177

RICHARD LEAKEY - media.turuz.com · RICHARD LEAKEY Leakey adı, bilim çevrelerinde insan türünün evrimini açıkla maya çalı§an ara§tırmalarla özde§le§IDݧtİr neredeyse

Embed Size (px)

Citation preview

RICHARD LEAKEY

Leakey adı , bilim çevrelerinde i nsan türünün evrimini açıkla­maya çalı§an ara§tırmalarla özde§le§IDݧtİr neredeyse. Yüzyılı­mızın önde gelen paleontolog çifti Mary ve Louis Leakey'in oğ­l u olan Richard, küçük ya§ta ailesinin bilimsel ara§tırma gezi­lerine katılmaya ba§lamı§ ve sonunda i nsan türünün evrimi ko­nusunda dünyanın en ünlü bilim otoriteleri arasına girmݧtİr.

Kenya Ulusal Müzeleri Yönetim Kurulu Ba§kanlığı'n ı da yapmı§ olan Richard Leakey'in bu kitabından önce yazdığı ve hepsi " çok satan " ki taplar listelerine giren yapıtları arasında " Origins " , " The People of The Lake " , "The Making of Man­kind", " Origins Reconsidered " gibi önemli çalı§ m alar bulun­maktadır.

Bilim dizisi / " Bilirnin U s ta ları" ı Varlık Yayınları A.Ş., Sayı: 480 İlk basım : ı 998

"The Origin of the Mankiıııl" © Brockman, Ine. N .. w York/ Varlık Yayıııları, istanbul, ı 996

1" lliliıııirı llsıalan" (Sı·iı·ııı·p Ma�ın�) lıa>;lıi!;ı vı· aııılılı·rııi, llnıckıııan, lıw'a aiııir vı· Tiiıkiyı·'ılı· kııllaıııııı lıakkı Varlık Yayırılan'ııa vı·rilıııi1lil'.l

ISli N 1J7 :J-1:3-1.-19.1-ı

Kapak düzeni: Ekin Nayır 1 )i;o;gi, of set hazırlık: Varlık Yayınları llaskı: M art Matbaası

V i\ B Ll K Yi\ YlNLARI A.Ş.

Caj!;aloi!;lıı Yoktı§U 40/2, :31-;j.lj.() isıaıılıul Tı·l!Lıks: (212) 522 69 2-1· - ;, 12 % 28 ı·-posla: va dik((ılvarlik.coın .1 r

. .. .

INSANIN KOKENI

RICHARD lEAKEY

Türkçesi:

......ii.r::!. E M G Ü L

\9 VARLlK/ BiLiM

Tarih

Zaman Dönem (Milyon Çağ Kültür düzeyi Kültür dönemi yıl)

Holosen Neolitik

0.01 Azi li en

Magdalenien Solutreen

(Üst) Gravettien

(Üst) Aurignacien � 0.04 Chatelperronien ·c; "' ······································ ········································· c "' (Orta) 1 Mousterien ....... E c "' ...................................... ... ..................................... "' N 0.5 c ,;:ı Levalloisien "' u N c ::ı '::ı -" "C "' :0 "C

"' o N ':ı E (Orta) Clactonien ,;:ı c c '::ı "' "' � � � -" "ô ı ·;:; o (Alt) N li: "' o c;; c "' ll.. V)

Acheuleen (Alt)

2 Pliosen Oldavan

·c; 5 "' Miosen İnsansılar, insangillcrin kökeni c "' 25 E "' N

Oligosen Antropoidlcr, insansıların kökeni ,;:ı u c 35 ,;:ı '->' ':ı Eosen Antropoidlcrin kökeni?

53 Paleosen Prosimianlar

65

iÇiNDEKiLER

Ön söz 7

1 İlk İnsanlar ıs

2 Kalabalı k Bir Aile 35

3 Farklı Bir İnsan Türü ss

4 Soylu A ve ı İ nsan'? 71

5 Modern İnsaııl a rı ı ı Kiikı·ııi 9 1

6 Sanal Dil i lll

7 Dil Sana l ı 129

8 Zihnin Kökeni 149

Bibliyografya ve Ek Metinler 169

ÖN SÖZ

İnsanın eski atalarından birinin bir bütün halindeki iskeletini bulup çıkarmak tüm antropologların hayalidir. Ama bu hayale çoğumuz ulaşamayız; ölümün, gömülmenin ve fosilleşmenin yarattığı tahribat bizlere, insana özgü tarihöncesinin ancak ye­tersiz ve parçalanmış kalıntıların ı bırakır. Birbirinden ayrı düş­müş dişler, tek tek kemikler, kafatası parçacıkları; insana özgü tarihöncesinin öyküsü çoğunlukla, bu ipuçlarından oluşturulur. Umut kıracak kadar eksik olsalar da, bu ipuçlarının büyük önem taşıdığını inkar etmiyorum; onlar olmasa, insana özgü ta­rihöncesinin öyküsünü anlatamazdık. Bu mütevazı kalın tılarla karşılaşmanın getirdiği benzersiz heyecanı da göz ardı etmiyo­rum; bunlar, bizim geçmişimizin, et ve kandan oluşan sayısız kuşakla bize bağlanan parçalarıd ır. Ama nihai ödül yine de, bütün haldeki bir iskeletİn keşfedilmesidir.

1969'da, talihim olağanüstü yaver gitti . Kuzey Kenya'daki Turkana Gölü'nün geniş doğu kıyısını ol uşturan eski kumtaşı yatağını araştırmaya karar vermiştim ; bu, fosiller ülkesine ya­pacağım ilk bağımsız çıkartmaydı . Beni, lıurada önemli fosil keşifleri yapılabileceğine dair güçlü bir inanç yiinlendiriyordu; çünkü bir yıl önce küçük bir uçakla bölgenin üstünde uçmuş ve aşağıdaki katmarılı tortuların eski yaşama ait hazineler ba­rındırabileceğini diişünmiiştiim; ama çoğu kişi, benim bu yar­gıını kuşkuyla karşılamıştı . Burada arazi engebel i , iklim ise amansızca sıcak ve kuruydu; dahası, manzaran ın bana çekici gelen vahşi bir giizelliği vardı .

Bölgeyi inedernek için, National Geographic Society'nin desteğiyle - aral arında, sonradan karım olan Meave Epps'in de bulunduğu- kiiı,;iik bir ekip oluşturdum . Bölgeye varışımız­dan günler sonra l ı i r sabah Meave'le ikimiz kısa bir keşif gezi-

7

sinin ardından, kuru bir ı rmak yatağındaki kestirme yolu izle­yerek kampa geri dönüyorduk. İkimiz de susamı§tık ve yakıcı öğlen sıcağından bir an önce kurtulmak istiyorduk. Birden , önümüzdeki portakal renkli kumda, göz çukurları bize bo§ bo§ bakan, eksiksiz, fosille§mi§ bir kafatası gördüm. Hiç ku§kusuz insansı bir yapıya sahipti . O anda Meave'e tam olarak ne dedi­ğimi geçen yıllar bana unııllurdu, ama rastlantıyla bulduğumuz §ey kar§ısında sevinç ve hayret karı§ ımı bir duygu ifade ettiği­mi biliyorum.

Soyu çok uzun siire iince t iikenmi§ bir insan türü olan �t­ralopithecııs boisei'ye ai t olduğı ımı hemen anladığım kafatası ,

-belli mevsim l erde ı ' r r ı ıağı ıı gcr,:t iğ i torıular arasından kısa bir süre önee giin ışığına r,:ık rıı ı şt ı . 1 .7S milyon yıl önce gömülme­sinden bu yana i lk kı�z giin ı şığı na ı;ıkaı ı iirnek, o zamana dek bulunan birkaç sağlanı eski i nsan kafatasından biriydi . Ortaya çıkı§ından sonraki lı i rkar,: hafta i<,.�inde yoğı ı ı ı yağı şlar kuru ya­tağı vah§i bir akınt ı yl a dold ı ı raeaktı; Mt�avc'Iı� i k imiz o anda bulmasaydık, bu narin kal ın tı hiç kuşkusuz, taşkıııl a birlikte yok olacaktı. Çok uzun süredir gömülü kalan fos i l i t anı zama­nında bulup kurtarına olasılığı aslında çok d iişiikt ii.

İlginç bir rastlantı sonucu bu ke§fi ın , aıııwııı Mary Le­akey'in Tanzanya'daki Olduvai Boğazı 'nda benzı�r l ı i r kafatası bulu§unun neredeyse günü gününe onuncu yıl ına dı·ı ı k gdıni§­ti . (Ama o beyin kutusu, Paleolitik çağdan kalma l ı i r yap l ıoz lıul ınaca gibiydi; yüzlerce parçacıktan yeniden olıı şt ı ı rı ıl ııı ası gcrekmi§ti.) Anla§ılan, Mary'ye ve babam Louis'e ı ıas ip olan t•fsanev i 1 1 Leakey §<msı 1 1 bana da geçmi§ti . Bu §ans ı rıı i lnide dı · devam etti; Turkana Cili ii'nde sonraları yaptığım kı�ş i ll c r­dı·ı ı dı�, aralarında, modern insan 1/omo sapiens' e dek uzanan 1/omo cins ine ait bi l inen ı�ıı l'sk i sağlam kafatasının da l ı ıı l ı ı n­dıığıı pek r,:ok fosil le döndii ı ı ı .

Cc ı ıı;l iii;i rnde -dü nyaca ii ı ı l ii l'lıeveynleriınin gölgesi a l t ı nda kal ı ı ıar ı ıak an ı aeıyla- fosil avı-ı l ığ ıyla ilgilenmemeye yernin d­ı ı ı i � ol ıı ıanıa rağırıı�n , l ııı ış ı ı ı l ıiiyiisii beni içine çekm eye yı�t ı i .

Doğu Afrika'nın, atalarımızın kalıntılarını gizleyen eski, kıraç yataklan yadsınması olanaksız, özel bir güzelliktedir; ama aynı zamanda acımasız ve tehlikelidir. Fosil ve eski taş alet arayışı çoğunlukla romantik bir deneyim olarak tanılılır ve gerçekten de romantik yönleri vardır; ama bu, temel verilerin rahat labo­ratuvarlardan yüzlerce ya da binlerce mil uzaklıkta çıkartılma­sını gerektiren bir bilimdir. Fiziksel açıdan insanı zorlayan, öz­veri isteyen bir iştir; kimi zaman insanların yaşam güvenliğinin bağlı olduğu lojistik bir operasyondur. Örgütlenmeye, zorlu ki­şisel ve fiziksel şartlar altında işleri sürdürmeye yetenekli oldu­ğumu fark ettim. Turkana Gölü'nün doğu kıyısındaki sayısız önemli keşif beni, bir zamanlar şiddetle kaçtığım bir mesleğe çekmekten öte, meslekte ün kazanmaını da sağladı . Yine de asıl hayale -yani eksiksiz bir iskelete- bir türlü ulaşamıyor­dum.

1984 yazının sonlarında, çalışma arkadaşlarımla birlikte, nefeslerimizi toplu olarak tutmuş ve sürekli artan umudumuz deneyimin katı gerçekliği karşısında sönmüş bir haldeyken, bu hayalİn şekillenmeye başlamlığını gö;·dük. O yıl i lk kez, gölün -batı kıyısını keşfetmeye karar vermiştik. 23 Ağustos'ta, en eski dostum ve çalışma arkadaşım olan Kaınoya Kimeu'yla birlikte, mevsimlik akarsuyun oyduğu dar bir dere yatağı yakınlannda­ki çakılların üstünde, eski bir kafaıasına ait ki.içi.ik bir parça bulduk. Dikkatle kafatasının diğer parçalarını aramaya başla­dık ve umduğumuzdan çok daha fazlasını l ıulduk. Bu keşfi iz­leyen ve açık sahada yedi aydan fazla bi r zamana denk gelen beş kazı mevsimi boyunca ekibimiz, bin l ıeş y i.iz ton tortu çı­kardı ve sonuçta, 1 . 5 milyon yıldan fazla bir si.i re önce eski gö­lün kıyısında iilıniiş birinin eksiksiz iskeieıini bulduk. Turkana çocuğu adını ıakıığımız bu birey öldi.i-ği.inde yalnızca dokuz ya­şındaymış; öl ii ın rıı�deni ise hala bilinmiyor.

Arka arkaya fosil kemikleri çıkarmak gerçekten eşi bulun­maz bir deneyiıııdi: kollar, bacaklar, om urga kemikleri, kabur­galar, leğeıı kı�ıı ıiğ i , çene, dişler ve yine kafataslan. Çocuğun

9

iskeleti §ekilleniyor ve ı . 6 milyon yıl parçalar halinde yattıktan sonra, bir birey olarak yeniden olu§turuluyordu. İnsan fosili kalın tılannda, yalnızca ı 00.000 yı l öncesindeki N eanderthal dönemine dek, bu iskelet kadar eksiksiz bir ba§ka §ey buluna­mamı§tır. Böyle bir ke§fin yarattığı duygusal heyecanın ötesin­de, bu ke§fin insana özgü tarihöncesindeki önemli bir evreye dair çok önemli içgörüler sağlayacağını da biliyorduk.

Öyküye devam etmeden önce, antropolojik deyimler hak­kında birkaç söz elmek is tiyorum . Gizemli deyimler sağarıağı kimi zaman, kendini adamış proresyoneller dı§ında kimsenin lıir şey anlamamasına yol açacak denli şiddetli olabilir. Böylesi lıir mesleki siizliik kullanmaktan ıniinıkiin olduğunca kaçınaca­ğırn. Tarihiineesi insan ailı�siııiıı..!.:Gi.J.!i.J.ürkTi.ı_ı.irLht>Lbiri biljm­sel lıir dikt�L -yani t�!Laı.lı- taşıyor ve Inı atUan kullanm_aktan kaçınmak olanaksız. Insan Liirleri ailesinin dı� kı�ııdiııe özgü bir ad ı var : İ nsangiller (lıoııı i ıı id). M eslt�kt aşi arı ında n kızıları geç­mişteki tüm insan türleri için "iıısaııgil" ıniıııiııi kullan ınayı yı�ğliyorlar. "İnsan" siiz<:Liğiiıüin yalnızca lıiziııı gilıil n ic,;iıı kul­lanılm;s�-g��-ektiğini savunuyorlar. Yani, yalııızt'a lıiziııı diizeyi­ıııizde zekaya, _ahlak duygusuna ve içediiııi"ık lıiliıwı· sahip olanl arı " insan" olarak tanımlıyorlar.

Beı::ı__[arklı bir bakı§ açısına sahibim. Eski insaııgillni diiıw­min -diğer insansı (kuyruksuz) maymunlarından ayır;ııı, dik du­rarak hareket etme evriminin, sonraki insan tarihinin tı·ıııı·li ol­duğunu dQ§��üyoı:uın. Uzak atamızın iki ayaklı bir ins;ııısııııay­mun haline gelmesiyle birlikte pek çok diğer evriııısd y••ııilik de mümkün oldu ve sonuçta� ortaya çıktı. Bu ııı·dı·nlı�, Liim insangil türlerine "insan' demekte haklı olacağııııı:t.ı ıll'ı�ii­niiyoruın. Tüm eski insan tiirlerinin lıizim günüıniizdı· lıildiği­ıniz zihinsel dünyaları yaşad ıklarını söylemek isıeıııiyorııııı. "İnsan" tanımı en basit diizcydt�, dik yürüyen - iki ayaklı- in­sansı nıaym unları içerir. i lnidı·ki sayralarda bu kull anı ıııı 1 ���­niıııseyecek ve sözci'ıği'ı yal ııızl'a ıııodern insanı niteleyen iizı· l­liklı·ri için kullandığıında lııııııı ayrwa lıelirteceğiın.

lO

ŞEKil Önemli fosil alanları. İlk erken İnsan fos i Ileri, I 924 'ten itibaren, Güney Af­rika'daki ıııağara sitlerinde buhıııınıı§tıı. llalıa sonraları, l959'dan itibaren, Doğu .i\frika'da (Tanzanya, Kenya, Etiyopya) da iiııcnıli ke§İiler yapıldı.

Turkana çocu��. insan evrimi tarihinin dönüm noktasını olu§turan bir tür olan Homo erectus'ıııı üyesiyd i . Kimi genetik, kimi de fosillerden olmak üzere farklı kanıt dizileriııden, ilk in­san türünün yakla§ık 7 milyon yıl önce ortaya ı,;ıktığım_biliyo­ruz. Y akla§ık 2 milyon yıl önce Homo erectus salıneye çıktığın­da, insanın tarihöncesi oldukça uzun bir yol a l ııı ı§tı . Homo erectus'un or taya ı,;ıkmasından önce kaç insaıı t iirünün ya§ayıp öldüğünü henüz l ı il ıııiyoruz; en azından alıı , l ıcl ki d� bu raka­mın iki katı sayıda Lür olmalı . Ama llomo crcctus'tan önce ya­§ayan tüm insan liirlerinin, iki ayaklı olmakla birlikte, pek çok açıdan insam;ı rı ıay ıııtın benzeri özellikler ta§H.lıklarını biliyoruz. Beyinleri göreec kih;iik, yüzleri sivri çeneli (yani._ öne doğru çı­kık) ve bedcıı yapılan nın kimi özellikleri - örneğin göğüs huni

ll

şeklinde, boyun kısa ve bel yok- insandan çok İnsansımay­mun benzeriydi. Homo erectus'ta beyin büyüdü, yüz düzleşti ve beden daha atietik yapılı hale geldi . Homo erectus'la birl i kte, kendimizde gördüğümüz pek çok fiziksel özellik de ortaya çık­tı; anlaşılan İnsanın tarihöncesi, 2 milyon yıl önce çok önemli bir dönüm noktasından geçmişti .

Homo erectus ateş kullanan, avcılığı beslenme düzeninin önemli bir parçası haline getiren , modern insanlar gibi koşabi­len, belli bir zihinsel kalıba göre laş aleller yapabilen ve hare­ket alanını Afrika'nın ötesine Laşıyah i len ilk insan türüdür. Ho­mo erectus'un konuşma ı l i l i ne salıi p o luı

-ı �ılmadıgı��I-;;sin ola­

rak bi lemiyoruz, anıa l ıuna i şard cıbı ı;ı�şi ı l i kanıtlar var. B u türde belli lıir l ıen l i k l ı i l i nc i , i n sansı l ı i r l ı i l i nı; olup olmadığını da b i lmiyoruz ve lı iiyiik olas ı l ık la asla l ı ikıı ıeyeceii;iz; ama ben olduğunu d iiş iin iiyon ım . 1/omo sapicns' i n •�n ı l ı �ğı�rl i özellikleri olan dil ve b i l i nc in tar ihöncesi kal ıntı larında lı i ı ;l ı i r kanıt bırak­madığını söylemeye herhalde gerek yok.

Anlropoloğun hedefi , İnsansımaymun l ıenzcri lı ir yaratığı bizim gibi insanlara dönüştüren evrim olayların ı a ııla ıııaktır. Bu olaylar romantik bir açıdan, büyük bir ı iya ı ro !'!'i eli g i l ı i ta­nımlanmış ve gelişen insanlığa da öykünün kal ıra ı ı ı a ı ı ı rol ii ve­rilmiştir. Oysa gerçek büyük olasılıkla çok daha l ıasit ı i r ve bu değişimi epik bir maceradan çok, ikl imsel ve ekoloji k ı li-ğişim­ler yönlendirmiştir. Yine de bu, dönüşümün ilgi ın izi ı la l ıa az çekmesine neden olmuyor. Biz, doğal dünyayı ve bu ı l ii ı ıyaı l a­ki yerimizi merak eden bir türüz. Şu andaki halimiw ııa!oiıl gel­diğimizi ve geleceğimizin nasıl olacağını bilmek is ı i yorıız ; l ı i l­ınek zorunluluğu duyuyoruz. Bulduğumuz fosiller biz i fizi ksı�l aç�ıdan geçmişimize bağlıyor ve sunduldan ipuçlarını, doğayı ve evrim tarihimizin izlediği yolu anlama yolu olarak yorıı ı ı ı l a­ınaya yönlendİrİyor.

İ nsanoğlunun tarihöncesine a i ı daha pek çok kalınıı giin ışı­ğına ı; ıkart ı l ıp . incelenene dı�k lı iı;l ı i r antrapolog kalkıp da, "Bu, ti "ı ıı ı ayrıntılarıyla şöyk old u , " diyemez. Ama araşt ı rmacı-

12

lar, insan tarihöncesinin genel §eldine dair pek çok konuda ay­nı fikirdeler. İnsanın tarihöncesinde dört temel a§ama kesinlik­le saplanabiliyor.

İlk a§ama, 7 milyon yıl önceki , iki ayaklı , ya da dik hareket eden insansımaymun benzeri bir türün geli§tiği insan ailesinin kökeni dir. \İkinci a§ama iki ayaklı türlerin çoğalması; yani, bi­yologların uyarlayıcı ı§ınım (adaptif radyasyon) adını verdikleri bir süreçtir. 7 milyon ile 2 milyon yıl öncesi arasında, her biri birbirinden biraz farklı ekolojik §artlara uyarlanmı§ pek çok deği§ik iki ayaklı insansımaymun geli§li . Bu insan türleri ara­sından birisi, 3 milyon ile 2 milyon yıl önce arasında, önemli oranda büyük bir beyin geli§tirdi . Beyin boyutundaki büyüme üçüncü a§amayı olu§turur ve insan soyağacının, Homo erec­tus'tan sonuçta Homo sapiens'e dek uzanan dalı olan Homo cinsinin kökenine i§arel eder. Dördüncü a§ama, modern insan­ların kökenidir; bizim gihi, doğada ba§ka hiçbir-§ekilde görül­meyen dile, bilince, sanatsal dü§ gücüne ve teknolojik yenilik­çiliğe sahip insanların ortaya çıkı§ıdır.

Bu dört temel olay, kitabımızdaki bilimsel anlatının yapısını olu§turuyor. İleride de görüleceği gibi, insanoğlunun tarihön­cesini araştırırken yalnızca neyin, ne zaman olduğundan öte, neden olduğunu da sormaya başlıyoruz. Bizler ve atalarımız, artık tıpkı fillerin ya da atların evrimi incelenirken olduğu gibi, aşamalı bir evrim senaryosu bağlamında inceleniyoruz. Bu, Homo sapiens'in pek çok açıdan özel olduğunu yadsımak anla­mına gelmiyor: en yakın evrimsel akrabamız olan §empanze­den bile bizi ayıran pek çok şey var; ama artık, doğayla bağ­lantımızı biyolojik anlamda anlamaya başladık.

Son otuz yıl içinde bilim dalımızda, daha önce eşi görülme­miş fosil keşiflerinin ve bu fosilieri yorumlayıp sundukları ipuç­larını bütünleştirmekıe kullandığımız yenilikçi yönlemlerin sa­yesinde, çok önemli ilerlemeler kaydedildi . Tüm bilimlerde ol­duğu gibi antropolojide de uygulayıcı bilimciler arasında dü­rüst ve kimi zaman da şiddetli fikir farklılıkları görülür. Bu fi-

13

kir farklılıkları kimi zaman fosil ve taş aletler gibi verilerin, ki­mi zaman da yonımiama yiinlemlerinin yetersizliğinden kay­naklamr. Kısacası , insanın tarihöncesi hakkında pek çok soru­ya kesin yanıılar verilemez. Örneğin: İnsan soyağacını n lanı §ekli nedir'? Geli§mi§ kontı§ına d ili ilk olarak ne zaman ortaya çıktı? İnsanın tarihöncesinde beynin çarpıcı oranda büyümesi­

ne yol açan neydi? İlerideki bölümlerde bu fikir farklılıklarının hangi konularda ve neden oluştuğunu değinecek ve zaman za­man kendi tercihlerimi belirteceği ın .

Yirmi yılı a§kın antropoloji çal ışmalarım sırasında pek çok e§siz ıneslektaşı ıııla lıi rl ikte çal ışın a §<msına eri§tim ve hepsine §i.ikran duyuyonını. İçl er i nd e n ikisine - Ka ınoya Kimeu ve Alan Walker- iizcl liklı� ıı�§ı�kki i r etmek isteri m. Eşim Meave ise, özel l ikle zorlu zaıııaııla rda, olağaııiistii l ı i r çal ışma arkadaşı ve dost oldu.

14

1. BÖLÜM

iLK iNSANLAR

Homo sapiens ' in dil, gelişmiş teknolojik beceriler ve ahlaki yargılara varabiirnek gibi özel nitel ikleri antropologlan uzun zamandır hayranlığa sürüklüyor. Ama yakın zamanlarda antro­poloj ide yaşanan en önemli değişikliklerden biri, bütün bu n i­teliklere karşın , Afrikalı insansımaymunlarla çok yakın bir bağ­lantımız olduğunun anlaşılmasıdır . Bu önemli görüş değişikliği nasıl gerçekleşti? Bu lıiilümde, Charles Darwin 'in en eski insan türlerinin özel doğası hakkındaki fikirlerinin antropologlan bir yüzyılı aş\ın süre boyunea nasıl etkilediğini, yeni araşlırmala­rın Afrikalı insansımaynıunlarla evrimsel yakınlığımızı nasıl or­taya çıkardığını ve doğadaki yerimiz hakkında farklı bir bakış açısı geliştirmemizi gerektirdiğini lart ışacağım.

1859'da Türlerin Kökeni adlı yapı t ında Darwin, evı:imin in­sanlar açısından ne anlama geldiği konusuna girmekten kaçın­mıştı . Sonraki haskılara ise ihtiyatl ı l ı i r cii ıııle eklendi: "İnsa­nın kökeni ve tarihi aydınlatılacaktır." Darwi n Inı kısa cümleyi, 1 8 7 1 'de yayınlanan İnsanın Türeyi.§i adlı kiLalı ında aynntılan­dırdı . Hala çok hassas olan bir konuyu dı� alarak, anlropoloji­nin kuramsal yapısına iki sütun dikti. Bunlardan ilki, insanların ilk nerede evrildikleriyle (ona zamanında ı,:ok az kişi inanmıştı, oysa haklıydı) , ikineisi ise, bu evrimin şekli ya da biçimiyle il­giliydi. Darwin 'in evrimimizin şekli hakkındaki görüşleri antro­poloji bilimini l ı i rkaç yıl öncesine dek elkilcdi ve sonra, yanlış olduğu anlaşıld ı .

Darwin, insanlığın beşiğinin Afrika olduğunu söyliiy_()r��­Bu7o�uca lıasit l ı ir ı ı ı a-ntık.la v-����;ştı:

15

!5 Dünyanın her büyük bölgesinde hayatta olan memeliler, aynı bölgede evrilmi§ türlerle yakın bağlantı içindedirler. Dolayı­sıyla, Afrika'da bir zamanlar, goril ve §empanzelerle yakından bağlantılı ve günümüzde nesli tükenmi§ olan insansımaymun­lar (ape) ya§amı§ olabilir: bu iki tür insanın en yakın akrabala­rı olduğuna göre, ilk atalarımızın Afrika kıtasında ya§amı§ ol­maları olasılığı, ba§ka bir yerde ya§amı§ olmaları olasılığından daha yüksektir.

Darwin'in bu satırları yazdığı sıralarda hiçbir yerde erken insan fosillerinin bulunmadığını unutmamalıyız; vardığı sonuç tamamen kurama dayaııdınl ıııı§tı. Darwin'in zamanında bili­nen tek insan fosil ieri Avrupalı Neandertal insanına aitti ve bunlar, insan geli§iııı inin giirı�c•� yeni bir a!iaıııasını temsil edi­yorlaı·dı.

Antropologlar Darwin'in yonııııundan lıi'-� lıo§lanmadılar; bunun en önemli nedı�n ler indı ·n l ı i r i , l ropik Afrika'ya sömür­geci gözüyle, kiiçümseyerek l ıakıl ıııasıydı: Kara Kııa, 1/omo sa­

piens gibi soylu bir yaralığın kökeni için lıiı.� dı� uygı ı ıı lıir yer olarak görülmüyordu. Yüzyıl ba§ırıcla Avrupa vı� Afrika'da yeni insan fosillerinin bulunmasıyla birlikte, Afrika kiikı·ııli ol ma fikrine duyulan küçümseme arttı ve bu tu tum onyı lları -a s iird i i . Babam l93l'de Cambridge'deki entelektüel hocalanııa insa­nın kökenierini Doğu Afrika'da aramayı planladığını siiybli­ğinde, Asya üzerinde yoğunla§ması için büyük bir l ıaskı yapıl ­

dı. Louis Leakey'in inancı kısmen Darwin'in savıın ıısuııdan, hiç ku§kusuz kısmen de, Kenya' da doğup büyümi.i§ olmasırı­dan kaynaklanıyordu . Cambridge akademisyenlerinin lavsiyı�­lerini gözardı edip, Doğu Afrika'nın ilk evrim tarihimizin •�n önemli bölgesi olduğunu kanıtlanıaya koyuldu . Son yıllarda l ııı kıtada bulunan erken insan fosili sayısına kı:ır§ın , antropologla­rın bu Afrika kar§ıtı duyguları lıize çok tuhaf görünüyor. Bu olay, bilimcilerin manlık kadar duygularından da etkilend ıil­diklerini gösteriyor.

16

Darwin'in İnsanı�ı Türeyi§i'nde ulaştığı ikinci önemli sonııç, insanları n önemli ayıncı özelliklerinin -iki ayaklıl ık, teknoloji ve büyük bir beyin - birbirleriyle_ uyum içinde gelişmi� olma­sıydı:

d Kollarının ve ellerinin serbest kalması ve ayaklan iisli'ıııdt> sağlarnca d urabilmesi insan için bir avantaj olmu§sa . . . İıı,.;a­nın ataları için daha dik ya da iki ayaklı hale gelıneniıi daha avantajlı olmaması için bir neden görı>ıniyonıın. Eller ve kol-lar bı-denin tüm yükünü ta§ıınak iı;in kullanıldıkça . . . ya da ağaçlara tırmanmaya uygun oldukça, silalı yapmak ya da la§ ve mızraklan hedefe atmak için gewkli §ekikl.�geli§emezdi.

Burada Darwin, alışılmadık hareket tarzımızdaki gel iş imin, taştan silah yapımıyla doğrudan bağlantılı olduğunu savunmak­tadır. Da��d<0!e�i _gic_leJ:t:J��u ev ri ın de��irııl�ı:_i_ı:ı_i_,_ iı:ıs�rı!�ı:da­ki, insansımaymunların lıançere benzeyen köpekdişleriyle kar­§lla§ıı��ltlığında son derece kü��iik olan köpek dişlerini!} köke� _ niyle ilişkilendirıniştir. İnsanın Tiireyi§i 'nde şöyle demekte_y_di: 11 İnsanın atalan büyük olasılıkla, b iiyiik köpekdişierine sahipti­ler; ama düşmanları ya da rakipleriyle savaşırken taş, sopa ya da diğer silahları kullanma al ışkarıl ığını geliştirmeleriyle Lı�rlik­te�-çenelerini ve dişlerini daha az kullanmaya başladılar. Bu durumda çene ve dişler küçülecekt i . 11

Silah yapabilen bu iki-ayakli-yarat ıklar Darwin'e göre, daha çok zeka gerektiren yoğun bir sosyal etkileşim geliştirdiler. Atalarımızın zekalarının gelişmesiyle bi rl ikte, teknolojik ve sos­yal gel işmişlik düzeyleri de yükseldi ve Inı da, daha gel işmiş bir zeka gerekti rdi . Böylece her yeni özellik, diğer özelliklerin gelişmesini sağlad ı . Bu bağlantılı evrim lıipotezi insan ın kökeni konusunda açık seçik bir senaryo sunuyordu ve antropoloji bi­liminin gelişimine merkez oluşturdu .

Bu senaryoya göre ilk insan türü, iki ayaklı b ir insansımay­mundan öte lıir şı�ydi : 1/omo sapiens'te takdir ettiğimiz özellik­lerden bazıları na daha o zamandan sahipti . Bu öylesine güçlü ve akla yakın lıir iıııgı·ydi ki, antropologlar uzun bir süre, bu

İnsanın Kökeııi, F: 2 17

imgenin etrafında inandırıcı hipotezler dokuyabildiler. Ama se­naryo, bilimin ötesine geçti: İnsanların insansımaymunlardan evrimsel farklılaşmaları aniden ve çok eski bir dönemde ger­çekleşmişse, bizimle doğanın geri kalan kısmı arasına büyük bir uzaklık girmiş demekti. Homo sapiens'in tamamen farklı bir yaratık olduğuna inananlar için bu bakış açısı son derece ra­hatlatıcıydı .

Bu inanç hem Darwin' in döneminde hem de yüzyılımızda bilim adamları arasında oldukça yaygındı. Sözgel imi , on doku­zuncu yüzyıl İngiliz doğa bilimeisi -ve Darwin'den bağımsız olarak doğal seçim kuramını yaratmış olan - Russel Wallace bu kuramı, insanlığın en çok değer verdiğimiz yönlerine uygu­lamak istemedi. İnsanları , yalnızca doğal seçimin ürünü olarak görülemeyecek denl i akıll ı, i rH'dmi§ ve gdi§rıı iş buluyordu. İl­kel avcı-loplayıc ı l arı n l ı i yoloji k aı;ıdan l ı ı ı i izell iklere gereksi­nim duymayacakla rın ı ve dolay ıs ıy la , doğal seı;i ııı sonucu geliş­miş olamayacakların ı d iişiin iiyord ı ı . i nsan ların l ı ı ı denl i özel yaratıklar ol malarını doğaiis l ii l ı i r rı ı iida l ıal ı� sağlamı§ o lmal ıy­dı. Wallace' ın doğal seçim gücüne i nannıa ı ı ı as ı , l >arwin' i son derece rahatsız ediyordu .

l930'lar ve l940'larda Güney Afrika 'da gnı;ı·klı·şl i rd iği öncü çalışmalarla Afrika'nın insanlığın beşiği olarak kal ıul ı �di l­mesine katkıda bulunan İskoç paleontolog Holwrı l l roor ı ı da insanın ayrıcalıklı olduğuna inanıyordu. Homo sıiJiinı., ' in ı�vr i ­min nihai sonucu olduğunu ve doğanın geri kaLı n kıs ı ı ı ı ı ı ı ı ı in­sanın rahat etmesi için şekille�dirilmiş olduğunu dii§ii niiyordıı. Wallace gibi Broom da türümüzün kökeninde doğa iis l i i giiı.;ler arıyordu.

Wallace ve Broom gibi bil imci lcr, biri entelektüd vc d iğı�ri de duygusal olmak üzere iki ��al ı§an güçle savaşıyorlan l ı . /lo­mo sapiens'in evrim süreci sayı�sinde doğadan gel i§L iğ i gnı;ı·ği ­ni kabul etseler de, insanın t inselliğine ya da aşkın özii ıw da ir i nan��l arı , onları evrim koıı ı ı s ı ında insanın ayrıcalığıııı kan ı ı la­yan açıklamalar oluşlurmaya yönlendiriyordu . Darwin ' i n

1 8

1 8 7 1 'deki evrim 11 paketinde 11 böyle bir rasyonelle§Lirme vardı . Darwin doğaüstü müdahale aramıyordu gerçi, ama evrim se­naryosu, insanları daha ba§langıçtan i tibaren insansımaymun­lardan ayırıyordu .

Darwin'in tezi yakla§ık o n yıl öncesine dek etkisini sürdür­dü ve insanın ne zaman ortaya çıktığı konusunda önemli bir çatı§ma ya§anmasına neden oldu . Darwin'in bağlantılı evrim hipotezinin çekiciliğini göstermesi nedeniyle, bu çatı§mayı kısa­ca anlalacağım . Çatı§ma aynı zamanda, hipotezin antropolojik dü§Ünܧteki etkisinin sona ermesine de i§aret eder.

196 1 'de, o dönemde Y ale Üniversitesi'nde olan Elwyn Si­mons çığır açıcı bir bilimsel bildiri yayınlayarak, bilinen ilk in­sangil türünün Ramapithecus adı verilen küçük bir insansımay­mun benzeri yaratık olduğunu savundu. O dönemde bilinen tek Ramapithecus fosil kal ıntıları , Yale'den C. Edward Lewis adlı genç bir ara§tırmacının 1 931 'de Hindistan'da bulduğu üst çene parçalarıydı . Simons, yanak di§lerinin (azı di§leri ve kü­çük azı di§leri), insansımaymunların di§leri gibi sivri değil, düz olmaları açısından insanlardakilere benzediğini görmܧtÜ. Kö­pek di§leri de insansımaymunlara p;iire daha kısa ve düzdü. Si­mons, eksik haldeki üst çenenin yeniden olu§turulması duru­munda, §eklinin insanlardakine benzeyeeeğini de iddia ediyor­du; yani modern insansımaymunlardaki gibi 11 U 11 §eklinde de­ğil, arkaya doğru hafifçe geni§leyen bir kemer biçiminde.

Cambridge Üniversitesi 'nden İngiliz anlropolop; David Pil­beam bu dönemde Yale'de Simons'a katıl dı ve bi rl ikte, Rama­pithecus çenesinin insansı olduğu iddia edilen anatomik özellik­lerini tanımladılar. Ama anatomiden ele öteye p;eçtiler ve yal­nızca çene par��alarının güçlülüğüne dayanarak, Ranıapithe­cus'un iki ayağı üstünde dik yürüdüğünü, aveı l ık yaplığını ve karma§ık bir sosyal ortamda ya§adığını öne sürdüler. Onların usavurumları Darwin 'in ki gibiydi: İnsansı olduğu varsayılan bir tek·Ö�eÜiğiı; (di� yapısı) varlığı, diğer özelliklerin de var oldu­ğunu gösteriyordu . Sonuçta, ilk insangit türü olduğu varsayılan

19

§ey, kültürel bir hayvan - yani kültürsüz bir insansımaymun­dan çok, modern insanların ilkel bir deği§keni - olarak görül­meye ba§landı .

İlk Ramapithecus fosillerinin bulunduğu ve ardından , Asya ve Afrika'daki benzer ke§iflerin yapıldığı tortular eskiydi. Dola­yısıyla Simons ve Pilbeam, ilk insanın en az 15 milyon ve belki de 30 milyon önce ortaya çıktığı sonucuna vardılar ve antropo­loglann büyük çoğunluğu bu görÜ§Ü kabul etti. Dahası, köke­nin bu kadar eski olduğu inancı insanlarla doğanın geri kalan kısmı arasına büyük lıir uzaklık koyarak, pek çok ki§iyi rahatla­tıyordu.

1 960' Iard a lkrkdcy'dcki Califonıia Üniversitesi 'nden iki kimyacı, Allan Wilson vt� Viıwı·nt Sariclı, ilk insan türlerinin ne zaman ortaya çıktığı koıııısı ınıla çok farklı l ıir sonuca ula§tı­lar. Fosiller iistiinılı� çal ı�ıııak yniıw, ya�ayan <"anlılarla Afrika­lı insansımaynı ı ınları l aki kızı kan proll'iııll'riııiıı yapısını kar§ı­la§tırdılar. Amac)arı, insan ve insaıısıııı;ıyııııııı prolt·inlt�ri ara­sındaki yapısal fark düzeyini saplaıııakıı; ıııııl;ısyoıı nedeniyle bu fark zaman içinde hesaplanabilir lıir lıızla arlıııı� olmalıydı. İnsanlar ve insansınıayın unlar ne kadar uzıııı siin· iiııı·ı· iki ayrı tür haline gelnıi§lerse, biriken mutasyon sayısı ıla o kadar fazla olacaktı . Wilson ve Sarich mutasyon hızını hesaplaı l ılar vı� lıiiy­lece, kan proteini verilerini bir moleküler saat olarak kıı l la ııa­bildiler.

Bu saate göre ilk insanlar, yalnızca yakla§ık 5 ınilyoıı yıl iiıı­ce ortaya çıkmı§ olnıalıydılar; bu, egemen antropoloji k ı ıraıııın­daki 1 5 ile 30 milyon yıll ık talıminle çarpıcı oranda çdi�ı·n lıir hulguydu. Wilson ve Sarich 'in verileri ayrıca, insanları rı, §t � ın­panzelerin ve goı·illerin kan proteinlerinin birbirlerinden aynı dt�recede farklı olduğunu giisteriyordu. Yani 5 milyon iiııı:ı� gerçekle§en bir evrim olayı ortak l ıir atanın aynı anda ii�: ayrı yiiııe gitmesine neden olm ıı§tıı; l ı ıı bölünme, modern insanla­rın yanı s ıra , modern §empanzı� ve modern gorillerin de gdi§­meleri ı ı i sağlamı§tı . Bu da, çoj!;ıı antropologun inançlarına ay-

20

kırıydı. Geleneksel düşüneeye göre şempanzelerle goriller bir­birlerinin en yakın akrabalarıdır ve insanlarla aralannda bü­yük bir uzaklık vardır. Molekül verileri hakkındaki yorumların geçerli olması durumunda antropologlar, insanlarla İnsansı­maymunlar arasında çoğunun inandığından daha yakın bir bi­yolojik ilişki olduğunu kabul etmek durumunda kalacaklardı .

Çok büyük bir tartışma doğdu ve antropologlarla biyokim­yacılar birbirlerinin mesleki tekniklerini şiddetle eleştirmeye başladılar. Wilson ve Sari ch 'in vardıklan sonuç, molekül saat­lerinin hatalı olduğu ve dolayısıyla, geçmişteki evrim olaylan hakkında bir zaman saptamasının güvenilir olmayacağı iddi­asıyla eleştiriliyordu . Wilson ve Sarich ise, antropologlann kü­çük ve parçalanmış anatomik özelliklere çok fazla önem ver­diklerini ve dolayısıyla, geçersiz sonuçlara ulaştıkların ı savunu­yorlardı. Ben o dönemde Wilson ve Sarich'in hatalı olduklannı düşünerek, antropolog topluluğunun yanında yer almıştım.

Bu larıışma on yılı aşkın lıir süre boyunca devam elli ve bu dönem içinde Wilson ' la Sa rich ve birbirlerinden bağımsız baş­ka araştırınacılar giderek daha çok sayıda yeni moleküler kanı­La ulaştılar. Bu yeni veri lerin büyük �:oğunluğu, Wilson ve Sa­rich'in il k tezlerini destekliyorclıı. Kanıtlar anlropologların fikir­lerini değiştirmeye başladı, ama Inı yavaş bir değişimdi. So­nunda, l980'lerin başlarında Pillwaııı ile ekibinin Pakistan'da \ " e Londra Doğa Tarihi Müzesi'nden !'eter Andrcws'un Türki­ye'de daha eksiksiz durumda Ranıapitll<'ru.� benzeri fosiller bulmaları, sorunun çözüme kavuşmasını sağladı (bkz. şekil 1-1) .

İ lk Ranıapitlıecus fosİlleri gerçekten de bazı yönlerden insa­na benziyorlardı; ama bu Lür, insan değildi . Aşırı derecede parçalanmış kan ıılan temel alarak bir evriııı bağlantısı oluştur­ma işi çoğu kişinin sandığından çok daha zordur ve dikkatsiz davrananların diüjebileceği pek çok tuzak vardır. Simons ve Pilbeam bu tuzaklardan birine düşmüşlerdi: Anatomik benzer­l ik, mutlaka ı�vriııısd bağlantı olduğu anlamına gel mez. Pakis-

21

Asya'daki Afrika'daki ınsansı ınsansı maymunlar maymunlar

..

ŞEKiL 1-1

İnsanlar

5

10

15

20

25 Milyon

yal

Asya'daki Afrika'daki ınsansı ınsansı maymunlar maymunlar İnsanlar

Molekiil kanıllan. l967'dcıı önce anlropolo�lar, fosil kaıııtlıınııııı, i ıısaıılarla maymunlar arasında en azıııdan 15 milyoıı yıl iiııl"t"siıu· �idı·ıı ı·ski lıir ev­ıimsel farklılığı gösterdiğini dii§iiniiyorlardı. Ama 1 <J(ı7'ılı-, loıı farklılığııı çok daha yeni olduğumı gösteren molckiil kaıııtlan bıılııııılıı: Yukla�ık S mil­yon yıl önce. Antropologlar yeni kanıtları kabullcnmcktc ılıırııksııdılarsa da, sonunda kabul ettiler.

'

tan ve Türkiye'de bulunan daha eksiksiz durumdaki i irrwkler, insansı olduğu varsayılan özelliklerin yapay olduğunu giist ı � rd i . Ramapithecus'un çenesi kemerli değil , V şeklindeydi; l ı ı ı ve di­ğer özellikler, ilkel bir insansımaymun türü olduğunu giislt�ri­yordu (modern insansımaymunlanrı çerıesi U şeklindedir). Da­ha sonraki akrabası orangutan gibi, Ramapithecus da ağaçlar­da yaşıyordu ve ne iki ayaklı lıir insansımaymun, ne de ilkel bir avcı-toplayıcıydı . Yeni kanı tlar, Ramapithecus'un i rısaııgi l­lerden olduğuna inanan en i naıçı aııtropologları bile yanıldıkla­rına ve Wilson'la Sarich'in haklı olduklarına ikna etmişti: İnsan

22

ailesinin kucusu üyesi olan ilk iki ayaklı insansımaymun, sanıl­dığı kadar eski bir dönemde değil, görece yakın bir zamanda ortaya çıkmı§tı.

Wilson ve Sarich ilk yayınlarında, 5 milyon yıl öncesini bu olayın tarihi olarak göstermi§lerdi, ama günümüzde moleküler kanıtlar, tarihi yakla§ık 7 milyon yıl öncesine atıyor. Ancak in­sanlarla Afrikalı insansımaymunlar arasında olduğu öne sürü­len biyolojik yakınlık fikrinden vazgeçilmedi. Hatta bu ili§ki , öne sürüldüğünden de yakın olabilir. Kimi genetikçilerin, mo­lekül verilerinin, insanlarla §empanzeler ve goriller arasında birbirine e§it üç yollu bir ayrıma i§aret ettiğini dü§ünmelerine kar§ın, ba§ka §ekilde dü§ünenler de var. Onlara göre insanlar ve §empanzeler birbirlerinin en yakın akrabalarıdır ve goriller­le aralarındaki evrimsel uzaklık daha fazladır.

Ramapithecus olayı antropolojiyi iki §ekilde deği§tirmi§ti. İlk olarak, ortak bir anatomik özellikten ortak bir evrimsel bağlantı çıkarmanın tehlikelerini gösterdi. İkinci olarak, Darwinci "pa­ket"e körü körüne bağlı kalmanın budalalık olduğunu kanıtla­dı . Simons ve Pilbeam köpek di§inin §eklini temel alarak, Ra­mapithecus' a eksiksiz bir ya§ am tarzı atfetmi§lerdi: bir insangil özelliği bulunduğunda, bu türden tüm özelliklerin de bulundu­ğu varsayılıyordu. Ramapithecus'un insangil statüsünü yitirme­sinin sonucunda, antropologlar Darwin paketinden ku§ku duy­maya ba§ladılar.

Bu antropolojik devrimin geli§imini izlemeden önce, ilk in­sangil türünün nasıl ortaya çıktığını açıklamak için çe§itli dö­nemlerde öne sürülmü§ bazı hipotezlere de kısaca göz almalı­yız. Popülerlik kazanan her yeni hipotezin, döneminin sosyal iklimini yansıtması çok ilginç bir nokta. Sözgelimi Darwin , ta§ silahların geli§tirilmesinin, teknoloji, iki ayaklılık ve beyin bo­yutunun· büyümesini içeren evrim paketinin ba§langıcında önemli olduğunu dü§ünmܧtÜ. Hipotez hiç ku§kusuz, ya§amın

23

bir sava§ olduğuna ve ilerlemenin giri§imcilik ve çabayla sağ­landığına dair yaygın fikri yansıtıyordu . Victoria Çağının bu etosu, bilime i§lemi§ ve insan evrimi de dahil olmak üzere ev­rim sürecine bakı§ açısını belirlemi§ti .

Yüzyılımızın i lk onyıllarında, Edward dönemine özgü iyim­serliğin en enerj ik günlerinde, bizi biz yapan §eyin beyin ve dü§ünce olduğu söylendi. Bu yaygın sosyal dünya görü§ü ant­ropoloj ide, insan evrimine ba§langıçta iki ayaklılığın değil, bey­nin büyümesinin ivme kazandırdığı fikrinde ifade buldu. ı 940'larda dünya, teknolojinin büyüsüne ve gücüne kapılmı§­tı; dolayısıyla, " Alet Yapan Adam" hi po tezi popülerlik kazan­dı . Londra Doğa Tarihi Müzesi'nden Kennelh Oakley'in öne sürdüğü bu hipolezde - si lah deği l - La§ alet yapımı ve kullanı­mının evrimimiz iç in gerek l i d iirl iiyü sağlad ığı savunuluyordu. Ve dünyanın İkinci Dünya Savw�ı'nın giilgı�s i ıw gi rd iği dönem­lerde, insanlarla i nsansı r ı ıay ı ıı ı ı ı ılar a rasındaki da l ıa karanl ık bir fark vurgulanmaya l ı a§ la ııd ı : l ı in�y i ı ı kend i ı i·ı riiıH� kar§ı §id­det uygulaması . İlk kez A vuslralyal ı a ı ıa lo ı ı ı i l ı i l i ı ı ı l'i Haynı ond Dart'ın öne sürdüğü " Katil M aymunadaı ı ı" fikr i , lwlki de sa­Va§ta ya§anan korkunç olayları açı kl ıyor (ya da l ı a ı ı a , ı nazur gösteriyor) olması nedeniyle, yaygın kabul gördii.

ı 960'larda antropologlar, insan kökeninin anal ı lan olarak avcı-toplayıcı ya§am tarzına yöneldiler. Pek çok a ra� l ırı ı ı a eki­bi , özellikle Afrika' da olmak üzere, teknolojik açıdan i l kı� l mo­dern insan nüfuslarını inceliyorlardı . Bunların arasından en kayda değerlerden biri (hatalı olarak Bushmen di' d ı �rıen) !Kung San halkıydı . Burada doğayla uyum i çinde, doğayı kar­ma§ık yöntemlerle kullanan ve doğaya saygı gösteren l ı i r lıalk imgesi ortaya çıktı . Bu insanl ık göri.i§Ü dönemin çevn�ciliğiyle uyum içindeydi, ama antropologlar, karma avcıl ık ve toplayıcı­l ık ekonomisinin karma§ıklığından ve ekonomik güvenliğinden de etkilenmi§lerdi . Yine de asıl üstünde durulan, avcı l ı kı ı . ı966'da Chicago Üniversiıesi ' rı de, " Avcı Adam" lıa�l ıkl ı önemli bir antropoloji korıfı�ransı gerçekle§tirildi . Toplant ıya

24

egemen olan akım oldukça yalındı : İnsanı insan yapan, avcılık­tır.

Teknolojik açıdan i lkel toplumlarda avcılık genellikle, erkek sorumluluğudur. Dolayısıyla, 1970'lerde kadın sorunu konu­sundaki bilincin gelişmesiyle birlikte, insanın kökenine dair bu erkek merkezli açıklamanın sorgulanmaya başlanması son de­rece normaldi . "Toplayıcı Kadın" olarak bilinen alternatif bir hipotezde, tüm primat türlerinde olduğu gibi, toplumun merke­zinin dişiyle çocukları arasındaki bağ olduğu savunuluyordu . Karmaşık bir insan toplumunun oluşturulmasını, teknoloji ya­ratan ve herkes tarafından payiaşılmak üzere (en başta bi tki) yiyecek toplayan insan dişilerinin inisyatifi sağlamıştı. Ya da, öyle olduğu savunuluyordu.

Bu hipotezler İnsan evrimini asıl başlatan şey konusunda farklı fikirler getirmekle birl ikte, hepsi de, Darwin'in değer ve­rilen belli insan özellikleri paketinin daha ilk baştan oluşmuş olduğunu söylüyorlardı: 1 lala, ilk insangil türünün belli bir dü­zeyde iki ayaklılık, teknoloji ve büyük beyin özelliklerine sahip olduğu düşünülüyordu . Dolayısıyla insangiller, daha başlangıç­tan itibaren kültürel yaratıklardı; lıu nedenle de, doğanın geri kalan kısmından farklıydılar. Oysa son yıllarda bunun doğru olmadığını anlamaya başladık.

Arkeolajik kalıntılarda, Darwinci hipotezin doğru olmadığını gösteren sağlam kanıtlar görülüyor. Darwin paketi doğru olsay­dı , arkeolajik kalıntılarda ve fosil kalıntılarında iki ayaklılığa, teknolojiye ve büyük beyne dair kanıtları aynı anda görürdük. Ama görmüyoruz. Tarihöncesi kalıntılarının ı�k bir yönü bile, hipotezin yanlış olduğunu göstermeye yetiyor: Taş alet kalıntı­ları.

Çok ender olarak fosilleşen kemiklerirı tersine, taş aletlerin yok olması neredeyse olanaksızdır. Dolayısıyla, tarihöncesi ka­lıntılarının büyiik l ıiilümünü taş aletler oluşturur ve en başın­dan itibaren ı.�kııolojinin gelişimi bu aletiere dayanılarak yeni­den oluştunılıır.

25

Bu tür aletlerin ilk örnekleri - çakıl ta§larından birkaç yon­ga çıkarılarak yapılan kaba yongalar, kazıma araçları ve balta­lar- yakla§ık 2 .5 milyon yıl önce ortaya çıkar. Molekül kanıt­ları doğruysa ve ilk insan türü yakla§ık 7 milyon yıl önce orta­ya çıktıysa, atalarımızın iki ayaklı olmalarıyla la§ alet yapmaları arasında yakla§ık 5 milyon yıl geçmݧ olmal ı . İki ayaklı bir in­sansımaymun yaralan evrim gücü her neyse, alet yapma ve kullanma becerisiyle bağlantılı değildi . Ama pek çok antropo­log, 2.5 milyon yıl önce teknolojinin gelݧmesinin, beyindeki büyümeyle aynı döneme denk geldiğine i nanıyor.

Beyindeki büyümeyle teknolojin i n , i ı ı sa ı ıı ı ı kiikeniyle aynı zamanda ol u§mad ığ ı rı ın a ı ı la� ı l ı ı ıas ı , aıı l ropologl a rı yaklaşımla­rını yeniden d ii�ii rı rıwye zorla d ı . Son ıu;ıa yl' ı ı i lı i polc�zler, kül­türden çok biyoloji ter in ı leriy le ol ı ı� l ı ını ld ı ı . B c· ı ı hı ı ı ı ı ı , ınesle­ğimizdeki sağl ıklı bir gel işme olarak giiriiyorıı ı ı ı ; iizl'l l ik le de fi­kirlerin, diğer hayvanların ekolojisi ve davra ı ı ı� ı l ı akkı ı ıda lıil­diklerimizle karşıla§tırılarak sınanmasını sağl adığı i c;i ı ı . B ı ı yak­la§ımda, Homo sapiens'in pek çok özel n i ı el iğc� sahip oldıığı ı n u yadsımamız gerekmiyor. B u niteliklerin gel i şi ı ı ı i ı ı i , laıııarrıe r ı biyoloj ik bir bağlamda inceliyoruz.

Bu anlayı§ olu§tuktan sonra, antropologun i rı sa ı ı ı ı ı kiikenle­rini saplama İ§İ yeniden iki ayaklılığın kökeni üzt�ri ııd c� yoğı ı r ı ­la§tı . Evrimsel dönü§Üm, bu tek olaydan soyutlarıdığ ı ı ıd a bi le, (ABD'deki) Kent Eyalet Üniversitesi'nden analonı i bi l imci Owen Lovejoy'un da beliriliği gibi , önemsiz değildir: Lovejoy, 1 988' de yazdığı popüler bir nıakalı:de, 11 İki ayakl ı l ığa gt�c,:i� , evrim biyolojisinde görebileceğiniz en çarpıcı değişiııılerdt�rı biridir, 1 1 demi§ Lİ. "Kemiklerde, kemiklere güç sağlayarı kasla­rın düzeninde ve kollada hacakların hareketinde önemli dt�ği­§İmler görtilmektedir. 11 insanlarla şempanzelerin !eğen kt�nıik­lerine bakmak, bu, gözlem i doğrulamaya yetiyor: Leğen i nsan-

26

larda kısa ve kutu gibi , §empanzelerdeyse uzundur. Kol ve ba­caklarla gövdede de önemli farklılıklar vardır (bkz. §ekil ı .2) .

İki ayaklılığın gelݧİmİ önemli bir biyolojik dönܧÜm olm�k­tan öte, aynı zamanda önemli bir uyarlanma dönü§ümüdiir. Önsözde de savunduğum gibi, iki ayaklı hareket öylesine önemli bir uyarlanmadır ki, tüm iki ayaklı İnsansımaymunlara 11 insan 11 demekte haklıyız. Bu, ilk iki ayaklı insansımaymun tü­rünün belli bir düzeyde teknolojiye, geli§mi§ bir zekaya ya da İnsanlığın kültürel niteliklerine sahip olduğu anlamına gelmi­yor. Bu niteliklere sahip değildi. Ben - kolların günün birinde elleri n kullanılabileceği §ekilde serbest kalmasını sağlayan- iki ayaklılık uyartanmasının son derece önemli bir evrim potansi­yeli ta§ıdığını ve bu nedenle, öneminin terminolojimizde yer al­ması gerektiğini söylüyorum. Bu insanlar bizim gibi değillerdi, ama iki ayaklılık uyarlanması olmasa, bizim gibi olamazlardı .

Bir Afrikalı insansımaymunda bu yeni hareket §eklinin ge­li§mesini sağlayan evrim faktörleri nelerdir? İnsanın kökenine dair popüler imgelerde çoğunlukla, ormanı terk edip açık sa­vanlara yönelen insansımaymun benzeri bir yaratık görürüz. Bu, ku§kusuz çarpıcı bir imge olsa da, Harvard ve Y ale üni­versitelerinden Doğu Afrika'nın pek çok bölgesinde toprak kimyasını inceleyen ara§tırmacıların da yakın zamanlarda ka­nıtladıkları gibi, kesinlikle yanlı§tır. Büyük göçebe sürülerin dola§tığı Afrika savanları , oldukça gençtir; :3 milyon yıldan da­ha az bir süre önce, ilk insan türünün ortaya çıkmasından uzun süre sonra geli§mi§lerdir.

ıs milyon yıl öncesinin Afrika'sına bakarsak, batıdan doğu­ya uzanan ve aralarında çe§itli maymun ve insansımaymun tür: lerinin de bulunduğu pek çok primata barınaklık eden bir or­m'ari örtüsü görürüz. Günümüzün tersine o dönemde insansı­maymun türlerinin sayısı, maymun türlerinin sayısından çok daha fazlaydı . Ama, sonraki birkaç milyon yıl içinde bölgede ve sakinlerinde çarpıcı deği§iklikler yaralacak olan jeolojik güçler gelişmekteydi.

27

Uzun, kıvnk 1f parmak kemikleri 1 ı

ŞEKİL 1 -2 Farklı hareket şekilleri. Dörtayaklı l ıarekctıcıı iki ayaklı harckdı· gl'�· i� , l w­denin anatomik yapısmda iiı ıcıııli d ı ·� i�ikl ikler olnıasmı gerekı i rı ıwkı q d i . . Sözgelimi, şempanze ve gorillere ı ı ra ı ı l a insanların hacakları dal ıa ı ı zı ı ı ı , kı ıl­lan daha kısa, leğenleri daha bod ur, pa rmaklan daha kısa v� ıli 'ız , l wl l ı i il­gesi daha belirs!zdir. Bilinen eıı l'�ki i ı ısaııgil olaıı Ausıralopithecl/.1 u/inr'/1.1�� hıç kuşkusuz ıkı ayaklıydı, aı ı ıa agaı; larda yaşayanların bazı aııal ı ı ıı ı ı k i izı · l­liklerini cle korumuştu. {Jolııı Flı ·aglc·/A!'ade ıııic Press. )

28

Kıtanın doğu kısmında yerkab uğu, Kızıl Deniz' den gunu­müzün Etiyopya, Kenya ve Tanzanya'sından Mozambik'e doğ­ru bir hat halinde yarılmaktaydı . Sonuçt:lj. Etiyopya ve Ken­ya'da toprak kabardı ve 3000 metreyi aşkın yükseklikte geniş dağlık alanlar oluştu. J3u büyük kubbeler kıtanın topografyasın­dan öJe, iklimini de değiştirdi . Eski tekelüze batıdan-doğuya hava akışını bozan kubbeler, doğuda kalan toprakları yağış ala­nının dışında b_ırakarak ormanları beslenme kaynaklarından yoksun bıraktılar. Aralıksız ağaç örtüsünün bölünmeye başla­masıyla birlikte orman parçacıklarından, ağaçlık alanlardan ve çalılıklardan oluşan mozaik benzeri bir çevre oluştu.. Ama açık otluk alanlar hala enderdi .

1 2 milyon yıl önce süregiden tektonik güçler çevreyi daha da değiştirdi ve kuzeyden güneye doğru uzanan ı,ızun , dolarn­haçlı bir vadi oluştu: Büyük Yarık Vadisi. Büyük Yarık Vadi­si'nin ortaya çıkışı iki biyolojik etki yaratmıştır: hayvan toplu­luklarına doğudan batıya uzanan zorlu bir engel yaratmakta ve zengin bir ekolojik şartlar rnozai�inin gelişmesini teşvik etmek­tedir.

Fransız antrapolog Yves Coppens, doğu-batı bariyerinin, in­sanlarla insansırnaymunl::ırın l ı i r l ı i rl e rinden ayrı olarak evril­mesinde büyük önem taşıdığına inanıyor. " Aynı atadan gelen (insan] ve [insansımaymun] toplulukları ş<.utların etkisiyle . . . ayi"ıldılar. B u ortak ataların batıdaki torunları , yaşama uyarlan­m�larını nemli , ağaçlık ortarnlarda sürdürdüler; bunlar [insan­sımaymunlar]dır. Aynı ortak ataların do�udaki torunlarıysa \ ,açık bir çevredeki yeni yaşamiarına uyarlan mak için yepyeni bir repertuvar yaraıtılar: Bunlar [insanlar]dır. " Coppens bu se­naryoya " Doğu yakasının hikayes i " adını veriyor. ·

Vadinin serin, ormanlık platolar içeren çarpıcı dağlık alan­ları ve sıcak, kurak alanlara l 000 metre i rtifadan birden inive­ren dik, bayırları vardır. Biyologlar bu tür, çok sayıda farklı ha­bitat sJnan mozaik çevrelerin evrimsel yeniliği teşvik ettiğini fark ettiler. Bir zamanlar yaygın ve birbirine benzer olan bir

29

türün toplulukları birbirlerinden ayrılabilir ve doğal seçim sü­recinin yeni etkilerine maruz kalabilirler. Bu, evrimsel değişim reçetesidir. Böylesine bir değişim kimi zaman, yaşama uygun çevrelerin yok olmasıyla, yok oluşa uzanır. Afrikalı insansımay­munların çoğu bu kaderi yaşadılar; günümüze yalnızca üç tür kalabildi: goıj.l_,_ bay�ğı şemQ.!inze ve ciice §empanze., Ama çoğu insansımaymun türünün çevre değişiminden olumsuz etkiten­mesine karşın, içlerinden biri , hayalta kalmasını ve gelişmesini sağlayacak yeni bir uyarlanma şansını yaşadı. Bu, ilk i ki ayaklı insansımaymundu. İki ayaklıl ık hiç kuşkusuz, değişen şartlarda hayatta kalması için önemli avantajlar sağlaınışlı. Antropologla­rın görevi, bu avantajların neler olduğunu bulmaktır.

Antropologlar iki ayaklılığın insan t�vrinı indeki iint�nıini ge­nellikle iki şekilde değt�rlend i ri rl c r : B i r d ii§ii ıı t·e , ii ı ı ayakların serbest kalarak taş ıma iizt·lliği kazanmasını vıırgıılar; diğer dü­şünceyse, iki ayaklılığın eııl 'rji aı;ıs ı ı ıda ıı dalıa < � tkin l ı i r lıareket şekli olması üzeri ııdt� d ı ı rı ı r V <� ta§ı ına yl ' l ı · ıwğini yalnızca, dik duruşun rastlantısal yarı ii riinle ri ıı ı len l ı i r i olarak gii rii r.

Bu iki hipotezdeıı ilki Owen Lovcjoy tarafı ı ı ı l an iin<� sürül­müş ve 1981 'de, Science' taki önemli l ı i r l ı i l ı l i r i ı l ı � yay ınhınmış­tır. Lovejo_y'a göre iki uyaklılık etkin olmayan l ı i r l ıan·kt�l §ekli­dir ve dolayısıyla, taşıma amacıyla geliştirilıııi§ olnıal ı ı l ı r . Taşı­ma yeteneği iki ayaklı insansımaymunlara, d iğt �r insans ını ay­munlara göre nasıl bir rekabet avantaj ı sunmuş olal ı i lir'?

Evrimsel başarı, sonuçta, hayatta kalacak nesil in iin� ı ın eye­bağlıdır ve Lovejoy'a göre yanıt, bu yeni yeteneğiıı nkt�k in­sansımaymunlara, dişi için yiyecek toplayarak ü reııw oraıı ırıı artırma fırsatını sağlamasıdır. Lovejoy, insansımaynı ı ı ı ıları ıı ya­vaş ürediklerini ve dört yılda bir tek yavru yaptıklarını vurgu­lar. İnsan dişileri d� daha ı;ok enerjiye - yani, yiyec<�ğe - ula­şabilmeleri durumunda dal ıa ı;ok nesiller üretebilirler. Erk<�ğin dişi ve yavruları için yiyect�k toplayarak dişiye daha Çok <�nerji sağlaması durumunda dişi , ii rı�nı e çıktısını artırabileeektir.

30

Erkeğin bu eyleminin, bu kez sosyal alanda olmak üzere, bir diğer biyolojik sonucu daha olacaktır. E rkeğin kendi çocuk­larını ürettiğine emin olmadıkça dişiyi beslemesinin Darwinci açıdan erkeğe yararlı olmaması nedeniyle, Lovejoy, ilk insan türünün tekeşli olduğunu ve üreme başarısını artırıp diğer in­sansımaym�nlara baskın gelme yöntemi olarak çekirdek aile­nin ortaya çıktığını öne sürdü. Bu tezini başka biyolojik benzet­melerle destekledi. Sözgelimi, primal türlerinin çoğunda erkek­ler, mümkün olduğunca çok dişi üzerinde cinsel denetim ka­zanmak için birbirleriyle rekabet ederler. Bu süreç sırasında genellikle birbirleriyl� dövüşürler ve silah olarak kullanabile­cekleri büyük köpek cjişleri vardır. Gibonlar erkek-dişi çiftleri oluşturmak gibi en der rası) anan bir özellik �österirler ve - her­halde birbirleriyle kavga etmeleri için bir neden olmamasından dolayı- erkeklerin köpek dişleri küçüktür. Erken insanlarda köpek dişlerinin küçük olması Lovejoy'a göre, gibonlar gibi er­kek-dişi çiftleri oluştuı'duklarının kanıtı olabilir. Yiyecek sağla­ma düzenlemesinin sosyal ve ekonomik bağları da, beynin bü­yümesini sağlayacaktır.

Lovejoy'un büyük ilgi ve destek gören hipotezi, kültürel de­ğil temel biyolojik konulara hitap etmesi nedeniyle güçlüdür. Ama zayıf noktaları da vardır; öncelikle, teknolojik açıdan ilkel halklarda � yaygın bir sosyal düzenleme değildir . (Bu tür toplumların yalnızca o/o 20'si Leke�l idir.) I lipotez bu neden­le, avcı-toplayıcıların deği l ,' Balı Lopl urn u ııuıı lı i r özell iğine da­yandığı iddiasıyla eleştirilmektedir. Bel ki de bunda_rı_ .daha önemli bir eleştiri ise, bilinr-n en erken i r ısaıı türlerinde erkek­lerin, dişilerelen yaklaşık iki kat büyük ol malarıd ır. Beden bo­yut�ndaki iki l ı i �� inıl i l ik (dimorfizm) olarak b i linen bu büyük farklılık, incdcrıcrı Lürn prinıat türlerinde ı,:okkanlılıkla, ya da erkekle�·in di�ilı �rı � ulaşmak için aralanııda rekabet etmeleriyle çakışır; Leke�li t ü rlerde iki biçimliliğe rastlanmaz. Bence bu gerçek bile, ı ı ıı ıu t verici bir kuramsal yaklaşımı çökertıneye yetmektedir vı� kiipck dişlerinin küçük olmasına tekeşlilikten

3 1

başka bir açıklama aranmalıdır . Belki de yiyecekleri çıgneme mekanizması , kesmeden çok öğütme hareketini gerektiriyordu; köpek d işlerin in büyük ol ması bu hareketi zorlaşlı racak ı ı . Lo­vejoy'un h ipo lez i gi/n ii nı üzde, on yıl öncesine göre daha az elestek görmekted ir.

İkinci önemli iki ayakl ı l ık kuramı , kısmen l ıas i ı l i ği sayesi n­de, çok daha ikna edici d i r. Davis, Cal i fornia Ünivt>rsi ıesi'nden antrapolog Peıer Hod man ve Henry Mcl lenry'nin öne sürdük­leri h ipotezde, i k i ayakl ı l ığ ın daha eıkin l ı i r l ıarekeı §ekli sun­ması nedeniyle, değişen çevre §ar ı lar ında da l ıa avanıaj l ı oldu­ğu savunulur. Ormanları n k iiç ii lmes iyl c l ı i rl i kı . � ağa�· l ı k hahitat­larclaki meyve ağaçları gi l ı i y iyec!'k kaynakları , klas i k i nsansı­maymunların etkin §ekild t� yararl anaıı ıayal 'akLırı d enli dağın ık­laşmıştır. Bu h i pol l'ze giirc, i l k i k i ayak l ı i ı ısa ı ıs ı m aym unlar yalnızca harekeı §l'k i l l cr iy l • · i ı ısa ı ıd ı ı lar . l > iyd l t ' l" i ı ı i ı ı dt�ğil , yal­n ızca y iyecek lopla ı ıı a �l ' k i l l t · r i ı ı i ı ı dt ·ği :� ı ı ı i � ol ı ı ıası ıwd t� rı iyle elleri, �:e ıwler i V I' d i §kri i r ı sa ı ıs ı ı r ı a y ı ı ı ı ı ı ı L ı rı L ık i g i l ı i ka l m ı§l ı r.

Pek - çok l ı i yo log I nı d i .ı§ii r ı ( '( : yi l ıa� la ı ıg ı«," la o la r ı a ks ız gör­ınüşl iir; Harvard . Ü rı ivers i les i ' r ıd c r ı ara�l ı r ı ı ı al " ı l a r y ı l la r i ince, i ki ayak üstünde yürümenin dörl ayak i isl i i ıu l t · y i i r i i ı ıwk l l · r ı da­ha az eıkin olacağını göstermişlerdi . ( K t�d isi ya da kiipı ·ği o lan­l ar için bu hiç de şaşı r tıcı bir durum deği l ; I H' r i k i l ı ayva r ı da sahiplerini ' uıandıracak derecede daha hızl ı ko§ar. ) i\ ı ı ıa ! lar­van! araştı rmacıları insanlardaki i ki ayaklı l ığı n l ' l k i ı ı l iği ı ı i al ve köpeklerdeki <lbrL ayakl ıl ığın etkinliğiyle kar§ı la§ l ı r ı ı ı ı�Lırd ı . Hodınan ve McHenry, kan�ılaşlırmanın i nsanlarla § • · ı ı ı paı ızder arası nda yapılması gerektiği ni vu rguladılar. Bu kar§ ıla� l ı r ına yapı ldığında, i nsanlardaki iki ayakl ı l ığ ın şeınpanzelcrdt ·k i 'd iir t ayakl ıl ıklan � çok daha elki rı o iduğı ı görülüyor. Dolay ısıyla, iki ayaklılık yararı na bir doğal sl't; i ı ı ı giicii olarak enerji c ık i r ı l iği lczinin akla yatkın olduğu soı ı ı H · ı ı r ıa vardılar .

i k i ayaklı l ık evrimini lt'�v ik t�dcr ı , l ı i r yandan avcıları izl er­k•·n l ı i r yandan da yüksek ol ları r ı i is l iinden bakabilme vt� gii ıı­di"ı z saatlerinde y iyecek loplarkt · r ı sni rı leyeh i l mek için dalıa el-

32

kin bir durw�a geçme zorunlulukları gibi başka etkenler de ol­duğu öne sürüldü. Ben tüm bu düşüncelerin arasında en inan­dırıcısının, sağlam bir biyolojik temeli olması ve ilk insan türle­rinin evrildiği dönemde gelişen ekolojik değişimlere uyması ne­deniyle, Rodman ve McHenry'ninki olduğunu düşünüyorum . Bu hipotez doğruysa, ilk insan türünün fosillerini bulduğumuz­da, hangi kemikleri bulduğumuza bağlı olarak, bu fosillerin ilk İnsana ait olduğunu fark edemeyebiliriz. Leğen ya da bacak kemiklerini bulmamız durumunda iki ayaklı hareket şekli görü­lür ve " insan " diyebiliriz. Ama kafatasının ve çenenin bazı parçalarını ya da bazı dişleri bulmamız durumunda bunların bir insansımaymuna ait olduğunu düşünebiliriz. Bunların iki ayaklı b ir insansımaymuna mı , yoksa klasik bir insansımaymu­na mı ait olduğunu nasıl anlayacağız? Bu, son derece heyecan verici bir sava-şım.

ı

İlk insanların davranışlarını gözlernek için 7 milyon yıl ön­cesinin Afrika'sına gidebilseydik, 'İnsanların davranışlarını in­celeyen antropologlardan çok, maymun ve insansımaymunların davranışlarını inceleyen primatologlara lanıdık gelecek bir mo­delle karşılaşırdık. İlk ins:c�nlar modern avcı-toplayıcılar gibi göçmen gruplarda aile topluluklan olarak yaşamaktan çok, bü­yük olasılıkla, savan babunları (halıt�ş nıaymunlan) gibi yaşı­yorlardı . Yaklaşık otuz bireyden olwpn gruplar geniş bir arazi­de koordinasyon içinde yiyecek ,avına çıkıyor ve geceleri tepe­ler ya da ağaç kümeleri gibi uygun uyku yerlerine dönüyorlar­dı. Grubun biiyük bölümünü yetişkin dişilerle çocukları oluştu­myordu ve aralannda yalnızca birkaç yetişkin erkek bulunu­yordu. Erkekler sürekli çiftleşme olaı:ıakjan arıyor ve egemen ·

bireyler daha başarılı oluyordu. Y etişkinliğe erişmemiş ya· da düşük seviyelerdeki erkekler, grubun ancak çevresinde yer alı­yor ve kendi l ıaşlanna yiyecek avına çıkıyorlardı . Grubun bi­reyleri iki ayakl ı yürümeleriyle insani bir özellik taşıyor, ama

İnsanın Kökeni, F: 3 33

sav;:ın_ primaLları gibi davranıyorlardı. Önlerinde.._ 7 milyon yıl ��recek ve ileride de göreceğimiz. gibi son dere�� Jillx[Iljl§ık ve k�sin olmayan bir evrim modeli vardı . Çünkü doğal seçim uzun vadeli bir hedefe doğru değil, anlık şartlara göre i§ler. Homo sapien.s sonuçta, ilk i_nsanla_nn Loı_:_��-�l;,ırak ortaya çıklı; ama bunun kaçınılmaz bir- geli§me olduğu da �öylenemezdi .

34

2 . BÖLÜM

KALABALIK B iR AiLE

:ı< Benim hesaplarıma göre Güney ve Doğu Afrika'da, kal ınlı­ların en eski döneminden - yani, yaklaşık 4 milyon yıl ile l milyon yıl öncesi arasından - kalma, çeşitli insan türlerinden en azından bin bireye ait, çeşitli eksiklik düzeylerinde fosil ör­nekleri çıkartıldı ı (daha sonraki tarihlere ait pek çok örnek de bulundu) . Avrasya'da bulunan en eski insan fosilleriyse yakla­şık 2 milyon yaşında olabilir. (Yeni Dünya ile Avustralya' da çok-daha yalan zamanlarda, sırasıyla yaklaşık 20 .000 ve 55.,000 yıl önce insan topluluklan yaşamaya, başlamıştır.) Do­layısıyla, insanın tari!J.bncesi faaliyetinin büyük bölümünün Af­rika'da gerçekleştiğini söylemek yan lış olmayacaklır. An lropo­loglar bu faaliyet hakkında i k i soruya yanı t l ı ıılmrlk--du ıl..ımun­dalar: İlk olarak, 7 milyon yıl öncı�siyl e 2 m ilyon yıl öncesi arasında insan soyağacında hangi tü rler l ı ı ı lıı ıı ı ıyo n l u ve lı ı ın­lar nasıl yaşıyorlardı? İkinci olarak, evri msel a<;ıdan I nı türler birbirleriyle nasıl bir bağlantı iç indeyd i l er '? Yani, i nsan soyağa­cının şekli nasıldı?

Antropolog arkadaşlarım bu sorunlarla ı ığraş ı rkı �n i ki pra tik savaşınıla karşılaşıyorlar. Bunlardan i lk i , Darwin ' in "jeoloj i k kalıntıların aşırı derecede eksikliği " adını verd iği şey. TiirlPrin Kökeni'nde Darwin, kalıntılardaki , fosi l leş rıı ı �y i etkil eyen güç­lerden ve daha sonra kemiklerin çeşitli gii<;lı·n� maruz kal ma­sından kaynaklanan boşluklara bütün bir l ıi il i i ı ıı ayırmışıı . Ölü­nün hızla gömül mesini ve k,emiklerin fos i l l ı,şıııesini olas ı kılan şartlar oldukça enderdir. Eski tortular erozyon sayesinde - sözgelimi, b i r akarsuyun bu tortular arası ııdan geçmesiyle­açığa çıkabilir, ama tarihöncesinin hangi sayfalarının bu yolla yeniden açılacağı lamamen şansa bağlıdır ve sayfalanlan çoğu

35

gözlerden uzak kalır. Sözgel imi , en umut verici erken insan fo­silleri deposu olan Doğu Afrika'da, 4 milyon ile 8 milyon yıl öncesi arasındaki dönemden kalma fosiller barındıran pek az tortu bulunmaktadır. Bu, insan ailesinin kÖkenini kapsaması nedeniyle, insan tarihöncesinin çok önemli bir dönemidir. 4 milyon yıl sonrasındaki dönemden bile, istediğimizden çok da­ha az fosile sahibiz.

İkinci sava§ım , fosil örneklerinin çoğunun küçük parçalar - bir beyin kutusu parçası, bir yanak kemiği, bir kol kemiği parçası, çok sayıda di§-· halinde buluıımasıdır. Böylesine ye­tersiz kanıtlardan türlerin saptanması çok zor, kimi zaman da olanaksız bir i§tir. Sonuçta olu§an bel i rs iz l i k , hem türlerin sap­tanmasında hem de türler arası ndaki l ıağla ı ı ı ı l arın belirlenme­sinde pek çok bil.imsel giirii§ fark l ı l ı ğ ı doğıı ıas ı ı ı a yol açar. Ant­ropolojinin taksonomi ve dizgd ı i l i ın olarak l ı i l i ı ı c ı ı I nı alanı ay­nı zamanda, en çeki§mdi ala ı ı ları ı ıda ı ı l ı i r i d i r . Bu konudaki çok sayıda tarlı§marı ı rı ayrın ı ı lan ı ı ı vı �r ı ı ıck lc ı ı kaı; ı ı ı acak ve bu­nun yerine, ağacın genel §ekl i rı i ta ı ı ı ı ı ı l a ı ııak i izni ı ıdı� yoğunla­§acağım.

Afrika'daki insan f�illeri kal ıntılarına dai r l ı i lg i l ı � r , I <J21' te Raymond Dart'ın ünlü Taung çocuğunu buldı ığı ı ı ı ı ı d ı ıyıırma­sından ba§layarak, yava§ yava§ geli§mݧtİr. Eksik l ı i r çocuk ka­fasını - bir beyin �utusu parçası, yüz, alt çene V<� l wyi rı kafe­si - içeren örneğe bu adın verilmesinin nedeni , C ii ı wy Afri­ka'daki Taung kireçta§ı ocağında bulunmasıdır. Tw� ocağı Lor­tuları için kesin bir tarih saplanamasa da, bilimsel ıa l ı ı ı ı i rı lere göre çocuk, yakla§ık 2 milyon yıl önce ya§amı§tır.

Taung çocuğunun kafasında küçük bir beyin ve �� ık ı ı ı ı ı l ı bir çene gibi insansımaymun benzeri özellikler bulunmas ına kar­§ın Dart, insansı özellikler de ke§fetmi§tİ : çene insarısııııay­munlardakine göre daha az çıkıntılı, yanak di§leri düz ve kö­pekdi§leri küçüklü . En önemli kanıtlardan biri, " forameıı ınag­num" denilen; kafatasının tabanında, omuriliğİn omıı rgaya

36

geçtiği deliğİn konumuydu. İnsansımaymunlarda bu açıklık, beyin kutusu tabanının görece aşağı kısımlarında yer alır; in­sanlardaysa, merkeze çok daha yakındır. Bu fark, i nsanların iki ayaklı duruşunu yansı tır. İki ayaklı duruşta kafa omurganın üzerinde dengelenir, insansımaymunlardaysa öne doğru eğili r. Taung çocuğunun 11 fo ram en magnum 11 u, çocuğun iki ayakl ı bir insansımaymun olduğunu gösterecek şekilde, merkezde yer alıyordu.

Dart, Taung çocuğunun insangillerden olduğuna emindi gerçi , ama profesyonel antropologlar fosilleşmiş bireyin eski dönemlerden bir insansımaymun değil , i nsanın atalarından biri olduğunu ancak, neredeyse çeyrek yüzyıl sonra kabul etti ler. Afrika'nın insan evrim inin gerçekleştiği yer olarak görülmesine karşı duyulan önyargı ve böylesine insansımaymun benzeri b ir şeyin insan geçmişinin parçası olabileceği fikrine duyulan tep­ki , Dart'ın ve keşfinin uzun s ii re an lropoloj ik açıdan unutulma­ya terk edilmesine yol açnl l§l.ı . Antropologların hatalarını fark ettikleri dönemde - 1 91-0'ları n sonları - Dart'a İskoçyalı Ro­bert Broom da katılmıştı ve i kisi lı i dik te , Güney Afrika'daki dört mağara sitinde - Sterkfonıı � i ıı , Swarıkrans, Kromdraai ve M akapansgat- çok sayıda erken i nsan fos i l i l ı ııl mu§ lardı. Dö­nemin antropoloji geleneğini i zl eyt' ı ı Darl vı· Broonı buldukları tüm fosiliere yeni bir tür adı verd i l ı � r; l ıi iylt ' l ' < � , :� m i lyon ile 1 milyon yıl öncesi arasında Güney A frika'da, ı,:ok ı,:e§i t l i insan türlerinden oluşan gerçek bir hayvanal l ıalıçı·si ı ı in var olduğu kısa sürede anlaşıldı .

Antropologlar l950'lerde, önerilerı i nsa ı ı!!:i l l i i rl ı�r i fazlalığı­nı gidermeye karar verip içlerinden yal n ızl 'a ikisi n i tanıdılar. Her i kisi de el l ıettc iki ayaklı insansımayııı ı ı ı ı l a rdı ve yine her ikisi de Taıı ng ��ocuğu gibi insansımayrı ı ı ı ı ı I H' r ı zcr i özellikler taşıyorlardı. i ki l i i r arasındaki temel fark <,;< � ı ıcl cri ve di§leriydi : her i kisinde dı� ��cıw ve di§ler büyüktü, anıa iı; lcri nden biri , di­ğerinin çok da lu ı iri lı ir çeşi tlemesiydi . Dal ıa i nce yapılı olan türe, Dart'ın 1 1J2 :J ' ıe Taung çocuğuna Lak ı ığ ı ad olan Australo­pithecus afrimll /1.� adı verildi; bu terim, 11 Al'rikalı güney insan-

37

sımaynıunu" anlamına gelmektedir . Daha iri olan türeyse Aust­ralopithecus robustus {iri güney i nsansımaymunu) adı verildi (bkz. şekil 2-1 ) .

Dişierin yapısı , africanus v e robustus'un çoğunlukla bitkiler­le beslendiklerini gösteriyordu. Y anak dişleri, insansımaynı un­ların görece yumuşak meyveleri ve diğer bitkileri yemeye uyar­lanmış sivri uçlu dişlerinin tersine, öğütme yüzeyi olabilecek şekilde düzleşmişti . Benim de düşündüğüm gibi ilk insan türle­ri insansımaymunla aynı türden diyetlerle beslendilerse, dişle­rinin de insansımaymununkilere benzemesi gerekmektedir. 2 milyon ile 3 milyon yıl öncesi arasında insan diyeıi sert meyve­ler ve sert kabuklu yemişler gibi daha kat ı besinler içermeye başlamış olmalı . Bu da neredeyse kesin l ikle , A. ustralopithe­

cus 'un insansımaymunlara oranla daha kurak l ı i r ortamda ya­şadıklarını gösterir. İri t ii rl ı �r i ı ı azıd işle r i n in l ı i iy i ikl i iğii , yediği besinierin özel l ikle sert olduğı ımı ve aşır ı d c � rc � l ' ı ·dı � iiğii tiilnıesi gerektiği n i d iiş iind i iriir; l ı ı ı ı ı l ara " iiğii t ii l ' i i azıd işl ı �r i " derı nıesi­ne şaşmarnal ı .

Doğu Afrika'daki i lk e'i-ken ınsan fosi l l l ' r ini Ağustos l 959'da Mary Leakey buldu. Leakey, Olduvai Boğazı' rıdaki tortuları otuz yılı aşkın bir süre araştırmanın iid i i l i in ii , C iiney Afrika'daki iri A ustralopithecus türündekine lwnzn dı ·ğ ir ınen­taşı azıdişlerini bularak �dı. Ama Olduvai bireyi , Ci"ı ı ı ı �y A fri­kalı kuzeninden de iriydi . Bu uzun arayışta Mary'yl ı � b irl i kte yer almış olan Louis Leakey bu örneğe Zinjantlım1m.� boisei adını verdi; cins adı 11 Doğu Afrika adamı 1 1 anlamına gc·l m ekte­dir ve boisei de, babamla 'annemin Olduvai Boğazı i l ı � l ıaş�a yerlerdeki çalışmalarını destekiemiş olan Charles Boisc � 'a giin­dermedir. Zinj adı verilen bi reye uygulanan ilk modnn jeolo­jik tarihierne sonucunda, ] .75 milyon yıl önce yaşamış olduğu saptandı. Zinj'in adı sonraları , Australopithecus robustııs ' un Doğu Afrika çeşitlernesi ya da eoğrafi değişkeni olduğu varsa­yımıyla, Australopithecus bo�H�i ' e dönüştürüldü .

38

Aııstralopiı/ıecııs robııstıu Oksu çıkıntı (erkek)

S c m

ŞEKiL 2.1

Aııstralopiılıecııs africamıs Çıkıntı yok

Daha dik alın

l lalıa uzun burun

Australopiıhecııs kuzeııler. A usıralopiıhecus robustı�1 (ve lıoisei) ile africanus arasındaki lcrııel fark, ÇPrıe yapısını, yanak kenıiklt'riıı i ve ilgili kas bağlantı­lannı içeren çiArU'rııe rııekaniznıalandır. Robustı�l t i"ı rii, yoğun bir çiğneme gerektiren scı1 l ı i tkisd l wsi ııleri içeren bir diyete uyarlaıınıı§ll. (A. Walker ve R.E.F. Leakey/.'icimti/ic American, 1978, ti"ım Irakları saklıdır.)

39

Adlar kendi içlerinde çok da önemli değildir. Önemli olan, aynı temel uyarlanmaya, yani i ki ayaklılığa, küçük bir beyne ve görece büyük yanak dişlerine sahip pek çok insan türü gör­memizdir. Turkana Gölü'ne yaptığım ilk keşif gezisinde, ı 969'da kuru bir akarsu yatağında bulduğum beyin kutusun­da da aynı özellikle vardı .

İskeletİn çeşitli kemiklerinin boyutlarından, Australopithe­

cus türünün erkeğinin, dişiden çok daha b iiyük olduğunu anlı­yoruz. Eşierin boyu yalnızca ı 20 cm' e ı ı hı]ı rken, erkekler ı 50 cm'den uzundular . Erkekler diş i ler i tı iki k a ı ı ağırl ıkta olmalı­lar; bu, günümüzde kimi savan l ı al ı ıı ıı ları ı ıda giirdüğümüz tür­de bir farklılık. Dolayısıyla, lı u.�tralnpitlı l'l'lls ' ı ı ıı sosyal örgüt­lenmesinin babunlardakine I H� ı ızı �diği ı ı i vı� da l ıa iiııceki bölüm­de de beliıtildii!;i gi l ı i , ı�gc r ıwrı ı · rkckl ı �ri ı ı olgı ı ı ı d i] i lere ulaşa­bilmek için rekal ıd e l l i kleri n i ı a l ı r ı ı i ı ı ı � ı l ı - l ı i l i r i z .

Zinj ' in l ı ı ı l ı ı n ııı as ı ı ı da ı ı l ı ir y ı l so ı ı ra , ağa l wy i ı ı ı .l o ı ıa lhan' ın y ine Olduvai Boi!;azı'ııda l ıa]ka l ı i r i ı ı sa ı ıg i l ı · ; ı i ı l ı i r l ıcyin kutu­su parçası bul ması yl a l ı i rl i k l ı� , i ı ı sa ı ı'H ı l a r i l ı i i ı ın·s i i y i ( '( � karma­şıklaştı . Beyin kulusunun giirece i ı ıcc ol ı ı ıas ı , l ı ı ı l ı i n�y in lıili­nen diğer tüm Australopithecus türler i ı ıdı � ı ı d a l ı a i ı ı ( ' ( � yapılı ol­duğunu gösteriyordu. Yanak dişleri daha kiiı,; i i k vı· ı · ı ı i i ı ı ı�ml i­si, beyni neredeyse o/o 50 daha büyükLü . Bal ıa ı ı ı , lı ustm.lnpit­hecus'un da İnsan geçmişinin bir parçası ol m as ına ka r�ı ı ı , i leri­de modern insana ulaşan soyu bu yeni örneğin ı ı · ı ı ı s i l l ' l l iği so­nucuna vardı . Meslektaşlarından gelen yoğun İ l i raz iara kar]ın, bu örneğe Homo habilis adı n ı takmaya karar vı �n · n · k , I ' İ ı ı s in saptanmış i lk erken üyesi hal ine getirdi . ( "Y elenekl i i ı ı sa ı ı " an­lamına gelen Homo habilis adını kendisine l{ay ı ı ıo ı ı ı l Darl önermiştir ve söz konusu ad, lı ı ı Lii rün alet ürettiği v ; ı rsa y ı r ı ı r ıı a gönderme yapmaktadır.)

İtirazlar pek çok açıdan, gizl i kaygılara dayanmakıayd ı ; l ıu denli gürültü kopmasının ııı�d ı · ı ı i kısmen, yeni fosile llnnw adı­nı vermek için Louis' in, eirısı� d a i r kabul edilen tanımı dı·ği]I İ r­mek zorunda kalmasıy< l r . ( ) gi i ı ı ı� dek, İngi l iz antropolog S i r

40

Arthur Kei th'in önerdiği standart tanımda, Homo cinsinin be­yin kapasitesinin 750 cm;1 'ü bulması ya da a§ması gerektiği belirtilmekteydi; bu, modern insanlarla insansımaymunlar ara­sında ara bir rakamdı ve insanın beyin hacmi e§iği olarak bili­niyordu. Olduvai Boğazı'nda bulunan yeni fosilin beyin kapasi­tesinin· yalnızca 650 cm:ı olmasına kar§ın Louis, daha insansı {yani, daha az iri) beyin kutusu nedeniyle, bunun Homo oldu­ğu sonucuna varmı§tı. Dolayısıyla, beyin hacmi e§iğinin 600 cm 3 indirilmesini önererek, yeni Olduvai insangilini Homo cin­sine kabul etmi§ti. Bu taktik hiç ku§kusuz, hemen ardından olu§an §iddetli tartı§manın duygusal düzeyini yükseltti . Ama sonuçta, yeni tanım kabul edildi . (Sonraları, 650 cm3'ün Ho­

mo kabilis' teki ortalama yeti§kin beyni için küçük ve 800 cm3'ün daha doğru bir rakam olduğu anla§ıldı.)

Bilimsel adlar bir yana bırakıl ırsa buradaki önemli nokta, bu bulgulardan geli§tirilmeye ba§lanan evrim modelinde iki te­mel erken insan tipi bulunmasıd ı r. Tiplerden birinde beyin kü­çük ve yanak di§leri büyükLü (çe§ i t l i A ustralopithecus türleri); ikinci tipteyse daha büyük bir l ıey in ve daha küçük yanak di§­leri vardı (Homo) (bkz. §eki] 2 .2 ) . 1 kr ik is i de ik i ayaklı insan­sımaymunlardı, ama Ilanıo'nun evrim i nde hiç ku§kusuz, olağa­nüstü bir §ey oiU§ffill§tU. Bu " §eyi " l ı i r sonrak i bölümde daha ayrıntılı olarak inceleyeceğiz. Her ne o lursa o lsun, i nsan tarihi­nin bu noktasındaki -yani, yakla§ ık 2 mi lyon y ı l iin ee- soya­ğacının §ekli konusunda antropologlar old ı ı kça kıs i l lıir anlayı­§a sahiptiler: Ağaçta iki ana dal vard ı : t iiın i·ı 1 ı ı ı i lyon yıl önce yok olan Australopithecus türleri ve so ıı ı ı nd a l ı izı� kadar ula§an Homo .

Fosil kal ın t ı ları n ı i ııcelemi§ olan biyologl ar, yeni bir türün yeni bir uyarlan rı ıayla ortaya çıkması durı ı ı ı ı u nda, sonraki bir­kaç milyon yıl i �� i ı ıde, bu ilk uyarianmanın çı�§ i Liemelerini yan­sıtan torun türlerin in görüldüğünü bil i rler; lıuna, uyarianma

41

S cm '-------'

ŞEKiL 2 .2 Erken Homo . Mi"ızeye gi rıııe sayısı olan 1 170 adını ta�ıyan lıı ı fosil l 9 72'de Kenya'da bıılıındıı . Yakla�ık 2 ı ı ı i lyoıı yıl iiı ıı..- ya�anı ı�t ı vı· 1/omo habili.s'in en eksiksiz erken iirııı·giyd i ; lı ustr.ı/ojlitlll·ı·u.l 'a manlo ı l wyindı: daha fazla bir büyi'ı ı ııc ve di� l.,rdc k i'u; i 'ı l ı ı ı ı · giiri.ı l i.ı r. ( i\ . Walkn vı· H . F:.F. Lc-akey/Scierııifıc lımı•rimn , 1 'J 7B, t i'ı ı ı ı l ı a k l a rı sak l ıd ı r . ) "

ışınımı adı verilir. Cambridge Ü nivcrsi l ı ·si ' ı ı dı · ı ı a ı ı l ropolo� Ho­bert Foley, iki ayakl ı i nsansımaymunları ı ı ''v r i ı ı ı l a r i l ı i ı ı i ı ı al ışıl­mış uyarianma ışın ımı modelini izlemiş .ol maları d ı ı rı ı ı ı ı ı ında, grubun 7 milyon yıl önceki kökeniyle gii n ii nı iiz a rasında c ı ı az on altı Lürün olması gerektiğini hesaplamıştır. Soyağacı l l 'k bir gövdeyle (kurucu türler) başlar, zaman içinde Y�' t ı i l i i rl ı · r in ev­rilmesiyle yayılır ve türlerin yok olmaların ın soı ı ıw ı ı ı ıda dal la­rın azalmasıyla, geriye tek b i r dal kalır: Homo saJJil't ls . Hii l ii n bunlar, fosil kayıtlarından öğrendiklerimize ne şeki ldı · ı ı y ı ı yor'?

Homo habilis ' in kabul ed i l mes inden sonra uzuıı y ı l l a r lıo­yunca, 2 milyon yıl önce ii�: !tustralopithecus ve bir 1/onw l ii r ü olduğu düşün üldü. Tarihön! 'cs i ı ı in bu döneminde soyağacı n ı n son derece kalabalık ol mas ın ı l ıl'kleyebiliriz; öyleyse, a y n ı an­

da sadece dört tiiriin var o lması pek olası görün müyor. Cer­çekten de yakın zamanlarda -yi' ni keşifler ve yeni düşii ı ı i işler sayesinde- o dönernde t· ı ı az diirl A ustralopithecus tür i in i in ,

4 2

iki ya da hatta üç Homo türüyle yan yana yaşadığı anlaşı ld ı . Bu tablo �enüz tam anlamıyla kesinleşmiş değil, ama eğer insan türleri de diğer büyük memeli türleri gibiyse (ki tarihin o döne­minde öyle olmamaları için hiçbir neden yok), biyologların beklentileri bu şekilde olacaktır . Burada şu soruları sormalıyız: 2 milyon yıl öncesinden önce ne oldu? Soyağacında kaç dal vardı ve neye benziyorlardı?

Daha önce de belirttiğimiz gibi, 2 milyon yıl öncesinden i ti­baren fosi l kalıntıları azalıyor ve 4 milyon yıldan öncesine indi­ğimizde sayfa iyice kararıyor. Bilinen en erken insan fosilleri­nin tümü Doğu Afrika'da bulunmuştur. Turkana Gölü'nün do­ğu kısmında 4 milyon yıl öncesine ait bir kol kemiği, bir bilek kemiği, çene parçacıkları ve dişler bulduk; Amerikalı antropo­log Donald Johnson ile arkadaşları da Etiyopya'nın Awash böl­gesinde yaklaşık olarak aynı yaşta bir lıacak kemiği bulmuşlar­dı. Bunlar, insanoğluna ait erkt· rı tarihiincesinin yeniden yara­tılması için çok yetersiz ipuçları . Aı ı ıa kal ıntıların ender görül­düğü dönemin de bir istisnası var: Et iyopya'nın Haclar bölge­sindeki, 3 milyon ile 3 .9 milyon yıl ii ııcesinden kalma zengin fosil koleksiyonu .

l 970'lerin ortalarında Maurice Taic l ı il ı� Johanson'ın baş­kanlığındaki ortak bir Fransız/Amerikan c�ki l ı i , aral arında Lucy olarak bil inen küçük bir bireyin iskelet inin l ı i r l ıöli imünün de yer aldığı yüzlerce şaşırtıcı fosil kem iği IH ı ld ı ı lar (lıkz. şekil 2 .3) . Öldüğünde olgun bir yetişkin olar ı Lıwy 'nin l ıoyu ancak 90 cm'di, uzun kolları ve kısa bacaklarıyla i ı ısans ımaymun benzeri bir yapıdaydı . Bölgede bulunan diğı·r fosiller, 1 50 cm'i aşan boylarıyla çoğunun Lucy'den dalıa ı ız ı ın olduklarını göstermekten öte, yaklaşık bir milyon yıl sonra Ciiney ve Doğu Afrika'da yaşayan insangillere oranla bazı a��ıl ardan - dişlerin büyüklüğü ve yapısı, çıkıntılı çene- insansı ı ı ıaymuna daha faz­la benziyorlanl ı . i ı ısaı ı ın kökenine yaklaşt ık��a görmeyi bekledi­ğimiz manzara da zaten buydu.

43

ŞEKiL 2.3 Lucy. Lucy olarak bilinen bıı eksik iskcleıi Maurice Taieb ve Donald Johan­son ile arkadH§ları 1974'ıe Eıiyopyu'ılu buldular. Bir di§i olan Lııcy' ı ı i ı ı ho­yu 90 cm'di. Tiiriinün erkekleriyse ııııa �öre çok daha uzundu. Lııcy, ] mil­yon yıldan biraz fazla bir siire öııı·ı· yıı§ıımı§lır. (Cleveland Doğa Tari lıi M ii­zesi)

44

Haclar fosillerini ilk gördüğümde iki ve belki de daha fazla türü temsil ettiklerini sandım. 2 milyon yıl öncesinde gördüğü­müz tür çeşitliliğinin, bundan da bir milyon yıl önceki , Austra­lopithecus'la Homo'yu da içeren benzer bir çeşitlilikten kay­naklandığını düşündüm. Fosiller hakkındaki ilk yorumlarında Taieb ve Johanson, evrimimiz için bu modeli desteklemişlerdi. Ama Johanson ile California Üniversitesi'nin Berkeley kampu­sundan Tim White, incelemeleri sürdürdüler ve Ocak l 979'da Science dergisinde yayınlanan bir bildiride H aclar fosillerinin çeşitli ilkel insan türlerini temsil etmediğini , Johanson'ın Aust­ralopithecus afarensis adını verdiği tek bir türe ait kemikler ol­duğunu savundular. Önceleri farklı türlerin varlığına kanıt ola­rak gösterilen geniş beden boyutu aralığı şimdi yalnızca cinsel ikibiçimiilik olarak yorumlanıyordu. Sonraları gelişmiş bilinen tüm insangil türlerinin bu tek türden geldiğini söylüyorlardı. Bu cesur iddia pek çok meslektaşımı şaşırttı ve uzun yıllar sü­recek bir tartışma başlattı (bkz . şekil 2 .4.) .

O dönemden bu yana pek çok antropologun Johanson ve White'ın senaryosunun muhtemelen doğru olduğuna karar ver­melerine karşın ben, iki nedenden iitiirü, senaryonun yanlış ol­duğuna inanıyorum. İlk olarak, I l adar fosillerindeki boyut far­kı ve anatomik çeşitlilik, tek bir türü Lt�msil ederneyecek denli fazladır. Kemiklerin iki ve belki de iiç türden geldiğini kabul etmek çok daha mantıklı olacaktır. I l adar fosi l lerini bulan eki­bin üyelerinden Yves Coppens da bu dü�ünı:ededir. İkinci ola­rak, senaryo, biyolojik açıdan mantıklı değildir. İnsanlar 7 mil­yon ya da hatta yalnızca 5 milyon yıl önce ortaya çıktılarsa, 3 milyon yıl önceki tek bir türün daha sonraki l i im türlerin atası olması son derece alışılmadık bir durum olacaktır . Uyarianma ışınımının tipik �ekli böyle olamaz ve Lersine bir kanıt bulma­dıkça, insan tarihinin de tipik modeli izlediğini düşünmek du­rumundayız.

Bu sorunun herkesi memnun edecek �ekilde çözülmesinin tek yolu 3 milyon yıldan daha eski yeni fosillerin keşfedilmesi

45

ve incelenmesi olacaktır ki bu, l 994 başlannda mümkün gö­rünüyordu. 1 ladar bölgesindeki fosil zengini sitlere politik ne­denlerden ötürü on beş yıl boyunca yeniden gidemeyen Johan­son ve arkadaşları, 1 990'dan bu yana üç keşif gezisi yapabil­diler. Çabaları büyük bir başanya ulaştı ve aralarında ilk ek­siksiz beyin kutusunun da yer aldığı elli üç fosil örneği buldu­lar. Yeni bulgular, daha önce bu dönemde görülen modeli

A. robı�•t�<• n 9 l A. b,;,.;

A. afarensL�

H. sapiens

H. erectus

H. habilis

A. robıL•tu.s

A. africantt .. "i A. boisei A. afaremis

Homo .•pi'

ŞEKil 2.4

? A

Bugün

2 "· c o ,;,.

:ı -7.

5 B

Soyağaçları. Sonuçta ortaya çıkan ı'vriııı tarihinin genel yapısı aynı olsa da,

farklı akademisyenler mevcut fosil kanıtiarına farklı yorumlar gı · ı iriyorlar. Burada iki çe§itlcme basitle§tirilııı i� l ıa lde gösteıilmektedir. Ben, 1/omo C"insi örneklerinin en eski insan fosilieri arasında yer aldığı B çe§itlcnıesini l t 'rcilı ediyonım; bu, bizim Homo halıilis olarak bildiğimiz tiiriin atası olmalıdır. Fosil kalıntıları, insanın, molehılı ·r p;ı·ıwtik kaıııtlardan anla§ıldığı kadarı yla

yakla§ık 7 milyon yıl önce gcn;t'klqmi'i kiikenine dek uzanmıyor.

46

-gen i§ bir beden boyutu aralığı - doğruluyor ve hatta geli§tiri­yordu . Bu gerçek nasıl yorumlanacaktı? Bir ya da daha çok tür sorun, çözüme kavu§manın e§iğinde miydi?

Ne yazık ki , böyle olmadı. Daha önce bulunan fosillerdeki boyut aralığının erkeklerle di§iler arasındaki büyüklük farkın ı gösterdiğini dü§ünenlere göre, yeni bulgular bu dü§ünceyi des­tekliyordu. Böylesine geni§ bir boyut aralığının tür içindeki farklılıklara değil , türler arasındaki farklılığa i§aret ettiğini dü­§Ünenlerimize göre ise yeni fosiller bu görÜ§Ü güçlendirmek­teydi . Dolayısıyla, 2 milyon yıl öncesinden önceki soyağacının §ekli hala çözülmemi§ bir sorun olarak görülmelidir.

l 97 4' te Lucy'nin eksik i skelet inin bulunması , erken bir in­sangildeki iki ayaklı harekete anatomik uyarianma düzeyine bir i lk bakı§ olanağı sunar gib iydi. Yakhı§ık 7 milyon yıl önce orta­ya çıkmı§ olan ilk i nsangil L iirü tanı m gereği , sıradan bir iki ayaklı insansımaymun olmalıyd ı . A m a Luey iskeletinin bulun­masına dek antropologlar, 2 mi l yon y ı ldan daha ya§lı bir insan türünde iki ayaklılığa da ir soııı ı ı l l ı i r kanı la sah ip değillerdi. Lucy'nin iskelelindeki !eğen, bacak ve ayak kem ikleri bu soru için çok önemli ipuçlarıydı.

Leğenin §ekli ve uyluk kerniğiyl ı � d iz a rası ndaki açı , Lucy ile arkada§larının bir tür dik yüriiyii§•� ı ı yarla ı ı ı ı ı ı § olduklarını göstermektedir. Bu anatomik özel l i k ler i ı ısa ı ıs ımaymundan çok, insana özgüydü. Kemikler iiwri ı ıd l' ilk a ı ıa lo ın ik ineele­rneyi yapan Owen Lovejoy gerçeklerı dı � , l i i ri i ı ı ik i ayaklı hare­ketinin, bizim yürüyü§ §ekl imizden ayı rt ı ·d i l ı · ı ı ı cyeeeği sonu­cuna vardı. Ama herkes onunla aynı fikirdı· d . -ğ i ldi . Sözgel imi, New York Eyald Ün i versi tesi 'n in Sıo ı ı y Hrook bınpusundan iki anatoın i bi l imc i , Jack Stern ve Ha ı ı ı b l l Sı ı s ı ı ı an , l 983'te hazırladıkları i i ı ıc ıı ı l i bir bildiride Lııcy ' ı ı i ı ı a ı ıa lonı is ine dair farklı bir yorı ı ı ı ı sundular: "Tam zaıııa ı ı l ı ik i ayakl ıl ığa doğru uzun bir yol al ı ı ı ı � , a ı ı ı a beslenınek, uyu ıı ı ; ık ya da kaçmak için ağaçlan eık i ı ı l ı i.,. i ı ı ıd t: ku l lanmasın ı sağlaya . . ;ık yapısal özellik-

47

leri de korumuş bir yaratığa tamamen uygun özellikler bileşi­mine sahiptir. "

Stern ve Susman'ın kendi vardıkları sonucu doğrulamak için kullandıkları önemli kanıt parçacıklarından biri, Lucy'nin ayaklarının şekliydi : kemikler, insanlarda · görülmeyen ama in­sansımaymunlarda görülen bir şekilde kıvrıklı; yani ağaçlara tırmanmayı kolaylaşlıracak bir yapıdaydı . Lovejoy bu görüşü gözardı eder ve kıvrık ayak kemiklerinin yalnızca, Lucy'nin in­sansımaymun benzeri geçmişinden kalma bir evrim kalınıısı ol­duğunu öne sürer. Bu iki karşıt saf, farklı görüş açılarını on yılı aşkın bir süre şiddetle savundular. Ardından, 1 994 başların­da, aralarında hiç beklenmedik bir kaynaklan gelen delillerin de bulunduğu yeni kanıtlar In ı den�eyi dcği� t i rd i .

İlk olarak Johanson ile a rkada�la rı , A u.�tralopithecus afaren­sis'e atfeuikleri, üç mi lyon ya�ı ı ıda ik i kol kemiği , bir dirsek kemiği ve bir üstkol kemiği l ı ı ı ld ı ıkları r ı ı :u;ık lad ı l a r. Bireyin güçlü olduğu �örii l iiyordıı vı� kol kı · r ı ı i klı ·ri ı ıd l ' bazı iizd l i kler, şempanzelerdeki özel l ik lere benziyor, l ıazı l a rı da farkl ı l ı k gös­teriyordu. Londra'daki Un ivers ity Collı ��� � ·daı ı l .ı ·�·d i ı � Aidlo bu keşif hakkındaki yorumlarını Natun� dı�r�isi ı ıdl ' yayı nladı : "A. afarensis dirsek kemiğinin mozaik morfoloj is i , yoğı ı ı ı kasl ı ve iri üstkol kemiğiyle birlikte, ağaçlara t ırrııa ı ıa ı ı a ı ı ıa ayn ı za­manda yere indiğinde iki bacağı üstünde yii ri"ıyı · ı ı b i r yaratık için idealdir . " Benim de destekiediğim bu giirii�, l .ovı·joy yan­claşiarına ters düşmekte ve Susman yandaşlarına ı ı y ı ı ıak ıad ı r.

Bu erken insanların iç kulak anatomisinin ayrı ı ı ı ıl ar ı ı ı ı sap­tam"!k amacıyla bilgisayarlı eksen tomografisinin (CAT ta rama­sı) kullanılmasıyla birl ikte, hıı �öri.i�ü destekleyen l ıa�ka kanıt­lara da ulaşıldı . İç kulak anatomisinin bir bölüm ün ii , C !-iı ·kl in­de üç tüp -yarım daire kanalltı n - oluşturur. Kanal ları n b ir­birlerine dik olarak düzenlt�nd iği ve ikisinin dikey d urdı ığ ı ı Inı

yapı, beden dengesinin korı ıı ı rııasında temel bir rol oynar. Li­verpool Üniversitesi 'nden Fred Spoor, 1 994 Nisan' ında �er­çekleştirilen bir antropolo�lar toplantısında insan ve i ı ısansı-

48

maymunlardaki yarı m daire kanal ları tanımladı. İki dikey ka­nal insanlarda, insansımaymunlara oranla çok daha büyüktür. Spoor bu farkı, iki ayaklı türlerdeki dik dengenin getirdiği ek taleplere bir uyarianma olarak yorumluyor. Ya erken in!-;an türleri?

Spoor'un gözlemleri gerçekten şaşırtıcı. Homo cinsinin tüm türlerinde iç kulak yapısı, modern insanların iç kulak yapıs ın­dan ayırt edilemiyor. Aynı şekilde, tüm A ustralopitlıecus türle­rinde de yarım daire kanallar, insansımaymunlardakilere ben­ziyor. Bu, A ustralopitlıecus'un insansımaymunlar gibi - yani, dört ayak üstünde- hareket ettiği anlamına mı gel iyor? Leğen yapısı ve bacaklar bu sonuca uymuyor. Annemin 1 976'da yaptığı önemli bir keşif de öyle: Yaklaşık 3. 7 5 milyon yıl önce bir volkanik kiil Lalıakasında oluşmuş son derece insansı ayak izleri . Yine de, iç kulak yapısı alışılmış duruş ve hareket şeklini gösleriyorsa, l ıu , A u..1tralopit lwnt.l 'un , Lovejoy'un savunduğu ve hala savu n may ı s i i rd i i rd iiğii g i l ı i lam olarak bize benzerne­diğini düşündürüyor.

Lovejoy bu yoru mu savunarak, an l ropologlar arasındaki, bu bölümlin başlarında sözünü el l iği ı ı ı l ı i r ı ·ğ i l i n ı lc , tüm insangil le­ri daha ilk lnış lan i t ibaren l anıa ı ı ı ı' ı ı i ı ı sa ı ı k ı l ı ı ıak is l ı 'r gibi gö­rünüyor. Ama ben , atalarımızdan lıi ri nin insansııı ıayıı ı ı ın dav­ranışları gösterdiğini ve yaşamında ağaı;Lırı n l ı i iy iik iincııı taşı­dığını düşünmekle bir sorun görnı i iyonı n ı . Bizler ik i ayaklı in­sansımaymunlarız ve bu gerçeğin alaları n ı ı z ı n ya�a ı ı ıa §Ckil leri­ne de yansımasında şaşılacak bir şey yok.

Bu noktada kcnıiklerden, atalarımızın davranı§l arına dair en somut kan ı t lar olan taşiara geçeceği m . )cııı panzeler usta alet kullanwılarıdır ve karınca toplamak i ı; in sopa, sünger ola­rak yaprak ve sı·rı kal ıuklu yemişleri k ı rı ı ı ak için taş kullanır­lar. Ama l ı i�· l ı i r yal ıan i şempanzenin La§ la ı ı l ı i r alet ürettiği -en azı ndan gii n i i ı ı ı i iw dek- görülmed i . i nsanlar keskirıleşli-

49

rilmiş aletler ün�tmeye 2 . 5 milyon yıl önce, iki taşı birbirine vurarak başladılar ve böylece, insanın tarihöncesi özelliğini be­lirleyen bir teknoloji yoluna girdiler.

İlk aletler bir taşa - genellikle bir !av taşı- başka bir taşla vurularak yapılmış küçük yongalardı . Yongalar yaklaşık 2 . 5 cm uzunluğunda v e şaşırtıcı derecede keskindiler. Görünüşteki basitliklerine karşın, pek çok işte kullanılıyorlardı . Bunu Illino­is Üniversitesi'nden Lawrence Keeley'in ve Indiana Üniversite­si'nden N icholas Toth'un, Turkana Gölü'nün doğusundaki 1 .5 milyon yıllık kamp alanında bulunan hir düzine balta üzerinde yaptıkları mikroskopik incelemelerden bil iyoruz. Keeley ve Toth yongalarda farklı aşınmalar - bazı ların ın el, bazılarının odun ve bazılarının da ot gibi yumuşak l ı i ı kisd malzemelerin kesilmesinde kullanıldığını gösleren işaret l c �r- l ıuldular. Böyle bir arkeolojik sitte dağınık halde laş yonga lar l ı ı ı lduğumuzda, oradaki yaşamın karmaş ıkl ıi!;ı n ı hayal cl ı ı ırk iı;in yaralıcıl ığımızı kullanmak zorunda kalınz; ı;i inkii kal ı ı ı ı ı lar ��ok azdır: etler, odunlar ve otlar yok olnı ı ı şl ı ı r. Ci i ı ı i i ı ı ı i izdc� g i ird i iğii müz tek şeyin taş yongalar olmasına rağı ıwı ı , l ı i r i ı ı sa ı ı a i l c •si grubunun fidanlardan yapılmış, kam ış dan ı l ı l ı i r yapı ı ı ı ı ı gülgesinde et kestiğini hayal edebiliriz.

Bulunan en eski taş alet grupları :l . !) ı ı ı i lyo ı ı yaşındadır ve aralarında yongaların yanı s ıra sal ı r , ka:r. ı ı ı a ve çeşitli çokyüzlü­ler gibi daha büyük araçlar l ı ı ı l ı ı ı ı ı ı ı ak ı ad ır . Çoğu örnekte bu aletler de !av taşından b irkaı; yoı ıga ı ı ı ı ı ı; ıkarı lmasıyla yapılmış­tır. Mary Leakey, Olduvai Boğazı ' ı ıda yı llarca - Olduvai Bağa­zı'na göndermeyle Oldovan ki i l ı i i rii denilen - bu ilk teknoloji­leri incelemiş ve böylece, c �rkc · ı ı Afrika arkeolojisini kurmuştur.

Nicholas Toth alet yapı ı ıa dc · ı ı c �y l c�r ioin sonucunda, her bir aletin belli şekillerinin i lk alc • ı yapı ıııeılarının zihninde yer al­madığından - isterseniz l ı ı ı ı ıa z ihinsel kalıp diyebiliriz- kuş­kulanıyor. Şekillerin ham ıııaddc�nin özgün biçimine göre veril­miş olması daha mümkün giiri in iiyor. Yaklaşık 1 .4 milyon yıl

so

öncesine dek kullanılan tek teknoloji şekli olan Oldovan kültü­rü temelde fırsatçı bir yapıdaydı .

Bu aletlerin üretilmesinin dü§ündürdüğü bilişsel beceriler konusunda ilginç bir soruyla kar§ılaşıyoruz. İlk alet yapımcıla­rı, insansımaymunlardakine benzer zihinsel özelliklerini farklı bir §ekilde mi kullanıyorlardı? Yoksa bu ݧ daha yüksek bir ze­ka mı gerektiriyordu? Alet yapımcılarının beyinleri insansımay­munlara oranla % 50 daha büyüktü; dolayısıyla, ikinci sonuç daha olası görünüyor. Yine de, Colorado Üniversitesi 'nden ar­keolog Thomas Wynn ve İskoçya'daki Stirling Üniversite­si'nden primatolog William McGrew aynı fikirde değillerdi . İn­sansımaymunların gösterdikleri bazı el becerilerini incelediler ve l 989'da yayınladıkları , " Bir insansımaymunun Oldovan'a Bakı§ı " ba§lıklı bir bildiride §U sonuca vardılar: " Oldovan alet­lerinin tüm uzamsal kavramları insansımaymunların zihinlerin­de bulunabilir. Gerçekten de, yukarıda belirtilen tüm uzam ye­tenekleri tüm büyük insansımaymunlar için geçerli olabilir ve Oldovan alet kullanıcılarını benzersiz kılmaz . "

Bu yorumu §aşırtıcı buluyorum; lı ı ınun nedeni, büyük oran­da, kimi insanların iki kayayı birbirine vurarak "Ta§ Devri " aletleri yapmayı deneyip pek de ba�arı l ı olamadıklarını görmܧ olmamdır. Bu ݧ böyle yapılmıyor. Ta� alet yapımı için mükem­mel teknikler gelݧtİrmeye yıllarını veren Niclıolas Toth ta§tan yonga çıkarmanın mekaniğini gayet iyi b i l i r. Taş kıncı, etkin §ekilde çalışahilrnek üzere, vurmak için doj!;rıı açıl ı, doğru bir kaya seçmelidir ve doğru yere, doğru miklarda güç verilebil­mek için, vurma hareketini de çok iyi bil mel id i r. Toıh 1 985 ta­rihli bir bildiride, " Alet yapan erken ürrıek insanların taşı işle­me konusunda iyi bir içgüdüye sahip oldukları açıkça görülü­yor , " demişti. Yakın zamanlarda da bana, " En erken alet ya­pımcılarının insansımaymunların ötesinde bir zihinsel kapasite­ye sahip olduklarına hiç ku§ ku yok, " ded i . " Alet yapımı, mo­to da ilgili ve bil işsel becerilerio koordinasyonunu gerektiri-yor. "

5 1

Georgia eyaJetin in Aılanla kent indeki Dil Araştırmaları Mer­kezi 'nde sürdürülmekıe olan lı i r deneyde bu soru sınanmakta­d ı r. Psikolog Sue Savage-Ru mbaugh on yılı aşkın bir süredir bir cüce şempanzeyle, i let işim beceri lerin in gel işt ir i lmesi üze­rinde çal ışıyor. Toth yakın zamanlarda onunla işb irl iğine gire­rek, Kanzi adlı şem panzeye taş alet yapmayı öğrelnıeyi denedi . Kanzi keskin yonga üret iminde h i ç kuşkusuz yeni l ikçi b ir dü­şünce tarzı sergiledi , ama i lk alet yapı nıcılarının sistematik yonga çıkarma tekniğini yinelerneyi lıeııiiz l ı aşaraınadı . Ben bunun, Wynn' le MeGrew'ün görüşler in in yanl ış olduğunu ve ilk alet yapımcı ların ın şu anda insaıısımayrıı ı ın larda görülenin ötesinde bi l işsel beceriler kullandıklarını giis l t •r • ·n l ı i r işaret ol­duğunu düşünüyorum .

İ l k aletlerin , yani Oldovan külıüriiıı iiıı l ı; ıs i ı v • · fı rsalçı oldu­ğu h i r gerçek. Yaklaşık 1 . 4 milyon yıl ii ı ın · t\ fr i ka ' da, arke­ologların , bu aletlerin sonraki çeşi l l t· ı ıwl n i ı ı i n i l k o larak l ı ı ı l un­duğu Fransa'nın kuzeyindeki Sı . Al " l w ı ı l ' a gii ı ı d t · r ı ı wylc Acl ıe­uleen sanayİsİ adın ı verdikleri y•· ı ı i l ı ir al . .ı g ıı ı l ı ı ı o l ı ışl ı ı . i nsa­nın tarihöneesinde i lk kez, alet yapı ı ı w ı L ı rı ı ı ı ı ı i i rl ' l r ıwk isl i'd ik­l eri şeyle ilgil i b i r zihinsel kalıp l a rı ı ı ı ı ı o l d ı ı;!. ı ı ı ı ; ı d a i r ka ıı ı l gö­riil iiyordu; yani onlar, k u l l andık l arı l ı ; ı ı ı ı ı ı ı add· ·� ' ( ' l ı i l t · rc k l ı i r şekil veriyorlardı . Bunu d iişii n r ı w ı ı ı i zt · yol ; u�a ı ı a ld, yapı lması için önemli oranda beceri ve sa l ı ı r g• · ıTkl ' ı ı , da r ı ı la şekl indeki b ir el bal ıasıdır (bkz. şekil 2 . !l ) . Toı l ı V t ' d i ;!.t ·r deneyciler, dö­nemin arkeoloj ik kayı tlarında gi i r i 'ı l t · ı ı ı ı i ı t · l i k ıe d balıaları üre­lecek beceriye ancak aylar si 'ı n · ı ı l ı i ı ·�a l ış ı ı ı ayla u laşabildiler.

Arkeoloj ik kal ınt ı larda . . ı l ı a l ı a,.,ı ı ı ı ı ı ortaya çıkması , /lama habili.s' in tonınu olduğıı v a rsav ı lan vt� /lama sapiens ' in atası olan /lama erectus ' u n orlaya ·� ı k ı � ı ı ı ı izl e r. Bir sonraki bii l iiınde de göreceğimiz gi lı i , el l ıa l ı a,., ı i i ı t ' l i . . i l t�rin in , fl01rıo lıabilis' ıen çok daha büyük lıi r beyni' sa l ı i p olan 1/oma erectu.� lıireyb·i ol­duğunu söylemek mantık l ı l ı ir 1 i i ı n d ı �ngelim olacaktır.

Atalarım ızın keskin taş yoı ıgalar iiretebi lme yeteneğini ka­zanmaları, insana özgii l a ıi l ı i i ıwl 's i ııde önemli b ir atı l ınıdır . i n-

52

sanlar birdenbire, eskiden yoksun kaldıkları yiyeceklere ulaşa­bilmeye başladılar. Mütevazı yonga, Toth'un da pek çok kez gösterdiği gibi, postun en sert kısımları dışında her yerinin ke­silerek içindeki etin açığa çıkarılması için son derece etkin bir araçtır. Bu basit taş yongaları yapan ve kullanan insanlar, ister avcı olsunlar ister leş yiyici , yeni bir enerji kaynağına ulaşmış­lardı: hayvan proteini. Böylece yiyecek alanlarını genişletmek­ten öte, başarılı nesil üretme şanslarını da artırmış oldular. Üreme süreci pahalıya mal olan bir iştir ve diyetin eti de içere­cek şekilde genişlemesi, bu sürecin daha da emniyete alınma­sını sağlayacaktı r.

ŞEKiL 2 .5 Alet teknolojileri. Alttaki i k i sırada, arkeolujik kalıııtılarda ilk kez yakla§ık 2 .5 milyon yıl öııce oıtaya çıkan Olduvan teknolojisi görülmektedir: çekiç (beyaz tU§), basit satır ve kazıyıcılar (çekiçle ayııı sırada) ve küçük, keskin yongalar (üstteki sını). Üsııeki iki sırada, kalıııtılarda yakla§ık 1 .4 milyon yıl önce ortaya çıkan Adıeııleen kültür göriilliyor. Bu kültüre özgü aletler el baltalan (damla §f'kliıırleki iki alet), satır, kazma ve ayrıca, Oldavan alet gruplannda bulıııııııılııra henzer çe§itli küçük aleılerdir. (N. Toth.)

53

Antropologların karşısında uzun süredir aynı soru var: Bu aletleri kim yaptı? Aletlerin arkeolojik kalıntılarda ortaya çıktığı dönemlerde pek çok Aııstralopithecus türü ve olasılıkla, pek çok Homo türü mevcuttu. Aletleri kimin ürettiğine nasıl karar verebiliriz? Bu, son derece zor bir iş. Aletleri yalnızca Homo fosilleriyle bağlantılı olarak bulsaydık ve Australopithecus türle­rinin yanında hiç alet bulmamış olsaydık, tek alet yapımcısının Homo olduğu sonucuna varabilirdik. Ama tarihöncesi kalın tıla­rı bu denli açık seçik değil . Randali Susman, Güney Afri­ka'daki bir sitte bulunan ve A. robııstus'a ait olduğuna inandığı el kemiklerine dayanarak, bu türün alet yapabilecek el beceri­lerine sahip olduğunu savundu . Ama bunun doğru olup olma­dığını kesinlikle bilmek olanaksı z .

Ben, en basit açıklamayı aramamız gerektiğini düşünüyo­rum . Tarihöncesi kal ı n ı ı l arı ı ıda ı ı , 1 m i lyon yı l öncesinden son­ra yalnızca 1/omo l ii rleri n i ı ı var old ı ığı ı n ı ı ve ayrıca, Inı türlerin taş aletler yapt ıkları n ı l ı i l iyor ı ı z . Ba!-ika �l 'k i ldı � dii�iin memiz iç in iyi bir neden olmadık��a, l a r i l ı i i ı wı·s i ı ı i r ı ı ·rkı·n dii r ıenı lerin­de yalnızca Homo'n u n alet yapl ığ ın ı siiy l ı · ı ıwk ı ı ı a ı ı ı ık l ı olacak­tır . Australopithecus türleriyle 1/onw ' ı ı ı ı ı ı farkl ı uyarianmalar geçirdikleri çok açık; bu farkın en i i ıwml i ıwd' " ı ı lni ı ıdcrı bi ri­nin, Homo'nun et yemesi olduğu dii§ii ıı ii le l ı i l i r. Ta� ald yapı­mı, etoburların yeteneklerinin öneml i bir pan;as ı ı ı ı ol ı ı� l ı ırma­lıydı; oıoburların ise bu aletiere ih t iyacı yok tu .

Toth, Kenya'daki arkeolojik s i tlerde bulunan al ı � ı ı ı � r iiwrin­deki çalışmalarından ve alet yapımı deneylerinden l ı i iyii l ı�yici ve önemli bir keşfe ulaştı . İlk alet yapımeıları çoğun lu k la , mo­dern insanlar gibi, sağ eller in i ku l lan ıyorlardı. İ nsans ı ı ı ı ay ı ı ı ıın­lar tercihe göre sağ ya da sol ı�l l ı ·r i ıı i kullanabil irler; l ii ri i r ı l ii­müne özgü bir tercih yoktur. Bı ı açıdan , insanların lwı ızı �rsiz bir konumda oldukları giir i i l iiyor. Toıh'un ke§fi bize evr im hakkında önemli bir içgörii sağl ıyor: yaklaşık 2 milyon y ı l i i ı ı ı :e Homo'nun beyni, bizim kendimizi l ı ildiğimiz anlamda, gcrçı�k­ten i nsana özgü bir hal al nı aya l ı a§lamıştı .

54

3 . BÖLÜM

FARKLI BiR iNSAN TÜRÜ

Yakın zamanlarda gerçekleştirilen heyecan verıcı ve yaratıcı araştırmalar, fosilieri kullanarak, soyu tükenmiş atalarımızın biyolojisi hakkında birkaç yıl önce kimsenin hayal bile ederne­yeceği kesin bilgiler edinmemizi sağladı . Sözgelimi, belli bir in­san türüne ait bireylerinin ne zaman sütten kesildikleri, ne za­man cinsel olgunluğa ulaştıkları, ortalama ömürlerinin ne oldu­ğu gibi sorular hakkında mantıklı Lahminler yapmamız artık mümkün. Bu tür bilgilere ula§mamızı sağlayan araçlar sayesin­de, Homo'nun daha ilk ortaya çık ışından itibaren farklı b ir in­san türü olduğunu anlamaya l ı<ı§lad ık . !lu.�tmlopitlıecus'la Ho­mo arasındaki biyolojik süreks i zl iği ke§felnıenı iz , insanın tari­höncesine ilişkin anlayışımızı kökten deği§ L in l i .

Homo'nun ortaya çıkışına dek L ii ın ik i ayak l ı i nsansımay­munlar küçük beyinlere, büyük yanak ı l i§ lniıw, ç ıkı n ı ı l ı ı,;ene­lere sahiptiler ve insansımaymun oeı ızeri l ı i r IH'slı· ı ı ın e strateji­si izliyorlardı . Çoğunlukla bi tkilerden lwsl ı - ı ı i yorl ardı ve sosyal ortamları olasılıkla, modern savan lıa lnı ı ı u ı ı a l wıızi yordu . Bu türler -Australopithecus- yalnızca yürüy ii§ §ı-ki l l ı - r iy le insans ıy­dılar. 2 .5 milyon yıl öncesinden önce bi r di i ıwın dı� - tam ola­rak ne zaman olduğunu hala bilemiyoruz - i lk bi iyük beyinli insan türleri ortaya çıktı . Herhalde, çoğı ı ı ı l ukl a b i tk isel bes i n­lerden oluşan lıir ıliyelten et de içeren l ı i r d iyetı · geçmen in ya­rattığı bir uyarianma nedeniyle, dişler de dcği� ın iş t i .

İlk Homo'nun I n ı iki özelliği - beyin l ıoyu t u ve diş yapısın­daki değişimler- ol uz y ı l önce ilk Honıo lıahih� fosillerinin bu­lunmasından I ıı �r i l ı i l i ıımekteydi . Belki de modern insanların beyin gücün ii n i i ıwın ine kendimizi kaplırmarn ı z yüzünden ant-

55

ropologlar oaha çok, Homo halıilis ' in ortaya çıkışıyl a beyin bo­yutunda görülen - yaklaşık tl.SO cm:1 ' ten, 600 cm:1 'ün üstüne ­sıçrama üzerinde yoğunlaştıl ar. 13u hiç kuşkusuz, i nsanın tari­höncesin i yeni bir yöne sokan evrimsel uyarianmanın önemli bir parçasıydı . Ama yaln ızca bir parçası . Atalarım ızın biyolojisi üzerinde yapılan yeni araşt ırmalar başka pek çok şeyin de de­ğiş tiğin i ve bu değiş imierin onları insansımaymun benzeri ol­maktan, daha insansı olm aya götürdüğünü gösteriyor.

İnsan gelişimin in en önemli özelliklerinden biri, yavruların tamamen çaresiz halde doğmaları ve uzun bir çocukluk döne­mi yaşamalarıd ır. Dahası , tüm ebeveynlerin de bildikleri gib i , çocuklar ergenlikte ani büyüme hamleleri gösterir ve şaşı rtıcı bir h ızla boy atarlar. İnsan bu açıdan benzersizdir; i nsansı­maymunlar da dahil olmak üzere memeiiierin çoğu bebeklik­ten doğruca yet işkinl iğe gec;erler. Bi iyi inıe hamlesi başlamak üzere olan bir insan ergc ı ı i ı ı i ı ı l ıoy ı ı t l a rı yaklaş ık % 25 oran ın­da artabilir; şempaıızclndı�ki d iiz ı · ı ı l i l ı i 'ı y i "ı ı ı ıc yiiriingesinde ise, ergen ye t i şki n l iğ ı� gcı; t iğ i ı ıd ı · l ıoy ı ı t lar ı yal n ı zca n�r, 1 !J . artar.

M ich igan Ü n iversit ı �si ' ı ı dı · ı ı l ı i yolog l h rry Bogi ı ı l ı iiy i ime grafiklerindeki bu farkl ı l ı k l ıakkı ı ıda y ı · ı ı i l i kı: i l ı i r yorı ı r ı ı sunu­yor. İnsan çocuklarında, l ıcy ı ı i ı ı l ı i i y i i ı ı w l ı ız ı ı ı ı ı ı l 1 1 · ı ız ı ·r o lma­sına karşın , bedenin l ı ii y ii ı ıw l ı ı z ı i ı ı sa ı ı s ı ı ı ı ay ı ı ı ı ı ı ı l a ra oranla daha düşüktür. Sonuçta i ıısa ı ı ı: ı ll ' ı ı k L ı rı , ı ı orı ı ı al r ı ı ay ı ıı ı ın bü­yüme hızını izlemeleri d u rı ı ı ı ı ı ı ı ıda ol al 'akl arına oranla daha küçüktürler. 13ogin'e göre l ı ı ı ı ı ı ı ı ı saf�L ıd ığı yarar, genç i nsanla­rın kültür kurallarını özi'ı ı ı ı s ı · ı ıwk i ı� i ı ı ıd aşmaları gereken yük­sek öğrenme düzeyiyle i l g i l i o l ı ı ı a l ı d ı r. Büyümekte olan çocuk­lar, beden boyutunda i i ıwı ı ı l i l ı i r fa rk olması durumunda, ye­tişkinlerden daha iyi öğrı · ı ı i ı ı ı ; ı l a l ı i l i rln, çünkü bu şeki l de b ir öğretmen-öğrenci ilişkisi k ı ıı ı ı L ı l ı i lcl 'ckti r . Genç çocukların in­sansımaymun benzeri l ı i r l ı i ı y i i ı ıw grafiğinin sağlayacağı l ıoyut­ta olmaları dur u munda iiğrı · ı l l ' i-iiğretmen ilişkisinden c;ok, fi­ziksel bir rekabet gel işd ıi l i rı l i . ()ğrenme süreci sona erdiği nde beden, ergenlik büyüme l ı a ı ı ı l ı ·s iy le " arayı kapatı r " .

56

İnsan, hayalta kalma becerilerinin ötesinde gelenekleri ve sosyal töreleri, akrabalığı ve sosyal yasaları -yani kültürü ­içeren yoğun bir öğrenme süreci sayesinde insan olur. Çaresiz bebeklerin bakıldığı ve daha büyük çocukların eğitild iği sosyal ortam , insansımaymunlardan çok insanlara özgüdür. İ nsan uyarianmasının kül tür olduğu ve bunun da, alış ılmadık çocuk­luk ve olgunla§ma modeli sayesinde mümkün kılındığı söylene­bil ir .

Ama yeni doğmuş i nsan bebeklerinin çaresizliği kültürel uyarlarımadan çok, b iyoloj ik bir zorunluluktur. Beynimizin bü­yüklüğü ve i nsan leğenin in yapısal kısıtlamaları nedeniyle, in­san bebekleri dünyaya çok erken gelirler. Biyologlar yakın za­manlarda, beyin büyüklüğünün zekadan başka şeyleri de etki­lediğini anlamaya başladılar. Beyin büyüklüğü sütten kesilme yaşı, cinsel olgunluğa ulaşma ya§ı , gebelik süresi ve ya§am sü­resi gibi ya§am larilıc,:esi etkenleriyle de bağlant ı l ıd ı r. Büyük beyinli türlerde bu e tkenlerde ıı zama görülür: Bebekleri küçük beyinli türlere göre daha geç süllen kesi l i r , cinsel olgunluğa daha geç ula§ıl ır, gebelik daha uzun sürer ve lı irey daha uzun ya§ar. Diğer primaılarla yapı l an kar� ı la� l ı rıııalara dayanan ba­sit bir hesaplama, ortalama l ıey in kapasi lesi 1 : �SO cm:1 olan in­sanda gebel ik süresinin şu andaki g i l ı i dokuz ay dı�ği l , yirmi bir ay olması gerektiğin i gösteriyor. Dolay ıs ıy la , insan bebekle­rin in doğduklarında bir yıll ık bir arayı kapa l ı na lan gerekiyor ve bu nedenle, çaresiz durumda oluyorlar .

Bu neden oldu? Doğa, i nsan bel11�k leri ı ı i ıwdcn dünyaya çok erken gelmenin tehlikelerine maruz l ıırakı ı "( Yan ı t , beyin­de. Yeni doğmuş bir insansımaymunun orıalar ı ıa 200 cm:1' lük beyni , yetişkin l 11�yninin yakla§ık yarısı l ı i iyi i kl i ik ıed i r. Boyutta gerçekleşmesi gereken iki kat oranındaki l ı i iy ii r ı ıe, hızla ve in­sansımaymunun yaşamın ın erken dönerııleri ı ıde gerçekle§ir. Yeni doğmuş i nsan l ıcbeğinin beyniyse ydişkin beyninin üçte biri kadardı r vı� erkı�ı ı dönemdeki h ızlı lı ir l ı iiyümeyle üç kat büyür. İnsanlar, l ıeyi nlerinin yetişkin beyni lıoyutuna ya§amın

57

erken dönemlerinde eri§mesi açısından insansımaymunlara benzerler; dolayısıyla, insansımaymunlar gibi beyin boyutları iki katına çıkacak olsaydı, yeni doğmu§ insan beyinlerinin 675 cm:ı olması gerekirdi . Tüm kadınların bildikleri gibi, normal beyinli bebekleri doğurmak bile yeterince zordur ve hatta kimi zaman , ölüm olasılığına yol açabilir. İnsan evrimi sırasında !e­ğen açıklığı, beyin boyutundaki büyümeye uyarlanacak §ekilde büyümü§tür. Ama bu büyümenin - etkin iki ayaklı hareketin yapısal zorunluluklarının getirdiği - bir sınırı vardı . Bu sınıra, yeni doğmu§ bebeğin beyin boyutunun günümüzdeki değeri

3 - 385 cm - bulmasıyla ula§ıldı .

Evrimsel bir bakı§ açısından baktığımızda, insanların insan­sımaymun benzeri büyüme modelinden , yeti§kin beyninin 770 cm:1'ü a§masıyla ayrıldığını söyleyebiliriz. Bu rakamın ötesine geçildiğinde beyin boyutu doğumdan son ra i ki kat tan fazla bü­yümek zorunda kalaeak ve l ı iiylece , d ii rıyaya "ı ,:ok erken" ge­len bebeklerde çaresizl ik rııoddi giiriil r ı ıt �ye l ıa�l arıacak t ı . Ye­Li§kin beyin boyutu yakla� ık 800 ı: r ı ı :ı o la r ı 1/omo lıabili.� ' in in­sansımaymun büyüme modeliyle insan l ı i iy i i r ı ı ı : ı ı ıodı·l i n in ke­si§me noktasında olduğu, yakla§ık 900 ı : ı ı ı :1 , 1 1 ' l 'rkı:n 1/omo erectus'un ise türü insan yönüne doğru i i ıwır ı l i oraı ı t la i L L iği söylenebilir (bkz . §ekil 3 . 1) . Unutulmamal ıd ı r ki l ı ı ı " i lkesel " bir tezdir; Homo erectus ' taki doğum kanalın ın , ı ı ıodnn insan­lardakiyle aynı büyüklükte olduğu varsayılmaktad ı r. I IJBO'le­rin ortalarında Turkana Göl ü 'nün batı kıyısı yakın lan ııda arka­da§larımla bulduğumuz erken llomo erectus iskelet i n i n (Turka­na çocuğu) leğeninde yapılan ölçümler, Homo erectus ' ı ın Inı açıdan ne derece insanla§tığı hakkında bize daha açık l ı i r fik i r sunuyor.

İnsanlarda leğen açıklığı l ıoyııtu erkek ve kadın l arda aynı­dır . Dolayısıyla, Turkana çocuğunun leğen açıklığın ı iilı;n<'k, annesinin doğum kanalının l ıoyutu hakkında iyi b i r tal ı ı ıı i rı e ula§abildik . Dostum ve çal ı�nı a arkada§ım olan, John l lopki ı ı s Üniversitesi'nden anatomi l ı i l inıei Alan Walker, birlı i rle ri ı ıd ı:ıı

58

S an L-.._ı

ŞEKiL 3 . 1

(a)

(c) (d)

Homo erectus. (a), (b) ve (c)de, l 975'ıe Turkaııa (;iilii ' ıı i i ıı doğıısııııda bulu­nan KNMER 3733 kafatası iiç açıdan göslr-ril ı ı ı ı ·kı ı · ı l ir. HSO c ın 1 'liik bir be­yin kapasilesine sahip olan bu birey yakhı§ık l .H ı ı ı ilyıııı yıl iiııce ya§amı§lır. Kar§ıla§lırma amacıyla (d)de, 3 733'ten bir ınilyoıı yıl sor ıra ya�amı� olan ve beyin kapasilesi yakla§ık 1 000 cm3 diizeyiııdc lı t ı l ı ı ı ıaı ı , c,: i ı ı 'den bir 1/omo erectus (Pekin adamı) verilmiştir. (W. E. Le Gros Clark/Ciı ica!!;O University Press ve i\. Walker ile R. E. F. Leakey/Scientific lımı-rimn , I IJ78, Liim hak­lan saklıdır. )

ayrı olarak b ııld ıığı ı ııı ı ız kemikleri kullanarak çocuğun leğenini yeniden ol ıışt ı ı rdı ı Ul (bkz. şekil 3 .2 . ) . Leğeıı açıklığını ölçtü­ğünde ll o mo sapi1·ns ' f': göre daha ki.içiik olduğunu gördü ve Homo erectus lıdwklcrinin yaklaşık 275 crn:ı, liik beyiniere sa-

59

hip oldukl arın ı hesaplad ı . Bu, yeni doğmuş modern i nsanları n bey in l eri ne �öre oldu kça küçük bir boyutlu.

Bunun anlamı çok aç ık . Modern i nsanlarda olduğu gibi /lo­

mo erectus' ıa da bebekler yetişkin boyutunun üçte b i ri büyük­lükte lıeyi nlerle doğuyorlardı ve y ine modern i nsanlar gibi , dünyaya çares iz durumda gel iyor olm al ıydı lar. B undan, mo­dern i nsana özgii sosyal ortam ın parçası olan , l ıeheklere che­veynierin gösterd iği yoğun bakım ın , yak laş ık ] . 7 m ilyon y ı l ön­ce, erken 1/omo erectus' ta gelişmeye l ıaşl am ış old uğu sonucu­nu çıkarab i l i ri z.

Henüz bir 1/omo hnbilis l eğen i l ıu lamad ığı mız içi n aynı he­saplamayı , erectus 'u n en yakın atası olan lwbih� için yapanı ı yo­ruz. Ama eğer lıabilis bebekleri crertus l ıoyı ı tunda heyinl erle doğuyor idiyseler , onlar da 11 çok erken 11 doğı ıyorl ardı , am a bu aşırı bir erken doğum deği ld i ; onlar da doğı ı ı ı ıdaı ı sorıra çare­siz durumda olacakl ard ı , ama l ı ıı �·ok 1 1 z 1 1 ı ı s i ·ı r ı ı ıc yı�cekı i ; onlar da insansı bir sosyal orlaı ı ı ı gnı·ksi ı ı ı ·ıTklı ·rd i ; a ııı a gereksi­nimleri daha az diizeyd ı � olacakt ı . Dola y ıs ıy l a , llm11o dalıa en baştan i t ibaren insan yiiı ı ii ı ıd ı · i l 1 ·rl 1 · ı ı ı i -: g i l ı i giir i i ı ı i iyor. A u.�t­ralopitlıecus türleri ise i ıısaı ıs ı ıı ı ay ı ı ı ı ı ı ı l ıo\" l l l ı ı ı ıda l wy i r ı l t'n� sa­hipt iler ve dolay ıs ıy la , t�rk1·n g1· l i -: ı ıw ı l i i ıw ı ı ı i r ı ı l l ' ı ı ısaı ıs ı ı ı ıay­mun benzeri b i r model izlenı i� ol ı ı ı : ı L ı ı ı gn1 · k i rd i .

Behekl ikıe uzun bir c,;arı ·s i zl i k di i ı w ı ı ı i - yoğun l ı i r ebeveyn bakırnma gereksi nim duyulan l ı i r ı l i i ıw ı ı ı - d<.ı l ıa o zamandan erken Homo'nun özel l iğiyd i ; l ı ı ı k : ıda rı ı ı ı saplayabi ld i k. Ama ya çocukl uğun geri kalan k ı s ı ı ı ı "( ı,:1 w ı ı k l ı ığ ı ı ıı prat i k ve kül türel becerileri özii mseyecek VI ' a n l ı ı ıda ı ı , l'rgenl ik ıe bir büyüme hamles i yaşayacak şeki ld l ' ı ı za ı ı ı as ı l l l ' zaman old u '?

ŞEKiL 3.2 (SAGDA) Turkana çocıığı ı . Dokı ız ya�n ı ı L ık i l ı ı ı llo1110 erectu.s ' ıı ı ı yeniden ol ı ı� l ı ınıl­ııı ıış iskelet i , bedensel yapı ; ıı; h ı ı ı ı L ı ı ı l ı ı ı l i"ıı"i"ııı ııc kadar iıısaıısı olı l ı ığ ı ı ı ı ı ı gösteriyor. İskeletiıı c; ıkarl ı ln ıa' ı •;a l ı �n ıa larıı ı ı yüııcıcıı Alan Walkcr Tıı rkaııa

çocıığı ı ı ııı ı ı yaıııııda. (A . \Valkn/1-.: ı · nya U lusal M iizesi . )

60

1>1

Modern insanlarda çocukluk döneminin uzaması, insansı­maymunlara oranla daha düşük bir fiziksel büyüme hızıyla mümkün olur. Sonuçta insanlar büyümedeki , ilk dişin çıkması gibi çeşitli dönüm noktalarına insansımaymunlara oranla daha geç ulaşırlar. Sözgelimi ilk kalıcı azıdişi insan çocuklarında alt ı , insansımaymunlarda üç yaşında; ikinci azıdişi insanlarda on bir i le on iki ve insansımaymunlarda yedi; üçüncü azıdişiyse insanlarda on sekiz ile yirmi ve insansımaymunlarda dokuz ya­şında çıkar. İnsanın tarihöncesinde çocukluk döneminin ne za­man uzadığı sorusuna yanıt bulmak için, fosil çenelerine baktı­ğımızda azıdişlerinin ne zaman çıktığını anlamamızı sağlayacak bir yönteme ihtiyacımız vardı .

Sözgelimi, Turkana çocuğu, ikinci azıdişinin çıkmaya başla­dığı sıralarda ölmüşt ii . 1/omo erectus'un insan çocukluğunun daha yavaş gel işimini izlemiş olması durumunda çocuk, yakla­şık on bir yaşlarında i il r ı ı iiş ol mal ıyd ı . A m a türde insansımay­mun benzeri bir biiy iime grafiği n i n olması duru munda, çocuk yedi yaşında olaeaktı . Pt� ı ı ı ısylvaı ı i a Ü n iversi tes i 'nden Alan Mann 1 970'lerin başlan ı ıda fosi l i ıısaı ı d işlı�ri iiwri nde kap­samlı bir inceleme gerçekleştird i ve t ii r ı ı Au.\tralopitlıccus ile Homo türlerinin, insanın . yavaşlatı lmış çoı : u kl ı ık gd işim i mode­lini izledikleri sonucuna vardı. M ann'ın çal ışmaları l ı iiyiik etki yarattı ve Australopithecus de dahil olmak üzere t i i r ı ı i ıısangil türlerinin modern insan modelini izlediklerine dair geleneği güçlendirdi . Gerçekten de Turkana çocuğunun çeııı �s i ı ı i l ıulup ikinci azıdişinin çıkmakta olduğunu gördüğümde, iild iiğünde on bir yaşında olduğunu düşi.indüm; çünkü"Homo SOJiims gibi olması durumunda, ölüm yaşı lıu olacakt ı . Aynı şeki lde , Au.�t­ralopithecus africanus tii r ii ıı iin bir üyesi olan Taung çocı ığunun da, i lk azıdişinin çıkıyor olması nedeniyle, yedi yaşında iild iiğü düşünülüyordu.

1980'lerin sonlarında çı:şiıli araştırmacıların çalışmaları , bu varsayımların çökmesine ııı�den oldu . M ichigan Üııivı�rsi te­si'nden antropolog Holly Sıı ı i ı lı , beyin boyutu ile ilk azıdiş in i n

62

çıkma yaşı arasında ilişki kurarak, fosil insanlardaki yaşam öy­küsü modelinin çıkarılması için bir yöntem geliştirdi. Öncelik­le, insanlar ve insansımaymunlarla ilgili verileri topladı . A rdın­dan, karşılaştırma yapmak amacıyla, bir dizi insan fosilini ince­ledi. Ortaya üç yaşam öyküsü modeli çıktı : İlk azıdişini n altı yaşında çıktığı ve yaşam beklentisinin altmış altı yıl olduğu mo­dern i nsan düzeyi; ilk azıdişinin üç yaşından biraz sonra çıktığı ve yaşam beklentisinin yakl aşık kırk yıl olduğu insansımaymun düzeyi ve bir ara düzey. Son Homo erectus -yani, yaklaşık 800 .000 yıl öncesinden sonra yaşayan bireyler- insan düze­yine uyuyordu ; Neanderthal insanı da öyle. Ama tüm Australo­pithecus türleri insansımaymun düzeyine giriyorlardı . Erken Homo erectus, sözgel imi Turkana çocuğu, ara düzeydeydi : Ço­cuğun ilk azıdişi dört buçuk yaşını biraz aştığında çıkacak ve ölümle erken yaşta tanışmamış olsa, yaklaşık elli iki yıl yaşa­ması beklenebilecekti.

Smith'in çalışması, Aııstralopitlıecus büyüme modelinin in­sanlardakinden çok, insansınıaymunlardakine benzediğini gös­terdi. Smith ayrıca, erken 1/omo erertas 'un büyüme açısından modern insanla insansı nıaym ı ı ıı arasında olduğunu da göster­di : Artık, Turkana çocuğunun, lıcıı i rı ı i lk ıa l ımin elliğiın gibi on bir değil, yaklaşık dokuz yaşında iild iiğii ı ı ii düşünüyoruz.

Bu sonuçlar, bir kuşak an lropologun varsayımiarı na zıt ol­maları nedeniyle, büyük tartışmalara yol açt ı . Smi th' in hata yapmış olma olasılığı elbeıte vardı . Biiylt� dı ını ın larda doğrula­yıcı çalışmalara gerek duyulur ve bu ii rı ı < 'klı� , Inı çalışmalar hızla yapıldı . O dönemde Londra'daki Uı ı i v<' rsi t y College'da bulunan anatonıi bilimciler Christopher l h·aıı ve Tim 13roma­ge, diş yaşımn doğrudan belirlenmesi içi ı ı l ı i r yiiııtem gelişıir­diler. Bir ağacın yaşının saptanması için ağaç halkalarının kul­lanılınası gibi, dişiıı yaşını da üzerindeki m ikroskobik çizgiler gösterir. Bu lwsaplanı a yöntemi sanıldığı kadar kolay değildir; özellikle de, ı_: i zgil ı :r i ı ı nasıl oluştuğu kesinlikle biJinemediği için . Yine de D ı:aıı vı� Bromage tekniklerini i lk olarak, çenesi

63

di§ geli§ imi açısından Tau ng çocuğunun kiyle aynı olan bir A ustralopitlıecus'a uyguladı lar ve bireyin iiç ya§ını l ı i raz geçti­ğinde, tam i lk azıdi§i ç ıkarken öldiiğünü bu lguladılar; bu , in­sansı maymun benzeri bir l ı ii y ii me grafiğiydi .

Dean ve Bro mage diğer fosil insan d i§leri üzerinde b i r d iz i inceleme gerçekle§ ti rd i kl erinde , Smith gib i , üç düzey saptadı­lar: Modern insan, i nsansı nı aymun ve ara bir düzey . Yine A ustralopitlıerus insansımaynı un , geç Homo erertus i le Nean­derthal modern insan ve erken 1/omo erectus da ara düzeyler­deydi ler. Ve sonuçlar y ine, özel l ikle Australopitlıecus 'un i nsan gibi mi, yoksa i nsansımaynıun gibi mi büyüdüğü konusunda tartı§malara yol açtı .

St. Louis'deki Wash ington Ü niversitesi 'nden antropolog Glenn Conr oy ve kl in ik tedavi uzm anı M ichael Vannier' i n tıp dünyasında kı ı l lanı lan y i i ksl 'k t l 'knoloj i yi an t ropoloj i l aboratu­varı na ta§ ı nıa ları yl a l ı i rl i k t t • , l a r l ı�ı ı ı a la r sona l' rd i . Bilgisayarl ı eksen tomogra l'is i (iiı; l ıoy ı ı t l ı ı C J\ T t a raması ) k u l l anara k Tau ng çocuğunun l a§ l a§ In ı§ ı;� ' ı ws i ı ı i ı ı i �· k ıs ı ı ı ı ı ı ı i rw ı · l t ·d i ln ve Dean i le Bromage' ı rı ı ı la§ l r kla rı so ı ı ı u: l ; ı r ı l t · ı ıwldt · doğrı r l a d ı l a r . Ta­ung çocuğu yakla§r k iiı; ya�ı ı ı d ; ı y kt · ı ı , y; ı ı ı i i ı ıs; ı ı ı s ı ı ı ı ay ı ıı ı ın ben­zeri bir büyüme grafiğ i n d ı · p; t · ı ı ı: l ı i r l ı i rt · �· ı ı L ı ra k i i l r ı ı i ·ı§t i i .

Ya§am tari h i e t ken ler in i V t ' d i � gt · l i � i r ı ı i ı ı i i ı ı tTII 'yt �rek fosil­l erden biyoloj iye uLı§ rı ıa l wı T r i -. i . k . . r ı ı i k l t · ri ı ı iizı·ri ne nıecazi olarak et yerl e§t irnıenı izi sağL ı ı ı ı a-. ı ıwd .. ı ı iy ll ' , antropoloj ide büyük önem ta§ır . Sözgl'l i ı ı ı i . T ı ı r k a ı ı a ı; ı ll ' ı ığı ı ıı un dördüncü doğum gününden bi raz i i ı ı n · -. i ı l l t · ı ı kt·s il d iğ i r ı i ve eğer ya§asay­dı yakla§ık on dört ya§ ı ı ı ı L ı . . i ı ı -.t · 1 o lgı ı r ı luğa eri§ mi§ olacağını söyleyebi l iriz . A nnesi i lk ı;ı w ı ı ğ ı ı ı ı ı ı l ı ii y iik olası l ı kla on üç ya­§In<la ve dok ı ız ayl ık lı ir p; t · l wl i k t i ' l i sorıra doğu rnnı§ tu; lnından sonra da lwr iiç ya da d i i r t ' ı l d ; ı l ı i r gebe kalac�akt ı . Bu model­ler bize, erken 1/onıo l'rt'd fl.\ d i i ı w ı r ı i ııde i nsan ın alaların ın in­sans ını aymun yöniind l' ı ı ı ı 1.a k L ı �a rak modern insan l ı iyoloj isi yö ıı ii ııde i ler lemeye , l ıa§ la ı ı ı ı� o l d u kların ı , A ustmlopitlll'cus ' un i se insansı mayrnuıı diizt · y i ı ı d ı · ka l d ığını gösteriyor.

64

Erken Homo'nun modern İnsan büyüme ve geli§me model­lerine evrimsel kayı§ı sosyal bir bağlam içinde gerçekle§tİ. Tüm primatlar sosyaldir, ama modern insanlar sosyalliği en üst düzeye ta§ımı§lardır. Erken Homo'nun di§lerini kanı t alarak ula§tığımız biyoloji bize, bu türde sosyal etkileşimin gelݧmeye ba§ladığını ve kültürü gelݧtİren bir ortam yarattığını gösteri­yor. Tüm sosyal örgütlenme de önemli oranda değݧmݧ gibi görünüyor. Bunu nasıl bilebiliyoruz? Erkek ve di§İlerin beden boyutları arasında yapılan kar§ıla§tırmalardan ve babunlarla §empanzeler gibi modern primat türlerindeki bu tür farklılıklar konusunda bildiklerimizden.

Daha önce de beli rttiğimiz gibi, savan babunlarında erkek­ler di§İlerin iki katı büyüklüktedir. Primatologlar bu tür bir far­kın, çiftle§me fırsat ları iç i n olgun erkeklerin yoğun §ekilde re­kabet etlikleri durum larda oluştuğunu artık biliyorlar. Çoğu primat türlerinde olduğu gibi , e rkek babunlar olgunluğa erݧ­tiklerinde doğdukları topl uluğu terk elmek durumunda kalıyor­lar. Genellikle yakınlarda buldukları başka bir topluluğa katılı­yor ve o andan i tibaren, bu gru pl a i i ııcedı�n yerleşmݧ olan er­keklerle rekabete giriyorlar. Bu erkek giiı;ii model i yüzünden çoğu grupta erkekler birbirleriyle akraba dl'ğild ir. Dolayısıyla, birbirleriyle işbirliği yapmaları için Darwinı - İ (yani, geneıik) bir neden yoktur.

Oysa §empanzelerde, henüz tam olarak an laşılamam ış ne­denlerden dolayı , erkekler doğdukları grupla kal ır ve di§İler göç eder. Sonuçta, bir §empanze grubund a k i e rkı�kler in , elişiie­rin elde edilmesinde işbirliği yapmak iç in l >arwi r ıc i bir neden­leri vardır; çünkü karde§ olarak genleri n in yarısı ortaktır. Di­ğer şempanze gruplarına karşı savunma yapmakta ve çaresiz durumdaki bir ırıayrıı unu ağaç üstünde kiişı�yı� sıkı§tırmaya ça­lı§tıkları av sefı�rl ı �r i ı ıde i§birliği yaparlar. Bu görece rekabet eksikliği ve gdişırı iş işl ı irl iği erkekle di§İ arasındaki boyut farkı-

İnsanın Kökeni, F: 5 65

na da yansır: Erkek dişiden yalnızca o/o 1 S ile 20 oranında bü­yüktür.

Aııstralopithecus erkekleri boyut açısından babun modelini izlerler. Dolayısıyla, A ııstralopithecus türleri nde sosyal yaşamın modern babunlardakine benzediğini düşünmek mantıklı bir varsayım olacaktır. Erken Homo'da erkek. ve dişi beden boyul­ları arasında karşılaştırma yapmayı başardığı mızda, önemli bir kaymanın gerçekleşmiş olduğunu hemen anlayabildik: Şem­panzelerdeki gibi, erkekler artık dişilerden % 20'yi aşan bir oranda büyük değillerdi. Cambridge'l i antropologlar Robert Foley ve Phyllis Lee'nin de savundukları gibi, Homo cinsinin türediği dönemde beden boyutunda görülen bu farklıl ık hiç kuşkusuz, sosyal örgü tlen medeki bir değişi mi de temsil eder. Erken Homo erkekleri b iiyük olasıl ıkl a doğd ukları grupta kalı­yor ve dişiler başka gruplara geçiyordu. Daha iince de belirLLİ­ğimiz gibi , akrabalık, erkeklı �r a rası rıda i � l ı i rl iğ i rı i geliştiriyor.

Sosyal örgüılenmedı�ki l ı ı ı dcği� i ı ı ı t� ıwy i r ı yol a�· ı ığı ıı ı kesin olarak bilem iyoruz: Erkı·klcr aras ı r ıda i� l ı i rl iğ i ı ı i r ı ari ması bir nedenle b iiyük yarar sağla ı ı ı ı � o lma l ı . K i ı ı ı i a ı ı l ropologl ar, kom­şu Homo topl u luklarına kar�ı sav ı ı r ı ı ı ı a ı ı ı ı ı l ı i i y i "ı k i i ıwııı kazan­dığını savunuyorlar. Bel ki dt� l ı ı ı ı ıda ı ı da l ı i .ı y i ik l ı i r o lası l ık , ekonomik gereksin imiere dayal ı l ı i r d ı ·ği�i ı ı ı d i r. <,:ı ·� i ı l i kan ıtlar, Homo'nun diyelinin deği� ı iğ i ı ı i giis lni yor; vı · d, önemli bir enerji ve protein kaynağı hal i ne gı ·l i yo r. 1 - :rkı·rı 1/omo ' nun diş yapısındaki değişim ve ta� ald l ı ·k ı ıo loj i s i ı ı i ı ı gelişim i , et tüketi­mine işaret ediyor. Ayrıca l wy i ı ıd ı · k i , 1/omo paketinin bir par­çasını oluşturan büyüme dı · , l i "ı r i i ı ı d iyel ine zengin bir eneıji kaynağı katmasın ı zorunlu kt!m ı� ol ; ı l ı i l i r.

Tüm biyologların bi ld i k l ı ·r i gi l ı i l ıeyin , m etabolojik açıdan pahalıya m al olan bir orgaı ıd ı r . Siizgel imi modern insanlarda beyin, beden ağırlığının yal ı ı ı zt "a ryo 2'sini oluşturur, ama ener­j i bütçesinin o/o 20'sini Liikd i r . Pri rnallar tüm m emeliler arasın­da en b üyük beyinli gru l ı ı ı ol ı ı �l ı ı nı rlar ve İnsanlar da, bu mül­kiyetlerini olağanüstü dcrı ·ı · ı �dt � genişletmişlcrdir : İnsan beyni ,

66

eş beden boyutundaki bir insansımaymun beyninin üç katı b ü­yüklüktedir . Zürih' teki Antropoloji Enstitüsü'nden Robert M ar­tin , beyin boyutundaki bu büyümenin ancak enerji arzın ın arl­masıyla m ümkün olacağın ı vurguluyor: M artin'e göre erken Homo diyetinin, güvenilir olmaklan öte, besin değeri de yük­sek olm alıydı . Et, yoğun bir kalori, protein ve yağ kaynağıdır. Erken Homo , Australopithecus boyutunun ötesine geçmiş bir beyin oluşturmaya ancak, diyetine önemli oranda et katarak " elverişli olabilmiştir" .

Tüm bu nedenlerden dolayı , erken Homo'nun evrim pake­Lindeki başlıca uyarianmanın önemli oranda et tüketimi oldu­ğunu savunuyorum . Homo'nun canlı aviarı mı yakaladığı, yok­sa yalnızca leş yiyiciliği mi yaptığı , ya da her iki şekilde mi beslendiği, bir sonraki bölümde de göreceğimiz gibi, antropo­lojide son derece çekişıneli bir konudur. Ama atalarımızın günlük yaşamında etin önemli bir rol oynadığından hiç kuş­kum yok. Dahası, bitkisel besinierin yanı sıra eti de içeren yeni beslenme stratejisi de önemli bir sosyal örgütlenme ve işbirliği­ni zorunlu kılmış olabilir.

Bir türün beslenme modd iı ıdı� tı·ı ııd lı i r değiş im gerçekleş­tiğinde, arkasından başka değiş i ı ı ı lcr i ı ı dı� geldiği ni tüm biyo­loglar bilir. Bu i kincil değişimler ı,:oğıı ı ı l ı ık la, t iiriin yeni diyete uyarlanmasıyla birlikte, anatomide gcrı;ı ·kl ı·şi r . Erken Ila­mo'nun diş ve çene yapısının, muh terıwl ı · ı ı t'l i �· ı ·rı ·ıı bir diyete uyarianma n edeniyle, Australopithecus' ı ı ı ık i ı ıdı· ı ı farkl ı olduğu­nu görmüştük.

Yakın zamanlarda anlropologlar, erken /lo mo' ı ı ı ı ı ı, d iş fark­lılıkların yanı s ıra , fiziksel açıdan daha ak t i f lıir yarat ık olm a­sıyla da lı u.�tmlopithccus' tan ayrıldığına i ı ıa ı ı ı ı ı aya başladılar. Birbirinden lıağ ı ııısız iki ayrı araştırma dizisinde, erken Ho­mo'nun etki n bir koşucu ve bu özelliğe salı ip ilk insan türü ol­duğu sonucuna varı l d ı .

Robert M arl i ı ı ' i ı ı Ziirih ' ten çalışma arkadaşı olan antrapo­log Peter Sch ıı ı id lı i rkaı,: yıl önce, ü nlü Lıı ı :y iskeletini i ncele-

67

me fırsatını buldu. Fosil kem i klerin fiberglas kalıplarını kulla­narak Lucy'nin bedenini yeniden oluşturmaya başlad ı ; bede­nin insan şekline sahip olacağını u muyord u . Sonuçta gördüğü şey onu çok şaşırtacaktı : Lucy'nin göğüs kafesi, insanlardaki gibi fıçı §eklinde değil, insansım ay m unlardaki gibi koni §eklin­deydi . Lucy'nin omuzları, gövdesi ve beli de güçlü insansımay­mun özelliklerine sahipti .

1 989'da Paris'te gerçekle§tİrilen önemli bir uluslararası konferansta Schmid, bulgulannın anlamını açıkladı ve b ulgula­rın çok önemli olduğu görüldü. Scm mid'e göre, Australopithe­cus afarensis'in 11 bizim ko§arken yaptığımız gibi derin soluya­cak §ekilde göğsünü kaldırması m ümkün değildi . Karın §i§Li ve bel yoktu; b u da, i nsanın ko§ması için gerekli olan esnekliği kı­s ı tlayacaktı . 11 Homo bir ko§ucuydu, ama Australopithecus ko§U­cu değildi.

Çeviklik kon usundaki ik i nci kanıt dizisi, Leslie Aiello'nun beden ağırlığı ve boyu konusundaki çalı§ın alanyla elde edildi. Aiello modern insanlarla İ ıısarısı nıaynı ı ı ıı larda bu özellikleri ölçtürmܧ ve insan fosillerinde ı ı la�ı la rı aynı L ii rd e verilerle kar§ıla§tırmı§tı. Günüm üzdeki insansı may rıı ı ı n lar boylarına gö­re iri bir yapıya sahiptirler ve aynı boydaki l ı i r insandan iki kat ağırdırlar. Fosil verilerinden de çok ;u; ık lıir model çıkıyordu : Artık bize çok tanıdık gel meye l ıa�layan lıir rnodeldi bu. Aust­ralopithecus 'ların beden yapısı i ı ısaııs ımaymunl arınki gibiyken, tüm Homo türleri İnsansıydı lar. l l ı �m /\iello'nun bulguları hem de Schmid'in çalı§maları , Fn�d Spoor'un Australopithecus ile Homo arasında iç kulağın anatomik yapısında görülen farkla il­gili ke§fiyle uyumludur: İki ayakl ı l ığın geli§mesi, yeni bir be­den boyutuyla birlikte geı-çı�klı ·�i r .

Homo cinsinin ortaya ı.� ıkmasıyla birlikte, beyin boyutu dı­§ında da önemli değişi mb·iıı gürüldüğüne daha önce değin­mi§lİ m . Bu deği§imlerin ne vl d ıı ğunu artık biliyoruz: AıL�tralo­pithecus i ki ayaklıydı, am a ı.�ıwikl ik açısından kısıtlıydı ; llomo ise, atletti .

68

İki ayaklılığın başlangıçta, değişmiş bir fiziksel çevreele iki ayaklı insansımaymunun, geleneksel insansımaymunlara uygun olmayan bir habilalla hayalla kalmalarını sağlayan daha etkin bir hareket şekli olarak geliştiğini de ileri sürmüştüm . İ ki ayak­lı insansımaymunlar beslenmek için açık ağaçl ık bölgelerdeki yaygın kaynakları ararken daha fazla alanda dolaşabiliyorlardı . Homo'yla birlikte, hala iki ayaklılığa, ama b u kez daha üstün bir çevikl ik ve hareketliliğe bağlı yeni bir hareket şekli gelişti . Modern insanların ince yapısı, uzun adımlı yürüyüşü uzun sü­re sürdürebilmelerini sağlar ve erken Homo gibi, açık, sıcak ortamlarda hareket eden bir hayvan için çok önemli olan etkili ısı kaybına olanak tanır. Uzun, etkili adımlarla yürüyen iki ayaklı , insangil uyarianın asında temel bir değişimi temsil eder. Bir sonraki bölümde de göreceğimiz gibi, bu değişim hiç kuş­kusuz, aktif avianınayla bağlant ı l ıd ır.

Aktif bir hayvanın ısı harcarıı ası , beynin fizyolojisi açısın­dan özell ikle önem taşır. Al lıany, Nı�w Y ork EyaJet Ü niversite­si'nden antropolog Dean Fai k da I nı nok tayı vurguluyor. Faik l 980'lerdeki anatomik araştır ına ları yla, //onıo'nun beynindeki kanı boşaltan damarların yapıs ın ın �� ık i l i l ı i r soğı ı nı aya elveriş­li, Australopithecus'ta ise bu özel l iğin ı,-ok daha dii� i ik düzeyde old uğunu gösterdi . Faik'un radyatiir l ı ipol t ·z i , //omo ' n ı ı n geniş çaplı bir uyarianm a geçirdiği diiş ii rwı�si ı ı i d ı ·s ı ı ·klı ·yı · ıı tezler­den biridir.

Homo'nun uyarianmasının başanya ı ı la�l ı ğ ı ı ı ı si iyl ı ·nıeye ge­rek bile yok : N e de olsa bugün bizler I H ı rad a y ı z . A rııa yanımız­da niye lıa�ka i k i ayakl ı insansı maymunlar yok'?

İki m ilyon y ı l i i ııce 1/omo , Doğu ve Cii ı ı q A frika'da, çok sayıda Austmlopitlı t•t·us türüyle birl ikte ya�a ı ı ıak ıaydı . Ama bir milyon yı l son raya gdindiğincle A ııstralopitlıt•t·u.� l ii rlerin in so­yu tüken mi� vı � llo11111 tek başına kalmış t ı . ( B i r soyun tükenme. sini bir ha�arı s ı 1.l ı k i�are ti , doğanın su nd ıığı ı savaşı rnlara gir-

69

meye gücü yetmeyen bir türün ba§ına gelecek bir §ey olarak görme eğilimindeyiz. Oysa soyunun tükenmesi, tüm türl erin ni­hai kaderi gibi görünüyor: Var olmu§ Lüm türlerin % 99.9'dan fazlasının - herhalde kötü genler kadar kötü talihin de sonucu olarak- günümüzde soyu tükenmi§tir.) Australopithecus'un ka­deri hakkında neler biliyoruz?

Bana sık sık, et yemeye ba§layan Homo'nun diyetine Aust­ralopithecus kuzenlerini de katarak, soylarının tükenmesine yol açtığını dü§ünüp dü§ünmediğimi sorarlar. Erken Homo'ların tıpkı anLiloplar ya da diğer hayvanlar gibi, savunmasız A ustra­lopithecus kuzenlerini de arada bir öldürdülderine ku§kum yok. Ama Australopithecus'un soyunun tükenmesinin çok daha basit bir nedeni olmalı .

Alanı n ı Afrika ötesine de ta§ımasından dolayı, Homo erec­tus'un olağanüstü derecede ba§arı l ı bir tür olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla, erken Homo sayısının hızla artarak, Australopithe­cus'un hayatta kal ması açısı ndan hiiyiik önem ta§ıyan bir kay­

·nak olan yiyecek konusunda giiı;lii l ı i r raki p haline gelmi§ ol­ması m ü mkün . Dahası , 1 m i lyon i l ı � 2 mi lyon yı l öncesi arasın­da, yerde ya§ayan maymunlar - l ıa l ı ı ı n lar- da çok lıa§arılı ol­mu§ ve hızla çoğalmaya ha§lanı ı�lard ı . Dolay ıs ıy la, bunların da yiyecek için Australopithecııs' la n �ka l ıd l " l ırwye lıa§ ladıkları dü§ünülebilir. Australopitheru.� , ik i y i i ı ı l i i l ı i r n�kalıeL baskısına yenik dü§mܧ olabilir; bir tarafl an 1/omo, d iğer Laraftan d a ha­bunlar.

70

4. BÖLÜM

SOYLU AVCI iNSAN?

En azından bazı kanıtlar, erken Homo'nun fiziğin in aktif bir et arayışını yarısıttığı - yani, av peşinde bir avcı olduğu - fikrini destekliyor. Beslenme yöntemi olarak avcılık ve toplayıcılığın insanın tarihöncesinde yakın zamanlara dek sürdüğünü belirt­mekte yarar var; atalarımız yiyecek peşinde koşmaya dayalı basit bir varoluşu ancak, yalnızca 1 0.000 yıl önce tarımın baş­langıcıyla birlikte terk etmeye başladılar. Antropolojideki en önemli sorulardan biri şudur: Bu insana özgü beslenme şekli ne zaman ortaya çıktı'? Benim de ima ettiğim gibi, Homo cinsi­nin başlangıcından lıeri var mıydı? Yoksa, modern insanı.n or­taya çıkışıyla, belki de ] 00.000 yıl önce gerçekleşmiş, yakın tarihli bir uyarianma m ıydı '? Bu sorulara yanıt bul mak için fosil kalın tıların ı ve arkeotojik kayı t lardaki i puçları n ı dikkatle incele­yerek, avcılık ve Loplay ı c ı l ı k l ı t�s lennw �ı·k i l l ı � r ine dair i§areller aramamız gerekiyor. Bu lıöl i i r ı ıde kuranı lar ın son yıl larda deği­şerek, kendimizi ve ataları mızı �iirrıw �ı·kl i ıı ı i zi yansı tt ığı nı gö­receğiz. Tarihöncesi kanıtları n ı n nası l i ı ıl ' ı · l ı · ı ıdiği ı ı i �iirmeden önce, modern avcı-toplayıcılardan öğrendiği m i z kadarıyla, be­sin peşinde koşmaya dayalı yaşanı tarzına da i r kafalarımızda bir tablo oluşturmakta yarar var.

Sistematik bir beslenme stratejisi olarak 1 ' 1 için avianma ve bitkisel besin toplama bileşimi insanlara iizl-\iid ii r. Bu ayrıca son derece l ıa�arı l ı bir bileşimdir ve i ıı sa ı ı l ığı ı ı , i\n tarktika is­tisnası cl ı§ ı ı ıda, dünyanın her köşesinde l ı i.ı y ii k bir ba§arıya ulaşmasını sağl anı ı§t ı r. İnsanlar, buğu l u yağıını r ormanların­dan çöllere, l ı ı � n�kı ·t l i sahil bölgelerinden tamamen kısır yük­sek platolara ı kk, l ı i r l ı i ri nden çok farklı ortanı l arda yaşadılar.

71

Diyeller ortamdan ortama büyük farklı l ık gösterdi . Sözgeli m i , Kuzeybatı'nın Yerli Amerikalıları şaşılacak m iktarlarda bal ık avlıyor, Kalahari 'nin ! Kung San halkı ise proteinlerinin büyük bölüm ünü mongongo yemişlerinden alıyorlardı .

Yine de, diyeneki v e ekolojik çevredeki farklılıklara karşın, avcı-toplayıcı yaşam tarzında pek çok ortak yön vardı. İ nsan­lar, yaklaşık yirmi beş bireyden oluşan küçük ve hareketli top­luluklarda - yetişkin erkek ve kadınlarla, çocuklarından oluşan bir çekirdek hal inde- yaşıyorlardı. Bu topluluklar diğerleriyle etkileşi me girerek, geleneklerle dilin bağlı tuttuğu sosyal ve po­l i ti k bir ağ oluşturuyorlard ı . Genellikl e yaklaşık beş yüz birey­den oluşan bu topluluklar ağı , d iyalektik kabile olarak bil inir. Toplu luklar geçici kam plarda yaıııyor ve günlük b esin arayışla­rına çıkıyorlardı .

Antropologların i ncelediği, varlıkların ı hala sürdüren av­cı-toplayıcı toplu mların çoğunda kesin bir işbölümü vardır ; er­kekler avcılıktan ve kadınlar l ı i ı k isd hesinierin toplan masından sorumludur. Kamp yoğun l ı ir sosyal t�ı ki leşim al an ı ve yiyece­ğin payiaşıldığı yerdir; et bulu ı ıduj!;ı ı ııda bu paylaş ım genell ik­le , katı sosyal kuralların yöneli m i ı ıd t �ki ayrın t ı l ı l ı i r ı iirenle ya­pılır.

En basit teknolojileri kullanarak ,< �V r<"ı ı i ı ı doj!;al kaynakla­rından zar zor bir geçim sağl am ak , Baı ı l ı l a ra l ı i r savaşım gibi görünür. Gerçekteyse bu, soıı d t " rt '< "< � t � ı k i ı ı l ı i r geçin m e şekli­dir; yiyecek toplayıcılar üç ya da di i r l saat içinde, bütün gün yetecek kadar yiyecek toplaya l ti l i rl < � r. 1 l arvard 'lı an tropologlar­dan oluşan bir ekibin 1 9(ıO' lar V < ' 1 <J7() ' lerde yürüttüğü büyük bir araştırma projesi, Boısva ı ıa 'daki Kalahari Çölü'nde, aşırı derecede m arji nal toprakl arda ya�ayan !Kung San halkı için bu duru m un geçerli olduğı ı ı ı ı ı giis tnd i . Avcı-toplayıcılar fiz ik­sel çevrelerine, Balılı ken t zi l ı ı ı i yct i ı ı i n anlamakla güçlük çeke­ceği bir şekilde uyum sağla ı ı ı ı�lan l ı r . Sonuçta, modern gözlere yetersiz bir kaynak olarak gi ir i i ıw l ı i lecek şeylerden yararl an­m ayı bilirler. Yaşam tarzla rı ı ı ı ı ı gi ici i , bir sosyal sistem iç i rıdt�ki

72

bitkisel ve hayvansal kaynakları, karşılıklı bağımlılığı ve işbirl i­ğin i geliştirecek şekilde kullanm alanndan kaynaklanır .

Avcılığın insan evriminde önemli bir yere sahip olduğu fikri antropolojik düşüncede, Darwin'e dek uzanan köklü bir tarihe sahiptir. 1 8 7 1 tarihli İnsanın Türeyi§i adlı kitabında Darwin , taş aletlerin avcılardan korunmaktan öte, avı yakalamak için de kullanıldığın ı öne sürer. Yapay silahın kullanıldığı bir avcılığın benimsenmesi, insanı insan yapan şeylerden biridir. Darwin' in atalarımız konusunda yarattığı imge, Beagle'daki beş yıllık yol­culuğunda yaşadığı deneyimlerin açık etkisini taşıyor. Darwin , Güney Amerika'n ı n güney ucundaki Tierra del Fuego halkıyla karşılaşmasını şöyle anlatır :

Barbarlardan türediğimizden ku§ku duyulamaz. Vah§i v e bo­zuk bir kıyıda bir grup Fuegolu'yu ilk kez gördüğüm anda duyduğum hayreti asla unutamayacağım; çünkü aklıma he­men §U dü§ünce gelmi§t i : Atalarımız da, aynen böyleydiler. Bu adamlar tamamen çıplak ve boyalada kaplıydılar, saçlan darmadağınık, ağızları heyecandan köpürınܧ ve ifadeleri ya­bani, §a§kın ve güvensizd i . l i nhangi l ı i r sa natları olduğu söy­lenemezdi ve yabani hayvanlar gibi , ne yakalaya lıilirlerse onunla besleniyorlardı.

Avcılığın evrimimizde merkezi l ı i r rol oynadığı inancı ve atalarımızın yaşam tarzlannın gün ii nı iizii n teknoloj i k aı,;ıdan il­kel halklarıyla yan yana getirilmesi, an l ropoloj i k d ii� iincede kök salmış bir yaklaşımdır. Rutgers Ü n i vı �rs i ı ı �s i 'ndcn biyolog Timothy Perper ve antrapolog Carmel Sdırin· l ı ı ı kon udaki ge­niş kapsamlı bir denemede, söz konusu d ı ı r ı ı ıı ı ı ı az ve öz ola­rak şöyle i fade ederler : 1 1 . . . . avlanm a modd i , avc ı l ık ve et Lüke­timinin i nsan evrimini başiattığını ve insan ı , ��� anda olduğu yaratık olmaya i ı ı iğirı i ima eder. 1 1 Perper ve Scl ır in� bu faaliye­tin atalarımızı i i ı; �eki lde biçimlerıdİrerek 11 ı �rkı�rı insanın psiko­lojik, sosyal vı� y crl ı��imsel davranışını et k il ed iğini 11 söylerler. Konu hakkı nd aki 1 1J(ı;� tarihli klasik bir l ı i ldiride Güney Afri-

73

kalı antrapolog John Robinson, bilimin insanın tarihöncesinde avcılığa verdiği önemi ifade eder :

Diyete etin de katılması bana, geni§ ve yeni bir evrimsel alanı açan, çok önemli bir evrimsel deği§im gibi görünüyor. Bence bu deği§im, evrim açısından memeiiierin kökeniyle - daha doğrusu, belki de dört ayaklıların kökeniyle- aynı önemi ta§ı­yor. Zekanın ve kültürün görece büyük oranda geli§mesiyle birlikte, evrim tablosuna, diğer hayvanlarda en iyi olasılıkla ender olarak gölgesi görülen yeni bir boyut ve yeni bir evrim mekanizması kattı.

Avcılık varsayımımız efsanevi bir özellik de kazanarak, ya­sak meyveyi yedikten sonra Cennet'ten ayrılmak zorunda ka­lan Adem ile Havva'nın ilk günahına e§değer hale geldi . Per­per ve Schrire, 11 Avianma modelinde insan savanın zorlu ko­§UÜarında hayatta kal ab i lmek iç in

. et yedi ve bu strateji nede­

niyle, sonraki tarihi b ir § iddet, fet ih ve kan dökme ortamında yazılan hayvana döniişt ii , 11 d iyor lar. 1 950' deki k im i yaz ı lann­da Raymond Darı ve dalıa yayg ın ol arak l ı i l i ııd iği §ekl iyle de, Robert Ardrey b u temayı dı� al ı rl a r. /\ rd rı�y ' i ı ı ] <) 7 ] tarihl i Af­rican Genesis adl ı ki ıal ı ı ı ı ı ı ı i i ı ı l i ·ı a<-;ı l ı ş c i i ı ı ı l ı �si şüyl ı�d i r : 1 1 İn­sanlık ne Asya' da, ne de rıı ası ı ı ı ı ol ; ı rak doğı ı ı ı rşl ı ı . 1 1 Hu imge­nin hem halkla hem de meslek i<-; i ı ıd ı � gi i ı.; kazand ığı görüldü. Ve ileride de göreceğimiz gi l ı i i ı ı ıgc, arkl'oloj i k kay ı tl arın yo­rumlanmasında önemli hale gel d i .

l 966 tarihinde Chieago C ı r ı iv ı � rs i ı ı ·si ' n d e gerçekle§ tirilen 11Avcı Adam " konferans ı , cv r i ı ı ı i ı ı ı izdı� avcı l ığ ın rol üyle ilgili antropolojik dü§ünce larz ı ı ı ı ı ı g ı · l i � ı ıwsi ı ıde bir dönüm noktası oldu. Konferans, çoğu avcı- lop lay l l ' r toplumda en büyük kaloı·i kaynağının bitkisel bes in lop lay l l ' ı l rğ ıyla sağlamlığını tanıması ba§ta olmak üzere, pek çok ı wdl ' r ı ı bı ötürü b üyük önem la§ı r. Tıpkı Darwin'in yakla§ık l ı i r y i .ı zy ı l i inee yaptığı g ibi hu konfe­ransta da modern avcı-Loplay l l ' ı l ar ın ya§am tarzları hakkında bildiklerimiz, en erken a ıa ları ı ı ı ı z ın davranı§ model ler iy le e§­le§ıirildi . Sonuçta, doslıı ı ı ı vı · �:al ışma arkada§ ım olan l l arvard

74

Üniversi tesi'nden arkeolog Glynn Isaac'ın da dediği gibi, tari­höncesi kalıntılarındaki et tüketimine ili§kin açık kanıtlar - ta§ alet ve hayvan kemiği grupları - açık bir anlam ta§ıyordu: " Pleistosen boyunca görünü§te kesintisiz bir ta§ ve kemik ka­lıntılar izini izledikten sonra, . . . bu alet ve birey kalın tılarını " fos il ana üssü sitleri " olarak değerlendirmek son derece do­ğal görünüyordu. " Diğer bir deyi§le, atalarımızın, daha ilkel bir §ekilde de olsa, modern avcı-toplayıcılar gibi ya§adıkları dü§ünülüyordu.

lsaac, ı 978'de Scientific American'da yayınlanan önemli bir makalede tanımladığı yiyecek payla§ımı hipoteziyle, antro­polojik dü§üncede önemli bir geli§meyi ilan etti . Bu hipotezle, insan davranı§ını kendiliğinden yapılandıran güç olarak avcılık üzerindeki vurgudan uzakla§ıyor ve yiyeceğin i§birliği içinde elde edilerek payla§ılması üzerinde duruyordu . Darwin' in ölü­münün yüzüncü yılı olan ] 982'de yapılan bir toplantıda, "Yi­yeceğin payla§ılmaya ba§laması dilin, sosyal ili§kinin ve zeka­nın geli§mesini sağlayacaktır, " dedi.

lsaac, ı 978 tarihli bir bildiride, insanlan insansımaymun akrabalarımızdan be§ davranı§ model inin ayırdıgını yazdı: ( ı ) iki ayaklı hareket §ekli , (2) koııu§rrıa dil i , (]) yiyeceğin sosyal bir bağlamda düzenli ve sistematik olarak payla§ılması, (1·) ana üslerde ya§ama, (S) büyük aviann yakalanması . Bunlar elbet­te, modern insan davranı§ını tanımlıyor. A ıııa l saae' e göre, 2 milyon yıl önce " insangillerin sosyal vıt ekolojik c l ii zenlemele­rinde çe§itl i temel deği§iklikler olu§maya l ı<ı§l ar. " Daha o za­manlarda, küçük, hareketli gruplar içinde ve ı�rkcklerin avlan­mak, kadınların cia bi tkisel besin toplamak i�:i r ı c l ı§arıya çıktık­ları geçici kamplarda ya§ayan avcı-toplayıeıl ar olmu§lardı . Kamp, yiyeccğin payla§ıldığı sosyal odağı sunuyordu . lsaac ı 984'te, yani gı�rıç ya§taki trajik ölümünden lı i r yıl önce bana, " Et, diyetin ii rıı� r ı ı li l ı ir unsuruydu, ama avcıl ıkla ya da le§ yiyi­cilikle elde ı�d i l ı ı ı i § olabilirdi , " demi§ti . " Çoğu arkeoloj ik sitten

75

elde ettiğimiz kanıtiara bakarak hangisinin doğru olduğunu söylemek hiç kolay deği l . 11

Isaac'in bakış açısı, arkeoloj ik kayı tların yonımlanış şeklini büyük oranda etkilecl i . Fosilleşmiş hayvan kemi kleriyle birl ikte taş aletler de bulunduğunda, bu, eski b ir 1 1 ana üs 11 , bir av­cı-toplayıcı grubunun belki de günlerce sürmüş faaliyetinin ye­tersiz bir kalıntısı olarak görülüyordu . Isaac' in tezi akla yatkın­dı ve ı 98ı tarihli The Making of Mankind adlı k i tabımda şun­ları yazdım : 11 Besinierin paylaşılması h ipotezi , erken insanları modern i nsana dönüştüren şeyin güçlü bir açıklaması olabilir. 11 Hipotez, fosil kalıntılarını ve arkeoloj ik kalıntıları görme tar­zınıla uyuıniuydu ve sağlam biyolojik ilkelere dayanıyordu. Smithsonian lnstitution'dan Richard Potts da aynı düşüncedey­di. ı 988 tarihli Early fiorninid Activities at Olduvai adlı kita­bında, lsaac'in hipotezinin 11 son derece çekici bir yorum gibi göründüğünü 11 söylemiş ve şöyle demişti :

Ana üs, yiyecek payla'iı r ı ı ı l ı ipokzi, insa n d avran ı§ının ve sos­yal ya§amın, antropolop;la r iı; in i i ıwııı ta'iıya ı ı ıwk ı;rık yönünü - ili§ki sistemleri, dt>ği�tcıkıı�, a k ra l ıa l ık , l ws l•· ı ı ııw , i� l ıiiliimü ve dil- deği§tirir. K a l ı ıı t ıl an la , k• · rı ı ik w ta�la n l a av­cı-toplayıcı ya§am tartı_nın ıınsıı rLı rı g i l ı i gi ir i i ıwı ı >i• ·y lc r i lıu­lan arkeologlar, gerisin iı� de kcııd i l ij!, i ı ıd • · ı ı g• ·ld iği so n u c u n u çıkardılar. Bu, eksiksiz bir ta hloyd ı ı .

Ama ı 970'lerin sonlarıyla 1 <JBO' I cr i ı ı l ıa� ları ı ıda , Isaac i le, o dönemde New Mexico Ü n ivcrs i lcs i ' ı ı d ( � ol arı arkeolog Lewis Binford'ın etkileriyle, bu d ii� i i ı ı i i� d .. g i� ı ı H�ye başladı. Her ikisi de, tarihöncesi kalıntılara i l i�kiı ı l ıaskııı yorumların çoğunun, söze dökülmemiş varsay ı m iara d aya n d ığını fark etmişlerdi . Bir­birlerinden bağımsız olarak, ka l ı ı ı l ı l ; ı rdan gerçekten bil inebile­cek olanla, yalnızca varsay ı l rı ı r � ola ı ı r ayırmaya başladıl ar. Bu iş en temel düzeyden, taşlarl a l ıayvan kemiklerin in aynı yerde bulunmasının anlamının sorgı r la ı ı ı ı ıas ıyla başladı . Bu uzamsal çakışma varsayıldığı gibi, l ; ı r i l ı i i ı ın�s inde insanların hayvanlan kestiklerine mi işaret ed iyo rd ı ı ·� B ı ınun kanıtlanması, hayvanla-

76

rı kesen insanların modern avcı-toplayıcılar gibi yaşadıkları an­lamına mı gelecekti?

lsaae'le sık sık çeşitl i besin arayışı h ipotezleri hakkında ko­mışurduk ve lsaae, kemiklerle taşların, avcı-toplayıcı yaşam tarzıyla tamamen bağlantısız olarak aynı yerde bulunabilecek­lerine dai r h ipo tezler üretird i . Örneğin , bir grup erken insan, gölge sağladığı için bir ağacın altında bir süre kalmış ve bura­da, leşleri kesmek dışında bir nedenle taş kırmış olabil irlerdi ; belki de sözgelim i , yumru kökleri çıkarınakla kullanacakları so­paları yonlmak için yonga yapıyorlardı. Grubun buradan ayrıl­masından sonra bir leopar gelip ağaca tırmanmış ve leoparla­rın sık sık yaptığı gibi , avını çekerek taşımış olabil irdi. Leş ya­vaş yavaş çürüyecek ve kemikler yere, alet yapımcılarının ar­kalarında bıraktıkları yaş yığının arasına düşecekti . Alanı 1 . 5 milyon yıl sonra kazan bir arkeolog, bu senaryo i le daha önce­leri popüler senaryo olan, göçebe aveı ve loplayıcıların et kes­tikl er i yorumu arasında nasıl ayrım yapabilir? İçgüdülerim ba­na, erken insanların bir tür avcılık ve toplayıcılık yaptıklarını söylüyordu, ama lsaac'in kanı tları n doğru şekilde yorumlan­masına i l işkin kaygısını da anlayalıil iyordı ı ın .

Lewis Binford'un geleneksel d iiş iinceye sald ır ıs ı , lsaac' e göre çok daha ölkeliydi . 1 98 1 tarih l i //o/lı·.�: 11w·i('fl.t Mm and Modem Myth adlı kitabında, taş alet ve kerı ı i k �rıı pları nı eski kamp alanlarının kalıntısı olarak gören arkcolo�ları ıı 11 i ıısangil geçmişi hakkında 'öylesine' öyküler uydı ı rd ı ı kl a rı ı ı ı 11 savunur. Çalışmalarının çok az bir kısmını erken ark<'oloj ik siı lı�rde ger­çekleştirmiş olan Binford, görüşlerine, lc ı ı ı < ' ldı� l : �5 .000 ile 34.000 yıl önce arasında Avrasya' da yaşaı ı ı ı ş olan N eandert­hal insanının kem ikleri üzerinde yapılan i rı l 'dı�rı ıderle ulaşmış­tır.

1985 ' ıeki ii r ıemli bir incelemede, 11 Bıı �iin·ce yakın ataları­mııda avcı ve toplayıcı yaşam tarzı örgütlenmesinin, tam anla­mıyla modern llo11ıo .mpiens' tek.inden çok farkl ı olduğuna ikna oldum, 11 diye yazar. 11 Eğer bu doğruysa, çok t�rken insangillere

77

dair 'oybirliğiyle edinilmiş' bakış açısında belimlenen neredey­se ' insani' yaşam tarzı, aşırı derecede olanaksız bir durum gibi görünmektedir . " Binford, sislemaLik avcılığın ancak modern insanlarla birlikte ortaya çıktığını öne sürer ve bunun için de tarih olarak, 45 .000 ila 35 .000 yıl öncesini gösterir.

Binford, erken arkeolajik sitlerin hiçbirinin, eski kamp alan­larının yaşama bölgesi kalıntıları olarak göri.ilemeyeceğini savu­nur. Bu sonuca, Olduvai Bağazı'ndaki kimi önemli arkeolajik alanlarda bulunan kemiklerden başkalannın elde ettiği verileri inceleyerek ulaşmıştır. Bunların , insan dışındaki avcılann öl­dürme alanlan olduğunu söyler. Aslan ya da sırtlan gibi avcıla­rın bölgeden ayrılmasından sonra insangiller alana geliyor ve yiyebilecekleri leş parçalarını topluyorlardı . " Kullanılabilecek ya da yenilebilecek en önemli ve kimi zaman da Lek parçalar, kemik iliğinden ol wıuyord u . i nsangi l lerin yiyecekleri buldukla­n yerden , Lüketmek iizere iis ka m pa taşıdıkları fikr ini destekle­yen hiçbir kanıt yoktur . . . . A y n ı Şl'ki lde, yiyeceği ıı payiaşıldığı tezi de tamamen des teksizd i r. " Bu fik i r , 2 ı ı ı i l yoı ı yıl önceki atalarımız hakkında son dı�recı� farkl ı l ı i r ta l ı lo s ı ı ı ı ı ı yor . Bin­ford şöyle yazmıştı: " Onlar roman t i k a ta lar deği l , i i ıw ın siz yi­yecek parçalan için leşleri yağmalayan ı ·k lck t i k l ıcs i n arayıcıla­nydı . "

Erken insanın tarihöncesiıw i l i �k i ı ı l ı ı ı 1-\iiriiş te, yalnızca be­sin arayış tarzlarıyla değil , d iğı�r dav ranış u nsurlar ıy la da atala­rımız daha az insansı olarak giis t ı · r i l i yord ı ı : Sözgelimi, dil, ah­lak ve bilinç yoktu. Binford ' ı n ı ı ı l a� t ığ ı sonuç şöyleydi : "Türü­müz kademelİ ve ilerici sii n�ı,;l ı � ri ı ı sonucu olarak değil, görece kısa bir süre içinde hızla ortaya ı,; ı k t ı . " Bu, tartış ınanın felsefi özüydü . Erken llonıo insan a i izgii l ı i r yaşam tarzına ai l özellik­leri gösterdiyse, insanlığın i izi i ı ı i i ı ı ortaya çıkışını, bizi uzak geçmişimize bağlayan aşam al ı l ı i r sii reç olarak kabul etmemiz gerekir. Ama gerçekten i ıı sa ı ıa iizgii davranışlar hızla ve yakın zamanlarda ortaya çıktıysa, l ı ı ı ı ı ı ı n anlamı , uzak geçmişimizden

78

ve doğanın geri kalan kısmından kopmuş olarak, tamamen tek başına kalmamızdır.

lsaac, Binford'un tarihöncesi kalıntıların geçmişte aşırı bir yoruma tabi tutulduğu yolundaki kaygılarını paylaşınakla bir­likte, durumun düzel tilmesinde farklı bir yaklaşım benimsedi . Binford büyük oranda, başka insanların verileri üzerinde çalış­mıştı; Isaac ise bir arkeolajik siti kazarak, kanılları yeni bir gözle incelemeye karar verdi . Avcılıkla leş yiyicilik arasındaki ayrım lsaac'in yiyeceği paylaşma hipotezi için çok önemli de­ğildi gerçi, ama arkeolajik kalıntıların yeniden incelenmesinde önem kazanmıştı . Avcı mı, leş yiyici mi? Tartışmanın dönüm noktası buydu.

İlkesel olarak avcılık arkeolajik kalınıılarda, leş yiyicil ikten farklı bir iz bı ı·akmış olmal ı . Fark, avcı ile leş yiyicinin arkala­rında bıraktıkları beden par��alarında �iiriil nı el i , Sözgelimi, av­cı avını öldürdüğünde !eş in La r ı ıa ı ı ı ın ı ya da bir kısmını kampa taşıma seçeneğine sahiptir. Leş yiyiciyst� terk edilmiş lıir katli­am alanında bulabildikleriyle ye l in m ek zonındadır : Kampa gö­türebileceği gövde parçaları kıs ı ıl ıdı r. Dolayısıyla, avcı lıir in­sangilin kampında bulunacak kemik ı;eşid i , leş yiyici lı i r i ıısan­gilin kampında bulunandan çok daha fazl ad ı r; vt� kim i zaman, eksiksiz bir iskelet de bulunabili r.

Ama bu derli toplu tabioyu karışt ı rarı ıwk ı;ok ct ken var. Potts'ın da dediği gibi : 11 Leş yiyici dogal ıwdı · ı ı l ı · rdcn i i lm ii ş bir hayvanın leşini bulduğunda Lüm vücut parı;alarına u laşabi­lir; bu durumda, avcılığa benzeyen bi r kı� r ı ı ik r ı ıoddi görüle­cektir. Leş yiyicinin avcıyı avından çabueak ı ı zaklaşt ınnak için bir yol bulması dun ımunda model y ine avc ı l ıga l wnzeyecekLir . Bu durumda ne yapaeaksınız? 11 Afrika ve Avrupa'da pek çok kemik grulıunu inedemiş olan Chicagolu arı l ro polog Richard Klein , iki besin arayışı yönlemi arasında ayrım yapmanın ola­naks!zlığına i nanıyor: 11 Kemiklerin bir site ula�ınalarını sağla­yacak o kadar ı;ok yol var ve kemiklerin başı na o kadar çok

79

şey gelebilir ki, insangillerde avcı-leş yiyici sorunu asla çözüme kavuşturulmayabilir . "

Isaac'in yeni düşünüşü sınamak için giriştiği kazı, sit 50 olarak bilinir ve Kenya'nın kuzey bölümünde, Turkana Gö­lü'nün yaklaşık 24 km doğusundaki Karari Bayırı yakınların­dadır. ı 977 'den itibaren üç yıllık bir dönem içinde Isaac ile arkeolog ve jeologlardan oluşan bir ekip, eski bir kara yüzeyi olan küçük bir derenin kumluk kıyısını açığa çıkardılar. ı . 5 milyon yıl önce, mevsimsel b i r akarsuyun yağmur döneminde yarattığı taşkın sonucu gömülmüş olan ı 405 taş yapıyı ve kimi büyük, kimi küçük olmak üzere 2 100 kemik parçasını b üyük bir özenle yüzeye çıkardılar. Günümüzde burası, sayısız eroz­yonun yarattığı çorak arazilerde çalılıkların yayıldığı kıraç bir bölgedir. Isaac'le ekibinin hedefi, taş yapılarla pek çok hayvan kemiğinin aynı yerde buluştuğu 1 .5 milyon yıl öncesinde neler olduğunu öğrenmekti .

Binford ilk dönem eleştirilerinde, kemik v e taşların aynı yerde bulunmasının su hareketinin bir sonucu olduğunu öne sürüyordu. Yani, hızla akan bir akarsu beraberinde kemik ve taş parçalan taşıyarak bu parçaları, sözgelimi akarsuyun geniş­lediği yerler ya da bir kıvnmın iç kıyısı gibi d ii§iik enerjiyle ak­tığı noktalara boşaltabilir. Bu açıdan, la§ ve kernikleı· in aynı yerde toplanması insangillerin faaliyeıkriı ı in değil, rastlantının eseri olacaktır. "Arkeolojik si t " hidrolojik bir kargaşadan baş­ka bir şey olmayabilir. Eski kara yiizeyinin derenin içinde de­ğil kıyısında yer alması ve jeolojik ipuçlarının sitin son derece yavaş gömüldüğünü göstermesi ıwdeniyle, böyle bir açıklama sit 50 için geçerli görünmüyord ı ı . Y ine de, kemikle taş arasın­da doğrudan bir bağlanıının varsayılması değil, kanıtlanması gerekir. Bu kanıt hiç bekleı ı ıı ı ı ·dik bir şekilde geldi ve arkeolo­jinin yakın zamanlardaki di i ı ı i i ıı ı noktalarından birini oluştur­du .

Ilayvan metal ya da la§ bir bıçakla parçalandığı nda ya da kemikteki etler ayrıldığında kasap kaçınılmaz olarak bazen ke-

80

miğe de girerek uzun oluklar ya da kesik izleri b ırakır . Kesik izleri parçalama sırasında eklemlerin üzerinde yoğunlaşacak, etleri ayırma sırasında ise başka yerlerde görülecektir . Wiscon­sin Ü niversi tesi 'nden arkeolog Ilenry Bunn, sit SO'den gelme bazı kemik parçaların ı incelerken bu tür oluklar buldu. Mik­roskop altında, kesitte V şekl inde olduklan görülebiliyordu . Bu, 1 .5 milyon yıl önce yiyecek arayıcısı bir İnsangil tarafın­dan b ırakılmış bir kes ik izi miydi? Modern kemiklerle taş yon­galar üzerinde yapılan deneyler bu görüşü doğruluyor, si tteki kemiklerle taşlar arasındaki neden-sonuç ilişkisini kesinlikle kan ı tlıyordu: Bunları oraya İnsanlar getirmiş ve yemek iç in iş­lemişlerdi . Bu keşif, erken bir arkeolaj ik sitteki kemiklerle taş­lar arasındaki davranışsal bağlan tın ın i lk doğrudan kan ı tıyclı . Eski s i tlerin esrarın ı aydınlatacak bir ipucuydu .

Bil imde, pek çok kez önemli keşifler aynı dönemde, birbi­rinden bağımsız olarak yapılı r . Kesik i zlerinde de aynı durum yaşandı. Turkana Gölü i le Olduvai Boğazı ' ndaki arkeolaj ik s i l­lerde bulunan kemikler üzerinde çalışan Richard Potls ile John Hopkins Ün iversi tesi ' nden arkeolog Pat Shipman da kesik izle­ri bulmuşlardı. İnceleme yöntemleri Bunn'dan biraz farkl ı , ama yanıt aynıyd ı : 2 mil yon y ı l önce i nsangi l ler , leşleri parça­lamak ve kemiklerdeki etleri ayı rmak i ç in taş yonga kullanıyor­lardı (bkz. şekil 4 . 1 ) . Geçmişe bakt ığ ım ızda, kes ik izlerinin da­ha önce keşfedilmemiş olması son d t�rı·t·e şa§ ı rt ) ( ' ı , ı;; i·ınkii Potts'la Shipman' ın inceleel ikleri kemiklı-ri l ıaşka ıwk çok k iş i daha i ncelemişt i . Bir anl ık bir dü§Ütı nw, uyan ık l ı i r zi l ı n i , ege­men kuramın doğru olması durumunda kasapl ık izl t ·r i ı ı i n kimi fosil kemiklerde bulunması gerektiğ ine i kna ct nwye ye terdi . Ama kimse di k katle bakmamışt ı , çünkii varsay ı l ı yo rd u . Ama egemen kuramın siize dökülmemiş varsayı ın la rı sorgulanmaya başlandığında, izler i arayıp bulman ın zam a n ı da gt·l nı iş oldu .

Sit SO'derı , i ı ısangilleriıı yaşamların ın l ı i r parı,:as ı olarak ke­mikler üzeri rıd( � taş kııllandıkların ı gösten�ı ı l ıaşka kanı tlar da bulundu. Alandaki kiı ı ı i uzun kemikler, gö r ii ı ı iişte biris in in ke-

İnsanın Kökeni. F: (ı H I

ŞEKiL 4.1 Eski dönem kasaplığıııa dair i§aretler. Kcnya'ııın kuzey büliiıniindeki 1 . 5 milyon ya§ındaki bir arkeolaj ik sitte bulunan fosille§mi§ hayvan kemiği üze­ıinde oklarla gösteıilen bu kiiçük kesik izleıi, erken insanların hayvan le§le­ıindeki etleıi ayırma'k için keskin ta§ aletler kullandıklarını gösteriyor. (R. Lewin.)

miği örs gibi taş üzerine yerleştirip içindeki iliğe ulaşmak için üzerine vurmasının sonucu olarak, parçalara ayrılmıştı . Bu se­naryo paleolitik bir yapboz bulmacadan oluşturulmuştu; parça­lar bütün kemiği oluşturacak şekilde toplanmış ve karakteristik darbe işaretlerini de içermek üzere, kırılma model i i ncelenmiş­ti. Isaac ile arkadaşları bulgularının betimlendiği bir bildiri­de, " çekiçle parçalanmış kemikleri n birbirine uyan parçaların ı bulmak, i nsan ı , erken insan örneklerini iliği çıkarıp yeme e yle-

82

mi sırasında hayal etmeye davet ediyor, 11 diye yazmı§lardı. Ke­sik izleri konusunda da §öyle diyorlardı: 11 Bir kemiği n , anıilo­pun hacağının keskin bir ta§la parçalanması sırasında olu§tuğu anla§ılan izler ta§ıyan mafsal ucu bulunduğunda, insan gayet belirgin kasaplık imgelerini dü§ünmekten kendini alamıyor. 1 1

1 .5 milyon yıl önceki bu insangil faaliyeti imgesine bir ek de, ta§lardan gelen mesajdı . Ta§ kırıcı bir ta§tan yongalar çı­kardığında, parçalar genellikle etrafındaki küçük bir alana dü­§er. Wisconsin Üniversitesi'nden arkeolog Ellen Kroll si t 50'de tam da bunu buldu: Ta§a vurma faaliyeti alanın bir ucunda yo­ğunla§mı§tı. Aynı §ekilde kemik parçaları da - zürafa, gerge­dan, boğa antilobu büyüklüğünde bir antilop, zebraya benze­yen bir hayvan ve yayınbal ığı kılçıkları - da aynı yerde yoğun­la§mı§lı. lsaac ve arkada§! arı, 11 Siıin kuzey ucunu ݧ yapmak için uygun bir yer haline geliren §eyin ne olduğu hakkında an­cak tahmin yürütebiliriz, ama gözlenen model , sözgelimi orada gölgelik bir ağaç bulunduğuna işaret edebilir, 11 diye yazmı§lar­dı . Ta§ yongaların daha da önemli bir diğer yönü, parçalanmı§ uzun kemikler gibi bunların da bazıların ın bir !av la§ı olan ilk hallerini olu§turacak §ekilde yeniden birleştirilebilmeleriydi.

2 . Bölüm'de, Nicholas Toth i le Lawn�rıce Keeley'in çok sa­yıda ta§ yonga üzerinde mikroskobik i r ı ı :der ı ıdı�r gerçekleştire­rek kasaplık, odun yontma ve yumu§ak bitki dokularını kesme i§aretleri bulduklarını belirtmi§tİm. Bu yongalar sil 50'den alınmı§tı ve analiz sonuçları , 1 . 5 milyon yıl i i r ıct�si ne ait eıkin­liklerin yer aldığı bir sahne imgesine yeni giirii r ı t ii ler ekliyor­du. Sit 50'deki faaliyet, hidrolik çöplük i nı gesir ıdı�n çok öte, insangillerin buraya leş parçaları getirmelerini ve Inı parçaların sitte yapılmış la� al ı�ılerle ݧlenmesini içeriyor o lmal ıydı. Kemik ve ta§ların merkı�zi l ı ir yiyecek ݧleme yerİnı: bili nçli olarak ta­§ındığının gösteri lrnı�si, l 970'lerin sonlarındaki kuramsal kar­ga§adan sonra arkı·olojik kuramın yeniden düzenlenmesinde önemli bir adırnd ı . Ama bu kanıt, sit 50'ni rı insangilleri , yani Homo erectıı.� 'ur ı avcı ya da le§ yiyici olduğunu gösteriyor mu?

83

lsaac ve arkadaşları şöyle diyorlar: " Kemik grubunun özel­l ikleri, egemen et bulma yöntemi olarak aktif avcılıktan çok leş yiyiciliği düşündürüyor. " Alanda eksiksiz leşler bulunmuş olsa, avcılık sonucuna varılalıi l irdi. Ama daha önce de belirttiğim gi­bi, kemik grupları modellerinin yorumlanması hata o lasılığını da barındıran bir işti r. Ama başka kanı t dizilerinden de, erken Homo'nun et bulma yönteminin leş yiyicil ik olduğu sonucu çı­karıldı . Sözgelimi, Shipınan eski kemiklerdeki kesik izlerinin dağılımını inceledi ve iki gözlem yaptı. İlk olarak, içlerinden ancak yaklaşık yarısı parçalamaya işaret ediyordu; ikinci ola­rak, içlerinden çoğu , çok az et taşıyan kemikler üzerindeydi . Dahası, kesikierin pek çoğu etobur dişlerinin bıraktığı izlerle çakışıyor ve bu da, eıoburl arın kemiklere insangillerden önce ulaştıklaı·ına işaret ediyordu . Sh ipman bunun, " leş yiyiciliğe dair zorlayıcı bir kanı t " olduğu sonucuna vardı ki, bu, Ship­man'ın deyişiyle, a tal arımıza il i�kiıı " a�iııa ol ı rıayan ve gurur kınc ı " bir imgeydi . El l ıetle lı u , gdcneksd kuramın Soylu Avcı İnsan imgesinden oldukça uzakıadır .

Ben, erken 1/omo'nun et arayışının leş yiyicil iği de içerdiği­ni sanıyorum . Shipman'ın da dediği gibi, " l·:ıol ı ı ı rlar fırsat çık­lığında leş yer ve zorunlu kaldıklarında avlaıı ırlar . " /\ m a ben arkeolojide yakın zamanlarda oluşan devrimin, l ı i l i ı ı ıde genel­likle görüldüğü gil ı i , fazla ileriye gi ıtiğine inanıyonı rn . Erken 1/omo'nun avland ığının reddedilmesi aşırı derect�de ihtiyatlı bir yaklaşımdı. Shipman'ın kesik izleri üzerindeki inı :dt� ıı ıesin­de, bu izierin pek çoğunun az el taşıyan yerlerde Lıu1 ı ııı ııı asının anlamlı olduğunu düşiiniiyonım. Buralardan ne eldt� edilebi­lir? Tendon ve deri . Bu malzemelerle, oldukça b iiyi ik avlar için etkili kapanlar yapılabi l ir . 1/omo erectus'un bu tür l ı ir avcı­lıkla uğraşmamış olması lıeııi çok şaşırtırdı. 1/omo ciıısi ı ı i ı ı or­taya çıkışıyla görülen iıısaıı fiziği , avcılığa uyarlanmayla uyum içinded ir.

Sit 50'deki çalışma !saat· için çok yararlı oldu . Bu , i ı ısangil­lerin kemik ve ta§ları ıııcrkl'zi bir yere ta§ıdıklarını doğrula-

84

makla birlikte, onların bu yeri ana üs olarak kullandıklarını ka­nı tlamıyordu . Isaac, 1 983'te şöyle yazmıştı: " Önceki bildirile­rimde erken insangit davranışına ilişkin olarak öne sürdüğüm hipotezlerin, erken insangillerin aşırı derecede insan gibi gö­rünmelerine yol açtığını şimdi anlıyorum. " Dolayısıyla " yiye­cek paylaşımı hi po tezi " nin değiştirilerek, " merkezi yerde yiye­cek arayıcılığı " hipotezine dönüştürülmesini savunuyordu. Ben onun aşırı derecede ihtiyatlı davrandığından kuşkulanıyorum.

Sit SO projesinden alınan sonuçların Homo erectus 'un av­cı-toplayıcı olarak yaşadığını , birkaç günde bir geçici bir ana üsten diğerine -yiyeceği getirip paylaştıkları üsler- geçtiğini kanıtladığını söyleyemem. lsaac'in ilk yiyecek paylaşma hipote­zindeki sosyal ve ekonomik ortamın sit SO'de ne derece mev­cut olduğunu bilemiyoruz. Ama bence bu çalışma, erken Ila­nıo'nun şempanzenin sosyal, bilişsel ve teknolojik yetenek dü­zeyini çok az geçmiş olduğu düşüncesinden vazgeçmemize ye­tecek kadar kanı t sunuyor. Bu yaratıkların minyatür av­cı-loplayıcılar olduklarını söylemiyorum, ama ilkel av­cı-toplayıcının bu dönemde insansı sınıfa girmeye başladığına emınım.

Homo erectus 'un en erken diinenılt�rinde günlük hayalın na­sıl geçtiğini tam olarak belki de asla l ı ilenıeyeceğiz. Ama, sit SO'den elde ettiğimiz zengin arkeotojik karı ı l ları ve d iiş giicü­müzü kullanarak, l .5 milyon yıl öncesi ic;irı �iiyl t� l ı ir sahneyi yeniden kurabiliriz:

Mevsimlik bir dere, dev bir gölün batı yakasındaki geniş bir taş­kın ovasından ağır ağır akıyor. Derenin dolambaçlı kıyıları boyunca uzun akasya ağaçları , tropik güneşe karşı hoş bir gölge o luşturu­yor. Dere yatağı yılın büyük bölümü boyunca kuru kalmakta; ama kuzeydeki tepelerde son zamanlarda görülen yağmurlar göle doğ­ru inerek, dereyi yavaş yavaş kabartıyor. Taşkın ovası birkaç hafta­d ı r renk cümbüşü içinde; çiçeklenen otlar portakal rengi toprakta

85

sarı ve mor renkli havuzlar oluşturuyor ve a lçak akasya çal ı lı kları beyaz bulut tarlalarına benziyor. Yağış mevsimi hemen kapıda.

Burada, deren in eğrisinde, beş yetişkin dişi i le çocuk ve genç­lerden oluşan küçük bir insan g rubu görüyoruz. Atietik ve güçlü bir yapı la rı var. Yüksek sesle sohbet ediyorlar; konuşmaların ın bir kısmının sosyal repertuvar ın parçaları olduğu görü lüyor, bir kısmı da, günlük planlarla i lgil i . Gün doğumundan önce g ruptan dört yetişkin erkek, et aramak için erkenden yola ç ıkt ı . Dişi lerin rolü bit­kisel besin toplamak, bunun yaşamların ın ekonomik dayanağı o l­duğunu da herkes bi l iyor. E rkekler avlar, kad ın la r toplar: Bu, bizim g rubumuzda ve bil indiğ i kadarıyla her zaman gayet iyi işe yaramış bir sistem.

Dişi lerden üçü yola koyu lmaya hazır; hem bebek taşıyıcısı hem de daha sonra yiyecek torbası işlevlerin i gören, omuzlarına atılmış bir hayvan derisi d ış ında tamamen çıplaklar. Yan larında, d iş i lerden bir inin daha önce, i ri dalları keskin taş yongalarla keserek hazırla­d ığ ı kısa, keskin sapalar taşıyorlar. Bunlar, diğer büyü k primatların u laşamad ığı, derine gömülmüş dolgun yumru köklere u laşabi lme­lerini sağ layacak kazma sopaları. Dişi ler en sonunda yola çıkıyor ve genellikle yaptıkları g ibi tek sıra halinde, kend ilerin i zengin sert ka­buklu yemiş ve yumru kök kaynaklarına götü receğ ini bild ikleri bir patikayı izleyerek, göl havzasın ın uzak tepelerine doğru yürüyor­lar. Taze meyve için yılın, yağmurun doğal işlevini yerine geti receği sonraki dönemlerini beklemeleri gerekiyor.

Akarsuyun kenarında iki d işi, yüksek bir akasyanın altındaki yu­muşak kurnda oturuyor ve üç çocuğun soytarı l ıklarını izliyor. Hay­van derisinden bir bebek taş ıyıcısında taş ınamayacak denli büyük ve avlanmaya ya da toplamaya çıkamayacak kadar küçük olan bu çocuklar, tüm insan yavru ların ın yaptığı şeyi yapıyor: Yetişkin ya­şamlarını önceden gösteren, "miş gibi yapma" oyu nla rı oynuyorlar. Daha sonra, içlerinden en büyüğü o lan bir kız, diş i lerden bir ini , taş aletlerin nasıl yapı ld ığ ın ı kend isine bir kez daha göstermeye ikna ediyor. Kadın sabırla, iki lav taş ın ı keskin, ani bir darbeyle birbirine vu ruyor. Mükemmel bir yonga uçuyor. Kız da kararlı b i r tavırla ay­nıs ını yapmaya çal ış ıyor, ama başarılı alamıyor. Kadın kızın ellerini tutuyor ve gerekli hareketi yavaş yavaş yapmasın ı sağlıyor.

86

Keskin yongaların yapılması göründüğü nden daha zor b ir iştir ve sözlü talimattan çok, göstererek öğ retil ir . Kız b ir kez daha deni­yor; hareketleri bu kez b iraz farklı . Taştan keskin b ir yonga kopu­yor ve kız b ir zafer çığlığı atıyor. Yongayı kapıyor, gü lümseyen ka­dına gösteriyor ve sonra, oyun arkadaş larına da göstermek için yanlarına koşuyor. Art ık bir yetişkin aletiyle donanmış olarak, oyunlarına devam ediyorlar. Bir sapa buluyorlar ve taş kırıcı ç ı rak sapayı keskinleştiriyor. Ardından, b ir avcı grubu oluşturuyor ve ya­yın balığı peşine düşüyorlar.

Akşama doğru üç kadın, hayvan derilerini bebekler ve kuş yu­murtası, üç küçük kertenkele, beklenmed i k b ir hazine olarak da balla doldu rmuş olarak geri dönüyor ve dere kıyıs ındaki kamp a la­n ı yen iden hareketleniyor. Kendi çabaların ın sonucundan memnun olan kad ınlar, erkeklerin ne getireceği kon us�.. ıda tahmin yapıyor­lar. Avc ı lar çoğunlu kla elleri boş dönüyor. Et arayış ın ın doğal yapı­sı gereğ i . Ama şansları yaver gitt iğinde büyük bir ödüle u laştıkları da oluyor.

Kısa bir süre sonra uzaklardan duyulan sesler, erkeklerin geri döndüğünü belli ediyor. Ve, erkeklerin konuşmalarındaki heyeca­na bakı l ırsa, bu kez başarıl ı olmuşlar . Erkekler günün büyük bir bölümü nde küçük b ir antilop sürüsünü sessizce izlemiş ve içlerin­den bir in in hafifçe topalladığ ın ı fark etmişlerd i . Sürekli sürünün geris inde ka lıyor ve onlara yetişrnek i ç in büyü k b i r çaba harcaması gerekiyordu. Erkekler, büyük bir hayvanı ele geçirme fırsatın ı yaka­lamışlard ı . Bizim grubumuz gibi , asgari düzeyde doğal ya da ya­pay si laha sahip avcılar daha çok h i leye başvu rmak zorundayd ı . Sessizce ilerleyebilme, araziye uyma yeteneği ve ne zaman vuraca­ğ ın ı bi lmek, bu avcı ların en değerli si lah larıyd ı .

Sonunda karşı ianna b i r fırsat çıkıyor v e erkekler hiç konuşma­dan sözbirliğ i ederek, stratej ik konumlar al ıyorlar. içlerinden bir i, n işan a larak elindeki kayayı tüm gücüyle f ırlatıp hayvanı şaşırtan bir darbe indi riyor; d iğer ikisi de avı hareketsız hale getirmeye ko­şuyor. Kısa, keskin bir sapan ın hızla saplanmasıyla b irl ikte hayva­nın boynundan bir çeşme dolusu kan fışkırıyor. Hayvan çırpın ıyor, ama kısa bir süre sonra ölüyor.

Yorgun düşen, üstleri kan ter içindeki üç adam çok sevinçl i . Ya­k ınlardaki b ir lav taşı yatağında hayvan ın kesi lmesinde kullan ı lacak

R7

aletleri yapmak için gerekli ham maddeyi bu luyorlar. B i r taşın b i r d iğerine sertçe birkaç kez vurulmasıyla bi rli kte, hayvanın sert deri­sinin kesi lmesine ve eklemlerin, beyaz kemik üzerindeki kırm ız ı et­lerin ortaya çıkarılmasına yetecek yongalar ü retil iyor. Kaslar ve tendonlar bu becerikli kasaba tes l im o luyor ve erkekler iki et yığ ın ı taşıyarak kampa doğru yola koyuluyorlar. G ü lüşüyor, günün olay­ları ve her bir in in bu o laylardaki farklı rolü hakkında birbirleriyle şakalaşıyorlar. Dönüşlerinde büyü k bir coşkuyla karşılanacakla r ın ı bi liyorlar.

Akşamın i lerleyen saatlerinde et, neredeyse bir ayin duygusu içinde tü ketiliyor. Avcı g rubuna l iderl ik eden erkek, parça ları kesip etrafında oturan kad ın lara ve d iğer erkeklere uzatıyor. Kad ı n lar ço­cuklarına et parçaları veriyor ve çocuklar da oyu n oynar g ib i , par­çaları aralarında değ iştokuş ed iyorlar. E rkekler eşierine ve onlar da erkeklerine et parça ları su nuyor. Etin yen mesi beslenmekten öte, onları sosya l o larak birbir ine bağlayan bir eylem.

Av zaferin in coşkusu artık yatıştı ve erkeklerle kad ınlar birbirle­rine, ayrı geçen günün öyküsü nü an latıyorlar. Bu güzel kamp ı ya­kında terk etmek zoru nda kalacaklar ın ın fa rkındalar; çünkü uzak tepelerde giderek yoğun laşan yağışlar yakında, deren in kabararak kıyısına taşmasına yol açacak. Ama ş imd i lik, bulundukları yerde hepsi mutlu .

Üç gün sonra g rup, güvenli yü ksek a lan lar aramak amacıyla kamptan son kez ayrılıyor. Arkalarında, geçici mevcudiyetler in in kan ıtların ı bırakıyorlar. Yonga ç ıkarı lmış lav taşı öbekleri, yontul­muş sopalar ve iş len miş hayvan gerileri, teknoloj ik beceri lerin in ka­n ıtları. Kır ı lmış hayvan kemikleri, bir yayın balığı kafas ı , yumurta kabu kları ve yumru kök kal ıntıları d iyetlerin in geniş l iğ in i gösteri­yor. Ama kampın odak noktası o lan yoğun sosya ll ik uçup g itmiş . Et yeme ayin i ve günlük o layla r hakkındaki öyküler de. Kısa b i r sü­re sonra, deren in kıyıya taşmaya başlamas ıyla birl ikte bu boş, ses­siz kamp ağır ağır suyla kaplanmaya başlıyor. ince sel ku mu küçük grubumuzun yaşamından beş gü nlük bir kesitin kalınt ı lar ın ı örtüp içinde ancak, kısacık bir öykü saklıyor. En sonunda, kemiklerle taş­lar d ışında her şey çü rüyü p yok o luyor ve bu küçük öykünün o luş­turu lması için geriye ancak bi rkaç yeters iz kanıt ka lıyor.

R8

Çoğu kişi , bu kurgumun Homo erertus'u a§ırı derecede in­san gösterdiğini düşünecektir. Ben öyle dü§üıı müyonım . Ben bir avcı-toplayıcı yaşam tarzı yaralıyorum ve bu insanlara dil atfediyorum. Kuşkusuz, modern insanlarda bildiğimizin ancak ilkel çeşitlerneleri olmak kaydıyla, lıence her ikisi de akla yat­kın. Ne olursa olsun , arkeolaj ik kanıtlar, et ve yeraltı yumru kökleri gibi yiyeceklere ulaşmak için teknoloji kullanan bu ya­ratıkların diğer büyük primatların ötesinde bir yaşam sürdükle­rini açıkça gösteriyor. Tarihöncemizin bu aşamasında ataları­mız, bizim anında fark edeceğimiz bir şekilde insan olmaya başlamışlardı .

89

S . BÖ LÜM

M O D ERN iNSANLARlN KÖKENi

İnsan evrimi yolundaki , önsözde belirttiğim dört önemli olay - insan ailesinin yakla§ık 7 milyon yıl önceki ba§langıcı; ardın­dan gelen, iki ayaklı insansımaymunların " uyarlanma ı§ınımı " ; belki 2 .5 milyon yıl önce (Homo cinsini ba§latan) insan beynin­deki büyüme; ve modern insanların kökeni - arasından dör­düncüsü , yani , bizim gibi insanların ortaya çıkı§ı, antropoloji­n i n en çeki§meli konusunu olu§turuyor. Çok farklı hipotezler §İddetle tartı§ılıyor ve genellikl e birbirine tamamen kar§ıt fikir­terin savunulduğu bir konferansın gerçekle§tirilmediği, ya da bir kitap ve bilimsel bi ld iri yağmurunun görülmedİğİ tek bir ay olsun geçmiyor.

Tarihte yaln ı zca bi rkaç bin yıl öncesine baktığımızda, uy­garlığın ilk doğu§unu görüyoruz: Giderek karma§ıkla§an sosyal örgütlenmede köyler §efl i klere, §<>fl i kler kent devletlere ve kent devletler de ulus devletlere dii ı ı ii� l i i . Karm a§ ı klık düzeyindeki bu görünü§te amansız artı§ı biyoloj ik deği�i nı deği l , kü l türel evrim yarattı. Bir yüzyıl önceki i nsan l a rı n biyoloj ik açıdan bi­zimle aynı olmaları , ama elektron ik ıekııoloj is i ı ı i ıı l ı u l ıınınad ığı bir dünyada ya§amaları gibi, 7000 y ı l i inccsi ı ı i ı ı kiiyl ü leri de bizim gibiydiler; yaln ızca, uygarlık al ıyapıs ında n yoksundu.rlar.

Yazının yakla§ık 6000 yıl önceki kiikeı ı i ı ıdı · ı ı i irıeesine bak­tığımızda da, modern İnsan zihnine i l i §k in kaıı ı ı l ar görebiliyo­ruz. Yakla�ı k 1 0.000 yıl öncesinden i ı i l ıarcıı tüm dünyada göçmen aveı-toplayıe ı grupları birbirlerindı�ıı bağımsız olarak çe§İtli tarım t ı �kn ikleri icat ettiler. Bu da biyoloj i k değil, kü ltü­rel ya da teknoloj ik evrimin sonucuydu. Bu sosyal ve ekonomik dönܧÜm dönı � rıı i ıı ı bı de geriye gittiğimizde, Uuzul Çağı Avru-

91

pa ve Afrika'sının , bizim gibi insanların zihinsel dünyasını uyandıran resimlerini, oymalarını görüyoruz. Ama bundan da­ha geriye -yaklaşık 35 .000 yıl öncesine- gidildiğinde, insan zihnine ili§kin bu i§aretler yok oluyor. Arkeolojik kalıntılarda artık, bizimkine benzer zihinsel yeteneklere sahip insanların yaptıkları işlerle ilgili inandıncı kanıtlar göremiyoruz.

Antropologlar, arkeolojik kalıntılarda yakla§ık 35.000 yıl önce sanatsal ifadenin ve ineelikle i§lenmi§ teknolojinin ortaya çıkmasını, uzun bir süre, modern insanın ortaya çıkışına dair açık bir işaret olarak gördüler. 1 9 5 1 'de İngiliz antropolog Kenneth Oakley, modern insan davranı§ının bu şekilde geliş­mesinin , tamamen modern dilin ilk kez ortaya çıkmasıyla bağ­lantılı olduğunu öne süren ilk ki§ilerden biri oldu. Gerçekten de, bir insan türünün tamamen modern bir dile sahip olmakla birlikte, diğer açılardan tamamen modern olmaması düşünüle­mez gibi görünüyor. Bu nedenle, dilin geli§mesi çoğunlukla, bugün bildiğimiz §ekliyle insanlığın ortaya çıkışını tamamlayan olay olarak görülüyor.

İnsanın başlangıcı ne zamandı? Ve bu ne §ekilde oldu : Aşa­malı olarak ve çok uzun bir zamandır mı , yoksa hızla ve yakın zamanlarda mı? Günümüzdeki tartışmanın terndinde bu soru­lar yer alıyor.

Oysa tüm insan evrimi dönemleri iı,� i ı ıde son birkaç yüz bin yı l , fosil kanıtlan açısından en zengin olanı . Eksiksiz bir kafata­sı ve önkafatası kemiklerinden ol ı ı �ıııa koleksiyonun yanı sıra, yaklaşık yirmi adet görece eksiksiz iskdel de bulundu. İnsanın tarihöncesindeki fosil kanıtları ı ı ın son derece ender olduğu da­ha erken dönemler üzerinde yoğı ın la�an benim gibi birisi için bunlar, olağanüstü paleontolojik zcnginlikler. Yine de antropo­log meslektaşlanın hala, evri m olaylannın sırası konusunda fi­kir birliğine ulaşamıyorlar.

Dahası , bulunan ilk erken insan fosilleri, tartı§mada önemli bir rol oynayan Neandt�rı l ıal insaniarına (herkesin zihnindeki mağara adamı karikatürii) ai ı t i . İlk Neanderthal kemiklerinin

92

gün ışığına çıkartıldığı 1 856'dan beri, bu insanların kaderleri hiç durmaksızın tartışılıyor: Bunlar bizim en yakın atalarımız mıydı, yoksa evrimin, günümüzden yaklaşık 30 bin yıl önce soyu tükenmiş bir çıkmaz ucu mu? Bu soru neredeyse bir bu­çuk yüzyıl önce soruldu ve hala, en azından herkesi tatmin edecek şekilde yanıtlanabilmiş deği l .

Modern insanlar ın kökeni konusundaki daha ince noktalara dalınadan önce, daha geniş kapsamlı konular üzerinde durma­l ıyız. Öykü 2 milyon yıldan önceki bir dönemde, Homo cinsi­nin ortaya çıkışıyla başlıyor ve sonuçta Homo sapiens'in ortaya çıkmasıyla sona eriyor. Bu konuda, birincisi anatomik değişim­lerle, ikincisi de teknolojik değişimlerle ve insan beyniyle eline dair diğer göstergelerle ilgili iki kanı t dizisi uzun süredir mev­cuttu . Doğru şekilde yorumlandığında, bu iki kanıt dizisi insa­nın evrim tarihi konusunda aynı öyküyü anlatmalıydı. Zaman içinde aynı değişim modeline işaret etmeliydi. Onlarca yıldır antropolojinin malzemesi olan bu geleneksel kanıt dizilerine, yakın zamanlarda bir üçüncüsü katı ldı : moleküler genetik. Ge­netik kanıtlar ilkesel olarak, evrim tarihimizin öyküsünü şifreli olarak içinde barındırmalıydı. Burada da, ortaya çıkacak öykü, anatomiden ve taş aletl erden iiğrendiklerimizle uyumlu olma­l ıydı .

Ne yazık ki üç kanıt dizisi arası rıda l ıöyle l ı i r uyum görül­müyor. Bağlantı noktaları var belki , a nı a taı ıı l ı i r uyum yok. Böylesi bir kanıt bolluğuna karşın aka d c ıı ı isyenlc rin yaşadığı zorluk, evrim tarihini yeniden kurmanın k i ıı ı i za ı ı ıa ı ı ne kadar güç olduğunu gösteriyor.

Turkana çocı ığı ın ı ın iskeleti bize, yaklaş ık ı . (ı milyon yıl önceki erhn insa n ı n anatomisi hakkında l ı ir fikir veriyor. Er­ken 1/onıo crcctus bireylerinin uzun l ıoylı ı (Tu rkana çocuğu yaklaşık ı .BO l ıoy ı ı ndayd ı) , alletik ve güçi ii kaslara sahip ol­duklannı görd ıil iyorıız. En güçlü modern profesyonel güreşçi bile, ortalama 1/om o r�n�ctus kar§ısında kolay l ı i r av olurdu . Er­ken Homo r•rcr·tus' ı ın lı ey ni, A ustralopitlıccu.� atalarına oranla

93

büyük olmakla birlikte, modern insan beyninden küçükLü; ercctus'ıa yaklaşık 800 cm:ı ve günümüzün modern Ila­mo'sunda ortalama 1 350 cm:ı _ llomo crectus'ıa beyin kutusu uzun ve düşük, alın çok küçük, kafatası kalın, çene ileri doğru çıkınttiıdır ve gözlerin üstünde belirgin çıkıntılar vardır. Bu te­mel anatomik model yaklaşık yarım milyon yıl öncesine dek aynı kaldı, ama aynı dönemde beyin 1 1 00 em:1'ün üstüne çık­tı. Bu dönemde Homo erectııs toplulukları Afrika' dan dışarı ya­yılarak Asya ve Avrupa'da geniş bölgelerele yaşamaya başla­mışlardı . (Avrupa'da kesinlikle sapıanmış Homo erectus fosilieri lıulunmuş olmasa da, bu türle bağlantılandırılan teknolojilere dair kanıtlar, türün burada bulunduğunu gösteriyor.)

Yaklaşık 34.000 yıl öneesinden daha yakın bir dönemde bulduğumuz fosil insan kalıntıları tamamen modern Homo sa­piens'e aittir. Beden daha az zinde ve kaslı , yüz daha düz, be­yin kutusu daha yüksek ve kafatası duvarı daha incedir. Dola­yısıyla, modern insanı yaratan evrim faaliyet inin 500.000 ile 34.000 yıl öncesi arasında gerçekleştiğini görüyoruz. Afrika ve Avrasya'da bu döneme ait fosil kalın tılarında ve arkeolojik ka­lıntılarda bulabildiklerimizden, evrimin son derece kafa karıştı­rıcı biçimlerde olsa da, gerçekten ya�andığı ı ı ı giiriiyoruz.

Neanderthal insanı 135 .000 ile JiJ . . OOO yıl öncesinde yaşa­dı ve Batı Avrupa'dan Yakın Doğu vt� Asya'ya dek uzanan bir bölgeye yayıldı . Burada sözünü eıı iği ı ı ı i z dönemin fosil kalıntı­larında en bol bulunan unsuru, Nı�anderıhal oluşturuyor. Bir milyon ile 34.000 yıl öncesi arasıı ıdaki bu dönemde hiç kuş­kusuz, Eski Dünya'nın pek çok farklı nüfusunda evrim dalga­lanmaları sürüyordu . Neandert l ıal' irı yanı sıra, romantik adlar taşıyan -Yunanistan'dan Pet rolana Adamı, Fransa'nın güney­batısından Arago Adam ı, A l m anya'dan Steinheim Adamı, Zambiya'dan Kırık Tepe Adaını vb.- tek tek başka fosiller -genellikle beyin kutusu ya da l ıeyin kutusu parçaları, ama ki­mi zaman da iskelelin ba�ka parçaları - de bulundu. Bu birey­sel örneklerde, pek çok farkl ı l ığa karşın, iki ortak özellik gö-

94

ŞEKil 5 . 1

Homo erectus

Homo sapiens nttJndtrllıDitnsis

Homo sapirns SDpirns

Neanderlhal akra l ıa l ık lar ı . ;\'<'anderılıal insanı, 1/omo sapirns'le b iiyük bir beyin gibi ve ll om o t•rt•t·tus ' la da, uzun, dü§iik kafatası v" çıkınıılı ka§ lar g ibi ortak özel l ik l<'r<' sah i pt i r. t\ ı ı ıa l ıazı benzersiz iizel l i k lni dt' vmdır ve buıı lar­dan en açıkça giiri 'ı l ı · ı ı i , y i 'ı t. i i ı ı orta l ıöl i inı i'ın i 'ı ı ı a�ırı ı !P rt"!'l'de iine çıkık ol­masıdır.

95

rülmektedir: Bunlar, sözgelimi daha büyük beyinleriyle Homo erectus' tan daha fazla geli§mi§ ve kalın kafataslar ı , i ri yapılany­la, Homo sapiens 'ten daha i lkeldirler (bkz. §ekil 5 . 1 ) . Bu dö­nemden örneklerin farkl ı anatomiye sahip olmaları nedeniyle, antropologlar bu fosillerin tümüne 11 arkaik sapiens 11 demeyi seçtiler.

Bu anatomik biçim çe§itliliği nedeniyle kar§ıla§ tığımız so­run, modern insan anatomisin in ve davranı§ının ortaya çıkı§ını tanımlayacak bir evrim modeli kurmaktır. Yakın zamanlarda bu konuda iki model önerild i .

Bunlardan çok bölgeli evrim hipotezi olarak bilinen i lki , modern insanların kökenini, Homo erectus topluluklannın yer­le§tiği her yerde Homo sapiens' i n ortaya çıktığı, tüm Eski Dün­ya'yı kapsayan bir olgu olarak görür. Bu bakı§ açısına göre Ne­anderthal , bu üç kıtalık eğilimin, anatomi açısından Homo erec­tus'la Avrupa, Ortadoğu ve Asya'nın batısındaki llomo sapiens arasında yer alan bir parçasıdır ve Eski l hinya'nın bu bölgele­rinde günümüzde ya§ayan nüfusları n doğrudan atası Neandert­hal insanıdır. Michigan Üniversitesi ' ndt�rı aıı tropolog Mi lford Wolpoff, Homo sapiens' in biyolojik s la t ii sii ı ıe doğru i lerleyen ve her yerde görülen evrim eğil imin i , ataları m ız ın yeni kül türel ortamının Le§vik ettiğini savunur.

Doğa dünyasında bir yenil iği l t �nıs i l eden kültür, doğal se­çim güçlerine etkin, birle§ti rici l ı i r yi in kazandıı·mı§ olabil ir. Dahası, California Üniversi tes i ' n i n Saıı t a Cruz kampusundan biyolog Christopher Wills, l ı ı ı rada ( �v ri nı hızının artması olasılı­ğını görmektedir . Wills, l <)<);� t a r i l ı l i 71ıe Runaway Brain adlı ki tabında §öyle der: 11 Beyı ı i r ı ı iz in büyümesini hızlandırmı§ gibi görünen güç, yeni bir tü r ı ı yaıwıd ır: Dil, i§aretl er, kolektif bel­lekler; kültürün tüm unsur ları . Kültürlerimizin evrilerek kar­ma§ıkla§masıyla birl ikte I H'yi ı ı leriıniz de evrildi ve bu da, kül­türlerimizin iyice karma�ıkla� ı ı ıasına yol açtı . Büyük ve akıllı beyinler daha karma§ık k i i l t i i rlerin ve karma§ık kültürler de daha büyük ve daha akıl l ı I H�yinlerin olu§ınasını sağladı . 11 Bu

96

tür bir otokatalitik, ya da olumlu geribildirim sürecinin oluşma­sı, büyük nüfuslar içinde genetik değişimin daha da hızla ger­çekleşmesine yardımcı olacaktır .

Çok bölgeli evrim düşüncesine yakınl ık duyuyorum ve bir zamanlar şöyle bir benzetme yapmıştım: Bir avuç çakıl taşı alıp bir su havuzuna fırlatırsanız, her çakıl bir dizi dalga yaratır ve bu dalgalar önünde sonunda, diğer çakılların yarattığı dalga­larla birleşir . Havuz, temel sapiens nüfusunu barındıran Eski Dünya'yı temsil ediyor. Havuzun yüzeyindeki , çakılların düştü­ğü noktalar Homo sapiens'e geçiş noktaları ve dalgacıklar da Homo sapiens'in göçleridir . Tartışma katılımcılarının pek çoğu bu benzetmeyi kullandılar; ama ben artık, benzetmenin belki de doğru olmadığını düşünüyorum. Bu ihtiyatlı yaklaşımı ın ın nedenlerinden biri, İsrail'deki b ir dizi mağarada bulunan bazı önemli fosil örnekleridir.

Bu sitlerde aralı kl ı olarak altmış yılı aşkın bir süredir de­vam eden kazılarda, kimi mağaralarda Neanderthal, kimilerin­de de modern insan fosİll eri bulundu. Yakın zamanlara dek tablo çok açık görünüyor ve çok bölgel i evrim hipotezini des­tekliyordu. Kebarra, Tabun ve A nıud mağaralarından gelen tüm Neandeıthal fosi l ieri giirl'ce esk i , belk i de yaklw� ık 60.000 yıl lıktı . Skhul ve Kafze'den gıd ı � ı ı l iim modern insanlar ise daha yeni , belki de 40.000 ya da ;)0.000 y ı l l ık ı ı . Bu tarih­ler göz önüne alındığında, bu bölgede N l'aı ıdl 'r l l ıal topl ı ı lukl a­rından modern topluluklara evrimsı�l l ı i r dii ı ı ii� i i ı ıı olması mümkün görünüyordu. Bu fosil s ı ralaması gnı;<'kl l � ı ı de, çok bölgeli evrim hipotezinin en güçlü dayanakl arı ı ıdaı ı bi ri yd i .

Ama 1 9BO' Ierin sonlarında b u düzenl i s ı ra lama a l tüst oldu. İngiltere ve Fransa'dan araştırmacılar l ı ı ı fos i l l ı � r in bazılarına, elektron spi ı ı r<'zoııansı ve termoluminesans olarak b i linen yeni tarihlendir ı ı ı ı � yiinll�nı lerini uyguladılar; her ik i teknik de pek çok kayada giiriibı kimi radyoizotopların ç ii rümesini temel alır ve bu, kayalardaki mineraller için atomik saat gibi işleyen bir süreçt ir. 1\ ra�l ır ı ı ıacılar, Skhul ve Kafze'deki modern insan

insanın Kökeni, F: 7 97

fosillerinin, Neanderthal fosillerin birçoğundan 40.000 yıl ka­dar daha ya§lı olduğunu b uldular. Bu sonuçlar doğruysa, Ne­anderthaller, çok bölgeli evrim modelinde savunulduğu gibi modern insanların ataları olamazlar. Öyleyse, alternatif nedir?

Alternatif modelde, modern insanların, tüm Eski Dünya'da görülmü§ bir evrim eğiliminin ürünü olmak yerine, tek bir coğ­rafi bölgede ortaya çıktıkları savunuluyor (bkz. §ekil 5 .2) . M o­dern Homo sapiens toplulukları bu yerden göç ederek Eski Dünya'nın geri kalan bölgelerine de yayılmı§ ve oralaı·daki mevcut modern öç.cesi toplulukların yerini almı§ olmalılar. Bu modele " Nuh'un Cemisi " h ipotezi ve " Cennet Bahçesi " h ipo­tezi gibi , pek çok ad takıldı . Yakın zamanlarda da, Sahra altı Afrika'nın ilk modern insanların ortaya çıkı§ı için en olası yer olarak görülmesi nedeniyle, " Afrika' dan Yayı lma" h ipotezi olarak adlandırıldı. Pek çok antropologun katkıda bulunduğu bu görü§ün en ate§li savunucusu, Londra Doğa Tarihi M üze­si'nden Christopher Stringer'dır.

İki model birbirinden tamamen farklıdır: Çok bölgeli evrim modeli Eski Dünya'da modern Homo sapiens'e doğru, n üfus göçünün çok az olduğu ve önceki nüfusun yerini alma duru­munun hiç olmadığı bir evrim modeli tanı mlar; " Afrika'dan Yayılma" hipotezi ise Homo sapiens' in yaln ızca bir tek yerde evrildiğini ve ardından, Eski Dünya içinde yoğun nüfus göçle­riyle, mevcut modern öncesi toplul uklarm yerini aldığını savu­nur. Dahası, ilk modele göre modern coğrafi nüfusların (" ırkla­rın " ) genetik kökleri çok geriye �idecek ve temelde, neredeyse 2 milyon yıldır birbirlerinden ayrı olacaklardır. İkinci model­deyse genetik kökler daha yakında olacak ve tümü, yakın za­manlarda Afrika'da evrilmi§ t<�k l ı ir nüfustan gelmi§ olacaklar­dır.

İki model, fosil kayıtlarında neler görmemiz gerektiği konu­sundaki tahminlerinde de lıirl ı irlerinden çok farklıdır. Çok böl­geli evrim modeline göre, modern coğrafi nüfuslarda gördüğü­müz anatomik özellikler yine aynı bölgedeki, Homo erectus 'un alanını Afrika ötesine de la�ıdığı 2 milyon yıl öncesine dek gi-

98

Çokbölgeli Evrim

Avrupa Afrika Asya

ŞEKiL 5.2

Afrika'dan Yayılma

Günümüz Avrupa Afrika Asya

Homo sapiens'in üç kıtada

·. · H · - . _,.--1�l.-.. ,.. ����t omo sapıens ın -4 Afrika'daki

� �

gen akışıyla aşamalı evrimi

• 2 mil. yıl önce

başlangıcı ve yayılması

Modern insanın kökenieri konusunda iki görüş. Saldıiki çok bölgeli model­de, Homo erecıus topluluklarının yaklaşık 2 milyon yıl önce Mrika'dan dışaıı yayıldıklan ve tüm Eski Dünya' da yerleştikleri savunulur. Yer�) niifuslar. arasında gen akışıyla genetik süreklilik sağlanmış ve dolayısıyla, modern Ho­mo sapiens'e giden evrim eğilimi, 1/omo erecıus topluluklarının var olduğu her yerde uyum içinde gerçekleşmi§tir. Sağdaki "Afrika'dan Yayılina" mo­delindeyse, Homo sapiens'in yakın zamanlarda Afrika'da evrildiği ve Eski Dünya'nın diğer bölgelerine hızla yayılarak, ıııeveııt 1/omo erecıus ve arkaik Homo sapiens topluluklarının yerini aldığı savuıııılıır.

den fosillerde de görülmel i dir. 11 Afrika' dan Ya yıl ma 11 modelin­de böyle bir bölgesel süreklilik beklenmez; modern nüfuslar da Afrikalı özell ikl erini ta§ımalıdır.

Çok bölgeli evrim hipotezinin en güçlü savunucularından biri olan Mi lford Wolpoff, Amerika Bilimsel i lerleme Dernek­leri'nin 1 990' daki toplantısında, 11 anatomik süreklilik tezinin açıkça kanı�l aı ıd ı�ı'ı ı ı " söyledi. Sözgelimi Kuzey Asya'da yüz §ekli, yanak kı';miklı�rinin yapısı ve kesici dişierin küreksi §ekli

ı

99

gibi bazı özellikler 750.000 yıllık fosillerde, çeyrek milyon yıl­lık Pekin Adamı fosillerinde ve modern Çin topluluklarında gö­rülmektedir. Stringer de bunu kabul eder, ama bu özelliklerin kuzey Asya'yla sınırlı olduğunu ve dolayısıyla, bölgesel sürekli­liğe kanıt olarak gösterilemeyeceğini kaydeder.

Wolpoffla arkada§ları , Güneydoğu Asya ve Avustralya için de benzer bir iddia getiriyorlar. Ama Stringer'ın da dediği gi­bi, varsayılan süreklilik dizisi yalnızca üç zaman dilimiyle ta­rihlenen fosiliere dayandırılmaktadır: 1 .8 milyon, 1 00.000 ve 30.000 yıl öncesi . Stringer, referans noktalarındaki yetersizli­ğin tezi zayıflaLtığını söylemektedir .

Bu örnekler, antropologların kar§ıla§tıkları sorunları yansıtı­yor. Önemli anatomik özelliklerin anlamı konusunda .görü§ ay­rılıklarının olmasının ötesinde, Neanderthal insanı ayrı tutulur­sa, fosil kalıntıları da antropologların isteyeceğinden (ve antro­polog olmayanların sandığından) çok daha azdır. Bu engeller a§ılmadıkça, daha genݧ kapsamlı soru hakkında bir fikir birliği olu§ması olanaksız görünüyor.

Fosil anatomisini farklı bir bakı§ açısından da değerlendire­biliriz. Neanderthallerin kısa kol ve hacaklara sahip bodur bi­reyler oldukları sanılıyor. Bu, alanlarının büyük bölümünde görülen soğuk iklim §artlarına uygun bir fiziksel uyarianmadır. Ama dünyanın aynı bölgesindeki ilk modern insanların anato­misi çok farklıydı. Bu insanlar uzun boylu, ince yapılıydılar, kol ve hacakları uzundu. Kıvrak bir vücut yapısı, Buzul Çağı Avrupasının donmu§ steplerinden çok, tropikal ya da sıcak ik­l imlere uygundur . İlk modern Avrupalıların Avrupa'da evril­mi§ olmaktan çok Afrika da� gelen göçmenlerin torunları ol­maları durumunda, bu1 bulmacaya açıklama getirilebilecektir ve bu gözlem de, ll Afrika'dan . .Yayılma'' modeline destek ver-mektedir. .

Model , fosil kayıtları üzerindeki bir diğer doğrudan gözlem-

100

den de destek alıyor: Çok bölgeli evrim hipotezinin doğru ol­ması durumunda, erken modern İnsan örneklerinin tüm Eski Dünya'da az ya da çok e§zamanlı olarak görülmesi gerekirdi . Ama böyle bir durum göremiyoruz. Bilinen en eski modern in­san fosilieri muhtemelen Afrika'nın güneyinden gelmݧ. 11 Muh­temelen 11 dememin nedeni, b u fosillerin yalnızca çene parça­cıklarından olu§masından öte, gerçek ya§larının da kesin ola­rak bilinememesi. Sözgelimi, Güney Afrika'daki Border Mağa­rası ve Klas i es Ir mak Ağzı M ağarası 'ndaki fosillerin ya§ ının l 00.000' den biraz daha fazla olduğu sanılıyor ve bunlar 11 Af­rika' dan Yayılma 11 hipotezinin taraftarları tarafından kanıt ola­rak gösteriliyor. Ama Kafze ve Skhul ' daki mağaralarda bulu­nan modern insan fosilieri de yakla§ık 100.000 ya§ında. Dola­yısıyla, modern insanların ilk olarak Afrika'nın kuzeyinde ya da Ortadoğu'da ortaya çıkmaları ve sonralan buralardan göç etmݧ olmaları mümkün. Ama antropologların çoğu , kanı tl arın genel ağırlığına dayanarak, modern insanın Sahra altı kökenli olduğu tezini destekliyorlar. (bkz. §ekil 5 .3) .

Asya'nın geri kalan k ısmıyla Avrupa'nın hiçbir yerinde, bu ya§ta modern İnsan fosilieri bulunmadı. Eğer bu durum evrim­sel gerçekliği yansıtıyorsa ve fosi l kal ı ı ı t ı l arın ın acınacak dere­cede yetersiz olmasından kaynaklannı ıyorsa, 11 A frika'dan Ya­yılma 11 hi po tezi akla yakın göriiniiyor.

Nüfus genetikçilerinin çoğun luğu , l ı ı ı l ı i potezi n biyolojik açıdan en akla yakın hipotez olduğunu d ii�i in iiyorl ar. Türler içindeki genetik profili inceleyen bu bi l i ı ı ı insanl arı , profilin za­manla nasıl deği§ebileceğini biliyorlar. Hir t i ·ın � ai t toplulukla­rın coğrafi bağlant ı ların ı korumalan d ı ı n ı ı ı ıunda, ın u tasyon la olu§an genet i k deği�iınler, soylar arası ı,- i fı l t ·�nw i le t i iın bölge­de yay ı la l ı i l i r. Sonuçta tiirün genetik profil i deği�ecek, ama ge­nelde tür, gt�ıwt ik aç ıdan kendi içinde uyı ı r ı ı l ı ı kalacaktır. Belki de bir ı rınağın izb l iği yoldaki değݧiın ya da l ı i r çölün açılınası nedeniyle lı ir t i in� ait topl ulukların coğra fi l ıağlantı ların ın kop­ması duruınundaysa, farkl ı bir sonuç olu�;ıcaktı r. Bu durumda-

101

(40K) CroMagııoıı (250K) Arago

[250K) Cebel

(92K) Kafzc

ŞEKiL 5.3 Fosil haritası. Harita modern insanların kökeniyle lıağlaııt ı l ı fosillerin yerle­rini (ve bin yıl olarak yll§lannı) gösteriyor. Neaııdertlıaller taralı alandan dı­§an çıkmamı§lardır. En eski modern insan örnekleri Salıra altı Afrika'da ve Oıtadoğu'da bulunmu§tur.

ki bir toplulukta oluşan genetik l ı i r değişim diğer topluluklara aktarılamayacaktır. Dolayısıyla, l ı ir l ı irlerinden ayrı kalan toplu­luklar birbirlerinden genetik olarak farklılaşabilir, belki de so­nunda farklı alt türlere ya da lıaııa farklı türlere dönüşebilirler. Nüfus genetikçileri çeşitli boyutlardaki nüfuslarda genetik deği­şim hızını hesaplamak için matematik modelleri kullanıyor ve dolayısıyla, eski dönemlerde nder olduğuna dair fikirler ürete­biliyorlar. Aralarında, Stanford' dan Luigi Luca Cavalli-Forza ve Londra'daki University College'dan Şahin Ruhani'nin de bulunduğu, bu tartışmaya kat ı l mış çoğu nüfus genetikçisi, çok

1 02

bölgeli evrim modeline ku§kuyla bakıyor . Çok bölgeli evrim modelinin genݧ nüfuslar arasında, onları genetik açıdan bağla­yan ve evrimsel değݧİm sayesinde modern İnsanlara dönü§me­lerini sağlayan yoğun gen akı§ları gerektirdiğini belirtiyorlar. Cava İ nsanı fosilieri için 1 994 ba§larında açıklanan yeni tarih­lendirmeler doğruysa, Homo erectus ya§am menzilini Afrika ötesine yakla§ık 2 milyon yıl önce ta§ımı§tır. Dolayısıyla, çok bölgeli evrim modeli uyarınca, gen akı§ının genݧ bir coğrafi alanda sürmesinden öte, çok uzun bir dönem boyunca sürmesi de gerekecektir. Nüfus genetikçilerinin çoğu, bunun kesinlikle gerçekçi olmadığını söylüyorlar. Modern öncesi toplulukların Avrupa, Asya ve Afrika içinde dağılmalarıyla birlikte, bağlantı­lı bir b ütünden çok, (arkaik sapiens ' te gördüğümüz gibi) coğra­fi varyantiarın olu§ması çok daha olası görünüyor.

Fosilieri bir süreliğine bırakarak davranı§a, yani , davranı§ın gözle görülür ürünlerine, aletiere ve sanat objelerine yönelece­ğiz. Teknolojik açıdan ilkel İnsan gruplarında İnsan davranı§la­rının büyük çoğunluğunun arkeolajik açıdan görünmez olduğu­nu unutmamalıyız. Sözgelimi, bir §amanın yönettiği üyeliğe ka­bul töreninde efsaneler anlatılacak, §arkı söylenecek, dans edi­lecek, beden süslenecek; ve bu faaliyetlerin hiçbiri, arkeolajik kalıntılarda yer almayacaktır. Dolayısıyla, ta§ aletler ve oyul­mu§ ya da boyanmı§ nesneler bulduğıımuzda, bunların eski dünyaya son derece dar bir pencere açtıklarını unutmamalıyız.

Arkeolajik kalıntılarda, modern İnsan zi l ıninin İ!jleyݧİnİ gös­teren bir tür ݧaret saptamayı ve bu ݧareti ı ı rakip hipotezlere ı§ık tutmasını isteriz. Sözgelimi, i§aretin Eski Dünya'nın tüm bölgelerinde az ya da çok e§zamanlı olarak ortaya çıkması du­rumunda, çok bölgeli evrim modelinin, modern insanların ev­rilmesine ili§kin en olası §ekli tanımladığını siiyleyebiliriz. Ama i§aretin önce l ıağımsız bir bölgede _ortaya çıkması ve ardından, dünyanın geri kalan . kısmına a§amalı olarak dağılması duru­munda, alternatif modele ağırlık verilecektir. Elbette, arkeolo-

1 03

jik modelin fosil kalıntılarından elde edilen modelle çakışması­nı da isteyeceğiz .

2 . Bölüm'de, Homo cinsinin ortaya çıkışının, yaklaşık 2 .5 milyon yıl önce, arkeolojik kal ı n tıların başlangıcıyla az çok ça­kıştığını belirtmiştik. 1 .4 milyon yıl önce taş alet gruplarının iyice karmaşıklaşarak Oldovan kültürden Acheuleen kültüre geçilmesinin de, Homo erectus'un ortaya çıkışının hemen son­rasına denk geldiğini görmüştük. Demek ki, biyolojiyle davra­nış arasında son derece yakın bir bağlantı var: En erken Homo en basit aletleri yapmıştı; karmaşıklığın hızla artması, Homo erectus'un evrilmesiyle birlikte görüldü. Yaklaşık yarım milyon yıl sonra arkaik sapiens ' in ortaya çıkışında da aynı bağlantı gö­rülüyor.

Bir milyon yılı aşkın bir yavaşlamadan sonra, Homo erec­tus'un basit el baltası kültürü, yerini büyük yongalar üzerinde gerçekleştirilmiş daha karma�ık bir teknolojiye b ı raktı . Ache­uleen kültürde belki bir d iizine saptanmış alcı vardı; ama bu dönemde yeni teknoloji yakla�ık al ımı� alet içeriyordu . Nean­derthaller de dahil olmak üzere arkaik sapit•ns 'ı e gördüğümüz biyolojik yenil iğe, yeni bir teknolojik bect•ri d iizı�yinin de eşlik ettiği çok açık. Ama yeni teknoloji bir kez ycrl c�ıikıen sonra çok az değişti . Yeni dönemi , yenilikten çok du rağanl ık belirli­yordu.

Ama değişim en nihayet geldiğinde, baş döndii rücüydü; belki de, ardındaki gerçeğe karşı gözümüzü kiir eddıi lecek denli baş döndürücü. Yaklaşık 35 .000 yıl önce Avrupa'da in­sanlar özenle işlenmiş taş l > Içaklardan en miikenı mel �ekilde aletler yapmaya başladılar. Kemik ve boynuz ilk kez, ald yapı­mında hammadde olarak kullanı ld ı . Alet kutu larında art ık, ka­ba giysilerin şekil lendirilnıesi, oyma ve yonlma aleılerini de içeren yüzü aşkın alet yer al ıyordu . Alet ilk kez sanal eserine dönüştü : Sözgelimi, boynuz ı ı ı ı zrak alıcıları hayvan oymalarıyl a süsleniyordu. Fosil kal ın tı ları nda görülen boncuk ve s ii slı�r, ye­ni bir beden süsleme uygulamasının başladığını gösteriyor. Ve -en kışkııtıcısı da- derin ınağaraların duvarl arındaki n�sim-

104

ler, bizi mkine benzer olduğunu hemen fark edeceğimiz bir zi­hinsel dünyaya işaret ediyor. Durağanlaşmanın egemen olduğu önceki dönemlerin tersine, kültürün özünü artık yeni l ik oluş­turmaya başladı ve değiş im yüz binlerce yıl yerine, binlerce yıl la ölçülmeye başlandı . Üsı Paleoli t ik Devrimi adı veri len bu kolekti f arkeolaj ik işaret, modern insan zihninin çalışmasına dair, kuşku götürmez bir kanı ı t ı r.

Üsı Paleoli ı ik Devrim i ' n in arkt·oloj ik i§a ıTi i ı ı i ı ı gnı;t'ğe kar­şı körleşmemize yol açab i l eceğ in i siiy le rıı iş ı i ı ıı . Bunun la, Balı Avrupa' daki bilinen arkeolojik kal ın tıları n Lmi lı s t' l nedenlerle , Afrika'dakinden daha zengin olduğunu kaslt>d iyonını . Afri­ka'da bulunan bu döneme a i ı her arkeolaj ik s i l t' karşı l ık, Batı Avrupa'da yaklaşık 200 si t bulunmuştur. Bu fark, insanın tari­höncesi gerçeğin i değil, iki kıtadaki b i l imsel keşif yoğunluğu arasındaki farkı yansıtır; Üst Paleolit ik Devrimi uzun süre, mo­dern insanların Batı Avrupa'da oraya çıktıklaı·ına kanıt sayıldı . Ne de olsa, arkeolajik işaret ve fosil kalıntıları burada çakışı­yordu . ller ikisi de yaklaşık 3 5 .000 yıl önceki çarpıcı bir olaya işaret ediyordu : Modern insanlar :�5 .000 yıl önce Batı Avru­pa'da ortaya çıktılar ve modern davranışlan hemen, arkeolaj ik kalınıı lann parçası oldu . Y a da , iiyle olduğu varsayıl ıyordu.

Ama bu görüş yakın zamanlarda d(�ği� t i . Balı Avrupa artık bir Lür geri kalmış bölge olarak giirii l iiyor ve l ı i r diiıı i işiimün, doğudan batıya tüm Avrupa'yı eıkis i ı ı (� a ld ığ ı ı ı ı fark edebil iyo­ruz. Yaklaşık 50.000 yıl önceden l ıaşlayarak Doğu Avru­pa'daki mevcut Neanderıhal toplulukları yok oldu ve yerlerini modern insanlar aldı . En son değişi ı ı ı ( � r ı l ıaı ıda, yaklaşık 33.000 yıl önce gerçekleşti. Batı Avrupa'da r ı ıod(�rn insanların ortaya çıkışıyla modern insan davranışının ı;akı� ıııası , yeni b ir nüfus akın ı na i�arel ediyor: Modern 1/omo sapiens . Avru­pa'daki Üst Pabıl i ı ik Devrim i evrimsel ı h�ğil , demografik b i r i şaretli .

Modern insan l ar SO.OOO yıl öncesinden başlayarak Balı Av­rupa'ya giiç (�d iyor id iysder, aslında nen�deıı gel mişlerdi? Fo-

105

sil kanıtiarına dayanarak, kesinlikle Afrika' dan diyebiliriz; ya da belki , Ortadoğu'dan . Arkeolaj ik kalıntılar, yetersizliğine rağmen, modern insan davranışının Afrika kökenli olduğu tezi­ni destekliyor. Dar bıçaklara dayanan teknolojiler bu kıtada yaklaşık 1 00.000 yıl önce görülmeye başladı . Unutmayın ki bu da, modern insan anatomisinin bilindiği kadarıyla ilk kez ortaya çıkmasıyla çakışmaktadır ve biyolojiyle davranış arasın­daki bağlantının üçüncü örneği olarak görülebilir.

Ama buradaki bağlantı bir yanılgı , bir rastlantının sonucu olabilir. Bunu söylememin nedeni , hem fosil kal ın tılarının hem de arkeolajik kalıntıları n iy i durumda olduğu Ortadoğu' da hem son derece açık, hem de paradoksal bir şey görmemizdir . Yeni tarihlendirme yöntemleri, bölgede Neanderthallerle modern insanların 60 .000 yıla ulaşan bir süre birlikte var olduklarını gösteriyor. (1 989'da Tabun Neanderthal insanının en azından 1 00 .000 yaşında, yani, Kafze ile Skhul 'daki modern insanla­rın çağdaşı olduğu gösterild i .) Bu dönemde gördüğümüz tek alet teknolojisi şekli, Neanderıhal ' le bağlantılı olandır. Tekno­lojilerine, ilk kez keşfedildiği yer olan Fransa'daki Le Moustier mağarasına göndermeyle, Mousterit�n adı verilmektedir. Orta­doğu'daki anatomik açıdan modern insan topluluklarının, Üst Paleolitik'e özgü yenilikçi alet grupları n ı lan çok, Mousterien benzeri teknoloji üretmiş gibi göriirı r ı ıdni, davranış değil , yal­nızca biçim açısından modern oldukları anlamına geliyor. Do­layısıyla, anatomiyle davranış arasındaki bağlantı kopmuş gibi görünüyor. En erken modern i nsan davranışının arkeolajik işa­reti zayıf ve dağınıktır ve bu ı l ı ını ın , l ıi linen kalıntıların yeter­sizliğinin sonucu olabilir. Bıçağa dayalı teknoloj i ilk kez Afri­ka'da görülmüş olsa da, kes in l iklt� Afrika kıtasını işaret edip, " M odern insan davranışı Afrika'da başladı , " demek ve ardın­dan, Avrasya'ya doğru yayılı lığını iddia etmek mümkün değil .

Modern insanın kökeni nt� dair üçüncü kanı t dizisi - mole­küler genetik- aralarında en kuşku götürür ve aynı zamanda,

106

en çekişıneli olanıdır. l 980'lerde, modern insanın kökenierine dair yeni bir model ortaya çıktı . Mitokondriyal Havva hipotezi olarak bilinen bu model temelde, " Afrika' dan Yayılma" mode­lini ikna edici şekilde desteklemekteydi. "Afrika'dan Yayılma" hipotezini savunanların çoğu, modern İnsanların Afrika' dan Eski Dünya'nın geri kalan kısmına yayılmalarıyla birlikte, bu bölgelerde yerleşmiş modern öncesi topluluklada bir dereceye dek çiftleşmeleri olasılığını benimsemeye hazır. Bu, eski toplu­luklardan modern topluluklara uzanan bir genetik sürekliliği bir derece olanaklı kılardı . Ama mi tokondriyal Havva modeli bunu çürütüyor. Bu modele göre, modern topluluklar Afri­ka' dan göç edip sayılarını artırdıkça, mevcut modern öncesi toplulukların yerini tamamen aldılar. Göçmen ve mevcut toplu­luklar arasında çiftleşme, eğer gerçekten olduysa, ancak çok az bir düzeydeydi.

M itokondriyal Havva modeli iki laboratuvarda -Emory Üniversitesi'nden Douglas Wallece ile arkadaşlarının ve Cali­fornia Üniversitesi'nin Berkeley kampusundan Allan Wilson ile arkadaşlarının laboratuvarlarında- yürütülen çalışmalar sonu­cu ortaya çıktı. Mitokondri adı verilen hücrenin içindeki küçük organellerde ortaya çıkan genetik maddeyi, yani DNA'yı İnce­lediler. Anneden gelen yumurtayla lı<ı l ıadan gelen sperm bir­leştiğinde, yalnızca yumurtadarı gelen rniıokondri yeni oluşan embriyonun bir parçası olur. Dolayısıyla, rni tokondriyal DNA yalnızca anneden geçmektedir.

Bazı teknik nedenlerden ötürü mitokoı ıdriyal DNA, evrimin izlediği yolun görülmesi amacıyla kuşaklar l ıoyurıca geriye doğru bakılınasına son derece uygundur. DN A'nın anneden geçmesi nedeniyle de, sonuçta tek bir dişi alaya uzanmaktadır . Yapılan ineelemder, modern insanları n gı� ı ıdik atalarının, muhtemelen 1 50 .000 yıl önce Afrika'da yaşaı ı ı ış bir dişiye da­yandığını gösteriyor. (Ama bu dişinin, yaklaşık 1 0.000 bireye ulaşabilecek bir l opluluk içinde yer aldığını unutmamak gere­kiyor; yani o, Ade ın 'i yle birl ikte tek başına yaşayan bir Havva değildi.)

107

Analizler, modern insanların kökenini Afrika'da göstermek­ten öte, modern öncesi lopluluklarla birleşmeye dair bir kanıt sunmuyorlar. Şu ana dek yaşayan İnsan topluluklarından al ına­rak incelenen mitokondriyal DNA'ların birbirlerine büyük oranda benzemesi, yakın tarihli ve ortak bir kökene işaret edi­yor. Modern ve arkaik sapiens arasında genetik karışma olsay­dı, kimi insanlar ortalamadan çok farklı ve kökenierinin eskilİ­ğİnİ gösteren mi ıokondriyal DNA'lar taşırlanlı . Şimdiye kadar, dünyanın her yanından t!.OOO' den fazla insanda bu tür eski bir mitokondriyal DNA görülmedi. Modern İnsanlardan alınarak analiz edilen tüm mi ıokondriyal DNA'ların kökeni oldukça ya­kın tarihli görünüyor. Bu da, modern göçmenlerin eski nüfus­ların yerini tamamen aldığı anlamına geliyor; süreç ] 50.000 yıl önce Afrika'da başhımış ve sonraki 1 00.000 yıl içinde Av­rasya'ya yayılmıştı .

Allan Wilson i le eki l ı i , araştı rmalarını i lk kez Natııre dergi­sinin Ocak 1 987 sayıs ında yayı ıılaııı ışlar, cesurca ilan edilen sonuçlar antropologlar aras ı r ı da d ehşet yaralmış ve halkın ilgi­sini çekmişti. Wilson i l ı� arkadaşl arı , verilerinin " arkaikten mo­dern 1/onıo sapil'ns formlarına gı·c;iş i ıı ilk olarak, yaklaşık 1 00.000 - 1 40.000 yıl önce A frika'da lıaşlad ığ ına ve . . . günü­müzün tüm insanların ın o n iifusun tonıniarı olduğuna" işaret elliğini yazdılar. (Daha sorıra yapı lan anal izl l "r sonul "u, tarihler biraz daha geriye çekild i . ) l>ouglas 'la a rkadaşları da, Berkeley grubunun ulaştığı sonuçları gcnı·l olarak destekl iyorlardı .

Çok bölgeli evrim modı·l i ndı ·n vazgeçmeyen Mi lford Wol­poff bu verilerin ve analizierin nıan t ıksız olduğunu öne sürdü, ama Wilson'la arkadaşları dal ıa c;ok veri üretmeyi sürdürdüler ve sonunda, sonuçlara ist a t i s ı iksı·l olarak karşı çıkıl amayacağı­nı belirttiler. Ama yine de, yakın zamanlarda analizlerde birla­kım istatistiksel sorunlar olduğu saptandı ve sonuçların , savu­nulduğundan daha az sorıı ı ı l olduğu kabul edildi . Yim� de pek çok moleküler biyolog h illtı , miıokondriyal verileri n "Afri­ka'dan Yayılma" hipo lez i n i yl'lerince desteklediğine inanıyor. Çekirdekteki DNA'ya daya l ı d aha geleneksel genetik kanıtları n

108

da mi tokondriyal DNA verilerinin ortaya koyduğu modele işa­ret etmeye başladığını vurgulamakla yarar var.

Modern toplulukların modern öncesi toplulukların yerını kısmen ya da tamamen aldıkları fikrini savunanlar rahatsız edi­ci bir sorunla karşı karşıya kalıyorlar: Bu yerini alma işi nasıl gerçekleşti? Milford Wolpofr a göre bu tür bir senaryo, vahşi bir soykırımı kabul etmemizi gerekti riyor. Böylesi bir soykırı­ma, on dokuzuncu yüzyılda Amerika ve Avustralya'daki asıl yerli nüfusların katiedilmeleri dolayısıyla tanık olduk. Bu konu­da hiçlı ir kanıt olmasa da, aynı durum eski çağlarda da yaşan­mış olalıilir.

Kanıt yetersizliği karşısında, şiddet varsayımına karşı olası alternatifler aramak durumundayız . Biiyle lı ir alıernatif yoksa, hipolez kanıtlanmış olmasa lıile, giiç kazanıyor. New York Eya­Jet Üniversitesi 'nin Buffalo kaııı p ı ıs ı ından anlropolog Ezra Zubrow, böylesi bir alternatif model a rad ı . Birlıirleriyle ilişkiye giren topluluklardan birinin, d iğer i ıw oranla kiiı;iik lıir rekalıet avantajına sahip olduğu bilgisayar ı ı ıodı· l l ı · r i gı·l i şt i rd i . Zulırow, bu tür simulasyonlar yaratarak üst iin l ı i r topl ı ı l ı ı ğ ı ı rı ikinci top­luluğu hızla yok elmek için ne tür l ı i r avantaja gı·n·k duyacağı­nı saptayabiliyor. Karşımıza, son dcrı·ı · ı · �a� ı rt w ı l ı i r yaıı ı t çıkı­yor: o/o 2 oranında bir avantaj , ikinc·i topl ı ı l ı ığ ı ın l ı i r ı yıl içinde tamamen yok olmasına yol açabilir .

Bir topluluğun başka birini askeri ii s t i in l i ik sayesinde nasıl yok edeceğini anlayabiliyoruz. Ama, siizgı · l i ıni gıda gibi kay­nakların kullanım ındaki kliçük bir avantaj ın giin·ı · ı� kısa bir sü­re iı; inde etk isini göstererek kıyamet I H'nzı ·r i soıı ı ı��lara yol aç­ması r ı ı anlamak lı izi ın için o kadar kolay dı ·ği l . Modern insan­ların Nl'andı·rt l ı al l ı � r karşısında küçük l ı i r avantajları varsa, ne­redeyst' hO.OOO yı la ulaşan bir süre lıoyıı ıwa iki nüfusun Orta­doğu'da giiriinii�t ı · l ı irlikte var olmaları nı nasıl açıklayabiliriz? 11ıı soruya gt' l i r i l ı -n aı;ıklamalardan hi rinı� giire, modern insan­lar anatomik aı;ıdan ı·v rilnı işlerd i , ama ı ı ıodı· rıı insan davranışı

1 09

sonradan gelişti. Pek çok kişinin benimsediği ikinci bir açıkla­maya göre de, birliktelik durumu gerçek olmaktan çok, yalnız­ca bir görüntüydü. Farklı nüfusların aynı bölgede, iklim deği­şimlerini izleyerek sırayla yaşamış olmaları mümkün . Soğuk dönemlerde modern insanlar güneye geçiyor ve Ortadoğu'ya Neanderthaller geliyordu; sıcak dönemlerde de bunun tam ter­si yaşanıyordu. Mağara kalıntılarındaki zaman ayrışımının ye­tersizliği nedeniyle, bir yerin bu şekilde 11 paylaşılması 11 , birlik­te var olma gibi görülebilir.

Ama Neanderthallerle modern insanların birlikte var olduk­lannı bildiğimiz yerlerde -35.000 yıl önce Batı Avrupa'da­bu durumun, Zubrow'un modeliyle uyumlu olarak, bir ya da en fazla iki bin yıl sürmüş olduğunu belirtmekte yarar var. Zubrow'un modeli, modern insanların karşılaştıkları modern öncesi insanları yok etme yöntemlerinin demografik rekabet ol­duğunu kuşku götürmez şekilde kanıtlamıyor. Ama yerine geç­me mekanizması olarak şiddetin tek aday olmadığını gösteri­yor.

Bütün bunlar bizi hangi noktaya get iriyor'? Modern insanla­rın kökenine dair o önemli soru , onca l ı i lgi n i n yığılmasına kar­şın, hala çözülemedi . Ama ben , çok l ı iilgeli evrim hipotezinin doğru olamayacağını düşünüyorum . Modern Homo sapiens'in ayrı bir evrim olayı olarak Afrika'da l ı i r yerlerde ortaya çıktığı­nı sanıyorum; ama bu ilk modı�rı ı insanların Avrasya'ya yayıl­dıklarında oradaki nüfuslada kan�tıklarını da sanıyoruı_n . Şu anda yorumlandığı şekliyl� gı�ı ıeı ik kanıtların bunu neden yan­sılmadığını bilemiyorum. Belki de kanıtlar şu anda yanlış yo­rumlanıyordur. Ya da sonunda, mitokondriyal Havva hipotezi­nin doğru olduğu görülecektir. Tartışma feryatları sona erdi­ğinde ve rakip hipotezlerden l ı irini ya da diğerini destekleyen yeni kanı tlar bulunduğunda, lıu belirsizlik de çözüme kavuştu­rulabilir.

1 1 0

6 . BÖLÜM

SANJ\T DiLi

İnsanın tarihöncesine ait e n etkileyici kalıntıların çoğunun, son 30.000 yıl içinde üretilmi§ - oyulmu§, resmedilmݧ ya da yon­tulmu§- hayvan ve insan tasvirleri olduğuna hiç kuşku yoktur. Bu dönemde modern insan ortaya çıkmı§ ve Eski Dünya'nın büyük bir kısmına yayılmı§, ama muhtemelen, Yeni Dünya'ya henüz ula§mamı§tı. İnsanlar ya§adıkları her yerde - Afrika, Asya, Avrupa ve Avustralya'da- kendi dünyalarının i mgeleri­ni yarattılar. Anla§ılan kar§ı koyulmaz bir tasvir güdüsü vardı , imgeler ise karşı koyulmaz b i r biçimde kı§kırtıcı v e gizemli .

Antropolog olarak ya§adığım en olağanüstü deneyimlerden biri , güneybatı Fransa'daki bazı süslenmݧ mağaralara 1 980'de yaptığım ziyaretlerdir. BBC televizyonu için bir dizi hazırlıyordum ve Dordogne' daki Les Eyzi es kasabası yakınla­rındaki ünlü Lascaux maii;arası da dahil olmak üzere, çok az insanın görebildiği yerleri görme fırsal ı n ı buldum. B uzul Çağı Avrupası'ndan kalma mağaraların en siisliisii olan Lascaux , re­simlere zarar verilmesini önlemek amacıyla, ı 96:rıcn beri hal­ka kapalıydı; §U anda ise, günde beş ziyareıı;i g i l ı i sıkı lı ir kısıt­lama uygulanıyor. Şansımıza, mağara n ın siislerıı i ş d uvarlarının harika bir kopyası yakın zamanlarda tanı a rıı lanal ı i ld i ve böyle­ce, imgeleri görme olanağını hala bula l ı i l iyonız. ı 1)80'de ger­çek Lascaux'ya yaplığım ziyaret bana, ol ı ız l ı ı�ş yıl önce, ebe­veynlerim ve Fransa'nın en ünlü tari hiineesi uzmanı Henri Breuil'le birl i kıı� lı ı ı mağarayı ziyaret etıiii;i ırı giinü hatırlattı . Bu ikinci ziyan�lle ık l ıoii;a, at ve geyik imgcb·i gençliğimdeki ka­dar hayret verici yd i ; i nsanın gözleri önündı� hareket ediyorlar­dı sanki .

l l l

Fransa'nın Ariege bölgesindeki , en az Lascaux kadar çarpı­cı olan Tuc d' Audoubert mağarası tam anlamıyla benzersizdir ve insanı büyüler. Mağara, Kont Robert Begouen'e ait toprak­lardaki üç süslenmi§ mağaradan biridir. Dar, dolambaçlı bir geçit parlak gün ı§ığından, karanlıkların en derinine doğru ki­lometrelerce ilerler. Konlun el feneri duvarlara dans eden göl­geler dü§ürür ve kil zemin portakal rengine bürünür. Sonunda, geçidin ucundaki küçük bir galeriye ula§ılır ve konl feneri ni , odanın ortasındaki bir noktaya, altındaki zemine doğru meyle­den tavana tutar. Burada, kilden mükemmel §ekilde yontulmu§ ve kayalara yaslanmı§ i ki bizon figürü görülür.

Bu ünlii figürlerin resimlerini görmü§tüm belki , ama özgün olanlarına hazır değildim . Gerçek boyutun yakla§ık altıda b i ri b iiy iiklükteki bu figürl erin mükemmel bir yapısı vardır, hare­ketsizl i kleri iç inde hareketle doludurlar; içlerinde ya§amı ba­rındırırlar . l !1 .000 yıl önce bu figürleri yonları sanatçıların be­ceris i ıwfes kesicid ir ; özellikle de, hangi ko§ullar al tında çalı§­ını s oldu klar ı d i is iin ii ld iiğünde . Hayvan yağı doldurulmu§ basit kandil ler kı ı l lanarak komsu b i r odadan kil la§ıın ış ve parmakla­rıyla l ı i r l i i r d i i z alet kul lanarak bu hayvanları yaral ın ışlar; göz­ler, lnı r ı ı ı ı ı i ı · i i k l , · r i , ağ ız ve yele, kesk in l ı i r sopa ya d a kemik kullanarak §t�k i l lendir i lmiş . İşierini l ı i L i rd i klı�r inde geriye kalan artıkların çoğunu özenle Lemizlemiş, ger ide yalnızca sosis §ek­l inde birkaç kil parçası lı ı rakmı§lar. Bir zamanlar, bu parçala­rın penis ya da boynuz oldukları sanılırdı; §imdi ise, heykeltı­ra§ların kilin esnekliğini denedikleri örnekler oldukları dü§Ü­nülüyor.

Bizonun yaratılmasın ın ıwdı�ıı leri ve yaratıldığı ko§ullar za­man içinde yitip giLLi. Mağaran ın zeminine, diğer ikisinin yanı­na üçüncü bir figür, daha kabaca i§lenmi§; küçük ve y i ne kil­den olmak üzere bir heykdc ik daha bulunuyor. Ancak en il­ginci, figürlerin çevresindeki , muhtemelen çocuklara ait olan topuk izleri . Sanatçılar çal ı� ı rken çocuklar etrafiarında mı oy­nuyordu? Ama öyleyse, ıwden sanatçıların ayak izlerini gör-

1 12

müyoruz? Topuk izleri , merkezi parçasında bizon figürlerinin bulunduğu Üst Paleolitik mitolojisinin bir bölümünü kapsayan bir ayİn sırasında mı yapılmı§tı? Bilmiyoruz ve belki de hiç bi­lemeyeceğiz. Güney Afrikalı arkeolog David Lewis-Williams'ın tarihöncesi sanatı konusunda dediği gibi, "Anlam kültüre bağ­lıdır. "

Witwatersrand Üniversitesi'nden Lewis-Williams, Buzul Ça­ğı Avrupası da dahil olmak üzere tarihöncesi sanatının anlamı­nı aydınlatmak amacıyla, Kalahari'deki !Kung San halkının sa­natını inceler. Sanatsal ifadenin bir toplumun karma§ık kültü­rel dokusunda muammalı bir lif olu§turabileceğini fark eder. Mitoloj i , müzik ve dans da bu dokunun birer parçasıdır: Her lif bütünün anlamına katkıda bulunur, ama kendi ba§ına eksik­siz olmayabilir.

Üst Paleolitik ya§amının, mağara resimlerinin rol aldıkları parçasına tanıklık edebilseydik bile, bütünün anlamını kavra­yabilecek miydik? Pek sanmıyorum. Ait oldukları kültür dı§ın­da belki de bir anlam La§ımayacak olan §İfreli simgelerin öne­mini değerlendirebilmek içi n , modern dinlerdeki benzer öykü­leri dü§ünmemiz yeterl i . El inde asa Lulan ve ayaklarının dibin­de bir kuzu bulunan adam İ rngt�si r ı i n l ı i r 1 l ı ri s t i yan iç in t a§ıd ığı

anlamı dü§ünün; ve bunun, l l ı ri s t i yan l ığ ın i iykiis iinü bilmeyen­ler için hiçbir anlam ta§ımayacağ ı r ı ı da.

Burada çaresizliği değil , ihtiya t l ı ol ma gı�rı�ği r ı i yansı tan bir mesaj vermek istiyorum. Bugün el i m izdı� l ı ı ı l ı ı na ı ı esk i imgeler, eski bir öykünün parçalarıdır ve ne an l a m a gel d i kini n i l ı i l ın eyi çok istesek de, kavrayı§ımızın olası sını rl arı nı ka l ı ı ı l lenmek ge­rekecekt ir. Dahası, tarihöncesi sanatının algı l a r ı ı ı ı as ı nda güçlü ve belki de kaçını lmaz bir Batılı önyargısı gi ir ii l ii yor. Bunun yol açtığı sonuçlardan biri, doğu ve güney A fri ka'daki aynı de­recede, Lıdk i dal ıa da eski tarihöncesi sarı a t ı iiwrinde yeterin­ce durul ma ı rı as ıd ı r. Diğer bir sonuç da, sana t ın Batılı yakla§ı­mıyla değerle ı ıd i r i l ı ı ıcs id i r : Yani, yalnızca l ı i r ırı üze duvarına asılıp seyredi l ı�cı�k n·sinı lerden olu§uyorı ı ı u� gi l ı i . Gerçekten

İnsanın Kökı·ı ı i . !.': B 1 1 3

de büyük tarihöncesi uzmanı Andre Leroi-Gourhan , Buzul Ça­ğı imgelerini rı Batı sanatının kökenieri rı olarak tanımlam ı§ lı . Bu kesinlikle doğru değil, çünkü 10 .000 yıl önce, Buzul Çağı'nın sonunda, temsili resim ve oymacılık Lamamen yok olmu§ ve ye­rini §ematik imgelerle geometrik modeller almı§tı. Lascaux'da uygulanan, perspektif ve hareket duygusu gibi tekniklerin ço­ğunun Batı sanatında, Rönesans'la birlikte yeniden yaratılması gerekecekti .

Eski imgeler aracılığıyla Üst Paleolitik ya§amına bir göz at­ma çabalarının bazılarını incelemeden önce, Buzul Çağı sanatı­nın genel bir görüntüsünü çizmeliyiz. Söz konusu dönem 35.000 yıl önce ba§ladı ve yakla§ık 1 0.000 yıl önce, Buzul Çağı'nın bitݧİyle birlikte sona erdi. Bu dönemde Balı Avru­pa'da karma§ık teknolojinin i lk kez ortaya çıktığı ve modayı iz­liyormu§ gibi, hızla gelişiiği unutulmamalıdır . Değݧİm sırası Üst Paleolitik teknolojisinin her yeni dı�ğişkenine verilen adlar­la ݧaretlenmekıedir; Buzul Çağı sanatındaki deği§imleri de ay­nı çerçeveyi kullanarak inceleyebil iriz.

Üst Paleolitik, temelde, 34.000 ile 30.000 yıl önceki Au­rignacien dönemle birlikte ba§lar. Bu dönemden kalma bilinen resimli mağara olmasa da, İnsanlar, muhtemelen giysilerini süslemek için, küçük fildi§İ boncuklar yapmaya biiyiik çaba harcamı§lardır. Ayrıca, genellikle fıldi§İnden oyulmu§ zarif in­san ve hayvan figürleri de yapmı§lardır. Sözgelimi, Alman­ya' daki Vogelherd sitinde fıldi§inden yapılmı§ yarım d iizine in­ce mamul ve at figii rü bulunmuştur. At figürlerinden biri, tüm Üst Paleolitik boyunca bulunabilecek bir parça kadar beceriyle üretilmi§tir. Daha önce de söylediğim gibi, müzik bu insanların ya§amında kesinlikle önemli bir yer tutuyordu. Güneybatı Fransa'da, Abri Blanchard'da bulunan kemikten yapılma kü­çük bir flüt de bunu kanıtlar.

30.000 ile 22 .000 yıl önceki Gravettien döneminin insanla-

1 14

rı ilk kez, bazıları hayvan ve bazıları da insan olmak üzere, kil heykelcikler yaptılar. Üst Paleolitik'in bu döneminden çok az mağara resmi kalmış, ama bazı mağaralarda ters el izleri bu­lunmuştur; bu izler belki de, elin mağara duvarına Lutularak kenarlara boya fışkırtılmasıyla oluşmuştu . (Bu uygulamanın bi­raz dehşet verici bir örneği Fransız Pireneleri 'nde, Gargas si­linde bulundu. Burada, parmakların bir ya da daha fazla par­çasının eksik olduğu iki yüzden fazla İz sayılmıştır.) Graveltien dönemi yeniliklerinin en ünlüsü ise, çoğunlukla yüz özellikleri ve bacaklarının alt kısmı · olmayan kadın heykelcikleridir. Kil, fildişi ya da kalsitten yapılan ve Avrupa'nın büyük bölümünde bulunan bu heykelciklerin hepsine Venüs adı verilmiş ve tüm kıtayı içeren bir dişi doğurganlık kühünü temsil ettikleri varsa­yılmıştır. Ama yakın zamanlarda yapılan daha dikkatli incele­meler bu figürlerin formunda büyük oranda çeşitlilik olduğunu göstermiştir ve günümüzde, doğurganlık kültü fikrini savunan pek az bilimci kalmıştır. ·

Genellikle bunlardan daha fazla ilgi çeken mağara resimle­ri, Üst Paleolitik'in , 22 .000 ile 1 8 .000 yıl önceki Solutreen döneminden i tibaren başlar. A m a daha yaygın başka sanatsal ifade biçimleri de vanl ı . Siizgd i ın i , gı�nı�l l ikle yaşama siLlerin­de bulunan büyük, etki leyici yarı m oyınalar, anlaşılan Solutre­en insanları için çok önemliydi . Bu dii ı ıc ıı ıden kalma olağanüs­tü bir örnek, Fransa'nın Charanle biilgı�s i ı ıdeki Hoc de Sers si­tindedir . Burada bir barınağın arkasındaki kayaya büyük at, bizon, rengeyiği, dağ keçisi figürleri ve l ı i r i ıısan figiirü işlen­miştir; figürlerden bazıları yaklaşık 1 5 cnı lıoyı ındad ı r.

Üst Paleol itik'in son dönemi - 1 8 .000 i le 1 1 .000 yıl önce­ki Magdalenien - derin mağara resimcil ij!;i dii ı ı ı � rrı i yd i : Hesim­lendirilmiş maj!;araları n % 80'i bu döneındeııd i r. Lascaux'nun yanı sıra, kuzı�y i spanya'daki Cantabriaı ı l ıi i lges indeki, en az Lascaux kadar giirkı�m l i Al tamira mağarası l ı ı ı dönemde resim­lendirilmişLir. Magdalenien insanları aynı zamanda yetenekli taş, kemik ve fi ld i�i ıwsne -kimi mızrak a l ıc ! ları gibi kullanım

1 1 5

amaçlı , kimi de 11 asalar 11 gib i , kullanım amaçlı değil - yontucu­ları ve oymacılarıydı . Buzul Çağı sanatında insan formunun çok ender görüldüğü söylenir; ama bu, M agdalenien dönemi için geçerli değildir. Güneybatı Fransa'da, La Marche mağara­sındaki Magdalenien insanları, her biri bir portre izlenimi ve­recek denli kendine özgü, yüzün üzerinde insan başı profıli oy­muşlardır.

Mağaranın içinde bulunduğu çiftliğin sahibi Don Mareellion de Sautuola'nın küçük kızı M aria olmasa, Altamira'nın gör­kemli resimli tavanı belki de hiç keşfedilemeyecekti . 1 879'da bir gün baba-kız, on yıl önce keşfedilmiş olan mağarayı gez­mişler. Maria, Sautuola'nın daha önceden incelemiş olduğu, alçak tavanlı bir odaya girmiş. Sonradan hatırladıkları şunlar: 11 M ağarada koşuşluruyor ve sağıla solda oyun oynuyordum. Birdenbire, tavanda şekiller ve figürler fark ettim . . . 'Baba, bak, öküzler,' diye bağırdım . 11 Maria, bir yağ kandilinin titrek ışığında, 1 7 .000 yıldır kimsenin görmediği bir şeyi görmüştü : Daire şeklinde toplanmış iki düzine biz<m ve clral1arında bir kurt, üç erkek domuz ve üç dişi geyik imgesi . imgeler sarı, ye­şil, siyah renklerdeydiler ve yeni boyanmış gibi taptaze görü­nüyorlardı.

Maria'nın coşkulu bir amatör arkeolog olan babası, kendisi­nin gözden kaçırdığı ama kızının gördüğü şey karşısında şaşkı­na dönmüş ve bunun büyük bir keşif olduğunu anlamıştı . Ne yazık ki , dönemin profesyonel tarihöncesi uzmanları anlamadı­lar: Son derece parlak ve canl ı olan bu resimler, yakın zaman­larda yaşamış bir sanalçının üriinleri olarak değerlendirildi. İl­kel zihinlerin ürünleri olamayacak denli iyi , gerçekçi ve sanat­sal görünüyorlardı . Yakın dönemlerde yaşamış gezgin Lı ir sa­natçı tarafından yapılmış olmalıydılar.

Bu dönemde çeşitli taş ınabilir sanat örnekleri - kazılmış ve oyulmuş kemik ve boynuzlar- keşfedilmişti . Dolayısıyla, Larİ-

1 1 6

höncesi sanatının gerçekliği kabul edildi . Ama hiçbir resim es­ki olarak kabul edilmiyordu. Altamira'daki imgelerin bulunma­sından hemen önce, Leopold Chiron adlı bir öğretmen güney­batı Fransa'daki Chabot mağarasının duvarlarında oymalar bulmu§tU. Ama oymaların çözümlenmesi zordu . Tarihöncesi uzmanları , bunları Üst Paleolitik duvar sanatının kanıtları ola­rak kabul etmek istemediler. İngiliz arkeolog Paul Bahn'ın de­diği gibi, " Chabot'nun resimleri etki yaralamayacak denli mü­tevazı, Altamira'daki resimlerse inanılamayacak denl i görkem­liydi . "

De Sautuola l 888'de öldüğünde, Altamira ha.la açık bir sahtekarlık çabası olarak değerlendiriliyordu. Altamira'nın ger­çekten tarihöncesinden kaldığı, çoğu Fransa'da olmak üzere, daha az etkileyici ve benzer örneklerin bulunmasıyla ancak ka­bul edilebildi. Bunların arasında en önemlisi, Fransa'nın Dor­dogne bölgesindeki La Mouthe Mağarası'ydı. l 895'te ba§layıp yüzyıl ba§ına dek süren kazılarda oyma bir bizon ve çok sayıda resimlenmi§ imge gibi duvar sana_tları bulundu. Dahası, mağa­ra sanatçılarının çal ı§ırken kul landıkları , kumta§ından yapılma ilk Paleolitik lamba örne�i de l ı ı ı l ı ı nni ı ı� l ı ı . Uzman çevrelerin dü§ünceleri değişmeye lıa� lad ı v e kısa s ii rede, :üst (Jal(�olitik resminin gerçek 'olduğu kabul ��d i l d i . Bı ı kal ı ıı l l ı �ıı i§ iiı eıi iin lü dönüm noktası, resimlerin gerçekl i�i ı ı i ı ı i i ı ıdı� gdt'll nı ı ı lıal ine­

rinden biri olan Emile Carthailac'ın 1 1J02 'dt� yayı ı ı la ııa ıı . " Mea Culpa d'un Sceptique" adlı bild irisid ir. Carı l ıai l ac, " � lıami­ra'dan ku§kulanmak için artık hiçbir ne< b ı i ı ı ı iz yok , " diye yaz­mı§tı. Carthailac'ın bildirisi, bir bilim i ı ısaıı ı ı ı ı ı ı ha lasın ı kabul­leni§ine klasik bir örnek haline geldiyse de, istl 'ksizce yazıldığı bellidir ve daha öneeki ku§kuculuğunu savı ı ı ı ı ır.

Buzul Ça�ı rt�si ın leri ba§langıçta, Bal ı r ı ' ı ı ı dt�diği gib i " yal­nızca amaçsız karalamalar, grafiti, oyun; zaıııaıı ı bol avcıl arın akılsızca siisleındt�ri " olarak görüldü . Balı n lııı yorumun, çağ­da§ Fransa'da sarıal ın algılanma §eklirıd<�ıı kaynaklandığını söyler: " Sanal hala, port re! eri, peyjazları ve anlat ımsal resim le-

1 1 7

riyle son yüzyılların terimleriyle değerlendiriliyordu : Yalnızca 'sanat' tı , tek işlevi hoşnut etmek ve süslemekti. 11 Dahası, kimi

.etkili Fransız tarihöncesi uzmanları ruhhan sınıfına şiddetle muhalefet ediyor ve Üst Paleoli tik insanfarına dini bir ifade at­fetmek istemiyorlardı. Bu ilk yorum, özellikle de ilk sanat ör­neklerinin - taşınabilir nesnelerin - gerçekten basit görünmesi nedeniyle, mantıklı görülebilir. Ama daha sonra mağara resmi­nin keşfedilmesiyle birlikte bu görüş değişti . Resimler, tavan­daki ve duvardaki hayvanların birbirlerine oranla sayıları açı­sından, gerçek yaşamı temsil etmiyorlardı . Ayrıca muammalı imgeler, açık bir anlamı olmayan geometrik işaretler de vardı .

California Üniversitesi'nin Santa Cruz kampusundan John Halverson yakın zamanlarda, tarihöncesi uzmanlarının 11 sanat için sanat" yqrumuna dönmelerini önerdi. Halverson'a göre, evrimimiz sırasında insan bilincinin Lam olarak gelişmiş olması­nı bekleyemeyiz ve dolayısıyla, tarihöncesindeki ilk sanat ör­nekleri büyük olasıl ıkla basit olacaktır; çünkü insanların zihin­leri de bilişsel açıdan basittir. Altamira resimleri gerçekten ba­sit görünür: At, bizon ve diğer hayvan betimlemeleri tek tek bi­reyler ya da gruplar halinde görülür, ama doğal bir ortam için­de ancak çok ender olarak göslerilıni§lerd ir. İmgeler doğru, ama bağlamdan . yoksundur. Ve Halverson'a göre bu, Buzul Çağı sanatçılarının, mitolojik bir anlam olmadan, kendi ortam­larının yalnızca bazı parçalarını resmeuiklerini ya da oydukla­rını gösteriyordu.

Bu savı ikna edici bulmuyonı rn . Buzul Çağı imgelerinden yalnızca birkaç örnek bile, bu sanatın, modern zihnin ilk du­raksamalı ilerleyişlerinden dalıa fazlasını yansıttığını gösterme­ye yeter. Sözgelimi , Kon ı Bt'�gouen 'e ait diğer mağaralardan bi­ri olan Trois Freres mağarası ııda, Büyücü olarak bilinen, in­san/hayvan karışımı bir canavar imgesi vardır. Yaratık arka ayakları üstünde durur ve yiizi.i, duvardan dışarı bakacak şekil­de dönüktür. Büyük bir çift boynuzu olan yaratık, aralarında insan da olmak üzere, pek çok farklı hayvana ait vücut parça-

1 1 8

larından olu§Ur. Bu, Halverson'ın inanmamızı istediği gibi, " bilݧsel dü§ünce içermeyen " basit bir imge değildir'. Lascaux mağarasında, Boğalar Salonu'ndaki ilk yaratık da öyle değildir. Tek Boynuzlu olarak bilinen bu yaratık, hayvan kılığında giz­lenmݧ bir insan ya da bir canavar olabilir. Bu tür çok sayıda resim, bili§sel dü§üncenin yarattığı imgeler gördüğümüze bizi ikna etmeye yeter.

Ama daha da önemlisi, bu resimler, Halverson'ın iddia etti­ğinden daha karma§ıklır. Daha önce de belirttiğim gibi, bu re­sim ve oymalar, Buzul Çağı dünyasından natüralist manzaralar değildi. Gerçek bir manzara resmine benzer hiçbir §ey içermi­yorlardı. Ve bu insanların ya§ama alanlarındaki hayvan kalıntı­larına bakılırsa, tasvirleri, günlük diyetin basit yansımaları da değildi. Üst Paleoli tik İnsanların midelerinde ren geyiği ve or­man tavuğu, zihinlerindeyse at ve bizon vardı . Kimi hayvanla­rın mağara duvarındaki imgelerde, doğada olduğundan daha fazla yer almaları hiç ku§kusuz önemlidir: Bu imgeleri çizen Paleolitik insanları için özel bir anlam la§ıyor olmalıydılar.

Üst Paleolitik insanların yaptıklan resimleri açıklamayı amaçlayan ilk önemli hipolcz, avlaıı ıı ıa ı ı ın l ı i iy iisüne işaret eder. Yüzyıl başında antropologlar, A vı ısl ral ya'daki aborijin (esas yerli) resimlerinin, gelecek avırı gaıı i ı ıwli ı ı i arı ı rma amaç­lı, sihirli totem törenlerinin bir parçası old ı ığ ı ı ı ı ı ı iiğreniyorlar­dı. l 903'te din tarihçisi Salomon Reinadı , ayı ı ı ı l ı ı nırnun Üst Paleolitik sanatı için de geçerli olabileeı�ği ı ı i siiybl i : Her iki toplumda da resimler, birkaç türü doğal orlaı ı ıdak ine göre aşırı derecede temsil ediyordu. Üst Paleoli t ik insaııları , resimleri tıpkı Avustralyalılar gibi, totem ve av hayvarılannın artmasını sağlamak amacıyla yapmı§ olabilirlerdi .

Reinach'ın fiki rlı�rinden ho§lanan I lcnri Breuil, uzun kari­yeri boyunca l ı ı ı fi kirlı�ri şiddetle savundu ve geli§tirdi. Yakla­şık altmış yıl l ıoy ı ınea, tüm Avrupa mağaralarındaki imgeleri

1 1 9

kaydetti, harİlaya döktü, kopyaladı ve saydı . Ayrıca, Üst Pale­olitik dönem boyunca sanatın evrimi için bir kronoloji hazırla­dı. Bu dönemde Breuil , arkeolajik geleneğin büyük bölümü gi­bi, sanatı avianma büyüsü olarak yorumluyordu.

Avianma büyüsü hipalezinde açıkça görülen bir sorun var­dı : Daha önce de belirtildiği gibi, resimler, Üst Paleolitik res­samlarının beslenme tarzını yansı tmıyordu. Fransız antrapolog Claude Levi-Strauss, bir zamanlar Kalahari San ve Avustralya alıorijin sanatında kimi hayvanların daha sık tasvir edi lmesi­nin, " yemeye dayalı " deği l , " dü§iinmeye dayalı " olmalarından kaynaklandığını belirtmݧLİ . Breuil ] 96 ] 'de öldüğünde, yeni bir bakı§ açısının ortaya çıkma zamanı gelmi§tİ . Bu bakı§ açısı, Fransız tarihöncesi bilim dalında Breuil kadar önem kazanacak olan Andre Leroi-Gourhan'dan geldi .

Leroi-Gourhan sanalla yapı arıyor, anlamı Breuil gibi bi rey­sel imgelerde deği l , pek çok imgenin ol u§Lurduğu modelde bulmaya çalı§ıyordu. Hesinı lendiri lmi§ mağaralarda uzun ince­lemeler yaptı ve bel l i hayvanların nı ağaraları n belli bölümlerin­de "yer aldıkları " , yi nelenen model ler giirı l ii . Sözgel imi, geyik genelde girݧle görülüyor, ama ana od aları la pek yer almıyor­du. Ana odaların egemen yaralıkları a l , l ı i zon ve iikii zd ü . Eto­IHırlar genellikle, mağara sistemin in dcr in l ikl ı�r inde ortaya çıkı­yordu . Dahası , Gourhan'a göre, k im i hayvanlar erkekl iği ve ki­mileri de di§il iği temsil ediyordu . Al ı·rkekl iği , b izon da di§il iği temsil etmekteydi; erkek gey ik vt� dağkeçisi de erkek, mamul ve öküz di§iydi . Leroi-Courlıan , resimlerdeki düzenin, Üst Pa­leolitik toplumdaki bir ı l iizeı ı i ; ya ı ı i erkeklik ve di§ilik arasınoa­ki ayrımı yansıtıığına inan ıyon lu . Annelle Laıning- l�nı peraire adl ı bir diğer Fransız anl ropolog da benzer bir erkek-di§İ ikil iği kavramı gel ݧL İrdi . Ama iki akaı leın isyen hangi imgelerin er­kekliği ve hangilerinin d i� i l iği l t 'msil ettiği konusunda genel l ikle uzla§amıyorlardı . Bu fik i r ayrılığı, §eınanın sonunda terk edil­mesinde etkili o ldu.

Sanatsal ifadeyi mağaraların yapılandırdığı fikri yakııı za-

120

manlarda yeniden canlandı ; ama en alışılmadık şekilde. legor Reznikoff ve Michel Dauvois adlı Fransız arkeologlar, güney­doğu Fransa'nın Ariege bölgesindeki resimlendirilmiş üç ma­ğarada ayrıntılı incelemeler yaptılar. Alışılmışın tersine, taş aletler, oyulmuş nesneler ya da yeni resimler aramıyorlardı. Şarkı söylüyorlardı . Mağaraların içinde yavaş yavaş ilediyor ve her bölümün rezanansını sınamak için tekrar tekrar duruyor­lardı. Üç oktava ulaşan notalar kullanarak her mağaranın rezo­nans haritasını çıkardılar ve rezonansı en yüksek alanlarda bir resim ya da oyma bulma olasılığının daha yüksek olduğunu keşfettiler. Reznikoff ve Dauvois, l 988'de yayınladıkları ra­porlarında mağara rezanansının çarpıcı etkisi üzerinde durdu­lar; bu, Buzul Çağı 'ndaki basit kandillerin titrek ışığında etkisi hiç kuşkusuz daha da artan bir deneyim olacaktı .

Üst Paleoli tik insanları nın mağara resimlerinin önünde bü­yülü şarkılar söyled ik ler in i düşünmek için hayal gücünü çok fazla çalıştırmak gerekmiyor. imgelerin alışılmadık yapısı ve genellikle mağaraları ı ı en ı ı laşı lmaz derin l i klerinde yer almala­rı, tören düş i i ı ın�s i ıı i akla getı rıyor. Henim Le Tuc. d' Audoubert' deki l ı i zoıı ı ı ıı i i ı ı i i ııde d ıı rd ııg ı ı ın gibi, Buzul Ça­ğı'nın bir yaralısmın i i ı ı i indl ' d ı ın ı ld uğı ı ı ı c la , bel ki de davul, Oüt ve ıslıklar eşl iğinde eski sı�s ler do l ı ıyor z ihne. Heznikoff ve Dauvois, Cambridge Ü n iv ı�rsi tı�si ' ı ıdı · ı ı arkı�olog Clı ı·is Sc:ar­re'ın da dediği gibi, " erken aıaları ı ı ı ı ı ı l i in · ı ı lni ı ıde ı ı ı iiz ig in ve şarkı söylemenin olası önemine yeı ı idı · ı ı d ikka l " ı;ı ·keıı , l ıii yü­leyici bir keşif yapmışlardı.

Leroi-Gourlıaıı l 986'da öldüğündı� lar i l ı i i ıwesi uzmanları, tıpkı Breıı i l 'u ı ı i i l iimiinde olduğu gilıi, yorı ı ı ı ı lar ı ı ı ı kapsamlı şe­kilde yeıı idı �n d i iş ii ı ı nı eye bir kez daha l ıazı n l ı l a r. Ciinümüzde araştırın ac ı lar <;ok çı�şi ı l i açıklamaları l wıı i ı ı ıs ı · ı ı ıeye hazır olsa­lar da, her l i i rl ii ı l ı ı nı nıda kültürel bağlam vu rgulanıyor ve mo­dern topl ı ı ıııdaı ı a l ı ı ı ıı ıa fikirleri Üst Pal ı�ol i ı i k toplumuna uygu­lamanın ıd ı l i kı · l ı · ri gidı�rek daha iyi anlaşı l ıyor.

1 2 1

Buzul Çağı sanatının en azından kimi unsurlarının, Üst Pa­leolitik insanlarının dünyalan hakkındaki fikirlerini derleme tarzlarıyla - kendi Linsel evrenlerinin bir ifadesi- ilgili olduğu­na hiç ku§ku yok. Bu konuya biraz sonra yeniden döneceğiz . Ama kendi sosyal ve ekonomik dünyalarını düzenleme tarzla­rında daha pek çok pratik yön olabilir. Sözgelimi, California Üniversitesi'nin Berkeley kanıpusundan antropolog Margarel Conkey, Altamira'nın bölgedeki yüzlerce insan için bir güz toplantısı yeri olabileceğini söyledi . Kızıl geyiklerin ve deniz salyangozunun bu dönemde bolla§ması , böylesi bir kabile top­lanlısı için yeterli bir ekonomik neden olu§turacaktı . Ama mo­dern avcı-toplayıcılardan da bildiğimiz gibi bu tür toplantılar, görünürdeki ekonomik nedenleri ne olursa olsun, aslında gün­delik, sıradan konulardan çok, sosyal ve politik ittifakların ku­rulmasıyla ilgilidir.

İngiliz anlropolog Robert Laden, kuzey İspanya'daki mağa­ra alanlarında Lıu l ii r i l l ifakların yapısına dair bir §eyler algıla­yabileceğine inanıyor. Alıarnira gibi önemli sitlerin etrafında genellikle, 1 O millik bir yarıçap içinde daha k ii�: ük sitleri n yer alması, politik ya da sosyal bir ittifakın merkezleri olduklarını dü§ündürüyor. Bu tür bir kürenin 20 millik çapı , i t t ifakların kolayca kurulabileceği en elveri§li uzaklığı temsil ediyor olabi­lir. Fransa'daki mağara alanlarında henüz böyle bir model bu­lunamadı.

Bizonla diğer hayvanların Altamira'nın resimlendirilmi§ ta­vanlarında yerle§tirilme tarzı , belki de bir §ekilde merkezin et­ki küresini tasvir ediyor. Resimlendirilmi§ tavanların ana yapısı çoğunlukla, çevre etrafına yerle§Iİrilmi§ yakla§ık iki düzine çok renkli bizon imgesinden olu§uyor. Margaret Conkey, Lıunların ya§ama yerinde toplanarı farklı grupları temsil edebileceğini söylüyor. Arkeologların Altamira'da buldukları oymalar, yöre­sel süsleme biçimleri arasından bir seçki gibi görünüyor. Bu dönemde kuzey İspanya'da insanlar, kullanım amaçlı nesnele­ri, aralarında zikzakların, yarımay §eklinde yapıların, iç içe

122

geçmiş eğrilerin de bulunduğu çeşitli tasarımlada süslüyorlar­dı. Bu tür on beş tasarım saptandı. İçlerinden her birinin kısıtlı bir coğrafi alanda yer alması , yerel tarziara ya da grup kimlik­lerine işaret ettiklerini düşündürüyor. Altamira'da bu yerel tarzların pek çoğunun bir arada bulunması, bir tür toplumsal ve siyasal öneme sahip bir toplantı yeri olduğu savını doğur­muştur. Şu ana dek Lascaux'da böyle bir kanı t bulunamadı . Ama bu sitin, hevesli ressamların yerel ürünü olmaktan çok, geniş bir alandaki insanlar üzerinde büyük öneme sahip bir yer olduğunu düşünmek mantıklı olacaktır. .Belki de Lascaux gücünü, söz��lim:i, Üst Paleolitik evreninde ilahi bir gücün or­taya çıkması gibi önemli bir tinsel olayın görüldüğü yer olması nedeniyle kazandı. Sözgelimi Avustralya aborijinlerinin çevre­lerinin, bunun dışında tamamen kısır olan pek çok bölümünde bu durum görülmektedir.

Buziıl Çağı sanalındaki imgelerin, ekolojik bağlamlarından kopartılmış hayvaniara ait olduğunu ve gerçek dünyada görül­me oranlarını yansılmadığını söylemiştim . nu kadarı bile bize, sanatın muammalı doğasını giisternıeyc yeıiyor. Ama temsili imgelerin yanı sıra, daha da m ı ı am rııal ı o ld ı ığ ı ı söylenebilecek başka işaretler de var: Geometrik nıodt'l lcr, ya da i�<ırdler. Bunların arasında noktalar, ızgaralar, ı �ğr i l ı � r . z ikzakl ar, iç içe geçmiş eğriler ve dikdörtgenler yer al ıyor vı � l' ısı Palı�ol i ı i k sa­natının en şaşırtıcı unsurlarından birini ol ı ı�t ı ı rı ıyorlar. Bunlar çoğunlukla, egemen olan hipotezin uns ı ı rl a rı olarak aç ı klandı­lar; sözgelimi, avianma büyüsü ya da crkı�k/d i�i ik i l iğ i bağiarnı içinde. David Lewis-Willams, yakın zama n larda yı�ni ve ilgi çe­kici bir y(mını getirdi: Bunlar, şamanist saııat ı ı ı bel irlisi olan, sanrı dururnundaki l ı ir zihinden gelme i ı ııgı � t ı �r olmalıydı .

Lewis-Willianıs kırk yıl boyunca, gii ıwy Afrika'daki San halkının saııat ı ı ı ı i ııceledi. Sanatlarının l ı iiyiik kısmı belki de 1 0.000 y ı l öııct�s i ıw dek gidiyor, ama yakın tarihsel bellek

1 23

içinde yaratılmış olanlar da var. Lewis-Williams zamanla, San sanatı imgelerinin, Batılı antropologların uzun zamandır san­dıkları gibi, San yaşamının basit yansımala·rı olmadığını anla­maya başladı . Bunlar, trans halindeki şamanların ürünleriydi : imgeler, şamanist bir tinsel dünyayla bağlantılıydı ve şamanın sanrı sırasında gördüklerinin tasvirleriydi . Lewis-Williams ile çalışma arkadaşı Thomas Dowson, incelemelerinin bir nokta­sında Transkei' ın Tsolo bölgesinde yaşayan yaşlı bir kadınla görüştüler. Bir şamanın kızı olan kadın, artık yok olmuş şama­nİst törenleri anlattı.

Dediğine göre şamanlar, uyuşturucu ya da aşırı havalandır­ma (hiper-ventilasyon) gibi çeşitli teknikleri kullanarak ıransa geçebiliyorlardı . Kullanılan teknik ne olursa olsun, trans duru­muna neredeyse her zaman ritmik şarkılar, dans ve el çırpan kadın grupları eşlik ediyordu. Transın derinleşmesiyle birlikte şaman titremeye başlar, kolları ve bedeni şiddetle t itreşirdi. Tinsel dünyayı ziyaret ederken şaman sık sık, acı çekiyormuş gibi kıvrılarak, " öl ii r " d ii . Boğa anıilobu San miıolojisinde önemli bir güçlii r; şaman, hayvanın boyun ve lıoğazı kesilerek alınan kanı , güç kazandırmak için, birisinin lıoyıı ı ı ve boğazın­daki kesikiere siirebilirdi. Daha sonra şaman aynı kanı kulla­narak, Linsel dünyayla sanrısal lemasının bir kaydını resmeder­di. imgeler, resmedildikleri bağlamdan gelen bir güce sahipti­ler. Yaşlı kadın, Lewis-Williams'a, insanın ellerini bu imgelere sürerek gücün bir kısmını alabileceğini söylemişti .

Boğa antilopu San resimlerinde en çok tasvir edilen hayvan­dır ve gücü pek çok biçimde ortaya çıkar. Lewis-Williams, at ve bizonun da Üst Paleoliıik insanları için benzer bir giiı; kay­nağı - tinsel enerjiye gerek duyulduğunda başvurulan ve do­kunulan imgeler- olup olmadıklarını merak etti . Bu soruyu ele almak için, Üst Paleoliıik sanalın da şamanist olduğuna dair kanıla ihtiyaç vardı. Geomeı rik işaretlerde bir ipucu bulundu.

Lewis-Williams' ın incelediği psikolojik literatüre göre sanrı­nın, her biri öncekinden daha derin ve karmaşık olmak üzere

124

üç aşaması vardır. İlk aşamada denek ızgaralar, zikzaklar, nok­talar, spiraller ve eğriler gibi geometrik şekiller görür. Altı şe­kil den oluşan bu imgeler titrek, akkor halde, değişken ve güç­lüdür. Beynin temel nöron yapısı içinde üretilmeleri nedeniyle bunlara " enioptik " (görüntü içinde) imgeler denir. Le­wis-Williams, Current Anthropology'de yayınlanan 1 986 tarihli bir makalede, " İnsan sinir sisteminden türemeleri nedeniyle, sanrılı bilinç durumlarına giren insanların tümü, kültürel arka planları ne olursa olsun, bunları algılama eğilimi gösterirler , " der. Transın ikinci aşamasında insanlar, bu imgeleri gerçek nesneler olarak görmeye başlar. Sözgelimi, eğriler tepe ya da zikzaklar silah olarak yorumlanabilir. Bireyin göreceği şeyin yapısı, kültürel deneyimlerine ve kaygıianna bağlıdır. San şa­manları sık sık, eğri dizilerini bal peLeği imgelerine dönüştü­rürler; çünkü arı , bu insanların transa girerken kullandıkları ·doğaüstü bir güç simgesidir.

Sanrının ikinci aşamasından üçüncü aşamasına geçişte ge­nellikle, bir girdabı ya da dönen bir tüneli geçme duygusu ya­şanır ve tam boyu tlu -kimi al ı� ı ld ık, kimi olağandışı- görüle­bilir. Bu aşamadaki öneml i l ı i r i mge, insan/hayvan canavar, ya da therianthrop denilen §eydi r ( l ıkz . §eki! 6 . 1 ) . Bu yaratık şa­manist San sanaLında yaygıı ı o larak gi ir ii l ii r. Ayrıca, Üst Pale­oli tik sanatının da merak uyar ıdı rarı l ı i r ı ı ı ısunıdu r.

Sanrının birinci aşamasınırı c � ı ı lopı ik i ı ı ıgdc�r i San sanaLırıda görülür ve bu da, sanalın şamarı isı o ld ı ıgu ı ıa dair ıwsııel bir kanıt olarak değerlendirilebilir. Ayn ı i ı ı ıgc · ln, k i ı ı ı i zaman hay­vanların üzerinde ve kimi zaman da ıc �k l ıa�l a rı ı ıa ol ı ı ıak üzere, Üst Paleolitik sanatında da görül mekı c�d i r. Tlwriarı l l ı ropla bir­likLe bunlar, Üst Paleolitik sanatının c�rı az ı ı ıdaı ı l ı i r kısmının gerçekten şaınanist olduğuna dair giiçl ii kaıu ı lard ı r . Bu theri­anLhroplar bir zamanlar, Halverson' ın dc �y i ı ı ı iy le " insanla hay­van aras ı nda kes in bir sınır oluşturmaklan uzak i l kel bir zih­nin " ürünleri olarak göz ardı edilmişlerd i . A ıı ıa eğer gerçekten trans sırasında güriilen imgelerse, Üst Pall'ol i ı i k ressamı ıçın aLlar ve bizon lar kadar gerçek olmal ıyd ı lar.

125

ŞEKiL 6.1 Geçmişten bir yüz. Güney Fransa'daki Trois Freres rnağarasındaki Büyü­cü'de görüldüğü gibi, hayvan ve insan özelliklerinin birleştirilmesi, Üst Pale­olitik sanatında yaygın olarak görülen bir özelliktir. LJıı, sanatın kökeninde şamanist nitelikli olduğunu diişündürtür.

Sanatı dü§ündüğümüzde, resmin ister tuval olsun ister du­var, bir yüzey üzerine yapıldığını dü§ünme eğilimi gösteririz. Şamanist sanat böyle değildir. �amanlar sannlarını genellikle, kaya yüzeylerinden çıkıyormu!i gibi görürler: Lewis-Williams, 11 imgeleri ruhlar §eklinde resmedilmi§ olarak görürler ve §a­manlar, bunları resmederken yalnızca, zaten var olan bir §eye dokunduklarını ve bunu i!iaretlediklerini söylerler, " diyor. 11 Dolayısıyla ilk tasvirler, bizim dü§ündüğümüz gibi temsili im-

"126

geler değil , başka bir dünyanın sabit zihinsel imgeleriydi. 11 Ka­ya yüzeyinin gerçek dünya ile tinsel dünya arasında bir arayüz - ikisi arasında bir geçit- olduğunu söyler. Kaya yüzeyi , yal­nızca imgeler için bir mecra değildir; imgelerin ve burada ya­şanan törenin temel bir parçasıdır. Lewis-Williams'ın hipotezi ilgiyle ve kaçınılmaz olarak, kimi kuşkulada karşılandı . Bu hi­potezin değeri, sanatı farklı bir gözle görmemizi sağlamasında­dır. Şamarıİst sanat, uygulanışı ve yorumlanışıyla, Batı sanatın­dan çok farklıdır ve bu sanat sayesinde, Üst Paleolitik sanatına yeni gözlerle bakabiliriz.

Fransız arkeolog Michel Lorblanchet de, Üst Paleolitik sa­natına farklı bir gözle bakmamızı sağlıyor. Yıllardır sürdürdü­ğü deneysel arkeoloji çalışmalarında, Buzul Çağı sanatçılarının görevlerini ve deneyimlerini anlayabilmek için mağaralardaki imgeleri kopyalıyor. En hırslı projelerinden biri de, Fransa'nın Lot bölgesindeki Peche Merle mağarasındaki atları yeniden ya­ratmaktı. İki atın yüzleri birbirlerinden başka yöne dönüktür, sağrıları hafifçe iç içe geçmiştir ve boyları yaklaşık 1 20 cm'dir. Üstlerinde siyah ve kırmızı noktalar, etraflarında da el kalıpları görülür. imgelerin resmedild iği kaya yüzeyinin sertliği nede­niyle sanatçı fırça kullanmak yerim�, l ıoyayı bir tüpün içinden sı km ış olmalıdır.

Lorblanchet, yakınlardaki bir nıaj!;arada buna benzer bir kaya yüzeyi buldu ve fışkırtma tekrı ij!;i r ı i kullanarak atları yeni­den yapmaya karar verdi. Bu denı�yi rıı i r ı i , lhw:oıwr dt�rgis inin bir yazarına şöyle anlatacaktı : 1 1 Bir h afla l ıoyıı rıca gi inde yedi saat çalıştım. Puff. . puff. . puff. . . Çok yonıı : ı ı l ı ir i�ti ; özel l ikle de, mağaradaki karbon monoksit yüzii rıdı � r ı . t\ rııa Inı şekilde resim yaparken özel bir duyguya kapılıyorsuıı ı ız . İ ıııgeyi kaya­ya soluduğı ı ıı uzu hissediyorsunuz; ruh ı ı ı ı ı ız ı ı bedeninizin de­rinliklerinden, kaya yüzeyine yansıtıyors ı ı ı ı ı ı z . 11 Bu pek de bi­l imsel bir yakla§ırna benzemiyor, ama l ıi iylı�si ı ıe zor bir enie­lektüel hedef, yı�ıı ilikçi yöntemler gerekl iriyordur belki . Lorb­lanchet daha iiııcı�ki kopyalama girişirnleriylı�, geçmişte de ye-

İnsanın Kök�ııi, F: !) 1 27

nilikçi bir insan olmu§tu. Bu deney de hiç kw�kusuz, üstünde durulmaya değer. Buzul Çağı resimleri Üst Paleol i tik mi lolojisi­nin bir parçasıysa, ressamlar, boyamak için kullandıkları yön­tem ne olursa olsun, duvara ruhlarını yansıtmı§lardır.

Tu c d' Audoubert' deki heykeltıra§ın bizonu §ekilİendirirken, Lascaux'daki ressamların Tek Boynuzlu'yu resmederken ya da diğer Buzul Çağı sanatçılarının sanat eserleri yaratırken zihin­lerinden neler geçirdiklerini belki de asla bilemeyeceğiz. Ama yaptıklarının sanatçılar ve bu resimleri gören sonraki ku§aklar­dan insanlar için son derece büyük bir önem ta§ıdığına emin olabiliriz. Sanat dili, anlayanlar için çok güçlü, anlamayanlar içinse kafa karı§tırıcıdır. Bildiğimiz tek §ey, burada modern in­san zihninin i§lediği ve yalnızca Homo sapiens'in yapabildiği bir biçimde, sembolizm ve soyutlamayla oynadığıdır. Modern insanların ortaya çıkmalarını sağlayan süreci henüz tam anla­mıyla bilemiyoruz belki, ama bu sürecin , günümüzde hepimi­zin ya§adığı türde bir zihinsel dünyanın ortaya çıkı§ıyla ilgili ol­duğunu biliyoruz.

128

7 . BÖLÜM

Dil SANATI

Bizim bildiğimiz anlamıyla konuşma dilinin ortaya çıkışı hiç kuşkusuz, insanın tarihöncesinin beli rleyici noktalarından biri ve hatta belki de, belirleyici tek noktasıdır. Dille donanmış olan insanlar doğada yeni tür dünyalar yaratabildiler: İçebakış­sal (in trospektif) bil inçler dünyası ve " kültür" adını verdiğimiz, kendi elimizle yaratıp başkalarıyla paylaştığımız dünya. Dil , mecramız; kültür ise, nişimiz oldu . Hawaii Üniversitesi'nden dilbilimci Derric Bickerton, 1 990 tarihli kitabı Language and Species 'de Lı unu, ikna edici bir biçimde belirtiyor: " Di l bizi, di­ğer tüm yaratıkların t utsak oldukları anl ık deneyim hapishane­sinden kurtarıp sonsuz uzam ve zaman özgürlüklerine salıvere­bilirdi . "

Antropologlar dil hakkında, l ı i ri dogrudan ve biri de dolaylı olmak üzere, yalnızca iki §cyclı· ı ı ı � ı ı ı i ıı olal ı i l iyorl ar . Birincisi , konuşma dili , Homo sapicns ' i d iğı�r l i i ı ıı yaral ıklardan aı;ık şe­kilde ayırır. İletişim ve içebakışsal d iişi i ıwı� ı ıwnası olarak kar­maşık bir konuşma dili yaratabilen tı·k caı ı l ı , iı ısaııd ır . i ki ıı <' is i , Honıo sapiens ' in beyni, en yakın evri ı ı ısı · l akral ıaı ı ı ız olaıı bü­yük Afrika insansımaymunlarının beyıı i ı ıdı · ı ı iii,' kal l ı iiyii ktür. Bu iki gözlem arasında bir ilişki oldıığıı a�· ık ı ır , aı ı ıa ilişkinin yapısı hala şiddetle tartışılıyor.

Felsefeci lerin dil dünyasını uzun zaıııa ı ıd ır i ıwdenıelerine karşın, di l hakkında bilinenierin çoğu soıı ol ı ız yı lda öğrenil­miştir. Dilin evri ııısd kaynağı hakkında iki giiriiş oluştuğunu söyleyebil iriz. i l k giiriiş dili insanın benwrsiz l ı ir özelliği , bey­nimizdeki l ı iiy i i ııwı ı in yan sonucu olarak ortaya çıkmış bir ye­tenek olarak güriir. Bu durumda dilin, bil i§sd bir eşiğin aşıl-

1 29

ınıısıyla birlikte, hızla ve yakın zamanlarda ortaya çıktığı düşü­nülmektedir. İkinci görüşte, konuşma dilinin insan olmayan atalardaki - iletişimi de içeren, ama iletişimle sınırlı kalma­yan - çeşitli b ilişsel yetenekler üzerinde doğal seçimin etki göstermesiyle geliştiği savunulur. Bu süreklilik modeline göre dil, İnsanın Larihöncesinde, Homo cinsinin ortaya çıkışından i ti­baren, aşamalı olarak gelişmiştir.

MIT'ten dilbilimci Noam Chomsky ilk modelin yanında yer almış ve büyük etki yaratmış tır. Dilbilimcilerin çoğunluğunu oluşturan Chomskycilere göre, dil yeteneğinin kanıtlarını erken insan kalıntı larında aramak yararsız, maymun kuzenlerimizde aramak ise iyice anlamsızdır. Sonuçta, genellikle bir bilgisayar ya da geçici leksigramlar kullanarak maymunlara bir tür sim­gesel iletişim öğretmeye çalışanlar düşmanlıkla karşılanmışlar­dır. Bu kitabın temel konularından biri de, insanları özel ve doğanın geri kalan kısmından apayrı görenlerle, yakın bir bağ­lantı olduğunu kabul edenler arasındaki felsefi bölünmedir. Bu bölünme özellikle, dilin doğası ve kökeni hakkındaki tartışma­larda ortaya çı kıyor. Dilbilimcilerin insansı ınaymun-dili araştır­macılarına fı rlaıtıkları oklar da hi<; kw�kusuz, bu bölünmeyi yansıtıyor.

Teksas Ünversitesi'nden psikolog Kathleen Cibson, insan dilinin benzersizliğini savunanlar hakkında, yakın zamanlarda şu yorumu yaptı: 11 [Bu bakış açısı] önermeleri ve tartışmalarıy­la bilimsel olsa da, en azından Yaratılış'ın yazariarına ve Efla­tun 'la Aristo'nun yazılarına dek uzanan, insan zihniyetiyle dav­ranışımn ni telik açısından hayvanlardan çok farklı olduğunu savunan köklü bir Batılı fdscfe geleneğine dayanmaktadır. 11 Bu düşünüşlin sonucu olarak ant ropolojik literatür uzun süre, yalnızca insana özgü olduğu d iişiinülen davranışlarla doldu. Bu davranışların arasında ald yapımı , simge kullanabilme ye­teneği, aynada kendini taı ı ıyal ı i lme ve elbette, dil yer alıyor. 1 960'lardan itibaren lıu lwı ıznsizlik duvarı, insansımaymunla­rın da alet yapıp kullanalı i ldiklı�riııin, simgelerden yararlandık-

1 30

larının ve aynada kendilerini tanıyabildiklerinin aniaşılmasıyla birlikte, çatırdamaya başladı . Geriye bir tek dil kalıyor ve dola­yısıyla dilbilimciler, insanın benzersizliğinin son savunucuları olarak kaldılar. Anlaşılan, işlerini çok da ciddiye al ıyorlar.

Dil , tarihöncesinde - bilinmeyen bir araç sayesinde ve bi­linmeyen bir geçici grafik izleyerek- ortaya çıktı ve hem bi­rey, hem de tür olarak bizi dönüştürdü. Bickerton, "Tüm zi­hinsel yeteneklerimiz arasında dil, bilinç eşiğimizin altında en derin, rasyonelleştiren zihin için de en ulaşılmaz olanıdır , " di­yor. " Ne dilsiz olduğumuz bir zamanı hatırlayabiliriz, ne de, dile nasıl ulaştığımızı . " Birey olarak, dünyada var olmak için dile bağımlıyız ve di lsiz bir d iinyayı hayal bile edemeyiz. Tür olarak, dil, kültürün dikkatle işlenmesiyle, birbirimizle etkile­şim kurma şeklİmizi dönüştiiriir. Dil ve kii l ı ii r bizi hem birleşti­rir, hem de böler. Dünyada şu anda var olan beş bin dil, ortak yeteneğimizin ürünüdür; ama yara t t ı kl arı lıt�§ bin kül tür, birbi­rinden ayrıdır. Bizi yapılandıı·an kii l t i i r i in ürünü olduğumuz için, kendi yarattığımız bir şey old uğı ı n ı ı , çok farklı bir kültürle karşılaşana dek anlayamıyoruz.

Dil gerçekten de, Homo sapiens'lt� doğa n ı n �eri kalan kısmı arasında bir uçurum yaratır. İnsanın ayrı �wslcr, ya da fonem­ler çıkarma yeteneği, insansımaymunlara �iin� ancak ı ı ı i i tevazı oranda gelişmiştir: Bizim elli, insans ı ı ı ı ay ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ısa l ı ir d iizine fonemi var. Ama bizim bu sesleri kı ı l l a ı ı ı ı ı a kapasih� rı ı i z son­suzdur. Bu sesler, ortalama bir insanı yi iz l ı i n siizı · i ikl i ik l ı i r dağarcıkla donatacak şekilde tekrar h�krar d i i zı ·n l l ' ıwl ı i l i r ve bu sözcüklerden de, sonsuz sayıda türnce o l ı ı � t ı ı rı ı l a l ı i l i r. Yani, Homo sapiens' in hızlı, ayrıntılı iletişim yı - ı is i n in vı� düşünce zenginliğinin doğada bir benzeri daha yok t ı ı r .

Bizim anıacıı ı ı ız, d i l i n i l k olarak nası l ortaya ı,- ı k t ı ğ ı nı açıkla­mak. Chomskyci �iirüşe göre, dilin kaynağı olarak doğal seçi­me bakmarıı ıza gı�rek yoktur; çünkü dil, taril ısı�l lı ir kaza, biliş­sel bir eşiğin aşı l ı nas ıyla ortaya çıkmış bir yd ı � ıwkt ir . Chomsky şöyle der: " ��� anda, i nsan evrimi s ı rası n d a ortaya çıkan özel

13 ı

şartlar altında, 1 O 10 adet nöron basketbol topu büyüklüğünde bir nesneye yerleştirildiğinde, fizik kurallarının nasıl işleyeceği konusunda hiçbir fikrimiz yok. " MIT'den dilbilimci Steven Pinker gibi ben de bu görüşe karşıyım. Pinker az ama öz ola­rak, Chomsky'nin " işe tam tersinden baktığını " söylüyor. Bey­nin, dilin gelişmesi sonucu büyümüş olması daha yüksek bir olasılıktır. Pinker' a göre, "dilin ortaya çıkmasını beynin brüt boyutu, şekli ya da nöron ambalajı değil, m ikro devrelerinin doğru şekilde döşenmesi sağlar. " 1 994 tarihli The Language lnstinct adlı kitabında Pinker, konuşulan dil için, doğal seçim sonucu evrimi destekleyen genetik bir temel fikri pekiştirecek kanıtları derliyor. Şu anda incelenemeyecek denli kapsamlı olan kanıtlar gerçekten etkileyici.

Burada karşımıza şu soru çıkıyor: Konuşma dilinin gelişimi­ni sağlayan doğal seçim güçleri nelerdi? Bu yeteneğin eksiksiz halde ortaya çıkmadığı varsayılıyor; öyleyse, az gelişmiş bir di­lin atalarımıza ne tür avantajlar sağladığını düşünmeliyiz. En açık yanıt, dilin etkin b i r iletişim aracı sunmasıdır. Atalarımız, i nsansımaymunların beslenme yöntemlerine göre çok daha faz­la savaşım gerektiren bir yöntem olan ilkel avcılık ve toplayıcı­l ığı i lk benimsediklerinde, bu yöntem hiç kuşkusuz yararlı ol­muştu. Yaşam tarzlarının karmaşıklaşmasıyla birl ikte, sosyal ve ekonomik koordinasyon gereksinimi de arttı . Bu şartlar altında, etkili bit iletişim büyük önem kazanıyordu. Dolayısıyla doğal seçim, dil yeteneğini sürekli gdişı i recekıi . Sonuçta, - modern insansımaymunların hızlı solıınıalanna, haykırışiarına ve ho­murtularına benzediği varsayı la r ı - eski maymun seslerinin te­mel repertuvarı 'genݧIeyeı:ı�k ve ifade edilme şekli daha geliş­miş bir yapı kazanacaktı . Cii ııiimüzde bildiğimiz şekliyle dil, avcılık ve toplayıcılığın getird ij!;i gereksinimierin ürünü olarak gelişti. Ya da, öyle görünüyor. Dilin geli§imi konusunda başka hipotezler de var.

Avcı-toplayıcı yaşam tarzının gelişmesiyle birl ikte insanlar teknolojik açıdan daha başarı l ı hale geldiler, aletleri daha ince-

132

li kle ve daha karmaşık şekiller vererek yapabilmeye başladılar. 2 milyon yıl öncesinden önce, Homo cinsinin ilk türüyle birl ik­te başlayan ve son 200.000 yılı kapsayan bir dönemde mo­dern insanın ortaya çıkışıyla doruk noktasına ulaşan bu evrim­sel dönüşüme, beyin boyutunda üç kata ulaşan bir büyüme eş­lik etti . Beyin, en erken Australopithecus'lardaki yaklaşık 440 cm3; ten, günümüzde ortalama 1 350 cm:1'e ulaştı . Antrapolog­lar uzun süre, teknolojik gelişmişliğin artmasıyla beynin büyü­mesi arasında neden-sonuç bağlantısı kurdular: İlki, ikincisini geliştiriyordu. Bunun, l . Röl iim ' de tanımladığım Darwin evrim paketinin bir parçası olduğunu haıırl ayacaksınız. Kenneth Oak­ley'in " Alet Yapan İnsan " başl ıkl ı , ] <);1.9 tar ihli klasik dene­mesinde, insanın tarihönet�si hakkındaki bu bakış açısı veril­miştir. Daha önceki bir böl ii rnd1� d1� I H' I i r ı t iğ imiz gibi Oakley, dilin günümüzdeki düzeyde " ın iikl ' ıı ı ııwl l l·şt i r i l mesin in " mo­dern insanın ortaya çıkışını sağlad ığı nı i l k savunanlar arasın­daydı : Diğer bir deyişle, modern insan ı ı ı ıodı�rn d i l yaratmışt ır .

Ama günümüzde, insan zihni ı ı in o l ı ı ş ı ı ı ı ıuna açıklık geti ren farklı bir açıklama yaygınlık kazand ı ; ald yapan i n sandan çok, sosyal hayvan olan insana yön el ik bir açı k la ı ı ıaydı l ı ı ı . Dil, l ı i r sosyal etkileşim aracı olarak geliş ı iysc, avC " ı - loplaywı l ıağla ın ın ­da iletişimi geliştirmesi evrimin asıl ncdı· ı ı i d ı �ğil , i k in 1 · i l bi r ya­rarı olarak görülebilir.

Columbia Ünivers i tesi'nden nöro log Ha lpl ı l l ol loway, tohu­mu 1 960'larda atılan bu yeni bakış aç ıs ın ın ı · n i i ı w ın l i i i rıc ii le­rindendir . On yıl önce şöyle yazmıştı : 11 l l i l i n , l ı · ı ıw ld ı� saldır­gan olmaktan çok işbirlikçi olan ve ci ns iyı · ı kr arasında lamam­l ayıcı bir sosyal yapısal davranışsal işl ıiil i 'ı ı n i i ıw dayanan, sos­yal davranışsal b i l işsd bir matristen gel i ş ı iğ i ıw i nan ma eğil imi­ni duyuyorı ı ırı . B u , bebeğin bağımlıl ık s i i n·si ı ı i n ı ıza ıııası , üre­me olgunluğuna ulaşma sürelerinin uza m as ı v ı · olgu n laşma sü­resinin, beynin dalıa çok büyümesini ve davranışsal öğrenmeyi mümkün kı laC "ak şı ·k i lde uzaması iç in gnı ·kl i b ir uyarlanmacı evrim stratı�j isiyd i . 11 Bunun , insangillerin ya�aıı ı tarih i n in mo-

1 33

delleri hakkındaki, 3 . Bölüm 'de tanımladığım keşiflerle uyum­lu olduğunu görebilirsiniz.

Holloway'in öncü fikirleri pek çok kılığa büründükten son­ra, sosyal zeka hipotezi olarak biJ inıneye başladı. Londra'daki University College'dan primatalog Robin Dunbar, bu fikri ya­kın zamanlarda şöyle geliştirdi : " Geleneksel [kurama J göre [primatların] dünyada yollarını bulabilmek ve günlük yiyecek arayışlarındaki sorunlarını çözebilmek için daha büyük bir beyne ihtiyaçları vardır. Alternatif kurama göre ise, primatların kendilerini içinde buldukları karmaşık sosyal dünya, daha bü­yük beyinierin oluşması için gerekli dürtüyü sağlamıştır . " Pri­mat gruplarında sosyal etkileşimi değiştirmenin en önemli par­çalarından biri giyinip kuşanmaktır; bu, bireyler arasında ya­kın bağlantı ve birbirini izleme olanağını sağlar. Dunbar'a göre giyim-kuşam, belli bir boyuı ıaki gruplarda etkilidir, ama bu boyut aşıldığında toplumsal ilişkileri kolaylaştıracak başka bir araca gereksinim duyulu r.

Dunbar, insanın tarihöncesi döneminde grup boyutunun büyüdüğünü ve bunun da, daha etkili bir sosyal dış görünüş için seçme baskısı yaratt ığını söylüyor. " Dilin , dış görünüşle karşılaştırıldığında iki ilginç özelliği var . Aynı anda pek çok in­sanla konuşabilirsiniz ve seyahat ederken, yemek yerken ya da tarlada çalışırken konuşabil irsiniz. " Dunbar' a göre sonuçta, "dil, daha çok sayıda bireyin sosyal gruplarla bütünleştirilmesi için gelişti . " Bu senaryoya göre dil, "sesli giyim-kuşarn " dır ve Dunbar dilin ancak, " llomo sapiens'le birlikte " ortaya çıktığına inanır. Sosyal zeka hipotezine yakınlık duyuyorum, ama ileride de göstereceğim gibi, dil in insaııın tarihöncesindeki geç dö­nemlerde ortaya çıktığına inanmıyorum .

Dilin hangi tarihte ortaya çıktığı, bu tartışmanın temel konu­larından biridir. Erken lıir dii rıcmde oluşup, ardından aşamalı bir ilerleme mi gösterdi"� Yoksa yakın zamanlarda ve aniden

134

mi ortaya çıktı? Bunun, kendi mizi ne kadar özel görd iiğii ı ı ı iize i l işkin felsefi anlamlar taşıdığı unutulmamal ı .

Günümüzde pek çok antropolog, di l in yakın zamanlarda ve hızla gel işliğine inanıyor; bunun temel nedenlerinden biri , Üst Paleol it ik Devrimi'nde göriilen ani davranış değişikliğidir. New York Ü niversitesi 'nden arkeolog Randali White, yakh1şık on yıl önce kışkırtıcı bir bi ld iride, 1 00 .000 yıldan önceki çeşitli in­san faal iyetleriyle ilgili kanıtların " modern insanların dil olarak görecekleri bir şeyin kesinl ikle olmadığına" işaret eııiğini sa­vun<lu . Bu dönemde arıa tomik açıdan modern insanların orta­ya çıktığını kabul ediyord u, a ıııa l ı ıınlar kültürel bağlamda dili henüz " icat " etmeııı i� lerd i . Bıı daha sonra olacaktı : " 3 5 .000 yıl önce . . . bu toplul uklar, l ı izirıı l ı ild iği miz şekliyle dil ve kül­türü gel işıirmişlerdi . "

White kendi d iişüneesi ne giin�, di l in çarpıcı oranda geliş­mesinin Üst Paleol iı ik dönemiyle ı;akı�l ığı n ı giis teren yedi arke­olajik kanıt k iimesi sıralıyor. i lk olarak, Nl'aııclnthaller döne­minde başladığı kesin olarak bi li nen , ar ı ıa ı ıwzar e�yal a rı rı ın da eklenmesiyle ancak Ü st Paleoli ı ik' ı ı � gı· l i� ı · r ı , i il i i r ı i i n bilinçli olarak gömülmesi uygulamasıydı . i kir ı l ' i olarak, i ıııge ol u�lı ır­mayı ve bedenin süslenmesini içen·ı ı sanalsal ifadı� ar ıcak Üst Paleoli tik'ıe başlıyordu. Üç iineii olarak, i 'J s ı Pa l ı -oli ı ik ' tı\ tek­noloj ik yenilik ve kültürel değişim l ı ızı ı ıda ar ı i l ı i r iv r ı ı ı � giiriilii­yord u . Dördüncü olarak, kül türde i l k kı·z l ı i i lge ·sı· l farkl ı l ı kl ar oluşmaya başlamıştı; bu, sosyal s ın ı rları n ifadl'si ve i i r ii n iiydü . Beşinci olarak, egzotik nesnelerin deği� ıok ı ı� ı ı �e·kli nde uzun mesafeli temasların kanıtları bu dönemde� gi i e; l e · ı ıiyordu. Altıncı olarak, yaşama a la r ı ları önemli oranda l ı i i y i i ı ı ı i i � l i i ve bu d ü­zeyde bir pla ı ı la ı ı ıa ve koordinasyon içiıı d i l e · ge �n�k duyulacak­lı. Yedinci olarak, teknolojide, ağırlıklı ola rak ıa�ı ı ı kullanılm a­sından kem ik , boynuz ve kil gibi yeni l ıa ı r ı ı ı ıaddderin kullanı­mına geçiliyor vı� bı ı da, fiziksel ortaın ın kı ı l lanılmasında, dil olmaksızın hayal ı�di l ı �meyecek bir karma�ıkl ığa geçildiğini gös­teriyordu .

1 35

White ile, aralarında Lewis Binford ve Richard Klein'ın da bulunduğu birtakım antropologlar, insan faaliyetindeki bu " ilk­ler " öbeğinin altında, karmaşık ve tam anlamıyla modern bir konuşma dilinin ortaya çıkışının yattığına inanıyor! ar. B inf ord, önceki bölümlerden birinde de belirttiğim gibi, modern öneesi insanlarda planlamaya ilişkin bir kanı t göremiyor ve gelecekte­ki olay ve faaliyetlerin önceden tahmin edilip düzenlenmesinin fazla yarar taşıyacağına inanmıyordu. İleriye doğru atılan adım , dildi; " dil ve özellikle, soyutlamayı mümkün kılan sim­geleme. Böylesine hızlı bir değişimin oluşması için biyolojiye dayalı, temelde iyi bir iletişim sisteminden başka araç göremi­yorum. " Bu savı esas i tibarıyla kabul eden Klein, güney Afri­ka'daki arkeolajik sitlerde, avcılık becerilerinde ani ve görece yakın zamanda gerçekleşmiş bir gelişmenin kanıtlarını görüyor ve bunun, dil olanağını da içeren modern insan zihninin ortaya çıkışının bir sonucu olduğunu söylüyor.

Dilin , modern insanların ortaya' . çıkışıyla çakışan hızlı bir gelişme olduğuna dair görüş geniş destek görse ele, antrapolo­jik düşüneeye tam anlamıyla hakim olmu� değildir. İ nsan bey­ninin gelişimi hakkındaki incelemelerinden :3 . Böl ii m' de söz et­tiğim Dean Faik, dilin daha erken geliştiği düşüncesini savunu­yor. Yakın zamanlarda bir yazısında şöyle demişti: " İ nsangiller dili kullanmamış ve geliştirmemişlerse, kendi kendine gel işen beyinleriyle ne yapmış olduklarını bilmek isterdim . " Massac­husetts'taki Belmont Hastanesi 'nden nörolog Terrence Deacon da benzer bir görüşü savunuyor, ama onun düşünederi fosil beyinler deği l , modern beyinler üzerinde yapılan incel emelere dayanıyor: 1 989'da Human /•,'ı,olution dergisinde yayınl anan bir makalesinde, " Dil becerisi (en az 2 milyon yıl lı k) uzun bir dönem içinde, beyin-dil etkile�i ıı ı inin belirlediği sürekl i l ı ir se­çimle gelişti , " der. İnsansı nıaynı un beyniyle İnsan beyni ara­sındaki nöron bağlantısı farklarını karşılaştıran Deacon, insan beyninin evrimi sırasında en çok değişen beyin yapı ve devre-

1 3 6

lerinin, söziii bir dilin alışı lmadık hesaplama gereksinimlerini yansıtıığı ı ı ı vurguluyor.

Sözciikler fosi l leşıııed iğine göre, anlropologlar lıu ıar l ı §m ayı nası l ı;özii ınt• kavu§l ı ıracak l ar '? Dolayl ı kan ı tlar - ata ları m ız ın yaral l ığı ıw� ı ı t · l • · ! · 1 �� a ı ıaloııı i leri ndeki değişi mler- t�v r i nı ı �ı r i­himiz hakkı nda farkl ı i iykii ler anlat ıyor. İşe, l ı eyin yapıs ı H ' sı ·s organların ı n yapısı da dah i l ol mak i ize re , anatom i k ka ı ı ı t ları i n­celeyerek başlayacağız . Soı ı ra - davran ı§ ın arkeoloj ik kal ın ı ı l a­rı oluş t uran yönleri olan - teknoloj i k gel i.� ı ı ı i § I İğt' v ı· sana lsal ifadeye bakacağız.

İnsan heyn indeki l ı iiyii nwni ı ı 2 ı ı ı i lyon y ı ldan önce, llomo ci nsiyle birlikte başladığını vı� ist i kr a rl ı §ekilde s i'ı rd iiğ ii n ii gör­müştük. Yaklaşık yarı nı ııı i lyon y ı l i i ı ı ı ·ı · 1/umu t•n·r·tus'un orta­

l ama bey in büyüklüğü l l 00 cııı 1 " ı i ·ı 1 t' l ı ı ı . ı ı ı odı · r ı ı i ı ısan orta­lamasına yakın b i r raka ınd ı . !1 u.�tmlutJitlıı·rus " la //um n arasın­daki % 50 düzey i ndeki sıı;ra ınadaı ı soııra, l a ri l ı i i ı ıcı·si i nsan beyn inin büyüklüğünde ani arl ı§lar gi ir i i l ı ıwd i . 1\ l ı ı ı lak l ı eyin boyulunun önemi psikologlar aras ında si 'ı ırkl i l ı i r tarl ı § ı ı ıa ko­nusu olsa da, i nsanın larihönces i ı ıd e gii r i i l t · ı ı i iı,· kaı oran ı ndaki lıüyüme lı iç kuşkusuz, bi t işsel yetı· ıwkl t ·r i ı ı )!;t · l i�ı iği ı ı i giis leri­yor. Bey in boyutu dil yelenekleri yl ı� dt · l ıağl a ı ı ı ı l ı ysa, yaklaşık son 2 m ilyon yıl içinde beyin boyu l unda gi ir ii l t · ı ı l ı iiy i 'ı ı ı ıe , ata­larımızın dil becerilerinin kademel İ olarak gı ·l i�ı iği ı ı i d ii§ i indü­rüyor. Terrence Deacon'ın insansımayıı ı ı ı ı ı vı� i ı ı sa ı ı l ıeyi nl eri arasında yaptığı karşı l aş t ı rma da, humı ı ı ıı ı a ı ı l ı k l ı l ı i r sav oldu­ğunu gös teriyor.

Los t\ ııgdes' teki California Ünivers i lesi " ı ıd t � i i ı w ıı ı l i l ı ir nö­rob iyolog olaıı l larry Jerison, insan l ıcy ı ı i ı ıd t ·k i b iiyümenin motoru olarak d i lı� i§aret ederek, Alet Yapan i nsan hipotezin­deki , dalıa l ı i iyi ik l ı t�yinler için ev ri m l ıask ıs ın ı 1'1 becerilerinin yaratt ığı fi kri n i yadsıyor. 1 99 1 'de t\ nıer ika ı ı Doj!;a Tarihi M ü­zesi'nde v ı�n l ij!;i i i ı ı t � ı ı ı l i l ı i r konferansta �iiyl ı · d t' ın İş t i : " Bu ba-

1 37

na yetersiz bir açı kl ama gibi gel iyor; özellikle de, aleı yapınıı­nın çok az beyin dokusuyla da mümkün olması yüzünden. Ba­sit, ama yararlı b ir d il üretmek içinse çok büyük oranlarda be­yin dokusuna ih tiyaç var. "

Dilin alıında yalan beyin yapısı bir zamanlar sanıldı�ından çok daha karma§ıkıır . İ nsan beyninin çe§İLli bölgelerine dağıl­mı§, dille bağlantılı pek çok alan görülüyor. Ataları mızcia da bu tür merkezlerin saptanabilmesi durumunda, dil konusunda bir karara varmamız kolaylapbilird i . Ama soyu Lükenmi§ in­sanların beyinlerine ilişkin anatomik kanıtlar yüzey hatlarıyla sınırl ı kalıyor; fosil beyinler, iç yapı hakkında hiçbir ipucu sun­muyor. Şansımıza, beynin yüzeyinde, hem dille hem de alet kullanımıyla bağlanıılandırılan bir beyin özelliği görülüyor. Bu, (çoğu insanda) sol §akak yakınlarında yer alan yüksek b i r yum­ru olan Broca kıvrımıdır. Fosil İnsan beyinlerinde Broca kıvrı­mına dair bir kanı t bulınaın ız, dil becerisinin gelişLiğine ili§kin , belirsiz de olsa b i r işaret olacaktır .

Olası bir ikinci işaret de, mode rn insanlarda beynin sol ve sağ yanları arasındaki l ı iiy iik l i ik farkıd ı r. Çoğu insanda sol ya­rıküre sağ yarıkii rt>den daha b iiy i ik l ii r; ve Inı kısmen , dille ilgi­li mekanizmanın burada yer a lmas ın ın sonı ı ı ·udur. İ nsanlarda el kullanımı da I nı as i nı e ı r iy l ı · l ıağla r ı ı ı l ıd ır. İ nsan nüfusunun % 90'ı sağ ellidir; dolayısıy la, sağ ı ·l l i l i k v t � dil yelisi sol beynin daha büyük olmasıyla bağlan ı ı l ar ı ı l ı rı l a l ı i l i r.

Ralph Holloway, l 972 'dc Tı ı rkana Gölü'nde bulunmu§, çok iyi (?) bir J/omo habilis i irıwği olan ve yaklaşık 2 milyon yaşında olduğu sapıanan kafat ası 1 'l70'in beyin §eklini incele­di (bkz. §eki! 2 .2) . Beyin k ı ı ı ı ıs ı r ı ı ı ı n iç yüzeyinde Broca alanı­nın izini saplamaktan li te, lwyn in sol-sağ §ekillenınesinde de hafif bir asiınelri buldu. B ı ı , 1/unın lıabilis ' in modern §empan­zelerin soluma-haykırıııa-l ıo ı r ı ı ı rl ı ıdan çok daha fazla ileli§im aracına sahip olduğunu giisı ı · riyordu . Holloway, Human Ne­urobiology'de yay ın lanan l ı i r bi ld iride, dilin ne zaman ve nasıl ortaya çıklığ ın ı kanı ı l anıaı ı ı r ı ol anaksızl ığ ına kar§ın, dilin ortaya çıkışın ı n " paleon ı olo j ik :-':ı · ı; r ı ı i� in deri n l i kler ine " uzanııı ası n ın

13R

mümkün olduğunu belirtti. Holloway, bu evrim çizgisinin Aust­ralopithecus'la başlamış olabileceğini söylüyordu , ama ben onunla aynı fikirde değil im. Bu kitapta şu ana dek yer verilen tüm tartışmalar, Homo cinsinin ortaya çıkışıyla birlikte, İnsangil uyarianınasında önemli bir değişim yaşandığına işaret ediyor. Dolayısıyla ben, ancak Homo kabilis'in · evrilmesiyle bir tür ko­nuşma dilinin oluşmaya başladığını düşünüyorum. Bickerton gibi ben de bunun bir tür öndil, içeriği ve yapısı basi t, ama in­sansımaymunların ve A ustralopithecus'ların ötesine geçmiş bir iletişim aracı olduğunu sanıyorum.

Nicholas Toth'un, 2 . Bölüm 'de de sözü edilen, olağanüstü özenli ve yenilikçi alet yapma denı�yl ı� ri , beyin asimetrisinin er­ken İnsanlarda da görüldüğü fikrini destekl iyor. Toth'un taş alet yapımı çalışmaları , Olduvan kiilt ii r ii uygulamacılarının ge­nellikle sağ elli olduklarını ve dolayısıyla, sol beyinlerinin biraz daha büyük olacağını gösterdi. Tot l ı ' ı ı ı ı l ı u konudaki gözlemle­ri şöyleydi: 11 Alet yapma davranı�ları n ı n da giislerdiği gibi, er­ken alet yapımcılarında beyin kanalla� ı ı ıası ol ı ı �nı ll§l ı ı . Bu, ola­sılıkla dil yelisinin de ortaya çıkmaya l ıa!-iladı�ı ı ı ı gösteren bir işarettir. 11

Fosil beyinlerinden elde edilen ka n ı ı la r l ıı · ı ı i , dil in llomo cinsinin ilk ortaya çıkışıyla birlikte gd i�ıı ı ı·yı� ) ı;ı§ladığına ikna etti . En azından, bu kanıtlarda, dil in ı ·rkı·n ı l i i ı l l ' ı ı ı lerıle ortaya çıktığı savına kar§ıt bir şey göremiyonız . /\ n ıa ya sı�s organları : Gırılak, yutak, dil ve dudaklar? Bunlar ı la, ikinı · i i i ıwıı ı l i analo­mik bilgi kaynağını oluşturuyor (bkz §ı� kil 7. 1 ) .

İnsanlar, gırılağın boğazın al ı bölii ııı i inı l ı · yn al nıası ve do­layısıyla, yutak adı verilen geniş bir ses oı bl 'ığı yaral ması saye­sinde, pek çok ses çıkarabilirler. New York' ıaki M ount Sınai Hastanesi Tıp Fakiil tesi'nden Jeffrey 1 ,ai t ı ı ıan, Brown Üniversi­tesi'nden Phil ip Lid ıerman ve Yale'clen Eı l ı ı ıund Crelin'in ye­nilikçi çalı§ ı ııaları , l ıdirgin, ayrıntılı l ı i r koı ı ı ı1 ı ıı <ı yaratılmasın­da geniş l ı ir yulağın anahtar rol oynadığı ı ı ı giisteriyor . Bu araş­tırmacılar canlı yaral ıkların ve insan fosi l ininin ses yolu anato-

1 39

Üst �uıak )Yuta k

<; ı ı ılak 1

SP� ' kıvrııııı

ŞEKiL 7 . 1

Sc·s kıvrııı ıı

Ses yolu. Soldaki §empaıızede, ti'ı ı ı ı ı ı ıemelilenle olduğu gibi, gııtlağıı ı boğa­zııı list kısımlanııda yer aldığı bir 5l'S yolu bıılıı ı ı ı ır. Bıı, aynı anda lıcın solu­nıaya lıem de içıı ıeyc izin vereu, aı ı ıa yuıak bo§luğuııda yaratılabilecek ses sayısını kısıtlayan bir yapıdır. İ ı ısa ı ı , gırılağı ı ı lıoğazııı alı kısımlanııda yer aldığı tek tiirdiir. Sonuçta i ı ısa ı ı l ar ayı ı ı a ı ıda lwııı şolııyup lıcııı de içc ıı ıez­ler, ama çok dalıa fazla sayıda sı·s ı; ıkaral ı i l i dn. 1/omo crectus'taıı önceki tiinı insan tiidt·ri ı ıde gırtlak . �t· ı ıq ı; ı ı ızt· kııı ı ı ı ı ıuuıdadır. (J . Laitmaıı , P. Can­non ve H. Tl ıoıııas)

mileri üzerinde kapsaml ı bir araştırma gerçekleşt irdi ler ve iki­sinin birbirinden çok farklı olduğunu gördüler. İ nsan dışında tüm m emelilerde, gırtlak boğazın üst kısmında yer al ı r ve bu da, hayvanın aynı anda hem sol uyup hem içebilmesini sağlar. Ama yutak boşluğunun kiiı;; iikl iiğii , yaratılabilecek ses alanını kısıtlar. Dolayısıyla, memeii ier in çoğunda, gırtlakta yarat ı l an seslerin değiştirilmesi ağız boşluğunun ve dudakların şekl ine bağl ıdır. Gırtlağın boğazı n alt kısmında yer alması i nsanların daha çok ses çıkarabil meleri ni sağlar, ama aynı anda hem so­luyup hem de içmemizi eııgdl ı!r. Böyle bir şey yaplığını ızda boğulabiliriz.

İnsan bebekleri , ıne ın elilı�r gibi, boğazın üst kısm ınıla yer alan bir gırılakla doğarlar ve dolayısıyla, aynı anda hem solu-

140

yup, hem içebil irler; zaten, süt ernerken ikisini de yapabil me­leri gerekir. Yaklaşık on sekizinci aydan it ibaren gırtlak boğa­zın alt kısı mlarına kaymaya başlar ve yetişkin konu m una, ço­cuk yakla§ık on dört ya§ındayken ulaşı r. Ara§Lırmacılar, insa­nın erken dönem atalarının boğazlarında gırtlağın konumunu saptayabilmeleri durumunda, türün seslendirnıe ve di l yeLisi kon usunda bazı sonuçlara ulaşabilect·klerini fark etıiler. Ses organlarının fosilleşnıeyen yum uşak dokulardan - kıkırdak, kas ve et- olu§nıası ncdı·niyle, Inı oldukç:a güç bir i§Li . Yine de, eski kafalarda, kafatası n ın dibinde, yani l ıasikranyumda yer alan çok önemli l ı ir ipı ıc ı ı giirii l i'ıyor. Temel memeli mode­linde kafatasının al t kısmı d iizd i'ı r. i nsanlardaysa, belirgin §e­kilde kavisl i . Dolayıs ıy la, fosi l i nsan t ii rlı:ri nde basikranyum §ekli , ses çıkarabilme ye tı:ıwğ in i ı ı d i izcy i ı ı i giister ir .

İnsan fosillerini incel ı:ycn Lai t ı ı ı a ı ı , Au5lmlopiıhecııs 'taki basikranyumun düz olduğu n u giird i i . l l iğı ·r pek çok l ı iyolojik özellikLe olduğu gil ı i , bu aç: ıdan da i ı ı sa ı ı s ı ı ı ıay ıı ıurı gibiydiler ve insansımaymunlar gilıi, onları n da sı·sl i i l ı · ı i�i ı ı ı i kısıtlı olma­lıydı. Aııstralopithecus' lar, insan koı ı ı ı� ı ı ıa ı ı ıodı · l i ıı ı: özgü ev­rensel ünlü seslerinin baz ı ları n ı ç ıkara ı ı ı ayal 'aklard ı . Lai ı ınan, §U sonuca vardı : " Fosil kal ın tıları nda la ı ı ı a ı ı l a ı ı ı ı y la ı:ğri lnı iş bir basikranyum ilk olarak, yakla�ı k :wo. ooo i l ı : IJ-00. 000 y ı l önce, arkaik Homo sapiens adını vı·rd iğ i ı ı ı i z i ı ısaı ı l arda giirii l­mektedir . " Yani, anatomik açıdan ı ı ı ot l ı · rı ı i ı ısa ı ı l a rı ı ı cv ril me­sinden önce or,taya çıkan arkaik sapic11.1 l i i rl ni ı ı i ı ı l a ı ı ı anlamıy­la modern bir dilleri var mıydı? Bu, pı:k olası giir i 'ı ı ı ı ı ı i iyor.

Basikranyum şeklindeki deği§im , l ı i l i ıw ı ı ı · ı ı ı ·ski 1/omo erec­tııs örneği oları , kuzey Kenya'da buluna r ı vı· ya kla� ık 2 milyon yıl öncesindt:n ka l ıı ı a kafatası 3 7 33 'tt: giir i i l i iyor. Bu inceleme­ye göre Inı 1/omo acctus bireyi, bazı ii ı ı l i i sı ·slni çıkarma yete­neğine sahipt i . Lai tnı an , erken Homo ı•rt•ı·tw ' ta gı rtlak konu­munun, al t ı ya�ı ı ıdaki modern bir çocı ığ ı ı ı ı gırtlak konumuna e§değer olacağını lwsaplıyor. Ne yazık ki, �� � ana dek eksiksiz bir habihç lwyi ı ı kıı t ı ısu bulunamaması ıwd ı :n iyle, Homo habi-

1 4 1

lis hakkında hiçbir §ey söylenemiyor. Ben, en erken Homo'ya ait eksiksiz bir beyin kutusu bulduğu muzda, tabanda eğrilme ba§langıcı göreceğimizi tahmin ediyorum . İ lkel bir konu§ma di­li yetisi, Homo'nun ortaya çıkı§ıyla birlikte ba§lamı§ olmalı .

Bu evrim dizisi içinde açık bir paradoks görüyoruz. Basik­ranyumlarına bakılırsa, Neanderthallerin sözel becerileri , ken­dilerinden yüz b inlerce yıl önce ya§aını§ olan diğer arkaik sapi­ens'lere göre daha geriydi . N eanderthallerde basikranyum eğ­rilmesi, Homo erecıus' tan bile daha az düzeydeydi . N eandert­haller gerileyerek, atalaı·ına göre konu§ma yeteneklerini kay­betmi§ler miydi? (Gerçekten de kimi antropologlar, N eandert­hallerin soylarının tükenmesiyle, dil yeteneklerinin alt düzeyde olması arasında bağlantı kurulabileceğini söylüyorlar.) Bu tür evrimsel bir gerileme pek olası görül müyor; bu tipte ba§ka hiç­bir örnek göremiyoruz. Yanıtı , N canderthal yüz ve beyin kutu­su anatomisinde bulmamız daha olası . Soğuk iklime bir uyar­lanma olarak, Neanderlhalin yüzünün orta kısmı a§ırı derecede çıkıntılıdır . Bu yapı, burun geçişlerinin geni§lemesini ve dola­yısıyla, soğuk havanın ısııı lnıasını ve dışarı verilen soluktaki ne­min yoğunla§masını sağlar. Bu yapı basikranyum §eklini, türün dil yetisini önemli oranda azaltınadan eıki l t�nı i ş olabil i r. Antro­pologlar bu noktayı hala ıartı§ıyor.

Kısacası anatomik kanıtlar, dilin el·ken dönemlerde ortaya çıktığını ve ardından , dil yeteneklerin in a§amalı olarak geli§ti­ğin i dü§ündürüyor. Ama alet teknolojisi ve sanalsal ifade konu­sundaki arkeolojik kalıntılardan, genellikle farklı bir öykü çıkı­yor.

Daha önce de belirıtiğim gibi dil fosille§mese bile, insan eli­nin ürünleri ilkesel olarak, dil hakkında bazı içgörüler sunabi­lir. Bir önceki bölümdeki gibi , sanatsal ifadeden söz ederken, modern insan zihninin i§leyi§irıin bilincindeyiz; bu da, modern bir dil düzeyine i§aret ediyor. Ta§ aletler de, alet yapımeıları­nın dil yetileri hakkında bir aıılayı§ sağlayabilir mi?

1 976'da, New York Bilimler Akadem isi 'nde dilin kökeni ve doğası hakkında bir bildiri sun ması istenen Gly n n Isaac'ın ya-

1 42

mdaması gereken de buydu. Isaac, yaklaşık 2 milyon yıl önce­ki ba§langıcından 3 5.000 yıl önceki Üst Paleolit ik devrimine dek süren La§ alet kültürlerin in karma§ıklığını gözden geçirdi . Bu insanların aletlerle yaplıklan i§lerden çok, aletiere verdikl e­ri düzenle ilgileniyordu. Düzenleme insani bir saplantıdır; bu, en i nce ayrıntılarıyla gel i§mݧ b ir konu§ma dil i gerektiren bir davranı§ biçimidir. Di l ol masa, insanların koyduğu keyfi düzen de olamazdı .

Arkeoluj ik kalıntılar, d iizen vermenin i nsanı n tarihöncesin­de çok yava§ - adeta buzul hızıyla- geli§Lİğini gösteriyor. 2 . Bölüm'de, 2 . 5 milyon ile yaklw�ık l . tl. milyon yıl öncesi arasın­daki Oldovan aleılerinin fı rsaıçı l ı i r doğaya sahip olduklannı görmܧtük. Alet yapımcıl a rı n ın aldİn §Ckl ine önem vermedik­leri ve daha çok, keskin yon�alar ii rd ı ıwy i amaçladıkları görü­lüyor. Kazıcılar, kesiciler ve d iskl l 'r �i lı i 11 çeki rdek 11 aletler bu sürecin yan ürünleriydi . Oldovan kii l l i i rii ı ı ii izleyen ve yakla§ık 250.000 yıl öncesine dek süren Aı· lwı ı l ı ·ı � ı ı ki i l ı ii r ii aletlerinde de ancak asgari d üzeyde bir §ekil �iir i i l i iyor. Damla şekl indeki el baltası büyük olasılıkla, bir Lür zi l ı i ı ı sı · l kal ı l ıa �iire iiretilmi§­t i , ama gruptaki d iğer aletlerin çoğu ıwk çok açı ı la n Oldovan kültürüne benziyordu; dahası, A cl w ı ı l ı ·ı · r ı al ı ·ı k ı ı l ı ı s ı ı ı ıda an­cak bir düzine alet biçim i görülüyord ı ı . Yakla�ık 2!>0.000 yıl öncesinden i t ibaren, aralarında N ear ı ı lnı l ıa l lni ıı d1� l ıu lund u­ğu arkaik sapiens bireyleri önceden l ı azı ıl a ı ı ı ı ı ı� yo ı ı�al a rdan aletler yapmaya ba§ladılar. Mousterie ı ı 'i di' iı;nı · r ı I n ı �ruplar­da belki altını§ alet tipi saptanabilıni§I İ . Aı ı ıa ı ipl ı - r 200.000 yılı a§kın bir süre deği§medi; tam bir i nsan z i l ı ı ı i ı ı in varlığını yadsır gibi görünen bir teknoloj ik durağanl ık ı l i i ıwıı ı iydi bu .

Yenilikçilik ve keyfi düzen ancak :JS .OOO yı l i i ı ıce , Üst Pa­leolitik kü l tii rl er in sahneye çıkmasıyla l ı i rl ik ı ı � yay�ın laşlı . Yeni ve daha incd ikli alet türlerinin yapılması ı ı ı laı ı i i t ı� , Üst Paleoli­tik döneme öz�ii alet grupları yüz binlcrcı� yıl değil, b inlerce yıllık bir zaman iilç•�ği içinde değݧm i § l i . l saaı : , bu teknolojik çe§itlilik ve ı l ı�ği�i ı ı ı modelinin, bir tür koı ı t ı § ı ı ıa dilinin a§amalı

1 43

olarak ortaya çıkmasına i§aret ettiğini dü§ünüyor ve Üst Pale­olitik Devrimi'nin bu evrim çizgisinde önemli bir dönüm nokta­sı olu§turduğunu savunuyordu . Çoğu arkeolog bu yorum u ka­bul etmektedir; ancak, erken alet yapımcılannın konu§ma d ili düzeyleri konusunda farklı fikirler vardır; tabi i , gerçekten bir dilleri varsa.

Colorado Üniversitesi'nden Thomas Wynn , N icholas Toth'un tersine, Oldovan kültürünün genel özellikleriyle i nsan değil, i nsansımaymun benzeri olduğuna inanıyor. Man dergi­sinde l 989'da yayınlanan bir m akalede, " Bu tabloda dil gibi unsurlan varsaymamız gerekmez, " diyor. Bu basit aletlerin ya­pı m ının çok az bili§sel yeti gerektirdiği ni ve dolayısıyla, hiçbir §ekilde i nsana özgü olmadığını savunuyor. Yine de, Acheuleen el baltalannın yapımında " insana özgü bir §eyler" olduğunu kabulleniyor: " Bunun g ib i insan eserleri, yapımcının ürünün nihai §ekline önem ıwnliğini ve onun bu amaçlılığı n ı , Homo erectus'un zih nine ac,- ı lan kiic,-ii k l ı ir pencere olarak kullanabile­ceğimizi göste riyor. " Wyı ın , 1/omo crertus'un bili§sel yetisin i , Acheuleen alt'L i t-ri n i n yapı m ın ı n gen�ktird iği z ih insel kapasiteyi temel alarak, y ı ·d i ya�ı r ıdaki l ı i r m odern insana denk görüyor. Yedi ya�ı r ıdaki c,-oc ı ı klar , gönderme (referans) ve gramer gibi , kayda değer d i l l wl"eri ler inc sahipt irl e r v e i şaret iere ya da ha­reketlere gerek duymadan konıı§ma noktasına yakı ı ıdı rlar. Bu bağlam içinde, J effrey Laitman'ın, basikranyum §eklini temel alarak, Homo erectus'un dil yetisin i altı ya§ındaki modern bir i nsanın di l yetisine C§ gördüğünü hatırlamak ilgi çekici olacak­tır.

Şekil 7 .2 ' de verilen bu kanı tlar bizi nereye yönlendiriyor? Arkeolajik kalıntıların yal n ızca teknolojik u nsurunu kılavuz alırsak, dilin erken dönemlerde ortaya çıktığın ı , insanı n tari­höncesinin büyük bölli m ii lıoyunca yava§ yava§ ilerlediğin i ve görece yakın zamanlarda l ı i iyiik bir geli§me geçirdiğin i dli§Ü­nebiliriz. Bu, anatomik kanıtlardan türetilen hipotezden ödün verilmesi anlamına geliyor. A m a arkeoloji k kalıntılar böyle bir ödüne yer bırakmıyor. Kayal ık korunaklara ya da mağaralara

144

Olduvan

3 2 �1ilpııılaıroı � ıl iiıwı·

-- Ta� oılı·ılniııiıı �·· � •·"' \1 ' ı-lawlarıliza .. � ı ıı ı ıı "Saııaı" ı ı l ıjı·lı·ri iirı·liıııi

(a)

t Mı ııı:oılf•ric·ıı

1\ıı ... ı ı .ı lo- //m11u 1\ı-l-.aik ı•llt-1 "11"1,11 /ıuJ,fı, lflllııo t'll'd/U .HifJit•IJS t

�·�� l l-

'Ic ı oıı

1//11/1111 ·��Illi �ii� ı ni

:.ı 2

Nı·oıııılı·ı1lı;ıl .....

L-,. _ .)

]� L_-----'-----"'-' '4 0

- - - - B··� i ı ı llii� ii�l iij!ii -- Hı·� iı ı nq,!;ll l iz:ı ... � nıııı

• Bnwa lıiil�ı ·:-iıı iıı ' arlıj!:ı - - - - Olı,ıılı ı ıı ı ·: nıı�Lıl.ı ı --- Toıl ı ı ı ı ı ı ı ı ·dıl· ·ı ı ''"�l�ılaı

(l ı)

ŞEKiL 7.2 Üç ka n ıt d i z i s i . ,\ ı k . . ı ı l ı ıj i k kalıııtı (a)ııın kılav ı ız al ı ı ı ı ı ıası d ı ınımuııda, d i l iıı­

saı ı ı ıı lar i l ı i i ıwı·s i ı ı i ı ı ) a k ı n zaıııaıılarıııda ve l ı ı z la url aya ı.;ıkı ı ı ı§tır. Beyin dii­

zeııi V!' l ıt�) i ı ı l ım ı ı l ı ı ı ıa dai r lıilgilerse (b) d i ldı · , ll o mo C " İ ı ısiyle birlikte ba§­l aya ı ı a�aı ı ıa l ı l ı i ı gı · l i � ı ı ı cyı· ݧaret eder. Beıızl'l' 'i' · k i ld .. , ses yolu evrimi de erken bir lıa� L ı ı ıgwa i�; ı ıTt l ' l ı ııektedir.

i ı ı.•aııııı KiiJ.. ı · ı ı i . F: l O 1 45

lhı,ı;iiıı

yapılmış resim ve oymalar, kal ıntılarda 3 5 . 000 yıl öncesinden i tibaren, birdenbire görülüyor. Aşıboyası sopa ya da kemik nesnelerin üzerine kazınmış eğriler gibi, daha önceki sanat eserlerine dair kanı tlar, en iyi olasılıkla ender ve en kötü olası­l ıkla da kuşkuludur.

Sanatsal ifadenin - sözgelim i , Avuslralyalı arkeolog Iain Davidson'ın ısrarla savunduğu gib i- konuşma diline il işkin tek güvenilir gösterge olarak alınması durumunda dil, ancak yakın zamanlarda tamamen m odern hale gelmiş, bunun da ötesinde, başlangıcı yakın zamanlarda olmuştur. N ew England Ü niversi­tesi'nden çalışma arkadaşı William Noble'la birlikte yazdıklan yakın tarihli bir bildiride şöyle diyorlar: " Tarihöncesinde nes­

. nelere benzeyen imgelerin yapılması ancak, ortak anlamlar sis­temlerine sahip topluluklarda ortaya çıkmış olabilirdi . " " Ortak anlamlar sistemleri " elbette, dil sayesinde yaratılabilird i . D a­vidson ve N oble, sanatı dilin olanaklı kıldığını değil, sanatsal i fadenin, göndermeli dil in gel işmesini sağlayan bir ortam oldu­ğunu savunuyorlar. Sanat dilden öııc :e gelmeli, ya da en azın­dan, dille koşut olarak ortaya ı;.�ıknıalıyd ı . Dolayısıyla, arkeolo­jik kalıntilarda sanatın ilk ortaya çıkışı, günderıneli kon uşma dil inin de ilk ortaya çıkışına işaret eder.

İnsan dilindeki evrimin yapısı ve zamanlamasıyla ilgili pek çok hipotez var; bu da, kanıtların ya da en azından kanıtların bir kısmının yanlış yorumlamlığını gösteriyor. Bu yanlış yorum­lamaların getirdiği karmaşıkl ık ne ol ursa olsun, dilin kökeninin karmaşıklığı hakkında yeni l ı ir anlayış gelişiyor. Wenner-Gren Antropoloj ik Araştırmalar Vakfı 'nın düzenlediği ve Mart 1 990'da gerçekl eştirilen önerıı l i bir konferansın , ileri yıllardaki tartışmal arın akışını belirledij:i;i görülecektir. " İnsan Evri minde Aletler, Dil ve B ilişi m " başl ıklı konferansta, i nsanın tarihönce­sinin bu önemli konulan arasında bağlantı kuruldu . Konferan­sın düzenleyicilerinden Kaılıleen Gibson bu konumu şöyle La-

146

nımlıyor: 11 İnsan sosyal zekasının, alet kullanımının ve d ilin , beyin boyutunda nicel geli§meyle ve bununla ilgili b ilgi i§leme yetisiyle bağlantılı olması nedeniyle, içlerinden hiçbiri tek ba§ı­na, M inerva'nın Zeus'un ba§ından doğması gibi, eksiksiz halde ve birdenbire ortaya çıkmı§ olamaz. Beyin boyulu gibi bu ente­lektüel yetilerin her biri de kademelİ olarak geli§mi§ olmalı . Dahası, bu yetilerin birbirlerine bağımlı olm aları nedeniyle, iç­lerinden hiçbiri m odern karma§ıklık düzeyine tek ba§ına ula§­mı§ olamaz. 11 Bu kar§ılıklı bağı mlıl ıkları çözümlernek zorlu bir sava§ım olacaktır.

Daha önce de belirıtiğinı gilı i burada, tarihöncesin i n yeni­den olu§turul m asından çok daha fazlası; kendim ize ve doğada­ki yerimize dair bakı§ açını ız da siiz konusu. İnsanları özel gör­mek isteyenler, d ilde yakın tarihli vı� ani lı ir lnı§langıca i§aret eden delilleri ben i nıseyeeeklerdir. İ nsanın doğanın geri kalan kısmıyla bağlantısını reddetnıeyenlnse, I nı lı�ınel i nsan yelisi­nin erken dönemlerde ve U§amalı olarak gdi§ıı ıesi fikr i nden ra­hatsızlık duymayacaklardır. Doğanın l ı i r garipl iği soı ı ııcu 1/omo habilis ve Homo erectus topluluklan ldlfı var olsayd ı , herhalde, çe§itli düzeylerde göndermeli dil ku l landık la rı n ı giirii nlük. Bu durumda, bizimle doğanın geri kalan kıs ını arası ndaki u��urum bizzat kendi atalarımız tarafından kapal ı l ı ı ı ı§ ol ı ı rd ı ı .

1 47

8 . BÖLÜM

ZiHNiN KÖKENi

Yeryüzündeki yaşam tarihinde üç önemli devrim goruruz. Bunlardan ilki , yaklaşık 3 . 5 milyar yıldan önceki bir dönemde yaşamın ortaya çıkmasıd ı r. Mikroorganizmalar şeklindeki ya­şam, önceden yalnızca kimya ve fiziğin işlediği bir d ünyada önemli bir güç oldu. İ kinci devrim, yaklaşık yarım m ilyar yıl önce çokhücreli organizmaları n ortaya çıkmasıydı. Çeşitli şekil ve boyutta bitki ve hayvanların ortaya ı;ıkarak verimli bir eko­sistemde etkileşim e gi rmeleriyle l ı i rl ikı ı � yaşam karmaşıklaştı. Son 2 . 5 milyon içindeki bir sürcı;lt� insan l ı i l incinin ortaya çık­ması da üçüncü olaydır . Yaşanı kPrul in in l ı i l incine vardı ve do­ğayı kendi amaçları için dönüşli irııwyı� l ıaşladı .

Bil inç nedir? Daha derine incrsı ·k, ıwyı � _yarar'? işlf'vi nedir? Hepimizin yaşamı bilinçlilik, ya da kı·ndin i lı il r ı ıe aracıl ığıyla duyumsadığım ı z göz önüne alınd ığ ı nda , l ı ı ı sorı ı l a r garip görü­nebilir. Bilinç, yaşam ımızda öylesinı� i i rwı ı ı l i l ı i r giiçl iir ki, d ii­şünsel bilinç adını verdiğimiz öznel d ı ıy ı ı rn ı ı n olm adığı l ı i r var­lığı hayal bile edemeyiz. Öznel olarak l ı i iyl ı ·s i ru� giiı,.�l i i , ama nesnel olarak da o kadar belirsiz ve gı�çil ' i . Bil i nı;, l ı i l i ıı ı insan­larına, kimilerinin çözümlenemez oldı ığı ı r ı ı ı d ii!-i i ind iikleri bir ikilem sunuyor. I lepimizin yaşadığı kendini lı i l ı rw dı ıygusu öy­lesine parlaktır ki , düşündüğümüz ve yapl ığı ı ı ı ız lu�r şeyi ay­dınlaıır; ama yine de, bildiğim kadarıyla, ıwsıwl olarak hepimi­zin aynı dı ryumları yaşaması olanaklı dı �ğild ir .

Bilimciler vı� felsefeciler yıllarca, lur dl 'ğ i!-ikı�n olguyu anla­maya çal ış ı r lar. Bir kişinin kendi zilı i rısd d ı ı nı ınlarını izleme yeteneği iizı�r i r ıdı� odaklanan kılgısal tan ı r ı r lar nesnel olarak bir açıdan uygun olal ı i l ir, ama kendimizin ve varl ığımızın farkında

149

olduğum uzu bilmemizle bağlanlılı d eğildirler. Zihin, benlik duygusunun kaynağıdır; kim i zaman özel olan, kimi zaman da başkalarıyla paylaşılan bir duygudur. Zihin aynı zamanda, düş gücü aracıl ığıyla, günlük yaşamın maddi nesnelerinin ötesinde­ki dünyalara erişme kanalıdır ve bize , soyut dünyaları Techni­color gerçekliğine indirme aracı sunar.

Üç yüzyıl önce Descartes, kişin in kendi içinde oluşan ben­lik bilincinin kaynağının huzursuz edici gizemini kavramaya çalışmışt ı . Felsefeciler bu i kiliğe, zihin-beden sorunu dediler. Descartes şöyle yazmıştı : " Sanki beklenmedik bir şeki lde, de­rin bir girdaba girdim; beni öylesine al ıüst ediyor ki , ne d ipte kalabiliyoru m , ne de yüzeye çıkabiliyorum. " Onun zihin-beden sorununa getirdiği çözü m , zihinle bedeni tamamen ayrı varlık­lar, bir bütünü oluşturan bir ikilik ol arak tanımlamakıı . Tufıs Üniversitesi'nden Daniel Dennet, Consciousness Explained adlı yakın tarihli kitabında şöyle diyor: " I3u , bizi m bir araba edinip onu kontrol etmemiz gi l ı i , l ı ir l ıeden edinip onu kontrol eden bir tür maddesiz hayalet şekl i ndeki l ı i r l ıenlik vizyonuydu . "

Descarles ay rıca, z il ı n i yal n ızca i nsanlara özgü görüyordu ; diğer L ü m hayvanlar yal n ızı -a l ı i rc r oloı ı ıa l l ı . Son yarım yüzyıl boyunca biyoloji ve psikolojiyı� buna l ı t� ı ı zı�r l ı i r göriiş egemen oldu. Davran ışc,:ılık adı verilen lıu dünya gii r iiş i i r ıe güre, insan dışındaki hayvanlar yalnızca kendi dünyalarındaki olaylara ref­leks tepkileri veriyorlardı ve analitik düşünce süreçleri yoktu. Davranışçılar, hayvan z ihni d iye bir şey olmadığını söylüyorlar­dı; ya da olsa bile, bilimsel olarak ulaşma yolumuz yoktu ve b u yüzden, göz ardı edilmeliydi . Bı ı düşünce son zamanlarda, b ü­yük oranda, hayvan dünyası na ilişkin b u olumsuz görüşten vazgeçilmesi için yirmi yı ldır uğraşan, Harvard Üniversi te­si'nden Donald Griffin sayesinde değişmeye başladı. Griffin b u konuda, sonuncusu l 992'de yayınlanan Animal Minds olmak üzere üç kitap yayınladı . Cri rtl n , psikolog ve etnologların " hay­van bilinci fikri karşısında korkudan neredeyse donakal mış" göründüklerini savunuyord u . Criffin bunun, bilirnde bir haya­let gibi gezinen davranışc,:ı l ık cıkisinin hala sürmesinin bir so-

1 50

nucu olduğunu söylüyor. " Bilimin diğer alanlarında kesinlik oranı yüzde yüzün altında olan kanıtları kabul etmek zorunda­yız. Tarihsel bilimler böyledir; kozmolojiyi, jeolojiyi dü§ünün . Darwin de, biyolojik evrim gerçeğini kesin §ekilde kanı tlaya­madı . "

Antropologlar, insan biçiminin evrimini açıklamaya çalı§ır­ken , sonuçta, insan zihninin evrimini ve özellikle, biyologların dü§ünmeye daha hazırlıklı oldukları hir konu olan i nsan bilin­cini de ele almalıdırl ar. Böyle bir olgunun i nsan beyninde na­sıl ortaya çıktığı n ı da sormalıyız: Yani , davranı§çıların savun­duklan gibi, doğan ı n d iğer kıs ırn larında hiçbir öneeli olmadan, Homo sapiens 'in beyn i Jl ( lt� La ııı an lam ıy la olU§illU§ olarak mı doğdu? Bilincin, İnsan lari l ı i i ıwPs in in hangi döneminde §U an­da bildiğimiz a§amaya ula� Lığı ı ı ı sora l ı i l i r iz : Erken tarihlerde ortaya çıkıp tarihöncesi boyu ıı ı ·a gidı·rı · k kı·sk i ı ı lcşti mi? Zihnin atalarımıza ne tür evrim avan l aj ları kaza ı ıd ı rd ığı nı da sorabili­riz. Bu soruların , d ilin gelݧ inı iy l ı� i lg i l i sorı ı L ı ra ko�ul ol duğunu fark etmݧsİnizdir. Bu yaln ızca l ı i r rasl l ; ı ı ı l ı deği l ; �: iin k ii d i l ve dü§ünerek kendini bilmek h iç k ı ı�k ı ıs ı ız , l ı i rl ı i rl niy l ı� yakından bağlantılı olgulardır.

Bu sorulara yanı t ararken, lı i l i n ı : i ı ı 11 ı w i ı� i ı ı 1 1 oldı ığı ı sorusu­nu göz ardı edemeyiz. Dennel t ' ın da sorı l ı ığ ı ı g i l ı i , " H i l i ı ıı; l i l ı ir varlığın yapıp da, o varlığın bil i nçs iz (a ı ı ı a ı,;ok i �, i l ı az ırl a ı ı nı ış) bir simulasyonunun kendi ba§ına yap;ı ı ı ı ayal ' ; ığ ı l ı i r �ı ·y var ın ı­dır? " Oxford Üniversitesi' nden zoolog ( { id ı ; ı rı l l lawki ı ı s dt� ka­fasının karı §tığını kalıul ediyor. Orga ı ı i z ı ı ı aL ı r ı ı ı gı·kl 'cği Lah­min edebi lme gereks in irn inelen söz ediyor; l ı ı ı , l ı i lgisayarlarcla­ki simulasyonu ıı beyi nlerdeki e§değı�r i say ı :si ı ıd ı� ı ı l a§ ı lan bir yetenektir. l lawkins'e göre bu sürecin l ı i l i ı ı ı� l i ol ı ı ı ası gerekmi­yor. Yine de, 11 s i rıı u lasyon ye tisind eki cv r i ı ı ı i ı ı iiznd bilinçte doruk nokı ası ı ıa çık nı ı§ gibi göründ iiğ i i ı ı i i 11 ka l ı ı ı l ediyor. Bu­nun olu§ma ıwdı: ı ı i ıı i n ele, modern l ı iyoloj i ı ı i ıı kar§ıla§tığı en zorlu gizenı oldı ığ ı ı ıı ı ı clü§ünüyor. " Be l ki dı : l ı il inç, beynin dünyayla i lg i l i si ı ı ı ı ı l asyonu , artık keııd i s i ı ı i ı ı de bir modelini

1 5 1

içermesini gerektirecek denli eksiksiz hale geldiği zaman orta­ya çıkıyor. "

Tabii , bilincin herhangi bir " am açla" ortaya çıkmış olma­ması ve yalnızca, büyük beyinierin çal ışmasının bir yan ürünü olması olasılığı de var. Ben, böylesine güçlü bir zih insel olgu­nun hayalla kalma açısından bazı yararlar sağladığını ve dola­yısıyla, doğal seçi min bir sonucu olduğunu savunan evrimci bakış açısını benimserneyi yeğliyorum . Bu tür bir yarar bulu­namaması durumunda, belki de alternatif yaklaşımın - yani, bir uyarianma işlevi olmadığı n ı n - kabul edilmesi gerekecektir.

Nörobiyolog Harry Jerison, kuru topraklarda yaşamın baş­lamasından sonra beyin evriminin yörüngesi konusunda uzun bir inceleme yaptı . Zaman içindeki değişim modeli oldukça çarpıcı: Önemli yeni hayvansal grupların (ya da, gruplar içinde grupların) ortaya çıkışına genell ikle, beynin göreedi boyutun­da, ansefalizasyon adı verilen bir sıçrama da eşlik eder. Sözge­l imi , yaklaşık 230 milyon yıl önce ortaya çıkan ilk arkaik me­meliler, ortalama sürünr;en heyn inden dör t i l (� l ıeş kat büyük beyiniere sahiptiler. 50 m i lyon yı l iinn� ı ı ıodı �r ı ı memeiiieri n ortaya çıkmasıyla birlikte, zihi nsd n11 �kanizı ı ıada d a lıuna ben­zer bir sıçrama görüld ü . Mt� ınd ikrl( � kar�ı la�ı ırıldığında pri­matlar, en beyinli grubu olu�l ı ır ı ıyorl a r; ortalama memeiiiere göre i ki kat daha ansefalize d ı ı r ı ı ındalar. Primatlar arasında en büyük beyin, ortalamanın yakla�ık iki katı bir boyutla, i nsansı­m aymunlarda görülüyor. İ nsanlar da, ortalama insansımaymu­na göre üç kat daha ansefal izı· d ı ın ı nıdalar.

İnsanları şimdil ik bir yaııa l ı ı rakı rsak, evri m tarihi içerisin­de beyin boyutunda görülen a�amalı ilerleme, daha da fazla bir biyolojik üstünlüğe doğrıı il t �rl emenin kan ı tı olarak görüle­bilir: Daha b üyük beyin, dal ıa akı l l ı yaratıklar anlamına geli­yor. Bu, mutlak anlamda doğrı ı ol malı , ama olup bitenlere ev­rim gözüyle bakmakta yarar var. M emeiiierin sürüngenlere gö-

1 52

re bir şekilde daha akıllı ve üstün olduklarını , kaynakları bir şekilde daha iyi kullandıkların ı düşünebiliriz. Ama biyologlar bunun doğru olmadığını anlamışlardır. Memeliler dünyadaki nݧleri kullanınada gerçekten üstün olsalardı , cinslerin çok çe­şitl i olması gibi, bu kullanım şekilleri de çok çeşitli olmalıydı . Ama yakın tarihlerinin bir noktasında var olmuş memeli cinsi sayısı, daha erken bir dönemin çok başarılı sürüngenleri olan dinozor cinsi sayısıyla aynı . Dahası , memeiiierin kullanabildik­leri ekolojik n iş sayısı, d inazor ni§leri sayısıyla karşılaştırılabi­lir. Öyleyse, daha büyük bir beynin sağladığı yarar nedir?

Evrimi motive eden güçlı�rden l ı i r i de t iirler arasında sürek­li bir rekabettir; bu rekal ıet sırası nda lı ir t ii r , bir evri m yeniliği sayesinde geçici bir avantaj kazan ır , ama l ıuna karşı bir yeni­likle avantajını kaybeder ve I nı s i in�ç si ·ı n�kl i yinelenir. Sonuç­ta, daha hızlı koşma, daha iyi giirı ıu�, saldınlara daha etkili bi­çimde karşı koyma ya da ku rnazı:a davranma gi lı i daha iyi yöntemler gelişir, ama daimi l ı i r avan taj saglananıaz. Askeri terminolojide bu sürece silahianma yan�ı dı · ı ı i r : l l ı �r i ki tarafta da silah sayısı ve silahların etkisi ar tar , a ı ı ı a sonuı;t a hiçlıir La­raf karlı çıkmaz. Akademisyenler, evr i ı ı ıd ı ·k i ayn ı olgu yu ta­nımlamak için , " silahlanma yarış ı " tni ı ı1 i ı ı i l ı i yoloj iyP i t hal e l l i ­ler. Daha büyük beyinierin oluşması , s i l a l ı l a n ı ı ıa yan�lanrı ın sonucu olarak görülebilir.

Ama küçük beyiniere göre büyük lwy i ı ılndı · dal ıa farkl ı bir şey olmalı . Bu şeyi nasıl göreceğiz? .l niso ı ı , l wy i ı ı lnin l ı i r tü­rün kendine özgü gerçekliği yarattığın ı d ii'i i i ı ı ı ıw ın iz gnı�ktiğini söylüyor. Birey olarak algıladığımız d ii ı ı ya a"l ı ı ıda l ı i zi m eseri­mizdir ve kendi deneyimlerimizle yöıwt i l i r. Ay ı ı ı 'iPki lde, bir canlı türü olarak algıladığımız dünya da, sal ı i p o ld ı ıgu ınuz du­yu kanallan n ı n doğasına tabidir. Kelelwkl t - r ı norii t ı �si ışığı gö­rebilir; biz giin�mı �yiz. Dolayısıyla, kafa ın ızı ı ı içindeki dünya - ister /lo mo sapims olal ım, ister köpek ya da kelebek- dış dünyadan iç ı l i i ı ı yaya bilgi akışının rı i td i ksı· l yapısı ve iç dün­yanın bilgiy i i'i l ı � ııu� ydeneğiyle oluşu r. 1 1 l l ı�andaki 11 gerçek

153

dünyayla, zihinde algılanan , 11 içerideki 1 1 d ünya arasında fark vardır.

Beyinierin evrim içinde büyümesiyle birlikte, daha çok sa­yıda duyusal bilgi kaynağı daha eksiksiz §ekilde kullanılabi l ir ve verileri daha ayrı ntılı §ekilde bütünle§ti rilebili r. Dolayısıyla zihinsel modeller 11 dı§arıdaki 1 1 ile 11 içerideki 11 gerçeklikleri , bi­raz önce sözünü ettiğim gibi bazı kaçınılmaz bilgi bo§lukları ol­sa da, daha yakından denkle§tirebilirler. İçe yönelik bilincimiz­le gurur duyabiliriz; ama dünyada ancak, beynin izlemek için gerekli donamma sahip olduğu §eylerin b ilincinde olabiliriz. Birçok kݧi dili bir ileti§im aracı olarak görse de, Jerison'a göre dil aynı zamanda, zihinsel gerçekliğimizin bilenınesini sağlayan bir araçtır. Tıpkı görme, koklama ve duyma d uyusal kanalları­nın, kendi zihinsel dünyaların ın olu§turulmasında bazı hayvan grupları için özel önem ta§ıması gibi , dil de insanlarda temel unsurdur.

Felsefe ve psikolojide, dii§Üncenin mi dile, yoksa dilin mi dü§ünceye dayandığı konusu nda kapsamlı bir literatür vardır. İ nsanın bi l i§st>l s iin�ı;l ı ·r i ı ı i ıı ıwk ı,.�oğu ıı u ıı ve belki de çoğunlu­ğunun, dil ve haı ta l ı i l i ı ıı; ol ı ı ıadaı ı sürd iiğii ııe hiç ku§ku yok. Tenis oynamak gi l ı i l ii ı ı ı flzi ksı·l cı k i ı ı l i kl ı �r , lı iiyük oranda oto­malik olarak; yan i , l ı ı ı ıı daı ı soıı ra l l l ' yapılacağı hakkında sü­rekli bir yorum yapıl ı ı ıadaıı gı ·rı;ı ·k l ı ·§l i r i l i r . B i r problemin çö­zii münün insanın zihn i ı ıdc, l ıa�ka l ı i r §'�Y d ii§iinürken beliri­vermesi de, bir başka aı,.� ık i i rı wkı i r . K i ı ı ı i psikologlara göre ko­nu§ma dili, daha temel l ı i r l ı i l i� i ı ı ı i ı ı yal n ızca bir yan ürünüdür. A m a dil hiç ku§kusuz, d ii§ i i ıwı · ı ı ı ı s ı ı rl arın ı , suskun bir zihnin yapamayacağı bir §ekilde �ı ·ki l l ı · ı ıd i rıı ıektedir; dolayısıyla, Jeri­son vardığı sonuçta hakl ı d ı r.

Evrim çizgisi boyunca i ı ısaııgi l beyninde olu§an en açık de­ği§im , daha önce de bel i r ı i ld iği gi l ı i , boyutunun üç kat artma­sıydı . A ma boyut tek dt'ğİ§İ ı ı ı değildi ; beynin düzenlemesi de

154

değişti. İ nsansırnay rn unlarla insanların beyinleri aynı temel modele göre yapılanrnıştır. Her ikisi de sol ve sağ yarıkürelere ayrılır ve her yarıkürede dört ayrı lop vardır: Alın, yankafa, şa­kak ve artkafa loplan. İnsansımaymunlarda, (beynin arka tara­fındaki) artkafa lopları alın loplarından daha b üyüktür; insan­lardaysa tam tersine, önkafa loplan daha büyük ve artkafa lop­ları daha küçüktür. İ nsansırnaymun beynine karşın insan bey­ninin ortaya çıkmasında hu ayrımın etkili olduğu varsayılmak­tadır. Yapıdaki b u değişi min insanın tarihöncesinde ne zaman oluştuğunu bilseydik, insan zihninin ortaya çıkışına dair bir i pucu bulabilirdik.

Şansırnıza, beynin dış yiizcy i , kafatas ın ın iç yüzeyindeki hatlarının bir haritasını b ırakıyor. Fosi l leşmiş lıir beyin kutusu­nun iç yüzeyinin lateks kal ı l ı ı n ı al arak l ıcyn in imgesini çıkar­mak mümkündür. Dean Faik, Cii ıwy vı � l loğıı i\frika'da bulun­muş bir dizi fosil beyin kutusu iizl'ri ndı · yapl ığı araştı rmalarda çarpıcı sonuçlara ulaştı. Faik, al ın vı· ar ı kafa luplann ın karşı­laştırmalı b üyüklüklerine gönderı ı ı ı � yaparak, ı r A u.�tralopillıerus beyni temelde, insansımayrnun l ıenwri l ı i r di izı ·n lcı ı ı ı�ye sa­hip, ır d iyor. " En erken Homo türii rıdı·ysı· i ı ı saı ıs ı l ı i r düzenle­me görülüyor. "

İlk Homo türünün ortaya çıkmasıy la l ı i rl i kıe i ı ısa ı ıg i l l ı iyolo­jisinin beden yapısı ve gelişme rnodel l ı�ri g i l ı i pl'k ı;ok yii ı ı i i ı ı ii n değiştiğin i görrnüştük; bence bunlar, ycı ı i l ı i r ı ı yarl a ı ı ı ı ı a ı ı işi olan avcılık ve toplayıcıl ığa geçişi işaret ı�ı l ı · ı ı d ı ·ği�i ı ı ı lndir . B ı ı noktada beynin boyutunun yanı sıra diizı· ı ı i ı ı i ı ı d ı · ı l ı ·ğ işnıesi tutarlı bir gelişirndir ve biyoloj ik açıdan ı ı ı a ı ı ı ı h. l ı c l ı r . A ı ı ı a l ı ıı noktada insan ziluıinin ne oranda gelişm iş olc l ı ı ğ ı ı ı ı ı ı sap la ı ı ıak o kadar kolay dt�ğ i l . Bu soruyu ele alnı adar ı i i ı ı ı · ı · , ı · ı ı yakın ak­rabalarımız olar ı i ı ısansırr:aymunların z i l ı i ı ı l ı�ri l ıakkı ı ıda bilgi edinmeliyiz.

1 55

Primatlar sosyal yaratıklardır. Bir m aymun topluluğunda yalnızca birkaç saat geçirmek bile, sosyal etkileşimin grup üye­leri için ne kadar önemli olduğun u anlamaya yeter. Kurulu itti­faklar sürekli sınanır ve korunur; yeni ittifaklar aranır; dostlara yardım edilir, rakipiere meydan okunur ve çiftleşm e fırsatları için sürekli uyanık kalınır.

Pennsylvania Ü niversitesi primatologları Dorothy Cheney ve Robert Seyfarth yıllarca, Kenya' daki Amboseli Ulusal Par­k.ı' ndaki pek çok bıyıklı maymun grubunun yaşamların ı izleyip kaydettiler. Genellikle saldırganca olan ani etkinlik patlamaları, maymunları kayılsızca izleyen birine sosyal kargaşa gibi görü­nebilir. Ama gruptaki bireyleri tanıyan, kimin ki minle akraba olduğunu ve ittifaklada rekabetierin yapısını bilen Cheney ve Seyfarth, görünürdeki kargaşadan anlam çıkarabiliyorlar. Tipik bir karşılaşmayı şöyle betiml iyorlar: " N ewton adındaki bir dişi, bir m eyve için rekabet ederken Tycho adlı başka bir dişiye sal­dırabilir . T-ycho kaçarken , N ewton' ın kız kardeşi Charing Cross rakibin kovatanmasında o·na yardıma koşar. Bu arada, N ew­ton'ın kız kardeşlerinden bir diğeri olan Wormwood Scrubs, Tycho'nun, 20 met re iler ide yemek yemekle olan kız kardeşi Holborn'a doğru koşar ve kafasına v ı ın ı r. " ·

İki birey aras ındaki l ı i r c;at ı�rı ı a o larak �iirii len şey kısa za­manda büy;jyerek arkadaşlarl a akra l ıa lara yayıl ı r ve yakın za­manlarda yaşanmış benzer sa ld ırganl ık ııi)betlerirı·den de etki­lenmiş olabilir. Clieney ve S. -yfarı l ı , " M Jy�unlar, diğer bir mayınunun davranışlarını i i ıwı ·d ı � ı ı t a l ı ı_tıj n etmekten öte, ilişki­lerini de saptamak zorunda l a r , " d iyorl ar. " Kesinlikle rastlantı­sal olmayan böyle bir karr ı ıa�ayla karşı karşıya kalan bir m ay­mun, kirnin kendisinin iis t ii ı ı dı · vı� kirnin altında olduğunu bil­mekle yetineınez; kirnin ki rıı i ı ı i P r ı ı i i tlefik olduğunu ve rakibine kimlerin yardı m edebileceği ni dı� bilmelidir. " Cambridge Ü ni­versitesi'nden psikolog N iı - l ıo las l l uınphrey de, sosyal it t ifakla­rı izlemenin getirdiği zi l ı i ı ı sı � l zorunlulı.iklarm':ı priınatolojideki bir paradoksun anahtarı oldı ığ ı ı ı ıu savunuyor. '

Hunı phrey bu paradoks koıı ı ısunda şunları söylüyor: " La-

156

boratuvardaki yapay koşullar altında antropoid insansımay­m u nların etkileyici bir yaratıcı akıl yürütme gücüne sahip ol­dukları defalarca gösterildi; ama bu zeka gösterileri aynı hay­vanların doğal ortamlarındaki davranışlarında görülmüyor. Açık sahadaki bir şempanzenin biyolojik açıdan önemli pratik bir sorumin çözümünde çıkarsamalı akıl yürütme yetisini kul­landığını gösteren bir örnek henüz duymadı m . " Humph rey, aynı şeyin i nsanlar için de söylenebileceğini belirtiyor. Sözgeli­mi, Einstein'ın, primatologların şem panzeleri gözledikleri şekil­de gözlendiği n i varsayalım . Gözlemci bu büyük adamın deha parıltılarını çok en der görebileeekıir. " [Dehasını) kullanmıyor­du, çünkü sıradan gündelik i§ler diinyasında kullanmasına ge­rek yoktu . "

İnsanlar d a dahil olmak iiwre primalların gerçekte gerekti­ğinden daha akıllı olmalarında ya dogal seçimin cömertliği et­kili oldu , ya da, günlük yaşamları eıı ıdı �k ı i id açıdan , dışarıdan bakan bir gözlemcinin göreccği rı ı b ı da l ıa fazla �ey gerektiri­yordu. H u mphrey bu iki alternaı ifıı � ı ı iki ı ı ı : isi ı ı i ıı doğru olduğu­na; yani, primat yaşamının sosyal bağla rı ı ı ı ı ı zorl u l ı i r enielek­tüel savaşım gerektirdiğine inanıyor. l l ı ı ı ı ıpl m�y 'e giire yaralıcı zekanın birincil rolü , " toplumu bir arada ı ı ı ı ı ı ıak ı ı r . "

Primatologlar, primat grupları iç inı lı� i ı ı i fak ağl arın ın aşırı derecede karmaşık olduğunu artık b i l i yorl a r. I li iyiesi l ı ir ağın girin ti ve çıkıntılarını öğrenmek - ki l ı i rqlı ·r l ıa�arı l ı olmak için bunları öğrenmek zorundalar - ydn i ı u -ı - gi"ıı; ı i i r . Ama bi­reylerin sürekli politik güçlerini artırmaya çal ı� ı ı ıalarıyla birl ik­te ittifakların sürekli değişmesi bu işi da l ıa da zorla�l ı rı yor. Sü­rekli kendi çıkarlarını ve yakın akrabalarıı ı ı ı ı ı; ı ka rl arı r ı ı gözet­meye çalışan bi rı�yler kimi zaman mevcıı l i l l i fakl arı l ıozabiliyor ve belki de eski rakipieric olmak üzere, yı · ı ı i i ı ı i fak lar kuruyor­lar. Dolayısıyla grup üyeleri kendilerini sii rı ·kl i değişen i ttifak modelleri içi ı ıdı� bır luyorlar ve H u m plıwy' ı ı i ı ı sosyal satranç adını verdiği I nı s i i rekli değişen oyunu oyııaı ı ıak için keskin bir zeka gerekiyor.

1 57

Sosyal satranç oyuncuları , eski oyun u n oyuncuianna göre çok d aha becerikli olmalılar; çünkü la§ların kimliklerinin önce­den tahmin edilemeyecek §ekilde deği§mesinden öte - örneğin atlar file, piyonlar kaleye dönü§ür- arada bir müttefikler de taraf deği§tiriyor ve d ü§mana dönü§üyor. Sosyal satranç oyun­cuları sürekli uyanık olmak, olası avantajları aramak, beklen­medik dezavantajları fark etmek zorundalar. Bunu nasıl yapı­yorlar?

Prim at toplumlarının bireyleri, diğerlerinin davranı§ların ı önceden tahmin etmek zorundalar. Bunun yolların dan biri , bi­reylerin beyinlerinde, grup üyelerin in Lüm olası eylemlerini ve kendilerinin bunlara verdikleri doğru tepkileri kaydeden dev bir zihinsel banka bulunması . Güçlü b ilgisayar programı Derin Dü§ünce, satrançta Büyük Usta konumuna bu §ekilde ula§ıyor. Ama belli bir §aı'llar dizisinde olası tüm kombinasyonları ele­rnede bilgisayarlar insanlardan çok daha hızlılar. Demek ki, başka bir yola ihtiyaç var. Sözgelimi, bireyler yalnızca bilgisa­yar benzeri otomatlar gibi işlernekten öte kendi davranışların ı izleyebilselerdi, bell i kw�ullar al l ında ne yapacaklarına dair keşfe dayanan bir duygu geli§tirel ı i l i rlı�rd i . Ellerindeki verilere dayanarak tahminler yapal ıil ir vt� l ıiiylcı-t\ aynı §<ırtlar al lında diğerlerinin nasıl d avranaı -ağı ı ı ı ı al ı ı ı ı i ı ı t�dı·l ı i l i rl erd i . l lumph­rey'nin İç Göz adını verdiği l ıu izl t � ı ı ı t � yclt� ıwği, bilincin tanım­larından biridir ve bu özelliği l a§ıyaıı l ı ireylere kayda değer bir evrim avantajı sunacakt ır.

Bilinç bir kez oluşluktan sonra geriye dönü§ olamazdı; çün­kü bu ihsandan yeterince yara rlarıanıayan bireyler diğerlerine göre dezavantajlı durumda olaı -aklanl ı . Benzer §ekilde, küçük bir avantajı olanlar daha da gt•l i§ec:eklerdi . Bir silahianma sa­vaşı olu§arak bu süreci dalıa da i lerletecek, zekayı geliştirecek ve özbilinci keskinle§tirecekt i . i ı,:sel Göz'ün gözlem yeteneğinin daha da artmasıyla, kaçınıl maz olarak gerçek bir benlik duygu­su, dü§ünen bir benlik, İçsd Bı�n oluşacaktı.

Sosyal zekanın gelişimi lıi potezinin bir parçası olan bu hipo­tez büyük ilgi ve destek gönlü . l 986'da Science'ta yaymlanan,

158

primat çalışmaları kon usundaki bir İ ncelemelerinde Cheney, Seyfarth ve Barbara Smuls zekanı n sosyal bağlarnlardaki öne­mini , teknolojinin gereklerin i karşılamadaki önemiyle karşılaş­tırmalı olarak vurguladılar. Hobin Dunbar da çeşitli priınat tür­lerinde farklı beyin korlı"ksi - beynin 11 eliişiinen 11 kısmı - mik­Larlarını inceled i . R iiyiik gru pl arda yaşayan ve dolayısıyla daha karmaşık sosyal satranç oyun l arıyla karşı karşıya kalan türler­de beyin korteksinin daha fazla olduğunu buldu. Dunbar'ın ulaştığı sonuca göre, 1 1 Bu, sosyal zeka hi poleziyle uyumluyd u . 11

H ayvan davran ı ş ı ıı ı anlayışı mızc ia yaşanan - hayvanların zi­hinlerinin olmadığı n a dair davran ış�� ı dogmayı yok ede n - dev­rimele i ki kanıt d izisi etki l i o ldu . B ı ı ı ı l ardan biri, özbil inci - ya­ni , kendini tanı ımı giislergt'lcrin i - saplanı ay ı amaçlayan bir dizi öncü deneydi . İk inc is iys1� , pri rnaı l a rı n doğal yaşama alan­larında taktiksel kandıı·ına giis lerg1· l� ·ri ara ı ı ıay ı i��eriyordu .

Bilinç gibi özel bir deneyi m , dt'rwys1 ·l psikolojinin alışılmış araçlarının çok ötesindedir. İ nsan d ış ındaki hayvanlarda zihin ve bilinç d üşüncesinden pek çok araşl ı rr ı ı a l ' ın ı ı ı ka��ınmasının nedenlerinden biri bu olabilir. Ama N 1�w York l·:yalet Ü niversi­tesi'nin Albany kampusundan psikolog Cordon Gallup, 1 960'larda benlik d uygusu hakkında l ı i r l t 'sl yapl ı : Ayna testi . Bir hayvanın aynadaki yansımasın ı k1�ndi 11 l l l ' n l iği 11 olarak tanı­ması duru munda, benlik duygusu ya da l ı i l i ı ı l ' i olduğu siiylene­bilirdi . Hayvan sahipleri kedi ve köpekkri ı ı ayı ıadaki i ıı ı gderi­ne tepki verdiklerini , ama genellikle l ı ı ı ı ı ı ı l ıaşka l ı ir l ı i reyin i mgesi sandıklarını ve davranışlanndan kısa s i i n·dc � şaşkı na dö­nüp sıkıldıklarını bi l irler. (Yine de aynı l ı ayvaı ı sa l ı ip l 1 � r i , ked i ya da köpeklerinin kendilerinin farkında oldı ı k larına yemin edeceklerdir . )

Callup'ın - l ı i r salıalı tıraş olurken tasarl adığı - d1�neyi hay­vanın aynaya al ışt ın lmasın ı ve ardı ndan , a l ı ı ı ı ı a k ırmız ı bir leke sürülmesini g1�n�kı iriyord u . Hayvan, ya ı ıs ı ı ı ıay ı l ıaşka bir birey gibi görmesi d ı ı rı ı ı ı ı ı ı ııda, kırmızı lekeyi ı ı ınak ed eeek ve belki de aynaya dokunacak t ı . Ama yansıman ı n k c · ı ıd ine ait olduğun u

1 59

fark etmesi d urumunda, olasılıkla kendi vücudundaki lekeye dokunacaktı . Calhıp deneyi ilk olarak bir şempanzede gerçek­leştirdi ve hayvan yansımanın kendisine ait olduğun u biliyor­muş gibi davrandı ; alnındaki kırmızı lekeye dokundu. Cal­lup'ın deney hakkında 1 9 70'te Science'ta yayınladığı m akale, hayvan zihni konusundaki anlayışımızda bir dönüm noktası oluşturdu ve psikologlar, kendini tanı m a duygusunun ne kadar yaygın olduğun u merak etmeye başladılar.

Yanıt : Pek de yaygın değil. Orangutanlar testi başarıyla geçmişler ama goı·iller şaşırtıcı şekilde başarısız olmuşlardı . Ki­mi gözlemciler daha az formel durumlarda gorilleri n , kendi imgelerin i tanıyormuş gibi ayna kullandığım gördükl erini iddia ediyor ve bunun, bu hayvanlarda bir benlik duygusu olduğunu gösterdiği n i düşünüyorlar. Bir tarafta kendini tanımanın ve di­ğer tarafta da bu özelliğin yokluğunun yer aldığı zihinsel bir eşik, kendini tanıyan tarafın İnsanlan ve büyük İnsansımay­m u nları , diğer tarafın da geri kalan primatları ve diğer hayvan­ları içermesi duru munda anlamlı olacaktır. A m a kimi primato­loglar, pek çok maymun t ii rii ndeki karm aşık sosyal yaşam göz­lemlerine dayanarak , l ı ı ı ı ı ı ı n çok aynıncı lıir lıiilümleme oldu­ğunu düşünüyorlar. Yakın zamanlarda, Inı ayrı mcılığı sınamak için bir test olw;tunı ld ı ı : "Takt iksl " l kaııd ı r ı ı ı a test i . "

" Bir bireyin kend i norı ı ıal rqwrt ı ı varı ı ıdaıı 'd iiri ist bir eyle­m i ' , tanıdık bir b i rey in l ı i l l ' yaı ı l ı� yi i ı ı l l ' ı ı d i ri l ın es ine yol açacak şekilde farklı bir bağlanı da k ı ı l l a ı ı ı ı ı a ydisi " olarak tanımladık­ları bu terimi, İskoçya'daki St . A ıı d rews Üniversitesi'nden Andrew Whiten ve Richard Byrı w yara ıtılar. Diğer bir deyişle, bir hayvan diğer bir hayvana l ı i l ı -r ı ·k yalan söyler. Bilerek karı­dırmak için hayvan, han·kc · t l ı- r i ı ı i ı ı l ıaşka bir bireye nasıl görü­neceğine dair bir duyguya sa l ı ip ol malıdır . Böylesi bir yetenek de kendini bilmeyi gerekt i r i r. Eğer karıciırma gerçekten oluyor­sa, ancak çok ender olarak yapıl.alıilir: İnanılırlığınızı konırnak istiyorsanız, 11 Kurt! 11 diye lı ağı ran çocuk örneğinde göriildiiğü gibi, böyle bir şeyi pek sık yapamazsınız .

Byrne ve Whiten kaııd ı rı ı ıayla, Afrika'nın güneyindeki !>ra-

1 60

kensberg Dağları'nda gözlemekte oldukları bir babun grubun­da kandırma olarak yorumlanabilecek pek çok örnek gördük­ten sonra ilgilenmeye ba§ladılar. Sözgelimi, genç bir erkek olan Paul bir gün , bir köklü yumruyu topraktan çıkarınakla me§gul olan genç di§i Mel'e yakla§IDı§tı . Etrafına bakıp çevre­de ba§ka babun olmadığını gören Paul , tehlikedeymi§ gibi, keskin bir çığlık altı . Paul 'ün, Mel'in üstünde bir konuma sa­hip olan annesi çocuğunu koruyan tüm anneler gibi davrandı : Hemen yanlarına gel ip, sald ırr;an olduğu nu dü§ündüğü M el ' i kovdu. Paul de gayet rahat l ı i r ���k i lde, Mel'den geride kalmı§ dan yumru kökü yemeye kı�l ad ı . Paı ı l acaba §öyle mi dü§ün­mܧtÜ: " Hımm, eğer l ıağır ı rsa ı ı ı , a ı ı rwı ı ı Mel'in bana saldırdı­ğın ı sanır. Beni korumaya ko�ar vı� l ı ı ı s ı ı l ı ı yumru kök de bana kalır . " Eğer durum gerçekıen l ıi iy l ı·ysı·, lı ı ı , taktik�el kandırma örneğidir.

Byrne ve Whiten bunun doğrı ı ol a l ı i l ı · < " l'ği n i d ii� iinerek göz­lemlerini diğer primatologlarla ı arı ı � ı ı l a r . l 'a ı ı l ' ii nki ine benzer, ama yalnızca söylenceye dayand ık l a rı V I ' dolayıs ı yla , lı ilimsel olmadıkları için bil im literatürü sayfa lar ına g ire ı ıwı ı ı i � pı�k çok öykü anlatıld ı . Byrne ve Whiten 1 9B;) v1� 1 1>B1fda, y iiz i in üs­tünde meslekta§ını içeren anket l e r yaparak ıak ı iks1·l kandı rma olduğu söylenebilecek olayları sorı ı � ı ı ın l ı ı lm V I ' i iı,: yiizii a�k ın öyküye ula§tılar. Olaylar yalnızca insansı ı ı ı ay ı ı ı ı ı ı ı l a rl a k ısı ı l ı değildi ; diğer m aymunlar için de l ıenzı-r giizl l ' ı ı ı ln vard ı . A ma i§in ilginç yönü, galago ve makiler gi l ı i , ı ı ıay ı ı ı ı ı ı ı l ; ı r V I ' insansı­maymunlar dı§ımla kalan prim atiarda l ı ı ı l i i r kaı ıd ı rı ı ı a örnek­leri hiç görülmemi�ti .

l'andı rrııa kan ı t ı arama konusunda pri ı ı ı a ıologl ar l ı ir sorun­la kar§ı kar�ıyalar: Eylem gerçekten, l ı i r l wnl ik ı l ı ıygı ısuna da­yalı bireysel l ı i r akıl r;ütme örneği mid i r "? Ya ı l a yal ı ı ızea, ben­lik duygusu gn1·k ı i rmeyen bir öğrı� ı ı ı ıw ı ı i ı ı smı ı ıeu mudur? Sözgelimi l 'a ı ı l , biiyle bir durumda bağırarak Md ' in yumru kö­künü elde cdd ı i l l'< " l �ğ in i öğrenmi§ ola l ı i l i rı l i . l l ı ı durumda eyle­mi taktiksel kaı ıd ı r ı ı ı a değil, öğrenilmi� l ı i r ı 1 �pki olacaktı .

İnsanın Kökeni, F: ı ı 1 6 1

Byrne ve Whiten kandıı·ma olduğu varsayılan örneklere katı kurallar uygulayıp öğrenme olası l ıklarını olabildiğince d ikkatle ayıklayarak, 1 989 anketinde derlenen 253 vakadan yalnızca 1 6'sının gerçekten takLiksel kandıı·ma olarak görülebileceğin i buldular. 13u vakaların tümü insansım aymunlarla ve çoğu da §empanzelerle i lgiliydi . Burada, Hallandal ı primalolog Frans Plooij ' in Tanzanya'daki Gombe D eresi Rezervi'nde gözlediği bir örneği vermek istiyorum.

Yeti§kin bir erkek §empanze beslenme alanındayken bir ku­tu elektronik olarak açıldı ve içindeki muzlar ortaya çıktı . Tam bu sırada i kinci bir §empanzenin gelmesi üzerine i lk §empanze çabucak kutuyu kapadı ve ortada hiçbir §ey yokmu§ gibi, ilgi­sizce dola§maya ba§ladı. İkinci §empanze gidene dek bekledi k­ten sonra kutuyu açlı ve m uzları ç ıkardı . Ama oyuna gelmi§ti . İkinci §empanze gizlenmi§ ve ne olacağını görmek için bekle­rneye ba§lamı§t i . Sözde kandırmacı , kandırı lmı§ti. Bu, taktiksel kandırmaya dair inandırıcı bir örnektir.

Bu tür gözlemler §empanzelerin zihinlerini görebileceğimiz bir pencere açıyor. Bu hayvanlar hiç ku§kusuz, önemli bir dü­§Ünsel bi l inç düzeyine sahipler ve Inı da, siirekli §empanzelerle çalı§an ara§tırmacıları n co�kı ıyl a onayiayacakları bir sonuç. Şempanzeler birbirleriyle vı� insanlarl a ı � ı kilc�im kurma §ekille­riyle güçlü bir farkındalık d ı ıygı ıs ı ı sngi l iyorlar. İnsanlar gibi akıldan geçeni okuyorlar, arııa l ı ı ı yt'l crıcklerinin boyutu i nsan­lara göre daha kısıtl ı .

İnsanlarda zihin okuma, d iğnininin ba§ka ko§ullarda ne yapacaklarını tahmin elmı�nin i i l ı ·si r ı ı � geçiyor: Diğerlerin in ne hissedebileceklerini de içeriyor. /\cı l ı ya da sıkıntı verici oldu­ğunu bildiğimiz ko§ullarla kar�ıla�an diğer ki§ilere kar§ı hepi­miz sempati ya da emınıl i d ı ıyarız. Diğerlerinin acısını , ki mi zaman fiziksel acı duyacak dı·n ·ı·cde yoğun olarak, biz de ya­§arız. İnsan toplu munda e ı ı kı �skin deneyim , ölüm korkusu ya da daha basit bir ifadeyle, ii l i "ı ı ı ı lı i l incidir. Bu korku, efsane ve dinlerin olu§turulmasında l ı iiyi ik l ı ir rol oynamı§tır. Kendini ta­nıma özel l iklerine kar§ın ��� ııı panzeler, ölü m kar§ısında en faz-

162

la şaşkınlığa düşüyorlar. Bir akrabaları öldüğünde huzursuzlu­ğa düşen ya da ne yapacağını bilemeyen bireylere ya da hatta ailelere dair pek çok öykü var. Sözgelimi, küçük bir bebek öl­düğünde annesi cesedini atmadan önce, birkaç gün kucağında taşıyor. Anne, bizim acı olarak bildiğimiz şeye çok hayret et­miş gibi görünüyor. Ama bunu nasıl bileceğiz? Belki bundan da önemlisi, çocuğunu yi tirmiş anneye diğer bireylerin bizim sempati adını vereceğimiz bir yaklaşım göstermemeleridir. An­nenin çektiği neyse, tek başına çı�kiyor. Şempanzelerin diğerle­rine duydukları empatinin kısı l l ı l ığ ı , lıi rey olarak kendilerine de uzanıyor: Şempanzel(�rin k<�ndi i i l i i ın l iil üklerinin, ölümün onları beklediğinin farkında old ı ık ları ı ı a dair bir kanı t buluna­madı. Ama bir kez daha; l ı ı ı n ı ı ı ı t � rcdı · ı ı hilı·crğiz?

Atalarımızın kendini taı ı ı ı ı ı a dı ıygı ısı ı l ıakkında neler söyle­yebiliriz? insanlarla şeınpanzdcrin mlak l ı i r a laya sah ip olduk­ları zamandan bu yana, yaklaşık 7 ı ı ı i lyon yıl gı·ç l i . Dolayısıyla , şempanzelerin değişmediklerini v ı � � t · ı ı ıpa ı ızı · l ı �re l ıakl ığımızda bu ortak atayı gördüğümüzü varsay r ı ı ; ık ıwk i l ı l iyall ı l ı ir yakla­şım olmayacaktır. Şempanzeler insan soyı ı ı ıdan ayrı ld ıkların­dan bu yana çeşitli evrimler geçinı ı i � ol ı ı ı a l ı l a r . t\ ı ı ıa In ı ortak atanın, sosyal açıdan karmaşık bir ya�; ı ı ı ı s i in � ı ı l ı i iyi ik l ıeyinl i insansımaymunun, şempanze d iiwyi ı ıdı� l ı i r l ı i l i ı ıç gdݧI irmiş olduğunu savunmak akla yatkın olacak l ı r.

insanlarla Afrikalı insansımayınu ı ı ları ı ı or lak al aları n ın mo­dern bir şempanzeyle eşdeğer bir kı �nd i ı ı i l a ı ı ı ı ı ı a di izı�yine sa­hip olduğunu varsayalım. Australopitlıı·cn.� l i .ı ılnin in biyoloji­sinden ve sosyal örgütlenmelerinden i iğn· ı ıd iğ i ı ı ı i z kadarıyla, bunlar temelde iki ayaklı insansımayıı ı ı ı ı ı lan l ı : l l ı ı l i i ılerde sos­yal yapı , modern babunlarda gördiiği i ı ı ı i izdc · ı ı da l ıa yoğun ol­mayacaktı. Dol ayısıyla, insan ailesin in i lk lw!-i ı ı ı i lyoıı yılı içinde kendini tan ıma diizeylerinin gelişmesi i\ i ı ı i ı ı a ı ıd ırıcı bir neden yoktu.

Homo cins in in orlaya çıkmasıyla l ı i rl ik l t � l ıeyin büyüklüğü ve yapısında, sosyal örgütlenmede ve l ws l ı · ı ı ı ı ı e şeklinde görii-

1 63

len önemli değişimler büyük olasılıkla, bilinç düzeyinde de bir değişimin başladığına işaret ediyord u . Avcı-toplayıcı yaşam tarzın ı n başlaması hiç kuşkusuz, atalarımızın ustalaşmak zorun­da kaldıkları sosyal satrancın karmaşıkl ığını d a artırdı . B u oyu­nun becerikli oyuncuları - daha akut bir zihinsel modele, daha keskin bir bilince sahip olanlar- sosyal açıdan ve üreme açı­sından daha başarılı oldular. Bu, bilinci daha da yüksek dü­zeylere ulaştıracak olan doğal seçimin özüdür. Aşamalı olarak oluşan bilinç bizi yeni bir tür hayvan yaptı . Doğru ya da yanlış olduğu varsayılan şeylere dayalı kendilerine göre d avranış standartları getiren bir hayvana dönüştürd ü .

Bunların büyük bölümü elbette, spekülasyondan ibaret. Son 2 . 5 milyon yıl içinde atalarım ızın bilinç d üzeyine ne oldu­ğunu nasıl bilebiliriz? Bilincin bugünkü d üzeye geldiği anı na­sıl saptayabiliriz? Antropologların karşısındaki bu sorular belki de asla yanı tlanamayacak. Ben diğer bir i nsanı n benimle aynı düzeyde bilince sahip olduğunu kanıtlamakla güçlük çekiyor­sam ve insan dışındaki hayvanların bilinç düzeyin i saptamakla biyologların çoğu dı ı raksıyorlarsa, çok uzun süre önce ölm üş yaratıklardaki düşünsel b i l inç i§aretl (�ri n i nası l saptayabiliriz? Bilinç arkeolojik kal ı ıı ı ı larda dil kadar l ı i l ( � gi ir ii n m iiyor. Sanat­sal ifade gibi kimi insan davraı ı ı§ ları kc ·si ı ı l i kle , l ıem di l i , hem de bilinçli bir farkınd al ığ ı yaı ıs ı l ıyor. Ta� alet i ire ı imi gibi bazı­ları da, dil hakkında ipuçları v c · r« ' l ı i l i yor , ama bilinç için aynı şey geçerli değil . Ama b i l inç kokı ıs ı ı l a§ıyan hir insan etkinliği , tarihöncesi kayıtlarında ki mi za r ı ı a ı ı iz l ı ı rakabiliyor: Ölülerin bilerek gömülmesi.

Ölünün dini törenle orıadaı ı kaldırıl ması hiç kuşkusuz bir ölüm bilincine ve dolayıs ıy la, l ıc ·n l ik bilincine işaret ediyor. Tüm toplumlarda ölüm hir � c ·k i ldc � . toplumun mitoloji ve dini­nin bir parçası olarak yer kazan ı r. M odern çağlarda bununla ilgili, cesedin uzun süre yoğı ı ı ı hakınıdan geçirilmesinden, bel­ki bir yıl ya da daha fazla hir si ire sonra bir özel yerden başka birine taşın masından, bedc� r ı ( � asgari d üzeyde özen gösteril me­sine dek, pek çok yöntem vard ı r . D in i tören her zaman olmasa

164

bile kimi zaman gömmeyi de içerebiliyor. Eski toplumlardaki gömm e ayinleri, törenin zaman içinde donup "kalmasını ve da­ha sonra, arkeologların karşısına çıkmasını sağlayabiliyor.

İnsanın tarihöncesinde kasıtlı göm m e işlemlerine dair ilk kanıt , yaklaşık 1 00.000 yıl önce göm ülen bir Neanderthal'dir. En belirgin göm m e işlemlerinden biri ise biraz daha sonra, yaklaşık 60.000 yıl önce, kuzey Irak'taki Zagros Dağları'nda gerçekleşmiş. Yetişkin bir erkek mağara girişine gömülmüş; fo­silleşmiş iskeletİn e trafındaki toprakta bul unan polenlere bakı­lırsa, bedeni şifa veren çiçeklerden ol u şan b.ir yatağa yatırıl­mış. Kimi antropologlar bunun l ı i r şamarı olabileceğin i düşü­nüyorlar. 1 00 .000 y ıldan daha iinı :ı �sirıde, düşünsel bilince işaret edebilecek bir Liirı�ne dair kan ı t görülmüyor. 6. Bö� lüm' de belirtildiği gibi, sanat da yok t ı ı r . Bu liir kanıtların ol­maması elbette, bilincin ol rııaı l ığı ı ı ı kan ı t l a ı ıı ı yor . Ama bu du­rumdan bilince dair bir i şaret ı l i ' ı; ı karı la ı ı ıaz . A m a bence, ar­kaik sapiens insanlarının yakın atası gı·ı; 1/omo l'rt'clııs ' un , şem­panzelerdekinden önemli oranda y i i ksı ·k l ı i r l ı i l i nç düzeyine sahip olmaması çok şaşırtıcı olacak t ı r. Sosyal karnıaşıklıkl arı, büyük beyin boyutları ve olası d i l l wı : ı · r i lni , l ı ı ı l ı i l i nc in işarel­leridir.

Daha önce de belirttiğim gibi N eaı ı ı lnt l ıal lc r vı· l ıdki d iğer arkaik sapiens'ler ölümün farkındaydı lar vı· dolayısı y la l ı iç kuş­kusuz, gelişmiş bir düşünsel b i li nce sal ı i pı i ln. A ı ı ıa l ı ı ı l ı i l i nç, gün ü müzdeki kadar parlak mıydı? Olası l ık la , hay ı r. Ta mam en modern bir dille tamamen modern b i r l ı i l i ıw i ı ı or taya çı k ış ı h iç kuşkusuz birbirleriyle bağlantılıydı ve 1 ı i ri ı i rini ı ı i 1 wsl ı�ıniş ler­di. Modern insanlar, bizim gibi korı ı ı ] l ı ı k l a rı vı · l wı ı l iğ i bizim gibi yaşadıklan anda modern oldular. ; �:) .000 yı l öneesinden itibaren Avr ı ıpa vı� Asya sanatında ve C ısı l 'al ı ·ol i ı i k' te gömme­ye eşlik eden ayrı n t ı l ı ayİnlerde bunun ka ı ı ı t l an ı ı ı görüyoruz.

1 65

Tüm insan toplulukların ın , en temel öykü olan bir başlangıç efsanesi vardır. Bu başlangıç efsaneleri düşünsel bilinç kayna­ğından, her şeye açı klama arayan içsel sesten fışkırır. Düşün­sel bilincin insan zihninele tüm parlaklığıyla yanmaya başladığı andan itibaren mi toloji ve din, insan tarihinin bir parçası hali­ne geldi . Şu bil im çağında bile, belki de hala aynı duru m ge­çerl i . Mi ıolojideki yaygın temalardan biri de, insan dışındaki hayvaniara -ve hatta, dağ ya da fırtına gibi nesne ve güçlere ­insani güdü ve duyguların atfedi lmesidir. Bu insaniaştırma eği­l imi hiç kuşkusuz, bilincin geliştiği bağlamdan doğal olarak kaynaklanır. Bilinç, başkalarının davranışlarını , kişinin kendi duygularına göre örneklendirip anlamasını sağlayan sosyal bir araçtır. Aynı güdüleri dünyanın insan dışındaki, ama önem ta­şıyan yönlerine aifetmek basit ve doğal bir açıklamadır.

Avcı-toplayıcıların hayalta kalmasında hayvanlar ve bi tkiler kadar, çevreyi besleyen doğal unsurlar da önemlidir. Tüm bu unsurları n karmw�ık bir etkileşi mi olarak yaşam, sosyal bağ gi­bi, kasıtlı eylemlerin etkile§i mi olarak görülür. Dolayısıyla, hayvanların ve fiziksel p;iiı;lerin dünyada besin arayan insanla­rın mitolojisinde i i rwml i h i r rol oynarnaları çok doğaldır. Aynı duru m geçmi§te de p;iirii l ı ı ı i ·ı� ol mal ı .

O n yıl önce Fransa'daki s i is l ı · r ı ı ı ı i� ı ı ı ağa ral a ra yapt ığım ge­zide akl ıma sürekli lıu d ii�ii r ı ı ·ı · gı · l d i . O r ı i imdı·ki , ki mileri yal­nızca çizikti rilmiş ve kim ileri dı · ayrı r ı ı ı lar ıy la tasarlanmış olan imgeler zihnimi etkil iyord u, a ıı ıa a r ı l a ı ı ı l a rı l) ı çözem iyord u m . Özellikle d e yarı insan/yarı l ı ayvaı ı figii rler hayal gücüm ü zor­luyor ve yenilgiye uğral ıyord ı ı . l · :ski i ıısanların başlangıç efsa­nelerine ait unsurların kar� ıs ı r ıda h ı ı l ı ı nduğuma emindi m , ama bu efsaneyi görme olanağım yok ı ı ı . Yakın tarihten, Afrika'daki San halkına göre antilop ı ı ı ı ı;ok say ı ı l a tinsel güce sahip oldu­ğunu biliyoruz. Ama Buzul <,:ağı /\vnıpal ılarının tinsel ya�amla­rında al ve bizonun rolü lıakkı ı ı ı la ancak spekülasyon yapabili­riz. Güçlü olduklarını biliyoruz, ama ne açıdan güçlü oldukl arı­na dair hiçbir fikrimiz yok.

Le Tııe d' Audouberı 'd . . ki l ı izon figürlerinin karşısı nda d u-

1 66

rurken, İlısan zihinlerinin binlerce y ıl ötesinden birbirine bağ­landıklarını hissettim : Bu figürlerin yaratıcıların ın zihinleriyle benim zihnim; yani gözlemcinin zihni. Ve yal nızca zaman de­ğil, farklı kül türlerin de bizi ayırması yüzünden sanatçıların dünyasına ula§amamanın yılgınlığını hissettim . Homo sapiens'in paradokslarından biri de budur: Avcı-toplayıcılar olarak, ya­§am tarafından çağlar boyu §ekillendirilen bir zihnin birliğini ve çe§İtl iliğini ya§ıyoruz. Benlik bil incine sahip olmamız ve ya­§am mucizesi kar§ısında hayranl ı k duymamızla birl iğini ; yarat­tığımız ve bizi yaratan - di l le , gelenekle ve dinlerle ifade edi­len - farklı kültürlerimizle de ��e§İ I I i l iğini ya§ıyoruz. Evri min böylesine olağanüstü l ı ir ii rünü kar§ıs ında CO§ku d uymalıyız. ·

1 67

B i BLiYO GRAFYA VE EK METiNLER

ÖN SÖZ

Leakey, Richard E. ve Roger Lewin , Origins (New York: E . P. Dutton, 1977) .

--, Origins Reconsidered (Nı·w York: l >oııhlcday, ı 992). Tattersall, lan, The Human Odys.�ey (Nt'w York: l 'n�ıı ı ice I lall, ı 993).

1 . BÖLÜM: iLK iNSANLAR

Broom, Robert, The Coming of Ma11: lf111 .1 lt A cciıll'llt or /)ı•sign? (New York: Wiıherby, ı 99:3).

Coppens, Yves, " East S ide Sıory: Tl w O rii!; İ i l of l l ı ı ı ı ıa ı ık ind , " Scientific American, Mayıs ı 99!)., ss . BII-'J :i .

Darwin, Charles, The Descent of Ma11 ( Loı ı ı l ra : .l o l ı ıı M ı ı rray, l 8 7 ı ). Lewin, Roger, Bones ofContention (Nı ·w Yoı k : Toıw lısloıw, 1 <J88). Lovejoy, C . Owen, "The Origin of M a r ı , " Scil"lll'l' 2 ı ı ( ı 1JB ı ) :

341-350. (Bkz. tepkiler, 2 ı 7 ( l 982 = : 2'J;,_ : \Oh) . -, " The Evoluıion of H uman Walki ııg, " Snı·11 t ijic A mıTil'll ll ,

Kasım ı 988, ss. l l 8- ı 2 5 . Pilbeam, David, " H ominoid Evolu ıioı ı a ı ı ı l l l ı ı ı ı ı i ı ıo i ı l ( lril!;iııs , "

American Anthropologist , 8 8 ( 1 9 8(ı): 21J:-,- : \ ı 2 . Rodmaıı , l'f'ler S. Vf� I leııry M . M cl l t' ı ı ry, " 1 \ i o wıwı gi "I İ I 's of

H oııı i ıı i ı l B ipl'ı la l is ın, " A merican }oumt�! o( 1 'lı pım/ AnthmpoiiJKY !l2 ( I 980): ı 03-ı Oü.

Sarich , V i ıwPıı l 1\1 . , " /\. Personal Perspı·ı · ı iw o n l l oııı i ı ıoiı l MacroıııoiPnılar Syslematics, " New lll l t 'lfll l 'llll/011.1 of Ape and Hurnam 11 111'1'.1/ly, yay. haz. H ııssel L. Ci oH' I ıoı ı vı· Hobert S. Corrıwi ' İ ı ı i ( Nı·w York: Pleııuın l 'rt's:> , ı < J/\: \ ) , ss. l 3 5- ı 50 .

Wallace, 1\. l f n ·d H ı ıssı · l , JJarwinisnı (Lond ra : 1\Lwıı ı i l laıı, ı 889).

1 69

2. BÖLÜM: KALABALIK BiR AiLE

Foley, Robert A. , Anather Uniqııe Species (IIarlow, Essex: Longman Scientific and Technica l, 1 987).

-, " How M any SpPcies of l lominid Should There Be? " Journal of Human Evolution 20 ( 199ı) : 4 ı 3-429.

Johanson, Donald C. ve Maitland A: Edey, Lucy: The Beginnings of Humankind (New York: Simon & Schuster, ı 98ı) .

Johanson, Donald C . v e Tim D. White, " A Systematic Assessment of Early African Hominids, " Science 202 ( 1 979): 32 1-330.

Leakey, Richard E . , The Making of Mankind (New York: E . P. D utton, ı 98ı) .

Schick, Kathy D. ve Nicholas Toth, Making Stones Speak (New York: Simon & Schuster, ı 993).

Susman, RandaU L. ve Jack Stern, " The Locomotor Behavior of Australepithecus afarensis , " American Journal of Physical Anthropology 60 ( ı 983): 279-3 ı 7 .

Susman, RandaU L. v e diğ. , " Arbareality and Bipedaliıy in the Haclar Hominids, " Folia Primatologica tJ..3 (ı 98tJ..): l l 3-ı 56.

Toth, Nicholas, " Archeological Evideııce for Preferential Right-l landf'cl nes� in tlw Lowt>r l 'lt� i�ıocene, a nd I ts Possible lmplications, " ]oımıal i!/llwıuın f,·.rolution 11 (1 985): 607 -6ı 4.

---, " The First Technology , " Scieııtıjic A merican , Nisan ı 987, ss. l l 2-ı 2 l .

Wynn, Thomas ve William C. McGrew, " A n A pe's View o i the Oldowan, " Man 24 (ı 989): 383-398

3. BÖLÜM: FARKLI B iR iNSAN

AieUo, Leslie, " Patterns of Stal ı ı re and \Veight in Human Evolution , " American ]oımıa l of J>fıysical Anthropology 81 ( 1 990) : 1 86-ı 87 .

Bogin, Ba rry, " The Evolution of l l ıı ı ı ıan Childhood , " Bioscience 40 (1 990) : 1 6-2 5 .

Foley, Robert A. ve Phyllis E . Lt't\ " Finiıe Social Space, Evolutionary Pathways, and l{t>coııstnıcting Hoıninid Behavior, " Science 243 (1 989): 90 l -90(ı .

Martin, Hobert D. , " H u m a n !ha in Evolution i n an Ecological Con\Px t , " The Fifty-second ]ames A rthur Lecture on the Human

170

Brain (New York: American M useum of Natural History, 1 983). Spoor, Fred ve diğ. , " lmplications of Early I lominid Labyrinthine

Morphology for Evolution of Human Bipedal Locomotion, " Nature 369 (1 994) : 645-648.

Stanley, Stecen M . , " An Ecological Theory for the Origin of Homo," Paleobiology 18 (1 992): 237-257 .

Walker, Alan ve Richard E. Leakey, The Nariokotome Homo Erectus Skeleton (Cambridge: l l arvard U niversiıy Press, 1 993).

Wood, Bernard, " Origin and Evoluıion of the Genus H omo , " Nature 355 ( 1 992): 783-790.

4. BÖLÜM: SOYLU AVCI iNSAN?

Ardrey, Robert, The llunting IIYJwllw.�i.� ( Nı•w York: Atheneum, 1 976) .

Binford, Lewis, Bones: Ancil'llt Ml'll and M()(lan Myıh (San Diego: Academic Press, 1 9 8 ı ) .

-, " H uman Anceslors: Changi ı ıg V iı·ws of Tiwir Behavior, " Journal of Anıhropologiml Arc!Hwlogr tJ. ( ı 1JBS): 292-:!27 .

Bunn, Henry ve Ellen Kroll, " Syslc ı ı ıa l i « " Bı ı ıdwry lıy Plio/Pieistocene Hom inids al Old ı ı va i Corgı·, Tanzania , " Current Anıhropology 27 (1 986) ; tJ.:� ı -t�S2 .

Bunn, Henry ve diğ., " FxJj 50: A ıı Ea rly l ' ı ı · is lon•ııp Si ı ı� i n Northern Kenya, " World A rcluırlogy ı 2 ( ı 1>110): ı 09- ı :Hı.

lsaac, Glynn, " The Sharing I l ypolht's is , " Sciı·11tific A mt•rinw , N isan 1 978, ss. 90-1 06.

--, " Aspecıs of H uman Evolution, " /�'mfutwll Jiom !11olı·nıln to Man, yay. haz. D.S. BendaU (Canı l ır idgP: Lı ı ı ı ı ır idgı · U ı ı ivı ·rs i ıy Press, 1 983) .

Lee, Richard B. ve lrven DeVore, yay. haz . , !Ilan tl11• llwllı•r /Chicago: Aldine, 1 968) .

Poıts , Richard , Early llominid Activitie.1 at ()/du l'lli ( Nı·w York: Aldine, 1 988).

Robinson, Jol ı ı ı T., " Adaptive Radiat io ı ı iıı ı ı w A ı ısı ıa ıopi ı ıwc: ines and ı lw Origiı ı of Man , " African Ecofo; n and linman 1�'/'0lution, yay. haz. F .C. l inwell ve F. Bourl inı· (Ch icago: Aıd i ıw, ] 963); ss . 38!}-tJ. ı (ı.

Sept, Jeanıu· M . , " i\ New Perspecı ive o ı ı l l oı ı ı i ı ı id A n: lıaelogical Siıes froıı ı ı ı w l\1 a pping of Chi ıııpanzı · ı · Nı·sıs, " Current Anthropo{gy :u ( ı 1)'J2) : 1 87-208.

1 7 1

Shipman, Pat, " Scavenging or H u nting İn Early H ominids? " American Anthropologist 88 (1 986) : 2 7-43 .

Zihlman, Adrienne, " Women as Shapers of the H uman Adııptation, " Woman the Gatherer, yay. haz . Frances Dahlberg (New H aven : Yale University Press, 1 9 8 1 ) .

S. BÖLÜM: MODERN iNSANLARlN KÖKENi

Klein, Richard G. , " The Archeology o f M odern H umans , " Evolutionary Anthropology l ( 1 992): 5- 1 4 .

Lewin, Roger, The Origin of Modern Humans (New York: W . H . Freeman, 1 993).

Mellars, Paul, " Major Issues in the Emergence of M odern H umans, " Current Anthropology 30 (1989): 349-385.

Mellars, Paul ve Christopher Stringer, yay. haz . , The Human Revolution: Behavioural and Biological Perspectives on the Origins of Modern Humans (Edinburgh: Edinburgh University Press, 1 989).

Rouhani, Shahin, " Molecular Genetics and the Pattern of H uman Evolution, " The Human Revolution, yay. haz. Mellars ve Stringer.

Stringer, Christopher, " The Emergence of M odern H umans , " Scientific American, Aralık 1 990, ss. 98-l 04.

Stringer, Christopher ve C l ivı� Caınlıle, In Search r�f the Neandetrhals (Londra: Thames & l l udsorı , 1 99:� ) .

Thorne, Alan G. ve M ilford l l . WolpofT, " Tiıı • M ı ı l ı in�gional Evolution of H umans, " Sciı�ntıJic i111wrim.n, Nisan 1 992, ss. 76-83.

Trinkaus, Erik ve Pat Shipınaıı, 1'/w Nı·andatlıals (New York: Alfred A. Knopf, 1 993).

White, Randall, " Retbinking ı l w M it l t l l t ·/U pper Paleolithic Transition , " Current Antlıropology 2:� ( 1 982): 1 69- 1 89.

Wilson, Allan C. ve Rebecca L. C.ı ı ı r ı , " The Recent African Genesis of H umans , " Scientific A mt•rinı n , Nisan 1 992, ss. 68-73 .

6. BÖLÜM: SANAT DiLi

Bahn, Paul ve Jean Vertut, lmagt•s oftlıe Ice Age (New York: Facts on File, 1 988) .

Conkey, Margaret W . , " New A pproaches in the Search for Meaning? A Heview of Research İn ' Pa leoliıhic Art , ' " Journal of Field

1 72

Archaelogy 1 5 (1 987): 4 1 3-430. Davidson, lain ve William Noble, "The Archeology of Depiction and

Language, " Current Anthropology 30 (1989) : 125-1 56 . Halverson, John, " Art for Art's Sake i n the Paleolithic , " Current

Anthropology 28 (1987): 63-89. Lewin, Roger, " Paleolithic Paint Job," Discover, Temmuz 1993, ss.

64-70. Lewis-Williams, J. David ve Thomas A. Dowson, "The Signs of All

Times, " Current Anthropology 29 ( ı 988) : 202-245. Lindly, John M. ve Geoffrey A. Clark, " Symbolism and Modern

H uman Origins , " Current Antlıropology :3 1 ( l 99ı ) : 233-262. Lorblanchet, M ichel, " Spitting I mages , " Arclwology, Kasım/ Aralık

199 1 , ss. 2 7-3 1 . Scarre, Chris, " Painting by Hesoııa nct�, " Na ı ı ı re :3:�8 ( 1 989) : 382. White, Randall, " Visual Think�ng i ıı ı lw lee Age , " Scientific

American, Temmuz I 989, ss. 92-1)1) .

7. BÖLÜM: Dil SANATI

Bickerton, Derek, Language and Spı·cin (Chicago: U ı ı ivnsiıy of Chicago Press, ı 990) .

Chomsky, Noam, Language and J>rohll'llıs o/ 1\noıolı·d�ı· (Cam b ridge: MIT Press, 1 988).

Davidson, lain ve William Noble, "Tiıl' A rdwoıogy of l kpidion and Language," Current Anthropology :w ( ı I JB I J ) : ı � S- ı S Cı.

Deacon, Terrence, " The Neural Circı ı i ı ry l l ı ıd ı · ıl y i ı ıg l 'r i ı ı ıa l ı � Ca l ls and H uman Language, " Human f,'ııo/ution · l ( ı 1) 1111 ) : :Hı7-'l0 l .

Gibson, Kathleen ve Tim lngold, yay. l ıaz . , "/iw/.1 , l.ıl lı�ıww·. and Intelligence (Cambridge: Cambridge� l l ı ı�v· · r-. i ı y l ' ıı ·ss, ı 111>2).

Holloway, Ralph, " H uman Paleontologica ı Jo: v id o · ıwo · ) { , . ı, ·va ı ı l lo Language Behavior, " Human Neurohiolo�r � ( ı I J I I : I ) : ı OS- ı 1 1.

lsaac, C lynn, " Stages of Cultural Elabo ra l ioı ı i ı ı ı ı w ı • ı , · isl ı wı�ne , " Origins and Evalutian of Language and s,,.,., .Jı , yay. l ıaz . Steven R. I l a rnaı l , l l orst D. Steklis ve Jane Lı ı ın ·-. ın ( No·w Y ork: New Yokr Acaıl1 ·nıy of Sciences, ı 976) .

Jerison, l l a rry, " ) hain Size and the Evoı ı ı t i c ı ı ı of M i ııd , " '/'lıe Fifiy-nintlı }allu'.l Arthur Lecture on tlıı· 1/umll/1 Ilmin (New York: American M wwııı ı ı of Natural History, ı 1111 ı ) .

Laitman, Jdln·y T., "The Anatomy of l l ı ı ı ı ı a ı ı Spı·ıTiı , " Natural History, A �ııstos ı 1>B1l, ss. 20-27 .

1 73

Pinker, Steven, The Language lnstinct (New York: William M orrow, ı 994) .

Pinker, Steven ve Paul Bloom, " Natural Language and Natural Selection," Behavioral and Brain Sciences 1 3 (1 990) : 707-784.

White, Randall, " Thoughts on Social Relationships and Language in Ho mini d Evolution , " Journal of Social and Personal Relationships 2 (1 985) 95-l l 5.

Wills, Christopher, The Runaway Brain (New York: Basic Books, ı 993).

Wynn, Thomas ve William C. McGrew, " An Ape's View of the Oldowan, " Man 24 (ı 989): 383-398.

8. BÖLÜM: ZiHNiN KÖKENi

Byrne, Richard ve Andrew Whiten, Machiavellian Intelligence: Social Expertise and the Evalutian of lntellect in Monkeys, Apes, and Humans (Oxford : Ciarendon Press, ı 988).

Cheney, Dorothy L. ve Robert M. Seyfarth, How Monkeys See the World (Chicago: University of Chicago Press, ı 990) .

Dennett, Daniel, Consciousness Explained (Boslon: Little, Brown, ı 9 9 ı ) .

Gallup, Gordon, " Self-awawıwss a n d ı he Enıergence of M ind in Primates , " American ]o nma/ of Primatology 2 ( 1 982): 23 7-248 .

Gibson, Kathleen ve Tim l ı ıgold , yay. l ıaz . , Too ls, La nguage, and I ntelligence (Canıbridgı·: C.ı ı ı ı l ı ridgc l l ı ı ivns i ıy J ' n,ss, 1 992).

Griffin, Donald, Animal Minds (Ci ı il 'ago: l l ı ı i vı ·rs i ıy of Chicago Press, 1992).

H umphrey, Nicholas K., 17u· fllll.t'T l·:) t' ( l .oııd ra : Faber & Faber, 1 986) .

--, A History of the Mind (NPw York : l l a rperCollins, 1 993). Jerison, Harry, " Brain Size and ı lw Jo:vo l ı ı ı ion of M ind," The

Fifıy-ninth ]ames Arthur /,r•ctwt· on the Iluman Brain (New York: American M useum of Naıura l l l is lory, 1 9 9 1 ) .

McGinn, C o lin, " Can W e Sol vi' ı l w 1\1 i ı ıd-Body Problem?" Mind 9 8 ( 1 989): 349: 366.

Savage-Rumbaugh, Sue ve Rogn l .ı ·w in, Kanzi: At the Brioık of 1/uman Mind (New York: John WjlH)I; 1�4).

1 74

.. BiLiM iN U STALARi n D iz i s i H a kkı n d a :

New Yorklu bilim adamı John Brockman'ın kurduğu Brock­man, Ine. ajansının bir araya ge l ird iği , konularında d ünyanın en önde gelen bilim adamların ın , l ı il i ın in sınırlarını gittikçe ge­nişleten ve geniş ki tlelere yayı l ınas ın ı sağlayan çal ışmaları " Science M asters" başlığı al ı ı nda 1 <J<J!J. ' ten beri , Almanya'da Bertelsmann , İtalya'da Rizzoli, A B I > 'd ı � na8ic Books , İngilte­re'de Orion gibi büyük yayı ı ı ı �v l l 'r İ l araf"ı ı ıdan yayınlanmaya başladı. Birinci böl iim ii oı ı i k i , i k i ı ı ı · i l ı i i l i "ı ı ı ı ii on kitaptan olu­şan ve 1 998 itibarıyla 25 i "ı l kı ·yı � sal ı lan l ı ı ı görkemli dizin in Türkçe çevirileri yayınevimizde yayı ı ıLı ı ı ı yor.

İLK BÖLÜMÜ OLUŞTURAN Y A I ' IT I .A H :

Richard Leakey: " The Origin of I I u ıı ı a ı ı k i ı ıd " (in.w/ 11 111 1\.ii/wni) John Barrow: " The Origin of the U ıı ivnsı · " (Fnnı iH I\.iikl'lıi) Paul Davies: " The Last Three M iıııı l ı·s " (Son 1 \ /hıkil.-11) Richard Dawkins: " River Out of Ed(' ı ı " (l .'nı nı ·llı ·n ,1 1.-ııH lmwk) Daniel C. Dennett: " Kinds of M inds " (;1 /ılın '/'w lı ·ı i) Jared Diamond: " Why Sex is Fuıı " (Sı·k1 f\'ı ·ılı·n 1\.q ifliılir) Daniel H illis: " Etchings on a Stone" (N ir 'liı.� 1 1 1 (!.�ı·ll l/ llt•!,·i Oyma/ar) Mary Catherine Bateson: " Social Changı· a ı ıd A ı Lı pl a l io ı ı "

(foplumsal Değ·i§inı ve Uyum) George Smoot : " The Reginning of the Ti ı ıw " (l.ıl lll t / 1 1 1 1 1 lfıı}lwı.gıcı) M arvin Minsky: "Tiı iııking Machiııes " (/Jii.)illl l "ll Mulı ill t'll'l) Steve Joıws: " Change and Decay " (/},·�i�illı , ., . (."w iimt') Stephen .l ay Coıı ld : " Pattern and D i n ·ı · l i ı ı ı ı i ı ı ı l w l l is ı ı ıry of Life

(Yaşam Tarilı inılr� Model ve Yön)

1 75