207

Refet Körüklü & Cengiz Yavan - Türkçülerin Kaleminden Atsız

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Refet Körüklü & Cengiz Yavan - Türkçülerin Kaleminden Atsız

Citation preview

TÜRKÇÜLERİN KALEMİNDEN ATSIZ

HAZlRLA YANLAR

Refet KÖRÜKLÜ Cengiz YA V AN

TÜRKDÜNYASI ARAŞTIRMALARI V AKFI İSTANBUL - 2000

TÜRKÇÜLERİN KALEMİNDEN ATSIZ

TÜRKÇÜLERİN KALEMİNDEN ATSIZ

HAZlRLA YANLAR

Refet KÖRÜKLÜ Cengiz YA V AN

TÜRKDÜNYASI ARAŞTIRMALARI V AKFI İSTANBUL - 2000

llu eser Bakanlar Kurulu'nun 20.07.19XO tarih ve 8/1307 sayılı

Kararıyla kanıu yararına hizmet verdiği kabul edilerek Vergi muafiyeti tanınmış olan

TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI VAKFI'nın yayınıdır.

Her hakkı mafruzdur. TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI VAKFTnın Müsadesi olmaksızın ıamaınen. kısmen veya herhangi

Bir değişiklik yapılarak iktibas edilemct..

Baskı

Haberleşme Tllrk Dünyası Araştırmaları Vakfı

P.K.94 Aksaray/İSTANBUL Tei:(0212)511 1006-5JIIH33

ISBN: 975-498-137-X

Milli Yayın Nu: 2000-34-Y-0147-190

SUNUŞ:

Bu kitap, Aısız'ın ölümünden sonra çıkarılmak üzere. onun yakın arkadaşların­dan derlenmiş yazılnrln ve ınnnlesef çok gecikerek çıkarılmış bir kirnpıır.

Kitapta yer alnn her meslek ve nıeşrepre bütün dostlarımızın. nğabeyleriıniziıı ve kardeşlerimizin yazılarından çıkarılabilcek müşterek hükümler, bu kontıda Yakfı­nıızın kurulduğu günden beri kayıtsız şartsız inandığı ve şiar edindiği vasıtlardır: Arsız şaşınnz. sapmaz, eğilmez. bükülnıez. dönmez. durmaz. yılmaz, bıkrnaz. usan­ınaz. ...

Arsız onun için ölmem iştir! Atsız. aslında, Ahmet Hikmet Müftüoğlu'nun tarif ettiği. gerçek TÜRK tür. Atsız sadece TürklUk hazinesiyle yaşamıştır. Sadece bu hazineye ilaveler yap­

ınayrı çalışmıştır. Şahsi hazinesi olmamış, şahsi ihtirası, nefsi, arzusu hep bu nokta­da, Türklük gurur ve şuuru uğrunda di.iğümlenıniş. donrmıştur.

Bizim neslimiz onun sayesinde, rüyalarında kendisini Ötüken orınanlarında akan sularda uçarcasına yüzerken görmiiştlir. Onun sayesinde Türk!i.iğe duyduğu sevgi ve güven o derece artmıştır ki, bu ıtıyaları gerçek yapmak ideali lise sıralarında yemin­Ieric perçinlenmiş ve dönülıııez yola girilıııiştir. Onun sayesindedir ki bu yoldan Türk dünyasının her yerine ayak basmak insanların duyabilecekleri en biiyük ımır­luluk. Allah'ın kullarına verebileceği en büyük ıni.ikaf:ıt olınu�tur.

Atsız'ın ideal ve fikir camiasını küçümseyenler. kendi küçüklüklerinin üırkına aneale ı 989 lardan sonra varabilınişlerdir. Bu camianın al sırtında. ok ve yay la de­ğil. özel kiralanmış uçaklarla bilgi ve sevgi ile Türk dünyasıyla dcrhal bürünleşiver­diklerini görmek onları kalıretmiş. kimini sahtekar. kimini tövbekar yapmıştır.

Atsız gelecek nesillere mutlaka anlatılması gereken, mutlaka ders kitaplarında resmen tanrtılması gereken. bir Türk büyüğ.i.idtir.

Vakfıınız. Atsız'a karşı ımınevi mes'uliyet taşıdığınlll ştıtınında olarak. onun bir büstiinü yaptırmış. onun ruhuyla birlikte en yakın arkadaşlarını ve ülküdaşlarını Türk coğrafyasında gezdirıniş. onun açtığı yoldan gidenlere kucağını açmıştır. Bu­nunla övünülebilirse. övünüyoruz. Türklüğümiizle ele daima övününeceğiz

Tanrı Türkü Korusun.

Pr4 Dr. Turan YAZCAN

Biiyük Türkçü Hüseyin Nilıal A TSIZ'ın V�f'atınuı 25. Yılı Mü11asebetiyle

Aziz Hatırasma İthaf 0/uııur ...

5 TEŞRiN-i SANİ l 933 EDİRNE

İÇİNDEKİLER

Sunuş

Atstz Armcığmu

içimiekiler

Not

Öıısijz

Sona Do[:ru (Siir)

El. Nilıni ATSIZ

Afşm '11 Ağ tt (Ş;;,1

Tiirkçiiliik

Yaşayan Türkçiiler'e (Şiir)

Öı:lı:yiş

/Jiiyiik Tiirkçiiyii Anarken

Atsrz Hoc:a'm11 Başucwıda (Son iiç saat)

At.wz - Stmçar Kartleşleri finarken

Selam Sana Koctt Atsrz

At.wz'm Faik ERSAVAŞ'a Verdiği Türkçe Krz Adiart Listesi

Prt�f: Dr. Turcm YAZGAN

Re.fet KÖRÜKLÜ

İ.mıet TÜMTÜRK

ATS IZ

Feti TEVETOGLU

ATS IZ

H. Nihai A TS!Z

H. Nihai A TSTZ

Pn�f. Dr. Hikmet TANYU

Zeki SOFUOGLO

Muzr!{fer ERİŞ

Muu!tfer ERİS

izzet YOLALAN

1

2

3

4

5

9

ll

15

17

20

Ba�·ka Bir Arl•miiiFIIII verdi[: i Tiirk ,4dlnrt LisTesi

Nejtlet Stmçar'm iiliimii11tlen .wmnt Atsn 'm İzzet l'olulmı 'a yuult.ift mektup

At.w:;; Öliirken de /Wyiiktii

'/'anrt f)flj!t'wltl Biter (Siir)

Tiirkçii/iik Huytti De,{:il (Şiir)

AI.W� Yulıgu Katım/tt l)oku�ltırl/a (.>"iir)

1\aybıufi/ı:n Ilir IJosftlll Arkcısmtltm

1/oymtlflr

At.l'l:. Bel:

Tiirla;iiliik Rt�vru.ift

Tarihi Tunmlt-Hım-Tiirk-Mawr Millelinin l':betliyen Yaşaytrmk Kartlesi

Arif Nilıaf ASYA-Needef S;\NÇAJ(.fl.Nilıal;l TS!Z

Macflrlflr'a Seı•J.:i

IIWz 'tl rm Haflralar

Ay Yiiı.lii Giiıel Ktmç11y (!)iir)

f/ocmn ll. N. A ı:r.;tz Be,{f

Tiirk Milleti'nin Biiyü/ı Evf111ft

Niikteler ve Şakalar

Ar.m 'm Kabrini Z�varel

ATS/7.

A,{:luyt�·

At.wz 'm El Yıı:m ile Olmı Mekfflp

lll.\'/: 'm,Muzajj'er ERiS'e Yaztltf:t Mekfuplardtm Seçmeler

Veda'dan

7itşbebek Liilelıtm 'u Nmltır

Al.l't:;

ATSIZ

Refet KÖRÜKI.Ü

Refet KÖRÜKT.Ü

Uefet KÖRÜKLÜ

L>iltıı•er CEIJECi

Ilasali JU;Af(

tlytli/ URO/.

H usa n OUAI.TA 11

rllst:.

l'nıf. S. imre Vmı TAHNT

Prııf. S- imre Von TA/INT

fl. N. ll TS IZ

fl. N. ATS!l.

Melımet ORTlUN

Enver YAKUIJOGLU

/irk YUUTSF:VliR

Mllsttıfa K1lYAJU:'K

Mllstıifa KAY All/?/\

ll TS IZ

1\ TS IZ

ATSIZ

ll. ll. GA YUJi:TUUA/J

21

21

23

26

27

28

29

.w

31

34

35

.16

37

39

40

41

47

49

5.1

55

57

ss

59

62

63

65

Öz/ey iş ATSIZ 6(,

At.\'ı;; Adalet ÇiL 67

At.wz ve Tiirkçii/er'in Giireı•i Faru/i Çif. 79

Atm. KAHRAMAN (.5iir) ili'I.-IMOGL U 8{)

Atsız 'm Son ;!r/alıkumiyeti NI

At.w;:'tı İtlıaf(Şiiı'l M. SırrtSAVAŞAN 8/

Atsız 'm CumlmrJmşkam Falıri KORUTÜRK'e Yazdt.iJt Mektubu 82

F11/ıri KORUTÜRK'ün Cevabı "/1 ( -

Milli Şuur Uyamkltf:ı ATSIZ 83

U nu tm 11 ATSIZ 84

Tiirkçülüli Bayrmm ı·e At.w;: Mehmet ATEŞO<iLU 85

Yolfilrm Sonu ATS IZ 92

Al.\'t<. 't m t Sort/1111117. ? Erk YURTSEVEI< 93

Ktzılelllm ;lTSIZ 97

Gel Buyruğu (Siir) ATS IZ 99

At.wz 'ltı Konuştum MusU({a TATUSU /Ol

Atsız Hoca )•ı An11rlie11 Sami YAVRUCUK [()5

Atialar Denizi'mle11 Altt�vlar'm Daluı Ötesille Kadar BiiliiııTürk Gençl�f:ine (Şiiıj A1:5/Z /1)6

H. N. At.'IIZ 'm Filiir Dünyası Sakin ÖNER 107

Katler (Şiir) ATSIZ 116

AW;; Nectlet SEVİNÇ 117

lliiyiik Tiirkçii YILANLIOGLU i.wuıil Hakkt 1/9

At.wz ve Kültiir Kod/tırmuz Aslan RULUT 123

Rulmnmztltı At.wz Fmtt KlZlL TUG /35

Notalar 137

Atslz 'm iiliimii Alufullalı SATOGL U 139

Tiirk Halkı Değiliz. Türk l11illet�riz ATSIZ 143

1lTSIZ Rulvun ÇONGUR 147

Sof:llk Savaş Yıllarmrlu Tiirkç·iilü/( Rtıfiıel MUHAMMETDiN 155

Atsız 'la Fati/ı 'in Tiirbe.�ilıde Alttm DELiORMAN 161

Ölmezler Yolwırm Yolcu.w Yikel HACALOGLU /63

Üç Mnyts /944 ve Tiirkçiiler Bayrnmt Oğuz Ştıhall DUMAN 165

At.m Bel� ve Kiifiiplıune Necmcddi11 SEFERCİOGLU 171

At.wzlt Ytflw· Fa/ı ri ERSAVAŞ 175

Vej{ı.m.ltk ve At.nz Cengiz YA VAN 177

Not Rahmetli Atsız Beğ'in ölümünün birinci yıl dönünıli dolayısıyle çıkartımıyı

pliinladığımız "Türkçüler'in Kaleminden Atsız·· kitabı için Türkçüler'den istedi­ğimi7. yazıların tamamlanmaması üzerine, ikinci yıl dönüıııü için çalışmaya IJaşla­dık. Ancak bazı arkadaşlar tarafından Ats ız Beğ' le kardeşi Nejdet Sançar Beğ'in de aynı kitaba eklenmesi görüşü ileri sürüldü ve kabul edildi. Arkadaşlardan ralı­ıneti i Nejclet Sançar Bcğ ·ı e de ilgi li yazılar istedik, toplayabi ldikleriınizi, gereken düzenlemeyi yapınası için dosyalayıp lsınet Ttiıııtürk Beğ'e verdik. Rahmetli Nejdet Sançar Beğ'in hanımı Reşide Hanım'dan Atsız ve kocası için yazı istcdi­ğimizde. kesinlikle kocasına ait hatıra ve yazıların,Atsız Beğ'le müşterek olarak yayınianınasını istemedi. Bunun üzerine İsınet Tümtürk Beğ'den. Nejdet Sancar Beğ'le ilgili yazıları ayırmasını rica ettik. Nejdet Beğ'le ilgili yazılar ayrıldı. Fakat üzerinden bir yıl daha geçmiş oldu. O sıralarda "Orkun" Mecmuasını çıkaran Y<.ı­şar Arısan Beğ'in kitabı neşredeceğini söylemesi üzerine, kitabı Yaşar Arısan Beğ'e teslim ettik.

Yaşar Arısan Beğ'de kaç yıl kaldı hatırlamıyorum. O da kitap haline getireme­yince. rahmetli Muzaffer Eriş Beğ'le birlikte kendi imkanlarımızia neşretıııeye karar verdik ve Yaşar Arısan Beğ'den yazıları aldık. Fakat dosyada bir çok yazılar nok­sandı. Noksan yazıları tamamlamak üzere Türkçüler'e mektup yazmayı tasarlarken. Muzaffer Amca'nın rahatsızlanması üzerine çalışmalarımıza bir süre ara vermek mecburiyerinde kaldık. Bir müddet sonra da Muzaffer Eriş Beğ'i kaybettik. Yazılar Muzaffer Beğ'in ki.iti.iphancsindeydi. Oradan aldım ve rastladığım Türkçli kardeşle­rimizden J\tsız Beğ için yazılar istedim. Amacını: Atsız için birşeyler yapabilmek­li ... Hazırlamın bu kitabın Atsız Beğ'in hatırasına layık olacağına ve gelecek nesille­re ışık tutacağına inanıyorum.

Atsız'ı anlatmak çok zor. zira o Allah'ın çok yönlü olarak yarattığı nılistesna bir insandır. Aşağıda sayacağım vasıfların bir insanda toplandığı nadiren görUimlişliir.

O tarihçidir. ronıancıdır, şaiı·dir. araştırmacıdır. O, başlıbaşına bir nıektep. bir ü­niversitedir. En büyük vasfı da; su katıimam ış Türkçülüğüdiir.

Atsız için, kendisiyle ruhcn ve kalben aynı tilkiiye inanmış birbirinden değerli (kendileriyle irtibat kurabildiğiıııiz) i.ilküdaşlarımızın yazılanndan oluşan bu kitaba giriş yazmak benim için şeretlerio en büyüğüdür.

Atsız. Ziya Gökalp'in ölümünden sonra TürkçüiUk ülküsünü tekbaşına sırtlamış. bu ülkünUn tabiri caizse eri. gazisi ve komutanı olmuştur.

Tlirklüğ.üıı bekasını sağlayacak Türklük ülküsline bUllin ömrünü vakfetmiş olan Arsız. Türklüğlin yücelıııesi uğ.urunda yaptığı çalışmalar dolayısıyla kendi öz vat<ı­nında hapse atılmış. sürgün edilmiş, öğretmenlik vazitesine son verilerek açlığa mahkum edilmiş. işkence görmüş ve yetmiş yaşında olmasına rağmen hapsedilmiş­tir. Bütün bu olumsuzluklara rağmen Atsız'ın şevki kırılmamış. lllküsü uğrunda yaptığı çalışmalara son netesine kadar devam etmiştir.

Ölümünün üzerinden yirmi dört yıl geçmesine rağmen ne acıdırki. Atsız için hiçbirşey yapmadık. Türk M illeti için herhangi bir çalışınası olmayan ve hatta Türk M illeti aleyhine çalışan sahte �ührctlerin adları cad de ve sokaklara verildiği gibi. adlarımı kültür merkezleri açılmış: Atsız adı bir sokağa dahi verilmemiştir. Ne yazık ki kaderin önüne geçilnıiyor. Inşaallah bu eserden sonra girişimler başlayacaktır.

Bu eserin basınıını üstlenen Tilrk Dünyası Araştırınaları Vakfı Başkanı, değerli ilim adanııınız. büyük Türkçll Prof. Or. Turan Y AZGAN Beğ'e ve Vakfına: ayrıca. bu kitabın hazırlanmasında. derlennıesinde. tnslıilıinde ve her kelimesinde büyük emeği geçen Cengiz YA V AN" a; ıoplanaıı ımıkaleleri dizen Şule ÖZKAN'a da ne kadar teşekkür etsck azdır. Sağolsun lar. varolsun lar.

Atsız. ömrünce i.ilklisii haricinde hiçbir şeye değer vermemiş ve TürkçUllik i.ilkü­si.ini.in zirvesine otağın ı kurmuş. Altaylar" ın ve Tanrıdağı'nın çevresinde gezinmiştir. Ne acıdır ki. son menzilin h üzün dolu kaşanesinde yorgun ve kimsesiz kalmıştır.

Atsız'ın ruhunun Tanrıdağı'ııda, Ulu Tür"- Hakanları. Kürşad ve ahirete inrikal etmiş iilküdaşları ile birlikte olduğuna biitün kalbimle inanıyonıııı.

Yukarıda da işaret ettiğim gibi ralınıerli Atsız'ı anlamak ve anlatmak çok zor, At­sız. ömrünün sonuna doğru yazdığı "Sona Doğru" şiiriyle kendisini her yönüyle dile getirmiştir.

Anıca.1 Tanrının vasi ıcılımeti iizerine olsun. Tmm Tilrk'ii Koru.nm.

Refet KÖRÜKLÜ

1 Bizim m.vlinıize tlnlıil Türkçliler. birbirimize Amca tl(re lıiwp ettif!inıiulı-u. lıer uınum nltlu[:u gibi

At.wz Be[: 'e Amc11 tl iye scJkllllll!k isiN/i m.

ÖN SÖZ Bu kitnp, Arsız'ın hatırasına karşı dostlarının bir sevgi ve saygı hareketidir.

Böylece. onun ruhuna birazcık haz vermek ve onu kaybetmekten doğan acımızı biraz d indirmek istedik.

Ama umarız ki. Atsız'ın hatırasını anınanın, onu anlatmanın faydası ve hizmeti bundan ibaret kalmaz ve Tllrkçlilüğün bugünkü ve yarınki savaşında da bir yararı olur. Bu. J\tsız'ı. anılmaktan daha da fazla sevindirir. Çünkü bir ülkü adamının ruhu, öldükten sonra da, o ülkünün savaşına katılınaktan ve onun zaferinde payı olmaktan en büyük t.evki duyar.

Şimdi her geçen gün daha iyi anlaşılıyor ki. Türkçi.ilüğün savaşında yeni bir saf­hanın içine girmiş bulunuyoruz. Bu safha: ıeşkilc1tlı. toplu ve disiplinli mücadele sathasıdır. ikimizin de genç olduğu günlerde Atsız"la birçok konuşmaınızda bu sathanın açılmasmı iştiyakln özlediğimizi hatırlıyorum. Şimdi o satlıaya kavuştuk. Türkçülük bundan sonra; teker teker "erişkinlerin''. teker teker "kahraınanlarııı··. fırsat ve iıııkdn düştükçe yer yer ve ayrı ayrı yapacakları dlielloların konusu değildir. Bundan sonra, onbinlerce kişilik kitlelerin disiplinli ve hesaplı savaşı olacaktır. Bel­ki henüz tam o noktaya gelmedik. Ama muhakkak ki çok yaklaştık.

Bundan sonraki saflıada Ats ız gibi "'tek başına döğüşen kahraman ların··. ister yıı­şıyor olsun. ister Hak k· ın ralınıetine kavuşmuş olsun. yine bu kutsal savaşta yapa­cakları önemli işler vardır. iyi örnek olmak ve yüreklcre kuvvet vermek elbetteki bu işlerdendir. Ama bununla bitmez. Kitlelerin boğuştuğu savaşlarda da, yer yer ve zaman zaman kendi başına kalnn ve yalnız kendi içinelen kuvvet alarak döği.işenler olur. /\ncak böylelerinin yapacağı işler vardır. En mülıimi, eski ve "tavizsiz döğliş" taraflısı Türkçiiler'in, bundan sonraki safhada "hedeften sapmalara" ve "yumuşa­ınalara" karşı uyarıcı olmak başlıca görevleridir. Bunu. yaşayan Türkçülcr her hadi­se karşısında dilleriyle yaparlar. Ölmüş olan Türkçiiler ise, bu görevi her hadiseye uyacak canlılık taşıyan yazılarıyla ve hayatlarının teşkil ettiği örnekler yoluyla ya­parlar.

Türkçülllk şimdi disiplinli büyük bir ordu halindedir veya o duruımın eşiğinde­dir. Sayıca azlıktan endişcın yok. Arsız'ın silahlı çarpışmalar konusundan. tarihteki örneklerden kuvvet alarak dile getirdiği prensibe göre: Türkler. düşmanın yarı sayı­sında oldukları zaman düşmanı daima püskürtebilınişler. 3 'e karşı 2 nispetinde ol­dukları zaman düşmanı yenmişler. eşit sayıda oldukları z.1nıan da dllşıııaııı imha etmişlerdir. Silahlı savaşta böyle olunca. fikir ve irade savaşında haydi haydi höyle olur. Ancak i ki noktada endişcm var:

Birincisi: Acaba çok ımı geç kaldık'? Bunun çaresi geçmişteki sonunlukları araş­tırmak ve hayıtlanmak değil, daha hızlı ve daha kcsrirnıe gitmektir.

ikincisi: Acaba önümüzdeki savaşların idarecileri .. taviz vermek'', "yumuşak gitmek" veya .. sonunda hedefe varmak için şimdilik biraz yana kıvrılnıak'' gibi yol­lara saparlar mı? Başka bir değişle. ülkü gidişine .. politika taktiği'' karışır ve baskın çıkar mı? En büyiik endişem bunlardır.

Atsız'la, onun ve benim çağdaşımız olan Türkçülcr·ıe çeşitli konular üzc::­rinde konuştuk ve çeşitli durumlarda alınacak tavırlar üzerinde tartıştık. He­men hemen hepsinde iş sonunda şu noktaya geldi. dayandı: ·'Şimdilik .. diyerek ve '·birazcık'' diyerek

. olduğumuzdan başka türlü görünmek. sıkışık durumlar­

da gayemiLi saklamak veya gerçeği dile getiren sözlerimize .. devrin geçer akçası olan yalanları·· bir parça karıştırmak mı gerekirdi, yoksn ne pahasına olursa olsun bunu yapnınmak mı? Bunun gerçekten zor bir mesele teşkil ettiği dunıınlar çok oldu. Milliyetçilik'teki samimiyerlerinden o zaman şllphc etme­diğimiz (şimdi de etmediğim) pek çok kişinin, '·biraz daha yumuşak'' gidilmesi veya "zamansız çıkış yapılmaması·· yolunda tasiyeleri ve bundan doğan da­nışmaların ve tartışmaların. Türkçüli.iği.in tarihinde ve kaderinde önemli rolleri olmuştur. Ayrı ayrı sebeblerden ben de, Atsız da bu konuda "en uçtaki .. dü­şünceyi temsil ediyorduk. Taviz vermemek ve Tlirkçülük mücadelesini fikir salıasında ve örtüsüz yürütmek hususunda en ucu. Bunu ben daha ziyade pren­sip ile beraber. Türkçülliğün uzak geleceği için hesap düşüncesiyle yapıyor­dum. Atsız ise prensip ilc birlikte. nıizaç sebebiyle yapıyordu. Başka konular­da Ats ız' la rarrıştığım oldu. ama o noktada hemen hemen daima beraber olduk. Hemen eklemek gerekir: Hatalı hareket ettiğimiz durumlar da olmuştur. Ye yine hemen eklemek gerekirki, aksi düşünceyi savunanlar arasında. şahsi cesa­ret ve fedakarlık bakımından zerrecc zaafı balıis konusu olmayan ve tanı bir içtenlikle yalnız Türkçi.iiOğün zaferini düşünenler de çok olmuştur.

Şimdi, aradan çok zaman geçtikten sonra. bu konuda umumi bir hesap yapalım ve bir neticeye bağlayalım: ·Tavizsiz mücadele" yapanlar çok darbelendiler. Bu. yalnız kendilerinin darbe yenıesi değil, Türkçülliği.in de darbe yemesi ve gerilemesi oldu. BUtUn bunlara rağmen, gelecek için kuvvetli tohum atmak, gelecek Tllrkçülüğe hız ve kuvvet sağlamak: daima, daha çok "tavizsiz mücadele" yapanlardan geldi. Yarı yolda kalanlar, izi ve tesiri silinenler ise. daha çok .. akıllı ve yumuşak hareket etmek isteyenler" ve "taktik" taraflıları arasından çıktı.

Bu. sadeec bir tesadüf sonucu böyle olmuş değildir. Milletimizin ruh yapısına ve tarih boyunca kaderine dayanan esaslı sebeblerden ötürü böyle olmuştur. Aynı du­nım ve aynı sebebler bugün için de, yarın için de geçerlidir.

Bir i.ilküni.in, milletin şuurunda ve vicdanında yer etmesi için mücadele edenler. sıkınıılı zamanlarda, o günün sıkıntısını atiatmak için '·taviz'' ve "tak ı ik" yoluna saptıkları zaman, belki o an için küçi.ik bir menfaal elde ederler. Ama yarının zaafla­rının ve daha büyük sıkıntılarının tohumunu aımış olurlar. Dişini sıkıp bugünün bazı zararlarını göze alanlar ise, yarının büyük zaferlerinin ıemelini atmış olurlar.

Türkçüli.iğün şimdi başlamış olan veya başlamak üzere bulunan büyük ve çetin kitle mücadelesinde ise en büyük tehlike. bu gerçeğin unuttılması ve yolumuzu çi­zerken; politika yolunun, ülkü yoluna tercih edilmesidir. Herşeyden önce bu tehlike­den kendimizi koruyalım.

Bu konuda Atsız'ın hayatı örnekler.

dersler ve ibretlerlc doludur. BUgünün ve geleceğin Tlirkçliler'i bunları iyi incelemekle çok büyük faydalar sağlayabilirler. Bu arada Atsız'ın hatalarının da incelenmesi ve gerçek ölçi.isli içinde ölçülüp değerlen­dirilmesi de elbette gereklidir. Atsız. böylece Türkçülüğe bu cepheden de hizmet ctmeğe devanı edecek. ruhu bir kere daha şiid olacaktır.

Bugünün ve yarının Tllrkçi.ileri'ne bir de şu konuda Arsız'dan ders alınalarını ve onu örnek se�ıııelerini, içim yanarak tavsiye ederim: Türkiye'de "büyükleri­miz .. dcn başlayarak politika hayatına katılan hemen herkese bulaşmış, yayılmış bir konuşma ve yazma uslubu vardır. "Öiçiilü'·. "ağırbaşlı'' ve .. usturuplu'' ol-

maya özenen. ama gerçekte sadece yavan, ağdalı, yapınacıklı, kaypak olmayı beceren bir us!up. Çok kere gençler. pek farkında olmadan bu uslübu kapıyorlar. Allah aşkımı bu ağızia konuşınayın! Kısa. açık. berrak. keskin konuşun' Bunu huy edinıneğe çalışın. Bu konuda en güzel örnekleri Atsız'ın yazılarında bula­caksınız. Yapmacıkcıksız. sade, keskin kılınç gibi bir uslup. Arsız'ın yazılarını mutlaka bir de buna dikkat eden gözle okuyun. insanlar bir bakıma sünger gibi oluyorlar. Pis olsun. temiz olsun çevrelerindeki suyu emme eğilimini gösteri­yorlar. Çevremizdeki ınurdarlık lnrın büsbütün bize bulaşmaması imkansız. Ama, dikkatimizi ve irademizi kul lanarak hiç olmazsa " politikacı gibi" konuşmamaya gayret edelim. Belki bu dikkat bizi ·'politikacı gibi düşünme" ve ·'politikacı gibi hareket etme" felaketlerinden de korumaya yarar. Gazeteden radyoya. okul sı­ralarından kirapiara ve "büyiikleriınizin" beyantarına kadar her yerden kulakla­rımıza bulanık, sıvaşık. murdar ··politikacı'' uslübu giriyor. Bumın panzehiri olarak Atsız'ın uslübu da girsin. Dikkatinizin, gayretinizin ve kanın ızdan gelen sağduyunun yardımıyla politikacıdan ziyade Atsız gibi konuşmaya ve yazınaya çalışın.

SONA DOGRU

Bilsin ci/um ki hen bu cilumm nesi111/eyim: Bir iilkiiniin nıe/ıabetinin zirve.çilıdeyim. Dünya denen mezellete dal:mı lı er isteyen Ben tr/anı m şeref taşan e.fwmesiudeyim. Herkes bir iizdeyişle yaşar ... Ben de öylece Altaylar'm ve Ttmrulağ'm çeırresintleyim. M ere/mıelikle şiiyle baktp uyrtlıklara Sou menziliu /ıiizün dolu kftşfinesbuleyim. Artt k veda zamamna pek fiızla kalmatft: Yorgun ve kimsesiz öliimiüı bahçesindeyim.

ismet Tiimtürl•

ATSIZ

Hayat Tarih Mecmuası 3 Mart 1976 Hüseyin Nihai Atsız

(Türk Ansiklopedisi'nden aynen iktıbas edilmiştiı-).

Feti TEVETOGLU

tHiseyin Nihai (Atsız) (doğ. istanbul 1 2 Ocak 1 905):Türk şairi, tarihçisi ve di.işü­nliri.i. Babası, Dorullu Deniz Makine Önyllzbaşısı Hüseyin Efendi'nin oğlu Deniz Bnb. Mehmet Nail Bey. Annesi, Trabzonlu Kadıogtu ailesinden Deniz Yarb. Osman Bey'in kızı Fatma Zehra Hanım'dır.

i lk ve orta öğrenimini Kadıköy'deki Fransı7. ve Alman okullarında, babasının Kızıldeniz'deki görevinden ötürü bulundukları Süveyş'teki bir Fransız okulunda, Kasımpaşa'daki Cezayirli Gazi Hasan Paşa Mektebi ile Haydarpaşa'daki Osmanlı ittihad Mektebi'nde, Kadıköy ve İstanbul Sultanileri'nde gören H.N., 1922'de iınti­hanla Askeri Tıbbiye Mektebi'ne girmiştir. Ziya Gökalp'in cenaze töreninin yapıldı­ğı gün sınıfında çıkan bir kavga sonucunda Tıbbiye"nin üçüncü sınıf öğrencisi iken alaya çıkarılan H.N., bir süre Kabataş Lisesi'nde yardımcı öğretmen ve ''Mahmud Şevket Paşa" vapurunda katip olarak çalışmıştır.

1926'da ·'Anadolu'da Türkler'e aid yer isimleri'' yazısının ''Türkiyat Mecımıa­sı''nda yayınılanması, 1-I.N. 'in Edebiyat Fakültesi'ne girmesine vesile olmuştur. Taşkışla'da Piyade eri olarak dokuz aylık askerlik hizmetini tamamlayan H.N., 1927 Ekiminde Yüksek Muallinı Mektebi'ne kaydolmuş ve ı930 Sonbaharında Edebiyat Fakültesi'nden mezun olmuştur. Edebiyat Fakültesi'nde asistan kalan H.N., bu sıra­da, aylık "Atsız Mecınua"yı yayımlamaya başlamıştır ( 1 S Mayıs 193 ı -25 Eylül 1932, 17 sayı). Prof. Fuat Köprülü, Prof. Zeki V. Togan, Prof. Abdülkadir inan gibi edebiyat ve tarih bilginlerininde dahil bulunduğu kadro: ilim ve sanat alanında çok yüksek bir çığır açmıştır.

1 932 yılında toplanan Türk Tarih Kurultayı 'nda, Zeki V. Togan ile i lg il i olarak Dr. Reşid Galib'e bir protesto telgrafı çeken H. N., Reşid Galib Maari fVekili olunca 1 3 Mart 1933 'te asistanlıktan alınıp, Malatya Ortaokulu'na Tilrkçe, bir müddet sonra da Edirne Erkek Lisesi'ne Edebiyat öğretmeni olarak gönderilmiştir. Burada ·'Or­hun" Dergisi'ni çıkarınaya başlayan (5 Kasım 1 933- 1 6 Temmuz l 934, 9 sayı) H. N., liselerde okutulan tarih kitaplarının ilmi hatalarını lenkid eıtiğinden. 28 Aralık 1933'te vekalet emrine alınmış ve dergisi hükiimetçe kapatılmıştır. 9 Eylül 1934'te Deniz Gedikli Hazırlama Okulu'nda Türkçe. ayrıca özel Yuca Ülkü Lisesi'nde Türkçe ve Edebiyat öğretmeni i ği yapan H. N., ı 939- 1 944 yıllarında Boğaziçi Lise­si'nde Edebiyat okutmuştur. Yeniden çıkarttığı '·Orhun" Dergisi"nde (Mart ve Nisan 1 944) Başbakan Şükril Saraçoğlu'na, Türkiye'deki komUnist faaliyetleri iki açık mektupla bildirmesi, bütiin yurtta büyük yankılar uyandınnıştır. Açık mektuplardan ikincisinde istifaya çağrılan Maarir Vekili Hasan Ali Yücel, 7 Nisan 1944'te H. N. 'in özel lisedeki öğretmenliğinde de son vcrıniştir.''Vatan hain i" dediği Sabahattin Ali'ye Ankara'da H. N. aleyhine açtırılan davanın görüşülmesi sırasında (3 Mayıs

2 IU:FET KÖRÜKLÜ - CENGiZ YA VAN

1944), TOrk gençliği H. N. lehinde ve komUnistler aleyhinde büyük gösteriler yap­mıştır.

O gün Ankara'da ve yurdun çeşitli bölgelerinde yapılan tutuklamalar. ırkçılık­Turancılık davası adı takılınış bir davanın, Istanbul 1 Numaralı Sıkıyönetim Mah­kemesi'nde aylarca görüşlllınesine yol açmıştır. Üniversite profesörli, doktor. öğ­retmen, subay ve üniversite öğrencilerinden ibaret 23 sanık, önce çeşitli işkencelere uğrattidıktan sonra, 7 Eylül 1944 glinti yargılanmaya başlamışlardır. 29 Mart 1945 güntı açıklanan kararda altı buçuk yıla mahkum edilen H. N .. bir buçuk yıl tutuklu kaldıktan sonra, 23 Ekim 1 945'te Askeri Yargıtay' ın bozma kararı ile tahliye ol­muştur. 5 Ağustos 1946'da 2 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi'nde yeniden tutuk­suz yargılandı. Mahkeme, 3 ı Mart ı947'de bütün sanıkların heraatine karar vermiş­tir. 4 yıl resmi görev alamayan H. N., 25 Temmuz ı 949'da Süleymaniye Kütüphane­si'nde görevlendirilm iş, 21 EylUl ı 950- 13 Mayıs 1952'ye kadar Haydarpaşa Lise­si'nde Edebiyat öğretmenliği yapmış; Ankara'da verdiği "Devletimizin kuruluşu'' konulu bir konferans sebebiyle tekrar Süleymaniye Klltliphanesi'ne alınmış ve Nisan ı 969'da kendi isteği ile emekliye ayrılmıştır. ibnü' 1 Emin Mahmud Kemal (Son Asır Türk Şairleri, s. ı 235-1237);Atsız'ı. ·'atlıyı atından indirecek derecede şiddetli yazı­lar yazan" bir yazar olarak tarif etmiştir. Çıkardığı dergilerden başka. varsağı ve koşma tarzındaki şiirleri, tarihi roınanları, tarihi, edebi incelemeleri ve renkidieri ile ilim, fikir ve san'at sahasında geniş tesir yaratan bir çok eser vermiştir. H.N.,Türk Ansiklopedisi'ne de tarihi ve edebi konularda makaleler yazmıştır.

Başlıca eserleri şunlardır: Çanakkale'ye YUrtıyllş (ı 933): Edirnet i Nazmi'nin E­seri ve Eserin Türk Dili Ehemmiyeti (ı 934); Komünist Don Kişot'u. Proleter -Burjuva Nazım Hikmetof Yoldaş'a (ı935); Türk Tarihi Üzerinde Toplanıalar ( 1935); Dokuz Boy Türkler ve Osmanlı Sultanları Tarihi (ı 939); Türk Edebiyat Tarihi (2. Bas. 1 943); Müneccimbaşı Şeyh Ahmet Dede Efendi ( 1940); En Sinsi Tehlike (1934); Bahcetü't-tevarih (1949); Alımedi'nin Dasitan ve Tevarih-i MüiGk-i Al-i Osman'ı (1949); 900. Yıldönümü (2. Bas. 1955); Osmanlı Tarihine aid Tak­vimler 1 (1961); Osman'ın Tevarih-i Cedid-i Mir'iit-ı Cihan'ı (1961); Yolların Sonu (şiirler. 3. bas. 1963); Birgili Mehmed Efendi ve Bibliyografyası (1966): Türk Ülkü­sü (2. bas. 1966); Türk Tarihinde Mes'eleler ( 1966); Ebussufıd ve Bibliyografyası (1967); Ali ve Bibliyografyası (1968); Deli Kuıt (roman, 2. bas. 1968); Bozkurtlar Diriliyor (roman, 7. bas. 1969); Bozkurtlar'ın Ölümü (roman, 7. bas. 1970); Aşıkpaşaoğlu Tarihi (1970); Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nden Seçıneler, 2 c. (1971 ).

AFŞIN'A AGIT

Ne iimitlerle gelip diitıyaya En güzel ismi takım/m: A.fşm!

Biiyle erken bmtktp gitme u et/en? Kaç balı ar, kaç ytlt do/dım/11 yaşm? Kaltlt seudeu bize bir gamlt .<iedli...

Bir vedfıdtr o sedfı !i(f(/e vedfı!

6 Kasmı 1960, Pazar

TÜRKÇi'JLERiN KALEMiNDEN ATSIZ

ÖTÜKEN

Her Ayın Onbeşinde Çıl<ar, Fikir ve Üll<ii Dergisi 1. Sayı ı 5 OCAK ı 964 100 Krş.

Sahibi : A TSIZ Mes'ul Yazı İşleri Md.: MUSTAFA KA YABEK

TÜRKÇÜLÜK

Türkçülük, Türk Milliyetçiliği'nin adıdır. Kelimenin sonundaki ek, yerine göre mensupluk, sevgi. taraftarlık gösteren bir ektir. Türkçülük de Türk sevgisi ve taraf­tadığı demek olduğuna göre, kelime yerinde kullanılmıştır. Başka milletierin Türk taraftarlığı ve Türk sevgisi bu kelimeyle ilade olunamaz. Zaten başka milletierin Türk'ü sevmesi de gerçekten bir sevgiye değil, geçici bir nezakete, ınenfaat icapları­na, siyasi' zaruretlere işarettir. Hakiklkatte, Türk'Li Türk'ten başkası sevemez.

Ti.irkçüli.ik bir i.ilküdür. Ülküler, milletierin manevi gıdasıdır. Ülküsüz milletierin en talihlisi; nihayetsizlik ve söniik kalmaya nıahklımdur. Eğer bu millet tal ihli de değilse onun sonucu yenilınek, ezilmek, haritadan silinmek, hatta yok olmaktır. Ülküler haklkatle hayalin karışmasından doğmuş olan, düne bakarak yarını arayan, mil letiere hız veren ve uğrunda öli.inen büyük dileklerdir. Milletler ölebildikleri kadar yaşamak hakkına maliktirler.

Ti.irkçülük; büyük Türk Eli'nde, Türk unığunun kayıtsız şartsız hakimiyeti ve bağımsızl ığı i le Türklüğün her yönden bütün m illetlerden ileri ve üstün olması ülkü­südür.

Bu ülkü. geçmişte birkaç kere gerçekleşmişti. Büyük Ti.irkçi.ilük i.ilküsü ve i nancı ile yetişen gençlik sayesinde yarın yeniden gerçek olacaktır. Türkçülük dün bir kay­naktı; buglin çaydır. Yarın coşkun bir ırmak olacak ve önünde yabancı duygu ve düşüncelerden gelen bi.itlin engeller yıkılacaktır.

Ti.irkçüli.ik dört kaynaktan gelir:. 1 - Kökü çok eski olan ve Türk uruğunun şuuraltında yüzyıllardan beri yaşayan

milliyetçilik; 2-Tanzimat'tan sonra, Avrupa'daki nıilliyetçi liklere benzeyen halkçı bir hareketin,

bizde de tatbik olunmasını isteyen ınilliyetçilerin hareketi; 3 -Devletinizin içindeki yabancı unsurların ihaneti dolayısıyla doğan tepki; 4 - Türkler'in 200 yılındanberi çektikleri büyük sıkıntılar ve geçirdikleri felfı­

ketlerin verdiği uyanıklık. B u dört kaynaktan gelen düşlineeler birbiriyle karışıp yuğrularak, bugünkü Türkçiilüğli

oıtaya çıkarmıştır. Türkler; Tlirkçi.illikle güçlenecek, kuıtulacak, ilerleyecek, yükselecektir. Bir nıillet, yüksek iradesini taşımazsa. kendine güveni olmazsa. başkalarını tak­

litten başka bir şey yapmazsa, geçmişiyle övünmezse, başkalarından üstlin olmak istemezse. ülkü için ölümü göze alınazsa, savaştan korkarsa; o millet içinden çürü­müş demektir.

4 RF.f.ET KÖR0KL0 - CENGiZ Y.-\ VAN

Bugün ülküler ve kalıramanlar çağında yaşıyoruz. Geçmiş haklara dayanılarak dava­ların öne atıldığı, hesapların görüldüğü günlerdeyiz. Kan çağlayan ları, kıl ıç şakırtıları ve gülle sesleri içinde yarının neler hazırladığını bilemiyoruz. Bu kasırga arasında milletie­rin yalnız geçmişlerini hatırlayarak, milli ülkülerine yapıştıklarını görebiliyoruz. Mazisi olmayan, yahut olup da unuıan, milli ülki.isi.i bulunmayanlar devriliyor.

insanlığın tarihinde büyük kasırgalar eskiden zaman zaman gelip geçerdi. Gitgi­de bu kasırgalar sıklaşıyor. Bu gidişle tarih ebedi bir kasırgadan ibaret kalacak gibi gözüküyor. Bugün ayakta kalabilmek için eskisi kadar sağlam olmak yetişıniyor. Çok güçlü, çok sağlam, çok sert, çok yürekli olmak gerekiyor. Bunun da bizim için birinci şartı. Türkçüliik ülki.isüne sıkısıkıya yapışmaktır. Şaşıran. i.irken. sapıtan mil letleri tarih bağışlaınıyor.

Türkçülük ülküsi.i bizden amansız bir görev ahlakı istiyor. Subay hiç yorulmadan altı saatlik talimini yaptırıı·sa, öğretmen bıkmadan, öğreticilik işini yaparsa. memur sinirlennıeden halka kolaylık göstermekte devam ederse, doktor her şeyden önce yurttaşlarının sağlığı ile ilgili olursa, öğrenci herşeyden önce dersini bellemeye çalı­şırsa ve butün vazifelerle rütbeler arasında ne caka, ne gösteriş, ne dalkavukluk. ne de ilgisizlik olmadan bir ahenk kurulursa; aşağıdakiler yukarının buyruğunu ukalalık sayınaz. yukarıdakiler de aşağının doğru İlıtariarına kızmnzlarsa, bütün karşıl ıkl ı işlerde, görüşme ve konuşnınlarda ne ikiyi.izlülüğe kaçan nezaket. ne de kabalığa kaçan sertlik bulunmazsa vazifenin bizden istediği şey yapılmış olur.

Gerçekten Türkçü olmak kolay değildir. Her önüne gelen Türkçü olmayacağı gi­bi, her Türkçüyliın diyen de Tlirkçli sayılmaz.

Her Türkçü. bulunduğu yerin vazifesini inançla yaparsa Türkçüli.ik güçleııir. Tiirkçiiler'in ilk işi, görevlerini arınmış gönül ve inanmış yürekle yapmaktır.

YAŞAYAN TÜRKÇÜLERE

Bir malişere binlerce lwder tutsaği gelmiş Titrek ve metiit ciimle udmılur mw doğru ... Gitmekte biitiin kafile, nıeçlıii.le yiinelm iş, Nerden gelerek, hungi kuran/tk sona dof:ru?

Her ş�v lwpuyor istemeden !•endi yerinden; Herkes geliyor, sonra da lıerkes gidecektir. Milynnla asır geçse de arzm ii zerinden Bir kerre gideıı, bir daha ses vermeyecektir.

Meçliul lwderin çizdiği yoldun gideceksin: Bilmem ki bu meçhulleri lıep Tmm nu yaznuş? Öyleyse /urak, rulı bütün işkem:eyi çek�in Bin bir kere ii/me/is izin in.wm yaşama'lJ111Ş.

ATS IZ

ATSIZ

TÜRKÇfiLERİN KALE(\IİNDEN ATSIZ 5

ÖZLEYİŞ

Bilgin-Sanatçı v e Ülkücü Atsız, 71 Yaşında Prof Dr. Hikmet TANYU

Atsız denilince hemen, tok sözlü, kavgacı. sert, yılmaz ve yolundan dönınez. öt� keli ve mi.icadeleci genç bir insan akla gelir. Halbuki Atsız, 1 2 Ocak'ta 7 1 yaşına girmiştir. Ats ız' ın mücadeleci. dinamik şahsiyeti yanında, onun bilgin. şair. romancı gibi çok önemli olan bu yönleri nedense fazla dikkate alınmaz. Aslında bu yanlışlık veya eksiklik, onu her yönüyle inceleyen bir eserin oıiada olnıaınasındandır. Bu işler de pek kolay değildir. Zira Hüseyin Nihat Atsız'ın 1 - Ülküeli (ideolog, doktrinci), 2 - Bilgin (Tarih ve Türk Edebiyatı). 3 - Sanatçı (Romancı. şair), 4 - Mücadeleci (Polemikçi) yönü vardır. Onun siyasi yönü. metodu (yöntemi) ve gündelik politika üzerindeki görüşleri de diğer bir konudur. Ev hayatı. arkadaş ve iilküdaş çevresi içinde Atsız bir bakıma, sakin ve uysal. ineitici olmayan bir tutum içindedir. Hatta Atsız. sanıldığından farklı. övülmekten sıkılan. şakacı, ıni:wlıı. ııükteyi seven. kendi özel üzüntülerinden, sıkıntılarından bahsetmeyen bir nıizac<� sahiptir. O, birçok noktalarda da gereği gibi aniaşılamamıştır

Atsız, Türkiye'de Komüniznı'e karşı mücadele edenlerin tarihçe bakımından da, sürekli taı1ışma bakımmetan da başlannda gelir. Tek parti devrinin baskısı içinde bile zamanın Başkanına bir açık mektup yayınlamaktan çekinınedi . Devrin Cumhurbaş­kanı makamını türlü manevralarla işgal eden ismet inönii'nüıı (hakkında bilgi için, Nejdet Sançar'ın , "isnıet İnönü ile Hesaplaşma·· adlı, İnönü'nün sağlığında yayınla­nan eserine bakılmalıdır) yakııı adamı ve o dönemin maalesef Milli (?!) Eğitim Ba­kımı Hasan Ali Yücel'in. Komünistleri nasıl koruduğunu ve kimlerin maarif camia­sma çöreklenip Kornünizm'e hizmet ettiklerini isnıen, fiilen açıkladı. Millet ve vatan sevgisini gönül ve şuuruna ışık yapmış Türk gençliği: Ankara·da, 3 Mayıs 1944'de büyük bir gösteri yaptı. Konıün izm'i ve koruyanlarını lanetledi. Bunun üzerine yüz­lerce genç, en ağır baskılarla göz altına alındı. 83 'li istanbul Emniyet Müdürliiğü'ne götürüldü. O zamanki Sıkı Yönetim Mahkemesi'ne sevkedilmek istenildi. Tevkif edilenlerden 23'ü. 1 Numaralı Sıkı Yönetim Mahkemesi'nde muhakeme olundu. Atsız, bu gösteri bahanesiyle ailece tevkif edildi ve ayrıca işinden çıkartıldı. Bu da yetmezmiş gibi. yeraltı zindanlarında işkence gördü, çile çekti Bir yıl kadar hapis hayatından sonra, 11 Numaralı Adil Sıkıyönetim Mahkemesi'nin kararıyla. ortada suç olmadığından. mürettep ve muhal iddialar bulunduğundan ve Türk Mil liyetçili­ği'nin, Türkçülüğün: Türk lrkçılığı'ııı ve Turancılığı'nı kapsayan şekliyle de huku­ken suç sayılamayacağından bahisle, 23 kişinin de davası beraatla sonuçlandı. İftira­cılar, yalancılar, Türk Milliyetçiliği'nin düşmanları böylece rezil oldular. Daha sonra işkenceciler Yüce Divaneta muhakcme edildiler. Fakat 1 950'cleki aftan yararlanarak kurtuldu lar.

Bir vakitler, tarih tezinin ilmi olmayan yönünü tenkid ettiği için. öğretmen bu­lunduğu sıralarda Atsız, yine baskı altına alınmıştı. O zaman ilmi bir taıtışmaya

(• RE FET KÖRÜKÜ' - C'E�GiZ YA V.-\ N

girişmc cesaretini gösterememişlerdi. Bir müddet sonra Atsız'ın tarih hakkındaki görüşünün doğru olduğu anlaşıldı. Daha gençliğinde, tek parti devrinde Edebiyat Fakültesi'nde asistandı. Fakat haksızlığa, hakikat düşmanlığına.çıkarcılığa taham­mül edemediğinden. kim olursa olsun mücadeleye girişmiş ve neticede Üniversi­te'den çıkarılmıştı. Üniversite hayatı devam etseydi. geçen yıl Profesör olarak e­mekliye ayrılacaktı. Üniversite'deki hayatı devanı eıseydi, çalışma imkan ve zama­nına daha tazla sahip olacağından, birçok ilmi eserler verecekti. Hergl\n, Kartat -Maltepe'den, Süleymaniye Krıtliphanesi'ne. kalabalık içinde yıllarca devam eden gidiş-gelişin zahmetine rağmen, ilmi sahada da bir hayli değerli eserler yazmış ol­ması, Arsız'ın irade gücü lehinedir.

Öğretmenliği ciddi. ilmi ve vekarlıydı. Bunu. bize de öğretmenlik yaptığı 1937 yılında bizzat görmüş bulunuyoruz. Arsız'ın fınınalar, kasırgalar içinde geçen 7 1 yıllık hayatında, 2 1 yaşındaki Arsız'ın mili heyecanını yine aynı dinçlikte yaşamakta ve söylemektedir. Dost, ahbap hatırı için yanlış tanıdığına veya öyle kabul ettiğine eyvallah demez, kanaatini söylediği zaman dosdoğru konuşur. Fakat cevap ve tar­tışmayı. yumuşaklık ve nezaket le kabul eder. Belgelerin. il nı in ve denemelerin ışı­ğında bir tartışma ona aynı zamanda manevi bir huzur ve zevk verir.

"Yolların Sonu" şiirinde ·'Yakarış"ı, onun kader ve ümit çizgisi gibidir: Ulu Tanrı! Kür Şad'ın yenilemeyen ruhunu Yüce Tanrı Dağı'nda daha biraz barındır! Geleceğiz yakında! Yarın bütün orular Demir bileklerindeki çelik kılıçlarındır!

Yurt ve şeref uğrunda sen seri 1 de toprağa Varsın hiçbir dudakta anılmasın er adın! Kan sızarak göğsünden huzuruna varınca lzmabı dinecek belki o gün Kür Şad'ın.

*';***

Genç Fatih'in ordusu yine tekbir alınt:a Söndürürüz kiifirin Meryem Ana ınumunu. Haritadan s ileriz Ttına 'ya at salınca Ulah'ını, Sırb'ıııı, Bulgar'ını, Rum'unu.

*'�***

Yiğit l larbiyeliler! Öğrenin dersinizi: Kahraman göz kırpmadan düşmana saldırand ır. Vazifcniz: Kanije, Silistirc, Pilevne, Niğebolu, Kosova. Malazgirt, Çaldıran'dır.

Belirsiz mezarlarda anılmadan yaşarız. ..

Ats ız, vakit vakit üzgündUr ve o tek partili günlerin tasası içindedir: "Bugün yollamyorl<en bir gurbete yeniden Belki bir kişi bile gelmeyccel<tir bizle. Bir l<eıniğin ardında saatlerce yol giden itter bile gülecek kimsesizliğimize." Fakat bugün 71. yaşında özel dairesinde tutsak gibi kalan Atsız. yüzbinlerce

Türk Ulki.icOsünün Kür Şad ruhu, heyecan ve imanıyla dolu birer deslan kalıramanı

TÜRKÇÜLERiN KALEM iNl>EN ATSIZ 7

Bozkurtlar'ı yakından görseydi, daha çok güven ve sevinç duyardı. Ve onun rtiyasını gösteren "Bozkurtların Ölümü" ve "Bokurtlar Diriliyor" romanlarındaki yiğitlerin canlı örnekleriyle bahriyar olurdu.

Türkiye'de Komünistler: Nazi Alınanyası ve Faşistler'le. efendileri Komünist Rusya aniaşına yapıp ortak hareket ettiği sıralarda,onlarla sıkı işbirliğine girişmiş­lerdi. Emperyalist Komünist Rusya, Finlandiya'ya saldırdıktan ve Baltık Devletle­ri'ni de işgal ettikten sonra, bir yandan müttefıki Nazi Almanya, bir yandan Komü­nist Rusya yakıp yıkarak zavallı Polanya'yı işgale başlamışlardı. Kamplarda ve Katyn Ormanları'nda onbinlerce Polonyalı Subay ve Astsubay' ı öldürüp büyük çukurlara göınen Sovvet Rusya; insanlık, eşitlik laflarını bir yana bırakarak, A vru­pa'nın yağmasına girişmişti.

Türk Milliyerçileri ise, hem Koınünizm'e, hem Faşizın'e ve Nazizm'e karşı dai­ma mücadele etmişler ve hepsine birden, "Kahrolsunlar'' demişlerdir. Türkiye'de Faşizm'le, Nazizm'le ilk defa mücadeleye girişen, Naziler'i ve Faşistler'i lanetleyip, onlara karşı kitaplar çıkaran, dergiler yayıniayan yine Türk Mill iyetçileri olmuştur. Türk'e, insanlığa, hakka ve hakikare düşman olan Faşizm ve Nazizm'in içyüzlerini anlatan Türk Milliyetçileri olmuştur. Bu yüzden dergileri, kitapları toplatıl­mış,karakollanda ifadeleri alınmış, .hatt-a dergileri Bakanlar Kurulu kararıyla kapa­tılınıştır.

işte o çetin günlerde Hüseyin Nihai Atsız onlara meydan okumuş ve milli ruhu şahlandırmıştır: Onun "Yolların Sonu" şiir kitabının 23. sayfasındaki uzun şiirini okursak, Türk Milliyetçileri'nin nasıl Faşizm'e de Nazizm'e de düşman olduklarını bir defa daha görürüz:

Çarpışalım, en doğru söz süngülerindir! Kalem, fırça, mermer nedir? Birer oyuncak! Şaheserler, süngülerle yazılır ancak! Çağrı Beğ'le Tuğrul Beğ'in kurduğu devlet, İtalyalı melezlerden üstündür elbet.

Nazi Almanya'ya !<arşı: Biz güleriz Cermenliğin kuduruşuna. Tanıyoruz AttiH\'dan beri Cermen'i.

Senin dostu n Cermanya 'ya biz Nemçe deriz. Bir gün yine Beç önünde düğün ederiz ...

Onun "Selam" şiiri, mill1' dava yolundakilere, onların çektikleri işkencelere, işlerin­den atılmalarına karşı yazılmış içli ve ünlü bir zafer destanıdır. Mahkemedeki 26 Şubat 1945 günlü savunmasında;Türk Soyunun,Türk Tarihi'nin asaletini ve Türk Birliği'nin, ''Turancılığın" nasıl bir hak ve gerçek olduğunu açıklamıştır: Kimseden haksız bir şey talep etmiyoruz. Atalarımızdan kalan mirasın, metahirimizin gönüllü olduğu toprakların bizim olması ülküsüni.i kalbimizde taşıyoruz. Onları unutmamak istiyoruz. Ben bunları şahsım için istemiyorum. Oralarda çiftlik veya apaıtman yapacak değilim. Kimin hain. kimin vatanperver olduğunu tarih tayin edecektir. Hatta etmiştir bile . . . Muzide ve istik­balde yaşayarak, fakat bugünden iğrenerek bu yolun üzerindeyim.

"Senin büyük derdinden başkaları ne anlar? Vicdanını "Paris'e, "Moskova'ya satanlar Küfür diye bakarlar· senin dualarına."

ltEFET [(ÜıtÜKÜI - CENGiZ YA VAN

diyen Atsız, bugün de kendilerini ilerici ilan edip, milleti sınıf sınıf parçalayarak iç savaşa sürüklemek isteyenlere seslenmiştir. Bağımsız Türkiye yalanlarıyla ve sahte özgürlük yaygaralarıyla komünist devrimciliğini sürdürmeğe özenenler, kızıl bay­raldar ve çekiç oraklarla Türk Milleti'ne kan ktısturınak ve Komünist Rusya'nın pençesine teslim etmek yolunda azanlar, onun ınısraları içinde tasvir edilmişlerdir.

12 Ocak l905'de doğan. Çiftçioğlu Ahmed ve soyları Trabzon'dan gelen istan­bulltı Emine Hayriye'nin oğludur. Atsız; Gümüşane ili, Doru! ilçesi, Midi Köyü'nden olup, yakın akrabalarının bir kısmı, Yozgat'ın Akdağmadeni'nin Dayılı Köyü'ne yer­leşmiştir. Evlidir ve iki yetişkin oğlu vardır. Atsız'ın özbeöz kardeşi Ahmed Nejdet Sançar'da aynı milll yolun şerefli yolcusudur. Genç görünınesine rağmen. 1 Mayıs 1 975 de 65 yaşına girecektir. Atsız'ın hayatı. her türlü millet ve Türkilik düşmanları komi.inistlere karşı mücadele ile geçmiştir. Türk'e zararlı gördüğü fikirlere. hareketle­re karşı çıkmıştır. Onun dört romanı ayrıca incelenmeğe değerdir. Bunların bilhassa üçünde milli şuuru ve rulnı yüceltmek istemiştir. (Bozkurtların Ölümü, Bozkurtlar Diriliyor, Deli Kuıt). Ruh Adam tekrar tekrar yayınlanmıştır. Bilgin yönü ve yayınları başlı başına uzun bir konuyu teşkil eder. Onun Türk Ülküsü eseri dikkat ve ilgiyle okunacak ve faydalanılacak bir değerdedir. ''Türk Tarihinden Meseleler" eseri. aynı zamanda milll ilikünün önemli konularını teşkil eder. Onun siyaset, gündelik politika yönündeki şartlar, imkanlar, yöntem hususundaki görüş ve düşünüşlerinden farklı düşünceler, görüşler olabilir. Ats ız bu hususta kesin bir tavır takınnıaz. O esasta, Türk Mill\'yetçiliği, ahlak, Türk cevheri, tarihi gerçekler ve Turancılık ülküsOnden taviz vermez. Onda esas olan budur. Temel fikirlerini şöylece özetleyebiliriz: "Türkçü'nün en biiyül< hizmeti, Türl.:çiilüğe hizmettir. Türklük sevgisini aşılamaktır." Moskot� çu Konıiinistin vatan haini olduğunu en iyi ve herkesten çok anlayan Tiirkçüler'dir. Onun için konıiinistlerle her yerde. her vasıta ile, her şekilde savaşacaklardır. Kısacası Türkçiiler, 20. yüzyılda Türk Milleti'nin fedakarlarıdır. "Türk Birliği'' makalesinin sonu şöyledir: "Türl<ler val.:tiyle biı·kaç kere birleşmişler ve mutlu olmuşlardı. Yeniden birleşecel<lerdir. Milli ülkümüzün ilk maddesini: "Bütün Türkler birleşe­cektir'' diye itade edebiliriz . .. Atsız'ın ana fikirlerinden birisi de "Türk Ahlakı"nı yüceltmektir: Ahlak. millet yapısının tenıelidir. O olmadan hiçbir şey olmaz." demek­tir. Atsız, milli kalkınma programını, 1962 yılında yazdığı "Türl.: Milleti'ne Çağrı" makalesinde bir defa daha beliıtıniştir:

1 - Türkçüyüz, 2 - Arınmış Türl.:çeciyiz, 3 - Yasacıyız, 4 - Toplumcuyuz, S - Milli gelenekçiyiz, 6 - Şuurlu demokrasiye taraftarız, 1 - Ahlakçıyız, 8 - Bilimciyiz, 9 -Teknikçiyiz. 71 yaşına giren Hüseyin Nihai Atsız Beğ'deıı yeni ve yararlı eserler umar, nice

mutlu yıllar dileriz. Bilhassa 71 yaşın verdigi köklü dinçlik ve güçle, "900. yıldö­nümü" eserinin devamı olacak, tek bir cilt halinde 'Türk Tarihi'' eserini gençliğe akıcı ve akıncı bir anlatışla armağan etmesini bekliyoruz.

TORKÇÜLERİN h:ALEMİNI)EN ATSI7.. 9

BÜYÜK TÜRKÇÜ'YÜ ANARKEN

Zeki SOFUOGLU

Büyük ve büyük olduğu kadar da eksiksiz ve lekesiz büyük insan,büyi.ik Ülkücü, Türkçü Hüseyin Nihai Atsız'ı kaybedeli bir yıl oldu. Uluğ Türk Milleti; yücelik­ler,görkeınler, ef.�anelerle dopdolu muazzam Türklük, gurur ve iftihar kaynağıınız şan lı Türk Tarihi O'nu elbette, ilelebed anacak ve yaşatacaktır.

"Atsız" adı, Cumhuriyet tarihimizde Atatürk ile birlikte hatırlanınası gerekliliği (bugün bu gereklilik idrak edileı-nemiş olsa bile) gelecek nesillerin herhalde idrilk edeceği bir hakikattir. Ziya Gökalp merhumdan sonra bizi atalarımızın. Ti.irklüği.i-müzün yüceliği ile, ihtişamı ile tanıştıran. yüreklerimize Türklük ateşini koyan O'dur. Atsız, romanları ile, şiirleri ile Türk çocuklarını, gençlerini besledi. yetiştir­di. O, tarih ve edebiyat alanlarındaki ilmi neşriyatı ile, 20. asır Türk aleminiıı nasıl olması, hangi konuları ele alıp incelemesi gerektiğini bildirdi ve Türklüğe, bugün ve yarın için yol gösterdi. Türk Tarihi'nin nasıl anlaşılması, nasıl anlatılınası lazımdı'? O'ndan öğrendik.

Atsız, eski yurduınuzu, Ata yurdlarını bizlere tanıttı, sevdirdi. Altaylar, Tanrı Dağları ... hayalimizde pembe bulutlarla kaplı, görkemli, efsanevl diyarlar oldular. O diyarlar ki:

Bir gün olur, yılda, ayda canda? Buluşuruz hep Altay'da Güz ayında, Kurultay'da Başı börkHi Han görünür! Atsız der ki, ne var Yatarız taze çimende. Rus'un adı her geçendc, Gözlerime kan görünür!

Sözde aydınlarıınız, sözde yazarlarımız, sözde politikacılanmız ... Evet, bir ta­kım cahil, gafil veya hain insanlar; bu ve benzeri şiirleri, yazıları. Türklüğü ve Türk Milliyetçiliği'ni telkin eden, aşılayan sözlerini, adeta Komünizm'le bir tuttular! 1 9 Mayıs 1944'de, devrin Cumhurbaşkanı'nın neler söylediği, satılık veya dalkavuk kalemlerin nasıl Türkçi.iler'in üzerine saldırdıkları unutulabilir mi?

işte, o tarihlerden başlayan cehalet, gaflet, dalalet, bugün sokaklarda ihtilal pro­vaları yapmaya cür'et eden Marksist anarşiye vücut verdi. Atsız'ın kadr-ü-kıymetini bilmeyenler, Atsız' ı ve arkadaşlarını işkencelere maruz bırakıp, derdlere-ızdıraplara girittar edenler, bu sonuçtan utanç duymalı ve vicdan azabı çekınelidirler.

Türk çocuğu, Ti.irk genci Leninci, Maocu olacağına Türkçü olsa, Türk Tarihi'nin flisununa kapı im ış bulunsa ... Ah, bugün bunları niçin yazıyoruz? Ne faydası var?

lO REFET KÖRÜI<LO - CENGiZ YA VAN

Halbuki Atatürk. ''Ne mutlu Türküm diyene!" demişti. "Türklüğün unutul­muş büyük medeni vasfı ve medeni kabiliyeti"nden bahseımişti. Gelecekte "Türklüğlin, atınin yüksek medeniyet utkundan yeni bir güneş gibi doğacağını" müjdeleyerek. milletine çok canlı bir dinamizm getirmişti. AtatOı'k. duygu ve düşün­cesini, komünist emperyalizme karşı başlıca panzehir olarak görllyordu. Bu itibar­la,"Türk aleminin en büyük diişmanı komünistliktir. her göriildüğü yerde ezilmeli!" demişti. Bulunduğu Cumhurbaşkanlığı mevkiinin nezaketine rağmen, milletini ger­çeklerden haberdar etmek ve uyarmak istiyordu. O, Cumhuriyet'in 15 . Y ıldöııümli dolayısıyle Türk Ordusu'na hitaben, geçit töreninden önce Başvekili Celal Bayar'a okuttuğu mesajmda "Türk alemin i'', Türk Ordusu'na emanet etmişti.

işte, Atsız'ın gençlere, aydınlara telkin ettiği, öğrettiği TürkçUllik veya diğer ismi ile Türk Milliyetçiliği, ana hatları itibariyle, Atatürk'ün uyandımıak ve canlandırmak istedi­ği milli şuur. Milli' gurur ve milletçe dinarnizmin roınana, şiire. edebiyatçılığa, tarihçiliğe ve Türkolajiye yansımasından başka bir şey değildi. Atsız olmasaydı, Türklüğün yüceli­ği. bütünlüğü, insanlık alemindeki misyonu (rolü-görevi) bu kadar açık-seçik ve yaygın olarak ortaya konamaz; bugünkü milliyetçi nesiller boy atmazdı.

Atsız, Atatürk'li takiben iş başına gelenlerin her tiirli.i engelleyici politikalarına, ınill1' ruh, milli şuur ve milli ülkllye aykırı düşen icraatına rağmen, Türk Milliyetçili­ği'nin ezilmesini önlem iş ve bir saym profesörlin dediği gibi, Türk Milliyetçiliği için başlı başına "ordu gücünde" bir kuvvette kudret kaynağı olmuştur. Herkesin bir sebeple - politika sebebiyle, şunu veya bunu gücendirınemek kaygısı ile, tehlikeyi göze alamaınak veya partilere veya iktidara ters düşmemek sebepleriyle - gerçeği söyleyemediği, yutkunarak sustuğu zamanlarda Atsız., pervasızca ortaya atılmış, kılıçtan da keskin kalemiyle gerçekleri bir bir açıklayarak milli şuurun, milli düşün­cenin gölgelenmesini önlemiştir.

O'nun, Nazım Hikmet'in soysuzlukianna karşı cepheden hileOmu nasıl unutula­bilir? Çanakkale'ye yürüyüşü nasıl unutulabilir? "Ulu Hakan, Gök Sultan Abdülhamit" mevzuunda. saldırganları sus-pus ettiren yazıları bugün dahi hatıriarda değil midir? Cumhurbaşkan lığına getirilmek istenen merhum bir profesörün, Batı TürkiUğU'nU bir ırklar-kavimler haritası olarak tavsif eden beyanatı Uzerine, Atsız'ın nasıl tek başına kükrediği unutulabilecck bir olay mıdır? En son hapse atılışına se­bep olan da, yine, kimsenin kolay kolay yapamayacağı bir uyarma üzerine olmamış mıdır? Hele 1 943-1 944 yıllarında, devrin Cumhurbaşkanı'nın gözdesi Hasan Ali Yücel'in Türk maarifine komünistleri yerleştirmektc olduğunu iki açık mektupla taş ederek yarattığı milli uyanış nasıl akıllardan çıkabilir? Atsız, işte, budur!

O. tek kaygı olarak Türk'li ve Türklüğü bilmiş; dürüst, faziletli, cesur, yerine gö­re pervas ız ve celal! i, yerine göre gayet objektif ve ilim haysiyetine düşkün bir ilim adamı,bir Türk Tarih ve Edebiyatçısı, bir Türkolog idi. Namı, yalnız Türkiye'de değil. bütün Türk aleminde şöhret bulmuştu. Hatta Türkler' le akraba Turan lı ka­vimler (Finler, Macarlar, Moğollar, Japonlar) dahi Atsız'ı bilirler ve tanırlardı. Uzak Tllrk diyarlarından, uzun yollar geçerek Türkiye'ye gelen Kırgız- Kazak kardeşleri­mizin, O'nun kapısını çalarak "Atsız dikgen =denen, ciğit=yiğit kişi"yi arayıp sor­dukları, elini-yüzünü öptilkleri, bugün pek az milliyetçi ıarafmdan bilinir.

Büyük Divan Şiiiri Baki "Kadrini seng-i musallada bilip ey Daki" demişti. Biz, bugün; "Kadrini seng-i musallada bilip ey Atsız!" dahi diyebildik mi? Diyebiliyor muyuz? Ama, geleceğin uyanık. aydınlık Türkltiğü, elbet O'nun kadrini bilecektir!

Büyük Tlirkçü, Türkçülüğün piri Atsız! Sen, yeri gerçekten doldurulamayacak yiğit bir Türk oğlusun. Türkçliler seni asla unutmayacak, unutturmayacaktır. Narnın ve şanın, Tiirklükle beraber lıaşre kadar yaşayacaktır. Ruhun Şad olsun!

TÜil.KÇÜLERiN h:ALEMiNOEN ATSIZ

ATSJZ HOCA'nın BAŞUCUNDA (Son üç saat)

ll

Muu�ffer ERİŞ

1975 Yılı, On Aralık Çarşamba sabahı saat sekiz. Ankarci'da. Rclet KÖRÜKLÜ Beğ'in Küçükesat'taki evinin önündeyim. Birlikte otomobille istanbul'a gideceğiz, bekliyorum. Ayrıca Adalet Hanım ve Faruk Çil Beğ de gidecekler. Arabanın ayna­sındaki arızalı vidayı tornavidayla sıkıştırınağa uğraşıyorum. Ayna birden fırlayarak düştü, kırıldı. Kırılan aynanın parçalarını topladıın. Fakat fena halde bozulmuştunı. Bir felaket habercisiydi bu ... O anda bir sürü kara düşünceler kafaını sardı. Bir an istanbul'a yalnız gitmeği dUşilndüm. Hava bozuk. yollar karlı ve t ızlu, tehlikeli bir yolculuk olacak. Bana bir hal olabilir! Neden arkadaşlarımı sürüklemiş olayım? Kararsızıın .. Refet Beğ'e kıyamıyorum. Götürmescm belki kırılacak!.

işte bu kararsızlı k içinde kırık aynayı bir beze sararak, torpido gözüne koydum. Allah'ın yllceliğine sığınarak yola çıktık.

Ne hazin bir tesadüftür ki. aynanın kınldığı anda ATS IZ Hoca 'ya da kalp krizi gelmiş!!

On glin önce Ankara'ya dönerken Hoca'ya uğraınıştıın. Yanımda çocuklar da vardı. Onları arabanı n içinde bırakarak, Rahmetli'nin bulunduğu daireye çıktıın. Zili çaldıın. Kapıyı kendisi açtı. Karşısında beni görünce sevindi:

"Buyur, içeri gir'' dedi. "Girmeyeyim, Ankara'ya gidiyoruz; çocuklar arabadalar, size vedaya geldim" dedim. Birden itiraz etti: "l layır.sizi ben yolcu edeceğim" dedi. Yeni elbiselerini giyinmiş olarak geldi. Çocuklar O'nu görünce hemen arabadan indiler. Rahmetli, hepimizle ayrı ayrı vedalaştı. Torunum Selenge'yi kucağına alıp okşadı, sevdi. Benim boynuma sarılıp, yanaktarırndan öptli. İlk defa boynuma sarıl ıp öpüyordu. Hiç adeti değildi! Gayet sıhhatli ve neşeli görünüyordu. Aklıma bir şey gelmedi. Meğer bu hazin vedalaşma, ebedi yolculuğa bir işaretmiş ... Bunu birkaç ay önce yazdığı, "Sona Doğru" isimli şiiriyle de bize bildiriyordu.

xx xx Akşamı n saat altısında Bostancı'ya geldik. Hoca'nın evinin elli metre yakınından

geçerken herşeyden habersiz, aramızda konuşuyoruz. "Yarın Hoca'yı hep birlikte ziyaret ederiz. Şimdi rahatsız etmeyelim" dedik ve birbirimizden ayrı ldık.

Ertesi günü saat 14.30'da Refet Beğ öğrenmiş Hoca'nın ağır hasta olduğunu: bildirince hemen aynayı hatırladım ve ürperdim. Gelen hastalık haberiyle kırılan ayna arasında bir yakınlık kurmağa çalışıyordum.

Yarım saat içinde Sultanahmet'ten, Bestancı'ya vardık. Saat 1 S.OO'de ATS IZ Hoca'nın evine geldik. Kapıyı Kılımıran açtı. Kaniye postahaneye gitmiş. Hoca'nın durumunun ağır olduğunu, Buğra'dan mektup beklediğini öğrendik. Doktor,Hoca'ya konuşmayı menetmiş .. Biz bu yasağı duymamış görünerek, Refet Beğ'le odasına girdik. Hoca bitkin bir halde yatıyordu. Geçmiş olsun diyerek. bir iskemieye ilişir gibi oturduk. Bizi görünce gülümsedi. Teşekkür etti. ilk sözü:

"Çok sancım var, tahammül edemiyorum," dedi. Alçak sesle devam etti:

J2 REFET KÖR0KLf' - CENGiZ \.\\',\�

"Doktor Koroner yetmezliği diyor. keşke enfarkti.ls olsa·· dedi .. Mektubunu alıp alınadığımı sordu, "Aldım." dedim.

Bir gün önce gelen doktor, kalp ınütehassısıymış: saat l 6.00'da yine gelecek­miş .. Oksijen verilmesini söylemiş ve gitmiş.

Talebesi Mak. Mi.ih. Adnan Besen Be�, bir yerden oksijen verme cihazı bulmuş, getirmiş. Nasıl takılacağını Reşide Yenge biliyor, onu bekliyoruz. Bu arada Hoca'ya yaklaşarak sordum:

"Bu krizin gelmesine sebep ne, üzücü bir şey mi oldu?'' Elini manalı ve sert bir şekilde sallayarak:

"Muzaffer; kaç tane. neler neler!., Pazartesi gi.inü bir ahbabına gitmiş. Orada birisiyle seı1 bir mlinakaşaya tutuş­

muş. ona çok sinirlenıniş .. Üzülmüş de .. . . Bu sırada Kaniye, elinde bir sürü mektupla postahaneden geldi. Hoca: ''Buğ­

ra'dan, mektup var mı?" diye sordu. "Yok'' cevabını alınca çok üzüldil. Başını duva­ra çevirdi.

Bir ay önce Buğra'ya mektup yazmış: doktorun kanserden şüphelendi�ini. parça alındığını ve neticenin birkaç güne kadar belli olacağını bildirmiş. Buğra iki gün sonra istanbul'a geldiğinde, mektubu alıp almadığını sordum. "Almadım" dedi.

Halbuki onbeş gün sonra Feli TEVETOGLU'nu Ankara'da dinlerken. kanser ih­timaline dair haberi Münih'te, ATSIZ'ın Buğra'ya yazdığı mektuptan öğrendiğini ve Hoca'ya hemen bir teselli mektubu yazdığını öğrenmiştim. Yazık, Buğra'dan bekle­diği ilgi, son saatlerinde de yoktu ...

* * *

Reşide Yenge geldi. Hoca'ya oksijen veriyor. Ayrıca sancısını dindirınek için Panalj in verilmiş. bir iğneci hanım aranıyor .. Hanımın da enjektörü komşuda kal­mış .. O da evinde bulunamıyor .. Hemen eczahaneden bir enjektör aldım. iğne ya­pıldı. Retet Beğ ve ben, Reşide Yeııge ile birlikte, Hoca'yı hastahaneye göti.irıneyi dlişünüyoruz. Doktor, hastanın radyografısini almaya saat 1 6.00'da gelecek. Hastahaneye götürürken ya yolda ağır bir kriz gelirse ne yaparız? En iyisinin dokto­nı beklemek olduğuna karar veriyoruz. Aksilikterin sonu gelmiyor; bu sefer de doktorun gelmesi gecikti. Rahmetli, doktorun gecikmesine sinirfenerele "Lauballlik" dedi. Doktor saat beşe dogru geldi. Aletiııi hazırlıyarak hastaya bağladı. Ve çalıştır­nıağa başladı. Hayret! Aletin 40 cm lik bandı kalmış, o da onbeş saniye içinde biti­verdi. Doktor çantasında, ceplerinde bant arıyor, bulamıyor. Yok! Ben acele ediyo­rum. "Eczahaneden şimdi alıp, gelirim" dedim. ·'Bulamazsın .. " dedi. Doktor bant almak için evine gitti. Çaresizlik içinde bekleşiyoruz. Hoca sinirli, doktorun bu tedbirsizliğine kızarak, "Böyle doktorluk olur mu?" diye söyleniyor. Kalbi takviye için bir iğne, bir kaşe verilebilir mi bilmiyoruz.

Avrupa'da enfarktüsten ölen yokmuş. Çok tesirli haplar varmış. Bizim doktorlar uyuyor mu? Yoksa .. yoksa bu işte bir ihanet mi var?! diye aklıma bir soru takılıyor.. Hoca yattığı yerden, "Memleketin mukadderatı işte bu gibilerin elinde" dedi. yüzü­me baktı. Doktor yine gecikti. Nihayet 1 7.30'da geldi. bandı taktı, birkaç dakikada yeterli kayıtları aldı. Bandı tetkik etti. Hoca'ya dönüp sordu:

"Çarpıntı fazla. ne zamandanberi devam ediyor?" Hoca'nın cevabı: "Dlln öğlen­den beri". Doktor tansiyonunu ölçtü.

"Dünkü tansiyonunuz kaçtı?" diye sordu. Hoca'nın cevabı: "Dün sabah 16 idi. öğleden sonra 15" Bu sefer Hoca doktora sordu:

TfıRKÇÜLERiN KALEMiNOEN ATSIZ 13

"Şimdi kaç?" Doktor, "DOKUZ" sonra ''ON" dedi. Hoca gür bir sesle, "ENFARKTÜS!, dedi.

Doktor, her ani tansiyon düşmesinin enfarktiise delalet etmiyeceği karşı lığını verdi. Hoca yanılmadığını ifade ediyor, gtilümsüyor, doktora bir şeyler demek ister gibi bakıyordu.

Bu sırada talebesi, Mak. Yük. Müh. Adnan Besen geldi. Başucunda Adnan Beğ'i görünce, "Adnan hoş geldin, dedi. Yüzü yorgun bir hal alıyordu. Doktor hole doğru yürüdti. Biz de arkasından çıktık. Bandı inceleyen doktordan bir ümit ışığı veya bizi sevindirecek bir işaret bekliyoruz. Birden Kaniye'nin çığlığı: "Babam .. Babam te­nalaştı". Hemen koştuk. Hoca baygın! Doktor sun'! tenefftis yaptırıyor, bir yandan da oksijen verilmeye çalışılıyordu. Qoktor nabzına bakarak, «Çok zayıf," dedi. ·'ü­mit var mı?" Sonım cevapsız kaldı. Holden hıçkırık sesleri geliyordu. Reşide Yenge, Kaniye boğulurcasına ağlıyorlardı. Kendilerini teselli etmeğe çalışıyorduın. "Atsız Hoca sakinleşti, ağlamayın" diyordum. Yine Hoca'nın yanına döndüm. Sun'! tenef­füs deveın ediyordu.Refet Beğ'le birlikte doktorun gözünün içine bakıyoruz. Bir şeyler yapmasını bekliyoruz. Fakat nafile ... Bir ara doktor, Atsız'ın gözkapaklarını kaldırıp baktı: "Göz bebeği büyüyor." Ümit yok demek istiyordu. Tam bu sırada Rahmetli Hoca, üç defa derin derin nefes aldı VE HAYATA EBEDiYEN VEDA etti.

Kendimi turamayarak ağlamağa başladım. Salona geçip, bir koltuğa yığılır gibi kendimi bıraktım. Gözlerimden sessiz yaşlar dökülüyor,hıçkıra hıçkıra ağlıyorduın. Tekrar Hoca'nın yanına döndüm. Başını avuçlarıının içine aldım. Bir tülbentle çene­sini bağlamağa çalışan Refet Beğ'e yardım ediyordum. Doktor, Hoca'nın gözlerini kapadı. Körüklü ile birlikte Hoca'nın başucunda, bildiğimiz ayetleri okuyoruz. KOCA ATS IZ T ANRISl'NA KAVUŞTU, diye düşünüyorum. 1975, ON BİR ARALJK PERŞEMBE, SAAT; 18.10.

Acı haberi arkadaşlara duyurmak için salona döndüm. Reşide Yenge buna itiraz etti: "Olmaz!" dedi. "Vasiyeti var, bana söyledi. Kimseye haber verilmeyecek. Mu­zaffer'e, Refet'e ve Zeki'ye haber verıneyin diye tasrih etti." Reşide Yenge'ye, -BİRKAÇ KiŞiYLE BENi KALDIRTIRSIN- demiş ... Biz bunu dinlemedik. Ve Refet Beğ'le karar verdik: "Bütün günahlar bizim olsun, biz bu vasiyeti yerine ge­tirmeyeceğiz." dedik.

Telefonun başına geçtim. ATSlZ Hoca'nın dostlarının telefon numaralarını ö­ntime koydum. Başladım numaraları çevirmeğe ...

Kara haberi duyanlar tafsilat istiyorlardı. Hemen telefonu kapatıyordum. Bende takat yok! İçim kan ağlıyor .. Yarım saat içinde haberi duymayan kalmamıştı. Herkes duymuştu ..

1 3 Aralık Cumartesi gi.ini.i, Kurban Bayramı'nın i lk günü, çok sevdiğimiz ATSIZ Hoca'yı Karacaahmet'deki yerine; kardeşi, kendi tabiriyle Ülkü Arkadaşı Sançar'ın

·yanına bıraktık.

HOCAM RAHAT UYU, MEKANIN CENNET OLSUN! ...

uMaziyi unutsak bile, mazi bizim kökümüzdiir;

Bize en tatlı gülen yüz, mazinin yüziidür.

TRENLE YAPTIGI BİR SEVAHATİN BAŞLANGICJ

TÜRK MİLLİYETÇ[LERİ ASKERi MAHKEME HUZURUNDA ÖNDE: NURi KARADAGLr VE EŞi, PROF. ZEKİ YELiDi TOGAN,

İSMET TÜMTÜRK, NURULLAH BARIMAN, CİHAT SAVAŞER, ATSIZ VE MUZAFFER ERİŞ.

TÜıtKÇÜLERiN KALEMiNDEN ATSIZ I S

ATSIZ - SANÇAR KARDEŞLERİ ANARKEN

Muzaffer ERİŞ

ATSIZ ve SANÇAR, TÜRKÇÜLÜK'te en ön sırada iki savaşçı,iki eşsiz kahra­man. Yılmak ve yorulmak bilmeyen bu iki mücahit savaşçı kardeş, yuıt çapında yarattıkları TÜRKÇÜLÜK cereyanının önderiydiler. Daha açık şekilde söylemek gerekirse, z. GÖKALP'le yönünü bulan bu ülkü, ATSIZ ve SANÇAR kardeşlerin elinde ateşlenen, dalga dalga büyüyen ve yurdu kaplayan bir bayrak oldu. Destanlu­şan bu kardeşler, Türkçiiler'in DEDE KORKUD'u idiler sanki .. Bütün zorluklar, bütün engeller onların iradeleri önünde eriyip, yok olurdu. Biz de sıkıntılı ve karan­lık günlerimizin tesellisini, onların uyarıcı sohbetlerinde bulurduk. Her konuda ko­nuşur, genç Türkçüler'in dertlerine oıtak olurlardı. Yol gösterir, ışık tutariardı ka­ranlık günleriınize . . Her sohbet sonundaki ayrılışımızda kendimizi bir tliy kadar hafiflemiş, bir Bozkurt gibi cesur ve kararlı bulurduk. Son yıl larında, "iKiNCi ve ÜÇÜNCÜ SIRADAKiLER DAHA iLERiDEKi YERLERiNi ALSlNLAR" diye çağrıda bulunurlardı.

ATSIZ'ı, SANÇAR'ı kaybedişimizin üzerinden iki yıl geçti. Henüz fikir sava­şında gerideki sıralardan ön sıraya geçen olmadı. ATSIZ Hoca'nın ruhu Tanrıdağı 'nda, tani dünyanın nimetlerini bir kenara iterek ön sıraya atılacak Türk­çü ler' i bekliyor olmalı.. ATSIZ'ı sevmek, Türkçüli.iğe inanmak demek, onu örnek alıp savaşmak demektir.

Ttirkçülük savaşında iki eşsiz "Yiğit"imizi Ulu Tanrı'ya verdik. Hoca'nın deği­miyle "BİR MUHAREBE KAYBETTiK, AMA SAVAŞI KAYBETMEDİK!'' Bu savaş ebediyete kadar sürecektir.

ATSIZ'Ia, Sançar'la dostluğumuz, otuzbeş yıl sürdü. Yaşasalardı daha da artard ı . Tek teselliın; TÜRKÇÜLER'den sağ kalanlar mücadeleye devanı edecektir. Türkçü düşünceyi yurt alanına yayan, Türk'ün inancına uygun fikirlerle politikaya ağırlığını koyan bugünkü lider de 944 Ti.irkçüleri'nden biridir.

Hoca'yı 1939 yılından beri tanırım. Kendisiyle 1942'de karşılaştığıını biliyorum. A­ma hangi ayda, hangi günde hatırlayamıyorunı. Rahmetliyle, Ord. Prof Dr. Zeki Velidi TOGAN'ın evinde bir tesadüf eseri karşılaştık. Hatta orada bulunanlarla birlikte resmi­miz de çekilmişti. Ne gariptir ki, sonradan bu resimde bulunanları 944 Turancılar dava­sında, gizli toplantı yapmak ve hükümeti devirmek için gizli cemiyet kurnıakla suçladı­lar.

Turancılar davası sırasında; gerek duruşmalarda, gerekse Emniyet Müdürlüğü hücrelerinde ve Tophane'deki Askeri Tevkifevi'ndeki "TURANCILAR KOGUŞU" nda geçen günlerimin hatırası, benim en değerli anılarımdır. O günler, Türkçülük hareketlerinin fiilen başladığı devredir. ÜÇ MAYIS 1944, TürkçUllik savaşının baş­langıç tarihidir. Türk Gençliği o gün, inandığı TÜRK MİLLİYETÇiLiGi SAV AŞI'nı başlatnııştı.

Son elli yılda ATSIZ'ın Türk Milliyetçiliği'ne etkisi büyüktür. Sayın Sait Bil­giç'in dediği gibi: "Bu gün, ben Türk Milliyetçisi'yinı diyen bir kimsenin fikir baba-

Uı REFET KÖRÜKI.fı - C'ENGiZ YA \'AN

sı ATSIZ'dır." ATSIZ yazılarında daima. hayalindeki Türklüğü kurtaracak lidere hitab ettiğini söylerdi. Bir zamanlar Ord. Prof. Dr. Zeki Yelidi Togan'ın yüzüne tüküren. Prof. Dr. Hikmet TANYU'yu silahla tehdit edenleri. sonradan senelerce Danıştay Üyesi olarak gördük. Mahkeme Başkanı Osman Cevdet Erkut'un. CHP Milletvekili seçildiğine şahit olduk. Aynı davanın savcısı ordudan kovuldu. Üç Ma­yıs nümayişine sebep olan Sabahattin ALİ, Bulgaristan'a kaçarken, milletini seven bir 13aşgedikli tarafından (Ali ERTEKlN) Bulgar hududunda gcbertildi. Ne yazık ki Ali ERTEKlN, Türk Hakimini şehit eden katil Yılmaz GÜNEY kadar ilgi çekmedi. Yıl larca zindanda çile doldurdu.

ATSJZ, elli yıl Türkçlilüğün-Türk Milliyetçiliği'nin- gelişmesi için bütün gücüyle yılmadan, yorulmadan çalışmış ve hiçbir taviz tanımadan, her ti.lrlü nıenfaat ve mevki hırsından uzak yaşamıştır. Türk!Uğün savunmasını yapmış, eşsiz karaktere sahip bir fikir, ülkü ve mücadele adamı idi. TOrkçülük mücadelesinde gözünil budaktan esirgemeyen örnek bir Tlirkçü idi. MHP'nin gelişmesinde ATSIZ'ın etkisi bliyük olmuştur. Bugün Ülkücü gençlerin inançlarının saglam temele oturması, Türklük için yaşamak. onun için canını vermek düşüncesi ATSIZ'dıın gelir. Fikir yapısı güçlü Ülkücü gençleri dinledi­ğimde, ATSIZ'ı dinler gibi olur, bUyük haz duyarım. ATSIZ' ın fikirleri TOrklük var oldukça yaşayacaktır. ATSIZ, Türk'Un malı olan her şeyi sever ve ona saygı duyardı. Türkler' in Islamiyerten önceki dinleri olan ŞAMANiZM'in kötı.llenmesini isternezdi. Bir zamanlar izmir'de Şaınanlıklarını ilan eden bir grup gencin Hoca'yı ziyaretlerinde, ATSIZ bu gençlere kıznııştı. "Türl<çü düşünce bir gün iktidara hakim olsa bile, Türider'in dini yine İslam l<alacaktır!"demişti. ATSIZ, Türklliğe olduğu kadar islam Dini'ne de saygılıydı. Türk'ün, Türkli.iğün yücelmesi, güçlenmesi ve mutlu olması esastı. Onun için Türkler MÜSLÜMAN kalmalıydı.

Said-i Nursi'ye bu yüzden kızardı. "imam-ı Gazali gibi bir dahi tarafından dü­zenlenmiş KUR'AN-i KERiM'in tefsiri varken. cahil Said-i Nursi'nin sözü mü olur?" derdi. ERGENEKONDAN ÇlKlŞ tablosunun hazırlanmasında Hoca'nın emeği büyüktür. Hakiki "Türk Tipi"nin çizilmesi için titizlik göstermiş, giyim ve kuşamını ressama ATSIZ Hoca anlatmıştır.

Ayrıca Mülkiyet hakkına da saygılıydı. Bu müessesenin korunması için elinden geleni yapmaktan çekinmezdi. MUikiyet Hakkı'nın Türklcr'i mutlu edeceğini söy­lerdi. TUrkçülüğün iktisadi görüşünUn Karma Ekonomi olduğunu anlatır, ''Türkler hiçbir zaman Sosyalist olamaz" derdi. Türk'ün ahlaki anlayışının, islamiyeti kabul etmeden önceki devirlerde de çok yi.iksek olduğunu her fırsatta belirtirdi.

"Bazı kadın ruhlu erkekler. cemiyet ve devlet otoritesinin zayıfladığı devirlerde kadın gibi giyinip, tavırlar takınırlar" derdi. "Erkeğin kadınlaşmasına, kadının da dişilik vasfını kaybederek erkekleşmesinc, Türkçü iktidarlar asla fırsat vermezler" derdi. Kısacası, "Erkek erkekli�ini, l<adın kadınlığını muhafaza etmelidir'" sözü­nü sık sık tekrarlardı.

Bu konuşmalar her seferinde uzayıp giderdi. Böylece, ileride devlet hizmetine girecek Türkçi.i ve Mill iyetçi iktidariara uyarıcı açıklamalarda bulunurdu.

iki sene öncesine kadar, ATSIZ-SANÇAR ikilisinin olgun ve uyarıcı konuşmala­rından, renkli nüktelerinden defalarca faydalandık. Bu gün eserleri, yazıları bize rehber oluyor, onlarla avunuyoruz. Nur içinde yatsınlar, rnekanları cennet olsun.

Şinu/i gönül saym/tr Kağmwulan ayrtdtr, Çin/i Katun eğridir, Parçalw11r yürek/er!

ATSIZ ..

TÜRKÇÜLERIN KALEi\liNDf.N ATSI7. 17

SELAM SANA KOCA ATSIZ

İu.et YOLALAN

Ötüken ailesi. 1 975 yılında iki büyük ve seçkin insanını kaybetti: Hocam Nejdet SANÇAR ve Nihiil ATSIZ.

Z. Gökalp'ten sonra gelen en büyük ve en güçlü Tlirkçü Nihai ATS IZ. 1975 yılı­nın 1 1 Aralığı'nda aramızdan ebediyen ayrıldı. O'nu aynı ayın 1 3 ' linde, Cumaı1esi glinli; gözümUz yaşlı, gönli.imüz yaslı Karacaahmet Mezarlığı'na uğurladık.

Ondan ayrı olarak geçirdiğimiz yıl. bize çok acı geldi. Artık bundan sonra biz ne ·'Dünya·· id;ıre edebilecektik. ne de "Devlet'' kurabilecektik. O'nunla birlikte "Dün­ya"nıız da. "Devlet"imiz de yıkılmıştı .. Bir anda hepsi ıııazi ve hepsi ımısal olmuştu. Nür içinde yatsın, çok şakacı ve çok nüktedan bir insandı. Ne zaman. ııe vakit:

-Nasılsın? diye soracak olsam. hemen son derece neşeli haliyle. -"Dünyayı idare ediyoruz" yahut" Devlet' i idare ediyoruz'' diye cevap verirdi. Eğer yeni bir hükumet hazırlıkları yapılmakta ise nüktenin, şakanm sonu gel­

ınezdi. işte bu sıralarda telefonun zili sık sık çalard ı: -Aman .. derdi. Sakın telefonun başından ayrılma. belli olmaz bakarsın bize de bir

bakanlık verirler .. Sanki bizden iyisini mi bulacaklar? Biz böyle liitife yollu aramızda konuşurken hükumet kurulur: -Tuh bee, yazık! Bize yine bir şey yok, desene bu sefer de kaçırdık. Bir Bakan

olamadık. Ama daha ümidini kesme, bir Umum Müdürlüğü'ne ne dersin? O da ol­mazsa bir şube müdürlliğü de mi vermezler? Yahu izzeı. biz odacıl ığa da razıyız. Ha, ne dersin? Şu biz yok ımı biz . . .

Bu konuşmalar sırasında. ben kendimi tutaınaz,yavaşça gülerdim. Rahmetli he-men duyardı. Sesi değişir:

-Yoksa, sana Bakanl ık verdiler de benden mi saklıyorsun? Kendimi tutaınaz. gLilmeğe başiardı m. Bu sefer de, -Yahu sen ne biçim adamsın? Zaten seninle de ciddi konuşulnıaz ki .. l l ep güler­

sin. Sonunda dayanamaz. kendi de gülrneğe başlardı. O hayranı olduğum kahkahala­

rmı salıverirdi. işte o anda hemen sesimi, soluğunıu keser.hala kulaklarıında çınla­yan kahkahalarmı dakikalarca dinlerdim .. dinlerdiın. Sanki kendimden geçerdinı. Hemen telefonun öbür ucundan telaşi ı telaşlı sesleııirdi:

-Aio!. lzzeı, sesin çık nı ıyor. uyudu n mu? -Hiç .. hiç uyur muyum. seni, sesini .. gülüşünü dinliyorum. -Sağol! -Asıl sen sağol. sen var ol. Tanrım bu güli.işünü hiçbir zaman kesınesııı. -Senin de! -Bana bakma sen. Benim varlığımla seninki bir değil. Bu ülkeye. bu millete sen

benden daha çok lazımsın. -Iyi ama. senin çocukların var. -Senin de var.

18 REFET KÖRÜKLft - CF:NGiZ YA VAN

., ...... . ...... ****

Bir gün yine telefon uzun uzun çaldı. Eşim açtı. Kısa bir konuşmadan sonra ahi-zeyi bana uzatırken, yavaşça: "Nihai Beğ'' dedi.

-Selamlin Aleyküm. -Aleyküm Selanı ya Seydi. Keyfe halek'! -Tayyib. -Ene keza. Arapça bitti. Bizim Arapçamız da bu kadar. Gelelim Türkçe'ye. Eee

daha daha ııa5ılsın? Geçen sene ölen Koca Öküz'den ne haber? -Haberin yok mu? -Hayır yok. Ne olmuş, yoksa dirilmiş mi yine? Birdenbire hatırlamış gibi: -Haa, sahi derdi. Az daha unutuyordum. Onu geçen gün Malatya'da görmüşler ...

Dur yahu be. ben ne diyecektim? Gördün mti bak. karıştı kafaın. Hep senin yüzün­den ... Ha, tamam hatırladım. Bak dinle:

-Evet dinliyorum. -Hani bir zamanlar sen bir şeyler söylemiştin ya? Hatıriadın mı? -Şu anda hatırlıyamadını. Ne söylemiştim? -Hoppala! !. Yahu sen de her şeyi unutur oldun. Hani şu ilaçlar, var ya? -Evet var. Ne olmuş ilaçlara? -Canım pencerenin önüne koy. diyen sen değil misin? -Evet .. evet. Şimdi hatırladım. Bundan bir müddet önce idi. Hatta birkaç yıl önce idi. Koca ATSIZ'ım henüz

Bestancı'ya taşınmamıştı. Otuz yıl ömrünü verdiği Maltepe'deki evinde oturuyordu. Her zaman olduğu gibi, karşılıklı oıurmuş çene çalıyor, bir yandan da çay içiyoruz. O'nun değimiyle "Devleti idare ediyoruz". Bir ara, gözi.im kitap dolabınııı önündeki ilaçlara takıldı. Baktığıını görünce benim bir şey söylememe fırsat vermeden eliyle ilaçları işaret ederek, üzüntilili bir ifadeyle konuşmağa başladı:

-Ya. dedi. Ne kadar fazla değil mi? Ve devam etti: -Şu baştakilerden ikisi uyku için. Bazı geceler uykum kaçıyor. O zaman ikişer i-

kişer alıyorum. Çok değil mi? -Hem de pek çok! -Bazen az bile geliyor. Daha da çok aldığım oluyor. Uyuyamazsan ne yaparsııı.

Şu öndeki kutulardakini de çarpıııtı başlayınca yutuyorum. Şu uçtakiler de akıl için. yerulunca alıyorum. Bunların bir kısmı da yukarıda. Görüyorsun ya. senin anlıyacağın ilaçla yaşıyorum. Eğer bu da yaşamaksa! Gecen gece çarpınıı tuttu.

Cebindcn çıkardığı bir tüpü göstererek: -Hemen bundan yuıtum. -Böyle zamanlarda bana telefon edi ver. -Oooo .. sen gelinceye kadaar .. Sohbetimizin konusu hastalıga dökUlUnce odanın havası birden değişti. içtiğimiz

çayııı da lezzeti kayboldu. O da kederlenmişti. Sevimli yüzü pembeliğini kaybetmiş. gözleri donuklaşmıştı. Biraz önceki hali kalmamıştı. Şakacı, nükteli ve hayat dolu Koca ATSIZ bir anda değişnıişti sanki. Çaylarımız buz gibi olmuştu. Tadı da kay­bolmuştu. Halbuki çoğu zaman. içtiğimiz çayın ölçüsünü unururduk. Ben perhizi filan unutur. demliğin dibini buluncaya kadar yudumlardık. Bulunduğumuz yerin havası iyice ağırlaşnııştı. Bu kasvetli havayı dağıtmak düşüncesiyle bir şeyler yap­mak istiyordum. Birden aklıma bir şey geldi:

-0 halde beni dinle: dedim. Şu dolabın öniine asker gibi diziimiş ilaçlar var ya?

TÜRI..:ÇÜLERiN K\LE:\Ii 'OE� :\TSIZ 19

Sevgili ATSIZ'ınıın o andaki halini hiç unutınam. Gözlerini kırpmadan, merakla beni dinliyordu: ben devam ettim:

-işte onların hepsini toplayıp. Azrail'in görebileceği bir yere koymalı. Mesela: Bence şu pencerenin önü hiç de fena değil. Eğer ilaçlar oraya dizilirse. Azrail denen o uğursuz Öliim Meleği bunları elbet görür. görünce de içeri girenıe7. Sen de bu sayede odanda rahatça oturur. keyfine bakarsın. Eğer Azrail bu oyunumu:w yutarsa. ölümden kurtuldun demektir.

O'nun bir şey söylemesine meydan vermeden konuşımıını noktaladım: -Nasıl. beğendin mi bu aklı? Bir de baktım gülünısliyordu. Yüzünü karartan bulutlar da tamamıyla kaybol­

muştu. O neşeli. şen ve hayat dolu ATSIZ'ı yeniden kazanmıştını. Ben de çok se­vinçli idim. Bu şekildeki konuşmam onu son dereec memnun etmişti. Hala gülüyor­du. Güldükçe de yanaklarındaki pembelikler artıyordu. Bir yandan da konuşıııağa çalışıyordu:

-Hay A Ilah. nereden de aklına geldi') Niçin bunu bana daha önceden söyleme­din? Sen ''Konıiksel bir şahsiyetsiıı''. Dur, bira7. sonra bu işe cl atarıııı. sen hiç ıasa etme. Halfı gülnıesi devam ediyordu. Sözlerimi hatırladıkça yeniden güliiyordu. O kadar ki, gözünden akan yaşları tutamıyordu.

Artık ondan sonra ne zaman hatırını soracak olsam, hemen gülmeğe başlar. -iyiyirn. iyiyim derdi. Merak etme, dediklerini yapıyorum. Ve arkasından ilave etti: -i lah i i zzet, sen ne ko mik adamsın .. Sözlerini hatırladıkça gll lüyonını. Nereden

de gelir aklına bunlar? .. :::**

Son dakikalarında başında bulunamadını. ne yazık! Buna çok li.t.glinlim ... Her şeyden habersiz bayram tebriği göndermeğe hazırlanıyordum. Yolladım da ... Acaba o sırada başucunda bulunabilseydiın bana ne derdi? ..

-"Sornıa izzet. söylediklerini hiç aksatmadan yapıyordum. Hiç ihmal etmiyor­dunı. Ama bir ara ne oldu. nasıl oldu. ben de anlayamadım. Birelen bina sallanır gibi oldu. Kapılar, pencereler yerlerinden oynadı. Camlar kırıldı. şişeler ve bütün ilaç kutuları yerlere devrildi. Gök giirlemesine benzer korkunç sesler duyuyordum: "VADE TAMAM!!.diyordu .. ıııu derdi?

Yoksa boynunu bükerek. sakin ve mazlum bir teslimiyet içinde: --··üzülme! Ne yapalım. TANRI'nın ·'GEL'' BUYRUGU!! .. ''mu, derdi? ... Hayatı boyunca bütün mücadeleleri, çelik gibi sağlam ve sert iradesiyle göğüsle­

yen KOCA ATSIZ, Aznıirc ycnildi! ... Ne denir! Emr-i ilahi! Hey gidi Koca ATSIZ. Bir ömür boyu sana koca .. koca ... dedim; kocamadın, ko­

catamadıın ve kocamadan da uçup gittin. Öleceı.. insan değildin, ama ... O'nu iki şey yıktı: YALNlZLlK ve KARDEŞ ÖLÜMÜ!

Evet, evli ve iki çocuk babasıydı ... Fakat yine yalnızdı. Çok sevdiği kardeşi ve mücadele arkadaşı, l locanı Nejder SANÇAR 'ın ani ve

vakitsiz ölümüne dayanamadı. "EN i Y i SA V AŞAN TÜMENiNi KAYBETTi'' ve yıkıldı.

iki kardeş. birbirlerini tamamlayan iki dev şahsiyet! i. Bizler. ATSIZ-SANÇAR ikilisinin kurduğu ··ckol"den yetiştik. Orada eğitildik.

orada öğütüldiik ve bir pota içinde eritildik. Ve bir ruh olup yurt sathına yayıldık. Bu gün hepimizele onlardan miras kalan pek çol-. şey vardır. Ama. hepimizi toplasalar bir ATSIZ olabilir miyiz? Oilnıiyonını. Her halde bunun cevabıııı vermek bize düş-

20 REFET I<Üiti''ı<Lf"- C'E�GiZ YA Y.\N

mez. Bırakalım tarihe ... Yalnız bir sayiasma ömrümi.i vakfettiğim büyilk ve mukaci­des TÜRK TARIHI versin. Bu büyük iki insan Türklük için yaşadılar. onun için savaştılar ve onun yolunda can verdiler. Büyük ve muazzam Türklük dllnyası onlar­dan daha pek çok şeyler bekliyordu. NOr içinde yatsınlar. Yeriniz Cennet olsun aziz şehitler! Ülkünüz, ,i.ilkllmüzdür. Bıraktığınız yerden devam edecek ve kıyaınete kadar sürecektir.

* * *

Bugün davanın siyasi yönü, kalleşçe reva görülen bUtUn saldırı. görünür ve gö­rünmez baskılara rağmen, TÜRKES tarafından büyük bir cesaret ve elirayetle yürü­tülmektedir. O'nunla birlikte TürkçüiUk mücadelesine baş koyanların ve onu yürüt­rneğe kararlı olanların Tanrı yardımcısı olsun.

TENGRi TÜRK'Ü ABURATUGA Y

Atsız, ülküdaşlarının yeni doğan çocuklarıyla yakından ilgilenirdi. Onların adla­rını deftere kaydederdi. Böylece her ailenin çocuklarının adları ve doğdukları tarih Atsız'ın defterinde toplanırdı. İleride bu çocuklar da büyüyüp evlendiklcri zaman, onların da çocukları deftere yazılırdı. Yeni doğan çocuklara ad takına işi de Arsız'ın ilgisini çekerdi. Çocuklarına hangi adı vereceklerini soranlara daima öz Türkçe ad koymalarını tavsiye ederdi. Atsız, isteyen her ülküdaşa ad listeleri vermiştir. Bu konuda zahmetten hiç kaçınmazdı.

Atsız'ın verdiği listelerden ikisini aşağıda basıyoruz:

Azizim J7aik Beğ, rFaik Ersavaş'a yazılmıştır.] Erkek isimleri Bozkurt'ta hazır. Buradakilerden, yanında (x) işareti olanlar erkek

adı olarak da kullanılır. Selamlar. Tanrı Türkü Korusun.

Türkçe Kız Adları

Ay x Ayçiçek Aydoğdu x Aydın X Aykut (ay+kut) x Ayyaruk (ay+yaruk) Yaruk ışık demektir. ikisi Birden mehtap anlamına gelir Ayzıt (güzellik ve namus mabudesi) Alageyik Alınıla Arslan x Altın Bozkurt x Bu rlu Başak Böri.i x Buğday x

Bilge x Bige (hanım) Çiçek Çolpan (bir yıldız) Deniz x Esen (sağlam) x Esin (rüzgar) Erdem (fazilet) x Erden (iri inci) Gönül Gün x Güneş Gökçe (güzel) Gökçen (güzel) Gündoğdu x Günyaruk Güler Gümüş x

ATS IZ

TÜRKÇÜLERiN KALEMiNDEN ATSIZ

Knıun (imparatoriçe) Kutlu x Konçuy x ( Prenses ) Karaca x Pars x Sı rm rı Sevgi Sevinç x Sevim Sevindik Suna (güzel bir kuş) Selçik (çığ) x Se lee n Işık lşıl

Iş ıl ay Tanrıvermiş x Turuncan Terken (kraliçe) Tolun (ayın on beşi) x Tolunay inci Yaprak Yrırkın (şimşek) Yıldız Ülker (bir yıldız) Ülkü Umay (şefkat nıabudesi)

(Bu da başka bir ülküdaşa verdiği liste) TÜRK ADLARI

Ay Akgül Erdem Ayçiçek Bozkurt Erden Aydoj;du Bul'la Elde m Aydın Başak Ezgeııe Aykut Börü Eçine Gürçur Ayyaruk Buğday Buğra Ayzıt Bilge Erdeııer Alrıgeyik B i ge Erdoğan Alınıla Bumin Evin Arslan Al ka Erol Altın Baz Kağan Engin Akçakoca Bağa Tarkan Gönül Ayhanını Boy la Gün Arık Buka B uluç Güneş Ayseli Baransel Gök çe Ats ız Bulut Gökçen Alp Çiçek Gündoğdu Atilla Çolpaıı Gi.inyaruk Ak Ata Deniz Güler Ak Timur Çulukağan Gümüş Aldemir Çengşi Gürçay Ay kurt Çalkara Gündeş Akbay Ce n im Günay Atasü Çel ik Göktuğ Aktan Demir Gür Türk Al pay Demir Alp Gök Alp Akbulak Dilek Gülpınar Akbuka Dil Günerdi Akbudak Esen Gökbudak Ayhan Esin Ge gen

Giik Budak Batur Bağrı Alp B uluç Gök Günsel i Gülseli Gülkonçu Gülgün Gi.ilay Gülden Güldenur Gürbi.iz Çul u k Cenkşi Kat un Kutlu Konçuy Karaca Kutalınış Kıraç Ata Kadır Bağa Kağaıı Kızıl Klirşad Kutluk Şad Ku tas Kuday Karaaslan Kuıluk Teğiıı

ı ı

22 RE FET KÖRfıKLfl - CENGiZ YA VAN

Ku nı Selcan Yıldız Özeii i Kı tay Sıryabgu Ülker O gün Kara Budağ 1$ık Ülkü Yanıtar Kunı Sengün Iş ı l Unıay Buka Batur Kara Buka !şılay Orhan Han Türe Kara Pars İnci Urungu Orhun Ersegün İlteriş Uımırbey Özalp Kür Şad Tanrıvermiş Otsukarcı Özkan Kara Budak Turuncan Yumru Okan Kırdar Te rken Ör pe n Yavuz Kaya Tulun Sırbateğin Temurhan Kılıç Tolunay Sengün Levent Kurdoğlu Timur Oğuz Özden Kutsan Timurtaş Uçarkaın Tanyol Karnıekin Taç am Sayın Türkmen Pars Tonyukuk Pınar Efe Uğur S ırma Tungyabgu Yu la Polaı Sevgi Tungrasem Tunga Ön han Sevinç Tuluhan Alper Özler Sevim Togay Uluç Yüksel Sevindik Toktoğan Urungu Yücel S una Yaprak Urungu Şad Noyan Selçik Yarkın Özdemir Ce be

Nejtlel Stmçllr'm Öliimümle11 Sonra At.wz'm iu.et Yoltıltm 'll Yaztltifı Mektup: 2 Mart 1975, Pazar

Aziz kardeşim İzzeı.

O içten ve insanın içini burkan mektubunu aldım. Gerçek bu: Tiirkçii cephe en i­yi savaşan tümenini kaybetti ve sarsıldı. Ama düzelecek ve savaşa devam edeceğiz. Kederiınizi yenerek sonuna kadar mücadeleye devam edeceğiz.

Senin heyecanını. nasıl üzi.ildüğünli biliyorum. Kendini topla. Topla ki mücade­lemiz sürsün.

Mart sayısı N�jdet için çıkacak ve tabii gecikecek. Selamlar. Gözlerinden öpe­rinı. Hocahanını 'a hi.lrnıetler. Babur'a başarı dilekleri.

Tanrı Türl<'ü Korusun.

ATSJZ

TÜRKÇÜLF:RiN KALEi\liNDEN ATSIZ

ATSIZ,ÖLÜRKEN DE BÜYÜKTÜ

Refet KÖRÜKLÜ

Atsız, Türk'ün Türk olarak sahneye çıktığı günden bu güne kadar geçen dört bin yıllık tarihini bir ömürle temsil edebilen, bu temsil görevini yaparken de şahsi hiçbir çıkar düşUnnıeksizin, bu uğurda her türlü cefayı çeken ve inandığı davasına en utak bir leke düşürnıeyen, ırkınıızın imbikten çekilmiş öz cevheri ve muhteşem abidesi idi. Bu eşsiz insa�ın büyüklüğü de buradan gelir. Kendisinin: "Türk. bir vazife için yaratılmış; o vazife, kainaı Ttirkleştiği zaman biter" ve "Yüzde yüz Türk olduğun gün cihan senindir!'' dediği gibi. Türk'ün vazife için yaratıldığına ve yüzde yliz Türk olduğu gün cihaııın bizim olacağına bUtUn kalbiyle iman etmiş ve bu inançla yaşa­mış. bu uğurda nadir insanın tahammül edebileceği çileyi çekmiş, her musibeti, ırkına has metanetle karşılamış, çektiği çilelerden hiçbir zaman şikayeue bulunma­dığı gibi, hiç kimseden de merhamet beklememiştir.

Ktiıtler' in Kürtçüli.ik fiıaliyetlerini, çıkarmakta olduğu ÖtUken Dergisi'nde Türk Milleti'nin gözlerinin önüne serip, devleti idare eden yetkililerin nazarı dikkatini çekmesi suç sayılmış. Bir şairin dediği gibi:

"Kendi elimle yare kesip verdiğim kalem Kendi ölüm fermanımı yazdı iptida."

Derginin yazı işleri müdürü Mustafa Kayabek'le birlikte Türk hakimince hapse mahkum edilmişti. Kendisine reva görlllen bu haksızlığın düzeltilmesi hususunda bazı teşebbüslerde bulunacağımızı söylediginı zaman, kaşlarını çatan:ık: ''Benim için böyle yapmanızı asla istemem, yaparsanız beni o zaman gilcendirir,kaybedersiniz'' demek suretiyle, ırkına has yürekliliği ne güzel ifade etmişti.

Cezaevinden bana yazdığı bir mektubunda da. Cumhurbaşkanı nezdinde kendisi­nin affı hususunda yapılan teşebblisler karşısında üzüntü duyduğunu, kimseden şahsı için merhamet beklemediğini ifade ediyor, hele Çetin Altan gibi malum bir şahsın affını esbab-ı ınucibe olarak gösterilerek, Cumhurbaşkanı'ndan kendisinin de atledil­ınesini isteyenlere kırıldığını, kızdığını, öyle bir şahsı atfettiği için beni de affedecekse Cumhurbaşkanı'ndan böyle bir affı istemediğini belirtiyordu.

Bu bUyük insanı, ölümünden bir ay önce, İstanbul'a gittiğim zaman telefonla a­ramıştım. Pek üzgündiL "Kendisinde kanser olduğundan şliphelendiklerini, Çarşam­ba günü hastahaneye gideceğini söylemiş, Perşembe günü gelirsen görllşürtiz'' de­mişti. Bu haber üzerine sanki dünya başıma yıkılmıştı. Merak ve çaresizlik içerisin­de kıvranırken. Çarşamba akşamı telefon çaldı. Hoca'nın tatlı sesi bana hayatıının en güzel müjdesini veriyordu: "Amca! Kanser falan değilmişim, raporum temiz çıktı" haberi üzerine dünyalar benim oldu, sevinçten ne söyleyeceğim i bilemiyordunı. Fakat gözpınariarım sevinç yaşlarıyla dolmuştu. Perşembe glinü kendisini ziyarete gittiğim zaman çocuklar gibi sevinçli idi. Bu göri.işmemizde;"Amca, bende kanser­den şiiphelendikleri zaman. hastalıktan değil de Türk Tarihi'ni bitireıniyece�imdeıı. Buğra'nın (Aimanya'da doktorasını yapmakta olan küçllk oğlu) Türkiye'ye dönüp

24

de asistan olduğunu göreıııiyeceğinıden. Maviş'i (Evlatlığı lGiniye'den olma torunu Hakan) sevmeye doyaınıyacağımdan korkımıştuın."' diyordu.

Ankara'yn dönmek üzere kendisine vedayn gittiğim zaman, "Amca. Türk Tarihi yılbaşında hazır'' diye müjde vermiş, ayrılırken de midemin rahatsızl ığını ve tedavi hususunda ilınıalci olduğumu bildiği için tekrar tekrar. tedaviıni yaptırmanıı ve biran evvel istanbul'a taşınıııaııı ı istiyordu.

Aralık ayının onunda. MuzalTer Eriş Beğ'in arabasıyla istıınbul'a hareket ettik. Arabada. iilkiidaşıınız Faruk Çil ve evdeşi Adalet Hanını da vnrdı. Yol boyunca konuşınalarımızın ağırlığını Atsız Beğ ve Tlirkçülük teşkil ediyordu. Akşam üzeri saat onyedi sıralarında Bostancı'da. Atsız Beğ'in evin in oı·aday­dık. Hoca ile yarın görüşeceğim iz için, Atsız Beğ'i tekrar tekrar rahatsız etme­yelim diye eve girmed i lc Bestancı'da arkadaşlarıındnn ayrılıp, Heybeliada'ya geçtim. Eve gelir gelmez. her zaman olduğu gibi telefonla Atsız Bcğ"i aradı ııı . Telefona Reşide Hocahanım çıktı. Atsız Beğ'in bu snbah ani olarak rahnısız­landığını. doktorların kendisinde kroner yetmezliği bulduklarını. oks ijen veril­diğini söylediği zaman ne yapacağım ı şaşırmıştım. O saatlerde Bostaııcı·ya vapur olmadığı için sabahı beklemekten başka çarenı yoktu.

Ertesi günü Muzaffer Eriş Beğ'le buluşarak Atsız Beğ'e gittik. Çektiği ızdırabı bize belli etmeden neş'eli görürınıeye çalışarak hal-hatır sordu. Mide tedavime bayram ertesi bnşlayacağımı söylediğim zaman, "Amca neden ihnıalkarsın. tedavinin bayranı öncesi. bayranı eıtesi olur mu?" deyince; "Üzülmeyin ben işin kolayını buldum. Kah Tarsus'a. Bursa'ya. kah Ankara'ya, istaııbul'a geçerek adres değiştiriyorum, Azıait de beni bulamı­yor'" deyince gülerek. ·'ı-tay Allah iyiliğini versin" dedi. O sırada Reşidc Hocahanım ynnı­mıza geldi. ·'Nihai Ağabey sizin konuşmamanız lazım. doktorlar yasakladılar biliyorsunuz•· dedi. Arsız Beğ. Reşide Hocalıanım'a tebessüm ederek başını sallıyordu.

Muzaffer Eriş Beğ: ''Amca sen hiç konuşma, bizler konuşalım. anlatalım" diyordu. Bizler birşeyler anlattıkça o, ızdırabını bizlerden gizleyerek tebessüm etmeye çalışıyor­du. ·'Doktor getirelim mi? diye sorduğunıuz zaman: "Doktor saat on altıda gelecek. lüzliın yok" demişti.

Bir ara ızdırabı artmış olacak ki. sol elini göğsüne bastırarak bizlere: ·'Ben yarına çıkmanı'· diyordu. Atsız Beğ, başında bulunduğumuz sürece dilinden Allalı kelamını diişlirnıenıiştir. Rahatsızlığı için de: '·inşallah bu dert kroner yetmezliği değil de enfarktlistlir. Allah'tan hayırlısı" temennisinde bulunuyordu.

Atsız Beğ'le evvelki görüşıneleriınizde, "Hocanı. size daima dua ediyorum"' de­diğim zaman. "Amca, dozunu biraz arttır" derdi.

Ben, Atsız Beğ'in bu son anlarında dua okurken. Amca dozunu biraz arttır, der gibi yüzünıe tebessüm le bakıyordu.

Aksilikler birbirini takip ediyor: Atsız Beğ'in ızdırabını hafıtletmek ıçın bir iğne yapılınası icabetti. İğneci

bulundu: ancak iğneci , enjektörünü bir hastasındn bırakmış. Muzaffer Eriş Beğ enjektör alıp geldi: fakat eczane iğnesini vermeyi unutmuş. Tekrar gidip iğnesini alıp getirdi. iğne yapılınca, Atsız Beğ biraz ralıatladı.

Atsız Beğ. biz gelmeden önce evlatlığı Kaniye'yi postalınneye göndeııniş. Kaniye postahaneden dönünce. "Ainıanya'dan mektup var ını? diye sordu. Kaniye mektup yok deyince. "Ben Buğra'ya yirmi gün önce mektup yazarak, bende kanser olduğundan şüp­lıelendiklerini yazmıştım. neden ınektubuına cevap vernıezki?'" derken. çok üzgün ve ı;inirli idi.

Belki eline geçınemiştir, diye teseliiye çalıştık.

Tfııu-:ÇÜLERiN K,\LEMi�DEN ATSIZ ')" -=-

Büyük bir ümitle gelmesini beklediğimiz doktor. bir saat rötarla. saat 1 Tde gele­bildi. Doktor. elektrosunu alırken şerit bitti. Onun şerit bulup gelmesine kadar bir yarım saat daha geçti. Doktor, elektrosunu aldıktan sonra tansiyonunu ölç.ıu. Dokto­run yüzüne bakarak .. Doktor tansiyon kaç·ı•· diye sordu. Doktor dokuz deyince;'· Bu. bal gibi enfarktüs" dedi Doktor elekıroyu okurken. Atsız Beğ' in son netesini vermek üzere olduğunun tarkıncia bile olamadık. Hatta o sırada. talebelerinden Yüksek Mühen­dis Adnaıı Besen de gelmişti ve ona; "Hoş geldin Adnan" demişti. O anda Atsız Bcğ'in bakışları sabitleşmeye başlamıştı. Doktor göğsüne nıasaj yaptı. Yaptı fakat nafile. Bu büyük insan.çektiği ızdırabı ve öleceğini etrafındaki insanlara. doktora dahi hisseı­tirnıeden aramızdan ebeciiyen ayrılmıştı.

Atsız Beğ, ilk krizden sonra biraz kendisine gelince. Reşide Hocahanıııı'a: Zeki'ye (Sofuoğlu'na), Muzaffer'e (Eriş) ve bana ölüm haberini bildirıneınesini. gazetelere ilan vermemesin i, ölümünü hiç kimseye duyurmaınasını, mezarlığın bir köşesine sessiz sed;ı­sız detiıettirmesini vasiyet etmiş. Reşide Hocahanım; ·'Nihai Ağabey Allah gecinden versin. Daha yapacak çok işlerin var. Eğer öyle bir hal olursa seni. Nejdet' in yanında yer bulursanı oraya gömdlirmeme müsaade et. Zira her ikinizi ziyaret etmem kolay olur" teklifini olumlu karşılamış. Şitahi vasiyetinin diğer kısımlarını değiştirmeıniş.

Bu büyük örnek insanın ölüınii. ölümünden önceki vasiyeti, Bozkurt'un ölümüne nı: kadar benzemektedir. Rahmetli: Bozkurt gibi yaşadı. Bozkuıt gibi öldü.

Muzaffer Eriş Beğ'le bütün vebali üzerimize alarak. bu emsalsiz ülkü adamı­nın ölüm haberini evlatlarına. sevdiklerine ve ülküdaşlarına ilettik.

Yalnız. yazıma son vermeden önce Reşide Hocahanı m ' ın. Ats ız .Seğ' in rahatsızlığı anında ve doktor temini hususunda hastahaneye gitmek suretiyle gösterdiği teragate işaret etmeden geçemeyeceğim. Zira Reşide Hocahanını'ı yakinen tanıyanlar çok iyi bilirlerki. kendisi için yapılınası mümkün olmayacak şeyleri yaparak, insan üstü metanet göstermiştir. Tanrı onun da yardımcısı olsun.

Ulu Tanrı'nın rahmeti Hocamız'ın Uzerine olsun. Tanrı Türk'li Korusun.

26 R E FET I<ÜRfılü,Ü - CENGiZ YA V Ai'\

T ANRIDAGI'NDA Bİ TER

-Büyük Tiirkçü Ats1z Beğ'in aziz ruhuna-

Cilıam Türk yapmakfl lflamm mz�fl!si, Gijkkubbeden seslenir soyumuzun efes i. Ölürken de hiiyiiktiin yiiziiıule huzur vartlt. 1i"lrkçiilii.ife çağnm, Türk olmı/ar duyartlt.

Bir nur gibi tlöküldiin yüce Tanrulağt'mt Kürşad'la bir girdiniz Mete Han otağuw. Bir yüce e.fmnesin, son tttlltm ok değil, Irkıimz var oldukça Kürşatl, Atl'l'Zyo/( değil.

Ötükt!ll erenleri bir gün birleşecekler. Şimşek atfttrmuzki kilalar eşecekler. Boz bulmuk .m gibi bulamp duruldukça , Ülkiimiiz yiicelecek kijs[ere vurııldukça,.

Burçlardan inmeyecek ırkımm bayrağmn, Giimlllertle aşılmaz yüce Ttmrulağl 'sm, H ii k medecek soyumuz şerejle ytltbza, aya Tmın seni çağtrtlt o yüce kurultaya ...

Rulılart Tmırulağ'a sessiz kavuştınfam Irkumzt/mı seliim llltr erce vuruşmılara. Bir yol tm/at /azt//a iizden savaşmuz1 Bir gün bizde dayanz Altay'a başmuu ...

O erce ,çavaşmla Kürşat/'1 i.mremlirdin Ordular katlar güçlü savaşta ad!ı'IZ erdin. Pervan yoktu cihtmdan, kılıcm kalemindi, K1zt1 it/er iirtlük çe sen bir başka giilerdin ..

Bu ciluma bilsinler ctm adak ht gelmişiz. Bozkurt linde olunca kendimizi bilmişiz Baymk net/ir bilmezken kijrolast şu ci/um Biz Tmırulağ'dan kopup, bu baymkla gelmişiz ...

Refet KÖRÜKLÜ

TORKÇÜLEniN ı<ALEI\JiNDEN ,\Tsız

TÜRKÇÜLÜK HAYAL DEG[L

-3 Mt�vıs 'm 29 ucu ylldöniimiiude Multterem Hoca m Atstz /Jeğ 'e .w�vgt/anm/a-0 gün KÜR ŞAD tU ri/miş, buyruk veren AtsiZ 'dt O inaçit çeriler Bozkurt,Jakat ad.m.tlt ... O yiğitc:e çağrtytt gönüllü kattltftlar, Öylesine bir ltmçla ileri attltltlar.

Altltşm lı edefi laZtlt yok etmekti, Parola.w: Altftp geriye diimnemekti .. J(iir Şad'/a çerileri o gün yere indiler, Şelıitler ve gaziler güniiiden sevindiler .. Ülltü Türk 'ii yüceltir, Tmm:ı1a yak/aştmr, Çağiart çi[:neterek yeni çağlar aştmr, "Tiirkçii.liik lzayal" diyen soymza gülnıek gerek, Ülkii giimU temizler ve a/111 aklaştmr ..

Türlcçüliil• ltayal değil, gerçeğin ta kendisi, Türkçii Türk, hu toprağm sahibi, efendisi. Türk birliği uğrıttıa gel yiğit/im, ölelim, Dünyada yaşar gibi, biz alrrette giilelinL.

Bu toprağm lwrcmt kmıla tekrar kttrtıltm, Tutsali kardaşmllZIII yara:wu stırtt!ım .. Giireı•imiz bitmeden giilen•ek biz uçtmtf:a, Yüce Ttm n /w tma lumgi yüzle varalmı?

Erişilmez burçlam tuğlttr tlikilmetlikçe, Vattmm istediği kanlar tliikiilmedikçe, O şe/ı iller ymımtla yoktur bizim için yer, Tmm'dan iitıc:e, onlar hizi sorguya çeker!

O eski Türk, gün gelip biiyle mi oltıcalitt? Kiirpec:ik gönül/ere nifttk nıt dolac:aktt? Genç Tiirlc! Davrmı, o eski çağlamu lwttrlu, O çağlardaki ruhun güneşten bile aktı ..

Duraklama çocuğum, ba/ap da genç yaşol((, Davnm ve sende katti Türkçü/ii k savaşma .. Hazrrlan, attm gibi c:iluma ltükmetmeye, Ve kumz çamçağmt şölende tlik haşwa ..

Ey genç! Hiç ımutma ki Oğuz Han torunusım,. Bu gerçeğe imm ki yüceltsin seni us un! Tek immç Türkçüliiktiir, geri.'ii uytlumwlwr, Biz bir/i/( ola/mı/ii: "Tanrı Türk 'ii Koru.wm! "

27

REFET KÖRÜKLÜ

2!l REFF:T KÖRfiKLf! - CF.NGiZ \'J\ V ,\N

Ötiiken Dergisi'nin 1973 Mayts Aymm 113 iincii Saytsmda.

Atsız Yabgu Katında Dokuzlama

Gök yeleli Bovwrtlar, kutlu iilkii erteri! Atstz Yabgu iinlimle dizieyin yağtzyeri!

Üçhin ytlluı .siiztlüğü temiz tluru bir pnwr, Ya Üçok'tur ya Bozok, o da bizlerden biri,

Uçup gitti Cemıet'e, lıak Yaltıvaç katma, O rdan özge nıenzil yok, ne ileri ne geri.

Gitfişi bir flininitt burdan göçilşü değil, Stmki Hıtay iistiille Ttmrtkut'un seferi ...

Kaldtrtltk dokuz tu ğu tam Itede fe yihıelttik, Tam k olsun ytltltzlar, bu Artılık gökleri!

ligtır ile yürüyen şu tümenler tmımdur ... Bilekler katı pulat, pençereler iri iri ...

Nftrası yanktlamr lıt1/li karşt dağlartla, Styrtt-kılıç, tlört mıla, bu Çiçi'nilı askeri ...

O bir Urallutvtıst Türk ilieri üst/inde, Daha bin ytl solımur göğiis/ertlen içeri.

Giik yeleli BozJwrtlar, kutlu ii.lkii erleri! At,wz Yabgu iinilmle tliz/eyüı yttğtzyeri!

DİLAVER CEBECİ

TÜRKÇÜLE:RiN K<\ LEM i NDEN i\ TSI7. 29

KAYBEDiLEN BİR DOSTUN ARKASINDAN

Elli yılı aşan bir dostluk ve arkadaşlığın bir anda sönüp kayboluvermesi insanı ne kadar sarstığını herhalde hepimiz çok iyi biliriz.

Arkadaşım Ali Kemal Meram'la, O'nun naaşını Osmanağa Camii'nde görüp, ba­şında saygı ile nöbet tutuğumuz zaman. O'nu seven gençler bu iki yaşlı kişiyi merak edip. bir hayli süzmüşlerdi.

Biz, 1 927-1928 yıllarında Türkocağı'ndan eksik olmayan ve orada Hamdullah Suphi Tanrıöver, Yusuf Akçura, Agaoğlu Ahmet gibi Türkçü bUyükterin konferans ve derslerinde yetişen kişilerdik. Sonra hepimiz rahmetli Muharrem Fevzi Togay'ın kurduğu, tamamen kültüre dayalı bir dernek olan Turan Cemiyeti'nde toplanmıştık. Artık ayrılmaz birer dosttuk. Rahmetli Tevfik ileri, Adnan Ötügen, Dr. Zeki, Fuat Uluç ile sık sık buluşur, bazan Sultanahmet'teki Yeni Kafkasya idarehanesi'ne gi­der, orada ResUlzade Mehmet Emin, Mirza Bala, Sadık Aran, Caferoğlu Ahmet gibi Türkçüler'in konferanslarını dinler, 29 Mayıs'da Azerbaycan'ın istikl§l Gününü kutlardık.

Yine çok kez, bir topluluk halinde Sultanahmet civarındaki Buhara Tekkc­si'ne gider, orada Buhara Cumhurbaşkanı Osman Kocaoğlu, Zeki Velidi, Çokayoğlu Mustafa, Ayaz ishaki, Sadri Maksudi'nin konuşmalarında bulunur, Buhara pilavı yer, Türklüğlln yarınının aydınlığını hayal ederdik. Çok kez de Kırım Gençler Birliği'nde toplanır, rahmetli Cafer Seyit Ahmet'in Kırım ve Gaspıı·alı İsmail Bey'in TürklUk ve geleceği hakkındaki etüdlerini öğrenmiş olurduk.

Her genç gibi ben ve Fuat Uluç, o yaşlarda şiire hevesliydik. Toplantılarda bu bUyükterin bize şiir okutınası bir görev halini almıştı. Ben, sonradan Sadık Ara'nın Finlandiya'da yayınladığı Yeni Turan Gazetesi'nde yer verdiği Ergenekon, Haydi Kızılelma'ya, Turan Kızı gibi şiirlerimi o etkiyle yazmıştım.

Bu yer Cennet'tir bilin Burda kızıl bir elin Dalaşmasına artıl< Razı olmayın gelin!. ..

Yanar hasretten içim içerim gurbet elde Kül ol dukça sevincim

Ne yanmış bir ocağı Ne yanmam ış bucağı Boş açılmış kucağı Haydi kızıl elmaya

Haydi kızıl. elmaya Haydi kızıl elmaya Bu gün ateş veriyor Kızıl bir el Asya 'ya

Bu şiirlerin toplanplarda okunuşu Nihai'in bizimle arkadaş olmasının en biiyük etkeni olmuştu. Özellikle O'nun sevdiği bir şiirim ise, benim bugün pek az mısrası hafızamda kalan Turan Kızı 'ydı.

30

Turan kızı. Turan kızı Turan'ın bak akyrldrzı Istırap ağ Sanki ruhumda Ateş bağ.

ltHET KÖRfii-:LÜ- CENGiZ YAVA:"i

Geçen günüm Bilki ölüm Ölümden de Ölü gönlüın

Nihai de bu toplantılarda yazdığı şiirleri okumaya başlamıştı. Sonra O. Edebiyat Fakültesi Türkoloji Enstitüsü'nde Köprülüzade'nin, rahmetli dostum Akdes Nimet Kural' la beraber asistan ı olmuştu. Bundan yararlanmayı düşünerek, aramızda topla­dığı m ız para ile ilk Adsız Dergisi'ni çıkarma kararını, bugün İstanbul Üniversite­si'nin Beyazıt'taki kapısı yanında bulunan küçtik binada kararlaştırmıştık. Rahmetli Köprüitizade Fuat Bey de Nihal'e takılarak: "Haydi bakalım sen de birgün patron olursun!. .. " diye takılmıştı. Ama neye yarar ki Nihai'de patron olacak yapı yoktu. 0: ilme, ülkesine. milliyetine bağlı. aşık bir insandı. Eğer politikanın girdabına düşme­miş olsaydı, muhakkak ki Türk Tarihi ondan çok şey kazanacak ve dtinya çapında bir Türkoloğ bize ve gençliğe ışık tutacaktı.

Rahmetli H ıza Nur o günlerde bize Tanrıdağı'nı çıkarma görevini vermişti. Be­nim İstanbul'dan uzaklaşmanı sebebiyle bu yük, yalnızca onun omuzlarına yüklendi.

İkinci D ll n ya Savaşı 'nın sonundaki olaylar ne yazık ki hayatının en kötii devresi­ne rastlar. Eğer böyle badirelerle karşılaşmasaydı, belki de ömrü bu kadar kısa ve bu kadar bir köşeye çekilip yalnız yaşamasına sebep olmayacaktı. O'nun tarihimize tutuğu ışık; yine, rahmetli dostum Reınzi Oğuz Arık'ın dediği gibi: "Nihai kaderin darbesini yemeseydi, muhakkak ki, Türk Tarihinin ilim alanmda abideleşmiş bir rüknli ol urdu" derdi.

1 953 yılı idi sanırım, Ankara'ya gelmişti. Tevfik ileri Mill i Eğitim Bakanı'ydı. Ondan izin alarak Atatürk Lisesi konferans salonunda Türk Tarihi hakkında bir konferans vermiştik. Sonra da tüm arkadaşlar Söği.itözü'ne giderek orada Buhara pilavı yemiş, şölenler düzenlemiştik. Bir arttırınayı da, bugün avukatlık yapan öğ­rencim Muzaffer Özdağ almış ve karınca kararınca Nihal'e yardımda bulunmuştuk.

Yarım yi.izyılı aşkın anılan, yetmiş yıllık bir kafadan satıriara dökmek kolay ol­ımıyor. Unuttılmaması gereken büyükleri anmak suretiyle, vefa denen Tanrı 'nın insanlara bahşettiği bu büyük duyguyu körletnıemek gerekir. Nihai'in ölilm yıllarını dilerim ki gençlerimiz; Türk Tarihi'nin. Türk Milliyetçiliği'nin gelişmesi. yaşaması ve AtatOrkçUii.iğün, Türkiye Cumhuriyeti'nde temel olması için unutup bir yana atmamalıdır. Vefa; geleceğe büyük yaratmakta önemli bir rol oynar.

Nihat. sen unutulmayacaksın! Eserlerini, yetiştirdiğİn gençler yaşatacaktır.

Yaradır.

H OYRATLAR A TSJZ HOCA 'ya

Altaylar' a_ Ağ yaradır, yaradır Tanrı yiğidi ancak Bozkurtlar'dan yaradır.

Biraz yem al taylara Yurdumuzun sınırı Tuna'dan Altaylar'a

Kim varsa. Giı . getir hekim varsa! Dünyada düşman bana Türk'ten başka kim varsa ..

i h.wm /LG AR

Aydil EROL

TflllKÇÜLERiN KALEMiNDEN ATSIZ 31

ATSIZ BEG

Ha.mn ORALTA Y

ATSIZ Beğ'in vefatı dolayısıyle, rnerhumun mücadele hayatı ve eserlerin i belir­ten, muhtelif yazılar basında çıktı. Bunların bir kısmında ATS IZ Be�. ·•cumhuriyet sonrası Türk fikir hayatının ve toplumumuzun renkli kişiliklerinden biri'' olarak da nilelendiri Idi.

Bize göre Atsız Beğ, sadece Türkiye çapında ve tck Türkiye Cumhuriyeti'ne ait bir Türk değildi. O; Farabi, Kaşgari. Nevai, Attilla, Cengiz Han ve Temllr gibi, bü­tün BÜYÜK TÜRKELi çapındaki ulu Türkler'den biri idi. Çünkll Atsız Beğ, tek Türkiye'nin meseleleriyle uğraşmakle yetinmezdi. O; büyüklüğüne yakışır bir bi­çimde devamlı olarak bütün dünya Türkli.iği.ini.i düşündiL Bütün hayatı boyunca da, gelmiş-geçmiş ve gelecek olan Türkler'in davası için mücadele etti. Bu uğurdaki savaşta onu hiç kimse zorbalıkla tedirgin edemedi. Menfaat hilesiyle caydıraınadı. Bu sebeple de, gerçek bir Türk olarak bütün Türk ırkını ve uzaklarda esir bulunan kardeşlerini, "Esir Türkler"i dUşündü. Bunun için de Türklük düşmanları O"nu, "lrkçı-Turancı" diye suçladılar. Tabii Atsız ve Nejdet Beğler ile onların ülküdaşları için "lrkçı-Turancı" olmak; Türk'li sevmek, onun menfaatlerini konııııaya çalış­ınaktan başka bir şey değildi. Bu ise, her Türk için "suç" değil, bir vazife ve şerefte­rin en büyüği.idi.ir.

Atsız Beğ'i, Türkiye'ye geldiğimiz 1954 senesinden önce, Keşmir'de iken duy­muştuk. Biz orada Türkiye'ye gelebilrnek için mücadele ederken, bazı kimseler "Kazaklar'ı TOrkiyeliler'in sevnıediğini" söylemişlerdi. Öte taraftan bazı kimseler de bunun aksini belirterek, "ATSIZ Mecmua"nın 1 932 senesindeki 1 7 . sayısında. dergi sahibinin:

"Türk ırkının istikUilini kuracak ve koruyacak olanlar Türkistan'ın sart'ları ile Türkiye'nin şehirlileri değil, Türkistan'ın göçebeleri ile TOrkiye'nin köylüleridir",diye yazdığını ve bu yazının "Yaş TOrkistan" Dergisi'nde tartışmaya yol açtıj1;ını anlatmıştı. TOrkiye'ye ilk geldiğimiz seneler kimseyi arayıp bulacak du­rumda değildik. Atsız Beğ'le ancak 1962 senesinin ilkbaharı'nda tanıştım.

1962 senesinin Nisan ayında, İzmir'den istanbul'a giderek kendisini Süleymaniye'de ziyaret ettim. O zamanlar çıkarmaya başladığıın BÜYÜK TÜRKELi Dergisi için kendisinden yazı rica ettim. Atsız Beğ'de "BÜYÜKLÜK ÜLKÜSÜ" başlıklı bir makale verdi. BÜYÜK TÜRKELi Dergisi'nin Nisan 1 962'deki 2. sayının 9. sahifesinde çıkan bu kıymetli makale daha sonra. Ats ız Beğ'in "TÜRK ÜLKÜSÜ" adındaki kitabının 1 973 senesindeki baskısına. "Ttirkeli" Dergisi'nden diye alınmıştır.

Atsız Bcğ'e, kendisini Keşmir'de duyduğurnuzu belirtmemle ilgili olarak yazdığı bir rnektubunda. "Kazaklar hakikaten yanlış tanınmakta. Sizin, Kazak Türkler'i kitabınız iyi oidu. Ama, kitap bir defa okunur ve unutulur. Siz. her vesileyle Kazak Türkleri hakkında neşriyat yapmalısınız" demişti.

32 REFET KÖRÜKLfı - CENGiZ YA VAN

ı 962 senesinin Nisan ayından sonra Ats ız Beğ'le temasımız sık laştı. Bir ara O, "Türkçüler Derneği" Genel Başkanı oldu. O sıralarda ben de "Tlirkçliler Derneği" İzmir Şube Başkanı oldum. Ötüken Dergisi'ni çıkarınaya başladığı günlerde hep ınektuplaştık. İstanbul'a gidince de devamlı olarak ziyaret etti m. Benim ÖTÜKEN'i İzmir'de yaymaya gayret etmem dolayısı ile yazdığı bir mektubunda, "İzmir'de bu işin Altaylar'dan gelmiş bir Kazak tarafından yürütülmesi bize güç vermekte" diye iltifat etmişti.

ı 967 senesinin Ekiıni'nde, Alınanya'nın M ünehen şehri ne gidecek oldum. istan­bul'da kendisine uğradım. Bedriye Hanım, Yağmur ve Buğra'nın adresini aldım. Ve München'e gelince de onları buldum.

München'de, 1 969 senesinin Ağustos ayının bir Pazar günü Buğra telefon ede­rek, "Hüseyin adında birisini tanır mısın?" dedi. Tanımadığımı söyledim. Gi.ildü: "Nasıl olur, yazdığın mektuplarda hep onu davet ederınişsin" diye ekledi. Yine an­layamadım. Sonra Buğra, "Biz Hüseyin Beğ ve annemle size geleceğiz" dedi. Az sonra kapının zili çaldı. Kapıyı; Bedriye Hanım, Buğra ve bir yabancı olduğunu zannettiğim Hüseyin Beğ geliyor diye açtım. Baktım Atsız Beğ gelmiş. Son derece sevindik. Birkaç gün sonra da Orhan Şaik Gökyay Beğ de eşiyle geldiler. Ev sahip­liği yapabilmek için Bedriye Hanım'la yarışa girdik. Atsız Beğ, bu seyahatiyle ilgili olarak "ÖTÜKEN" Dergisi'nin Aralık 1969'daki 12. sayısında tam 1 3 sahife tutan bir makale neşretmiştir. Seyahatinin hitamında da hep beraber havaalanına gelmiş ve uğurlamıştık. Bizim ısrarımız üzerine "inşaallah yine gelirim" demişti. Bir daha buralara gelmek nasip olmadı.

Almanya'ya geldikten sonra, bilhassa son 4-5 sene içinde Atsız Beğ'le mektup­laşınamız sıklaşmıştı. Şu satırları yazarken önümde, ınerhuınun benim Almanya adresime yazdığı elliden fazla mektubu duruyor. Tahminime göre Atsız Beğ'den en son mektup alanların biri de benim. Merhum, bana yazdığı mektuplarının çoğunu daktiloyla yazar ve "Atsız'· diye kalemle imzalardı. 25. 1 1 . 1 975 tarihinde, yani vet�l­tından yirmi gün evvel yazdığı son mektubunu ise, el yazısıyla yazmış. Her zamanki gibi bu mektubuna da "Azizim Hasan Oraltay" diye başlamış ve "Cenge'ye hür­metler, Nur ve Gül abialar ile �atır'ın gözlerinden öperinı. Tanrı Türidi Korusun" diye bitirmiş.

Anlaşıldığına göre, bu son mektubunu yazarken Atsız Beğ ralıatsızdı. Çünkü mektubunda, her zamanki konumuz olan umumi Türklüğü ilgilendiren bazı mesele­lere değindikten sonra, "Yağımır'dan haylidir mektup alanıadım" diyor ve" ... Sıkıntılı günler geçirdinı. Bir çok mektup da cevapsız bekliyor. .. " diye yazı­yordu.

Türkiye'de!<iler hariç, Atsız Beğ'in şu an elimde bulunan elliden fazla mektubu­nu bir daha okurken; ınerhumun sağlam karakterine, vefa duygusuyla şahıslar ve meselelere koyduğu şaşmaz teşhislerine hayran oluyorum. Atsız Beğ'le karşılıklı mektuplarımız hep Türklük'le ilgili konular üzerinde olurdu. Merhum bazan benden, bazı Kazakça kelimelerin manasını sorardı. Ben de ulu Türk'den çeşitli konular hakkında bilmedikleriıni sorardım. Atsız Beğ, mektuplannın sonuna doğru çoğun­lukla Türkiye'deki durumdan, siyasi partilerin tutumundan ve Dış Türkler'in faali­yetleri hakkındaki düşüncelerinden bahsederdi. Merhum, yalancı ve iki yüzlü kim­selerden hiç hoşlannıazdı. Onları "yalancılık hastalığı var"diye tarif ederdi.

Dış Türkler arasındaki çekişmelere değindiği mektubunun birinde: "Dış Türkler'in başında güçlü ve toplayıcı önderler yok. Onun için kavgalar olu­

yor. Bir de, zannedersem dış tesirler kavgaları körüklüyor. .. " diye en doğru teşhisi koymuştu.

TünKÇÜLERiN KALEMiNDEN ATSIZ 33

Hep Dış Türkler'in savunucusu olan Atsız Beğ'le: merhum Z. V. Toğan, Abdülkadir inan ve M. Sadık Aran gibi Dış Türkler'in bazı ileri gelenleri hariç, "lider" ve "siyasi" geçinen çıkarcı, Türkiye'deki siyasi iktidarlardan meııfaat uman­lar pek ilgi kurmazlardı. Dış Türkler arasında Atsız Beğ'i son zamanlarda en çok ziyaret eden, onu kendilerine en yakın kimse olarak gören. Türkiye'deki Kazak Türkleri idi. Atsız Beğ'de onlardan memnundu. Onlarla devamlı olarak ilgilenirdi. Mesela, Zeytinburnu'ndaki Oraz Kumandan'ın kaç çocuğu olduğunu ve çocukları­nın adını, diğer yerlerdeki bir çok kimselerin okul durumlarını bilir ve takip ederdi.

Son mektuplarının birinde, Dış Türkler'in "lideri" geçinenlerden biriyle ilgili o­larak:" ... Ayak üstü iki defa gördüm. Biri Sait Bilgiç'in yazıhanesinde, biri de vapur iskelesine giderken yolda. Öyle lider filan olacak kimse değil. Hoşlanmadım ... " demişti. Teşhisinde tabi ki yanılmış değildi. Aynı şahıs, Atsız Beğ vefat edince; "devamlı teşriki mesai yaptığını" söylemiştir. Onu da bazı yazarlar kullanmışlar. Oysa, merhumla sağlığında "sadece iki defa, ayak üstü" karşılaşmışlardı.

Atsız Beğ ölümden korkan birisi değildi. O. ölüme de arkadaşlarından önce gitmek isterdi. Ülküdaşlarından Hamza Siidi Özbek'in hastalığı sırasında. 1971 'de yazdığı bir nıektubunda:

"Han1Za'nın hastalığına çok mliteessir oldum. Kızına mektup yazacağım. Za­vallının kanser olduğunu bana Tevetoğlu söyledi. Bizim 1 944 'lin 23 kişisinden şimdiye kadar dört kişi ölmüştü. Şimdi en yaşlılarından biri benim. Hamza da beni hemen takip edenlerden biridir. Sırayla gideceğiz ... " demişti.

Atsız Beğ, merhum Z. V. Toğan'ın ölümünden sonra "Türk Kültüri.i" Dergisi'nin tutumuna liziilenlerin başında gelir. Bununla ilgili bir mektubunda da:

"Türk Kültürü'nde Zeki Yelidi Toğaıı hakkındaki yazıyı esetle görmüştüm. Ca­nım sıkıldı. Şu Zeki Yelidi'yi hakikaten tutan yok. O da bazı büyük hatalar yaptı ama,dediğiniz gibi ınuhim hizmetlerinden bir ikisi anılamaz mıydı? Abdülkadir inan, Zeki Velid i hakkında yazdığı bir yazıyı Türk Kültürü'ne yollamış. Basınamış­lar. Bunun üzerine aynı yazıyı bize gönderdi. Ben de basılınası için Ankara'ya, Nejdet Sançar'a yolladım. O da sizin gibi düşünmüş: Öteki arkadaşlardan da yazı istedim, hepsini aldıktan sonra bir Zeki Yelidi sayısı çıkaralım diye bana yazdı. O halde siz Zeki Yelidi hakkındaki yazınızı hazırlayıp Sançar•a gönderin. iki üç ay sonra bir sayı ona hasrolunur. Böylece Tatarcılık ve Özbekçilik yapanlara da cevap verilmiş olur ... " demişti.

Atsız Beğ'i, Nejdet Sançar'ın ölümü de çok üzınüştli. Mücadele arkadaşı ve kar­deşinin ölümünden sonra yazdığı (7.4.75) mektubunda benden, "Altın Elbiseli A­dam"ın renkli resmini isterken:

"Sançar'ın ölümünün doğurduğu perişanlık arasında size bir şey yazanıadını" di­yordu.

Son mektuplannda merhum çok yorgun olduğunu her vesileyle beliıtirdi. "Ötiiken'' Dergisi'nin vaktinde çıkınamasına da üzülüyordu. "Kadıköy'de bir bası­mevi olsa bu işlerle bizzat ben uğraşının aına, vasıraların bu izdihamlı devrinde istanbul'a gitmekten çekiniyorum. Çünkü sinirleniyonım" d iyordu. 15.9.75 tarihli mektubunda, Ötüken'i böyle giderse kapatacağını, Türk Tarihi ile yapacağı hizme­tin, Ötükeıı'den daha çok olacağını, üstelik Ötliken'in yorduğunu belirterek: ''71 yaşında olduğum için yorgunluğa tahamınülüm kalmadı" dem.işti.

Ötiiken'i bana hep kendisi yollardı. Bir defasında abone parasından söz etıniştinı. Bununla ilgili olarak 23.12.71 tarihinde yazdığı mektubuııda:

"Ötükeıı'i devam ettirmeye karar verdik. Sizler-nıuteber zevat-listesinde olduğu­nuz için para göndermenize li.izum yok'' diyordu.

REFET KÖRÜKLÜ - CE 'GiZ YA VAN

Atsız Beğ'in son zamanlardaki en büyük arzusu, "Türk Tarihi" kitabını bitir­mekti. "Altın Elbiseli Adam'"la ilgili yazım, ve "Altın Elbiseli Adaın"ııı renkli res­mini "Türk Tarihi"ne kayacağını belirttiği mektubunda, kitabın şimdiye kadar çık­mış olacakken " . . . 38' lerden Nunıaıı Esin denilen k .... yüzünden geciktiğiııi" anlata­rak, "Bakalım ecelden vakit bulabilicek miyim?" diye yazmıştı.

Ats ız Beğ ile Nejdet Sançar Beğ'i son olarak 1 975 senesinin Ocak ayında gör­düm. Babamla gittiğim Hac'dan dönüyordum. Kendileri beni ''Hacı'' diye samirni­yetle kutladılar. O zamanlar lise son sınıfında talebe olan iki yeğenim İsmail ve Turan Pınar kardeşlerle gitmiştik. Atsız Beğ. "Kazaklar çok çay içer" diye, bize ikişer bardak çay ikram etti. Sonra iki yeğenimle üçünün filmini aldım. Nejdet Beğ, "Afşın Apartmanı'nın·· üst katında olduğu için rahatsız etmeyeyim diye filmini be­raber çekemedim. Oysa, ikisini beraber filme almayı arzulayarak gitmiştinı.

Ayrılırken Atsız Beğ'e bir emri olup-olmadığını sordum. "Buğra'ya söyleyiniz, benim yolculuğa çıkınarn mümkün. Doktorasını çabuk bitirsin gelsin" dedi. München'e gelince durumu Buğra'ya telefonla belirttinı. "Yolculuktan'' kasdmı evvela anlayamadı. Sonra, "Allah korusun" diye güldü.

Bostancı'daki "Afşın Apartmanı'nda" beraber oturmak, Atsız ve N�jdet Beğler'e komşu olmak arzusuyla bir daire almıştık. Tanrı bizim bu dileğimizi kabul etmedi. /\cı haberi Cuma günü, Tllrkiye saatiyle gece IO'da . München'de radyodan duy­dum. Hemen Buğra'yı aradım. istanbul'a gitmiş. Atsız Beğ'in, "Cenge, abialar ve Batır" dediği aile efradımla materne büründük. Bizi tanıyanlar, Atsız Beğ'i nasıl sevdiğimizi bilirler. Onu çok sevdiğimiz için üzüntümUz de o derece biiyük oldu.

Merhum Atsız ve Nejdet Beğler'e Allah gani-gani rahmet eylesin. Aziz hatıralan önünde saygıyla eğil irim.

TÜRKÇÜLÜK BAYRAGI

TÜRK DUYGUSU HER TÜRKÇÜ'YE EN TATLI KIMIZDIR; TÜRK ÜLKÜSÜ CANDAN DA AZiZ BA YRAGIMIZDIR.

BA YRAl( Ki, ONUN GÖLGESi BOZKURTLAR 'I TOPLAR; BAYRAK Ki, BÜTÜN KA YBEDİLEN YURTLARI TOPLAR.

NERDEN GELiYOR? TANRIKUT'UN ORDULARJNDAN! LAKiN BiZE BiR BEYTOKUYOR KUTLU YARlNDAN:

DARBEYLE GÖNÜLLERDE YATAN ÜLKÜ SiLiNMEZ! A TSIZ YERE DÜŞMEKLE BU BA YRAK YERE iNMEZ! ..

617 Aralık /973 ATS/Z

TÜRKÇÜLERiN KALEMiNDEN ATSI7.

NİHAL ATS IZ ... ! TARÜIİ TURANLI-HUN-TÜRK-MACAR MiLLETİNİN

EBEDİYEN YAŞAYACAK KARDEŞİ ! ...

35

Prol Ş. İmre vo11 TAHNT

Vatansız bir Macar mültecisi olarak, devlet başkanının da imzalamış olduğu hükümet kararnamesi gereğince Türkiye'ye geldiğimde; N. ATSIZ kardeşime haber vermeden ve şahsen tanışmak maksadı ile kendisini ziyarete gittim. Htm­Türk-Macar kardeşliği hakkında muhtelif gazete ve mecınualarda çıkan makale­lerimi okumuş olması dolayısıyla beni öz kardeşi gibi açık kollarla kabul etti.

N. ATSIZ'ın yanında kendimi yalnız kardeş Türkiye'de değil; aynı zamanda kendi vatanımda ve ı l ık kanım kadar öz bir kardeş nezdinde imişim gibi hisset­tim. Gecenin geç saatlerine kadar karşılıklı görüştük. Ve bu vesile ile kendisinin eski çağlar tarihindeki derin bilgisine hayran oldum, ki bunu asla unutınayaca­ğım.

Daha sonraları ise merhum eşim ile birlikte muhtelif vesilelerle ziyaretine gitmiştik. Lise öğretmeni olan merhum eşiın çok çekingen yaratılışta olmasına rağmen. N. ATSIZ'ın yanında, benim gibi o da kendisini öz bir kardeşin evinde hissetti. Gecenin geç saatlerinde vedalaşırken bahçeye çıkıp, Macar Mil l i renkle­ri olan kırmızı-beyaz-yeşil renklerden bir çiçek demeti hazırlamış, kardeş Macar ANNESiNE gözleri yaşararak hediye etmek suretiyle de, Turanlı Ruh Kültü­rü'nü ortaya koymuştu!

Teklifim üzerine, 1 9 1 O yılında kurulan ve halen Arjantin 'de, Buenos Ai­res'de bulunan Turan Akademisi'nde ebedl üyelik beratını aldı.

N. ATSIZ, büyük bilgin ve tarihçi olarak takdir zımmında ne aldı? Nobel mükafatı mı? Şeref doktora payesi mi? Veya fahri üniversite profösörlüğii mü veya bununla ilgili ödemeler mi?

Hayır! . . . Kendisine hapishanenin loş hücresi layık görüldü'. N. ATSIZ, te­mayüz eden derin vukufu ile tarihi hakikati yazma cesare.tini gösterdiğinden hapse atıldı. Hapsedilmesi sebebiyle Turan Akademisi, affı için müracaatta bu­lundu. N ihayet, geç de olsa affedildi; ancak artık ruben ve bedenen çökmüştü. Bunun neticesinde kalp sekıesinden öldü . . .

Bir tek tarihi Hun-Ti.irk-Macar kardeşi kalsa da. N. Atsız'ın Turaıılı ince Ruh Kültürü, öğretimi ve tarihle i lgil i ilmi çalışmaları, çağdaş Turantı Htm-Türk­Macar Tarihinin sahnesinde e bediyen yaşayacaktır!

Prl�{. Ş. İmre vou TAH NT Macar Kraliyel Askeri Akademisi. Sab1k Ort/ Projesürü Macar "ARPAD, (840-907) Filoloji Akademisi ve Ttıran Akademisi (1910) Asli Üyesi ve Ba$nıüşaviri

REFET KÖRÜKÜI - CENGiZ YA VAN

Arif Nihat ASYA...... Necdet SAN ÇAR. ...... (1904-1975) (1910-1975)

N. ATSIZ ......• (1905-1975)

Türk Milliyetçiliği'nin bUyük mücahid i Arif Nihat ASYA, onun ardından da Necdet SANÇAR ve N. ATS IZ aramızdan ayrılarak ebedl hayata göçtüler. ...

Her üçi.i de dürüstlüğün ve celadetin örneği olmuşlardır. .. Hizmetleri, başarıları, adları: Türk Milliyetçilik Tarihi'nin olduğu kadar, Macar

Milliyetçilik Tarihi'nin de altın sallifelerinde ebediyen yaşayacaktır!. Onlar, Türk ve Macar semalarında daima birlikte, ay yıldızlı Milliyetçilik Bayra­

ğı'nın ebediyete kadar parlayacak üç ismi olarak kalacaktır. .. Onlara Allah'tan gani gani rahmet dilerim ... .

Prof. Şövalye İnıre von TAHNT

/956 Macar Hürriyet Savaşr Multaripleri Dünya Kom itesi ve Turan Akademisi Başkanltğı atiımı Başkanr ve BltŞ Miişaviri

TÜRKÇÜLEIÜN KALEMİNDEN ATSIZ 37

MACARLAR' A SEVGi

Ats ız, Macarlar'ın komünist boyunduruğuna karşı 1956' da başkaldırmalarından, kahramanca direnmelerinden ve sonra korkunç zulümlerle ezilıneleriııden çok duy­gulanmıştı. Macar vatanseveri ve Türk dostu Prof. imre Taht'a ithafeıı şu şiiri yazdı:

KARDEŞ KAHRAMAN MACARLAR

Akıttılar yine kara toprak üstüne Kahraman Macarlar şan lı Turan kanını! Yazdılar yeniden Tarihe en şerefli,

Yiğitlik Destanını! *

Yurt için ölümdür, en güzeli ölümün, Ölümler yaşatır bir ırkın valıtanını. Arpad'ın Milleti elbet öldlirüleınez,

Verse de bin canını! *

Bataklık Milleti Moskof sürüleri ne! Gösterdi Macarlar Turani ıl ık şan ını! Binlerce öldüler ... Ölmek yenitmek değil,

Yüceltmektir Şanını!

Nihal A TSIZ

Macarlar'ın er geç tekrar bağımsızlığa kavuşacakları inancını taşırdı. Bu inancını belirten satırları Ötüken Dergisi'nde yayınladı:

Avrupa'nın en yiğit ve şövalye milleti olan kardeş Macar Milleti'nin yül<sel< inanç, ahHik, cesaret ve kültürü sayesinde, birgün Komünist islav tahakl<ümü­nü tepeleyerek, eski şan ve şerefini yeniden kazanacağı muhakkaktır.

. ·. A-r

B-� TAAJCt t/l � -tr �!7k tA·ei'10d"'- �(WJeycc �ff&tk 7 · · {, ' � .�t,;;,c 19'fJ

1 EYLÜL 1941 TARİHLİ NİHAL ATSIZ'IN EL YAZISI

TÜRKÇÜLERiN KALEMiNDEN ATS IZ 39

ATSIZ'DAN HATIRALAR

Atsız'ın babası deniz subayı olduğundan, deniz savaşiarına ve savaş gemilerine karşı fazlaca ilgi duyardı. Bu konulara ait sözler ve yazılar onu daima ilgilendirmiştir.

* * *

-Atsız boğazına düşkün değildi. Hana bu konuda kayıtsız olmaya yakın bir du­rumu vardı. Ancak çay içmeye bayılırdı. İsmet Tümtürk ise çayı pek sevnıezdi. Bir gün Tümtürk, Atsız'a: "Bu renkli suyu içmekten ne zevk al ıyorsun, anlamıyorum. Tadı tuzu olmayan bir sudan ibaret!" dedi. Atsız buna karşı parladı: "0, sebeb-i hilkat-i kainattır!".

* * *

-Kılınçlı, döğüşlii hikayeleri ve romanları (hele güzel yazılmışsa) okutınaktan hoşlanırdı. Roman ve hikaye yazmaya kalkışacak Tiirkçüler'e, bu türü ihmal etme­ınelerini tavsiye ederdi. Aşk ve şehvet romanları okumaktansa, savaş ve dövüş ro­ınanları okumanın gençliğin gelişmesi için daha faydalı olduğunun üzerinde durur­du. Az pişmiş bifteğin de kanlı olması mi.inasebetiyle,bu gibi hikayelere "biftek hikayesi" derdi.

* * *

-İyi tavla, orta derecede satranç oynardı. İskarnbil oyunlarından hoşlanmazdı. Tavlada oyun şekli "açık" oynamaktı. Yani, kendisinin de vurulmasına pek aldırma­dan, karşı tarafı her fırsat düştiikçe vurmak.

* * *

-Çok kimsenin pek bilmediği bir tarafı da vardı: Atsız çok iyi musahhihti. Dergi ve kitapların matbaalardan gelen "prava"larının tashihini o yaptığı zaman hemen hiçbir tertip hatası olmazdı. Tashih işi aslında çok dikkat isteyen ve sıkıcı bir iş olduğundan, Atsız gibi aceleci ve teheyyücl ruh yapısında bir kimsenin tashih işinde bu kadar dikkatli ve başarılı olacağını kimse tahmin· etmezdi. İnıiii ve noktalama konularında da çok titizdi.

* * *

- iyice yaşlandığı çağa gelinceye kadar, soğuğa karşı dayanıklıydı. Çok sert so­ğuklardan bile pek şikayet etmezdi. Buna karşı, aşırı sıcak ona çok dokunurdu. Sıcak havalarda pek bunalırdı. 1944 tevkiflerinden sonra Türkçüler'e çeşitli zulümler ve işkenceler yapıldı.

Bunların arasında en meşhuru "tabutluk" işkencesiydi. Bunda. bir Türkçü dikine tabut gibi daracık bir hücreye konuluyor, bilekleri hücrenin üst kısmındaki halkalara geçiriliyor ve hücrenin kapısı kapatılıyordu. Bundan sonra Ti.irkçü'niin başının bir karış üstündeki üç tane beşyüzer muınluk elektrik aınpulu yakıl ıyordu. Hücredeki kişi gittikçe artan sıcağın altında bunalıyordu. Buna o zamanki Emniyet mensupları "beyin tavası" diyorlardı.

411 RF:FET I<.ÖRÜKLf' - CENGiZ YA VAN

AY YÜZLÜ GÜZEL KONÇUY

Mestinı bugün aşkmla ay yüzlü güzel konçuy, Giinliimde esip çmla, ay yüzlü güzel konçıty.

Şevkinle sert1b ettin, aşkmla lwrlib ettin, Paymda tiirfıh ettin, ay yüz/ii güzel konçuy.

Sensiz yaşamak boştur, birlikte ii/üm lıoştttr, Coştum, tlalw çok coştur, ay yüzlü kmıçuy.

Sevginle geçip serden, bildinı yaralar nerden; Ey va/ı kara gijzlerden, ay yiizlii giizel konçuy.

Zulmetteki mt11unı.wı, giinlümtleki lilum.mı, Ömrünt/e glim11um.5m, ay yüz/ii güzel ko11çuy.

Lehler .�iicii, bir tas ver; lı em neş'e ve lt em yas ver; Hançer mi o kiprikler, ay yiizlii güzel korıçııy?

Almış beni alhtzlar, gönlünu/e yartm stılar, Kurhan !Wtw Atsnlar, ay yüziii güzel konçuy ...

12 Mayts 1945

TÜRKÇfiLERiN KALEMiNDE ATSIZ

HATIRALAR:

HOCA M HÜSEYiN NiHAL ATSIZ BEG

GiRiŞ:

Yazan: MEHMET ORHUN Kimya Yüksek Miilıendisi

4 ı

Geçen 1975 yılı; i l k aylarında Arif Nihat Asya'yı, ardından, 4 0 gün sonra Nejdet Sançar ve 1 1 Aralık 1975 Perşembe gllnü, saat 1 8.20'de de Hüseyin N i ­hal Atsız Beğ'i kaybetmekle, TOrk Milliyetçiliği açısından cidden bir hüzUn yılı oldu. Acılar birbiri üstüne geldi. Şüphesiz hepsinin yeri ayrı ve acısı başka idi. Atsız Beğ'in göçü bu acıları taşırdı, yüreğimizi dağiadı geçti.

Bizlerden ayrıldıktan sonra, kendisi hakkında yazılmış yazıların hemen hep­sini okudum. Bunlar, Rahmetli'nin 1 944 ve sonraki yıllarına aid bulunuyordu. Halbuki kendisinin, bence 1 944' leri n başlangıcı olan 1 9 3 3 yıllarına ve daha ötesi 1930' la ra varan hayat ve faaliyetleri vardı ki. onlara kimse dokunmadı. Aslında; ATSIZ MECMUA ile ilk defa TUrk fikir hayatına çıkmış olan Rahmet­li'nin, bu tarihten itibaren, sistematik bir şekilde incelenerek tanttılması gerek. Kanaatimce, Atsız Beğ'in gerçek değeri o zaman ortaya çıkar. işte bu açıdandır ki; 1 933/1934 ders yılında, Edirne Erkek Lisesi'nde talebesi olmakla ömrüm boyu şeref duyacağım Rahmetli hakkındaki hatıratarımı ele almayı ve genç ne­sillere aktarmayı bir minnet borcu saydım.

Bu tarihten önce, Malatya Orta Okulu'nda ve Türkiyat Enstitüsü'ndeki asis­tanlığı sırasında hatıraları olan arkadaşlar da bunları yayınlarlar ise, Atsız Beğ'i o zaman kendi hüviyetiyle tanımak mümkün olabilir. Bu hatıralar ileride bir külliyat halinde toplanırsa, Türk Milliyetçilik Tarihi'ne en büyük arnıağan olur.

Ben hatıratarımın sonunda, kendisine haksız yere yapılmış isnadların çüri.ik­lüğUnü ispatlayacağıın gibi, kendisi için yazılmış yazı ve hatıralar hakkında da görüşi.imi.l ifade edip, eleştirimi yapacağım.

1930- 1934 yılları Edirne'si:

ı 933 yılı Eylül ayının ilk haftasından sonra, Edirne Erkek Lisesi 'nde son sınıf talebesi olarak bulunuyordum. Edirne Lisesi o tarihlerde Trakya'da tek lise olduğu için Kırklareli, Tekirdağ gibi komşu vilayetlerden gelen arkadaşlarıımı olduğu gi­bi,eski Edirne Vilayeti'nin, Bulgaristan ve Yunanistan kesiminde kalmış yerlerinden göçmen olarak gelmiş arkadaşlarım ız da vardı. Daha 1 O yıl önce Yunan işgalinden kurtulmuş olan bu sınır Kenti'nde Milliyetçilik Ruhu, taze ve dibdiri idi.

Rahmetli Atatürk. Türkiye'nin Avrupa'ya açılan bu kentinin önemini çok iyi bil­diği için; Edirne. Kırklareli ve Tekirdağ vilayetlerinin idaresini birleştirerek, 1930 yıllarında Trakya Umumi Müfettişliği'ni kurmuş ve başına da Rahmetli Kazım Dirik Paşa'yı getirmişti. Çok dirayetli olan Dirik'in, bu Uç vilayetin iktisaden kalkınması

42 REFET KÖRfıi<Lfı - CENGiZ YA VAN

hususunda. ta köylerden başlayarak girişmiş olduğu faaliyetleri yanında, maarife de önem vermiş ve Edirne adeta bir okul sitesi haline gelmişti. Üniversite dışında, maa­rif kademelerinin bütün okulları vardı. Jandarma okulundan şehir yarılı okullarına, kız ve erkek san'at okulları. kız ve erkek muallim mektebleri ile lisesinden başka bir de yahudi orta okulu bulunuyordu. işte Atsız Beğ, bu sınır kentine geliyordu.

Edebiyat derslerini. 9. sınıf'ta Vasfı Mahir Kocatürk'tcn, 10. Sınıf'ta Nihat Sami Sanarlı'dan okuyarak, l l .sınıfa geçmiştik. Şimdi de, bliyUk bir mutluluk olarak Arsız Beğ hocamız oluyordu. Lise Mtıdürümüz, o zamanlar Sorben'dan yeni gelmiş olan Suut Kemal Yetkin Beğ'di. Orta kısım Fransızca derslerine kardeşi Kadir Beğ.bize de Şevki Beğ gelirdi. Riyaziye hocamız, meşhur Salih Zeki Beğ'in talebesi Vahid Beğ'di. Suut Kemal Beğ, aynı zamanda ruhiyat ve mantık derslerine gelirdi. Cidden o tarihlerde, yani 1930-1934 dönemi ders yıllarında lisemiz, Türkiye'nin en kuvvetli öğretim kadrolarından birine sahib idi.

Atsız Beğ'in İlk Dersi:

Oerslere başladığımızın hemen haftasına idi ki, Atsız Beğ'in Lise'ye geldiğini öğrendik. Ertesi günü Ti.irk Edebiyat Tarihi dersi vardı. Hepimiz, kendimize itina ilc bir çekidüzen verrneğe çalıştık. Sınıftaki yerlerimizi aldık. Ben ön sırada oturdu­ğumdan, açık kapıdan öğretmenierin geldiği koridonın başı gözükUrdiL Oldukça uzun boylu olan MüdürOmUz Suut Kemalettin Beğ, yanında gri elbiseli, orta boyda, tıknazca olan yeni hocamızla koridorun başında göründü ve sınıfa doğru yöneldi. Önceden anlaştığıınız üzere hemen milmessile işaret verdim, o da sınıfı hazırol vazi­yerine geçirdi. Birlikte sınıfa girdiler. Müdürüınüz, kısa bir konuşmadan sonra, yeni Edebiyat Hocamız Hüseyin Nihai Arsız Beğ'dir, diye takdim eni. Kendisinden isti­fade etmemizi de telkin ederek, ayrıldı.

Şimdi sınıfla hiç ses yoktu. Biz onu, O da bizi süziiyordu. Bir dakika durduktan sonra milmessilden tekmil aldı. Kendi defterinden de yoklama yaptı. Herkesten, numarası okundukça ayağa kalkmasını istedi. Sıra bana gelince; "372 Mehmet" diyerek kalktım ve oturdum. Bununla, yeni Hocamız herkesi numarası ile tanımak istiyordu.

Kürsüye oturmuyor, ayakta duruyordu. Sağ elindeki kilit tarafı dışa, düz tarafı kendisine dönük kahve rengi-siyah çantasını kürsOnün Uzerine koydu. Sınıfı sağ baştan sola doğru giderek hepimizi numaralarıınızia bir kere daha kontrolden geçir­di. Hattatarca kendisini bekleyen sınıf, tam bir disiplin ve saygı içinde idi. Yeni Hocamız'a kendimizi beğendirıne heyecanı içinde idik.

Kendisine dikkat enim; 29 yaşlarında, tam delikanlılık çağında idi. Dik yürüyor, vl\cudunu biraz öne alarak hamle ve sebatkar adımlar atıyordu. Al benizli, kumral saçlarının kenarları alınmış. sağdan ayrılarak sola doğru taranınıştı. Alnı açıktı.Gür olan saçları, alnının sağ tarafına perçem şeklinde düşmüştü. Geniş omuzlu ve atietik yapılı idi. Gözleri gayet canlı, insanın içini okur gibi bakışı ve telkin ediciliği vardı. Sınıfın ortalama yaş seviyesi 1 7'yi geçmeyen bizler,kendisine; hocadan başka bir ağabey gibi de ısınmıştık.

Kendisi, sınıfı boydan boya iki defa yürüdükten sonra, sınıfın Türk Edebiyat Tarihi üzerindeki bilgi seviyesini anlamak istedi. Sıra ile hepimize birer suat sordu. Sualleri öyle seçmişti ki; soru Edebiyat Tarihi'ndendi ama, onu cevablamak için de Tarih bilmek gerekiyordu.

Bizler, 1 930'dan beri, Türk Tarih Kurumu'nun liseler için yazdığı 3 ciltlik Tarih kitaplarını okuya okuya, son sınıfa gelmiştik. Çok halim selim bir insan olan yıllarıli Tarih Hocası Hilmi Beğ bile bu tarih kitaplarının içinden çıkamaz; başını sallayarak:

TÜRKÇÜLERiN KALEMiNOE:\ ATSIZ 43

"biz de sizin gibi ncemiyiz çocuklar, kitap ne diyorsa öylece ezberlcyerek notumuzu alın", derdi. Pek sütlüye etiiye karışmazdı. işte bu rarilı kitaplarını ezberleyerek 1 1 . sınıfa gelmiş, Atsız Beğ'in talebesi olmuştuk!

Bizler: kendisinin karşısında. o tarih kitaplarının verdiği bilgilerin, Sonbahardaki solgun birer yaprakları gibi idik .. Bu halimiz kendisini çok üzınilşHi. A l olan benzi büsbütün kızardı. .. Gerçek tarih bilginlerinin ralılesinden yetişmiş ve Türkiyat Enstitü­sü'ndeki asistanlığı sırasında Türk Tarihi'ni sistemleştirmiş, ilmin gerçek haysiyetini omuzlarında taşıyan bir insan olarak, biz Türk Çocukları'nın haline acımıştı.. Hakikati bilip de söyleyememek ızdırabına. Türkiyat Enstitllsü'nde sistemleştirmiş olduğu Türk Tarihi'ni bize öğretme azınini tercih etmişti!..

Sınıf'ta yaptığı bu 1 O dakikalık yok lama. Tarih Kurumu'nun 3 ciltlik Tarih Ki­tapları'nın canlı meyvesi olan bizlerin durumunu anlamağa yetmiş ve artmıştı bile ... Al al olmuş benzi ve çakmaktaşmış gözleriyle bize dönerek. dediki:

"Çocuklar, halinizi gördüm. Sizi bu duruma getirmiş o tarih kitaplarını bir yana bırakııı... Onlar yakılacak kitaplardır. Gerçek Türk Tarihi'ni şimdi ben size öğ,rete­ceğim. Defterlerinizi açın !." Defterlerimizi açtık ... Hepimiz dikkat kesilmiştik ..

Biraz önce kürsü üzerine koymuş olduğu çantasını açtı ve içinden sarı saman ka­ğıtlı defterini çıkardı. O defterden başladı oktımağa ve tahtaya geçerek gerekli açık­lamaları yapmağa. Metni ağır ağır söyleyerek bize not ettiriyordu .. Yeni Hocamız bize: Türk Tarihi'nin nasıl sistemleştirileceğini ve nasıl öğretilmesi gerektiğindeki prensibi çözliyordu .. Yakıa bu husustaki fikirler. daha önceleri Dr. Rıza Nur. Prof: Or. Zeki Yelidi Togan tarafından da ileri si.irülınllştü. Fakat Atsız Beğ bUtOn bunları birleştirerek pekiştiriyor, sentezini yapıyordu; Türk Tarihi'nin öğretilmesindcki sistemi ve metodu daha açıklıkla ortaya koyuyordu. O; düpedüz, "Türk Tarihi'niıı·

Tekamül Seyrinin Tesbiti"ni yapıyordu .. Diyordu ki: "Türk Tarihi'ni görüş tarzımız yanlıştır. Zira; okutulmakta olan 3

ciltlik Tarih Kitapları, Türk Milleti'ni; 40 yerde 40 devlet kurmuş ve bunların hiçbirini sürekli yaşatamamış; bazısını 100 yıl, bazısını 200 yıl, bazısını 300 yıl, bazısını 600 yıl yaşamış, sonra da çökmüş gösteriyor. Bu ilmi görüşe sığmaz. Yeni kurduğumuz Cumhuriyetimiz'le bağdaşaınaz. Onu da yaşatamayacağıınız gibi bizi bir sonuca götürür ki, bu doğru değildir .. Tlirk Tarihi'ni bir "Bütün" olarak ele al­mak lazımdır. Zira; Türk Milleti tektir, Yurdu da birdir, ortada ayrı devletler yoktur. Aksine. tek bir milletjn başına geçmiş hanedan, sülale ve aileler vardır. Bunlar, bir ve aynı milletin başına geçen bugünkü kabineler gibidir. Şöyleki: Anayurt'ta Saka, Peçenek.. Kun (Oğuz), Siyenpi, Apar (Avar), Göktürk. Basmıl, Dokuz Oğuz, Uygurlar, Karahanlılar, Karahıtay, Nayman, Çingiz. Temlir, Özbek sülaleri; Türkiye'de Selçuk, İlhanlı, lik Fetret devri, sonra da Osmanlı slilalesi, sonra Temür sülaleri, sonra yine Fetret, sonra ikinci defa Osmanlı stiliilesi ve nihayet Cumhuriyet vardır.

Bu gerçek tarihi gelişim, diğer milletierin tarihinde de aynen böyledir. Tarihte: Çin'de bazen 5-6 sülale hüküm sürmüştür. Fakat bunlar hiçbir zaman devlet değildir. Keza Almanya'da birçok prenslikler vardı. Fakat hiç kimse, Aşağı Saksonya'yı, Yukarı Saksonya'yı, Bavyera'yı ayrı devlet saymamıştır. Hana, Napolyon'un Avrupa'yı istila­sında bu Alman Prenslikleri'nin bir kısmı, meşru Alman Hanedanı Habsburglar'a karşı Napolyon'un yanında çarpıştıkları halde, kimse onları ayrı devlet saymamıştır. Fransa'da da aynı durum mevcuttur. Başka milletler tarihlerini aynı şekilde mütalaa ederken, biz niye etmeyelim? .. Türk Tarihi'nde de ayrı devlet yok; aynı milletin başına tarih sırasıyle geçmiş, o milletin hanedan, sülale veya ailesi vardır .. ,

Hoca bu görüşünü; büyük bir coşkunluk içinde ve sanki o devirlerin ihtişamını yaşıyormuşçasına, engin bir heyecanla anlatıyordu. Bizleri de o heyecana kaptırıyor

44 REFET KÖRÜ KLfı - \f.NGiZ YA YAN

ve yoğuruyordu. Zil çalınıştı. Yeni Hocamızı bllyUk bir coşkunlukla selamladık. Birinci ders böylece bitti. Hocamız bize benliğiınizi hissettirmiş, özUmUze kavuş­turmuştu. Hepimiz derslerini sabırsızlıkla bekliyor ve can kulağı ile dinliyorduk. ikinci dcrsinde Hocamız: "Dersim iz ''Türkeli'dir",diye başlayarak, tahtaya büyük bir Anayurt Haritası çizdi. Anayurd'un sınırlarını tesbit etti. "ilk Türkeli'' diye başladı. Milad öncesi 5.000. yıllarda, ilk cedlerimizin Harriler olduğunu. bUtUn Turan Mil­letleri'nin bunlardan çıktığını anlattı. Sonra Saka, Peçenek ve Kunlar'a geçti, bunlar üzerinde uzun uzun durdu. Bilhassa, Saka kahramanı "Alp Er Tunga"ya ayrı bir önem veriyordu. Bu kahraman ile bizde "mill şuur"u pekiştirnıek istiyordu. Türkler arasında tesirinin çok büyük olduğunu, Türkeli'ne saldıran iran'ı titrettiğini, sonun­da kahpece öldürlilüşünün Türk Destani Edebiyatı'nda ınühim yeri olduğunu, Türk­ler'in bunu uzun yıllar unutamadığını ve hatta 1701 yıl sonra Kaşgarlı Mahmud'un, "Divanil Lugatı Türki"sinde bile yer verdiğini belirtiyor, özellikle şu dörtlUk ağıtı;

Alp Er Tunga öldü mü? ıssız ajun kaldı mı? Ödlek öcüm aldı mı? Emdi yürek yırtılur.

bizlere yazdırarak, uzun uzun açıklamalar yapıyor ve telkinde bulunuyordu. Keza; Iran ordusunu çil yavrusu gibi dağıtan ve zalim hükümdarları Kiruş'un

başını vurdurarak, onlardan Alp Er Tunga'nın öcünU alan, Peçenekler'in kadın kah­ramanı "Tomiris- Temir"in üzerinde hassasiyetle duruyordu.

Sabırsızlıkla beklenilen sonraki derslerinde, M.Ö. 5-4. asırlarda Türkeli'ne do­ğudan Çinliler'in, batıdan Yunanlılar'ın saldırışı, M.Ö. 3-2. asırlarda TUrkler arasın­da dahili savaşlar, Kun {Oğuz)lar'ın Türk Birliği'ni kurması, Kunlar'ın Devlet Teş­kilatı, Siyenpi. Apar Sülaleri, ... devirlerini bütün incel iliklerine dalarak anlattı.

Türkler'i yeniden bir bayrak altında toplamak uğruna; Çin Sarayı'nda tutsak meşru Gök Türk Prensi'ni kurtarnıayı sağlamak llzere 40 arkadaşıyle birlikte Çin Hükümdarlık Sarayı'nı basarak, Çinliler'e karşı verdiği Türk Kurtuluş Savaşı'nın ünlil kahramanı "Kür Şad" üzerinde bilyUk bir titizlik ve önemle duruyordu.

Biltün bunları; kendisi sanki o devir ve vak'aların içinde imiş gibi heyecanla an­latır, al benzi büsbütün allaşırdl. Bazen, mendiliyle terlerini silerdi. Adeta o zaman­larda bulunmanın özlemini taşıyor, o vak'alara katılamamanın ezikliği içinde bulu­nuyordu. Tarihin bağrından kopup gelen giir bir çağlayan gibi idi. Bu durumda, sanki elektriklenmiş gibi aynı heyecan içinde kalıyordu.

Bu vak'alar ile Hoca bizlere, Türkler'in gerçek tarihi düşmanlarını gösteriyor ve bizlerde "Milli Şuur"u uyandırıyor, geliştiriyor ve pekiştiriyordu. O; tarihi, Türk Milleti'nin bütünlüğü için "Milli Şuur"u diri tutma gerçeğine oturtuyordu. Hoca, bizleri böyle yetiştiriyordu. Bizden sonraki talebelerini de böyle yetiştirmiş, ömrü boyunca da bu yolda sebat etmiş, yılmadan yUrümüş ve uygulamıştır!.Türk Fikir Hayatı'nda ileriyi aydıntatıcı mücadelelerini hep bu yolda vermiş, akla gelmedik çilelere göğüs germiş ve katlannııştır. ..

Hoca; ömrll boyunca bir " KOr Şad Ruhu " içinde yaşamıştır ... Heyecan dolu bu derslerle kış sömestrinin nasıl geçtiğini bile anlanıanııştık .. Bu Hoca, başka bir hoca idi. Bize benliğimizi kazandırmış, kim olduğumuzu öğretmiş, mazimiz ile geleceğimize yön vermişti. Tek kelime ile şahsiyerimizi kazandırmış. bizler­deki Milli Suur'u tazelemiş ve pekiştirmişti. Hoca, bu sınır kenti çocuklarını samimi bulmuş, bizler de kendisine candan bağlanmı�tık.

TÜRKÇÜLERiN KALEMiNDEN ATSIZ 45

Soyadı Kanunu, o tarihlerde daha çıkmamıştı. 1934'de çıktı. Bütün sınıf so­yadlarını onun bize öğrettiği öz Türkçe adlardan aldık. Ben "Orhun'',diğer arka­daşlarım "Bozkurt", "Arıman" vs. soyadlarını aldı lar.

Hoca, bu sınır kentini sevmişti. Çünkü o, gerçek bir "Türk Beği" ve gerçek bir "Türk Akıncısı" idi.

Türkçüler Derneği:

1950 seçimlerinde; 1944 hadiseleri Demokrat Parti tarafından seçim propagan­dasında işlenen başlıca konulardan olmuş ve CHP'nin düşürülmesinde önemli rol oynamıştır. Kurulmuş olan Türk Milliyetçiler Derneği bu yıllarda, yurdun her tara­fında şubeler açarak çok gelişmişti. Ne var ki; Balkan Paktı teşebbi.isleri ve ardından Yunanlılar'a yaktaşına siyaseti, sahte dostları gücendirmeme pahasına sudan bir bahane ile I 953 yılında kapatılmasından sonra, milliyetçi faaliyetler uzun bir müd­det sönük kaldı. Bereket versin ki; sonraları oıtaya çıkan Kıbrıs Mes'elesi bu faali­yetlere tekrar bir canlılık kazandırdı. Bu faaliyetler, 1 960 inkılabı ve sonrasında da sürmüştür. 1 963 yılı sonlarında Ats ız Beğ'in Başkanlığı 'nda, "Ti.irkçüler Derneği" kurulmuştur. Derneğin merkezi kısa bir müddet sonra Ankara 'ya alınmış ve 30 A­ğustos 1964 tarihinde Türk Ocağı'nda yapılan umumi kongresinde alınan kararla, 'Türk Milliyetçiler Birliği' olarak uzun yıllar faaliyette bulunmuştur.

Ötüken Dergisi:

Tiirkçüler Derneği 'nin kuruluşundan hemen bir yıl sonra Atsız Beğ,Türkçü bir derginin çıkarılmasını lüzumunu hissetti. Yapılan hazırlıklardan sonra, 1 Aralık 1 964 tarihinde ÖTÜKEN'in ilk sayısı yayınlandı. Önceleri İstanbul'da yayınlanan dergi, sonraları Ankara'ya alınarak, Nejdet Sançar Beğ'in yönetiminde faal iyetine devanı etti. Türkçüler Derneği'nin Ankara Ocağı'nın kurulmasında Atsız Beğ tara­fından, Sançar Beğ'e salık verilmem üzere, kendisiyle gerek dernek faaliyetlerini yürütmede, gerekse Ötüken'nin yazı kadrosunda geçen uzun müşterek yıl­lar,gerçekten de unutulmaz hatıralar olarak kalmıştır.

Dergi çıkmağa başladıktan sonra, yazı ve makaleler dolayısıyla Atsız ve Nejdet Beğ'ler ile !emaslarımız daha da sıklaşnııştı. Dergi'nin İstanbul'da çıktığı dönemde, Ankara'ya aid olan sayılar Nejdet Beğ'e gel ir, bizler de ondan al ırdık. Telefon eder,

"Mehmet senin tayının geldi, istihkakını gel al", derdi. Cidden, "Ötüken" bizler için bir gıda idi . . .

İstanbul'da bulunduğum 1965 ve 1966 yıllarında Atsız Beğ'i sık sık ziyaret e­derdim. Çalışt:ğı yer; Süleymaniye Kütüphanesi'nin koridorumsu giriş kapısından geçilince sağa sapılır.. Bahçe içinde, bir takım camekanlar arasında yürüdükten sonra, Süleymaniye Camii'ne pencere ile bakan kemer altı ufak bir oda idi . Bu oda­nın hem sağındaki, hem de solundaki kapılardan birbirine geçilirdi. Odasında, biraz yüksekçe eski bir çalışma masası ve karşısı nda da tek bir nıisafırin oturacağı, tek bir sandalye vardı. Kütüphane arkadaşları kendisine büyük bir saygı besliyorlardı. Ko­nuşmalarımız; ta eski gilnlere, Edirne yıllarına uzanır, yakın tarilılerle devam eder, Ötüken üzerine olurdu. Bazan da, memleketin umumi durumundan bahsederdik. Bütün bu konuşmalarda, daima 1933 - 1 934 yıllarının Edirne Erkek Lisesi'ndeki talebesi olarak kendimi sayar, o ruhi hal içinde bulunurduın.

Atsız Beğ'in Göçü :

Bu göç, Türk Milliyetçiliği için büyük bir kayıp idi. Hayatı boyunca çektiği çi­lelere metanetle dayanmasını bitmişti. Fakat Nejdet Sançar Beğ'in kendisinden ön-

46 REf.ET KÖRÜKLO - CE 'GiZ YA VAN

cc, aile içinden ayrılışı onu fazlasıyla sarsmıştı. ÖTÜKEN'nin 3 Mart 1975 tarihli Özel Nedet Sançar sayısında, kardeşi hakkındaki çok içli baş yazısında bu belli oluyordu:

"Afşın. Nejdet Sançar'a karşı sırayı bozduğu gibi, Sançar da bana karşı sırayı bozdu. İkinci, üçüncü saftakiler ilerki yerlerini çabuk alsınlar. Zaman çok azaldı." diyordu ...

Bu, sanki Hoca'nın aynı zamanda bir vedanamesi idi. Bizlere: "ömür doldu, bu akımın başına geçeceği bulun·• çağrısını yapıyordu.

Hoca, kendi göçüne de zamanın az kaldığını önceden sezmişti. Nitekim. kendi göçü de çok sürmedi. Kardeşininkinden 1 O ay sonra geldi. Cenazesi. kendisine layık bir şekilde kaldırılarak, kardeşinin yanındaki ebedi istirahatgahıııa tevdl edildi. Ho­ca; Türk gibi doğdu, Türk gibi yaşadı, Türk gibi düşündü, Türk gibi öldü ..

Kendisi; Tarih'in derinliklerinden gelen bir ışıktı ve bize ileriyi gösteriyordu. Doğudan pariayıp Türk Gökleri'ni aydınlatarak, Batı'da göçünü bitirdi.. Bu Nur'un kadrini bilenlere ve O'ndan feyz alanlara ne mutlu.

Şimdi Oğuz Han; O'nu, otağında ve Türk Beğleri Kurultayı'nda ayakta karşıla­yacak, alnından öperek;

"Gel Oğlum Atsız; Gazan Mübarek Olsun! .. " diyecektir ...

AJtkarn, 20 Şubat 1977

TÜRKÇÜLERİN KALEMİNDEN ATSIZ 47

Aziz Hocamız

TÜRK MİLLETİ'NİN BÜYÜK EVLADI

Yazan: Av. Enver YAI(UBOGLU

"Başım allarn giderem ne dost duysun ne düşman"

Bu bir Kerkük atasözüdür. Topluma, herkese, herşeye küsmüş bir insanın ızdırabını dile get irir. Aramızdan ayrılmadan bir gün önce bir yakınına; ecel vaktinin geldiğini, ölümünden hiç kimsenin haberdar edilnıemesini, gazetelere ilan verilme­ınesini ve hiçbir şekilde tören yapılmamasını vasiyet etmişti. Bu vasiyetle acaba herkese, herşeye küskün olduğunu mu anlatmak istiyordu?

Yirmi yılı aşan bir tanışıklığıınız vardı. Fikri bağlılığıınız ise yirmi yılın çok ötesinde, 1939 yılında bir hukuk talebesi olduğum zamana kadar uzar gider. Hiç ara vermeden bu yirmi yıl içerisinde bir çok meseleleri karşılıklı olarak konuşmuş, taıtışmış ve hele 1967 tarihinden vefatma kadar çektiği çileleri de avukatı olarak yakından müşahade etmiş bir kimseyim. Cesaretle söylliyor ve iddia ediyorum ki, hocamız herkese küskün değildi. Bu sözleri sadece; gösteriş sevmeyen mizacını ve biraz da kendisini inkisara uğratan "sözüm ona milliyetçileri", başka bir deyişle araımıdaki münafıkları kastetmesinin bir ilades id ir.

Onun için en yüce ideal, Kızılelma'ya doğru ilerlemek olan Türkçüli.ik Savaşı idi. Bu sebepledir ki, Türk aşkının ötesinde hiçbir eıneli yoktu. Dostlarına ve yakınlarına nisbetle düşınanları daha çoktu. Komünisti, rnasonu, renksizi; velhasıl Türk'e düşman herkes onun düşmanı idi. Ancak o, bu kimselerle mücadele etmekten ne yıldı, ne de usandı. Hayatı boyunca yatağına sıgmayan bir nehir gibi çoştu. Yaşının ilerlemiş olduğu devirler de bi le, 20 yaşındaki bir delikanlı gibi milli duygutarla ruhen genç ve dinçti. Türkli.ik aşkı yüzünden çektiği bunca eza ve cefa, içindeki alevi bir türlü söndüreınemiş­ti.Aramızdan ayrıldığı günden beri bizler, kolu kanadı kırılm ış bir durumda sahipsiz, öndersiz kimseler gibiyiz.

Yarı gam, Sarartıptı yarı gam, Bir güne biz düşmüşüz; Yarı derttir yarı gam.

Fakat herşeye rağmen, gösterdiği yolda yürüyeceğiz. Buna söz veriyoruz. Eli­mizde, avucunıuzda yok ama, kuvvet li bir kalbimiz var. Ti.irk Irkının yücetmesi için başlattığı savaşa devam edeceğiz. Büyük Türkçi.i kardeşi ve i.ilküdaşı Sançar'ın sö­zünü tekrarlıyoruz:

"Türl< lrkı Sağ Olsun! .. "

15 MAYIS 1967 SÜLEYMANiYE KÜTÜPHANESi'NDE YÜCEL HACALOGLU İLE

ATSIZ'IN GENÇLİK RESiMLERİNDEN BİRİ

TÜIU-:ÇÜU::RiN KALEMİNDF.l'\ ATSIZ 4\1

NÜKTELER VE ŞAKALAR

- llostes.kemerlerinizi bağlayın dedi ama ben bir türlü bağlayaınadım. Yanımdu­kinin yanında olan hanım bağladı. Yine gülnıeğe başladın değil mi? Zaten sana ciddi bir şey anlatılmaz ki! Ben kemer bağlamasını nerden bileyim'? Benim bildiğim Ötüken paketini bağlamak.

- GümrUkte Almanlar ben im iH\çların fazlalığından fena halde şiiphelendiler. Buğra'nın tercümanlığı ile bunıı da lıallettik. Şimdi Mtınih'ten dünyayı idare ediyo­rum. Sana bir de korkurndan balısedeyim: Bedriye'nin evinde günün 24 saatinde su akıyor. Hem de soğuklu sıcaklı. Şimdi ben geldim diye bu suyun Maltepe'deki suya benzeyip kesilmesinden ödilm patlıyor. Malilm ya, uğursuzluğuımız her yerde ken­dini gösterir.

Ankara'ya iki gidişimele de Nejdetler'in suyu kesildiydi. Rica ederim dualarını eksik etme de şu su kesilnıesin. Suranın en berbat tarafı her gün tıraş olmak nıecbu­riyeti. Aldınnasam. Bedriye cellat gibi başıma dikiliyor. "Yahu, sakııl iyi şeydir, ecdadıınız sakallıydı" falan diyorum ama dinlenı iyor. Şimdi biziııı anayasaya bir madde daha ekleyeliın: "l ler gün tıraş olmak cildi talıriş edip sağlığa zarar verdiğin­den zararlıdır. Kocnlarını her glin tıraşa zorlayan kadınlara ceza olmak Uzere, koca­ları ikinci bir kadınla evlendirilir. Ve bu kadının yaşı yirmiden fazla olamaz··. Akıl nasıl? Zaten başımdan taşıyordu. Buraya gelince yerlere dökilirneğe başladı.

* * *

-... Eee!. daha daha ne haber? Geçen sene ölen koc.:a öküzden ne haber? Yarakt<1 yazdığım için yazım okunaklı değil ama okuınağn bak. Ha, bak geçen sene ölen koca ökiiı. dirilmiş. Hay Allah cezasını versin. dirilecek ne vardı yahu? Bu sefer ölmezse Türk Milleti hapı yutar.

-... Şu Ruh Adam meselesi ciddeıı mü him bir gai le oldu. Bunu muhakkak lıalleı­ıneliyiz. Ruh nedir? ... Nane ruhu ımı? Tuz ruhu mu'? Adam nedir? Maymun'un toru­nu ... Şu halde Ruh Adam yerine NANE ESANSI'nııı MAYMUN TüRUNU desek olmaz mı? Ve bu günlin hip i kuşakları bunu daha iyi anlamaz mı?

* * *

-... Daire sahipleri para vermedikleri için bizim sular yine kesildi. Yaşasın Cum­huriyet. istersen bu işi gel sen lıalleı. Sana nıükafaten iki kahve kaşığı şeker ile bir bisküvi veririm.

-Ekim sayısının yazılarını yazdım ama, sanki mezarıını kazdım. * * *

- ·e71e oldum. Günde 4 aspirin ve 6 fincan Ç<l) i le modern bir tedavi takip ediyo­rum.

so REFET KÖRfıKLf' - Ct,:NGiZ V,\ VAN

-Bir şaheser olan sondan bir evvelki şiirimi yazıyorum:

A patlıcan. patlıcan Nerde kaldın bu gece? Ak sakallı bir sıçan Hıyar yiyor gizlice

Teli i pulltı bir gelin Söylüyor bir hoş hece. Reva ını kızı alsın Gözü şehla bir cüce ....

Bunu bir ben yazarım, bir Şckspir. bir de Tokat'ta Leylekoğlu. * * *

-Geçen sene ölen KOCA ÖKÜZ'den haber vursa bizzat bana gelerek bildirıneni rica eder, gözlerinden öperiın.

* * *

-C. YETİMOGLU, Sanki biz neyiz? * * *

-Ağustos sayısı gecikti. Ben abone olsaydım şimdiye kadar IKI MEKTUP-ÜÇ TELG RAF yol lar. arkadan Danıştay'a ve Anayasa Mahkemesi· ne müracaat ederdi nı.

* * *

-... Tabii, zenginler yeni ve geniş evlerinde rahat oldukları için. bizim gibi, kur­bağalar ve kertenkelelerle birlikte geçen yaşantı (!) mızın farkında değillerdir.

* * *

-Bu ımıhallebi güzel bir tatlıdır. Yemesine doyum olmaz. Tavsiye ederim. İster­sen bir ınuhallebici dükkanı açalım Müşterilere vermez, kendimiz yeriz. Bir ay sonra dükkanı kapatırız. Ama bir ay yaşarız ya. Yaşasın Cumhuriyet.

,:, �; *

-... Senden 10 tane "Ötükcn" isterim. O kadar yoksa 9 tane gönder. O kadar yoksa 8

tane gönder. O kadur da yoksa 7.5 tane gönder. Ama mutlaka gönder. Hiçbir şey bula­mazsan, acele tarafından ödemeli olarak bir teneke su gönder.

* * *

- Hiçbir iş yapamaman ın verdiği bezginlik ve üzüntü beni mahfedecek. Şimdi sen bana ödemeli bii' teneke su gönder.

* * *

- Bizim romana gelince (RUH ADAM): Herkesin başka türlü aniayacağını bili­yordum. Fakat o romanda her şey bir hakikattır. Yalnız, sembolik olarak yazılmıştır. İleride ona ŞERH LER- tefsirler yazılırsa pek çok tarihi hakikatler oıiaya çıkar.

* * *

- Dlln Muzaffer'le birlikte bizde yaptığtmız toplantı; "ÜÇ BÜYÜKLER toplantı­sı·· olacaktı. Fakat maalesef"Üç Bunaklar toplantısı" oldu.

ÇUnkü: Muzaffer, Ergenckon tablolarını burada unutuğu gibi. ben de sana ikinci makbuz defterini vermeği unuttum. Sen de isıemeği unuttun. Tamamlandı mı bu­naklar? Yar mı bunun daha ötesi? Yok! O halde Yaşasın Bunaklık.

�' * *

- Acele cevap ... Kestane kcbap ... Kırmızı şarap ... Gönlümüz harap ... * * *

- ..... Ya sabahtan gel ve peksimetle çaya razı ol. ..

TÜ!li<ÇÜLERiN I<ALEI\·liNOEN ATSIZ s ı

* * *

- Bana dört aylık rapor verdiler . Fakat daha yüzde yüz emin değilim. Bu raponı adil tıbbın tasdik etmesi lazım. Ederse iyi. Dört aya kadar da nasıl olsa üçüncü cihan harbi çıkar.

* * *

-...... Nedir bu çektiğimiz? Çekmeyen gider. En iyisi sen bir sabah Bostancı'ya gel de bu işleri defterler ve evraklar ve yapraklar ve ağaçlar ve ormanlar (kaldı ise) üzerinde halledelim ve çözelirn.

* * :::

- Kardeşim, hiç itibarımız kalmadı ını? Bana "Sayın ATSIZ" diye yazmışsın. Hiç olmazsa "Sapsayın ATSIZ" diye yaz da biraz öğüneyiın.

* * *

-MART-ı şeritin mübarek olsun. Bu Man bana hiç iyi gelmemiştir. 4 Maıt'da As­keri Tıbbiye'den tard olundunı. 1 925'in 4 Martı çok güzel ve sıcak bahar günüydü. Ondan sonraki yıllarda öyle güzel 4 Mart görmedim. Şimdi de sekiz gündür gripal bronşitten ızdırab çekiyorum. Bir türlü geçmiyor. Aya gitmeğe karar verdim. Ama Babtır elini çabuk tutmuyorki. Şimdi sen onu bırak da Cumhurbaşkanı adaylarına bak: Faruk Gürler ve İsmet İnönü .. "Mart ayı kötüdür" demişlin ya. Şu İsmet Cuın­llUrbaşkanı olursa belki ben vefat ederim. Faruk Gürler olursa birer d!!mli çay içeriz.

* * *

- Sen cidden yanağı Bakırköy'den buraya kadar çekildikten sonra, şırrraaak diye bırakılmaya layık bir kişisin .... Hakikatleri sakladığın için yanağını buradan tutup Münih'e kadar uzattıktan sonra bir koyuverirsem görürsün .. Hatta belki astronotlarla anlaşıp, aya kadar uzattıktan sonra salıverdiririm. O zaman artık düşün ... Kaniye 1 5 gün köyünde kaldığı için evi örümcek kardeşler istila etmiş, toz biraderler de her yerde localarını kurmuştu. Senin verdiğin sinek avlayıcın raketle biraz önce, beni rahatsız eden bir komünist sineğin hakkından geldim. Bildirilir.

* * *

Atsız'ın hususiyetlerinden biri de çok şakacı olmasıdır. Yakınlarıyla ve ülki.idaşlarıyla konuşmaları ve mektupları şakalarla doludur. Bazan en ciddi bir ko· mıyu işlerken araya bir mizah parçası sıkıştırıverirdi. Bunun inceliğini anlamaktan aciz olan ve aklınca sadece "suç delili" aramalda meşgul olan 1944-45'teki Sıkıyö­netim Yargıcı, duruşma sırasında bozuk Türkçesi'yle okuduğu Atsız'ın bazı mek­tuplarında, bu cins mizah kırıntılarına rastladıkça işin içinden çıkamaz, kinlenir, şi.iphelenirdi. Onun bu hali Atsız'ı ve sanık öbür Türkçüler'i o acı günlerde tatlı tatlı güldüren nadir hallerden olmuştur.

Atsız, mektuplarında uzun boylu ve şatafatl ı sözlerle herkese teker teker selam yazınaktansa, bunların hepsini içine alan manada "Protokol caridir" derdi. Bir mek­tubunda ise şöyle demişti: "Protokol caridir ve tifüs gibi saridir"

Atsız'ın hemen hemen bütün mektuplarına serpiştirdiği bu gibi nüktelerden. ülkü arkadaşı İzzet Yolalan'a yazdığı mektuplardan rasgele derlenmiş bir kaçı:

* * *

Atsız'a her türlü işkence yapıldı. Ama tesadlifen Tabutluk'a hiç konulınadı. Son­raki bir sohbette Atsız: "Benim her şeyimi öğrendiklerini sanıyorlar ama,bir noktayı öğrenenıemişler;sıcağa dayanamadığımı. Yoksa o fırsatı kaçırmazlardı", dedi. Hazır bulunanlardan İsmet Ti.imti.irk oradakilere: "Aman dikkat edin, boşboğazlıkla bunu

52 REFET KÖRÜKLÜ-CE 'GiZ YAV,\�

hiçbirimiz agzımızdan kaçırmayalım. Çünkü biz de bu dil oldukça aynı şey tekrar edilebilir", dedi. Ciddi söylenen bu sözlere, başta Atsız olmak üzere herkes kahka­halarta gü ldü. Ama Atsız'ın bu "zayıf noktası" yine sır olarak saklandı. Şimdi artık açıklanmasında mahzur kalmamıştır.

* * *

-Atsız'ın sözleri arasında; yüzde yüz şaka olanlar, yan yarıya şaka olanlar veya içine bir damlacık şaka çeşnisi karışmış olanlar vardır. Sohbetlerinde sık sık tekrar­ladığı bir "projesi" vardı: Türkiye'yi kötü hükümetlerden kurtarmak ümidini (şimdi­lik) kaybettiğimiz takdirde, uzak bir yere (mesela küçük bir adaya veya sarp dağlar arasına sıkışmış bir vadiye) gidip, orada bir avuç Tlirkçü'nün. Türklük geleneğine ve Türk i.ilküsüne tam uygun bir devletçik kurması. Dinleyenlerin çoğu bunu yüzde yüz şaka cinsinden saymışlardır. Halbuki. belki ancak yüzde yetmişbeşi şakaydı. Yüzde yirmibeş ciddi tarafı vardı. Bunu zaman zaman çok yakınlarıyla, pratik lafsilatma kadar inerek konuşmuştur.

* * *

-Atsız, şakalarına kendi kendisiyle istihza edecek bir çeşni vem1ekten de çekin­mezdi. Bir keresinde; Tophane Tevkifevi'nde sohbet edilirken, bazı şahıslarda "sür'ati intikal" az mı, çok mu konusu tartışılıyordu. Atsız dedi ki: "Bana gelince. bende sür'at vardır, ama intikal yoktur"'.

* * *

-Yine Tevkifevi'nde bir glln, Nejdet Sançar bolca ve tUylü bir pijaına giymişti. (Duruşma olmayan gLinlerde koğuşta pijama ile dolaşırdık.) Tesadlifen İsınet Tlimti.irk de o gün tliylü bir pijaına giymişti. Üstelik onunkinin kolları fazla uzundu. Elleri, kol yeninin içinde kalıyordu. Bu ikisinin bu kıyafetle dolaşınaları gülüşmelere yol açmıştı. Atsız kalktı, onlara katıldı ve (kendisinin de pijaması bol olduğundan): "Biz üç ayı biraderiz!" dedi. Gülüşüldü ve bundan sonra uzun bir süre bu üçüne, "Üç ayı biradcrler!'' denildi.

* * *

- Onun soyadının niçin Atsız olduğu: bunun. binecek atı olmayan anlamına mı, yoksa ismi olmayan anlamına mı geldiği zaman zaman merak edilmiştir. Açıklaya­lım: Bu kelime "ismi olmayan•· anlamını taşır. Göktürkler çağında. bir çocuk 1 5 yaşianna gelinceye kadar kendisine ad verilmezdi. O sırada ona "atsız" denilirdi. Ancak şahsiyeti belirdikten, bilhassa başarı gösterdikten veya kahramanlık yaptıktan sonra "atsız" olmaktan kurtulur ve kendisine bir ad verilirdi. "Adsız" şeklinde ya­zılnıayıp, "Atsız'· şeklinde yazılmasının sebebi de; Türkiye Lehçesi'nde "d" şeklinde söylenen birçok sözün, Do�u Türk Lehçeleri'nde "t" şeklinde söylenmesidir. Mesela bizde "dağ" denilmesine karşılık, Kazak Lehçesi'nde (ve eski Göktürk Lehçesi'nde) "tağ" veya "tav" denilmesi gibi.

Atsız'ın ikinci kansının asıl adı Bedriye'dir. Atsız bazı yazılarında bunu "Tolunay" şeklinde Tiirkçelcştirmiştir. Atsız'ın büyük oğluna verdiği Yağmur adı. Selçuk İmparatorluğu'nun kuruluş çağındaki Yağmur Beğ'den gelir. Küçük oğlunun adı Buğra ise, "erkek deve" anlamınadır.

* * *

- Onun hakkında çıkarılan dedikodulardan ve ona yapılan iftiralardan biri de, o­nun müslüman olmadığı ve "şaman" dininden olduğudur. Gerçekte ise Atsız, İslam ahlakını ve manevi değerlerini en yüksek ölçüde korumuştur ve savunmuştur. İman

TÜRJ<ÇÜL.ElliN J<ALf.MiNDEN ATSIZ

bakımından ise, ona iftira edenlerden veya profesyonel din söınürücüli.iğü yapan bir kısım politikacılardan en az bir milyon kere daha müslümandır. Atsız hakkında bu çeşit dedikoduların yayılmasının sebeblerinden biri de onun çok şakac:ı olmasıdır. Mektuplarındaki veya dost meclisierindeki bazı şakaları dilden dile dolaşmıştır ve bu sözleri kötli niyetli kişiler, şaka olduğunu ya kasden gizleyerek ciddi gibi sıııı­ınuşlardır, yahut da çok aptal bazı kişiler şaka ile ciddiyi ayırt edemem işlerdir.

Atsız'ın şakacı iislübuna örnek olarak bir küçük notu.

3.5. 975 tarihli not şöyle: Sayın Cumhuriyetçilerı Yemekler hazır ve teşrifinize muntıızır. Sclamtiıı

aleykiim. Yaşasın Mao.

ATSIZ. Acaba bu not. yarın aşırı ahmak veya aşırı kötü niyetli bir kimsenin eline geçin­

ce. o da bu sefer Atsız'ın "maocu'' olduğunu mu iddia edecek? * * :;:

ATSIZ'IN KABRiNi ZiYARET Bu mukaddes yerde uluğ türbede, El pençe dlvUna durmaya geldik. Derdinıize derııı5n nlsun dedik ele Kutlu kabrinc ylii.'. sürmeye geldik.

Yaşadın ve öldiin Türk Soyu için. Türklük'e hak mıydı ölümün. niçin? Türkçüler burada herşeyden geçin. Bu gül sinden Türklük derıneye geldik.

Kurultayda, toyda, şölende misin? Dede Korkut birlc Orkun'da mısın? On başı Sançar'la glileııde misin? Biz de o Uçınak'a varmaya geldik.

Ötükeıı yışında at mı binersiıı? Bilge Tonyukuk'la taş mı yonarsın'> Hangi Türk ilinde, nerde konarsın? Geçerken bir selarn verıneye geldik.

Ruhlar fışkıracak handeyse yerden. Söyle bir şey, bize ses ver de birden "Işpara Alp" lardan "Köl Tigin"lerden "Klirşat"lardaıı haber sormaya geldik,

Gönüller bunlanır hayiile dalsa, Felek Tamuları bizlere salsa, Yeşeren kabrinde bir an da olsa Tanrı Dağları'nı görmeye geldik.

Erk YURTSEVER

Bostam.:ı . . . 3 Ma)JJ.I' 1976

Ad

><..

1J;i;e� �J1� x Ati•-rt X.

AJ�t(•rlö((J x

A'JJQ'Uck-(•rrlM.'t.J ?''"'lı- ,,,,._ ..... uı.tıi... il4ıi �""" ... � .. !:. •�trlı-. --r�

A"fZ•f{'*nl/.1< ..._,.,....., o ....;t..JCJt] Al'#� Al*'t� A-t-:ıh� >< Atf-c"'­T;ZJCu/11{ )( 8�tJıl-. B'-f'ı/L 8� x

B'fj )( IJi1e.. '( d·t- (·�-J �i; 'tl:-•'\ ç��t,-11( � ""'} ı D t"":t- .ı<. E ıdc-u.r-J x: fıl-.ı ( ...... d;.1.) .��4t""' ( rt�et) >(

E" J, 'h ( i.4 ;,.lA) ..ı<

� ��-� �' X. q;.IJ\.,

Tu-ıl<te. 'i!j Aila.'lA..

�/<Jc.. J= "ze-(.. �Pfı:.Jt-r. J4'

�111J'J-,J.. ı(

CJ;.fl�-'14</(... �f?eı. �� '( H., rı.·6wı & ''"l'"t«<"-i9 1<4-tı )(, J<.q1!�1(· /""� �Ail�G(. .>( P�'I.J x:

j�->11"-S-tv;_-i 5tv.,?fJ x:. )�tl'.,· .,.. s (ı/.,:,. "·F-51(--. (r•r..L -t;. i4yJ 5tl{tl�( >j; ..ı( Sdo.•n 1t'"-I1o(f �"

1? f411A-<Vol/1t'� .ı( 1..-u�,., (!tt"'

1 Vıl{-e_,., (= fı:.vı..1.t'>9 tö� c= ar ., ... t.�'} ><­

�ol',_'? l�c-1 Yo..r-"*

y;,-'l.� {= ;tt'�(,.t) K(JI t<_l�t-.vı-( t;., r'*y; U{�;. !/tm? ( J'� ,.ıJ./..Jo

ATSIZ'IN FAiK ERSAVAŞ' A GÖNDERDİGİ TÜRKÇE İSİMLER LİSTESİ

(KENDİ EL YAZISI İLE)

TfıRKÇ( LEıtiN K-\LE\Ii:'\l)f::'\ .-\ TSIZ 55

ATSIZ

Mustafa KAYABEK

Fikirleriyle beslenip, O'nun heyecanıyla heyecanlananlar. O'nun hayftliııi günün her saatinde karş ılarında görebi lirler. Bir kitabı okurken, bir sahifeyi çevirirkeıı, sokağa her çıkışta, her köşeyi döııüşte; dallara ilk çiçeğin. ilk karın. ilk yağmurun düşüşünde Arsız Beğ'in yalnızlığı gözlerimin önüne gelir. O'nun bu yolculuğa. bu uzun yolculuğa. dönüşü olmayan bu yolculuğa çıkışını yalnızlıktan; yalnızca yalm7-l ıktan kaçışına bağlarını. O, gönlündeki yalnızlığı, ··vecıa·· şiirindc. ke limelerin dayananııyacağı bir bunıkluk içerisinde anlatmıştır. Veda şiirinin üstüne çöken bu­rukluğu; bir kitabı okurken, bir sahifeyi çevirirken, her sokağa çıkışla. her köşeyi dönüşte, dallara ilk çiçeğin, ilk karın, ilk yağınur tanelerinin düşüşlinde şuramda duyarıın ve gözlerim donuk donuk, kiprikleriın bulanık. Atsız Beğ'e ·'Güle .. Güle . .'· derim.

Yüreklerde bir ağrı var . . . Yazılan mektupların zartlanınayışı. zartlanıp pullan­mayışı. pullanıp yollannıayışının doğurduğu bir ağrı. .. Arada bir yazarı ın /\tsız Beğ'i düşünerek, Atsız Beğ'e mektup yazar gibi yazarım arada bir. Son noktayı koyarken yan yöreme bakınırını ve bir çıkmaz sokağın içerisinde olduğumu görürüm. Alnıını gerçeğin taş duvarlarına çarparım ve kulluğumun üstünde olan bir çaresizliğin. kul­luktan doğan bir çaresizliğin içerisine dUşerim. Gözlerimi kaparını çarcsizliğime. Kaparım ve çözümü olmaz düşüncelere dalarıın. Bakışlarını bulutlaşır, sisler içeri­sinde dolaşır gibi olurum. Kirpikleriıııin önünde küme küme bulutlar, küme küme ağlamaklı bulutlar toplanır. Toplan ır ama çözülmez, ıslanınaz kirpiklerim. Daınarlan kurumuş gözpınarlarımın, kaynakları tıkanmış .. Yıllar var ki ağlamaz. ağlayamaz oldum. Yıllar var ki gözlerimle değil, sözleriınle ağlıyonını. Dilimde kelimeler, keliınelere sığınan sözler: elimde, kalemimdc, divitimde cüm!eler, cüııılelere yoldaş noktalar. virgi.iller ağlıyor. l ler sözün bağrı yanık. Kalemde de, dilde de, gönülde de, divitte de bağrı yanık her sözün ...

Yüreklerde bir ağrı var ... Atsız Beğ'siz geçen. geçip giden bir yılın ağrısı... Üç bayram çektik bu ağrıyı. O'nun; sanki, öte dünyada Türk uluları ile bayramiaşmak için uçmağa varışının üstlinden geçen, uçınağa vardı�ı 1 975 yılı Kurban Baynı­mı'nın üstünden geçen üç bayraın ... Bu onsuz geçen üç bayramı kutladık demek­tir.Eğer gidip gelınelere, hal hatır sorınalara, el öpnıelere ve el öptürmelcre kutlamak denirse ... Kutlanıak sevinçle olur, neş'e ile olur. Gözler güler insanlar bayramlaşır­ken. Gönüller sevinç içerisinde bir başka türlü çarpar. Oysa bunlu geçti çıkmak üzere olduğumuz yılın üç bayramı da. Şekeri de, Kurbanı da ... Şekeri de, kurbanı da ağız tadı ile yiyeınedik. Kendi aramızda kutladığımız Üç Mayıs Türkçüler Bayra­mı'nı da gönül rahatlığı içerisinde kutlayanıadık. Gönül rahatlığı içerisinde birbiri­nıize: "Bayramımız Kmlu olsun!" diyemedik. Üç Mayıs Türkçüler Bayramı bu yıl gönlümüzdc bunlu. gözlerimizde dunıanlı geçti. Üç Ma) ıs·ı O aramızda olmadığı

REfET KÖRÜKI.fı - CENGiZ YA \':\N

için gönlümUz yaslı. gözlerimiz yaşlı geçirdik. Ama hangi yöne baktıysak O'nu gördük. hangi yöne döndüysek O'nunla göz.göze. gönül gönüle geldik. Göz göze geldik kirpiklerimiz ıslandı, gönül gönüle geldile ölümün acı gerçeği karşısında deli gönül uslandı. Yahut uslu gönül clelilendi. Delilendi de gerçek �Heınden bağlarını koparıp. hayal alemine doğru uçımığa başladı. Orada. o hayiii aleminde en güzel bir dal ın listüne kondu. Ve orada ululandı.

Ötüşen kuşlara benziyordu hayal alemine uçnıuş göniillerin atışı. Bir gönüL bin gönül gibi; bin gönül, bir gönül gibi atıyordu sanki. Ölenlerin gönülleri, yaşayanların gönülleriııden, yaşayanların gönülleri. ölenlerin gönüllerinden ayırdeditmiyordu. Hepsi bir dalcia toplanmışlardı: Sevgi dalında. Hepsi bir noktada toplanmışlardı: Sevgi noktasında. Hepsi de sevgide birleşmişlerdi. Bütün gönüller. bütün Türk gö­nüller orada, o hayal aleminde; ölenler yaşıyormuş gibi, yaşayanlar ölüyonmış gibi atıyordu. Ve hepsi de sevgide birleşiyordu. Türklük sevgisinde ...

Bu sevgi: Tebrizli kızın kalınında (çeyiz) Ay-yıldızlı bir bayrak. Kerküklü deli­kanlının gözlerinde tüten bir hürriyet çırası. Kırını lı anneleri n saçiarına yakılan oğul­uşağa kavuşma kınası. Kazanlı, Taşkentli. Alnıatılı bir aksakallının dilinde dağlara dönük çığrdan hürriyet tUrkLileri, savaş türküleri örüyordu sanki gönüllerde. Gönül­lere gönüllerden ... Gönüllerden gönüllere ...

Yüreklerde bir ağrı var ... Tiirk'ü en çok seven. TürkiLik sevgisini tarihi bir heye­can haline getiren ve bu heyecanı tarihin en karanlık devirlerine kadar götliren bir gönülün, artık bu dünyada atnıayışından kopup gelen bir ağrı. .. Bu dünyadan sağ olarak göçen bir kişinin yokluğuntın doğurduğu bir ağrıd ır bu ağrı. .. Bu dünyadan sağ olarak göçnıek her kula. her insanoğluna nasip olmaz. Dünya yaratıldığından bu yana. dünyanın yaratıldığı ilk günden bugüne kadar yeryüzünden. sayıları rakamlara sığnıayan, sayılarını rakamların sırtlayamayacağı insanoğulları gelip geçmiştir. Fa­kat bu gelip geçen sayısız canların içerisinden pek azı sağ olarak göçmüştür. Başka ülkelerin, başka ırkların bu mertebeye yükselmiş uluları bizleri ilgilendirmez. O canlar ne dilimizi ve ne de kalemimizi ilgilenclirir. Bizleri bizden olanlar, bizelen olan ulular, bizden olan ulu canlar ilgilendirir. Bizleri Tanrıkur Meteler, Bilge Ka­ğanlar, Bilge Tonyukrıklar. Kür-Şadlar, ilk Türk azanlarından Aprınçurtiğiııler. Çuçular. Tuğrul ve Çağrı kardeşler. Alpaslanlar. Fatihler, Yıldınmlar. Ahmet Yeseviler. Hacı Bektaş Veliler. Yunus Eınreler. Pir Sultan Abdallar. iznıir'de Yu­nanlı lar'a ilk kurşunu sıkan gazeteci Hasan Tahsin Beğler. Maraş'ta düşmana kurşun sılonanın kılınacak cuma namazlarından daha efdat olduğunu halkına duyuran Sütçü imanılar ve bu i lk kurşun sıkışı, bu cuma namazlarından daha efdal olan kurşun sıkışları, son kurşunla yine izmir'de noktalayan Mustafa Kemaller, türkülere ad vermiş, türkülere kan vermiş Genç Osınanlar. Alişan Beğler. Karayılanlar. Şahin Beğler, Azerbaycan'da Türk Dili 'nin savaşını başlatan ve Şah'a karşı bir başına döğüşen, bu uğurcia şehid olan Semed Behrengler. Doğu Türkistanlı Osman Saturlar ilgilendirir. Çünkü: Bizim ölü hayatımıza canlılık veren onlardır. Onların bu dünya­dan sağ olarak göçmeleridir. Şiirleriyle Arif Nihat Asya. yazılarıyla Nejdet Sançar Beğ ve TOrkçOIUğe getirdiği heyecanla Nihai Atsız Beğ, Azrail'in ölü toplumumuz­dan alıp götürdüğü canlı ruhlarıınızdır. Bu dünyadan sağ olarak göçen ulu Türk­ler'dir. ulu canlardır.

Yüreklerde bir ağrı var. .. Bu ağrı,bu dünyadan sağ olarak göçen ulu Türkler'in ruhlarına glin doğuımı ve gün batımı çekilen "Huuu' ... " larla, günde beş vakit oku­nan Fatihalarla diner. Herbirinin ruhlarına "Huuu! .. " lar çekilsin, Fatihalar okun­sun ...

TÜRKÇÜL[RiN KALEMiNDEN ATSIZ 57

AGLAYIŞ Gökkanaılı Azrail Gökkanalll Azrail Aldı giUi A /.YIZ '1. Aldı gitti Ats ız '1 ...

Emi yok. melhemi yok Emi yok. melhemi yok Yüreğimde bir SIZI Yüreğimde bir s1zı ..

Gözlerimden yaş değil Gözlerimden yaş değil Aks m ölüm ytld1zı Akstn ölüm yıldızi ...

Bunlu geçecek gayn Bunlu geçecek gayrı Ömrümiin kiŞI yaz1 Ömrümün kiŞI yaz1...

Ötüken 'de yclZIImiş Ötü k en' de yaz tl m IŞ Almmıza buyaz1 Almm1.za bu yazı

Gözde gönülele kutsal Gözde gönülele kutsal Kırı/di Tiirk 'ün s azı K1nldt Türk 'ün saz1

Gökkanatlı Azrail Aldı gitti Ats1z'L Al dt gitti Ats ız 'ı

Mustafa KA YABEK

ATSIZ'IN 1974'DE ERENKÖY'DE ÇEKiLEN BİR FOTOGRAFI

AYAKTAKİLER: ATSIZ, İZZET YOLALAN, OTURANLAR: KANiYE (ATSIZ'IN MANEVi KlZI),

KANiYE'NİN KOCASI

TÜRKÇfıLERiN KALEMiNDEN ATSIZ 59

ATSIZ'IN MEKTUPLARlNDAN SEÇMELER

Yazık ki, Atsız'ın yazdığı mektuplardan çoğu kaybolmuştur. Sebebleri:

1 - Türkçüler'in çoğunun dağınıklığı, zor şartlar altında yaşamaları, sıksık evden eve taşınmalaı·ı. 2- Solcu ve Türk düşmanı hükümetler tarafından Türkçüler'iıı evle­rinde yaptırılmış aranıalar. 3- Kısmen yukarıdaki sebeblerden ötürü Atsız'ın kuşa­ğından olan birçok Türkçü'nün mektup saklamamak alışkanlığında olması. Atsız'ın kendisi de mektup saklamazdı.

Aşağıya Atsız'ın ülkü arkadaşlarından Muzaffer Eriş'e yazdığı mektuplardan ba­zı kısımlar alınmıştır. Bu mektuplar Atsız'ın hayatının son üç yılına rastlar. Parantez içindeki kısımlar okuyucuya izahatvermek için bu kitap basılırken eklenmiştir.

* * *

22.9.1972 - Teselli de boş şeydir ama, galiba boş olduğu için bol bol verilir.

6.10. 1972 1 - Bu arada, Buğra 'nın doktora tezi için, istediği notları almak üzere İstanbul Se­

fer-i humayunları yaptım. Altı ayrı kütüphaneden notlar çıkararak yolladım. iflahım kesildi.

* * *

2- Dert bitmiyor: Mini mini Maviş hasta. (Atsız'ın manevi eviadının çocuğu) Üst dudağı davul gibi şişnıiş. Acıyor. Yemek yiyemiyor. Bu sabah böyle uyanmış. Şimdi birazdan doktora gideceğiz. İki gündür İstanbul'un havası güzel. Klasik hüzünlli, ı l ık güz havası. Isı da iyi. Ama yarın soğuyabilir.

* �· *

23. 10. 1 972

3- Maltepe'deki Havabezii ........ - Elektirik Himbaları falan güzel. Eline sağlık. Senin gibi yüksek mühendisten iş­

çiyi nerde bulup da bir daha lamba taktırabiliriz? Fakat heritler seni de aldatmışlar. Şu nıahut kapı hala dışarı açılmıyor. Boyanmış ve takılmamış halde duruyor.

4- Bizim şahane lambaları görünce şehrayin yapınaya heveslendim aına elektirikler yanmadı. Gülabi'ye niçin yanmadığını sordum. Bir şeyler söyledi ama galiba Latince idi, anlamadım ve üsteleınedinı. Marangozun yaptığı işleri fayansçı bozmuş. Marangoz, "birimizin yaptığını öbürünıüz bozuyor" dedi. Bu sözle ben Türkiye'de olduğumu anladım.

* �:� *

5- Bu arada ben yine Kaniyeler'in (manevi kızı) durumunu düşünüyorum. Bil­hassa Minimini Maviş cin keratayı (Kaniye'nin çocuğu). Onun hali nedense bana dokunuyor.

611 REFET KÖRÜJ<Lf' - CENGiZ \',\ VAN

6- Nejdet'ten mektup aldım. Mektubunun sonunda "Kasım sayısının yazıları ha­zır; senin yazını bekliyorum" diye yazıyordu. O cUmleyi okuyunca ben de az kalsın felç oluyordum.

* ::: *

7- M i l l i futbol takımının Uiksenburg'a yenilmesinden sonra Anayasaya, Türkiye'de futbol yasagı koyan bir madde zanırl oluyor. Zaten daha önce de Cezair'e yenilmişlerdi. Birkaç yıl önce de Suudi Arabistan' ı güçbela 2-1 yene­bilınişlerdi.

Tanrı Türkü Korusun Tengri Türki Aburatugay (Moğolcası)

* * *

25. 1 1 . 1972 8- infazın dört ay geriye bırakılması. Bunun için de hukuki sebepler lazım.

Kayabek'in durumu bu bakımdan benimkinden elverişli: Dört çocuk ve geçiın sağlayan dükkan sahibi olmak, hukuki mazeret teşkil ediyor. Ben zengin bir mirasyedi olduğum için bu imkana malik değilim.

* * *

9- Malatya'ya gönderilen 5 tane Ötüken'i izzet yollamıyorınuş. Belki de cinler gönderiyordur.

* * :!:

10- Şebinkarahisarlılar, Cumhuriyet'in SO. yıl dönümünde bir milyon abone bul­mak için kampanya açtılar. Ben bu büyük rakkamı bir yana bırakarak, beş bin abone bulsalar iki katlı ekmek kadayıfı olur diyorum.

* * *

18.2. 1973 l l - Kışın geçmesine beş hafta kaldıysa da bu müddet içinde iki kere daha bize

çok zahmetli günler yaşatabilir. Sıkıntıya düşersem senden ödemeli olarak on kilo gaz isterim. Protokol caridir. (Cümlede; sağlık, selam dilekleri kastediliyor)

* * *

17.3.1973 12- Bir memur hanımın hatası (!) yüzünden tevkif olunup, geceyi Emniyet Mü­

dürlüğü'nde geçirdikten sonra, bu tevkifı "tebligat" sayarak infaz savcılığına baş­vurduk ve azami müddet olan 4 aylık tehir kararını aldık. 1 5 Teınnıuz'a kadar ser­bestiın.

* * *

23.3.1 973 15- Dünyayı idare ediyoruz diye şaka yapa yapa galiba buna ben de inandım ki;

şu memleket, meclis meseleleri beni yiyip bitiriyor. Selalı göstermeyen ağır bir has­tanın başucundaki insana benzedim.

* * *

25. 3. 1973 13- Bundan önceki mektubumda da yazdığım gibi berbat bir halsizlik içindeyim.

Mektup yazmak bile ciddi ve yorucu bir mesele oluyor.

TÜRKÇÜLERİN KALE�liNDE ATSIZ 61

14- Hani vaktiyle "göztiın Reis-i cumhurlukta, demiştin. Şu mevkiyc adaylığını koy da bu iş olup bitsin. Emin ol bu slirünceıne lüzuımından fazla canımı sıkıyor.

* * *

2 1 .5. 1973 16- Senden mektup alamayınca endişelenmeye başlaınıştı m. Bu arada Kayabek

senden de mektup aldığını bildirince, endişe edecek nesne olmadığını keşfeıtinı. (bu keşif Amerika'nın keştinden nıühimdir.) Hatta seni. belki istanbul'a gelirsin diye düşlindliın. Sizin Bebek'teki evin duvarının altını kazmışlar.

* * "'

17- Geçen gün, Hakan'la konuşurken bir eşek anırdı. "Dede bak öküz bağırıyor'· dedi. ··o öküz değil. eşek" dedim. "Eşe�in bağırnıasıııa anırnıak derler, eşek anırı­yor'' diye cevap verdim. Kendisine mahsus tatlı aksanla ve soru takısı kullanmadan şöyle sordu: "Dede! Eşek olsam ben de anırırını?. Tabii gülrnekten katıldım.

* �· *

6.8. ! 974 18- Kıbrıs işi yarım yamalak oldu diye sıkılıyoruın. Birleşmiş Milletler. Arap­

lar'la Yahudiler'e de ateşkes tavsiyesinde bulunuyordu ama onlar metelik vermiyor­du. Hem Magosa'da ve başka yerlerde Türkler'e işkence yapıldığını ilan ediyor, hem de miskin miskin oıuruyoruz. Böyle Türklük olur ımı? Zaten Cenevre'de bir şey yapılmayacak. Savaş yine başlayacak Bu günkü durumla adanııı ancak onda biri bizde. Ben bu onda bire de razıyıın ama, bütün Türkler'in burada toplanınası ve Rumlar'ın buradan çıkarılınası şartı ile. Federasyon falan da aldatmacadan başka bir şey değil. Böli.işmekten gayrı yol yoktur.

* * *

4.9.1974 19- Evvela mahsus selam edip, hepimizin hatır-ı şeritinizi sual ederim. Sağlıklar

di lerim. Bu taraftan sual olunursa, sivri sineklerden başka kederimiz yok. Bir de Maviş annesiyle birlikte Akpınar'a gittiği için onu özlemeye başladım.

* * *

20- Kıbrıs işindeki yavaşlığa çok sıkılıyoruın. Katliamlara tasavvur edemiyeceğin kadar üzi.ildüm. Gazetelerde renkli resimleri görünce çocuk gibi ağla­dım. Bu kırgınlar hala devam ederken bizimkiler ne bekliyor bilmem.

* * *

2 1 - Yakında pahalılık olacak dedikleri için ihtiyatlı davrandım. Bir kutu şekerle iki kutu çay aldım. Ekim maaşını da alınca eczahanenin yarı ilaçlarını eve stok ede­ceğim. ihtiyar iyi şeydir. Bir teneke de Adayar aldım ını değme gitsin. Protokol cari dir.

�· * *

20.5 . 1975

22- Türk Tarihi'ne aralıksız çalışıyorum ama bir yıldan önce basıına verilemez. Sağlıksal durumum arada bir beni sıkmazsa daha da çok çalışabilirim. rakat her zaman bir arıza çıkıyor, bakalım.

62 REFET KÖRÜKÜI - CENGIZ YA VAN

En mllhim mesele, okullar için yeni bir müfredat hazırlamaktır. Türkçe, Türk Ta­rihi, Türk Elleri Coğrafyası, Yurttaşlık Bilgisi (ahlak da bunun içine alınabilir) orta dereceli okulların ilk sınıfından son sınıfına kadar, her yıl biraz daha geniş olmak şartıyla okutulmalıdır. Başka milletierin tarihine pek az yer verilmeli, hatta bir kısmı kaldırılmalıdır. Bu derslerin kitapları tek olmalıdır. Komünist öğretmenierin fesadı­na son vermek için; hepsini, usulüyle tasfiye etmekten başka çare yoktur. Bir okul­dan alıp başka okula vermek, yılana yer değiştirtmekten başka bir şey değildir.

Bakanlığın emrinde, okul dışı ne kadar yer varsa bunlar oralara tayin edilmeli, sık sık tefliş görme li, kusurları olanlara göz açtırılmamalı. Y ı liardır zehirledikleri çocukların durumu meydanda. Bu hal devam ederse Türkiye batar.

YÜZDE YÜZ TÜRK OLDUGUN GÜN CiHAN SENİNDİR.

Seçime kadar iki buçuk yıl var. Erbakan mızıkçısı yine bir oyunbazlık etmezse bu süre içinde epey iş yapılır.

* * *

20.60. 1 975 23- Ben şimdiye kadar dünyayı tek başıma idare ediyordum. Şimdi Gemuhluoğlu

ile sen idare ediyorsunuz. Yalnız senin iyimserliğine karşılık, o çok karamsar. TRT hala doğru yola giremedi. Yalçıntaş oradan çekilmek istiyormuş. Milli Eği­

tim'de iyi bir tasfiye yaparlarsa memleketin geleceği emniyete alınmış olur. * * *

VEDA 'DAN Tilrkçiilliğün kendL�iue lws bir dünya güriişil vardtr. Realist olan Tiirkçliliik

"Yaşamak için kavga" kmıumm, sonuna katlar devam edeceğille ilwmltğuu/an askerlige kctrşt saygı duymakttı ve trkınuzm asker millet olmak geleneğini geliş· tirme amactm giitmekteclir.

Dli11ya'da herşey zıcldt ile birlikte vardtr. Dımdmı tlolayı sevgi ile birlikte kin de bulımcıcaktır. Türkçü/ii k bir bakmut gene tle "TIIrklıik düşmanları dlişmcmltğı"tltr.

lrktmıztt, tlevletimize, yurtlumuuı, mukculdesatmıtza, şerl!;fimize fena/tk etmiş ()/au lı er millete, lter tline, lter rejime, jik re, cemiyete, fercle tliişmamz, "k inimiz dinimizdir. "

TÜRKÇÜLERiN KALEMiNDEN ATSIZ 63

TAŞ BEBEK LALEHAN' A NOTLAR

ATS IZ

Kahramanlar ve yiğitler, toplumların mücadele zamanlarında ve güç anlarında kendiliğinden doğar. Mayasında bu işe istidatı olanlar birdenbire kendisini belli ederek öne atılır.

Bu, tıpkı barutun ateş alması gibidir. Kendi kendine dururken topraktan veya kumdan farksız bir cisme benzeyen barut, ateş görünce nasıl parlarsa; içinde yiğitlik kabiliyeti gizli bir insan da savaş ve vuruş zamanında öylece parlar, tahrip edici bir kuvvet olur. Plevne Savaşı olmasaydı, Gazi Osman Paşa'nın büyük bir kumandan olduğu asla meydana çıkmayacak, o da alelade bir kumandan gibi hayatını yaşayıp ölecek ve unutulacaktı.

Destanlardaki, masallardaki kahramanlar ise, tarihte yaşamış olan kahramanların, edebiyatla süslenmiş ve büyütülmüş şekilleridir. Yazının olmadığı veya kullanılma­dığı zamanlarda ve çevrelerde yetişen kahramanların maceraları ağızdan ağıza, ne­silden nesile geçerken ona; şiir, sanat ve mübalağa katılarak büylitülür ve o insa­nüstü bir yaratılış haline gelir.

Bizim Oğuz Han destanımız da böyledir. Kun imparatoru Mete'nin destana ak­setmiş şekli olan Oğuz Han, destanda şiirleştirilmiş; çok cesur, çok kuvvetli, çok yakışıklı, çok akıllı, çok tedbirli bir insan haline getirilmiştir.

insanlar kahramanlıktan, kahramanlardan, harikulade şeylerden hoşlandık­ları için, kendi kahramanlarını bu hale getirmek hususunda zaptolunmaz bir istek duyarlar. Bazen de herhangi bir haksızlığa karşı isyan ederek dağa çıkan bir eşkıya, halkın muhayyelesinde bir kahraman haline gelir. Hakkında des­tanlar, masallar, türküler söylenir (Köroğlu, Sarı Zeybek, Çakırcalı gibi).

Dindar insanlar da, "evliya" dedikleri kimselere yine öyle olağanüstü vasıflar at­federek, onları akıl almaz birer yaratık haline getirirler. Bir evliyanın öğle namazını Mekke'de kıldıktan sonra, ikindiyi istanbul veya Buhara'da kıldığına dair menkıbe­ler ve daha bunun gibi Hirlü şeyler bu kabildendir.

Milletler, kültür ve medeniyet alanında ilerledikçe destan yaratma kabiliyeti aza­lır. N ihayet tükenir. Onun yerini romanlar tutar. Fakat zamanımızda romanlar da eski itibarını yavaş yavaş kaybetınektedir. Insanların roman okuyacak zamanı kal­mamaktadır. Bunun için romanları özetleyerek neşretme ınodası başlamıştır. Her­halde 2 1 . Asrın sonunda roman yazılamaz olacak, insanlar eskilerle ikti fa eder hale gelecek!erdir.

HÜSEYiN NİHAL ATSIZ VE KARDEŞi NECDET SANÇAR

TÜilKÇ0LERiN KALEMiNDEN ATSIZ

A TSIZ Yazan: Htztr Beli GA YRETULLAH

Millet Gazetesi 21 Araltil 1977

65

Bir-iki gün sonra kendisini ziyaret edecektim. Önümi.iz Mübarek Kurban Bayra­ını idi. Eşe, d0sta bayranı tebrikleri hazırlamış, bu arada Atsız Hoca'ya da yazmış, fakat postaya vermekten son anda vazgeçıniştim. Nasıl olsa birkaç günlük tatil vardı. Bu vesileyle Hoca'yı ziyaret etme isteği içiıne doğdu ve bayramın ikinci günü ziya­ret etmeyi aklımdan geçirıııiştim. Son olarak kendilerini merhum kardeşi Nejdet Sançar'ın cenaze töreninde görmüştüm. Zaman zaman telefonla da hal-hatırını soru­yorduın. Hep, "çok iyiyiın, sıhhatinı yerinde, Türk Tarihi'ni lıazırlıyoruın'" diyordu. Meğer kaderde O büyük Tlirk'ü. kutlu bir günde toprağa vermekte varmış'

Atsız Beğ'i henüz ortaokul öğrencisi iken, bir kütüphanede eliıne geçen bir kita­bı ile tanımıştım. Henüz bir ortaokul ikinci sınıf öğrencisinin ınuhayyilesinde kök­leşmiş fikirler aramak caba gibi görünürse de. eliıne geçen kitaptaki kahramanın Çiniiter'le olan savaşı bende bir çağrışım yapmıştı. Zira; Çinliler'le savaş edip, so­nunda Türkiye'ye gelen Doğu Türkistanlı bir aileden geliyorduın. Kitabın birinci ve ikinci cildini okuduğum zaman bendeki Çinli ki ni oldukça kabarnı ıştı.

195 8 yı 1 ının yaz tat i 1 inde İstanbul 'a gel m iştim. Rahmeti i babam, merhum Ord. Prof. Zeki Yelidi Tog:an Beğ'i ziyaret etmeınİ ve elini öpnıemi teıııbihlemişti. Bu vesileyle Zeki Yelidi Hoca'nın Küçükyalı'daki evine gitmiştim. Aradan bir saat kadar bir zaman geçmişti ki; kapı çalındı. Togan Hoca'nın ımıhterem refikası Naz­miye Hanını kapıyı açtı. içeriye orta boylu, dolgun vlicutlu, saçları sağdan sola doğ­ru taranmış, hafif kıvrık burun! u, açık gri elbiseli bir zat girdi. Zeki Hoca ile toka­laştı lar. Ben de saygı ile elini sıktım. Tanıştırılrnadık. Togan Hoca ile karşı lıklı otur­dular. Ben de kaçamak gözlerle bu vaklır insanı süzüyordum.

Birden Zeki Yelidi Bey'e dönerek: "Bu çocuk Kazak mı?" diye sordu. Hoca·dan "evet" cevabını aldıktan sonra beninıle komışnıağa başladı. Hatta bana, Kazak şairi Mağacan Cumaınbay'dan Kazak lehçesi ile bir iki mısra da okudu. Anlayıp, anla­madığıını sordu. "Anladım", dedim. Ve anladığıını kendilerine retsir ettim. Sonra tekrar Zeki Hoca ile sohbete daldılar, bende odadan çıkıp gittim.

Zeki Yelidi Beğ'in oğlu Sübidey, beninıle hemen hemen akrandı. Salonda oturu­yordu. Ona; "içerideki bu adam kim? İyi Kazakça biliyor", dedim. ··o mu? Atsız, tabii ki bilir", deyince o an beyninıde bir şimşek çaktı. Heyecan ve sevinç bütün benliğinıi sarmıştı. Çok mutlu idinı. içeriye girip bir daha görmek istedim. Fakat cesaret edeme­diııı. O gün tek düşüncem Ats ız' ı bir daha görınekti. Da yanamayarak bu isteğimi Sübidey'e söylediğimde, .. yarın onlara gideriz, oğlu arkadaşım" dedi. Ertesi sabah Sübidey'le birl ikte Atsız' ın Kaı1al Maltepe'deki evine gittik. Bizimle akran ve Sübitey'iıı arkadaşını dediği oğlu Buğra ile tanıştırıldım. Atsız Beğ'i bir defa daha gördüm. İyice. tepeden tırnağa. doya doya. büyük bir haz içerisinde seyrettinı. Yaıntar'ı. Ay 1-Ianım'ı hatırlıyor, Kürşad'ın Çin Sarayı'nı basmasını zihniıııde canlan­dırıyor: ''acaba bunu nasıl yazdı, yoksa bu adam oralarda yaşamış mı?'' demekren kendimi alamıyordurn! ..

66 RE FET KÖRÜKLÜ - CENGiZ YA VAN

Biz, üç çocuk denize gittik, oynadık, eğlendik, geri geldik. işte o günden sonra Buğra ile olan arkadaşlığını artmış, Atsızlar'ııı evlerine gidip gelmem sıklaşmıştı. Böylece tanıdığını bu büyük Türk, bugün aramızda değil, "Altaylar'ın çevresinde, Tanrıdağı'nın eteğinde", Kürşüd'la kol kola, yan yana artık.

"Ruh Adam"ın ardından çok şeyler söylenip, çok şeyler yazılacaktır. "Ruh A­dam" için ne söylense, ne yazılsa az. Onun için ben, Atsız'ın esir Türkler konusun­daki kesin ve isabetli görüşlerinden bir nebzecik olsun söz etmek istiyorum: Atsız Beğ Türk'ün aşığıydı. Nerede bir Türk varsa ona yakın olmak, derdine derman bul­mak isterdi. Onlar hakkında en keskin, tavizs·iz yazılar yazar, meselelerine açıklık getirirdi. Son yıllarda, artık Atsız Hoca ile fikri düzeyde konuşacak, tartışacak du­ruma ermiştim. Söylenen her şeyi büyük bir ciddiyet ve nezaketle dinlemek O'nun en karakteristik özelliğiydi.

Böyle bir sohbetimizde söz Türkistan'a gelmişti. Ben, Türkistan'ın Moskof ve Çin be­lasından kuıtulmasının çok zor olduğunu, milletimizin elli yıllık komünizm devrinde asimileye uğradığını, bir elli yıl daha geçerse Orta Asya TUrkli.lğii'nün sosyolojik yapısında çok derin tahribat olacağını dile getinneğe çalışıyordum. Atsız Hoca benim bu düşüneerne katılmıyor, Türk'ün cevher-i asliyesindeki gücün, bu tip sGnl tahribata bağışıklı olduğunu, Orta Asya Türklüği.l'ntin kaderini, ancak yine Türkler tarafından çizileceğini vazıh bir dille izah etmişti. Fakat tek korkusu, Türkler arasındaki birlik ve beraberliğin olmaması idi. Bir çok dış Türk'li tanımıştı. Bunların çoğu kendi nefsani hislerinin kurbanı kimselerdi. Orta Asya Ttirklüğü'nü tek bir millet değil de, kabile obasında görenler, hatta aşiret şuuruna erdirmeyenler bile vardı. İşte, Atsız Hoca'ya göre bu çizgide olanlar, Orta Asya Türklü­ğü'nün geleceği için tehlikeli kimselerdi. "Bunlarla mücadele etmek, Orta Asya Türkü'nün meselelerini kesin boyuttarla ortaya koymak gerekli", diyordu. Bunu da, genç Türkistanlı kuşak olarak bizlerden ve Ttirkçüler'den istiyordu.

Atsız Beğ'den, birkaç idealist dış Türk'ten başka, o diyariarın sultanları (!) ol­duklarını söyleyenler pek hoşlanmazlardı. Bilirierdi ki Atsız, davada taviz kabul etmiyor ve tavize yanaşanları da affetnıiyordu. Bu bakımdan belirli nıihrakların iz düşümi.lnde olan sözde Dış Türk Temsilcileri, Hoca'yı pek aranıazlardı.

Kardeşi Nejdet Sançar'ın cenazesinde benden başka bir Türkistanlı görernemiş olmalı ki, kabir başından ayrılırken: "Hızır Bek, sağci. Bütün Türkistan'a sen yeter­sin" demişti. Bu söz hala kulağıında çınlayan bir seda, yüreğimde bir buruk acıdır. ..

B�yük Türk, nur içinde yat. Türklük sağ olsun.

ÖZLEYİŞ Öz/et/im... Yanık/ık canıma tfeğdi...

Özledim, günlerce dalıa özlerim. Hasret türkü olsa,ben onu çalsam,

Kırı/tp giderdi nice saz/arım ...

Sazlar var: Durmadan gurbeti çalar; Hayal var: Gözümü gönlümü çeler.

İçimde bir bülbül şak1yıp çiler: Özletlim,yıllarca dalıa iizledim.

TÜRKÇÜLERiN KALEMİNDEN ATS IZ 67

ATSIZ Adalet ÇİL

Çeşitli eserleri incelendiğinde, "Milli Bi.lyUk" önce kendi milletinden gelmiş ola­cak, sonra kendi milletinin ahlakına sahip olacak ve milletine bilyUk hizmetlerde bulunmuş olacaktır.

Bu tip bOyilkiere hangi milletten olursa olsun saygı duyan Atsız, TUrk BilyUkleri için de elbetteki aynı görüşle eleme yapmış ve imtihanını verenleri coşkun bir saygı ile ululamıştır.

Böylece soy-ahlak-hizmet üçlüsil ile Atsız felsefesi kurulmuş oluyor. 1 5 . asırdan sonra, 550 yıllık devrin savaş bilançosunu çıkaran Atsız, 275 yılın

savaşla geçtiğini ve sonuç olarak bugün Tilrk ordusunu yenecek hiçbir ordunun mevcut olmadığını belirtir.

1971 yılı ÖtUken Dergisi'nde çıkan; Malazgird'in 900. Yıldönilmü ve Milli Kültür adlı makalesinde: "Geçmişi anmak insanlara mahsus bir iştir. Hayvanlar geçmişi dUşünmez. Onlar, yalnız içinde bulundukları anın kaygısındadır. -Geçmiş­ne kadar kusurlu olursa olsun ,bugün ve yarın için vereceği derslerle, göstereceği ibretlerle, ihmaline imkan olmayan bir kitap, insanlarla milletierin guç kaynakların­dan biridir. Bundan dolayıdır ki, "bir millete geçmişini unutturmak, onu yok etmenin ilk şartıdır" der. Bu parçada insan ile hayvan arasındaki ayrım çok enteresandır. Geçmişi insanlarla milletierin güç kaynağı olarak belirtmesi, toplum ile ferde aynı değeri verdiğini gösterir. Bu konuda sosyologlar; ferd mi, toplum ımı? Münakaşa­sında hala anlaşanıanıışlardır.

Türk Edebiyat ve tarihinde Oç tarih görUşU vardır: 1 - Türk Tarihi bir bütündür. 2 - TOrk Tarihi, İslamiyet'in kabulüyle başlar. 3 -Tarihin önemi yok, hatta içinde yaşadığımız anın bile önemi yok. Mühim olan

gelecektir. Yani tarihi inkar. Bu görüşlerden son ikisinin sakat görüşler olduğu açıktır. Atsız, makalelerinde

birinci görilşün sağlamlığı ve esaslığını ortaya koyar. Bunun fert ve millet için ge­rekliliğini belirtir.

"Selam ulu atamız Tanrıkut'un hatırasına Selam onun dört tümeninin askerlerine ... Selam Malazgird kahramaniarına ve onlara Katılan Oğuzlar'la Peçenkler'e ... Selam Başkuman_çlanlık Savaşı'nın şehitlerine ve Gazilerine .. . Selam Kıbr-ıs-11lrkleri'ni kurtarırken düşenlere ve Kalanlara .. . Ve ... Selam yarının bahtiyar şehitlerine! .. .'· 12 Ağustos 1975'te yazılan bu satırlar, onun tarih ve millet anlayışını en bariz

şekilde ortaya koyar. BilyUk Türkçil, miltefekkir Atsız Beğ'i bu çalışmaya iten, her halde Bilge Kağan

devrinden itibaren çeşitli TOrk biiyüklerinin bu konudaki kesinlikle "Türk yenilmez"

68 REFET KÖRÜKLfl - CENGiZ \'AVAN

inancıdır. Bu inanç güzel. ama doğru mu? Her konuda olduğu gibi bu konuda da yalnız gü7el olanı değil. aynı doğru olanı da arayan müteffekkirimiz, uzun tarih araştırmalanndan sonra içi rahatlayarak: Türk ordusunun yenilmezliği ve Türk Devleti'nin ebediliği gerçeğini bulmuş ve inanarak, bilerek. güzel bularak eserlerin­de bunu belirtmiştir.

Türk tarihi üzerinde yapılan çalışmalarda düşülen hataları Atsız Beğ'e göre şöyle sıralayabiliriz:

A - Değişen hanedanlar ayrı birer devletmiş gibi alınarak: "Türk devlet birlik ve bütünlüğü" yanlış olarak bozulınuştur.

B - Sümer, Elam. Akad, Hatti vs. gibi eski ve medeni milletler. Türk kabul edile­rek büyük bir hataya düşülmüşliir.

C - Verilen malfımat çoğunlukla hatalıdır. Bugün dahi tarihçilerimiz, çalışmalarında yanlış yoldadırlar. Çiinkü sistemleri

taklittir. Türk Tarihi için hatalıdır. Hata esasta, tarihi ele alış tarzındadır. Bu hususu belirten Atsız Beğ, Türk Tarihi için Türk ilim adamlarınca bir sistem

konması gerektiğini savunur. Bu yeni sistemle işlenecek olan Türk Tarihi ·•yalnız maziyi en parlak şekilde göstermekle kalmayarak, ilerisi için de bir yol çizmelidir" diyerek, tarih görüşünü ortaya koymuş oluyor.

"Tarih şuuru"nu ayrı olarak ele alan Atsız Beğ, görünüyor ki bu konuya çok ö­nem vermiştir. "Tarih şuunı'"nu, "mil letlerin hafı7.asıdır" şeklinde tarifeder ve ancak millet olan toplulukların buna sahip olabileceklerini belirtir.

Atsız Beğ'in tarih çalışmaları gösteriyor ki, milletimiz s ı k sık yabancıların i­hanetine uğramıştır. Tarihin en önemli tarafı ;geçmişi öğretmek değil, ondan ders almaktır. Atsız, bu konuda çok hassas davranarak, "tarih bilim değildir'' der. O halde yetişecek nesillerin geçmişteki olayları ezbere bilmelerinin hiçbir önemi yoktur. Bunu söylerken dikkatli olmamız gerekir. Elbetteki bil inmeyen bir şeyden ders alınmaz. O halde tarihi bileceğiz ve değerlendireceğiz. Onu Türk M i l leti'nin istikbiili için kul lanacağız. Her şey Türklük için prensibi burada da geçerli. Atsız, "Orhun Dergisi"ndeki "Türk Tarihi'nde yabancı kanlıların ihanet seri­si"ni bunun için kaleme almıştır.

"Tarihin konusu olan hadiselerin belli kanunları vardır. Türk Tarihi için bugüne kadar öğrendiğimiz konuların en başta geleni; "Yabancı kanı taşıyaniara güvenme!"' buyruğunu vermektedir. Bu buyruk büyük geçmişimizin, ırkımızın, atalarımızın buyruğudur.,.

Şuurlu tarih bilgisine sahip olan hiç kimse bu fikre karşı çıkamaz. Şuursuz, koz­mopolit veya Türk Milleti'nin uyanmasını istemeyen vatan hainleri elbette ki bu fıkre şiddetle karşı çıkınışlardır. Sekiz ihanet serisi yayıniayan Atsız, hepsinin sonu­nu; "düşün ve unutma!" ibaresi ile bitiriyor.

Bu seride: "Mih1ttan önce 78 yılında, Kun Eli'nde asırlarca yurttaş olarak rahat rahat yaşa­

yan Çinliler, Kun ordusunun Çin'e akın yapacağını Çin imparatoru'na bildirerek, Kunlar'ın pusuya düşürülilp perişan edilmelerini sağladılar. Çinliler, Kun Eli'nde her ne kadar yuı1taş olarak yaşıyor idiyseler de, Çinli idiler. Ölüm kaltın anında elbette ki Çin tarafını tutacaklardı. Bu olaydan dolayı onları kınamak doğru olmaz. Kınanacak olan taraf, Kunlar'ın gatletidir.''

"Yine milartan önce 68 yılında Kunlar, Çin'e akın yapacaklardı. Anca� Kun or­dusundaki üç Çini i seyisin çaşıtlığı bu akını önledi.

Burada yine, Çini i kendi milleti hesabına çalıştı .. .''

TÜRKÇÜLERiN KALEMiNDEN ATSIZ (ı')

"Türk hükümdan Ho-Pe-Men (asıl Türkçe adı bilinnıiyor). MS 235 yılında kendi ordusundaki bir Çinli askerin suikastı ile öldürülünce, Türk Devleti için yapacağı faydalı çalışmalar yarıda kaldı.

Türk Devleti'ne şan şeref kazandırıp onu yükseltecek olan bir Türk hüküıııdarının. kendi ordusundaki bir yabancı tarafından öldürülmesi. elbette ki üzerinde düşünülecek ve unutulmayacak bir konudur."

"Gök Türk hakimiyeti çağında; 580 yılında. Çang-Sun-Çing adında bir Çin ku­mandanı. güzel bir Çin prensesini Türk Kağanı'na takdim ederek. Türk Devleti içinde yaşar. Türk Devleti'ni yakından tanıyarak, Çin Hükümdan'na bilgi verir.

B ilge Kağan; "Çin'in yumuşak hediyelerine, tatlı sözüne kanıp ona yaklaşma; yaklaşırsan öleceksin!" demişti. Bu hadise için bu sözden daha uygunu düşünüle­mez. Fakat biz, ne atalarımızın dediğini yapıyor, ne de tarihten ders alıyoruz."

Büyük Türkçü Atsız'ın bu konuda bizi uyarma ihtiyacı, elbette ki boşuna değildir. "582 yılında lşbara Kağan. 400 bin kişilik ordu ile Çin'i perişan etmek üzerey­

ken, Çang-Sun-Çing; Tölüsler'in isyan ettiği, lşbara Kağan'ın karargahının düşmek üzere olduğu yalan haberini iletınesi üzerine, lşbara Kağan bu korkunç akından dönmek zorunda kaldı."

Kendi milletini yok olmaktan kurtarmak için Çinli ancak hileye başvurabilirdi. Bunu da yaptı.

"615 yılında Türgiş Şipi Kağan, Çin imparatoru'nu yakalayıp Çinliler'i mahve­decekken, Çinli zevcesi tarafından Çinliler'e ihbar edildiğinden, yapılan teşebbüs boşa çıktı.

Çin li zevce milletine hizmette tereddüt etmiyor.'' "Yine aynı zevce (İçing Katun), Türgiş Kağan'ın ikinci hamlesinde isyan söy­

lentisi çıkararak, Çin Devleti'ni ve hükümdarını yok olmaktan kurtarır." "Türgiş Kağan ölünce onun yerine geçen kardeşi Çul u k Kağan (6 19-621 ). töre

gereğince İçing Katun'la evlendi. Aynı kadın; Çuluk Kağan'ı zehirleyerek öldürüp, Çin'i felaketten kurtardı."

Atsız Beğ'in tesbit ettiği bu ihanet serisinde; Çin kadınlarının yurt severliği, fet­tanlığı, hi lekarlığı, ihanetleri açıkça görülüyor. Demek ki bir yabancıyı kadın diye, zayıf diye küçümsemek; yabancı yı devlet mekanizmasına sokmak büyük bir hatadır. Daha sonraki tarihimizde de bunun örneklerini görüyoruz.

Ona göre insanlar; kumanda edenlerle, kumanda edilenlerden ibaretti. Bu askerce düşünce ,onun tanı bir Türk karakterine ve ahlak anlayışına sahip olduğunu gösterir.

Plevne kahranıanı Gazi Osman Paşa'yı; "Türk harb taribinin son büyük sinıası­dır" şeklinde tavsif eder. Askerlik sanatı bakımından son büyük eser olarak Plevne savunmasını verir.

"Çanakkale erlerin, Sakarya subayların zaferidir. Bu ınuharebelerde kumandan­lık sanatının rolü azdır" der.

Bu görüş; siyaseti, askeri zihniyetten kesinlikle ayırınası bakımından çok önem­lidir. Gerçekten de Çanakkale ve Sakarya Muharebeleri'nin siyasi sonuçları daha önemlidir. Oysa Plevne'de askeri bir netice vardır.

Tarihi makalelerine titizlikle eğildiğimiz zaman ortaya çıkan bu gerçek çok ilgi çekicidir. Hiçbir tarih eserinde bu titizlik ve seçiş yoktur.

1963 yılında Kara Kuvvetleri Konıutanı'nın, "Türk Kara Ordusu'nun 1363'te kurul­duğunu" söylemesi Uzerine ilk tepki Atsız'dan gelmiştir. Malazgird Savaşı, Dandanakan Savaşı. Pasinler Savaşı; Birinci Kılıııç Arslaıı'ın, Birinci Mesud'un, İkinci Kılınç Arslan'ın Haçlılar'la yaptığı büyük savaşların kimin tarafından yapıl­dığını sorarak. bu korkunç hatanın önüne geçmiştir.

70 REFET KÖRÜKLi'l - CENGiZ YAVA

Böylece, Türk Kara Ordusu'nun kuruluş tarihi; Milatıan önce 220 olarak tarihi belgelerle kabul edildi.

Devletimizin 1071 Malazgirt'le kurulduğunu kabul etmez, Ona göre dönüm noktası 23 Mayıs 1040 Dandanakan'dır.

ilmi gerçeklerden haberi olmayan bazı tarihçilerin; Cengiz ve Aksak Timur Bek hakkındaki çirkin tabirlerini şiddetle yererek, ilmi makaleleriyle onları perişan etmiştir.

Meydan savaşiarına ayrı bir önem veren Atsız Beg, Varna Meydan Savaşı'nı in­celeyerek; 15 . asırda kazanılan bu zaferin kutlanmasında her bakımdan milli menfa­atler oldugunu belirtir.

Bir çok zaferleri inceleyen yazar, bütün bu gerçeklerin Türk gençlerine öğretilmesini elzem bulur. Bu geçmişi hatırlamak, yarını düşünmemek demek değil, yarının geçmişe benzemesine çalıştığı içindir.

ilim de kal.ıul eder ki; bir kere olan bir şey, yine olabilir. Bu düşüncesi. Ziya Gökalp ile müşterektir.

* * *

Yunanistan-Trakya, Kıbrıs. Kerkük ve iran'da yaşayan Türkler'in çileleri Atsız·ı yakından ilgilendirmiştir. Şu anda Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında kalan bu yerleri ve cralardaki Ti.lrkler'i düşünmeleri için Türk gençlerini uyarır.

Yüce dilek uğrunda hak yok, vazife vardır. Türk genci! Hatırından çıkarma ki: 1 - Bütün Türkler bir devlet halinde, bir bayrak altında toplanacaklardır. 2 - Türk Töresi'ne, ilme, tekiimille mugayir hiçbir müessese, Türk Eli sınırları i­

çinde yaşayamayacaktır. 3 -Terbiye ilminin müsaade ettiği en küçük yaştan itibaren bütün Türk çocukları,

Türk Eli'nin yatılı mekteplerine girerek, milli-askeri terbiycyi alacaktır. 4 - Sinema ve tiyatro halk mektepleri olduğundan. mektepler gibi kontrole tabi

olacaktır. 5 -Tiirklüğün milliyet, hars ve ahlakına zararlı neşriyat men edilecektir. 6 - Büyük işler ve biiyük sermayeler devletin elinde olacaktır. 7 - İlınin milli gayeleri olacak ve ancak TürklUk için çalışan ilimler Türk ilmi o­

lacaktır. 8 - Serbest doktorluk ve avukatlık kalkacak, bunlar ancak devlet ınemuriyeti ha­

lini alacaktır. 9 - Mirasa cemiyet de iştirak edecektir. Ti.irk Devleti'nin ana problemlerine ışık tutacak mahiyette olan bu teklifler üze­

rinde düşünmemiz gerekir. "Büttin TOrkler bir devlet halinde, bir bayrak altında toplanacaklardır·· derken: tarihte gerçek olan şeylerin, gelecekte de gerçek olabile­ceği fikri ile yola çıkmaktadır. Bu izah, TUrk Birliği'ni hayal olmaktan çıkarmakta­dır. Biliyonız ki; gerçekler önce hayaile doğar, istenir ve çalışı lırsa gerçekleşir.

Gerçekleşecek olan Türk ili'nde. Türk Töresi'nde, ilmc tekamüle aykırı hiçbir şeyi kabul etmez. Aksi takdirde zaten Bilyük Tilrk ili hayali gerçekleşemez. Kanu­nun. ilmin ve tekamülün olmadığı yerde milletten bahsedemeyiz. Terbiye ilminin müsaade ettiği en küçük yaştan itibaren Türk çocukları bu prensiplerle yetiştiril irse; ileride. bu hayal elbette gerçekleşecektir. Eğitim ve öğretim: yetişkinlerde sinema ve tiyatro vasıtası ile devarn eder. O halde bu kuruluşlar ciddi kontrol gerektirir. İktisa­di yönden Türk Devleti çok giiçlü olmalıdır. Bu itibarla büyük işler ve sermaye devletin elinde olmalıdır. ilim beynelınileldir. Bu, ilmin bütün uluslarda mevcudiye­tini gösterir. Ancak ilmi; Türk ilim adamları, Türk devletinin menfaati için kul lana­caklardır. Bugiln büyük bildiğimiz devletler böyle yapmıyor mu? Milletierin haya-

TÜRKÇÜLERiN KALEMiNDEN ATSIZ 71

tında en önemli rolü olan meslekler öğretmenlik, subay! ık, doktorluk ve avukatlıktır. O halde bu meslek sahiplerinin devlet politikası içinde ve onun için çalışmaları icabeder. Miras müessesi. önemli olan Türk Milleti olduğuna göre onun lehinde çalışacaktır.

"iyi kolla ki dost kim ,düşman kim öğrenesin" "Şüpheye düşersen tarihe bak. O, sana kimlerin dost olduğunu , yani hiçbir dos­

tunun olmadığını anlatacaktır. Tllrk genci! Kalbinde sevgin ve kinin yan yana yaşa-s ın".

Günümllzde yapılan dostluk ve sevgi edebiyatı çok enteresandır. Türk düş­manları, körpe dimağlarda milli düşınan kinini kasıtlı olarak yok etmeye çalışı­yorlar. Otuzuncu derecede şarkıcılar; dünya kardeşliği ve insan sevgisi narala­rıyla belki farkında olmadan, büyük iş yaptıklarını sanarak, Türklük düşmanları­na hizmet ediyorlar. Bilinen bir gerçektir ki, bazı şeyler sevilmek, bazı şeyler nefret etmek içindir. Dünyada her şey zıddı ile mevcuttur. Bu itibarla, yalnız sevgiden bahsetmek yaratılışa aykırıdır. Türk, kendini sevecek, dUşmanlarından nefret edecektir. Bu insanlık icabıdır. Aksini düşllnmek garezkarlık veya ihanet olur.

"İsa'nın yalnız aşk telkin eden felsefesine gül, geç. İsa; ezilmiş esirlerin pey­gamberi idi. Sen hür savaşçıların torunusun"

Değer yargıları milletlerde farklıdır. Bu farklılık, milletleri millet yapan en ö­nemli faktörlerden biridir. Avrupalılar aşk felsefesine bağlanabilir. Bu onlara uygun düşebilir. Fakat hür savaşçıların torunlarına ters düşer.

TürkçUIUğlln en önemli meselesi: Türkiye dışındak.. 80 milyon (tahminen daha fazla olması gerekir. Fakat, sayımların neticelerini doğru vermiyorlar.) Romanya, Yugoslavya, Bulgaristan, Batı Trakya, Kıbrıs, Rodos, Suriye, Kerkük, İran, Efgan. Sovyetler ve Çin hakimiyetindeki tutsak ırkdaşlarımızın hürriyetlerine kavuşmasıdır.

Zayıf ve iptidai İran imparatorluğu'nun hakimiyetindeki 1 3 m ilyon Türk'ün, Türkçe konuşması bile yasaktır. 1 042'de Selçuklular'ın hükmüne giren İran, 1 925'te Pehlevi Hanedam'nın tahta geçişiyle Farslaşmıştır. Bunun yanı sıra:"iran'ı devlet halinde yaşatan güç; imam Rıza'nın türbesi veya Firdevsi'nin Şehnamesi değil. 1 3 milyonluk sağlam, enerjik, mllteşebbis ve cesur nüfusu ile İran Türkleri'dir." Atsız bu teşhisinde haklı olsa gerek. Ancak, 1 3 milyon ırkdaşımıza yapılan baskı, her TUrk'ü ve hürriyeti savunan insanlığı ilgilendirmelidir.

"Tllrkler'in Pankürkizm ülküsünü glltmeleri bir kusursa, iranlılar'ın Panaryanizm diişilnceleri nedir? Pantlirkizm, gerçekleşebi lir bir ülkü olduğunu mazi ile ispat edebilecek durunıda iken ve yalnız Türkler'i düşilndüğü halde; Fars'ın, Kürt ve Ermeniler'i içine almak hayalindeki Panaryanizm'ine ne deme­li? Hele, Farslar'la Ermeniler'in birleşmesi gibi asla gerçekleşemeyecek olan bir düşüncenin ardındakiler nasıl insanlardır? Pantürkistler, kendi tarihleri hususun­da hiçbir mugalata veya mübalağaya kapılmış değillerdir. Buna ihtiyaçları ol­madığı da mah1mdur".

8-9 milyonluk Fars ile 2500. yıl dönümünü kutlaması, tarih önünde bir utanmaz­lık örneğinden başka bir şey değildir. Asırlarca silren Makedonya, Arap ve Türk hakimiyeti altındaki yılları ile 2500. yıl kutlamasını nasıl telif edebiliyorlar?

Gerçekleri tahrif etmek pahasına da olsa, milletleri için yapabileceklerini yapan İran ilim, devlet ve sanat adamlarını ibretle takip etmemiz, milli menfaatimiz icabı­dır.

Komünist kıyıcılığından kaçıp, Efgan Türkistanı'nda yaşayan 3 milyon Özbek ve Tilrkmen. Iran Türkleri'nden daha iyi şartlarda yaşamıyorlar.

72 REFET h:ÖRÜK Ü' - CENGi:!. YA \"AN

Soyuımızun anayurdu Sovyetler Birliği'nde ise 40 milyon Türk var. Ruslar'ın Türk gücün U kırmak için kullandıkları yollardan en mühimi: Ats ız Bey' in de teşhis ve tesbit ettiği gibi, Türk dil ve kültür birliğini bozarak, Türkler'i birbirinden ayrı, ufak cumhuriyetler haline getirme çalışmalarıdır. Mi lletierin mevcudiyeti, dil ve kültür birliği ile kaimdir. 40 Milyonluk Türk'li yok etmek isteyen Rus, onun diline ve kültürüne ımısallar olmuş durumda. (''Ayrı alfabelerle, ayrı millet halinde getir­meğe çalıştığı Kazak, Özbek, Tatar, Kırgız, Başkurt, Türkmen, Çuvaş. Karakalpak, Azeri, Oyrat. Hakaslar ve daha küçük idari bölgelerde yaşayan Yakut, Balkar. Karaçay, Nogay, Kumuk, Altaylı gibi ... ") işin acı yanı, planlarını Türkiye'ye de tatbik çabasına girişmiş olmalarıdır. Rus. dış Türkler'le Türkiye Türkleri arasındaki dil ve kültUr birliğini bozacak olursa, kendisi için en bUyük tehlike olan Pantür­kizm'i önlemiş olacaktır. Bugünkü aydın argosu bu planın bir parçasıdır.

Türkler. Rumlar'la Çağrı Oeğ zamanında karşı karşıya gelmişler ve yapılan bütiin savaşlarda dUşman hep Bizans ve ona bağlı Gürcü, Ermeni Beylikleri olmuştur. 15 . yüzyılın sonlanııda Bizans İmparatorluğu adım adım feth olunarak ortadan kaldırılmıştır. Bizans, aslında Doğu Roma imparatorluğu idi. Türkler daha Avrupa'ya geçmeden önce, Kuzeyden Mora'ya geçip yerleşen Slav ve Arnavut yığınları, sistenıli bir şekilde Ruın­laştırılınışlar ve eski Bizans imparatorluğu'nu diriltmek ülkiisüyle Türklük aleyhine bir siyaset gtıderek, günümüze kadar gelmişlerdir. Bizans dediğimiz bu imparatorluk, böyle karışık ve Avrupalılar'ın hayran oldukları Helen ırkmdan çok ayrı bir topluluktur. Türk­ler tarafından yokedilen Rumluğun yeniden diriltilmesi, eski Helen ırkııla hayran olan ingiltere. Fransa ve Rusya tarafından gerçekleştirilmiştir. Kolay başanlara alışınış olan Rum lar, Oatılı devletler tarafından işte böyle şıınartılarak çok harp kaybettiği halde, yalnız Balkan Harbi'ni kazandığı için durmaksızın büyümüş. büyüdükçe de istekleri artmıştır.

Kıbrıs Harekatı'na dünya gazeteleri Yunan maceracılığı ismini vermişlerdir. As­lında bu. yUzyıldır süregelmiş "Megalo idea", yani Bizans lıülyasından başka bir şey değildir.

Helenler'in şüpheli torunları, bu hülya sevdasına bundan birkaç yıl önce de bir Türk kıyımına girişmişlerdi. Bunu yapan m illete acınır mı? Onlar insan soyuna dahil edilebilir mi? insan denilebilir mi?

20 Temmuz 1974'te başlayan savaş sonunda da. adadaki 650 kişilik Türk Alayı'na saldırmışlar, bununla da yetinmeyip: Yunanistan'dan gizlice getirttikleri birliklerle savunınasız kadın ve çocukları diri diri, toplu halde toprağa göındürüp kurşuna diz­m işlerdir.

Kıbrıs davasının bir tek çözüm yolu vardır: Kıbrıs'ın Türkiye'ye katılması. Bu iş için henüz erkendir deniyor. aslında vakit gelmiş de geçmiştir bile ...

NATO ittifakı gibi siyasi mecburiyetler bile bu dostluğu sağlayaınamıştır. Yu­nan'dan dost olmayacağına göre de Türk siyasetinin adadaki Türkler'i düşünmek ve kurtarmak bakımından yeniden ayarlanması gerekmektedir.

Bu ınesele Türkiye'nin bir iç işi olduğu gibi, irili ufaklı devletlerden hiç birisinin de karışma yetkisi ve hakkı yoktur. Böyle bir karışma olursa, Türk Dışişleri'nin elbetteki vereceği uygun cevapları bulunacaktır. Mesela: Amerika'ya, ··sen kendi zencilerine bak!": Rusya'ya. "Kazaklar'dan ve Estonlar'dan. hele Kırımlılar'dan ne haber?": ingiltere'ye, "Cumhuriyet hükümeti, Kraliyet Hükllmeti'nden, iskoçya'nın bağımsızlığını dikkate almasını dilemekle kesb-l şeref eyler" şeklindeki cevaplar yerinde olacaktır.

Kendisinden koparılan ülkelerdeki ırkdaşlarla ilgilenmek. hem bir milli ülkü işi. hem insanlık borcu. hem de şeref ve fazilet davasıdır. Bu konuda. Türkiye Türkleri

TfJRKÇÜLERiN KALEMiNDEN ATSIZ 73

hürriyetin verdiği rehavet içinde modernize olma hevesi ile dostu düşmanı tayin edemez, çevrilen dotapiarı göremez olmuş ise de, Rusya'daki tutsak Tlirkler'in bil­ginleri, her türlü uzmanları akıllıca çalışıyor ve direniyorlar.

Rusya'yı bile korkutan Çin'deki soydaşlarımızın durumu, bizim için hayati bir problemd ir.

"İçinde Türk nüfusu kalınadı diye tarihi mirasları bırakacak değiliz. Bugün Kı­rını'da da Türk yok ama Kırım bizimdir. Günün birinde mutlaka kurtarı lacaktır."

Atsız'ın bu sözleri, bugün bir çoğunu ürkütebilir. Ama bunlar üstlinde durulacak mevzulardır.

"Tutsak Türk Elleri ve onun Osman Batur gibi binlerce şehidi dururken, Zenci Luımımba'ya, Ho-Şi-Minh'e, Mao'ya destan düzenlere lanet olsun! Milletin büyük yarını ve övüneliyle uğraşmak dururken, işçi gündeliklerini hayatın en mühim meselesi haline getirmek isteyen solaklara lanet olsun! Türk ırkının yüceliği oıtada iken, "Ben hilali, bir Çingene ile de yi.ikseltirim" diyen yobaz köpeği susturmayan haysiyetsiz profe­söre lanet olsun! Tanrı'nın gazabı bunların iistüne inmezse, daha müthiş olan Türk'ün yıldırımı inecektir."

Zenci Luımımba'ya, Ho-Şi-Minh'e, Mao'ya destan yazaıı lar, ilerici kalemler olarak alkışlaıııyor; kendi ırkdaşlarını düşünen, onların dertlerini dile getiren, Türk'ün büyüklüğünü savunan tarihçi, �ilim Atsız, gerici diye hücumlara maruz kalıyor.

Atsız, hayatı boyunca, yazdığı çeşitli eserler ile Türk M illeti'ne bu tezadı anlat­nıağa çalışmıştır.

"Milletler ve onların teşkilatianmış şekli olan devletler, yaşamak için bir takım tedbirler alrmıya ve �areler bulmaya mecburdur. Devletler, bu tedbirleıin isabetli ve akıllıca olduğu nisbette büyür ve güçlenir."

Planı olan bir milletin önüne çıkan fırsattan istifade edebilmesi için milli şuura sahip olması gerekir. Yunanistan; Kıbrıs ve İstanbul'u alnıayı düşünürken bUtUn meselelerini halletmiş değildi. İsrail; büyük toprak parçalarını alırken hiç değildi. Hindistan Keşmir'i alırken, halkı açlıktan ölüyordu. Rusya'nın 40 milyon Türk'li esir alırken, aya roket fırlatırken; halkının refah içinde olduğunu kimse söyleyemez. Bütün bu örnekler gösteriyor ki:

''Devlet adamları, siyasi konuşmaya mecburdur" diyen Atsız, hür mi l letin fertle­rinin böyle bir mecburiyetinin olmadığını belirterek, Kıbrıs için şunları söyler: "Kıb­rıs konusu, Türkiye ile Yunanistan arasında ancak silah gücü ile çözümlenecek bir meseledir."

"Kıbrıs Türktür" sloganı ile hareket edilecektir. Türkiye ile Rumlar'ın haklı ol­dukları noktalar olduğu için, bu meselenin çözümünü savaşta görlir.

Tarih üzerinde çalışma yapan Atsız, tarihte şu gerçeği görür: "Mi l letlerin haya­tında üç ınerhale ve üç değişmez prensip vardır: Bağımsızlık, birleşmek, büyümek.''

Günümüz insanları yalnız bağımsızlık prensibi listünde duruyor. Atsız için bu ıs­rar. hüıTiyetin kaybı demektir. Birleşmek ve büyüınek istemeyen milletler, tarih sahnesinden si linmeye mahkumdur. Geçmişini unutmak, soydaşım ve kardeşini hatırlamanıak, büyliıneyi düşünmemek; insanlara mahsus bir özellik olamaz.

Türkiye ağırlığını koyduğu takdirde; Yunanistan, Bulgaristan, İran Türkleri insan haklarına kavuşacaklardır.

"insanların ve mi lletierin uyuşuklaştığı bir çağda bulunuyoruz. Savaşın lafından bile korkuyorlar. Bundan faydalanmayı bilmeli."

6 N isan 1975 tarihli Ötüken Dergisi'nde yazdığı "27 Nisan 1 920" başlıklı ma­kalesi ni n sonunda:

74 RE FET KÖRÜKLÜ- CENGiZ \' A VAN

"Kıbrıs, Adalar, Batı Trakya ve Kerkük ne ise. Azerbaycan da odur. Büyük geç­mişi ve kültürü olan biiyük milletler nasıl olsa zincirlerini kırarlar. O gün, umulma­dık derecede yakın da olabilir. istek ve inanç her güçlüğü devirir. inanalım ve bek­leyelim" diyen Atsız'da, inanç ve sabır iki önemli unsur olarak görülür. Görüşlerin­deki isabet, Kıbrıs çıkartması ile ispat edilmiştir.

"Geçmişteki bUyük olayların, savaşların, kahramanlıkların şiirleşmiş şekli olan milli desıana malik bulunmak, millet için bir talihtir. Geçmiş zamanı, ıliller arasından göriilen belirsiz görüntüler gibi gösterip, bizi bilyUk karanlıktan kurtaran, bir soyun geleceği hakkındaki ümitlerini hayal meyal belirten, bir milletin yilksek edebiyatının tohumlarını taşıyan milli destan, milli hazinenin en yilksek de�erli mücevherlerinden birisidir."

"TOrk Destanı üzerinde incelemeler"den alınan bu parçada; Destanın, milletierin hayatında yaşatıcı, diriitici rolüne işaret edilir ve bu itibarta

üzerinde durulur. "Türk Destanı üzerinde incelemeler''de, Türk Destanları'nın daha çok tarihi olmasını, Türkler'in mübalağadan kaçan milli karaklarlerinin bir sonucu olarak gösterir.

195 1 yıllarında bu konu üzerinde çalışma yapan Ats ız, hala ağızlarda yaşayan. fakat yazıya geçirilmemiş olduğu için yok olmaya mahkum destan parçalannın mevcut olduğunu; ayrıca yayınlanmış, hatta kesin şeklini almış olan destan parçaları üzerinde yetkililerin ortak kanaat ve sonuca varmaları gerektiğine işaret etmiştir.

Mesela: Kesin şekli ile mevcut olan Battal Gazi Destanı Türk Destanı mıdır, yoksa Türkçe'ye çevrilmiş veya adapte edilmiş bir Arap Destanı mıdır?

işaret edilen iki konu üzerindeki çalışmalardan sonra güçili bir şair, bu destan parçalarını birleştirip bir sanat anıtı meydana getirecektir.

Dikkat edilirse Atsız ,Türk Destanları demiyor. Bu konuda da Türk Tarihi'nde oldu­ğu gibi birlik, bütünlük, devamlılık esas görfişüne sahiptir.

Şu anda elimizde yazıya geçmiş çeşitli devir ve sahalara ait olan Türk destan parçaları var. Bunlara ayrı ayrı isim verip, ufak ufak parçalar olarak değerlendirmek, destanın millet hayatındaki fonksiyonunu düşünürsek çok hatalı olur. Eldeki parça­larla şu anda ağızlarda yaşayan parçaları derhal yazıya geçirerek, üzerlerinde yetki­lilerin ortak kanaatlan belirtilmelidir. Bu noktadan sonra Firdevsl misali bir Türk şairinin çıkması beklenilecektir. Bu çalışmalar yapılmadıkça çıkacak olan şairler hiçbir şey yapamaz. Bunun içindir ki öncelikle Türk destan parçaları üzerinde çalış­ma yapılıp sonuca varılmalıdır. Türk Destanı Uzerinde ilk çalışma yapan kişi olarak Ziya Gökalp gösterilir. Ancak Türkoloji bilgisi yeterli olmadığı için iyi niyetli, fakat hatalı bulunur.

Daha sonra bu konu ile meşgul olan kişi Hilmi Ziya Ülken olarak belirtilir. Bu çalışmaları başlangıç olarak kabul eden Atsız. ilmi metodlu olmadıklarını da

belirtmekten kaçınmaz. Başka milletierin destanları hakkındaki eserleri inceleyerek, Türk Destanı'nı ilmi

şekilde sınıftandıran ilk Türk olarak. Prof. Zeki Yelidi Togan gösterilir. Prof. Zeki Yelidi Togan'ın çalışmalarına memnuniyerini belirten Atsız, Batı Türkleri

Destanı'nın ihmal edildiğini, gerekirse bunu şimdilik Dede Korkut, Danişmend Gazi ve ilk Osınanlılar'a ait parçalar olmak üzere sıralamak ve Köroğlu'nu da- aslı Türkistan'a ait olsa bile - Danişmend Gazi Destanı'ndan sonra veya Osmanlılar'dan öneeye getir­mek üzere bu işi uzmanlarına bırakmak gerektiğini belirtmiştir.

Türk Destanı'nın parçalarının veya bütünOnUn nazma çekilmesinde Dr. Rıza Nur ve Basri Gocul çalışmıştır. Dr. Rıza Nur şair yaratılışii olmadığı için bu uzun des­tanda başarılı görülmez. Meydana getirdiği "Oğuz Kağan"ın en değerli tarafı, yazıl­masındaki gayt! olarak belirtilir.

TÜRKÇÜLERiN KALEMiNDEN ATSIZ 75

Atsız Beğ, şair olarak Basri Gocul'dan oldukça ümit! i görünmektedir. İlk yazılı Türkçe tarihi-edebi metin diye vasıflandırdığımız Orhun Abideleri üze­

rindeki çalışması, bizim için çok önemli olmuştur. Sağlam Tlirkoloji bilgisinin yanı sıra, tarih bilgisinin eşliği ile de yapılan çalışmada, Tlıomsen'in düştüğü hatalar belirtilmiştir.

Atsız Beğ burada, yabancı Türkologların çalışmalarını Türkçe'ye tercüme etme­miş; Orhun Abideleri'ni, bizzat kendisi günümüz Türkçesi'ne çevirmiştir. Bu işi yaparken gayesi: Türk gençlerinin uzak geçmişten bugün için ders almalarını; eski medeniyet ve müverrihlerini tanımalarını sağlamaktır. Gene bu yazısında, sayısız Türk büyükleri ve kalıramanları arasında hiç kusuru olmayan dört isim verir: Kür Şad, Bilge Kağan, Tonyukuk, Kül Tigin.

2 1 Mart 1 969'da çıkan Bozkurt Dergisi'nin "Bozkurt" adlı makalesinde: "Türk Destanları'nda başlıca iki unsur, gökten inen ışık ve Bozkurt olarak belirtilir.

Sosyoloji alimlerinin incelemelerinde, her kavmin kendisini bir hayvandan veya bir bitkiden türemiş saydığını, o hayvan veya bitkiye kutlu diye baktığını belirtir. Bozkurt'un karakterini belirterek, Türk destan parçalarını tahlil edip; Türk Milleti'nin miiiT sembol olarak Bozkurt'u seçtiğini göstererek, "Türküz! Türk kalacağız. Milli muhayyelenin doğurduğu Bozkurt'u daima göğe yükselteceğiz. Bozkurt, bizim kılavu­zumuz, hayat felsefemiz ve gururumuzdur" der.

Edebiyat F'akilltesi Asistanı iken yazdığı "Dede Korkut Kitabı Hakkında" adlı makalesinde:

Dede Korkut kitabının llsanının daha eski ve daha yeni metinlerde olan benzeyi­şindeki tetkik ve mukayesesİ ile Türk zümrelerinin birbirleriyle olan münasebetleri­nin meydana çıkabileceği üzerinde durur.

Mesela: Orhun Abideleri'ndeki "Körür közüm körnıez teğ, bilir biligim bilmez teg boldı" ibaresiyle, Dede Korkut'taki "Menüm körtir közlerum körmez oldı, tutar menüm ellerUm tutmaz oldı" ibarelerinin ilmi tetkiki, bir çok Türk dil ve zümre problemini halletmede yardımcı olacağı aşikardır.

Orhan Şaik Gökyay'ın neşrettiği 250 sahifelik Dede Korkut'un hatalı yönlerini tenkit edip, bazı gerçekleri ortaya koyarak, bu konuda çalışacaklara ışık tutmuştur.

"Türk Tarihi, dünyanın en hamasi şiiri; Türk kahramanları da o şiirin berceste mısralarıdır .. "

" ... Kendi ırklarının başkalarına hakim olarak yaratıldığına inanan atalarımız için kahramanlık bir tabiat,bir fazilet, bir huydu ... "

"Şimdi bOylik adını saygı ile andığımız Kur Şad, işte o kahramanlıkla faziletin şahısiaşmış örneği olan büyük Türk kahramanıdır."

"Tarih, acaip bir ihtiyaçtır. Bazılarına tam hakkını verir; bazı değersizlerden çok bahseder. Bazı büyükleri hiç anmaz; bazılarından da yalnız birkaç kelime söyler. KUr Şad bu sonuncularındandır." der ve tarihin KOr Şad için yazdıklarını şöyle be­lirtir:

"Yanardağ ruhlu, çelik iradeli kahraman Kür Şad ... Bozkurt Hanedanı'ndan, yani kağanlar soyundan olduğu halde, yeğenini tahta çıkarmak, Türk Milleti'ni diriltmek için kılıca sarılan Kür Şad ... Bu nisbetsiz çarpışmada zaferi sağlayacak tek yola giderek, yani düşmanın kalbine saldırarak, ruh ve irade kuvveti kadar, muhakeme gücüne de sahip olduğunu gösteren KUr Şad ... Başarılamayan bir ihtilale rağmen. düşmanın yüreğine korku ve dehşet salarak, ırkını mahvolınaktan kurtaran KUr $ad ... Sonra onun kırk şan! ı arkadaşı. .. "

Bu hareketin değeri. verdiği sonuca göre ele alınırsa; KOr Şad'ın hareketi, Türk­lli�ü yok olmaktan kurtardığı için Kür Şad btiyüktür. Yapanın kahramanlığı ve feda-

76 REFET KÜRÜKÜI - CENGiZ YA VAN

karlığı ile ölçülürse, Kür Şad yine büyüktür. Velhasıl o çok büyüktür. Hiçbir kıs­kançlığın erişemeyeceği kadar büyüktür."

Atsız. Kiir Şad'ı en biiylik Türk olarak ilan ederek, biiyük insan tipini ona göre tarif eder.

3 Mayıs 1 040'ta başlayıp, 23 Mayıs 1 040'da kesin somıçla kazanılan Dandanakan Meydan Savaşı'nın Başkomutanı Çağrı Beğ'e de ayrı bir değer verir.

Namık Kemal için yazılmış eserler tarih sırasına göre: Sadettin Niizhet, Dr. Rıza Nur ve Necip Fazı! tarafından kaleme alınmıştır. Bunlardan Necip Fazıl'ın eserini Maarif V ekiileti'nin para ile ısmarlatıp yazdırdığı için ilmi değerden uzak bulur.

Rıza Nur ile Sadettin Nüzhet'in eserinde ise, Namık Kemal'e iki ayrı açıdan ba­kılınıştır. Sadettin Nüzhet bu eserlerinde samimi değildir. İşi şahsiyete dökmek is­temeyen Atsız, Sadettin Niizhet'in "Niimık Keınal"i niçin tahrif ettiğini açıklamaz, sadece önemli noktaların tenkidini yapar:

1 -Naınık Kemal'in Arnavut olduğu iddia olunur. Atsız bunun asılsızlığını ispat eder.

2-Namık Kemal'in padişahtan para aldığı hakkındaki iftiralara cevap verir. 3-Mimık Kemal'in Osmanlı Haneelanı aleyhtarı olduğu halde, onlardan ınemuri­

yet alınasını aleyhine delil olarak kullananlara: "Şunu açıkça bilmeliyiz ki, Naınık Kemal Osmanlı Hanedanı'na düşman değildi. Bilakis o, Hanedan'ı seven ve sayan bir adamdı. Bu, tarihi eserlerinde pek açık olarak görülür. O, mutlakiyeti yıkıp, yeri­ne ıneşnıtiyeti getirmek için Padişah'la çarpışmıştı. Meınuriyet alınasına gelince; bundan da tabii bir şey olamazdı. Çünkü nihayet kendi vatanına hizmet ediyor ve hizmetine ımıkabil de yaşamak için, mil letin parası demek olan bir maaş alıyordu. Namık Kemal, Rus Çarı'na hizmet etmiyordu. Kendisine meınuriyet veren adam nihayet bir Türk padişahı idi." şeklinde cevap vermiştir.

4-"Namık Kemal Mi l liyetçi değildir; Osmanlıcı ve islamcıdır" diyenlere ise: "Acaba 19 . asır Türkiyesi'nde bugünkü gibi bir Tiirkçüli.ik yapılabilir miydi? Her şeyi zaman ve muhitle ölçmek hak ve insaf icabı iken, neden Naınık Ke­mal'in zamanı dikkate alınmadan tenkid olunuyor?" diyerek cevap verir.

Namık Keınal'e yapılan hücunıların hangi çevrelerden geldiğine bakarsak. bu tenkidlerin kasıtlı olduğu derhal anlaşılır. Şurası muhakkak ki, Namık Kemal'in de tenkid edilecek taratları elbette vardır. Fakat bunlar, Atsız'ın da belirttiği gibi ne koınü­nistleriıı, ne de dalkavuklann ileri sürelükleri şeylerdir.

Fikir tarihimizde birinci planda yer alan şahsiyetler arasında Ziya Gökalp'e ayrı bir yer verir.

Gökalp'in hayal ile tarihin gerçeğini birleştirerek vardığı sonuç, Atsız tarafından ay­nen kabul edilmiştir. ''Tarihte gerçek olan şeyler, gelecekte de gerçek olabilir"

Gökalp'in diğer fikir adaıniarı gibi tenkid edilebileceğini, ancak bu tenkidi. ilmi ve Türkçü açıdan yapıldığı takdirde faydalı bulur. Gökalp için yapılan tenkitlerin çoğunluğu; Gökalp'in şahsında, Türklük düşmanlığı şeklinde tezahi.ir etmiştir. Özel­likle, Gökalp'e düşınanlık edenlerin büyük çoğunluğu yerli kızıllardır. Bu düşınanlı­ğın iki sebebi vardır. Birincisi: Gökalp'in eserleriyle Türk'ün manevi gücünü ayakta tutnıasıdır. Türkiye'de Tiirkçiilük varoldukça, kızılların nıemleketiınizi Moskof pençesine atma gayeleri elbette ki gerçekleşemez. ikincisi ise: Büyük fikir adanıınıı­zın, Turancılık ülküsünün de en büyük siması olmasıdır. Türkiye dışındaki Türk­ler'in hürriyetlerine ve bağımsızlıklarına kavuşma davası olan Turancılık gerçekle­şirse; bu, yerli kızılların manevi vatanları olan Rusya'nın, pençesindeki en verimli toprakları elinden kaçırmak suretiyle yarı yarıya çökmesi olacaktır. işte, kızılların Gökalp düşmanlığının sebepleri bunlardır."

TÜRK('Ütı<:ıliN KAU:I\·IiNOE .\TSIZ 77

'·Akif: şair. vatanperver ve karakter adamı olması bakımından ıntıhiıııdir" diyen Atsız. onun vatanperverliğini tam ve tezarsız bir vatanperverlik olarak belirtir. Ka­rakter yapısını da: " ... şeklini sıcakta, soğukta, borada, kasırgada muhafaza eden katı bir cisimdir" şeklinde belirtir.

Onu tenkit edenlerden bir kısmı, islamcı olduğunu öne sürerler. Aısız bu konuda: "İslamcılık dünün en kuvvetli seciyesi ve en yüksek iilkiisü idi. Bugünkü Türkçülük ne ise, dünkli islamcılık da o idi" diyerek, bu konuya açıklık getirmiştir.

"Çanakkale şehitleri için yazdığı şiir ldifıdir. Başka söz istemez ... Ak if inandı, dönmed i ve öyle öldü." Kızılelma'nın 9. sayısında çıkan bu satırlar, Atsız'ın Akif için yaptığı değerlen­

dirmenin objektif ve vatanperverane olduğunu gösterir. Onun için zaten bu iki ölçü her zaman esas olmuştur.

1943 yıl ında. Altın Işık adlı dergide: ·'Doktor. siyaset ve devlet adamı, tarihçi ve Türkçü olarak Türk Tarihi'nde ileri bir yeri olan Rıza Nur'un en kuvvetli cephesi Ti.irkçülüğüdlir" der.

Atsız, Rıza Nur için çok yazdı. Çünkü, onun fikirlerinde Rıza Nur'un payı bü­yüktür. Şu satırlada bunu kendisi bizzat dile getirir: "Maddi ve ınanevi bir çok hiz­metleri arasında. yaptığı ıesirin büyüklüğü ve genişliği bakımından en üstünü, bazı­ları tarafından ilmi olmadığı ileri sürülen "Türk Tarihi"dir. Rıza Nur, o dağınık ve büyük Türk Tarihi'ni bilginlik taslamak için değil. Tlirklüğe faydalı olmak, milleti uyandırmak, maziyi sevdirmek için yazmıştı. Kitap, bu bakımdan vazifesini fazla­sıyla yapmıştır. Bu satırların sahibi de, o büyük "Türk Tarihi"nden feyzalanlardan biridir.''

Meşhur Türkçü MUşir Süleyman Paşa'nın "Tarih-i Alem"indeıı sonra Türk Tari­hi'ni Osmanlı çerçevesinden çıkararak,bir bütün şeklinde ele alan ikinci eser olarak da Rıza Nur'un eseri gösterilir.

Rıza Nur eserine: "Dünyada en büyük iftiharım, Türk yaratıldığımdır" ibaresi ile başlar. Türkler' in tarih huzurunda almaları gereken siyasi, içtimai durumunu gözden geçirir. Eserin ilmi olmadığını Atsız da kabul eder. 1 970 yılı ÖtUken Dergisi'nde: "Doktor Hasan Ferit Cansever, 1 944 - 1945 !rkçılık, Turancılık davasının mahke­meye sürüklediği 23 sanığın arasında en yaşiısı idi" der.

Türkçüli.ik davasını benimsemiş. ona hizmet etmiş olan herkes Ats ız için bir değer i­di. Nitekim Dr. H. Ferit Cansever de Türkçülük iilküsüni.i benimsemiş, onun yayılması için kendi uslübu ile çalışmıştır. "iğne ile kuyu kazan adam" Jakabıyla ve eti reddedip ot yenmesini tavsiye eden sevimli, inançlı bir Türkçii olarak vefat ettiğinde; Atsız Beğ, diğer TürkçUl cr vefat ettiği zaman yaptığı gibi onun için de bir makale ya7..dı.

1971 yılında Prof. Zeki Yelidi Togan vefat ettiğinde. onu da Ötükcn Dergisi'nde neşrettiği bir makale ile andı. Bu makalesinde: "Büyük tarihçi olmanın şartlarından biri: Tarihi olaylara iyice nüfUz edebilmek. kaynaklardaki gerçek ve yanlış payını iyi hesaplamak. hadiselerin daha önceki vak'alarla bağlantısını iyi tahmin etmektir. Büyük tarihçi; destan ve menkıbelerden de tarihi hakikatler çıkarmasını bilen adam­dır.'· diyerek, onu biiyük bir tarihçi olarak kabul eder. Gerçekten de Z.Y.Togan. bütiin dünyaca kabul edilen tck Türk Profesörli'dür. Destanlar ve menkıbelerden de faydalanınasını bildiği için bir çok karanlık noktalara ışık tutan Prof. Zeki Yelidi Togan, Atsız'ın yakın dostlarından biriydi.

··orhan Seyfi Orhon. Ziya Gökalp'in önderlik yaptığı -Büyük Türkli.ik- davasına gönül vermiş talihlilerden birisiydi." Atsız Beğ. Orhan Seyfi Orhon için bunları söyler; Orhan Seyfi Orhon'un ınilletimize yaptığı hizmetleri ise iki kısımda mütalaa eder:

78 REFET KÖRÜKLÜ - CENGiZ YA VAN

a - Edebiyat b - Fikir ve Milliyetçilik Bir çok fikir adamımız; mesela Ziya Gökalp, Dr. Rıza Nur ... v.b., san'atı, Türk­

çülük fikrinin işlenmesinde vasıta olarak kullanmışlardır. Bu, Türk Milleti'nin men­faatİ için yapıldığı zaman faydalıdır. Fakat milletimizin, fikir adamlarının yanı sıra elbette k i gerçek san'atkarlara da ihtiyacı var. Orhan Seyfi Orhon "san'at" ile "mil­lete hizmet"i birleştiren nadir san 'atkarlardan birisidir. "Gönülden Sesler", Atsız'ın takdirini kazanan eserlerinden birisidir.

"ilim beynelmileldir demek, ilim her millete vardır anlamına gelir. Ama, her millette olan ilim ve ilimler, yine de milll maksatla kullanılır. İlmi, milli maksatla kullanan üniversite ve profesör, görevini yapmış demektir."

Atsız Beğ, her yerde ve her şeyde milleti düşünen bir büyüktü. Beynelmilel olan ilmin millete fayda yönünden kanalize edilmesi gerektiğini kabul eder. "Üniversite ve profesörler ilim yapıyoruz diye milletlerinden uzaklaşamazlar. Öğrendikleri yeni şeyleri, yaptıkları keşifleri, çalışmalarının sonuçlarını milletlerine faydaya çevir­mezlerse, en azından hiçbir şey yapmamış olurlar."

Atsız Beğ, Fındıkoğlu için söylediği "Fındıkoğlu görevini yaparak öldü" cümle­siyle, onun milleti için çalışan bir profesör olduğunu belirtir.

Ölen kişi Türkçülüğe hizmet etmiş ise mesele yok. Vazife yapılmış, Türkçülük ülküsü hedefe bir parça daha yaklaşmıştır. Onun tizüntü ve sevinçleri, Türkçülük Ulktistine hizmetteki başarı ve başarısızlığa bağlıydı.

Prof. Ahmet Caferoğlu'nun vefatı üzerine yazdığı makelede; son 45-50 yıl içinde Türkçültik d�vasına hizmet edenlerin bir çoklarının dış TOrkler'den olduğuna dikkati çeker.

·

Kardeşi ve ülküdaşı Nejdet Sançar'ın ölümü üzerine yazdığı şu satırlar ise, onun ölüm karşısındaki tavrını ve büyüklüğünü göstermesi bakımından çok manalıdır: "Nejdet Sançar öldü demek, Türkçülük cephesi en iyi savaşan tümenini kaybetti demektir. Bu boşluğu ve ön saftakilerin yıpranmışlığından doğan açığı ikinci, üçün­cü sırada hedefe doğru yürüyenler dolduracak; yürüyüşe bir an bile ara verilmeye­cektir.

Gerçek insan için hayat, savaştır. Biz bu dünyaya hayvanlar gibi zevketmeye değil, bir görev yapmaya geldik."

"Türk ırkı sağ olsun."

Adalet ÇİL Suadiye 1976

TÜRKÇÜLERIN KALEMiNDEN A TSIZ 79

ATSIZ ve TÜRKÇÜLER'İN GÖREvi

Bilyük TUrkçü Atsız Ata; iki y1l önce, Onbir Aralık'ta Tanrı Dagı'na göçtü. Onbir Aralık, Türkçiller ve butün Türkler için tarihi bir yas günüdür ...

Onun arkasından ağlamak, anma günleri tertiplemek, Atsız Ata için konuşmalar yapmak, yazılar yazmak görevimizin çok ufak birer parçasıdır. Görevimiz, Atsız'ın bıraktığı yerden mücadeleyi devam ettirmektir! Bu mücadele, "Türkçülük Sava­şı"dır. Esir ırkdaşlarımız hürriyetlerine kavuşuncaya kadar, Türklük şahlanıncaya ve Turan'ı kuruncaya kadar bu kutlu savaş durmadan devam edecektir. Türkçüler! Hayatımızın gayesi ve anlamı bu olmalıdır. Bir Türkçü için hayat başka türlü çekilir mi?

Türkçüler!

Bugün "bir kaç istisna hariç", Türk devlet adamı geçinen ve milliyetçiliği kimse­ye kaptırmayan; fakat ne yazık ki, Türk Milliyetçiliği ile uzaktan ve yakından hiç alakası olmayanlar, korkunç bir gaflet ve ihanet uykusundalar. Bu gibiler, elbette ki Türkçülük fikrini anlayamazlar ve bu fikirden korkarlar. Çünkü, korkaktırlar. Kor­kaklardan ne devlet adamı, ne de dava adamının çıktığı görülmüştür. O halde bu büyük dava, Türkçiller'in davasıdır; bu bUyük dava, Bozkurtlar'ın davasıdır. Bütün yalnızlığımıza rağmen, uğradığımız ihanetiere rağmen, engellemelere rağmen ve tahriplere rağmen "TilrkçUIUk Savaşı" hedefine ulaşacaktır. Bizi yaşatan ve hayata bağlayan bu kutlu inançtır... BUtUn dünya duysun! Yerli, yabancı kızıllar duysun! Türklük dUşmanları duysun ! Ülküdaşlarımız duysun!.. And içtik! Türklüğü yaşata­cağız ve Turan'ı kuracağız. Bunu biz görmesek bile çocuklarımız, torunlarımız gö­recektir.

Gerçek Tükçiller yanımıza gelsin. Bizden olmayan uzak dursun ... Kalbimiz devamlı kanayan bir yaradır. Gözlerimiz de yaşlıdır. Ama bu gözlerden

artık yaş değil, kan akıyor ... Atsız ve diğer şehit Bozkurtlar Kür Şad'ın katında. Hepsinin alnı ak ... Ruhları şad

olsun ... Bu şehit Bozkurtlar ordusunun şerefine layık bir ölümü bize de nasib et Tanrım!

Faruk ÇiL 21.11.1977

Suadiye

so RE FET KÖRÜKLÜ - CENGiZ YA VAN

ATSIZ KAHRAMAN

Karan/tk bir gece yaşıyorkeli biz, Tuzaklar kurulmuştu sessiz sessiz.

Sanflmşlık kinle, iifkeyle, kanla ... Bir umut ışığı geleli heyecanla.

"Ülkü" bayrağım aldı yamna, bıançla fırladı er meydanma.

Bu soylu kişinin Atsız'dı tu/ı, Sonuila dek "ülkü" için yaşadı.

Gerçekleri önümüze sererek, Yeni yeni ufuklar göstererek ...

Bizi "Türk Ülküsü" ile kmulmlı, Milli düşünceyi ayaklatulmil.

Akimı "Ti!rkçüliik" at/ma yortlu, Dtıvanm zorluğunu biliyordu.

"Aml"içip ortaya koydu başmı, Yalmz bırakmadı "ülkütlaş"ım.

M iskinlik zincirin kopanp, kmlt; Türk'ii "ülkü" ile silaltlandmlı.

Tipi,ftrtma ... Engelleri aştı, Bir ordunun kuvvetiyle savaştı.

Rulwmltı yenilnıez bir iman vardı, Bu sayetle büyük işler başardı.

"Toprak ile mazi parçanıız" detli, Ölümü "bir hayat" diye gösterdi.

"Şa/ıitsin" diyerek güneşe aya, Türk-İsitim at/ma çıktp ortaya ...

Yaktığı meş'ale yine yamyor, "Ülkü", deniz misali dalga/anıyor.

Kaybettik mısızm dinmez ağnmız, Ats ız diye diye ya11ar bağrımız.

Hayalt öğreten nice zamandır ... Atsız, rultumuzda bir kalıramalf(/tr.

İMAMOGLU

TÜRKÇÜLERiN KALEMiNDEN ATSIZ ll l

ATSIZ'IN SON MAHKUMİYETİ

Atsız, Ötüken Dergisi'nde yazdığı bir yazıyla; Doğu'da Kürtçülük tahrikleri ile vatanımızdan bir parçanın koparılına çalışmalarına dikkati çekmiş ve bu konuda ilgilileri uyarmıştı. O gün yazdıkları; bugün, azgınlaşan bölücülük olarak karşıınız­dadır.

Atsız'ın o yazısında Istanbul Toplu Basın Mahkemesi suç unsuru gördü ve malı­klımiyet kararı verdi. Yargıtay da bu hükmü tasdik etti. Mahklımiyet kararına da, tasdik kararına da bazı yargıçlar muhalifkaldılar ve kararlar çoğunlukla alındı.

Ats ız, 1 5 ay hapse malıkum edilmişti. 70 yaşından sonra ve hasta halinde Atsız'ın tekrar hapishaneye girmemesi için tek bir çare kalmıştı: O da. Cumhurbaşkanı'nın husus! bir af çıkarınası idi. Dostları Atsız'dan. af için başvurması hususunda ısrar ettiler. ''Ben bir suç işlemedimk i af isteyeyim!" diyerek bu teklifleri reddetti. Bundan sonra, Atsız'ı sevenler kendiliklerinden Cumhurbaşkanı'na müracaatta bulundular. Atsız'ın malıkurniyeti dünya çevresinde de yankılar uyandırdı. Çok uzak yerlerdeki ilim çevreleri ve Türk dostları da Cumhurbaşkanı'na yazdılar. Sonunda Korutürk. Atsız için af yetkisini kullandı ve Atsız., girmiş olduğu hapishaneden çıkarıldı.

Atsız'ın köklü iııaçlarından biri de, Devlet Başkanlığı makamma karşı derin bir saygı göstermekten hiçbir zaman geri kalmamasıydı. Af için başvurmayı kabul et­memiş olan Ats ız, af yapıldıktan sonra Korutürk 'e, bu köklü inancını ve ayrıca fıtrl nezaketini yansıtan bir kısa teşekkür mektubu yazdı. Bu mektup ve Korutürk'ün mektuba verdiği cevap aşağıdadır:

'-' * *

ATSIZ'A İTHAF• Urfa'da dev yiğit: Ha cr Mustt�fa 'nı! ... Antep 'te Şahin 'im yatar, kmwtsrz. Mamş'ta tlestandtr, /ıey: Siitçii İmam. Millet t�f istiyor, sen değil Atsrz! ...

Ne gam, çtksa rıa'şm tltlrı zimfmu/au, Bağmmza "K ür Şad" diye ba.wmz, Dmumrr meş'ale, ölümle kamlmı, K efenini bay m k yapar, asarrı, ..

Ne mümkün bu ocak söndü, sönüyor ... Yok bre! Tutuşmuş ulu tmuamz. Saatler dttrsa da dünya dönüyor; "Saldırtp dönmeyen o kalırmnmm " ...

Atstz 'm maltk11m�veri striiSIIula yaulmtş yiizlerce şiirden biri ..

Mustafa Srm SA VASAN 20/1/1974, izmit

82

Paşa Hazretleri,

REFET KÖRÜKLÜ - CENGiZ YA VAN

Sayın Falıri KORUTORK Cumhurbaşkanı Ankara ·

Hakkımda gösterdiğimiz lütufkarlıktan dolayı teşekkürlerimi, saygılarımla bir­likte arzederim.

* * *

Bir Çarkçı Koltığtsı'mn Torunu Bir Güverte B inbaştsı'mn Oğlu Nilıal A TSIZ

Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün Atsız'a Gönderdijti Cevabi Mektup

Ankara 7 Şubat 1974

Sayın Nihai Atsız

4 Şubat 1 974 tarihli mektubunuzdan bir Çarkçı Kolağası'nın torunu ve bir Gü­verte Binbaşısı'nın oğlu olduğunuzu öğreniyoruın. Bu iki meslek terimi bana harp bahriy ......... .. .Ierimi açtığım günlerin havasını ve alemi......... . ......... Size torununu-zu bol bol sevebilme ............. ....... ır ömür ve esenlikler diliyorum.*

Fahri S. KORUTÜRK

(* Noktalı yerler, orjinal metinde okunmamaktadır.)

TÜRKÇÜLERiN KAlEMİNDEN ATSIZ 83

MİLLİ ŞUUR UY ANlKLIG I

"Haritttltırtla trktmızur yaşatltğt yerlere bakttk, millelimize fenalık edenleri ta­ri/ı te okıufuk ve mi/ll kin i ateşten damgalar gibi kalhimize yazt/tk".

ATS IZ

Milli şuur, bir milletin kendini duyması ve bilmesidir. Hem duyguya, hem de dü­şünceye dayanan millt şuur, bir milletin manevi kuvvetlerinden en önemlisidir. Mil­letierin hayatını koruyan dört savunma hattından en geride olam, yani sonuncusu ve en mühimi millt şuurdur. insan uzviyetinin akciğer, karaciğer, kalp ve beyin dört önemli koruganı ise, bir milletin de ordu, dil, bağımsızlık ve milli şuur dört büyük kalesidir.

Bir millet, ordusunu kaybedebilir. Bağımsızlığını da kaybedebilir. Fakat, dilini sakladıkça, o millet yaşıyor demektir. Dilini kaybeden bir millet ölmüş sayılır. Buna rağmen bir millet, dilini zorlayıcı sebeplerle kaybettiği halde. milli şuuruna sahipse, o millet, kendi:;ine zorla kabul ettirilen yabancı dile rağmen, gerçek kişiliğini bilir ve günün birinde bu milli şuur sayesinde öz dilini yeniden öğrenerek, gerçek benliğine döner. Bunun en gt.ızel örneği Lehistan Tilrkleri'dir. Tilrkçe'yi, yüzyıllardan beri unutup Lehçe konuştukları halde, TUrkltlkleri'ni unutmamışlardır ve günün birinde Türkçe konuşacaklardır.

Milli şuurun uyuşuk veya uyanık olması. milletierin yaşama kaabiliyetleriyle o­rantılıdır.

Milli şuurun uyanık olduğu yerlerde yabancı unsurların borusu ötmez. idare işle­rinin başına, önemli yerlere yabancı soydan kimseler gelemez. Orada "bilim", "milli menfaatin" emrindedir. Bilim; bilim için değil, milletin bilyüklüğü ve şanı içindir.

Milli şuurun uyanık olduğu yerlerde millet; yabancıyı kendisinden saymaz. Ya­bancı soydan olanlar, vatandaş ve tebaa olsalar bile, yine yabancı sayılır. Ona güve­nilmez. Yabancılada evlenilmez. Hele yüksek tabakada bu evleome hiç görülmez. Kanunlar, yalnız milli menfaati korumak ve milleti yükseltmek için yapılır. Tarih, yalnız milli şan ve şeref bakımından ele alınır. Geçmişe sövülmez. Yabancı milletler ve kimseler milli kadroya sokulmaz. Geçmişi, mefahiri, ahlakı, aileyi, seciyeyi, erdemi, kahramanlığı, milliyetçiliği açıktan açığa veya sinsice baltala­yan yazılara, eserlere, fil imlere, piyeslere, konferansiara izin verilmez. Millete hitap eden ve halkı terbiyede rol oynayan müesseselerin başına, o mi lletten olan iktidarlı, ahlaklı ve zeki insanlar getirilir.

Milli şuur uyanık olunca iltimas ve rüşvet kalkar. Hizmeti olanların hizmeti inkar olunmaz. Tarihi şahsiyetlere gerçek değeri verilir. Ne ufacık kusurları yüztınden dev gibi adamlar küçültülür, ne de gerçeğe dayanmayan büyüklükleri dolaysıyla ahlaksız insanlar devleştirilir. Avukatlar, millete hakaret etmiş yabancıların savunmasını üzerine almaz. Soysuzlaşmış tipler, yarı çılgınlar, milli dili doğru dürlist bilmediği halde kendini gençliğin önderi sayan manyaklar ve budalalar; gazete ve dergilerde, kendilerinden daha kuvvetli olanlara fikir ve ülkü savunması perdesi altında. kendi cüce şahsiyetlerinin reklamını yapamaz.

84 REFET KÖRÜKLÜ - CENGiZ YA VAN

Milli şuurun uyanık olduğu yerlerde doktorlar sahte raporlar vermez. Okula gel­meyerı öğrenci, hastaydım diye yalan söylemez. Milli şuurun olduğu yerde hiçbir zaman yalan söylenmez. Kadınlar ve erkekler; aşkı, millet ve vatan duygularından üstün tutmaz. Sancak kullanır ve saygı görür. Milli renkler her yerde ululanır. Bay­rak, katlanmak için bile yere değdirilmez. Atalar mezarında hayvan otlamaz. hele fahişeler ve yabancı kanı taşıyanlar orada zina yapacak kadar milsamaha görmez. Küçük bllyüğün, öğrenci öğretmenin, memur amirin aleyhinde SÖZ söylemez. Ka­dınlara saygı gösterilir, kadınlar kokotlaşmaz. Öğrenciler.milll heyecanla coşan bir yürek taşır. Fakat ciddi ve disiplinlidir.

Öğretmenler iltimas yapmaz. Öğrenciler kopya çekmez. Herkes hakkına ra­zıdır; diln okula başlayanlar, bugün üstadlık davasına kalkmaz. Görev kutsal tutulur.

Milli şuurun uyanık olduğu yerlerde dil kıskançlıkla korunur. Dilin kuralları­nı ve sözdizimini bozmaya kalkıp, bunun hakkında yazı yazan ç ı lgınlar alkış­lannıaz: aksine tımarbaneye sokulur. Herkes kendi keyfince bir iınlu kullanmaz.

Milli şuur uyanık olunca başıbozuktan kurmay, vatan haininden profesör, lle­kiminden dilci. cahilden müverrih, yabancıdan vekil, serseriden ülkücü çıkmaz.

Milli şuur bir ışıktır. Vurdu aydınlatır ve gizli köşelere sinmiş olan bütün akrep­leri açığa çıkararak, karanlıkta iş görenlere engel olur. insanda beyin ne ise, millette de milli şuur odur. Ciğeri, karaciğeri, hatta bazan kalbi kurşunla delinen bir adamın yaşadığı görülür. Fakat beyninden kurşun yiyen bir insanın yaşamasına imkan yok­tur. Bunun gibi, bir millet de ordusuz ve bağımsız yaşayabil ir. Hatta dilini kaybetse bile ölmeycbilir. Yeter ki milli şuuru olsun.

Milli şuur. bir milletin yaşama ifadesi. hayat kaynağı ve en kuvvetli silahıdır. XX. yüzyılda milli şuuru olmayan milletler yıkılınaya mahkumdurlar.

UNUTMA Yelmiş gün bir öksüz gibi yaşatlm;

Annenin gittiği gii11ii lllllltma! Se11ür için kendini lwrct�van kadm, Unutulmaz oğlum, onu 1111111ma ...

Mezun nl11rsa koy birkaç çiçek, Babanm rüyasr olunca gerçek. istersen dünyatla lıer şeyden el çek; Bayrağr, trkmr, tlürtii unutma!

Anneni konuştur getirip dile; Anlatsm twstltlr çektiğim çile. Gurbette tiikenip dönmesem bile Unutma oğlum hiç, beni wwtnur!

19 Ağustos 1944

ATSIZ

TÜttKÇÜLERİN KALEMİNDEN ATSIZ 85

TÜRKÇÜLÜK BA YRAMI VE ATSIZ

Melımet ATEŞOGLU

3 Mayıs 1944 'ün kahramanı olan; vatan, millet uğrunda kalemini kılıç gibi kul­lanan, Allah'tan başka hiçbir şeyden korkmayan, yüreklerde milliyetçilik ülküsünii yakan, mUadelesiyle Türk'ün kaderine tesir eden, Türklüğlln erenlerinden, büyük Türkler'den biri de Nihai Atsız'dır.

Atsız gibi müthiş bir Türk'ü anlatabilmek için, Faik Ali'nin, birnderi olan Sü­leyman Nazif için dediği gibi, "Şimşekler mürekkep, yıldırımlar kalem" olmalıdır.

Hakikaten, Ats ız denilen bu müthiş Türk'ü anlatmak kolay değildir. Çünkü: Cumhuriyet devrinin büyük Türkçü, milliyetçi önderi. milliyetçi nesille­

rin hocası olan Atsız, yüce yaratılışlı, çok sağlam seciyeli, imanlı, çok cesur, yiğit olduğu kadar büyük bir kudret ve kaabiliyete sahip, çok yönili çok cephel i bir büyük Türk'ti.i.

idi ;

Atsız'ın önemli cephelerinden bazılarını arzediyorum: !-Edebiyat öğretmeni idi, büyük hoca idi, gençliğin ve milletin milli ülkü hocası

2-Ti.irkolog idi,bilgindi, Türkolojide, Türklük ilminde çok kuvvetli idi: 3-Tarihçi idi, bilhassa Türk tarihinde eşsiz bir tıstad idi; 4-ilim ve iman adamı idi; 5-Büytık dava ve mücadele adaını idi; 6-Roınancı idi. güzel Türkçesiyle yazdığı tarihi romanları, milli ruhu işliyor ve

çok okunuyordu; 7-Yazar idi; kıvrak. keskin akıcı, ateşli, tatlı bir kalemi vardı. 8-Şair idi; milli şiirleri nesillerin ezberinde idi; 9-Fikir adamı, bir düşi.inür idi: 1 O-M ill iyetçi önderdi; büyük ülkü mücahid i idi. Atsız'ın en büyük cephesi, elbette ki "milliyetçi ülkOcü cephesi'' idi. Zaten Hüseyin

Nihal'i, Atsız yapan bu "milliyetçi ülkücü cephesi"dir. Atsız. imparatorluktan cumhuriyete geçişten sonra meydana gelen Doğu-Batı

mücadelesinde, kültür ve medeniyet bulıranında kendisini ortaya atarak. Türk kUltür ve Medeniyetinin, Türk Ülkü ve imanının, Türklük ruhunun ve şuurunun, Türk birliği i.ilküsünün; kısaca, Türklüğün ve Türk Mil liyetçiliğinin yılmaz sa­vunucusu ve şavaşcısı oldu.

Atsız, Türk kültür ve imanının, Türk Kültür ve Medeniyetinin düşmanlarıyla amansız ve korkunç bir kalem mücadelesine girişti. Kalemi insafsız bir yıldırım. şimşek oldu; vatan. millet, inıan düşmanlarını yıktırdı, sindirdi, perişan etti.

Fakat. Ats ız bu amansız mücadelerde çok eza ve cefa çekti, çok zulüm ve işken­ce gördü. Bütün hayatında. büyük milleti gibi, Atsız'ın da çilesi asla dolmadı. Sür­günler, mahkemeler, hapishaneler. tabutlar birbirini takip etti.

86 RE FET KÖRÜKLÜ - CENGiZ YAYAN

Atsız'ın büyük milli dava ve UlkU uğrunda neler çektiğini, bir koşmasının son dörtlüğü ne güzel anlatır.

"Ömründe gülmedin rahat bulmadın, Ölsen de nola ki anılmaz adın ... Hey Atsız, yirmibeş yılda kocadın, Başında saçların beyazlanmadan ... "

Çağımızın kalemli "Kürşad'ı Atsız" sözünde bir hikmet vardı. Kürşad, Göktürk­ler çağının bilyük milli kahramanı olan bir Türk büyüğü idi. Atsız, Kiirşad'ı tarihin karanlıklarından ortaya çıkardı; Kürşad'ı en büyük Türk olarak tanıttı ve anlattı. Türk gençliğine örnek olarak gösterdi.

Çünkü Kürşad: büyüklüğün, fedakarlığın, gözlikaralığın, cesaretin yiğitliğin, bir ülkü uğruna kendini feda etmenin en büyük timsali ve sembolü idi.

Fakat, büyük Kürşad gibi; Atsız da, büyük dava ve ülkü uğruna kendini feda et­mekten çekinmedi. Nice zulümler gördü. Zulümden değil, ölümden bile korkmayan Atsız, zull.lm gördükçe, bilenmiş, parlamış, şahlanmış, yenilmez, başa çıkımaz bir ülkü devi olmuştur. Türk Milliyetçiliği'nin ebedi zaferini hazırlamıştır.

Elbette ki, Atsız'ın verdiği emekler, çektiği çileler, gördüğü zulümler asla boşa gitmemiş; çünkü Türk Milleti'nin kaderine tesir eden nice milliyetçi nesiller yetiş­miştir.

Atsız, yarının ulu rtlyasını gören ve yaşayan adamdı. Türk Milleti'ne o ulu rüya­yı göstermek ve yaşatmak için çalıştı, müc.'!'.dele etti ve muvaffak oldu.

Bu başlangıçtan sonra, Atsız'ın ulu-rUyasını yorumlamaya ve açıklamaya devam edelim.

3 MAYIS NEDEN TÜRK MiLLiYETÇiLERiNİN BA YRAMIDIR?

3 Mayıs milliyetçi hareketinin, zahirde basit gibi görülen; fakat hakikatta, tarih çapında bUyllk ınanaları vardır.

Milliyetçi Türk gençliğinin 3 Mayıs'ta şahlanarak, Ankara'da, büyük Türkçü Ni­hal Atsız'ın lehine ve komünistlerin aleyhinde müthiş bir gösteri yapması, memle­kette büyük yankıların ve hakikatierin doğmasına sebep olmuştur.

3 Mayıs'ın tarih çapındaki büyük manalarından biri, 3 Mayıs 1 944 şahlanışının Türk Tarihi'nin büyük bir dönüm noktası olmasıdır.

Çünkü, üç bin yıllık Türk Tarihi'nde, ilk defa milli ülkl.i bayrağını çeken ve Türkçülük ateşiyle tutuşan milliyetçi Türk gençleri Türk Milleti'nin ruhuna tercü­man olarak, 3 Mayıs'ta şahlanınış, zulme, istibaada, baskıya, diktatörlüğe başkaldırınış ve meydan okumuştur.

3 Mayıs milliyetçi şahlanışı. tarihimizde. tam manasıyle bir milliyetçi hare­kettir. Çünkü, tarihimizde ilk defa Mi lliyetçilik, Türkçülük fikri, 3 Mayıs şahlanışıyle hareket haline gelmiştir.

3 Mayıs milliyetçilik şahlanışı, TOrk'Un savaşlarda zuhur eden Kuva-i Milli-· ye ruhunun yeniden doğuşunun ve şahlanışının ifadesidir.

3 Mayıs'ta şahlanan Türk milli ülküsü, yıllardan sonra, bugün, bütün Türk ale­m inde, TOrk cumhuriyetlerinde Türk Birliği-Büyük Turan ülklisünün, Büyük Türk­lük davasının doguşuna, oluşuna ve yoğruluşuna da sebep olmaktadır.

Fakat, muhakkak ki, bugün Türkiye'deki ve Türk alenıindeki, bu heybetli ve muhteşem durum; Nihat Atsız'ın Türk Birliği, büyük TOrk ülküsünü, büyük Turan

TÜRKÇÜLERIN KALEMINDEN ATSIZ R7

davasını yaymak için yaptığı korkunç mücadelelerin, çektiği sonsuz çilelerin güzel ve mutlu bir sonucudur.

3 Mayıs milliyetçi şahlanışında; içimizdeki milli gafıllerin, komünistlerin, Türk­çülük-Milliyetçilik düşmanlarının, ne idüğii belirsiz unsurların iş birliği ile Türk milliyetçilerine karşı hucüma geçirilmiş, milliyetçiler ezilmek, milliyetçilik yok edilmek istenmiştir. Fakat, Türk ınilliyetçiliği asla yok olmamış, daha güçleıı­miş,onu yok etmek isteyenler yok olmuştur.

Çünkü: M i lliyetçilik öyle müthiş bir kudrettir ki, yok edilmeye çalışıldıkça, hücuın edildikçe, baskı gören Bozkurt'un şahlanışı gibi, demirin dövüle dövüle çelik olması gibi, hakkın yumruklandıkça kuvvetlenınesi gibi, büsbütün güçle­nir, müthiş bir kudret halini alır.

3 Mayıs'ın büyük manalarından biri de, milliyetçi şahlanışının, milliyetçi biiyük Türkiye'ye doğru milli yürüşün ilk işareti olması, milliyetçi biiyük Türkiye'nin ilk temelinin atılmasıdır.

3 Mayıs'ın başka manalarıııdan biri de, Türk Milleti'nin, milliyetçilik ülküsiiyle yaşayacağını, dünyaya ilan etmesidir.

" 1 944'de,Türk milliyetçilerini ezmek isteyen CHP iktidarına. 1946 ve 1950 se­çimlerinde halk dehası öyle bir sille indirdi ki, ancak seçim hileleriyle ayak ta kalbi Idi. ı 950'de ise, demokrasi aleminin en korkunç yenilgisine uğrayarak iktidar­dan düşHi.

İşte, bütün bu büyük maniiiardan dolayı 3 Mayıs milliyetçi şahlanışı. Türk milli-yetçilerinin milli bayramı olmuştur.

Şimdi bu bayramın kaynaklarına inerek, bazı açıklamalar yapalım.

MiLLiYETÇiLiK, TÜRK'Ü YAŞATAN MANEVi GÜÇTÜR.

Tarih, açıkça isbat ve izah ediyor ki, Türk Hazret-i millettir. Çünkü Türk, tarih boyunca Tanrı'ya tapmış, Tevhid'e iman etmiş, daima Hak yolunda savaşmış, za­man zaman yeryüzüne ve tarihe hükmetmiş yüce ruhlu, bilyUk ve mübarek bir mil­lettir.

Büyük Türk Milleti, tarihte zuhur ettiği çağlardan beri, sonsuz ulu kudreti ile daima hlir yaşamış, egemenlik bayrağını asla yere düşürmemiş dünyada tek ınillettir.

Bazı Türk kavimlerinin esaretine rağmen Sakalardan, Hunlar'dan, Göktürk­ler'den, Karahanlılar'dan, Selçuklular'dan, Osnıanlılar'dan, Türkiye Cumhuriyetine gelen büyük kolda, Türk Milleti daima hi.ir yaşamıştır. Türk devletleri, güneşin do­ğup batışı gibi bir biri arkasına devam edip gitmiştir.

Türk Milleti, gerek İslamiyet'ten önceki büyük Türklük çağında, gerek islaıni­yet'ten sonraki Büyük İslam çağında, hiçbir millete nasip olmayan, müthiş bir seeiye ve imana sahipti.

İslamiyet'ten önce Türk Milleti, soyundan, Türklüğünden ve Tanrısından aldığı ülkü ve iman kudretiyle, binlerce yıl yeryüzüne hükmetti. O çağlarda cihan hakimiyeti tilkii­sünü gerçekleştirdi.

İslamiyet'ten sonra ise, Türk Milleti hak dinini kabul edip, Müslüman olduktan sonra Türkli.lğün imanı büsbütün kuvvetlendi. Ti.irkli.ik, islamiyel'le büti.lnleşti. adeta demir iken çelik oldu.

Türk M i lleti bu çağda, Nizam-ı alem Ulküsüyle şanlanarak, yedi iklim dört köşeye, Uç kıtaya, 32 mil lete hükınetti. Türk, yine Cihan Hakimiyeti Ülküsilnil gerçekleştirdi. İslamiyet'i yeryilzilne yaydı. islam'ın hem kılıcı, hem kalemi oldu.

88 REFET KÖRÜKLÜ - CENGiZ YA VAN

Türk Milleti'nin bu yenilmez sonsuz gücünün ve kudretinin kaynağı, yukarıda da işa­ret ettiğimiz gibi, İslamiyet'ten önceki Türklük ve Tanrı imanı idi. İslamiyet'ten sonra, bu sonsuz gücün bitmez tükenmez, ezel ve ebedl kaynağı, Türklük ve islam'dır.

İşte, Türk Milleti'ni, tarihte üçbin yıldan beri şanlı yaşatan bu büyük rulı kudre­tine. bu büyük manevi güce milliyetçilik diyoruz.

Tarihin derinliklerinden gelen, Tarih boyunca, Türklüğü yaşatan milli güç, ma­nevi kudret, meşrutiyetten sonra Türkçülük ülküsü şeklinde meydana geldi.

Bu gün ise, Türkiye ve Türk iiieminde Türkçülük, ülkücülük isimlerini kullandı­ğımız gibi, daha çok yaygın olarak milliyetçilik, Türk milliyetçiliği isimlerini kul la­nıyonız. Meşrutiyetten sonra kurulan ve milliyetçi bir teşkilat olan Ttirk Ocakları ve çıkarılan Türk Vurdu Dergisi, Cumhuriyet devrinde de devam etti. Türk Ocakları, memlekete çok faydalı oldu, ruhlarda Ttirklük ateşini yaktı; Kuva-i Milliye ruhunu devam ettirdi. Fakat, Türk Ocakları 'nın kapatılmasmdan sonra, yurtta zaten hüküm süren manevi perişanlık, daha fazla artmış, korkunç bir ruh boşluğu, ülkü yokluğu meydana gelmiştir.

ATSIZ, KURTARICI BİR BOZKURTTUR

Türk tarihinin buhranlı, bunalımlı çağlarında, memlekette mutlaka bir kurtarıcı hareket veya kurtarıcı Bozkurt zuhur eder.

Bu tarihi ve milli kural asla değişmez, şaşmaz, her devirde hükmünü yürütür. Tarilıimiz, çağlar boyunca zaman zaman zuhur eden kurtarıcı hareket ve

Bozkurtlada doludur. İşte Nihai Atsız da, bunalımlı bir zamanda zuhur eden kurtarıcı Bozkurtlardan

biridir. Fakat Nihai Atsız, kılıçlı bir kuıtarıcı değil, kalemli bir kurtarıcıdır. Tarih gösteriyor ki; kalemli kurtarıcılar, kılıçlı kurtarıcılardan daha önemlidir.

Çünkü: kalemli kurtarıcılar ilim, iman, ülkü kudretidir; kılıçiara yön verirler. Nihai Atsız, kılıçla memleketler fethetınemiş; fakat, kalemle Türk gönüllerini

fethetmiş, o gönüllerde milli ülki.inün ateşlerini yakmıştır.

ATSIZ'IN iSLAMi YÖNÜ

Nihai Atsız; Orhun ve Mill i Yol'da çıkan Türk Milleti'ne Çağrı başlıklı yazısın­da, "Dinin, fert olarak da, millet olarak da, vazgeçilmez manevi ve ahlaki büyük bir dayanak" olduğunu, "Türk Dünyası'nın, yani yeryüzündeki bütün Türkliiğiin iki temele dayandığını bunlardan birisinin dili (yani Türkçe), diğerinin de din, yani İslamiyet" olduğunu, "İslam Dini'nin, milli varlığımızın ayrılmaz bir parçası" olduğunu şöyle anlatıyor.

"Yirminci yüzyılda müsbet ilmin ve Batı Medeniyeri'nin ışığı altında, medeni milletierin ve toplumların, dine bütün varlıklarıyla sarılmış olduklarını görüyoruz. Çünkü: Tanrı inancı ve dotasıyle din, fert olarak da, millet olarak da vazgeçilmez manevi ve ahlaki biiyük bir dayanaktır."

"Bu sebeple, bugünkü Türk Dünyası'nın dayandığı il<i esaslı temelden, birisini teşkil eden islam Dini'nin, millivarlığımızın ayrılmaz parçası olduğuna inanıyoruz."

Nihai Atsız, "Hürriyetin Sınırları" adlı yazısında. bir milletin milli mukaddesa­tıyla asla şaka yapılmayacağını, "Milli mukaddesatı olmayan milletin, millet değil, koyun sürüsü" olduğunu söyler.

"insanlar, mizah ve şaka yapabilirler. Fakat, bazı konular vardır ki, onlar asla şakaya gelmez. Orada ciddi olmak insanlıl< borcudur. Bayrakla alay ede­mezsin, milli tarihle eğlenemezsin, Kur'an'ı mizah !\onusu yapamazsın aile

TÜIU<ÇÜLEI�iN I(ALEMiNDEN ATSIZ 89

namusunu hiçe sayamazsın. Bunlar milli mukaddessattand:ır. Milli Mukaddesa­tı olmayan millet, millet değil, koyun sürüsüdiir."

Milli' eğitimde, ruh ve ınaneviyar kalkınması yapılınasını isteyen Nihai Atsız, Türk Milli Eğitim Teşkilatı içinde, imam-hatip liselerini çok beğennıekte ve ideal okullar olarak görmektedir.

"Türkiye'de bugün öğrenci vasfına layık topluluk, İmam-Hatip Okulları'nda var. Dini inançla birlikte. eski Türk terbiyesini sakladıkları için, çocuklarda bir üstünlük derhal göze çarpıyor. Bunlar, dini bilgilerle birlikte, çağdaş bilinıleri de öğrenerek yetiştikten sonra, Türkiye'nin ınanzarası değişecektir."

Atsız. yüce dinimiz hakkında şu hükmü vermektedir. "Milleti yapan unsurlar­dan biri de dindi.-. Hiç şüphe yoktur ki, Türider'in dini Müslümanlık'tır. Bu din, on yiizyıldan beri, bizim milli dinimiz olmuştur."

TÜRK BiRLiGi-BÜYÜK TURAN ÜLKÜSÜ

Tarihin derinliklerinden gelen Türk Milleti'nin yaşama aşkı ve iradesi. ·iman ve ülkü kudreti olan Türk milliyetçiliğini, Türkiye'de, bütün Türk aleminde. ilk defa ilmi bir zihniyetle ele alıp düzenleyen, sistemleştiren, ilmini ve fıkriyatını yapan, büyük Türk alimi ve mi lliyetçisi Ziya Gökalp'tır.

Ziya Gökalp, bu ilmi çalışınalarından önce, Osmanlı camiasında Müslüman, Hristiyan bir çok kavinılerin Türk Devleti ve milletine ihanetleri karşısında, Türklü­ğe dönüş hareketini, Türkçülüğü başlatmak üzere meşhur Turan şiirini yazdı.

Ziya Gökalp, Ti.irklüğün ve Türkçülüğün davasını ve ülküsüni.i, bu Turan şiiri ile ortaya attı, çeşitli eserlerieriyle de yıllarca bu şiirin açıklamasmı yaptı. Turan şiirinin meşhur son beyti şudur.

Vatan, ne Türkiye'dir Türkler' e, ne Türkistan, Vatan, büyük ve müebbet bir ülkedir, Turan. Fakat, Türk fikir ve edebiyat alemine şu büyük hakikatı arzetmek isterim. Türk aleminde, Ziya Gökalp'tan önce, ilk defa "TURAN" düşünce ve görüşünü

ortay atan: Azerbaycanlı büyük hekim ve milliyetçi, Prof. Dr. Hüseyinzade Ali Bey'dir.

Hüseyinzade Ali Bey. Turan düşünce ve görüşünü bir şiirle ortaya atmıştır. (Turan) isiminin geçtiği bir beyti, örnek olarak sunuyorum. Bu beyitte Al i Bey.

büyük Türk-Hun hakanı Atilla'nın torunları olan Macarlar'a hitap etmektedir. Sizlersiniz, ey kavm-i Macar, bizlere ihvan, Ecdadımızın müştereken kaynağı TURAN ... işte Ziya Gökalp, Hüseyinzade Ali Bey'in bu şiirlerinden esinlenerek Turan şii­

rini yazdı. Fakat Ziya Gökalp, Hüseyinzade Ali Bey gibi, şiiri yazıp bırakmadı. Turan şi irinin, yıllarca yorumunu ve açıklamasını yaptı.

Ziya Gökalp'ın Turan şiiri yayınladıktan sonra, Osmanlı ülkesinin ufuklarında çok büyük yankılar ve etkiler yaptı. Memlekette Türklük şuurunun uyanmasında büyük rol oynadı.

Mehmet Emin Yurdakul'un "Ben, Bir Türk'i.im, Dinim. Cinsim Uludur" şiiri de Osmanlı ü lkesinde Türkliik şuurunun uyanmasında çok büyük rol oynadı.

Böylece, Türk mil liyetçiliği. Osmanlı Ülkesinde, "Yeniden Doğuş" diyebilece­ğimiz büyük bir dÖneme girdi.

Bu mill iyetçilik cereyanı, Türklüğe dönüş hareketi olduğu için, Ziya Gökalp bu ınilliyetçiliğe "TürkçUiük" adını verdi.

90 RE FET KÖRÜKLÜ- CENGiZ YA VAN

Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra, her millet ve kavim kendi milli benliğine ve varlığına sarılarak, zamanın gerektirdiği milliyetçilik anlayışını kabul ederek ger­çekleştirmeye çalıştılar.

Türkiye cumhuriyeti Devleti de kendi milli benliğine ve varlığına sarılarak, za­manın icabına göre milliyetçilik anlayışını sürdürdü.

Ziya Gökalp; fikirleriyle, görüleriyle, Türkçülük-Milliyetçilik ülküsüyle. Ankara'da mjJJi hükümete derinden tesir ederek, fikri yön verdi.

Ziya Gökalp'ın 1 924 yılında ölmesi ve daha sonra da Türk Ocakları'nın kapatıl­masından sonra, Türkiye'de bir maneviyat ve ülkü boşluğu meydana gelir.

işte bundan sonra Türkiye'de, ülkO meydanlarında, yalnız Nihai Atsız'ı görüyo­ruz, başka kimseyi göremiyoruz.

Nihai Atsız, Ziya Gökalp'ın daha önce bıraktığı TOrk Birliği-Turan Ulk!lsü bay­rağını yOkseltti ve dalgalandırdı. Bu bayrağı ömrünün sonuna kadar da şanla şeretle dalgalandırdı.

Atsız, Türk Milleti'nin ruhunda Türk birliği ülküsUnU, büyük Türklük aşkını, şuurunu uyandırmak için çok uğraşt;, kahramanca mücadele etti. BUyük Turan Ulküs!lnün en cesur, en ateşli, en çoşkun savunucusu oldu. Çok çile çekti, asla yılmadı, davasından asla taviz vermedi. Çıkardığı Orhun Dergisi ile TOrklük ateşi­ni, gönüllerde tutuşturuyordu.

Orhun Dergisi'nin isminin altında, her sayıda, kalıp halinde şu söz vardı: "BUtUn Türkler bir ordu". Bu söz, Atsız'm Türk birliği ülküsUnU ne güzel aksettiriyordu. Bu söz, Ziya Gökalp'in meşhur bir beytinden alınmıştır.

"Bütün Türkler bir ordu" katılamayanlar kaçaktır. Yasarnııda yazılı: "Harpten kaçan alçaktır."

ATSIZ'DAN SEÇME SÖZLER

Atsız; çok cepheli ulu bir kişiyi idi. Tarihçi, edebiyatçı, romancı, düşünür, şair, alim, Türkolog du.

Bundan dolayı, çok kuvvetli bir tarihi; ilmi, edebi kültüre sahipti. Bu derya gibi zengin kültürün yarattığı gayet veciz, özlu, güzel sözleri, nükteleri

vardı. Şimdi bu güzel sözlerden bazı örnekler vereceğim. "Sosyalizm-komünizm maskaralığı, bir hamakat modasıdır, geçecektir". "Biz, bin yıl sonrasına hitap ediyoruz". "Türk'll, gerçek olarak, Türk'ten başkası sevmez". "Türk Milliyetçileri, yirminci yüzyılda Türk Milleti'nin fedakarlarıdır''. "Hükümetlerimiz, Yemliha uykusudadır, uyandıramadık". 'Türki ük ve Türkçülük ebedidir". "Ümit, en sönra terk olunan şeydir". "Zaman, en adil hakimdir". "Milli mukaddesatı olmayan millet, millet değil, hayvan sürüsüdür". "istek ve inanç, her güçlüğü devirir". "Milletler, ölebildikleri kadar yaşama hakkına sahiptir''. "Türkler, tarihte oynadıkları rol bakımından, dünyanın birinci milletidir". "Bir millet için, büyürnekten korkmak kadar ölUmcOI düşünce olamaz". "Siyaset ince iştir, bizim aklımaz ermez". "Davanın adamı olmak gerekir". "İktisadi doktrinler çabuk değişir, değişmeyen prensipler, milliyetçilik prensiple­

ridir".

TÜilKÇÜLERiN KALEMiNDEN ATSIZ 9 1

"M illetleri millet yapan, uğrunda ölecekleri yüksek ilikülere bağlanmış olmalarıdır". "Tlirkçlilük yükselrnek için değil, yükseltmek içindir''. "Türkçü milliyetçi, Türk soyunun üstünlüğüne inanmış olan kimsedir". "Milli ülkü ler, yüzyı llar boyunca değişmeden yaşar". "Büyümek istemeyen millet, küçülmeye mahkumdur". "Milli şuurun uyanık olduğu yerlerde, yabancı unsurların borusu ötmez". "Tarihi düşman lar, ancak dışişleri bakanlarının dostudur. Milletin asla ... ". "Bir millete, geçmişini unutturmak, onu yok etmenin ilk şartıdır?". "Tarihte gerçek olan şeyler, gelecekte de gerçek olabilir". "Milliyetçiliğin zamanı geçmez, dünyada milletler ve diller kaldıkça, milliyetçi­

lik de kalacaktır". "Ne kadar milliyetçi olsak, yine geçmişe bağlıyız. Çünkü: kökü mazide olan ati-

yiz". "Türk milleti: kahraman askerler, büyük devletler ırkı ve milletidir". "Üiküler, kanla, fedakarlıkla, kahrmanlıkla beslenir". "Türkçülük büyük Türk ilminde, TOrk Milleti'nin kayıtsız şartısız hakimiyeti ve

istiklal ile Türklüği.in, her yönden bütün milletlerden ileri ve üstün olması ülküsü­dür".

"Bir millet, büyürnek ve iş yapabilmek için kendisinin büyük millet olduğu inan­cını duymalıdır".

"Milliyetçilik, öyle kuvvetli sosyal bir kanun, öyle müthiş bir hakikattır ki, hiçbir kuvvet onu kaldıramaz, yok edemez".

"Milliyetçilik, toplumların binlerce yıldan beri nice çilelerle, olgunlaşa olgunlaşa vardığı biiyük sonuçtur".

"Türk Milleti'nin aşırı sabırlı olduğunu, fakat ayranı kabardığı zaman, Kağan arslan gibi önünde durulmadığını bütün tarih ve dünya bilir''.

"Türk Milleti, üç bin yıldan beri vardır. Onun varoluşu, büyüklüğü, gücü, tarihe damgasını vuruşu, yalnız milli karakteriyle mümkün olabilmiştir''.

"Tarihimizle övünmek hakkımızdır". "Milli ülküler, toplulukların yaratıcı kuvvetidir".

92 REFET KÖRÜKÜ' - CENGiZ YAYAN

YOLLARlN SONU

Bugün yollamyork en bir gurbete yenit/en Belki bir k işi bile gelmeyecektir bize. Bir kemiğin ardmdan saatlerce yol giden İller bile g/Jiecek kimsesiz/iğinıize.

Gidiyorum: Gönlüml/e acıst yamklttrm ... Ortlularla yenilmez bir gayız var kanmula. Dün beninıle birlikte gülefi tamdıklarm Ya/mz bir /ı[Uırası kaldı arttk yammda.

Yufka yiireklilerle çetin yollar aşılamaz: Çünkü bu yol kutlu dur, gider Tatm Dağı 'na. Halbuki yoltlaşmı bırakıp dünenierin Değişilir topu da bir sokttk ka/tağma.

İster tlüşün ... Kemlini ister Jıayfıle kapt1r ... Uzar, uzar, çünkü lı iç sonu yoktur yollan n. Bakarsm aldammşsm, görtliiğiin bir serapllr Sevinıli bir lıuyale açıltrkell ko/larm.

Ey tloğumm alnmı serinleten riizglirı! Ey karmıilkla bana arkadaş/tk eden ay! Arzu/arım bir oktur, aşar ulu dağ/art. Düştüğü yer uzakta "DİLEK" tu/lt bir saray. O sarayda bulunca tannlaştm erieri Artt k giizüm arkaya bir dalw dü11meyecek. Hepsi sussoda "Kür Şad" uzatarak eli11i: "Hoş geldili oğlum ATSIZ, kutlu olsun!"

diyecek. 1932

TÜlU<ÇOLERiN KALEMiNDEN ATSIZ

ATSIZ'l Ml SORDUNUZ?

2 Eylül 1 9 6 1 , Cumartesi gün li saat 1 ı suları. .. Telefondaki ses Atsız'ın sesi: - Merhaba Şair. .. - Hoca m merhaba ... - Erk, yarın öğleden sonra Maltepe 'ye gelebilir misin? - Tabii Hocam. Hayroıa·) - H ayırd ır. Altan'a da söyledim. O da gelecek ... - Olur Hocam.

93

Erk YVRT .. ÇEVER

Aynı gün akşam üzeri, kadim dost Altan Deliorman'ı telefonla arıyorum. 3 Eylül Pazar günü. Maltepe'ye gitmek için buluşacağımız yeri kararlaştırıyonız. Aslında Maltepe, en seyrek aralıklarla en az ayda bir, bazen iki hafta üstüste gittiğimiz bir ınahal. Çinko kaplı eve konuk olrnnk için (bize göre) bir davete, bir çağrıya filan ihtiyaç yok. Ama Hoca'nın böyle alel ncele bizi çağırmasında bir fevkaliidelik ol­malı diye düşünüyorum.

Ertesi gün .. . 3 Eylül 1961. Pazar. .. Öğleden sonra saat 1 4 suları. .. Bostancı İstasyonu 'ndan, Haydarpaşa'dan gelen tren e biniyor, trende Altan' la

buluşuyoruz ... Yarım saat sonra Maltepe'nin Feyzullah Caddesi'ndeki 9 numaralı evin kapısındayız.

Altan Deliorman ile, cümle kapısının açıldığı sofanın sağ tarafındaki, her zaman oturduğumuz odadan içeri girdik. Mu 'tad hoş-beşten sonra Hoca, bize davete vesile olan konuyu açtı:

-Çocuklar! Adalet Partisi, Kasım ayında yapılacak seçimlerde, beni Kütiihya'dan milletvekili adayı göstermek istiyor. Ne dersiniz?

Ben şaşırnııştım. Koca Atsız Hoca kendisine yapılan milletvekili adaylığı teklifi­ni değerlendiremiyor da, kendi yetiştirmesi olan bizlere mi daııışıyordu?

Altan Deliorınan'ııı bir huyu vardır. Bir konu açıldığında o hep susar. herkez içi­ni döktükten sonra da. kendi fikirlerini söyler. Bu toplantıda ise tam tersi oluyor: konu üzerinde Atsız ile Altan karşılıklı olarak konuşuyorlar; arada ben de kısa ciinı­lelerle söze karışıyor, ama can alıcı ya da işe yarayacak birşeyler söyleyemiyordunı. Çünkü aklını oldukça karışıktı.

Altan Beğ, hülasa olarak, Adalet Partisi'nden gelen bu teklifi Hoca'nın kabul etmesini, seçimin de kazanılması halinde, Türkçülliğün mecliste temsil edilme fırsa­tını bulacağı fikrini savunuyordu. Hoca bazen bu görüşlere katılıyor, bazen de "A­ma" ile başlayan cümleler öne siirülenlere katı lınıyor, ya da Itiraz ediyordu.

Atsız Beğ ile Altan Beğ karşı lıklı konuşurlarken ben, Atsız Beğ gibi hayatında doğruluktan ayrı lmamış; Türk, Türklük, Türkçi.ilük konularında en ufak bir taviz dahi vermemiş bir insanın. politikanın kaypak zemininde nasıl ayakta durabileceği­ni. mensfıbu olacağı partinin, b ilerek ya da bi lmeyerek memleketin, Ti.irkli.iği.in aley-

')4 llEfET KÖR0KL0 - CENGIZ YA VAN

hindeki bir oylamada alacağı ·•grup kararı" denilen akıl almaz müştcrekliği nasıl içine sindirebileceğini anlayamıyordum. Daha birkaç yıl önce Milliyetçiler Derne­ği'ni kapatan Umit partisi Demokrat Parti'nin mensubları içinde KöprüiLizade Fuat, Tevfik ileri gibi milliyetçiler de yok mu idi? Öyleyse üç şık vardı. Adalet Partisi listesinden Kütahya'da seçime katılarak milletvekili seçilmesi halinde Koca Atsız, ya Köprülü gibi, İleri gibi bir milliyetçi olarak siyasi hayatını devam ettirecek, ya partisinden istira edecek, ya da milletvekiliğinden ayrılacaktı. Peki, şerefli Atsız. adını böyle bir maceraya bulaştırarak kirletmeye kimin hakkı vardı? Hatta böyle bir hak. bana göre Atsız'ın bizzat kendisinde bile yoktu.

Uzun bir süre liifa karışmayarak, dalgın, fakat dikkatle kendilerini dinlediğimi farkeden Hoca, Altan Beğ'in son sözlerini söylemesinin ardından bana döndü:

- Erk, sen ne diyorsun? Aklımdan geçenleri aynen söylemek pek doğru olmayabil irdi. Hatta kolay da de­

ğildi. Beynimde oluşan, "Size ters gelebilecek bir grup kararı alınırsa buna taham­mUiünüz zor olur. Böyle bir durumda gruba uyarsanız, bugüne kadar sizi örnek a­lanların hafızalarında var olan "Atsız" doğrusunu kırık dökilk hale getirirsiniz. Gnı­ba katılmazsanız, partiniz sizi zaten ihrac eder. i leride siz de Türkçülüğünüze rağ­men, Demokrat Parti'nin milliyetçi milletvekilerinin düştüğü durumlara düşebilirsi­niz. Bu düşüş, Atsız'ın düşüşünün yanı sıra. daha büyük ölçüde Tükçülüğlln düşüşü olur. Fikirlerinizden taviz vermediğiniz takdirde de partinizden, belki de milletve­killiğinden ayrılmaya mecbur olabilirsiniz," tarzındaki fikirlerimi nasıl ifade edebi­lirdim. Karşımdaki insan, "Hocalık-Talebelik" ilişkilerinin ilzerinden dokuz yıl geçmesine, bu ilişkilerin artık ülküdaşlık mertebesine erişmiş olmasına rağmen, nihayetinde hocamdı. Işin kolayına kaçtım ve cevabım tek cümlelik bir soru oldu:

-Hocam, sizin o yiğit oğlu yi.ğitlerin içinde ne işiniz var? En gevrek kahkahalarından birini attı. Başka konulara geçtik.

***

Hoca, Adalet Partisi'nce kendisine yapılan teklifi, Deliorman'ın ve benim dışı­mızda bir başkasıyla da, başkalarıyla da acaba tezekkür etti mi? Bu sorunun cevabını bilmiyorum. Ancak Atsız, Adalet Partisi'nin kendisine yaptığı milletvekili adaylık teklifini kabul etmedi. Bu konuda, "Ben öyle söyledim de böyle oldu" gibi garip bir iddianın sahibi olmayı zUI kabul ve ar ederim. Ama bugün dahi bana öyle geliyorki, Hoca'nın verdiği bu hayati kararda, o tek cümlelik cevabın da zerre miktar hissesi olmuştu.

Atsız'la miinasebetlerimiz, görüşmelerimiz kah sık, kah seyrek, onun veratma kadar devam etti. Ancak bu maceranın aramızda bir kere daha söz konusu edildiğini hatırlamıyorum.

27 Mayıs ihtilal gününün akşamına doğru, Milli Birlik Komitesi'ni teşkil eden subayların içinde, Kurmay Albay Alparslan Türkeş'in de bulunduğunu öğrendiğim­de, hareketin Türkçü bir cebhesinin olabileceğini düşünınüştüm. O gün, Türkiye'de benim gibi düşünenierin sayısının 1 000 kişiyi. geçmeyeceğini rahatlıkla söyleyebili­rim. Türkeş'in, 1 944-45 lrkçılık-Turancılık davasının sanıklarından olduğunu pek az kişi biliyordu.

1944-45 Türkçülük davasının baş sanığı Nihai Atsız'dı. Diğer sanıkların belki tamamı, 44 tevkifatma takaddüın eden zamanlarda, ondan en az bir, hatta birkaç şey öğrenmiş kişilerdi. Zaten, davadaki baş sanığın Atsız olması, onun diğerlerine eleba­şılık yaptığı intibaını uyandırıyordu.

TÜRKÇÜLEIÜN KALEMiNDEN ATSIZ 95

Şimdi, Atsız Hoca ile aynı inancı paylaşmış olan, bu paylaşımın çilesini de ta­butluklaı·da dolduran genç bir Kurmay Albay' ın, ihtilalin içinde, içinden de öte başı­na yakın bir yerde bulunulması, tabiatiyle beni Türkçülük adına sevindiriyor, üınit­lendiriyordu.

Akşama doğru sevinç ve ümitlerim kontrolümden çıkmıştı. Kıraç Ata'nın: ·'ı300 yıl sonra dirileceksiniz," sözü aklıma takı lıyor. Hesap ı 300 deği l ı 321 çıkıyor. Ol­sun diyorum, o kadarcık da hata olabilir. Hem bu ihtilal 639 ihtilaliyle neden eşde­ğerde olmasın? 639 ihtilali bu millete mill i şuur vermişti. ı 960 ihtilali de aynı işi yapabilirdi ... İşte bu düşüncelerle kaleme sarılıyorum. Hoca bana "şair" diyor ya. mutlaka birşeyler yazmalıyım. Ama bu Türk ihtilali için yazılacak şiir de Öz Türkçe olmalı, Edirneli Nazml gibi söylemeliyim:

Buyruk verir artıl<. sanırım bizlere Başbuğ Altay doruğundan yüce Bozkurt ulur artık Orkun'da otağlar kurulur l<aldırır tuğ Köl< Tefiri bağışiarsa bodun lmrtulur artıl•

Sokağa çıkmak yasak, evde telefon yok. Atsız'a bir telefon etmeyi, tebrikle�ıneyi arzuluyorum. En yakın komşu telefon ise, bir ok atınılık mesafede ... Olsun. geceyi beklerim.

Hava karardıktan sonra telefonlu komşuma kadar, kimseye görünmeden gidiyo­rum . Aslında dışarıda kimse yok ki beni görsün.

Telefon karlranındaki rakkaınları çeviriyorum, öbür uçtan Atsız'ın sesini duyar duymaz:

- Hocaın, ben Erk. Sizi tebrik için arıyorum. - Sağol. Nasılsın? - İyiyim. Bak Hocam ne yazdım. Henüz mi.irekkebi kurumanı ış manzCımeyi okuyorum ve cevabını beklemeden so-

ruyorum: -Hocam, şimdi ne yapacağız."Ti.irkeş Beğ için ne düşünüyorsunuz? El-cevab: - Artık bayraktar o. Sonrası malum ... ilıtiHilin kendi çocukların ı yemesi, ı3 Kasını'da 14'1erin yurt

dışına gönderilmeleri ... Ama bu gidişin, bir de dönüşü vardı. Oldu da. 1 3 Kasım 1960'dan sonra aradan ikibuçuk yıla yakın bir zaman geçti. Sanıyo­

rum, 1963 yıl ının Mart ayı idi. Türkeş, yurtdışından yurda dönüyordu. Biz Türkçü gençle, yağmurlu bir akşam üzeri Ti.irkeş' i Topkapı'da karşıladık.

Birkaç yüz kiş i idik. Niyetimiz: Başbuğ'u karşılayıp, onu gideceği yere kadar, ağır ilerleyen bir kalabalıkla götürmek; bu esnada da bir gövde gösterisi yapmaktı. Tiirkeş'in gideceği yer Elmadağı'ndaki Divan Oteli idi. Türkeş orada bir basın top­lantısı yapacak, bu top lant ıda bizler de bulunacağız ve Türkeş'le, belki az bir süre için de olsa bire bir görüşeceğiz.

Topkapı'dan Aksaray'a gelmemiz birbuçuk saat sürmüş, hava kararmıştı. Aksaray'a gelindiğinde, bugün kim olduğunu hatamaclığını bir arkadaşım, ya da

bi.iyüğüm bana; "Maltepe'ye gitmemi, Atsız Beğ'i alarak Divan Oteli'ne getirmemi" buyurdu. Bu buyruk benim pek hoşuma gitmenıişti. Bu kafileden ayrılarak, bu nok­tadan sonra olacakları yaşamamak beni bir hatıradan yoksun bırakacaktı. Zaten Atsız, Türkeş ' iıı hem yurt dışındaki faaliyetlerini takib etmiyor. hem de yurda dön­düğü dakikadan itibaren neler olduğunu yakinen bilmiyor muydu? Tek tesellim, Atsız'ı Türkeş'in yanına benim götürecek olmamdı.

Maltepe'ye saat 21 sularında varabildim. Kapıyı çaldıın. Bizzat Hoca açtı: - Geldi mi? - Geldi Hocam. - Çabuk içeri gir.

REFET KÖRÜKÜI - CENGiZ YA VAN

içeri girdim. Her zaman oturduğumuz odaya geçtik. - Karnın aç mı? - Hayır Hocam. Yolda birşeyler atıştırdım. - Anlat bakalım. Gün içinde olanları kısaca anlattım. Kaybedecek zaman yoktu. Ardından da he­

men Di'van Oteli'ne gideceğimizi söyledim. - Biraz bekle, dedi ve dışarı çıktı. işte bu arada, ne yapmakta olduğumuzu bir kere daha düşünme fırsatı buldum.

Bu işte bir terslik vardı. Yapmakta olduğumuz iş, sanki töreye de uygun değildi. Hepimizin Hocası Koca Atsız, Divan Oteli'ne ziyarete, hoş geldine gidecekti. Acaba Türkeş'in ertesi gün veya birkaç gün sonra Hoca'yı ziyaret etmesi daha uygun, töre­ye daha yaraşır olmaz mı idi? Atsız'ın, "Artık bayraktar o." demesine rağmen ...

Hoca on dakika sonra odaya döndi.i. Giyinmişti. Bana: - Haydi! Dedi. Oturduğum yerden kalkmadan cevap verdim. - Hocam, gitmeyelim. - Neden? - Bilmiyortim ama Hocam, gitmeyeJim işte .. Her zaman oturduğu sandalyesına çöker gibi oturdu. Bir yandan el indeki men­

dille, belki hayatı boyunca akmasına mani olamadığı burnuını silerken; bir yandan da alnına döki.ilerek, kendisine daima isyan halinde olan saçlarını yerlerine yerleş­tirmeye çalışıyor ve hiç konuşmuyordu. Ben ise bu suskunluğu, yaptığım bir hataya bağlıyor, yaptı isem, bu hatanın ne olabileceğini bulmaya çalışıyordum.

Üç asır süren bir üç dakika geçti. Sonra ağzından bir "Evet" sözü çıktı ve dışarı-da bizi yolcu etmek için bekleyen Kaniye'ye seslendi:

- Kani ye, bize çay yap. Ardından bana döndü: - Amca, atalarımız çay içerdi. Ve ... Biz o gece Divan Oteli'ne gitmedik.

* * *

TÜRKÇÜLERiN KALEMiNDEN ATS IZ 97

KIZILELMA

ATS IZ

Bir milletin yürütücü kuvvetine "ülkü" denir. Topluluktaki fertlerin birbirine bağlayan şey yalnız menşe birliği, menfaat ve ihtiyaç değil, bunlarla birlikte ve aynı zamanda ülküdür. Ülküsüz topluluk yerinde sayan, ülkülü topluluk yürüyen bir yığındır. Lfıgat anlamı «and» ve "uzak hedef' demek olan "ülkü" topluluğu, aynı yolda yürüten bir kuvvettir ki, bu uğurda fertlerin birbirlerine karşı zımnl bir taahhütleri var demektir.

Ülkü, ilk önce millet fertlerinin gönüllerinde, gönüllerinin derinliğinde, hayal­lerinde tahteşşurlarında doğar ve evvela kendisini destanlarda gösterir. Sonra şuura intikal eder, büyük kılavuzlar tarafından açıklanır. Daha sonra da büyük kahraman­lar onu gerçekleştirmek için büyilk hamleler yapar. Bu hamle sırasında da ülkülü millet, kahramanların ardından gönül isteğiyle koşar. BUtUn bu uğraşmalar sırasında da millet yürür; önce manen, sonra maddeten ilerler, olgunlaşır, erginleşir.

Türk destanlarından çıkan manaya göre Türkler'in ülküsü: Fütuhat sonunda büyük ve üstün bir devlet kurarak, bu devletin içinde bolluga ve bahtiyarlığa ka­vuşmaktır.

Aşağı yukarı her millet aynı ştkildeki milli gayelerin ardındadır. Milletierin çapına, kabiliyetine göre milli ülkülerin teferratında farklar olmakla beraber, ana çizgiler bakımından hepsi birbirine benzer; büyürnek ve refaha kavuşmak.

Türkler, kendi ülkUierine niçin Kızıl Elma demişlerdir, bunun sebebini bilmiy­oruz. Yalnız, bu isimdeki satiyet ve rüstailik, Türk ülküsünün çok eski olduğunu göstermek bakımından mani\lıdır. Kızıl Elma adı: ülkünün, münevverlerden önce halk arasında doğduğunu gösterse gerektir.

Kızıl Elma ülküsü, Osmanlılar'ın parlak zamanlarında iyice belirip şekillenmiş ve merhale merhale Türk büyüklüğünün, yükseklik fikrinin, ilah! bir gayenin timsali haline gelmiştir. Bu büyük düşünce olmasaydı, on birinci asırda Anadolu'ya gelen en çok bir milyon Türk, Bizans'ın Asya ve Avrupa'daki topraklarında rastladıkları diğer Türkler'in birkaç tümenlik hıristiyanlaşmış döküntülerin, yardımıyla da olsa, bu cihanşi.imul devleti kurup, dört kıta (dördüncüsü Okyanusya'dır) Uzerindeki teşkilat ve medeniyet şaheserlerini yaratamazlardı.

Milletiere milli inanç ve güç veren ülkünUn ne büyük bir kuvvet olduğunu an­lamak için bugünkü hadiselere bakmak kafidir.

50 milyonluk bir millet olmalarına rağmen dağınık, teşkilatsız ve geri olan Ara­plar, milli ülküleri olan Arap birliği düşüncesi sayesinde topariama yoluna gir­mişlerdir. Ülkülerinden aldıkları kuvvetle Filistin işinde ingiltere ve Amerika'ya kafa tutmaktadırlar. Ülkü sahibi millet oldukları için de dünyada itibarları ve değer­leri vardır. Bizim için çok büyük bir ibret ve ders olan şu hadise, Araplar'ın itibarını göstermek bakımından manalıdır: Birleşmiş Milletler Teşkilatı'nın 1 1 üyelik bir

98 REFET KÖRÜKLO - CENGiZ \'AVAN

«Güvenlik Konseyi» vardır. l l üyeden beşi (Amerika, ingiltere, Fransa, Rusya, Çin) daimi, altısı geçicidir. 1 945 yılında bu altı üyelik için seçim yapıldı. 900 yıllık büyük bir mazisi olan, askeri devlet olarak nam kazanmış bulunan Türkiye, bir tek rey alarak Konseye giremediği halde, ingiliz işgalinden henüz kurtulmamış olan or­dusuz, donanmasız Mısır, 45 rey alarak bu üyeliğe seçildi. Demek ki; o zaman Bir­leşmiş Milletler Teşkilatı'na dahil bulunan 50 devletten 45'i. Mısır'ı bizden daha itibarlı ve üstün görüyordu.

1 946 da üç geçici üyelik için yapılan seçim de Türkiye'ye yine kimse rey ver­ınediği halde, Suriye 45 reyle seçildi. Bir iki yıllık bir devlet olan, üç milyon nüfuslu Suriye'nin Türkiye'ye tercih edilmesinin sebebi açıktır: Suriye bir ülkümin ardın­dadır. YaRi prensip sahibidir. Bundan dolayı da düşmanlarının bile saygısını ka­zanmıştır. Araplar bir Lilküye sahip oldukları için, Filistin'i Yahudiler'e vadetmiş bulunan İngilizler, bugün vaadlerini tutanııyorlar.

Yahudiler de ülküiii olmanın ikinci bir ibret verici örneğidir. Korkaklığı dar­bımesel haline giren bu milletin, bugün bir milli ülkünün ardında, herhangi bir nıillel kadar cesareti� çarpışıyor. Milli' kahramanlar yetiştiriyor ve bu milli kahramanlar idama malıklım edildikleri ve af talebinde bulundukları takdirde ölümden kuıiula­cakları halde, ingi ltere 'den af istemeyerek, milletlerine şeref vermek suretiyle ölüy­orlar. Bu milll ülkü sayesinde, Filistin'deki yarım milyon Yahudi yalnız Araplar'la değil. koca ingiltere ile de savaşı göze alıyor, Amerika'ya meydan okuyor. Milli ülküye yapışmak sayesinde Yahudiler o kadar kuvvetlenınişlerdir ki, bugün ingiltere i nıparatorluğu onlara karşı bir şey yapamıyor. Tebaasından bir tek kişinin hapse atılmasını harb sebebi sayan ingiltere, bugün İngiliz askerlerinin öldürülmesine, İngiliz subaylarının kaçırılıp dayak atılarak teziii edilmesine, masum ingiliz ça­vuşlarının Yahudiler tarafından caniyane bir surette asılmasına karşı ses çıkaramıyor.

Bütün bunların en ınlihinı sebebi; Araplar'ın ve Yahudiler'in fevkalade kuvvetli olmasıdır. Bu kuvvet maddi değil, manevi kuvveuir. Yani ülkü kuvvetidir.

"Kızıl Elma" ülküsüne "tehlikeli ıneceracılık" diyenler, bugünkü Araplar'la Ya­hudiler'e bakıp düşünınelidirler. Hele Yahudiler, 2000 yıl önce kaybettikleri vatan­larını yeniden ele geçirmek ve kitaplarda kalmış olan İbrani dilini diriltip, bir ko­nuşma dili haline getirmek uğnındaki çalışmalarıyla dünyaya örnek olmuşlardır.

Biz ise bir yandan "bir Türk dünyaya bedeldir" veeizesine inanmış görllnürken, bir yandan da kendimizi baltatayıp inkar ettik. Büyüklükten korktuk. Küçüklüğü benimsedik ve milli ülküyle delilik diye alay ettik. Güvenlik konseyindeki seı�imler göstermiştir ki; kimseden bir şey istemeınek, herkesle hoş geçinmek, ittifaklar yap­mak bir millete itibar temin etmiyor. Kızıl Elma ülküsi.inü bir delilik sayacaksak; büyüklükten değil, yaşamaktan da vazgeçme! iyiz. «Tarihi vazifesini yapmış ve aıtık ölmeğe yüz tutmuş bir cemiyet» olmayı kabul etmeliyiz. Eski Asurlular, Hititler, Romalılar gibi haritadan silinmeğe razı olmayız. Buna razı değilsek, milli ülkünün peşine düşnıeli ve demiryolu yapmakla, birkaç fabrika kurmayı ülkü diye göstermek gafletinden çekinmeliyiz.

Ülküler için «maddi faydası nedir», «tatbik olunabilir mi» diye düşünmek abes­tir. Hiçbir iman riyazl mantığa vurulaınaz. Allah'ın varlığı da riyazl metodla ispat edilmemiştir. Fakat. yüz mi lyonlarca insan ona inanmakta ve bu inançtan kuvvet almaktadır.

Ülküler de böyledir. Kızıl Elma ülküsünün gerisinde savaşlar ve büyük sıkıntılar göri.i;J de korkanlar

bulunabilir Kendi rabatı ve keyfi kaçmasın jiye insanlık davası (!) güdenler, ülküyü

TÜRKÇÜLERİN KALEMİNDEN ATSIZ 99

inkar edenler her zaman, her yerde çıkabilir. Fakat bir milletin içinde büyük çoğun­luk Kızıl Elma'ya inandıktan sonra. geriye kalanlar da ister istemez bu milli akıntıya uymağa mecburdur. Bizim için mühim olan cihet, dost kılıklık yabancıların milli ülküyü, göya milli menfaat adına baltalamasının önüne geçmektir.

Bir topluluktan müşterek ülküyü kaldırın, insanların hayvaniaştığını görürsünüz. Müşterek düşüncesi olmayan toplulukta herkes yalnız kendisini, kendi menfaat ve zevkini düşüni.ir. Böyle bir toplulukta fedakarlık, saygı, nezaket kalmaz. Hodbinlik, kabalık, rüşvet, iltimas ve namussuzluğun türlüsü alır, yürür. Maddileşmiş bir insan vatan için ölür mü? Hodbin bir insan muhtaçlara yardım eder mi? Milletine inanma­yan bir adam yabancıyla iş birliği yapmaz ını? Fazileti gülünç bulan birisi çalıp çırpınaz ını?

«Kızıl Elma», Türk Milleti'nin manevi gıdasıdır. Açlar yiyecek bulamadıkları zaman nasıl faydasız, zararlı, hatta zehirli şeyleri yerlerse, Türk milleti de kendisine "Kızıl Elma" yasak edildiği için Marksizm ve kozmopolltizm gibi zararlı ve zehirli fikirlere el uzatıyor.

Fakat artık bu devir kapanmıştır. Gittikçe uyanan m i lll şuur karşısında gafıller ve hainler, Türk Milleti'ni daha çok aldatmayacaklar, Kızıl Elma'nın yolunu kapa­tamayacaklardır.

Ziya Gökalp'ın mısraları dUsturumuz olacaktır. Demez taş, kaya Yürürüz yaya Türküz, gideriz Kızıl Elmaya ...

GEL BUYRUGU

Tmırmm "gel" buyruğu tatltlıkla erince, Ona doğru can kuşu nice uçmasm, n ice? Ne yaşamak tas ası, ne dünyanın yasast, Ne de bir kaygt kaltr can yükünü derince. Bu dirlik bir kılınçsa ölüm OflUII kmu!tr, ikisini birlikte verirler bir verince, Ece/ dedikleri şey erierin kevseridir, Gözii11ü kırpmadan iç, içme çağı erince. Bir yunıunca gözünü, kaybedince özünü, Çalamazsm sazım öyle inceden ince. Ne güneş kalır, ne ay; ne ırmak akar, ne çay; Dünyaya gelmedin say yağ ız yere girince. Biltliğin neyse unut, Tanrı'ya kavuştun tut, Bir gün ölüm meleği seni yere serince. Şu gördüğü u ne varsa birer küçük tlmnladır, Bir denize akıyor lt epsi yerli yeriuce. Bitiş gördüğün baştır, mezar beşiğe aştrr, Ölii diriye eştir, düşün biraz derince. Ats ız! Ölüm gerekmez teninde can yaşarken, Sen burada olmazsm ölüm kanat gerince ...

ATS IZ

HÜSEYiN NİHAL ATSIZ

ATSIZ'IN KABRİ BAŞlNDA RAHMETLi MUZAFFER ERİŞ BEY

TÜRK(:ÜLERi ' KALEMİNDEN ATSIZ

ATSIZ'LA KONUŞTUM ...

KIZILELMA DERGiSi 14 KASIM 1947 Sayı : 3

101

Yazan: MUSTAFA TATLISU

Hüseyin Nihat Atsız . . . Bir gün bu meıntekette tara1Sız bir görüşte "Türkçüli.ik ta­rihi" yazılırsa, hiç şüphesiz ki bu isim üzerinde tam bir hassasiyetle durulacak ve bu zat, "Türkçülük Tarihi"nin en şerefli sayfalardan pek çoğunu haklı olarak işgal ede­cektir. Çünkü Atsız. Cumhuriyet devri Türkçüllik cereyanının en kuvvetli şahsiyeti­clir. 42 yıllık ömrü tamamen Türkçülüğe hizmetle geçmiştir. ·'Sevınediği şeyle bes­lenmeyeıı'" Atsız, hayatının her anında, nefret ettiği ve herkesin büyük zarariarına şahit olduğu dalkavuklar, gayri Türkler ve bilhassa komünisrlerle şiddetle mücadele etmiş ve bu mücadele esnasında pek çok maddi kayıı)lara uğraınıştır. Fakat hayatını Türk'e hizmete vakfeden, Ziya Gökalp'ın ölümüyle kapanan Türkçi.ilük cereyanına h ız veren; kuvvetli kalemi, sürükleyici üslubu ve ııı isilsiz medeni cesareti ile ruhları tutuşturan Atsız, ıneınlekette bilhassa ınünevver gençlik arasında layık ol1uğ,u ma­nevi mevkii bulmuş temiz, olgun ve ınütevazi bir insandır.

Ti.irkçi.illik mevzuunda, bu derece salahiyer sahibi olan Atsız'la memleket mese­lelerine dair yapacağımız konuşmanın faydasına inanarak, kıymetli Türçü'yii Malte­pe'deki mütevaı:ı evinde ziyaret ettik. Kendisine has nezaket ve tevn:.--.uu ile bi:t.i karşılayan sayın üstadın suallerimize verdiği cevapları aynen alıyoruz. Bu konuşma. davanıız yoluna biraz faydalı olursa mecınuaınız bahtiyardır.

Memleketimizdeki son siyasi gel işmeler hakiundald d üşünceleriniz? Görünüşe göre demokrasiye doğru gidiyoruz. Yakın zamanda bir harb çıkıp da

Halk Partisi, harb bahanesiyle yeniden istibdada başlamazsa, demokrasi bu menıle­kette muzaffer olacaktır. Fakat bu gelişme tabii şartlar içinde olmuyor. Onun için. demokrasinin geleceğine tanı bir güvenle bakmak aceleci lik olur.

Demokrasinin tabii gelişmesi iki şekilde olabilirdi. iktidarın gönül rızasıyla bunu vermesiyle. yahut halkın bunu zorla almasıyla. Halbuki bugün. şahidi olduğumuz geliş­me bir dış baskmın neticesidir. isteni ldiği kadar inkar olunsun. Amerikan zaferi sonun­daki dostane baskı olmasaydı, bugün Türkiye hala bir istibdadla idare olunacaktı.

İcraatını milli ihtiyaçlara bakarak değil, iktidarda kalmak hırsı ve dünyanın galib cereyanlarına hoş görünmek gayesiyle ayarlayan Halk Partisi. Alınan zaferlerinin parlak günlerinde demokrasi aleyhtarlığı yaptığı gibi. demokrasilerin zaferinden sonra da hiç şüphesiz kendisinin demokrat olduğunu iddia edecekti. Fakat bu, bizim demokrasiyi kabulümUz değil, demokrasinin zorla bize huiCılüdür. İşte anormal olan budur. Demokrasinin kökleşınesi için hakiki seçimle hiç olmazsa üç defa Millet Meclisi kurulması ve bu arada birde fevkalade hal geçiri lmesi lazımdır. (mesela bir

102 REFF:T KÖRÜh:Lfı _ CENGiZ YA VAN

harb gibi). Bunlar başarıyla geçirilir de yeniden istibdad başlamazsa. o zaman de­mokrasi Türkiye'de kökleşmiş olur. Yoksa bugünün manzarasına aldanarak her şeye oldu bitti diye bakmak yanlıştır.

Bugünün başlıca iki partisine bakarak. istikbali bunlardan beklemek de çok yan­lıştır. Hakikatte bu iki parti, bir partinin ikiye bötonmesinden doğmuştur. Programla­rı arasında fark yok gibidir. Millet, Halk Partisi'nden bezdiği için muhalefeti temsil eden Demokrat Parti'yi destekleıniş, bu da demokratları kuvvetli göstermiştir. De­mokrat Parti'nin kurucuları da Halk Partisi erkanıyla birlikte 25 yılın suç ortakları­dır. Yalnız, sebebi her ne olursa olsun. suçlarından vazgeçtikleri ve hakikate erdikle­ri için ötekilere tercih olunurlar.

Mevcut partilerin programları hakkındaki fikirleriniz? Halk Partisi'nin o pek parlak, şatafatlı programı ülkiisüz. fikirsiz bir zümrenin kale­

minden çıktığını ilan eden emsalsiz bir vesikadır. Şimdiye kadar hiçbiri tatbik olunma­mış olan ve her tarafa çekmeğc elverişli bulunan esas umdeleriyle bu program, tezadda Abdiiihak Hi\mid'i, komik dehi\da Nasreddin Hoca'yı kıskandıracak hassalara nıaliktir.

Mesela: Hem cumhuriyet. hem de tek parti. Mizalı muharrirleriyle. ruhi tababer mütehassıslarından başka hangi ihtisas erbabı tarafından izah olunabilir?

Keza laik olduğunu iddia eden bir partinin, bir taraftan da Diyanet İşleri diye, sırf Müslümarılar'a ait bir müessese bulundurması garip değil midir? Hiristiyanlar'la Musevller istedikleri şekilde dini ibadet ve tedrisat yapabildikleri halde. Müslüman­lar'ın 25 yıl bundan mahrum bırakılınaları nasıl izah olunur?

Meşhur altı okundan bir tanesi milliyetçilik oları bir parti, milli kahramanların türbelerini kilitleyip de içindeki tarihi eşyalarla birlikte toz, toprak içinde harab ederken, onun milliyetçi olduğuna hangi budala inanır?

İnkılapçılığın edebi bir Lıınde olarak alınması hafıfmeşreplikten başka nedir? Bilirsiniz ki inkılap, geri kalmış milletierin hamle yapmak için kullandıkları bir

vasıtadır. Yani, milletierin hayatında nadiren yapılan koşulardır. Bunun için de yorucudur. Halk Partisi ise daima inkı lapçı olduğundan, ömrü boyunca koşmak isteyen bir adama benzemektedir. inkılap içinde yaşayan millet yonılur ve tıkanır. Rusya bu tıkanışa mükemmel bir örnektir. Onun kuvvetli görünüşüne bakmayın. Rusya çökecek ve mahvolacaktır. Fransa bile 1 789'daki meşhur inkıliibının cereme­sini hala çekiyor. Hızlı bir tekamül mahiyetini aşan inkıliiplar tehlikelidir.

Bu bakımdan Halk Paıtisi'nin programı, bugünün tarihini yazacaklar için baş ve­sikalardan biri olacaktır.

Demokrat Parti'nin programında da yalnız vaadler var. Her iki parti de, Türki­ye'den önce ingiltere ve Amerika'yı tatmin için olacak, ırkçıl ığa aleyhtar bulunu­yorlar. Bunlar, memlekette ne büyük bir ırkçı yığın bulunduğunu anlamanıakla bü­yük bir isabetsizlik yapıyorlar. Memleketin ruhi ve fikri temayüllerini takdir edeme­yen partiler başarı gösteremez. Halbuki bu memleketin ihtiyaçları zannımca beş maddede toplanabilir:

1- Hakiki Türkler'in iş başına geçmesi; 2- Kanunun hakim olması; 3- Milletin doyuruhnası; 4- Milleti n sağlığının korunması; 5- Yol. Bunlar olduktan sonra ötekiler kendiliğinden olur. 7 Eylül Kararları hakkındaki fikriniz nedir? Bunun hakkında ancak Yüce Divan fikrini söylemelidir.

TÜRKÇÜLERiN KALEMiNDEN ATSIZ

1 2 Temmuz beyannamesi hakkındaki düşündükleriniz nelerdir? Hiç ! ...

103

Türkçülügün Anadoluculul< - Turancılık şeklinde ayrılmasına ne dersiniz? Türk!Uğün bağımsız parçası olarak yalnız Türkiye bulundukça Anadoluculuk.

Türkçiili.iğiin birinci merhalesi, Turancılık ikinci mt:!rhalesidir. Fakat Anadohıculuğu Turancılığın zıddı saymak. rahiş bir yanlıştır. Çi.inkll Türkçüler'e göre Anadolu da Tura'nın bir parçasıdır. En kahraman parçası ... Birinci rnerhaleye varmadan ikinciyi düşünmemek prensip bakımından doğru ise de. tarihi fırsatlar zuhurunda ikinci rtıer­haleye doğru arılmalar yapmak da o kadar doğrudur. Biyolojik gelişmeler de birinci :nerhale tamamlanmadan ikinciye geçilmezse de siyasi ve içtimal gelişmelerde ba­zen birincisi tamamlanmadan ikinciye geçilebilir (bazı milletierin milli birliklerini tamamlamadan fiituhata başlaınaları gibi). Onun için, Tiirkçiilüğün takip edeceği yol şu olmalıdır: Anadolu'nun yeniden fethi (bu tabiri kasden kullanıyorum) için maddi ve ınanevi bir hamle yaparken, tutsak Türkler'i kurtarmak için de büyük bir tikrl seferberlik ilan eunek.

Anadoluculuk yapacağız diye Anadolu Türkleri'nin umumi efldirını dış Türk­ler'e yönelmemek, onlardan hiç bahsetmemek tutsak Türkler'i bize unurturmak demektir. Bu, milli bir ihanettir. Bugünkü siyasi sınırların dışında kalan Türkler'i bizden saymamak bir Türk'ün düşüncesi olamaz. Siyasi sınırlar dışında kalan Türk­ler'in bir takımı 25 yıl, bir takımı 40 yıl, bir takımı 150 yıl, bir takımı da 500 yıl önce bizimle aynı devlet, aynı millet halinde yaşıyorlardı. Aradan uzun bir zaman geçti diye eski kardeşliği ve birliği inkar etmek haysiyet sahibi mil letierin ve fertlerin işi değildir. Türk Mil let'i 1 774'te kaybettiği Kırım'ı kurtarmak için 1787-1791 'de Ruslar' la Almanlar'a karşı müthiş bir harb yaptı. Yenildik. Sultan Aziz de K ırım' ; kurtarmak için sefer hazırlığı yapıyordu. ÖınrU vefa etmedi. Bugün Kırım Türkleri 'ni ebedi düşmanımız Moskof imha etmiş diye bu durumu kabul mU edeceğiz? Yarsın orada Türk kalmasın. Fakat atalarımızdan bize miras kalan toprak duruyor. 12 asır bize vatan olan bir toprakta Moskof çap u lcuları 150 yıl yağmacılık etti diye biz orasını bırakamayız. Anadolu yoksul ve bitkin­dir. Fakat Anadolu Türkleri için pek yakında bir savaş mukaddcrse, bu savaş yalnız kendimizi korumak için değiL tutsak Türkleri kurtarmak için de yapılma­lıdır. Taarruza uğrayanın kendisini korumak için dövüşmesinde yUksek bir fikir yoktur. Bunu kediler ve köpekler de yapar. Fakat,yüksek bir m i lli ve insani dilek uğrunda savaşmak. kan dökmek, can harcamak bir mil lete ebedi şeref verdiği gibi, o milletin geleceğini de teminat altına alır. Bizi bu şereften ve bu teminal­tan mahrum etmek isteyenleri her bakımdan şüphe ile karşılamak lazımdır.

Sözün kısası: Turancılık. Tiirkçüliiğün en büyük iki tımdesinden biridir. Aııado­luculuk diye ayn bir şey yoktur. Anadoluculuk. Turancılığın içinde mündemiçtir.

Meşhur 1 0 maddenizi Atsız Mecmua'da neşirden sonra üzerinde işlemedi­niz. Bu hususta şimdi neler düşünüyorsunuz?

İşieyecek vakit bulabildiın mi? Hükmet-i cumhuriye ile uğraşmaktan ciddi işti­gallere vakit kaldı mı? Bir alay muhakemeler, davalar. komünist propagandasına karşı savaş için sarfedilen gayretler ve bu arada öğretmenlik bütün vakitlerimi aldı. Maltepe'deki evimden Boğaziçi Lisesi'ne iki buçuk saatte gittiğim ve dönüşü de hesaba katınca günde beş saatimi yola harcadığılll zamanlar oldu. Bu şartlar altında, yıllardır ıasarladığını ve hatta planını kafamda çizdiğim "Türkçüli.ik" adlı eseri bile yazamadım.

1(14 REFET KÖRÜKLÜ - CENGiZ YA VAN

O 1 O madde hakkındaki düşi.incelerinıde hemen hemen değişiklik yoktur. Bazı teferruatta bugün farklı düşünceleri m olsa da temel aynıdır. Zannederim ki bu ı O

madde; Türkçi.i bir partinin programı olarak da mi.inakaşa edilebilir. Bugünkü Ti.irkçi.iliik cereyanını nasıl görüyor ve bunun hakkında neler düşünü­

yorsunuz?

Bugünl<ü Ttirkçülül\ vüzuhsuz bir fikir cereyanı, Türkçüler de başbuğsuz ve disiplinsiz büyiil< bir başıbozuk ordusudur.

Tiirkçü olduğunu iddia edenlerin bir kısmı Türkçi.ili.iği.in ne olduğundan haber­sizdir. Bir kısmı Türkçi.illiği.i yalnız Müslümancılık sanmaktadır. Bir kısmı da Ti.irk­çi.ili.iğün Kemalizm olduğunu iddia etmektedir.

25 yıllık istibdad ve dalkavukluk. her şey gibi milliyetçiliği de kısmen tereddi' ettirdi. Türkçi.ili.ik, şimdiye kadar partilerin dışında, kutlu bir inanç olarak yaşıyordu. Bir yarım din haline gelmişti ve onun bu görünüşü gi.izeldi. Bugün ise Türi<çüli.iğü başıbozukluktan kurtarmak için, onun siyasi bir parti haline gelmesinde mutlak bir zaruret görüyorum.

Tiirkçi.iler kendi aralarında birkaç hizbe bölünebilirler.Fakat başkalarına karşı nıi.iştereken müdafaa edecekleri prensipleri tesbit edip işlemezlerse, Türkçi.ili.ik fikri söni.ik kalınağa mahkCıındur.

Her şehir ve kasabadaki Türkçüler kendi aralarında toplanıp, gayet kısa olmak şartıyla şu üç şeyi tesbit etme! id ir.

1-Türkçii partinin programı; 2-Türkçü partinin nizamnamesi; 3-Her yerdeki Türkçliler'i temsil edecek bir kurultayın nasıl yapılacağı. Bunlar tesbit olunduktan sonra, her şehir ve kasabadaki Türkçüler'in mümessil-

lerinden mürekkep bir kurultay istanbul'da toplanarak partinin temellerini atar. Türkçüler, kabul olunacak yasaya sadık kalacaklarına dai;· Türk sözü verip, icraata ve mücadeleye girişirler. Namusltı bir seçim yapıldığı takdirde Türkçüler'in %25-30 rey alacaklarını umuyoruın. Tabii. bu bir başlangıçtır.İki, i.iç devre içinde Türkçü­ler'in çoğunluğu kazanması muhakkak ve mukadderdir.

Hasan Ali, "Davam" adlı kitabında !.:endisi aleyhine tanıklık edenlere ano­nim bir gurup diyor·. Bu fikir hakkında ne dersiniz?

Hasan Ali'nin hangi fikri doğru ki bunda bir isabet olsun? Onun bu sözleri, mil­let önünde uğradığı ağır bozgunun kendisinde yarattığı ruhi keşınekeşi gösterir. Hasan Ali, kendisiıiin mensup bulunduğu kollektif zümre hakkında bizi aydınlatsay­dı daha dürüst bir iş yapmış olurdu.

Hasan Ali artık siyasi bir nıevtadır. Kendisini ralımetle anaınıyacağımıza göre, toprağı bol olsun deyip geçelim ve artık onunla fazla meşgul olmayalım.

Hasan Ali'nin ektiği kötülük tohumları ne kadar zamanda temizlenebilir? Bu, kendisinden sonraki Milli Eğitim Bakanlarının göstereceği cesaret ve eneı:ji­

ye bağlıdır. Bu iş yarınıyamalak tedbirlerle olmaz. Köklü tedbirler ister. Bütün dün­yada, Amerika gibi halis demokrat memleketlerde bile komünistliğinden şüphe edi­len memurlar tasfiye edilirken; biz, konıünistliği resıni ağızlarla ilan edilmiş olanları bile daha atamadık. Atom asrında bu uyuşuklukla işler yürümez. Çabukluk ister; enerji ister; karar ister. Artık sinsice iş görmekten vazgeçip, açık kararlarla yürüme­nin zamanı gelmiştir. Her şeyi milletten saklamak, millet seviyesini indirir. Millet, kendi meseleleri hakkında fikir sahibi olmağa alışmal ıdır.

Fikriınce selahiyerli bir Milli Eğitim Bakanı i.iç dört yılda Türkiyenin istikbalini kurtarabilir.

TÜRKÇÜLERİN KALEMiNDEN ATSIZ 105

ATSIZ HOCA'YI ANARKEN

Sami YA VRUCUK

Atsız Hoca, Türkülük Ü lki.isi.inü'nü tutuşturan ve mücadelesinin bayrağını açan insandır. O, Ti.irkçii nesiller'in hocası, sağlam seciyeli, cesur, Türk Dilini ,Tarihini ve edebiyatını en iyi bilen bilim adamı, ender gördüğümüz bir idealist ve BÜYÜK BİR ÜLKÜCÜ idi. Hayatı boyunca ve zor günlerinde bu vasıflarından hiç taviz vermedi. Onun için O BIZIM BA YRAÖJMIZDI ve onun için YERİNİ KiMSE DOLDURAMADT.

Sizlere, bu vesile ile birkaç hatıramı nakletmek daha doğrusu, görevimi yerine getirmek istiyorum. Çünkü, bu bilgiler bizimle beraber uçmağa gitmeıneli, bizden sonraki Türkçü nesillere intikal ettirilmeli, diye düşünüyorum.

ATSIZ HOCA BENi N iÇiN AZARLADI BiLiYOR MUSUNUZ?

1 952'de Türk Milliyetçiler Derneği Ankara Şubesi Başkanı olarak, ay başlarında kira borçlarını ödeme zorluğu çekiyordum. Bir vesile ile durumdan haberdar olan devrin Başbakan yardımcısı rahmetli Saınet Ağaoğlu "nun makamına çağrılmış ve o günkü değerine göre 44.000 lira, bugünkü değeriyle yirmi beş mi lyar lira olan bi.iyükçe bir yardım teklifi ile karşılaşmıştık. Bu parayı,ınakbuz karşılığı Başba­kanlık veznesinden gidip ben alacaktım. Makamdan çıktıktan sonra, arkadaşımla1 beraber parayı almadan önce, büyüklerimize danışmaya karar verdik. O günlerdeki mevzfılarla birlikte, bu işi de görüşmek üzere trenle istanbul'a gittik.2 Atsız Hoca'nın evindeki görüşmelerde gündem; "Başbakanlığm yardımı'' maddesi.ne ge­lince; ben, becerimin meyvesini almak amacı ile durumu ballandırarak ve öğünerek onbeş-yirmi kişilik arkadaş gurubuna anlattım. Sözümü bitirdiğim an, Atsız Bey aynen: "Sami Bey, Türk Milliyctçiliği'ni satmaya ne zaman karar verdiniz?" diye beni azarladı . Ve biz, 7 1 5 kuruşluk Ankara-istanbul tren biletini a lmakta müşkülat çeken insanlar, o büyük miktardaki parayı almayı bile düşünmedilc Tabii, ınakbuzu cebinde olan bugünün gençleri bana mutlaka, aptal diyeceklerdir.

MiLLi EGiTiM BAKANLIGJ TÜRK KÜLTÜR ESERLERİ' NİN KlRK KİŞİLiK DAiM i HEYETiNE, HOCA'DAN GELEN ÖZEL MEKTUBU BEN OKUDU M. MEKTUP, MASAYA BOMBA GİBİ DÜŞTÜ.

Türk harf inkılabının Türk kültüründe yarattığı boşluğu doldurmak amacı ile ana bilim dallarındaki Türk Kültür Eserlerini yeni nesillere ulaştırmak için, Milli Eğitim Bakanı Tevfik ileri'nin önderliğindeki çalışınaları yürüten bir büro kurulmuş ve ben

1 Büyük Tiirkçii Alunet AGAOGLU'NUN oğlu,avukat,l947yılmda Allkara'da , Komllnist ve sosyalist lıocaları üniversite içinde koruyan (Rektör Şevket Aziz KANSU'y11 kavlen ve fiilen taar11;. ve ltakarette bufımma!.tan samk Haluk KARAMAGRALI-Saıni YA VRUCUK ve Ata OGAN'ın) miting tlavasllulaki

fa lı ri avukatlım iili. 1 Pr<if. Hal11k KARAMAGRALI- o yıllartin Türk Milliyetçiler Derııeği Genel Başkum idi.

2 Aııkımı'dtm i.�tanb11l'a giileıı üç kişilik lıeyette: Ralınıet/i Sait Bilgiç, rahmetli Ali Yiiriik ı•e ben bulwwyorduk.

10(ı REFET KÖRÜKLÜ -CENGiZ YAYAN

de bu büro emrine verilmiş yirmibeş yaşlarında genç bir memurduın. Uzun çalışına­lardan sonra, kültür dallarındaki ana eserler anketlerle tesbit edilmiş; bu eserlerin hangi kütüphanelerde olduğu ve bu eserlerin bugünkü nesle intikalini hangi bilim adamının en iyi yapabileceği teklifieri tasnif edilmiş idi. Neticede, tesbit edilen eserler, otoriterlerine Bakan Bey'in mektubu ile sipariş edilerek. otuzar sayfalık numuneler istendi. Daha sonra numuneler gelmeye başladı. Gelen numuneler içinde sadeleşmiş Türkçe numunelerden en çok beğenileni, Atsız Hoca'dan gelen idi. B u neticeyi büroda hizmetlerinde çalıştığıın hocalanından dinleyerek öğreniyordum3 Atsız Hoca'nın numunesi ile birlikte Bakan Bey'e hitap eden bir de mektup vardı. Zarfları ben açtığım için bu mektubu heyecanla açmış ve okumuştuın. Mektup zehir zeınbelekti. Memleketimizin en tanınmış ilim adamları içinden Bakaniıkça seçilmiş otuz kişilik heyet4 için Hoca: "-Türk Kültür Eserlerinin siparişinde bu zevatın taraflı davranacağını; maddi gelir temin etmek amacı ile siparişleri daha çok birbirlerine yapacaklarını; kendilerinin yetersiz olduklarını; l<endi numunesi­nin diğer bütün numunelerden daha iyi olduğundan emin bulunduğunu; şayet Bakanlık da tetkikten sonra aynı kanaate varacak olursa, bütün tarih eserle rini kendisinin ücretsiz yapabileceğini" ifade ediyordu. Hoca' nın mektubu masaya bomba gibi düştU. Bakan 'ın yönettiği umumi' heyet toplantısında bu mektubu okuma görevi bana verilmişti. Yüksek sesle okumaya başlamıştım. İtham ve hakaret dolu sözleri duyan heyet üyeleri şaşırmışlardı. İçlerinden birisi,5 usul hakkında Ba­kan Bey'den söz isteyerek ve bana hitaben: "Bu mektubu siz daha önce okudunuz mu? Hep böyle mi devam ediyor?" diye sordu. Ben de, "evet efendim" diye cevap verdim. Aynı şahsın teklifi üzerine mektup tamamlanmadan Bakan Bey'e verildi. Keşke doğru söylemesc idim de Hoca'nın bu cesur ve ülkücü davranışından herkes nasibini alsa idi.

Adalar Denizi'nden Altaylar'ın Daha Ötesine Kadar Bütün Türk Gençliğine!

Yer bulmasm gönlüm/e ne ilıtiras, ne Jıaset. Sen bütün varltğmla yurdumuzun maliSI n. Se1ı bir insan değilsin: ne kemiksilz, ne de et; Tıınçtan bir heyket gibi ebedi kalmaltsın.

lıdırap çek, inleme ... Ses çıkarmadmı aşın. Bir tinmincık nksn tla, bir ficiulir göz yaşın; Yarı yo/tla ölse de ett yürekten yoldaşın, Tek başma tlileğe doğru at snlmalısın.

3 Prof Şiikrii E/çin-Hikmet İlnydm- Ca/ı it Okıırer

Ezilmekten çekilıme. .. Geri/emekten sakm! İr/iden le olmalı bütün uzaklar ya km, Dolu dizgin yaparken ülkii1ıe doğru akm, Ateşe atılma/ı, denize da/mnltsm.

Ölümlerden sakmma, meyiis olmaktan utan! Bir kere düşün nedir seni dünyada tutan? Mejkuresinden başka lıer varlığı umıtan, Kalıramanlar gibi sen, ebedi kalmalısm ...

Atsrz 1931

4 İsmail Hami Dmıi$11U!nl- Alımat Hanu/i Tampmar- Suud Kemal Yetkin- Necmetltlilı Are/, Ruşen Kam, Hilmi Ziya Ülgen, Nurettin Topçu, Melıınet Kap/ıın, Enver Ziya Koral v.b. 5 Prof Suud Kemal Yetki1ı

TÜRKÇÜLERIN KALEMiNOE'i ATSIZ 107

HÜSEYiN NİHAL ATSIZ'IN FİKİR DÜNYASI

Sakin ÖNER

t.TÜRKÇÜLÜK T ARiHiNDEKİ YERİ

Nihai Atsız, Türk Milleti'nin yaşıyla eşit bir yaşa sahip olan Türk Milli­yetçiliği fikrinin, Cumhuriyet döneminde yetişen en güçlü temsilcisidir. ilim, fikir ve aksiyon planında Türk ülküsUnUn kavgasını veren Atsız; tarihçi, şair, romancı ve mütefekkir yanlarını, sahip olduğu yüksek insani vasıflarla bütünleyen mümtaz bir şahsiyettir.

Başlangıçta, milletimizin bütün fertlerine hakim bir fikir olarak görülen Türk Milliyetçiliği, tarihin akışı içinde temasa gelinen yeni kültür ve medeniyet çevrelerinin tesiri ve devletimizin çeşitli ırkları, dilleri ve dinleri içine alan alem-şümül bir imparatorluk haline gelmesi sebebiyle, zaman zaman mevcudi­yetini fazla hissettirememiştir. Fakat her asırda yetişen birkaç Türkçü san'atçı ve bunların TürkçUlilk vadisinde verdikleri birkaç edebi mahsul, Türkçülük pınarının içten içe akışını sUrdürdüğünü ortaya koymuştur.

Ancak 19.yüzyılın başlarında O da Avrupa'da hızlanan milliyetçilik hareketleri ve Türkoloji sahasındaki çalışmalar dolayısıyla- yenjden canlanan bu kutsal fikir, 20. yüzyılın başlarında milletimize, geçmişte olduğu gibi güç veren, ümit veren, bayrak ve meş'ale fikir olmuştur. Tarihin en büyük destanının yaratıldığı, Türk İstiklal Savaşı'ndan sonra kurulan modern Türkiye Cumhuriyeti, Türk Milliyet­çiliği'ni benimseyen ilim ve fikir adamlarının temellerini attığı esaslar üzerinde yükselmiştir.

Cumhuriyetin ilanından önceki dönemde yetişen Türkçü şahsiyetler içinde Ziya Gökalp zirve isimdir. Çünkü O, kendinden önce TürkçUlilk sahasında yapılan ça­lışmaları, getirilen yeni fikirleri, ileri sürülen teklifleri bir senteze götUrmüş ve sen­tezi, milletinin yeni hayatında tatbik edilecek bir reçete olarak sunmuştur. Böylece Gökalp, yeni kurulan rejimin bir nevi ideoloğu olmuştur.

Fakat, O'nun daha Cumhuriyetin ilk yıllarında vefatı, fırsat kollayan Türklük düşmanı mason, komünist ve kozmopolit milırakların harekete geçmesine yol aç­mıştır. Bu mihraklar, bir taraftan yapıcı, birleştirici ve büttinleştirici Türk Milliyet­çiliği'nin yurt sathındaki olumlu tesirlerini silmeye çalışırken, diğer taraftan da devlet mLlesseselerindcki çeşitli köşe başlarını ele geçirmek ve baskı gruplarına hakim olabilmek için sinsi bir faaliyete girişmişlerdi.

ilk yıllarda bu faaliyetler o günün milliyetçilerinin, hem devletin mes'ul ma­kamlarını ikaz yoluyla, hem de fikri sahadaki çalışmalarıyla pek fazla başarılı ola­mamıştır. işte Dr. Rıza Nur, böyle bir ortamda Türkçli mücadeleyi sürdürmUş ve Gökalp'le Nihat Atsız arasında bir köprli vazifesi görınüşttir.

Nihai Atsız'ın Türkçülük mücadelesinin bayrağını açtığı yıllar, Türklük dUşmanlan­nın -bilhassa komünistlerin- gayeleri yolunda oldukça uzun bir mesafe aldıkları yıllara

ımı REFET KÖRÜKLÜ - CENGiZ YAV.-\N

rastlar. Fakat ütküsü uğrunda her türlü şahsi' endişenin ve menfaal hesaplarının üzerine çıkarak, sahip olabileceği bütün mevki ve makamları bir yana itmeyi başaran büyük Tiirkçü, Türklük düşmanlarıyla amansız bir mücadelenin içine giııniştir.

italyan Faşizmi'ne sempati duyulduğu, AJman Nazizmi'ne medhiyeler yazıldı­ğı, Rus Komünizmi'ne kur yapıldığı bir dönemde ortaya koyduğu Türkçi.i mücadele ile bir kahramanlık destanı yaratan Atsız, daha sağlığında, Türkçülüğün tarihi kadro­su içinde layık olduğu mevkiye yerleşmiştir.

Tabutluklar, zindanlar, sOrgUnler ve mahrumiyerlerin süslediği abidevi bir haya­tın sahibi olan Nihai Atsız, yakın çağın TürkçUlilk mücadeleleri tarihinde parlak bir yıldız olarak, gelecek Türk nesillerinin sonsuza uzanan yollarını aydınlatacaktır. Her nesil O'nda: Heyecanının, coşkunluğunun, düşüncesinin terennümünü bulacak ve Türk'ün meselelerine Türk gözüyle bakışın metodunu öğrenecektir. Ye herkes, O'nun yetmiş yılı dolduran fiin i hayatında kahramanlığın, feragatın yüce ve ölümsüz tablosunu seyredecektir.

l l . TÜRKÇÜ MÜCADELESi

Tlirkçülük tarihinin 20. yüzyılda Ziya Gökalp ve Dr. Rıza Nur'dan sonra en güçlü temsilcisi olan Hüseyin Nihai Atsız, hayatı boyunca taviz vermeden Türkçü­lük fikrinin mücadelesini yaptı. ll içbir baskı, engel, işkence ve mahruıniyet O'nu bu mücndeleden döndüremed i.

TürkçUllik fikrinin i lk kıvılcımları Atsız'ın gönlünde, O daha 7-8 yaşlarında iken ttıtuşmaya başladı. Babasının görevli bulunduğu Süveyş sokaklarında italyan ço­cuklarıyla yaptığı kavgalar, Fransız ilk Okulu'nda Rum çocuklarının kendisine karşı düşmanc?. tutumları, O'nun çocuk gönlünde büyük akislcr bıraktı. Türk Mille­ti'ne mensup olmanın idrakine daha o yaşlarda vardı.

Ats ız, yüksek öğrenim çağına gelip, Askeri Tıbbiye' ye kaydolunca, komü­nizm ve azınlık mill iyetçiliği peşinde koşan Türk düşmanı kişilerle karşılaştı. Türklük şuuru olgun bir seviyeye ulaşan Atsız, Türk devieLinin birlik ve bü­tünlüğüne yönelen bu zararlı akımlarla fikri ve fiili mücadeleye başladı. Ziya Gökalp'in cenaze töreninin yapıldığı günlin gecesi, Türk düşmanı öğrencilerle yaptığı kavga, onun okuldan atılmasına ve istikbalinin yönlinLin değişmesine yol açtı.

Asl<eri Tıbbiye'nin üçüncü sınıfından uzaklaştırılması, O'nun Türkçü mücade­lesinin sürmesini önleyemedi. Edebiyat Fakültesi'nden 1931 yılında mezun olur olmaz, Atsız Mecmua'yı çıkardı. Burada, edebiyat ve tarih sahasında otorite olan isimlerden oluşan bir Türkçü yazı kadrosu meydana getirerek, fikir planında güçlü bir mtıcadele başlattı. Bu mecmuada, bir taraftan Türklük şuurunu yaymaya çalışır­ken, diğer taraftan da, artan komünist faaliyetlere karşı, devletin mes'ul kişilerini uyarmaya gayret ediyordu.

Ankara'da 1932 yılında toplanan Birinci Türk Tarih Kongresi'nde ileri sürü­len, Türk tarihi hakkındaki gayrı ilmi tarih tezine karşı çıkan Prof. Dr. Zeki Vetidi Togan'ın yanında ilk yer alan Atsız oldu. Togan'a yapılan insafsız hücumlara, arka­daşları ile birlikte yiğitçe göğüs germesi, O'nun istanbul Edebiyat Fakültesi' nden, Prof. Dr. Fuad Köprülü'nün asistanlığından atılınasıııa sebep oldu. Bu hadise üzerine Atsız, Edebiyat Fakültesi'nin dekanını Tokatlıyan'daki bir çayda, yüzlerce kişinin önünde tokatladı.

Malatya'ya ve oradan Edirne'ye sürülen Atsız, ülküsünü yaymak üzere bu defa Edirne'de Atsız Mecmua'nın devamı mahiyetinde olan Orhun Dergisi'ni çıkardı. Fakat bu dergide, Türk Tarih Kurumu'nun yayınladığı lise tarih kitabının yanlışla-

TÜRKÇÜLERiN KALEMiNDEN ATS IZ 109

rını ortaya koyan bir tenkid yazısının çıkması, derginin kapatılmasına ve kendinin vekalet emrine alınmasına yol açtı.

Vekalet emrinde 9 ay kaldıktan sonra, Deniz Gedikli Hazırlama Oku lu'na ta­yin olunan Atsız, Türkçü mücadelesinin gereği olarak, bu okula Türk olmayan ve azınlık şuuru taşıyanların girmesini önleme yolunda çalışmalar yaptı. Fakat, okulun azınlık şuuru taşıyan müdürünün tepkisiyle karşılaştı. Dört yıl çalıştığı bu okuldaki vazifesinden de ihraç edildi.

Yaptığı Türkçü mücadele Atsız'a, daha yirmi yaşından itibaren ihraç ve sürgün gibi dertlerden başka bir şey getirmedi. Ama O, her ihraç ve sürgünden sonra daha bilenmiş, daha azimli ve daha güçiii bir tarzda mücadelesine devam etti. Her türlü mevki ve menfaat hissinden uzak olan büyük kavga adamı, hiçbir zaman taviz ver­meyerek, şerefine ve mücadelesine leke düşürmedi.

Bütün dünyayı kana ve ıstıraba boğan l l . Dünya Savaşı'nın başladığı yıllarda faaliyetlerini büyük ölçüde arttıran yerli komünistlerin karşısına tek başına çıkma cesaretini Atsız gösterdi. Orhun Dergisi'nin 1944 Maıt'ında yayınlanan 15 . sayı­sında, devrin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu'na hitaben bir açık mektup yayınladı. Bu açık mektubun yazılmasına, komünistlerin İsmail Hakkı Baltacıoğlu'nun bir konfe­ransı sırasında yaptıkları küstah hareketler sebep oldu. Memlekette bir bomba tesiri yapan bu açık mektuptan sonra Orhun Dergisi'nin hemen kapatılınası beklenirken, kapatılmaması üzerine Atsız, derginin 1944 Nisan tarihli 16. sayısında Başbakan Şükrü Saraçoğlu 'na hitaben ikinci açık mektubu yayınladı.

Atsız, bu açık mektupta, Orhun'un Mart sayısında yayınlanan açık mektuba yurt çapında verilen olumlu tepkileri ve Başbakan'ın sessiz kalışının, bu mektubu tasvib ettiği anlamına geleceğini belirtti. Mektupta ağırl ıklı olarak, maarif sahasına girmiş olan komünistterin faaliyetlerinden bahsetti. Sabahattin Ali, Pertev Naili Boratav, Prof. Dr. Sadrettin Celal ve Ahmet Cevat gibilerin faaliyetlerinin örneklerle anla­tılmasından sonra, komünistlerin orduya sızma faaliyetlerinden söz etti. Mektubun sonunda da, bakanlığındaki komünist faaliyetlere göz yuman Maarif Vekili'nin (Hasan Ali Yücel) o makamdan çekilmesini istedi.

Bu ikinci açık mektup, komünistterin bütün kirli çalışmalarını ortaya koyuyordu. Mil liyetçi kamuoyu bu gerçeklerin ortaya çıkması üzerine komünizmi ve komünist­leri protesto eden gösteriler yapmaya başladılar. Devrin yöneticilerine, geniş halk tabakalarından yüz binlerce protesto mektubu ve telgrafı gönderildi. Atsız'a da yap­tığı mücadeleyi desteklediklerini bildiren binlerce teşvik mektubu ve telgrafı geldi. Bu gelişmeler, iktidarın tedirgin olmasına ve Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yü­cel' in partisi tarafından sert tenkitlere maruz kalmasına sebep oldu.

Büyük Türkçü mücahit Atsız, ilk iş olarak özel bir okul olan Boğaziçi Lisesi'ndeki Edebiyat Öğretmenliği görevinden a!ındı. İkinci açık mektubunda "vatan haini" şek­linde hitap ettiği komünist yazar Sabahattin A!i, Atsız'ı, komünist yazarlar ve Hasan Ali Yücel'in kışkırıması sonucu mahkemeye verdi. Atsız, aleyhine açılan hakaret dava­sının duruşmalarına katılmak üzere Ankara'ya gitti. Türkçü gençler, O'nu, Ankara garında büyük bir nüınayişle karşıladılar.

·

"Sabahattin Ali-Nihal Atsız davası"nın ilk duruşması 26 Nisan 1944 günü ya­pıldı ve çok olaylı geçti. M illiyetçi gençler salonu doldurarak Sabahattin Ali ve komünistler aleyhine gösterilerde bulundular. Bunun üzerine bu milliyetçi gençler, 3 Mayıs 1 944'te yapılan ikinci otunıma alınmadı. Fakat, çok sıkı emniyet tedbirleri alınan Adiiye binası, milliyetçi gençler tarafından tıklım tıklım doldurulnıuştu. Türkçü Orhun başyazarı soğukkanlı, sade ve vakur tavrıyla milliyetçi gençlerde büyük bir sevgi ve saygı hissi uyandırdı. Gençlik, bu büyük mill iyetçi lideri coş-

110 RE FET KÖRÜKLÜ- CENGiz YA VAN

kuyla alkışlıyor ve lehinde tezahürat yapıyordu. Kısa bir slire sonra bu heyecan fııtınası blltUn Ankara sokaklarını sardı. Artık dava, bir şahıs davası olmaktan çık­mış; Türklük düşmanları ilc TürkçüiUğün davası haline gelmişti.

3 Mayıs 1 944 günti meydana gelen bu milli patlama, pusuda bekleyen Milli Şef'in adamlarının harekete geçmesine yol açtı ve Nihai Atsız tevkif edildi. Türkçü gençler insafsızca, kıyasıya dövüldü. Davanın 9 Mayıs 1 944 'te yapılan karar oturu­munda Atsız, Sabahattin Ali'ye bakareilen 6 ay hapse mahkum edildi. Fakat "milli tahrik" bulunduğu gerekçesiyle bu ceza 4 aya indirildi ve bu ceza da tecil edildi. Buna rağmen Atsız, mahkemenin kapısından çıkarken, Milli Şef'in direkıifi ile tevkif edildi.

14 Mayıs 1 944 tarihinden itibaren Necdet Sançar, Zeki Veliöı Togan, Hamza Sadi Özbek, Nurullah Barıman, Orhan Şaik Gökyay, Fethi Tevctoğlu ve Fazı! Hisareıktı gibi milliyetçi öğretmen, doktor, subay ve ilim adamlarının evleri arandı. 1 8 Mayıs 1 944 günü yayınlanan resmi bir tebliğde Atsız ve arkadaşları, "I rkçılık ve Turancılık" gayeleri gütmek, kurulu nizamı yıkmaya matuf gizli teşkilat kurmak ve anlaşmalar yapmakla suçlandılar.

1 9 Mayıs 1 944 günü yapılan Gençlik Bayramı töreninde bir konuşma yapan devrin Cumhurbaşkanı isınet inönü, Atsız ve arkadaşlarını çok ağır bir dille suçla­dı. Bu nutkun arkasından yurt çapında bir milliyetçi avı başladı. Birçok milliyetçi üniversite genci de yakalanarak ağır işkencelere maruz bırakıldı.

Ancak Ortaçağ'daki engizisyon mahkemelerinde uygulanabilecek işkencelerin sergilendiği bu tevkitat sadece milliyetçi öğrencilere matuf değildi. Bu arada birçok mill iyetçi ilim adamı, doktor, mühendis, memur, san'atkar ve subay da tevkif edil­miş, ancak bir kişinin ayakta durabiieceği genişlikte olan ve tavanında 2000 mumluk ampullerin bulunduğu "tabutluk"lara tıkılmışlardı.

Atsız ve 22 arkadaşı hakkında açılan "lrkçılık-Turancılık Davası" adı verilen davanın ilk duruşması 7 Eylül 1 944 günü başladı. Haftada üç gün olmak üzere, 65 oturum devam eden bu davada Atsız ve arkadaşları, İstanbul 1 Numaralı Sıkıyöne­tim Mahkemesi Savcısı Kazım A löç'ün ağır itharniarına karşı kendilerini, asla taviz vermeden, yiğitçe savundu lar.

Atsız, mahkemedeki savunmasının sonunda şunları söyledi: "Netice olarak şunları söylüyorum: Türkçilyüm. Türkçölilk milliyetçiliktir. lrkçılık ve Turancılık da bunun

şflmulüne dahildir. Memleket, ya bu iki temel üzerinde yükselecek veya yıkıla­cal<tır. lrkçılık ve Turancılık anayasaya aykırı değildir. Ceza Kanununda sara­hatic suç olduğu yazılmayan bir hareketten dolayı kimse suçlandırılamaz. Devlet de; icraatı ile açıkça lrkçı, Hatay'ı ilhak etmekle de Turancıdır.

Sözlerimi bitirirken tarihi bir misal zikretmekten kendimi alamıyorum: Ta­şa tutularak öldürülecek bir maznun hakkında isa Peygamber'e fikrini sor­dukları zaman, ilk önce hiçbir söz söylememiş; ısrar olununca, "içinizde hiç günahı olmayan kimse, ilk taşı o atsın" diye cevap vermiş.

Siz de, eğer bir parça olsun benim gibi düşünmüyorsan ız, iyi ve kötü daima doğruyu söylediğimc kani değilseniz, istediğiniz şekilde karar veriniz. Siz ha­kimler de insan olduğunuz için, belki insanlık icabı zühullerde bulunabilirsiniz. Fakat yanılmaz hakim olan zaman, hepimizin hakkında en adil kararı verecek, frkçı ve Turancı olduğum için mahkum olursam bu mahkumluk hayatıının en büyük şerefini teşkil edecektir."

Türkçülük tarihinde önemli bir yeri olan "lrkçılık-Turancalık Davası", 29 Mart 1 945 tarihinde tamamlandı. Türkçü lider Atsız, 6,5 yıl hapse mahkum oldu. Fakat

Ti'IRKÇÜLERİN KALEMİNDEN ATSIZ l ll

mücade leyi bırakmadı; kararı tenıyiz etti ve Askeri Yargıtay, kararı esasmdan boz­du.

23 Ekim 1 945 tarihinde tahliye edilen Atsız,bu defa da kendini arkadaşları ile birlikte yeni bir davanın içinde buldu. "Kenan Öner-Hasan Ali Yücel Davası" adı ile bilinen bu yeni dava, 3 1 Mart 1947 tarihinde sona erdi ve mahkeme, Atsız ve arkadaşlarının beraatlerine karar verdi.

İki yıl işsizlik ve geçinı sıkıntısı ile mücadele eden Atsız, 14 Mayıs 1950 tarihinde Demokrat Paı ti'nin iktidara gelmesinden sonra da Türkçü mücadelesine devam etti. Milli Şef in partisinin gazabına uğrayan büyük Türkçü, milliyetçi halk ve ayd ın kitlesi­nin desteğiyle iktidara gelen Demokrat Parti'nin şimşeklerini üzerine çekmekte de ge­cikınedi.

1952 yılında Ankara Atatürk Lisesi'nde verdiği "Türkiye'nin Kurtuluşu" ko­nulu konferans dolayısıyla. görev yaptığı Haydarpaşa Lisesi'nden alınarak, pasif bir görev olan Süleymaniye Kütüphanesi'ndeki uzmanlığa verildi. Nihai Atsız' ın Süleymaniye Kütüphanesi'ne tayin edi ldiği günler, yurtta milliyetçilik şuuruını yaymak gayesiyle kurulan Milliyetçiler Derneği'nin D.P. Hükümeti tarafından kapatıldığı günlere rastlar.

Hiçbir mahrumiyetİn yıld ıramadığı Nihai Atsız, yaptığı mücadeleyi, giderek artan bir iman la sürdürmeyi başardı. Türklük düşmanlarının yurt bünyesinde yapmak istedikleri büyük tahribata sesini çıkarmadığı taktirde, en yüksek mev­kilere namzet olan Atsız, gayesiz yaşamaktansa ölümü terc ih ettiği nden, her türlü sindirme hareketine karşı "YÜCE DİLEK"e doğru yaptığı yürüyüşünü devanı ettirmiştir.

Bütün benliğini adadığı Tiirk Milleti'ni, ömrü boyunca yıkıcı ve bölücü hareketlere karşı uyarınayı en kutsal vazife bilen Nihai Atsız, 1967 yılında Ötüken'de yayınlanan seri nıakalelerinde, Kürtçü lwmünistlerin Doğu ve Güneydoğu bölgelerindeki za­rarlı faaliyetlerini de bir bir sergiledi . Devletin mes'ul kişilerini uyarma gayesi ile ya­zılan bu yazılar, en ılımlısındaıı en aşırısına kadar bütün sol teşekkül ve basın organları­nın kızıl yaygaraya başlamalarına yol açtı.

Hatta birkaç Doğulu senatör, Senato kürsüsünde Ats ız aleyhinde konuşmalar yaptı. Bu gelişıneler üzerine harekete geçen Adalet Bakanlığı, Atsız'ı mahkemeye

verdi. Atsız ve Ötüken Dergisi'nin sorumlu müdürü Mustafa Kayabek JS'er ay hapse mahkum edildi. Yargıtay tarafından bozulan bu kararda mahkeme ısrar edin­ce, Atsız ve Kayabek hapse girmeye mecbur oldular.

Yıllar önce tehlikesini bel irttiği komünizm ve Küıiçülük akımlarının militan güçlerinin, 1 2 Mart 1 971 muhtırası verildikten sonra, kurulan sıkıyönetim mahke­melerinde isyana varan davranışlar içinde bulunduğu bir devrede, böyle bir ınahkfı­miyet kararı i le karşı karşıya kalan Atsız, "Bu haller mücadele yapan her insanın başına gelebilir" diyerek devlet nizamma bağlılığını ortaya koydu.

Çeşitl i hastalıklarla mücadele eden ve ilerlemiş bir yaşa sahip olan Atsız, "ceza­evine konulamayacağını" belirten sağlıl< kurulu raporuna rağmen hapishaneye konuldu. Fakat O'nun yetiştirdiği Türkçü aydınlar ve Türkçü teşekküller hemen harekete geçerek, Cumhurbaşkanı nezdinde af talebinde bulundular. Fakat O, bizzat af talebinde hiçbir zaman bulunmadı. Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, milliyetçi kamuoyunun bu haklı talebini yerinde görerek Arsız'ın cezasını affetti.

l l l : FiKiRLERi:

Türk i.ilküsi.inün en güçlü savunucularından biri olan Nihai Atsız, aynı zamanda büyük bir fikir adamıdır. O'nun çeşitli konularda getirdiği yeni fikirler, Cumhuriyet

1 1 2 REFET KÖRÜKLÜ - CENGiZ YA VAN

döneminde yetişen bütün iilkücü nesiller üzerinde büyük bir tesir yaratmıştır. Atsız'ın getirdiği yeni fikirleri şu konular etrafında toplayabiliriz:

!.Ülkü, Ülkücülük ve Türk Ülküsü; 2.Türkçii ve Türkçülük: 3.Turancılık ve Türk Birliği; 4.Din ve Ahlak; S.Dil; 6.Toplunıculuk; ?. Komünizm, Siyonizm ve Masonluk; 8.Türk Tarihine Bakış Tarzı; 9.0smanlı Padişahları ve "Gök Sultan" Abdülhamid Han; 1 O. Milli Kalkınma Programı. Şimdi Atsız'ın bu konular üzerindeki fikirlerini sırasıyla belirtrneğe çalışalım.

lll.l. Ülkü, Ülkücülük ve Türk Ülküsü:

Atsız'a göre ülkü, bir milletin yürütücü kuvvetidir. Ülküsüz topluluk yerinde sa­yan; ülkülü topluluk yürüyen bir yığındır. Sözlük anlamı "and" ve "uzak hedef' demek olan "ülkii", topluluğu aynı yolda yürüten bir kuvvettir ki, bu uğurda insanlar birbirlerine karşı içten sözleşmiş gibidirler.

"Üiküler, gerçekle hayalin karışmasından doğmuş olan, düne bakarak yarı­nı arayan, milletiere hız veren ve uğrunda ölüneo büyük dileklerdir. Bir top­luluktan ortak ülküyü kaldırın, insanların hayvaniaştığını görürsünüz" diyen Atsız, bir şiirinde: "Ülkü denen nazlı gelin erde şan ister/Büyük DEVLET kurmak için büyük kan ister" mısraları ile ülkünün gerçekleşmesi için gerektiğin­de ölümün göze alınmasının şart olduğunu belirtir. O'na göre milletler, ölebildikleri nisbette yaşama hakkına sahiptirler.

Atsız, ülkü yolunda ölenlerin, ebedl karanlık içinde kaybolurken hafızalarda bir ışık gibi parlamalarının güzel, fakat hafızalardan ve gönüllerden de uzak bulunarak, karanlıkta bir olmalarının ondan daha güzel olduğunu söyler. "Yurt ve şeref uğ­rund�ı sen seri! de toprağa/Varsın hiçbir dudakta anılmasın cr ad ın'' ınısraları da bu düşUncenin, şiir halinde söylenmiş biçimidir.

Türk ülküsünü, "Türk büyüklüğü ve Türk kudreti, isteği ve inancı" olarak tarif eden Arsız, Türk M illeti'nin, ülküsil olan mutlu toplumlardan biri olduğunu ve bilrün tarihi boyunca büyüklük ülküsil ardından koştuğunu söyler. Bir millet için en bilyük tehlikelerden biri O'na göre, barış ve dostluk afyonunu yutmaktır. BUyürnek istemeyen m i lletler, küçülmeye mahkOmdur. Saidırmayan millete saldırılır.

lll.2. Türkçü ve Türkçiilük:

Atsız, "Türkçii kimdir?" sorusuna şöyle cevap verir: "Türkçii, Türk soyunun üstHnHiğünc inanmış olan kimsedir. Türkçü, milli çıkarları şahısların üstünde tutan, milli mukaddesata ve geçmişe saygı gösteren, görev ahl§kı yüksek olan, haksızlıktarla savaşta korkusuz bir insandır.''

Türkçüliik ülküsünün sağlamtaşması ve Türkçülüğlin güçlenmesi için her Türkçü'nün, bulunduğu yerdeki görevini inançla yapmasını şart koşan Büyük Türkçü'ye göre, Türkçü­ler'in ilk işi: Görevlerini, arınmış bir göniil ve inanmış bir yürekle yapmalıdır.

"Türkçülük. Türk Milliyetçiliği'nin adıdır" diyen Arsız, TUrkçiilüğün dışardan gelmemiş olan tek yerli ve milli diişünce olduğunu belirterek TUrkçülüğü şöyle tarif eder:

TÜRKÇÜLERiN KALEMiNOE� i\TSIZ lB

"Türl<çülük, büyül< Türk Eli' nde, Türk uruğunun kayıtsız şartsız hakimiye­ti ve bağımsızlığı ile Tiirklüğün her yönden bütün milletlerden ileri ve üstün olması ülküsi.idür. Türkçülük, Türkliiğün geçmişteki haklarının mirasını iste­rnek bakımından haldı, meşrfı ve tarihi bir davadır. Tiirkçülük, Türl< soyunun ruhunda, kanında, beyninde yaşayan hayat prensiplerinin fikir haline gelmiş bir şeklidir. Bundan dolayı da, "sıra" ve "saygı" esaslarını ihmal edemez. Türkçüler'in, daha eski Türkçüler'e saygı göstermesi bunun için şarttır."

Ti.irkçülüğün, -bazı maksatlı çevrelerce iddia edildiği gibi- bir hayal olmayıp. geçmişte birkaç kere gerçek olduğu için sağlam bir mcsnede dayandığını belirten Atsız, Türkçülüğiin teşkilatlanması mecburiyeri üzerinde durarak, bunun için de her zaman en güçlü milliyetçi teşekkülün çatısı altında toplanılmasını. bu teşkilatta ge­çimsizlik gösterilmemesini, benlik davası güdiilmemesini tavsiye eder.

J11.3. Turancılık ve Tiirl< Birliği:

Atsız. Turancılığı, ·'tarihi mirasları da dahil olduğu halde, bütiin Türkler'i bir devlet halinde birleştirmek ülküsiidür ve her ülkü gibi nesillere bakan, kan ve can vergisi isteyen, gönüllere heyecan katan bir inançtır'' şeklinde tarif eder.

Türkler'in vaktiyle birkaç kere birleştiklerini ve mutlu olduklarını beliıterek; "Milli ülkümüzün ilk maddesini "Bütün Türkler birleşecel<tir'' diye ifade edebili­riz." diyen Büyük Türkçü.Tllrk Birliği ve Turancılık i.ilküsüne karşı olanlar hakkın­daki teşhisini şu şekilde ortaya koyar:

"Turancılık ülküsü gibi milleti hızlandırıcı, ahlaka ve fazilete dayalı kutlu bir ülküyü yermek için; ya damarlarındaki kanı yabancı hissetmek, ya komünist, yani vatan haini, yahut da milli tarihi Malazgirt'ten başiatacak l<adar cahil ve budala olmak lazımdır."

ID.4. Din ve AhHik:

Dini, millet hayatını yükselten ve yücelten bir değer olarak gören Atsız, dinin şahsi çıkarlar adına istismarına, yozlaştırılmasıııa ve yobazlaştırılmasıııa karşıdır. Hurafelerden arınmış, saf bir İslamiyet'ten tarafadır. islilmiyet adına "Arapçılıl<'' propagandasının yapılmasının şiddetle karşısına çıkar.

Her inancın al1lakla yi.irüyeceğine göre, Türkçi.ilük'te de sağlam bir ahiakın bulunması­nı birinci şart koşan Ats ız, Ahlak konusunda şunları söyler:

"Ahlak, millet yapısının tcmelidir. O olmadan hiçbir şey olmaz. Ordu, bilgi, teşkilat gibi şeyler ahlal<tan sonra gelir. Biz, Türk ahlakıııa tam olarak sahip bu­lunduğumuz sürece yükseldik. Yabancıların ahialum ala ral< bozulduğumuz zaman ise geriledik."

"Bir milletin özellikle gençliğinin ahlakı önemlidir. Gençlik, kendini saran maddi ve manevi çevrede ahlak disiplini, ahlak örnekleri görürse, ahlaksızlığın daima ezilcceğinden emin olursa, o zaman kendisi de sağlam ahialdı olarak yetişir."

"Sözün kısası: Kendimize dönelim. Ahlak. edebiyat, ınusiki. giyim. zevk. yemek, eğlence. hukuk. aile, görcnek, gelenek ve her şeyde ınill'i olalım.''

"Geçmişin değerlerine saygı ... İşte milliyetçiliğin ve ahiakın baş şartı . .'' III.S. Dil:

Atsız'ın dil konusundaki fikirleri şu şekilde özetleyebiliriz: "Büyük devlet olmanın şartlarından biri de, zengin ve kudretli bir dile sahip ol­

maktır. Milli ihmaller dolayısıyla gelişmemiş olan köl<ü kuvvetli dilimizi, büyük bir

114 REFET KÖRÜKLÜ - CENGIZ YA V Al\

bilim ve sanat dili haline getirmek ihmal olunamayacak bir davamızdır. Ne melezleş­tirilm iş esl<i dil, ne de öztürl<çe denilen uydurma dil, büyük bilim ve edebiyat dili olamaz. Terimleri Türl<çc l<öklerinden iiretme, konuşma dilinde Türl<çc'yi veya Türl<çclcşmişi seçme esasında olan bir "Arınmış Türl<çe"ye taa·aftanz. insanın yüreği ne ise, milletin dili de odur. Bu değerli varlık, gerçel< değerlerden meydana gelecel< bir akademi ve milli şu ura malik uzmanlar ve sanatçılar eli ilc lmrunmalıdır."

II1.6. Toplumculuk:

Atsız, ekonomik mesclclere topluıncu bir gözle bakar. Onun topluınculu l< anlayışının esasları şöyle tesbit edilebilir:

"Milli gelirin adaletle iileştirilmesi, Türk toplumu için de elbette milli bir gayedir. Ferdi ihtiyaçların rahatça karşılanabildiği, rcfahın yaygın bulunduğu bir ülkede, toplumsal adalet davası gerçekleşmiş olur ve böyle bir davadan bahsetmeye de Hizum kalmaz. Bu sebeple, bir yandan toplumsal adalet tedbir­leri alır ve onları sağlam kanuni esaslara bağlarken, diğer taraftan da eğitim ve öğretimi yayarak ve ayrıca memleketimizi iktisadi alanda hızla kalkındıra­rak, toplumsal adaletin ortamını hazırlamamız gerekir.

Al<si tal<dirde toplumsal adalet davasının, özellikle geri ve yol<sul ülkelerde lwmünizm siHihı haline geleceği asla unutulmamalıd ır. ÇUnkü komünizm; yok­sulluk, gerilik ve bilgisizlik bataklıklarında açan bir çiçel<tir."

lli.7. Komünizm, Siyonizm ve Masonluk:

Atsız, bütün Türk düşmaniarına ve bunların en başında da komünizm, siyonizm ve masonluga düşmandır.

"Komünizm, artıl< bütün dünya ve bilhassa bizim için iktisadi bir fil<ir veya toplumsal bir düzen olmaktan çıkmıştır. Komünizm bugün, yalnız Moskofçu­luk demektir" diyen ve komünizm i, ruh ve seeiye bakımından soysuzlaşmış, binler­ce casusu bulunan bir moskof emperyalizmi olarak vasıflandıran Atsız. Moskofun bizim soy düşmanıınız olduğunu, ona taraftarlık edenin vatan haini olacağını belirterek, Türl<çüliil< bal<ımından en alçal< vatan hainleı·i olan komünistterin yol\ edilmesi gerektiğini söyler.

Masonluk konusunda ise: "Masonluğu da düşman sayıyoruz. Masonluk, kökü dışarıda olan gizli bir cemiyettir ve milliyetçilikle bağdaşmayanların başvurdu­ğu, Türkçülük düşmanı bir teşekküldür. Başlangıçta, Yahudiler'in milli çıkar­larını gizli olaral< korumak için kurulmuş, zamanla milletlerarası bir hale gel­miştir" diyen Atsız, onların gizlice her yere el atıp orayı ele geçirmeye çalışmakta ve bunu başarınakta olduklarını belirtir.

Türkiye'de sacayak halinde Türk düşmanlığı yapan akımlardan biri de Siyonizmdir. Atsız. siyonizmi, Yahudi soyunun rahatını ve mutluluğunu, dünya milletlerinin huzursuzluğunda arayarı teşkilat lı ve insanirk düşmanı bir fikir olarak tarif eder. Ona göre; siyonizmin kendisini, bir devletin milli ülküsü gös­termek yolundaki gayreti, emperyalist isteklerini gizlemek içindir. Birinci Dün­ya Savaşı'nda. her türlü kılığa girerek, Filistin cephesindeki ordumuzu arkadan vuran ve düşmana casusluk eden siyonistlerin ortaya koyduğu korkunç gerçek, Türkçüler'i bu akıma karşı da her zaman uyanık ve tedbirli bulunmaya zorlamıştır.

111.8. Türk Tarihine Bakış Tarzı :

Türkçülüğün bir dünya görüşüne malik olmasını ve onun kıyafetten takvime, so­yadından ai Ic telakkisine kadar her şeyi kendi açısından mütalaa eden fıkirlerin

Tf'Rh:Çf'LERİ� MLEi\IİNDEN ATSIZ 1 1 5

bulunmasını gerekl i gören Atsız, bugüne kadar sahip oldu�umuz tarih! görüşümüzün yanlış olduğunu ileri sürer ve bu görüşünü şöyle açıklar:

"Çünkü bizim için millct-devlet esasını kabul etmek, milli menfaatlarımız i­çin daha uygun olduğu halde, biz, millet tarihi şöyle dursun, devlet ve vatan tarihini bile bir yana bırakaral<, yalnız süHHe ve rejim tarihini esas olarak ka­bul ettil<. Her sülaleyi bir devlet sayaral<, şimdiye kadar, sülaleler sayısınca devlet lmrduğumuzu ileri sürdiil\. Fakat düşünmedil< l<i o l<adar devlet kur­duksa, bunların hiçbirisini de yaşatmamış olduk. Halbuki elimizde, her zaman b i r Tiiı·k devleti vardı. Çünkü gerçekte bu l<aclar devlet ku rmuş deği l , bu kadar süHlle değiştirmiş bulunuyorduk."

Bu açıklamanın sonucu olarak Atsız, tarihte 16 devlet kurdugumuz iddiasının bir masal ve bunların bayrakları olarak ilan edilen şekillerin b ir uydurma olduğunu, tarihte sadece b ir tek Türk devletinin bulunduğunu, sadece hanedan ve rej im deği­şikliklerinin meydana geld iğini belirtir.

Atsız'a göre, Türkjye tarihinin başlangıç tarihi de, 1071 Malazgirt Zaferi değil, Tuğrul Begin Horasan'da istiklal i lan ettiği 1040 yılıdır. Ayrıca ilk teşkilatlı Türk ordusu, iddia ed ildiği gib i 1 363'te değil, Milattan önce 209'da Tanrıkur Mete tara­fından kurulmuştur.

Atsız, Türk tarihi üzerindeki bu fikirleri ile birçok karanlık ve yanlış noktaya ışık tutmuştur.

111.9. Osmanlı Padişahları ve "Gök Sultan" Abdülhamid Han:

Osmanlı padişahlarının horlanması, ktıçük görülmesi, hatta onların ihanetle suç­lanması karşısında en cesur çıkışı yapan Nihai Atsız olmuştur.

Osmanoğulları'ndan hiçbirinin hain olmadığını ve aynı Olkede, tek koldan hükumet sürmüş hükümdar ai lelerinin en uzun ömürltisü olmak bakımından dünya tarihinde birinciliği aldıklarını belirten Ats ız' ın bu konudaki görüşlerini şöyle özet­leyebiliriz:

"Osmanlı Hanedanı, Türk tarihindeki ailelerin en btiyüğüdür. Tarih! vazifesini şeretıe yapıp çekilmiştir. Şüphesiz onların da kusurları vardır. Fakat Osmanlı padi­şahlarını topyekun küçük görmek ve göstermeye çalışmak, nihayet, kendi tarihimize ve geçmişimize karşı nankörlük olur. Hele okul kitaplarında bu gibi düşüncelerin yer alması, milli terbiye bakımından büyük bir tehlikedir."

Osmanlı imparatorluğun'daki Rum, Ermeni ve Yahudiler'in, kendi siyasi emel­lerine sed çektiği için kızdıkları Sullan AbdUihamid hakkında çıkardıkları .. Kızıl Sultan" tabirine de Atsız şiddetle karşı çıkar. Toplumun en biiyUk haksızlığına uğ­ramış şahsiyetlerden biri olan Sultan Hamid hakkında, "o kızıl değil, Gök Sul­tan'dır" diyen Atsız. Gök Sultan Abdülhamid Han' ın bütün hayatında tek bir fikir, devleti ayakta tutmak ve hazırlamak için yaşadığını, siyasi dehası ile Avru­pa'yı ve Moskof'u oyalarken, bir yandan da demiryolu ve okul ile Türk Milleti'ni kuvvetlendirmeye çalıştığın ı belirtir.

1. Milli Kalkınma Programı:

Atsız. Türk Ülküsü isimli eserinde Türkçülüğün mill! kalkınma programını şöyle özetliyor:

/. Tiirkçüyiiz; 2. Armmtş Tiirkçeciyiz; 3. YasacrytZ; 4. Toplumcuyuz;

116 RE FET KÖRÜKLÜ - CENGiZ YAYAN

5. Milli gelenekçiyiz; 6. Şuurlu demokrasiye taraftarız; 7. Alıliikçtytz; 8. Bilimciyiz; 9. Teknikçiyiz;

KADER

Dünyacia gerçi olnurdt bir şeyde kiirımtz, Ukbiida belki olsa gerek itibtmmız. Ağytlr gül kopardı diketıdeu demet demet, Har oltlu bağrrmmla çiçek yüzlü yt1mmz. Yükselt/i arşa neşvesi dfmwı, eslijiliu; Toprakta gizli kaldı bizim ftlı ü z/immz. Baş eğmedik etitiniye ikbal ii eli/ı için; Mftziye, �rka sancağıdır fftilılirrmız. Şftd olmamak olur mu, Km! Elma semtille Bir gü11 dönerse riiyet-i iili-tebfırumz. Hiçbir emel gönülde karar etmiyor bugün, Ermektedir şitiiya /ıazilı sonbalılirumz. Hakaıtlarm dikme/i Altay'da tuğları, Varsm cilımıda olmayagörsüu meziirrmtz.

Sakin ÖNER

Atsız-1952

TÜRKÇÜLERİN KALEMİNDEN ATSIZ l17

ATSIZ

Nectlet SEVİNÇ

Bir tikir hareketini yürütmek. derin bir kültürden bir önce, çelik gibi bir iradeye ve sarsılmaz bir imana sahip olmayı gerektirir.

İnsanı nerede, ne zaman. hangi şartlarda yakalayacağı bilinmeyen ve belki de hayat boyu sürecek bela ve felaketleri, yolun başında kabullenip, sonsuz bir teveklille Yaradan'a ba�lanınayı gerektirir bir fikir hareketini yürütmek!

Ve bir fikir hareketini yilriitmek. Cenab-ı Hakk'tan başka kimsenin önünde e­ğilmemeyi. Allah'tan başka kimseden korkmamayı, dünya ile ilgili arzu ve ihtiyaçla­ra tenezzül etmemeyi gerektirir ki, her zaman saygı ve hayranlıkla andığıınız Atsız, baş eğmeyen, diz çöl<mcyen ve bütün baslulanı rağmen susmayan, susturalamayan bir dava adamı olarak arl<asında silinmez izler bırakıp tarihe geçmiştir.

Allah rahmet eylesin. Ats ız' ın fikirilerini benimsemeyenler olabilir. Vardır da. Rahmetli Ziya Gökalp'in bir takipçisi olarak ve tıpkı Gökalp gibi Atsız'ı da şair olarak kabul etmeyenler olabilir. Vardır da. insanı adeta büyüleyen ve bir nefeste okuııması sağlayan dramatik kurguya rağ­

men, onun romanlarından hoşlanmayanlar da olabilir. Vardır da. Fakat Atsız'ın üstün kişiliğine saygı duyınamak ve hayran olmamak mümkün

değildir. Nitekim Atsız'ın bir ömür boyu savunduğu Türkçüliik, Tilrk ülküsünün

ımıarrızları tarafından halen tartışılmasına ve çoğu zaman acımasız hUcumlara hedef olmasına rağmen, fikirlerinin en amansız dUşmanları bile, Atsız'ın şahsiyetinden kıskançlıkla bahsetm işlerdir.

Poker partilerinde sabahladığı halde, kumar aleyhatarı yayınlar yapıp, ınü'min insanların duygularını satış unusuru olarak gören üstadlardan değildir Atsız! .. Rakı masalarında sızıp kalmasına rağmen, içki kullananları tezyif ve tahkir ederek saldı­ran sahtekarlardan da değildir! Veya adı üstada çıkmış nice sosyete zlippelerin yap­tığı gibi, siyasi iktidarı savunmak gerekçesiyle, örtülü ödenekten para sızdırmaya tenezzül eden ınlicahitlerdeıı (!) hiç değildir.

Nihat Atsız son derece mütevazi imkanlar içinde yaşamasına rağmen. Türk edebiyatının ve Türk fikir hayatının en değerli eserlerine dev boyutta eserler katmış ve tek başına Ti.irk Milliyetçili'ğinin akademisi haline gelmiştir.

Lütfen ellerinizi, l<endini Türklüğe adayan bu büyük Türl< Milliyetçisi için l•al­dırınız: El Fatiha . ._

ATSIZ SEKİZ AYLIKKEN

SÜLEYMENİYE KÜTÜPHANESiNDE YÜCEL HACALOGLU'YLA 15 MAYIS 1967

TÜRKÇÜLI.miN KALEMiNDEN ATSIZ 11\l

BÜYÜK TÜRKÇÜ

Y/LANL/OGLU İsmail Hak/u Eskiden; güvenilir, haysiyetli, şahsiyet sahibi ınerd kimselere ·'dörtyliz dirhem a­

dam" denirdi. O zaman bir okka dörtyüz dirhemdi. Şimdi okka, kilo; dirhem, gram oldu. Bu değişikliğe nıuvazi olarak dörtyüz dirhemlik adamlar da azaldı; şimdi değil dörtyüz dirhemlik, dörtyüz gramlık adama bile zor rastlanıyor. İşte Atsız, dörtyüz dirhem, yani okkalı bir Türkçü idi.

Mil lete mal olmuş şahıslar hakkında yazı yazmak çok zor bir iş. Şalısı iyice ta­nımak için onunla dost olmak, arkadaş olmak icabeder. işte bu bakırndan zor. ikinci zorluk da hakikatı olduğu gibi yazmak. Hatalarını yazıp tenkit etsen, sevenleri kızar; övsen, sevmeyenleri kızar. Ancak lıatasız kul olmadığını düşünürsek sağlıklı yonını yapmak mümkün olabilir. Onun için ben tanıdığını KOCA ATSIZ'ı olduğu gibi yazmağa çalışacağını.

Bizim nesil, hürriyeti tam olmayan Cumhuriyet devrinde yetişti. O devirde devletin icraatını tenkil etmek için mangal gibi yürek ve Alsız gibi dörtyüz dirhem Türkçü olmak gerekiyordu. O Türk'ün deli divanesi idi. Hem de "V ira n olası hanede evlad-ü iyal var" diyecek kadar! Sözünü sakınmayan, geri çekilnıeyen, her türlü tehlikeye hiçe sayan bir inatla. O Türkiye'de,Türk'li temsil eden devlet gibi adamdı. Nerede Türklü­ğe zarar veren bir hareket görse "bunu yapan kim olursa olsun" onun karşısına dağ gibi dikilirdi. Bu yüzden hayatı yokluk, çi le, üzüntü ve huzursuzluk içinde geçti.

1933 yılında çıkardığı ORHUN ve ATS IZ Dergi leri. bizim nesle Türkçülüğü a­şılama vazifesini yapmıştır. O neşriyatlar olmasaydı, Türkçülük ülküsünün bayrağı­nın dalgalanması ve nesilden nesi le intikali çok zor olurdu. Çlinkii o zamanlar mazi­ye siyah perde çekip, mi l leti kökünden, muzisinden koparmak isteyen gafiller, dal­kavuklar ve hainler türeınişti. Onlara karşı Atsız tek başına savaş açmış ve işte çileli hayatı bu tarihte başlamış; ölümüne kadar devanı etmiştir.

O zamanlar toplanan tarih cemiyetinin yaptığı yanlışları düzeltmek için "Edirne Mebusu Şeref Bey'e" başlığı ile yazdığı aç ık mektuplarda gösterdiği cesaret,(ki bu cemiyet M.Kemal Paşa'nın emriyle toplanmış ve onun himayesinde idi) istiklal Savaşı'nda, Ki lis-Antep arasında bir Fransız birliği karşısında canı pahasına savaşan Antepli Şahin Bey' in kahramanl ığını lıatırlatıyordu.

O mektuplar yiizünden dergi kapatı ldı, ama Atsız susmadı. Mücadelesine cesa­retle devam etti. Mlicadelisini sürdürebilmek için kalemini keskin kılıç gibi kullan­masını bildi. Orhun Dergisi'ni tekrar neşretti. Kitaplar yazdı. O devir, Ebedl Şef­Milli Şef devri idi. Mebuslar bile dilsiz papağan gibi, M illet Meclisi kafesinde, hadi­selere seyirci kalmaktan başka bir iş yapamıyorlardı. istiklal Savaşı 'nı kazanan kah­ramanlar bile susturulımış ve bir kısmı da darağaçlarının altına doğru itilnıişti. Arsız böyle bir devirele mücadele eden bir kahranıand ı.

Ol Mart 1944 tarihli IS. ve O l Nisan 1 944 tarihli ORHUN Dergisi 'nde zamanın Başveki l i Saraçoğlu'na yazdığı açık mektuplarda memleketteki komunizm tehlike­sini ve bunların hamilerini bildiriyordu. Açık. mektuplar adeta bomba gibi patladı. Dergiler elden ele dolaştı ve memleketin her tarafına dağıldı, Atsız adı efsane kah-

J2() REFET KÖRÜKLO - CE 'GİZ YAYAN

ramanı gibi dilden dile yayıldı. O zamanlar komünizm tehlikesinden habersiz olan­lar. bu açık mektuplar sayesinde uyaııdı ve 3 Mayıs'da Türk gençliği komünizm aleyhine şahlandı. Türk gençliği tehlikeyi görd!i ve mücadeleye başladı.

Yukarıda kısaca anlattığım Atsız'ı biraz da muhtelif tarihlerde bana yazdığı mektuplardan aldığım cüınlelerle, onu konuşturarak tanımaya çalışalım; sonra da bu kadar sıkıntı içinde bulunan bir insanın nasıl böyle bir mücadele yapabildiğini ve nasıl birbirinden değerli milli ve tarihi eserleri birbiri ardına verebildiğini dü­şünelim:

14/6/1949 "iki gi.lndür yaz geldi. Oıtalığı kasıp kavurdu. Bizim buzdolabı da bozuldu. 160

TL'ye taksitte aldığımız dolabın tamirine 250 TL istediler ve birbuçuk ay sonra vereceklerini söylediler. Tabii güldük. Şimdi o dotaba elbise mi. kitap mı koymak daha mtinasip olur diye düşünüyorum··.

1317/1949 ........ "Bu arada Süleymaniye Kütüphanesi'nde tasnif işlerinde çalışmak üzere

memuriyete tayin olundum ve erken gidip geç gelme yüzünden vakit bulamadım. Asıl rayinim Davud Paşa Ortaokulu Türkçe Öğretmenliği .. Ben de kırk yılda bir gelen memuriyet nimetini tepecek kadar kahramanlık gösteremedim. Bir iştir oldu; hiç olmazsa borçları ödeyinceye kadar burada kalmam lazım ..... ··

13/1Vl949 ..... .''Bir de ben Türkçüler'in çocuklarının listesini yapıyorum. Bana Ayşe, Babur ve

Gülbeden'in doğum tarihlerini bildinneni rica ederim. Alpaslan'la Ali Bayrakcı'nın ço­cuklarını tespit ettim. Beşi de kız. Taaddüdü zevcatı kabulden başka çare yok. Suud i ler bu sayede 7 milyon oldu. Bir Alman mecmuası, her ailede iki çocuk olduğu takdirde, iki asır sonra o milletin tükeneceğini ispat eden ilmi bir yazı yazmış ...... "

25/12/1949 ...... "9'da vazife başında bulunmak için 6'da kalkıyonıın. Yıpranmış olduğum i­

çin de geç vakitlere kadar oturam ı yorum. 10-10,5 'da yatıyorum. Erken yatınazsam ertesi günü başım ağrıyor. Bu. şimdiye kadar eşine rastlamadığım bir baş ağrısı. ..... "

03/01/1949 ...... "Ben 1 5 aydır Yeni Sabah Gazetesine yazı yazıyorum. Haftada bir yazı ko­

yuyor ve makale başına 1 5 Lira veriyorlar. Görüyorsun kazanetın yolunda. 20 lira verecekleri hakkındaki sözlerini tutsalardt, büsbUtOn zengin olacaktım ve parayı koyacak yer bulamayacaktım. Gazeteci olmak hoşuma gitmiyor ama ne yapalım, felek utansın ...... "

6/Aralt li ...... "Benim hastalığımı tedavi eden doktor iki şeyden sakmmamı tavsiye etti. Ü­

şümekten ve üzülmekten. Birincisini yapıyorum. bu elimde. Fakat i.iztilmemek., sı­kılmamak elimde değil. ..... "

"Benim Türkçüliiğüm, yarın için bir Türkçlllilktür. Yalnız kendi fikirlerimi mü­dafaa edeceğim .... "

9/Eylül /1949 ...... "Şimdilik beş lira veriyorum. Sair borçlarımı ödeyince bunu çoğaltacağım.

Toplanan para 550 lira oldu" (Orkun'u yeniden çıkarmak için toplamaya başladığı­mız aidattan bahsediyor.)

TÜRKÇfıLERiN KALEMiNDEN ATSIZ 121

2l/AralıiJ1948 ...... "Ben gözlerimden şikayetçiyim. İki Prof. bir şey bulamadı. Şimdi bir de ga­

vura gideceğim. Yapılan teklife, yani Orhun'un dirilmesine gelince: Bu işi kabul ederim. Fakat

benim de bir takım şartiarım var. Bu şartlar şunlardır: 1 - Mecmua için para verecek arkadaşlar tam manasıyla Ulküdaş olacaklar ve im­

za verecekler. 2- Paralar sende birikecek. Ancak mecmua çıkacağı zaman bana yollana­

cak. 3- Mecmua kendisini koruyunca bu paralar bende değil, sende kalacak ve ara-

mızda kararlaştırılacak şekilde, Tiirkler'e ve Türkçülüğe sarfolunacak. 4- Mecmuanın neşriyat işi, tam selahiyerle bana verilecek 5- icabederse bir anlaşma nizamnamesi yapılacak ve notere tasdik ettirilecek. İşte benim şartiarım bunlar. Kabul ederseniz ne aliL Etmezseniz ben ortada yo­

kum. Zaten yok olmak üzereyim. Mücadelesiz hayat beni mahvediyor. Mecmua haftalık olmalıdır. Kabul ederseniz para toplamaya başlayın ...... " (Arkadaşlaı·dan topladığımız beş on liralarla 6/Ekiın/1950 tarihinde haftalık ORKUN Dergisi'ni neşre muvaffak olduk.)

ATSIZ'IN ÖZELLİKLERİ

- Hayatımda, talebelerine TÜRKÇÜLÜK ülküsünü aşılayan iki öğretmen tanı­dım. ATSIZ ve Nejdet SANÇAR. Kim Atsız'ın rahle-i tedrisinden geçmiş ise Türk­çülük ordusunun saflarına katılmıştır.

- Milletin maddi ve ınanevi değerlerine sahipti. Bu değerlere zarar verenlerin karşısına i lk önce o çıkardı.

- M i l l i hassasiyete sahipti. Yalnız tenkit etmez, mi llete yararlı olan yolları göste­rirdi. Mesela benim. 1 962 yılında çıkardığım (ORKUN) Dergisi'nin birinci sayısın­da: "Türk Milleti'ne Çağrı" başlığı altında neşredilen yazısında, milli kalkınma programımızı "9 Madde'' halinde şöyle özetliyordu:

1- Tiirkçüyüz, 2- Yasacıytz, 3- Arınmtş Türkçeciyiz, 4- Toplımıcuyuz, 5- Milli

gelenekçiyiz, 6-Demokrasiye taraftartz, 7- Alılakçıyız, 8- Bilimciyiz, 9- Teknikçiyiz. - Taviz vermez bir ülkücü idi. - Millet yolunda hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan cesur ve kahraman bir mi.irşid; - Eviad-U iyali düşünmeyen bir TÜRKLÜK divanesi; - Kalemini keskin kılıç gibi kullanabilen ve hücum ettiği şahısları yere serebilen

başarılı bir baş muharrir; - Tarihi gerçekleri olduğu gibi yazabilen bir tarihçi; - Yazdığı roınanlarla gençlere milli ruhu aşılayan etkili bir roman ustası; - Başarılı bir şair; - Mizahi hicivde değişik bir i.is!Gba sahip nesir ustası ; - Vicdanı hür bir mütefekkir; - Meşverete ehemıniyet veren, mühim meselerde dostlarıyla meşveret eden

mütevazi bir insan; - Misafırperver, şakacı, munis, yazılannın aksine gayet yumuşak, güler yüzlü bir

dost; - M i lletle ilgili her meseleye ilgi gösteren; millet benim. vatan benim zihniyetini

benimseyen; nıilliyeıperver, vatansever müstesnii bir insan!

ATSIZ KÜTÜPHANESiNDE ÇALIŞIRKEN

TÜllKÇÜLEHiN KALEi\liNDEN ATSIZ 123

ATSIZ VE KÜLTÜR KODLARlMIZ

Al SIZflll, at SIZilll Yiireğindeu at sızmr, Tiirkçiiliiğü yaşatmıştrr, Unutma lıiç Atsız'ım ...

(Fahrettin ÖZTOPRAK)

Arslan BULUT Gazeteci- Yazar

İnsanların kişiliği elbette genlerine, ailelerine, sosyal çevrelerine, eğitim ogre­tinılerine ve yaşadıkları olaylara göre gelişir, şekil alır. Siyasi ve sosyal kimlik de kişilik gel işimi sırasında oluşur . . . İşte bunu sağlayan, içinde yaşanılan toplumun tarihten miras olarak aldığı, ama canlı bir varlık olarak yaşattığı kültürüdür. .. Kültür kodları nesilden nesi le aktarılır. Bazen bu aktarma durur gibi olur. .. O noktada millet dediğimiz varlığı, adeta omuzlarında taşıyan nadir insanlar ortaya çıkar ve genetik şifreyi çözer gibi, kültürel kodları ortaya serer; yeni nesillere armağan eder ... Atsız da, Türk Kültiirü'nün, Türk aklı ve dehasının, Türk karakterinin bütun kodlarını bünyesinde barındıran bir dava adamı, edebiyat tarihçisi, şair ve yazar olarak ortaya çıkmış, 1300 yıl önceki Kürşat efsanesini d iri lterek, Türk gençliğine örnek olarak sunmuştur ... Neden özellikle Bozkurtlar romanından örnek vererek Atsız'ı anlatma­ya çalışıyorum? Çünkü bu romanın bizim nesil üzerindeki etkisi sanıldığından çok daha büyüktür ...

Ben Bozkurtlar'ı ilkokul beşinci sınıf öğrencisiyken okudum .. . Ortaokulda Deli Kurt'u, lisede Ruh Adam' ı ve Yolların Sonu'nu, daha sonra da Arsız'ın diğer kitaplarını ve bütün makalelerini gözden geçirdim ... Bu eseı-ler içinde en çok etki­lendiğiın Bozkurtlar'ın Ölümü ve Bozkurtlar'ın Dirilişi olmuştur. .. Bozkurtlar romanını daha sonra da sanki sığınılacak bir liman gibi gördüm ... Ne zaman başını sıkışsa, Bozkuıtlar'ı elime alıp moral kazanırdım. Herhangi bir sayfasını açıp oku­maya başlasanı, bitirmeden elimden bırakamazdım ... Beni ve bizim nesli bu romana bağlayan neydi? Bozkurtlar bize, kendine güven aşı l ıyordu. Bozkuıtlar, zaten da­marlarımızdaki kanda mevcut bulunan, fakat açığa çıkmamış biitün değerlerimizi bize hatırlatıyordu ... Tabii ilk gençlik yılları geride kaldıkça, kendimizi daha da geliştirmek ihtiyacı hissetıikçe, Türk Tarihi'nin temel kaynakları ile birlikte Ata­türk'ün Büyük Nutku da açlığımızı tamamlıyor ve hayata bu yükleme ile atılıyor­duk ... Ama o ilk ruh, Bozkuıtlar ruhu hiçbir zaman kaybolmayacaktı. .. Bozkuıtlar bizim neslimize kimlik vermişti ...

ATSJZ'IN KA VGASI

Peki Atsız'm kavgası neydi? Atsız'ın kendisinden dinliyelim:

124 RE FET KÖRÜKLfl CENGiZ YA VAN

"Kurtuluş Savaşı bittiği zaman 17- 18 yaşlarında bir gençtim ve ın illi ım1nada bahtiyardım. Çünkü Türk Milleti'nde eşsiz bir üstünlük duygusu,yarına inanç, dev­letin başındakilere güven ve birlik vardı. ( . . . . ) O zaman dünyanın en kuvvetli devleti olan ingiltere'ye karşı bile• maneviyat mükemmeldi. Lozan Barışı'ndan sonraki ilk yıllarda ingiltere ile bir savaş çıksa, bu döğüşe, millet gözünü kırpmadan ve ingiliz­ler' i yeneceğine inanarak, düğüne gider gibi giderdi ...

Halk Partisi'nin yanlış idaresi yüzünden bu maneviyat yavaş yavaş çöktü, ondan sonra sıfıra indi ve aşağılık duygusunu doğurdu.

Bunun sebebi neydi? Tabii, bütün hadiselerde olduğu gibi bunun da bir tek değil, birçok sebebi vardı.

Bu sebeplerden bazılarını açıklamanın daha zamanı gelmemiştir. Diğer bazılarını ise artık tarafsız bir gözle incelemek kabildir. Şimdi ben burada aynı şeyi yapacağını:

1 - Mustafa Kemal Paşa iyi bir kumandan, ondan daha üstün olarak da dahi bir siyaset adamıdır. Dağınık ve işgal altındaki Türkiye'yi birleşik olarak kurtarmak için başvurma­dığı tertip, girmediği kalıp kalmamıştır. Usta bir satranççı, yahut damacı; nasıl on hamle, on beş hamle, hatta yirmi hamle ilerisini düşünerek ona göre taş sürerse, Mustafa Ke­mal Paşa da Yunanlılar'ın ne kadar asker çıkarabileceğini, İngiltere'nin onları nereye kadar destekleyeceğini, Fransa ile ltalya'nın ne zaman İngiliz nıenfaati aleyhine gizlice çalışacağını isabetle tahmin ediyor, Türkiye'nin depolarında kaç askeri silahlandıracak kadar tüfek ve cephane bulunduğunu biliyor, yeni çıkan komünizmden de ingiltere aley­hine ne şekilde faydalanacağını hesaplıyordu.

Komünizm, ilk çıktığı sıralarda insanlar için meçhul bir fıkirdi. Bütün mi lletiere hürriyet vaad etmesi dolayısıyle çok taraftar toplayacağı belliydi. İ lk bakışta görünü­şU çekici idi.

Fakat Mustafa Kemal Paşa, hakkında bir şey bilmediği, belki adını bile ilk defa işittiği komUnizme uluorta kapılacak bir insan değildi. Ankara'daki Rus elçiliği mensuplarının komünizm propagandası yaparak taraftar kazanmaları da gözünden kaçmıyordu. Bu sebeple kendisi bir KomUnist Parti kurarak, başına kendi adamlarını geçirmeye ve bütün komünistleri bir araya toplayarak sıkı kontrol altında bulundur-maya karnr verdi. •

Karar başarı ile tatbik edildi ve Moskova'dan gelen şiddetli propaganda önlen­dikten sonra parti lağvolundu. Mustafa Kemal Paşa maksadını herkesten o kadar gizliyordu ki, başlangıçta en yakın arkadaşlarından birisi olan Refet Paşa'ya bile bunun bir danışıklı döviiş olduğunu söylememiş, hatta komUnizme samimi taraftar olduğunu göstermek için bir gün Vekiller Heyeti'ne: "Yarın komünizm ilan edece­ğiz" diye bir de sürpriz yapmıştı. Bu sürpriz, i lk şaşkınlıktan sonra Refet Paşa ile doktor Rıza Nur Bey'in şiddetli muhalefetleri yüzünden boşa çıkmıştı.

Hiç şüphesiz, Mustafa Kemal Paşa'nın ınaksadı gerçekten komünizm ilanı de­ğildi. Bu bir numara idi. Bolşevik casuslarının, kendisi tarafından böyle bir teklif yapıldığını, fakat vekillerin karşı koymaları yüzünden tekiitin başarısızlığa uğradı­ğını öğreneceklerini biliyordu. Bolşevikler'in güvenini kazanarak onlardan yardım koparmak, bir de Mustafa Kemal varken, ayrıca Türkiye üzerinde uğraşmanın lü­zumsuzluğunu telkin için böyle yapıyordu ..

Mustafa Kemal Paşa, siyasi dehası ile Ruslar' ı kündeden attı. Fakat Komünist Parti'nin faaliyet gösterdiği kısa süre içinde komünistler de Türkiye'de bazı subaşla­rına yerleşebi Idiler.

İşte, daha Kurtuluş Savaşı başlarken menılekerte ağ kuran komünizm, zamanla ve Rusya'nın cömertçe harcadığı para ile gelişerek, önce maarife, sonra basına, tiyatroya, orduya, donanmaya, Millet Meclisi'ne ve kabineye kadar girdi.

TÜRKÇÜLERiN l<ALEI\'lİNOE ATS IZ 125

Fakat Halk Partisi, kendisini "sorunsuz ve yanlışsız" saydığından, ima yolu ile yapılan tenkitlere dahi tahammül edemedi. Düşünen kafalar da, yavaş yavaş "ekme­ğinden olmamak" veya hapse girmeınek için susmaya alıştılar. Böylelikle komü­nizm. yayılmaya ve memleketi topyekün Bolşevikleştirme planı üzerinde sistemli bir şekilde yürümeye başladı.

Komunizme karşı ya milliyetçilikle, yahut da din ile dunılabilirdi. Bunların iki­sini birden kullanmak şüphesiz daha akıllıca olurdu.

Bizim mil liyetçil iğimiz, Türkçülüktü . Fakat Halk Partisi, altı oktan biri milli­yetçilik olduğu halde nedense "Ti.irkçülük"teıı ürküyordu. Bu yüzden Türk Ocalda­rı kapatılnııştı. Halk Partisi'nin kendisine göre acayip bir nıilliyetçiliği vardı.

Din ise halkın ruhuna işlemiş bir kuvvet olmak bakımından büyük bir milli eneıji ve savunma kaynağı olabilirdi. Fakat Halk Partisi laiklik ilan etmiş olduğundan kendisini tamamıyla dinin dışında, hatta dinsiz hissediyordu.

Halk Partisi'nin en büyük hatalarından biri budur. Medreseler kapatıldığı, tek­keler kaldırıldığı zaman, yüksek bir ilahiyat enstitüsü ve fakültesi açılarak menıle­kete kültüriU, doktora yapmış, Batı dillerini bilen, felsefe öğrenmiş din adamları yetiştirilseydi, Türkiye'nin bugünkü manevi dunıınu bambaşka olur ve bugün din bilgini diye ortalığı kaplayan bilgisizler gülünç bezeyanlarını savuranıazdı.

Mustafa Kemal Paşa gençliğinde tekkelere devam etmiş, zikretm iş, fakat ora­daki ahlaksızlığı görerek soğumuştu. Kendisi, Allah 'a inanıyordu. Fakat etrafında, kendisine Hristiyanlığa girmemiz yolunda telkin de bulunan bir zümre vardı. Bunlar isviçre ve Fransa'da yüksek öğrenimlerini yapmış, fakat ne Birinci Cihan Sava­şı'na, ne de Kurtuluş Savaşı'na katılmış olan hem yurtsever, hem de dalgacı aydın­lardı.

AŞAGJLJK DUYGUSU

Bunlar korkunç bir aşağılık duygusu içindeydiler. Ya bu aşağılık duygusunun te­siri, yahut da vicdani kaanatleri ile dinsizdiler. Medeniyet ve teknik bakımdan bizi çok geçmiş olan Batılı'nın, geçmişteki kuyruk acıları ve süregelen Hristiyaıılık taas­subu dolayısıyla Türklüğü yaşatmayacağına; aralıksız 1 2 yıllık dört savaştan çıkmış olan yıkık, yoksul, bilgisiz, hastalıklı ve seyrek nüfuslu Türkiye'nin, dışarıdan bü­yük yardım görmezse yok olacağına inanıyorlardı. Onlara göre, yok alınamak için Hristiyanlığı kabulden başka çare yoktu. Kendilerince nasıl olsa Müslümanlık da, Hristiyanl ı k da birer uydurmadan başka bir şey değildir. O halde, yaşamak için bir uydurmayı bırakarak, öteki uydurmayı kabullenmekte hiçbir mahzur yoktu. Hristiyan olursak birdenbire dünyanın sevgilisi olacak, her yerden yardım görecek, el üstünde tutulacaktık. Kalkınmamız harika bir şekilde olacaktı.

Buna karşılık komUnist bir zümre de dinsizlik telkini yapıyor. her ttirlü dinin i­lerlemeyi baltaJadığını ispata uğraşıyordu. Bunlar Türkçülüğün de devleti batıracak bir macera düşkünlüğünden başka bir şey olmadığını sinsi sinsi yayıyorlardı. İttihat ve Terakki Fırkası, Turan'ı alacağını diye memleketi batırmıştı. Türkiye'nin böyle ikinci bir deneme geçirmeye tahammülü yoktu!

Komünistler, Türkçtilüğü İttihatçılığın bir şekli gibi göstermekle Mustafa Ke­mal Paşa'nın en hassas tarafına dokunmuş oluyordu. Çünkü O, genç subaylık ça­ğından beri aralarına karışmış olmakla beraber, ittihatçıları sevmezdi. ittihatçılar ona layık olduğu değeri vernıenıişlerdi. Kurtuluş Savaşı sırasında Enver Paşa Türki­ye'ye girerek başkan lığı ondan almak istemiş ve burada kendisine epey taraftar edinmişti. Mesela: Millet Meclisi'nde Rize Mebusu Rauf tarafından öldürülen Deli Halit Paşa ile TopaJ Osman tarafından boğdundan Trabzon Mebusu Ali Şükrü

126 REFET KÖRÜKLÜ - CENGiZ YA VAN

bunlardandı. Deli Halit Paşa, vurulduğu sırada Kel Ali ile boğuşmakta olduğu için onu vurdu diye mesele kapatılmış; Topal Osman da Çankaya Köşkü'nü basmak isterken muhafız taburu askerleri tarafından öldürülmüştü.

ittihatçılar daha sonra İzmir suikastı ile Mustafa Kemal Paşa'yı yok etmek iste­mişler, fakat kendileri yok olmuşlardı. İşte bu sebeplerle Mustafa Kemal Paşa itti­hatçtiardan nefret ediyordu. Kendisine suikasti hazırlayan şebekenin başında olduğu için asılan Selaniidi Yahudi dönmesi Cavid'in idamı, dünya basınında büyük tepki uyandırmıştı. Çünkü Cavit hem Yahudi, hem de farmasondu.

Fakat Mustafa Kemal Paşa kabadayı adamdı. Dünya gazetelerinin uluınasına al­dıracak tiplerden değildi. Cavid'i astırdığı gibi, mason Joealarını da kapatınaktan çekinınedi. Bu da Mustafa Kemal Paşa'nın en mOsbeL İcraatından biridir. Çünkü bu localarda mason kardeşliği adına devletin en gizli işlerini Yahudiler, Rumlar ve Ermeniler öğreniyor ve bunların hepsi yabancı casusu olduğundan diişmanlarıınızca bilinmedik devlet sırrı kalmıyordu.

İşte bu durum Mustafa Kemal Paşa'nın ittihatçılardan tiksinmesine, çevresindeki Komünistlerin de çok ustaca ve sinsice telkinleri ile Türkçüler'e karşı oldukça çe­kingen davranmasına sebep oluyordu. Fakat bu arada Türl< Ocağı kapatılarak., teş­kilatlı tek milliyetçi grup ortadan kaldırılmıştı.

Din aleyhtarlığı ve Türkçültiğe karşı çekingeni ik, yavaş yavaş bir Moskof dost­luğu doğurmaya doğru gidiyordu. Bu hususta isınet inönü ve Tevfik Rüştü Aras herkesten ileri idiler.

inönü ve Aras'ın düşüncesi herhalde şu olmalıydı: Kurtuluş Savaşı'nda Rusya bize az da olsa yardım eden tek devlettir. Komşu­

muz olan bu devlet gayet kuvvetlenmiştir. ingiltere'ye ve diğer Batı devletlerine karşı Rus dostluğu ile bir muvazene kurabiliriz. Memleketimize Komünizmi sak­madan onlara mümaşat edersek kendimizi toplamak için vakit kazanabiliriı.

Fakat isınet Paşa, bu mümaşatın memlekette Komünizmin yayılmasına sebep olacağını hiç düşünmilyordu. Hatta daha ileri gidiyor; Şevket Süreyya, Vedat Ne­dim gibi Komünizmden mahkum olmuş kimseleri toplayan ve Yakup Kadri tara­fından çıkarılan Kadro Dergisi'ne kendisi de yazıyordu.

Bunun, millet ilzerinde ne kadar yıkıcı tesir yapacagını düşüneıniyordu. Komü­nizmi Moskofçuluk diye bilen millet, Moskofçuların türlü türlü ınühim işlerin başına getirildiğini görilnce ister istemez kırılıyor, şüplıeye düşüyordu. Bir kısmı ise başka tilrlü düşünüyor, komilnizmin ve onun neticesinde Rusya 'nın tehlikeli bir şey olına­dıgı düşüncesine varıyordu.

Arkasından. isınet Paşa'nın maaşlı dalkavukları olan Halk Partisi çağının mecli­sinde komünist saylavlar ... Radyodan Namık Kemal'in eserlerinin kaldırılması ve Rum. Ermeni. Yahudi taklitleri yapılınasının yasak edilmesi ...

Ve en sonunda Köy Enstitüleri faciası ... Bu enstirülerin birer komünist yuvası haline gelmesi için sistemli faaliyet... Son kolej hadisesinin kahramanı olan kızları birer Muzahraf Ana haline getirecek kadar çirkin ve iğrenç, fakat hepsi örtbas edil­miş olaylar. ..

Sicilli komünist Sadreddin Celal'in, ınikroplarını daha geniş bir alanda saç­ması için Yüksek Öğretmen Okulu pedagoji öğretmenliğinden alınarak, istan­bul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nin pedagoloji profesörlüğüne getirilme­si...

Komünist Sabahattin Ali'nin, tahsil durumunu elverişli olmadığı halde Ankara Devlet Konservatuarı'nda çifte görevle kayıniması ve Milli Şefin, konservatuara her şeref verişinde Sabahattin Ali'yi okşayarak ilti fatlara boğması. ..

TÜRKÇÜLERiN KALEMiNDEN A TSIZ 127

Ankara'daki Dil ve Tarih-Corafya Fakültesi'nde Pertev Naili, Muzaffer Şe­rif. Niyazi Berkes ve Belıice Boran adlı aşırı solcu dört doçentin alen! propaganda­sı ve milliyetçi talebeyi haksız yere dövdürmeye kadar işi azıtınaları ...

BA TlYI ÜSTÜN GÖRMEK

Bu arada, ınodaya uydurmak kabilinden, iki tanınmış profesörlin komünizm krizi geçirmeleri ve söz ile, yazı ile bilfiil, geçici bir zaman için de olsa o cepheye katıl­maları ...

O halde arada bir yapılan komünist tevkifleri ne idi, diyeceksiniz. Ne olacak? Hamamın namusu meselesi . . . Çünkü tevkif olunanlar işçi, şoför kabilinden, komü­nistlerin ayak takımı idi. Asıl yüksek tabakası, yani kendi tabirlerince "ak amele" takımı su başında, rahatında ve propagandasında idi.

İşte bütün bu saydıklarım, milletin maneviyatını sarsan ve aşağılık duygusunu doğuran sebepterin başında geliyordu.

İkinci sebep birinciyi tamamlıyor ve Batı'yı üstlin görmekten doğuyordu. Mer­hum Kazım Karabekir Paşa birgün bana demişti ki:

"Ben ve Ali İhsan Paşa, mütareke ilan olduğu zaman galip orduların başın­da bulunuyordu!<. Bu sebeple maneviyatımız yüksekti. Diğer kumandanlar, Suriye'de yenilmiş orduların başında bulundukları için İngilizler' e karşı mane­vi kuvvetleri yerinde değildi. Hatta isınet Paşa o kadar ümitsiz ve bedbindi l<i, bundan sonra biz ancal< çiftlik ağası olabiliriz, diyor ve kendimizi Kazım Ağa, isınet Ağa olmaya şimdiden alıştırmalıyız mütalaasında bulunuyordu."

Merlıumun bu teşhisi ve müşahedesi psikanaliz bakımından çok ilgi verici ve dikkate alınmaya değer bir mahiyettedir.

Yalnız şu kadarı var ki, Mustafa Kemal Paşa, zekası ve ileriyi görüşü sayesinde moral bozukluğundan kendini kurtarabiliyordu. Çünkü olayların nasıl gelişebilece­ğini iyi hesaplıyor, kuruntuya ve korkuya kapılmıyordu.

Nitekim Adalar Denizi kıyı larında Türk nöbetçileri, donanına filikası ile sahille­rimize yanaşan bir İngiliz subayını öldürdükleri zaman moral bozukluğundan eser kalmadığını ispat etmişti. Makine başında İngiltere ile tamasa geçerek onları tehdit makamında, savurdukları bombardıman gerçekleşirse bunu Türk-ingiliz Savaşı'nın başlangıcı sayacağını haber vermiş, İngilizler bunu beceremeyince, cakaları bozul­masın diye donanmalarırıı İstanbul ziyaretine göndereceklerini bildirmişler, fakat Mustafa Kemal Paşa bunu kabul etınemişti.

İngilizler, Lozan Barış Antıaşması'na dayanarak istanbul'a birkaç gemi gön­dermekte direnmişlerse de kabul etmemiş ve: "Barışın sağlanması için gerekirse Lozan Barışı'nı çiğneriz" şeklinde tam siyasi bir cevap vermişti.

İSMET PAŞA'NIN SiYASETi, iHTiYAT VE ÇEKiNGENLiGE DAYANıYORDU

Mustafa Kemal Paşa, i.ngiltere'nin ihtiyarlığını ve demokrasinin cılız taraflarını gördüğü, ingiltere'nin bize karşı bağışlamaz bir gizli düşmanlığı olduğunu bildiği için böyle yapıyordu.

Nitekim, geberen İngiliz'in ailesine biraz sadaka vermek ve kızıl tarnuya giden ruhunu sevindirmek üzere denize bir çelenk atmakla iş tatlıya bağlanmıştı.

ingilizler'in bize gizli düşmanlığı önce mutaassıp Hıristiyan olmalarından, sonra Haçlı Seferleri'nde boyuna dayak yemiş bulunmalarından, en sonra da kendilerinin en kuvvetli oldukları zamanda Çanakkale Savaşları'nda yenilmelerinden doğmak­tadır.

128 REFET KÖRl1Kl.fı- CENGiz YA VAN

Belki de İstanbul'da gözleri vardı. Cebelitarık, Süveyş ve Singapur gibi kilit noktaları elde ettikten sonra, Boğazlar'a da hakim olmayı herhalde kurmuşlardı. Hatta Üçüncü Selim zamanında donanmalarını Çanakkale Bağazı'ndan geçirerek, istanbul önüne kadar getirınişlerdi. Türkiye'nin bu en zay:ıf zamanında fırsattan faydalanarak İstanbul' u ele geçirmek istemişlerdi.

Bütiin başarısızlıkları, bize karşı gizli düşmanlıklarının artmasına sebep oluyor­du.

İsmet İnönü işte bu ihtiyar ve hasta ingiltere'den ve ingiltere dolayısıyla bütün Batı'dan çekiniyordu. Onun gayet garip bir mekanizması olan kafası, ingiltere ve Fransa'yı Birinci Cihan Savaşı'ndaki kuvvetleriyle mütalaa ediyordu. Hiç süphesiz bu da kendisinin ileri görüşlü olmayışından doğuyordu. İsmet Paşa'nın bütün siyaseti ihtiyat ve çekingenlige dayanıyordu. Herkese dostluk göstermekle tehl ikelerin önleneceğini sanıyordu.

Şüphesiz bu büyük bir yanlıştı. isınet Paşa'ya Türk Tarihi'ni hiç bilmiyor. yahut jeopolitik icapları anlamıyordu. Uzun yüzyıllar boyunca sıcak denizlere çıkmak için didinen, bunu bir milli siyaset haline getiren, bu uğurda Türkler'le destani boğuş­malar yapan, fakat bir türlü emeline kavuşmayan Rusya'nın kendisine dostluk gös­terirsek Türkiye üzerindeki isteklerinden vazgeçeceği n i sanmakla İsmet Paşa, tari­hin en büyük gafını yaptığının fakında değildi. Moskof'a dostluğun bir korkudan doğınayıp, içimizden geldiğini göstermek için de, tabii iş Bulgar'a dostluk, Yu­nan'a dostluk, Sırp'a dostluk şekline dökülüyor ve bu dostluklar o devletler toprağında yaşayan yüzbinlerce Türk'ün hakkını, Türklüğünü, hatta insanlığı­nı bize unutturacak kadar korkunç bir sivrilik alıyordu.

O küçük milletler, kendi tarihlerini Türk'e düşmanlıkla yoğurarak okuta­biliyor, Türkler'in iktisadi yoksulluğu ve !<ültür kargaşalığına düşmesi için her çareye başvuruyor; fakat biz, ağzımızı açıp da Türkler'in hukukunu koruyacak tek kelime söyleyemiyorduk.

900'ÜNCÜ YlLDÖNÜMÜ

1940 sonlarında, Türkiye'nin kuruluşunun 900'üncü yıldönümünü kutlamak ve bunu Türk Milleti'ne hatırlatmak için "900'üncü Yıldönümü" adıya 28 sayfalık bir kitap yayınlamıştım . Bu kitap, 2 Ocak 1944'te, başbakanlıktan telefonla gelen emir üzerine polis tarafından toplatıldı. Bununla beraber polisin eline ancak beş on tanesi geçti. Kalanı dağıtılıp satıldı. Fakat milhim olan bu toplatma değil, onun sebebi idi. Çünkü kitapta Bulgarlar'ın aleyhine bir iki kelimem vardı Tabii Cumhurbaşkanı isınet İ nönü ve onun Başbakanı Dr. Refik Saydam. Benim o küçük kitabı nasıl bir çağlayan gibi Türkçülük duygusu içinde yazdığımı, o kitabın Türk aydınları üzerin­de nasıl bir uyarıcı tesir yapacağını anlayamıyordu. Bulgar elçisi kendilerini rahatsız etmesin, bu kafiydi.

Bir insan aynı hareketi defalarca yaparsa sonunda alışır ve hareket kendisine tabii gelmeye başlar. İsmet Paşa da yabancılara cemile göstere göstere, nihayet bu kendi­sinde huy haline geldi ve çevresindekilere de bulaştı. Böyleli kle ikinci cumhurbaşka­nının yanında, Batı'ya karşı aşağılık duygusu besleyen bir zümre peyda oldu.

Bu zümre, belki bu davranışlanyla ınemleketi dış tehlikelerden kurtardığına ina­nıyordu. Fakat gerçekte mil letin maneviyarı bozuluyor, siyasi sebeplerin ve zanıret­lerin inceliklerini kavramaktan daima aciz olan halk, kendi hükümetinin Moskofa, İngiliz'e ve başkalarına aşağıdan aldığını göre göre kendi milli gücüne inancını kaybediyor ve hükümete de güvenemez hale geldiğinden, halkla hükümet arasında bir uçurum açılıyordu."

TÜRJ<ÇÜLEili:'\ KALEMi DE ATSIZ 129

SOFT ALAR LA DiNSiZLER BİRARADA

İnönü döneminin önemli hadiselerinden biri de 1944'teki "Türkçülük­Turancılık" davasıdır. ..

Nihat Atsız'a göre böyle bir davanın ortaya çıkış sebebi; dönme-devşirme zihni­yetinin Halk Partisi'ne egemen olmasıdır.

Atsız'a göre Halk Partisi, devleti, Türk devleti yapan parti olduğu halde, Babil hukukundan farksızdı... ÇUnkü, partinin en yüksek kademelerine, bakaıılıklara, başba­kaniıkiara geçenler arasında Türk soyunda olmayanlar göze batacak kadar çoktu. Bunlar, kendi soydaşlarını haykınrken, Türk gözüküyor ama, Türkçülüğe dUşınanlık güdüyor­du ...

Softalarla dinsizler, muhafazakartarla sosyalist tcmayüllüler, milliyetçilerle komünistler, Halk Partisi kazanında yanyana kaynıyorlardı ... Bunları birleşti­ren iki nesne idi: Menfaat ve korku ...

Halk Partisi, içine alacağı adamların mazisini, ırkını, ahlakını, siyasi düşüncesini hiç dikkate almıyor, yanlız şefe bağlılık istiyor, bu bağlılığın da gerçek olup olmadı­ğını araştırmaya lüzum görınüyordu ...

Komünizm propagandası almış ylirümüş, Türkçüler bu sinsi hareketleri görüyor; bunu millete, hükümete duyurmaya çal ışıyordu.

Hükümet, tam manasıyla kozmopolitken ve "Türk" kelimesini, aşağı-yukarı "Hitit" anlamında kul lanırken, yüksek mevki salıipleri arasında yalnız bir tek kişi. Maraşel Fevzi Çakmal<, Türkçülük yapıyordu. Onun zamanında, bütün askeri o­ktıllara alınan öğrencilerin Tllrk ırkından olması şarttı. .. Öyle ki, annesi Ermeni dönmesi olan bir çocuk, okuldan çıkarılmıştı...

Ordu Türkçü-Turancı idi ... Komünizmin bütUn faaliyet ine rağmen Tiirkçülük öyle bir baskı yapıyordu ki, nihayet bu baskının tesiriyle Başbakan Şükrü Sara­çoğlu. S Ağustos 1942 günü Millet Meclisi'nde aynen şöyle demişti.

"-Biz Türk'üz, Türkçüyüz. Türkçülük, bizim için bir kan meselesi olduğu kadar, bir ve laakal kadar da bir vicdan ve kültür meselesidir".

ilhan Darendelioğlu, "Büyük Kavga" adlı kitabında, bu konuşma üzerine At­sız'ın Türk basın tarihinde ilk defa "açık mektup" usulünü kullanarak, başbakandan komünizm propagandasına son verilmesini isterligini belirtir. ..

Ancak, Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve Ulus Gazetesi'nin başında bulunan Fatih Rıfkı'nın teşvikiyle Nihai Atsız, Sabahattin Ali tarafından mahkemeye verilir. ..

Sabahattin Ali, o dönemin komünistlerindendir ve Hasan Ali Yücel tarafından korunınaktadır ...

Yargılama sürerken, ismet Paşa 1 9 Mayıs konuşmasında, Türkçüler'i ve Turan­cılar'ı, suçlar. .. Daha sonra Nihai Atsız'la irtibatı olan, mektuplaşan herkes gözaltına alınır, 23'0 tutklanır. .. Bu 23 kişi arasında piyade listeğmen Alpaslan Türlkeş de vardır ... Atsız'ın "Orhun" Dergisi ise çoktan kapatılınıştır. ..

Sanıklar ·'gizli cemiyet" kurmakla suçlanır ... 3 Mayıs 1944 günü Arsız'ın duruşma için geldiği Ankara Garı'ndaki milliyetçi

gösteriler bile suçlanmak için vesile olmuş, sanıklar işkence görmüşlerdir. 3 1 Mart 1 947 günü verilen beraat kararında ise sanıkların "milli bir gaye için"

çalıştıkları belirtiliyordu ... Ancak, komünizm propagandası artık önii alınamaz hale gelmişti ...

NAZiLERLE iŞBiRLiGi YAPANLAR KiMLERDi?

Basında zaman zaman, Türkçüler 2. Dünya Savaşı sırasında Nazilerle işbirliği yapmakla suçlanır.

130 REFET KÖRÜKLÜ- CENGiZ YA VAN

Bu konuyu, Atilla ilhan ile söyleşimizde ele aldık. ilhan, "Esir Türkler Gru­bu"nu ismet Paşa'nın kurdurduğunu anlattı. Atilla İlhan ile yaptığımız şöyleşinin ilgili bölümü şöyle:

BULUT: 1960'1ı yıllarda, soldaki gençler "Atatürk devrimciliği" diye yola çık­mıştı. Milliyetçilik ve devrimcilik ise Atatürk döneminin temel ilkeleriydi. Sizce bu ayrımı kimler, nasıl sağladı? Türk gençliği nasıl birbirine düşınan haline getirildi?

İLHAN: Çok basit... Çok açık bir şekilde ortada. Türkiye 1940'a kadar böyle bir sorun yaşamadı. Türkiye, 1 940'a kadar bu sorunlardan tamamen arınmış olarak geldi. Diyeceksiniz ki, isınet Paşa'nın çok bUyük bir baskısı vardı, doğrudur. Fakat bu ay­rım, 1940'ların içinde başlamıştır, ona bakmak lazım. 1941'di galiba, İzmir'deki bir liseden komünistlikten dolayı kovuldum. Belge aldığım için hiçbir yerde okuyaınıyor­dum. Özel bir lisede okuyabilir mi diye, beni istanbul'a yolladılar. Boğaziçi Lisesi'ne geldim. Boğaziçi Lisesi'nde Edebiyat Hocam kirndi biliyor musunuz? Nihai Atsız idi. Ben, "eyvah" dedim, "bu adam beni hemen mimleyecek ve perişan edecek. "Ne bekli­yorum biliyor musunuz, bir Hitler bekliyordum ben. Geldi. hiç de öyle bir adam gör­medim. Derli toplu, aklı başında, işini çok ciddiye alan bir adamdı. Her çocuğun İs­tiklill Marşı'nı baştan aşağı ezbere bilmesini isterdi. Onu yaparnadın mı, sıfırı alıp oturuyordun. Ye sınıfta bu işi yapan tek adam ben çıktım. "Sen kimsin, nereden çıktın yahu?" dedi. "Ben şuyuın" dedim. ·'Sende iş var" dedi. Birkaç soru daha sordu ve bizim Nihai Bey ile öğrenci-hoca ilişkisi çok büyüdü. Derslerinde hiç politik telkinde bulunduğunu hatırlamıyorum. Sadece, islam öncesi Türk Tarihi'nden daha çok bahse­derdi. Yani onunla daha çok ilgilenirdi. Çok sonra, okudukça fark ettim ki, Gaspırah da aynı yolda. Gaspırah "Dilde fikirde, işte birlik" der. Neden, çünkil bulunduğu yerde, Hristiyan Türkler, Yahudi Türkler de vardır. "Dinde birlik" demez. Böyle der­sen Müslüman olmayanı dışlaınış oluyorsun ... Bu konuşmalar sırasında Nihai Bey, Orkun diye bir dergi çıkarıyordu. Sonra da, Bozkurt diye bir dergi vardı. Adı sonra­dan Börteçine diye değişti. Ye bu dergilerde Türkçillük işleniyordu. Tabii, ben o za­man kavrayamıyordum ama, sonradan elle tutulur şekilde gördüm ki, Tilrkçülük hare­keti Türkçülük olmaktan çıkmış, lrkçılık-Turancılık olmuş ... O zamana kadar Türkçü­lük hareketinde ırkçı bir söylem yoktu.

BULUT: Yani Nihai Atsız ile m i başladı? i LHAN: Hayır, Nihai Bey ile ilgisi yok ... BULUT: Sultan Galiyev de Turancı değil miydi? Turancılık niye suç haline ge­

tirildi ki? İLHAN: Söyleyeceğim. Akçura ve Ziya Gökalp Atatürkçü'dür. Mustafa Kc­

mal'in yanındadır. BULUT: Mustafa Kemal ile mutabıktırlar. İLHAN: Mustafa Kemal Paşa'nın milliyetçilik tarifini onlar vermiştir. Bu çok

kesin. Ama, 1 940'larda bu tariften vazgeçildi. Hitler'in sloganı çevrildi ve "Her ırkın üstünde Alman ırkı" gibi "Her ırkın üstlinde Türk ırkı" sloganı bcnimsendi. Gazetelerde de slogan haline geldi ... Şimdi, bu durum ortaya çıkınca, biz tabii o zamanlar bu işlerin içiııdeyiz, Almanlar Sovyetler'e saldırdıktan sonra, bu defa is­met Paşa'nın himayesinde bir "Esir Türkler Grubu" kuruldu. Alman gizli servi­siyle işbirliği yapıldığını, Halil Paşa'nın tekrar devreye sokulduğunu o zamanlar bilimiyoruz tabii ...

1940'1ardaki Turancılığı Derin Devlet Örgütledi .... BULUT: Yani. "lrkçılık-Turancılık, İsmet Paşa yönetimindeki derin devlet

tarfından ortaya atılan ve bir süre desteklenen bir politikadır" diyorsunuz. Size göre, Turancılıgı devlet yaptırıyor yani ...

TÜRKÇÜLERİN KALEMiNDEN ATS IZ Bl

iLHAN: Öyle başlıyor. Türkçüler, Almanya'nın her yerde yaptığı gibi, ırkçılık propagandasının unsurları haline geliyor. Çünkü, aynı propaganda o tarihte, Avus­turya'da, isveç'te, Norveç'te de var. . . Almanlar, nüfuz etmeye çalıştıkları her ülke­de bir ırkçılık hareketi örgütlüyor. Von Papen buna delalet ediyor. Bunlar yayınlan­dı. Para yardımları bile var orada. Bunlar yazıldı hep. Şimdi, Turancılık ne? Turan­cı lık, başlangıçta Galiyev'in kurmaya çalıştığı devletin adı: Sosyalist Turan Cum­huriyeti... Bunun ideali şu: Bütün Türkler'i bir araya getirecek bir Sosyalist Turan Cumhuriyeti kuracak. Bu büyük bir devlet oluyor. Aslında "Altın Ordu Devleti'ni yeniden kurmuş olacak. Ukrayna gibi, Beyaz Rusya gibi, bu devleti bir bütün ola­rak Sovyetler Birliği'ne sokmaya çalışıyor. Galiyev'in tasarısı bu. Ve bu tasarı, o şartlarda kötü bir tasarı da değil.

Kızıl Turan idea li

BULUT: Altın yerine "Kızıl" deniliyor: Kızıl Turan ... Azerbaycan Türkleri, "altın harflerle yazmak" deyimini de galiba "kızıl harflerle yazmak" diye kullanıyor. ..

İLHAN: Evet, evet... Fakat, 1 940'lı yıllrdaki lrkçılık-Turancılık başka bir şekle bürüni.iyor ve "Rusya'daki esir Türkler' i kurtarmak, Rusya'yı dağıtınak" şeklini alıyor. Almanlar, bu işte kısmen de başarılı oldular. Hatta, Kırım'dan Ruslar'a karşı savaşan tümenler çıkardılar. Ben onların adamları ile sonradan Fransa'da karşılaş­tım. konuştum. Rusya 'ya karşı Türkler için savaşmışlar, kaybetmişler. ..

BULUT: Onların için Türkiye'den gidenler de var mıydı? İLHAN: Var. isiınieri bile var. Ruslar onun filmini bile yaptı. Ben filmi de gördüm. BULUT: Aklımıza gelen bir isim var mı? İLHAN: Bir tanesinin ismini değil de, soyadını hatırlıyorum: Edige ... (ilhan)

Filmde vardı. Almanya'ya gidiyor, eğitim alıyor, Kırım'da idarenin başına geçiyor­lar. idarenin başında bayağı kalıyorlar. .. Filiınde, en sonunda Sovyetler Sıvastopol'a saldırıyor. Kızılordu Sıvastopol'u düşürünce bunlar kaçıyor ... Kaçtıkları gemiye Türk bayrağı çekiyorlar ve Ruslar o gemiye ateş açamıyor. . . Filmi böyle bitiriyor­lar ... İlk başlangıcı bu.

BULUT: Peki, Türkiye'deki sosyalistler ne yapıyor o sırada? Sultan Galiyev çizgisi de yok ...

İLHAN: Galiyev'in adı yok o sıralarda ... O zaman, sosyalistlik, Sovyet taraftar­lığı halinde ...

BULUT: Sizin "Sovyet ipoteği" dediniz durum ... İLHAN: işte, o ipotek işliyor o zaman ... Zaten bunun dışında konuşanı hemen

afaroz ediyorlar. BULUT: Bugünden bakarsanız, o zamanki Turancılar ilke olarak haklıyınış de­

mek ki ... Tabii Alınanya'nın kaybedeceği anlaşılınca onlar da kaybetınişler ... Gerçi onlar da, başka emperyalist güce dayanmışlar ... Ama, Sovyet ipoteğine veya emper­yalizmine karşı belki de böyle bir çaba da gerekliymiş ...

Sovyet Taraftarı Olmayanlar Kötüleniyor ...

İLHAN: Şimdi koymak lazım meseleyi: Komünist hareket içinde de zaten böyle bir şey varmış da bizimkiler farkında değilmiş. Sovyet taraftarı olmayanları şiddetle kötiili.iyorlardı. Nazım' a onun için Troçkist diye saldırıyorlar. Samilof'a hain di­yorlar. Sarı Mustafa'ya casus diyorlar. Nazım hapiste ama kimse onu komünist olarak ciddiye alınıyor. Parti dışı ... Hatırlarsınız, Nazım kaçtığı zaman. bindiği ge­miye kendisini kabul ettirebilınesi çok zor olmuştur. O da aynı sebepten olmuştur. Bu ikilik o zaman başlıyor. Yalnız burada çok önemli bir nokta var ...

132 RE FET KÖRÜKLfı - CE'IIGİZ Y:\ V.-\N

BULUT: Basit diyorsunuz ama, çok köklü bir mesele bu ... İLHAN: Tabii, bir sürü insan öldü ... Şimdi en garibi şudur: Von Papen' in

mektupları filan incelediği zaman şu çok açık görülüyor: Almanlar'ın kurtanimış olan veya kurtarılacak olan bölgeleri Türkler'e bırakmak gibi bir niyetleri kesinlikle yok. "Onlar böyle sanadursunlar, bu bizim işimize yarar" diye bir cümle bile var ... Von Papen söyle diyor: "Asya'daki Türkler, Anadolu'daki Tlirkler'i Türk bile say­mıyorlar. Onları Lövanten sayıyorlar." Aynen bu tabir var. Birincisi bu ... ikincisi de, koınilnisllerin varlığı çok küçük sayılardadır. Tevkifatta ı 50 kişi bile çıkmadı. O kadar azdı. Ye bunu büyük bir komünizm tehlikesi olarak takdim ettiler. Irkçı­Turancı hareket, İsmet Paşa'nın işine yaradı. İsmet Paşa bu iki grubu çok iyi kullan­dı. İki grubu birbiriyle çatiştırdı . Bazen birisini içeri alıyordu, bazen ötekini ... Bazen iki grubu birden içeri alıyordu.

BULUT: Sovyet-Alman dengesine göre ... i LHAN : Evet. Ama bu iki harekete benim gözümle bakarsanız. tarih gözüyle di­

yelim; marijinal hareketlerdir. Zaten o zaman tek bir üniversite vardı. istanbul Üni­versitesi'ni aşamayan çok küçük hareketierdi bunlar ... Bunların gerisinde zaman zaman devletin provokasyonları olduğunu da tahmin ediyorum.

HİTLERCİLİ K KiMLERLE ÖZDEŞLEŞTİRİLMELİ?

Atilla İlhan ile söyleşi sırasında ortaya çıkan tablo buydu ... Yeni Hayat Dergisi sahibi Hanefi Altaş ise 1997 Kasım/Aralık sayısında ya­

yınladığı yazısında önemli bilgiler ortaya koydu. Buna göre, o dönemde Alınan­lar'dan para alanlar, İsmet Paşa'nın yakın çevresini oluşturanlar ile, o günün etkili gazeteleri ve yazarlarıdır. 2. Dünya Savaşı sırasında, Almanya'nın Ankara Büyü­kelçisi olan Von Papen aracılığı ile, Enver Paşa'nın kardeşi N uri Killigil Paşa'yı Turan'la ilgili sorunları görüşmek üzere, Almanya'ya gönderen de İsmet Paşa'dır. Altaş. bunları yayınladı. Benim kanaatime göre ise bu mesele, Türkiye'nin Ameri­l<an emperyalizminin pençesine düşmesine sebep olmuştur. Dönemin Genelkurmay Başkanı Fevzi Çal<mak Paşa'nın, aynı süreçte, Sovyetler'e "zeplin" ile özel ekip gönderdiği ve Türkler'i ayaklandırmaya çalıştıgı sonradan ortaya çıkmıştır. (Bunlar yazılmamış olsaydı ben yine de yazmazdım. Atsız ve arkadaşları, hiçbir suçları olmadığı halde devletin başındaki insanlar tarafından hem devletin selameti, hem de kendi durumlarını korumak için kurban seçilmişlereli ama, bu; onların baştan kabul ettiği. göze aldığı, öngördüğü bir durumdur. Atsız, "itler bile gülecek kimsesizliği­ınize" demiyor muydu ... ) İşte, Almanlar'ın yenilgisi kesinleşince, İsmet Paşa telaşa kapılmış, Fevzi Çakmak'ı ekarte ettiği gibi, bu müthiş olayların sorumluluğunu, istanbul'da kendi çabalarıyla mütevazi bir dergi çıkaran Atsız ve arkadaşlarının üzerine yıkmıştır. Aslında İsmet Paşa, 2.Dünya Savaşı'nda tutarsız bir politika uygulamış, ikili oynamış, Türkiye'nin itibarını sarsmıştır. Almanya'nın yenileceği kesinleşince. Almanya'ya savaş ilan etm iş,(!) Turancılık olayını da, Atsız ve arka­daşlarının sırtına yıkarak, hem kendi koltuğunu birkaç yıl için kurtarmış, hemde Türkiye'nin güçlenen Rusya'ya karşı durumunu kurtarmaya çalışmıştır. Fakat, Stalin'i kandıramamıştır. Stalin, Almanya ve Türkiye'nin bu politikası üzerine, Kırım Türkleri'ni, Çeçenler'i, Ahıska Türkleri'ni Sibirya'ya sürmüş, Türki­ye'den de Boğazlar'da üs ile Kars ve Ardahan'ı istemiştir. Sürülen Türkler'in büyük bir kısmı yollarda hayvan katarlarında ölmüştür. (Yaşayanların ve sonraki nesilleri­nin çilesi de hala bitmeıniştir.) Bunun üzerine İsmet Paşa, Turancılığı suç haline getirerek. Stalin'in Türkiye'ye saidırmasını önlemeye çalışmış, Atatürk'ün politi­kasını da tamamen terk ederek, Türkiye'nin NATO'ya alınmasını sağlamıştır.

T( Rh:ÇÜLEI�iN KALE.\Iii"DEN ATSIZ 133

G lodio da 1 952'den itibaren Türkiye'ye yerleşmiştir. Bugün o hataların faturasını ödemekteyiz. Türkçüler'in, o dönemde ·'MoskoPa karşı, Almanya'ya sempati duy­madığı söylenemez ama. Hitlercil ik, o dönemde İsmet Paşa ve basındaki yakın çev­resiyle özdeşleştirilmelidir. Bunun için, sadece gazete arşivlerine bakmak yeterlidir. Atsız ise aynı dönemde, şiirlerinde Musolini'ye meydan okumakta, Germenliğin kuduruşundan söz etmektedir. O halde, N ihai Atsız ve arkadaşlarından oluşan Türk­çü-Turancılar'ın Alman emperyalizmine alet olduğu söylenemez. Alman emperya­lizmine alet olanlar, yazık ki, Türkiye'yi yönctcnlerdi ... Tabii. hedefleri Türkiye'yi bllyUtnıekti, ama başaramadılar. Bugün gerçek daha açık görünüyor. Yoksa, bir edebiyat öğretmeni olan Atsız'ın, Alınanlar'la ilişki kurması. hele İsınet Paşa dö­neminde kesinlikle sözkonusu bile değildir. Fakat. Türkçliliiğü ve Turanedığı ırkçı­lık olarak suçlayanların. Anadohıculuk ile aslında Helen ırkçılığı yaptığı, hatta, Nazizmin tikir temelinde de Helen ırl•çılı�ının yattığı bilinmektedir.

ATSIZ'I N 9 MADDELiK KALKlNMA PROGRAMI

Atsız'ın günümüzdeki milliyetçi hareket üzerindeki kültürel etkisi yanında. teorisycn etkisi de açıkça görülür. ..

Alparaslan Türkeş. 1944'te l'iihal Atsız ilc birlikte yargılanmıştı ... Arsız'ın gö­rüşlerinden de büyük ölçüde faydalanmıştı...

Nitekim Atsız.. 1962'de Orkun Dergisi' nde "Milli Kalkınma Prograını"nı 9 maddede özetlemişti. "9 lşık"ın temelini, Atatürk'ün 9 umdesinden de faydalana­rak, 1962'de Atsız atmıştır.

işte Atsız'ın 9 maddelik milli kalkınma programı: 1 -Türkçüyüz, 2-Arınmış Türkçeciyiz, 3-Yasacıyız, 4-Toplumcuyuz, 5-M illi

Gelenekçiyiz, 6-Demoknısiye Taraftarız, 7-Ahlal•çıyız, 8-Bilimciyiz, 9-Teknikçiyiz

Alpaslan Türkeş de, partisinin ilkelerini "9 Işık" kitabıyla ortaya koydu. Tlirkeş'in "9 Işık" ilkeleri şöyledir: 1-Milliyetçilil<, 2-Üikücülük, 3-Ahlakçılıl<, 4-ilimcilil<, 5-Toplunıculul<, 6-

Köycülük, 7-Hürriyetçilik ve Şahsiyetçilil<, 8-Gelişmeci lil< ve Halkçılıl<, 9-Endüstricilik ve Teknikçilik.

Anlaşıldığı gibi Atsız, Türkiye'de gelişen mil liyetçi hareketin sadece kaynağı olmakla kalmamıştır ...

Atsız ile aynı toprağın, aynı dağların, aynı yaylaların çocuğu olarak küçük bir tasvir denememi onun ruhuna ithaf etmek istiyorum:

KARA T AŞ'lN ÜZERİNDE

Yayialar Tanrı'ya yakın gibidir. .. Yeşiltepe'ye doğru yol alırken, duman sizi ku­şatır, kucağına alır. kafulların arasından orman içindeki pınariara sürükler ... Gün ışığını bile sizden kıskanan çam ağaçlarının kokusu genzinizi yakarken. kornar yap­raklarındaki su damlacıklarından birini bile düşürmemeye çalışırsınız ... Bir damlacık düşse, ormanın büyi.isü bozulacak sanırsınız ... Aniden gökyüzü bütün göklüğüyle önünüze açılır. .. Artık duman bulut olmuş, eteklerinizde gezinmektedir. .. Ama dizie­rinizden yukarısı günlük güneşliktir. .. Bulut yürür, siz yürllrsünüz. bulut yürür siz ylirürsünliz ... Kedinizi, kara taşın üzerinde bulduğunuzda, Kara Deniz'den gelen sen rüzgarlar yüzünüzü yakar. .. Bütün hücrelerinizin yenilendiğini hissedersiniz ... Göz­lerinizi utka doğru çevirirken, tepeden tepeye atlayasınız gelir. .. Sadece bu kadarla yetinmez. kendinizi bulutların üzerine bırakarak, ötelere daha ötelere varmayı arzu­larsınız ... Bulu!lar bazen bir uçan halı, bazen beyaz bir at olur, siz kanatlanmak ister-

134 I�EfET KÖRi"ıKLÜ - CENGiZ YA VAN

siniz ... Sonra karşı kıyıya varıp, yeniden dağlara tırmanır; kalelerden, şehirlerden yalın kılıç er dilenirsiniz ... Hayata da, tarihe de, coğra fyaya da meydan okursunuz ... Yeniden kara taşa döndüğünüzde, içinizdeki bütün bu fııtınalann o sevgili yüzünden koptuğunu anlarsınız ... O sevgil i İdil'den midir, Tuna'dan mıdır, Orhun'dan mıdır, Selenga'dan mıdır, Ceyhun'dan mıdır, Seybun'dan mıdır. .. Yoksa onun asıl vatanı Fırat mıdır, Dicle midir, bilmezsiniz, bilemezsiniz ... Belki de o sevgili sizin hayalle­rinizdir, belki o sevgiliyi sadece rüyanızda görmüşsünüzdür . . . O sevgiliyle tanışıp tanışmadığınızı, konuşup konuşmadığınızı da ayırt edemezsiniz ... Çünkü zaten bir ömür boyu onu beklemiş, onu aramışsınızdır. .. Bir daha, bir daha kara taşa döndü­ğünüzde. rüzgarlara selam, kuşlara sevgi yükler, ona gönderirsiniz ... Bilirsiniz ki, kara taşta zaman durmuştur ...

Kara taşta tarih durmuştur, coğrafya orada bütünleşmiştir ... Hazar ile Kara De­niz birdir orada: İdil ile Tuna bir. .. Hatta orada Oğuz Han da birdi•·, Bilge Han da bir. .. Orada Atilla da birdir. Cengiz Han da bir. .. Orada, Sultan Alparslan da bir­dir. Selahattin Eyyubi de bir, Ertuğrul Gazi de ''t\. Mustafa Kemal Atatürk de bir...Tabii orada, Sümerler de birdir, Hunlar da bir, Göktürkler de birdir, Selçul<oğulları da bir, Osmanoğulları da bir. .. Çuvaşlar da birdir orada, Sahalar da bir. .. Kazaklar da birdir arada, Gölwğuzlar da bir. .. Dede Korkut da birdir orada. Yunus da bir. ..

Köroğlu da birdir orada, Karncaoğlan da bir. .. Atsız da bir. .. Orada Türk halk­ları Altaylar'dan kopan bir çığ gibi; Tanrı Dağları' ndan gürül gürül akan yurınaklar gibidir ... Oradadır evrensel bilgi, oradadır insanlığın bütün yüce değerle­ri ... Aşk oradadır, Ay Hanım orada, Gökçen kız orada ... Bütün sevgililer oradadır, bütün yürekler orada ... Hazan yağmurları da oradadır, kasırgalar da ... Atsız da ora­da ...

Sonra yine kara taşa oturur, bir tUrkii tutturursun uz: "Ağ elierin sa la sa la gelen yar/ Nasıl geçireyim seni ele ben" Kara taş sadece dinlemez; o da sizinle birlikte söyler ... Kara taş, yine gel, der size; yine gel. .. Vadinin derinliklerinde kaybolursunuz ...

TÜRKÇÜLERiN h:ALEi\lliNDEN ATSIZ l35

RUHUMUZDA ATSIZ

FlRA T f(JZJLTUG

Büyük Ats ız' la, önceleri mektup ve tebriklerle lıaberleşirdik. ı 960 ta Ergani'de yedek subay öğretmenken, akşamları Urfalı arkadaşım Sırrı Savaşan'la, ORKUN cİltlerini okurduk.

istanbul'un dışında olmanın ne demek olduğunu oralarda en acı biçimiyle yaşı­yordum.

Bir akşam ORKUN sayfalarında, Atsız Hoca'nın hiç alışık olmadığımız bir şii­riyle karşılaştım. Hemen kopya ettim ve eve gittim.

Şiiri, Sultanıycgah Makamı 'nda besteledim. Bir mektupla Atsız Hoca'ya pos­taladım. Kısa, ama çok veciz bir mektup gönderdi. Notayı büyük oğlunun keman!a çaldığını ve beğendiğini bi ldiriyordu. Bu mektup, mecmua koleksiyonlarım ve ki­taplarımla birlikte 1970 aramalarında evimden götürüldü. Bir daha da elime geçme­di. Hayatta uğradığım en büyük kayıp, bu mektuptur.

Sonradan şarkının notası, M us iki Mecmuası 'nın Ağustos 1 963-186. sayısında yayınlandı.

1995' te şiirin bir kıt'asını daha besteleyerek şarkıyı genişlettim. Henüz bu yeni şeklini yayınlamadım. Sanırım, Büyük Atsız'ın şiirlerinden yapılan tek şarkı bu eserdir.

Atsız'a beni, Prof. Dr. Muammer Kemal Özergin götürdü. Bu benim en büyük şansımdı. Muammer ağabey, Hoca'ya çok yakındı. Tek kızının kutlu adını Atsız Hoca vermiştir.

Gençlik arkadaşlarımdan Yücel Hacaloğlu ve Mehmet Çavuşoğlu'da Hoca'nın çok yakını idiler. Bu da benim ikinci büyük şansııııdı.

Atsız Beğ, bana parti ve dernek çalışınalarını adeta yasaklamıştı. Musiki çalış­mamı, ilerlememi, kendimi fazla dağıtınamamı isterdi. Ben de, aldığım buyrukları yerine getirirdiın. "Benim bir Milliyetçi musıkişinasıın olmalı" diyordu.

Konservatuardaki ve icra heyetindeki çalışmalarım hakkında bilgi alırdı. Türk Musıkisi ile ileri derecede ilgilenıneme ses çıkarmaz, tarafsız davranırdı. Daha doğ­rusu bana kıyamazdı. Kendisi Marşları ve Askeri Musıklyi çok severdi. "Bozkurtlar filme çekilirse, müziğini sen yapacaksın" derdi.

Maltepe, Feyzullah caddesi, 9 Numaralı eve, "Otağ-ı Hümayfin" derdi k. O zamanlar Kafdağın ardındakilerden haber almak imkansızdı. Pakat, benim

transistörlü radyom, Leveııt'ten, uzun dalgadan Bakü radyosunu alıyordu. Makaralı teypler yeni çıkmıştı. Binbir güçlükle, parazitlerle oradan müzik yayınlarını kayde­diyordum.

Ayrıca tek-tük plaklar gelrneğe başlamıştı. Yine basit pikapiarda bunları çalıyor, şeritlere kaydediyorduın.

Bu kayıtları hemen Ats ız Hoca 'ya götürür dinletirdiın. Üstünde koııuşurduk. Re­şit Behbutov, Zeynep Hanlarova ile bu günlerde aşinalık k:urmuştuk. Kurmangazi Halk Çalgıları Topluluğu'nun plağından yaptığımız kayıtlar çok hoşuna gitmişti. Kazak şarkıları, Özbek şarkıları, en beğendiği parçalardı.

1 % RE FET 1\ÖRf:KÜ' - CENGiZ YA Yi\!':

Bizler de. bu bantları dinlerken, "Hocam bakınız bu Rast. işle burada Hicaz geçkisi var. işte şu da Bayati'' der. ımısıki hafızaınızın ortaklığını anlatnıağa­öğünerek -çalışırdık.

65 yıllık hayatımda, pek çok büyük edip, ınusıklşinas, bestekar, şair ve muharrir tanıdım. 1 8 yaşınıdan beri onların içindeyim. Yaşı müsait olanlarla derin dostluk­tarım oldu.

Atsız Hoca'da gördüıüm bir hasleti kimsede görmedim diyebilirim. "Davasının sonuna kadar sahibi ve takipçisi" idi . Hiçkimse ideali uğruna hayatını onun gibi ortaya koyamaz. ideallerine herkesten önce kendisi örnek olur, davranışlarınıızı yönlendirirdi. Asla fiatı yoktu. O ancak inançlarının doğrultusunda yazar, çizer. düşüntir ve düşi.indi.iriirdU. Sorduğumuz her sualin en doğru cevabını hemen alıı·dık. Hiç ıereddüt etmezdi.

Samimiyerin en kristalize olmuş şekliyle bizi karşılardı. "Aiıde vefayı", ''Neden­siz, niçinsiz milli değerlere bağlanmayı", bunu ''hayat biçimi'' kabul etmemiyi biz onelan tah si 1 etti k.

Bizlere "büyük adını atma yeteneğini" O kazandırdı. Ben, "Atsız Dairesinin Mensubu" olmanın cezasını çok çektim. Ama hiç aldır­

madım ve mesleğiınle ilgili Milli çizgitnden vazgeçınedim. Bulunduğum ınuhitler, benim fikir yapımı bildikleri halde benden vazgeçeınediler.

Gök Tanrı, icazetimi çok yüksek zirveden almaını nasib etmişti. Bizler, Ho­ca'dan aldığımız metkure çerçevesinde, Türk Musıkisine, daha sonra Türk Edebiya­tına, Türk Sanatına hizmet etmek gayesiyle görevlendirildik.

Halbuki pek çok şöhret sahibi zevat, Sanatıımza hizmet etmez. Sanatımızı kendi hizmetlerinde kullanırlar. Bizler bu kolaycılığın tuzağına di.işnıedik. Zor yolu seçtik. Mücadele yolunu seçtik. Bu konuda bir nesil kaybolnıuştur. Feda olsun. Bize öyle eınredildi. Gelecekteki parıltılı ufuklar için fani ömrün ne önemi var? Bir tas yerine, yarım tas çorba da kafidir.

Amma gelecek biziındir. 9 Ocak 1987 de yazdığıınız bir fuyuğuımızda şöyle demiş iz:

ÜLKÜ

ATSIZ'A

Tutkumun mülküm/e kim çizmiş lıudut?, Asya Ülkünuliir, Ktzrlalnıam benim. Olsa korkmam diişleriln dipsiz tabut, Aklaşan şimşekli kör akşam benim,,

Yine "Bir Dane, Bir Dane" kitabımıza aldığımız, 1 9 Mayıs 1 985 tarihli "Beri gel'' isimli şiirimizde, şöyle deınişiz:

Memlil salitır Alımla'm, Barhaşt tutmuş Ttıçmn, Ak Saka/lt Ktraç Atanı;

Admılar ebet-ezef, Beri gel,

Beri gel, (Jel! ...

TfiRKÇÜLERiN KALEMiNOEN ATSIZ 137

Bu kıt'adaki, Alnııla, Taçanı, Kıraç Ata: Büyük Atsız'ın, İldnci Dedc Kor lwt kitabı kabul ettiğimiz, '·Bozkurtların Ölümü" adlı eserinin kahramanlarıdır.

Sanırım, Arsız'ın yakınında bulunabilen musıki mensubu iki kişiden biri benim. Cahit Atasoy ve ben, 1960 lı yıllardan başlayarak, ''Musıkl Milliyetçiliğinıizi: Arel'in dehfısı, Arsız'ın mefkôresi, Cemil Meriç'in şuuru ile yogurup hedef tesbiti yaptık.

Önce fidan dikmek, ağaç olmasını beklemek, yeni fıdanlardan koru, korulardan orman vücuda getirmek.

Türk Örfıi, Türk Dili, Türk'ün ikinci dili musıkimiz ve ''Kopuz Coğrafyasının" coşkun sularının akıttığı bereketli EKE VATAN. Tanrı, daha bir kula ne bahşct­

. •) sı n ... . . . . 7.12.1999 Fmıt KIZILTUG

SULTAN-I YEGAH ŞARKI RQhıım mu oıq, )'l)bo o göıkr mi alcvdcıı

U.VIO :YOrilk S.mıl M.Qzilt :Fu•I.Kıı.ıltug Soı : HOscyiıl Nôlı�l At1,.

tl , l a f _ - --�!- - ---- - �� _ _ _ H!-�- _ _ _ • _ _ =-_::_i!__��

ler - • - - mi • a lev - - . den

WJJET -.- j

r

Bil m em bu y;ı · - · oor

kor

yok

(1/H

� • - - - - - - · l.,v - - - - - - - - - - - · - - - - Ilen

den (sa : - - - - - ·

ler

ll

l

� _:gçgtr �· :ı --·-- - -ı-

ıç u tu ® ?I=:J � is ıt din - - · on d•n • - • bo &ö-- - - nGI

zor la ıu tuŞ - - - - - - - - - - - - - - - ıu (sat _ _ _ _ _ _ !. Curcuna

9) En - - - - - - his - - -li - - - - - şi ir den

.. ----. . i ıı D de - - - - - - ö

F F u �� rOl m ez bu - - -

ı;O ıci - - - lik - - - - (sa: - - - - - - - - - - (sa: - - - - - - - - -

ı�:· ··--� - . . _ _ _ _ =-:--,c • • 1.. rJ • "' 1 ,. -

K.;ıl - • • Ntı

· • • r;cr:=.:::::::,. • ---- ı ı -·-y , F r·.: .;:ır - . ........ _

şi • • - dir - • - - - - - - - - - - göz şs

m cı bu gü zel - - - lik • • - • . (S ll l

Ruhum nıu aıeş, yoksa o gözler mi alevden? Bilmem bu yarıardag. oc biçim k.orla ıuıuştu? Pervdnc oları kendini gizler mi ıılevden? Sen isıcdin, ondan bu gönül zorla lutıışıu. En h isli şiiirden de örtılmez bu gUıellik Kalbirn işidir. gözle görülmez bu gü7.cllik.

- - ...... t

; � :::u:.= ... � -� 1 le gö rOl - - -

ı. w

ATSIZ'IN ÖLÜMÜ

Abdu/la/ı SA TOGLU

TürkçUllik ülküsünün büyük önderi, kudretli şair ve tarihçi Nihai Atsız'ı 1 1 Ara­lık 1 975 günü, beklenmedik bir anda kaybettik . 1975 yılı içinde Arif Nihat Asya, Necdet Sançar ve Nurettin Topçu ile birlikte Atsız'ın da aramızdan ayrılışı, Türk­çülük davasına gönül verenleri derinden sarsmıştır.

1 905'te İstanbul'da dünyaya gelen Hüseyin Nihai Atsız'ın, babası Güverte Bin­başısı Mehmet Nail, dedesi Gümüşhane ilinin Torul ilçesine bağlı Midi Köyün"den Çiftçioğlu Ahmet Beğ'dir. ilk ve oıta öğrenimini çeşitli okullarda sürdüren Atsız, yüksek öğrenim için önce İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne, oradan da Askeri Tıbbiye'ye geçmiş, Ziya Gökalp'ın cenaze töreninde, o zaman milliyetçilerle diğer­leri arasında çıkan kavga sebebiyle Askeri Tıbbiye'nin Uçüncü sınıfından tardolunmuştur.

Bunun üzerine, bir yandan çeşitli yerlerde çalışırken, bir yandan da Yüksek Mu­aHim Mektebi'ni bilirmiş ( 1930) ve Fuat KöprillU'nün isteğine uyarak, iki yıl müd­det le Edebiyat Fakültesi Türkiyat Enstitüsünde asistanlık yapmıştır.

O sıralarda, Liselerde okutulmak üzere bastırılan 4 ciltlik Tarih kitaplarında, Türk Tarih Kurumu'nun ortaya attığı nazariyelere itiraz ettiği için, Malatya Ortao­kulu Türkçe öğretınenliğine, dört ay sonra da Edirne Lisesi Edebiyat öğretmenliğine tayin edildi. Edirne'de iken çıkardığı "Orhun" Dergisin'deki yazılarından dolayı da ayrıca Bakanlık emrine alındı.

Dört yıl süre ile Deniz Gedikli Ortaokulu'nda Türkçe öğretmenliğinde bulundu. Bu okula, soyu karışık bazı öğrencilerin alınması yüzünden müdürle kavga etmiş ve durumu Mareşal Fevzi Çakınak'a bildirmesi üzerine, müdür emekliye sevkedilıniştir. Bundan sonra kendisi de özel liselerde öğretmenlik yapnıağa başla­yan Atsız, "Orhun"u da yeniden yayınladı.

ikinci Dünya Savaşı'nın son yıllarında, Türk Milleti'nin tarihini ve mukaddesa­tını açıkça tahkir eden yerli kızılların azgınlıkları karşısında, resmi makamlar hayret edilecek bir kayıtsızlık gösteriyordu. Bu tahrik ve tahripler karşısında Atsız, ilgilileri uyarmak düşüncesiyle Mart 1944 tarihli Orhun'un 15.ci sayısında, devrin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu'na bir "Açık Mektup" yazıyor, bir ay sonra da "İkinci Açık Mek­tup" yayınlanıyordu.

Bu mektuplarda, Saraçoğlu'na, bir zamanlar Meclis Kürsüsünden ifade ettiği şu sözler hatırlatılıyordu:

"Biz Türküz, TürkçüyUz ve daima Türkçil kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan mes'elesi olduğu kadar, bir vicdan ve kültür mes'elesidir.''

Başbakan bu ifadesinde gerçekten samimi ise, kızılların yıkıcı faaliyetlerine ne­den göz yumuluyor ve milseeeel bazı komünistler, milli mi.iessesel�rdc nasıl görev­lendiriliyordu? Evet, Atsız Açık Mektuplarında bu hususların cevabını istiyor ve Türkçüler'e yapılan saldırılardan örnekler veriyordu.

Bu açıklamalarından dolayı, Milli Eğitim Bakanı Hasan Al i Yücel tarafından ön­ce Atsız'ın öğretmenlik görevine son verilmiş ve kendisine "Vatan lıaini" denildiğini için de Sabahattin Ali, Ats ız aleyhine hakaret davası açmıştı.

140 REFET KÖRÜKL\'1 - CENGiZ YA VAN

Ankara'da 3 Mayıs 1944 günü beklenmedik olaylarla başlayan duruşmalar so­nunda, 6 aya malıkum olan Arsız'ın cezası 4 aya indirilmiş ve tecil edilmişti. Ancak milliyetçilik şuurunun şahlandıı·dığı binlerce gencin, lehte yaptığı nümayişler üzeri­ne yeniden nezarete alınan Atsız'la birlikte, eşi Bedriye Atsız ve birçok milliyetçi genç de "lrkçılık-Turancılık'' isoadıyle tevkifedilmişlerdi.

Edward Welsband adındaki ünlü bir yazar, Milliyet Gazetesi'nde yayınlanan "İ­nönü'nün Dış Politikası" başlıklı seri yazısında, bu konuda şu hükmü vermektedir:

"Nihai Atsız'ın yayınladığı "Açık Mektup"lar fırsatını kaçırmak istemeyen inö­ni.i'nün, Sovyetler' i teskin etmek çabası, yine başarısızlığa uğradı. inönii, Turancıları ezerken, Sovyetler'in Türkiye'ye karşı tavrını etkileınek istemiş, ancak bunda da hayal kırıklığına uğramıştı. Ruslar. Turancıların yargılanmalarını "Maskaraca Bir Oyun" olarak niteliyorlardı. .. "

Nitekim, Istanbul'da 1 Numaralı Örfı idare Malıkeınesi'nde, 7 ay devam eden duruşmalar sonunda 6,5 yıla mahkum olmuş, fakat Yargıtay'ın kararları köklinden bozması üzerine, bu defa 2 Numaralı Örfı idare Mahkemesi'nce beraat etmişlerdi.

Böylece, 1946 yılında serbest bırakılan Atsız, bir ara Türkiye Yayınevi'nin Tarih Neşriyatı sekreterliğinde çalışmış ve 1 949'da Süleymaniye Kütüphanesi'nde görev­lendirilmişti.

D.P'nin iktidara gelmesiyle, Haydarpaşa Lisesi Edebiyat Öğretmenliğine tayin edilen Atsız, sonradan kapatılan "Türk Milliyetçileı· Derneği"nce, 1952 de Anka­ra'da düzenlenen 3 Mayıs Türkçüler Bayramı törenindeki "Türkiye'nin Kurtulu­şu" konulu konferansından dolayı, öğretmenlikten alınarak, yeniden Süleymaniye Kütüphanesi'ndeki görevine iade edilmiştir.

1969 da, kendi isteğiyle emekli oluncaya kadar kütüphanedeki görevinde kalan Atsız'ın, 1 967 de Doğu'da başgösteren bölücülük hareketlerinin mahiyetini açıkla­yan ÖTÜKEN Dergisi'ndeki yazılarından dolayı hakkında dava açılmıştır. Uzun duruşınalardan sonra, bu defa da 15 ay hapsine karar verilmiş, bir süre hapiste yar­tıktan sonra, Cumhurbaşkanınca cezası affedilmişti. Ama, değerli Türkçüler'den kardeşi Necdet Sancar'ın bir süre önce vefatı da, O'nun için büyük bir darbe oldu ...

Eski Türk ve bugünkü Türkistan lehçeleriyle, Farsça, Fransızca ve biraz da A-rapça bilen Atsız:

Hayatın kamçısıyla sızar derinden kanlar Senin büyük derdinden başkaları ne anlar? Vicdanını "Paris"e, " Moskova"ya satanlar Küfür diye bal•arlar senin dualarına! Tarzındaki çoşkun şiirlerini Yolların Sonu adlı kitapta toplamıştır. Mücadele­

lerle dolu hayatının, sert darbelerle yıpranan elemli ve ümitsiz günlerinde, halk şiiri­nin çeşitli özelliklerini ve çoşkun ruhunun akislerini taşıyan:

Şu yollar bilmem ki dağ mı, ova mı'? Gitsem bulur muyum kendi yuvamı? Kuş! Yolun nereye? Bizim eve mi'? Sen götür, ben haber salamıyoruın. Her gece orda bir yaslanan mı var? Sessizce kirpiği ıstanan mı var? Uzaktan bana bir seslenen mi var? Ne diyor'! Sesini alaınıyorum. şeklinde, oldukça güzel şiirler terennüm etmiştir. Ayrıca: Türk Tarihi Üzerinde Toplamalar -Bahçetüt Tevarih- Türk Edebi­

yatı Tarihi (Eski Çağlar) -Edirneli Nazmi- Dalkavul<lar Gecesi- Deli Kurt-

T0Rı<ÇÜLERi ' KALEMiNDEN ATSIZ 141

Dokuz Boy Türkleri- Osmanlı SultanJarı Tarihi- Türk Ülküsü adlı eserleriyle. Bozkurtların Ölümü ve Bozkurtlar Diriliyor isimli milli romanları vardır.

Madde ve mevki hırsına kendisini kaptırmadan, davasına ve şahsiyetine en ufak bir leke sürdürmeden ve bilhassa Türkçi.ili.ik konusunda asla taviz vermeden yaşayan Atsız, bir yazısında şöyle diyordu:

"Düşmana taviz verilmez. Düşmana verilen taviz, onun ciir'etini ve iştahını artırır. Taviz vermeyi kabul eden, hele bunda devam eden, yenitmeyi kabul etmiş demektir.

Şerefliler taviz vermezler. Şerefin tavizi yoktur!" Dersleri ve eserlerinin dışında Atsız, çıkardığı Orhun, Atsız Mecmua ve

Ötükcn adındaki dergilerle, bugUne kadar olduğu gibi, bundan böyle de Türk Genç­liğine, ülkü uğrunda en doğru yolu gösteren kaynak olmakta devam edecektir.

TürkçUlilk için özellik taşıyan; soyadının esas isimden önce kullanılması, Fran­sızca No: yerine (Nu:), Bey yerine de (Beğ) demeyi Atsız'dan öğrendiğimiz sıralarda, 12 Ekim 1951 tarihli "Orkun" dergisinin 54.cü sayısında:

Kalbierimiz virao bizim Hedefimiz Turan bizim. Budur ülküm, budur sözüm

Turancıyız, Turancıyız! Tarzındaki şiirim yayınladıgı zaman duyduğum his ve heyecanı, ayoı tazeilikle

muhafaza etınekteyim ... Atsız, Türk Devleti'nin kuruluşunun "900.üncü Yıl Dönümü" dolay1sıyla

yazdığı ve herşeyden önce bir kavgalar tarihinin destanı olan eserinde, savaş ve zafer özlemini şöyle dile getiriyordu:

"Konya, Kayseri ve Sivas'taki Selçuk abideleri; Bursa, Edirne ve istanbul'daki Osmanlı abideleri de birer şaheserdir. Fakat muhakkak ki, Malazgirt Cök Medrese'den, Niğbolu Yeşil Cami'den, Mohaç Süleymaniye'den üstündür. Mimarlık eserleri kanlarta yazılan zaferlerden sonra doğar, millet zaferden doğar, zaferle yaşar."

Ve Atsız, 3 Mayıs Türkçülük Bayramı'nın manasıru izah ederken, Türk Gençliğine:

"İleride birgüıı siz gençlerin, Gök Türk kayafetinde olarak, büyük padişahlarımızın türbeleri önünde yapacağınız resmi ·geçitlerin heybctini ve ihtişamını tasavvur ediyor musunuz?" diye sorurordu.

işte o asil gençlik, Sayın Ahmet Kabaklı'nın teşbihiyle; Nihai Atsız'ın telkin ettiği Türklük ülküsüniln, fetih orduları halinde, sanki "Zigetvar'da Kanuni gibi" Atsızı 'n mübarek naaşını, sevgi M lesi içinde, ebedi istirahatgiihma tevdi ediyordu.

Büyük padişahların türbeleri önündeki geçit resmine benzeyen bu muhteşem tablo, umarız ki, Atsız'ın faziletlerine karşı içlerinde kin ve haset duygusu taşıyanlara, milliyetçi gençligin son bir ikazı olmuştur.

Nur içinde yatsın!

Aralık 1975 Ankara

ATSIZ'IN NECMEDDİN SEFERCİOGLU'NA YAZDIGI MEKTUP

TÜRKÇÜLERiN KALEMiNDEN ATSIZ 143

TÜRK HALKI OEGİLİZ, TÜRK MiLLETiYiZ

Uzmanlar, yeryüzünde insanların 500.000 yıldan, belki de daha eskiden beri var olduğunu söylüyor. Fakat insanların tarih salınesine girmesi dört-beş bin yıll ık bir nıeseledir.

insanlık durmaksızın ilerleyerek bugünkü durumuna gelmiş, tarih öncesinde ırk­ların türlü nisbetlerde birbiriyle karışmasından bugünkü ırklar doğmuş. ırklar da yine türlü sebeplerle parçalanarak günümliziin mil letlerini meydana getirmişlerdir.

Bu söylediğim, insanlık tarihinin ana çizgisidir. insan zekaswın gelişmesi ölçüslinde de madde ve manadaki her kavram için ke­

limeler bulunmuş, zamanla kelimelerden başka kelimeler anlamını değiştirmiş. ba­zıları unutulmuş veya bırakılmış, yerine yenileri alınmış veya bulunmuştur.

insan olgunlaşmasının toplum hayatındaki son durağı "millet" ve "devlet" tir. "Millet", bağımsız yurdu olan teşkilatlı bir topluluktur. Asırlanıı kuvvetli fikir akımı olan milliyetçilik bu kelimeden çıkar.

Son zamanlarda, solculardan başlıyarak yavaş yavaş herkese, hatta resıni şahsi­yetlere de yayılan bir tabirle "millet" yerine "halk" kelimesinin kullanıldığını görü­yoruz.

Komünistler. "mil let"i kabul etmedikleri için ve bu kelimeden ürkmeleri dolayısı ile "halk" kelimesini kullanırlar. Aşırı sosyalistlerde de aynı eğilim vardır. Fakat bu iki kelime eş anlamda değildir. Şemseddin Sami "halk" kelimesini, "Kamus- ı Türki" adlı mühim eserinde "insanlar, cemiyet- i beşeriyye, umunı, cemaat güruh, kalabalık'' diye açıklar. Bu günün edebi dilinde ise bu kelime "milletin bir parçası'' yahut "aşağı tabakası" yerine kullanılır. "İstanbul halkı " veya "Orta Anadolu hal­kı" dediğimiz zaman istanbul'da veya Oıta Anadolu'da doğan yahut oralarda yaşa­yan insanlar anlaşılacağı gibi, "halktan bir adam" deyiminde de aydın olmayan, aşağı seviyede bulunan kimse kasdedilir. Son zamanlarda sık sık görülen "halk ço­cuğu", "halktan yetişme", tabirleri de aynı manadadır. Halk= millet demek olsaydı "halktan yetişme", "halk tabakası" sözlerine lüzum kalmazdı. Herkes zaten milletten yetişme olduğu için bu türlü sözler lüzumsuz olurdu. Bundan başka "halk" yalnız o an için mevcut olan topluluktur. "Millet" ise her üç zamanda da vardır ve "millet" bir "var olma şuuru" nun da ifadesidir.

Kanunların ruhunda da bu iki kelimenin ayrıliğı şiddetle göze çarpar. Kanun ko­yucusu, mil lete bakareti ceza tehdidi altına almıştır. Halk için böyle bir tutum yok­tur.

Türkiye'deki insanlar "Türkiye halkı'' olarak alındığı zaman çalışıp kazanan. şu­raya buraya giden, oturan veya eğlenen bir yığın akla gelir.

Aynı insanlar "Türk Milleti" olarak ele alınınca; geçmiş yüzyıllardan kopup ge­len, zafer ve kültür yaratıcısı olan. gelenek için ülküsü bulunan, bunun için savaşa varıncaya kadar her fedakarlığı göze alan güçlü bir topluluk söz konusudur.

I<onıi.inistler, mi lletiere "yığın" diyemedikleri için "halk" diyorlar. Onlar için in­sanlar ham madde yığınından başka bir şey değildir. iran'daki komünist partisinin adı olan "TGde", Farsça'da "yığın" demektir. Bizdeki komünistler de bir zamanlar "Yığın" adında bir dergi çıkarınışlardı.

144 REFET KÖRÜKLÜ - CENGiZ YA VAN

Komünist Çin'de yüz milyonlarca insanın Mao'nun sözlerini gece gündüz ez­berlemeye zorlanması milletleri yığın, hatta sürü gibi görmenin bir şeklidir.

Çünkü halk şuursuzdur. Baştaki zorbalar neyi telkin ederse onu körükörüne yapar. Böylece iktisadi bir takım başarılar sağlanır; yollar yapılır. kanallar açılır, ağaçlar dikilir, ırmakların yatağı derinleştirilir ve bunları yaparken halk sürüsünden milyonlarca insanın ölmesine ehemmiyet verilmez.

Millet ise şuurludur. Neyi, ne için yaptığını bilir. Halk, arkasında ınakineli tü­fekler işlediği için savaşta ileri yürür. Millet bir görev yaptığına inanarak ateşe atılır. Yaratılıştan cesur olmasa bile, sırf haysiyet ve utanç duyguları yüzünden ölüme doğru gitmekten çekinınez.

Resmi bildirilerde sık sık görülen "halklarımız arasındaki geleneksel dostluk ... " gibi tabirleri Türk Dışişleri Bakanları kaldırmalı, bunun yerine "milletlcrimiz" keli­mesini koymalıdır. Milletin bir pasaport meselesi olmadığı kafalara iyce sokulmalı­dır.

Türk Milleti nedir? Kimler Türk'tür?diye sorulacak. Türk Milleti, Türk kökünden gelenlerle, Türk kökünden gelmiş olanlar ka­

dar Türkleşmiş kimselerden meydana gelen topluluktur. Türkler, Polonya Türkleri gibi tekti.ik istisnalarla evlerinde TUrkçe konuşan, ana­

dili Türkçe olan insanlardır. Şuuraltında veya duygularının gizli yönünde başka bir ırkın şuur ve özleyişini ta­

şımayan kimselerdir. Türkçüler'e yedi, hatta yirmi kuşak ilerisine kadar soykütUğü arayan kimseler

diye iftira ediliyor. Tatbik kabiliyeti ve araştırma imkanı olmayan bu gibi safsatalar ancak ınoskofçuların ve başka düşmanların uydurmasından ibarettir. Her zaman verdiğimiz örnekleri yine tekrarlayalım: En büyük Türkler'den biri olan Yıldırım Bayezıd'ın anası Türk değildi. Hangi Türkçü onu Türklük kadrosundan çıkarmıştır veya çıkarabilir? istiklal Marşı şairi Mehmed Akifin babası Arnavut, ülküsil de Türkçülllğe aykırı olan ümmetçilik olduğu halde, hangi Türkçtı Mehmed Akif için Türk değildir demiştir?

Meselc Yıldırım Bayezıd veya Mehıned Akif kadar Türk olabilmektedir. Bir ınillette milli ruh yükselerde olduğu zaman onların arasına karışan yabancıların hiçbir tesiri olmaz. Milli ruh, herhangi bir yabancılığı eritir. Fakat milli ruh arıkla­yınca, yabancılara karşı hayranlık başlayınca herşey allak bullak olur. Milliyet inkar edilir. İnsanlıkla hiçbir ilgisi olmayan çıkarcılar insaniyetçi kesiliverir. Her türlü konfor ve rahat içinde yaşayan milyoner çocukları, bu konfor ve rahatın zerresini bile feda ederneyecek oldukları halde komünist olur. Komünizm uygulanırsa ne o yiyeceği, ne o evi, rahatı, parayı, arabayı bulamayacağını, işçi haline geleceğini düşOnemeyecek kadar ahmaklaşır.

Millet olmanın sonuçlarından biri de başka milletiere göre birçok özellikleri ol­mak, onlardan ayrılmak, onlara benzememek, bazen onların zıddı olmaktır. Bu ben­zemeyiş ve ayrılış maddi ve ınanevi yönlerdedir. Milletierin ses tonundan konuşma şekline, sevdiği ve sevmediği şeylere, davranışiarına kadar birçok şeyleri birbirinden ayrıdır. Sevinç ve şaşkınlığın ifadesi bile her millette başka başkadır. Sözün kısası mil letler birbirine benzemez. Birinin ak dediğine öteki kara der.

Milletler binlerce yılın geliştirip şekillendirdiği sosyal varlıklardır. Bunları orta­dan kaldırarak insanları kardeş yapmak, birleştirmek, tek devlet haline getirmek, devletleri kaldırıp insanları devletsiz bir birlik yapmak Hasan Sabbah müritlerine yakışır rüyalardır. Tabiatta bir yandan birleşme. bir yandan bölünme olduğu gibi, sosyal hayatın kanunlarında da hem birleşme, hem parçalanma aynen mevcuttur.

TfıRJ<ÇÜLERIN KALEMiNDEN ATS IZ 145

Insanlık tarihine kısa bir göz atış, bu birleşme ve ayrılmaların düzinelcrle örneğini verir.

Şimdi. insanlığın son ınerhalesi olan şuurlu, inançlı ve istekli "millet" dururken. onu kaldırıp yerine şuursuz, her kalıba girmeye elverişli, ham madde halindeki "halk" ı koymakta ne mana var?

Bu sözlerime karşı hemen Atatürk kalkanıyla karşımıza dikileceklerini. "öyle ise /\tatürk kurduğu partiye ne diye Halk Partisi dedi" diye soracaklarını biliyoruz.

Atatürk, Halk Partisi'ni kurarken komünistlerin sinsi maksatları henüz anlaşıl­maınıştı. M illetleri ortadan kaldırmak için halk kelimesini kullanacakları bilinmi­yordu. Atatürk "halk" demekle, edebi dildeki manayı kasdetıııiş. milletin geri kalmış tabakalarını düşünmüştll. Partisiyle bunları kalkındırmayı amaç edinmişti.

Sözün kısası: Biz, çobandan bilgine kadar bir bütün halinde Türk Mil leti'yiz. Türk Milleti siyasi sınırlarla ölçüştürülmesine imkan olmayan, Adalar Denizi'nden ve Tuna'dan, Altaylar'ın ötesine kadar uzanan geniş dünyada yaşayan yaratıcı mil­lettir. Bu köklü millet, bir takım maskaraların tabirleri ve taktikleriyle, dillerinin zorla değiştirilmesiyle ve bozulmasıyla, yuıtlarından sürgün edilmekle bölünmez. yok olmaz.

Sürüiseler de, dilleri bozulup değiştirilse de, günün birinde yeni bir Bozkurt do­ğup Türk Elleri'ni kun başlı sancak altında birleştirir, değişen lehçeleri tek bir ebedl Türkçe haline sokar, Türk'ten boşaltılan Türk ülkelerini Türkler'le doldurur. Yoksul budunu bay kılar, azlık milleti çok eder, geri kalınışı en ileri ve üstün seviyeye ulaş­tmırak tarihin önüne geçilmez zaruretini gerçekleştirir.

Öttıken, 1969, Sayı: ı (61)

NİHAL ATSIZ ASKERi TIBBİYE ÖG RENCİSİYKEN

HÜSEYiN NİHAL ATSIZ 1953

TÜRKÇi'ıLERiN KALEMiNDEN ATSIZ

ATSIZ

Anlanwytz lıayatt fels·efeyle, ilim/e; Hayat çelik ellerle atti an zar olmalt. Ralıat yatakta ölmek acap o/muz mr çile? Kanlı .mur boylurr bize mezar olma lt. Aşık nasrl bulursa iç açan bir serin sux Sevttiği bir güzelin so m ya/az tlmlağmtla, $ijnecektir biı.imde gönliinıüı.iin tamusu, Ttmrrltırm gezdiği yüce Tanrı Dağr'nda. Gözümüzde bir lıasret parlayarak, düşünce Toprak ana elbette bize açar kolımu. Onun kadar düş/inmez bizi lı içbir düşünce, Kendi koymmda strklar can veren lıer oğlunu.

147

1/.Ru/vau ÇONGUR

Hüseyin Nihai ATSIZ'ın 1 946 yılında yayınlanan ( 1 975'de ikinci basımı yapı­lan) Yolların Sonu adlı şiir kitabından bu mısralar. "Yakanş", i lk şiir ve böyle baş­layıp sürüyor. 1930'1u yıllarda doğan, Orkun'u, Çınaraltı'yı ve onun aynı yıl içinde yayınlandığı tarihi romanı Bozkurtların Ölümii'nü okuyarak büyüyen bizim nesil, Türk'ün bu büyük eviadını tanıdı ve gönül tahtına oturttu ...

Yal<arış. Yolların Sonu. Kahramanlıl<. Yarının TürküsiL Selam, Türkler'in Türküsü ve Türk Gençliğine şiirlerinde Atsız, yaşanılan hayatla geleceğin muha­sebesini yapmakta: mısraya bi.iri.inen mantık örgüsü içinde zamana. dünyaya, Türk­lük alemine bakışını ortaya koymak suretiyle neler beklemekte ve ummakta olduğu­nu dile getirmektedir.

Birkaç bölümünii almakla yetindiğiıniz "Yakarış'·, uzun bir şiir. Onun, kitabına bu şiirle başlaması bir rastlantı değildir. Atsız, henüz yirmi beş yaşlarında iken, hayatın i lk darbelerine muhatap olmuş, kader ağlarını örmeye başlamıştır ... Sanki gelecek günlerden haberli gibidir. Bu şiirde, önünde uzayıp giden hayat çizgisinde nelerle karşılacağıııı en azından tahmin eden bir hali var. Şiirin yayınlandığı sayfa altında yer alan tarih: 1936. Öteki şiirler de. aşağı yukarı aynı yıl larda.

"Anltmwyrz lwyatrfelsefeyle, ilim/e; Hayat, çelik ellerle attltm zar olmalt." diyen Atsız, henüz gençliğin başındadır, ama Üniversite'deki kadrosundan u­

zaklaştırılıp, Malatya Ortaokulu'na sürgün edilmiş; Orhun Dergisi'ni de yeni bu yıllarda yayımlamaya başlamıştır.

O, açık ve kesin bir tavır. rGiı hali içindedir. Hayat onun için bir mücadele ola-cak:

"Ra/tat yatakta iilmek acep olmaz mı çile ? Kanit sm ır boylan bize mezar olmalt. " Elli yıl, yüzyıl değil, çeyrek asırı ancak bulan ömründe tanığı olduğu olaylardır

ona bu mısnıları yazdıran. Mill iyetçi hareketin başından sonuna geçen süre

148 RE FET KÖRÜKLÜ - CENG İZ YA VAN

gözönüne alınırsa, Türklüğe ve Türklüğün meselelerine 0mril11U veren hilim, düşün­ce, sanat adamları, yazarlar, şairler, arasında adı Atsız'la birlikte anılacak çok az

insan vardır. 1 905'te, yüzyılın başında dünyaya gözlerini açan, geçen yetmiş yılının olup biteniyle halleşen, ömür denilen çile yumağını sarmaya başlayan Atsız öleli yirmi beş yıl oldu. O, Balkan, I. Dünya Savaşı ve Milli Mücadele günlerinin acıla­rı, yoklukları içinde doğdu, büyüdü, öğrenim gördü. Türkçülük hareketine daha o zamandan katıldı ve Askeri Tıbbiye'nin üçüncü sınıfındayken, Ziya Gökalp'in cena­ze töreni sırasında çıkan kavgaya katıica da üniversiteden uzaklaştırıldı. Sözün doğ­rusu o ki, yıl 1 924, ilk acıyı böylece yaşar ... Mticadeleci kişiliğinin ilk kıvılcım ı o zaman tutuşur; ömrü boyunca da sönmeyi bilmez.

"Milletler, salı ip olduk/art ülkü/erin yarattct giicuyle tari/ı salmelerinde yerle­rini altrlar, milli ülküler etrafında birleşmeleri ölçus/inde varltklarmt siirdürebi­lirler ve yaşarlar" demiştik. Atsız üstüne yazdığımız bir yazımızda. 2000 yılında, onun 25. Ölüm yılında bu cümleye yer verınemizin bir sebebi var. Sahip olduğumuz bu görüşü ona borçluyuz.

Orkun Dergisi daha yayınlanmaya başlamamıştı. AfSlZ adını ilk gördüğümüz dergi Çınaraltı'ydı. Kardeşi Çiftçioğlu Necdet Sançar'la birlikte ... Ortaokul son sınıf öğrencisiyken bir arkadaşımızdan satın aldığımız dergileri ciltlettik, okumaya başladık. İ lkokulda Yavru Türkler, daha sonra Çınaraltılılar, derken lisede bunlara Orkun Dergisi eklendi. O yaşlarda milliyetçilik anlayışımızın oluşmasında Orkun Dergisi rol oynadı. Bu yazımıza da aktardığımız cümleyi kurduran insan Atsız'dır. Gençlik yı ll arında düşünce örgümüzti besleyen onun şiirleri, yazılarıyla tekrar tekrar okuduğumuz tarihi romanı "Bozkurtların Ö!Uınti" dUr, diyebiliriz. Orkun, bütün milliyetçi yazarların yazarlığa geçişinde bir basamak oluşturur. Onun açtığı kapıdan, Ziya Gökalp'i {Türkçülüğün Esasları) tanıma imkanını bulduk; Ahmet Hikmet Müftüo�lu, Ömer Seyfettin, Mehmet Emin Yurdakul, Yahya Kemal, Mehmet Akirler ve bütün milliyeıçi kalem erieri geldi. Bunlara daha sonra, üniversitede öğrenim gördüğümüz yıllarda Remzi Oğuz' lar, Mümtaz Turhanlar, Nurettin Top­çular, Osman Turanlar, daha nice isimler eklendi.

1 950'de Eskişehir Lisesi öğrencisi olduğumuz yıllar. Orkun'un ikinci defa ya­yın landığı dönem. Biz son sınıftayız. Kitapçılar, gazete bayileri Atsız'ın dergisini getirmedikleri için, okul adresimizi vererek onun Eskişehir'e gönderilmesini biz üstendik. Milliyetçi bir Türk genci olarak bir çeşit görev kabul ettigirniz bu işi, üni­versite öğrenimine başlayıncaya kadar sürdOrdük. Herhangi bir karşılık bekleme­den ... Ankara'da Hukuk Fakültesi'nde öğrenci olduğumuz bu yıllarda Türk Milli­yetçiler Derneği'nin faal üyeleri arasına katılmamızı da Orkun okuyuculuğumuz sağladı. (Simdi bir kısmı profesör: Naci Kmacıoğlu, Necmettin Se.fercioğlu, Ali Sait Yüksel .. hepsi; Abdullah Savaşç1, Haluk Karamağralı, Necati Torun, Erhan Löker, Sami Yavrucuk, rahmet/e anacağ1mız, bazılan bugün aramızda bulunmaypn Ali Yörük, Ali R1za Özer gibi isimler ... Hele Ali Çankaya ile Arık Ozan 't anmamak müm­kün mü?)

Biz Ankara'daki milliyetçi ler, Atsız'ı bu dernek çatısı altında tanıdık. " 3 Mayıs" larda, Türkistan pilavına Söğütözü''nde birlikte kaşık çaldık. Alpaslan Türkeş'in bulunduğu sohbetlerine katıldık, konuşmalarını dinledik. Bugün de kitaplığımızın raflarmda yer alan, doğan çocuklarımızın da severek okuduğu Bozkurtların Ölümü adlı kitabının ilk sayfasındaki imza ona ait, ondan bize kalan hatıra ... O imza, istan­bul'a uğurtamak için Ankara Garı'na gittiğimiz bir gUn atılmıştır. Bir konferans için gelmişti ve Atatürk Lisesi'nde salonu dolduran yüzlerce gence seslendiği zaman halimizi görmeliydiniz, deriz.

TÜRKÇÜLERİN KALEMİNDEN ATSIZ 149

Yıl ve günde yanılmıyorsak, 4 Mayıs 1952 olmalı. "Türkiye'niıı Kurtuluşu " ko­nulu konferansı verdiği için, Tevfik İleri'nin Milli Eğitim Bakanlığı'nda atandığı lise hocalığından bir defa daha açığa alındı. Haydar Paşa Lisesi'ndeki görevinden, daha sonra bütün ömrü boyunca "uzman "kadrosuyla kalabenliğine hüküm giydiği Süleymaniye Kütüphanesi'ne tayin edildi.

Olaylı biten bu konferans bizi, Remzi Oğuz Arık rahmetiyle daha da yaklaştırdı. Bugün aramızda bulunmayan Mustafa Emam ve bir grup arkadaşla Oğuz dergisini çıkarıyoruz; bizi derslerimiıle meşgul olalım. başka işlerle uğraşmayalım diye evine çağırıp konuşan Remzi Oğuz lloca'yı, derginin başyazılarını yazmaya ikna etmişiz. Tam delikanlı çağımız. (Daha sonra onun, hepimizi bir ana gibi kucaklayan aziz eşi Türkan Arık'tan dinlemiştim. Atsız'ın konuşmasının yarattığı tepkiyi dağıtmak için Remzi Oğuz Beğ "MefkOre "de yayınlanan uzun bir yazıyı kaleme alırken duyduğu heyecanı, karısına anlatır: ·'Ah, der, yine bizim Atsız konuşup başına işler açtı!" Doğrudur. Bir yıl geçmemiştir ki, Türk Milliyetçiler 'Derneği de, Anadolu'daki ştı­beleriyle birlikte kapatıldı. Bizler de ilerleyen yıllarda Türk Ocakları'nın çatısı altın­da toplandık. Yeni bir biçimde yayın hayatına tekrar başlayan "Türk Vurdu" dergi­sinin neşriyat işlerinde görev aldık.)

Atsız, Orkun, Türk Milliyetçiler Derneği .. Bu üç isim bizim gençlik günlerimiz­de birleşiyor. Son bulan 20.yüzyılı ikiye bölen 1950 tarihi, Cumhuriyet'ten sonra doğanların hayatı bakımından bir dönüm noktası leşkil eder. O neslin. bizim de aralarında yer aldığımız bir bölümü, Ankara'nın o zamanki hareketli caddelerinden biri olan Anafartlar Caddesi'ndeki, altı Kuyumcular Çarşısı olan hanı iyi bilirler. Dersirniz yoksa, kütüphanelere gitmemişsek, hemen her gün tek uğraşıımı bu han­daki Milliyetçiler Derneği 'nin biraz loş ama sımsıcak geniş odaları olmuştur. Bütün hayatı Anadolu şehirlerinde geçen bizim gibi bir Univcrsite öğrencisi, milliyetçilik ülküsünün bu en canlı ocağını nasıl tanımış dersiniz ? Orkun'u okuyarak ... "Komü­nizmlc Mücadele" gibi dergilerde yayınlanan haberlerden duyup öğrendik; yurdun dört bir köşesinden kopup gelen yüzlerce genç bu derneğin çatısı altında bir araya geldik.

Tekrar, önceki yıllara, daha geriye dönelim. 1930' lu yılların başında biz doğma­dan Hüseyin Nihai, Tıbbiye'den çıkarıldıktan sonra ikinci defa başladığı ve okuduğu İstanbul Üniversitesi'nde Prof. Fuat Köprültı'nUn dikkatini çeken bir öğrencisidir. Sınıf arkadaşları arasında Orhan Şaik Gökyay, Tahsin Banguoğlu, Nihat Sami Ba­narlı, sonradan adı ünlüler arasında yer alan pek çok insan var. {Gökyay hocayla daha sonra Türk Dil Kurumu'nda yirmi yıl, Kurum yeni yapıya kavuştuktan sonra da toplantılarda beraber olduk. Banguoğlu, Banarlı da tanış olduğumuz kişiler arası­na katıldı. Onun yayma hazırladığı, büyük emekler sonunda günışığına kavuşturdu­ğu Yahya Kemal Beyatlı kitap dzisinden çıkan, bir kart il iştirip gönderdiği kitapları, Ankara Radyosu'nda hazırlayıp sunduğumuz Radyo Kitaplığı içinde tanıtmasını yaptık.)

"ATSIZ" adı. onun soyadı olmadan önce yayınladığı ilk derginin adıdır. "Atsız Mecınua" yı yayınlamaya başladığı günlerde, (bir rastlantı) biz dünyaya geldik. 25 Temmuz 1932 (kimlik cüdanımıza göre, nüfustan daha sonra alındığı için bu tarih 25 Eylül'dtlr}. "Atsız Mecmua'nın çıkış tarihi olan 25 Eylül 1932 ile çakışıyor. Bu dergide Fuat Köprülü, Zeki Yelidi Togan, Abdülkadir İnan gibi yazar adları yer alıyor. Kendilerini I 950'dcıı sonra tanıdık. Çıkardığımız dergi ye yazı vermesi için İnan Hoca'yı fakültedeki odasında ziyaret eder, o Orta Asya Türkçesi'ne kaçan konuşmasını dinler, sohbetinden yararlanırdık. Zeki Yelidi Togan hocamızın ko­nuşması da ... Gösterdikleri babacan tavırları. ne diyeyim, gururumuzu okşardı.

ıso REFET KÖRÜKLÜ - CENGiZ YAYAN

Atsız, bizim aile Bilecik'ten istanbul'a naklimekan eylediğinde, Mehpare Ha­nım'la iki yıl süren i lk evliliğine henUz son vermiş. O yılların daha sonra uzun tar­tışmaianna konu olan meşhur "tarih tezi" ne karşı çıkan sekiz kişi arasında yer alın­ca asistanlıktan çıkarılmış. Biz küçük bir çocuğuz o tarihte; Beşiktaş'taki Akaretler Yokuşu'na bakan pencereden gelen geçeni seyrediyoruz, dünyadan pek haberimiz yok ...

"Gül�vorum, gönlünu/e ac1s1 yankiian n ... Ordular/tt yenilmez bir gay1z l'llr kammda. Dün benimle birlikte gülen tanuifklarm Yalmz bir /u1tmlst kaltil arilll yamnıda. " Atsız, "Yolların Sonu" kitabına adını veren şiirin kızgın, hüzün dolu mısralarını

o günlerde yazmış. Tarih biliminde yarını bırakılan akademik kariyer Malatya, Edir­ne'de öğretmenlik dönemi, biz bir yaşına basarken onun 1 933'de Bakanlık emrine alınışı, hepsi birbiri ardınca gelir. Sebebi nedir? Sebebi, çıkardığı "Aylık Türkçü Dergi "Orhun' da" dört ciltlik Türk Tarihi kitaplarını eleştirınesi, görüşlerini yazma­sı, söylemesi ... O, bir yıl sonra Deniz Gedikli Hazırlama Okulu'na Türkçe öğretmeni atandığı zaman da istanbul'daydık. isınail Dümbüllü'yü veya Barbaros Meyda­nı'daki insanları, Beşiktaş iskelesinden Boğaz' ı seyreden bir çocuk.

Atsız 1 936'da Bedriye Kadızade Hoca'yla hayatını birleştirir, Mehmet Kaplan Hoca'yla bacanak, hısıın olurlar. Rasiantı mı dersiniz, yoksa daha bir değişik kelime veya kavramla mı ifade edersiniz, bilemeyiz; Kaplan Hoca, uzun yıllar geçer ve bizim büyi.iklerimiz, sevdiklerimiz, dostlarımız arasına katılır. Mehmet Kaplan, Atsız'ın uzaklaştınldığı üniversitede birkaç yıl sonra asistanlığa başlar, öğretim kadrolarında yükselir, profesör olur. Her ikisinden söz etmemizin bir anlamı var: Atsız bir çileyi daldururken biz adım atma taliınieri yapan çocuk, yıllar sonra yük­sek öğrenimİnıizi yaparken birinden Türklük ülküsüne bağlanınayı ve yazı yazmayı, Türkçe kelimeleri kullanınada saygılı olmayı, ötekinden şiirin ve edebiyatıınızın kapılarını aralamayı öğrendik. İki kardeşle evlenen bu iki insan, bizi ilerleyen yıllar­da mil liyetçilik, vatan sevgisi, dil, şiir, edebiyat, Yunus yolunda birleştirdi ... Yıllar akıp geçti. Zaman, her ikisi için ayrı kapılar araladı. J 909 doğumlu, öğretmen ve Yağmur'la Buğra'nın anası Bedriye Hoca'yla kardeşi Behice Kaplan arasında altı yaş vardı. Biri 1967'de öldü. bu ölüm ayırdı onu Kaplan'dan; diğeri ise, Atsız'ın ölümünden bir yıl önce resmen ayrılmak suretiyle Atsız Beğ'i yalnız bıraktı. (Bildi­ğimize göre, birbirlerinden ayrı yaşamaları 1 960'ı yıllara uzanır.)

1 938'de resıni okullarda öğretmenliğine son verilen Atsız, özel okullarda bu hizmeti sürdürür. 1 943 Ekimi'nde Orhun'u yeniden yayınlamaya başlar. Yazdıkları bu özel okuldaki hocalığının da sonu olur.

! !.Dünya Savaşı'nın dünyayı kasıp kavurduğu, esintilerinden savaşa girmediği­miz halde bizim de nasibimizi aldığımız günler yaşanılır. Kızıl Ordu'nun Alman­lar'a karşı üstünlük gösterdiği, müttefiklerin Hitler'i sıkıştırdığı sırada Türkiye'deki uzantıları kalemler de kalemleriyle kan kusmaya başlarlar. Derginin 1 944 yılı Mart sayısında Arsız, devrin "Türkçüyüm" diyen Başbakanı Şükrü Saraçoğlıı'na bir açık mektup yayınlar. Sonra bir açık mektup daha ... isimleriyle komünist faaliyette bulu­nanları açıklar, devrin Milli Eğitim Bakanı'nı istifaya davet eder. Muhatabı bakanlık gücünü kullanır, kıramadığı kalemi tutan elin sahibine çalıştığı özel okuldan uzak­laştırır. Yetmez, başroldeki Sabahattin Ali'nin Atsız aleyhinde dava açmasını sağ­lar. Tabii, bu arada derginin yayıııına son verilmesi için bir Bakanlar Kurulu kararı alınmasını ihmal etmez. (Bizim, bu olup bitenlerden haberimiz yine yok. O günler­de, Ankara Kalesi'nin eteklerinde Necatibey İlkokulu'nun son sınıf öğrencisiyiz;

TÜRKÇÜLERiN KALEMiNOE� ATSIZ 151

babamızın aldığı günlük gazetelerden bu tür haberler yerine, varsa bize uygun yazı­larını okuyup, bilmecelerini çözliyonız.)

Ats ız için de, milliyetçiler için de 26 Nisan 1 944 unutulrnayacak bir tarih. Unu­tu lmayacak, ibretle hatırianacak bir gün, bir dönüm noktası hatta. Yakın tarihimize "1944 lrl,çılı- Turancılık Davası'' olarak düşen bir kara leke. Bu dava, bir yönüyle Türk Milliyeıçiliği'nin şahlanışıdır. Atsız dahil tanı 22 genç. yaşlı. subay, doktor, mühendis, öğrenci yargı önüne çıkarılır. yargılanır. tutuklanır. Tatsız, tekrarlanması utanç verici hareketlere muhatap olurlar. Ama Türk adaleti. suçsuz olduklarına karar verecek, bir buçuk yıl tutuklu kaldıktan sonra beraat edeceklerdir. Biz bu tarihi da­vanın. daha sonra "3 Mayıs" günlerinde kullanılan bayramlarında şiirler okuduk, biraraya gelip Türkistan pilavına kaşık çaldık.

1949 Yılı T.C. Hükümeti'nin Milli Eğitim Bakanı Prof. Tahsin Banguoğlu, o yı­lın Temmuz ayına kadar işsiz kalan sınıf arkadaşı H.Nilıal Atsız'ı Süleymaniye Kütüphanesi'nin uzman kadrosuna tayin eder. Buraya kadar tam yirmi beş yıl, her dönemi çileli, görevden alınnıalar. işten el çektirme ve tutuklamalarla, bazen işsiz geçim sıkıntısına düşerek. ama daima dimdik başıyla mücadeleden yılmarlan geçen bir ömür ... Suçu Türkçüllik, Türklüğü, Türk dünyasını ve bu dünyada var olan soy­daşiarını unutmamak. onları kucaklamak, Türk ülküsünii dile getirmekti. Hataya düşmemiş midir, en azından yanılmaınış mıdır? Türk iııkilabını değerlendirirken aşm gittiğini, ölümünden bir süre önce oğlu Yağmur'a söylediğini, biz bir sohbeti­ınizde Yağmur Atsız'dan dinledik.

1 950 seçimlerinden sonra ancak Arsız tekrar öğretmenli�e dönebildi. Mesleki i­tibarı iade edildi, Haydarpaşa Lisesi edebiyat öğretmenliğine tayini çıktı. 1950 son­rasının olup bitenlerine, onun yaşayıp gördüklerine, başına gelenlere biz şahidiz, Çok büyük bir bölümü Süleymaniye Kütüphanesi'nde geçen; Orkun, sonra Ötükenli yıllar ... 12 Mart döneminde yine mahkeme önüne çıkarılış, yine hapis: Birbuçuk yıla hüküm giyer: Yargıtay bozar, hükmü veren mahkeme kararında ısrar eder, yaş yet­mişe dayanır. Onu okuyarak. dinleyerek büyüyen nesiller bu Türk büyüğüne, milli­yetçiliğin bu kalem ve düşünce erine yapılan eza ve cefayı kendi nefslerinde duydu­lar. Ama o. bağışlanması yolunda bir talebin altına imza atmayı kabul etmedi: bunu yapmasını isteyenlere karşı çıktı. Kalp ve bedeni isyan ettiği halde! Ancak, devrin Cumhurbaşkanı tarafından affedildi, o talep etmediği halde ··suçu bağışlandı'' ! .. 1974 Yılının 22 Ocak günl! akşama doğru Bayrampaşa Cezaevi'nden salıverilen Ats ız, hem bunca yaşadıkları ndan, hem de ondan önce kardeşi Necdet Sançar'ın öli.lınünden, erken gelen bu ölümün üzüntüsUnden olacak, çok yaşayamadı. 1 1 Ara­lık 1 975'de, list üste gelen kalp krizleri onu alıp götürdü; Bayrampaşa'dan sonra kısa bir süre evi olan dünyadaki durağından Karaca Ahmet Mezarlığı'ndaki o son durağına göçtii. Yetmiş yıl Türklük için atan o kalp, duruverdi ...

ibnülemin Mahmut Kemal inal'ın, "Son Asır Türl< Şairleri" nde yazdığı gibi "Atiıyı atından indirecek derecede şiddetli yazan" ve aynı şekilde konuşan bir kalem ve söz eriydi. Öğrencisi Osman Sertkaya - şimdi aynı Fakültede profesör -"Türk Milliyetçiliği'nin Ziya Gökalp'ten sonraki en büyük ismi " diyor. Gençlik dönemin­de yine onu okuyarak yolunu çizıniş, öğrencisi diyeceğiıniz Prof. Ahmet B. Ercilasun için de Atsız'ı ·'Türklük ve TUrkçüllik fikirlerinden ayırarak incelemek mümkün değildir. Türk mil liyetçiliğinin hem fikir. hem mücadele tarihinde Arsız. şüphesiz ki bir merhale teşkil eder.''

"Yolların Sonu" adlı şiir kitabında "Sona Doğru·· başlıklı olan sonuncusu: onun kaleminden çileli yetmiş yılın. anıa her şeye rağmen şanlı ve şerefli bir mücadelenin mısdilara yansımadır:

152

"Bilsin ci/um ki ben bu cilıfınuı nesindeyinı; Bir ülkiinün mehiibetini1ı zirvesindeyim. Dünya denen meze/lete dalsm her isteyen; Ben ırkını m şeref taşan efsanesimleyinı. "

REFET KÖRÜKLÜ - CENGiZ YAYAN

"Artt k veda zanıamna pekfazla kalmadı; Yorgun ve kimsesiz ölümün bahçesindeyinı ... "

Evet, şiir bir tevekkül neş'esi içinde bu mısralarla son bulur. Onun etten, kemik­ten bedeni, ölümün bahçesindedir, doğru. O, bütün çektiği çileler sonunda hayatın son deminde kendini "yorgun ve kimsesiz" hissetse de içine düştüğü hi.iznü böylece ifade etse de, ruhu bizimle! Bir hayat, onun yaşadığı gibi yaşanmışsa o "yorgunluk" her türlü rahatlıktan daha değerli. "Kimsesizlik" ten yakınırken, belki haklı olduğu hususlar olabilir; ama o da biliyor, hem de çok iyi biliyor ki, kaç nesil onunla bera­ber, onun yanında oldu, onun düşünce doğrultusunda yol aldı, almakta ... Daha kaç nesil, onunla, onun yanında, onun düşünce ve ülktisünün takipçisi, bekçisi olacak. Biz, yine inanıyoruz ki, onu gelecek nesiller de tanıyacak, sevecek, yanında yer alacaklar.

Biz mesleğimiz gereği, onun şiirlerini yayınlanan programianınıza serpiştirdik. Hayatını, düşüncelerini yazılarımıza konu yaptık; zaman zaman doğru bildiklerimi­zin kavgasını ondan öğrendiğimiz şekilde yaptık; sürgün edildik, haksızlığa uğra­dık .... Ondan gördük, onu örnek aldık. Eğilmedik, bükülmedik! Atsız'ın hayatını, dilerdik ki bir yayıncı olarak bir televizyon belgeseli yapalım; onu tanıınayM, ki­taplarını, dergilerini okuma balltiyarlığına eremeyenler, bizim hazırladığımız, sun­duğumuz bu belgeselden tanısınlar Atsız'ı. Fakat, bu belgeseli, bu sözlerin sahibi olan, yaşı yetmişe köprü kurmuş yayıncı yapamasada, TRT'de ve iki üniversitenin iletişim Fakültelerinde yetiştirdiği öğrencilerden biri mutlaka gerçekleştirecektiL

Bu yazıyı karalarken, dönüp geçmiş günlere baktık, hatıralara daldık. Kitap, dergi sayfalarında yazılar, şiirler; kürsi.ide Atsız'ın sesi, bir tren penceresinde el sallayışı, alnı­na düşen saçı, gülümseyen yüzü, çocukluk, gençlik günlerimiz, ilerleyen zaman içinde gördüklerimiz, okuduklarımız, duyduklarımız, en son bir ölüm haberi .. hepsi birbirine karıştı. Acısıyla, sevinciyle yetmiş yıla ınerdiven dayayan öınrümde, Türk yaratılmış olmanın, Türk milliyetçiler camiasının bir ferdi, ülkü eri olarak yaşayan adamı sıfatını taşıyabiliyorsam bunu borçlu olduğum insanların başında Atsız Beğ var ...

Türk ınilletçiliğini benimsemiş, Türklük tilküsünü hayat çizgisinin eksenine otııtmuş. yaşlıca, duygulu bidr adamın karamaları bu satırlar. Atsız'ın ölümünden sonra yazıldı, konuşuldu, kitaplar yayınlandı; yakınları, öğrencileri, arkadaşları hatıra­larını naklettiler... Onları da birer birer okuduk, dinledik; kimilerinden yararlandık ve gönül tahtıınıza oturttuğunıuz bu büyük insanı bildiklerimizi, gördüklerimizi, duy­duklarımızı da ekleyerek yazdık, anlattık. Zaman, olup biten her şeyin gerçek yüzünü olduğu gibi gün ışığına çıkartıyor. Gördüğümüz her yüz aydınlanıyor. 1 905'de doğan, yetmiş yıl yaşayıp yirmibeş yıl önce aramızdan ayrılan bir yiğit kişinin, 2000 yılında hakkında bu yazıyı kaleme almayı kendimiz için biraz da görev bildi k.

Geriye baktığımızda, birlikte yaşlandığımız bir zaman dilimi içinde, çeşitli yön­leri bulunan yazar, öğretmen, şair, mücadele ve dava adamı, ama hepsinden önce ve her yönden daha önde gelen yanıyla büyük bir ülkü adaını olarak görüyoruz Atsız Beğ'i. Sovyetler dağıldı, Orta Asya'da Türk boylarının bayrakları dalgalanıyor ... Kurulan Türk Cumhuriyetleri, "!rkçılık- Turancılık" davasından mahkeme edilen bir insanıııın nasıl haklı olduğunu dosta düşmana ilan ediyor! O, bir mücadele adaını olarak bir nesle yol gösterdi, bir doğruya, gerçeğe işaret etti.

TÜRKÇÜLERİN KALEMİNDEN A TSIZ 153

Atsız, geride kalan 20.yüzyıl içinde adı anılıp geçilecek bir şair, yazar, hoca de­ğildir. Şiirleri, kitapları, romanları, araştırmaları olduğu için hatırlamak durumunda değiliz. Türklük düşüncesine, milliyetçilik anlayışıınıza, alışılagelen in, bilinenin çok ötesinde hareket getirmiş, yol- yöntem çizmiş, bir düşünce zemini hazırlamış insan­dır; öncüdür, önderdir ...

Artık "konuşan bir Türkiye " de yaşamaktayız. Düşünmek de güzel, konuşmak da ... Ama doğru ve güzel düşünmek, konuşmak şartıyla� Onun düşünceleriyle utku­muzu genişleten, yolumuzu yönümüzü aydınlatan nesil olarak biz, Atsız Beğ'i yine gönül tahtıınızda muhafaza ediyoruz. Bizim nesil de yaşlandı; nöbeti çocuklarımıza devretmenin hazırlığı içindeyiz. Yeni nesil, gelecek nesiller, onu görmeden büyü­yenler Atsız'ı eserlerinden, hakkında yazılanlardan tanıyacak ve öğrenecekler. Atsız Beğ, onunla aynı zamanı paylaşmış insanlar, ülkü yoldaşları, eserlerinde yaşamakta. Tanımak, hüküm vermek yazdıklarını ve yazılanları okumak, öğrenmekle mümkün. Bizim gençlerden istediğimiz budur.

Gördüğümüz, tanıdığımız Atsız çoktan toprak oldu. Sadece ruhu bizimle. Bir de düşüncelerini yansıtan yazıları, şiirleri, roınanları, eserleri ... Onlarda yaşamakta, onlarda yaşayacak. Rfıhu şad olsun.

ATSIZ'IN İZZET YOLALAN' A YOLLADI GI MUZİP BİR MEKTUP

TÜRKÇ0LERİN KALEMi 'DEN ATSIZ

"SOGUK SA V AŞ" YILLARINDA TÜRKÇÜLÜK, TANINMIŞ TÜRK İDEOLOGU NİHAL ATSIZ'IN TEMEL

DÜŞÜNCELERİ

ı ss

Rl�{ael MUHAMMETDiN Soğuk Savaş yıl larından kasıt ! ! .Dünya Savaşı sonunda başlayıp, yüzyılımızın

80'li yıllarını 2. yarısına kadar uzanan bir dönem. Bu dönem de Tlirkçülük üzerine bir fikri ideolojik cereyan hakkında konuşmak için hiçbir neden yoktur, zira totaliter ideoloji ve baskı rej imi kültür salıasında dahi Ti.irkçülüğe gelişme imkanı tanımadı. Türk Cumhuriyetleri arasındaki tüm kültürel ilişkiler Moskova tarafından ayartanır ve kontrol edilirdi. Bütün temas ve faaliyetler Rusya'nın hakimiyeti ve komünist ideolojisinin bayrağı altında gerçekleştirilmiştir.

Türkiye'de ise, bu yıllar içinde geniş anlamlı bir Türkçülük, yani Türk halkları arasında dayanışma anlamındaki Tlirkçülük ideolqjisi toplumsal bir düşünce tarzı olarak tevşik gönnüyor ve devlet siyasetinin bir parçası olarak dahi yasaklanmıştı. O zamanlarda Türki­ye açısından gerçek bir tehdit unsuru oluşturan Kuzeydeki azı lı komşunun asabına dokun­mamak için, Türkiye'nin resmi makam ları- Z. Gökalp'in 1924 'de ölümünden ve 193 ı 'de "Türk Ocağı" adlı cemiyetin kapatılmasından sonra- TürkçUllik düşüncesini Türkiye top­rakları ile sınırladılar. O zamanlardan bu yana ve SSCB'nin dağılmasına kadar pragmatik Türk liderleri Sovyetler Birliği'ndeki Türk Cumhuriyetleri ile herhangi bir işbirliği veya beraberlik meselesini gündeme getirınediler. Diğer taraftan Türkiye'nin yönetimi, komü­nist Türk Cumhuriyetleri ile ilişkiler yoluyla ülkeye Moskova'nın gizli istihbarat servisi ve komünist ajanların sızınasından endişe etmekteydiler.

Bu yıllarda Türkçülük ideolojisi açısından Türkiye bir nevi ideolojik boşluk içinde bulunuyordu. Bu boşluk, bir taraftan Atatürkçülük, diğer taraftan komünist r�jiın sempa­tizan ı solculann ideolojileri ile nisbeten doldurmaya çalışılmaktaydı. ideolojik boşluk yıllarında Türkiye'de çok yönlü ve yetenekli bir kişi olan Nihai Ats ız (ı 905- ı 975) oıtaya çıkmış ve Türkçülüğün propagandasını yaymak yolunda harıl harıl çalışmaya başlamıştı.

Bu noktada Nihai Atsız hakkında bazı biyografık verileri getirmek doğru olur kanaatindeyiz.

Hüseyin Nihai Atsız 12 Ocak 1905 tarihinde istanbul'da doğmuştur. Ortaokulu tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesi ve ona bağlı yatılı kısım olan ınuallim ınektebinde eğitim görmüştür. 1930'da üniversitenin Edebiyat Fakültesin'den ve aynı zamanda yüksek muallim mektebinden mezun olarak 1933 yılına kadar Prefesör Fuat Köprlilü'nün yanında asistan olarak çalışmıştır.

Asistan olarak çalışırken 1 9 3 1 - 1932 yıllarında "Atsız" dergisini çıkarınaya baş­lar. Dergi işine Fuat Köprlilü, Zeki Yelidi Togan, Abdülkadir İnan gibi Türkçü, edebiyat ve tarih alimleri de katılmışlardır. Dergi, o yıllarda ilim, fikir ve sanat a­lanlarında geniş tesirli Türkçü bir çığır açmıştır.

ı 933- l 955 yılları arasında Nihai Ats ız Türkiye'nin muhtelif liselerinde Türk Dili ve edebiyat öğretmeni olarak çalışırken, aynı sıralarda zaman zaman "Orhun" adlı Türkçü bir dergiyi de yayınlayabilıniştir.

156 REFET KÖRÜKLÜ - CENGiZ YAYAN

Mart 1 944 'de Nihai Ats ız "Orhun" dergisinde Türkiye'nin devri n başbakanına hitaben yazdığı "açık mektup" unda Milli Eğitim Bakanlığını, yazar Sabahattin Ali'nin başını çektiği Marksist eğilimli çevrelerin artan faaliyetlerine göz yummakla suçlayıp, Milli Eğitim Bakanı'nı istifaya davet etmişti. Bu şekilde Türkçüler Türki­ye'nin solcularına karşı düşüncel alanda savaş ilan etmiş oldular.

1967 yılında Atsız solculara karşı aynı savaşını yinelemiştir. Bu defa kendi ma­kaleler serisinde bölücü Marksistlerin Güneydoğu bölgelerinde yaptıkları gizli faali­yetlerini açıklayıp, bölgede komünist yönetim sistemini yerleştirme planlarını ifşa etmişti. Milliyerçilerin solculara olan bu düşüncel mücadelesi devlet tarafından her iki tarafa karşı davalar açılması ile sonuçlanmış ve Nihai Atsız birkaç kere hapse girmişti.

J 952'den 1969 yılına kadar Atsız Süleymaniye Kütüphanesi'nde çalıştığı sırada edebiyat, tarih ve Türkçi.illik konularında en önemli eserlerini yazmıştır. I 975 yılın­da İstanbul'a geçirdiği bir kalp krizi sonucunda vefat etmiştir.

Nihai Ats ız çok yönlü Türk ideoloğu ve çok yetenekli bir şahsiyetti; hem istidatlı bir romancı, şair, gazete ve dergi yazarı, hem öğretmen, düşi.inür ve Türkçülüğün propangandisti idi. Öğretmen, yazar ve şair olarak faaliyetlerinin temel amacı, top­lumda Türkçüli.ik fikirlerini yaymak ve benimsenmelerine hizmet etmekti. Esasen bu tutumunu, popüler ve tanınmış romanlarının adları da yansıtmaktadır: "Bozkurtların Ölümü" ( 1946), "B ozkurtlar Diriliyor" ( 1949), "Deli Kurt" (1958). Nihai Ats ız toplam altı büyük roman , 38 şiir, Türk tarihi ve edebiyatı Uzerine yazılmış 30 bilim­sel inceleme, Türk ansiklopedisi için hazırlanmış 40 makale ve muhtelif dergiler için yaklaşık 450 makale yazmıştır. ( 1 1 O,s. 4- 13).

194 ı- 1 972 yılları arasında yazmış olduğu muhtelif makalelerinin derlendiği "Türk Ülküsü" kitabında düşünceleri en konsantre ve açık bir şekilde ifade edilmiş­tir.

Türk Ülküsü (1955)

Dünya bir mücadele alanıdır. Mücadele, yaşamak için gereklidir. Milletleri sava­şa hazır eden iki faktör vardır: Biri maddidir ki buna "teknik" diyoruz, diğeri nıhldir, ona da "ülkü" adını veriyoruz. Uzun yılları tarih müşahadesi sonucunda, eşit maddi kuvvetler arasındaki mücadeleyi daima ruhi bakımdan üstün olan tarafın kazandığını göstermiştir.

Ruhsal kuvvet, mil l i üstünlük inancı ve büyüme arzusu, milli ülkülerdir. Milli Ulküler, toplulukların yaratıcı ve itici kuvvetidir. Türk ülkUsU, Türki.in bü­

yUklüğüne ve Türk'ün kudretine inançtır. Milli Ulküsü olmayan insanın hayvandan farkı yoktur. Hayvanlar ızdırap ve ölümden kaçar, kuvvetliden ise korkarlar. Ölüm­den korkmayan, ızdıraptan kaçmayan, kuvvetli ile mücadeleyi göze alabilen yaratık, ancak UlkUsü olan insandır. Bir zamanlar Ulkü roli.inU dinler üstlenmişlerdi. Bugünkü ülküler ise tamamiyle millldir. Dini inancı da kapsamış olan milli ülkü insanları güçlendiren, asilleştiren, sUrükleyen bir duygu ve düşüncedir (67, s. 7,8).

Büyüklük Ülküsü (1962)

Ülküler birer büyüklük davasıdır ve bundan dolayı büyürnek isteyen, büyürneyi amaçlayan m illetierin ülküsü vardır. Büyüklük davası, yani ülkü, çoğu zaman sa­vaşla elde edildiği içindir ki, insanlık tarihinde bUyük kahraman ve kumandanların daima ayrıcalıklı yeri olmuştur.

Hükümet darbelerinin sanat haline getirildiği bazı ülkelerde bunun asıl sebebi, bu ülkelerin bir büyüklük ülküsUnden yoksun olmalarıdır. İktisadi yoksulluk, siyasi

TÜRKÇÜLERİN KALEMiNDEN ATS IZ. 157

buhranlar, sadece işin görünen tarafıdır; asıl ve gerçek sebep ise milli ülküsüzlükten yoksun olmalarıdır.

Bugün, Türkler'in büyükilik ülküsü ulu Ti.irkistandır; ne var ki büyüklük Ulküsü aynı zamanda büyük fedakarlıklar ülküsüdür de. Bundan dolayı korkaklardaki aşa­ğılık duygusu büyüklükten korkarak hep küçük kalmayı tercih eder. (67, s. ı 7- ı 9).

Tiirl<çülük, Dışarıdan Gelmemiş Olan Tek Düşüncedir (1943- 1950)

Türkçülük, Türk Milliyetçiliği'ne verilen addır. Türçülük, Türk sevgisini ve Tlirk menfaatini gözeten bir ülküdür.

Türkçüli.ik, büyük Türklin ilinde, Türk uruğunun kayıtsız şartız hakimiyetidir (67, s, 29). Türkçi.i insan, milli çıkarları kişilerin çıkarları üstünde tutan, milli mu­kaddesata ve geçmişe saygı duyan, görev ahlakı yüksek olan, haksızlık ile mücade­leye korkusuz olan insandır. (67, s. 37)

Günümüz Türkiyesi'nde mevcut fikir akımları arasında yerli ve milli olan yega­ne fikir, Türkçülüktür. Faydalı veya zararlı olan diğerlerin, hepsi dışarıdan ithal edilmiştir. Komünizm, bizlere Rusya'dan aktarılıp vatana ihanet ile eş manaya gel­miştir. Mi lletlerarası Yahudi kökenli olan masonluk Balkanlar yoluyla Türkiye'ye de sızmıştır. Günümüzün saygın demokrasilerin vatanı İngiltere ve Fransadır. Epey taraftarı olan iktisadi liberalizm ve devletçilik düşünceleri de yabancı kökenli olup, İtalya ve Almanya'da doğmuştur. Türkler tarafından benimsenip milli bir görünüm kazanmış olan Müslümanlık dahi, aslında Türk menşeli değildir.

Türk kökenli olan yegane düşünce, yegane ülkü, yalnız Türkçülüktür ki, bu dü­şünce milli şuurumuzun gelişmesine paralel bir şekilde büyüyecek, güçlenecek ve atılımlar gerçekleştirecektir.

Türkiye'de Sağcı Ve Solcu Kimlerdir? (1968)

İktisadi bakımdan devletçi olmayan, liberal muhafazakarlar sağcı sayılmış, dini inkar ettiklerinden solcular dindar olanları sağcı olarak nitelemişlerse de bu tarifler eksik ve kısırdır.

İdeolojik bakımdan "sağ" milliyetçiliği, "sol" beynelmilelciliği temsil ettiği için, solda beynelmilelcilerin, sağda Türkçüler'in yer aldıkları farzedilir. Beynelmilelci ister dünya, ister İslam beynelmilelcisi olsun, Türklüğü ihmal eden veya yok sayan ve baş tacı etmeyen bütün düşlineeler solcudur.

İktisadi doktrinler kısa sürede değişmektedir. Değişmeyen prensipler milliyetçi­lik ve beynelınilelciliktir. Biz Türkçüler sağcıyız. Sosyal adaletçi olmamız, vatanın nimetlerini turistlere değil de soydaşlarımıza paylaştırmak isteıneıniz, gerçek ahia­kın gerektirdiği, adaleti sağlamayı dilememiz, asla solcu olmamızı gerektirmez. Türkiye'nin solcuları henüz ortada yokken, Türkçü şair Mehmet Emin Yurdakul herkes tarafından kolay anlaşılan şiirleri ile Türk Milleti için sosyal adalet istiyordu ve bu fikir onun Türkçülüğünden kaynaklanmıştı. Bu fikri, yıllarca sonra "sömürü" nakaratı ile başlayan plaklar misali Musevi asıllı olan Marks'dan alınış değildi.

Velhasıl Türkçüler sağcı olduğuna göre sol uçtakiler komünisttirler; ikisinin ara­sındaki yer, millt fikre veya beynelmilelciliğe olan yakınlık veya uzaklıkianna göre diğer ideolojiler tarafından doldunılmaktadır. (67,s. 55- 60)

Soyculuk ve Turancılık (1952)

Türkçülük ülküsünün değişmeyen iki unsuru vardır: Soyculuk ve Turancılık. Soyculuk, herşeyden evvel bir mill'i savunma aracıdır. Türkler'in aynı soydan gel­diklerini anlamaları ve benimserneleri olayı, onları başka milletler tarafından temsil

158 REFET KÖRÜKLÜ - CENGiZ YAVA

edilmelerinden korunıaktadır. Turancılık ise, Türk'ün tarihi vatanı olan ve çoğun­lukla üzerinde hiilii Türkler' in yaşadığı ülkeleri bağımsızlığa ve Türkiye ile birliğe kavuşturnıa enıelidir. (67, s. 95, 99)

Milli Siyaset, Türkçülük ve Siyaset (1970- 1972)

Moskova'nın köleleri olan Türkiye'deki komünistlerin yaptığı gibi Türkçöllik ülküsünlin ardında Nazizm korkuluğunun mevcudiyetini kabul etmek, dünyadaki fikir hareketleri hakkında hiçbirşey bilmernek ve dolayısıyle fikirsiz olmak anlamına gelir. Alman Mil liyetçiliği olan Nazizm ile Tiirk Milliyetçiliği olan Türkçtiiük nasıl aynı şey olabilirler ki ? Aksine, bütün milliyetçiliklerin birbirine karşıt oldukları gibi, Türkçülük ile Nazizm de iki ayrı milletin milli menfaatleri ön pHlnda tutan fikir sistemleri olarak birbirlerine karşıttırlar.

Zaten Türkçülükte diktatörlük de olamaz; çünkü Türkçülük demaralik bir sis­temdir. Ancak Türkçülükteki demokrasi IAçka olmamış, soysuzlaşnıamış, ciddi ve disiplinli, ahlak dışı telkinlere izin vermeyen bir demokrasidir.

Atatürk'ün ölümünden bu yana Türkiye, pasif bir devlet siyaseti gütmektedir. Atatürk'ün zemin ve icabı olarak kendisinin yaşadığı devir için geçerli olan "yurtta sulh, cihanda sulh" prensibini ebedi düsturmuş gibi benimseyip, siyasetini bu esas üzerinde yoğunlaştırm ıştır.

Barış uğruna kimseyi gücendirınemek siyaseti hakim olmuş, bu zihniyet ise Tür­kiye'nin siyasi sınırları dışındaki Türkler'in ihmaline sebep olmuştur. Herhangi bir devlette yaşayan Türkler'le ilgilenmek, o devleti gücendirir, tedirgin eder, kızdırır diye cihan Türklüğü adeta inkar edilmiştir.

Bugün Türkçülük cereyanı siyasi değildir, fakat bir gün siyasi bir kuruluş duru­muna gelirse, bütün Tiirkler'i kurtarıp birleştirecek bir program ile ortaya çıkacaktır. (67, s. 125, 1 3 1 , 132)

Nitekim Atsız, Şubat 1 962'de "Orhun" Dergisi'nde "Türk Milleti'ne çağrı" adlı makalesi ile Türk Milleti'ne dokuz ışıktan (ilke) ibaret olan bir kalkınma programı sun muştur: I ) TürkçüyUz, 2) Arınmış TUrkçeciyiz, 3) Yasacıyız, 4) Toplumcuyuz, 5) Milli gelenekciyiz, 6) Şuurlu demokrasiye taraftarız, 7) Ahlakçıyız, 8) Bilimciyiz, 9) Teknikçiyiz (67, s. 1 2 1 ).

Bu ilkelere bakıldığında Nihai Atsız'ın Türkçülüğü kendisinden evvel yaşamış i­deologların Türkçülüğünden hangi noktalarda farklıdır ve Atsız, milliyetçilik ve TürkçUllik kuramiarına nasıl bir yenilik katmıştır?

Önce onun "millet" kavramı anlayışının özelliklerini gözden geçirelim. Örneğin, Yusuf Akçura I904'de "Üç Tarzı Siyaset" adlı eserinde Avrupa halkları ilc

mukayese edildiginde Türkler'in milli düşünce ve devleti etnik prensip temelinde kunna ilkesi hususundaki tasavvurlarının henUz çok bulanık olduğunu söyler. Ziya Gökalp Arna­vut olan bir öğrennenin etkisinde milli fikir üzerinde ciddi olarak düşünmeye başladığını itiraf eder, yani bu iki Türkçü, milletin ve milliyetçiliğin meydana gelmesini somut tarihi gelişmelere bağlamışlarsa, Nihai Atsız "Milletler binlerce yılda n beri var" (67. s. 7) "Türk Milleti üçbin yıldan beri vardır" (67, s. 57) ve "Millet, bağımsız yurdu olan teşkilatlı bir topluluktur" (67. s. 49) düşüncesini ileri sürmüştür. Milletin oluşması için, Nihai Atsız'a göre, etnesun (kavimin, budunun) maneviyatı, insanların kendi etnos'una sadakati, etııos'un tekliği (birliği) ve insanların etnos çıkarlarını kendi çıkarlarından üstün tutabilmeleri gibi etkenler öneme sahiptir. Demekki Atsız. etnosun kendi biiyiiklüğünii ve tarihdeki rolUnU çok iyi kavramasınm gerekliliğine inanirdı.

Bununla beraber Nihai Atsız'ı önceki TürkçUlerden ayıran en büyük özelliği, Türkçülüğü politik ve ideolojik alanlara sokmaya ça lışması olmuştur. Atatürk-

TÜRKÇÜLERiN KALEMiNDEN ATSIZ 159

çülüğün güçlü etkisi altında Y. Akçura ve Z. Gökalp Türkçülüğü, sadece Türk halklarının kültürel- manevi yakınlığı düşlineesine ve bu yakınlığın zorunluluğuna inlıisar ettirmişti.

Gerçi Nihai Atısz daha 1 970'de, Türkçülük siyasi bir olay değildir diye yazmışsa da, gerçekte makalelerinin çoğunluğunda Türkçüli.iğü siyaset ve ideoloji alanlarına taşınııştır. Bunun dışında Atsız, Türkiye'nin XX. yüzyılın 40'1ı yı llarında artık za­manı geçmiş ve aktüalitesi kalmamış "Yurtta sulh, cihanda sulh" prensibini gereksiz saymıştır. Atsız'a göre, bu prensip Sovyetler Birliği olarak adlandırılan imparatorlu­ğun sömürüsü altında ezilen Türk kardeşlerini kurtarmaya engel olmaktaydı.

N. Atsız toplumdaki "sol ve sağ kuvvetler" deyimine yeni bir anlam kattı. Ona göre, insanların "solcu" veya "sağcı" olmalarının kriterleri, onların toplumdaki eko­nomik model görüşlerinden kaynaklanmaz. Bu açıdan bakıldığında insanların özel mülkiyet veya kollektif mülkiyetİn taraftarları olmalarının önemi de yoktur. Atsız'a göre, kişiler milliyetçi iseler, demekki sağcıdırlar, enternasyonalist veya kozmopolit iseler deınekki solcudurlar. Hernekadar biz yukarıda Nihai Atsız'ın Türkçlilüğü siyasi bir etken yapmaya çalışmıştır diye yazıyorsak da, aslında Atsız profesyonel bir siyasetçi değildi: zira kendisi somut politika ile uğraşmamıştır. Buna rağmen Tiirkçülüğli politik düşüncelerle meşbu (doygun) idi. Atsız, siyasi fikirlerini gazete ve dergilerdeki makaleleri, romanları ve başka eserleri yoluyla geniş çevrelere yay­ınaya çalışmıştır.

Sonuç olarak özetiediğimiz takdirde, "Nihai Atsız'ın eserleri vasıtası ile Tür­kiye'deki binlerce Türk gencinin kalplerindeki Türkçülük alevinin sönmesi önlenmiştir" diyebiliriz. Arsız, Y. Akçura ve Z. Gökalp Türkç[i lükleri ile günümüz Türkçülüğü arasında manevi bir köprü rolünü oynamıştır.

ATSIZ'IN ASKERi TIBBİYE YILLARI

ATSIZ KIZKARDEŞiYLE

TÜRKÇi"' LERi� KALE:\! i 'DEN ATSI:t. ı til

ATSIZ'LA FATİH'İN TÜRBESiNDE

Altan DELiORMAN Cağaloğlu'ndan gelen cadelenin Divanyolu'na ulaştığı yerde, sol köşede eski bir

kıraathane vardı ·'PehJhranlar Kahvesi" olarak tanınırdı. Duvarlarındil eski ve nam lı pehlivanların boy boy renkli resimleri asılıydı. Hemen her tabakadan insanların. fakat daha ziyade yaşlıların ve özellikle emektilerin geldiği bu kahve, geniş ve yük­sek tavanlıydı. Sonraki yıllard<ı yıkıldı ve arsasına bir iş hanı yapıldı.

Atsız'la burada buluşmak llzere sözleşıniştik. Bir yaz günüyellL 1 952"nin Tem­muzu, belki de Ağustosu. Ben, liseden sıra arkadaşım Erk'i de yanıma alarak gittim. Biraz sonra Hoca da geldi (Atsız'ın adı aramızda artık ·hoca'ydı. Gıyabında nadiren Atsız Bey diye bahsettiğimi7 de olurdu).

Dilştinüyorum: Niçin buluşmuş olduğumuzu şimdi lıatırlayamıyonıın. Fakat. ay­rılacağıınız sırada onun, her zamanki gibi Köprll istikametine değil. Aksaray tarafına doğru yöneldiğini gördük.

-Hocanı nereye? -Fatilı'c gidiyorum. Bugün Fatih Sultan Melııned I lan'ın türbesinde çal ışacağız. Erk'le birbirimize bakıştık ve aynı anda, ikimiz birden: -Bizi de götürmez misiniz? diye sorduk. Gelmemizde bir malısur var mı? Memnun olmuştu. -Hayır, hiçbir mahzur yok. dedi. beraber gidelim. Duraktan Edirnekapı-Bahçekapı tramvayına bindik. Biraz sonra Fatilı'tcydik. TUrbeye vardığımız zaman, orada bizi küçiik bir grubun beklediğini gördük.

Bunlar, t\tsız.'ın kardeşi Ne.jdet Sançar ve hanımı Rcşidc Sançar. Atsız' ın hanımı Bedriye Ats ız ve o sırada galiba Diyarbakır'da lise öğretmen i olan Kırzıoğl ıı Fah­

rettin Bcydi. Biraz vakit geçince isınail Hami Danişmen d de geldi. isınail Hami gelene kadar Aısız. Kırzıoğlu'ııa takıldı. durdu. Kırzıoğlu. Kürtlerin

menşei üzerinde çalışmalar yapıyordu. Kürt adı) la anılan topluluğun bir Türk boyu olduğunu ispat etmeye çalışıyordu. Onun ileri sOrUdüğü ilmi iddialara ve deliilere Atsız başka delillerle cevap veriyor, sakin ve sağlam Kırzıoğlu'nu kızdırmak isti­yordu. Fatih'in kapalı türbesi önünde yarını saat kadar bu ilmi tartışmayı dinledik.

isnıail Hami Danişmend o sıralarda Milliyet gazetesinde günlilk yazılar yazıyor·· du. Ayrıca Fetıh Cemiyeri'nin de başkanıydı. istanbul"un fethinin 500. Yıldönümü için hazırlıklar yapılıyordu. Bu yıldönümünün btıyilk törenlerle kurlanması için gayret gösteriyordu.

Cumhuriyetin ilanından sonra çıkarılan bir kanunla biilUn türbeler kapatılmıştı. Bu ara­

da Fatih Sultan Mehnıed'in türbesi de kilitlenıniş. kendi haline terk edilmişti. Dışardan bakıldığı zaman adeta bir izbeye dönmüş, yer yer harap olmaya yiiL llll111UŞ görünüyordu. Pencere parnıaklıklarına birkaç bez parçası bağlanmıştı. Tiirbe kilitliydi. ziyaret yasaktı ama. Müslüman istanbul halkı, Fatilı"i evliyadan sayıyor, onun ruhundan istimdatta bulu­nuyor, bu yi.i7.den türbenin pencereleri önünde dua ediyor. hana adaklar adı� ordu.

Türbedar. ti.irbe kapısını açmaya bir tiirHi yanaşmıyordu. Nihayet ismail Hilmi otoriter ve tehditkar bir tavır ıakındı. Fetih Ceıniyeıi. gereken izni nlınışıı, tlirbeyc

162 RE FET KÖRÜKLfl _ CENGiZ \' A VAN

girilecekti. Türbedann gözü o kadar korkurulmuştu ki, türbeden içeri bir canlının adım atmasını affolunmaz bir suç gibi görüyordu.

En sonıcı karşısındaki adamın doğru söylediğine kanaat getirmiş, biraz da hatırı sayılır bir kimse oldu&:,Ttınu anlam ış olacak ki. eski, kocaman bir anahtar getirdi, kapıyı açtı.

Hep birlikte içeri girdik. Önce burııunıuza bir küf ve pas kokusu çarptı. Loşluğa ve bu tuhaf kokuya bir süre sonra alıştık. Anlaşılan. isınail Hami ile Atsız önceden ko­nuşmuş, gerekli tertibi almışlardı. Bedriye Atsız'ın yanında elektrik süpürgesinden bez parçalarına, küçük süpürgelerden parlatıcı maddelere kadar gerekli her şey vardı.

- Şimdi burasını temizleyeceğiz. Kolları sıvadık. Kimimiz si.ipürme, kimimiz toz alına, kimimiz parlatına, cilala­

ma işlerini üzerimize aldık. Yılların tozu, pası birikmişti. Sildikçe çıkıyor, bir türlü temizlenmek bilmiyordu.

Hey koca Fatih! 2 1 yaşında istanbul'u fetheden, ulaşılması güç Konstantiniyye Kızılelmasına erişen yüce dahi! Büyük Sultan! Bu ne nankörlüld Biz evlatların mı, senin türbeni bu hallere getirmişiz'? Sana olan şükran borcumuzu, türbeni zamanın tahribatma terk ederek, adeta senden intikam alır gibi mi ödemeye kalkışnıışız? Bizi bu hale nasıl getirmiş ler? Hangi bilinmez eller bizi sana yabancı, hatta düşınan kılmış?

Eski bir dolabı temizlemeye çalışırken bunları düşünüyor, garip ve acı kaderimi­ze lanetler savurarak gözyaşlarıını içime akıtınaya çalışıyordum.

O gün, diyebilirim ki, Fatih'in ağır bir havayla dolu türbesinde, yüz kitap oku­sam alamayacağını ibreti aldım.

Arsız'ın belki bilerek. belki farkında bile olmadan verdiği derslerin en değerlisi, orada geçirdiğiın beş-altı saatlik zamana sığınıştır.

Sandukanın örtüsü yırtılmış, kirlenmiş, solınuştu. Sanduka çevresindeki parmaklıklar eskimiş, dökülmüş, paslanmıştı. Örtünün ölçüleri alındı, civardan bir usta getirildi, par­ınaklığın tamiri için anlaşmaya varıldı. Atsız'ı alış-veriş ederken hiç görınemiştim. İlaç ve kitap alınılarının dışında, bir daha da gönneyecektim. Ama, ne yaman bir pazarlıkçı oldu­ğunu orada anladım. Birkaç lira eksiğine yaptımbilmek için, usta ile dakikalarca pazarlık etti, dil döktli. insaflı ve vicdanlı bir adamnıış. Bu sözlere mi kandı. yoksa Fatih'in türbe­sindeki harablye mi içi yandı, bilemiyorum; sonunda azami indirimi yaptı.

O yaz akşamının alacakaranlığı perde perde inerken, türbeden çıktık. Fatih'e ka­dar yürüdü k. Orada ayrı ldık.

Arsız'ın o günkü ıstırabını unutmak kabil değil. Türbenin acıklı görünüşü. terk edilmiş hali onun gönlündeki yarayı büsbütün kanatmış olmalı, diye düşünürüm.

Atsız'ı İslamiyet'ten önceki Türk tarihine önem veren, onun dışında, mesela Osmanlı asırlarını hiçe sayan bir görüşe sahipmiş gibi tanımak ve tanıtmak isteyen­ler, Fatih'in türbesinde o gün bizimle beraber olmalıydılar.

Sanırım 1930'larda bir yazar. bütün Osmanlı padişahlarının isimlerini üniversite merkez binasından, çıkış kapısıııa kadar uzanan yola yazdırmak teklifinde bulun­ınuşttı. Böylece üniversite öğrencisi, mecburen yürüyeceği yolda her gün o padişah­larııı isimlerini çiğneyecekti. Bu suretle padişahlardan öc alınacaktı. Atsız, bu rezil teklifi uııutmadı. Birkaç zaman sonra Tanrıdağ Dergisi'nde "Osmanlı Padişahlan" başlığı ile yayımlanan yazısında, her padişahı teker teker inceliyor, hepsinin özel­liklerini sıralıyor. büyüklüklerini anlatıyordu. Atsız'a göre, bütün Osmanlı hanedanı içinde hakir göri.ilebilecek bir tek şahsiyet çıkmamıştı.

Bu da, Atsız'ın Türk tarihine bir bütün içindeki bakış tarzının unutulmaz örne!!,i­dir. Atsız'ın Osmanlı hanedanına karşı büyi.ik saygısı vardı. Bu hanedana nıens�ıp olanların hayatta kalanları ve yurda dönenleri ile görüşür, gıyablarında onlardan hürınetle bahsederdi.

TÜRKÇÜLERiN KALEMiNDEN ATS IZ 163

ÖLMEZLER YOLUNUN YOLCUSU

Yücel HACALOGLU

Nihai Atsız adını ilk defa 1948 yılında Kars'ta ortaokul birinci sınıfta öğrenci i­ken duynıuştum. Türkçe öğetmenimiz Hocaoğlu Selahattin Ertürk (sonradan Hacet­tepe Üniversitesi'nde felsefe profesörü), tarih öğretmenimiz ise Fahrettin Kırzıoğlu (sonradan Eruzurum Atatürk Üniversitesi'nde tarih profesöri.i) idi. Hocalarımızın ikisi de son derece milliyetçi idiler. SeHihattin Ertürk, aslen Eskişehir'in Mihalliçcik ilçesindendi. Babası ilçede yıllarca belediye başkanlığı yapmıştı. Selahattin Ertürk heyecanlı, şuurlu, atak, merd bir Türk milliyetçisiydi. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakül­tesi 'nin ele avuca sığmaz talebelerindendi. Osman Yüksel Serdengeçti ile 1 944 olaylarının içinde bulunan heyecanlı iki gençten biriydi.

Ertesi yıl, 1 949'da orta ikinci sınıfa geçmiştim. Selahattin Ertürk yine Türkçe hocamızdı. Bir gün derste, Nihai Atsız adında bir zatın "Bozkurtların Ölümü" isimli tarihi bir romanının çıktığını, bu eseri herkesin alıp okumasını ısrarla istemiş­ti. O yıl "Bozkurtların Ölümü" adlı tarihi romanı almış, su içereesine okumuş ve çarpılmıştım. Kafaında romanda ismi geçen kahramanların isimleri sık sık resmi geçit gibi her an gözümün önüne geliyordu. Kafanıdaki bir başka ınesele zihnimi kurcalaınaya başlamıştı: Kirndi bu Nihai Atsız? Bir kadın mıydı? ismi kadını hatır­latıyordu. Bir kadın, böyle tarih\ bir roman yazabilir miydi? Değilse kimdi? Mera­kım gittikçe aıtıyordu. 1 950 yılında Trabzon'a gelmiştim. Orada N ihai Atsız'ın kim olduğunu öğrenmiş, hatta kendisine bir de mektup yazmış, resmini isteıniştim. Bana, imzalı bir resmini gönderınişti. Bu resmi yıllar sonra büyüttürecek ve Türk Ocakla­rı Genel Merkezi'nin Galip Erdem Salonu'na asacaktını.

Atsız'ın eserlerini arıyor, bulduklarımı ezberlercesine okuyor; şiirlerini teksir e­dip arkadaşlarıma dağıtıyordum. O yıllarda ünlü "Orkun" Dergisi çıkıyordu. Atsız, haftalık olan bu derginin başyazılarını yazıyordu. Orkun; fikri gelişıneınizde, şuurlanınamızda, ufkumuzun genişletilmesinde büyük etki yapmıştı.

Liseyi bitirince 1955 yılında istanbul 'a gitmiştim. ilk ziyaret ettiğim kişi At­sız'dı. Kendisini ilk defa görüyordum. Yazılarındaki sert, kavgacı ve ınücadeleci tavrının aksine şen, nüktedan, yumuşak, sevecen bir insanla karşılaşınıştım. Bu gö­rüşmeıniz, benim hayatınıdaki dönüm noktalarından birisi olmuştur.

Ats ız' la 1970 yılına kadar, en az haftada iki gün Süleymaniye Kütüphanesi'nde ve ayda bir iki defa da Maltepe'deki evinde buluşurduk.

Bu buluşmalarda çeşitli kesimlerden gençler, üstad şahsiyetler, şairler, edipler bulunurdu.

Orhan Şaik Gökyay'ı, Prof.Dr. Zeki Yelidi Togan'ı, Dr.izeddin Şadan'ı, Tahsin Demiray'ı, Çağatay Uluçay'ı, Yılmaz Öztuna'yı, Prof.Dr. Osman Turan'ı, Prof.Dr. İbrahim Kafesoğlu'nu, Prof.Dr. Faruk Süıner'i, ProfDr. Mükrimin Halil Yinanç'ı. ProfDr. Abdülkadir inan'ı, Nihad Sami Banarlı'yı, Mahir İz'i. Necip Fazı l'ı onun yanında görmüş ve tanımıştım.

Arsız'ın sohbetleri çok zevkli geçerdi. İnsanın sıkılması kesinlikle mümkün de­ğildi. Türk tarih\ konusundaki engin bilgisi, insanı dehşete düşürecek kadar derindi.

REFET KÖRÜKLÜ - CENGiZ YA VAN

Üç Mayıslarda Çaınlıca tepelerine çıkar, orada 3 Mayıs'ı anardık. Bu gezilerde her kesimden arkadaşlarım ız olurdu.

Atsız, bir karakter anıtıdır; yılmayan, usanınayan bir mücadele adaınıdır. Eğil­meyen bir tavrı vardı. Fikirlerinden ve ilkelerinden asla taviz vermeyen bir ülkü devi idi .

Kartvizit'inde "Her devı-in menkubu" yazardı. Şöhretten ve alayıştan hoşlanınazdı. Nitekim bir dörtlüğünde şöyle söyler:

"/(imi sessiz, ytışayıp öyle göçer Kimi teşyi olunur kollarda Biri vardtr yaştmuşfırtuıttlı Tükenip kalacaktır yollarda."

Atsız, belli bir yaştan sonra yalnız yaşamaya mecbur kalmış bir şahsiyetti . Haya­tın türlü güçlükleri karşısında yılmamış, dimdik ayakta durmasını bilmişti.

En son görüşmemiz ölümünden üç ay önceydi. Bana bir kağıt uzatmıştı. O ka­ğıtta eşinden boşandığına dair mahkeme kararı yazıyordu. Bana "Sen sicil nazırısın. Bunları bilmen lazım" diyerek kağıdı okumamı istemişti.

Nihai Atsız'la hatıramız pek çoktur. İnşaallah onları önümüzdeki aylarda bir ki­tap halinde yayınlayacağım.

"Bozkurtlar" romanı ile klasikleşmiş ve ölmezler yolunun yolcularından biri o­Jan Atsız'a Allah'tan rahmet diliyorum.

Nur içinde yatsın! ...

TÜRKÇÜLEnİN KALDIİNDEN ATSIZ

ÜÇ MAYIS 1944 VE TÜRKÇÜLER BA YRAMI

Oğuz Şaban DUMAN

Torkiye Cumhuriyeti Devleti 1944 yılına gelene kadar denilebilinir ki: görünüş iti­bariyle de olsa kuruluş ülküsüne bağlıdır. Bu ülkü de Ti.irkçülllktllr. Gökalp ve Akçura gibi Türkçü düşünürlerin. Türk Ocaklarının ortaya atmış oldu�u tezler. Mus­tafa Kemal Atatürk tarafından ustaca hayata geçirilmiş ve uygulamasına başlanmıştır. Türkçülüği.in önerdiği yeni hayatta. Uınınet devleti yerine, millet devleti vardır. Salta­nat yerine cumhuriyet vardır. Kadınların toplumsal hayata, katılıını vardır. Dini ku­nınıların Türkleşnıesi, Tlirkçelcşmesi vardır. Camilerdeki hutbelerden Kur'an'a, Kur'an'dan ezana kadar Türk Dili ile yapılması vardır. Ekonominin Türkleşınesi var­dır. Kısacası hayatm her alanında Türkleşıne teklifi vardır. Mustafa Kemal bu önerileri cesaretle yeni Türkiye'de hayata geçirir. Kadın haklarından, ezanın TUrkçeleşmesine, ekonomik Tllrkçeleşmeden hukuka kadar. Cumhuriyetin ilk partisinin program umde­leriııin hazırlayıcısı da yine Tiirkçülüğün ve aziz Atatürk'ün fikir babası Ziya Gökalp'tir. Dolasıyla 1 940-1 944 döneminin devlet yönetenleri Türkçi.ilük idcol�jisinin hem ırki yönüne hem de Tura:ı yönline yabancı degillerdir.

Mustafa Kemal ile başlayan Tilrk aslından burjuva yaratma özlemi 1 940' 1arda gerçekleşemediği, azınlıkların milli ekonomideki hakimiyetlerinin kınlamadığı görüldUğil için; azınlıkları ekonomiden kovmak amacıyla ·'varlık vergisi" konulur. MüsiOıne M, gayrimüslüme G, dönmeye D deyip üçli.i bir sınıflamaya gidilerek azınlıklardan takatlarının üzerinde vergi alınmaya çalışılır. Milli ekonomideki haki­miyetleri yok edilmeye çalışı !ır. 1944 'e gelene kadar çeşitli oku ll ara girişlerde bile Tilrk ırkından olma esası aranır. Dahası İkinci Cihan Harbi'ııin başlarında Ankara hükümeti Almanlar'la gizli pazarlığa bile oturmaya çalışır. Pazarlığın konusu da Kafkasya ve Türkistan Türkleri'dir. Bu tür pazarlık arayışlarını o dönemin Al­man Dışişleri Bakanı "Ribbendtrop" ile dönemin Almanya'nın Ankara Büyük Elçisi Von Papen ve diğer siyasiler arasındaki yazışmalar ve gizli belgelerde açıkça görmek mümkündür. Bakınız bu gizli yazışmalara birkaç örnek verelim:

Alman Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Vaiszoeker' in bakan Ribbendtrop'a gönderdiği 05/08/ 1 94 1 tarihli gizli yazışmadan:

'Türl<iye Büyül<elçisi bugün bana yeni elçilik müsteşarını tanıttı. Ve lw­nuşmayı hemen Sovyet Bölgrsi'nde yaşayan Türi<-Moğol asıllı sınır l<abileleri üzerine çevirdi. Bu Türi<-Moğol kabilelerinin Sovyetler'e karşı yapacakları propagandaya dikkati çekti. Hazar Denizi'nin doğusunda bağımsız bir Tlirk­Moğol devleti kurulabileceğini ima etti.

Hiisrev Gerede, bunları sırasına getirip resmi olmayan tarzda söyledi. Fal<at bu, sözlerin tesadlifen ortaya çıkmış olmadığını gösterir. Ali Fuat'ın Sayın Von Papen ile olan görüşmesinde kullandığı ifadelere aynen uymaktaclır. Nitekim Gcrcde, Bakü'nün biitUn halkının Türk Dili'ni konuştuğunu l<astedcrek prob­leme girmekte geri durmamıştır."( .. )

Yine Alman Dışişleri Bakan Yardımcısı Hending. Alman diptomatları Ermondatof ve Vabraman'a gönderdiği yazıda şöyle der:

J{i(i Rf.Ft::T KÖRfrKLf - CENGiZ YA \"AN

''Türk Genel Kurmay Başkanı, Türk-Alman ilişkilerin in sadece Turancı hi< temeli ne dayanabileceğini ifade etm iştir."fi

Meraklıları, o dönemin Alınan gizli belgelerini araşrırırsa buna benzer herhalde daha bir sürü gizli yazışınaları göreceklerdir.

işte bu atmosferdeki Türkiye Devleti'nde, dönemin başkanı Şükrü Saraçoğlu, 05 Ağustos 1 942 tarihli meclis kürsüsünden okuduğu kabine programının sonuç komışınasında;

·'Biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. (Mecliste alkış ve brova sesleri) Bizim için Ti.irkçülük bir kan meselesi oldu�u kadar, laakal o kadar bir vic­dan ve kültür ıneselesidir. Biz azalan veya azaltan Türkçil değil, çoğaltan Türkçi.i­yüz. Ve her vakit bu istikaınette çalışacağız." diyerek devletin başbakanınca devletin temel ülküsü anlatılınaya çalışılmıştır.

Dönemin gençliği yüksek derecede TürkçüdOr; Milliyetçidir. Zaten 3 Mayıs 1944'ü yaratanlar da bu yilksek Türklük şuuruna erişmiş, Türk gençliğidir.

1944 Türkçülük Olayının Meydana Geliş Şeldi

Büyük Ti.irkçü düşüııür ve yazar rahmetli Atsız Bey: devletin ülküsünün Türk­çülük ve dönemin başbakanı Saraçoğlu'nun da Türkçli olduğu inancı içindedir. Buna karşılık devletin her tarafına komünist ve hain kadroların yerleştirilınekte olduğunu görmektedir. O günkü başbakanın ve devlet yetkililerini uyarmak için Atsız Beğ; devrin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu'na Orhun Dergisi'nde 1 Maıt 1 944'te ve yine bir ay sonra 1 Nisan 1 944'te olmak üzere iki açık mektup kaleme alır. Devletin içine ve hatta beynine sızmaya çalışan virüsleri haberdar eder. Başbakana şikayet ve uyarıda bulunur. Bu virüslerin içinde- sonrudan Bulgaristan'a kaçarken öldürülen Sabahat­tin Ali de vardır. Devrin milli eğitim bakanı Hasan Ali Ytıcel'i bu mektuplar büyük bir telaş ve endişeye düşürür. Hasan Ali Yllcel ile o günlerin Ulus gazetesi baş yaza­rı Falih Rıfkı Atay'ın teşviki ile Sabahattin Ali tarafından Atsız Beğ mahkemeye verilir.

26 Nisan 1 944 'te Ankara'da başlayan ilk mahkeme salonu, dönemin üniversite gençliği tarafından hınca hınç doldurulur. Bu yoğun kalabalık ve tezahürat karşısın­da mahkeme heyetinin içeriye pencerelerden girebildiği söylenir.

Nihai Atsız Beğ mahkeme heyetine; ''Sabahattin Al i'den sorulsun, hıyanetini ispat edelim mi? Buna razı mı?" diye

sorar. Sabhattin Ali se bu sözler karşısında sessiz kalmış ve bir cevap verememiştir. Mahkeme 3 Mayıs 1944'e ertelenir. Ne olduysa davanın ikinci eelsesi 3 Mayıs 1944

gilnü olur. 3 Mayıs 1944'te Türk gençliği bir volkan gibi patlar. Türklük ülküsüne ve onun ideolojik lideri. hocası Hüseyin Nihai Atsız'a sahip çıkmak için Ankara adliyesinin kori­dorları. salonlarını dolduğu gibi adiiyenin önü de yüzlerce genç tarafından doldunılur. Topluluğun bir kısmı adliyede Atsız'ı yalnız bırakmazken, diğer binieric ifade edilen bü­yük bir topluluk. Ulus Meydanı'na doğru protesto yürilyüşüne geçer.

işte bu ·•üç Mayıs'' günü Atsız Beğ'in de isteği doğrultusunda 3 Mayıs 1954 ta­rihinden itibaren "Türkçüler Günü" olarak anılmaya başlanır.7 3 Mayıs Türkçüler günü budur. 3 Mayıs Atsız Beğ'e "Atsız Hoca" diycnlerce 1 990'dan sonra 3 Mayıs Haftası olarak da anılmıştır.

Elbene ki 3 Mayıs 1944 'ün bir çok kalıramanı vardır. Fakat 3 Mayıs 1944 'ün ya­ratıcısı. doğrudan doğruya Türkçii fikirleri ve hareketleriyle Arsız Beğ ve O'nun

'' Necdet Sançar. inönu ve Dış Türkler. Ötükcn O. sııyı 98. s.4/7 1 Altan Delionnan. Tanıdığım Atsız. Boğaziçi yayınları. s.135

TÜRh:ÇÜLERi� 1\.ALE:\liNDI::"' ATSI1. Hi7

yanındaki arkadaşlarıyla Tiirk Gençliğidir. Türk gençliğinin kendi ideolojisi olan Türk Milliyetçiliği'ne sahip çıkmak ve yine bu ideolojinin düşünürli. konuşaııı. ya­zanı Atsız Ocğ'i yalnız bırakmamak için patladığı anlamlı bir gündür.

Yukarıda anlatageldiklerimiz. meselenin görünen yönüdür. Oir de görünmeyen yönlerine bakalım. Sonradan. bu 3 Mayıs olayından sonra bildiğimiz üzere Türk milliyetçilerinin önde gelenlerinin çoğunun tutuklanınalarına gidildi. Gardist. Troçkist ''düzen düşmanı"" ihtilalci gibi savl::ırla m<llıkeıııelere sevk edi ldı. Hem de dönemin Rcisicıınıhunı İsmet Paşa'nın meşhur 1 9 Mayıs 1 944 mıtku ilc. Peşin hü­ki.imle Türk Mill iyetçileri potansiyel suçlu ilan edildi. Milliyetçilik ideolojisinini temel felsefe yapan bir devlet. ınilliyetçiliği savunan insanlarını nasıl olur da böyle­sine acımasıLea suçlayabilir?! Potansiyel suçlu ilan edebilir?ı Bir devletin hem ku­ruluş felsefesi milliyetçilik olacak, hem de milliyetçilik ideolojisini ve onu savunan idealistlerini mahkemelere verecek? Bu gerçekte eşyanın tabiatma aykırı bir olay.

Yukarıda bu ıneselenin görünen yönüdür dedim. Bir de görlinıneyen yönü var mıdır acaba? İşte bu görünmeyen yönüne dikkati çekmeye çalıştım! Nasıl olur da bizim ülkümUz TlirkçülükLür diyen bir başkana sahip devlet, yine TUrkçülüğün diğer ayağı olan Turan için Alnıanlar ile gizli pa,arlıklar arayan bir devlet. birden bire ters yüz ederek kendi ideolojisini savunanlara karşı sert tavır alır?! Onları ve onların şahsında Türkçülük ideolojisini malıkum enirmek için mahkemelere verir!.

Bunun cevabıııı Alınanlar'ın yenilgisinde ve bu yenilginin sonucu daha kabaca çıkan Sovyet Rus sömi.irgeciliğinin aşırı istek ve yayılınacılığıııda aramak gerekir. Nitekim. Moskova'nın kışkınması ve yönlendirmesi ile yine Sovyet istihbaratının bilgileri ile enforıne edilen Türkiye Komünist Parıi.si "THn Gazetesi .. vasıtası ile 1 Temmuz tarihinden beri Türk Milliyetçilerine luuşı hücum halindeydi. "Cum­huriyet döneminde Türkçlillik nasıl doğdu. Türkçlilügün ınenşei ve mahiyeti. Türk Milliyetçiliğinin esasları'" gibi seri yazılar ile adeta Moskova adına Ankara'yı kendi ideolojisini katietmesi için zorluyordu. Yine aynı dönemde TKP Merkez Komite­si'nin hazırlamış olduğu ·'En biiyük tehlike" adlı broşür. TKP militanlarından "Faris Erkman•· imzası ile çıkarılıp dağıtıldı.� Bugün de " l rkçı-Türl<çiiiUI< deyimi size bir şey hatırlatıyor mu?"

O gün Cumhuriyet Türkiyesi'nin başında, bu Sovyet yayılmacılı�ına karşı cesa­retle karşı durabilecek bir insan göremiyoruz. Cumhuriyetin başı. ikinci adam isınet Paşa'dır. Bu isınet Paşa hayatı boyunca ikinci adam olmuş, Kuıtuluş Savaşı'na bile hasbel kader katılmış. Tanzimat sonrası geleneksel Osmanlı opoıtünist politikaları­nın devamcısıdır. Tanzimat sonrası Osmanlı politikacıları güçlü devletlerin her iste­diklerini yapmakla, Osmanlı'nın ayakta kalacağı inancı içinde idiler. Yahut da onla­rın hoşuna giden şeyleri yapmakla. Paşa da bunu yaptı. Sovyet emperyalist koloniyal yayılınacı lığına karşı tanrılar kurban istiyordu. Ve isınet Paşa 1 9 Mayıs 1944 nutku ile kurbanlarını işaret etti. Meşhur nutku aşağıdaki gibidir:

"Turancılar, Türl< Milleti'ni bütün komşuları ilc onarılmaz bir surette derhal düşman yapmak için bire bir tılsım bulmuşlardır. Bu kadar şuursuz ve vicdansız fesatçıların tezvirlerine, TUrk Milleti'nin nıu ltadderatını teslim etmemek için elbett.e Cumhuriyetin bütün tedbirlerini lwllanaca�ız. Fesatçılar genç çocul<lan ve saf vatandaşları, aldatan filti rlerin i millet !<arşısında açıktan açığa mü nakaşa edenıeycceği ın izi san mışlard ır. Aldaıımışlardır ve daha çok aldanacal\.lardır.

Şimdi vatandaşlarımdC\11 iki suale zihinlerinde cevap bulmalarını istiycceğim: lrkçılar ve Turancılar gizli tertipieric teşkillere başvurmuşlardır. Niçin? Kandaşları arasında

x Acl:ın Sııyılgan. Türkiye'de Sol Haı·eketler. sA35-436

168 ıtEFET KÖRÜKLÜ - CENGiZ YA VAN

gizli fesat tertipleri ile fil<irlcı-i memlekt::te yürür mü'! Hele doğudan batıdan üll<cler, gizli Turan cemiyeti ile zapt olunur mu? Bunlar o şeylerdir l<i devletin lmnunlarını ve esas teşkilatı ayak altına alındıktan sonra başlanabilir. Şu halde yaldızlı fikirler per­desi altında do�rudan doğruya Cumhuriyetin, Büyük Millet Meclisi'nin mevcudiye­tinin aleyhinde teşebbüsler karşısındayız."

B u konuşmanın akabinde başta Türkçü mütefekkir Nihai Atsız olmak üzere çe­şitli milleyetçi aydınlar ve genç kurbanlar tanrıların istedikleri kurbanlar olarak toplanıp işkence odalarına, taburluklara gönderilmişlerdir. Hayali suçlamalarla engi­zisyon cezası çektirilınişlerdir.

Gerçekte bu durum padişahların, isyancılar karşısında isyancıları yatıştırmak için aldıkları kellelere benzemektedir. Türkçüler ve Türkçülük önceden senaryosu ha­zırlanmış, tiyatromsu mahkemelerde yargılanmış ve mahkum olmuştu. Ancak ikinci adam isınet Paşa'ya rağmen askeri teınyiz nezdinde itiraz edilen ınahkumiyet karar­ları 25 Ekim 1 94S'te bozdurulmuştur.

"Askeri Temyiz Bozma Kararı"nda:

"1 Nwnarah S1k1 Yönetim Mahkemesi taraj.i;tzltktmt ayrılnuşttr. Mahkeme, 2 Numara/i S1k1yönetim Mahkemesi tarafindan görülme/id ir. " der.

Mahkemeler, tutuksuz olarak, bu kez 2 numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi'nce görülmeğe başlanır.

Savunmalarında Atsız Beğ şu son sözleri söyler. "-KiMSEDEN HAKSIZ BiR YERE BiR ŞEY TALEP ETMiYORUZ. ATALARlMlZDAN KALAN MiRASIN MEFAHiRiMiZiN GÖMÜLÜ OLDUGU TOPRAKLARIN . BiZiM OLMASI ÜLKÜSÜNÜ KALBiMiZDE TAŞlYORUZ.

BEN BUNLARI ŞAHSIM iÇiN iSTEMiYORUM. ORALARDA ÇİFTLiK VEYA APARTMAN YAPACAK DEGİLiM. MiLLETiM iÇiN DÜŞÜNDÜGÜM HAKLARDAN DOLAYI DA KiMSE BANA VATAN HAİNİ DiYEMEZ. BU ÇİRKEF iFTiRAYI iADEYE DETENEZZÜL ETMiYORUM. KiMIN HAiN, KiMiN VATAN PERVER OLDUGUNU TARİH TAYİN EDECEKTiR. HATTA ETMİŞTİR. BiLE''�

3 Mart 1947 tarihinde 2 Numaralı Sıkı Yönetim Mahkemesi, sanıkları suçsuz bularak beraatlerine karar verir.

Beraat Kararının Gerekçesi

187 sayfa tutan karar çok ilgi çekici ve ibret, aynı zaman da Türkilik mücadele­sinde tarihe şeref sayfası olarak geçecek bir karardır. Bakınız bu beraat kararında ne diyor:

"-Bu nümayiş (3 Mayıs 1944) milli bir ideolojinin, milli olmayan bir ideolo­jiye l<arşı tepkisinden ibarettir.

-Her milletin içindeki azlıldar o miUetin h,al<im ırkının adını alır. Fakat o millet içinden ayrı ırklardan bahsedilemeceği anlamına gelmez." diyen mahke­me "ayrıca ırk bakımından kamu haklarının bir kısım vatandaşlanı tanınmaması keyfiyetinin anayasaya aykırı olabileceği, fakat bu aykırılığı cezalandırılacağına dair TC. kanunda hiçbir kayıt bulunmadığından sanıkların bu fıilden beraatlerine; uzun bir tahlilden sonra hükümet darbesi teşebbüsünde bulunmadıkları, söyledikleri ve reddettiklerinL mantıken de buna imkan olmadığına delilleriyle Vali Dr. Lütfi Kırdar dahil dinlenen çok şahitlerden ve mektuplardan anlaşılmış. aksine polise verilen tek

9 İlhan Darcndclinğlu. Türkiye'de Milliyetçilik Hareketleri. s.l42-143. Toker Yayıııları

TÜRKÇÜLERiN Kt\LE:\Ii�DEN ATSIZ 169

bir ifadede de başka bir şey görülmemiş olup, bu suretle sabit olmayan, bilakis MiLLi BiR GAYE iÇiN ÇALlŞTlKLARI tebeyyün eden Zeki Yelidi ve arkadaşl a­rının beraatine karar verilrniştir.''ııı

Bu mahkeme kararlarında dikkati çeken bir nokta var. Kararda diyor ki: "Her milletin içindeki azlıklar o milletin hakim ırkının adını alır".

Sorunı şu olacak. Bu gün acaba "Türkiye mozaikler ülkcsidir." yahut da "bu vatan hepimizindir" diyenler acaba yukandaki mahkeme kararlarındaki sözle çelişip suç işlemiyorlar mı? Kanaatimiz odur ki hem çelişiyorlar, hem de bugünkü anayasanın baş­langıç ilkelerini de çiğnemiş oluyorlar. Yani di.ipedüz anayasal suç işliyorlar.

Biz bu "Türk" adını devierimize yeniden vermek için tam 900 yıl bekledik. A­man devletimize zeval gelmesin diye Arab'ı Fars' ı kardeş bilip, kah limınetolduk, kah Ruın'u, Bulgar'ı tebaamız bilip Osmanlı olduk. Bir trırlUde ne kendi kimliğimiz söyletildi, ne de devletimiz bu kimliği söyledi. Kan ve can vergisi verdik fakat ni­mete gelince kovulduk. 900 yıl sabırla bekledik. Ve Türkiye Cumhuriyeti'ni ku­ran halka Türk denir dedik. Devletin adı da Türkiye Cumhurdiyeti Devletidir dedik. Bu nedenle ''bu ülke mozaiktir" diyenler de. "bu varan hepimizindir" diyerek Türk vaıanına ortak arayanlar da hem tarih ve şehitler huzurunda, hem de anayasa huzurunda suç işlemektedirler.

1 944 hadiseleri ve görtllen dava sonuçlarının kısaca yorumlanmasına gidersek neler söyleriz?

Bakınız bu davalarda devletin başı ile devletin hukuku karşı karşıya gel­mişlerdir. Devletin başı meşhur ve ıneşuın 1 9 Mayıs 1944 konuşmasında "bunlar haindir" diyor, "bunlar devlet düşmanıdır" diyor. Ye totaliter bir kafa yapısı gereği kendini hem hakim, hem de savcı yerine koyuyor. Şimdi buna karşı l ık olarak da o günkü devletin en üst lıukul< kurumu da "hayır" diyor. "Bu düşünceyi taşıyanlar­da suçlu olamaz." Dahası "ırkçılık suç değildir" diyor. Dahası "bu idelojiye devletin ideoloisidir" diyor ve mah l;.eme sonucu yargılananlar aklanıyor.

Türk Milliyetçiliği'ııin Türk'ün tabi ideolojisi olduğuna dair o günkll Türk huku­ku adeta beraat kararı veriyor. Mahkeme sonucu güzel bir olay olması gereken bir sonuç, ne var ki oportünist, korkak, aciz yönetiınce (ki başı Milli Şef İnönü) ekilen gayrı Türk tohumunun acısını Türk Devleti ve Türk Milleti bugün hala çekmekte. Her yanılgının ve tıkanınanın kökeninde o günkü ikinci adamın 1 9 Mayıs 1 944 'te yaptığı konuşma neticesinde Türk M illiyetçi liği ve milliyetçiler devletten sürekli şekilde dışlanmışlardır. O günlerde devlete bulaşan virüs, Türk Devleti'nin mil­letin temel lilküleri doğrultusunda karar almasını daima bozar hale getirmiştir.

Sovyetler Birliği çözülürken "hazırlıksız yakalandık" d iyenlere sormak gerekir. Neden hazırlıksız yakalandınız? Sebebi nedir? Kanaalimiz odur ki, hazırlıksız yakalanmanın ana nedenini 3 Mayıs 1944 öncesi ve sonrası hadiselerde aramak doğru olsa gerekir. Bu hadiseler 1944'ten sonra Türk Milliyetçiliği'ni devletten dışlamış, onun yerine, yani ULUSALIN yerine EVRENSELi Iwyın uştur. So­nuçta da, EVRENSELiN l<apısından önce millici olmayan batıcılık ve Aıneri­kancılıl< ilc onun ekomonik anlayışı kapitalizm girmiş; bu da yetmemiş ardın­dan marksizm ve siyasi ümmetçilik girmiştir. Düni.in marksist hareketlerinin yerine bugün siyasi ümmetçiliği karşınıızda göriiyorsak; bu, TürkçüiUğc devletçe 1 944 'ten bu yana sırt çevirmen in bir bedeli olsa gerekir.

111 Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için bakınız: i lhan Darenlioğlu age.

ATSIZ'IN ASKERi TIBBİYE YILLARI

T0RKÇÜLEJdN KALEMiNDEN ATSI7. 171

A TSJZ BEG ve KÜTÜPHANE

Necmeddin SEFERCiOGLU

Türkçülüğün Ziya Gökalp'ten sonraki en büyük temsilcisi ve önderi olan ATSIZ Befin, ibret alınarak hatırlanınası gereken bir hayat; serüveni var: 1 905'te başlayıp 1975'te sona eren anıansız, dayanılmaz, aşılması olabildiğince zor engeller ile dolu bir hayat: daha doğrusu bir fazilet mücadelesi ... Arap asıllı bir subaya selam vermedi diye üçüncü sınıfında okuduğu Askeri Tıbbiye'den çıkarılış ( 1 925): daha sonra girip mezun olduğu istanbul Edebiyat Faktıltesi'ndeki Türkoloji asistanlığı görevine. l l . Türk Tarih Kongresi'ne Zeki Velidi Togan'ın yalnız bırakıldığı tarih tezinde, onu desteklemek için çektiği telgraf bahane edilerek, son veriliş ( 1 933): Edirne Lise­si'ndeki öğretınenliği sırasında çıkardığı Orhun ( 1933-34) Dergisi'nde Türk Tarih Kurumu'nun yayınlandığı rarih kitaplarını eleştirınesi ve yanlışlarını ortaya koyması yüzünden "bal<anlık emrine" alınış ( 1 934); dokuz ay süren bu mecburi işsizliğin ardından, çoğu özel okullarda geçen öğretmenlikler dönemi ( 1935-44); Türkçülüğe yönelik devlet terörünün baş kurbanı olarak atıldığı zındanda işkencenin her türlüsü­ne maruz kal ış ( 1 944-45); o uğursuz "lkçılık-Turancılık Davası"ndan beraat edip zındandan kurtulunca. dört yıl açıkta. işsiz bırakılış ( 1 945-49); ardından atandığı öğretmenlik görevinde değil de bir klitliphanede görevlendiriliş ( 1949-50); ülkedek i iktidar değişikliğinden sonra başladığı asli (öğretmenlik) görevinde ancak birbuçuk yıl kalabilip yeniden kütliphaneye gönderiliş ( 1952) ve memurluk çilesini orada dotduruş ( 1952-69); buglin artık bülllniiyle su yüzüne çıkmış, ülkemiz ve milletimiz için nasıl bUyük bir tehlike olduğu, otuzbin cana mal olduktan sonra sağduyu sahip­lerince anlaşabiimiş olan bölücü "kürtçülük" kıpırdanışiarını sezip, çıkardığı Ötüken Dergisi'nde dile getirdiği için kendisi bölUclilük itharn ı ile mahkum edilerek, hem de 68 yaşında yeniden zındana konuş ( 1 973). işte bunlar, Atsız Beğ'in çileler. bunalımlar. sıkıntılar, huzursuzluklar içinde geçirmek zorunda bırakıldığı hayat yolunun engelleri, tuzakları idiler. O, üzerinde "her devriıı menkubu" yani 'her dönemin bahtsızı, gözden düşmüşü' ibaresi bulunan kartvizitlcr bastırnıağa mecbur bırakan bu olumsuz şartlar, bahtsızhklar içinde bile ilmi çalışmalarını, edebi çabala­rını. Türk ve Türkçülük düşmanları ile mücadelesini bir an olsun bırakmadı; dergi­ler, kitaplar, araştırma makaleleri yayınlanıayı stırdürdü. 11 Mücadele O'nun hayat biçimi idi; "Mücadelesiz hayat beni mahvediyor" diyordu.'2

Ats ız Beğ bu çile! i, çekilmez acılar yüklü hayatının önem li bir bölümünü, öğre­nimini gördügü. çok sevdiği öğretmenliğin dışındaki işlerde geçirmek zorunda bıra­kılnııştır. Sık sık kesintiye uğrayan 1 3 yıllık bir öğretmenlik hayatı vardır. Oysa o, yetişınekte olan gençlerin nıilletini, yurdunu yürekten seven, kendilerini Türk Mil­leti'nin yükseltilmesine adayacak aziın ve birikime sahip nesiller oluşmasına katkıda

1 1 Atsız Bcğ'in hayaıı. görüşleri ve yayınları hakkımin ayrıntılı bigiler edinmek için. bl...: Ömer Faruk Akün. ··Atsız, l lüscyiıı Nihai". Türkiye Diyanet Y:ıkl'ı İsli\ın Ansiklopcdisi. 4 (istanbul 1991 ). 87-91. 1� ··Atsız'ın mektupları. s··. Yayımı haz. Yücel Jlac:ıoğlu. Orkun. 1. 5 (Ternınu7. 199X). 45.1 12 rnektıır>

172 RE FET KÖRÜKLÜ - CENGiZ YA VAN

bulunmak isterdi. Bilgi ve kültUr birikimi, ülküsü, öğretmenlik yeteneği buna çok

uygundu. Buna karşılık, ülkeyi yönetenler O'nun taşıdığı görüşleri ve ülküyü, yani TUrkçülllğü, milletimizi yöneltmek istedikleri kozmopolitlik için engel olarak görü­yorlar. kendisini gençlerden uzak tutmanın yollarını arıyorlardı. Bunu, görevine son verme, işten çıkanna, "bakanlık emrine alma" gibi yollarla sağlamağa çalıştılar ve 1944-45 devlet teröründen sonra, birbuçuk yıllık bir dönem dışında sürekli duruma getirdiler.

Ünltl lrkçılık-Turancılık davasından beraat eden ve 23 Ekim 1 945'te cezaevin­den kurtulan Atsız Beğ, dört yıl süre ile bir resmi göreve atanınadı. Seraat kararını umursamayan ve önemseıneyen tek parti (CHP) iktidarı O'na görev vermeğe bir türiLi yanaşmıyordu. Ondan dolayı, 1 944-1 949 yıllarını kapsayan bu dönemde Atsız Beğ, Tahsin Demiray'ın Türkiye Yayınevi'nde çalıştı. O süre içinde Yayınevi'nin tarih yayıniarına nezaret etti,1 3 aynı yayınevi'nce çıkarılan Türkiye Yıllığı'na da tarihi konularda makaleler yazdı. Bozkuıtların Ölümü ( 1 946) ve Bozkurtlar Diriliyor ( 1 949) adlı romanlarının ilk basımları da, Türkiye Yayınevi'nce, bu dönemde yayınlandı.

Milli Eğitim Bakanlığı bu eski öğretmenine reva gördüğü bu 'mağdurluk cezası' nı kaldırmayı, ancak Atsız Beğ' in bir sınıf arkadaşının, Tahsin Banguoğlu'nun bakan olması ilc hatırlayabildi. Gücünü giderek artıran ve 1944-45 teröründeki 'ta­butluk işkenceleri 'ni propaganda malzemesi olarak kullanan muhalefetin baskısı da iktidarı bunaltıyordu. Böylelikle Atsız Beğ, 1949 yılında Haydarpaşa Lisesi edebiyat öğretmenliğine atandı fakat okulunda değil, atayanların bir sürgün yeri olarak dü­şündüğü Süleymaniye Kütüphanesi'nde görevlendirildi. Anılan Kütüphane'de geçirdiği bu dönemi o, arkadaşı i.H. Yılanoğlu'na yazdığı bir mektupta, "Ben, ev­velce de bildirdiğim gibi, özde öğretmen bakikatte tasnif memuruyum"ı4 diye belirtiyor. Bu cümle O'nun bu görevi içine sindiremediğinin, kendisini "sürgün"de veya "kızak"ta saydığının dolaylı bir açıklamasıdır.

Atsız Beğ'in, atanmış olduğu Haydarpaşa Lisesi edebiyat öğretmenliğine fiilen başlayabilınesi, ancak 14 Mayıs 1950'de gerçekleşen iktidar değişikliğinden sonra, 1950-51 öğretim yılı başında mümkiln olabildi. Yeni iktidarın sahibi olan Demokrat Parti, 1950 seçimlerinin propaganda döneminde "lrkçılık-Turancılık Davası" baş­langıcında Türkçüler'e yapılan işkenceler üzerinde çok durmuş, o uğursuz olayları propaganda çalışmalarının miğferi haline getirmiş, onlarla CHP'yi çok hırpalaınıştı. Bu yüzden 1 944-45 mağdurlarına haklarını iade etmek zorunda kaldı. Fakat bu iade­de ne kadar isteksiz ve samimiyelsiz olduğu kısa zamanda anlaşıldı. Söz gelişi, Atsız Beğ'in Haydarpaşa Lisesi'ndeki öğretmenliği ancak birbuçuk yıl sürebildi. 5 Mayıs 1952 'de verdiği bir konferans bahane edilerek, öğretim yarıyılının tamamlanmasını bile beklemeden, 1 3 Mayıs 1 952'de, öğretmenliğe bir daha dönmernek üzere, yeni­den Süleymaniye Kütüphanesi' ne gönderildi.

Arsız Beğ'e kütüphanenin yolunu açan konferans "Devletimizin kuruluşu" ko­nusunda idi. Kendisi, Türk M illiyetçi ler Derneği Genel Merkezi tarafından, Anka­ra'nın o zamanki Söğütözü ıncsircsinde düzenlendiği "3 Mayıs" şenliğine ve Anka­ra'da bir konferans vermeğe davet edi lmişti. O da konferans için andığıınız konuyu seçmişti. Büyük ilgi gören 3 Mayıs kut lamasından iki glin sonra Ankara Atatürk Lisesi'nin toplantı salonunda verilen konferansda büyük bir çoşku vesilesi olmuştu. Fakat, büyük ilgi ve tasviple karşılanan bu konuşma, zamanın "devrimbaz" basınını ve pusuda bekleyen Milli Eğitim Bakanlığı yetkili lerini hiç memnun etmemişti.

13 "'Atsız'ın mektupları. 19." Orkun. ll. 19 (Eylül 1999). 40. (62. Mektup) 14 ''Aısız'ın ım:kıupları. ı:· Orkun. 1, 1 (Mart 1998). 35. ( f.mektup)

TÜRKÇÜLERiN KALEMiNDEN ATSIZ 173

Pekiyi, ne idi Atsız Beg'in kimilerini böylesine öfkelendiren "devletimizin ku­ruluşu" tezi? O, Türkler'in tarihleri boyunca birçok (iddiaya göre enaz onaltı) devlet kurdukları yolundaki resmi tarih tezini benimsemiyor, birbiri ardından gelen ve farklı adlar taşıyan siyası varlıkların gerçekte ayrı devletler değil. birbirinin içinden çıkmış iktidarlar veya henadanlar sayılması gerektiğini savunuyordu. O'na göre Türk tarihinde biri Orta Asya'da, öteki Batı Asya'da kurulmuş iki Türk devletinden söz edilebilirdi. Orta Asya'da kurulmuş Hun, Siyenpi, Apar, Göktürk ve Uygur Devletleri olarak bilinen siyasi varlıklar Dogu Türk Devletinin; Büyük Selçuklular, Anadolu Selçukluları, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti adını tayanlar ise Batı Türk Devleti'nin birbirinin yerine almış iktidarları ve hanedanları idiler. Çünkll bunların her biri bir öncekinin toplumu içinde oluşmuş, onun kurumlarını, yasalarını, gele­neklerini ve devlet felsefesini aynen sürdürmüştü. Nitekim, kuruluşundan on yıllar geçmiş olmasına rağmen Türkiye Cumhuriyeti'nde hala birçok Osmanlı yasası yü­rürlükte, Cumhurluk yönetimini kuranların hepsi de Osmanlı Devleti'nin yurttaşlı­ğından gelme idi; tabii yeni devleti oluşturan toplum da öyle! Öyleyse Türkiye Devleti'nin kuruluşunu ne 1923'le başlatmak doğruydu, ne de 1071. Onun başlangı­cı olarak 1040'daki Dandanakan Savaşı esas alınmalıydı.

Bu ilgi çekici tez, basındaki ve devlet yönetimindeki "devrimbaz" taifesini he­men harekete geçirdi. ÇUnkli Atsız Beğ'in tezi, Türkiye Cumhuriyeti'nin 1923'te gökten zembille indiği saplantısında olanlar tarafından bu değişik ve yeni tezi be­nimsemeseler bile. onun üzerine düşünmeleri, varsa eleştirilerini ortaya koymalarını gerektiriyordu. Ama öyle yapmadılar, o tezin sahibini mahkum, hatta yok etmek ihtirası içinde yoğun bir karalama kampanyasına giriştiler. O günlerin 'demokrat' yöneticileri de, seçim sırasındaki sömi.irlilerini unutarak, bu seviyesiz kampanyaya boyun eğdiler veya onu bahane ettiler ve 1 3 Mayıs 1 952'de öğretmenlik hayatını noktaladılar. Böylece Atsız Bcğ, devlet hizmetinin bundan sonraki onyedi yılınl Süleymaniye Kütüphanesi'nde çalışarak geçirdi. 1950 yılından önceki bir yıl süreli görevlendirme ilc birlikte bu süre onsekiz yıl oluyor. Öğretmenliği resıni veya gayrı resmi görevlerde olmak üzere 1 3 yıl olduğuna göre, kUtUphane hizmeti beş yıl fazla!

Süleymaniye Kütüphanesi'nde "sürgün" psikolojisi içinde görev alan Atsız Beğ, orada "uzman" sıfatıyla çalışıyordu. Görevli bulunduğu sürece, Kütüphane'nin yöneticileri ile kataloglama ve sınıflama elcmanlarına, kUtUphane derınesinde bulu­nan yazmaların kataloglanması ve sınıflanması için gerekli bilgilerin ortaya çıkarıl­masında danışmanlık ve kılavuzluk etti. Çünkü bir yazma kütüphanesinde kataloglanıp sınıflanacak her kitap birer "bi linmeyenler ıneşheri"dir. Yazma kitapla­rında bu işlemlerin gerektirdiği bilgiler, çağdaş kitaplardaki gibi belli yerlerde bulu­namayacağı için. çoğu kez kitap içinde keşfedilrnek durumundadır. Herbiri değişik yazı türlerinin biriyle yazılmış olabilir. Bazıları Arapça, bazıları Farsça, bir bölümü de Türkçe yazılmıştır. Türkçe olanların her biri, de ayrı dil ve üslup özellikleri var­dır. Bazı ya;ı.maların yazıldıkları veya istinsah edildiği (kopyalandığı) tarihleri be­lirlemek bUyUk sorunlar oluşturur. Çoğu zaman kitapların mOelliflerini. müntensihlerini, şarih, ınuhaşşi, mütercim vb. esere katkıda bulunan başka kişileri belirtmek de çetin iştir. Yazmalarda rastlanan çeşitli kayıtların ve mühürlerin oku­nup değerlendirilmesi gerekir. Ayrıca cilt, tezhip, miııyatür gibi sanat öğeleri kata­loglama işlemlerinde önem taşır. Bir yazmanın konusunun belirlenmesi de, sınıfla­ma açısından hem zor, heın de önemlidir. Kısacası her yazma eserin fiziksel bakım­dan, içerik ve sanat yönlerinden titiz bir değerlendirmeye tabi tutulması şarttır. Her kütüphane görevlisinin bütün bu değerlendirmeleri yapabilecek bilgi ve birikimlere sahip olması bekleneınez. Onlara danışmanlık edecek, yardımcı olacak uzmanlara

174 REFET KÖRÜKLÜ - CENGiZ YA VAN

ihtiyaç vardır. Arapça ve Farsça'ya olan derin vukufu, engin bilgi ve kültür birikimi ile Atsız Beğ, Süleymaniye Kütüphanesi görevlileri için eşi az bulumır bir yardımcı ve danışman olmuştur. Yazılarındaki sertliğin aksine çok kibar, ni.iktedan ve yardım­sever bir insan olan bu değerli ilim adamı, ilk çekingen davranışların ardından bütün kütüphane görevlilerinin gönlünü fethetıniş, böylece Süleymaniye Ki.ltüphanesi'nin kataloglama ve sınıflama çalışmalarına önemli katkılarda bulunmuştur.

Atsız Beğ, Süleymaniye Kütüphanesi'nin derme yönetimine olan katkıları ya­nında, çoğu bu KUtUphane'de bir araya getirilmiş olan öteki istanbul kütüphaneleri­nin yazma dermelerini tarayarak, kimi önemli Osmanlı bilginlerinin eserlerini liste­leyen, çok önemli notlar ve açıklamalarla değerlendiren bibliyografık kaynaklar hazırlamış ve yayınlamıştır. Özel ilgi alanı olan "tarih" alanındaki araştırmaları ile, tanınmış ve tanınınamış Osmanlı tarihçilerini ve eserlerini bulup ortaya çıkarmış, tarih araştırmacılarının bilgi ve yararlanmasına sunmuştur. Makale ve kitap halinde­ki bu yayıntar şunlardır:

-"istanbul kütüphanelerinde tanınmamış Osmanlı tarihleri, "Türk Kütüpha­neeBer Derneği Bülteni, VI, 1-2 (1 957), 47-8 1 .

-"Fatih Sultan Mehmed'e sunulmuş tarihi bir tal<vim, "istanbul Enstitüsü dergisi, III ( 1957), 17-23.

-İstanbul Kütüphanelerine Göre Birgili Mehmed Efendi Bibliyografyası. İstanbul, 1966.

-"Kemal Paşaoğlu'nun Bibliyografyası, "Şarkiyat mecmuası, VI (1966), 71-l 12. -istanbul Kütüphanelerine Göre Ebussuud Bibliyografyası, istanbul, 1 967. -Ali bibliyografyası. İstanbul, 1968. Atsız Beğ, bu manevi sürgün döneminde dergi yayıncılığını da ihmal etmemiş, 1950-

52 arasında haftalık ve 1962-64 yıllarında aylık Orkun Dergisi'nin çıkarılınasına katkı­da bulunmuş, 1 Nisan 1964'te çıkannağa başladığı ve ölümüne kadar (1975) sürdürdüğü Ötüken Dergisi ile TürkçUl Ok davasına hizmetini devam ettirıniştir.

Sonuç olarak, büyük Türkçü HUseyin Nihai Atsız, manevi sürgün hayatı geçirdiği Süleymaniye Kütüphanesi yıllarında da var gilcü ile çalışarak; hem Türk bilim hayatına, hem de hayatının anlamı saydığı Türkçü!Uk ülküsüne hizmetten geri kalmamıştır.

Ama ortada bir gerçek vardı. Atsız Beğ, bir araştırmacı olarak zevkle çalışabiie­ceği bu seçkin kurumda, Süleymaniye Kiitüphanesi'nde, cezalandırılmak için gö­revlendirilınişti. Asıl görevinden, "hoca'lık misyonundan yoksun bırakılmıştı. Üste­lik evi ile bu mecburi iş yeri birbirinden çok uzaktı. Evinin bulunduğu Anadolu Maltepesi'nden Süleymaniye Kütüphanesi'ne gelebilmek için sabahları çok erken kalkmak, banliyo treni ile Haydarpaşa'ya gelmek, oradan vapurla Sirkeci'ye geçmek zorunda idi. Oradan da Süleymaniye'ye çıkan ünlü, uzun yokuşlardan birini yaya olarak tırmanması gerekiyordu. Bu, en az iki saatini alan yorucu, sıkıntılı bir yolcu­luktu. Tabii, bir de bunun, aynı sıkıntıların yaşandığı, aynı zamanın boşa harcandığı işten eve dönüşü vardı. Atsız Beğ, 1 8 yıl, haftanın beş ---uzun yıllar da altı--- gü­nünde bu saatlerce süren "yol işkencesi"ne de katlanmak zorunda kalmıştı. Bu da, kuşkusuz, O'nun kendisini "sürgün" gibi hissetmesi için yeterli bir sebepti.

Özetlemek gerekirse, "hoca"lık misyonunu kullanması engellenerek onsekiz yıl Süleymaniye Kütüphanesi'nde "görevli" tutulması Atsız Beğ için, O'na "sürgün yeri" olarak seçilmiş olması da, yurdumuzun en değerli bilgi ve kültür hazinelerini barındıran ve işlevi bunları araştırmacıların hizmetine sunmak olan Süleymaniye Kütüphanesi için gerçek birer bahtsızlıktı. Ne diyelim; baht utansın!

TÜRKÇÜLERiN KALEMiNDEN ATSIZ )75

ATSIZ'LI YILLAR

Ftrlıri ERSA VAŞ

Atsız'ı 1943 yılında elime geçen Orhun Dergisi'ndeki yazı ve şiirleri ilc tanımıştım. Fakat 1944 yılında devrin başbakanı Şükrü Saracoğlu'na yazdığı açık mektupla da bü­yük ilgi duymuştum. O mektubu okuduktan sonra Türk düşmanı komünistlerin ve onla­rın bamilerinin Türkiye'yi nasıl Rus peyki haline gerinneye çalıştıklarını, nasıl sinsi bir örgütlenme içine girdiklerini, o zamanki hükümet içinde bile kendilerine koruyucular bulduklarını öğrenmiş ve lirperınişıinı. O tarihlerde Ankara'da Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu'nda talebeydiın. Bu vesile ile 3 Mayıs nümayişlerine katılmış ve o büyük coşku yu yaşamıştı m. Daha sonraları 6 ekim 1950 yılında çıkınaya başlayan ve Atsız'ın baş yazarlığını yaptığı Orkun Dergisi'ndeki yazılarıyla onu daha yakından tanıdım. Türkçü görüş ve fikirleri n yer aldığı bu dergiyi okumak için Cuma glinlerini iple çekiyordum. Çünkü Orkun, Cuma günleri çıkıyordu. Şiirlerimi 1940 yılından beri lirik türele yazar ve çeşitli dergilerde yayınlardım. Fakat Orkun çıktıktan sonra hamasi konula­ra yönclerek tutsak Türkler'e ve işgal altındaki Türk yurtları için şiirler yazmaya başla­dım. Bu tUr şiirlerimi hem Orkun'da, hem de diğer TOrkçü dergilerde yayımlıyordum. 1950'den 1961 yılına kadar Uşak'ta öğretmenlik yaptım. 1 960 ihtilalinden sonra U­şak'taki komünistler. yani Nazım'ın enikleri "bu demokrattı'' diyerek beni bakanlığa şikayet etmişler. O ihtilalde zaten en büyük suç. demokrat almaktı. Sürüleeeğimi anla­yınca, tahkikatundan hemen sonra bakanlıktaki yetkili bir arkadaşım vasıtasıyla Haydar­paşa Meslek Lisesi'ne tayinimi yaptırdım, Bu suretle istanbul'daki Türkçü arkadaşlarla ve Ats ız' la tanışma fırsatını buldum. 16 eylül 1 962'de de Arsız'ın başkanlığında "Türk­

çüler Derneği"ni kurup faaliyete geçirdik. Çok mutluydum. Çünkü Arsız'ın başında bulunduğu bu demekte kurucu üye olarak görev almak benim için büyük bir bahtiyarlık­tı. Aslında Atsız'la, Orkun'a gönderdiğim şiirlerle dalaylı olarak mektuplaşıyorduk. Fakat deme�i kurduğumuz gi.lne kadar hiç görUşmemiştik. Artık Türkçüler Derneği vcsilesiyle belirli zamanlarda toplanıp kararlar alıyor ve bol bol görüşme fırsatı buluyor­duın. 60'1ı yılların sonuna doğru ben Haydarpaşa'daki okulumda dersim bittiğinde, Göı.­tepe'deki evime gitmek üzere Haydarpaşa garına girerdim. Atsız da Süleymaniye Kü­tliphanesindeki görevinden evine dönme saatine denk gelen banliyö trenine gelir ve kampartımanda buluşurduk. Göztepe'ye kadar sohbet eder konuşurduk. Bu tren yolculu­ğumuz 5-6 yıl devam etti. Fakat 1975'in l l Aralığın'da bütün Türkçülerle birlikte benim de dünyanı yıkıldı. Onun daha uzun yıllar yaşaması ve bizlerin başında bulunması gere­kirdi. Ama olmadı. 1975 yılının başında kardeşi Necdet Sançar'ı, sonunda da onu kay­betıııeıniz, biz Türkçüler için 1975 yılı en talihsiz yıl oldu. Türk Milleti sağ olsun de­mekten başka elimizden bir şey gelmedi. Keşke gelebilscydi. O aramızdan ayrıldı. Fakat onun yetiştirdi�i nesil ve onun izinden gidenler, TOkçlllllk bayrağını daima yükseklerde tuttular. Onun fikirleri yayıldı ve güçlendi. Ülki.lsü yüceidi ve gerçekleşti. Onu ve Türk­lüğü altetmek isteyen komünizim belası ise kar gibi eriyip bitti. Kızıl dev yıkıldı. As­ya'daki tutsak Türkler esarenen kurtulup, azarlıklarını ilan ettiler. Böylece Atsız'ın kutsal ülküsü de gerçekleşmiş oldu. Ruhu şad olsun.

ATSIZ'IN BİR GENÇLİK RESMi

TÜIU<Çl'LEIÜN KALEMİNDEN ATSIZ 177

VEFASIZLIK VE ATSIZ

Ce11giz YA V AN

H. Nihai Atsız. Türkçülüğün, Türk Mil liyeıçiliği'nin efsanevl ismi. Ömrünü Türk için. Türklük için. Türk Tarihi için vermiş i l im adamı. düşiinür, tarihçi Atsız. O'nu anlatmak için kelimelerin yererli olacağını ıannetıniyorum. Anlatmaya hangi yönünden başlayabi liriz ki? Bütün özellikleri birleşmiş. kaynaşmış. birbirini ta­mamlayan unsurlar haline gelerek. yepyeni bir ekol oluşturmuş bir şahsiyet. Belki de sağlığında tanıyaınamaktan dolayı hayıflandığım tek şahsiyet. Ancak. üzünıünıü. O'nu tanıyan, sohbetlerinde bulunan, kader birliği yapan dostlarının yazdığı yazıları derleyerek, bu kitabı kaleme almakla biraz olsun hafıtletebilrnekteyinı. Ayrıca bu şerefııı bana nasip olmasından dolayı da gunırlanınaktayım. Allah (c.c) sebep olanlardan razı olsun.

Yaşım itibarıyin Arsız Hoca'yı hiç tanımadım. Ancak bir gün, daha ortaokul sı­ralarındayken ailem e l iıııe bir kitap tutuşturdu. BOZKURTLAR'IN ÖLÜMÜ ve DiRiLiŞi. Adetim üzre kitabı şöyle bir karıştırarak, içinde Bozkurt aradım, bula­madım. Fakat, okumaya başladıktan sonra BOZKURT'un biz olduğunu, Türk oldu­ğumu kavramaya başladım. K itabı bir solukta okudunı. Kürşad, Böğü Alp. lşbara Alp rüyalarıını, hayallerimi siislerneye başladı. Onlarla yatıp, onlarla kalkar oldum. Oyunlarımızın kalırarnanları Teksas. Tomnıiks değil; Kiirşaıd, Urungu oldu. On­larla Çin'e akın ettim; 40 yiğit arasında kendime yer aradım. Anlaşılacağı üzre beni çok etkilenıişti. Hatta, oğlum dünyaya geldiğinde tereddütsüz Kürşacl aclıııı koynıam dahi, Atsız'ııı beni ne kadar etkilendiğini göstermektedir. Hiç şüphesiz, Atsız Ho­ca'nın akıcı üsiGbu bunda büyük rol oynanııştı.

Atsız sevdam bundan sonra başladı. Deli Kurt, Ruh Adam ve makaleleri peş

peşe hatnıettiın. Her okuyuşumda (sonunu bilmeme rağmen) ayrı bir haz. ayrı bir heyecan, ayrı bir üzüntü duyuyor, ancak sonucu değiştireıniyordum. işte Atsız beni böylesine etkilemişti.

Türk Mill iyetçiliği fıkriınin, Türk Tarihi sevdamın doğınasına. gelişmesine. ol­gunlaşmasına Atsız Hoca vesile olmuştur. Toplantı larım ızda. ıartışnıalarınıızda onun

fikirlerini örnek göstererek konuşmaya, anlatmaya başlamıştık. Bize hedefi göster­miş. yürüyün demişti. Türkçülük bayrağını ileriye, daima ileriye taşıınamızı ögütlenıişti. İşte Atsız Hoca bize böyle örnek olmuştu.

Ats ız Hoca. Türk Tarihi ile ilgili görüşleri, araştırmaları i le de tanınınakta. Türk Tarihi hakkında otorite kabul edilınekteydi. Ancak biz onun bu yönünün de kıyıneti­ni bilemedilc Arsız Hoca'nın vefatının 24. yıl ı münasebetiyle, Tür!< Dünyası Araş­tırmalan Yal<fı 'nın 1 1 Aralık 1999 günü Süleymaniye Kültiir Merkezi'nde dü­zenlediği anma toplantısına katılan Arsız'ın yakın dostu Refet lley (Köri.ikli.i). ko­mışmasının bir böliimünde: "Atsız Bey'in vefatında yanındaydım. Çenesini bağla­dıktan sonra, odasında bulunan sehpanın altında, uzun yıllar emek verip yazdığı 'Tiirk Tarihi" kitabını. bitmiş haliyle durduğunu gördüm. Hayatıının en büyük hatasını yaptım ve o kitabı oradan alınadım veya almak aklıma gelmedi. Halbuki o kitap için Atsız Bey: .. Amca, bu l<itabı y:ıyınlıı rsa ın cviıni başıma yıkarlar" de­mişti. Evini başına yıkacak kadar değerli ve Türk Tarihi'ne yeni bir bakış açısı ka-

178 REFET KÖRÜKLi'J - CENGiZ YA VAN

zandıracak olan bu eser şimdi ortalarda yok, ne hazin" diyordu. Bu beni oldukça etkiledi. Çünkü Atsız Hoca yazılarında, mektuplannda böyle bir çalışmadan bahse­diyordu. Peki, o gün sehpanın altında bulunan bu eser, bu gün nerede? Kimin elin­de? Niçin ortaya çıkarıp, hem Atsız Hoca'nın ruhunu rahatlatınıyor, hem de Türk Tarihi'ne hizmet etmiyor? Amacı ne? Bu esere yıllarını veren Hocamız'ın hatırasına hiç saygısı yok mu? Veya gerçekten, cenaze telaşında kaybolup, heyrat bir ele mi düştü? Hocamız'a sevgimizden ve Türk Tarihi'ne duyduğumuz sonsuz saygıdan dolayı bu soruları sormak mecburiyetindeyiz. Ye cevabını da mutlaka almalıyız. Bazı insanlar vardır ki, öldükten sonra eserleriyle yaşarlar. Atsız Hocamız eserle­riyle hala yaşamaktadır. Ama. kendisinin bile bu kadar kıyınet verdiği bu eseri bul­mak, Türk Milleti'ne kazandırmak da bizim O'na olan vefa borcumuzdur. Bunu hiç, ama hiç unutmayalım!

Beni ve diğer Türk Mi lliyetçileri'ni üzen başka bir mesele de, Hüseyin Nihai At­sız adının yaşatılmaınasıdır. Bu ülkede, ilk defa milli formayı giyen bir gayri-Türk vatandaşımıza:"Türk Milli formasını ili< defa giydiniz, ne hissediyorsunuz?"diye sorulduğunda: "Hiçbir şey hissetmiyorum" cevabı alınmıştır:" Ancak ne hazindir ki, bu cevabı verecek kadar Türk toplumunu düşünmeyen, ekmek yediği ülkeye saygısı dahi olmayan bu gayri-Türk vatandaşımızın (!) ismi, tantanalı törenlerle yaşadığı sokağa verilmiştir. Bu ve buna benzer hadiselere hemen her gün şahit olu­yoruz_ Türk'ten, Türklük'ten. Türk Milleti'nden bi haber şahıslara üstün hizmet madalyası, devlet sanatçısı, şeref madalyası, fahrl bilmenı-nelik ünvanı verilirken; hayatını Türk, Türklük, Türk Milleti ve vatanın bölünınez bütünlüğüne adayan Hü­seyin Nihai Atsız niçin unutulınakta ısrar edilmektedir? Bir tarafta, zamanında "Va­tan Haini" olarak ilan edilen şahısların isimlerini yaşatmak için her türlü cüret ve küstahlık gösterilirken; diğer taraftan şair, bilge, edebiyatçı, tarihçi Hüseyin Nihai Atsız için ne yapılmıştır? Bırakın isminin bir sokağa verilmesini, yaşadığı evin du­varına: "Bu evde ünHi Türkçü H. N. Atsız yaşamıştır" yazısı dahi asılmamıştır. Hepsi bir yana, O'nun adını teleffuz etmek için manga! gibi yürek istemektedir. Nedir H.N. Atsız ismini unutturnıak isteme gayretlerinin sebebi? (Niçin olduğunu hem sol, hem de sağ için izah etmenin manasızlığı herkesçe maiCınıdur).

Peki suç kimde? Asli görevlerini başarıyla yerine getiren; Türk. Türklük, Türk Milliyetçiliği'nden nasibini alamayan ve bize etnik tuzağı hazırlayan Marksist kafa­larda mı; yoksa 25 yıldır uyuyan, birbirini yiyen ve Türk Mil liyetçisiyiın diyen bizde mi? Cevabı çok basit; tabiiki bizde. 25 yıldır uyanmamacasına uykuya yatan vefa duyduğumuzda; "VEFASIZLIGIMIZ"da. Atsız'ı Komünist aydınların (!) (ne de­mekse) tanıtmasını bekleyemeyiz. Onların misyonu bellidir ve başarılarıyla da yeri­ne getiriyorlar. Peki bizim münevverlerimiz niçin hala susmakta? Düşünmek, dü­şünmek ve bir daha düşünmek gerek ...

Bir diğer üzüntümü ise Yüce Allah (c.c) hafıfletmeyi bana nasip eyledi. Şu kitabı hazırlamak ve bu satırları yazmak, içimi biraz olsun dökmek beni bir hayli rahatlattı. Sevenleri, sadece sevenleri (hareketlerini, fikirlerini, hayat biçimini benimsememiş) binlerle ifade edilen şahıslar için her tlirlü kültürel faaliyetler yapılmakta, cildlerle kitap yazılmakta ve bazıları kendi isteğiyle terkettiği bu topraklarda ve Türk Milleti üzerinde hiç bir hakkı olmamasına rağmen bayraklaştınlmaktayken; 'fikirleriyle Türk Mil liyetçiliği'ne ve hatta Türk Dünyası'ndaki milyonlarca Türk'e yön veren H.N.

"' 29. 1 1 . 1 980 tarihli Gazeteci Mete Akyol'un yapmış olduğu ropörtajdan. (Turan Gazetesi, Aralık 1 980-0cak 1 9 8 1 , 53. Sayı, shf. 14)

179

Atsız hakkında bu güne kadar ne yapıldı? Bir elin parmakları kadar kitap, birkaç anına toplantısı. Başka? ...

Ümit ederimki bu çalışma, O'nu araştırmak ve O'nun için bir şeyler yapmak is­teyenlere cesaret verir. Omitlendirir ve teşvik eder. Atsız, "Suyu hiç tükcnmeyecek bir deniz kadar engindir" Yeterki Vefa duygumuzu kaybetmeyelim.

Tanrı Türkü Korusun 22.04.2000/İ.tttmbu/

"' · •

ATSIZ'IN ASKERi TIBBİYE YILLARI

ATSIZ'IN ASKERi TIBBİYE YILLARI

ATSIZ'IN ASKERi TIBBİYE YILLARI (1925)