39
sabah ülkesi üç aylık kültür ve sanat dergisi SAYI12 2007 Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl, Muhammed’siz muhabbetten ne hâsıl?

sabah ülkesi oldu hâsıl, Muhammed’siz muhabbetten ne hâsıl? · Son Ülke - ìeyh Galibin ìiir ìerhi H. Yavuz Aytekin 4 6 8 11 15 17 20 22 25 28 32 34 36 37 38 Peygamber Efendimizin

  • Upload
    vonga

  • View
    228

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

sabahülkesi

üç ayl ık kül tür ve sanat dergis i

SAYI122007

Muhabbetten Muhammedoldu hâsıl,

Muhammed’siz muhabbettenne hâsıl?

Son Ülke - eyh Galibin iir erhiH. Yavuz Aytekin

4

6

8

11

15

17

20

22

25

28

32

34

36

37

38

Peygamber Efendimizin E itim MetodlarıÖmer Dikici

Öyle Deme…lhan Bilgü

hsan Süreyya Sırma Hoca ile Röportaj

Modernizmin GötürdükleriBurçin Esin

Ça ın E siz Güzeli: BediüzzamanSümeyye Kocamaz

Mistik Ve Militan ehir: PragEnes Bayraklı

Kitapların Yakıldı ı Yerde: Heinrich HeineYeter DemirPan’ın LabirentiYusuf Kocamaz

Yitik Cennet – Sezai KarakoçHz. Muhammed’in Hayatı - Martin Lings

Yazıların hukuki sorumlulu u yazarlarına aittir.Gönderilen yazılar iade edilmez.

içindekiler

Kelimeleri Taçlandıran iir; NaatZeynep Kaya

Han(g)i Ba datYusuf Dursun

HümanizmBülent Esin

Dünden Bugüne Müzi imizEmre Karalı

Çöle nen Nur - Necip Fazıl Kısakürekslam Peygamberi - Muhammed Hamidullah

sabahülkesi

editörden

SahibiIslamische Gemeinschaft Milli GörüIGMG e.V.Amtsgericht Bonn, VR 6621

Vertreten durch den Vorstand:Osman Döring, VorsitzenderO uz Üçüncü, GeneralsekretärAli Bozkurt, Stellv. Vorsitzender

Genel Yayın YönetmeniYakup Geçgel

Yazı leri MüdürüYeter Demir

Yayın KuruluAbdülgani KarahanAli Aziz Do uDr. Burçin EsinBülent EsinEnes BayraklıHüsnü Yavuz AytekinÜnal KoyuncuYeter DemirYusuf DursunYusuf KocamazZeynep Kaya

Layoutmusdi

BaskıYavuzsöhne-Duisburg

rtibatsabahülkesi@sabahülkesi.netBoschstrasse 61-6550171 KerpenAlmanya

Yıllık Abone ücreti: 59,- EUROJahresabonnement: 59,- EUROIGMG Genel Merkez üyeleri ücretsizdir.Für Vereinsmitglieder der IGMG kostenlos.

Der Bezugspreis ist imMitgliedsbeitrag enthalten.

Sabah Ülkesi Dergisi 12.000 adet basılıyor olup: Türkiye, Bosna-Hersek, Lichtenstein, Mısır, Avusturya, sviçre,sveç, Norveç, Danimarka, Kanada, Amerika Birle ik Devletleri, Avustralya, Almanya, Belçika, Lüksemburg, Hollanda, Fransa, ngiltere ve talya’yada ıtılmaktadır.

Beni bu güzel havalar mahvetti, …

Eve ekmekle tuz götürmeyi Böyle havalarda unuttum…airin tasvir etti i bir nisan havasından herkese yeniden Merhaba…

A açların envai çe it çiçek açmasıyla, parkların yeniden enlenmesi ve çimen kokma-sıyla, o doyumsuz toprak kokulu nisan ya murlarıyla beraber bu sene de mevsimin nazlı kızı bahara adımımızı atabildik.Bize eve ekmek tuz götürmeyi unutturan, böylesine ba döndüren, kainatta mü âhede etti imiz nâmütenahi güzellikleri yüce yaratıcının esmasıyla, ahsında en güzel bir bi-çimde tecelli ettiren “örnek insan”ın da dünyaya te riflerinin kutlanıldı ı Kutlu Do um Haftası’na ula manın mutlulu unu ya ıyoruz.“Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl, Muhammed’siz muhabbetten ne hâsıl ? “diye ifâde edilen bu a ka, hurma kütü ünün bile firâkinden inledi i o Gül, “ki i sevdi-i ile beraberdir” müjdesini vermi tir bizlere. Dile imiz Peygamberimiz (a.s.v)’in sün-

netinin ya amımızın her karesini doldurmasıdır. Tüm slam âleminin Kutlu Do um Haftası’nı tebrik ediyor, En Sevgili’nin muhabbetinde baki kalmayı diliyoruz.Dergimizin bu sayısında Prof. Dr. hsan Süreyya Sırma hocamız ile Peygamber Efen-dimiz üzerine bir röportajımızı sunuyoruz sizlere. lhan Bilgü, “Öyle Deme” yazısıyla peygamberimizin “emrolundu un gibi dosdo ru ol” ayet-i kerimesini nasıl ya adı ınıanlatıyor. Dipl. Päd. Ömer Necati Dikici peygamberimizin e itim metoduna dikkati-mizi çekerken, Zeynep Kaya ise övülmeye en lâyık olana yazılmı naatlar bahçesinden bir demet sunuyor bize. Italo Calvino, ‘Klasikleri Neden Okumalıyız?’ yazısında öyle diyor: “Klasikler, insanların, hiçbir zaman okuyorum demedikleri, genellikle yeniden okuyorum dedikleri kitaplardır.” Ve “yeniden” vurgusunu da bir yalan olarak de er-lendirir. Çünkü klasiklerimizi her ya ta, her ça da farklı bir pencereden ayrı bir tatla okuruz. Kitap tanıtımlarımızda da bizim için hiç eskimeyen, klasik siyer kitaplarımızçıkıyor kar ımıza.“Her zerrede ölen benimölen ba dat benim”diye söze ba layan Yusuf Dursun, Ba dat’ın karanlıkta kalan yüzünü göstererek, “Ta-rihi ve belle i yok olan Irak artık `özgürle tirilmeye’ daha uygun” diyerek yorumu vurucu bir ekilde bize bırakıyor. Enes Bayraklı ise yedi tepe üstüne kurulmu , altınehir Prag’ı ke fetmemizi öneriyor. Bülent Esin, hümanizmin göründü ü kadar masum

olmadı ını, getirdi i eyin mutluluktan ziyade yıkım oldu unu; Burçin Esin ise ideolo-jik bir ikna gibi algıladı ımız modernizmin “unutturma” oldu unu hatırlatıyor bizlere. Yusuf Kocamaz, “ öyle adam gibi bir film izlemeyeli de çok oldu’ diyenimiz varsa Pan’ın Labirenti’ini bir denesin” diyerek heyecanımızı cezbediyor sinema dünyasında. Emre Karali ise toplumun kendisini ifade etmesi için kullandı ı ba ka bir dile “müzik”e çekiyor dikkatlerimizi. Sümeyye Kocamaz, Risale-i Nur’ların müellifi, ça ın e siz güzeli Bediüzzaman’ı tanıtırken, “Kitapların yakıldı ı yerde insanlar da yakılacaklar” diyen alman air Heinrich Heine’nin hayatını da payla ıyoruz sizlerle. Son olarak da Son Ülke’mizden Yavuz Aytekin eyh Galib’in iir erhiyle u urluyor bizi. Bir sonraki sayımızda görü mek üzere.yi okumalar diliyoruz.O’na emanet olunuz..

3sayý12/2007

4 sayý12/2007

çok iyi bilinmesi gereken bir türdür. Divan edebiyatımız-da en güzel eserlerin naat türünde verilmi olması da bu nedenle kolayca anla ılabilir.Hatta kaside türünde öyle eserler verilmi tir ki sanatın-dan ziyade bahsetti i peygamber sevgisi nedeniyle, bir araya toplanmalar sırasında en çok okunan iirler bunlar olmu tur. Mısır’da ya amı olan imam Bûsîrî’nin el-Kevâkibü’d-dürriyye fî medhi hayri’l-beriyye adını vermesine ra men daha çok Kasîdetü’l-bürde diye bilinen naatı buna çok iyi bir örnek olarak verilebilir. Rivayete göre imam Bûsîrî rüyasında efendimizi (s.a.v) görür. Peygamberimiz felçli olan Bûsîrî’den muhabbe-tini terennüm etti i naatı okumasını ister. iirin sonunda peygamberimiz (a.s) airin felçli olan yanını sıvazlar. Sa-bah kalktı ında iyile ti ini gören airin, buldu u hürmet sebebiyle toplumdaki de eri yükselir ve iiriyle birlikte ün salar.

Yemen illerinden getirilen kahvenin bir bardak su ile beraber ikramında bile gizli bir ho luk vardır hürmeten. A ız, peygamber topra ını geçerek gelen kahveyi iç-meden evvel su ile temizlenir. Böylece kahvenin tadına erebilsin içenler. Melekler çıkan rayiha sebebiyle ho nut kılınsın.

Saygıdan yana bunca titiz olan gönül ehli insanının hür-metten, a ktan ve i tiyaktan yana sözü varsa onu dillen-direcek bir tarzı da var demektir. E er ekil yoksa mu-hakkak eksik olan bir eyler var demektir. Edebiyatımızda Türk yazı dilini hakkıyla kullanan, dilin

En asil ve umûllü anlatma ekli iirdir. Top-lumların kültürünü ve niteli ini anlayabilmek için evvela iirini incelemek gereklidir. Bu bazen

yeterlidir bile. Toplumun yapısından do an ve toplumun yapısını etkileyen pek çok iir çe idi ve bu türlerin birer varolma sebebi vardır.

Bazı iirler ise, övgüden daha üstün olana sunulabilmek için kelimelerin yüreklerdekilere ayna olma çırpını ıdır. Kelimeleri taçlandırmak böylece…iirler içinden seçilen iirler vardır. Özel olarak kabul

edilen, yazanına yazdı ı sebebiyle de er katan türden olanlar...

“Senin a kın kamu derde devâdır Yâ Resulallah Yüzüm sürsem turabinde, revadır Yâ Resulallah Ümidim kesmezem senden Yüzüm kare günahımden Bana bir merhamet senden atâdır Yâ Resulallah

Dilerim ki ehit olsam senin yolunda can koysam Cemâlin nurini görsem sefâdır Yâ Resulallah Seni âlemlere rahmet diye gönderdi ol Hazret Seninçündür sekiz cennet bekâdır Yâ Resulallah“ *

Peygambere olan muhabbeti, a kı naatta kalıba sokmuâ ıklar.slâm dünyasında yeti en airler, dehâ ve sanatlarının en olgun ürünlerini de Efendimiz (s.a.v.) için yazmı olduk-ları naatlarda ortaya koymu lardır. Muhabbete de en kalem ve kelâm sadece dokundu unokta itibariyle bile büyük bir de er bulur. Öyleyse naat

Kelimeleri Taçlandıran iir;

Naat Zeynep [email protected]

5sayý12/2007

* Hâfız Edhem

inceliklerine vâkıf temel iki airden biri olanYusuf Has Hâcib’in do ruluk bilgisi anlamına gelen Kutadgu Bilig eserine giri yaparken ilk olarak tevhid ve ikinci olarak naat zikrini yapması inanı ın yerini ve peygambere olan muhabbeti gösterir. nanı ve ekil eser sahiplerinin ver-dikleri eserlerden ayrı tutulamaz.

Övgüyü, yapılabilecek her övgüden daha üstün olana sunabilmek için kullanılan naat türü ekilde ba arıya, manada derinli e ve bütünlü e ula mı , kasidenin man-zum bir bölümüdür.

Üç dilde divanı bulunan tek air olan Fuzûli’nin edebiya-tımızdaki varlı ı büyüktür.Bir naat olan ‘Su’ kasidesi de türünün en ba arılı örnek-lerindendir. Her beytin sonu ‘su’ ile bitti i için bu isimle anılır. Su kasidesinde peygamber bir sevgili gibi anlatılırve gerçek a k oldukça detaylı olarak i lenir. Sevgiliyi gül benzetmeleriyle okumaya alı ı ız. Bu kasidede ise pey-gamberi, suyun kendisine ula maya çalı tı ı sevgili ek-linde tasvir etmi tir Fuzûli.

(Su Kasidesi )Kaside Der Na’t-ı Hazret-i Nebevî

1.Saçma ey göz e kden gönlümdeki odlara su Kim bu denli dutu an odlara kılmaz çare su

2.Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem Ya muhît olmu gözümden günbed-i devvâre su 3.Zevk-i tigından aceb yok olsa gönlüm çâk çâk

Kim mürûr ilen bırakır rahneler dîvâre su

4.Vehm ilen söyler dil-i mecrûh peykânın sözünhtiyât ilen içer her kimde olsa yâre su

5.Suya versin ba -ban gülzar-ı zahmet çekmesin Bir gül açılmaz yüzün tek verse bin-gülzâre su

Her air kaleminin yetti ince yüceltmi kelimelerini ve peygambere naatlar yazmı .Belki herkes bir iir sunmalı sevgililer sevgilisine. Muhab-betine dair bir sözü oldu unun delili olsun bu.

Tekbirin bestekâri Itrî’nin naatıyla içelim erbetimizi;

sayesi dü mez yere bir böyle nahl-i tursûn mihr-i âlemgîrsin ba tan aya a nûrsun târik-i gülzâr-ı âlem, mâlik-i milk-i âdem münkirine mahz-ı matem, mü’minine sûrsun sensin ol eh kim süleymanlar kapında mûrdur on sekiz bin âleme hükmetme e me’mûrsun el benim dâmen senin ey rahmeten lilâleminöhretim isyan benim, sen afvile me hursun

padisah-ı evvelin ü kıblegâh-ı âhirin evvel ü âhır imam ül-enbiyâ mezkûrsun ya resulallah umarım diyesin jtiz-i ceza gerçi cûrmüm çoktur amma itrîye ma fûrsun

Rasulullah’a hürmetlerini sunanlara hürmetle.. Salat ve selam Habibullah’ın üzerine olsun..

6 sayý12/2007

1. Güzel ya antısı ve büyük ahlakıyla ö -retmesi

Hz. Peygamber a.s’in ö terim metodlarının en mühim ve önde gelenlerinden birisi, ya amı, iyi hali ve yüce ahlakıdır. Efendimiz ashabına bir eyler emrederken, bir eyleri yasaklaren önce kendisi o konuda örnek olu-yordu

2. Dinin hükümlerini tedrici olarak ö retmesi

Peygamber efendimiz a.s dinin ahkamını peyderpey ö retiyordu. Zihinlere daha iyi yerle sin, günlük hayat-ta daha rahat uygulanabilsin diye efendimiz böyle bir metodu takib ediyordu.Cundeb bin Abdillah r.a diyor ki: Peygamber a.s ile bir-likte iken ergenlik ça ında gençler idik. Kuran-ı ö ren-meden önce imanı ö rendik. Kuran-ı daha sonra ö ren-dik ve onun sayesinde imanımız arttı. (Ibn-i Mace)

3. E itimde itidalli olu u ve usandırmaması

Efendimiz ashab usanmasın diye, nasihatte bulunmak ve ö retmek için uygun vakit ve durumları göz önünde bulundururdu. Itidal ve orta yol efendimizin prensilerin-dendi.“Kolayla tırın, güçle tirmeyin; Müjdeleyin, nefret ettir-meyin” (Buhari)

4. Ö renenlerin ferdi farklılıklarını göz önünde bu-lundurması

Peygamber efendimiz a.s herkesin anlayı ına ve seviye-sine göre hitap ederdi. Dine yeni giren insanlarla, tec-

rübelilerin arasını ayırırdı. Herkesin sorusuna onu ilgi-lendiren kadarıyla ve durumuna uygun olarak cevap verirdi.Abdullah bin Amr r.a: “Bir adam Peygamber efendimize as gelerek cihad icin izin istedi. Peygamber as da ‘an-nen baban sa mı diye’ diye sordu. Adam ‚evet’ deyince Peygamber efendimiz a.s ‘onlara iyilik etmek icin çalı ’(cihada gitme, onlara hizmet et) buyurdu.“ (Buhari)

5. Diyalogla ve soru sorarak ö retmesi

Peygamber efendimizin a.s e itim metodlarından birisi de, dinleyenlerin dikkatlerini toplamak, verece i cevaba teksif etmek ve cevabın ne olaca ı hususunda fikir üret-meleri için kar ılıklı konu ması ve soru sormasıydı.Ebu Hureyra r.a: Rasulullah a.s “bana söyleyin, sizden birinin kapısında bir nehir aksa ve bundan günde bekez yıkansa, vücudundaki kirinden bir ey kalır mı?“ diye sordu. Ashab „hayır kirinden hiç bir ey kalmaz“ dediler. Peygamber efendimiz de a.s ”be vakit namaz da i te böyledir. Allah onlarla günahları yok eder“ buyurdular. (Müslim)

6. Sözlü ifade ve elle i areti birarada kullanması(Jest – Mimik)

Bazı zamanlar Peygamber efendimiz a.s meramını sözle ifade etmenin yanında, mübarek elleriyle de i aret eder-di. Bunu anlatmak istedi ini daha iyi açıklamak, zikretti-i veya ö retti i eyin ehemmiyetine dikkat çekmek için

yapardı.Sehl bin Sad r.a: Rasulullah a.s; “Yetime bakan kimseyle ben cennette u ikisi gibiyiz” bu-yurdu ve aralarını biraz açarak i aret ve orta parma ıyla i aret etti. (Buhari)

Peygamber efendimizinö retim metodları& Pedagog olarakHz. Muhammed (as)

„Ey inanalar! And olsun ki, sizin için, Allaha ve ahiret gününe kavu mayıumanlar ve Allahı çokca anan kimselar için Rasulullah en güzel örnektir“ (Ahzab:21)

Dipl. Päd. Ömer Necati Dikici

7sayý12/2007

7. Bir eyin haramlı ını tekid etmek için onu eline alıp muhataplarına göstermesi

Haram edilen ve yasaklanan eyi bazen efendimiz as eline alır ve muhataplarına gösterirdi.Ali bin ebi Talib r.a: Rasulullah a.s sol eline ipek, sa eli-ne de altın aldı. Sonra ikisini elle-riyle yukarı kaldırdı ve “bu ikisi ümmetimin erkeklerine haramdır, kadınlarınaise helaldir” buyurdu. (Ebu Davud)

8. Ashab sormadan anlatması

Zaman zaman peygamber efendimiz a.s ashabın soru sormalarını beklemeden, hiç kimsenin akledemedi ihususları onlar sormadan ashabına anlatırdı.Ebu Hureyreden (r.a) rivayetle Rasulullah a.s öyle bu-yurdular: “ eytan sizden birine gelir ve ‘ unu kim yarattı’diye sorar. (Sorularını devam ettirerek) sonunda ‘rabbini kim yarattı’ diye sorar. bu noktaya gelince, ki i hemen Allah’a sı ınsın ve bu tip dü üncelerden vaz-geçsin” (Bu-hari)

9. Sual soranın sorusuna cevap vermesi

Rasulullah a.s sual soranların sorularına cevap verirdi. Dinin pek çok kural, hüküm ve temel esaslarını asha-bının sormu oldu u sorulara ceyap vermek suretiyle ö retmi lerdi. Ayrıca efendimiz as ashabının dinin hü-kümlerini sormaya te vik ederdi.Cabirden r.a, Rasulullah as: “Cehaletin ilacı sormaktır.”

10. Soru soranın sorusuna fazlasıyla cevap vermesi

Peygamber efendimiz bazen (suali yanında bunu da bil-

mesi gerekir diye dü ündü ünde) soru soranın sualine sordu u eyden fazlasıyla cevap verirdi.Ebu Hureyreden r.a: Benu Mudlic den bir adam rasu-lullaha sordu: “Ya Rasulallah! Biz de-niz yolculu unaçıkıyoruz. Yanımıza da biraz içecek su alıyoruz. Bu suyla abdest alacak olsak susarız. deniz suyuyla abdest alabi-lir miyiz?” Rasulullah öyle buyurdular: “ Denizin suyu temiz, ölüsü helaldir” (Muvatta)

11. Soru soranı sorusu dı ında ba ka bir yöne çek-mesi

Büyük bir hikmetten ötürü bazen peygamber efendimiz a.s soru soranı sorusundan ba ka yöne çevir-irdi.Enes bin Malik r.a: Bir adam Rasulullah’a sordu: “Ya Rasulallah! Kıyamet ne zaman?” Pey-gamberimiz a.s de “ona ne hazırladın?” diye kar ılık verdi. (Buhari)

12. Üç kez tekrar etmesi

Enes bin Malik ra den: “Peygamber a.s bir söz söyledi-inde anla ılması icin üç kez tekrar ederdi.” (Buhari)

13. Kadınların e itimine önem vermesi

Peygamber a.s hanımlarin ihtiyaç duydukları eylerionlara ö retmeye ehemmiyet verirdi. Bu maksatla bazısohbet ve vaazlarını onlara tahsis etmi ti. (Buhari)

Kaynak:Bir E itimci olarak Hz. Muhammed ve ö retim metodlarıTercüme: Enbiya Yıldırım / Yazar: Abdulfettah Ebu Gudde / Yasin Yayınevi

“Ben ancak bir muallim olarak gönderildim” (Ibn-i Mace)

8 sayý12/2007

lk vahyin geldi i günler... te o anlar... O an-lar ki, insanlık için “Rahmet olmaktan ba kabir ey olmayacak olan” Allah’ın sevgili kulu

ve elçisi Muhammed Mustafa’nın (s.a.v.) o yüce gö-revle görevlendirildi i anlar... O yüce insan, büyük bir sıkıntı içerisindedir. Kendisine a ır bir yük yüklenmi tir:Oku! Kalk ve insanları uyar! nsanlar, putlara ve nefis-lerine kul köle olmasınlar. Kullukları sadece “La ilahe ilallâh”tan kaynaklansın ve bunu da hayatlarında isbat etsinler!

Peygamber efendimiz Hazreti Muhammed sallahu aley-hi vesellem, bu ilk emirleri aldı ında vazifenin a ırlı-ından dolayı girdi i sıkıntı ile kendine gelme çabası

içerisindedir. Eve geldi inde, en büyük yolda ı, sırda ıve zevcesi Hz. Hatice’ye (r.a) seslenir: “Beni sarıp, ör-tün! Beni sarıp örtün!” Biraz kendine geldi inde elçili iyeni bildirilmi olan Allah Resûlü (s.a.v.) “Ey Hatice! Uy-kuda rüyamda görüp de sana anlattı ım eyi Rabb’im bana Cebrail’i göndererek açıkladı: nsanları La ilahe illallâh’a ça ır,” diye ba ından geçenleri anlatır.

Peygamberimiz hala öylesine heyecanlıdır ki, “Do ru-su kendimden korkmu tum. Aklım ba ından mı gidiyor diye” deyince hz. Hatice (r.a) irk ve cahiliyye dönemin-deki Hanif’li in, hakikatten sapmamanın verdi i süku-netle unları söyler:

“Fe vallâhi! La yuhzinuke’llahu ebeden...” O Allah’a yemin olsun ki, O Allah, seni hiç bir zaman üzüntüye dü ürmez, utandırmaz”

lhan Bilgü[email protected]

9sayý12/2007

Çocuklu undan ve gençli inden beri tanıdı ı, o devrin artlarına göre büyük bir servete, mala ve mülke sahip

oldu u halde, varlı ının tamamını gözünü kırpmadan emanet etti i bu insan, aynı zamanda 15 yıldır da zevcesi idi. O’nu (s.a.v.) herkesten daha iyi tanırdı... Hissiyatını,ruhiyatını, insanlara muamelesini... te bu yüzdendir ki, a zından u sözler dökülür Hazreti Hatice validemizin:

“Çünkü sen! Sıkıntıya dü mü akrabanı görür gözetirsin! Çünkü sen! ini görmekten aciz olanların yükünü ta ır-sın! Çünkü sen! Yoksula verir, onlara hiç kimsenin ka-zandıramayacaklarını kazandırırsın!. Çünkü sen! Yetimi korur, hakkını iade edersin! Çünkü sen! Misafirleri konuk eder, onları en iyi bir ekilde a ırlarsın! Çünkü sen! Hak yolunda kar ıla tıkları musibet ve felaket kar ısında hal-ka yardım edersin! Çünkü sen! Bir söz söyledi inde do -ru söylersin! Çünkü sen! Emaneti yerine verirsin! Çünkü sen! Güzel huylusun da!” (Taberî. Cami’u’l Beyan, C. 15, S. 318)

Bir Allah elçisini teselli eden bu sözler, o büyük insanı(s.a.v.) tanımlayabilecek en özlü sözlerdir. O dönemi öyle bir göz önüde bulundurdu unuzda gördü ünüz ey, Allah’tan ba ka ilahlar edinip, a aç, ta ve hamur-

dan yapılmı putlara tapınıp kulluk etmekten, zulümden, haksızlıktan, güçsüzleri ve savunmasızları horlamaktan, varlıklarına el koymaktan ve... Öldürmekten ba ka nedir ki?

Yüce ki ili i ile artık kıyamete kadar örnekli i devam edecek ve bütün bir aleme rahmet da ıtacak olan O

insan (s.a.v.), ta gençlik dönemlerinde Hilfu’l Fudul’u (fazıllar, erdemliler sözle mesi) imzalamamı mıydı?

Hatırlayınız ki, o dönem, Mekke’ye gelenler içerisinden korunmasız, savunmasız olanlar dövülüyor ve mallarına el konuluyordu. Yetim olmasına ve akrabalarının koru-masına muhtaç olmasına ra men, aralarında en yakınakrabalarının da bulundu u Mekke’nin iktidar, mevki ve para sahiplerine kar ı direnip, mazlumu, korunmasız ve muhtacı ölesiye korumaya and içen o genç Muhammed (s.a.v.) de il mi idi.

Yolda, sokakta a layan bir çocuk görse ba ını ok ayıp, neye üzüldü ünü ö renip teselli eden yine O de il mi idi? Hele bir yetimi görse, gözlerinden ya lar dökülür, onları avuturdu. Ve elçi oldu unda, öyle bir emir daha alacaktı: “Yetimi itip kakanı görmedin mi?” (Maun Sû-resi, 2) Yazıklar olsun onlara, ki onlar hem bu dünyada hem de öbür dünyada kahrolacaklardır. Ve kendileri de öyle buyuracaklardı: “Her kim ki bir yetimin bakımını

üstlenir ona iyi muamele ederse, u parmaklarımın birbi-rine ba landı ı gibi, benimle birlikte cennette olacaktır.” (Buharî, C. 8, No. 34)

Yetimli in, yoksullu un mazlumlu un ne oldu u-nu O’ndan (s.a.v.) daha iyi kim bilebilirdi ki? O’nun dünyasını ekillendiren çocukluk dönemi, yetimlikten ba ka bir ey de ildi ki. “Yetimi itip kakanı görmedin mi?” emrini aldı ında yaptı ı davranı ba tan ba aMekke’de yankılanmı , bir akis halinde, çevre ülkelere kadar da yayılmı tı.

“Öyle deme!Vallâhi!Allâh, seni hiç bir zaman utandırmaz!Çünkü sen...”

10 sayý12/2007

Nasıl hatırlamazsınız o hadiseyi? Cahillerin, mü riklerinefi, kendisini her eyin sahibi zanneden büyük iktidar

ve güç sahibi olan Ebu Cehil’i... Kendisine emanet edi-len, bir yetimi hem kakmı , hem dövmü hem de mal-larına el koyarak, korumasız bırakmı tı.

O yetim, yetimli inin verdi i çaresizlik içinde, kendile-rini dı arıdan gelen heyetlere tanıtırken, adil ve kim-sesizlerin koruyucusu olmakla övünen Mekke’nin di eriktidar sahiplerine gidivermi ti. Bu iktidar sahipleri hem alay etmek, hem de Ebu Cehil ile çatı mayı kızı tırmakiçin o yetimi “Git senin i ini ancak, o Muhammed de-nilen meczup halleder,” diye a a ılayıp Rahmeten li’l Alemîn olan O yüce insana göndermi lerdi.

Çocuk bunun üzerine hemen Allah’ın Elçisi’ne (s.a.v.) ko u vermi ti. Ve o Allah elçisi, hemen yetimin ba ınıok ayıp elinden tutarak, Mekke’nin tüm sokaklarındaçınlayacak ekilde Ebu Cehil’in kapısını çalmı tı. “Bu yetimin malını ver! Hemen ver!” dedi inde ise Ebu Ce-hil, Peygamberimizin heybet ve kararlı ı kar ısında yı-kılıp kalacak ve yetimin malını o anda iade edecekti. Yer gök bu sesi duymu , Ebu Cehil de Mekkeli iktidar sahipleri de susmak zorunda kalmı lardı. Ebu Cehil’in kar ısındaki insan, Muhammed (s,a.v.) idi. Çünkü o, “Yetimi korur, hakkını iade eder”di.

Bugünün Müslümanları olarak bizler, bu Allah Elçisi’ni (s.a.v.) sanki hâ â bir masal kahramanı gibi anlama-ya alı mı ız. Getirdi i ilahî davetin mahiyetini anlama gayreti öyle dursun, en sıradan insanî ili kilerindekiörnekli ini bile göz ardı eder olmu uz. Sanki O (s.a.v.) u andaki zamane Müslümanları için, yani bizim için

bir tarihtir, geçmi tir, eskilerin anlattı ı bir iyilikler kah-ramanıdır.

Hayır, O’nun (s.a.v.) getirdiklerine iman edip, O’nun (s.a.v.) getirdikleri ile amel etmedi imiz müddetçe öbür dünyamız tamamıyla harabdır. Bu dünyamızın harab ol-mayaca ını söylemek de ildir niyetimiz. O’nun (s.a.v.) saf hale getirdi i Tevhid’i biliyor ve hayatımızda izlerini görebiliyor muyuz? Aklımızı, O’nun (s,a.v.) ilkeler cet-veline göre ayarlayıp dü ünebiliyor muyuz?

“Haksızlık kar ısında susan, dilsiz eytandır.” buyru unune kadar bayrakla tırıp, kendimize sıfat edinebiliyoruz.

Daha görevine yeni ba ladı ı anda, korkmaması ge-rekti i, zira Allah’ın kendisi gibi bir insanı mahcup et-meyece i, üzmeyece i söylenebilen bir insan (s.a.v.)... Ya adı ı o mübarek hayatı boyunca “örnek” olma özel-li ini en ince noktalara kadar göstermi de il midir? manda, inançta getirdi i saflı ı, tazeli i ve zindeli i,bu imandan hareketle amellerdeki sahihli i nasıl göz ardı edebiliriz? Yoksa bizim göz ardı etti imiz ey, “Bu gün size dininizi, (gidece iniz, tutaca ınız yolu) tamam-ladım” (Mâide Sûresi, 3) buyru unda ifadesini bulan do ru yol ve din olan slam’ın hayatımızı ku atmasın-dan, hayatımızda söz sahibi olmasından korktu umu-zun farkında olmayı ımız mı? Dikkat! Korktu umuz bu ey, kurtulu umuz de il mi?

Resûller Resûlüne salat ve selam olsun! O’nun ümme-tine de selam!

11sayý12/2007

S.Ü:Hocam bu gün biz Müslümanlarınpeygamber efendimizi algılayı ında ol-dukça büyük hatalar oldu u a ikâr. Sizce

sorun ilk ne zaman ba ladı?Temel sorunumuz bir olan subjeyi bir kaç parçaya ayır-mak. Ayrımcılık. Ama bu noktada ilk soru “Biz kimiz?” olmalıSufi mi?Tarikat eyhi mi?Bir kaç kitap okumu biri mi?Biz kimiz?Peygamberin hayatını yazan insanlar %90 do ru yaz-dılar çünkü kaynaklara dayanıyorlardı. Bazıları ise bu yazılı kaynaklara duygusal olarak yakla tı. Sorun temel-de onlardan ba ladı. Camilerde yapılan vaazlardan, yazılan makalelere kadar o kadar çok yanlı yapılıyorki, hangisinden ba layaca ımızı a ırdık. Sorunun te-melinde kitap okumamak vardır. En temel sorun bu. Hem yanlı ö reniliyor hem ö retiliyor. Özellikle ticari amaçla yapılan CD’ler, iirler, ezgiler. Ticari amaçlarla giri ilen bu i ler ilmi derinlikten oldukça uzak. Peygam-ber’ in hayatı ise ciddi bir olaydır. E er bir CD yapı-

röportaj

Prof. Dr. hsan Süreyya Sırmaile röportaj

12 sayý12/2007

lacaksa kaynaklara dayanılarak yapılmalı, gerçeklere dayanılarak hareket edilmelidir.

S.Ü:Hocam toplum içinde bir kesim insan da çok okumaktalar. Ancak kaynak eserleri okuduklarıhalde peygamber algıları farklılık gösteriyor. Pey-gamber algısındaki bu farklılık nereden kaynak-lanıyor?Bir eksiklik var ama belki ifadesi tehlikeli olur. Siyasi yokluk!Müslümanları bir araya getirecek bir siyasi bir meka-nizma yok. Eskiden hilafet, eyhül slam’lık, bir fetva müessesesi vardı. Bu müesseseler bütün slam âlemini ba lardı. imdi ise herkes kendi ba ına buyruk hareket ediyor. Mesela bu gün Katolikler’de bir fetva verilecek-se Vatikan’ın bunu onaylaması gerekiyor. Bunun yanında ki iliklere inerek Müslümanların ikili ili -kilerine baktı ımızda ise olgun Müslüman ki ili i gör-mek çok zor.

S.Ü:Hocam siz bu ki ilik sorunlarını neye ba lıyor-sunuz?Makro planda bütün insanlarda mikro planda Müslü-manlarda öyle bir durum var. nsanın kendisiyle, çev-resiyle ve de Allah’la olan bir ili kisi vardır. Kendisi ve Allah’la olan ili kisi düzgün olmayınca toplumla da ili -kisi düzgün olmuyor. Bu insanların asıl sorunu inanmıoldukları slam’ı bilmiyor olmaları. Ya adı ı hayatınslam’a uygun olmadı ını biliyor ve bu yüzden ilk önce kendisiyle sonra toplumuyla çatı maya ba lıyor.

S.Ü:Biz gerçekten Peygamber’i seviyor muyuz?Sevginin do ru ve samimi olup olmadı ını anlamak için bir meyvesi olması lazım. Mesela bir adam i indençıkıp evine geliyor. Hanımına karnım aç diyor. Ancak hanımı yemek hazırlamamı . Buna ra men hanımı ben seni seviyorum ama yemek hazırlamadım diyor.Ya da tam tersi... Ak am olur adam evine gelir. Hanımıder ki; bey ben sana sabah alı veri listesi vermi tim,yazdıklarımı aldın mı? Adam almamı , ama ben seni seviyorum diyor. Bunun gibi peygamberi seviyorum demek sünnetine ba lı olmak ve onu ya amaya çalı mak demektir. E erpeygamberi seviyorsak onun gibi ya amamız gereki-yor.

S.Ü:Hocam bazı çevreler de diyor ki; “Biz peygam-ber miyiz ki onun gibi ya ayalım? Farzlara uysak yeter. Sünnet ise ya amak zorunda olmadı ımızbir ey.” Sünnet yapmakla mükellef olmadı ımızbir ey mi? Burada bir yanlı anlama sorunu yok mu?“Sünnete uymamak”; ibadetler de böyledir. Bu sadece ibadetle ilgili bir durumdur. Ama hayata baktı ımızdabu böyle de il. Bilakis sünnet insanın bütün hayatınıkapsar. Mesela Peygamber Efendimiz size ikindi nama-zını dört rekât kılacaksın dediyse onu 4 rekât kılmanızgerekir. Ben bunu 2 rekât kılıyorum diyemezsin.Dolayısıyla olayı iyi anlamak gerekir. Sünnet sadece

13sayý12/2007

nafile ibadetlerden ibaret bir mesele de ildir. E er bir insan sünneti bilmiyorsa o slam’ı bilmiyor demektir. Kuran-ı Kerim’de her eyi bulamazsınız. Kuran ayrıntı-ları vermez, genel çerçeveyi çizer.Mesela Kuran’da Cuma süresinde “Siz zikre ça rıldı-ınız zaman gidiniz.” der. Ama orada ne yapılaca ını

size söylemez. Bunu bize Peygamber efendimiz söyler. Ne yapaca ımızı onun hadislerinden ö reniriz.

S.Ü:Hocam bu kıstasta hangi hadislere inanaca-ız?

Sadece Kuran’a dayalı bir slam dü üncesi yanlı tır.Bunu dü ünen Müslüman da olamaz.Peygamber efendimizin sünnetini kabul etmeyen Müs-lüman da de ildir. Çünkü bizzat Kuran O’nu ya amakgerekir diyor. Hz. Ay e’nin dedi i gibi “O ya ayan bir Kuran idi.” Sünneti çok ciddi bir ekilde algılamalıyız.Son zamanlarda Müslüman âlimler oryantalistleri fazla ciddiye aldılar. Özellikle bir sgandgoldi Siher ya da Lui masilyung var. Bazı Müslüman âlimleri onun izinden giderek, sünneti ciddiye almamaya ba ladılar. Böyle olunca sünnet san-ki sıradan bir hikâye kitabı gibi algılanmaya ba landı.Bu yüzden Müslümanlar kendi kaynaklarına yönelmeli. Mevduat diye birçok kitap var. Mesela Buhari, Müslim, Tirmizi bunların ba lıcalarıdır. Ancak unu da gözden kaçırmamalı ki, onlarda bizim gibi insandı. Onlar da hata yapmı olabilir. Yapılan bir hata yüzünden on-ları toptan reddetmek olmaz. Hadis-i erifler Kur’an-ıKerim’in açılımıdır. Kur’an üst bir kitaptır, ayrıntılara yer vermez. Bunlar hadisten ö renilir.Bu gün Buhari veya Müslim’ü tenkit edenler onlar kadar samimi de il. Mesela bir kısmı Ebu Hureyre’ye saldırır. Ama Ebu Hureyre hayatını bu i e vermi ti. Fı-kıhta bir kaide vardır: “Bir eyin tamamı yapılamıyorsayapılabilen yapılır.” O elinden gelenin en iyisini yaptı.

Bir tarih kitabını okumadan tarihçiye bakmak lazım ilk önce… Bunun gibi slam’ı ya amayan bir ki inin kita-bından slam’ı anlamak beyhudedir. bni shak’ın siyeri elimizde. Ya da bni sham, Süheyli… Bu siyer kitapla-rını da okumak lazım aynı zamanda. Peygamberi bir hadisle de erlendirmekten uzak durup, genel hayatınabakmalıyız.

S.Ü:Sizce günümüz Müslümanları hadis kitapla-rından olsun, kaynaklardan olsun sa lıklı çıkarım-lar yapabiliyorlar mı?

ki grup var; Bir grup bu ça ı ya amalı ama dinimi kaybetmemeli-yim diyor. Ama bu grup için öncelik ça ı ya amaktır.Di er grup da slam’ın sünnetini yasamak için endi eduyuyor. Endi e Allah’ı memnun etmek olunca prob-lem olmaz.

S.Ü:Hocam slam kıstasında bu gün kadının top-lumdaki yeri nedir? Peygamber Efendimizden bu güne toplumsal yapı de i ti ve bu gün modern bir toplumla kar ı kar ıyayız. Bu noktada kadınınya amsal alanını sünnet merkezli olarak nasıl de-erlendirebiliriz?

Kur’an-ı Kerim de, hadis de do rudan do ruya insana hitap ediyor. nsan derken kadın ve erkek ikisi birlikte-dir. stesek de istemesek de Allah insanları birbirinden farklı yarattı ve bir birinden farklı yükümlülükler yükledi-ini kabul etmemiz lazım. Mesela erkek do um yapa-

maz buna göre de toplumsal statüsü belli olur. Amaç peygamberi ya amak olunca kendi statümüzü anlarız.Bütün bu karma a peygamberi anlamamaktan kaynak-lanıyor. Peygamber Efendimiz Veda Hutbesi’nde; “ka-dının erkekte hakkı, erke in de kadında hakkı vardır.”buyurmu tur. Bunlar ortaya konulmu . Yeter ki biz ara -tırma yapalım.

14 sayý12/2007

Di er bir problemde feminizm anlayı ı ya da maskune-lizim. Bunlar Kur’an’da yok. Kadın ile erke in arasın-daki sınırlar gayet net çizilmi . Esas soru u; bu ili kileriPeygamber ve sahabesi nasıl uyguladı? Temel sorunu-muz bu olmalı. Bu yüzden ça da dü ünceyi de pek ciddiye almamalıyız. 100 sene sonra bugün ça dadü ünce olarak de erlendirilen birçok kavram yadır-ganacak. Tıpkı geçen yüz yıldaki dü ünsel akımlarınbu gün yadırgandı ı gibi. Bizim temel sorunumuz ise Kur’an’ı do ru algılamak olmalıdır.

S.Ü:Hocam biz u an Müslüman olmayan bir ülke-de ya ıyoruz. Bu içinde bulundu umuz toplumla ili kimiz nasıl olmalı?Müslümanlar Medine’de Yahudiler ve Hıristiyanlarlabirlikte ya ıyorlardı. slam dini dı ında hiç bir dinde ba ka dinden olanların hukuku yoktur. Ama buna kar-ın ba ka dinlerde slam hukuku yok. Bir azınlık olarak

Hıristiyan toplumda ya amaya gelince, zamanımızda iyi fıkıh âlimleri vardır. Mesela Yusuf el Kardavi. Bu gibi insanlar ya ıyor ve yeti iyorlar. Kuran ve sünnet ortada-dır biz ona bakarak içtihat yapabiliriz. Bazıları diyor ki; “ çtihat kapısı kapanmı tır” böyle bir kapı yoktur ki ka-pansın. Yeni içtihatlarda bulunulabilir. Mesela Muham-med Hamidullah yeni ictihatlarda bulunuyordu. Sorun ictihat kapısı de il o ictihatları yapabilecek insanlarınolmayı ı. E er Müslüm, Buhari olmasaydı biz o zaman zor durumda kalırdık. Bunlar elimizde var ve biz sa-bitelere dokunmadan ictihat yapabiliriz. Sorun bunlarıyapabilecek insanı bulabilmektir.

S.Ü:Hocam bir sahabe ile sıradan bir insanınPeygamber’e bakı ı arasındaki fark nedir?Ben Peygamber Efendimizi anlamaya, sünnetini ya a-maya çalı an bir insanla sahabeyi e it tutuyorum. Av-rupa artlarında ya ayan ve kendini günahtan koruyup, slam’ı hayatına aktarmaya çalı an bir çocuk ile bir sa-habe çocu unu da e it tutuyorum. Sahabe olmasaydıbiz olmazdık. Biz olmasak bizden sonrası olmaz Ama biz sahabeyle bir de iliz. Mesela sahabe Peygamber’i dinlerdi. Ancak bakıyoruz bizim çocuklarımız bizi dinle-miyor. Bu kıstasta Müslümanlar Allah’a, Peygamber’e Kuran’a kar ı olan sevgilerini gözden geçirmeli. Ben Allah’ı seviyorum onun için ne yapıyorum diye kendi-mize sormalıyız. Ya da yapıp yapmadı ımızı çek etme-liyiz.

S.Ü:Siz ümmet kelimesini nasıl tanımlarsınız?Allah’ın emirlerini peygamberin sünnetini ya ayan ve

ya amaya çalı an herkes bir ümmettir.Ama ümmet olarak algıladı ımız toplumun da ınıkolmaması lazım. Bu noktada bir ey eksik, o da siyasi otorite. Bu Muaviye’nin Yezid’i halife yapmasıyla birlik-te oldu. Benim devletimi kabul ettikçe din vardır. Kar ıçıkınca din yoktur. Bugün el-Ezher, Hüsnü Mübarek’in kontrolündedir. Hüsnü Mübarek El Ezher’in kontrolü altında olmalı. Devlet dini diye bir ey yoktur. slam’ındevleti olur. Mesela din devletin olunca Türkiye’de, Mısır’da oldu u gibi içki zina özendirilir. Ama Müslü-man ülkelerde devletin dini slam’dır denildikçe slam’ındevleti olmayacaktır.

S.Ü:Hocam bu gün Müslümanların da ınık olma-larını neye ba lıyorsunuz?Müslümanların siyasi otoritesi olmayınca her kez bir ta-rafa çekiyor. E er halife olsaydı herhangi bir cemaat yanlı yaptı ında müdahale ederdi. Ama imdi öyle bir uygulama yok.Yani dinin murakabe mekanizması yok. Mekanizma nasıl olacak derseniz, gücü olmalı. Bu gün böyle bir otorite olmayınca ba ını alan gidiyor.

S.Ü:Peygamberimizi do ru algılamak için yapma-mız gerekenler nelerdir?Önce peygamberi sevmeyi denemeliyiz. Ben peygam-beri ne kadar sevmeliyim? Bu sorunun cevabı; saha-benin sevdi i gibidir. ”Anam babam sana feda olsun ya Resululah !” diyebiliyor muyuz? Bunun için önce sevgiliyi tanımalıyız. Sevgiliyi tanıdıktan sonra ona göre hareket etmek lazımdır.Erzurum’da bir hatıram var. Milli Gençlik Vakfı bir soh-bete davet etmi ti. Orda onlara dedim ki; “Siz Allah’ıGalatasaray’ı sevdi iniz kadar sevseydiniz slam dünya-ya hâkim olurdu.” Çocuklar ilk ba ta söyledi ime itiraz ettiler. Allah sevgisiyle Galatasaray sevgisini kar ıla -tırmayı kabul etmediler. Ben de bunun üzerine dedim ki; “Galatasaray Almanya’yı yendi diye ate ler yaktınızsokaklara döküldünüz. Bu güne kadar slam için ne za-man bu kadar sevindiniz, ne zaman bu kadar gürültü çıkardınız?” Birinci kilometre budur. Bunu geçemezsek namazımız orucumuz açlıktan ileri geçmez.

S.Ü:Bu sevgi nasıl olu turulabilir?Birden bire hiç bir ey olu muyor. Peygamberlik bile 23 senede tamamlandı. E er kimyayı severseniz sürekli kimya ile ilgili, matematik ya da tarihi severseniz onlar-la ilgili kitaplar okursunuz. O’nu seviyorsak O’nu oku-malıyız. Hayat çok kısa bunun bilincinde olmalıyız.Sevginin iki dü manı var biri eytan biri nefis. E er bir sevgi olu turmak istiyorsak bunlarla mücadele etmemiz gerekir.

S.Ü:Hocam bize vakit ayırdı ınız için çok te ekkür ede-riz.Rica ederim.

15sayý12/2007

Modern olmak, modern ya ama tarzı, modern görünmek, modern teknoloji... Ço u zaman anlamını bilmeden modern kelimesini nerdeyse

her ismin, her kavramın ba ına ta ımak günümüzün vaz-geçilmezleri arasında. Modernite kimileri için ilerleme, kimileri için özgürlük, kimileri içinse bilim ve teknoloji... Fakat modernizm sadece içinde ya adı ımız ça ın en popüler kavramı olmamı , bilakis rönesanstan günü-müze yüzlerce yıldır konu ulmu , tartı ılmı , özelliklede batıda toplumu tamamıyla dönü türmü köklü bir ide-oloji. Aslında modernizmin anlamını ve içerdi i eyleri kavrayabilmek için onun tarihsel köklerine inmek ve o sıfır noktasından günümüze bakmak gerekiyor...

Rönesans öncesindeki orta ça avrupasına baktı ımız-da, orada geleneklere ba lı, görünürde dini olan ve adaletsiz bir feodal sistemin hüküm sürdü ünü görüyo-ruz. 15. yüzyılda bu duruma kar ı ilk hareketlenmeler ba lar; ekonomik alanda ticaret geli erek kapitalizm or-taya çıkar, politik alanda ise dini iktidarlara kar ı ilk is-yanlar ba göstermeye baslar. Sosyal sahada ise bireyler daha büyük özgürlüklere kavu urken, bu durum bireysel özgürlü ün toplumdaki en önemli de erlerden biri ola-rak kabul edilmesine kadar ilerler. Tüm bu geli meler sonucunda 18. yüzyılda Avrupa`da rönesans ya anır. Avrupa’nın bu de i im ve geçi dönemine ismini veren tek bir kelime vardı: “Modernle me”... Modernle mek demek özgür kılmak demekti: dokunulamaz dogmala-rın, ta la mı geleneklerin ve köleli in bütün zincirlerin-den kopmak demekti. Akıl, bilim ve teknoloji, de i im ve ilerleme yolunda idi. nsana dü ense bu dönü ümle yüzle mek, onu kabul etmek ve onu yönetmekti.

M O D E RN Z M NG Ö T Ü RDÜKLERBurçin Esin [email protected]

16 sayý12/2007

17. yüzyıldan günümüze Avrupalı birçok dü ünür mo-dernitenin yanında yer alarak onu geleneksel olanın kar-ısına yerle tirdi. Bu dü ünürler toplumların rasyonalizm

(akılcılık) ve sekülerizmi (bir eyi dini ba larından kopar-mak) kabul etmeleri ve geleneksel yapılarını kaybetme-lerinde oldukça etkili oldu. Bu dü ünürlerin savundu ubir di er yeni de er ise individüalizm, yani bireyin ki isel hak ve özgürlü ünün toplum içerisindeki en önemli de-er oldu u dü üncesi idi. Günümüzde de birçok insan

modernizmi özgürlük, ilerleme, aklın ba ımsızlı ı ve hü-manizm adına savunmakta. lk ortaya çıktı ı dönemin artlarına ve tarihsel geli imine bakıldı ında modernite

aslında, kayna ında eski düzene kar ı “devrim”, son ula tı ı noktada ise toplumun sahip oldu u tüm de erle-rin “dönü üm“ü. Bu gerçe i Alain Touraine söyle ifade ediyor:

“ Bati moderniteyi bir devrim olarak dü ündü ve ya adı.Akıl kendine verilen hiçbir sabiteyi tanımıyordu, bilimsel delillere dayanmayan bütün inanı lara, sosyal ve politik düzene kar ı darbe yapmaktaydı. Toplumun kendisinin “de erler” in kayna ı oldu u, topluma faydalı olan eyin “iyi”, toplumun birli ini bozan ve onun üretim gücüne zarar veren eyin ise “kötü” olarak tanımlanması fikri modernizm ideolojisinin en temel parçasıdır”(1)

Tarihsel serüveni ile bugün geldi i noktayı birle tirdi-imizde modernizm, bütün geleneklerin ve toplumda

yerle mi düzenlerin, bütün kutsalların ve kilisenin, tüm vahiylerin ve dayatılan(!) de erlerin kar ısında olma prensiplerine dayanan, bireyselcilik (individualizm), öz-gürlü ün talebi, aklın savunulması ve akabinde de bili-me ve ilerlemeye bir ça rıdır. Ölçüleri ve de erleri belir-leyen tek ey ise “insan” -yani toplum-dur.

Günümüz batı dünyasının insanları i te bu tarihsel süreci yasamı bir medeniyetin ve modernite etrafında ekillen-mi bir dü ünce dünyasının çocukları. Rönesanstan bu yana üpheyi talep eden ele tirel bir bakı açısına sahip olan akıl Tanrı’yı ya reddetmi , ya da varlı ından sürekli ku ku duymu tur. Dininde huzur bulan insan sayısı olduk-ça az, onu ya ayanların sayısı ise daha da azdır. nanç ya ansa bile kiliseye ba lanmak, ya da Hıristiyanlıktan do an ahlak kuralları ve sorumluluklar reddedilmekte. Modern inanç aslında ehadetsiz bir inanç. Bu inanç, bireyin sadece özel hayatında tek ba ına ya adı ı, her türlü görsellikten arındırılmı olarak toplumsal ortak alanlardan uzakla tırılmı , böylece de unutturulmaya ça-lı ılan bir inanç. üphenin her zaman ba ında bekledi ive onun tarafından felç edilen, dondurulan bir inanç.

Acaba müslümanlar moderniteyi batıdaki anlamıyla ve tarihsel süreciyle neden ya amadı ve kabul etmedi? Batı-nın dinle hesapla ması ve ona kar ı yaptı ı devrim slam dünyasına niçin nüfuz edemedi? Bunu iki toplumun “kut-sallık “ anlayı ları arasındaki farkla açıklayabiliriz. slam ve Hıristiyanlık, bazı ortak noktalarına ra men birbirin-den oldukça farklı iki inanç sistemidir ve bu iki inancınakıllara ve kalplere etkileri de oldukça farklı olmu tur.

Müslüman dünyada, Hıristiyan dünyada oldu u gibi “dini sorgulama”, “hesapla ma”, “ üphe” ve “inkâr” gibi modernizmin köklerinde bulunan toplumsal akım-lar hiçbir zaman ya anmamı tır, bu tarz eylemler sadece bireysel kalmı ve toplumun ço unlu u tarafından ka-bul görmemi tir. Tam tersi bir durum olarak, modernizm ideolojisinin altın ça ını ya adı ı günümüzde, özgür bı-rakılan her müslüman toplum slam`a daha da kuvvetli sarılmakta... Birçok müslümanın slam`a sadık kalarak ve onun sabitelerine dokunmadan, içinde ya adı ı ça ınihtiyaçlarını kar ılayacak bir ictihad arayı ına giri meleri ise modernizme teslimiyet olarak de erlendirilmemelidir. Bu durum aslında müslümanların slam´ın daha ilk gün-lerinden ba layarak yüzyıllar boyu yapılagelen, tecrübe ettikleri yeni durumlarda, yeni co rafyalarda, yeniça -larda ba vurdukları rutin bir uygulamadır. Fakat tarihte örnekleri ya andı ı gibi, bugün de ehil âlimler tarafın-dan yapılmadı ı sürece sapma açısı olu turabilecek has-sas bir i lemdir.

Bugün modernizmin müslüman halklar üzerindeki en olumsuz etkisinin ideolojik bir ikna etmeden ziyade “unutturma” oldu unu görüyoruz. Yaratılı ını, kim ol-du unu, ne yapması, nasıl ya aması gerekti ini unut-turma. Bu etkiden kurtulmanın ve kurtarmanın tek yolu ise “Hatırlatma”(2)ya sarılarak O’nun takipçileriyle el ele ça a ve insanlara hayatımızla ahitlik etmektir. Allah`in huzurunda ve insanlar arasında...

1) Alain Touraine, Critique de la Modernite, Fayard, 1992, 25 ve 30.2) Kur`an`in bir di er ismi de “Hatirlatma”dır.

KAYNAKCA:Tarik Ramadan, Der Islam und der Westen, Muslim Studenten Verei-nigung in Deutschland, 2000

Le guitariste - Pablo Picasso (1910)

17sayý12/2007

H a n ( g ) iB a d a t

ve haberci diyor ki: n’oldu ba datnerde onu koruyan sur ve perde

devrilen her ta benim ta ımyıkılan her ev benim benden yıkılıyor hepsi ben yıkılıyorumyıkılan benim

ta ta suda hurmada ku bo azındaotomobil tekerinde petrol zerresinde

her zerrede ölen benim ölen ba dat benim

Sezai Karakoç

Yusuf [email protected]

18 sayý12/2007

Ba dat’tan ke ke bundan birkaç asır önce bahsediyor olsaydım. Hani o atasözlerimize, deyimlerimize kadar girmesine sebep oldu u

devirlerden birinde... Örne in, ‘sora sora bulunacak ehir’ iken, ‘yanlı hesapların dönece i’ ve ‘ana gibi

yar’ denilip ‘Ba dat gibi diyar olmaz’ diye eklenip kut-salla tırıldı ı ve sevenler için ‘a ı a Ba dat sorulmaz’ denilen yıllarda… Hâsılı dilimize kadar girmi olan bu ehrin, ehir oldu u yıllarda.

Farsça “Allah’ın vergisi” anlamına gelir Ba dat. Her eyden evvel uygarlıkların do du u yer olarak bilinir.

Uzun dönem slam dünyasına ba kentlik yapmı tır.

Hakkında çe itli hikâyeler vardır ki bunlardan birinde; Halife Mansur bir ba kent in a etmek isteyince, ehriyapacak Türk mimar; halifeye kaç yüzyıllık bir ehir is-tedi ini sorar. “Dünya durdukça bu ehir burada dur-sun.” cevabını alınca imdiki yeri seçer ve ehrin surla-rının bilim ve kültür ile örmesini ister; ancak bu ekildeehrin uzun ömürlü olaca ını da ekler.

Ba dat hakkında bir di er rivayet de öyledir ki gayet ilginçtir;“... Halife Mansur hazretleri atına atlayarak dü ündegördü ü kuyuyu arayıp bulmu . Yakla ıp baktı ındadibinde kendi aksini görmü . Sudaki aksi ona, “Ey Mansur, sonunda geldin, nice zamandır burada seni bekliyordum. Ben senin aksin de il, ikizinim. Sana

ilim verece im, ama yalnızca bir tek ey sorabilirsin. yi dü ün ve bana sadece bir soru sor” demi . Hali-fe efendimiz de havsalasını zorlayıp iyice dü ündüktensonra, “Bana dünyadaki her eyi göster.” demi . Ku-yunun ayna gibi parlak sathında o an, dünyanın o gü-zelim sureti görünüp kayboluvermi . Halife Mansur’un kama an gözlerine yeniden nur geldi inde, az ötede akan ırma a, Dicle’ye bakıp burada bir ehir kurmaya and içmi . Binlerce i çi yirmi yıl çalı ıp o dairevi ehri,bugünkü eski Ba dat’ı dünyanın suretine uygun olarak bu yüzden in a etmi ler. Merkeze el Mansur Camii ile bir saray kondurup etrafına gökyüzündeki on iki bur-cun timsali olan on iki devlet binasını dikmi ler. Dün-yayı çevreleyen Kaf da ı yerine, bu ehri tam bir daire eklindeki bir surla ku atmı lar. Sonunda burası halife

efendimizin kuyuda gördü ü surete fazlasıyla benze-mi . Barı ın hüküm sürdü ü bu ehre Medinetü’s selam denmi . Gelgelelim ehri kurmakla yükümlü iki mimar-dan biri i i gücü bırakıp, Ba dat’ın kurulu unu anlatan bu masalı kurmu . O gün bu gündür, bu masala ilk Ba dat masalı denir.”

19sayý12/2007

Masallar kenti Ba dat, slam Medeniyeti’nin ilerlemesinde tarih boyunca sahne görevi gör-mü tür. Hangi ta ı kaldırsanız altından ya bir âlim, ya bir air, ya da bir sufi çıkar. 1258 yı-lında Mo ollar (Hülagü’nün orduları) Ba dat’asaldırdıklarında kütüphanelerdeki kitaplar Dicle nehrine atılmı ve rivayete göre nehir günlerce mavi akmı . Tarihçi bni Batuta’nın dedi inegöre Mo ollar kitapları ırma a döktü ünde ki-taplar bir set olu turmu lar, Mo ollar da ırma-ın ta aca ından korkarak kalan kitapları yak-

mı lar. Kitap sayısı hakkında bilgi sahibi olmak için, binlerce bilginin öldürülmü oldu unu söy-lememiz yeterli sanırım. Öldürülen insan sayısıise yüz binlerle ifade edilmekte. Böylelikle Mo olistilası slam Medeniyeti adına korkunç bir fela-ket olmu tur.

Çok fazla geçmeden Ba dat kendini toparma-lı ve ihti amlı yıllarını 1534’te Kanuni Sultan Süleyman’ın fethiyle yeniden ya amaya ba la-mı tır. slam medeniyetine ve kültür hayatınadamgasını vuran Ba dat Avrupa Medeniyetinin do u una da zemin hazırlamı tır. Matematik, Tıp, Astronomi, Kelam, Felsefe, Tasavvuf, Fıkıh,Tefsir, Hadis, Tarih ve daha bir çok alanda Ba -dat, sahasında ehliyetli birçok alimi bünyesinde barındırmı tır. Medrese ve kütüphaneleri ise tari-hin hiçbir ça ında hiçbir kente nasip olmayacak ekilde müstesna bir yere sahip olmu tur.

Enteresandır ki Ba dat kütüphaneleri tarih bo-yunca sürekli hedef olmu tur. 2003’teki ya mave yangın sırasında 740 yıl sonra yeniden oriji-nal birçok el yazması eserini yitirmi tir.

Mo ol orduları gibi, bu güçler de kendilerinin haricindekileri yok etmek için her yolu denedi-ler. slam âleminin en büyük imam ve dü ünür-lerinden mam Azam’ın, mam afii’nin, mamHanbel’in ve mam Malik’in kitapları vardı bu kütüphanelerde. bn Teymiye’nin, bn Sina’nınya da Kastelani, Endülüsi, Ka ani, Boluvi, Bos-nevi, Halebi, Dımi ki... lakaplarıyla bilinen daha nice slam aliminin eserleri buralardaydı. Dün-yanın ilk yazılı kanunları Hammurabi tabletleri artık koruma altında de il ve akıbetleri belirsiz. Fuzuli’nin Leyla ile Mecnun eserinin en eski el yazmalarından biri de artık yok. Ve bir de “müel-lifi meçhul”ler var. Yazarı çoktan ölüp gitmi ve belki de giderken, geriye bir eser bırakmı olma-nın iç rahatlı ını ya amı tı. “Müellifi meçhul”ler de di erleri gibi yandılar.

Onların elleriyle, gönülleriyle ve akıllarıyla yaz-mı olanlardan hiçbir iz kalmadı artık ve bu su-çun faili hepimizce malum. Uygarlık, do du uyerde ya malandı. Tarihi ve belle i yok olan Irak artık `özgürle tirilmeye’ daha uygun.

20 sayý12/2007

HÜMAN ZMBülent [email protected]

21sayý12/2007

Elimize bir Türkçe sözlük alıp da bu kavramınanlamına baktı ımızda kar ımıza öyle bir ifa-de çıkar; “Fransızca hümanizme, insancılık,

insanları sevme ülküsü, be eriyetçilik.” Günümüzde birçok insanın da hümanizm kavramını bu çerçevede kullandı ını görüyoruz. Sokaktaki herhangi birine hü-manizm nedir diye sorsak, alaca ımız cevap basitçe in-sanları sevmektir olaca ı gibi bir aydın veya entelektüel de aynı cevabı verebilir. nsanın var olan sistemle ya da, tabiatla çeli ti i noktalarda insanı önceleyen bir yakla-ım olarak hümanizm, modernist yakla ımların merkez

unsurunu ifade eder. Ve insanı sevmenin ve onu ön-celemenin masumiyeti altında kendine, modern olma-yan bütün dü ünsel ve dini de erlerde de yer edinir. Hatta bizzat modernizm ile çeli en akımların temsilcileri bile, bu kavrama alçak gönüllü bir teslimiyet sergiler-ler. Mesela Katolik bir tarihçi olan Grouset “Hıristiyanhümanizmi, yunanlıların dini ideali ile ncil arasındakikayna manın eseridir.” der. Yine birçok kimse Yunus Emre ya da Mevlana’nın ilk hümanistler oldu undanbahseder. Peki, görünümün arkasındaki gerçek bu ka-dar masum mudur?

Bu sorunun cevabını verebilmek için ilk ba ta Rönesans’ıçok iyi anlamak gerekir. Kilisenin yozla tırdı ı, tanın-maz hale getirdi i Hıristiyanlık ve onun üretti i insanıntabiatıyla çeli en skolâstik felsefe, ortaça insanı için dü üncenin ufuklarına vurulmu bir prangaydı. Hayatınmerkezine yaratıcıyı de il bizzat kendisini koyan kilise ise insanın akletme özelli i ile sava halindedir. Sı ı-nacak güvenli bir liman arayan 14. yüzyıl Avrupa aklıkendini antik Yunan ve Roma medeniyetinin sahillerine atar. Bu kaçı zamanla bir ba kaldırı a dönü ecektir.

e ilk önce kilisenin de i tirip yeniden yapılandırmıoldu u Latincenin antik kökenlerine inilerek ba lanılır.Rönesans böylece ilk devrimini dilde yapar. Latin dilini kilisenin hâkimiyetinden koparıp kendi egemenli i altı-na alır. Antik yunan dü üncesinin büyüsü altına giren Avrupalı kendisini yeniden in a ediyordu. Bu yüzden bu süreç yeniden do u (Rönesans) olarak adlandırılacak-tır. Bu süreçte bilim, kültür, sanat kilisenin tek elinden çıkıp kilise kar ıtı cepheler olu turur.

Kilisenin daha önceden tanrı adına tanımladı ı bütün de erlerin artık insanlar tarafından tanımlanması za-manı gelmi ti. Onlara göre hayatı ya da ya amı yöne-ten tanrı de il insandı. Promete’nin “Bütün tanrılardani reniyorum” sözü hümanizmin adeta sloganı haline gelir. Bu yüzden kilisenin koymu oldu u ahlak anla-yı ı da artık devrini tamamlamı tır. Publius Terentius Afer’in “Ben bir insanım ve insanla ilgili hiçbir ey bana yabancı de ildir” sözü yeni bir ahlak anlayı ının temel ilkesi olacaktır. Hayatın merkezine insanın oturtulması

sebebiyle sanatta ya da edebiyatta eskiden mahremi-yet alanı ile korunan bütün de erler artık gereksizdir. Mesela çıplaklık ya da cinsellik insanın do asını yan-sıtır. Sanatında merkezinde insan oldu una göre bir sanat eserinde bunlar özgürce resmedilebilir hatta res-medilmelidir. Akıl yaratıcıya ba kaldırıyor ba ımsızlıkiddiasında bulunuyordu. Kendisini yaratılan de il var olan olarak tanımlıyordu. Tabiat madde ve enerjiden ibarettir. Tanrı, cennet ya da cehennem yoktur. Bunlar güçlülerin zayıfları ezmek için kullandıkları bir afyon-dan ibarettir. Kiliseden zincirlerini koparma sarho lu uile din nedir sorusunu basitçe tanımlayan hümanistlerin kar ısına daha çetin bir soru çıkar. nsan nedir?

Burada daha önce dinlerin tanımladı ı insandan daha farklı bir varlıktan bahsedilmektedir. nsan evrimsel sürecin en son halkasıdır. Bu açıdan insanın tanrıylaili kili olan bir bile eni eksiktir. Hümanistlere göre in-sanda ‘ruh’ diye bir ey yoktur. te bu eksiklik insanıtanrıla tırır. Artık hakikatin kayna ı ve ölçüsü insandır.Eskiden insan kendisini tanrının yarattı ı tabiatın bir parçası olarak görüyordu. imdiyse insan tabiatın mut-lak efendisidir. Burada hümanistler ikinci bir sorunsal daha ya arlar. Kimdir bu tanrı insan?

Mesela bu tanrı insan Afrikalı bir zenci midir, yoksa tarlada çalı an bir köylü mü, bir sporcu mu, bir filo-zof mu? Bu süreçte tarih sahnesine Nietzsche çıkar.Nietzsche’nin tanımladı ı insan aslında insan ötesidir. Bu tanım özellikle Fa izm’in temel kavramı olur. Fa istdiktatörler kendi halklarının tanrı insan oldu u iddiasıy-la tarih sahnesine çıkarlar ve dünyayı kana bularlar.

Bu gün dönüp de dünyaya baktı ımızda elbette ki hü-manistlerin antifa ist olduklarını görürüz. Ancak bu fa-istlerin insan tanımıyla hümanistlerin insan tanımının

aynı kökten beslendikleri gerçe ini de i tirmez. Buna kar ın tabiatın efendisi olan insanın konforlu ya amakadına do aya verdi i tahrip tartı masız bir gerçektir. Ayrıca hümanizmi bir insanlık de eri olarak savunan devletlerin gerek tarihinin gerek gündeminin kanlı bir sarmala sahip oldu unu görürüz. Zaten hiçbir ideoloji salt olarak insan sevgisiyle ifade edilemez. Amaç ola-rak insan mutlulu unu hedefleyen bütün din ve dü ün-sel akımlarda da insan sevgisi mevcuttur. Fark insanıntanımı ve tabiatın içindeki konumuyla ilgilidir.

Hümanizm insanın sınırları a ması demektir. Temel ni-teli i insanı sevmesi de il insan tanımıyla ortaya çıkar.Hümanizm insanı bir tapınma unsuru olarak görür. Bu a ırılık ise insanın hem bireysel hem de toplumsal ola-rak fıtratıyla çeli mesi anlamına geliyor. Getirdi i eyise mutluluk de il yıkımdır.

22 sayý12/2007

Bediüzzaman Said Nursi,1878’de Bitlis’in Hizan ilçesine ba lı sparit nahiyesinin Nurs köyünde do du. Said Nursi’nin çocukluk ve gençlik yılları

Osmanlı mparatorlu u’nun en zor dönemlerine tekabül etmektedir. Seksen iki yıllık hayatı bir cihan imparotorlu-unun yıkılı ına ve yerine yeni bir rejimin in a edili ine ahitlik etmi tir. Bu geçi dönemlerini zamanın ileti im

güçlüklerine ra men yakından takip etmi , dönemin en önemli olaylarının içinde rol almı , yazdı ı makalelerde muhakeme gücü ve parlak zekasıyla durumları tam an-lamıyla tahlil eden fikirlerini açıklamı , Osmanlı’yı bek-leyen tehlikeleri ve gidilmesi gereken yönleri birer birer izah etmi tir. Said Nursi hayatını mücadelelere adamı tır.

Ömrünün büyük bir kısmını hapishanelerde, sürgünler-de ve esaretlerde geçirmi olmasına ra men ya adıklarıonu asla yıldırmamı , içindeki mücadele ate ini bilakis körüklemi tir.

Said Nursi a abeyinin ilim tahsis edi inden etkilenerek; 9 ya ında iken Ta köyünde Muhammet Emin Efendi’nin medresesinde ilime ba lamı , ancak daha sonra evine dönerek haftada bir gün gelen a abeyinden ö rendik-lerini kendisine aktarmasını istemi tir. Ö reniminin en verimli dönemleri Said Nursi’nin 15 ya ında Muhammed Celali’den aldı ı üç aylık derslerdir. Bu dönemde ortala-ma on yılda okunan temel eserleri üç ay gibi kısa bir süre

ÇA IN E S Z GÜZEL :

BED ÜZZAMAN“Kur’ân-ı Hakîm mür idimizdir, üstadımızdır, imamımızdır, her bir âdabda rehberimizdir.”

Sümeyye Kocamaz

23sayý12/2007

de ezberlemi ve akıllara durgunluk veren zekasının ve muhakeme gücünün etkisinde kalan hocaları tarafından ça ın e siz güzeli anlamına gelen Bediüzzaman ismine layık görülmü ve hocalarından icazetini almı tır.

Bitlis’te Vali Ömer Pa a’nın kendisini Vilayet Kona ına davet etmesi üzerine iki yıl kadar burada kalan Said Nursi, bu iki sene boyunca kona ın kütüphanelerin-den vefkalade bir ekilde istifade etmi ve hatırı sayılırde erli ilim adamları ve ulemalar arasında da büyük bir öhret kazanmı tır. Bu dönemde Van Valisi Hasan Pa a’nın daveti üzere Van’a giderek on yıllı a kın sürelik ikametini ba latmı tır. Van Vilayet Sarayında geçirdi ibu dönemde hükümet görevlileri ve ulemalarla olan te-masını sürdürmü , memleketin gidi atını yakından takip etmi tir. Bu uzun süreli ikamet döneminde Bediüzzaman Said Nursi, slam akaidinin geleneksel kelam ilmiyle yeni dünya artlarında açıklanamayaca ını anlamı ve fen bi-limlerini ö renmeye koyulmu tur. Co rafya, fizik,kimya, jeoloji, astronomi, biyoloji, tarih, felsefe ve matematik bilimlerini hakkını vererek ö renmi hatta bu alanlarınuzmanlarıyla tartı acak kadar kendisini yeti tirmi tir. Bir gün Vilayet Sarayındaki gazetelerin birinde ngiltere’nin Sömürgeler Bakanı Gladstone’un Avam Kamarasında, elinde bir Kur’an-ı Kerim ile kürsüye gelerek; “Bu Kur’an Müslümanların elinde bulundu u müddetçe, biz onla-ra hakiki hâkim olamayız. Ne yapıp edip, bu Kur’an’ısükût ettirip ortadan kaldırmalıyız. Yahut da Müslüman-ları ondan so utmalıyız.” dedi ini okumu , bu sözle-rin kar ısında kayıtsız kalamamı ve ‘Kur’anın bu asra bakan manevi mucizesi’ni bütün cihana ispat ederek göstermeye karar vermi tir. Bunun neticesinde uzun sü-redir zihninde ekillenen, fen bilimlerinin de içinde yer aldı ı bir üniversite projesi olan “Medreset’üz Zehra” yıhayata geçirebilmek için stanbul’a do ru yola çıkmı tır. Kendisini, hayatının sonuna dek sürecek bir mücadele beklemektedir.

Bediüzzaman Said Nursi’nin stanbul’a ilk geli i projesi-ne destek alamamasıyla sonuçlanmı ancak daha sonra 1907 de projesini padi aha tekrar sundu unda bu defa hazineden ödenek ayrılarak projesi de erlendirmeye alınmı tır. 2.Me rutiyet’in ilan edilmesinin ardından ya-anan kaos ortamında yayınladı ı “Hürriyete Hitap” adlı

nutkunda me rutiyet kavramının slamiyet’le çeli medi i-ni anlatmı , Anadolu’da ve do udaki a iret liderlerine yeni hükümetten yana tavır göstermelerini tavsiye etmi -tir. Nitekim tüm bu yatı tırıcı etkisine ra men 31 Mart Vakası’na karı tı ı iddia edilerek tutuklanmı ve idamla yargılanmı tır. Çıkarıldı ı mahkemede uzun ve cesurca müdafası sonucunda beraat etmi tir.

Said Nursi beraat etmesinin ardından do uya tekrar dö-nerek Hakkari, Bitlis, Mu , Diyarbakır ve Urfa ehirlerini dola mı , bu yörelerde a iret reisleriyle slamiyet, me -rutiyet ve hürriyet terimlerinin birbiriyle olan münasebet-lerini açıklayıcı uzun konu malar yapmı tır. Bu seyahat notları Münâzarat adı altında ne redilmi tir. 1911 yılında yakın dostlarının davetini kabul ederek

am’a giden Said Nursi, Emevi Cami’nde daha sonra “Hutbe-i amiye” adı altında yayınlanan tarihi hutbesini vermi , bu önemli hutbede slam dünyasını geride bıra-kan sorunları çözümleriyle birlikte açıklamı tır. Eserinde toplum hayatında do ruluktan ayrılma, yeis, dü manlıkarzusu ve müminler arasındaki manevi ba ların kopma-sına dikkat çekmi , eserlerinin elli yıl sonraki nesillere hitab etti ini söylemi tir. Nitekim günümüze artan bir ta-leple ula an bu eserler Üstad’ın bu hitabındaki haklılı ınıortaya koymaktadır.

1913 yılında Van’da temelleri atılan Medreset-üz Zehra Birinci Dünya Sava ı’nın ba laması nedeniyle tamam-lanamamı tır. 1915 yılında cihad fetvasına imza atan be alimden biri olan Bediüzzaman, ço unlu u tale-belerinden olu an 5000 kadar askeriyle milis kuvvetler olu turarak i gal kuvvetlerine kar ı üç askeri kalana dek sava mı , aynı zamanda “ arat-ül caz” adlı eserini telif etmi tir. Bitlis ku atması sonucunda yaralanarak Ruslara esir dü mü fakat iki yıllık esaretini Rus htilalinin sebep oldu u karı ıklıktan faydalanarak sonlandırmı tır. Avru-pa üzerinden stanbul’a ula mayı ba aran Said Nursi bu-rada devrin tek slam akademisi olan Darül-ül Hikmet-il slamiye’ye üye olmu tur. ngiliz siyasetinin iç yüzünü an-latan Hutuvvât-ı Sitte adlı risalesini yazmı ve ehrin her kö esinde da ıttırmı tır. Bu uyarısı sonucunda i gal kuv-vetleri gıyabında ölüm cezası vermi lerdir. Said Nursi’nin bu cesur ve yerinde tavırları Ankara Hükümeti’nin dikka-tini çekmi ve Ankara’ya davet edilmesine vesile olmu -tur. Ankara’daki temasları sonucunda yeni hükümetle arasında fikir ayrılıkları oldu unu anlamı ancak yeni Türkiye’nin ekillenmesinde manevi dinamiklerden uzak-la ılmamasını iddetle tavsiye etmi tir.

Bu dönemden sonra Said Nursi büyük bir atılım öncesin-deki geri duru a geçmi , Van’a giderek Erek Da ı’nda

24 sayý12/2007

inzivaya çekilip kendisini ö renci yeti tirmeye adamı tır.1925 yılında patlak veren eyh Said isyanına destek vermemesine ra men Burdur’a sürülmü ,burada Nur’un lk Kapısı adlı eserini yazmı tır. Said Nursi Burdur’dan sonra Barla’ya sürülmü tür. Barla Risale-i Nur’un büyük bir kısmını yazmasına ahitlik etmi tir. Said Nursi Sözler ve Mektubatın tamamını, Lem’alarında büyük bir kısmını burada yazmı tır. Barla’da geçen sekiz buçuk yılın ardından Üstad “Gizli cemiyet kurmak, rejimin temel düzenini yıkmak” iddiaları neticesinde Eski ehir A ır Ceza Mahkemesi’nde yargılanmı ve tesettür ayetinin tefsiri nedeniyle 11 ay hapse mahkum edilmi -tir. 120 talebesiyle Eski ehir Hapishanesi’nde tutuklu kalmı tır. Hapis cezasınınardından 7 yıllık mecburi Kastamonu kameti ba lamı tır. Ancak Üstad rejimin temel düzenini yıkmak suçundan tekrar tutuklanmı ve davaların Denizli’de bir-le mesi üzerine buraya getirilmi tir. 9 ay süren tutukluluk halinin sonunda mah-keme lehinde karar verdiyse de hükümet Bediüzzaman’ın Emirda ’da mecburi ikametine karar vermi tir.

Bediüzzaman’ın a ır hastalıklarına ra men hapis cezaları, mecburi ikametler ve sürgünler sona ermemi tir. Bediüzzaman Emirda ’da Hükümet Kona ı’nınkar ısında sıkı gözlem altında ya amını sürdürmeye devam etmi , bir yandan risaleleri telif ederken di er yandan yaptı ı kısa gezilerde tanıdı ı insanlara teb-li etmi tir. Bir süre sonra camiye çıkı ı da yasaklanan Üstad bu ikamette, ha-pishanelerde geçirdi i günleri arayacak kadar çok zorlandı ını ifade etmi tir. lerleyen günler yeni davaların ve ne yazık ki yeni cezaların da habercisi olmu ,Üstad aynı suçlamalarla bir kez daha tutuklanmı bu kez de 54 talebesiyle Afyon Hapishanesi’nde yakla ık 20 aylık hapis cezasına çarptırılmı tır. Tüm bu sıkıntılar ne talebelerini ne Üstad’ı durdurabilmi tir. Risale-i Nurlar ne re devam edilmi ve ilim alanın da yeri doldurulamayan e siz bir yer tutmu tur.

1951 senesinde Emirda ’da apka meselesi, bir sene sonrada Gençlik Reh-beri isimli eserinin yüzünden açılan davalardan beraat etmi tir, Bediüzzaman Said Nursi. 1953’te Isparta’da açılan bir ba ka davanın daha lehinde sonuca varması üzerine, Üstad’ın hayatında uzun bir yer tutan mahkemeler dönemi nihayet sona ermi tir. Bediüzzaman Said Nursi’nin bu yıllardan sonra 1960’a kadar süren serüveni öncekilere nispeten daha rahat geçmi tir. Yaptı ı ziya-retlerin sonunda engellerle kar ıla mı nitekim “vasiyetnamem hükmümdedir” dedi i son dersini Ankara’da yapan Üstad daha sonra a ır hasta olarak yol-culuklarına devam etmi tir.

Takvimler 26 Mart 1960’ı gösterirken Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin mü-cadelerle dolu ya amı bir otel odasında son bulmu tur. Vefatının ardından Urfa’da Halilürrahman Dergahı’na defnedilmi tir. Ancak sıkıntılar onu ölümü-nün ardından da takip etmi tir. 27 Mayıs 1960 darbesinin arkasından mezarıkırılarak naa ı askeri bir helikopterle Isparta yakınlarına ta ınmı tır. Mezarınınyeri günümüzde hala bilinmemektedir.

Said Nursi’nin eserleri Kuran-ı Kerim’in tefsiri açısından farklı bir ekol olu tur-mu tur. Eserlerinde pozitif bilimlere yer vermediyse de; slamiyet’le ili kilerini izah ederek pozitif bilimlere verdi i önemi ortaya koymaktadır. Eserlerinin gü-nümüzde yo un bir taleple okunması, onun ileri görü lülü ünü ve durum tahli-lindeki ba arılarını ispat etmektedir. Said Nursi ya amını üç döneme ayırmı tır. Do umundan Risaleleri yazmaya ba ladı ı tarih 1926 ‘a kadar süren döneme eski Said, bu dönemden 1950 ye kadar süren; Risalelerin telifiyle geçen sü-reye yeni Said ve 1950 den vefatına kadar olan süreye de üçüncü Said ismini vermi tir. Bu dönemler Üstad’ın fikirlerinin de il bu fikirleri tebli de zamanıngüncel artlarına göre yön de i tiren tarz ve metodlarının bir sonucu olarak ayrılmı tır. Üstad ya amı boyunca istibdattan yana olmamı , “ stibdâdın her nevine kar ıyım. Onu nerede görürsem tokadımı vururum. Bence istibdâdın en kötüsü ilme yapılan istibdattır. Ben ekmeksiz ya arım, hürriyetsiz ya ayamam. man ne kadar geli irse hürriyet de o kadar parlar. te asr-ı saadet!” sözleriyle hürriyetin önemini vurgulamı tır.

BediüzzamanSaid Nursi’nin

eserleri:Sözler

MektubatLem’alar

ualarMesnevi-i Nuriye

aratü’l- ’cazAsa-yı Musa

Barla LahikasıKastamonu Lahikası

Emirda LahikasıSikke-i Tasdik-i Gaybi

Tarihçe-i HayatMünazarat

MuhakematDivan-ı Harb-i Örfi

Hutbe-i amiyeSünuhat

Hutuvat-ı SitteHizmet Rehberi

25sayý12/2007

Çek cumhuriyetinin ba kenti Praga çekler „Praha zlata“ yani altın ehir ismini vermi ler-dir. Altı denilmesinin nedeni ehrin mimarisine

sarı tonların hakim olmasından de il ehrin e sizli ini,güzelli ini vurgulamak içindir. Prag (Praha) Çekce e ikanlamına gelmektedir. Belki de bu ismi ona verenler güzelli in ve esteti in e i i olmasını dilemi lerdir.

Prag’ı görenler, onun bu isme layık oldu una ahitlikedeceklerdir. Yedi tepe üstüne kurulu, içinden Vlata nehri geçen, yüzyıllardan beri korunan özgün mima-risiyle Prag, mistik bir masal ehridir. Zaten bir ehrigüzel yapan en önemli iki unsur içinden akan bir akar-suya ve engebeli bir topografyaya sahip olmasıdır. Bir ehrin düz bir ovaya de il de tepelerin üstüne kurul-

ması, ehrin gün içinde de i ik veçheleriyle tema aedilmesine imkan tanır. Bunun Prag dı ındaki en güzel örnekleri stanbul ve Romadır. Her iki ehir de yedi tepe üstüne kurulmu tur. Romanın içinden Tiber nehri, stanbul’un içinden ise bir deniz geçmektedir.

M ST K VE

M L TANEH R:

PRAG

Karls köprüsüEnes Bayraklı

26 sayý12/2007

ehri ortasından ikiye bölerek akan Vlata nehri üzerinde bulu-nan bir çok köprü ile Prag bir köprüler ehridir. Bu köprülerin en önemlisi Karluv Most ( Karls köprüsü) 1357 yılında in aedilmi tir. Altı yüz metrelik Karls Köprüsü’nün her iki tarafındaHz. sa, azizler ve muhtelif ahısları temsil eden otuz tane ba-rok heykel vardır. Bu heykellerden bir tanesi de, bir Osmanlıyeniçeri askerinin heykelidir. Bu heykel orta ça da Avrupa’da türklerden ve özellikle yeniçeri askerlerinden duyulan korkuyu yansıtmaktadır.

Daha önce de belirtti imiz gibi Prag tarihi özellikleri bugü-ne kadar korunmu , gotik, barok, neorönasans gibi farklı bir çok mimari devirleri aynı anda görebilece iniz bir açık hava müzesidir. Bu güzelli i korumak için çekler, büyük bir bedel ödemeyi de göze almı lardır. Hitler ikinci dünya sava ının ba-ında Prag’ı bombalamakla tehdit etti inde, çekler Prag zarar

görmesin diye ehri Hitlere teslim etmi lerdir. Bu teslimiyetin arkasında bir korkaklıktan ziyade büyük bir bilgelik yatmakta-dır. Zira tarih insano luna unu göstermi tir ki kaba kuvvete dayalı i galler zamana yenik dü meye mahkumdurlar. Bu-nun en güzel örne i 13.yy’da slam dünyasını kasıp kavuran mo ol istilacıların takip eden asır içerisinde i gal ettikleri kül-türün içinde erimi olmalarıdır. Prag ehri de üstüne kabus gibi çöken nazi istilasını sabırla ve tevekküle gö üsleyerek onu alt etmesini bilmi ve bugüne kadar ayakta kalmı tır.

27sayý12/2007

Prag rivayetlere göre prenses libuse ve prens premysl tarafından 6. yüzyılda kurulmu tur. Prag’ın tarihi açı-dan en önemli bölgeleri eski ehir (Stare Mesto), yeni ehir (Nove Moste), küçük yaka (Mala Strana) ve kale-

sidir (Hradcany).

Staranestke Namesti eski ehrin en göz alıcı meyda-nıdır. Meydanın ortasında her saat ba ında pencere-lerinde Hz. sa ve 12 havarisini temsil eden kuklalarıngeçit resmi yaptı ı saat kulesi mutlaka görülmesi gere-ken eserlerdendir. Eski ehrin neredeyse tamamı tarihi eserlerden olu maktadır. Ama biz yine de bazı önemli eserlere de inelim; Tyn Kilisisi, Tyl Tiyatrosu, Sinagog-Yahudi mahallesi ve Avrupa’nın en eski üniversitesi olan Karl üniversitesi (1348).

Yeni ehrin (Nove Moste) sadece ismi yenidir. Yeniden kasıt eski ehirden yüz sene sonra 1340’ta kurulmuolmasındandır. Yeni ehirde daha çok Barok ve Ne-orönasans dönemi eserleri yer almaktadır. Bunlar-dan bazıları Wenceslas Meydanı, Milli Tiyatro ve Milli Müze’dir.

Eski ehrin kar ısında yer alan küçük yakada kendinizi Arnavut ta ı kaplı dar sokaklarda kaybederek Prag’ınmistik ve gizemli havasını soluyabilirsiniz. Prag’ın bu i-rin mahallesinde bir çok küçük kilise, parklar ve atolarbulunmaktadır.

Prag’ın kalesi, Prag’a hakim (Hradcany) bir tepenin üzerinde kurulmu tur. Bu kalenin içindeki ato krallıkdöneminde eski Bohemya krallarına, komünizm döne-minde komünizm eflerine ve komünizm sonrasında ise filozof Kral Vaclav Havele ev sahipli i yapmı tır.

Prag’ın uysal ve mistik bilgeli inin yanında bir de mi-litan yüzü vardır. Prag’ın çocukları 1968 de komünist tiranlı a ba kaldırarak tankların namlularına kar ı gö-üslerini siper etmi lerdir. Bu ba kaldırı tarihe Prag Ba-

harı olarak geçmi tir. Ayaklanan bir çok Çek genci Rus tankları altında can vermi tir. Ba kaldırı Jan Palach isimli bir felsefe ö rencisinin ulusal müzenin önünde kendini yakmasıyla ba lamı tır. Jan Palach dört gün yo-un bakımda kaldıktan sonra hayata veda eder. ehir-

deki protestocuların sayısının yüz binlere ula masıylaRuslar tanklarla kente girerler ve isyanı kanlı bir ekildebastırırlar.

Çekler 68’de ektikleri tohumların meyvelerini 89’da ya anan kadife devrimle almı lardır. Bu devrime Kadife Devrim denmesinin nedeni iddete ba vurmadan barı -çıl protestolarla bir rejim de i ikli inin gerçekle tirilmiolmasındandır. Tiyatrolarda örgütlenen sanatçılarınba ını çekti i bu devrimin lideri bir Avante Garde tiyat-ro yazarı olan Vaclav Haveldi. Aliya zzetbegoviç gibi Vaclav Haval de Bilge Kral olarak adlandırılmı tır.

Prag denilince akla gelen ilk isimlerden birisi de yirmin-ci yüzyılın en büyük edebiyatçılarından biri olan Franz

Kafka’dır. Kafka Prag’da do mu ve orada büyümü -tür. Romanlarına yansıyan zengin hayal dünyasınınolu masında bu ehrin çok büyük bir etkisi vardır. Prag Kafka’nın yanısıra Rainer Maria Rilke’nin ve Çek edebi-yatının ustalarından Milen Kundera’nın da ehridir.

Edebiyatçıları, mimarisi, tarihi, Bohemya kristalleri ile ünlü Prag Avrupada gezilmesi, görülmesi gereken e-hirler listesinin en ba larında yer almayı hak edecek bir zenginli e sahiptir. Sadece bir gün hiç bir müzesine girmeden, ortaça dan kalma gizemli sokaklarında do-la mak bile Prag’ı sevmenize yetecektir. E er hala ziya-ret etme fırsatı bulamadıysanız, altın ehir Prag ve Karl köprüsündeki yeniçeri sizin onu ke fetmenizi bekliyor.

Karls köprüsündeki Osmanlıyeniçeri askerinin heykeli

28 sayý12/2007

Bilmem ki ne mâna vermeli?Beni böyle mahzun edenEski efsanelerden biri,Çıkmaz oldu dü üncemden.

Hava serin, kararmak üzeredir;Ren nehri akmakta sakin sakin;Parıldayan da ın zirvesidirI ı ında ak am güne inin....(Lorelei)

K TAPLARIN YAKILDI I YERDE:

HEINRICH HEINE

Yeter [email protected]

29sayý12/2007

Heinrich Heine, 13 Aralık 1797’de Almanya’nınDüsseldorf ehrinde Yahudi bir ailenin çocu uolarak dünyaya geldi. Babası, Hannover’den

çıkıp, Düsseldorf’a yerle mi Samson Heine; annesi sa-fardi soyundan doktor kızı Peira van Geldern’dir. Heine ailenin ilk çocu u oldu u için bütün ilgiyi üzerinde top-lamı , istedi ini kolay elde eden bir çocuk olarak yeti ti-rilmi tir. Heinrich Heine’nin ailesinin yo un ilgiyle yeti ti-rilmesinin daha sonraki ya amında arkada lık kurmada zorlanan, içine kapanık, sabırsız ve sıra dı ı karar veren biri olarak ki ili ini etkiledi ini, olumsuz izler bıraktı ınıgörürüz. leriki yıllarda ise arkada çevresinde, okul ar-kada ı Adolf Strodtmann, Heine’den öyle bahseder:“ yi niyetli ve a ırılık derecesinde yumu ak, do u tan gel-me duyarlılı ından neredeyse utanıordu ve bunu inatçıbir grurla, kaba itici bir davranı biçiminin arkasında saklamaya çalı ıyordu. “ (Hauschildwerner,52)

Heinrich Heine, ilk iir denemelerini lisede yazıyor. Onun iirlerinde tamamıyla bir zıtlık hâkimdir. Ayni iirde çok

sevdi i bir eyden hem co kuyla söz eder hem de acıy-la. Ço unlukla dörtlük eklinde yazdı ı iirlerini, ‘halk iirinin köklü incelenmesi, ö renimi, uyumcu, cici iire

kar ı mücadele ve orijinallik çabası’ olarak tanımlıyor. (Liedtke,45) 1814 yılında Ticaret lisesine gönderiliyor. Kendini edebiyatta bulan Heine için bu okul çok sıkıcıgeçiyor. 1816’da babasının da deste iyle Frankfurt’a gidiyor. Orada bir bankada staja ba lıyor. Fakat bu i te ba arılı olamayınca çok geçmeden Düsseldorf’a geri dönüyor. Heine’nin ticareti sevmedi ini anlayan ailesi, -yahudilerde hukuk e itimi çok önemli oldu u için- onu Bonn’a hukuk okuması için gönderiyor. Hukuk e itimi Bonn, Göttingen ve Berlin’de geçmek üzere yedi yıl sürü-

yor. Heine, bu sürenin ço unu edebiyat, felsefe ve tarih derslerine ayırmı tır. Heine, “Alman üniversitelerinde ge-çirdi i bu yedi yıldan, üç güzel, çiçekler açan yılını Roma Hukuku’na, hukuk tutuculu una, bu liberalli e aykırı bi-lime, bo una harcadı ını” söyleyecektir.’Hukuk neydi ki? Hukuk mülkiyetin ve egemenlerin hizmetindeki despotiz-min, haksızlı ın, devlet tarafından haklı çıkarılma bilimi de il miydi? (Liedtke, 33-34)

Heine’nin üniversite yılları, Fransa’daki devriminin etki-siyle Almanya’da yapılan baskılara kar ı kurtulu mü-cadelesiyle geçmi tir. Üniversitede bu kurtulu a destek veren ö renci ve profesörlerin de katıldı ı ‘Burschens-chaft’ denilen birlikler olu turulur. Heine Bonn’da böyle bir ö renci derne ine üye oldu u için yakalanır fakat kendisine bir zarar verilmeden bırakılır. “Prusya Kralı III. Friedrich, Fransız Devrimi’nin baskısı altında önceden verilen anayasa sözünden döner. Sansür a ırla tırılır. Kalın kitapların hem fiyat, hem de içerik olarak normal vatanda a fazla gelece i ve çok kısıtlı bir çevrede kalıp, yayılamayaca ı, fazla etkin olamayaca ı varsayıldı ın-dan, yalnız yirmi demetten (320 sayfa) az olan eserler sansüre tabi tutulur. Bu yüzden air, sansürü a mak için hep 320 sayfadan kalın kitaplar yayınlamaya çalı mı ,bunun için de ço u kez birkaç eserini bir kitapta topla-mı . (1)

Seyahat Tabloları’nı yayınlarken 20 demet sınırını geç-mek için air dostlarından malzeme istemi tir.

Heine Schlegel’in hiçbir dersini kaçırmaz. Edebiyat ta-rihi, iir ve vezin teknikleri, Yunanistan’dan spanya’ya, talya’dan Hindistan’a dek yazın- iir biçimleri üzerine köklü bir e itim görür. iirlerini sundu u ö retmeninin, dikkatini çeker. Ö retmen, genç Heine’yi kona ında ka-bul eder, iirlerini düzeltir, çeviri yapmasını, çe itli teknik-leri denemesini ö ütler. Schlegel’in düzeltilmesini istedi iiirlerin ba ında, bir dize için saatlerce u ra tı ını anla-

tıyor Heine. “(2) Fakat Heine, romantizmin öncülü ünü yaptı ı Schlegel’e kar ı çıkmı ve her ça ın kendine ait bir iir yapısının olabilece ini vurgulamı tır.

Heine, çok sorun ya adı ı Bonn’dan e itimine devam etmek üzere Göttingen’e gitmeye karar verir. Orada yeni bir çevre edinen Heine, filolog Georg Friedrich Benecke ile tanı ır. O yıllardan öyle bahseder:“1300 ö renciden en az bini alman, bu binden yalnızdokuzu eski Almanca dersine geliyor. Atalarının iç dün-yasını, kendi olu umlarının ruhsal temelini merak eden yalnız dokuz ki i ah Almanya! Me elerin ve vurdumduy-mazlı ın, duygusuzlu un ülkesi.(Liedtke, 41-42)

Göttingen’de bir arkada ıyla girdi i düellodan dola-yı okul yönetimi tarafından gözaltına alınır ve 1821’de Heine’ye, altı aylık Göttingen’den uzakla tırılma cezasıverilir. Heine, Göttingen’de ilk tiyatro eserini Almansor’u tamamlar. Bu eserinde 1500’lü yıllarda spanya’daki Hı-rıstiyan-Müslüman çatı masında kurulmu bir medeniye-tin cinayetini anlatır.

30 sayý12/2007

“Almansor, 23 A ustos 1823’de Braunschwig’da sah-neye konacak ama seyirci protestoları sonucu bitirile-meyip, yarıda kesilecektir. Olayın ba kahramanları Ali ve Evlatlı ı Süleyman, Hristiyanlatırılımı araplardandır. Ali’nin o lu Almansor ile Hasan bu durumu içlerine sin-diremeyip kaçanlardandır. Katolikler 1300 sütunlu Cor-doba Camii’ni kiliseye çevirirler. Arap krallarının Allah’a adadı ı cami, imdi bir kilisedir. Almansor bu sütunlara öyle seslenir:

‘Ah siz sütunlar, siz dev ve güçlüBir zamanlar süslediniz Allah ününüimdi biat etmek zorundasınız, hizmetkârane

…’

Yine oyunun bir sahnesinde Alman-sor, Kur’an’ı kastederek ‘Kitabı da yaktılar’ deyince, dostu Ha-san, ‘Bu henüz ön oyun. Kitapların yakıldı ı yerde birgün, insanları da ya-karlar!’ diye yanıt verir. (I,284) Heine’nin ilk büyük yapıtındaki bu tümce, tarihte çok kez gerçek olacak, hatta gün gelecek, onun da kitaplarıinsanlarla beraber yakılacak-tır. “Heine, Göttingen’den Hamburg’a gider ve tek taraflı â ık oldu u kuze-ni Amelie’nin ni anınıö renir. Amcasınındeste iyle Berlin’e okuluna devam et-meye karar verir. Heine, 1821 Mar-tında Berlin’e geldi-inde 23 ya ındadır.

O zamanlar Berlin, endüstri, sanat ve kültür alanında en büyük alman ehridir. Burada ‘ünümün

be i i’ dedi i air Friedrich Wilhelm Gubitz’le tanı ır ve Gesellschafter dergisinde iir ve yazı-larını yayınlar. 1822’de ilk kitabı iirleri yayınlar. Bunu sı-rasıyla Almansor, Lirik ntemezzo ve William Ratcliff izler. Bu yıllarda III. Friedrich Wilhelm, yine üniversiteleri sıkıkontrol altında tutuyor ve birçok kitabı sansür getirip ve yasaklıyordu. Heine bu yıllardan; ‘Biz Almanlar, en akıllı,en güçlü halkız… Ama bizde tabancayla ate edene üç lira ceza yazılır, gazeteye ‘Karım özgürlük kadar güzel bir kız do urdu’ diye ilan verin, sansürcü “özgürlük”ün üstüne bir çizgi atar. (Liedtke,47)

Heine 1823 Mayıs’ında hukuk fakültesinde ilerleyeme-di i için Berlinden ayrılıp Hamburg’a ailesinin yanına

gelir. Zor dönemler ya ayan ailesinin yanında1824’e kadar kalır ve tekrar hukuk e itimini tamamlamak için Göttingen’e gider. 1825 yılında Heine hukuk doktoru olur. Aynı yıl kendini gizlice vaftiz ettirip Protestan mez-hebine geçer. Heine, ilerleyen zamanda bu durumdan pi man olmu tur. Kötüye giden sa lı ı için do ayla ba ba a kaldı ı Harz Gezisi’ni yapar. “Harz Gezisi, Heine’nin sanatında olgunluk döneminin ilk yapıtı sayılı-yor. Burada geli tirdi i dü ünceleri, bu geziden topladı ıgözlemlerini Heine, daha sonraki eserlerinde sık sık i le-yecektir. “(3)

Bu gezi sırasında Heine, Weimar’da ünlü airGoethe’yi de ziyaret eder. Bu görü me-

de Goethe, ‘ imdi ne üzerine çalı ı-yorsunuz? diye sordu unda ‘Kendi

Faust’umu yazmakla me gulüm’demi tir. Goethe’nin günlü ün-

de bu görü meyle ilgili sadece ‘Göttingen’den H.’ notu var-dır. Heine Goethe’yi ve ‘bir iir ne kadar az anla ılırsa

o kadar iyidir’ eklindeki iirgörü ünü ele tirse de onun

eserleriyle ilgili ‘insan böyle bir eyin alman dilinde müm-

kün olu una a ar kalır’demi tir. (Romantik Okul, III, 403)

Heinrich Heine, ikinci gezisine Norderney adasında yapar. Bu-rada denizden çok etkilenir. Heine deni için iir yazan

ilk Alman airdir.“Denizi ruhum gibi seviyorum. Ço u kez bana, deniz, sanki

benim ruhummu gibi geliyor… Do anın, u çevre-

mi sarı ındak ulu basitli i, beni ehille tiriyor, aynı anda yüceltiyor,

hem de hiçbir ba ka yüce çevrenin eri-emeyece i ölçüde.” (II, 224)

Heine 1825’de Lüneburg’a ailesini yanına dönüyor. Avukatlık mesle inde ba arılı olmayınca intiharın kıyı-sına geliyor. Bir arkada ına yazdı ı mektubunda noel hediyesi ‘kendini vurmama’ sözü veriyor. “ çimde neler oluyor bir bilseydin, o zaman bu sözün gerçekten, ne büyük bir arma an oldu unu anlardın ve imdi yaptı-ın gibi gülmezdin, aksine benim u andaki halim gibi

ciddi olurdun. Kısa süre önce, Werher’i okudum. Bu be-nim için gerçek bir ans. Kısa süre önce Heinrich Von Kleist’ın Kohlhaas’ını da okudum, yazar için hayranlıkla doluyum, kendini vurup öldürülü üne ne kadar üzülsem azdır bunu neden yaptı ını çok iyi kavrıyorum.’ (Hausc-

31sayý12/2007

hild-Werner,100)

1826-1827 arası air sürekli eserleini yazmakla me gul-dür. Yazdı ı eserlerinde ça ın sorunlarını el alıp, biçim-de de il özde bir bütünlük vermeye çalı ıyor. 1827’de yazyınladıüı arkılar kitabı on yıl sonra artarda baskılar yapıyor, Lore-Ley iiri ba ta olmak içindeki birçok iiri besteleniyor. 1827’de Seyahat Tabloları’nı yayınlayıpngiltere’ye seyahate çıkıyor. Heinrich Heine, beklentiyle gitti i ngiltere’den memnun kalmamı ve unları söyle-mi tir: ‘ ngilizin konukseverli i öyle sahte mekaniktir ki, onun verdi i en iyi ziyafet bile, bir bedevinim sundu ubir avuç hurmanın yarısı kadar tatlı olamaz. (Hauschild-Werner,118)

1827 A ustos’unda Hamburga geri döner. Grimm Karde ler ve Ludwig Börne ile tanı ır. Münih’de yayın-lanan ‘Neue Allgemeine Politische Annalen’ dergisinin redaktörlü ünü yapar.1828 Nisan’ında dergi için kaliteli yazarlar bulamayınca ‘Almanların hiçbir politika anlayı ıyoktur, çünkü iyi politik kalemler yoktur’ diyerek dergiye son verir. Milano seyahatinden sonra babasının kısa bir süre önce öldü ünü haber alır ve ‘o tüm insanlar içinde en çok sevdi imdi’ der.(Liedtke,82)

Heine son kitabının da yasaklanmasıyla çok huzursuz ol-du u Almanya’dan Paris’e gider. lk aylarda ‘Size benim halimi soran olursa, deyin ki: Sudaki bir balık gibi. Veya daha iyisi, millete deyin ki: E er denizde bir balık, di eri-ne halini sorsa, onun yanıtı ‘Paris’te Heine gibiyim’ ola-caktır. (Liedtke,90) diye bahseden Heinrich Heine, daha sonra; ‘Bakı biçimimizde ve tahayyülümüzde imdi ne büyük de i iklikler olmalı! Hatta yaman ve mekân temel kavramları, sallanmaya ba lıyor. Demiryollarıyla mekân öldürülüyor ve bize yalnız zaman kalıyor. Bir de sonuncu-yu öldürmeye yetecek paramız olsaydı! (…) Bana, sanki tüm ülkelerin da ları ve ormanları Paris’e yana mı gibi geliyor. imdiden alman ıhlamurlarının kokusunu alıyo-rum; kapının önünde, Kuzey Denizi’nin dalgaları çarpı-yor’ (Hauschild-Werner,171)

1832 Mart’ında Alman Basın ve Vatan Derne i Heine’yi yönetim kuruluna seçiyorlar. Ancak o dayatılmak istenen yönetmeliklerin bo oldu una inanıyor ve u sözlerini ekliyor. ‘Biz, bu yeryüzündeki tüm insanların, e it asale-te do du u ve hiçbir insanın do um, köken nedeniyle, devlete imtiyaza sahip olmaması gerekti i prensibi için dö ü üyoruz! Bu ilkenin taraftarlarına demokrat diyoruz ve partilerinin adı demokrasidir. Bu ilkenin kar ıtları, gayri ahlaki ve mantık dı ı bir biçimde, ‘bir insanın di erinden daha asil yaratıldı ı ve bu kazanım nedeniyle, daha fazla hak sahibi olması gerekti i ilkesini savunanlardır, Bunla-ra aristokratlar ve partilerine de aristokrasi diyoruz. Bu partiyle mücadele bizim görevimiz.(…) Hükümet biçimi yalnızca araçtır, demokratik prensip ise asıl amaç. Ben hükümet biçimi için kavga, bo bir kavgadır diyorum’ (Hauschild-Werner,371)

Heine’nin sanat anlayı ını da yine u süzlerinden

çıkarıyoruz:!Sanatta en yüksek olan ne? Ya amın tüm di er manifestasyonlarında en yüksek olan neyse o:Aklın, gönlün bilinçli özgürlü ü(…) Sanatta özgürlü ün bu kendi bilinci, özellikle biçimdeki tavırla ortaya çıkar ama asla özle de il. Gerçekten büyük airler, ça larınınbüyük çıkarlarını her zaman, uyaklı gazete yazılarından ba ka kavradılar. (V,438)

1834 yılında Pari’te teyzesinin yanında ayakkabi satıcılı ıyapan ve okuma yazması olmayan Crescence Auguti-ne Mirath adında genç bir kızla beraber ya ar ve ona Mathilde ismini takar. Nedeni de onun ifadesiyle ‘çünkü Crescenzia ismi gırtla ını acıtmaktadır’ (Liedtke, 103)

Mahhilde’nin okuma-yazması olmadı ı için Heine’nin arkada larına onun gerçekten ünlü bir air olup olma-dı ını sorar. 5 Mayıs 1842’de Hamburg’da büyük bir yangın çıkmı , annesinin ve amcasının eviyle beraber yirmi bin insan evsiz barksız kalmı tır. 1845’li yıllarda ekonomik krizin ve iktidardaki rejimin baskılarına kar ı‘Yoksullu a Son Verme’ adlı bir kitap yazar. Yo un çalı -maları yüzünden önce hastalanan airin sol tarafına felç vurur. Hastalı ı Heine’ye çok a ır gelir Annesine:‘Bu hastalı ın en kötü yanı, bu kadar uzun süre ya amak zorunda kalmak’ demi tir. 1856 ubat’ında Heine, Se-yahat Tabloları’nın düzeltmeleriyle me gul olurken a ırbir ekilde a rıları ba lar. Bakıcı bayanların söyledi ine göre Heine’nin son sözleri ‘kâ ıt ve kalem’ olmu tur. Cenazesi vasiyeti üzerine hiçbir din adamı katılmadan ve dini tören yapılmadan kaldırılır.

Ölümso uk bir geceden ba ka bir ey de ildirya am isesıcak ve bunaltıcı bir gün…(Heinrich Heine)

Dipnot:(1,2,3) Almanya. Bir Kı Masalı, Serdar Dinçer

32 sayý12/2007

20. yüzyılın ilk yarısında spanya... Bir zaman-ların hızlı sömürgecisi, dönemin hakim siste-mi kapitalizme ayak uydurmada sancılanıyor.

Rusya’daki devrimden etkilenip gaza gelen kominizm taraftarları gördükleri rüyanın etkisiyle kıyasıya müca-dele vermektedirler. Fakat, dü ledikleri zafere ramak kala, Hitler’in göz ardı edilemez deste iyle yenilirler. Fa ist iktidar iç sava ın mutlak galibidir. “Acaba öyle midir?” diyen bir kaç parça gerilla, sava larını sınır böl-gelerde devam ettirmeye çalı ırlar var güçleriyle. Mese-la Navarra’da...

Son yıllarda sinema sanatı adına üretilmi en titiz ve güzel çalı malardan biriyle kar ı kar ıyayız. Pan’ın, bir ucu ya ayan dünyanın karanlık bir yüzeyine, di er ucu yeraltında yahut bilinçaltında ama sürekli burnumuzun dibinde bir yerlerde duran “öteki ülke”ye açılan bol metaforlu, labirenti.

Film semiyotik ö elerle öylesine dö enmi ki, aradan bir bo luk bulmak ve nefes almak imkânsız nerdeyse. Ergenli in e i inde ama hala hayaller gören bir kız ve kanayan yeni spanya; sert, asker, acımasız, disiplinli bir “üvey” baba ve fa ist rejim; kocası ölmü , yalnızkalmı , nihayetinde bu askere sı ınmı , onun bebe inikarnında ta ıyan bir anne ve eski, geleneksel ve hatta dindar spanya; garnizonun ba hizmetçisi, gizli gerilla, maharetli ama içi içini yiyen bir kadın ve sava ı kay-beden ama sava ı içinde ya atan suskun devrimciler;

herkesin yarasını sarmaya çalı an, ama soran; bu yo-lun nereye çıkaca ını soran bir doktor; da larda geril-lalar; kalın ve ha metli bir a acın köklerine yerle mikocaman bir kurba a ve midesinin altındaki kıymetlianahtar; zihin duvarlarımıza tebe irle çizdi imiz kapı-ların ardında açılan iç dünyamızın zengin sofrası ve o sofranın ba ında oturup i tahlı çocuklu umuzu yiyen insansı canavar... Ve Pan... Do a’dan olan, toprak kokan. “Öteki Ülke”nin kapısının bekçisi, üpheli, te-dirgin ama iri yarı... Her ey öylesine güzel yerle tirilmiki filmin içerisine önünüze sunulan bu güzel sofradan ne derece lezzet alaca ınız artık sizin sinemaya bakıaçınıza ba lı.

Kısaca öyküsünden bahsedecek olursak... Ofelia (Iva-na Baquero) 10 ya larında, zamanının büyük kısmınıperi masalları okuyarak geçiren küçük bir kızdır. An-nesiyle birlikte asker olan üvey babasının tayin oldu usınır karakoluna ta ınır. Bir gece bir peygamberdevesi (ya da ona benzer bir böcek) suretinde bir peri yata ınagelir ve onu karakolun yakınındaki eski labirente gö-türür. Labirentin orta yerindeki derin kuyuda kendisini bekleyen bir Pan, onun Karanlıklar Ülkesinin prensesi olma ihtimalinin yüksek oldu unu ama bundan emin olmak için üç sınavı ba arıyla geçmesi gerekti ini söy-ler. Kaptan Vidal, tam bir düzen adamı ve merhametsiz bir askerdir. syanların hala daha sürmekte oldu u bu da karakoluna da kendi iste iyle gelmi tir. Da larda-ki isyancılarsa karakolda hizmetçilik yapan Mercedes

Pan’ın LabirentiYusuf Kocamaz [email protected]

33sayý12/2007

(Maribel Verdu)’in yardımıyla direni lerini ısrarla sür-dürmektedirler. spanya yakın tarihinin, sanki özetinin çıkarıldı ı bu ormanlık bölgede, Ofelia, bir taraftan Pan’ın verdi i görevleri yerine getirmeye çalı ır, di ertaraftan da annesinin alı maya çalı tı ı ve kendisinden de alı masını istedi i sert mizaçlı babasına kar ı, için-den, annesini ve do acak karde ini koruma duygusu besler.

unu belirtmeliyiz ki, bu film için yanlı lıkla çocuk filmi deme gafletine dü ülmemelidir. Bilakis belli bir ya ınaltındaki çocuklar için sakıncalı olacak derecede bir kaç iddet sahnesi içermektedir film. Ve anlattı ı ey,bir çocu u de il iyi bir damak tadı olan sinema seyirci-sini muhatap almaktadır.

Filmin bir di er artısı da tabii ki makyaj ve görsel efekt-ler... Özenle kurulmu mekânlar içerisinde Pan, periler ve çocuk yiyen canavar güzel resmedilmi . Tabi Pan’ınba arısında, o a ır makyajın altında rol kesen Doug Jones’ın büyük payı var.

spanyolca’nın etkileyici tonlaması ve iirselli inin gö-rüntüyle kusursuzca bütünle tirildi i filmde müzik de önemli rol oynuyor. Javier Navarrete’nin besteledi-i soundtrackler sizi bir peri masalında oldu unuza

inandırıyor. Ama mutlu bir peri masalı de il, hüzün-lü, karanlık, yalnız ve unutulmu bir masal. Özellikle Mercedes’in Ofelia’ya mırıldandı ı “sözlerini bilmiyo-rum.” dedi i ninni (“Nana”).

Son zamanlarda ata a kalkmı olan Meksikalı sinema-cılar bu filmi son haline getirmek için güç birli i yap-mı lar sanki. Filmin yapımcılarından Alfonso Cuaron fikir bazında destek verirken, son zamanların bir di erharika filmi “Babel”in yönetmeni Alejandro Gonzales Inarritu da filmin kesiminde yardımcı olan isimlerden.

Meksika, belki biraz da Küba sinemasının yardımıyla,önü açılan bir sinema büyütüyor. Küba sinemasınınyardımıyla diyoruz çünkü Küba’nın muhalif duru unakar ın bir takım güçler tarafından Meksika öne sürü-lüyor olabilir. Elbette bu sadece bir görü tür. Hatta Babel’in modern dünya ele tirisi ve Pan’ın Labirenti’nin Kominist motifler ta ıması bu görü e ters dü üyor görü-nebilir. Zamanla daha çok anlayaca ızdır elbette.

Hasılı; “ öyle adam gibi bir film izlemeyeli de çok oldu” diyenimiz varsa Pan’ın Labirenti’ini bir denesin diyebi-liriz.

El Laberinto del Fauno:

Tür: Fantastik/DramYönetmen: Guillermo del ToroSenaryo: Guillermo del ToroGörüntü yönetmeni: Guillermo NavarroMüzik: Javier NavarreteYapım: 2006 Meksika/ spanya/ABD

34 sayý12/2007

DÜNDEN BUGÜNEMÜZ M Z

Hem bilim hem de sanat olma özel-li ine sahip yegâne disiplin olan müzik, biz pek farkına varamasak

da aramızda konu tu umuz dilin haricinde de kullandı ımız, ikinci bir dilimizdir. Geçmi tengünümüze köprüler kurup geçmi imiz, kültü-rümüz ve en sade ekliyle bizim hakkımızda,duyabilecek nezih kulaklara sahip zümreye, kula a hitap eden bir ölen e li inde isteni-leni sunar müzik. Ve kulaktan yüre e intikal ederek içten içe bizi anlatır bize.

Bizim için maddeden çok manayı temsil eden bu sanatın tanımı herkese göre farklıdır. Ki-mine göre seslerin veya sessizli in notalarla uyum içerisinde bir zaman sürecinde düzen-lenmi hali olarak tasvir edilse de müzik, ki-mine göre matemati in edebiyatla dansı, bir uyum ilmi veyahut hayatın ta kendisidir.

‘Çok insan anlamaz eski musikimizden.Ve ondan anlamayan bir ey anlamaz bizden …’ (Yahya Kemal)

Yahya Kemal Beyatlı’nın bu mısrada altı-nı çizmek istedi i ey öyle ba ımızı kaldırıptoplum olarak pek dönüp bakmaya mecali-miz kalmayan tarih sayfalarını çok da geriye dönmeden biraz ara tırmamız ve üzerinde dü ünmemiz olabilir. Ve bunun vurgulanmak istenen gerçe in tecellisinde üphesiz büyük bir rolü olacaktır. Müzi in hayatımızdaki rolü ve toplum olarak ya antımızı büyük ölçüde yansıttı ı hatta hayatımızın öyküsünü anlattı ıbir vakıadır. ‘Bir müzik eserini meydana geti-ren bütün ayrıntılarda, bir toplumun hikâyesi, uzunca bir geçmi i gizlidir. Dikkatlice dinlen-di inde, toplumsal geçmi in uzun, hüzünlü, sevinçli bütün seslerini duyabilmek, müthi bir ya am zenginli iyle kar ıla mak mümkündür. Melodik bir tarih ya da tarihin melodik anlatı-mı niteli ini ta ır toplumun müzikleri…’

Konfüçyüs’e göre bir toplumu en iyi ekildetanımak için ilk önce o toplumun müzi ini

Muhammed Emre Karalı

35sayý12/2007

dinlemek gerekir. Çünkü müzik, toplumun kendisini ifa-de etmek için kullandı ı ba ka bir dildir. Toplum, pek farkına varmasa da arkılarında büyük ölçüde kendisini anlatır. Ve mütemadiyen tekdüze giden bir alı veri söz konusudur. Toplum arkıları söyler, arkılar da toplu-mu…

Toplum olarak müzi imizin çok çe itli kültürlerle har-manlanması bir tesadüf de il, sanattaki etkile imin ne derece ciddi oldu unun kanıtıdır. Zaten günümüzde bile birçok farklı millete, dine, dile ve ırka ev sahipli i yapan ve geçmi te de aynı ev sahipli ini ho görüyle üstlenmianadolunun kültürel olarak bu denli zengin olması, bu etkile imin boyutunu ortaya koyar mahiyettedir. Avrupa için de aynı etkilesim söz konusudur.‘Özellikle 18.yüz-yılın ortalarından itibaren Türk ezgilerinden ve mehterin ritmik yapısından yararlanarak eser bestelemek, Batılımüzisyenler için deyimi yerindeyse adeta bir moda hali-ne gelir. Mesela Wolfgang Amadeus Mozart, La Majör Piyano Sonatı’nın son bölümünde ünlü ‘Alla Turca’sınıyazar. Bu eserinden ba ka, Türkleri konu alan ba kaeserleri de vardır: KV 219 Türk Konçertosu, KV 344 Zaide Operası, Saraydan Kız Kaçırma, Kahire Kazı, vs. Mozart’ın yanı sıra Beethoven’ın bazı eserlerinde bu et-kiyi görmek mümkündür.’ 19. yüzyılın ba langıcındabatılı müzisyenlerin stanbul’da konser vermeye ba la-maları Batı müzi iyle Do unun çok güzel harmanlan-mı Osmanlı müzi ini etkile im sürecine sokmu tur. Ve Osmanlı’da 2. Mahmut tarafından kuryulan Musika-yıHümayun’un ba ına talyan Giuseppe Donizetti’nin ge-tirilmesiyle Osmanlı müzi inde Batı müzi inin yo unolarak etkileri ba lamı ve kendi tabiili inden zamanla ayrılmı tır.

Kültür ve medeniyet açısından, do u kültürünün ay-dınlık ülkelerinden biri olan Osmanlı bünyesindeki Os-manlı müzi i icracıları, saraydaki bu denli de i imdenpaylarını olumsuz yönde almı lardır. Bu etkile im süre-ci, Osmanlı’nın bunalımlı dönemlerinde ya ayıp ‘müzik öyle bir deniz ki; ben sadece paçalarımı sıvayabildim,içine giremedim’ sözünün sahibi, hem dünyevi hem de dini müzi i ve kendine öz tavırlarıyla ünlenen, ünlü bestekar musiki inas Hammamizade smail Dede Efen-di (Dede Efendi) ve onun gibi de erli musiki inaslarınsaraydan ayrılmasına veyahut uzakla masına zemin hazırlamı tır. Osmanlı’nın son devirlerine kadar Klasik Türk Musikimizin, Batı müzi iyle beraber saraydaki yeri eskisi kadar gözde olmasa da korunmaya çalı ılmı ve en azından Cumhuriyet’e kadar faaliyetlerini sürdüren Dergahlarda ve Mevlevihanelerde canlılı ını sürdüre-bilmi tir.

Cumhuriyet döneminde ise harf devrimi, kılık kıyafetdevriminin yanında müzikte de birkaç ki inin kararı ile halka ait geleneksel ve köklü de erlerimiz köklü bir de-i ime u ratılmaya çalı ılmı tır. Musikimizin gayri milli

ve hastalıklı oldu u görü lerini ileri süren çevre ile Batımüzi inin yeni medeniyetimizin müzi i oldu unu kabul edip milli müzi imizin halk müzi imizle batı müzi inin

izdivacından do aca ını kabul eden çevre maalesef aynıdır. ‘1926 yılında stanbul konservatuarındaki Kla-sik Türk Musikisi bölümü kapatılmı bununla da kalın-mamı , aynı yıl Klasik müzi in tabii bir e itim aktarımmekanı olan Tekke ve Dergahlar kapatılarak bu müzi-in bütün geli me yolları ortadan kaldırılmı ve daha

sonra da bütün okullardan Klasik Türk Musikisi e itimikaldırılmı tır. Buna bir anlamda ‘Kaynak kurutma ope-rasyonu’ da denilebilir.’

Günümüz müzi i ise dünden oldukça farklı ve maalesef gidi atı düne oranla çok daha karamsar. 20.yüzyılınsonuna do ru büyük ölçüde müzi in amacı de i tiril-mi , sanat adına eserler ortaya koymak, ruhu dinlendir-mek, duyguyu payla mak, acıyı ve tatlıyı hissettirmek, yüre e hitap etmek, kültürle ya atmak yerine, müzi inkalitesi inanılmaz derecede dü ürülmü tür. Sadece çı-karlarını ön planda tutup tek derdi para kazanmak olan veya müziklerine tıkabasa mesaj doldurup sanatin cid-diyetini kaybeden kitlelerin insanlara müzik eseri diye sundukları ehemmiyetsiz ritimleri, ilkokul seviyesinde yazılmı sözleri ve müzik dedikleri emeksiz hazır gürül-tüleri, müzik gibi hem bilim hem de sanat kategorisine giren bir disipline dahil etmek ve bütün bu çirkeflikleri yapıp sanatı öldüren insanları, asıl anlamı göze, kula ave en önemlisi yüre e hitap edebilen ‘SANATÇI’ olarak anmak ne derece mantıklı olur?

Zamanla insanlı ın kendini ifade edebildi i soyut kav-ramların de er kaybedip sadece maddeye önem veren nesillerin ve düzenin tecelli etmesi mutlak olarak müzi ide derinden etkilemi tir. Müzikteki do allık buna oranla azalmı ve müzik sanattan büyük derecede ayrılmı tır.Bundan sonra da müzi e kendini ifade etmekte güçlük çeken bir takım insanlar için ninni mâhiyeti kazandı-rılmı tır.

Bütün bunlara ra men ülkemizde veya farklı yerlerde tek tip insan üretmeye çalı an bu müzik sektörünün far-kında olan insanlar var; bunalmı insanlar var müzi inanlamını idrak etmeye çalı an insanlar var; bunları fark etmek müzikle ilgilenen biri olarak bana umut veriyor ve beni mutlu ediyor.

1. Çetinkaya, Yalçın; Müzik Yazıları, Cumhuriyet ve Müzik, Kaknüs Yayınları, 1999, Istanbul, s.89

2. Çetinkaya, Yalçın; MüzikYazıları, Müzik ve Etkile im, Kaknüs Ya-yınları, 1999, Istanbul, s.237

3. Çetinkaya, Yalçın; Müzik Yazıları, Cumhuriyet ve Müzik, Kaknüs Yayınları, 1999 ,Istanbul, s.91

36 sayý12/2007

Hz. Muhammed’in HayatıMartin Lings

Bir kitap ele tirisi yapılaca ı zaman ilkesel olarak kitabın i le-ni eklinden çok kitabın konusu esas alınır. leni ekli veya üslubu bir ele tirmen için ikinci öncelikli unsurları ifade eder.

Ancak peygamber efendimizin hayatı üzerine yazılmı bir kitabı elinize aldı ınızda durum farklıdır. Benim böyle bir kitaptan beklentim, beni kendi zamanımdan alıp Asr-ı Saadete götürüp götüremedi i ile ilgilidir. Acaba elimi uzatsam O’na dokunabilir miyim diye kendime sormalıyım.Ruhum zamanın devinimlerini a ıp, benli imi ekillendiren de erlerindo umuna ahitlik edebilir mi? Bu açıdan bakıldı ı zaman birçok kitap bu hissi insana vermekte zorla-nır. Bir kitabın böyle bir his verebilmesi için yazarın, Peygamber efendi-mizin hayatını iyi bilmesinin yanı sıra, bu bilgileri tarihsellikten kurtarıp,ı ı ını günümüze yansıtması gerekir. Bunu verebilmek içinde olaylar de il, olayların insanlar üzerindeki etkisi ya da insanların olaylara kar ıverdi i tepki temel alınmı olmalı. Peygamber efendimiz kimdi, ki ili i,ahsiyeti nasıldı?

Hz. Muhammed’in ya adı ı olayları bir gayrimüslim de ö renebilir. Ama onu tanıyamaz. Acılarını, sevinçlerini hissedemez. Tarihin üzerindeki eli-ni görebilir ama o elin ait oldu u kalbi göremez. Ben bir Müslüman’ım.Benim farkım bunu hissetmem. Ve bir Müslüman olarak bir kitaptan benim beklentim bana bunu hissettirmesi. Bu açıdan bir ele tirmen olarak sadece unu söylemek isterim ki, Martin Lings’in yazmı oldu u Siyer benim beklentilerimi kar ıladı…

Sezai Karakoç ‘Yitik Cennet’ adlı kitabında Peygamberimizi ‘Yeniden bulunmu cennet’ diye niteler ve onu öyle anlatır:‘’O, cennetin kapısı de il cennetin ta kendisidir. Cennetin se-

kiz rahmet kapısıyla ilintili olarak andı ımız sekiz peygamber ve onlara ba lı öbür peygamberler birer kurtulu kapısı olarak hep O’na açılır.Her ne kadar insanlı ı Hazreti Nuh kurtulu gemisine aldıysa da ha-kikatte asıl kurtulu gemisi O’nun getirdi i slam’dır. Nuh’un gemisi O’na i aret etti. Rahmet perdelerinden bir perde oldu. Her Peygamber O’nun bir cephesiydi. Bütün cepheler O’nda bütünlendi. Bu yüzden ‘din O’nda tamam oldu’. Yitik Cennet Yeniden Bulunmu Cennet’e dö-nü tü O’nda. O geldi ve bütün kadehler kırıldı. O geldi ve bütün gurur anıtları devrildi. Mecusi ate i söndü Sasani sarayı yıkıldı. Bir medeniye-tin alın yazısı dramı ve trajedisi Yitik Cennet Yeniden Bulunmu Cennet kar ılı ında gizliydi. Bu giz O’nun getirdi i Uygarlık Bütünlü ü’nde açı-a çıkıyor ve aydınlanıyordu. Manevi önderler devlet adamları bilginler airler hep o çizgilerden do acaklardı.’’nsanın varolu çizgisine odaklanan “Yitik Cennet”te insanla medeniyet arasında paralellik kuruluyor. Medeniyetlerin varolu mücadelesinin, insanın varolu mücadelesine benzetildi i kitapta Nuh, brahim, Yu-suf, Musa, Süleyman, Yahya, sa ve son peygamber Hz. Muhammed’e kadar ya ananlar, geçirilen imtihanlar ve yitik cennete ula ma ideali aktarılıyor.Kültür ve Turizm Bakanlı ınca her yıl verilen Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nün bu yılki sahibi büyük air ve dü ün adamı Sezai Karakoç’un belki de okunması gereken ilk kitabı diyebiliriz Yitik Cennet için.

Yitik Cennet

37sayý12/2007

Prof. Dr. Muhammed Hamidullah’ın kaleme aldı ı slamPeygamberi iki ciltden olu maktadır. Birinci cildinde s-lam Peygamberi’nin hayatı ve eserleri incelenirken ikinci

cildinde özel hayatı, e itim ve ö retim metodu, slami dönemde devlet anlayı ı, iktisadi sistem, askeri te kilat, adalet te kilati gibi daha çok spesifik konulara de inilmektedir. Bu siyer kitabının en önemli özelli i ise uzun yıllar süren titiz bir bilimsel ara tırma sonu-cu yazılmı olmasıdır.Bu konuda Prof. Dr. hsan Süreyya Sırma unları ifade ediyor. “Rah-metli Hoca’nın en önemli eserlerinden bir tanesi de, üphesiz onun Fransızca olarak kaleme aldı ı slam Peygamberi (Le Prophete de l’Islam) adlı siyer kitabıydı. Paris’teki bir sohbetimiz sırasında, bu kitabı yirmi senede hazırladı ını söylemi ti. Bu eseri kaleme ala-bilmek için, dünyanın dört bir yanındaki kütüphânelerde ara tırmayapmı , binlerce fi doldurmu tu Hamidullah Hoca. Dolayısıyla bu konuda yazılmı eserler arasında, önemli bir yer te kil ediyor slamPeygamberi.„

slam Peygamberi Muhammed HamidullahBeyan Yayınları

Çöle Ýnen Nur Necip Fazıl KısakürekBüyük Do u Yayınları

Türkçede bugüne kadar efendimizin hayatını anlatan te-lif olsun tercüme olsun birçok eser yayınlanmı tır. Ama bunların pek azında üstad Necip Fazıl’ın yaptı ı ekilde

Türkçe’nin bütün zenginliklerini kullanan iirsel bir dil kullanılmı tır.Klasik Siyer kitaplarının kuru anlatımının yanında efendimizin ha-yatını bir de Türk edebiyatının en güçlü airlerinden birinin dilinden okumak ve kalblerindeki peygamber a kını yeniden alevlendirmek isteyenlerin mutlaka okuması gereken bir eser „Çöle nen Nur“. Eserin en büyük özelli i bilimsel kaygılardan, sınırlamalardan uzak olması ve akla de il gönüle hitap etmesidir. Necip Fazıl bunu uekilde anlatmaktadır.

“Tefsir, Hadîs, Siyer ve nakil olarak en emin kaynaklardan dev irilive kaynaklarını tek tek göstermek tasasından uzak bu eser, “Ba -langıç” yazısında da belirtildi i gibi, sadece iman sahiplerine hitap edici, hiçbir aklî tefti , tespit ve ispat gayretine dü meyici, mutlak “do ru” üzerine hissî ve teessürî bir çatı kurucu ve e er bir kıymetivarsa onu bu noktada toplayıcı bir denemedir; ve akla verdi i pay, onu bazı noktalarda yine akılla iptal etmekten ibarettir. Bu bir ilim de il, sanat eseridir ve ilmin içini ve dı ını tahkik selâhiyetinde ol-madı ı mukaddes kapıya, ancak, inanmı ve teslim olmu sanat tavriyle sokulmaktan ba ka çare yoktur. “

sonülke

[ ]H. Yavuz Aytekin

38 sayý12/2007

EFEND M!...Sultân-ı rüsûl, âh-ı mümeccedsin Efendim!...Bîçârelere devlet-i sermedsin Efendim!...Dîvân-ı lâhîde ser-âmedsin Efendim!...Men ûr-ı le’amrüke mü’eyyedsin Efendim!... Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin Efendim!Hak’dan bize sultân-ı mü’eyyedsin Efendim!...

Tâbi -geh-i ervâh-ı mücerred güherindir…Mâli geh-i ruhsâr-ı melik hâk-i derindir…Ayîne-i dîdâr-ı tecellî nazarındır…Bû Bekr Ömer, Osmân ü Ali yârlarındır…

Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin Efendim!Hak’dan bize sultân-ı mü’eyyedsin Efendim!...

Hutben okunur minber-i iklîm-i bekâda…Hükmün tutulur mahkeme-i rûz-i cezâda…Gülbâng-i kudûmun çekilir Ar -ı Hudâ’da…Esmâ-i erîfin anılır arz u semâda…

Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin Efendim!Hak’dan bize sultân-ı mü’eyyedsin Efendim!...

Ol dem ki velîlerle nebîler kala hayrân…‘Nefsî’ deyü deh etle kopa cümleden efgân.Ye’s ile usâtın ola ahvâli perî ân.Destûr-ı efâ’atle senindir yine meydan…

Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin Efendim!Hak’dan bize sultân-ı mü’eyyedsin Efendim!...

Bir gün ki dalıp bahr-ı gam-ı firkate gittim.lden yitirip kendimi, bîhodlu a yitdim.syânım anıp, âkıbetimden hazer itdim:Bu matlâ’ı yâd eyledi bir seyyid i itdim.

Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin Efendim!Hak’dan bize sultân-ı mü’eyyedsin Efendim!...

Ümmîddeyiz ye’s ile âh eylemeyiz biz!Sermâye-i îmânı tebâh eylemeyiz biz.Bâbun koyup a yâre penâh eylemeyiz biz.Bir kimseye sâyende nigâh eylemeyiz biz.

Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin Efendim!Hak’dan bize sultân-ı mü’eyyedsin Efendim!...

Bî-çâredir ümmetlerin isyânına bakma…Dest-i red urup, hasret ile Dûzâha kakma…Rahm eyle amân, âte -i hicrânına yakma…Ez-cümle kulun Gâlib-i pür-cürmü bırakma.

Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin Efendim!Hak’dan bize sultân-ı mü’eyyedsin Efendim!...

eyh Galib

EFEND M!...

[email protected]

eyh Galibin iir erhi

39sayý12/2007

âh-ı mümecced: methedilmi , ululan-mıdevlet-i sermed: sürekli saadetser-âmedsin: ba ta gelenMen ûr-ı le’amrük : da ıtılmı , yayılmı ,ne rolunmumü’eyyed: te’yid edilmi , do rulanmıTâbi -geh: parıltılı yerervâh-ı mücerred: tecrid edilmi , yüksel-tilmi ruhlarMâli geh: yüz sürülen yerruhsâr-ı yüz, çehrehâk-i der: kapının topra ı (e i i)Gülbâng -i kudûmun : geli inin erefinesöylenen gülbângYe’s : üzüntüUsât: asiler Bîhodluk: baygınlıkHazer: enmatlâ: kasidenin ilk mısrasıye’s: üzüntütebâh eylemek: mahvetmek, çürütmek penâh: sı ınmanigâh: bakıDûzâh: cehennem

1- ‘’ Resûlüm (Muhammed)! Ömrüne kasem olsun ki’’ eklinde ba layanHicr Sûresinin 72. azetine atıfta bulu-nuyor merhum Galib Dede.2- Gülbâng: Beraberce yüksek sesle okunan dua.3- Kudûm: Ayınlerde de kullanılan bırçe it vurmalı saz.

LÛGATCE