31

REİS-ÜL KÜTTABLIK MÜESSESESİNİN ÖNEM KAZANMASINA …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1374.pdfCoşkun Üçok / Ahmet Mumcu / Gülnihal

  • Upload
    others

  • View
    7

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: REİS-ÜL KÜTTABLIK MÜESSESESİNİN ÖNEM KAZANMASINA …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1374.pdfCoşkun Üçok / Ahmet Mumcu / Gülnihal
Page 2: REİS-ÜL KÜTTABLIK MÜESSESESİNİN ÖNEM KAZANMASINA …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1374.pdfCoşkun Üçok / Ahmet Mumcu / Gülnihal

REİS-ÜL KÜTTABLIK MÜESSESESİNİN ÖNEM KAZANMASINA YOL AÇAN GELİŞMELER VE

OSMANLI HARİCİYE NEZARETİ'NİN DOĞUŞU GÜL AKYILMAZ*

I. GİRİŞ

Osmanlı diplomasi teşkilatının temelini teşkil eden Reis-ül Küttablık müessesesi uzun ve ilgi çekici bir gelişim çizgisi izleyerek 1836'da Hariciye Nezareti'ne dönüşmüştür. Reis-ül Küttab ya da başka bir deyişle Reis Efendi, başlangıçta, Nişancı'nın nezareti altında çalışan ve yalnızca Divan-ı Hümayun kalemlerindeki katiplerin faaliyetlerini denetleyen bir görevli konumundadır. Ancak Reis-ül Küttablık'tan Hariciye Nezareti'ne uzanan ve birkaç yüzyıl süren bu süreçte, özellikle Osmanlı devlet teşkilatında gerçekleştirilen yenilikler, uluslararası sistem ve buna bağlı olarak Osmanlı dış politikasında ortaya çıkan önemli gelişmelerle birlikte Reis Efendi, Hariciye Nazırı'na dönüşmüştür.

Kanunnâme-i Âli Osman'da (Fatih Sultan Mehmet'in Teşkilat Kanunnâmesi) "ve Çavuşbaşı ve Reis-ül Küttab ve Kapucular Kethûdası hidmetkârdırlar Divan'da oturmazlar”1 şeklinde kendinden bahsedilen, başta Divan-ı Hümayun'un asli üyesi olmadığı için sadrda oturma yetkisine sahip olmayan Reis-ül Küttab, açıklığa kavuş-turmaya çalışacağımız üzere iç ve dış politikada yaşanan gelişmelerin idari düzenlemelere yansıması sonucu yavaş yavaş devletin en önemli şahsiyetlerinden birisi haline gelmiştir.

II. OSMANLI DEVLETİ'NDE REİS-ÜL KÜTTABLIK MÜESSESESİNİN ORTAYA ÇIKIŞI

Reis-ül Küttablık müessesesi ve bu müessesenin başında bulunan Reis Efendi'nin kökleri, İslâmiyetten önceki Türk devletlerine kadar uzanmaktadır. Uygur Devleti'nden başlayarak benzer fonksiyonları yerine getiren müessese ve görevliler karşımıza çıkmaktadırlar. Bu süreçte ilgi çekici ve kayda değer olan nokta, gerek İslâmiyetten önce gerekse İslâmiyetin kabulünden sonraki Türk Devletlerinde resmi yazı işlerini yürüten kâtiplerin, zaman içinde dış ilişkileri idare etme fonksiyonunu da üstlenmiş olmalarıdır. Aynı özellik, Osmanlı da Reis-ül Küttab içinde söz konusudur.

İslâmiyetin kabulünden önceki Türk devletlerinden Hunlar ve Göktürkler'de dış işleri ile ilgilenen özel bir görevlinin varlığına rastlanmazken2 genellikle kaanların dış

* S. Ü. Hukuk Fakültesi Türk Hukuk Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi. 1 Abdulkadir, Özcan "Fatih'in Teşkilat Kanunnâmesi ve Nizam-ı Alem İçin Kardeş Katli Meselesi", Tarih

Dergisi , sy.33, İstanbul, 1982, s.35. 2 Hunlarda ve Göktürkler'de her ne kadar kaan dışında doğrudan doğruya diplomatik faaliyetlerden

sorumlu bir üst düzey görevli yoksa da elçilik kurumu ortaya çıkmıştı ve elçilerin dokunulmazlığı vardı. Sadri Maksudi Arsal, Türk Tarihi ve Hukuk, İstanbul, 1947, s.219. Ayrıca hakan, zaman zaman diplomatik meseleler

Page 3: REİS-ÜL KÜTTABLIK MÜESSESESİNİN ÖNEM KAZANMASINA …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1374.pdfCoşkun Üçok / Ahmet Mumcu / Gülnihal

2 GÜL AKYILMAZ politikanın belirlenmesi ve idaresinde geniş yetkilere sahip oldukları görülmektedir3. Uygur Devleti'nde ise Reis-ül Küttab'ın adeta atası sayılabilecek olan "bitigçi" isminde bir görevli bulunmaktadır. Kutadgu Bilig'de de yer aldığı üzere bitigçi, hanın özel katibi ve dışişleri görevlisidir. Dolayısıyla hem resmi yazışmaları düzenler hem de devletlerarası ilişkileri idare eder4. Emrinde ise "bitkeçi", "sitigüçi", "bitikçi" denilen bir katip zümresinin olduğu bilinmektedir5.

İslâmiyetin kabulünden sonra Reis-ül Küttablık müessesesinin izlerini takip etmek daha da kolaylaşmaktadır. Emevi devlet teşkilatı içinde yer alan "Divan al- Resâil"6 ile Abbasi Devleti'ndeki "Divan-ül İnşâ"7 Reis-ül Küttab'ın kalem teşkilatının öncüleri olurken, bu divanların reisleri de Osmanlı Devleti'nde Reis-ül Küttab ve onun başlangıçta maiyetinde çalıştığı Nişancı'nın fonksiyonlarını yerine getirmişlerdir. Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu Devletleri'nde görülen "Divan-ı Tuğra"8 ile "tuğraî"9 ve "pervaneci"10 gibi görevliler nişancılık ve reis-ül küttablık gibi Osmanlı müesseselerine kaynak olmuştur. Ayrıca Anadolu Selçuklu Devleti'nde ortaya çıkan "Melikülküttab" isimli görevli, gerek isim gerekse fonksiyon açısından Reis-ül Küttab'la büyük benzerlikler göstermektedir11.

Osmanlı Devleti'nde Orhan Bey zamanından itibaren elimize ulaşan belgeler, yazı işlerini belirli usul ve kurallara göre yürüten, Arapça ve Farsça bilen katipler sınıfının var

konusunda bir danışma meclisi niteliğinde olan "Kurultay"ın da görüşüne başvururdu. Bahaeddin Ögel, Türklerde Devlet Anlayışı, Ankara, 1982, s. 88-89.

3 Arsal, s. 202, 218-219. 4 Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig, (çev. Arat Reşit Rahmeti), Ankara, 1988, s. 198 vd.; Arsal, s. 107-108. 5 Özkan İzgi, Uygurların Siyasi ve Kültürel Tarihi (Hukuk Vesikalarına Göre), Ankara, 1987, s. 107.

Bitikçi Karahanlılar, İlhanlılar, Moğollar, Kırım Hanlığı gibi birçok devlette katip anlamında kullanılmıştır. 6 Muaviye 680 yılında "Divan al- Resâil" i kurmuş ve başına da bir kâtip tayin etmiştir. Bu kâtibin görevi,

halifeye gelen yazıları okuyup, bunlar hakkındaki düşüncelerini kaydetmek ve buna göre emri altındaki kâtiplere gereken mektup ve vesikaları yazdırmaktı. A. A. Durı, "Diwan, Emevi Period", Encyclopedia of Islam, Vol. II, s. 323.

7 Başlangıçta Abbasi Devleti'nde de tıpkı Emeviler'de olduğu gibi resmi yazışmaların gerçekleşti-rilmesinden sorumlu olan birim Divan al- Resâil'di. Bu divana bağlı olan "Divan-ül Fadd", "Divan-ül Hatem" gibi ufak divanlar da vardı. A. A. Durı, "Diwan, Abbasi Period", Encyclopedia of Islam, Vol. II, s. 324; Ahmet, Mumcu Divan-ı Hümayun, Ankara, 1986, s. 14. Abbasi Devleti'nin daha sonraki dönemlerinde Divan-ül Resâil'in yerini Divan-ül İnşâ almıştır. Bu divanın en önemli görevi, devletin resmi yazışmalarını yapmak, halifeye gönderilen dilekçelere halife adına derkenar yazmak ve halifeyle diğer hükümdarlar arasındaki yazışmaları yönetmekti. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devlet Teşkilatına Medhal, Ankara, 1984, s. 9; Coşkun Üçok / Ahmet Mumcu / Gülnihal Bozkurt, Türk Hukuk Tarihi, Ankara, 1996, s. 141.

8 Divan-ı Tuğra'da Selçuklu sultanının eyaletler ve yabancı devletlerle olan yazışmaları yapılır, hükümdar tuğrasını taşıyan arazi dağıtımı ve tayinlerle ilgili berat menşur, nişan gibi belgeler hazırlanırdı. Fuad Köprülü, "Ortazaman Türk Hukuki Müesseseleri", Belleten C.II, Ankara, 1935, s. 62; Osman Turan, Türkiye Selçukluları Hakkında Resmi Vesikalar, Ankara, 1988, s. 24 vd.; İbrahim Kafesoğlu, Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu, İstanbul, 1953, s. 148.

9 Divan-ı Tuğra'nın başında bulunan Tuğraî, bu divandaki katipleri denetler ve onların yazdıkları belgeleri kontrol ederek yanlışları düzeltirdi. Uzunçarşılı, s.43.

10 Anadolu Selçuklu Devleti'nde görülen pervaneci, Divan-ı Âla'nın üyesi olup arazi dağıtımını yapan ve buna dair menşur ve beratları hazırlayan dairenin başkanıydı. Tayyib Gökbilgin, "Nişancı", İslâm Ansiklopedisi, C.9, s. 299; Uzunçarşılı, s. 95; Üçok / Mumcu / Bozkurt, s. 157.

11 İsim ve fonksiyon açısından Reis-ül Küttabla büyük benzerlik gösteren "Melikülküttab" ın en önemli özelliklerinden bir tanesi Anadolu Selçuklu Devleti'nin en üst divanı olan Divan-ı Âla'ya üye olmasıdır. Oysa Reis-ül Küttab Divan-ı Hümayun'un üyesi olmamış, sadece yardımcı hizmetleri yerine getirmiştir. Mumcu, s. 18; Mükremin Halil Yınanç, Türkiye Tarihi, Selçuklular Devri, İstanbul, 1948, s. 157.

Page 4: REİS-ÜL KÜTTABLIK MÜESSESESİNİN ÖNEM KAZANMASINA …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1374.pdfCoşkun Üçok / Ahmet Mumcu / Gülnihal

OSMANLI HARİCİYE NEZARETİ'NİN DOĞUŞU 3 olduğunu ispatlamaktadır12. Yine aynı dönemden kalan belgelerde bulunan tuğralar, erken devirlerden başlayarak devlet teşkilatı içinde tuğra çekmekle görevli bir hizmetlinin bulunduğunu göstermektedir13. Bu bilgiler ışığında Nişancı'nın Osmanlı Devleti'nde ilk ortaya çıkan memuriyetlerden biri olduğunu söylemek hiç de zor değildir. Buna karşılık Reis-ül Küttablık müessesesinin ilk kez ne zaman ortaya çıktığı sorusuna kolaylıkla cevap vermek mümkün değildir. Konu ile ilgili kaynaklar incelendiğinde tartışmaların iki farklı görüş etrafında odaklaştığı görülmektedir. Bazı bilim adamları, Fatih Kanunnâmesi'nde Reis-ül Küttab'la ilgili hükümlerin bulunmasına dayanarak bu makamın XV. yüzyılda, hatta bu tarihten de önce var olduğu görüşündedirler14. Karşı görüşü savunanlar ise Kanuni Sultan Süleyman'dan önce Reis-ül Küttab isminde bir görevlinin bulunmadığı; kayıtlara geçen ilk Reis-ül Küttab'ın 1524'te bu göreve tayin edilen ve 1525'te yeniçeri isyanına katıldığı için idam edilen Haydar Çelebi olduğu kanaatindedirler15. Bu görüş sahipleri, 1524 tarihine kadar Reis-ül Küttab'ın fonksiyonlarını icra eden görevliye emin-i ahkâm dendiğini iddia etmektedirler16.

Reis-ül Küttablık müessesesinin XVI. yüzyılda ortaya çıktığı tezini savunanlara göre, müessesenin bu tarihte doğuşu gerçek bir ihtiyacı karşılamaya yöneliktir. Bir çok fonksiyonu birden icra eden Nişancı'nın görevlerinden birisi de divan kalemlerinde çalışan kâtiplere nezaret ederek devletin resmi yazışmalarının aksamadan yürümesini temin etmektir. XVI. yüzyıl ortalarına doğru, örfi kanunlaştırma hareketleri hızlanınca "müfti-i kanun"17 sıfatına sahip olan Nişancı'nın işleri daha da yoğunlaşmış, zamanının büyük bir bölümünü kodifikasyon faaliyetine ayırmaya başlamıştır. Gelişmeler karşısında kâtiplik hizmetlerinin aksamadan yürüyebilmesi için Reis-ül Küttablık makamı ihdas

12 Ömer Lutfi Barkan, "XV. ve XVI. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğu'nda Zirai Ekonominin Hukuki ve

Mali Esasları", Kanunlar C. 1, İstanbul, 1943, s. LXXI; İsmail Hakkı Uzunçarşılı, "Osmanlılarda İlk Vezirlere Dair Mütalâa", Belleten, C. III, sy. 9, Ankara, 1939, s. 99 vd.

13 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, "Tuğra ve Pençeler İle Ferman ve Buyruldulara Dair", Belleten, sy. 17-18, İstanbul, 1947, s. 105 vd.; Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul, 1951, s. 698.

14 Halil İnalcık, "Reis-ül Küttab", İ.A., C. IX, s.671; İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti'nin Merkez ve Bahriye Teşkilatı, Ankara, 1984, s.242. Aynı yönde diğer görüşler için bkz. İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. 5, İstanbul, 1971, s.312; H.A.R. Gıbb / H Bowen, Islamic Society and the West, Vol. I, Islamic Society in the Eighteeth Centry, Part I, London, 1969, s. 123.

15 Carter Findley, Bureaucratic Reform in the Ottoman Empire, The Sublime Porte, 1789-1922, Princeton, 1980, s. 52; J. Reychman / A. Zajaczkowski, Handbook of Ottoman Turkish Diplomatics, Paris, 1968, s. 160; Cornell H. Fleısher, Bureaucrat and Intellectual in the Ottoman Empire, The Historian Mustafa Âli (1541-1600), Princeton / New Jersey, 1986, s.218; Ahmed Resmi, Sefinet ür Rüesa, İstanbul, 1269, s. 4; Mumcu, s. 59.

16 "...Bedayül- Vekayi müellifi Hüseyin Efendi'nin rivayetine göre nişancılardan başka tahriratı di-vaniyeye tesaddi edenler emin-i ahkâm tabiriyle beyan olunurlar imiş", Resmi, s. 4; Feridun Bey, Münşe'at üs-selatin, C.II, İstanbul, 1247, s. 573; Reychman / Zajaczkowski, s. 160; Konrad Dilger, Untersuchungen zur Geschichte des Osmanischen Hofzeremoniellz im 15 und 16 Jahrhundert, München, 1967, s. 24. Matuz, Reis-ül Küttablara Kanuni dönemine kadar emin-i ahkâm denildiğini ileri süren Resmi'nin görüşüne fazla itibar edilemeyeceğini, çünkü Resmi'nin Kanuni'den iki yüzyıl sonra yaşadığını; dolayısıyla kitabının asli bir kaynak olarak kabul edilemeyeceğini savunmaktadır. Joseph Matuz, Das Kanzliwesen Sultan Süleymans des Praechtigen, Weisbaden, 1974, s. 35.

17 Müfti-i kanun olarak Nişancılar, "örfi kanunları iyi bilmek, yeni ve eski kanunları ve bunlarla şer'i ahkâmı telif etmek, icabında divanda bu hususta fikir beyan etmek" sorumluluğunu üstlenmişlerdir. Uzunçarşılı, Merkez, s. 214; Gıbb / Bowen, 125 ; Reychman / Zajaczkowski, s. 164. Aynı husus Tevkiî Abdurrahman Paşa Kanunnâmesi'nde de belirtilmiştir. "Kavanin-i Osmaniyye ve Merasim-i Sultaniyye nişancılardan sorulagelmiştir. Sabıkta bunlara müfti-i kanun ıtlak olunagelmiştir" "Tevki'i Abdurrahman Paşa Kanunnâmesi," Milli Tetebbular Mecmuası, C. I/3, 1331, s. 515.

Page 5: REİS-ÜL KÜTTABLIK MÜESSESESİNİN ÖNEM KAZANMASINA …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1374.pdfCoşkun Üçok / Ahmet Mumcu / Gülnihal

4 GÜL AKYILMAZ edilmiş ve bu görevli Nişancı'nın nezareti altında katiplerin denetlenmesinden sorumlu olmuştur18. İddia sahiplerinin en önemli dayanakları ise 1302 tarihli Salnâme-i Nezâret-i Hariciye'dir. 1302 tarihli Salnâmede Reis-ül Küttab deyiminin Kanuni Sultan Süleyman'a kadar alışılagelmiş bir tabir olmadığı ve Nişancı'nın nezaretinde divanda hizmet görenlere emin-i ahkâm dendiği belirtilmektedir19. İlgili belgeye göre Kanuni dönemine kadar riyaset (Reis-ül Küttablık) makamına ihtiyaç duyulmamıştır. Çünkü, daha sonraki yıllarda Reis-ül Küttabların üstlendikleri vazifelerin yerine getirilmesine ve resmi belgelerin düzeltilmesine Nişancılar nezaret etmişlerdir20.

Yukarıda belirttiğimiz üzere Reis-ül Küttablık müessesesinin XV. yüzyılda ortaya çıktığını savunanların temel dayanağı ise Fatih'in Teşkilat Kanunnâmesi'dir. Kanunnâmede bir değil birçok kez Reis Efendi'den söz edilmektedir. Dolayısıyla bu bilgilere dayanarak Reis-ül Küttab'ın devlet teşkilatı içindeki konumu hakkında bazı değerlendirmelerde bulunmak mümkün görülmektedir.

Kanunnâmede Reis-ül Küttab'la ilgili olarak ilk ulaştığımız bilgi, tıpkı Çavuşbaşı ve Kapucular Kethudası gibi divanda hizmetkâr statüsünde olduğu yani bir takım yardımcı hizmetleri gördüğüdür. Divan-ı Hümayun'a üye olmadığı için de sadrda oturma yetkisi yoktur21. Yine bu konumu sebebiyle Divan'da vüzera önünden kalkan sofrada yemek yer22.

Reis-ül Küttab'ın teşrifattaki ve meratipteki yeri ile payesi de Kanunnâme'de ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir. Düzenlemelere göre elli akçeli müderrisler teşrifatta Reis-ül Küttab'dan önce gelmektedir. Meratipte ise Reis-ül Küttab, Defter Emini ve Şehir Emini'nin altında yer almaktadır. Payede de Defter Emini Reis-ül Küttab'ın üstündedir23. Konuya kâtipler sınıfı açısından bakarsak Kanunnâme'nin Reis Efendi'yi kâtipler zümresinin başına yerleştirdiğini, ondan sonra diğer kâtiplerin sıralandığını görürüz24. Yani kâtipler içinde en yüksek dereceli olanı Reis-ül Küttab'tır.

Kanunnâme'de Reis-ül Küttabların terfi yolları da gösterilmekte ve Reis-ül Küt-tablıktan nişancılığa ve defterdarlığa geçilebileceği hükme bağlanmaktadır25.

Fatih Kanunnâmesi'nde ilgi çekici bir diğer nokta da Reis-ül Küttab'a bağlı kâ-tiplerle, defterdara tâbi defterhâne kâtiplerinin birbirinden ayırdedilmesidir26. Bu

18 Matuz; s. 35; Dilger, s. 24-25; Fleisher, s. 218; Mumcu, s. 58-59; Findley, Reform, s. 52. 19 Salnâme-i Nezaret-i Hariciye, İstanbul, 1302, s. 137. 20 "Reis-ül Küttabların temellük ettikleri evamir ve ahkâmın tashihi ve tatbikine nezaret olageldikleriyle

riyasete çünden ehemmiyet kalmamıştı". Salnâme-i Nezaret-i Hariciye, s. 137. 21 Özcan, s. 35. 22 "Ve ol bir vüzera önünden kalkan taam reis-ül küttaba neferi ile verilsün" Kanunnâme-i Âli Osman,

Özcan, s. 41. 23 "ve elli akçe müderris, reis-ül küttaba ve defter eminine tasaddur ede". "Amma defter emini payede

defterdara karibdir. Şehir eminine ve reis-ül küttaba tasaddur ede". "Ve meratipte defter emini onun altına şehir emini, onun altına reis-ül küttab otururlar". Kanunnâme-i Âli Osman, Özcan, s. 37-38, 41.

24 "Anun altına yeniçeri kâtibi, anun altına ruznâmeci, anun altına sipahiler kâtibi, anun altına mukabeleci ve mukataacı, anun altına tezkireci, anun altına reis katipleri oturur". Kanunnâme-i Âli Osman, Özcan, s. 35.

25 "Ve reis-ül küttab nişancı olsa sancak hükmü ile olur". "Ve reis-ül küttab dahi ri'ayet olunursa defterdar olmak kanunumdur". Kanunnâme-i Âli Osman, Özcan, s. 34, 37.

Page 6: REİS-ÜL KÜTTABLIK MÜESSESESİNİN ÖNEM KAZANMASINA …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1374.pdfCoşkun Üçok / Ahmet Mumcu / Gülnihal

OSMANLI HARİCİYE NEZARETİ'NİN DOĞUŞU 5 vurgulama hem devlet teşkilatında yavaş yavaş bir uzmanlaşmanın başladığını hem de Reis-ül Küttab'ın Divan'ı Hümayun kalemlerinin şefliğine doğru ilerlediğini gös-termektedir.

Fatih Kanunnâmesi'nde yer alan bir diğer hükme göre de Reis-ül Küttab, Divan'da vezir-i âzamın önünde durarak önemli devlet işlerine dair kâğıtları okur.

Sonuç olarak Fatih'in Teşkilat Kanunnâmesi'nin gerçekten Fatih döneminde kaleme alındığı kabul edilirse27 XV. yüzyılda Reis-ül Küttablık müessesesinin mevcut olduğunu da kabul etmek gerekecektir. Ancak Kanunnâme'deki hükümlerden anlaşılacağı üzere Reis-ül Küttab Osmanlı devlet teşkilatında henüz çok önemli bir yere sahip değildir. Teşrifatta ve meratipte elli akçelik müderrisler ile defter emini ve şehir emininin bile altındadır. Bu da bize Reis-ül Küttablık makamının henüz çok yeni ve tam anlamıyla kurumlaşmamış olduğu göstermektedir. Öte yandan Reis-ül Küttab'ın görev alanı da yeni yeni belirginleşmeye başlamıştır. Kanunnâme'ye göre Reis-ül Küttab Divan'da ayakta durup, görüşülecek konularla ilgili evrakı okuyacaktır. Daha sonra tezkireciler tarafından üstlenilecek bu görevin Kanunnâme'de Reis Efendi'ye atfedilmesi makamın henüz kurumlaşma sürecinde olduğunun ispatıdır.

Kanunnâme'de Reis-ül Küttab'ın "küttab meratibinde" en üst sıraya konması ve kâtiplerin, reis kâtipleri ve defterhâne kâtipleri olarak ikiye ayrılması da Reis-ül Küttab'ın Divan kalemlerinin şefliği görevini üstlendiğinin göstergesidir.

III. OSMANLI DEVLETİ'NDE REİS-ÜL KÜTTABLIK MÜESSESESİNİN ÖNEM KAZANMASINA YOL AÇAN SEBEPLER

İlk dönemlerde Osmanlı idari teşkilatı içinde son derece mütevazi bir yere sahip olan Reis-ül Küttab, fazla göze çarpmayan, fonksiyon alanı sınırlı bir görevlidir. Divan toplantılarında vezir-i âzamın yanında durup arzuhâlleri okuma ve Nişancı'nın nezareti altında çalışan divan kalemlerinin şefliğini yapmak dışında bir görevi yoktur. Divân-ı Hümayun'un üyesi değildir ve sadrda oturma yetkisi yoktur. Kısacası henüz karar verme ve görüş bildirme hakkına sahip olmayan bir makamı temsil etmektedir. Peki ne olmuştur da sıradan bir makam sahibi olan Reis Efendi, aniden devletin en önemli şahsiyetlerinden birisi haline gelmiştir? Bu sorunun cevabını XVII. yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti'nin yaşadığı önemli iç ve dış gelişmelerde aramak gerekmektedir. İç ve dış faktörlerin etkisiyle Reis-ül Küttablık bürokratik başarı için en önemli makam haline gelmiş, fonksiyon alanının genişlemesi Hariciye Nezareti'ne doğru evriminin yollarını açmıştır. XVIII. yüzyıldan başlayarak Reis-ül Küttablığın geçirdiği değişiklikler aynı zamanda kalemiyenin sivil bürokrasiye dönüşümüne de büyük oranda katkıda bulunmuş ve her iki önemli gelişmenin de birlikte değerlendirilmesi mecburiyetini doğurmuştur.

XVII. yüzyılda Reis Efendi'nin idari teşkilat içinde konumunun değişmesinde dört önemli faktörün varlığı göze çarpmaktadır. Bunlar, devlet teşkilatında gitgide belirginleşmeye başlayan uzmanlaşma, yönetici sınıf içindeki dengelerin değişmesi, devletin yönetim merkezinin Saraydan Bab-ı Âli'ye kayması ve Osmanlı Devleti'nin diplomasi anlayışında ortaya çıkan değişikliklerdir. Tüm bu gelişmeler sonucunda bir

26 "Ve küttabdan nefer olan reis kâtipleri ve defterhâne kâtipleri, gerek kâtip oldukta gerek idde öpmek

kanunum değildir". Kanunnâme-i Âli Osman, Özcan, s. 44. 27 Bu konudaki tartışmalar için bkz. Özcan, s. 1-28.

Page 7: REİS-ÜL KÜTTABLIK MÜESSESESİNİN ÖNEM KAZANMASINA …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1374.pdfCoşkun Üçok / Ahmet Mumcu / Gülnihal

6 GÜL AKYILMAZ yandan Reis-ül Küttab'ın kalem teşkilatı genişleyip yeni birimler eklenirken, öte yandan da müessesenin önemi artmıştır.

1. Osmanlı Devlet Teşkilatında Uzmanlaşmanın Ortaya Çıkışı

Osmanlı Devleti'ne gelinceye kadar bütün İslâm Devletlerinde mali işlerle ilgilenen kâtiplerle, resmi yazışmaları gerçekleştiren kâtipler arasında bir ayrım söz konusu olmuştur28. Nitekim Osmanlılarda da kâtiban-ı ahkâm-ı divan ile kâtiban-ı hazine-i âmire iki ayrı zümre sayılmış, birinci zümre Reis-ül Küttab nezaretinde Nişancı'ya, ikinci zümre ise Defterdare tâbi olmuştur29. Fatih Kanunnâmesi'nde Reis-ül Küttab'a bağlı olan reis kâtipleri ile defterdara bağlı olan defterhane kâtipleri birbirinden ayırdedilmiştir30. Bununla birlikte XVI. yüzyıla kadar bürokratik yapıda tam anlamıyla uzmanlaşma gerçekleştirilememiş, daha sonraları çok kesin bir biçimde maliye ve divan kalemlerinde kâtiplik ayrımına tâbi tutulacak olan bürokratik kariyer henüz tek bir mesleki çizgi olarak varlığını sürdürmüştür. Defterdarlık ve Nişancılık arasında geçişler sıkça yaşanmış, Nişancı'ya bağlı reis kâtipleri terfi ederek hazine kâtibi, mukataacı ve muhasebeci olabilmişlerdir. Böyle iç içe geçmiş bir yapının sebebi bu makamlar için uygun olan aday sayısının sınırlı ve her iki görev içinde aranan eğitim ve şahsi niteliklerin aynı olmasıdır. Başlangıçta hem Nişancılar hem de Defterdarlar, medrese mezunu olan ilmiye kökenli kişilerdir. Henüz kalemiye sınıfı tam anlamıyla ortaya çıkmamıştır.

Bürokratik dallar, kesin çizgileriyle farklılaşamayınca kâtipler arasında uzmanlaşma da gerçekleşememiştir. Ancak Kanuni Sultan Süleyman'la birlikte bu akıcı yapıda değişiklikler belirmeye başlamış, bürokraside küçük çapta da olsa farklılaşma olmuştur31. Cemaat-i Kâtiban-ı Divan iki ana gruba bölünmüş, bunların bir kısmı Nişancı, bir kısmı da defterdara tâbi olmuşlardır. Defterdara bağlı kalemler ilmiyeden bağımsız mesleki çizgisine daha erken başlamıştır. Divan-ı Hümayun kalemleri ise bir süre daha ilmiye sınıfı ile bağlarını koparmamıştır32.

XVI. yüzyılla birlikte merkezi bürokraside uzmanlaşma eğilimleri belirmesine rağmen33 bir hizmet sahasından diğerine hareketlilik tam anlamıyla kesilmemiştir. Ancak XVII. yüzyıldan XVIII. yüzyıla yaklaşırken merkezi bürokraside çalışan görevlilerin tek bir hizmet sahasındaki kalemlerde çalışma eğilimi artmıştır34. Bu açıdan II. Mustafa ve III. Ahmed dönemleri çok önemlidir. Her iki padişah zamanında da gerek Divan-ı Hümayun, gerekse maliye kalemlerinde, işe girme belirli kurallara bağlanmaya başlamış, böylelikle mesleki hizmet formasyonundan söz edebilmek mümkün olabilmiştir35. Maliye

28 Kalkaşandi, Subh al-a'şa, C.I, Mısır, 1913, s. 54-56. 29 İnalcık, s. 673. 30 Kanunnâme-i Âli Osman, Özcan, s. 44. 31 Norman Itzkowitz, Ottoman Empire and Islamic Tradition, London, 1972, s. 55; Fleischer, s. 217;

Matuz, s. 53-54. 32 Fleischer, s. 219. 33 1537 tarihine doğru düzenlenmiş bir resmi cetvelde divan kâtiplerinin onbirinin Nişancı'ya yedisinin

Defterdar'a bağlı olarak çalıştıkları görülmektedir. Ömer Lütfi Barkan, "Osmanlı İmparatorluğu Bütçelerine Dair Notlar", İ.Ü.İ.F.M., C. XV, İstanbul, 1953-1954, s. 523 vd.

34 Joel Shinder, "Career Line Formation in the Ottoman Bureaucracy 1648-1750: A New Perspective", Journal of the Economic and Social History of the Orient, Vol. XVI, s. 224. 1702-1750 yılları arasında görevde bulunan 11 Reis Efendi'den sadece bir tanesi mali kalemlerden seçilmiştir. Shinder, s. 255; Danişmend, C.3, s. 607-613; Danişmend, C.4, s. 629-633.

35 Shinder, s. 224.

Page 8: REİS-ÜL KÜTTABLIK MÜESSESESİNİN ÖNEM KAZANMASINA …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1374.pdfCoşkun Üçok / Ahmet Mumcu / Gülnihal

OSMANLI HARİCİYE NEZARETİ'NİN DOĞUŞU 7 ve Divan-ı Hümayun kalemlerinde çalışanlar, idari rekabette artan sıklıkta kendi uzmanlık alanlarında kalmaya gayret göstermişlerdir.

Divan-ı Hümayun kalemleri ile Defterdar'a bağlı maliye kalemleri personeli arasında meydana gelen farklılaşma ve uzmanlaşmanın Reis-ül Küttablık müessesesi üzerinde önemli etkileri olmuştur. Başlangıçta mali sorunların önem kazanması ile birlikte terfi ve mesleki kariyerde ilerleme için defterdara bağlı kalemler daha cazip bir nitelik arz etmişlerdir. Ancak bu üstünlük uzun süre devam etmemiş, özellikle 1699 Karlofça Barış Andlaşması'ndan sonra hızlanan uluslararası gelişmeler sebebiyle Reis-ül Küttab'a bağlı kalemler, en gözde mevkiiler olurken maliye kalemleri politik hırsları olanlar için ölü son haline gelmiştir36. Merkezi idarede Reis-ül Küttab tarafından yönetilen kalemler, bürokratik kariyerde yükselme imkânları açısından büyük bir şans sağlamaya başlamıştır37. Bu gelişmeler üzerine divan kalemlerinde çalışmak isteyenlerin sayısı hızla artmıştır38. Kısacası kâtip sınıfı içerisinde ortaya çıkan uzmanlaşma Reis-ül Küttab ve ona bağlı kalemlerin gelişip önem kazanmasında doğrudan etkili olmuştur.

2. Yönetici Sınıf İçinde Dengelerin Değişmesi Osmanlı Devleti kuruluş döneminde fetih ve gaza temelleri üzerine oturtulmuş bir

topluluk olarak, mevcudiyetinin en önemli amacını, İslâmiyeti korumak ve yaymak teşkil etmiştir. Devletin kuruluşundaki genel yaklaşımın sonucu olarak yönetici sınıf içinde en hızlı gelişen ve hakim bir rol üstlenen grup, seyfiye, yani kılıç sahipleri olmuştur. Öte yandan devletin İslâmi niteliği ve kuruluş amacı bir grubun daha yönetici sınıf içinde sivrilmesine yol açmıştır ki bu da ilmiyedir. Nitekim Osmanlı Devleti'nde ilk ortaya çıkan görevlilerden birisi de kadılıkdır39.

XVI. yüzyıla gelindiğinde henüz kalemiye yönetici sınıf içinde etkili bir güç değildir. Bunun sonucunda kâtiplik hizmetleri uzun süre ilmiyeye bağımlı olmuş, Nişancılar dahil ve sahn müderrisleri arasından seçilmişler, divan kalemlerine medrese kökenliler alınmıştır40.

XVIII. yüzyıla yaklaşırken askeri ve dini yapıda ortaya çıkmaya başlayan düşüş yönetici sınıf içindeki dengeleri alt üst etmiş ve kalemiye yeni bir güç odağı haline gelmiştir. Seyfiyenin güç kaybına uğramasının en büyük sebebi sürekli genişleyen ve toprak kazanan bir imparatorluk esasına göre şekillendirilen askeri yapının duraklama ve ardından da gerileme sürecine giren devletin ihtiyaçlarına cevap veremez hale gelmesidir. Fetihlerin durmasıyla toprak düzeni, ekonomik ve toplumsal yapıda ortaya çıkan çalkantılar doğrudan Osmanlı ordusuna yansımıştır. Çünkü ordunun sayıca kalabalık olan ve önemli bir kısmını teşkil eden eyalet askerleri miri arazi ve bu arazi sistemi üzerine

36 Richard L. Chambers, "Turkey", Political Modernation in Japan and Turkey (Ed. Rober Wardt /

Dankward Rustow), Princeton, 1964, s. 304; Shinder, s. 221. 37 1702-1750 yılları arasında reis-ül küttab olan şahıslardan % 45.5 i daha yüksek makamları elde etmişler

Sadrazamlığa kadar yükselebilmişlerdir. Salname-i Nezaret-i Hariciye, s. 151-152; Danişmend, C.3, s. 607-613; Danişmend, C.4, s. 629-633.

38 Arşiv belgelerine göre divan kalemlerinde 1797'de en az 134, 1805'te 192 ve aynı yılın sonunda 250 kâtibin bulunduğu tespit edilmektedir. BBA, CTD no: 873, no: 1824, no: 2080, no: 2189, no: 2297, no: 2530, no: 8307, no: 8642, no: 8557, no: 10854, no: 12764; HHT, no: 4852; d'Ohsson M., Tableau General de l'Empire Ottoman, C.VII, Paris, 1824, s. 160-161.

39 Orhan bey zamanında ilk olarak Bursa Kadılığı ihdas edilmiş, 1360 veya 1362 yılında ilk kazasker atanmıştır. Uzunçarşılı, Merkez, s. 228.

40 Fleischer, s. 220 vd.; Kanunnâme-i Âli Osman, Özcan, s. 34.

Page 9: REİS-ÜL KÜTTABLIK MÜESSESESİNİN ÖNEM KAZANMASINA …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1374.pdfCoşkun Üçok / Ahmet Mumcu / Gülnihal

8 GÜL AKYILMAZ monte edilen tımar (dirlik) sisteminden doğmuştur. Ancak fetihlerin durması ve yeni topraklar kazanılamaması üzerine tımar sistemi işlerliğini yitirmiş, mevcut tımarlar ehil, görevini hakkıyla yapabilecek kişilere değil de nüfuzlu kişilere ya da rüşvet verenlere tevcih edilmeye başlanmıştır41. Tımar sisteminin bozulması sonucu tımar sahipleri asker besleme ve techiz etme görevini yerine getirmeyince eyalet askerlerinden oluşan ordu, etkisini ve düşman üzerindeki caydırıcılığını kaybetmiş, devlet ulufeli askerlere bağımlı hale gelmiştir. Fakat aynı süreç içinde ulufeli askerlerin önemli bir kanadını oluşturan yeniçeri ocağında da eyalet askerlerine benzer bir bozulma yaşanmıştır. Fetihlerin durmasıyla devşirme usulüne göre asker bulma şansı sınırlanmış, askeri ocakların bileşimi ve disiplinleri bozulmuştur. Yeteri sayıda seferin yapılmaması ve ekonomik durumun kötülüğünden dolayı maaşlarını düzenli olarak alamayan yeniçerilere zanaatkârlık yapma izni verilmiştir. Böylece ticaret hayatına atılan ve İstanbul tüccarlarıyla kaynaşan ocağın savaşma hevesi ve disiplini kaybolmuştur42. Kanuni döneminden itibaren evlenmelerine de izin verildiğinden yeniçerilik adeta babadan oğula geçmeye başlamıştır. Tüm bu gelişmelerin sonucu olarak yeniçeri ocağı sürekli karışıklık çıkaran bir askeri birim haline gelmiştir. Özellikle zaman zaman ilmiye sınıfı ile ittifak kurarak merkezi otorite için önemli bir problem kaynağı olmuşlardır.

Eyalet askerleri ve yeniçeri ocağındaki bozulma ile birlikte seyfiye eski gücünü ve saygınlığını yitirmiştir. Asker yetiştirmek üzere Batılı anlamda teknik askeri okulların açılması da seyfiyenin eski saygınlığını yeniden kazanması için yeterli olmamıştır. Ancak hemen belirtilmesi gerekir ki bu düşüşte Osmanlı Devleti'nin Avrupalı güçler karşısında bir tür savunmaya geçtiği, fetihlerin durduğu dönemde askeri liderlerden çok Batı dünyası ile ilişki kurabilen sivil bürokratlara ihtiyaç duyulmasının da payı büyüktür43.

Yönetici sınıf içinde seyfiye ile iktidarı paylaşan ilmiyede de benzer bir gelişme yaşanmıştır. XVII. yüzyıla kadar müderrisleri, kadıları, din adamlarını bünyesinde toplayan ilmiye teşkilatı medreselerde, yargı örgütünde, dini hayatta tartışmasız bir ağırlığa sahiptir. Bunun da ötesinde devletin erken dönemlerinde henüz kalemiye sınıfı kesin çizgileriyle oluşmadan önce divan kalemlerinde de yoğun bir şekilde ilmiye kökenli kâtipler istihdam edilmiştir. XVII. yüzyıldan başlayarak ilmiye sınıfını yetiştiren en önemli kaynak olan medreselerin hem müderris kalitesi hem de eğitim seviyesi açısından bozulmaya başlaması bütün ilmiye sınıfını etkilemiştir. İlmiye sınıfı içinde yükselmek, eskiden sadece şahsi yetenek ve başarıya bağlı iken bozulma sürecine girilmesiyle birlikte her alanda olduğu gibi ilmiye kökenlilerin işe girişinde de rüşvet ve iltimas ön plâna geçmiştir. İslâmi ilimlerde yeterli olduğunu ispatlayan kişilere verilen ruuslar devlet adamları ve özellikle ilmiye sınıfının üst seviyelerinde bulunanların çocuklarına henüz çok küçük yaşlarda dağıtılmıştır44. Diğer taraftan eğitim ve devlet görevlerindeki

41 Toprak düzeni ve tımar sisteminin bozulması ile ilgili olarak ayrıntılı bilgi için bkz. Halil Cin, Miri

Arazi ve Bu Arazinin Özel Mülkiyete Dönüşümü, Konya, 1987; Halil Cin / Gül Akyılmaz, Tarihte Toplum ve Yönetim Tarzı Olarak Feodalite ve Osmanlı Düzeni, Konya, 1995.

42 Şerif Mardin, The Genesis of Young Ottoman Thought, a Study in The Modernation of Turkish Political Ideas, Princeton, 1962, s. 139; Oral, Sander, Ankanın Yükselişi ve Düşüşü, Osmanlı Diplomasi Tarihi Üzerine Bir Deneme, Ankara, 1987, s. 70-71.

43 Uriel Heyd, "The Ottoman Ulema and Westernation in the Time of Selin III and Mahmud II", Studies in Islamic History and Civilization, 1961, s. 92; Findley, Reform, s. 60.

44 İlmiye sınıfındaki bozulma ile ilgili olarak ayrıntılı bilgi için bkz. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti'nin İlmiye Teşkilatı, Ankara, 1984; Richard L. Chambers, "The Education of a Nineteeth Century

Page 10: REİS-ÜL KÜTTABLIK MÜESSESESİNİN ÖNEM KAZANMASINA …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1374.pdfCoşkun Üçok / Ahmet Mumcu / Gülnihal

OSMANLI HARİCİYE NEZARETİ'NİN DOĞUŞU 9 yenileşme, ulemanın çalışma alanını daraltmıştır. Kalemiye sınıfının gelişmesiyle birlikte divan ve maliye kalemleri ilmiye sınıfı ile bağlarını kopararak artan oranda personellerini kalemiye sınıfı içinden seçmeye başlamışlardır45. Yine aynı dönemde ulemanın mahalli idarelerdeki geleneksel rolü de elinden alınınca ilmiye mensuplarının müderrislik, yargı örgütü ve dini görevler dışında tercih şansı kalmamıştır. Ancak burada göz ardı edilmemesi gereken önemli bir nokta vardır. Her ne kadar ilmiye sınıfı eski gücünü kaybetse de devletin genel yapısı ve İslâm dininin devlet üzerindeki etkisi dikkate alındığında bu düşüşü fazla abartmamak gerektiği ortaya çıkacaktır. Örneğin, ülkenin önemli meselelerini görüşmek için toplanan meşveret meclislerinde ilmiye sınıfının önde gelen üyeleri yer alıp karar alma sürecine katıldıkları gibi, andlaşma yapmak için oluşturulan delegasyonlarda da mutlaka ilmiye sınıfının bir temsilcisi bulunmuştur46.

Yukarıda üzerinde durduğumuz gelişmeler sonucunda, yönetici sınıf içindeki dengeler değişmiş, kalemiye, seyfiye ve ilmiyenin önüne geçmiştir. Kalemiyenin hızlı yükselişi bu grup içinden çıkan Reis-ül Küttab'ın da önem kazanmasını ve mü-esseseleşmesini hızlandırmıştır.

3. Yönetim Merkezinin Saraydan Bab-ı Âli'ye Kayması

Divan-ı Hümayun'un müesseseleşmesini tamamlayıp, düzenli olarak haftanın belirli günlerinde toplanmaya başladığı zamandan itibaren Vezir-i azamlar bu divanda görüşülmesine gerek olmayan ikinci derecede öneme sahip devlet meselelerini kendi konaklarında kurdukları İkindi Divanı'nda çözümlemişlerdir. Divan ikindi ezanından sonra toplandığı için bu isimle anılmıştır. Zaman içinde İkindi Divanı'nın çekirdeğini oluşturduğu yeni yönetim merkezine "Bab-ı Âli", "Bab-ı Asafi" ya da Avrupalıların deyimiyle "Sublime Porte" denilmiştir.

XVII. yüzyıl ortalarından itibaren Divan-ı Hümayun eski etkinliğini yitirip, toplantı sayısı azalırken İkindi Divanı'nın önem kazanmasının kayda değer sebepleri vardır. Her şeyden önce Divan-ı Hümayun Padişahın divanı olmasına karşılık, İkindi Divanı Vezir-i azam'a verilmiş bir ayrıcalık, sadece ona tanınmış bir haktır47. Böylece Vezir-i azam, Divan-ı Hümayun'da ancak Padişahın vekili olarak ve onun tanıdığı sınırlar içinde başkanlık görevini yerine getirirken, İkindi Divanı'nda doğrudan doğruya kendisine tanınan bir haktan doğan başkanlık görevini icra etmektedir. Bir diğer önemli nokta Vezir-i azamın, Padişah'ın mutlak vekili olarak Divan-ı Hümayun toplantılarındaki yetkisinin Padişah'ın iradesiyle sınırlı olmasıdır. Padişah görüşmeleri denetleyip, dilediği an toplantıya son verebilir. Oysa Vezir-i azam kendi divanında daha fazla özgürdür,

Ottoman Alim: Ahmed Cevdet Pasha", I.J.M.E.S., C.IV, 1973; Şerafettin Yaltkaya, "Tanzimattan Evvel ve Sonra Medreseler", Tanzimat, I, İstanbul, 1940.

45 Aviqdor Levy, "The Ottoman Ulema and the Military Reform of Sultan Mahmud II", Asian and African Studies, C.VII, 1971, s. 13-39; R. C. Repp, "The Altered Nature and Role of Ulema", Studies in Eighteeth Centuries Islamic History, Carbondale, 1977, s. 277-287; Mardin, s. 128-129; Heyd, s. 90-96.

46 Bu konuda çok sayıda örnekten birkaçı şöyle zikredilebilir: BBA, HHT no: 55834, t. 1205. Bu belgede III. Selim, önemli devlet meselelerini meşveret etmek üzere Şeyhülislâm, Rumeli kazaskeri ve Reis Efendi'nin Saraya gelmelerini istemektedir. HHT, no: 47391 t. 1239. Bu belgede ise Rumeli kazaskeri Seyda Efendi'nin Sardunya elçisi ile ticaret andlaşması görüşmeleri yapmaya memur edildiğinden bahsedilmektedir.

47 Bu öylesine bir haktır ki Vezir-i azamın başkanlık ettiği Cuma ve Çarşamba divanlarını hatta Divan-ı Hümayunu, Vezir-i azamın vekili olan sadaret kaymakamı toplayabilirken, İkindi Divanı yalnızca Vezir-i azamın başkanlığında toplanırdı. Gerekirse Sadrazam divanı seferde kurardı. Joseph Hammer von, Des Osmanischen Reiches Staatsverfassung und Staatsverwaltung, C.II, Wien, 1815, s. 83; D'Ohsson, C.VII, s. 191; Gıbb / Bowen, s. 107-113; Mumcu, Divan, s. 145; Uzunçarşılı, Merkez, s. 137.

Page 11: REİS-ÜL KÜTTABLIK MÜESSESESİNİN ÖNEM KAZANMASINA …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1374.pdfCoşkun Üçok / Ahmet Mumcu / Gülnihal

10 GÜL AKYILMAZ Padişahın gölgesi üzerinde olmadığı için hareket serbestisi vardır. Üyeleri etkileme ve kendi görüşleri doğrultusunda kararlar çıkarma şansı daha fazladır. Bu konuda dikkat çeken son nokta Divan-ı Hümayun ile İkindi Divanı arasında kesin ve net bir yetki sınırı çizilememiş olması, hangi konunun Divan-ı Hümayun'da görüşülecek kadar önemli, hangisinin ikincil derecede bir sorun olarak İkindi Divanı'nda görüşüleceği hakkında resmi kriterlerin tespit edilememesidir. Hal böyle olunca takdir yetkisi Padişah ya da Vezir-i azamlara kalmıştır. XVII. yüzyıl ortalarından itibaren İkindi Divanı ile Divan-ı Hümayun arasındaki yetki belirsizliği ve Vezir-i azamların kendi divanlarında duydukları rahatlık mekanizmanın İkindi Divanı lehine işlemesine yol açmıştır48.

Osmanlı Devleti'nin ilk dönemlerinden XVII. yüzyıl ortalarına kadar Vezir-i azamların kendilerine mahsus bir sadaret dairelerinin olmadığı sanılmaktadır. Genellikle Saray'a yakın yerlerdeki konaklara yerleşen sadrazamlar, konaklarının selamlık kısımlarını paşa kapısı olarak kullanmışlardır. XVII. yüzyıl ortalarında (IV. Mehmet Devri) Vezir-i azam Derviş Mehmet Paşa'ya, Topkapı Sarayı'nın karşısında bulunan eski Sadrazam Halil Paşa'nın konağı verilmiş, Derviş Paşa burasını kendi parası ile döşettirmiş ve bu tarihten sonra Vezir-i azamlara özgü bir paşa kapısı ortaya çıkmıştır49. Köprülüler Devri'nden itibaren Vezir-i azam'ın dairesi Saray'dan tamamen ayrılarak, hükümet işlerinin esas merkezi haline gelmiş50 ve bu yeni yönetim merkezine Bab-ı Âli denmiştir. Artık Bab-ı Âli özel bir anlam ifade etmektedir: Saray'dan ayrı sadrazamın makamı, çalışma ofisi, oturduğu, yaşadığı, İkindi Divanı'nın toplandığı ve bazı devlet görevlilerinin çalışma merkezlerinin bulunduğu yer.

Vezir-i azam dairesinin Saray'dan ayrılıp müstakil bir binaya sahip olmasının en önemli sonucu kuşkusuz, yönetim merkezinin artık Saray değil, Bab-ı Âli olmasıdır. Bundan sonra yönetimin gerçek başı Vezir-i azam'dır. Bu gelişme ile birlikte Divan-ı Hümayun'un yanı sıra İkindi Divanı'nda da hizmet gören bazı görevlilerin çalışma merkezleri de Bab-ı Âli'ye taşınmış ve yönetim mekanizması içindeki önemleri ve etkileri aniden artmıştır. İlgili görevliler içinde en kayda değerleri Hammer'in devletin nazırları olarak nitelediği51 Sadaret Kethüdası, Çavuşbaşı ve Reis-ül Küttab'dır. Her üçünün de çalışma merkezleri hatta yatacak yerleri bile Bab- ı Âli'ye taşınmıştır52.

Bu gelişme Reis-ül Küttablık makamı açısından son derece önemli sonuçlar doğurmuş ve bir dönüm noktası olmuştur. Reis-ül Küttab'ın o zamana değin nezaretinde çalıştığı Nişancı Saray'da kalırken, Reis-ül Küttab'ın maiyeti ile birlikte Bab-ı Âli'ye taşınması Reis Efendi'yi farklı bir konuma getirmiştir. Artık Reis-ül Küttab Nişancı'nın

48 Mumcu, Divan, s. 145; Hammer, Reich, s. 83. 49 Uzunçarşılı , Merkez, s. 250. 50 Konu hakkındaki bilgilerimizi arşiv belgeleri de doğrulamaktadır. BBA, CTD, no: 17289, t. 1133;

CTD, no: 16958, t. 12021; CTD, no: 15878, t. 22 Ş. 1150. Sadrazamın dairesi o kadar önemlidir ki adeta Saray'a alternatif oluşturur şekilde resmi belgelerde sadaret sarayından bahsedilir. BBA, CTD, no: 17300, t. 1148; CTD, no: 16982, t. 17 C. 1203; CTD, no: 15627, t. 5 Ca. 1180; CTD, no: 15034, t. 25 Ra. 1180.

51 Joseph von Hammer, "18. Asırda Osmanlı İmparatorluğu'nda Devlet Teşkilatı ve Bab-ı Ali", (çev. Halit İlteber), İHFM, C.VII, sy. 2-3, 1941, s. 566; Hammer, Reich, C.II, s. 101.

52 BBA, CTD, no: 14817, t. 21 L. 1199 Sadaret Kethüdası, Reis-ül Küttab ve Çavuşbaşı'nın Sadaret Sarayı'ndaki Odalarının Tefrişi Hakkındaki Defter; CTD, no: 14009, t. 13 N. 1200 Sadaret Sarayı'nda Kethüda Beyle Reis-ül Küttab Efendiye Mahsus Dairelerin Tamiratı İçin Yapılan Harcama İle İlgili Defter; CDT, no: 13892, t. 1220 Sadaret dairesinde Reis Efendi dairesiyle Ametçi Kisedar ve Mühürdar Efendilerin Odalarının Ve Hademe Koğuşunun Tarafından Bizzat yapılan Keşifleri Mucibince 2900 Kuruşla Tamir ve Tecdidleri Lazım Geleceğine Dair Ser Mimar İbrahim Kami Mühürlü Defter.

Page 12: REİS-ÜL KÜTTABLIK MÜESSESESİNİN ÖNEM KAZANMASINA …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1374.pdfCoşkun Üçok / Ahmet Mumcu / Gülnihal

OSMANLI HARİCİYE NEZARETİ'NİN DOĞUŞU 11 nezaretinde değil doğrudan doğruya Vezir-i azama bağlıdır ve emrindeki kalemlerin gerçek şefidir53. Reis Efendi, klasik Osmanlı sistemi içinde ufak bir şahsiyetken yeni kurulan sistemde en hayati makam sahiplerinden birisi haline gelmiştir. Buna karşılık eski şefi Nişancı, bir taraftan Bab-ı Âli ricâli arasında yer alamaması, diğer taraftan da XVII. yüzyıldan itibaren arazi sistemindeki değişiklikler sonucunda tımar ve zeamet tevcihlerinin gittikçe daha çok Reis-ül Küttab idaresindeki kalemlere tâbi olmaya başlaması ile birlikte önemini kaybetme sürecine girmiştir54.

Reis-ül Küttab'ın çalışma merkezinin Bab-ı Âliye taşınmasının önemli sonuçlarından biri de yerine getirdiği fonksiyonların çeşitlenmesidir. Reis Efendi, devletin her türlü resmi yazışmalarını gerçekleştiren kâtiplerin amiri olarak bürokratik örgütün şefliğini üstlenmenin yanı sıra Padişah'la Vezir-i azam arasındaki telhis alış verişini düzenlemesi sebebiyle en önemli devlet meselelerini öğrenen ilk görevlilerden olmuştur. Bunların da ötesinde dış işlerinden birinci derecede sorumlu olan Vezir-i Azamlar artan oranda bu konudaki yetkilerini Reis-ül Küttab'a devretmeye başlamışlar ve Reis-ül Küttablığın Hariciye Nezareti'ne doğru gelişecek olan evrimi başlamıştır.

4. Osmanlı Devleti'nin Diplomasi Anlayışında Ortaya Çıkan Değişiklikler Avrupa devlet sistemine katılan ve onun diplomasi biçimini kayıtsız, şartsız kabul

eden Hıristiyan olmayan ilk devlet Osmanlı Devleti'dir. Osmanlı'nın "karşılıklı diplomasi"yi kabul etmesi, Avrupa devletlerinin ağırlığının kuvvetle hissedildiği uluslararası sistemin bir dünya sistemine dönüşmesinde önemli bir adım teşkil etmiştir55. Ancak hemen belirtmek gerekir ki karşılıksız (ad hoc) diplomasi yöntemini en geç bırakan devletlerden birisi Osmanlı Devleti'dir ve uzun yıllar Rönesans İtalyası'nda temelleri atılan karşılıklı eşitlik ilkesine bağlı diplomasi geleneği ve pratiğinin dışında kalınmıştır56.

1453'te İstanbul'un fethinden sonra Osmanlı Devleti'nin diplomasi anlayışı iki ana döneme ayrılarak incelenebilir. Bu aşamalarda birincisi, karşılıksız (tek taraflı) diplomasidir. 1793 yılında Londra'da ilk daimi Osmanlı elçiliği açılıncaya kadar Osmanlı Devleti karşılıksız diplomasi anlayışına bağlı kalmıştır57. Ancak 300 yıldan fazla süren bu dönem gösterdiği özellikler açısından kendi içinde ikiye ayrılabilir. Birinci dönem 1699 Karlofça Barış Andlaşması'na kadar devam eden ve karşılıksız diplomasi anlayışının klâsik tüm özelliklerinin görüldüğü tarihsel süreçtir. İkinci dönem 1699'dan 1793 yılına kadar sürer ve andlaşmalar dönemi olarak nitelendirilir. Bu dönemde yine tek taraflılık

53 Carter Findley, "The Legacy of Tradition to Reform: Origins of the Ottoman Foreign Ministery",

IJMES, CI, 1970, s. 336. 54 İnalcık, s. 682. 55 J. C. Hurewitz, "Ottoman Diplomacy and the European State System", The Middle East Journal, Vol.

XV, Washington D.C., 1961, s. 41. 56 Rıfaat Ali ,Abou-El-Haj "Ottoman Attitutes Towart Peace Making: The Karlowitz Case", Der Islam,

Vol. LVII, 1974, s. 131-137; Selim Deringil, "II. Mahmud'un Dış Siyaseti ve Osmanlı Diplomasisi", Sultan II. Mahmut ve Reformları Semineri, İstanbul, 1990, s. 59.

57 J. C. Hurewitz, "The Europeanisation of Ottoman Diplomacy: The Convertion from Unilateralism to Reciprocity in the Nineteeht Century", Belleten, C.XXV, sy. 97-100, Ankara, 1961, s. 460; Hurewitz, State, s. 145.

Page 13: REİS-ÜL KÜTTABLIK MÜESSESESİNİN ÖNEM KAZANMASINA …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1374.pdfCoşkun Üçok / Ahmet Mumcu / Gülnihal

12 GÜL AKYILMAZ ilkesi geçerli olmakla birlikte Hıristiyan güçler karşısında alınan askeri yenilgiler sebebiyle bazı tavizler verilmek zorunda kalınmıştır58.

Osmanlı diplomasi tarihindeki ikinci ana aşama III. Selim'in Yusuf Agâh Efendi'yi Londra Büyükelçiliği'ne tayin ettiği 1793 yılında başlar ve devletin son günlerine kadar devam eder. Osmanlı diplomasisinin geçirdiği ikinci aşama da tıpkı birincisi gibi kendi içinde ikiye ayrılır. Bunlardan ilki 1834'e kadar sürer ve karşılıklı diplomasiye geçiş denemeleri olarak adlandırılabilir. 1834'ten sonra ise karşılıklılık ilkesi tam olarak benimsenmiş ve Osmanlı diplomasisi Avrupa devlet sistemi ile plânlı olarak bütünleşmiştir.

Osmanlı diplomasisinin geçirdiği tüm bu aşamalar kaçınılmaz olarak Reis-ül Küttablık müessesesinin gelişimini etkilemiş ve 1834'ten sonra karşılıklılık ilkesinin tamamen benimsenmesi sonucu 1836'da Reis-ül Küttablık Hariciye Nezareti'ne dönüştürülmüştür.

a. Karlofça Barış Andlaşmasına Kadar Olan Dönem Osmanlı Devleti'nin dış siyaset çizgisinde ve diplomasi tarihinde en uzun ömürlü

olan politikası karşılıksız diplomasidir. Osmanlı Devleti için karşılıksız diplomasinin anlamı Avrupa devletler sisteminden kendisini geniş ölçüde soyutlayarak yabancı ülkelere sürekli diplomatik misyonlar göndermemek; buna karşılık diğer ülkelerden gelen diplomatik misyonları kabul etmek olmuştur59.

Karlofça Barış Andlaşması'na kadar tavizsiz bir şekilde karşılıksız diplomasi izleyen Osmanlı Devleti'nin bu politikayı benimsemekte önemli ve köklü sebepleri vardır. Bu sebeplerden en başta geleni Osmanlı Devleti'nin bu tür bir diplomasiyi yürütmeyi üstünlüğünün başlıca belirtisi sayması ve Avrupalı devletlere karşı psikolojik bir baskı yaratmasıdır. Osmanlı'nın Batı'nın desteğini sağlamak ya da Batı'nın görüş ve düşüncelerini öğrenmek kaygısı olmadığı gibi, kendisinden güçsüz devletler nezdinde sürekli temsil edilmeyi de küçüklük ve zayıflık saymıştır. Galip geldiği ve toprak bütünlüğünü sürdüğü sürece karşılıksız diplomasi Osmanlı Devleti'nin gücünün ve üstünlüğünün diğer devletlerce onaylanması olarak görülmüş, Hıristiyan hükümdarlarının İstanbul'a daimi elçiler göndermeleri Osmanlı padişahlarına bir saygı tezahürü olarak değerlendirilmiştir60. Bu psikolojinin sonucu olarak yabancı diplomatik misyonların her türlü harcamalarını Osmanlı Devleti karşılamıştır61.

58 Thomas Naff, "Ottoman Diplomatic Relations with Europe in the Eightteeht Century: Patterns and

Trends", Studies in Eighteeht Century Islamic History, (Ed. T.Naff / R. Owen ), Illionis, 1977, Hurewitz, Ottoman, s. 461; s. 88-107; Hurewitz, State, s. 145.

59 İsmail Soysal, Fransız İhtilâli ve Türk-Fransız Diplomasi Münasebetleri (1789-1802), Ankara, 1987, s. 32; Hurewitz, State, s. 145

60 Ercüment Kuran, Avrupa'da Osmanlı İkâmet Elçiliklerinin Kuruluşu ve İlk Elçilerin Siyasi Faaliyetleri 1793-1821, Ankara, 1968, s. 11; Hurewitz, Ottoman, s. 462 vd.

61 Osmanlı hükümetinin yabancı misyonların ihtiyaçları için yaptığı harcamalarla ilgili olarak Osmanlı arşivlerinde çok sayıda belge mevcuttur. BBA, CTH, no: 398, t. 6 C. 1186 Kendisi ile adamları için reçel ve pekmez yapmak üzere alacağı 2090 küfe üzümün hanesine nakli konusunda Nemçe Maslahatgüzarından gönderdiği tahrirat; CTH, no: 4012, t. 9 B. 1197 Devlet-i Aliye ile akid yapan İspanya Devleti orta elçisine, Nemçe elçisine kıyasen 100 kuruş mefruşat pahası verilmesine dair tahrirat; CTH, no: 408, t. 12 C. 1173 Tebrik-i cülus için gelen Leh elçisi Rodoski'ye 225 kuruş tayinat pahası ve 8 hane için yevmi 76 kuruş hane kirası verilmesi hakkında tahrirat; CTH, no: 430, t. 1189 İstanbul'a gelen Rusya büyükelçisi ve adamlarının ikâmeti için kiralanan 31 hane ve arsanın bir aylık kirası olan 5120 kuruşun ödenmesi hakkında tahrirat. Yabancı diplomatik misyonların harcamaları için ayrılan para sistemli olarak düzenlenmemiştir. Harcanan para, elçinin

Page 14: REİS-ÜL KÜTTABLIK MÜESSESESİNİN ÖNEM KAZANMASINA …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1374.pdfCoşkun Üçok / Ahmet Mumcu / Gülnihal

OSMANLI HARİCİYE NEZARETİ'NİN DOĞUŞU 13

Osmanlı Devleti'nin uluslararası sistem içindeki gücüne ve üstünlüğüne dayanarak izlediği karşılıksız diplomasi İslâmi bir temelle de desteklenmiştir. İslâm hukukçuları devletin ülkesini tespit ve tayin açısından dünyayı dar'ül İslâm ve dar'ül Harb olmak üzere iki kısma ayırmışlardır62. Bir ülkenin dar'ül İslâm kabul edilmesinde temel ölçü idare ve icraatın İslâmi olması, kısacası ülkenin İslâm esaslarına göre yönetilip, İslâm hukukunun uygulanmasıdır63 . Bazı İslâm hukukçuları buna o ülkede Müslümanların emniyet içinde yaşamaları şartını da eklerler64. Dar'ül Harb ise İslâmın siyasi hakimiyetinin dışında kalan, idare ve hukuk düzeninin İslâmi olmadığı her ülkedir65. İslâm hukukçularının büyük bir çoğunluğu yasama, yürütme ve yargı gibi devlet fonksiyonlarının gayrimüslimlerin elinde olduğu, gayriislâmi bir hukuk düzeninin uygulandığı ülkeleri dar'ül Harb olarak nitelemişlerdir. Burada konumuz açısından önemli olan nokta bir kısım İslâm hukukçusunun bu ayrımdan yola çıkarak dar'ül İslâmın dar'ül Harb ile sürekli bir savaş içinde olduğu, bu savaşın dar'ül Harb, dar'ül İslâm haline gelinceye kadar süreceği, dolayısıyla diplomatik ilişkilerin söz konusu olamayacağı hükmüne ulaşmalarıdır66. Diğer bir kısım fukuha ise İslâm hükümlerinin uygulanmadığı ülkelerin dar'ül Harb olarak nitelendirilmesinin sebebinin normal ilişki şeklinin savaş olmasından kaynaklanmadığı, Müslümanların onları muhtemel düşman addederek temkinli davranmaları esasından doğduğu görüşündedirler67. Hangi yaklaşım kabul edilirse edilsin İslâm hukuku açısından Osmanlı Devleti'nin Hıristiyan devletlerle normal diplomatik ilişkiler kurması, savaş dışında ittifaklar yapması problemlere neden olabilmiştir68. Yalnız bir noktanın önemle vurgulanması gerekir ki Osmanlı Devleti güçlü olduğu dönemlerde kaynağını İslâm hukukundan alan dar'ül İslâm- dar'ül Harb ayrımına itibar ederken, toprak kayıpları başlayıp eski üstünlüğünü yitirince bu ilkeden ayrılmakta herhangi bir sakınca görmemiştir. Bu da göstermektedir ki, burada asıl belirleyici olan Osmanlı Devleti'nin

ülkesi ile Bab-ı Âli arasındaki ilişkiye, hazinenin durumuna ve elçinin ikâmetgâh süresindeki dış gelişmelere göre belirlenmiştir. III. Selim döneminde emsâli görülmeyen ve devlet hazinesi için büyük bir yük teşkil eden bu uygulama kaldırılmak istenince yabancı devletlerin büyük tepkisi ile karşılaşılarak iknada zorlanılmıştır. CTH, no: 1660, t. 12. Za. 1208 Avrupa devletleri tarafından Devlet-i Aliye nezdine gelen elçilere altışar aylık bazen daha ziyade verilen tayinat ve hane kirası ve mefruşat pahası mücerret ikram kabilinden olduğu halde elçiler bunu bir hak olarak telakki ve verilmediği takdirde iddiaya kıyam eyledikleri, halbuki bu muzmelenin diğer devletlerde câri olmadığı beyaniyle badema bu yolda bir şey verilmemesi hakkında sadır olan irade-i seniyye.

62 Dünyanın dar'ül İslâm ve dar'ül Harb şeklinde taksimi ne Kur'an-ı Karim'de ne de sünnette yer almaktadır. Ancak, İslâmiyetin ilk günlerinde Medineli, Müslümanlarla Mekkeliler arasında temelini savaşın oluşturduğu ilişki biçimi ilk fukuhayı ülkeleri ve devletleri dar'ül İslâm ve dar'ül Harb şeklinde bir ayrıma sevketmiştir. Ahmet Yaman, İslam Hukukunda Uluslar arası İlişkiler, Ankara, 1998, s. 96-97.

63 Ahmet Özel, İslâm Hukukunda Ülke Kavramı, Dar'ül İslâm-Dar'ül Harb, İstanbul, 1984, s. 78. 64 Serahsi El Mebsud'da iki tanımı birleştirerek dar'ül İslâmın "Müslümanların idare ve hakimiyeti

altındaki yerdir ki bunun alâmeti Müslümanların o bölgede emniyet içinde yaşamalarıdır" şeklinde tarif etmektedir. Yaman, s. 98.

65 Özel, s. 78; Yaman, s. 103. 66 İbrahim Halebi, Mülteka-le Ebhur (Sadeleştiren Ahmet Davutoğlu), İstanbul, 1980, s. 75 vd.;

Hayreddin Karaman, Mukayeseli İslâm Hukuku, C.3, İstanbul, 1987, s. 231 vd.; Halil Cin, Ahmet Akgündüz, Türk Hukuk Tarihi, C.1, Konya, 1989, s. 382-383.

67 Özel, s. 81; Yaman, s. 104-105. 68 Örneğin III. Selim döneminde izlenen denge siyaseti gereğince Rusya ve Avusturya'ya karşı Prusya ile

ittifak yapılmak istenince büyük tartışmalar çıkmış, bir grup ulema böyle bir ittifakın şeriata aykırı olduğunu savunmuşlardır. Bu sebepledir ki 1204 senesinde Prusya ile yapılan ittifak andlaşmasının başına devrin şeyhülislâmının emri ile eski Ordu kadısı Abdullah Efendi'nin yazmış olduğu bir ayet-i karime sureti eklenmiştir BBA, HHT, no: 1417, t.1204; Yine HHT, no: 319 1185 tarihli sulh ve muahhedenin (uluslararası andlaşma) Kur'an ve hadisten delil gösterilmek suretiyle cevazına ait mütalâaların yer aldığı bir belgenin resmi kayıtlarda bulunması son derece kayda değer bir durumdur.

Page 15: REİS-ÜL KÜTTABLIK MÜESSESESİNİN ÖNEM KAZANMASINA …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1374.pdfCoşkun Üçok / Ahmet Mumcu / Gülnihal

14 GÜL AKYILMAZ uluslararası sistem içindeki gücüdür. Osmanlı uzun süre dar'ül Harbe daimi diplomatik misyon göndermemiştir. Çünkü tartışılmaz üstünlüğü sebebiyle böyle bir ihtiyaç duymamıştır.

Osmanlı vatandaşlarının Avrupa ile yoğun bir ticari ilişki içinde olmamaları karşılıklı diplomasiye ihtiyaç duyulmasını engellemiştir. Osmanlı Devleti'ne ticari açıdan erken tarihlerden itibaren büyük bir ilgi duyan Avrupalı tüccarların hakları ve çıkarları hükümetleri tarafından elçilik ve konsolosluklar vasıtasıyla korunmuştur. Buna karşılık Osmanlı vatandaşlarının bazı gayrimüslim topluluklar haricinde uluslararası ticarete fazlaca rağbet etmemeleri sebebiyle bu açıdan da karşılıklı diplomasi bir gereklilik olarak ortaya çıkmamıştır.

Karşılıksız diplomasi izlemesi Osmanlı Devleti'nin yabancı diplomatik misyonları kabulünü engellememiştir. Uluslararası sistemin en güçlü unsurlarından birisi olması sebebiyle birçok Batılı devlet erken tarihlerden itibaren İstanbul'a daimi diplomatik misyonlar göndermişlerdir69.

Yukarıda verdiğimiz bilgiler ışığında karşılıksız diplomasinin 1699'a kadar süren birinci devresinde Osmanlı Devleti yoğun bir diplomatik faaliyet içinde olmadığından dış ilişkileri idare edecek geniş çaplı bir hariciye örgütüne de ihtiyaç duyulmamıştır. Devletin güçlü merkezi yapısı çerçevesinde dış politikanın esasları, padişah ve vezir-i azam tarafından belirlenmiş, diplomatik yazışmaları ise nişancı ile onun maiyetinde çalışan Reis-ül Küttab ve divan kâtipleri yürütmüştür. Ancak XVII. yüzyıl sonlarına yaklaşırken Reis-ül Küttabların diplomasi alanındaki rollerinin belirginleşmeye başladığı görülmüştür. 1676 tarihinde tedvin edildiği zannedilen Tevkiî Abdurrahman Paşa Kanunnâmesi'nde Reis-ül Küttabın diplomasi alanındaki görevinden de bahsedilmektedir. "...nâmeleri tercüme ettirmek ve nâmeleri tesviye etmek cümle Reis-ül Küttab efendiye mahsustur"70. Bu ibareye rağmen Reis Efendi'nin henüz dış politikada belirleyici bir rolü yoktur. Sadece diplomatik yazışmalara nezaret eden bir görevlidir ve nişancının emri altında çalışmaktadır. Teşkilatı da tam anlamıyla hariciye teşkilatı olmaktan uzaktır. Emri altında bulunan divan kalemlerinden ruus ve tahvil kalemlerinin diplomasi alanıyla hiçbir ilgileri yokken, sadece beylik kalemi diğer görevlerinin yanı sıra dış ilişkilere yönelik bazı fonksiyonları da yerine getirmektedir71. Burada dikkati çeken husus, Tevkiî Abdurrah-man Paşa Kanunnâmesi'nde Reis Efendi'nin dış ilişkilerdeki yetkisinden bahsedildiği tarihle yönetim merkezinin, Saray'dan Bab-ı Âli'ye geçtiği tarihin aşağı yukarı çakıştığıdır.

b. Karlofça Andlaşması İle Başlayan Dönem

69 J.C. Hurevitz, Diplomacy in the Near and Middle East, Vol.1, Princeton, 1956, s. 77-81. 70 Tevkiî Abdurrahman Paşa Kanunnâmesi, s. 517. 71 Beylikçi kaleminin diplomasi alanında en önemli görevlerinden birisi Osmanlı Devleti'nin yaptığı bütün

andlaşmaları, yabancılara tanınan imtiyaz ve kapitülasyonların suretlerini saklamaktı. Bu sebeple kalem, devletin "mahsen-i esrarı" olarak nitelendirilmiştir. Ayrıca kalemde müstemenlere ait işler yürütülür, İstanbul'da bulunan elçilerin mensup oldukları ülkelerle yapılan ticari sözleşmelerin, şartların idaresi ve icrası için gereken emirler hazırlanırdı. Andlaşma hükümleri, imtiyazlar kapitülasyonlarla ilgili bir konuda bilgi istendiğinde de beylik kalemine başvurulurdu. BBA, Meclis-i Tanzimat Defterleri, Kalem Nizamnâmesi, no: 27, s. 4.

Page 16: REİS-ÜL KÜTTABLIK MÜESSESESİNİN ÖNEM KAZANMASINA …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1374.pdfCoşkun Üçok / Ahmet Mumcu / Gülnihal

OSMANLI HARİCİYE NEZARETİ'NİN DOĞUŞU 15

Osmanlı Devleti'nde karşılıksız diplomasi ana çizgileriyle 1793 yılına kadar sürmekle birlikte 1699 Karlofça Barış Andlaşması'ndan itibaren bu ilkeden tavizler verilmeye başlanmıştır.

Karlofça Barış Andlaşması ile Osmanlı Devleti Avrupa'da önemli miktarda toprak kayıplarına uğramış ve Hıristiyan güçler karşısında savunmaya geçmiştir. Karlofça'da Osmanlı delegelerinin Avusturya, Lehistan, Rusya ve Venedik'e karşı içinde bulunulan şartlar düşünüldüğünde oldukça başarılı bir diplomasi izlemeleri ve kayıpları en aza indirmeleri de sonucu değiştirmemiştir. Hemen belirtmek gerekir ki görüşmeleri yürüten delegasyon heyetinin başında bulunan Reis-ül Küttab Râmi Mehmet Bey'in andlaşmanın imzalanmasında çok büyük katkısı olmuştur. İşte bu tarihten sonra dış işleri belirgin bir şekilde Reis-ül Küttab'ın sorumluluk alanı içine girmiştir72.

Karlofça Andlaşması'ndan sonra artık karşılıksız diplomasinin temelleri sarsılmış ve sürekli toprak kaybeden bir devletin tek taraflı diplomasi izlemesi zararlı olmaya başlamıştır. Avrupa'ya karşı savunma durumunda olan Osmanlı'nın izlediği diplomasi biçimi onu adeta dünyadan izole etmiştir. Karlofça'dan sonra diplomasi ve Avrupa dengelerinin kollanması ve kullanılması gündemden hiç düşmemiştir. XVIII. yüzyıl boyunca Osmanlı Devleti, aralarındaki ittifaklar sürekli değişen düşmanlarıyla Avrupa'dan İran'a kadar uzanan bir cephe üzerinde mücadele halindedir. Osmanlı Devleti artık tek başına bu tehlike ile başedemeyeceğini anlayarak çok istekli olmasa da Avrupa devletler sisteminin bir parçası haline gelme süreci içine girmiştir73. Bu ortamda her ne kadar dar'ül İslâm ve dar'ül Harb kavramları resmi dilde ve ideolojide yerlerini koruyor gibi görünmekteyseler de Osmanlı diplomasisi çağın gereklerine ayak uydurmaya çabalamaktadır. Uluslararası sistemin tanıdığı karşılıklı egemenlik haklarına saygı, elçilerin dokunulmazlığı, devletler hukuku, hatta kamuoyu kavramları geleneksel Osmanlı kavramlarının yanında yerlerini almaya başlamışlardır74. Ancak hemen belirtmek gerekir ki henüz bu dönemde yapılan yenilikler radikal nitelikte değildir. Özünde tek taraflı dış politika çizgisi terk edilmemiş, sadece günün şartlarına göre yapılan değişikliklerle bir parça yumuşatılmıştır. Yeni yaklaşım karşılıksız diplomasi temelinde Avrupalı devletlerle eşit şartlarla barış andlaşmaları yapmak ve bazı Avrupa kökenli diplomatik kavramların ve devletler hukuku ilkelerinin kabul edilmesi olarak özetlenebilir. Bundan sonra her geçen gün yabancı devletlerle yapılacak olan barış andlaşmalarına ihtiyaç artarken artık eskisi gibi "her daim muzaffer" Osmanlı padişahının isteklerine göre karşı tarafa dikte ettirilen süresi ve şartları Osmanlı Devleti'nce belirlenen andlaşmalar yapmak imkânı kalmamıştır75. Bundan sonra her iki tarafın temsilcileri arasında yapılan görüşmelerde şartları tespit edilen birbirine eşit taraflar arasındaki andlaşmalar söz konusudur.

72 Rıfat Ali, Abou-El-Haj, "Ottoman Diplomacy at Karlowitz", Journal of American Society, Vol. LXXXVII, 1967, s. 498-512; İnalcık, s. 682; Uzunçarşılı, Merkez, s. 245.

73 Naff, Europe, s. 87-88; Deringil, s. 61. 74 Thomas Naff, "Reform and Conduct of Ottoman Diplomacy in thr Reign of Selim III, 1789-1807",

Journal of the American Oriental Society, Vol. XXXIII/3, 1963, s. 308 vd.; Deringil, s. 61. 75 Uluslar arası sistem içinde Osmanlı Devleti'nin gücünü gösteren belgelerden birisi de uluslararası

andlaşmalardır. Karlofça Andlaşması'na kadar olan süreçte (hatta ondan bir süre sonra da) andlaşmaların girişinde Osmanlı Padişahı övülüp, sahip olduğu yerler tek tek sıralanırken karşı taraftan sadece birkaç cümle ile söz edilir. "Ben ki ... Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere ve Harem-i Mescid-i Aksa ve Kudus-i Şerif-i Mübarekeyn hadim ve hakimi ve reşk-i efgen kılıp salâtin-i cihan olan bilâdi selase-i muazzama ki: İstanbul, Edirne ve Bursa'dır. Anların Şam-ı cennet meşan ve Mısır-ı talidet ül asr-ı bihemtâ ve külliyen Arabistan ve

Page 17: REİS-ÜL KÜTTABLIK MÜESSESESİNİN ÖNEM KAZANMASINA …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1374.pdfCoşkun Üçok / Ahmet Mumcu / Gülnihal

16 GÜL AKYILMAZ

Dönemin en belirgin ve kayda değer özelliklerinden birisi yurt dışına geçici elçiler gönderilmesidir. Her ne kadar Karlofça Andlaşması'ndan önce bu uygulamaya rastlansa da XVIII. yüzyıl boyunca gönderilen geçici elçilerin sayısında büyük bir artış gözlenmiştir76. Geçici elçiler belirli bir görevi yerine getirmek üzere yabancı bir ülkeye gitmişler; görevlerini tamamladıktan sonra da hemen geri dönmüşlerdir. Geçici Osmanlı elçilerinin başlıca görevleri ise şunlardır: Barış görüşmeleri ya da arabuluculuk yapmak, herhangi bir andlaşmanın maddelerini görüşmek, Osmanlı Devleti'nin alacaklarını toplamak, Osmanlı padişahının cülusunu bildirmek, armağanlar ya da padişahın bir mektubunu götürmek, Osmanlı Devleti'nin kazandığı bir zaferi bildirmek, tahta yeni çıkan bir kralı tebrik etmek, kralın taç giyme töreninde hazır bulunmak, kralları şehzadelerin sünnet merasimlerine çağırmak77. Görüldüğü üzere geçici elçiler, önemli siyasi, diplomatik görevleri icra etmekten daha çok bir takım protokol kurallarını yerine getirmişler ve törenlerde hazır bulunmuşlardır. XVIII. yüzyıl boyunca geçici elçiler yukarıdaki görevlerinin yanı sıra gittikleri ülkelerin çeşitli müesseselerini inceleyerek raporlar hazırlamışlar ve Osmanlı Devleti ıslahat teşebbüslerinde ilgili raporlardan yararlanmıştır. Yine bu kişiler gittikleri ülkelerde bulundukları gözlem ve izlenimlerini dile getiren sefaretnâmeler yazmışlardır78 ki bu eserler karşılıksız diplomasi döneminin özellikleri konusunda fikir sahibi olabileceğimiz en önemli belgelerdir. XVIII. yüzyıl süresince Osmanlı Devleti'nin dış politikada ciddi sorunlarla uğraşması, özellikle Fransız İhtilâli sonucu tüm Avrupa'ya yayılan milliyetçilik akımının yıkıcı etkilerini kuvvetle hissetmesi ve buna bağlı olarak iç işlerine müdahalenin artması sonucu geçici elçilerden bazı diplomatik siyasi görevleri de yerine getirmeleri beklentisi içine girildiğini söylemek hiç de zor olmayacaktır.

Osmanlı Devleti, geçici elçilerin seçiminde büyük bir titizlik göstermiş ve ya Enderun Mektebi'nden yetişmiş bir kişi ya da İstanbul'daki en seçkin Türk ailelerinden

Afrikiye ve Berka ve Kayrevan ve Halep ve Irakeyn-i Arab ül Acem ve Meha ve Deylem ve Rakka ve Mevsıl ve Şehr-i Zor ve Diyarbekir ve Zülkadiriye ve Vilayet-i Erzurum ve Sivas ve Adana ve Karaman ve Van ve Mağrip ve Hınıs ve Tunus ve Trablusşam ve Kıbrıs ve Rodos ve Girit ve Mora ve Akdeniz ve Karadeniz ve Cezayir ve sevahiliyle diyar-ı Anadolu ve memalik-i Rumeli ve hususan Bağdat, dar'üs Selâm ve Rum ve Türk ve Tataristan ve Kabartiyan ve Gürcüstan ve deşt-i Kıpçak ve İran*ı Tatara dair ol havalilerde vaki bil cümle sığınak ve etrafında kaim cümle oymakhan ve umumen Bosna ve kala-i Belgrad-ı dar'ül cihad ve Sırb hükümeti, bilâd-ı Arnavutluk ve bittemam Eflâk ve Boğdan havalisinde vâki meafil ve sügur ve tarif ve tavsiften müstağni bika ve emsarın padişahı meveddet penah ve şehinşahı nusret desgâhı olan es sultan el gâzi Mustafa Han ibn-is sultan el Gazi Ahmet Şah'ım ki..." BBA, CTH, no: 1684.

76 Bu konuda arşiv belgelerinde yer alan bilgiler de bu görüşü doğrular niteliktedir. BBA, CTH,, no: 9275 t. 17L.1132 Mehmet Bey'in elçilikle Fransa'ya tayin olması konusundaki takrir; CTH, no: 9218, t. 21.Z. 1155 Sefaretle Rusya'ya tayin edilen Ümmi Mehmet Paşa ile ilgili takrir; CTH, no: 9070, t. 15 S. 1206 Orta elçilikle Nemçe'ye tayin olan Ebubekir Ratip Efendi ile ilgili hüküm; CTH, no:8336, t. 27 Z. 1187, Nemçe nezdine elçi tayin olan Süleyman Efendi'nin yol masrafları ile ilgili arz; CTH, no: 8333, t. 18 Z. 1176 Orta elçilikle Prusya'ya tayin edilen Resmi Ahmed Efendi ile ilgili arz; CTH, no: 8215, t. 11 C. 1160 Sefaretle İran'a gönderilen Sivas valisi Hacı Ahmed Paşa'nın tayinatı hakkında takrir; CTH, no: 7770, t. 5 M. 1130 Sefaretle Avusturya'ya gönderilen Ali Paşa ile ilgili müzekkere; CTH, no: 6611, t. 26 Z. 1177 Rusya Devleti nezdine hizmet-i sefaretle memur edilen sipahi kâtibi Derviş Mehmed Efendi'nin arabası ile ilgili arz; CTH, no: 2221, t. 24 X 1188 Sefaretle Rusya'ya giden Abdulkerim Efendi ile ilgili takrir; CTH, no'suz, t. 11 M. 1160 Macar ve Çek Kraliçesi nezdine gönderilen Hatti Efendi'nin name-i hümayunu takdim etmesi hakkında arz.

77 Örneğin 1187 (1774) de Anadolu muhasebecisi Süleyman Efendi cülusu hümayunu tebrik etmek üzere Nemçe İmparatoru nezdine elçi olarak gönderilmiştir. BBA, CTH, no: 8336, t. 27 Za. 1187; Faik Reşit Unat, Osmanlı Sefirleri ve Sefaretnâmeleri, Ankara, 1987, s. 1-6; Hüner Tuncer, "Eski" ve "Yeni" Diplomasi, Ankara, 1991, s. 42-43.

78 Unat, Yukarıdaki dipnotta belirtilen eser.

Page 18: REİS-ÜL KÜTTABLIK MÜESSESESİNİN ÖNEM KAZANMASINA …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1374.pdfCoşkun Üçok / Ahmet Mumcu / Gülnihal

OSMANLI HARİCİYE NEZARETİ'NİN DOĞUŞU 17 birinin üyesi elçi olarak atanmıştır. Elçilik görevine atananlara dönüşlerinde geri alınmak üzere beylerbeyilik, defterdarlık, nişancılık, kazaskerlik gibi büyük unvanlar verilmiştir79. Ayrıca gönderildikleri ülkelerde Osmanlı Devleti'ni gereğince temsil edebilmeleri ve halk üzerinde unutulmaz bir izlenim yaratabilmeleri amacıyla, yine yurda dönüşlerinde geri alınmak üzere hazineden çok değerli eşyalar ve giysiler verilmiştir80. Elçiler genellikle çok kalabalık bir maiyetle görev yerlerine gitmişler, yanlarında mutlaka gönderildikleri ülke hükümdarlarına sunulmak amacıyla name-i hümayun denilen padişahın mektubunu götürmüşlerdir.

Karlofça Andlaşması ile karşılıksız diplomasiden tavizler verilmesi ve andlaşmalar sürecine girilmesi Osmanlı diplomasi teşkilatını da yakından etkilemiştir. Bu dönemde devletin varlığını sürdürmesinin yalnız askeri gücüne değil, aynı zamanda Avrupa'nın büyük devletleriyle ilişkilerinde diplomasiyi etkin bir şekilde kullanmasına bağlı olduğu gerçeği anlaşılmaya başlanmıştır. Yeni dış politika anlayışı dış ilişkilerin yoğunlaşmasına yol açmış ve merkezde uluslararası ilişkileri idare edecek bir teşkilatın ve uzman kişilerin varlığını gerekli kılmıştır. Bu çerçevede Reis-ül Küttablık müessesesi önem kazanmış, teşkilatına yeni birimler eklenmiş81 ve Reis Efendilerin sorumluluk alanına dış ilişkiler de girmiştir. Tüm bu gelişmelerle birlikte Reis-ül Küttabın devlet teşkilatı içindeki önem ve itibarı artmıştır. Artık Reis Efendi hayati devlet meselelerinin konuşulduğu meşveret meclislerinin vazgeçilmez üyesidir82. Yabancı ülkelerle yapılan andlaşma müzakerelerinde delege olarak yer almaktadır83. Yine protokolle ilgili olarak yapılan bazı düzenlemeler de Reis Efendi'nin nişancının gölgesinden kurtularak Osmanlı idaresi için

79 1187 yılında Nemçe nezdine tayin olan Süleyman Efendi'ye şıkk-ı sâni defterdarlık görevi verilmiştir.

BBA, CTH, no: 8336, t. 27 Za 1187; 1132 de Mehmet Bey Fransa'ya şıkk-ı evvel defterdarlığı rütbesi ile tayin olmuştur. CTH, no: 9275, t. 17 L. 1132; Macar-Çek Kraliçesi nezdine atanan Hatti Efendi'ye de Tevkiilik (nişancı) unvanı verilmiştir.

80 Unat, s. 25; Tuncer, s. 43. 81 1750 lerde diplomasi alanında çok önemli fonksiyonları yerine getirecek olan amedi odası Reis

Efendi'nin kalem teşkilatına dahil olmuştur. Yine başlangıçta Vezir-i azama bağlı olan ve onun adeta özel kalemi gibi hizmet gören mektubi-i sadr-ı âli kalemi de arşiv belgelerine göre XVIII. yüzyılda Reis-ül Küttaba bağlanmıştır.

82 1201 tarihli belgeye göre Sadrazam'ın başkanlığında arz odasında Şeyhülislâm Efendi, Defterdar Efendi, Sadaret Kethüdası, Reis-ül Küttab Efendi, eski defterdarlar, Hasan ve Süleyman Raşid Efendilerle, Lalelili Mustafa ve Çelebi Mehmet Efendilerden müteşekkil Meclis-i Şurada önemli iç meseleler görüşülerek kararlar alınmıştır. BBA, CTD, no: 334, t. 16 Ca. 1201; Yine 1200 yılında Sadaret Kethüdası, Defterdar, Nişancı, Reis-ül Küttab, Çavuşbaşı, Tersâne Emini ve Defter Emini'nin katılımıyla toplanan şurada Mısır'la ilgili bazı meseleler görüşülmüştür. BBA, HHT, no: 750, t. 1200; 1195 tarihli bir başka belgeye göre de Sadaret Kethüdası, Defterdar, Reis-ül Küttab, eski Reis-ül Küttab Ömer Vahid Efendi, Resmi Ahmed, Tersâne Emini Süleyman Efendi'den teşekkül eden Encümen-i Meşveret'te günün önemli meseleleri ele alınmıştır. BBA, CTH, no: 6511, t. 25 Ş. 1195.

83 Rusya ile andlaşma müzakerelerinde bulunmak üzere nişancılık rütbesi ve büyükelçilik payesiyle birinci murahhaslığa Sadrazam Kethüdası Hacı Ahmed Resmi ve ikinci murahhaslığa büyükelçilik rütbesiyle Reis-ül Küttab İbrahim Münif Efendilerin tayin olunduklarına dair belge. BBA, CTH, no: 9171, t. 1188; 1188 tarihli bir başka belgeye göre de Reis-ül Küttab Abdürrezzak Bey birinci murahhas olarak tayin edilmiştir. CTH, no: 7213, t. 13 B. 1188; 1135 tarihine ait bir başka belgede ise ordu-yu hümayunda Reis-ül Küttab vekili olan Seyyid Mehmed Efendi, Rusya ile Devlet-i Âliyye arasındaki sınır tespiti görüşmelerine memur edilmiştir. BBA, CTH, no: 1524, t. 1135; 1203 tarihli I. Abdülhamid'in kaymakam paşaya hitaben yazdığı Avusturya ile andlaşma görüşmelerine başlanması için rahatsız olan Reis-ül Küttab Efendi'nin iyileşmesinin beklenmesi gerektiği hakkındaki hatt-ı hümayunu Reis Efendi'nin bu konudaki önemini açıkça ortaya koymaktadır. BBA, HHT, no: 870, t. 1203;1186 tarihli belgeye göre de Reis-ül Küttab, Rusya ile müzakereye başmurahhas tayin olunmuştur. CTH, no: 15085, t. 13 B. 1186.

Page 19: REİS-ÜL KÜTTABLIK MÜESSESESİNİN ÖNEM KAZANMASINA …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1374.pdfCoşkun Üçok / Ahmet Mumcu / Gülnihal

18 GÜL AKYILMAZ vazgeçilmez bir şahsiyet haline gelmeye başladığını göstermektedir84. Bu sürecin doğal sonucu ise Reis-ül Küttablığın Hariciye Nezareti'ne tahvili olacaktır.

IV. III. SELİM DÖNEMİNDE REİS-ÜL KÜTTABLIK MÜESSESESİ

Reis-ül Küttablık müessesesinin Hariciye Nezareti'ne doğru gelişiminde III. Selim dönemi özel bir önem taşımaktadır. Çünkü bu dönemde bir yandan karşılıklı diplomasiye geçilmesi, diğer yandan dış politikada denge siyasetine bağlanılması Reis Efendi'nin dış işleri alanındaki sorumluluklarını genişletmiş, idari teşkilat içinde öneminin daha da artmasına yol açmıştır. Bu süreçte Reis-ül Küttab'ın kalem teşkilatı da büyümeye devam etmiş ve 1797'de Mühimme Odası kurulmuştur85. Yine III. Selim, kalem teşkilatında kalıcı reformlar yaparak oda ve kalemlere sınırlı sayıda ve sınavla personel alımı geleneğini yerleştirmeye çalışmıştır.

1. Osmanlı Devleti'nin Karşılıklı Diplomasiye Geçmesi

İlginç bir tesadüf eseri olarak Fransız İhtilâli'nin olduğu yıl tahta çıkan III. Selim'in Nizam-ı Cedid programının en önemli parçasını teşkil eden ve uzun vadede etkili sonuçlar yaratacak olan reformu diplomasi reformu yani, karşılıklı diplomasiye geçilmesidir. Yeni dış politika anlayışı hem ülke içinde uygulanan reform programının bir uzantısı hem de her geçen gün devleti kuşatan yeni uluslararası şartlara cevap verme isteğinin bir sonucu olarak doğmuştur.

XVIII. yüzyıl boyunca Osmanlı Devleti, aralarındaki ittifaklar sürekli değişen düşmanlarıyla mücadele etmiş ve artık tek başına ayakta kalamayacağını anlamıştır. Üstelik bu dönemde dünyada belirleyici dengeler salt Avrupa merkezli olmaktan çıkmış, yeni çekişme alanları doğmuştur. Osmanlı Devleti ise gün geçtikçe içinden çıkılmaz hale gelen bu oyunda giderek yalnızlığa sürüklenmektedir. Bu ortamda Osmanlı Devleti her ne kadar dış politikada İslâmi vurgulamaları koruyor gibi gözükse de gün geçtikçe Batılı diplomatik kavramlar ve metodlara duyulan yakınlık artmaktadır86.

1789 yılında Avrupa'da adeta bir deprem yaratan Fransız İhtilâli'nin şok dalgaları Osmanlı'ya ulaşınca yüzyıllardır uygulanan karşılıksız diplomasiyi terk ederek karşılıklı diplomasiye geçmekten başka bir çare kalmamıştır. İhtilâli izleyen günlerde uluslararası siyaset ve diplomasi şartlarında hızlı bir değişim yaşanmıştır. 1790'ların Avrupası bir yıl öncesine göre hayal bile edilemeyecek ölçüde farklılaşmıştır. Neredeyse her gün yeni ittifaklar doğmakta ve buna bağlı olarak devletlerin dış politikaları değişmektedir. İhtilâl sonucu ortaya çıkan liberalizm, nasyonalizm gibi fikir akımları, ihtilâl savaşlarıyla

84 Reis Efendi'nin Osmanlı devlet teşkilatı içinde kazandığı önemi arşiv belgelerinde yer alan küçük ayrıntılarda da yakalamak mümkündür. Örneğin BBA, CTH, no: 16061, t. 17 L. 1175. Bu buyrulduda Reis-ül Küttab efendinin eskimiş olan yedi çifte kayığının yenileneceği bildirilmektedir. Bilindiği üzere çifte kayık sadece önemli devlet görevlilerine tanınan bir ayrıcalıktır. Yine CTH, no: 14927 t. 20 N. 1202 tarihli Reis-ül Küttaba hitaben yazılan buyrulduda da Sofya'dan hareket edilirken Sadaret Kethüdası, Defterdar, Tevkii, Çavuşbaşı, Reis-ül Küttap, Defter Emini ve Ordu Kadısı'ndan başka rical-i devletten hiç kimsenin koçi arabasına binmemeleri emrolunmaktadır.

85 BBA, Kalem Nizamnâmesi, no:27, s. 4-5. 86 Deringil, s. 61; Naff, Otttoman, s. 295 vd.; Naff, Europe, s. 88 vd.

Page 20: REİS-ÜL KÜTTABLIK MÜESSESESİNİN ÖNEM KAZANMASINA …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1374.pdfCoşkun Üçok / Ahmet Mumcu / Gülnihal

OSMANLI HARİCİYE NEZARETİ'NİN DOĞUŞU 19 Avrupa'nın içlerine yayılıp çok uluslu imparatorlukları tehdit ederken Fransa, Napolyon'la birlikte Kıt'a Avrupası'nı Fransa'nın liderliğinde birleştirme mücadelesine girmiştir. Buna karşılık ihtilâlin doğurduğu yeni fikir akımlarını kendileri için büyük bir tehlike olarak gören İngiltere, Avusturya, Prusya, Rusya gibi devletler Fransa'ya karşı kutsal ittifak oluşturmuşlardır (Balance of Power)87.

Böylesine kaygan ve değişken bir uluslararası zeminde savunma durumuna geçmiş Osmanlı'nın sadece kendi gücüne dayanarak ayakta kalması zorlaşmıştır. Avrupa'da çıkarlarının uyuşabileceği müttefiklere ihtiyacı vardır. Bunun içinse Avrupa devletler dengesinde meydana gelecek gelişme ve değişmeleri yakından takip etmesi gerekmektedir. İstanbul'a bol, güvenilir ve hızlı bir şekilde Avrupa siyaseti ile ilgili bilgilerin akması ihtiyacının duyulduğu bir dönemde yurt dışında daimi diplomatik misyonları bulunmadığı için bilgi edineceği kaynaklar son derece sınırlı, güvensiz ve yetersizdir. Bu dönemde Osmanlı Devleti'nin bilgi edinebileceği üç kaynak vardır: Eflâk ve Boğdan Voyvodaları88, Divan-ı Hümayun tercümanı89 ve İstanbul'daki çeşitli devletlerin diplomatik temsilcileri90. Ancak her üç kaynaktan elde edilebilecek bilgilerde yetersiz ve taraflıdır91.

Avrupa siyasetinden dışlanmamak, uluslararası sistemdeki değişimleri takip etmek ve Osmanlı dış politikasını bu faktörlere uygun olarak şekillendirmek için Avrupa ülkelerinden doğrudan doğruya güvenilir ve tarafsız bilgi edinmek gerekmektedir ki bu da ancak karşılıklı diplomasiye geçmekle mümkün olmuştur92.

III. Selim'in karşılıklı diplomasi uygulamasına geçmesinin önemli sebeplerinden birisi de "Şark Meselesi" (Eastern Question) kavramının Osmanlı'nın toprak bütünlüğünü

87 Oral Sander, Siyasi Tarih, İlkçağlardan 1918'e, Ankara, 1984, s. 104. 88 Eflâk ve Boğdan Voyvodalarının dış siyasi gelişmelerle ilgili İstanbul'a gönderdikleri bilgiler ko-

nusunda arşivlerde özellikle HHT'de çok sayıda belge mevcuttur. Biz burada sadece birkaç örnek vereceğiz. BBA, HHT, no: 16141, t. 5 M. 1216 Avrupa devletleri siyasi münasebetlerine dair Eflâk Voyvodası'ndan gelen havadis varakası; HHT, no: 12570, t. 27 Ş. 1232, Amerika, Portekiz, İspanya, Fransa, İngiltere'de cereyan eden ahval ve vukuata ve bu karışıklıkların def'i için Viyana'da İspanya ve Avusturya arasında akdedilen andlaşmanın tercümesinin takdim olunduğuna dair Boğdan Voyvodası İskerlet Bey'in tahriratı; CTH, no: 3679, t. 3 B. 1197 Osmanlı Avusturya savaşı ve Osmanlı Hükümeti ile sulh akdedilmesi hakkında Fransa tarafından yapılan tavsiyeden Nemçe İmparatoru'nun memnun olmadığı ve Avrupa'nın genel durumu hakkında bilgiler içeren Boğdan Voyvodası Alexandr'ın tahriratı; CTH, no: 3557, t. 24 M. 1197 Avrupa'daki siyasi durum (özellikle Rusya ve Avusturya ile ilgili) hakkında önemli bilgiler içeren Eflâk Voyvodası Karaca Nikola tarafından gönderilen tahrirat.

89 BBA, CTH, no: 8300, t. 20 Za. 1165 Rusya'nın Avrupa ve Asya taraflarındaki devletler hakkında tasavvur ve takip ettiği istila politikasına ve siyasi ihtiraslarına dair beyanat ve mülahazalarla Çariçe'nin Avusturya ile tedafüi ve taarruzi bir andlaşma akdettiğine dair Divan-ı Hümayun tercümanı tarafından verilen takrir; CTH, no: 8602, t. 2 R. 1196 İngiltere'nin Nemçe İmparatoru'nu Fransa üzerine tahrik ederek saldırtmak istediği, Avrupa devletleri arasında savaş fikrinin yaygınlaştığına dair Divan-ı Hümayun tercümanı tarafından verilen takrir.

90 BBA, CTH, no: 1722, t. 18 M. 1158 İngiltere ve Fransa arasında süren mücadele, Prusya ve Avusturya arasında barış yapılması ve Avrupa'ya ait önemli havadislerle ilgili olarak İngiliz elçisinden alınan bilgiler; CTH, no: 1724, t. 2 N. 1205 Devlet-i Âliye ile Rusya arasında yapılacak barış andlaşması konusunda Prusya'nın tavrı ile ilgili malumat içeren Fransız elçisinin takriri.

91 Özellikle nasyonalizm akımının etkilerinin Osmanlı Devleti'ne ulaşmasından sonra Rum asıllı Divan-ı Hümayun tercümanları ile yine Rum asıllı Eflâk ve Boğdan Voyvodalarının haberlerine güvenilmemiştir. Bab-ı Âli nezdindeki elçiler ise doğal olarak politik amaçlarına ve temsil ettikleri devletin menfaatine uygun haberlerin İstanbul'a ulaşmasına izin vermişlerdir.

92 Bernard Lewis, "The Impact of French Revolotion on Turkey", Journal of the World History, Vol. 1, no:1, Paris, 1953, s. 112.

Page 21: REİS-ÜL KÜTTABLIK MÜESSESESİNİN ÖNEM KAZANMASINA …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1374.pdfCoşkun Üçok / Ahmet Mumcu / Gülnihal

20 GÜL AKYILMAZ ve bağımsızlığını tehdit etmesidir. Bu siyasete bir tepki olarak kendini koruma içgüdüsü ile denge siyaseti devletin resmi dış politika anlayışı haline gelmiştir. Yeni dış siyaset stratejisi diplomasiye ve diplomatlara olan ihtiyacı arttırdığı gibi uluslararası gelişmelerin de kesintisiz takibini gerektirmektedir. Böyle bir durumda III. Selim'in tek seçeneği ise yurt dışına daimi diplomatik misyonlar göndermektir.

Şark meselesi değişik yazarlarca ele alınıp tanımlanmıştır93. Tanımlamalardan da anlaşılacağı üzere kavram tamamen Osmanlı Devleti'ni ilgilendirmektedir ve Osmanlı'nın elinde bulunan Balkan toprakları, İstanbul, Boğazlar, Karadeniz, Mısır meselede belirleyici role sahiptir. Konuyu gündeme getiren Osmanlı Devleti'nin çöküş sürecine girmesi olmuştur. Parçalanma belirtileriyle birlikte Avrupalı güçler şark meselesi adı altında Osmanlı mirasını paylaşma ve pastadan en büyük dilimi alabilme mücadelesine girmişlerdir. Uluslararası sistemin büyük güçlerinin izlediği bu politika üzerine III. Selim tohumları III. Mustafa zamanında atılan denge politikasını uygulamaya koymuştur. Bundan sonra Osmanlı Devleti'nin İngiltere, Rusya, Fransa, Avusturya, Prusya gibi devletlerle ilişkileri denge siyaseti çerçevesinde belirlenmiştir. Osmanlı için büyük öneme sahip olan denge siyasetini kısaca şöyle tarif etmemiz mümkündür: "Avrupa'nın büyük devletlerini ve menfaat çatışmalarını birbirlerine karşı kullanarak ve zaman zaman bunlardan birinin desteğini elde ederek Osmanlı Devleti'nin bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü korumak"94

III. Selim iktidarının ilk yıllarında Avusturya ve Rusya'ya karşı Prusya ile bir ittifak yaparak95 denge siyasetini uygulamaya koymak istemişse de arzuladığı sonucu alamamıştır. Ancak 1798 yılında Fransızların Mısır'ı işgal girişimi ile kozlar Osmanlı'nın eline geçmiş ve bu tarihten 1878 yılına kadar denge politikasında partneri İngiltere olmuştur. Ancak olayların seyrine göre zaman zaman Fransa, Prusya ve hatta can düşmanı Rusya'nın desteğine bile başvurmuştur. 1878'den sonra ise İngiltere'nin Osmanlı politikasını radikal bir şekilde değiştirip Osmanlı Devleti'ni parçalama siyasetine girmesiyle birlikte Osmanlı'nın yeni müttefiki Almanya olmuştur.

93 Bu konuda özellikle bkz. A. L. Macfei, The Eastern Question 1774-1923, New York, 1989; J. A.

Marriot, The Eastern Question An Historical Study in European Dipolomacy, Oxford, 1958; M. S. Anderson, The Eastern Question 1774-1923, New York, 1966; M.S. Anderson, The Great Powers and the Near East 1774-1923 Documents of Modern History, London, 1970; Frank Russel, Russian Wars with Turkey, London, 1877.

94 Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914-1980, Ankara, 1983, s. 43; Enver Ziya Karal, Fransa-Mısır ve Osmanlı İmparatorluğu (1797-1802), İstanbul, 1938, s. 148.

95 BBA, HHT, no: 1417, t. 16 Ca. 1204 Beş şart ve bir hatimeli Prusya ile Devlet-i Âliye arasındaki ittifak andlaşması sureti. Üzerinde Padişahın hatt-ı hümayunu ve Şeyhülislâmın emri ile eski Ordu Kadısı Abdullah Efendi'nin yazmış olduğu ayet-i kerime sureti ile eski Rumeli Kazaskeri Seyid Yahya, Kaptan-ı Derya Hüseyin Paşa ve Sadaret Kaymakamı Mustafa Paşa'nın imzası vardır. Burada ilgi çekici olan nokta Prusya'dan önce aynı yılın Muharrem ayında Lehistan ile benzer bir ittifakın yapılmasıdır. Bu ittifak da denge siyasetinin güzel bir örneğidir ve taarruzi değil tedafüidir. BBA, CTH, no: 1023, t. 25 M. 1205 "Devlet-i Âliye ile Leh cumhurunun maslahat-ı mülkiyeleri yek diğerine merbut derecelerde olduğu delâil-i adide ile zahir olduğundan başka Nemçelü ve Moskovlu beyninde akdü ittifak olduğu vakitten berü ahad tarafeyne icabet eden halet her ne güna ise lâmehale taraf-ı ahare akseder derecede birbirine merbut olduğu zuhura gelen ve kaiden bittecrübe malum olduğuna binaen şevketlü, kudretlü Padişah-ı Âli Osman Sultan Selim-i Salis Hazretleri ile haşmetlü Leh Kralı Stanislav Ogosti ve Leh cumhuru beyninde tarafeynin emniyet ve istirahati için tedafüi ittifakı muhtevi cedid bir sened akdi ile hala düstur-u amel olan Karlofça Muahedesinin te'kidi karargir olmakla işbu muharebe müsahalasından sonra mer'i tutulmak üzere tarafeyn murahhasları marifetiyle zikr-i ati şürut üzere iki devletin ittifakı akdolunmuştur".

Page 22: REİS-ÜL KÜTTABLIK MÜESSESESİNİN ÖNEM KAZANMASINA …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1374.pdfCoşkun Üçok / Ahmet Mumcu / Gülnihal

OSMANLI HARİCİYE NEZARETİ'NİN DOĞUŞU 21

Yukarıda üzerinde durduğumuz dış gelişmelerin yanı sıra ülkede uygulanmaya çalışılan reform programı için dış yardıma ihtiyaç duyulması, yine programın başarıya ulaştırılabilmesi için uzun süreli bir barış döneminin gerekmesi gibi iç politika kaygıları da karşılıklı diplomasiye geçişi kolaylaştırmıştır.

Fransız İhtilâli ve etkilerinin tüm Avrupa'ya yayılması, şark meselesi, denge siyaseti kavramlarının ortaya çıkışı dış politik gelişmeleri hızlandırıp, Osmanlı için diplomasinin önemi artınca Reis-ül Küttabın bu konudaki fonksiyonlarının alanı da genişlemiş ve buna bağlı olarak devlet teşkilatı içindeki önemi artmıştır. Osmanlı Devleti karşılıklı diplomasiye geçip, yurt dışında daimi elçilik ve konsolosluklar açılınca Reis Efendi'nin diplomatik görevlerinin sınırları belirginleşmeye başlamış ve Hariciye Nazırlığı'na doğru gelişim hızlanmıştır.

Karşılıklı diplomasiye geçilmesi kararı alındıktan sonra "eski çağlardan beri Müslümanlarla dost ve sulh üzere bulunup, Osmanlı Devleti ile hiçbir savaşı olmayan İngiltere Devleti'ne eski kalyonlar kâtibi Yusuf Âgâh Efendi'nin elçi olarak gönderilmesi" kararlaştırılmıştır96. 1793 yılında Yusuf Agâh Efendi'nin Londra'ya tayininin ardından 1797'de Seyyid Ali Efendi Paris'e, Ali Aziz Efendi Berlin'e, İbrahim Akif Efendi Viyana'ya büyükelçi olarak atanmışlardır. Resmi kayıtlara geçen ilk konsolosluk tayini de 1802'de Amsterdam'a yapılmıştır97.

III. Selim'in diplomasi reformu kısa vadede arzu edilen sonuçları sağlayamamıştır. Başarısızlığın en önemli sebebi karşılıklı diplomasiye geçerken bu büyük değişikliğin alt yapısının hazırlanamaması ve merkezde devletin dış ilişkilerini koordine edecek bir Hariciye Nezareti'nin kurulamamasıdır. XVIII. yüzyılda Avrupa'da diplomasi uygun eğitimden geçmiş, yetenekli profesyonellere ihtiyaç gösteren teknik bir branş haline gelmişken Osmanlı Devleti'nin başlangıçta uzman kişilerden oluşan diplomatik elite sahip olmadığını görmekteyiz. İlk diplomatlar Divan Kalemlerinde geleneksel metodlara göre yetişmiş, Batı dillerine ve kültürüne aşina olmayan kimselerdir. Üstelik yaygın kanaate göre diplomasi henüz savaş alanlarında zafer kazanıncaya kadar zaman kazanma yöntemi olarak görülmektedir. Bu şartlar altında Paris sefirimiz gibi devletin çıkarlarının korunmasını Parisli saygıdeğer hanımlara modaya uygun renkte şallar gönderilmesine bağlayacak diplomatların bulunması98 da doğal karşılanmalıdır.

2. Reis-ül Küttabın Dışişlerine Yönelik Görevleri

96 BBA, HHT, no:12332, t. 1207 telhis müsveddesi "Avrupa'nın terakkiyat-ı cedidesi ve Devlet-i Âliyenin

vakt-ü hali iktizasınca düveli Avrupa ile peyde olan revabıt-ı adide-i düvelü Avrupa kaidesince sefaret usulünün vaz ve tesisi" ne karar verildiğinden "Padişah tarafından arzu edildiği veçhile Avrupa devletlerine elçi gönderilmesi faideli olacağından evvela Yusuf Agâh Efendi'nin İngiltere'ye nasbı" uygun görülmüştür.

97 Carter V. Findley, "The Foundation of the Ottoman Foreign Ministery, the Beginnings of Bureucratic Reform under Selim III. And Mahmud II", IJMES, Vol. 1972, s. 396. 180' de resmi kayıtlara geçen konsolos tayinleri aslında çok büyük bir yenilik değildir. Sadece daha önce gayrıresmi olarak ortaya çıkmış bir sistem resmiyet kazanmıştır. Mesela 1725'te Ömer Ağa Viyana'ya Osmanlı tüccarlarının ticari çıkarlarını korumak için tayin edilmiştir.

98 BBA, CTH, no: 645, t. 23 Za. 1219 Paris Sefiri Seyyid Ali Efendi'nin gayrimüslim bir dostuna gönderdiği bu mektupta evvelce gönderilen şallardan ikisinin Napolyon'un eşine diğerlerinin de Paris'in muteber bayanlarına verildiği ancak şalların renklerinin modaya uymaması sebebiyle biraz kabaca görüldüğü eğer modaya uygun renkte şallar gönderilirse Osmanlı Devleti'nin izleyeceği politika açısından faydalı olacağı bildirilmektedir.

Page 23: REİS-ÜL KÜTTABLIK MÜESSESESİNİN ÖNEM KAZANMASINA …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1374.pdfCoşkun Üçok / Ahmet Mumcu / Gülnihal

22 GÜL AKYILMAZ

III. Selim döneminde karşılıklı diplomasiye geçilip, diplomatik faaliyetlerin yoğunlaştığı andan itibaren Reis-ül Küttabın dışişleri alanındaki görevleri de belir-ginleşmiştir. Bu görevlerden birincisi yabancı devletlerle imzalanacak andlaşmalarda delege (murahhas) olarak bulunup, barış görüşmelerini idare etmek ve andlaşmaları imzalamaktır. Karlofça Andlaşması müzakereleri sırasında baş murahhas olarak heyette bulunan Râmi Mehmet Efendi'nin gösterdiği başarıdan sonra99 genellikle delege heyetlerinde Reis-ül Küttablar yer almışlardır. Örneğin 1774 yılında Rusya ile imzalanan Küçük Kaynarca Barış Andlaşması'nda dönemin Reis-ül Küttabı İbrahim Münip Efendi, ikinci delege olarak bulunmuştur. Yine 1790 da Avusturya İmparatorluğu ile imzalanan Ziştova Andlaşması müzakerelerine Reis-ül Küttab Abdullah Berri Efendi heyet başkanı olarak katılmıştır100. Reis Efendiler yabancı devletlerle akdedilen ticaret andlaşmaları ve gümrük tarifeleri ile ilgili görüşmelerde de imza yetkisine sahip olmuşlardır101.

Reis-ül Küttabın diplomatik meseleler alanında en çok zamanını alan meşguliyeti yabancı diplomatik temsilcilerle görüşmelerde bulunmak olmuştur. Arşivlerdeki çok sayıda belgenin incelenmesi sonucu görüldüğü üzere Osmanlı Devleti ile yabancı devletler arasındaki önemli konular ilk etapta Reis-ül Küttab ve Bab-ı Âli nezdindeki elçiler arasında görüşülmüş, Osmanlı Devleti istek ve görüşlerini Reis Efendi aracılığıyla karşı tarafa aktarmıştır102. Padişah da yabancı elçilere iletmek istediği konuları Vezir-i Azam ya da Sadaret Kaymakamı vasıtasıyla Reis-ül Küttab'a bildirmiştir103.

Reis-ül Küttablar elçilerle kendi konaklarında müzakereler yaptıkları gibi104, önemli konularda Osmanlı Devleti'nin görüş ve düşüncelerini diğer devletlere, Bab-ı Âli'deki elçilerine verdikleri takrir ve müzekkere adı altındaki belgelerle iletmişlerdir105. Benzer

99 Mustafa Nuri Paşa, Netayic-ül Vukuat, (sadeleştiren: Neşet Çağatay), C.III-IV, Ankara, 1987, s. 18.

100 BBA, CTH, no: 1684, t. 12Z. 1205; HHT, no: 9392, t. 1206; HHT, no: 12474, t. 1220. Bu son belgede de Reis-ül Küttab Ahmed Vasıf Efendi'ye Rusya ile yapılan ittifakın yenilenmesi için yetki verilmiştir.

101 BBA, HHT, no: 47391, t. 1239; CTH, no: 2511, t. 26 Za. 1217; CTH, no: 930, t. 21 N. 1220. 102 BBA, HHT, no: 13471, t. 28 B. 1213 Reis-ül Küttab ile İngiliz elçisi arasında yapılan görüşme; CTH,

no: 6956, t. 1221 Reis-ül Küttab ile Fransız elçisi arasında yapılan görüşme; CTH, no: 445, tarihsiz Rus elçisi ile Reis-ül Küttab arasında yapılan görüşme; HHT, no: 1752, t. 1208 Reis-ül Küttab ile Nemçe elçisi arasında Bebek Bahçesi'nde yapılan müzakere.

103 BBA, HHT, no: 9468, t. 10 R. 1205; HHT, no: 9461, t. 1204; HHT, no: 1532, t. 1218 Bu belgede Reis Efendi ile Fransız elçisi arasında Napolyon'un imparatorluğunun kabulü konusunun tartışıldığı bildirilmektedir. Bunun üzerine III. Selim, "benim vezirim bu maddeye gayet dikkat olunsun. Bir taraf kırılmayarak etrafıyla mülahaza olunsun. Göreyim Reis Efendiyi" notunu düşmüştür; HHT, no: 1533, t. 1219 Aynı konudaki bir başka telhis üzerine III. Selim, "benim vezirim heman Reis Efendi tutulan usul üzere hareket ederek ikdam ve gayret eylesin" şeklinde arzusunu belirtmiştir; HHT, no: 1493, t. 1219 "...göreyim Reis Efendiyi, elçiyi tatyip eyleyip aşikârca hulusumu ve mecburen ahara lazım geldiği etraf ile tefhim eylesin"; HHT, no: 1435, t. 1205 "...Benim vezirim, Reis Efendi mukamele eylesin eğer imparatorluk tasdikine dair bir teklifleri var ise nümaşaat iktiza eder. Zira bu defa Bonapart kılıcıyla imparator oldu.

104 BBA, HHT, no: 14610, t. 1217 İngiltere sefirinin Reis Efendi'nin hanesine gelerek "Fransalı ile ittifak ettiğiniz halde neden İngiltere ile ittifak etmiyorsunuz" diye konuyu uzatıp ara sıra tehdide kalktığına dair takrir; HHT, no: 14818, t. 4 B. 1214 Rusya, Prusya, Nemçe, Fransa devletlerinin ve Devlet-i Aliye, Rusya ve İngiltere'nin münasebetlerine dair Reis-ül Küttab Efendinin konağında Rus elçisiyle yaptığı görüşme mazbatası; HHT, no: 49251, t. 1230 Fransız maslahatgüzarının bir gece habersizce Reis Efendi'nin konağına giderek iki ülke arasındaki sorunları görüştüğüne dair telhis.

105 BBA, CTH, no: 2680, tarihsiz Sultan III. Ahmet zamanına ait olduğu zannedilen müzekkere, Reis-ül Küttab tarafından iki ülke arasındaki ilişkiler ve yapılan ticaret andlaşması hakkında İsveç elçisine yazılmıştır; HHT, no: 5869 A, t. 7 B. 1216 Reis-ül Küttabın Osmanlı Devleti ile Fransa arasında yapılacak andlaşma ve

Page 24: REİS-ÜL KÜTTABLIK MÜESSESESİNİN ÖNEM KAZANMASINA …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1374.pdfCoşkun Üçok / Ahmet Mumcu / Gülnihal

OSMANLI HARİCİYE NEZARETİ'NİN DOĞUŞU 23 biçimde yabancı elçiler de kendi devletlerinin düşünce, karar ve taleplerini Reis Efendi'ye yazdıkları takrir ve müzekkerelerle Osmanlı yönetimine duyurmuşlardır106. Reis Efendi de bu belgeleri Sadrazam'a iletmiştir.

Zaman zaman çeşitli ülkelerin Hariciye Nazırları doğrudan doğruya mektup, tezkire ve benzeri belgeler yolladıkları gibi107, Reis-ül Küttablar de arada elçiler olmadan Hariciye Nazırlarına takrir ve tahrirat göndermişlerdir108.

III. Selim döneminde karşılıklı diplomasiye geçilince yurt dışındaki Osmanlı elçilikleriyle irtibatı da Reis Efendiler sağlamıştır. Elçiler şifreli mesajlarını Reis-ül Küttab'a göndermişler109, merkezin elçiliklere ileteceği talimat ve direktifler de Reis Efendi aracılığıyla ulaştırılmıştır110.

Yukarıda sayılan görevler dışında Bab-ı Âli nezdindeki yabancı devlet temsilci-lerinin göreve başlarken getirdikleri itimadnâmelerin kabulü111, müstemenlerle ilgili bütün sorunların halledilmesi112, Divan-ı Hümayun'u ziyaret eden elçiler için gerekli törenin düzenlenmesi113 gibi konular da Reis Efendi'nin sorumluluk alanı içine girmiştir.

III. Selim döneminde Reis-ül Küttab'ın dış işleri alanında sahip olduğu yetkiler artmış olmasına rağmen henüz Hariciye Nazırı konumuna yükselememiştir. Bunda andlaşmaya İngiltere'nin kefil olması hakkında İngiliz elçisine yazdığı takrir sureti; HHT, no: 5782, t. 6 Za. 1216 Reis-ül Küttab tarafından Osmanlı Devleti ile Fransa arasında yapılacak andlaşma hakkında Prusya sefirine verilen müzekkere sureti. Reis-ül Küttab'ın yabancı elçilere verdiği takrir ve müzekkereler zaman zaman Padişahın da takdirini kazanmıştır. BBA, HHT, no: 20181, t. 1248 "Benim vezirim İngiltere Elçisi ile bi'l müzakere arz olunan işbu takrir ve müzekkere manzur ve mealleri malum-u hümayunum olmuştur. Aferin Reis Bey yoluyla kelâma bed'iderek güzel sözler söylemiş...".

106 BBA, HHT, no: 46438, t. 1249 İngiliz elçisi tarafından Reis-ül Küttab'a gönderilen takrirde muhtemel bir İngiliz-Rus savaşında boğazların statüsünün ne olacağı sorulmaktadır; HHT, no: 6957, t. 15 B. 1205 İngiliz elçisinin Reis Efendi'ye Devlet-i Âliye'nin Rusya ve Lehistan'la ilişkileri konusunda verdiği takrir; HHT, no: 51960, t. 1206 Fransız elçisinin Fransa'daki yönetim değişikliği hakkında verdiği takrir.

107 Münir Aktepe, "II. Mahmut Devrinde Osmanlı Sardunya Münasebetlerine Dair Bazı Belgeler", Türk Tarih Belgeleri Dergisi, C.XIII, s. 17, Ankara, 1988, s. 85.

108 BBA, HHT, no: 5599, t. 1216 Reis-ül Küttab'dan Fransa Hariciye Nazırı'na gönderilen tahrirat müsveddesi; HHT, no: 5777, t. 15 Za. 1216; HHT, no: 3778, t. 15 Za. 1216; HHT, no: 5630, t. 1215. Her üç tahrirat da Reis-ül Küttab tarafından Rus Hariciye Nazırı Koçibey'e gönderilmiştir.

109 BBA, HHT, no: 17091, t. 7 M. 1225 Paris Sefiri Muhip Efendi'den gelen Nemçe kuryeleriyle gönderilen mektup ve gazetelerin alındığına Fransa'nın Devlet-i Âliye hakkındaki kötü niyetinin anlaşıldığına dair tahrirat; HHT, no: 17230, t. 23 Ş. 1224 Paris Sefiri Muhip Efendi'den Reis-ül Küttab'a gelen Avrupa'daki gelişmeleri özetleyen şifreli tahrirat.

110 BBA, HHT, no: 5628, t. 5 Ca. 1215 Reis-ül Küttab'dan Paris Sefiri Seyyid Ali Efendi'ye gönderilen Mısır meselesi konusunda direktifler içeren tahrirat; HHT, no: 5911, t. 11 Ra. 1215 Reis-ül Küttab'dan Viyana Sefiri'ne gönderilen tahrirat; HHT, no: 5890, t. 18 L. 1214 Reis-ül Küttab'dan Londra Sefiri İsmail Ferruh Efendi'ye gönderilen tahrirat.

111 BBA, HHT, no: 7720, t. 1211 İsveç elçisinin Reis-ül Küttab'a itimadnâmesini sunduğuna dair telhis; CTH, no: 567, tarihsiz İspanya orta elçiliğine tayin edilen zatın İspanyolca yazılmış olan itimadnâmesinin İtalyancaya çevrilerek Reis-ül Küttab'a takdimi hakkındaki belge.

112 BBA, HHT, no: 4784, t. 25 Ra. 1178 Prusya elçisinin hapiste olan üç Prusyalı'nın durumu hakkında Reis-ül Küttab'a verdiği takrir; CTH, no: 311, tarihsiz Reis-ül Küttab tarafından İngiliz elçisine gönderilen belgede Aynaroz sahillerinde kaza geçiren Rus tüccar gemilerindeki İngiliz tüccarlarına ait eşyaların teslimi konusunda bilgi verilmektedir.

113 BBA, HHT, no: 15361, t. 1215 "Kaymakam Paşa Divan'a gelmek, istida etmekle mütaddem gelindiği gibi ve Rusya elçisine olduğu gibi mutaddan ziyade ikram olunsun...mülahaza eyledim Mısır'a gider ise bir iş karıştırmamak için taltif olunmak lâzımdır. Hem İngilterelülere ne kadar ikram edersek sezadır. Reis Efendiye söyleyesin elçinin taltif olacak vecih üzere Divan'da resm-i icra olunsun".

Page 25: REİS-ÜL KÜTTABLIK MÜESSESESİNİN ÖNEM KAZANMASINA …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1374.pdfCoşkun Üçok / Ahmet Mumcu / Gülnihal

24 GÜL AKYILMAZ Osmanlı hükümet sisteminin çağdaşı devletlerden hayli farklı unsurlar içermesinin büyük etkisi olmuştur. Osmanlı yönetim sistemi nev'i şahsına münhasır bir örnektir. Bu çerçevede Vezir-i azam başbakandan daha fazla, Reis-ül Küttab ise Hariciye Nazırından daha kısıtlı hak ve yetkilere sahiptir 114. Zaman içinde dış ilişkilerin yürütülmesinin sorumluluğu Reis-ül Küttaba verilmekle beraber kendisine bir Hariciye Nazırının sahip olacağı hak ve yetkiler tanınmamıştır. Çağdaşı Avrupa devletlerinin kabine sistemlerinde dış siyaset belirlenirken, kararlar alınırken ya da icra edilirken Hariciye Nazırını devre dışı bırakmak son derece müstesna bir durumdur. Oysa Osmanlı sisteminde doğal olan yol budur115.Genellikle dış politika Padişah ve Vezir-i azam tarafından belirlenmiş, Reis Efendi'ye de alınan kararları uygulamak düşmüştür. Böyle bir yaklaşım tarzının sonucunda Padişahlar hiçbir zaman Reis-ül Küttabla doğrudan temas kurmamışlar, gerekli emir ve direktifleri Vezir-i azam veya Sadaret Kaymakamı aracılığıyla vermişlerdir116.

Bulunduğu özel konum nedeniyle Reis-ül Küttablar diğer ülkelerin Hariciye Nazırlarına kendi imzalarıyla mektup dahi yazamamışlardır117. Ancak XVIII. yüzyıl sonlarına doğru devlet teşkilatı içindeki önemleri iyice artınca bu hakkı elde ede-bilmişlerdir118.

114 Hüner Tuncer, "Reis-ül Küttablıktan Hariciye Nazırlığına", Mülkiyeliler Birliği Dergisi, C. X, s. 77,

Ankara, 1985, s. 66; Naff, Ottoman, s. 297; Soysal, Fransa, s. 33-34. Cevdet Tarihi'nde de aynı noktanın altı çizilmektedir: "Reis Efendi eğerçi umur-u ecnebiye işlerinin mercii ise de bunda müstakil olmayup mücerret küttabın reisi demek olan Meclis-i Mukaleme de bile üst tarafında sudurdan biri bulunduğuna nazaran riyasette dahi hariciye nezareti kuvveti yok idi". Cevdet Paşa, Vakayi-i Devlet-i Âliye, C.VII, İstanbul, 1271-1301, s. 213.

115 Naff, Ottoman, s. 297; Soysal, Fransa, s. 33-34; Tuncer, Reis-ül Küttab, s. 66. 116 BBA, HHT, no: 7530, t. 27 Z. 1230 "kaymakam Paşa dünkü gün Reis Efendi Prusya elçisi ile görüştü.

Müzakereler Orduya yazılsın. Ordudan gelen kâğıtlara Reis Efendi cevap müsveddesi yazsın. Nemçe Devleti bilâ sebep fesh-i sulh eyledi. Şimdi nice itidal talebinde olabilir. Buna güzel cevap verile. Sonra kıl-ü hal olmasın.";CTH, no: 4264, t. 4 R. 1206 " Benim vezirim Françe maddesi nizam bulmuş ve Prusya ile Nemçe beyninde dostluk hasıl olmuş, Lehil'nin Moskoflu'ya meyli anlaşılıyor. Acaba böyle midir? Reis Efendi ne mütalâa eder? Prusya ve Françe elçilerinden bir havadis ahsetmiyor mu? Bu ittifak nasıl olacaktı? Sual etmiyor mu?"; HHT, no: 14619, t. 1213 "Benim vezirim bu Nemçe kafirine senet dahi verildi. Dahi Hodli'nin haberi gelmiyor. Bu maslahat şimdi bitmeyüp ne vakte kalacaktır? İşte müsalahaya şüru ettikleri işidiliyor. Bunları Reis Efendi niçün düşünmüyor? Yoksa müsahala fevd olur ise ben de infial ederim".

117 Bu durum karşılıklı diplomasiye geçişin ilk adımında büyük bir diplomatik krize neden olmuştur. Londra'ya sefir olarak tayin olunan Yusuf Agâh Efendi'nin İngiliz Hariciye Nazırı'na götürmesi gereken muvafakat mektubunu Reis-ül Küttab yazamayınca Vezir-i azam da Hariciye Nazırı'na mektup göndermeyi şahsına bir hakaret olarak niteleyince ilk büyükelçimiz bir süre görev yerine gidememiştir.

118 BBA, HHT, no: 5599, t. 1216 Reis-ül Küttab Mustafa Raşid Efendi'nin Fransa Dışişleri Bakanı Talleyrand'a gönderdiği takrir; HHT, no: 5633, t. 1216 Reis-ül Küttabın Fransa Dışişleri Bakanı'na yazdığı mektup; HHT, nO: 3778, t. 15 Za. 1216 ve HHT, no: 5777, t. 15 Za. 1216 Reis-ül Küttab tarafından Rus Dışişleri Bakanı'na yazılan mektuplar.

Page 26: REİS-ÜL KÜTTABLIK MÜESSESESİNİN ÖNEM KAZANMASINA …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1374.pdfCoşkun Üçok / Ahmet Mumcu / Gülnihal

OSMANLI HARİCİYE NEZARETİ'NİN DOĞUŞU 25

V. II. MAHMUD DÖNEMİNDE REİS-ÜL KÜTTABLIK MÜESSESESİ VE OSMANLI HARİCİYE NEZARETİ'NİN KURULUŞU

III. Selim'in üçer yıllık sürelerle Avrupa'ya gönderdiği elçiler ve konsoloslar kayda değer başarılar gösteremeyip kendilerine bağlanan umutları gerçekleştiremeyince yavaş yavaş geri çekilmişlerdir. 1811 yılında dışarıda Osmanlı'yı temsilen birkaç Rum kökenli maslahatgüzar görev yapmaktadır. 1821'de Yunan isyanı çıkınca güvenlik nedeniyle onlar da geri çağrılmış ve 1830'lu yıllara dek yeni atamalar yapılmamıştır119.

1808'de tahta çıkan II. Mahmud III. Selim'in diplomasi reformuna kaldığı yerden devam etmiştir. Ancak yeni girişimler çok daha radikal niteliktedir ve kalıcı sonuçlar doğurmuştur. Bu dönemde önemli iç ve dış gelişmelerin yaşanması ve II. Mahmud'un izlediği politikalar 1836 Martı'nda Hariciye Nezareti'nin kurulması ile sonuçlanmıştır.

1. Tercüme Odası'nın Kurulması

II. Mahmud'un özellikle son onsekiz yılı zorlu uluslararası sorunlar içinde geçmiştir. 1821-1829 yılları arasında süren Yunan isyanı ve Yunanlıların bağımsızlıklarını kazanarak Osmanlı Devleti'nden ayrılmaları 1830'da Fransa'nın Cezayir'i zaptetmesi ve ardından 1831'de Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa'nın isyanı dönemin en önemli gelişmeleridir. Son olay Osmanlı Devleti açısından hayati bir tehlike arz etmiş, soruna büyük devletler karışmış, bu sırada Rusya ile Hünkâr İskelesi Andlaşması yapılmıştır. İşte bu sıkıntılı dönemde Osmanlı diplomasi kurumlarının geliştiğini ve diplomatik uygulamanın canlandığını görmekteyiz. Tercüme Odası'nın kurulması ve önem kazanması, karşılıklı diplomasiye bir daha terk edilmemek üzere geri dönülmesi ve nihayet 1836'da Reis-ül Küttablığın Hariciye Nezareti'ne dönüştürülmesi hep yoğun sıkıntılar ve buhran ortamında gerçekleştirilmiştir.

II. Mahmud döneminde Reis-ül Küttab'ın kalem teşkilatında ilk önemli reform, 1821 yılında Tercüme Odası'nın kurulmasıdır. 1821 yılı baharında Yunanistan'ın bağımsızlığını kazanmasıyla sonuçlanacak olan Yunan İhtilâli patlayınca Divan-ı Hümayun'un Fenerli Rumlardan oluşan tercümanlarına karşı bir güvensizlik baş göstermiştir. Divan-ı Hümayun tercümanı Kostantin Mavroyozi'nin işten atılıp sürgüne gönderilmesiyle birlikte Fenerli Rum ailelerin Divan-ı Hümayun tercümanlığı üzerinde sahip oldukları imtiyaz sona ermiştir120. Aynı yıl Bab-ı Âli Tercüme Odası kurulmuş ve odanın başına sırasıyla Bulgarzâde Yahya Efendi, İshak Efendi, Halil Esrar Efendiler getirilmiştir121. Bu dönemde Tercüme Odası kendisinden beklenen başarıyı gösterememiştir. Bunda

119 İsmail Soysal, "Umur-u Hariciye Nezareti'nin Kurulması 1836", Sultan II. Mahmud ve Reformları

Semineri, İstanbul, 1990, s. 72. 120 Findley, Reform, s. 133; Findley, Foundation, s. 400; Bernard Lalor, "A Promation Patterns of

Ottoman Bureaucratic Statesmen from the Lale Devri until Tanzimat", Güneydoğu Avrupa Araştırmaları Dergisi, C.I, İstanbul, 1972, s. 88.

121 Kurulduğu yıllarda Tercüme Odası'nın başına getirilecek Müslüman ve Türk kökenli hiç kimse bulunulamamıştır. Göreve lâyık olabilecek kişiler makamı prestijli bulmayarak kabul etmemişlerdir. Yahya Efendi, sonradan Müslümanlığı kabul etmiş olan Bulgar kökenli bir zattır. Onun ardından odanın başına getirilen İshak Efendi'nin de gayrimüslim kökenli olup, sonradan Müslüman olduğu yönünde kuvvetli iddialar vardır. Bkz. Faik Reşit Unat, "Başhoca İshak Efendi", Belleten, C.XXVIII, sy. 109-112, Ankara, 1964, s. 89-115.

Page 27: REİS-ÜL KÜTTABLIK MÜESSESESİNİN ÖNEM KAZANMASINA …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1374.pdfCoşkun Üçok / Ahmet Mumcu / Gülnihal

26 GÜL AKYILMAZ kuşkusuz odada istihdam edilen Türk ve Müslüman kökenli gençlerin bir Batı dilini iyi derecede bilmemelerinin etkisi büyüktür122.

Tercüme Odası'nın büyümesi ve önem kazanması, 1833 yılında Hünkâr İskelesi Andlaşması sonrası girilen yoğun diplomatik süreçte gerçekleşmiştir. 1833'te Tercüme Odası personelinin maaşının hatırı sayılır şekilde yükseltilmesi odanın önem ve prestijinin artmasının bir göstergesidir. Aynı yıl içinde Odaya Âli, Fuad, Ahmed Vefik Efendiler gibi ileride hem Hariciye Nazırı hem de Sadrazam olacak yetenekli ve devlet hayatında sivrilecek gençler alınmıştır123. Daha sonraki tarihlerde Tanzimat Fermanı'nın hazırlayıcısı olan ve Hariciye Nazırlığı yapan Mustafa Reşid Paşa da Tercüme Odası'ndan yetişecektir.

XVIII. yüzyıl sonlarında Osmanlı-Mısır bunalımının yarattığı diplomatik ortamda Tercüme Odası hızla büyümeye devam etmiş ve 1841 de personel sayısı otuza ulaşmıştır. Mesleki kariyerlerine Tercüme Odası'nda başlayan bazı önemli şahsiyetler yeni bir diplomatik elitin doğmasına öncülük etmişler ve Tercüme Odası Reis-ül Küttabın diğer kalemleriyle birlikte Hariciye Nezareti'nin en önemli birimlerinden biri olmuştur.

2. Diplomatik ve Konsüler Reformun Canlandırılması

II. Mahmud, 1811'den itibaren işlerliğini yitiren karşılıklı diplomasiyi yeniden uygulamaya koymak ve III. Selim'in diplomasi reformlarını kaldığı yerden devam etmek için önemli girişimlerde bulunmuştur. Aslında diplomatik temsili yeniden canlandırma çabaları devletin hızlı bir biçimde büyüyen diplomatik problemlerinin yarattığı baskılara bir cevap niteliğini taşımaktadır. Bu çerçevede daimi elçilik ve konsolosluklar 1834'ten sonra Mısır ve Yunan propagandasına karşı rekabet etmek ve Osmanlı davasını Avrupa nezdinde savunmak için yeniden açılmışlardır. III. Selim döneminde bazı devlet adamlarınca diplomasi hala savaş alanlarında başarılı olana kadar sürdürülecek bir zaman kazanma yöntemi olarak görülürken II. Mahmud dönemine gelindiğinde diplomasi artık devleti kurtarabilecek tek ve son koz halini almıştır124. Sadece II. Mahmud zamanında değil, XIX. yüzyılın tamamında diplomasi, Osmanlı Devleti için her zaman olduğundan daha büyük bir önem kazanmıştır. Çünkü Avrupa'nın büyük güçleri ile mukayese edildiğinde Osmanlı'nın güçsüzlüğü, topraklarını ve menfaatlerini korumak zorunda olması, bunu askeri metodlardan çok diplomasi ve diplomatik müzakerelere bağımlı kıl-mıştır. Bu dönemde diplomasi Sultan ve Bab-ı Âli için birçok açıdan bir savunma silahıdır. Diplomasi Osmanlı Devleti'nin yara almasını önlemekte, bazı Avrupa ül-kelerinden yardım temin etmesini sağlamaktadır125. Bu nedenle II. Mahmud döneminde geleneksel Osmanlı metodlarından uzaklaşarak daha Batılı bir diplomatik sistem benimsenmeye çalışılmıştır. Sonuçta tüm bu faktörlerin etkisiyle 1834'ten itibaren yeniden Avrupa başkentlerinde sürekli elçilikler ve konsolosluklar açılmıştır. İlk olarak Mustafa Reşid Paşa Paris'e elçi olarak gönderilmiş; bunu Mehmet Namık Paşa ve Ahmet

122 1824 tarihli bir belgeye göre, Tercüme Odası, iki kısımdan oluşmaktadır. Birinci bölüm lisan odasıdır ve burada öğrencilere bir Batı dili (genellikle Fransızca) öğretilmektedir. İkinci bölüm olan Tercüme Odası'nda ise lisan odasında belli bir seviyede yabancı dil öğrenen elemanlar çalıştırılmaktadır. BBA, CTH, no: 2268, t. 13 M. 1237; BBA, Mühimme Defteri, no: 241, t. 25 R. 1240, s. 292.

123 Lalor, s. 91; Findley, Reform, s. 135. 124 Deringil, s. 62. 125 Roderic H. Davison, "The Modernization of Ottoman Diplomacy in the Tanzimat Period", Dokuzuncu

Türk Tarih Kongresinden Ayrı basım, Ankara, 1988, s. 1141.

Page 28: REİS-ÜL KÜTTABLIK MÜESSESESİNİN ÖNEM KAZANMASINA …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1374.pdfCoşkun Üçok / Ahmet Mumcu / Gülnihal

OSMANLI HARİCİYE NEZARETİ'NİN DOĞUŞU 27 Fethi Paşaların Londra ve Viyana'ya gönderilmeleri izlemiştir. Ardından 1837'de Berlin, 1840'ta Atina, 1849'da Tahran, 1854'te Brüksel ve La Haye, 1857'de St. Petersburg, 1867'de Washington, 1878'de Bükreş, 1879'da Belgrad, 1898'de Stokholm, 1909'da Sofya, 1917'de Kophenhag'da açılan büyükelçilikler izlemiştir126. Ayrıca, konsolos tayinleri de başlatılarak eskisinden daha da çok sayıda konsolosluk açılmıştır.

3. II. Mahmud'un Merkezi Otoriteyi Güçlendirme Politikası Ve Hariciye Neza-reti Üzerindeki Yansımaları

II. Mahmud'un tahta geçtiği tarihten itibaren iç politikadaki en büyük hedefi merkezi otoriteyi yeniden sağlamak olmuştur. Padişahlığının ilk günlerinde yaşadığı Sened-i İttifak deneyimi bu yoldaki kararlılığını pekiştirmiştir. Daha önce de üzerinde durduğumuz gibi Fatih Sultan Mehmet döneminden itibaren "vekil-i mutlak" sıfatını taşıyan Vezir-i azamlar, yönetim merkezinin Saray'dan Bab-ı Âli'ye kaymasından sonra iyice güçlenerek yürütmenin gerçek başı haline gelmişlerdir. II. Mahmud bir yandan özellikle taşrada egemen olan ademi merkeziyetçi güçlere karşı İstanbul'un üstünlüğünü sağlamak diğer taraftan aşırı derecede kuvvetlenen Vezir-i azam'ın nüfuzunu kırıp, yeniden padişahı tek güç ve yetki merkezi yapmak için bir dizi reform yapmıştır. Yeniçeri ocağının ilgası, ilmiye sınıfının pasifize edilmesi gibi ön tedbirlerden sonra reform programı uygulamaya sokulmuştur.

Yapılan yenilikler iki ana eksen etrafında gelişmiştir. Bunlardan birincisi Vezir-i azam'a karşı bir denge oluşturmak amacıyla geleneksel kâtipler sınıfından meydana gelen kalemiyenin modern anlamda sivil bürokrasiye dönüştürülmesidir. İkinci aşama ise yeni müesseseler kurarak Vezir-i azam'ın birçok önemli yetkisini bu müesseselere paylaştırmak şeklinde ortaya çıkmıştır. Bu plân çerçevesinde Reis-ül Küttablık müesessesi Hariciye Nezareti'ne dönüştürülerek Vezir-i azamın dış politikada sahip olduğu yetkiler elinden alınmak istenmiştir. Yeni oluşturulan bürokratik elitin birçok üyesi de diplomasi teşkilatında görev almışlardır.

II. Mahmud, kalemiyeyi sivil bürokrasiye dönüştürmek için bir dizi tedbir almıştır. Bunlardan ilki tevcihat sisteminin değiştirilmesi ve maaş usulüne geçilmesidir. Osmanlı Devleti'nde uygulanmakta olan ibka sistemine göre hacegânlık rütbesinden başlayarak kalemlerdeki memurlar, birer yıllık sürelerle görevlerine atanmaktaydılar. Bir yıl sonra üst düzey kâtiplerin işlerini kaybetme ihtimalleri vardı. Bu durum karşılıklı güven esasına dayalı ilişkilerin kurulmasını engellemiş, devlet teşkilatında ortaya çıkan bozulmanın en büyük sebeplerinden biri olmuştur. 1834 yılında II. Mahmud tayin işlemini şevvalden şabana çekerek memurlara 10 aylık ek bir süre sağlamış, 1838 yılında ise yıllık tevcihat sistemi tamamen ilga edilmiştir127. Bundan sonra tayin ve işten atılmaların sadece şartlar gerektirirse yapılması, hiçbir memurun sebepsiz yere görevinden azledilmemesi esası benimsenmiştir. Aynı yıl memurlara hazineden düzenli maaş tahsis edilmiştir128.

126 Soysal, Hariciye, s. 72. 127 BBA, HHT, no: 23339, t. 1253 tarihli telhiste devrin Vezir-i azam'ı II. Mahmud'dan tevcihat usulünün

kaldırılmasını talep etmektedir. Padişah telhisin üst kısmına iliştirdiği notla tevcihat usulünü tamamen kaldırmıştır. "... Hariciye nazırı müşarünileyh ile bi'l müzakere takririnden beyan ve istizan olunduğu vechile tevcihat usulünün ba'dezin terk ve ilga olunduğu mukaddemat-ı münasibe ile Takvim-i Vekai'ye derci...".

128 Ahmet Mumcu, Osmanlı Devleti'nde Rüşvet, İstanbul, 1985, s. 275; Findley, Reform, s. 144-145; Findley, Foundation, s. 411-412.

Page 29: REİS-ÜL KÜTTABLIK MÜESSESESİNİN ÖNEM KAZANMASINA …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1374.pdfCoşkun Üçok / Ahmet Mumcu / Gülnihal

28 GÜL AKYILMAZ Böylelikle rüşvete imkân sağlayan kalemlerde büyük bozulmalara yol açan sistem terk edilmek istenmiştir.

1838'de II. Mahmud, ikinci önemli bir adım daha atarak hem memur hem de ulema için iki ceza kanunnâmesi hazırlatıp, ilân etmiştir. Memurlarla ilgili olan kanunnâme, kalemiye sınıfını da kapsamakta ve yüzyıllardır bir örfi hukuk düzenlemesi olarak uygulanmakta olan "müsadere" ve "siyaset-i örfiye" cezalarını kaldırmaktadır129. Böylelikle üst düzey görevlilerin can ve mal güvenliğini tehdit eden iki önemli unsur, bertaraf edilmektedir.

II. Mahmud'un sivil bürokrasisinin ortaya çıkışında etkili olan bir diğer yeniliği, laik nitelikli eğitim kurumlarının açılmasıdır. 1839'da Mekteb-i Maarif-i Adliye ve Mekteb-i Ulûm-u Edebiye eğitime başlamışlardır130. Bu okullarda yetişen genç kuşak bürokratların önemli bir bölümü ise Hariciye Nezareti'nde istihdam edilmişlerdir.

II. Mahmud, yaptığı reformlarla Sultanlık kurumunu yeniden tek güç ve yetki odağı yapmak isterken paradoksal olarak "kalem aristokrasisi"nin doğmasına yol açmıştır. Yeni bürokratik elit, Hariciye Nezareti'nin hakim unsuru olurken, II. Mahmud'dan sonra ülkenin yönetiminde de daha önce benzeri görülmedik bir nüfuz kazanmıştır.

II. Mahmud, Vezir-i azamlık kurumunun nüfuzunu kırıp, Vezir-i azam'ın vekil-i mutlak sıfatının izlerini tamamen silmek için131 din ve devlete ait her türlü işe bakmak yetkisi olan sadrazamın fonksiyonlarını değişik birimler arasında paylaştırmak yolunu seçmiştir. Bu plân çerçevesinde Vezir-i azam'ın yasama, yürütme, yargı yetkileri yeni kurulan bir dizi müessese arasında dağıtılmıştır. Danışma meclisi niteliğinde olan ve Bab-ı Âli'de toplanan Dar-ı Şurai Bab-ı Âli, Vezir-i azam'ın sınırlı yasama yetkisini devir alırken, II. Mahmud'un kontrolü altında Topkapı Sarayı'nda toplanan Meclis-i Vâlay-ı Ahkâm-ı Adliye, ülkedeki en yüksek yargı organı olmuştur132. Avrupa benzeri bir kabine sistemine geçilerek Vezir-i azam'ın yürütme alanındaki fonksiyonları da nazırlar arasında paylaştırılmıştır. Bu amaç doğrultusunda 1836 Martı'nda Reis-ül Küttablık Hariciye Nezareti'ne, Sadaret Kethüdalığı da Mülkiye (ertesi yıl mülkiye adı dahiliye olacaktır) Nezareti'ne çevrilmiştir. Bundan bir süre sonra Çavuşbaşı, Divan-ı Deavi Nazırı (Adalet bakanı), Başdefterdar da Maliye Nazırı olmuşlardır. Evkaf ve Ticaret Nezaretleri de II. Mahmud zamanında kurulmuşlardır133. Kabine sistemine geçilmesiyle birlikte Başvekil unvanını alan Vezir-i azamlar, Avrupa kabine sisteminde olduğu gibi nazırlıklar arasında işbirliği ve uyumu sağlayan bir görevli haline gelmişlerdir. Daha önce sadece Vezir-i

129 Mumcu, Rüşvet, s. 276; Mardin, s. 157, Findley, Reform, s. 145-146. 130 Osman Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, İstanbul, 1939-1943, C.2, s. 324-330; Mardin, s. 208; BBA,

Kalem Nizamnâmesi, no: 27, s. 34-39. 131 II. Mahmud'un Vezir-i azam'ın etkisini azaltmak ve merkezi otoriteyi sağlamak üzere takip ettiği

politikanın izlerini Hatt-ı Hümayunlarında da tespit etmek mümkündür. Birçok Hatt-ı Hümayun'da Padişah, Vezir-i azamlarını sert bir şekilde uyarmakta, göz dağı vermekte, gerçek hakimin kendisi olduğunu ortaya koymaktadır. BBA, HHT, no: 58345, t. 1245 "Benim vezirim, rical-i devletin ahvalinden gafil değilim. Böyle mesalihin kesreti hakkında benden emindiler deyu uğraşacak vakit değildir. İşte senin sui karinin var dediğim bundandır. Bilir bilmez bazı şey ilka edip vükelâ ile senin beynini tebrit ediyorlar. Anlar senden emin olmayıp ne yapabilirler. Benim meramım seni tevbih ve ihtar için bir ifadedir. Sen devletime sai ve ikdam ettiğin takdirde cem'i memurlar kim olursa olsun sana mutabaat etmeye ve hem hal mecbur olurlar.

132 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C.V, (Nizam-ı Cedid ve Tanzimat Devirleri), Ankara, 1988, s. 153; Findley, Reform, s. 141; Findley, Foundation, s. 408.

133 Karal, C.V, s. 153; Findley, Reform, s. 140.

Page 30: REİS-ÜL KÜTTABLIK MÜESSESESİNİN ÖNEM KAZANMASINA …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1374.pdfCoşkun Üçok / Ahmet Mumcu / Gülnihal

OSMANLI HARİCİYE NEZARETİ'NİN DOĞUŞU 29 azamlarda bulunan ve vekil-i mutlaklığın simgesi olan Mühr-ü Hümayun'un başvekilin yanı sıra nazırlarda da bulunması uygun görülmüştür134.

11 Mart 1836'da yayımlanan Hatt-ı Hümayun'da135 kararın gerekçeleri anlatıl-maksızın sadece Reis-ül Küttablığın "Umur-u Hariciye Nezareti", Sadaret Kethüdalığının "Umur-u Mülkiye Nezareti" adını alacağı bunların başına geçen kişilerin unvanları (Paşa olmaksızın vezirlik ve müşirlik) belirtilmiştir. Böylece 1832 yılından beri Resi-ül Küttablık yapan Mehmed Akif Efendi, Hariciye Nazırı unvanını alan ilk devlet adamı olmuştur.

Hariciye Nezareti kurulduğunda bir nezaret müessesesinin gerektirdiği tüm yapısal ve kurumsal değişiklikleri henüz tamamlamamıştır. Bu nedenle Hariciye Nezareti kurulduktan sonra da müesseseleşme yönündeki gelişmeler büyük bir hızla devam etmiş, 1836 Kasımı'nda bir bakanlığın en önemli unsurlarından olan müsteşarlık makamı kurulmuş136, yine aynı yıl içinde Umur-u Hariciye ve Umur-u Mülkiye Nazırlığı'nın, rütbelerin "en mühimi ve mutenası" olduğu gerekçesiyle her iki nazıra da müşirlik ve nezaret rütbeleri dışında Paşalık rütbesi de tevcih edilmiştir137. Bundan hemen bir yıl sonra 1253'te Mektubi ve Amedi kalemlerinde çalışan kâtipler dahiliye ve hariciye memurları olarak ikiye ayrılmış, dahiliye memurları Umur-u Dahiliye Nazırı'nın, hariciye memurları, Umur-u Hariciye Nazırı'nın emir ve kontrolü altına sokulmuşlardır138. Böylelikle yüzyıllardır süren bir gelenek terk edilerek 139, Reis-ül Küttablığın halefi olan Hariciye Nezareti sadece diplomatik meselelerle ilgilenmeye başlamıştır. Yine 1837 yılında beylikçilik memuriyeti, "Evamir-i Aliye Kitabeti" ne dönüştürülerek140 Hariciye Nezareti içine alınmıştır.

Bundan sonra 1873, 1908 ve 1914'te çıkartılan nizamnâmelerle çeşitli yapısal değişikliklere uğrasa da Hariciye Nezareti, Bab-ı Âli içinde hep özel bir yere sahip olacaktır.

VI. SONUÇ

Fatih Kanunnâmesi'nden itibaren izlerini sürebildiğimiz Reis-ül Küttablık mü-essesesi, uzun bir tarihsel süreç içinde çeşitli aşamalardan geçerek değişime uğramıştır. Reis-ül Küttablıktan Hariciye Nezareti'ne uzanan çizgide dikkati çeken nokta bu dönüşümde hem yüzyıllardır süren müesseseleşme ve uzmanlaşmanın hem de ortaya çıkan iç ve dış gelişmelerin etkili olduğu gerçeğidir.

Başlangıçta beylik, tahvil ve ruus kalemlerinden oluşan Reis-ül Küttablık teşkilatı, zamanla büyümüş; değişik tarihlerde Mektûbi Odası, Amedi Kalemi, Mühimme Odası,

134 Karal, C.V, s. 140. 135 Reis-ül Küttab unvanının hariciye nezaret-i celilesine tahviline dair Cennet Mekân Sultan Mahmud

Han-ı Sani hazretleri canib-i eşrefinden ol vakit mesned-i celil-i vekâlet-i kübrada bulunan Mehmed Emin Rauf Paşa'ya hitaben şeref sadır olan hatt-ı hümayun, Salname-i Nezaret-i Hariciye, s. 162-163.

136 Findley, Reform, s. 139; Findley, Foundation, s. 408; Soysal, Hariciye, s. 73. 137 BBA, HHT, no: 23465, t. 1251 138 Talat Mümtaz Yaman, Osmanlı İmparatorluğu Mülki İdaresinde Avrupalılaşma Hakkında "Bir Kalem

Tecrübesi", İstanbul, 1940, s. 76; Soysal, Hariciye, s. 73; Findley, Foundation, s. 408. 139 Reis-ül Küttab'ın kalem teşkilatı içinde yer alan bütün birimlerin hem içişlerine hem de dışişlerine

yönelik fonksiyonları olmuştur. Örneğin Divan kalemleri içinde yer alan tahvil ve ruus kalemleri sadece içişlerine yönelik görevleri yerine getirirken, beylikçi kaleminin diplomasi alanında da görevleri olmuştur.

140 BBA, HHT, no: 23339, t. 1253.

Page 31: REİS-ÜL KÜTTABLIK MÜESSESESİNİN ÖNEM KAZANMASINA …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1374.pdfCoşkun Üçok / Ahmet Mumcu / Gülnihal

30 GÜL AKYILMAZ Tercüme Odası gibi birimlerin idari yapıya eklenmesiyle fonksiyonel açıdan çeşitlenme ve uzmanlaşma ortaya çıkmıştır. Yine başlangıçta sadece kâtiplerin reisi ve resmi yazı işlerinin başı olan Reis-ül Küttab'ın görev alanı özellikle yönetim merkezinin Saray'dan Bab-ı Âli'ye kayması ve Osmanlı diplomasi anlayışında ortaya çıkan değişikliler sebebiyle genişlemiş; Reis Efendi dışişlerinden birinci derecede sorumlu olmaya başlamıştır. III. Selim'le birlikte karşılıklı diplomasiye geçilmiş, yurt dışında kurulan daimi elçilik ve konsolosluklar Hariciye teşkilatının iskeletini tamamlayarak gerekli alt yapıyı oluşturmuşlardır. Kurumsal olarak gerçekleştirilen bu değişiklikler II. Mahmud'un genel siyaset çizgisi ile birleşince 1836'da Umur-u Hariciye Nezareti kurulmuştur. Ancak Osmanlı diplomasisindeki değişikliklerin ve Hariciye Nazırlığı'nın kurulmasının önceden hazırlanmış bir plân ve politika çerçevesinde gelişmediği, devletin iç ve dış gelişmeler sonucunda ortaya çıkan ihtiyaçlarına bulunan günü birlik çözümlerden kaynaklandığı görülmektedir. Örneğin, askeri alandaki yenilgiler dış politika anlayışında değişikliklere yol açmış; devletin sürekli gerilemesi ve sorunlarını artık savaş alanlarında çözememesi, bağımsızlığının ve toprak bütünlüğünün tehdit edilmesi karşılıklı diplomasinin temellerini atmış; diplomasi anlayışının değişmesi, diplomatik faaliyetleri yoğunlaştırınca Hariciye Nezareti kurulmuştur.

XIX. yüzyılda artık Osmanlı Devleti, devletler hukuku ilkelerini kabul ederek ve Batı modeline uygun yöntemlerle çalışacak bir diplomasi mekanizmasının kurulması gerektiğine inanarak Avrupa diplomasisi ile bütünleşme süreci içerisine girmiştir.