci

Panzer tümeni bölgesine gelen Afrika Kolordusu komutanı General Nehring acı bir haber aidi: 21 nci Panzer Tümen Komutanı General Bismark vurulmuştu. Az sonra bir diğer acı haber geldi: 90 nci Hafif tümen komutanı General Kleeman de yaralanmıştı. Planın başarısının dayandığı ilk şart bozulmuş, BASKIN tesiri neredeyse ortadan kalkmıştı. Taarruzun başlamasından beri 4 saat geçmiş ve Panzer tümenleri hâlâ çok iyi savunulan mayın tarlaları arasında çabalayıp duruyorlardı. Bombardıman uçaklarının yağdırdığı bombalar az geliyormuş gibi İngiliz ava uçakları arada sırada Alman birlikleri üzerine dalarak toplarıyla ateş ediyorlardı. Bu toplar küçük çaplı olmasına rağmen Alman birlikleri üzerinde dehşet yaratıyor ve bir hayli zayiata neden oluyordu. Günün 31 Ağustosa devredildiği ve güneşin ilk ışıklarının etrafı aydınlatmaya başladığı sırada General Nehring'in aracı da bir İngiliz avcı uçağının taarruzuna uğradı. Uçak bu sefer topla değil de bomba ile saldırmıştı. Bomba generalin aracının biraz ilerisinde patlamış ve bomba parçalariyle yakınındaki 2 erle 1 subay ölmüş, Nehring'de yaralanmıştı. Emir subayı da ağır yaralanmıştı ve ölmek üzereydi. Çavuş VVoller, Generali sırtlayarak sargı yerine götürmüştü. Daha muharebenin başlangıcında iki tümen komutanı ile Kolordu komutanının peşpeşe yaralanması ve birliklerin başsız kalması kötü bir 213 talihsizlik olmuştu. Albay Bayerlayn, General Nehring'in yaralandığını öğrenir öğrenmez bir tankla taktik komuta yerine koşmuş ve general Vaerst gelinceye kadar kolorduyu yönetmişti. Mayınlı bölgedeki İngiliz mukavemeti ancak sabahleyin kınlabilmişti. Bu yüzden de planın başarısı için gerekli 2 nci şart, yani SÜR'AT de büyük ölçüde gerçekleştirilememişti. Hülâsa, Afrika kolordusunun 30/31 Ağustos gecesi ay ışığında 50 kilometre dalarak sonra sabahın ilk ışıklarında Kuzeye çark edip kuşatmayı derinliğe doğru kaydırması başarılamamıştı. Kuşatma kuvvetleri daha başlangıçta tahmin edilemeyen bir düşman direnmesi ve büyük düşman kuvvetleriyle karşılaşmış, beklenmeyen ölçüde mayın ve engellere çarpmıştı. Arazi de kendilerine verilen bilgiye ve ellerindeki haritaya hiç uymuyordu: Birlikler nerede bir patika veya adi yol ümit etmişlerse orada geçilmesi çok zor kum

tepelerine ve taşlık kayalık bir yere rastlamışlar, haritaya göre geçilmesi mümkün olmayan yerde düz bir arazi ve hatta yola rast gelmişlerdi. Bu hal de, Alman komutanlarını yanıltan ve hareketlerini geciktiren bir etki yaratıyordu. 31 Ağustos sabahı artık düşman ordusunu kuşatma fırsatının kaçtığı açıkça ortada idi. Ve bu nedenle Halfaya tepelerini dolaşarak ilerleme tehlikeli bir hal aldığından ilkin bu tepelerin ele geçirilmesine karar verildi. Alman muharebe keşif kollan, Halfaya tepelerinin kuvvetli olarak tahkim edildiğini ve engellenmiş olduğunu bildirmişlerdi ama, bu tepelerin İngiltereden yeni gelen 44 ncü İngiliz Tümeni tarafından tutulmuş olduğunu kimse anlayamamıştı. Taarruzun ilk saatlannda 15 nci ve 21 nci Panzer tümenleri biraz ilerlemişlerse de, İtalyan Ariete 214 ve Triyeste tümenleri bir hayli gerilerde kalmışlardı. Mihver kuvvetlerine harp talihi bugün pek yüz vermemişti ama bereket hava şartlan yardıma gelmişti. Sabahleyin kuvvetli bir kum fırtınası başlamış, bu da Kraliyet hava kuvvetlerinin elini kolunu bağlayarak Almanlann harekâtını kolaylaştırmıştı. 31 Ağustos akşamı tümenlerin akaryakıt durumu kritik bir hal almıştı. Durumu bilenler acı acı Mareşal Cavallero'nun kulağını çınlatıyorlardı. Hiç te iyi şeyler söylemediklerini tahmin etmek zor değildi. Ham ya vadettiği benzin?. «Siz muharebeye başlayın, benzin yolda» diyen O değil miydi? Taarruzdan 4 gün önce 27 Ağustosta Panzer Ordu karargâhında Rommel, Kesserling ve Çavallero bir araya gelmiş, yapılacak taarruz için enaz 6.000 ton akaryakıta ihtiyacı olduğunu bildirmiş, Mareşal Cavallero'da gülümseyerek «Siz güvenle taarruza başlayabilirsiniz. İstediğiniz akaryakıt yolda, geliyor» cevabını vermişti. Rommel, kuşkusuz bu sözlere tam güvenmiyordu ama, bizim de ancak savaştan sonra şimdi öğrenebildiğimiz bir sürü hususu da o zaman bilmiyordu. Yani, İtalyan gizli istihbarat şefi Amiral Maugeri'nin, Amerikalıların İtalya sahillerine çıkışım organize edeceğim ve harpten sonra Amerikalılar tarafından en yüksek şeref madalyasıyla ödüllendirileceğini tahmin edemiyordu. İtalyan üst rütbeli subaylarından bazılarının, Afrika'ya giden Mihver konvoyları hakkındaki bütün bilgiyi saati saatine İngiliz

intelijans servisine verdiklerim bilmiyordu. Gerçi Rommel'in de diğer kimseler gibi bazı şüpheleri yok değildi ama, doğrusu işin bu kadar 215 ileri gittiğini, bundan sonra daha da gideceğini tahmin edemiyordu. Mamafih Rommel şimdi de Cavallero'dan çok Mareşal Kesserling'in «gerektiğinde kendi hava ulaştırma birlikleriyle akaryakıtı taşıyacağı» hakkında verdiği teminata güvenmişti. Gerçekten 27 Ağustosta Picci Possio tankeri İtalyanın Lighorn limanından, Abrazzi tankeri de Pire'den hareket ederek Tobruk'a doğru yol almaya başlamışlar, fakat her ikisi de Derne yakınlarında bir İngiliz torpido uçağı tarafından batırılmışlardı. Yine aym gün Napoli'den yola çıkan 12.000 tonluk Pozza Rico tankeri de bir İngiliz denizaltısı tarafından törpülenmişti. Ertesi gün biri Alman, ikisi İtalyan 3 tanker Tobruk'a doğru bir İtalyan savaş gemisinin koruması altında yola çıkmışlardı. Torpido komutam miknatisli mayın tehlikesi nedeniyle gemilerin hızını 4 mile indirince Alman tanker süvarisi bu emri dinlemiyerek konvoydan ayrılmış ve 14 mil hızla Tobruk Umanına ulaşmıştı. Fakat diğer 2 İtalyan Tankeri yolda İngiliz uçaklarının taarruzu ile batırılmıştı. Velhasıl hangi şekilde olursa olsun akaryıkıt cepheye ulaşamadı. Gerçi Kesserling'in uçakları akaryakıt taşımaya başlamışlarsa da, taşıma kapasiteleri az olduğundan doğal olarak eksiksiz bir ikmal başaramadılar. 1 Eylül günü 15 nci Panzer tümeni. Parlak bir tank subayı olan Albay Grossman'ın komutasında Halfaya tepelerine taarruza başlamıştı. Kısa zamanda savaş kızışmış ve ortalık cehenneme dönmüştü. Çöl güneşi askerin zaten tepesine dikilmişti. Buna ilâveten gökten yağar gibi gelen uçak bombalan, topçu mermileri ve makinalıtüfek ateşleri altında Panzer tümeninin as- 216 kerteri çıplak ve kayalık Halfaya sırtlarına tırmanabilmek için didiniyorlardı. Bu sırada İngiliz 7 nci Zırhlı Tümeni, Panzer tümenlerinin doğu kanadına karşı taarruza geçti, fakat durdurularak geri atıldı. Rommel, her ne olursa olsun kuşatmayı tamamlamaya ve denize ulaşmaya karartıydı. Bu zafer, 8 nci Panzer Alayına nasip oldu. Bu alay öğlen saatlerinde cephesini yarmış ve öncü birlikleriyle sahilden 15 kilometre uzaklıktaki bir mesafeye kadar ilerlemişti. Fakat

soldaki 5 nci Panzer Alayı, adeta bulunduğu sırtlara mıhlanmış bir metre ilerliyemiyordu. İngiliz savaş uçakları gene 5 nci Alayın üstüne çullanmışlar, bomba yağdırıyorlardı. Aynı anda Afrika Kolordu karargâhı da uçak taarruzlarına uğramış ve karargâh mensuplanndan 7 subay yarım saat içinde vurularak ölmüşlerdi. İlerleyen zırhlı birliklerin akaryakıt ikmali güçleşmişti. Bazı birlikler benzin yokluğundan durmuş, tanklar ve motorlu araçlar benzinsizlikten dökülmeye başlamışlardı. Fırsattan yarar lanan düşman uçakları devamlı olarak bu birliklere taarruz ederek onlara ağır kayıplar verdiriyor, birlik ve karargâhlar ise açık çölde ve ölüm yağmuru altında çömelmiş vaziyette bekliyorlardı. Nihayet Rommel, gerçeği ve yenilgiyi kabul etmek zorunda kaldı ve 1 Eylül akşam üstü taarruzu durdurarak başlangıç noktasına, Kattara kuzeyine kadar çekilmek kararını verdi. Ulaştığı bu son nokta. Halfaya Tepeleri O'nun Stalingrad'ı olmuştu. Bundan sonra gururu kırılmış ve bitap düşmüş Rommel ordusunun ilk mevzilerine kadar çekilmesi başlamış ve tam 3 uzun gün sürmüştü. 3 gidiş ve 3 te dönüş olmak üze- 217 re «Altı günlük yarış» sona ermiş, Kuzey Afrika'da kısa zamanda parlayan bir Yıldız yavaş yavaş kaybolmaya yüz tutmuştu. Bu trajik harekâtta, biz bugün, ustalıkla sahneye konan bir İngiliz aldatmacasının ve Monti'nin keşif raporlarını ve durumu gayet güzel değerlendirerek Rommel'in yapacağı hareketi doğruya yakın şekilde tesbit etmesinin rolü olduğunu biliyoruz. İngiliz Genel Kurmay Başkanı Mareşal Alanbrook 8 nci Orduyu ziyareti ile ilgili anılarında şunları yazmıştır: «Montgomeri'nin, emir ve komutayı almasından henüz birkaç gün geçmişti. Fakat O, bu kısa süre içinde Rommel'in yakında Güneyden bir kuşatma taarruzuna geçeceğini ve bu harekâta bütün zırhlı birliklerini süreceğini biliyordu. Monti, bu taarruzu topçusuyla nasıl durduracağını bana bütün detayı ile anlatmış ve sözleri o kadar güven yaratmıştı ki, Başbakan Çörçil de O'nun plan ve tedbirlerini yerinde ve uygun bulmuştu.» Montgomeri de anılarında, gurur duyarak, Rommel'in güneyden taarruz edeceğini bildiğini anlatır. Montgomeri daha ilk baştan, Rommel'in Kuzeyden yapacağı bir taarruzun gösteriş taarruzu

olacağını düşünmüş ve buna karşı herhangi önemli bir tedbir almamıştı. 3 ncü İngiliz kolordu komutam General Harrocks da, İngiliz savunma tedbirlerinin, Rommel'in Güneyden yapacağı kuşatıcı taarruz göz önünde bulundurularak alınmış olduğunu ve gerçekte Rommel'in taarruzunun kendileri için bir sürpriz teşkil etmediğini söylemektedir. Hatta general Harrocks, Monti'nin görüşüne ve 218 alınan tedbirlere o kadar güveniyordu ki, Rommel taarruzunun başladığını bildirdiklerinde asıl taarruz bölgesinde bulunduğu halde hiç telâş etmeden yatağına girmiş ve önemli birşey olmadıkça kendisini uyandırmamalarını tembih ederek uyumuştur. Montgomeri ile Generalleri; Rommel'in plan_ larını hava şartlarından, Afrika kolordusunun kuvvet ve akaryakıt durumundan, Rommel'in kullanageldiği taktikten, Alman askerinin düşünce ve karakter yapısından, keşif faaliyetlerinden tahmin ettiklerini söylüyorlardı. ./Harpten sonra kendisiyle uzun uzun görüşme fırsatı bulduğum, o zamanki Afrika kolordusu Kurmay Başkanı Albay Bayerlayn'da bu konuda İngiliz aldatmacasına kapıldıklarını bana yeterince açıklamıştı. Hatta belgesini de vermişti. Bu, El Alemeyn cephesi Güney bölgesine ait bir İngiliz yapısı haritaydı. Bayerlayn'ın anlattığına göre aldatma olayı şöyleydi- «Asıl kuşatma taarruzunun yapılacağı düşman arazisi hakkında, hava keşifleri dışında, birşey bilmiyorduk. Bir Alman keşif kolu bu bölgede bir mayın kuşağı kefşetmişti. Fakat bunun gerisinde ne vardı? Eski İtalyan haritaları pek birşey göstermiyordu ve askeri harekât planlaması için hiç de yeterli detay vermiyordu. Sorguya çektiğimiz yerlilerin verdikleri bilgiye de fazla güven olamazdı. Silahlı bir keşif faaliyetinin ise düşmanı kuşkulandıracağı belliydi. Sonuç olarak birliklere, düşmandan ele geçirilecek bu bölgeye ait harita ve krokilere özel bir önem vermeleri emredilmişti. 219 Bir gece bu bölgede patlayan mayın sesleriyle bir gürültü başlamış, Alman nöbetçileri alarm vermişlerdi. İleri sürülen Alman keşif kollan, yaralılannı da alarak uzaklaşan bir İngiliz keşif kolu görmüşler ve mayın patlaması

sonucu tahrip olmuş, bir İngiliz zırhlı aracı bulmuşlardı. Aracın içinde, üzeri kan lekeleriyle kirlenmiş bir harita çantası, çanta içinde de meşhur harita vardı. Harita o bölgeye aitti, gayet net olarak seri ve kod numaralan okunuyordu. Kullanılmış bir haritaydı, üzerinde mürekkep lekeleri görülüyordu. Bu İngiliz baskısı bütün detaylan gösteren harita karargâhta bir bayram sevinci yaratmıştı ama, komutanlar ve karargâh kurmaylan dikkatli ve şüpheli idiler. Harita her bakımdan mükemmeldi: Sağlam tabanlı yollar, yumuşak ve geçilmez bölgeler, kum tepeleri, çölün açık yerleri, vadi ve dereler, hepsi hepsi görünüyordu. Bu fevkalâde diye herkes hayranlığını dile getiriyordu ve bu kıymetli ganimet, planlama için esas alındı.» General Harrocks, Almanlann Skavttaki haritayı aldrklarını duyunca hemen Monti'nin Kurmay Başkanını bulmuş ve «Alo, Freddy.. Senin yumurtaları almışlar» diyerek ona müjdeyi duyurmuş, Kurmay Başkanı da «O halde çıkacak civcivleri bekleyelim» cevabını vermişti... İngilizler, Rommel'in kararını kolaylaştırmak için bu aldatma işini düşünmüşlerdi. De Gümgond adındaki bir İngiliz harita mühendisi, kurmaylann gözetiminde günlerce ve gizli çalışarak bu haritayı çizmiş ve harita İngilterede gerçek haritalar gibi bastınlmıştı. Tabii, haritanın tamamen değiştirilmiş olduğunu ve Almanlan İngilizlerin istedikleri yöne sevkedecek tarzda hazırlandığını söylemeye gerek yok. Ha- 220 rita, Alman mayın tarlalarına taşınmış ve aracı tahrip edecek şekilde birkaç mayın kasten patlatılmış ve keşif kolu, ne yapılacağım görmek üzere çekilmişti. Bu İngiliz hilesinin, Güneyden taarruz eden kuşatma kuvvetlerini ne hale getirdiğim ise biraz önce gördük. EL ALEMEYN'DE ŞEYTAN BAHÇELERİ ELAlemeyn cephesi, diğer bölgeler gibi taşlı, kuru bir çöl manzarasındaydı. Kum tepeleri, kıraç, kayalık, deve dikenleriyle dolu sevimsiz bir çöl. Kuzeyde güneşin yakıp kavurduğu Tel İsa tepesi, Güney Kattara çöküntüsü kenarında 200 metre yüksekliğindeki Himemat tepesi cephenin iki kilit taşını teşkil ediyorlardı. Ve bu iki kritik nokta arasındaki uzaklık 60 kilometre kadardı. El Alemeyn cephesi olarak anılan bu kıraç

bölgede ve 1942 Sonbaharında iki taraf karşı karşıya duruyor, birbirine diş biliyordu. Aylardır güreşen iki pehlivan ileri-geri itişerek buraya kadar gelmişler, ama takatlerinin sonuna da ulaştıkları için duraklamışlar, nefessiz ve bitap düşmüşlerdi. Teğmen Pfnzagel, eski bir mayın mütehassısı idi. Polonya, Fransa ve Yunanistanda usta bir mayıncı sayılırken Afrika'da sil baştan yeniden çıraklıktan başlamak zorunda kalmıştı. Zira burada, mayın döşenmesinde bir sürü yeni taktikler geliştirilmiş, şeytanın aklına gelmeyen teknikler icat edilmişti. Rommel'in istihkâm komutanı Albay Hecker ve kıtaları 33 ncü ve 900 221 ncü istihkâm taburları, özel kıtalar ve ordu bağlılan uzun zaman, harekât akıcı bir tarzda geliştiği için, kendilerini gösterememişler ve gölgede kalmışlardı. Gerçi bugüne kadar süren harekâtta da mayınlan temizlemek, engelleri kaldırmak, özellikle zırhlı ve motorlu çevik kuvvetlere yol ve arazide geçiş kolaylıktan sağlamak gibi az iş yapmamışlardı ama, kendilerini daha ilk planda gösterecek günler asıl şimdi başlıyordu. Harekât durgunlaşmış, iki taraf da toprağa gömülmüş ve tahkimata, engellemeye, gizlemeye başlamışlardı. Hele mayınlama!... El Alemeyn, mayın harbinin en üst düzeye vardığı ve İkinci Dünya Harbinde hiçbir yerde bu kadar bol mayının kullanılmadığı bir cephe olmuştur. Rommel, El Alemeyn cephesini, biri Alman beşi İtalyan 6 tümenle ve Ramke tugayı ile tutuyordu. Panzer tümenleri başta olmak üzere bütün. Alman ve İtalyan zırhlı ve motorlu tümenleri ise geride ihtiyattaydı.. Eski süvariler gibi hareketten hoşlanan Rommel'in bu durağan halden hiç memnun olmadığı doğru idi ama, yapılacak başka bir şey de yoktu. Yoktu ama O, bu durumu da kendi oyununun kurallarına adapte etmesini bildi. Bir mevziye sarılıp duracağına, büyük kuvvetlerini, asıl zırhlı ve motorlu birliklerini geride ihtiyatta bulundurarak oynak bir savunma yapacak, savunma muharebesini de —çevik ihtiyatlarını gerektiğinde karşı taarruza sürerek— bir hareket harbine çevirecekti. Montgomeri'nin 11 Tümeni de tahkimata gömülmüşlerdi ve iki tarafın mevcudu 250.000 askeri aşıyordu. İki taraf da gözünü birbirine dikmiş dikkatle gözetliyordu. Acaba ilk hareket kimden gelecekti?..

222 Alman komutanları hayal kurmuyorlardı. Onlar Montgomerı'nin hergün biraz daha kuvvetlenmekte ve boyuna yem takviye kuvvetleri ve ikmal malzemesi almakta olduğunu biliyorlardı. Rommel, Alman Baş komutanlığına ve Duçe'ye ihtiyaçlarını sunarak onları devamlı uyarıyor, fakat vaatten başka birşey alamıyordu. Ve tabii bu vaatler de hiç bir zaman yerine getirilmiyordu. Amerika ve İngiltere'den düşman gerilerine kıt'a, silah ve araç kesiksiz bir nehir gibi durmadan akarken diğer taraf ise varını yoğunu Kafkasya ve Sta'igrad'a yolluyordu. Panzer Ordusunun Komutanları kendilerinin hazır olmasından önce İngilizlerin taarruza hazır hale geleceklerim görüyorlardı. El Alemeyn cephesi, arazi yapısı itibariyle her iki tarafa bir kuşatma imkânı vermiyordu. Bu cephe. Çöl derinliklerine dalarak yapılacak geniş bir çevirme harekâtı dikkate alınmazsa, dar bir cephede yarma harekâtından başka bir taarruz manevrasına olanak tanımıyordu. Kuzeyde denize, güneyde aşılması mümkün olmayan Kattara çukurluğuna dayalı mevzi, ancak cepheden taarruzla çökertilecekti. Her iki taraf da bunu biliyor, ona göre hazırlanıyordu. İngiliz 8 nci Ordu birlikleri cephenin hemen gerisinde taarruz eğitimi yapıyor, yeni birliklere çöl harekâtı hakkında bilgiler veriliyor, topçu ve ağır silâhlar hergün cepane stoklarını biraz daha arttınyorlardı. Buna karşın Mihver kuvvetleri de hazırlıklarını tamamlamakla meşguldü. Rommel, çevik ve vurucu ihtiyatın karşı taarruzuna dayalı bir oynak savunmada bazı tehlikelerin göze alınması gerektiğini biliyordu. İngiliz topçusu ve özellikle Kraliyet Hava Kuvvetleri ezici bir üstünlüğe sahiptiler. Savunma 22a cephesi derinliğindeki yol ve arazi durumu da her istikametteki harekata fazla kolaylık verecek mükemmeliyette değildi, öyleyse, çevik ihtiyatlarım istediği şekilde rahatlıkla kullanabilecek miydi? Bakalım, talih ne gösterecek ti?!.. Teğmen Pfnzagel ve bölük komutanı «Junkersdorf, 443 ncü Zırhlı Piyade Alay karargâhına çağrılmışlardı. Rommel de, bu brifinge katılıyordu. O, El Alemeyn mevziim yalnız normal mayınlarla değil, yeni bazı teklikler de kullanarak yerleştirilecek değişik mayınlarla döşemeyi düşünüyordu. Buna bir de isim bulunmuştu:

«Şeytan Bahçeleri»... İstihkâm komutanı Albay Hecker ve diğer ilgililer durumu anlattıktan ve fikirlerim söyledikten soma Rommel istihkâmcılara dönerek «İstihkâmcılar buna ne diyorlar?» diye özellikle gençlere sormuştu. Pfnzagel «özel mayınları döşemek istihkâmlar için bir güçlük arz etmez, fakat bu mayınları ve malzemeyi nereden alacağız sayın Mareşalim?» cevabını verdi. Rommel: «Ben de bu soruyu bekliyordum » diyerek kendilerine bütün istediklerinin verileceğim bildirdi ve ekledi, «Yeterki bana hiç bir İngilizin geçemeyeceği ve istihkâmcısımn temizliyemiyeceği mükemmeliyette Şeytan Bahçelerim hazırlayın» Teğmen Junkersdorf, bu_ nu yapabileceklerini söyledi ve örnek olarak yeni geliştirdikleri bir yöntem açıkladı: «Bir kaç telgraf direği ateş veya fırtına sebebiyle yıkılmışsa oradan geçen İngiliz Skawt şoförü dışarı çıkıp bu manii kaldırmak isteyecektir. Eğer zararsız görülen telgraf telleri yola gömülmüş yüksek bir infilâk maddesine bağlanmışsa, tel kaldırılır kaldırılmaz yalnız şoförü değil bütün aracı da havaya uçuracaktır. Bu ve buna benzer bubi tuzakları düşmanı sinirli yapar ve kendine 224 olan itimadını sarsar. Bunun psikolojik etkisi, maddi etkisinden daha az değildir»... Gerçekten de Hecker'in genç istihkamcılan, eri ve subayı İle, hergûn yeni bir mayın tuzağı keşfederek birbirleriyle yanşıyorlardı. Rommel bu konuşmanın ertesi günü, Şeytan Bahçelerinin kurulması için gerekli emri yayınlamıştı. 164 ncü Hafif l'ümen. Kuzey cephesi nin savunması için 4 büyük Şeytan bahçesi hazırlayacaktı. Her Bahçenin eni 3.5 : 5 kilometre, boyu da 4 : 6 kilometre olacak ve tarlanın düşman cephesine bakan kısmı açık tutularak düşmanın bu tuzağa girmesi sağlanacaktı. İlk Şeytan Bahçesi H tarlası sahil kısmında ve 125 nci Piyade Alayı bölgesinde yapılmıştı. İkinci ve üçüncü I vo L tarlalan 382 nci Alay bölgesinde, 4 ncü K tarlası ise 433 ncü Alay bölgesinde yapıldı. Rommel, malzeme temin etmek konusundaki sözünde durmuş ve Mısır-Libya sınırındaki İtalyanlar tarafından gerillalara karşı Harpten önce yapılmış bütün tel engellerini söktürerek tahkimat bölgelerine taşıtmıştı. Az soma mayınlar da geldi. Evvela basit T mayınları döşendi. İstihkamcılar bu mayınlan birbiri üzerine iki veya üç kat sermişlerdi.

Eğer düşman mayın temizleme ekibi mayın tarlasına girer ve bunlardan birini kaldınrsa altındaki patlayacak, dikkatli bir hareketle ikincisini kaldınrsa bu sefer üçüncüsü patlayacaktı. Ayrıca T lağımlarım korumak üzere İtalyan el bombalanyla hazırlanmış yem tuzaklar da yapılmıştı, özel bir şekil olarak uçak bombalanndan bile faydalanıldı. Bunun için küçük çaptaki bombalar satrançvari gömülmüş, üstleri tahrip edilmiş malzeme ve araçlarla örtülmüş, etrafı da örümcek ağı şeklinde ve yerden 225 pek az yüseklikte serpilmiş ince tellerle kaplanmıştı. Bu tellerden birine dokunmak bu bombaların patlaması için yeterliydi. Kuşkusuz bu mayın tarlaları, bu sırada kendi birliklerimize zarar vermemesi için, çitlerle emniyete alınmıştı. Şeytan Bahçelerinin faaliyete geçiş emri sonradan bizzat Rommel tarafından verilecekti. Çünkü halen asıl muharebe hattı birlikleri bu tarlaların ilerisindeydi ve bütün hazırlıklar bittikten sonra geriye alınacaklardı. Bütün bu işler kızgın bir güneş altında yapılıyordu. Buna rağmen istihkâmcılar yarım milyona yakın mayım, elleri kızgın kumdan yana yana, çöl güneşinde kavrula kavrula döşemişler ve bu işten alın açıklığı ile çıkmışlardı. İstihkâmcılar aynı zamanda diğer engel ve tahkimat faaliyetlerine öncülük etmişler, mayın sahasını dakik bir şekilde haritalara geçirmişlerdi. Panzer Ordusu Komutanı Feld Mareşal Rommel hazırlıkları hergün yalandan takip ediyor ve gerekli direktifleri yerinde veriyordu. Yeni buluşlar amnda kendisine bildiriliyor, o da her birinden ayn bir sevinç duyuyordu. Aslında kendisi de bir mayın mütehassısı sayılırdı. Çünkü bu işe eskiden beri yakın bir ilgi duymuştu, örneğin 7 : 8 metre ilerde bir mayın bulunduğunu anlıyabilirdi. Ve bu konuda sağlam teşhisleri ve detaylı bilgisi vardı. Sonunda Şeytan Bahçeleri ve diğer engeller tamamlandı. Şimdi asıl muharebe hattı bu bahçelerin hemen gerisinden geçiyordu. Ve bütün mayınlı ve engelli sahalar yakın Piyade ateşleriyle korunuyordu. Ateşle korunmayan bir engel, düşman tarafından kolaylıkla bertaraf edilebilirdi. İlerideki birlikler gizlice Şeytan Bahçelerinin gerisindeki asıl mevzilerine çekilmişler, 228 bulundukları yerlerde çok az kuvvet bırakmışlardı.

Bunlar, intihar postalarıydı ve ordu argo dilinde bunlara «Top yemi» deniliyordu. Şeytan Bahçeleri arasındaki gedikler de T ve S mayınlarıyla kapatılmış, yalnız ilerdeki munarebe ileri karakolları ve intihar postalarının çekilmesi için küçük geçitler bırakılmıştı. Burada da bir aldatmacaya başvurulmuş bu geçit yerleri, yere gömülen demir çubuklarla doldurulmuştu. Bu, İngiliz istihkâmcılarm dedektöründe mayınlı saha olarak yankı yapmaya yeterliydi. Bir gece bir İngiliz mayın temizleme ekibinin keşif kolları için bir iz açmak üzere çalışmakta olduğu görülmüş ve bunlara dokunulmamıştı. Mayın temizleme ekibi çekilir çekilmez temizlenen saha tekrar çabucak mayınlanmış ve İngilizlerin temizlenmiş geçiti belirleyen işaretlerine de dokunulmamıştı. Ertesi gece o geçitten geçmek isteyen İngiliz keşif kolu ne hale gelmiştir, bilinmez. ŞİMDİ DE SIRA MONTGOMERİ'DE 1942 yılının Eylül ayındayız. Rommel tam 18 aydır bu insan bünyesini kemiren çöl şartlarının altında döğüşüp durmaktadır. Mareşalin özel doktoru profesör Halster, Rommel'in hergün biraz daha büyüyen karaciğeri ve geçmeyen boğaz iltihabı nedeniyle tedirgindir. 19 Eylülde Hitler, General Stumme'yi O'na muavin olarak göndermiş, böylece Mareşal de biraz dinlenme ve izin yapma imkânına kavuşmuştu. 22 Eylül 1942 de Rommel'in özel pilotu teğmen Giens'in uçuş raporunda «Derne'ye uçuş. Ertesi 227 gün Roma» yazılıydı. Rommel, 24 Eylülde yazlık köşkünde bulunan Mussolini İle görüşebilmek için bir gün beklemiş ve aynı gün İtalyan Mareşali Cavallero ile de konuşmuştu. Ayrılırken Cavallero «Montgomeri taarruza geçerse derhal döneceğiniz konusunda İtalya emin olabilir mi?» diye sormuştu. Rommel pilotuna bakmış, o da «Direkt uçuşla 8 saat, Roma üzerinden 10 saat Mareşalim» demişti. Rommel, Cavallero'ya «Bu sizi tatmin eder mi?» demiş, Cavallero da evet manasına sevinçle başım sallayarak iki eliyle Rommel'in elini hararetle sıkmış ve teşekkür etmişti. Rommel, ailesinin bulunduğu Viyana güneyindeki Semmering kasabasma gitmeden önce Baş komutanlık karargâhına Rastenburg'a gitmiş ve orada Hitler tarafından kabul edilerek Mareşallik asasım bizzat onun elinden almıştı.

O, Göbels'in bakanlık salonunda kendisim yerli ve yabancı gazetecilerine tanıştırma töreninden sonra Berlin'e dönerken üzgün ve sinirliydi. Eski Çöl Tilki'si, bir propaganda oyununa kurban edilmiş olduğunu hissetmiş ve zaman zaman hatırlayacağı şekilde pişmanlık duymuştu. Kendisine rica edildiği şekilde gazetecilerin beklemekte olduğu hole girdiğinde kapının tokmağını kısa bir zaman elinden bırakmayarak «Elimde İskenderiye'nin tokmağını tutuyorum.» diyecekti. Evet, bunu söylendiği gibi yapmıştı ve şimdi pişman ve mahcuptu. Aslında bu tokmak elinden çoktan kaçmıştı. El Alemeyn cephesinde: Albay Market, «Yarın ay bedir (*) halinde..* dedi. «Monti hâlâ hazır görünmüvor. Halbuki (*) Dolunay, ayın ondördü. 228 bu bir taarruz için en uygun zaman» diyecekti, diyemedi. Gök gürültüsünü hatırlatan müthiş bir gürültü, parlak bir ay ışığının aydınlattığı çölün sessizliğini yırtmış ve Albayın sözünü yarıda kesmişti. Mermiler, yeraltında kalın bir toprak tabakasının altına gömülmüş ve gizlenmiş 164. ncü tümen taktik komuta yerinin üstünde patlamaya başladığı zaman subaylar, tümen komutanı General Lungerhausen ile birlikte içki içiyorlardı. Tümenin personel subayı olan Albay Market ilk mermiden sonra dışarı fırlamış ve komuta aracına binmişti. Tümen istihbarat subayı ise, içki ve soda şişelerinin yere yuvarlanmasına aldırmadan son şarap kadehini yudumladı. Yerinden kalkan General Lungerhausen gözetleme mazgalından dışanya baktığında, ilerdeki tümen mevzileri üzerinde altın renginde panldayan bir ateş şeridi görmüştü. «Topçu hazırlık ateşi yapıyorlar. Monti taaruza başlıyor » diye kendi kendine söylendi. Ve gayri ihtiyari, saatına baktı. Saat tam 20.45 ti. 23 Ekim 1042 gecesi 20.45... Beş gün önce Alman Baş Komutanlık karargâhından gelen istihbarat subayı Albay Liss «Karargâhın kanaatına göre Montgomeri'nin Kasım ortalarından önce' taarruze geçemiyeceği» ni bildirmişti. Gerçekte bu, İngi liz ordusunun maharetle tatbik ettiği bir yanıltma idi. Montgomeri El Alemeyn cephesine Güney'den taarruz edeceğini belli eden hareketler yapıyordu. Hatta bu bölgeye bir de pipe line (*) döşemeye başlamıştı. Borular ağır ağır toprağa gömülüyor, pompa istasyonlarının yapımı

yavaş yavaş sürüyordu. Bütün bunların sahte olduğunu söylemeye gerek yok sanırım (*) Boru hattı. 229 Hatta Montgomeri bu aldatmaca için bir özel istihbarat timi kurmuştu. Bu tim, Alman telsiz dinleme postalarının dinleyebileceği şekilde yayınlar yapıyor ve mesajlarında ustaca Güneyden bir tamız yapılacağını işliyorlardı. Bütün bunlar ve diğerleri Alman Baş Komutanlık karargâhına «Monti'nin Güneyden taarruz edeceği, fakat pipe line'nin bitmesi için hiç olmazsa 4 haftalık bir zamana ihtiyaç olduğu» kanaatini vermişti. Aldatma işi, kuşkusuz, bu kadar değildi. Kuzeydeki tank ihtiyatları, tanklar kamyonlara benzetilmek suretiyle gayet güzel gizlenmiş, Güneydeki kamyonlar ise tanka benzetilerek gizlenmeye çalışılmıştı. Gündüzleri güneyde sözde gizlenmiş hareketler dikkati çekerken, Kuzeyde pek az faaliyet oluyordu. Son günlerde 2 yeni tümenin 240 topla Kuzey cephesine yanaştınlması da büyük bir gizlilik içinde ve kısa sürede gerçekleştirilmişti. Montgomeri'nin kozu, El Alemeyn mevziinin zayıf yerine değil, aksine en kuvvetli yerine tarruz etmekti. O, Kuzeyde 164 ncü Alman Hafif tümen cephesinin kuvvetli olduğunu çok güzel mayınlayıp engellendiğim biliyordu. Buna karşın zayıf İtalyan tümen cephelerine değil de Alman cephesine yüklenmekte kararlıydı. Halbuki doğru olan taktiğe göre ve harp prensiplerine göre taarruz, düşmenin zayıf yerine yani mevziin Güneyine tevcih edilmeliydi. Monti «Silah ve cephanenin bol olduğu bir muharebede düşmanın tahkimat duvarlarım taş taş yıkmak, düşman piyadesini mevziinde imha etmek, sonra cepheyi yararak düşman panzerlerini ezmek gerektiği »m söylüyordu. Muharebe, 5 saatlik ağır bir topçu hazırlık ateşini müteakip başlamıştı. 1.000 İngiliz topu. 230 10 kilometre genişliğindeki dar bir cepheye tam 5 saat dinlenmeksizin ateş yağdırmış, o sahayı gökten yere düşmüş bir cehenneme çevirmişti. Bu, bir topla 10 metrelik bir sahaya 5 saat ateş etmek demekti. Mihver kuvvetleri, cehennemi infilakler altında toz ve duman içinde adeta kaybolmuş, irtibatların çoğu kesilmişti. Topçu, lar bir saat sonra, saat 22.00 de ateşlerini ön hatların berisindeki Şeytan Bahçeleri'ne kaydırmışlardı.

Orada bulunmayan bir kimse için durumu bütün dehşetiyle anlayabilmek ve bu ölüm kalım savaşının vahşetim anlatabilmek mümkün değildir. Her top mermisinin patlamasını, eğer isabet aldıysa diğer mayınların ve bazan gömülmüş uçak bombalarının kulakları sağır eden infilakleri takip ediyor, etrafa dağılan çelik, taş, topraktan göz gözü görmüyordu. Monti, Amerikan servetiyle hovardalık yapıyordu. Zengin bir mirasyedi gibi mermileri harcıyor ve mayın tarlalarını daha taarruzdan önce tahrip etmek, piyadeyi saklandığı mevziinde ezmek için sere serpe mermi yakıyordu. Rommel, doğrusu, bu kadarım tahmin etmemişti. 30 ncu kolorduya mensup piyade tümenleri taaruza başladıkları zaman, karşılarında mukavemet etmek için ayakta kalabilen pek az kimseye rastlayacaklarım sanmışlardı. Tabii, onlarda tahmin hatası yapıyorlardı. H Şeytan bahçesinde 125 nci Zırhlı Piyade Alayının taburları ve bölükleri, çökmüş ve alt üst olmuş mevzilerinden ve yanmış yıkılmış mayın tarlaları arasından tanksavar topları ve makinalı tüfekleriyle ateşe başlamışlardı. Yüzbaşı VVendel'in komuta ettiği 2 nci tabur, savunma bölgesinin kilit taşını teşkil ediyordu ve bu umulmayan muka- 231 vemet ingiliz taarruzunu bir müddet için durdurmuştu. Fakat daha güneydeki J ve L tarlalarının gerisindeki 125 nci Alayın durumu kritikleşmişti. Daha güneydeki 382 nci Alay bölgesinde ise tehlike kendini şimdiden göstermişti. Bu bölgedeki üç İtalyan piyade taburu İngiliz hücumlarına dayanamayarak mevzilerini bırakıp çekilince tehlikeli bir boşluk doğmuş, 382 nci Alay da bu boşluğu tıkamak zorunda kalmıştı. Şimdi ince bir perde gibi gerilen bu Alayın savunması, 29 ncu Avustralya ve 51 nci İngiliz tümenlerinin üstün taarruzları karşısında sallanıyordu. Bugünkü savaşlarda bu alaya mensup Yüzbaşı Krupfgnaz'ın taburu, kendisinden 5 : 6 misli kuvvetli olan Avustralyalılarla göğüs göğüse çarpışmış ve onları püskürtmüş olmakla haklı bir şöhrete kavuşmuştu. Fakat az soma Tomi'lerin arkasından ingiliz tankları ilerlemeye başlamış, top ve makinalı tüfekleriyle piyadeye yakın destek sağlayarak durumu lehlerine çevirmişlerdi. Sonunda bütün tabur neredeyse erimiş, Avustralyalılar akşama doğru, ağır yaralı tabur komutam Krupfgnaz ve bir kaç yaralı eri

ancak tutsak alabilmişlerdi. Yüzbaşı Riper'in birinci taburu için de durum bundan daha iyi değildi. İngilizler cepheyi yarmış ve taburun gerisisine sarkmışlardı. 43 ncü Alay, tümen topçusunun da gayretiyle, giren düşmanı bir karşı taarruzla geriye atmasaydı durum çok tehlikeli bir hal alabilirdi. Biraz daha güneyde Yem Zelanda ve Güney Afrika tümenleri K Şeytan Bahçesi istikametinde ilerlemeye çalışıyorlardı. Bu bölgedeki İngiliz tankları, patlayan uçak bombalan yüzünden ağır kayıplar vermişti. Fakat bütün bunlar ne işe yarardı?... Asıl önemli olan husus başanlmış ve 8 nci Ordunun öndeki taamız kade- 232 meleri çoğunlukla Şeytan Bahçeleri kuşağını aşmıştı. £1 Alemeyn mevziinin Güneyinde de 13 ncü İngiliz kolordusunun tümenleri taarruz halindeydiler. Burada da topçu ve Kraliyet Hava Kuvvetleri Alman ve İtalyan mevzilerini yumuşatmışlar ve mayın tarlaları arasındaki «İntihar Postaları»'m ve silah yuvalarını top ateşleriyle süpürmüşlerdi. Fakat Rommel'in dişi henüz sökülmemişti ve General Sir Harrocks burada önemli bir başarı kazanamamıştı. Kiehl muharebe Grubu hemen her düşman taarruzunu püskürtmüş, 104 ncü Zırhlı Piyade Alayına mensup taburlar ve 21 nci Panzer Tümen topçusu son takatlanna kadar çarpmışlardı. Teğmen Ringlerin komuta ettiği 10 ncu bölük, bütün gün ve gece mayın tarlaları arasmda ve devamlı düşman ateşi altında aç ve susuz bir halde çok üstün düşman taarruzlarını durdurmuş ve onlara ağır kayıplar verdirmişti. Bu bölüğe ait bir tanksavar topunun bir tekerleği hasara uğramış, bunun üzerine top erlerinden iki kişi dingil altına yatarak destek vazifesi görmüşler ve topun en buhranlı zamanda ateş etmesini sağlamışlardı. O sayede üzerlerine doğru gelen tanklardan ikisi tam isabetle tahrip edilmiş, diğer tanklar geriye çekilince hem bölük, hem de top kurtulmuştu. Harpten şu kadar sene soma bugün bile bu olayı hatırlayanlara «Gerçekten dillere destan bir olay» olduğunda birleşenlere rastlamak ne hoş... Bu cephede İtalyan Ariete tümeni, Bersagliari taburu ve Brescia ve Folgore tümenlerine mensup askerler kahramanca döğüşüyorlardı. Harrocks'un 13 ncü kolordusu, Şeytan Bahçeleri arasmda ancak küçük bir gedik açmaya mu- 233

vaffak olmuş ve çoğu yerde asıl muharebe hattına girememişti. Muharebenin ertesi günü 24 Ekim sabaha karşı İngilizler, Kuzey cephesinde bazı ihtiyatları da ileri sürerek, üç piyade tümeniyle ve yoğun bir topçu ateşim takiben tekrar saldırıya geçmişlerdi. Alman mevzi derinliklerine doğru başarıları müteakip Montgomeri l nci ve 10 ncu zırhlı tümenleri de 700 tankıyla muharebeye sürdü. O gün öğleye doğru Kuzey cephesi tam bir mahşer yerine dönmüştü. Bir taraftan piyade bomba ve süngü ile göğüs göğüse çarpışırken diğer taraftan kıyasıya bir tank ve tanksavar savaşı sürüyor, topçular gürlüyor, kesin bir hava üstünlüğü sağladığından yalnız İngiliz savaş uçakları gökten sanki konfet atarcasma bomba yağdırarak bu cümbüşe katılıyordu. Cephenin Merkez ve Güney kesimlerinde de aym saatte İngilizler taarruza başlamışlardı. Monti'nin piyadeleri dalgalar halinde taarruzlarına devam ediyorlar, topçu bir dakika bile susmadan ateş yağdırıyor ve uçaklar dalıp çıkıp bombalarım salıveriyorlardı. Teğmen Bernard bataryasiyle 15 nci Panzer tümeninin güneyindeki Muharebe Grubu emrine verilmişti. 24 Ekim sabahı güneş toz ve duman arasında ağır ağır yükselirken zırhlı aracından dürbünü ile etrafı gözetlemekte olan Bernard, İtalyanların panik halinde «Cephe çöktü, cephe çöktü» diye bağırarak geriye doğru kaçtıklarını ve İngiliz tanklarının da bunları kovaladığım görünce bir. den ilk anda duraladı. Ve ilk şaşkınlığı atlatır atlatmaz da komutu yapıştırdı: «Dikkati İlerleyen düşman tankları» Üstelik bu tanklar, daha fabrikadan yem çıkmış oldukları belli olan Şer. 234 man ve Grant tanklarıydı. Topçu için beklenen saat gelmişti ve «Ateş» komutu ile ilk Şerman'ın kulesi parçalanmış, tank bir duman perdesi altında birdenbire durmuştu. İkinci tanktan sonra üçüncüye vakit kalmadan düşman tankları çekilmeye başlamışlardı. «İşte şimdi, o bölgedeki 8 nçi Panzer Alayının 1 nci taburu için gün ve saat gelmişti.» Bunu tam içinden geçirdiği esnada teğmen Bernard gözlerine inanamadı. Gerçekten Yüzbaşı Stiefelmayer'in tankları soldaki sırtlardan aşağıya doğru inmeye başlamışlardı. Ve Stiefelmayer taarruzunu, düşmanı L Şeytan Bahçesine sürecek şekilde tevcih etmişti. Bu İngilizler için, birçok mayının önceki ateşler esnasında

patlamış olmasına rağmen, bir felaket olmuştu. Teğmen Bernard şimdi dürbününden 1 kilometre kadar uzaktaki bu tank katliamım seyrediyordu. İngiliz Tankları birbiri peşi sıra mayınların azizliğine uğrayarak parçalanıyor, o tuzaktan kurtulmak isteyenlerden çoğu da aynı akıbete uğruyordu. Biraz sonra, hâlâ ayakta kalabilen uçak bombalarının işe karışmasiyle, diğer tankların da sonu geldi ve tahrip harekâtı tamamlanmış oldu. İngilizler bu olayda tam 35 tane Şerman ve Granti L bahçeleri içinde kurban olarak bırakmışlardı. 24 Ekim, Alman Panzer Ordusunun Komutan Yardımcısı General Stumme'nin kaybedilmesiyle Mihver küvetleri için kederli bir gün teşkil etmişti. Henüz Afrika'ya gelişi üzerinden ancak bir ay geçmiş olan ve Rommel'in izine ayrılması nedeniyle Panzer Ordusuna komuta eden Stumme, gittikçe tehlikeli bir vaziyet alan cephenin Kuzey kesimini yakından görebilmek için öğleden sonra hareket etmişti. İlkin 28 rakımlı tepe istikametinde alarm yolunu takiben, 235 yanında istihbarat subayı olduğu halde yol alırken, birden İngiliz tanksavar ve makineli tüfek ateşlerine maruz kalmıştı. İstihbarat subayı başından ağır şekilde yaralanmış, şoför aracı sırtın gerisine almaya çalışırken General Stumme kendi aracından inerek yanlarından geçen bir kamyona binmek istemişti. İşte Stumme bu sırada vurulmuş ve arkasından koşan keşif kolu onu, vurulduğu yerde ölü olarak bulmuşlardı. Zırhlı Ordu komutanlığını General Ritter Von Thomas almış ve savaş, hiçbirşeyden habersiz hükmünü icra ederek sürüp gitmişti. El Alemeyn'deki bu Ekim» savaşı, Montgomeri için ne kadar «Zengin Savaşı» ise Panzer Ordusu için de o kadar «Fakir savaşı» idi. Montgomeri'nin ikmal kaynaklarının holluğu oranında Rommel kuvvetlerinin kısıtlı hali anlatılır gibi değildi. Hele hepsinin üzerinde Kraliyet Hava Kuvvetlerinin devamh uçuşları ve yağmur gi_ bi bomba yağdırmaları yok mu, Almanları çileden çıkarıyordu. Almanlar artık bu hava kuvvetiyle arkadaş gibiydiler ve 18 uçaklık grupları ezbere biliyorlardı. İngilizlerin normal akım 4 bombardıman uçağım koruyan 14 av uçağı ile yapılıyordu. Almanlar bu 18 başlı Domuzu, daha ilk uçağı görür görmez tanıyorlar ve şimdi sıra hangi karede diye merak ediyorlardı. Bu kare

dedikleri haritadaki numaralanmış karelerdi ve Alman askerleri, İngiliz Hava kuvvetlerinin bu kareleri atlamadan sıra ile dövdüklerini iddia ediyorlardı. 25 Ekimde gün doğarken Montgomeri, kuvvetli bir topçu hazırlık ateşi ve hava bombardımanından sonra yeni bir taarruza başlamıştı. En şiddetli muharebeler, İngilizlerin sıklet merkeziyle yüklendikleri 28 rakımlı tepe etrafında 236 cereyan ediyor ve bu tepe muharebenin kilit noktası olmasıyla büyük önem taşıyordu. İşte bu sıralarda Rommel, bir He-3 uçağında Viener Neustadt hava alamnda pilot Giens'in dönmesini bekliyordu. Giens, «Hava Kurbağalan» (*) ile uçuş izni almak için yaptığı savaştan döner dönmez, beklemekten sabn tükenen Rommel emir vermişti «Haydi uçuyoruz».... Pilot Giens'in «Sayın Mareşalim, 18.000 Fit yükseklikte buzlanma var» sözüne kulak asmayan Rommel, «Biz de o yüksekliğe çıkmayız» demiş ve Giens, telsiz operatörü Bozi ve makinist Sadrich'in bakışarak onaylannı aldıktan sonra hemen havalanmıştı. Girit'de kısa bir moladan sonra da uçak değiştirerek ADO-217 uçağı ile Afrika'ya doğru yola çıkmışlardı. El Daba'ya saat 17.20 de inen Rommel, arabasına atlayarak derhal cepheye hareket etmiş ve hava kararmadan taktik karargâhına vararak ayağının tozu ile Kurmay Başkanı Westphal'in birifingini dinlemişti. Ertesi gün zayıf nahif ve dindar görünüşlü bir kimse olan general Von Thomas, Rommel'e kişisel raporunu vermiş ve sonunu şöyle bağlamıştı: «Durum büyük ölçüde kötüleşmiş, çok üstün düşman hava kuvvetleri ve topçusu Şeytan Bahçelerini tahrip etmiştir. Düşman hava üstünlüğü su getirmez olarak aleyhimizdeki en önemli faktörü teşkil etmektedir. Düşmam durdurabiliriz, fakat geri atacak güçte değiliz. Kıtalanmızın kayıplan çok fazladır, örneğin 15 nci Panzer tümeninin muharebe edebilecek ancak 31 tankı kalmıştır. Akaryakıt durumumuz kritik bir hal almıştır.» Bu can sıkıcı raporu, kaşları çatık ve eli çenesinde sessizce dinleyen Rommel, uzunca bir (*> Meteoroloji elemanlarına takılan isim. 237 süre konuşmaksızm durum haritası önünde! düşünüp durmuş sonra başım kaldırarak etrafındakilere «Elde kalmış bütün zırhlı ve motorlu kuvvetleri Kuzeyde toplayın. Giren düşmanı imha

için kitle halinde karşı taarruza başlayacağız » demişti. Bütün varını yoğunu bu taarruza bağlayan Rommel, yine de Güneydeki 21 nci Panzer tümenine dokunmaya cesaret edememiş ve onu, istediği zaman Güneyden de kuvvetli bir taarruz imkanım elinde bulunduran Montgome ri'nin bir sürpriz taarruzuna karşı mevzilerinde bırakmıştı. Rommel'in herşeyini ortaya koyarak 27 Ekim sabam giriştiği karşı taarruz, bazı mahalli başarılar kazanılmasına rağmen, düşmanı girdiği bölgelerden söküp atamadığı gibi bir imha harekâtını da başaramamıştı. Şimdi Monti'- nin yem tankları Alman Mark—3 ve Mark—4 tanklarından daha iyi idiler ve İngiliz 8 nci Ordusu Komutan ve askerleri, galiba yemle yenile yenmesini öğrenmeye Başlamışlardı. Artık onlar da kuvvetlerini dağıtmadan kitle halinde kullanıyorlar, Harp Prensiplerinin emrettiği mükemmeliyette sıklet merkezi teşkil ediyorlardı. Ateşlerim de dağıtmıyorlar, Hava ve kara ateşlerim koordinell olarak zamanca ve yerce toplamasını başanyorlardı. Hatta, Tilki'likten yana da bayağı bir hayli yol almışlardı. Aldatmaca, yanıltma, hile, gizleme ve baskın unsurlarına önem veriyorlar ve bunları yerinde kollamyorlardı. Ve hele o ikmal maddelerindeki üstünlükleri yok mu? Hiç bitmeyecekmiş gibi yığın yığın gelen cepaneyi de acımasızca sarf ederek tahkimatı yıkıp savunanları kayıplara uğratarak kendi kayıplarını azaltma imkânım rahat şekilde kulanıyorlardı. Rommel 28 Ekim günü 21 nci Panzer tüme- 238 ninin bir kısım kuvvetlerim Kuzeye kaydırarak tekrarladığı taarruzdan da bir sonuç elde edememiş ve artık sonun başlangıcı görünmeye başlamıştı. 31 Ekim gecesi Montgomeri Kuzeydeki büyük yarma harekâtına «Operation Supercharge» başlamıştı. Bir saat kadar devam eden topçu hazırlık ateşim takiben Avustralyalılar 115 nci Zırhh Piyade Alayına yüklenmiş ve adım adım ilerlemeye başlamışlardı. Alman topçu mevzilerine sokulan düşman, topçu erlerinin piyade gibi savaşmasıyla ancak püskürtülmüşlerdi. 31 Ekim günü İngiliz tankları bir İtalyan topçu mevziini de geçmiş ve sahil yolunda görünmüştü. Rommel 33 ncü keşif alayım bu girmeyi tıkamak üzere, sevk etmiş, 21 nci Panzer ve 90 ncı Hafif tümenleri de taarruza kaldırmıştı. Bütün bu didinmeler sayesinde Kuzeydeki cephe tutun' maya muvaffak olmuşsa da ince bir zar gibi gerilen

bu hatta daha ne kadar zaman dayanılabilirdi? Panzer Ordusu, ümitsiz bir muharebeye girişmişti. FÜHRER'İN EMRİ «ZAFER VEYA ÖLÜM» 1/2 Kasım gecesi Afrika çölü karanlıklar içinde yüzerken El Alemeyn muharebesi dokuzuncu gününü yaşıyordu. Rommel'in meşhur Şeytan Bahçeleri ve diğer tahkimatı hemen hemen tamamiyle düşman eline geçmiş, kuzey kesimdeki Mihver kuvvetleri geriye atılmış ve cephe bir çok yerinden çatlamıştı. Montgomeri'nin hazırlık ateşi dokuzuncu gün sabaha karşı ye- 239 niden başlamış ve enaz 400 top ve diğer ağır silahlar tam 3 saat çelik kusup durmuştu. Mihver toprak tahkimatı yıkılıyor, erler asabi ve yorgunluktan toprağa gömülmüş, ağır sarsıntılar altında titreyen mevziler adeta eğilip bükülüyordu. Arkadan, bundan evvel olduğu gibi uçaklar görünmüş, kannlarındaki tonlarca bombayı aşağıya dökmüşlerdi. Uçakların bombardımanı sona ererken tankların desteğinde piyade taarruza kalkmıştı. Sonuç, 1: 2 saat sonra gözle görülecek kadar belli olmuş ve 28 rakımlı tepenin güneyindeki cephe yarılmıştı. İşte Montogmeri'- nin günlerdir beklediği an gelmiş ve o da hiç tereddüt etmeden hazır beklettiği 400 tanklık büyük zırhlı armadasını bu kesimde ileriye sürmüştü. Montgomeri'nin 400 tankına karşılık Rommel'in elinde 80: 100 Alman ve İtalyan tankı vardı. Üstelik Montgomeri ayrıca 300 tankı geride ihtiyata tutuyordu. Rommel, «Karşı taarruza hazır ol» emrini vermişti. Elde kalan Alman tankları, topçu, tanksavar ve istihkâmcılardan kurulmuş Muharebe Grupları, karargâhlardan işi olmayan bütün askerler, ihtiyatlar, özetle bulunabilen herkes karşı taarruz için yığılmıştı. Ve böylece de meşhur Tel El Aggagir tank muharebesi başlamıştı. Bu, o zamana kadar Kuzey Afrika'da yapılmış en büyük ve en korkunç tank savaşıydı. İngilir. uçakları peş peşe Mihver küvetlerine taarruz ederken, İngiliz topçusu acımasızca bol mermi ile kıtalarını desteklerken Alman topçusu sık sık mermi yokluğu çekiyordu. İşin tuhafı buna sebep, cepanenin olmayışı değildi. Cepane pek bol olmasa da vardı, fakat gerideki depolardan bunları getirecek araç azdı ve ikmal, İngiliz Hava kuvvetlerinin devamlı taarruzları yüzünden çok gecikmeli ola-

240 rak yapılabiliyordu. Bu muharebede general Kraus'un emriyle, ahçılar dahil, bulunabilen herkes cepane taşımak için kullanılmıştı. 11 nci topçu Alayının ancak iki bataryası, 21 santimetrelik topları için mermileri, 3 tonluk kamyonlarla 3 gün süren bir gidiş gelişten sonra sağlayabilmişler, bu da bir bayram sevinci için yetip artmıştı. Bu savaş, gerçekten «Fakir insanların harbi» idi. Bununla beraber Alman kıtaları, İngilizler tarafından 4 l 5 kilometre genişliğinde açılan gediği son bir gayretle bir süre için tıkamaya muvaffak olmuşlardı. Montgomeri bunun üzerine ihtiyatındaki tankları da muharebeye sürmüştü. Afrika Kolordusunun elinde ise ancak 35 tank kalmıştı. 33 ncü Topçu Alayının topları şimdi İngiliz tanklarının karşısında yaman bir savaş vermeye başlamıştı. Bu alay, sanki eğitimdeymiş veya manevra yapıyormuş gibi gayet rahat şekilde hareket ediyor, fakat bu soğukkanlı ve telaşsız nişan alış, hedefini bulan mermiler halinde kendini gösteriyordu. İngiliz zırhlı birlikleri bu ateş karşısında bir hayli kayıp veriyordu ama, 2 nci batarya tanklar tarafından şimdiden ezilmişti. 1 nci batarya, teğmen Bernard'm kendi insiyatifini kulanarak geriye mevzi değiştirmesi nedeniyle ancak bu badireden kurtulabilmişti. Batarya bu çekilmeyle aynı zamanda İngiliz hafif ve orta menzilli topçusunun menzili dışına çıktığından rahatlıkla mevzilenmiş ve aynı bölgeye mevzi değiştiren bir 88 lik batarya ile oraya kadar sızan İngiliz tanklarına son darbeyi vurmuştu. Şanlı komutanı Albay Grossman'ın komutasındaki şanlı 33 ncü topçu Alayı, hani Kuzey Afrika muharebelerinin sesi olan Alay şu sıralarda 7 top kuvvetine inmişti. Yine en az onun kadar 241 şanlı 8 ncl Panzer Alayı, kahraman Alay Komutanı Albay Teoge dahil son erine kadar döğüşmüş ve ölmüştü. Piyade alayları, muharebo grupları, keşif birlikleri, tanksavarlar, bütün kıtalar ağır kayıplara uğramışlar ve bitap düşmüşlerdi. Yaralılar, susuz ve bakımsız çukurlarda yatıyorlar ve bilinmeyen yerlerden yardım bekliyorlardı. 3 Kasım 1942 akşamı muharebe meydanı her iki taraf için de kan, ateş ve ısdırap doluydu. 223 ncü Alayın 10 ncu bölük komutanı bu günü hatıralarında şöyle anlatır:

«3 Kasım günü telgraf hattının takip ettiği yol ile Sidi Abdurrahman yolunun kesiştiği yere yakın bir çukurda açlık ve soğuktan titriyordum. Onbaşı Frankur bir top mermisi ile paramparça 3 : 4 metre uzağımda yatıyordu. Yavaş yavaş susuzluk da kendini duyurmaya başlamıştı. Çöl gecesinin, karlı ülkeler gecesinden daha da soğuk olabileceğini daha önce bana söyleselerdi imkân yok inanmazdım. Fakat bunun böyle olduğunu şimdi dişlerim kınlacakmış gibi birbirine çarparken bittecrübe anlıyordum. Sabahın ilk aydınlığında uyandığımda yammda bölüğün 3 eri daha vardı. Sol aşağımda ayn ayrı mevzilerde iki tanksavar ve sırtın bitimine doğru boy çukurlarına gizlenmiş piyadeler görünüyordu. 9 ncu bölük solda bir yerde olmalı. 15 kilometre ilerde masmavi deniz sanki beni yanına çağırıyor. Ve dumanlı bir sis arasında ilerleyen düşman tanklarını farkediyordum: 2, 4, 8, 10.. Ve taarruza başladılar. Alarm!. Tank taarruzu... Dört tank, benim bulunduğum yere doğru hızla ilerliyordu. Tanksavarlar niye ateş etmiyorlar, acaba? Afrika'da bunlarla yakından dö- 242 ğüşmekten başka yapılacak birşey yoktu. Ve şimdi ilk tank makinahtüfek mevziine yaklaşmıştı. Tank biraz daha ilerleyerek çukurun üzerinde durdu ve paletlerini gıcırdatarak mihveri etrafında hızlı bir dönüş yaptı. Makinahtüfek mevzu buruşturulmuş bir kâğıt gibi ezilip gitmiş ve içindekiler canlı olarak toprağa gömülmüştü. Tank şimdi benim bulunduğum mevziye yönelmişti. Korkudan bir köşeye sığınmıştım. Acaba paletleriyle bulunduğum yeri ezecek mi, acaba şoför nerede durup dönecek diye düşünürken tank üzerimizden geçip gitti. Bu sefer sağ ileriden diğer bir tankın yaklaştığım gördüm. Tank komutanı kendisinden o kadar emindi ki, çukura bile bakmıyordu. Derhal el bombamı kemerden çıkardım, maşasını açtım ve ilerleyen tanka fırlattım. Bomba tankın kulesine çarpmış ve bir tesir yapmamıştı. Tank komutam bana acı acı sırıttı ve doğal olarak süratle başını kuleden içeri çekti. Solumda beş kişi, silahlarını başları üzerinde teslim olduklarını belirtecek şekilde tutarak bir diğer İngiliz tankına doğru ilerliyorlardı. Bunlar Rus cephesinden yeni gelmişlerdi ve herhalde dün geceden itibaren sinirleri tam manasiyle bozulmuş olacaktı.

» Daha 2 kasımdan beri El Alemeyn savunma muharebesinin kaderi görünmeye başlamıştı. Su götürmez bir hava desteğinde İngiliz 8 nci Ordu. sunun üstün küvetlerle ve bol cepane harcayarak giriştiği taarruz artık durdurulamayacak bir noktaya ulaşmıştı. Rommel, 3: 4 gündenberi bir çekilmenin en uygun hareket tarzı olacağına karar vermişti. Fakat bu kararın gerek Führer ve gerekse Duçe tarafından kabul edilmeyeceğini bildiği için biraz daha beklemeyi yeğle- 243 misti. Ama 1 Kasımda Emir Subayını durumu anlatmak için bir uçakla Hitler'in karargâhına, Rastenburg'a*yollamış, 2 Kasım günü yine Rastenburg'a sunduğu bir raporda durumu bütün çıplaklığı ile beürterek çekilme kararında olduğunu ve bunun için müsaadenin telgrafla kendisine bildirilmesini İstemişti. Rommel, daha üst rütbeli subaylar ve karargâhında bu kadar kurmay varken Emir Subayı Yüzbaşı Brendt'i Hitler'in karargâhına göndermekte özel bir maksat güdüyordu. Yedek subay olan Yüzbaşı Brendt, sivil hayatta iken tanınmış bir Nazi politikacısıydı ve kendisini Hitler de tanıyor ve hatta seviyordu. Hitler'in gittikçe yakın çevresindeki subay ve generalere güvensizlik duymaya başladığı da biliniyordu. Bu durumda Hitler tarafından kabul edilebilir ve anlatıkları da Hitler için itimada layık bulunabilirdi. Harpten sonra konuştuğum Kurmay Başkanı VVestphal bunları bana anlattıktan sonra eklemişti: «Düşünebiliyor musunuz, Rommel benim bile gitmemi istemedi. Yüzbaşı Brendt'in yalnız gitmesinde ısrar etti. Ve bana, Führer senin tek lafını bile dinlemez dedi.» Rommel'in, Emir subayına verdiği talimat şuydu: «Durumu bütüh çıplaklığı ile anlatacaksın ve çekilmek için müsaadesini alıp sür'atle bana bildirilmesini sağlayacaksın. Panzer tümenlerinin acele takviye edilmesini temin edeceksin. »... Rommel bütün bu yaptıklarına rağmen, 4000 kilometre uzaklıktaki Baş komutanlık karargâhından durumun anlaşılabileceğine ve çekilme emriyle takviyeler alabileceğine pek ihtimal vermiyordu. Ama, bir ümit işte, bekleyecekti. 4 Kasım öğle zamam sat 13.00 de Kurmay 244 Başkanı Albay VVestphal öğle yemeğini yemeğe hazırlanıyordu. Daha doğrusu yemek masada

soğurken VVestphal o sırada gelen bir raporu okuyor ve haritayı tetkik ediyordu. Bu sırada emir subaylarından Yüzbaşı Von Heldorf içeri girmiş ve «Führer'den bir emir, Başkanım» diyerek mesajı ona uzatmıştı. «Ne diyor, Heldorf?» «Bu, Ordunun idam fermanı, Başkanım». Ne?! diyen Albay, mesajı yüzbaşının elinden kapmış ve gözleri gittikçe büyüyerek hızla okumuştu. Elindeki kâğıdı yavaşça masaya bırakırken «Bunlar delirmişler mi?» diye söyleniyordu. Rommel, az sonra zırhlı arabasiyle cepheden karargâha dönmüş, ve daha dinlenmeye vakit bulamadan Albay VVestphal, Hitler'in mesajını bir kelime söylemeden Feld Mareşale uzatmıştı. Rommel, sağ kaşım kaldıra kaldıra birkaç defa mesajı okumuş ve bir süre gözlerini yere dikerek sessiz düşünceye dalmıştı. Etrafındaki subaylar, Rommel'in yüzünün aldığı acı ifadeyi görünce nefes bile almaktan çekinerek bekliyorlardı. Rommel mesajı tekrar okudu, pencere önüne giderek dışarıyı seyretmeye koyuldu. Hala ağzını açıp birşey söylememişti. Mesaj şöyleydi: «Ben Führeriniz ve Alman halkı, mümkün olan her şeyi cepheye sürerek, Komutanız altındaki Alman ve İtalyan kuvvetleriyle şanla ve cesaretle savunmayı devam ettireceğinize inanıyoruz. Düşman şimdiki üstünlüğünü, direnciniz karşısında zamanla yitirecektir. Tarihte, kuv. vetlinin daha kuvvetli bir düşmanı yenmesi ilk defa vaki olacak değildir. Sizin için ölmek veya muzaffer olmaktan başka çıkar bir yol kalmamıştır.» ADOLF HİTLER 245 Bu emri kayıtsız şartsız yerine getirmeli mi? Acaba hemen bir cevap yazıp «Emirleriniz yerine getirilmiştir. Ancak...» diyip bu emrin yapılmasiyle bütün Kuzey Afrika ordusunun imhaya sürükleneceğini anlatarak emrin değiştirilmesini mi istemeli? Yoksa «Çekilme başlamıştır. Bunun durdurularak tekrar savunmaya geçilmesi, takdir edersiniz ki, mümkün değildir.» mi demeli? Bu sorular, Mareşalle Kurmay Başkanı arasında tam 4 saat enine boyuna konuşuldu ve tartışıldı. Albay VVestphal «Bu, morali yüksek tutabilmek için verilmiş bir emirden başka birşey değildir» diyor ve Mareşali, bu emri dinlememeye ikna etmek için uğraşıyordu. Rommel ise, emrin doğru bir kararı yansıtmadığına inanmakla

birlikte, emre itaat etmek gerektiğini söylemekteydi. Bir Ordu Komutanı için problem, bir karargâh Subayının düşündüğünden çok daha değişik, çok daha sorumluluk gerektiren bir konuydu. «Şimdiye kadar astlarımdan daima mutlak bir itaat istedim. Şimdi bu prensipten hiç taviz vermeyen bir kimse olarak ben, nasıl olur da bunun tam aksim yaparım. Bu, en başta kendime karşı saygısızlık olur» diyordu. VVestphal'- in «Ama Mareşalim, bu, ordunun sonu demek olur» demesi üzerine verdiği cevap kısaca şuydu: «Ben, herşeyden evel askerim, VVestphal»... Mareşal, Hitler'in bu emri yazdırmadan önce kendi raporunu okumuş ve hatta belki de emir subayı Yüzbaşı Brendt'i dinlemiş olduğuna inanıyordu., öyleyse hâlâ itiraza gerek var mıydı? Rommel «Son mermiye kadar savunmaya devam » kararına vardı. Kendi karargâh personeline «Yakın muharebe için el bombaları ve makinalı tabanca dağıtın» emrini verdi. 246 5 Kasım sabahı durum şöyle idi: Afrika kolordusu ve 90 ncı Hafif Tümen, Tel El Mampasa'ya hakim bir kum tepesinin iki tarafında tutunmaya çalışıyorlardı. Güneyde sıra ile İtalyan motorlu kolordusu, İtalyan Ariete Zırhlı Tümeni, Litorya ve Trieste, Trento tümenleri ve Alman Ramke paraşüt Tugayı ve 10 ncu İtalyan kolordusu vardı. Ve Afrika kolordusu başta olmak üzere bütün Rommel Panzer Ordusu tahammül gücünün sonuna gelmişti. Kayıplar ağır, ikmal madeleri sıkıntısı had safhada, birlikler bitap halde idi. Saat C8.00 de Montgomeri kuvvetleri bir saatlik yeni bir hazırlık ateşiyle- cepheyi yumuşattıktan sonra taarruza başladı. Afrika kolordusu. General Thomas komutasında son gayretle savunmaya devam ediyordu. Kolordu Kurmay Başkanı Albay Bayerlayn, karargâhı El Daba bölgesinde yeniden kurmak için ayrılacağı zaman, Generalin hiç alışılmamış bir şekilde bütün nişan ve madalyalarım takmış olduğunu görerek hayret etti. General Thomas, Kurmay Başkanına «Bayerlayn, Führer'in bu emri deliliktir. Bu, Ordunun ölümü demektir. Ben bunu, maiyetime nasıl anlatabilirim» diyordu. «Hadi sen güle güle git. Ben, Tel El Mampasa muharebesini şahsen idare edeceğim»... Albay Bayerlayn generalin bu giyiniş şeklinden ve konuşmasından şüphelenmiş ve «Acaba General ölümü mü arıyor.» diyerek telaşlanmıştı. Bu

yüzden de Komutanı yalnız bırakmamaya karar vererek El Daba'ya gitmekten vaz geçmişti. ingiliz taarruzunun ağırlığı, Tel El Mampasa'ya yöneltilmişti. General Thomas, Kurmay Başkanının ricalarını dikkate almayarak bu cehennemden beter kum tepelerinde ve göz açtırmayan düşman ateşi altında en ilerdeki hatlar- 247 da bulunan kıtaların başına geçmişti. Saat 11.00 sıralarında geriye dönen Generalin Emir Subayı Teğmen Hartdegen «Artık ihtiyacı olmadığını bildirerek General beni, telsizleri de yanıma katarak, geriye gönderdi. Yolda öğrendiğime göre Tel El Mampasa bölgesindeki birliklerimiz neredeyse eriyip dağılmış durumda. Generalin nerede olduğu hakında da birşey öğrenemedim» demiş, Bayerlayn heyecanla yerinden fırlamıştı. Bulabildiği küçük bir keşif aracına atlayan Kurmay Başkanı Generali bulmak için ileri hatlara doğru yol alırken düşman tanklarının ateşine uğramıştı. Bayerlayn kendisini araçtan aşağı atmış ve sürünerek bir kum yamacının gerisine saklanmıştı. Bulunduğu yer ve civan, tahrip edilmiş malzeme, yanmış tanklar, parçalanmış toplar ve cesetlerle doluydu. İleriden bir ağır yaralının iniltisi duyuluyordu. İşte bu sırada komutanını gördü. General Thomas, 150 metre kadar uzakta yanmakta olan bir tankın yanında ayakta ve hareketsiz duruyordu. İki İngiliz tankı onun yanıbaşındaydı, diğer bir tank da aynı yere doğru hızla yaklaşıyordu. Generalin bulunduğu yer şiddetli bir topçu ateşi altında idi. Zaten Bayerlayn da bu manzarayı birden ve net şekilde görememişti. Toz, duman, gürültü arasında kesik kesik seyredebilmişti. Ne yapacağını bilemez bir halde birkaç saniye geçirmişti ki, bu arada tankların General 'Thomas'dan uzaklaştıklarını gördü. Bu sırada ateş de durmuş ve tankların arasından fırlayan bir İngiliz jipi hızla generalin yanına gelmişti. Jipten inen bir İngiliz subayı, ki bunun 10 ncu Hüssar Alayından Yüzbaşı Singer olduğu sonradan anlaşılmıştı, elindeki makinalı tabanca ile Generale yaklaşmış, onu jipe bindirmişti. Bu ana kadar bir 248 Sfenks heykeli gibi sessiz ve dimdik duran General, yapacağı birşey kalmadığını anlayarak jipe binmişti. Afrika Kolordu. Komutanı General Ritter Von Thomas iki Dünya harbinde tam yirmi defa

yaralanmış ve orduda cesaret ve kahramanlığı ile şöhret yapmış bir kimseydi. Birinci Dünya harbinde en yüksek askeri nişan olan Bavaryan cesaret madalyası ve Max Josef madalyalarım kazanmış, İspanya iç harbinde Condor lejyonu ile birlikte savaşmış ve Rusyanm engin ovalarında tanklarıyla şöhret kazanmıştı. Bayerlayn bir ^süre olduğu yerde hareketsiz kalmış, sonra araçta beraber geldikleri bir onbaşı ve erle kâh gizlenerek, kâh koşarak 3 saat sonra ancak karargâha dönebilmişti. Bu arada Rommel, durumu öğrenmiş bulunuyordu. Öğrenmişti ve olan bitene bir hayli üzülmüştü. Bayerlayn'i de dinlemiş ve sadece «Pek âlâ. Haydi işimize bakalım» demiş ve aracına doğru yürümüştü. Alman Telsiz Dinleme postalan bir saat önce Montgomeri'ye çekilen şu düşman mesajını tesbit etmişlerdi: «Thomas Von Ritter adında bir Alman Generali tutsak alınmıştır»... El Alemeyn savunma birliklerinin diğerleri de kötü durumda idiler. Güneydeki 20 nci İtalyan kolordusu elindeki kötü vasıflı bir avuç İtalyan tankı ile 100 kadar İngiliz tankına karşı koymaya çalışıyor, mevziini inatla savunuyordu. İngilizlerin teslim olma tekliflerini reddeden İtalyanlar, kuşatılmış olmalanna rağmen, Rommel'in emrettiği şekilde son tanka ve son mermiye kadar çarpışmaya devam ediyorlardı. Mareşal Kesserling bu buhranlı günün öğle saatlerine doğru Rommel'in karargâhına ulaştı. 249 İki Mareşalin karşılaşması biraz soğuk oldu. Zira Rommel, Kesserling'in, Hitler'in bir müfettişi olarak geldiğini tahmin ediyordu. VVestphal'in de hazır bulunduğu konuşmada Mareşal Kesserling, durumu bir kere daha yakından tetkik ettikten sonra «Hitler'in emrinin bence makul ve geçerli bir yanı yok» deyince Rommel hayret etmiş ve sonra Kesserling'in elini hararetle sıkarak sevincini belirtmişti. Rommel hemen bir mesajla, Hitler'den evelki emrini değiştirerek çekilmesine müsaade etmesini isteyecek, Kesserling de karargâhına döner dönmez Rastenburg'a Rommel'i destekleyen bir mesaj yolluyacaktı. Böylece, Rommel de her asker gibi hareket ederek emri yerine getirmiş, ümitsiz durumlarda bile birşeyler yapılabileceğini isbat etmişti. Aynı zamanda bu olay, Hitler'in emrinin ne askeri ne de politik bakımdan makul olmadığını gözler önüne sermişti. Tarih göstermiştir ki, komutan

tarafından bir askere ölmesi ve bir orduya kendini feda etmesi emredilebilir. Fakat gayesiz ve maksatsız ne bir askere ne de bir orduya ölmesi emredilemez, emredilmemelidir. El Alemeyn muharebesinde her ne pahasına olursa olsun savunmaya devam etmenin açıklanabilir ne politik, ne askeri, ne psikolojik bir nedeni yoktu. Rommel bu kanaatini koruyor ve şimdi artık cevabı da beklemeden hemen çekilmek gerektiğine inanıyordu. Bayerlayn'ı da yanma alarak Afrika Kolordusu karargâhına hareket etti ve arabada Bayerlayn'a «Bildiğiniz gibi cephemiz neredeyse yarılmak üzere, düşman gerilerimize sarkmaya çalışıyor. Führer'in emri artık hükmünü kaybetmiş bulunuyor. Bu geceden itibaren Fuka mevziine çekilecek ve elimizde ne 250 kalmışsa onlan kurtarmaya çalışacağız.» Biraz durup Bayerlayn'a baktıktan sonra «Albay Bayerlayn, Kolordunun emri komutasını sana veriyorum. Eğer itaatsizlikten dolayı Harp Divanına dahi verilsek kararımızdan dönmeyeceğiz. Bir- Jiklerine bütün emirleri benim adımı kullanarak yayınlayabilirsin. Yeni görevinde başarılar dilerim. » demiş ve kolordu karargâhında son durum hakkında bilgi aldıktan sonra kendi karargâhına hareket etmişti. Mareşal karargâhına ulaştığında, Kurmay Başkanı Westphal kendisini karşılamış ve çekilme planının hazır olduğunu bildirmişti. Rommel, Harekât Başkanından plan hakkında bilgi alırken kendini pek rahat hissetmiyordu. Çünkü O, Führer'i tanıyor ve emirlerinin yapılması konusunda ne kadar titiz olduğunu yakından biliyordu. Gece yarısına doğru Nöbetçi Harekât Subayı Führer'in emrini kendisine uzattığında henüz uyumamıştı. Emir 3 satırdı: «Duçe'yi fikrinden haberdar ettim. Durumun gelişmesini dikkate alarak kararınıza katılıyorum. Gerekli emirler Duçe tarafından Genel Karargâh eliyle yayınlanacaktır.» ADOLF HİTLER Nasıl olmuştu da bu kısa zamanda Hitler kararını değiştirmişti. Veya ilk karan hangi etkiler altında almıştı. Bunu Harpten sonra birkaç kişiden öğrenmeye çalıştım. Anlıyabildiğim kadariyle olay şöyle gelişmişti: 4 Kasım öğlene doğru Hitler, General Jodl'a «Bu rapor elime neden bu kadar geç ulaştınlıyor? » diye söyleniyor ve azarlıyordu. Jodl «Yataktan

geç kalktınız» diyemediği için susmuş, 251 sesini çıkarmamıştı. Rommel, 3 Kasım günü yolladığı raporda El Alemeyn'deki feci durumu ve İngiliz yarmasını belirttikten sonra Afrika Kolordusu zırhlı birlikleri ve kurtarabileceği diğer birliklerle El Alemeyn'in 90 kilometre Batısındaki Fuka mevzilerine çekilmeyi teklif ediyordu. Kurt Yatağı'nda (*) bulunan nöbetçi subayı, yedek bir binbaşıydı. Rusya harekâtı sırasında o kadar feci haberler almaya alışmıştı ki, General Jodl'u veya bizzat Hitler'i uyandırarak haber vermeye gerek görmemişti. Hitler'in âdeti, gece yansından 1 ; 2 saat sonraya kadar çalışmak, sonra uyumaktı. Tabiatiyle ertesi gün de öğlene doğru kalkardı. O uyanık olduğu sürece Generaller, emir subaylan, sekreterler ve önemli bakanlıklann irtibat elemanları daima çağınlmaya hazır vaziyette bulunmaya mecbur olurlardı. Böylece Hitler çalışırken herkes vazife başında bulunurdu. İşte 3 Kasım gecesi Rommel'in raporu gece yansından, yani Hitler ve karargâh elemanlannın yatmasından sonra geldiği için 4 Kasım sabahına kadar nöbetçi subayının masasında tutulmuştu. General Jodl ve Keitel (**) 4 Kasım günü sabahı sat 09.00'a doğru yataktan kalkmışlardı. Raporu sat 10.00'a doğru okuyan Jodl bayağı telaşa kapılmıştı. Çünkü dün gece Hitler'in savunma için Rommel'e gönderdiği emri biliyordu. Hitler'in bu emri üzerinde gerek Hitler ve gerekse karargâh bir hayli kafa yormuş ve sonunda Hitler, dün gece geç saatlerde emri imzalayarak Jodl'a uzatmış ve derhal gön- (*) Rastenburg (Prusya) daki Hitlerin karargâh olarak kullandığı sığınak (**) Baş Komutanlık karargâhının Kurmay Başkanları. 252 derilmesini emretmişti. Jodl da emri şifrelenmesi ve çekilmesi için ilgiliye vermişti... Acaba emir şu saate kadar gönderilmiş miydi? Ah, keşke gönderilmemiş olsa!.. Jodl hemen telefona sarılarak durumu Telsiz karargâhına sormuş «Dün gece şifrelenerek 4 Kasım gecesi 04.30 da telsizle gönderildi» cevabını alınca hemen Hitler'e koşmuştu. Hitler Jodl'u biraz bekleterek saat 11.15 te kabul etmiş ve Jodl'a biraz da merakla bakarak «Ne var, ne yok?» diye sormuştu. Jodl da «Rommel'den gelen raporlar fena» diyerek bir gece evvel gelen raporu uzatmıştı. Hitlerin, raporu okurken yüzü kıpkırmızı olmuş ve

soğuk bir tarzda «Benim özel emrim Rommel'e gönderildi mi?» diye sormuştu. Jodl'dan «Evet Führer'im, dün gece gönderildi» cevabım alınca bakışlarını havaya dikmiş ve bir an hareketsiz kalmıştı. Hitler'in bakışlarının yukarıya doğrulması fena halde kızdığına işaretti ve bunu bütün yakınları bilirdi. Nitekim kısa sesizlikten sonra Hitler'in sesi gittikçe yükselmeye başlamış, sonunda haykırışa dönmüştü: «Peki neden bu rapor bana bu kadar geç getiriliyor?» «Neden bana dün gece gösterilmedi?»... «Neden uyandırılmadım? » «Niçin?»... Jodl, mesajın gece geç vakit ve yatmadan hemen sonra geldiğini söylemiş ve «Nöbetçi subayı-Binbaşı düşünmüş ki...» sözünü tamamlayamadan Hitlerin çığlığı duyuldu: «Binbaşı düşünmüş ki.. Kim bu adam ki, durumun kritikliğini ve zamanın önemini idrak edemiyor?.. Biz orduların kaderini böyle ne yaptığım bilmez idraksizlerin eline mi teslim ettik?.. Bu ne budalalık, bu ne lakaydilik?.. Ona, herkese örnek olacak bir ders vereceğim. Binbaşıyı derhal Harp Divanı'na verin»... Hitler artık avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Subaylar ve 253 sekreterler korkudan bulundukları yerde büzül, müş ve bir yerlere sinmişlerdi. Üç saat sonra Binbaşı Harp Divanı'na sevk edilmiş-ve cezalandırılmıştı: «Rütbesi er rütbesine indirilecek ve derhal cephedeki Çalışma Taburlarından birine gönderilecektir». Ve ceza, o gece yerine getirildi. Bir Scapgoat (*) yakalanmış ve cezalandırılmıştı. Ama mesele bununla bitmiyordu ki. Rommel'in Zırhlı Ordusunun durumu ne olacaktı? Bir binbaşıyı cezalandırmak, bir orduyu kurtarmaya yetmiyordu ki... Hitler bütün gün karargâhın verimli çalışmamasından şikâyet etmiş ve fakat dün geceki emri geri almak için hiç bir teşebbüste bulunmamıştı. Zira bu, Onun Tabiatına uymazdı. O, ikide bir karar değiştirmekten —Bu karar, ne kadar yanlış olsa da— hoşlanmazdı. Bereket, ertesi gün 5 Kasım öğle saatlerinde ilkin Rommel, arkasından Kesserling'in mesajları imdada yetişti. Her iki Mareşal de bir çekilmenin gerekliliğini kesin şekilde bildiriyor ve müsaade istiyorlardı. Eh, Hitler'in aradığı can simidi ayağına gelmişti. O da hiç tereddüt etmeden ona sarıldı ve çekilme müsaadesini bildirdi. İtalyan Dış İşleri Bakanı Kont Ciano hatırar- • tında «Bir zaferin pek çok babası vardır. Fakat

yenilgi, kimsesiz bir yetimdir» diye yazar. Ve bununla kastettiği: «Mersel Brega ile Abdurrahman'ın Beyaz cami (**) arasındaki zaferler (*) Yahudilerin, günahlarını çöle taşıması için, başı boş salıverdikleri keçi. (**) El Alemeyn'e yakın. Sidi Abdurrahman'da. 254 Rommel'in zaferleri ise, o halde El Alemeyn mağlubiyeti de O'nun mağlubiyetidir.» Evet doğrudur. Ama şu hakikat de herkes tarafından teslim edilmektedir ki, Dünya yüzünde hiçbir komutan, 1942 kışmdaki Rommel'in ordusu ile, Montgomeri'nin 8 nci ordusu karşısında daha fazlasını yapamazdı. İki Ordu arasında o kadar büyük kuvvet farkı vardı ki, hiç bir güç kendi kabiliyetiyle bu fark oranını kendi lehine çeviremezdi. Buna karşın gene de, Rommel kuvvetlerinin 12 gün süren El Alemeyn. muharebesindeki basanları, hayret vericidiı. Evet, Montgomeri'nin zaferi yadsınamaz, kesin bir zaferdi ama, bu savaşta Rommel'in yenilgisini bir felakete çeviren Hitler'in emriydi. Çekilmedeki bu gecikme yüzünden Rommel ordusu çok ciddi kayıplara uğramış ve birçok birlik, malzeme ve silah Monti'nin zırhlı kuvvetleri önünden kaçamamıştı. Evet zafer kesindi ve ılommel'in Ordusu bir hezimete uğratılmıştı ama, çölde bir zafer ne kadar devamlıydı? Bu da araştınlmaya değer bir konuydu. Rommel'in bu yenilgisinin ve kayıplannın derecesi hakında o sıralarda ve sonraları bir hayli şey söylenmiş ve yazılmıştır. Almanlar ve İtalyanlar genellikle kayıplannı az gösteriyorlar ve Mareşalin çabuk şekilde çekilmediğini veya başanlı bir artçı muharebesi veremediğini söylüyorlardı. Fakat Rommel'in etrafındakilerin verdikleri raporlarda, 6 Kasıma kadar bu bozguna engel olmanın mümkün olmadığı belirtiliyordu. Çekilmede geç kalındığı doğru idi, fakat bunun günahı Alman Baş Komutanlık karargâhınındı. Çekilmenin Fuka mevzilerine değil de daha geriye yapılmasının da gerekçeleri gayet kuvvetli idi. Bir defa bu mevzide tutunamıyacak 255 kadar ordu ağır kayıplara uğramıştı. Ayrıca daha geriye çekilmek suretiyle hem düşman hava kuvvetlerinin olabildiğince uzağına kaçmak, hem de. İngilizleri ikmal kaynaklarından uzaklaştırarak kendi ikmal merkezlerine yaklaşmak avantajına sahip olunacaktı. İngilizlerin de, tahminlerin

ötesinde atak bir takip yapmış olmaları ayrıca göz önünde bulundurulmalıydı. Aksini söyleyenlerin ise iddiaları şöyleydi: Rommel'in herşeyini kaybettiğini sanarak çok gerilere çekilmeğe karar vermesi bir hata idi. Çünkü bu, Monti'ye cesaret vermiş ve O'nu amansız bir takip yapmaya heveslendirmişti. Rommel'in Trablus'a kadar çekilmeyi planladığı ve hatta, eğer izin verilirse bütün Kuzey Afrika'yı tahliye ederek İtalya'ya çekilmeyi düşündüğü Monti tarafından biliniyordu. Rommel bundan başka esaslı bir mukavemet de göstermemişti. Bu da Monti'nin sere serpe ve Rommel', in kuyruğundan ayrılmadan ilerlemesini ve Rommel'in herhangi bir mevzide tutunmasına fırsat vermemesi sonucunu doğurmuştu. 8 Kasımda Amerikan - İngiliz kuvvetlerinin Fas ve Cezayire çıkarılması karşısında Rommel'in yapacağı en uygun hareket, Monti'yi kabil olduğu kadar uzakta durdurmak ve Kuzey Afrika'nın Doğu ve Batısındaki bu kuvvetler.n birleşmesine engel olmaktı. Bu eleştirmenlere göre, şimdi Eisenhower ile Montgomeri kuvvetlerinin müştereken Kuzey Afrika'yı istila ederek yekpare bir güç haline gelmelerini önlemek birinci öncelikle düşünülmeliydi. Roma, Rastenburg ve Güney bölgesi Komutanı Kesserling'in, Panzer ordusunun Fuka ile Tunus arasında savunma savaşı vermesini istemeleri makul ve uygun hareket tarzı olarak 256 görülebilirse de, acaba bu mümkün müydü? Rommel, kestaneyi ateşten çıkarabilecek miydi? Bunlar öyle sorular ki, o zaman da bu zaman da cevaplan hâlâ münakaşa edilmektedir. Panzer Ordusunun Lojistik subaylanndan Yarbay Muller, El Alemeyn'in kaybediliş sebeplerini gösteren evraklanndan bir kısmını kurtarmış ve bu evrakını gerçeklere ışık tutar düşüncesiyle tetkik için bana vermişti. Bu dokümanlara göre «Modern ve Teknik bir harbin kandan çok mürekkeple, Lojistik ve hizmet hesaplanyla yapılacağı» belirtiliyor ve «Zafer veya yenilgi bir cetvel ve grafik halinde açıklanabilir » deniyor ve şunlara dikkat çekiliyordu «Bir Mark—3 tankının 90 kilometre hareketi için gerekli 80 galon yakıt olmadan, ne kadar bilgili ve cesur olursa olsun bir komutan ne yapabilir? Yani yeterli yakıtı olmayan tank bir demir külçeden başka bir şey değildir. Eğer lojistik görevlisi

bütün personel, ikmal subaylanndan başlamak üzere tankı veya diğer bir aracı ayakta tutabilmek için gerekli şeyleri en ince noktasına kadar hesaplayıp sağlamazlarsa Komuta kademelerinde verilen kararlann ve yapılan parlak harekât planlannm ne önemi kalır.?» Yarbay Muller'in dökümanlan «Muharebeyi öncelikle kazananlar Mühendisler ve teknik elemanlardır » diyor ve Afrika Kolordusunun El Alemeyn muharebesi öncesinde ve sonrasındaki tank mevcudunu şöyle açıklıyordu: «El Alemeyn muharebesinin ilk günü (23 Ekim 1942) Kolordunun zırhlı kuvvetlerinin elinde 8'i Komutan tankı olmak üzere 291 tank vardı. On gün sonra 2 Kasım akşamı ise ll'ri tamirde, 2 si komutan tankı olmak üzere elde sadece 64 tank kalmıştı. Yani 227 tank kaybedilmişti.» 257 Yarbay Muller'in Levazım subayının raporundan «Çekilme emrinin geç verilmesinden dolayı 4 Kasımda, 5 nci Panzer Alayının onanmda bulunan 40 tankınm düşmanın eline geçmesini önlemek için yerinde tahrip edilmiş olduğu»nu öğrenmekteyiz. Yine «Emrin çekilmeye başlanmadan az bir süre önce verilmesi nedeniyle tamir ve bakım atelyelerinin takatlerinin üstünde bir yük altında kaldıklarını ve bunun da araç ve silahların zamanında tamirlerinin yapılamamasına neden olduğunu» saptamaktayız. Vinston Çörçil Rommel'in teknik servislerini kastederek onlardan «Almanların Afrikadaki zaferlerinin temel direği» diye bahseder ki, gerçekten yerinde bir tanımlamadır ve bir haknişaslıktır. Fakat bu teknik insanların gayreti ve becerisi, eğer cephe tutulamazsa, tamir edilmekte olan tanklar düşman eline düşerse, rampalar ve tamirhane tezgâhlan çekilmede düşman eline geçmesin diye havaya uçurulursa ne işe yarar? Askerler arasında «Çekilme» sözü bile soğuk ve antipatiktir. Hele bunun tatbikatı büsbütün tehlikeli ve zalimdir, zordur. Neden zordur? Çünkü çoğunlukla kuvvetli bir düşman karşısında çekilirsin de ondan zordur. Tabiî bu kuvvetli düşman zayıf rakibinin çekildiğini görür de onun yakasını bırakır mı? Şimdi El Alemeyn' de de olan buydu.. Tarihte yazılı daha önceki savaşlar gibi, morali yıkılmış perişan bir kaçan ve kuvvetine mağrur coşmuş bir kovalıyan... Avcı ile avı arasında cereyan eden bir kaçma ve kovalamaca... Üstelik bizim av sahamızda diğer

savaş alanlarında bulunmayan çok yakıcı bir de güneş vardı. Kum sinekleri, sanlık, dizanteri bazan savaştan daha yıkıcıdır. İşte bu âfetler de bol bol mevcuttu. Özetle El Alemeyn gaddardı. 250 Zafer yolu üzerinde bir kilometre taşı gibi parıldayan El Alemeyn, hani biraz daha başını uzatsan Firavun Piramitlerini- görebileceğin nokta, şimdi Rommel için erişilmez bir memnu meyva gibi gittikçe uzaklaşmakta ve dumanlar arasında kaybolmaktaydı. Beyaz Cami de sisler arasında yitmiş, buradan artık görünmez olmuştu. El Alemeyn şimdi insafsız bir düşmanın kanlı hançeri gibi, arkasını dönmüş giden Rommel'in sırtında parlıyordu. YENİLMİŞ ORDU Evet, bir yenilgiden sonra çekilme, dehşet verici bir haldi. Bundan da müthişi, «Mümkün olam kurtarma» düşüncesi ve telaşıdır. Hele bu düşüncenin gereği biraz da aceleyle yapılırsa bu, çekilen birliklerin disiplin ve moralini allak bullak eder. 6 Kasım günü Panzer Ordusunun kalanı düşmandan çözülmüş gerek kıyı yolunu ve gerekse çöl yolunu takip ederek çekilmeğe başlamıştı. Maksatları, Fuka mevziine ulaşmaktı. Montgomeri ise düşmanın çekileceğini hissetmişti. 5/6 Kasım gecesi Romel'in birlikleri yola düşmek için kıpırdamaya başlayınca, avının hareketlerini dikkatle takip eden bir avcı gibi kendisi de ayaklanmış ve o sabah ihtiyatmdaki tank kuvvetlerini de cepheye sürerek düşman üzerine atılmıştı. 6 Kasım günü de bundan öncekiler gibi bir «ölüm - Kalım» boğuşmasına dönmüştü. Kanlı ve kıyıcı... Bir zamanların zafer ordusu yaralanmış, yorulmuş, gururu çiğnenmiş halsiz ayak. larını sürükleyerek kurtulmaya çalışıyor, diğeri 259 daha düne kadar defalarca yenik düşeni şimdi iki ayağı üzerinde azametle doğrulmuş, yenilmenin intikamını bir defada almak istercesine hırsla onun üzerine saldırmaktaydı. Rommel, bu felaketten ordusunu güçlüklerle boğuşarak kurtarmaya çalışıyor ve Fuka da tutunamazsa daha gerilere çekilmeyi hesaplıyordu. Bugün İngiliz uçakları telsiz konuşmalarından Rommel'in bulunduğu yeri tesbit etmişler ve karargâhı yoğun bir şekilde bombalamışlardı. Rommel ve Kurmay Başkanı kendilerini sığınak çukurlarına atarak canlarını zor kurtarmışlardı.

Mihver kuvvetlerinin askerleri nefes nefese sürüne sürüne, kuyruğu, bacağı kopmuş bir kertenkele gibi aksak, topal çekilmeğe çalışıyordu. İleri... Bomba yağmuru altında harap olmuş yollarda, mayın tarlaları arasında ileri... Duran, düşman ayakları altında kalıp çiğnenir. Onun için düşene kalkana bakmadan ileri... İstihkâmcılar bir kere daha savaş alanının yıldızları olmuştu. Çekilen orduyu mayın ve engellerle korumak, gelenin ayağına ayak bağı bağlamak onu görevi idi. Tobruk şimdi gerilerde kalmıştı. İstihkâmlar Derne'de işe yarayan ne varsa tahrip etmiş, yol boyunca uzanan İtalyan koloni evlerine mayın yerleştirilmiş ve Sireneyka bölgesindeki yollan geçilmez bir hale getirmişlerdi. Muharip birlikler bir yol kavşağı, bir menfez veya bir köprü gibi tahribi gereken bir yerden geçerken ileride bir çukura çömelmiş istihkâmcılan görürlerdi. İstihkâmlardan yol üzerinde bulunanı gidenlere yol gösterir, çoğu kere acele etmelerini ister ve her zaman olduğu gibi geçip gidenle kalanlar arasında şakalaşmalar yapılırdı. 260 Batı'ya doğru geçip giden kollar seyrekleşince istihkâma kolun sonundakilere sorardı: — Arkanızda kim var? — Tomi'lerden başka kimse yok. — O halde yolunuza devam edin. Kol geçip gidince İtalyan Başçavuşunun komutasındaki Arap yol işçileri hemen işe koyularak tahribe başlarlardı. Bu sırada İstihkâmcılar da mayınlama için kollan sıvarlardı. Onlann görevi, dama taşı şeklinde ölüm hazırlamaktı. Rommel'in İstihkâmcıları yeni bir hile tatbik ediyorlardı. Birkaç günden beri asıl komutanlan Albay Hecker sanlık ve dizanteri hastalığına yakalanarak hastaneye yatmış ve yerine eski İsthkâm Başkanı olan General Bulawins geçmişti. Yeni Bubi Tuzaklan çok ustalıkla ve şeytani bir şekilde seriliyordu. İlk mayınlı kuşağa hakiki mayın döşenmiş olduğu hissi verilmek için dama taşı şeklindeki çukurlar acele ile dolduruluyor, 2 nci kuşakta aynı şekilde yapılıyor, 5 metre ilerdeki 3 ncü kuşak çukurlanna dedantörsüz T lağımları ve boş konserve kutuları döşeniyordu. 4 ncü kuşak gerçek lağımlarla dolduruluyor ve daha doğrusu sahte mayın tarlası ile gerçek mayın tarlası birbirine kanştınlarak içinden çıkılmaz bir keşmekeş yaratılıyordu.

İngilizlerin öncü birlikleri buraya geldiklerinde duruyor ve hemen modern dedektörlere (*) sahip istihkâmcılar faaliyete geçip mayın yerlerini saptıyorlardı. Bazı çukurlann tamamen boş, bazilannın konserve kutusu, bir kısmının patlamayan yalancı T lağımı ile dolu olduğunu gören ve bir hayli zaman kaybeden birlik diğer çukurlara aldırmaksızın yürüyüşe *) Mayın bulma aleti. 281 geçiyor ve felaket de başlıyordu. Gerçek T lağımı ile kayıplara uğrayan birlik duruyor ve asap bozucu arama tarama yeniden başlıyordu. Bu, her yürüyüş kolunun başına geliyor ve sil yeni baştan faaliyet ve bekleyiş tekrarlanıyordu. Kahire radyosu, İngiliz ordusunun çok az bir mukavemetle karşılaştığım ve fakat Alman istihkâmcılarının kendilerini adam akıllı hırpaladığım ve geciktirdiğim resmen itiraf ediyordu. Rommel Ordusundaki motorlu araç noksanlığı, El Alemeyn çekilmesinde çok sıkıntı yaratmıştı. Rommel kendi kendine şunu soruyordu: «Piyadeyi kendi kaderine mi terkedeyim, yoksa onları tıka basa araçlara bindirerek manevra ve hareket kabiliyetinden yoksun mu bırakayım? » Gerçi Rcmmel'in elinde yeteri kadar araç yoktu ama, belki birşeyler yapılabilir ve bazı birlikler kurtarılabilirdi. Fakat 10 ncu İtalyan Kolordusunun, neredeyse bütünüyle esir olması Romrnel'in bu umudunu da yıktı. Çünkü kullanılabilecek motorlu araçların çoğu bu kolorduda idi. Rommel bu acı haberi öğrendiği zaman «Bunu Ramke'nin çocuklarına bildirmeli ve onlara araç veremiyeceğimizi söylemeliyiz» demişti. Bu gün dahi Rommel'in, Ramke Paraşütçü Tugayına motorlu araç vererek bu seçme birliği kurtarmak imkânına sahip olup olmadığı bir münakaşa konusu olarak ortada durmaktadır. Her ne olursa olsun General Ramke kendisine araç verilebileceği kanaatini her zaman korumuş ve sonradan bizzat Mareşal Göring'e bu konuda acı acı şikâyette bulunmuştur. .Lojistik subayı. Yarbay Muller hatıratında şunlan yazar: «Ramke'nin yeterli motorlu aracı vardı. Fakat çekilmenin yarattığı karşıklıkta araçların 282 çoğu. birlikler çekilmeden önce muhtelif görevlerle geriye gönderilmiş ve bunları o gürültü patırdı arasında bir daha bulmak mümkün olamamıştı.

Bu nedenle Tugay yaya olarak çekilmeye başlamış, hatta bazı tabur ve bölük komutanları bile yaya yürümek zorunda kalmışlardı. Eldeki mevcut araçlarda ise malzeme ve asker üst üste karma karışık bir haldeydi. Başlangıçta, Binbaşı Frenski topçularının cesareti sayesinde yürüyüş kolu bir imhadan kurtulmuş; İngiliz Zırhlı birliğinin bu topçu ateşi karşısında kayıplara uğrayarak durması sayesinde da. ha çekilmenin ilk günü bir felaket önlenmişti. Bu çarpışmada Tugayın üst makamlarla irtibatını^ sağlayan telsizi elden çıkınca birlik yalnız başına ve sağır bir halde kalmıştı. Bu telsizin kaybı yüzünden Tugay kendi ikmal birlikleriyle de büyük ölçüde haberleşme imkânını kaybetmiş, bu yüzden su ikmal kolu tugayı bulamamış ve tugay askerleri kişi başına yarım litre su ile yetinmek zorunda kalmışlardı. Üstelik Sahra Mutfaklarından çoğu, çekilme başlarken, araç noksanlığı yüzünden götürülemeyeceklerinden dolayı tahrip edilmiş, askerler bu yüzden çoğu zaman sıcak bir yemekten de mahrum olmuşlardı. Ama bütün bu araçsızlık, açlık, susuzluk ve kötü şartlara rağmen Paraşütçü tugayı askerlerinin büyük bir tahammül gücü gösterdiklerini ve hiç fütur getirmeden döğüştüklerini belirtmeliyim». Evet, Yarbay Muller'in anlattığı sadece bir örnek. Daha buna benzer çok örnekler verilebilir. Hadi biz yine Paraşütçü Tugayının macerasına devam edelim: Binbaşı Frenski'nin topçuları çekilmenin ikinci günü yeni bir düşman zırhlı birlik taar- 263 ruzunu daha karşılamış ve son mermisine kadar savaşmıştı. Ama düşman yeni takviyeler alarak kuşatıcı şekilde taarruzunu geliştirmiş ve yarım saat sonra, artık son mermilerini kullanmakta olan topçuları kuşatmıştı. Ümit kalmadı denen bu anda nereden çıktığı anlaşılamayan 3 ncü paraşüt bölüğü ve Tugay tanksavar bölüğü çemberi yararak Frenski ve askerlerini kurtarmış ve düşman birçok tankını yanar halde bırakarak çekilmek zorunda kalmıştı. Düşmandan sıyrılan, fakat Tugaydan da bir. hayli uzağa düşen kurtarıcı ve kurtulanlar, Binbaşı Frenski komutasında Batı istikametinde çekilmeye başlamışlar ve Fuka mevzileri önüne geldiklerinde bir İngiliz motorlu koluna rastlamışlardı. Bu kola gerisinden sessizce sokulan paraşütçüler,

uzaktaki İngiliz tanklarına haber ulaşıncaya kadar koldaki bütün canlıları bıçaklarıyla yok etmişler ve bir tanksavar topuyla bir kamyon ele geçirmişlerdi. Bu kamyon çalışabilir halde olduğu için hemen oradan uzaklaştırmalar ve içindeki su, konserve, sigara ve 4 bidon benzinle bayram etmişlerdi. Rommel, Marsa Matruh'un batısında, kıyı yolu yakınındaki taktik karargâhında «Bu yaklaşan nedir?» diye soruyordu. VVestphal dürbünüyle o istikameti taramaya ve çölden yükselen toz bulutunu ince ince araştırmaya başlamıştı. Zaten General Ramke uzamış sakalı ve toz toprağı ile az sonra görünmüş ve kendi Tugayının gelmekte olduğunu bildirerek komutamna tekmil vermişti. Rommel de yarım saat kadar sonra, perişan, fakat dimdik 600 paraşütçüyü geçit töreninde selamlarken kendi yorgunluğunu unutmuş ve yeni bir güç kazanmıştı. Paraşütçü- 264 ler buraya kadar çölde 3.500 kilometrelik bir mesafe katetmişler ve çarpışa çarpışa gelmişlerdi. Onlar tarihe, insan vücudunun tahammül, azim ve- iradesinin ne olduğunu gösteren parlak bir sayfa eklemişlerdi. Okuyucularıma bir de Doktor Otto'nun macerasını anlatmalıyım: Sıhhiye onbaşısı Doktor Otto, bir düşman Harikan uçak filosunun geldiğini gördüğü zaman kendisini güçlükle bir kum tepesinin arkasına atmış ve biraz sonra da yakındaki hava alanını tarayan makinalı tüfeklerin sesini duymaya başlamıştı. Birkaç günden beri bu taaruzlar, sık sık tekrarlanmaktaydı. Otto'nun hastane çadırı terk edilmiş bir çukurda bulunuyordu. Çavuş Boddien son yaralıları ambulansla taşımış, onbaşı König ise bir araç bulabilmek için motosikletiyle hava alanındaki uçaksavar bataryasına gitmişti. Bu suretle yaralı çadırım ve içindeki gereçleri gelen araca yükleyerek kurtarabilmeyi hesaplamışlardı. Montgomeri'nin askerleri, Fuka mevzilerine bozgun halinde çekilen Rommel kuvvetlerini yakından takip ediyor ve geniş bir cephe ile ilerleyerek Almanların herhangi bir yerde savunmalarını önlemeye çalışıyordu. Monti, Rommel'in kötü durumda olduğunu ve Afrika Kolordusunu kurtarabilmek için bütün gücünü kullandığını biliyor ve onu yakalamaya gayret ediyordu. Monti, tutsaklardan ve hava keşif raporlarından mükemmel bilgi

almaktaydı. İngilizlerin amansız ve sıkı takibi karşısında Rommei Fuka mevziinde tutunamayacağını anlamış, düşmanı aldatmak için Yüzbaşı Voss komutasında 580 nci keşif birliğini Fuka mevziinde bırakarak, diğer kıtalany- 265 la daha batıya çekilmeye başlamıştı, işte sağlık onbaşısı doktor Otto bu Fuko mevzii gerisindeki hava alanında bulunuyor ve saklandığı bu kum tepesi gerisinde hava taarruzunun geçmesini bekliyordu. Ama bu sırada uçaksavar bataryasının da çekilme emrini aldığını, bu telaş arasında araç getirmeye giden onbaşı König'in bir bomba isabetiyle motosikletim kaybettiğini ve kendisini unutup uçaksavar bataryasının bir aracına atlayarak geriye doğru gitmekte olduğunu, tabiatiyle, bilmiyordu. Son düşman uçağı da kaybolup bomba sesleri dindiğinde Otto yine çadırının yanına döndü ve gelecek olan onbaşı König'i beklemeye başladı. Şimdi uzaklarda, Hava alanının yanan bazı bölümleri görünüyor, fakat hiç bir hareket sezilmiyordu. Çöle acaip bir sessizlik çökmüştü. Öğleden sonraları denizden esen rüzgâr şimdi yine başlamış, rüzgara ayak uyduran çadırın tepesindeki Kızılhaç bayrağı hareketlenmişti. Otto'nun düşünceleri yine memleketine kaymıştı ve o şimdi babasının memlekette kurduğu sanatoryumu tatlı tatlı düşünmeye başlamıştı. Otto'nun babası da, kendisi gibi, doktordu. Hem de yalmz başına hastane kuracak kadar mesleğinde sivrilmiş ve zenginleşmiş bir doktordu. 1 nci Cihan Savaşına doktor general olarak katılan babası herkes tarafından sevilen bir kimseydi. Büyüyünce kendisi de babası gibi doktor olmuş, fakat babası kadar sevilmemişti. Nazi'ler onu beğenmiyorlardı. Çünkü O da Nazi'leri beğenmiyor ve doğru yolda olmadıklarını söylüyordu. Nazi bölge şefi, Doktor Otto'nun dosyasına «Güvenilmez» kaydını koymakta haklıydı. Savaş başlayınca doktor Otto da askere alınmış, fakat doktorluk yaptınlmayarak er rüt- 266 besiyle sıhhiye bölüğündeki bir araç şoförlüğüne verilmişti. Sonra Ambulans şoför muavinliği yapmış ve bu arada onbaşılığa terfi ettirilmişti. Kuzey Afrika savaşlarında yaralı kurtarmada üstün kahramanlık gösteren Otto'ya, kazandığı Demir Haç madalyasının 1 nci ve 2 nci sınıf rütbeleri, bizzat Rommel tarafından takıl

mıştı. Kendisini yakından tanıyan ve takdir eden üstleri onu, resmi değil de, özel doktor gibi kullanmaya başlamışlar ve şoförlükten almışlardı. Ama rütbesini yükseltemiyorlar ve resmen doktor görevi veremiyorlardı. Otto'nun bu durumu herkes tarafından biliniyor ve bulunduğu her yerde bir onbaşı olarak değil de bir doktor subay gibi itibar görüyordu. Doktor bu düşüncelerden sıyrıldığı zaman, nerdeyse ikindi olmuştu. Saat şimdi 14.00 ü gösteriyordu. «Bu König'de nerede kaldı?» diye aklından geçirirken karşıki sırtta bir İngiliz Skavt'ı göründü. Doktor gözlerine inanamıyordu, ama bir Skavt daha görünmüş ve iki araç çekine çekine hava alanı istikametinde ilerlemeye başlamıştı. Otto hemen fırladı, «Çabucak buradan uzaklaşmalıyım» diye düşünüyor, fakat malzemeleri de düşmana bırakmaya gönlü razı olmuyordu. Çabucak bir kaçını çadırın ortasına yığdı, alkol şişesini üstlerine boşalttı ve etrafına bakındıktan sonra kibriti ateşleyerek üstlerine attı. Biraz sonra yola paralel oJarak hızla uzaklaştığı yerden durup arkasına baktığı zaman, çadırın yanmakta olduğunu gördü. Otto, karanlık bastıktan 3 saat sonraya ka dar durmaksızın yürüdü. Gece kaputuna sarınarak bir çukurda uyudu. Uzaklarda. Batı tarafında topçu ağız alevlerini vc uzaklardan aU- 267 lan Krismıs ağaçlarını (*) görüyordu. Çöldeki Alman askerlerinin kendilerine has bir yaşayış tarzı ve arkadaşlık anlayışları vardı. Rommel'in ordusunda, diğer Alman ordularından farklı olarak S.S. 1er, rehineleri öldürme, politik beyin yıkama ve cephe genel evleri yoktu ve Nazi Partisince «Güvenilmez» kaydiyle damgalanmış olan doktor Otto'nun bu durumu burada pek umursanmıyordu ve hiç te baskı için bir bahane olmuyordu. Otto da, şimdiki bu hürriyetini düşman tarafına kaçmak için kullanmaya kalkmadı. Gündüzleri mağaralarda ve kum çukurlarında uyuyarak, geceleri yürüyerek tam 4 uzun günün sonunda Marsa Matruh yakınlarına ulaştığında kurtarıcısına kavuştu. 150 metre uzaktaki kıyı yolundan bir Alman keşif aracı geçiyordu. Doktor son bir gayretle saklandığı çukurdan fırlayarak ve sözde bağırarak araca doğru koştu. Araçtakiler bu onbaşıyı yanlarına bindirirlerken bayağı tiksinmişlerdi. Doktor, neredeyse insanlıktan çıkmıştı ve konuşamıyordu.

Hele uzatılan suyu bir içişi, ekmeği bir ısırışı vardı ki, kurtarıcıları herhalde bu manzarayı yaşadıkça unutmayacaklardı. ŞİMDİ DE CONİ'LER AFRİKA'DA «Bazen büyük bir askeri şöhrete sahip olmak avantajlı bir şey değildir. Bir adam, genellikle kendi kabiliyet ve kabiliyetsizliklerini bilir ve ona göre davranmak ister ama diğerleri ondan her zaman bir mucize beklerler.» (*) Uçak aydınlatma bombalarına askerlerin taktığı isim. 268 Rommel'in yukardaki sözleri, bir feragat ve bir alçak gönüllülüğü gösterir. O El Alemeyn'- deki yenilginin ne kötü bir talih eseri, ne de bir yanlış kullanmadan ileri gelmediğini, mevcut tehlikeleri ve teklifleri bildirmiş bulunmasına rağmen yüksek komutanlığın bunları dikkate almamış olmasından ileri geldiğini gayet iyi biliyordu. Montgomeri Alman cephesini, Alman ordusundan daha kuvvetli olduğu, daha üstün araç ve gerece sahip bulunduğu ve hepsinden daha önemlisi mutlak bir hava üstünlüğünü elinde tuttuğu için yarabilmişti. Kara kuvvetlerinin her türlü kahramanlık ve cesareti, İngiliz hava kuvvetlerinin kahredici hakimiyeti karşısında daima ezilmiş ve bir yerde çaresiz kalmıştır. İkinci Dünya Harbinde bu gerçeği birçok savaşta görürüz ama, bunun en çarpıcı örnekleri, özellikle, 1942 El Alemeyn ve 1944 Avrupa çıkarması savaşlarıdır. Her iki harekâtta zırhlı birlikler hareketsiz bırakılmış ve kara kuvvetleri hava kuvvetleri tarafından felce uğratılmıştır. Kuzey Afrikada Rommel, yeni bir zaferi hazırlayabilmek için birçok yenilgiyi kabul edebilirdi. Fakat El Alemeyn'deki yenilgi, bir muharebeyi kaybetmekten çok daha başka bir mana taşıyordu. Buradaki yenilgi, bir dahaki raunt'a hazırlanmak için bir puvan kaybediş değil, bütün maçı kaybetmek ve minderden silinmek manasında idi. Ve Rommel'in adeta beli kırılmış, kolu kanadı budanmıştı. O, Amerikalı ve İngilizlerin müştereken 8 Kasımda Fas ve Cezayir'e çıktıklarını duyduğu zaman yukarıdaki gerçeği bir daha ve çok daha derinden duydu. Şimdi yaka paça döğüştüğü 8 nci İngiliz ordusundan başka bir de arkasına çıkmış olan 80.000 Coni 269 ve 25.000 Tomi ile, nasıl, hangi kuvvetle başa çıkacaktı? İki cephede birden nasıl döğüşebilecekti?

General Eisenhower, Fransızlardan çok az bir mukavemet görerek, 8 Kasım 1942 den itibaren kuvvetlerini Fas ve Cezayir kıyılarına çıkarmaya başlamıştı. Her ne kadar şimdi çıkılan bu kıyılarla Tunus, Trablus veya Tobruk'a kadar çok uzun bir mesafe varsa da şu soru havada duruyordu: Peki, bu çıkan kuvvetleri kim durduracaktı? Rastenburg ve Roma, Mısırdaki İngiliz 8 nci Ordusunu yenmesi için —bütün ricalara rağmen— Rommel'i takviye etmeyi beceremediklerine göre şimdi bu tam teçhizatlı ve baştan ayağa silahlı taze kuvvetleri karşılamak için nereden kuvvet bulacaklardı? 8/9 Kasım gecesi, Kapusso'da Mareşal Rommel, 164 ncü tümen komutam General Lungerhausen'in zırhlı komuta aracında oturmuş, yakınlarında bulunan telsiz aracının Münih'den aldığı radyo yayınını dinliyordu. Hitler, meşhur Münih birahanesinden konuşuyor sesi çın çın çınlayarak zaferden bahsediyordu. Evet zafer zafer ama, şimdi bu herkesin ulaşmak istediği bilinmez kuşun Afrika'dan çok uzaklarda olduğu muhakkaktı. Uzaktaydı, çünkü şu sıralarda meşhur Afrika Kolordusu ve 90 ncı, 164 ncü Hafif Tümenler çöl kumları üzerine bitap serilmişler, soluklanmaya çalışıyorlardı. Nutuk bittiği zaman ortalığı acı bir sessizlik kaplamıştı. Rommel, başı öne eğik, yüzünde herhangi bir mana okunmaksızm bir müddet susmuş ve sonra yanındaki 4 - 5 kişi ile gece yansına kadar sürecek bir söyleşiye koyulmuştu. Rommel şöyle diyordu: «Kanımca, Afrika savaşı, bizim için kaybe- 270 dilmiştir. Eğer Rastenburg ve Roma bunu idrak edemez ve askerlerimizi kurtarmak için gerekli tedbirleri zamanında alamazlarsa o zaman cesur bir ordunun uzun kafileler halinde tutsak kamplarına doğru yollanmasına kimse engel olamaz. Peki o zaman, İtalyan yarımadasını kim savunacak?» Bu sorular, Rommel'in kafasını daimi olarak meşgul eden konulardı. Rommel'i endişeye düşüren ve tedirgin eden konulardı. Eğer İtalyan donanması ve diğer deniz ulaştırma araçları askerlerini kurtarmak için kullanılırsa, bir Afrika Dunkerque'i yapabilecekti. Rommel bu konuyu Albay VVesphal ve Bayerlayn ile 1-2 defa müzakere etmiş ve fanatik bir Nazi olan emir subayı Yüzbaşı Brendt'e de konuyu açmıştı.

Rommel şu fikri savunuyordu i «Geride bırakacağımız araç ve gerecin önemi nedir? Esasen bunların çoğu İngilizlerden ele geçirdiğimiz malzeme. Fakat insan unsuru çok önemli değil mi? 75.000 kişisi en aşağı bir yıldır döğüşen tecrübeli muharip olmak üzere 150.000 asker ne demektir, ne ele geçmez bir kuvvettir. Sicilya'da veya Güney Fransa'da bir savaşı kazanabilecek ve istila kuvvetini çıkarmayı yapmadan önce kara kara düşündürecek yaman bir güç.» Rommel, subaylarına «Dunkerque'de İngilizlerin başardıkları çekilmenin yalnız parlak bir organizasyon olmayıp, aym zamanda büyük bir ileri görüşlülük ve cesaret örneği olduğunu (*) açıkça söylemekten çekinmiyordu. Dun- (*) Göbbels buna «Şerefsiz bir kaçış» demişti. 271 kerque'den çekilen subay ve astsubaylar olmasaydı, sonradan kurulan ingiliz tümenlerinin komutan sorunu nasıl çözümlenebilirdi veya bu çözüm için ne kridar uzun bir süre gerekirdi? Ayrıca bu çekilme yapılamasaydı, bu toptan imha ve tutsaklığın kamu oyunda yaratacağı moral çöküntüsünün derecesi ne olurdu? Fakat, sonradan da göreceğimiz gibi, Alman yüksek komutanlığı böyle bir stratejik çekilmeyi istememiş ve Führer, bu gibi teklifleri daima elinin tersiyle iterek yenilgiye adeta çanak tutmuştu. 21 nci Panzer tümeni 6, 7 kasım günleri Fuka bölgesinde düşman zırhlı birlikleri tarafından fena halde hırpalanmış ve El Alemeyn'den kuftarabildiği 30 tankından şimdi elinde ancak 4 tankı kalmıştı. 2 nci Afrika Topçu Alayı, Kapusso'daki artçı muharebelerinde adeta kendini feda etmiş ve ancak 100 kişi ile dönebilmişti. 606 nci Tanksavar taburunun Fuka'daki savaşı daha da acı olmuş, İngiliz üstün zırhlı birlikleri cepheden ve yanlardan tabura çullanmış ve bu taburu son erine kadar çiğneyerek kalanları tutsak etmişlerdi. Teğmen Dony ve şoförü, bu taburdan kurtulabilen talihli iki kişiydi. Özetle Rommel ordusunun artçı birlikleri, kanları ve canlan ile düşman karşısına dikilmişler ve büyük kısmın takipten sıynlabiknesi için kendilerim feda etmişlerdi. Çekilmeden 20 gün kadar sonra 24 Kasım'- da Rommel, Kesserling ve İtalyan Mareşalleri Bastico ve Cavallero arasında, Sireneyka'yı

Trablus'tan ayıran Çöl kapısı Arco Dei Fileni'de bir toplantı yapılmıştı. Mussolini'nin emri şöyleydi : «Merselbrega her ne pahasına olursa ol- 272 sun tutulup savunulmak ve düşmana en kısa zamanda yeniden taarruz etmek için şimdiden hazırlanmaya başlanmalı...» Rommel için bu emir, hiçbir surette kabul edilir cinsten değildi. O, bunu duymamışçasına İtalyan Mareşallerine şimdiki durumu açıklayarak, gecikmeksizin Trablus'a çekilmek lüzumunu anlatıyordu. Kesserling ortada kalmış, sıkıntılı bir halde arabuluculuk yapmaya çalışıyor,. her iki tarafı da yatıştırmaya uğraşıyordu. Rommel, düşüncesinde ısrar ediyor ve «Artık Afrika'da benim için bir zafer ümidi kalmamıştır» diyordu. Onun şimdi bütün düşüncesi, kıtalarını bir an evvel bu cehennemden kurtarmaktır. O, elindeki perişan birlikleri ne güçlükler içinde Merselbrega mevzilerine çekebildiğini herkesten iyi biliyor. Montgomeri hatıratında, Rommel'in her zaman ve en son dakikada, en olmayacak yerden bile nasıl sıyrılmaya muvaffak olduğunu hayretle ifade eder. O günlerde Afrika Kolordusuna komuta eden Albay Bayerlayn bu dehşet dolu günleri hâlâ bütün canlılığı ile hatırlamaktadır. Hatta bir seferinde Albay Bayerlayn, Rommel'in emrini dinlemeyerek kendi insiyatifi ile düşmana karşı koymak ve çekilmeyi aksatmaktan dolayı az daha Harp Divanına veriliyordu. Rommel, Albay Bayerlayn'ı bu kadar beğendiği ve sevdiği halde, onun düşmana bu lüzumsuz angaje oluşuna müthiş hiddetlenmiş ve karargah subaylarından bazılarının devamlı yalvarmaları sonucu ancak yumuşamıştı. Rommel'in değişmez fikri sadece şuydu: Ordusunu her ne pahasına olursa olsun son sür'atle ve en az zayiatla Trablus ve Tunus'a çekmek ve kurtarabildiği her şeyi kâr hanesine yazmak. 273 27 Kasımda Rommel'in pilotu, komutan uçağı ve onu koruyacak olan av uçağının 28 Kasım günü Arco Dei Fileni'den hareket edecek şekilde hazır olmaları için emir almıştı. 28 Kasım gecesi Rommel saat 02.50 de Rastenburg'a hareket etti. Kurt Yatağı'ndaki Führer ile konuşmaya gidiyordu. Bu yolculuk için Yüksek Karargahtan ve Führer'den izin almamıştı ama doğrusu bu konudaki bütün riski göze almaya

hazırdı. Hareketten önce durumu uzun boylu, enine boyuna tartmış ve sonra Kurmay Başkam Westphal ile tartışarak olgunlaştırmıştı. Evet, eldeki kuvvetleri artık boş yere savaşlarda harcamamak ve bunlan Avrupa'ya çekmek en makul bir hal tarzı idi. Çünkü Eisenhower ve Montgomeri kuvvetleri arasında iki cephede savaşmak, hele büyük bir takviye alma ihtimali de bulunmadığına göre, eldeki son kuvvetleri de boş yere harcamaktan başka bir sonuç vermezdi. Ve bu savaşla kazanılacak zaman, kaybedilecek orduya değer miydi? Toronto yakınındaki Grottaglia hava alanına inmeden önce Rommel, sert bir tarzda pilota «Kimseyi görmek istemiyorum Gişen» demiş, bunun üzerine telsiz Başçavuşu Hahne de perdeleri kapatmıştı. Uçak yakıt ikmali yaparken Rommel koltuğuna gömülmüş ve gözlerini kapamıştı. Acaba uyuyor mu yoksa Hitler'le yapacağı konuşmayı mı düşünüyordu? Rommel'in emir subayı Yüzbaşı Brendt'de bu arada Panzer ordusunun gazetesi olan Oasis'in muhabirlerini atlatmış ve Rommel'in rahatını sağlamıştı. Ertesi sabah ailesiyle kısa bir görüşmeyi müteakip Rommel, saat 15.15 te Führer'in karargahı yanındaki hava alanına inmişti. Rommel derhal araca atlayarak bir meşe ormanı 274 içinde bulunan Kurt Yatağı'na gitmiş, 2 numaralı kapının nöbetçisi Mareşali selamlamış ve engeli kaldırarak geçmelerine izin vermişti. Rommel, Mareşal Keitel'le bir saat devam eden bir konuşma yapmış, durumu bütün açıklığı ile ortaya koyarak, Kuzey Afrika'dan bütünüyle çekilmek hakkındaki düşüncesini belirtmişti. Rommel'in kararında direneceği belli idi. Ortaya koyduğu sebepler makul, durum muhakemesi sağlam verilere oturtulmuştu. Keitel, Jodle ve Hitler'in askeri karargah başkanı tüm general Shmundt büyük bir ilgi ve sükûnetle Mareşalin açıklamalarını dinlemişlerdi. Hal ve tavırlarından -Rommerie aym fikirde olduklan ve kendisine hak verdikleri anlaşılıyordu. Mareşal, bundan sonra kendi haklılığına biraz daha inanarak güvenle Hitler'in karargahına doğru yola çıktı. Hitler'in kendisini saat 18.00 de kabul edeceği bildirilmişti. Hitler, kendisini fazla bekletmeden çağırttı. Yanında Mareşal Göring de bulunuyor ve Führer'in sakin olduğu gözleniyordu. Führer'in ilk sorusu şuydu t

— Afrika'da işler nasıl? Rommel tane tane durumu anlatmaya başladı. Arada bir duruyor ve Baş Komutanın tepkisini ölçmeye çalışıyordu. Führer, bir tepki göstermiyor, hiç sözünü kesmeden dinliyor ve ara sıra parmağı ile trampet çalar gibi masaya vurmakla oyalanıyordu. Rommel nihayet, İngilizlerin neden cepheyi yarmaya muvaffak olduklarını da sebepleriyle açıklamış ve; — Onlar daha iyi malzeme, daha kuvvetli topçu, daha fazla tank ve en önemlisi kesin şekilde hava üstünlüğüne sahiptiler, diye eklemişti. 275 Kendi karşı taarruzunun neden tam bir başarı sağlayamadığı konusunda nedenleri sıralarken «Akaryakıtımız da yoktu» demişti. Göring aniden atılmış ve . — Fakat yüzlerce araçla kaçarken akaryakıtınız vardı değil mi? Mareşalle beraber Hitler de duraklamıştı. Hitler'in bakışları sonra Rommel'e dönmüş, fakat bir şey söylememişti. Rommel devamla: — Keza, yeterli cepanemiz de yoktu. Göring: — Bununla beraber Töbruk ve Bingazi'de, arkamzda onbin mermi bıraktınız. Rommel'in yüzü kıpkırmızı olmuştu. Acaba Şişkoya bu cepaneyi nasıl tasarruf ettiğini ve toplara kadar nasıl taşıttığını ve en kritik anda bu cepanenin nasıl işe yaradığını bilip bilmediğini sorsun mu? Hitler hâlâ susuyordu. Acaba bu sahneleri daha önce aralarında kararlaştırmışlar ve şimdi rollerini mi oynuyorlardı? — Ayrıca, silahlarımızın da yeterli olduğunu söyliyemiyeceğim. Rommel, kızgın şekilde ve kelimelerin üstüne basa basa konuşmaya başlamıştı. — Silahlara ne oldu? Yine konuşan ve soru soran Mareşal Göring'fci. Bir tiyatro artisti gibi bir, müddet susarak sorusunun cevabını beklemiş, sonra sesini yükselterek: — Silahlan kaçarken attınız değil mi? Şimdi, bu ana kadar susmuş olan Führer işe kanşmış ve sesini perde perde arttırarak sinirli bir şekilde: — Her kim silahını atarsa o çürümüştür... Dive fikrini çok sert şekilde belirtmişti. 276

Hırsından titremeye başlayan Rommel, bir den bire yerinden fırlamış: — Führerim... diye başlamış, fakat sözünü bitirmesi mümkün olmamıştı. Hitler elini hiddetle masaya vurmuş ve: — Her kim ki silahını atar ve kendisini savunmak için bir tek top bırakmazsa o çürümüştür diye üstüne basa basa tekrarlamıştı. Odaya acı bir sessizlik çökmüştü. Kimse konuşamıyor, Rommel yumruklarını sıkıyordu. Hitler'in tekrar sesi duyuldu : — Asla!.. Sonra Keitel'e dönerek: — Napoli'de ne kadar silahımız var? — 6000 yeni tüfek hazır bekliyor, Führerim. — Derhal bunları gönderin. Rommel, böyle 6000 tüfekle kandınlamazdı. — Bunlar ne maksatla kullanılacak, Führerim? Hitler'in tehditkâr konuşma tarzına rağmen Rommel, Müttefiklerin Fas ve Cezayir'e çıkmalarından sonra Kuzey Afrika'yı elde tutmanın mümkün olmayacağını ısrarla belirtiyordu. — Bırakınız Panzer Ordusunu İtalya'ya çekeyim ve Eisenhower'in yapacağı bir çıkarmaya karşı Avrupayı koruyayım, diyordu. Hitler soğuk ve kuru bir sesle : — Ağzınızdan bu şekilde bir cümleyi bir daha duymak istemiyorum. Eisenhower'in ordusu Afrika'da mağlup edilebilir, Sicilya'nın kapılarında değil. Bu söz, Afrika'ya yeterli kıta, silah, tank ve uçak yollanması şartiyle bir değer taşırdı. Yoksa böyle kahramanlık taslayan parlak nutuklar havada kalmaya mahkûmdu. Bugüne kadar aradan geçen 20 ay zarfında, yalnız Montgomeri'- 277 nin ordusunu yenmesi için gerekli takviye gönderilmemişken şimdi buna Eisenhovver'in ordusu da eklendikten sonra nasıl karşı konabilecekti? Bütün uyanlara karşın Afrika'daki harekâtın bir sömürge savaşı olduğunu söyleyen bu baylar, şimdi ne demek istemekteydiler, acaba? Buradaki harekâtın Avrupayı drekt ilgilendirdiğini bir türlü kabul etmeyen bu efendiler, şimdi Avrupa'yı Afrika'dan savunmayı hangi yüzle isteyebiliyorlar? Rommel'in sözünü devam ettirmesini Hitler yeniden önlemiş ve: — Afrika savunulacak ve tahliye edilmeye çektir. Bu bir emirdir, Mareşal. Bu bir emirdir,

Feld Mareşal. Evet, Hitler bu kelimelerdeki sihiri yeterince değerlendiriyor ve Mareşallerini nasıl kullanacağını gayet iyi biliyordu. — Bu, bir emirdir! Prusya ruhu ve terbiyesi artık bundan sonra hiçbir itiraza yer vermemeyi emrediyordu. Feld Mareşal Rommel bu terbiye ile yetişmiş ve bu askeri ruhla hem hal olmuştu. Rommel için itaattan başka yapacak birşey kalmamıştı O da bunu kabul mecburiyetinde kaldı, faka! üzgün ve kırgındı. Rommel'in bu tarihten sonra Führerine karşı olan itimadı sarsılmış ve bir komutan olarak yükselme şansı da zayıflamıştı. Ertesi gün Reich Mareşali Göring, Rommel'i de yanına alarak Roma'ya hareket etmişti. Roma'da Mussolini, İtalyan Mareşalleri ve Kesserling'in katıldığı toplantılardan ve konuşmalardan esaslı bir sonuç alınmış değildi. Tutulmayacak bir takım vaatleri dinleyen ve bitmeven münakaşalardan bı- 278 kan Rommel, yorgun ve umutsuz bir halde Merselbrega'daki ordusunun başına döndü. TUNUS İÇİN YARIŞ 8 Kasım 1942 günü sabahın erken saatlerinde General Eisenhower muhteşem bir çıkarma filosuyla Kazablanka, Oran ve Cezayir önlerinde görünmüş ve köprü başlarını tutacak ilk hücum kademelerini kıyıya çıkarmayı başarmıştı. Eisenhower, adı ilk defa duyulan bir komutandı ve ..tümenlerinin bir kısmı bu harekât için İngiltere'den, bir kısmı Amerika'dan getirilmişti. Rozvelt ve Çörçil bu harekâta «Operation Torch» kapalı adını vermişlerdi. Harekât, Müttefikler adına büyük bir risk taşımıyordu. Çünkü Fas, Tunus ve Cezayir, Vişi Fransız hükümetinin yönetiminde birer sömürge idaresiydi ve bunlar Almanya ile mütareke yapmışlardı. Dolayısiyle kendilerini harpte saymıyorlardı. Mareşal Peten, Alman - Fransız işbriliğini, Hitler'in Kuzey Afrika'ya ekonomik ve politik bakımdan müdahale etmemesi şartiyle kabul etmiş ve elde kalabilen ordu birliklerini buralara yerleştirmişti. Çıkarmadan önce Amerikan ve İngiliz ajanları gayet mükemmel çalışmışlar, işlerini planlamışlar ve hatta Cezayir'deki Fransız ordusu komutam General Juin'i Müttefikler hesabına kazanmışlardı. Halbuki evvelden beri General Juin Peten'e, dolayısiyle Almanlar'a bağlı bir general

olarak bilinirdi. Çıkarmadan önceki bütün bu hazırlıklara rağmen yine de daha ilk günden itibaren aksilikler baş göstermişti. Nitekim 8 Ka- 279 sim çıkartma günü Fransız donanması komutanı Amiral Darlan, felç hastalığına tutulan oğlunu ziyaret için Fransa'dan Cezayir'e gelmişti. Müttefik çıkartması başlayınca Fransız Vişi hükümeti, General Juin yerine Amiral Darlan'ı Cezayirdeki bütün Fransız kuvvetlerinin Komutanlığına tayin etti. Amiral Darlan, koyu bir Peten hükümeti taraftarı ve aynı zamanda koyu bir Alman yanlısıydı. İngiliz ve Amerikalılardan nefret ediyordu ve Müttefik çıkartmasına silahla karşı konulmasım emretmişti. General Juin ise, ümitsizlik içinde, subayları mukavemetten alıkoymaya ve Müttefiklerden yana bir tavır almaya çalışıyordu. Fakat General Juin'i dinleyen azdı, komutanların çoğunluğu Darlan'dan yana idi ve mukavemete taraftardı. Nitekim 2 İngiliz destroyeri Cezayir'de batırılmış, diğer 2 İngiliz destroyeri ise Gran'da aynı akibete uğratılmıştı. Yine Oran'da 1 nci Zırhlı Tümene ait bir hücum taburu Fransız deniz piyadeleri tarafından ağır şekilde hırpalanmış ve Fransız mukavemeti ancak 24 saat sonra kırılabilmişti. Kazablanka'daki durum Eisenhower için da. ha ciddiydi. İngiliz gizli servisi Fransız komutanı Bethowart'i kazanmış, fakat işler yine istendiği gibi gelişmemişti. Genel Vali General Nauges, Peten'e sadık kalmış ve Bethowart'i tutuklatarak mukavemet için emir vermişti. Bu nedenle de Amerikan donanması çıkartma yapmadan önce Fransız donanmasına ateş açmak ve 7 Fransız gemisini batırmak zorunda kalmıştı. Ama yine de General Nagues, savaşa devam ediyordu. Londra'da telaş başlamıştı. Fas, Cezayir ve Tunus'taki bu çarpışmaların Fransızlan Almanların kucağına itmesinden ve Fransızların Al- 280 manlarla bir ittifaka giderek müştereken Müttefiklere harp açmasından korkuluyordu. Fakat gayet iyi yönetilen politik bir darbe bu tehlikeli duruma son vermiş ve Amiral Darlan bertaraf edilmiş- i Çörçil, bu İngiliz ve Amerikan düşmanı Amiralin ne kadar tehlikeli olduğunu biliyordu ve çıkartmadan önce Eisenhower'i, Darlan'ı ikna yolu ile kendi tarafına kazanmak fikrinden vaz geçirmeye çalışmıştı. Çıkartmanın 1 nci günü durum şöyle gelişti:

Amiral Darlan, 8 Kasım günü gece yarısına kadar süren bir brifinge katılmış, sonra da has ta olan oğlunu ziyaret etmişti. Bu sırada telefon çalmış ve bir subay Amiralin derhal general Juin'i görmesini rica etmiş ve bunun acele ve önemli olduğunu belirtmişti. Darlan çok yorgun olmasına rağmen, bir şeyden şüphelenmeksizin Juin'i görmek üzere hareket etmişti. Bu tuzak, eski Amerikan konsolosu Robert Murphy tarafından hazırlanmış, Amiral tutuklanmıştı. O gece hakkında elimizde resmi kayıtlar bulunmadığından Çörçil'in anılarına baş vurmak zorundayız. Çörçil «Darlan bir tuzağa düşürüldüğünü anladığı vakit Murphy'e dönmüş ve hiddetle, uzun zamandan beri İngilizlerin budala olduğunu biliyor, fakat Amerikalıların daha zeki olduklarını zannediyordum demişti.» diye anlatır. Aynı gece, Fransız mukavemetine son verilmesi için Amiral Darlan imzasını taşıyan emirler yayınlanmıştı. Bunu duyan Hitler, küplere binmiş ve Darlan'ın düştüğü tuzağı bilmediğinden bunu, Darlan'ın bir hiyaneti olarak kabul etmişti. Hitler, ihtiyar Mareşalden de (*) şüphe- (*) Mareşal Peten. 281 lenmeye başlamış ve 1940 da işgal edilmemiş bulunan Fransa'daki Vişi hükümetine ait bölgelerin de işgalini emretmişti. Hitler, Peten'i baskı altına alarak, Darlan'm hain olduğunu ilan ettirmiş ve idam cezasına mahkûm ettirmişti. Bu hal ve kişisel güvenlik meseleleri Amiral Darlan'ı Müttefiklerle işbirliğine itmiş ve Hitler'in aleyhine bir durum doğmuştu. Eisenhower de fırsatı kaçırmamış ve Murphy ile antant kaldıktan sonra Amiral Darlan'ın ziyaretine gitmiş ve ona teminat vererek kendi cephelerine kazanmıştı. Birkaç gün evvel Amerikan ve İngiliz gazeteleri tarafından hain, faşist diye aleyhine yazılar yazılan Darlan, şimdi Eisenhower için bir ordudan daha kıymetli olmuş ve büyük itibar kazanmıştı. Fakat Kristmıs yortusunda esef verici bir şekilde öldürülmüş, katili de 48 saat içinde yargılanarak asılmıştı. Çörçil anılarında bu konuda şunları yazar: «Darlan'ın öldürülmesi, kuşkusuz, feci bir cinayettir. Ama doğrusu istenirse, bu olay bizim için beklenmedik avantajlar doğmasına neden oldu. Evvelâ, bizi sevmediğimiz bir kimse ile zoraki bir işbirliğinden kurtardı ve rahatça kararlar almamıza olanak sağladı.»

Şimdi Eisenhower'in orduları kuzey Afrika'ya ayak basmış ve Rommel'in gerisinde büyük bir tehlike ortaya çıkmıştı. Hitler, Mussolini'nin aksine, Kuzey Afrika'ya bir çıkartma yapılacağını ümit etmemiş ve bunun için de böyle bir çıkartmaya karşı herhangi bir tedbir düşünmemişti. 8 Kasım günü bile Göring, Müttefik istila filosunun hedefinin Güney Fransa olacağına inanıyor ve «Bırakın gelsinler» diye kahramanlık taslıyordu. 282 Roma'da bulunan Mareşal Kesserling, Rastenburg ve Berlin ile devamlı irtibattaydı. — Kara kuvvetlerinden Tunus'a ne gönderebilirsiniz, Kesserling? diyerek Hitler, Güney Kuvvetleri Baş komutanı Kesserling'e telaşla soruyordu. — Bir avuç paraşütçü ve benim karargâh bölüğüm. — Mümkün olan her şeyi gönder. Bu, Hitler'in yalvaran isteği idi. 10 Kasım günü İtalya'da Napoli ve Tropani hava alanlarında bü^yük bir faaliyet göze çarpıyordu. 40 tane Ju—52 uçağı az sonra güney istikametinde havalanmıştı. Kesserling, Yarbay Koch komutasında 5 nci Paraşüt Alayını Tunus'a sevkediyordu. Böylece orada bir köprü başı kurarak Akdeniz'in bu büyük ve önemli limanının düşman küvetlerinin eline geçmesini önlemeye çalışacaktı. Yarbay Koch'un alayı Liyej (*) ve Cirit herakâtında şerefli bir yeri olan Meindle hücum paraşüt alayından çekirdek personel alınmak suretiyle teşkil edilmiş ve Malta harekâtında kullanılmak üzere Fransa'da eğitime1 tabi tutulmuştu. Alayda 20 sini aşmış er ve 22 sini geçmiş Astsubay yoktu. Subaylar da çok gençti ve bütün personel savaşlarda pişmiş tecrübeli askerlerdi. Tunus hava alanına Ju—52 1er, tıpkı Berlin'deki Tempelhof hava alanına iner gibi birbiri peşinden rahat bir şekilde inmeye başlamışlardı. Almanlar, İngiliz ve Amerikalıların Cezayir ve Faşta yaptıklarının öcünü alıyorlardı. İki de- (*) 1940 harekâtında Almanların hava indirmesiyle işgal ettikleri Belçika kalesi. 283 Tunus Harekât Alanı gern diplomatlarını, Rudolf Rahn ve Mühausen'i Elçi olarak Tunus'a göndermiş ve Fransız Genel Valisi Amiral Esteva'yı tarafsız davranmaya razı etmişlerdi. Tunus hava alanına 9 Kasım günü öğle vakti Albay Harlinghausen 3 uçakla inmiş,

bir süre sonra da diğer 3 uçakla Alman teknik personeli gelmişti. Ertesi gün yük uçakları, uçak savar topları ve mürettebatını, ikmal maddelerini ve cephaneyi taşımaya devam etmişlerdi. Fransızlar ise hava alanı civarındaki mevzilerinde idiler ve emir gereğince hiç bir müdahelede bulunmamışlardı. Alman Elçisi Rudolf Rahn'ın Fransız Amiral Esteva'yı tekrar ziyaretinden sonra Fransız Tümen komutanı General Barre kıtalarını hava alanından çekmiş ve böylece 24 saat sonra Yarbay Koch'un paraşütçüleri, kendi hava alanlarına inermiş gibi, rahat rahat Tunus hava alanına inmişlerdi. İndikten az sonra da, sanki kendi memleketlerinde tören geçişi yaparmışçasına Tunus şehri caddelerinden geçerek Mareşal Foch kışlalarına yerleşmişlerdi. Büyük liman tesisleri, hava alanı ile 220.000 kişilik kocaman bir şehir ve bütün bunları savunacak sadece bir Alay!.. General Anderson komutasında Birinci İngiliz ordusu birlikleri ve 1 nci Amerikan zırhlı tümenine mensup General Robiet'in komutasında B Zırhlı Muharebe Grubu Batı'dan Tunus'a doğru ilerliyorlardı, General Eisenhower şehrin birkaç gün içinde ele geçirileceğini umuyordu. Ama Eisenhower'in tahmin edemediği iki olay bu umudu tuzla buz edecekti. Biri hiç beklemediği Almanlar, diğeri yağan şiddetli yağmurlar. 11 Kasımda Tunus şehrine indirilen Koch'un alayı sayılmazsa 15 Kasımda Tunus'ta hâlâ Al- 285 manlann dişe dokunur bir kuvveti yoktu. Bununla beraber Alman Başkomutanlığı, daha ilk günden, Rommel'in emrinde çarpışan General Nehring'i Tunus'ta kurulacak 90 ncı Kolordu Komutanlığına atamıştı. General Nehring atama emrini aldığında Merselbrega'da bulunuyordu ve aldığı yaralar henüz tam manasiyle iyileşmemişti. Gerçi General Nehring Çöl savaşlarinda pişmiş kabiliyetli ve cesur bir komutandı ama koşup geldiği Tunus'ta emir subayıyla birlikte ne yapabilirdi ki? Henüz kolordu karargâhının subaylarından hiç kimse gelmemişti. Kurmay Başkanlığına atanan Albay Pomtovv hâlâ Kafkasya'da 3 ncü Panzer Tümeni Harekât Şube Müdürü olarak görev yapmaktaydı ve kar fırtınası uçmasına engel olmuştu. Aslında Kolordu denen şey de ancak bir tümen kuvvetindeydi. Sonracân Witzing'in paraşütçü istihkâm taburu, bir keşif bölüğü vo 88 milimetrelik bir

batarya daha bu kuvvete katılmıştı ama kolorduda bir sıhhiye teşkilâtı bile yoktu ve bütün kolorduya ancak bir doktor verilmişti. Komiktir ama kolordu araç ihtiyacı Tunus'tan kiralanan kamyon ve taksilerle karşılanmaya çalışılıyordu. Bununla beraber bu tamtakır kolordunun boyundan büyük ne işler becerdiğini ve hazırlıksız bir savaşta tecrübe, ceraret ve işbilmenin ne harikalar yaratabileceğini biraz sonra göreceğiz. Yunanistan'dan Libya cephesi için getirtilmiş olan Alman 16 ncı piyade alayı acele ile Roma'ya sevkedilmişti. Kesserling bu alaydan aldığı personelle 1 nci Tunus sahra taburunu teşkil etmiş, bu taburun bir bölüğünü, emrine bir paraşüt istihkâm takımı da vererek, 11 Kasımda uçakla Bizerte'ye sevk etmişti. Bölük komu- 286 tanı Wolf, doğrudan doğruya, elini kolunu sallayarak Bizerte hava alanına inmiş ve orasını hemen emniyete almıştı. Harpten sonra İngiliz ve Amerikan askeri yazarları, Eisenhower'in Bizerte'ye bir çıkarma ve daha iyisi bir hava indirmesi yapmamış olmasını tenkit etmişlerdir. Fakat şu gerçek şimdi anlaşılmıştır ki Müttefik çıkarma veya indirmesi hiç de Almanlannkinde olduğu gibi rahatlıkla yapılamayacaktı. Bu stratejik önemi haiz liman, Fransız Amirali Derien'- in deniz piyadeleri tarafından savunuluyordu. Amiral Derien, 14.000 kişilik kuvvetiyle Vişi hükümetine sadıktı ve kalede bulunan 30 santimetre çapındaki topların da bir çıkarma karşısında susacağını kabul etmek hata olurdu. Bu nedenle Eisenhower'in denizden Bizerte'yi zaptetmek planını reddetmesi hatalı bir hareket sayılmazdı. O, Bizerte'yi karadan ele geçirmek istiyordu ama bu da pek mümkün olamadı. Çünkü Birinci İngiliz ordusu birlikleri ne kadar yavaş ve tereddütle ilerliyorsa, Mareşal Kesserling'in paraşütçüleri de o kadar hızlı ve atak hareket ediyordu. Doğal olarak zafer, bir avuç, fakat cür'etkâr ve korkusuz paraşütçünün oldu. Amiral Derien, Vişi'nin emirlerine uyarak Almanlara mukavemet etmeyince, Bizerte hava alanını emniyete alan Wolf un yardımıyle taburun geri kalanı da taşınmış ve Binbaşı Witzing'in komutasında Mateur bölgesine ilerleyerek savunma tedbirleri almıştı. İngilizler burada «Yeşil Şeytanları» (*) gördükleri zaman hayretler içinde kalmışlar ve ilerlemelerini durdur- (*) Alman paraşüt kıtalarının üniformasının rengi

yeşil olduğundan İngilizlerce takılan isim. 287 muşlardı. General Anderson, evvelâ düşman hakkında yeterli bilgi toplamak ve ancak bundan sonra kuvvetli zırhlı birliklerle taarruza geçmek istiyordu. Binbaşı VVitzing, bu üstün kuvvetlere karşı başarılı artçı savaşları vererek Jefna tüneline kadar çekilmiş ve burada bütün İngiliz taarruzlarını püskürterek onların bir metre bile ilerlemelerine imkân vermemişti. 17 Kasım 1942 sabahı Çavuş Bohn, emrine takviye için gönderilen bisikletli bir kuvvetle birlikte Tunus hava alanında yağmur sularıyla dolu çukurlarda bekliyordu. Bekleyenlerin hiç biri ne yapılacağını ve nereye gidileceğini bilmiyordu. Ancak brifingten dönen Teğmen Kempor onlara, bisikletleriyle beraber uçağa bindiklerinde, Gabes hava alanını zaptetmek görevini almış olduklarını söylemişti. Gabes, Rommel ordusu ile Tunus arasındaki irtibatı sağlayan önemli bir ulaşım merkeziydi. Acaba İngilizler ve Amerikalılar kendilerinden daha önce Batı'dan gelerek buraya el atabilirler miydi? Bu bölgede ayrıca Fransız müstahkem mevkii ve Maret hattı da bulunuyordu. Şayet bu hat Müttefiklerce işgal edilirse 1500 kilometre uzakta, Libya'da döğüşen Rommel ordusunun Tunus'taki diğer kuvvetlerle irtibatı tamamen kesilecek ve ikiye ayrılan Mihver küvetlerinin mağlup edilmesi kolaylaşmış olacaktı. Bu nedenlerle de Gabes her ne pahasına olursa olsun ele geçirilmeliydi. Gabes'te, Fransız generali Barre'nin komutasındaki Fransız birlikleri vardı. General Barre'nin tutumu da tam olarak henüz anlaşılmamıştı. Çünkü bazı yerlerde Alman keşif kollarının hareketlerine engel olmuş ve bir kısmının silahlarını alarak geriye yollamıştı. Müttefikler- 288 den yana olduğu da kesin değildi. Velhasıl ne yapacağı belli olmayan bir kimse ile karşı karşıya idiler. Teğmen Kempor bu bilinmeyenler arasında düşüncelere dalmış, 50 kişilik akıncı birliğini taşıyan 12 Yunkers uçağı ile Gabes'e doğru ilerliyordu. İlk uçaklar hava alanı üzerine geldiklerinde aşağıda namlu alevleri ve havada patlayan mermiler görüldü. Bu da ne?!... Hava alanını savunan Fransızlar keşif araçlarından ateş açmışlardı ve 1 : 2 uçak isabet almıştı. Bunun üzerine üçüncü uçakta bulunan teğmen Slaf ilk uçaklara geriye dönmeleri için emir vermiş

ve 4 uçak tekrar yükselerek geriye Tunus'a dönmüşlerdi. Bu kargaşa sırasında uçuş düzeni bozulduğundan teğmen Kempor duruma müdahele edememiş, ancak geriye kalan uçakları toparlayabilmişti. Hava alanının komutanlığını yapacak olan Yüzbaşı Grund'un da uçağı ile kendisine katılmasıyla 8 uçaklık bir filo halinde civarda inebilecekleri bir meydan aramaya başlamış ve bunu Gabes'in 50 kilometre kadar batısında bulmuştu. Gabes'in aksine bu küçük alana iniş mukavemetsiz ve rahat bir şekilde gerçekleşmişti. İyi ama şimdi ne yapacaklardı? Bisikletlerine atlayarak Gabes'e gidip Fransız zırhlı araçlarına mı taarruz edeceklerdi? Evet, öyle yaptılar ve ertesi sabah erken satte bir baskın taarruzu ile kısa bir zaman için alanı ele geçirdiler. İşaret fişekleriyle, o sırada alan üzerine gelen av uçakları korumasındaki Yunkers'lere «Alan işgalimizde ve emniyette, inebilirsiniz» parolasını verdiler. Bu cesur hareket, alanın ve Gabes şehrinin Alman kuvvetleri eline geçmesi için yetmişti. Bu olaydan, çok değil, 3 gün sonra ilk Amerikan Tankları Gabes açıklarında görünmüş, doğal olarak da Alman paraşütçüleri- 289 nin ateşleriyle selamlanmışlardı. Almanlar savunma düzenleri ve ateşleriyle kendilerini çok kuvvetli göstermeyi becermişler ve Amerikan Zırhlı birliklerini durmaya zorlamışlardı. Bu küçük Alman kuvveti, İtalyan Sperga tümeninin iki taburu yetişinceye kadar mevzilerini elinde tutmuş, daha sonra yetişen Koch'un kıtaları ile savunma daha da kuvvetlenmişti. Tunus'ta savaşmış bulunan herkes Barenthin adını, O'nun Hava İndirme Alayını ve onların plansız ve hazırlıksız bir savunmayı nasıl ba sardıklarım asla unutamaz. Barenthin Alayı, Komutanın adı ile anılırdı. O, hem Alayın komutam, hem de Kolordu istihkam komutanıydı. Bu Alay, Kolordu paraşüt birlikleri personelinden, acele ile teşkil edilmiş bir birlikti. 20 Kasımda bu Alayın ilk kıtaları küçük bir karargâh komutasında paraşüt taburu, bir Motosiklet müfrezesi, bir istihkâm müfrezesi, istihbarat ve Sıhhiye müfrezeleriyle Bizerte hava alanına inmiş ve Mateur bölgesine yollanmıştı. Burada komutayı devralan Albay Barenthin, daha önce buraya ulaşmış iki İtalyan taburunu da emrine alarak kuzeydeki Binbaşı VVitzing ve güneydeki diğer birliklerle irtibatlı şekilde bir savunma

mevzii kurdu. Bu suretle Kasımın 3 ncü haftasına doğru kuzeyde Cap Serat'dan başlayıp Mateur-Teburba'dan geçip gü/ıeye doğru uzanan bir hat tutulmuş ve kuvvetler ne kadar yetersiz olursa olsun Bizerte ile Tunus şehirleri emniyet altına alınmıştı. * 26 Kasımda Barenthin Alayı 36 ncı İngiliz Tugayının taarruzuna uğradı. Alman birlikleri bu taarruzları püskürttüler ama İtalyan Taburlarının tutunamayarak çekilmeleri, mevziin bütününü tehlikeye soktu. Eğer İngilizler, panik ha 200 linde kaçan İtalyanları takip ederek ilerleseydiler Bizerte düşmüş olacaktı. Durum, çok kritik bir hal almıştı. Barenthin'in eldeki derme çatma kuvvetle bu gediği tıkaması için gerekli zaman azdı. Ama İngilizler nedense ilerlemediler ve Bizerte'yi adeta gümüş bir tepsi içinde yeniden Barenthin'e sundular. Albay Barenthin, harpten sonra bana olayı şu şekilde anlatmıştı; «28 Kasımda bölgedeki İngilizlerin savunma mevzileri hazırlamakta olduklarını ve tahkimat yaptıklarını görerek hayretler içinde kaldık. Bu da neyin nesiydi? Şaşırmış ve bir mana verememiştik. Aynı gün öğleden sonra Mateur'ün KaidTC*) karargaha gelerek, büyük bir gururla, İngilizlerin taarruz etmeyeceklerini bildirdi. Sebebini sorduğumda Kaid: İngilizlere bir şeyhimi göndererek, Almanların Girit'ten yeni bir paraşüt alayı getirtmiş olduklarını ve taarruz için hazırlandıklarını haber verdim, dedi. Mesele an. laşılmıştı.» Kuşkusuz bu olayda asıl basan Albay Barenthin'e aitti. Çünkü O, Baş komutanlığın emriyle yerli Araplarla dostça ilişkiler kurmuş ve bir düzüne Arap gönüllüyü de, kiralık asker olarak, birliğine almıştı. Bu Araplar haberci ve düşman gerisinde özel görevler için kullanılıyordu. Barenthin bunlardan çok faydalandığı gibi, Arap ileri gelenleriyle de yakın ilişkilerini kesintisiz sürdürüyor, birlik komutanlannı da bu şekilde harekete mecbur ediyordu. Bu politikanın çok faydasını da görmüştü, yukandaki olay sadece bir örnekti. Tunus savaşları süresince (*) Tunus'lu yerli arap halkının dini yöneticisi. 291 kendi bölgesinde yerli halktan sabotaj, hırsızlık, saldın gibi hiçbir kötülük görmemiş olması da bunu kanıtlamaktadır. 29 Kasım günü General Anderson, Barenthin'e

yeniden taarruza başladığı sırada Barenthin'in alayının diğer iki taburu da cepheye ulaşmışlardı. Şimdi «Yeşil Şeytanlar» ın alayını bulunduğu mevzilerden sökmek artık General Anderson'un Tugayı'nın harcı olmaktan çıkmıştı. Mateur'da işler iyi gidiyordu ama, daha güneyde Meczelbab'da durum kötüleşmeye başlamıştı. İngilizler bu bölgede Yarbay Koch'un zayıf kıtalanm geriye atarak ilerlemeye başlamış, Koch'un buraya sevk ettiği ihtiyat kuvvetler ise yolda yerli Fransız birlikleri tarafından engellenmişti. Bu yüzden Meczelbab, 1 nci Amerikan zırhlı tümeninin bazı unsurlanndan da yararlanan İngiliz Muhafız Tugayı tarafından ele geçirilmiş ve Tunus şehri tehlikeye düşmüştü. Yetişen Alman ihtiyat kuvvetlerinin karşı taarruzu ile durum düzelir gibi olmuşsa da İngilizlerin inatçı hücumlanyla işler yine kanşmış, Meczelbab istasyonu iki defa el değiştirdikten sonra yenilen Almanlar ağır ağır çekilmek zorunda kalmışlardı. Şimdi bir yandan Tunus şehri, diğer yandan kuzeydeki Teburba şehri İngiliz tehdidine açık hale gelmişti. Aslında Teburba, cepheden de sıkıştınlmaktaydı. 23 Kasım günü 60 Tanklık bir Amerikan zırhlı birliği birdenbire Changui geçidinde, Teburba'nın kuzeyinde belirmiş ve nehri geçerek Hammerlein'in zayıf zırhlı keşif bölüğüne yüklenmişti. Bu bölüğü çiğneyen Amerikan zırhlı Grup birlikleri Teburba'yı hızla geçerek ilerlemiş ve Cedide hava alanına ulaşmıştı. Alanı ko- 292 rüyan Alman Uçaksavarlarının çoğunu imha eden Zırhlı Grup, alandaki 14 Messerşimid ve 24 Yunkers uçağım ezerek ve mermilerle delik deşik ederek tahrip etmiş ve ancak karanlık basması nedeniyle durmuştu. Amerikalılar Tunus şehri istikametinde taarruzlarına devam ediyorlardı ve ilerideki Tank bölüklerinin elemanları Tunus şehrinin minarelerini görmeye başlamışlardı. Az sonra önlerindeki sırtlan da Doğuya doğru aşanlar, 10 kilometre kadar uzakta bulunan şehri ve masmavi denizi daha yakından seyrettiler. Ama bu ana kadar süren basan ve zafer yürüyüşü, hayrettir, sadece 4 tane 88 Iik Alman topunun baskın tarzında ateşleriyle darman duman oldu. Çok iyi gizlenmiş ve toprak tahkimata, gömülmüş bu allanın belâsı toplar, Amerikan tankları arasında çok kısa sürede o kadar büyük kayıba yol açmış

ve bundan daha da kötü olarak o kadar büyük şaşkınlık yaratmıştı ki bir lahzada işler tersine dönmüş ve çekilme bir paniğe yol açmıştı. 90 ncı Kolordu Komutanı General Nehring bu sırada bu toplann ateşlerini az gerideki sırt üzerinden ve yakından takip ediyor ve güneyden yetişecek takviye bölüklerini bekliyordu. Bu olaydan iki gün sonra 26 Kasımda, Teburba'nın 25 kilometre kadar güneyinde buna benzer bir durum daha yaşanmıştı: Alman 10 ncu Panzer tümenine ait 88 milimetrelik bir topçu bataryası ulaştığı yerde kendisine . bir mevzi ararken, Teburba istikametinde ilerlemeye çalışan bir ağır Amerikan tank bölüğü ile karşılaşmıştı. Başçavuş Voight, zeytin ağaçları arasına sakladığı topuna mevzi aramak için biraz ilerlediğinde, tank sesi duyarak 293 irkilmiş ve önündeki ağaca tırmandığında, 600 m. kadar ileriden bir düşman tank bölüğünün kendilerine doğru ağır ağır gelmekte olduğunu görmüştü. Koşarak topunun başına gitmiş ve bağırarak batarya komutanına haber vermişti. Daha diğer toplann mevzilenmesine vakit kalmadan Voight kendi topunu ateşlemiş ve 50 m. kadar önüne gelmiş bulunan ağır tankı alevler içinde bırakmıştı bile. O gün, sadece bu 88 lik batarya, 20 Amerikan Tankını tahrip etmiş ve ilerlemeyi durdurmuştu. Henüz kâğıt üzerinde kurulan ve ağır silahlan, araçlan ve tanklannın çoğu henüz gelmeyen 90 ncı Kolordu komutanı General Nehring, elindeki çoğu paraşütçü olan bir kısım bölük pörçük küvetiyle geniş bir harekât alanı üzerinde oradan oraya koşuyor ve çok üstün düşmanın ilerlemesini geciktirmeye çalışıyordu. Bunu yaparken de düşmanın tecrübesiz oluşundan çok, Müttefik kuvvet komutanlannın çekingen ve ürkek olmalan avantajına güveniyordu. 28 Kasımda yeni bir kriz daha ortaya çıktı: Araplar, 2.000 kişilik bir Müttefik kuvvetinin Cap Serat'a çıkartma yaptı klannı bildirdiler. Bu durumda VVitzing muharebe gurubu kuşatılacak, Bizerte gibi çok önemli bir liman da düşmüş olacaktı. General Nehring derhal bulabildiği kuvvetleri buraya sevketmiş ve VVitzing'- in de yetişen kuvvetleriyle müştereken yapılan koordineli bir taarruzla düşman köprübaşısı yıkılmış, çıkanlann bir kısmı imha edilmiş, bir kısmı tekrar gemilerine kaçabilmiş ve bir kısmı

da tutsak alınmıştı. Ama çıkartma yapan kuvvetler, Araplann söylediği gibi 2.000 değil 500 kişiydi. Ertesi gün de yine alınan raporlardan, 1.000 294 Amerikan paraşütçüsünün Meczelbab'm 60 kilometre kadar güneyindeki Zaguvan bölgesine indirildiği öğrenilmişti. General Nehring elinde ihtiyat olarak bulunan bir zırhlı keşif bölüğünü buraya sevk etmiş, italyan Superga tümenine de buraya bulabildiği kuvvetleri yollamasını emretmişti. Bereket inen kuvvet ancak 500 kişi kadardı, ağır silahlan ve araçlan bulunmadığı için de zayıf ve hareketsiz bir haldeydi. Bu düşman tehlikesi de kısa zamanda bertaraf edilmiş, inenlerden 100 ü çemberden kurtularak kaçmayı başarmışsa da kalanlan tutsak alınmıştı. 29 Kasım günü Alman 10 ncu Panzer Tümeninin., asıl kuvvetleri General Fisher'in komutasında Bizerte ve Tunus limanlarına çıkmış bulunuyordu. Bu kuvvetlerle birlikte 3 .adet Tiger tankı da gelmişti. Tiger'lar 55 ton ağırlığında, kalın zırhlı, 88 lik topu bulunan dev gibi tanklardı. Bunlar, Ruslann T—34 tanklanyla savaşmak için imal edilmişlerdi ve Tunus'un dağı, geçiti, çamuru ile nasıl baş edebilecekleri bir soru olarak ortada duruyordu. Aynca bu tanklarda bazı teknik arızalar görülmüş, telsizlerinde imalat hataları meydana çıkmıştı. Ve bunlar, 180 galon yakıtla ancak 90 kilometre gidebiliyorlardı. Fakat bütün mahzurlara rağmen dost tarafta güven, düşman üzerinde korku yaratmasiyle bu dev yaratıklar Almanlann sempatisini kazanmıştı. Nitekim Tiger'ler, parlak bir subay olan komutanlan yüzbaşı Nolde'nin emrinde Teburba savaşlannda çok iyi döğüşmüşler ve bu savaşın kazanılmasında kayıp vermeksizin büyük rol oynamışlardı. Nolde, paraşüt birliklerinin komütanlan olan Barenthin, Koch ve VVitzing gibi gözünü budaktan sakınmayan cesur bir subaydı. 295 General Nehring, Teburba'ya ilerleyen Amerikan ve İngilizleri 1 Aralıkta kuşatıcı bir taarruzla imhayı planlamış ve Bizerte ile Tunus bölgesindeki 10 ncu* Panzer tümen birliklerini bu bölgeye sevektmeye başlamıştı. General Nehring de, Komutanı Rommeı gibi oyunu, bütünüyle oynuyordu. Yani yaman bir Kumarbaz gibi, bütün varını yoğunu bir oyunda ileri sürüyor ve gözünü kırpmadan «Ya hep, ya hiç» diyebiliyordu.

Burada da öyle yaptı. Elindeki bütün kuvvetleri 7 nci Panzer Alayı, 86 ncı Zırhlı Piyade Alayı. 10 ncu Motorlu Piyade Taburu, 90 ncı Uçaksavar Alayı, Tiger Bölüğü, 88 lik bataryalar ve diğer muharebe destek ve hizmet birliklerim bu harekât için terazinin kefesine yığdı. Tunus limanını savunmak üzere sadece 30 er ve 2 adet 88 lik top bırakmıştı. Teburba'da harekâtta bulunan İngiliz Muhafız Tugayı ve Amerikan B Zırhlı Muharebe Grubu birlikleri, Albay Barenthin'in bir paraşütçü bölüğünü bir istihkâm takımı ile birlikte kuşatmış bulunuyordu. 25 Kasımdan beri bu «Yeşil Şeytan»lar teslim olmuyor ve gerçek şeytanlarmış gibi kendilerini koruyor, üstelik Teburba - Meczelbab yolunu da kapıyorlardı. Alayı ile harekâta güneyden katılacak olan Yarbay Koch, Teburba'daki kuşatılmış bu paraşütçü bölüğü ile irtibat tesis etmek üzere Başçavuş Ahrend komutasında bir istihkâm müfrezesini görevlendirmişti. Ahrend düşmana görünmeden ilerlemiş, savaşmaya mecbur olduğunda vurup kaçarak görevini yapmış ve 28 Kasımda kuşatılan bölüğe ulaşmıştı. Kuşatmadakilerle birlikte yeni gelen istihkâmcılar, asıl taarruz harekâtına destek olmak ve düşman harekâtını ve ikmalini 296 engellemek için müştereken harekete geçmişler ve ilerdeki Mecerda nehri üzerindeki önemli bir köprüyü tahribe karar vermişlerdi. 28/29 Kasım gecesi Paraşüt bölük Komutanının izni ile köprüyü tahribe hazırlamışlar ve ellerindeki 2 makinalı tüfekle savunma tedbirini alarak ilk İngiliz aracıyla birlikte köprüyü havaya uçurmayı başarmışlardı. Bu saatten başlayarak tam 2 gün, 3 gece Ahrend, emrindekilerle birlikte, bütün taaruzlara karşı köprüyü savunmuş ve bu önemli yolu düşmana kapamıştı. 1 Aralık sabahı Teburba'da Alman karşı taarruzu başlamıştı. 10 ncu Panzer tümeni, General Fjsher komutasında, plan gereğince ilerli yor ve genellikle böyle bir taarruzu beklemeyen Amerikan ve İngiliz birlikleri acele ile savunmaya çalışıyorlardı. Çoğu savaşlarda olduğu gibi bu sefer de savaşın kaderini önemsiz bir küçük tesadüf değiştirmiş ve Almanların başarısını gölgelemişti. Evet, ufacık bir tesadüf. Yarbay Koch Alayı ile Teburba istikametinde ilerlerken 1 Aralık öğleye doğru hiç beklenmeyen bir yerde kesif bir düşman ateşine uğramıştı.

Düşmanın kuvvetini ve nereden geldiğini bir türlü kestiremeyen Koch'un öncüleri de mevzi alarak ateşle karşılık vermiş, geriden ilerlemekte olan kuvvetlerin taarruzu bu düşmanın inatçı direnişi karşısında başarı kazanamamıştı. Bu beklenmeyen düşman, 29 Kasım günü Zaguvan bölgesine İnen Amerikan paraşütçülerinden başkası değildi. Hani 500 kişi ile inen ve Alman çemberinden sıyrılıp kaçmaya muvaffak olan 100 paraşütçü vardı ya, işte onlar!.. Aslında bunların niyeti ne Koch'un alayım ilerlemekten alıkoymak, ne de kendi kuvvetlerinin kuşatılmasını önlemeye çalışmaktı. Zaten onlann bundan 297 haberleri bile yoktu. Onlar ummadıkları bir sırada bir düşmanla karşılaşmışlar ve hayatlarını kurtarmak için savaşmak zorunda kalmışlardı. Ama işte bu küçük olay Koch'un alayının kuşatıcı tarruzunu geciktirmiş ve bundan yararlanan düşman boş kalan bu yerden kaçarak imhadan kurtulmuştu. Mamafih, 4 gün süren bu savaş sonunda gene de parlak neticeler elde edilmişti. Nehring bu taarruz ile Müttefiklere beklenmeyen bir darbe indirerek onları şaşalatmış, geriletmiş ve tekrar toparlanıp ileri harekâta geçmeleri için gereken zamanı Mihver tarafına kazandırmıştı. Böylece Tunus yansı Almanlar tarafından kazanılmış ve ilk safha harekâtı Nehring'in tartışılmaz zaferiyle sonuçlan mıştı. Sayı ağlığına, malzeme ve silah noksanlığına ve ikmal zorluklanna rağmen Almanlar askeri yetenekleri ve savaş tecrübeleri sayesinde bu zaferi hak etmişlerdi. Bu savaş sonunda 11 nci İngiliz Tugayı mağlup edilmiş, Amerikan B Zırhlı Muharebe Grubu bütün gereç ve malzemesini kaybetmiş, 18 nci Amerikan Mekanize Piyade Alayı ağır kayıplara uğratılmış ve bir İngiliz Piyade Taburu son erine kadar imha edilmişti. 1.100 esir alınmış, 40 top ele geçirilmiş ve 134 tank tahrip edilmişti. Bu! 8 Kasım günü çok üstün kuvvetlerle Fas, Tunus ve Cezayire çıkan General Eisenhovver'in uğradığı acı bir mağlubiyetti. Ama kuşkusuz, henüz son söz söylenmiş ve Tunus savaşlan sona ermiş değildi. Müttefikler her sopa yiyişte daha ilk defa düşman topunun sesini duyarı acemi askerleriyle yeni bir tecrübe kazanıyor ve yavaş yavaş savaş denen bu kanlı oyuna adapte oluyorlardı. Alman kayıplan arasında Tiger tank bölük komutanı Yüzbaşı Nolde ve İstihkâm Başçavuş

298 Ahrend'de vardı. Yüzbaşı Nolde, Teburba önlerinde bir tank savaşında ölmüş, Başçavuş Ahrend ise 3 Aralık günü kaçmaya çalışan bir İngiliz bölüğünün yolunu keserken yapılan çarpışmada hayatım yitirmişti. Ahrend'in cesedi de bulunamamıştı. Çünkü vurulup düştüğü bir saman yığını mermilerden ateş almış ve Ahrend ile birlikte yanıp kül olmuştu. Bu nedenle, Hitler karargâhı tarafından özel bir mesajla Salip nişanının Şövalye rütbesi ile ödüllendirilen Ahrend'in tabutuna bile bu madalyayı takmak kısmet olmamıştı. FÜHRER'İN KÂĞIT ÜZERİNDEKİ ORDUSU '»İmanlar Tunus yarışını kazanmış, Kuzey Afrika'da bir Köprübaşı elde etmiş ve Rommel'- in Libya'dan çekilmekte olan kuvvetleri için arka kapı açık tutulmuştu. Müttefik Baş Komutanlığının ise ne yapmak istediği belliydi: Tunus köprü başını ezmek, Tunus güneyine doğru ilerleyerek Rommel'in gerisini kesmek ve Montgomeri ordusuyla birleşerek Libya'da Rommel kuvvetlerini imha etmek. Bunlan anlamak için Rozvelt ile Çörçil'in Kazablanka konferansında bulunup onları dinlemeye veya «Arif» olmaya gerek yoktu. Ve bu, stratejinin alfabesiydi. İşte Kuzey Afrika'ya çıkan Eisenhower kuvvetlerinin de yapmak istedikleri iş ve tahakkukuna çalıştıkları plan buydu. 8 Kasımda çıkarma başladığında ve bunu takip eden günlerdeki ilerleme harekâtında plan pek aksatılmadan yürütülmüş, Fas ve Cezayir rahatlıkla aşılmıştı. Tunus'taki 299 harekât da başlangıçta pek büyük zorluğa uğra mamıştı. Ama vakta ki Nehrıng, Aralık başında Teburba'daki kuvvetlere Panzer birlikleriyle taarruza geçmişti, işte o zaman plan karman çorman olmuş ve bütün harekât durmuştu. Evet, Nehring onlara bir avuç askerle kuvvetli bir yumruk atmış ve Tunus'taki ilk ravundu kazanmıştı. Planın aksamasını yalnız Nehring'e ve kuvvetlerine mal etmek, eksik olur. Doğrusu aranırsa, Tunus yağmurlarının da bunda oldukça önemli bir payı bulunduğunu teslim etmek lâzım. Gerçekten de bu yağmurlar Almanlar için Allanın lutfu olmuştu. Bu yüzdendir ki Müttefik ordusu çamurlara saplanmış, ve alışılmamış bu zorluklar yüzünden bir kaplumbağa hızı ile ilerliyebilmişti. Eisenhower anılarında, «Çamura

batan motosikletlerden ve göbeğine kadar çamura saplanan tanklardan» yana yakıla bahsederken Rus çamuruna alışık Almanlar bu güçlüklerin hakkından nasıl gelineceğini gayet iyi biliyorlardı. Tecrübenin zorlukları yenmesi yalnız «Mister Çamur» harekâtında değil, her zaman ve her yerde Almanlara, büyük bir üstünlük sağlıyordu. Albay Barenthin bana harpten sonra aşağıdaki olayı anlatırken memnuniyetini saklamaya lüzum görmemişti: Teburba muharebesi sırasında 2 adet 88 lik top çok çabuk ateş etmek ve yine sür'atle bir hedeften diğerine ateş kaydırmak ve sonra yakındaki bir çiftlik duvarı kenarına yığılmış düşmandan ele geçirilmiş cepane yığınına ateş edip onları patlatmak suretiyle kendilerini olduğundan fazla göstermişler, ve böylece Tine köprüsü güneyinde 40 tanklık bir İngiliz taarruzunu uzun süre durdurmuşlardı. Binbaşı Witzing de sadece bir paraşüt bölü- 300 ğü ile yerli Fransız Jefna tümeni birliklerinin elinde bulunan Bizerte'ye hakim Sidi Nair tepesini bir baskınla ele geçirmiş ve sonra Bizerte şehrine girerek, kendisini geriden gelmekte olan Panzer Tümeninin öncüsü gibi gösterip 8 Aralıkta tümenin geri kalan 12.000 askerini silahtan arındırarak tutsak etmişti. Bu ve buna benzer hareketler, küçüklü büyüklü Alman askeri tarafından sık sık yapılageien şeylerdi. Ve bunlar, üstün bir cesaret, şayanı takdir bir liderlik vasfı gerektiriyordu. L1- zun bir savaş tecrübesinin verdiği kendine güven hissinin de bunda rolü vardı. Ama bütün bunlar, ezici bir üstünlüğe sahip, zengin ikmal Kaynaklarına sırtını dayamış, modern silahlarla donanmış Müttefik kuvvetleri karşısında daha ne kadar süre tutunma imkânı verirdi? Netekim General Nehring zaman zaman Güney Cephesi Başkomutanı Mareşal Kesserling'i bu konuda uyarmış ve verdiği raporlarda hiç bir şeyi saklamadan gerçekleri belirtmişti. Nehring, bu şartlar altında savunmanın daha uzun süre devam edemiyeceğini ve mutlaka yeni takviyelere gerek bulunduğunu belirtiyordu. Fakat Führer ne yapmayı düşünüyor, Alman Yüksek Komutanlığı neyi planlıyordu? Acaba Tunus köprübaşı, Rommel Panzer ordusunun çekilmesini Batı'ya karşı emniyete almak için mi yoksa, Afrika'da geniş çapta başlatılacak bir Mihver taarruzu için mi ele geçirilmişti? Nehring'in

kafasında dönüp dolaşan bu sorular cevapsız kalmıştı. Çünkü 90 ncı Kolordu Komutanı General Nehring'in bu konuda yeterli istihbaratı mevcut değildi. Ve bu problem Rastenburg'da çözülecekti. 3 Aralık 1942 de bu problem çözüldü. Hitler, 301 Orgeneral Van Arnim ve Korgeneral Ziegler'i Rusya cephesinden Rastenburg'a çağırtmış tı. Kor general Ziegler karargâha daha önce ulaşmış ve bekletilmeden Hıtler tarafından kabul edilmişti. Hitler, Tunus'ta 5 nci Panzer Ordusunun kurulacağını ve General Von Arnim'in bu ordu komutanlığına atandığını kendisine bildirmişti. Ziegler de tam yetki ile Von Arnim'in daimi muavini olacaktı. Führer'in «Tanı yetki ile daimi muavinlik » makamını kadrolaştırması gerçekten enteresandı. O'na göre, Mareşal Rommel'de olduğu gibi, herşeyin bir tek kişinin karar ve iradesine bağlı olması sakıncalı idi. Büyük sorumluluk taşıyan bir ordu komutam, hele bu Libya'- daki gibi uzak ve bağımsız harekât yapan bir ordu ise, mutlaka büyük rütbeli bir yardımcı ile önemli konuları tartışabilmen idi. Üstelik bu yardımcı, Komutanın herhangi bir nedenle karargâhtan ayrılmasında ve komutanın yaralanıp, ölmesinde de komutayı gecikmeksizin ele alacak ve Ordunun başsız kalmasını önleyecekti. General Ziegler savaşta pişmiş, kabiliyetli ve realist bir askerdi. Führer'den, bu yeni ordu için hangi kıtaların tahsis edildiğini öğrenmek istemiş bu soruyu Mareşal Keitel cevaplandırmıştı: «Üç Zırhlı Tümen, üç motorlu tümen ve bunlardan başka Herman Göring tümeni! Adı geçen tümenler hemen, Herman Göring tümeni ise Martta gönderilecekti.» General Ziegler, bu birliklerin Akdeniz'den güvenle geçirilip geçirilemeyeceğini sormuş ve Hitler «Tabii» demişti. General Ziegler de «O halde bu şartlar altında Kuzey Afrika'da yeniden taarruza geçmek mümkün» diyerek ertesi sabah taarruz hakkındaki Planını ana hatlarıyla sunmuştu. Ziegler in planı «Bizerte ve Tunus bölgesinde yığınağı müteakip, sıklet mer- 302 kezi Kuzeyde, kıyı kesiminde olarak taarruzla Tunus dağlarını batı istikametinde aşmak, Cezayir hududuna ulaştıktan sonra Bone, Filip ve Cezayir şehir ve limanlarını ele geçirmek» şeklinde özetlenebilirdi. General, ayrıca Arapları da kendi tarafına kazanmak suretiyle onları ayaklandırmayı

düşünmüş ve böyle bir mukavemet hareketinin de yardımı ile Oran'a kadar ilerlemenin mümkün olacağını hesaplamıştı. Bu suretle Eisenhower ordusuna, esir olmak veya gemilerine binip kaçmaktan başka bir çare kalmayacaktı. Ziegler'e göre böyle bir gelişme için en önemli şart, ikmal ulaştırmasının devamını ve güvenliğini sağlamaktı. Bunun için de Malta adasının ele geçirilmesi kaçınılmaz bir zorunluktu. Bu adaya sahip olmak mutlaka gerekliydi. Akdeniz'in hem Kuzey Güney, hem de Doğu- Batı ekseninin tam ortasında bir diken gibi duran bu adanın, özellikle şimdi, ele geçirilmesinde çok büyük avantajlar vardı. Buranın ele geçirilmesi, elegeçirene sağladığı fayda kadar, karşı tarafa da o ölçüde zarar verecekti. Hitler, General Ziegler ile konuştuktan sonra General Von Arnim'i kabul etmişti. General, Rus cephesinde Rjev bölgesinden geliyordu. Ve ayağının tozu ile ve daha da garibi, General 7,i egler'le bile konuşmadan Hitler'in huzuruna çıkmıştı. O da Hitler'e aynı sorulan yöneltmişti: «Ordum, kaç tümene sahip olacak?» «İkmal işi garanti edilebilecek mi?» Hitle*/den olumlu yanıt alınca o da aşağı yukarı Ziegler'in planına benzer bir düşünce ileri sürmüş ve Hitler'in olurunu almıştı. Ve bu suretle Arnim ve tam yetki ile daimi muavini Ziegler büyük bir güven ve ümitle Tunus'a hareket etmişlerdi. 9 Aralıkta General Nehring 90 ncı Kolorduya veda mesajım yollamış ve bu mesajında «Harp tarihinde eşi bulunmayan bir durumda yız» diye bir» cümle eklemişti. Bu sözleriyle Ge neral, Ne tümene, ne kolorduya benzer derme çatma birliklerle, birbirinden kopuk uzak 'JÖ! gelerde yapılan bağımsız hareketleri ve gâh .*e nizden gâh havadan yapılan karma karışık ikmali anlatmaya çalışmıştı. Ve bunda tamanıiy. le haklı idi. General Von Arnim'de aynı gün e^nir ve komutayı teslim almış ve bir mesajla bunu bütün birliklere duyurmuştu. Tunus'da kurulan Genel İkmal Karargâh Başkanlığına Albay Hei gel, Ordu Kurmay Başkanlığına da tecrübeli bir subay olan Pomtow atanmış ve bunlar da Rommel'in karargâh subaylarının yaptıkları gibi hemen her gün İtalyan ve Alman genel kararagâhlarım ikmal için sıkıştırmaya ve hatta canlarını sıkmaya başlamışlardı. Ama heyhat!.. Ne gelen bir birlik ve ne de yeterli derecede ulaşan bir ikmal maddesi vardı. Gözler, Akdeniz ufuklarında

belirecek ikmal konvoylarını boşuna araştırıyordu. Bırakın zırhlı tümenleri, bırakın vadedilen piyade tümenlerini, hali hazırdaki Tunus kuvvetlerinin cepane ve yakıt ihtiyacı dahi yeterli şekilde sağlanamıyordu. General Arnim «Azizim Ziegler, bırakalım Herman Göring tümenini, hatta zırhlı tümenlerden de vaz geçelim. A be canım efendim, hiç olmazsa 1: 2 piyade tümeni yollasınlar da dişe dokunur bir kuvvete komuta ediyor görünerek rütbelerimizden utanmaktan kurtulalım» diyordu. Öyle ya, bir Orgeneral, bir Korgeneral ve buna karşın ancak bir tümenden biraz fazla bir kuvvet!. Ama boşuna bekleniyordu. Tunus'taki Mihver kuvvetlerini, uzun süre 10 ncu Panzer tümeni, sonradan parti parti yetişen eksik 334 ncü tümen ve 1.2 304 paraşüt alayı temsil etmişti. Ve Führer'in, üç Panzer ve üç Motorlu Piyade tümeniyle çok kısa sürede kurulacağım vadettiği büyük 5 nci Panzer Ordusu işte bu kadardı. PANZERLER YİNE HÜCUMDA 1 Şubat 1943 te Stalingrat'taki Alman savunması çökmüş ve iki buçuk aydır Rus kuşatmasına karşı direnen Paulus'un 6 ncı Ordusu teslim olmuştu. Bundan 4 gün sonra da Tunus'ta 10 ncu Panzer tümenine komuta eden General Fisher, keşif yapmak için çıktığı bölgede yanlışlıkla bir İtalyan mayın tarlasına girmiş, patlayan bir mayın yüzünden iki ayağı ile sol kolunu kaybetmişti. General, soğukkanlılığını yitirmeksizin yanındakilerden kalem kâğıt istemiş ve eşine son mektubunu yazmıştı. 1.5 sayfa yazdıktan sonra ise ecel, daha fazlasına müsaade etmemiş ve General Fisher, subaylarının kollan arasında son nefesini vermişti. Mektubun son cümlesi şuydu: «Pek yakında herşey bitecek?-» Aynı araçta Generalle beraber bulunan tümen harekât şube müdürü Yarbay Bürklin ağır yaralanmış, şoför ile Emir subayı ölmüşlerdi. Doğal olarak bu acı kaza ertesinde hiç kimse, 18 ay sonra herkesin dilinde dolaşacak olan bir kimsenin bu nedenle boşalan yere atanacağını ve tümenin bu kişiyi yakından tanıyacağını tahmin edemezdi. Evet, sonradan çok meşhur olacak bu kişi, Yarbay Kont Von Stauffenberg'di ve tümen harekât şube müdürlüğüne atanmıştı. Kont, cesur ve büyük ölçüde organizasyon kabiliyeti olan bir kurmay subaydı. Bir süre sonra 305

ağır şekilde yaralanıp da Almanya'ya göndorilinceye kadar takdire layık şekilde yoğun bir faaliyet göstermiş ve herkesin saygı ve sevgisini kazanmıştı. Ama kader ve tarih ona önemli bir rol ve kötü bir son tayin etmişti: Rastenburg' da Hitler'in bulunduğu salona onu öldürmek üzere bir çanta içinde bomba koymak ve sonra da kurşuna dizilmek. Şubat başında General Eisenhower, hâlâ planındaki hedeflere ulaşmaktan bir hayli uzakta bulunuyordu. Von Arnım'in Panzer birlikleri, Paraşütçüleri, diğer kıtaları Tunus dağlannda yalnız mevzilerini tutmakla kalmamış, köprü başım daha da genişletmeyi ve yeni arazi kazanmayı başarmışlardı. Ocak ortalarında 334 ncü piyade tümeninden alınan birliklerle kurulan Weber hücum birlikleri, İtalyan Superga Tümenini sıkıştırmakta olan 19 neu gönüilü Fransız kolordu birliklerine taarruz ederek buradaki durumu düzeltmişlerdi. Weber «Special Messenger 1» kapalı adı verilen bu harekât sonunda Pişon bölgesinde Fransızları Batı istikametinde çekilmeye mecbur bırakmış ve 4.000 tutsak almıştı. 15 gün sonra 31 Ocakta Weber, «Special Messenger 2» harekâtı ile Fransızlara kesin darbeyi indirmek üzere tekrar taarruza başlamışsa da, yeni Amerikan malzemesi, son model tanksavar topları, ağır sahra toplan ile takviye edilen Fransızlar karşısında ilk seferki gibi başanlı olamamış ve Tiger tanklan dahil bir hayli kayıplara uğramıştı. Pişon iki defa el değiştirdikten sonra Fransızlarda kalmış ve Weber taarruzlannı durdurmaya mecbur olmuştu. 1 nci ve 2 nci Special Messenger harekâtı yine de Almanlann lehine sonuçlanmış kabul edilir. Zira bu sayede hem Fransızlar bir hayli hırpalanmış, za- 306 man kazanılmış, hem de Müttefiklerin denize en yakın mesafeye ulaştıkları bu bölgede arazi elde edilerek Rommel ve Arnim ordularının birleşme yolu daha uzaktan emniyet altına alınmıştı. Ama, bölgedeki tehlike henüz atlatılmış sayılamazdı. Çünkü düşman halen yem takviyeler alıyor ve kritik bir yer olan Pişon güneyindeki Faid geçidini elinde bulunduruyordu. General Von Avnim, elinde yem bir harekât için yeterli kuvvet bulunmadığından endişedeydi, dikkatini bu bölgeye vermiş ne yapabileceğim düşünüyor, du. İşte, kendi deyimiyle «Büyük ikramiye» tam bu sırada imdadına yeîjşmişti. Rommel ordusunun

meşhur 21 nci Panzer tümeni 29 Ocak günü Arnim'in emrine verilmişti ve tümen Mareth hattını Batı'ya geçerek Gabes şehrine varmıştı. Rommel, bir hayli kayıp veren bu çilekeş tümeni çekilme sırasında ihtiyata almış, dinlenmek ve Maret hattını savunma için düzenlemek maksadiyle erkenden geriye yollamıştı. Tümen I/bya- Tunus sınırım aşıp tam istirahata geçeceği sırada Tunus'taki sıkışık durumu dikkate alan Yüksek Komutanlık tümeni Von Arnim emrine vermişti. 30 Ocakta Tecrübeli 21 nci Panzer tümeni, nin 30 ncu İtalyan kolordusuna bağlı birliklerle müştereken yaptığı taarruz başarılı olmuş ve düşman kuvvetleri çekilmeye zorlanarak Faid geçidi ele geçirilmişti. Bunu duyan Arnim, harekât şube müdürüne «Oh, artık kâbusum sona erdi» demiş ve sevincini saklamamıştı. Bu harekâtta kuzey kanadında savaşa katılan, İtalyan Generali İmperial'in komutasındaki Alman-İtalyan karma muharebe grubu da büyük gayret göstermiş ve çok üstün bir Amerikan birliğinin taarruzuna karşı bulundukları sırtları akşama 307 kadar başarıyla savunmuşlardı. Artık Von Arnim, dediği gibi kâbusu atlatmış, durumu düzeltmişti. Buna karşm Eisenhower'de şimdilik denize ulaşmak fırsatını kaçırmış ve Teburba savaşından sonra ikinci yumruğu Pişon'da yemişti. Her ne kadar 31 Ocakta Gafsa bölgesindeki Alman ve İtalyan kıtaları üstün Amerikan taarruzu karşısında bir miktar gerilemişlerse de, yeni bir düzenleme ile Von Arnim'in 9 Şubatta başlattığı taarruz üzerine Amerikalılar Gafsa'yı da boşaltarak Batı istikametinde bir hayli geri çekilmek zorunda kalmışlardı. Bütün bu mücadele şunu açıkça göstermişti: Her bakımdan iyi silahlanmış, geniş ikmal kaynaklarından beslenen, sayıca üstün kuvvetler harp tecrübesi olmadığı ve iyi yönetilmedikleri sürece, harp tecrübesi görmüş, disiplinli, iyi yönetilen bir avuç kuvvete yenilmeğe mahkûmdur. Bu başarılara rağmen Tunus köprü başı hâlâ tehlike altında sayılırdı. Kendisinden çok kuvvetli fakat acemi bir düşman yediği birkaç yumrukla sersemleyip duraklıyor, sonra korkusundan ağır ağır ilerliyordu ama bu oyun böylece ne zamana kadar sürerdi? Savunma mevzii kuvvetli bir itme ile yırtılacak kadar inceydi ve cesaret ve disipliniyle bu cepheyi 3 aydır ayakta tutan bir avuç askerin de arrık takati son noktasına

gelmişti. Üstelik aoami düşman hergün biraz daha ustalaşıyor ve gün geçtikçe yeni yeni takviyeler alıyordu. Öyleyse birşeyler yapmak ve buna bir çözüm getirmek lâzımdı. Hiç kuşkusuz bu lüzumu en iyi anlayan da Von Arnim'di. Hani o bir türlü gelemeyen Panzer ve Motorlu tümenlerle ancak hayalhanelerde kurulan meşhur «5 nci Panzer Ordusu» komutanı Orgeneral Von Arnim. Evet, bir şeyler yapılmalı ve 308 Montgomeri Tunus cephesine karşı yeni bir harekât için hazırlıklarını bitirmeden ve kuvvetlerini yığmadan önce, ondan evvel Tunus'a çekilecek olan Rommel'in bazı birliklerinden de yararlanılarak Eisenhower'e güçlü bir yumruk indirilmeli ve geriye atılmalıydı. Şubatın başlarında Von Arnim, gelen raporlardan Amerikalıların Tebessa bölgesinde büyük bir yığınak yapmakta olduklarını öğrenmişti. Düşmanın, engeç bir hafta, on gün zarfında Sus veya Gabes istikametinde taarruzla denize ulaşmak istediği ve böylece Libya'dan çekilmekte olan Rommel ordusu ile Tunus'taki 5 n'ci Panzer ordusu arasına girerek iki kuvvetin birleşmesini önlemeye çalışacağı anlaşılıyordu. Beri taraftan Rommel, zırhlı kuvvetleriyh Trablus şehrim 22 Ocakta terketmiş ve 12 Şu batta Maret hattına ulaşmıştı. Rommel'in Trab lus'u boşalttığı haberi Roma'da bir deprem etkisi yaratmış, Mussolini ve bütün Faşist ileri gelenleri bu darbe ile adeta yıkılmışlardı. Kuzey Afrika savaşı, Mareşal Graziani'nin tantana ile Mısır seferine koyulduğu günün üzerinden daha 2 seneden fazla bir zaman geçmeden büyük bir yenilgi ile sonuçlanmış ve en sonunda Akdeniz'in incisi Trablus ile birlikte bütün Libya kaybedilmişti. Sorumlu kim mi idi? Kim olacak... İşte Feld Mareşal Rommel karşıda duruyordu ya... Rommel, asla affedilmemeliydi ve O, Mussolini'nin daha önce düşünüp de bir türlü veremediği «Altın Cesaret» madalyasını artık rüyasında bile göremezdi. Rommel ordusu ile Arnim ordusu her nekadar henüz birleşmemişlerse de bu temas artık gün meselesi olmuş ve tehlike de aşağı yukarı atlatılmıştı. General Arnim, Ziegler ve değerli 300 kurmayları Kurmay Başkanı Albay Quast ve harekat şube müdürü Pomtow, iki tümenle Eisenhower kuvvetlerine karşı taarruzi bir harekât

düşünmüşler ve buna göre de bir plan hazırlamışlardı. Harpten sonra Albay Pomtow bu plan hakkında dokümanları da bana gösterdiği için bu konuda belgesel açıklamalarda bulunabilirim. Bu plana «Spring Wind» kapalı adı verilmişti ve şöyle düzenlenmişti: 10 neu ve 21 nci Panzer tümenleri, Tebessa bölgesinde toplandığı bilinen Amerikan kıtalarına bir baskın taarruzu yapacak ve eğer Amerikan zırhlı birlikleri yakalanıp imha edilebilirse kuzeye doğru harekâta devam edilerek diğer Amerikan birlikleri kuşatılacak tı. Bu plan fazla cüretkâr değildi fakat eldeki kuvvetlerin gücü ile orantılı, bütün faktörler dikkate alınarak akıllıca hazırlanmış bir plândı. Bu harekâtın başarı sağlaması halinde iç hatta bulunmamn avantajından istifade edilerek dış hatta bulunan düşmandan biri üzerinde sonuç alınmış olacak ve bu da Tunus kuvvetlerini, takviyeler yetişinceye kadar rahatlatmış olacaktı. Her iki taarruz kuvvetlerine Tiger bölükleri öncülük edecek yani, «Koç Başı» görevini yapacaklardı. Hakikaten bu tanklar, korkutucu gövdeleri ve 88 milimetrelik toplanyla bu görev için biçilmiş kaftan idiler. Ziegler komutasındaki ilgililer hazırlıkları tamamlamak üzere oldukları bir sırada Mareşal Rommel Tunusa ulaşmış, birlikleri de Maret hattına varmıştı. 5 nci Panzer ordusunun taarruz planım inceleyen ve açıklamaları dinleyen Rommel, General Von Arnime dönerek: «Montgomeri'nin Maret hattına gelmesi ve bir taarruza hazır olması için daha epeyi zaman ister. Bu sebeple tahminimden önce taarruz etmesi riskini ve 310 sorumluluğunu üzerime alarak kuvvetlerimin çoğu ile size yardım etmek istiyorum.» demişti. İşte, şimdiye kadar yakından tanımış olduğumuz Rommel yine karşımızdaydı. O atak, O gözünü budaktan sakınmaz, O kendini bütünüyle terazinin kefesine koymaktan çekinmeyen ve büyük oynayan Rommel. Evet, ta El Alemeyn'den Maret hattına kadar aşağı yukarı 2.000 kilometre yürüyen ve üstün bir düşman karşısında yorgun, argın çekilen adam şimdi yine ayaklan üzerinde dikilmiş ve yine eski günlerini bulmuştu. Von Arnim'in taarruz planı, ona göre, çok mütevazi ve çok kısa hedefliydi. Kendi kuvvetlerini de harekâta sokacağına göre hedefi çok daha derinlerde seçmeli ve daha büyük düşman kuvvetlerini kuşatacak şekilde taarruzu daha geniş

bir kavisle Tebessa üzerinden Akdeniz'e doğru sürdürmeliydi. Bu, Rommel'in meşhur eski Çöl stratejisine uygun bir plandı ama Von Arnim ve karargâhına göre, gerçekleri zorluyan ve imkânlar abartılarak gücün ötesindeki hedeflere varmayı düşünen riskli bir plandı. Ne eldeki kuvvetler, ne de ikmal olanaklan böyle geniş çaplı bir harekâta imkân vermezdi. Bu mevsimde Tunus - Cezayir hududunu teşkil eden dağlık arazi de, zırhlı ve motorlu birliklerin harekâtını geciktirecek bir yapıdaydı. General Von Arnim, harpten sonra bana, aynı fikirde bugün bile ısrarlı olduğunu söylemiş ve Rommel planının büyük tehlikeler taşıdığını sebepleriyle açıklamıştı. Netekim 2 nci Dünya savaşından sonra Cezayir milliyetçi savaşındaki harekât da Von Arnim'e hak verdirmiştir. Bu savaşta zayıf Cezayir milliyetçi kuvvetleri, Tebessa dağlık bölgesindeki geçitleri 100.000 kişilik düzenli Fransız ordusuna karşı uzun süre savunmuş ve onlan Batıya 311 geçirmemişlerdi. 5 nci Panzer ordusu komutanı Orgeneral Von Arnim ile Afrika panzer ordusu komutanı Feld Mareşal Rommel arasındaki bu anlaşmazlık, Alman Yüksek Karargâhı ve Führer için tatsız bir durum meydana getiriyordu. Almanya'ya uzak bağımsız bir harekât alanında iki ordu komutanı arasında doğacak bir geçimsizlik, kuşkusuz, sonradan giderilmesi güç sonuçlar yaratırdı. Yüksek Karargâhın masasındaki uyarı lambası şimdilik sarı yanıyordu ama, birdenbire kırmızıya dönebilirdi. 14 Şubat saat 04.00 te Von Arnim'in planına göre General Ziegler komutasında harekât başladı. Hava soğuk ve yağışlı, yolar hafif çamurluydu. 10 ncu Panzer tümeni, iki muharebe Grubu birinci hatta taarruza geçmiş, 21 nci Panzer Tümeni de kendi cephesinde ilerlemeye başlamıştı. Bu sırada çamur ve soğuk yetmezmiş gibi bir de insanın adeta gözlerini kör eden müthiş bir kum fırtınası başlamıştı. Bütün bu kötü koşullara rağmen taarruz sür'atle gelişmekteydi. Saat 15.00'e doğru 10 ncu Panzer tümeni, 2 nci Amerikan kolordusu zırhlı birliklerini kuşatmış ve büyük kısmı ile güneye dönerek kaçmaya çalışan kuvvetleri durup savaşa zorlamıştı. Kule kapaklan açık olduğu halde Alman tanklan düşman tanklarının daha çok yanlanna taarruz ediyor ve Komutan tanklannı hedef olarak seçiyorlardı. Fakat Amerikalılar da

zorlu bir şekilde kendilerini savunuyor, tankı tahrip edilince çok kere yaya olarak muharebeye devam ediyorlardı. Sonuç, Almanlann zaferi ile bitti. Bu savaşta 68 Amerikan tankı tahrip edilmiş, A zırhlı muharebe grubu ağır bir yenilgiye uğratılmıştı. Kuşatılan bu Grubu kurtarmaya koşan 168 nci Amerikan Piyade ala- 312 yı da bu çemberin içine düşmüş o da ağır kayıplar vermişti. Ertesi gün, 15 Şubatta General Ziegler, Sbeitla istikametinde ilerlemesine devam etmiş, bugün de Amerikan birlikleri kayıp vererek çekilmek zorunda kalmışlardı. Öğleye doğru l nci Amerikan zırhlı tümeninin yaptığı karşı taarruz kısa zamanda durdurulmuş, sonra Alman panzer birliklerinin taarruzu ile geriye atılmıştı. Bugünkü muharebeler sonunda Amerikan zırhlı tümeninin A ve C zırhlı Muharebe Grupları mağlup ve büyük kısımları ile imha edilmiş, B zırhlı muharebe Grubu ancak kendini kurtarabilmişti. Akşam 65 Amerikan tank ve zırhlı aracının tahrip edildiği tesbit edilmiş, 2.000 tutsak alınmıştı. Beklenmeyen bu felaket, Amerikan kamu oyunu ve Beyaz sarayı allak bullak etmişti. Amerikan ordusu, Uzak Doğu dışında, Batıda ilk defa ciddi bir savaşa giriyor ve o savaşta kendisinden zayıf bir düşman karşısında ağır bir yenilgiye uğruyordu. Sadece 2 günlük bir çarpışma ve yüz kızartıcı bir mağlubiyet.. Bu kadar eğitim, bu kadar zengin silah ve cepane ve böylesine bir yenilgi! Doğrusu Pentegon da ne diyeceğini bilemiyordu.. Başkan Rozvelt, durumu yerinde incelemek üzere derhal bir heyetin Afrika'ya hareketini emretti. Von Arnim'in planına göre 10 ncu Panzer tümeni kuzeye, Pişon'a yürüyecekti. Burası geceleyin bir baskın taarruzu ile ele geçirilecek, burayı savunan Fransız muharebe grubu da imha edilerek bütün Tebessa cephesinin çökmesi sağlanacaktı. Fakat bu harekât başarılı olamadı. Bunun üzerine General Ziegler, 10 ncu tümenin bu kesimini 47 nci Alayla takviye etti. 313 Yenilenen taarruz, Hür Fransızların inanılmaz savunması karşısında yeniden başarısızlığa uğradı. Taaruzda, General Arnim'in «Tunus'un İtfaiyesi » adını taktığı. Albay Bühre'nin komutasındaki 47 nci Alay da başarılı olamamış ve 10

neu Panzer Tümeni birlikleri gibi ağır kayıplar vermişti. 16/17 Şubat gecesi «Spring Wind» harekâtı ayrı bir yenilgiye daha uğradı. Yüksek Komutanlıktan gelen bir emirle General Ziegler Grubu lağv ediliyor ve 10 neu, 21 nci Panzer Tümenleri Ziegler Grubundan alınarak Rommel'in emrine veriliyordu. Acaba sebep neydi ve ne olmuştu da, savaşın tam ortasında, bu emir ve komuta değişikliğine gerek duyulmuştu? Bu, o sırada heyecanla konuşulan bir soru olarak kafaları bir süre işgal etmişti. Rommel'in Afrika Kolordusu komutan Muavini General Frayher Von Libenstayn'ın anılarına göre Maret hattında bulunan Rommel, «Spring Wind» harekâtı başlamadan önce daha 5 Şubatta İtalyan Başkomutanlığına «Gafsa'ya taaruzla yan ve gerisinde beliren Amerikan tehlikesini gidermek» konusunda bir teklifte bulunmuş, fakat bu teklif reddedilmişti. İtalyan Baş komutanlığı «Gafsa'nın, Von Arnim'in sorumluluk sahasında olduğunu» belirtiyor, «Bu harekât için kuvvet çekme nedeniyle Montgomeri karşısında Maret hattının zayıflayacağı » nı ileri sürüyordu. Rommel bundan üzülmüş, fakat yine de Von Libenstayn'a 8 Şubat günü 164 ncü piyade tümeni, 15 nci Panzer tümeni. Kolordunun ağır topçusu ile bir ileri harekât için hazır olmasını emretmişti. Bu sırada Amerikalılar General Ziegler Grubunun «Spring Wind» harekâtı nedeniyle 14/15 Şubat gecesi Gafsa'yı muharebesiz terkederek batıya 314 doğru çekilince bunu fırsat bilen Rommel, Von Libenstayn'a emir vererek ertesi sabah bir zırhlı piyade alayı ve Albay Menton'un 288 nci Özel Grubu ile kendi sorumluluk sahası dışında olmasına rağmen Gâfsa'yı işgal ettirmişti. Bir keşif birliği de Feriana'ya sürülmüş ve bu suretle 15 Şubatta Gafsa'dan Feriana'ya kadar Tebassa bölgesi işgal edilmişti. Şimdi Rommel Sebeitla bölgesinde Ziegler kuvvetleriyle döğüşen Amerikan kuvvetlerinin yan ve gerilerine karşı etkili bir pozisyona girmişti. Ve Rommel, kendisine tanrı tarafından gönderilmiş bu talih kuşunu elinden kaçırmaya hiç de niyetli değildi. Daha önce teklif ettiği Tebesse'ya ilerlemek ve oradan Kuzeye yönelerek düşmanı büyük bir kuşatma ile imha etmek planı şimdi daha da olgun hale gelmişti. Ve işin güzel tarafı, Rommel'in tekrarladığı teklif. Alman yüksek komutanlığınca bu sefer uygun

bulunmuştu. Kurmay Başkanı Jodl, Rommel'in ısrarına dayanamamış, Führer'in oluru'- nu aldıktan sonra 16/17 Şubat gecesi Ziegler Grup karargâhını lağvederek bu Grup emrindeki birlikleri Rommel'in komutasına vermişti. Rommel'e de, kendi planını tatbik etmekte serbest olduğunu bildirmişti. • Rommel, zaten vakit geçirmeksizin birliklerini plana göre yönlendirmiş ve gereken emirleri vermişti. İlk gün harekât, gayet düzenli ve başarılı şekilde cereyan ediyordu. 21 nci Panzer tümeni Sbeitla'yı zaptetmiş, 10 ncu Panzer tümeni Kasserin geçidi üzerine yürümüş, daha güneydeki İtalyan Alman kıtaları da Tozeur'u ele geçirmişlerdi. 18 Şubatta 15 nci Panzer tümeni Amerikalıların önemli bir hava alanı olan Thlept'e ulaşmış ve ertesi gün de Rommel'in keşif birlikleri Kasserin geçidi istikametinde hare- 315 kete geçmişlerdi. Keşif birlikleri, hava alanından geçen ana yolu takip ederek ilerlerken Rommel, Tebessa ve Kasserin geçitlerine taarruz emrini vermişti. Tunus dağlarının kapısı sayılan yere 3 ncü keşif birliği, 19 ve 20 Şubat günleri taarruza devam etmiş, faakt bütün çabaları sonuçsuz kalmıştı. Rommel, derhal tecrübeli ve meşhur piyadelerini Menton'un komutasında buraya göndermiş, fakat bunlar da Amerikan savunması ve özellikle topçusu tarafından durdurulmuştu. 20 Şubat sabahı 21 nci, 10 ncu ve 15 nci Panzer tümenlerinden bir kısım kuvvet ve Ariete tümeni geçidin karşısında 10 kilometre uzunluk ve 5 kilometre derinliğinde dar bir sahaya yığılmışlardı. Sis atan bataryalar, 7 nci Havan Alayı Amerikan mevzilerine ateşe başlamış ve dakikalarca süren yoğun ateş bu bölgeyi bir cehenneme çevirmişti. Her mermi kayaları ve Toprağı adeta yırtarcasına param parça ediyordu. Dar bir sahaya çok büyük kuvvetle yapılan şiddetli taarruz sonunda saat 17.00 ye doğru Binbaşı Stotten küçük bir kuvvetle geçidi ele geçirmeye muvaffak olmuştu. Bu sırada 8 nci Panzer Alayı geçit yoluna doğru harekete geçmiş, burada bir köprü başı ele geçirerek Amerikan karşı taarruzlarını püskürtmüştü. Bundan sonra Almanların geçit boyunca kitle taarruzu başlamıştı. 21 Şubat günü Rommel, 21 nci Panzer tümenini güneyden dağlık bölgenin etrafından dolaştırarak, 10 ncu Panzer tümenini kuzeyden

Thele'ye sevk ederek burasını kuşatmak suretiyle Tebessa önündeki tepelerden kurulu engeli aşmak istiyordu. Fakat 21 nci Panzer tümeni burada kuvvetli düşman mukavemetine rastlamış ve 10 ncu Panzer tümeniyle birleşme plânı 316 gerçekleşememişti. 10 ncu Panzer tümeni de, 6 ncı İngiliz Zırhlı' Tümeni ve Muhafız Tugayı'- nın savunmasına takılmış ve daha fazla ilerleyememişti. Afrika Kolordusu Muharebe Grubu, General Libenstayn'ın yerine atanan General Blowius'un komutasında batıya dönüp Tebessa'yı almak istiyordu. Tebessa'yı savunan Amerikan Zırhlı tümeni B Zırhlı Muharebe Grubu, inatla döğüşmüş ve Tebessa'yı bırakmamıştı. Gerek insan takati üstündeki bu müthiş savunma ve gerekse Amerikan ve İngiliz savaş uçaklarının birbiri peşine yoğun taarruzları Alman ilerleyişini aksatmış, buna karşın Amerikan savunmasını canlandırmıştı. General Eisenhower orduya değil, ordulara komuta ediyordu. Bol silah ve araca sahipti ve zengin harbi yapıyordu. Amerikan askeri de hem deney sahibi oluyor hem de yavaş yavaş bileniyordu. Şimdi Müttefik cephesinde, Alman taarruzunun ilk şoku atlatılmış, panik geçiştirilmişti. Bütün bu neden'erle 22 Şubat günü Afrika kolordusunun Tebessa'ya yönelttiği ve tekrarladığı taarruz gene başarılı olamamış ve B Zırhlı Muharebe Grubu bir adım bile geri atılamamıştı. Savaşta pişmiş zayıf kuvvetlerin iyi bir sevk ve idare altında üstün kuvvetlere karşı kazandığı başarı yavaş yavaş hızını kaybetmiş ve gerçeğin yanılmaz fiziki kanunları karşısında boyun eğmeğe mecbur kalmıştı. Düşman, her bakımdan ondan üstündü, zengindi, ikmali bol ve devamlıydı, havada ezici idi. Bugünkü savaşta Rommel'in kendisi de yoğun bir düşman topçu ateşi ortasında kalmış ve kaktüs ağaçlan arasından Albay Bayerlayn'm rehberliği sayesinde kurtulabilmişti. Rommel'in bu taarruz harekâtının devamı süresince Von Arnim de mevcut kuvvetleriyle 317 düşmanı tesbit maksadiyle taarruz etmiş ve 47 nci Piyade Alayının tecrübeli komutanı Bühre, bu arada, Pişon'u ele geçirmiş ve 20 kilometre kadar Batıya doğru ilerlemişti. 23 Şubat günü Rommel, Thele ve Tebessa istikametlerinde bir ilerleme elde edememiş ve taarruz artık gaye noktasına ulaşmıştı. Harekât

bölgesindeki dağlık arazinin verdiği güçlüğe, sayıca çok üstün düşmanın sertleşen mukavemeti, düşman hava kuvvetlerinin, ezici taar. ruzlan eklenince ve hele hele ikmal güçlükleri de dayanılmaz bir hal alınca taarruza devamın manası kalmamıştı. Üstelik Libya'dan Maret hattının karşısına gelen ve yığınağını bitirmekte olan Montgomeri'nin taarruzu da gün meselesi haline gelmişti. Kasserin'de yapılan bir harp meclisi sonunda Rommel taarruzu durdurmaya karar verdi. Şimdi artık kabuğuna çekilip kendini savunma zamanıydı. Bu muharebeler sonunda Rommel kuvvetleri 3.000 tutsak almış, 160 tank, 95 zırhlı araç, 36 zırhlı top ve 60 kadar diğer cins top tahrip etmiş veya ele geçirmişti. ROMMEL'İN AFRİKA'DAN AYRmiŞI 23 Şubatta Mihver Taarruzunun durmasından sonra Alman Baş Komutanlığı Tunus cephesinin bir komuta altında birleştirilmesine karar vermiş, bütün kuvvetleri «Afrika Ordular Grup Komutanlığı» adı altında toplamış, Grup Komutanlığına da Feld Mareşal Rommel'i atamıştı. Bu Ordular Grubu, 5 nci Panzer Or- 318 duşu ile Alman İtalyan Panzer Ordusundan teşkil edilmişti. Şimdi Rommel yeniden hareket serbestisine kavuşmuş ve Tebessa savaşlarında yengi ve yenilgisini unutmuş, taarruz huyu derinden derine yeniden depreşmeye başlamıştı. Tarihte bütün büyük komutanların başarı ile uyguladıkları iç hatlardan yararlanma stratejisini bir kere daha denemede ne zarar vardı ki? Bir kaç gün önce zaten bunu tatbike başlamamış mıydı? Dış hatta bulunan Montgomeri'nin henüz taarruza hazır olmamasından yararlanarak onun cephesindeki kuvvetleri çekip, dış hattın diğer yanında -bulunan Eisenhower kuvvetlerine çullanmış ve onu Tebessa üzerine atıp iyice hırpalamıştı. Şimdi hele Eisenhower başına gelenleri düşüne dursun, onun karşısındaki kuvvetleri güneye kaydırıp, taarruza ağır ağır hazırlanmakta olan Montgomeri'ye kuvvetli bir yumruk atmanın tam zamanıydı. İçeriye sıkışmış zayıf ve silâh ile ikmal bakımından fakir bir kuvvetin, teke tek bile kendisinden üstün ve her yönden zengin dışarıdaki kuvvetleri, sıraya koyup tek tek dövmesinin tadına doyum mu olurdu? Böylece Montgomeri kuvvetleri iyice hırpalanabilirse

Tunustaki Mihver kuvvetleri yeterli zamanı kazanabilir ve bu arada eğer takviyeler alabilirse üstün Müttefik kuvvetlerini daha uzun müddet bu çöl ve dağlar arasında oyalıyabilirdi. Rommel'den boşalan Alman - İtalyan Panzer Ordusu komutanlığına İtalyan Orgenerali Messe atanmıştı. Messe, Güney Rusya'da bir İtalyan kolordusuna komuta ederken, üstün hizmetlerinden dolayı Demir Haç Şövalye nişanıyla ödüllendirilmiş seçkin bir komutandı. Kur- 319 may Başkanı ise zeki, açık fikirli bir kurmay olan General Manzinelli idi. Harpten sonra bu konudaki soruma general Ziegler mektupla şu karşılığı vermişti: «Son brifinge Mareşal Rommel, General Cause ila birlikte gelmiş, sıklet merkezi Batıda olmak üzere Medenin istikametinde bir taarruzu düşündüğünü bildirmişti. Bu hareket tarzındaki bazı imkânsızlıklar ve bazı şüpheli noktalar hususunda Rommel'i ikna etmek kolay değildi. Bununla beraber teklifler gene de uzun uzun münakaşa edilmiş ve sonunda bu plan fazla mahzurlu bulunarak terk edilmişti. Rommel özellikle, sıklet merkezi doğuda olarak yapıla, cak bir taarruzun sol yanının düşman karşı taarruzuna açık olacağını belirtiyordu. Acaba bu risk göze alınmalı mıydı? Sonunda Mareşal sıklet merkezinin, Medenin - kuzeyindeki hakim araziye, düşman topçu mevzilerini de kapsayacak şekilde tevcih edilmesini dikkate almamızı emrederek toplantıya son verdi. 2 Martta yapılan brifingte bu son hareket tarzı benimsendi ve planlama buna göre başladı.» 10 ncu Panzer tümeninin taarruz bölgesine intikal, uzun zaman alacağından 4 Martta başlayacak taarruz 6 Marta ertelenmişti. 6 Mart 1943 sabahı 15 nci, 21 nci ve 10 ncu Panzer tümenleri ve topçu başta olırıak üzere taarruza katılacak bütün birlikler taarruz mevzilerine yerleşmişlerdi. 90 ncu ve 110 ncu hafif tümenlerle Ariete zırhlı tümeni, bir gün önce Afrika Kolordusu komutanlığını almış olan General Gramerin (*) komutasındaydı. Taarruz başlangıç saati olarak 06.00 seçilmişti. Hava açık ve (*) Libya'deki 8 nci Panzer Alay Komutanı. 320 güneşliydi. Muharebe, Afrika Kolordusunun kudretli bataryalarının ateşiyle başladı. 17 santimetrelik toplar ve 21 santimetrelik havanlar

Medenin bölgesini cehenneme çeviriyorlardı. Sonra zırhlı birlikler harekete geçti. Kolordu komutanı General Gramer ileri komuta yerinden tanklarını gayet rahatlıkla görebiliyordu. Solda kendisinin eski alayı olan 8 nci Panzer Alayına mensup 40 tank, merkezde geniş bir cephe üzerinde 5 nci Panzer Alayı, sağda ise 10 ncu tümenin 7 nci Panzer Alayı birinci hatta ilerlemekte, 86 nci Zırhlı Piyade Alayı ve 90 nci Zırhlı Topçu Alayının bazı birlikleri taarruz kademesini arkadan takip etmekteydi. Diğer birlikler. Doğuda hayal meyal görülebiliyor ve ilerleyen bu çelik duvar, seyredenlerin göğsünü kabartıyordu. Ama bu zevk uzun sürmeyecekti. Az soma Amerikan ve İngiliz uçaklan tepede bitiverdi. Şimdi hava ile kara arasında bir ölüm kalım savaşı başlamıştı. Arkasından da iki tarafın tankları birbirine girdi. Az görülür ölçüde büyük tank birliklerinin kıyasıya savaşı başlamıştı. General Gramer, 21 nci Panzer tümeninin taktik komuta yerine geldiğinde, tümen komutanım mermi yağmuru altında ve müteessir bir halde bulmuştu. Tümen komutanı «İlerliyemiyoruz » diyor ve üzüntüsünü saklamıyordu. İngiliz bataryaları, taarruz eden tankları müthiş bir ateş altına almıştı. Taşlık arazide patlayan mermiler şarapnel (*) etkisi yapıyor, piyade ve topçu bundan çok zarar görüyordu. 10 ncu Panzer tümeni adam akıllı sıkıntıdaydı. Tümen birlikleri İngiliz topçusunun etkili ateşi altına düş- (*) Havada patlayan ve küçük küçük birsürü parçalara bölünen bir tür topçu mermisi. 321 müş ve ağır kayıplara uğramıştı. Tümen topçu bataryaları alçak hava taarruzlarından büyük kayıplara uğramalarına rağmen ateşe devam ediyorlardı. 10 ncu tümenin taarruzu, gözle görülür şekilde yavaşlamış ve yer yer durmuştu. Öğleye doğru bu cephede 50 Alman tankı yanmaktaydı, öğleden sonra saat 16.00 sırasında Rommel ve komutanları Medenin savaşını kazanmak ihtimalinin artık kalmadığını anlamışlardı. General Gramer Rommel'e, taarruzu durdurmayı teklif etmiş ve Rommel de bu teklifi üzülerek kabul etmek zorunda kalmıştı. Böylece, Rommel'in büyük ümitlerle başladığı taarruz acı şekilde sona ermiş, şimdi Afrika savaşlarının trajik sonu artık görünmüştü. Sonradan, Rommel'in taarruz planının Montgomeri'nin eline geçmiş olduğu anlaşılmıştı. Taarruzdan

hemen sonraki gün yakalanan bir Hür Fransız astsubayının cebinden bir vesika çıkmıştı. Bu kâğıtta Rommel taarruzunun bütün teferruatını gösteren bir plan vardı. Taarruzun Martın 4 ünden 6 sına ertelenmesi, bu sırada planı ele geçiren İngilizlerin zaman kazanmasına ve bu 2 gün zarfında gerekli bütün tedbiri almasına yaramıştı. Harpten sonra planın Fransız Astsubayına, İtalyan Genel karargâhından bir subay tarafından verildiği anlaşılmıştı. İngilizler bu planın gerçek olduğundan o kadar emin idiler ki, cephede tesbit taarruzu yapan 90 ncı Alman Tümeninin karşısında ancak bir tümen bırakmışlar, diğer bütün kuvevtlerini Medenin bölgesine kaydırmışlardı. Neticede, Mihver kuvvetlerinin Medenin taarruzu ağır bir yenilgi ile sonuçlanmış ve aynı günün akşamı daha başlamadan bitmişti. Verilen bunca kayıp, işin görünen tarafıydı. İşin asıl 322 önemli olanı görünmeyen taraftı ki, bu da Rommel'in son başarı şansı ve ümidi idi. Evet Rommel Kuzey Afrika'ya ayak bastığının 25 nci ayında coşkun hayallerle çıktığı Libya'da değil de Tunusta son direncini, son kuvvetini yitirmiş olarak yaralı ve yorgundu. Bu taarruzdan 3 gün sonra 9 Mart 1943 günü, Tunustaki bütün Mihver kuvvetlerinin başı yani, Afrika Ordular Grup komutanı Feld Mareşal Erwin Rommel bir uçakla Afrika'yı terkediyordu. Roma'da Duçe'yi, Rastenburg'ta Führer'i görecek, Kuzey Afrika'yı terketmenin gerekliliği konusunda onları ikna etmeye çalışacak ve kurtarabildiği bütün kuvvetleri İtalya'ya çekmeye gayret edecekti. Fakat "Hitler, bütün münakaşa ve gerçeklere karşı sağırdı. Rommel'e, «Karargâhı terketmesi» ve «İstirahata çekilmesi» emredilmişti. Rommel, Afrika'yı bir daha göremeyecekti. AFRİKA KOLORDUSUNUN TESLİM OLUŞU Tunus'daki güçlüklerle yüklü durumu idare etmek işi, Rommel'in vazifesini devralan Orgeneral Von Arnim'in omuzlarına yüklenmişti. General Cause Kurmay Başkanı olarak, yorulmak bilmeyen Albay Pomtow da Harekât Başkanı olarak yerlerinde kalmışlardı. 5 nci Panzer Ordusuna General Vaerst (*) Komuta ediyordu. Kurmay Başkanı da General Von Quart'ti. Bir Prusyalı asilzade olan Von Arnim tam manasiyle bir eski ekol şövalyesiydi. Vazifesini, (*) Eski 15 nci Panzer tümeni komutanı.

323 düşmanları tarafından bile takdirle karşılanan bir asaletle yerine getirmişti, örneğin şu anlatacağım olay, bu konuda okuyucularıma bir fikir verecektir sanırım: İngiliz uçakları Tunus şehrine taarruz ediyorlardı. Bu arada La Gaulette dış limanında bulunan İtalyan gemisi Bellemo da bu taarruzdan nasibini almış ve hücuma uğramıştı. Gemide İtalya'ya götürülecek 700 Amerikan ve İngiliz tutsağı bulunuyordu. Liman komutanı Keller Ordular Grup karargahındaki ilgiliyi bulmuş ve Bellemo'nun korunması için acele hava desteği istemişti. Kendi uçaklarının taarruzuna uğrayan tutsakları kurtarmak için uçak istemek nerede görülmüş? Karargâhtaki ilgili kurmay subay durumu General Arnim'e arz edince o da «General Aleksandre'ya açık bir mesaj çekin ve kendi tutsaklarına yaptığı hava hücumunu durdurmasını rica edin» diye emir vermişti. Mesaj hemen İngilizlerin Tunus'daki komutanları olan Eisenhower'in muavini General Aleksandre'ye çekildi. «Hava hücumunu durdurun. Bellemo gemisinde 700 harp tutsağı var.» General Aleksandre derhal gerekenlere emir vermiş ve hava taarruzunu durdurmuştu. Sonradan Von Arnim tutsak olduğunda General Aleksandre tarafından kabul edilmiş ve Aleksandre'ın «Bir arzunuz var mı generalim» sorusuna «Bana 700 Alman yaralısının bir hastane gemisiyle İtalya'ya taşınması için müsaade edin» demişti. Von Arnim'in isteği yerine getirilmiş ve 700 yaralı Alman, İtalya'ya gönderilmişti. Medenin savaşından Tunus'taki son merminin atılmasına kadar 2 aylık bir zaman geçmişti. Bu 2 ay, Afrika Kolordusunun son sayfasını 324 yazan dramatik bir safha olmuştur. Bu 2 ay süresince subay ve erlerin cesareti, hiçbir zafer ümidi bulunmamasına rağmen, hayranlıkla anılacak olaylarla doludur. Medenin yenilgisinden sonra Von Arnim'in karargâhı ve kıtaları bunun, sonları olduğunu anlamışlardı. Düşman hem insan hem de silaharaç- gereç bakımından büyük bir üstünlüğe sahipti. Hava üstünlüğü ise,, su götürmezdi. Cephe genişliği 800 kilometreyi buluyordu. Bu cepheyi savunacak kuvvetlerin mevcudu ise 1/3 ü Alman olmak üzere 300.000 kişiydi. Bu miktardan destek ve hizmet birlikleri düşülürse savaşçı askerin

mevcudu 150.000 kişiye iniyordu. Bu kuvvetle bu kadar geniş bir cephenin savunulması mümkün değildi. Üstelik bu ordunun ihtiyaçlarının sağlanması da bir problemdi. Ortada yeterli ne yiyecek, ne cepane ve ne de akaryakıt vardı. Roma ve Rastenburg artık Ordular Grubunun ikmalini sağlayacak imkân ve kabiliyete sahip bulunmuyordu. Aylık gereksinim olan 75.000 tonun ancak birkaç bin tonu geliyor ve Mareşal Kesserling'in havadan ikmal için yaptığı teşebbüsler de, her havalanan Yunkers'in geriye dönmemesiyle sonuçlanıyordu. Bu sebeple hava yolu ile ikmalden vaz geçilmişti. 18 Martta alınan hava raporlarından 3.000 İngiliz aracının, Maret hattını Çöl üzerinden kuşatmak üzere hareket halinde olduğu öğrenilmişti. Von Arnim'in korktuğu en tehlikeli ihtimal gerçekleşmiş ve Montgomeri kuşatıcı şekilde taarruza başlamıştı. Maret hattı savaşları, taarruz ve karşı taarruzlarla kıyasıya 22 Marta kadar sürmüş fakat bu sırada Amerikalıların Gafsa kuzeyinden başlayan taarruzları da buna 325 eklenince Von Arnim, zorunlu olarak Maret hattının tahliyesini emretmişti. Zorlu artçı muharebeleri vererek Sus güneyine kadar çekilen General Messe, kuvvet kaptırmadan burada yeni bir savunma cephesi kurmaya muvaffak olmuştu. Ama Müttefiklerin taarruzu ile bu mevzi de kısa zamanda çatırdamaya başlamıştı. Ayrıca bu yorgun askerlerin 24 saat durmaksızın devam eden düşman hava taarruzlarından korunmak için ne çatılan ne de duvarlan vardı. Büyük fabrikalara sırtını dayamış mermi, araç, gereç hesabı tutmayan zengin ve ezici bir düşmanın darbeleri altında Nisanda bu bir avuç yaralı ordu daha kuzeye Enfidavile hattına çekildi. Tarihte cesur ve başarılı taarruz hareketleri kadar parlak çekilme hareketleri de vardır. Afrika Ordular Grubunun Enfidavile mevziine çekilmesi de harp sanatının ve birliklerin harp tecrübelerinin eksiksiz uygulandığı bir şaheserdir. 20 Nisan ile 5 Mayıs tarihleri arasında harekât, zayıf Mihver cephesine karşı devamlı bir seri darbe halinde devam etmiş ve çekilme, direnme ile acılı günler yaşanmıştı. 5 Mayısta artık düzenli bir Mihver kuvveti kalmamış, Cap Serat İngilizler, Bizerte Amerikalılar tarafından zaptedilmişti. Diğer yandan Ordunun kalanlanm kurtarmak ümit ve şansı, Hitler'in Rastenburg'tan

gönderdiği şu mesajla tamamen ortadan kalkmıştı. «Alman halkı, son merminize kadar savaşa devam etmenizi temenni ediyor.» General Von Arnim, emirlere itaatsizlik edecek bir kimse değildi. Fakat bu emrin makul bir 326 tarafı var mıydı? Stalingrad faciası henüz herkesin hafızasmda taptaze dururken, Tunus'da yeni bir Stalingrat dramı yaratmanın âlemi ne? Von Arnim karargahına sormuştu: «Bu günkü modern ve karışık harpte son mermi neyi ifade eder?» Bu soruyu yine kendisi cevaplandırdı ve birliklere bildirdi ki «Bir tank taarruzunda silahını tahrip ettikten sonra düşmana teslim olmak » son mermiyi kullanmak anlamındadır. 10 ncu Panzer Tümeni son 7 tankını akaryakıt yokluğundan toprağa gömmüş ve bir Amerikan tank taarruzunu 11 Mayıs öğleye doğru son mermisini kullanarak kırmıştı. Bundan sonra tanklar ve toplar tahrip edilmiş ve tümen kolorduya şu tutanağı göndermişti: «Bütün cepane sarfedilmiş, malzeme ve silahlar tahrip edilmiştir. » 12 Mayıs öğle vakti General Von Arnim, Afrika Ordular Grubu adına teslim olmuştu. Afrika kolordu komutanı General Gramer Alman Baş komutanlığına ve kolordusuna şu mesajı yayınlamıştı: «Cepane sarfedilmiş, silahlar ve savaş malzemesi tahrip edilmiştir. Afrika Kolordusu, emredildiği şekilde, son takatine kadar savaşa devam etmiştir. Alman Afrika Kolordusunun tekrar doğacağına inanıyorum. Gramer»... Güneyde de General Messe'nin komutasındaki Alman - İtalyan Panzer ordusunun sonu gelmişti. 12 Mayısta bu ordunun toplan son mermilerini kullanmış, sonra susmuşlardı. Şimdi savaş alanını derin bir sessizlik kaplamış, Afrika'da harp bitmişti. 327 12 Mayıs günü saat 18.00 de 90 ncı tümen teslim olmuş, 13 Mayıs saat 11.00 de savaşan son birlik, 164 ncü tümen silahlarım bırakmıştı. 13.000 Alman askeri tutsak olmuş, 18.600 asker de Libya ve Mısır'da ebedi uykuya terkedilmişti. italyanların Afrika bölgesinde zayiatları ise, 13.750 kişisi ölü, 8.820 si kayıptı. İngilizler 35.500, Amerikalılar 16.500 ölü vermişlerdi. 13 Mayıs günü akşamleyin güneş Batıda ağır

ağır batarken, uzun kollar halinde esirler, El Alemeyn'den buraya kadar geçen günleri dahi hatırlayamayacak kadar aç ve bitkin, kaderlerinin çizdiği yolda ilerliyorlardı. S O N