15
EDİTÖR Alparslan KARTAL ANKARA 2018 Peygamber Varisi İki Büyük Sufi EBU’L-HASAN HARAKÂNÎ VE MEVLANÂ

Peygamber Varisi İki Büyük Sufi EBU’L HASAN HARAKÂNÎ VE MEVLANÂ …isamveri.org/pdfdrg/G00685/2018/2018_IZETIM.pdf · 2020. 1. 28. · bilimsel kademelerinde ilerleyerek,

  • Upload
    others

  • View
    7

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Peygamber Varisi İki Büyük Sufi EBU’L HASAN HARAKÂNÎ VE MEVLANÂ …isamveri.org/pdfdrg/G00685/2018/2018_IZETIM.pdf · 2020. 1. 28. · bilimsel kademelerinde ilerleyerek,

1

Peygamber Varisi İki Büyük Sufi

EBU’L-HASAN HARAKÂNÎ VE MEVLANÂ

EDİTÖR Alparslan KARTAL

KARS-2018

ANKARA 2018

Peygamber Varisi İki Büyük SufiEBU’L-HASAN HARAKÂNÎ VE

MEVLANÂ

Page 2: Peygamber Varisi İki Büyük Sufi EBU’L HASAN HARAKÂNÎ VE MEVLANÂ …isamveri.org/pdfdrg/G00685/2018/2018_IZETIM.pdf · 2020. 1. 28. · bilimsel kademelerinde ilerleyerek,

62

_______, “Risâle der Tarîk-ı Edhemiyye ve Külâh-ı Çâr-Terk”, Seyr u Sülûk Risalesi, çev.: Mustafa Çiçekler, haz.: Sâdık Yalsızuçanlar, Sûfî Kitap, İstanbul 2006, s. 19-65..

Hucvirî, Ali b. Osman, Keşfü’l-Mahcûb, Arp. çev.: Mahmud Ahmed Mâdî Ebu’l-Azâim, thk. İbrahim Dessûkî Dârü’t-Türâsi’l-Arabî, Kahire 1974.

Özköse, Kadir, Sûfî ve İktidar (Fülânî Islahat Hareketi), Ensar Yayıncılık, 2. Baskı, Konya 2008.

Uludağ, Süleyman, “Harakânî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1997, c. XVI, s. 93-94.

Yılmaz, Hasan Kamil, Altın Silsile, Erkam Yayınları, İstanbul 1994.

63

BALKAN TASAVVUF GELENEĞİNDE FİKR VE ZİKR EBU’L HASAN HARAKANİ’DEN HAZRETİ MEVLANAYA

GELİŞEN DÜŞÜNCELERİN YANSIMASI

Metin İZETİa

Öz

Ebu’l Hasan Harakani ve Hazreti Mevlana’da insan Nur-i İlahi şehrine girmek için bir kapıdır. İnsan’ın kalbi ise fikr ve zıkr menbalarına giden yolun kapısıdır. “Canı ve gönlü heveslerden pak edenlerdir ki ancak Hakk’ın cemâlini ve onun temiz dergâhını görürler... Kimin gönlünde bir kapı açılırsa, o, her zerreden bir güneş görür” olarak belirginleşen bu ilke kalbi hikmet-i ilahiyye’yi kabul eden nesne olarak görmektedir. Fikr ve Zikr vasıtasıyla bu dönem tasavvuf geleneğinde kalbi İlahî Kelamın evrensel kabul edicisi olarak öne çıkarmakta ve tarihinn her aşamasında önümüze çıkmaktadır. Allahın “ iki eliyle” şekillendirilen insan kalbi bir taraftan Kainatın makrokozmik kitabını (kalb-i âfak) diğer taraftan da tarihin mikrokitabını (kalb-i enfes) temsil etmektedir. Yedi gök ve bunca arzın içerisinde İlahi Ruh sadece insan kalbine sığabilmekte ve orada İlahi Şehri (Civitas Dei) kurmaktadır. Aşık fikr ve zıkr vasıtasıyla, İlahi huzuru kendi kalbinin derinliklerinde hissetmekte ve cazibesine dayanamayarak Onun içinde kendini eritmektedir.

Bu bildiride Balkan tasavvuf perspektifinde fıkr ve zıkr vasıtasıyla kalbin ne şekilde hikmetin kabul edicisi olduğu müzakere edilmeye çalışılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Balkanlar, Fikr. Zikr, Kalb. Hikmet (sophia) şuurunun yapısı, felsefi yaklaşımların en eski

numunelerini oluşturmaktadır. Felsefe diğer kültür alanlarına yönelmeden çok önce hikmeti ve onun insan hayatına ve düşünce yapısına etkisini araştırma alanı içine almıştır. Bu yaklaşım hem tarih hem de bilim sistematiği açısından kaçınılmazdır. Felsefe kendisini dünyanın nazari yorumlayıcısı olarak sergilemeye çalıştığı her yerde hikmet ve onun pratik

a Prof.Dr., Tetova Universitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sanat Felsefesi Öğretim Görevlisi. [[email protected]]

Page 3: Peygamber Varisi İki Büyük Sufi EBU’L HASAN HARAKÂNÎ VE MEVLANÂ …isamveri.org/pdfdrg/G00685/2018/2018_IZETIM.pdf · 2020. 1. 28. · bilimsel kademelerinde ilerleyerek,

64

yansıması olan hakikat (realıty) la karşı karşıya kalmaktadır. O tabiatı ve nesnel olanı sadece duyularla algılandığı şekliyle kabul etmekte zorlanmaktadır ve bundan dolayı tarihin birçok devresinde hakikata efsanevi açılardan da yaklaşmıştır. Bu akli algılama düğümü ancak hikmetin insanın sistematik fikriyatında yer alması ile çözümlenmeye başlamıştır. Hikmet vesilesiyle ancak, hakikatlar şekil ve renk kazanmakta ve vasfını belirtebilmektedir. Bilim için dünya emprik, nesnelerin bütünü veya emprik sıfatların karışımı olarak algılanmaya başlamadan çok önce, o hikmet alanında bir güçler ve fiiller bütünü olarak mevcuttu.

İlk insandan itibaren hikmet ve hakikat arasındaki ilişkiyi insan ancak Tanrı’nn mekana müdahale etmesi ile, yani vahyin gönderilmesi ile, çözebilmiştir. Tanrı-insan arasındaki bu ritim metafizik boyutunda ani bir düşüş yaşamıştır.(ihbitû)

Tarih sürecinde veya belirli bir tarih döneminde dünyanın herhangi bir bölgesinde insanî düşüncenin, ister ferdî ister toplumsal açıdan, bir toplumun kendine yetecek kadar ayrılığını gösterecek bir durumu gözetmek imkansızdır. İnsan kemale ve erdeme olan açıklığından dolayı her zaman değişikliğe ve tamamlanmaya açıktır. Onun kendisi, toplum ve dünya hakkındaki bilinci, Mutlak Hakîkatın insana yansımalarını ifade etmektedir. İnsanda birleşen Hakikat ve yansımaları arasında mevcut olan ilişki insanı devamlı düşünmeye ve farklı farklı şekilde temsil edilmeye itmektedir. Bazan insan bu yansımaların teşvik ettiği değişimlerin önüne sayısızca engel koymaya veya onları sınırlandırmaya çalışsa da, Hakıkat yansımalarının tükenmeyen gücü bütün bu engelleri aşıp insan ve dünyaya kemalin ve erdemin daha güzel yaşanabileceği ortamı yaratmaya doğru hızla koşmaktadır.1 İnsanî varlık sûretinin devamlı değişim içerisinde olması onun merkezinde Kemalin olduğunu ifade eder.

1 Zihninizde şöyle bir dünya görüşü canlandırınız, diyor İzutsu: Gerçekte ucu bucağı bulunmayan bir derya’dan başka bir şey olmayan fakat kendi başına var olabilen bir su damlacığı olduğu şeklindeki asılsız belirlenimi kendi kendine empoze edip inandıran bir su parçası, ansızın ayılıp kendine gelmiş ve işin doğrusunun farkına varmıştır.... Fena ve beka tecrübelerinden kazanılan dünya görüşü su parçanın en sonunda kazandığı dünya görüşüne benzemektedir.... Oluşum ve değişimlerle çalkalanıp kaynayan dünya, onun gözünde , Mutlak Gerçekliğin sonsuz çokluktaki farklı formlar içerisinde tezahür edip kendini açığa vurduğu uçsuz bucaksız bir alan halini alır. Bu gerçeklik görüşü, İslamda kesret ile vahdet arasında gerçekleşen dinamik, hassas ve zarif bir etkileşim temelini oluşturmaktadır... İzutsu, Toshihiko, İslam Mistik Düşüncesi Üzerine Makaleler, çev. Ramazan ertürk, İstanbul 2002, s.28.

Page 4: Peygamber Varisi İki Büyük Sufi EBU’L HASAN HARAKÂNÎ VE MEVLANÂ …isamveri.org/pdfdrg/G00685/2018/2018_IZETIM.pdf · 2020. 1. 28. · bilimsel kademelerinde ilerleyerek,

64

yansıması olan hakikat (realıty) la karşı karşıya kalmaktadır. O tabiatı ve nesnel olanı sadece duyularla algılandığı şekliyle kabul etmekte zorlanmaktadır ve bundan dolayı tarihin birçok devresinde hakikata efsanevi açılardan da yaklaşmıştır. Bu akli algılama düğümü ancak hikmetin insanın sistematik fikriyatında yer alması ile çözümlenmeye başlamıştır. Hikmet vesilesiyle ancak, hakikatlar şekil ve renk kazanmakta ve vasfını belirtebilmektedir. Bilim için dünya emprik, nesnelerin bütünü veya emprik sıfatların karışımı olarak algılanmaya başlamadan çok önce, o hikmet alanında bir güçler ve fiiller bütünü olarak mevcuttu.

İlk insandan itibaren hikmet ve hakikat arasındaki ilişkiyi insan ancak Tanrı’nn mekana müdahale etmesi ile, yani vahyin gönderilmesi ile, çözebilmiştir. Tanrı-insan arasındaki bu ritim metafizik boyutunda ani bir düşüş yaşamıştır.(ihbitû)

Tarih sürecinde veya belirli bir tarih döneminde dünyanın herhangi bir bölgesinde insanî düşüncenin, ister ferdî ister toplumsal açıdan, bir toplumun kendine yetecek kadar ayrılığını gösterecek bir durumu gözetmek imkansızdır. İnsan kemale ve erdeme olan açıklığından dolayı her zaman değişikliğe ve tamamlanmaya açıktır. Onun kendisi, toplum ve dünya hakkındaki bilinci, Mutlak Hakîkatın insana yansımalarını ifade etmektedir. İnsanda birleşen Hakikat ve yansımaları arasında mevcut olan ilişki insanı devamlı düşünmeye ve farklı farklı şekilde temsil edilmeye itmektedir. Bazan insan bu yansımaların teşvik ettiği değişimlerin önüne sayısızca engel koymaya veya onları sınırlandırmaya çalışsa da, Hakıkat yansımalarının tükenmeyen gücü bütün bu engelleri aşıp insan ve dünyaya kemalin ve erdemin daha güzel yaşanabileceği ortamı yaratmaya doğru hızla koşmaktadır.1 İnsanî varlık sûretinin devamlı değişim içerisinde olması onun merkezinde Kemalin olduğunu ifade eder.

1 Zihninizde şöyle bir dünya görüşü canlandırınız, diyor İzutsu: Gerçekte ucu bucağı bulunmayan bir derya’dan başka bir şey olmayan fakat kendi başına var olabilen bir su damlacığı olduğu şeklindeki asılsız belirlenimi kendi kendine empoze edip inandıran bir su parçası, ansızın ayılıp kendine gelmiş ve işin doğrusunun farkına varmıştır.... Fena ve beka tecrübelerinden kazanılan dünya görüşü su parçanın en sonunda kazandığı dünya görüşüne benzemektedir.... Oluşum ve değişimlerle çalkalanıp kaynayan dünya, onun gözünde , Mutlak Gerçekliğin sonsuz çokluktaki farklı formlar içerisinde tezahür edip kendini açığa vurduğu uçsuz bucaksız bir alan halini alır. Bu gerçeklik görüşü, İslamda kesret ile vahdet arasında gerçekleşen dinamik, hassas ve zarif bir etkileşim temelini oluşturmaktadır... İzutsu, Toshihiko, İslam Mistik Düşüncesi Üzerine Makaleler, çev. Ramazan ertürk, İstanbul 2002, s.28.

65

Ebu’l Hasan Harakani müslüman ezoterik ve mistik düşünce sistem ve geleneğine dayanarak fiziki boyutta onto-teolojik gelişme, insanın aklı vasıtasıyla değil kalb vasıtasıyla yapılabileceğini ifade etmektedir. İnsan ö Nur-i İlahi şehrine girmek için bir kapı iken onun kalbi hikmet-i ilahiyyeyi kabul eden nesne olarak önümüze çıkmaktadır. Mesnevi’nin ilk beyitlerinden başlayarak Hazreti Mevlana da ayrılık acılarıyla parça parça olmuş bir kalp istemekte, ki ancak bu şekilde iştiyak derdini şerh edebilsin.2 Mevlana’nın antropolojisinde tüm nazari tecrübe, hikmet-i ilahiyyeyi tam yorumlayabilen, içinde mana hastaliklarının tahlilini yapmak için malzemeyi barındıran ve kalp laburatuvarı tekamül etmiş insan olan insan-i kamil veya insan-ı kulli etrafında toplanmıştır.3 İnsanın ruhani ve fiziki şahsiyeti hikmet-i mutlak sahibi olan Zat-ı ilahi’den gelen hediyelerin kabul edicisidir. Biz insanı Allahın hiçten yaratmış olduğu bir varlık veya fuyuzat sonucu şehadet mertebesine inen bi zilullah olarak mı göreceğiz hiç önemli değil, o her açıdan Yaratıcı Kuvvetin kendi varlığını alem-i şehadete indirdiği ve esmâ ile sıfatını temsil ettirdiği karakterdir. İnsan karakteri veya kalbi, ezelî ve ebedî olan nefha veya hikmet-i ilahiyyenin evrensel kabul edicisi olarak Allahu Tealanın doksan dokuz güzel isminin şehadet ve jografik anlamda objektifleşmesini sergilemektedir. Bundan dolayıdır ki Ebu’l Hasan Harakani ve tasavvuf literatürü insanın kalbini ilahi tecellilerin tezahür ettiği bir mekan olarak görmüştür. İçinde bu vasıfları barındıran insan epistemolojik ve ontolojik yönden varlık cetvelinin varlıksal ve bilimsel kademelerinde ilerleyerek, Kainat kitabını ( Liber mundi) ve Vahyı ( Liber Revelatus) takip ederek kemal mertebelerine ( scala perfectionis) ulaşır.4

2 Mesnevi, I,1, (1-4). çev. Veled İzbudak, M.E.B., İstanbul 1991. (Mesnevî’den beyitleri aktarırken manaya daha çok yaklaşmak için sadece bir tercümeden değil birkaç tercümeden yararlanmaya çalıştık). 3 Padişah ve Cariye hikayesinde sozü edilen İlahi tabip budur. O gücünü prımordial ve ebedi olan aşktan almıştır, ki bu aşk tecrübi boyutta insanî karakteristikleri taşımakla beraber hakikatte ışınları ilahi varlıktan gelmektedir. Hazret Mevlana bu hikayede aynı zamanda hikmet, aşk ve kalp (gönül) arasında sıkı bir irtibat kurmaktadır. “Padişah kollarını açarak onu kucakladı, aşk nasıl gönülde yer ederse ona öyle canının içinde yer verdi”... “ Nihayet sabır sayesinde bir hazine buldum, dedi”...” Ey Hakkın nuru! Ey her zorluğu gideren! Ey sabır, güçlüklerin anahtarı”. Mesnevi, I,93-96, çev. Ken’an Rifâî, İstanbul 2000 4 Karşılaştırın : Hak Teala Hz. Ademi yaratmakla alem aybasını cilalı kıldı. Zira, Hz. Adem esmai tecellilerin bütün hepsini cümlesini kabule istidatlıydı. Taayyn aleminde, onun taayyunu gibi mükemmel ve makbul bir taayyun yoktur.... Konuk, A.Avni, Fususu’l Hikem Tercüme ve Şerhi, hazırlayanlar, Mustafa Tahralı-Selçuk Eraydın, IFAV, İstanbul 1994, I,42.

Page 5: Peygamber Varisi İki Büyük Sufi EBU’L HASAN HARAKÂNÎ VE MEVLANÂ …isamveri.org/pdfdrg/G00685/2018/2018_IZETIM.pdf · 2020. 1. 28. · bilimsel kademelerinde ilerleyerek,

66

Hazreti Mevlana kalbı ve ilahi hikmetin kabul edici mefhumu (kabil) olan gönlü birbirinden ayrılmayacak şekilde karşılıklı ilişki içerisinde tutmaktadır. İki terim de biribirine yakın ilişkide gösterilmiş ve aralarında varlıksal ve hikmetsel alışverişte bulundukları sergilenmiştir. Mesnevi’nın sistematiğinde kalp tüm fizik ve metafizik eşkalın evrensel kabul edicisi mahiyetindedir. La teayyün veya teyyünleşmiş İlahi Hikmetin şekli veya şekilsizliği, marifet boyutunu ancak tecelligah-ı ilahî olan kalp-gönül tabanında bulabilmektedir. Bu sebepledir ki Hazreti Mevlana gönülün temiz, cilalanmış, günahlardan arınmış... olması gerektiğini vurgulamaktadır.

Mevlana kendine has diliyle bu hakikatı şöyle ifade etmektedir: “ Her gün bir eve nasıl bir misafir gelirse, senin gönül evine de her an

bir düşünce, aziz bir misafir gibi gelir, konar. Gönül dalındaki sararmış, kurumuş yaprakları ayırır, daldan yeni ve

yeşil yapraklar bitmesini yardım eder. 5 “ O ay ile buluşunca gönül sultanına senin nâmına teşekkürlerini arz

etsin”.6 Sadece o gönül tabanı, Harakani hazretlerinden anlaşıldığına göre,

İlahi yedin nurani malzemeden her şekli verebileceği nurani ve hikmetmenşe’li eşkalı barındırabilmektedir. Aynı zamanda Mesnevi’de, kalp ister ontolojik ister gnoseolojik bağlamda İlahî Kelamın ve Hikmetin sonsuz tahlillerini yapabilecek tek kabul edici unsurdur. Bu tahlilin neticesi olarak Hazreti Mevlana’da ve diğer müslüman sufilerinde kalb, İlahî ikametgah, tecelligah, konak, ateş yanan bir ocak, havuz, ayna, hayat suyunun kaynağı olarak önümüze çıkmaktadır. Kalp- gönül, Mevlana’nın sistematiğinde, bir çok taraftan ses alabilen ve kendisinde sesin yankılarını şekillendirebilen bir dağa da benzetmektedir. Özellikle bu insan-ı kamilin gönlü için geçerlidir. O gönül, Hakk’tan aldığı ilahi ilhamları aksettirmektedir. Bunlar Mesnevi’de şöyle ifade edilmektedir:

“ Gönül dağlarımızda duyulan bu sesler, bu ilahi feryatlar kimin sesidir? Kimin feryadıdır? Ne yazık ki gönül dağlarında bu heyecanlı ses her zaman duyulmaz; gönül dağları bazen bu seslerle dopdolu, bazen de bomboştur”.

5 Mesnevi, III,293-294, çev. Şefik Can, Konularına Göre Açıklamalı Mesnevî Tercümesi, İstanbul 1997. 6 Mesnevî, III, 295. ( Şefik Can Tercümesi)

Page 6: Peygamber Varisi İki Büyük Sufi EBU’L HASAN HARAKÂNÎ VE MEVLANÂ …isamveri.org/pdfdrg/G00685/2018/2018_IZETIM.pdf · 2020. 1. 28. · bilimsel kademelerinde ilerleyerek,

66

Hazreti Mevlana kalbı ve ilahi hikmetin kabul edici mefhumu (kabil) olan gönlü birbirinden ayrılmayacak şekilde karşılıklı ilişki içerisinde tutmaktadır. İki terim de biribirine yakın ilişkide gösterilmiş ve aralarında varlıksal ve hikmetsel alışverişte bulundukları sergilenmiştir. Mesnevi’nın sistematiğinde kalp tüm fizik ve metafizik eşkalın evrensel kabul edicisi mahiyetindedir. La teayyün veya teyyünleşmiş İlahi Hikmetin şekli veya şekilsizliği, marifet boyutunu ancak tecelligah-ı ilahî olan kalp-gönül tabanında bulabilmektedir. Bu sebepledir ki Hazreti Mevlana gönülün temiz, cilalanmış, günahlardan arınmış... olması gerektiğini vurgulamaktadır.

Mevlana kendine has diliyle bu hakikatı şöyle ifade etmektedir: “ Her gün bir eve nasıl bir misafir gelirse, senin gönül evine de her an

bir düşünce, aziz bir misafir gibi gelir, konar. Gönül dalındaki sararmış, kurumuş yaprakları ayırır, daldan yeni ve

yeşil yapraklar bitmesini yardım eder. 5 “ O ay ile buluşunca gönül sultanına senin nâmına teşekkürlerini arz

etsin”.6 Sadece o gönül tabanı, Harakani hazretlerinden anlaşıldığına göre,

İlahi yedin nurani malzemeden her şekli verebileceği nurani ve hikmetmenşe’li eşkalı barındırabilmektedir. Aynı zamanda Mesnevi’de, kalp ister ontolojik ister gnoseolojik bağlamda İlahî Kelamın ve Hikmetin sonsuz tahlillerini yapabilecek tek kabul edici unsurdur. Bu tahlilin neticesi olarak Hazreti Mevlana’da ve diğer müslüman sufilerinde kalb, İlahî ikametgah, tecelligah, konak, ateş yanan bir ocak, havuz, ayna, hayat suyunun kaynağı olarak önümüze çıkmaktadır. Kalp- gönül, Mevlana’nın sistematiğinde, bir çok taraftan ses alabilen ve kendisinde sesin yankılarını şekillendirebilen bir dağa da benzetmektedir. Özellikle bu insan-ı kamilin gönlü için geçerlidir. O gönül, Hakk’tan aldığı ilahi ilhamları aksettirmektedir. Bunlar Mesnevi’de şöyle ifade edilmektedir:

“ Gönül dağlarımızda duyulan bu sesler, bu ilahi feryatlar kimin sesidir? Kimin feryadıdır? Ne yazık ki gönül dağlarında bu heyecanlı ses her zaman duyulmaz; gönül dağları bazen bu seslerle dopdolu, bazen de bomboştur”.

5 Mesnevi, III,293-294, çev. Şefik Can, Konularına Göre Açıklamalı Mesnevî Tercümesi, İstanbul 1997. 6 Mesnevî, III, 295. ( Şefik Can Tercümesi)

67

“ Kamil insan her nerede olursa olsun hikmet sahibidir, üstaddır. Onun mübarek sesi gönül dağında her zaman duyulsun, eksik olmasın”.7

İnsan-ı kâmil veya Mesnevi metaforik anlatımında ney, her sûfînin son hedef olarak seçmiş olduğu nuranî şahsiyettir. Bu nuranîlik insanın içinde mevcut olan aşk kıvılcımın hikmetle tavaf edildikten sonra pragmatik değerini kazanmakta ve onda bulunan hikmet-i ilahiyye ile uhrevî marifetler pragmatik değer kazanmaktadır. Ancak o zaman bu aşk kıvılcımı parlar ve sıcaklığı etrafını ısıtır. İşte ney ve şarab metaforu ile, Hazreti Mevlana, insandaki potansiyel iyi ve estetiğin fonksiyonellik kazanmasını tavsiye etmektedir. Zaten neyin, kamışlıktan kopup orkestranın baş tarafına kadar gelmesi üstü örtülmüş bu ontolojik potansiyelin gnoseolojik ve epistemolojik süreçlerden geçip hayatiyet kazanmasından dolayı olduğu anlaşılmakatadır.

İnsan yetkinliğe ulaşmak istiyorsa, o halde bu süreçe katılması lazımdır. Bu süreçte, iki eylem çok önemlidir: Birincisi kalb duası (zikr), ikincisi de akl duası (fikr) dır. Zikir ve fikrin sonucu arif, ma’ruf ve ma’rifet bir olmakatadır. Hazreti Mevlana sadece mantık kurallarına bağlı olarak hareket eden aklı birçok yerde eleştirmektedir, ancak kendisinin de akl-i küll olarak ifade ettiği akılla irtibat kurmayı istemektedir.8 Bu irtibatı ancak mıkrokozmos olan insanın içini ,ney gibi, zikr ( kalbi egzersis) ile tertemiz ettikten sonra makrokozmos ve Vech-i ilahi hakkında, teslim olarak tefekkür edebilen bir fikr ile kurabilir. Hazreti Mevlana bu derin analizi Padişah ve Cariye hikayesinde çok güzel bir şekilde işlemiştir:

“ Bu riyazatlar, bu cefa çekmeler, ocağın posayı gümüşten çıkarması içindir,

İyinin, kötünün imtihanı, altının kaynayıp tortusunun üste çıkması içindir.

Şehvetten de tertemizdi, hırstan da, nefis isteğinden de. O, kırmızı güldür, sen ona kan deme, O akıl sarhoşudur, sen ona deli

adını takma”.9

7 Mesnevi, I s. 362. (Şefik Can Tercümesi) 8 Büyük hıristiyan mistiği Master Eckart’ da akla ve kalbe benzer şekilde yaklaşmaktadır.İzafî akl ilgisiz olduğu zamanda Tanrı onun içine girer ve küllîleştirir. Senin şahsi aklınla Tanrıyı tanıma mertebesine kadar ulaşacağını zannetme. Tanrı, tanrısal bir şekilde seni nurlandırdığı zaman aklın nurlanır ve küllî şekilde düşünmeyi öğrenir. Bkz. Kolakovski, Leşek, Religija, s.156. 9 Mesnevı, I, 19 (230-240 beyitler arası). (Veled İzbudak Tercümesi)

Page 7: Peygamber Varisi İki Büyük Sufi EBU’L HASAN HARAKÂNÎ VE MEVLANÂ …isamveri.org/pdfdrg/G00685/2018/2018_IZETIM.pdf · 2020. 1. 28. · bilimsel kademelerinde ilerleyerek,

68

İnsan-ı kâmil’in salik mertebesinden arif mertebesine kadar olan yolculuğu sadece değişik manevî düzeylereden, muhtelif zaman ve mekan boyutlarından, yücelisanlı ve yücetarihsel ufuklardan, kozmik ve metakozmik platform ve perspektiflerden geçmemektedir. O seyr aynı zamanda değişik dünyevî ve jografik vadilerden geçip orada yetişen lezîz zeytin meyvelerin, ki aslında hakîkî ma’rifetin meyveleridir, tadına bakar. Hakîki ma’rifet meyveleri insan-ı kâmil’in kalbinin gıdasıdır.Gönül bu gıdayı hayatta kalabilmek için almıyor, çünkü o zaten sonsuzdur, onu yeni manevî şekiller elde edip sonsuz varlıksal yükselişlere ulaşmak için tatmaktadır. Hazreti Mevlana bu manevî eyleme “ aklı hayranlığa yükseltmek” diyor.10

Her insanın iç dünyasında bulunan Allah ile antlaşmanın gerekçelerini yerine getirmek ihtiyacı, Mesnevî’de manevî açlık ve susuzluk kavramı ile ifade edilmiştir. İnsan-i kâmil bu açlık ve susuzluğu gidermeye çalışırken kemâl kademelerini birer birer geçer ve küllî hakikatla karşı karşıya kalır. (Can) dedi ki: “ Beni doyur, diyor Hazreti Mevlana, çünkü ben açım. Çabuk ol çünkü vakit keskin bir kılıçtır.11 Kalbın özlemiş olduğu ve vakit geçmeden aradığı gıda, kendisinin hareket edebilme gücü olacağı ervah alemi ve onun üzerindeki alemlere çıkıp orada varlığın sema’sını izlemesidir. Bu izleme bilinci canlandırır, irfanın kapılarını açar ve sufînin kulakları melek İsrafil tarafından üflenen ney’in sesini işitmeye başlar. İnsan-i kâmil’in Allahu Teala davetine icabet etmesi ve Mahbub’un Vechi ile vuslatı, onu ağır ve çekilmeyen ruhani sancılardan kurtarır, ki Hazreti Mevlana bu sancıları doğum sancılarına benzetmektedir.

“ Böyle görüş, böyle biliş, adamın gönlünü dertlendirir. Dert de onu hicaptan çıkarırdı.

Anaları doğum ağrısı tutmasa çocuk doğmağa hiçbir yol bulamaz”.12 X-XIII asırlar tasavvuf geleneğinde manevî yükseliş varlıksal çift

boyutta gerçekleşmektedir: kozmik ve psikolojik. Hazreti Mevlana bu

10“ Hikmetinden sual edilmeyen Tanrı’nın işini kşm anlıyabilir, o işin hakikatine kim erişebilir: Bu söylediğim sözler, ancak anlatmak için söylenmiş zaruri sözlerdir. Gah böyle gösterir, gah bunun aksini. Din işinin künhünü anlamaya imkan yoktur. Ona ancak hayran olunur. Fakat din işinde hayrete düşen, arkasını ona çevirmiş ondan haberi olmayan bir hayran değil, sevgiliyle dalmış, onun yüzündensarhoş olmuş, kendisinden geçmiş bir hayrandır”. Mesnevi I,25 (310-315 beyitler arası). (Veled İzbudak Tercümesi) 11 Mesnevî, I,11 (132. beyit). (Veled İzbudak Tercümesi) 12 Mesnevî, II, 193 ( 2515-2520). (Veled İzbudak Tercümesi)

Page 8: Peygamber Varisi İki Büyük Sufi EBU’L HASAN HARAKÂNÎ VE MEVLANÂ …isamveri.org/pdfdrg/G00685/2018/2018_IZETIM.pdf · 2020. 1. 28. · bilimsel kademelerinde ilerleyerek,

68

İnsan-ı kâmil’in salik mertebesinden arif mertebesine kadar olan yolculuğu sadece değişik manevî düzeylereden, muhtelif zaman ve mekan boyutlarından, yücelisanlı ve yücetarihsel ufuklardan, kozmik ve metakozmik platform ve perspektiflerden geçmemektedir. O seyr aynı zamanda değişik dünyevî ve jografik vadilerden geçip orada yetişen lezîz zeytin meyvelerin, ki aslında hakîkî ma’rifetin meyveleridir, tadına bakar. Hakîki ma’rifet meyveleri insan-ı kâmil’in kalbinin gıdasıdır.Gönül bu gıdayı hayatta kalabilmek için almıyor, çünkü o zaten sonsuzdur, onu yeni manevî şekiller elde edip sonsuz varlıksal yükselişlere ulaşmak için tatmaktadır. Hazreti Mevlana bu manevî eyleme “ aklı hayranlığa yükseltmek” diyor.10

Her insanın iç dünyasında bulunan Allah ile antlaşmanın gerekçelerini yerine getirmek ihtiyacı, Mesnevî’de manevî açlık ve susuzluk kavramı ile ifade edilmiştir. İnsan-i kâmil bu açlık ve susuzluğu gidermeye çalışırken kemâl kademelerini birer birer geçer ve küllî hakikatla karşı karşıya kalır. (Can) dedi ki: “ Beni doyur, diyor Hazreti Mevlana, çünkü ben açım. Çabuk ol çünkü vakit keskin bir kılıçtır.11 Kalbın özlemiş olduğu ve vakit geçmeden aradığı gıda, kendisinin hareket edebilme gücü olacağı ervah alemi ve onun üzerindeki alemlere çıkıp orada varlığın sema’sını izlemesidir. Bu izleme bilinci canlandırır, irfanın kapılarını açar ve sufînin kulakları melek İsrafil tarafından üflenen ney’in sesini işitmeye başlar. İnsan-i kâmil’in Allahu Teala davetine icabet etmesi ve Mahbub’un Vechi ile vuslatı, onu ağır ve çekilmeyen ruhani sancılardan kurtarır, ki Hazreti Mevlana bu sancıları doğum sancılarına benzetmektedir.

“ Böyle görüş, böyle biliş, adamın gönlünü dertlendirir. Dert de onu hicaptan çıkarırdı.

Anaları doğum ağrısı tutmasa çocuk doğmağa hiçbir yol bulamaz”.12 X-XIII asırlar tasavvuf geleneğinde manevî yükseliş varlıksal çift

boyutta gerçekleşmektedir: kozmik ve psikolojik. Hazreti Mevlana bu

10“ Hikmetinden sual edilmeyen Tanrı’nın işini kşm anlıyabilir, o işin hakikatine kim erişebilir: Bu söylediğim sözler, ancak anlatmak için söylenmiş zaruri sözlerdir. Gah böyle gösterir, gah bunun aksini. Din işinin künhünü anlamaya imkan yoktur. Ona ancak hayran olunur. Fakat din işinde hayrete düşen, arkasını ona çevirmiş ondan haberi olmayan bir hayran değil, sevgiliyle dalmış, onun yüzündensarhoş olmuş, kendisinden geçmiş bir hayrandır”. Mesnevi I,25 (310-315 beyitler arası). (Veled İzbudak Tercümesi) 11 Mesnevî, I,11 (132. beyit). (Veled İzbudak Tercümesi) 12 Mesnevî, II, 193 ( 2515-2520). (Veled İzbudak Tercümesi)

69

yükselişi Mîrac hâdisesi ile anlatmaktadır. Hazreti Peygamberin mîraca yükselişi üste zikredilen iki yönü de içermektedir. O miractayken bir yönden kozmik gölgesel varlıktan iç nuranî varlığa gidiyordu, diğer taraftan da kendi iç nuraniyetinden Yaratıcı Kuvvete doğru yol alıyordu. Peygamberin gece yolculuğundaki nihai hedef Ona ulaşmaktı. Bu aynı zamanda kemale ulaşmak isteyen sufînin de nihaî hedefidir. Sufî de manen Peygamberin geçmiş olduğu semavî platformlardan geçerek İlahî Huzura ulaşmaktadır.

“Hazreti Ahmed eğer o yüce kanadını açarsa Cebrail ebedi olarak kendinden geçip gider.

Ahmed Sidre’den ve Cebrail’in gözetme yerinden, makamından, sınırından geçince,

Cebrail’e “ Hadi ardımca uç” dedi. Cebrail dedi ki, “ Yürü, yürü ben senin eşin değilim”.13

“ Bir adam yokluğa erişir , kendisine yokluğu zinet edinirse, Muhammed gibi o adamın da gölgesi olmaz. ‘ Yokluk benim iftiharımdır’ sırrına zinet yokluktur. Bu çeşit insan, mumun alevi gibi gölgesizdir”.14

Tasavvuf hem kozmik hem psikolojik açıdan insanı kendi prımordial karakterine doğru yükseltmeye çalışmaktadır (fıtrat). Bu fıtrat yaratma olayının varlıköncesi numunesi, esmâ ve sıfâtın sureti, daha doğrusu Hızır ile Cebrailin buluştuğu yerdir, yani kalptır. Hazreti Mevlana’ya göre, insan gönlü , Vech-i ilahinin gizlenmiş olduğu varlıktaki tek cilalanmış aynadır.

“ Hayalim, padişahın gönlündedir. O bensiz duramaz, Padişah beni uçurunca onun ziyası gibi gönül yücelerinde uçarım. Ay gibi, günş gibi uçup gök perdelerini aşarım. Akılların aydınlığı, benim fikrimden; göklerin halk edilmesi, benim

yüzümdendir.”15 “ Ben mülk sahibiyim, başkasının sofrasına oturup yemeğini

yemiyorum”16 “ Padişahın cinsinden değilim, hâşa bunu iddia etmiyorum. Fakat

onun tecellisiyle, onun nuruna sahibim”.17 Ancak insanın varlığını sadece Vechi ilahiyi aksettiren cilalanmış bir

ayna olarak görürsek ona pasif bir görev yüklenmiş olduğunu kabul etmiş

13 Mesnevî, IV,304, (beyit 3800). ( Veled İzbudak Tercümesi) 14 Mesnevî, V, 56, (beyıt 670). (Veled İzbudak Tercümesi) 15 Mesnevî, II,88-89, (1155-1165 beyitler arası). (Veled İzbudak Tercümesi) 16 Mesnevî, II, 89, ( beyit 1168). (Veled İzbudak Tercümesi) 17 Mesnevî, II, 89, ( beyit 1170). (Veled İzbudak Tercümesi)

Page 9: Peygamber Varisi İki Büyük Sufi EBU’L HASAN HARAKÂNÎ VE MEVLANÂ …isamveri.org/pdfdrg/G00685/2018/2018_IZETIM.pdf · 2020. 1. 28. · bilimsel kademelerinde ilerleyerek,

70

oluruz. İnsan aynı zamanda içinde Yaratıcı Kuvvet’in (Deus Creator) yarattığı varlığın sırrını taşıyan bir tabut ve Vahyin Hazinesi’nden (Deus Revelatus) uzanan emanetin taşıyıcısıdır. Emanetin insan karakterinde işlenmesiyle vahiy ile yaratılış sırrı arasında güzel bir zeminde, yani insanda yüce bir sentez kurulmaktadır. İşte bu sentezin kurulduğu şahıs , Hazreti Harakani hayretlerine göre insan-ı kamil ve Allahu Tealanın yeryüzündeki halifesidir. İnsan-i kâmil İslam tasavvuf disiplini ve sûfiyane hayatın doğurduğu birinci ve en yüksek manevî kalite ve en lezîz ruhanî meyvedir.

Mevlana’nın tasavvufî görüşünün ortasında aşk yer almaktadır. Onun gücü aşktan gelmekteydi, fizik boyutunda yaşanıyordu ama temeli metafizikte olan bir aşktı bu. Kalpte bu ateşın yanmış olup alevlendiği bir ocaktır.

“ Benim canım ocaktır. Ateşle arası hoştur. Zaten bir ocak için ateş yurdu olmak kadar şerefli bir bir şey yoktur”.

“ Böyle olduğu içindir ki, hak âşıkının ocak gibi gönlinde aşk ateşi yanması gerekir. Bu yanıştaki mutluluğu göremeyen, ilahi ateşle yanmanın zevkine varamayan kimsenin gönlü aşk ocağı olamaz.”18

Kalp ve göbül aynı zamanda büyük bir eve de benzemektedir. “ Şu insanın gönlü büyük bir eve, bir konağa benzer. Bu acayıp gönül

evinin gizli komşuları da vardır”.19 Günül aynı zamanda insan duygularını kontrol altında tutmakta ve

Hikmet ikliminin sultanıdır. O gizli bir kuvvet halinde vucuda, ellere, ayaklara, gözlere, kulaklara hukmeder. Dışarıdan beş hasse, içeriden idrak, hayal, düşünce ve hafıza halindeki beş duygu hep bu gönlün emrindedir.

“ Gönül dilerse mahsusat tarafına, dilersemelbusat tarafına bakar. Gönül dilerse(gözü) külliyat tarafına sevkeder; dilerse cüziyata

hapseylerç Böylece, beş duygu da gönlün murta ve emri üzre cari olur. Gönül ne tarafı işaret ederse beş duygu da eteklerini toplayıp o tarafa

giderç Musa’nın elindeki asa gibi el ve ayak da gönlün emirlerine tabidir. ... “ Bu ne şaşılacak vuslat, bu ne gizli sebep. Avcaba gönül bunlara ne

söylüyor ki?

18 Mesnevî , I, 367. (Şefik Can Tercümesi) 19 Mesnevi, II, 427. ( Şefik Can Tercümesi)

Page 10: Peygamber Varisi İki Büyük Sufi EBU’L HASAN HARAKÂNÎ VE MEVLANÂ …isamveri.org/pdfdrg/G00685/2018/2018_IZETIM.pdf · 2020. 1. 28. · bilimsel kademelerinde ilerleyerek,

70

oluruz. İnsan aynı zamanda içinde Yaratıcı Kuvvet’in (Deus Creator) yarattığı varlığın sırrını taşıyan bir tabut ve Vahyin Hazinesi’nden (Deus Revelatus) uzanan emanetin taşıyıcısıdır. Emanetin insan karakterinde işlenmesiyle vahiy ile yaratılış sırrı arasında güzel bir zeminde, yani insanda yüce bir sentez kurulmaktadır. İşte bu sentezin kurulduğu şahıs , Hazreti Harakani hayretlerine göre insan-ı kamil ve Allahu Tealanın yeryüzündeki halifesidir. İnsan-i kâmil İslam tasavvuf disiplini ve sûfiyane hayatın doğurduğu birinci ve en yüksek manevî kalite ve en lezîz ruhanî meyvedir.

Mevlana’nın tasavvufî görüşünün ortasında aşk yer almaktadır. Onun gücü aşktan gelmekteydi, fizik boyutunda yaşanıyordu ama temeli metafizikte olan bir aşktı bu. Kalpte bu ateşın yanmış olup alevlendiği bir ocaktır.

“ Benim canım ocaktır. Ateşle arası hoştur. Zaten bir ocak için ateş yurdu olmak kadar şerefli bir bir şey yoktur”.

“ Böyle olduğu içindir ki, hak âşıkının ocak gibi gönlinde aşk ateşi yanması gerekir. Bu yanıştaki mutluluğu göremeyen, ilahi ateşle yanmanın zevkine varamayan kimsenin gönlü aşk ocağı olamaz.”18

Kalp ve göbül aynı zamanda büyük bir eve de benzemektedir. “ Şu insanın gönlü büyük bir eve, bir konağa benzer. Bu acayıp gönül

evinin gizli komşuları da vardır”.19 Günül aynı zamanda insan duygularını kontrol altında tutmakta ve

Hikmet ikliminin sultanıdır. O gizli bir kuvvet halinde vucuda, ellere, ayaklara, gözlere, kulaklara hukmeder. Dışarıdan beş hasse, içeriden idrak, hayal, düşünce ve hafıza halindeki beş duygu hep bu gönlün emrindedir.

“ Gönül dilerse mahsusat tarafına, dilersemelbusat tarafına bakar. Gönül dilerse(gözü) külliyat tarafına sevkeder; dilerse cüziyata

hapseylerç Böylece, beş duygu da gönlün murta ve emri üzre cari olur. Gönül ne tarafı işaret ederse beş duygu da eteklerini toplayıp o tarafa

giderç Musa’nın elindeki asa gibi el ve ayak da gönlün emirlerine tabidir. ... “ Bu ne şaşılacak vuslat, bu ne gizli sebep. Avcaba gönül bunlara ne

söylüyor ki?

18 Mesnevî , I, 367. (Şefik Can Tercümesi) 19 Mesnevi, II, 427. ( Şefik Can Tercümesi)

71

Gönül acaba Mühri Süleymanı mı ele geçirdi de bu beş duygunun yularını istediği gibi idare ediyor?

Beş zahiri duygu dışarda onun mahkumu, beş batıni duygu da içeride onun memuru”.20

Gönül insanın varoluşunda otoritesini kurduğunda yaratılışta mevcüt olan en yüksek payeye sahip olur ve dünyanın merkez enerji ve manevi motorunu temsil eder. Onun güzel, görünmeyen ve görünen, semâvî ve dünyevî, nurânî ve zıllî, şahısüstü ve şahsî yüzü , tabiat ve tarih, manevî dil ile dünyevî dil, melekut ile şehadet alemlerinde aynı zamanda yansımaktadır. O kendinde bir taraftan kainat ile vahy kitabını, diğer taraftan da maneviyat ve mecazat kitabını sırtında taşımaktadır, çünkü onun manevî boyutu Kalem-i a’lâ’nın kitabın semâvî prototipine (Ummu’l-kitab’a) yazmış olduğu metafizik işaret ve rumuzat ile yoğunlaşmıştır.

Manevî ve maddî tüm dünyaların, genel ve özel, tüm dünyaların nüvesini oluşturmaktadır. O ilâhî ve insanî, ilhâm ve mîzac ürünü tüm kitapların yoğunluk kazandığı kitaptır. Ruh ve aklından dolayı o Ummu’i-kitab ismini almıştır, ki Kur’anın ifadesine göre indirilen kitapların, İlâhî kelam ve ruhun veya Aklu’l-evvel’in semâvî prototipini temsil etmektedir. Kalbı açısından, insan-ı kâmil, Levh-ı mahfuz’da yazılan şeyleri, nefsi açısından da yaratılmış ve emredilmiş şeyleri bilmektedir. O ancak gölgesel perdelerden temizlenmiş olanların dokunabileceği ve suyundan içebileceği temiz ve pak su kaynaklarının simgesidir21. Onun hakikatinde akl-i evvel (İnteligencia Prima) ile âlem-i kebîr (Makrokozmos) ilişkisi insandaki ruh beden ilişkisine benzemektedir. Bundan dolayı âleme insan-ı kebîr denilmiştir.

Hazreti Mevlana bu gerçeği Hazreti Ali’nin şahsiyetinde açıklamıştır: “ ... Çünkü tevil ihsan edilen şeyi geri vermektedir. Çünkü tevilci

hakikatı hata görür. Halbuki bu hata görmesi, aklının zayıflığındandır. Akl-ı Küll içtir.

Akl-ı Cüz’i ise deridir. Kendini tevil et, hadisleri değil; kendi domağına kötü de,

gülbahçesine değil”22 “ Ey baştanbaşa akıl ve gçz olan Ali! Gördüğünden bir parçacı söyle.

20 Mesnevı, I,520(3605-3620). (Ken’an Rifâî Tercümesi) 21“ O elbette değerli bir Kur’andır. Saklı bir kitâptır. Ki ona temizlerden başkası dokunamaz”.(el- Vakia, 56:77,78,79). 22 Mesnevî, I,298-299 ( 3740-45 beyitler arası) (Veled İzbudak Tercümesi)

Page 11: Peygamber Varisi İki Büyük Sufi EBU’L HASAN HARAKÂNÎ VE MEVLANÂ …isamveri.org/pdfdrg/G00685/2018/2018_IZETIM.pdf · 2020. 1. 28. · bilimsel kademelerinde ilerleyerek,

72

...Tanrı, aşetsiz, uzuvsuz bir yapıcıdır. Artıp duran bu hediyelerin vericisi odur.

Akla yüz binlerce şarap tattırır ki onlardan ne iki gçzün haberi vardır, ne kulağın!

Ey Arşta hoş bir surette avlanıp duran doğan. Bu anda Tanrı’dan ne gördün: Açıkça söyle.

Senin gözün gayb idrakını öğrenmiştir. Orada bulunan başkalarının gözleriyse kapalıdır.

Birisi ayı apaçık görürü, öbürüyse dünyayı kapkaranlık ... Âlem on sekiz bin, hatta daha fazla olsa bunların on sekizi bile her

göze görünmez. Ey Aliyyel Mürtezâ, ey kötü kaza ve kaderden sonra güzel kaza ve

kader, sırrını aç; Ya sen aklına geleni söyle , ya ben doğanı söyleyeyim Bu sır, senden parladı, bana urdu; nasıl gizliyebilirim? Ay gibi,

söylemeden nur saçmakta. Fakat ayın kursu, söze gelirse gece yol alanları hemencecik yola

sokar ... Ay söylemeyince yol gösterirse, söyleyince ne yapmaz, dünyayı

ışığa boğar”!23 Bu beyitlerin şerhinde Kenan Rifâî hazretleri şöyle diyor: “ Ey ezel

sırlarını açan insan! Sen Hak vahyinin tercümanı, Allah ilinin hazînedarı, Allah’a giden yolun kapısısın....Sen bu toprak üstünde Hakk’ın gölgesisin, onun yolundasın. (Ey Ali) Sen ki gayp âleminin sırlarını idrak eden?Gözlerin vahdetteki güzelliği görmeye alışmıştır.... Şimdi ey Ali! Ey Allahın seçkin kulu! Ey benim alnıma yazılmış kötü kazâdan, yani kafirlikten sonra karşıma Hızır gibi çıkan güzel kader, güzel kazâ! Bir kelime ile îman kaynağı insan! Bana Allah’ın nice mânâ perdeleri ardına gizleyip ancak görebilenlere ayân ettiği sırrı açıkla!... O velîler gibi ki nurlarını Hak’tan alırlar. İlâhî sırlar onların gönlüne göz ve gönül kamaştıran nurlar hâlinde dolar. Ve tıpkı gökteki ay gibi susar, erdikleri hikmetleri hal diliyle söylemeyi tercih ederler. Halbuki ay, gurbette yol kaybedenlere ışık saçtığı kadar, söz de söyleyip yol gösterse, yollarını şaşırmışlar için ne büyük nimet olurdu”.24

23 Mesnevî, I, 299,300 ( 3745-3760 beyitler arası). (Veled İzbudak Tercümesi) 24 Ken’an Rifaî, Şerhli Mesnevî-i Şerîf , s.554-556.

Page 12: Peygamber Varisi İki Büyük Sufi EBU’L HASAN HARAKÂNÎ VE MEVLANÂ …isamveri.org/pdfdrg/G00685/2018/2018_IZETIM.pdf · 2020. 1. 28. · bilimsel kademelerinde ilerleyerek,

72

...Tanrı, aşetsiz, uzuvsuz bir yapıcıdır. Artıp duran bu hediyelerin vericisi odur.

Akla yüz binlerce şarap tattırır ki onlardan ne iki gçzün haberi vardır, ne kulağın!

Ey Arşta hoş bir surette avlanıp duran doğan. Bu anda Tanrı’dan ne gördün: Açıkça söyle.

Senin gözün gayb idrakını öğrenmiştir. Orada bulunan başkalarının gözleriyse kapalıdır.

Birisi ayı apaçık görürü, öbürüyse dünyayı kapkaranlık ... Âlem on sekiz bin, hatta daha fazla olsa bunların on sekizi bile her

göze görünmez. Ey Aliyyel Mürtezâ, ey kötü kaza ve kaderden sonra güzel kaza ve

kader, sırrını aç; Ya sen aklına geleni söyle , ya ben doğanı söyleyeyim Bu sır, senden parladı, bana urdu; nasıl gizliyebilirim? Ay gibi,

söylemeden nur saçmakta. Fakat ayın kursu, söze gelirse gece yol alanları hemencecik yola

sokar ... Ay söylemeyince yol gösterirse, söyleyince ne yapmaz, dünyayı

ışığa boğar”!23 Bu beyitlerin şerhinde Kenan Rifâî hazretleri şöyle diyor: “ Ey ezel

sırlarını açan insan! Sen Hak vahyinin tercümanı, Allah ilinin hazînedarı, Allah’a giden yolun kapısısın....Sen bu toprak üstünde Hakk’ın gölgesisin, onun yolundasın. (Ey Ali) Sen ki gayp âleminin sırlarını idrak eden?Gözlerin vahdetteki güzelliği görmeye alışmıştır.... Şimdi ey Ali! Ey Allahın seçkin kulu! Ey benim alnıma yazılmış kötü kazâdan, yani kafirlikten sonra karşıma Hızır gibi çıkan güzel kader, güzel kazâ! Bir kelime ile îman kaynağı insan! Bana Allah’ın nice mânâ perdeleri ardına gizleyip ancak görebilenlere ayân ettiği sırrı açıkla!... O velîler gibi ki nurlarını Hak’tan alırlar. İlâhî sırlar onların gönlüne göz ve gönül kamaştıran nurlar hâlinde dolar. Ve tıpkı gökteki ay gibi susar, erdikleri hikmetleri hal diliyle söylemeyi tercih ederler. Halbuki ay, gurbette yol kaybedenlere ışık saçtığı kadar, söz de söyleyip yol gösterse, yollarını şaşırmışlar için ne büyük nimet olurdu”.24

23 Mesnevî, I, 299,300 ( 3745-3760 beyitler arası). (Veled İzbudak Tercümesi) 24 Ken’an Rifaî, Şerhli Mesnevî-i Şerîf , s.554-556.

73

Ebuu’l Hasan Harakani ve Hazreti Mevlana ilahi hikmetin kabul edilmesi için kalbi hazır hale getiren insan-ı kâmil paradigmasını bazan iki kavs şeklinde metageometrik anlayışı içinde açıklamaya çalışmaktadır. Sağ tarafta olan aşağıya şehadete doğru inmekte (kavs-ı nuzul), sol tarafta olanı ise yukarıya, melekuta doğru yükselendir ( kavs-ı uruc). Nuzul kavsı mikrokozmos olarak yansıyan İnsan-ı kâmil’in tarihsel, joğrafik, psikolojik, fenomenolojik ve toplumsal fonksiyonlarını içermektedir. Bu süreçin her çizgisinde insan-i küllî yüzünün yansımaları hissedilmektedir. Böylece orada hakîkatın veya içimizdeki Muhammedin latîfe-i hakîka olarak tezahürünü; ondan sonra ilham ufukunun veya içimizdeki İsa’nın latîfe-i hafiyye olarak tezahürünü; bundan sonra ruh ve maneviyat veya içimizdeki Davudun latîfe-i ruhiyye perspektifini; ondan sonra bilinçüstü veya latîfe-i sırriyye olarak isimlendirilen içimizdeki Musa ufkunu; latîfe-i kalbiyye olarak isimlendirdiğimiz içimizdeki İbrahimin perspektifini; latîfe-i nefsiyye adlandırılan içimizdeki Nuhun havas-ı selîme olarak yansımasını; ve son olarak latîfe-i kalıbiyye isimlendirilen ve mıkrokozmik fonksiyonelliği içeren Adem tezahürünü görmekteyiz.

Urûc kavsı ise şahsileşmiş İnsan-ı kâmil yüzünü metakozmik ve görünmeyen zemîne taşıyıp, daha fazla ilkesel olan makrokozmik şahısüstüne yerleştirmektedir. Bu yolda insan ile tabiat ilişkisini içeren şehadet aleminden sırf Zata ait olan La teayyun mertebesine kadar yolculuk devam etmektedir.

“ Sureti fânidir, diyor Hazreti Mevlana,o bir ayna kesilmiştir.. o aynada başkalarının yüzünden gayrı bir şey görünmez!

Tuh der tükürürsen kendi yüzüne tükürmüş olursun... aynaya vurursan yine kendine vurursun!

Orda çirkin bir surat görürsen gördüğün de sensin.. İsa ve Meryem’i görürsen yine gördüklerin senden ibarettir.

O ne budur, ne o.. her şeyden arı dururdur..yalnız senin önüne senin suretini kor!

Söz buraya gelince dudak yumuldu.. kalem buraya gelince kırıldı, durdu”.25

Son beyitten anlaşıldığına göre de Hazreti Mevlana’nın bu yükselişte tavsiye ettiği ilim, ilimlerin ilmi, hikmetlerin hikmeti olan, dudakları yuman ve kalemleri kıran ledünn ilmidir. Bu ilim melekut âlemiyle, gerçek

25 Mesnevî, II, 172 (2140-2145 beyitler arası). (Veled İzbudak Tercümesi)

Page 13: Peygamber Varisi İki Büyük Sufi EBU’L HASAN HARAKÂNÎ VE MEVLANÂ …isamveri.org/pdfdrg/G00685/2018/2018_IZETIM.pdf · 2020. 1. 28. · bilimsel kademelerinde ilerleyerek,

74

kaynakla yakın irtibatta bulunarak elede edilir, diyor Mevlana. Bu ilmi elde eden insan-ı kâmil nur-u ilahiyye Şehrine girmenin kapısıdır, kalb ise ilim ve hikmet kaynağından su alabilmenin en iyi borusudur.

“Gönül gözünü, kıldan ve hastalıktan arıt, sonra köşkünü görmeyi gözet.

Kimin canı , heveslerden arınmışsa derhal tertemiz Tanrı tapusunu, Tanrı dergahını görür.

Muhammed bu ateşten, bu dumandan temizlendiğinden nereye yüz çevirirse orada Allah cemalini gördü.

Seni kötülüğe sevkeden vesveselere yoldaş oldukça “Semme vechullah”’ı nasıl bilebilirsin:

Kimin kalbinde kapı açılırsa gönül gökünde yüzlerce güneş görür”.26 Kalb kapısı açılan insan, kalbinde yüzlerce güneş görür ve kalbinde

mabed-i ilâhiyi, Tanrı tekkesini (Civitas Dei), semâvî Kudüsü, varlıköncesi Mekke’yi (Beytu’l-ma’mûr) kurarlar.

Kalb kapısını sadece Allahu Teala açabilir. Ancak kapının açılması için mutlak teslimiyete ihtiyac vardır. Gerçek teslimiyet olmadan, diyor Hazreti Mevlana, insanoğlunun manevî sîmasını değiştirebilecek canlı dînin meyvelerinden tadılamaz. Bu paradigmayi yakalamak isteyen iki defa doğmak zorundadır. Birincisi, fizikî olarak dünyaya gelmesi, diğeri de manevî olarak doğması. Birincisinde insan anadan, ikincisinde ise kendinden doğar.

Kâmil insan paradigmasında içerik olarak bulunan ve bugünün insanına en çok lazım olan bu ikinci doğuştur. Yaşamakta olduğumuz dönem ve yakın tarihimiz, insanlık açısından çok hareketli ve inişli çıkışlı bir dönem oldu. İnsnanlığın hayat standardını yükselten birçok gelişme kaydedilmekle beraber, sonucu tüm insanlık için felaket olan iki büyük dünya savaşı yaşandı. Bundan başka, birçok tabii felaket, âfet, sefâlet, değişik “çağdaş” hastalıklar, her türlü maddî ve teknolojik gelişmeye rağmen insanlığın yakasını bırakmadı. Aşırı zenginlik ile aşırı fakirlik yanyana yaşamak zorunda kaldı. Zengin daha da zenginleşti, fakir daha da sefil hale geldi. İnsanoğlunun tatmin olmayan hırsı ve egosu dünyanın ekonomik, ekolojik, sosyal ve psikolojik dengesini alt üst etti. Denizler kirlendi, yeşil ormanların ve vadilerin yerine fabrikalar ve tesisler inşa edildi. Kontrolsüz ve mesuliyetsiz nükleer silahlar üretildi ve denemeler

26 Mesnevî, I, 112 ( 1395-1400 beyitler arası). (Veled İzbudak Tercümesi)

Page 14: Peygamber Varisi İki Büyük Sufi EBU’L HASAN HARAKÂNÎ VE MEVLANÂ …isamveri.org/pdfdrg/G00685/2018/2018_IZETIM.pdf · 2020. 1. 28. · bilimsel kademelerinde ilerleyerek,

74

kaynakla yakın irtibatta bulunarak elede edilir, diyor Mevlana. Bu ilmi elde eden insan-ı kâmil nur-u ilahiyye Şehrine girmenin kapısıdır, kalb ise ilim ve hikmet kaynağından su alabilmenin en iyi borusudur.

“Gönül gözünü, kıldan ve hastalıktan arıt, sonra köşkünü görmeyi gözet.

Kimin canı , heveslerden arınmışsa derhal tertemiz Tanrı tapusunu, Tanrı dergahını görür.

Muhammed bu ateşten, bu dumandan temizlendiğinden nereye yüz çevirirse orada Allah cemalini gördü.

Seni kötülüğe sevkeden vesveselere yoldaş oldukça “Semme vechullah”’ı nasıl bilebilirsin:

Kimin kalbinde kapı açılırsa gönül gökünde yüzlerce güneş görür”.26 Kalb kapısı açılan insan, kalbinde yüzlerce güneş görür ve kalbinde

mabed-i ilâhiyi, Tanrı tekkesini (Civitas Dei), semâvî Kudüsü, varlıköncesi Mekke’yi (Beytu’l-ma’mûr) kurarlar.

Kalb kapısını sadece Allahu Teala açabilir. Ancak kapının açılması için mutlak teslimiyete ihtiyac vardır. Gerçek teslimiyet olmadan, diyor Hazreti Mevlana, insanoğlunun manevî sîmasını değiştirebilecek canlı dînin meyvelerinden tadılamaz. Bu paradigmayi yakalamak isteyen iki defa doğmak zorundadır. Birincisi, fizikî olarak dünyaya gelmesi, diğeri de manevî olarak doğması. Birincisinde insan anadan, ikincisinde ise kendinden doğar.

Kâmil insan paradigmasında içerik olarak bulunan ve bugünün insanına en çok lazım olan bu ikinci doğuştur. Yaşamakta olduğumuz dönem ve yakın tarihimiz, insanlık açısından çok hareketli ve inişli çıkışlı bir dönem oldu. İnsnanlığın hayat standardını yükselten birçok gelişme kaydedilmekle beraber, sonucu tüm insanlık için felaket olan iki büyük dünya savaşı yaşandı. Bundan başka, birçok tabii felaket, âfet, sefâlet, değişik “çağdaş” hastalıklar, her türlü maddî ve teknolojik gelişmeye rağmen insanlığın yakasını bırakmadı. Aşırı zenginlik ile aşırı fakirlik yanyana yaşamak zorunda kaldı. Zengin daha da zenginleşti, fakir daha da sefil hale geldi. İnsanoğlunun tatmin olmayan hırsı ve egosu dünyanın ekonomik, ekolojik, sosyal ve psikolojik dengesini alt üst etti. Denizler kirlendi, yeşil ormanların ve vadilerin yerine fabrikalar ve tesisler inşa edildi. Kontrolsüz ve mesuliyetsiz nükleer silahlar üretildi ve denemeler

26 Mesnevî, I, 112 ( 1395-1400 beyitler arası). (Veled İzbudak Tercümesi)

75

sonucu birçok ortam perişan oldu. Fukuyama’nın “ Son Gün’ü”, Huntıngton’un “ Medeniyetler Çatışması”, küreselleşmenin ortaya attığı insanın kendinden yabancılaşması teorileri insan hayatını daha da zor duruma sokmuş oldu. İnsan fizîki doğuşunun gerekçelerini fazlasıyla yapmaya çalıştı ve yaptı denebilir, ancak hakikatinden birçok şey kaybettiği de aşikardır..

İnsan bir taraftan maddeye hakimiyetini geliştirirken, diğer taraftan onun adetâ esiri konumuna düştüğü ve karşılaşılan sıkıntılar karşısında ruhen ve manen daraldı ve yeni arayışlar içerisine girdi. Bu ortam içerisinde ikinci doğumun sancıları hissedilmeye başlandı. Din ve maneviyat hızla yükselen bir değer konumunu almaya başladı. Yırmıncı asrın ikinci yarısından itibaren, bu ihtiyacı karşılamak niyetiyle, sayısız yeni mezhepler, tarikatlar ve cemaatler ortaya çıktı. Çağdaş insanda boş kalan din duygusu sahte ve sun’i oluşumlarla doldurulmaya çalışıldı. Binaen aleyh, din günümüzde insanların dünyayı algılama ve kendini mevcut dünya içinde bir yere yerleştirmede bir model olarak fonksiyon görmeye başladı.

Durum böyle iken dinin fonksiyonel olmasının önemi daha da arttı. Bu fonksiyonellik İslam dini için söz konusu olunca şu anlamı taşımaktadır: İslam dininin dünya görüşünün bir bütünlük içinde ortaya konulması. Bu ancak, bizim kendi kendimizi gözden geçirme; çevremizdeki dünyayı, yani diğer halk, medeniyet ve kültür anlayışlarını değerlendirme ve İslam kültür ve medeniyet mirasının zengin birikimi ile iç ve dış dünyayla alış-verişlerde bulunmakla mümkündür. Müslümanların tarihî ve toplumsal sürekliliği yakalayabilmesi, kendi kültürünü, kimliğini ve tarihini canlı tutma ve yaşatma duygu ve arzusunun ne kadar canlı olacağı ile doğrudan ilgilidir.

Ebu’l Hasan Harakani da bu yola ışık tutan bir ulu kişi, insanları içine düştükleri bunalımlardan kurtarmaya çalışan bir ruh hekimidir. Esas ilhamını Hazreti Muhammed’den alan Mevlana hazretleri de, tıpkı Hazreti Musa, Hazreti İsa ve diğer peygamberler gibi, insanları sevgiye, dostluğa ve kurtuluşa davet etmektedir.

Ebu’l hasan Harakani den Hazreti Mevlana’ya olan dönem, savaş, anarşi, kriz ve buhran açısından çağımızla büyük ölçüde paralellik arzetmektedir. O doğudan gelen Moğol tehlikesi yüzünden, henüz beş yaşındayken doğduğu Belh şehrini ailesiyle birlikte terk etmek zorunda kalmış. Konya’ya yerleştikten sonra, bütün çocukluk yıllarını, Moğollardan kaçan halkların tedirgin halini seyretmekle ve onların yüzlerindeki korkuyu yakından okumakla, geçirmiştir. İnsanlar, sadece mallarını ve işlerini değil,

Page 15: Peygamber Varisi İki Büyük Sufi EBU’L HASAN HARAKÂNÎ VE MEVLANÂ …isamveri.org/pdfdrg/G00685/2018/2018_IZETIM.pdf · 2020. 1. 28. · bilimsel kademelerinde ilerleyerek,

76

moral ve ümitlerini de kaybetmişlerdi. İşte böyle bir ortamda Hazreti Mevlana insanları imana, ümit ve sevgiye davet ederek yeni bir perspektif ve paradigma ortaya atıyor, yüzyıllarca değişik ortamlarda etkisini sürdürebilecek bir bilinç inşa ediyor ve ondan önce ile sonra birçok mütefekkirin sistemi içerisinde yer alacağı, bir olgun insan portresi çiziyordu.

İnsanlığın dînî, ilmî ve sosyo-psikolojik açıdan birçok sıkıntılarının olduğu günümüzde, bu problemlere çözüm önerileri sunabilecek fikirler, ancak büyük kargaşalıklar ve çalkantıların yaşandığı dönemlerde fert ve toplumun dînî ve sosyal yapısını ayakta tutmayı ve yeniden inşasını başarmış bir rehber ve mürşidle mümkündür. Bu iki zat bu perspektifi çok güzel bir şekilde işlemiş ve esas fıtratını anlamış insan-ı kâmil anlayışında temsil ettirmiştir.