42
ÇİĞDEMİN SESİ Aylık Online Dergi Şubat 2017 SABAHATTİN ALİ 110 YAŞINDA SİNEMA TOPLULUĞU SÜS TAŞLARININ GİZEMİ BİZDEN BİR ÖYKÜ ŞİİR KÖŞESİ TAŞLARIN DAĞINDA BİR KADIN KARS’DA KAZ KÜLTÜRÜ GEZİ NOTLARI-YENİCE KÜTÜPHANEDEN SEÇMELER BİR EDEBİYAT AKŞAMINDAN BRİÇ TOPLULUĞU ÇİĞDEM’DE ESNAF VAR YAŞADIĞIMIZ ŞEHİR VE KİMLİK AĞAÇLARI TANIYALIM MUHTARIMIZDAN SERGİMİZDEN ANKARA’DAN SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAM FİLM AKŞAMLARI ÇİĞDEM TÜRLERİ EDEBİYAT TOPLULUĞU Çiğdem Eğitim,Çevre ve Dayanışma Derneği Çiğdem Mah. 1551.Cadde No:14-A Çankaya- ANKARA www.cigdemim.org.tr Tel: 2852047

SABAHATTİN ALİ 110 YAŞINDA TAŞLARIN DAĞINDA BİR KADIN … · İlk kez 1943 yılında Remzi Kitapevi tarafından yayımlanan Kürk Mantolu Madonna romanı, Varlık, Bilgi ve

  • Upload
    others

  • View
    21

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

ÇİĞDEMİN SESİ

Aylık Online Dergi

Şubat 2017

SABAHATTİN ALİ 110 YAŞINDA

SİNEMA TOPLULUĞU

SÜS TAŞLARININ GİZEMİ

BİZDEN BİR ÖYKÜ

ŞİİR KÖŞESİ

TAŞLARIN DAĞINDA BİR KADIN

KARS’DA KAZ KÜLTÜRÜ

GEZİ NOTLARI-YENİCE

KÜTÜPHANEDEN SEÇMELER

BİR EDEBİYAT AKŞAMINDAN

BRİÇ TOPLULUĞU

ÇİĞDEM’DE ESNAF VAR

YAŞADIĞIMIZ ŞEHİR VE KİMLİK

AĞAÇLARI TANIYALIM

MUHTARIMIZDAN

SERGİMİZDEN

ANKARA’DAN

SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAM FİLM AKŞAMLARI

ÇİĞDEM TÜRLERİ

EDEBİYAT TOPLULUĞU

Çiğdem Eğitim,Çevre ve

Dayanışma Derneği

Çiğdem Mah. 1551.Cadde No:14-A Çankaya-

ANKARA

www.cigdemim.org.tr

Tel: 2852047

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT-2017 SAYFA 2

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT-2017 SAYFA 3

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT-2017 SAYFA 4

MERHABA

2017 yılı Genel Kurulumuzu tamamladık. Üyelerimizin gösterdiği güven ve takdir için herkese

teşekkür ediyoruz. Geçen dönem yönetim kurullarında görev alan 3 arkadaşımız çeşitli nedenlerle bu

sene aramızda olamadılar. Onların yerine aramıza katılan 3 yeni arkadaşımızla 2017 yılında görev

almak için seçildik. Öncelikle önceki dönemlerde görev almış ve şimdi aramızda olmayan

arkadaşlarımıza katkılarından dolayı teşekkür ediyoruz.

Sizlerin güveniyle göreve gelen yeni yönetim kurulumuz arasında görev dağılımı aşağıdaki gibi

yapılmıştır.

Başkan – Fatih Fethi Aksoy

Başkan Yardımcısı – Halil Ferit Uyar

Sayman – Fatma Engin

Genel sekreter – Gönül Öner

Üye ( üyeler ve gönüllülerden sorumlu) – Hasan Hüseyin Aslan

Üye ( İletişim ve sosyal medya işlemlerinden sorumlu) İlkcan Alkurt

Üye ( etkinliklerden sorumlu) – Neriman Acar

Yedek Üyeler ve denetçiler arasında da aşağıdaki şekilde görev paylaşımı yapılmıştır.

Tanıtım ve Halkla İlişkiler – Tülay Korkmaz-M.Demet Yücelgen

Edebiyat ve Sinema topluluğu – Zühal Yüksel-Fitnat Çıtlak

İzcilik Kulübü – Akın Yücel

Güzel Sanatlar – Aytül Aksongur-Nilgün Türker

Fotoğraf Topluluğu – Demet Yücelgen

Bilişim – Tuncay Gökduman

TSM Korosu – Beyhan Zülaloğlu-Neriman Acar

Geziler – Turhan Demirbaş

Eğitim – Buket Polat-Mustafa Özgün

Teknik işler – Kemal Akın

Kütüphane – Fitnat Çıtlak-Neriman Acar-Turhan Demirbaş

Derneğimizin 20.yılını kutlarken önümüzdeki dönemde neler yapacağımızı da planlıyoruz. Bu

çalışmalarda bize yardımcı olabilecek gönüllü dostlara ihtiyacımız var. Her türlü destek bizim için

önemli. Benimde yapabileceğim bir şey var diyorsanız derneğimize bekliyoruz.

20.yılımız için hazırladığımız “Çiğdemim: Bir Sivil Toplum Örgütünün 20 Yıllık Başarı

Öyküsü” adlı kitabımız baskıdan çıktı ve derneğimizde sizleri bekliyor. İlgilenen komşularımız ücretsiz

olarak derneğimizden alabilirler.

Sevgi, Dostluk ve Hoşgörüyle.

Fatih Fethi Aksoy

Çiğdemim Derneği YK Başkanı

ÇİĞDEMİM DERNEĞİ AYLIK ÜCRETSİZ ONLİNE DERGİ

Sahibi : Çiğdemim Derneği Yönetim Kurulu Düzenleme: Fatih Fethi Aksoy

Tüm yayın hakları saklıdır. Yayımlanan yazı, görsel ve bilgiler kaynak gösterilmeden alıntılanamaz. İmzalı

yazılarda görüşler yazarlarına aittir.

İletişim : Çiğdem Mah. 1551.Cadde No:14-A Çankaya-ANKARA [email protected] Tel : 0312

2852047

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT-2017 SAYFA 5

SABAHATTİN ALİ 110 YAŞINDA

Gümülcine’ye bağlı Eğridere’de 25 Şubat 1907’de doğan Sabahattin Ali, 23 yaşındayken Resimli Ay dergisinde çalışan Nâzım Hikmet ile tanıştı, derginin Eylül 1930 sayısında orman sanayiinde çalışan işçilerin yaşamını anlatan “Bir Orman Hikâyesi” adlı öyküsü yayımlandı, 1948 yılında Kırıkkale’de Sazara köyü yakınlarında

ormanlık alanda öldürüldü. İlk öyküsünün yayımını gerçekleştiren Nâzım Hikmet, onun hakkında 1955 yılında şöyle yazdı: “Orta boyluydu. Tombulcaydı. Gözlüklerinin arkasında pusuya yatmaz, gözlüklerinin arkasında insanın gözüne dostça, bazen dost bir alaycılıkla bakardı. Bakışları ara sıra mahzunlaşırdı. Bazen lüzumundan fazla telaşlandığı olurdu. Bazense kendisine, sırf kendisine, lüzumundan fazla güvenirdi. Yumruklarına değil, zekâsına. ‘Ben, elbette, bizim polis hafiyelerinden, komiserlerinden, müdürlerinden, bizim içişleri bakanlarından zekiyim, akıllıyım’ derdi. 1933 yılında Sinop ceza evinde “Başın öne eğilmesin/Aldırma gönül aldırma/ Ağladığın duyulmasın/ Aldırma gönül aldırma” dizeleriyle başlayan şiiri 1976’da Kerem Güney tarafından bestelendi ve sayıları elliyi bulan sanatçı tarafından seslendirildi, seslendirilmeye de devam ediyor. İlk kez 1943 yılında Remzi Kitapevi tarafından yayımlanan Kürk Mantolu Madonna romanı, Varlık, Bilgi ve Cem yayınevlerinden de piyasaya çıktı. 1998’den bu yıla kadar Yapı Kredi Yayınları’ndan 84 baskı yaptı, yedi dile çevrilerek yayımlandı, 2016’da İngiltere’de Penguin Yayınevi'nin Modern Klasikler Serisi kapsamında İngilizcesini yayımladı. Romanın yakın zamanda dört dilde daha yayımlanması bekleniyor. 1943’de yapılan ilk baskı kitabın günümüzde sahaftaki satış fiyatı 1.200 lira ile 1.800 lira arasında değişiyor. Niyazi Berkes’in “O cıvıl cıvıl, canlılık dolu adam kimseden kaçmaz, kimseden gizlenmezdi. Gürültücü farfara denecek kadar oynak olan bu adamın aynı zamanda bir filozof kadar ağırbaşlı yanlarını çok gördüm” diye anlattığı Sabahattin Ali için Vedat Günyol, “Gönül kuşumun kanadı” nitelemesini yapacak Zühtü Bayar da şu değerlendirmede bulunacaktı: “Sabahattin Ali’yi Türk hikâyeciliğinin bir kilometre taşı olarak göstermemizi gerektiren pek esaslı nedenler vardır. Özgür bir üslup edebi etkinliğini gösterdiği zamana göre temiz ve halkçı bir dil ve en önemlisi halka yakın konu ve temaları değerlendirdiği toplumcu perspektif. …Yeni Türk hikâyesinin ondan öğreneceği epeyi şey var daha.” Selim İleri’nin ”sevdiği, saygı duyduğu, yeniden okuyunca bunalmadığı hikâyeci”, Fakir Baykurt’a göre de, “Türk hikâyesini toplumcu gerçekçi yöne doğrultan” kişidir.

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT-2017 SAYFA 6

Ölümünün 25. yılında, 1973’de Rıfat Ilgaz şunları yazacaktı: “Düşünüyorum da hâlâ Sabahattin Ali sömürü dönenini bütün çıplaklığıyla gözümüzün önüne seren, toplumun aksayan yanlarını açığa çıkaran, ezilen halkı her kesimde belirli çizgilerle bize tanıtan romanlarıyla, öyküleriyle henüz aşılamayan bir sanatçıdır. Toplumsal çelişkiler karşısında davranışı, tutumu, hatta eylemi ile yaşadığı çağda üzerine düşen görevi eksiksiz başarmış ilk sanatçılardan biridir diyebilirim.” Ilgaz, aynı yazısında, “Evi Ankara’da Karanfil sokağındaydı ama biz arkadaşları onu İstanbul’da oturur sanırdık” diye anlatır. Evlendikten sonra Karanfil sokağında halen Dost kitapevinin bulunduğu yerde Cumhuriyet’in ilk döneminde yapılmış Adalar Apartmanında oturmuştu. Kimi edebiyatçımızın yıllarca oturduğu binaların çoğu Sabahattin Ali örneğindeki gibi 1980’lerin sonlarında yıkıldı gitti. Sabahattin Ali evinin yerindeki kitapevi tesellisi gibi kaldı.

Vecdi Seviğ

DUVARIN YIKILIŞ MASALI

Sinema Topluluğumuzun Ocak ayındaki filmi bir dönemi yansıtan “Elveda Lenin” idi. Yönetmen aynı zamanda tarihçi olan Wolfgang Becker. Film 1989'da o zamanki adıyla Doğu Almanya'da geçiyor. Doğu-Batı Almanya’nın birleşim sürecini bir ana oğlun sıcak öyküsüyle anlatıyor. Alex’in sosyalizme inanmış, idealist bir öğretmen olan annesi 1989 yılının kargaşalı günlerinde girdiği komadan sekiz ay sonra eskisinden çok farklı bir Doğu Almanya’da uyanıyor. Onun sağlığını korumak için oğlu ülkedeki farklılığı ondan saklayan, yaratıcı çözümlerle ona bir rüya ülke yaratıyor. Alex'in çabalarını izlerken güldük, şaşırdık, hüzünlendik…

Annelerin çocukları için yapacaklarının sınırı olmadığını biliyoruz. Bu filmde çocukların anneleri için neler yapabileceğini gördük. Filmde aile temasının yanında olan soğuk savaşın bitimine zemin hazırlayan Berlin Duvarının çöküş sürecini izledik. Berlin Duvarı’nın yıkılışını, öncesi ve sonrasıyla Almanya’yı, duvarın yıkılışından yıllar sonra tanıklık etme şansı tanıdı film bizlere. Doğu Almanya’ya kapitalizmin hızla girişini, gerçekleşen dönüşümü, uyum sürecini ve bunların insani yönünü gözledik. Sinema dolu günler dileğiyle,

Zuhal Yüksel

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT-2017 SAYFA 7

SÜS TAŞLARININ GIZEMI

Kızgın kor halinde ki dünyamız soğumaya başladığında, taşlar da oluşmaya başladı. Her şeyden

ve herkesten önce, yeryüzünün ilk kalıcı varlığı taşlar oldu. Bu nedenle taşlar, dünyamız yok oluncaya

kadar hep var olacak... Milyarlarca yıl önce, yani günümüzden çok eskilerde oluşan bazı taşlarsa, o

dönemin yaşam izlerini ve sırlarını, fosiller aracılığıyla bizlere taşıdılar...

Kimi zaman volkanlar, dünyada var olan yaşamın sona ermesine neden oldu. Örneğin, bundan 65

milyon yıl önce, evrenin sonsuzluğundan kopup gelerek dünyamıza çarpan ve başta dinozorlar olmak

üzere, pek çok canlı türünün yok olmasına neden olan, dev bir meteor da sonuçta taştı... Zaten,

gökyüzünde kimi zaman bir fener gibi ışıldayan ve insanların romantizmini besleyen Ay’da, milyonlarca

yıl önce dünyadan kopmuş başka bir taş...!

Dünyanın oluşumundan 4,5 milyar yıl sonra ortaya çıkan, sonra da kendini dünyanın sahibi ilan

eden insanoğlu, önceleri bu taşları oyarak kendine ev yaptı. Sonra aynı taşları kırıp, üst üste koyarak,

duvar örmeyi keşfetti! Böylece kendine güvenli barınaklar yapabildi. Öyle ki, zamanla her işlediği taş,

giderek daha gösterişli oldu. Sonunda mükemmel taş işçiliğiyle kayaları yontup, tapınaklar ve heykeller

yaptı... Yonttuğu bu heykellerin bazılarını tanrı olarak kabullenip, onlara tapındı da...!

M.Ö. 107’de Mimar Apollodorus, Roma İmparatoru Traian’ın isteği üzerine, Romanın meşhur

Tirian çarşılarının yapımını üstlenince, çarşıda kullanacağı 480 sütun, sütun başlığı ve çarşıyı süsleyecek

onlarca heykelin, Afyon'un İscehisar ocağından çıkarılan ve pavonazetto denilen mermerden yapılmasını

istediği için, o dönemde çok zor olan taşıma işini de üstlenmiş, sonuçta tonlarca mermerin Roma'ya

taşınmasını sağlamıştır... Uzun süre, sadece Roma için çalıştırılan bu ocak, daha sonra Bizans için de

kullanılmıştır. Söz konusu mermerler Ayasofya'yı da süslemiştir. Bu ocak, bugün bile işletilmektedir...

Antik dönemin insanları, yine İstanbul güneyindeki Marmara Adası mermer ocaklarını işletmiş,

asırlar boyu muhteşem sütun ve sütun başları üretmişlerdir... Zaten adını, üzerindeki mermer ocaklarından

alan Marmara Adası da, tıpkı bir fabrika gibi dönemin medeniyetlerine, muhteşem sütunlar üretmiş,

Roma'ya ve tüm dünyaya dağıtmıştır... O çağlarda, insanoğlunun sanatçı yanı ağır bastıkça, taşları değişik

biçimlerde işleyerek saraylar, tapınaklar, mezarlar yaptılar. Bunların içinde en muhteşemi ise, tabii ki

piramitler olmuştur...

İnsanoğlu bu tür büyük taşların yanı sıra, bir gün küçük ama farklı renkte ve güzellikte başka

taşları da keşfetti... Sonra daha çok meraklanıp, taşların içindeki gizemi ve güzelliği keşfetmeye çalıştı...

Bu merakı sonunda, doğada farklı renklerde ve az bulunan taşlar buldu... Doğada az bulunan bu taşları,

değerli olarak kabul etti. Zamanla bunları para ve takas malzemesi olarak kullandı. Sultanların zenginliği

bile, kimi zaman bu taşlarla ölçülür oldu...

Doğada yüzlerce mineral bulunmasına karşılık, bilinen değerli süs taşı sayısı, insanın beğenisine

bağlı olarak ancak 50 civarındadır. Bizlerin gözünü kamaştıran az sayıda bu taş, kadınların boyunlarında,

bileklerinde, kulaklarında süs olurken, erkeklerinde elinde tespih ya da baston tutamağı olarak hayatımıza

girdi...

Süs taşı aramak ve bulmak bir uzmanlık işi olmakla birlikte, her doğa sever biraz çaba harcayarak,

yarı değerli bir süs taşı bulabilir...! Zaten birçok süs taşı da arkeolojik dönemlerde kazayla bulunmuştur!

Süs taşlarını kuru nehir yataklarında, kayaların yüzeyindeki çatlaklara sokulan magmanın çevresinde,

YENİ ÜYELERİMİZ

Geçtiğimiz ay içerisinde üyelik başvurusunda bulunan ve Yönetim Kurulumuz tarafından üyelikleri onaylanan Latif Yurt, Almila Kından Cebbari ve Fatma Kama’ya aramıza hoş geldiniz

diyor ve bu gönüllü desteklerinden dolayı teşekkür ediyoruz. Henüz üye olmayan komşularımızı da aramızda görmek istiyoruz. Üye formunu doldurup bir

fotoğraf vermeniz yeterli. Yıllık üyelik aidatımız 25 TL.dir.

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT-2017 SAYFA 8

cevherli sıcak su (hidrotermal) bacalarında, birikinti konileri, açık maden işletmeleri ve akarsu

taraçalarında bulmak mümkündür...

Ancak bir süs taşı bulmak, işin ilk aşaması olmakla birlikte, bu taşları işlemek işin en zor yanıdır..!

Buradaki zorluk, taşın fazla sert olmasından kaynaklandığı için, elmasta olduğu gibi taşın kesilerek

işlenmesi, çoğu zaman uzmanlık gerektirir...

İnsanlar, asırlar öncesinden günümüze gelinceye kadar, taşlara gizemle yaklaşmıştır. Günümüz

insanı da farklı olmadığı için, bu mistisizmi hâlâ sürdürmektedir! İlk çağlarda olduğu gibi günümüzde de,

bazı taşların gücü olduğuna geniş bir kesim hala inanmaktadır! Dolayısıyla yarı değerli süs taşlarının

kullanımı, her gün biraz daha artmaktadır...

Dünyanın neresinde olursanız olun, bulunduğunuz çevrede, ilginizi çeken bir taş bulursanız eğer,

hiç üşenmeden onu yerden alın. Daha sonra onu yıkayarak temizleyin ve evinize götürün... Belki bir gün

çamurun içinden bile, sizin için değerli sayılacak bir taş çıkabilir. O zaman bulduğunuz o taşı, evinizin en

güzel köşesine yerleştirin. Sonraki günlerde o taşı evinizde gördükçe, evin havasının nasıl değiştiğini fark

edeceksiniz...

Ayrıca süs taşlarını toplamaya başladıktan sonra, doğal olan her şeye, daha çok yakınlık

duyduğunuzu da, fark edeceksiniz! Tabii ki sonra da, doğal olan her şeyi korumak için, içinizden gelen

bir duygunun da geliştiğini hissedeceksiniz...

Kim bilir, bir gün bulduğunuz bir taş, sizin de dünyanızı değiştirebilir...

Cengiz KARAKÖSE

Jeoloji Yük. Müh.

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT-2017 SAYFA 9

BİZDEN BİR ÖYKÜ

HAL VE GİDİŞ PEKİYİ

Okullar açıldıktan ve öğretim yılı hazırlıkları tamamlandıktan sonra naklen gelen öğrenciler

gözümü korkuturdu. Hele ikinci dönem olursa bu geçiş, özellikle veli karabasan gibi düşer gündeme.

Çocuk birinci dönem sonunda karneyi alır, eve gelir. Anne baba bir gün olsun okula gitmez, veli

toplantılarına katılmaz, sonra da karnede baştan aşağı davranış notlarını, hatta bütün dersleri beş olarak

görmezse hayal kırıklığı yaşar. Yakın komşu, akraba çocuklarıyla kıyaslanır, karneler karşılaştırılır,

çocuğunun elinden çekiştiren veli soluğu okulda alır.

Sonuç değişmedi mi? Okuldaki diğer öğretmenler düşünülür, nasılsa okulda başka şubeler de

vardır. O da olmadı yakın çevrede bir başka okula çocuğunu naklettirmek ister büyükleri; zararını yararını

tartmadan, düşünmeden. Ne öğretmen, ne arkadaş, ne çevre, ne de okul beğendirmek olasıdır bu velilere.

Çocuklar her gittiği sınıfta yeni arkadaşlar edinip, öğretmenini sevse de, çevreye uyum sağlayıp okulu

benimsemiş olsa da bu kaprisli büyüklerinin ellerinde sonbahar yaprakları gibi savrulur durur. En kötüsü

de öğretmenleri çocuğun yanında çekiştirilir, bire bin katarak kötülenir, yerden yere vurulur.

İncir çekirdeğini doldurmayan bir nedenle başlar tartışmalar. Yok, arka sıraya oturtmuş,

bayramlarda, kutlama törenlerinde şiir okutmamış, sınıf başkanlığına seçmemiş, oyunlarda hep ebe

olurmuş. Daha neler… Bir de öğrencinin karnesinde bütün notları (5 ) pekiyi değilse, vay haline o

öğretmenin.

Tayin ve ev taşıma zamanı olmadığından, yıl ortasında, ikinci dönem başında okula nakil gelen

öğrencinin durumu, velinin genel görünümü üç aşağı beş yukarı budur.

O yıllar karnede davranışlar bölümü “hal ve gidiş, temizlik, intizam, diş koruma” gibi kısa, az, öz

başlıklarla adlandırılırdı. Sonraları “başkalarıyla birlikte çalışabilme, grup içinde sorumluluk alma, aldığı

görevi yerine getirebilme” gibi uzun, okumaya üşenilen sözcükler öbeği görünümünde olunca, başarı

ortalamasını da etkilemediğinden, dikkate alınmaz olmuştu bu notlar.

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT-2017 SAYFA 10

Suat, ikinci dönemin ilk haftası geldi sınıfa. Annesi, babası ve kendinden en az on beş yaş büyük

ablasıyla. Büyük ağabey bahçede kalmıştı. İşte, gözünün içine bakılan, şımartılan, böyle davrandıkları

için huyu değişen, başarısı olumsuz etkilenen, sorunlu bir öğrenci diye düşündüm. Yanılmamışım.

Baba iri yarı, esmer, çatık kaşlı, sert bakışlı bir adam. Velilerimin büyük çoğunluğu gibi bu da

Siteler’de mobilyacı. Kendi atölyesi değilmiş, aylıkla çalışıyormuş. Atölye işini batırdığını, önceleri

maddi durumları çok iyiyken el kapılarında çalışmaya başladıklarını; evlerini satıp kiraya düştüklerini

öğrendim, görüşüp konuştukça. Senetle, çekle çalışırlarmış. Senedin biri karşılıksız çıkmış; hapse

girmeler, şanssızlıklar, hastalıklar hep peş peşe gelmiş.

Düşünceler, bakışlar tekerleme olup yapışmış dillerine. Her gecenin sabahı, her tünelin sonunda

bir ışık olduğu. Denizler dalgalanmadan durulmaz, her işte bir hayır var deseler de bir bir kapanmış

kapılar; sıkıntı çöreklenmiş eşiğe, gün göstermemiş aileye. Umutlarla birlikte sabır, güler yüz, hoşgörü de

eksilmiş yaşamlarından.

“Anne babamın bir kızıydım, konaklarda büyüdüm, kaçarım diye korkusundan verdiler beni

kocama” diye anlatmıştı bir gelişinde Suat’ın annesi. Sonradan, tanıdıkça etkilenmiş, sevmiştim aileyi.

Ama ilk görüşte gözüm korkmadı desem yalan olur. Bu tür çocuklar sürekli sorun

yaratır; kimseyle anlaşamaz, arkadaş edinemez, içine kapanır, ani tepkiler verir, çabuk öfkelenir; ulaşmak

mümkün olmaz, kabuğunu kırıp dokunamazsın yüreğine. Ailesinin söylediğinden,

yönlendirmesinden, doğrularından başkasını bilmez, dinlemez kimseyi.

Suat’ı da böyle gördüm ilk gün. Tıpkı babası gibi kalın çatık kaşlarıyla süzdü beni uzun, suskun

bakışlarla, gözlerini kaçırarak. Anne; babanın aksine ufak tefek, kumral saçları çiçekli, renkli, iğne oyalı

yazmasının kenarlarından görünen, buğday rengi teninde belli belirsiz çilleri olan, bal rengi gözlü, ölçülü

yüz hatlarıyla güzelce bir kadın. Büyük kız ve oğlan baskın baba benzeri; gür sesli, her söze sazan gibi

atlayan, tetikte bekleyen, tepki vermeye hazır, gözlerime dimdik bakarak konuşan esmer güzeli gençler.

Suat anne ve babanın karışımı. Her iki tarafın başat genlerini taşıyor denebilir, hatta daha da

fazlası. Okul değiştirme nedenini doğrudan söylemeseler de belli, karneyi beğenmemişler. Bütün

derslerin notu iyi, beden eğitimi dışında. Sadece o pekiyi. Bilirim o derse daha düşük not versek, veli okul

kapısına dayanır; “Benim çocuk hoplayıp zıplayamıyor mu hoca, özürlü mü yoksa?” diyerek. Köy

okullarında, kenar mahallelerde, küçük kasabalarda bu tür durumlar hemen hiç yaşanmaz, “Eti senin

kemiği benim” diye getirilir çocuk; bunlar şehirlerde, anakentlerde çarpık büyümenin yan etkilerinden.

En önemlisi, davranışlar bölümünde de notlarının hepsi pekiyi değildi Suat’ın. Özellikle Temizlik

notunun İyi olması, başta hastalık derecesinde temiz, titiz olan anneyi üzmüş. Komşunun pasaklı oğlu

gibi ona da iyi vermesi aileyi çok üzmüş. “Elbezlerini bile her gün kaynatıp, ütüleyip öyle koyuyorum

beslenme çantasına” deyip, kar beyazı havluları göstermişti geldikleri ilk gün.

Böyle evlerde yetişen çoğu çocuklar, okulda duvar tepelerinden inmez, yerlerde yuvarlanmaktan

başka oyun bilmez, sırası karalanmış, yazı masasının gözleri kalem yontuları, yiyecek artıkları dolu olur.

Anne baba bunu bilmez. Evde çamaşır suyu elinden düşmeyen, taş ovmaktan, cam silmekten, toz

almaktan, halı kilim yıkamaktan başka gözü bir şey görmeyen anne, çocuğu dışarıda ne yapıyor aklına

bile getirmez. O evin işi püsürü canına yetiyordur.

Suat ilk bakışta temiz, düzenli biri gibi görünüyor. Kardeşlerinden yıllarca sonra doğmuş, anne

babanın büyük torunuyla yaşıt – hep tekne kazıntısı derler ya sinir olurum bu söze, ne demekse- en küçük

çocuk olması nedeniyle oldukça şımartılmış. Bebekliğinde ateşli hastalık geçirmiş, saralıymış. Her

yaramazlığına göz yummuşlar, her yaptığını yanlış da olsa hoş görmüşler. Bir dediğini ikiletmeden el

bebek gül bebek büyütmüşler, söylediklerine göre.

Sadece anne baba değil, diğer yedi kardeş de evlat gözüyle bakıyorlar küçük Oğlan’a.

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT-2017 SAYFA 11

Bu özen ve titizlik içinde büyüse de Suat’ın en sevdiği oyunlar; futbol maçları yapmak, uzuneşek

oynamak, yolda her gördüğü taşı tekmelemek, okulda su savaşı çıkarmak, ders aralarında en ufak

tartışmada arkadaşlarıyla gırtlak gırtlağa gelip yerlerde yuvarlanmak; en ufak bir tepki, uyarı karşısında

yüksek sesle zırlayarak, salya sümük ağlamak. Okuldan eve dönüşte ne ütülü mendil, ne kolalı beyaz

yaka, ne de sağlam düğmesi kalıyordu okul giysisinin. Öğretmen, annenin ozonlarla ağarttığı

mutfak karolarına bakıp temizlik notunu pekiyi yazacak değil ya!

Zoru başarmayı, karmaşık iplik çilelerini çözmeyi, insanların dertlerini dinlemeyi, çocuklarla

oynamayı severim. Suat’la iyi anlaştık kısa zamanda. Yılsonu için hazırlanan tiyatro oyununda görev

alması, yaptığı bir resmin sergi için seçilmesi, sınıflar arası spor karşılaşmalarına katılması işimi

kolaylaştırdı. Düşüp bayılma ve sara krizleri hafifledi, azaldı.

Özünde iyi bir çocuk. Aile de ilgili; bana güvendiler, inandılar, ne zaman çağırsam koştular okula.

Çok iyi günlerden bugünlere gelmişler, ev ve işyerlerini kaybetmişler; varlıktan yokluğa düşmenin

boşluğunda, şaşkın, güvensiz, perişan ve mutsuzdular. Dostları, akrabaları

birer ikişer uzaklaşmış, birkaç çevre değiştirmişler; alışkanlıklarını, zevklerini yitirmişler. Para her şey

olmasa da yokluğu çok şeyi alıp götürmüş yaşamlarından, kişiliklerinden. Kavgacı olmuşlar, şüpheci, asık

yüzlü; insanlara güvenlerini yitirmişler. Bir şeyi defalarca söylemeden ikna olmuyorlardı ilk

görüşmelerde.

Sonunda ortak payda da buluştuk, güvenini kazandım ailenin. Hepimiz Suat’ın iyiliği, başarısı,

mutluluğu için çalışıyorduk. Her söylediğimi dikkatle dinliyor, hemen kabul edip ellerinden gelen her

katkıyı ikiletmeden yapıyorlardı. Diğer öğrenciler de kısa

sürede benimsedi ve sevdiler hastalığıyla, yanlışıyla, eksiğiyle Suat’ı. İlkokulu bitirinceye kadar benim

sınıfta okudu, önemli bir sorun yaşamadık.

Bahar gelince diğer sınıflarla pikniğe giderdik Golf Klubüne. Çevredeki tüm okullar için en uygun

alandı. Siteler, Solfasol, Hasköy, Subayevleri, Aydınlıklevler, İçaydınlık Türk iş blokları Semtleri

arasında kalmış uçsuz bucaksız çamlık, çimenlik kırsal köşe.

Öyle Ege’nin çam ormanları gibi gür, gümrah, görsel değil. Kısa boylu, gölgesi ancak kendine

yeten, seyrek dikilmiş bodur çamlar; tam çocuklara göre, öğretmenleri ürkütmeyen, velilerin

gözünün arkada kalmayacağı, tehlikesiz bir oyun alanı. Burada tüm öğrenciler gönlünce top koşturur,

kovalamaca oynar; su birikintilerindeki kurbağa yavrularını izler, çiçek toplar, uğur böceği yakalayıp

dilek dilerlerdi. En zevkli olanı, büyük küçük herkesi coşturan, neşelendiren etkinlik uçurtma uçurmaktı.

Gökyüzü renk renk, irili ufaklı, türlü resimli uçurtmayla dolardı. Yenen yiyecekler de özene bezene

hazırlandığından pek lezzetli olur, herkesin iştahı açılır, keyfi yerine gelirdi.

Hafta içi öğrencilerin, hafta sonu ailelerin, gece de içkicilerin, başıboş köpeklerin mekânı olan bu

çamlığın tam adı Amerikan Golf Klubüydü. On iki yıl kiracı olarak oturduğum Aydınlıkevler semtinde,

defalarca gittiğimiz, hemen her gün önünden geçtiğimiz bu yerde ne Amerikalı birini, ne de golf oynayan

bir Allah kulunu gördüm. Ama adı Golf Klubüydü, herkes öyle söylüyordu. Bahar gelir gelmez tüm

öğrencilerin dilinden düşmezdi, ne zaman piknik yapacağımızı sorup dururlardı.

Karadenizli bir öğretmen atanmıştı o yıllarda okulumuza, eşi subaydı. O kadar çok duymuştu

ki Golf Klubü adını, bir hafta sonu çoluk çocuk gitmişler, piknik yapmaya. Hayal kırıklığına uğramışlar,

anlatırken kendini tutamayıp kahkahalarla gülüyordu. “Bende bir şey sandım, siz Trabzon’u,

Giresun’u, Rize’yi göreceksiniz, buralara dönüp bakmazsınız” demişti. Daha önce üç yıl çalıştığı

İstanbul’u ise yere göğe sığdıramıyordu.

Ne yapalım burası Ankara. Ata’nın yoktan var ettiği şehir; denizi yok, dağı yok. Tepeler, çaylar,

pınarlar, bağlar içinde bir ova. Anıtkabir’i, Çubuk ve Bayındır barajları; Kuğulu, Seğmenler, Botanik ve

Gençlik Parklarıyla; Eymir ve Mogan gölleriyle; Kalesi, Çıkrıkçılar yokuşu, Kızılay çarşıları, Ulus

sebze Hali ile o zamanlar bize yeten, mutlu eden, sessiz, sakin, huzur veren, sorunsuz bir kentti.

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT-2017 SAYFA 12

Okullar tatil olmuştu. Yaz sıcakları ortalığı kavuruyor, güneş tepede alev topu gibi buram buram

terletiyor, bunaltıyordu. İki küçük kızımın aklına uyup Golf Klubüne gittik, piknik yapmaya.

Bütün çocuklar bisiklete binip dört dönüyorlardı ağaçların çevresinde, bayıltıcı sıcak havaya

aldırmadan. Biraz sonra gazetecilerin geldiğini, ağaçların altında yaşayan bir aileyle konuştuklarını, resim

çektiklerini söylediler.

Büyük kızım adını çıkaramadı ama benim öğrencimin ailesi olduğunu söyleyince dayanamadım,

eşyaların yığılı olduğu yere gittim. Suat’ın ailesiydi. Bütün eşyalarıyla oradaydılar. Döküm saçım kap

kacak, yorgan döşek, sandalyeler, masalar dolaplar üst üste yığılı, tüm aile bir kilimin kenarına

oturmuş; baba yere çömelmiş gazetecilerle konuşuyor, Suat annesinin arkasına sinmiş, bakışları korkulu,

şaşkın. Abla güneşten kavrulmuş yüzünün terlerini silerken, merak edip toplanan çocuklara bağırıyor:

“Ne var, ne bakıyorsunuz! Ayı mı oynatıyoruz, defolun gidin başımızdan!”

Yanlarına gittim, utanır gibi oldular beni görünce; elleri, dudakları titriyor, gözleri seğiriyordu

konuşurken annenin. Kirayı ödeyememişler bu ay, ev sahibi kapıya gelip bağırmış, küfretmiş. Gururları

kırılmış, konu komşunun yüzüne bakamayız deyip buraya taşımışlar eşyalarını. “Bir haftadır ev arıyoruz,

borç harç kafamızı sokacak bir yer bulursak gireceğiz. Kiralar yüksek, bir de çok çocuklu aileye vermek

istemiyorlar evlerini” dedi susuzluktan kurumuş, çatlamış dudaklarıyla.

Ahşap dolaplar, masa, sandalye, kadife kaplamaları solmuş yıpranmış koltuk takımları, İtfaiye

Meydanı eski eşya dükkânlarındaki ikinci el mallar gibi gelişigüzel yığılmıştı. Yenip içilenlerin artıkları

bir kenarda, Mamak çöplüğü benzeri kokuşuk küçük bir tepe oluşturmuş. Kırık dökük tahta kasalarda

küçük baharat poşetleri, tuz, şeker, çay kutuları. Patates, kuru soğan, ezik domatesler, buruşmuş

yeşilbiberler, salatalıklar pazar artıkları gibi piknik tüplü ocağın yanına gelişigüzel atılmış. Leğen ve

tepsilerde kap kacak, bardaklar, tencereler, tavalar, çaydanlıklar. Sele ve sepetlerden, bohçalardan taşan

giysiler. Bir kenarda özensizce katlanmış yataklar, saten kaplamalı yorganlar, beyaz

dantelli yastıklar, işlemeli kırlentler.

Çoluk çocuk, büyük küçük, gazeteciler, fotoğrafçılar sanki Çıkrıkçılar yokuşunda, sokağa taşan

satılık malları inceleyen alıcılar gibi döne dolaşa dakikalarca seyretmekten kendilerini alamıyorlardı.

Sanki televizyonda belgesel dizi izliyorlar; şaşkın, duygusuz, anlamsız bakışlarla.

Suat hiç konuşmadı benimle, yerinden bile kımıldamadı, sanki kimseyi görmüyordu.

Mutfak penceremden bakarken bahçedeki mavi ladin, yılbaşı ağacı, askeri bölgedeki çamlar,

apartmanlar arasından görünen ODTÜ ormanı yaşattı bu anıları bana; otuz yıl öncesine gittim birden, bu

güneşli kasım sabahında.

Şimdi Altın Park oldu, Golf Klubünün arsası. Spor, bilim, sergi salonları; kocaman havuzu, çiçek

bahçeleri, piknik alanları, atçılık bölümleriyle; dinlenme, eğlenme, sanatsal çalışmalar ve ekonomik

etkinliklerin düzenlendiği, görkemli bir yer oldu. Eski gösterişsiz, doğal, dost sıcaklığını yitirdi.

Fazilet Ünsal ELİAÇIK

Kasım 2012/ANKARA

ŞİİR KÖŞESİ

Şafak Kaçkını

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT-2017 SAYFA 13

nar sesiyle kırılır şafak güncesi

sabaha erteler gece ılık nefesini

bir tomurcuk patlar sabırsız öpüşlere

balyoz taşa ağır gül dalına hafif

hazirandan çalınmış kiraz zamanı

yüzünün ilk yarısı

alazında tenin bin kelebek kanat çırpar

volkanları yorgun ömür

suskun dağ eteği

Dursun Nadir

TANRILAR DAĞINDA BIR KADIN

Theresa Goel, Cambridge, New York Üniversitelerinde mimarlık ve Arkeoloji öğrencisi iken bir dergide, Nemrut'taki tanrıların tahtları ile ilgili bir yazı okur. O yazı düşlerinde ve yaşamında önemli bir kilometre taşı olur. 1947 yılında Amerika'dan bir grupla Adıyaman'a gelip Kâhta ve Horik köylüleriyle çalışmaya başlar. Bir yıl süren alışma sonunda Theresa, Nemrut - Kommagene'ye sevdasını açıklar. “İstemem evlilik, Nemrutla evliyim, bu tarihi taş eserler benim evlatlarımdır.” Theresa, yıllarca Adıyaman köy ve ilçelerinde halkın, doktoru, ebesi, öğretmeni ve Nemrut dağının Arkeolog’u olarak çalışır. Kommagene uygarlığının bütün sırlarını çözer ve bilim dünyasına armağan eder. Bu çalışmalar sırasında validen, çobana herkes Theresa'yı tanır. 1970'lerde turist rehberi olan Mahmut Arslan, Theresa'nın, Nemrut'ta yaşadığı çadıra erzak, mektup, telgraf götürür. Dost olurlar. Nemrut'taki çadır kamp, eski Kâhta’daki taş ev, hasır şapka, cip, Nemrut'a giderken bindiği katır, aşçı Aziz ve evlat edindiği Deli Mıçı, Theresa'nın vazgeçilmezleridir. Theresa çalışkan, inatçı, sevgi dolu bir kadındır. Nemrut'ta herkesi uyarır “Turistlere söyleyin bu tarihi taşlara basmasınlar bu taşlar 2000 yıl önce sanatçıların hünerli elleri ile yapılmış, bunlar benim çocuklarımdır."

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT-2017 SAYFA 14

Tanrılar dağındaki yaşam onu yormaz ama yaşlanır ve 1984 yılında Amerika'ya döner. “Küllerimi Nemrut'ta Serpin!” Yıl 1989 bir sabah Kâhta otogarına gelen Amerikalı Kermit Goel, Theresa'nın erkek kardeşidir. Mahmut ve Deli Mıçı'yı alır. Nemrut'un zirvesine çıkarlar. Kermit, çantasında bir kavanoz çıkarır, açar, “Artık tanrılarla birliktesin Theresa, rahat ol!” der. Kavanozdaki külleri anıt mezarın üstüne serper. Böylece bir yaşam tarihe karışır. Bu ölümsüz kadın, Nemrut sevdası uğruna ülke sınırlarını aşar. Bir yurtsuz olur. Bu tavrı onu ölümsüz kılar. Kaç kadın, dünyanın kaç yerinde tutkusu uğruna ülke aşar, tutkusuna bir yaşam adar bilinmez. Bilinen Theresa Goel, kendini yeniden yaratan kadındır! Theresa Goel, 1953 yılında Adıyaman'ın tanrılar dağı Nemrut'ta bir kadın heykelini gün ışığına çıkarır. Ve bu çalışmayı şöyle kaleme alır: “Fırat'a Tepeden Bakan Taht, Mezopotamya'nın ay ışığıyla yıkanan yüzüne, aşağıda gümüş bir ejderha gibi ışıldayan Fırat'a baktım. Gece rüzgârı uğuldayarak esiyordu.” Tanrılar dağında bir kadın arkeolog çalışmalardan yorulan gözlerini Fırat'ın seyri ile dinlendirir. İşte o an Mississippi ile Fırat birlikte akar. 2134 rakımlı Nemrut dağında kadının evrensel türküsü söylenir... Herkesin kendince bir 'Nemrut’un Kızı' öyküsü, şarkısı, türküsü, sevdası bu zengin topraklarda vardır. Yeter ki, insanların sıcacık yüreklerinde vefaya ve sevgiye yer olsun…

KARS’TA KAZ KÜLTÜRÜ

2010 yılında Çiğdem Derneği ile yaptığımız Doğu Anadolu gezisinde Kars’ta iki gün kalmıştık. 2016

yılında UNUSCO Dünya Miras listesine girecek olan Ani Harabeleri Kars gezimizin önemli bir ayağı

iken, Kars Müzesine çok beğenmiştik. Fakat Kars’ın Kaz kültürü hakkında en ufak bilgim yoktu.

Kars ilinin uluslararası lezzeti ve kültürü olan Kaz, bölgedeki sosyal ve kültürel önemi MÖ 2. bin yıla ait

seramikler üzerinde tespit edildi.

Kars Kafkas Üniversitesi tarafından yapılan araştırmalarda Kars Arkeoloji Müzesi'nde bulunan MÖ 2. bin

yıla ait Aras Boyalıları Kültürü'ne ait bir çömlek parçası üzerindeki kaz betimi, kaz kültürünün bölgedeki

köklü geleneğine ilişkin önemli bir kanıt olmaktadır.

Konu ile ilgili, Kars ve Iğdır'ın da içinde olduğu Orta Aras Havzası'nın günümüzden 4 bin yıl önce Aras

Boyalıları olarak bilinen kültür birlikteliğine ev sahipliği yaptığını, kültürün diğer kültürlerden farklı

olarak boyalı çanak çömlek üzerine geometrik ve bölgenin faunasına uygun çeşitli hayvan betimleri

bulunmaktadır.

Son altı yıldan beridir, bölgenin en önemli kültür dinamiğini oluşturan ve bugünde izlerini tespit ettiğimiz

Aras Boyalıları Kültürü'ne ait bir parçanın 19. yüzyılın ortalarında Ani Antik Kenti kazılarında bulunarak

Kars Arkeoloji Müzesi'ne getirilmiş.

http://aktuelarkeoloji.com.tr/karsta-kaz-kulturunun-4-bin-yillik-gecmisi

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT-2017 SAYFA 15

GEZİ NOTLARI

YENI BIR EKO

TURIZM

MERKEZI OLABILECEK YER;

YENICE ORMANLARI

Türkiye’nin en büyük blok ormanları olan, Karabük ili Yenice ilçesine Ankara’dan üç saatlik bir yolculuk ile vardık. Bu gezimizi Çiğdem Derneği ile birlikte günübirlik olarak planladık. Yaban hayatı ve bitki çeşitliliğiyle “Dünya Doğayı Koruma Vakfı” tarafından acil korunması gereken yüz sıcak noktadan biri seçilen yenice ormanlarına ulaşıp kısa bir çay molası ile parkurun başında bulunan dere kenarında bulunan otelden başlıyoruz. Son yıllarda dünyada birçok örneği bulunan ve sayısız doğaseveri kucaklayan yürüyüş güzergâhları, ülkemiz geneline de yayılmaktadır. Geçtiğimiz günlerde Likya, Frig Yolu, St. Paul ve İstiklal Yolu gibi işaretlenmiş uzun rotalara, Karabük Yenice Ormanları doğa yürüyüş parkurları da ilave edilmiştir. Orman içi yürüyüş yolumuzun başına; Karabük-Yenice arasındaki karayolu, Filyos Çayı ve tren hattının yanında devam eden yolun üzerinde tam on altı tüneli aşarak ulaşılıyor. Sabahları kalın sis perdesini kuşanan ormanlık bölge, yolculuğu masalsı bir havaya büründürüyor. Sonbahar

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT-2017 SAYFA 16

ayı olduğu için harika bir manzara eşliğinde yürüyüşümüze rehber eşliğinde başlıyoruz. Güney yöne bakan yamaçlar orman ile iyice kaplı, sandal ve çam ağaçları eşliğinde yürüyüşümüz devam ederken. Kuzey tarafı ise sarı-beyaz ıhlamur ağaçlarıyla kaplı olması, bu coğrafyayı, çok etkileyici kılmaktadır. Tropik bölgeler dışında dünyanın ender coğrafyalarında rastlanan anıtsal ağaçları, yemyeşil vadileri, yükseklikleri iki bin metrelere ulaşan dağları, derin kanyonları, her daim çağıltılı dereleri, sürpriz şelaleleri, yaban hayatı ve değişik bitki çeşitliliğiyle Yenice Ormanları, farklı outdoor aktiviteleri için gerçek bir eko turizm merkezi aynı zamanda. Günübirlik veya kamplı yürüyüş güzergâhları ile bisiklet rotaları dışında; kanyoning, kaya tırmanışı, kuş gözlemi, foto safari, botanik yürüyüşleri, rafting ve yamaç paraşütü gibi etkinlikler de yapılabiliyor bu bakir alanda. Ormanın derinliklerindeki tesisler ve yol boyunca rastlayacağınız pınarlar, doğaseverlerin macera dolu aktivitelerini kolaylaştıran unsurlar aynı zamanda. Öğle aramızı verip, yemek yedikten sonra yürüyüş yerimize yakın bir yerde küçük bir köylü pazarından alış veriş yapıyoruz. Tırmanma yerimizde eski bir ev otel olarak düzenlenmiş, eski bir milli bisikletçi tarafından işletildiğini öğreniyoruz. Parkur ortalarında tablo gibi olan dağ ve yol manzaralarından bol fotoğraf alıyoruz. İnişimiz tamamlanınca bol oksijen almış olarak Ankara’ya dönüyoruz.

Turhan Demirbaş

KÜTÜPHANEMIZ’DEN SEÇTIKLERIMIZ

Fatih Harbiye romanında Tanzimat döneminden Milli

Mücadele ile Cumhuriyet’e geçiş döneminde eski ile yeni

değerler arasındaki bağlantı anlatılıyor. Kitabın ana karakteri

olan Neriman’ın hayat hikayesinden çıkarak anlatılan konuda

eski hayat değerlerine bağlı bir hayat süren Neriman’ın

modern bir hayata geçişte yaşadıkları zorluklar ve ikilemler

var.

Kitabın adı ise hikayenin geçtiği iki semtten geliyor. Fatih ve

Harbiye semtleri arasında yaşanan iki hayat tarzının arasında

gelgit yaşayan genç kızın hikayesi okuyanları gerçekten

etkiliyor.

Kütüphane No: 1096

Kendi dönemi içindeki gerçekçilik anlayışına uygun olarak yazılmış olan Yaban'da Yakup Kadri, I. Dünya Savaşı'nın bitimiyle birlikte Sakarya Savaşı'nın sonuna kadar olan sürede bir Anadolu köyünde, köylüleri, köyün durumunu, Milli Mücadeleye ilişkin tavırlarını bir aydının gözüyle verir. Yaban için "bu eser benliğimin çok derinliklerinden adeta kendi kendine sökülüp, koparak gelmiş bir şeydir" diyen yazar, bu romanda ortaya koyduğu birçok soruna daha sonra yazacağı Ankara'da cevap bulmaya çalışacaktır.

Kütüphane No: 33

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT-2017 SAYFA 17

Pulitzer ve Nobel Edebiyat Ödüllü Amerikalı ünlü yazar John Steinbeck’in Gazap Üzümleri ile birlikte en tanınan romanı olan Fareler ve İnsanlar okurlarına tam bir arkadaşlık dramı sunuyor. İlk olarak 1937 yılında yayınlanan ve çok tartışılan roman zamanla hak ettiği değeri gördü ve okunması gereken romanlar listesinde yer almayı başardı. Halen tartışmalara neden olan, bazı ülkelerde yasaklanan ya da sansüre uğrayan kitap adını fareler ile ilgili bir şiirden alır.

Kütüphane No: 1802

BIR EDEBİYAT AKŞAMINDAN

Nefise Öke

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT-2017 SAYFA 18

Çiğdemim Derneği ocak ayı “Edebiyat Akşamları” etkinliğinde Hasan Ali Toptaş’ın son romanı Kuşlar Yasına Gider üzerine konuştuk. Roman Ekim 2016 da Everest Yayınlarından çıktı. Karton kapak 248 sayfalık kitap akıcı dili, günümüzde geçen, aile içi ilişkileri öne çıkaran yol ve yolculuk öyküleriyle zenginleşerek kolay okunuyor.

Hasan Ali Toptaş postmodernist edebiyatçı kimliği ile tanınan, roman, öykü deneme ve şiir türlerinde yapıtları olan bir yazar. Birçok kitabı ülkenin önemli ödüllerine layık görülmüştür. Kuşlar Yasına Gider yazarın doğduğu ve çocukluğunun geçtiği Denizli ve Ankara arasında yaşanan yol öyküsü niteliğinde sayılabilir. Hasta olan bir baba ve onu tedavi ettirmek için her çareye başvuran oğullarıyla anne ve akrabalar arasında olay gelişiyor. Kişilerin karakter özelliği birbirleriyle olan iletişimlerinde belirginleşiyor. Bana göre bu romanı okuyan herkes aile içi iletişimini gözden geçirip

sorumluluklarını sorgulayacaktır. Edebiyat Topluluğumuzda da yazar ve romanı tanıtılarak, katılımcıların yorumları tartışıldı, eleştiriler yapıldı. Bazı yorumcular yazarın akıcı, kıvrak diline ve kahramanların anlayışlı tutumlarına dikkat çekerken, bazı yorumcular da yazarın anlatımında ve betimlemelerinde önceki yapıtlarında alışılan derin felsefi, özgün dili bulamadıklarını belirttiler. Kısaca, Hasan Ali Toptaş’ın en yeni romanını tanıtan güzel bir edebiyat akşamıydı. Yeni etkinliklerde buluşmak dileğiyle.

PLASTİK TORBADAN VAZGEÇ!

BEZ TORBA KULLANMAYA ÖZEN GÖSTER,

GEREKTİĞİNDE PLASTİK POŞETİNİ DEFALARCA KULLANARAK SARFINI

AZALT.

BEZ TORBALAR ÇİĞDEMİM DERNEĞİNDEN 2.5 TL’YE TEMİN EDİNİLEBİLİR.

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT-2017 SAYFA 19

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT-2017 SAYFA 20

ÇİĞDEM’DE DE ESNAF VAR - VI

Esnaf her mahallenin belkemiği gibidir, her bültende mahallemize özgülenmiş küçük işyerlerinde kendi işlerini yapan becerikli iki komşumuzu ziyaret edelim diyerek başladığımız dizimizde Ocak ayında iki esnafımızı ziyaret ettik.

Bakalım bu iki değerli esnaf komşumuzla karşılaştığınızda onları daha yakından tanımanın sıcaklığı yaşanacak mı?

Mahallenin tek manavı

“Manav” biraz şaşırtıcı bir sözcüktür. Bildiğimizin dışında, Anadolu’nun yöresine bağlı değişik anlamları vardır. Maçka yöresinde tahıl satıcısı, Marmara bölgesine gelince Balkanlardan göç etmiş orada yaşayanlar, Batı Anadolu’da yörükün zıddı sebze tarımıyla uğraşanlar, Isparta taraflarında bahçeleri sulamayı yöneten dağıtıcı demekmiş. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde ise bostancı diye geçmekteymiş.

Bizim de bir manavımız var. Atrium Çarşının ön tarafında tezgahlarında her mevsimin sebze meyvelerini kendine göre bir dekor içinde sergileyen dükkanı görmeden geçen yoktur.

Orman ailesi 35 yıllık mahallelimiz. Sebze-meyve işine yıllar öncesinde pazarcılık yaparak girmiş üç erkek kardeş: Murat, Feridun ve Soner Orman. Çiğdem’de önceleri seyyar tezgahlarında satış yaparlarmış. İki yıl önce şimdiki 40 metrekarelik geniş dükkana yerleştiklerinde yanlarına kızkardeşleri Esma Orman Çiçekdenk de eklenmiş.

Bahar aylarında fide satışlarına yine başlayacaklarını, balkonlarında saksıda fesleğen yetiştirip küçük ölçekli dömates, biber, nane bahçeciliği yapmaya hevesli Çiğdem mahallesinin doğallık düşkünü sakinlerine destek olacaklarını söylediler. Üstelik mevsiminde tezgahlarına gelen ürünün uygununu buldukça çoğunun Ankara yöresinin sebze meyvesi olduğunu, yani yöremizin üreticisinden geldiğini vurguladılar. Esma Hanım ve kardeşi Murat Bey’e, mahalleden, alışverişten, yaşantıdan yakındığınız konu var mı diye sorduğumuzda, bir sıkıntı yaşamadıklarını belirtip güleryüzle içeride uzun süredir beklettiğimiz komşularımızın seçtiklerini tartmaya yöneldiler.

O yüzden işyerinin adı Kardeşler Sebze Meyve Pazarı. İşin ilginci Esma Hanım çekirdekten yetişmiş bir kuaförmüş aslında. Çiğdem’deki kardeşlerinin yerine 100. Yıl İşçi Blokları mahallesindeki işyerini bırakıp gelmiş. Fotoğrafta sağ baştaki delikanlı ise, okulundan fırsat buldukça dükkana yardıma gelen Esma Hanımın oğlu Mehmet. Sabahları 07:30’dan akşam 19:30’a dek 12 saat açık Kardeşler sebze meyve Pazarı’na 284 44 83 veya 0538 470 89 40 numaralı telefonlardan ulaşmak mümkün. Evlere servis yapıyorlar.

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT-2017 SAYFA 21

El emeği göz nuruyla dolu, rengarenk bir işyerimiz Atrium çarşının içine yan kapıdan girip uzun holünde aşağı doğru yürüdüğünüzde, hemen merdivenlerden önce sağda özellikle kadınlarımızın vitrinine göz atmadan geçemedikleri bijuterimizdir Deren. Sahibi Serpil Şahin Hanım işyerinin Atrium ile yaşıt olduğunu söyleyince hiç şaşırmadık. Çünkü Deren Bijüteri, Atrium’dan her geçişimizde “Hayat devam ediyor. Her şey yerli yerinde aynen dünkü gibi burada” dedirten, gelip geçiciliği değil, raflarının doluluğu, seçkinliği ve zerafetiyle bir işyerinin sürdürülebilir olduğunu uzun süredir anımsatıyor. 20 yıldır böyle.

Serpil Hanım Çiğdem mahalleli bir esnafımız. 30 metrekarelik ferah dükkânında yaşamından memnun. Tek sıkıntısının son yıllarda gecenin ilerleyen saatlerine gelindiğinde yer yer gözlediği güvenlik zaafiyeti olduğunu söylemeden geçemedi.

M.Sinan Kayalıgil-H.Hüseyin Aslan

Sözlüklere baktığınızda bijuterinin Fransızca’dan geldiğini görüyorsunuz. Mücevher sözcüğünden türeme ziynet kutusu, ziynet dükkanı karşılığı imiş. Deren bujiteri takı, aksesuar ve el işi malzemelerinin büyük bir çeşitliliğini sunuyor. Rengarenk yünlerin doldurduğu koca bir duvarı var. Bize yünün şimdi mevsimi olduğunu, Çiğdemli becerikli ellerde bol bol örgü işi yapıldığını ekledi. Bunun yanında başka ip çeşitlerini de he zaman bulmak mümkünmüş Deren’de. Zamanla belki kırkyama, dantel, nakış, kanaviçe, boya gibi özellikli elişlerinin malzeme çeşitlerinin daha çoğunu bulunduracak bir hobi dükkanı da olacaktır. Serpil Hanım el işlerini ve kendi imalatı takıları sergileyip pazarlamak isteyenlerden uygun gördüklerine yardımcı olduğunu söylüyor. Zaman zaman böyle şirin ürünleri satış için tezgahında bulundurabilmiş. Kimini satabilmiş de. İşyeri telefonunun numarası 284 24 43. Bir şeyler sormak, sipariş etmek isteyenlerin saatine özen göstermesi gerekecek. Serpil Hanım işyerine biraz geç gelenlerden imiş. Öğleleri 13:00’den akşam 19:30’a dek açık.

DERNEĞİMİZ ve KÜTÜPHANEMİZ HER GÜN

11:00– 17:00 SAATLERİ ARASINDA AÇIKTIR. KÜTÜPHANEMİZDE GÖNÜLLÜ

OLARAK GÖREV ALMAK İÇİN BİZİ ARAYABİLİRSİNİZ.

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT-2017 SAYFA 22

YAŞADIĞIMIZ ŞEHİR VE KİMLİK

“Hatırlamak Bir buluşma Biçimidir”- Halil Cibran

Bige Güven Kızılay bir kitap yazmış: Hayal Ağacım. Hayy Kitaptan çıkmış. Onun içinden “Koyduğunu Yerinde Bulamamak” başlıklı bir bölümü de sosyal medyada paylaşmış. Doğrusu beni de çok duygulandırdı ve eş zamanlı olarak eş duygular yaşadım.

Yazı şöyle başlıyor:

"Cumartesi günü Kadıköy çarşıda bir köfteciye gittik. Masalara birer cam kestirmişler, altında da gelenlere yazdırdıkları notlar… Kimisi peçeteye yazmış, kimisi bir sinema biletine, işte ‘Köfteniz çok nefis..’ filan gibi şeyler… Klasik, duvarda ünlülerle çekilmiş fotoğraflar.. Sonra gözüme notlardan biri ilişti. ‘Biz buraya üniversite yıllarında flört ederken gelirdik, şimdi kızımız ve torunumuzla geldik. Özlediğimiz tat hala burada, ne mutlu’ diye yazmış bir çift. Sağa sola baktım, her yerde 35 senelik lezzet yazıyor. Demek ki atmasyon değil, ne güzel diye düşünürken, kızım, ben de yazacağım diye tutturdu. Hemen ona bir kağıt bulduk buluşturduk, güzel güzel yazdı, hayatımda yediğim en güzel köfte sizinki filan diye… Hadi dedim, götür kasadaki ablaya ver. Bizimki utana sıkıla kasaya yürüdü. Kızcağız kasadan kalktı, elinden tuttu, bir de yaşlıca garson geldi yanına; bu notu koymak istediğin masayı sen seç dediler. Arka masayı seçti. Camı kaldırıp, notu özenle oraya yerleştirdiler. Sonra da dedi ki garson: ‘Sen buraya 10 sene sonra, fidan gibi bir genç kız olarak geldiğinde bu notu bıraktığın yerde bulup arkadaşlarına göstereceksin.!’

Bir anda gözlerime yaşlar hücum etti, boğazım düğümlendi, dudaklarım büküldü. Zor tuttum kendimi. Yahu insan köftecide ağlar mı? Deli derler. Çatlak derler. Anladım ki, beni en çok boğan, bunaltan şeylerden biri bu ülkede ‘koyduğumu yerinde bulamamak.' …. Ankara’da benim de böyle anılarım olan üç yer vardır: Biri Kızılay’daki Piknik, diğeri Atatürk Orman Çiftliği’ndeki Merkez Lokantası ve sonuncusu Tunalı’daki Flamingo. Biliyor musunuz, üçü de bugün yok.! Sanki onlarla birlikte birileri zihnimden, gönlümden anılarımı çalıyor duygusundayım…”

Kızılay bu şekilde anlatmaya devam ediyor ve Ankarada üç yerdeki anılarından bahsediyor. Yazı oldukça duygulu ve naif bir dille yazılmış. Beni de hem duygulandırdı hem de nerelere götürmedi ki.

Hemen hemen benzer bir kuşak olarak bizler de benzer duygu ve özleyişleri yaşıyoruz. Çünkü yaşadığımız şehirler ve kimlikleri kendi kimliklerimiz gibi. Soluduğumuz hava, bazen yağmurun yağış biçimi, kokular, renkler bize bizi hatırlatıyor. Çünkü bir şehir salt yollardan, binalardan oluşmuyor. O yollara, onları adımlayan insanların anılarıyla beraber kokuları, renkleri, sesleri de siniyor. Kimi zaman çatışmalardaki barut kokularını, kiminde de aşkla uzatılan nergis kokularını taşıyor. Bazı mekânlar göçmüş de olsa bir dostun veya sevgilinin gözleriyle bakıyor. Bazı ağaçlar, altında koşuşturan çocuk seslerini, bazıları verilmiş sırları saklıyor. Yollar, sokaklar caddeler bazen adanmışlığın marşları ile inlerken, bazı kaldırımlarda kaybedilen silik anıların izleri aranıyor.

Kızılay’ın yazısını bitirince ben de düşündüm, benim şimdi arasam da bulamadığım yerler nerelerdi diye. Çayyolu geldi aklıma. Şimdi oturduğum semte çocukken piknik yapmaya gelirdik. İçinden çay akan, çevresinde ağaçların, bir de tam bir köy okulunun olduğu bir köydü o zaman burası; şimdi yerinde kocaman çirkin beton binalar var. İncek’e doğru başımızı çevirince adeta

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT-2017 SAYFA 23

bulutları delen, değerlerden uzaklaşmış, rantı yüksek oturma mekânları nefesimizi kesiyor. Aynalı, elektrik yüklü bu binaları gördükçe boğulacak gibi oluyorum. Ağacın, yeşilin kovulup, yapaylıkların yerini aldığı mekânlarda “konfor” adına yaşarken, daha çok hastalandığımızı düşünüyorum.

Sonra Bulvarda, Bakanlıklarda benim de çocukluğumun tadını saklayan bir Flamingo pastanesini hatırlıyorum. Ve tabii gençliğimizin geçtiği ve en çok buluşmalarımızı yaptığımız Bahçelievlerdeki Arı Pastanesi’ni. Şimdi artık onlar da yok.

Hâlâ var olmakla beraber, anneannemle çocukken gittiğimiz Sulu Han’ı, Hacı Bayram Camii çevresini, şimdilerde koca Migros binasının betonlarından araya sıkışıp kalmış Zincirli Camiini hatırlıyorum. Hacı Bayram Camii ve çevresinin o derviş edalı ruhaniyetini hatırlıyorum. Sulu Han, bilmeyenin hala bilemeyeceği kadar bakımsız ve arada kaybolmuş durumda. Varlığından çoğu kimse habersiz. Hacı Bayram Camii çevresi ise, düzenleme adına yapılan şatafatlı eklemeler ve lunaparka benzetilen ışık ve havuzlarıyla bambaşka bir havada. O çevrenin kaybedilmiş, adeta çocukluğuma gömülmüş maneviyatını arıyorum. Ve sormadan edemiyorum düzenleme yapmak, temizlemek, medeni hale getirmek yapıyı, ruhu bozmadan olamıyor mu?

O zaman altında koşturduğumuz şimdi kesilmiş olan ağaçları, baharda iğde kokularını, Ayvalıdaki bağımızda yetişen çeşit çeşit meyvayı, komşu bahçelerdeki erik ağaçlarını, madımakları toplamaya gelen kadınları, sokak oyunlarını, sevimli, samimi ve kişilikli binaları, leblebi tozlarının satıldığı bakkalları, okulca gittiğimiz kırları ise sayamıyorum. Kızılay’a adını veren, bahçesinde çiçeklerin olduğu o sarı renkli Kızılay binasını hiç saymıyorum.

Anıları yok etmenin insanda kaybolmuşluk hissini nasıl da yaratabileceğinin göstergesi olsa gerek bu "kentsel dönüşüm" dedikleri yapıp yıkmalar. Sürekli değişen sokak adları, hala yapılmaya devam eden, doymak bilmez AVM çılgınlığı, kaybolan çocukluklar, ortak yaşama kültürü ve değerler… Bir de o şehri birlikte paylaştığımız ama gitgide kaybettiğimiz insanlarımız, sevdiklerimiz… İşte o zaman yaşadığımız şehir de biz de yalnızlaşıyoruz ve yaşayamadan tüketmekte olduğumuz yerler haline geliyor.

Sevdiğim sokak adları, sevdiğim çiçek adları gibi aklıma gelen sevdalar… Kocabeyoğlu pasajındaki sahaflardan veya şimdi yerinde yeller esen Haşet kitabevinden aranan kitaplar gibi bazen ben de kendimi ararken buluyorum.

Koskoca tarihlere, medeniyetlere beşiklik yapmış topraklardaki bu bozulma ve yozlaşmayla birlikte bunların yerine estetikten uzak yeni yapıların dayatmasıyla karşılaşıyoruz. Herşey rant uğruna. Oysa olanı koruyarak büyümek, illa ki yenileri yapılacaksa mevcudu bozmadan ve kültüre uygun yapılar inşa etmek de mümkün diye düşünüyorum. Eski Paris’i koruyarak daha uzakta Yeni Paris’i yapılandırmış Fransa’yı düşünüyorum. Hiçbir tarihi eserini bozmamış İspanya’yı düşünüyorum. Hiroşimasını, koruyup çocuklarını görmeleri için geziler düzenleyen Japonya’yı düşünüyorum.

Seramik çalışırken toprağı elimize aldığımızda Hayyam’ın dediği gibi o toprakta kimin kulağı, kimin eli, kimin gözü veya izi var diye saygı duyardık veya ayağımızı her yere bastığımızda aynı duyguyu taşımak gerektiği öğretilmişti.

Bir İsveç Atasözü der ki “gençliğin güzel bir yüzü yaşlılığın da güzel bir ruhu vardır.” Yaşadığımız şehirler de atalarımız, analarımız, tarihimiz gibi güzel bir ruhu biriktirir, daha ilk çocukluğundan itibaren büyüdükçe, korunarak büyütüldükçe. Olanı yıkmak, öncekinin yaptığıydı diyerek yok etmek bir hastalıklı hâl oldu bizde. O şehrin sakinlerinin, yaşayanlarının anılarını yok etmenin kimseye bir faydası olamaz diye düşünüyorum. Yaşadığımız şehirler gittikçe çöpten arınmıyorsa, havası daha temiz hale gelemiyorsa, trafiği insana bir yerden bir yere gitmeyi zorlaştırıp sosyalleşmeyi engelliyorsa, baktığınızda gözünüzü ve gönlünüzü hoş edecek

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT-2017 SAYFA 24

görüntüler sağlayamıyorsa birşeyler bir yerlerde yanlış demektir. Bir de anılarını yok etmeye başlamışsa ört ki ölem diyesi geliyor insanın. Kızılay’ın yazısından çıktım yola, dolandım Ankara’yı... Dikmen sırtlarında Atamızı at üstünde karşılayan Cevriye Ninemizden, dedelerimden çocukluğuma ve şimdilere geldim. Meclisin ve sayın vekillerimizin nasıl da Kurtuluş Savaşını, bir şehrin ve milletin yeniden uyandırılışınI, Cumhuriyetin kurulduğu dönemleri unutup Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının temel maddelerini değiştirmekte olduğu şu günleri düşündükçe, içimdeki sızıyı verecek yel bulamadım. Anladım ki genel bir bellek kaybı, kimliksizlik duygusu çoktan yerleşmiş içimize de nerede, kim ve ne olduğumuzu hatırlayamaz hale gelmişiz. İçimdeki sızıyı dindiremedim…

Ayşe Öztekin

AĞAÇLARI TANIYALIM

ARDIÇ Juniperus sp. L.

Özet Bilgi

Sürüngen çalılardan büyük ağaçlara kadar çok çeşitli türleri olan ardıç, hemen hemen bütün bölgelerimiz yüksek dağlık kesimlerinde doğal yayılış gösterir. Bazıları

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT-2017 SAYFA 25

servi gibi pul yapraklara, bazıları da batıcı iğne yapraklara sahiptir. Ülkemizde 1.100.492 hektar saf ardıç ormanı bulunmakta ve önemli doğal türleri; Katran ardıcı (J. Oxycedrus, Y), Adi ardıç (J. Communis, N), Finike ardıcı (J.phoenicia, N), Kokulu ardıç (J.foetidissima, Y), Sabin ardıcı (J. Sabina, N), Boylu ardıç (J. Excelsa, Y) dır.

MUHTARIMIZDAN

Sevgili komşularımız;

Bu 16.paylaşımımızı ülkemiz için dönüm noktası olan ama asla son olmayacak bir dönemin başlangıç

günlerini yaşayarak başlıyoruz. Yeniden Cumhuriyet kurmak için çalışmaktansa var olana sahip çıkmanın

daha kolay olduğunu düşünüyoruz.

Gelecekte nasıl ve ne şekilde yönetileceğimizin kararını vermek için tahminen Nisan ayında sandık başına

gideceğiz. Bütün komşularımızdan, kayıtlarının nerede olduğu konusunda şüphesi olanlarının, ikamet

kayıtlarının kontrolünü yapması, bilmeyen komşularımızın muhtarlığa gelerek kontrolünü yapmalarını,

öğrenci kardeşlerimizin kayıtları mahallemizde değil ise biran önce nüfus müdürlüklerine giderek

kayıtlarını yaptırmalarının, yurtlarda kalan arkadaşlarımızın ise yurt müdürlükleri kanalı ile kayıtlarının

yaptırmaları gerektiğini (okullar açık olduğundan memleketlerine dönmelerinin zorluğunu göz önünde

bulundurarak) hatırlatırız. Referandumun ülkemize HAYIR getirmesini dileriz.

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT-2017 SAYFA 26

1. Kışın sanırım en sert, en yağışlı ve hepimiz için en tehlikeli (trafik kazaları) dönemini yavaş yavaş

arkada bırakmaya başlıyoruz. Şimdiden bu sorunları yaşamış komşularımıza geçmiş olsun

diyoruz.

2. Karların yoğun yağdığı günlerde Çankaya Belediyesi ile sokaklarımızın temizlenmesi konusunda

sürekli irtibat içerisinde idik. Bazen istediğimiz şeyler zamanında yerine getirilmedi ama 4000

sokağı olan bir ilçeden bahsediyoruz, her şey istediğimiz zamanda olmuyor maalesef. Çankaya

belediyesi komşularımızın kullanımı için muhtarlık yanına, Ahmet Barındırır yanına ve kilisenin

karşısına 2 defa tuz bıraktı, isteyen kişiler buradan alarak binalarının çevresinde kullanarak tuz

ihtiyacını karşıladı. Büyükşehir belediyesi ile karla mücadele konusunda bağlantı kuramasak ta

çalışmalarını gördük. Bu zor koşullarda çalışan bütün ekiplere teşekkür ediyoruz.

3. Mahallemizin ana giriş çıkışlarından olan 1579.sokak kar ve yağmur suyuyla kullanılmaz duruma

gelmişti. Geçici olarak freze malzemesiyle kaplandı ama sanırım kar ve yağmur suyuyla tekrar

bozulur. Asfalt mevsimi olmadığı için asfalt atılıncaya kadar bu sıkıntı devam edecek.

4. Hasan Ali Yücel Lisesi yolunda elektrik nedeni ile kazı çalışması yapılmıştı Çankaya Belediyesi

ekipleri tarafından dolgusu yapılarak onarıldı.

5. 1570.cadde üzerinde, Başak sitesi önünde, Türk Telekom tarafından kazı yapılırken Büyükşehir

belediyesini aradık izinlerinin olduğu cevabını aldık.

6. Karın yağdığı günlerde Çankaya Belediyesinde Sokak hayvanları için kuru mama istemiştik

muhtarlığımıza bıraktılar. Hayvan besleyen komşumuz tarafından değişik yerlere paylaştırıldı.

Çiğdem Mahallesi Muhtarı

Hasan Hüseyin Aslan

AZMİN, HOŞGÖRÜNÜN, SABRIN, SEVGİNİN VE EMEĞİN ÜRÜNÜ SERGİMİZ Cenk ile birlikte birazdan açılışına katılacağımız sergi için hazırlanıyoruz. Aylar öncesinde başlayan fotoğraf eğitimi artık ürünlerini sergileyecek. Birçokları için sıklıkla alışık olduğu durum olabilir belki ama biz engelli bireye sahip aileler için mucizevi an… Mutluluk yüreğimizden taşarcasına. Büyük bir gururla BASARDIK diye haykıracak gözlerimiz. Duygularımız öylesi yoğun ki sözlere gerek kalmıyor. Nihayet Taurus’dayız. Projeye emek veren onlarca asistan, değerli komşularımız, derneğimiz yönetim kurulu üyeleri, dostlarımız ve bugünün baş mimarları Fazlı Bey ile Özlem Hanım rüyamızın tüm ortakları o anı paylaşmak için hazır. Cenk kalabalık karşısında gerilse de kısa zamanda havasına giriyor. Çektiği fotoğrafları anlatırken yüzünde gördüğüm ifade herşeye değer. Cansu, Dina, Ozan da Cenk gibi etrafa gülücükler saçarak kanatlanmışçasına dolaşıyor. Birşeyler başarmanın haklı gururunu duyarak… İskender Bey ve Hacı Bey ortopedik engelli dostlarımız bizde varız dediler projede. Omuz omuza destek vererek birlikte kolayca aştık engelleri. Evren Bey in işaret diliyle fotoğraflarını betimlemesini uzaktan izlerken ayrı bir tebessüme büründü yüzüm. Sanki aylar öncesinde sihirli bir değnek dokunmuştu hayatımıza...

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT-2017 SAYFA 27

Kesinlikle ' Çiğdem mahallesinde yaşam engel tanımıyor! ' Kalkınma Ajansı’nın desteği ile yürütülen bu proje inandığınız ve vazgeçmediğiniz zaman birlikte engelleri kolayca aşarak başarıya ulaşabileceğimizi gösterdi. Akşamın bitiminde Cenk sergi kitapçığını imzalıyordu arkadaşları gibi. Hepimiz eve dönerken aylar öncesinde çıktığımız bu yolun büyüleyici biteceğini belki de tahmin etmiyordu. Bu kez ne düştü nede rüya. El ele gönül gönüle vererek engelleri aşmanın başarısıydı. Sevgili Çiğdemim’e ve projeye destek veren herkese teşekkürler. Unutmayın onları fark ettiğimiz de ve fırsat verildiğinde başarabildikleriyle sizleri şaşırtmaya devam edeceklerdir... Yüreğinizden sevgiyi eksiltmeyin.

Cenk in annesi

ANKARA’DAN

GENÇLIK PARKI

Ankara’nın ilk parkı olan; Gençlik Parkı Cumhuriyetin modernleşmesinin Türkiye’deki serüvenine benzemektedir. Ankara başkent olduğunda henüz tipik bir Anadolu kentidir, ama yüklü bir tarihe sahiptir. Milli Mücadele’de üstlendiği rol bu kentin yüklü tarihine yeni bir anlam daha katmaktaydı. Fakat alınan miras bir Anadolu kentinin mirasıdır; Bu nedenle, yeni yönetime ve bu kente pek çok görev yüklenmiştir. Ankara’nın imar gelişimi fiziksel bir modernleşmeyi, yani Batılı tarz imarı, bu yeni imar mekânları içinde kurulacak yaşam, sosyal bir modernleşmeyi temsil edecekti. Ortaya çıkacak ya da oluşturulacak modern, Batılı yaşam diğer kentlere de örnek olmalıydı. Alman mimar Jansen’in, Ankara’nın imar planı1932 yılında onaylanmış, Gençlik Parkı’nın da imarına yer vermişti. Cumhuriyetin ilk yıllarında İncesu Deresi’nin taşkın alanı olan ve bataklıklarla kaplı olan yaklaşık 28 hektar büyüklüğündeki arazide kurulmuştur. Gençlik Parkı kurulmadan önce bu alanın bir

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT-2017 SAYFA 28

kısmında “Ay-yıldız” adı verilen futbol sahası yer almaktaydı. Parkın tasarımını ilk önce Herman Jansen yapmış, daha sonra Theo Leveau tarafından yeniden tasarlamış, parkın projeleri

Bayındırlık Bakanlığı’nca hazırlanmıştır. 1936 yılında çay bahçeleri, açık hava halk tiyatrosu, çocuk bahçesiyle başlayan inşaat, 1951’de İtalyan Luna Parkı, 1957‘de TCDD idaresince park içinde minyatür tren istasyonu kurulmasıyla sürmüştür. TBMM tarafından o yıllarda, o günün koşullarında 600 bin lira ödenek ayrılarak iki yılda bitirilmesi planlanan park 19 Mayıs 1943’te tamamlanarak hizmete açıldı. 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nda açıldığı için de parka “Gençlik Parkı” adı verilmişti. Projenin devamı şöyle yapılmıştı ve bir kısmı hayata geçirilmişti; İncesu mecrası temizlenecek ve üzeri kapanacak. Filtre istasyonundan 40 milimetrelik borularla saniyede 150 litre akacak su getirilecekti. Meydanda büyük bir havuz olacak üzerinde bir adacık bulunan havuzda motor ve sandallar yer alacak ve ayrıca adaya iki de köprü yapılacaktı. Parkta gül bahçesi, kahve ve gazinolar, Ankara ikliminde yaşayabilecek kuşlar için bahçe, açık hava halk tiyatrosu, çocuk bahçesi, labirent, yüzme havuzu, atlılar için 2 bin 200 metre uzunluğunda gezi yolu bulunacaktı. Önceleri askıya alınan projeden sonraları tamamıyla vazgeçilir.

1960‘ lı yıllarda çay bahçeleri, havuzu, Luna parkıyla Ankaralıların en popüler gezi ve eğlence yeri olan park, günümüzde Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na tahsisli bir gezi ve eğlence merkezi olarak işlevini sürdürmektedir.

SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAM FİLM AKŞAMLARI

“Antik bir kültürden ekolojik çözümler öğrenmek mümkün müdür? Ladakh, ya da Küçük Tibet, batı Himalayalarda vahşi bir güzelliğe sahip bir çöl alanıdır. Kaynakları sınırlı, iklimi de serttir. Buna rağmen bin yılı aşkın süredir oldukça gelişmiş bir kültüre ev sahipliği yapmıştır. Tutumlu, birbirleriyle işbirliği halinde olan, yaşadıkları bölgeyi iyi tanıyan ve çevre koşullarını iyi bilen Ladaklılar sadece bu koşullarda yaşayabilmekle kalmamış, refah düzeylerini de ileriye taşımışlardır. Bunu "kalkınma" takip etti. Şimdilerde ise başkent Leh'te kirlilik, bölünmüşlük, enflasyon, işsizlik, hoşgörüsüzlük ve açgözlülük almış yürümüş. Yüzyıllardır süregelen ekolojik denge ve sosyal uyum

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT-2017 SAYFA 29

modernleşmenin tehditi altında. Ladakh'ın kültürünün ve doğaya uyumlu yaklaşımlarının böylesine kırılma noktasına gelmiş olması, bizi "kalkınma" ile ne kastettiğimizi yeniden gözden geçirmeye zorluyor ve bunu sadece dünyanın gelişmekte olan bölgeleri için değil, sanayileşmiş ülkeler için de yapmakta yarar var. Ladakh'ın öyküsü bize sadece çevresel, sosyal ve psikolojik problemlerin kökünde yatan nedenleri göstermekle kalmıyor, kendi geleceğimiz için çok değerli ipuçları veriyor.”

Yukarıda anlatılan hikaye 1993 yapımı bir belgeselin tanıtımından alındı: ‘Ladakh’tan Öğrenmek’ Gerçekten Ladakh’tan öğrenilecek o kadar çok şey var ki. Sınırlı kaynaklarla, her türlü olumsuz koşullara rağmen dayanışmayla, işbirliğiyle, imeceyle kültürlerini korumuşlar ve sürekli ileriye gitmeyi başarabilmişler. Ne zaman ki küreselleşme ve sözde “kalkınma” devreye girmiş her şeyde kirlenme başlamış. Eskiden yardım taleplerine ‘burada fakir yok’ diye cevap verenler şimdi “herkes fakir lütfen bize yardım edin’ diyerek yardım arıyorlar. Bu filmden yola çıkarak tekrar Ladakh’ın ilk günlerindeki dayanışmayı, komşuluğu canlandırabilir miyiz? Bunun için bizler ne yapabiliriz? Sorularına cevap aramaya çalışıyoruz. Uzun süredir sürdürdüğümüz “Tüketim Kooperatifi” düşüncesini bu doğrultuda geliştirerek yaşama geçirebilir miyiz? Günümüzde bu doğrultuda birçok oluşum gelişmeye çalışıyor. Ekoköyler bunlardan birisi. Ekoköyler, kendi kendine yeten, kolektif, paylaşımcı ve tatmin edici bir yaşam tarzı sürdürmeyi isteyen, doğadan almaktan çok vermeyi düşünen; birbiriyle, tüm canlılarla ve yerküreyle uyum halinde yaşamaya çalışan kentli veya kırsal insanlardan oluşuyor. Ekoköyler, dayanışma ve doğrudan demokrasi prensibine dayalı sosyal çevre ile sade bir yaşam tarzını birleştirmeye çalışıyor. Bunu gerçekleştirmek için, ekolojik tasarım, permakültür, üretim, tüketim ve enerji ihtiyacını minimize eden yöntemler, takas, kooperatif ve toplum oluşturma uygulamaları ve benzeri birçok yöntemden yararlanıyorlar.

Barış içerisinde, kolektif, sade ve ekolojik yaşama geçişin arayışlarından bazıları İmeceler, Kooperatifler, takas ve paylaşım pazarları olarak ortaya çıkmış durumda. Bizlere düşen bunlara elimizden geldiğince destek olmak ve çevremizde bu tür oluşumları yaşatmak olmalıdır. Gelin mahallemizde imeceyi, takası, paylaşımı canlandıralım.

Endüstriyel tarıma karşı doğal (bilge) tarımı destekleyen, bizi daha sağlıklı kılarken evrene de zarar vermeyen bir üretim tarzı olan bilge köylü tarımıyla üretilen gıda maddelerini aracısız olarak son kullanıcıya ulaştıran, denetlenebilir ve şeffaf biçimde izlenebilir, bir kooperatif modelini hayata geçirmek istiyoruz. Sağlıklı ve adil gıdayı tüketiciye uygun fiyatla ulaştırmak, bunu yaparken de küçük üreticinin emeğinin karşılığını almasını ve bu üretimi devam ettirmesini sağlamak temel amacımız olmalı.

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT-2017 SAYFA 30

Bu arada paylaşım ve takas pazarlarını artırmalı ve 2.el eşya ve kıyafet kullanımını özendirmeliyiz. Birde ihtiyaçlarımızı imeceyle karşılamayı başarabilirsek, bu kültürü yaygınlaştırabilirsek epeyce bir yol kat etmiş olacağız.

Bu yolda “BİZDE VARIZ" diyenlerle buluşmalarımız devam edecek….

Çiğdem Türleri

Crocus Candidus

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT-2017 SAYFA 31

Familyası : Iridaceae

Tür Adı : Crocus abantensis E.D. Clarke

Türkçe Adı : Beyaz Çiğdem

Endemik bir türümüzdür ve dünyada sadece Çanakale ve Balıkesir civarlarında orman açıklıkları

ve makiliklerde yetişir. Çiçekler beyaz, iri ve gösterişlidir. Çiçek boğazı sarı renklidir. Çiçeğin

erkek organları (anterler) sarı renkte, dişi organ (stilus) portakal sarısı rengindedir.

İlkbaharda çiçek açar.

ATIK PİLLERİ, BİTKİSEL YAĞLARI VE HER TÜRLÜ ATIĞI

DERNEĞİMİZDE TOPLUYORUZ.

HER TÜRLÜ KAĞIT VE PLASTİK KAPAKLARI DA DERNEĞİMİZE

GETİREBİLİRSİNİZ.

LÜTFEN DERNEĞİMİZE GETİRDİĞİNİZ ATIKLARI BİRBİRİ İLE

KARIŞTIRMAYIN.

PLASTİK KAPAKLARIN YANINA KONAN PİLLER AYRIŞTIRMA

AŞAMASINDA OLUMSUZ SONUÇLARA YOL AÇMAKTADIR.

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT-2017 SAYFA 32

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT-2017 SAYFA 33

ÇOCUKLAR İÇİN TUDEM YAYINLARI

KÜTÜPHANEMİZ RAFLARINDA…

Büyüyünce ne olacaksın? doktor, bilim insanı, yazar?

Eğer yaşın henüz küçükse, gönlünden geçen mesleği seçmekte özgürsün

demektir.

Antropolog, itfaiyeci ya da ip cambazı olabilmen için hiçbir engel yok. Ama

eğer lise çağındaysan işin biraz daha zor sayılır.

Sonuçta kim hayatı boyunca hiç sevmeyeceği bir işte çalışmak ister ki?

Meslek seçimi şakaya gelmez. Unutmamak gerek ki, sevdiği işi yapanlar,

hayatları boyunca çalışmış sayılmazlar…

3 – 4 – 5 sınıflar için Toprak Işık’ın, çocuklara yol göstermek amacıyla hazırladığı “Acaba Ne

Olsam?” isimli başvuru dizisi, kitaplığımızda yerini aldı.

Serinin ilk dört kitabı Mühendis, Bilim İnsanı, Doktor ve Hukukçu‘ nun ardından, Toprak Işık dizinin

beşinci kitabında, sözcükleriyle bizlere harika dünyalar kuran yazarları ve

hayal gücünü konuşturanların mesleği olarak da bilinen yazarlığı

anlatıyor..

Filozof Çocuk.. Dünyaca ünlü Fransız filozof yazar Oscar Brenifier'den sıra dışı felsefe

dizisinden dört kitap…

Sanat Nedir?

Üç Büyük Soru, Düşüncelerle Oynamak ve Görünenin Arkasına Çocuk

Gözüyle Bakmak için Masaya Yatırılıyor. Düşünmek Çocuk Oyuncağıdır!

Sanat ne İşe Yarar?

Hepimiz Sanatçı mıyız?

Sanatçı Yaratmakta Özgür müdür?

Sevgi Nedir?

Aşık Olmak Güzel midir?

Annenin ve Babanın Seni Sevdiğini Nasıl Anlıyorsun?

Kardeşlerini Kıskanıyor musun?

Düşünmek Çocuk Oyuncağıdır!

Güzel Nedir?

Neyin Güzel Olduğunu Anlamak Zorunda mısınız?

Hepimiz Aynı Güzellik Anlayışına mı Sahibiz?

Düşünmek Çocuk Oyuncağıdır!

Arkadaşlık Nedir?

Yalnız Olmak mı İyidir, Arkadaşlarla Olmak mı?

Sevdiğin İnsanlarla Neden Kavga Ediyorsun?

Tüm Sınıfın Önünde Tek Başına Konuşmaktan Korkar mısın?

Düşünmek Çocuk Oyuncağıdır!

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT-2017 SAYFA 34

TOPRAK IŞIK’ ın fen bilimleri dizisinden 4 – 5 – 6

sınıflar için dört roman ….

Nine Bizi Kurtarsana,

Yaşlı bir nine, tüm Dünya’yı etkisi altına almış bir güce karşı

nasıl savaşabilir?..

Türü: Roman

Temalar: Özgür irade

Yaş Grubu: 10 Yaş , 11 Yaş , 12 Yaş

Sınıf: 4.Sınıf , 5.Sınıf , 6.Sınıf

Nine Bizi Kurtarsana, Fen Bilimleri Konularını Romana

Uyarlama Projesinin Son Kitabıdır. Fantastik Öğelerle Süslü

Heyecan Dolu Bir Maceranın Yanında Okura Dünya ve Evrenin Konusunda Bilgilerde Sunuluyor.

Anne Beni Geri Getir "Anne Beni Geri Getir", sıra dışı konusu ama çok tanıdık karakterleriyle her yaştan okurun keyif alacağı,

zaman ve mekân ekseninde fantastik olayların yaşandığı, heyecan dolu bir edebiyat şöleni sunuyor

sizlere.

Türü: Roman

Temalar: Bilim , Direniş , Fen ve teknoloji ,Macera ,Zaman

Yaş Grubu: 10 Yaş , 11 Yaş , 12 Yaş

Sınıf: 4.Sınıf , 5.Sınıf 6.Sınıf

Anne Beni Geri Getir, Zaman ve Mekanla Oynarken Adalet

ve Eşitlik için Verilen Mücadeleyi Merkezine Alan bir

Maceranın içine Çekiyor Okurunu.

Babam Okulun En Çalışkanı, Fen ve teknoloji dersi hiç bu kadar zevkli bir şekilde

anlatılmamıştı.

Türü: Roman

Temalar: Aile , Aile bağları , Başarı-başarısızlık , Canlılar ve

hayat

Yaş Grubu:10 Yaş , 11 Yaş , 12 Yaş

Sınıf: 4.Sınıf , 5.Sınıf , 6.Sınıf

Bu öğrendiklerim ne işime yarayacak? Teknoloji, fen falan,

filan…keşke babamın yerinde olsaydım. O zaman rahat

ederdim. Mühendis olmak için bunları bilmem gerekmiyor

ki!...Of…

Baba Beni Anlasana

Baba Beni Anlasana, doğa ile dost bir yaşamın mümkün

olabilirliğini sorgularken, aynı zamanda böyle bir yaşam biçiminin kaçınılmaz olduğunu savunan bir

kitap...

Türü: Roman

Temalar: Baba-çocuk ilişkisi , Çevre ,Dayanışma , Hayallerin peşinden koşmak , İnsan ve çevre

Yaş Grubu: 10 Yaş , 11 Yaş , 12 Yaş

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT-2017 SAYFA 35

Sınıf: 4.Sınıf , 5.Sınıf , 6.Sınıf

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT-2017 SAYFA 36

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT-2017 SAYFA 37

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT-2017 SAYFA 38

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT-2017 SAYFA 39

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT-2017 SAYFA 40

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT-2017 SAYFA 41

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT-2017 SAYFA 42