1
Yayın Tarihi : 24.04.2007 Sayfa : 2 Ü nlü Fransız düşünürü Tocqu- eville demokrasi ile ilgili ola- rak şöyle yazıyor: “En büyük karmaşa ‘de- mokrasi’ ve ‘demokrat hükü- met’ sözcüklerini kullanma biçimin- den doğmaktadır. Bu sözcükler açık- ça tanımlanıp bunların tanımları üze- rinde bir anlaşmaya varılmadıkça halk, içinden çıkılmaz bir fikir karmaşası yaşayacaktır, bu da en çok halk avcıla- rıyla zorbaların işine yarayacaktır.” Günümüzden 150 yıl önce yaşayan Ale- xis Tocqueville sanki; bugünkü Türki- ye’yi ve Başbakan Erdoğan’ı anlatıyor. Feodal yapının egemen, dinsel öğele- rin ve tarikat sisteminin yaygın olduğu top- lumlarda demokrasi uygulamaları, Toc- queville’in yukarıdaki sözlerine daha çok geçerlilik tanımaktadır. Demokrasi insan aklının yarattığı ve ürettiği bir yönetim biçimidir. İlk kez Me- zopotamya’da ve Yunan yarımadasında 2500 yıl kadar önce görüldü. Kent dev- letlerinde (polis) yoğun nüfus olmaması ve kısıtlı bir vatandaş kesiminin katılımı- na izin verildiği için doğrudan demokra- si uygulanabilmişti. Yasama organı katı- lım haklarına sahip tüm yurttaşlardan olu- şuyordu. Kısa ömürlü olan bu demokratik yöne- tim sisteminin çöküşüyle, çağdaş anaya- sacılık ve demokrasiye geçişin arasında en az 2000 yıllık bir boşluk olmuştur. Bu 2000 yıllık sürede egemenlik feodal bey- lerle, gücünü Tanrı’dan aldığını savlayan kralların eline geçmişti. Karanlık ortaçağın yarattığı baskılar sürerken, ortaçağ Avrupası’nın yarattığı aydınlanma hareketi yeni düşüncelerin gelişmesine olanak yaratmıştı. Buna pa- ralel olarak sanayi devriminin ortaya çı- kışı, bu devrimin yarattığı işçi ve kentsoy- lu (burjuva) sınıflarının giderek güçlen- meleri demokrasi anlayışının, 2000 yıl sonra yeniden canlanmasına olanak sağ- lamıştır. Kuşkusuz bu aşamada en önemli tarih- ler 1776 Amerikan Kongresi’ndeki karar- lar ve 1789’daki Büyük Fransız Devri- mi’dir. Fransız Devrimi ile kralın Tanrısal, do- ğal ve geleneksel hukuktan kaynaklandı- ğı savlanan iktidarının kullanımı sınır- landırılıyor, egemenliğin kayıtsız koşul- suz milletin elinde olduğu kabul edili- yordu. Klasik demokrasinin en önemli kuru- mu olan 4 yılda bir yapılan seçimlerle oluşan meclis, halk adına yetkiliydi ve her türlü kararı veriyordu. Buna “Temsi- li demokrasi” adı verilir. Ancak demokrasi denilen sistem o de- rece kötüye kullanılmaya açıktır ki, sonun- da 1930’larda, yani Büyük Fransız Dev- rimi’nden 140 yıl sonra demokrasi, de- mokratik haklar kullanılarak tahrip edil- di. Bunun en açık ve belirgin örneği Hit- ler Almanyası ve Mussolini İtalyası’dır. Çünkü her iki ülkede demokratik hakla- rı kullanarak seçimle iktidara gelen par- tiler ve liderler, sonunda diktatörlükleri- ni ilan etmişlerdir. Dört yılda bir yapılan seçim... İşte bu nedenle İkinci Dünya Sava- şı’ndan sonra “Demokrasi teorisi”nde bü- yük değişimler oldu. Demokrasinin sade- ce dört-beş yılda bir yapılan seçimler ol- madığı, demokrasinin sadece egemenlik milletindir sloganı olmadığı, demokrasi- nin hukuk devleti ilkelerini ve katılımcı demokrasinin gereklerini yerine getirerek gerçekleştirilebileceği anlaşıldı. Sadece 4-5 yılda yapılan siçimlere da- yalı bir sistemle, çoğunluğu kazanan ve temsil mekanizmalarına el koyan siyasal iktidarların artan bir bürokratik ve parti otoritesiyle bireylerin yaşamına ve öz- gürlüklerine gittikçe daha çok müdahale etmeleri, yeni çarelerin bulunmasını zor- ladı. Özellikle son 50 yılda liberal ve klasik demokraside bir dönüşüm yaşandı. Hu- kuk devleti, sosyal devlet, kanunların ana- yasal denetimi ile idarenin her türlü ey- lem ve işlemlerinin yargı denetimine bağ- lanması, özgürlüklerin özüne dokunula- mayacağının kabul edilmesi çağdaş de- mokrasinin vazgeçilmez unsurları olarak benimsendi. Katılımcılık ilkesi evrensel demokrasinin en önemli niteliği oldu... Tüm bunlar AKP ve Tayyip Erdoğan ta- rafından özümsenmiş midir? Ne yazık ki hayır... Cumhuriyetin kurucu temel felsefesi- ne karşı çıkılamaz. Bugün Almanya’da Na- zi partisi kurulamaz. Bugün Amerika’da federal sistemin kurucu felsefesini oluş- turan kurucu liderlere karşı çıkılamaz. Bugün Avrupa Birliği ülkelerinde din devleti kurmak için tüm devlet kadrola- rının ele geçirilmesine olanak tanınamaz. Avusturya’da sağcı parti lideri Haider’in iktidarı almasına engel olunduğu unutul- mamalıdır. Daha geçen hafta 14 Nisan günü ger- çekleştirilen büyük toplumsal mitinge “...milyon falanmış... Bu milyon da çok basite indi ha...” diye kızan kişi demok- rat olamaz... Ciddiyet ve devlet adamlığı nitelikleri ulusun yüzde 80’i tarafından kabul edi- len Cumhurşabakanı Sezer’in “Cumhu- riyet tehlikeyle karşı karşıyadır” diye belirtmesi, Genelkurmay Başkanı Büyü- kanıt’ın “Sözde değil özde uyarısı”, 14 Nisan günü Anıtkabir’e ırmak gibi akan milyon kişinin tepki ve kaygıları, Erdo- ğan ve onun gibi düşünenleri etkilemiyor. Onlar için varsa yoksa, Meclis’teki sayı- sal çoğunluktur... Başbakan şikâyetçi Başbakan’ın Cumhuriyetin kurucu te- mel felsefesine ters düşen onlarca sözü- nü burada yinelemeye gerek yok. Ama “...bir gün gelecek, egemenlik duvar- da değil, kayıtsız şartsız milletin ken- disinde olacak” sözü ne anlama geliyor? Erdoğan elindeki sayısal çoğunluğu bile az görüyor, onu Başbakanlığa taşıyan bu sistemden bile şikâyetçi... Cumhuriyetin laik cumhuriyet olan temel felsefesinden şikâyetçi... Çağdaş bir demokrasi, çağdaş bir eğitim yerine dinci bir düzen, dinci bir eğitim sistemi istiyor. 14 Nisan mitinginin özünü anlayama- yan, oraya gelen büyük vatandaş kitlesiy- le alay eden, her şeyin Meclis’teki sayı- sal çoğunlukla çözüleceğini kabul eden bir zihniyet, demokratik olamaz. Bu sa- yısal bir demokrasidir. Yukarıda belirtil- diği gibi, onun da modası geçmiştir... Kaldı ki, dayandığı sayısal çoğunluk da demokratik değildir. Herkesin artık ezberlediği hususları yineleyelim. 2002 Kasım seçimlerinde AKP tüm seçmenin 1/4 ve seçime katılanların an- cak 1/3’ünün oyunu almıştır. Ancak se- çim yasasındaki adaletsizlik nedeniyle parlamentonun 3/4’ünü ele geçirmiştir. Bü- tün dünya bunun adaletsizliğini kabul edi- yor ama, AKP bunun adaletsiz olduğu- nu, demokrasiye ters düştüğünü hiçbir zaman kabul etmemektedir. Seçimlerin yenilenmesine 6 ay kala 7 yıllık Cumhurbaşkanı seçmek yasal ola- bilir ama, hiç de demokratik değildir. 2007 sonbaharında yapılacak seçimde AKP oy kaybederse, parlamentoda san- dalya yitirirse ne duruma düşeceğini, AKP’nin adil olmayan sayısal çoğunlu- ğuyla seçilmiş olan cumhurbaşkanının “meşruiyet” sorunu ile karşı karşıya ka- lacağını AKP hiç hesaba katmıyor. Çağımızın demokrasi anlayışı, klasik de- mokrasinin sınırlarını aşmıştır. Çağımız demokrasisi katılımcıdır. Çağımız de- mokrasilerinde parlamento mutlak ege- men değildir, halkın yönelişlerini göz- lemlemek ve ona göre hareket etmek ça- ğımızdaki katılımcı demokrasinin ana il- kesidir. Erdoğan’a, onun yakın çalışma arkadaş- larına öneriyoruz. Demokrasinin olmaz- sa olmaz önkoşulu laiklik ilkelerine giz- li-açık saldırıyı bıraksınlar. Cumhuriyet tarihinin en büyük toplumsal hareketi olan 14 Nisan mitingini ve çağımızın ka- tılımcı demokrasisini özümsemeye çalış- sınlar. Bu özümseme gerçekleşmezse, belki Erdoğan’ın kendisi ya da istediği bir ki- şi cumhurbaşkanı olabilir, ama asla o ma- kamda rahat oturamaz. Çünkü demokra- si, Erdoğan’ın anladığı gibi salt sayısal ço- ğunluk demek değildir. Çağdaş demok- rasi sayısalı aşan bir yaşam biçimi, hukuk devleti, laiklik ilkesine bağlılık ve katı- lımcılıktır. Erdoğan’ın Sayısal Demokrasisi... Dr. ALEV COŞKUN Erdoğan’a, onun yakın çalışma arkadaşlarına öneriyoruz. Demokrasinin olmazsa olmaz önkoşulu laiklik ilkelerine gizli-açık saldırıyı bıraksınlar. Cumhuriyet tarihinin en büyük toplumsal hareketi olan 14 Nisan mitingini ve çağımızın katılımcı demokrasisini özümsemeye çalışsınlar. Bu özümseme gerçekleşmezse, belki Erdoğan kendisi, ya da istediği bir kişi Cumhurbaşkanı olabilir, ama asla o makamda rahat oturamaz. Çünkü demokrasi, Erdoğan’ın anladığı gibi salt sayısal çoğunluk demek değildir. Çağdaş demokrasi sayısalı aşan bir yaşam biçimi, hukuk devleti, laiklik ilkesine bağlılık ve katılımcılıktır. Orijinal Boyut : 19 * 31 cm

SAYFA EVET / HAYIR Erdoan n Say sal Demokrasisi PENCEREalevcoskun.com/files/2007/2007-4.pdflumlarda demokrasi uygulamalar , Toc-queville in yukar daki sözlerine daha çok geçerlilik

  • Upload
    hatruc

  • View
    217

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: SAYFA EVET / HAYIR Erdoan n Say sal Demokrasisi PENCEREalevcoskun.com/files/2007/2007-4.pdflumlarda demokrasi uygulamalar , Toc-queville in yukar daki sözlerine daha çok geçerlilik

Yayın Tarihi : 24.04.2007Sayfa : 2

CUMHURİYET 02 CMYK

CUMHURİYET

OLAYLAR VE GÖRÜŞLER SAYFA

224 NİSAN 2007 SALI

Ünlü Fransız düşünürü Tocqu-eville demokrasi ile ilgili ola-rak şöyle yazıyor: “En büyük karmaşa ‘de-mokrasi’ ve ‘demokrat hükü-

met’ sözcüklerini kullanma biçimin-den doğmaktadır. Bu sözcükler açık-ça tanımlanıp bunların tanımları üze-rinde bir anlaşmaya varılmadıkça halk,içinden çıkılmaz bir fikir karmaşasıyaşayacaktır, bu da en çok halk avcıla-rıyla zorbaların işine yarayacaktır.”

Günümüzden 150 yıl önce yaşayan Ale-xis Tocqueville sanki; bugünkü Türki-ye’yi ve Başbakan Erdoğan’ı anlatıyor.

Feodal yapının egemen, dinsel öğele-rin ve tarikat sisteminin yaygın olduğu top-lumlarda demokrasi uygulamaları, Toc-queville’in yukarıdaki sözlerine daha çokgeçerlilik tanımaktadır.

Demokrasi insan aklının yarattığı veürettiği bir yönetim biçimidir. İlk kez Me-zopotamya’da ve Yunan yarımadasında2500 yıl kadar önce görüldü. Kent dev-letlerinde (polis) yoğun nüfus olmamasıve kısıtlı bir vatandaş kesiminin katılımı-na izin verildiği için doğrudan demokra-si uygulanabilmişti. Yasama organı katı-lım haklarına sahip tüm yurttaşlardan olu-şuyordu.

Kısa ömürlü olan bu demokratik yöne-tim sisteminin çöküşüyle, çağdaş anaya-sacılık ve demokrasiye geçişin arasındaen az 2000 yıllık bir boşluk olmuştur. Bu2000 yıllık sürede egemenlik feodal bey-lerle, gücünü Tanrı’dan aldığını savlayankralların eline geçmişti.

Karanlık ortaçağın yarattığı baskılarsürerken, ortaçağ Avrupası’nın yarattığıaydınlanma hareketi yeni düşünceleringelişmesine olanak yaratmıştı. Buna pa-ralel olarak sanayi devriminin ortaya çı-kışı, bu devrimin yarattığı işçi ve kentsoy-lu (burjuva) sınıflarının giderek güçlen-meleri demokrasi anlayışının, 2000 yılsonra yeniden canlanmasına olanak sağ-lamıştır.

Kuşkusuz bu aşamada en önemli tarih-ler 1776 Amerikan Kongresi’ndeki karar-lar ve 1789’daki Büyük Fransız Devri-mi’dir.

Fransız Devrimi ile kralın Tanrısal, do-ğal ve geleneksel hukuktan kaynaklandı-ğı savlanan iktidarının kullanımı sınır-landırılıyor, egemenliğin kayıtsız koşul-suz milletin elinde olduğu kabul edili-yordu.

Klasik demokrasinin en önemli kuru-mu olan 4 yılda bir yapılan seçimlerleoluşan meclis, halk adına yetkiliydi veher türlü kararı veriyordu. Buna “Temsi-li demokrasi” adı verilir.

Ancak demokrasi denilen sistem o de-

rece kötüye kullanılmaya açıktır ki, sonun-da 1930’larda, yani Büyük Fransız Dev-rimi’nden 140 yıl sonra demokrasi, de-mokratik haklar kullanılarak tahrip edil-di. Bunun en açık ve belirgin örneği Hit-ler Almanyası ve Mussolini İtalyası’dır.Çünkü her iki ülkede demokratik hakla-rı kullanarak seçimle iktidara gelen par-tiler ve liderler, sonunda diktatörlükleri-ni ilan etmişlerdir.

Dört yılda bir yapılan seçim...

İşte bu nedenle İkinci Dünya Sava-şı’ndan sonra “Demokrasi teorisi”ndebü-yük değişimler oldu. Demokrasinin sade-ce dört-beş yılda bir yapılan seçimler ol-madığı, demokrasinin sadece egemenlikmilletindir sloganı olmadığı, demokrasi-nin hukuk devleti ilkelerini ve katılımcıdemokrasinin gereklerini yerine getirerekgerçekleştirilebileceği anlaşıldı.

Sadece 4-5 yılda yapılan siçimlere da-yalı bir sistemle, çoğunluğu kazanan vetemsil mekanizmalarına el koyan siyasaliktidarların artan bir bürokratik ve partiotoritesiyle bireylerin yaşamına ve öz-gürlüklerine gittikçe daha çok müdahaleetmeleri, yeni çarelerin bulunmasını zor-ladı.

Özellikle son 50 yılda liberal ve klasikdemokraside bir dönüşüm yaşandı. Hu-kuk devleti, sosyal devlet, kanunların ana-yasal denetimi ile idarenin her türlü ey-lem ve işlemlerinin yargı denetimine bağ-lanması, özgürlüklerin özüne dokunula-mayacağının kabul edilmesi çağdaş de-mokrasinin vazgeçilmez unsurları olarakbenimsendi. Katılımcılık ilkesi evrenseldemokrasinin en önemli niteliği oldu...

Tüm bunlar AKP ve Tayyip Erdoğan ta-rafından özümsenmiş midir? Ne yazık kihayır...

Cumhuriyetin kurucu temel felsefesi-ne karşı çıkılamaz. Bugün Almanya’da Na-zi partisi kurulamaz. Bugün Amerika’dafederal sistemin kurucu felsefesini oluş-turan kurucu liderlere karşı çıkılamaz.Bugün Avrupa Birliği ülkelerinde dindevleti kurmak için tüm devlet kadrola-rının ele geçirilmesine olanak tanınamaz.Avusturya’da sağcı parti lideri Haider’iniktidarı almasına engel olunduğu unutul-mamalıdır.

Daha geçen hafta 14 Nisan günü ger-çekleştirilen büyük toplumsal mitinge“...milyon falanmış... Bu milyon da çokbasite indi ha...” diye kızan kişi demok-rat olamaz...

Ciddiyet ve devlet adamlığı nitelikleriulusun yüzde 80’i tarafından kabul edi-len Cumhurşabakanı Sezer’in “Cumhu-riyet tehlikeyle karşı karşıyadır” diyebelirtmesi, Genelkurmay Başkanı Büyü-

kanıt’ın “Sözde değil özde uyarısı”, 14Nisan günü Anıtkabir’e ırmak gibi akanmilyon kişinin tepki ve kaygıları, Erdo-ğan ve onun gibi düşünenleri etkilemiyor.Onlar için varsa yoksa, Meclis’teki sayı-sal çoğunluktur...

Başbakan şikâyetçi

Başbakan’ın Cumhuriyetin kurucu te-mel felsefesine ters düşen onlarca sözü-nü burada yinelemeye gerek yok. Ama“...bir gün gelecek, egemenlik duvar-da değil, kayıtsız şartsız milletin ken-disinde olacak” sözü ne anlama geliyor?Erdoğan elindeki sayısal çoğunluğu bileaz görüyor, onu Başbakanlığa taşıyan busistemden bile şikâyetçi... Cumhuriyetinlaik cumhuriyet olan temel felsefesindenşikâyetçi... Çağdaş bir demokrasi, çağdaşbir eğitim yerine dinci bir düzen, dinci bireğitim sistemi istiyor.

14 Nisan mitinginin özünü anlayama-yan, oraya gelen büyük vatandaş kitlesiy-le alay eden, her şeyin Meclis’teki sayı-sal çoğunlukla çözüleceğini kabul edenbir zihniyet, demokratik olamaz. Bu sa-yısal bir demokrasidir. Yukarıda belirtil-diği gibi, onun da modası geçmiştir...

Kaldı ki, dayandığı sayısal çoğunlukda demokratik değildir. Herkesin artıkezberlediği hususları yineleyelim.

2002 Kasım seçimlerinde AKP tümseçmenin 1/4 ve seçime katılanların an-cak 1/3’ünün oyunu almıştır. Ancak se-çim yasasındaki adaletsizlik nedeniyleparlamentonun 3/4’ünü ele geçirmiştir. Bü-tün dünya bunun adaletsizliğini kabul edi-yor ama, AKP bunun adaletsiz olduğu-nu, demokrasiye ters düştüğünü hiçbirzaman kabul etmemektedir.

Seçimlerin yenilenmesine 6 ay kala 7yıllık Cumhurbaşkanı seçmek yasal ola-bilir ama, hiç de demokratik değildir.2007 sonbaharında yapılacak seçimdeAKP oy kaybederse, parlamentoda san-dalya yitirirse ne duruma düşeceğini,AKP’nin adil olmayan sayısal çoğunlu-ğuyla seçilmiş olan cumhurbaşkanının“meşruiyet” sorunu ile karşı karşıya ka-lacağını AKP hiç hesaba katmıyor.

Çağımızın demokrasi anlayışı, klasik de-mokrasinin sınırlarını aşmıştır. Çağımızdemokrasisi katılımcıdır. Çağımız de-mokrasilerinde parlamento mutlak ege-men değildir, halkın yönelişlerini göz-lemlemek ve ona göre hareket etmek ça-ğımızdaki katılımcı demokrasinin ana il-kesidir.

Erdoğan’a, onun yakın çalışma arkadaş-larına öneriyoruz. Demokrasinin olmaz-sa olmaz önkoşulu laiklik ilkelerine giz-li-açık saldırıyı bıraksınlar. Cumhuriyettarihinin en büyük toplumsal hareketiolan 14 Nisan mitingini ve çağımızın ka-tılımcı demokrasisini özümsemeye çalış-sınlar.

Bu özümseme gerçekleşmezse, belkiErdoğan’ın kendisi ya da istediği bir ki-şi cumhurbaşkanı olabilir, ama asla o ma-kamda rahat oturamaz. Çünkü demokra-si, Erdoğan’ın anladığı gibi salt sayısal ço-ğunluk demek değildir. Çağdaş demok-rasi sayısalı aşan bir yaşam biçimi, hukukdevleti, laiklik ilkesine bağlılık ve katı-lımcılıktır.

Erdoğan’ın Sayısal Demokrasisi...

Dr. ALEV COŞKUN

Erdoğan’a, onun yakın çalışma arkadaşlarına öneriyoruz. Demokrasininolmazsa olmaz önkoşulu laiklik ilkelerine gizli-açık saldırıyı bıraksınlar.Cumhuriyet tarihinin en büyük toplumsal hareketi olan 14 Nisan mitinginive çağımızın katılımcı demokrasisini özümsemeye çalışsınlar. Buözümseme gerçekleşmezse, belki Erdoğan kendisi, ya da istediği bir kişiCumhurbaşkanı olabilir, ama asla o makamda rahat oturamaz. Çünküdemokrasi, Erdoğan’ın anladığı gibi salt sayısal çoğunluk demek değildir.Çağdaş demokrasi sayısalı aşan bir yaşam biçimi, hukuk devleti, laiklikilkesine bağlılık ve katılımcılıktır.

PENCERETMSF Kendi Davasını Bizzat Çökertti!..

Ülkemizdeki medya yapılanmasına “Fransız”, yani ya-bancı olanlara çok kısa birkaç notla ‘Bismillah’ diyerekyazıya başlayayım...

Medya -Cumhuriyet dışında- dört gruba ayrılıyordu: Doğan grubu.. Sabah grubu.. Karamehmet grubu.. Dinci grup..

Söze dinci grupla başlanırsa ‘Bismillah’ı bir yana bıra-kıp yine Allah’la işe başlamak gerek:

- Hafazanallah!.. “Tanrı bizi korusun” anlamına gelen bu deyiş tam ye-

rinde kullanılmıştır; çünkü “Dinci grup” Allah’ın her günübir milyonu aşkın gazeteyi bedava dağıtır; bu kesim ik-tidarın himayesi altındadır; “kayıt dışı para” ile oynar...

Doğan grubu gazeteleri gerek satışta, gerek reklam pas-tasında yüzde 40’ı aşan paya sahiptir...

Vaktiyle Sabah grubuyla rekabet ederdi Doğan grubu... Artık rakibi kalmadı.. Neden?.. Çünkü siyasal iktidar Sabah grubuna el koydu!..

Nasıl oldu bu iş?.. Hikâyesi uzun... Bir devlet kurumu olan Tasarruf Mevduatı Sigorta Fo-

nu (TMSF) vaktiyle bankerzede adı verilen kişileri koru-mak için kurulmuş; bu arada Sabah’a da el koymuştu..

Çünkü Sabah’ın o zamanki sahibi Dinç Bilgin Eti-bank’ı satın alıp bankanın parasını gazeteye aktarınca mü-dahale gereği doğmuştu...

TMSF, uzun bir film senaryosuna dönüşebilecek olay-lar, pazarlıklar, araştırmalar, gelgitler sonucunda, Sabahgrubunun Turgay Ciner’e devredilmesine “tamam” de-di...

Aradan beş yıl geçti... Batık Sabah grubu toparlandı, Türk medyasında grup

olarak ikinciliğe yükseldi, borçlarını tıkır tıkır ödemeyisürdürdü...

Ancak geçenlerde -1 Nisan günü- TMSF yönetimi bir-denbire dedi ki:

- Beş yıl geçtikten sonra (tam da bu zamanda) farkı-na vardım ki Dinç Bilgin ile Turgay Ciner beş yıl önce be-ni aldatmışlar...

- Yaaa!. - Evet, Sabah grubuna el koyuyorum... Tam da zamanı değil mi?..

Eh, denebilir ki hukuk işi... Akçalı iş.. Olur mu olur... Ama tam da bu kertede TMSF yönetimi Sabah’ta ger-

çekleştirdiği operasyonla kendi kendisini yalanladı... Daha bir ay dolmadan Sabah’ta Genel Yayın Müdürü

Fatih Altaylı çekilmek zorunda kaldı.. Başyazar Mehmet Barlas da çekilmek zorunda kal-

dı.. Çünkü TMSF gazetenin yalnız akçalı ve idari işlerine

değil; siyasetine, yönetimine, manşetine, başlıklarına,yazarlarına da el koyuyordu...

TMSF’nin Sabah’a el koyması TMSF’nin bizzat kendieylemiyle saptandı ki:

Bu iş ne hukuk işi.. Ne akçalı iş.. AKP iktidarının işi!.. Kanıtı, belgesi, eylemi, marifeti ortada!..

Ne var ki bizim ‘hafazanallah medya’mız sus pus, nebir haber, ne bir teber, ne de bir eleştiri...

Bereket Cumhuriyet var!..

EVET / HAYIROKTAY AKBAL

Ne Yazmalı? Ne Yazmamalı?

Yarım yüzyılı geçen köşeyazarlığımda da hep buikilemle yaşadım.

Edebiyat başkadır, gazete yazarlığı çok daha baş-ka!.. Gazeteci günün içindedir, olaylar, kişiler, sorun-larla iç içedir. Okurlar da öyle!.. Edebiyatçı ise ge-niş zamanların insanıdır. Yazdıkları yalnız bugün içindeğildir.

Goethe demiş ki: “Milyon okuru olmayan yazmamalı.” Bu sözü kimileri güncellik içinde bu milyonu bul-

mak, onlara seslenmek diye anlar! Oysa Goethe’nindediği milyonlarca okur, uzun bir gelecektedir.

Hem güncel, hem günceli aşan yazarlar yok mu?Elli altmış yıl önceleri böylelerine ‘edip’ adı verilirdi.Yakup Kadri, Refik Halit, Peyami Safa, Falih Rıf-kı... Günümüzde edebiyat da yitip gitmekte, ner-deyse yok olmakta. Demirtaş Ceyhun, “Edebiya-tımı arıyorum” diye bir kitap yayımlamadı mı?

Belki bir gün edebiyat diye bir şey de kalmayacak!Kitap denen değer de ortadan kalkacak. İletişim ça-ğı adı verilen bir sürede basacaksın düğmeye iste-diğin karşına çıkacak. Belki okumak bile olmayacak,bir yazıyı, bir kitabı, bir şiiri sesle duyacaksın.

���

Ne yazmalı, ne yazmamalı diye yine kendimle çe-liştim. Bir arkadaşın dediği gibi yazsan ne olacak,bunca zaman yazdın da ne oldu? Al otuz kırk yıl ön-ce yazdığını yarınki sütuna koy, bir ayrım olacak mı?

Daha beter, daha acı, daha karanlık, daha umut-suz bir ortamın içinde miyiz? Bizi bu yere kimler ge-tirdi? Köy Enstitülerini, Halkevlerini, Dil Tarih ku-rumlarını, devrimci atılımları, gerçek halkçılığı, sa-hici demokrasiyi, Cumhuriyetin verilerini kimler ön-ledi, kimler imam okullarını, tarikat yuvalarını kur-du? Dünya her gün daha uygar, daha çağdaş atı-lımlarla ileriye doğru koşarken bizler neden daha ge-riye, daha karanlığa itildik?

���

İşte birbiri ardına yaşadığımız vahşet olayları!..Trabzon’da bir Katolik papaz, İstanbul’da bir Orto-doks gazeteci, Malatya’da üç Protestan!.. Onlaraacımasızca kıyan gencecik çocuklarımız!.. Yıllardırsürdürdüğümüz yanlış bir eğitimin ürünü olan gençyobazlarımız!..

���

Ne yazmalı? Ne yazmamalı? Derken, işte yazılan, yazılabilen!..

Orijinal Boyut : 19 * 31 cm