43
1 SAKARYA ÖNCESİ BAŞKOMUTAN DÜŞÜNÜYORDU Hayri Sevimay Özet: Atalarından XVI. Yüzyılın en güçlü, en zengin devletini devralan Osmanlı Hanedanı, 1683 Viyana bozgunundan başlayarak XX. Yüzyıla kadar sürekli toprak yitirip ülkesini küçültmüş; eğitimini, sanayisini, tarımını, ekonomisini çökertmiş; devleti borç batağına, ülkeyi yarı sömürge konumuna, halkı cehalet ve yoksulluk içine sokmuştu. Bu koşullar altında girdiği 1. Dünya Savaşını yitirince Trakya, İstanbul ve Anadolu’nun bir bölümü zengin Avrupa devletlerince işgal olunmuştu. Şimdilerde yoksul Anadolu zengin Avrupalılara karşı Kurtuluş Savaşı veriyordu. Yunanlılar Sakarya Nehri kıyılarına gelmek üzereydiler. Kurtuluş Ordularının yeterli silahı, mermisi, hatta süngüsü ve yiyeceği yoktu. Askerin çoğunun sırtı açık, ayağı yalındı. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Meclis Başkanı Mustafa Kemal’i Başkomutan seçmişti. Başkomutan, Kurtuluş Ordusu’nu güçlendirme ve donatma sorunlarını nasıl yeneceğini, güçlü Yunan Ordusu’ndan ülkeyi nasıl kurtaracağını düşünüyor; planlar üretiyordu. Başkomutan Mustafa Kemal, Çankaya tepesindeki bağ evinin çalışma odasında, gece Ali Çavuş’un getirdiği kahvesini yudumlarken düşünüyordu. Gündüz (5 Ağustos 1921 günü) Türkiye Büyük Millet Meclisi kendisini Başkomutan atamış, Ordu’nun gücünü artırma ve yönetimini güçlendirme konularıyla sınırlı olarak, yasama ve yürütme yetkileriyle donatmıştı 1 . Ardından Orduya ve Millete bir beyanname yayınlamış, halkın ve Ordu’nun moralini yükseltmeye çalışmıştı. Beyannamenin bir yerinde Yunan Ordusu’nuanayurdumuzun harimi ismetinde (kutsal toprağında) boğarak kurtuluşun ve bağımsızlığın sağlanacağını” bildiriyordu. Beyannameyi “Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Başkomutan Mustafa Kemal” unvanıyla imzalamıştı 2 . 8 Temmuz 1919 gününden buyana ilk kez askeri bir ad kullanıyordu. Askerlik görevinden istifa ettiği, Saltanat tarafından rütbe ve unvanının geri alındığı günden beri askeri üniforma giymemiş, askeri unvan kullanmamıştı. Büyük Millet Meclisi açılıncaya kadar tüm yazışmalarını Heyeti Temsiliye Reisi Mustafa Kemal unvanıyla yapmıştı. Meclis Başkanı seçildikten sonra da “Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal” adını kullanmıştı. Bugün, 23 ay sonra “Başkomutan” gibi askeri bir rütbe ve unvanla imzalamıştı beyannamelerle yazıları. 1 TBMM, ZABIT CERİDESİ, 62. Birleşim, 5 Ağustos 1921 (Cuma), C 12, s 19; TBMM. Gizli Celse Zabıtları, 5 Ağustos 1921 (Cuma) C 2, s 177. 2 ATATÜRK, Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, Türk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 1991, Cilt 4, s 412, 413.

SAKARYA ÖNCESİ BAKOMUTAN DÜÜNÜYORDU · cepheye mermi ve yiyecek taıyor, destan yazıyordular5. Ama bazı askerler kaçıyordular. Bakomutan Mustafa Kemal düünüyordu. Daha

  • Upload
    others

  • View
    1

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: SAKARYA ÖNCESİ BAKOMUTAN DÜÜNÜYORDU · cepheye mermi ve yiyecek taıyor, destan yazıyordular5. Ama bazı askerler kaçıyordular. Bakomutan Mustafa Kemal düünüyordu. Daha

1

SAKARYA ÖNCESİ BAŞKOMUTAN DÜŞÜNÜYORDU

Hayri Sevimay

Özet: Atalarından XVI. Yüzyılın en güçlü, en zengin devletini devralan Osmanlı

Hanedanı, 1683 Viyana bozgunundan başlayarak XX. Yüzyıla kadar sürekli toprak

yitirip ülkesini küçültmüş; eğitimini, sanayisini, tarımını, ekonomisini çökertmiş; devleti

borç batağına, ülkeyi yarı sömürge konumuna, halkı cehalet ve yoksulluk içine

sokmuştu. Bu koşullar altında girdiği 1. Dünya Savaşını yitirince Trakya, İstanbul ve

Anadolu’nun bir bölümü zengin Avrupa devletlerince işgal olunmuştu. Şimdilerde

yoksul Anadolu zengin Avrupalılara karşı Kurtuluş Savaşı veriyordu. Yunanlılar Sakarya

Nehri kıyılarına gelmek üzereydiler. Kurtuluş Ordularının yeterli silahı, mermisi, hatta

süngüsü ve yiyeceği yoktu. Askerin çoğunun sırtı açık, ayağı yalındı. Türkiye Büyük

Millet Meclisi, Meclis Başkanı Mustafa Kemal’i Başkomutan seçmişti. Başkomutan,

Kurtuluş Ordusu’nu güçlendirme ve donatma sorunlarını nasıl yeneceğini, güçlü Yunan

Ordusu’ndan ülkeyi nasıl kurtaracağını düşünüyor; planlar üretiyordu.

Başkomutan Mustafa Kemal, Çankaya tepesindeki bağ evinin çalışma odasında, gece

Ali Çavuş’un getirdiği kahvesini yudumlarken düşünüyordu. Gündüz (5 Ağustos 1921 günü)

Türkiye Büyük Millet Meclisi kendisini Başkomutan atamış, Ordu’nun gücünü artırma ve

yönetimini güçlendirme konularıyla sınırlı olarak, yasama ve yürütme yetkileriyle

donatmıştı1. Ardından Orduya ve Millete bir beyanname yayınlamış, halkın ve Ordu’nun

moralini yükseltmeye çalışmıştı. Beyannamenin bir yerinde “Yunan

Ordusu’nuanayurdumuzun harimi ismetinde (kutsal toprağında) boğarak kurtuluşun ve

bağımsızlığın sağlanacağını” bildiriyordu. Beyannameyi “Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi

Başkomutan Mustafa Kemal” unvanıyla imzalamıştı2. 8 Temmuz 1919 gününden buyana ilk

kez askeri bir ad kullanıyordu. Askerlik görevinden istifa ettiği, Saltanat tarafından rütbe ve

unvanının geri alındığı günden beri askeri üniforma giymemiş, askeri unvan kullanmamıştı.

Büyük Millet Meclisi açılıncaya kadar tüm yazışmalarını Heyeti Temsiliye Reisi Mustafa

Kemal unvanıyla yapmıştı. Meclis Başkanı seçildikten sonra da “Türkiye Büyük Millet

Meclisi Reisi Mustafa Kemal” adını kullanmıştı. Bugün, 23 ay sonra “Başkomutan” gibi

askeri bir rütbe ve unvanla imzalamıştı beyannamelerle yazıları.

1TBMM, ZABIT CERİDESİ, 62. Birleşim, 5 Ağustos 1921 (Cuma), C 12, s 19; TBMM. Gizli

Celse Zabıtları, 5 Ağustos 1921 (Cuma) C 2, s 177.

2 ATATÜRK, Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, Türk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu,

Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 1991, Cilt 4, s 412, 413.

Page 2: SAKARYA ÖNCESİ BAKOMUTAN DÜÜNÜYORDU · cepheye mermi ve yiyecek taıyor, destan yazıyordular5. Ama bazı askerler kaçıyordular. Bakomutan Mustafa Kemal düünüyordu. Daha

2

Ankara sıcak ve sıkıcı bir yaz günü geçirmişti. Gece Çankaya tepesindeki bağ evi ise

gündüz sıcağının aksine serindi. Başkomutan Mustafa Kemal gaz lambasının aydınlattığı

çalışma odasında düşünüyordu. Atalarından, XVI. Yüzyılın en güçlü, en zengin ve en büyük

devletini devralan Osmanlı Hanedanı, 1683 Viyana bozgunundan buyana, Avrupa’da hızla

toprak kaybetmişti. 1919 yılına gelindiğinde Afrika’da, Orta Doğuda, Avrupa’da, Anadolu

çocuklarının kanıyla elde edilen toprakların bir karışı bile kalmamıştı. Hepsi yitirilmişti.

Anavatan Anadolu da yer yer işgal altındaydı. Anadolu çocuklarının kemiğiyle, etiyle,

kanıyla savundukları Çanakkale, Gelibolu, Anafartalar, Arıburnu, Kumkale, Conkbayırı,

Seddülbahir, Kireçburnu, Sarıtepe, Kabatepe, nice kahramanlık öykülerinin yaşanıp yazıldığı

tüm topraklar işgal altındaydılar. Bugünlerde Yunan Ordusu Sakarya Nehri kıyılarına

yanaşmak üzereydi. Başkomutan Meclis’e, halka ve Orduya ülkeyi kurtarma, düşmanı

“yurdun kutsal toprağında yok etme”sözü vermişti. Yapılması gerekenleri son olarak gözden

geçiriyordu. Ordudan firarların önlenmesi, çözülmesi gereken önemli sorunlar arasındaydı.

Kütahya ve Eskişehir savaşlarında epey firar olmuştu. Özellikle Eskişehir’den Sakarya’nın

doğusuna çekilirken daha da artmıştı. Kaçaklar bir veriye göre 30.122’ye ulaşmıştılar.

Başkomutan, Ağustos 1920 başlarında, Milletvekilleriyle birlikte Batı Cephesi’ne

yaptıkları ziyareti ve dönüşte Milletvekillerinin Meclis’e aktardıkları izlenimleri ansıdı. O

günleri yaşıyor gibiydi. İnegöl Cephesi’nde karşılaştıkları 15 yaşındaki bir çocuk savaşçı,

İzmir Cephesi’nde de harbe katıldığını söylemişti. Cephenin bayraktarlığını 14-15 yaşındaki

yiğit bir çocuk yapıyordu. Bayraktarlık zor bir işti. Hem savaşacak, hem sancağı taşıyacak ve

koruyacaktı. Uşak Cephesi’nde gördükleri Fehmi Efe ile Feridun Efe 12-13 yaşlarındaydılar.

Haki şalvarları, diz kapaklarına kadar şalvarlarını içine alan kırmızı nakışlı beyaz yün

çorapları, bellerine bağladıkları kuşakları, dimi mintanları, göğüslerindeki çapraz fişeklikleri

ve omuzlarına astıkları tüfekleriyle tam birer Kurtuluş Efesiydiler. Ayaklarında edik vardı.

Ediklerin bağları çapraz biçimde dolana dolana diz kapak altına kadar çoraplarını sarıyordu.

İkisi de babalarıyla birlikte savaş veriyordular. Feridun Efe’nin sol başparmağı sargılıydı.

Milletvekilleri sormuştular, ne oldu parmağına diye. “Önemli değil, savaşırken bir kurşun

sıyırdı” demişti. Daha nice çocuk cephede savaş veriyordu3. 70. Alay Komutanı Hafız Halit

Bey’in kızı Nezahat,Alay askerleriyle yan yana düşmana kurşun sıkıyordu. Ama koca koca

bazı adamlar cepheden kaçıyordular.

3TBMM, ZABIT CERİDESİ Cilt 3, 9 Ağustos 1336 (1920) s 144 (Muhittin Baha’nın konuşması)

Page 3: SAKARYA ÖNCESİ BAKOMUTAN DÜÜNÜYORDU · cepheye mermi ve yiyecek taıyor, destan yazıyordular5. Ama bazı askerler kaçıyordular. Bakomutan Mustafa Kemal düünüyordu. Daha

3

Koca koca bazı adamlar askerlik görevlerini yapmak için şubelere başvurmuyordular.

Asker kaçağı konumundaydılar. Bolu’nun yiğit kadınları, kocalarının ve oğullarının cepheye

gitmemelerine üzülüyordular. Bolu Valisi’ne bir dilekçeyle müracaat ederek, “vatanlarını,

çocuklarıyla eşlerinin namuslarını düşünmeyen erkeklerin toprağa gömerek paslandırdıkları

silahların kendilerine verilmesini ve er olarak cepheye sevk edilmelerini” talep ediyordular.

Vali Bey’e sundukları dilekçede, erkekleriyle “öbür dünyada, kıyamet ve hesap gününde”

yüzleşeceklerini bildiriyordular4. Aynı günlerde Maraş’ta, Urfa’da, Pozantı’da, Kilikya’da,

Batı Cephesi’nde kadınlar ve çocuklar erkeklerle yan yana savaş veriyor, düşman kovalıyor,

cepheye mermi ve yiyecek taşıyor, destan yazıyordular5. Ama bazı askerler kaçıyordular.

Başkomutan Mustafa Kemal düşünüyordu. Daha önce Meclis’in 11 Eylül 1920 günü

yürürlüğe koyduğu 21 sayılı Cephe Firarileri Hakkında Kanun’la; askerî gücü artırmak,

savunmayı kuvvetlendirmek, firarı önlemek; asker kaçaklarını, askerlerin kaçmalarına sebep

olanları, kaçakları saklayanları, barındıranları, doyuranları, giydirenleri yargılamak ve

cezalandırmak üzere milletvekillerinden oluşan İstiklal Mahkemeleri kurulmuştu6. Ama bu

yeterli olmamıştı. Koca koca adamlar hala İngiliz, Yunan ve Fransız casuslarına, Sultan

Vahdettin ile Damat Ferit’in adamlarına, tarikatçılara inanıyordular. Yunan’a ya da Fransız’a

silah çektiklerinde Halife’ye ihanet etmiş olacaklarını, günah işleyeceklerini düşünüyordular.

Yolda, siperde arkadaşlarını düşman karşısında yalnız bırakarak kaçıyordular. Kimileri de bu

savaşın kaybedileceğine inandırılmıştılar. Akıllarınca kanlarını, canlarını boş yere harcamak

istemiyordular. Bazısı da ödlekti, ölmekten korkuyor, silahıyla birlikte sıvışıyordu.

Başkomutan Mustafa Kemal firarların sebeplerini düşünüyordu: Osmanlı İmparatorluğu

Müslüman halkını, özellikle de Anadolu halkını yormuş, yoksul ve cahil bırakmıştı. XVI.

4Nuray Özdemir, Milli Mücadelede Kadın Desteği, Bolu Müdafaa-i Vatan Gazi Kadınlar

Cemiyeti,Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Cilt: 2011-2 Sayı: 23, s

49- 63

5Domaniçli Habibe Hanım, BigadiçliNazife Kadın, Kilikyalı Halime Kadın, Osmaniyeli Tayyar

Rahmiye, KülekliKılavuz Hatice, Gördesli Makbule Efe,Erzurumlu Kara Fatma, Tarsuslu Onbaşı

Adile Hala, İzmirli Gazi Ayşe Hanım, Aydın İmamköylü Çete Emir Ayşe, Adana Toroslarından

Sultan Ana, Kastamonulu Halime Çavuş, Halide Onbaşı ve daha nice Anadolu Bacıları cephelerde

destan yazmıştılar. (GKB, Türk İstiklal Harbi,Güney Cephesi C 4, s numarasız, dipnot 579, 580)

6Türkiye Büyük Millet Meclisi, Zabıt Ceridesi Cilt 4,62. Birleşim, 11 Eylül 1920, s 87- 89.

Page 4: SAKARYA ÖNCESİ BAKOMUTAN DÜÜNÜYORDU · cepheye mermi ve yiyecek taıyor, destan yazıyordular5. Ama bazı askerler kaçıyordular. Bakomutan Mustafa Kemal düünüyordu. Daha

4

Yüzyıl ortalarından itibaren imparatorluk rüşvet ve yolsuzluklarla yönetilmişti. Yozlaşma

ülkede eğitimden, sosyal yaşama, sanayiye, tarıma, ulaştırmaya ve savunmaya kadar

yayılmıştı. Yozlaşmadan en büyük zararı Anadolu görmüştü. 11,5 milyon nüfuslu

Anadolu’da ve Trakya’da bir bölümü mahalle okulu düzeyinde 3.623 ilkokul vardı. 222.523

çocuk ilkokula gidiyordu. Birkaçı ayrık köylerde okul yoktu. 164 ortaöğretim kurumunda

13.475 çocuk, 12 yükseköğretim kurumunda 4.599 genç eğitim görüyordu. Yükseköğretim

İstanbul’da toplanmıştı7. Eğitim kurumlarının tümü çağdaş niteliklerden uzaktı. İstanbul

dâhil tüm Türkiye’de, yıl içinde nüfusun ancak %2,2’si eğitim alabiliyordu. Nüfusun yüzde

1,9’u kadar çocuk ilkokula, binde biri kadarı orta eğitim kurumlarına, on binde dördü

yükseköğrenim kurumlarına devam ediyordular. Okuma yazma bilenler nüfusun %5’i

kadardı. Bir kısmı okuyor, ama yazamıyordu. Bir de okuma, aydınlanma aracı olma

konumundan çıkmıştı. Basılı yayın ve okuma alışkanlığı çok düşüktü. Halkın %95’i tüm bu

imkândan da yoksundu. Bu veriler çok geri kalmış ülkelerde görülebilirdiler.

Oysa XV. ve XVI. Yüzyıllarda Anadolu’da dolaşan Avrupalı gezginler her köyde

ilkokula (Sibyan Okulu’na) rastladıklarını, ilk eğitimde Osmanlı’nın Avrupa’dan daha ileri

düzeyde olduğunu aktarmıştılar. Anadolu’da okuma yazma Avrupa’dan daha ileri

düzeydeydi. Örneğin bu yüzyıllarda İstanbul’da 1.000’in üstünde, Amasya’da 200,

Erzurum’da 110, Anadolu Eyalet Merkezi Germiyan’da 154 ilkokul bulunuyordu8. Ünlü

Evliya Çelebi, XVII. Yüzyılda ilkokul sayısının, nüfusu 80.000 dolaylarında olan İstanbul’da

1.993’e, Ankara’da 180’e eriştiğini bildiriyordu. İlkokullarda erkek ve kız çocuklar birlikte

eğitim görüyordular.

XVI. Yüzyılda bile, eğitim süreleri 11-12 yılı bulan ve dönemin orta eğitim kurumları

olan medreseler ile tetimmelerde kasabalardan vilayetlere kadar yaygınlık, aydınlanmaya

elverişli nicelik ve nitelik içindeydiler. Örneğin: 1530 yılında, Anadolu Eyaleti’nde 110

medrese bulunuyordu9. Amasya’da 16, Trabzon’da 3, Tire’de 6, Ankara’da 6, İstanbul’da

175, Edirne’de 40, Bursa’da 35, Mardin’de 7, Malkara’da 6, Kütahya’da 5 medrese

7Devlet İstatistik Umum Müdürlüğü, 1923 – 1928 Yıllıkları

8Ord. Prof. Dr. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1994, C II,

s 583 Not 1; Afet İnan, Türk-Osmanlı Tarihinin Karakteristik Noktalarına Bir Bakış, 1937, s 5.

9 Prof. Dr. Halil İnalcık, Devleti Aliye, Klasik Dönem (1302-1606), T. İş Bankası Kültür Yayınları,

37. Baskı, İstanbul 2009, s 223-225. NOT: Anadolu Eyaletinin 1530 yılında nüfusu 2,2 milyondu

Page 5: SAKARYA ÖNCESİ BAKOMUTAN DÜÜNÜYORDU · cepheye mermi ve yiyecek taıyor, destan yazıyordular5. Ama bazı askerler kaçıyordular. Bakomutan Mustafa Kemal düünüyordu. Daha

5

mevcuttu10

. Kazalardan Ödemiş’te 2, Lâdik’te 2, Gaffarabat’ta 3, Çerkeş’te 1 medrese eğitim

veriyordu11

. Açıkçası XV. ve XVI. yüzyıllarda Anadolu’da ve imparatorluğun diğer

kesimlerinde, isteyen her aile, çocuğunun yeterli düzeyde eğitim almasını sağlama

olanaklarına sahip bulunuyordu.

Kuruluş ve yükselme dönemlerinde eğitim programları kanunnamelerle belirlenmişti.

Medreselerle tetimmelerde tarih, coğrafya, mantık, felsefe, matematik, geometri, fizik,

kimya, astronomi, gramer, münazara,belagat, telvih (manalı söz söyleme), telhis (özetleme)

gibi akla dayanan pozitif bilimlerin yanında Arapça, Kuran, Hadis, fıkıh ve şeriat gibi dinsel

konular da okutulmaktaydı12

. Bu okullardan çok değerli bilim adamları yetişmişti. XVI.

Yüzyıldan sonra, mantık, fizik, kimya, geometri, matematik, felsefe, astronomi gibi akıl

yürütmeyi gerektiren pozitif bilimler eğitim programından çıkartılmıştılar.İmparatorluk

yönetimine Hilafet ve tarikatlar, dolaysıyla Arap düşünüyle gelenekleriegemen olmaya

başlamış ve bundan da öncelikle eğitim etkilenmişti. Arap kökenli tarikatlarda akıl yürütme

yasaktı. Bu derslerin okutulması sisteme aykırı düşüyordu. Artık sadece “Kuran, Hadis,

tefsir, şeriat, fıkıh, sarf, nahiv, akait, adap, kelam, belagat, hilaf, cedel, astroloji ve Arapça”

medreselerde okutulan ana bilim dalları oldular13

. Osmanlı ortaçağa gömülmeye başlamıştı.

Enderun da aynı kıyıma uğradı. Zamanla tekkeler ve zaviyeler okul konumuna sokuldular.

Sonunda eğitim kurumlarında okuma yazma bilen cahiller yetiştirildiler. Ve bunlar Osmanlı

Devleti’ni yönettiler.

Astroloji medresenin en önemli dersi, bu eğitimi alan müneccim (yıldız falcısı)da en

etkin kişisi olmuştu. Osmanlı eğitim düzeni artık ancak yıldız falcısı yetiştiriyordu.

Müneccimlerin, gezegenlerin ve yıldızların hareketlerine (yıldız nameye) bakarak, dünya ve

toplum olaylarını ve kişilerin geleceklerini, eyleme geçmenin en uygun zamanını (eşref

10

Prof. Dr. Cahit Baltacı, Cahit Baltacı, Prof. Dr., XV ve XVI. Yüzyıllarda Osmanlı Medreseleri,

İlahiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul 2005, C 2, s 910 – 913. NOT: O dönemde Anadolu Eyaleti

Kütahya, Manisa, Bursa, Aydın, Muğla, Bolu, Isparta, Ankara, Çankırı, Kastamonu, Afyon, Kocaeli,

Biga, Balıkesir, Eskişehir, Alanya ve Antalya’yı kapsıyordu.)

11Evliya Çelebi, Seyahatname C 2, 3, 4, 5, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul 2011, 3-4,

5-4, VI, 256/b. NOT: 1) Evliya Çelebi’ye göre Amasya’da 10, Van’da 8, Trabzon’da 8 Medrese

vardı. NOT: 2) Gaffarabat, Kazımkarabekir ilçesinin eski adıdır.

12 Ord. Prof. Dr. İsmail HakkıUzunçarşılı, a.g.e. C 2 s 586, 590 - 606

13İsmail Hakkı İzmirli, İslâm’da Felsefe Akımları, İkinci Baskı, Kitabevi 1997, İstanbul, s 23, 24.

Page 6: SAKARYA ÖNCESİ BAKOMUTAN DÜÜNÜYORDU · cepheye mermi ve yiyecek taıyor, destan yazıyordular5. Ama bazı askerler kaçıyordular. Bakomutan Mustafa Kemal düünüyordu. Daha

6

saati) belirlediklerine inanılmaktaydı. Müneccimler devlet adamlarının başdanışmanı

olmuştular. Baş Müneccim ile Müneccim, sarayın ve bulunduğu vilayet ve kazanın en seçkin

görevlilerinden sayılıyordu. Padişahlar, sadrazamlar, vezirler, kumandanlar, valiler

müneccimlerin belirledikleri uygun zamanda (eşref saatte) harekete geçiyor ve onun

dediklerine uygun biçimde davranıyordular. Örneğin: Sadrazam Damat Şehit Ali Paşa, 1716

Avusturya seferini, danışman müneccimlerin önerilerine göre yürüttüğü için Varadinharbini

kaybetmişti.Fakat suç sadece ona aitmiş gibiidam olunmuştu 14

.

İmparatorluğun Avrupa’ya göre geri kaldığını görüp geliştirici önlemler almaya yönelen

Padişah III. Mustafa (1757-1774) Avrupa’nın, özellikle Fransa’nın kalkınmasını, Prusya’nın

yedi yıl savaşlarından başarıyla çıkmasını, güçlü müneccimlere sahip olmalarına bağlıyordu.

Elçi olarak yolladığı Ahmet Resmî Efendi aracılığıyla, Prusya Kralı Büyük Friedrich’ten,

kendisine iyi müneccimler göndermesini rica ediyordu15

. Cehalet tahta ulaşmış ya da

çıkmıştı.

III. Mustafa’nın Mühendis Mektebini kurmakla görevlendirdiği Baron François de Tott

1773 yılında okula öğrenci hazırlamak amacıyla bir Geometri Okulu açmaya karar

verdiğinde, Humbaracı Ahmet Paşa mektebinden yetişmiş Osmanlı geometricileri, bu okulu

gereksiz görmüş ve karşı tutum içine girmiştiler. Baron de Tott, bilgi düzeylerini ortaya

koymak için, karşı çıkanları sınava çekmiş, çok basit bir soru sormuştu: “Bir üçgenin iç

14

Ord. Prof. Dr. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, IV, K 2, s. 534, Dipnot 1; Prof. Dr.

AhmetMumcu,Türkiye’nin Akıl Çağına Geçişi, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Temmuz 1986,

Makale atıf, 13, 14, 15, 16 dipnotlar.NOT:Eşref saate, ilm-i nücuma (astrolojiye) ve müneccime

inanış XIX. Yüzyıl ortalarına kadar sürdü. XIX. yüzyıl başında Osmanlı ülkesini ziyaret eden

Wittmann, gemilerin denize indirilişinde bile eşref saat arandığını belirtir. II. Mahmut da (1809-

1839) bu gelenekten yakasını sıyıramamış, gemilerin denize eşref saatte indirilmesi konusunda hattı

hümayun yayınlamıştı. Gene, ileri fikirli bir hükümdar olan III. Selim’in (1789-1807) önemli devlet

işleri için istiareye başvurduğu ileri sürülür.”. A. Mumcu,a.g.m).

15 Prof. Dr. Enver Ziya Karal, III. Selim’in Hattı Hümayunları, C I, Ankara 1946 s 1; Atfen Adnan

Adıvara.g.e. s 139. (NOT: III. Mustafa Avrupa’dan müneccimlikle ilgili kitaplar getirtmişti.

Zamanın Fransız elçisi Verge: “- Bu kadar acayip hurafeyi yıkmak için elimden geldiği kadar

beyhude yere çalıştım. Başarı sağlayamadıktan başka padişahın ve vezirlerinin, Fransız Krallığının

mükemmel müneccimlere sahip bulunduğuna, olacak her şeyden önceden haberdar edildiğine

samimi bir şekilde inandıklarını gördüm” diyordu.

Page 7: SAKARYA ÖNCESİ BAKOMUTAN DÜÜNÜYORDU · cepheye mermi ve yiyecek taıyor, destan yazıyordular5. Ama bazı askerler kaçıyordular. Bakomutan Mustafa Kemal düünüyordu. Daha

7

açılarının toplamı kaç derecedir?” Kimse bu basit soruya cevap verememişti. Sonunda

içlerinden biri yanıt veriyor “Üçgenine göre değişir” diyordu16

. XVIII. Yüzyıl Osmanlı

geometricilerinin ve okumuşlarının bilgi düzeyi buydu. Okuyan da zaten çok azdı.

II. Mahmut eğitiminde yozlaştığını görmüş ve önlemler geliştirmişti. Onun başlattığı

eğitime yönelik reformlar Tanzimat döneminde ve daha sonra da sürdürüldü. 5 Şubat 1839

günü alınan kararlar uyarınca devlet, eğitim hizmetlerini üstlendi, yaygınlaştırmaya ve

geliştirmeye yöneldi. Eğitim hizmetlerini yürütmek üzere Meclis-i Maarif, Maarifi

Umumiye Nezareti kuruldu(1845). İlk, orta ve yüksek eğitim, ilmiye (din) sınıfından alınarak

Maarifi Umumiye Nezareti’ne bağlandı. Her birinin çalışma yöntemlerini belirleyen tüzükler

yapıldı. Rüştiye mektepleri çoğaltılıp yaygınlaştırıldı. İlkokul niteliğindeki sıbyan

mekteplerine yeni bir düzen getirildi. İlk eğitim parasız ve zorunlu kılındı. Bir üniversite

kurulması kararı alındıysa da (1846) gerçekleştirilmesi mümkün olmadı. 1870 yılında Fenler

Evi adıyla açılan üniversite de bağnazların olumsuz tutumları ve kargaşa çıkarmaları

yüzünden kısa zamanda kapatıldı17

. Bu dönemde Fransız Akademisi örnek alınarak kurulan

Encümen-i Daniş’e “İlmi ve teknik eserler yayınlamak, Avrupa’da yayınlanmış olanları

tercüme ederek bastırıp hizmete sunmak, dünya düşünce hareketlerini izlemek, Türk dilini

geliştirmek, Osmanlı tarihini inceleyip yazmak” gibi görevler yüklenmişti18

. Sonraki yıllarda

da eğitimin geliştirilmesine yönelik çabalar sürdürüldü. Ama yarı sömürge konumuna girmiş,

geri kalmış, yoksul düşmüş, Avrupa’ya alabildiğine borçlanmış Osmanlıda bu çabalar

16

Ord. Prof. Dr. İsmail Hakkı UZUNÇARŞILI, Osmanlı Tarihi, C IV, K 1, s. 480 Not 1,

17 Ord. Prof. Dr. Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, a.g.e. C V s 181-183, 284, 285. Bernard

Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Çeviri Metin Kıratlı, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1993,

5.Baskı, s 113, 114 ; Prof. Dr. Yaşar Yücel – Prof. Dr. Ali Sevim, Türkiye Tarihi II, Osmanlı

Dönemi (1300-1566) Türk Tarih Kurumu, Ankara 1992,C 4 s 258, 263, 264. NOT: Bu dönemde

kurulan okullardan bazılarına: İstanbul’da Darülmuallimin (Öğretmen Okulları - 1846), Erkânı

Harbiye Mektebi (1849) gibi yüksekokullar açıldı. Buralara öğrenci hazırlayan Mülkiye Rüştiyeleri

kuruldu (1847), Harbiye Mektebine öğrenci yetiştirmek amacıyla İdadi mektepleri (1839), genel

Rüştiye mektepleri (1839), Mekteb-i Tıbbiye (1840), Ebe Mektebi (1842), Ziraat Mektebi (1846),

Darülmaarif (Liseler -1849). Islahat döneminde de Orman Mektebi (1859), Kız Rüştiyesi (1858),

Mülkiye Mektebi (1859), Telgraf Mektebi (1860), Robert Kolej (1853) faaliyete geçirildiler.

18 Cevdet Paşa,Tezakir, Yayınlayan Prof. Cavit Baysun, T. Tarih Kurumu, 199, Tezakir 40, s 47-

49, 51-57, 218 (Not Cevdet Paşa Tarihi (1774-1824) bu görevlendirme üzerine hazırlanmıştı.)

Page 8: SAKARYA ÖNCESİ BAKOMUTAN DÜÜNÜYORDU · cepheye mermi ve yiyecek taıyor, destan yazıyordular5. Ama bazı askerler kaçıyordular. Bakomutan Mustafa Kemal düünüyordu. Daha

8

yetersiz kaldılar, başarılı olamadılar. Sonunda I. Dünya Savaşına Osmanlı İmparatorluğu

%5’i okuma yazma bilen bir halkla girdi.

Aydınlanmayı, matbaayı ve keşifleri kaçıran Osmanlı Hanedanın halkı içine soktuğu

koyu cehalet ve hurafeşimdilerde olumsuz etkilerini daha çok gösteriyordu. Cehalet ve

hurafe düşmanı yurttan kovmak için savaş veren yurtseverlere karşı başlatılan ve iki yıldır

süregelen isyanın, firarın ana nedeni olmuştu. Ama cahil halkın büyük çoğunluğu

yurtseverdi, sağduyuluydu. Her yerde, az sayıdaki okumuşların çevresinde bütünleşmiş,

silahlanmış, yurdu kurtarma çareleri aramıştı. Başkomutan Mustafa Kemal’in önerilerine

uymuştu, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni kurmuştu.

Başkomutan 1 Ağustos 1921 günü kaçaklarla silahaltına çağrılanların Sakarya’daki

birliklerine yollanmaları için her ildeki idari birimler ile Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i

Hukuk Merkezine emir yollamıştı. Cephede savaşan erlerin, subayların ve şehitlerin

çocuklarıyla ailelerinin tüm ihtiyaçlarının karşılanması, refahlarının sağlanması konusunda

emir vermeyi unutmamıştı19

. Ayaklanmaların önü alındıktan sonra 17 Şubat 1921 günü

kapatılan İstiklal Mahkemeleri yeniden faaliyete geçirilmişti. Garp Cephesi Komutanı İsmet

Paşa’nın 18 Eylül 1921 günü yaptığı başvuru üzerine, Büyük Millet Meclisi, 23 Temmuz

1921 günü, 14 bölgede faaliyet göstermek üzere yeni İstiklal Mahkemeleri kurmuştu20

.

İngiltere’nin isteği ve desteğiyle, Yunan Hükümeti Ankara’yı işgal edip Türk Ordusunu

Kızılırmak’ın doğusuna atmaya, Türkiye Büyük Millet Meclisini ve kurumlarını dağıtmaya

karar vermişti. Anadolu’da 212.000 dolayında askeri bulunan Yunan Ordusu Sakarya

Nehrine doğru yürümek üzereydi21

. Fazla zaman yoktu. Kısa zamanda önlem almak

gerekirdi. Askerî ve idarî makamlar verilen emirleri eksiksiz yerine getirseler bile 50.000

silahlı ancak sağlanabilirdi.

19

ATATÜRK, Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, a.g.e s410-412

20 TBMM ZABIT CERİDESİ, C 4, 67. Birleşimi 19 Eylül 1920 (1336) Cumartesi) s 193. NOT:

İstiklal Mahkemelerinin bölge merkezleri Kastamonu, Eskişehir, Konya, Isparta, Ankara, Kayseri,

Sivas, Maraş, Elazığ, Diyarbakır, Bitlis, Refahiye, Erzurum ve Van’da bulunuyordu.

21Nilüfer Erdem. Yunan Tarihçiliğinin Gözüyle Anadolu Harekâtı, 1919 – 1922, Derlem Yayınları,

2. Baskı, İstanbul 2012, s 405 – 409.

Page 9: SAKARYA ÖNCESİ BAKOMUTAN DÜÜNÜYORDU · cepheye mermi ve yiyecek taıyor, destan yazıyordular5. Ama bazı askerler kaçıyordular. Bakomutan Mustafa Kemal düünüyordu. Daha

9

Başkomutan ülkenin işgaline ortam hazırlayan I. Dünya Savaşı’na Osmanlının girişini

ansıdı. Almanya ile Harbiye Nazırı ve Başkomutan Vekili Enver Paşa’nın, Osmanlıyı I.

Dünya Savaşına nasıl sürüklediklerini bir kez daha yaşar gibiydi. Enver Paşa, Meclise ve

Hükümete haber vermeden, izinlerini almadan, Almanya’nın Avrupa’da savaş ilan ettiği 28

Temmuz 1914 günü, İstanbul’da Alman Elçisiyle gizli bir İttifak Anlaşması imzalamıştı.

Böylece Osmanlı savaşa doğru ilk adımını atıyordu. Anlaşma Sadrazam Sait Halim Paşa,

Dâhiliye Nazırı Talat Paşa, Meclisi Mebusan Reisi Halil Bey ve Enver Paşa arasında sır

olarak kalmıştı. Daha sonra Cavit Bey ile Cemal Paşa’ya da bilgi verilmişti22

. İkinci adım,

Cezayir limanını bombaladıktan sonra İtilaf Devletleri donanmasından kaçan Goben ve

Breslau adlı Alman muhriplerinin Çanakkale’ye sığınmalarına, 10 Ağustos 1914 günü Enver

Paşa’nın izin verilmesiyle atılmıştı. Ertesi gün bu muhripler Yavuz ve Midilli adlarını alarak

Osmanlı donanmasına katılmıştılar. Üçüncü adım, 24 Ekim 1914 günü Alman Amirali

Souchon’un komutası altında,Yavuz ve Midilli muhriplerinin de aralarında bulunduğu on bir

parçadan oluşan Osmanlı filosunun,Karadeniz’de Purut adlı Rus mayın gemisini batırması,

bir Rus torpidosunu yaralaması, bir kömür gemisini esir alması, Odesa ve Novorossisk’teki

Rus askeri tesislerini bombalamasıyla atılmış oldu. Denize açılmadan önce Enver ve Cemal

Paşalar, Türk deniz subaylarına Osmanlı Donanması 1. Komutanlığı’na atanmış bulunan

Amiral Souchon’un emirlerine uymaları yolunda talimat vermiştiler. Hükümetin bundan da

haberi olmamıştı. Durumu öğrenince bazı Nazırlar tüm Alman askerî görevlilerin yurt dışına

çıkartılmasını istemişlerse de Enver ve Cemal Paşa’lar, bu kez İttifak Anlaşması’nı öne

sürerek, isteğin yerine getirilmesini önlemiştiler.31 Ekim 1914 günü Osmanlı Hükümeti

Rusya’dan özür dilenmiş ve ilk saldırının Rus donanmasından geldiği iddiasını ileri sürmüşse

de Rusya bu savı yutmamıştı. Rusya 1 Ekim günü verdiği cevapta artık savaşın başlamış

bulunduğunu bildiriyordu. 1 Kasım günü İngiliz ve Fransız elçileri İstanbul’u terk ettiler. 5

Kasım günü İngiltere ve Fransa da Osmanlıya savaş açtıklarını ilan ediyordular. Almanların,

22

İsmet İnönü, Hatıralar, Bilgi Yayınevi, Ankara 2006, 2. Baskı, s 92, 93

22Ord. Prof. Dr. Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, a.g.e., C IX s 380, 381 (Almanya ile anlaşma

yaptıktan sonra Enver Paşa Ruslarla da anlaşma imzalamaya çalışmış, başarılı olamamıştı (382, 383)

Page 10: SAKARYA ÖNCESİ BAKOMUTAN DÜÜNÜYORDU · cepheye mermi ve yiyecek taıyor, destan yazıyordular5. Ama bazı askerler kaçıyordular. Bakomutan Mustafa Kemal düünüyordu. Daha

10

Enver Paşa’nın ve sonradan onlara katılan Cemal Paşa’nın komplolarıyla, muharebeye

tutuşacak güce sahip olmayan Osmanlı Devleti savaşa girmiş oluyordu23

.

Üstelik Osmanlı, Almanya’nın savaşı kaybedeceğinin belli olduğu bir zamanda ve onun

yanında savaşa giriyordu. Savaş planını yapan Alman Genel Kurmay Başkanı Mareşal

vonSchlieffensavaş başlamadan ölmüştü. Ölmeden önce “Fransa’ya yapılacak taarruz

başarıya ulaşırsa savaş kazanılır. Savaş kazanılmazsa barış yapılmalıdır.” demişti. Almanlar

5 Eylül 1914 günü Fransa’ya saldırmış, 12 Eylül gününe kadar süren MarneMeydan

Savaşı’nı kaybetmiştiler. Mareşal vonSchlieffen’e göre barış araması gereken Almanya,

Osmanlıyı da savaşa sokarak yeni bir strateji uygulayacaktı. Buna göre:Bir yandan İngiliz,

Rus ve Fransız kuvvetlerinin bir bölümünün, Afrika ve Asya’da Osmanlı Ordusuyla meşgul

olacaktı.Öte taraftan Osmanlı Halifelik kurumunun dini etkinliği kullanılarak, Asya ve

Afrika’daki Müslüman mandalarİtilaf Devletlerine karşı ayaklandırılacak, onların

sömürgelerden askeri mali kaynak temin etme olanakları kısıtlanacaktı. Böylece Almanya

kendisine Avrupa’da başarı ortamı hazırlayacaktı24

. Osmanlı Almanya için daha da önemli

hale gelmişti. Marne Meydan Muharebesi’ni Fransızların kazanmasından sonra, o günlerde

Sofya askeri Ataşesi olan Başkomutan Mustafa Kemal, Osmanlı Başkumandan Vekilliğine,

artık AlmanlarınAvrupa’da savaşı kaybetmiş olduğunun kabul edilmesi gerektiğini rapor

etmişti. Enver Paşa’nın karargâhında görevli bulunan Hafız Hakkı Paşa, Ali İhsan Paşa ve

Binbaşı Kazım Karabekir de savaşa girişin hiç olmazsa 1915 ilkbaharına ertelenmesi

gerektiğini ileri sürüyordular. Ama Almanların Ruslara karşı 14 Eylül 1914 günü kazandığı

zaferin etkisinden kurtulamayan Enver Paşa’ya bu tavsiyelerin hiç bir katkısı olmamıştı25

.

Sultan Mehmet Reşat vakit geçirmeden 11 Kasım günü tüm İslam âlemine hitaben,

onları İngiltere’ye ve Fransa’ya karşı ayaklanmaya ve Osmanlının yanında savaşmaya davet

eden, bunu bir dini görev olarak gösteren ünlü cihat beyannamesini yayınlamış, Cihat ilan

23

Ord. Prof. Dr. Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, a.g.e., C IX s 389 – 398 (Savaşa karşı olan

Ziraat ve Sanayi Nazırı Süleyman Elbistanlı, Nafıa Nazırı Çürüksulu Mahmut Paşa, Maliye Nazırı

Cavit Bey ve Posta Telgraf Nazırı Oskar Efendi görevlerinden istifa ettiler. Sadrazam ve Hariciye

Nazırı Sait Halim Paşa da istifa etmişti, ama Sultan Reşat’ın yanaklarından öperek ricada bulunması

üzerine istifasını geri almıştı.)

24 İsmet İnönü, Hatıralar, Bilgi Yayınevi, Ankara 2006, 2. Baskı, s 96, 137

25Ord. Prof. Dr. Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, a.g.e., C IX s 391, 411, 412

Page 11: SAKARYA ÖNCESİ BAKOMUTAN DÜÜNÜYORDU · cepheye mermi ve yiyecek taıyor, destan yazıyordular5. Ama bazı askerler kaçıyordular. Bakomutan Mustafa Kemal düünüyordu. Daha

11

etmişti. Cihat Beyannamesi Anadolu’da 14 Kasım günü tüm camilerde okunmuştu. Almanlar

da Cihat Beyannamesi’ni, İslam âleminin konuştuğu dillerde milyonlarca bastırarak uçakla,

denizaltıyla Müslüman ülkelere iletmiş ve oralarda Osmanlı Teşkilatı Mahsusa elemanlarınca

halka dağıtılmıştı26

. Fakat bir yararı görülmemişti. Aksine Asya ve Afrika sömürge

Müslümanları Çanakkale’de, Maraş’ta, Kilikya’da, Antep’te; Araplar Ortadoğu’da Türklere

karşı savaşmış; Türk kentlerine Türk Ordusu’na ve Kuvayı Milliye müfrezelerine

saldırmıştılar.

Osmanlı Devleti savaşa girmesinden hemen sonra seferberlik ilan etmişti. Bir komploya

alet olmalarından endişe ederek Hristiyan ve Musevi azınlığı askere almamıştı. Buna karşın

20 ila 40 yaşlarındaki Anadolu Müslümanlarını askere çağırmıştı. Anadolu’nun ve

Trakya’nın en hızlı ulaşım aracı olan arabalarla çeki hayvanlarına el koymuştu. Türk

erkekleri Balkan Savaşlarındaki kırıma ve başarısızlığa rağmen Askerlik Şubelerine koştular.

Savaşın başında Osmanlı Ordusu’nun eğitim görmüş asker sayısı 400.000 dolaylarındaydı.

1915’teise ordunun er mevcudu 1.290.000’e, subay mevcudu 24.000 ulaşmış bulunuyordu.

Ertesi yıllarda 1.500.000 kişi daha askere alınmış, Osmanlı Ordusunda savaşan Türkler ve

diğer Müslümanlar 2,8 milyon dolaylarına erişmiştiler27

. Savaş sona erdiğinde Osmanlı

Ordusu 975.000 zayiat, 325.000 şehit vermiş bulunuyordu. 400.000 asker yaralı ve 250.000

asker esir düşmüştü. Askerin kimi Sarıkamış’ta, kimi Kafkasya’da, kimi Galiçya’da, kimi

Çanakkale’de, kimi Nil kıyılarında, kimi Arabistan çöllerinde şehit olmuştu. Balkan

Savaşlarında Anadolu zaten pek çok sayıda çocuğunu yitirmişti28

. Birinci Dünya Savaşı

sonunda, Anadolu’da artık erkek olarak çocuklar, askerlik çağını aşmış yaşlılar ile körpe

denecek kadar çok genç delikanlılar ve yaralı ya da hasta, işe yaramaz gaziler vardı.

Başkomutan şimdi körpe gençleri ve iş görür az sayıdaki gazileri yurt savunmasına çağırmak

mecburiyetiyle karşı karşıyaydı.

26

Cemal Kutay, Şehit Sadrazam Talat Paşa’nın Gurbet Hatıraları, Kültür Matbaası, 2. Basım, 1983

İstanbul, Cilt 2 924, 925; Ord. Prof. Dr. Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, a.g.e., C IX s 399 - 403

27İsmet İnönü,Hatıralar, s 92; Prof. Dr. Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C IX s 403, 404, 408

28 Osmanlının Birinci ve İkinci Balkan Savaşlarında toplam kaybı 431.000’di. Birinci Balkan

Savaşında 75.000 asker hastalıktan ölmüş, 50.000 asker şehit olmuş, 115.000 asker esir düşmüştü.

Esirlerin önemli bir bölümü de bakımsızlıktan ve hastalıklardan dolayı hayatını yitirmişti. 100.000

de yaralı vardı. İkinci Balkan Savaşında toplam kayıp 91.000 dolayındaydı, 76.000’i savaş kaybıydı,

4.000’i hastalıktan ölmüştü.

Page 12: SAKARYA ÖNCESİ BAKOMUTAN DÜÜNÜYORDU · cepheye mermi ve yiyecek taıyor, destan yazıyordular5. Ama bazı askerler kaçıyordular. Bakomutan Mustafa Kemal düünüyordu. Daha

12

Ama silahaltına alınan gençlerle mevcut asker neyle giydirilip kuşandırılacaktı? Neyle

donatılacaktı? Neyle beslenecekti? Osmanlının cahil ve yoksul bıraktığı özgür Anadolu’da

görünürde önemsenecek bir olanak yoktu. Osmanlı Anadolu’nun tarımını çökertmiş,

sanayisini yok etmişti. Anadolu’yu Avrupa devletlerinin yarı sömürgesi durumuna sokmuştu.

Avrupa şimdi bu yarı sömürgeyi paylaşıp tam sömürge yapmak istiyordu. Onları kovmak

için savaşan askerin çoklukla ayağı yalın, sırtı çıplak denecek kadar giysisizdi. Bazen

düşmana sıkacak mermi, düşman siperlerine dalmak için süngü bulamıyordu. Ve ekonomi

çökmüştü.

Başkomutan üç gün öncesini ansıdı. Sakarya’nın doğusuna çekildikten sonra, Meclisçe

seçilen kalabalık bir Milletvekili heyeti O’nun başkanlığında Orduyu ziyaret etmişti. Vekiller

cephede gördüklerini 2 Ağustos 1921 günü gizli celsede, Milletvekillerine anlatmıştılar29

.

Özellikle Sinop Milletvekili Dr. Rıza Nur’un, Manisa Milletvekili Vehbi Bey’in ve İzmir

Milletvekili Mahmut Esat Bey’in anlattıkları yürek dağlayıcı türdendiler. Gördükleri

şunlardı:

Askerin %80’inin elbisesi ve iç çamaşırı yoktu. Elbiseler eskimişti. Asker çoklukla

üzerinde köyünden getirdiği eskimiş elbiseyi taşıyordu.Bir kısmının ayağında ayakkabı ve

çarık da yoktu. Oysa savaş veren askerin ayağında iyi bir kundura olması gerekirdi. Kundura

piyadenin atı gibiydi. Ama askerin bir kısmının çarığı bile yoktu, yalınayak dolaşıyor,

yalınayak savaşıyordu. Milletvekilleri gözlerine inanamamıştılar. Çıplak ayaklı, eski püskü,

paçavra yığını gibi giysiler içindeki askerin yüzüne bakamamıştılar, ağlamaklı olmuştular.

Ordunun bu halde olduğunu tasavvur bile edemiyordular. Ama Meclis’te hesap soran

Milletvekilleri, Hükümete sürekli “Ne istediniz de vermedik?” diyordular. Verdikleri buydu

ve şimdi verdiklerini gözleriyle görüyordular. Ve çıplak, yalın ayak asker, “Biz düşmanı

yenmeye geldik, yalınayak da, çıplak da savaşırız. Aç kalsak da vatanı kurtarırız.” diyordu.

Yürek kanatıyordu.

Askerin kavurucu sıcakta başını sokacağı çadırı, soğukta gece üstüne alacağı bir örtüsü

yoktu. Dağ tepelerinde mevzilenen askerin hiç biri, gecenin soğuğunda sırtına giyeceği

kaputa da sahip değildi. Asker aşırı soğuğa ve sıcağa bağışıklık kazanmış gibiydi. Noksanlar

elbiseden, ayakkabıdan, çadırdan ve battaniyeden de ibaret değildiler. Yeterli yiyecek de

29

T.B. M.M. GİZLİ CELSE ZABITLARI, Cilt II, 59’uncu Birleşim, 2 Ağustos1921, s 132 - 143

Page 13: SAKARYA ÖNCESİ BAKOMUTAN DÜÜNÜYORDU · cepheye mermi ve yiyecek taıyor, destan yazıyordular5. Ama bazı askerler kaçıyordular. Bakomutan Mustafa Kemal düünüyordu. Daha

13

yoktu. Kimi zaman askerin midesine, ancak haftada bir sıcak yemek giriyordu. Ekmek ve

peksimetle, bunlar da bulunmadığında kavrulmuş buğdayla karınlarını doyuruyor, ama yine

de kahramanca savaş veriyordu. Birliklerin mevzilendiği bölgelerde bazen su bulunmuyordu.

Askerin önemli bir bölümünün matarası yoktu. Birliklerde su depolayacak fıçılarla kırbaların

noksan olması, susuzluk yaratıyordu. Gerçi çekiliş sırasında az da olsa fıçı, kırba ve matara

kaybı olmuştu. Ama öteden beri su kapları noksandı. Sakarya’ya çekilirken, yürüyüş

sırasında bu yüzden susuzluk yaşanmıştı. Asker ve subay bulanık su içmek zorunda kalmıştı.

Sıtma başlamıştı30

.

Milletvekilleri kürsüden anlatmayı sürdürüyordular. Komutanlardan öğrendiklerine

göre subaylar, erler dört aydan beri maaş ve harçlık alamamıştılar. Bazı subaylar para

yollayamadığı ailelerinden, sıkıntı içinde olduklarına, aç kaldıklarına dair haberler

alıyordular. Moralleri bozuluyordu. Tütün sıkıntısı, su ve yiyecek yokluğu kadar önemli bir

konuma gelmişti. Alay komutanının bile tabakasında tütün bulunmuyordu. Erler ot

içiyordular. Otu saracak sigara kâğıdı da yoktu. Asker mektup alamadığından, gönderdiği

mektubun yerine ulaşmadığından yakınıyordu. Erler ve subaylar yerleştikleri bölgelerde

ihtiyaç duydukları maddeleri temin edemiyordular. Karargâhlarda da bu hizmetleri verecek

kuruluşlar oluşturulmamıştı. Bir mum bulmak bile mümkün olmuyordu. Gecenin

karanlığında zayıf bir ışık görmek olasılık ötesiydi.

Bütün bunların üstünde piyade erlerinin %20’sinin süngüsü yoktu. Top, tüfek mermisi

zaten azdı. Savaşın ortasında tükeniyordular. O zaman çatışmayı süngü savaşına

dönüştürmek, askeri düşman siperlerine taarruza kaldırmak zorunlu oluyordu. Bazen de

savaş kendiliğinden bu noktaya geliyordu. Ama çoğu kez asker mermiyi hesaplı

kullanıyordu. Mermisi tükenince de düşman siperlerine dalıyordu. Süngüsü olmayan asker

kamayla, bıçakla, bulabilirse baltayla iş görmeye çalışıyordu. O da olmazsa karakucakla

sonuç almaya çabalıyor, ya Şehit oluyor ya da bir düşman eksiltiyordu. Süvarilerin bir

kısmının kılıcı yoktu. Süvari kılıçla iş görebilirdi. Kılıcı olmayan süvari bir değneğe

bağladığı kamayla, kasaturayla, bıçakla düşman üzerine çullanıyordu. Oysa süngü yapmak,

kılıç yapmak pek zor değildi. Ülkede ustalar da vardı. Ama yeteri kadar kılıç ve süngü

üretilememişti.

30

Orgeneral İzzettin Çalışlar’ın Anılarıyla Gün Gün, Saat Saat İstiklal Harbinde Batı Cephesi,

Hazırlayan İzzeddin Çalışlar, T. İş Bankası Kültür Yayınları 2009, s 235

Page 14: SAKARYA ÖNCESİ BAKOMUTAN DÜÜNÜYORDU · cepheye mermi ve yiyecek taıyor, destan yazıyordular5. Ama bazı askerler kaçıyordular. Bakomutan Mustafa Kemal düünüyordu. Daha

14

Ordunun içine ve çevresine sızan casuslar zararlı olmayı başarmıştılar. Yunanlılar ve

İngilizler, askerin arasına ve Eskişehir’e casuslar sokmuştular. Bunların farkına

varılamamıştı. Eskişehir’deki kadın casuslar, Ordu çekilirken halkın arasına karışıp

Ankara’ya gelmiştiler. Şimdilerde bu kadınlar belirlenemiyor, yakalanamıyor, Ankara

sokaklarında geziyordular.

Asker İnönü’de iki kez bu koşullar altında savaşmış ve zafer kazanmıştı. Eskişehir ve

Kütahya savaşlarında kendinden iki kat fazla olan Yunan Ordusu’na büyük zayiat verdirmiş,

kendisini kuşattırmamıştı. Yer yer başarı kazanmıştı. Komutanların emriyle düzenli biçimde

Sakarya’nın gerisine çekilmişti. Sinop Milletvekili Dr. Rıza Nur “Ben Cenabı Hakka iman

eder gibi iman ederim ki zafer muhakkaktır, katidir.”diyordu. O’na göre:Bu Ordu ile

gurur duyulmalı ve öğünülmeliydi. Bu Ordu’yu kim kurmuşsa, onurlu bir iş yapmıştı. Ama

bu ordu yoksuldu. Ordu takviye edilebilseydi, zafer Türk Ordusu’na gülecek, Türkiye düğün

bayram edecekti. Yine de eksikleri tamamlanırsa, Ordu’nun Sakarya vadisinde düşmanı

parça parça edeceğine inanmak gerekirdi.Ama Orduyu donatmak, giydirmek ve beslemek

lazımdı.

Başkomutan, beslenme açısından Anadolu tarımını düşündü. Güneyde Çukurova ve

dolayları, Güneybatıda Antalya ve Muğla, Batı Anadolu illeri, Marmara Denizi’nin güneyi

gibi verimli tarım alanları Fransızların, İtalyanların ve Yunanlıların işgalleri altındaydılar.

Buralardan yarar sağlamak olası değildi. Kaldı ki, tüm Anadolu’da tarım çökmüştü. Çöküş

XVI. Yüzyılda başlamış, XVII. Yüzyılda hızlanmış, XIX. Yüzyılda tamamlanmıştı. 1913

tarım sayımları, Anadolu toprağının ancak %4,9’unun üzerinde tarım yapıldığını ortaya

koymuştu. Çiftçi daha fazla arazi kullanmak, tarıma yeni araziler açmak istemiyordu.

Vergiler ağırdı ve çiftçi ürettiğini satamıyordu. Ürünü tüketim pazarlarına ulaştıracak yol

yoktu. “Daha çok ürünü ne yapacağız, nereye taşıyacağız?” diyordu31

. Bu öylesine doğruydu

ki, bir ilde ürün bolluğu yaşanıp, fazla ürünler tarlada çürümeye bırakılırken, yol yokluğu

yüzünden komşu il kıtlık yaşıyor, insanlar açlıktan ölüyordular. Örneğin: “1873

yılındaAnkara, Çankırı, Kırşehir, Yozgat ve Sivas’ta kıtlık yaşanmıştı. Bu kıtlık yılında,

Keskin kazasına bağlı 160 köyün nüfusu 52.000 idi. Kıtlıkta 20.000 kişi ölmüş, 7.000 kişi

göç etmiş, 160 köyün nüfusu 1875 yılında 25.000’e inmişti. Diğer bir köyler grubunun

31

Ord. Prof. Dr. Enver Ziya Karal, a.g.e. T. Tarih Kurumu, Cilt VII s 244; Cilt VI s 233, 234

Page 15: SAKARYA ÖNCESİ BAKOMUTAN DÜÜNÜYORDU · cepheye mermi ve yiyecek taıyor, destan yazıyordular5. Ama bazı askerler kaçıyordular. Bakomutan Mustafa Kemal düünüyordu. Daha

15

nüfusu da 1873’te 16.900 idi. Kıtlıkta 4.797 kişi ölmüş, 2.643 kişi göçmüş, nüfusu 9.261’e

inmişti”32

. Oysa komşu illerde bol ürün alınmıştı. Ama yol yokluğundan dolayı ürünler kıtlık

içindeki bölgelere ulaştırılamamıştı.

1918 yılına gelindiğinde, Dünya Savaşı sırasında çiftçinin askere alınması, Ermeni

çiftçilerin bir bölümünün sürgün edilmesi gibi sebeplerle, tarlaların ve bağların bir kısmı üst

üste birkaç yıl ekilememiş ve körleşmiş, tarım alanı daha da küçülmüştü. Verim çok düşüktü.

İklimin tarıma uygun geçtiği yıllarda bile verim, buğdayda 145, fasulyede 160, nohutta 90

kilo olabiliyordu. Bu verimle ve dar ekim alanıyla çiftçinin üretimi ancak aile ihtiyaçlarını

karşılıyordu. İlkbaharda yağmur yağmamışsa bu verim de alınamaz, çiftçi yiyeceğini ve

tohumunu zorluklar içinde temin ederdi33

.

Tarımın çöküşünden sonra iklimin uygun geçtiği yıllarda bile, Osmanlıda tarımsal

üretim, tüketime yetecek düzeyde olmazdı. Osmanlı,ihtiyaçlarını ithalatla karşılamaktaydı.

1913 yılı Osmanlı ithalatının %14,5’ini besinler, %13’ünü giyecekler oluşturuyordu. Aynı yıl

14.000 ton buğday ihraç edilmesine karşın 98.000 ton buğday, ayrıca 195.000 ton un ithal

edilmişti. Önceki yüzyıllarda buğday ve un ihraç eden Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı’na

girerken, tarımsal üretimi tüketimine yetmeyen bir ülke konumuna düşmüştü. İthal edilen

sadece un ve buğday değildi. Osmanlı çaydan, şekerden tahine, makarnadan konserveye,

biradan tütüne kadar pek çok besineve içeceğe olan ihtiyacını ithalatla karşılamaktaydı34

.

Sanayi devrimini kaçırıp XVIII. Yüzyıl sonlarında geri bir tarım ülkesi konumuna düşen

Osmanlı, XIX. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren tarımda da kendine yetmez konuma

sokulmuştu. Yine de Osmanlı ihracatı tarıma, yoksul köylünün emeğine dayalıydı. İhraç

malları susam, afyon, arpa, tütün ve pamuk gibi tarla ürünlerinden; üzüm, fındık, incir,

palamut, cehri, zeytin, ipek kozası gibi ağaç ürünlerinden; yapak, deri, tiftik gibi hayvan

ürünlerinden ibaretti. Fındık, palamut ve cehri ayrık bu ürünler çoklukla Batı Anadolu ile

32

Ziraat Bakanlığı,Türk Ziraat Tarihine Bir Bakış, Ankara 1938, s 211; Doğan Avcıoğlu s 81;

33Vedat Eldem, s 75, 76; Ziraat Nazırlığı ve DİE, a.g.e.,1912-1913 Tarım İstatistikleri,Tevfik

Çavdar s 25, 26; Hayri Sevimaya.g.e. s 64, 96

34YerasimosStefanos Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye, Çeviri Babür Kuzucu, Gözlem Yayınları, 3.

Baskı s 514;Vedat Eldem, a.g.e. s 280- 282, Hayri R Sevimay, Cumhuriyete Girerken Ekonomi –

Osmanlı Son Dönem Ekonomisi, Kazancı Hukuk Yayınları, İstanbul 1995, s 198, 199; DİEOsmanlı

İmparatorluğu Ticaret Muvazenesi, s 17 - 51

Page 16: SAKARYA ÖNCESİ BAKOMUTAN DÜÜNÜYORDU · cepheye mermi ve yiyecek taıyor, destan yazıyordular5. Ama bazı askerler kaçıyordular. Bakomutan Mustafa Kemal düünüyordu. Daha

16

Çukurova’da yetişmekteydiler. Şimdilerde buralar işgal altındaydılar. İhraç olanağı

kalmamıştı. İzmit Körfezi ile Karadeniz kıyıları ayrık; Anadolu’nun Akdeniz, Ege Denizi ve

Marmara’da ihraç limanı dayoktu.

XVII. ve XVIII. Yüzyıllarda bile Anadolu ve Trakya’da tür ve sayı yönünden zengin

bir hayvancılık vardı. Savaşlarda, kuraklıklarda bu zenginlik erimişti. 1913 tarım sayımı, I.

Dünya Savaşı’na girerken Anadolu ve Trakya’da 41 milyon büyük ve küçükbaş hayvan

yaşadığını ortaya koyuyordu: 2,9 milyon iş ve gelir hayvanı, - 6,7 milyon sığır - 17 milyon

koyun, 14,2 milyon keçi. Savaş sona erdiğinde hayvan sayısı yarıdan fazla erimiş, 20

milyona düşmüştü: 4,1 milyon sığır - 1,6 milyon çift ve çeki hayvanı - 11,2 milyon koyun - 2

milyon keçi35

.

Anadolu’da tarım ve hayvancılık küçüldükçe çiftçinin yoksulluğu büyüyordu. Oysa

XVII. Yüzyılda bile Anadolu halkı varlık ve gönenç içindeydi. Şimdi beş nüfustan oluşan

ortalama Osmanlı çiftçi ailesi 2,4 dekar bağ ve bahçe, 21 dekar tarla işliyordu. 5 koyuna, 1

keçiye, 1 ineğe, 1 öküze ya da mandaya, 1 iş hayvanına, 14 tavuğa sahipti. Tarım araçları ise

bir kağnı, bir karasaban, bir tırmık, bir tapan, bir orak ve bir tırpandan ibaretti. 21 dekar

tarlanın 13 dekarı yıllık ekime, 8 dekarı nadasa ayrılıyordu. Çiftçi ailesi bir iş hayvanı ve bir

öküz ya da mandanın gücünden yararlanarak 13 dekar araziyi yıllık ekime hazırlar, eker,

hasat eder; 8 dekarlık nadas arazisini sürerdi. Hayvanların gücü yeterli gelmediğinden

çiftçinin kendisi ya da eşi ya da çocuğu veya gelini; zaman, zaman kağnıda, sabanda ve

dövende öküze, ata ya da eşeğe eş koşulur; hayvanlarla eşleşerek çalışırdı. Açıkçası Anadolu

çiftçi ailesi çok fakir düşmüştü. Çiftçi yiyeceğini, giyeceğini, ödeyeceği vergiyi böyle bir

ortamda, aile içinde sağlamak zorundaydı. Çiftçinin pazardan alış veriş yapma gücü yok

denecek kadar azdı. Yenen ekmekten bulgura, yemeğe ve aşa, bunlara katılan yağdan diğer

besinlere kadar hepsi evde, tarlada ve bahçede çiftçi tarafından üretilirdi.

Çiftçi kadınlarının kirmenle eğirdiği, çıkrıkla büktüğü yün ya da pamuk ipliğinden: evin

kilimi, halısı; ailenin abasının, şalvarının ve mintanının kumaşı; işte kullanılan heybesi,

hararı ve çuvalı dokunurdu. Her evde ilkel de olsa bir dokuma tezgâhı bulunurdu. Çoraplar,

35

Vedat Eldema.g.e. s 73, 273, 274; Ziraat Nazırlığı 1912-1913 Tarım Sayımı; Tevfik Çavdar,

a.g.e. s 29; Hayri R Sevimaya.g.e. s 98, Çizelge 15, 16. (NOT: O dönemlerde sınırlarımız içinde

bulunmayan Kars, Artvin, Ardahan ayrık)

Page 17: SAKARYA ÖNCESİ BAKOMUTAN DÜÜNÜYORDU · cepheye mermi ve yiyecek taıyor, destan yazıyordular5. Ama bazı askerler kaçıyordular. Bakomutan Mustafa Kemal düünüyordu. Daha

17

hırkalar, kazaklar, papaklar, atkılar yine evde üretilen yün ipinden, evin kadınları tarafından

örülürdüler. Yatak, yorgan çiftlik hayvanlarının yününden yararlanılarak evde yapılırdı.

Açıkçası kadınlar, hünerli olmak, dokuma, örme ve dikiş öğrenmek zorundaydılar. Aile,

ayakkabı satın alacak güce sahip olmadığı içingiydiği çarığı, ediği, lapçinikesilen ya da ölen

hayvanın derisinden, bizzat kendi yapardı. Çiftçi ailesi pazardan az miktarda pamuklu

dokuma, şeker, gaz, katran, nal, nal mıhı, tabak, tencere gibi çok sınırlı sanayi malları satın

alabilirdi. Bazıları bunları da alamazdı. Alış veriş trampa usulüyle olurdu. Örneğin: Çiftçi

köye gelen satıcıya buğday ya da kuzu verir, karşılığında nal, nal mıhı, bez alırdı. Trampa

oranını insafına göre satıcı belirlerdi.

Osmanlı düzeninde vergi yükü çiftçinin üstüne bindirilmişti. Yoksul bir çiftçi, zengin

bir şehirliden daha çok vergi ödüyordu. Osmanlı hazinesine giren dolaysız vergilerin %77’si,

dolaylı ve dolaysız toplam vergilerin %87’si fakir çiftçiler tarafından ödenirdi. Yıl kurak

geçse, ürün almasa da çiftçi kendisine salınan vergiyi ödemek zorundaydı. Vergi borcunu

ödemeyen çiftçinin evi aranır, bulunan paralar ve ziynetleri alınır; para bulunmaz ya da

bulunan para yetmezse arazisi, hayvanları, yatağı ve yorganı satılırdı. Bunlar da yoksa ağaca

bağlanıp eşek sudan gelinceye kadar kırbaçlanır, dövülür; karısının ve kızının mahrem

yerlerinde para aranırdı36

. Vergiyi devlet adına tahsil eden müstelzim denilen kişi kendinde

bu hakkı görürdü. Sadece halkına karşı güçlü olan Osmanlı Devleti ve valisi ona arka çıkardı.

Ödeme gücünü yitirmiş olan çiftçinin, hayali biçimde salınmış bulunan vergi borcu

silinmezdi.

950 yıl önce Anadolu’ya gelen Türkler daha çok hayvana, daha çok ata ve arabaya

sahiptiler. Daha çok tarla edinmiştiler. Daha çok güven ve gönenç içindeydiler. Daha

kültürlü, daha sağlıklı ve daha mutluydular. Adil bir düzen içinde geleneklerini yaşıyordular.

Gelişim amaçlarını koruyor ve gerçekleştiriyordular. Ama XVI. Yüzyıldan sonra

kazanımlarını ağır ağır yitirmeye başlamıştılar. Ayrıca bir bölümü geleneklerine de

yabancılaştırıldılar. Elde edilmesi ve korunması için 620 yıl boyunca mal, can ve kan

harcadığı Asya, Afrika ve Avrupa’daki topraklardan, paylarına yalnızca yoksulluk, çile

çekmek, kan ve can vermek düşmüştü. 1919 yılına geldiğinde Anadolu’yuve Trakya’yı

Fransa’ya, İngiltere’ye, İtalya’ya, Yunanistan’a, Ermenistan’a, Gürcistan’a, Pontus

Rumlarına karşı yeniden kazanmak zorunda bırakılmıştılar.

36

Ord. Prof. Dr. Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, a.g.e. C VII s 244

Page 18: SAKARYA ÖNCESİ BAKOMUTAN DÜÜNÜYORDU · cepheye mermi ve yiyecek taıyor, destan yazıyordular5. Ama bazı askerler kaçıyordular. Bakomutan Mustafa Kemal düünüyordu. Daha

18

Sanayinin ve tarımın çöküşünden sonra, Osmanlı ekonomisi, geri bir tarım ekonomisi

niteliğine bürünmüştü. Ulaşım olanaklarının ilkelliği ve kıtlığı, üretimin azlığı, nüfusun %90’

dan çoğunu oluşturan çiftçinin yoksulluğu yüzünden; bu geri tarım ekonomisi ulusal bir

bütünlük oluşturamıyor, aile ekonomisi niteliklerini aşamıyor, milli ekonomi niteliklerine

kavuşamıyordu. Bu koşullar altında ulusal pazarı yaratmak mümkün olmuyordu.

Köyler, kasabalar, kentler arasında karayolu ağı kurulamamıştı. Çoğu bölgelerde keçi

yolundan ileri nitelikte bir yol yoktu. Ana hatları birbirine bağlı olmayan, yer yer kesik 3.790

kilometre uzunluğunda demiryolu vardı. Demiryolu üzerinde, en çok 720 yolcu ve 4500 yük

vagonu hareket halinde olabiliyordu. Ülkedeki toplam 187 adet motorlu yolcu ve yük taşıma

aracının 110’u İstanbul’da, 22’si İzmir’de ve 25’i Suriye’de, 30’u da ülkenin diğer illerinde

bulunuyordu. Anadolu’nun çok büyük bir bölümünde kamyonla, binek otosuyla, traktörle

karşılaşmak olası değildi. Çoklukla binek hayvanlarıyla ya da bunların çektikleri arabalarla,

kağnılarla yük ve yolcu taşımacılığı yapılabilmekteydi. Yolların güvenliği de yoktu.

Herhangi bir yerde bir eşkıya ya mal ya can ya da ikisini birden alırdı. Var olan sınırlı

karayolu üzerinde motorlu araçlarla yolculuk hem güçtü, hem de çok zaman isterdi.

Başkomutan ve arkadaşları otomobille 28 Ağustos sabahı Erzurum’dan çıkmış, altı gün sonra

2 Eylül günü akşamı Sivas’a ulaşabilmiştiler.Ulukışla’dan Erzurum’a bir ayda ancak

varılabiliyordu. 1919’da İstanbul ile Sivas’a arası yolculuk, Ankara’ya kadar trenle

gelinmesine rağmen bir hafta alıyordu. TBMM açılışına katılmak için Siirt’ten yola çıkan

Milletvekili Halil Hulki Bey, 10 gün sonra Sivas’ta olabilmişti. Ama Halife-Sultan

hazretlerinin yönetimindeki Osmanlı İmparatorluğu, Mekke ve Medine’ye ulaşımı

kolaylaştırmak için Arabistan yolunu yaptırıyor; vatansever Ziya Gökalpde çığlıklar

atmaktan kendini alamıyordu: “Yazık! Yazık! Anadolu’da keçi yolu bile yok! Yeter artık bu

kavm-i necip (soylu, üstün ırk) gafleti!”37

.

Osmanlının, zorunlu askeri ihtiyaçlar dışında Anadolu’ya yol yaptırma gibi bir derdi de

yoktu. Aslında karayolu yapma özgürlüğünü de yitirmişti. Sadrazam Talat Paşa, “iki şehrimiz

arasında yol yaptırmak için Düvel-i Muazzamadan izin almaya mecburduk” diyordu. “Sivas

37

Nazım Berksan, Yol Davamız, Dün, Bugün, Yarın, Akın Matbaası 1961, Ankara,s 13-26; Mazhar

Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne kadar Atatürk’le Beraber, Tarih Kurumu 1988, C 1 s 193-203;

Tevfik Çavdar,a.g.e.s 82; TBMM Zabıt Ceridesi, D. 1, C 1, s 194; Vedat Eldem,a.g.e. s 154-165;

H. Sevimay,.s 211-233.

Page 19: SAKARYA ÖNCESİ BAKOMUTAN DÜÜNÜYORDU · cepheye mermi ve yiyecek taıyor, destan yazıyordular5. Ama bazı askerler kaçıyordular. Bakomutan Mustafa Kemal düünüyordu. Daha

19

– Erzincan – Erzurum - Kars” karayolu projesi hazırlanırken, bunu öğrenen Rusya

Büyükelçisi Talat Paşa’yı azarlarcasına “- İstanbul sokaklarında rahat yürüyemezken, bu ne

büyük hayaller!” diyerek karşı çıkıyor ve yol yapımını engelliyordu. Bu kara yolu

yapılmadığı için Kafkas cephesine Ulukışla’dan zamanında ve yeterince askeri malzeme

gönderilememiş, asker giydirilememiş, 90.000 dolayında asker şehit olmuş ve büyük bir

yenilgi alınmıştı38

.

Başkomutan düşünüyordu ve şu sonuca varıyordu: Askeri, özverili Anadolu halkının,

özellikle de çiftçilerinin katkılarıyla beslemek mümkündü. Fakat nasıl giydirilecek, nasıl

donatılacaktı? Silah ve mermi nasıl sağlanacaktı?

Osmanlı sanayisi XVIII. Yüzyılda çökmüş, XIX. Yüzyılda bitmişti. Sanayinin ve

tarımın çöküşünden bu yana, Osmanlı İmparatorluğu ordusunu ithal ettiği ürünlerle besleyip

giydiriyor ve donatıyordu. Osmanlı Ordusu, dolaysıyla savunması dışa bağımlı bir konuma

düşürülmüş bulunuyordu. Ordunun ihtiyaç duyduğu çuha, çorap, ayakkabı, kösele, fes, giyim

eşyası, buğday ve arpa Romanya’dan temin ediliyordu. İlişkilerin iyi olduğu yıllarda

Rusya’dan da bazı mallar ithal edilebilmekteydi. Silah ve mühimmat Almanya’dan ve

Fransa’dan sağlanmaktaydı. Gemiler İngiliz tersanelerine sipariş edilmekteydiler. Bütün bu

ithalat da alınan ve her yıl büyüyen dış borçlarla finanse ediliyordu.

XVII. Yüzyıla kadar Osmanlı sanayisi, ülke gereksinimlerini karşıladıktan, Osmanlı

ordularını Avrupa’ya üstün kılacak biçimde donattıktan başka; ihracat yapılmasını

sağlayacak bir yapılanma, canlılık ve üretim düzeni içindeydi. Dokumacılık, dericilik, ağaç

işlemeciliği, demircilik, bakırcılık, dökümcülük, çinicilik, kuyumculuk ve silah imalatı

ilerlemiş sanayi dallarıydılar. El ile kullanılan alet ve cihazlar başlıca üretim araçlarıydılar.

Başlarda Ahilik, sonra da Loncalarla Gedik el emeğine dayalı Osmanlı sanayisinin üst

örgütüydüler. Ahilik ilkeleri, meslek ahlakını ve törelerini de içeriyordu.

Osmanlı sanayi ürünleri ihracatı dokuma ağırlıklıydı. Anadolu’da Denizli, Alaşehir,

Adana, Bursa, Ankara, Amasya, İstanbul, Hereke, Malatya, Mardin, Diyarbakır, pamuklu

dokuma, yün ve ipek kumaş; Sivas, Maraş, Konya ve İzmir Vilayetleri halı ile kilim üretim

merkezleriydiler. Buralarda yapılan kaliteli üretim İtalya (Venedik, Milano, Floransa), İran,

38

Cemal Kutay, ... Talat Paşa’nın Hatıratı… a.g.e. C 3 s 1206 (NOT: kavm-i necip = soylu ırk

anlamına geliyordu ve Osmanlı Hanedanı bu deyimi Araplar için kullanıyordu.)

Page 20: SAKARYA ÖNCESİ BAKOMUTAN DÜÜNÜYORDU · cepheye mermi ve yiyecek taıyor, destan yazıyordular5. Ama bazı askerler kaçıyordular. Bakomutan Mustafa Kemal düünüyordu. Daha

20

Rusya, Fransa, Avusturya, Almanya, İsveç ve İngiltere’de alıcı buluyordu. Osmanlı’nın

ürettiği bitkisel boyalar, özellikle kırmızı ve mavi boyalar, Avrupa’daki tüm tekstil

merkezlerinde aranırdılar. İhracat, azalarak da olsa, XVIII. Yüzyıl sonlarına kadar sürmüştü.

Eğitimi ve yönetimi yozlaştıran, aydınlanmaya son veren, Rönesans’ı ve matbaayı

kaçıran, sosyal hayatı ve devlet yönetimini tarikatlar ileArap etkinliği altına sokan Osmanlı

İmparatorluğu, keşifleri yakalayamadı. Bunun sonucu olarakSanayi Devrimi’ni de kaçırdı.

Avrupa düzenli olarak makine ile bol miktarda, düşük maliyetli üretim yaparken; üretimini

buharla, elektrikle çalışan büyük gemilerle dünyanın her tarafına pazarlarken; yatırımlarını

çoğaltırken; Osmanlı sanayi elle ve yüksek maliyetle, sınırlı miktarda üretim yapma niteliğini

aşamadı. Önce pazarlarını kaybetti, ardından kendisi Avrupa sanayisine pazar oldu.

Osmanlının, 1673 ve 1740 ticaret anlaşmalarıyla Fransız tüccarlara, karşılığında bir

taviz almaksızın tanıdığı haklarla vergi bağışıklıklarınısonraki yıllardaİngiliz tüccarlara da

vermesi Osmanlı ülkesini Avrupa’ya pazar olmaya götüren önemli adımlar olmuştular39

.

Sonuçta, vergi veren Osmanlı imalatçılarının ürünleri, Osmanlı tüketicilerine, Fransız ve

İngiliz ürünlerine göre pahalı gelmeye başladılar. Osmanlı tüketim pazarını bu kez İngiliz ve

Fransız kadifeleri, satenleri, çuhaları, pamukluları işgal ettiler. Yerli dokuma ürünün pazarı

daraldı. Pazarın daralmasını işyerlerinin kapanması ve üretimin düşmesi izledi. Örneğin:

1812’deTırnova’da 2.000 dokuma tezgâhı çalışmaktayken 1831 yılına gelindiğinde 200’e

düşmüştü. Önceleri Halep’te 4.000 tezgâh varken 1814 yılında 350’ye inmişti40

.

III. Selim Nizam-ı Cedit ve II. Mahmut Asakir-i Mensure-i Muhammediye adını

verdikleri yeni orduları bu çöküş ortamında kurmuştular. Bu orduları giydirip kuşatmak ve

donatmak istediklerinde, yurt içinde yeterli pamuklu ve yünlü kumaş ile deriyi

bulamamıştılar. Batı Avrupa’dan yünlü ve pamuklu kumaş, postal, çizme, silah ve askeri

39

Ord. Prof. Dr. İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Osmanlı Tarihi, a.g.e. C 4, Bl. 1, s 278, 295; Ord.

Prof. Hikmet Bayur, 20. Yüzyılda Türklüğün Tarih ve Acun Siyasası Üzerindeki Etkileri, Türk

Tarih Kurumu 1989, s 42, 43; Reşat Ekrem, Osmanlı Muahedeleri ve Kapitülasyonlar, Muallim

Ahmet Halit Kitaphanesi, İstanbul 1934, s 425-435. (NOT: Fransızlarla Sultan Süleyman

döneminden başlayarak beş anlaşma daha yapılmıştı. Bu anlaşmaların hükümleri 1683 anlaşmasına

eklendiler. (R. Ekrem, s 403-425)

40Prof. Dr. Rıfat Önsoy, Tanzimat Dönemi Osmanlı Sanayi ve Sanayileşme Politikası, T. İş Bankası

K.Y. 1988s 21, 22

Page 21: SAKARYA ÖNCESİ BAKOMUTAN DÜÜNÜYORDU · cepheye mermi ve yiyecek taıyor, destan yazıyordular5. Ama bazı askerler kaçıyordular. Bakomutan Mustafa Kemal düünüyordu. Daha

21

malzeme ithal etmek zorunda kaldılar. Önceleri dünyanın en büyük ordularını giydirip

kuşatan Osmanlı sanayisi, artık yeni kurulan küçük bir orduyu bile giydirme ve donatma

gücünden yoksundu. Osmanlı böylece, ama çok gecikerek sanayisinin çöktüğünün farkına

varıyor ve önlemler aramaya başlıyordu. İlk önlemleri devrimci Padişah II. Mahmut aldı:

1831’de yayınladığı bir hattı hümayunla, kendisinin yerli kumaş kullandığını açıklamak ve

yabancı kumaş yerine yerli kumaş kullanmayı öğütlemek zorunluluğunu duymuş; kadınlara

yabancı kumaştan rop yaptırmayı yasaklamış; yerli ürünün pazarını genişletmeye

çalışmıştı41

. Bununla da kalmamış yeni üretim üniteleri kurmuştu:

Ne var ki, II. Mahmut’un oğlu Sultan Abdülmecit, İngiltere’yle 16 Ağustos 1838 günü

Balta Limanı Ticaret Anlaşması’nı imzalayarak, Osmanlı Devletine ve Osmanlı tüccarlarına

hiçbir hak elde etmeden, İngiltere’ye “en ziyade müsaadeye mazhar ulus” statüsü tanındığı

gibi, hükümranlık haklarına aykırı akıl almaz tavizler vermiş, vergi bağışıklıkları sağlamıştı.

Sonraki yıllarda yapılan ek anlaşmalarla İngiltere’ye sağlanan çıkarlar daha da genişletilmiş;

aynı haklar Avrupa’nın öteki ülkelerine, Amerika kıtasına da tanınmıştı. II. Mahmut’un diğer

oğlu Sultan Abdülaziz 29 Nisan 1961 günü imzaladığı ticaret anlaşmasıyla İngiltere’ye ve

öteki Avrupa ülkelerine, yerli üretim aleyhine verilen imtiyazları daha da genişletiyordu.

Osmanlı tüccarları ülkede, yabancı tüccarlara göre ikinci sınıf tüccar konumuna düştüler42

.

Sonuçta yüksek vergi ödenerek üretilen Osmanlı ürünleri Osmanlı tüketicilerine ithal

ürünlere göre çok pahalı hale geldi. Daha ucuz, daha sağlam ve görünüşü daha güzel olan,

fabrika ürünü İngiliz ve Avrupa mallarını,Osmanlı tüketicisi yerli mala tercih ediyordu. Bu

durum, sanayi devrimini yapamamış, fabrikalarını kuramamış Osmanlının el emeğine dayalı

yerli üretiminin pazarını daraltıyordu. Ürününü satamayan Osmanlı imalathaneleri birbiri

ardına kapandılar. Bir örnek vermek gerekirse 1838 Balta Limanı Ticaret Anlaşması

imzalanmadan önce İstanbul’da 3.000, Bursa’da 1.000, dokuma tezgâhı varken; İstanbul’da

1866’da 25’e, Bursa’da 1848 yılında 75’e düşmüş bulunuyordu.43

Buna karşın Osmanlı’nın

dokuma ithalatı akıl almaz ölçüde artmıştı. Örneğin İngiltere’den yapılan pamuklu kumaş

ithalatı 1828 yılında 146.314 Altın Sterlin iken 1849 yılında %2154 oranında artarak

41

Ord. Prof Dr. Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C VII s 238-242

42Yusuf Kemal Tengirşek, Tanzimat 1, Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara 1940 s 294- 31; Hikmet

Bayura.g.e, s 45-59; Ord. Prof. Dr. Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C VI s 254-256, CVII s

261, 262; YerasimosStefanos, a.g.e. s 310-318; Hayri R Sevimay, a.g.e. s 188-196

43 Prof. Dr. Rıfat Önsoya.g.e. s 21, 22; Ord. Prof. Dr. Enver Ziya Karal C VI 215-217; 239, 240

Page 22: SAKARYA ÖNCESİ BAKOMUTAN DÜÜNÜYORDU · cepheye mermi ve yiyecek taıyor, destan yazıyordular5. Ama bazı askerler kaçıyordular. Bakomutan Mustafa Kemal düünüyordu. Daha

22

3.152.634 Altın Sterline ulaşmıştı. Aynı dönemde yünlü dokumadaki artış %8.503, demir-

çelik ürünlerinde %1.640, şekerde %825, kalayda %589 oranına ulaşmıştı44

. Osmanlı

İmparatorluğu artık üç kıtaya yayılan geniş toprakları üzerinde yabancı tüccarların ve

devletlerin egemenlik rekabetleri yaşadıkları geniş bir pazar haline gelmiş bulunuyordu.

Sanayinin çöktüğünü belirleyen II. Mahmut, yurtiçi borçlanma yollarını kullanarak

1827’den itibarensanayileşmeye yönelmiş, oğlu Abdülmecit bu tür girişimleri sürdürmüştü.

İplikhane-i Amire (1827), Feshane (1834), Zeytinburnu Bez Fabrikası (Basmahane, 1839),

İslimiye Çuha ve Şayak Fabrikası (1840), İzmit Basmahanesi (1840), Hereke Fabrikası

(1845), Bakırköy Basmahanesi (1850) gibi tekstil fabrikaları kurulmuştu. Fabrikalar devlete

aitti ve İstanbul ile civarındaydılar. Üretim sivillere satılmaz, Ordu’ya verilirdi. Sultan

Abdülaziz bu tekstil fabrikalarına Ordu’ya çamaşır, elbise, gömlek ve çadır diken

dikimhaneleri ekledi. 1810 yılında bir yurttaş tarafından kurulan Beykoz Deri ve Kundura

Fabrikası 1816 yılında II. Mahmut tarafından Ordu için satın alınmış, 1842 yılında

genişletilmişti.

II. Mahmut, 1505 yılında kurulan Tophane’yi modernize etmiş, Tophane-i Amire’yi

faaliyete geçirmiş (1827), ABD Büyükelçisi DavitPorter’ın katkılarıyla Haliç Tersanesi’ni

kurmuş ve buharlı savaş gemisi üretimine başlamıştı (1832). Sonraki yıllarda bunlara

Teçhizatı Askeriye (1848), Zeytinburnu Silah ve Mühimmat Fabrikası, Bakırköy Barut

Fabrikası, Karaağaç Tapa Fabrikası, Hendek Hızar Fabrikası, Biga Hızar Fabrikası, Konya

Güherçile Fabrikası ve Kayseri Güherçile Kalhanesi eklendiler. Çoğu İstanbul ve civarında

kurulan bu askeri fabrikalar Osmanlı Ordusu’nun ihtiyaçlarını hiçbir zaman tam olarak

karşılayamadılar. İhtiyaçlar çoklukla ithalatla giderildiler45

.

Abdülmecit döneminde ve daha sonraki yıllarda devletin oluşturduğu programlar ve

verdiği destekler sonunda; gereksinime oranla çok yetersiz olmamakla birlikte İstanbul,

İzmit, Bandırma, Karamürsel, İzmir, Bursa, Manisa ve Uşak’ta bazı sanayi fabrikaları

kurulmuştu. Fabrikaların çok büyük çoğunluğu İstanbul’daydılar. Bunların yanında

Adana’da, Şam’da, Bağdat’ta da bazı imalathaneler oluşturulmuştu. 1914-1915 yılında

yapılan sanayi sayımı, bugünkü Türkiye sınırları içinde, şirket halinde ve kişisel firma olarak

44

Prof. Dr. Rıfat Önsoy, a.g.e., s 17, 18

45Enver Ziya Karala.g.e C VI s 243; Prof. Dr. Yücel Yaşar – Prof. Dr. Ali Sevim C2, s 207, 334;

Prof. Dr. Rıfat Önsoy, a.g.e., s 52-55; Hayri R Sevimaya.g.e. s 119-123.

Page 23: SAKARYA ÖNCESİ BAKOMUTAN DÜÜNÜYORDU · cepheye mermi ve yiyecek taıyor, destan yazıyordular5. Ama bazı askerler kaçıyordular. Bakomutan Mustafa Kemal düünüyordu. Daha

23

kurulmuş, kimisi atölye, kimisi fabrika konumunda, 312 sanayi işyerinin faaliyetini

sürdürmekte olduğunu ortaya koyuyordu. Bu işyerlerinin 78’i gıda, 78’i dokuma, 55’i kâğıt

ve matbaa, 30’u madeni eşya, 24’ü ağaç, 21’i toprak, 13’ü kimya, 13’ü deri sanayi dallarında

çalışmaktaydılar. Sanayi işyerlerinin 23’ü devlete, 67’si Türklerle diğer Müslüman

uyruklara, 185’i Hıristiyan azınlıklarla yabancı sermayeye aittiler. Sanayi alanında 15.152

işçi çalıştırılmakta ve 23.977 beygir gücünde (buhar, petrol ve elektrik enerjisiyle çalışan)

ilkel motor kullanılmaktaydı46

. Başka bir anlatımla: kurulan cılız Osmanlı sanayi emek

yoğundu ve o zamanlar bir Avrupa köyünde var olan traktörlerin motor gücü toplamından

daha az elektrik enerjisi kullanıyordu. Üretim kapasitesi çok düşüktü ve Osmanlının

gereksinimi karşılamaktan çok uzaktı. Ayrıca bu cılız sanayi sektöründe Devlet ve Türkler

azınlıktaydılar. Fabrika ve atölyelerin bir bölümü I. Dünya savaşı sırasında, türlü nedenlerle,

bir daha faaliyete geçmemek üzere kapandılar. Bir bölümüne ihtiyaç nedeniyle devlet el

koydu. 1918 yılına gelindiğinde, yabancı sermaye, devlet sermayesi ve özel kesim sermayesi

ile kurulan şirketlerin sayısı 129’a, çalışan fabrikaların sayısı 42’ye inmişti.Ve bunların

büyük bölümü işgal altındaki İstanbul’daydı.

Osmanlı artık yeterince üretmiyordu. Başka ülkelerin ürettiklerini ithal ederek tüketiyor

ve kullanıyordu. Tuğladan kirece, iğneden ipliğe, undan kumaşa, çaydan şekere, naldan mıha

kadar, insan ve toplum yaşamı için gerekli olan her şeyi ithal ediyordu. Örneğin: ülkede

tüketilen: cam ve porselen eşyanın %98,5’i, ipekli dokumanın %94,5’i, pamuk ipliğinin ve

pamuklu dokumanın %90’ı, yünlü dokumanın ve yün ipliğinin %59’u, kirecin %35,6’sı,

çimentonun %47’si, tuğlanın %60,9’u ithalatla karşılanmaktaydı47

.

Dış ticaret bilançosu, ödemeler bilançosu, bütçe her yıl çok büyük açıklar veriyordu. Ve

bu açıklar çok yüksek faizler, komisyonlar ödenerek, büyük çaplı imtiyazlar verilerek alınan

dış borçlarla kapatılıyordu. Bu yüzden dış borçlar yıldan yıla kabarıyordu. Çoğu yıllar

Osmanlının ihracatı, ithalatının %47,5 – 57,2’sini ancak karşılamaktaydı. Dış ticaret açığı

yıldan yıla büyüyordu; 1880’de 9,5 milyon Altın Lira iken 1910’da 18,2 milyon Altın liraya

çıkmıştı. Dış ticaret bilânçosu açıkları bütçe gelirlerinin 1910 yılında %72,5’i ve 1914

yılında %52,4’ü düzeyindeydi. 1910 Bütçesi 5,5 ve 1914 bütçesi 3,2 milyon Altın Lira açık

46

Prof. Dr. Gündüz Ökçün, 1913-1915 Sanayi Sayımı,a.g.e, Sunu, Tablolar s 14-186; Hayri R.

Sevimaya.g.e. s 141-151, 161, 200-202,

47 Hayri R. Sevimaya.g.e. s 141, 145, 151, 198-201, 362

Page 24: SAKARYA ÖNCESİ BAKOMUTAN DÜÜNÜYORDU · cepheye mermi ve yiyecek taıyor, destan yazıyordular5. Ama bazı askerler kaçıyordular. Bakomutan Mustafa Kemal düünüyordu. Daha

24

vermişti. Dış ticaret açıklarının bütçe gelirlerinden ödenmesi olası değildi. Bu yüzden dış

açıklar alınan dış borçlarla kapanmaktaydılar. Osmanlı I. Dünya Savaşı’na 361,2 milyon

Altın Lira dış borçla, 76,1 milyon Altın Lira iç borçla, toplam 457,3 milyon Altın Lira borçla

giriyordu48

. Çok yüksek faizler ödenen dış borçların %49,5’i Fransızlardan, geri kalanı da

büyüklük sırasıyla Almanya (%20), Belçika (%11), İngiltere (%7), Hollanda (%3),

Avusturya (%1,3) tasarruf sahiplerinden, %7,3’ü azınlıklardan, tahvil karşılığında alınmıştı49

.

Osmanlılar ülkeden alacağı vergileri dış borçlara teminat göstermişti. Osmanlı vergilerinin

%33’ü aşan bir bölümü, kısaca Düyunu Umumiye denilen bir yabancı kuruluş tarafından

tahsil ediliyor; tahsil ettiği vergilerden dış borç taksitiyle faizini ödüyor, personeline benzeri

Avrupa’da bile görülmeyen refah sağlıyor, savurganca ödemeler yapıyordu.

Osmanlı I. Dünya Savaşı’na aşırı borçlu, çok yoksul, cehalet içinde gezen, ordusunu

kendi kaynaklarından besleyemeyen ve donatamayan, geri kalmış bir tarım ülkesi olarak

girmişti. Tarımsal üretimi bile kendisine yetmiyor, ithal ettiği ürünlerle besleniyordu. Dört

yıl süren savaş, elde kalan yoksul anavatan Anadolu’yu ve Trakya’yı daha çok fakir

düşürmüştü.

Güneyi ve batısı işgal edilmiş yoksul Anadolu zengin İngiltere’ye, Fransa’ya, İtalya’ya,

Yunanistan’a, bu ülkelerle birlikte Amerika Birleşik Devletlerinin desteklediği Ermenistan’a

karşı savaş vermek zorunda kalmıştı. Ermenistan’ı ve Gürcistan’ı yenmiş, anlaşma yapmaya

mecbur etmişti. Fransızları yenerek Maraş’ı, Urfa’yı, Pozantı’yı, Kozan’ı, Feke’yi,

Kadirli’yi, Andırın’ı, Haruniye’yi, Doğanbeyli’yi, Haçın’ı (Saimbeyli’yi) ve Çukurova’nın

bazı köy ve kasabalarını kurtarmıştı. Gaziantep’te direniş başarıya ulaşamamış, ama

tarihimize büyük kahramanlık destanları yazılmıştı. Bugünlerde Adana, Mersin ve

Tarsus’taki işgalci Fransızlar, Türk askerinin ve Kuvayı Milliye birliklerinin kuşatması

altındaydılar. Fransızlar ve İtalyanlar işgal ettikleri yerlerden çıkmak için anlaşma yolları

arıyordular.

İki kez İnönü’de yenilgi alan, Kütahya – Eskişehir savaşlarında başarı kazanmakla

birlikte çok hırpalanan Yunan Ordusu Sakarya Nehri’ne doğru yürüyüşe geçmek üzereydi.

Zaman çok azdı. Az zamanda hazırlanmak lazımdı. Yunan Ordusu İngiltere’nin yardımının

48

Reşat Altın Lira’nın 2014 Ekim ayındaki 600 TL değerine göre, Osmanlı dış borçları 216,6 milyar

lira, iç borçları 45,7 milyar lira, toplam borcu da 262,3 milyar lira tutarındaydı.

49YerasimosStefanos, a.g.e. s 537, 538.

Page 25: SAKARYA ÖNCESİ BAKOMUTAN DÜÜNÜYORDU · cepheye mermi ve yiyecek taıyor, destan yazıyordular5. Ama bazı askerler kaçıyordular. Bakomutan Mustafa Kemal düünüyordu. Daha

25

yanında, Anadolu’ya göre çok güçlü bir ekonominin desteğine sahipti. Ordusu çağın en

güçlü, en teknik silahlarıyla, motorlu taşıma araçlarıyla, uçaklarla donatılmıştı. Zengin

mühimmat depolarına sahipti. II. İnönü yenilgisinden sonra, Yunanistan 1921 baharında

seferberlik yapmış, üç kuşağı birden askere alıp donatmıştı. Anadolu’daki ordu mevcudunu

200.153’e çıkartmıştı50

. Sonradan gönderilenlerle Yunanistan’ın Anadolu işgal ordusu subay

ve erlerle birlikte 212 bini aşmıştı. Nüfusu 7,1 milyon olan Yunanistan 1.141.000 işçi

çalıştıran bir sanayiye sahipti. Arazinin %22’sini tarıma aşmıştı51

. Başka bir deyişle

Anadolu’daki Yunan Ordusunun gerisinde güçlü bir ekonomi vardı. Oysa Osmanlı sanayisi,

en üst düzeyde bulunduğu 1914 yılında bile 15.152 işçi çalıştırabilmişti. Ve bu sanayi

savaşla birlikte daha da küçülmüştü. Kalanlar da işgal bölgelerindeydiler. Özgür Anadolu’da,

İzmit, Adapazarı, Konya ve Ankara demiryolu atölyelerinin dışında önemsenecek tesisler

yoktu.

Türkiye Büyük Millet Meclisi HükümetiNisan 1921’de Kayseri’de bir dokuma tesisini,

1 Ağustos 1921 günü Bolu ve Kastamonu’da iki dikimhaneyi, Ankara’da bir tabakhaneyi

faaliyete geçirmişti. Üretime geçen bu tesisler ileride ihtiyacın küçük de olsa bir bölümünü

karşılayacaktılar.

Başkomutan, Milli Mücadele’ye başladığı günlere döndü. Anadolu’da harp sanayii de

yok gibiydi. Sadece Kayseri ile Konya’da kara barut üretiminde kullanılan (Potasyum nitrat -

KNO3) güherçile yatakları ile güherçileyi ayrıştıran küçük tesisler (kalhaneler) vardı. Konya

Aslanlı Kışla’daki atölyede kara barut üretilmekteydi. Yurdun her yerinde bıçak, kama, orak

ve tırpan yapan küçük demirci dükkânlarıyla ustalar mevcuttu. Ama ne demir - çelik üretimi

ne de ithalatı vardı. Yorgun, hurda metaller eritilerek düşük kaliteli demir ve çelik elde

ediliyordu. Kesici aletler, inşaat ve tarım araçları, iş aletleri bunlardan yapılmaktaydılar.

Olanaklar bu kadardı. Bu olanaklardan da yeterince yararlanılamadığı için piyadelerin bir

bölümü süngüsüz, süvarilerin bir bölümü kılıçsız kalmıştılar.

Milli Mücadele başladığında Kuvayı Milliye müfrezeleri ve kurulan yeni birlikler,

Başkomutanın talimatıyla 1918 sonlarında 2. Ordu Komutanı Nihat (Anılmış) Paşa’nın ve Ali

Fuat (Cebesoy) Paşa’nın işgalden önce Torosların kuzeyine taşıyarak İtilaf Devletlerinden

50

Nilüfer Erdem,ag.e., 353, 354

51Şevket Süreyya Aydemir, Cihan İktisadiyatında Türkiye, 193, s 9, 13.

Page 26: SAKARYA ÖNCESİ BAKOMUTAN DÜÜNÜYORDU · cepheye mermi ve yiyecek taıyor, destan yazıyordular5. Ama bazı askerler kaçıyordular. Bakomutan Mustafa Kemal düünüyordu. Daha

26

kurtardıkları silahlarla donatılmıştılar52

. Milli Mücadele ile birlikte, İtilaf Devletlerinin el

koydukları silah depolarından yapılan silah, mühimmat ve malzeme kaçakçılığı Ordu’nun

donatımında ve savaşın sürdürülmesinde başvurulan en önemli kaynaktı. Bugünlerde para

buldukça İtalya’dan az da olsa silah, mühimmat ve giyecek ithali yapılabilir olmuştu. Bir de

Başkomutanın eski dostlarından Şakir Zümreadlı bir Türk, soydaşların da katkılarıyla

Bulgaristan’dan silah ve cephane satın alarak Anadolu’ya göndermekteydi. Türkiye Büyük

Millet Meclisi Hükümeti Harp sanayii kurma çalışmalarına geçince, bu yürekli ve yurtsever

kişi Bulgaristan’dan usta ve teknisyen de yollamıştı53

.

Başkomutanın çabalarıyla 1920 yılında Ankara ve Eskişehir demiryolları atölyelerinde

sınırlı da olsa top ve tüfek onarımı, top kaması ve tüfek sürgüsü imalatıyapılır olmuştu.

İstanbul’dan kaçan sanayi subayları ve ustaları atölyeleri daha da geliştirmiştiler. Ankara ve

Adapazarı dolaylarındaki imalathanelerden bazı tezgâhlarla makineler sökülerek Ankara’ya

taşınmış, demiryolu atölyelerinde kapasite artırımı sağlanmıştı. Sovyetler Birliği yardımıyla

gelen 18 sandık Rus piyade tüfeğiüretim aletleri de yerleştirilince Ankara istasyonundaki

atölyenin kapasitesi büyümüş, işlevi genişlemişti. Bazı subaylar ve ustalar İstanbul’dan

kaçarken yanlarında getirdikleri tezgâh ve takımlarla Eskişehir demiryolu atölyesini tam bir

silah onarım ünitesi konumuna sokmuştular. Eskişehir terkedilirken bu makineler, tezgâhlar,

takımlar, aletler bir vida bile bırakılmaksızın Ankara demiryolu atölyesine taşınmıştı. Artık

Ankara’da her türlü top, tüfek, makineli tüfek onarımı;top kaması, tüfek sürgüsü, süngü,

kama, kılıç üretimi yapılıyor, mermi dönüştürülüyor; işe yaramaz silahlarla toplar iş görür

hale getiriliyordular. Başkomutan Mustafa Kemal bazı gecelerini, bizzat kendisinin kurup

52

Ali Fuat Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, Temel yayınları İstanbul 2010, s 103, 104;

Sabahattin Selek, Anadolu ihtilali, Cem Yayınevi İstanbul 1973, s 173

53Mareşal Fevzi Çakmak'ın yakın akrabası olan Şakir Zümre(Varna 1885 - 1966): Cenevre Hukuk

Fakültesi mezunuydu (1908). Bulgaristan Parlamentosu’nda, Türkleri temsilen Milletvekilliği yaptı.

Sofya’da Ateşe olarak görevli olduğu dönemde Atatürk ile tanışıp dost oldular. Cumhuriyetin

başlarında Türkiye’ye göçen Şakir Zümre, Atatürk’ün onayıyla Türkiye’nin ilk özel savunma sanayi

fabrikasını kurdu. Türk Hava, kara ve deniz birliklerinin gereksinim duyduğu silah ve cephaneleri,

ilk Türk uçak ve denizaltı su bombalarını üretti.1937 yılında yurt dışına, hatta Yunanistan’a silah ve

cephane ihraç etti. Sonraki yıllarda “Şakir Zümre” sobalarını üreterek ününü tüm ülkeye yaydı.

Page 27: SAKARYA ÖNCESİ BAKOMUTAN DÜÜNÜYORDU · cepheye mermi ve yiyecek taıyor, destan yazıyordular5. Ama bazı askerler kaçıyordular. Bakomutan Mustafa Kemal düünüyordu. Daha

27

büyüttüğü “Harp İmalatı Tesisleri” adını verdiği bu atölyede geçirmişti. Hala da bazı geceler

bu atölyede çalışmaları yürütüyor, yönlendiriyor, denetliyordu54

.

Keskin’de kurulan atölyede de tüfek onarımı, sürgü kolu ve top kaması üretimi, mermi

dönüşümü gibi işler yapılıyordu. Mermi dönüşümü, mevcut tüfeklere ve toplara kalın gelen

mermilerin içindeki patlayıcı madde boşaltılmaksızın, çeperi inceltilerek gerçekleştiriliyordu.

Dönüştürmek istenen mermi her zaman patlayabilir, ustaları yaralayabilir, öldürebilir ya da

sakat bırakabilirdi. Ama başka çare yoktu. Uygun mermi bulunamıyordu. Dönüşüm yapılmaz

ise o toplar kullanılamazdılar. Kullanılacak yeteri kadar top ve mermi yoktu. Can ve beden

pahasına mermilerin dönüştürülmesi gerekiyordu. Ustalar canlarını ve bedenlerini seve seve

tehlikeye atıyordular. Kahramanlar sadece cephede değildiler. Atölyelerde, yollarda, araba ve

kağnı başlarında da boy gösteriyordular. Aynı durum tüm atölyelerde yaşanıyordu. Ve bu

atölyelerde kadınlar da çalışıyordular. Kurtuluş’un kadınları müthiştiler. Cepheye yiyecek,

mermi, top taşıyor; silah onarıyor, mermi dolduruyor; eline tüfeğini alıp savaşıyordular.

Anadolu Bacıları’nınruhu Kurtuluş Savaşı kadınlarının bedenlerinde yaşıyordu55

.

54

Asım Gündüz, Hatıralarım, Bölüm: Ölüm Kalım Savaşı Sakarya, Kervan Kitapçılık, İstanbul

1973 s 63,62. NOT: 10 Ocak 1921 günü Milli Müdafaa Vekâletine bağlı "İmalat-ı Harbiye Genel

Müdürlüğü (Askerî Fabrikalar Genel Müdürlüğü) kuruldu. Bu kurumsonraki yıllarda

Cumhuriyetin silah sanayinin temelini oluşturdu. 8 Mart 1950 günü yürürlüğe konulan 5591 sayılı

kanunla da, sermayesinin tamamı devlet tarafından karşılanan, tüzel kişiliğe sahip "Makina ve

Kimya Endüstrisi Kurumu" adıyla yeniden düzenlendi

55 Anadolu Bacıları “Baciyan-ı Rum”Anadolu’da Selçuklular döneminde kurulan, XVI. Yüzyıla

kadar yaşayan, Ahiliğin kadınlar kolu olduğu düşünülen, Birleşmiş Milletlerce dünyanın ilk kadın

örgütü olduğu kabul edilen bir organizasyondu. Osmanlı Devletinin kuruluşuna ve yükselişine büyük

katkılarda bulunmuştu. Örgüt içinde, kadınlar sulh zamanlarında arastalarda kendi işyerinde ticaret

ve sanatla uğraşır (örneğin dokumacılık ve boyacılık yapar; boya, keçe ve giysi üretir), yaşlılarla

kimsesizlere ve yoksullara bakar, kızlara meslek öğretir; savaş zamanlarında, erkekler savaşa

gittiklerinde at biner, kılıç kuşanır, silahlanır yurdu korurdu. Örneğin: Kayseri’yi Moğollara karşı

savunan Anadolu Bacılarının askeri gücü 30 bin dolaylarındaydı.(Bu konudaki yayınlardan bazıları:

Prof. Dr.Fuat Köprülü, Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu, Başnur matbaası Ank. 1972, s 160;

Prof. Dr. Mikail Bayram, Fatma Bacı ve Bâcıyân-ı Rûm,Konya 1994; Dr. Selahattin

Döğüş,Ortaçağ Anadolusu’nda Bir Kadın Teşkilâtı,Bâcıyân-ı Rûm; Âşıkpaşazâde Tarihi, Ali Beğ

yayını)

Page 28: SAKARYA ÖNCESİ BAKOMUTAN DÜÜNÜYORDU · cepheye mermi ve yiyecek taıyor, destan yazıyordular5. Ama bazı askerler kaçıyordular. Bakomutan Mustafa Kemal düünüyordu. Daha

28

Doğu Cephesinde de, 15. Kolordudaki askerler arasındaki kama ve bıçak ustaları,

tornacılar, çarkçılar, tüfek tamircileri, saraçlar ve marangozlar toplanarak Erzurum kışlasında

silâh onarımı yapmak üzere bir iş ocağı kurulmuştu. 1919 yılında Kazım Karabekir Paşa

atölyede bir çırak okulu açmış, Büyük Savaş’ta öksüz ve kimsesiz kalan çocuklardan bir

kısmına burada sanat öğretilmişti56

. 1920 yılında Kâzım Karabekir Paşa, Doğu Harekâtı

sonrasında geri alınan Kars, Ardahan, Doğubayazıt ve Gümrü’de ele geçirdiği makine ve

tezgâhları Erzurum’a getirterek, iş ocağının donanımını zenginleştirmiş, kapasitesini

büyütmüştü. Bu atölyede de türlü toplar ve silahlar ile koşum takımları onarılmakta, mermi

dönüşümü yapılmaktaydı. İş Ocağı’nın bir tarafında da kadınlar askerler için çorap, başlık ve

eldiven örüyor, iç ve dış çamaşırlar dikiyordular.

Savaş içinde Kayseri ve Konya’da da silah atölyeleri açılmış; kılıç, kama, süngü, bıçak

ve diğer kesici âletlerin üretimine ve silâh onarımına başlanmıştı. Atölyelerde Türk ustalar

olağanüstü özveriyle çalıştılar. Üretim araçları körük, kömür, örs ve çekiçten ibaret olan bu

atölyelerde “hurda tren ve ray parçaları ile hurda metallerdövülerek kılıç, süngü, top kaması

şekline sokuluyordu. II. İnönü’deki ihtiyacının bir bölümünü bu atölyeler karşılamıştılar.

Silah ve mermi kaynaklarından biri de Doğu Cephesi olmuştu. Ermenistan’la yapılan

savaşta, yalnızca Türk çoğunluğun oturduğu topraklar geri alınmakla kalmamıştı. Kurtuluş

Savaşında ihtiyaç duyulan çok sayıda top, tüfek ve mermi ganimet olarak ele geçirilmişti.

Ermenistan’a en büyük darbe Kars’ta vurulmuştu57

. Kars savaşında alınan ganimet

Ermenilere vurulan darbeden de büyüktü: Hemen kullanılabilir 337, onarımdan sonra

kullanılabilir 339 top, çok sayıda tüfek, makineli tüfek, mermi ve mühimmat, savaş aleti ele

geçirilmişti. Savaşın ilk günü Sarıkamış yakınlarında 5 top ve epey makineli tüfek, 7 Ekim

1920 günü Gümrü/ Şahtahtı’nda da 4 top, 11 makineli tüfek ele geçirilmiş, 170 esir alınmıştı.

Karabekir Paşa, Milli Müdafaa Vekili Fevzi Paşa’ya hitaben, Ermenilerden ele geçirilen

silahların Kurtuluş Savaşı’na on yıl yeteceğini söyleyerek mübalağa yapmışsa da, alınan

56

Kazım Karabekir, İstiklal Harbimiz, a.g.e. s 64

57 Kazım Karabekir, İstiklal Harbimiz, Türkiye Yayınevi İstanbul 1969, s 841 NOT: Kars’ta esir

alınan 1.150 asker arasında, Ermenistan Savaş Bakanı, Genel Kurmay Başkan Vekili, Kars Kale

Komutanı, 3 General, 6 Albay, 12 Yarbay, 16 Yüzbaşı, 59 Teğmen, 16 subay vekili ve adayı; bir de

sivil bir bakan bulunuyordu. Ermeniler savaş alanında 1.110 ölü bırakmıştılar. Türk Ordusu’nun ise

9 şehidi, 47 de yaralısı vardı

Page 29: SAKARYA ÖNCESİ BAKOMUTAN DÜÜNÜYORDU · cepheye mermi ve yiyecek taıyor, destan yazıyordular5. Ama bazı askerler kaçıyordular. Bakomutan Mustafa Kemal düünüyordu. Daha

29

ganimet gerçekten büyüktü. Özellikle de Harp tazminatı olarak ve anlaşma gereği, her biri

biner mermisi ile 2000 piyade tüfeği, seri ateşli ve koşulu 3 batarya dağ topu, koşulu 40

makineli tüfek alınmıştı. Ermenistan’dan sağlanan silahlar Kurtuluş Savaşına değerli

katkılarda bulunmuştu. Karabekir Paşa, Aralık 1920 de harp tazminatı olarak alınan silahları,

Garp Cephesine ilk armağan olarak göndermişti. Tabii, mevsim kıştı, yol ve araç yoktu.

Bunlar aylar sonra Garp Cephesinde olabilmiştiler58

. Daha sonraki zamanlarda savaş

alanlarında ele geçirilen silahların bakım ve onarımları yapılıpBatı Cephesine

gönderilecektiler. Açıkçası 1866-1868 savaşında kaybedilen toprakların bir bölümü

Anavatan’a değerli hediyelerle dönmüştüler. Savaşta Yunanlılardan ve Fransızlardan da

epeyce top, tüfek, mermi, yiyecek ele geçirilmiş ve kullanılmıştı.

İslam ülkelerinden, bağımsızlığını yeni kazanmış Afganistan dışında, özgür tek bir ülke

yoktu. Hepsi Avrupalıların mandaları altındaydılar. Afganistan İngiliz sömürgeliğindenyeni

kurtulmuştu. İşgal altındaki Anadolu’dan yardım isteyecek kadar yoksuldu. Açıkçası Milli

Mücadele’ye yardım edebilecek tek bir İslam ülkesi yoktu. Sadece Pakistan Müslümanları

Mustafa Kemal’in şahsına 614.085,5 Altın Sterlin yollamıştılar59

. Başkumandan bu paraya

dokunmuyordu. Onu Yunanlılara son darbeyi vurmada kullanmayı tasarlıyordu. Sovyet

Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nden başka yardım istenebilecek bir devlet yoktu.

Ulaşım aksaklıkları yüzünden Sovyetler Birliği ile ilişki geç kurulmuştu. 1920 yılı

ortalarında başlayan müzakereler, Dışişleri Komiseri Çiçerin’in Ermenistan için toprak

istemesi, Ankara’nın buna yanaşmaması nedeniyle epey uzamıştı. Nihayet, Lenin’inağırlığını

Türkiye’den yana koymasıyla, toprak ödünü verilmeksizin Sovyet Rusya ile yardım

anlaşması imzalanmıştı60

. Sovyet Rusya yardım olarak Tuapse limanından Karadeniz’deki

Türk limanlarına (çoklukla Trabzon’a) 21 Eylül 1920 ile 20 Ağustos 1921 tarihleri arasında

16.915 adet piyade tüfeği, 31.949 sandık piyade tüfeği mermisi, 9.520 adet Rus süngüsü, 202

58

Kazım Karabekir, İstiklal Harbimiz, a.g.e. s 833, 841, 842, 843, 846, 847

59Prof. Dr. Ergün Aybars, a.g.e. s 330

60Ord. Prof. Hikmet Bayur, XX. Yüzyılda Türklüğün Tarih ve Acun Siyasası Üzerine Etkileri,

Türk Tarih Kurumu, 1984 Ankara, s 168; Ord. Prof. Hikmet Bayur, Türk Devletinin Dış Siyasası,

T.Tarih Kurumu, 2. Baskı, Ankara, s 66;Prof. Dr. Ergün Aybars, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi 1,

Ege Üniversitesi Basımevi, İzmir 1986, s 319-334; Fahri Yetim, Anadolu Üniversitesi Sosyal

Bilimler Dergisi, s 210, 211

Page 30: SAKARYA ÖNCESİ BAKOMUTAN DÜÜNÜYORDU · cepheye mermi ve yiyecek taıyor, destan yazıyordular5. Ama bazı askerler kaçıyordular. Bakomutan Mustafa Kemal düünüyordu. Daha

30

adet makineli tüfek, 99 adet ağır makineli tüfek, 1121 sandık ağır makineli tüfek mermisi, 62

adet muhtelif çapta top, 44.134 adet muhtelif çapta top mermisi, 223 sandık bomba, 2 adet

araba, 3 adet uçak motoru yolladılar. Ocak 1921 ayında da 20 sandık çeşitli ilaç, 3.692 adet

yatak çarşafı, 3.761 adet yastık kılıfı, 3.440 adet don, 3.496 adet gömlek göndermiştiler61

. Bu

dönemiçinde teslim alınan nakit Rus yardımları 6,5 milyon liraya erişmişti. Rusya’dan gelen

tüfek ve top mermileri çoklukla savaşlarda tüketilmiştiler. Nakit yardım,silah alımında

kullanılmıştı. Gelenler ihtiyacın beşte biri dolaylarındaydı.

Olanaklar bu kadardılar. Mermi stoku çok azdı. Sakarya’da düşmana karşı mermi

sıkıntısı çekilmesi kaçınılmaz olmuştu. Ağustos 1921’e kadar gelen mühimmatın savaş için

yeterli olduğu sanılabilir. Bu sanı gerçeğe uygun değildi. Siperde tutsak alınan bir Yunan

askerinin yanında 15 adet boş mermi sandığı bulunmuştu. Bir Yunan askeri binlerce mermi

yakmıştı. Oysa Türk askerine mermi sayılarak, 40-50 kadar verilebiliyordu. Mermisi tükenen

Türk askeri, süngülü süngüsüz Yunan siperlerine dalıyordu. Bazen subaylar da gerisinin

gelmeyeceğini bilerek, fazla mermi tüketilmemesi için askeri süngü savaşına kaldırıyordu.

Her türlü mermi çok değerliydi. Çünkü çok azdı62

. Sakarya’da da Türk ordusu asker, top,

tüfek, süngü mevcudu yönünden yine Yunan Ordusu’na karşı yetersiz olacaktı. Yetersizlik

kumanda üstünlüğüyle, erlerin ve subayların kahramanlığıyla, yurtseverlikle kapatılabilirdi.

Başkomutan mermi ve silah açığının azaltılması konusunda İstanbul’daki gizli teşkilata

güveniyordu. Milli Mücadelenin ana silah kaynağı İstanbul’du. Osmanlının silah, mühimmat,

teçhizat depoları İstanbul’daydılar. Bütün depolar işgal devletlerinin kontrolü ve yönetimi

altındaydılar. Ulusal direnişle birlikte, İstanbul’da, bu depolardaki silah ve mühimmatı

61

Genel Kurmay Başkanlığı, Türk İstiklal Harbi, Cilt VII İdari Faaliyetler (15 Mayıs 1919-2 Kasım

1923) Ankara 1971, s 313-320, 405-408; Prof. Dr. Ergün Aybars,a.g.e.373-376. NOT: 1) Kaynak

tablolardaki muhtelif veriler toplanarak yukarıdaki sonuçlar elde edilmiştir. NOT: 2) 21 Eylül 1920

– 16 Aralık 1920 döneminde gönderilen 6.492 piyade tüfeğinin orijinlerine göre dökümü şöyleydi:

3.785 İngiliz, 142 Avusturya, 1.192 Rus ve 1.373 Alman. NOT:3) Ocak ila Ağustos 1921 aylarında

gönderilen 28.262 sandık piyade tüfeği mermisinin orijinlerine göre dökümü şöyleydi: 5.846 sandık

İngiliz, 7.406 sandık Fransız ve Avusturya, 13.559 sandık Rus ve 1.451 sandık Alman mermisi.

NOT: 4) Topların 60’ı İngiliz, 2’si Rus yapımıydılar. NOT: 5) Top mermilerinin 21.090’ı İngiliz,

5.544’ü Rus, 99’u Fransız ürünüydüler, 21.401’inin menşei belli değildi.

62Asım Gündüz a.g.e.,Sakarya, Savaşanlar Anlatıyor, a.ge. s 240, 277; Kazım Özalpa.g.e. s 211

Page 31: SAKARYA ÖNCESİ BAKOMUTAN DÜÜNÜYORDU · cepheye mermi ve yiyecek taıyor, destan yazıyordular5. Ama bazı askerler kaçıyordular. Bakomutan Mustafa Kemal düünüyordu. Daha

31

Anadolu’ya kaçırmayı amaçlayan örgütlenme de başlamıştı. Subayların önderliğinde bir

araya gelen her sınıftan vatanseverler hayatlarını cömertçe tehlikelere atarak, elbirliğiyle

çabalıyordular. İşgal yönetimi, silah ve cephane depolarını sıkı güvenlik altında tutuyordular.

Çevresinde kuş uçurtmuyordular. Böyle bir ortamda depolar basılıyor, duvarlar yarılıyor,

koruyucular enterne ediliyor; gerektiğinde İngiliz, Fransız ve İtalyan subaylarına rüşvet

veriliyor, silahlarla cephaneler ve malzemeler Anadolu’ya kaçırılıyordular.

Gizli örgütlerde subaylar çoğunluktaydılar. Teğmeninden Paşasına kadar her rütbeden

subaylar görev almıştılar. Üyeler arasında polisler, sivil memurlar, Harbiye Nezareti Harbiye

Dairesi Reisi Erkânıharp İhsan Paşa gibi üst rütbelerde olanlar, Sadrazam A. İzzet Paşa’nın

kardeşi İstanbul Polis Müdürü Esat Bey gibi üst düzey polisler, Sayıştay’dan İhsan Bey ve

Topkapılı Mehmet Bey gibi üst düzey sivil memurlar da bulunuyordular. Tüm üyeler çok

faaldiler.Silahların ve mühimmatın depolardan taşınmasında, Sandalcılar ve Mavnacılar

Cemiyetleriyleİstanbul Hamallar Teşkilatı’nın önemli katkıları oluyordu. Herkes, vatan için

elinden geleni yapıyordu.

Ana amaç İstanbul’dan top, tüfek, mermi, mühimmat kaçırmaktı. Ama yurtseverler

depoya girdikten ya da depoyu ele geçirdikten sonra, Milli Mücadele’nin ihtiyaç duyacağını

düşündükleri her şeye el koyuyor ve İnebolu’ya yolluyordu. Gerçekten de Kurtuluş Ordusu

bunların hepsine ihtiyaç duyuyordu. Gönderilenler arasında kütüklük, matara, palaska, bel

kayışı, tüfek kayışı, ekmek torbası, sırt çantası, kar gözlüğü, kazan, karavana kabı,tas, tabak,

süzgeç, tava, kumaş, ceket, yelek, pantolon, çadır, kilim, tezgâh, takım gibi malzemeler de

bulunuyordu. Özelikle Saltanata, İstanbul Hükümetine ve işgal devletlerine ait bilgilerle

sırların Ankara’ya ulaştırılması başarıyla gerçekleştiriliyordu. Bazı gizli örgütler Ankara’yı

zamanında bilgilendirmek amacıyla istihbarat ağı oluşturmuştular63

.

İstanbul’dan kaçırılan silahlarla malzemelerin ve gönüllülerin öncelikle İnebolu’ya ya

da Karamürsel’e ulaştırılması gerekiyordu. Taşıma işlerinde çoklukla Türklere ait

teknelerden yararlanılıyordu. Dolgun ücret karşılığında Paquet, La Française ve Lloyd

Triéstégibi yabancı deniz nakliyat şirketleri de kullanılmıştı. M. M. Grubu bu şirketlerle

63

Murat Günal Ataman, Kurtuluş Savaşında Levazım İkmal Faaliyetleri, Hacettepe Üniversitesi

Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2007, s 156 - 158

Page 32: SAKARYA ÖNCESİ BAKOMUTAN DÜÜNÜYORDU · cepheye mermi ve yiyecek taıyor, destan yazıyordular5. Ama bazı askerler kaçıyordular. Bakomutan Mustafa Kemal düünüyordu. Daha

32

yazılı sözleşme yapmıştı. Silah ve mühimmat taşıyan teknelerin İstanbul Boğazı’ndan rahat

ve yakalanmadan geçmeleri için İngiliz kontrol Heyeti’ne rüşvet veriliyordu64

.

Kaçırılan silahlar ve malzemeler İnebolu açıklarına gelince, İnebolulu kayıkçılar

tarafından teknelerden indiriliyor, sonra İnebolu’ya taşınıyordu. Daha sonra da yaz kış

demeden, kadın-erkek, yaşlı-genç İneboluluların yönettiği kağnılarla, keçi yollarından sıra

dağlar aşılarak, tepelerden vadilere, vadilerden tepelere geçilerek, depolara ve oradan da

cepheye taşınıyordular. 10 Aralık 1920 gününden itibaren, yeni kurulan Menzil Nokta

Komutanlığı ile Silah ve Cephane Komisyonu gönderilenleri İnebolu’da teslim alma ve

sonraki noktalara taşıma işlerini Ankara Hükümeti adına düzenlemeye başlamıştılar.

Yunanistan, İnebolu’nun yaptığı kutsal işlevi geç de olsa belirledi. Karadeniz’deki

Yunan donanması İnebolu’yu denetlemeye başladı, ama engel olamadı. 9 Haziran 1921 günü

Kılkış ve Panter adlı Yunan zırhlıları İnebolu Limanı’na girdiler. Kaymakamdan cephane ve

silahları iki saat içinde teslim etmelerini istediler. Aksi halde İnebolu’yu bombalayacaklarını

söylediler. İnebolu halkıYunan donanmasının limanı kontrole başlamasından buyana

dikkatliydiler. Önlemlerini almış, cephane ve silahları bombaların ulaşamayacağı kadar

uzaklara taşımıştılar. Yunanlılara kırık bir silah bile vermediler. Yunan zırhlılar şehri

bombaladılar. İnebolulular aldırmadılar. Zor da olsa, silahlarla gönüllü subaylar ve kişiler,

İstanbul’dan Anadolu’ya İnebolu üzerinden geçmeyi, Milli Mücadele’ye katılmayı

sürdürdüler65

.

Marmara Denizi’nde de Karamürsel kazası, İnebolu kadar olmasa da, benzer bir işlev

yapıyordu. Kahraman deniz subayları, Marmara Denizi’ndeki sıkı kontrollere, süren savaşa,

çevrenin Yunan İşgali altında bulunmasına rağmen, kaçırılan topların, tüfeklerin ve

mermilerinbir kısmını motorlarla Karamürsel’e taşıyordular. Gelenler oradan da Ankara’ya

yollanıyordu. Bu nedenle Türk Ordusu Karamürsel’in işgaline izin vermemişti66

.

64

Hüsamettin Ertürk (Yazar, Semih Nafiz Tansu) İki Devrin Perde Arkası, Sebil Yayınevi 1996, s

408, 409, 461-482

65T. Büyük Millet Meclisi, İnebolu’yu bu özverileri ve kahramanlıkları nedeniyle, 9 Nisan 1924

tarihli Kararıyla Beyaz Şeritli İstiklal Madalyası ile onurlandırdı. İnebolu ilk madalyalı kentimiz

oldu.

66 Kazım Özalp (E. Orgeneral), Milli Mücadele, T. Tarih Kurumu, Ankara 1998, C 1 s 179, 180.

Page 33: SAKARYA ÖNCESİ BAKOMUTAN DÜÜNÜYORDU · cepheye mermi ve yiyecek taıyor, destan yazıyordular5. Ama bazı askerler kaçıyordular. Bakomutan Mustafa Kemal düünüyordu. Daha

33

Başkomutan, İnebolu ve Karamürsel üzerinden sınırlı ve zor da olsa silah, mühimmat

ve malzeme gelişinin süreceğini biliyor, İstanbul örgütlerinin vatanseverliklerine

güveniyordu.

Başkomutan düşünüyordu: Milli Mücadele başladığından beri Türkiye Büyük Millet

Meclisi para basma ve vergileri artırma yollarına gitmemişti. Ülkenin doğuda, güneyde,

batıda savaş vermesine rağmen, yorgun ve yoksul Anadolu halkını sıkıntıya sokmamak

amacıyla, seferberlik ilan etmemişti. Bu sıralarda yoksul halktan savaş vergisi ya da varlık

vergisi almayı da düşünmüyordu. Az sayıda tarım ve toprak zengini vardı. Bunların bile

ödeme olanakları sınırlıydı. Ama ordunun insan ve taşıt araçları yönünden güçlendirilmesi,

düzenli biçimde beslenmesi ve giydirilmesi gerekiyordu.

Başkomutan kararını vermişti: Topyekûn Savaş yapacaktı. Ve bu yüzyıllar boyunca

Osmanlı yönetimi tarafından yoksul düşürülmüş bir halkın Topyekûn Savaşı olacaktı. Ülke

Yunanistan’a karşı canlı ya da cansız tüm varlığıyla savaşacaktı. Başkomutan,Büyük Millet

Meclisi’nin kendisine tanıdığı yasama ve yürütme yetkisini kullanarak, %90’dan fazlası çiftçi

olan yoksul halkın emeğine ve var olan tüketim mallarına başvuracaktı. Halktan eşitlik içinde

Ordusu için, ivedilikle bir şeyler yapmasını, bazı tüketim mallarından Ordusuna ödünç

olarak, bedeli savaştan sonra ödenmek üzere, bir pay ayırmasını isteyecekti.Başkomutan 7

Ağustos 1921 günü 1 ila 6 numaralı, 8 Ağustos 1921 günü de 7 ila 10 numaralı Tekâlifi

MilliyeEmirlerini(Milli Vergiler Emirlerini) yayınladı67

. Adına vergi diyordu, ama çoklukla

borç istiyordu. Aldıklarının çoğunu savaştan sonra ödeyecekti.

1 Numaralı Tekâlifi Milliye Emri ile her vilayet ve kazada, milli vergilerin yönetim

kurumu oluşturuluyordu. Tekâlifi Milliye Komisyonu (Milli Vergiler Komisyonu) adını alan

bu kurumlar en üst mülkiye amirinin başkanlığı altında askeriyeden, belediyeden, il/ilçe yerel

idaresinden, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Teşkilatından, varsa ticaret odasından

seçilen ikişer üyeden oluşuyordu. Üyeler ücret almayacak, görevlerini kötüye kullanmaları

halinde vatana hıyanet suçundan yargılanacaktılar. Komisyon,Milli Vergiler Emirlerini

uygulamakla, halktan alınacakları alıp depolamakla, bildirilen askeri depoya yollamakla,

depo mevcutlarını 15 Ağustos gününden başlayarak beşer gün arayla Milli Müdafaa Vekâleti

67

ATATÜRK, NUTUK, (Bugünkü Dilde) a.g.e. s 417, 418.

Page 34: SAKARYA ÖNCESİ BAKOMUTAN DÜÜNÜYORDU · cepheye mermi ve yiyecek taıyor, destan yazıyordular5. Ama bazı askerler kaçıyordular. Bakomutan Mustafa Kemal düünüyordu. Daha

34

Levazım Dairesi Başkanlığına telgrafla bildirmekle yükümlüydü. Her il ve ilçede en üst

mülki amirler Milli Vergiler Emirlerini yayınlamakla, halka duyurmakla sorumluydular68

.

2 Numaralı Tekâlifi Milliye Emri her kazada mevcut her hanenin birer takım çamaşır,

birer çift çarık ile çorap hazırlayarak en geç 10 Eylül 1921 akşamına kadar Komisyonun

deposuna teslim etmesini öngörüyordu. Başkomutan örnek de veriyordu: “Bir kazada on bin

hane varsa o kaza on bin takım çamaşırı, çarığı ve çorabı, Orduya armağan olarak mutlaka

gönderecekti.” Fakirler bu yükümlülükten bağışık tutulacak, fakirlerin yükümlülüğünü

Komisyon zengin ailelere dağıtacaktı69

. Başkomutan 2 Numaralı Vergi Emri ile ülkede var

olmayan giyim kuşam fabrikalarının yerine halkı koyuyordu. Ülkenin tüm kadınları ve

kızları halk fabrikasının emekçileri olacaktılar. İç çamaşırı ve çarık yapmak, çorap örmek

Anadolu kadınlarının en iyi bildiği işlerdendiler.

3 Numaralı Tekâlifi Milliye Emri, Milli Vergiler Komisyonu’na, tüccarların ve halkın

elinde bulunan,her renkteki, her türlü çamaşırlık bezin, kalın bezin, patiskanın, pamuğun,

yıkanmış ya da yıkanmamış yünün ve tiftiğin, erkek elbisesi yapımında kullanılan her türlü

yazlık ve kışlık kumaşın; ayakkabı yapımında kullanılan köselenin, iğnenin, taban astarının,

meşinin, demir ve ağaç kundura çivisinin, tel çivinin, kundura ve saraç ipliğinin; çarık

yapımında kullanılan derinin; sahtiyandan yapılmış yemeninin, çarık ve potinin; nal

demirinin, mamul nalın, nal mıhının, yem torbasının, yuların, bellemenin, kolanın, kaşağının,

gebrenin, sicimin ve urganın %40’ına, makbuz karşılığında el koyma göreviyüklüyordu.

Kapılarda ve limanlarda, ithal olunan bu tür malların %10’u ordu ihtiyacı için alınacak,

gerisine dokunulmayacaktı. Çocuk ve kadın elbiseleriyle, bunların üretiminde kullanılan

malzemelere ve lüks eşyalara el konulmayacaktı. El konulan malların bedeli, savaştan sonra

hak sahiplerine ödenecekti70

.

4 Numaralı Tekâlifi Milliye Emri, Milli Vergiler Komisyonu’nun mevcut buğday, un,

bulgur, arpa, saman, fasulye, nohut, mercimek, pirinç, yağ, zeytinyağı, sabun, çay, şeker, tuz,

gaz ve mum stoklarının %40’na el koymasını gerekli kılıyordu. Komisyonlar el koydukları

68

ATATÜRK, Tamim, Telgraf ve Beyannameler, a.g.e., s 414, 415

69ATATÜRK, Tamim, Telgraf ve Beyannameler, a.g.e., s 415, 416

70ATATÜRK, Tamim, Telgraf ve Beyannameler, a.g.e., s 417, 418. NOT: Bu ve diğer Tekalifi

Milliye Emirlerinde, sözü edilen makbuzların bedelleri, hak sahiplerine 1929’yılına kadar ödendi.

Page 35: SAKARYA ÖNCESİ BAKOMUTAN DÜÜNÜYORDU · cepheye mermi ve yiyecek taıyor, destan yazıyordular5. Ama bazı askerler kaçıyordular. Bakomutan Mustafa Kemal düünüyordu. Daha

35

mallar karşılığında, takdir edilecek fiyat üzerinden sahiplerine makbuz verecekti. Mal

bedelleri savaştan sonra hak sahiplerine ödenecekti. El konulan buğdaylar, bir bedel

ödenmeksizin değirmenlerde ve fabrikalarda una çevrilecekti71

.

5 Numaralı Tekâlifi Milliye Emri, Ordu ihtiyacı için el konulan taşıt araçları dışında

kalan taşıt araçları sahiplerine, elindeki taşıt araçlarıyla, ayda bir defa olmak üzere, yüz

kilometrelik bir uzaklığa kadar, parasız askerî nakliyat yapmaları yükümlülüğü getiriyordu.

Her Milli Vergiler Komisyonu, bölgesindeki bu tür yükümlülerin adlarını ve araçlarının

türlerini ilgili makamlara liste halinde bildirecek; 2, 3 ve 4 numaralı emirler gereğince el

koydukları malları askeri depolara ve cephelere bu mükelleflere taşıtacaktı72

.

6 Numaralı Tekâlifi Milliye Emri, 2, 3 ve 4 numaralı Milli Vergiler Emirlerinde

anılan, sahipsiz, terk edilmiş mallara Komisyonlarca el konulmasını; miktarının ve tutarının

tutanakla belirlenerek depolara alınmasını, tutanakların mal sandığına (günümüzdeki Mal

Müdürlüğüne) verilmesini öngörüyordu73

.

7 Numaralı Tekâlifi Milliye Emri, herkes elindeki silah, cephane ve harp malzemesini,

bedelsiz olarak, makbuz karşılığında Milli Vergiler Komisyonu’na teslim edecekti. Savaştan

sonra bu silahlar hatıra olmak üzere sahiplerine geri verilecektiler. Kişilerin teslim etmekle

yükümlü oldukları silahların türü, emrin 3. Maddesinde ayrıntılı biçimde belirtilmişti74

.

8 Numaralı Tekâlifi Milliye Emri, Komisyonlara benzin, vakum, gres, don, saatçi ve

balık yağlarının; vazelin, otomobil ve kamyon lastiği, buji, tutkal, telefon cihazı, kablo,

çıplak tel, pil, sülfürik asit ve benzeri malların %40’na makbuz karşılığında el koyma görev

ve yetkisi veriyordu. Bunlardan ithal edilenlerin %10’una makbuz karşılığında el konulacak,

bedelinin %20’si gümrük vergisinden düşülecekti75

. Makbuz bedelleri savaştan sonra

ödenecekti.

9 Numaralı Tekâlifi Milliye Emri ile Tekâlifi Milliye Komisyonlarından,

bölgelerindeki demirci, dökümcü, tesviyeci, saraç, arabacı esnaflarıyla imalathanelerinin

sayısını, bunların kapasitelerini; gerek bunların gerekse buralarda çalışan kılıç, kasatura,

71

ATATÜRK, Tamim, Telgraf ve Beyannameler, a.g.e., s 418

72ATATÜRK, Tamim, Telgraf ve Beyannameler, a.g.e., s 419

73ATATÜRK, Tamim, Telgraf ve Beyannameler, a.g.e., s 420

74ATATÜRK, Tamim, Telgraf ve Beyannameler, a.g.e., s 421, 422

75ATATÜRK, Tamim, Telgraf ve Beyannameler, a.g.e., s 422

Page 36: SAKARYA ÖNCESİ BAKOMUTAN DÜÜNÜYORDU · cepheye mermi ve yiyecek taıyor, destan yazıyordular5. Ama bazı askerler kaçıyordular. Bakomutan Mustafa Kemal düünüyordu. Daha

36

mızrak ve eyer yapabilecek ustaların adlarını Milli Müdafaa Vekâletine bildirmeleri

isteniyordu76

.

10 Numaralı Tekâlifi Milliye Emri ile komisyonlardan, Ordunun ihtiyacı için, 10 Eylül

1921 gününe kadar, bölgelerindeki dört tekerli yaylı arabaların, dört tekerli at, öküz ve kağnı

arabalarının; binek ve top çekim hayvanlarının, katır ve yük hayvanlarının, deve ve eşeklerin

en sağlam %20’sine el koymaları isteniyordu. Arabalara ve kağnılara binek hayvanları ve

teçhizatıyla birlikte el konulacaktı. El konulanların belirlenen bedelleri, o yer belediyelerince

ve ihtiyar heyetlerince, servetleri oranında halka salınacak ve tasfiye olunacaktı77

.

Tekâlifi Milliye Emirlerinin her biri, görevini yerine getirmeyenlerin, ihmal ve

suiistimal edenlerin, emirlere uygun davranmayanların Hıyaneti Vataniye Kanunu

hükümlerine göre İstiklal Mahkemelerinde yargılanacakları hükümlerini taşıyordu. Tekâlifi

Milliye Emirleri, Anadolu’nun işgal altında olmayan her yerinde uygulandı. Bu konudaki

olanaklar sınırlı olsa da, eldeki imkân dâhilinde, emirler basın yoluyla halka duyuruldular.

Uygulamada bir zorlukla karşılaşılmadı. Halk seve seve yükümlülüklerini yerine getirdi.

Başkomutan 12 Ağustos gününe kadar Ankara’da Ordunun beslenmesi, giydirilmesi,

donatılması, gücünün artırılması ile ilgili önlemleri almakla uğraştı. Bu arada karargâhını ve

ofisinikurdu. Milli Müdafaa Vekâleti kadrosuyla Genel Kurmay Başkanlığının kadroları

Başkomutanlık Karargâhını oluşturuyordu. Ofis iki Bakanlığın çalışmalarını koordine etmek

ve öteki bakanlıklara ait olup Başkomutanlıkça çözülmesi gereken işleri yürütmekle görevli

idi. Başkomutan, Ankara’daki işleri tamamladıktan sonra 12 Ağustos 1921 günü Genel

Kurmay Başkanı Fevzi Paşa ile birlikte Polatlı’ya, cepheye gittiler. 18 Ağustos günü de,

nicedir Ordunun ön saflarında çalışmak isteyen Halide Edip (Adıvar) Hanım’a Garp Cephesi

Karargâhında görev veriyordu78

.

Tekâlifi Milliye Emirleri üzerine askeri depolara giren yiyecek ve giyecekler

Milli Mücadele, yoksul Anadolu halkının, bir amaç uğrunda birleşmesini sağlayan bir

etken olmuştu. Düşmanla yokluklar içinde savaşan Ordu’nun giydirilmesi, kuşandırılması,

yiyeceğinin sağlanması Anadolu halkını aynı dava etrafında tutan bağ işlevi yapıyordu.

76

ATATÜRK, Tamim, Telgraf ve Beyannameler, a.g.e., s 423 77

ATATÜRK, Tamim, Telgraf ve Beyannameler, a.g.e., s 424

78

ATATÜRK, NUTUK, a.g.e. s 418; ATATÜRK, Tamim, Telgraf ve Beyannameler, a.g.e. s 426

Page 37: SAKARYA ÖNCESİ BAKOMUTAN DÜÜNÜYORDU · cepheye mermi ve yiyecek taıyor, destan yazıyordular5. Ama bazı askerler kaçıyordular. Bakomutan Mustafa Kemal düünüyordu. Daha

37

Başkomutan 2 numaralı emriyle bağış isteyince, kızlar kadınlar ellerine iğne, iplik ve makas

almış; önlerine patiskaları ve bezleri sermiş, erkek bedenine göre bir taraftan biçiyor, bir

taraftan dikiyordular. Bazı yerlerde kadınlar kızlar bir evde toplanıyor, türküler söyleyerek

dikiş ve örgü yapıyordular. Dikiş makinesi bulunan, hatta bilinen bir nesne değildi. Hele

trikotajın adı hiç duyulmamıştı. Her giysi elde dikilirdi. Kadınlar, kızlar çok yetenekliydiler.

Her kadın, her kız dikiş ve örgü bilirdi. Gençler dikiş dikerken, yaşlılar ellerinde miller,

önlerinde yün yumakları çorap örüyordular. Kimi yaşlılar, kirmenle ya da çıkrıkla yün

eğiriyordular. Kadınlar, kızlar Başkomutanın verdiği mühletten de önce donları, gömlekleri,

mintanları komisyona teslim etmek için gündüzlerine gecelerini eklemiştiler. Bununla da

yetinmemiştiler. Çeyiz sandıklarını açmış, işe yarar ne varsa onları da Tekâlifi Milliye

Komisyonuna vermiştiler. Evdeki, sandıktaki kumaşlar yeterli olmadığında çarşıdan satın

almıştılar. Yalnız bir sıkıntıları vardı, mintan kumaşı bulmak mümkün olmuyordu. Mintan

gömleğin üstüne giyilirdi. Bazı askerler mintan giyemeyecektiler. Becerikli yaşlı erkekler de

boş durmamıştılar. Onlar da önlerine gönleri sermiş, bir gönden olabildiğince çok çarık

çıkarmaya çalışmıştılar.

Ağustos ve Eylül Anadolu’da harman ve hasat zamanıydı. Kadınlar, kızlar, erkekler

hazırlayacakları giysilere Ordunun ne kadar çok ihtiyaç duyduğunu biliyordular. Yaralı gelen

çıplak ayaklı erlerin üzerindeki lime lime elbiseleri görmüştüler. Aileler iki bölüme ayrılmış

gibiydi. Bir bölümü hasat ve harman yaparken, öbür bölüm biçiyor, dikiyor ve örüyordu.

Başkomutanlığın 2 sayılı emri üzerine, Sakarya’nın doğusunda, Torosların kuzeyinde

kalan Anadolu’dan Ordu depolarına 426.609 don, 452.672 gömlek, 60.606 mintan, 363.285

çift çorap, 334.934 çift çarık girmişti79

. Komisyonların takdir ettiği birim fiyata göre depoya

giren giysiler 9.894.682lira değerindeydi. Bu değerde kadınların, genç kızların göz nurları,

alın terleri vardı. Göz nurlarına, alın terlerine evdeki, sandıktaki kumaşlar, bezler, çeyizler de

eklenmiştiler. Giysiler sayısal olarak askeri bir süre açıkta bırakmayacak, Sakarya’dan

sonrada askeri örtecek düzeydeydi. Bir kısmı Sakarya savaşından önce gelmiş ve

kahramanların savaşa yeni çamaşır, çarık ve çorapla gitmelerini sağlamıştı.

79

Genel Kurmay Başkanlığı, Türk İstiklal Harbi, İdari Faaliyetler, a.g.e. s 367, 368. Murat

Günal Ataman, Kurtuluş Savaşında Levazım İkmal Faaliyetleri, Hacettepe Üniversitesi, Atatürk

İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara 2007 (Yüksek Lisans Tezi) s 112. (NOT: Komisyonlarca

belirlenen fiyatlara göre birim don 75, gömlek 75, mintan 110, yün çorap 31, çarık 45 kuruştur.)

Page 38: SAKARYA ÖNCESİ BAKOMUTAN DÜÜNÜYORDU · cepheye mermi ve yiyecek taıyor, destan yazıyordular5. Ama bazı askerler kaçıyordular. Bakomutan Mustafa Kemal düünüyordu. Daha

38

3 Numaralı Tekâlifi Milliye Emri üzerinekomisyonların %40’na el koydukları ticari

mallardan, Ordu depolarına giren malların miktarı aşağıdaki çizelgedeki gibiydi80

:

3 NOLU TEKÂLİFİ MİLLİYE EMRİ UYARINCA EL KONULUP DEPOLARA YOLLANANLAR

Türü Ölçek Miktar Fiyat TL Türü Ölçek Miktar

Fiyat TL

Elbiselik Kumaş Metre 188.150 2,20 Ekmek sacı Adet 1.123 3,00

Çamaşırlık basma Metre 1.285.706 0,35 Yular Adet 19.090 0,30 Kösele Kilo 35.699 2,20 Gebre Adet 1.834 0,15

Gön Kilo 26.520 0,95 Kaşağı Adet 311 0,15 Vaketa Kilo 6.541 2,50 Belleme Adet 995 1,2 Meşin Kilo 6.060 1,20 Kolan Adet 975 0,27

Taban astarı Kilo 3.775 2,15 Yem torbası Adet 1.862 0,65

Kundura Çift 2.373 3,00 Hayvan çulu Adet 660 3,50 Yemeni Çift 9.940 1,60 Semer Adet 160 5,20 Pamuk Kilo 14.631 1,40 Çeşitli nal Kilo 13.032 1,00 Yün Kilo 119.329 0,20 Çeşitli nal Adet 27.251 0,25 Tiftik Kilo 280.410 0,20 Çeşitli mıh Kilo 2.055 0,90 Çuval Adet 138.891 0,35 Çeşitli mıh Adet 262.012 0,01

Karavana bakraç Adet 5.194 1,80 Kundura Çivisi Kilo 1.132 0,42

Urgan Adet 9.356 0,60 Ağaç kun. çivisi Kilo 3.985 0,35

Urgan Adet 9.891 0,75 Kunduracı ipliği Kilo 420 2,20

Su kovası Adet 1.950 2,00

Ordu depolarına giren kumaşlarla yaklaşık 70.000 takım elbise, 250.000 takım (don,

gömlek, mintan) dikilebilirdi. 100.000 askere ayakkabı ve çarık yapılabilir, Orduda mevcut

hayvanlardonatılabilirdi. Birlik mutfaklarında eskisine oranla daha kolay ve daha çok yemek

pişirilebilirdi. Belki bazıları istenilen ölçüde değildi. Ama Anadolu’nun imkânı bu kadardı.

El konulan ve Ordu depolarına ulaştırılan ticari mallar 1.240.082 Lira değerindeydi81

.

Ticarethanelerde bulunan bu tür malların toplam değeri 3,1 milyon lira dolaylarındaydı. Bu

veriler, Anadolu’nun işgal edilmemiş bölgelerindeki ticari mal stokunun ve sermayenin

küçüklüğünü de belirliyordu. Bu cılız sermayenin büyük bir bölümü Ermenilerle Protestan

yurttaşların ellerindeydi. Milli Vergilerle %40’ına el konularak cılız olan sermaye daha da

küçültülüyordu. Ama kurtuluş için başka yol yoktu. Başkomutan, savaştan sonra Anadolu

sermayesinin toparlanmasını amaçlamaktaydı. Bu nedenle hak sahiplerine el konulan malın

80

Murat Günal Ataman, a.g.e s 112, 113

81Cumhuriyet, sözü edilen makbuz bedellerini hak sahiplerine 1925 ila 1929 yıllarında ödemiştir.

Page 39: SAKARYA ÖNCESİ BAKOMUTAN DÜÜNÜYORDU · cepheye mermi ve yiyecek taıyor, destan yazıyordular5. Ama bazı askerler kaçıyordular. Bakomutan Mustafa Kemal düünüyordu. Daha

39

bedelini, miktarını içeren makbuz veriliyordu. Makbuz bedelleri savaştan sonra ödenecekti.

Özgür Anadolu sermayesindeki düşüklük stoklara da yansımıştı. Örneğin: Ülkedeki tüm

elbiselik kumaş stoku 470.000 metreydi, 170.000 kişiye elbise yapılmasına ancak yeterliydi.

Örneğin Anadolu’nun aydınlanmada yaygın olarak kullandığı gaz yağı stokunun el atamadan

önce 650 ton olduğu, el koymadan sonra 389 tona indiği anlaşılıyordu. Keza, el koymadan

öce şeker stoku 560 tondu, el koymadan sonra 336 tona inmişti. Kalan stoktan kişi başına 56

gram şeker düşüyordu. Yeniden ithalat yapılamayacağı için, yurttaş 56 gram şekerle bir iki

sene idare edecekti. Yine bu veriler yün ve tiftik gibi hayvan ürünleri fiyatlarının, köylü

gelirinin ne kadar budandığını sergiliyordu. Pamuk kilo fiyatı 140 kuruştu. Buna karşın yün

ve tiftik kilo fiyatları 20 kuruştu. Çünkü Türkiye, tiftik ve yapak ihraç ediyordu.

2 ve 3 Numaralı Tekâlifi Milliye Emirlerinin sonuçları birlikte ele alındığında, emirleri

hazırlarken Başkomutanın halkı ve Anadolu’yu çok iyi tanıdığı anlaşılıyordu. Başkomutan

tüccarın elinde Orduya yetecek kadar mal bulunmadığını biliyordu. Tüccarın elindeki malın

%40’ı Türk Ordusu’nu çıplak bırakırdı. Bunu bilerek önce 2 sayılı emirle halka başvurmuştu.

Halktan Ordusuna don, gömlek, mintan, çorap ve çarık bağışlamasını istemişti. Halk

evdekive sandıktakileri değerlendirerek Başkomutanın isteğini yerine getirmişti. Ordunun

ihtiyacını gidermek amacıyla çarşı, ev ve sandık bütünleşmiş, ortaya olumlu bir sonuç

çıkmıştı.

4 Numaralı Tekâlifi Milliye Emriyle komisyonların el koydukları buğday, un, bulgur,

arpa, saman, fasulye, nohut, mercimek, pirinç, yağ, zeytinyağı, sabun, çay, şeker ve tuz gibi

besinlerlegaz ve mum yüz bin askere ve otuz bin hayvana bir ay süreyle yetecek düzeydeydi.

Ancak el koyma tarihinde henüz harman ve hasat mevsimi sürüyordu. Bazı bölgelerde yeni

ürün alınmamıştı. Anadolu’nun besleme olanakları daha fazla olabilirdi. Yeni yıl ürünleri

Ordu’nun gelecekteki ihtiyaçlarını karşılayabilecek düzeydeydiler. Başkomutan, el konulan

bu tür malların bedellerinin de savaştan sonra ödeneceklerini duyurmuştu.

4 Numaralı Tekâlifi Milliye Emri üzerine Ordu depolarına giren nesnelerden bazılarının

miktarı aşağıdaki çizelgedeki gibiydi82

ve değerleri 3.860.883 Liraya ulaşıyordu.

TON OLARAK 4 SAYILI EMİRLE ORDU DEPOLARINA GİREN BAZI YİYECEK VE YEMLER

82

Mehmet Kayıran, “Tekâlif-i Milliye Emirleri ve Uygulanışı”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi,

s. 656-657. Genel Kurmay BaşkanlığıTürk İstiklal Harbi, İdari Faaliyetler, a.g.e. s 366, 367

Page 40: SAKARYA ÖNCESİ BAKOMUTAN DÜÜNÜYORDU · cepheye mermi ve yiyecek taıyor, destan yazıyordular5. Ama bazı askerler kaçıyordular. Bakomutan Mustafa Kemal düünüyordu. Daha

40

Fiyatı Miktarı Fiyatı Miktarı Ürün Türü Kg/Kuruş Ton Ürün Türü Kg/Kuruş Ton

Un 10,50 1.890,6 Şeker 62,00 224,0 Buğday 7,00 16.703,7 Zeytinyağı 82,50 140,6 Bulgur 9,50 1.274,6 Gazyağı 39,50 261,0 Arpa 4,75 14.074,6 Sabun 66,00 180,5 Mercimek 12,00 87,4 Kasaplık hayvan 30,00 3.905,1 Patates 7,50 591,5

Öteden beri Ordu’nun taşıma işleri çoklukla kağnılarla Türk kadınları ve çocukları

tarafından yapılmaktaydı. 5 Numaralı Milli Vergiler Emriyle, Ordu’ya ait eşyaların

taşınması,el konulmamış taşıt sahiplerine yönelik genel bir yükümlülük konumuna

sokulmuştu. El konulmamış araba ve kağnı sahipleri yükümlülüklerini yerine getirdiler. Ama

genç erkekler askere ve hizmete alındıklarından, yükümlü taşıtları yine kadınlar, çocuklar ve

yaşlı erkekler kullanıyordular. Bununla birlikte aylık 100 kilometrelik taşıma yükümlülüğü

ve bağışlarla el konulan malların askeri depolara taşınması zorunu, Anadolu’nun ıssız keçi

yollarına hareketlilik ve yeni bir renk kazandırmıştı. Kağnı senfonilerine ve konçertolarına

çıngırak sesleri katılıyordu. Araba ve kağnı kollarına, çeki hayvanları konvoyları

ekleniyordu.

10 Numaralı Emrin uygulanmasıyla Ordu nakliye kollarına 2.362 öküz arabası, 14.738

kağnı ve 406 muhtelif türde araba katılmıştı. Ordu hizmetine yeni giren hayvanlar 1.260

binek ve 812 koşum hayvanı, 3.975 katır, 3.834 öküz ve manda, 2.334 deveden ibarettiler.

Arabalar, kağnılar için imzalanan makbuzlar 3.324.596 liraya ulaşmış bulunuyordu83

.

9 Numaralı Emir’e gelen yanıtlardan 1921 yılı Anadolu’sunda 3.272 demirci, dökümcü,

tesviyeci; 2.067 marangoz ve ağaç işleyicisi olduğu anlaşılmıştı. İşletmelerde 2-3 usta ve

çırak çalışmaktaydı. Ortalama olarak her kaza ve vilayette 10 kadar demirci, 6-7 marangoz

dükkânı bulunuyordu84

. Komisyonlar Milli Müdafaa Vekâletine bölgelerinde kılıç, kasatura,

mızrak ve eyer yapabilecek ustaların adlarını bildirmiştiler. Bu kişilerle Milli Müdafaa

Vekâleti atölyeleri takviye edilecek, zamanla askerin ihtiyacı karşılanacak, savaş gücü

artırılacaktı.

83

Genel Kurmay BaşkanlığıTürk İstiklal Harbi, Batı Cephesi, C. II, Kısım V, Kitap 1, s. 79.

84 Tevfik Çavdar, a.g.e. s 64; Hayri Sevimay a.g.e, s 156

Page 41: SAKARYA ÖNCESİ BAKOMUTAN DÜÜNÜYORDU · cepheye mermi ve yiyecek taıyor, destan yazıyordular5. Ama bazı askerler kaçıyordular. Bakomutan Mustafa Kemal düünüyordu. Daha

41

Komisyonlar çok hızlı çalışmış, kısa zamanda elde büyük stoklar oluşmuştu. Milli

Vergiler Emirleri ile kurulan iletişim ve ulaşım sistemi sayesinde stoklar önce Milli Müdafaa

Vekâletinin bildirdiği birliklere, kalanlar da sonra Ankara’daki depolara gönderildiler. Bu

dönemde Başkomutanın beklentisi doğrultusunda, İstanbul’daki gizli örgütler de İstanbul ve

dolaylarındaki İmalat-ı Harbiye depolarından epey bir malzeme kaçırmayı başarmıştılar.

GİZLİ ÖRGÜTLERİN SAKARYA SAVAŞI SIRASINDA İSTANBUL'DAN

ANKARA’YA GÖNDERDİKLERİ

Ürün türü Adet Ürün türü Adet

Süngü 10.000

Peksimet torbası 8.000 Palaska 20.190

Matara 16.470

Kütüklük 10.000

Bel kemeri 3.000 Tüfek kayışı 6.300

Dikiş makinesi 65

Sırt Çantası 10.030

Ceket 1.000 Ekmek torbası 10.000

Ekmek Torbası 24 Balya

Kaynak:Murat Günal Ataman, a.g.e. S 123

Orduda bu malzemeler açısından büyük noksanlık vardı. Ankara ihtiyaçlarını İstanbul

temsilcine bildiriyor, örgütler buna göre baskın - ziyaret gerçekleştiriyordular. Askerin

önemli bir bölümünün süngüsü, palaskası, matarası, bel ve tüfek kayışı, sırt çantası, ekmek

ve peksimet torbası yoktu. Gelen teçhizat açığın ancak bir bölümünü kapayabilirdi. Ama bu

yoklukta gelenler büyük bir değer taşıyordular. Dikiş makineleri önemli bir ihtiyacı

karşılamıştı.

Türk askeri,Sakarya’dayiyecek ve giyecek durumu, donanımı öncesine göre daha

iyileştirilmiş olarak savaşa giriyordu.

KAYNAKLAR

*ATATÜRK, NUTUK (1919-1927), Atatürk Araştırma Merkezi, Bugünkü Dilde Yayına

Hazırlayan Prof. Dr. Zeynep Korkmaz) 1991 Ankara

*ATATÜRK, Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, Atatürk Araştırma Merkezi 1993

*Afet İnan, Türk-Osmanlı Tarihinin Karakteristik Noktalarına Bir Bakış, 1937, *Ali Fuat Cebesoy,

Milli Mücadele Hatıraları, Temel yayınları İstanbul 2010, s 103, 104;

Page 42: SAKARYA ÖNCESİ BAKOMUTAN DÜÜNÜYORDU · cepheye mermi ve yiyecek taıyor, destan yazıyordular5. Ama bazı askerler kaçıyordular. Bakomutan Mustafa Kemal düünüyordu. Daha

42

*Asım Gündüz (E.Orgeneral), Hatıralarım, Bölüm: Ölüm Kalım Savaşı Sakarya, Kervan

Kitapçılık, İstanbul 1973

*Cahit Baltacı, Prof. Dr., XV ve XVI. Yüzyıllarda Osmanlı Medreseleri, İlahiyat Fakültesi

Yayınları, İstanbul 2005, C 2,

*Cemal Kutay, Şehit Sadrazam Talat Paşa’nın Gurbet Hatıraları, Kültür Matbaası, 1983 İstanbul

*Cevdet Paşa,Tezakir, Yayınlayan Prof. Cavit Baysun, T. Tarih Kurumu, 199,

*Devlet İstatistik Umum Müdürlüğü, 1923 – 1928 Yıllıklar

*Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni, Bilgi Yayınevi, Ankara 1969

*Enver Ziya Karal, (Ord. Prof. Dr.)Türk. Tarih Kurumu, Cilt VI, VII, Cilt IX

*Ergün Aybars, (Prof. Dr. )Türkiye Cumhuriyeti Tarihi 1, Ege Üniversitesi Basımevi, İzmir 1986

*Evliya Çelebi, Seyahatname C 2, 3, 4, 5, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul 2011,

*Fahri Yetim, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi,

*Genel Kurmay BaşkanlığıTürk İstiklal Harbi, Batı Cephesi, C. II, Kısım V, Kitap 1,

*Genel Kurmay Başkanlığı, Türk İstiklal Harbi, Cilt VII İdari Faaliyetler (15 Mayıs 1919-2 Kasım

1923) Ankara 1971

*Gündüz Ökçün,(Prof. Dr.),1329-1331 Sanayi Sayımı, Hil Yayınevi, Ankara 1984 (1913-1915

Sanayi Sayımı)

* Halil İnalcık (Prof. Dr.), Devleti Aliye, Klasik Dönem (1302-1606), T. İş Bankası Kültür

Yayınları, 37. Baskı, İstanbul 2009,

*Hayri R Sevimay, Cumhuriyete Girerken Ekonomi - Osmanlı Son Dönem Ekonomisi, Kazancı

Kitap A.Ş. İstanbul, 1995

*Hikmet Bayur, (Ord. Prof.),Türk Devletinin Dış Siyasası, T.Tarih Kurumu, 2. Baskı, Ankara,

*Hikmet Bayur,(Ord. Prof.),XX. Yüzyılda Türklüğün Tarih ve Acun Siyasası Üzerine Etkileri,

Türk Tarih Kurumu, 1984 Ankara,

*Hüsamettin Ertürk (Yazar, Semih Nafiz Tansu) İki Devrin Perde Arkası, Sebil Yayınevi 1996,

*İsmail Hakkı Uzunçarşılı(Ord. Prof. Dr.)Osmanlı Tarihi,T. Tarih Kurumu 1993, C 4, Bölüm 1

*İsmail Hakkı İzmirli, İslâm’da Felsefe Akımları, İkinci Baskı, Kitabevi 1997, İstanbul.

*İsmet İnönü, Hatıralar, Bilgi Yayınevi, Ankara 2006, 2. Baskı

*İstatistik Genel Müdürlüğü1912-1913 Ziraat İstatistikleri,

*İstatistik Genel Müdürlüğü 1913-1914 Sanayi İstatistikleri,

*İzzettin Çalışlar’ın (Orgeneral) Anılarıyla Gün Gün, Saat Saat İstiklal Harbinde Batı Cephesi,

Hazırlayan İzzeddin Çalışlar, T. İş Bankası Kültür Yayınları 2009,

*Kazım Karabekir, İstiklal Harbimiz, Türkiye Yayınevi İstanbul 1969

*Kazım Özalp (E. Orgeneral), Milli Mücadele, T. Tarih Kurumu, Ankara 1998, C 1 s 179, 180.

*Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne kadar Atatürk’le Beraber, Tarih Kurumu 1988, C 1

Page 43: SAKARYA ÖNCESİ BAKOMUTAN DÜÜNÜYORDU · cepheye mermi ve yiyecek taıyor, destan yazıyordular5. Ama bazı askerler kaçıyordular. Bakomutan Mustafa Kemal düünüyordu. Daha

43

*Mehmet Kayıran, “Tekâlif-i Milliye Emirleri ve Uygulanışı”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi,

Cilt V, Sayı 15, Ankara 1989

*Murat Günal Ataman, Kurtuluş Savaşında Levazım İkmal Faaliyetleri, Hacettepe Üniversitesi

Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2007,

*Nazım Berksan, Yol Davamız, Dün, Bugün, Yarın, Akın Matbaası 1961, Ankara,

*Nilüfer Erdem,Yunan Tarihçiliğinin Gözüyle Anadolu Harekâtı, 1919 – 1922, Derlem Yayınları,

2. Baskı, İstanbul 2012

*Nuray Özdemir, Milli Mücadelede Kadın Desteği, Bolu Müdafaa-i Vatan Gazi Kadınlar

Cemiyeti,Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Cilt: 2011-2 Sayı: 23,

*Reşat Ekrem, Osmanlı Muahedeleri ve Kapitülasyonlar, Muallim Ahmet Halit Kitaphanesi,

İstanbul 1934

*Rıfat Önsoy, (Prof. Dr.) Tanzimat Dönemi Osmanlı Sanayi ve Sanayileşme Politikası, T. İş

Bankası K.Y. 1988

*Sabahattin Selek, Anadolu ihtilali, Cem Yayınevi İstanbul 1973, s 173

*Sakarya, Savaşanlar Anlatıyor, Hazırlayan Sabahattin Selek, Örgün Yayınevi İstanbul 2012

*Şevket Süreyya Aydemir, Cihan İktisadiyatında Türkiye, 193, s 9, 13.

*T.B. M.M. GİZLİ CELSE ZABITLARI,

*T.B.M.M.ZABIT CERİDESİ,

*Tevfik Çavdar, Milli Mücadele Başlarken Sayılarla Manzara-i Umumiye, Milliyet Yayınları,

İstanbul 1977

*Vedat Eldem, Osmanlı İmparatorluğunun İktisadi Şartları hakkında Bir Tetkik, Türkiye İş Bankası

Kültür Yayınları, Ankara 1970

*YerasimosStefanos Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye, Çeviri Babür Kuzucu, Gözlem Yayınları, 3.

Baskı

*Yusuf Kemal Tengirşek, Tanzimat 1, Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara 1940

*Yücel Yaşar (Prof. Dr. ) –Ali Sevim(Prof. Dr. )Türkiye Tarihi, Tarih Kurumu Ankara 1992 C2

*Ziraat Bakanlığı,Türk Ziraat Tarihine Bir Bakış, Ankara 1938,