32
BU SAYIDA: NÂZIM, Oğuz ARAL Oktay RİFAT Orhan Kemal Orhan Veli Orhon Murat ARIBURNU Osman Yavuz İNAL Ozan Mizanî (Taner Karataş) Özdemir Asaf Paul Celan Philip Larkin POLAT AYDIN Resul HAMZATOV Roberto Juarroz Sabahattin Ali Sait Faik Abasıyanık Salâh BİRSEL Seval ESASLI Sevdakâr ÇELİK Songül DÜNDAR Sunay AKIN Şeref TAŞLIOVA Timmory Ümit Yaşar OĞUZCAN Vahit AKÇA Yusuf HAYALOĞLU Sayı 4 Mart Nisan 2013 A.KADİR Abbas SAYAR Albert CAMUS Âşık Daimi Âşık İlhami DEMİR Âşık Şenlik Âşık VEYSEL Aylin SAMAT Aziz NESİN Bernard SHAW Burhan GÖRKEN Can YÜCEL Cemal SÜREYA Edip CANSEVER Ekber POLATOĞLU Erdal İNÖNÜ Erdoğan TOKMAKÇIOĞLU Fazıl Hüsnü DAĞLARCA Ferda BALKAYA ÇETİN Friedrich Nietzsche GEVHERİ Görkem ERCAN H.Hüseyin KORKMAZGİL HAYYAM KARACAOĞLAN KAYGUSUZ ABDAL Lale MÜLDÜR Langston HUGHES Melih Cevdet ANDAY MONTAIGNE 32 sayfa kültür sanat...edebiyat ... ve hayata dair dergi İKİ ayda bir çıkar ücretsiz e-dergi şiir

Salkimsogut _04

Embed Size (px)

DESCRIPTION

e-dergi Türkiye

Citation preview

Page 1: Salkimsogut _04

• BU SAYIDA: NÂZIM, Oğuz ARALOktay RİFAT Orhan KemalOrhan VeliOrhon Murat ARIBURNUOsman Yavuz İNALOzan Mizanî (Taner

Karataş)Özdemir AsafPaul CelanPhilip LarkinPOLAT AYDINResul HAMZATOV

Roberto JuarrozSabahattin AliSait Faik AbasıyanıkSalâh BİRSELSeval ESASLISevdakâr ÇELİK Songül DÜNDARSunay AKINŞeref TAŞLIOVATimmoryÜmit Yaşar OĞUZCANVahit AKÇAYusuf HAYALOĞLU

Sayı 4

MartNisan2013

A.KADİRAbbas SAYARAlbert CAMUSÂşık DaimiÂşık İlhami DEMİRÂşık ŞenlikÂşık VEYSELAylin SAMATAziz NESİNBernard SHAWBurhan GÖRKENCan YÜCELCemal SÜREYAEdip CANSEVEREkber POLATOĞLUErdal İNÖNÜ

Erdoğan TOKMAKÇIOĞLUFazıl Hüsnü DAĞLARCAFerda BALKAYA ÇETİNFriedrich NietzscheGEVHERİGörkem ERCANH.Hüseyin KORKMAZGİLHAYYAMKARACAOĞLANKAYGUSUZ ABDALLale MÜLDÜRLangston HUGHESMelih Cevdet ANDAYMONTAIGNE

32sayfa

kültür sanat...edebiyat ... ve hayata dair dergi

İKİ ayda bir çıkarücretsize-dergi

şiir

Page 2: Salkimsogut _04

*

Merhaba Sevgili Dostlar.!.

Gittikçe çoğalan ilgi ve katkınızla SALKIMSÖĞÜT’ün 4. sayısına ulaştık.Bilinen odur ki / yazılarınızla, çizgilerinizle, seçkilerinizle renk ve değer katmış oldunuz dergimize. Birlikte kotarılan bu çalışmada emeği geçen siz değerli dostlarımıza, bir kez daha teşekkür ediyoruz.*İlk şiirlerini, ilk yazılarını SALKIMSÖĞÜT aracılığıyla okuyucusuna ulaştıran ve bunu “yaşamlarının önemli bir dönüm noktasına adım atmak” biçiminde değerlendiren arkadaşlarımız oldu. Böylesi bir gerçek, bizim için anlamlı ve mutluluk vericidir. Geniş kesimlere sesini duyuramayan yetenekli insanların, güven verici yöntemlerle yüreklendirilmesi; çekingenliklerini yenip, sanat alanında varlık göstermesi; -kişisel olduğu kadar-toplumsal hayat kalitesinin de yükselmesi demektir. Ve kuşkusuz, sanata gönül ve emek verenlerin olumlu çabaları sonucunda; kendi paylarına da olumlu şeyler düşecektir. Salkımsöğüt çatısı altında buluşan sanatçı dostlardan, bu bağlamda, oldukça sevindirici geri dönüşler aldığımızı da –yeri gelmişken- belirtelim.*Sahiplendiğiniz için SALKIMSÖĞÜT’ü -daha iyiyi yaratmak adına- önerileriniz oldu. Ve çok sıklıkla karşımıza çıkan bir de arzunuz vardı: Dergimizi matbu olarak okuma arzusu... Böylesi bir düşünceyle yola çıkmayışımız, isteminizin ciddiye alınamayacağı anlamına gelmez elbette. Sözlerinizi önemsiyoruz ve her sözünüz gibi bu sözünüzü de aklımızın bir köşesinde tutacağız. * Eşsiz eserleriyle katkı sunan sanatçı dostlar kadar, okuyucularımız da sanatın önerdiği

bilinç ve yaşam sevinciyle tazelendiklerini hissettirdiler hep... Öyle ki / derginin her yeni sayısından sonra gönül okşayan sözleriniz ulaştı e-mailleriniz ve telefonlarınızla... umut vermekle kalmayıp, hem kendi umutlarınızı –ve hem de bizim umutlarımızı- tazelediniz ve çoğalttınız. Salkımsöğüt’ün sade ve iddiasız duruşuna karşın; sanatsal yaratıcılığı özendiren, herkese fırsat tanıyan bir özellik taşıdığını da işaret ettiniz sık sık. Sağ olun.!. Zaten bizim gönlümüz de, “Yeri geldiğinde limanına yanaştığınız edebiyat denizinde kendinizi iyi hissetmenizi arzu ediyordu” en çok. Bu kadar sade bir beklentiyi, Salkımsöğüt çatısı altında ve siz değerli dostlarla gerçekleştirmek; hem onurlandırıcı ve hem de sevindiricidir. *Gayretleriniz ve iyi niyetiniz, üstlendiğimiz sorumluluğu en iyi biçimde yerine getirmemiz gerektiğini de anımsatıcı bir işlev gördü hep. Yazıp çizdikleriniz bizim için çok çok değerliydi ve emek verip ortaya çıkardığınız eserlerinizi, dergi sayfalarına taşırken oldukça titizlendik. Bu özen ve saygıyı çoktan hak ediyordunuz çünkü. Dileriz _siz değerli dostlarımızın yüreğinde de bu tutumumuzun yankıları gerçekleşmiştir. *...şiirle ve mutlulukla kalın.!.

Şubat 2013

SALKIMSÖĞÜT *e-dergi* iki ayda bir çıkarMart-Nisan 2013 sayı:4

imtiyaz sahibi +yayın ,dizgi ve görsel tasarım: Sevdakâr ÇELİK

İletişim adresi: [email protected]

. •KAPAK FOTOĞRAFI: © GÖRKEM ERCAN

• Gönderilen eserlerin sorumluluğu, eser sahibine aittir. •.SALKIMSÖĞÜT Bağlantı Adresleri: • PDF-http://www.mediafire.com/?8v8wad6j2qab9•JPEG-http://salkimsogutsanatdergisi.blogspot.com

• NOT: dergimiz, dileyen okuyucularımıza e-mail ile de gönderilir.

2salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

©Se

vdak

âr Ç

ELİK

_Den

izcin

in G

öçü_

13.o

7.2o

o6

SALKIMSÖĞÜT, 4. sayısı ardından (Şubat-Mart 2013) –yaz sezonu nedeniyle- tatile girecektir. Değerli yazar çizer ve okuyucularımızın iyi ve verimli bir tatil geçirmelerini diliyoruz.

Page 3: Salkimsogut _04

İÇİNDEKİLER

BU SAYIDA :

A.KADİRAbbas SAYARAlbert CAMUSÂşık DaimiÂşık İlhami DEMİRÂşık ŞenlikÂşık VEYSELAylin SAMATAziz NESİNBernard SHAWBurhan GÖRKENCan YÜCELCemal SÜREYAEdip CANSEVEREkber POLATOĞLUErdal İNÖNÜErdoğan TOKMAKÇIOĞLUFazıl Hüsnü DAĞLARCAFerda BALKAYA ÇETİNFriedrich NietzscheGEVHERİGörkem ERCANH.Hüseyin KORKMAZGİLHAYYAMKARACAOĞLANKAYGUSUZ ABDALLale MÜLDÜRLangston HUGHESMelih Cevdet ANDAYMONTAIGNENÂZIM, Oğuz ARALOktay RİFAT Orhan KemalOrhan VeliOrhon Murat ARIBURNUOsman Yavuz İNALOzan Mizanî (Taner Karataş)Özdemir AsafPaul CelanPhilip LarkinPolat AYDINResul HAMZATOVRoberto JuarrozSabahattin AliSait Faik AbasıyanıkSalâh BİRSELSeval ESASLISevdakâr ÇELİK Songül DÜNDARSunay AKINŞeref TAŞLIOVATimmoryÜmit Yaşar OĞUZCANVahit AKÇAYusuf HAYALOĞLU

salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4) 3

Page 4: Salkimsogut _04

NÂZIM HİKMET’Esen“promethe’ nin çığlıklarınıkaba kıyım tütün gibi piposuna dolduran” adamsen benim mavi gözlü arkadaşımkabil değil unutmam seni26 Eylül 1943seni yapayalnız bırakıp hapishanede bir üçüncü mevki kompartmanda pupa yelkenkoşacağım memleketetrenbir güvercin gibi çırpınarak istasyona girecekgözü yaşlı bir genç kadınabeş senenin ardından kocasını getireceko dem - ki boş verip istasyon halkına-yanaklarından öperken sevgilimisen neşeli mavi gözlerinle bakacaksıniçinden banao dem - ki yürekten her şey atılacak-ekmek,

kin,hasret

fakat Nâzım Hikmetsen şu kadar kilometre uzakta kalmana rağmenaydınlık yüreğinin duvarına dayayıp sarı saçlı başınıbatan bir yaz güneşi hüznüyle ağlatacaksın

arkadaşınıgünler geçecek

ekmekderdi çökecek omuzlarıma.

fabrikamakineler

tezgahım...sana şeker kamışı, portakal yollayacağımkarım yün çorap örecekher hafta mektup yazacağız-askere almazlarsa eğer-unutabilir miyim seni?tahtakurusu ayıkladığımız hapishane gecelerinive radyoda şark cephesinden haber beklediğimizmüthiş insanların küfrünü-radyonun yanındaki duvara kurşun kalemle

abus insan yüzleri çizmiştin-unutabilir miyim seni hiç?hâlâ beton malta boylarında duyuyorumtakunyalarının sesini, unutabilir miyim seni ?dünyayı ve insanlarımızı sevmeyi senden öğrendimhikaye, şiir yazmayı ve erkekçe kavga etmeyi senden...

Bursa Cezaevi'nde

Nâzım, henüz

yazar olarakünlenmemiş Orhan Kemal

ile görüşmecisi İsmail Hakkı

Balamir'in arasında...

4salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

“KARIMA MEKTUP”Bursa / Hapishane

Bir tanem!Son mektubunda :"Başım sızlıyor

yüreğim sersem!"diyorsun.

"Seni asarlarsa seni kaybedersem;"

diyorsun;"yaşıyamam!"

Yaşarsın karıcığım,kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgârda;yaşarsın, kalbimin kızıl saçlı bacısıen fazla bir yıl sürer

yirminci asırlılarda ölüm acısı.

Ölümbir ipte sallanan bir ölü.Bu ölüme bir türlü

razı olmuyor gönlüm.Fakatemin ol ki sevgili;zavallı bir çingenenin

kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eligeçirecekse eğer

ipi boğazıma,mavi gözlerimde korkuyu görmek için

boşuna bakacaklarNâzıma!

Ben,alacakaranlığında son sabahımındostlarımı ve seni göreceğim,ve yalnızyarı kalmış bir şarkının acısını

toprağa götüreceğim...Karım benim!İyi yürekli,altın renkli,gözleri baldan tatlı arım benim;ne diye yazdım sana

istendiğini idamımın,daha dâva ilk adımındave bir şalgam gibi koparmıyorlar

kellesini adamın.Haydi bunlara boş ver.Bunlar uzak bir ihtimal.Paran varsa eğer

bana fanile bir don al,tuttu bacağımın siyatik ağrısı.Ve unutma kidaima iyi şeyler düşünmeli

bir mahpusun karısı.

ORHAN KEMAL

eser

: meh

met

akso

y

Page 5: Salkimsogut _04

EDEBALİ dediğin insanların hasıdırO, diyor ki; kin, garez yüreklerin pasıdırÖfke, benliğin yemi, lezzetli gıdasıdırHoratius’a göre, öfke bir deliliktir.

Öfke ile beslenen benliğin ömrü biterSemirdikçe iraden hemen yok olur giderİradesi zayıfın ruhu intihar ederBenliği öfkesizin iradesi çeliktir.

Posalaşmış bedeni taşımak ağır zilletKapalı ruh taşımak, bu ne büyük ihanetÖfke ile deliren kişi geçirir cinnetBu cinnetin ömrüyse yalnız bir geceliktir

Öfke ile beslenen zayıf iradeleriTanrım ıslah eylesin tekrar getirsin geriBu zillet, ihanetten ırak etsin Ekber’iRuhu oldukça açık, yalnız cebi deliktir.01.12.2012 / Ekber POLATOĞLU*

SEBEP OLUR DiyorlarBir iş incelerken verirsin emekGereksizdir onu çok irdelemekÇok aşırı hassasiyet göstermekAyrılığa sebep olur diyorlar...

Bir işi yaparken ortamı germeİnceden inceye mesaj göndermeNasihat et ama çok eleştirmeDüşmanlığa sebep olur diyorlar...

Bir karar verirken acele etmeDurup düşün, dinle, bırakıp gitmeSabırsızlığınla onu terletmeRezilliğe sebep olur diyorlar...

Hata yapıp yapıp özür dilemeDosta küsüp yeni dostlar peylemeDostunun sırrını ifşa eylemeAlçalmaya sebep olur diyorlar...

Cömertlik zekânın hidayetidirCimrilik gafletin alametidirTerk etmek müminin selametidir

Dinç kalmaya sebep olur diyorlar...

İmam Sadık namı diğer Cafer-iYukardaki sözler onun eseriSözleriyle rahatlattı Ekber’iZevk almaya sebep olur diyorlar...10.01.2013 / Ekber POLATOĞLU*

YENİ YILDA Neler İsterimYeni yıl, umuttur yeni demektirDüşler ağacına çıkmak, emektirAyrımcılık kalksın, yüce dilektirHukuksa iktidar olsun isterim.

Öncelikle huzur gelsin herkeseBarış kulak versin çağıran seseLiderler kalmasın nefes nefeseBirazcık sükûnet bulsun isterim.

Gerçek demokrasi görsün özeniOlmasın, fişlenen, insan üzeniAfişlenmediğin yeni düzeniŞiddete başvuran solsun isterim.

Engelli insana engel olmayanAvrupa’nın gerisinde kalmayanBir ülke düzeni saç-baş yolmayanÜlkemde yerini alsın isterim.

İntikama secde eden düşünceSavunmasız yargılanan düşünceKemiren kurt beynimize düşünceMetal böcek uzak kalsın isterim.

Ormanlar doğmamış çocuklarındırTetikteki hayvanları barındırŞiddetin her türlüsünden arındırSevgi, saygı hazla dolsun isterim.

Eziyorken kurduğumuz hayallerHayat cesarettir, kalkmanı beklerDüşünceden yargılanırsa EkberHerkes saçlarını yolsun isterim.01.01.2013 / Ekber POLATOĞLU

Ekber POLATOĞLU

AĞIR İŞÇİEn ağır işçi benimGün 24 saat

Seni düşünüyorumÜmit YAŞAR

*ÇOnlar ABC’yi öğrettilerChe’yi biz öğrendik

Sunay AKIN*İKİ DOĞRUAna

Çocuğu somutlarAnadil

Çocuğun kişiliğini.Fazıl Hüsnü DAĞLARCA

*DOLUDİZGİN ÖZGÜRLÜKÖzgürlük dediğinBir güzel türkü…Hele onu sen bir söyleGerisi gelir doludizgin…

Osman Yavuz İNAL*DOKUNMATİKGörmüyor musunSu içiyorumŞiir yazıyorumNe dokunuyorsun

Can YÜCEL*DÂVETBekliyorumÖyle bir havada gel ki,Vazgeçmek mümkün olmasın.

Orhan Veli*MERAKİçimde bir merak bir merakÖlümümden bir ay sonra bir güncük yaşamakVe dostu düşmanıSuçüstü yakalamak

Aziz NESİN*YETMEZ MİÖnce, Ozanlar ölsünSonra, hiç kimse.Varsın Ozansız kalsın dünyaBarışı İnsanlığı SevgiyiYarattılar ya!

Orhon Murat ARIBURNU*PARSELGirdim yarin bahçesineParsellenmiş

Erdoğan TOKMAKÇIOĞLU

ÖFKE, İRADE, BEDEN VE RUH

5salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

Page 6: Salkimsogut _04

zaman üzerinde bir kement / olurbir çığlık

ebedi bir gülümsemeye doğrututuşur yanar ellerizamanınkızgın lavlarla boşalan göğün kollarındansanki Hiroşimaağıtlar yakılır kalabalıklaraanlaşılmaz olur yüzügölgeleringözlerigeceye karışırbir çocuğunturuncu bir neon olurmaskesiz yüzüo çığlık ki büyüyüp sancıyla sürüklenenalevler içinde orta çağ bedeniylegüneşe yakın bir gezegen olurinsanlık kök salarken sınırsız toprağınaaç / çıplakruhumuzdan çalınmış bir ömrü simgeler sanki sessiz ölülerkendimize çevrili bir mavzer olur evrendaralarakcan/lar sabaha çıktığındafilizlenir umutlar yüreğimizin özsuyundainsanyine insanbüyüdükçe kendindenbir anlamı olur devinmelerin

ferda balkaya çetin**

yüreğime doğru ayak sesleri

yerleşir yüreğime vakitsiz med- cezirlersoluksuz koşarken ikindileri bir hüzündür iner

ferda balkaya çetin**

İNCE ÇİZGİ

son maviler doldururken geceyi zaman telaşlıyüreğim sabırsızdur biraz

Ferda BALKAYA ÇETİN

6salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

“I love you more thanI can say…”

Yirminci yüzyılın en önemli düşünürlerinden olan Kazancakis, “Fırçanız var, renkleriniz var. Bir cennet yapın ve içine girin.” der.

Kendi yaşamımızı güzelleştirmek adına.

İnsan; olağanüstü güçlü, benzersiz, muhteşem varlık.

Umut; olmasaydı umutlarımız sımsıkı tutunabilir miydik hayata?

Ya sevgi?…Özünü oluşturuyor yaşamın.İnsan, umut, sevgi…Bundan daha güzel bir yaşam

üçlemesi olabilir mi?Fırça elimizde.İstediğimiz renkleri kullanarak

yapalım cennetimizi.Katarak umudumuzu sevgimizi.Var oluşumuzu kutsayarak…

***Zordur sevgiyi tanımlamak. Onu sınırlamak gibi bir şey olur.Sözcükler de yetmez.

***Gömülüdür aslında yüreklerimizde

sevgiler, biz farkında olmayız çoğu zaman.

Onu tetikleyen bir şey gerekir.Güneşi görünce açan çiçekler

gibi…

***Ve sonra,“Elbet siyah olacak rengi

geceninGri bulutlarda gözyaşı, hüzünVe tadı olmayacak gündüzün…Neyse ki sen varsın.” diyecekti

şair.Sıcacık bir güvenceydi içimizde,

ta içimizde.Can evimizde, yüreğimizde.Yalnız değiliz ki…

***Ve ne kadar zordu söylemek

“SENİ SEVİYORUM.”Ve o kadar kolay.Ve o kadar derin.Ve o kadar da güzeldi duymak.

***Sözcükler kifayetsizdi ya!Ya bir şiire,Ya bir şarkıya sığınmalı, en iyi

anlatan.Eskilerden,Leo Sayer’in sesinden kulağımıza

fısıldanan somut ezgisiyle, müziğin.“I love you more than I can say.”“Seni söyleyebildiğimden

daha çok seviyorum.”

Ferda Balkaya Çetin

FERDA BALKAYA ÇETİN

Aforizmalar-1•Şiir olmayan yerde insan sevgisi de olmaz, insanı insana ancak şiir sevdirir. Sait Faik•Sözcükleri boş yere harcayamayacak kadar •çok seviyorum. Rene Char•Ölsem ayıptır, sussam tehlikeli, çok sevmeli öyleyse, •çok söylemeli.Metin Altıok•Her insan kendi adasında yaşar.Bertolt Brecht•Düşündüklerinizi söylemek iyidir. Söylediklerinizi •düşündükten sonra söylemek daha iyidir. Credo•Şiirin amacı “bir şey” i gündeme getirmekse, aynı zamanda “o şey” i gündemden ayıklamaktır da. Edip Cansever•Şiir, insanın görünmez yüzü….St. John Perse•Elinde parlak bir yıldız vardır şairin ve herkes şaşırır buna. Bir de önüne çıkan her taşa takılmasa…. Altay Öktem•Yazıcı, azgın sözcük selini dize getirmiş ve amacına ulaşmışsa, yarattığı şey şiirdir, düz yazıyla kaleme alınmış olsa bile… ValeryBryasov•Birini yargılamak istediğin zaman, önce gökte üç ay değişene dek, Onun ayakkabılarıyla yürümelisin.Kızılderili Atasözü•Yalnızlık: tek ağaçlı bahçe… Adonis•Ve yaralarım aşktandır… Füruğ Ferruhzad•Bahar, annemizin yemenisindeki solgun çiçektir. •Bunu unutma… Arkadaş Z. Özger•İnsan çürümedikçe şiir çürümez. Yaşar Kemal

•...Derleme: Ferda BALKAYA ÇETİN• (Kaynak: Yitik Ülke_Edebiyat ve Kültür Sanat Dergisi)

Page 7: Salkimsogut _04

7salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

BİR AĞAÇ VE BOŞ BİR BANK

Fotoğrafların da dili vardır. Bir fotoğraf ne çok şey anlatır bizlere. Anılarınızı, geçmişinizi anlatır ya da uzun zamandır görmediğiniz sevdiklerinizi anımsarsınız onlara baktıkça. Kimi fotoğraflar da -size ait olmadığı halde- yine de alır götürür sizi bi yerlere. Yeter ki bakmasını, görmesini bilelim. Fotoğrafın içindeki duyguyu anlayalım.

Örneğin bu fotoğraf bana ait değil belki ama beni bi çok yere götürebilecek kadar etkiledi.. Bir ağaç ve boş bir bank... Hâlbuki her gün geçeriz buna benzer bir manzaranın önünden. Ama fark etmeyiz sadece geçer gideriz önünden. Ne zaman objektife yansır o zaman fark ederiz işte.

Bu fotoğraf kim bilir kimin objektifiyle, hangi duygularla çekildi? Bilemem! Lakin bana yalnızlığımı hatırlattı. Neden yalnızım bunca kalabalığın içinde diye sordum kendime resme her baktığımda. Bilmiyorum belki de kendim örüyorumdur duvarları etrafıma. Çünkü o zaman kimse zarar veremiyor bana. Ben yalnızlığımla mutluyum aslında.Bir de ayrılıklar, terk edişler vardır böylesi ortamlarda yaşanan. Mesela buna benzer bir ortamda ayrılmıştım babamdan.

**Nereden çıkmıştı bu yurtdışı, nereden çıkmıştı bu Almanya’da çalışmaya gitmek? Oysa ben daha hazır değildim ve pek küçüktüm. **Ağlayarak vermiştim eşyalarını eline. Gitme dercesine bakmıştım yüzüne ama gitti. Hâlbuki ne kadar da mutluyuz diyordum. Değilmişiz aslında. Bunu şimdi daha iyi anlıyorum. Hâlbuki hiç hatırlamak istemezdim bu hikâyemi. Ama böyledir işte fotoğrafların dili. Bazen unutmak istediğin, hatırlamak istemediğin zamanlarda, bazen de hiç unutma diye dile gelir. Kısacası her fotoğrafın dili vardır bakmasını bildikten sonra.

Aylin SAMAT19.o9.2o12

FOTOĞRAFLARIN DİLİ

Aylin SAMAT

Eflatun’a iki soru sormuşlar.Birincisi; “İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları nedir?”

Eflatun tek tek sıralamış:- Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler. Ne var ki çocukluklarını özlerler…-Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler, sonra sağlıklarını geri almak için para öderler…- Yarından endişe ederken bugünü unuturlar. Dolayısıyla ne bugünü ne de yarını yaşarlar…- Hiç ölmeyecek gibi yaşarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler…

Sıra gelmiş ikinci soruya; “Peki sen

ne öneriyorsun ?”Bilge yine sıralamış:

- Kimseye kendinizi “sevdirmeye” kalkmayın! Yapılması gereken tek şey, sadece kendinizi “sevilmeye” bırakmaktır…-Önemli olan; hayatta “en çok şeye sahip olmak” değil “en az şeye ihtiyaç duymaktır”.

PAYLAŞMAK İSTEDİĞİM YAZILAR

SENİ YAZIYORUM

Seni yazıyorum gecemi aydınlatan ay ışığında

Olmuyor / siliyorum

Sonra bir daha deniyorum seni yazmayı

Ve ardından bir defa dahaanlatır kelimeler seni diye

Lakin hesaba katamıyorumkaybolan sözcüklerde saklı olduğunu

Ve ay ışığında seni anlatan sözcükleri bulamayacağımı

hesaba katamıyorum

Seni yazıyorumOlmuyor

Siliyorum...

Aylin SAMAT06.02.2013

Page 8: Salkimsogut _04

8salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

BERNARD SHAWBernard Shaw, İngiltere’nin en çok kazanan yazarlarından biriydi. Yazdığı her sözcük için bir şilin alırdı. Ama bunu da az görür, Amerika’da basılacak yazılarının her sözcüğü için bir

dolar isterdi.Bir gün Amerikalı yayıncılardan biri, muziplik olsun diye yazara bir dolar gönderdi ve “Bana bir kelime yollar mısınız?” notunu ekledi. Bernard Shaw, doları aldı ve kâğıdın üzerine şu tek kelimeyi yazarak yayıncıya geri gönderdi: “Mersi”…

14 Şubat sevgililer gününde aşkakoşanlar için yazılmıştır.

DÜŞE KALKAI-Düşe kalkaKoşulur aşkaDüşe kalka…

Düş, kalk, koşYakalarsan bırakmaÇok hoş.

II-Düşe kalkaKoşulur aşkaDüşe kalka…Ayakta kalanaÇıkarılır şapka…

III-Düşe kalkaKoşulur aşka

Düşe kalka…Hele bir deYanmış, kül olmuşsan el eleİki gönül, iki serçe...

IV-

Düşe kalkaKoşulur aşkaDüşe kalka…Toz, çamur içinde kalsan da…Boş ver…Nasılsa, sonundaAşkla kalınacak ya baş başa…

ÖZGÜRLÜK ÜZERİNE ÇEŞİTLEMELER

I-ÖzgürümÖzgürsünÖzgürŞimdi sesimiz çıkıyorDaha gür.

II-Özüne ininceDaha çok seviyorum işte.Özgürlüğün özünüBilmek gerek…

III-Bir diktatörün daha sonu gelmiş.Şimdi gözüme girdinÖzgürlük.

IV--ÖzgürBir bardak su getir.

- Dersini bitirmemişsin,Bugün sinemaya gidemezsin Özgür.

-Dışarda kar yağıyor.Yine paltonu giymemişsin.Bir daha olmasın Özgür.

Sakın yanlış anlamayınÇok hoşuma gidiyor amaÇocuklaraÖzgür adını koymayın.Özgürlük anlamını yitiriyor.

ÖZGÜRLÜK

Özgürlük,Alıp başını gitmekseKafesteki kuş için.

Dağ başındaki selviÖzgürlüğünüTopraktan ayrılmadan yaşar…

Osman Yavuz İNAL

KADEH

Burası dalyan kahvesiOrtalık süt mavisiApostol bu ne biçim meyhaneTabağımda bir bulutKadehimde gökyüzü

Oktay Rifat

Page 9: Salkimsogut _04

9salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

ESKİ BİR RESME BAKINCA

biliyorum / bir gün çekip gideceksintutunup inat ve öfkenin kanatlarına,

...ve aldırmayıp / toprağın bereketiyle sevildiğine,buraları terk edeceksin.

bir resmim olacak yanındabelki bir on yıl sonra / belki yirmi...

çıkarıp zulalardan -ve zamanın çarkını geriye çevirerek-

o resme bakacaksın.mümkünü yok,

... ağlayacaksın!

sevdakâr çelik

30.05.2009

sevdakâr çelik

9salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

BİR KENTİN SOKAKLARINDA

acemisi olduğum bir kentin,sokaklarına vurdum kendimi.

dostlar çiçekler bırakmış meğergeçtiğim yollara.

gelincikler belki uykudadır,tutup ben de *manolyalı nergis kokuları getirdim

evden.ışıltılı gözlerle karşılaşıyorum,

her çeşmenin başında_izin verin;maşrapalarınıza güneşler doldurmalıyım,

yürekten...çıkınımda tebessümler var üstelik /gitmeyin,

bekleyin;her tebessüme,

bin tebessüm ikram etmeliyimvakit varken...

selamlar veriyorsunuz,gelip geçerken;

teklifsizce.selamınız başım gözüm üstüne_ görmemek çelebiliğinizi

zaten kusur sayılır.ey bu kentin;

en tenha,en bilge,en güzel insan(lar)ı_

bir selamınıza,bin selam benden...

.susuzve uykusuz

ve yorgun olabilirsinizbir bilinmedik zamanda_

aldırmayınız efendim.!.

biliyorum, iyimsersiniz siz_oturup anlaşalım öyleyse...

tebessümler senden olsun efendim,defne dalları benden...

*Sevdakâr ÇELİK* 23/24 .o2.2oo8*

© se

vdak

âr ç

elik

Page 10: Salkimsogut _04

*

salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

Takvim yaprakları 25 Aralık 2012'yi gösterdiğinde, Çek Cumhuriyeti'nin başkenti Prag'da bulduk kendimizi. "Çek aradan çekilsin" diyen can dostum Nagehan ile başbaşa çıktığımız bu ikinci yolculuk esnasında öylesine derin güzellikler keşfettik ki, yazmamak ayıp olurdu bir yerde...

Evvela, doğum günü hediyesiolarak bu unutulmaz yolculuğu

bana layık gördüğü içinNagehan'a sonsuz sevgiyi borç bilirim.

Yolculuklar sırasında daha iyi tanırmış insan dostlarını,

buna gerçekteninanmaya başlıyorum…

Prag, başlıkta da görüldüğü gibi, Libuše’nin dünyaya bıraktığı tatlı bir buse... Tarihçiler ve efsane, Prag’in 8.yüzyılda Libuše tarafınca kurulduğunu söylüyor. Peki, kimdir bu Libuše? Çek şefi olan Krok'un kızı, aynı zamanda da büyücü Teta ve amazon Kazi'nin en genç kız kardeşleridir. Kâhinliği ile ünlü olduğu için babasının yerine tahta Libuše oturmuş ve mahkemelerin sonunda alınan kararları ıhlamur ağacı altında açıklamayı tercih etmesiyle meşhurmuş. Bir kadın tarafından yönetilmek kabilenin erkeklerini rahatsız ettiği için Libuše'ye bir prens seçmesi gerektiğini söylerler. Bunun üzerine Libuše Bohemya'yı yönetmesi adına köylü Přemyslile evlenir. Kısa bir süre sonra Libuše ölünce savaşçılarından Vlasta, kadınların egemen olduğu bir devlet kurmaya çalışır ve Bohemya'nın terörü kabul edilen Amazon Devleti'nin kurucusu olarak adını tarihe yazdırır... Efsanesinde amazonlardan söz ettiren Prag’da, erkekler gibi sigara içip, her an savaşa gidecekmiş pozları veren beyaz bıyıklı yaşlı kadınlara rastlamak tahmin edildiği gibi şaşırtıcı olmasa gerek.

"Prah" , modern çek dilinde kiriş manasına geliyor. Farklı dünyalara, farklı boyutlara açılan kapının kirişi anlamında biraz da... Mimarisi bakımından "Bin kale ve bin zil " olarak isimlendirilen Avrupanınkalbi bu şehir, İkinci Dünya Savaşı’nda darbe almayan ender kentlerden.1 992 yılında, tarihi başkent olarak UNESCO'nun dünya mirası listesine girebilmeyi başarmış masalsı bir şehir Prag. Geçtiğiniz her sokakta nefesiniz kesiliyor gözleriniz her kareye ayrı ayrı konarken."Eski Şehir ", "Yeni Şehir" ve" Küçük Köse" olarak üç gecede adım adım gezebilmek mümkün bu altın kenti.

Yaklaşık yirmi yıldan beri kapitalizmin hüküm sürdüğü gerçeğini ,

"kardan kadınlar " olmaya yakınken, taksisinin kapılarını açarak, bizi donmaktan kurtaran mavi gözlüelçimizden öğrenmiş olduk yolculuk sırasınca. Şoförümüz, elinden takoz telefonunu indirmemiş olmasına rağmen, Prag hakkınde sorduğumuz bütün soruları seri bir şekilde yanıtlamayı ihmal etmedi. Bu sorulardan bir tanesi, üzerinde isimler taşıyan, kırmızı ve mavi olmaküzere altlı üstlü çivilenmiş sokak numaralarıydı. Kırmızı üzerinde yazılı olanlar, binalara ait olup, bir sonraki numarayla tamamen alakasız bir numara olabilirmiş. Mavi üzerinde yazılı olanlar ise sadece bulunduğunuz sokağı işaret ediyormuş. Taksici abimizin verdiği bilgiler ve yol bulma konusunda kendisini aşmış kafadengim sayesinde elimizdeki minik haritaya bakmaya fazla ihtiyaç duymadık gezerken. Gitmek istediğimiz her yere zorluk çekmeden ulaştık.Binaların üzerindeki içki resimleri ile masa üzerine gelen içkiler arasındaki farkı bulmak için zorlanmadığımız gibi , kolaylıkla oldu her şey.

10

Page 11: Salkimsogut _04

11salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

*

Prag, porselenleri, birbirinden şirin döşenmiş kahvehaneleri, kristalleri ve kuklari ile "meşhuriyet" kazanmış bir kent... Gülümseyen insanların büyük bir çoğunluğunu Bulgar ve Cezayir asıllı esnaf abiler ve ablalar oluşturuyor. Akdeniz insanının kutsallığını konuşuyoruz yürüdükçe... Her dilde " pizza salonumuza hoşgeldiniz" diyebilen Çek garsonla karşılıklı gülüşüyoruz.

Tam yanıbaşımızda at arabaları geçiyor battaniyelerin koltuklar üzerinde beklediği.. Japon işi bir çocuk babasının dizleri üzerinde oturmuş el sallıyor bize, içimiz ısınıyor eksi yedi derecede. Kuzeyin buz tutmuş suratı güller açıyor aniden. Tuhaf bir huzuru var Prag’ın. Prag köprüsünden, peder ve komünistlerin anadan üryan yahut cayır cayır yakılarak suya atıldıklarını öğrenmiş olmamıza rağmen, kilitli ada ve

John Lennonduvarı ilginç bir sıcaklık katıyor kente barış ortamı tadında. Sonrasında, Kafka Kafe'deiçilen sıcak kahveler mutlulukla dolduruyor yürekleri.Kafka’nın, Milena’ya yazdığı mektupların birinde dediği gibi;" Hava çok tuhaf burada, Prag'da böyle havalarda sular donar, balkondaki çiçekler tomurcuklanırdı."

Kapalı alanlarda sigara içmenin serbest olmasına duyduğumuz şaşkınlık gibi, sokaklarda hiç bir sigara izmaritinin olmamasına da şaşırıyoruz arkadaşımla. Sanki Prag'a şaşırmak için gelmiştik :)) Sanki Prag , içinde bulunduğumuz zamandan çok daha başka bir zamanda gibiydi..

Astronomi saatiningizemi vardı hamurunda... Adeta dans ediyordu bizimle, dans eden ev"Dancing House“gibi... İnce ince işliyordu zihinlerimizi, St.VitusKatedrali'nin görkemli işlemeleri gibi...

Büyük fakat fazladeğeri olmayan

kâğıt paraların hükmü vardı Prag’da,

Afrika’da olduğugibi.

Kâğıt demişken hazır, Karlovy Vary'de

yediğimizkağıt helvalardan da

söz edelimhatırlamışken.

Çikolatalı, limonlu, tiramisulu... Tıpkı açık hava konserinde yahut uluslararası fuarlarda

anne ve babalarımızın servet ödeyerek aldıkları kâğıt helvalar misali...

Batı Bohemya'da İmparator Karl IV tarafından kurulmuş KarlovyVary’de, betonarme yapıtlara asla rastlayamazsınız.

65 derece sıcaklıktaki fışkıran sulardan, renkli ve desenli bardaklar aracılığıyla tadımlık alabilirsiniz, şifa niyetine. Lakin biz içilen suyun hazımsızlık yaptığını duyduk, aman siz de duymadık demeyin!

Page 12: Salkimsogut _04

Prag'a yeniden gitmek için ille de bir sebep söyle diye tutturursanız, Petri kulesine giden uzun ve ince yoldan söz edeceğim şüphesiz... Her ne kadar saat altıdan sonra tepeye tırmanmak yasak olmuş olsa da, kuleden çok, kuleye giden yolun hayranları olduk diyebilirim, yol boyunca bize eşlik eden kirazlı şekerleri sol cebimde unutarak...

Yıldızlar, ay , bulutlar ve martılar...Bir tarafta soğuk sular, bir tarafta sayısız dilekler...Sıcak şarap, renkli ışıklar, Prag peksimeti...91 numaralı nostaljik tramvay, çamlıca gazoz ve köfteli pilav...Çocuklar, oyma taşlı caddeler ve saat dört civarı çöken karanlık...

Biriktirilmiş özlemler, sabırsızlıkla beklenen yolculuklar ve kokusunu sevdiğimiz tren garları... Hayat en çok , " Dostum var" diyene güzel olmalı! Öyleyse "Dostum var" diyene kadar savaşmaya devam edin...

*

12salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

*

New-York ta bir grup iş arkadaşı, yemek molasında dışarıya çıkar.Gruptan biri, Kızılderili'dir. Yolda yürürken insan kalabalığı, siren sesleri, yoldaki iş makinelerinin çıkardığı gürültü vekorna sesleri arasında ilerlerken; Kızılderili, kulağına cırcır böceğisesinin geldiğini söyleyerek cırcır böceği aramaya başlar.Arkadaşları, bu kadar gürültünün arasında bu sesi duyamayacağını, kendisinin öyle zannettiğini söyleyip, yollarına devam eder.

Ancak, aralarından bir tanesi –diğerleri gibi inanmasa da-, onunla kalıp, aramayı sürdürmeye karar verir.Kızılderili, yolun karşı tarafına doğru yürür, arkadaşı da onu takipeder. Binaların arasındaki bir tutam yeşilliğin arasında gerçekten bir cırcır böceği bulurlar.

Arkadaşı, büyük bir saygı ve hayranlıkla ona dönüp; "Senin insanüstü güçlerin var. Bu sesi nasıl duydun?" diye sorar. Kızılderili ise; bu sesi duymak için insanüstü güçlere sahip olmaya gerek olmadığını söyleyerek, arkadaşına kendisini takip etmesini söyler. Kaldırıma geçerler ve Kızılderili cebinden çıkardığı bozuk parayı kaldırımda yuvarlar.Birçok insan, bozuk para sesini duyunca sesin geldiği tarafa bakarak, o paranın kendi ceplerinden düşüp düşmediğini kontrol eder.

Kızılderili, arkadaşına dönerek:**"Önemli olan, nelere değer verdiğin ve neleri önemsediğindir. Her şeyi ona göre duyar, görür ve hissedersin." der.

Page 13: Salkimsogut _04

.*

Şoför Aga bir gün Ankara’dan, köydeki ablası Niyar’ı ziyaret etmek için gitti. Ütülü lacivert takım elbiselerini giymiş, yakası kolalı bayaz gömlek üstüne kravatını takmıştı. Her zamanki şık giyimiyle ablasının kapısına geldi. Mevsim tam harman zamanıydı. Harmanın da öküzlerin veya atların koşulduğu dövenle, ha babam de babam dövüldüğü zamanlardır.

Gökyüzünü bulutlar kaplamıştı. Ha yağdı, ha yağacak… Herkesin elinde yaba tırmık, ıslanmasın diye harman toplama telaşındaydı. Bu telaşa rağmen ablası Niyar, harman yerinden kardeşi şoför Aga’nın geldiğini görünce, elindeki yabayı bırakıp yıllardır görmediği Şoför Aga’nın yanına geldi. Boynuna sarıldı ve içeri buyur etti. Şoför Aga,sivri burun rugan ayakkabılarını çıkarıp içeri geçti.Cebindeki bir kağıda sarılı limonu ablasına verdikten sonra ,abla- kardeş hal hatır sorup hasret giderdiler.Ama bu arada gök gürültüsü, şimşek sesleri ve kara bulutların kapladığı hava nedeniyle ablasının bir gözü harman taraftaydı.Mal canın yongası…Aklı fikri harmanda,çoluk çocuğunun kışlık rızkındaydı.Hal hatır faslı bittikten sonra,Niyar,Şoför Aga’nınyanından harmana gitmenin bir yolunu düşünmeye çalışırken,Şoför Aga sohbeti iyice koyulaştırdı.Aşık İslam’dan laf açtı.Âşık İslam, Kars’ın Kümbetli(Ladikars) köyünden çok güçlü halk ozanıdır. İyi saz çalar ve iyi söyler. Şoför Aga’ amcasının torunu olduğu için, deyişlerini veya ondan aldığı şiirleri cebinde taşır ve gittiği yerlerde fırsat buldukça çıkarıp okurdu. Ablasının harman telaşına aldırmadan, âşık İslam’dan aldığı ve cebinden çıkardığı Terekemelerle ilgili şiirin, önce hikâyesini anlattı ve sonra da şiiri okumaya başladı. Ablası içinden,”Allah’ım bana sabır ver,” diyerek dinlemek zorunda kaldı.Ablasının gerginliğine rağmen Şoför Aga’nın bıyık altından gülümseyerek hikâyesini anlattığı şiir, iyice yaşlanmış olan seksen beş yaşlarındaki bir Terekeme şairinin, Lelesinin mezarı başında ve lelesine hitaben kendi halini anlattığı bir şiirdir. Şoför Aga, kendine has ve insanı rahatlatan ses tonuyla, başlığı da dahil şiir okumaya başladı.

AY LELEBir başını galdırasan bahasanMen cavanı(1) bir göresen ay leleLazımdı ki dil deyip(2) ağlıyasanMene(3) mezer ördüresen ay leleYetmiş ildi(4) arvada er idim menSer keçinen(5) serrere ser idim menSon on ilde gocaldım(6) eridim menBir beçere(7) hala tüşdüm ay leleCavannığım iyitdiyim dildeydiHöykürüşüm(8) ildırımda seldeydiBilmerem ki mene ne azar(9) deydiÖz dediğim eşitmirem ay leleOn putu men zırt deyin galdırardımİğitderi gözünnen aldırardımBir pireye on yorğan yandırardımİndi burnum çekemmirem ay leleMenim derdim çekilesi dert döyülÖz kapımın özgesiyem(10) bile bilOğul uşakh nevelerim(11) gaynım gilMeni yaman buduyullar(12) ay leleCan deyirem çor deyiller söyüllerDanışdırıp(13) çok başıma gülüllerDurduğ yerde keyfe keder döyüllerYetişen tükümü(14) didir ay leleTöyuğ(15) cüce(16) yan yöremi eşiyir(17)Anaç horuz kel başımı gaşıyırÇoluk çocuk gavağımda(18) işiyir

El içinde ibret oldum ay leleNe oldu da devran düzen değiştiGençlik çağım bir soluh kimin keşdiAnnamıram ne nağıldı(19) ne işdiDurduk yerde zırt gedirem(20) ay lele

(1)Cavan:Genç, (2)Dil deyip:Ağıt yakıp, (3)Mene:Bana, (4)İldi:Yıldır, (5)Keçinen:Geçinen, (6)Gocaldım:Kocadım, (7)Beçere:Biçare-çaresiz (8)Höykürüş:Haykırma, (9)Azar:Dert, (10)Özge:Yabancı, (11)Neve:Torun, (12)Buduyullar:Dövmek, (13)Danışdırıp:Konuşturup, (14)Tük:Tüy, (15)Töyuğ:Tavuk, (16)Cüce:Civciv, (17)Eşiyir:Eşiyor, (18)Gavağ:Ön, (19)Nağıl:Masal, (20)Zırt getmek:Yellenmek, (21)Bajı:Bacı

Yıllardır hasret olduğu Şoför Aga!nınokuduğu Terekeme şiiri ablası Niyar’ıgüldürmüştüZamanıolsa üç gün, üç gece dinlerdi.Ama harman yağışın altında kalacak, diye diken üstündeydi. Bir an önce kalksın diye Şoför Aga’nın gözünün içine bakıyordu. Ama Şoför Aga hiç oralı değildi. Şiiri okuduğunda, ablasının hafif gülümsemesinden de yüz bularak. Yemek yapmasını istedi.

Ve şöyle dedi:“A Niyar bajı çok acıkmışam. Bir beçe(piliç) varsa uşaklar kessin gızart. Yanına da bir samavar çay yap. Limonu da kes…Bir limonu çay içeh.”Ablası Niyar kalkıp harmana yardım edeceği yerde kardeşinin bu pişkinliğine çok içerlemiş, ama gurbet özlemiyle yeni gördüğü Şoför Aga’nınkalbini de kırmak istememişti. Kafasında kurtarmanın da bir yolunu düşünüyordu. Artık çeresi yok. Kestirip attı. Yanlarında bulunan oğluna seslenip:“Ay oğul, dayının ayakkabılarını düzelt,” dedi.Anasının talimatı ile oğlu, dayısının

ayakkabılarını düzeltti. Ayakkabıları düzeltilen Şoför Aga, gülümseyerek kalkıp ayakkabılarını giyip çıktı. Şoför Aga’yı kibarca uğurlayan ablası hemen harmana koştu.

Şoför Aga, başından geçen bu olayı kendini aşmış kişiliği ile ve kendisiyle dalga geçerek bulunduğu her mecliste insanların hoşca vakit geçirmesi amacıyla anlatırdı. Bir de uyarıda bulunurdu.”Pişkin davranışın sonu budur. Kimsenin işini engellememek gerekir. İstenmediğiniz yerde durmayın. İstenmediğiniz makamda oturmayın,” diyerek öğüt verirdi.O gün bu gündür, biri kibarca gönderilmek istendiğinde veya kalkılması gereken bir ortam olduğunda,”Dayının ayakkabılarını düzelt” deyimi şifreli bir şekilde kullanılmaktadır.Terekeme kültürüne yerleşmiş olan Şoför Aga’nınbu olayından sonra, istenmeyen kimselere”dayının ayakkabılarını düzelt” demek, kibarca “Artık git,” demektir.

13salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

1955 yılında Kars’ın merkez Dikme köyünde doğdu. İlkokulu köyünde, ortaokulu ve liseyi şimdiki adıyla Ka-zım Karabekir Anadolu Öğretmen Lisesi olan, Cılavuz Öğretmen Okulu’nda okudu. Cılavuz Öğretmen Okulu’nun son sınıfındayken, okuldaki başarısından dolayı, Ankara Yüksek Öğretmen Okulu’na seçildi. Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Kimya Lisans Bölümü’nü bitirdiği yıl, Ankara Yüksek Öğretmen Okulu Lise Öğretmenliği diplomasını aldı. Daha sonra Ankara Üniversitesi Kimya Yüksek Mühendisliği’ni bitirdi. Ancak öğretmenlik mesleğini tercih etti. Öğretmenlik yaptığı ilk görev yeri, Ankara-Hasanoğlan Öğ-retmen Okulu’dur. Daha sonra, Ankara-Mustafa Kemal Lisesi’nde kimya öğret-meni olarak çalıştı. Uzun yıllar, Ankara-Ayrancı Lisesi’nde kimya öğretmeni olarak görev yaptıktan sonra emekli oldu. Süreli yazılarına köşe yazarı olarak devam etmektedir. Yayınlan-mış ‘Şoför Aga’ adında bir öykü kitabı ile sosyal içerikli ‘Savaşların Kadını’ ve “Cezo Gardaş” adlı iki romanı bulunmaktadır. Evli ve iki çocuk annesi olan yazarın, halk ozanı olan eşi de kendisi gibi öğretmendir.

ŞOFÖR AGA, 2008 yılında TRT tarafından haftanın kitabı olarak seçildi.Kültür Bakanlığı

tarafından il kütüphanelerine alındı.

Page 14: Salkimsogut _04

*

14salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

SALKIMSÖĞÜT’te “Her karikatürün bir öyküsü vardır”

başlığı altında karikatür öyküleri yayımlanmaya başlayınca, yine Salkımsöğüt gibi sanal ortamda okuyucuları ile buluşanAnafilya Türkçe Edebiyat Kültür ve Sanat Sitesi’nde ilginç bir şekilde YEŞİL DÜŞ başlığı ile yayımlanan bir karikatürümün öyküsünü sizlerle paylaşmak istedim.

Anafilya; Hollanda merkezli, Dr. M. Halit Umar ve iki sanatsever arkadaşı tarafından 2002 yılı Haziran ayında yayına başlayıp 2010 Temmuz ayına kadar aralıksız 109 sayısı yayımlanan aylık bir sanat edebiyat dergisidir. Benim de bu sanat edebiyat dergisinde şiir ve karikatür çalışmalarım yayımlanıyordu.

Anafilya’nın Haziran 2007’de yayımlanacak 72. sayısı için ‘Çimdik’ başlıklı karikatür köşem için yayın kuruluna çevre ve doğa ile ilgili ‘DÜŞ’ isimli bir çalışmamı gönderdim.Dergi yayımlanmadan, yayın kurulundan karikatürümün diğer çalışmalarımdan farklı ve grafik tarzında bir çalışma olduğu ile ilgili bir e-posta geldi. Ben de; diğer çalışmalarımdan farklı olan ve kendiliğinden ve biraz da imece usulü gelişen bu çalışmanın öyküsünü anlatan bir e-posta ile cevap verdim. Benim için sürpriz, çevre ve doğa ile ilgili karikatürümün yanında, yazışmanın da yayımlanması oldu.

Yeşil düş adlı çalışmam ve bu çalışmanın öyküsünü anlattığım yazı aşağıdadır.

Merhaba Anafilya,

Doğrudur; DÜŞ isimli çalışmam biraz grafiksel oldu. Bu çizimin küçük bir hikâyesi var:Gecenin bir yarısında canım kuş çizmek istedi. Masada 24 farklı renkte kalem vardı. 24 farklı renkte kuş çizecektim ama kalp şeklinde 8 tane çizdim ve kuşların gagasına yaprak iliştirdim. Çizimi tarayan arkadaşım arkasındaki beyaz zemini

zayıf hissederek üç ayrı renkte zeminini renklendirdi. Ben, mavi zeminliyi beğendim. Bir başka arkadaşım da çizimi kendisine göndermemi istedi, arkasına kuraklık hissi vermek için ikinci bir zemin ekledi. İş buraya kadar gelince ben de DÜŞ isimli bir şiirimi ekledim.

Karikatür mü, değil mi; tartışılır. Ama güzel bir mesaj verdiği kesin. (Belki de bana öyle geliyor.) İş yerimde birkaç arkadaşa gösterdim. "Biraz çocukça mı? " diye sordum. Kalite müdürümüzden aldığı cevap hoştu. "İçimizdeki çocuğu öldürmemek lazım." dedi. Ben de "ÖLMESİN O ZAMAN" diye Anafilya Dergiye göndermeye karar verdim.

Çizimin hikâyesi bu kadardı ama hikâye devam etti ve adı YEŞİL DÜŞ oldu. Ama her şiir, karikatür, edebi eser gibi birileri bundan güzel anlamlar çıkaracak, birileri boş gözlerle bakacak, başkaları da "Ne var bunda, çocuğum bile bundan güzel kuş ve yaprak çiziyor" diyecek.

Hayat devam edecek. Ama hayatımızdan kuşlar, çiçekler, yeşillik eksik olmasın.Çocuklarımızın dünyasını mirasyedi gibi harcamayalım. "Baba SEN ne yaptın?" dediklerinde cebimizde anlatabileceğimiz sermayemiz olsun. Aynı duyarlılığı iş yerinde de yapmaya gayret ediyorum. Bugün, bir personelimizin önerisi üzerine, yaklaşık 250 kişilik bir çalışma ortamındaki su muslukların tazyikli akmaması için su akış miktarını azalttık. Dün ise lavabolarda gereğinden fazla kâğıt havlu kullanılmasını önlemek amacıyla, "Kâğıt havlu kullanımı konusuna özen gösterelim. DOĞAYI KORUMAK ADINA BİR ADIM DA BİZ ATALIM." diye yazdık.

Evet, yazdıklarımızın çizdiklerimizin hepsi belki doğayı koruma adına yeterli etkiyi vermiyor ama doğa gün geçtikçe kendisini yenileme gücünü kaybediyor. Herkesin bir şeyler yapma zamanı diye doğa ile ilgili çizmeye çalışıyorum.

Halit Umar'ın mesajlarının altında:

"*Küresel ısınmaya karşı ve doğal çevrenin korunması yolunda bugün ne yaptınız?" ibaresini görünce, bu topyekûn savaşta bir mevzi daha kazanmak için çalışanların, bir gün daha güzel bir dünyada yaşayacağı ve çocuklarımıza hakkettikleri dünyayı bırakacağımız umudu, yeni filizler veriyor...

Her şey gönlünüzce olsun.Saygılarımla,

O.Yavuz İNAL

Page 15: Salkimsogut _04

Yıl 1945... Bursa Cezaevi’ne Nazım'ın beklediği mektup gelir. mektup, “kalbinin kızıl saçlı bacısı” Piraye'dendir. Nazım öyle beğenir ki Piraye'ninyazdıklarını, mektubu şiirleştirir ve şiirin altına ikisinin de adıyla imza atar, / karıcığının emeğini yok saymaz.

Bensenden önce ölmek isterim.Gidenin arkasından gelengideni bulacak mı zannediyorsun?Ben zannetmiyorum bunu.İyisi mi, beni yaktırırsın,odanda ocağın üstüne korsun

içinde bir kavanozun.Kavanoz camdan olsun,şeffaf, beyaz camdan olsun

ki içinde beni görebilesin...Fedakârlığımı anlıyorsun :vazgeçtim toprak olmaktan,vazgeçtim çiçek olmaktan

senin yanında kalabilmek için.Ve toz oluyorumyaşıyorum yanında senin.Sonra, sen de ölüncekavanozuma gelirsin.Ve orda beraber yaşarızkülümün içinde külün,ta ki bir savruk gelinyahut vefasız bir torunbizi ordan atana kadar...Ama bizo zamana kadaro kadarkarışacağızki birbirimize,atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz

yan yana düşecek.Toprağa beraber dalacağız.Ve bir gün yabani bir çiçekbu toprak parçasından nemlenip filizlenirsesapında muhakkakiki çiçek açacak :

biri senbiri de ben.

Bendaha ölümü düşünmüyorum.Ben daha bir çocuk doğuracağım.Hayat taşıyor içimden.Kaynıyor kanım.Yaşayacağım, ama çok, pek çok,ama sen de beraber.Ama ölüm de korkutmuyor beni.Yalnız pek sevimsiz buluyorum

bizim cenaze şeklini.Ben ölünceye kadar dabu düzelir herhalde.Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bu günlerde?İçimden bir şey :

belki diyor.

18 Şubat 1945Piraye Nâzım Hikmet

.

OKUL ÇANTASIAziz NESİN

Mahalle Mektebi uzak...Kış, soğuk, kar...Paltom yok!Üşüyorum, ellerim donuyor.Annem, haki renkli kalın bezden bir çanta dikti bana. Kitabımı, defterimi çantama koyuyorum.Soğukta elim üşüdüğünden çantayı tutamazdım, kolumun altına sıkıştırırdım; soğuktan korunmak için elimi de çantanın altına alırdım.Okul dönüşü eve gelince ellerim sızım sızım sızlar.Bir akşam, eve geldim... yine, annem; "Çantan nerde?" dedi.Eğilip kolumun altına baktım, çanta yok.Yolda, soğuktan elim uyuşmuş, parmaklarım duyarlığını yitirmiş, Çantanın düştüğünden haberim bile olmamış. Dönüp baktım, aradım geçtiğim yolları; çanta yok.*Babam bu olayı, sonraları çok başka türlü anlatırdı;Yepyeni bir çanta almıştım, çok pahalı bir çanta,

Çok güzel bir çanta Sağlam çanta, Üç gözü vardı çantanın,Hem de kilidi vardı çantanın.O güzelim çantayı taşıdığı ilk gün yolda düşürmemiş mi elleri üşüyüp de!Vah benim oğlum; 'Çantan nerde?' diye sorup da kolunun altında göremeyince çantayı,Başladı ağlamaya, 'Ağlama oğlum, ben sana daha iyisini alırım' dedim. Daha güzel bir çanta aldım.*Babam böyle anlatırdı; anlata anlata, bu anlattıklarına iyice inanmıştı. Babam, içinden geçenleri, dileğini anlatıyordu. Dileğini olmuş sanıp, inanarak anlatıyordu. Hiç bir zaman: Baba öyle değildi diyemedim.O, gülerek anlatırdı, ben de gülerek dinlerdim.Çoğumuz kendi suçumuzmuş gibi yoksulluğumuzdan utanırız. Ben de yıllarca yoksulluk ayıbımdan utandım, taa yazar olana dek.*''Çoğunluğun yoksul olduğu ülkede, Yoksulluğun değil, varlıklılığın daha utanılası olduğunu yazarlığa başlayınca anladım.''*

''Böyle Gelmiş Böyle Gitmez | Aziz Nesin'

ANI

BEN SENDEN ÖNCE ÖLMEK İSTERİM her şiirin bir

öyküsü vardır

15salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

Page 16: Salkimsogut _04

16salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

Geleneksel seyirlik oyunlarımız vardı.O günün az renkli hayatına renk katarlardı.Türlü eğlenceler düzenlenirdi bu nedenle.Ve ortaoyunu, "seyirlik oyunlar"ımızın belkemiği sayılırdı.Orta oyunları, dönemin tiyatro oyunlarıydı. Birkaç kişi ile oynanırdı.Sonra Karagöz gelirdi.Bir de meddahlar vardı.Bu arada "saz"a gidenler de olurdu, ama başta saydığımız üç eğlence yerine gidenler gibi kahkahaları salıp ferahlayamazlardı.

***Neden kayboldular? Halkın ilgisi mi azalmıştı?

Hayır.!. Meddahlık her babayiğidin

harcı değildi. Bu nedenle

yerleri doldurulamadı.***

...Meddahlık en zor olanıydı. Çünkü meddahlar -sanatlarını- tek başlarına ve hiçbir dekor olmadan icra ederlerdi.Oturdukları iskemle üzerinde öyle hikâyeler anlatırlar, öyle taklitler yaparlardı ki, milleti ağızlarının içine baktırırlardı.Meddahlar ayrıca hikâyelerin arasına zamanın aksaklıklarını da sıkıştırırlar; böylece, toplumsal sorumluluk görevi de üstlenirlerdi.Halk da; eleştirel düşüncelerini açığa çıkaran Meddahla anında özdeşleşir, bir nebze de olsun rahatlardı.Meddah sözcüğü, "övmek, methetmek" anlamına gelir, ama methetmek değildi onların yaptığı. Meddahlar, güldürerek düşündürmek amacı güderlerdi. Halkı uyutmak değil, "uyandırmak"tıkaygıları...

Bir meddah; mevsim yaz ise, bahçelerde; mevsim kış ise, kapalı bir kahvehanede bir iskemleye oturur, bastonunu iki bacağı arasına alır; sol omzuna da, adına "çevre" denilen büyük renkli bir mendil atar, terledikçe bu mendille yüzünü, gözünü kurulardı...

*Omuzlarına attıkları mendilin başka işlevleri de olurdu. Ter silmek, çoğunlukla işin bahanesiydi. İlgiyi

artırmak için bir soluklanma yaratmaya yarardı ter silme hareketi.

Meddahlar; Anadolulu, Rumelili, Arnavut, Laz, Çerkez, Kürt, Tatar, Arap, kocakarı, genç kız; Ermeni, Rum, Yahudi, hatta hayvan seslerinin taklidini büyük ustalıkla yaparlardı. Bu da kuşkusuz büyük bir yetenek isterdi.

*araştırma: sevdakâr çelik*mizahveşiir/26. 08. 2007

Eğitimci POLAT AYDIN yorumu:

Sevgili Dostum,Blog yazınız tarafımdan dikkatlice okundu. Taaa gençliğime gittim. Malum köy çocuğuyum. Kocaman bir kış ve uzun geceler nasıl geçerdi?Hemen hemen her gece bir başkaevde toplanılır. Herkes hünerlerinisergilerdi. Yazınızın özünü engerçekçi şekilde ortaya koyan kabiliyetler çıkardı. Hele bir Atilla arkadaşım vardı ki: Tasvir etmesi de zor... O, hünerleri bilindiği için ve bu konuda ortaya çıkıp orada bulunanları eğlendireceğini de bildiğinden, araç gereçleri ile gelirdi. Bazen ineğini sağan bir yaşlı, bazen kur yapan bir genç olurdu. Bazen de köylünün her bireyi kılığına girdiği gibi, çiftçinin hayvanlarını bile taklit etme kabiliyetine sahipti. Doğuştan yetenek... Sonra hakkın rahmetine kavuştu. Yeri bomboş... Köyüme daha önceki gidişlerimde “hoş geldin.!.” deyişi bile bir başka kılığa girerek olurdu. Nur içinde yatsın. Meddahlık sanırım böyle bir şeydi. Biz şimdilerde neden zevk alacağımızı bile unuttuk. Unutturuldu. Birçok değerlerimiz yok oldu. Sana hak veriyorum. Seni seviyorum dostum.

/06 Mart 2012, 16:43

* gravür- THOMAS ALLOM (19.yy sanatçısı )

...ve MEDDAHLAR DA GİTTİaraştırma: sevdakâr çelik

KAYBOLAN KOMEDYEN TİPİ:MEDDAH

NE DELİYİM Ne deliyim ne körümNe sağırım ne sayrıMutluyum kısacasıVe hiçbir şey istediğim yok senden felekama yine deUcuz olsun ekmekve pahalı olsun insan hayatı

Resul HAMZATOV*MELODİBen sana hep üşüyordum, Çünkü kıştım.Nakıştım, bakıştım.İnkar etmiyorum da bunu,Seni sevmek gibi büyük işlere kalkıştım.Ve lütfen inkar etme;Sana en çok ben yakıştım. / Özdemir Asaf*AYRILIKİki rayı gibiyiz bir tren yolunun yakın olması neyi değiştirir son istasyonun / Sunay Akın *

AĞZIM SULANDIŞiir kokoreç kokusudurNâzım usülü mangaldanYarı kızarmış çeyrek ekmeğin içine düşersinDize dize dizipÜstüne de bol kekik / CAN YÜCEL*AFRİKA Afrika dediğin bir garip kıtaEl bilir alem bilirKi şekli bozulmasın diye Akdeniz’inHala eskisi gibi çizilirHaritalarda / Cemal SÜREYA*KEHANET 1985Lokman Şair senin hayatınYedi kırlangıcın hayatı kadarAltısını ardı ardına yaşadınBir kırlangıcın daha var / Cemal SÜREYA*YAPRAKBütün yapraklarım açarsaKorkÇünkü yalnızlığım benÇünkü yoksulluğum benTepeden tırnağa. / OKTAY RİFAT

*BAŞLANGIÇDoğanın bana verdiği bu ödüldenÇıldırıp yitmemek içinİki insan gibi kaldımBirbiriyle konuşan iki insan. / Edip CANSEVER*HAYDAR HAYDARBir durak börtü böcekÇıplanmış tarlalardaHişt hişt Sait Faik / Salâh BİRSEL*YAĞMURBirden serçelerle indi yağmurHangisi serçeHangisi yağmur / Melih Cevdet ANDAY*TOHUMBaktım, toprağa düşecek gibi değil su Tohumu buluta ektim. / Abbas SAYAR

Page 17: Salkimsogut _04

17salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

döneminde bunlarla ya da işsizliğin kendisiyle yollarınız kesişir... İşsizliğin ilginç bir tanımını bulmuşlar; "...mühendisler bankalara girmeye başlayınca işletme mezunlarının karşılaştığı sorun..." olarak biliniyor halkımızın söylentilerinde. Yapacak işiniz gücünüz olmadığı için sağda solda zaman harcayan, boş gezenin boş kalfası bir mezun olarak nam salarsınız zamanla... Zamanı en çok arşınlayacağınız mekanlar da kaldırımlar olacağı için unvanınız şimdiden bellidir... Kaldırım Mühendisliği için sağda solda bakın ne demişler; "...sadece işi gücü olmayanların değil, işi gücü olmayıp aynı zamanda da çevresindekilere işi gücü varmış havası uyandırmaya çalışan kimselerin okuduğu bölüm..." Anlıyoruz ki, binlerce üniversite mezununun ödülü olan işsizlik, iş anlamında bir hiçlik sayılsa da, halkımız mizah gücü sayesinde işsizliği, 'üniversite', 'mühendislik', 'okuma' vb. gibi akademik ve mesleki sıfatlarla onurlandırır yine de... Ekşi Sözlük'de de, işsizlik şöyle tanımlanmış: "İşsiz kalmanın en vahim sonucu, kişinin kafasını bozacak düşünceler üretmeye çok fazla zaman bulabilmesidir. Vara yoğa sinirlenmek, olmadık olaylardan olmadık anlamlar çıkarmak, varoluş ve bunun boşunalığıüzerine kesinlemelere varmak için bize imkanlar sunar işsizlik..." genellikle böyledir de bu imkanları salt işsizliğin sunduğu konusunda ne kadar eminiz?

Giden yılın son ayında Mizah ve Şiir'de görmüştüm. Erdal Özkan Yiğit; "boşum ama boş kalamıyorum" diye bir başlık yazmış... Yukarıdaki satırlarda işsizliğin ne menem bir şey olduğunu anladık ama bu başlık, işini kaybetmiş de olsa, aslında bu gibi durumlarda insanın 'kaybettiği bir şeyinin olmayacağını'dadüşündürüyor insana. Sevgili Erdal, Montaigne'ın Denemeler kitabını okumuş olmalı diye düşündüm sonra... Sebahattin Eyüboğlu kitabın önsözünde; "...çünkü Montaigne eserini zaten kendisini tanıtmak için yazmış..." diye söz eder. Nitekim Montaigne; "...ben kitabı yaptığım kadar da kitabım da beni yaptı, çünkü ben kendimi olduğum gibi anlatıyorum..." der... Buna karşın çoğu okuyucu tarafından bilinir ki, Montaigne kendinden çok, okuyan kişiyi anlatır denemelerinde... Pascal'da yüzyıllar ötesinden "...denemeler'de gördüğüm her şeyi Montaigne'de değil kendimde buluyorum...."diyerek bunu doğrulamıştır bir bakıma.

Bilmiyorum, kimilerine iddialı gelebilir bu benzetmeler ama ben de, "boşum ama boş kalamıyorum" sözlerinde kendimi buldum biraz. Durduk yerde, boşu boşuna ve de iş olsun diye bir web sayfasının duvarına asılmamıştır o sözler. Sevgili Erdal, yaşadığı sürecin bir kesitini, sancılı geçen bir süreci belki de, uğradığı haksızlıkları, bir yarayı, kısaca 'insanı' anlatan bir süreci; gereksiz tarama yapmadan, damıtarak kısa bir başlıkla özetlemiş bana kalırsa... Başka bir bakış açısıyla da; o başlığın sadece dört sözcükten oluşturulmuş bir slogan olmadığı kesin. Bakıp da geçemezsiniz.

Bu söz, çalışma yıllarımdan üç kesit düşürdü aklıma. İlki, çoğumuzun başına geldiği gibi, üretim adına ama emeğin ve zamanın insanı tüketircesine çalındığı, 'çıraklık yılları'... Diğer sorumluluklarınızı da bu sürece eklediğinizde, uğradığınız haksızlıklara karşı duruşunuz öyle kolay olmuyor tek başına... Sessiz bir çığlık atarak, "Bu ne ya, haftada 15 gün çalışıyorum,

yine de yaranamıyorum" diye sızlandığınız ama yine de kısık sesle bile olsa yaşadığınız haksızlıklara 'hayır' diyebildiğiniz için, daha işin başında sıkça baskılandığınız ve kolayca kovulduğunuz yıllardır bunlar!

İkinci kesit; kısık ses krizini aşmış olarak 'hayır'larınızın biraz daha güçlü çıkmaya başladığı 'kalfalık mertebesine ulaştığınız yıllar'dır. Bu mertebeye kadar gelmenize izin verilmişse de bundan huzursuz olan da çoğu kez işvereninizdir... Artan haklı ‘hayır’larınız yüzünden sizi sepetlemeye yönelik her türlü bahane ve ayak oyunlarının da giderek artığını hissedersiniz. Çalışmalarınız gözle görülür şekilde yavaşlatılır ve giderek tükenme noktasına getirilirsiniz... Bu kez huzursuzluk sırası sizdedir... Bir de ekonomik krize denk gelmişseniz üstelik, gidişiniz daha da kolaylaşır... Bence yaşadığımız o meşhur krizlerin dışında da çalışanlara yönelik krizler her daim yaratılmıştır. Ama henüz sepetlenmemişsiniz, "işler nasıl?"diye soranlara "çalışıyorum ama işsizim!"dediğiniz günler kabus gibi sürer...

Son kesitte ise; deneyiminiz Nirvana'yı bile aşmıştır. Bu nedenle gözü kara çıkışlarınız, on yılda bir kapımızı çalan darbeler misali pek çok kez 'hayırlara' vesile olur! Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlarmış... Olmaz demeyin, sonunda bu da oluverir işte. "Şikayet etme!", "sorgulama!", "ne diyorsak onu yap!", "zam mı? ne zammı?" vb. gibi çalışma hayatının literatürüne girmiş özlü sözlerin dayanılmaz ağırlığıyla, dokuz köyden kovulmuş, (s)onuncu ve nihai köyünüzden de, "teğet geçen" son krizin ortasına 'Dante' misali bırakılmış bulursunuz kendinizi. Bu durumu işvereninizin ağzından dinleyecek olsanız; krizlerden hırpalanmış zavallı işyerinizin o meşhur toplam kalite yönetimi, yerini kriz yönetimine bırakmıştır. Çalışanların yarım yamalak maaşları bile bilseniz "ah ne fedakarlıklarla" ödeniyordur. Kendisi bile bu durumdan etkilenmiş, günde iki paket içtiği sigarayı sıkıntıdan üç pakete çıkarmış, günde bir şişe yuvarladığı viskisini de iki günde bire düşürmüştür. Misyonsuz ve vizyonsuz kalmışlardır(!) anlayacağınız... İşten çıkarılmanızın nedenini ise, dünyadaki tüm işverenlerle ağız birliği yapmışçasına; "yeniden yapılanma" olarak açıklarlar... Yaşasın Perestroyka!Lakin yolculuk, bir anlamda başka bir yolun bittiği yerde başlamıyor mu? "Krizi fırsata dönüştürmek" sadece hokkabazlara mı mahsustur? Önce bir fırsatını bulup, fırsattan istifade de bir kriz yaratıp, sonra tekrar "krizi fırsata dönüştüren" üç kağıtçı hokkabazların, değersiz saydıkları "ayak takımı"nın ve bu mertebeden azledilmiş ya da bu mertebeye ulaşamamış bizim gibi işsiz-güçsüzlerin, -üretkenliğe ve üretime yönelik- krizi fırsata çevirme çabası neden olmasın? "Evvel zaman"öncesinden gelen ne değerli bir laftır; "yalnız işsiz olanlar değil, daha iyi işler yapabilecek olanlar da başıboştur" diye boşuboşunahomurdanmamışlar Agora'larda... Bu sürekli belleğinizdedir... Değerli bir yazarımızın deyişiyle; "bir sığınaktır" belleğimiz. Yeri geldiğinde her şey çıkagelir oradan... İşte, tarihten çıkagelip belleğimize sığınan bu

Vahit AKÇA“İşsizler Cennete...”

Sen ne Füsunkar imişsin ey iş hazretleriŞimdi kanaat Kahvesi'nin en sadık müşterisiEğer kovulmazsan, çünkü cepte para yokAcılı bir şekilde, insanüstü bir gayretleAnneden son bir kez istenen beş paraErtesi gün kendimi asacağım anlasanaFeryatlarını kimse duymaz"Sen adam olmazsın, sap olamadın hiç bir baltayaYedin içtin işte bir amelimanda..."Sen en iyisi kulaklarını kapaSen, sen, sen... Utanmaz mısın?Sokaklarda sürtersinGazetelerin işçi arayanlar sütunlarına bakarsın...Gençsin, yakışıklısın Emine'nin kalbini yakarsınAma işsiz, bir de işin olsa ne iyi olur...Olur ama olmuyor işte, sen dersin enişte...-Evladım senin kafan bozukBen sana o bölümü yazarken söyledim,Bu bölümden mezun olanResmen kaldırım mühendisidir diyeSen anlamadın, dinlemedinTam dört yıl gittin, geldin.Haa... şimdi ne oldu yiğenimMühendis değil, mimarsın ha...Yarın yeniden dolaş işyerleriniGazetelere yeniden ilan verKahvede bir torpil ara, kimseden fayda yokNe yaparsın başa gelen çekilir.Görüyorsun, Emine'de altı aydır yüz vermiyorArtık durumlar eskisi gibi değilEğil, istediğin gibi eğilBir gün nasılsa bir iş bulursunSen de evine ekmek götürenlerden olursunMerak etme kolay değil bu dünyaAma bir gün gerçekleşir o rüyaNe diyor kahveci RıfkıÜzülme çocuğum, hakkını helal etBiz sana destek oluruzKahvedeki kurslarınaHiç yılmadan devam et..!

"Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz", diye başlasam da siz bana bakmayın. Yukarıdaki "Ey işsizlik" şiiri de adı üstünde işsizlik şiiri zaten, ayinesi işsizlik yani... Bir blogda rastlamıştım lakin şairini not almamışım... Hani şu işsizlikle ilgili öyle şeyler yazılıp çizilmiştir ki, yaşamınızın herhangi bir

©va

hit a

kça

Page 18: Salkimsogut _04

18salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

homurdanma, her şeyin gelişip, değiştiğini savunmamıza karşın günümüzde hala değişmemiş görünüyor..! Üretkenliğinizle beraber fiilen ve de resmen işsiz sayılsanız da, tükenmiş sayılmazsınız yine de. Sanırım, üretkenliğe yönlendirilmiş; "boşum ama boş kalamıyorum" feryadı da, Agoralar'da dillendirilen "daha iyi işler yapabilecek olanlar"la aramızdaki mesafenin, yüzyıllar kadar yakın olduğunu gösteriyor.

Beni sorarsanız, Sokrates'ın dediği gibi; "hiç boş vaktim yok, sabah akşam iş arıyorum...Bir Ferhan Şensoyhicvi olan "işsizler cennete gider!" adlı enfes oyunu da anmadan geçmeyelim bu arada... "Senin çocuğun da işsiz kalsın!", dedikten sonra "herkes kendi işine baksın!" ironi ve de trajikomikliğine düşen bir başbakana sahip "güzel ama yalnız" ülkemde, umarım bizler gibi, işsiz ama boş kalamayan ve üretmeye çalışanlarla birlikte vadedilen cenneti hak ediyoruzdur...

Buraya ne kadar uyar bilinmez ama bir Metin Eloğlu şiiri ile bitirelim:

günler günleri kovaladı, aylar ayları;sabah karanlığında, öğle üstü, geceleyinaşk yılları, öğrenim yılları;pembe yıllar başımın tacı,zifiri yılları anama söylemeyin...ham hayaller, olmaz işler peşinde,gözüm kime ilişse ben onun yari...

kaba etime pıçak sokuluyor aşktan ötürü;caket pantol kumara gidiyor aşktan ötürü;gençliğimi harcıyorum bir çırpıda;bu da mı aşktan ötürü?dangalak! dese biri...hayatımın bu parçasını neye benzetsem?mesela, mesela, mesela...osmanlı tarihinde deli ibrahim devri.

daha mühendisliğimin ilk yıllarıahırkapı'dan bir kız alıyorum.kız beş vakit namazında,söküğümü diker, yatağımı kabartır,patlıcanı kızartıp ağzıma verir;sonumuz mu?sonumuz belli..

o bekar o yalnız günlerindegüzel istanbul'u gezdim dolaştım,altımda tanrı vergisi bir taşıt.öyle işler gördüm ki içim parçalandı;namussuz namusluya,insan hayvana eşit.

o duvar senin bu duvar benim,bir güz gecesi eve dönüyorum.köşe başında bizim aile efradı:biri kızkardeşim, öteki ninem;nermin fingirdeşiyor, ninem dileniyordu;bu yaştan sonra yalan söylemem.

gözlerim yaşardı, kendimi dar attım postaneye:biricik kardeşim ilyas, diye bir mektup yazdım;bana 30 lira gönder acele,senden başka güvenecek kimsem yok...ne dersiniz, şu bildiğiniz ilyascevap bile vermedi hergele.

bundan sonrasını kalem yazmaz,ne kadar azgın olursa olsun.bir bakıyorsunuz iş peşindeyim,ekmek, dostluk, hürriyet peşindeyim;bir de bakıyorsunuz düşmüşüm mahkemelere...sayın yargıç! diyorum son celsede;ben ileriliği iş olsun diye sevdim;siz tuttunuz ciddiye aldınız;ama artık mapuslaradüşmeyeceğim,aklımla oturup aklımla kalkacağım...

Vahit Akça/02/2012-BİTTİ-

Vahit AKÇA “İşsizler Cennete...”

*

"

...vekendini

unutturmayananekdotlar

©ERDAL İNÖNÜ_ANEKDOTLARI

ÜLKEMİ BENDEN KÖTÜLER YÖNETMESİN DİYEErdal Bey'e bir gün, hiç sıcak bakmadığı siyasete yıllar sonra neden girdiğini sorarlar. Yanıt müthiştir:- Ülkemi benden daha kötüleri yönetmesin diye!*SEN BANA DEĞİL CİZRELİLERE TEŞEKKÜR ETBir seçim dönemi... SHP Genel Başkanı İnönü, Diyarbakır ve Cizre"deki mitinglerde konuştuktan sonra Siirt"te halka hitap edecektir. Ancak Cizre"de bir grup protesto gösterisi yapıp parti otobüsünü taşlayınca, buradaki miting iptal edilir, hiç beklenmeden Siirt"e gelinir. Seçim gezilerinde program sarkmasına alışık Siirt İl Başkanı, parti otobüsünün tam zamanında şehre geldiğini görünce biraz şaşkın halde, İnönü"ye teşekkür eder. Aldığı yanıt:- Sen bana değil, asıl Cizrelilere teşekkür et...

*ANTİDEMOKRATİK KARARLARDA OYLAMA OLMAZErdal Bey fanatik bir sigara düşmanıdır, Parti Meclisi toplantılarında dumanaltıolmaktan fena halde rahatsızdır.Bir Parti Meclisi toplantısında ilk sözü: "- Bundan böyle bu toplantılarımızda sigara içilmeyecek." şeklinde olunca, arka sıralardan bir üye;- Bu kararınızı oylamaya sunsak efendim, diye itiraz etmeye kalkışınca cevabı aldı:-Antidemokratik kararlarda oylama olmaz!*DURUN YAV, MESELENİN KÖKÜNE İNELİMSeçim otobüsüyle bir yere gidiliyor. Otobüsün kornası aniden bozulmuş, ötüp duruyor. Şoför otobüsü sağa çekip durdurmuş, arızayı gidermeye çalışıyor ama nafile. Yolculardan birinin şoföre:- Kablosunu kopar, diye akıl verdiğini duyan İnönü itiraz ediyor:- Durun yav, koparmayın. Bir derdi var ki inliyor. Meselenin köküne inelim. *

MASAYA YUMRUĞUNU VURUR SONUNDABir miting öncesi SHP milletvekili, İnönü'ye der ki:-Sayın Genel Başkanım, siz iyi konuşamıyorsunuz, bakın Özal"a esip gürlüyor.İnönü “Peki ne yapacağım” der. Milletvekili cevap verir:- Konuşurken masaya yumruğunuzu vuracaksınız, biz şöyle partiyiz, şöyle yaparız, böyle yaparız, diye kükreyeceksiniz.İnönü kürsüye çıkar, yumruğunu masaya vurur ve şöyle der:- Biz öyle bir partiyiz ki, adamı...Burada kesilir ve şöyle devam eder:- Devamını bu arkadaş söyleyecek.

*

Page 19: Salkimsogut _04

19salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

1965 yılında Çıldır’ın Yukarıcanbaz köyünde doğdu. Asıl adı Taner Karataş’tır. İlköğrenimini köyünde, ortaöğrenimini İstanbul'da tamamladı.Köylerine gelip giden âşıkların etkisiyle âşıklık geleneği ve şiirle küçük yaşlarda ilgilenmeye başladı. Lise yıllarında ise geleneğe ilişkin birçok kitap da okuyarak kendini geliştirdi. Yöredeki birçok âşık ağzı anlatıyı babası ve amcasından öğrendi. Doğrudan yazmaya yönelmesi yaklaşık 20 yaşından sonradır.Ozan Mizani, Kuzeydoğu Anadolu âşıklık geleneğinin önemli isimlerinden Çıldırlı Şenlik, Sabrı Şimşekoğlu, İlhami Demir, SosgertliHicrani, Maksut Feryadı gibi âşıkları da kendine usta kabul etmesine karşın şiirdeki gelişiminde İlkokul öğretmeni Fazıl Karabıyıkoğlu ve Orhan Bahçıvan'ın etkisi oldu. Mahlasını da Orhan Bahçıvandan aldı.Şiirlerinde değişik konuları işleyen Ozan Mizanibirçok radyo, televizyon programı ve etkinliğe

katıldı.

*ANDIM DAĞLARBugün yine yâda düştünHatırladım andım dağlarYüreğimi yaktın deştinHasretinle yandım dağlar

Sanma ki senden vazgeçtimGarip kuş misali uçtumDeme madem neden göçtünGurbet kolay sandım dağlar

Yoksa senden geçer miydim?Başa bela açar mıydım?Kovsan da hiç kaçar mıydım?El sözüne kandım dağlar

Öldürseler senden geçmemSeni koyup eli seçmemZehir oldu yemem içmemLokma lokma bandım dağlar

Mizani’ye etme kahırDöneceğim evvel ahirSenden nemalanmış şairSana arzum sundum dağlar

Taner Karataş (Ozan Mizani)

ŞİFA NİYETİNE

İlk trene binişimden yıllar sonra, hatta on yıllar sonra , tekrar trenebinip memleketime gitmek nasipoldu. Yaz aylarında öncedenayırtmamışsanız, 2-3 günlük yakınbir zamana uçak ve otobüs biletibulmak zor oluyor. Böyle bir zamanda Haydarpaşa’dan trenbiletimi aldım. Daha fazla bekleyemezdim. Her geçen günyıllık iznimden bir günümü alıp götürüyordu. Malum sayılı günler çabuk bitiyor.Tren yolculuğu uzun yolculuk, tek başına çekilmez dedim; bir de yeğenime bilet aldım.20 yaşında sakallı ve takkeli yeğenim ilk defa memlekete gidecekti. Hiç görmediği, bilmediği; babasının doğduğu yerleri ilk defa görecekti.Birlikte trene bindik. Tren İzmit’ten sonra doldu. Yakın zamana bilet bulamayanlar ayakta da olsa tren yolculuğunu seçmişlerdi. Adapazarı, Eskişehir gibi yakın yerlerde ineceklerden sonra oturacak yer bulup oturuyorlardı.İki çocuğu ile birlikte seyahat eden bir bayan; çocukları ile birlikte ayakta kalmış; birkaç saat sonra inenlerin yerine yan kompartımanda yer bulmuştu.Tren kalabalık, hava sıcak, yolculuk stresli ve sıkıntılıydı.Az sonra iki çocuk ellerinde bir bardak su ile yeğenimin yanına geldi.“Abi, annemin başı çok ağrıyor, bu suyu okuyabilir misin? Annem şifa niyetine bu suyu okusun dedi.”Yeğenim önce bana, sonra çocuklara baktı. Kısa bir süre düşündükten sonra çocuklara dönüp:“ Tamam, siz gidin birazdan ben okuyup veririm “ dedi.Ak saçlı olan bendim. Yaşlı olan bendim. Ama çocuklar beni geçip yeğenime gitmişlerdi.Neden bana getirmediler.!Ben biraz alınmıştım.!Yeğenim bana dönüp: “Amca nasıl abdest alırım trende, abdest alacak bir yer var mı?”“Yok, ancak bir istasyonda inip aşağıda alırsın. 4-5 saat sonra bir istasyonda durabilir.” dedim.“Amca o zaman geç olur” biraz durdu; düşündü yine bana döndü; ben dışarıdaki manzarayı seyretmekle meşguldüm.Üstelik alınmıştım.! (Biraz da rahattım, bu konunun mesuliyeti bende değildi)“Amca teyemmüm etsem?”“Teyemmüm toprak ile alınır. Ama burada toprak yok” dedim.Yeğenim elinde su, epey düşündü.Şimdi bizim başımıza da ağrı girmişti. Hem sıcaktan, hem de sıkıntıdan saçlarımız arasından süzülen ter damlacıkları, yanağımızda birleşip sular seller gibi akıyordu.O sırada kompartımanın önünden geçen Kondüktöre trenin ne zaman duracağını sordum.20-25 dakika sonra bir istasyonda duracağımızı söyledi. Şimdi rahatlamıştık.Biraz geç, ama temiz olacaktı.Tren durunca yeğenim aşağı inip abdestini aldı. Suyu da şifa niyetine okuyup çocuklara verdi.Biraz sonra tren hareket etmiş yolculuğumuza devam ediyorduk.Şimdi rahattık.Ben, takkeyi yeğenimin başından alıp; “Sakalın sende kalsın, takke bende” dedim.Takkeyi kendi başıma taktım.Böylece yolculuğumuz boyunca mesuliyeti paylaşacaktık.

©BURHAN GÖRKEN

-BİTTİ-

KAYGUSUZ ABDALKAZ DESTANI

Bir kaz aldım ben karıdanBoynu da uzun borudanKırk abdal kanın kurutanKırk gün oldu kaynatırım kaynamaz

Sekizimiz odun çekerDokuzumuz ateş yakarKaz kaldırmış başın bakarKırk gün oldu kaynatırım kaynamaz

Kaza verdik birkaç akçeEti kemiğinden pekçeNe kazan kaldı ne kepçeKırk gün oldu kaynatırım kaynamaz

Kaz değilmiş be bu azmışKırk yıl kaf dağını gezmişKanadın kuyruğun düzmüşKırk gün oldu kaynatırım kaynamaz

Kazı koyduk bir ocağaUçtu gitti bir bucağaBu ne haldir hacı ağaKırk gün oldu kaynatırım kaynamaz

Kazımın kanadı selkiDişi koyun emmiş tilkiNuh Nebi’den kalmış belkiKırk gün oldu kaynatırım kaynamaz

Kazımın kanadı sarıEti kemiğinden diriSağlık ile satma karıKır gün oldu kaynatırım kaynamaz

Kazımın kanadı alaVar yürü git güle güleBaşımıza kalma belaKırk gün oldu kaynatırım kaynamaz

Suyuna biz saldık bulgurBulgur Allah deyi kalgırBe yarenler bu ne haldirKırk gün oldu kaynatırım kaynamaz

Kaygusuz Abdal n’idelimAht ile vefa güdelimKaldırıp postu gidelimKırk gün oldu kaynatırım kaynamaz

BURHAN GÖRKEN Mizah ÖYKÜSÜ

İSTER İHTİYAR OL İSTER NEVCİVAN

İster ihtiyar ol ister nevcivanBu dünyada bâkî kalan öğünsünMeraksız fikirsiz gamsız her zamanHer zaman şâd olup gülen öğünsün

Müddet ki Hazret-i Adem'den beriOkunmaz defteri bilinmez sırrıBu dünyadan gitti nice bin biriAhretten dünyaya gelen öğünsün

Sefil Şenlik der ki bu dünya fâniİskender Ürüstem Süleyman haniEcel pazarından kurtaran canıAzrail'den mühlet alan öğünsün

Âşık Şenlik

Page 20: Salkimsogut _04

“İnsanlar vardır, insanlığın yüzakıdırlar. İçlerindeki ışığı gözlerinde taşır, yol gösterici birer fener gibi dolaşırlar aramızda. Onların görevi karanlık ruhları aydınlatmaktır. Bir kömür madeninde, incecik elmas damarıdır varlıkları. Saf ve değerlidirler. Ama masumiyetleri aptallık değildir. İyi yürekli ve yumuşaktırlar, ama kötülüğe taviz vermezler.” Yukarıya alıntıladığım sözler bir rastlantı sonucu ilişmeseydi gözüme, işim daha kolay olacaktı. Çünkü bu betimlemenin etkisinden uzak, ama oradaki yorum, gözlem ve saptamalarla örtüşen bir biçimde anlatmaya çalışacaktım “Yılkı Atı”nın yazarı Abbas Sayar’ı. Yine de varsın olsun; “İnsanlar vardır, insanlığın yüzakıdırlar” derken çoğul bir anlatım kullanmış sayın M.G.Kırıkkanat. Öyleyse Georges Moustaki’nin bulunduğu bu “çoğul”da, “Dünyaya bakışı sevecen, dingin, emekten ve emekçiden yana ve has yürekli” bir başka güzel insana, sevgili Abbas Sayar’a da yer olacaktır kuşkusuz.

Abbas Sayar...Yıllar yılı “dikenlerin üstünde gitme”nin, için için alazlanan bir hüznün, acının ve beter bir yalnızlığın ağulu ilmiklerini taşırken yüreği; 12 Ağustos 1999 tarihinde sustu bu yürek. O şimdi, “boşluğa takılan ses”inin kanat çırpışlarıyla “seyretmekte âlemi...”

Bilgeliğini Sessizce...Düşünce ve yapıtlarıyla hayatımızı kolaylaştıran ve güzelleştiren tüm insanlara vefa borcumuzun olduğunu hesaba katarsak; Abbas Sayar’ı anmak, borcumuzu vefayla yoğurmak sayılacaktır. Anmak, tanış-biliş olduklarımız için kullandığımız bir sözcük... “Bilgeliğini sessizce, sessizliğini bilgece” yaşayan; yazar, şair, ressam, gazeteci Sayar’ı tanımış ve hele aynı ortamda soluklanmışsanız bir kez, O’nu hasretlerle anmamak imkânsızlaşır. İlle de bir eski dostu, “İşte öylesine anımsamak” gibi değildir Sayar’ıanmak. O; romanları, özlü sözleri ve şiirleriyle zaten anımsatır kendini sık sık... Ve tutar ellerimizden, yolumuzu aydınlatır ışık ışık... “Bir noktadan yola çıktım / Nokta bitti” diyendir O.

“Hiçbir yıldız göğe uzak değil Hiçbir aşk düşünceye.

Sen okyanusta bir adaBen Kızılırmak’ta su...” dörtlüğü de O’nundur. *“Baktım, toprağa düşecek gibi değil su Tohumu buluta ektim.” sözünün altında da O’nun imzası vardır.

Yaşamı, alışık olmadığımız bir düşünce boyutuyla irdeleyen Sayar’ı tanıyanlarca; böylesi sözler, daha derin ve yoğun anlamlar içerir.

Abbas Sayar’ı Tanımak...O’nu tanımak, kuşkusuz O’nu sevmek demektir. Kendimizi yeniden keşfetmek ve iç dünyamızı yeniden “örgütlemek” demektir. İş bununla bitmez tabii. Tüm zorluğuna ve “zulmüne” karşın hayata tutunmayı öğrenir, severiz insanları. Ayrımcılık nedir bilmeyiz. Özgürlükten, barıştan, emekten ve emekçiden yana kullanırız tercihimizi. 1923 yılının 21 Mart’ında Yozgat’ta doğduğunu, 40 yılı aşkın bir süre, ortağı Şahin Duran’ın desteğiyle bir matbaa işlettiğini ve Yozgat’ta Bozok adlı yerel bir gazete çıkardığını söylemek kolaydır. Ve kolaydır “Yılkı Atı”, “Çelo”, “Can Şenliği”, “Yorganımı Sıkı Sar”, “Dik Bayır”, “Tarlabaşı Salkım Saçak”, “Anılarda Yumak Yumak”(Öykü-roman), “Gönül Sandalı”, “Sereserpe”, “Neco’ya Mektuplar I-II”, “Boşluğa Takılan Ses” (Şiir) adlı yapıtlarından söz etmek... Ama sanıldığı kadar kolay değildir, bir insanın iç dünyasına yolculuk edip, onun acılarına, sevinçlerine, kahırlı yalnızlıklarına dokunmak.

Can Şenliği...Sayar, -birazcık- “Can Şenliği” adlı yapıtındaki, “yokluğun kuru çöpe çevirdiği” Hüseyin Ağa’dır. Hüseyin Ağa salt yoksul değil, “belinden düşenlerin zulmüne uğramış” bir yalnız adamdır. Bekçilik yaptığı bağın sahibi kendisine bir eşek alınca; yalnızlığını, terk edilmişliğini unutur. Artık onun da bir yoldaşı, bir “can şenliği” vardır... Hüseyin Ağa, “can şenliği” dediği eşeğine anlatır derdini artık. Bir yerde de şöyle der eşeğine: “Herkesin şu dünyada kendine göre okkası dirhemi oluyor. Bilen biliyor, bilmeyen bir tutam mercimek sanıyor”. Bir şiirinde, “...kapalı bir kapı sanıyordum kendimi / meğer ardına kadar açıkmışım.” diyen Sayar; hüzünlerini, kahırlı yalnızlığını ve acılarını bir Kızılderili kabile reisinin “vakarı” ile kendine saklasa da / dostlarına karşı “ardına kadar açık” olmayı da bilgece bir çizgide tutmayı bilmiştir. Yaptığı resimlerle, romanları ve şiirleriyle O’nu anlamak niçin güç olsun ki!.. Ne var ki, 76 yıllık ömrünün uzun yalnızlığında “anlaşılmamış olduğunu” çok kez düşünmüştür kuşkusuz. Bir şiirinde, “...ben bir donuk yıldızda oturuyorum geceleri gökyüzüne bak

geceleri gökyüzüne bak gözlerine bir nokta ışık oturacak.” demesi bundandır belki. Ve ;“yeter görün bu kadar intikamı beni veballerim tüketirler.” dizeleriyle, halden anlamayan duyarsız insanlara sitem etmediğini söyleyebilir miyiz? İşte tam bu noktada Aziz Nesin ustanın şu derinlikli sözünü yad etmek yerinde olacaktır: “Kimileri, beni anlamadıklarını bile anlamadılar.”

20salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

“BOŞLUĞA TAKILAN SES” Sevdakâr ÇELİK

Page 21: Salkimsogut _04

21

“BOŞLUĞA TAKILAN SES”

Uyanacakmış Gibi...Evet, Abbas Sayar, kendisini anlamayanlara, “Can Şenliği”nde çok bilgece bir yanıt vermiştir. Yapıtın finalinde, kıştan yaza çıkılırken temizlenen yangın yeri enkazının altından “...sanki iyisinden uykusunu almış, biraz sonra uyanacak gibi” bir ceset çıkar. Evlatlarınca terk edilen, yalnızlığını “can şenliği” eşeğiyle paylaşan Hüseyin Ağa’nın cesedidir ortadaki. Cesedin etrafına toplananlar arasında oğlu Salim de vardır. Başı önüne eğiktir ve bu kez o, babasının yalnızlığındaki payını düşünerek acı çekmektedir. “Biz bu zulme çoktan layık idik.” dedikten sonra, sesi dört bir yanı tutan bir çıldırmışlıkla bağırır... Ve Can Şenliği, babasına zulmeden Salim’in şu sözleriyle biter: “Ne olacaksa, bu dünyada zulüm edenler, biraz da ettiklerinin karşılığını yine burada bulmalı.”

Emeğe Saygılı ve Barışçı...Özgeçmişini anlattığı şiirinde, yine o çelebi tavrı ve istihzalı tebessümüyle; “Anam ilaç yapmış düşürmek için Bakın ki işe dostlar O bile çok görmüş bana yaşamı ...rivayete göre, çok ağlamışım ondan mı, neden bilmem ama tükenmez dertlerle ağrır başım.” der.

Abbas Sayar, beslendiği kültürden getirip, imbiklerden damıttığı “CAN” dostluğunu, insan sevgisini, has yürekliliğini şiirlerine de taşımıştır: “İnsanlar için iyilik dolu yüreğim İçimde onların yeri ayrı, yurdu ayrıBir başısevdalı garibimKimsem yok dünyada insandan gayrı

Bir ucunda dünyanın bir çocuğun ayağına diken batsacanım yanarElimde avucumda bir şey yok, neyleyimkalbimi size verdim insanlar...”

Abbas SAYAR’ın yaşadığı otel odasının koridoru -kendi ürünü olan resimlerle-iyi donatılmış bir galeriden farksızdı. O’nu bu zengin galeride salt yetişkinler değil, çocuk sevenleri de ziyaret ederdi. Ozan Meriç ve Gül Melisa bunlardan sadece ikisi... (Yozgat, 1988)

Can Şenliği’nden Yoksun...Ölümünden epey bir süre önce (yani Ayvalık’a yerleşinceye dek) Yozgat’taki bir otel odasında; şiirleri, yazıları, kitapları, radyosu, duvardaki divan sazı; bir “can şenliği”nden yoksun da olsa, bir Kızılderili şefinin vakarıyla içine gömdüğü onca uzun yalnızlığıyla geçen -hayır geçmeyen / ya da delip de geçen- Abbas Sayar’lı bir zaman... Otel odasının açıldığı koridorun sonunda dost sohbetlerine tanıklık eden saksı saksı çiçekler, şiirler, özlü sözler, duvardaki sürrealist resimler O’nun ellerinde hayat bulan ürünlerdir. Bu ürünler ki, yalnızlığın, hasretlerin dışavurumlarıdır bir bakıma. Yalnızlık dedik. Öyleyse bu mevzuda sözü Çetin Altan’dan alalım:“Kendimiz seçtiysek yalnızlık lükstür, eğer kendimiz seçmediysek zulümdür yalnızlık.”*Düşünürüm ki, sevgili A.Sayar’ın böyle bir lüksü hiç olmadı. Yoksa, “Gemiler Sığındırmayın beni bir limana Alıp götürün sonu bulunmaz okyanuslara...” der miydi?..

Çok Yönlü Bir Sanatçı...Abbas Sayar’ı yitirdiğimiz gün bir kez daha anladık ki; bir resimden daha kalıcı, bir resimden daha gerçek değil hayat... O’nun, “senin insan dediğin rivayetten ibarettir!.” demesi bundandır kuşkusuz... Ve o gün, yazar Gülten AKIN’ın söyledikleri de önemlidir: “Sayar, yerel ve genel kültürü birleştirebilmiş değerli bir yazın adamı olmuştur. Sadece Yılkı Atı’nı yazmış olsaydı onu yine değerli bulacaktım”. Özellikle ve altını çizerek belirtmek gerekir ki, Sayar’ı tek bir yapıtıyla (Yılkı Atı) anmak; O’nun ressam yanını, öykü ve romanlarını, yerel gazetesinde yıllarca “Noktalar” başlığıyla yayımladığı özlü sözlerini, hele hele şairlik yanını görmemek demektir... İşte bu bağlamda, Şair Refik DURBAŞ’ın sözleri isabetli ve anlamlı gelebilir: “Sayar ile dostluğum yüz yüze olmadı. Adı romancı olarak geçse de özellikle Yılkı Atı ile gizli bir şairdi. Sözden sözcüğe bir can şenliği vermişti.” *Zaten Abbas SAYAR, şiirleriyle de var... O’nun bir romanında şiirin ayak izlerine rastlamak şaşırtıcı değil. Ancak bu saptama, O’nu yakından tanımadığını belirten Refik Durbaş’ın şiiri sezme gücü anlamına gelmelidir. Eğer, “en güzelleri dağların zirvesinde yetişen kır çiçeklerini”vadiye indirebilseydik; yani şairlik yanını görebilseydik, şiirlerini okuyabilseydik Abbas Sayar’ın, işte o zaman ki biz; çıkarcı ilişkileri değil; “can” dostluğunu, vefayı, emeğe saygıyı hâkim kılan bir anlayışın terbiyesiyle biçimlenecektik... Ve belki de birçok sevda şiirinin defterini şu “beyit” ile dürecek; bir mücevher sunarcasına sunacaktık şu iki dizeyi, gönül dostlarımıza... “Ecel otursa başucumda Aşkını saklarım avucumda”.

©Sevdakâr ÇELİK

salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

Sevdakâr ÇELİK

Page 22: Salkimsogut _04

22salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

BEN GÜZELE GÜZEL DEMEMBen güzele güzel dememGüzel benim olmayıncaMuhannetin kahrın çekmemGel deyip de gelmeyince

Gelirim amma döverlerBizi bu ilden kovarlarGüzel olanı severlerBen ölürüm görmeyince

Var ol yürü var ol yürüKara bağrın yere sürüDöğün döğün ağla bariBenim gönlüm olmayınca

Senin çağın geçer olurBu dünyalar kime kalırTomurcuk gül gazel olurVaktında derilmeyince

Karac’oğlan sözün haktırDüşmanın dostundan çokturBizim’çin aynlık yokturYa sen ya ben ölmeyince

KARACAOĞLAN*KARA GÖZLÜ YÂRİMKara gözlü yârim ben gider oldumSakınıp zülfünü yoldurmayı görAğlama sevdiğim yine gelirimHasretle aklını aldırmayı gör* Sen benim açılmış gonca gülümsün

Sağ kalır gelirsem yine benimsinGündüz hayâlimde gece düşümsünGülüne yad bülbül kondurmayı gör

Kara gözlü yârim bana yanıp daGeleni geçeni beni sanıp daAğlayı ağlayı kahırlanıp daGül benzini sakın soldurmayı gör

Gevheri de der ki sakın açılmaYanılıp da dilden bir söz kaçırmaEllerin yanında göğsün geçirmeDüşmanı kendine güldürmeyi gör /

GEVHERİ_(18. yy.)*

SEN VARSIN ORDAAşkımın temeli sen bir âlemsinSevgi muhabbetsin dilde kelamsınMerhabasın dosttan gelen selamsınDuyarak alırım sen varsın orda

Saklarım gözümde güzelliğiniHer neye bakarsam sen varsın ordaKalbimde gizlerim muhabbetiniKoymam yabancıyı sen varsın orda

Çeşitli çiçekler yeşil yapraklarRenklerin içinde nakşını saklarKaranlık geceler aydın şafaklarUyanır cümlâlem sen varsın orda

Mevcudiyetteki kudreti kuvvetSenden hasıl oldu sen verdin hayatYoktur senden başka ilânihayetİnanıp kanmışım sen varsın orda

Hu çeker iniler çalınan sazlarKükremiş dalgalar coşar denizlerGüneş doğar perdelenir yıldızlarSaçar kıvılcımlar sen varsın orda

Veysel’i söyleten sen oldun mutlakGezer daldan dala yorulur ahmakSen ağaç misali biz dalda yaprakMeyva çekirdeksin sen varsın orda

Âşık VEYSEL*

GELBir mektup göndermiş vefalı yârimBoz bulanık seller durulanda gelGünbegün artıyor gamım efkârımGökteki ay yeni görülende gel

Gurbete gidenler döndü köyüneAnlatırlar hep övüne övüneKırk gün kaldı telli kızın toyunaDavullar zurnalar vurulanda gel

Yedi yıldır sensiz geçirdim yazıÇoğu gitti kaldı ömrümün azıMeleşir koyunlar peşinde kuzuArılar çiçeğe sarılanda gel

Böle mi kesmiştik ahtı âmânıSeçmedin mi yahşi ile yamanıEkinler biçildi harman zamanıBostanlar devşirip derilende gel

Şeref der ki anlamaya söz gerekKavuşunca utanmayan yüz gerekDerdimizi anlatmaya saz gerekÂşıklar meclisi kurulanda gel

Şeref Taşlıova

*

Page 23: Salkimsogut _04

*

*

1984 / Rıfat Ilgaz- Cide Edebiyat Ödülünü “Sekizinci Renk" adlı şiir kitabıyla Seval Esaslı kazanmıştı. Yarışmanın seçiciler kurulunda Necati Cumalı, Şükran Kurdakul, İlhan Selçuk, Alpay Kabacalı ve ilhan Özdemirci vardı.Yarışmanın birincisi Seval Esaslı'ya -ödül sonrasında- yöneltilen sorulara verdiği yanıtları ve "Sekizinci Renk" adlı kitabında yer alan şiirlerinden örnekleri paylaşıyoruz: **

Özgeçmişinizden söz eder misiniz? 8.8.1958, Trabzon doğumluyum. Hiç okula gitmedim. Bunun sıkıntısını çektimse de bence en önemlisi kişiliğin oluşma yıllarında okullar aracılığıyla kurulan baskıdan bağımsız olmamdı. Okula gitmemek sistemden kurtulmak anlamına gelmiyor hiç kuşkusuz ama düşünmek, düşlemek, okumak için zaman kalıyor insana. Bana dayatılanı değil, merak ettiklerimi öğrenmeye çalıştım.. Kitap tutkunu olmasa da “kitap sempatizanı” bir ailem, yurdun ve dünyanın güncel sorunlarıyla ilgilenen bir çevrem vardı. Yine de en büyük sorunum kaynak bulmak, en büyük bunalımımsa zamanla yarışmaktı. “Öğrenmem gerekenleri hiç öğrenemeyeceğim, yapmak istediklerimi hiç yapamayacağım, geç kalıyorum- geç kalıyorum” diyordum hep. Sonuna dek de bunu diyeceğimi biliyorum.

Şiir , yaşamınıza nasıl girdi, hangi etkilerle gelişti?

Şiir, yaşamıma "şiir gibi" girdi: Onayımı almadan, canının istediğince, 8 yaşımdaydım, evde tek şiir kitabı da yoktu. (Aslında her çocuk şiire yatkındır, onlarla uzun uzun konuşan herkes bilir bunu.) Anımsadığım şey, yazmayı öğrenmeden önce de duyduğum her sözcüğe çok takıldığım. Büyüklere en çok sözcüklerin anlamıyla ilgili sorular sormuşumdur. Minik bir sözlüğe gömülüp saatler geçirmişimdir. Ama bunun şiirle ilgisini kurmamıştım, şiirde sözcüklerin değil, konuların önemli olduğunu sanırdım. Hem şiir yazar hem de şiirin niye yazıldığını merak ederdim, bunu öğrenebileceğim kimse de yoktu. 1967'den sonra, İstanbullu yıllarda ise bambaşka olaylar, bambaşka türküler, şiirler vardı. Merak dayanılmaz boyutlara ulaştı, aklım karıştı, deli oldum. Özel acılar, sancılar, korkular, sevdalar... Akşam 'la Cumhuriyet, Çetin Altan'la İlhan Selçuk... Fotoromanlar, çizgi romanlar, fantomalar... Aziz Nesin'le KemalettinTuğcu... Barbara Cartland'la Maxim Gorki ... Rakım Çalapala'ların şiirleriyle Nazım Hikmet'inkiler... Ve "Kelepçemin Karasında Bir Ak Güvercin"le "Bir Siyasinin Şiirleri" ... Ve mayıslar, haziranlar, hastaneler, ameliyatlar, martlar, eylüller... Ve şiir önde ben arkada, vardığımız bugün ... "Şiir yaşamınıza nasıl girdi? "demeyin; ben asıl şiir bunca içimizdeyken yaşamlara nasıl girmez, onu düşünürüm hep. Dünyanın dönüştürülmesi zorun1uluğunun gerekçelerinden biri sayarım bunu.

Bedensel olarak günlük yaşam akışının dışında olmak, yaşama,

topluma ve olaylara nasıl bir bakış açısı getirdi?

Hiçbir canlı yaşamın ve toplumun dışında değildir. "Bilinçli bir canlı" olan insan, hiç değildir. Yaşanılan çağ ve toplum tüm tarihsel-kültürel birikimiyle damgalar bireyleri. Yalnız olmak, toplum dışı olmak bir kuruntudur. Toplum dışı olduklarını savlayanların bu savlarını bile toplum koşullar.Bir insanın dünya görüşü ince, ayrıntılı, karmaşık ve uzun bir süreçte; etkileşmeler, birikimler, sıçramalarla oluşur; etkenlerden hiçbiri tek başına ele alınamaz. Bundan öte özneyle nesne arasındaki uzaklık her durum için ayrı ayrı çözümlenebilir; insan kimi zaman saçlarını ıslatan yağmuru fark etmez de, çok uzaklarda atılan bir kurşunla yüreği kanar. Zorunluluklar bir yana, olaylarla araya belli bir uzaklık koymak, bilinçli olarak da seçilebilir bir yöntemdir ve özellikle olağanüstü dönemlerde insanı olaylara tutsak düşmekten korur.

Günümüz şiirini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bence şiir nesnel gerçekliği öylesine almalı ki avuçlarına; onu incitmeden, boğmadan, güncele yargılı abartmalardan da küçümsemelerden de; kaçınarak, öylesine sevgiyle, inançla ve umutla bezeyerek sunmalı ki insanlara; varolanve yaratılacak olan güzelliklerin biçimsel değil, duygusal / gözle değil, yürekle kavranır olduğu açıkça belirlensin. Savaşların, soykırımların, işkencelerin, açlığın, zulmün ortasında boyatan yarın gözden kaçırılmasın. Ozan çağcıl yarasına ağlamasın, yarayı gizlemesin de, "yaralıyım ama geçecek" desin. Hiçbirini yapamıyorsa, yaranın farkında olsun. Şiirimize içimdeki bu arayışla baktığımda doyduğumu söyleyemem ama sofrasından aç da kalkmıyorum. Günümüz şiirini öncelikle "kaygılı" olarak' niteliyorum. Sanatçıda zaten olan / olması gerekenin ötesinde, dış alanlardan, kimi zaman kısır çekişmelerden de kaynaklanan kaygılar seziliyor. Bunların çözümlemesinin yapılması, bugünün ve dünün gerçeklerinin her boyutuyla bilinmesini gerektiriyor. İşte benim yüreğimdeki sayısız dikenlerden biri de bu: Aynı dünya görüşünden yola çıkanların bile üzerinde anlaştıkları bir tarih ve kültür tezimiz yok bizim. Bu belirsizlik yaşamımızın her alanına yansıyor. Sağlıklı değerlendirmelere girişebilmenin nesnel önkoşullarının eksikliği kişisel yetersizliklerle birleşince, çıkarımların da eksik olması ve kimi zaman tüyler ürpertici yanlışlara düşülmesi, hiç eksilmeyen bir tehlike olarak koruyor varlığını. Gerçeklere yüklenen "giyinik dolaşma" zorunluluğu da devreye girince, söylenecek her sözün kanadı kırık oluyor.

Edebiyat dünyasına adınızı bir yarışmayla duyurdunuz. Bu alandaki yarışma ve ödüllerin işlevleri ve edebiyatımıza katkıları üzerine düşünceleriniz.

İnsan kendiyle, çevresiyle; yaşamla "fena halde” kavgalıysa; yaşamının değil, yaşamı savunmanın gerekliliğine inanıyorsa ve tek eylemi yazmaksa, yazdığının hesabını dergi yöntemlerinden önce kendine vermek zorunda... içkavgamın kendimce gerekli aşamalarını geride bıraktığıma ve öğrenciliği yeni bir düzlemde sürdürmem gerektiğine inandığımda kuyulara taş atmaya başladım. İlk yüreklendirici ses YARIN'dan geldi, sonra yarışma için hazırlandım. Sonuç böyle olmasaydı tek tek dergilerle ilişki kurmaya, eleştiriler almaya çalışacaktım. Mektuplarla olacaktı bu ve ağır ilerleyecekti, süreç hızlanmış oldu. Yüzyüze ilişkiler ve eleştiriler başladı. Bütünsel bir değerlendirmeyi olay bunca yeniyken yapamam. Ama ödüllerin katkılarından öte, ağırlıkları var, sorumlulukları var. Bu öyle girişilecek bir şans denemesi değil, bilinçli bir seçim gerektiriyor, saygı gerektiriyor. Yarışmaların yararı, adına ödül konan kişi ya da kuruluşa ve secici kurulun niteliğine göre belirlenebilir ama sanat dünyasında alınacak yer, sanatçı son nokta koyuncaya dek belirlenemez. Ödül bir olanaktır, bir damga değil.

milliyet sanat dergisi_15 kasım 1984_sayı:108

23salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

.

.

*

Page 24: Salkimsogut _04

24salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

*

...Katkısı nedeniyle, okuyucumuz UFUK BULUT’a teşekkür ederiz.

YARINA KAÇ VAR

Bütün camların kırıldığı yerden geliyorumGeçtiğim yollarda bıraktım gövdemiDamarlarımı sardım, koca bir yumak olduHemen yeni bir beden örmeliyim kendime

Anlatamıyorum derdimi, yeni kipler bulmalıyımTırnaklarımla kazımalıyım bu nükleer göğüHem silah hem barış düşü satıyorlar, ağlamamalıyımAğlamamalıyım kiralık umutlara, gezgin anlamlara, başıbulanıkDerdimi, diyorum; olmuyor -yeni diller bulmalıyım

Çağım çoğul ölümler çağı -tekil ne kaldı?-Çağım beyaz bayraklı diller çağı -ozan mezarı-Bir şiire bir ömür yetmiyor ve ozana şiir -- ne zaman yetmişti ki?-Bulunmamış sözcükler gömülü her dakikasında-yarına kaç var?-Çağım yedi başlı ırmaklarıyla kan çağlayanı-yarına kaç deniz?-

Seval Esaslı

*

KÜF

Ne yana baksam diyor ne yana baksamÜstüme yürüyor kirli bir yeşilUygun adım morarıyor etlerimUyku kalmadı bende ne yana yatsam

Gitsem başında dursam soluğunu dinlesemBütün diş izlerini silsem boynundanYıksam yüzündeki yırtık afişli duvarıElinden tutup eve getirsem

Çeyiz yorganını örtsem üstüneBakıp yine öyle sitemle gülse banaGözüm de yok artık telinde duvağındaKapımı açışını görsem

Uçsa üstümüzden bu küf kokusuSeval Esaslı

KIYAMET Bir kıyamet koptu Özle, kabuk arasında Kıpkızıl bir gül gibi Açıldı içimde yara canlar tenden geçer oldu Özüm kanlar içer oldu Yalaz yalayı yalayıEmdi bitirdi yarayı Yardı boylu boyunca Bin bir çığlık toprağı Ben bir yanda kalır oldum Baştanbaşa kahır oldum Öfke kastı kavurdu Vurdu gökler yerlere Zehir zıkkım karanlık On parmağı on pençe Gerçek gözü sarar oldu Göz gerçeği sorar oldu Yaşlar indi toprağın Yaşanası bağrına Öz aştı kabuğunu Aktı yeni oyluma AI kıyamet diner oldu Canlar cana siner oldu

Seval Esaslı

UMUT Taşlar ağulanır topuklarınla Gel sen yüreğimde gezin

(en eski iyimserliktir özveri) Bu ilk gelişim değil Renk aşırı göklerden Bakır çalığı ömrünüze (niye savurmuyorsunuz harf lerinizi?) Gücü varsa bulutları sıkmalı insan İğnelenir sessizliğe bu yağmur Mendil ıslatan (bir gün öğrenirsin beni öpmeyi)

Seval Esaslı*UYAK I.Güneşle uyaklı: Sevişmek var. Kavgaya uyak: Toprak. Sabır ve direnç olan Öteki adı. II.

İvecendir kuşlar Bir sapan yeter Kanatlarına. Bir avuç tüy Kalırlar Yol kenarlarında. III.Utkuya uyak: Çiçek var. Er geç yarıp, çıkan Sabrı; Öteki-adı: Toprak.

Seval Esaslı

AK ÇİÇEKLER TÜRKÜSÜ Biz açmadık aktık ,gözlerinize,Akar akmaz yorulduk gecenizden. Komadınız gidelim ne de gördünüz bizi. Öyle aktık, gelin geldik göklerinize. Kanlı gerdeklere girdik koynunuzda. Komadınız ağartalım ne de sevdiniz bizi. Tuzlu yaşlarınız indi köklerimize. Ak ipekler serildi bahçenize. Komadınız boyatalım topraktan sordunuz bizi.

Seval Esaslı

”Bazıları öyle sansa da şiir sayıklama değil, ayıklamadır. Dışımızdan ve içimizden, karmaşık ve bilinçsiz süreçlerden gelenleri ayık bir bilinçle ayıklamak...”*“Ben şiiri yaza yaza düşündüm, yaza yaza öğrendim, yaza yaza aradım, arıyorum. Niçin başladığımı bilmiyorum ama niçin bırakmadığımı biliyorum: Sevdalanmıştım.” *Seval ESASLI :

şiir e dair ...

Page 25: Salkimsogut _04

YAŞ DEĞİŞTİRME TÖRENİNE YETİŞEN ÖYLE BİR ŞİİR

Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiçYağmurlar altında gördüm, kadeh tutarken gördüm deBir kıyıya bakarken, bakarkenki ağlayan yüzünleVe yarışırsa ancak Monet'ninKadınlarına yaraşan giysilerinleGördüm deBen seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.

Öyle kısaydı ki adımların, diyelim bir yaz tatilindeBir otel kapısının önünde, tahta bir köprünün üstündeBir demet çiçekle paslanmış bir kedi arasındaÖyle kısaydı ki adımlarınŞöyle bir bardak yıkayışının vaktiyleÖlçülür ve denk düşerdi ancakBen seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.

Yok bir yanıtın "nereye" diyenlereBir buz titreşimi gibi sallantılı ve şaşkınVe çabuk bir merhaban vardır bir yerden gelenlereO bir yerler ki, diyelim çok uzak olsunSen gelmiş gibisindir oralardan, otobüslerdenYollardan, deniz üstlerinden topladığın gülüşlerleBen seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.

Seni görünce dünyayı dolaşıyor insan sankiHani Etiler'den Hisar'a insek bileBir küçük yaşındasın, boyanmış taranmışsınÇok yaşında her zamanki çocuksun geneBen seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.

Mart ayında patlıcan, ağustosta karnıbaharMutfağın mutfak olalı böyleBir adın vardı senin, Tomris Uyar'dıAdını yenile bu yıl, ama bak Tomris Uyar olsun geneBen bu kış öyle üşüdüm ki sormaOysa güneş pek batmadı senin evindeSöyleBen seni uzun bir yolda yürürken gördüm müydü hiç.

EDİP CANSEVER

ferda balkaya çetinarkadaşımıza,

katkısı nedeniyleteşekkürler...

"

ÇİÇEK

Taş.Havadaki taştır izlediğim.Gözlerin, taş kadar kör.Bizellerdik,karanlığı döküp buldukyazdan esen sözcüğü:ÇiçekÇiçek -bir sözcük görmeyenler içinSenin ve benim gözlerimiz:Suyun pınarıonlarda.Gövermekbirbirine eklenen yapraklar gibi,yürek duvarlarıyla.bir sözcük daha buna benzeyen vehavada titreşir kulak kemikçikleri.

Paul CelanÇeviri: Ahmet Cemal

M.Emin SELER arkadaşımıza,katkısı nedeniyle teşekkürler...

25salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

.

KARA PALYAÇOBen bir kara palyaço:O hiç yüz vermedi banaTuttum kimse görmeden karıştım geceyeGece de karaydı nasıl olsaBen bir kara palyaçoO hiç yüz vermedi banaTuttum şafak söksün bekledim ağlaya ağlayaSeherin tepeleri kanadığındaYüreğim de kanlıydı nasıl olsaBen bir kara palyaçoO hiç yüz vermedi banaBaktım benim cıvıl cıvıl yüreğimHavası kaçmış balona dönmüşÇıktım sabah sabahYeni bir kara sevda aramaya

Langston HUGHES (A. B. D./1902-1967) Çeviri: Necati Cumalı

Cem ABAY arkadaşımıza,katkısı nedeniyle teşekkürler...

ORANLAMA

Bir sen eksiktin sarıyıldız hoşgeldinGeç bakalım karşıma benimle içer misin Ağlar mısın içince burnuna çeker misin Gözyaşların yakabilir mi dudaklarımı Ama neden titriyorsun öyle sarıyıldızBak ben su taşıyorum ince elekle İğne deliğinden dünyayı geçiriyorum Bak ben aklıma uyup sarıyıldızDurmadan aklımı şaşırıyorum Sen beni kaçıncı binden tanıyorsun ki Hadi bana çelik mavisi bir gece getir Hadi dostlukları tek tek koparıp getir Alnımdan öp beni e mi, yitik sıcaklığımı getir Gençliğimi çılgınlığımı deli günlerimi getir Ne o sarıyıldız sen de mi ağlıyorsun

Hasan Hüseyin Korkmazgil*

İhsan AKSARI arkadaşımıza,teşekkürler...

NE AĞLARSIN BENİM ZÜLFÜ SİYAHIM

Ne ağlarsın benim zülfü siyahım,Bu da gelir bu da geçer ağlama.Göklere erişti figânım ahım,Bu da gelir bu da geçer ağlama.

Bir gülün çevresi dikendir hardır,Bülbül har elinde ah ile zardır.Ne olsa da kışın sonu bahardır,Bu da gelir bu da geçer ağlama.

Daimi'yem her can ermez bu sırra,Gerçek aşık olan erer o nûra.Yusuf sabır ile vardı Mısır'a,Bu da gelir bu da geçer ağlama.

* Âşık Daimi

DEMİŞ

Bir gün nazlı yardan bir haber aldımAh çekmiş içerden, zardayım demişCiğer yareliyim gamla bir oldum Tez gel, Mansur gibi dardayım demiş

Demiş gözlerimden dökerim yaşıArar da bulamam sen bağrı daşıSardı her yanımı sevda ataşıGülistan köyünde nardayım demiş

Bugün e(i)şitmişim yaslıyım yaslıHürümdür melektir o yârin nesliİlhami der dertliyim eylerim faslıÇünkü sevdiceğim zordayım demiş

Âşık İlhami Demir

Mirza DUMANOĞLU arkadaşımıza,katkısı nedeniyle teşekkürler...

Page 26: Salkimsogut _04

26salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

.

*

PENCEREPencereler çiziyordum her yere.Epeyce yüksek duvarlara,epeyce alçak duvarlara,değirmi duvarlara, köşelere,havaya, hatta çatılara.

Kuş çizer gibi pencere çiziyordum.Apartmana, gecelere,dokunabilecek kadar sağır bakışlara,ölümün çevresine,mezarlara, ağaçlara.

Kapılara bile pencere çiziyordum.Ama asla bir kapı çizmedim.Girmek ya da çıkmak istemiyordum.Yapılamayacağını biliyordum.Yalnızca görmek istiyordum: Görmek.

Pencereler çiziyordum.Her yere.

Roberto Juarroz**

Necmettin ALGAZ arkadaşımıza,katkısı nedeniyle teşekkürler...

LEYLİM LEYDöndüm daldan kopan kuru yaprağaSeher yeli dağıt beni, kır beniGötür tozlarımı burdan uzağaYarin çıplak ayağına sür beni

Ayın şavkı vurur sazım üstüneSöz söyleyen yoktur sözüm üstüneGel ey hilal kaşlım dizim üstüneAy bir yandan sen bir yandan sar beni

Yedi yıldır uğramadım yurdumaDert ortağı aramadım derdimeGeleceksen bir gün düşüp ardımaKula değil, yüreğine sor beni

Sabahattin Ali

Serdar Akifhan arkadaşımıza,katkısı nedeniyle teşekkürler...

GÜNLER"Günler neye yarar?Yaşadığımız yerdir günler.Gelirler, bizi uyandırırlarArt arda, durmadanMutlu olacağımız yerlerdir:Nerede yaşarız günler olmasa?

Ah, bu sorunu çözmek,Papazla doktoru getirirUzun paltolarıylaTarlaları aşarak."

Philip Larkin*

Görkem ERCANarkadaşımıza,

katkısı nedeniyleteşekkürler...

31 Aralık 2012 _11:36

BÜYÜK ACILARyüzümden firar etti gözlerimşimdi bir denize bakıyorlardört duvar arasında kalmışımyanımdakiler öyle diyorlar

kafamı çarptığım ranzanın demiriciğerlerimi emen soğuk duvarsaçımdaki karları çoğaltmışımyanımdakiler öyle diyorlar

görüş günüm olmadı henüzdaha yeni başlıyor büyük acılarve daha epey ağrıyacakmışımyanımdakiler öyle diyorlar

seni görmeyeceğim artıkzaten tamamlanmıştı anılarihtimal sabah alınırmışımyanımdakiler öyle diyorlar

gözlerime iyi bakarsın umarımgünde milyonlarca kez seni ararlardiğer tüm hisleri bırakmamışımyanımdakiler öyle diyorlar

Yusuf HAYALOĞLU*

Zuhal Gezici arkadaşımıza,katkısı nedeniyle teşekkürler...

BEN SENSİZ BURDA Yaslanıp omzuna geceninsabahı karşılar gibi,ama dünyaya günaydın diyemeden.

Yatar gibi çimenler üstünde,ama çimenlerin kokusunu alamadan.

Koşar gibi denize doğru,ama denizde kulaç atamadan.

Uzanır gibi bir çocuğun başına,ama çocuğun başını okşayamadan.

Tırmanır gibi gürbüz bir ağaca,ama ağaçtan bir meyve koparamadan.

Kavuşur gibi eski bir dosta,ama eski dostla kucaklaşamadan.

İş başında türkü söyler gibi,ama sesimi ben bile duyamadan.

A.KADİR*

Ada Efelek arkadaşımıza,teşekkürler...

BİR MASA

Bize bir masa ayır YankimuAleksandra`mla benim içinBir masa.Üstü çiçeksizÖrtüsü gazetedenŞarabı aşktanHem hülyadan.Aleksandra`m mızıka çalsınSiyaha çalar parmaklarıylaGüftesi bayağı şarkılarAdi havalar.Meyhane acı zeytinyağı koksunSen hoşnut ol Yanakimu.

Sait Faik Abasıyanık

Dilber TEMUR arkadaşımıza,katkısı nedeniyle teşekkürler...

Page 27: Salkimsogut _04

*

.

GÜZ MEVSİMİDİR BUGüz mevsimidir bu,kalbinin kırıldığı mevsim!Git bu yerlerden,durma git!Güneş yamaçta sürünüyor,tırmanıyor, tırmanıyor,ve her adımda durup dinleniyor.Ne varsa dünyada öyle solgun,yorgun ve gevşek tellerdeçalıyor rüzgar şarkısını:Umutlar uçup gitti-O ardından yakınmakta…Güz mevsimidir bu,kalbinin kırıldığı mevsim!Git bu yerlerden,durma git!Ey dalındaki meyvetitriyorsun, düşüyorsun yere,nasıl bir sır verdi kigece sana,yanağın, o gül yanağınbuz gibi ürperişler içinde.Susuyorsun, karşılık vermiyorsun,kim konuşacak öyleyse?-Güz mevsimidir bu,kalbinin kırıldığı mevsim!Git bu yerlerden,durma git!‘Ben güzel değilim,’-der yıldız çiçeği-‘ama insanları severim,onları avutmak isterim,-çiçek görsünler hele yerde,eğilsinler,ve ah! tutup koparsınlar beni-işte o zaman gözlerinde onlarınbir anı canlanır,benden daha güzellerinin anısı-görürüm onu ben, görürüm-ve işte öyle ölürüm.’Güz mevsimidir bu,kalbinin kırıldığı mevsim!Git bu yerlerden,durma git!*Friedrich Nietzsche

Firuze KAYA arkadaşımıza,katkısı nedeniyle

teşekkürler...

DESTİNA

Dün gece sen uyurkenİsmini fısıldadımVe hayvanların korkunçÖykülerini anlattım

Dün gece sen uyurkenÇiçeklere su verdimVe insanların korkunçÖykülerini anlattım onlara

Dün gece sen uyurkenYüreğim bir yıldız gibi bağlandı sanaİşte bu yüzden, sırf bu yüzdenYeni bir isim verdim sanaDestina

Sen öyle umarsız uyusan da bir köşedeİşte bu yüzden, sırf bu yüzden işteYaşamdan çok ölüme yakın olduğun içinSeni bu denli yıktıkları içinYaşamımın gizini vereceğim sana

Lale MÜLDÜR

Ömer Çamdibi arkadaşımıza,katkısı nedeniyle teşekkürler...

DAĞ RÜZGÂRI Kaderde senden ayrı düşmek de varmış Doğrusu bunu hiç düşünmemiştim.. Seni tanımadan Hele seni böyle deli divane sevmeden Yalnızlık güzeldir diyordum Al başını, kaç bu şehirden Ufukta bir çizgi gibi gördüğün dağlara Rüzgârın iyot kokularını taşıdığı denizlere git Git gidebildiğin yere git diyordum Oysa ki, senden kaçılmazmış Yokluğuna bir gün bile dayanılmazmış. Bilmiyordum.

Yine de dayanmağa çalışıyorum işte Bir kır çiçeği koparıyorum gözlerine benzeyen Geçen bulutlara sesleniyorum ellerin diye Rüzgar güzel bir koku getirmişse Saçlarını okşayıp gelmiştir diyerek avunuyorum Yaşamak seninle bir başka zamanı Bir başka zamanda seni yaşamak Her şeyden önce sen Elbette sen Mutlaka sen İster uzaklarda ol İster yanı başımda dur Sen ol yeter ki bu zaman içinde Ben olmasam da olur Seni bir yumağa sarıyorum yıllardır Bitmiyorsun Çaresizliğim gün gibi aşikar Su olup çeşmelerden akan güzelliğin İnceliğin ışık yüzüme vuran Sen güneş kadar sıcak Tabiat kadar gerçek Sen bahçelerde çiçekler açtıran Sudan, havadan, güneşten yüce varlık Sen, o tek sevgi içimde Sen görebildiğim tek aydınlık

Bir nefeste benim için al Havasızlıktan öldürme beni Bulutlara, yıldızlara benim için de bak

Susadım diyorsam Bir yudum su içmelisin Ben yorulduysam sen uyumalısın Ellerim sevilmek istiyor Saçlarım okşanmak istiyor Dudaklarım öpülmek istiyor Anlamalısın.

Ağaçların yeşili kalmadı Gökyüzünün mavisi yok Bu dağlar o dağlar değil Rüzgârında kekik kokusu yok Kim bu çaresiz adam Bu kan çanağı gözler kimin Kaç gecedir uykusu yok Gündüzü yok Gecesi yok Yok Yok Anladım Sensiz yaşanmaz bu dünyada İmkanı yok.

Ümit Yaşar OĞUZCAN

Aylin SAMAT arkadaşımıza,katkısı nedeniyle teşekkürler...

BİR EŞİ OLMALIİNSANIN

Bir eşi olmalı insanınRüzgâr onun kokusunu getirmeli,Yağmur O'nun sesini.Akşam onu görecek diye, pırpır etmeli yüreği,Ayakları birbirine dolaşmalı heyecandan, eve dönerken,Cennetten köşe almışçasınaSevdiği, sakındığı, bakmaya kıyamadığı...Her bir hücresinden aşkın fışkırdığı,Çölde okyanusu yaşadığı bir eşi olmalı insanın!Ben seni ölene dek seveceğim boş laf!Ben seni sevdikçe ölmeyeceğim...

Can YÜCEL*

Nazlı DİLEK arkadaşımıza,katkısı nedeniyle teşekkürler...

27salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

Page 28: Salkimsogut _04

TIMMORY “POUIG ADLI PİRE"

POUIG adını taşıyan bu pire kuzeyin

kutsal bir plajında dünyaya geldi. Kısa bir zamanda yetişkin olunca, taşranın orta halli bir böceği olarak kalmamak ve başkentte parazit geçinmek gibi parlak bir mesleğe atılmak niyetinde olduğunu açığa vurdu.Sıçramayı öğrenir öğrenmez aşırı bir özgürlüğe kavuşmak, pireler arasında gelenek olduğundan Pouig'in annesi babası, onu bu isteğinden alıkoymadılar, bundan başka, Pouig onların yedi yüz kırk dokuzuncu çocuğuydu. O olmasa da kendilerine diğer bir sürü çocukları kalıyordu. Hoş, bu kalanlar için de tasa etmiyor1ardr ya. .Aile duygusu, çocukların artan sayısıyla ters orantılıdır. Okuyucularımın, üzerinde derin düşünmelerini sağlamak üzere bu temel kuralı ara söz olarak burada sunuyorum.işte böylece Pouig, yola Çıktı. Pireler için turizm problemi insanlarınkinden daha kolaydır. Bunu da âcizane belirtiyoruz. Gerçekten pireler, yol parası vermek ya da izin vesikası almak zorunda kalmadan serbestçe yer değiştirebilirler.En yakın bir istasyona ulaşmak üzere bir köpeğin sırtına binmek ve oradan da bir otel arabacısının üzerine sıçramak Pouig için yetti gitti. Bir şef tren de onu Paris'e götürmeyi kendisine görev bildi. Hatta onu yolculuk süresince beslemek hatır sayarlığına kadar işi ileri götürdü.İstasyona varır varmaz, başka bir katarla kendisini yine geldiği yere götürür korkusuyla Pouig, elini çabuk tuttu ve garda gazete satan ak saçlı bir ihtiyarın üzerine yerleşti. Bu ağırbaşlı gazetecinin üstünde daha önce yerleşmiş birçok arkadaşı bulunduğundan Pouig'in mutluluğu çok arttı.Adamcağız, yeni pansiyonerinin geldiğini fark eder gibi oldu:-"Sanıyorum ki..." dedi meslektaşlarından birine, "pirelerim bir tane daha fazlalaştı."Ve gazetelerini satmak üzere kısık sesiyle bağırmasına devam etti.Pouig, ihtiyarın sertleşmiş derisini delmek için az çok zahmet çekti; karnı doyunca öteki pirelerle içten arkadaşlık bağları kurdu, onları, -biraz bayağı olmakla beraber-sevimli buldu; şu var ki daha zarif, daha şık arkadaşları olmasını istiyordu.Düşüncesine göre, onun yüksek sosyete çevresine girmesini sağlayacak kişi, üzerinde kalmakta olduğu bu zavallı adam değildi. Bu ihtiyarın devam ettiği yerler Croissant sokağı

ile kaldırımlar ve birkaç koltuk meyhanesinden başka bir şey değildi. Pouigbundan ayrılsa belki de daha az besleyici niteliği olan öteki gazetecilere gidecekti. Müşterilerin üzerine sıçraması ise mümkün olmuyordu, çünkü bunlar gazetelerini alırken ihtiyara fazla sokulmamaya dikkat ediyorlardı.

Bir gün öğleden sonra, ihtiyar gazeteci çatı arasında dinlendiği sırada odanın havası birdenbire mis gibi bir koku ile doldu: İçeriye GENÇ BİR KADIN girmişti.İhtiyarın ensesinde uyuklamakta olan Pouig, bu kadını daha iyi görmek üzere onun ak saçlarının çalılıkları arasına daldı. - Kimdir bu kadın? diye sordu arkadaşlarına.- Diane'dır, bizim ihtiyarın kızı...- Ne iş yapar?- Birçok serüvenden sonra zengin bir Brezilyalı ile evlendi. Şimdi onunla birlikte yüksek bir hayat yaşıyor.Gözleri kamaşan Pouig, bu güzel kadını seyre daldı.- işte ben bununla birlikte yaşayacağım! diye haykırdı.Yaşlı bir pire kendisini uyarmak istedi:- Sakın ha, dedi, bizim ihtiyar gazeteci emniyetli bir kişidir. Diane ise bilmediğimiz, tanımadığmız bir kadındır.Kendini tehlikeye sokarsın. Hem bu yosmanın, bizim için korkunç sayılacak kötü bir huyu vardır.- Nedir o kötü huyu?- Sık sık yıkanır.Fakat Pouig, Paris kasırgasının içine girmeye can atıyordu. Bu hevesine karşı duramadı: Diane'nin babasına yaptığı ziyaret bitince, onu kucakladığı andan faydalanarak

korsajının oyuntularından biri arasına giriverdi.Diane, büyük bir lokantada kocasını bulmak üzere giderken o da zevkle bulunduğu yere iyice yerleşti.Ve Pouig hayatında ilk defa olarak müzikli bir akşam yemeği yedi.Yemekten sonra Diane, piresi ve Brezilyalı ile birlikte eve döndü.Pouig, Brezilyalının da etinden tatmak istemişti, ama yabancı etinin meşin gibi olacağına hükmetti. Artık titiz olmaya başlamıştı.Pouig o gece yorgunluktan bitkin bir halde uyuduğu zaman hiçbir pireye kısmet olmayan en güzel rüyaları gördü.Diane, piresinin can yakıcı okşamalarına katlanmıştı. Kaşınmaya cesaret edemiyordu, çünkü, bu bayağı hareketin kocasının hoşuna gitmeyeceğinden korkuyordu. Sabahleyin kocası evden çıktıktan sonra Diane, hemen zile basarak oda hizmetçisini çağırdı ve ona banyoyu hazırlamasını söyledi.Pouig hiç aldırış etmiyordu. Fakat birden su baskınına uğradı. iki saniye sonra da cesedi su üzerinde yüzüyordu...Onu gören zalim kadın:- Pis hayvan, işte, boğuldu! diye haykırdı.Pirenin ölüsü başında çekilen nutuk da bundan ibaret oldu....Pouig, böylece vaktinden önce göçtü, gitti.İşte ihtiras ve lüks eğilimi pireleri olduğu gibi insanları da yok eder....Bu öyküden alınacak ahlak dersi bu olacaktır.

Eğer bu ders hoşunuza gitmediyse başka bir ders çıkarmak üzere size izin veriyorum.Ben öyküme, size filozofça düşüncelere dalma imkânını verecek şekilde yön verdim; herhalde beni, çıkardığım sonucu değiştirmek ve fazla bir çaba harcamak zorunda bırakmak istemezsiniz. Bugün yeteri kadar çalışmış bulunuyorum.

*BİTTİ*

çeviri: Nuri Can

28salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

MİZAH ÖYKÜSÜ

GALILEOKulaklarının büyüklüğü ile ünlü

Galileo’ya hasımlarından biri: ”-Efendim” demiş, “Kulaklarınız, bir insan için biraz büyük değil mi?” Galileo; “-Doğru.!.” demiş, “Benim kulaklarım bir insan için biraz büyük

ama seninkiler bir eşek için fazla küçük sayılmaz mı?”

Page 29: Salkimsogut _04

.

29salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

fotograflar: © ferda balkaya çetin

29salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

Kendini beğenmek insanın özünde, yaratılışında olan bir hastalıktır.İnsan; yaratıkların en zavallısı, en cılızıdır; öyleyken en mağruru da odur. Şurada dünyanın çamuru ve pisliği içinde oturduğunu; evrenin en kötü, en ölü, en aşağı katında, göklerin kubbesinden en uzakta üç cinsten yaratıkların en kötü haldekileri ile birlikte dünya evinin en alt katına bağlı ve çakılı olduğunu bilir görür ve yine hayaliyle aydan yukarılara çıkıp, gökleri ayaklarının altına indirmek sevdasıyla yaşar.

Aynı hayal gücüyle kendini tanrıyla bir görür; kendisine tanrısal özellikler verir; kendini öteki yaratıklar sürüsünden ayırıp kenara çeker, arkadaşları yoldaşı olan varlıklara yukardan bakar; her birine uygun gördüğü ölçüde güçler ve yetenekler dağıtır.Biz insanlar, öteki yaratıkların ne üstünde ne altındayız. Bilge der ki, göklerin altındaki her şey aynı yasanın ve aynı yazgının buyruğundadır.Indupedita suis fatalibus omniavinclis. (Lucretius)Her şey kırılmaz zincirleriyle bağlı yazgının.

Bazı ayrılıklar düzeyler ve dereceler vardır; ama her şeyde aynı doğanın yüzü görülür.Res quoeque suo ritu proceditet ommesFoedere naturae certodiscrimina servant

(Lucretius)Her şey kendine göre gelişir ve hepsiSürdürür doğa düzeninin ayrılıklarını.

*denemeler/montaıgne _(Kitap 11_ bölüm 12)

Ben kendi hesabıma sanatım olmadan yaşayamam, ama bu sanatı her şeyin üstüne koymuş da değilim. Tersine, onsuz edemeyişim, onun beni herkesle bir etmesi ve olduğumdan başka türlü olmaksızın herkesle bir düzeyde yaşatmasıdır. Sanat, benim için tek başına tadı çıkarılan bir şey değildir. Sanat bence, en büyük sayıda insanı, ortak acılar ve sevinçlerle coşturacak görüntüleri, biçimleri bulmaktır. Demek ki sanat, sanatçıyı insanlardan ayrılmamaya zorlar; onu, en gündelik ve en evrensel gerçeğe bağlar. Ve çok kez, kendilerini başkalarından ayrı gördükleri için, sanatı seçenler kısa bir zaman sonra anlarlar ki, sanatlarını ve başkalıklarını ancak herkesle benzerliklerini ortaya koyarak gösterebilirler. Sanatçı, kendini bu başkalarına gidip gelme ile yoğurur: Vazgeçemediği güzellik ve kopamadığı topluluk arasındadır. Onun için gerçek sanatçılar hiçbir şeyi küçük görmezler; yargılamaya değil, anlamaya çalışırlar. Ve dünyada tutacakları bir yer varsa, o da, Nietzsche'nin çok güzel söylediği gibi, yargıcın değil, işçi olsun aydın olsun, yaratıcının başa geçeceği bir dünya olacaktır.

Buna inandık mı, yazarın rolü, ister istemez, güçleşiyor. Sanatçı, tanımı gereği, bugün tarihi yapanların buyruğuna giremez: Tersine, ona katılanların buyruğundadır. Yoksa tek başına ve sanatının uzağında kalır. Zorbalık milyonlarca adamı ile birlikte onu yalnızlığından ayıramaz, onlara ayak uydurmaya kalkışsa bile, hatta, asıl o zaman.

Ama, dünyanın öbür ucunda hapse girmiş ve hor görülmüş, bilmediğimiz bir insanın çıkmayan sesi, yazarı, yalnızlığından kurtarmaya yeter, hiç değilse, özgürlüğün sağladığı olanaklar içinde, o çıkmayan sesi unutmamayı ve onu sanat yoluyla duyurmayı başardıkça.

Hiçbirimiz böylesine büyük bir işin adamı değiliz. İster bütün ömrünce ünsüz ya da bir zaman için ünlü olsun, ister zorbaların zincirlerine vurulsun, ister bir süre dileğini özgürce söylesin, yazar kendini haklı ve canlı bir topluluk içinde duyabilir; bu da, yazarın, elinden geldiğince, sanatının büyüklüğünü yapan şu iki görevi yüklenmesiyle olur:Gerçeği ve özgürlüğü... Sanatçının işi en büyük sayıda insanı toplamak olduğu için, yalanla ve kölelikle uzlaşamaz, çünkü yalan da kölelik de, bulundukları yerde yalnızlıkları çoğaltırlar. Tek tek olarak sakatlıklarımız ne olursa olsun, soylu yazarlık sanatı, korunması güç olan şu iki ödeve bağlı olacaktır: Bile bile yalan söylememek ve insanın insanı ezmesine karşı koymak.

kaynak:DENEMELER / Bir Alman Dosta MektuplarÇev: Sabahattin Eyüboğlu – Vedat Günyol _Say Yayınları 7. Basım

İSVEÇ SÖYLEVİ

MONTAIGNE(1533-1592)

İNSAN VE ÖTESİ

denemeler

Page 30: Salkimsogut _04

.

30salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

YOK MU BANA AŞIK OLAN?OĞUZ ARAL

‘Hoşgeldin Orhan, hayrola yine ne oldu? Yüzünden düşen bin parça.’

‘Ne olacak, yine terk edildim Suna Abla.’

‘Neden?’

‘Layla yüzünden. Ferda’ya artık Layla Maylayok deyince, o da beni terk etti.’

‘Demek ki kız Layla’da eğlenmeyi çok seviyormuş. Sen de götürüverseydin.’

‘Götürmek ne demek ablacığım, son iki aydır Layla’nın abonesi olduk. Haftada en az üç geceyi Layla’da geçirmekteydik. Ama sabrın da bir sınırı vardır. Bu krizde yemek için ödediğim çuval dolusu para neyse ne de sabahın körüne kadar sandalye tepelerinde ağaç olup Ferda’yı beklemekten gına getirdim.’

‘Ferda’yı niye bekliyorsun?’

‘Yemek biter bitmez hoop diskoya gidiliyor ve Ferda sabaha kadar pistte zıplıyor.’

‘Ne var bunda, sen de onunla dans et.’

‘Bir iki kere denedim ama az kalsın kalpten gidiyordum. Ben sabahtan akşama kadar kan ter içinde çalışıyorum. Ferda gibi öğlene kadar uyumuyorum. Üstelik zıplayıp hoplama yaşını da geçirdim. Kızı masada beklerken o disko gümbürtüsü içinde uyukladığım bile oluyordu. Ama gerçek neden Layla değil.’

‘Ya ne?’

‘Ferda beni sevmiyordu. Yalnız Ferda değil, hayatımdaki hiçbir kadın beni sevmedi.’

‘Hoppalaa!.. Orhan’cığım sana bir haller olmuş, aklını fikrini bozup kendine acıma hastalığına tutulmuşsun. Kadınlar seni niye sevmesin? Tuttuğunu koparan, arslan gibi bir adamsın. Üstelik yakışıklısın ve tahsilli, terbiyeli. iyi bir ailenin çocuğusun. İşinde başarılısın ve de halin vaktin bir hayli yerinde.’

‘Ama bütün bunlar kadınların beni sevmesine yetmiyor Suna Abla.’

‘Madem yetmiyor, onca kadınla niye beraber oldun? Sayısını ben bile şaşırdım. Adın Kazanova Orhan’a boşuna mı çıktı?’

‘Beni sevmedikleri için oldu. Ha babam beni sevecek bir kadın aradım Suna Abla.’

‘Bana Suna Abla demenden artık sıkıldım Orhan... Aramızda en çok 5-6 yaş fark var.’

‘Ne yapayım ablamın arkadaşı olduğun için çocukluğumdan beri ağzım alışmış. Bana bir kadeh içki ver de biraz kendime geleyim Suna Abla.’

‘Her zamanki gibi on iki yıllık Kardüviskisinden ister misin?’

‘İsterim.’

‘Yanına limonlu havuç mu vereyim, yoksa Antep fıstığı mı tercih edersin?’

‘Havuç olsun.’

‘Kadınların seni sevmediğini nasıl anladın?’

‘Saime’yi hatırlıyor musun?’

‘Hatırlamaz mıyım, mahallemizin en güzel kızıydı.’

‘Ben ona tutulmuştum. Ne tutulması, kıza vurulmuştum, yangına düşmüştüm, yemekten içmekten kesildim, uykularım haram oldu. Anam babam halime acıyıp yalvar yakar Saime’yi istediler. Kız da bana kayıtsız değilmiş ki nişanlandıktı.’

‘Hatırlıyorum, nişanında dans bile etmiştim.’

‘Sonra ne oldu?’

‘Ne oldu?’

‘Faruk hıyarıyla evlendi.’

‘Faruk kim?’

‘Kızın uzaktan hısmı olan bir herif. Saime’nin ailesi bizi yalnız göndermediği için hep birlikte gezerdik.’

‘Niye Faruk’la evlendi?’

‘Çünkü benim yanımda tapuksuz pabuçla gezmekten sıkılmış. Biliyorsun Saime’nin boyu bana yakındı. Faruk da benden 5 parmak uzundu. Ama Yelda beni Saime kadar bile sevmedi.’

‘Yelda ile evlenmemiş miydin?’

‘Evlenmiştim ama ilk gecemizden itibaren televizyon seyretmeye başladı.’

‘Ne olmuş yani, hepimiz televizyon seyrediyoruz.’

‘Ama sevişirken seyretmiyoruz. Sen kadın olduğun için elinde uzaktan kumanda aleti olan bir kadınla yatağa girmenin ne

demek olduğunu anlamazsın Suna Abla. Ancak reklamlar kısmında yanında kocası olduğunu hatırlıyordu. Bazen reklamlar çıkınca bile zap yapıyordu.’

‘Sen de yatak odandaki televizyonu kaldırıp atsaydın.’

‘Öyle yaptım ama, Yelda da beni terk etti. Bir kadeh viski daha alabilir miyim?’

‘Aç karnına bu kadar içmen doğru değil. Önce sana Rokfor peynirli bir iki kanepe vereyim. Taze yapmıştım, mideni bastırır.’

‘Sen bulunmaz bir ablasın be Suna Abla’cığım.’

‘İltifatı bırak da beni mahcup etme Orhan. Yanına söğüş salatalık da koyayım mı?’

‘Salatalık dedin de aklıma Yasemin geldi. Biliyorsun Yasemin mankendi. Şişmanlamamak için sabahtan akşama kadar salatalık yerdi. Beni sevmiyordu ama hiç olmazsa dürüst kızdı. Pazarlığı baştan yapmıştı. Birinci ayımızda ona tek taş pırlanta bir yüzük aldım. İkinci ayımızda 4x4 Çeroki istedi. Ama marka konusunda anlaşamadığımız için ayrıldık.’

‘Ne markası?’

‘Ben daha ucuz olduğu için 4x4 Honda cip almak istedim. O da Rençrovır’dan aşağısı kurtarmaz dedi, çekti gitti.’

‘Niye gidip hep pahalı kadınları buluyorsun?’

‘Yok be ablacığım, nedense bana gelince kadınların masrafı artıyor. Tabii hep sevgisizlikten. Yasemin benden sonra bir bar fedaisine aşık oldu ve yüzük dahil bütün parasını yedirdi. Haftada en az iki kere de dayak yiyor ama hálá herifle beraber yaşıyor. Çünkü adama áşık!’

‘Yani sana kimse áşıkolmadı mı?’

Page 31: Salkimsogut _04

PDF formatlı e-derginiz SALKIMSÖĞÜT’ü internet üzerinden ÇEVRİMİÇİ okuyabileceğiniz gibi; arşiv amacıyla masaüstüne indirebilir ya da çıktısını da alabilirsiniz.

•Eserlerinizi Gönderirken; (Word dokümanla) 1-) En çok üç adet şiir ya da kısa yazılarınız... 2-) Fotoğrafınız... (Vesikalık şartı yok.!.) ve3-) SALKIMSÖĞÜT ‘e ilk kez yazıyorsanız, ÇOK KISA özgeçmiş bilgisi- (450-500 karakteri kesinlikle geçmemeli.)*•DİLEYENLER’den (Word dokümanla) 1-) Şiire ve hayata dair kısa yazılar (öykü, deneme,anı, anekdot v.b. ) 2-) Şiir ve yazılarınızla görsel bütünlük sağlayan RESİM, FOTOĞRAF, DESEN v.b. görsel malzemeler... 3-) Şiir etkinliklerinize dair haberler ve yapıtlarınıza dair tanıtım bilgileri... İLETİLERİNİZ İÇİN ADRESİMİZ: [email protected]İletilerinizin konu başlığına, “SALKIMSÖĞÜT” ve tam adınızı yazmanızı dilemekteyiz. (Örnek: “SALKIMSÖĞÜT - EKBER POLATOĞLU” )

http://mizahvesiir.blogspot.com -07.08.2012

•Salkımsöğüt’ü birlikte ve daha iyiye taşımak isteminin / siz değerli okuyucularımızca da geçerli olduğunu düşünmekteyiz. Çerçevesi önceden çizilmiş “kalıpçı” bir dergi yerine, yeni düşüncelerle biçimlenen bir dergi anlayışından yanayız. •*Düşüncelerinizi, önerilerinizi, yorum ve eleştirilerinizi bu köşeden paylaşabiliriz.

• İLETİLERİNİZ İÇİN ADRESİMİZ: [email protected]

“ve bir gün buluşacağız, başka yönlerden gelip.”

Yannis Ritsos

•eSALKIMSÖĞÜT’le ilgili ayrıntılı bilgi ve ERİŞİM için->> http://salkimsogutsanatdergisi.blogspot.com

31salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

*

YOK MU BANA AŞIK OLAN?OĞUZ ARAL

‘Sanıyorum onca kadının içinde belki Zehra beni sever gibi oldu. Hatta benim için kocasından ayrıldı. Benim tam 6 tane çıplak resmimi yapmıştı. O ünlü bir ressamdı.’

‘O kadar resmini yaptığına göre sana gerçekten áşıkmış.’

‘Belki áşıktı ama bu bir tuhaf aşktı.’

‘Aşkın tuhafı nasıl oluyormuş?’

‘Gayet tuhaf oluyormuş. Ben de bu tuhaflığı Zehra’yı bizim yatağımızda sakallı bir şairle yakalayınca öğrendim.’

‘Amanın, elinden bir kaza mı çıktı yoksa?’

‘Kazaya fırsat kalmadan Zehra yataktan fırlayıp kafama gece lambasını vurdu ve beni odadan kovdu. Kapıyı vurmadan

yatak odamıza girdiğim için cini tepesine çıkmışmış. Bu onun özel hayatıymış. Onun sevgilisi olmam, onun özel hayatına ve özgürlüğüne karışma hakkını bana vermezmiş. Ben alaturka bir kıroymuşum. Ancak özgür insanlar sanat yapabilirlermiş ve ben sanat düşmanı bir faşistmişim!’

‘Yeni pişirdiğim kremalı mantar çorbası vardı Orhan’cığım. İki kaşık içer miydin, için ısınır.’

‘Sağol abla, artık ben gideyim. Seninle konuşunca ruhum serinliyor, içimdeki kasvet dağılıyor, adeta mutlu oluyorum. Ama ah be ahh!..’

‘Ne oldu?’

‘Bir de bana áşık olacak, beni sevecek bir kadın bulabilseydim keşke.’

‘Dert etme bir gün o da olur Orhan’cığım.’

‘Hoşçakal Suna Abla.’

‘Güle güle Orhan’cığım. Gömleğinin düğmelerini ilikle, terlisin üşütebilirsin.’

*Suna Abla, sokağın köşesinde kaybolan Orhan’ın arkasından uzun uzun baktı. Sonra iç geçirip pencerenin perdesini kapattı. Gidip yatağının başucundaki sarı güllerin suyunu değiştirdi. Teybe Orhan’ın en sevdiği kasedi koyup ışıkları kapattı. Sonra da kendine koca bir bardak viski doldurup,

‘İnsanın yaşamında 5-6 yıl nedir ki a salak Orhan’cığım? Sen 18’inde delikanlıyken ben de 23’ünde fıstık gibi bir kızdım!’ diye mırıldandı.

**kaynak_09.05.2004_http://hurarsiv.hurriyet.com.tr

/goster/ShowNew.aspx?id=224085

Page 32: Salkimsogut _04

©va

hit a

kça

©

32salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)