36
Geleceği Tasarlamanın Diğer Adı “FÜTÜRİZM” Globelink Ünimar Lojistik A.Ş. adına hazırlanmıştır. SAYI 8 EKİM-KASIM-ARALIK 2017

SAYI 8 Globelink Ünimar Lojistik A.Ş. adına hazırlanmıştır. · İstanbul - Bursa / Bursa - İstanbul gidiş geliş ring hattında hizmet vereceğiz. Tüm bunların yanı sıra

  • Upload
    vudat

  • View
    229

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Geleceği Tasarlamanın Diğer Adı“FÜTÜRİZM”

Globel ink Ünimar Loj ist ik A.Ş. adına hazır lanmıştır .SAYI 8

E K İ M - K A S I M - A R A L I K 2 0 1 7

A R G E M O N I A2

3

Geleceği Tasarlamanın Diğer Adı“FÜTÜRİZM”

Globel ink Ünimar Loj ist ik A.Ş. adına hazır lanmıştır .SAYI 8

E K İ M - K A S I M - A R A L I K 2 0 1 7

Sevgili Argemonia okuyucuları,

Bir yılı daha ardımızda bırakmaya hazırlanırken, zamanın hızlı geçişinden geriye, yaptığımız güzel işlerin, ülkemize kattığımız değerlerin, üretmenin verdiği mutluluğun, birbirimize gösterdiğimiz saygı ve sevginin kalmasını umut ediyoruz. Hüznü ve sevinci bir arada barındıran sonbahar aylarında, Argemonia aracılığı ile sizlerle yeniden buluşmanın heyecanını yaşıyoruz. Eksilmeyen heyecanımız ve her sayıda biraz daha artan tecrübemizle hazırladığımız sekizinci sayımızı da öncekiler gibi keyifle okumanızı temenni ediyoruz.

Argemonia yine oldukça renkli. Konularımız dopdolu, mizanpajımız hareketli. Sekizinci sayımızda, yine keşfedeceğiniz pek çok şey olacak sayfalarımızın arasında. Yılın son Argemonia’sı, bir klasikle yani 2017 yılının sektör değerlendirmesi ile başlıyor her zaman olduğu gibi. Şirketimizin Ticari Direktörü Fatih Baş’ın yıl sonu değerlendirmesinde, 2017 yılı yatırımlarımıza, sektöre ve 2018 yılı hedeflerimize dair detaylı bilgiler bulacaksınız. Sonrasında, insanoğlunun en eski tutkularından biri olan, renkleriyle gözümüze, lezzetleriyle damaklarımıza hitap eden “baharat”ın büyüleyen yolculuğuna çıkaracağız sizleri. Seyahat konularımızdan biri, Afrika kıtasının hemen bitişiğinde yer alan ve kendine özgü bitki ve hayvan türleri ile keşfedilmeyi bekleyen bir adacık olan Madagaskar iken; bir diğeri tarih boyunca kutsal kabul edilen ve hala bu kutsallığını koruyan, belki de Anadolu topraklarındaki en değerli miraslarımızdan biri; Efes Antik Kenti.

Röportaj konuğumuz, hobisini tutkuya dönüştüren bir musiki aşığı; Zeki Bülent Ağacabey. Enstrüman koleksiyonunun bulunduğu evinde kendisiyle gerçekleştirdiğimiz sohbeti keyifle okuyacağınızı umuyoruz. Sekizinci sayımızda ayrıca, hem seyretmesi hem oynaması keyifli masa tenisi sporuna, her yaştan ve her zamandan kuzucuğun biricik Adile Teyze’si Adile Naşit’e, engelsiz bir hayatı fazlasıyla hak edenlerin sesi olabilmek için farkındalık yaratmayı amaçlayan Dünya Engelliler Günü’ne, iş hayatında stresle nasıl başa çıkabileceğinize dair ip uçlarına, çamuru şekillendirip sanat eserleri ortaya çıkarmamızı sağlayan seramik sanatına, lojistiğin hayat kurtaran bir yönüne dikkatimizi çeken “afet durumundaki lojistik süreçler” konularımıza da rastlayabilirsiniz. Kapak konumuz ise hem farklı, hem de oldukça heyecan verici... Geleceği tasarlamanın diğer adı; Fütürizm! Daha faydalı bir gelecek inşa etmenin yollarını hep birlikte irdeleyeceğimiz kapak konumuzu da merak etmekten hiçbir zaman vazgeçmeyen okuyucularımızın beğenisine sunuyoruz.

Tüm Argemonia okurlarına sağlık, huzur ve barış dolu yeni bir yılda, yeniden görüşmek üzere hoşça kalın diyoruz.

Saygılarımla,

Alper ErkılınçoğluArgemonia Yayın Yönetmeni

EDİTÖRDEN

Argemonia 3 aylık Globelink Ünimar Lojistik A.Ş. yayınıdır.

Yıl 2 / Sayı 8 / Ekim-Kasım-Aralık 2017

İmtiyaz Sahibi Globelink Ünimar Lojistik A.Ş. adına Cihan Yusufi

Sorumlu Müdür ve Yayın YönetmeniAlper Erkılınçoğlu

Yayın KuruluCihan Yusufi, Uğurhan KiçkiAlper Erkılınçoğlu, Fatih Baş, Selçuk Uray, Nemra Yıldırım

TasarımMuhteviyat AjansNilgün İşcan0533 457 75 00

BasımOrkide Matbaacılıkwww.orkidematbaasi.com

AdresSaray Mah. Dr. Adnan Büyükdeniz Cad.Akkom Ofis Park 2, 2 Blok 34768(Cessas Plaza) No: 4 K: 18 Ümraniye - İstanbul / TürkiyeTel : +90 (216) 651 93 93 (pbx)Fax : +90 (216) 651 47 70E-posta : [email protected] : www.globelink-unimar.com

Globelink Ünimar, Argemonia’yı, müşterilerine hizmet vermek ve müşterileri ile iletişim kurmak amacıyla, ücretsiz olarak, senede 4 defa yayınlamaktadır. Tüm hakları saklıdır. Globelink Ünimar’ın kurumsal kimliğini taşıyan yazı ve fotoğraflar, yayıncının izni olmadan kullanılamaz.

A R G E M O N I A4

İÇİNDEKİLER06

2408

2612

1630

18 34

1415

32

2210

28

SEKTÖRE BAKIŞ 2017 Yılı Sektör Değerlendirmesi

SEKTÖRDEN Afet Durumlarında Lojistik

BAHARAT AŞKI Bir Rayihadan Daha Fazlası

İZ BIRAKANLAR Adile Naşit

MADAGASKAR Vanilya Kokulu Masal Adası

ETKİNLİKLERİMİZ

İŞ’TE YAŞAM İş Hayatında Stres Yönetimi

MASA TENİSİ Hız, Zeka ve Refleksin Dansı

20 KAPAK KONUSU Fütürizm

EFES ANTİK KENTİ Dünya Medeniyetine Yön Veren Kent

RÖPORTAJ Zeki Bülent Ağacabay ve Enstrüman Koleksiyonu

SERAMİK SANATI Ateş ve Toprağın Bitmeyen Aşkı

GLOBELINK ÜNİMAR LOJİSTİK EKİBİ

İNSAN KAYNAKLARI

DÜNYA ENGELLİLER GÜNÜ

KÜLTÜR-SANAT KÖŞESİ

12

10

5

Adile Nasit26

182822

30

20

22

A R G E M O N I A6

SEKTÖRE BAKIŞ

Globelink Ünimar Lojistik olarak, yaptığımız yatırımlar ve gelişmeler ışığında 2018 yılında denizyolu, havayolu, karayolu ve yurt içi dağıtım hizmetlerimizde, ihracat alanında %27 oranında büyümeyi hedefliyoruz.

2017 yılını Globelink Ünimar ve lojistik sektörü açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?2017 yılı hepimiz için alışılmışın dışında bir yıl oldu. Özellikle ülkemizin jeopolitik konumundan kaynaklanan konular ve dış ticarette en yoğun faaliyetleri yürüttüğümüz Avrupa ülkeleri ile yaşadığımız siyasi gerilimler pek çok sektörü olduğu gibi lojistik alanında faaliyet gösteren firmaları da olumsuz yönde etkiledi. 2017 yılında, iş hacmi artsa da kârlılıklarda ciddi oranda düşüş gözlendi. Ayrıca devletin uyguladığı ek yükümlülükler, sektörün dinamiklerinin değişmesine sebep oldu. Bu da kârlılığı etkileyen bir diğer önemli faktör oldu diyebiliriz.

Globelink Ünimar Lojistik olarak sektör dinamiklerini, ekonomik ve uluslararası politikada değişen faktörleri dikkate almakla birlikte; gelişim adına belirlediğimiz hedeflere ulaşmak konusundaki istikrarımızı sürdürüyoruz. Bir yandan çalışan ve müşteri memnuniyetini artırmak amacıyla çalışmalar yapıyor,diğer yandan da hız kesmeden yatırımlarımıza devam ediyoruz. 2017 yılında, özellikle kişisel gelişim ve sektörel eğitim alanlarındayapmış olduğumuz yatırımlar

sayesinde yaklaşık %23 oranında bir büyüme gerçekleştirdik.

2017 yılında yapmış olduğunuz yatırımlar konusunda sizden daha detaylı bilgi alabilir miyiz?2017 yılında özellikle insana, teknolojiye ve gelişime yatırım yaptık. Globelink Ünimar Lojistik olarak lokomotif hizmetlerimiz olarak adlandırabileceğimiz denizyolu ve havayolu taşımacılığında, bölgeden gelen gücümüzü, markamızın olağan gücüyle birleştirmeye devam ederken; 2017 yılında bu hizmetlerimize, Uluslararası Karayolu ve Ulusal Dağıtım hizmetlerini de dahil ettik. Bu ürünlerimizin başında bulunan tecrübeli arkadaşlarımız, kısa süre içerisinde hedeflerimizi ulaşmamıza önemli ölçüde katkı sağladılar. 2017 yılında ayrıca denizyolu servislerimize, Qatar / Hamad direkt servisini ekledik.

2016 yılında havayolu ihracatta, özellikle damızlık yumurta alanında ciddi yatırımlar yapmıştık. 2017 yılında ise bu yatırımların meyvelerini toplamaya başladık ve bu alanda önemli hacimlere ulaştık. Denizyolunda ise 2017’de Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgelerinde,

hakimiyeti güçlü firmalardan biri haline geldik ve Amerika ile Avrupa bölgelerinde etkili hacimlere ulaştık. En büyük avantajımız ise bu başarıyı sadece İstanbul (Merkez) ofis olarak değil İzmir, Bursa ve Mersin şubelerimiz ile birlikte, büyük bir sinerji ve işbirliği içerisinde gerçekleştirmiş olmamızdır.

Denizyolu ihracat taşımacılığında fırsatları doğru değerlendirerek büyüme kaydettik. Özellikle Qatar’a uygulanan ambargo sebebi ile kısa süreli krizi fırsata çevirebilmek adına aynı hafta Hamad direkt servisini başlattık. Bu sayede denizyolu parsiyelde, direkt servis sayımızı 79’a çıkartmış olduk.

Tüm bu gelişmeler bizlere, hedeflerimizi gerçekleştirmiş olmanın mutluluğunu ve gururunu yaşatıyor. O zaman da koşullar ne olursa olsun geleceğe dair inancımız değişmiyor.

2017 yılı finansal anlamda nasıl bir yıl oldu?2017 yılının başından itibaren döviz kurlarındaki aşırı dalgalanma ve faiz oranlarının beklenenin üstünde olması bizleri oldukça zorladı. Ne yazık ki 2017 yılının dördüncü

Fatih BaşGlobelink Ünimar Lojistik A.Ş.Ticari Direktör

7

GLOBELINK ÜNİMAR LOJİSTİK 2017 YILI SEKTÖR DEĞERLENDİRMESİ

çeyreğine girmiş olmamıza rağmen bu durum değişmedi. Koşullar böyle olunca da, dış ticaret firmaları maliyet hesaplamalarını yaparlarken büyük sıkıntılar yaşamaya başladılar. Tüm bunlara ek olarak, piyasalarda sıcak paranın olmayışı da evrak tahsilatlarının artmasına ve borç-alacak devir hızındaki makasın açılmasına sebep oldu. Bu durum da işletme sermayesi anlamında pek çok sektörü olumsuz etkiledi.

2017 yılı lojistik anlamda beklentilerinizi karşıladı mı?2017 yılı sadece lojistik sektörü açısından değil aslında pek çok sektör için beklentilerin pek de karşılanamadığı bir yıl oldu. Biz de, Globelink Ünimar olarak, lojistik faaliyetler ve ihracat anlamında her ne kadar iş hacmimizi artırmış olsak da, ne yazık ki kârlılık anlamında beklentilerimizi karşılayamadık. Fakat sektördeki yoğun rekabete ve tüm bu olumsuz ekonomik koşullara rağmen umudumuzu kaybetmeden lojistik sektörünü ileriye taşımak için çalışmalarımızı var gücümüzle sürdürüyoruz.

2018 yılı için neler öngörüyorsunuz, hedefleriniz neler?Süre her ne kadar faaliyet alanınıza göre değişse de yapmış olduğunuz yatırımların meyvesini en az bir yıl sonra almaya başlıyorsunuz. Dolayısıyla, özellikle kriz

zamanlarında ve ekonomik istikrarın olmadığı dönemlerde duraksamayan, yatırımlarına devam eden firmalar, kriz koşullarını avantaja çevirme, o yıl ya da en kötü ihtimalle ertesi yıl büyük bir ivme yakalama şansına sahipler. Biz de bu anlayışla hareket ederek, 2017 yılında tüm belirsizliklere rağmen devam ettirdiğimiz yatırımlarımızın meyvelerini 2018 yılında toplayacağımızı düşünüyoruz. 2018 yılında tekstil, mobilya, otomotiv, endüstriyel makine ve kimya sektörleri ile daha sıcak temas içerisinde olmayı planlıyoruz.

2017 yılında attığımız doğru adımlar, özellikle Amerika ve Avrupa trafiği açısından büyümemizi sağladı. 2018 yılında da kesinlikle bu hacmimizi artıracağımızı düşünüyoruz.

2018 yılı hedeflerimiz arasında, uluslararası karayolu alanında, özellikle Güney Avrupa bölgesi için yatırım yapma hedefimiz var. Ulusal dağıtım alanında ise haftalık olarak ve düzenli şekilde İstanbul - Konya / Konya - Mersin ve İstanbul - Bursa / Bursa - İstanbul gidiş geliş ring hattında hizmet vereceğiz.

Tüm bunların yanı sıra teknolojik gelişmeleri yakından takip edebiliyor olmak hem firmamız hem de sektörümüz için oldukça önem teşkil ediyor.

Teknolojiye yatırım yapmayan şirketlerin uzun vadede varlıklarını sürdürebilme şanslarının olmadığı aşikâr. Bu sebeple biz de, bir yandan eğitimdeki ve sektörel alanlardaki yatırımlarımıza devam ederken, diğer yandan da teknolojik altyapımızı e-lojistiğe hazır hale getiriyoruz.

Teknoloji konusundaki gelişmelerin yalnızca iş yapış şeklimizi değiştirmediğini; artan bant genişliklerinin ve çoğalan mobil cihazların yaşam şeklimizi ve satın alma alışkanlıklarımızı da tümüyle etkilediğini göz ardı etmememiz gerekiyor. Bizler de Globelink Ünimar Lojistik olarak tüm bu süreçlere dahil olabilmek adına ağırlık verdiğimiz dijital pazarlama çalışmalarımıza 2018 yılında da hız kesmeden devam edeceğiz.

Globelink Ünimar olarak, yaptığımız yatırımlar ve gelişmeler ışığında 2018 yılında denizyolu, havayolu, karayolu ve yur içi dağıtım hizmetlerimizde ve ihracat alanında %27 oranında büyümeyi hedefliyoruz.

Sektörümüzün ve ülke ekonomimize katkıda bulunan tüm şirketlerin, başarılı ve olumlu gelişmelerle dolu bir son çeyrek geçirmelerini temenni ediyor, 2018’i umutla bekliyoruz.

A R G E M O N I A8

Musikiye olan merakınız ne zaman başladı?Ben mimarım. Halen bu alanda bazı çalışmalarım devam ediyor. Ancak inşaat stresli bir sektör. Öyle ki, bir dönemim vardı, yeri geliyordu günde 1000 km yol yapıyordum. Derken bir gün bir trafik kazası geçirdim. Bu bana biraz yaşadığım hayatı sorgulattı, böyle hayat geçer mi dedim ve tutkularımın peşinden gitmeye karar verdim. Musikiye merakım eskiden beri vardı. İlk önce korolara katıldım. Babam kanun sesini severdi deyip bir kanun aldım sonra. Koro çalışmalarında bir çok duayenle tanışma fırsatı buldum. Bunlardan bir tanesi usta enstrüman

yapımcısı Pâki Öktem’dir mesela. Kendisi bu alanda ufkumu genişletmeme vesile oldu. Sonra bana bir şevk geldi. Bir gün onun çok önemli dediği bir enstrümanı, Afgan rebabını, bir yerde buldum ve satın aldım. Sonra konu yavaş yavaş büyüdü.

Hikayelerini bildiğiniz enstrümanlar var mı?Mesela bahsettiğim Afgan Rebabı’nı, ilk olarak Pâki Öktem vesilesi ile ziyaretine gittiğim Ethem Ruhi Üngör’de gördüm. Bir fanusun içindeydi. Afgan kralı Amanullah Han tarafından Atatürk’e hediye edilmiş. Sonradan başka bir yerde bir eşini bulunca hiç düşünmeden satın aldım.

Vesile olduğu durum ortada. Daha güzel bir hikaye olabilir mi? Ya da mesela içinde yazısıyla gelen Kemençeci Vasilaki’nin kemençesi var koleksiyonumda. Ayrıca bazı sazları burada gelip çalan Kamuran Yarkın, Fahrettin Çimenli gibi üstatlar da var. Onlar enstrümanlara can verdikçe, hikayeleri de büyüyor. Mustafa Seyran’ın “Bak Yeşil Yeşil”i ve “Elbet Bir Gün Buluşacağız”ı bestelediği udu duvarımızda asılı. Türk müziğinde önemli besteleri olan İrfan Doğrusöz’ün yaylı tamburu ve ud haline getirilmiş gitarı da mevcut koleksiyonumda. Bunların yanı sıra musiki meraklılarının ellerine alıp çalmak için can atacakları ustaların yapmış olduğu

RÖPORTAJ

45 yaşına kadar mimarlık mesleğini icra ederken, mesleki ve dünyevi hırslardan arınıp kendini mutlu edecek ve ruhunu besleyecek bir tutkuya yönelen ve dünyanın farklı ülkelerinden, ilginç hikayeleri olan bir çok enstrümanı bir araya getiren Zeki Bülent Ağacabay, sayıları yaklaşık 700’ü bulan oldukça enteresan bir enstrüman koleksiyonunun sahibi. Ağacabay, Üsküdar’da Mihrimah Sultan Camii’nin hemen arkasında yer alan, alt katını atölye olarak düzenlediği, üst katını ise adeta bir müze gibi dizayn ettiği Kaanuni isimli mekanında, hem musiki üstatları ile meşk ediyor, hem farklı enstrümanlar dizayn ediyor hem de 700’e yakın enstrümanını, İstanbul’un muhteşem manzarası eşliğinde, özenle sergiliyor.

ZEKİ BÜLENT AĞACABAY VE ENSTRÜMAN KOLEKSİYONU

9

enstrümanlar da var. Manol Usta, Onnik, Yahyayan, Vasil, Emin Usta yapımı sazlar da koleksiyonumun nadide parçaları arasında.

Sahip olduğunuz en eski enstrüman hangisi?Hepsinin üretim tarihlerini bilmeme imkan yok ne yazık ki. İçlerinde seyahatlerimde aldıklarım, antikacılardan topladıklarım, arkadaşlarımın bana hediye ettikleri var. Bazısı birden çok el değiştirmiş durumda. Ancak en eskisi camekan içinde sakladığım ve özellikle tamirini yaptırmadığım kırık keman. Tam olarak 1634 yapımı. Yine içlerinde 1879 Kirkor Kahyayan yapımı bir ud, 1873 yapımı kanun, 115 yaşında bir kemençe de mevcut. Farklı ülkelerden gelen enstrümanların arasında oldukça eski olanlar var ancak tam olarak kaç yaşında olduklarını bilme şansımız yok maalesef.

Koleksiyonunuza katacağınız enstrümanları hangi özelliklerine göre seçiyorsunuz? Ben klasik Türk müziğine meraklı olduğum için ilk önce bu alandaki enstrümanları toplamaya başladım. İlk başta estetik sazlar daha çok ilgimi çekiyordu. Sonrasında kimin sazı olduğu daha fazla önem kazanmaya başladı. Mesela oldukça önemli sayılan Baron Usta yapımı kemençeyi, koleksiyonumda mutlaka bulunması için satın aldım. Sonra Türk enstrümanlarının yanına Hint, Orta Asya, Çin, Afrika, Güney Amerika gibi ülkelerden gelen sazlar dahil oldu. Bir anlamda kültür de devreye girdi.

Eşiniz koleksiyonunuz hakkında ne düşünüyor?Bu alanda bana sorulan 3 temel sorudan biri de bu. Enstrümanların tozunu kim alıyor? Hepsini çalıyor musunuz? Eşiniz bu konu hakkında ne düşünüyor? Hepsine kendimce esprili yanıtlar vermeye çalışıyorum. Asıl evim Edirne’de benim. Bu ev bir noktada benim sorumluluğumda, Edirne’deki ev ise eşimin sorumluluğunda. 200 km uzaktan bakıyor buraya. Ama geldiğinde de koleksiyonumun bu eve yakıştığını söylüyor. Hobime olan tutkum onun da hoşuna gidiyor. Aslında yaptığım bir nevi emanetçilik. Bir devri, başka bir devre taşımak.

Madem sorulması adettenmiş, biz de merak ettik şimdi. Hangi enstrümanları çalabiliyorsunuz?Aslında enstrüman çalmak konusunda fazla bir iddiam yok. Ben söylemeye meraklıyım. Kanunu kendi musiki grubumuz içinde çalıyorum sadece. Yaklaşık 25-30 kişilik bir grubumuz oldu. Kaanuni biraz popüler bir yer olmaya başladı. Belediye başkanımız ziyaret etti, Aynalıkavak Müzesi’ne enstrüman vermemiz neticesinde de bilinirliğimiz artmaya başladı. Aslında müzeye 486 adet enstrüman bağışlayacaktık ancak binanın oldukça eski olması ve vitrinleri ile birlikte ağırlığın yaklaşık 13 tona ulaşacak olması sebebiyle sayıyı takribi 50 ile sınırlı tutmak mecburiyetinde kaldık. Aynalıkavak Musiki Müzesi oldu adı.

Koleksiyonunuzda olmasını arzu ettiğiniz, eksik kalan bir parça kaldı mı?Sanırım yok. Hepsini tamamladım diyebilirim. Mesela en son “çeng” adı verilen, arpın dizde çalınan bir modelini koleksiyonuma katmak istedim. Osmanlı gravürlerinde de sık sık karşımıza çıkar. Ancak bu enstrümanın üreticisini bulamadım, süreç uzadı. Ben de İlk prototipi ürettim. Şu anda üzerinde iyileştirme çalışmaları yapıyorum.

Yakın dönemde başka projeleriniz var mı?Ben Gaziantep’te Şehit Kamil İlkokulu’nda okudum ve bu okulda ilk kez kurulan bandonun şefi oldum. Okul binası tarihi, taş bir yapıydı. Bir iki sene önce Gaziantep ziyaretimde okuluma yolum düştü. Bahçesine 5-6 tane enstrüman çalan heykel yapıldığını ve amfi inşa edildiğini gördüm. Bunu bir işaret olarak değerlendirdim. Sonrasında tesadüfi şekilde farklı kanallardan, bu okulla ilgili bir takım teklifler geldi bana. Şu anda içinde bir kütüphane var. Bu kütüphanenin taşınıp yerine bir musiki müzesi açılması ile ilgili bir takım planlar yapılıyor. Ancak bu bir süreç meselesi. Konu nasıl gelişecek, hep birlikte göreceğiz.

Sizden sonra bu bayrağı kim devralacak?Torunum var Kaan. Zaten mekanın adını da onun isminden türettik. Henüz 3 yaşında ama müziğe oldukça ilgisi ve yeteneği var. Enstrümanların minyatür versiyonlarından ona bir oda dizayn ettim. Bana geliyor, birlikte çalıp söylüyoruz. Kaan sanki ilerde bayrağı benden devralacakmış gibi duruyor. Yaşayıp göreceğiz.

A R G E M O N I A1 0

BİR RAYİHADAN ÇOK DAHA FAZLASI

baharat

GEN

EL K

ÜLT

ÜR

Çeşitli bitkilerin kök, çiçek, kabuk ve tohumlarının kurutulup öğütülmesi ile elde edilen aromatik özler olarak tanımlayabileceğimiz baharatlar sadece hoş bir koku veya damakta kalan lezzetten ibaret değildirler. Neredeyse insanlık tarihi ile yaşıt olan bu doğa mucizeleri, bin yıllardır insanların duyularını harekete geçirdikleri gibi aynı zamanda onların sosyal yaşantılarına doğrudan etki eden bir sihir gibidirler. Bu sayımızda, insanoğlunun en eski tutkularından biri olan baharatın mücadele ve sabırla örülü öyküsünü paylaşmak istiyoruz sizlerle.

1 1

Baharatın tarihsel yolculuğuBaharat kelimesinin kökeni konusunda, çok mantıklı iki teori mevcuttur. İlki, pek çok baharatın ana vatanı olarak kabul edilen Hindistan’ın Hindu kutsal metinlerinde geçen Sanskritçe ismi olan “Bharat”ın, söylenmesi daha kolay bir kelime olan “baharat”a dönüşümü olarak kayıtlara geçmiştir. İkinci teoriye göre ise, Arapça’da güzel koku anlamına gelen bahar kelimesi -at ekiyle çoğullaştırarak “baharat” olarak kullanılmaya başlanmıştır.

Oysa ki, ne isminin kökeninin nereden geldiği ne de mutfakları renklendiren, yemekleri lezzetlendiren bir çeşni olması tarihsel önemi konusunda hak ettiği vurguyu yapamaz. Çünkü baharat insanlık tarihi boyunca, kimi zaman akışı değiştirecek kadar değerli bir hazine olmuştur.

Antik çağda, ateşin keşfinden sonra -M.Ö. 5000 yıllarında- ilkel insanların avladıkları etlerin tatlarını daha iyi hale getirmek ya da kötü kokuları maskelemek amacıyla kullandıkları baharatlar, binlerce yıl sonra neredeyse bir para birimi, hatta diplomatik bir koz olarak kullanılacak kadar kıymetlenmiştir.

Takvimler M.Ö 2000 yılını gösterdiğinde Mezopotamya ve Arap Yarımadası’ndaki toplulukların, baharat ticareti yaparak bu bölgelerde güçlü medeniyetler inşa ettikleri bilinmektedir. Baharatı kervanlarla Batı Roma İmparatorluğu’na taşıyan doğulu tüccarlar, batı medeniyetlerinin baharatla tanışmalarına imkan sağlamışlardır. Bu başarılı ticari hamle, baharatın ve aromatik bitkilerin Romalılar için vazgeçilmez hale gelmesine neden olmuştur. Soyluların mutfaklarına giren karabiber, zencefil ve safran gibi baharatların yanı sıra; kadınların hoş kokmak için kullandıkları lavanta ve defne gibi baharatlar da dönemin en değerli yatırım araçları halini almıştır. Hatta ilerleyen yıllarda Romalı tüccarlar, sonradan “Baharat Yolu” olarak anılacak bir rota ile baharatı kaynağından tedarik ederek batıdaki talepkar pazara satmaya başlamışlardır.

Baharat dünyayı nasıl değiştirdi?Gelelim dönemin insanlarında oluşan ve deyim yerindeyse bir çığ gibi büyüyen “baharat aşkı”nın dünyayı nasıl şekillendirdiğine… Milattan sonra 1200 - 1500 yılları arasında devam eden Ortaçağ dönemi boyunca güçlenen Avrupa uygarlığı, yeni dünyayı keşfetmek ve ucuz hammadde temin etmek için geniş gemi filolarıyla tehlikeli seferlere çıkmaya

başladılar. Bu seferlerin kuşkusuz en önemlilerinden biri de, Portekizli kaşif Vasco de Gama’nın Güney Afrika’da bulunan Ümit Burnu’ndan geçerek Hindistan’a ulaşması ve nispeten güvenli bir rotayı keşfetmesi ile sonuçlanan seferi oldu.

Ümit Burnu’ndan Hint Okyanusu’na uzanan rotanın keşfinden sadece altı sene önce ise Kristof Kolomb, Güneydoğu Asya’daki baharat adalarını keşfetme parolasıyla çıktığı seferinden Amerika kıtasının keşfiyle döndü! Kolomb’un seferi onu tam olarak doğunun bütün egzotik baharatlarıyla tanıştırmış olmasa da; hem Amerika kıtasında yeni bir hayatın başlamasına hem de batının yenibahar, vanilya ve kırmızıbiber gibi bazı tatlarla tanışmasına sebep oldu.

Ancak baharatın dünyaya tam anlamıyla yayılmaya başlaması, ne yazık ki sadece ümit veren coğrafi keşiflere neden olmadı. Rönesans dönemi ile birlikte baharat kullanımının iyice yaygınlaştığı Avrupa’da oluşmaya başlayan dev baharat pazarı, zaman içinde ülkeler arasında piyasa liderliği rekabetinin oluşmasına da sebebiyet verdi. Bu gelişmeler tam 200 yıl sürecek “Baharat Savaşları” döneminin başlamasına neden oldu. Doğudaki yoksul baharat adalarını himayeleri altına almaya çalışan İngiltere, Hollanda, İspanya, Portekiz ve Fransa, dünya siyasetinin gidişatını değiştiren sömürgecilik kavramının da temellerini atmış oldular.

Türk kültürü ve baharatOrta Asya’dan Anadolu’ya uzanan kadim bir uygarlık olan Türkler için de baharat tarih boyunca son derece önemli bir değer olmuştur. Özellikle Osmanlı döneminde saray mutfağında yaygın olarak kullanılan baharat, zamanla halkın sofrasında da kendine yer bulmaya başlamıştır. Elbette bu durumda, Anadolu’nun Baharat Yolu ve Avrupa arasında bir geçiş yolu olmasının da büyük bir payı olmuştur.

O dönem kervanlarla ülkeye giren baharatlar, Eminönü’nde halen dimdik ayakta durmakta olan Mısır Çarşısı’nda sergilenmekte ve satışa sunulmaktaydı. Özellikle tarçın, kakule, mahlep, anason ve safran o devrin insanları için adeta refah ve ihtişamın sembolü olmuştu.Türkler, baharatı mutfak kültürlerinde bir lezzet aracı olarak sıklıkla kullanırlarken, erken dönem Türk devletlerinde ise -özellikle Şaman Türk toplumlarında- şifa veren yönlerinden de gayet bilgece yararlanmışlardır. Örneğin kuru

nanenin mide ağrılarına iyi geldiği, adaçayının nazar ve negatif enerjileri kovduğu ya da tarçının insülin seviyesini dengeleyerek açlık hissini azalttığı Osmanlı İmparatorluğu’ndan çok daha önce, eski Türk kavimleri tarafından keşfedilmişti. “Otacı” adı verilen Şaman şifacılar, çeşitli baharatları birbirleri ile karıştırarak yaralanmalara ve hastalıklara çareler bulmuş, uzun ve sağlıklı yaşamın formülünü çözmekle uğraşmışlardı.

Modern zamanlarda baharatBaharatla insanoğlu arasındaki tutku dolu ilişki hiçbir zaman bitmese de, gelişen endüstri sonucunda piyasaya sürülen yapay aroma vericiler sebebiyle bir dönem sekteye uğradı. Özellikle 90’lar ve 2000’lerde son derece popüler olan yapay aroma vericiler, baharata göre hem daha ucuz hem de erişilebilir hale geldiler. Ancak takip eden yıllarda yapılan bilimsel çalışmalar, baharat yerine kullanılan yapay aromaların kanser dahil pek çok otoimmün rahatsızlığın gelişmesinde etkin rol oynadığını kanıtlayınca deyim yerindeyse doğaya dönüş akımı başlamış oldu.

Özellikle safran, zerdeçal, sumak ve muskat gibi antioksidan içeriği yüksek baharatlar günümüzde doğal ve sağlıklı beslenmeyi tercih edenler tarafından sıkça tüketiliyor. Yine son yıllarda oldukça yaygınlaşan ve yerel mutfakları birbiri ile harmanlayarak etkileyici sentezler oluşturan füzyon restoranlar sayesinde her gün bilmediğimiz yeni bir baharatla tanışmamız da mümkün olabiliyor!

Argemonia ekibi olarak, havalar çok da soğumadan Eminönü’ndeki Mısır Çarşısı’nın yolunu tutmanızı, birbirine karışan baş döndürücü baharat kokuları ve doğal renk şöleni eşliğinde, baharatın hayal gücünüzün sınırlarını zorlayacak 7000 yıllık yolculuğunu hissedebileceğiniz bir yolculuğa çıkmanızı öneririz. Ne diyelim; tadınız, tuzunuz bol olsun.

A R G E M O N I A1 2

Nedir Madagaskar’ı bu kadar özel kılan?Kendine özgü kırmızı renkli toprakları ve %90’ı şu an yeryüzünün başka hiçbir yerinde bulunmayan hayvan türü çeşitliliğiyle Madagaskar, ziyaretçilerine gerçek bir doğa belgeseli deneyimi yaşatacak kadar zengin bir coğrafya. Yani Dreamworks’un unutulmaz animasyon filmi Madagaskar’da gördüğümüz o sevimli penguenler, haylaz lemurlar ve rengarenk papağanlar Madagaskarlılar için günlük hayatın bir parçası gibiler.

Zengin canlı çeşitliliğinin yanı sıra çok özel bir bitki örtüsüne de sahip olan ada aynı zamanda dünyada kalan son yağmur ormanlarından birine de ev sahipliği yapıyor. Hatta bu bitki örtüsü içerisindeki pek çok bitki, bugün kanser dahil pek çok hastalığın medikal tedavisinde ham madde olarak kullanılıyor.

Çalkantılı bir tarihten renkli bir sentezeAdanın coğrafi tarihi çağlar öncesine dayansa da, Madagaskar’da yaşayan ilk insan topluluğunun Güney Doğu Asya’nın

Borneo bölgesinden gelen yerliler olduğu düşünülüyor. Sonraki yıllarda Tanzanya üzerinden göç eden bazı kabileler de adaya Afrika kültürünün gelmesine ön ayak olmuşlar.

1774 yılında adayı lojistik merkezi olarak kullanmaya başlayan Avrupalı korsanların gelişiyle Madagaskar’ın kaderi tümden değişmiş. 1800’lü yılların başında adaya mali yardım yapmaya başlayan ve bunun karşılığında Hristiyanlığı yayan İngiliz misyonerler, adanın dini ve kültürel yapısını kökten etkilemişler. İşte tam da bu nedenle, zaman içinde Hristiyan kültürüne iyiden iyiye alışan ada halkı için 1883 yılında adayı işgal eden Fransızlar’ın sömürgesi altına girmek hiç de zor olmamış. Tam olarak 77 yıl süren acı dolu bir sömürge ve kölelik döneminin ardından, Fransa’nın denizaşırı toprağı olmaktan resmen çıkan Madagaskar, ancak 1960 yılında bağımsızlığını ilan edebilmiş.

İşte tüm bu işgaller ve misyonerlik çalışmaları nedeniyle şu an Madagaskar kültürel olarak tam bir puzzle gibi. Örneğin ülkenin resmi dilleri Malgaşça (Malay,

Swahili, Maori ve Fransızca karışımı bir dil) ve Fransızca iken, adada halkın önemli bir çoğunluğu İngilizce okuyup yazabiliyor.

Madagaskar’da yaşam...Doğayla bu kadar iç içe yaşayan bir halkın agresif ve mutsuz olması elbette beklenmez. Dünyanın en yoksul halklarından biri olsalar da Madagaskarlılar, doğa ile entegre oldukları, kanaatkar bir yaşam sürüyorlar. Dünyanın en büyük kahve ve vanilya üreticilerinden biri olan Madagaskar’ın özellikle kırsal kesimlerinde yaşayan halkın büyük çoğunluğu kahve ve vanilya çiftliklerinde işçi olarak çalışıyor. Ancak ne yazık ki bu insanların arasında bir fincan iyi kahvenin tadını bileni bulmak bile oldukça zor. Bu bölgelerde yaşayan Madagaskarlılar, Afrika’nın genelinde görmeye alıştığımız derme çatma tek katlı evlerde yaşıyorlar ve ulaşımlarını genellikle bisiklet veya eski motosikletlerle sağlıyorlar.

Ülkenin başkenti olan 3,5 milyon nüfuslu Antananarivo’da ise durum kırsala göre biraz daha farklı. Turizm ve hizmet sektörlerinin son yıllarda hızla geliştiği başkent, bu yönleriyle gelişmekte olan

Bir adanın hikayesi, ana karadan kopmasıyla başlar. İşte kendine özgü bitki örtüsü, canlı türleri ve jeolojik oluşumları ile dünyanın başka hiçbir yerinde görülemeyecek eşsiz bir doğaya sahip olan Madagaskar’ın hikayesi de günümüzden tam 165 milyon yıl önce, Afrika ve Hindistan’ın birbirinden kopmasıyla başlayıvermiş. İlk önce Afrika’dan kopan Madagaskar, milyonlarca yıl sonra Hindistan’dan da kopmuş. Hindistan, Asya kıtasıyla birlikte kuzey doğuya çekilince de bu doğa harikası coğrafya, bir ada olarak Afrika’nın hemen bitişiğinde kalıvermiş. 70 milyon yıldır dış dünyadan izole bir tabiata ev sahipliği yapan Madagaskar, dünyanın en büyük dördüncü adası olarak, Hint Okyanu-su’nun ortasında tüm güzelliğiyle salınıyor ve sahip olduğu akıl almaz canlı çeşitliliği, belgesel karelerini andıran doğasıyla dünyanın dört bir yanından gezginlerin radarına takılıyor.

Madagaskar VAnİLYA KoKuLu MASAL ADASI

RoTA DÜnYA

1 3

bir şehir görüntüsü çiziyor. 1600’lerde adaya ayak basan Avrupalılar’ın etkisiyle koloniyel mimarinin muhteşem izlerini görebileceğiniz Antananarivo, içinde sakladığı neşeli Afrika ruhu ve Hint Okyanusu’nun kendine has karakteri ile tam bir kültürel sentez.

Antananarivo sokaklarında gezerken kendinizi bir anlığına Küba’daymış gibi hissedebilirsiniz. Çünkü bu şehirde her şey renkli ve kelimenin tam manasıyla retro! Yolları süsleyen 70’lerden kalma otomobiller ve rengarenk binaların yanı sıra; neşeli sokak müzisyenleri ve her köşe başında bulabileceğiniz seyyar meyve satıcıları ile Antananarivo, yoksulluğun içten gelen mutluluğa asla engel olamayacağının bir kanıtı gibi.

Füzyon mutfağı = Madagaskar yemekleriBöylesine renkli bir adanın mutfak kültürü de elbette kendisi gibi renkli olmalı! Dünyanın en zengin mutfaklarından sayılan Madagaskar mutfağı, bu durumu zengin minerallerle yüklü verimli topraklarına ve dört tarafını çevreleyen Hint Okyanusu’na

borçlu. Özellikle et, pirinç ve deniz ürünleri ile aranız iyiyse Madagaskar’da aç kalmanız imkansız! Çünkü adanın iç kesimlerinde bizdeki kebapları hatırlatan kırmızı etler, etli ve baharatlı pilavlar, etli çorbalar oldukça popüler. Ayrıca etlerin yanında servis edilen zencefilli acı soslarını da es geçmemek gerekiyor.

Adanın kıyı kesimlerine doğru gittiğinizde menülerde bol miktarda kalamar, karides, ahtapot, ıstakoz ve deniztarağı bulabiliyorsunuz. Hindistan cevizi sütüyle hazırladıkları yoğun sosları, deniz ürünlerinin en güzel eşlikçisi. Yer yer Fransız etkilerinin de görüldüğü Madagaskar mutfağında, soğan çorbası ve hatta ratatoullie (Fransız usulü sebzeli türlü) benzeri yemekler bulmanız da mümkün.

Asya’da görmeye alıştığımız sarma börekleri andıran ve içinde genelde kırmızı et ya da karides bulunan “samosa” isimli kızartma börekleri özellikle plajların vazgeçilmezi. Yine çeşitli baharatlarla tatlandırılan ve hatta kimi zaman pişirilerek servis edilen mango, çarkıfelek meyvesi, ananas ve Hindistan cevizi gibi tropik meyveler adanın kendine has lezzetlerinden.

Madagaskar’ın hazineleri...Madagaskar’da insanı etkisi altına alacak yüzlerce cazibe merkezi bulunuyor. Ama Vohipara ve Ramanofana Ormanları, içlerinde bir elmas gibi parlıyor. Genelde rehberli turlarla gezilen bu yerlerde, gerçek olamayacak kadar güzel çiçeklere, ağaçlara, kurbağalara, kuşlara, bukalemunlara ve Madagaskar maymunlarına rastlamak mümkün.

Güzel bir plajda güneşlenmek ya da dalmak isterseniz Madagaskar’ın kuzeybatısında yer alan Nosy Be Adası’nın yolunu tutabilirsiniz. Aynı zamanda balinaların geçiş rotasında yer alan bu büyüleyici ada, Madagaskar’ın en turistik destinasyonlarından biri. Burada tüplü dalış yapabilir, altın kumsallarda turkuaz renkli denizin tadını çıkarabilir ve plaj restoranlarındaki enfes jumbo karidesleri mideye indirebilirsiniz. Unutmadan belirtelim; dalış meraklılarının çok hoşuna gidecek bir lokasyon olan Ile Sainte-Marie’nde batık korsan gemilerine unutulmaz dalışlar da gerçekleştirebilirsiniz.

A R G E M O N I A1 4

GLOBELINK ÜNİMAR LOJİSTİK

Kelime anlamı olarak lojistik “bir yükün ilk üreticiden son tüketiciye ulaşana kadar geçireceği tüm ulaşım süreçlerini yerine getirmek ve yönetmek” olarak tanımlansa da bizim için konu hiçbir zaman bu kadar ticari ve teknik olmadı.

Globelink Ünimar Lojistik ekibi bünyesinde çalışan herkes bilmektedir ki, bizim işimiz “insanla”. Bizim işimiz, içlerinde kendinizi iyi hissedeceğiniz rengarenk giysilerinizi kusursuz şekilde sizlere ulaştırıp içinizi ısıtmak. Bizim işimiz, hasta olduğunuzda iyileşmeniz için ihtiyaç duyduğunuz ilacı taşırken, aynı zamanda onun sağlayacağı şifayı da size sunmak. Bizim işimiz çocuklar oynasın diye dünyanın dört bir köşesinde üretilen oyuncakları uçaklarımıza yüklerken, aynı zamanda onların minik kalplerinde yaratacağımız heyecanı da sırtlayıp, her birini tek tek mutluluktan uçurmak. Bizim işimiz, sadece bir teknolojik cihazı taşımak değil, aynı zamanda onların sağladığı kolaylığı, paylaşımı, sevgiyi, merakı, heyecanı, aşkı da sahiplerine ulaştırmak. Bizim işimiz aslında güzelliği, lezzeti, enerjiyi, iyiliği, hayatın renklerini taşımak.

Hal böyleyken, işimiz insana dairken; sımsıcak, güler yüzlü, heyecan ve coşku dolu bir ekip ruhuna sahip olmak hiç de zor değil. Biz, Globelink Ünimar Lojistik ekibi olarak, hayata dair tüm güzellikleri sizlere taşımak için buradayız.

HAYATA DAİR TÜM GÜZELLİKLERİ TAŞIYORUZ

1 5

İNSAN KAYNAKLARI

Globelink Ünimar İnsan Kaynakları departmanı, 2017 yılı boyunca gerek kurum içi eğitimlerle ve gerekse eğitim-koçluk alanında marka olmuş firmalarla yürüttüğü işbirliği çerçevesinde gerçekleştirdiği eğitim programları ile kurum içerisinde ölçülebilir gelişim ve değişime öncülük etti. Sene başında, eğitim alanında belirlenen hedeflerine ulaşmanın haklı gururunu yaşayan departmanımız, 2017 yılının son çeyreğine de, yine ekibimize fayda sağlayacak, motivasyonu, mesleki kabiliyetleri, kurum kültürüne özgü değerleri pekiştirecek farklı programlarla ve faaliyetlerle devam edecek.

Kurum değerleri çerçevesinde, 2018 yılı programını da oluşturmaya başlayan İnsan Kaynakları departmanımızın çalışmalarını heyecan ve mutlulukla takip ediyor, farklı eğitim ve motivasyon programlarında bir araya gelecek olmanın heyecanını yaşıyoruz.

GLOBELINK ÜNİMAR EĞİTİM ODAKLI ANLAYIŞINI2017 YILININ SON ÇEYREĞİNE DE TAŞIYOR

Paylaşmak Katkısağlamak

Yaşamlardaiz

bırakmak

Öğretmekve

öğrenmek

Kültüre ve bilgiye özengöstermek

Ekipçalışması

Etikanlayış

Sosyalsorumluluk

Dışarıdan Alınan Eğitimler

Şirket İçi Girişimcilik Hikayeleri

Satışta Karakter Oyunculuğu

Liderlerin Davranış Kodları

Yeni Dönemde İş Hukuku ve SGK Uygulamaları

İşe Alımda Yeni Nesil Teknikler

How To Have An Effective Business Presentation?

KVKK Uyum Süreci

İşini Yöneten Lider

Denetim Raporu Yazım Semineri

Hedefe Götüren Liderlik

Kârlı Satış

Diksiyon ve Etkili Sunum

Lojistik İşletmelerinde Gümrükleme

Segmentasyon ve İç Eğitim

Excelin Şifreleri

Sosyal Medya

Fikir Üretme Teknikleri

İletişim Ustalığı

DISC Raporu Yorumlama

Uluslararası Sözleşmeler Eğitimi

Nefes Teknikleri ve Bedensel Farkındalık

Yeni Nesil Liderlik Modeli

İşvereni Yakan Sorular

Finans Modülü

İdeal Karma: Yöneticilik - Liderlik - Koçluk

Globelink Ünimar LojistikVerilen Eğitimler

Potansiyeli Performansa Çeviren Lider

Lider Olarak Ben

Başkalarını Yönetmek Ekibi Geliştirmek

Başkalarını Yönetmek Ekibe Liderlik Etmek

Biz Bir Adım Öndeyiz

İleri Seviye Excel Eğitimi

Dışarıdan Alınan Eğitimler

Farkındalık ve Stres Yönetimi

Kriz Yönetimi

Hedeflere Yönelik Yetenek Geliştirme

B2B Satışta Etkinlik Teknikleri

İK’da Ölçümleme

İK için Etkinlik Planlama Önerileri

Kişilerarası Çatışma Yönetimi ve Zor İnsanlarla Başa Çıkma

Satışta Oyunlaştırma

Liderlerin Davranış Kodları

Liderlik ve Temel Yönetim Becerileri

Beden Dili

Müşteri Memnuniyeti Maximizasyonu

Diplomatik Olabilmek ve Hayır Diyebilmek

A R G E M O N I A1 6

2017 yılı itibariyle faaliyetlerine yeni ofisinde devam eden Globelink Ünimar Lojistik, başlattığı proje ile ekibi için renkli bir çalışma ortamı inşa etti. Ofis dekorasyonunu yalnızca mimari düzenlemelerle sınırlı tutmayan; daha modern, motive edici, ekip ruhunu kuvvetlendiren orijinal ve yaratıcı çalışmalarla mekanına hareket katan Globelink Ünimar Lojistik’in son hamlesi tüm ekibin çalışma alanında açılan ve Fransız esintileri taşıyan Uni Cafe oldu.

Fransız Sokağı konseptiyle tasarlanan mekanın açılışında düzenlenen kahvaltı organizasyonunda bir araya gelen yönetim kadrosu ve Globelink Ünimar ekibi oldukça keyifli zaman geçirdiler. Eğlenceli ve motive edici bir çalışma ortamı sunan, gelen tüm konukların ağırlanabileceği Fransız Sokağı & Uni Cafe mesai saatleri süresince ve dileyenler için sonrasında da tüm Globelink Ünimar ekibinin hizmetinde olacak.

GLOBELINK ÜNİMAR’DA FRANSIZ SOKAĞI ESİNTİSİ

GLOBELINK ÜNİMAR ETKİNLİKLERİ

1 7

Uluslararası Taşımacılık ve Lojistik Hizmet Üretenleri Derneği UTİKAD’ın, sektörün nabzını tutan Çalışma Grupları Çalıştayı, 17 Ekim 2017 tarihinde İstanbul Elite World Europe Hotel'de düzenlendi. Moderatörlüğünü UTİKAD Genel Müdürü Cavit Uğur’un yaptığı çalıştaya, aralarında Globelink Ünimar Lojistik Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı ve Denizyolu Çalışma Grubu Başkanı Cihan Yusifi’nin de bulunduğu çok sayıda UTİKAD üyesi katıldı.

Lojistik sektörü için 2018 yılının yol haritasının çizildiği, gündemdeki sektörel konuların, yaşanan sorunların ve çözüm önerilerinin interaktif biçimde tartışıldığı toplantıda ayrıca havayolu, karayolu, denizyolu, demiryolu, intermodal ile gümrük ve antrepo çalışma gruplarının da faaliyetleri paylaşıldı.

Bu yıl 14-17 Kasım 2017 tarihleri arasında on ikincisi düzenlenen çağdaş sanat fuarı Contemporary İstanbul Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nda ziyaretçilerini ağırladı. Sanat fuarında, dünyaca ünlü Mark Hachem Galeri’de sergilenen ve Herkül’ün gündelik hayatın içerisinde canlandırıldığı eserler ile fuara katılan çok yönlü sanatçımız Emre Yusufi’nin “Boxing Torso” isimli eserinin İtalya’dan getirilip fuar alanında sergilenmesi için gerekli olan lojistik süreci ise Globelink Ünimar Lojistik üstlendi.

Taşıdığı her yüke büyük değer veren firmamız için bir sanat eserinin lojistiğini üstlenmek çok daha büyük bir sorumluluk yaşattı. Bizler de Globelink Ünimar Lojistik ekibi olarak, Contemporary İstanbul’u ziyaret ederek, İtalya’dan evimize ulaşan bu değerli eserin sanatseverlerle buluşmasına tanıklık etmenin mutluluğunu yaşadık.

UTİKAD ÇALIŞMA GRUPLARI ÇALIŞTAYI 2018’İN YOL HARİTASINI BELİRLEDİ

GLOBELINK ÜNİMAR LOJİSTİK, SANATSEVERLERİ ÇAĞDAŞ SANAT ESERLERİYLE BULUŞTURUYOR

GLOBELINK ÜNİMAR ETKİNLİKLERİ

A R G E M O N I A1 8

SPOR

ma

sa

tenisi

HIZ, ZEKA VE REFLEKSİN DANSINeredeyse hepimizin ortaokul ve lise anılarında eğlenceli bir yere sahip olan masa tenisi, aslında bir boş zaman aktivitesi olmanın ötesinde, tüm dünyada büyük ilgi gören olimpik bir spordur. Oynaması kadar izlemesi de zevkli olan, profesyonelleşip hızlandıkça gerektirdiği beceri konusunda insanı heyecanlandıran, oldukça dar alanda harikalar yaratmanıza olanak tanıyan bu eğlenceli spor dalı ile ilgili merak ettiklerinizi spor köşemizde sizin için derledik.

1 9

Masa tenisinin tarihsel öyküsüTopla oynanan diğer sporlara nazaran oldukça genç bir spor dalı olan masa tenisinin doğuşu 1880’lere dayanıyor. Bu yıllarda Hindistan ve Güney Afrika’da görev yapan İngiliz subaylarının dinlenme zamanlarında kapalı mekanlarda uğraşabilecekleri bir sportif aktivite aramaları sonucunda ortaya çıkan masa tenisi, ilk başlarda şişe mantarlarının yontulması ile yapılan toplarla oynanıyordu. Kimi zaman avuç içlerini, kimi zamansa boş puro kutularının kapaklarını raket olarak kullanan İngiliz subaylar, üst üste dizdikleri kitapları da file olarak değerlendiriyorlardı.

İlk etapta özel bir masa yerine düz herhangi bir zeminde oynanabilen masa tenisi, o yıllarda “salon tenisi” adıyla İngiltere’de de yaygınlaşmaya başladı. “Whiff whaff” ve “gossima” gibi isimlerle anılmaya başlanan bu yeni sporun bugünkü haline dönüşmesi ise Parker Brothers isimli bir İngiliz firmasının masaya takılabilen portatif bir net (file), küçük bir kauçuk top ve minyatür tenis raketlerinden

oluşan hazır kitleri piyasaya sürmesi sonucunda gerçekleşti. Daha sonra içi boş selüloid toplarla sadece özel masalarda oynanmaya başlanan bu eğlenceli oyun, topların masaya vurduğunda çıkardığı ses nedeniyle “ping pong” adıyla tüm dünyada tanınır hale geldi.

Masa tenisinin kıtalararası yolculuğu1900’lerin başında “Ping pong” isminin tescilini John Jacques’dan satın alan Parker Brothers, başlangıçta fileye benzeyen bir yüzeyle üretilen masa tenisi raketlerini kauçukla kaplamayı keşfederek topa falso verebilmenin yolunu buldu. İlerleyen yıllarda ping pong kiti adı altında binlerce ekipman satan Parker Brothers’la birlikte pek çok firma, masa tenisi (table tennis) adı altında ekipmanlar satarak bu sporun hızla yaygınlaşmasına yardımcı oldular.

Özellikle İngiliz sömürgesi altında bulunan Hindistan ve Hong Kong’ta hızla popülerleşen masa tenisi, diğer spor dallarına göre nispeten ulaşılabilir olması nedeniyle bu ülkelerde oldukça sevildi.

İngilizleri’n etkisiyle Asya’da yayılırken, özellikle Doğu Avrupa’da da ciddi bir masa tenisi ilgisi oluşmaya başladı. Çekoslovakya, Avusturya, Almanya gibi ülkelerde çok sevilen bu spor özellikle Macaristan için oldukça önemli bir noktaya ulaştı ve deyim yerindeyse, neredeyse Macarlar’ın dünyaya öğrettiği bir spor haline geldi.

1927 yılında Londra’da gerçekleştirilen ilk dünya şampiyonasında altın madalyayı kazanan Macaristan milli takımı, şampiyonaya ara verilen II. Dünya Savaşı yıllarına kadar birinciliği kimselere bırakmadı. 1950’lere kadar masa tenisi sporunda altın çağını yaşayan Doğu Avrupa ülkeleri, bu tarihten sonra bayrağı aralarında Japonya, Çin ve Malezya gibi ülkelerin bulunduğu Asya ekolüne kaptırdılar. Masa tenisi otoriteleri Asya ülkelerinin masa tenisinde kazandıkları üstün başarıyı, kendilerine has oyun stilleri ve geliştirdikleri etkili raket tutma biçimleri ile açıkladılar.

Türkiye’de masa tenisi1930’lara gelindiğinde Türkiye’de de büyük bir hızla popülerleşmeye başlayan masa tenisi ile ilgili ilk resmi turnuva, Altınordu Spor Kulübü tarafından düzenlendi. Özellikle İzmir ve İstanbul’daki gençler arasında hızla yayılan bu eğlenceli spor dalı, II. Dünya Savaşı yıllarında, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de duraklama devrine girdi. 1966 yılında Türkiye Masa Tenisi Federasyonu’nun kurulması ile birlikte yeniden yükselişe geçti. O zamana kadar genelde Macaristan’dan gelen masa tenisi antrenörlerinin yerine geçebilecek Türk masa tenisi antrenörleri ve hakemleri yetiştirilmesi konusunda hummalı bir çalışma başlatıldı.

O yıllardan bu yana pek çok uluslararası başarıya imza atan sporcu yetiştirmeyi başaran TMTF’nin şu anda yurt çapında devam eden, 5 resmi masa tenisi ligi mevcut.

Masa tenisine dair bazı ilginç bilgiler• 1890’larda ortaya çıkan masa tenisi sporu, doğumundan neredeyse bir asır sonra 1988 yılında olimpik spor statüsü kazanmıştır.

• Masa tenisinin Türkiye’de ilk kez 1920’lerin başında Robert Koleji’nde oynandığı bilinmektedir.

• Masa tenisi özellikle dikkat bozukluğu, öfke kontrol problemi gibi sorunlar yaşayanların; alkol ve madde bağımlılığı tedavisi görenlerin rehabilitasyonunda sıkça kullanılmaktadır. Bu nedenle pek çok rehabilitasyon merkezi ve psikiyatri hastanesinde masa tenisi odalarına rastlamak mümkündür.

• Masa tenisi tarihinin en uzun rallisi (seri top karşılama) 10 dakika 13 saniye içinde tam 766 vuruşun yapıldığı, 2017 yılı başında Katar Açık kapsamında oynanan Hollandalı Ji Lie ve Japon Hitomi Sako arasında oynanan

mücadelede kaydedilmiştir. 766 vuruşluk rekor ralli, saha dışından atılan bir topun fark edilmesi sonucunda hakem kararıyla sonlandırılmıştır.

• Japon teknoloji şirketi Omron tarafından geliştirilen Forpheus isimli robot masa tenisi antrenörü, kişinin yeteneklerini ve eksik yanlarını ölçümleyerek onun daha iyi bir oyuncu olmasını sağlayabiliyor. Bu robot şimdiden Japonya’daki pek çok kulüpte kullanılmaya başlandı.

• Uluslararası turnuvalarda tüm altın madalyaları silip süpüren Çinli masa tenisi oyuncularının günde 10 ila 12 saat antrenman yaptıkları kaydediliyor. Kalan zamanlarını ise taktik çalışma, satranç, yoga ve uyku ile değerlendiren Çinli sporcular yılda sadece 12 gün izin kullanabiliyorlar.

ma

sa

tenisi

A R G E M O N I A2 0

GELECEĞİ TASARLAMANIN DİĞER ADI

KAPAK KONUSU

İçinde bulunduğumuz çağ, her anlamda baş döndürücü gelişmelere gebe. Yıllar önce bilimkurgu filmlerinde görüp “yok artık!” dediğimiz teknolojik ilerlemeler hayatımızı adeta yeniden dizayn ederken bizler de bu gelişmelerden korkmalı mıyız? Yoksa gelişen teknolojiyi, değişen trendleri, tüketici eğilimlerini, beslenme biçimlerini, yaşam şekillerini ve hatta değer yargılarını insanlığın yararına kullanmak için ve daha faydalı bir gelecek inşa edebilmek için kafa mı yormalıyız?

İşte bütün meselenin bu negatif ve pozitif teoriler arasında seçim yapmak olduğunu savunan fütürizm öğretisi bizlere bu soruların da cevaplarını veriyor.

2 1

Bir yanıyla şimdilerin popüler dizisi “Black Mirror”ı hatırlatan, distopik bir sanatsal akımı temsil eden fütürizm kelimesi, günümüzde bambaşka anlamlarıyla yeniden kullanılmaya başlandı. Güncel anlamıyla fütürizm, geleceğe dair öngörüleri pozitif bir bakış açısı ve vizyonla değerlendirmek ve atılacak adımları bu öngörülere göre belirlemektir. Ünlü fütürist ve konuşmacı Ufuk Tarhan’a göre fütürizm “Geleceği konu edinen ve geleceği multi-disipliner olarak ele alan bir tasarım disiplinidir.”

Fütürizm hayatımızı nasıl değiştirecek?Geleceğe dair negatif öngörüler ve felaket senaryoları hayatımızda her zaman var oldu ve görünen o ki var olmaya da devam edecek. Örneğin son günlerde fazlasıyla tartışma konusu olan, yapay zekanın insanlığı ele geçirebileceğine dair komplo teorisi bu senaryoların en popülerlerinden biri. İşte fütürizm, geleceğin bu negatif yönlerine odaklanmak yerine günden güne hayatımıza giren ve girmesi mümkün olan yeniliklerden pozitif anlamda nasıl fayda sağlayabileceğimiz fikrine yoğunlaşan yapıcı bir öğreti.

Fütüristlere göre insan ancak gelecek karşısında kaderine razı ve edilgen bir konumda olmayı reddederse başarıya ulaşabilir. Çünkü gelecek zaten insanlığın ellerinde şekillenen bir olgudur. Yani 1909 yılında yayınlanan “Fütürist Manifesto”da da belirtildiği gibi: “Olanlardan hepimiz sorumluyuz. Tıpkı gelecekten de sorumlu olacağımız gibi…”

Hal böyleyken 21. yüzyıl fütüristleri de geleceği inşa ederken, insanlığın ve üzerinde yaşadığımız gezegenin menfaatini ön planda tutan bazı ilkeler çerçevesinde hareket edilmesi gerektiğini düşünüyorlar. Bu yüzden 2009’da yeni bir fütürist manifesto yayınlayan Türkiye Fütüristler Derneği, belirledikleri ilkelerde bazı önemli noktalara değiniyorlar:

• İnsanlık tarihinin en önemli değişimlerinden birini geçiriyoruz. Dünyada, her anlamda tıkanıklık, mutsuzluk ve karamsarlık hâkim. Kendimize yeni hedefler koymalı, yeni motivasyon unsurları belirlemeliyiz.

• Geleceğin nasıl olacağını değil, sahip olduğumuz bilgiyi doğru kullandığımızda kurabileceğimiz yeni dünya uygarlığının nasıl olabileceğini uzgörebilir*, onu şekillendirebiliriz. Bilgi ve teknolojiyi kullanarak muhtelif gelecekler oluşturulabileceğini kabul etmeli ve yaşamın tüm boyutları için alternatif senaryolar, olumlu gelecek tasarımları yapılabileceği fikrini benimsemeliyiz.

• Açlık, fakirlik, savaş gibi büyük insanlık sorunlarının engellenebilir ve kabul

edilemez olduğuna inanan bir kültürü inşa etmeliyiz. Bu konuda taviz vermek, geleceğe kalacak mirasımızda, bu sorunların aynen tekrarlanması anlamına gelmektedir.

• Sürdürülebilir küresel gelecek için etik değerlere olan duyarlılığın artırılmasını ve uluslararası ortak bir hukuki düzenin kurulmasını sağlamalıyız.

• Dünya zengin kaynaklara sahiptir. Bu kaynakların belli sayıda ülke ve/veya toplum tarafından kontrol edilmesini engellemeli, çalışmak-üretmek için yeni teşvik mekanizmalarını ve sistemleri hayata geçirmeliyiz.

• Dünyayı ve kaynaklarını tüm insanlığın ortak mirası olarak kabul eden anlayış ve uygulamalar geliştirmeliyiz.

• Çok gelişmiş teknolojilere sahibiz. Daha da gelişmişlerini yaratacağız. Yeni teknolojilerin evrene zarar vermemesi için sosyal ve ekonomik sistemlerimizin refahımızı artıracak olan teknoloji ile aynı hızda gelişmesini sağlamalıyız.

• Barışçı ve sürdürülebilir küresel uygarlığın kurulmasını sağlayacak uygulanabilir planlar geliştirmeli, kağıt üzerinde kalan insan haklarını yaşamın merkezine oturtmalıyız.

• İnsanın akıl ve zekâsını kullanarak; yaratıcılığını teşvik etmek için teknolojiden yararlanmasını sağlamalıyız.

Fütürizm alanında çalışmalar yapan uzmanların uzgörüleri oldukça dikkat çekici. Örneğin 75 civarında olan ortalama yaşam süresini iki katına uzatmanın, multi-disipliner bir bakış açısıyla mümkün olabileceğini savunan Türkiye Fütüristler Derneği Başkanı Eray Yüksek, gelecekte uzun yaşama katkıda bulunacak pek çok uzgörüden söz ediyor. Örneğin kaza oranlarını neredeyse sıfıra çekecek sürücüsüz araçlar, organların bire bir aynısını üretebilecek 3D tıbbi teknolojiler ve “ethical software” yani yazılımsal yapay vicdanlar ile donatılmış doktor robotlar gibi fantastik gelişmelere aslında o kadar da uzak değiliz.

Geleceğin meslekleri ve değerleri neler olacak?Dünya çapındaki fütüristler, bugün dijital çağın gerekliliklerine ayak uydurmayan 3 milyon insanın 2050 yılında işsiz, hatta mesleksiz kalacağını öngörüyorlar. T-İnsan kitabının yazarı fütürist Dr. Ufuk Tarhan’a göre 2050 yılında iş hayatı bambaşka bir eksene oturacak. Tarhan’a göre 2050 yılına geldiğimizde artık hiç kimsenin hayat boyu icra etmek zorunda olduğu tek mesleği olmayacak. Zamanın ruhu gereği multi-disiplinerliği benimseyecek olan gelecekteki insanlar için yükselen değer “çok yönlülük” olacak.

Somutlaştırmak gerekirse, belki bir kalp cerrahı mesleğini tamamen yitirmeyecek ama 2050 itibariyle kalp cerrahları sadece ameliyatlarda ter dökmeyecek. Zorlu ameliyatlarda kullanılacak cerrah robotların programlamasında ve kontrolünde aktif rol oynayacaklar. Yani geleceğin hekimleri de, şimdinin yazılım geliştiricileri gibi kod yazma becerisine sahip olacaklar.

Geleceğe dair en çarpıcı uzgörülerden biri de bundan 50 yıl sonra dünyanın en değerli şirketinin bir online eğitim platformu olacağı üzerine. Fütüristler bu tahminlerini şu argümanla açıklıyorlar: “Kendini dijital çağın değişim hızına göre geliştirmeyen ve sistemin dışında kalan bireylerin yeniden ekonomik sisteme dahil edilmesi ancak eğitimle olacak. Bu nedenle insanlar, kendi hayatlarını idame ettirecek ve ekonomiye girdi sağlayacak yeni mesleklerini satın aldıkları online eğitimlerle kazanacaklar.”

Fütüristlerin önümüzdeki 50 yıl için öngördükleri diğer gelişmeler ise şu şekilde:Dijital dünyada iyi bir ayak izi bırakmanız şart. Çok yakın bir gelecekte toplumsal alandaki ve iş hayatındaki repütasyonunuz dijital ayak izinizin puanlanması ile hesaplanabilir hale gelecek. (Black Mirror dizisinin 3. sezonunun 1. bölümünü seyredenler neyi kast ettiğimizi daha iyi anlayacaktır.) Bu yüzden blog tutun, sosyal medyada aktif olun ve tüm bu mecralarda kaliteli bir içerik akışınız olsun.Giyilebilir teknolojiler biçim değiştirerek vücudumuza entegre edilecek. Deri altı mikroçipler ya da kontakt lens şeklinde geliştirilen VR cihazları son derece sıradan hale gelecek.

50 yıl içinde tarihe karışması ve tamamen yapay zekaya aktarılması beklenen mesleklerin ise çevirmenlik, veri giriş elemanlığı, sekreterya işleri ve anestezi teknikerliği olacağı öngörülüyor.

Elbette ki tıpta da devrim olacak. Kanserde kemoterapinin yerini nanoteknoloji alacak. Hedefe yönelen akıllı ilaçlar, kanserli hücreleri yok edecek. Akıllı tuvaletlerimizde yer alacak DNA çipleri, kanseri yıllar öncesinden tespit edebilecek.

(*) Uzgörü: Keskin görüş, gerçekleri bir bakışta kavrama ve gerçeği önceden görebilme becerisi.

A R G E M O N I A2 2

DÜNYA MEDENİYETİNE YÖN VEREN EFES ANTİK KENTİ

ROTA

RKİY

E

Farklı medeniyetlerin tarih boyunca verdikleri yaşam mücadelesi süresince onlara her daim güvenli ve cömert bir “yuva” gibi davranan Anadolu, doğusundan batısına, her karış toprağıyla gerçek bir zaman tüneli gibidir. Sayısız tarihi yapıya, antik şehirlere, belki de henüz gün yüzüne çıkartılamamış kayıp medeniyetlere kucak açan Anadolu topraklarında dolaşırken, kendinizi tarihin bambaşka bir zaman periyodunda gibi hissedecğiniz, kapısından içeriye adımınızı attığınız anda İyonya’nın bilgeliğine, Doğu Roma’nın görkemli zenginliğine ışınlanabileceğiniz yerlerden bir tanesidir Efes Antik Kenti.

UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesine dahil ettiği Efes Antik Kenti’nin tarihini ve neye benzediğini hepimiz az çok bilsek de, bu büyük tarihi miras ile ilgili ufkunuzu açacağına inandığımız, belki de unuttuğunuz bazı bilgileri yeniden hatırlayacağınız 10 ilginç anekdotu sizin için derledik:

• İzmir’in Selçuk ilçesi sınırlarında bulunan Efes Antik Kenti; Çukuriçi Höyük, Ayasuluk Tepesi (Selçuk Kalesi, St. John Bazilikası, İsa Bey Hamamı, İsa Bey Camii, Artemision), antik kent ve Meryem Ana Evi olmak üzere toplam 4 ana kısımdan oluşmaktadır.

• Milattan önce 6000’lerde “Amazon” adıyla bilinen kadın savaşçılar tarafından kurulduğu düşünülen Efes Antik Kenti’nin bugünkü adının “Ana Tanrıça Kenti” anlamına gelen Apasas’dan geldiğine inanılmaktadır. Bu bilgiye, Hitit kaynaklarında Ayasuluk Tepesi’ni tarifleyen bazı metinlerden ulaşmak mümkündür. Anadolu’nun en eski inanışlarından biri olarak kabul edilen ve evrendeki her şeyin dişil enerji tarafından var edildiğini ileri süren “Ana Tanrıça” dinini benimseyen, tamamını kadınların oluşturduğu bir kavim olan Amazonlar, Apasas ismini verdikleri Efes medeniyetini kurarlarken; benimsedikleri inanışı geniş kitlelere yaymayı amaçlamışlardır. Bin yıllar sonra gerçekleştirilen kazılarda hemen her taşın altından ana tanrıça betimlemeli heykelciklerin çıkması da, bu efsanenin bir kanıtı niteliğindedir.

• Efes’in bugünkü Efes haline gelmesinde İyonyalılar döneminde yaşamış Delfili bir kahinin kehanetleri etkili olmuştur. Hatta Efes Antik Kenti kompleksi içinde bulunan Hadrianus Tapınağı girişinde, Efes’in kuruluşu ile ilgili olarak şu cümlelere rastlamak mümkündür: “Atina kralı Kodros’un cesur oğlu Androklos, Ege’nin karşı yakasını keşfetmek ister. Önce, Delfi kentindeki Apollon Tapınağı’nın kâhinlerine danışır. Kâhinler ona, balık ve domuzun işaret ettiği yerde bir kent kuracağını söyler. Androklos bu sözlerin anlamını düşünürken Ege’nin lacivert sularına yelken açar.

2 3

Kaystros (Küçük Menderes) Nehri’nin ağzındaki körfeze geldiklerinde karaya çıkmaya karar verirler. Ateş yakarak tuttukları balıkları pişirirlerken çalıların arasından çıkan bir yaban domuzu, balığı kaparak kaçar. İşte kehanet gerçekleşmiştir. Burada bir kent kurmaya karar verirler”

• Efes’in Doğu Akdeniz’in en iyi korunmuş antik kentlerinden biri olması asla bir tesadüf değildir. O dönem Ege kıyısında bulunan pek çok İyon kentini yakıp yıkan Persler, elbette Efes’in de kapılarına dayanmışlardı. Ancak dönemin İyon imparatoru ve konsülleri, kenti Pers saldırılarından korumak için başarılı bir diplomasi trafiği yürüterek, yüksek vergiler karşılığında Persler’i şehirden uzak tutmayı başarmışlardır.

• Efes Antik Kenti’ne dair bir ilginç bilgi de, bu kocaman uygarlık merkezinin Romalılar’a miras kalmış olmasıdır! Doğru okudunuz. Romalılar bu büyüleyici ve stratejik şehri ele geçirmek için tek bir kılıç bile kullanmamışlardır. Çünkü M.Ö. 129 yılında kente hakim olan Pergamon (Bergama) kralı Attalos’un vasiyetinde, öldüğü zaman tüm Efes’in bir Asya eyaleti olarak Romalılar’a bırakılmasına dair kesin bir ibare bulunmaktadır. Böylece Efes, hiç işgale uğramadan, tüm ihtişamıyla Roma İmparatorluğu topraklarına dahil olmuştur.

• Efes Antik Kenti günümüzde bile halen mimarlara ve şehir plancılarına ilham veren bir kent konumundadır. Mimaride “Izgara Planı” ismi verilen, birbirini dik kesen sokak ve bulvarlardan oluşan kentin inşasında kullanılan mermerlerin ustaca işlenişi, bugün bile modern kentlerin tasarımında kullanılmaktadır.

• Roma döneminde Doğu Akdeniz’in en önemli liman kentlerinden biri olan Efes, hem ticaret hem de lojistik anlamında bölgeyi domine etmekteydi. Limanının genişliğiyle ve Menderes Nehri’nin denize ulaşan kanallarıyla hem tüccarların hem de mültecilerin gözdesi olan kent, ne yazık ki uzun vadeli bir coğrafi değişimin kurbanı olmuştur. Deniz kenarındaki kent, dönemin imparatoru Hadrian’ın tüm çabalarına rağmen, karaların yükselmesi ve Küçük Menderes Nehri’nin kıyı şeridini alüvyonlarla doldurması nedeniyle giderek denizden uzaklaşmış ve böylece liman kenti olma özelliğini kaybetmiştir.

• Dünyanın 7 harikasından biri olan Artemis Tapınağı –günümüzde her ne kadar ondan geriye pek bir şey kalmamış olsa da– Efes Antik Kenti bünyesinde yer alır. M.Ö. 7 tarihinde, Anadolu’nun çok tanrılı döneminde, bereket tanrıçası Kibele onuruna inşa edilen Artemis Tapınağı aynı zamanda bilinen ilk madeni paranın da bulunduğu yerdir.

• Efes Antik Kenti denilince akla gelen ilk imgelerden biri olan ve aynı zamanda bünyesinde birçok mezar odası barındıran Celsus Kütüphanesi’nde, dönemin yüksek mevkili politikacı ve soylularının mezarlarının yer alması, o dönemde bilime ve edebiyata verilen önemi bir kez daha kanıtlamaktadır. Tarih boyunca kütüphane sayısız afet yaşayan kütüphanenin himayesinde bulunan, tarihi bilinmeyecek kadar eski el yazmalarından sadece 451 tanesi, eserleri hafızalarına alan bilginler tarafından yeniden yazıya geçirilebilmiştir.

• Limanın zaman içinde bataklığa dönmesi ve art arda depremlerin yaşanması sonucunda başlayan sıtma salgını Efesliler’in yavaş yavaş kentlerini terk etmelerine neden olmuştur. Türkler’in hakimiyetine girdikten sonra Aydınoğulları Beyliği sınırlarında kalan Efes Antik Kenti’nde çiftçilikle uğraşan 50 civarındaki Türk ve Efesli aile o dönem bir arada yaşamışlardır. Ancak 1300’lü yılların sonlarında, bin yıllar boyunca farklı medeniyetlere ev sahipliği yapan bu ihtişamlı kentte insan yerleşimi tamamen sona ermiştir.

A R G E M O N I A2 4

Afet lojistiği nedir?Daha önce de belirttiğimiz gibi lojistik kavramı, önce askeri sonra ticari bir terim olarak hayatımıza girmiştir. Ancak insanoğlunun tarih boyunca edindiği deneyimler, bugün “afet lojistiği” kavramının başlı başına önem arz eden bir konu olarak hayatımızda yer almaya başlamasına sebebiyet vermiştir. Afetler nedeniyle mağdur ve korunmasız duruma düşen kişilerin ihtiyaçlarını en etkili şekilde karşılamak için yapılan ürün / hizmet satın almaları, sigortalama, taşıma,

depolama ve planlama işleri olarak tanımlayabileceğimiz afet lojistiği kavramı, hepimiz için hayati derecede önem taşımaktadır.

Afet yönetimi lojistik süreçleri, afet öncesi hazırlık, anında müdahale ve iyileştirme aşamalarından oluşmaktır. Afet öncesi hazırlık döneminde, devlet ve sivil toplum örgütleri olası afet senaryolarına göre oluşturulan istatistiki veriler ışığında sarf malzemeleri depolamaktan, afet halinde ülke çapında koordinasyonu sağlayacak

yazılım alt yapılarının kurulmasına kadar pek çok farklı görevi bir arada yürütmektedirler.

Afet durumlarında lojistik yönetimi nasıl yapılmalıdır?Afet denildiğinde aklımıza deprem, sel ve kuraklık gibi ülkemizde daha önce yaşanan doğa olayları gelse de, aslında bu kavram, savaşları, yoğun göç dalgalarını, maden / sanayi kazalarını ve hatta salgın hastalıkları da kapsamaktadır. İşte bu sebeple olası bir afet durumu

AFET DURUMLARINDA LOJİSTİK SÜREÇLERİN ÖNEMİ

DEPREM

TERÖR

SEL

YANGIN GÖÇ

Lojistik terimi, genelde ticari veya askeri olarak değerlendirilse de aslında hayatın her anında ve her alanında var olan çok önemli bir ihtiyaçtır. Ürün, hizmet ve insan kaynaklarının, ihtiyaç duyulan yerde ve istenen zamanda temin edilmesi sürecinde kullanılan bir araç olarak tanımlayabileceğimiz lojistik, özellikle hayatın durma noktasına geldiği afet durumlarında, her zamankinden çok daha fazla önem kazanır. Son yıllarda gerek ülkemizde gerekse dünyada meydana gelen afetlerin ekonomik, sosyal, kültürel ve psikolojik açıdan yol açtığı olumsuz sonuçlar giderek artmaktadır. Bu durum afet yönetim faaliyetlerindeki süreçlerin etkin, planlı ve koordineli bir şekilde yerine getirilmesini zorunlu kılmaktadır. Lojistiğin en önemli kollarından biri olarak sayabileceğimiz afet durumlarında lojistik yönetimi süreçlerini bu sayımızda sizler için inceledik.

SEKTÖRDEN

2 5

öngörülerek yapılan tüm planlamalar, farklı afet senaryolarının gerçekleşebilme ihtimaline göre oluşturulmaktadır. Örneğin önümüzdeki yıllarda daha da derinleşmesi beklenen göçmen krizi ile baş etmek için depolanan gıda, giysi ya da barınak yardımı planlaması ile bir bölgede meydana gelebilecek olası bir deprem felaketi için kurulacak afet lojistiği stratejisi birbirinden oldukça farklıdır.

Her afet senaryosunda geliştirilecek strateji ve içerik farklı olsa da, afet öncesi hazırlık aşamasında uyulması gereken temel bir yol haritası bulunmaktadır. Bunları aşağıdaki başlıklar altında sıralamamız mümkündür:

• İlgili süreçlerde görev alacak kişilerin listelenmesi ve görev tanımlarının açık bir şekilde yazılı olarak belirtilmesi.

• Afet bölgesine ulaşımın sağlanacağı en kısa ve en uygun rotanın belirlenmesi ve haritalanması.

• Talep edilen, satın alınan malzemelerin doğru yere, doğru zamanda, minimum maliyetle ve güvenli bir şekilde transferini sağlayacak alternatiflerin oluşturulması.

• En kısa sürede en fazla kişinin kurtarılması.

• Toplama ve dağıtım sisteminin tasarlanması.

• Acil durumlara ve olası afetlere hazırlıklı olabilmek için temel ihtiyaç malzemelerinin türüne göre stoklanması ve hazır halde bekletilmesiyle ilgili senaryolar oluşturulması.

• Araç ve depo kapasitelerinden en uygun şekilde yararlanma planlarının yapılması.

• Taşıt güzergah seçimlerinin yapılması, afet senaryolarına göre en kısa ve güvenli rotaların belirlemesi.

• Depolama maliyetlerinin optimize edilmesi.

• Afet merkezlerine ulaşılması kolay noktaların belirlenerek transferlerin bu noktalardan yapılması.

• Finansal kaynakların verimli kullanımı ile, minimum bütçeyle maksimum afetzedeye yardım edilmesi.

Ülkemizde afet lojistiği nasıl sağlanmaktadır?Bir deprem ülkesi olan Türkiye, büyük ve yıkıcı depremlerin yanı sıra yoğun göç dalgalarından da en fazla etkilenen ülkelerden biridir. Bu nedenle Türkiye’de afetzedelerin hayatlarını kurtarmak ve kolaylaştırmak için çalışan pek çok önemli kurum ve kuruluş bulunmaktadır. Bu kurumların en önemlisi Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi (AFAD)’dır. Türkiye’de afet yönetimi alanında faaliyet gösteren tüm kamu kuruluşlarının tek çatı altında toplanması amacıyla 2009 yılında kurulan AFAD, “bütünleşik afet yönetimi” ilkesi ile merkezi bir afet lojistik alt yapısı oluşturmuştur.

Bugün AFAD’ın; Adana, Adıyaman, Afyon, Aksaray, Ankara, Antalya, Bursa, Denizli, Diyarbakır, Düzce, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Manisa, Kahramanmaraş, Kastamonu, Kırıkkale, Kocaeli, Muğla, Muş, Samsun, Sivas, Tekirdağ, Van, Balıkesir, Hatay ve Yalova olmak üzere, farklı lokasyonlarda toplam 27 lojistik deposu bulunmaktadır. Özel bir tasnif sistemine göre organize edilen bu lojistik depolarda, geliştirilen lojistik yazılımlar sayesinde, yardım malzemesi taşıyacak bir TIR çok kısa süre içerisinde yüklenerek yola çıkartılmakta, malzemelerin takibi ve kontrolü uzaktan gerçekleştirilebilmektedir.

Bireysel çapta afet lojistiği adına neler yapabiliriz?Olası bir afet durumunda ihtiyacı olan herkese yardım ulaştırmak için var gücüyle çalışan AFAD, Kızılay, AKUT gibi kurumlar ve sivil yardım kuruluşları olsa da, afet lojistiğini mikro düzeye indirgemenin ve bireysel bazda bu lojistik sistemin bir parçası olmak konusunda çaba sarf etmenin büyük faydası olacaktır. Daha önce de sık sık gündeme geldiği gibi, evlerinizde / araçlarınızda herhangi bir afet durumunda kullanabileceğiniz acil durum çantası hazırlamanız ve bu çantayı belli aralıklarla güncellemeniz bireysel afet lojistiği yönetimi açısından kıymetli bir hamledir. Bunun yanı sıra, bir apartmanda ya da sitede yaşıyorsanız kaç komşunuzun olduğunu öğrenmeniz, semtinizde bulunan acil durum toplanma alanlarını bilmeniz, ilk yardım eğitimi alarak afetin müdahale evresinde aktif rol almanız ve sağlık görevlilerine yardımcı olmanız, olası risk senaryolarını önceden düşünüp atılacak adımları belirlemeniz ve tatbikatlar yapmanız da oldukça önemlidir. Ayrıca, uygun saklama koşullarına sahipseniz, uzun vadede dayanıklı olabilecek gıda ve ihtiyaç maddelerini depolamak da faydalı olacaktır.

Lojistik konusunda uzmanlaşmış bir ekip olarak, bu gibi olağanüstü durumlarda koordineli, bilinçli ve planlı şekilde çalışmanın hayatlar kurtaracağını, yaşamı düzene sokacağını, psikolojik ve fizyolojik ihtiyaçları karşılayacağını çok iyi biliyoruz. Toplum olarak daha bilinçli olmanın önemine inanıyor ve böyle üzücü durumlarla hiçbir zaman karşılaşmamayı yürekten diliyoruz.

A R G E M O N I A2 6

SANAT

Toprağı suyla buluşturup çamura dönüştüren ve bu çamuru ateş ile şekillendiren insanın, dünyayı değiştiren keşiflerinden biridir seramik. Günümüzden 10 bin yıl önce doğan ve üzerinde yaşadığımız coğrafyada benzersiz izler bırakan seramik sanatını gelin daha yakından tanıyalım.

SANATI

ATEŞ VE TOPRAĞIN BİTMEYEN AŞKI

2 7

On bin yıllık kadim bir hikaye Seramik, bilinen diğer adıyla keramik; geçmişi neredeyse ateşin keşfine kadar uzanan kadim bir uğraştır. Yunanca “kil” anlamına gelen “keramikos” sözcüğünden türeyen seramiğin Anadolu’daki öyküsü günümüzden yaklaşık 8000 yıl önce başlamış olsa da, asıl hikayesi çok daha eskilere dayanır. Avladıkları / topladıkları gıda maddelerini yaprakların ve taşların üzerine koyarak yiyen ilkel insanlar, sonradan değişen alışkanlıklarına paralel olarak farklı form ve niteliklerde kaplara ihtiyaç duymaya başlarlar. İhtiyaçtan doğan birçok icat gibi, seramik de ilk kez, bu arayışın sonunda, çamurun şekillendirilmesi ile elde edilen primitif kase, tabak ve testilerin ateşte pişirilmesi ile ortaya çıkar.

İlk mutfak gereçlerini üreten ilk çağ insanlarının, seramiği mimaride ve sanatsal alanlarda da kullanılabileceklerini keşfetmeleri ise pek uzun sürmez. İnşa ettikleri barınakların iç ve dış cephelerinde kullanılan seramik tuğlalar ve çeşitli kaplama malzemeleri ile ısı yalıtımı sağlayan arkaik atalarımızın bu alanda sundukları ilk örneklere Babil uygarlığında rastlamak mümkündür. Daha sonraki dönemlerde insanoğlunun doğasında var olan güzele ulaşma içgüdüsü, seramiğe tasarımsal dokunuşlar katmalarına sebep olur. Ve konu, her ne kadar ihtiyaçtan doğsa da sanata dönüşmek yolunda ilk evrimini geçirmeye başlar.

Anadolu’da altın çağını yaşayan sanatTarihin resmî olarak kaydettiği en eski seramik buluntular, Çorum ilinin Alaca ilçesi sınırlarında bulunan Alacahöyük’te, Mustafa Kemal Atatürk’ün isteğiyle 1935 yılında başlatılan arkeolojik kazılar sonucunda ortaya çıkartılmıştır. Üstelik Anadolu’da bulunan ve Neolitik çağa ait olduğu düşünülen bu seramik eşyalar sadece mutfak gereçlerinden ibaret değildir. O dönem Anadolu’da hakim olan ana tanrıça dinini sembolize eden heykelciklerden, tarihe ışık tutan metinler içeren tabletlere kadar seramiğin işlenmesi ile oluşturulan birçok eser, tarihi M.Ö 1750 yılına kadar uzanan Hatti uygarlığının buluntuları olarak günümüze kadar ulaşır.

Yüzyıllar sonra Türkler’in Anadolu’da egemen olması ile bambaşka bir boyuta taşınan seramik sanatı, bu dönemde deyim yerindeyse altın çağını yaşar. Özellikle Anadolu topraklarında yerleşik hayata geçen Selçuklu hükümdarlarının, güçlerini halka ilan etmek için inşa ettikleri görkemli binalarda, oymalı seramik eserler ve Selçuklu çinileri kullanılır. Camilerin mihraplarını, minarelerini ve sarayları çeşitli minerallerden elde edilen seramiklerle donatan Selçuklu mimarları, sırlı seramik adı verilen camsı yüzeyli, pürüzsüz seramik tekniğinde de önemli

aşamalar kaydederler. Bu eşsiz ekolün en güzel örneklerine Sivas’ta Keykavus Şifahanesi ve Gök Medrese’de; Malatya’da Ulucami’de; Konya’da Alaaddin Camii, Karatay Medresesi ve İnce Minareli Medrese’de rastlamak mümkündür.

Osmanlı’nın seramiğe attığı imza: ÇinicilikHemen herkesin adını Kütahya ve İznik ile birlikte andığı çini sanatı, Osmanlı döneminde en muhteşem örneklerini verse de aslında Türk, Arap, Berberi, Pers, Endülüs ve Moğol tasarım kültürlerinin eşsiz bir birleşimidir. Orta Asya’dan İber Yarımadası’na kadar oldukça geniş bir coğrafyada örneklerini görebileceğimiz çini sanatı, bölgeye ve o bölgede hüküm süren etnik izlere göre farklılıklar gösterir.

İşte Osmanlı çinileri, bu yaygın sanat geleneği içinde adeta parlayan bir yıldız kadar özgün ve estetiktir. Selçuklu döneminde Konya olan çini üretiminin merkezi, Osmanlı İmparatorluğu’nun temellerinin atıldığı dönemde Kütahya ve İznik’e taşınır. Hatta İznik’te bulunan Yeşil Cami, erken dönem Osmanlı seramik sanatının en nitelikli örneklerini barındırır. Bursa Yeşil Külliye’de sırlı tuğlalar çini mozaik tekniği ile beraber kullanımlarıyla dikkat çeker. 1436’da Edirne’de yapılan Muradiye Camii, bir yandan geleneksel iç mimari anlayışını sürdürürken, öte yandan yeni arayışların da habercisi olur. Çini-mozaik tekniğinin uygulandığı son mimari örnek Fatih Sultan Mehmet’in Topkapı Sarayı içinde inşa ettirdiği Çinili Köşk’tür. Renkli sır tekniğinin İstanbul’daki son örneği ise 1548 tarihli Şehzade Mehmed Türbesi olur.

Toprağa şekil vermekKutsal kitabın insanın “çamurdan yaratıldığına” dair söyleminden mi, toprağın meyvesiyle, sebzesiyle sunduğu bereketinden mi, negatif enerjiyi pozitife çevirmesinden mi bilinmez; insanın çamuru elleriyle şekillendirirken yaşadığı tatmin tarif edilemez. Parmaklarınızın arasında

hayal gücünüzle şekillendirdiğiniz çamur, aslında sabırla yoğrularak ve seramik fırınlarında çok yüksek ısılarda pişirilerek, birkaç aşamada son formuna kavuşur. Üstelik bu aşamaların her birinde gizemini içinde muhafaza eder. Plaka, sucuk, çimdikleme-sıvama, döküm gibi metotlarla şekillendirebileceğiniz seramik objelerin yapımında pek çok küçük el aleti kullanmanız gerekir. Ölçülü çalışmalarda, yeniden okul yıllarınıza dönmeniz, cetveli, gönyeyi elinize alarak ince hesaplarla geometrik hesaplar yapmanız da mutlaka gerekecektir. Sürprizlerle dolu kısım ise tüm bu aşamaları geçtikten sonra başlar. Son şeklini verdiğiniz objeler, çömlek killerinde 950-1000 C0, seramik için 1200-1300 C0 ısıda fırınlanarak bisküvi pişirimi yapılır. Bu sayede daha dirençli hale gelmesi sağlanır. Bir sonraki aşama sırlamadır. Renk veren özel bir toz malzemenin suyla karıştırılması ile elde edilen sır, gözenekleri kaplayarak, seramiğe pürüzsüz ve parlak dokusunu kazandırır. Bisküvi pişirimi gerçekleştirilmiş seramik objenize süreceğiniz çok farklı renkte bir sır, objenizin son aşamaya gelebilmesi için tekrar fırınlandığında “sır”rını ortaya koyar. Objenize sürdüğünüz kahverengi sır, göz alıcı bir maviye, pembe sır yeşile, mavi sır ise kırmızıya dönüşebilir. Tabii ki artık bu konu tam olarak bir gizem değildir. Tıpkı matbaadaki pantoneler gibi renk kodları olduğu için, hangi sırdan hangi rengin elde edileceği bilinmektedir. Ancak bu işe başladığınız ilk zamanlarda, objenizin son pişirimini görmeden içiniz rahat etmeyecektir.

Seramik sanatı nasıl ve nerede öğrenilir?Seramik sanatı bugün üniversitelerin güzel sanatlar fakültelerinde lisans programı olarak okutulmaktadır. Akademik seramik eğitimi alan öğrenciler, sadece seramiği işlemeye ve seramikle sanatsal ürünler ortaya koymaya değil; aynı zamanda seramik sanatını tarih, felsefe, mimari ve sosyoloji gibi disiplinlerle birlikte ele almaya odaklanırlar. Ancak seramik sanatı ile uğraşmak için ille de okullu olmaya gerek yok. Bu işi usta – çırak ilişkisi ile yürüten atölyelerde, işi bir bilenden öğrenerek ve tabii yaratıcılığınızı kullanarak “alaylı” bir seramik sanatçısı olmanız da gayet mümkün. Öte yandan seramik sanatı, ortaya çıkan ürünlerin estetik güzelliklerinin yanı sıra, insana sağladığı rahatlatıcı etkisiyle bir terapiden farksızdır. Özellikle el becerilerinin gelişmesini ve günlük hayattaki stres seviyelerini azaltmayı hedefleyen beyaz yakalılar için ideal bir hobi olan seramik sanatını öğrenmek için pek çok sanat atölyesine ve STK’lara ait ücretsiz kurslara erişmeniz mümkün.

A R G E M O N I A2 8

Adile Nasit

Onu “gülümserken” anımsamamak mümkün mü? Elinde zili ile Büyük Çamlıca Koleji’nin merdivenlerini koşar adım inen halleriyle, şahsına münhasır kahkahası ve insanı sarıp sarmalayan anaç enerjisi ile hafızalara kazınan ve bundan tam 30 yıl önce aramızdan ayrılan Adile Naşit, Türk Sineması’na yaptığı katkıların çok ötesinde adeta özel bir ruhtur. Biz onu her daim neşeli ve komik halleriyle hatırlasak da aslında sanatçının 57 senelik kısa yaşamı, dışarıya pek de yansıtmadığı büyük acılar ve büyük heyecanlarla dolu bir romandan farksızdır. İşte karşınızda Yeşilçam’ın ve tüm Türkiye’nin kıymetlisi Adile Naşit’in fazla bilinmeyen portresi...

Tiyatro kulislerinde çocuk olmakYeşilçam’ın gördüğü en özel oyunculardan biri olan Adile Naşit -asıl adıyla Adela Özcan- 17 Haziran 1930’da İstanbul’da dünyaya gelir. Zamanın ünlü güldürü ustası Naşit Özcan ve Ermeni asıllı tiyatrocu eşi Amelya Hanım’ın kızları olan Adile Naşit, deyim yerindeyse güldürü ve tiyatronun içine doğar. Kendisinden 2,5 yaş büyük ağabeyi Selim Naşit’le birlikte kulislerde büyüdüklerini her fırsatta dile getiren usta oyuncu bir röportajında “Ben sahne tozunu henüz doğmadan yutmuşum” ifadesiyle tiyatroyla olan bağını anlatır.

İZ BIRAKAnLAR

YARALARINI SAHNEDE SARANBÜYÜK SANATÇI

2 9

Annesini ve babasını erken yaşta kaybeden Adile Naşit, belki de ailesinin ona miras bıraktığı tiyatro aşkını yaşatmak için babasının ölümünden hemen sonra okulu bırakır ve henüz 16 yaşındayken İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda sahnelenen “Her Şeyden Biraz” isimli bir çocuk oyununda ilk profesyonel sahne deneyimine adım atar.

Adile Naşit’in tiyatro kulislerinde başlayan hayatının akışı elbette yine aynı kulisi paylaştığı bir insanla kesişir ve ünlü oyuncunun evliliği de kendisi gibi tiyatrocu olan Ziya Keskiner’le olur. Sonraki yıllarda bir çocuk sahibi olan çiftin evlilikleri de tıpkı sahne yaşantıları gibi acı - tatlı anlarla hatırlanacaktır.

Komediye kadın eli değiyorKısa süre içinde tiyatrodaki yeteneğini beyaz perdeye taşıyan Adile Naşit’in Yeşilçam’daki varlığı, adeta Türk sinemasında bir devrin kapanıp yeni bir devrin başlamasına sebep olur. O güne dek sinemada erkek sanatçıların tekelinde olan komedi filmlerine Adile Naşit’le birlikte deyim yerindeyse “kadın eli” değer. Her ne kadar Adile Naşit’in sinemaya adım attığı ilk işi, aldatılan bir kadının acılarla dolu öyküsünü konu alan 1947 yapımı “Yara” filmi olsa da, usta oyuncu bu filmden sonra rol aldığı 97 yapımın tümünde seyircilerinin yüzünü güldürmeyi başarır.

1971 yılında yolunun duayen yönetmen Ertem Eğilmez’le kesişmesi sayesinde bugün hala keyifle seyrettiğimiz Yeşilçam aile komedilerinin aranan oyuncularından biri haline gelir. 1972 yılında Ertem Eğilmez’in yönettiği ilk film olan “Sev Kardeşim”de Tarık Akan ve Hülya Koçyiğit’e eşlik eden Naşit, sonraki yıllarda Ertem Eğilmez’in vazgeçemediği oyunculardan biri olur. Bu filmin üzerinden daha üç yıl bile geçmeden, Rıfat Ilgaz’ın aynı isimli romanından uyarlanan efsane Yeşilçam filmi “Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı”da hepimizin gönlüne taht kuran “Hafize Ana” karakterine can verir. Adile Naşit’in ve dönemin usta oyuncularının başarılı performanslarıyla akıllarımıza kazındığı Hababam Sınıfı serisi, Adile Naşit’in de geniş kitleler tarafından tanınmasının önünü açar. Şefkati, saflığı ve muzipliği ile hafızalarda yer edinen ve Büyük Çamlıca Koleji’nin tüm işlerini tek başına halleden enerjik bir karakter olan Hafize Ana, aslında Adile Naşit’in gerçek karakterinden de izler taşımaktadır. Çünkü Adile Naşit de tıpkı Hafize Ana gibi, hayatı boyunca içinde bulunduğu tüm çevrelerde “Adile Abla” olarak anılmaktadır. Yani anaçlık ve şefkat Adile Naşit’in kalbinden gelmektedir.

Gülen Gözler ve ağlayan bir yürekDönemin gişe rekortmeni film serisi Hababam Sınıfı’nın yanı sıra Adile Naşit’in merhum komedyen Kemal Sunal’la oynadığı Davaro, Hanzo ve Kibar Feyzo gibi filmler de üzerinden yıllar geçmesine rağmen bugün hala televizyonda rast geldiğimizde kanalı değiştirmeye elimizin varmadığı büyülü yapımlardandır.

Konu Yeşilçam’ın efsane filmlerinden açılmışken, yine böylesine bağımlılık yaratan bir film olan Gülen Gözler’i de anmadan geçmemiz olmaz elbette. Yeşilçam’da aile komedileri çağını başlatma özelliğini taşıyan Gülen Gözler, Adile Naşit’in halen en çok izlenen filmlerinden biridir. Öyle ki, beş kızıyla birlikte yatakta nane likörü içtiği sahneyi herhalde hatırlamayanımız yoktur?

Böyle kalabalık ve mutlu aile öyküleriyle içimizi ısıtmakta usta olsa da söz konusu Adile Naşit’in öyküsü olunca madalyonun diğer yüzüne bakmadan geçmek olmaz. Genç yaşta anne ve babasını kaybeden ve hayattaki en büyük dayanağı ağabeyi Selim Naşit olan Adile Naşit’in Ziya Keskiner’le evliliğinden doğan oğlu Ahmet ne yazık ki kalbi delik olarak dünyaya gelir. O yıllarda bu tip kalp ameliyatlarının Türkiye’de yapılamaması nedeniyle hayli zor günler geçiren Naşit, başlatılan ulusal yardım kampanyası ile küçük Ahmet’in kalp ameliyatı için gereken maddi koşulları sağlamış olur.

Tüm sanat camiası ve basının birlik olması sonucu toplanan 100 bin lira ile ABD’de başarılı bir kalp ameliyatı geçiren Ahmet, nedeni bilinmeyen bir komplikasyon sonucu komaya girerek 15 yaşında yaşamını yitirir. Bu hikayenin en trajik kısımlarından biri de hiç kuşkusuz 16 Haziran 1966’da, doğum gününden bir gün önce oğlunun ölüm haberini İzmir’de bir turnede alan Adile Naşit’in, acı haberi almasının hemen ardından sahneye çıkarak temsili tamamlaması ve tüm salonu kahkahaya boğmasıdır. Gözyaşlarını içine akıtmakta gerçek bir usta olduğunu o gün yeniden kanıtlayan sanatçı bir daha asla uçağa binmez ve doğum günü kutlamaz. Ne acı bir tesadüftür ki, Naşit yıllar sonra 32 yıllık hayat arkadaşı Ziya Keskiner’in ölüm haberini de İstanbul dışında “Müzikli Kahkaha” adlı oyunun turnesinde öğrenecektir.

Yiten bir evladın ardından her şeye rağmen yaşamakOğlu Ahmet’in 1966 yılındaki erken kaybının ardından beş sene boyunca inzivaya çekilen Adile Naşit, hayata dönmek ve iyileşmek için çareyi sahnede, film setlerinde ve kendisini seyredenlerin yüzlerine kondurduğu gülümsemede bulur.

1980 yılında dönemin önde gelen magazin dergisi SES’e verdiği röportajda “Eşim Ziya Bey ile Ahmet’i kaybettikten sonra iyileşmek için kendimizi hayvanlara, çiçeklere ve çocuklara adadık.” diyen ve bu dönemde TRT’de “Adile Teyze’den Masallar” programını yapan Adile Naşit, 80’li yıllarda çocuk olanlar için daima ayrı bir yere sahiptir. Her akşam “Kuzucuklarım” diye hitap ettiği çocuklara sevgi dolu masallar anlatan sanatçı, belki de kahkahası ile perdelemeye çalıştığı acı hatıralardan ancak bu şekilde uzaklaşıyordu. Kim bilir?

İşte Adile Naşit belki biraz da bu yüzden, tanrı vergisi yeteneğinin yanında; yaşadığı acılara rağmen içindeki sanat ve insan sevgisini muhafaza edebildiği için yüreğimizin en özel köşesindeki tahtını korumaya devam ediyor ve bundan sonra da devam edecek.

A R G E M O N I A3 0

İŞ HAYATINDA STRES YÖNETİMİNİN ALTIN KURALLARIOkunmamışlar kutusunda biriken üç haneli rakamlara ulaşmış, cevaplanmayı bekleyen mailleri ile korku filmlerini andıran e-posta hesapları, günler öncesinden hazırlanan ve hatta gecelerce uykusuz bırakan müşteri sunumları, ekip arkadaşlarıyla yaşanan gerginlikler, performans görüşmeleri, motivasyon düşüklükleri... vs derken iş yaşamı, her yeri mayınlarla dolu uçsuz bucaksız bir araziye dönüşüyor. Her ne kadar uzmanlar başarı için stresin önemli bir ateşleyici olduğunu öne sürseler de, iş yaşamında stresin fazlası hem başarısızlığa hem de fiziksel ve mental problemlere davetiye çıkartıyor. Biz de bu sebeple Argemonia ekibi olarak, iş yaşamında stresinizi makul boyutta tutabilmeniz konusunda işinize yarayacağını umduğumuz beş altın kuralı sizler için derledik. Umarız iş hayatınızda stresinizi daima yönetebileceğiniz seviyede tutarak kendinizi yıpratmadan, her zaman motive kalmayı başarabilirsiniz.

İŞ’TE YAŞAM

“İş olmadan yaşam berbattır, fakat ruhsuz bir işte yaşam boğulur ve ölür” Albert Camus

3 1

Olayları kişisel algılamayınİş yerinde insanı en fazla demoralize eden şeylerden biri, sert eleştirilere maruz kalmaktır. Bir iş beklendiği gibi sonuçlanmadığında ya da yöneticinizin sizden umduğu performansı gösteremediğinizde bir takım eleştirilere maruz kalmanız kaçınılmazdır. Ancak bu eleştiriler ne yazık ki her zaman yapıcı ve ılımlı mesajlar olmayabilir. Bu yüzden alacağınız sert ve kimi zaman saldırgan eleştirilerin yalnızca işi yapış biçiminize ve o süre içindeki performansınıza yönelik olduğunu asla aklınızdan çıkarmayın. Eğer eleştirilerin ve sert sözlerin kendi kişiliğinize yöneldiğini düşünürseniz, eleştiri almaktan korkmaya, dolayısıyla da kendi kabuğunuza çekilmeye başlarsınız.

Kendi zaman yönetimi stratejinizi oluşturunHer ofiste mutlaka ardı arkası kesilmeyen bir görev listesi bulunur. Bu liste kimi zaman öylesine uzar ki, eve iş götürmek ya da fazla mesailerde dirsek çürütmek bile bu derde deva olmaz. “İşler yetişmeyecek” diye uykularınızı kaçırmaktansa, stresinizi azaltmak için dizginleri ele alıp, zamanı kullanış biçiminizi gözden geçirmenizde fayda var.

Zamanınızı daha verimli kullanmaya başlamak için ilk yapmanız gereken işleri önem sırasına göre sıralamak olmalıdır. En doğru strateji her zaman önemli ve efor isteyen işi ilk sıraya koyabilmektir. Böylelikle hem o işle ilgili sizden rapor bekleyen yöneticilerinize mahcup olmamayı sağlayabilir hem de taze bir enerji ile işi daha rahat tamamlama imkanını yaratabilirsiniz.

Zamanı daha iyi kullanmak için bir diğer ipucu da, önem sırasına göre optimize ettiğiniz iş listenizdeki görevler için kendinize bir süre tanımaktır. Örneğin “1 numaralı iş için 4 saatim var” şeklinde bir not düşmek, kendinize meydan okumanızı sağlayacağı için motivasyonunuzu artırabilir. Yalnız bu konuda dikkat etmeniz gereken en önemli nokta, hedeflerinizi belirlerken yeteneklerinizi ve işin niteliğini göz önünde bulundurarak gerçekçi davranmanızdır.

İş yerinde sağlam dostluklar kurmaya çalışınİş hayatındaki stresin en büyük düşmanı, iş arkadaşlarınız ile geçireceğiniz keyifli ve kaliteli zamanlardır. Zor ve hiç bitmeyecekmiş gibi duran bir toplantının ardından ekip arkadaşlarınızla 5 dakikalık bir kahve molası vermek güne enerjik bir şekilde devam etmenizi sağlayabilir. Ancak bunu başarabilmek için iş arkadaşlarınızla aynı gemide olduğunuzu aklınızdan

çıkarmadan, egolardan ve düşmanca duygulardan arınmış bir duygusal bağ kurmanız gerekir.

Ayrıca iş yerinde kuracağınız sağlam dostluklar, ofiste şahane bir takım sinerjisi oluşmasına da katkıda bulunacaktır. Takım sinerjisinin de çabucak ve pürüzsüztamamlanan projeler anlamına geldiğini ise belirtmemize gerek bile yok!

Yöneticinizle empati kurmaya gayret edinKimi zaman yöneticilerimizle gergin anlar yaşarız hatta onlara kızarız. Yaptığımız küçük hataları “bize göre” fazla büyüten ve bu konuda sert rüzgarlar estiren yöneticilerin davranışlarını anlamaya çalışmak, inanın onları suçlamak ve yargılamaktan daha rahatlatıcıdır. Somutlaştıracak olursak: Hazırladığınız rapordaki eksiklikler yüzünden size sitem eden yöneticiniz, kendi üst yöneticisine karşı mahcup olma ihtimalinden dolayı endişeye kapılmış olabilir. Ya da o günkü toplantıda sizi yeterince dinleyip fikirlerinizi desteklemeyen yöneticiniz, evde ailesiyle yaşadığı zor bir akşamın ardından uykusuz ve yorgun bir iş günü geçiriyor olabilir. Bu gibi olasılıkları kendinize sürekli hatırlatmak, yöneticinizle aranızda geçen gerilimleri içinizde büyütmeden atlatmanızı sağlayacaktır.

Küçük ve etkili molalar verinİnsan zihninin bir şeye kesintisiz olarak odaklanma süresi 20 dakikadır. Ve bu 20 dakikanın sonunda dikkat seviyesi gittikçe düşer ve 40. dakikaya gelindiğinde zihin artık konudan yavaş yavaş uzaklaşmak ister. Bu yüzden üzerinde çalıştığınız konu ne kadar önemli olursa olsun, yarım saatte bir minik molalar vermeyi ihmal etmeyin. Mola vermekten kastımız illa kahvenizi alıp uzun uzun oturmak değil. Oturduğunuz yerde küçük boyun, bilek ve bacak

esnetme egzersizleri yapabilir, gözlerinizi kapatıp 2 dakikalılığına sevdiğiniz bir yerde olduğunuzu hayal ederken biraz nefeslenebilir ya da size enerji veren bir şarkıyı dinleyebilirsiniz. Tüm bunları yaptığınızda odaklanma seviyenizin artarken stresiniz ciddi anlamda azaldığını göreceksiniz.

Stresle mücadele etmeyin onunla yüzleşinYazımızın en başında da belirttiğimiz gibi kontrollü bir stres seviyesi, çalışma hayatında iyi bir ateşleyicidir. İşte bu gerçeğin farkına vararak, iş hayatında stresi tamamen alt etmeye çalışmak yerine stresinizle yüzleşin ve onu nasıl pozitif yöne çevirebileceğinize kafa yorun. Örneğin ertesi gün yapacağınız sunum size fazlasıyla strese sokuyorsa, bu duyguyu kontrol altına almak için şu yöntemi kullanın: Gözlerinizi kapatın ve kendinizi, 100 kişilik bir salonda sunum yaparken hayal edin. Fakat sunumunuzu yaparken kalbinizin hiç çarpmadığını hatta fazlasıyla sıkıldığınızı da hissetmeye çalışın. Dakikaların bir türlü akmadığını ve heyecan yoksunluğunuzun dinleyici kitlesinin yüzlerine de yansıdığını düşünün. Salondaki derin sessizliği ve kasveti duyumsamaya gayret edin. Bir süre kendinizi bu ortamda hayal ettikten sonra gözlerinizi açın ve “sunum stresi” diye adlandırdığınız o kalp çarpıntısı yaratan duygunun, aslında işinize karşı duyduğunuz heyecan olduğunun farkına varın. Bu farkındalığa ulaşmak, iş hayatınızda gözle görülür bir değişime yol açacaktır.

Hepinize kolay gelsin

A R G E M O N I A3 2

3 Aralık tarihi, Birleşmiş Milletler’in 1992 yılında almış olduğu kararla Dünya Engelliler Günü olarak benimsenmiş, 1993 yılının Mart ayında, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu tarafından “engellilerin topluma kazandırılması, insan haklarının tam ve eşit ölçüde sağlanması” konusunda ortak hareket edilmesi talebiyle tüm dünyaya ilan edilmiştir. Kesinlikle kutlanacak bir gün olarak görülmemesi gereken bu anlamlı günün amacı engellilik konusunda farkındalık yaratmak ve var olan farkındalığı artırmaktır.

Özellikle son yıllarda gerek STK’lar tarafından yürütülen kampanyalarla, gerekse özel sektörün öncülüğünde gerçekleştirilen sosyal sorumluluk projeleri ile sıradan her ferdin potansiyel bir engelli adayı olduğuna vurgu yapılarak, bu konudaki duyarlılığın an be an artırılması hedeflenmektedir.

Türkiye’de kaç engelli yaşıyor?Ülkemizde 2017 yılının son çeyreği itibariyle nüfusun yaklaşık %12’sini engelli vatandaşlarımız oluşturmakta. Güncel TÜİK verilerine göre bu sayının 10 milyona yakın olduğu düşünülüyor. Bu sayının dörtte biri zihinsel engellilerden; dörtte biri ise kazalar vb. sakatlıklar sonucu uzuvlarını ya da becerilerini kaybetmiş vatandaşlarımızdan oluşuyor.

Türkiye’de kayıtlı toplam engelli vatandaşlarımızın 80.000’i ne yazık ki 0-7 yaş arasındaki çocuklardan oluşuyor. 60 yaş üzeri engelli vatandaşlarımızın sayısı ise yarım milyonun üzerinde.

Engelli vatandaşlarımızın yaşam standartları nasıl?Maalesef bu konudaki istatistikler pek de umut vaat etmiyor. Avrupa’da engelli nüfus içinde yoksulluk tehlikesi bulunanların oranı %29,9 iken, bu oranın Türkiye’de %77,1’lerde olduğu kaydediliyor. Yani tüm dünyada olduğu gibi engelli olma hali, refah ve istihdam gibi konuların önünde duran en büyük engellerden biri.

Ancak engelli vatandaşlarımızın bazı istisnai sosyal hakları da var. Örneğin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı verilerine göre 2015 yılı içerisinde 508 bin 481 kişiye toplam 4 milyar 378 milyon lira evde bakım ödeneği verilmiş durumda. Ayrıca mevcut mevzuata göre engelli vatandaşlarımız, gündüzlü bakım ve rehabilitasyon merkezlerinden ve evde muayene / tıbbi müdahale gibi hizmetlerden ücretsiz yararlanabiliyorlar.

Engellilerin günlük hayatta en sık karşılaştığı zorluklar neler?Hiç şüphesiz ki engelli vatandaşlarımızın en çok yakındıkları konu empati yoksunluğu. Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi “Hepimiz potansiyel bir engelli adayıyız” ancak pek çok insan ne yazık ki bu farkındalık düzeyine erişemiyor. Bu yüzden engelli vatandaşlarımızın yaşadığı fiziksel güçlüklere bir de psikolojik ve sosyal güçlükler ekleniyor. Hepimizin tahmin edebileceği gibi kendilerinden “özürlü” veya “sakat” kelimeleri ile bahsedilmesinden son derece rahatsızlar. İstekleri aslında çok basit ve insani. Toplumsal hayatta yer alabilmek ve insanların onlardan uzaklaşmaması...

Engelli vatandaşlarımızın yaşadıkları zorlukların günlük hayatlarına büyük darbe vuran bir de fiziksel boyutu var. Örneğin toplu taşıma araçlarının önemli bir kısmında engelli rampalarının bulunmaması nedeniyle iniş ve binişlerde zorluklar yaşamalarının ötesinde, bu sebeplerle hayati tehlikelere bile maruz kalabiliyorlar. Merdiven konusu da bir o kadar sıkıntılı. Özellikle metro istasyonları ve AVM’lerde bulunan tekerlekli sandalye ve koltuk değnekleri için pek de uygun olmayan merdivenlerle başa çıkmak zorunda kalan engelliler, bunlar yerine kendilerine tahsis edilen asansörlerin işgal edilmemesini ve merdivenlere ek olarak yürüyen rampalar yapılmasını talep ediyorlar.

Engelliler için ne yapabilirim?Aslında engelli vatandaşlarımızın hayatlarına dokunmak adına yapabileceğimiz çok fazla şey var. Bu duyarlı davranışların başında hiç kuşkusuz konuyla ilgili aktif projeler yürüten sivil toplum kuruluşlarına üye olmak geliyor. Bu tip STK’lara gönüllü olarak görev yapacak vaktiniz yoksa, bu kurumlara bağış yaparak engelli vatandaşlarımızın yaşam standartlarının yükselmesine bir nebze olsun katkıda bulunabilirsiniz. Unutmayın ülkemizde engellilerle ilgili faaliyet gösteren STK’lara üye olan nüfusun toplam nüfusumuza oranı ne yazık ki yalnızca %0,04 civarında!

Ayrıca ister aktif olarak görev alalım, ister almayalım; toplumsal ve insani açıdan herkesin hassas olması gerektiği ve bu sayede engellerin kaldırılabileceği alanlar da mevcut. Otoparklarda engelliler için ayrılmış kısımları işgal etmemek, engelli asansörünü zorunlu haller dışında kullanmamak ya da sokakta yardıma ihtiyaç duyan engelli vatandaşlarımıza el uzatmak onların hayatında tahmin ettiğinizden çok daha fazla fark yaratabilir.

Olaya başka bir pencereden bakmak gerekirse, somut hiçbir şey yapamayacak olsanız bile engellilerle ilgili algılarınızı değiştirebilir ve engelli olmanın nasıl bir his olduğunu duyumsayabilirsiniz. Bunun için Gayrettepe Metro İstasyonu’nda bulunan Karanlıkta Diyalog ya da Sessizlikte Diyalog etkinliklerine katılarak görme engelli ya da işitme engelli olmanın nasıl bir his olduğunu deneyimleyebilirsiniz. Her detayının katılımcıların kendilerini görme engelli ya da işitme engelli gibi hissetmesi için tasarlandığı bu iki özel interaktif sergilerde geçireceğiniz dolu dolu 1 saatin sonunda hayatınızın ve algılarınızın değişeceğini belirtmeden geçmeyelim.

AKTÜEL

3 3

3 ARALIK DÜNYA ENGELLİLER GÜNÜ

A R G E M O N I A3 4

TEDxISTANBUL / UMUT11 Kasım 2017, 13:00Zorlu Performans Sanatları Merkezi

27. AKBANK CAZ FESTİVALİ 3 – 19 Kasım 2017

FÉLİX ZİEM PERA MÜZESİ’NDE! 10 Kasım 2016 – 29 Ocak 2018

21. İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ 13 – 26 Kasım 2017

2017’nin ikinci TEDxIstanbul etkinliği büyük bir hazırlık ve heyecanla yaklaşıyor. İddialı konuşmacılar “Umut / Hope” teması etrafında sizi 11 Kasım’da tekrar bir araya gelmeye çağırıyor! Konuşmacılarla birebir sohbet etme imkanı bulacağınız konferans 2 seanstan oluşacak ve birbirinden iddialı konuşmacılarıyla yine zihinleri açıp, ilham verecek.

Türkiye’nin en uzun soluklu festivallerinden biri olan Akbank Caz Festivali, bu yıl 27. yaşını kutluyor. Geçmişten günümüze Cecil Taylor, Archie Shepp, McCoy Tyner, Pharoah Sanders, Jimmy Smith, Enrico Rava, John Scofield & Joe Lovano, Manu Katché, David Sanborn gibi caz dünyasının saygın isimlerini izleyici ile buluşturan Festival, bu yıl da 3 - 19 Kasım 2017 tarihleri arasında şehri cazın farklı renkleriyle kucaklayacak.

İstanbul Bienali bu yıl 16 Eylül - 12 Kasım tarihleri arasında “İyi bir komşu” temasıyla sanatseverlerin karşısına çıkıyor. İstanbul Modern, Pera Müzesi, Ark Kültür, Galata Özel Rum İlköğretim Okulu, Yoğunluk Sanatçı Atölyesi ve Küçük Mustafa Paşa Hamamı gibi mekanlarda geçekleştirilecek sergi ve atölyelerle binlerce sanatseveri ağırlamaya hazırlanan bienalde Volkan Aslan, Alper Aydın, Burçak Bingöl, Monica Bonvicini ve Louise Bourgeois gibi pek çok sanatçının eserlerini görmek mümkün olacak.

Bu yıl “Tiyatro bağımsızlık yapar.” sloganıyla tanıtımı yapılan ve iki hafta sürecek olan İstanbul Tiyatro Festivali’nde, Türkiye’den 13, yurt dışından da 6 olmak üzere toplam 19 oyun sanatseverlerle buluşacak. Festival kapsamında ayrıca 55 dans gösterisi sahnelenecek. Farklı mekanlarda sahnelenecek oyunların ve festival kapsamındaki tüm etkinliklerin programına tiyatro.iksv.org adresinden ulaşabilirsiniz.

ETKİNLİK

FESTİVAL

SERGİ

3 5