196
T.C. İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ VE TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi Lisansüstü Eğitim-Öğretim Yönetmeliği’nin Sosyal Bilimler Enstitüsü Resim Anabilim Dalı için Öngördüğü YÜKSEK LİSANS TEZİ (Malatya, Ağustos 2008)

SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

  • Upload
    others

  • View
    8

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

T.C.

İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

SANAT ALANI OLARAK MİZAH:

SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ VE

TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK

CANAN GÜNERİ

Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR

İnönü Üniversitesi Lisansüstü Eğitim-Öğretim Yönetmeliği’nin Sosyal Bilimler

Enstitüsü Resim Anabilim Dalı için Öngördüğü

YÜKSEK LİSANS TEZİ

(Malatya, Ağustos 2008)

Page 2: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜ ’NE,

Enstitümüz Resim Anabilim Dalı Yüksek Lisans öğrencisi Canan GÜNERİ

tarafından Doç. Dr. Metin COŞAR danışmanlığında hazırlanan SANAT ALANI

OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ VE

TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK başlıklı bu çalışma, jürimiz tarafından Resim

Anabilim Dalı YÜKSEK LİSANS TEZİ olarak kabul edilmiştir.

Başkan.....................................................................................................................

(Akademik Unvanı, Adı Soyadı) (İmza)

Üye..........................................................................................................................

(Akademik Unvanı, Adı Soyadı) (İmza)

Üye...........................................................................................................................

((Akademik Unvanı, Adı Soyadı) (İmza)

ONAY

Yukarıdaki imzaların, adı geçen öğretim üyelerine ait olduğunu onaylarım.

..../..../....

Akademik Unvanı, Adı Soyadı

İmza

Enstitü Müdürü

Page 3: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

1

ONUR SÖZÜ

“Doç.Dr. Metin COŞAR’ın danışmanlığında Yüksek Lisans Tezi olarak

hazırladığım SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH,

KARİKATÜR İLİŞKİSİ VE TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK başlıklı bu

çalışmanın, bilimsel ahlak ve geleneklere aykırı düşecek bir yardıma başvurmaksızın

tarafımdan yazıldığını ve yararlandığım bütün yapıtların hem metin içinde hem de

kaynakçada yöntemine uygun biçimde gösterilenlerden oluştuğunu belirtir, bunu

onurumla doğrularım.”

Canan GÜNERİ

İmza

Page 4: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

2

Bu çalışmamı 07.10.2007 tarihinde Şırnak’ta pusuya düşürülerek şehit edilen, çok

sevgili kardeşim Piyade Komando Astsubay Çavuş İbrahim Ahmet SARIOĞLU’na

ve beraberinde şehit olan 12 kişilik timine ithaf ediyorum.

Page 5: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

3

ÖNSÖZ

Araştırmanın konusu kavram içerikleri açısından bugüne kadar ülkemizde

detaylı bir biçimde incelenmemiştir. Yurtdışı çalışmalarda görülen de, ‘mizah’

konusunun kendi bağlamı içinde gündelik kaygılarla ve kavramlarla işlenmiş

olduğudur. Mizah’ın ‘sanat’la doğrudan bağını araştıran ve mizah’ın yaşamda

‘insani’ bir fenomen olarak yerini belirlemeye çalışmış bir örneğe rastlanmamıştır.

Günümüzde ‘karikatür’ün mizah olarak algılanması ve hatta karikatür’ün mizah

olabilmesi için ‘balon’ olup-olmaması koşulları üzerinde içi-boş tartışmalar

yapılmaktadır. Karikatür-mizah ilişkisi üzerinde detaylı bir çalışma olmamasına

rağmen tartışmaların tanımlayıcı öğelerden uzak ve bir temellendirme yapılmadan

sürdürülmesi konudaki boşluğu büyütmektedir. Bu çalışma bu konularda bir örnek

olarak ortaya konmayı amaçlamaktadır; bu nedenle gerek bu alanda ve gerekse

sanatın bu alanıyla bağlantılı diğer alanlarında oldukça önemli bir işleve sahip

olacaktır.

Mizah, kendi başına bir fenomendir. Mizah, diğer sanat alanlarında olduğu gibi

içerisinde insani fenomenler taşır ama tek bir farkla; ‘mizah’ın içerisinde

bulundurduğu fenomenler bir arada başka hiçbir yerde görülemezler. Bu fenomenler

‘neşe’ ve ‘hüzün’dür. Mizah bu iki fenomenin bir arada bulunduğu tek yerdir.

Mizah ‘karikatür’ değildir, gülmece de değildir; onun ortaya konuşundaki kaygı

ile sanatsal kaygının benzeşen yönlerinin olması, ‘sanat’ın bir üst basamakta

olmasını gerekli kılmaz. Bu yüzden mizah sanatın bir alt dalı olarak görülmemeli,

onun kendi başına bir sanat alanı olduğu gerçeği gözden kaçırılmamalıdır. Sadece

mizah, absürt’ü ortaya koyarken farklı bir yol izler, sanatın ve/veya sanatın diğer

hiçbir alanının bu yolu (‘neşe’ ve ‘hüzün’ü bir arada) kullanarak absürt’e çözüm yolu

araması beklenemez. Araştırma bu hipotezini savunurken mizahın ortaya konuş

şekillerinden biri olan ‘karikatür’ üzerinde duracak ve bunu ülkemizden üç örnekle –

Tan ORAL, Oğuz ARAL, Salih MEMECAN – betimleyecektir.

Mizah ve karikatürün yeterince araştırılmamış ve açıklığa kavuşmamış

yanlarını görmeme ve bu yanlarını açıklığa kavuşturmak için duyduğum heves ve

heyecanın en ince noktalarına kadar dokunan, beni felsefeyle tanıştıran tez

danışmanım Sayın Doç. Dr. Metin COŞAR’a, beni bu günlere getiren ve üzerimde

Page 6: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

4

çok büyük emekleri bulunan değerli hocalarımdan Sayın Fehmi KOLÇAK ve Sayın

Yrd. Doç. Adnan YALIM başta olmak üzere tüm Sayın İnönü Üniversitesi Güzel

Sanatlar Resim Bölümü öğretim üyeleri, öğretim görevlileri ve okutmanlarına, tez

sürecince yaptıkları katkılardan, değerli vakitlerini benimle harcadıklarından ve

çalışmalarıma gösterdikleri ilgiden dolayı çok değerli mümtaz sanatçılarımızdan Tan

ORAL ve Salih MEMECAN’a, benden maddi manevi desteklerini esirgemeyen çok

sevgili aileme ve biricik eşim Barış GÜNERİ’ye sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.

Malatya-2008 Canan GÜNERİ

Page 7: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

5

SANAT ALANI OLARAK MİZAH:

SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ VE TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK

CANAN GÜNERİ

İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Resim Anabilim Dalı Yüksek Lisans

Tezi: Ağustos-2008

Danışman: Doç. Dr. Metin COŞAR

ÖZET VE ANAHTAR KELİMELER

ÖZET: Araştırmada geçen temel kavramlar, gerek yurtiçi çalışmalarında olsun,

gerekse yurtdışı çalışmalarında olsun günümüze kadar yeterli düzeyde

incelenmemiştir. Söz konusu kavramlardan araştırmanın özellikle üzerinde durduğu

‘mizah’, gerçek anlam ve içeriğinden çok uzaklaştırılmış, yanlış ya da eksik

sayabileceğimiz pek çok anlamla bağdaşlaştırılmıştır. Bir sanat alanı olarak kabul

ettiğimiz ‘mizah’, araştırma içerisinde sanat ve karikatürle birlikte ele alınıp

irdelenmiştir. Böylece sanat-karikatür-mizah üçlüsü arasındaki ilişki hakkındaki

belirsizlikler çözülmüştür.

ANAHTAR KELİMELER: Sanat, Mizah, Karikatür, Estetik, Felsefe

Page 8: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

6

HUMOUR AS FIELD OF ART:

RELATION BETWEEN ART, HUMOUR, CARICATURE AND THREE

EXAMPLES FROM TURKEY

CANAN GÜNERİ

Master Thesis, Department of Painting, Social Sciences Institute,

Inonu University, Malatya, Turkey: August,2008

Advisor: Doç.Dr.Metin COŞAR

ABSTRACT AND KEY WORDS

ABSTRACT: Basic concepts mentioned in the research have not been analyzed

whether in domestic studies or in foreign studies up to the present. Humour that

research dwells upon, has been estranged from its real meaning and content, and has

been matched with many meanings that might be considered as false or lack.

Humour that is regarded as a field of art, has been handled and explicated with art

and caricature. Thus, uncertainty about relation between trio of art-caricature-humour

has been solved.

KEY WORDS: Art, Humour, Caricature, Aesthetics, Philosophy

Page 9: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

7

SANAT ALANI OLARAK MİZAH:

SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ VE TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK

CANAN GÜNERİ

İÇİNDEKİLER

Onay Sayfası

Onur Sözü ………………………………………………………………………….1

İthaf Sayfası ………………………………………………………………………..2

ÖNSÖZ ...…………………………………………………………………………...3

Özet ve anahtar Kelimeler ...……………………………………………………....5

Abstract and Keywords ...……………………………………………………….....6

İçindekiler ………………………………………………………………………….7

BİRİNCİ BÖLÜM: TANIMLAR ..…………………………………….………...11

1. SANAT ÜSTÜNE ...…………………………………………….………………11

1.1. Sanat: Detaysız Bir İnceleme …...………...……..…......…...…...…........11

1.2. Sanat: Epistemelojik İnceleme ...…………………………….…....…….13

1.2.1. Kavramın, Estetik Kavramıyla Bağı ve Tarihsel Bakış: Detaylı

İnceleme …………………………………………………………...….....................13

1.2.2. Baumgarten, Sanatın Temel Kavramı Olarak Estetik, Neden? .............15

1.3.Tarihsel Bakış …..…………………………………………………....…..19

1.3.1. Platon’da Estetik ..………………………………………………….....20

1.3.2. Aristoteles’te Estetik ..………………………………………………...21

1.3.3. Kant Estetiği ve Önemi ..………………………………....………..….23

1.3.4. Hegel ve Sonrası Estetik Düşünceler ..……………...……………..….26

1.3.4.1. Hegel’de Estetik ..……………………………………………......….26

1.3.4.2. Hegel Sonrası Estetik Düşünceler ..…………………….......……….27

1.3.4.3. Schopenhauer: Pesimist Filozof, Pesimist Felsefe ..………….....…..28

1.3.4.3.1. Kontemplasyon ..………………………………………………….30

1.3.4.3.2. Estetik Temaşa ..…………………………………………………..31

1.3.4.3.3. Sanatlar Üzerine ..………………………………...……………….32

1.3.4.3.3.1. Mimari .………………………………………………….......….32

1.3.4.3.3.2. Resim ve Heykel ..…………………………………….....……...32

1.3.4.3.3.3. Şiir ve Trajedi ..…………………………………………...……..33

Page 10: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

8

1.3.4.3.3.4. Son Olarak Müzik ...……………………....………….....….……35

1.3.4.4. Postmodern Sanat – Estetik ..…………………………………......…35

1.3.4.4.1. Postmodernist Sistem Olarak Yapı-Bozumculuk ...……………......38

1.3.5. Nietzsche’nin Yaşam Felsefesi’nin Ana Hatları ve Nietzsche’de Sanat -

Estetiğin Anlamı ...…………………………………………………………….....…40

1.3.5.1. Ruh-Beden Düalizmi’ni Reddediş ve Bunun Apollon-Dionysos

Bütünlüğü İçinde Açıklanması ...……………………………………………….......43

1.3.6. Günümüz Anlayışı ...………………………………………………..…45

1.3.7. Formel Bir Estetiğin İmkânsızlığı ...……………………………….…..48

İKİNCİ BÖLÜM: MİZAH: “GÜLÜYORUM AĞLANACAK HALİME” …...51

2. TEMEL KAVRAMLARIN AÇIKLIĞA KAVUŞTURULMASI ...…….……51

2.1. Mizah ...…………………………………………………………….…….51

2.1.1. Tarihsel Bakış ...…………………………………………………..……51

2.1.1.1. Dünyadaki Gelişim Süreci …...……………………………..….…….52

2.1.1.2. Türkiye’deki Gelişim Süreci ...……………………………..…….….54

2.1.1.2.1. Antik Anadolu Dönemi Mizahı ...………………….………….…..54

2.1.1.2.2. Selçuklu Dönemi Mizahı ...………………………………………..56

2.1.1.2.3. Osmanlı Dönemi Mizahı ...………………………………………...59

2.1.1.2.3.1. Osmanlı Hicvi Hakkında ...…………………………………..…..60

2.1.1.2.4. Meşrutiyet Dönemi Mizahı ...…………………………...…………63

2.1.1.2.5. Kurtuluş Savaşı Dönemi Mizahı ...…………………………….….64

2.1.1.2.6. Cumhuriyet Dönemi Mizahı ……...………………………………64

2.2. Karikatür ...………………………………………………………….…...67

2.2.1. Karikatür Nedir? ....................................................................................67

2.2.2. Karikatür-Mizah İlişkisi ...……………………………………….....….68

2.2.3. Tarihi Gelişim Sürecinde Karikatür ...……………………………........71

2.2.3.1. Dünyadaki Gelişim Süreci ...…………………………….…………...71

2.2.3.2. Türkiye’deki Gelişim Süreci ...…………………………….……...…84

2.2.3.2.1. Mizah’dan – Karikatüre, İlk Geçiş Dönemi ...…………….....…….84

2.2.3.2.2. Tanzimat Dönemi Karikatürü 1867-1878 ...………………....…….86

2.2.3.2.3. Karikatürün Yasaklı Olduğu Yıllar ve Sultan II. Abdülhamid ........97

2.2.3.2.4. Meşrutiyet Dönemi Karikatürü 1908-1918 ...………………..……99

Page 11: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

9

2.2.3.2.4.1. Modern Karikatür ...………………………………………...…..102

2.2.3.2.4.2.Tasvirci Karikatür ...……………………………………………..102

2.2.3.2.5. Kurtuluş Savaşı Dönemi Karikatürü, 1918-1923 ...…………...….110

2.2.3.2.5.1. Kurtuluş Savaşı Dönemleri ………………………………….….114

2.2.3.2.6. Cumhuriyet Dönemi Karikatürü 1923-1998 ...………........….…..121

2.2.3.3. Yakın Döneme İlişkin Detaylar ……………………………….……124

2.2.3.3.1. Karikatürcüler Derneği ...…………………………………………124

2.2.3.3.2. 50 Kuşağı ...………………………………………………….........125

2.2.3.3.3. Yarışmalar ...……………………………………………….....…..128

2.2.3.3.4. Sergiler ...……………………………………………....…………129

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK; OĞUZ ARAL, TAN

ORAL, SALİH MEMECAN ...…………………………………………………..133

Neden Oğuz Aral, Tan Oral, Salih Memecan? ...............................................133

3.1. Oğuz Aral Huysuz İhtiyar ......………………………………....……….135

3.1.1. Hayatı ………...………………………………...………………….…135

3.1.2. Eserleri ve Eserlerinden Örnekler ...……………………...…………..138

3.1.2.1. Çizgi Filmleri ...…………………………………………….………139

3.1.2.2. Kitapları ...……………………………………………………….…139

3.1.2.3. Dergileri ……………………………………………………….…...140

3.1.2.4. Yönettiği Tiyatro Oyunları ...……………………………..………..143

3.1.2.5. Tiplemeleri ...……………………………………………………….143

3.1.3. Sanatı ve Sanatçı Kişiliği …………………………………………….144

3.2. Tan Oral ………………………………………………………..………149

3.2.1. Hayatı ………………………………………………………………..149

3.2.2. Eserleri ve Eserlerinden Örnekler ...……………………..….………..151

3.2.2.1. Eserleri …………………………………………………………..…152

3.2.2.2. Ödülleri .…………………………………………………………....152

3.2.3. Sanatı ve Sanatçı Kişiliği ………………………………........……….157

3.2.3.1. “Yüz Yüze” ...………………………………………………………158

3.2.3.2. “Mizahi Felsefe” ………………………………………………..….159

3.3. Salih Memecan ...……………………………………….....……..……..163

3.3.1. Hayatı ...……………………………………………………....……....163

Page 12: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

10

3.3.2. Eserleri ve Eserlerinden Örnekler ..............…………….....…….……164

3.3.2.1. Eserleri .………………………………………………………….….165

3.3.2.1.1. Karikatür Kitapları .…………………………………….....………165

3.3.2.1.2. İngilizce Kitapları ……………………………………...…………166

3.3.2.1.3. Eğlence Kitapları ……………………………………………..…..166

3.3.2.1.4. Hikaye Kitapları ……………………………………………….…166

3.3.2.1.5. Boyama Kitapları ………….……………………………………...166

3.3.2.1.6. Okul Öncesi Kitapları ..………………………………………..….167

3.3.2.1.7. Faaliyet Kitapları ..………………………………………..………167

3.3.2.1.8. Albümler ………………………...………………………………..167

3.3.2.1.9. Cep Kitapları ……………………………………….....………….167

3.3.2.1.10. Web Siteleri ……………………………………………………..168

3.3.2.2. Ödülleri …………………………………………………………..…168

3.3.3. Sanatı ve Sanatçı Kişiliği ………………………………………..……170

SONUÇ VE TARTIŞMA ……………………………………………………..…181

RESİM KAYNAKÇA LİSTESİ ………………………………………...………183

KAYNAKÇA …………………………………………………………………..…187

Page 13: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

11

BİRİNCİ BÖLÜM: TANIMLAR

1.SANAT ÜSTÜNE

1.1. Sanat: Detaysız Bir İnceleme

Sanat Arapça kökenli bir kelimedir. Bu kelimenin Almanca karşılığı ‘Kunts’,

İngilizce ve Fransızca karşılığı ‘art’dır. Bir etkinliğin geçekleştirilmesi veya belli bir

işin yapılmasıyla ilgili yöntem, bilgi ve kuralların tümüdür. Bir işi belli bir estetik

duyguyu yansıtacak bir biçimde gerçekleştirme tarzıdır. Doğada olmayan bir şeyi

yaratma amacına yönelmiş rasyonel faaliyettir. Sanat eserlerinin yaratılmasını

mümkün kılan doğal yeteneğe dayalı ya da deneyim yoluyla kazanılmış beceri ya da

ustalıktır. Bir takım fiziki araçları, arzu edilen sonuçlara ulaşmak üzere, sezgi ya da

bilgi yoluyla öğrenilen estetik ilkelere göre, amaçlı ve sistematik bir biçimde

kullanma yeteneğidir. Bir duygu, düşünce, tasarım ya da güzelliğin ifadesinde

kullanılan yöntemlerle, bu yöntemlere bağlı olarak sergilenen üstün yaratıcılıktır.

Temel işlevi güzeli meydana getirmek, güzellik yaratmak olan öznel faaliyettir.

Sergilediği estetik özellikleriyle bir sanatçının elinden çıktığını belli eden nesneler,

yani resim, heykel, oyun, film benzeri eserler bütünüdür. (Cevizci, 2002)

Yunanca ‘tekhne’ ve Latince ‘ars’ terimlerinden türeyen sanat kavramı, İlk ve

Ortaçağ boyunca zanaattan ayrılmamış ve bu dönemde pratik kurallarla belirlenmiş

bir zanaatı uygulama anlamına gelmiştir. Söz konusu dönemde ne teknik nesne ile

sanat eseri, ne de zanaatkâr ile sanatçı arasında bir ayrım vardır. Bu bağlamda

entelektüel bir etkinliği, teknik de olsa belli bir bilgiyi imleyen sanat yaratım, sadece

doğal yaratılıştan farklılık gösterir.

Sanat zanaattan, endüstri devriminin ardından, on sekizinci yüzyılın

sonlarından başlayarak net bir biçimde ayırt edilmeye başlanmıştır. Kant Kritik der

Urteilskraft (Yargı Gücünün Eleştirisi) adlı eserinde sanat ile bilgiyi ve sanat ile

zanaat ya da tekniği birbirinden ayırmıştır. Hegel ise sanatı, kendini dış dünyada

gerçekleştiren tinin bir uğrağı olarak ele almış ve sanatın duyusal bilgi ile kavramsal

bilgi arasında bulunduğunu söylemiştir. Nietzsch ise, sanatın özünün belli bir yalan

türü olduğunu iddia etmiştir. Sanat hayata kara çalmaya yönelen idealist bir

Page 14: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

12

yutturmaca değil, fakat yaşamı iyiye doğru dönüştürerek yaşanır hale getiren bir

yalandır.

Günümüzde ise, sanatı ondaki farklı unsurları temele alarak açıklamayı

deneyen farklı sanat teorileri vardır. Bunlardan birincisi, sanattaki formel unsuru ön

plana çıkartan form olarak sanat anlayışı’dır. İngiliz sanat eleştirmeni Clive Bell

tarafından savunulan bu görüşe göre, gerçek sanat eseri izleyici, dinleyici ya da

okuyucu da, estetik bir tecrübe ya da duygunun doğuşuna neden olur. Bu estetik

duygu günlük yaşamın duygularından, pratik bir yönü bulunmamak bakımından

farklılık gösterir. Söz konusu estetik duygu, deneyim ya da tepkiyi doğuran neden,

gerçek her sanat eserinin pay almak durumunda olduğu bir nitelik olarak “anlamlı

form” dur. “Anlamlı form” ise, sanat eserinin konusu ya da içeriğinden çok, parçaları

ayırıcı yönleri arasındaki belli bir ilişkiden meydana gelir.

Bir diğer sanat teorisi, ünlü filozof R. Collingwood tarafından savunulan

idealist sanat teorisi’dir. Kant’tan başlayıp Croce tarafından da savunulan bu

anlayışa göre sanat evrensel bir ideyi ifade etmekte, ama bunu sanatçının öznel

duyarlığı aracılığıyla gerçekleştirmektedir. Diğer sanat teorilerinden aktüel sanat

eserinin fiziki olmayan bir eseri olduğunu öne sürmek bakımından farklılık gösteren

bu sanat görüşüne göre, sanat eseri sanatçının zihnindeki bir ideden başka hiçbir şey

değildir; bu ide, sanatçının belli bir sanat ortamına girişiyle, belli araçları kullanması

suretiyle dışa vurur. Bununla birlikte gerçek sanat eseri, sanatçının zihninde olandır.

Üçüncü sanat teorisi, sanatı bir dışavurum olarak değil de, bir sembol olarak

gören sanat anlayışıdır. Bir sanat eserinin, bir duygunun sembolü olduğunu öne süren

sembol olarak sanat anlayışı’na göre, sanat eserleri insanda ortaya çıkan psikolojik

süreçleri temsil eden semboller olarak karşımıza çıkarlar. Başka bir deyişle, bu

eserler, koyu renk bulutların yağmurun belirtisi olması anlamında değil de, insani

duyguların ardı ardına dizilişiyle örneğin bir müzik eserinde notaların zamansal

dizilişi arasında bir yapı benzerliğinin olması anlamında gösterirler.

Bir diğer sanat anlayışı, sanatta kuramsallığı ön plana çıkartan kurumsal sanat

görüşü’dür. Çağdaş filozoflardan George Dickie tarafından geliştirilen bu anlayışa

göre, sanat eseri, insan varlıkları tarafından belli ölçüler içinde işlenen insan elinden

çıkma bir üründür. Buna göre sanat eserini, insanların onu izlemeleri için bir galeriye

yerleştirmek, sanat eserinin işlenmesi anlamına gelir. İkinci olarak sanat eserlerine

Page 15: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

13

‘sanat eseri’ statüsü ya da kimliği, sanat dünyasının galeri sahibi, yayıncı, yapımcı

gibi üyeleri tarafından verilir. Bundan dolayı sanat eseri için belirleyici olan öğe,

başka hiçbir şey değil de, kurumdur.

Buna karşın estetik haz ve beğeni etkenlerini sanat teorisinin dışında bırakan

yapısalcı sanat anlayışı, yapıtın sanatçının duygularını dışa vurmaktan ziyade, genel

bir anlam üretim sisteminin bir parçası olduğunu öne sürer. (Cevizci, 2002)

I.2. Sanat: Epistemelojik İnceleme

1.2.1. Kavramın, Estetik Kavramıyla Bağı ve Tarihsel Bakış: Detaylı

İnceleme1

Estetik kavramı Latince Aesthetica’dan gelir. Kavram dilimizde ‘duyum, haz’

olarak karşılanabilir. Felsefi terminolojide ise ‘duyumlarla, hazlarla elde edilen bilgi’

anlamındadır ve felsefede, ağırlıklı olarak, epitemelojinin bir konusu olarak

işlenmektedir. Kavramın dilimize geçişi 19.yy.dan sonra İngilizcede yaygın

kullanımı ile olmuştur. Kavram ilk olarak Latin formuyla Baumgarten tarafından

kullanılmıştır. Baumgarten iki ciltlik eserine ‘Aesthetica’ adını vermişti (1750-1758).

Baumgarten, estetiği “güzelin duyumlardan gelen fenomenal mükemmelliği” olarak

tanımlarken, düşündüğü “sanat yapıtlarındaki mükemmellik”dir. Grekçe aisthesis

‘duyumsal algı’ anlamına gelmektedir ve aesthetica bu kavramdan türetilerek

kullanılmıştır. Grek düşüncesinde aisthesis ‘maddesel olgulara’, ‘madde dünyasına’

yönelikti. Diğer bir deyişle, bu olgular maddesel olmayan ya da sadece düşünülen

şeyler değildi. (Bu konuda geniş açıklamalar ileride verilecektir). 19.yy.ın erken ve

orta dönemlerine kadar kavram üzerinde spekülatif kullanımların ve pejoratif anlam

yüklemelerinin olmadığını görüyoruz. Estetik, bu döneme kadar, sanat ve güzel

arasındaki ilişkiyi ortaya koymak için kullanılmıştır. 1879’da Lewes estetiği

‘duyumların soyut sanatı’ olarak tanımlamıştır. Bu kullanımla ‘anaesthesia’ terimi,

estetik’ten türetilerek, çoğunlukla tıp’ta, ‘fiziksel duyum bozuklukları’nı tanımlamak

1 Çalışmanın bu bölümüne doğrudan ‘estetik’ kavramıyla başlamamız bir zorunluluk oldu, çünkü; sanat ve estetik kavramları birbirinden ayrılmaz bir bütünlük içinde görülmektedir. Felsefe ve düşün tarihi içinde bu konuyla ilgilenenler bu ayrımı gerçekleştirememişlerdir.

Page 16: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

14

için kullanılmaya başlanmıştır. Bu kullanımın, bu anlamda, terk edilmesi 19.yy.lın

geç dönemlerine rastlar. Ancak ‘anaesthesia’ teriminin olumsuz sıfatı olan

‘unaesthetic ya da nonaesthetic’ terimleri, form olarak, ‘güzel ve sanat’a ilişkin

kullanılmaya başlanılmıştır. Ancak bu estetik olmayanın fiziksel duyum bozukluğuna

sahip olduğu anlamına gelmez, diğer bir deyişle estetik olmayan birey değil, objenin

kendisidir. 1821’de Coleridge’nin ‘hoşlanma (zerafet) ve eleştiri’ konuları için

estetik’e benzer bir terim bulma çabasını görüyoruz. Ancak bu çalışma 1842’de

estetiğin ‘boş bilgiçlik terimi’ olarak nitelendirilmesi ile son bulmaktadır. 1859’da

Sir William Hamilton estetiği ‘hoşlanmanın felsefesi, güzel sanatların felsefesi ve

güzelin bilimi’ olarak tanımlamıştır. Hamilton’ın bu çalışması, kendi istediği gibi,

sadece Almanya’da değil, bütün Avrupa’da kabul görmüştür. Bu görüş sanat ve

güzel arasındaki ilişkiyi ön plana çıkarmış ve aesthetis’in isim formu olan aesthete

1880’den itibaren Walter Pater’in ‘estetik hareketin prensipleri ve pratikleri’

konusunda yaptığı çalışmalarla günümüze gelmiştir. Bu görüş Matthew Arnold ve

sonraki düşünürleri de yakından etkilemiş ve estetik, sanat ve edebiyata ilişkin

tartışmaların yanı sıra ‘görülebilir olanların’ görünüşleri ve etkileri’nin sorgulama

odağı olmuştur.

Estetiğin kısa tarihçesi bize aynı zamanda bir başka olguyu da göstermektedir.

Bu da; estetik terimi süje içerisinde sınırlandırılarak sanata, görünenlere ilişkin, iyi

ve güzelin (sanat temelinde) ne olduğuna ilişkin, toplumsal ve kültürel yorumlamalar

dışarıda bırakılarak, temellendirilmesinde ana kavram olduğudur. Bugün estetik

‘güzelin bilimi’ olarak tanımlanmaktadır. Ancak bu yapılırken bir başka olgu da göz

önüne alınmaktadır. Bu da; modern sanat, modern toplum düşüncesi ayrımı, kültürün

özel anlamında toplumsal kullanımın ötesinde ve değerler sistemi olarak toplumsal

baskının, ki- insan bir kültür varlığı olarak hangi koşullarda olursa olsun kendisini

burada ifade eder- bir versiyonu olduğudur. (Williams, 1976, 27-28)

Page 17: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

15

1.2.2. Baumgarten, Sanatın Temel Kavramı Olarak Estetik, Neden?

Estetik teriminin ilk olarak A. Baumgarten tarafından kullanıldığını yukarıda

belirtmiştik. Baumgarten rasyonalist hocaları Leibniz ve Wolff’un izinde bir ‘duyum

bilgisi bilimi’ ortaya koymak istemiştir. Bu bilim Wolff’un sistemini tamamlayacak

‘aşağı bilgi kuramı’dır. (Frenzel, 1997, 390) Baumgarten’in ortaya koymak istediği,

ne saf hoşlanma, bireysel hoşlanma ya da nefret, ne saf duyum, nede hislerimizi

harekete geçiren kuvvettir. O sadece bir bilgi türü ortaya koymak istemiştir. Bu çok

doğal görünüyor, çünkü içinde bulunduğu rasyonalist akımın temsilcileri iki tür

bilgiden bahsederler. Bunlar bize ‘şeylerin açık (hatta apaçık) ideaları’nı veren ve

‘farklı ideaları’nı veren bilgilerdir. Baumgarten bu ayrımı kabul eder ve bu bilgi

türlerinin insanın fiziksel yapısı içinde ‘aşağı’ ve ‘yukarı’ fonksiyonları olduğunu

söyler. İşte onun ‘aşağı bilgi kuramı’ dediği estetik bize şeylerin farklı idealarını

veren bir bilgi türüdür ve böylesi bir bilgi ancak onun farklı parçalarının da

bilinebilmesiyle elde edilebilir. (Shiller, 20-21) Bu ayrım temelde kabul görmüş ve

Kant’tan, Husserl’e kadar işlenmiştir.

Yapılan şudur; Platon’dan bu yana insan üç ayrımın bileşkesi olarak

tanımlanıyordu. Bunlar nous, püshüe2 ve soma’ydı. Nous insanın akıl yönünü,

püshüe pathos’unu ve soma da bedenini gösteriyordu. Ethos3 bir ilkeler birliği, bir

değerler ağı olarak nous’a, çoğunlukla teolojik öğeler hükümranlığında, hizmet

edince, her şey akılla ve akıllı bir şekilde açıklanmaya çalışılınca, insanın püshüesi

ve doğaldır ki pathos’u4 dışarıda bırakıldı. Soma zaten hiç önemsenmedi.

2 Püshüe, Grek’çe ‘ratio’ olmayan her şey anlamına gelir. Ayrım Antikite sonrası çok belirgindir. Duygulanımlarımız, sevinçlerimiz, üzüntülerimiz yani kısaca ‘can’ımızdır. Saftır ancak bu saflık ‘mutlak (absolute)’ değil, ‘halis (geniune)’ bir saflıktır. Grek yaşama biçiminin kendisidir. Agora’da, Satiyr korosunun eşliğinde, tanrı Apollon’un yine tanrı olan babası Dionysos’a lir eşliğinde söylediği şiirlerle olan yakarışlarıdır. Bu katharsis (arınma) insanın kültürle yapıp ettiklerinin hesabının doğaya verilmesidir. Burada sevinç ve üzüntü bir aradadır, ayrışmaz. Burada kurgu ve spekülatif düşünce biçimleri yoktur. Ratio’nun hükümranlığını arkasına alıp, parçası olduğu doğayı yok sayan ve onu anlamsız teolojik ve teleolojik kurgularla yok eden insan anlayışı da yoktur. Burada yapılan, deyim yerindeyse, mizah’ın kendisidir. 3 Ethos, Grek’çe ‘ev, yuva’ anlamına gelir. Ancak bunun onun gerçek anlamını vermez, çünkü; ev, yuva ancak ve ancak içindeki değerler ile anlam bulabilir. Ethos bir değerler manzumesi olarak anlaşılmalıdır. Günümüzde ‘etik’ kelimesiyle örtüşen kavram ‘ahlak’ terimiyle de sıkça karıştırılır. Ahlak (moral yada vicdan) ethos’un çekirdeği, özüdür: ayrıştırılamaz.! 4 Pathos Grek’çe bir kavram olup, ‘güç’ anlamına gelir. Ancak bu bir insanın dışarıya uyguladığı fiziksel bir güç değil, yaşama bağlanma gücüdür ve bu içten gelen hayati bir olgudur. Canlılığı koruma fenomenidir. Türkçede kavramın doğrudan bir karşılığı olmamakla beraber, ‘serencam’

Page 18: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

16

Baumgarten’in estetiğe en büyük katkısı bu olmuştur denilebilir. Şöyle ki; insanın

pathosu’na yani duygulanımlarına yönelik eylemlerinin de bir temelinin olması

gerektiği sorgulanmaya başlanmıştır. İşte bu belirleme ile birlikte estetik, sanatın,

insanın pathosuyla ortaya koyduğu eylemlerinin ve ürünlerinin, temel kavramı

olmuştur ve Baumgarten’in, kavramı, bir bilgi türü olmasının yanı sıra bugün estetik

olarak adlandırılan disiplin anlamında da kullanması, estetikle ilgili tartışmaların

boyutunu geliştirmiştir.

Moritz Geiger, Frenzel’in aktarımıyla, hiçbir felsefe disiplininin estetikte

olduğu kadar sağlam olmayan öndayanaklar üzerinde olmadığını belirtmektedir. Ona

göre estetik bir anda normatif ya da betimleyici olabilen, sanatçıdan yada haz

duyandan (estetik süjeden) hareket edebilen yada bir anda matematiksel veya

empirik olabilendir. Geiger’e göre bugün için estetiğin ana konusu sanattır ancak

günümüz estetiğinin ilgi alanı doğal güzellik değildir ve bu bağlamda doğal güzellik

sanatsal güzelliğe göre bir alt basamakta yer almaktadır. (Frenzel, 1997, 389)

Geiger’in söylemi yukarıda işaret ettiğimiz olguyla uyuşmaktadır. Çünkü sanat

insanın duygulanımlarının ürünüdür. Püshüe ve pathos’la iş görür. Sanat’ın ve

sanatsal ürünlerin alt basamakları ile paralel pek çok estetik kuramının olması da

doğaldır. Heinemann, sanat nedir?, İnsan neden bir sanat yapıtı yaratır?, Bir sanat

yapıtını diğer insani ürünlerden ne ayırır?, Sanatsal hoşlanma nerede ortaya çıkar?,

Sanat fenomenleri için verilecek yargılarda hangi ölçütler geçerlidir? soruları ile

tartışma platformunu genişletmektedir. (Heinemann, 1997, 402)

Heinemann’a göre, sanat, bizim yarattığımız ve dolayısıyla bizim

kavrayışımıza geçişli olan bir şey ama aynı zamanda bir uğraş olarak sanatçının

kendisini de bir doğa yapan ve bu suretle sanatçının kendisini de içinde bulunduğu

evren ile bağlantı içinde yaratan bir şeydir. Bu nedenle bir tek estetik’ten söz

edilemez, aksine kendi tarzı içinde pek çok değer içeren pek çok estetik’ten söz

edilebilir. Şöyle ki; Heinemann’a göre metafiziksel, psikolojik, değerler, semantikçi

ve sosyolojik estetikten söz edilebilir. Heinemann şöyle devam ediyor, “tüm bu bakış

tarzları toplumsal yapıya bağlı ve aynı zamanda ondan çıkarlar ve bunlar

sözcüğü bu kavrama denk düşebilir. Kavram düşünce tarihine, kendi ilk anlamı ile, Nietzsche tarafından tekrar kazandırılıncaya dek kullanılmamıştır.

Page 19: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

17

mutlaklaştırılmadıkları sürece kendi içlerinde kısmi bir doğruluk taşırlar”.

(Heinemann, 1997, 402-403)

Burada Heinemann’ın bir kavramı dikkati çekmektedir, buda

‘mutlaklaştırma’dır. Bu kavram Nietzsche için de çok önemlidir ve bu çalışmanın

ileriki bölümlerinde ifade edilecektir. Burada sadece Heinemann’ın yorumunu

açmakla yetiniyoruz. Heinemann, kanımızca, mutlaklaştırılan kavramların asıl

anlamlarından uzaklaştırıldığını söylüyor. Çok değerli estetikten bahsetmesi de

bunun göstergesidir. Ona göre, toplumların sanat anlayışları farklıdır ve bu nedenle

de estetik anlayışları da farklı olmalıdır. Ancak bu farklı toplumların farklı

sanatlarıyla oluşturdukları estetik anlayışlarının bir temelde toplanamayacağı

anlamına da gelmez. Eğer bu böyleyse öncelikle sanatın ne olduğu belirlenmeli ve

estetik onun üzerende inşa edilmelidir. Bu nedenle Heinemann sanat kavramının

etimolojik kökenlerine iner. Heinemann’ın aktarımıyla devam ediyoruz. “Sanat”,

Almanca’da “Kunst” sözcüğüyle karşılanır ve “bilgi”den gelir. İngilizcede ise “art”

sözcüğüyle karşılanır ve iki anlamı vardır, bunlar; 1- beceri, hüner, 2- bir beceri ya

da hünere dayalı olarak yapılan işleri öğretme ve öğrenme yöntemi. Kavramın kökü

ise Latince “ars” sözcüğüdür ve daha çok, bir kurala bağlı insani etkinliğin biçim ya

da tarzı, genel olarak, maharet, üslup, beceri, daha özel olarak da el becerisi, işleme,

zanaat ve bilim anlamlarına gelir. Heinemann buradan yola çıkarak sanat’ın ‘ars’ ile

ifade bulan anlamında kendi içinde bağlı kalmadığını, diğer bir deyişle ‘ars’ın,

sanatı, bilimi ve diğer bütün insan ürünlerini kapsadığını belirtmekte ve böyle bir dil

çözümlemesinin sanatın ne olduğunu asla ortaya koymamakla birlikte, sanat

fenomeninin asla ihmal edilmemesi gereken bir açıdan görülmesini de

sağlayabileceğine dikkat çekmektedir. Buda; sanat, yapabilmekle, beceriyle,

zanaat’la, kurallı eylemle ilgilidir ve giderek tüm insani etkinliğin temelinde yatan

bir şeye bağlıdır. Bu saptandıktan sonra, etkinlik ve ürün olarak sanat ayrımı yapma

gereği ortaya çıkar. (Heinemann, 1997, 403)

Heinemann’ın bu ayrımının arkasında sorgulanan insanda ‘sanatsal yaratıcılık’

adı verilen bir temel işlevin dil ya da düşüncenin belli bir basamağında ortaya çıkıp

çıkmadığıdır. Diğer bir deyişle sanatsal etkinliklerini dil ve düşünce’nin etkisiyle mi

ortaya koymaktadır? Bütün insanlar dil ve düşünceye sahiptir ancak herkes sanatçı

olamaz savı ile Heinemann ‘sanatçı’ kişinin, onu diğer insanlardan ayrı kılan ve

Page 20: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

18

‘farklı yetenek’ olarak tanımladığı bir yetiye sahip olduğunu söylemektedir. Sanat,

dilde ve düşünce’de parça, parça görünüme çıkan, ama aslında parçalanamaz bir

bütünlüğü olan insan tin'inin yaratıcılığının bir ürünüdür. (Heinemann, 1997, 404)

Heinemann’ın söyleminin arka planında sanatçının farklı bir konumda olduğu

görüşü ağırlıklıdır. Aslında söylenmek istenen; ‘estetik birey’ olarak da

tanımlanabilecek sanatçı’nın bir kavramdan öte, yaşamın bütününde varlığı kendi

içsel dünyasından çıkarak tanımlayan, varlığı, sanat’la insan yaşamının bir temel

hareketi, bir mecrası olarak kendini de içeren bir alan olarak anlamlandıran ve bunu

sadece ‘özel perspektif’le yapandır. Pek tabiidir ki bu ‘özel perspektif’ estetik bakış

(ya da estetik görüş de diyebiliriz)’tır.

Sanat ve sanatçı üzerinde ortaya konulan bu görüşler günümüzdeki estetik

tartışmaların temelinde yer almaktadır. Çünkü ayrım kesin görünmektedir.

Sanatçının farkını birkaç alıntıyla gösterelim. Örneğin, W. Blake “Kötü edebiyat iyi

duygularla yapılır” derken sanatçı olmak için iyi insan olmanın yetmeyeceğini, iyi-

kötü gibi kavramların etik olarak sanatçının dünyasında bulunamayacağını

söylüyordu5. Diderot “Nasıl oluyor da hemen bütün insanlar bir güzel’in var olduğu

konusunda ortak bir görüşe ulaşmış oluyorlar; nasıl oluyor da bu insanların büyük bir

bölümü onu olduğu yerde canlı bir biçimde sezerken çok az bir bölümü yalnızca

onun olduğunu biliyor?” sorusunu sorarken, hepimizin bir estetik haz duygusuna

sahip olduğumuzu, ancak sadece sanatçının bu duyguyu yaşatabileceğini belirtmek

ister. (Timuçin, 2003, 6-7)

Ancak burada soru şudur: Sanatçı güzel’i ortaya koyarken, bu ortaya

konulanın güzel olduğuna kim karar verecek? Şu güzel ya da çirkin derken hangi

ölçütler ele alınacak? İşte bu sorularla ‘estetikçi’ kavramı ortaya çıkmaktadır. Diğer

bir deyişle sanatçının yaptıklarını belli ölçütler içinde denetleyen ‘bir estetikçi’

olmalıdır ki o, Van Gogh’un ortaya koyduğu güzelde ‘kendisinden çok insanlığın

5 Bu, sanatın eylemlerinde herhangi bir etik bağa bağlı olmak zorunda olmadığı biçiminde anlaşılmalı ve sanatçı ahlaksız olur biçiminde anlaşılmamalıdır. Sanatçının en asli görevi absürt’ü yakalamak ve onu hiçbir önkoşula bağlanmadan ortaya koymaktır. Sanatçı ve filozof arasındaki ilişki Sokrates’in sözleri ve Nietzsche’nin deyimiyle ‘insanın ensesinde at sineği’ olmalarıdır. Sanatçı insanı, insani değerler çerçevesinde rahatsız edendir. Kant’ın deyimiyle yürüyenin yürüdüğünü anlaması için onu düşürendir. Bu nedenle sanatçı çoğunlukla değil ama genellikle, gereklilikle değil ama zorunlulukla topluma ters düşendir. O olması gerekeni, olana rağmen ortaya koyandır. Bu tek taraflı bir ortaya koyuş değildir; Munch’ın çığlığı kendisinden çıktı ama o çığlığa hasret bir dünyayı hala dolaşmaktadır.

Page 21: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

19

açılımı’nı betimlesin. Bu yapılırken de sanatçıyı sanatı üzerine en üst düzeyde

bilinçlendirsin. İşte bu tartışmalar estetiğin günümüzde ‘güzelin bilimi’ olarak

tasvirini gündeme getirmiştir. Ancak şu sorular sorulmaz: “eğer bir güzelin bilimi

varsa, çirkinin bilimi de olamaz mı? Eğer sanat, sanatçının kendisini, kendi içsel

dünyasından çıkarak, anlatma ve kendi alanında varlığı anlamlandırma yolu ise ve

eğer bu insan varlığının püshüe ve pathosuyla oluyorsa, değerlendirenin, estetikçinin

de sanatçı olması gerekmez mi ve buna hangi hakla sahip olur? Görünüşte kaygının

sanat ürünlerinin insanlığa mal edilmesi, evrenselleştirilmesi6 olduğu söylenebilir.

Burada tartışmayı uzatmıyoruz. Ancak şunu söylemek yeter: Van Gogh " İnsanlığın

korkunç duygularını renklerle anlatmak istedim" derken insanlığın onun üzerindeki

duygularının refleksiyonu’nu anlatmak istemiş olsa gerek. Yoksa o eserlerinin bir

estetikçi yoluyla insanlığa mal edilmesini düşünmemiştir. Bu tartışmalar günümüzde

en fazla ‘post modern’ akım içerisinde yapılmaktadır. Bu konuya ileriki bölümlerde

değinilecektir. Bu bölümü Nietzsche’den, Heinemann’ın aktarımıyla, bir sözle

kapatmak istiyoruz; ‘Estetik kaos’dan kosmos’u bulup çıkarmaktır’.

6 Sanatın evrensel olma ideali, bir sanatçının yapıp ettiklerinin ‘temel insani fenomenler çerçevesinde bütün insanlığı ilgilendiren açmazları ortaya koyması biçiminde’ anlaşılmalıdır. İnsanlık tarihi olaylar bakımından birlik ancak çözümler bakımından farklılık gösterir. Bu ilerlemenin de bir ölçütüdür. Bazı sanatçılar yaşadıkları çağlar yönünden şanslıdırlar. Örneğin Picasso, Van Gogh’a göre daha şanslı sayılabilir, çünkü; onun çağı kendisine Guernica ve Yaralı Yüz’ü ortaya koyma imkanı sunmuştur. Sanat ve sanatçı ancak kendilerini var edebilecekleri yerlerde yaşabilirler. Bu karşıtların birliğini yaşam biçimi olarak benimsemiş kültürlerde mümkün olabilir. Karşıtlıklar ilkesi İonya’lı Herakleitos’dan gelse de özü bir yaşam biçimi olarak Xenephones’den gelen ‘seküler’ düşünceye bağlıdır. Bu, sorgulayan, devinen, değişen, değiştiren, mutlaklaştırmayan düşüncenin egemen olduğu, hayatın ‘sanat’, insanın da ‘sanatçı’ gibi olduğu bir yaşam biçimidir. Böyle bir yaşam biçimine sahip olmayan kültürlerin kendilerine ‘evrensellik’ denilen ide ile ‘sanat’ payesi çıkarmaları veya çıkarmaya çalışmaları bir aldatmacadır. Bu kültüre sahip olan toplumlar için sanat ve sanatçılar her zaman kültürü mümbit kılanlar olarak baş tacı olmuşlardır. Ortaçağ (lar) Batı’da Bacon’un Novum Onganum’u ile 1564’de tamamen kapanmıştır. Bacon bir sanatçıdır, çünkü; o iki bin yıllık Aristoteles geleneğine o güne kadar kimsenin cesaret edemeyeceği bir biçimde karşı çıkmıştır. Bu karşı çıkış sadece entelektüel camiaya değil aynı zamanda teolojik hükümranlığa da olmuştur. O çağlarda Aristoteles din’in rasyonel temellerde izahı için kullanılan tek araçtır. Burada keskin olmayan bir bakış şu sonuca ulaşabilir: Ruhban sınıfı bütün yeniliğe karşı, yetkeci ve entelektüel düşünceyi yok sayan ilerlemenin önündeki bir engeldir. Ancak keskin bir bakış, aynı otoritenin 1680 yılında Galilei’yi aforoz ettikten sonra onun deneylerini yapmasına izin verdiğini ve bunu ‘bizim onlara da ihtiyacımız var’ diyerek rasyonalize ettiğini görecektir. Yine aynı keskin bakış; 1574’de İstanbul’da bütün zamanların ikinci büyük rasathanesinin şeyhülislamın emriyle II. Mahmut tarafından yıktırıldığını da görecektir, çünkü; gökyüzü Tanrı’nın işidir. Beckham’ın ‘Gece’si, Picasso’nun ‘Guernica’sı karşıtlıklar ilkesini benimsemiş bütün kültürler için evrenseldir. Değilse Van Gogh Fransız, Picasso İspanyol’dur.

Page 22: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

20

1.3.Tarihsel Bakış

Çalışmamızın bu bölümünde estetiğin gelişimine tarihsel perspektif açısından

bakılacaktır. Bu bölümde Baumgarten’in görüşlerine ayrıca yer verilmeyecektir.

Konunun akışı gereği onun görüşlerini yukarıda özetledik. Estetik düşüncenin

başlangıçları Greklere uzanır. Ancak burada Grek düşüncesi iki bölümde ele

alınacaktır. Bunun nedeni; konumuzla doğrudan bağlantılı olan Nietzsche estetiğinin

Grek düşüncesinde Sokrates öncesi dönemle yakın bağlantılı olmasıdır. Bu nedenle,

biz buradaki incelemeyi Platon’dan başlatıyoruz. Felsefe tarihinde her filozofun bir

estetik düşünceden bahsettiği söylenemez, bu nedenle buradaki incelememizi de

estetik düşünceye yakından etkili olmuş filozoflar ve felsefi görüşlerle

sınırlandırıyoruz.

1.3.1. Platon’da Estetik

Platon felsefi düşüncelerinin temellerini hocası Sokrates’dan alır ve öğrencisi

Aristoteles’e devreder. Platon’un gerek felsefi ve doğal olarak da gerekse estetiğe

ilişkin düşünceleri yaşadığı, içinde bulunduğu toplum yapısıyla direkt bağlantılıdır.

O hocası Sokrates’in uğruna öldüğü “iyi”yi, kimsenin eğip bükemeyeceği,

değiştiremeyeceği bir yerde tutmak ister. Bu yüzden Platon’da alem ikiye ayrılır; 1-

duyularla idrak olunan alem, görünenler, ‘gölgeler’ alemi 2- akıl ile kavranan gerçek

alem, ‘idealar’ alemi. İlk alem gerçek alemin bir görüntüsünden ibaret, kopya ve

gerçek alemden pay aldığı sürece ‘varlığa gelen’ alemdir. İkinci alem ise hiçbir şeyin

değişmediği, değiştirilemediği, ‘iyi ideası’nın bütün ideaların üstünde bulunduğu

alemdir. Bu içinde bulunduğumuz alem, Timaios Diyalogu’nda açıkça belirtildiği

gibi, yapıcı Tanrı Demiorgos tarafından idealara bakılarak parça parça varlığa

getirilmektedir. Demek ki duyularla algılanan bu alem, idealar aleminin bir taklidi,

‘mimesis’i, bir çıkartmasıdır. İşte Platon eliyle verilen bu mimesis kavramı, onun

sanat ve estetiğe ilişkin düşüncelerinde bizim değerlendirme noktamızdır. Platon,

mimesis’i sanat ve estetik konusu olarak işlemedi, ancak Aristoteles eliyle işlenen bu

kavram bugün dahi Batı felsefesi’nin ve özellikle sosyoloji, öğrenme ve sanat

sosyolojisi’nin temel kavramlarından birisi olmayı sürdürür. Eğer bu alem bir

Page 23: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

21

yansıma, bir taklitse, bu alemde yapılan, insan eliyle şekillendirilen ürünler de

taklidin taklididir. Bu nedenledir ki Platon’da sanat ve estetiğin bir anlamı yoktur.

Bugün, düşünce tarihi genel bir kavrayışla bütün estetik görüşleri genel metafizik

görüşlere uyarlamaya çalışıyor görünmektedir. Bu durum ‘güzel’ nedir, ne değildir

sorusuyla estetiği sınırlandırmış görünüyor. Bu bakış açısıyla Platon estetiği

değerlendirilirse şu sonuca ulaşılabilir; ona göre, uyarlılık, yararlılık ve haz güzelin

üç niteliğidir. Bu bakış açısı ‘güzel’ kavramının ‘pragma’ya uygun olduğunu

gösterebilir ve gerçektende Platon bu bakış açısıyla deneysel, (ampirik) bir görüş

sergiler. Ona göre, ‘Tencere için tahta kaşık altın kaşıktan daha uyarlıdır’, Anne ve

babalarımızı onlara yaraşır bir şekilde gömmek bize haz verir’. Bu görüşlerle ‘güzel’

düşüncesi gerçekçi bir çerçevede, dünya deneyleriyle ilişkin görünüyor. Ancak

Platon’un “güzel”i aşkın bir gerçeklik olarak belirlemesi, tüm güzellerin pay aldığı

aşkın bir kaynak olarak göstermesi güzel araştırmalarının metafizik bir temele

kaydırılmasının da başlangıcı olmuştur.

Platon’un bugün anlaşıldığı şekliyle sanatçı ve estetikçi kaygısının olmadığı

da ayrı bir gerçektir. Burada şunu söylemek yeter; sanat ve estetik Platon için

anlamsız görünüyor, ancak bu, bir yönüyle, toplumsal kaygı uğruna, Sofistlerle

savaşım veren bir filozof için yapılacak bir değerlendirmede makuldür. (Platon, Cilt

II; Timuçin, 2003, 12, 19, 21, 22)

1.3.2. Aristoteles’te Estetik

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Aristoteles Platon’un öğrencisi’dir. Ancak gerek

felsefesi ve gerekse buna bağlı olarak varlık ve konumuza temel teşkil eden, estetik

görüşleri Platon’dan çok farklılık gösterir. İlk olarak Aristoteles, Platon’un gerçek

ideadır deyip bitirdiği yerden, ideanın gerçekliği nedir? sorusuyla başlar ve onun

Platon’a, felsefe tarihinde üçüncü adam itirazı olarak da bilinen, yönelttiği şu soruyla

devam eder; şu adamı bilmek, başka deyişle, şu adam adamdır diyebilmek için, şu

adamdan başka ayrıca birde ‘adam ideası’na ihtiyaç duyulur. Peki, ‘iyi adamı’

bilmek içinde bir başka (üçüncü) adam’a ihtiyaç duyulmaz mı? Elbette duyulur ve bu

böylece sonsuza kadar sürer gider. İlk adam, şu adamı kavramak için yeterliyken

Page 24: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

22

neden bir başka adama ihtiyaç duyulsun? İşte Aristoteles’in ilk yaptığı şey bu ‘adam

ideası’nı ortadan kaldırmak olmuştur, başka deyişle idealar teorisini ters çevirmiştir.

Platon, varlık nedir sorusuna; eni, boyu, derinliği olmayan ideadır diyerek cevap

veriyordu. Bu görüş felsefe tarihinde ‘idealist’ görüş olarak bilinir. Ancak Platon

ayrıca, görüngüler alemi bile olsa, şu içinde yaşadığımız reel alemi de kabul

ediyordu. Bu yönüyle de realisttir. Aristoteles ise bu soruya; ne bir sestir ne de şu fert

ayrıdır, ama şu fert sureti olan şu fertlerdir, diyerek konseptualistler içinde yer alır.

Diğer bir deyişle Aristoteles var olanın arkasında onun gerçek varlığı olan bir başka

öz aramaz. Kalem, kalem olarak karşımda ve ben ona kalem dediğim için kalemdir.

Bu nedenle sanat ve estetiğin de Aristoteles’te, gerek düşün düzlemi (poesis) ve

gerekse eylem düzlemi (praksis) olarak yer aldığını görüyoruz.

Aristoteles, her ne kadar Platon’dan ayrı düşünse de, Platon’un etkisinde,

toplumsal yaşam bağlamında, kalmış bir düşünürdür. Deyim yerindeyse onun estetiği

tam anlamıyla bir ‘ahlak estetiği’dir. Sıradan bir insanın iyi ve güzeli birbirinden

ayırması zor görünüyor, çünkü bunlar, kavramsal düzlemin dışında, yaşamımızla

doğrudan bağlantılıdırlar. Kavramsal düzlemde de bunları ayırmak pek mümkün

değildir. Sokrates bu iki kavramı birbirinden hiç ayırmadı. Platon’da iyi ideasına

ulaşmak güzeldi, güzel olan iyi ideasıydı, ayrım çok net değil. Aristoteles güzelin

üstünde hiç durmaz; güzeli açıklayan sanatı ele alır. Sanat ona göre; uygulamaya

yönelik düşünsel bir eylemdir, her şeyden önce gerçekliğin öykünmesi (mimesis) ile

ilgilidir. Ancak sanatçı sadece bir taklitçi (öykünmeci) değildir. O bir sorumluluk,

görev sahibidir, bir şeyleri özel olarak göstermekle, öne, açığa çıkarmakla

yükümlüdür. Bu yolla sanat, tragedya’da acıma ve korku duygularını yaratarak

arınmayı, (katharsis) ahlaki yetkinliğe doğru yol almayı sağlayacaktır.

Aristoteles düzenin, düzenli bir dünyanın, cosmos’un insanıdır. Onun

felsefesinde kaos’a yer yoktur. O varlığı gözlemlerinde, sınıflamalarında hep bir

düzen görmüştür. Bu öyle bir düzendir ki, burada ne aşırılığa nede azlığa yer vardır.

Onun ‘Altın Orta’ dediği de işte bu düzenin olması gereken halidir. Ona göre makro

kosmos böyle bir ölçüye sahiptir, insan da, mikro kosmos olarak, bu ölçüler içinde

olmalı; eylemleri, ahlakı, sanatı ve bütün her şeyi bu ölçüler içinde olmalıdır. İnsan

gemi yapmasını bilir (poesis), ama bilmekle yapmak (praksis) farklı şeylerdir.

Düşüncemde kurduğum, yapmayı planladığım gemi eğer bu altın orta’ya uygun

Page 25: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

23

olursa yapılmalıdır. Şiir yazabilirim (poesis), ancak bu şiir gerçekliğin taklidi

(mimesis) olarak, toplum düzenini yıkmamalı, tragedya da onu dinleyen halkın

kahramanlık duygularını ortaya çıkarmalı ve arınmayı (katharsis) sağlamalıdır. Eğer

bunlar böyle olmazsa sanat ve estetik olmaz. (Timuçin, 2003, 19-21, 160, 207-208)

Görüldüğü gibi Aristoteles’in sanatı ve estetiği tam anlamıyla toplumsal

pragmaya yönelik bir anlayıştır. Sanatçı belli kalıplar içerisinde hareket etmek

zorundadır. Ancak onun kavramları bugün bile kabul görmektedir. Son olarak burada

şu eklenebilir; katharsis Aristoteles’in kavramı değildi. Greklerin başlangıcına gider.

1.3.3. Kant Estetiği ve Önemi

Batı felsefe tarihi Kant öncesi ve Kant sonrası olarak ikiye bölümlenerek

işlenir. Gerçekte Kant bütün felsefe tarihinde bir dönüm noktası olarak durur.

Estetiğe ilişkin görüşler içinde bu böyle görünüyor. Bu nedenle, bu bölümde

Aristoteles’ten Kant’a geçiş yaptık. Aradaki dönem estetiğin bir bilgi problemi

olarak görüldüğü ve açıklanmaya çalışıldığı dönemdir. Kant’a kadar devam eden

Platon-Aristoteles çizgisindeki görüşlerin özetini de burada vermek uygun

görünüyor.

Platon sonrası felsefe’de mimesis felsefi bir inanç olarak estetiğe yerleşmiştir.

Aristoteles sonrasında katharsis momenti Plotinos’ta bir değişime uğrar. Güzel

Plotinos için de Platon’da olduğu gibi ‘idede ışıldayan şeydir’. Tanrının

saydamlığıdır. Ondan ancak ruhun arınması (katharsis) ile pay alınır. Ortaçağın

teolojik temelli felsefi kavrayışında bu görüş çok önemli bir yer tutmaya başlar.

Augustinus ve St. Thomas da güzelin ölçütleri olarak birlik, yetkinlik, uyum ve

saydamlığı gösterirler; bunlar aynı zamanda Tanrının varlığı, birliği üzerinde

herhangi bir tartışmanın mümkün olmadığını söyleyen apopathik teori’nin de

ölçütleriydi. Güzelin ve Tanrının ölçütleri örtüştürülmüştü. Ancak burada Thomas’ın

güzel ve iyi’yi birbirinden ayırma uğraşı dikkate değer. Ona göre güzel ‘duyum

yoluyla hoşlanılandır’. “Güzel, kendisinden dolayı ve seyirde hoşlanılan şeydir”. Bu

aynı zamanda yeniçağ estetiğinin de başlangıcı olacaktır, çünkü Thomas süjeyi ve

süjenin sanat yapıtıyla kurduğu ilişkiyi, süje lehinde ön plana çıkarmıştır.

[Aquinolu’nun hükümdarın emriyle, Aristoteles’in öğrencisi Bothelius eliyle ortaya

Page 26: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

24

atılan görünüşte son derece masum ama St. Bartelemy gecesinde binlerce kişinin

öldürülmesine sebep olan ve felsefe tarihinde ‘beş tümeller’ olarak bilinen problemi

çözerek, Hıristiyanlığı bugünkü haliyle temellendirdiği tarihsel bir gerçektir.]

Yeniçağ’ı Ortaçağ(lar)dan ayıran en önemli özellik, felsefenin ana temasının

ontolojiden epistemelojiye kaymasıdır. Bu geçiş bütün uygarlığı en uç noktalarına

kadar etkilemiştir. Descartes’la artık bilgi teorisi ön plana çıkmıştır. Bu dönemdeki

iki önemli felsefi görüş, rasyonalist ve empirist görüşler, bilgi kuramlarındaki tüm

karşıtlıklara rağmen ‘sanatın güzelden kalkılarak belirlenebileceğini ve estetiğin bir

duyarlılık çözümlemesi olması gerektiğini ortaya koyarlar. Empirizm’e göre; güzel,

beğeni, hoşlanma, uyum duygusu, yaygın hoşlanma ile ilgili bir şeydir. Ancak onlar

da güzeli kendi başına var olan ve kendisinden pay alınan olarak tanımlarlar.

Rasyonalistler için güzel zaten kendi başına var olandır ve onu kavramak rasyonel

bilgiden hareketle mümkündür. Felsefe tarihinde ‘Aydınlanmacı Estetik’ olarak da

bilinen ve öncülüğünü Baumgarten (yukarıda görüşlerini izah ettik), Leibniz ve

Boileau gibi düşünürlerin çektiği görüşe göre de güzellik ‘duyusal bilginin

yetkinliği’dir. Leibniz’e göre estetik haz; uyumlu ilişkilere göre yapılan bilinçsiz bir

karşılaştırma ve oranlamanın doğurduğu bir duygudur. Hemen belirtmek gerekir ki,

uyum (harmonia) klasik bir Grek anlayışıdır ve Nietzsche’nin çok önem verdiği bir

kavramdır. Ancak Niezsche uyum’u Leibniz’in gördüğü gibi bilgelik ve erdemi

öğrenmede tarihin ve sanatın işlevi olarak değil, insanın kültürel ve doğal yönlerinin

bütünleştirilmesi olarak görür.

Kant felsefesine eleştiri ile başladı. Yaptığı, kendisine kadar gelen bütün

görüşleri eleştiri süzgecinden geçirerek, “insanın düşmüş olduğu o kötü durumdan

yine kendi aklı ile çıkmasını sağlamak”tı. İşte Kant’ı aydınlanmacı saydıran görüş

budur. Bir aydınlanması olan Kant, insanın bütün bilgisini, ahlakını ve yargı gücünü

temellendirirken ‘estetik’ide dışarıda bırakmadı.

Kant’ın son eseri olan ‘Yargı Gücünün Eleştirisi (1790)’ estetikle ilgili tüm

görüşlerin bir araya getirilerek hoşlanma ya da hoşlanmamanın, beğeni yetisinin

apriori7 temellerini çözümler. Kant’a göre ‘duygu’ olarak hoşlanma ya da

hoşlanmamayı objelerde bizim bulduğumuz bir ereklilik ya da ereksizlik tasarımı 7 Apriori; önsel, önde gelen anlamlarındadır. Epistemeloji ve bilgi teorisi’nin (Kant’tan bu yana bilgi teorisi kullanılmaktadır) en önemli kavramıdır.

Page 27: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

25

yaratır. Bu erekliliğin iki yönü vardır; 1- doğayı gözlemde teleolojik yargı gücü

olarak etkin ve objektif, 2- ama o estetik yargı gücü içinde subjektif ve formel olarak

görünür. Estetik olan tasarımda yalnızca süjeye ait olandır. Burada obje dışarıdadır.

Ancak Kant’ın sübjektiften anladığı bir bilgi değil, hoşlanma ya da hoşlanmama

duygusu, yani objenin tasarımına eşlik eden bir duygudur. Diğer bir deyişle;

hoşlanma yada hoşlanmama tasarımlanmış olanın formel teleolojisidir. Hoşlanma ve

hoşlanmamayı formel yapmakla Kant estetik görüşünü de ortaya koyar; Kant’a göre

beğeni yargısı seyirseldir ve bu yargı ancak ve sadece tasarımlanmış olanın süjede

uyandırdığı bir duyguya dayanır, bu haliyle tasarımlanmış olanın varlık, nitelik ve

yararlılık taşımasına ilgi göstermeksizin verilmiş bir yargı olur. Ancak, ‘güzel’

ilgiden bağımsız hoşlanmanın objesidir, diğer bir deyişle kavram olmaksızın

doğrudan seyirde kavranılandır. Başka türlü ifade edilmek istenirse; ‘güzellik,

kendisinde bir erek tasarımı olmaksızın algılandığı haliyle ereklilik formu ve kavram

olmaksızın genel olarak hoşa gidendir”. Bir beğene yargısı içinde düşünülmüş olan

genel hoşlanma ilkesi “bir ortak duyu koşulu altında objektif olarak tasarımlanmış bir

subjektif zorunluluktur”. Böyle olunca; özgürce üretilmesine, keyfi isteme’den

doğmasına rağmen, sanat yapıtları, akla dayanan ve doğanın koyduğu kurallara göre

çalışan dehaların ürünleridirler. Hemen belirtmek gerekir ki; isteme (wille) ve keyfi

isteme (willkür) kavramları Kant’ın Ahlak Felsefesi’nde çok önemli bir yer tutarlar.

Kant istemeyi genel yasaya bağlı tutarken (öyle bir şey isteyeceksin ki, evrensel yasa

olsun), keyfi istemeyi de dışarıda bırakmamış, keyfi istemenin eyleme dönüşmesinin

istemeyi ortadan kaldırmayacağını ancak istemeyi utanılacak duruma düşüreceğini

belirtmiştir. Etik’te bunu söylerken sanatı ve sanatçının edimlerini keyfi istemeye

bağlaması biraz düşündürücü görünebilir. Kant’ın söylediği; güzel öyle bir şeydir ki,

onun kavramı yoktur ve aprioridir ve sanatçı bu güzeli ortaya koyarken subjektifte

olsa, güzel kendisini ortaya koyduğu için bir zorunluluktur. (Frenzel, 1997, 392-394;

Timuçin; 2003, 34-76)

Böylece Kant formel bir estetik anlayışı ortaya koymuştur. Bu formalizm çok

eleştirilse bile (örn.; Shiller) ona karşı çıkanların dahi vazgeçemedikleri bir önemli

noktaya sahiptir; bu da sanatın özerkliği iddiasıdır. Bu iddia Renaissance’dan beri

tartışılıyordu ancak Kant’a kadar süjeye ait olan duygu ve haz’a bir yer

bulunamamıştı.

Page 28: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

26

1.3.4. Hegel ve Sonrası Estetik Düşünceler

1.3.4.1. Hegel’de Estetik

Kant’ın estetik anlayışının, felsefe tarihinde, onun felsefesinin diğer alanlarında

olduğu kadar, çok önemli bir yere sahip olduğu görünüyor. Bu bir yönüyle, Kant’tan

sonraki estetikle ilgili çalışmalarda, sanatı öncelikle estetik dışı tutmaya çalışan ve

sanatın köklü ve geleneksel değerlere hizmet etmesi gerektiğini söyleyen görüşlerden

sıyrılma çabası olarak kendini gösterir. Diğer bir yönüyle de kendisinden sonra

ortaya çıkan Alman İdealizmi’nin görüşlerine temel olur.

Alman İdealizmi içinde estetikle ilgili baskın görüşleri olan üç filozoftan söz

edilebilir. Bunlardan Shiller, yukarıda söz ettiğimiz ‘özerklik’ iddiasını pekiştirmek

ister. Ona göre; “Güzellik sayesinde, duyum sahibi insan form ve düşünceye

yönelir”. “İnsan güzellikle ancak oynamalıdır ve o ancak güzellikle oynayabilir”.

Shiller’in bu spekülatif içerikli estetik anlayışı, takipçileri Schelling ve Hegel

tarafından da benimsenmiştir. Schelling’e göre; güzellik, sonsuzun kendini sonlu

olarak göstermesidir. Hegel ise bu formülü daha da ileri götürerek geleneksel

güzellik öğretisini en yüksek noktasına ulaştırmıştır.

Hegel’e göre güzellik bir ‘ide’dir. Var olan her şey ide’nin kendisini

açmasından başka bir şey değildir ve bu açılanlar doğruluklarını bu ide’nin salt

doğruluğundan alırlar. Bu Antikçağın güzellik-doğruluk bileşkesidir. Kendini

diyalektik yolla açığa vuran ide kendini ancak bir sanat yapıtında somutlaştırır. Sanat

yapıtları ide’nin tinsel bir nesnellik kazandıkları yerlerdir ve buralarda ide sadece

doğru değil, aynı zamanda güzeldir. İde kendi içinde sonsuz ve özgürdür ama ide’nin

duyusal görünüşü olan ‘güzel’ kendini sanat yapıtında belli eder. (Frenzel, 1997,

396; Timuçin, 2003, 63-83, 152, 163)

Yukarıda da belirttiğimiz gibi Hegel Alman İdealizmi denilen felsefi disiplinin

en önemli temsilcilerinden birisi olmakla beraber Alman Romantikleri denilen felsefi

ekolün de en önde gelen filozofudur. Hegel’in felsefesini kökten bir rasyonalizm

saymak yanlış olmaz. Ancak onun varlığı hareketli sayması, ruhi olan, bir olanın

Geist’in, kendini tez, antitez ve sentez adımlarıyla kendini kurar demesi romantikler

içinde yer almasının bir nedenidir. Hegel ve diğer romantiklere göre Geist

Page 29: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

27

düşüncenin ta kendisi yani ‘ben’dir. Bu açıdan bakıldığında güzel kavramı’nın

Hegel’de ancak ‘mutlak bir bilme’nin konusu olması kaçınılmazdır. Şöyle ki; sanat

yapıtı salt sanat yapıtı değildir, tinsel bir nesnellik sahibi olsa bile, tek başına bir

anlamı yoktur. O ancak bir bütünsellik içinde, seyreden ile sanat yapısının tin’i

arasında oluşacak bir sentezle anlamlanır, varlığa gelir. Burada varlığa gelen Geist’ın

bir açılımı olarak kendisinden başka bir şey değildir ve Hegel’in estetiği kendi

felsefesi ve metafiziği ile tamamen örülüdür.

Alman İdealizmi Geist’i insandan ve doğadan sıyırarak yaşamı ‘fatalist’ bir

çizgiye taşıdı. Bu akım içerisinde sanat ve sanatçıya ilişkin en önemli görüşler yine

bir Alman İdealisti olan A. Schopenhauer’dan gelmektedir. Filozofun düşüncelerini

açımlamaya başlamadan önce Hegel sonrası estetik düşüncelere kısa bir göz atmak

istiyoruz.

1.3.4.2. Hegel Sonrası Estetik Düşünceler

Alman İdealizmi’nin dağılmasından sonra, felsefe de olduğu kadar, estetikle

ilgili düşüncelerde de önemli farklılıklar olmuştur. Ancak bunlar sistem açısından

kısır kuramlardır. Bu nedenle burada çok geniş detaylara girmek istemiyoruz. Sadece

özet bilgi vereceğiz.

Friedrich Herbart idealist estetiğe ilk tepki koyanlardan birisidir. Onun ‘estetik

formalizmi’ Zimmermann tarafından desteklenir, onlara göre güzel; tasarımlar

arasındaki formel ilişkiden dolayı hoşa giden şeydir. Fechner’in spekülatif estetiğe

karşı, deneysel temellere dayalı bir estetik geliştirme çabaları Lipps ile estetiğin

‘uygulamalı psikoloji’ olarak görülmesine yol açmıştır. 20. yy. estetiği başlangıçta

empirik temelli görünür, bazen izleyen süjeden bazen de sanatsal yaratmadan hareket

eder. Biyolojik temelli sanat kuramları ve özellikle Groos gibi, psikoanalizden

etkilenmiş kuramcılara göre sanat; cinsel doyumu fantezi içinde simgesel yoldan

karşılayan bir ikame biçimidir. Volkent’e sanat; psikolojik yaşamın temel

ihtiyaçlarının doyumu için geçerli, Lange’a göre; bilinçli bir kendini aldatış, Müller’e

göre ise bir duygusal doyum’dur. Bu akımın (psikolojist) en önemli temsilcisi

Lipps’e göre estetik yaşantı özdeşleyim’e dayanır ve estetik hoşlanma objektifleşen

Page 30: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

28

kendinden hoşlanmanın duyumudur. Bu formalist kuramların dışında Yeni-

Kantçı’lara göre ise bir estetik değer ‘gereklilik’ karakteri taşımıyorsa anlamsızdır.

Günümüzde bu kuramlardan başka estetiği felsefi açıdan çözümlemeye çalışan

başka görüşlerde vardır. Bunlardan bazıları; Caudwell ve Lukacs tarafından ortaya

konulan ya da temelleri atılan Marksist Estetik kuramları (Marks’ın estetikle ilgili bir

görüşü yoktur), estetiği yeniden metafizikle temellendirmek isteyen Croce’nin

denemesi, fenomenoloji çevresinden Geiger, Scheler ve Nikolai Hartman’ın

çalışmaları ile Heidegger’in sanat yorumu sayılabilir. ((Frenzel, 1997, 402-404)

Günümüzdeki en önemli estetik tartışmaları post modern çevrelerde yapılmaktadır.

Önemi gereği bunu ayrı bir başlık altında sunacağız. Ama önce Schopenhauer.

1.3.4.3. Schopenhauer8: Pesimist Filozof, Pesimist Felsefe

Schopenhauer 19.yy pesimist romantik filozofudur. Pesimizm dilimizde

kötümserlik, karamsarlık olarak karşılık bulur ancak felsefi anlamda pesimizm

kişinin kendine yönelik bir sorgulama durumu demektir ve bu sorgulama var oluşsal

bir sorun içerir.

Romantik terimi anlamını “romance” kelimesinin türevlerinden olan öz’ün

durağan olmayıp hareketli olmasından getirir. Ancak romantik akımı belirleyen

özellik tek başına bu değildir; bu felsefede öz yani esas varlık insandan ve doğadan

sıyrılmış kopmuş bir durumda bir erekliliğe bir amaçlılığa doğru gider. Böylesi bir

amaçlılık herhangi bir teolojik meditasyon içermez. Şunu söylemek istiyoruz.

Romantik filozoflar çoğunlukla ateisttir.

Schopenhauer’a göre dünya bilgiye gelmez, us ötesi, önlenemez güçlü ve

egoist bir iradeden oluşmuştur, daha doğrusu iradedir. Ancak aynı zamanda dünya

benim tasavvurumdur. Demek ki dünya irade ve tasavvur olarak vardır.

8 Burada A.Schopenhauer’un Biblos yayınlarından çıkan ve Levent Özşar’ın Türkçemize kazandırdığı Filozofun opus magnum’u İsteme ve Tasarım Olarak Dünya isimli eserini takip ediyoruz. Schopenhauer dilimizde çok bilinen ve çok okunan bir filozof değildir. Literatürümüzde birkaç münferit yazıyla temsil edilir. Bu muhteşem filozofla ilgili en kapsamlı çalışma Sn. Senail Özkan’ın Ötüken Yayınları’ndan çıkan Schopenhauer: Paradokslar Üzerinde Raks isimli eseridir.

Page 31: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

29

Sezgiyle9 elde edilen iradenin hükümranlığı karşısında kendi varlığının bir hiç

olduğu sonucuna varır. Aslında bu dünyada kandırılmıştır. Kendisine verilenler,

sözde mutluluk reçeteleri, ne yaparsa yapsın elde ettiği başarıların kendi başarıları

olmadığını anlayan insan acılara ve sancılara bürünür. Amaçlılık artık bir

amaçsızlıktır.

İstemeyi reddeden insan mutsuzlukları da reddedip bir dinginliğe ulaşır.

Schopenhauer buna Nirvana diyor. Nirvana sürekli bir mutluluk hali değildir. Anlık

mutluluk halidir. Zaman burada genişletilemez insanın yapması gereken bu anlık

mutlulukların sayısını arttırmaktır. Bu anlık durum geçicidir. Var oluş iradesi oluşa

karşı duramaz. İrade yani oluş insanı yine egemenliği altına alır. Ve gitgeller devam

eder.

Çok önemli bir nokta: İradenin kendisini en üst seviyede bir deha ya da

deha sanatçı aracılığıyla gösteriyor olması bir dehanın ya da bir sanatçının ya da

bir deha sanatçının iradeyi yani varlığın gerçekliğini sanat aracılığıyla ortaya

koyması demektir. Schopenhauer’un felsefesi böyle anlaşılmalıdır.

Görünenin arkasındaki gerçeklik mistik bir tavırla da anlaşılabilir. Mistik:

Grekçe Misos kökünden gelen bir kavramdır. Bilen ama söyleyemeyen demektir.

Varlığın görünen tarafının arkasını biranda açıklanamayan bir sebeple anlıyor olmak

demektir. Bu bilgiye sezgi ile ulaşılır.

Schopenhauer için dünyanın esası iradedir. İnsanlar iradenin görüntülerinden

oluşmuş fani varlıklardır. Her şey görünenler iradenin değişik objektifikasyon

(gerçeklik) dereceleriyle ortaya çıkmasından başka bir şey değildir. İnsan böylesi bir

hengâmede olayları ve görüntüleri birbirine bağlayan nedensellik zincirini fark eder

dünyanın gidişatını yorumlar, kendi sonunun ölüm olduğunun farkına varır ve bir hiç

olduğunu anlar.

Schopenhauer varlığın özüne ilişkin bu anlamlandırmayı 16 yaşındayken

Toulon kentindeki bir tophaneyi ziyaret ettiğinde yaşadığını söyler. Burada çok ağır

9 Bilgi edinmede insan dört bilgi aktı’ndan yararlanır. Bunlar: Algı, düşünce, sezgi ve açıklama aktlarıdır. Algı, düşünce ve açıklama aktları birbirleriyle doğrudan ilişkili olarak çalıştığı halde, sezgi aktı bunlardan tamamen bağımsız ve düşünce atkıyla dolaylı bağlantılı çalışır. Yani sezgi aktıyla elde edilen bilginin empirik içeriği olsa bile açıklaması yoktur. Böylesi bilgiler doğrudan ve ani sonuçlar içerir. Konumuzun temeli olan mizah’ta böylesi bir bilgiyle elde edilir. Bu bağlamda Schopenhauer, sanat hakkındaki görüşleri ile olmasa da, sanatın bilgisi ve uygulanması hakkındaki görüşleri ile bize yakın durmaktadır. Mizah sezgiyle elde edilir, ya da ortaya konulur, ya da anlaşılır.

Page 32: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

30

şartlar altında yaşayan kürek mahkûmlarını görür. İnsanlar iradenin kürek

mahkûmları gibidir. Her varlık özünde bir var olma iradesi taşır. İşte bu var olma

iradesi trajik bir biçimde var oluşun tekerleğini döndüren kör iradeye bağlıdır.

Demek ki iradenin kalıcılığı ancak insanla mümkün olmaktadır. İnsan türünün

kalıcılığı ise sanatla mümkün olmaktadır. Birebir doğruluk payı olmasa da şöyle bir

düşünceye ulaşabiliriz. İrade kalıcılığını ancak sanatla sürdürmektedir.

1.3.4.3.1. Kontemplasyon10

Üstün bilinç varlığın özüne ilişkin gerçekliği anlayabilen bilinçtir. Bu varlığın

kendisi olan iradenin bütün elbiselerinden soyundurulması ve varlığın özüne gitmek

isteyen insanın iradenin baskılarından kurtuluyor olmasıyla mümkündür. İstemeyi

istememe derken Schopenhauer’un söylemek istediği budur.

Varlığın özüne gidiş herhangi bir nesnede yukarıdaki koşullar sağlandığında

gerçekleştirilebilir. Koşulun deha sanatçı ve asket tarafından gerçekleştirilebileceği

unutulmamalıdır. Schopenhauer bu insanları pırlantaya diğerlerini de kiremide

benzetir.

Esasen irade sürekli ortadadır. Bütün mesele onu duyabilmektir. Heidegger,

felsefesinin temeline koyduğu mood (ruh hali) kavramını Schopenhauer’dan olduğu

gibi almıştır ama onun ismini zikretmez.

İnsan türünün devamının esasen varlığın yani iradenin devamı ve bunun da

sanat ve sanat eseri aracılığıyla olması görüşü, en temel insani fenomen olan sanatın

anlamı ve önemine ilişkin bu açıklama felsefe tarihindeki en önemli açıklamadır

denilebilir.

Dehalar, sanatçılar ve asketler Husserl’in terimleriyle söyleyecek olursak üst

bilinçleriyle varlığın elbiselerini soyundurup onun özüne inerler ve güzeli

keşfederler. Bu bir birlik, bir olma halidir, varlıkta erime durumudur. Bu akılla

yapılacak bir iş değildir. Bu sadece duyumlarla yapılabilir, sezgiyle anlaşılabilir.

10 Bilincin en üst hali, reel varlıktan kopan bilincin reel varlığa doğru yürüyüşü, üçüncü refleksiyon hali. Kavramın Türkçemizde tam karşılığı yoktur, bu sebeple kavram kendi orijinal halinde kullanılmıştır.

Page 33: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

31

Schopenhauer gibi mistik filozoflar varlığın özünü anlama yolunda insanların

bunu herhangi bir bağ aracılığıyla, özellikle dine bağlı kalmaksızın,

gerçekleştirebileceğini söylerler. Schopenhauer her fırsatta ateist olduğunu

söylerken, herhangi bir dine bağlı insanların bu din aracılığıyla varlığın özüne

ulaşabileceğini göz ardı etmez. Schopenhauer varlığın özünü, iradeyi, elde etmenin

iki yolunun mümkün olabileceğini söyler. Bunlar estetik temaşa ve etik yaşantıdır.

1.3.4.3.2. Estetik Temaşa

Schopenhauer’a göre varlığın özünü anlamak, dehanın estetik temaşa

sürecinde iradenin bütün objektifikasyon derecelerini yok etmesi ve varlığın özünü

anlaması ile mümkün olmaktadır.

Burada bazı açık sorular var.

Estetik temaşa sadece güzel olan varlıkta mı mümkündür? Güzel nedir? Eğer

varlık kendisini değişik objektifikasyon derecelerinde her koşulda ortaya koyuyorsa

güzel nasıl bulunacaktır? Bunun için bir ölçü var mıdır?

Güzel sadece bulunmak için mi vardır yoksa güzelin ortaya koyulması nasıl

mümkün olacaktır? Sorularına Schopenhauer’un cevapları şöyledir:

- İrade kendini bir deha veya bir sanatçı aracılığıyla en üst objektifikasyonda ortaya

koyar. Bu türlü ortaya koyuşlarda güzel kendisini açmak için bizi hareketlendirendir,

şunu söylemek istiyor; eğer bir obje güzelse o bizde kendi gizini aydınlatmak için

bazı dürtülere sebep olur.

- Schopenhauer güzellik idesinin irade üzerinde herhangi bir gerilim, acı, istek ve

ihtiras yaratmadan ortaya çıkacağını söyler. Schopenhauer’a göre sadece güzel idesi

var oluşumuzdaki acıları dindirebilir.

- Schopenhauer’un paradokslarına bağlı kalmadan yani felsefesindeki bazı açmazları

atlayarak insanın var oluşunu oluş içinde determine etmek mümkündür.

Yukarıda da söylediğimiz gibi insan türünün devamı sanatla mümkünse ve

bunun insanın elinde olmayan bir güçle kendi türünün devamını sağlayan, kendi

dışında bir başka etkiyle mümkün olduğu düşünülse bile, yani şunu söylemek

istiyorum; bir sanat eseri insan türünün devamı için iradenin isteğiyle bir sanatçı

yahut ta deha aracılığıyla ortaya konmuş olsa bile bizim bundan çıkartmamız

Page 34: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

32

gereken sonuç: insan kendi türünün devamının ancak sanatla mümkün kılabilir

olmalıdır. Ölüm fenomeni Schopenhauer felsefesinin en önemli temalarından

birisidir. Ölümsüzlük, ölüm bilincinde olan insan türünün sanatla

gerçekleştirebileceği bir şeydir. İradenin ölümsüzlüğüne karşı insanın

ölümsüzlüğü: bu da sanattır.

1.3.4.3.3. Sanatlar Üzerine

Schopenhauer sanattan güzel sanatları anlamaktadır. İnsan eliyle insan

türünün devamı için ortaya konulan, burada iradeyi dışarıda bırakarak konuşuyorum,

güzel sanatlarda Schopenhauer dört objektifikasyon derecesi tespit eder. Bunlar

mimari, resim ve heykel, şiir ve trajedi, müziktir.

1.3.4.3.3.1. Mimari

İrade kendisini güzel sanatlarda en düşük objektifikasyon derecesinde

mimaride gösterir. Şu demektir; iradenin en ağır ve en düşük seviyeden tecelli ettiği

bir dünya idesi olarak görüntüler âlemine düştüğü estetik alan Schopenhauer’a göre

mimaridir.

Mimaride güzelin ölçüsü binanın dış görünüşü, süslemeleri ve diğer

özellikleri değil yer çekimi ile direnç arasındaki çatışmadan ortaya çıkan karmaşanın

binaya yansıtılmasıdır. Estetik mimarinin asıl hedefi bu bağlamda ağırlık ve direnç

arasındaki tezat idesini, gerilimi olabildiğince yansıtmaktır: Az sütunlu, geniş, ferah

binalar.

Schopenhauer’a göre insanların yaşadıkları yerler onların kültürlerinin

aynasıdır. Barok ve Gotik batının kültürel dejenerasyonunun bir göstergesidir. Geniş,

büyük mekânlar, ferah alanlar, sağlam yapılar, soysal sefalet ve ahlaki yozlaşmanın

olmadığını gösterir. Schopenhauer’a göre irade mimaride antikitede olduğu kadar

kendini göstermemiştir.

Page 35: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

33

1.3.4.3.3.2. Resim ve Heykel

Schopenhauer’un plastik sanatlarda mimarinin üstüne koyduğu alan resim ve

heykeldir. Esasen heykel resimden daha üst sıradadır. Ona göre, Michelangelo,

Carrara ocaklarındaki mermer bloklarda Musa peygamberin soluklarını duymuş,

zindanları görmüş, acıyı ve elemi hissetmiştir. Bunlar Michelangelo’nun duydukları,

taşın söyledikleridir. Sanatçı bu sesi duyabilendir, çünkü; heykel, Schopenhauer’a

göre, taştaki fazlalıkların atılmasından başka bir şey değildir. Tabi Schopenhauer’un

heykelden anladığı bir insan heykeli olmalıdır. Çünkü iradenin en yetkin biçimde

cisimleştiği insan vücudu, Schopenhauer’a göre, mekândaki görüntüsüyle, güzellik

idesini, vücudun her hareketini, her kıvrılış ve bükülüşü ile zamanda bir irade

göstermesi bakımından, zarafet idesini en yüksek şekilde temsil eder. Bu yüzden

heykel acı ve ıstırabı göstermemelidir11. Heykel, iradenin sonsuz kudretini

gösterecek biçimde olmalıdır. Schopenhauer’e göre heykel iradenin güzelliklerini

resim ise eksikliklerini verir.

Schopenhauer’a göre ressamın gözü renklere çizgilere ve karakterlere yönelir,

heykeltıraşın gözü formların içine, insan vücudunun güzelliğine odaklanır. Saf bir

plastik haz mimaride mekâna, resimde çizgi, renk ve kütleye, heykel de ise mekân,

form ve kontura dönüşür.

Schopenhauer’a göre gerçek deha tabiatın ne demek istediğini anında

anlayandır. Ressam, mimar, heykeltıraş, şair tabiatı taklit eden değil bilakis tabiatın

ne söylediğini anlayan ve onu anlatandır. Schopenhauer’a göre ressam tabiatı önce

tahrip eder sonra kendi zaviyesinden tekrar inşa eder. Eksikleri tamamlar, onun

tamamladığı renkler tabiattaki eksik renklerdir. Schopenhauer’a göre irade en saf ve

olgun haliyle sanatta vücut bulur. Sanatın bu gücü iradenin negasyonuna, yani acının

ve zulmün yok olmasına neden olur.

Schopenhauer’un plastik sanatların üzerinde düşündüğü grup edebi

sanatlardır. Bundan da şiir ve trajediyi anlıyor.

1.3.4.3.3.3. Şiir ve Trajedi

11 Heykel’in acı ve hüznü göstermemesi tartışmaları mitolojideki Lakoon olayından gelmektedir.

Page 36: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

34

Plastik sanatlarda Schopenhauer somut olanın ortaya konulmasını anlıyordu.

Edebi sanatlarda ise bunu bir derece yukarıya çıkarıyor ve soyut olanın, abstract

olanın, ortaya konması olarak anlıyor. İradenin kendini en mükemmel biçimde ortaya

koyduğu bir üst derece Schopenhauer’a göre şiir ve trajedidir. Açıkçası şiir ve

trajediye felsefe tarihinde bu denli önem veren, şiirin ve trajedinin arkasındaki gizleri

açan ilk filozof Schopenhauer’dur.

Ona göre şair kelimeler marifetiyle, dünyanın özünden elde ettiği ideleri yine

kavramlar ve kelimeler kullanarak gözlerimizin önüne serendir. Şair metaforik

ifadelerle iradeyi en yalın ve en basit biçimde aktarandır. O varlığın sesini, bu sesi

duymaya muktedir olmayanlara onların anlayacağı biçimde sunandır.

İrade kendisini en yüksek biçimde değil ama en yükseğe yakın bir biçimde

şiirde gösterir. Burada şöyle bir soru sorulabilir: Her şiir ve her şair mi? Hayır

Schopenhauer birtakım kafiyeler peşinden giden şairlerden ziyade mistik şairleri

önemsemektedir. Şair bu anlamda belki de anlatabilen, söyleyebilen askettir.

Schopenhauer için trajedi şiirin de üstünde edebi sanatların zirvesindedir.

Çünkü bütün mutluluklar menfi karakterlidir. Trajik şiir ulaşılması imkânsız bir

mutluluk peşinde sonuçsuz bir gayret ve debelenmedir. Durum böyle olunca dünya

ve hayat iradenin kendi oyununu oynamak için kurduğu bir hayal sahnesinden başka

bir şey değildir. Özünde trajedi hayatın acılarla ve felaketlerle dolu olduğunu ancak

bu acı ve felaketlerin kahramanın suçu değil mukadderatı olduğunu imleyen bir

yaşam biçimidir.

Tragedya kahramanları büyük haksızlıklardan, adaletsizliklerden,

kavgalardan ve ıstıraplardan gelirler. Onlar için ölüm bir cezalandırma değil bir

mutluluktur. Tragedya şairinin görevi de bu acımasız durumu ki bu durum

gerçekliğin kendisidir, resmetmekten ibarettir.

Burada bir noktayı açıklığa kavuşturmak istiyoruz. Antik Grek düşüncesinden

beri var olan ve Aristoteles usta tarafından somutlaştırılan mimesis ve katharsis

momenti Schopenhauer tarafından da kullanılmıştır. Schopenhauer’a göre plastik

sanatlar mimesistir. Schopenhauer’un sanat felsefesinin hiçbir yerinde katharsis

momenti kullanılmaz. Bu moment dehaların ve sanatçıların iradenin baskısını yok

etmek için kullandıkları bir yöntem olarak vardır.

Page 37: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

35

1.3.4.3.3.4. Son Olarak Müzik

Schopenhauer’un felsefesinde iradenin kendini herhangi bir benzeşimden

uzak, olduğu gibi, nasılsa ortaya koyduğu en üst alan müziktir. İrade ne ise müzik

odur. Kompozitör tanımlama güçlüğünden dolayı tanımlanamayan dahidir.

Schopenhauer’a göre dünya vücut bulmuş bir musikidir.

İrade burada notalarla konuşur, notaların arasındaki uyumla konuşur,

coşkuyla, sevinçle, hazla konuşur.

Schopenhauer’un müziğe çok ayrı bir önem vermesi boşuna değildir. Bütün

mitolojilerde ve yaratılış efsanelerinde müziğe mutlaka bir yer ayrılmıştır.

Schopenhauer çeşitli mitolojilerden yararlanmıştır. Ancak onun ilgisi bütün

mitolojilerde zikredilen madde ile ses arasında bir ilişki olduğu yönündedir.

Musikinin yaradılış üzerinde metafizik-kozmik bir etkisinin olduğu düşüncesi

Mısır dininde, Hint mitolojisinde, Çin mitolojisinde çok açık bir biçimde görülür;

madde tanrının sesinin dönüşümüdür; bu düşünce Schopenhauer’u alabildiğince

etkilemiştir.

Schopenhauer’a göre musiki zaman ve mekâna kavuşan idenin tekrar kendi

aslına dönme hasretinin çıkardığı yankıdır.

Açıkçası Schopenhauer’un musikiyi en yukarıya koymasının arkasında

yaratılış mitoslarının olup olmadığı, bunlardan etkilenip etkilenmediği tartışılır ama

bize göre onun kafasında musikinin böyle bir yerde olmasının temel nedeni; müziğin

bütün insanlığa ait en genel fenomen olmasından kaynaklandığı söylenebilir.

Son söz: Müzik hariç bütün sanatlar mimesis ile alakalıdır. Müzik ise bize

doğrudan dünyanın cevherini, görünenleri değil de arkasında olanı veriyor.

1.3.4.4. Postmodern Sanat - Estetik12

Postmodern ‘modernlik sonrası’ anlamına gelen bir terimdir. 1970 sonrası

felsefi akımlardan birisi olarak entelektüel çevrelerde yoğun tartışmaların odağında

12 Bu bölümde postmodern görüşü ince ayrıntı ve orijinal kaynaklarla açıklayan, Prof. Dr. Dilek Doltaş’ın “Postmodernizm, Tartışmalar ve Uygulamalar” isimli kitabını izlenmiştir. Kaynak verilmeyen paragraflarda ise kendi yorumumuz kullanılmıştır.

Page 38: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

36

olan bir görüştür. Özellikle Amerika’da rağbet görmesine rağmen çıkış yeri

Fransa’dır. Bu akımın sanat ve estetik konularında söylediklerini anlayabilmek için

temel felsefi görüşlerine ve bu felsefi akımı oluşturan ana itirazlara değinmek

gerekir. Postmodernist düşünce bir felsefe değildir; modernizmin eleştirisi olarak

anlaşılmalıdır.

Postmodernizm düşünce tarihi boyunca ortaya konulan gerçek kavramını üç

ana başlıkta toplar ve felsefesine buradan başlar. Bunlar; 1- Tanrıyı merkez alan ve

tanrısal kaynaklar yoluyla tanımlayan düşünce biçimi. Bu düşünce biçimi çıkışını

klasik Yunan ve Roma dönemlerinde bulur ve Ortaçağın sonlarına kadar sürer. 2-

İnsan merkezli olup, gerçeği insan bağlamında ve onu norm kabul ederek tanımlayan

düşünce biçimi. Bu düşünce biçimi çıkışını Renaissace ve buna bağlı olarak

hümanizmadan alır ve modernizmin sonuna kadar devam eder. Bu düşünceye göre

gerçek, insanoğlunun aklının sınırları içerisindedir. 3- Merkezsiz düşünce biçimi. Bu

düşünceye göre de, ne Tanrı ne de insan, gerçeği tanımlamada bir odak noktası,

temel ya da merkez oluşturabilir. İşte postmodern denilen akımın çıkış noktası bu

üçüncü görüştür.

Bu çıkış noktasıyla, postmodernler için, epistemelojik yaklaşımları

benimsemek ve net, kesin cevaplar bekleyen sorular üretmek imkansızdır. Buna bağlı

olarak merkez, kaynak, temel ve evrensellik gibi kavramlar üzerine kurulu kuram ve

yaklaşımlar kabul edilemez. Aslında yapılan tamamen bir modernizm eleştirisi gibi

görünmekle beraber, ulaşılan nokta, ahlak, sanat ve toplum alanları dikkate

alındığında pek iç açıcı görünmemektedir.

Çağımızda modernizm’le ilgili ilk büyük çalışma (modern denilen düşünceyi

irdeleme açısından) Jurgen Habermas’ın 1980’de yayımladığı ‘Modernity-An

Incomplete Project” isimli eseridir. [Ancak, Modern (Modernus) VI. yy.da

Latince’de ortaya çıkan ve ‘yenileyin’ anlamında kullanılmaya başlanan bir

kavramdır. Kelimenin kökü ‘modo’dur. Kavram X. yy.dan itibaren felsefe ve din

tartışmalarında kullanılmaya başlandı. Bu kullanılışları esnasında altta gizlenmiş bazı

anlamları da yüklendi, bunlar; düşüncedeki açıklık, hürriyet, yetkinlik, kiliseden ve

başka otoritelerden bağımsızlık ve en önemlisi skolastik’i kırmak, düşüncelerin

gerçek atılımı ve zorunlu değişmeleri gibi. Pejoratif anlamında ise; hafiflik,

değişiklik olsun diye değişiklik sevgisi, geçmişi ve geleceği boşlama, bırakma

Page 39: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

37

anlamlarında kullanılmıştır] Habermas’ göre insanoğlu, Renaissance’dan bu yana

aklıyla evrende var olan her şeyi öğrenebileceğine, onu istediği gibi

yönlendirebileceğine ve bu yolla gerçek mutluluğa kavuşabileceğine inanan bir

düşüncenin ürünüdür. Bu görüş Locke, Berkeley, Kant ve daha sonra da Marks ve

Freud tarafından bir ‘ideoloji’ haline getirilmiş, bu yapılırken de geliştirilen

kuramlarda insanın gelişimine, aklın yanı sıra, düş gücünün, duyguların,

bilinçaltının, toplum yapısının, bilimsel yöntemin ve eğitiminde önemi

vurgulanmıştır. Modernlikle gelen kuramların hepsinin ortak amacı insanoğlunun son

noktadaki mutluluğu için reçeteler üretmek, bunları ideal insan ve ideal topluma

uygulamaktır. Ancak insan yine kendi aklı ile çıkmaza girmiş ve kendini yok

etmenin (Dünya savaşları) eşiğine gelmiştir. Habermas’ın 1980’de ortaya koyduğu

bu görüşler 1960’larda Fransa’da Derrida, Foucault ve Barthes tarafından dil, politik

tarih, felsefe ve okuma edimi konuları sorgulanarak modernist Batı düşüncesinin

içinde bulunduğu kriz gösterilmeye çalışılıyordu. Marksist düşünür Frederic Jameson

ve tarihçi Mark Poster modernist yaklaşımın sorgulanmaya başlanmasını değişik

yollardan açıklasalar da, ortak düşünceleri marksist modellerin başarısızlığı ve

burjuva toplumlarının iletişim teknolojisi ile girdikleri yeni evre olduğu konusunda

fikir birliğindedirler. (Doltaş, 24-26)

Postmodernist yaklaşımın modernizme en önemli itirazı ve belki de bu görüşün

belkemiği sayılacak olgu “akıl” kavramıyla doğrudan bağlantılıdır. Onlara göre

Modernist yaklaşımın temelini oluşturan insan ve akıl merkezli kuramlar, kendi

değer ve yöntemlerinin dışında başka bir gerçek kabul etmemişlerdir. Bu felsefenin

doğuşu, Thales’e kadar uzanır. Eğer bu kuramlar doğruysa insan neden bu

durumdadır. O halde insan gerçeğinden doğan toplum, sanat, dil, politika ve bilim

modernistlerin çarpıttığı gibi bilgi alanları ayrıştırılarak, sistemleştirilerek ve en

önemlisi “akıl” gibi bir kavramın altında işlenmemelidir. Özde “sistem” kesinlikle

reddedilmelidir. Bu yüzdendir ki bir postmodernist kendisi için “ben

postmodernistim” diyemez.

Postmodernist düşünceye göre insan sürekli bir oluşum halindedir. İnsan

çevresini algılarken ve yorumlarken hem kendisi değişir ve hem de içinde bulunduğu

çevreyi değiştirir. Bunun anlamı insan kişi değil “özne”dir. Diğer bir deyişle, insan

toplumun içinde ve aynı zamanda toplumun değişimine kendisini de değiştirerek

Page 40: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

38

katkıda bulunan özne’dir. Bu görüşün sahibi Lyotard ayrıca ‘evrensel nitelikli

kuramların insanları sürekli değişen özneler olarak değil, bir sürünün benzer üyeleri

gibi gördüğünü ve yaşam gerçeğini çarpıtarak kişiler üzerinde kendi normları

doğrultusunda baskı oluşturduğunu’ söyleyerek bu totaliter nitelikli evrensel

kuramları ‘büyük öyküler’ diye adlandırmış, bunların yerine öznenin kendi çevresini

tanımasına, kendini ifade etmesine yardımcı olacak ‘küçük öykülerin’ olmasının

gerektiğini belirtmiştir. İşte postmodernizmi Nietzsche’den kaynaklandıran ve ancak

onu çağımızın decadence’ı saydıran görüş budur.

Postmodernizme göre sanat ürünlerinin bilgilendirme amacıyla hazırlanan

ürünlerden farkı yoktur. Barthes, yazılı veya görsel bir sanat eserinin Kant’ın

tanımladığı türde estetik özelliklerinin olup olmadığının saptanması ancak onu

algılayan özne tarafından yapılabilir. Başka bir deyişle, sanat ürünüyle, sanatsal

olmayan ürünler arasında nesnel bir ayrım söz konusu olmadığı gibi nesneyle onu

tanımlayan özne birbirinden ayrıştırılamaz. Diğer bir deyişle özne, nesneyi

belirlerken kendi özelliklerini de ona aktarmış olur. Blau özne/nesne, gerçek/imge

bileşkelerini dans/dansçı ve aynadaki imge ile aynaya bakan kişi ilişkisine benzetir.

Dans nasıl dansçı yoluyla nesnelleşirse, imge de aynanın önünde duran kişi

tarafından oluşturulur ve her iki durumda da somut, soyuttan nesne özneden

ayrılamaz. Modern düşünce, özneyi, nesneden-somutu, soyuttan-insanı, toplumdan-

yaşanan gerçeği, izlenen gerçekten-sanatsal olanı, sanatsal olmayandan ayırmak

gereğini öne sürer. Ancak postmodernist görüş böyle ayrımların, kavramsal düzeyde

dahi olsa sınıflandırmaların imkansız olduğunu söyler. Durum böyle olunca, sanatsal

olan ile sanatsal olmayanın ayrımı sınıflandırılması ve ölçütü mümkün olmayınca,

postmodernizm için estetik mümkün değildir. (Doltaş, 27-34)

1.3.4.4.1. Postmodernist Sistem Olarak Yapı-Bozumculuk

Çalışmamızın bu bölümünde, sistem fikrini reddetmelerine karşın ürünlerini bir

sistem içinde vermeye çalışan ve bununla yukarıda belirttiğimiz ‘küçük, büyük

öyküler’ olgusunu anlamlandırmaya çalışan postmodernist sistemi ‘yapı-

bozumculuğu (deconstruction)’ açıklamaya çalışacağız.

Page 41: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

39

Postmodern olarak adlandırılan ekolün temsilcilerinin pek çoğu eserlerini

düşünce ve eleştiri alanlarında sunarlar. Bu eserler doğal olarak sistemlerin,

değerlerin ve bunların anlamlarının sorgulandığı ve anlamsızlıklarının gösterilmeye

çalışıldığı yapıtlardır. Onlar için insan bilimleri arasında bir fark olmadığı için, yazın

türleri arasında da bir fark yoktur. Örneğin Freud’un ‘Düşlerin Yorumu’ isimli kitabı

Blau için bir sanat eseridir. Postmodernistler eserlerinde istatiksel verilerle bilimsel

verileri, makale, şiir, öykü ve değişik baskı usülleri kullanılarak oluşturulmuş

şekillerle bir arada ve karıştırarak sunabilirler (Ihab Hassan’ın “Paracriticism” isimli

eserinde olduğu gibi). Bir grup postmoderne göre, biçimi ve içeriği ne olursa olsun,

her metin sözcüklerden oluşur; sözcükler de durağan, nesnel gerçekler olmadıkları

için, ancak kendi oluşturdukları gerçeklerden söz edebilirler. Okur, okuma eylemi

esnasında bu sözcüklere gerçeklik ve anlam kazandırır. Dolayısıyla sözcüklerin

anlamı öznel ve geçicidir. Todorov ve Stanley Fish’in başını çektiği bu grup, bir

metnin anlamına ‘her şey” ya da “hiçbir şey” derler. Onlar için bir metnin psikolojide

kullanılan Rorşah testi’nden farkı yoktur. Onlara göre her metin ‘bir ön-metin’dir,

onu kimin yazdığı hiç önemli değildir. Okur ondan istediği anlamı çıkarır. Buradan

hareketle bir başka grup ortaya çıkar. Öncülüğünü Jaques Derrida’nın yaptığı bu

grup yapı-bozumcu olarak adlandırılır. Onlara göre bir metnin anlamı ‘hiçbir şey’dir.

Bu gruba göre; her sözcük, sözcükler dizgesi ve sözcükleri göstergeye dönüştüren

her söylem antitezini de tezi ile birlikte okura aktarır. Bu nedenle anlam ancak tez-

antitez arasındaki boşlukta (differance) olabilir. Diğer bir deyişle, hiçbir sözcük,

dizge yada söylemin anlamı bulunamaz; anlam, değer ve ölçüler metafiziğe dayalı

bir gerçekliğin ortaya çıkardığı logos’un ürünleridir. Derrida, Freud ve Heidegger

yakından incelendiğinde, insan bilincinin bile evrensel bir insanlık kavramının

göstergesi sayılamayacağını, bilinçle insanı özdeşleştiren görüşün Descartes’dan

Hegel’e kadar uzanan ve logos gibi bir kavram üzerine kurulmuş düşünce

sistemlerinin bir ‘kurmaca varsayımı’ olduğunu söyler. (Doltaş, 40-45)

Burada iki konu önemli görünüyor, ilki; postmodern düşüncenin bu aporia’sı

(logos’un varlığını tümüyle reddeden görüş) insanı ‘artık yapılacak hiç bir şey

kalmadı’ya, suskunlukla kabullenilecek bir kuşkuculuğa (şüphe değil, çünkü şüphe;

bir olayın sonucunun olumlu yada olumsuz olacağına ilişkin ön beklentinin olmadığı

‘nötr’ durumdur. Kuşku ise bir olayın sonucunun olumsuz olacağına ilişkin

Page 42: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

40

beklentinin olduğu psikolojik bir ruh halidir) kötümserliğe ve en sonunda da

nihilizme götürür. İkincisi ise; bir sistemin varlığının reddi o sistemi oluşturan

olguların, kavramsal düzeyde de olsa, kabulünü ve yeni bir sistem içinde

olumsuzlanmasını gerektirir. Postmodernizmin yapı-bozumcu sistemi kendi

varlığından başka hiçbir görüşü kabul etmemekle, kabul etmeseler de, en bağnaz

sistemden bile tutucu ve kısıtlayıcıdır.

Bir sistemin sanat ve estetik konusunda, sistem olmadıklarını söyleseler bile,

bir görüş ortaya koymaması makul karşılanabilir. Ancak bu bir sanat eserinin ve onu

yaratan sanatçının da yok sayılmasını gerektirmez. İnsanlık tarihi bugünkü dönemine

birkaç ‘birey’le geldi. Bilimde Galileo ile başlayan süreç Einstein’ın izleriyle devam

ediyor. Edebiyat, sanat ve müzikte de bu böyle. Bunların ‘büyük söylemler’ olduğu

doğrudur, ancak hiçbir zaman ‘öykü’ değildirler ve bu hiçbir kişiye bu eserlere ‘hiç

bir şey’ deme hakkını vermez ve hiçbir birey bunları kendi ‘küçük öyküleri’ ile

varlığa getirdiğini iddia edemez. Asıl kurgu buradadır ve bu ahlaki bir problemdir.

İşte postmodernizme çağımızın decadence’ı denilmesinin sebebi de budur.

1.3.5. Nietzsche’nin Yaşam Felsefesi’nin Ana Hatları ve Nietzsche’de

Sanat - Estetiğin Anlamı13

Wilhelm Friedric Nietzsche 1844 yılında Leipzig’de doğdu, 1900 yılında

Wiemar’da öldü. Elli altı yıllık yaşamının, son on yılının mental bozukluklarla

geçtiği ve ilk yirmi senenin eğitime ayrıldığı düşünülürse, yirmi altı yılına 13

yayımlanmış dev eser ve sayısız yayımlanmamış makale sığdırmıştır. Ölümünün

üzerinden yüz yıl geçmesine rağmen, hala üzerinde konuşulan, tartışılan bir filozof

olmasının yanı sıra çağımızda ortaya çıkmış pek çok felsefi görüşün de etkileyicisi

olmuştur. Nietzsche üzerindeki tartışmalar, onun ne söylediğine ilişkin olup, henüz

bir fikir birliği sağlanmış görünmemektedir. Bunun pek çok haklı sebebi vardır;

kavramların filolojik köklerine aşırı duyarlılığı, aforizmik yazması bu sebepler

arasında gösterilebilir, ancak asıl önemlisi onun bir ‘sistem filozofu’ olmamasıdır.

13 Bu bölümde Metin Coşar’ın METU Yayıncılıktan çıkan Nietzsche Kavramada Yeni Bir Yol isimli kitabından yararlandık. Kitabın tamamı söz konusu olduğu için paragraf sonlarına, yazarın da izni ile, alıntı belirtilmemiştir.

Page 43: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

41

Nietzsche bir sistem filozofu değildi. Eserlerinde epistemelojik ve ontolojik öğeler

vardır ve bunlar ayıklanabilir ancak onun asıl kaygısı ‘etik’tir. O bir ‘yaşam

filozofu’dur ve felsefesi ‘yaşam felsefesi’dir. Ancak bu çözümleme de onu anlamaya

yeterli değildir.

Yaşam felsefesi 20.yy.lın başında revaçtaydı. Bergson’la 19.yy.lın ortalarında

ortaya konulan ve ‘sezgi’yi ön plana çıkaran bu görüş James ve Dewey’le

pragmatizme, Dilthey ile’de tarihselciliğe ulaştı. Burada ayrıntıya girmiyoruz. Ancak

Nietzsche bir yaşam filozofu sayılırsa, yaşam felsefesi’nin söyledikleri onu

anlamakta kuru kalır. Olumsuzluklar ve Nietzsche için yapılan yanlış

değerlendirmeler bir kenara bırakıldığında, Nietzsche’nin bize sunduğu yaşam, onun

deyimiyle, tehlikeli bir yaşamdır. Ona göre yaşam; isyan, başkaldırı, devinim ve

yeniliktir. Eskimiş, köhnemiş kuralların alt-üst edildiği bir dünyada insanın yolunu

bulması için kendini doğadan ayırmadan onun bir parçası olarak yaşamasının

gerektiğini savunur. Sürekli sorgulayan, yenileyen ve bunu yaparken de kendini

içinde bulunduğu toplumdan ayırmayan, amor-fati14 (kaderi sevmek anlamında ama

14 Amor fati: “kaderin sevgisi”. Amor ve fatum’dan gelmektedir. Amor; Latince de üçüncü isim çekimine giren bir sözcüktür. Fiili amo, avi, atus ve are’dir; seviyorum anlamına gelir (amare: sevmek). Amor sözcüğünün pek çok anlamı vardır; güçlü bir şekilde dostluk sevgisi (tutkusu), kardeş sevgisi (fraternus amor), vatan sevgisi (patrius amor), etkileme, tesir etme – çoğul olarak kullanıldığında; macera seven, tehlike tutkunu – figüratif anlamda kullanıldığında; kuvvetli his, hırs, öfke, tutku, ihtiras, hiddet, öfke, ıstırap [Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği esnada duyduğu ıstırap figüratif anlamda amor ile açıklanır], aşırı istek ve delilik – metatonik anlamda; herhangi bir nesneye (çoğul olarak) aitlik yada birisinin sevgisi anlamlarında – kişi ismi olarak; aşk tanrısı anlamında – fiili (sevmek) metatonik anlamda; düşkün, alışık olmak şeklinde kullanılmıştır. Fatum; Latince bir sözcüktür. İlk anlamları; söyleme, ifade, kehanet – ikinci anlamlarında ise; kader, takdir, alın yazısı, kaderin gerekliliği (fati necessitas), amaç, arzu, dilek, niyet, irade anlamlarının yanı sıra, kötü talih, yıkım, bela, felaket ve ölüm anlamlarında da kullanılmıştır. Romalıların geleceği bildiren kader kavramıdır. Fatum’un Grek kültüründeki karşılığı kader tanrıçası olan ‘Moira’dır. Gerek amor ve gerekse fati’nin literatürde tekil kullanımına rastlamak mümkündür. Örneğin; tarihçi Caesar ve Terentius Afer, şair Horatius ve Ovidius Nasa ve yine tarihçi Livius’un eserlerinde bu iki sözcüğe yer verdiği görülmektedir. Ayrıca Roma’lı şair Vergilius’da fatum, dünya tarihinin anlamlı düzeni olarak önemli yer tutar. (1) Hegel Latince anlam içerikli fatum’u Almanca kader’den (Schicksal) ayrı tutar. Fatum adalet ve adaletsizliğe kayıtsız olan kör zorunluluktur. Schicksal ise Grek trajedilerinde işlenen kadere yakındır. Hegel, Napoelon’un Goethe’ye yazdığı bir notu ele alır. Napoleon artık insanların tabi olduğu bir kaderin kalmadığını ve eski fatum’un yerine politikanın geçtiğini belirtmektedir. Hegel bunu modern dünyadan çok, İmparatorluk Roması için geçerli sayar. [Ona göre fatum Geist’ın özgürlüğüdür.] Felsefe tarihinde amor ve fati kavramları birleşik olarak ilk kez Nietzsche tarafından kullanılmıştır. Nietzsche sonrasında Camus’da amor fati’yi felsefesinin temel kavramlarından biri olarak görmüştür. Gerek Nietzsche ve gerekse Camus, amor fati’yi Sisyphos’dan getirerek kullanmışlardır. Sisyphos, Korinth şehrinin kurucusu ve ilk kralıdır. Kibir ve gururu yüzünden hem tanrıları hem de kendini aştığına inanmış ve bu nedenle tanrılar tarafından yeraltı dünyasında ağır bir mermer kayayı bir tepeye çıkarma cezasına çarptırılmıştır. Ancak bunu hiç başaramayacaktır, çünkü;

Page 44: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

42

kaderci değil) düzleminde, ön yargısız, insanca-pek-insanca, Apollon-Dionysos’ca

bir yaşam için ‘gücü isteyen’ “insan”ın filozofudur Nietzsche. İşte bu nedenlerdendir

ki Nietzsche çoğu zaman “tehlikeli”, uzak durulması gereken bir filozof sayılmıştır.

Ancak böyle bir neden dahi onun gerçekten bir filozof olduğunu gösterir.

Çünkü felsefenin amacı rahatsız etmektir. Kaldı ki böylesi bir rahatsızlık Nietzsche

tarzında yok ederek, parçalayarak değil, dans ederek, şarkı söyleyerek, “sanat”la,

“estetik yaşam”la yapılabilir. İşte Nietzsche estetiği denilen de budur. Onun üst

insanı estetik yaşamın insanıdır. Ruhu bedeniyle bütünleşmiş, yaşamını doğadan

ayırmadan; sanat gibi bilim yapan, sanat gibi değerler üreten ve bunları sürekli

yenileyen, plastik sanatçı gibi somut görüşle dolu, din adamı gibi merhametli, bilim

adamı gibi amaç ve değerler peşinde koşan insandır. Diğer bir deyişle Apollon ve

Dionysos’un bütünüdür, ne sadece Dionysos’ca yaşayan bir varlık ne de sadece

Apollon’ca yaşayan “sözde insan”dır. O yaşadığımız dünyadaki kaos’un içinden

Kosmos’u bulup çıkarabilendir. Karmaşanın içinden düzeni bulup çıkarmak estetik

bir yaşamla “felsefi bilgeliğin” hakim olduğu bir yaşamla mümkündür.

Sisyphos kayayı her çıkarışında tanrılar onu tekrar aşağıya yuvarlayacaklardır. Homeros, Odysseia’da bunu şöyle dile getirir;

Sisyphos’u gördüm korkunç işkenceler çekerken: Yakalamış iki avucuyla kocaman bir kayayı, Ve de kollarıyla bacaklarıyla dayanmıştı kayaya, Habire itiyordu onu bir tepeye doğru, İşte kaya tepeye vardı varacak, işte tamam, Ama tepeye varmasına tam bir parmak kala, Bir güç itiyordu onu tepeden gerisingeri, Aşağıya kadar yuvarlanıyordu yeniden başbelası kaya, O da yeniden itiyordu kayayı tekmil kaslarını gere gere, Kopan toz toprak habire aşarken başının üstünden, O da habire itiyordu kayayı, kan ter içinde. (Yazı kısaltılarak alınmıştır)

(Felsefe Ansiklopedisi, Cilt I)

Page 45: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

43

1.3.5.1. Ruh-Beden Düalizmi’ni Reddediş ve Bunun Apollon-Dionysos

Bütünlüğü İçinde Açıklanması

Nietzsche insan için yaşamı biyolojik bütünlük içinde ele alır. O

platondan gelen nous-psühe-soma ayrımını reddeder ve psühe’yi ön plana çıkarır.

Yaşam zorunluluktur. İtirazı yaşamın devinimine müdahale eden değerler

sisteminedir. Bu değerler ideal’de reel olanı ararlar, ideal’de reel bulunamayınca elde

kalan reel’i reddetmektir. Reel olan biyolojik bütünlüktür. İnsan yaşamında böyle bir

bütünlüğe sahip olduğu unutturulmuş Nietzsche deyimiyle ‘dominant’ metaforların

esiri olmuştur. Körleştirilmiş, ‘sürü’ insanı olmuştur. Kendini yenileyememiştir.

Biyolojik bütünlüğünün bir parçası olan doğa kendini yenilerken, insan hep geride

kalmıştır.

Nietzsche tarihteki yüksek kültür örneklerinden söz eder. Bunlar Grekler ve

bir dönem olarak Renaissance’dır. Ağırlıklı olarak Grek kültüründe Apollon-

Dionysos bütünlüğünden bahseder. Apollon kültür tanrısı olarak, insanın yapıp

etmelerini, Dionysos ise doğa tanrısı olarak insanın ‘bios’ yönünü oluşturmaktadır.

Sokrates’le yok olan bu kültürde insanoğlu Apollon yönüyle getirdiği ve oluşturduğu

değerler sistemiyle Satiyr korosu eşliğinde tanrı Dionysos önünde hesaplaşır ve

doğaya olan minnettarlığını, doğadan alıp oluşturduğu şarap ile gösterirdi. Burada

doğadan kopmasına neden olan değerlerini sorgulayarak değiştirir, onları

mutlaklaştırmazdı. İşte Nietzsche’nin aisthesis kavramından anladığı ve özde

Apollon-Dionysos bütünlüğü de dediği ancak ‘trajik yaşam ya da estetik yaşam’

olarak formülleştirdiği olgu budur.

Nietzsche trajik olanı Dionysos’da bulur. Dionysos kendini parçalar ama

yeniden doğar. Bu sonsuz sürecin anlamı ‘trajik’ kavramı ile dile getirilebilir.

Yaşamın temelindeki oluş ve yokoluş, Herakleitos’un söz ettiği karşıtlar birliğindeki

‘logos’tur. Dionysos aynı zamanda gücü istemedir. Nietzsche’nin Zarathustra’sı

bütün değerlerini, inançlarını kaybederek nihilismle yüz yüze gelmiş modern insanın

Dionysos’ça kurtarıcısıdır ve o aynı zamanda nihilismi aşarak yaşamın anlamını

yeniden bulan üst insanı temsil eder. Kendisini ilk trajik filozof olarak resmeden

Nietzsche, portresini pessimist filozofla taban tabana zıt görür. Dionysos’un trajik

Page 46: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

44

bilgeliğiyle “yaşama evet” deyişi böylesi bir durumda, nihilisme de evet demeyi

gerektirir.

Trajik öğe, Nietzsche’nin Grek kültürünü ve sanatını değerlendirdiği

yazılarında yoğun işlediği bir temadır. Nietzsche’ye göre trajik yaşam, Greklerin ne

Hint felsefesi ne de Schopenhauer anlamında pessimist olmadıklarının göstergesidir.

Çünkü Grekler Apollon ile Dionysos’a, Olympia Dağı eteklerinde, yakarış ve

ağıtlarında kendilerini sorgulamışlar ve Apollon yönündeki lirik şiirle, Dionysos’dan

gelen müzik ile doğanın coşkusunu ve doğayla birlikte olmayı, ondan kopmamayı

yaşamışlardır. Bu aslan, kaplan koşulmuş Dionysos arabasında Beethoven’in

sevincinin resme dönüştürülmesi, her tutsak olanın özgür olduğu, değişmez sanılan

bütün düşmanca sınırlamaların ortadan kalktığı, isteklerin açıklığa kavuştuğu

bütünlüklü yaşamdır. Trajik yaşama ‘evet’ deyiş bir optimism değildir. Optimism

tek-yanlı, düz, ilerlemeci bir yanılgıdır ve decadence’ın göstergesidir. Bu, Sokratik

yaklaşımla başlayan, iyi ve kötünün birer ahlaki değer olarak dondurulduğu ve

insanın Apollon yanında oluşturduğu kültürle (değerler sistemi ile) kendisini

doğadan ayırarak ve hatta kendisini onun üstünde görmekle kendini yenileme gücünü

yitirdiği, yeni değerler üretemediği bir durumdur. Nietzsche, Schopenhauer

pessimismini gizlenmiş optimist bir tavır olarak Hıristiyanlığın bir dışa vurumu,

zayıf sürü insanının psikolojik durumu, hastalıklı, ancak güçlülüğün de ortaya

çıkabileceği çözüntü ve güçsüzlük durumu olarak gösterir. Schopenhauer’ın

pessimism felsefesi aynı zamanda Nietzsche’nin içinde bulunduğu ama üst insanıyla

aşmaya çalıştığı kültürün bir yansımasıdır. Buradan hareketle Nietzsche’nin

Schopenhauer pessimismi ile gelinen noktayı “nihilism” olarak gördüğünü belirtmek

yerinde olur.

Nietzsche’nin bütün felsefesi zıtların birliği ve harmonizasyonu üzerine

kurulmuştur demek yanlış olmaz. Temeline insanı, insani bir yaşam biçimi içerisinde

yerleştiren Nietzsche’nin anlayışı bizim anlayışımızla örtüşmektedir. Çağının

panoramasını mizahi bir üslupla yazdığı aforizmalarla dile getiren Nietzsche

için yaşamın temelinde sanat, sanatın temelinde de zıtların bütünlüğü vardır.

Bizim savımız da (ilerde detaylı açıklanacaktır) sanatta böylesi bir bütünlüğün

ancak mizahla olabileceğini ortaya koymaktır. Bir sanat ürünü olarak mizah,

tek başına sanatı temsil edebilir, çünkü; sanat hüzünden neş’eye geçiştir. Mizah

Page 47: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

45

kendi başına bütün hedoist ve altruist15 dünya görüşlerini birlikte,

açmazlarıyla, betimleyebilen tek sanat alanıdır.

1.3.6. Günümüz Anlayışı

Kanımızca, eğer, sanat ve sanatçıya ilişkin bir tartışma yapılacaksa; bu

tartışmanın sınırları: ‘Sanat bir fenomen olarak insan hayatının neresinde;

kenarında mı yoksa çekirdeğinde mi, yaşama ne gibi katkıları vardır, o hayatın

akışında insana ne katmaktadır, oluşun masumiyeti ilkesini zedeleyen diğer

alanlara nasıl müdahale etmektedir?” biçiminde belirlenmelidir. Günümüz sanat

anlayışına ilişkin tartışmalara bizim bakış açımız budur. Günümüzde sanat üzerinde

pek çok tartışma olmasına rağmen, bu tartışmaların genel karakteristiği bizim

yukarıda betimlediğimiz sınırlar içerisinde değildir. Biz yinede üç örnek vererek

günümüz anlayışına ışık tutmak istiyoruz. Bunu yaparken, tartışmalara getirdiğimiz

itirazlarımızda yukarıdaki ölçütleri esas alıyoruz.

Günümüzde sanatın özerkliği ve özgünlüğü (orjinalisti) konusunu bir

problematik olarak gören çoğu parçalı yeni estetik araştırmaların sayısı artmakla

birlikte söylenen yeni bir şey olmadığı ve araştırmaların kısır bir döngüde sanat adına

hiçbir şey söylenmeden devam ettiği bir gerçektir. “Tartışmaların günümüzde sanat

kavramının geleneksel anlamının tamamen değişmesine yol açan araştırmalar

biçiminde devam ettiği söylenmektedir”. Burada sorun tartışmaların odağında

bulunanların esasen ne sanatın geleneksel anlamı hakkında bir yargıya sahip

olmadıkları ve ne de sanatın olması gereken esas işlevi hakkında bir yargıya sahip

olmadıkları gerçeğidir. Konuyu Frenzel ve Heineman’ın aktarımlarıyla

örneklendirmeye çalışacağız.

15 Hedoist ahlak anlayışı ‘mutluluk ahlakı’ anlamına gelir. Burada bireysel mutluluk önemlidir ve bunu ilk koşulu haz ve neşe’dir. İnsan acı ve elemden ne kadar uzak olursa o kadar mutlu olur; tabi ki bunun dışsal koşulları da sağlanmalıdır. Altruistik ahlak ‘acı ahlakı’ anlamına gelir. Bireysel mutluluk için insan bütün zevk ve sefa veren öğelerden uzaklaşmalı ve bireysel mutluluğunu kendisini başkaları için feda ederek sağlamalıdır. Bütün Hint fakirleri, asketik filozoflar, münzevi tarikatlar, yaşam dışı ideolojiler hedoist ahlaka bağlanırlar ancak insanlardan ikincisini isterler. Bu ahlak anlayışlarının ikisi de yaşamdan kopuk bireyci ama bireysel olmayan anlayışlardır. Bunlarda en temel slogan; ‘birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için’dir. Ancak tarih boyunca görünen, ‘hep’ bir için feda edilmiş ama ‘bir’ hep ayakta kalmıştır.

Page 48: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

46

Günümüzde sanat üzerine konuşan ve yetkin sayılan Walter Benjamin’e göre;

sorun günümüzde sanat yapıtlarında sınırsız sayıda mekanik yeniden üretim

(Reprodüksiyon) yoluyla ortadan kalkmakta olan ve giderek kalkan şeyin ne

olduğunudur. Benjamin’e göre, ortadan kalkmakta olan şey, sözcüğün en sağın

anlamıyla “özgünlük”tür. Yeniden-yapım, sanat yapıtının özgünlüğünü yapan ana

öğeyi, “burada ve şimdi olma”yı ortadan kaldırmaktadır. Yani sanatın biricik ve

zorunlu ölçütü olarak özgünlükten söz etmek artık olanaksızlaştırmaktadır. Mekanik

yeniden-yapım olanaklarının hızla artmasıyla, sanatın olabilirliğini yapan şeyler de

durmadan artan bir aşınmaya uğramaktadır.

Platon’dan bu yana sanat ve zanaat ayrımı bilinmektedir. Aristoteles

Nikomakhos’a Etik isimli eserinin ilk kitabında sanat kavramıyla techne kavramını

birleştirmiş ve sanat’ı ‘nedenlerin bilgisi için bir yöntem’ olarak betimlemiştir.

Aristoteles’den bu yana sanat “neden” öyle olmasının gerektiğinin bilgisi, zanaat ise

“nasıl” öyle olması gerektiğinin bilgisi olarak tanımlanmaktadır. Bu tanımların

yerine yenisini koymak da mümkün olmamıştır. Benjamin’in bahsettiği ‘nasıl’a

ilişkindir, halbuki sanat ‘neden’e ilişkin olana içkindir. Kaldı ki, A=A gibi bir

önerme sadece matematikte geçerlidir. Ontolojik yaklaşım ‘A=A olmayanların

hepsi’dir. Yani bir sanat eseri, kendisi olmayanların hepsinin toplamıdır. Bir varlık

olarak sanat eseri, zaten ilk andan itibaren kendisidir. Ayrıca sanat eserinde özgünlük

gidiyor tartışmaları sanatın kendi içkinliğine ilişkin tartışmalar değildir, bunlar

sanatın kıyısında köşesinde kalmış tartışmalardır.

Bir başka örnek: Th. W. Adormo da, sanatın içerik bakımından problematik

olduğuna işaret etmektedir. Adorno için, bu yolla ortaya çıkan bunalım, sadece sanat

kavramının kökünden değiştirilmesini gerektirmekle kalmamaktadır; daha çok,

sanatın kendi başına olabilirliğini (özerklik) sorun konusu yapmamızı

gerektirmektedir.

Adorno’nun sorun konusu yapmamızı istediği problematik Aristoteles’ten bu

yana tartışılan formel bir sanat anlayışı mümkün müdür? Sorusuyla doğrudan

bağlantılıdır. Problemle Kant’ın da doğrudan ilgilendiği düşünülürse sorunun

büyüklüğü kolayca kavranır. Ancak sorun felsefe tarihinde Adorno’nun betimlediği

biçimde değil ‘bir bilgi sorunsalı olarak sanat’ biçiminde tartışılmıştır. Yoksa sanat

tarih boyunca, bütün olumsuz koşullara rağmen, kendi başına, bir ve bütün olarak

Page 49: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

47

varlığını sürdürmüştür. Adorno’nun sanata ilişkin yaklaşımları da sanatın kendi

içkinliğine ilişkin tartışmalar değildir.

Son olarak, Heinemann’a göre, günümüzde iyice parçalandığı görülen

geleneksel sanat kavrayışı karşısında tutumumuzun ne olacağı sorusu, estetiği

tamamen yeni sorunlara sürüklemektedir. Örneğin sanat yapıtlarının yorumlama

konusu olabilmeleri, hatta onların ancak yorumlanabilir şeyler olmadıkları sonucunu

doğurur. Tersine, sanat yapıtları, kendi özel tarihleriyle oluşmuş şeyler olarak,

objektif olarak durmadan değişirler. Bu tezler hiç kuşkusuz ciddiye alınması gereken

tezlerdir. Özellikle de, sanatın asla kendi başına bir manifestasyon olmadığı, tersine

onun daima bir anlayıcı açımlamaya ihtiyacı olduğunu ileri süren tartışmalı

hermeneutik tezleri de dikkate almak gerekir. Örneğin açımlama olanaklarının

çokluğu, bir sanat yapıtının büyüklüğü için bir ölçüttür. Ama mümkün tüm açımlar

(yorumlar) toplamının bir sanat yapıtının objektif ve değişmez (zaman-üstü) varlığını

verdiğini kabul etmek de pek akıllıca bir şey olmaz. Çünkü gerçekte, böyle bir

yorumlar toplamı (örneğin Hamlet yorumlarının bir toplamı) yoktur ve üstelik her

yorum, belli bir tarihsel dönemin yorumu olmakla bağlıdır. Bu yüzden sanat yapıtları

asla tüketilemeyecek olan açık boyutlara sahiptirler. “Mümkün yorumlanabilirlik

boyutu”, sanat yapıtını kendi başına var olan bir şey, özerk bir var oluş olmaktan

koparmaktadır. Ama bu boyut, sanat yapıtına dıştan taşınış bir şey de değildir; çünkü

sanat yapıtında böyle bir özellik olmasaydı, onun ne olduğu anlaşılamazdı. Öbür

yandan sanat yapıtı, içerdiği bu boyut dolayısıyla, her yorumla bir değişikliğe uğrar

ve kuşkusuz bu değişiklikle birlikte, aynı zamanda sanat yapıtının değerlendirilme

şekli de değişir. Kendisini sanatın niteliği konusunda salt formel saptamalarla

sınırlamak istemeyen bir kişi, bu değerlendirme sorununu bir yana atamaz. Böyle bir

kişi, sanat yapıtının tarihselliğini ve değişebilirliğini kabul etmek ve zaman-üstü

güzel, zaman-üstü doğru gibi kavramları sürekli eleştiriden geçirmek zorundadır.”

(Frenzel; Heinemann, 1997, 399)

Heinemann’ın yorumuna belli ölçülerde katılmakla birlikte, sorun “mümkün

yorumlanabilirlik boyutu” kavramı sanat eseri ve izleyici süje’den çıkarılıp sanatçı

perspektifinde düşünüldüğünde aşılabilecektir. Transendental refleksiyon ile sanatçı

eserinde ‘bütün mümkün yorumlanabilirlik’ sınırlarını zaten vermiştir. Felsefi

Page 50: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

48

yorumlama (interpretation) bütüncül (holistik) bir yaklaşımla sanat eseri üzerinden

sanatçının zihnine gitmek zorundadır ve yorumlama bunun dışında yapılamaz.

Görüldüğü üzere, çağdaş yaklaşımlar da sanatın genel anlamına ilişkin bir

bütünlük içermemektedir. Bu tartışmaların kısır bir döngüde olduğunu göstermekle

birlikte sorunun zaman içinde aşılacağı bir umut olarak askıda durmaktadır.

Sanatın özgünlüğüne ilişkin tartışmalar, doğal olarak, formel16 bir sanatın

olup olmayacağı konusunu da gündeme taşımaktadır. Formel bir sanatın ve doğal

olarak da formel bir estetiğin imkanı konusu bu açıdan önemli görünmektedir. Şimdi

bu konuya değinmek istiyoruz.

1.3.7. Formel Bir Estetiğin İmkânsızlığı

Estetik olan şey, insani deneyin özel bir formunda bir defalık bir formunda ve

mutlaka empirik bir içerikle ortaya çıkar. Özgün ve varoluşsal, yani sezgisel, bir

deneye dayanmadığı sürece sanattan bahsetmek mümkün değildir. Bir varoluşsal

deneyin yerini, ne duyup-işitmeler, ne de öğrenme alabilir. Bunun gibi, bu varoluşsal

deney ne araştırma yoluyla dıştan elde edilebilir, ne de kuramsallaştırılabilir. O ancak

kendi içsel refleksiyonumuzla elde edilir. Bu mistik bir tavır değildir, çünkü; sanatın

mutlaka ve mutlaka empirik bir içeriği vardır, bu aynı zamanda genel bir tavır da

değildir, çünkü; sanatçıya has bir estetik bakış içerir.

Bu sanat yapıtlarının salt biyografik veya salt kişisel yaşantıya bağlı (bu

anlamda tarihsel) şeyler olarak yorumlanmaları gerektiği anlamını içermez.

Heinmann şöyle yazmıştı : “Bana en fazla acı veren şeylerden birisi, şiirdeki anlamı,

yazarın geçmişinden (tarihinden) kalkılarak açıklanmak istenmesidir. Bizim

16 Formel bir sanatın olabilirliği konusu bir bilgi problemi olarak Baumgarten’de başlamıştır. Rasyonalist olmak sadece akılsal olmak değildir. Rasyonalist bir filozof ‘insanın doğuştan intuitif (içerikli, muhtevalı) bilgilerle donanımlı geldiğini’ söyler. Matematik, aritmetik ve hacim bilgileri bu tür bilgilerdir; yanlışlanamazlar, ilk ve temel doğrulardır, bütün diğer doğru (bilimsel) bilgilerin üzerinde temellenebileceği bütün (compact), apriori ve duyumlara bağlı olmayan (nonsensible) bilgilerdir. Bunlara I. Tür Bilgiler denilir. Sanat ve estetiğin bilgisi ise duyumlara bağlı olduğu için doğrudan bilinemezler. Kesinlikleri yoktur ve güzel – çirkin gibi göreceli kavramlardan hareket ettiği için bu bilgiler bilimsel de değildirler. Bunlar II. Tür (Sıradan) bilgilerdir. Bütün (compact) değil, parçalı (competiple), apriori değil aposteriori, asıl değil bayağı’dır. Bu tartışma henüz sonlanmış değildir. Gerek düşünce ve gerekse felsefe tarihinde en problemli alanlar, bu yüzden, sanat ve estetik alanları olmuştur.

Page 51: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

49

geçmişimizin dışa yansıyan görünümü ile kendi gerçek içsel geçmişiz birbirlerine o

kadar seyrek uyarlar ki! Hele bende bunlar hiç uyuşmazlar.”

Sanatçı için iç deney söz konusudur ve onun etkinliği dış etkinlikten farklıdır.

Onun deneyi, sıradan insanların deneyinden; genişlik ve derinlik arı bir duyarlılık,

duygusal zenginlik, yaşantı zenginliği, büyük şekillendirme gücü ve bu güce dayalı

olarak sınırsız şekiller oluşturma gibi özelliklerle ayrılır. Sanatçı, bu iç deney

sayesinde sadece şimdi olanı değil, geçmişte kalanı da, geleceğe ait olanı da, salt

kurgusal bir düzlemde şimdi oluyormuş gibi yaşayabilir. Onun kavrayışı ne kadar

derinse, şekil verme gücü de o kadar yüksek olur. Homeros, Dante, Shakespeare,

Goethe gibi büyük şairler, bizim iç yaşantımızın sınırlarını genişletirler; Dürer,

Rembrandt ve Leonardo gibi büyük ressamlarda görmemizi. Buna karşılık bir

sanatseverin estetik deneyi, bir yeniden-yaşama, bir yeniden-kurma, bir yeniden-

duymadır ve onun için yeni bir içsel yaşantı, yeni bir duyma ve yeni bir görmedir.

Aradaki fark izleyici süje kendisine verilende bir dünya kurar, sanatçı ise izleyici

süjeye kuracağı dünyayı, bütün sınırları belirlenmiş olarak, verendir. Sanatçı

görünmeyenden görüneni getirir, izleyici süje de, eğer yapabiliyorsa, görünenden

görünmeyene ulaşır.

Sanatçı, evreni, olduğu gibi, nasılsa öyle, taklit edemez. O, daima belli bir

bakış açısı içinde seçmek, indirgemek, ayıklamak, soyutlamak ve tüm bunlardan

sonra elindekilerini yeni bir biçimde kurmak olanağına sahiptir17. Ama bu yeniden-

kurma inandırıcı olmak zorundadır, çünkü; bu bir bilgi problemi değildir: inanç

problemidir. Bu yüzden estetik deney belli bir inanç formunda durur. Sanatçı örneğin

perspektifçi bir ressamsa, resmine bakıldığı zaman, üç boyutlu gerçeklik

illüzyonunu, bize iki boyutlu tablosunda vermek zorundadır. Aslında o böylece 17 Burada Heidegger’in ‘ruh hali’ (mood) kavramı açıklayıcı olabilir. Kendi cümlelerimizle Heidegger şöyle demektedir: Dünya bize sürekli kendi gerçekliğini söyler, o hep konuşur. Onun konuştuğu değil senin onu nasıl dinlediğin önemlidir. Sen radyonun frekansını neye çevirdiysen onu duyarsın, ya da görürsün. Onun arkasındaki gerçekliği görmek ya da duymak için, görünenlerin arkasındaki gerçekliğe, ilk nedenlere ulaşmak için radyonun frekansını nereye ayarlaman gerektiğini bilmen gerekir. Dünya bize kendi nedenselliğini sürekli verir, ama bu nedenselliği ‘gravitation yasası’ olarak anlamak için Newton, ‘rölativite prensibi’ olarak anlamak için Einstein, ‘’quantum prensibi’ olarak anlamak için Planck, ‘müziğin ruhundan kahramanlık kültürü’ olarak anlamak için Wagner, ‘od to joy (neşeye kaside)’ olarak anlamak için Schiller, ‘çağların en muhteşem lirik şiiri (9. senfoni)’ olarak anlamak için Beethoven olmak gerekir. Örnekler insanlık tarihi kadar sınırsızca çoğaltılabilir. Sanatçı (yada bilim adamı) sadece anlayan değil, aynı zamanda bu prensipleri anlatandır. Bu deneyimlerin hepsi içsel ve kendi şahsına münhasır deneyimlerdir; çoğaltılamazlar, birleştirilemezler ve hatta karşılaştırılamazlar.

Page 52: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

50

yenidünyalar yaratır; ama onun yarattığı bu dünyaların inandırıcılık taşıması gerekir.

O bize yeni bir dünya sunmaya çalışırken, kendi fantezisinin mitolojik, masalımsı

veya söz de gerçek veya salt formel olanaklarına başvurur. Yani o, kendisini

çevreleyen gerçekliğe, kendi fantezisinden çıkan kendi doğrusuyla bir inançla

hareket eder.

Page 53: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

51

İKİNCİ BÖLÜM MİZAH: “GÜLÜYORUM AĞLANACAK HALİME”

2. TEMEL KAVRAMLARIN AÇIKLIĞA KAVUŞTURULMASI

2.1. Mizah

Mizah Arapça kökenli bir kelimedir, İngilizcede ‘humour/humor’ kelimesine

karşılık gelmektedir. Genel olarak mizah; olayların gülünç, alışılmadık ve çelişkili

yönlerini yansıtarak insanı düşündürme, eğlendirme ya da güldürme sanatına verilen

ad olarak tanımlanır. Özünde ise; en temel insani fenomenlerden olan hüzün ve

neş’enin birlikte kullanılmasıyla “toplumsal çarpıklıkların – olması gereken

yönünde – betimlenmesi” işidir. Mizah, beklenenden farklı bir durumun ortaya

çıkmasıyla yaratılan şaşkınlıktan, şaşırtmadan beslenir. Yani uyumsuzluk mizahın

temel kalıbıdır. Mizah; gerçek olanla, ideal olan (yani olması gerekenler) arasındaki

çatışmadan ortaya çıkar. Sözlük anlamı olarak mizah ise; kişilerdeki ya da doğal

saydığımız bazı olaylardaki bir takım çarpıklık, uyuşmazlık, çelişki ve gülünçlükleri

bulup açığa vurma, gözler önüne serme sanatıdır. (Cevizci, 2002; 282) Mizah

saydığımız bu özelliklerden öte, halk arasında daha çok gülmeyle tasvir edilmiş ve

sadece gülme etrafındaki küçük çerçevede kısıtlanmıştır. Mizahın gülme fenomenini

etkileyişi muhakkaktır. Ama her mizahi öğe güldürmez, her gülmenin mizah için

olmadığı gibi -ki her gülme de eğlence için değildir. Buradan, mizahın her zaman

eğlendirmediğini sonucunu çıkarabiliriz. Aslında mizahın amacı eğlendirmek

değildir; bu mizah ile diğer alanlar arasındaki en önemli farktır. Burada şimdilik

bunu söylemekle yetiniyoruz; ilerde konu detaylı irdelenecektir. Konunun

bütünlüğünü bozmamak amacıyla şimdi mizah’ın tarihsel sürecini inceleyeceğiz.18

2.1.1. Tarihsel Bakış

Mizah adına geriye doğru gittiğimizde kendisinde saklı kalan eleştiriyi,

kendine özgü olarak ortaya koyan yanının günümüzdekinden daha farklı bir biçimde

18 Mizah üzerinde dilimizde detaylı bir araştırma yoktur. Bu bölümde eldeki bütün kaynaklardan yararlanarak mizahın tarihçesini detaylı inceleme yapılmaya çalışılmıştır..

Page 54: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

52

ele aldığını görebiliyoruz. Mizah, her eleştirisini bir gülmeceymiş gibi yansıttığı için

süregelen dönemde olması gerekenle olabilir olan anlamları arasında bir çelişki

yaşanmış ve mizah olmasa bile her gülmece mizah olarak adlandırılmıştır. Bu

yüzden mizahın tarihteki gelişim sürecini araştırırken mizahla ilintili olmayan pek

çok durumun mizah tarihi olarak karşımıza çıktığını görmekteyiz.

2.1.1.1. Dünyadaki Gelişim Süreci

Mizah ilk olarak eğlence içinde yer alırken, zamanla şaka, alay, hiciv, matrak,

taşlama, iğne, nükte gibi farklı kavramlarla birlikte eşleştirilmiştir. Bu durum

mizahın kendini değişik biçimlerde göstermesini sağlamıştır. Açık eğlencelerden,

kapalı oturumlara, dolaylı anlatımlara indirgenen mizah artık bir hüner içeriği ile

karşımıza çıkmaktadır.

İlk mizah örneklerine antik yazarlardan, Lukianos ve Horatius’un eserlerinde

rastlamak mümkündür. Aristo’nun eserlerinde de mizahi öğelere rastlanmaktadır.

Shakespeare’in Falstaff’ı ve Cervantes’in Don Kişot’unda ki karakterleri ise uzun

yıllar mizahi unsurlar olarak dikkati çekmiştir.

Ortaçağ döneminde mizah, diğer pek çok sanat alanında olduğu gibi güdümlü

ve izne bağlı olarak kullanılmıştır. Ortaçağı belirleyen tek tanrılı dinlerin çoğu

mizahı ya da kendilerince mizah olanı tümüyle yasaklamış, kapalı odalar arkasına

kaldırmıştır. Ürün eğlenceleri yerlerini kutsal bayramlara bırakmıştır.

Mizah 18. yüzyılın sonlarında sempati ve acımanın bir kaynaşması haline

gelmiştir. Mizahta esas olan, alışkanlık dolayısıyla herkese tabi gelen olayda

birtakım uyuşmazlıkları bulup ortaya çıkarmaktı. Örneğin, Yunanlılar bunca

zamandır suda yaşadıkları halde yüzme bilmeyen çağanozlara şaşarken, Don

Kişot’taki tiplemenin ateşli haline gülünürken bir yandan da acınası duruma düşmesi

temel bir mizahi durumu ortaya çıkarmıştır. Mizah’a Anglosaksonlarda, özellikle

İngiltere’de sıkça rastlanmaktadır. Ayrıca mizah ve melankoli ayrılmaz bir ikilidir.

Buna örnek olarak L. Sterne’nin eserlerini gösterirken, asıl mizahi öğeler olarak

zenginlik taşıyan eserleri Adison’nun çıkardığı Spectator dergisindeki sir Roger de

Coverley adlı kahramanda bulabiliriz. 18. yüzyılın diğer önemli mizah yazarları ise

Page 55: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

53

Th. De Quincey, Th. Love Peacock’u saymak gerekir. Ch. Lamb’ın Essays Of Elia

adlı eseri de mizah türünün iyi örneklerindendir. (Meydan Larousse; cilt 14, 56)

İngiltere’de Kraliçe Victoria döneminde mizah çok ilgi gören bir dal

olmuştur. Bu arada, Dickens, Trollope gibi yazarların eserleri, 1841’de çıkan Punch

ve çocuk klasiklerinden Alice Harikalar Ülkesinde en çok okunan eserlerdi.

19. yüzyılda Almanya mizahında, Johann Pal ile mizahın bir felsefesi yapıldı.

Hegel’cilerle bir çatışkılar yolu bulunurken, Prevert’in eserlerinde olduğu gibi mizah

anarşist19 ve nihilist20 bir rol oynamaya başlamıştır. Yeni bir üslupla ortaya çıkan

kara mizah sert ve yıpratıcı kalemiyle Swift’in Fıçının Hikayesi adlı eserinde can

bulmuştur. Bu tür mizaha diğer örneklerde Fransa’da Petrus Borel ve Flaubert’ten,

İngiltere’de Th. De Quincey ve Levis Carroll’dan, Almanya’dan Georg Christoph,

Linctenberg ve Grabbe’dan gelmiştir. (Meydan Larousse, cilt 14, 56)

İtalya mizahında ise Manzoni di Don Abbondio, C. Bini, V. Bettoloni, A.

Cantoni, L. Pirandello, A. Panzini, A. Baldini ve G. Guareschi’yi saymak gerekir.

Amerika’da ise bu alanda eser verenler arasında Mark Twain başta

gelmektedir. Ayrıca Huckleberry Finn isimli eseri ise bu konuya en uygun şaheser

olarak kabul edilir.

Günümüzdeki mizah anlayışı ise, Ortaçağ dogmasına karşı bir uyanışı ifade

eden Rönesans’la belirlemiştir. Özellikle Rönesans’ı hazırlayan iç gelişme olarak,

dogmaların karşısındaki özgür düşünce eğilimi, mizahtan alabildiğine yararlanmış;

yerine göre savaşını tümüyle mizahla vermiştir. Temel mizah eserleri de bu

dönemdeki savaşın şiddeti sayesinde ortaya çıkmıştır. Ön planda olan kilise,

papazlara karşı yapılan mizahi savaşta bu dönemde kendini göstermeye başlamıştır.

Gargantua, Deliliğe Methiye, Don Kişot, Moliere’nin eserleri, Voltaire’nin felsefe

sözlüğü ve daha pek çok eser, gelişimi uzun bir zaman alan mizahın şekillenmesinde

etkili olmuştur. Aslında mizahın en çok bu dönemde gelişme göstermesine sebep

olan durum ise Ortaçağ’ın sosyal, ekonomik ve politik bütün kurumlarının çökmeye

hazır, günlük yaşantı biçimine ters oluşundan da kaynaklanmaktadır. Mizah artık

gelenekselleşmiş ve herkes tarafından kabul gören toplu eğlencelerde kendini

göstermek yerine tümüyle bir başkalaşım içine girmiş ve giymiş olduğu hoşgörü

19 ‘İlkesiz’, mevcut kuralları kabul etmeyen anlamında. 20 ‘Değersiz’, mevcut değerleri kabul etmeyen anlamında.

Page 56: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

54

maskesinden arınmış olarak, felsefenin ki kadar olmasa da, üzerine bir sertlik

takınmıştır. Mizahçı savaşını soylulara karşı açarken bir yandan da zenginler ve

burjuva sınıfı tarafından da benimsenmeye çalışıyordu. Yine de eleştiri oklarını

gülümsemeler arkasına saklamış olan mizahçının, kendini tam olarak gösterebilmesi,

destek görebilmesi için köklü değişimlere ihtiyacı vardı. Bu değişim ise

cumhuriyetlerin ve meşrutiyetlerin kuruluşları ile mizahçının eline geçmiştir. Mizah,

politikada, partiler arasında ki çatışmalarda, kendini göstermeye başladı. Günümüzde

kabul edilen ilk mizah dergilerinden biri de Fransa’da Meşrutiyet’in ilanı ile ortaya

çıkan parti çatışmalarını konu almıştır. Artık mizah kendini gösterirken eleştirdiği

durumun sorumlularından hoşgörü beklemek yerine kendi yaslandığı partinin tutum

ve kanunlarından destek alarak yapmıştır. Bu açıdan mizahın gelişimi Cumhuriyet

sistemiyle büyük değişime uğramıştır denilebilir. Mizahın bu değişimi, şüphesiz -

mizahı bir eğlence olarak algılayanlar tarafından- eğlence düşüncesinin değişimine

de yol açmıştır. Türkiye’de ise bu durum Abdülhamid’in tahttan indirilmesi

döneminde Meşrutiyet’in kurulmasıyla ortaya çıkmıştır. Bu durum, bir sonraki konu

da ayrıntılı olarak verilmiştir. (Meydan Larousse, cilt 14, 57)

2.1.1.2. Türkiye’deki Gelişim Süreci

Türkiye’de mizah önce sözlü olarak, sonra gösteri niteliğinde daha sonra da

çizgili/resimli/yazılı olarak kendini göstermiştir; 13.yüzyılda Nasrettin Hoca, 14.

yüzyılda Karagöz ve Hacivat ve ilerleyen tarihlerde de karikatür çizimleriyle sürecini

devam ettirir. Mizahın bu gelişim sürecini dönemlere ayırarak inceleyeceğiz. Bu

keyfi bir ayrımdır; bize sürecin gelişimini daha net gösterecektir.

Page 57: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

55

2.1.1.2.1. Antik Anadolu Dönemi Mizahı21

Pek çok kültüre ev sahipliği yapmış Anadolu bu birikimlerini ana temamız

olan mizaha da yansıtmıştır. Anadolu’da mizah adına karşımıza çıkan ilk örnekler

Hititler dönemine rast gelmektedir. Hititlilerde baharın gelişini, bolluk ve bereketi

karşılama şenlikleri olarak bilinen Puruli törenlerinde düzenlenen çılgınlık

boyutundaki eğlenceler mizahın en eski biçimlerini gösterir. Hititler döneminden

sonra karşımıza çıkan ikinci en eski örnekler ise Dionysos (Dionysos’a ilişkin

açıklamaları bir önceki bölümde vermiştik) motifleridir. Ancak Dionysos’un mizahi

atası sayılan ve tüm Grek motiflerine ilk örnek oluşturmuş olan, adına pek çok

destanlar yazılan Sabaz22’ında Anadolu doğumlu olduğu bilinmektedir. Divan

şiirinin Cam-ı Cem motiflerindeki Cem’in de Dionysos’la bağlantısı olduğu

düşünülmektedir. Bunun dışında Frigya Kralı Midas’ın eşek kulakları ve her

tuttuğunun altın olması yüzünden açlıktan ölmek üzere oluşu da dönemin mizahi öğe

taşıyan diğer unsurlarındandır. Bu unsurlar arasında Sinop’lu Diyojen’i de saymak

doğru olur (Öngören, 41).

Anadolu doğumlu23 olduğu düşünülen ve dünya çapında ünlü olan Noel Baba

da yine bu dönem mizahi öğelerindendir. Yine bu döneme ismini duyurmuş Anadolu

21 Gerek Anadolu’da ve gerekse başka kültürlerde, kültür öğelerinin kronolojik tasnifini yapmak objektif sonuçlara ulaşmak için gereklidir. Ancak bu tasnif hiçbir zaman bu öğelerin birbirinden ayrı, kopuk, bağıntısız olduğunu göstermez; kültür bir bütündür ve bütün öğeleri birbirini doğrudan etkiler. Kültürün kendisini yenilemesi, mevcut olanın ihtiyaca cevap vermemesiyle toplumda bir kırılma yaşanması ile gerçekleşir. Böylesi bir kırılma ile oluşan yeni öğeler, eski öğelerden izler taşısalar da, artık yeni yaşam biçimleridirler. Mizah da bundan ayrı tutulamaz; Anadolu’daki gelişmeler çerçevesinde mizah da kendini yenilemiş, farklı alanlardan beslenmiş, geçmişinden etkilenmiş ama hep yeni yaşam biçimlerine bağlı kalmıştır. 22 Sabazios: Çok eski Phrigialı bir tanrıdır. Sonraları Yunan dünyasınca da benimsenmiş ve coşkulu kültü Dionysos’unkine benzediği için Dionysos’la bir tutulmuştur. Efsaneye göre Zeus yılan biçimine girmiş, Persephone’ye yaklaşmış ve Sabazios’u öyle üretmiştir. Bu yüzden kendisi de yılan biçimine girerek Asyalı bir nympha ile birleşip döller üretmiştir. İnsanlara öküzleri evcilleştirmek ve sabana koşmak fikrinin ona ait olduğu söylenir. Bkz: Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü. 23 Grek düşüncesinin Anadolu kökenli olduğu ya da ilk önce bu topraklarda başladığı tartışmalarının arkasında, bu düşünceye önderlik eden bütün Antikite düşünürlerinin ‘İyonya’ yani bugünkü Efes, Selçuk, Kuşadası bölgesinden çıktığı ve düşüncelerini Ege’nin değişik bölgelerinde ve hatta Karadeniz’de de yaydıkları tarihsel gerçeğidir. Heredot Bodrum’lu, Herakleitos Efesli ve Kinik tavrının en büyük temsilcisi Sinoplu Diyojen’dir. Çok üzücü bir durum: Kültür Anadolu’dan çıktığı halde Anadolu’da barınamamış, (belki de barındırılmamış) bu toprakları terk etmiş ve bugün gıptayla ve çoğunlukla imrenerek baktığımız Batı uygarlığının düşünce lokomotifi olmuştur. Bize kalansa sadece hatıralarıdır.

Page 58: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

56

ve Güneyli olduğu belgelenen Ezop24 türlerine kaynaklık ettiği gibi, komedide Akıllı

Uşak motifine de başlangıçlık etmiştir Antik Anadolu dönemi mizahının motiflerini

bu şekilde sıraladığımızda aslında bütün Grek motiflerinin de atalarını ve ilk

örneklerini de sıralamış olduğumuz yanlış değildir.

2.1.1.2.2. Selçuklu Dönemi Mizahı

Kaynağını batıdan alan Antik Anadolu dönemi mizahı, bu şekilde Batı’nın

izlerini taşımış olmasına rağmen Selçuklu döneminde bu izler tamamen silinmiştir.

Bunun belli başlı sebepleri; Antik Anadolu döneminde çiftçilik ve bağcılık

yapılıyordu ve bağbozumu, hasat şenliği gibi bazı eğlenceler düzenleniyordu. Oysa

Selçuklu döneminde ki bu kültür - Puruli yerine Mittani, Huri ve Hıdrellez

24 Ezop (Yunanca: Aisopos), İ.Ö. VI. yy.da yaşadığı varsayılan eski Yunan masalcıdır. Kahramanları hayvanlar olan masallarıyla büyük ün kazanmış olan Ezop'un yaşamıyla ilgili bilgiler kesin değildir.

Bir söylentiye göre Trakya'da doğmuş, bir süre köle olarak Samos adasında yaşamış, azat edilince birçok yolculuk yapmış, Delphoi'ye yaptığı yolculuk sırasında bir cinayete kurban gitmiştir. Ancak Ezop'un bugünkü Emirdağ yakınlarında ki Amorium kentinde doğup büyüdüğü de dile getirilmektedir. Aristoteles, Ezop'un yolsuzluktan yargılanan bir siyasetçiyi tilki ile kirpinin öyküsünü anlatarak nasıl savunduğunu şöyle anlatmıştır: Ezop mahkemede "bir tilkinin, başı pirelerle derde girmiş, bir kirpi de onu pirelerden kurtarsın mı diye sormuş, tilki, 'hayır, bu pireler doydu, artık fazla kan emiyorlar. Onları kovalarsan, yerlerine yeni, aç pireler gelir' demiş", dedikten sonra, jüriye dönerek, sözlerini şöyle bitirmiş: "Dolayısıyla saygıdeğer jüri üyeleri, müvekkilimi cezalandırırsanız onun yerine onun kadar zengin olmayan birileri gelir ve sizi daha da beter soyar."

Ezop'un masallarını gerçekten yazdığı yolunda hiçbir kanıt yoktur. Ona mal edilmiş masalların bilinen en eski derlemesi, İ.Ö. IV. yy.da Phaleros'lu Demetrios tarafından hazırlanmış, bu derleme daha sonra, İ.S. I. yy.da Latince olarak Phaedrus, Yunanca olarak Babrios tarafından yeniden kaleme alınmıştır. "Ezop Masalları" daha sonra XVII. yy. Fransız yazarı Jean de la Fontaine'in fabllarına esin kaynağı olmuştur. Ezop fabl denen öyküleriyle ünlüdür. Anlattığı öyküler yaşama ilişkin bir öğüt ya da ders verir. Kahramanları ise hayvanlardır. Ezop'un öykülerinde hayvanlar konuşur ve tıpkı insanlar gibi davranır. Öyküden çıkarılacak ders, sonunda okura öğüt biçiminde verilir. Ezop'un yaşamına ilişkin çok az şey bilinir. İÖ 620'de doğduğu ve Fabl insanlar arasında geçmekte olan ibret verici olayların, hayvanlar arasında geçen olaylar haline dönüştürülerek anlatılmasıdır. Fabl, hem didaktik, hem de dramatik bir türdür. Latince Fabula kelimesinden gelir; masal, hikaye demektir. Eski Yunan'da zengin bir adamın kölesi olduğu sanılmaktadır. Adının Eski Yunan terimi, Yunanca "Helias"tan dolayı "Helenler" de denen, Yunanistan Yarımadasında yaşayan kavimler ve onların kurduğu eski devlet ve uygarlıkları anlatmak için kullanılır.

Çiftçi bir halk olan Helenler ya da Eski Yunanlılar, tarihlerinin başlangıcında çok sade bir yaşam sürerler, sırtlarına kendilerinin dokuduğu yünden bir gömlek, ayaklarına sığır derisinden çarık giyerlerdi. Köylüler tek bir odadan ibaret olan kulübelerde oturur, evcil hayvanlarla bir arada yatarlardı. Yunanca biçimi Aisopos'tur. Öykülerini insanlara hoşça vakit geçirtmek için anlattığı söylenir. Ezop'un öyküleri İÖ 300 dolayında derlenerek yazıya geçirilmiştir. Tilki ile Üzümler ve "Çoban ile Kurt" bunların en ünlüleri arasındadır. Yunan dili. 3000 yıllık bir geçmişi olan Hint-Avrupa dil ailesine ait bir dildir. Antik Yunanca Klasik Yunan uygarlığının dili olarak kullanılmıştır. Modern Yunanca Antik Yunancadan oldukça farklı olmakla beraber köken olarak ona dayanır. Yunanca, Yunan alfabesi kullanılarak yazılır. Modern Yunanca dünyada, çoğu Yunanistan'da yaşayan yaklaşık 12 milyon kişinin anadilidir. Kaynak www.WEB: http://tr.wikipedia.org/wiki/Ezop)

Page 59: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

57

eğlenceleri- yerini çobanlık eden ve koç katma, mesir şenlikleri gibi eğlencelere

bırakmıştır. Bu durum mizahi alanda da, doğal olarak, bir değişime yol açtı. Bunun

yanı sıra mizahi anlayışın değişimine etken olan diğer bir neden Anadolu’nun

değişen çevresidir. Sümer, Sami, Pers ve Grek kültürüyle çevrelenen Anadolu, bu

medeniyetlerden etkilenmiştir. Bu durumda Selçuklu dönemi mizahının farklı bir

sentezle değişim göstermesine sebep olmuştur.

Selçuklu dönemi mizahı, fıkra, bulma, masal, tekerleme, hikaye ve şiir gibi

farklı alanlarda ürünler vermiştir. Saray ve tarikatlar tarafından sahip çıkılmamasına

rağmen halk arasında yayılmış, gelişmiş ve sahiplenilmiştir. Dede Korkut hikayeleri,

Keloğlan masalları ve Nasreddin Hoca fıkraları gibi ürünler Selçuklu dönemi

mizahına en iyi örneklerdendir. (Öngören, 43-50)

Bu dönem mizahi öğelerinin yansıttığı olaylar, dönem hakkında bilgiler

içermektedir. Örneğin Dede Korkut hikayeleri özellikle Gürcü feodallerinden Şökli

Melik ve Karadeniz Rum tekfurları ile çarpışan Oğuz Beylerinin gerçek hikayelerini

dile getirmiştir. Tek tanrılı dine geçmenin halk içinde yarattığı etkileri konu edinen

Deli Dumrul hikayeleri ise bir anıt niteliğindedir. Soyutluğa karşı somutluğu ele alan,

aslında birbirine zıt iki kültürün çatışmasından çıkan mizahi durumu gözler önüne

seren Deli Dumrul hikayeleri, Karagöz’ün ortaya çıkışında da etken olmuştur. Bir

diğer örnek de Keloğlan hikayeleridir. Dönemin geçimi ticaret üzerine olunca,

sarayın, kervansaraylar yapması, ticaretle uğraşanları koruma altına alışı ile herhangi

bir üretim gücü bulunmayan ve zamanında tüm gücü elinde tutan Selçuklu ile

aşiretler arasında çatışmalar çıkmıştır. Aşiretler eskiden verilen önemini yitirmiştir.

Daha çatışmaların başında Türkmen beylerinden Yağmur’un öldürülmesiyle ortaya

çıkan saray-aşiret çatışmaları, başkaldırışlar, yarı destansı bir dille Keloğlan

hikayelerine konu olmuş ve en güzel bir biçemde özetlenmiştir. Keloğlan’ın

çarpıştığı tipler genelde saray çevresidir. Dede Korkut’ta olduğu gibi töreler artık söz

konusu değildir. Soylu bir aileden gelmeyen hatta babası bile olmayan Keloğlan’ın

gözü hep ya padişahlıktadır, ya da padişahın kızındadır. Çevresi kötülüklerle, dolu

olan Keloğlan bunları öğrenip, düşmanını onun tuzaklarıyla alt eder. Gerçekte daha

kanlı ve ciddi olan bu saraylık olaylar, mizahi bir dille Keloğlan’da can bulmuştur,

sembolik bir yapı oluşturmuştur. Keloğlan masallarında ki gerçekçilik Dede

Korkut’ta olduğundan daha azdır. Canavarlar, kötüler bilek gücüyle değil, akıl,

Page 60: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

58

kurnazlık ve zeka ile yenmektedir; en büyük mizahi durum ise bu olaylar içinde

gizlidir. Burada şunu söylemek istiyoruz: Selçuklu Anadolu’su mizahın bütün

öğelerini en uç noktalarına kadar yaşamış ve yaşatmıştır. Bütün kahramanlar bir

trajedi yaşarlar; onların savaşı kaderleridir, ölüm onlar için en büyük mutluluktur.

Kazanılan ise insanlığın kendisidir.

Selçuklu’nun son dönemlerine doğru çok zengin bir aydın kesim ortaya

çıkmıştır. Hacı Bektaş Veli, Ahi Evren, Hacı Bayram, Mevlana, Taptuk Emre ve

Yunus Emre gibi pek çok yol gösterici halkı örgütlemiş ve geliştirmiştir. Saray ve

aşiretler arsındaki çatışmalara çözüm yolları üretmişlerdir. Her toplumun böyle köklü

değişiklikler yaşadığı dönemlere aydınlatıcılara, yol göstericilere ihtiyacı olmuştur.

Ortadoğu’da peygamberler, Grek’te filozoflar ve Anadolu’da tarikat ulularında

olduğu gibi. Selçuklu dönemindeki bu aydın kesimin içinde biri vardı ki, fıkralarıyla,

hikayeleriyle döneme adını kazımış Nasreddin Hoca. Akilment veya Danişment diye

adlandırılan ve her dara düşüldüğünde başvurulan Nasreddin Hoca, yerleşik düzene

geçildiğinde bir zamanlar örnek teşkil olduğu halkı gibi zamana ayak uyduramayıp

cahil kaldığı bir dönemde mizahi bir tablonun ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

Halkın bilemediği, danışmak için Hoca’ya gittiği durumları, kendince bir yol bulup

çözümlemeye çalışırken ortaya çıkan mizahi durumları veya hocanın olmadık bir şey

yapması sonucu kendisinden açıklama yapılması beklenirken bulduğu çözümler

fıkralara can vermiş ve günümüzde bile dillerde dolaşmaya devam etmiştir. Hiçbir

tarikata üye olmayışı, tüm toplum tarafından kabulüne sebep olmuştur.

Özet olarak Selçuklu mizahını irdeleyecek olursak, bir Anadolu mizahı

olduğunu söyleyebiliriz. Yani tüm halka mal olmuştur. Bu yüzden yüzlerce yıl

öncesinde kalmasına rağmen kelimesi kelimesine derlenebilecek kadar akılda

kalmıştır. Selçuklu mizahı, gerçekdışı öğelerle doludur. Mizahın geneli köy, kış ve

çobanlık görüntüleri, mantık yapısını da Yunus Emre’nin “ Balık kavağa çıkmış”

dizeleriyle özetleyebiliriz. Selçuklu mizahının toplumsal ilişkisi, kandırma,

kandırılma, saflık, şaşırma, bilememe çevresinde yoğunlaşmışken, eğlence boyutu ve

hoşgörü düzeyi son derece yüksektir. Dönemin en hassas noktası olan dinde bile,

Tanrıya seslenişlerinde son derece açık bir dil kullanmışlardır.

Page 61: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

59

Örneğin Kaygısız Abdal:

Kıldan köprü yaptırtmışsın

Gelsin kullar geçsin deyu

Hele biz şöyle duralım

Yiğit isen geç a Tanrı

Dizeleriyle bunu son derece net gösterebiliyor. Ayrıca Yunus Emre’nin din

adamlarına “şeriat oğlanları” deyimi ile de bunu destekleyebiliriz. (Öngören, 49)

2.1.1.2.3. Osmanlı Dönemi Mizahı

Bu dönem mizah anlayışı, teolojik meditasyonuna bağlı olarak, Ortaçağ

düşüncesinin tüm özelliklerini taşır. Baskı ve matbaa öncesi dönemle

sınırlandırılabilir. Tarikatların hüküm sürdüğü Osmanlı döneminde, tüm kültür

hayatında olduğu gibi, mizah da bu süreçten etkilenmiştir. Örneğin İstanbul ve

Kasımpaşa’da ortaya çıkan Karagöz, Nakşibendi tarikatına hizmet etmiştir.

Mizah, Osmanlı döneminde ortaya çıkan tarikatların bir çatışma ortamı içine

girmesiyle kendisine bir alan yaratmıştır. Mizah bu dönemde ‘hiciv ve taşlama’

biçiminde kendini gösterir. Bunlara en iyi örnek Bektaşi tarikatının fıkralarıdır.

Genel hatlarıyla Osmanlı mizahı, loncalardan25 ve tarikatlardan son derece

etkilenmiş ve bu yönüyle de mizahı ve mizahçıyı direkt etkilemiş ve yönlendirmiştir.

Uzun süre Karagöz perdelerini izlemeden ve sahne kurmaya yardım etmeden kalfa

bile olamayan Karagöz ustaları, tarikatlarla pişmiş ve değişmez katı bir sürece

girmiştir. Bu durum, Osmanlı mizahının sadece kendi döneminde etkin olmasına ve

bir Selçuklu mizahı kadar canlı kalarak günümüze kadar süregelmesine engel

olmuştur. (Öngören, 50)

Osmanlı mizahının diğer bir özelliği de hem divan edebiyatına hem de halk

edebiyatına hizmet etmeye çalışmış olmasıdır. Hacivat’la Karagöz’ün perdesi ve

Kavuklu ile Pişekar’ın ortası bu türlere örnek olarak gösterilebilir. Ustası Şeyh

Küşteri olan Karagöz-Hacivat perdesinde, Karagöz’ün cahilliğine karşın Hacivat’ın

25 Osmanlı’da ‘lonca’ olarak adlandırılan ‘Ahi’lik, Ahi Evran’ sistemidir. Bu tarikatlardan bağımsızdır.

Page 62: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

60

eğitim görmüşlüğü, giyimi-kuşamı, Osmanlı musikisinden törelere değin bilgisi ve

bunu perdelerde halka yol göstermek ve eğitim vermeye çalışırken eğlendirmesi göze

çarpmıştır. Hatta zamanla “Karagöz gibi cahil” deyiminin gelişmesine ve

kullanılmasına da sebep olmuştur. Oyunlarında soyluluk söz konusu olmazken, soylu

olabilecek kişilerle de sık sık dalga geçtikleri de belli olmuştur. Aslında Hacivat,

Karagöz’ün eğitim görmüş halidir ve Karagöz’le Hacivat bir ve tek kişidir. Ancak

zamanla Hacivat’ta, Karagöz gibi Batı kültürü karşısında cahil kalınca bir kişiliğe

dönüşen perde yıkılır. (Öngören, 52)

Osmanlı mizahının başlıca, belki de en önemli, bir diğer özelliği de genelde

kendini sözlü olarak, doğaçlama ve uzun süreli ifade edişinden gelmektedir. Bu

sebeple “Arif olan anlasın-Arifane” denilen anlayışta gelişmiştir. Karagöz her ağzına

geleni söyleyebilir, her eleştiriyi hiç çekinmeden söyleyebilir, hatta padişahı bile

arkadaşı gibi azarlayabilirdi. (Bu ulu ortalığın Batılı birçok yazarı da etkilemiş

olduğu kaynaklarda dile getirilmekte, ancak bu etkileşimin yönü ve kuvvetinin

göstergesi olan kaynaklar zikredilmemektedir) Ancak zamanla sansür olarak

karşımıza çıkan bu açık-saçıklığın sonu ilerde sadece sünnet düğünlerinde bir

eğlencelik olarak çocuklara sunulmak üzere tümden kalkacaktır.

Bu şekilde süregelen Osmanlı mizahının başlıca öğelerini sayacak olursak,

Karagöz, Ortaoyunu, Meddah, Bektaşi fıkraları, Bekri Mustafa, İncili Çavuş fıkraları,

Divan ve Halk edebiyatındaki mizahi metinler ve hiciv şairleri26 sayılabilir.

2.1.1.2.3.1. Osmanlı Hicvi Hakkında

Osmanlı hicvi, bir söz hüneri ve divan sanatı olarak, genel anlamda kişilere

ve yöneticilere yöneltilmiş bir küfür edebiyatı olarak ortaya çıkmıştır. İçerik sadece

devlet büyüklerinin üzerine atılmış suçlamalardan oluşmaktadır. Bu durum da hiciv

sanatının kendi içinde tekdüze bir hal almasına sebep olmuştur. Kapalı meclislerin en

büyük eğlence anlayışlarından biri haline gelmiş hicvin, her zaman politik bir ağırlığı

olmuştur. Dönemin hiciv sanatını daha iyi anlayabilmek için hicvin ve mizahi şiirin

ilk örnekleri olarak gördüğümüz Kaygusuz Abdal’dan şu örnekleri verebiliriz.

26 Şeyhi, Kaygusuz Abdal, Yunus Emre, Fuzuli, Figani, Baki, Emri, Mecdi, Deli Kerim, Usuli, Ruhi Bağdati, Zati.

Page 63: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

61

Bir kaz aldım ben kadıdan

Boynu da uzun borudan

Kırk abdal kanın kurutan

Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz

Sekizimiz odun çeker

Dokuzumuz ateş yakar

Kaz kaldırmış başın bakar

Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz

Yine bu şekilde hiciv sanatına Osmanlı döneminde liderlik etmiş olan

Figani’den de bahsetmek gerekir. İlk idam edilen hicivci Figani’nin idam öyküsü şu

şekilde gerçekleşmiştir: Padişah Kanuni Sultan Süleyman döneminde Sadrazam

İbrahim Paşa tarafından Avrupa’dan getirtilen tunç heykeller bahçeye konulmuştur.

Bu sırada Figani’de, Farsça bir beyiti Osmanlıcaya çevirirken İbrahim Paşa’yı

putperestlikle suçladığı kanısına varılmıştır. Figani’nin idam edilmesine sebep olmuş

beyit şudur:

Dü İbrahim amed de deyri cihan

Yeki pütşiken, yeki püt-nişan

Aslında içinde hiçbir küfürlü söz olmamasına rağmen, sanatçının eşeğe ters

bindirilip İstanbul sokaklarında dolaştırıldıktan sonra idam edilerek asılmasına sebep

olan beyit’te Figani “Hazreti İbrahim’le ad benzerliğine dayanarak, tek tanrılı

dinlerin kurucusu olan ve İslami öğretinin kutsadığı bir isimle, Sadrazam İbrahim’in

ismini yan yana getirmektedir. Figani put kırıcı Hazreti İbrahim ile bahçesine heykel

diken Sadrazam İbrahim’i yan yana getirmekle durumu idealize ediyor; öğretiden

yana çıkarak ondan sapan yöneticiyi hicvetmiş oluyor.” (Öngören, 145)

Çok bilinen bir Osmanlı son dönem hiciv şairlerinden Namık Kemal’in

Zaptiye Nazırı Şefik Paşa’nın bir yenilik olarak bekçilere düdük verdirmesi üzerine

yazdığı hicivden de muhakkak söz etmek gerekir.

Zaptiyede mü’şir olacak naseza teres

Çok ehli iffeti yüzüstü sürükledi

Afakı tuttu velvele-i sıyt-ü şöhreti

Bekçileri dahi yola koydu düdükledi. (Öngören, s.152)

Page 64: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

62

Bu arada, bazı minyatür eserleri ve çizimlerde mizahi ürün olarak sayılabilir.

Ayrıca, padişah çocuklarının sünnet törenlerindeki eğlenceleri de büyük mizahi

gösteriler olarak tanımlayabiliriz. Bunların içine Evliya Çelebi’nin “Eğlence Kolları”

diye adlandırdığı gayri Müslimler tarafından düzenlenen müzik, taklit, cambazlık ve

çeşitli hünerlerle halkı güldürüp, para kazandıkları gösterileri de sayabiliriz.

Resim 1- Levni’ye ait III. Ahmed'in şehzadelerinin 1720'deki sünnet

düğününü anlatan minyatürü, Surname

Page 65: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

63

Osmanlı dönemi mizahı hakkında son olarak söylenebilecek şey, kahvelerde

gelişen ve meddahlığın devamı türü eğlenceler sayılabilir. İlki 1554 yılında

Tahtakale’de açılan bu kahveler, uzun yıllar Osmanlı’nın eğlence hayatlarına hizmet

etmişlerdir. (Öngören, 59)

2.1.1.2.4. Meşrutiyet Dönemi Mizahı

Bu dönem mizahı, bir imparatorluk sonu mizahıdır. Mizah, tarikatlar yerine

Meşrutiyet döneminin gereği ortaya çıkan partilerin güttüğü yazılı ve basılı mizaha

geçişle, önemli bir gelişme göstermiştir. Ancak, savaşlar mizahın kendini

geliştirmesinde olumsuz etken olmuştur.

Meşrutiyet dönemi mizahı, önceleri Osmanlı dönemi mizahının etkisini

taşımasına rağmen sonraları bu etkiden kurtulmuştur. Karagözler, Meddahlar bir halk

eğlencesi durumuna dönüşürken, temel mizahi öğeleri Batılı mizah yayınları,

kantolar ve Direklerarası eğlenceleri oluşturmuştur.

Dönemin getirdiği savaşlar, mizah içeriklerinin, ya boş vermişliklerle ya da

keskin hicivlerle dolu olmasına sebep olurken, bir yandan da gelişen teknoloji

sayesinde basılı mizaha geçiş denemeleri başlamıştır. İlk mizah dergisi olan Diyojen

1870 yılında ortaya çıkarken, arkası kesilmeyen birçok yayın da bunu takip etmiştir.

Bu yayınlar hakkında genel bir değerlendirme yapmak gerekirse, çoğunun Rum ve

Ermeniler tarafından ortaklaşa çıkartılmalarıdır ki bunun sebebi dönemin

matbaasının Ermeni ve Rumların elinde bulunuşudur. Bunun yanı sıra sadece

Türklerin yapmış oldukları mizah dergileri ile politik bir merkeze bağlı hazırlığını

Avrupa’da yapmış mizah dergileri de azınlıkları oluşturmaktadır. (Basılı mizah

yayınlarının ayrıntılı hali, Türk Karikatür Tarihi bölümünde verilmiştir.)

I. Meşrutiyet’in getirdiği sansürler ve baskılar, II. Meşrutiyet’in ilanıyla

ortadan kalkmış ve Avrupa devletlerinde bile görülmeyen bir hızla onlarca mizahi

yayın can bulmuştur. Ancak bu sevinç uzun sürmemiş ve mizah yayınlarındaki sayı

istikrarlı devam etmeyen bir süreç izlemiştir. (Öngören, 60)

Bu dönem mizahının başrolünde Abdülhamid vardır. Hiçbir Osmanlı

devrinde O’nun kadar karikatürü çizilmiş bir padişah daha yoktur. Cumhuriyete karşı

oluşu, kendi kurduğu meclisi yine kendi kapatması, yaygın hafiye örgütü gibi hayret

Page 66: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

64

verici politik kişiliği mizahta bu kadar çok yer almasına sebep olmuştur. Dönemin

sonlarına doğru Osmanlı’nın da sonun yaklaşması, sinema ve tiyatro’nun Karagöz

perdelerini gölgeleyeceği söylentilerine sebep olmuştur. Oysa bu loncanın yok

oluşuna asıl etken, bu kadar kanlı bir savaşın izlerini taşıyan, birçok acı yaşamış

perdedekilerin artık gülerek seyredilemeyeceğidir. (Öngören, 61-67)

2.1.1.2.5. Kurtuluş Savaşı Dönemi Mizahı

Bu dönem mizahı aslında bir tür hükümetlerin biçimlendirdiği, karikatür ile

ifade edilen, ya da karikatür üzerine yoğunlaşmış bir mizahtır. Mücadele, Ankara

hükümetini destekleyen, Sedat Simavi’nin kurduğu Güleryüz Mizah Dergisi ile

İstanbul hükümetini destekleyen, Refik Halit Karay’ın kurduğu Aydede Mizah

Dergisi arasında geçer. Aslında tüm dönem bu iki mizah dergisi ve çatışmalarıyla

süregelmiştir. Bu sebeple bu dergiler hakkında bilgi vermek dönemin mizahi yapısı

hakkında da bilgi verecektir.

1921 yılında çıkarılan Güleryüz Mizah Dergisi, Kurtuluş Savaşını

destekleyen tek yayındır. Ayrıca Cumhuriyet için de önemi büyüktür. Önceleri farklı

isimlerle ve farklı çizerlerle ortaya çıkardığı dergiler zamanla Güleryüz de can

bulmuştur. Aydede ise çıtkırıldım, Paris hayranı, şımarık bir köşklü olarak tabir

edilen işgalci güçlerin tarafını tutan Refik Halit’in dergisidir. Bu dergi zamanla

kapatılmış ve çalışmalarını Akbaba dergisi ile devam ettirmiştir. Bu derginin

Akbaba’ya dönüşmesini, Halil Nihat Boztepe’nin dizeleriyle anlatalım:

Ah idüp derdi-i maişetle Ziya ile Seyfi

Koşuyorlardı bu kış günleri kısmet peşine

Geldi bir karga şu tarih ile gak gak diyerek

Dediler “Aydede”nin “Akbaba” konmuş leşine. (Öngören, 71)

Page 67: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

65

2.1.1.2.6. Cumhuriyet Dönemi Mizahı

Bu dönem mizahı da Kurtuluş Savaşı dönemi mizahı gibi karikatür üzerinde

yoğunlaşmıştır. Bu konuyla ilgili ayrıntılı bilgi Türk Karikatür Tarihi bölümünde

verilmiştir.

Cumhuriyet’in kuruluşu ile getirilen birçok yenilik mizahi alanda da etkisini

göstermiştir. Henüz harf devriminin gerçekleşmediği dönemlerde eski yazıyla

yazılmış bir mizah vardı. Ülkeye giren bu yenilikler, devrimler şeklinde gelişmiştir.

Şapka devrimi, giyim devrimi, Medeni Kanun gibi gelişmeler harf devrimiyle devam

etmiş, bu durum mizah dergilerinde de etkisini göstermiştir. Mizah, Cumhuriyet

Dönemi öncesi çizerleriyle, Avrupa’dan dönen çizerlerin zengin kadrosuyla

çeşitlenmeye, kendini değiştirmeye başlamıştır. Durum konu başlıklarında da kendini

göstermiş, Cumhuriyet’in mizaha ve diğer yayınlara tanıdığı özgürlük, politik

mizahın da kabulüne sebep olmuştur. 1925 sonrası politik mizah resmi bir kimlik

kazanırken belediyeler de konuların başında yer almıştır. (Öngören, 73-78)

9 Kasım 1928’de yapılan harf devrimi ile kökten bir değişiklikle, ortaçağ

mizahı özeliği taşıyan ürünler bile kendilerini farklı bir boyutta görmüşlerdir. En

devrimci yapıtlar bile eski yazıyla Meşrutiyet ve Osmanlı kokmaktayken, yeni gelen

yazıyla daha Türkçe durmaktaydılar. Osmanlıcada kullanılan pek çok deyim artık

kullanılmaz olmuştur. Bu durum yazarlar kadar çizerlerin de gidişatını etkilemiştir.

İlk başta bu değişimi kendinde getiren karikatürist Cemil Cem’de görülmüş olan

modern çizgiler zamanla diğer çizerlerde de görülmüştür. Çizgilerde kalınlaşma ve

yuvarlak unsurlar çoğalmıştır. Bu şekilde yazılmış metinler ve çizilmiş karikatürler

kitaplar halinde yayınlanmıştır. (Öngören, 80)

1930 ve 1940 yılları arası yeni kurulan Türk devletinde birçok reform

gerçekleşmiş, çok partili hayata geçiş denemeleri yeniden denenmeye başlanmıştır.

Bu gelişmelerin sonuçları mizahı hem konu bakımından etkilerken taşlamaların,

hicivlerin kullanımını da artırmıştır.

II. Dünya Savaşı döneminde başlıca mizah türleri fıkra ve karikatürdür.

Bunlar dışında az da olsa farklı tür yayınlar da bulunmaktadır. 1945 yılında F. Uzun

Page 68: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

66

tarafından çıkarılan ve küfürlerin efendisi olarak isimlendirilen Şair Eşref27 kitabı,

Enderunlu Fazıl tarafından çıkarılan Hubbanname ve Zenanname28 kitaplarını ve

Tevfik Nevzat Çağdaş tarafından çıkarılan Devre Kasideler (1926) adlı kitabı

yayınlamıştır. Bunların yanı sıra birçok fıkra ve karikatür kitapları da yayınlanmıştır.

Karagöz tipi dergi ve gazeteler ise halkın büyük ilgisini çekmiştir. (Öngören, 88)

1945 sonrası çok partili düzen yeniden ortaya çıkar. Bu dönem mizahı için

kesin bir muhalefet deyimi son derece uygun olacaktır. Yayım tarzları artık halk

tarafından çok ilgi görmemeye başlamıştır. Eskiden beri süregelen birçok yayın

kapatılırken farklı tarzlarda yeni mizahi yayınlar çıkmıştır. Asıl kaliteli ve uzun

süreli yayınlar hikaye tarzında verilmiştir. Bu hikayeler 1950 sonrası da aynı şekilde

devam etmiştir. Ayrıca yeni çıkan, mizah barındıran şiir alanında gelişmeler söz

konusudur. Bu durum mizah türlerinde ustalaşmaya ve olgunlaşmaya sebep

olmuştur. 1960 sonrası ortaya çıkan komedi tiyatroları, karton film gibi yeni mizah

türleri de son derece ilgi görmüş ve yayınlanan türlerin baskı sayıları da artmıştır.

Değişen ve gelişen yeni Türk devletinde, politik olaylar, devrimler,

memurdan işçiye kayan ilgi, dolayısıyla işveren konumları mizah için yeni konuları

oluşturmaktadır artık. Ancak bu yeni konular halk tarafından ilgisiz kalmış hatta

sansürlenmesi ve kapatılması gereken mizahi ürünlere bile tepki gösterilmemiştir. Bu

da bunalımlı, doğru yolu bulmaya çalışan mizahın, böyle bir dönem geçirmesine

sebep olmuştur.

27 Şair Eşref adına yakın dönem yazılmış bir biyografi yayınından bir alıntıyla Eşref hakkında: “Ermeni tacirlerinden Facim Efendi Halep mektupçuluğundan azledilen İzzet Efendi ile kavga eder… İzzet efendi hatırlı ve yüksek rütbeli bir adamdır. Kavga esnasında Facim Efendi ona: -Senin rütben büyük amma, kendin alçaksın… demiş. Vak’a Eşref’in kulağına gittiği zaman Ermeniyi tahkir ve tezyif eder gibi görünen, ama aynı zamanda Mektupçuyu da berbat eden şu kıt’ayı yazarak İzzet Efendi’ye yollar:

İşittim ki seni Facim darıltmış: Demiş: “rütben büyük kendin küçüksün” O, sarhoşlukla etmiş bir köpeklik, N’olur affeyle sen büyüksün!” (Yücebaş, s.132)

28 Hubbanname ve Zenanname, Enderunlu Fazıl’ın sevgilisinin isteği üzerine yazılan bir kitaptır. Hubanname'de, dünyanın çeşitli uluslarına mensup delikanlıların özelliklerini anlatılır. Sevgilisi, diğer ülkelerin güzel erkeklerini de öğrenmek istediğini söyler ve Fazıl bu isteği yerine getirmek için kaleme sarılır. Zenanname, Hubanname'deki bahsi geçen milletlerin kadınları üzerinedir. Kelimeler, Hubbanname aslında erkek seviciler, Zennanname de kadın seviciler gibi bir anlama geliyor. Bu eser 1945 yılında yeni yazıyla tekrar basılır, ancak; eski yazıyla basım tarihi bilinmemektedir. Taşbaskısı daha sonra Mustafa Reşit Paşa tarafından toplatılmıştır.

Page 69: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

67

1970 ve 1980 arasında Türkiye köyden kente göçlerindeki milyonluk kitle

değişikliklerine tanık olmuştur. Gecekondularda yaşama devam etmeye çalışma,

kaçak elektrik, yasalara karşı gelmelerin dönemi olan 70’ler, at arabasından minibüse

geçmenin lüksünü at boncuklarını minibüslerine taşımakla, sloganlar atmayla, film

artistlerinin resimlerini yapıştırmakla geçiştirmişlerdir. Bu tür olaylar sonucu doğan

karma kültür, mizah için zengin bir konu menüsünün oluşmasına sebep olmuştur.

Mizahi alanda uzun yıllar isminden söz ettiren, en çok satanlar listesinde varlığını

sürdüren ve halk içinde yoğun ilgi gören Gırgır mizah dergisi ve onun Avanak

Avni’si yine bu döneme ismini kazıyan olaylar arasında yer almaktadır. Ayrıca

gelişen teknoloji ile halk arasında yaygınlaşan televizyon ve ofset baskının kullanımı

sayesinde artan mizah dergileri de dönemi etkileyen unsurlardandır. Televizyonla

halk dünya mizahından haberdar olmuştur. Komedi, çizgi film, film, karikatür

tiplemeleri gibi pek çok mizahi ürünle karşılaşırlar. Karikatür basında bol bol

kullanılmasından dolayı daha çok karikatürcüye de ihtiyaç duyulmuştur.

1980 ve 1990 yılları arasında Türkiye terör, silah ve uyuşturucu,

kaçakçılıklar, 12 Eylül olaylarıyla geçen bir dönemdir. Mizahın ilgilendiği esas konu

ise tüm bunların yanı sıra yine politika olmuştur. Karikatür alanında, devletin başına

geçen büyüklerin karikatürlerinin tiplemeleri gündemde büyük ilgi uyandırmıştır.

Önceleri Turgut Özal’ın başbakanlık yaptığı dönemlerde Tonton tiplemesi ünlü

olurken, Demirel’in de başa geçmesiyle Demirel-Özal ikilisi Karagöz-Hacivat

tiplemeleriyle eşleştirildi. Daha sonra ilk sarışın ve kadın başbakan Tansu Çiller ve

Özal arasında Baba-Kız tiplemeleri ve son olarak da Erbakan’ın da katılmasıyla

Çiller-Erdoğan ikilisi Hoca-Bacı tiplemeleriyle uzun yıllar halkın ilgisini çekmeyi

başarmıştır.

1990 ve 2000 yılları arasında mizah; çete, mafya, kaçakçılıklar, kaset, tetikçi,

özelleştirme gibi konularla dolu bir dönem geçirmiştir. Artan özel televizyon

kanalları yüzünden halk artık tek kanala bağlı kalmak zorunda değildir. Bu durumda

tıpkı gazetelerde olduğu gibi kanallarda tirajlarını artırmak için uğraşmışlardır.

Neşeli diziler, tiyatro destekli yerli diziler ve filmler, yabancı çizgi filmlerle tanışan

halk televizyona bağımlı hale gelmiştir. Artan televizyon ilgisi ve komedi dizileri

isteği, senaryo yazarlarına daha çok ihtiyaç uyandırmıştır. Ayrıca Kemal Sunal

filmlerine duyulan ilgi de televizyonlarda sürekli yayınlanmasına sebep olmuştur.

Page 70: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

68

Özetle; Türkiye mizah tarihi, süreç olarak, kendi toplumsal gündemini en çok

meşgul eden konularla ilgilenmiş ve bunlarla uğraşmıştır. (Öngören, 113)

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, mizah kendini değişik formlarda gösterir.

Ancak Tanzimat döneminden beri, her ne kadar diğer türlerde de bir gelişmeden söz

edilse de, mizahın asıl kendini göstermiş olduğu alanın karikatür olduğunu

görmekteyiz. Bu nedenle mizah, karikatür ve bunların bağlarını incelemeye alacağız.

2.2. Karikatür

2.2.1. Karikatür Nedir?

Karikatür, İtalyanca ‘caricare- abartmak, büyütmek’ kelimesinden doğmuş ve

daha sonra ‘caricatura’ kelimesi haline dönüşmüştür. Toplumsal, siyasal ya da

gündelik olayların yergisel ya da mizahi tasviri olarak tanımlanır. Bu bağlamda

karikatür, çizgi ile yapılan mizah’tır. Karikatürün çizgisel özelliği sanatçısının görüş

açısını yansıtır; bu özellik genellikle sanatçısıyla birlikte anılan bir form biçimine

dönüşür. Karikatür, resme konu olan kişinin nitelikleri ve sanatçısının formuyla

birleşince, yergiye yönelik amaçların da gerçekleştirilmesini sağlar.

Mizahın ortaya çıkışında, yukarıda da münferiden belirttiğimiz gibi, mutlaka

bir araca ihtiyacı vardır ve bu değişik biçim ve formlarda olabilir. Mizah, sözle

yaptığında hiciv, fıkra, taşlama; bedenle yaptığında; pantomim, tiyatro, beyaz

perdeye dökülmüş filmler, teknolojik ortama dökülmüş çizgi filmler ve günümüzde

artık çok yaygın olan animasyon gösterimlerle kendini ortaya koyabilmektedir.

Ancak, bize göre mizah kendini en kalıcı ve en yetkin biçimde karikatür’de, çizimle

can bularak ortaya çıkmaktadır. Karikatür mizahın yakalandığı o ince noktada, o

absürt tarafta, bu olguyu çizgileriyle ortaya koyarken değişik yollar29 kullanabilir.

29 Başlıca iki yoldan söz edilebilir. Bunlardan ilki yazılı karikatür dediğimiz balonlu karikatürler; diğeri yazısız olan karikatürlerdir. Bu iki türden yazısız olan uç noktadadır; kavranabilir ya da kavranamaz. Bu karikatürlerde dil bilmeye ihtiyaç duyulmaz, olaylar ve olgular genel problemlerdir ve bütün insanlığı bağlar. Yazılı karikatürler de durum tersidir; olaylar ve olgular lokal’dir, problemler evrensel olsalar bile, belli bir kitleyi ilgilendirecek biçimde yansıtılırlar. Bu nedenle bu karikatürleri anlamak için yazıldığı dilin çok iyi bilinmesi gerekir.

Page 71: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

69

2.2.2. Karikatür-Mizah İlişkisi

Her mizah bir karikatür olabilir, ancak her karikatür bir mizah olamaz.

Karikatür-mizah ilişkisi niceliksel bir ilişki değildir; tamamen niteliksel ve içeriğe

ilişkin bir bağ söz konusudur. Ancak karikatür, diğer özelliklerinin yanı sıra; örn.,

gülmece, komik, vb., mizahi öğelerin de en kalıcı biçimde yansıtılabildiği, ortaya

konulabildiği bir alandır.

Mizahın karikatürle kendini gösterişindeki iç dinamiğe paralel olarak, her

karikatürize edilmiş resmin mizahi öğe taşıdığı söylenemez. Her mizah öğesi

karikatür olmadığı gibi, her karikatürde mizaha hizmet etmez; görüntü içeriksiz

olmamalıdır. Karikatürün mizahın görüntüsü olabilmesi için, absürdü yakalaması,

onu kimsenin bakmadığı –bakamadığı- yönleriyle ortaya koyması, hüzünlendirirken

neş’e vermesi gerekir, Ancak böyle bir karikatür, mizahi karikatür olarak kabul

edilebilir. Bu tür özellikleri üzerinde taşımayan çizimler sadece komik resim olarak

kalırlar ve anlık gülümsemelerin dışına çıkamazlar. Bu konuya örnekler verilecek

olursa aşağıda mizahi olan ve olmayan karikatürlere bakılabilir. Verilen örneklerden

ilki mizahi yönü olmayan komik resim diye adlandırabileceğimiz türden olmasına

karşılık, ikinci resim, gerek absürtlüğüyle, gerekse bakış açısındaki farklılığıyla ve

neş’eye hüznü katmasıyla tam bir karikatür olarak nitelendirilebilir.

Page 72: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

70

Resim 2- Alper Türdeş’e ait bir karikatür

Page 73: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

71

Resim 3- Muhammet Bakır’a ait bir karikatür

Karikatür, mizah formuna büründüğünde “gülmece” kelimesiyle kıyaslanamaz;

artık o sadece kelimelerle ifade edilemeyen, anlaşılan ancak anlatılamayan bir anlam

içeriğine sahip olur. Sezgiyle elde edilen bu anlam yükünü Teodor Kasap “asıl hüner,

ağlanacak şeyleri tebessüm ettirerek anlatabilmektir” şeklinde betimlemiştir.

(Çeviker, 1991, 121)

Mizahi anlamda karikatür, tıpkı diğer mizahi öğelerde olduğu gibi, farkı

görebilen bir gözün absürdü yakalaması ve bunu düşüncesiyle, mizahi yönünü de

ekleyerek, ortaya konduğu zaman aslına ulaşmış olur.

Page 74: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

72

2.2.3. Tarihi Gelişim Sürecinde Karikatür

2.2.3.1. Dünyadaki Gelişim Süreci

Karikatürün dünyadaki gelişim süreci çok eski dönemlere dayanmaktadır.

Mizahın abartı yönünün çizgisel olarak kullanılması Paleolitik ve Neolitik çağlardaki

taş üstüne yapılmış gravür resimlerindeki karikatürsel çizgilerle varlığını

göstermiştir. Dönem resimleri incelendiğinde Hititliler döneminden kalma, zamanın

eğlence anlayışları hakkında da bilgi veren, soytarı kabartmalarını görülür. Erken

karikatüre başka örnekler de vermek istersek, Batı’da Eski Yunan yazı ve resimleri,

Roma duvar resimleri ve Ortaçağ heykellerinde de rastlanır. Doğu’da ise minyatürler

ve gölge oyunu tipleri karşımıza çıkmaktadır. Karikatür çizgileri gerçek formuna,

özellikle de resim sanatına ilginin arttığı Rönesans’tan sonra yaklaşmıştır. Dönemin

bazı ünlü ressamlarının –Albrecth Dürer, Leonardo da Vinci- eskiz resimlerinde ve

çizimlerinde figürlerin bazı organlarının abartılı çizilerek ya da farklılıkları

abartılarak yapılmış çalışmalara rastlamaktayız. (Arık, 1998, 4)

Resim 4- Leonardo Da Vinci, Grotesk Kafa, 1500

Page 75: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

73

Resim 5- Leonardo Da Vinci, Karikatür Çalışmaları, 1490

Karikatürün, kelime olarak ilk çıktığı yer olan İtalya, 16. yüzyılda bu alanda

önemli bir gelişme göstermiştir. İtalya’daki ilk örnekler, Carracci kardeşlerin

atölyesinde, hayvan ya da başka nesnelere benzetilerek deforme edilen portrelerle

yaptıkları bir oyunla başlamıştı. Özellikle Anibale Carracci’ye ait olan “Arti di

Bologna”30 isimli kitabının önsözünde, Mosini tarafından ilk kez kullanılan karikatür

sözcüğü, fantezi ya da komiğe yönelik, gerçekliğe önem veren bir portre çizme

yöntemi olarak tanımlanmıştır (1646). Bu dönemin karikatür alanındaki diğer önemli

isimlerini; Agostino Carracci, Giseppe Arcimboldo ve Giovanni Berrini olarak

sıralayabiliriz. (Mctighe, 1993, 75-91)

Karikatüre ilişkin ilk tanımlarından biri de, 17. yüzyılın ünlü sanat

kuramcılarından olan Filippo Balduci’nin 1681 yılında yayınladığı Sanat

30 Kitap hakkındaki tek bilgi, 1580’li yıllarda İtalya’da Carracci tarafından yazılmış, 1646’da Mosini derlemiş ve bir de önsöz yazmıştır.

Page 76: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

74

Sözlüğü’nde ki “Ressamların ve heykeltıraşların bu imgeden anladıkları, bir portre

yapma yöntemidir; bu yöntemi uygulayan sanatçılar, oluşturulan bütünün,

resmedilen kişiye olabildiğince benzemesini amaçlarlar, ancak bu arada şakadan

hoşlandıklarından ya da kimi zaman alay etmek için, resmettikleri çizgilerdeki

aksaklıkları aşırı büyütüp vurgularlar, böylece portre, ayrıntılarda yapılan

değişikliklere karşın, sonunda yine de bir bütün olarak modele benzer” şeklindeki

tanımdır. (Arık, 1998, 4)

17.yüzyılın sonuna doğru, karikatür kelimesi, zamanla İtalya’dan dünyanın

diğer ülkelerine de taşınmaya başladı. Önce İngiltere’de kullanılmaya başlanmış ve

demokratik rejimin kurulmasıyla özgürlük kazanan basın sayesinde de bu bölgeye

yerleşmiş ve gelişmiştir. Bu dönem karikatürleri altyazılıdır ve konularını da

fıkralardan ve eleştirilerden alan portre karikatürleridir. Mizahın çizgiden çok yazıda

olması, çizgiyi sözün resimlemesi konumuna sokmuş ve yazısız karikatürü imkansız

kılmıştır. Özellikle William Hogarth’ın yapmış olduğu karikatürlerin, İngiliz

karikatür sanatına çok katkısı olmuştur. Çalışmalarında sadece yaptığı portreleri

çarpıtmakla kalmamış, aynı zamanda kişilikleri ile ilgili de ipuçları veren oyma

basma tekniklerini kullanarak gerçek karikatürün öncülüğünü yapmıştır. Bir diğer

önemli isimde Roma’da yaşayan Pier Leone Ghezzi’dir ki, yapmış olduğu çizimlerle

18. yüzyıl karikatürüne büyük katkısı olmuştur. Bunların dışında İngiliz James

Gillary ve Thomas Rowlandson ile Giovanni Tiepola’da dönemin önemli

karikatürcülerindendi. Rowlanson yağlıboya ve suluboya olarak başladığı sanat

hayatına zamanla karikatüre geçirmişti. Gillary ise sosyal ve siyasi alandaki

karikatürleriyle dikkati üzerine çekmişti. Dönemin diğer karikatürleri gibi Gillary’nin

karikatürleri de olaylarla doluydu fakat tekniği kuvvetli ve hicvi de son derece sertti.

(Meydan Larousse, cilt.10, 560)

18. yüzyıla geldiğimizde yazıda olan mizahın, artık yavaş yavaş çizgiye de

kaymaya başladığını görebiliriz. Bu dönemde Thomas Beick’in tahta oymacılığı,

1798’de Aloys Senefelder tarafından icat edilen Litoğrafya ve diğer teknolojik

gelişmelerle karikatürün yaygınlaşması hız kazanmıştır. Karikatür dergileri ve

gazeteler çoğalmış, başka ülkelerde de bu tür yayınlar artmaya başlamıştır. (Meydan

Larousse, cilt.11, 1)

Page 77: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

75

1841’de İngiltere’de çıkarılan Punch mizah dergisi, karikatürlerini diyaloglu

hicivlerden oluştururken, İngiliz burjuvazisinin hoşuna gitmeyen çizimler yapmıştır.

Bu yüzden destek görememiştir. İtalyan karikatürist Carlo Pellegrini’nin İngiltere’ye

gelişiyle İngiliz karikatür dünyasına yenilikler kazandırmıştır. Portre karikatürünü

sadeleştiren Pellegrini, Vainty air’de ünlü karikatürist Max Beerbohm ile birlikte

çalışmış, Fransızca olarak attığı Singe (Maymun) imzasını, İngilizce karşılığı olan

Ape’ye dönüştürmüştür. Beerbohm ise Yellow Book ve Savoy mizah dergilerinde

çalışmış, dört adet karikatür kitabı yayınlamıştır.

Bu dönemlere denk düşen yıllarda karikatür yayınlarında bir artış olmuştur.

1844 yılında Almanya’da Fligende; 1847 yılında İtalya’da Fischietto; 1857 yılında

Avusturya’da Figaro aynı yıl Amerika’da Harper’s Weekly ve Hindistan’da İndian

Punch’ı yayınlamışlardır. (Meydan Larousse, cilt.11, 1)

19.yüzyıl karikatürcüleri içinde, George Cruikshank İngiliz gazetelerinde

hicivden çok komiğe önem vererek karikatürler çizmiştir. Bu sırada Fransız Philibert

Luis Debuccourt’un seçtiği konu itibariyle büyük bir fark elde etmiştir. 19. yüzyılda

Fransa’daki bu gelişme, Napolyon döneminde o kadar yaygınlaşmıştır ki Louis-

Baptise Isabey’in çalışmalarını başlattıkları bu konuyla ilgili bir ilk olan Fransız

Okulunu açmışlardır. Diğer bir ilk de 1830 yılında Charles Philippon tarafından

haftada bir yayınlanmak üzere çıkarılan La Caricature31, cumhuriyetçi görüşleri

benimsemiş ve çevresinde pek çok karikatürcü toplamış bir mizah dergisidir. Bu

dergi Honore Daumier, Jean Grandville (J. Grerard), Henry Monnier, C.J. Travies ve

Paul Gavarni gibi büyük karikatür ustalarının ortaya çıkmasına ve yetişmesine

yardımcı olmuştur. Özellikle portre karikatürde kendini geliştiren Daumier, daha

sonraları konulu karikatürlere geçmiş, toplumsal yergileri, Paris hayatını başarılı bir

şekilde ortaya koymuştur. Enfonce Lafayette, Le Ventre Legislatif ve Album du

31 Desinatör-gazeteci Charles Philippon 1830 yılında ilk mizah dergisi olan “La Caricature” adlı bir karikatür dergisi çıkarır. La Caricature’ de küçük bir kadro vardır. Derginin kadrosunu; Daumier, Grandville, Raffet, Monnier, Travies, Gavarni gibi çizerler oluşturmaktadır. 1832 yılına gelindiğinde Charles Philippon bu derginin tutmasıyla birlikte cesaret bulup ikinci bir dergi çıkarır. “Charivari” adlı bu dergi de (Fransızcada: Gürültü-Patırtı anlamındadır.) “La Caricature” gibi büyük bir ilgi görmüş ve beğenilmiştir. Ancak bu iki dergiyi beğenenler yanında beğenmeyenler de bulunmaktadır. Bunlar daha çok sarayda yaşayan örneğin; İmparator Louis Philippe gibi. İmparator Philippe, karikatürün bu eleştirisel yönüne karşın 1835 yılında çıkardığı bir yasa ile “Siyasal Güldürü”yü yasaklar. La Caricature bu yasanın çıkmasından sonra kapanır. Charivari ise siyasal çizgisini bırakıp sosyal çizgiye geçer ve 13 yıl daha varlığını sürdürebilir. Siyasal karikatüre ancak 1853 yılında bu yasanın ortadan kalkmasından sonra devam edilebilmiştir.)

Page 78: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

76

Siege isimli kitapları32 yayınlamıştır. Dönemin ünlü yazarlarından Balzac, “Ben

romanda ne yapıyorsam, Daumier’de resimde aynı işi yapıyor” diyerek, karikatürün

ne kadar geliştiğini de göstermektedir. 1932’de La Caricature dergisi kapanınca

yerine aynı görüşleri savunan, Philipion tarafından kurulan La Charivari (dergi

hakkında bilgi yukarıda verilmiştir) dergisi yayınlanmıştır. Fransa, 1850’lerden sonra

havai bir karikatür olarak isimlendirilen komedi karikatür de gelişti. Bu tür

karikatürleri içinde barındıran Journal Amusant, Le Rire, Le Chat, Noir L’Assiette

mizah dergileri çıkartılmıştır. Caran d’Ache, Toulouse-Lautree, Jeon Louis Frain ve

Theophile gibi yeni sanatçılarda çıkmıştır. (Meydan Larousse, cilt.11, 1)

Resim 6- Daumier, Enfonce Lafayette, 1843

32 Yayın tarihleri kesin olarak bilinmemekle birlikte, Daumier’in portre çalışmalarını ve litografilerini yayınladığı eserler ve albümler.

Page 79: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

77

Resim 7- Daumier, Honoré, A Delicate Task, 1843

19. yüzyıl Almanya’sına baktığımızda, 1845 yılında Kapsar Braun ve

Friedrich Schneider tarafından kurulan ilk hiciv dergisi Die Fliegende Blatter33

(Uçan Yaprak) yayınlanmıştır. Genellikle zararsız diye adlandırılan, az eleştirel,

yergiden uzak ve sade çizilmiş eserlerle karşılaşırız. Karikatürde farklı bir tarz olarak

ise hikaye biçiminde anlatılan seriler şeklinde çizilen resimlerle karşılaşırız. Genelde

altı adet çizimin arka arkaya konulduğu bu karikatürlerde, her bir çizim hikayenin bir

bölümünü anlatmaktadır. Bunu başarılı olarak ortaya koyan ilk Alman sanatçı

Wilhelm Busch’tur. Almanya’nın en usta karikatürcülerinden olan Wilhelm, Blatter

gazetesinde çalışmış, ünlü Max und Maritz serisinin gelişmesine de öncü olmuştur.

Hatta Amerikalıların etkisinde kaldığı Max und Maritz’in yansımalarını

Katzenjammer Kids’te görebiliriz. Wilhelm ile çalışan diğer ünlü karikatürcüler

Adolf Oberlander, Adolf Hengeler ve Emil Reinicke’dir. (www.WEB:

http://www.arthistoricum.net/en/ressourcen/fliegende-blaetter/) 33 Derginin ilk yayını 1845 yılında yapılmıştır. 1892’ye kadar devam etmiştir. Çizer kadrosu zamanla genişlemiştir. Wilhelm Busch, Gustav Adolf Closs, Hans Kaufmann, Adolf Oberländer, Franz Graf von Pocci, Moritz von Schwind and Carl Spitzweg gibi sanatçılarda kadroya katılmışlardır.

Page 80: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

78

Resim 8- Die Fliegende Blatter, Hiciv dergisinin 1845’te yayınlanmış ilk sayısının baş sayfası

Page 81: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

79

Resim 9- Die Fliegende Blatter Hiciv dergisinin 1850’te yayınlanmış 12.

sayısının 85. sayfası

1896’da Almanya’nın en ünlü hiciv dergisi Simplicissimus, (1896-1944)

Albert Langen ve Thomas Theodor Heine tarafından Münih’te kuruldu. Dergide

Alman militarizmi ve siyasetinin ukalalığı şiddetle yerildi. 1902’de Olaf

Page 82: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

80

Gulbransson’da Simplicissimus kadar ilgi görse de uzun süre varlığını

sürdüremedi.(Meydan Larousse, cilt.11, 2)

Yine 19. yüzyıl A.B.D.’de karikatüre pek önem verilmemiştir. İlk çıkan

karikatürist Thomas Nast’ın eserleri ise birer politik resimdi aslında. Yapılan diğer

çalışmalar ise birer alegoriydi. Bu tür çalışmalara örnekte grafik sanatçısı Charles

Dana Gibson’un eserlerinde görülmektedir. Ancak A.B.D.’de ilk gerçek karikatür

örnekleri Gibson’un Life Comedy dergisidir.

—The Weaker Sex.

Resim 10- Charles Dana Gibson’a ait bir karikatür, 1903, Prints and

Photographs Division

I. Dünya Savaşı’ndan sonra, karikatür genel olarak bir gerileme devresine

girmiştir. Savaşın getirdiği siyasi değişiklikler, krallıklardan çok partili hayata geçiş

ve karikatürün sadece politik alanda yapılması sınırı, karikatürcüyü hem köreltmiş,

Page 83: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

81

hem de geriletmiştir. Bu sırada 20. yüzyılın karikatür sanatçıları da portre

karikatürüne yoğunlaşmıştır. Fransa’da Andre Rouveyre, İngiltere’de Aubrey

Hammond ve Bohun Lynch portre karikatürleri çizerken, David Low, Ralp

Barton’da siyasi karikatürlerde eserler vermişlerdir. (Meydan Larousse, cilt.11, 2)

Resim 11- Rouveyre, portre karikatürü

20. yüzyılın bazı üstün sanatçıları ile karikatürün yeniden canlandığı

görülebilir. Rusya’da ünlü fakat sanat yönünden değersiz Krokodil (1922),

Macaristan’da Ludas Matyl (1941), Çekoslovakya’da Dikobraz ve Rohaç,

Yugoslavya’da Jez, Bulgaristan’da Sturshel ve Doğu Almanya’da Eulenspiegel

dergileri çıkarılmıştır. Doğu’daki bu gelişime karşın Batı’daki gelişme azdır. Gerek

hiciv dergilerinin azlığı, gerekse niteliği bakımından doğudakiler kadar iyi değildir.

Page 84: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

82

Yayınlanmış dergilerin en iyisi, İsviçre’deki Nebelspalter (1912), İngiltere’deki

Private Eye (1961) ve Fransa’daki Le Canard Enchaine(1915)’dir.

Bu döneme kadar devam eden yazılı karikatürler, 19. yüzyılda II. Dünya

Savaşı’ndan sonra bazı yayın organlarında, özellikle de Amerika’da çıkan New

Yorker dergisindeki sanatçılar tarafından yazısız karikatüre geçilmiştir. Mizah

yazıdan çizgiye geçiş yapmış ve çizgi hak ettiği önemi kazanmaya başlamıştır.

Yazısız karikatürün Modern Grafik olarak adlandırıldığı örneklerinin temellerini atan

karikatürcüler aslında daha önceki çalışmalarında da bunun denemelerini

yapmışlardır. Bu karikatürcüleri şöyle sıralayabiliriz: Daumier, Forain, Carand’ache,

Sem, Kupka, Van Dongen, Picasso, Sennep, Maurice Henry, Huffnung, Roland

Searle, Weber, Heinrich Kley, George Grozs ve Kubin’dir. (Meydan Larousse,

cilt.11, 2)

II. Dünya Savaşı sonrası, karikatür sanatı alanında değişen bir diğer unsurda

çizgidir. Yoğun, resimsel olan çizgilerin sade ve karikatürsel olmaya çalışması,

mizahı üzerine çekmesiyle artan önemini bu şekilde daha iyi taşımaya başlamıştır.

Çizgideki bu yeni tarz 1941 yılından beri New Yorker’da çalışan çok yönlü sanatçı

Steinberg’le daha bir belirginleşmiştir. Bunun yanı sıra, Virgil Parch (VIP), Shel

Silverstein, Bosc, Chaval, Sempe, Andre François, Maurice Henry, Tetsu, Effel,

Sine, Rowland Emetz ve Roland Searle gibi sanatçılara da öncülük etmiştir.

Karikatürün sanat olup olmama tartışmaları da Steinberg’le son bulmuş ve karikatür,

grafik-mizah’a dönüşerek bir sanat34 olarak kendini kabul ettirmiştir. (Arık, 1998, 5)

34 Steinberg’in New Yorker dergisinde görünmeye başlamasından itibaren karikatürün hem içeriği, hem konuları, hem de çizim yönünde bir değişim söz konusu olmuştur. Öncelikle karikatürlerinden yazıyı kaldıran sanatçı, daha sonra da çizgilerinde ki ağırlığı kaldırmış, çizgilerini grafiksel tatlarla süslemiştir. Yazının kaldırılarak, tüm mizahın çizgiye yüklenmesi aslında karikatür alanında yapılan bir devrimdi denilebilir. Karikatürün sadece bir hiciv aracı olmadığını savunması da, karikatürü ayrıca bir gereksiz saldırganlıktan kurtarmasına sebep olmuştu. O, çocuk çizgileri olarak adlandırılabilecek bir tarzla, anlamlı gelenin içindeki gereksizliği, anlamsız gelenin içindeki gerekliliği yansıtmayı başarmıştır.

Page 85: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

83

Resim 12- Saul Steinberg, New Yorker, 1943

20. yüzyıl karikatürlerine geldiğimiz de ABD’de ortaya çıkan yeraltı dergileri

(Underground Press) dikkat çekmektedir. Bu dergilere yeraltı dergileri denmesinin

sebebi, yergici güçlerinin ve yıkıcı tarzlarının yanı sıra anarşist bir düzeyde ürün

vermelerinden kaynaklanmaktadır. Toplumun ve insanın hoş olmayan, eleştiriye açık

yanlarını bulup, şiddetli ve sert bir biçimde ortaya koyarlar. Çizimlerinde, eşyalar,

hayvanlar, insanlar; kısacası kullandıkları tüm öğeler birbirine karışmıştır. Bu

durumda gerçek üstü yaratıkların ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu tür çizimler

kullanan yeraltı dergilerinin öncüleri arasında çoğu çizgi-roman sanatçısı olan; Kley,

George Grozs, Topor, Bonot, Blachon, Cardon, Gourmeilin, Crump, Jan Faust,

Mihaesco, Arishman, Brad Holland, Anita Siege ve Saurez’i sayabiliriz. Bunlar

içinde Albert Hirschfeld ve David Levine’nin ayrı bir yeri vardır. Onların çizmiş

olduğu karikatürler New York Times ve New York Review of Books gazetelerinde

sürekli olarak yayınlanmıştır. Bir bakıma Amerika’nın karikatür yükünü omuzlarında

taşıdıklarını söylenebilir. (Meydan Larousse, cilt.11, 2)

Page 86: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

84

—Spencer Tracy, Katherine Hepburn, Katherine Houghton and Sidney Poitier

in the film Guess Who's Coming to Dinner?

Resim 13- Albert Hirschfeld’e ait bir karikatür, 1968

Resim 14- Holland, 1969

Page 87: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

85

2.2.3.2. Türkiye’deki Gelişim Süreci

2.2.3.2.1. Mizah’dan – Karikatüre, İlk Geçiş Dönemi

Karikatürün mizahı yansıtmaya başlamasıyla mizah’dan karikatüre, ilk geçiş

dönemi gerçekleşmiştir. Ancak bu gelişim dünyanın her bir yerinde farklı

zamanlarda oluştuğundan, zamanda çeşitlilik söz konusudur. Türkiye ye gelince ilk

karikatür Tanzimat döneminde ortaya çıkıyor.

Mizahın çizgilere dökülmesiyle oluşturulan karikatür, Türkiye’de diğer

mizahi alanlara rağmen daha geç olarak ortaya çıkmıştır. Bu gecikme İslam dinini

benimseyen Türklerin, dinlerinin gereği Tanrı yerine sıfatlandırılacak hiçbir put,

insan hatta hayvanı ve bunları temsil edecek çizimleri ya da nesneleri kabul

etmemesiydi35. Bu yüzden Türkler süsleme ve hat sanatına yönelmiştir.

Ancak getirilen bu sınırlamalara rağmen çizimli sanat tamamen dışlanmamış,

minyatür olarak kendini göstermiştir. Minyatürlerde yapılan resimlerde döneme özgü

eğlence nitelikli bilmeceli bazı çizim denemeleri yapılmıştır. Örneğin Topkapı

Sarayında ki resim galerisinde bulunan Buharalı Abdullah tarafından sultana yapılan

minyatürde aşağıdaki dizeyi bir bilmece olarak sunmuştur:

Pençe-i âfitab-ı gül’ü ruhsar

Dilberiservikad-i lâle izar

Bu dizenin anlamı:

Pençesi güneşin gül yanaklı

Dilberi selvi boylu lale yanaklı

35 Dinsel etkilerle konulan resim yasağı, Osmanlı’nın batıya kapalı bir ulus oluşu, sanatçının doğrudan sarayın hizmetinde oluşu ve teolojik öğelerin baskısıyla, yeterlilik prensibine dayanan bir iktisat politikası izlemesi gerek karikatürün ve gerekse diğer plastik sanatların ülkemizdeki gelişiminde engel olmuş diğer unsurlardır.

Page 88: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

86

Resim 15- Buharalı Abdullah

Bu mizahi bir durum olarak değerlendirilmemeli, ancak mizahı göstermek

adına çizgiyi kullanmak için atılan ilk adımlara öncülük etmesi olarak kabul

edilmelidir. Aslında karikatürün bu kadar geç gelişmesinin sebeplerinin başında

matbaanın zamanında yeterince gelişmemesi ve benimsenememesi de

bulunmaktadır. Türkiye’de ilk matbaa 1727 yılında kurulmuş ancak gerekli ilgi

gösterilmediğinden resimli baskı tekniği 19.yy.a kadar ertelenmiştir. Avrupa icadı

dökme harflerle yapılan baskılar hat ve süsleme sanatının inceliklerini göstermede

yetersiz kaldığı için çok fazla kullanılmamış, 1827 yılında taşbasmacılık hat ve

süsleme sanatının en ince ayrıntısına kadar basmaya olanak tanıyan yapısı ile ülkede

çok tutulmuş ve geniş bir kullanım sahası ortaya çıkmıştır. Bu basım tekniği aşk ve

kahramanlık hikâyelerini anlatan kitapların, olayları vurgulamak ve okuyucuya daha

iyi anlatabilmek adına kullandığı resimlerin basılmasına da olanak sağlamıştır.

Resimler tarihsel süreçte üç aşama izler;

—ilkel çizgilerle yapılmış, resim tekniğinden ve bilgisinden uzak örnekler,

—biraz daha gelişmiş olanlar,

—batı tekniğine en yakın anlayışla yapılmış olanlar.” (Derman, 11–16).

Page 89: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

87

2.2.3.2.2. Tanzimat Dönemi Karikatürü 1867-1878

Tanzimat döneminin başlamasıyla, ağır baskı dönemi bitmiş ve Osmanlı’da

sözlü mizah kendini yavaş yavaş yazılı mizaha bırakmaya başlamıştır. Yurt dışında

kısa sürelide olsa bulunmuş olan Teodor Kasap36 ve Namık Kemal37 gibi

36 Teodor Kasap, Manifaturacı Sarfim Kasapoğlu’nun oğlu olarak 1835 yılında Kayseri’de doğmuş, 1905 yılında İstanbul’da vefat etmiştir. Abdülaziz ve II. Abdülhamit döneminin ünlü, mizahcı, gazeteci ve yayıncılarından olarak bilinmektedir. Küçük yaşta babasını yitirmiş ve 1846’da İstanbul’a getirilmiştir. Bir yandan Kuruçeşme Rum Okulu’nda okurken, bir yandan da çıraklık yapmıştır. Kırım savaşı (1853-1856) sırasında çalıştığı dükkandaki dürüstlüğüne tanık olan bir Fransız subayı tarafından savaştan sonra Fransa’ya götürülen Kasap, eğitimine orada devam etmiştir. Aynı zamanda subayın akrabası olan Aleksandr Düma’ya da katiplik yapmıştır. 1870 yılında tekrar İstanbul’a dönmüş, evlerde Fransızca ders vererek geçimini sağlamaya çalışmıştır. Bu sayede aydın ve geniş bir çevresi olmaya başlayan Kasap’ın kendini geliştirmesi ve ilerletmesi de kolay olmuştur.

İlk bağımsız yayınını aynı zamanda yine bir ilk olan Türk mizah dergisi şeklinde çıkarmıştır. Diyojen adını verdiği dergi Türkçe, Fransızca, Ermenice ve Rumca olmak üzere beş ayrı dilde yayınlamıştır. Ardından diğer yayınları olan Çıngıraklı Tatar, Hayal ve günlük bir gazete olan İstikbal yayınlarıyla devam etmiştir.

Yayınlarında her zaman muhalif taraf olmayı seçtiği için sarayın baskı ve cezalarına maruz kalan Kasap’ın bazen dergileri kapatılmış, bazen de hüküm cezasına çarptırılmıştır. Aldığı cezalar yüzünden yurttan kaçan Kasap, Avrupa’da muhalif yayınlarını sürdürmeye devam eder. İtalya’nın Napoli kentinde İstikbal’i çıkarmaya başlar. Bu durumu Ebüzziya Tevfik’in II. Abdülhamit’e rapor etmesi durumunda, bağışlanıp ülkeye geri döner ve yaşamını Mabeyn Kütüphanesi’nde devam ettirir. Burada pek çok oyun yazar ve oyunları sahnelenir. (Çeviker, 1991, cilt 1, 88) 37 Namık Kemal 21 Aralık 1840’ta Tekirdağ’da doğmuş, 2 Aralık 1888, Semadirek’te vefat etmiştir. Asıl adı Mehmet Kemal olmasına karşın şair Eşref Paşa’nın taktığı Namık Kemal adıyla tanınır. Babası, II. Abdülhamit döneminde müneccimbaşılık yapmış olan Mustafa Asım Bey'dir. Annesini küçük yaşında yitirince çocukluğunu dedesi Abdüllâtif Paşa'nın yanında, Rumeli ve Anadolu'nun çeşitli kentlerinde geçirmiştir. Bu yüzden özel öğrenim görme fırsatı yakalamış, Arapça ve Farsça öğrenmiştir.

18 yaşına geldiğinde İstanbul'a babasının yanına dönen Kemal, 1863'te Babıali Tercüme Odası'na kâtip olarak girmiştir. Dört yıl çalıştığı bu görev sırasında dönemin önemli düşünür ve sanatçılarıyla tanışma olanağı bulmuştur. 1865'te kurulan ve daha sonra Yeni Osmanlılar Cemiyeti adıyla ortaya çıkan İttifak-ı Hamiyet adlı gizli derneğine katılmış bir yandan da Tasvir-i Efkâr gazetesinde hükümeti eleştiren yazılar yazmıştır. Gazete, Yeni Osmanlılar Cemiyeti'nin görüşleri doğrultusunda yaptığı yayın sonucu 1867'de kapatılmıştır.

Namık Kemal, İstanbul'dan uzaklaştırılmak için Erzurum'a vali muavini olarak atanmıştır. Bu göreve gitmeyi çeşitli engeller çıkarıp ertelemiş ve Mustafa Fazıl Paşa'nın çağrısı üzerine Ziya Paşa'yla birlikte Paris'e kaçmıştır. Bir süre sonra Londra'ya geçerek M. Fazıl Paşa'nın parasal desteğiyle Ali Suavi'nin Yeni Osmanlılar adına çıkardığı Muhbir gazetesinde yazmaya başlayan Kemal Ali Suavi'yle anlaşamaması üzerine Muhbir'den ayrılmıştır. 1868'de tekrar M. Fazıl Paşa'nın desteğiyle Hürriyet adı altında başka bir gazete çıkarmıştır. Çeşitli anlaşmazlıklar sonucu, Avrupa'da desteksiz kalınca, 1870'te zaptiye nazırı Hüsnü Paşa'nın çağrısı üzerine İstanbul'a dönmüştür.

Namık Kemal daha sonra Nuri, Reşat ve Ebüzziya Tevfik beylerle birlikte 1872'de İbret gazetesini kiralamış, aynı yıl burada çıkan bir yazısı üzerine gazete hükümetçe dört ay süreyle kapatılmıştır. Namık Kemal İstanbul'dan tekrar uzaklaştırılmak için Gelibolu mutasarrıflığına atanmış, orada yazmaya başladığı Vatan Yahut Silistire oyunu, 1873'te Gedikpaşa Tiyatrosu'nda sahnelendiğinde halkı coşturup olaylara neden olmuştur. Bu haberi İbret gazetesinin yazması üzerine o sırada İstanbul'a dönmüş olan Namık Kemal birçok arkadaşıyla birlikte tutuklanmış ve kalebentlikle Magosa'ya sürgüne gönderilmiştir.

Page 90: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

88

yazarlarımız Batı’yı tanımış olmalarından dolayı sözlü mizahtan, içinde çizimlerinde

bulunduğu yazılı mizaha geçişte çok katkı sağlamışlardır.

Tanzimat döneminin okuma yazma bilmeyenlerin çoğunlukta olduğu halk

kültürünün, çizimlerle beslenen mizah çeşidini anlamaları daha kolay olmuştur. Bu

durum karikatürün halk içindeki yayılımını da hızlandırmıştır. Üzeri mizahla örtülü

olduğu için saray tarafından yaptığı eleştirileri ve yergileri hoş karşılanan karikatür

artık sözlü ve yazılı yapılan mizah kadar önem kazanmış ve onlarla eşit haklara sahip

olmuayı başarmıştır. Karikatür bu sayede hem saray bu kadar yaklaşabilen, hatta

içine girebilen halkın, hem de muhalefetin sesi olabilmiştir.

Yeni yeni toplumda yer etmeye başlayan karikatür için halk arasında tanım

konulmaya çalışılmıştır. Tanzimat döneminde yapılan çizgili ve çoğunluklada yazılı

olan bu mizah türü için yapılmış çeşitli tanımlamalar vardır. Bunlardan biri Tanzimat

döneminin en ünlü kültür adamlarından Ebüzziya Tevfik tarafından yapılmış

Salname-i Hadika (1873)’da Türk gazeteleri hakkındaki düşüncelerini yansıtırken

İstanbul gazetesini anlattığı bölümde “…Nihayet o zamanın ileri gelenlerinden

birinin karikatürünü yani maskara kılıklı resmini yapması üzerine…” olarak

tanımlar. Bu tanım ülkemizde karikatür için yapılmış ilk tanım olarak da

adlandırılabilir. Bunun yanı sıra Şemsettin Sami’nin yaptığı “eğlence ve güldürmek

için yapılan tuhaf resim, karikatür. Fena ve kaba resim… kıyafet ve tavrı gülünç

adam” tanımlaması da vardır. (Çeviker, 1991, cilt 1, 55)

Tanzimat dönemi karikatürlerine baktığımızda her ne kadar komik resim

mantığıyla başlamış olsa da -ki bu sebepten mizahi öğeleri çok fazla aramamak

gerekir- karikatürün temellerinin atılması yönünden büyük bir adım olmuştur. Bunun

yanı sıra Tanzimat dönemi ve diğer sonraki dönemlere katkısı olması yönünden,

Osmanlı kültüründe karikatüre bir ön tarih oluşturacak öğeler arasında minyatür,

Karagöz tasvirleri ve Mehmet Siyah Kalem38 (15.yy.) olarak da sıralanabilir. Bunlar

Namık Kemal 1876'da I. Meşrutiyet'in ilanından sonra İstanbul'a dönebilmiş, Şura-yı Devlet

(Danıştay) üyesi olmuştur. Hatta Kanun-î Esasi'yi (Anayasa) hazırlayan kurulda da görev almıştır. 1877 Osmanlı-Rus Savaşı çıkınca II. Abdülhamid'in Meclis-i Mebusan'ı kapatması üzerine tutuklanmış ve beş ay kadar tutuklu kaldıktan sonra Midilli Adası'na sürülmüştür. 1879'da Midilli mutasarrıfı olmuştur. Aynı görevle 1884'te Rodos, 1887'de Sakız Adası'na gönderilmiş ve orada da vefat etmiştir. 38 Üstat Mehmet Siyah Kalem'in yaşamı ve kimliği hakkında kesin olarak bir bilgi olmamakla beraber hiçbir tarih kaynağında da adı yer almamaktadır. Hatta gerçek adı bile bilinmemektedir. Kimi resimlerin üstüne "Kâr-ı Üstat Muhammed Siyah Kalem" (Üstat Mehmet Siyah Kalem'in işi) diye

Page 91: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

89

aslında yapısal açıdan karikatür niteliği taşımış ama karikatür amaçlı yapılmamış

çizimlerden ibarettir. Minyatür basının ortaya çıkmasıyla etkinliğini kaybetmiş,

Karagöz sözlü mizahın en gözdelerinden biri olmasına karşın yavaş yavaş çizimli ve

yazılı mizaha dönüşmüştür.

Karikatürün, kendi anlam içeriğinde, Osmanlı’ya girişi biraz ihtiyatlı

olmuştur. Dünyadaki tüm yenilikleri yakından takip eden Ermeniler geliştirmiş

oldukları baskı sistemlerinin de sayesinde, bu alanda da kendine herhangi bir rakibin

olmadığı Osmanlı topraklarında ilk mizah dergisini - 1852’de Hovsep Vartanyan

tarafından - yayımlama fırsatı bulmuşlardır, ikinciliği ise “Meğu” almıştır. Ancak

bunlar Osmanlı’da yayınlanmış Ermeni mizah dergileridir. Türkler de ise ilk

karikatür, 15 yıl kadar sonra 1867’de Arif Arifaki’nin yayınladığı İstanbul

gazetesinde39 yayınlanmıştır. Önceleri politik bir gazete olarak yayınlanmaya

başlayan Türkçe gazete Terakki gazetesi 23.10.1870 tarihinden itibaren kendi adıyla

aynı adı taşıyan bir mizah gazetesini de ek olarak abonelerine ücretsiz, diğer

okurlarına parayla satarak yayımlamaya başlamıştır. Bu da tarihin bilinen ilk Türk

mizah dergisi olma unvanını kazandırmıştır. Daha sonra Diyojen40 yayınlanmıştır.

(Çeviker, 1991, cilt 1, 120)

1878’lere gelindiğinde 18 tane yeni karikatür yayını daha çıkmıştır. Bunlar

arasında Çıngıraklı Tatar, Hayal, Tiyatro, Latife ve Çaylak dergileri; Ermeni Agop atılan imzalar sayesinde varlığından haberdar olunabilmektedir. Minyatürlerinde ki üslupta Çin etkisi dikkat çekerken, kaba ve haşin çizimleri Uzakdoğu’nun estetiğine yabancı kalır. Çalışmalarının bir rulodan ibaret olduğu düşünülen Mehmet Siyah Kalem’in eserlerine ancak kitaplara iliştirilmiş minyatürler olarak rastlanmaktadır. Seçtiği konulara gelince İpek Yolu’na yakın olduğu düşünülen Kalem’in, değişik ırklar, dinler, kültürler, gündelik hayatın yanı sıra cinler ve doğaüstü yaratıkları da resmetmiştir. Ancak Mehmet Siyah Kalemin gerek konularındaki tutarsızlık, gerekse bölük bölük bulunan çalışmalarının dağınıklık O’nun bir yere tutunamamasına ve zamanla isminin de, eserlerinin çoğunda olduğu gibi yok olmasına sebep olmuştur. ( http://tr.wikipedia.org/wiki/Mehmed_Siyah_Kalem#YA.C5.9EAMI_ve_YAPITLARI) 39 Gazete aynı zamanda 24 Eylül 1867’de ilk sayısının kapağında yayınladığı karikatür yüzünden toplatılmış ancak yayın hayatına devam etmiştir. Bu sansür tarihte bilinen ilk Türk yayın sansürüdür. Sadece Pazar günleri çıkan gazete, üçüncü sayısından itibaren haftada üç kez basılmaya başlanır. İmzasız karikatürler ve ucuz ilanlarla dolu olan gazete 16 sayfadan oluşmakta ve iki sütün halinde yazılmaktadır. Daha çok dergiye benzeyen İstanbul gazetesi 23. sayısında (15 Mayıs 1869)’da kapatılmıştır. (Çeviker, 1991, cilt 1, 117) 40 Diyojen Teodor Kasap tarafından 12 Kasım 1870 yılından 183 sayılık dizgesiyle 29 Aralık 1872 tarihine kadar çıkartılmış bir mizah dergisidir. Önceleri haftada bir kez yayınlanan dergi daha sonra haftada iki hatta üç kere yayınlanmaya başlamıştır. Yazıları ve karikatürleri imzasız olmasına karşın Teodor Kasap, Ali Bey, Namık Kemal, Çaylak Tevfik ve Ebüzziya Tevfik olarak bilinen bir yazar kadrosu vardır. Önceleri Fransızca ve Rumca yayınlanan dergi daha sonra Türkçe ve Ermenice olarak da yayınlanmaya başlar. (Çeviker, 1991, cilt 1, 120)

Page 92: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

90

Baronyan, Ermeni Zakarya Beykozluyan, Rum Teodor Kasap ve Türk Mehmet Tevfik

yayıncıları; Opçanodossis, Nişan Berberyan, Ali Fuad Bey, Rıza, Benefsanos gibi

karikatüristler akılda kalanlarıdır.

Resim 16- K. Opçanadassis, Çıngıraklı Tatar, 6 Temmuz 1873, S.29, s.3

Page 93: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

91

Resim 17- Diyojen’in yayınladığı ilk karikatür

Page 94: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

92

Bunların içinden ilk Türk karikatürist Ali Fuad Bey’dir. İlk önce 1869 yılında

Basiret (1869-1878) gazetesinde muhabirlik, sonra Letâif-i Asar (1875-?)’da

ressamlık yani musavviri olarak görev yaptı. Yaptığı çizimler aslında henüz adı

konulmamış olan birer karikatürdü. 1908’de İkinci Meşrutiyetle birlikte Karagöz41

dergisini çıkardı.

Tanzimat dönemi karikatürlerini sınıflandırmak gerekirse; 4 kategoride

inceleyebiliriz;

-Bunlardan birincisi mizah karikatürü’dür. Klasik karikatür olarak da bilinen

bu tür, insanın ve toplumun aksayan yönlerini hoşgörüye dayalı olarak yansıtmaya

çalışır. Eleştiri ile sorunları düzeltebileceğine inanır, bu yüzden birleştirici ve

uyarıcıdır. Genellikle söz oyunlarından yararlanır ancak alınacak dersi izleyicisine

bırakır.

-Bir diğer tür ise yergici karikatür’dür. Türkçe hiciv anlamıyla karşılığını

bulan yergici karikatür bir kişiyi, bir toplumu, bir sınıfı ya da düzeni güncel olaylar

çerçevesinde ele alır. Acımasız bir alay, düşmanca bir bozgunculuk ve yıkıcılıkla

suçu ve suçluyu bulur. Anlaşılır bir dil ve kaba olmayan bir yergi ile izleyicisine

kendini yalın ve çekincesiz açık bir şekilde gösterir.

-Üçüncü tür ise grotesk karikatür’dür. Kendini asıl Kurtuluş Savaşı

döneminde kanıtlayacak olan grotesk karikatür Tanzimat Dönemi karikatürlerinde

tam olarak görülmese de anımsattığı bölümler olmuştur. Grotesk’in sözlük anlamı

gülünç, biçimsiz, tuhaf kelimelerine karşılık gelmektedir. Aslında yergi

karikatürünün son aşaması olarak da tanımlanabilir. Ele aldığı konuların en önemli

yönlerini abartarak ortaya koymaya çalışır.

-Son olarak fantezi karikatür’ü sıralayabiliriz. Fantezi fıkralarıyla beslenen bu

tür Tanzimat’ta en çok işlenen karikatür türüdür diyebiliriz. Hedefi izleyicisine hoşça

vakit geçirmek olduğundan sorunlardan uzak durur.

41 Karagöz mizah dergisi 10 Ağustos 1908 ve 26 Ocak 1935 yılları arasında 2803 sayılık bir yayın hayatına sahiptir. Yazı ve karikatürlerinde hala gölge oyunları söylemi egemendir. Ayrıca karikatürleri İstanbul’un giyim kuşamı ve hayat tarzına ilişkin belgesel özelliği taşımaktadır. (Çeviker, 1991, cilt 2, 136)

Page 95: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

93

—Aman usta, dikkat et iyi benzesin.

Resim 18- N.P/F.Z., 13 Kasım 1874, Hayal Mizah Dergisi, S.119, s.4

Tanzimat dönemi karikatürünü çizgileri açısından da değerlendirilecek

olursak önceleri resimsel başlayan çizimlerin dönem sonlarına doğru karikatür

çizgilerine42 yöneldiği açıkça gözlemlenebilir. Bunun sebebi olarak da şu üç hususu

gösterebiliriz; Hacivat ve Karagöz’ün karikatüre girişi. Zaten sahip oldukları form

estetik ve karikatürsel olan tiplemeler olması, karikatürde yer alan diğer nesnelerin

(kişilerin) de etkilenmesine sebep olur. Diğer sebep savaşın doğurduğu yergi; bu tür

karikatürlerde düşman kötü olarak gösterilmek istendiğinden abartma isteği son

noktasına ulaşır ve çizgi değişir. Son olarak da insan uzuvlarının abartılması;

karikatürcülerin ilk başvurdukları yöntemdir. Birkaç karikatürsel çizgi eklenerek

değiştirilen resimsel tat ile öznel bir yaklaşım doğmuştur. (Çeviker, 1991, cilt 1, 47-

48)

42 Karikatürsel olan çizginin, resimsel olan çizgiden ayrımını ise şu şekilde yapabiliriz: Karikatürsel olan çizgide yalınlık, abartılmışlık ya da azaltılmışlık söz konusu iken, resimsel olan çizgi’de gerçekçi, yoğun, üçboyutluluk karşımıza çıkar. Karikatürsel çizgi, karikatürize etmek demektir; karikatürize etmek ise çizilen nesnenin ya da şeyin abartılarak veya çarpıtılarak çizilmesidir. Zaten karikatürün kelime kökeninde de bu vardır. İtalyanca da abartmak, alay etmek anlamına gelen carricare’den türemiş olan karikatür, resim değildir; dolayısıyla resimsel de değildir. Ayrıca her şeyden önemlisi resmin özellikleri arasında olmayan doğrudan absürdü göstermek gibi de bir amacı vardır ve mizaha hizmet eder.

Page 96: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

94

İçerik zamanla resimselden karikatürsel çizimlere doğru kayarken, mizah da

yazıdan çizgiye doğru kaymaya başlar. Bir bakıma yazı azalır ve bazı sözcüklerin

karşılığı yapılan abartılarla çizgilerde kendini bulmaya başlar. Mizahi öğe olarak

kullanılmaya yavaş yavaş başlayan çizgilerde ki değişimleri sıralayacak olursak;

insan uzuvlarının abartılması, batılılaşmayla gelen giysilerin ele alınması ve

Karagöz-Hacivat estetiği olarak karşımıza çıkar. Karikatürün karşımıza ilk çıktığı

andan beri kullandığı insan uzuvlarını abartmak çizerlerin en vazgeçemediği ve hep

başvurduğu unsurların başından gelir. Karikatürcü doğal çizginin dışına çıkmayı

öncelikle bu şekilde deniyor ve resmin dışında bir şey yaptığının farkına varıyor. Bu

son derece ilkel de olsa bir karikatür bilincinin uyanışı olarak tanımlayabiliriz.

Ayrıca batılı giysilerine gelince, uzun topuklu ayakkabılar, makyaj, kolalı bol, uzun

ve kuyruklu tuvaletler, şemsiyeli kadınlar; kelebek gözlüklü, smokinli, bastonlu şık

beyler altyazıdaki mizahı biraz olsun çizgiye yoğunlaştırmayı başarmıştır. Karagöz

ve Hacivat’ın etkisini ise diğer paragraftaki açıklama yüzünden tekrar bir açıklamaya

gidilmeyecektir. (Çeviker, 1991, cilt 1, 47-49)

Tanzimat dönemindeki karikatürlerinin hepsi yazılıdır. Bir alt yazı olmadan

kendini ifade edemez, mizahı ve düşünceyi de bunun içine saklar; yani çizgilerden

çok yazı mizahi unsurları taşır. Önemi üst seviye de olan alt yazıların kendilerine

kaynak olarak kullandıkları iki unsur vardır. Bunlardan ilki önceden oluşturulmuş

fıkra birikimidir. Ancak bu karikatürlerde, az da olsa, özgün altyazıların da varlığı

tespit edilmiştir. Diğer kaynak ise Karagöz’ün seyirlik oyunlar birikimidir. Bu tür

kaynak kullanan karikatürler seyirlik oyunlar gibidirler. Zengin Karagöz

edebiyatından yararlanmak hem karikatürcüye ivme kazandırmış, hem de var olan

saçmalıklardan, karşıtlıklardan, ayrılıklardan elde edilen absürtle mizah elde etmesi

daha kolay ve ilgi çekici olmuştur. Sevilen ve tanınan tiplemeler olması halkın

karikatüre olan ilgisini arttırmış ve tanınmasını kolaylaştırmıştır. (Çeviker, 1991, cilt

1, 49-50)

Tanzimat Dönemi karikatürlerindeki konular da yeni bir başlangıç olmasına

rağmen çok çeşitlilik göstermiştir. Bunları aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:

Belediye sorunları, batılılaşma hareketleriyle değişen toplumsal yaşam,

ekonomi (Avrupa ekonomisi, ülke ekonomisi), basın dünyası, kadın ve kadın-erkek

Page 97: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

95

ilişkileri, savaş ve barış, politika, ilerleme, özgürlük, eşitlik adalet, eğitim, çocuk ve

fantezidir.

—Alafranga matmazeller ile gezmek isteyenler, bundan sonra cambazlık da

öğrenmeye zorunlu olacaklar!!!

Resim 19- Nişan Berberyan, 09 Mayıs 1874, Tiyatro Mizah Dergisi, S.12, s.4

Yukarıda sıralanmış konular çerçevesinde yayınlandığı tespit edilen ve çoğu

genellikle haftalık yayınlar şeklinde olan dergi ve gazeteleri aşağıdaki gibi

sıralayabiliriz:

İstanbul (1867-1869) Mehmet Arif Arifaki’nin sahibi olduğu dergidir.

“Haftada bir defa Pazar günleri basılır ve yayımlanır” sloganıyla yayımlanır.

Terakki (1870-1871)Ali Reşit’in sahip olduğu dergidir. “Eğlence ve gülmeye

dair gazetedir” sloganıyla yayımlanır.

Diyojen (1870-1872) Teodor Kasap’ın sahip olduğu dergidir. “Gölge etme

başka ihsan istemem” sloganıyla yayımlanır.

Page 98: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

96

Terakki Eğlencesi (1870-1871) Ali Reşit’in sahibi olduğu dergidir. “Eğlence

ve gülmeye dair gazetedir” sloganıyla yayımlanır.

Asır’ın Eğlence Nüshası (1870-?) Mehmet Tevfik Bey’in sahip olduğu

dergidir.

Letaif-i Asar (1871-1872) Rıza’nın sahip olduğu dergidir. “Eğlence ve

gülmeye dair gazetedir” sloganıyla yayımlanır.

Çıngıraklı Tatar (1873-1873) Teodor Kasap’ın sahip olduğu dergidir. “Bu

gazete haftada iki defa yayımlanır” sloganıyla yayımlanır.

İbretnüma-yı Alem (1873-?) Aleksan Sarrafyan’ın sahip olduğu dergidir.

“Herkesin çıkarına dair politika v diğer işlerden bahseden gazetedir” sloganıyla

yayımlanır.

Hayal (1873-1877) Teodor Kasap’ın sahip olduğu dergidir. “Bu gazete

haftada iki defa yayımlanır” sloganıyla yayımlanır.

Latife (1874-1874) Zakariya Beykozluyan’ın sahip olduğu dergidir.

“Pazartesi ve Perşembe günleri yayımlanır, eğlence gazetesidir.” sloganıyla

yayımlanır.

Şarivari Medeniyet (1874-1874) Mehmet Arif Efendi’nin sahip olduğu

dergidir. “Cuma (üçüncü sayıyla birlikte) Çarşamba akşamları akşamleyin haftada

bir defa yayımlanır” sloganıyla yayımlanır.

Tiyatro (1874-1876) Agop Baronyan sahip olduğu dergidir. “Bu gazete

Babıali caddesinde 20 numaralı basım evinde haftada iki defa basılır ve yayımlanır”

sloganıyla yayımlanır.

Letaif-i Asar (1875-?) Mehmet Tevfik’in sahip olduğu dergidir. “Haftada bir

defa Salı günleri sekiz sayfa olarak yayımlanır” sloganıyla yayımlanır.

Latife (1875-1875) Zakariya Beykozluyan’ın sahip olduğu dergidir. “Basım

evi ve yönetim aresi Babıali caddesinde 25 numaralı özel dairedir” sloganıyla

yayımlanır.

Kahkaha (1875-?) Basiretçi Ali’nin sahip olduğu dergidir. “Haftada bir defa

yayımlanır” sloganıyla yayımlanır.

Geveze (1875-?) Tevfik’in sahip olduğu dergidir. “Haftada iki defa pazartesi

ve Perşembe günleri çıkar” sloganıyla yayımlanır.

Page 99: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

97

Kara Sinan (1875-1876) Artin’in sahip olduğu dergidir. “Bu gazete her

Perşembe günü basılır ve yayımlanır” sloganıyla yayımlanır.

Çaylak (1876-1878) Mehmet Tevfik’in sahip olduğu dergidir. “Haftada üç

defa yayımlanır” sloganıyla yayımlanır. Bunların dışında Latife, Şarivari, Meddah ve

Hadika-i Ezhar Yahut Mecmuai Letaif dergileri vardır ancak yayıncıları ve yayın

tarihleri bilinmemektedir.

Tanzimat Döneminde imzalarından belirlenmiş karikatüristler listesi şu

şekildedir: M. Benetsanos , K. Opçanadassis, Nişan G. Berberyan (İstanbul 1842-

İstanbul 8 Ocak 1907), Ali Fuad Bey, Santr, Tınghır, F.N.Z./P.N., Simon, Delemak

Ekserciyan (1840-İstanbul 1894), S.C., Rıza ve bu saydıklarımız dışında imzası

olmayan diğer karikatüristler olarak sıralayabiliriz.

Bahsedilen türler ile ürünler veren pek çok yayın organı halka kendini açmış

ve yeni bir meslek olan karikatüristliğin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Büyük bir

cesaretle kişi, kurum ve toplum sınırlaması tanımayan eleştirilerini ve yergilerini

sunan, hem güldüren hem düşündüren çizgili mizah, Tanzimat dönemindeki ceza

kanunlarının da yeniden düzenlenmesine sebep olmuştur. Özellikle resim kullanıldığı

için karikatürün günah olması bu konu da çekincelere sebep olmuştur. 1870’lerde ilk

görkemli yıllarını yaşayan Osmanlı mizahı, yasal önlemlerle gemlenmeye

çalışılmıştır. Bu doğrultuda yayımlar üzerinde süreli ve süresiz olmak üzere kapatma

kararları alınmış; yayıncılar hakkında açılan davalarda tutuklanmalarla

sonuçlananlarına sıklıkla rastlanmıştır. Osmanlı’ya ilk sansür yönetmeliği 1858 Ceza

Kanunu’nun (ki- Fransızlardan Türkçeye uyarlanarak direkt alınan kanun) 138. ve

139. maddeleri43 gereği tüzüğe girmiştir; ancak bilinen ilk sansür uygulamasını

Ebüzziya Tevfik’in sahip olduğu İstanbul gazetesine yapılmıştır. İkincisi ise Teodor

Kasap’ın sahip olduğu Diyojen’e uygulanmıştır. (Çeviker, 1991, cilt 1, 62)

43 1858 Ceza Kanunu 138. Madde: Devleti Aliyyenin emir ve ruhsatıyla açılmış olan matbaalarda saltanatı seniyye ve erbabı hükümet ve tebaai saltanatı saniyyeden olan bir millet aleyhinde gazete veya kitap ve evrakı muzirre tab ve neşrine mütacassir olan kimselerin iptida bastırmış olduğu şeylerin zaptiyle derecei cürmüne göre matbaası muvakkaten veya bütün bütün kapatıldıktan sonra on mecidiye altından elli mecidiye altına kadar cezayı nakdi ahz olunur.

1858 Ceza Kanunu 139. Madde: Genel adaba aykırı olarak yazı ve şiirle şaka ve yergiye dair şeyleri veyahut edepsizce resim ve tasviri basan ve bastıran ve yayınlayan kimselerden bir mecidiye altından beş mecidiye altına kadar para cezası alınır ve yirmi dört saatten bir haftaya kadar hapsolunur.

Page 100: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

98

—Nedir bu hal Karagöz?44

—Kanun dairesinde serbesti, Hacıvat!

Resim 20- Nişan Berberyan, 08 Şubat 1876, Hayal Mizah Dergisi, S.319, s.4

2.2.3.2.3. Karikatürün Yasaklı Olduğu Yıllar ve Sultan II. Abdülhamid

1878’e kadar gelişme gösteren karikatür sanatımız bu tarihten sonra 1908’de

II. Abdülhamid’in İkinci Meşrutiyeti ilan edişine kadar pek çok alanda olduğu gibi

tamamen yasaklanmış, İstibdat dönemini yaşamıştır. Yüzlerce dergi ve gazetenin

yayın hakkı, birkaç gün içinde, alınmıştır. Bu dönem aynı zamanda II.

Abdülhamid’in tahtta olduğu döneme de rast gelmektedir.(1876-1909)

Bu dönemde Sultan Abdülhamid dışındaki hiçbir Osmanlı hükümdarı

kendilerinin karikatürlere konu olmalarına izin vermemişlerdir. Sultan Abdülhamid, 44 Kanun-i Esasi’nin 12. maddesini eleştiren bu karikatür, Teodor Kasap’ı (Hayal dergisinin sahibi) üç yıl hapis cezasına çarptırırken dergide 3 ay kapatılma cezası aldı. Karikatür, bugüne değin “Matbuat kanun dairesinde serbesttir” altyazısıyla yayımlandı. (12. madde salt bu tümceden oluşmaktadır.)

Page 101: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

99

daha şehzadelik döneminde bile, yerel basını direkt takip eder, hatta yazarlarla

birebir görüşüp, düşüncelerini belirtmeden dinlerdi. Ceride-i Havadis (1840-1864),

Basiret (1869-1878), Tasvir-i Efkar (1862-1925) gibi ciddi yayınların yanı sıra

Çıngıraklı Tatar (1873-1873) ve Çaylak (1876-1878) gibi mizah dergilerini de

yakından takip ediyordu. Basınının, toplumumuzda bir kamuoyu oluşturma aracı

rolünü yeni üstlendiği bir dönemde, bunun farkındalığına varan nadir yöneticilerden

biri olan Abdülhamid, Avrupa’daki pek çok yeniliği takip eder, gelişmeleri topluma

aktarmaya çalışırken, düşüncelerini tartışmalara açmaz, toplumla paylaşmazdı; ancak

basın zihniyetinin zamanla oluşacağını ve kabul göreceğini düşünürdü. (Koloğlu,

2005, 93)

II. Abdülhamid, mizahi yayınları sadece takip etmekle kalmaz, aile içi

eğlenceli skeçler yazar, yakınlarının zaaflarıyla alay eder ve tiyatroda sergiletirdi.

Bunun yanı sıra, çizdiği karikatürlerini toplum çekincesi sebebiyle sadece yurt

dışındaki dergi ve kitaplarda yayınlanmış; ancak ülkeye gizlice getirilmiştir. Ayrıca,

Teodor Kasap tarafından Victor Hugo’nun Avare (cimri) isimli piyesinin çevirisinde

başlık olarak Pinti Hamid –ki bu ismin Sultan Abdülhamid olduğu kesin değildir-

ismini kullanması da bir muammadır. II. Abdülhamid, yapılan bu isim

benzerliğinden rahatsız olmuş, değiştirilmesi için girişimlerde bulunmuştur.

(Koloğlu, 2005, 93)

Page 102: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

100

2.2.3.2.4. Meşrutiyet Dönemi Karikatürü 1908-1918

“Güleriz kahkahamız çünkü nasihat gibidir,

Sözümüz saçma değil, felsefe gibidir.”

Resim 21- Mehmet Baha, 16 Nisan 1909, Coşkun Kalender Mizah Dergisi,

S.3, s.1

Osmanlı’da 30 yıl süren karanlık dönem de yani İstibdat Dönemi’nde (1878-

1908) yasaklı olan Türk mizahı Kahire, Paris, Cenevre ve Londra gibi başkentlerde

öfkeli Jön Türk hareketleri içinde varlığını sürdürmeye devam etmiştir. 23-24

Temmuz 1908 yılında, II. Abdülhamid tarafından Meşrutiyet İstanbul’da ilan

edilmesiyle birlikte ülkede birçok alanda yenilikler getirilmeye başlandı. Bu

Page 103: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

101

yeniliklerden basın adına en önemlilerinden biri sayılan 25 Temmuz1908’de sansür

kurumu kaldırıldı. Böylece yeniden soluk almaya başlayan basınla beraber

karikatürde canlanmaya başladı ve ürünlerini vermede hızlı bir giriş yaptı.

II. Meşrutiyet’in ilanıyla gelen hürriyetler, İstibdat döneminin ardından halkı

şaşırtmıştır. Karikatür ise böyle bir dönemde bu insanların sınırsız özlemlerini dile

getirmekle ilgileniyordu. Öyle ki Tanzimat döneminde var olan özgürlüklerini bile

unutmuşlar, sanki ilk kez yaşıyormuşçasına bir hava içine girmişlerdi. Ancak; bu

durumda bile varlığını sürdürmeye çalışan İttihat ve Terakki Cemiyeti, Meşrutiyet’i

yeniden İstibdat’a çevirmeye çalışıyordu. Bu savaşın içine yeniden özgürlüğünü

kazanmış karikatür de katılır. Gazeteciler öldürülmeye, mizahi yayınlar kapatılmaya

başlanır. Kısa bir süre sonra bu cemiyetin karşısına Hürriyet ve İtilaf ile başlayarak

muhalif partiler ortaya çıkmaya başlayınca, basın yeniden renklenmeye ve

canlanmaya başladı. Bu durum bir yumuşama gibi algılanmamalıdır; çünkü bu

durum muhalifleri daha çok kızıştırmış, tepkilerin sertleşmesine sebep olmuştur.

Mizah yayınları kapatılmaya devam ederken, farklı isimlerle varlıklarını sürdürmeye

çalışmışlardır. (Çeviker, cilt 2, s. 11-12)

II. Meşrutiyet dönemi karikatürü, savaşlar sürerken ordunun ve halkın

moralini yüksek tutmaya çalışmış, maddi manevi yardımda45 bulunmuştur. Döneme

damgasını vuran ve pek çok karikatüristi de etkileyen karikatürist, Üstat Cem46’dir.

Ayrıca Türk tarihinde bilinen ilk kadın karikatüristte bu dönemde çıkmış olan,

Leylak (1914-1914) mizah dergisinde ilk ve son kez olmak üzere bir tek karikatürü

ile yer alan “Fatma Zehra Hanım”dır. İlklerden söz ederken ilk karikatür sergisinin

de bu dönemde yapıldığını söylemek gerekir. Daha sonra aynı isimle, Yeni Zenginler

adıyla toplayacağı bir albüm haline dönüştürülecek olan sergi, Lloyd Ottoman47’ın

salonlarında 1918 yılında Sedat Simavi tarafından açılmıştır. (Çeviker, 1991, cilt: 82)

45 Manevi yardım: yaptıkları karikatürlerde devletin ordusu övülmüş ve bir kahraman gibi gösterilmiştir. Ayrıca düşman askerlerini gösterişsiz ve her zaman yenilen taraf olarak çizmişlerdir. Maddi yardım ise bazı yayınların getirdiği gelirleri Türk askerinin zorlu geçen savaş döneminde muhtaç oldukları eşyaları alarak yapmışlardır. 46 Cemil Cem (Üstat Cem), 1882-1950 yılları arasında yaşamış özgün bir çizgi ve anlatımı olan karikatürleriyle hayranlık uyandıran, dönemin en ünlü karikatüristlerindendir. İlk olarak karikatürleri Kalem mizah dergisinde yayınlanmaya başlamış, 1910 yılında da kendi dergisi olan Cem(1910-1928)’i çıkarmıştır. 47 1917-1918 yıllarında yayımlanmış Fransız gazetesi.

Page 104: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

102

Resim 22- Cemil Cem, Maliye Nazırı Mehmet Cavit (1875-1926), Kalem

Dergisi, 25 Haziran 1909, S.43, s.1

Bu dönem çıkan mizah yayınları genelde ilk yayınlarında çeşitli başlıklarda

amaçlarını dile getirmişler, mizah anlayışlarını, mizahın, işlevini, yaşam içindeki

yerini, önemli görüş ve düşüncelerini içeriyorlardı. Bu şekilde oluşturulmuş

karikatürleri ana hatlarına göre ikiye ayırmak mümkündür.

Page 105: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

103

2.2.3.2.4.1. Modern Karikatür

Bu dönemdeki çizimler mizaha hizmet etmeye uğraşan ve kendini geliştiren,

mizahi olabilmesi içinde geliştirmek zorunda olan karikatürlerdir. Tanzimat

döneminden ilk farklı çizgilerin oluşmaya başladığı modern karikatür örneklerinin

temelleri yine Karagöz (1908-1935) ve Kalem (1908-1911)’le karşımıza çıkıyor. Bu

yayınlar dışındakiler ya karikatürsüzdür ya da verdikleri ürünler ilkeldir. Modern

karikatür olarak adlandırdığımız bu tür karikatürlerin çizerlerinin özelliklerini

sıralayacak olursak:

-Avrupa’dan getirilen karikatürcüler,

- Avrupa’da yaşamış, eğitim görmüş Türk karikatürcüler,

-Sanayi-i Nefise’de (Güzel Sanatlar Akademisi) resim okumuş ressam-

karikatürcüler,

- Kendi kendini yetiştirmiş Türk karikatürcüler,

- Azınlık karikatürcüler, şeklinde yapabiliriz. (Çeviker, 1991, cilt 2, 28-32)

2.2.3.2.4.2.Tasvirci Karikatür

30 yıl aradan sonra yani 1878 ve 1908 yılları arasında geçen İstibdat Dönemi

sonrası, Tanzimat kültürünü yeniden devam ettirici nitelikte olan tasvirci karikatür,

biraz daha geliştirilmiş halidir. Çizgiden çok, ayrıntılı bir betimleme şeklinde olan alt

yazıya ağırlık vermiştir. Bu tür karikatürü içinde barındıran ve öncülük eden yine

Karagöz (1908-1935) mizah dergisidir.

Meşrutiyet döneminin çizgisel yapısını inceleyecek olursak -ki diğer

alanlardan daha fazla gelişim göstermiştir-, Tanzimat dönemindeki karikatürlerle

karşılaştırılamayacak kadar kendini geliştirmiştir. Tanzimat’taki iki boyutlu olan

karikatürler, karagöz estetiğiyle deforme olmasına rağmen yine de yeterli bir değişim

gösterememiş akademikleşmiş resimsellik; Meşrutiyet’le karikatürsel bir çizgiye

doğru yol almış, çizim alanında adeta bir devrim yaşamıştır. Özellikle dönemde

yaşanmış olan savaşlar, savaşa olan öfke, her alanda olduğu gibi karikatürü de

derinden etkilemiş, çizimleri büzüştürür, bozar ve karikatüre yakışan bir

Page 106: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

104

deformasyonu kazandırır. Böylece çizgi yazının üzerine yüklenmiş olan, hak ettiği

mizahı üzerinde taşımaya başlar. (Çeviker, 1991, cilt 2, 33)

Meşrutiyet dönemindeki karikatürler tıpkı Tanzimat’takiler gibi yazılıdır.

Yazısız kendini anlatma yetisine henüz ulaşamamıştır. Dönem için yapılan bu

genelleme aslında Cemil Cem’in portre karikatürleri için söz konusu değildir. Bazı

tür dergi ve gazetelerin altyazıları bir tür sohbet niteliğindedir ki bu tür karikatürler

Osmanlı’nın tüm özelliklerini taşır. Genel anlamda ise kullanılan altyazıdaki

temaların, çizgideki işlenişi sayesinde yazıdaki yük hafiflemiştir. Söz ve anlam

oyunlarına dayalı bir mizah, karikatürün altyazılarında kullanılır. Ayrıca altyazılar

sadece Türkçe değil, Fransızca, Almanca, Arapça, Rumca ve Ermenice gibi dillerde

de yazılmıştır. Ancak bu çeviriler kültür farkı ve çevrilemez deyimler olduğundan

birebir kullanılamamıştır. (Çeviker, 1991, cilt 2, 34)

Resim 23- Cemil Cem, Arkadaşı ve Meslektaşı Sedat Simavi’nin Portresi

Page 107: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

105

Meşrutiyet dönemine ait yayınlar ile tüm mizah dergi ve gazetelerini toplu

olarak sıralayacak olursak: Püsküllü Bela, Gramafon, Boşboğaz ile Güllabi, Zıpır,

Mirat-ı Alem, Karagöz, El Üfürük, Nekregü, Zuhuri, Tasvir-i Hayal, Kalem, Cingöz,

Üç Gazete, Zevzek, Dalkavuk, Temaşa, Resimli Tonton Risalesi, Musavver Cellat,

Hacıvat, El Üfürük/2, Mahkum, Hokkabaz, Karakuş Ezop, Musavver Şakacı, Edep

Yahu, Eşref, Musavver Eşref, Hande, Nekregü ile Pişekar, Ciddiyet, Coşkun

Kalender, Laklak, Kartal, Ezop, Musavver Karnaval, Haber Anası, Eşek/1, Arzuhal,

Yeni Geveze, Musavver Şükufe, Hayal-i Cedit, İğne, Çimdik, Kahya Kadın, Dertli

ile Garip, Gıdık, Kibar, Cem, Alafranga, Lala, El Malum, Şaka, Gülünçlü Sahne-i

Meddah, Tokmak, Curcuna, Züğürt, Şaka, Çekirge, Cadaloz, La Barbe, Curcuna,

Cici, Şaka, Kara Sinan, Cart Beyim, Latife, Falaka, Baba Himmet, Tokmak, Yeni

Çeri, Münasiptir Efendim, Kavlak, Eşek/2, Gece Kuşu, Köylü, Leylak, Feylosof,

Karikatür, Hande, Şeytan, El Üfürük’e Zeylen Körük, Nasrettin Hoca, Yuha,

Çıngırak, Gagaburun ile İbiş, Karikatür’den ibarettir diyebiliriz. (Çeviker, 1991, cilt

2, 35)

Bu dönemde çıkmış olan mizahi yayınlarda bir sınıflandırma yapmak

gerekirse dört bölümde toplanabilir:

1) Geleneksel Mizah Dergi ve Gazeteleri:

Karagöz-1908, Nekregü-1908, Zuhuri-1908, Tasvir-i Hayal-1908, Hacıvat-

1908, Geveze-1908, İbiş-1909, Nekregü ile Pişekar-1909, Eşref-1909, Hayal-i Cedit-

1910, Cadaloz-1911, Baba Himmet-1911, Köylü-1913, Feylosof-1914, Nasrettin

Hoca-tarihsiz, vb.

Page 108: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

106

Resim 24- Karagöz Mizah Dergisi’nin başlığı

Bu tür dergi ve gazeteler Tanzimat döneminin etkilerinden sıyrılamamış,

temellerini Hayal ve Diyojen’den almışlardır. Bu yayınlarda özellikle seyirlik oyun

tipleri ve halk mizahçılarının adları kullanılmıştır. Ali Fuad Bey tarafından kurulmuş

olan Karagöz dönemin tüm özelliklerini taşımaktadır. Onlar için karikatürü sanki bir

sahne, kullanılan tiplemeler oyuncu, altyazılar ise piyes niteliğindeki mizahi

yazılardan ibaret gibiydi.

II. Meşrutiyetle birlikte, Tanzimat’ta başyazıda ele alınan sorunsalın konu

olarak işlenmesinden çok, karikatürün bağımsızlaşmaya çalışması, yazı kadar

karikatüründe yayınlarında yer alması yarışına girmişlerdir. Ancak; bu tür dergi ve

gazeteler çizgiyi çözümlemeye çalışmış olsalar da, yeni karikatüre etkileri yeteri

kadar olmamıştır. (Çeviker, 1991, cilt 2, 17-18)

2) Batılı Modern Mizah Dergi ve Gazeteleri

Kalem-1908, Boşboğaz ile Güllabi-1908, Dalkavuk-1908, Davul-1908,

Laklak-1908, Kartal-1909, Kara Sinan-1911, Cem-1912, Karikatür-1914, Hande-

1916, Diken-1918.

Page 109: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

107

Resim 25- Kalem Mizah Dergisi’nin arka kapağı, 16 Kasım 1908), S.9

Bu dönemin tüm özelliklerini taşıyan örnek dergi Kalem’dir. Tanzimat ve

İstibdat döneminde çıkan mizah yayınlarındaki çizgilerin resimselliğini kırmaya

çalışmış ve ilk kez karikatür sözcüğünü kullanmış ve tanımlamaya çalışmış, tarihsel

ve işlevsel açıdan ele almıştır. Yazı’da ve çizgi’de ortaya yepyeni, modern bir

karikatür koymuşlardır. (Çeviker, 1991, cilt 2, 19-21)

Bu anlayışı şöyle dile getirmektedirler: “Sanat değeri olanları –ki bizim demek istediğimiz asıl

karikatürler iki kısımdır. Biri bedenimizin sakatlığını ve kabalığın göze çarpıcı bir garip açıklıkla resmeder. Bunlar güldürürücü bir fantezi, kızgınlığı çekmeyen bir şaka yerine geçer. Öbürü, insanın ahlak ve ilişkileriyle manevi bozukluklarını gösterir. İşte bu zalimdir. Onda yakıcı bir alay, intikam alıcı bir yergi vardır. Böyle bir eleştiriyi herkese aşılayan şeyler -güzel dursa- hiç unutulmayacağından, tasvir ettiği bir siyasi ve sosyal olayın, bir resmi kişinin ta ruhunun derinliklerinde sakladığı gizli şeyleri gösterir, çirkin, zararlı, güzel, yararlı her ne varsa hepsini gösterdiğinden büyük bir çıkar sağlamış olur.” (Kalem, 21 Ağustos 1908, S.1, s.3)

Page 110: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

108

3) Eşek Tipi Mizah ve Dergi Gazeteleri

Eşek-1910, Kibar-1910, Alafranga-1910, El Malum-1910, Eşek/2-1912,

Yuha-tarihsiz.

Resim 26- Eşek Mizah Dergisi’nin başlığı

Oldukça ilginç ve farklı bir tarzla var olan mizah yayınlarının içine giren eşek

tipi dergi ve gazetelerinin yazı ve karikatürlerinde insanlar, eşekler dünyası

aracılığıyla ele almaktadır. Temelde sert ve kara bir yergiyi, yazı ve çizgiye

dökmüşlerdir. Diğer yayınlara da çizen bazı karikatüristler tarafından oluşturulan bu

tür yayınların, kendilerine özgü bir çizerleri yoktur. Eşek tipi yayınlar karikatüre

biçimden çok içerik olarak katkıda bulunmuş, felsefi bir tarz oluşturmuştur. (Çeviker,

1991, cilt 2, 22-24)

Page 111: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

109

4) Tek Sayılık Risaleler48

El Üfürük-1908, Resimli Tonton Risalesi-1908, El Üfürük’e Zeylen Körük-

tarihsiz, Çıngırak-tarihsiz, vb. Bu tür yayınlar dört sayfalık küçük broşürler halinde

ve tek sayılık yayınlardan ibarettir. Bu broşürlerde karikatürler önemli yer tutmadığı

gibi kimi risalelerde karikatür yoktur. (Çeviker, 1991, cilt 2, 25) II. Meşrutiyet’te

yayınlanmış dergi ve gazete dışında da yayınlar da vardır. Bunların başında albümler

gelmektedir. Bu dönemde yayınlanan ilk albüm 1909’da Kalem’de yine Cemil

Cem’e ait olarak yayınlanmıştır. Albümlerden bazıları bazı ünlü mağazaların

reklamlarını da sayfalarında bulundurarak, reklam karikatürcülüğünü de başlatmış

olmaktadırlar. Diğer bir yayım türü de yıllık’lardır. Osmanlı’da bu türün öncülüğünü

Ali Fuat Bey yapmıştır. Milli Kütüphane’de dört tane yayınlanmış yıllık kaydı

bulunurken, içlerinde yine reklam karikatürü örneklerine rastlanmıştır. Bir diğer

yayım türü de karikatür-kartpostal ve çizgili el bildirileri’dir. İlk yayım tarihi

bilinmeyen bu tür yayımlar farklı boyutlar da, Türkçe, Ermenice ve Rumca altyazılı,

intikam, hırs, öfke ve groteskse varan bir yergiyle dolu olarak yayımlanmıştır.

Salah Cimcoz, Celal Esat (Arseven), Baha Tevfik, Sermet Muhtar (Alus), Sait

Hikmet ve Kirkor Faik gibi yayımcılar tarafından yayınlanan mizahi gazete ve

dergilerin, manifestolarında dile getirdikleri sorumluluk, mizah anlayışı ve amaçlar

karikatüre de yansımıştır. Baştan sona siyasal ve toplumsal bir eleştiri mekanizması,

böyle bir amaç içinde devinir.

II. Meşrutiyet Döneminde Türkçe yayınlanmış bu dergi ve gazeteler dışında

bir de Ermeni basını vardı ki, onun da gelişen mizah alanındaki etkisini

yadsıyamayız. Bunlar: Aram Andonyan’a ait Okkabaz, Kharazan (Kırbaç), Garapnad

(Giyotin); Yervant Tolayan’a ait Gavroş ve Leblebici; P. Lrutünyan’a ait Gigo,

Gindo, Guguk, Zurna ve Hi-Hi-Hi; Vahan Papazyan’a ait Fru-Fru; Kalfayan-

Odyan’lara ait Karakedi; Odyan’a ait Manana; P. Kolancıyan’a ait Sa-tana; V.

Küçükyan’a ait Avel (Süpürge), Mimos; Mıgırdış Barsanyan’a ait Şart (Yıldırım)

dergiler ve Meşuğ Sargavak’a ait Pdutyan Ocakh (Gürüklük Ocağı); Aram

Andonyan’a ait Gave Artsanner (Kilden Heykeller) adlı kitaplar bulunmaktadır. 48 Bu tür yayınların bir örneğini tüm taramalarımıza rağmen bulunamamıştır.

Page 112: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

110

Dönem karikatüristlerinden ulaşılabilen imzalar şunlardır: Cemil Cem, Sedat

Nuri (İleri), Ali Dino, İzzet Ziya, Ali Sami (Bayar), Halit Naci Bey, Mehmet Baha

Bey, Mehmet Fazlı, Damat Fahir Bey, Münir (Osman), D. Mazlum, Cevat Nuri,

Sedat Simavi, Fatma Zehra, A. Enver, Ali Fuat Bey, Kenan Bey, Celil Safvet,

İskender, Ramiz (Gökçe), Ahmet Lütfi, Ahmet Cemil, Lal, A. Scarselli, d’Ostoya, A.

Rigopulos, Pahatrekas, İon, Pleicek, Fellah, İdis, L. Andres, Couros, Redleb, C.P.,

Aram Andonyan, Mehmet Halis, M. Sarım, Mim Naci, Servet İzzet, R. Dupour,

Platon, Scham, e, Fahretto, H. Yan, Mirrıurite, Ali, Y. Hikmet, Mahssousa, M.F.,

Hüseyin Avni, M.E., Selim, Frans, Bonifour, Nurettin Rüştü, M. Haydar, P.A., S.,

N.Z., N. Flechs, A. Menelas, Zeki, A., M.R., Dava Vekili Nazif, Ph. Demetriadis,

Ettlagadis, L. Avakyan, Y.B., A. Ruhi, Mehmet Ferit, Agustidi, Hadi ve imzaları

okunamayan diğer karikatüristler…

Meşrutiyet döneminde yükselen ve ilgi gören konulardan biride portre

karikatürdür. Batılıların portrait charge diye adlandırdıkları tür, Tanzimat’ta Nişan

G. Berberyan tarafından işlenmiş ancak çok az sayıda örnek verilmiştir. II.

Meşrutiyet’le bu konunun ülkemize yerleşmesini sağlayan ve süreklilik kazandıran

Cemil Cem’le portre karikatüre olan ilgi artar ve diğer karikatüristler de onu izler.

Portre karikatürde öncelik insanın iç dünyasını yüz çizgileriyle özdeşleştirerek

işlemesi, karikatürize etmesidir. Dönemin portre karikatüre konu olmuş en ünlü

kişileri, II. Abdülhamid, İbrahim Hakkı Paşa, Mahmut Şevket Paşa, Maliye Nazırı

Cavit Bey, Menteşe Mebusu Halil (Menteşe) Bey, Gazeteci Hüseyin Cahit (Yalçın)

ve Lütfü Fikri’dir. Ünlü portre karikatür çizerleri ise, Cemil Cem başta olmak üzere,

İzzet Ziya, A. Rigopulos, Damat Fahir Bey, Pahatrekas, Sedat Simavi, Münir Osman

Kenan Bey ve Fellah’tır.

II. Meşrutiyet 04 Nisan 1908 yılında ilan edildiğinde, 1878’de yürürlükten

kaldırılan Kanun-i Esasinin bazı maddelerini uyarlayarak yeniden yürürlüğe koydu.

Bunlardan bizim için en önemlisi basınla ilgili olanıdır. İlk anayasa’nın 12. maddesi:

“Matbuat kanun dairesinde serbesttir.” şeklindeki kanununu, “Matbuat kanun

dairesinde serbesttir. Hiçbir nedenle basım öncesi teftiş ve kontrole tabi tutulamaz.”

şekline dönüştürdü. Basına getirilen bu özgürlük fazla sürmedi. 31 Mart olayından

kısa bir süre sonra 14 Temmuz 1909’da, Meclis tarafından yeni bir kısıtlama tasarısı

kabul edildi. Basın üzerindeki bu rejim I. Dünya Savaşı yıllarında (1914-1918) askeri

Page 113: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

111

yönetimin tarafından Kurtuluş Savaşının kazanılmasına kadar olan sürede sansüre

uğradı. (Çeviker, 1991, cilt 2, 41-212)

Dönemin mizah dergisi Kalem, yayınladığı ilginç bir metinle sansürü

anlatıyor:

Yaşa

dığı

mız

devr

imin

kırk

biri

nci g

ünün

de ö

zgür

bas

ın.

Resim 27- Kalem Mizah Dergisi, 2 Kasım 1908, Haftanın Dedikodusu, S.7,

s.2

2.2.3.2.5. Kurtuluş Savaşı Dönemi Karikatürü, 1918-1923

Kurtuluş Savaşı dönemi öncesi karikatürün anlamı biliniyor ancak yeterli

bilgi ve kültür donanımı olmadığından tasvir edilemiyordu. Bu durum özellikle

Tanzimat karikatürünü etkilemişti. II. Meşrutiyetle yeniden doğan karikatür yabancı

karikatürcülerin de etkisiyle modern bir kimlik kazanmıştır. Kurtuluş savaşı dönemi

ise karikatürle donanımlı olarak doğan ve Avrupa’da ki örnekleri inceleme şansı

- O. - Oh - Oh, oh - Oh, oh, oh - …Artık isted… - …Artık istediğimiz gibi… - …Artık istediğimiz gibi yazac… - Artık istediğimiz gibi yazacağı… - Artık istediğimiz gibi yazacağız… - Artık istediğimiz gibi yazacağız, çünkü… - Artık istediğimiz gibi yazacağız, çünkü sansür… - …Artık istediğimiz gibi yazacağız, çünkü sansür yok. - …Artık istediğimiz gibi yazacağız, çünkü sansür yo!... - … Artık istediğimiz gibi yazacağız, çünkü sansür!! - … Artık istediğimiz gibi yazacağız, çünkü!!!! - … Artık istediğimiz gibi yazacağız!!! - … Artık istediğimiz gibi yazac!!!! - Artık istediğimiz gibi!!!! - Artık isted!!! - Vay! Vay! Vay! - Vay! Vay! - Vay! - Va… - ?

Page 114: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

112

bulan yeni karikatürcüler sayesinde tamamen farklı bir gelişim göstermiştir.

Görgülü, bilgili ve yetenekli bu genç çizerler içinde, karikatürü resimsel olanın

dışında icra edenler de olmuştur.

Kurtuluş savaşı dönemi karikatürlerinde ortaya çıkan biçimleşme önce azınlık

ustalarıyla başlamış, Cemil Cem ve Sedat Nuri ile somutlaşmıştır. Diğer dönemlerle

kıyaslanamayan bu değişim, karikatüristin birden fazla çizim tekniğine

yoğunlaşmaya çalışmasıyla ortaya çıkmıştır. Bir konunun farklı biçimlerde

çizimlenmesi olgunlaşmasını Cumhuriyet döneminde gerçekleştirecektir; bu

olumsuzluklarla dolu, sancılı bir dönemdir. Bu konu ile ilgili Ramiz Gökçe49 bir

söyleşisinde şunları söylüyor: “Dergiyi tek başıma çıkarıyorum. Bunu değişik

çizgilerle karikatür çizerek dergiyi, tekdüzelikten kurtarmaya çalışıyorum.” (Server,

İskit, Türkiye’de Matbuat İdareleri ve Politikaları, s.184) Bu açıklamayla ilgili, çizer

sıkıntısı çekmeyen ve karikatüristlerin doğal bir gelişim süreci sonrası vardıkları bir

tutumda olmamakla beraber, dönem de yapılan bu tür çizimler bir tür öykünmeden

ibarettir. 1923 yılında Akbaba’ya, İhap Hulusi (Görey)50 ile giren ve karikatür

olmayan afiş tarzı çizimler, karikatürcüler tarafından ilgi görmüş ve öykünmeler

burada da ortaya çıkmaya başlamıştır. Zaten bir biçem karmaşası yaşayan karikatür

bu sayede bir parçaya daha bölünmüş ve farklılıkları artmıştır. Öyle ki bir yayının

aynı sayfasında ki aynı kişiye ait çizimler arasında bile büyük farklılıklar oluşmuştur.

(Çeviker, 1991, cilt 3, 53-59)

49 1900-1953 yılları arasında yaşamış ve pek çok mizah dergisinde çizmiş ünlü bir karikatüristtir. Ayrıca Mizah isimli dergisinin de kurucusudur. 50 1898-1986 yılları arasında yaşamış, Türkiye’de ilk Afiş sergisini 1935 yılında açmıştır. Şuan da hala hizmet veren pek çok kuruma uzun yıllar hizmet vermiş çok yönlü bir grafikerdir.

Page 115: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

113

— Asri yaz hülyası

— Kim bilir İstanbul’un izbe mahallelerinde kaç fakir genç yazı bu hülya ile geçirir?

Resim 28- Salahattin, 10 Temmuz 1922, Aydede Mizah Dergisi, 3

Page 116: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

114

— Kuraklık münasebetiyle:

— Bu gidişle yağmur duasına çıkacağız!

Resim 29- Ramiz Gökçe, 12.Temmuz.1922, Ayine Mizah Dergisi, S.17, s.4

Reklam karikatürü II. Meşrutiyet’te ortaya çıkmış, ancak asıl gelişmeyi

Kurtuluş Savaşı döneminde yaşamıştır. Genellikle bir espri çerçevesin de

oluşturulmuş, karikatürize edilmiş tiplerle mizahi bir amaç gütmüşlerdir. Ancak

çizimlerde imzaya rastlanmamıştır. Özellikle Mustafa Kemal tarafından kurulan

Hakimiyet-i Milliye gazetesinde ki Şark Teceddüt (Yenilik) Lokantası ve

Kıraathanesi’nin reklam afişi ilgi çekmektedir.

Page 117: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

115

—Bu ne hal arkadaş!... Seni görmeyeli çok değişmişsin.

—Şaşacak ne var, Şark Yenilik Lokantası’na devam ediyorum. Yemeklerinin

neffasati, ucuzluğu ve çokluğu beni bu hale koydu.

—Aman deme!... Ben de oraya gideyim bari.

Resim 30- Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, 21 Aralık 1922

2.2.3.2.5.1. Kurtuluş Savaşı Dönemleri

Kurtuluş Savaşı Dönemi, Türk karikatürü için önemli bir dönemeçtir.

Toplumun daha önce yaşamamış olduğu sürekli bir savaş hali halkı derinden

etkilemiştir. Bu sebeple Kurtuluş Savaşı dönemini bölümlere ayırarak incelemek

daha doğru olacaktır.

Page 118: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

116

1) Mütareke Dönemi (1918-1919)

Tanzimat’tan beri basındaki yerini koruyan Karagöz (1908-1935), bu döneme

de imzasını atmıştır. Bu dönem Karagöz karikatürlerinde imzaya rastlanmazken pek

çok mizah yayını karikatür köşelerini boş olarak basmaya başlar. Politik bir sakınca

güden dergi, döneminde bir de işgal sansürüyle karşılaşınca imzasız olmasının sebebi

de ortaya çıkar. İçi ve dışı renkli basılan ilk dergi olma sıfatını kazanan Diken (1918-

1920)’ de bu dönemde ortaya çıkar. Diken, bir bakıma İstanbul’un renkli panoraması

görevini üstlenmiş gibidir. Ülkeyi terk eden Enver, Cemal ve Talat Paşalardan,

bobstillere, savaşın ortaya çıkardığı “Yeni Zenginler” den parti ve iktidar

tartışmalarına, kadın-erkek ilişkilerinden, işgalcilerin yaşamlarından kesitlere,

yankesicilerden, Kuva-yı Milliyecilere değin geniş bir konu aralığı vardır.

—Hacivat: Aman Karagöz! Nedir bu koşma! Birbirine giriyorlar!...

—Karagöz: Bir şey yok canım, ben biraz gürültülü aksırdım da ondan ürktüler!

(Kısa bir süre sonra Yunanlılar, İzmir’den Anadolu’ya girecektir.)

Resim 31- Basri, 24 Nisan 1919, Karagöz, S.1173, s.1

Page 119: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

117

2) Kurtuluş Savaşı Dönemi (1919-1922)

Savaşla dolu olan bu dönemde, yergi, alay ve grotesk son sınırlarına kadar

kullanılmıştır. Çok uluslu bir savaş olmasına karşın karikatürlerdeki esas düşman

Yunan’lılardır. Yunan kralları karikatürlerin baş konusu olurken, İngiliz, Fransız,

İtalyan ordu ve komutanları da yer almaktadır. Karikatürlerin yaşattığı milliyetçilik

çizimlerin özelliklerine bakıldığında açıkça ortaya çıkmaktadır. Türk askerleri yiğit,

cesur, atak, bağışlayan ve cesur olarak çizilirken; düşman askerleri korkak, kaçkın,

teslimiyetçi, kalleş, uyuşuk, beceriksiz ve yağmacı olarak betimlenir.

Bu dönemde irili ufaklı pek çok karikatürlü yayınlar ortaya çıkmıştır.

Saldırgan ve teşhirci tarzlarıyla döneme imzasını atmış, deformasyonun sınırlarını

zorlayan iki mizah dergisi Aydede (1922-1922) ve Güleryüz (1921-1923) karşımıza

çıkmaktadır. Çizer kadrosu kadar konu alanı da son derece geniştir. Reel hayat ve

fanteziye yer veren Aydede Kurtuluş Savaşı sonlarına doğru kapanır ve yerine Yusuf

Ziya (Ortaç) ve Orhan Seyfi (Orhan) tarafından çıkarılan Türk mizah yayınının en

uzun ömürlü dergisi Akbaba51 çıkmaya başlar. Bunun yanı sıra bazı gazetelerde

karikatüre yer vermeye başlar.

51 1922-1977 yılları arasında çıkan mizah dergisi, bilinen en uzun süre yayım yapan mizah dergisi ünvanına sahiptir.)

Page 120: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

118

—Yunanistan: Hayrola nereden böyle?

—Askerler: Anadolu’dan artık geldik.

—Yunanistan: Bu getirdiğiniz nedir ya?

—Askerler: Megalo İdea’dan arta kalan.

Resim 32- Cevat Şakir, 22 Aralık 1921, Güleryüz, S.34, s.5

Page 121: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

119

3) Lozan Antlaşması Dönemi (1922-1923)

Savaşın sonlanması, antlaşmalar imzalanması ile silahlar, cepheler, ordular

karikatürden uzaklaşır yerine kapalı salonlar, antlaşma masaları, kulisler ve lobiler

yer almaya başlar. Grotesk öğeler azalmaya başlar; ancak yergi ve alay devam

etmektedir.

Lozan görüşmeleri önemi açısından hiç şüphesiz Türk karikatürünü de olumlu

yönde etkilemiştir. Türk halkını, Türk kadınını, askerlerimizi, önderlerimizi öven

çizimler girer mizah basınına. Sanattan çok işlevsellik ön planda olduğu bu tür

çizimler 1919 yılından itibaren dergi ve gazete sayfalarını kaplamaya başlar.

Kurtuluş Savaşı dönemi karikatürü önceki dönemlere göre son derece büyük

bir farkla gelişme gösterir. Bu dönemde karikatürün neredeyse resimden tamamen

kurtulmuş olmasının yegane sebebi savaştır. Uzun süre karikatür üzerinde pek çok

çizeri etkilemiş ve saltanat sürmüş olan Karagöz çizimleri artık hiçbir şey ifade

etmemektedir. Onun yerine temelinin Hayal’de atıldığı üç boyutlu çizimler yer

almıştır.

Bu dönemde göze ilişen diğer bir çizim türü de divan edebiyatından etkilenen

nakışlarla bezeli çizimlerdir. Bu tavır gittikçe karikatürün içinde de yer almaya

başlar.

Kurtuluş savaşı dönemin de yazı önemini biraz daha yitirmiş ve kendini

çizimle eşitlemiştir. Yazının bir alışkanlık haline gelmiş olması sebebiyle yazısız

çizimler yok gibidir. Bu dönem karikatürünün yazısının temelini fıkra ve seyirlik

oyunlar birikiminin üstüne koymuş olmasına rağmen söz ve anlam oyunlarından ve

şiirden de çok yararlanmıştır.

Mizahın hala yazıda olduğu bu karikatürler, hala yazısız algılanamamaktadır.

Hemen hemen yapılan tüm karikatürler maalesef bu çizginin dışına çıkamamışlardır.

Bu sebeple mizahlarını söz ve anlam oyunlarına ve fıkralara gizleyerek

kurgulamışlardır.

Bu dönem karikatürünün konuları şöyledir:

Belediye sorunları, ekonomi, basın dünyası, kadın, kadın-erkek ilişkileri,

eğitim, çocuk, savaş ve barış, yeni zengin-eski zengin gibi konuları işlemişlerdir.

Page 122: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

120

Yayınlardan bahsederken yayıncılarından da bahsetmek gerekir. Dönemin en

önemli yayıncıları Ali Fuat Bey, Sedat Simavi, Refik Halit (Karay), Semih Lütfi

(Erciyas), Aka Gündüz, Yusuf Ziya (Ortaç), Orhan Seyfi (Orhon), Ercüment Ekrem

(Talu) ve Mahmut Yesari’yi söyleyebiliriz.

Kurtuluş Savaşı dönemin de çıkartılmış gazetelere bakacak olursak: Karagöz,

Ati/İleri, Diken, Deccal, Cadı, Ortaoyunu, Kaval, Alay, Anadolu’da Peyam-ı Sabah,

Nefir, Anadolu’da Kalem, Güleryüz, Yeni Eğlence, Tatlı-Sert, Ayine/Ayna,

Kahkaha/1, Kahkaha/2, Aydede, Satvet-i Milliye, Ankara’da Peyam-ı Sabah Yerine

Çıkmaya Başlayan Alay, Babalık Gazetesi Mizah İlavesi, Dertli, Akbaba,

Zümrüdüanka, Kelebek şeklindedir.

— İstanbul’da bir sevişme sahnesi

— Beyoğlu’nda bir sevişme sahnesi

Resim 33- Münif Fehim Özarman, 25 Ocak 1923, Akbaba, S.15, s.3

Page 123: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

121

Bu arada I. Dünya Savaşı sırasında esir düşen Türkler tarafından çıkarılmış

birkaç dergi kaydına da ulaşılmıştır. Bunlar Kafes, Traş, Ne Münasebet, Mizahi,

Nasreddin Hoca ve Yarın’dır.

Bu dönemde de tıpkı II. Meşrutiyet’te olduğu gibi gazete ve dergi dışında da

ürünler verilmiştir. Bunların başını yine albüm’ler oluşturmaktadır. Sedat Simavi

tarafından hazırlanan Yeni Zenginler (Les Neo-Riches) ve Kadınlar Saltanatı

albümleri ile ilk karma albüm olan Harp Fakirleri (Les Neo-Pauvres)’i dönemin

yayınlarından sayabiliriz. Diğer bir yayın organı olarak da yıllık’ları sayabiliriz.

Kurtuluş Savaşı dönemin sayabileceğimiz tek yıllığı yine Sedat Simavi’ye ait olan

Diken Neşriyatı’ndan çıkardığı Diken ve İnci Salnamesi’dir. Kartpostal’larda

sayabileceğimiz diğer basın organıdır ki pek çok alanda kendini ispatlamış olan

Sedat Simavi’nin abartıya yer verilmemiş portrelerinden ibarettir. Son olarak da

ekler’i sayabiliriz. Bunlar da Sedat Simavi’nin öncülüğünü yaptığı bazı gazete ve

dergilerin özel günlerde ek olarak ayriyeten verdikleri bir yayındır.

Sedat Nuri (İleri), İzzet Ziya (Turnagil), Sedat (Süleyman) Simavi, Ramiz

(Gökçe), Cevat Şakir (Kabaağaçlı/Halikarnas Balıkçısı), (Ahmet) Rıfkı, Ahmet

Münif (Fehim/Özarman), Ratip Tahir (Burak), Cemal Nadir (Güler), Macarzade

Hakkı, Mazhar Nazım (Resmor), Zeki Cemal (Bakiçelebioğlu), Nurullah Cemal

(Berk), İhap Hulusi (Görey), Kenan, Ahmet, M (Mim), Safa, N (Nun), K (Kaf),

Basri, (Mehmet) İzzettin, H (Haydar), Şevket, Ulvi Kazım, Sa’di, (Hasan) Fahrettin,

Muhittin,Salahattin, İsmail Hakkı, Süreyya, Aka Gündüz, Hasan Rasim (Us), A

(Elif), Kazım, Hüsamettin Haşim, Mahmut Esat, Suat Nuri, Kemal, Vahidettin,

Şerafettin, Necmettin, Hayrettin, Turgut, Mümtaz Faik, Fikret, Halil, Şahabettin,

Şefik, Fikri, Cemal, Saim, Refik, Ziya, Adni, Hakkı, Eloğlu, Ahmet, Müfit, Muaffak,

Şemsettin, Nisa, M.B. ve C.H. olarak sıralayabiliriz.

Mondros Mütarekesiyle, işgalci güçlerin emri altına giren İstanbul büyük panik

yaşar. Basın bir yandan İstanbul’un, bir yandan işgalci güçlerin sansürü altında kalır.

Bu sebepten gazetelerin bazı sütunları boş çıkarılmaya başlanır. Bu durum savaş

bitimine kadar devam eder. (Çeviker, 1991, cilt 3, 16-197)

Page 124: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

122

2.2.3.2.6. Cumhuriyet Dönemi Karikatürü 1923-1998

Karikatür, ülkemiz de var olduğu günden beri, önceleri toplumsal aksaklıkları

konu edinen ve tümüyle topluma dayalı, topluma dönük, toplumla birlikte var olan

bir sanat niteliği taşıdığından, demokrasiyle birlikte güçlenmiş, gelişmiş, özgür ve

etkin kimliğini kazanmaya başlamıştır. Karikatürcülerimiz toplumsal olguları

konularında işlemiş ve görev sorumluluklarını kanıtlamışlardır. Bu saye de en kritik

dönemlerde bile ayakta kalmayı başarmışlardır.

Bu dönemden bahsederken, Cemal Nadir Güler ve Ramiz Gökçe’yi dönemin

sembolü olarak gösterebiliriz. Kurtuluş Savaşı döneminde yetişen Ramiz Gökçe’nin

kabul görmüşlüğü, Cemal Nadir Güler’in İstanbul’da tutunmasına engel olur ve

Güler Bursa’ya döner. 1928 yılında harf devrimi sonucu kendini yenilemek isteyen

gazeteler, kendilerine küsmüş olan Nadir’i tekrar çağırırlar. Necmettin Sadak’ın

çağrısını kıramayarak Akşam gazetesinde günlük karikatürlerine başlar. Bu Cemal

Nadir Güler’in kendini ciddi olarak gösterdiği ilk yayındır. Sıcak ve sevimli

çizimleriyle, halkın her gün karikatürlerle karşı karşıya kalmasını ve benimsemesini

sağlamıştır. Bu sırada Ramiz Gökçe’de Cumhuriyet gazetesi ve çeşitli dergilerde

(Akbaba, Karikatür, Mizah) ve II. Dünya Savaşı sırasında da Yeni Sabah gazetesinde

çizdiği karikatürleriyle bu sanatın yayılmasına yardımcı olmuştur. Gökçe ve Güler’in

bir niteliği de onların bu sanatı meslek edinmiş olmalarıydı. .(Balcıoğlu, 10-11)

Cumhuriyet dönemi karikatürlerinde çizgi, fazlalıklarından arınmaya

başlamış, yalınlık ve grafiksel duruşuyla mizahı tümüyle üzerine çekebilen eserler

vermeye başlamıştır. Çizgili mizah, çağdaş ve gerçek karikatür niteliklerine sahip

ürünler vermiştir.

Çizginin üzerini kapamış olan yazı bu dönemde önemini yitirmiş, gelişen

toplumla birlikte, gelişen karikatür sanatı da yazı olmadan eserler vermeyi

başarmıştır. Böylece önceleri sırf yazıyla yapılan dönem karikatürleri yok olmuş,

uzun süreden beri süregelen bu alışkanlıklar ortadan kalkmıştır.

Cumhuriyet dönemi karikatürcüleri yazısız karikatüre ayrı bir önem

vermekteydiler. Bu konuda özellikle Turhan Selçuk’un grafik mizah adını verdiği

yazısız karikatürlerin uluslararası bir dile kavuşmada çok önemli bir etken olduğu

gözden kaçırılmamalıdır.

Page 125: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

123

Cumhuriyet döneminde konu, daha bir topluma indirgenmiştir. Köy yaşamı,

ağa-köylü, siyaset, siyasetçiler, partiler, işçi-işveren, sınıf çatışmaları, devlet

sorunları, devrimler, ekonomi, kadın, kadın-erkek ilişkileri, eğitim ve çocuk olarak

sıralayabiliriz.

Ülkemizde bu dönemde yayınlanmış mizah dergileri: Akbaba, Karikatür, Taş,

Şaka, Amcabey, Makro Paşa, 41 Buçuk, Dolmuş, Tef, Taş Karikatür, Gırgır,

Taka’dır.

Karikatür kitaplarına gelince, Üstat Cem’in ilk karikatür kitabından sonra

yayınlanan tüm kitaplar 1923’ten sonra çıkmıştır. Kitaplar reklamlı ve reklamsız

olarak ikiye ayrılır. Reklamlı kitaplar -ki 1960’larda son bulmuştur- Kozma Togo,

Nemci Rıza Ayça ve Orhan Ural gibi çizerlere ait kitaplardır. Reklamsız kitaplar,

grup kitapları, konulu kitaplar (karikatür yarışmaları kitapları, Karikatürcüler

Derneği üyelerinin albümleri bir karikatürcünün eserlerinden oluşan kişisel kitaplar,

bir tek konu üzerine yapılmış kitaplar) ve serbest konulu kitaplar olarak

adlandırabilir.

Cumhuriyet Dönemi’nde saptanabilmiş karikatürcüler listesi oldukça

uzundur. Sedat Nuri İleri, Kozma Togo, Münif Fehim Özarman, Ramiz Gökçe, Salih

Erimez, Cemal Nadir Güler, Ratip Tahir, Burak, Hulki Onaran, Abidin Dino, Zahir

Güvemli, Orhan Ural, Nemci Rıza Ayça, Şadi Dinççağ, Şevki Çankaya, Sururi

Gümen, Turhan Selçuk, Mustafa (Mim) Uykusuz, Ali Ulvi Ersoy, Hüseyin Mumcu,

Nehar Tüblek, Cafer Zorlu, Eflatun Nuri Erkoç, Semih Balcıoğlu, Nihat Bali, Selma

Emiroğlu Akyan, İbrahim Ersaraç, Bedri Koraman, Burhan Solukçu, Altan Erbulak,

Semirami Aydınlık, Mustafa Eremektar (Mıstık), Sinan Bıçakçıoğlu, Halim

Büyükbulut, Erdoğan Bozok, Ferruh Doğan, Orhan Doğu, Ferit Öngören, Suat

Yalaz, Tonguç Yaşar, Güngör Kabakçıoğlu, İsmail Biret, Yalçın Çetin, Sezgin

Burak, Orhan Enez, Yurdagün Göker, Oğuz Aral, Erdoğan Başol, Zeki Beyner, Ergin

Gülen, Tan Oral, İsmet Lokman, Hikmet Aksoy, Erdoğan Özer, Mete Göktürk, Tekin

Aral, Eray Özbek, Sema Ündeğer, Burhanettin Ardagil, Raşit Yakalı, Nezih Danyal,

Mahmut Akgün, Ali Galip Altunçul, Ümit Öğmel, Bülent Düzgit, İsmail Gülgeç,

Muhittin Köroğlu, Meral Simer, Atilla Özer, Ahmet Akanat, Kamil Masaracı,

İbrahim Tapa, Sami Caner, Öznur Kalender, Cem Kenan Öngü, İzel Rozental, İrfan

Sayar, Ali Fuat Süer, Köksal Çiftçi, Sunder Erdoğan, Salih Mmecan, Bülent Okutan,

Page 126: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

124

Ercan Akyol, Ahmet Erkanlı, Mahmut Karatoprak, Ferit Avcı, Selçuk Demirel,

Gürbüz Doğan Ekşioğlu, Musa Kart, Piyale Madra, Semih Poroy, Kadir Cengiz,

Haslet Soyöz, Behiç Ak, Erdoğan Karayel, Şevket Yalaz, Harun Yavruoğlu, Alp

Tamer Ulukılıç, Necati Abacı, Orhan Çoğuplugil, Cumhur Gazioğlu, Asaf Koçak,

Hasan Seçkin, Mehmet Çağçağ, Nuray Çiftçi, İ. Bülent Çelik, Muammer Kotbaş,

Sait Munzur, Kamil Yavuz, Ergün Gündüz, Murat Kürüz, Latif Demirci, Kadir

Doğruer, Derya Sayın, Ramize Erer, Serdar Çakırer, Mehmet Ali Türkmen, Halil

İncesu, Dağıstan Çetinkaya, Hakan Sümer. (Balcıoğlu, 5)

1940’lara değin portre karikatür için mizahi yayınlarda özel bir bölüm

ayrılırdı. Bu portreler dönemin ünlü yüzlerini, meslekleriyle ilgili giydirip altına da

ismi yazılırdı. Bu dönemde yapılmış portre karikatürlerden bazıları kitap haline

dönüştürülmüş ve günümüze kalan iyi bir albüm kaynağı olmuşlardır.

Dönemin portre karikatür çizerleri, Kozma Togo, Ratip Tahir Burak,

Muvaffak İhsan Garan, Bedri Koraman, Faruk Alp, Şadi Dinççağ, Tan Oral, Necati

Abacı, Haslet Soyöz ve Semih Poroy’u sayılabilir. (Balcıoğlu, 15)

Çok partili sistem geçişle beraber, muhalefet akım çerçevesinde çizilen

karikatürlerde yoğun bir siyasallaşma başladı. Bu duruma öncülük eden dergi Marko

Paşa’ydı. Bunu yanı sıra çeşitli günlük gazetelerde ve diğer mizah dergilerinde de

siyasal konular ön plana çıktı. Karikatürlerin bu denli siyasallaşması sansür

baskısının yeniden gündeme gelmesine sebep oldu. Pek çok yayın defalarca

kapatılırken, çoğu çizerde tutuklandı. (Balcıoğlu, 9-22)

Page 127: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

125

Dalkavuk resim çektiriyor

Resim 34- Cemal Nadir Güler’e ait bir karikatür

Page 128: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

126

Alman- Benim için “Sulhu sevmez” diyorlar. Ağzımla kuş tutsam kimseye

yaranamıyorum!...

Resim 35- Ramiz Gökçe’ye ait bir karikatür

Page 129: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

127

İlerleyen dönem boyunca sürekli gelişen Türk karikatürüne, gazete ve dergi

sütunlarının dışına taşması, çizgi romandan tiyatro sahnelerine, iskambil kağıtlarının

arka resimlemelerine, çizgi film tarzı televizyonlarda yayınlanan canlı karikatür

gösterilerinden reklamcılıkta kullanımına kadar yayılması ayrı bir kişilik kazandırdı.

Böylece karikatür sanatı İstanbul’la sınırlı kalmadı, tüm ülkeye yayılmaya

başladı. Karikatürün toplumsal bir ilgi alanı olduğunun en güzel örneğini 2000’li

yıllarda cezaevlerindeki mahkumların mizah dergisi çıkarmaya başlamasıyla

verebilir.

2.2.3.3. Yakın Döneme İlişkin Detaylar

2.2.3.3.1. Karikatürcüler Derneği

29 Ağustos 1969’da Ferit Öngören, Turhan Selçuk ve Semih Balcıoğlu

tarafından İstanbul’da kurulan Karikatürcüler Derneği ülke çizerlerini bir çatı altında

toplamıştır. Derneğe duyulan ilgi Ankara, İzmir, Eskişehir, Trabzon ve Antalya’da

da açılmasına sebep olmuştur. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra kapatılmış, 1988 ‘de

tekrar açılmış ve çalışmalarında yeni düzenlemelerle devam etmiştir. 1984 yılında

dönemin başkanı Özal’ın emriyle İstanbul Büyükşehir Belediyesi bir karikatür

müzesi açma girişimine başlamış, İstanbul Fatih’teki Gazanfer Ağa Medrese’si,

Karikatür ve Mizah Müzesi’ne dönüştürülerek 27 Şubat 1989’da hizmete açılmıştır

hatta karikatür kursları bile verilmeye başlanmıştır.

Bu gelişmelerin yanı sıra 1993’te Nezih Danyal’ın girişimiyle Kültür

Bakanlığı’nca Dünya Karikatür Galerisi açıldı. Nezih Danyal 1994’te Karikatür

Vakfı’nı kurdu. Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde Aralık 2004’te Karikatür

Sanatını Araştırma ve Uygulama Merkezi ve yine bu üniversiteye bağlı Eğitim

Karikatürcüleri Müzesi kuruldu. Ayrıca İstanbul Belediyesi de Kara Mizah Merkezi

adı verilen bir karikatür eğitim merkezini açtı.

Page 130: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

128

2.2.3.3.2. 50 Kuşağı

1942-1951 yılları arasında karikatüre başlayan tüm karikatürcüleri içine alan

50 Kuşağı resmi olarak adlandırılmamış bu dönem hem Türk karikatürüne

katkılarından, hem de günümüze kadar süren etkilerinden dolayı ayrı bir dönem

olarak ele alınır.

50 Kuşağı öncesine baktığımızda yazıyla var olan karikatürler, kişi

konuşturmalarla klişeleşmiş konuları kullanmışlardır. Bunlar arasında özellikle

Cumhuriyet dönemi sırasın da biri gazete okuyan, diğeri ona cevabı yapıştıran, iki

memur, iki çocuk, iki yaşlı insan ya da iki kadın gibi karikatürlerinin ana kişileri

olan, ikili karikatürler kullanmışlardır. 50 Kuşağı bu ikili konuşmaların karikatür için

bir sorun olduğunu düşünmekte ve bir çözüm aramaktadırlar. Bu şekilde hızlı bir

girişle yazısız karikatür’e giriş yapmışlar ve aslında şimdiye kadar kullanılan yazılı

karikatürlerin anlayış sisteminden uzaklaşmış bu karikatürlerle, bir bakıma izleyiciye

eğitim vermişte sayılmaktadırlar.

50 kuşağı karikatürleri, bilinçli karikatürcüleriyle, mizahı çizgiye taşımış,

toplumu çizgiyle konuşturmaya, düşünmeye yöneltmiştir. Bu döneme kadar

denenmiş yazısız karikatürlerin, bir fikri 5 ya da 6 karede verebilmiş olan yetisi tek

kareye inmiş, güçlü, kalıcı ve uzun soluklu eserler verilmiştir.

Cumhuriyet Döneminde bu kadar öneme sahip olan 50 Kuşağı sanatçıları:

Sururi, Semih Balcıoğlu, Ali Ulvi Ersoy, Altan Erbulak, Ferruh Doğan, Mıstık,

Turhan Selçuk, Mustafa (Mim) Uykusuz, Yalçın Çetin, Yalçın Tüzecan, Nehar

Tüblek, Tonguç Yaşar, Suat Yalaz, Sinan Bıçakçıoğlu, Eflatun Nuri Erkoç, Bedri

Koraman, Oğuz Aral, Nihat Bali, Şadi Dinççağ, Hüseyin Mumcu.

Page 131: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

129

Resim 36- Ali Ulvi Ersoy’a ait bir karikatür

Page 132: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

130

Resim 37- Nehar Tüblek’e ait bir karikatür

Resim 38- (Mim) Mustafa Eremektar’a ait bir karikatür

Page 133: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

131

Yine bu döneme özgü olarak, karikatürün bir meslek haline dönüşmesi,

bireysel bir girişim olmaktan çıkıp, tüm toplum tarafından ilgi duyulan, sayısız

yayınları, sergileri ve eğitimi ile genç çizerlerine yeni ufuklar açan bir sanat haline

gelmesi de 50 kuşağının bir becerisidir. (Balcıoğlu, 12-14)

2.2.3.3.3. Yarışmalar

Ülkemizde ilk karikatür yarışmaları 1955 yılında İstanbul Gazeteciler

Cemiyeti ve İstanbul Gazeteciler Sendikası (Türkiye Gazeteciler Sendikası)

tarafından düzenlenmiştir. Yarışmaları dört yıl boyunca sendikayla beraber sürdüren

cemiyet, daha sonrasında tek başına devam ettirmiştir.

Yurt dışı yarışmalarına ilk katılım ise 1957 yılında gerçekleşmiştir. II. Dünya

Savaşı’ndan sonra turistik bir amaçla İtalya’nın değişik turistik bölgelerinde

başlatılan yarışmalar büyük ilgi görmüş ve diğer ülkeler tarafından da devam

ettirilmiştir. İtalya’nın Bordighera, Marostica, Ancona, Pescara ve Tolentino’da

yapılan yarışmalar, Belçika’nın Knokk-Heist, Yugoslavya’nın Skopje, Lyublijana,

Sarajevo ve Belgrad bölgeleri ile İran’nın Kayhan Dergisi, Bugaristan’ın Gabrovo,

Kanada’nın Montreal, Japonya’nın Simiuri gazetelerinin düzenlediği uluslar arası

yarışmalarla devam etmiştir. (Balcıoğlu, 15-16)

Türkiye’de düzenlenen ilk uluslar arası karikatür yarışması ise Karikatürcüler

Derneği’nin düzenlediği Uluslar Arası Nasreddin Hoca Karikatür Yarışması’dır.

Hemen ardından yine aynı dernek tarafından düzenlenmiş Uluslar Arası Simavi

Karikatür Yarışması’dır. Düzenlenen pek çok yarışmaya katılan karikatürcülerimiz

ülkemize ödüllerle dönmüşlerdir.

Bunların yanı sıra Nehar Tüblek, Turizm ve Barış, İzmir Büyükşehir

Engelliler, Ankara Karikatür Vakfı, Sinop Valiliği ile Rotary Kulüp, Türkiye Milli

Olimpiyat Komitesi, Fair Play, Kapadokya- Ürgüp, E(ğitim)-E(uro)-E(uropa), Maya

Dergisi, Türk-İngiliz İlişkileri, Uluslar Arası Simavi gibi yarışmalar da

düzenlenmiştir. (Öngören, 125-129)

Page 134: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

132

2.2.3.3.4. Sergiler

Galeri yokluğu nedeniyle sergiler halkevleri, konsolosluklar, dükkanlar,

sinema ve tiyatrolarda açılmak zorunda kalmıştır. Biraz olsun bu isteği karşılayan,

1952 yılında Adalet Cimcoz’un İstanbul Beyoğlu’nda açtığı Maya Sanat Galerisi, ilk

özel galeridir. Zamanla galeri sayısı artmaya başlamış ve sergiler de buna bağlı

olarak hız kazanmıştır.

Paris’te bulunan bir Türk gazetecisinin önerisiyle Türk Fransız Dostluk

Derneğinin aracılığıyla Mayıs 1966’da Paris Güzel Sanatlar Akademisi’nde ilk kez

yurt dışında toplu bir sergi gerçekleşmiştir. Bunun dışında bir ilkte Eflatun Nuri

Erkoç’un 1952 yılında Londra’da bir sergi açmasıyla bu alanda “ilk yurtdışı kişisel

sergi” gerçekleşmiştir. Dönemin diğer sergilerine örnek verecek olursak Portreler,

Dünya Kadınlar Günü, Çizgiyle Barış, Adalet ve Demokrasi, Kentim İstanbul, Cafer

Zorlu, Hacı Bektaş, AKM Barış, 140. Yıldönümünde Ahmet Rasim ve İstanbul

Sevgisi, Özürlüler Haftası’nda Yalnız Değilsiniz, Kent Gürültüsü, 1963’ten Bugüne

Demirel.

Page 135: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

133

Resim 39- Kozma Togo’ya ait bir karikatür

Page 136: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

134

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK; OĞUZ ARAL, TAN

ORAL, SALİH MEMECAN

Neden Oğuz Aral, Tan Oral, Salih Memecan?

Yukarıdaki bölümlerde de belirtildiği gibi, Ülkemiz hem karikatür malzemesi

olarak hem de bu malzemeleri değerlendirebilecek mizah ustaları yönünden hayli

zengindir. Genç Cumhuriyet öncesi oluşmuş kültürel yapının, Cumhuriyet sonrası

devrimlerle oluşturulan kültürel yapıyla karşı karşıya kalmasıyla ortaya çıkan

paradoksal durum, Ülkemizde bitmez tükenmez bir mizah kaynağı olmuştur.

Mizah kaynağını toplumdan alır, yine topluma yöneltir. İnce espri, hiciv,

nükte’den başlayan skala, ancak sezgisel bir yetiyle anlaşılabilecek en ağır ve hatta

kaba küfürlere doğru bir seyir izleyebilir; tarihimiz bu örneklerle hayli zengindir.

Ancak, her alanda olduğu gibi, mizahın da bir sanat alanı olarak sınırı ve ölçüsü ne

olmalıdır? sorusu bizim bu seçimimizde başat bir rol oynamıştır.

Sağlığında nice ehli hünerin,

Bir tutam tuz bile yoktur aşına,

Öldürüp onu açlıktan,

Sonra da türbe dikerler başına, anonim dörtlüğü;

Ülkemizin ehli-hünerlerine verdiği değeri mizahi bir dille anlatan güzel bir vecizedir.

Ancak mizahçılarımız bu dizede belirtilenler dışında kalmış ve dünyanın birçok

ülkesinde görülmeyen bir sevgi ve saygının sahibi olmuşlardır. Bu bize iki sonucu

verir;

1) Ülkemiz insanı gerçekten çok ince bir nükte yetisine sahiptir,

2) Ülkemiz gerçekten bir gelişim içindedir, çünkü mizah kendini bir çatışkılar

alanı içinde ortaya koyar.

Bu çatışkılar sonucu ortaya çıkan sentezler, karşıtlıkların bütünlüğü ilkesini

temel alan kültürel yapının oluşmasını sağlar. Bu tek taraflı bir gelişme değildir;

mizah bu karşıtlıkları taraflara sunarken son derece naif, zararsız bir yor izler.

Temelinde “bir de böyle bir yönü var, buradan da bakmak istemez misiniz?”

sorusuyla başlatılan yolculuk, acılı ve sancılı bir süreçle iç benliğimizi kuşatan

devinimlere ve değişimlere neden olur. Bu değişimleri dünyanın hiçbir silahının

Page 137: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

135

başaramayacağı gözden kaçırılmaması gereken tarihsel bir gerçektir. Bu yönüyle

mizah, bu süreçte; genellikle ‘at gözlüklerinin çıkarılmasına’ ve buna bağlı olarak

çoğunlukla temel insani değerlerin ben merkezli olmaktan çıkarılıp genel evrensel

kurallar olduğunun hatırlanmasına neden olur. Bu değişim, başaranlar için gelecek

hayatlarının sağlıklı olmasını sağlarken, çoğunluk böyle bir seçimin dışında kalmayı

ve verilen sürü ahlakı ile yetinmeyi tercih edebilir; çünkü mizahla ortaya konan

gerçekler ‘demir leblebi’ gibidirler: Acı, sancı, hüzün verirler. Sağduyu sahibi bir

insan buradan devinen mutluluğa geçmenin mümkün olabileceğini bilir.

Yukarıdaki bölümlerde, temel insani problemlerin, çağlar boyunca, bir

olduğunu ancak bu problemlerin çözümlerinde farklı yollar izlendiği belirtilmiştir.

Yapay bir ayrım olarak kabul edilmediğini farz ederek, doğu ve batı arasındaki en

temel farkın; sadece bir düşünce farkı olmadığını, batı kültürünün oluşturduğu yaşam

biçiminin ‘devinimi kendi içinde yaratan bir devinimsizlik’ biçiminde yorumlanması

gerekmektedir. Yani batı yaşam biçimi sürekli bir devinim içinde stabil, kalıcı bir

‘düzen’ istemekte ve bunu her türlü dogmatizmden uzak bireysel olarak

gerçekleştirmektedir. Sanat, bilim, teoloji batıda böyle bir amaca, insan için ve eğer

söylememe müsaade edilirse özgürlük fenomeni için hizmet etmektedir. Bugün

gelinen nokta iki kültür arasındaki farkı açıkça ortaya koymaktadır.

Ülkemiz Cumhuriyet ile batılılaşmaya başlamış, bireycilikten bireyselciliğe,

teolojik meditasyonlardan bilimsel meditasyonlara, kırsal yaşam biçiminden kentsel

yaşam biçimine ve en önemlisi adalet kavramının sorgulanmasıyla altruist ahlak

anlayışından pragmatist ve hatta hedoist ahlak anlayışına geçiş yapmıştır.

Cumhuriyetle birlikte eğitim alanında gerçekleştirilen yeniliklerle pozitivist ve

pragmatist bir eğitim anlayışı kabul edilmiş ancak bu da kültürün yapısı gereği

sorgulanmadan benimsetilmiştir; pozitivizmin ve pragmatizmin eğitimde tek geçer

yol olduğunu kabul etmek de bir metafiziktir; bir uçtan öbür uca gidiştir ve

pozitivizmin ruhuna terstir. ‘Positus’dan gelen ve bütün olup bitenleri kavramın iç

mantığına uygun olarak ‘olgusal gerçeklikten’ alan pozitivizim de, bizde, olgunun

arkasına deyim yerindeyse bir ‘maşallah’ ekleyerek anlaşılmış ve

değersizleştirilmiştir. Pragmatizm de, özellikle son elli yıl içinde, ben merkezli bir

düşüncenin etrafında, toplumsal dejenerasyonun bütün örneklerinin, lüks-fuhuş-

kolay para kazanma- vs. sergilendiği bir ‘sirk’ görüntüsünden öteye gidememiştir.

Page 138: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

136

İşte böyle bir panorama, Ülkemizde, mizahın gelişmesine büyük katkılar

sağlamış ve yukarıda isimleri zikredilen üç büyük sanatçımız (Oğuz Aral rahmetli

olmuştur) bu gelişmenin doğrudan lokomotifi olmuşlardır.

Bir sanat eserinin evrenselliği, yukarıda da belirttiğimiz gibi, lokal

problemlerden hareket etse bile, evrensel insanlık idesine ulaşacak sorunları ortaya

koymasıyla mümkündür, çünkü; sorun sadece bir insanın yada bir grubun yada bir

kültürün sorunu değil, bütün insanlığın, başlangıcından geleceğe kadar, sorunudur.

Bizim burada zikredilen sanatçıları seçimimizde, sanatçılarımızın eserleriyle

yukarıda söz edilen evrenselliği yakalamalarının yanı sıra Ülkemizde son yıllarda

yaşanan bütün değişimlerin doğrudan içinde olmaları ve yapıp ettiklerinde hiçbir

hipotetik yan gütmedikleridir. Bunun yanı sıra yaptığımız seçimde;

- Eserleriyle evrensel nitelikte olmaları –ki, üç sanatçımızda bu ölçütün

içindedir,

- Yaptığı çalışmalarla Ülkemizde, bütün alanlarıyla, karikatürün ve mesleğin

gelişmesine katkıda bulunmuş olmaları; özellikle Tan Oral bu anlamda

inceleme konumuz olmuştur,

- Yaptığı çalışmalarla mizahı gerek dünya’da ve gerekse Ülkemizde, mizahın

hoşgörü içeren içsel dinamiğini de sürekli gündemde tutarak, geniş halk

kitlelerine ulaşmasında katkıda bulunmuş olmaları; özellikle Salih Memecan

bunun için seçilmiştir.

Bu seçim diğer sanatçılarımızı yok saydığımız anlamına gelmez; seçimimiz

nicelikçedir, nitelikçe değil.

3.1. Oğuz Aral; Huysuz İhtiyar

3.1.1. Hayatı

Ünlü Türk karikatürist Oğuz Aral,1936 yılında İstanbul Silivri’de doğmuştur.

Öğrenim hayatına Davutpaşa Lisesi’nde devam etmiş ardından, İstanbul Devlet

Güzel Sanatlar Akademisi’ni kazanmıştır. Ancak, akademi de üçüncü sınıfa

geldiğinde okuldan ayrılmıştır.

Page 139: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

137

15’li yaşlarda ilgi duyduğu mizah alanına yönelmiş ve çeşitli dergi ve

gazetelerde karikatür çizmeye başlayarak meslek hayatını oluşturmuştur. İleriki

dönemlerde tirajı 500 binleri bulan ve bu sayıyla da dünyanın en çok satan üçüncü

büyük mizah dergisi konumuna yükselen Gırgır’ı çıkarmış, başkanlığını ve

yöneticiliğini üstlenmiştir.

Çeşitli tiplemeleriyle tanınan sanatçı, -Karikatür Müzesi’nde üç boyutlu

heykeli sergilenen- Avanak Avni tiplemesinin de yaratıcısıdır. Bunların yanı sıra

Hayk Mammer, Köstebek Hüsnü, Utanmaz Adam ve Vites Mahmut gibi

tiplemeleriyle de son derece ünlüdür.

Oğuz Aral’ın karikatürleri ve 'Huysuz İhtiyar' başlığı altında yazdığı mizahi

öyküleri ölümüne kadar Hürriyet gazetesinde yayınlanmıştır. Ayrıca Aral'ın, tiyatro,

müzik ve sinema konularında da çalışmaları bulunmaktadır.

Aral, aynı zamanda kendi gibi karikatürist Tekin Aral52’ın ve yazar İnci

Aral’ın da ağabeyidir.

Oğuz Aral, Kurtuluş Savaşı’nın önemli subaylarından Kafkas kökenli bir

generalin özgüvenli ve başına buyruk yetişen kızı olan ilk eşi Sevil’le 1957’de

evlendi. Sevil, Güzel Sanatlar Akademisi’nin resim bölümünde okuyordu. Aral,

evlenme teklifini Sevil’in perspektif dersine girerek, bütün sınıfın ve hoca Nazmi

Bey’in önünde yapmıştı. Oğuz Aral 20 ve Sevil henüz 21 yaşındaydı.

Babasını 9 yaşında kaybeden Oğuz Aral, aile yuvası diyebileceği koruyucu

bir çatıya hiç sahip olamadı. Bu boşluğu önemsediği arkadaşlarıyla doldurmaya

çalışmıştı. Sevil’le birlikte ilk kez sahip olduğu ortak çatısını dostlarıyla paylaştı.

Oğuz ve Sevil’in Kazancı Yokuşu’ndaki yoksul evi, çizerlerin ve yazarların ortak

mekanlarından biriydi. Bir akşam bu arkadaş grubuna 19 yaşında bir balerin olan

Tolga Tiğin ve tiyatrocu nişanlısı Yılmaz Gruda da katıldı. Bu tanışmadan yedi sekiz 52 Tekin Aral 1941 yılında ağabeyi Oğuz Aral gibi İstanbul Silivri’de doğmuştur. 1956 yılında Dolmuş mizah dergisinde yayınlanan karikatürüyle ilk deneyimini kazanan Tekin Aral, Tef, Karikatür, Taş gibi diğer mizah dergilerinde de çizmeye devam etmiştir. Vatan, Yeni Sabah, Akşam ve Yeni Tanin gibi gazeteler de çizer olarak çalışmıştır. Ağabeyi Oğuz Aral’la birlikte Türkiye’de ilk çizgi film çalışmalarını yapanlar arasında da yer almıştır. Tekin Aral, 1968 yılında Günaydın gazetesinde çalışmaya başlamıştır. Bu süreçte yine ağabeyinin çıkartmış olduğu Gırgır dergisinin oluşumunda birlikte yer aldıktan sonra, 1976 yılında Fırt adlı bir dergi çıkarmış, yarattığı Arap Kadri tiplemesi ile çok ilgi görmüştür. Karikatürcü bir kuşağın yetişmesinde büyük rol oynayan gülmece içerikli yazılar yazmıştır. Sanatçı 20 Nisan 1999 yılında böbrek ve akciğer kanseri nedeniyle yaşamını yitirmiştir. (www. WEB : http://tr.wikipedia.org/wiki/Tekin_Aral)

Page 140: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

138

yıl sonra Tolga Tiğin, Oğuz Aral’ın ikinci aşkı ve son eşi olacaktı. Tolga Tigin’le

yaptıkları evlilikten Seyit Ali adında bir çocukları oldu. (Atay; Akşit, 2008, 14-99)

Oğuz Aral, 26 Temmuz 2004 yılında, Bodrum Torba Kervansaray Otel’de

geçirdiği bir kalp krizi sonucu rahatsızlanarak, kaldırıldığı hastanede multiorgan

yetmezliği teşhisi konulmuştur. Aral, yapılan tüm müdahalelere rağmen

kurtarılamayarak 68 yaşında vefat etmiştir. Ölüm haberi bütün gazete ve televizyon

kanallarında bildirilirken, kendi çalıştığı gazete de bu haberi şu şekilde yayınlamıştır:

“Mizah Dünyası Hocasına Ağlıyor

Sezer Şahindaş Muğla Bodrum, (DHA)

Karikatürü halka indiren, Türk mizahın büyük ustası Oğuz Aral, dün akşam

68 yaşında kalbine yenik düştü.

Hürriyet Gazetesi’nin ‘Huysuz İhtiyar’ı, karikatüristi ve yazarı Oğuz Aral

geçen hafta tatil için Bodrum’a geldi. Torba Kaynar Mevkii’ndeki Kervansaray

Otel’e yerleşen Oğuz Aral, önceki gün arkadaşı Teoman Ermete ile dışarıda yemek

yedikten sonra oteline döndüğünde fenalaştı. Aral, çağrılan ambülânsla hemen Özel

Bodrum Hastanesi’ne kaldırıldı ve tedavi altına alındı.

Doktorlar kalp rahatsızlığı olan Oğuz Aral’ın kalbine pil takılmasını önerdi,

ancak ünlü karikatürist bunu kabul etmedi. Hastanede iki gündür tedavi gören Oğuz

Aral, dün saat 19.30 sıralarında yeniden kalp krizi geçirdi. Aral doktorların tüm

çabasına karşın kurtarılamayarak hayatını kaybetti. Hastanede bulunduğu sürece

başından bir an olsun ayrılmayan Aral’ın arkadaşı Teoman Ermete acı haberi

İstanbul’daki yakınlarına iletti.

Başhekim Dr. Erkan İnal, Oğuz Aral’ın ‘multiorgan yetmezliği’ nedeniyle

hayatını kaybettiğini belirterek, şöyle dedi:

—Oğuz Aral, dün (önceki gün)akşam saatlerinde arka cidar bölgesindeki

yaygın enfarktüs nedeniyle hastanemize getirildi. Kendisine hemen müdahale edildi.

Ancak, gündüz saatlerinde böbrek yetmezliği ortaya çıktı. Günde üç paket sigara

tükettiği için de beyin küçülmesi olmuş. Diyalize sokmak istendi, ancak her şey bir

anda kötüye gitmiş. Bu akşam saat 19.30 sıralarında vefat etti.

Karikatür sanatçısı Hürriyet Gazetesi’nin kendi deyimiyle ‘Huysuz İhtiyar’ı

Oğuz Aral’ın ölüm haberini alan çok sayıda arkadaşı Özel Bodrum Hastanesi’ne akın

etti.” (www. WEB : http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2004/07/27/496158.asp)

Page 141: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

139

Ölümünün 1. yıldönümünde anısına 26 Temmuz 2005 tarihinde İstanbul

Cihangir parkına heykeli dikildi. Heykeli 2006 ve 2007 yıllarında 2 kez saldırıya

uğramasına rağmen tekrar onarıldı. Ancak, Şubat 2008'de gerçekleştirilen son saldırı

sonucu parçalara ayrılan heykelin yerine yenisi yapılması planlanmaktadır.

3.1.2. Eserleri ve Eserlerinden Örnekler

Resim 40- Oğuz Aral, Avni tiplemesi

Page 142: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

140

Resim 41- Oğuz Aral, Avanak Avni çizgi dizisi

3.1.2.1. Çizgi Filmleri

Koca Yusuf (1966)

Direkler Arası (1967)

Bu Şehri İstanbul (1968)

Ağustos Böceği ile Karınca (1971)

3.1.2.2. Kitapları

Avni

Bana Bir Tarzanlığı Bile Çok Gördüler-Yeni Bir Huysuz İhtiyar

Her Rakının Bir Cini Vardır-Huysuz İhtiyar

Page 143: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

141

3.1.2.3. Dergileri

Oğuz Aral tarafından yaratılan Gırgır ve Avni dergileri (özellikle Gırgır)

kültürel panoramamızın en üst noktasında müstesna bir yere sahiptirler.

Gırgır mizah dergisi, Türkiye’nin ilk en büyük tirajını yapmış, Avrupa

ülkelerinde bile çok satmış, çok tanınan ve uzun yıllar varlığını en üstlerde

koruyabilmiş bir katlar etkinliğimizdir.

1970’li yıllarda ofset baskının henüz gelişme gösterdiği ülkemizde, ilk

gazetecilik girişimi Günaydın’dan gelmiştir. Şimdiye kadar bilinenlerden daha

kaliteli ve ayrıca renkli olarak baskı yapan Günaydın, bu baskı çeşidinin özelliğiyle

büyük boy ve daha fazla resim, çizgi, fotoğraf kullanarak, geneli okumaktan pek haz

etmeyen Türk halkına az yazı çok resimle daha fazla hitap etmiştir. Ancak ofset

baskı kullananlar yelpazesindeki tek eksik bir mizah dergisidir. İşlerini

kolaylaştırmak adına, çizgi film yapımcılığı için Beyoğlu’nda bulunan Aral, yapacağı

farklı bir yenilikte ofset baskı kullanımı için Cağaloğlu’na taşınmıştır. Gün

gazetesinde, Gırgır adında küçük bir köşede çizmeye başlayan Aral, giderek değişen

çizgisiyle ve yeni katılan çizer kadrosuyla artık bir tam sayfa olarak çıkmaya başlar.

Gırgır’ın yayınladığı karikatürler aslında Gün gazetesinde çıkan haberlerin bir tür

espriyle çizilmiş halleridir.

Gırgır’ın bu gelişimi daha sonra Oğuz Aral tarafından ayrı bir dergi olarak

çıkarılması kararını aldıracaktır. Nihayetinde ayrı bir kitap olarak yayınlanan Gırgır,

o güne değin Gün gazetesinde yayınlamış olduğu bütün karikatürlerin, sayfalarının

bile değişmeden direk birleştirilerek kitap haline getirildiği bir yayın haline

dönüştürülür. Grafik yapısı apayrı bir özelliğe sahip olan kitap Gün gazetesinden

tamamen ayrılarak bir dergi şeklinde yayınlanmaya başlanmıştır.

1970’li ve 80’li yılların temel mizah olayını özetleyen dergi, yaklaşık 50

yıllık Akbaba mizah dergisini bile eskitmiş ve Gırgır’ın kadrosu oluşurken öncelik

okurlara verilmişti. Uzun ve yoğun bir mektuplaşma ve eğitimler sonucu okuyucu

kitlesinden tamamlanan çizer kadrosuyla işte kendini tamamlamıştır. Yani Gırgır

aslında bir çeşit mizah okulu olarak göreve başlamıştır. Çiçeği Burnundakiler adıyla

konulan genç ve yeni çizerler köşesi sayesinde halkın mizah eğilimine de son derece

yakından tanık olmuştur.

Page 144: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

142

Yönetimini üstlenen Oğuz Aral tarafından kurulan Gırgır mizah dergisi, 70

öncesi siyasi olaylar yüzünden durağanlaşan mizah alanında, yeni bir hareket

getirmiştir. Gırgır’ın ortaya çıktığı dönemlerde AP ve CHP’nin birden iktidarda

olmaması, meydanı açık tutmuş ve derginin sağlam bir temel kurmasına izin

vermişti. Yani dergi, taraf tutmak zorunda kalmamış ve herkese hitap edici bir

şekilde yayınlanmıştır. Tabi bu durum sadece uygun ortamdan değil aynı zamanda

Gırgır’ın iç dinamizminden de kaynaklanmaktadır. Genelde sosyal konuları baz alan

Gırgır, politik olayları 2. plana atmıştır. Böylece tarafsızlığını da ispatlamış olan

dergi, hem iktidarı, hem de muhalefeti aynı anda güldürebilmiştir. Bu da daha geniş

kitlelere hitap edebilme fırsatını doğurmuştur.

1970’li yıllarda yeni yeni çoğalmaya başlayan ve çok ilgi toplayan televizyon,

konu ve reklam bakımından Gırgır’a büyük destek olmuştur. Böylece televizyonun

işlediği konuları baz alarak ortak hareket eden ve sonucunda karikatürlere yansıyan

ve balonlarla konuşturdukları tiplerle hiç reklam vermeden de sürekli hatırlanmasına

ve bir Gırgır tiryakiliğinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

Gırgır mizahı, kısa zamanda halkın mizahi zevkini yansıttığını fark ettirmiş

ve beyaz perdeden, sahneye, müziğe değin pek çok alanda örnekleri görülmeye

başlanmıştır. Çizgi roman tarafı ağır basan, bol balonlu ve konuşmalı Gırgır çok

benimsenmiştir. Akbaba dergisi ilk kez okuyucu kaybetmiştir; bu sırada Gırgır ise

500 binlerde satmaya başlamıştır. Akbaba dergisi bir salon mizahı içeriyordu. Yani

aydınların beğenisini yansıtmaktaydı; oysa Gırgır yalın ve açıktı, halk kendini

Gırgır’da görüyordu.

Akbaba kaybettiği bu tirajı önlemek için çeşitli yolara başvurdu. Gırgır’dan

etkilenerek ofset baskıyla yayınladığı Yumurta adlı bir ek vermeye başladı. Taklit

niteliğindeki bu ek Akbaba mizah dergisinin kaybettiklerini kazandırmanın aksine

alıcı bulamadığı için derginin tamamen kapanmasına sebep olmuştur. Akbaba’nın

kapanmasının ardından ortaya, Akbaba’nın tarzında Çivi ve Çarşaf gibi iki yeni dergi

çıktı. Durumu değerlendirerek sağlam adımlar atmaya çalışan Çarşaf dergisi, yine de

beklentilere yeterince karşılık veremez ve Gırgır’ı taklit etmeye başlar. Bir grup

Gırgır çizerini kadrosunu kendi bünyesine alan Çarşaf, Türkiye’nin en çok satan 3.

dergisi olmayı başarmıştır.

Page 145: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

143

Gırgır’ın bu kadar benimsenmesi ve başarılı olmasının bir sebebi de şimdiye

kadar bir olan yazar-çizer kadrosunun işlevsel olarak ayrılmasıydı. Böylece dergide

bir espri bulucu, birde bulunan espriyi canlandırıcı iki grup olmuştur. Bu şekilde

yayınlanan karikatürler arasında bir çizim bütünlüğü sağlanırken, alta atılan imzalar

da -biri çizer, biri yazar olmak üzere- ikiye çıktığı görüldü.

Bu dönemlerde Gırgır çizerleri bir deneme yaparlar ve toplu halde Gırgır’dan

ayrılarak Mikrop isimli mizah dergisini çıkarırlar. Ancak dergi kısa bir sürede

kapanır ve çizer grubu Gırgır’a geri dönerler. Bu çizerler daha sonra en sürükleyici

ve ünlü isimleri oluşturacaklarıdır.

1980’li yıllara gelindiğinde Türkiye’deki siyasi olaylar yüzünden karikatür

çizilemez hale gelmiştir. Hakkında 5 haftalığına kapatılma kararı alınan Gırgır, ceza

bitiminde üç yıl muhalefet yapamaz ve eski Gırgır’a dönüş o andan itibaren

imkansızlaşır.

1990’lı yıllar ise Gırgır’ın son anlarıdır artık. 1985’te Gırgır’dan ayrılan bir

grup çizer Gümgüm’ü, bir grup Dalda’yı, 1986’da bir grup Limon’u, bir grup

Salata’yı, 1989’da bir grup Dıgıl’ı, bir grup Fırfır’ı ve bir diğer grupta Hıbır mizah

dergisini çıkarırlar. Bu durum Gırgır’ın kendi içinde kadro azalmasına ve kavgalara

yol açar; böylece Gırgır’ın sonunun gelmesi de hızlanmıştır. Aynı yıl Haldun

Simavi’den Ertuğrul Akkaya’ya el değiştiren Gırgır’da, Aral ve Akkaya arasında

anlaşmazlıklar söz konusu olmaya başlamıştır. Bu anlaşmazlıklar mahkumiyetlerle

ve mahkemelerle devam ederken, Aral ekibini alıp Sabah gazetesine gider. Yine de

her girişim başarısızlıkla sonuçlanır ve Gırgır kapanır. Geriye ise başarılı ve

ustalaşmış bir çizer kadrosu, çubuk karikatür birikimi ve sağlam bir çizgi roman

kalmıştır. Ancak Gırgır’ın altında yatan kapanma nedenlerini inceleyecek olursak

yapılan hatalarında ortaya çıkmasına sebep olunur. Bunların başında dinamikleşen

kadro ayrımında çizerlerin hep bir espri vericiye ihtiyaç duymaları ve Gırgır’da

ustalaştıktan sonra büyük kitleler halinde ayrılmaların olması ve Gırgır’a rakip başka

dergileri kurmuş olmalarını başlıca sebepler içinde sıralanabilir.

Page 146: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

144

3.1.2.4. Yönettiği Tiyatro Oyunları

Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı

Keşanlı Ali Destanı

Bu saydıklarımızın içinde de özellikle Keşanlı Ali Destanı53 çok ses getirmiş

bir çalışmadır. Bu yüzden oyun hakkında bilgi vermek gerekirse:

Gülriz Sururi ve Engin Cezzar tarafından uzun süre sergilenen oyun, Haldun

Taner'in yazdığı müzikal bir oyundur. Yönetmenliğini yaptığı oyun, ilk

oynanmasının üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen, hiçbir zaman Türk

tiyatrosunun temel taşlarından biri olma özelliğini yitirmemiştir. TRT için dizi ve

sinema filmi olarak ta çevrilen Keşanlı Ali Destanı'nın yönetmenliğini ise Genco

Erkal üstlenmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarından Demokrat Parti dönemine kadarki

süreçleri yalın bir dille, eleştirel bir bakışla komedi tarzında yorumlanmıştır. Oyun,

aynı zamanda bir çok tiyatro topluluğu tarafından defalarca sergilenmiş, Avrupa'nın

birçok şehrinde, Amerika'dan Lübnan'a bir çok ülkede oynanarak, Türk Tiyatro

tarihinde bir fenomen haline gelmiştir. Ali ‘Destan’ı kullanmaya karar vermiştir.

Çünkü “Bu toplumda sessiz, sakin, efendi olursan her zaman dayak yer, ezilirsin.

Ama terbiyesiz, güçlü, zalim, ne dediğini bilmeyen biri olursan, o zaman saygı

görürsün”. Ali, hapiste bunu öğrenmiş ve yeni bir Ali’yi fark etmiştir.

3.1.2.5. Tiplemeleri

Hayk Mammer

Köstebek Hüsnü

Utanmaz Adam

53 Oyunun konusu: Sineklidağ, büyük bir kentin eteklerinde yer alan, gecekondulardan oluşmuş, ezilen, yoksul insanların yaşadığı bir varoştur. Keşanlı Ali, Çamur İhsan’ı öldürmekten hapse düşmüştür ve hapisten bir kahraman olarak çıkagelir. Ali’nin iki dramı vardır: Birincisi, suçsuzdur; ikincisi, aşık olduğu Zilha, Çamur İhsan'ın yeğenidir ve ona düşmanca davranmaktadır. Muhtar seçilen Ali, Sineklidağ’da yeni bir düzen oluşturur ama yüreğiyle beyni arasında ciddi çatışma yaşamaktadır. Şef olarak toplumuna, insan olarak duyduğu aşka sorumludur. (www.WEB: http://tr.wikipedia.org/wiki/O%C4%9Fuz_Aral)

Page 147: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

145

Vites Mahmut

Avanak Avni

Bu sıralananlar içinde Avanak Avni’nin ayrı bir yeri ve ünü vardır. Avanak

Avni, karikatürist Oğuz Aral’ın Gırgır sayfalarında yarattığı ünlü bir çizgi-

kahramandır. Oğuz Aral, ofis-boy olarak çalışan Rıza Külegeç adlı çocuktan

esinlenerek bu karikatürü yaratmıştır.

Avni tipik bir gecekondu mahallesi çocuğudur. Hep ezilir ama hiç boyun

eğmez. Bazen hileyle, bazen kurnazlıkla, bazen boyun eğer görünerek hakkını

korumaya çalışır. 70’li yıllarda Gırgır dergisinin büyük satış rakamlarına ulaşması ile

popüler olmuştur.

Avni’nin ünü, Türkiye sınırlarını aşmış; Güney Afrika’daki ırkçı olaylara

karşı, Meksika’da ise ABD emperyalizmi karşıtı gurupların sembolü olmuştur.

Fransa’da AB anayasasına karşı çıkan guruplar da Avanak Avni tipini

kullanmışlardır. Avni ODTÜ’de Troçkist guruplar tarafından da siyasal bir eylemde

kullanılmıştı.

Oğuz Aral efsane dergi Gırgır’ın zorla el değiştirmesi olayından sonra 1990

yılında Avni mizah dergisini çıkarmaya başladı. Avni 1996 yılına kadar yayınını

sürdürdü. Temmuz 2006 tarihinden itibaren, Penguen mizah dergisi çizerleri Oğuz

Aral’ın anısına Avni’nin karikatürlerinin aynısını kendi kalemleri ile çizmeye

başlamışlardır. (www.WEB: http://www.kolikler.com/thumb/1226.JPEG)

3.1.3. Sanatı ve Sanatçı Kişiliği

İlk çizimlerine 14 yaşında başlayan Oğuz Aral çok kısa bir süre içerisinde

yetenekleri fark edilmiş ve mizah hayatına hızlı bir giriş yapmıştı. 17 yaşında

Türkiye’nin en uzun ömürlü mizah dergisi Akbaba’nın karikatüristleri arasına

katılmayı başarmış ve 19 yaşına geldiğinde ilk çizgi romanını yayımlamıştı. Tef, Taş

ve Dolmuş gibi dönemin önemli muhalif dergilerinin aranan “Altın Bilek” unvanlı

karikatürcüsü olmuştu. (Atay; Akşit, 2008, 21)

Türkiye’yi karikatürleriyle Avrupa’ya ilk tanıtanlardan Oğuz Aral

karikatüristliği yanında başka aktivitelere ve yeteneklere de sahipti. O’nun çok

yönlülükleri arasında pantomim sanatçısı ve öğretmeni, tiyatro yöneticiliği, bağlama

Page 148: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

146

ustası, yazar, senarist, grafikçi, seramik ve ebru ustası, ressam, aşçı, ticaret adamı,

çizgi film yapımcılığı ve en önemlisi mizah ustalığını sayabiliriz. Bu çalışmaları

arasında özellikle Türk çizgi film yapımcılığını önemli bir noktaya taşıyacak

çalışmalar yapmış, Anadolu’nun çeşitli bölgelerine pantomimi taşıyarak bu sanat

dalının tanınmasına olanak sağlamıştır. Pantomim sanatçılığı yaparken başına

gelenler ise ayrı bir mizah konusudur. Sözsüz oyun için, komünizm propagandası

soruşturması açıldığında kendilerini şöyle savunur:

“Bizde söz yok ki, nasıl suç olur?”

Hem bu soruşturma, hem de savunması gerçek bir mizah örneği değil midir?

Güncel, sosyal ve halkın anlayabileceği basite indirgenmiş bir karikatür

anlayışına önem veren Oğuz Aral, kendi mizahi görüşü ve doğrultusunda birçok

karikatürcü yetiştirmiştir. O’nun hakkında ünlü sanatçıların söylemiş olduğu övgüleri

sanatçı kişiliğini tanımlamada da kullanabiliriz.

"Oğuz Abi hayatı boyunca müthiş bir yol haritası olmuştur bana." Sezen

Aksu

"Oğuz Aral her şeyi yapardı. Hatta her şeyi güzel yapan adamdı." Müjdat

Gezen

“İnsan sarrafıydı. Sizinle yarım saat konuşsa kaderinizi okuyabilir, hatta

değiştirebilirdi. Hiç bilmediğiniz, gizli kalmış yanlarınızı karikatür denilen araçla

nasıl ortaya çıkarabileceğinizi şıp diye gösterirdi.” Metin Üstündağ

Oğuz Aral’dan bu şekilde bahsedenlerin yanı sıra, yaptıklarıyla sık sık

sansürleyen, dergi kapatma cezaları uygulayan hatta tutukluluk kararı verenlerde

olmaktaydı. Tıpkı pantomim olayında olduğu gibi bir başka sansür ve ceza

uygulaması da Müşerref Tezcan Olayı’nda vuku buldu. Müşerref Tezcan olayı

karikatürist ve sanatçı Oğuz Aral’ın evrensel bir sanatçı olmasını sağlayan ve bir

sanatçının hangi koşullarda olursa olsun yapması gerekeni yapmasını mimleyen

tarihimizin yüz akı olaylardan birisidir. Oğuz Aral bütün bir hayatı boyunca hiçbir

şey yapmamış olsaydı bile bir tek bu çalışması onu hak ettiği yere koyardı. Oğuz

Aral’ın yaptığı bütün diğer tiplemeler bu çalışması yanında lokal kalır.

Olay hakkındaki bilgileri birinci kişinin yani Oğuz Aral’ın ağzından

öğrenmek gerekirse:

Page 149: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

147

“Müşerref Tezcan Vaka’sı

Yaşları müsait olanlar bilirler, 12 Eylül’den önce ortalama bir şarkıcı olan

Müşerref Tezcan, 12 Eylül’den sonra söylediği “Türkiyem, Türkiyem cennetiiiim”

diye bir şarkıyla darbecilerin gözbebeği olmuştu. Müşerref Tezcan, üstünde bayrak

kırmızısı bir elbise, elbisenin göğsünde bir ay-yıldız, başında sünnet çocuklarının

başlığı türünden ne olduğu pek kestirilemeyen bir başlık, başlıkta yine bir ay-yıldız,

bağırıp duruyordu “Türkiyem, Türkiyeem cennetiiiim” diye. Tek kanal TRT’de

Müşo’yla yatıp Müşo’yla kalkar olmuştuk. Sonra bir hafta sonu Gırgır çıktı.

Kapağında bildik bayraklı elbisesiyle Müşerref Tezcan tam bir cadı görünümünde

çizilmişti. O hafta toplatıldı Gırgır. Neydi Müşerref Tezcan Vaka’sı?

Oğuz Aral, evinin ortasına kendi kafasında kurduğu sanal hologramında o

günleri bir kez daha izledi ve anlatmaya başladı:

“Bu kadın 12 Eylül’ün şarkı-marş simgesiydi. Kocası Mahmut, bunun imaj-

maker’ı olmuş. Kafasına bir fes, üstüne kırmızı bir bez, memelerinin üstüne bir ay-

yıldız, al sana imaj.

Ulan bir baktım, İzmir’de birazcık direnmeye çalışan işçilere karşı bu kadının

şarkısı kullanılıyor, işte ‘Yurduma düşman girmiş’ falan diye. Kim ulan düşman?

Düşman bizim İzmir’de direnmeye çalışan işçiler.

Kapağa koyduk karikatürü. Onun için ilk kapatılan yayın organı olduk

elhamdülillah.

Önce dergiyi kapattılar, sonra kapatma gerekçesi aradılar. Kim kapatacak

dergiyi, nöbetçi hakim. Sabahın köründe nöbetçi hakime gitmişler, derginin kapağını

dayamışlar burnuna, bunu kapat demişler. Adamcağız da bir şey bilmeden, bakmış

kapağa, kapatma gerekçesini yazmış. Gırgır’ın kapatma gerekçesinde aynen, ‘Yaşlı,

çirkin, menhus bir kadının üzerine bayrak çizerek Türk bayrağına hakaret’ ettiğimiz

yazıldı. Bu sebeple Türk adliyesi benim 2,5 yıl hapsime talip oldu.

Ulan bre!...”

Artık Oğuz Aral sıkıyönetim tarafından aranan şahıslardan biridir. “Çok

aradılar, tutamadılar” diyor Aral. “Çünkü bu onların yaptığı ilk, benim gördüğüm

üçüncü, dördüncü ihtilaldi.”

Devamla:

“Çok aradılar, tutamadılar. Ben de gittim, askeriyeye değil, bana bu davayı

Page 150: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

148

açan sivil mahkemeye teslim oldum. Baş hakimi, ayarlamışlar ama mahkemeyi

oluşturan diğer nöbetçi iki hakimi ayarlayamamışlardı. Herkes ve her otorite, benim

tutuklanacağımdan o kadar emindi ki daha mahkemeye girmeden, mahkeme

kapısında kafama bir sürü jandarma dikmişlerdi. Ama o nöbetçi iki garip hakim, bire

karşı iki benim serbest bırakılmama, mahkemeden serbest olarak çıkmama karar

verince, bizim mahkemenin de kitabına uygun olmasını istediler ve dokunmadılar.

(Allah razı olsun!)

0 hakimlerin başına neler geldiğini de bilemiyorum tabii!..”

Peki, ama o karikatürün ne çizgisi, ne esprisi Oğuz Aral’ındı. Üstelik karikatürde

imza da yoktu. Derginin sorumlu müdürü de Aral değildi. Neden kendisi gidip teslim

olmuştu?

“Karikatürün çizgisi ve esprisi benim değildi ama o derginin her şeyinden ben

sorumluydum. Her şeyi ben göğüslemek zorundaydım. O çocukları o vahşetin içine

atamazdım, atmadım.” (www.WEB: http://www.ntvmsnbc.com/news/280017.asp)

Oğuz Aral’ın, ‘Müşerref Tezcan’ olayı ile ulaştığı sonuç; bütün insanlar

için geçerli olan evrensel bir ilkenin tekrar açığa çıkarılmasıydı. Oğuz Aral

sadece korku ve endişenin hakim olduğu militarist bir yönetimin kendini

sevimli, toplumsal, geçerli ve doğru göstermek için yaptığı maskaralığı mizahi

bir karikatür aracılığıyla ortaya koyma cesaretini göstermiştir. O bunu

yaparken yanında sadece sahip olduğu insani değerler manzumesi vardı ve o bu

manzumeyi hak eden herkese, bütün insanlığa sunmuştur.

Page 151: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

149

Resim 42- Gırgır mizah dergisinin kapatılmasına sebep olan Müşerref Tezcan

olayındaki baş sayfa karikatürü

Page 152: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

150

3.2. Tan Oral

3.2.1. Hayatı

Tan Oral 20 Mayıs 1937 yılında Merzifon’da doğdu. Annesi İstanbullu bir

Osmanlı kadını olan Fatma Şerife Hanım, babası Cumhuriyet ordusunda subay olan -

aynı zamanda tablolar yapan ve mesleğiyle ilgili bir de kitap yazan- Ankaralı Ahmet

Muhtar Beydi. Ahmet Beyin mesleğinden dolayı, aile sık sık şehir değiştirmişti. Tan

Oral doğduktan 2 yıl sonra Karaköse’ye gidildi. Oradan Bandırma, Bursa, İzmir ve

oradan da İstanbul’a gidildi. İlkokula Bursa Çekirge’de başladı. Ancak ilk ve orta

öğrenimini tamamlayana kadar Bursa Tophane, İzmir, Erzincan, İstanbul, İzmir,

Ankara, İzmir gibi çeşitli bölgelerde 13 okul değiştirerek bitirdi.

Öğreniminin son yılında bir yıllık beklemeli bir dönem geçirdi. Bu

dönemdeki boşlukta ilk çizimlerine başladı. Yetişmesinde okullardan önce mizah

dergilerinin (Tef, Dolmuş), sinemanın, sokakların ve çok dolaşmanın etken olduğunu

düşünmesi onu mizaha ve sinemaya borçlu olduğu kararına götürdü.

Eğitim hayatına o dönemdeki adıyla Güzel Sanatlar Akademisi’nde devam

etti, 1962 yılında Edirne’de eski yapıtların korunması çalışmalarına katıldı. Yok

olmaya yüz tutan çok sayıda yapıtın rölöve ve resimlerini yaptı. Edirne’nin Sesi

gazetesine bu konuda yazılar yazdı. Edirne resimlerini Akademi’de sergiledi ve

ardından Arkitekt dergisinde yayınladı. 1963 yılında Mimarlık bölümünden mezun

oldu. Üç yıl boyunca mesleğini icra eden Tan Oral, Akademi Yapı Kürsüsü’nde

Sedad Hakkı Eldem’in asistanı olarak çalıştı. Bu dönemde asistanların yönetime

katılabilmeleri için toplu çalışmalar yürüttü.

1968’li yıllarda, Oral üniversite hareketleri içinde düşünsel çalışmalar ile

öğrencilerin Akademi yönetimine katılmasını sağlayacak yasal düzenlemelerin

gerçekleşmesine katkıda bulunmaya çaba göstererek bazı çalışmalarda bulundu. Bu

uğraşların sonucunda asistanlar ve öğrenciler yeni yasa ile yönetime katıldılar. Oral

özellikle sonraki yıllarda yaygınlaşan terörden Akademi’nin en az zararla çıkmış

olmasını bu olguya bağlamaktadır. Ancak zamanı gelip askerlik için mesleğine ara

veren ve görevini tamamlayıp Akademi Asistanlığına geri dönmek istediğinde, bu

Page 153: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

151

yasal hakkı Akademi yönetimince tanınmadı. Danıştay’da açılan dava usulden

yitirildi. Böylece mimarlık ve eğitim ile olan tüm ilişkisi kesilmiş oldu.

Tan Oral, eğitim hayatından ayılmış olmanın verdiği boşluğu çizimlerle,

karikatürle, afiş çalışmalarıyla, çizgi film ve filmlerle yaparak doldurmaya çalıştı. Bu

sırada bazı yayın organlarında günlük çizimleri yayınlamaya başladı.. Aynı yıl çeşitli

sanat dallarında uğraş veren arkadaşları ile birlikte, toplumsal olaylar içinde sanata

ortak bir yön saptayabilme amacı ile “dsb” adıyla yürütülen çalışmalar da bulundu.

İlk kez Günlük Politika gazetesinde günlük karikatürler çizmeye başlayan

(1976) Tan Oral, daha sonra 26 Ocak 1982 yılından 2008 yılına kadar Cumhuriyet

gazetesinde günlük karikatürler çizmeyi sürdürdü. Bir dönem de, mezun olduğu

Mimar Sinan Üniversitesi'nin Uygulamalı Endüstri Sanatları Yüksek Okulu’nda

öğretim görevlisi olarak da çalıştı.

Bu çalışmalar bir yanı ile ilerici sendikalara, meslek örgütlerine ve derneklere

grafik hizmet götürmek biçiminde gelişirken; diğer yanı “Sanatçılar Birliği” içinde

görev almakla sonuçlanmıştı. Ayrıca 1971 yılında bu örgütte başkanlık görevini de

üstlenmişti. Bu görevler içinde çok sayıda serigrafi, afiş çizimi ve basımı işlerinde de

çalıştı.

Oral, çeşitli dergi ve yayın organlarında çalışmaya devam etti. Bunlar

arasında, 12 Mart öncesi Ant dergisinde ve Ankara “Yeni Gün” gazetesinin mizah

sayfasının yönetmenlik işlerinde çalıştı. Bu dönemde özellikle, Yansıma dergisinde

“Karanlık ve Aydınlık” adlı bir dizi karikatür yayınlarken, Özgür İnsan dergisinde de

diğer çizer arkadaşlarıyla beraber demokrasiyi savunan karikatürler çizdi.

Aynı zamanda film yapımcılığı ile de ilgilenen Tan Oral, Dostlar Tiyatrosu

için “Aslan Asker Şvayk” ve “Zemberek” adlı oyunlarda kullanılmak üzere, biri eski

belgelerden yararlanılarak, diğeri reel iki film yaptı.

Bir yıl sonra Karikatürcüler Derneği Yönetim Kurulu’nda yazman olarak

görev aldı. Bu görevi esnasında hala uluslar arası boyutuyla devam etmekte olan

Akşehir’de “Gençler Arası” ilk Nasreddin Hoca Karikatür Yarışmasının

düzenlenmesinde yardımcı oldu. Görevi boyunca yönetim kurulu üyeliği, yazmanlık

ve dört kez de başkanlık olmak üzere çeşitli statüler de bulundu. Tabi tek görevi

isimlendirilmiş olan bu statüler değildi, görevini başarıyla yerine getirirken aynı

zamanda da mimarlığının verdiği özellikleri de kullanarak 1974 yılında Çatalca’da

Page 154: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

152

Nesin Vakfı binalarının mimari projelerini hazırladı. Aynı dönem Milliyet çocuk

dergisinde “Çiçekler ve Gerçekler” adıyla renkli bir çizgi dizi yayınladı. Aynı yıl

Cumhuriyet gazetesinde Mustafa Ekmekçi’nin yazılarını resimlemeye başladı.

24 Eylül 1977 ile 1 Ocak 1984 yılları arasında yayınlanan “ Ciddiyet” adlı

mizah sayfasını yöneten Tan Oral, aynı zamanda çoğunluğu sendika, sanat, meslek

ve çocuk dergilerinin oluşturduğu pek çok yayında karikatürler çizmeye devam

etmiştir. Ayrıca çocuk kitapları resimleme ve kitap kapakları yapma pek çok alanda

çalışmalar vermiştir. Bunun yanı sıra hiçbir mizah dergisinde çalışmazken sadece

Çivi mizah dergisine kısa bir dönem tek karikatürlerini vererek yayınlanmasına izin

vermiştir.

1980’li yıların başında Akademiye bağlı olan ve daha sonraların da ise

kapatılacak olan “UESYO”da (Uygulamalı Endüstri Sanatları Yüksek Okulu)

öğretim görevine yeniden döndü ve bu kez çizgi film eğitimi verdi. Eğitim verdiği

öğrencileri son derece başarılılardı ve katıldıkları yarışmalarda dereceler

getiriyorlardı. 1982 yılında Akşehir çizgi film yarışmasında ki tüm dereceleri ve

1983 yılındaki Emniyet genel müdürlüğünün Trafik konulu çizgi film yarışmasında

da her iki ödülden birini alarak başarılarını ispatladılar. Tan Oral daha sonra

Akademi’de verdiği dersin aynısını Eskişehir Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar

Fakültesi, Canlandırma Sanatları Bölümü’nde 1990 yılından itibaren öğretim

görevlisi olarak devam ettirdi.

Son dönemlerinde Cumhuriyet gazetesinde günlük olarak çıkan

karikatürlerine son vererek istifa eden Tan Oral, istifasının gerekçelerini ve kendisine

yapıldığını ileri sürdüğü haksızlıklar olduğunu belirtmiştir. Tan Oral, 11 Haziran

2008 tarihinden itibaren ise hala devam etmekte olduğu Taraf gazetesinde günlük

karikatür çizmeyi sürdürmektedir.

3.2.2. Eserleri ve Eserlerinden Örnekler

Mimarlık, çizgi film yapımcılığı, film yapımcılığı, karikatüristlik gibi çok

yönlülüğüyle, hiç durmadan bulunduğu aktiviteleriyle, yayınladığı kitapları,

makaleleri, açtığı çok sayıda sergisi ve aldığı ödülleri ile çok yönlülüğünü ispatlamış

ünlü sanatçı Tan Oral, Türkiye’de en başta karikatür olmak üzere pek çok alanında

Page 155: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

153

eserler vermiş, ilklere adım atmış ve karikatürün ülkemizde gelişmesine karşılıksız,

çıkarsız ve keyifle ön ayak olmuştur. Ferit Öngören’in deyimiyle, Tan Oral

“Uygarlık Enerjisi” olarak sıfatlandırılmıştır.

3.2.2.1. Eserleri

Cumartesi Pazar (1969) (Film)

Sansur (1970) (Film)

Sansür, 1977, Gözlem Yayınevi

Büyük Türkiye,1978, Gözlem Yayınevi

İki Minik Kentli, 1980, Marmara ve Boğazları Belediyeler Birliği Yayını

Gözağrısı, 1986, Marmara ve Boğazları Belediyeler Birliği Yayını

İstanbul, 1986, Çekül Vakfı Yayınları

Sus ve Dinle,1989, Metis Yayınevi

Pencereler, 1993, Arkeoloji ve Sanat Yayınları

Yaza Çize, 1998, İris Yayınları

Yürüyenler, 1999, Metis Yayınevi

Kelebek Kanadı (1996) (Film)

Bu Kitabın Kuyruğu Var, 2003, YGS Yayınevi

Yüzyüze, 2005, Pan Yayınevi

3.2.2.2. Ödülleri

TMTF (Türkiye Milli Talebe Federasyonu) Uluslararası Kültür Şenliği, Karikatür

Yarışması Birincilik ödülü (1967)

Gayrettepe Resim Yarışması Birincilik ödülü (1969)

TRT Kültür Sanat ve Bilim Odülleri Yarışması Büyük Ödülü (1970)

Üsküp Uluslararası Karikatür Yarışması Onur Ödülü (1978)

Çağdaş Gazeteciler Derneği Yılın Karikatürcüsü 1980, 1981, 1983, 1984, 1985, 1992

İstanbul Gazeteciler Cemiyeti Başarı Ödülü (1990)

Basın Sağlık Hizmet Ödülü (1990)

Japon Yomiuri Simbun Karikatür Yarışması Excellence Ödülü (1983)

Page 156: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

154

Üsküp Mizahi Afiş Yarışması İkincilik Ödülü (1984)

Conkbayırı Anıt Yarışmasında, Gürel Yontan ve Metin Deniz ile birlikte mansiyon

ödülü (1972)

1975 Akşehir çizgi film yarışmasında da “Sansür” filmi ile birincilik kazandı.

Resim 43- Tan Oral karikatürü

Page 157: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

155

Resim 44- Tan Oral karikatürü

Page 158: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

156

Resim 45- Tan Oral karikatürü

Page 159: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

157

Resim 46- Tan Oral karikatürü

Page 160: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

158

3.2.3. Sanatı ve Sanatçı Kişiliği

Karikatürist ve mizah ustası Tan Oral, Ülkemizde karikatüristliğin bir

meslek olarak var olmasını sağlayan ve bu yolda ulaşılması güç bir başarıya sahip

olan yüz akı sanatçılarımızdan birisidir. Tan Oral’ı, bu bağlamda diğer

karikatüristler nezdinde de ayrı bir yere koyduran en önemli özellik; mesleğe

ilişkin etik değerlere verdiği önemdir. Oral, hem kendi yapıp ettiklerinde ve hem de

mesleğin gelişmesine ilişkin yaptığı çalışmalarda bu yönünü sürekli ön planda

tutarak meslektaşlarına çok iyi bir öğretmen olmuştur. Oral’la birlikte karikatür

bir saldırı, küfür, ağır hakaret aracı olmaktan çıkmış, sınırları belirlenmiş ve

kişisel hak ve özgürlüklerin önemi mimlenmiştir.

Oral, ilk çizim deneyimlerine lisenin sonunda uzatmaya kaldığı dönemlerde

başlamıştı. Bu şekilde devam eden Oral’ın ilk çizgisi 5 Şubat 1957 yılında Demokrat

gazetesinde yayınlandı. Bunun ardından 5 yıl boyunca öğrencilerin toplu karikatür

sergilerine katılarak çalışmalarına büyük bir hızla başladı. Bir karikatür dergisinde

yayınlanan ilk karikatürü ise bir zamanlar okuduğu Dolmuş dergisinin 137. sayısında

20 Ağustos 1958 yılında yayınlandı. Başarısı dikkat çeken Tan Oral’ın daha sonra

çizgilerinin ilk toplu tanıtımı Taş-Karikatür dergisinin 33. sayısında yapıldı.

Çizimlerinin yanı sıra karikatür ile ilgili yazılar da yazmaya başlamıştı.

“Karikatür Üstüne” başlıklı ilk yazısı 20 Şubat 1961 yılında, İzmir’de Sabah Postası

gazetesinde yayınlandı. Aynı gazete Mart ayında Oral’ın “Tosuncuk” adlı günlük

bant- karikatürlerini de yayınlamaya başladı.

Oral çizimlerini bir araya getirerek ilk kişisel sergisini açtı. İzmir İtalyan Kültür

Salonun’da, 26 Eylül1961yılında açtığı kişisel sergisini Cumhur Ertekin ile birlikte

açmıştı. Bu serginin ardından diğerleri geldi. Üç yıl sonra Erdek’te “Yürüyenler”

adıyla, kitleleri konu edinen çizgilerini sergiledi. Aynı sergiyi 1-15 Mart 1966’da

İstanbul Beyoğlu Şehir Galerisi’nde aynı adla yineledi. Bu serginin duyurularında

karikatür yerine “Güldüşün” sözcüğünü kullandı.

Daha sonralarında ise Türkiye’ye yeni yeni girmiş olan çizgi film sektörüyle

ilgilenmeye başladı. Çizgi film ve film yapımcılığında da başarı sağlayan Tan Oral,

bu alanda da çeşitli başarılar sağlayarak ödüller kazanmış ve Türkiye’de bu konuda

bir bakıma liderlik etmiştir.

Page 161: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

159

1969 yılında "Sanatçılar Birliği"'ne üye olan Oral, 1971'de bu oluşumun

başkanlığını yapmaya başlamıştır.. Bu süreçte Ant, Yeni Gün, Yansıma, Özgür İnsan

gibi dergi, gazete ve sendika ile ilgili yayın organlarında karikatürleri yayımlandı.

Dostlar Tiyatrosu için filmler hazırladı. 1973'te üye olduğu Karikatürcüler

Derneği'nde 1979'a kadar yönetim kurulu üyeliği, yazmanlık ve üç dönem başkanlık

görevlerinde bulundu.

Çeşitli ülkelerde çizgileri ve 1979 yılında İsviçre’de Sammlung Karikaturen

& Cartoon Basel Müzesi tarafından 23 adet karikatürü satın alındı. 1987 Bulgaristan

Gabrovo Bienali sergisine onur konuğu olarak katıldı.

1978 yılında “Akdeniz Akdeniz” isimli bir karikatür sergisini dört arkadaşıyla

birlikte hazırladı. 1982 yılında Rodos’ta Beysun Gökçin ve Vangelis Pavlidis ile

birlikte “Tek Başına Gülünmez” adıyla sergisini açtı. Bu sergi, 22 Eylül 1988’de

Atina’da tekrarlandı. Bir yıl sonra Rodos sergisini Bodrum Mavi Galeri’de yineledi.

İki kez Almanya’da Darmstad 1984 de ve Mühin’de 8 Kasım 1986’da kişisel sergiler

açtı. 1986 yılında Ankara Dost Sanat Ortamı’nda ve Romanya’da Petroşani kentinde

kişisel sergisini açtı. Kıbrıs’a da bir Türk karikatür sergisi götürdü. 12 Eylül 2005

Ankara Doku Sanat Galerisi’nde “Demirel ve Demokrasi” adlı sergisini açtı

Son açtığı sergilerden biri olan“Yüz Yüze” adını verdiği sergisini 22 Eylül

2005 Schneidertempel Sanat Merkezi’nde açtı. Serginin içeriği tanıdık tanımadık

yüzlerce yüz çizimlerinden oluşmaktaydı. Bu sergisi ile aynı adı taşıyan Yüz Yüze

adlı kitabının açıklamalı önsözünde şunlara değinmiştir:

3.2.3.1. “Yüz Yüze”

“Şu ya da bu nedenle kalemime takılan yüzlerce yüz, yıllarca dosyalarda üst

üste yığılarak biriktikten sonra, bu kez bu kitapta toplaşmayı ve bir sergi ile de insan

yüzüne çıkmayı başardılar. Özel bir çaba ve özel bir seçim yapmadım, eklemedim,

çıkarmadım. Gerçekten de günlük yaşam, çalışmalar, görev ve etkilenmeler içinde

kalem oynatırken, bazen not alırcasına hızla, ya da sabır isteyen yoğun emekle kağıt

üstüne düşen bu izler, içinde yüzdüğüm insan denizinin bana vuran kimi dalgalarını

oluşturuyor gibiydi. Yüzler zihnimizde yer edip arşivlenirken, belki fazla yer

tutmasın diye en can alıcı, en akılda kalıcı birkaç ayrıntı ve oranlama ile

Page 162: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

160

saklanıyorlar. Gerçeği ile artık bir ilgisi kalmamış, ama gerçeğinin ta kendisi olarak

hem de. Tanıdığımız bir yüzü hatırlarken, içindekileri ayrıştıramadığımız ve

tanımlayamadığımız ama iyi bildiğimiz bir lezzet gibi, sadece bir tat gelir dilimize.

İşte o, artık O’dur, deriz. Onu bir başkasına hatırlatmak için de ayrıntılara boğulmuş

bilgi yumağı ve anatomik açıklamalar yerine, işte o lezzetten bir damla tattırmak

yeterli olacaktır. Bellek, o karmaşık arşivinden anında bulup çıkaracaktır o lezzetin

sahibini. Çünkü daha önce tadı damağında kalmıştır da ondan. Fazla teferruat ve

malumat ise ağız tadını kaçıracaktır.” Tan Oral

18 Ocak 2007 Schneidertempel Sanat Merkezi’nde bu kez Tan Oral

tarafından açılan sergide tanıdıklarının Tan Oral portrelerinin yer aldığı bir sergi açtı.

Son sergisi ise 12 Mart 2008 Eskişehir Eğitim Karikatürleri Müzesi’nde “Gözden

Kaçanlarla, Göze Batanlar” isimli sanat hayatının 50.yılına istinaden bir sergi daha

açmıştır.

Tan Oral günümüze değin pek çok makalesiyle, hem mizah hakkındaki

görüşleriyle ışık tutmuş, hem de Karikatür Vakfı Yayınlarında yayınlayarak destek

olmuştur. Bu makalelerinden özellikle bir tanesi bize Tan Oral’ın mizahi görüşü

hakkında daha net ve önemli bilgiler vermektedir.

3.2.3.2. “Mizahi Felsefe”

“Karikatür meraklıdır. Tıpkı felsefe gibi. O da her yeri kurcalar. Her şeyi

anlamak ister. Evrende insana ilişkin ne varsa arar, bulur. Onları sergiler ve tartışır.

Karikatür sorunları sever, yani bilgiyi sever. Tıpkı felsefe gibi. O da sorunların içine

girmekten çok hoşlanır ve kalemini kara boyaya batırmaktan hiç vazgeçmez.

Kara boya ve sorunlar ise bitmiyor. Çünkü mutluluk arayışı bitmiyor.

Geçmişi özleyip, geleceğin düşlerini kurarken insan, bugününü ıskalayabiliyor

bazen. Ne planlar kuruyor, ne sonuçlar çıkarıyor aklınca, ne hesaplar yapıyor. Ama

evdeki hesap çarşıya uymuyor. Aldanmalar, sürprizler ve tutarsızlıklar birbirini

kovalıyor. Sonunda umudunu yitirebiliyor kişi. Öfkelenebiliyor. Kendine ve

başkasına zarar verebiliyor. Bir yandan elbet sorunların üstesinden gelmeye çalışıyor.

Ama bazen beceremediği de oluyor bunu. Kendi gibi beceremeyenleri de görüyorsa

eğer, gülmekten başka yolu kalmıyor demektir. Kahkahalarla gülebilir artık,

Page 163: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

161

yaptıklarına ve olan bitene. Gülmek güç verir. Zihin açar. Ezmekten ve ezilmekten,

kısacası gülünç olmaktan kurtarır insanı.

Ayrıca ak kâğıt üstüne çiziliyorsa bir de bunlar ve karikatürse eğer bu

çizilenler, basılıp yayılıyorsa bir de çevreye, işte o zaman kahkahalar sakinleşmeye

başlar. Gülme önce dudaklara sonra beyinlere yayılır. Düşünce nefes almaya başlar.

Gülme kısa sürelidir aslında, vurur geçer. Ama izi sürer.

Savaşlar, tartışmalar ve mutluluk arayışları ile geçen 20. yüzyıl artık sona

eriyor. Yeni bir yüzyılın, daha da ilginci yeni bir bin yılın eşiğine gelindi. Bilimde,

teknolojide, doğada, siyasette, sanat ve felsefede, yüzyılın sonuna doğru çok şeyin

değişmeye başladığı görüldü.

Teknolojide mekanizm yerini elektroniğe, sanatta modernizm çoğulculuğa,

siyasette kamuculuk bireyselciliğe, ekonomide devletçilik yerini serbest piyasaya

terk etti. Doğada ona egemen olma tutkusu, doğaya saygılı olma düşüncesine bıraktı

yerini. Felsefede eski tartışmaların yerini, kuram dışı ve akıldışı da olsa, kişisel

yaşantıların derinliklerinden çıkan değerler düzenine varma düşüncesi, yani “yaşama

felsefesi” doldurdu. Bütün bunlar yeni bir küresel kavrayışın da yayılması ve kabul

görmesi ile sonuçlandı. Öte yandan binlerce yıl bilime, felsefeye ve inançlara ebelik

etmiş olan uzay, her gün biraz daha keşfedilip ele geçirilirken, canlıların varlık

nedenleri de, gelişen “gen” teknolojisi ile her gün biraz daha denetim altına alınıyor.

Artan iletişim olanakları ile olan biteni çok yakından izleyen ve endişe ile karşılayan

insan, bütün bunları anlamak ya da hepsine birden boş vermek arasında sarsıntılar

geçiriyor.

İşte mizah ve karikatür bütün bunları merak eder ve kurcalar. Üstelik mizah

sorunları yumuşatır ve tartışılabilir hale de getirir. Oysa bugün dünyamızın pek çok

yerinde inanç çatışmaları yaşanıyor, Balkanlarda, Kafkaslarda, Orta Doğuda, uzak

Doğuda, Avrupa’da hatta Amerika’da. İçinden çıkmakta olduğumuz yüzyılın

düşünsel ve eleştirel anlayışı, onun getirdiği sorunların içinden çıkmamıza

yetmeyecek mi?

“Evrende ne olduysa başka türlü olamadığı için olmuştur” diyen materyalist

felsefe ile “kaderde ne varsa o olur” diyen idealist felsefe arasında sürüp gelen

çekişme, olsa olsa artık mizah konusudur; Humorologie Philosophique!

Page 164: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

162

Ama unutmamak gerekir ki, düşünce de, inanış da, felsefe ve karikatür de en

sonunda gelip “Aslolan Hayattır” deyişinde buluşuyorlar.” (DANYAL, N.; EVREN,

A.; SABUR, S., 2002)

Tan Oral Ülkemizde çizgi film ve animasyon alanlarının kurulması ve

gelişmesinde tek başına bir okul görevi üstlenmiştir. Eğitim üzerinde büyük etkileri

olan bu alanların akademik anlamda gelişmesi ve desteklenmesini de Tan Oral’a

borçluyuz. Oral’ın, tarihimizdeki ünlü şahsiyetleri bu anlamda ortaya çıkarma

çabaları da gözden kaçırılmamalıdır.

Bütün bunlarla birlikte mütevazi kişiliğinden ödün vermeyen ve sadece bu

nedenle de olsa kültür camiamızda, bu yönleri ile çok da iyi bilinmeyen Tan Oral’ın

bir röpörtajını da burada aktarıyoruz.

“Herkes Walt Disney Olmak İstedi

-Türkiye'de animasyon sineması nasıl başladı ve ne durumdayız?

İlk olarak uzun yıllar önce Yüksel Ünal bir Nasreddin Hoca çalışmasına

girişmişti.Bu filmin ilginç bir öyküsü var. O yıllarda film ABD'ye yollandı ve yolda

kaybolduğu iddia edildi. Sebep olarak da ABD'lilerin Türkiye'de bu işin gelişmemesi

için filmi kasten yok ettiği söylendi. Böyle bir şeye inanamadım, ama sanırım olay

gerçek.

Ama ne olursa olsun, film kaybolduysa çizimleri de mi kayboldu diye

düşündüm. Meğer sadece birkaç sekans çekilmiş ve tamamlanmış bir film ortada

yokmuş. Bunun dışında Nuri Erkoç'un "Uyku Güzelim" adlı bir çalışmasından söz

edilir. Ondan sonra dönemin karikatürcüleri Ferruh Doğan, Ali Ulvi, Oğuz Aral,

Mustafa Elemektar ve Yalçın Çetin'in girişimleriyle, daha çok reklam piyasasında

yer alan çizgi film örnekleri görüldü. Koca Yusuf adında Oğuz Aral'ın İsmail

Dümbüllü'yü de işin içine kattığı yine bu döneme ait bir çalışma da bulunuyor.

Yalçın Çetin bu işi uzun yıllar Almanya'da yaptığı için önemli birikimler edindi ve

Türkiye'ye döndükten sonra da ciddi bir bilgi aktarımı yaptı. Ama daha sonraki

yıllarda bu ekibin yetiştirdiği ikinci bir kuşak çıkmadı.

-Daha yoğun bir çizgi film üretimi için ne gerekiyordu?

Denemelerin yapılması gerekliydi. Ben de bir şeyler yaptım ama önemli olan

endüstriyel üretimin temellerinin atılması. Bunun nedenlerini düşünürken şöyle bir

fikir yürüttüm: Üretim olması için yatırım, birikim ve örgütlülük gerekiyordu.

Page 165: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

163

Bu üçlü çözümün üçünün de gerçekleşme olasılığını görüp çok da heveslendim.

Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde Çizgi Film Bölümü'nün açılması

üç faktörden birinin çözümü oldu. Böylelikle bir birikim ve bunun aktarımı

sağlanacaktı. Çizgi filmciler bir dernek kurarak örgütlenme ayağını da oluşturdu.

Bundan sonra dönemin TRT prodüktörlerinden Tekin Özertem'e "Para olmadığı için

çizgi film yapılamıyor" dedim. Özertem "Bana proje getirsinler ben yatırım yaparım"

dedi. "Çizgi film çok pahalıdır" diye bir önyargı vardı. Özertem "Ben batacak iş

yapmam, kazandığımı da yine bu işe yatırırım" dedi. Ben bu görüşmeyi insanlara

aktardım. Tek bir proje bile gitmedi. Ama çizgi filmin yapılması zordur ve pahalıdır

gibi şikâyetler de sürüp gitti. Ayrıca bütün derneklerin başına gelen, çizgi filmcilerin

de başına geldi ve iç çekişmelerden dernek battı. Devam eden tek şey eğitim.

-Eğitim sonuçlarını veriyor diyebiliriz. Çizgi filmin Türkiye'de canlanması

için ne gerekiyor?

Türkiye'de Türk Sineması o kadar ağır eleştirildi ki; "Türk filmi" lafı

aşağılama kalıbı olarak kullanıldı. Bir sürü film iş yapmayıp para batırmasına

rağmen, Türk Sineması şimdi dünya çapında işler yapıyor. Büyük bir endüstri haline

geldi. Düzeyli bir üretim içinde, yarışmalarda piyasadaki yeriyle kendini kabul

ettirdi, çünkü hatalarını tekrarlamadı, onlardan ders çıkardı. Animasyonun gitmesi

gereken yol da bu. Bir çizgi filmin de para batırmasını çok istedim, olmadı. Çünkü bu

işin kültürel altyapısının da oluşması gerekir. Türkiye'de ne zaman bir çizgi film

yapılması gerekse akla hemen Dede Korkut, Nasrettin Hoca geldi. Kötü çekilmiş

Dede Korkut filmleriyle bir yere varılamazdı. Sağ görüşlü çevrelerin elinde kaldı bu

iş. Böyle bir birikim sağlanamazdı ve sağlanamadı da zaten.

Çizgi filmciler uzun yıllar Kültür Bakanlığı'nın güya desteğiyle iş yaptılar.

Bir kâğıda bir senaryo yazıp bakanlığa götürüyordunuz. Bakanlık da size bir para

veriyordu. Siz bir iki makara bir şey yapıyordunuz ve bakanlıktaki memura bunları

veriyordunuz. O arkasındaki rafa bırakıyordu, siz de geçiminizi sağlıyordunuz.

Dernek günlerinde "Kültür Bakanlığı para verip ısmarladığı filmlerin tümünü bir

gösterimle bize göstersin" dedim ama yapamadılar. Ödleri patladı ve kaçtılar.

Bu işe soyunan gençlere ne öneriyorsunuz?

Walt Disney hayali olma içinde çok insan ömür tüketti. Hayat o kadar uzun

değil. Öncelikle alçakgönüllü olmaları gerekiyor. Gençlerin kendilerini gaza

Page 166: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

164

getirmemeleri lazım. Pavarotti'nin bir sözü vardır: "Yeteneğin yanı sıra tevazudan

vazgeçmemeyi gerektirecek kadar zekâ da gerekir. " Çok insan "Bir iş yapacağım ve

dünya yerinden oynayacak" diye düşündü. Dünyanın yerinden oynamadığını görünce

de çekildiler. Tevazu şart.”

(www.WEB:http://karikaturhaber.blogspot.com/2008/08/trkiyede-canlandrma-

sinemasnn-dn-ve.html, Karadeniz Mizah)

3.3. Salih Memecan

3.3.1. Hayatı

Salih Memecan, 2 Eylül 1952 yılında Giresun’da ailenin ilk çocuğu olarak

doğmuştur. İlköğrenimini Ordu, İstanbul ve Ankara’da, orta öğrenimini Ankara

Cumhuriyet Lisesinde yapmıştır. 1969-1970 yıllarında AFS Bursu ile gittiği Amerika

California’da Bullard High School’da öğrenim görmüştür. 1970 yılından 1974 yılına

kadar Orta Doğu Teknik üniversitesinde mimarlık eğitimi alan Memecan, yine aynı

üniversitede master yapmıştır. 1977 yılında Fullbright Bursu ile gittiği Amerika’da

Pennsylvania Üniversitesinde doktora yapmıştır.

1971-1977 yıllarında Barış Gazetesinde siyasi karikatürler çizmiştir. 1977-

1983 yılları arasında karikatürleri Washington Post, Philadelphia Inquirer, San

Francisco Chronicle, Denver Post, Los Angeles Herald Examiner ve Baltimore Sun

gibi Amerikan gazetelerinde yayınlanmıştır. 1983 yılında Türkiye’ye dönen Salih

Memecan “Nokta Dergisinde Art Direktörlük ve karikatüristlik yapmış, aynı

zamanda dergi kapaklarını ve “Kutu kutu” isimli siyasi karikatür dizisini

hazırlamıştır.

Salih Memecan, 1988 yılından itibaren Sabah Gazetesinde Karikatürist ve

Grafik Servisi Yöneticisi olarak görev yapmaktadır.“Bizimcity” isimli siyasi

karikatür dizisi her gün Sabah Gazetesinde birinci sayfada yayınlanmaktadır.

“Bizimcity”nin çizgi filmi ise her gün “ATV Ana Haber Bülteni” içerisinde ekrana

gelmektedir. Salih Memecan’ın Sabah Gazetesinde yayınlanan bir diğer karikatürü

ise “Sizinkiler”dir. “Sizinkiler” aynı zamanda televizyonda, reklam aralarında, kısa

çizgi filmler olarak da gösterilmektedir.

Page 167: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

165

Salih Memecan, 1992 yılından beri haftalık olarak çıkartılan “Aktüel Dergisi”

için karikatürler çizmektedir. Memecan 1993-1994 yıllarında “Dinazorus Dergisi”

karakterlerini çizmiş ve derginin yöneticiliğini yapmıştır. 1996-1997 yıllarından bu

yana ise “Limon Zeytin Dergisi” yayınlamaya devam etmiştir.

Salih Memecan, günlük olarak Sabah gazetesinin ön sayfasında yayınlanan

Bizimcity karikatürlerini çizerken bir yandan da yine aynı gazetenin arka sayfasında

günlük olarak yayınlanan Sizinkiler bant karikatürlerini çizmeye devam etmektedir.

1998-2007 seneleri arasında New York eyaletinde yaşamış, karikatürlerini oradaki

evinden çizmiştir. Şimdi ise Türkiye'de yaşamaktadır. AKP milletvekili Mesude

Nursuna Memecan ile evlidir. Ayrıca Salih Memecan’ın Mehmet (25) ve Zeynep

(20) olmak üzere iki de çocuğu vardır. (Salih Memecan ile Telefon Görüşmesi

20.08.2008)

3.3.2. Eserleri ve Eserlerinden Örnekler

Sizinkiler, Salih Memecan’ın oluşturduğu ve 1991 yılından bu yana Sabah

Gazetesi'nin arka sayfasında her gün yayınlanmaya devam eden bant karikatürleridir.

Sizinkiler ailesi herkesin sahip olduğu gibi bir ailedir. Çıtçıt ve Babişko’nun küçük

kızları Limon "Sizinkiler" ailesinin en sevimli ferdidir. Çıtçıt evi çekip çeviren ve

sorumluluklarını asla aksatmayan tipik bir süper annedir. Babişko, bütün doğallığı ile

tipik bir aile babası ve tipik bir kocadır. Zeytin ise Limon’un muzur kapı komşusu ve

en yakın arkadaşıdır. Bugüne kadar bir buçuk milyon adetten fazla satılan Sizinkiler

kitaplarının bir kısmı İngilizceye de çevrilmiştir.

Salih Memecan usta mizah anlayışıyla, "Sizinkiler"'de günlük, sıradan aile

yaşantısındaki esprileri, komiklikleri ortaya çıkarmaktadır. Okurlar "Sizinkiler" gibi

zeki ve eğlenceli bir aile ile kendi ortak yanlarını keşfetmekten, onlarla aynı sorunları

ve günlük olayları paylaşıyor olmaktan memnun olmaktadırlar. Olanlara gülüp, kendi

küçük sorunlarını daha az önemsemektedirler. Her ailede günlük yaşanabilecek

olayları konu edinmesiyle "Sizinkiler" evrensel bir özellik kazanmaktadır.

Bizimcity, Salih Memecan tarafından yaratılan ve günlük olarak 1991

yılından beri Sabah gazetesinin ilk sayfasında, 1994 yılından buyana da yine her gün

ATV’de ana haber bülteninden sonra yayınlanmaya devam eden bant

Page 168: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

166

karikatürleridir. Vahşi Batı’daki hayali bir kasabada geçen ve kahramanlarının

gerçek Türk politikacıları olduğu bant karikatürlerin konusu Türkiye’nin siyasi

gündemiyle paralellikler göstermektedir. Salih Memecan Bizimcity ile insan hakları,

ülkedeki ekonomik gündem ve Avrupa Birliği süreci gibi konuları usta mizah diliyle

yorumlamaktadır.

3.3.2.1. Eserleri

3.3.2.1.1. Karikatür Kitapları

Sizinkiler - Limon Yine Rejimde

Sizinkiler - Zeytin İşbaşında

Sizinkiler - Babişko Zorda

Sizinkiler - Acayip Bir Aile

Sizinkiler - Süper Kadın Çıtçıt

Sizinkiler - İyi Ki Doğdun Limon

Sizinkiler - Hınzır Zeytin

Sizinkiler - Ay Ne Komik!

Sizinkiler - Bak Bak Şimdi Bak

Sizinkiler - Tıkla!

Sizinkiler - Bumenga!

Sizinkiler - Burç Murç

Sizinkiler - Uzayın Esrarı

Sizinkiler - Çıtçıt Hanım Yorgun

Sizinkiler - Sihirli Değnek

Sizinkiler - Aman Nazar Değmesin!

Sizinkiler - Çok Korktum

Sizinkiler - Beni Çaldırsana

Sizinkiler - Vırn Vırn!

Sizinkiler - Esrarengiz Yaratık

Sizinkiler - Define Peşinde

Sizinkiler - Limon ile zeytin İstanbul’da

Page 169: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

167

3.3.2.1.2. İngilizce Kitapları

Oh No! It's Him Again Limon & Zeytin Selected Cartoons From Sizinkiler

Limon & Zeytin My Best Friend

Limon & Zeytin Let’s Chat

Limon & Zeytin Have a Nice Vacation

Sizinkiler Love is... A Doorknob

3.3.2.1.3. Eğlence Kitapları

Limon ile Zeytin - Bul Bakalım / Eğlence

Limon ile Zeytin - Bul Bakalım / Eğlence

3.3.2.1.4. Hikaye Kitapları

Limon ile Zeytin - Uyku Zamanı

Limon ile Zeytin - Ders Çalışıyor

Limon ve Zeytin - Kampta

Limon ile Zeytin - Okula Gidiyor

Limon ile Zeytin - Televizyon Başında

Limon ile Zeytin - İstanbul’da

3.3.2.1.5. Boyama Kitapları

Sizinkiler - Renk Renk Boya

Sizinkiler - Sen de Boya

Limon ile Zeytin - Spor

Limon ile Zeytin - Meslekler

Limon ile Zeytin - Ormanda

Limon İle Zeytin - Boyama Kitabı Alışveriş

Page 170: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

168

3.3.2.1.6. Okul Öncesi Kitapları

Limon ile Zeytin - Oyun ve Boyama

Limon ile Zeytin - İngilizce

Limon ile Zeytin - Alfabe

Limon ile Zeytin - Zıtlıklar

3.3.2.1.7. Faaliyet Kitapları

Sizinkiler - Gizli Resimler

Sizinkiler - Noktaları Birleştir

3.3.2.1.8. Albümler

Zeytin Kitabı

Komik Şeyler

Sizinkiler - Teşekkürler Anne

Sizinkiler - Aşk Dediğin Kapı Tokmağıdır

Sizinkiler - Canım Annem

Sizinkiler - Seviyor mu Ne?

Sizinkiler - Şıkır Şıkır

Sizinkiler - Kah Kah Kih Kih

3.3.2.1.9. Cep Kitapları

Limon ile Zeytin - Let’s Chat

Limon ile Zeytin - Have a Nice Vacation

Limon ile Zeytin - My Best Friend

Limon ile Zeytin - Canım Arkadaşım

Limon ile Zeytin - İyi Tatiller

Limon ile Zeytin - Hayvancıklar

Limon ile Zeytin -‘Chat’la

Page 171: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

169

Limon ile Zeytin - N’aber!

Limon ile Zeytin - Slm

Limon ile Zeytin - Dansa Var Mısın?

Limon ile Zeytin - Yine Ben

Limon ile Zeytin - Çok Hoşsun

(www.WEB: http://www.sizinkiler.com/alisveris_kitap.php)

3.3.2.1.10. Web Siteleri

www.sizinkiler.com

www.bizimcity.tv

3.3.2.2. Ödülleri

Simavi Karikatür Yarışması Mansiyon Ödülü (1983)

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Ödülü (1999)

Aktüel Dergisi İşadamları ve Akademisyenler En iyi Karikatürist Ödülü (2000)

Türkiye Yazarlar Birliği En İyi Karikatürist Ödülü (2006)

(Salih Memecan ile Telefon Görüşmesi 20.08.2008)

Resim 47- Memecan, Salih, Sizinkiler tiplemeleri

Page 172: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

170

Resim 48- Memecan, Salih, Sizinkiler tiplemeleri

Resim 49- Memecan, Salih, Bizimcity tiplemeleri

Page 173: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

171

Resim 50- Memecan, Salih, Bizimcity tiplemeleri

3.3.3. Sanatı ve Sanatçı Kişiliği

Salih Memecan, Ülkemizde karikatürün geniş halk kitlelerine

yayılmasında ve mizahın iç dinamiklerinden birisi olan “hoşgörü”’nün bu

alanda Ülkemizde yerleşmesine en büyük katkıyı sağlayan yüz akı

sanatçılarımızdan birisidir. Bütün çalışmaları muhataplarınca hoşgörüyle

karşılanmış ve söyledikleri ya da söylemek istedikleri sürekli dikkatle takip

edilmiştir. Memecan, lokal gibi görünen, eserlerinde gerek Ülkemiz ve gerekse

dünya sorunlarını, mizahın bütün inceliklerini de kullanarak ortaya koymayı

başarmıştır.

Memecan, sadece bir karikatürist değil aynı zamanda çok iyi bir toplum

gözlemcisidir. Bir toplum psikoloğu gibidir; eserlerinde aile ve toplum içi

çatışmaları ve bunlara ilişkin çözüm önerilerini verir.

Page 174: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

172

Salih Memecan’ın ilk çizim denemeleri annesiyle gittiği gezmelerde ortaya

çıkmıştı. Bu gezilerden çok sıkılan Salih Memecan, annesinin onu oyalamak için

verdiği kağıt kalemlerle çizimler yapan vermesi sayesinde gelişmiştir. Ancak fark

edilen ve beğenilen çizimleri bir resimden çok karikatürü andıran Memecan,

bugünden sonra kaleminin ulaşabildiği her yere çizimler yapmaya başlamıştır. İlk

karikatürünü babasının çalıştığı İş Bankası’nın bir yayını olan İş Bankası Dergisi’nde

15 yaşında yayınlamıştır.

(www.WEB: http://www.sizinkiler.com/tanitim_salihmemecan.php)

Memecan, doktora yaptığı dönemlerde ilk sergisini 1979 Aralık’ında

Newyork’da açmıştır. Ayrıca Newyork’ta master yapan Nursuna Hanım’dan da

etkilenen ve sırf dikkatini çekmek için sergi açan Memecan bu sergiyle amacına

ulaşmış, Nursuna Hanım’ın “Sen ne zeki adammışsın?” demesiyle tanışmış ve mutlu

evliliklerini gerçekleştirmişlerdir.

Memecan’ın gelecek hakkındaki programlarında “Sizinkiler” ve ”Bizimcity”

serilerine devam edeceğini söylerken, uluslar arası platformda bu karikatürlerin

farkındalığının olması için çizgi filme dönüştürülmesi gerektiğini ve bunu

gerçekleştirme planlarını tasarladığını söyledi.

Salih Memecan’ın karikatürün mizahın neresinde olduğu sorusuna cevabı ise

şu şekilde olmuştur:

“Mizah geneldir. Mizahta tiyatroda vardır, stand up da vardır, karikatürde

vardır. Karikatür mizahın çizgiyle yapılanıdır. Karikatürün olması için “çizim” ve

“espri” gerekmektedir. Ancak siyasi karikatür yapılacaksa bu iki unsurun içine bir de

“mesaj” eklenmelidir.” dedi. (Telefon görüşmesi, 20.08.2008)

Ayrıca eşi Nursuna Hanım’ın iktidarda olan AKP Milletvekili olmasından

etkilenip etkilenmediği sorulduğunda da:

“Benim bir dünya görüşüm var ve ben taraf tutuyorum, ancak kendi tarafımı

tutuyorum. Düşüncelerimi savunuyorum. Çizgilerimle de bunu yansıtmaya

çalışıyorum. Eğer birileri de bana katılıyorsa ne mutlu bana. Mesela ben Avrupa

Birliği’ne girmeyi destekliyorum, ancak; bunu muhalefet desteklerse onun yanında

olurum, iktidar savunursa onun yanında olurum. (Telefon görüşmesi, 20.08.2008)

Yıllardır, günlük olarak sabah gazetesine çizdiği Sizinkiler çizgi dizisiyle son

derece popüler ve tanınmış bir karikatürist olan Salih Memecan’ın sanatçı kişiliği

Page 175: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

173

hakkındaki en geniş ve gerekli bilgileri veren, sanatçının Aksiyon dergisine verdiği

röportajında açıklanmıştır. Bu sebeple röportaj etrafında bu konuyu açıklamak daha

doğru olacaktır:

“-Türkiye’de karikatür maceranız Nokta’da başladı. O süreçte Türkiye’de

siyasal karikatürün çizgisi belli miydi, yoksa Salih Memecan kendi çizgisini mi

buldu?

Siyasi karikatüre 1971’de başladım. Ankara’da, eski Ulus gazetesinin devamı

olan Barış gazetesi vardı. 1971’den 1976’ya kadar her gün orada çizdim. Günlük

haberleri takip edip yorum yapabilmeyi ve disiplini Barış’ta öğrendim. ABD’ye

doktora için gittiğimde de onların büyük gazetelerine çizdim. Barış’tayken

Ankara’daki siyasi gündemle ilgili yorum yapıyordum. ABD’de ise daha ziyade,

önümüzdeki günlerde gündeme gelecek, kalıcı konulara bakıyordum. O konularda

karikatürler çizip, ABD’nin 15-20 büyük gazetesine yolluyordum. Editörler o

karikatürleri ellerinde tutup konuyla ilgili bir makale çıktığı zaman kullanıyorlardı.

Esas işim mimarlık diye karikatürü pek ciddiye almamıştım. Doktoramın bitmesine

yakın Haluk Şahin, Nokta dergisine yayın yönetmeni oldu. Washington Post’ta

karikatürlerimi görmüş, “Gel burada çiz, ya da yolla.” dedi. Birkaç ay ABD’den

yolladıktan sonra, Türkiye’ye kesin dönüş yapınca sürekli çizmeye başladım.

-Bir haber dergisinde çizmek nasıldı?

1983’te Nokta’da çizmeye başladığımda Türk siyasi karikatüründen daha

farklı şeyler yapıyordum. Türkiye’de bir paketin içine giriyordun. Solcu karikatürist

isen sol karikatür çiziyordun. Ne çizeceğin, neyi savunacağın belliydi. Okuyucuların

da bir kitle olduğu için, seni beğeniyorlardı. Tabii bunun istisnaları da vardı. Semih

Balcıoğlu sol görüşlü bir karikatüristti; ama Tercüman’a çiziyordu. ABD’de ise daha

ziyade konu bazlı çalışılır. Bağlantılı değilsin. Ben de öyle yapmaya başladım. Böyle

bir durumda popüler olman lazım. Çünkü okuyucun garanti değil. Onun için de

yazılar, konuşma balonları kullanmaya başladım. Bilgisayar çıkınca, ki Sabah’a

geçtiğim döneme denk geliyor, Bizimcity başlığıyla her gün gazetenin birinci

sayfasında küçük bir yorum çizmeye başladım. İddialı olmak zorunda değilim,

dünyayı da kurtarmayacağım; günlük olaylarla ilgili, anlaşılır olmayı önemsedim.

-ABD’de konu eksenli çalışmanın, Türkiye’de ise gündeliği yorumlamanın dışında,

ikisi arasındaki temel farklılıklar neler?

Page 176: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

174

ABD’deki yasal kısıtlamalar buradakinden çok daha az. Karikatüriste

hakaret davası açılamıyor. Zaten rejimi sorgulamak gibi şey de yok. Dolayısıyla

karikatüristin yasalar önünde dokunulmazlığı var. Türkiye’deki yasalar bunu farklı

yorumlayabiliyor. Ama ABD’de bir azınlık grubunu eleştiremiyorsun. Bizdeki 301

gibi bir yasaları yok; ama yazılı olmayan bir kural var. Okuyucu ve reklâm

verenlerin tepkisinden çekiniliyor. Buna da ‘political correcting’ deniyor. O da tabii

birçok karikatüristin elini bağlıyor. Siyah bir ABD’liyi patlak dudaklı, kıvırcık saçlı

çizemiyorsun. “Bunu, beni ajite etmek için çiziyorsun.” diyor.

-ABD’de yasaklanan, bu daraltılmış yorumlama bizde yok mu? Örneğin,

muhafazakârlık siyasetle ilişkilendirildiğinde takke, cübbe, seccade, tespih çıkıyor

sahneye...

Doğru, böyle bakıyorlar. Bunu biraz da zaman içinde hedef alınanların

kırmaları gerekiyor ki kırıyorlar da... Bundan 10 sene önce AK Parti’nin liderlerini

öyle sembolize etmek yanlış olmayabilir. MHP’lileri Türklüğün kökeniyle sembolize

etmek de zaman içinde yumuşayacak. Eşim, AK Parti milletvekili adayı. Onu

tespihle, sakalla sembolize edemezsin. Ama karikatürü, böyle sembollerle

anlatmazsanız işi çok zor olur. Bu, haksızlık seviyesine doğru gidiyor; ama karikatür

olduğu için idare etmek gerekiyor.

-Siyasetin ve siyasetçinin değişen söylemi, çizerin sembollerini de değişime

zorluyor yani.

Tabii. Karikatürist çok pratik olduğu için bazı şeylerin değiştiğini unutuyor.

Hatta ben bile Demirel’i ilk nasıl çizmişsem öyle devam ediyorum. Bir bakıyorum,

aradan 40 yıl geçmiş. Demirel yaşlanmış, avurtları çökmüş. Bu eleştiride haklısın;

ancak karikatüristin araçlarından biri de bu dil.

-Salih Memecan için Türkiye’nin ‘en siyasi karikatüristi’ diyebilir miyiz?

Diyebilirsin. Bunu seviyor musun dersen, pek sevmiyorum. Onun yerine

Limon, Zeytin karikatürleri yapmayı veya daha siyaset dışı karikatürler yapmayı

tercih ederim. Ama siyasi karikatür yapma ihtiyacı hissediyorum. Çok şeye

kızıyorum, içimden geliyor, “Şununla ilgili bir şey çiz Salih.” diyorum. ABD’de

olsaydım, belki siyasi karikatürist olmazdım. Orada sistem daha yerine oturmuş. İyi

kötü, demokrasi çalışıyor. Çalışmadığı zaman birileri müdahale edip, çalışır hale

getiriyor. Bizdeki müdahaleler daha haşin oluyor.

Page 177: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

175

-Siyaseti sevmediğini söyleyen siyasi bir karikatüristin bir de eşinin

milletvekili adayı olması ve seçilme ihtimalinin yüksekliği, işleri zorlaştırmayacak

mı?

O seviyor! Ben çizdiğim karikatürlerle siyasi düşüncelerimi, dünya görüşümü

bir şekilde dışa vuruyorum. Onun böyle bir şeyi olmadığı için gördüğü yanlışlara

müdahale etme ihtiyacını siyasetle gidermeyi düşünüyor. Ama Nursuna çok

duyarlıdır. “Aman ya, bana ne!” demeyen bir karakter. Onun için siyasete girme

kararı aldı.

-Abdullah Gül ile yakın bir dostluğunuz var. Bu nedenle cumhurbaşkanlığı

sürecinde yaşadıklarını belki de en iyi anlayanlardansınız. Bu süreçte nasıl bir insan

gözlemlediniz?

Çok da yakında olmaya gerek yok ki bunu gözlemlemek için. Şu miting

meydanlarına bakınca, eski Demokrat Parti’ye yapılanlara bakınca, halk böyle

şeylere çok kızıyor, kırılıyor. Ben de bir karikatürist olarak bu konuda çok rahatsız

oldum. Normal şartlarda seçilmesi gerekirken, bir haksızlığa uğradığını,

seçtirilmediğini görünce tepkilerimi karikatürlerimle ortaya koydum. İyi ki

çizebiliyorum dediğim süreçlerden biriydi, bu durum. Abdullah Bey’i 28 Şubat

sürecinden beri tanıyorum. ABD’ye geldiğinde ya da biz Türkiye’ye döndüğümüzde

arardı. Abdullah Bey’i tanıdıktan sonra, AK Parti için ‘Gizli ajandası var, irtica

getirecek’ iddiaları o kadar anlamsız kaldı ki! Onun muhafazakâr bir yaşantısı

olabilir. Ama benim ailemle arasında bir yaşam farkı yok. Halkın çoğunluğu için de

bu geçerli. Küçük bir kısım da çok kötü korkutuluyor. Türkiye’yi gitmesi gereken

yoldan çıkartıyor.

-Cumhurbaşkanını seç(eme)me süreci sizi yordu mu?

Hem de çok… Çok gerildim. Keşke hiç olmasaydı, daha havadan sudan

şeyler çizseydim.

-Az önce bahsettiğiniz ‘kuşkusuz çoğunluk’ için konuşursak, bunda AK

Parti’nin daha liberal bir anlayışa yanaşmasının etkisi var mı?

Kuşkular hâlâ olabilir. AK Parti’nin söylediklerine ve uygulamalarına

bakılınca bende böyle bir şüphe yok. Nur’un onları bilmesinin, tanımasının da bunda

büyük bir rolü var.

Page 178: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

176

-Salih Memecan’ın çizgilerinde muhafazakâr yan mı, liberal yan mı daha

ağır basar?

Yetişme tarzı olarak muhafazakâr biri değilim. Abdullah Bey de, “Ben

dindarım demekten çekinirim.” diyor. Ben daha sanatçı gibi büyüdüm, sanatçı gibi

yaşıyorum. Sanatçı olmak başka bir yaşam tarzını gerektiriyor. Bundan kastım

barlara gidip içki içmek değil; ama uyumsuzlukların oluyor. Sanatçı adam,

rahatsızdır. Bana “Neden siyasete girmedin?” diye sorarsan, ben uyamam ki böyle

bir şeye. Orijinal olmalıyım, farklı olmalıyım, kendim öne çıkmalıyım. Beni parti

disiplinine aldığın an bitirdin demektir.

-Bugüne kadar bir partiden teklif aldınız mı?

Zamanında geldi; ama bu sebeplerden dolayı reddettim.

-Kimden geldi?

Ona hiç girmeyelim!

-Siyasi karikatür muhatabını gerer, hatta ayar verir. Dolayısıyla özünde bir

gerilimi de taşıyor. Siyasi karikatürün gerilimi, karikatüristi de korkutur mu?

Korkutur. Bazı durumlarda gerilimden çekindiğim oluyor. Bazı durumlarda

da haksızlık yapmaktan çekiniyorum. Bir adamı, rahatlıkla suçlayıp, eleştirdiğini

zannediyorsun, sonra eski tecrübelerin aklına geliyor. Vicdanını hep dinlemen

gerekiyor.

-Eleştiri dozunu fazla kaçırdığınız zamanlar oldu mu?

Belki zamanında Mesut Yılmaz’da olmuştur. “Keşke o kadar üst üste

çizmeseydim.” demişimdir. Bir politikacıyı bir gün eleştirdiysem, ertesi gün

eleştirmemeye çalışıyorum. Misyonum, onu yıpratmakmış gibi anlaşılmamalı.

-“Az bile çizdim.” ya da “Zülfüyâre dokunsaydım.” dedikleriniz…

Kantarın topuzu o kadar dengeli gitmiyor. Siyasi karikatüristler Türkiye’de

çok titiz davranmalı. Birini eleştirirken, onun rakibini de eleştirebilmeniz lâzım. Onu

eleştiremeyeceksen, haksızlık oluyor. Siyasi lideri eleştirmek, dünyanın en rahat

işidir. En fazla, hakaret davası açar. Onu da açmaması gerekir. Ama öbür tarafta

eleştiremeyeceğin kişiler olabilir. O gibi durumlarda siyasilerle o kişiler karşı

karşıya gelirse, sen taraf oluveriyorsun.

-Bu bana karikatürde demokrasiyi çağrıştırıyor...

Page 179: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

177

Buna vicdan meselesi, haksızlık yapmama meselesi diyelim. Onun için

kendini eleştirilemeyecek durumda gören insanlar siyaset yapmamalı. Siyaset

yapmaya girdiği zaman eleştirileceğini bilmeli.

-“Cumhurbaşkanlığı Özal’la birlikte çizilebilir bir hale geldi.” diyorsunuz.

Bunda Özal’ın sivilleşmeci yanı da baskındı. Bugün baktığımızda, ketum bir

cumhurbaşkanının varlığı sizi zorluyor mu?

Cumhurbaşkanlığı makamı gerçekten çizilebilir bir makam oldu. Onun için

cumhurbaşkanının karikatürünü rahatlıkla çiziyorum. Şu ana kadar olumsuz bir

tepki göstermedi. Şimdiki cumhurbaşkanı çok konuşkan bir siyasi değil.

-Sezer’i, Özal ve Demirel’le yan yana koyarsanız…

Demirel ve Özal siyasetten geldikleri için daha esnektiler ve halka

duyarlılıkları fazlaydı. Sezer ise bürokrasiden geldiği için daha soğuk.

-Genellikle acemi politikacıların davalarına muhatap kalmışsınız. Bu yönüyle

yönetenler de bir yönetilme problemi mi yaşıyor?

Yeni bir politikacı ciddi bir güce sahip olduğu zaman normal bir vatandaş

gibi kendisiyle dalga geçen insana dava açmak istiyor. Bu hakkını özellikle

Türkiye’de kullanmaması lâzım. Bilhassa karikatüristlere karşı… Siyasetçi

olduğunda bir sürü insan seni haksız yere sevecek, göklere çıkaracak. Haksız yere

eleştirildiğin zaman da bağrına taş basıp kabul etmen lâzım. Mesela Erdal İnönü’yü

eleştirirken hep bir vicdan azabı çekerdim. Hocamdı, “Ne ayıp oluyor, yaşlı başlı

adama böyle şeyler söylemek.” derdim. Birileri onu omuzlarına alıyor, alnına

kurban kanı sürüyor, esasında bu teveccühü birçok durumda hak etmiyor.

-Yani ayaklarını yere bastırıyorsunuz…

Evet, bir nevi öyle diyebilirsin.

-Bugüne kadar en problemli olduğunuz lider hangisiydi?

Bir problemim olmadı; ama iki dava açıldı. İkisi de Turgut Özal tarafından.

Cumhurbaşkanlığı yıllarıydı.

-Karikatürist Musa Kart’ın başbakanı kedi biçiminde çizmesi sonucu mahkûm

edilmesini nasıl karşıladınız?

Bence başbakanın dava açması haksızlıktı.

-Bunu kendisine söylediniz mi?

Evet.

Page 180: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

178

-Ne cevap verdi?

“Ama Batı’da açıyorlar.” dedi. Ben de ABD’de açmadıklarını söyledim. O

da, bu tip konularda daha duyarlı olunmasını istedi.

-Başbakanın dava açması sizi niye rahatsız etti?

Ben bir karikatürist olarak özgürlükleri getirmek için siyasi bir partinin

arkamda olmasını isterim. Biri bana dava açarsa, bilmeliyim ki siyaset benim

arkamda.

-Sınırsız özgürlüğü çağrıştırmıyor mu?

Çağrıştırıyor; ama karikatür, abartma, dalga geçme işidir. Bunları

yapmıyorsan, karikatür çizme. Bile bile seni daha kusurlu göstermek için vardır,

karikatür. Karikatürden, editör sorumludur. “Bunu yayınlarsak okuyucu kızar mı,

hak ihlali yapmış olur muyuz?” gibi endişeler taşımalı. Hz. Muhammed

karikatüründe de benzeri yaşandı. O karikatürü koyduğun zaman, tepkileri göze

alıyor olman gerekir. Tepkileri göze alıp da sayfaya koydularsa, o zaman da

provokasyondur. Böyle bir tepki beklemeden koyduysa da, yanlış karar. Burada

düşünce şu olmalı, Müslümanlar peygamberlerinin karikatürlerinden rahatsız oluyor

mu, oluyor. Müslümanları rahatsız etmek istiyor muyum? Hayır. O zaman

yayımlamayacağım. Rahatsız etmek istiyor da olabilirsin, o zaman provoke edersin.

-Çizimlerinizde ailenizin eleştirilerine maruz kalır mısınız?

Şimdi düşünüyorum da, olmadı galiba. Genellikle ABD’de çalıştığım zaman,

gazeteye yollamadan önce görüşünü aldığım insan eşim olurdu. “Olmamış.” derse

bir daha düşünürdüm; ama onun bazen “Olmamış.” dediği karikatürler, en popüler

karikatürlerim oldu!

-Size göre siyasi karikatür Türkiye’de henüz çok yeni bir olgu. Gidişatı nasıl?

Her gazetenin siyasi bir karikatüristi var ve eskiyle kıyaslandığında bunlar

popüler karikatürler çiziyorlar. Bundan sonraki aşamada Türk karikatürünün

uluslararası olması lazım. Yabancı basının taleplerini anlayıp o alanda karikatür

çizmek ve yollamak gerekiyor.

-Yabancı basın nasıl bakar buna?

İyi bakar. Türk çizerlerin illüstrasyonları ABD’de yayımlanıyor. Bu sayı

artmalı.

-Onların dünyasını çizmek, anlam dünyalarını tanımayı gerektirmez mi?

Page 181: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

179

Gerektirir elbette. Okuyucu kitleni genişletince, daha uzlaşmacı oluyorsun.

ABD’de çizeceksen liberal bakman şart. Meksikalıların 50 yıl önce patlak dudaklı,

zenci bir karakterleri varmış. Bunu posta pulu yapıp, ABD’ye gönderdikleri

mektuplarda kullanmışlar. Hepsi geri dönmüş. Onun için hassasiyetlerini bilmelisin.

Ama çok da taviz verirsen, an gelir karikatürist olmaktan çıkıverirsin.”

(www.WEB: http://www.turkei.net/news_detail.php?id=23027 )

Salih Memecan’ın yaptığı diğer bir röportajla da ülkemizdeki karikatür

olayları ile yurt dışındaki karikatür olaylarının 2008 yılı için karşılaştırmasını

yapabiliriz:

“Mizah yoluyla insanı güldüren, güldürürken de düşündüren bir araç,

karikatürler... Ancak geçen yıl bazı Avrupa gazetelerinde yayınlanan Hz. Muhammed

karikatürlerine Müslümanların sert tepki göstermesi, basın özgürlüğü konusundaki

tartışmaları da gündeme getirdi.

Georgetown Üniversitesi’ndeki sergisi için Washington’a gelen Salih

Memecan karikatürlerde bir sınır çizilmesi gerektiğini savunuyor ve Amerika’yı buna

örnek gösteriyor:

-Şimdi mesela Amerika’da basın özgürlüğü neredeyse sınırsızdır. Ama yine

de zencilerle, Yahudilerle ya da başka gruplarla ilgili, onları küçük düşüren,

aşağılayan yayın yapamazsınız. Yani siz çizersiniz, yasak değil, ama editör

kullanmaz.

Memecan’a göre, çizimleri nedeniyle yargılanan karikatüristlerin

yapabilecekleri en iyi şey, gelen tepkilere kulak vermek. Karikatürlerin yasaklanması

ise sonu olmayan bir yol...

-Hz. Muhammed karikatürünü yasaklarsanız, sonra İsa karikatürünü

yasaklanıyor olması lazım, St. Paul karikatürlerinin de yasaklanıyor olması lazım,

St. Nicholas yani Noel baba karikatürlerine kadar gider iş o zaman.

Georgetown Üniversitesi öğrencileriyle de bir araya gelen Memecan, 1969-

70 yılları arasında Kaliforniya’da bir lisede okumuş. Bu bir yılın hem kalemine hem

de hayata bakış açısına çok şey kazandırdığını söylüyor karikatür ustası....

8 yıldır New York’un Scarsdale kentinde yaşayan; Washington Post,

Baltimore Sun, Philadelphia Inquirer gibi Amerika’nın en ünlü gazetelerinde

Page 182: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

180

karikatürleri yayınlanan Memecan, Amerika’yla Türkiye arasındaki karikatür

anlayışını karşılaştırdığı zaman, kendisini şanslı gördüğünü söylüyor.

-Türkiye’de karikatüristin özgürlüğü Amerika’dakinden daha fazla. Şimdi

kanunlar açısından baktığınız zaman, tamam Türkiye’de bazı kanunlar hala insanın

elini kolunu bağlıyor olabilir. Onlar da kaldı ki, sürekli değişiyor, reformlardan

geçiyor, daha özgür bir hale geliyor. Amerika’daysa sorun editörlerin kısıtlaması.

Yani siz bir şey çizebilirsiniz ama editör onu kontrolden geçirir, yayınlamaz,

sakıncalı bulabilir. Türkiye’de bu konuda nedense daha özgürlük var. Gazete

karikatüristi, gazete köşe yazarı gibi kabul ediliyor, ki öyle. Onun fikri, onun fikridir

denilip, hani kırıcı da olsa sonuç olarak karikatürdür denilip yayınlanıyor.

Amerika’daysa editörler çok daha titiz davranıyor bu konuda.

Konu sansüre gelince, bazen kendisini kısıtladığını söyleyen Memecan’a

göre, bu bir saygı ve sorumluluk meselesi...

-Mesela ben televizyona çiziyorum, dergiye çiziyorum, gazeteye çiziyorum.

Mesela her birine ayrı standardım var. Televizyona çizdiğimde çok daha kısıtlıyorum

kendimi ama dergiye çizdiğimde daha rahatım. Çünkü onun okuyucu kitlesi daha

bana yakın. Televizyondaysa son derece geniş kitle, aniden tık diye insanların önüne

geliyor. Sen orada şimdi her şeyi çizemezsin, çizmiyor olman lazım...

Güçlü bir görüntünün, esprili bir şekilde aktarıldığı zaman yazıdan çok daha

uzun süre akıllarda kaldığını vurgulayan Memecan için iyi bir karikatürde 3 unsur

önemli: Komedi, doğru bir mesaj ve iyi bir çizgi...

-Bunlar arasında herhalde en önemlisi çizgi. Çünkü bir müddet sonra o kadar

rahat çiziyorsunuz ki, sizin çizdiğiniz okuyucunuza göre iyi olmuş oluyor. Doğru

mesaj için de, kendinizi geliştiriyor olmanız lazım. Tamam ben karikatür çiziyorum,

çok da komik adamım diyip her şeyi çizerseniz oluyor değil. Hassas konulara

dokunuyorsunuz. Onun için bilgili olmanız lazım, kültürlü olmanız lazım, dünyayı

sıkı takip ediyor olmanız lazım. Yani bu iş böyle cahil cahil yapılacak bir iş değil.

Komik olmak için de, o da çaba gerektiriyor. Çünkü komiklik anlayışı da nesilden

nesile değişiyor. Yeni gelen nesil farklı şeylere gülüyor. Onun için o nesli de anlıyor

olmak lazım...

Page 183: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

181

Teknoloji geliştikçe karikatüristin yapacağı işlerin de arttığını söyleyen Salih

Memecan’ın yeni projeleri, cep telefonlarına karikatür göndermek ve karikatürleri

için elektronik kartlar hazırlamak.”

(www.WEB:http://www.voanews.com/turkish/archive/2006-11/2006-11-15-

oa12.cfm)

Page 184: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

182

SONUÇ VE TARTIŞMA

Felsefi temellerden hareket ederek oluşturulan, teorik bir sanat çalışmasına bir

sonuç yazmak çok zor olmakla birlikte, imkansız da değildir. Her şeyden önce,

çalışmada söylenmek istenenler zaten içinde verilmiştir ve sonuç bu anlamda

söylenenlerin bir tekrarı olmaktan öte gitmez. Ancak bir sonuç ‘son’ anlamında da

olamaz, çünkü o bir başka tartışmanın başlangıcı olmalıdır; ilerleme için bu bir

zorunluluktur, gereklilik değil.

Çalışmamızda belli argümanlarımız, bu argümanları destekleyen, olabildiğince,

birincil elden kaynaklarımız, tutamaklarımız ve ayakları yere basan tezlerimiz vardır.

Bütün bunlar çalışma içinde detaylı verilmiştir.

Bir tez kendi içeriğine uygun olmalı, savunduğu görüşleri içine almalı,

dışladığı görüşleri de belli temellere oturtarak dışarıda tutmalı fakat yok

saymamalıdır. Biz tezimizde bu yolu takip ettik; bütün argümanlarımızı karşıt

argümanlarla birlikte vermeye çalıştık. Bunu yaparken bazı yerlerde zorlandık, ama

rasyonel olmayı da elden bırakmadık. Çalışmamız, bütün bunlarla birlikte, bu

konuda yapılacak başka çalışmalara da bir soru olma niteliğindedir.

Bütün bunlarla birlikte bu tezde yapılanları maddeler halinde göstermek

istersek;

1- Çalışmamızda öncelikle ‘sanat’ kavramı ve bunun dolayımları ayrıntılı bir

şekilde verilmiştir. Kavramın etimolojik ve tarihsel soy kütüğü detaylı

incelenmiş ve kendisine bağlanan diğer kavramların, örneğin; estetik, güzel,

bir bilgi olarak sanat sorunsalı gibi, açılımları yapılarak betimlenmiştir.

2- Yukarıda yazılanlara bağlı olarak, sanatın içi boş ve sadece duyumlara dayalı

bir iş olmadığı, asıl işlevinin absürt’ü bulup ortaya çıkarmak olduğu ve

sadece bu yüzden de olsa hayatın deviniminde ve oluşturulmasında en can

alıcı yerde durduğu belirtilmiştir.

3- Çalışmamızda, sanatın bu yönünü betimleyen düşüncelere de yer verilmiştir.

Özellikle Schopenhauer ve Nietzsche’nin bu konudaki görüşleri detaylı

olarak işlenmiştir. Buna bağlı olarak sanatın bir işlevi olmadığını belirten

görüşlere (örn.; Platon), sanatın formel olması gerektiğini savunan görüşlere

de (örn.; Aristoteles) yer verilmiştir.

Page 185: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

183

4- Çalışmamızda, mizahın anlamı, tarihsel boyutu; dünyada ve ülkemizdeki

gelişimi ve mizahtan ne anlaşılması gerektiği ayrıntılı bir şekilde

betimlenmiştir. Mizahın sadece bir gülme aracı olmadığı, onun insan

varlığının en temel dinamiği olan ve bugün sadece bazı kültürlerde yer alan

zıtların birliği ilkesinin insan düşünme ve eylemesine derin katkılarının

olabileceği betimlenmiştir. Mizahın, kendi ilkeleri etrafında

gerçekleştirildiğinde, insan hayatına olumlu bir yön vereceği gözden

kaçırılmamalıdır.

5- Mizahın bu özelliklerini açığa çıkarabilmek ve onu diğer gülmece

alanlarından ayırabilmek için karikatür ve mizah ilişkisi çalışmamızda detaylı

incelenmiştir. Karikatürün, mizahın en kalıcı biçimde ortaya konulmasındaki

yeri ve önemi örneklerle açıklanmıştır. Buna bağlı olarak karikatürün

dünyada ve ülkemizdeki gelişim süreci, bu sanatın emektarları da bir bir

açıklanarak, kronolojik olarak betimlenmiştir. Çalışma bu suretle bir arşiv

niteliğindedir.

6- Çalışmamızın son bölümünde, yukarıda söylenenler de dikkate alınarak, bir

sanat alanı olarak mizahın ülkemizdeki üç büyük ustası incelenmiştir. Bunlar

Oğuz Aral, Tan Oral ve Salih Memecan’dır. Seçimimizde tezimizdeki

savlarımız etkili olmuş ve mizahın kendi iç dinamiğinde olması gerekenler

aranmıştır. Oğuz Aral Ülkemizde mizahın absürdü nasıl yakalayacağını ve

ortaya çıkaracağını örneklendiren ve bunu hiçbir hipotetik yan olmadan

ortaya koyan büyük bir sanatçımızdır. Aynı şekilde. Tan Oral’da mizahın

toplumun olması gereken’e ulaşmasındaki önemini ve yapabileceği katkıyı

görmüş ve bunun için inanılmaz bir çaba sarf etmiştir. Tan Oral mizahın

okulu, öğretmeni ve dinamosu olarak kültürümüzde engin bir yerde

durmaktadır. Salih Memecan’da yapıp ettikleriyle, eserleriyle ve duruşuyla

bize mizahın nasıl yapılması gerektiğini öğretmiştir. O, mizahın iç dinamiği

olan hoşgörü’yü kültürümüze yerleştiren ve nasıl hoşgörülü olunması

gerektiğini öğretendir. Memecan’la birlikte ülkemizde mizahın bir küfür aracı

olmadığı anlaşılmıştır. Memecan bir toplum psikologudur. Eserlerinde

vurguladığı temalar toplumun bütün katmanlarınca örnek alınmıştır.

Page 186: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

184

RESİM KAYNAKÇA LİSTESİ

Resim 1- www.WEB:

http://bp0.blogger.com/_o69nAqq0Wlg/Rmnl4762INI/AAAAAAAABRE/n9sxDxlU

BTE/s1600-h/Levni_152.jpg (İndirilme Tarihi: 20.07.2008)

Resim 2- www. WEB: http://www.karacabeyblog.com/?p=8950 (İndirilme Tarihi: 12.08.2008)

Resim 3- www. WEB: http://aloyarisma.blogspot.com/2008_03_01_archive.html (İndirilme Tarihi: 12.08.2008)

Resim 4- www.WEB: http://www.sanalmuze.org/koleksiyon/ (İndirilme Tarihi: 29.07.2008)

Resim 5- www.WEB: http://www.sanalmuze.org/koleksiyon/ (İndirilme Tarihi: 29.07.2008) Resim 6- www. WEB: www.artnet.com/artist/674009/honore-daumier.html

(İndirilme Tarihi: 30.07.2008)

Resim 7- www. WEB: www.artnet.com/artist/674009/honore-daumier.html

(İndirilme Tarihi: 30.07.2008)

Resim 8- www. WEB: http://diglit.ub.uni-

heidelberg.de/diglit/fb1/0005?sid=0c97a319e993987b94b27dc24102acd5 (İndirilme

Tarihi: 23.07.2008)

Resim 9- www. WEB: http://diglit.ub.uni-

heidelberg.de/diglit/fb1/0005?sid=0c97a319e993987b94b27dc24102acd5 (İndirilme

Tarihi: 23.07.2008)

Resim 10- www.WEB: http://lcweb2.loc.gov/ammem/awhhtml/awsearchex.html

(İndirilme Tarihi: 03.08.2008)

Resim 11- www.WEB: http://www.fine-

art.com/members/36931/imagesBig/File4893454140.jpg (İndirilme Tarihi:

11.07.2008)

Resim 12- www.WEB: www.spartacus.schoolnet.co.uk/2WWsteinberg.htm

(İndirilme Tarihi: 24.07.2008)

Resim 13- www. WEB: http://www.spartacus.schoolnet.co.uk/ARThirschfeld.htm

(İndirilme Tarihi: 18.07.2008)

Resim 14- www.WEB: www.bpib.com (İndirilme Tarihi: 12.05.2008)

Page 187: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

185

Resim 15- KOLOĞLU, Orhan, 2005, Türkiye Karikatür Tarihi, Ankara: Bileşim

Yayınevi

Resim 16- ÇEVİKER, Turgut, 1986, Gelişim Sürecinde Türk Karikatürü, Cilt I,

İstanbul: Anadolu Yayıncılık

Resim 17- ÇEVİKER, Turgut, 1986, Gelişim Sürecinde Türk Karikatürü, Cilt I,

İstanbul: Anadolu Yayıncılık

Resim 18- ÇEVİKER, Turgut, 1986, Gelişim Sürecinde Türk Karikatürü, Cilt I,

İstanbul: Anadolu Yayıncılık

Resim 19- ÇEVİKER, Turgut, 1986, Gelişim Sürecinde Türk Karikatürü, Cilt I,

İstanbul: Anadolu Yayıncılık

Resim 20- ÇEVİKER, Turgut, 1986, Gelişim Sürecinde Türk Karikatürü, Cilt I,

İstanbul: Anadolu Yayıncılık

Resim 21- ÇEVİKER, Turgut, 1988, Gelişim Sürecinde Türk Karikatürü, Cilt II,

İstanbul: Anadolu Yayıncılık

Resim 22- ÇEVİKER, Turgut, 1988, Gelişim Sürecinde Türk Karikatürü, Cilt II,

İstanbul: Anadolu Yayıncılık

Resim 23- www.WEB: www.karikaturculerdernegi.org/detay.asp?id=7050

(İndirilme Tarihi: 10.07.2008)

Resim 24- ÇEVİKER, Turgut, 1988, Gelişim Sürecinde Türk Karikatürü, Cilt II,

İstanbul: Anadolu Yayıncılık

Resim 25- ÇEVİKER, Turgut, 1988, Gelişim Sürecinde Türk Karikatürü, Cilt II,

İstanbul: Anadolu Yayıncılık

Resim 26- ÇEVİKER, Turgut, 1988, Gelişim Sürecinde Türk Karikatürü, Cilt II,

İstanbul: Anadolu Yayıncılık

Resim 27- ÇEVİKER, Turgut, 1988, Gelişim Sürecinde Türk Karikatürü, Cilt II,

İstanbul: Anadolu Yayıncılık

Resim 28- ÇEVİKER, Turgut, 1991, Gelişim Sürecinde Türk Karikatürü, Cilt III,

İstanbul: Anadolu Yayıncılık

Resim 29- ÇEVİKER, Turgut, 1991, Gelişim Sürecinde Türk Karikatürü, Cilt III,

İstanbul: Anadolu Yayıncılık

Resim 30- ÇEVİKER, Turgut, 1991, Gelişim Sürecinde Türk Karikatürü, Cilt III,

İstanbul: Anadolu Yayıncılık

Page 188: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

186

Resim 31- ÇEVİKER, Turgut, 1991, Gelişim Sürecinde Türk Karikatürü, Cilt III,

İstanbul: Anadolu Yayıncılık

Resim 32- ÇEVİKER, Turgut, 1991, Gelişim Sürecinde Türk Karikatürü, Cilt III,

İstanbul: Anadolu Yayıncılık

Resim 33- ÇEVİKER, Turgut, 1991, Gelişim Sürecinde Türk Karikatürü, Cilt III,

İstanbul: Anadolu Yayıncılık

Resim 34- BALCIOĞLU, Semih, Cumhuriyetin 75. Yılında Türk Karikatürü,

Türkiye İş Bankası Yayınları

Resim 35- BALCIOĞLU, Semih, Cumhuriyetin 75. Yılında Türk Karikatürü,

Türkiye İş Bankası Yayınları

Resim 36- BALCIOĞLU, Semih, Cumhuriyetin 75. Yılında Türk Karikatürü,

Türkiye İş Bankası Yayınları

Resim 37- BALCIOĞLU, Semih, Cumhuriyetin 75. Yılında Türk Karikatürü,

Türkiye İş Bankası Yayınları

Resim 38- BALCIOĞLU, Semih, Cumhuriyetin 75. Yılında Türk Karikatürü,

Türkiye İş Bankası Yayınları

Resim 39- BALCIOĞLU, Semih, Cumhuriyetin 75. Yılında Türk Karikatürü,

Türkiye İş Bankası Yayınları

Resim 40- www.WEB: http://www.karikaturculerdernegi.org/detay.asp?id=6632

(İndirilme Tarihi: 18.07.2008)

Resim 41- www.WEB: http://www.karikaturculerdernegi.org/detay.asp?id=6632

(İndirilme Tarihi: 18.07.2008)

Resim 42- ERCAN, Cumhur, e-mail (Gönderim Tarihi: 15.11.2006)

Resim 43- www.WEB:

http://www.feco.info/spip.php?article430&debut_articles_rubrique=15 (İndirilme

Tarihi: 19.03.2008)

Resim 44- www.WEB: www.lightmillennium.org (İndirilme Tarihi: 21.07.2008)

Resim 45- ORAL, Tan, e-mail, (Gönderim Tarihi: 06.07.2008) Oral karikatürü

Resim 46- ORAL, Tan, e-mail, (Gönderim Tarihi: 19.06.2007) Oral karikatürü

Resim 47- www. WEB: www.sizinkiler.com (İndirilme Tarihi: 01.08.2008)

Resim 48- www. WEB: www.sizinkiler.com (İndirilme Tarihi: 01.08.2008)

Resim 49- www. WEB: www.bizimcity.tv (İndirilme Tarihi: 01.08.2008)

Page 189: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

187

Resim 50- www. WEB: www.bizimcity.tv (İndirilme Tarihi: 01.08.2008)

Page 190: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

188

KAYNAKÇA

ADAMS, A.A., (September 2002), The Role of Humor in Art Therapy,

Degree of Master of Arts: Canada

AKARSU, B., (1998), Felsefe Terimleri Sözlüğü, İnkılap Yayınları:

İstanbul, 7. Baskı

AKAY, A., (Ekim 1999), Sanatın Sosyolojik Gözü, Bağlam Yayınları:

İstanbul

ARAL, Oğuz, (Şubat 2000), Yeni Bir Huysuz İhtiyar-Bana Bir Tarzanlığı

Bile Çok Gördüler, Kelebek/Marjinal Yazarlar Yayıncılık: İstanbul

ARAL, Oğuz, Yeni Bir Huysuz İhtiyar-Her Rakının Bir Cini Vardır

Kelebek/Marjinal Yazarlar Yayıncılık: İstanbul

ARIK, Bilal, (2001), Popüler Kültürde Mizahın Etkinliği ve Sistem İçi

Direniş Olanakları (Örnek Olay: Bir Demet Tiyatro Dizisinin Söylemi),

Yayınlanmamış Doktora Tezi: İstanbul

ARIK, Bilal, (2001), 1980 sonrası Türkiye’de Yaşanan Toplumsal

Değişim ve karikatürün Değişen İşlevi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi:

İstanbul

ARIK, Bilal, (1998), Değişen Toplum Değişen Karikatür, Türkiye

Gazeteciler Cemiyeti Yayınları, İstanbul

ATAMAZ AŞICIOĞLU, Elif, (2001), Yazısız Karikatürlerin Grafik

Sanatındaki Yeri, Yazısız Karikatür Uygulamaları, Yayınlanmamış Yüksek

Lisans Tezi: Ankara

ATAY, Korhan; AKŞİT, Figen, Kumru, (Temmuz 2008), Mizahın Abisi

Oğuz Aral, Doğan Kitap Yayınevi: İstanbul

BALCIOĞLU, Semih, Cumhuriyet’in 75 Yılında Türk Karikatürü,

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

BERGMAN, T.L.L., (June 2001), The Art of Humor in The Teatro Breve

And Comedias of Calderon De La Barca, The Degree of Doctor of Philosophy:

USA

Page 191: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

189

BİSHOP, R.; ATKİNS, J.M., (November 1996), “American Folk Art's

İnformal Delight and Humor”, Folk Art in American Life, ed.ANDREAE, C.:

USA

BOLLA, de Peter, (2006), Sanat ve Estetik, Ayrıntı Yayınları: İstanbul, 1.

Basım

CARDEN, İvette, (February 2003 ), “On Humour and Pathology: The Role

of Paradox and Absurdity for İdeological Survival”, Anthropology & Medicine,

UK

CEVİZCİ, A., (Ekim 2002), Paradigma Felsefe Sözlüğü, Engin Yayıncılık:

İstanbul

CADE, B.W., (1982), “Humour and Creativity”, Journal of Family

Therapy, Cardiff UK

CHEANG, H.S.; PELL, M.D., (April 2005), “A Study of Humour and

Communicative İntention Following Right Hemisphere Stroke School of

Communication Sciences and Disorders”, McGill University, Canada,

CLASQUIN, M., (2001), “Real Buddhas Don’t Laugh: Attitudes Toward

Humour and Laughter in Ancient India and China”, Social Identities, South

Africa

COLLET, D., (November 2002), Laughing My Arts Off: The Origins of

Humour in My Art, Degree of Master of Arts: Canada

COŞAR, Metin, (Mart 2002), Nietzsche Kavramada Yeni Bir Yol, METU

Pres: Ankara

COŞAR, Metin, “Estetik Birey”, NUTKU, O.; TİMUÇİN, A.; ÖZBEK, S.,

(ed.) (Aralık 2001), Felsefelogos, Bulut Yayıncılık: İstanbul

ÇAKIR AYDIN, M., (Aralık 2002), Sanatta Eleştirellik, Beta Yayınları:

İstanbul

ÇEVİKER, Turgut, (1991), Gelişim Sürecinde Türk Karikatürü 1-2-3,

Adam Yayınları: İstanbul

DANYAL, N.; EVREN, A.; SABUR, S., (2002), Karikatür ve Bilişim,

Karikatür Vakfı Yayınları: Ankara

DANYAL, N.; EVREN, A.; SABUR, S., (2002), Karikatür ve Felsefe,

Karikatür Vakfı Yayınları: Ankara

Page 192: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

190

DANYAL, N.; EVREN, A.; SABUR, S., (2000), Karikatür ve İletişim,

Karikatür Vakfı Yayınları: Ankara

DANYAL, N.; EVREN, A.; SABUR, S., (2002), Karikatür ve Kültür,

Karikatür Vakfı Yayınları: Ankara

DANYAL, N.; EVREN, A.; SABUR, S., (2004), Karikatür ve Mizah,

Karikatür Vakfı Yayınları: Ankara

DANYAL, N.; EVREN, A.; SABUR, S., (2003), Karikatür Sosyoloji ve

İnsan Hakları, Karikatür Vakfı Yayınları: Ankara

DANYAL, N.; EVREN, A.; SABUR, S., (2002), Sanatta Karikatür,

Karikatür Vakfı Yayınları: Ankara

DANYAL, N.; EVREN, A.; SABUR, S., (2000), 20. Yüzyılın Karikatürü,

Karikatür Vakfı Yayınları: Ankara

DOCKING, K.; MURDOCH, B.E., (2000), “Interpretation and

Comprehension of Linguistic Humour by Adolescents With Head İnjury: A Group

Analysis”, Brain Injury, Brisbane Australia

DOLTAŞ, DİLEK.; “Postmodernizm, tartışmalar ve Uygulamalar”, Telos,

1999.

DUTTON, R., (1974), “The Significance of Jonson’s Revision of Every

Man in His Humour”, Modern Language Review

ERHAT, AZRA.; “Mitoloji Sözlüğü”, Remzi Kitabevi, 1997.

EVANS, R.J.; KLEIJWEGT, M., (2001), “Introduction: Humour in The

Ancient World”, Social Identities, South Africa

FRENZEL, Ivo; HEINEMANN, Fritz, (çev. Doğan Özlem), (1997),

Günümüzde Felsefe Disiplinleri, İnkilap Kitapevi: İstanbul

HAYNES. D., (2006), “The Persistence of İrony: İnterfering With

Surrealist Black Humour”, Taylor & Francis, Textual Practice: UK

HENDLER, J., (1996), “Humour Integrating Neural and Fuzzy

Reasoning”, Connection Science, USA

HOUSTON, D.M.; MCKEE, K.J.; CARROLL, L.; MARSH, H., (1998),

“Using Humour to Promote Psyhchological Wellbeing in Residntal Homes for

Older People”, Aging&Mental Health, Sheffield, UK

Page 193: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

191

HOWELLS, R., (June 2006), “Is It Because I Is Black?Race, Humour and

The Polysemiology of Ali G”, Historical Journal of Film, Radio and Television,

USA

İNSEL, D., (ed.), (Ekim 1984), Türkiye’de Dergiler Ansiklopediler (1849–

1984), Gelişim Yayınları: İstanbul

İZZETBEGOVİÇ, Ali, (Kasım 2003), Doğu ve Batı Arasında İslam, Nehir

Yayınları: İstanbul

GOMBRICH, E.H., (2002), Sanatın Öyküsü, Remzi Kitabevi: İstanbul, 3.

Baskı

KINAY, C., (1993), Sanat Tarihi, Kültür Bakanlığı Yayınları: Ankara

KARACABEY, Mehtap, (1995), Mizah Dergilerinin Halk Eğitimindeki

Yeri ve Önemi Gırgır Dergisi Örneği, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi: Ankara

KAYALI, K., (Kasım 1994), Keşke Herkes Papağan Olsa-Mizah Üzerine

Yazılar I, Ayyıldız Yayınları: Ankara

KLEIN, S.R., (November 1996), What’s Funny About Art?: Children’s

Responses to Humor in Art, The Degree of Doctor of Philosophy: Indiana USA

KOLOĞLU, Orhan, (Eylül 2005), Türkiye Karikatür Tarihi, Bileşim

Yayınevi: İstanbul

KONGAR, E., (Ekim 1986), Kültür ve İletişim, Say Yayıncılık: İstanbul

KOTTHOFF, H., (2005), “Gender and Humor: The State of Tthe Art”,

Journal of Pragmatics, Freiburg, Germany

MACKIE-SIMMONS, N., (2003), “The Role of Humur in Therapy for

Aphasia”, Aphasiology, Hammond LA USA

MANN, D., (1991), “Humour in Psychotherapy”, Psychoanalytic

Psychotherapy, London, England

MATHIAS, M., (December 1999), Expanding Th Technology Debate

Through The Investigation of Humor in Recent Art: 1950s to1990s, The Degree

of Doctor of Philosophy: Newport Rhode Island

Meydan Larousse Ansiklopedileri 10, 11, 14 no’lu Ciltler

MCTIGHE, Sheila, (January 1993), “Perfect Deformity, Ideal Beauty, and the "Imaginaire" of Work: The Reception of Annibale Carracci's "Arti di Bologna" in 1646, by Sheila McTighe”, The Oxford Art Journal, Oxford University Pres: England

Page 194: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

192

LYNN, G.; Smith, P., (2002), “Humor in The Art Room”, Arts &

Activities, The H.W. Wilson Company: San Diego

LOCKYER, S., (November 2004), “Heard The One About… Applying

Mixed Methods in Humour Research?”, Int. J. Social Research Methodology:

USA

OLSSON, H., (2002), “The Esence of Humour and İts Effects and

Functions: A Qualitative Study”, Journal of Nursing Management, Sweden

ÖNGÖREN, Ferit, Cumhuriyet’in 75 Yılında Türk Mizahı ve Hicvi,

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

POLSKY, J., (September 2002), Laughing Matters: The Holocaust

Humour of Art Spiegelman, Tadeusz Borowski and Aleksander Kulisiewicz,

Degree of Master of Arts: Calgary, Alberta

REEKİE, D., (February 2002), “Humor, Politics and The Human

Conditition”, Norwich Castle Museum and Art Gallery, The H.W. Wilson

Company: London, England

RITTER, D.P., (1998), Humor as A Teaching Methodology: The

Tamashiro and Bandes Model, Its Impact Upon First Grade Student

Achievement in The Language Arts, The Degree of Doctor of Education

Department of Educational Leadership: USA

SAROGLOU, V.; Jaspard, J.M., (2001), “Does Religion Affect Humour

Creation? An Experimental Study”, Mental Health, Religion&Culture: Belgium

SCHILLER, FRIEDRICH.; “İnsanın Estetik Eğitimi Üzerine Bir Dizi

Mektup”, Çev: Gürsel Aytaç, Kültür Bakanlığı Yay., No: 54.

SCHULTEN, P., (2001), “Physicians, Humour and Therapeutic Laughter

in The Ancient World”, Social Identities, Rotterdam

SELÇUK, Turhan, (1963), Hiyeroglif (Hieroglyph), İzlem Yayınları 24,

Taşlama Dizisi 1: İstanbul

SMITH, J.R., (September 1997), The Jester in His Court: The Use of

Humor in Bob Dylan’s Art, The Degree of Master of Arts: Missouri USA

TİMUÇİN, Afşar, (2003), Estetik, Bulut Yayınları, İstanbul

Page 195: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

193

THOMAS, B.A.; AL-MASKATI, H., (1997), “I Suppose You Think That’s

Funny! The Role of Humour in Corporate Learning Events”, The International

Journal of Human Resource Management, Manchester USA

TOPUZ, Hıfzı, (1997), Başlangıcından Bugüne Dünya Karikatürü (World

Cartooning From İts Beginnings to Today), İnkılâp Kitabevi, Gülmece Dizisi 9,

Tarih 1: İstanbul

TOPUZ, Hıfzı, (1986), İletişimde Karikatür ve Toplum, Eskişehir Anadolu

Üniversitesi Basımevi Yayıncılık: Eskişehir

TRIEZENBERG, K., (2004), “Humor Enchancers in The Study of

Humorous Literature”

WACKS, D., (2003), Subversive Humor: The Performance Art of

Hannah Wilke, Eleanor Antin and Adrian Piper, Degree of Doctor of Philosophy:

New York

WEISFELD, G.E., (2006), “Humor Appreciation as An Adaptive Esthetic

Emotion”

WILLIAMS, Raymond, (1976), Keywords A vocabulary of Culture and

Society, First Published in Fontana, Glasgow

YÜCEBAŞ, Halit, (1958), Şair Eşref, Hayatı, Hatıratı, Şiirleri, A. Halit

Kitapevi: İstanbul

www.WEB: http://www.kolikler.com/thumb/1226.JPEG

(İndirilme Tarihi:12.04.2008)

www.WEB: http://www.ntvmsnbc.com/news/280017.asp

(İndirilme Tarihi:15.06.2008)

www.WEB: http://www.turkei.net/news_detail.php?id=23027

(İndirilme Tarihi:24.06.2008)

www. WEB : http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2004/07/27/496158.asp

(İndirilme Tarihi:19.07.2008)

www.Web: http://tr.wikipedia.org/wiki/O%C4%9Fuz_Aral

(İndirilme Tarihi:10.05.2008)

www. WEB : http://tr.wikipedia.org/wiki/Tekin_Aral

(İndirilme Tarihi:18.06.2008)

Page 196: SANAT ALANI OLARAK MİZAH: SANAT, MİZAH, KARİKATÜR İLİŞKİSİ ...€¦ · TÜRKİYE’DEN ÜÇ ÖRNEK CANAN GÜNERİ Danışman: Doç Dr. Metin COŞAR İnönü Üniversitesi

194

www.WEB: http://www.voanews.com/turkish/archive/2006-11/2006-11-15-

voa12.cfm (İndirilme Tarihi:09.06.2008)

www.WEB: http://www.arthistoricum.net/en/ressourcen/fliegende-blaetter/

(İndirilme Tarihi:20.05.2008)

www.WEB:http://karikaturhaber.blogspot.com/2008/08/trkiyede-canlandrma-

sinemasnn-dn-ve.html (İndirilme Tarihi:20.07.2008)

www.WEB:http://tr.wikipedia.org/wiki/Mehmed_Siyah_Kalem#YA.C5.9EA

MI_veYAPITLARI (İndirilme Tarihi:22.07.2008)