12
Sayfa 5 Sayfa 7 Sayfa 6 Sayfa 3 Ankaralı’nın çilesi bitmiyor. Elektrik faturalarındaki kayıp kaçak bedelinden sonra, kışın ve ayazın kapımızı zorladığı bugünleri fırsat bilen Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin kanuna aykırı olarak 300 dolara sattığı kartlı sayaçlar, şimdi de Başkentgaz tarafından 406 Lira karşılığında faturalı sayaçlara zorla çevrilerek ikinci kez satılmak isteniyor. Birleşik Metal-İş Sendikası, 29 Ocak 2015 tarihinde, 24 fabrikada 15 bin işçiyle greve başladı. Aynı gün Ba- kanlar Kurulu “milli güvenlik” gerekçesiyle grevi 60 gün erteleyerek fiilen grevi yasakladı. Bakanlar Kurulu, Birleşik Me- tal-İş Sendikası’nın toplu sözleşme görüşmelerinin anlaşmazlıkla so- nuçlanması üzerine başladığı grevi 60 gün erteledi. Sayaç Soygunu Sayaç Soygunu Kartlı doğalgaz sayaçları, ekran görüntüsünün olmaması, arızalanması, ekonomik ömrünü tamamlaması, pilinin bitmesi gibi çeşitli gerekçeler gösterilerek mekanik sayaçla değiştiriliyor. Ankara’da Başkentgaz abonesi 1,5 milyon vatandaşın 1 milyonunun kartlı sayaç kullandığı düşünülürse meskenler için 406 lira, işyerleri için 1500 - 5000 Lira arası alınan sayaç paralarıyla Başkentgaz’ın kasasına girecek miktar 405 Milyon 818 bin 518 lirayı buluyor. Ankara Halkı İkinci Kez Sayaç Almaya Zorlanıyor! 405 Milyonluk VURGUN Bir lokma kazanç için bismillah deyip dükkânı açan, kapısında yeni vergiler, iki kat yazılmış elektrik su faturaları bulan küçük esnaf ise batıyor. Başbakan Davutoğlu “Yeni Türkiye Buluşması”nda 4 madde ile esnafa sözde destek paketi açıkladı. Pakete göre AVM’lerdeki yüz dük- kândan beşi, alınması bin bir şarta bağlanan “faizsiz” kredilerle esnafa verilecek. Küçük Esnaf Batıyor! Emekliye Komik ZAM Sesimiz Çığlık Olsun Gerçekten Grev Hakkımız Var mı? Utanmak Büyük Erdemdir Ali İsmail Korkmaz Davası Ahval-i Kadın Haklarımız Ahval-i Umumiye Av. Murat Yılmaz Sayfa 2 Sayfa 5 Sayfa 7 Sayfa 6 Hükümet, işçiye, memura, asgari ücretliden sonra emekliye de dalga ge- çer gibi zam verdi. Buna göre emek- lilerin maaşlarındaki artış 20-25 TL civarında olacak. Bu komik zam oranlarıyla emeklinin de hükümet için görünmez olduğu or- taya çıktı. METAL İŞÇİLERİNİN GREVİ Sendika, hükümetin grev ertele- me kararının yürütmesinin durdu- rulması ve iptali istemiyle Danış- tay’da dava açtı. YASAKLANDI ANNE İŞE GİTMEE! Doğduktan birkaç hafta sonra, ha- yatımızın en değerli varlıklarını, hiç tanımadığımız kişilere emanet edip işe gitmek zorunda kalıyo- ruz. Her şeyi kaçırırsın: ilk yü- rüyüşünü, söylediği sözü, emek- lediği günü. Omuzunda kusmuk lekesi, darmadağın saçlar ve mor gözlerle işe gidersin. TAKSİCİ DÜNYASINDAN Kimi nazından, kimi pozundan yaptı belki bunları ama düşüne- medik; biz şehrin trafiğinde belki günde en fazla iki üç kez bunalır- ken onların tüm gün direksiyon salladığını veya şimdi kim arka koltuktan boğazımı sıkıp rızkımı çalacak tedirginliğiyle yaşamanın zorluğunu… YOLUNDA A.Ş. BİR ANKARA DÜMENİ Angara’dan, Angaralılar’dan çık- mış en samimisinden bir dizi Yo- lunda AŞ. Çinçin’i hayatın ger- çeğinden doğan kara mizah ile anlatmışlar dizide. Kentsel dönü- şümün, metropolleşen kentlerin yaşattıklarını tüm boyutlarıyla farklı bir üslupla anlatmışlar. UMUTLARI YOK EDEN ALT YAPI Türkiye’de futbol üç büyük ku- lübe tıkanmış durumda. Geriye kalan kulüpler ise bu büyüklere transfer yapan, onun dışında fut- bol adına önemi olmayan kulüpler olarak kaldı. Hele ki iş amatör ta- kımlara gelince yoksulun umudu olan futbol ticarileşmiş haliyle umutları yiyen bir yerde duruyor. Sayfa 2 Sayfa 4 Sayfa 10 Sayfa 11

Sayı3

Embed Size (px)

DESCRIPTION

şubat-sayı 3

Citation preview

Page 1: Sayı3

Sayfa 5

Sayfa 7

Sayfa 6

Sayfa 3

Ankaralı’nın çilesi bitmiyor. Elektrik faturalarındaki kayıp kaçak bedelinden sonra, kışın ve ayazın kapımızı zorladığı bugünleri fırsat bilen Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin kanuna aykırı olarak 300 dolara sattığı kartlı sayaçlar, şimdi de Başkentgaz tarafından 406 Lira karşılığında faturalı sayaçlara zorla çevrilerek ikinci kez satılmak isteniyor.

Birleşik Metal-İş Sendikası, 29 Ocak 2015 tarihinde, 24 fabrikada 15 bin işçiyle greve başladı. Aynı gün Ba-kanlar Kurulu “milli güvenlik” gerekçesiyle grevi 60 gün erteleyerek fiilen grevi yasakladı.

Bakanlar Kurulu, Birleşik Me-tal-İş Sendikası’nın toplu sözleşme görüşmelerinin anlaşmazlıkla so-nuçlanması üzerine başladığı grevi 60 gün erteledi.

Sayaç SoygunuSayaç Soygunu

Kartlı doğalgaz sayaçları, ekran görüntüsünün olmaması, arızalanması, ekonomik ömrünü tamamlaması, pilinin bitmesi gibi çeşitli gerekçeler gösterilerek mekanik sayaçla değiştiriliyor. Ankara’da Başkentgaz abonesi 1,5

milyon vatandaşın 1 milyonunun kartlı sayaç kullandığı düşünülürse meskenler için 406 lira, işyerleri için 1500 - 5000 Lira arası alınan sayaç paralarıyla Başkentgaz’ın kasasına girecek miktar 405 Milyon 818 bin 518 lirayı buluyor.

Ankara Halkı İkinci Kez Sayaç Almaya

Zorlanıyor!

405

Milyonluk

VURGUN

Bir lokma kazanç için bismillah deyip dükkânı açan, kapısında yeni vergiler, iki kat yazılmış elektrik su faturaları bulan küçük esnaf ise batıyor. Başbakan Davutoğlu “Yeni Türkiye Buluşması”nda 4 madde ile esnafa sözde destek paketi açıkladı. Pakete göre AVM’lerdeki yüz dük-kândan beşi, alınması bin bir şarta bağlanan “faizsiz” kredilerle esnafa verilecek.

Küçük Esnaf Batıyor!

Emekliye Komik ZAM

Sesimiz Çığlık Olsun

Gerçekten Grev Hakkımız Var mı?

Utanmak Büyük Erdemdir

Ali İsmail Korkmaz Davası

Ahval-i Kadın Haklarımız Ahval-i UmumiyeAv. Murat YılmazSayfa 2 Sayfa 5 Sayfa 7Sayfa 6

Hükümet, işçiye, memura, asgari ücretliden sonra emekliye de dalga ge-çer gibi zam verdi. Buna göre emek-lilerin maaşlarındaki artış 20-25 TL civarında olacak.

Bu komik zam oranlarıyla emeklinin de hükümet için görünmez olduğu or-taya çıktı.

METAL İŞÇİLERİNİN GREVİ

Sendika, hükümetin grev ertele-me kararının yürütmesinin durdu-rulması ve iptali istemiyle Danış-tay’da dava açtı.

YASAKLANDI

ANNE İŞE GİTMEE!

Doğduktan birkaç hafta sonra, ha-yatımızın en değerli varlıklarını, hiç tanımadığımız kişilere emanet edip işe gitmek zorunda kalıyo-ruz. Her şeyi kaçırırsın: ilk yü-rüyüşünü, söylediği sözü, emek-lediği günü. Omuzunda kusmuk lekesi, darmadağın saçlar ve mor gözlerle işe gidersin.

TAKSİCİ DÜNYASINDAN

Kimi nazından, kimi pozundan yaptı belki bunları ama düşüne-medik; biz şehrin trafiğinde belki günde en fazla iki üç kez bunalır-ken onların tüm gün direksiyon salladığını veya şimdi kim arka koltuktan boğazımı sıkıp rızkımı çalacak tedirginliğiyle yaşamanın zorluğunu…

YOLUNDA A.Ş.BİR ANKARA DÜMENİ

Angara’dan, Angaralılar’dan çık-mış en samimisinden bir dizi Yo-lunda AŞ. Çinçin’i hayatın ger-çeğinden doğan kara mizah ile anlatmışlar dizide. Kentsel dönü-şümün, metropolleşen kentlerin yaşattıklarını tüm boyutlarıyla farklı bir üslupla anlatmışlar.

UMUTLARI YOK EDEN ALT YAPI

Türkiye’de futbol üç büyük ku-lübe tıkanmış durumda. Geriye kalan kulüpler ise bu büyüklere transfer yapan, onun dışında fut-bol adına önemi olmayan kulüpler olarak kaldı. Hele ki iş amatör ta-kımlara gelince yoksulun umudu olan futbol ticarileşmiş haliyle umutları yiyen bir yerde duruyor.

Sayfa 2 Sayfa 4 Sayfa 10 Sayfa 11

Page 2: Sayı3

Ahval-i Angara - Subat 2015,2

Avukat anne Feyza Altun Meriç önceki günlerde mahkeme salonuna 7 aylık bebeğiyle birlikte girdi.

Ahval-i Kadın Fatma Güleç [email protected]

Sesimiz

Çığlık Olsun!

ANNE İŞE GİTMEE!

Kadın

ŞİDDET Hep Yanı Başımızda

Dünya kurulduğundan beri kadın toplumsal üretimin içinde ve ta Havva Ana’dan beri an-neyiz. Üstelik Havva Anamızın itaatsizliği nedeniyle acılar içinde doğuruyoruz ve o günden beri Adem, baba olarak yok yanımızda. Cennetten de kovulduk. Ama yasak meyveyi yiyerek gözü-müzü açtık. Artık biliyoruz ne doğru ne yanlış, kim iyi kim kötü.

Ankara’da, Suriyeli bir kadın tartıştığı damadı tarafından öldürüldü, başka bir kadın töre cinayeti diye öldürülmeye çalışıldı. Sakarya da, sürekli şiddete maruz kalan bir kadın kocasını boğarak öldürüyor ve kadına “meşru müdafaadan” beraat veriliyor. Bu hikâyelerin sonu yok maalesef, ama başka bir yaşam mümkün sadece kendimize inanmalıyız.

Biz tanrının acılar içinde çocuk doğurma cezasına razı olduk ama çalışan kadınlar olarak bir de yeryü-zünde kendisini tanrı sanan idarecilerin, işverenlerin baskısına maruz kaldık. Bunların çıkardığı zorluk-larla hayatımız cehenneme dönüyor, elimizden alını-yor. Eskilerin dilinden düşürmediği bir söz var: “Biz çocukluğumuzu yaşayamadık.”. Şimdilerde çocuk-larımız bebekliklerini bile yaşayamıyor. Doğduktan birkaç hafta sonra, hayatımızın en değerli varlıkları-nı, hiç tanımadığımız kişilere emanet edip işe gitmek zorunda kalıyoruz. Basın anlata anlata bitiremiyor: şu kadar hafta izin, şu kadar saat süt izni… Anneye verilen çalışamaz raporunu saymazsak bebeğin ya-nında bir gün bile kalamıyoruz. Bebek için verilen izin günde 3 saat, taşeron işçi için 1,5 saat. Doğuş-tan başlıyor sınıf içinde sınıf ayrımı. Böylesine ya-şamsal gereğin bile pazarlığını yapacak kadar insan-lıktan uzaklar. Bir de “çocuğu doğururken bize mi sordun” diyen işverenler var. Yasanın verdiği izinler zaten yetersizken, bir kısmını da onlar kırpar. Hakla-rında diretirsen sürgüne talipsin demektir. Her şeyi kaçırırsın: ilk yürüyüşünü, söylediği sözü, emeklediği günü. Omuzunda kusmuk lekesi, darma-dağın saçlar ve mor gözlerle işe gidersin. Çocuğun belki ateşler içinde yanıyordur, başında duramaz, kreşe, bakıcıya bırakıp işine gidersin. O arkandan ağlar sen işinde ağlarsın, senin de çocuğunun da gözünün yaşına bakmazlar. Kar tatili, don tehlikesi

diye okulları, kreşleri kapatırlar çalışan annelerin ço-cukları gene yollardadır. Çocuğumuzun asıl ihtiyacı onun yanında olup kendi-sini güven içinde, yalnız olmadığını hissettirmektir. Modern toplum zaman yerine parayı koymuş. An-nesizliğin, babasızlığın yerini pahalı oyuncaklarla, AVM’lere giderek gidermeye çalışırsın. Böylelikle sorunlu çocuk, sorunlu gençlik ve nihayetinde so-runlu toplumun oluşur. İşte modern dünyada çalışan annelerin hali.İnsanlığın tarihi itaatsizlik ile başladı. İtaatsizlik ile cennetten kovulduk. İnançları adına, vicdanları adına var olan güçlere hayır deme cesareti göste-renler neden kendi cennetlerini kurmasın ki.

Güler/EGE MAH.

Her sabaha yeni bir şiddet haberiyle başlamadığımız gün yok artık. Şiddet eğiliminin oranları her gün artıyor. Her olumsuz durumda olduğu gibi, şiddete maruz kalanlar arasında kadınlar en üst sırada.

Aslında bu durum kadına yönelik şiddetin boyutlarını ortaya koyuyor. Çünkü biliyoruz ki daha bir çok kadın korkusundan ya da bazen şiddetin tanımını “dayak”tan ibaret sanmasından şikayet bile edemiyor. Bu yüzden resmi rakamların aslında şiddet

Kadına yönelik şiddet, kadın cinayetleri neredeyse her yerde konuşulur oldu. Mecliste gündem yapıldı, istatistikler tutuldu birçok yerde gündeme getirildi. Gündeme geldi de hayatımızda ne değişti diye baktığımızda ise değişen pek de bir şey yok. O kadar gündem edildi ama her gün sokakta, evde, iş yerinde, televizyon programlarında kadına yönelik şiddet devam ediyor ve günde beş kadın bir erkek tarafından öldürülüyor.

Gerçek çözüm ne? Elektronik kelepçe, uzaklaştırma kararı,

panik butonu, adeta hapishaneye dönüştürülmüş sığınma evleri mi çözüm? Ya da AKP İstanbul Milletvekili İsmet Uçma’nın mecliste yaptığı öneri gibi mahallenin namusu gibi bir şey mi geliştirilmeli kadınların hayatta kalması için? Gerçeklerden yola çıkarak bakalım bir çözüm ne olabilir diye. Mahallenin namusu diye veya benim namusun denerek öldürülen, şiddet gören kadınlar var iken, “Mahallenin namusu” denilerek kadınlara nelerin reva görüldüğünü, kadınların teslim edildiği mahalle mahkemelerinden nasıl bir baskı, nasıl bir şiddet, nasıl bir ayar verme çıktığını bilmeyen bir erkek tarafından bir beklenti, öneri olduğu ortada.

Ayşe Paşalı gibi kocası için uzaklaştırma kararının olduğu süreçte kadınlar öldürülüyorsa bu nasıl bir hukuk, devlet zafiyeti ise kararların da işletilemediği görülüyor.

Hasret Kara’nın Sesi Nasıl Çığlık Oldu?Hasret Kara da eşi tarafından tornavidalanarak

öldürülmeye çalışılmıştı. Bir röportajında adli tıp raporunu, koruma kararlarını ve diğer dava dilekçelerinin olduğu dosyaları elinden düşürmediği söyleniyor. Her ne kadar eski kocası Yakup Kara “O kağıt parçaları mı kurtaracak seni” dese de, Hasret “kağıt parçalarını” gösterip bunlar aslında çok hayati “Ah bir de üzerinde yazılanlar uygulansa.” diyordu.

Açtığı bir boşanma davasından aileler vazgeçirmiş. “Aslında belki de burada başlıyor. Keşke ailemi dinlemeseydim. İşte biz böyle ölüyoruz.” diyor Hasret.

Mahallesindeki, sokağındaki kadınlarla, kuaför dükkânından müşterisi olan kadınlarla dayanışma içinde olduğu için bugün çocuklarıyla beraber Hasret. Hastanede, evinde nöbet tutan, inatla yanından ayrılmayan kadınlar sayesinde. Önüne çıkan tüm engellere rağmen Hasret inatla direndi, susmak istemiyor herkes duysun sesini ve başına gelenler bir daha hiçbir kadının başına gelmesin. Bu yüzden “Tek başıma yol katedemeyeceğimi bir buçuk senedir biliyorum. Bütün gazetecilere, bütün kadın örgütlerine kapımı açtım çünkü Türkiye’de gitmeyen bir adalet sistemi olduğunu anladım, bizi koruyan bir adalet sistemi yok onu anladım. Bana gelenlerin benimle nasıl mücadele ettiklerini gördüm. Hasretler çoğalınca bir şeyler yapılabildiğini fark ettim. Benim önce sadece sesim vardı onlarla çığlık oldum.” diyor.

Şu kocaman yüreklerle her şeye rağmen direnen kadınlara bakınca çözüm de çıkıyor aslında ortaya. Mahallede, sokakta, her yerde kadınların yan yana durup birbirini, kadınları savunmasından geçiyor asıl çözüm.

Susmayalım, korkmayalım, sineye çekmeyelim yaşadıklarımızı. Yalnız değiliz. Sesimiz çıktığınca bağıralım, daha çok kadınla yan yana duralım. Kendimizi savunmak adına kadınlar olarak mekanizmalarımızı kendimiz oluşturalım her yerde.

Resmi rakamlara göre 2014 yılında Türkiye’de 133, resmi olmayan kaynaklara

göre ise 281 kadın erkekler tarafından katledildi, 118 bin 14 kadın şiddete maruz kaldı. Ankara’da ise 10 bin 374 kadın için

koruma kararı verildi.

vahşetinin çok az bir kısmını yansıttığını hepimiz biliyoruz.

Bizler “Kocadır, sever de döver de” diyen zihniyetin bizleri yetiştirdiği ve etrafımızdaki tüm erkeklere hizmette kusur etmememizi öğütlediği kadınlarız. Şiddet bazen normal bazen de fark etmediğimiz bir durum bizim için.

Kıskandıklarını söyleyerek saçımızı ve elbiselerimizi kesmeleri, buzdolabını, kapıları ve pencereleri kilitlemelerini, maaş kartımızı almaları, çocuğumuza kötü davranmakla tehdit etmelerini ve en önemlisi bizi öldürmekle tehdit etmelerini şiddet olarak algılamalıyız ve bunun için cezalandırılmalarını sağlamalıyız. Bize tüm bunları yaşatan “koca, baba, kardeş” olan erkekler sadece bizi öldürünce katil oluyor, oysa şiddet sadece öldürmek değildir.

Page 3: Sayı3

,Ahval-i Angara - Subat 2015 3

Sayaç Vurgunu Editörden [email protected]

Ankara

Bir Hayalle Çıktık Yola…

İki çift kelam edip dostlukları büyütelim, dertleri sıkıntıları paylaşalım diyen bir hayalle çıktık yola. O çok boyalı basında gösterilen başkente inat ger-çek insanların sahici hayatlarını yaşadığı Angara’yı yazalım istedik. Becerdik mi emin değiliz, ancak gazeteye ulaşanlardan duyduklarımız gösterdi ki en azından niyetimiz anlaşılmış. Bizim için de asıl me-sele buydu zaten. Yani anlamak ve dahi anlaşılmak. Eğer ki şu birkaç sayıda bu yönde adım atabildiysek ne mutlu bize ki yürüyüş doğru yönde, durmak yok yola devam…

Biliyoruz ki eksik başlıyoruz, ancak niyet edip sa-mimi bir şekilde bu niyet doğrultusunda adım atar-sak er ya da geç sesimiz değer birilerinin seslerine; sözlerini sözümüze katar, eksiğini fazlamız kılar ta-mamlanırız ve dahi tamamlarız elbet… Bu seferkiy-le birlikte üçüncü adımını atan Ahval-i Angara’nın iki aylık ömründe gördük ki sahiden öyle: Derdini paylaşmak isteyen, sözümüzü kendisinden gören muhtarı, taksicisi, dolmuşçusu, esnafı onca Anga-ra’lı buyur etti kendi dost meclislerine Ahval-i An-gara’yı, söyledik ve dinledik hep birlikte… İlk sayı-da demiştik hele bir yola çıkalım, asıl mesele yolun yolcusu olmak, yani yürüyebilmek her daim. Çünkü o yürüyüş ki inancı taze tutan, dost meclisini, sami-mi sohbeti ve hesapsızca paylaşmayı yaşatan...

Televizyon ekranlarında reklamları çıkan, sahte ha-berleri yetmedi tencere tava promosyonları yapan o büyük medya şirketlerinin gazetelerinden biri ola-lım, öyle sansasyonel haberler yapalım, gazetemiz çok satsın, reklam alsın, para kazanalım diye çık-madı Ahval-i Angara. Adı gazete olan ancak içinde ne gerçek bir haber ne de gerçek bir fikir olan o bo-yalı basını ne rakip gördük ne de rekabet iddiasın-da olduk. Çünkü dünyalarımız farklıydı ve dahi her zaman farklı olacak.

Bizim dünyamız paranın ve iktidarın tek kutsal sayıldığı, bu uğurda her türlü utanmazlığın reva görüldüğü yalanların değil acıların ve umutların paylaşıldığı, ayakta kalmak için bir birinin başına basmayı değil koluna girmeyi düstur edinmiş, onu-runu ve inancını kutsal sayan harbi insanların dost meclisleridir.

Bu yüzden ne muhabiri, ne mizanpajcısı, ne de her hangi bir yazarı profesyonel değildir, dağıtım şir-ketlerinden dağıtılmaz bu gazete. Arkasında ne bir para babası, ne bir reklam şirketi ne de herhangi bir siyasi parti bulunmadı ve dahi hiçbir zaman bulun-mayacak. Parayla satılmaz, reklam almaz bu gazete. Masraflar için paylaşmayı esas alır, çünkü bilir ki ancak paylaşılırsa çoğalır hayat. Maksat paylaşımı artırmak, sözü büyütmek olduğu için kimi zaman hep birlikte matbaada sabahlanır, kimi zaman işpor-taya çıkılır, kimi zaman harçlıklardan, maaşlardan artırılır konur ortaya.

Öyle meşhur köşe yazarları, takım elbiseli temsil-cileri veya birilerinin kalemi olmuş sözüm ona mu-habirleri olmadı ve dahi hiçbir zaman olmayacak bu gazetenin. En fazla bir bardak demli çayla içini açan, kendi derdini başkalarının derdiyle bir tutan, harbi sohbet arayan mahallenizdeki bir öğrenci, bir esnaf, bir emekçi kadın veya erkektir bu gazetenin hem dağıtımcısı, hem muhabiri, hem köşe yazarı hem de temsilcisi.

Diyorlar ki bu dünya para babalarının, sahtekârla-rın, utanmazların dünyası, siz bu dünyada ayakta kalamazsınız. Bizim bu sahte dünyayla bir işimiz yok. Biz, acıları ve mutlulukları sahici, umudu ve inancı için yaşayan onurlu insanların gerçek dün-yasının bir parçasıyız. Bu dünyanın insanları en iyi bildiği şeyi yani paylaşmayı bırakmayıp, sözünü esirgemezse Ahval-i Angara her daim dost meclisi olarak devam edecek…

Davetimiz odur ki daha çok dost gelsin, umudu pay-laştığımız meclisimiz daha bir şenlensin. Şenlensin ki her sokakta, her mahallede yalana inat gerçeğin sesi daha gür bir şekilde yankılansın…

405 Milyon Liralık VurgunAnkara Büyükşehir Belediyesi 300 dolar karşılığında hukuksuzca sattığı kartlı doğalgaz sayaçlarını şimdi de 406 lira karşılığında yeniden mekanik sayaçlarla de-ğiştirmek istiyor. Ankara’da Başkentgaz abonesi 1,5 milyon vatandaşın 1 milyonunun kartlı sayaç kullan-dığı düşünülürse vurgunun boyutu daha net görülür. Meskenler için 406 lira, işyerleri için 1500 - 5000 Lira arası alınan sayaç paralarıyla Başkentgaz’ın kasasına girecek miktar 405 Milyon 818 bin 518 lirayı bulmak-tadır.Başkentgaz: Bana da Peşin Satın ya da Zorla DeğiştirimSayaç soygunu, Başkentgaz’ın doğalgaz dağıtımının özelleştirilmesi kararı ardından ihaleyi kaza-nan Torunlar İnşaat’ın, kartlı gaz satışından zarar ettiğini belirte-rek EPDK, Enerji Bakanlı-ğı ve Botaş’a yazı gönderip “zararının” karşılanmasını ya da kendisine de pe-şin doğalgaz satılması talebinde bulunmasıyla başladı. Ancak bu talep karşılanmayınca Başkentgaz zarardan kurtulmak için kartlı sayaçları faturalı sayaçlarla değiştir-meye başladı. Değiştirme bedeli olarak da teminat adı altında 360 lira ve 46 lira vergi olmak üzere 406 lira isteyeceğini duyurdu. Ankara Büyükşehir Beledi-yesi, Başkentgaz ve devlet el ele halkın sırtındaki yük azmış gibi kara kışı fırsat bilerek halkı sayaç parasına zorlamaktadır.

Çakar: Hukuksuzluktur, soygundur.Tüketici Hakları Derneği Başkanı Turhan Çakar, va-tandaşların sayaç değiştirilmeye zorlandığını iddia ederken, tüketici kanununa göre böyle bir zorlama ya-pılamayacağını söyledi. Uygulama Yönetmeliğe Aykırı!Doğalgaz piyasası dağıtım ve müşteri hizmetleri yö-netmeliğinin 40. maddesinde “Sayaçlar, dağıtım şir-

ketinin mülkiyetinde olup aboneden bağlantı bedeli dışında hiçbir bedel alınmadan dağıtım şirketince temin edilerek sisteme dâhil edilir. Sayaçların takıl-ması, sökülmesi, değiştirilmesi, kontrolü ve benzeri her türlü işlem, dağıtım şirketince gerçekleştirilir. Mevcut mekanik sayacın ön ödemeli sayaç ile değiş-tirilmesi durumunda dağıtım şirketi ilave bir bedel alamaz. Abone bağlantı bedeli dışında hiçbir be-del alınmadan dağıtım şirketince temin edilerek sisteme dâhil edilir.” denilmektedir.Başkentgaz Hep Sıkıntıİnternet üzerinden tüketici yorumlarının paylaşıldığı bağımsız bir şikâyet sitesinde Başkentgaz’a ait 1000’e yakın şikâyet ve mağduriyet bildiriminde bulunulmuş. Bunların içerisinde faturalama, kota

uygulaması, kart ve pil sorunları da olmakla birlikte çoğunluğu kartlı

sayaçların haksız ve zorla değişimine isyan ediyor.

Başkentgaz’da hukuksuz-luk bir değil binAnkaralılar her doğalgaz

alımı yaptıklarında “işlem ücreti” adı altında 1 TL öde-

mek zorunda. Başkentgaz’ın An-kara’da 2 milyon abonesi bulunuyor.

Her abonenin ayda bir kere gaz alması du-rumunda ilgili kurumların kasasına 2 milyon TL gi-riyor. Ancak protokolde, bankalar, “Gaz almak için müracaat eden Başkent Doğalgaz Dağıtım A.Ş. abo-nelerinden komisyon/masraf vb. nam altında hiçbir ücret talep etmeyecektir” ifadeleri yer alıyor.Bu Soyguna Göz mü Yumulacak!Doğalgaz sayaçları hangi gerekçeyle değiştirilmek-tedir? Zorla imzalatılan, imzalanması zorunlu tutulan taahhütname ve abonelik sözleşmesindeki tamamen tüketicinin aleyhine olan hükümler tüketici hakları-na aykırı değil midir?Başkentgaz el değiştirdikten sonra kaç abonenin kartlı doğalgaz sayacı değiştirilmiştir?Bu sayaçlar için ödedikleri 300 dolar bedel geri ödenmiş midir?Sayaç parasının kanuni dayanağı nedir?Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK) tüketici-yi Başkent Gaz’ın insafına terk etmiştir. Bu yönet-melik vatandaşlarımızın haklarını koruyacak şekilde yeniden düzenlenecek midir? Yoksa yaşanan bu soy-guna göz mü yumulacaktır?

Başkentgaz Ankara’da kartlı ön ödemeli doğalgaz sayaçlarını mekanik doğalgaz sa-yaçlarıyla değiştirmeye başladı. Ankaralılardan habersiz yapılan bu değişiklik Tüke-tici Hakları Derneği’ni kızdırdı. Dernek yaptığı basın açıklamasında “sayaçları 406 Lira bedelle değiştirilmesine “vurgundur”, ikinci kez soygundur dedi.

Pursaklar, ilçe olup ismi “Tebessüm Şehri” olalı çok değişti. Ancak arsalar üzerinden oynanan oyunlar nede-niyle pek de gülümsetmiyor artık. Bugün “Müteahhitler Cenneti” diyebiliriz buraya.

Pursaklar Kuzey Ankara Kentsel Dönüşüm Projesi ile Ankara’nın en hızlı değişen semtlerinden. Belediyenin müteahhitlere “bağış” karşılığında ruhsat izni vermesi ve “yürüyen araziler” iddiaları mahkemeye yansımıştı. Dö-nemin İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin soruşturmaya izin vermemişti.

Milyonlarca Liralık Yolsuzluk! Bazı kişilere, arazilerin yeri kaydırılarak ya da ara-

zinin tapudaki görünümüyle oynanarak peşkeş çekildiği artık iddiadan öte. Bir sabah değersiz, “yürüyen arazi-ler” inizi birden ilçe merkezinde yüzlerce kat değerlenmiş bulabilirsiniz. Veya dere yatağında olduğu için imar izni verilmeyen arazinize 15 katlı bina dikilebilir...

Yeşil Alan Katli: BİNBİR GÜL PARKIYaklaşık 4 yıl önce İller Bankası kredisiyle Binbir Gül

Parkı yıkılarak yerine Pursaklar halkının hizmetine su-nulması için sosyal tesis ve yeşil alan projesi belediye meclis toplantısında kabul edilmişti. Adı sosyal tesis olarak anılan bu proje şimdilerde ticarethaneye çevril-miş durumda. Pursaklar belediye başkanı Selçuk Çetin o günlerde: “Bu dev tesis havalimanı yolcuları için bir dinlenme noktası olacak. Hemşerilerimiz için de hafta sonu aileleri ile gezecekleri, spor yapabilecekleri bir park olma özelliğini de koruyacak.” demişti.

Pursaklar’da halk, merkezde yeşil alanların imara açılması, imarlardaki usulsüzlükler konusundaki iddia-ların araştırılmasını istiyor.

Halis Can/ PURSAKLAR

Pursaklar’da İmar ve Yeşil Alan Rantı

Belediye’nin vatandaşlara her ay zamlı ve bin bir çeşit vergiyle gönderdiği faturaları yetmezmiş gibi Başkentgaz abonmanlarına asli hizmetlerinden olan sayaç değişimi ile sayaçları kanuna aykırı olarak iki kere sat-maktadır.

Bugün baktığımızda ise insanların hafta sonları en azından piknik yapmak için gel-diği Binbir Gül Parkı yerini asgari ücretle çalışan ailelerin kapısından bile girmeye korktuğu lüks restoranlara bırakmış.

Page 4: Sayı3

Ahval-i Angara - Subat 2015,4 Kent ve Yasam,

ŞAHİNTEPE: 42 Bin Nüfus; Sağlık Ocağı, Okul, Otobüs Yok!

Gazetemizin ilk sayısının ulaştığı tak-si duraklarından biri olan Çayır Taksi ile taksicilerin güvenlikleri, Türkiye Şoförler Odası Federasyonu’nun gö-revleri ve taksilere gelen son zamlar üzerine sohbet ettik. Ve taksici dünya-sının hiç de dışarıdan görüldüğü gibi olmadığını, belirttikleri kaygı ve yaşa-dıklarından anladık.Can Güvenlikleri YokTaksi durağı çalışanlarından Cemalet-tin 92 den beri taksicilik yaptığını, 2 kere gasp edildiğini; ilkinde bıçaklan-dığını, ikincisinde de arabasının taran-dığını, hiçbir güvenliklerinin olmadı-ğını Şoförler Odası Federasyonu’nun da bu konuda bir şey yapmadığını belirtiyor. Seçimlerle kendilerinin be-lirledikleri federasyon odası, vaatleri yerine getirmeyerek taksi şoförlerini

her an ölme veya yaralanma tehlikesi ile baş başa bırakıyor.Federasyon Taksiciler İçin Bir Şey Yapmıyor “15 senedir kabinli araba vaat ediyor-lar. Taksimize kendimizi savunmamız için bir sopa bile almadılar” diyen tak-sici Cemalettin son yapılan taksi zam-larıyla birlikte taksi metreye takılan mühür için alınan 170 TL paraya isyan ediyor. “Zam kararını biz vermedik taksicilerin geneli de zam istemezken Cemiyetle UKM oturmuş bize sorma-dan karar veriyor. Bu adam kazanıyor mu diye düşünen hiç yok. Parayı cep-lerine indiriyorlar bu bize bir yerden tanıdık geliyor” diye gülerek değinse de ülke durumunun gerek kendileri açısından gerek toplumsal olarak iyi gitmediğini her fırsatta dile getiriyor Cemalettin.Eylem Yapıyorlar Ceza YiyorlarTaksi zamlarına karşı eylem yapan taksicilerin hemen hemen birçoğu ceza yemişler daha sonrasında bunu protesto etmek için gittikleri belediye binasının önündeki eylemden de ceza yemeleri Türkiye’nin hukuksal absürt-lüğünü gösteren bir diğer örnek.

Turgut/TUZLUÇAYIR

Bir el hareketi yetti her zaman. Hastalandık aradık. Geç kaldık aradık. Yo-rulduk aradık. Onlar hayatımızın önemli anlarına tanıklık etti. Yağmurda durmadılar ıslandık. Kısa mesafe dediler almadılar kızdık. Belki de biz en fazla onlara karşı nankörlük yaptık. Kimi nazından, kimi pozundan yaptı belki bunları ama düşünemedik; biz şehrin trafiğinde belki günde en fazla iki üç kez bunalırken onların tüm gün direksiyon salladığını veya şimdi kim arka koltuktan boğazımı sıkıp rızkımı çalacak tedirginliğiyle yaşama-nın zorluğunu…

Taksici Dünyasından

Sağlık ocağı, çocuk parkı, eczane ve okulu bulunmayan Şahintepe mahallesi sakinleri, belediyenin kasten, kendilerini yıldırmak için hizmet vermediğini öne sürüyor. Yaşadıkları duruma isyan eden aileler hastaneye, pazara ve okula gitmek için kilometrelerce yol yürümek zorunda kalıyor.Ahval-i Angara: Siyasette kadınların olmadığı bir yerde yaşıyoruz. Kadın muhtar olmak nasıl bir şey?Sibel Pilavcı: Çoğu yerde kadın olarak ezilmişliği yaşıyoruz. Bu muhtar olunca da devam ediyor değişen bir şey yok aslında. Yani Mamak bünyesinde 64 mahalle muhtarından sadece 6 tanesi kadın. Erkek hâkimiyeti var. Karar alındığı zaman bile kadınlar gündeme gelemiyor. Ben isterim ki misal belediye başkanına gidildiği zaman bile önce kadınlar gitsin, götürülsün. Bir bakıyorum eski muhtarlar, dernek başkanları gidenlerin hepsi erkek. Ben buna karşı çıktım. Niye yok sayılıyoruz her alanda. Sus denmesine rağmen bu tip ayrımların olmaması gerektiğini savundum. Erkek dayanışması her yerde. Kadınlarımız her yerde eziliyor.

Kadın muhtar Sibel Pilavcı ile röportaj yapmaya Şahintepe’ye gittik. Şahintepe mahallesinin, muhtarlığa asılan haritadaki kadar merkez yöneticilerin akıllarında yer etmediğini gördük, dinledik. 42 binlik nüfusuna rağmen okulu, sağlık ocağı, ulaşımı, pazar yeri olmayan bir mahalle burası.

AA: Peki, tersinden nasıl bir etki ve tepki oldu? Yani kadına yönelik yapılan ayrıca bir çalışma veya hizmet var mı artık?SP: İnsanlar da şaşırıyor. Bazen giriyorlar içeri muhtar bey nerede diye soruyorlar mesela. Bazı şiddet gören kadınlarımız hakkında araştırmalarımızı yapıyoruz, gündemleştirmeye çalışıyoruz. Ancak çok büyük bir korku var kadınlarda bu nedenle adım atamıyorlar.Bunun dışında boş bir arazimiz var. Oraya kültür merkezi açmak istiyoruz. Kadınlar için de kurslar içerecek biçimde. Bunun yanında ev hanımlarının kullanabileceği düşük bir meblağ karşılığı günübirlik, hatta saatlik kreşler olmasını istiyorum orada. Çocukların da kitap okuyacağı, satranç oynayabileceği bir yeri açmak istiyoruz elbette ki belediye de buna imkân verirse.Ev eksenli çalışan kadınlarımız da çok fazla. Evde yaptıklarını, üretimlerini satabilecekleri, sunabilecekleri bir alanları da yok. Bunun için kazançları tamamen onlara ait olacak kermesler şeklinde organize edilebilecek alanlar

açmaya çalışıyoruz.AA: Mahallenin genel sıkıntıları, en büyük sorunları nedir?SP: Şöyle ki okulumuz yok, sağlık ocağımız, otobüsümüz, pazar alanımız yok. Bunlar için tahsis edilmiş arazilerimiz var ancak verasetçileri olduğu için ödenek ödenerek devletçe bu arsaların onların deyimiyle temizlenmesi lazım. Bunun ardından bu araziler kullanılabilir ancak. Mahalle nüfusumuz 42 bin civarı ancak bir okulumuz, sağlık ocağımız yok. Bunlar için Tuzluçayır’a, Misket’e veya Türkoğlu’na gidiliyor. Mesela Süleyman Nafiz’e en yakın sokak nereye çocuklar okula oraya gidiyor ancak buraların hiç biri Şahintepe’ye bağlı değil. Ve gidilen diğer mahallelerin nüfusu Şahintepe’den az.AA: Ulaşım sorunu ve çözümüyle ilgili ne adımlarınız oldu?SP: Ego’ya benim mahallem şu kadar nüfuslu olmasına rağmen mahallemizin adına bir otobüs, dolmuş vesaire yok diyerek bir dilekçe yazdım. Hele ki

çok katlılık çıktıktan sonra nüfus daha çok arttı, ihtiyaç da. Buranın da bir hattı olması gerekiyor. Bana gelen cevap Şirintepe, Misket oradan geçiyor onlardan yararlanabilirsiniz oldu. Zaten faydalanıyoruz ama yetmiyor. İnsanlar işlerine rahat gidemiyorlar.Ulaşım yanında örneğin trafikle ilgili bir imza kampanyamız oldu. Sağlık ocağına giderken dörtyolda çok fazla kaza oluyor. Dörtyol okula giden çocuklar, sağlık ocağına giden yaşlılar tarafından çok kullanılıyor. Bunları gündeme getirdik gerçekten olması gerekenleri talep etmişsiniz dendi ancak öylece bırakıldı.

Hüsamettin/EGE MAH.

Çankaya yerleşik nüfus olarak Ankara ve Türkiye’nin en bü-yük ilçesi konumunda. İlçenin nüfus yoğunluğunun bir kısmını Dikmen, İlker, Sokullu, Öveçler oluşturmasına rağmen yerel yö-netimler ne hikmetse bu bölgede gözle görünür bir faaliyet içinde değil. Ara sokaklardaki yolların belediyenin ilgisizliği nedeniyle bozuk ve çukurlarla dolu olması, sokak lambalarının yetersizliği hatta bazı sokaklarda elektrik lambalarının olmaması, yeni konut alan-larının inşasıyla artan nüfus yoğunluğu-nu karşılayacak trafik altyapısının veya araç park yerlerinin olmayışı, toplu taşı-madaki araç yetersizliği gibi sorunlar bu bölgede yaşayan halkın günlük hayatını adeta çileye dönüştürmektedir.Bunların ötesinde daha da ciddi sorun burada yaşayan halkın sağlık sorunla-rında başvuracağı yeterli donanıma sa-hip kamusal sağlık kuruluşunun bulun-mamasıdır. Bölge genelinde irili ufaklı birkaç tane paralı poliklinik ve tıp mer-kezi ile yetersiz sayıda sağlık ocağı dı-şında kan tahlili, ultrason, tomografi vb. sağlık hizmeti verebilecek kapsamlı her hangi bir hastane bulunmamaktadır. Bu nedenle bölge halkı her hangi bir cid-di sağlık probleminde kilometrelerce uzaktaki hastanelere gitmek zorunda

kalmaktadır. Buralarda da sıra alabil-mek için trafiğin en yoğun olduğu sabah saatlerinde yollara düşmek zorunda kal-dıklarından hasta olmak bölge halkı için adeta tam bir zulüm. Hele ki bu durumu daha fazla yaşamak zorunda kalanların bölgede yaşayan yaşlı emekli insanlar olduğu göz önüne alınırsa yaşanan mağ-duriyet daha iyi anlaşılır.Bu durum sokak veya market gibi böl-ge halkının yan yana geldiği hemen her yerde ilk dile gelen şikâyet konusu olu-yor. Bu yüzden Dikmen, Sokullu, İlker ve Öveçler sokaklarına çıkıp da en ya-kıcı sorununuz nedir diye sorduğunuzda hemen herkesin vereceği ilk üç cevap-tan biri mutlaka bölgede rahatça ulaşıla-bilecek tam teşekküllü parasız bir sağlık kuruluşunun olmamasıdır.

Cafer/DİKMEN

Dikmen’de Hastalanmak Tam Bir Çile

Sağlık Bakanlığı, Ankara’nın merkezi semtlerinden sayılan Dikmen, Sokulu, İlker ve Öveçler bölgesine buralarda yaşayan halkın sağlık problemlerinde başvuracağı tam teşekküllü bir tane bile hastane yok.

Page 5: Sayı3

,Ahval-i Angara - Subat 2015 5Emek

Sitelerde İşçi Olmak

Birkaç hafta önce Başbakan Davutoğlu “Yeni Türkiye Buluşması”nda 4 mad-de ile esnafa destek paketini duyurdu. Buna göre “Yeni Türkiye”nin esnaf vizyonu şu; AVM’lerdeki yüz dükkân-dan beşi esnafa verilecek. Bin bir şartla alınamayan “faizsiz” kredilerle sözde verilecek. AVM’lerde verileceği söy-lenen bu dükkânlar için, kaybolmuş zanaatlardan olması şartı konulurken, “faizsiz” kredi için de, dalga geçer gibi 3 senelik ustalık vesikası isteniliyor.AVM’ye Karşı “Tükenen” EsnaflıkTürkiye Esnaf ve Sanatkârlar Kon-federasyonu (TESK) verilerine göre; 2005’ten, Şubat 2014’e kadar olan dö-nemde 1 milyon 212 bin 73 esnaf ve sanatkâr faaliyetine son vererek kay-dını sildirdi yani iflas etti. Buna göre yılda ortalama 135 bin dolayında esnaf ve sanatkâr işlerinin kötü gitmesi yü-zünden mesleki faaliyetini bırakmak

Küçük Esnaf:

zorunda kaldı. AVM’lerin sayısı ise her gün artıyor. Sayıları 1 milyon 510 bin 945 olan esnaf ve sanatkârlar, aileleriyle birlikte düşünüldüğünde ülke nüfusu-nun yaklaşık yüzde 10’unu oluşturuyor. Sadece Ankara’ da 63 bin 719 esnaf faa-liyet yürütüyor. Esnaf mahalledir!Mahalleyi mahalle yapan, çocukları-mızın mahalle değerlerini öğrendiği esnafımız, mahalle ruhunun yaşadığı yerlerdir.“Yeni Türkiye”de küçük es-naf büyük markalara ve AVM’lere karşı kendi kaderine, çaresizliğe terk edilmiş durumda. Çıkrıkçılar, Rus Pazarı, Mal-tepe; Ankamall, Antares, Nata Vega ve Optimum’un altında eziliyor, bir bir yok oluyor.Kiramızı, Sigortamızı Ödeyemez Hale Geldik!Büyük firmalara ve yabancı şirketle-

re rant için peşkeş çekilen araziler, vergisiz, faturasız fabrikalar bir yan-da… Görmezden gelinen, yok sayı-lan, bir lokma kazanç için bismillah deyip dükkânı açan, kapısında yeni vergiler, iki kat yazılmış elektrik su faturaları bulan esnaf bir yanda… Üstelik bir de sigortasını yatıramaz, kirasını, faturalarını ödeyemez bir halde. Görüştüğümüz esnaflar neredeyse tek bir çığlık olmuş:“Hükümet AVM’lerin ve sermaye-nin yanında değil, halkın ve esnafın yanında olmalıdır. Bir an önce “Kü-çük Esnafı Koruma Yasası” çıkarıl-malıdır. Küçük esnafın vergi ve bağ-kur borçları silinmelidir. Vergi yükü hafifletilmeli, yeni işyeri açanlardan beş sene vergi alınmamalı, kredi ve danışman desteği verilmelidir.”

Abdullah/HASKÖY

Lütuf Değil Alın Terimizin Hakkını İstiyoruz!

Mobilya ve mobilya yan ürünlerinin imalathaneleri doldurmuştur her yanı. Binlerce işyerinde, binlerce işçinin te-laşla koşuşturmasıyla gün başlar. Arada derede yenmeye çalışılan simit, poğa-çadan ibarettir kahvaltı. Genç ve çocuk yaşta işçiler, haklarını alamayacaklarını bile bile çaresizce işlerinin başına ge-çerler. Genç ve çocuk çalıştırmak patronlar için hem ucuz, hem sorunsuzdur diyor, oralarda çalışanlar. Çoğunluğunun si-gortası, güvencesi yoktur. Hele çocuk-

Haklarımız [email protected] Av. Gülşen Uzuner

Grev; çalışanların işi durdurarak veya önemli ölçüde aksatarak kendi araların-da veya bir örgütlülük tarafından alın-mış karara uyarak işi bırakmalarıdır. Grev hakkı, Anayasa, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uluslar Arası Çalışma Örgütü Sözleşmeleriyle gü-vence altına alınmış temel ve evrensel bir haktır.Grev, çalışanların çalışma yaşamında en temel mücadele araçlarından biridir. Ki-şisel ve ekonomik olarak patrona bağlı olan çalışanlar örgütlenerek, çalışma koşulları hakkında söz sahibi olmak, istemektedirler. Kendi hakları için mü-cadele etmenin bir biçimi olarak grev, üretim süreçlerini aksattığı için çalışana önemli bir avantaj sağlamaktadır. Dayanışma, hak grevi, genel grev gibi birçok grev biçimi vardır. Ancak ül-kemizde grev oldukça sınırlı biçimde tanımlanmıştır. Grev yalnızca toplu sözleşme sürecine ilişkin ve bu süreç içerisinde zorlu aşamalardan geçtikten

sonra yapılabilmektedir. Grev Yapılabilmesinin Koşulları6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu İş Söz-leşmesi Kanunu, grev hakkını ve şartla-rını düzenlemektedir. Buna göre işçiler ancak, - Bir sendikada örgütlenerek greve çı-

kabilirler. İşçilerin çeşitli yapılar ve topluluklar altında grev yapması en-gellenmektedir.

- Greve toplu iş sözleşmesi imzalanma-sı için yapılan görüşmeler sırasında çıkılabilmektedir. Bütün işçileri kap-sayan ortak bir iş sözleşmesi koşulları grevde talep edilmektedir.

- İşçilerin örgütlü olduğu sendika, bağlı bulunulan işkolunun Türkiye çapında %1 oranında üye sayısına sahip olmalıdır. Eğer sendika bir konfederasyona bağlı değilse bu oran %3’tür. Türkiye’de sendikalı işçi sayısının %5 dolaylarında olduğu düşünüldüğünde bu yetki şartı oldukça yüksek ve anayasa, uluslararası sözleşmelerdeki güvenceleri yok eden

bir barajdır. - İşyerinde çalışan işçilerin yarıdan

fazlasının grevi yapacak sendikaya üye olması gerekmektedir.

- Yetkili sendika patronu toplu görüş-meye çağırır. Bu görüşmeler sonucu anlaşılamaz, toplu iş sözleşmesi imza-lanamaz ise işçi sendikası grev kararı alabilir.

- Eğer grev kararına ilişkin işyerinde çalışan işçilerin oylama talebi var ise grev oylamasına gidilir. Oylamaya katılan işçilerin yarıdan fazlası onay verirse grev yapılabilir.

Yasaklar, EngellemelerGörüldüğü gibi oldukça çetrefilli ve zor süreçler sonucunda grev yapılabilmek-tedir. Ancak zorluk burada bitmemektedir. Bazı iş kollarında grev yasaklanmıştır. Bunlardan bir kaçı petrokimya, banka-cılık, toplu taşıma ve güvenliktir. Ayrıca yasal olarak başlayan bir grev, Bakanlar Kurulu kararıyla genel sağlık

ve milli güvenliği bozucu nitelikte oldu-ğu gerekçesiyle 60 gün süre ile ertelene-bilmektedir. Yasaya göre ertelenen grev için arabulucu görevlendirilmekte ve erteleme süresinin sonunda taraflardan birinin başvurusu üzerine uyuşmazlık Yüksek Hakem Kurulu tarafından çö-zülmektedir. Aksi takdirde işçi sendika-sının yetkisi ortadan kalkmaktadır. Er-teleme sonunda tekrar greve çıkılması yasal olarak mümkün değil. Dolayısıyla gerçekte grev yasaklanmakta, ortadan kaldırılmaktadır. 12 Eylül sonrası patronların fiili ve hu-kuki olarak grevi zorlaştırma çabaları yeterli gelmezse hükümet ile anlaşıp grev ertelemesi yoluna gitmeleri alış-kanlık olmuştur. AKP Hükümeti dö-neminde 8 büyük grev yasaklanmış ve binlerce işçi çalışma koşullarına dair söz söyleyebilme hakkından yoksun bırakılmıştır. Evrensel ölçütler çerçeve-sinde değerlendirdiğimizde Türkiye’de grev hakkının olmadığını, bu hakkın ça-lışanlar tarafından elde edilmesi gerek-tiğini söylememiz mümkündür.

Gerçekten Grev Hakkımız Var Mı?

Ankara denilince, mobilya denilince akla gelen ilk yerdir Siteler. Geniş ve dağınık bir alandaki dar sokaklarda binlerce işyeri karşılar sizi.

ların hiç yoktur. Çok düşük ücretlerle, çok saat çalıştırıldıklarını söylüyorlar. Mesai mi? “Çalıştığımızın parasını alır-sak öp de başına koy.” diyerek buruk bir gülümseme salıyorlar. Patronlardan, ustalardan işitilen küfür, hakaret ve ye-nilen dayaklar da işin KDV’siymiş. “İs-tersen katlanma. Hemen işten kovulup, kapı dışarı edilirsin, paranı da alamaz-sın.” diyerek, işin sonucunu belirtiyor-lar. Zaten, hakkını hukukunu nerede arayacaksın, adalet mi var ki?

Siteler / Cihat

Bu büyüklüğünü ne yazık ki, işçi hakları ile iş ve işçi güvenliğinde sergileyemi-yor. OSTİM sürekli, iş kazaları ve işçi haklarının yenmesiyle gündeme geliyor. İş kazalarında, 2’nciliği kimseye kaptır-mayan Ankara, bunların önüne geçmek içinse bir şey yapmayarak, iş kazası şampiyonluğuna doğru gidiyor. 3 Şubat 2011 tarihinde Ostim’de bulu-nan bir işyerinde oksijen tüpü patlamış ve 7 kişi ölmüştü. Aynı gün akşam sa-atlerinde ise İvedik Organize Sanayi Bölgesi’nde ikinci bir patlama meydana gelmişti. İki patlamada toplam 20 kişi hayatını kaybederken, 43 kişi de yara-lanmıştı.

Ostim’de Vicdan ve Adalete Yer Yok

Olayın hemen ardından dava açıldı, fa-kat 4 yıl geçmesine rağmen bir sonuç çıkmadı. Aileler, Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın Mart ayındaki duruşmasında karar çıkmasını istiyorlar. Olaydan sadece gaz firması sorumlu tutuluyor. Gerekli tedbirleri almayan işyeri ve denetimlerini düzenli ve uy-gun yapmayan denetçiler ise, savcı ta-rafından suçlu görülmüyor. Aileler ise, vicdan ve adalet çağrıları yapıyorlar: Vicdanınız yok mu, adaletiniz yok mu?

Ostim / Cafer

Küçük ve Orta ölçekli sanayi alanı olan OSTİM, alanında Türkiye’nin en büyüğü, dünyanın ise sayılı üretim alanlarından birisi. 5.000’i bulan işyeri ve yaklaşık 50.000 çalışanıyla devasa bir alandır OSTİM.

Page 6: Sayı3

Ahval-i Angara - Subat 2015,6 Türkiye’den Haberler

Türkiye’de işkence kolluk kuvvetleri tarafından sa-dece emniyet müdürlükleri, karakol, hapishane de değil sokakta da yapılmaktadır. Ali İsmail Korkmaz da sokak ortasında işkence edilerek öldürüldü.Ali İsmail’in katillerinden Mevlüt Saldoğan mahke-mede “Gezi olayları bir darbe girişimidir, dönemin başbakanı bunu tespit etti, ben de darbeyi bastırmak için görev yaptım, suçsuzum” dedi.Önce Ali İsmail ev taşırken düştü öyle öldü den-di, Metin Göktepe işkencede öldürüldükten sonra dönemin İçişleri Bakanı’nın duvardan düştü dedi-ği gibi… Sonrasında Eskişehir Valisi Ali İsmail’i arkadaşları öldürdü diyerek çıtayı yükseltti. Vali bu yalanıyla kalmadı, Ali İsmail’in davasına sahip çıkan avukatları ve ÇHD’yi hedef göstererek dos-yanın sahipsiz kalması için çaba sarf etti. Ancak Ali İsmail için mücadele edenler geri adım atmadı. Israrla davanın açılması için mücadeleye devam et-tiler.Dava açılmasına açıldı ama bu kez de davanın Es-kişehir’de görülmemesi için oyunlar sergilemeye başladılar. Ali İsmail için her hafta perşembe günü tutulan adalet nöbetini, Eskişehir’e ulaşımın kolay-lığını, davaya ilginin çok olduğunu vb. bahanelerle güvenliğin sağlanamayacağını belirterek büyük bir işbirliği ile (Mahkeme, C. başsavcılığı, Emniyet, Valilik, Adalet Bakanlığı, Yargıtay) dosyayı Kay-seri›ye gönderdiler.Çok açık ki umduklarını bulamadılar. Ali İsma-il’in davasına sahip çıkanlar, kendi davası olarak görenler, adalet arayışında olan muhalifler Kayse-ri’ye gitmekten geri durmadılar. Kayseri Emniye-tinin yıldırmaya yönelik tüm uygulamalarını boşa çıkardılar.Kayseri 3. Ağır Ceza Mahkemesi göstermelik bir yargılama yaparak sanıklara ödül gibi bir ceza ver-di. Başından beri mahkemenin bunu yapacağı açık-tı, başka türlü olması mümkün değildi. Duruşmalar-da göstermelik “iyiniyetli” söylemlerin, katılanlara yönelik “sakin olun biz adaleti gerçekleştirece-ğiz” şeklindeki tavırları bir aldatmacadan ibaretti. Mahkeme verdiği kararın adaleti sağlamadığını bil-diğinden kararı açıklarken heyet üyelerini korumak için şemsiyeler açıldı. Kararına güvenen, adaleti sağladığını düşünen hiçbir mahkeme heyeti şemsi-yelerle karar açıklamaya çıkmaz.Peki bu davada adaletin bir nebze de olsa sağla-nabileceği sonuç nasıl olmalıydı?Katillere verilecek ceza işkence sonucu ölüme se-bebiyet vermek suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası olmalıydı.Katiller sokak ortasında Ali İsmail’e defalarca vur-mak suretiyle işkence etmişlerdir. Ali İsmail bu iş-kence sonucu hayatını kaybetmiştir. Dava sürecin-de asıl izlenmesi gereken yol buydu. Bundan başka hiçbir yol toplumsal muhalefeti, aileyi tatmin etme-yecekti. Önümüzde Engin Ceber dosyası örneği du-rurken, kimse burada işkence olmadığını, işkence yapmak suretiyle ölüme sebebiyet vermek suçunun oluşmadığını iddia edemez.Siyasal iktidarın emrinde olan mahkemeler bizlerin izleyeceği yöntemleri yok sayabilirler ancak bilin-melidir ki bizler duruşumuzu, stratejimizi mahke-melere ve onların tavırlarına göre belirlemiyoruz.Bu dava burada bitmedi, bitmeyecek. Adalet sağla-nana kadar mücadelemiz devam edecek. Ali İsma-il’e atılan tekmeleri asla unutmayacağız…

Sokak Ortasında İşkence Sonucu Ölüm;

Ali İsmail Korkmaz

Av. Murat YILMAZ Grev Ertelendi Bakanlar Kurulunun Haberi Yok

Birleşik Metal-İş Sendikası, 29 Ocak 2015 tarihinde, 24 fabrikada 15 bin işçiyle greve başladı. Aynı gün Bakanlar Kurulu “milli güvenliği bozucu nitelikte” gerekçesiyle grevi 60 gün erteledi.

Bakanlar Kurulu, Birleşik Metal-İş Sendikası’nın top-lu sözleşme görüşmelerinin anlaşmazlıkla sonuçlan-ması üzerine dün başladığı grevi 60 gün erteledi.Birleşik Metal-İş Sendikası Başkanı Adnan Serdaroğ-lu, Bakanlar Kurulu’nun erteleme kararından sonra “AKP hükümeti zenginlerle işbirliği içinde, zenginle-rin çıkarı için işçiye darbe yaptı” açıklamasını yaptı. Sendika, hükümetin grev erteleme kararının yürüt-mesinin durdurulması ve iptali istemiyle Danıştay’da dava açtı. Başbakan yardımcısı Ali Babacan’la yapılan görüşmede, o firmalar ihracat firması o yüzden grevi erteledik, şeklinde bir açıklama yapıyor. Açıklamayla, hükümet destek verdiği kesimi hiç çekinmeden bir kez daha söylemiş oluyor. Benzer ürünleri üreten onlarca fabrika var. Grev tüm metal sektörünü kapsamıyor. Türkiye savaşta değil, deprem yok. Grevin milli güvenliği hangi yönden boz-duğu merak ediliyor. Yoksa hükümetin milli güvenlik dediği şeyin yalnızca zenginlerin güvenliği olmasın? Ayrıca Bakanlar Kurulu toplantısının olmadığı bir günde Bakanlar Kurulu kararının çıkması da ayrı bir merak konusu. Bakanlar Kurulu toplantısı 26 Ocak ta-rihinde yapılırken, grev ertelemesinin olduğu kararda ise 29 Ocak 2015 tarihi var. Grevin 29 Ocak’ta başla-dığı düşünülürse, 26 Ocak’taki Bakanlar Kurulundan

erteleme kararı çıkması düşünülemez. Öyle ise, top-lantının olmadığı bir günde Bakanlar Kurulu kararı nasıl çıkıyor? Akıllara, yoksa Bakanların boş kâğıtlara imzaları mı alınıyor, Bakanlar boş kâğıtları mı imza-lıyorlar, diye bir kuşku düşmüyor değil. Eğer öyle ise, imzalı bu boş kâğıtlar istenildiği zaman istenilen şe-kilde doldurulup Bakanlar Kurulu kararı diye ortaya çıkarılmaz mı? Sonuçta milyonlarca emekçi için emsal teşkil eden metal işçilerinin çalışma koşullarını iyileştirmek için başlattıkları grev, bakanların dahi haberi olmadığı ba-kanlar kurulu kararıyla anında erteleniyor. Peki bu ka-rarları kimler nasıl alıyor?

Ankara’lıların yüksek doğalgaz faturaları ve doğal-gaz saati değişim bedeli vurgunu ile uğraştığı bugün-lerde, Ak Saray’ın doğalgaz faturası konuşuluyor. Kaçak inşa edilen Ak Saray’ın son tartışma konusu ısınma giderleri. Mimarlar Odası An-kara Şubesi tarafından yapılan hesaplamalar-da, oda sayısı ‘1.100 küsur’ olarak açıklanan sarayın 6 aylık doğalgaz ısıtma maliyetinin 10 milyon TL olduğu belirtildi. Üstelik bu hesaplamaların 12 saat üzerinden yapıldığı, Ak Saray “kombisinin” hiç kapatılmadığı dü-şünüldüğünde, Ak Saray’ın faturasının iki ka-tına çıkacağı anlaşılıyor. Sarayın ısınma maliyetiyle bir sezonda Bay-burt ilinin ısıtılabileceği belirtiliyor. 12 aylık yıllık sıcak su bedeli de 2 milyon Türk Lirası. Yani, Asgari ücretli 167 kişinin maaşı kadar

Ak Saray’ın 6 Aylık Doğalgaz Faturası 10 Milyon Lira!

para Ak Saray’ın sıcak su faturasına gidiyor. Ayrıca, elektrik faturasında “kayıp-kaçak bedelinin” olup olmadığı da bir başka merak konusu.

Ali İsmail Korkmaz, Anadolu Üniver-sitesi Eğitim Fakültesi İngilizce Öğret-menliği Bölümü 1. sınıf öğrencisiydi. 2013 yılı Haziran ayındaki Gezi Par-kı protestoları sırasında, Eskişehir’de linç girişimiyle ağır yaralandı. Teda-vi gördüğü hastanede 38 gün komada kaldıktan sonra hayatını kaybetti. Ali İsmail Korkmaz’ın ölümünden sorum-lu tutulan 3’ü polis 8 kişinin yargılan-dığı davanın karar duruşması Kayse-ri’de yapıldı. Linç görüntüleri çok açık ve net olmasına rağmen, verilen karara göre sanıklar 4 yıl yatıp çıkacaklar. Ali İsmail’in annesi Emel Korkmaz, “Lanet olsun böyle adalete” diyerek tepkisini çığlığa dönüştürdü.

Ali İsmail Korkmaz Davasında Korkunç Karar

Page 7: Sayı3

,Ahval-i Angara - Subat 2015 7

Utanmak Büyük Erdemdir

Hayri Baba

Türkiye’den Haberler

Hükümet Emekliyle Dalga Geçti!

Ahval-i [email protected]

Utanmak, yaptığın yanlışlardan mahcubiyet duymak büyük erdemdir. Hele hele, yaptıklarından utanıp özür dilemek erdemlerin erdemidir. Hayâ, edep bir şeylere inanan insanda, değer bilen, sorumluluk sa-hibi insanlarda bulunur. İnsanın, inandığı hiçbir şey, hiçbir insani değer yok ise, söz, vefa sahibi değil ise hayâ ve edep aramak boşuna çabadır.

Irak, Suriye, Mısır, İsrail, AB dış politikalarında hep kaybeden AKP, içte de, ekonomi, sağlık, eği-tim, adalet konularında gün gün çuvallıyor. Yapı-lan yanlışlardan, eksiklerden utanmak ve insanlara karşı mahcup olmak yerine, pişkinlik ve umursa-mazlık AKP’nin tarzı olmuş. Hayâ, edep hak getire. Beyefendi hazretleri, bırak bunca soygunun, rüşve-tin, adaletsizliğin hesabını vermeyi, kimseye hesap vermeyim diye; başkanlık adı altında, hükümdarlık sistemini her ne pahasına olursa olsun hayata geçir-meyi kafaya koymuş.

Hükümdarlık, tek adamlık öyle gözleri kör etmiş, öyle hırs olmuş ki, pişkinlik, umursamazlık ve tak-mamazlık her konuda tavan yapmış durumda. Yol-suzluğu ve rüşveti örtbas edip, hâkimleri, savcıları, polisleri soruşturmalar, hapislerle yaptıklarından bin pişman etmeye çalışıyor AKP. Bu süreçte yaşadığı iç çatlakları bir daha yaşamamak için her şeyin tek elden yürütüldüğü sözüm ona başkanlık sistemini ne olursa olsun hayata geçirmek istiyor. Bunun için, her gün kırk kere düşünüp kırk tilkiyle kırk hesap yapı-yorlar. Ee kolay değil tabi hem içerde hem dışarda tilki o kadar çok ki…

Bir yandan Erdoğan, “başkanlık sorunu yok. Öyle zannediyorum ki seçimlerde Ahmet Hoca’nın da sa-vunulacak en önemli tezlerinden biridir. Ahmet Hoca da benim gibi düşünüyor” derken, Ahmet Hoca’nın danışmanları ise “henüz netleşmiş bir şey yok, isti-şare edeceğiz” diyorlar. Yani AKP merkezinde dahi hesaplar yeknesak değil.

Hele bir de tek adamlık için gereken, önümüzdeki seçimlerde milletvekili sayısının anayasayı değişti-rebilecek sayıya ulaşması hesabı var ki burada işler hepten karışık. Dışa yönelik seçim manevralarının yanında mesela, üç dönem milletvekilliği yaptığı için yeniden milletvekili olamayacağı veya yolsuz-luk pastasından pay alamadığı için küskünler var. Bu cenahın seçimdeki tavırları tam bir muamma. Onlara şimdiden, danışmanlık, müsteşarlık, müdürlük gibi sus payları düşünülüyor. Bakalım paylarına düşene razı olacaklar mı?

“Beyefendi” yalakası üniversite hocaları, gazeteci köşe taşları başkanlık adı altında bu hükümdarlık, bu halifelik sistemini öyle ballandıra ballandıra an-latıyor ki sanki cennet bahçesi…

Düşündükleri tek adamlık sistemini açıklarken, meclisin denetimi ve yargının bağımsızlığı ile tek adamın kontrol altında olacağını söylüyorlar. Kur-nazlığın bu kadarına da pes yani. Sanki meclis bu-güne kadar tek bir tane bile denetim yapabilmiş, tek adamın yaptıklarını sorgulayabilmiş, eleştirebilmiş de… “Kim ki tek adamı eleştirir, tez elden kafası vurula” emri her gün AKP koridorlarında çınlamı-yormuş gibi. Son yolsuzluk komisyonuna verilen talimatlar, meclis oylamasında farklı oy verenlere çekilen ayar, azar unutulmuş değil.

Yargı bağımsızlığı konusunda ise, sadece tek ada-mın değil, tüm AKP vekillerinin notları belli. Başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere, Yargıtay’ı, Danış-tay’ı, Mahkemeleri ve Baroları sindirmek için ulvi fikirleri ve özlü sözleri hatırlarımızdadır.

E öyle ise, bu kafadan çıkacak yeni Anayasa da, başkanlık sistemi de bellidir. Tek adamın, başkanın, meclise, yargıya tahammül edemeyeceği, onları ken-di emir erine çevirmek isteyeceği gün gibi aşikârdır.

O zaman, utanmayanları, edep, haya bilmeyenleri utandıracak yerde durmaya, insanlığı, insanlık er-demlerini yaşatmaya, savunmaya devam edelim mi?

Ne dersiniz?

İşçiye, memura, asgari ücretliye dalga geçer gibi zam veren hükümet, emekliye de komik zammı la-yık gördü. 2015 yılı için emekliye reva görülen zam oranı, yüzde 2,32’de kaldı. Buna göre emeklilerin maaşlarındaki artış 20-25 TL civarında olacak. Emekliler, her şey ateş pahasıyken, canhıraş verdikleri yaşam mücadelesinin görülmediğinden dert yanıyor-lar. Açıklanan maaş zammının yeterli olmadığını söylü-yor emekliler. Maaşlarının el yakan kiralara gittiğini, piyasadaki fiyat artışlarına ise yetişmenin imkansız ol-duğunu dile getiriyorlar. Öyle ki, 70 yaşından sonra iş arayanların olduğundan bahsediliyor. Hükümetin, Hz. Ömer adaletinden dem vurduğunu ama adaletle, hakla hukukla hiçbir ilgilerinin olmadı-ğını söylüyorlar.

Verilen 20-25 TL. zamla, hastane, doğalgaz, elektrik, su zamlarına yetişmek mümkün değil. İnsan gibi yaşa-mak ve ihtiyaçlarını karşılamak için ciddi oranda zam yapılması gerekiyor. Şimdiki zamla, emekliler bulgur ve ekmeğe talime devam diyorlar.

Türkçe açılımı Radikal Sol Koalisyon olan Syriza, Yunanistan genel seçimlerinde yüzde 35 oy alarak seçimin galibi oldu. Adından da anlaşılacağı üzere Syriza birçok sol grubun oluşturduğu bir parti.

Yunanistan’da 2009 yılında yapılan genel seçimler-de yüzde 4,6 oy alan bir sol parti ve partinin genç lideri, o dönem çok önemsenmemişti. Ancak bugün, ülkenin sorunlarına halktan yana çareler bulması Sy-riza’ya seçimi kazandırdı. Yoksullara bedava elektrik ve doğalgaz, gıda ve kira desteği, ücretsiz sağlık, as-gari ücret ve emekli maaşlarını yükseltme, ücretsiz ulaşım, yoksulların banka borçlarının silinmesi gibi

Yunanistan’da Yoksulların Umudu

Syriza Kazandı!yoksullardan yana uygulamaları yapması bekleni-yor.

20 yıldır Suudi Arabistan’ın başında bulunan Kral Abdullah, 90 yaşında öldü. Yerine 70 yaşındaki kardeşi yeni kral oldu. NATO ve ABD’nin güvendiği ve övgüyle söz ettiği bir kişi olan Kral Abdullah, Mısır’ın darbeci Cumhurbaşkanı Sisi’ye en büyük mad-di manevi desteğini vermişti. Müslüman Kardeşleri terör örgütü olarak gördüğünü açıklayarak Sisi’nin yanında yer almıştı. Filistin meselesinden hep uzak durmuş, İsrail’in Gazze katliamlarına ses-siz kalmıştı. ABD ve İsrail’le her zaman yakın durmuştu. 30 eşi bulunduğu belirtilen, ABD, İsrail, Sisi dostu Kral Abdullah için, AKP hükümeti 1 günlük yas ilan etti, bayrakları yarıya indir-di. Gazze için İsrail’e, Mısır ve Müslüman Kardeşler için Sisi’ye bağırıp çağıran AKP hükümeti, Sisi ve İsrail dostu Kral Abdullah için yas ilan edip bayrakları yarıya indirmesi, AKP hükümetinin sahte ve ikiyüzlülüğünü bir kez daha gözler önüne serdi.

Türkiye Yasta!

Suudi Arabistan Kralı Abdullah Öldü,

IŞİD YENİLGİYİ KABUL

ETTİKobane 135 günlük kuşatmanın ar-dından, IŞİD vahşetinden kurtarıldı. Londra merkezli Suriye İnsan Hakla-rı Gözlemevinin yaptığı açıklamaya göre, “Kürt güçleri, IŞİD çetelerini Kobane’den çıkardı ve kentin kontro-lünü ele geçirdi.” Irak ve Suriye’de vahşetin her türünü yapan, kanlı IŞİD çete güçleri, ilk kez yenilgiye uğratıldı. IŞİD’den yapılan, geri çekilme açıklamasıyla da bu ye-nilgi kabul edilmiş oldu.

Mısır’da “Kirdase katliamı” olarak bilinen davada yargılanan darbe karşıtı 183 sanık hakkında idam kararı verildi.14 Ağustos 2013’te Kirdase’deki polis merkezine saldırmakla suçlanan 188 sanık hakkında kararını açıkladı. Karardan önce «idam edilmelerine yönelik görüş alınmak üzere» dosyaları Mısır Müftülüğüne gönderilmişti. Polis Enstitüsü’nde yapılan duruşmada, sanıklardan 183’üne idam cezası verildi. Mısır yasalarına göre, idam dosyaları nihai karara bağlanmadan önce devlet müftüsüne (Diyanet İşleri Başkanlığı) sevk ediliyor. Müftünün görüşü alındıktan sonra dosya mahkemeye iade edili-yor ve mahkeme kararını veriyor.Mısır’da 14 Ağustos 2013’te Giza’daki Kirdase’deki polis mer-kezine düzenlenen saldırıda 16 polis hayatını kaybetmişti.

MISIR’DA SİSİ KARŞITI 183 KİŞİYE İDAM

Page 8: Sayı3

Ahval-i Angara - Subat 2015,8

Her konuşmada geçen “hiç kimsenin mağdur edilmeyeceği” yalanı, yaşanan birçok örnekle su yüzüne çıktı. Özellikle elinde hiçbir belgesi olmayan yıllardır aynı adreste oturan hak sahipleri tamamen mağdur edildi.

Mamak’a Kentsel Dönüşüm Geldi..!

Ankara’nın Bitmeyen Çilesi:

Forum

Ankara’da son yıllarda özellikle son iki yılda artan nüfus ve araç sayısı şehir trafiğini tam bir çileye döndürdü. Ankara, artık bu konuda İstanbul ile boy ölçüşecek durumda maalesef.

Erol AKKUŞ1960’lı yıllarda Anadolu’nun birçok şehrinden kal-kıp gelinmiş Mamak’a ve böyle oluşmuş 66 mahalle. O günlerde imece yoluyla yapmışız yolunu, suyunu, elektriğini, kanalizasyonunu... Yıllarca çilesi çekildi gecekondu yaşamının. Ama bu çilenin yanında güzel şeyler yok muydu? Bahçesine küçük bostanını kur-du, meyve ağaçlarıyla çevirdi etrafını. Ve her şeyden önemlisi komşulukları vardı. Yazları bahçelerimizde çaylarımızı yudumlarken yapardık sohbetlerimizi. Kışları sobaların üzerindeki kestane ve kuzinelerdeki patates kokusuyla izlerdik karın yağışını. Sonra… Kentsel dönüşüm denen illetten sonra başla-dı, tüm ayrılıklar ve yok oluşlar...“Ankara B.Şehir Belediyesi ile Mamak Belediyesi-nin birlikte yürüttüğü yeni Mamak kentsel dönüşüm projesi Derbent, Üreğil, Araplar, Dostlar, Köstence, Dutluk, Büyük Kayaş, Tepecik mahallelerinin tama-mını, Boğaziçi, Şirintepe, Akşemseddin, Yeşilbayır, Şahapgürler, Küçük Kayaş mahallerinin ise bir bö-lümünü kapsıyor.Dünyanın en büyük kentsel dönüşüm projesi olan Mamak ile bölgede 50.000 konut, 500 iş merkezi, dev rekreasyon alanları, oyun alanları, spor alanları, eğ-lence ve dinlenme alanları, aqua park, yüzme havuz-ları, hastane, otel... 8 milyon 500 bin m2 proje alanı üzerinde 13.750 gecekondu bulunuyor. Bugüne ka-dar 4.600 hak sahibiyle anlaşıldı. 2500 gecekondu yıkıldı, 422 konut yapıldı. 816 konut inşaatı devam ediyor. Tapusu ve tapu tahsisi olmayanlara Kusunlar mahallesinde TOKİ işbirliği ile 1.376 konut yapıldı.”Bu ve bunun benzeri bol maketli, bol görselli göze hoş gelen her takla düşünülmüş, belediye erkânınca, hak sahiplerini kandırmak için.Gel gelelim “Kazın ayağı hiçte öyle değilmiş.” Bunu

sözleşmeleri okuyunca an-ladık çoğumuz. Fakat mev-cut iktidara ve yönetime güvenen birçok hak sahibi yaşayarak öğrenmek zo-runda kaldı. Daha önce bizleri 5 yıl-da bir hatırlayan belediye yöneticileri çok sık gelir olmuşlardı. Yanlarında el-lerini ovuşturan ve ağzın-dan salyalar damlayan arsa simsarlarıyla. Her konuş-mada geçen “hiç kimsenin mağdur edilmeyeceği” yalanı, yaşanan birçok örnekle su yüzüne çıktı. Özellikle elinde hiçbir belgesi olma-yan yıllardır aynı adreste oturan hak sahipleri tama-men mağdur edildi. Nasıl mı? Kusunlar’da yapılan konutlar, insanları yıllarca borç ödemek zorunda bıra-kıyor. Evler sahiplerine “Kira öder gibi ev sahibi ola-caksınız” kandırmacası ile aslında hiç para ödemeden verilmesi gereken konutlar, parası ödettirilerek veril-di. Ki konutların oturulamayacak kadar dar olması da ayrı bir konu. Öyle ki, halkın tepkisini çekmemek için evlerin anahtarları resmi açılışta verilmedi. Açılıştan on-on beş gün sonra verildi.Tapusu olan hak sahipleri ise, normal şartlarda 200 m2 üzerinden iki daire alacağı yerde, 80 m2 tek daireye mecbur bıraktıkları sözleşmeleri imzalamak zorunda-lar. Bu ise yeşil ve sosyal alan vb. gibi ucu açık keli-me oyunlarıyla halka izah ediliyor. Tapu tahsisi olan hak sahibi de aynı sıkıntılar ve daha fazla hak gaspıyla karşı karşıyadır. Bütün bunların yanında, imza atan hak sahibinin geri cayması söz konusu dahi yapılma-maktadır. Ayrıca imzadan sonra en kısa süre içerisinde

evi yıkılmaktadır. Bütün bu hileleri gören ve direnen mahalleliye belediyeler ellerindeki hizmet araçlarını işkence araçlarına çevirerek cevap veriyor. Ulaşım azaltıldı, alt yapı ve üst yapı işleri zaten hak getire. Bir de ağzı salyalı arsa simsarları türedi. Halkın bu mağ-duriyetini sonuna kadar kullanıp, elinde son kalan ge-cekondu ve onun arsasını, sanki çok değersizmiş gibi gösterip elinden yok pahasına bir ücret karşılığında satın alması... Bizler kentsel dönüşümün ne için ve nasıl yapıldığı-nı, kimlere çıkar sağladığını ve aslında nasıl yapılması gerektiği ile ilgili mahallelerde birçok etkinlik gerçek-leştirdik. Konunun uzmanlarının katıldığı, milletvekil-lerinin, avukatların olduğu panel, söyleşi, miting-yü-rüyüş vb. etkinlik gerçekleştirdik. Ancak yeterince sesimizi duyuramadığımız bir gerçek. Çünkü birçok hak sahibi umutsuzluktan, yıldırma ve caydırma po-litikalardan kaynaklı hala imza atmaktadır. Bütün bunların karşısında hala mücadele etmeden kazanıla-mayacağını bilen, söyleyen halkımızla birlikte çalış-malarımıza devam etmekteyiz...

2014 yılı Şubat ayı TÜİK verilerine göre Ankara’da 1 milyon 521 bin 473 araç varmış. Aradan geçen 1 senede artan miktar ile bu sayı aşağı yukarı 1 milyon 600 bine çıkmış. Resmi ra-kamlara göre toplam nüfusu 5 milyon-dan fazla olan Ankara’da ortalama ola-rak her üç kişiden birinin arabası var. Siyasiler bu araç fazlalığına bir çözüm bulmak yerine bunu zenginlik olarak görüyorlar ve daha da artırmak için çabalıyorlar. Belediyeciliği de sadece

Burak GÖNÜLyol ve park yapmaktan ibaret sanıyor-lar. Rahat gidemedikten sonra istediğin kadar yol yap ne faydası var? Çare ar-tık yeni yollar, altgeçitler, köprüler vs. değil. Bu kolaycı çözümleri bir kenara bırakalım ve ciddi ciddi kafa yorup çö-züm bulalım bu çileye.Öncelikle sorun nerden başlıyor buna bakmalıyız. Büyük şehirlerin haddin-den fazla büyümesi, küçük şehirlerin de daha da küçülerek köy olmaya aday olmaları dolayısıyla istihdam kapıları

hep büyük şehirlerden açılı-yor. Küçük şehirlerdeki işsiz insanlar da buralara göç edip çalışmak zorunda kalıyor. Böylece nüfus arttıkça artıyor ve bu nüfusun ulaşım ihtiya-cını karşılayamayan belediye toplu taşımaya gereken öne-mi ve önceliği vermediğinden insanlar rahatlığı şahsi araçla-rında arıyor doğal olarak ve bu da araç sayısını artırıyor. Bu kadar araç olunca da trafik çileye dönüyor haliyle. Tabi sadece bunlardan ibaret değil çilemiz; dedik ya insan-

lar göç ediyor ve çalışıyor. Bu insan-lar aynı zamanda şehir trafiğinin en yoğun olduğu saatlerde yola düşmek zorunda. Çoğu asgari ücretle çalıştı-ğından dolayı şehrin merkezinde bir evde oturmaları mümkün değil. Kira-sı ucuz olduğundan şehre uzak yerler seçmeleri gerekiyor. Bu da çileyi ikiye katlıyor. Akyurt, Çubuk gibi merkeze epey uzak ilçeleri düşünelim. Bu böl-gelerden tabiri caizse koloni koloni insan taşınıyor her gün şehrin merkezi-ne. Saatlerce ağır işlerde, kötü şartlar-da çalıştıktan sonra yorgun, bitkin bir halde otobüse yetişmeye çalışıyorlar yüzbinlerce insan. Eğer yetişemezler-se en az yarım saat bir sonraki otobüsü beklemek zorunda kalıyorlar. Bekleme bitti nihayet otobüse binecekler ama yer var mı? Tabi ki yok, ama koltuk-tan bahsetmiyorum; ayakta binebil-mek için yer var mı? Maalesef ayakta bile yer bulamıyorsunuz. Şoför “arka-ya doğru yanaşalım, arkada yer var!” dese de inanmayın yer yok. Ama dip dibe girerseniz birkaç kişilik yer açı-lıyor ve siz de biniyorsunuz merdiven basamaklarında da olsa. Cama, kapıya

yapışarak da olsa biniyorsunuz çünkü başka alternatifiniz yok. Bir de basa-makta gitmek yasaktır diye işlemeyen bir kural vardır EGO otobüslerinde. Komik değil mi? Tabi ki bu yasak sizi düşündüklerinden değil, olası bir ka-zada basamakta gittiğiniz için yarala-nır ya da ölürseniz sorumluluk kabul etmemek için.Çözüm nedir peki?Belediyenin yapması gereken toplu taşımayı teşvik etmektir. Ama bu teş-vikten önce adam akıllı bir toplu taşı-ma hizmeti sunması gerekiyor. Raylı sistemlerin her yere ulaştırılması, se-ferlerin mümkün mertebe sık tutulma-sı, vagon sayısının ve kapasitesinin artırılması lazım. Toplu taşıma ücre-tinde de ciddi oranda indirim yapılma-lı. Bunlar yapılmadıkça trafikte daha çok vakit ve nakit kaybederiz.Hükümetin yapması gereken ise kır-saldan kente göçü durdurmak için tarımsal üretimi desteklemek başta olmak üzere gereli altyapı ve üstyapı yatırımlarını gerçekleştirmek ve artık neredeyse boşalmış köyleri ve kasa-balara geri dönüşü desteklemek.

TRAFİK

Page 9: Sayı3

,Ahval-i Angara - Subat 2015 9Egitim - Saglık~ ~

Harçlar Katlanarak Geri Dönüyor…

2011-2012 eğitim ve öğretim yıllarında birinci öğre-timler için kaldırılan harç parası katlamalı olarak geri dönüyor, deyim yerindeyse öğrencilerin “kâbusu” olan harçlar ailelerin de belini bükecek gibi görünü-yor. Yeni gelen “katlamalı harç sistemi” ile devlet üni-versiteleri vakıf(özel) üniversiteleriyle yarışır hale ge-lecek ve üniversiteler emekçi çocuklarına kapanacak.Sistem Neyi İçeriyorGeriye dönük olarak uygulanacak olan, YÖK’ün 2013’te geri getirmeye çalıştı ancak harç karşıtı öğ-renci eylemleri nedeniyle ertelemek zorunda kaldığı

‘Katlamalı Harç Sistemi’ bu bahar döneminde uygu-lamaya konuyor.“Katlamalı harç sistemi” ise şu şekilde uygulanacak:Normal Öğrenim Süresi İçinde; Ders 3. kez alını-yorsa %50, 4. kez alınıyorsa %100, 5 veya daha fazla alınıyorsa %300 fazla kredi başına katkı payı veya öğ-renim ücreti,Okul Uzadıysa; Dersi 1. kez alımda %100, 2. kez alımda %200, 3. kez alımda %300, 4 ve daha fazla alımda da %400 fazla kredi başına katkı payı veya öğ-renim ücreti talep edilecek. 2015 Bahar Dönemi kayıtlarında ise rekor Hatay Mus-tafa Kemal Üniversitesi Sivil Havacılık Bölümü’nde öğrenim gören bir öğrenciye ait. Rekor miktar ise 7 bin 555 TL. Bu haber MKÜ öğrencilerinin “katlamalı harçlara” karşı oluşturduğu “MKÜ’de Soygun Var” adlı facebook sayfasında duyuruldu.

Öğrenciler De Aileler De Karara ÖfkeliSosyal medya aracılığı ile örgütlenen öğrenciler ka-rara tepkili. Öğrenciler kazanılmış haklarının elinden alındığını söylüyorlar. Üniversite harcını ve giderleri-ni çıkarmak için İstanbul’da 30 lira yevmiye ile çalı-şan Ömer Çetin’in, inşaatın üçüncü katından düşerek yaşamını yitirdiğini ve birçok kişinin harçları ödemek için çalışmak zorunda kaldığını hatırlatıyorlar. Bu ka-rara karşı demokratik haklarını kullanarak sokağa çı-kacaklarını belirtiyorlar.Aileler de karara tepki gösteriyor devletin ellerine ge-çen üç-beş kuruşa göz diktiğini söyleyen aileler kara-rın derhal geri çekilmesini ve harç paraları alınmadan çocuklarının eğitim-öğretim hayatına devam etmesini istiyor.Şubat Sonuna Kadar ErtelemeKatlamalı harçlara karşı tepkiler üzerine YÖK’ten ya-pılan yazılı açıklamada “Başbakanlıkça bir çalışma başlatıldığı için, yükseköğretim kurumlarını program sürelerinde bitiremeyen öğrencilerden ücret alımının Şubat ayı sonuna kadar ertelenmesine ilişkin Üniversi-telerimize bugün bir yazı gönderilmiştir” denildi.

Öğrenci Servisleri Taksiden Pahalı

SGK tarafından 1 Ocak 2012’de hayata geçirilen Ge-nel Sağlık Sigortası (GSS) uygulaması kapsamında gelir testini yaptırmayan ve bu primi yatırmayanlara yüklü borç çıktı. Zorunlu GSS uygulaması ile işsizler, köylüler, ayda 30 günden az sigortalı gösterilenler, 18 yaşını veya okuyorsa 25 yaşını dolduran çocuklarımız sigortalı olmadan önce borçlu haline geldi. Pirimi Ödenmeyen Çocuğun Sağlık Hakkı Yok5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigorta-sı Kanunu ile artık okumuyorlarsa 18 yaşından büyük çocuklarınız sağlık primi ödemeden sağlık yardımı alamayacak. Okuyorlarsa lise için 20, yüksekokul için 25 yaşına kadar prim ödemeyecek. Liseden yeni me-zun olmuş öğrenciler de 120 gün boyunca (üniversite-yi kazanıp kayıt oluncaya kadar) prim ödemez. Ama üniversiteye girememişlerse artık prim ödeyecek.Bu uygulamadan haberdar olmadığı için beyanda bu-lunmayan on binlerce üniversite öğrencisine, 3 bin liranın üzerinde borç bildirildi. Binlerce öğrenciye ha-beri dahi olmadan çıkarılan bu borç nedeniyle ders mi çalışayım yoksa borcumu ödemek için gidip inşaatta mı çalışayım ikilemine düşmüş durumda. Parası Olmayana Hastalanmak YasakAnayasanın ilk üç maddesinde yazan sosyal devlet ilkesi gereği vatandaşların eğitim, sağlık, barınma ve beslenme gibi temel ihtiyaçlarını ücretsiz bir şekil-de karşılaması gereken devlet, GSS uygulaması ile çalışmayana dahi prim borcu kesiyor. Bu uygulama ile şimdiye kadar gelir vergisi kesintisi ve SSK pri-mi ile çalışanların iliğine kadar sömüren sistem artı çalışmayan vatandaşlara da el atmış oldu. Yani devlet diyor ki “madem çalışmıyorsun veya borcunu ödeye-miyorsun, o halde hastalanmayacaksın!”

“İstediğiniz hastaneye gidebiliyorsunuz, doktorunu-zu seçebiliyorsunuz hem de bedava.” AKP hükümeti iktidara geldikten sonra, sağlıkta dev-rim kandırmacasını hep kullandı. Hükümete göre, is-tediğimiz hastaneye gideceğiz ama herhangi bir fark, ekstra ücret ödemeyeceğiz güya. Hastaneye muaye-

Doktorlar “Doktormetreyi” Uygulamaya Koydular

neye gittiğimizde kazın ayağının hiç de öyle olmadı-ğını görüyoruz, hem de acı bir şekilde. Geçtiğimiz günlerde, Yenimahalle Devlet hastane-sinde muayene olup ilaç yazdıran bir vatandaştan, muayene, film parasının yanında “ilaç kullanım tari-fi” diye 16 TL ek ücret alındı. Reçeteye yazılan ilacı nasıl kullanacağını üstün körü tarif eden doktor, has-tane faturasına “ilaç kullanım tarif bedeli” olarak 16 TL ekletti. Performans sistemi bahane edilerek doktorlar ve has-taneler, pavyon hesabı usulü çalışıyorlar. Hastaneye girdikten sonra attığımız her adıma hastane adisyo-nunda bir çizik ekleniyor ve hastaneden çıkarken kabarık bir “hastane pavyon” veya “doktor metre” ücretiyle karşı karşıya kalıyoruz. Bu ücretler ecza-neler aracılığıyla kesildiğinden, eczaneler hastaların karşısında zor anlar yaşıyorlar. Siz siz olun, “ilaç tarifi ücrete tabi mi” diye doktoru-nuza mutlaka sorun, ne olur ne olmaz.

Çocukları okusun, okusun da bir iş sahibi olsun diye varını yoğunu çocuğunun okul masraflarına harcayan velileri fotokopi parası, ısınma parası, temizlik parası vb. adı altında zorla toplanan ka-tılım payları yetmezmiş gibi sürekli zamlanan servis paraları da bunaltıyor. Üniforma, kitap, defter masraflarıyla zaten taşınması ağır bir yük olan okul masrafları servis paralarıyla hiç çekil-mez hale geliyor. Okul servisleri ayda ortalama 18 günlük taşıma için öğrenci başına 8 ile 9 tl arasında günlük bir para alıyor. Buna göre mesela 2 öğrencisi olan bir veli servise en az günlük 16, üç öğrencisi olan 24 lira ödemiş oluyor. Asgari ücretin 949 lira olduğu ülkemizde 2 çocuğu 24 lira veren bir ailenin maaşının yarısından fazlasını buraya ver-mesi bir hayli düşündürücü olmalı?Fırsatçılık Yapanlar Çok oluyor16-17 kişilik servislerde sırf para kazanmak adı-na can güvenliğini hiçe sayarak yolcu sayısını 25-30’a kadar çıkartan servisçilerin olduğu söy-leniyor. Bu kadar para verip sözüm ona çocukla-rının sağ salim okula gidip gelmesini sağladığını düşünen veliler kurda kuzu emanet etmiş olmak-

tan başka bir şey yapmamış oluyor.Bazı okullara bakan servis şirketleri zam gel-diğini belirtiyor ancak zam yapılmamış veya yapılsa da zam oranı kimisine üç katı kadar kimisine ise daha az. Zam oranları okulların bulundukları mevkilere göre değişiyor, yani görece daha iyi semtlerdeki okullara gidiş ge-liş diğerlerine göre daha pahalı, yoksa buraların yolları daha çok mu yakıt gerektiriyor? Her öğ-renci kilometre başına neden aynı servis ücre-tini ödemiyor? Eşitsizlik bununla da bitmiyor: Aynı semtlerde bulunan okullara, birbirinin ço-cuğu daha ucuza diğerininki ise daha pahalıya servis kullanıyor. Kime göre neye göre fiyat be-lirleniyor bilen beri gelsin.

Zorunlu GSS Herkesi Borçlu

Yaptı

Page 10: Sayı3

Ahval-i Angara - Subat 2015,10

Yolunda A.Ş. Bir Ankara Dümeni

Kültür Sanat

Angara’dan, Angaralılar’dan çıkmış en samimisinden bir dizi Yolunda AŞ. Çinçin’i hayatın gerçeğinden doğan kara mizah ile anlatmışlar dizide. Kentsel dönüşümün, metropolleşen kentlerin yaşattıklarını tüm boyutlarıyla farklı bir üslupla anlatmışlar. Dizileri, filmleri kadar hoş sohbetleriyle Fehmi Kır karakte-rini oynayan Erdağ Yenel çalıştığı yerde misafir etti bizi. Ve Tek kat Memet karakterini oynayan, Memet Abi diye ağzımızdan kaçırdığımız, aynı zamanda senaryoları yazan Hasan Göktaş ile buluştuk.

İhtiyaçtanAli Sağ

Hay hak! Hak dostum hak. İhtiyaçtan doğar istek. Ve dahi ondandır eskilerin dert insanı söyletir demesi. Derdi olan anlatır. Anlatır da ‘ne kadar anlatırsan anlat karşı tarafın anladığı kadardır söylediğin’. Sen söylersin, söylersin de bakalım karşı taraf anlar mı seni? Efendim, eski zaman kıssasıdır diyeceklerim… Geçmiş zamanlardan. Göbeği deliksiz iki adamdır kahramanlarımız. Osmanlı’nın ilk dönemleri. Ha öyle Osmanlı dediysem Anlı şanlı Osmanlı İmparatorluğu değil, henüz daha küçük beylik… Anadolu içlerinden Söğüt’e daha yeni gelmişler. Henüz daha bir beylik. Göbeği deliksizlerden biri, bir ulak. Ve dahi beylerin padişahların yazdığı habernameleri muhataplarına götüren bir ulak. E haliyle birkaç dil bilir…Diğer göbeği deliksiz de Anadolu göçerlerinden demirci ustası. Bir öküzü bir anası diyar diyar Osmanlığı beyliği çadırı, otağı nerede kurduysa oradalar. Anası kara büyü bozan ak büyü yapan bir koca şaman ve dahi bir koca Kam Ana… Bu iki göbeği deliksizin yolları Osmanlı beyliğinin obasında kesişir. Kesişir de olaylar durmak bilir mi? Bilmez efendim? Parasızlıktan yok akçeye öküzünü satar bir kasaba. Öküz kesilirken bir yanda birinin dramı diğerinin komedisi olur. Üstelik seyredenler de ağlasınlar mı gülsünler mi bilemez halde. Yollar kesişmiştir kan karındaş da olmuşlardır. Birlikte Osmanlı beyliğinin yaptırdığı camii inşaatında çalışmaya başlarlar. Bu arada şaman, kam ana çimentonun hammaddesini bulmuştur. Kam Ana’nın bulduğu buluşu satmaya çalışırlar beylik yönetenlerine. Camii inşaatının minaresini yapmaya başlarlar.Eee yöneten olur da yönetene kulluk eden, çıkarları için her şeyi mubah gören kötü insan olmaz görülmüş mü? İnşaatın bitmemesi için ellerinden gelen dönekliği, fırıldaklığı yaparlar. Bizim iki kan karındaş da camii inşaatı yapılırken kendi aralarında şakalaşmaları, hicivleri seyredenleri öyle büyüler ki, seyirlik dense yeri… Beyliği yönetenler sabırsız. Sabırsız olunca sıkıştırmaya da başlarlar. Minarenin tam da biteceği gün o fırıldak, o dönekler gelirler bütün kalıpları bozarlar. Bozulunca da minare yapılamaz. Hal böyle olunca Bey kulları son fitneyi de yaparlar. İşin bitmemesinin gerekçesi olarak bizim kan karındaşların gevezeliği olduğunu söylerler. Beylik yönetenleri de halkın toplu olduğu yerde bizim iki karındaşın kellelerinin kesilmesini emrederler. Meydanda büyükçe sahne kurulur. Halk da ne bilsin bizim iki kan karındaşın kellelerinin kesileceğini. Kendilerini hem güldüreceklerini hem de Osmanlıyı hicvedeceklerini düşünür ve merakla bekleşmeye başlarlar. Bizim iki karındaşı elleri bağlanmış getirirler. Cellât da başlarında. Bizim kalabalık da bütün bu olanları oyun ederler sanıp gülerek izlemekteler. Cellât sorar son isteklerini. Bizim demirci ustası Hacca gitmek isterim der. Cellât güler sen Müslüman değilsin ki? Tamam der demirci ustası ben Müslüman olmak isterim. Şahadeti kursaklarında kalır iki göbeği deliksiz kan karındaşın oracıkta kelleleri alınır. Alınır alınmasına ya kıssamız bitmez böyle. O günden sonra anlatılır dilden dile. Gölgeden deriye. Ne zaman ki her oyunda anlattıkları kıssa hisse olsa akla gelir onlar. Anlattığımız Karagöz ve Hacivat efendi’nin hikâyeleri. Bugün ünü ve dahi şanı yedi düveli aşan iki kan karındaş gölgelerde yaşarlar. Haksızlığa dur demenin bir başka yoludur yaptıkları.

Ahval-i Angara: Biraz sizi tanıyalım mı? Hem de neden, Yolunda A.Ş., neden Çinçin? Çinçin ile olan bağlantınız nedir?Hasan: Ben doğma büyüme Çinçinliyim. Ailem 1962 yılında Erzurum’dan Çinçin’e gelmişler. Ama evlerin yıkılması ve diğer meselelerden ötürü 90’ların başla-rında oradan taşınmak zorunda kaldık. Çinçin, çünkü orayla ilgili çok büyük bir alt yapıya sahiptik şöyle ki ailelerimizdeki, çevremizdeki birçok kişi Altındağlıy-dı, Çinçinliydi, Hasköylüydü. İnsan oralı olunca haliy-le gecekondu kültürüne hakim oluyor. Ankara’da dö-nüp baktığımızda sosyolojik açıdan ilk olarak Çinçin’i görebiliyorduk.Biz Erdağ ile beraber yakla-şık 9 yıldır tiyatro yapıyoruz. “Ve sanat” adında bir atöl-yemiz var. Yolunda A.Ş./Bir Ankara Dümeni dizisi film yapmak istediğimiz süreç içinde çıktı. Maddi boyutlar-da tıkanınca iş, biz de proje-mizi duyurup, gerekli koşul-ları yaratabilmek amacıyla Mynet Sebastian’la birlikte sekiz bölümlük bir internet dizisi yaptık. A.A: Tv’den de teklifler alıyorsunuz fakat buna pek sıcak bakmıyorsunuz biraz bu sektör tavizler gerektirdiğinden sanırım?Erdağ: Dizi sürecinde -on beş yirmi dakikalık video-lar şeklinde de olsa- ertesi gün geri dönüş alabiliyor, bir etki yaratabiliyorsunuz bunu gördük. Ama işin TV boyutunda sürekli bir tüketim, sürekli bir hazırdan beslenme hali var. İnsanlar neden devam etmedi diye soruyor. Çünkü sonu olmayan süreçler bunlar. O yüz-den esas amacımız sinema filmi.Hasan: Aslında bizden çok Çinçin projemizi uzak tutmak istedik TV’den. Biz Çinçin’e girmeden 3 ay önce kadar çok uzun soluklu bir operasyon yaşanıyor, bir film ekibi geliyor orada bir ay boyu çekim yapı-yor ama bütün ekip sivil polis. E tabi insanlar gönlünü açıyor ekmeğini paylaşıyor, sırlarını da. Ertesi gün bir operasyonla bu insanların hepsi evlerinden alınıyor. Biz bu olaydan iki üç ay sonra mahalleye girdiğimiz-de, tabi ki mahalleden arkadaşlarımız da var İbo hala orada, ama bir tepki vardı. Dizi internette yayıldığı anda her şey değişti. Hem kendileri rol aldılar hem se-naryoya destek verdiler hem de set içinde bize destek vermek adına çalıştılar.AA: Hayatın içinden, yaşamın kendisini anlatan

bir dizi Yolunda AŞ. Erdağ: Aslında sadece Çinçin’den doğru ele almasak bile bugünün dünyasında insanlar TV’yi açtıklarında aşklar üzerinden, İstanbul piyasası üzerinden dönen, yaşamın gerçekliğinde çok da fazla yer tutmayan, izle-yicinin kendinden hiçbir şey bulmadığı yapımlar görü-yor. Çinçin genellikle günah keçisi ilan edilen mahal-lelerden. Biz bu algıyı değiştirdik bir yerde. İnsanlar Çinçin’i böyle bilmezdik diyor. Örneğin ay sonunu getirememe meselesi gibi çok basit kodlar insanların diziyi sahiplenmesine neden oldu. Sonra kendileri ya şunu da katsanız şundan da söz etseniz demeye baş-

ladılar ya da Ankara’nın bir başka yerinden insanlar sade-ce video üzerinden gördüğü birine metroda sarılabildiler sıcak görüyorlar çünkü sami-mi görüyorlar, yanlarında gö-rüyorlar anlattığı geçekliğe bakıyor ki kendi gerçekliği. Dolayısıyla kendi arkadaşı, dostuymuş gibi görüyor. Hasan: Mesela dizi çekimi sırasında biz kaçak elektriği

anlattığımızda siz bizim mahallemizi kötü mü göster-meye çalışıyorsunuz dendi. Başka biri de “Ya bu adam-ların bildiklerini devlet zaten biliyor bu adamlar bunu anlatıyorsa en azından bir dayanışma üzerinden bunu anlatıyor diyorlar ki kaçak elektrik yapacaksak biz buna mecbur olduğumuz için yapıyoruz yoksa keyfine kimse bunu yapmıyor.” Aslında geldiğimiz yer orası hala dayanışmayı içinde barındıran, geçmişe olan o özlemi dile getiren, o günlere bir daha dönemeyiz mi acaba diyen bir sürü insan var. Velhasıl Ankara üzerinden anlatılmış da olsa aslında meseleler çok daha temel çok daha sınıfsal meseleler. AA: Doğduğun yer kaderindir denir. Dizide de var-dı bu.Erdağ: Kimlikte Çinçin’i görünce nereye gidersen git sana bakış belli. Oradaki insanlar da bundan bu-nalmış durumda. Diyor ki beni yargılamadan üzeri-ne söz söyleyebileceğin hiç mi bir alan yok, çok iyi bir insan olmayabilirim ama diyalog kuracağımız bir alan hiç mi yok. Biz Çinçin’den, diyaloglardan, onla-rın yaşamlarından çok şey öğrendik. Bizim üstten bir üslupta olmadığımızı insanlar biliyor. Yolda, sokakta, metroda gördüğü vakit o yüzden teklifsiz sarılabiliyor, o yüzden düğününe çağırabiliyor, evine sofrasına dek götürüyor. Sırrını açabiliyor.

Kimisi der Aşık Kemal, kimisi der Kör Kemal, asıl adı Sadık Kemal, bizim bildiğimiz Yaşar Kemal. Onu klasik yaşam öyküsü kalıplarına sığdıramaz-dık, onun yaşamını sanatından, anlatmak istedik-lerinden ayrı tutamazdık çünkü ona göre sanat yaşamın bir yönü, yaşamın içinde oluşan bir varlıktır.

Yaşar Kemal diyor ki; ben bilinçli ola-

rak aydınlığın türküsünü, iyiliğin türküsünü söylemek istedim. Benim kitaplarımı okuyanlar insanın insa-nı sömürmesine karşı çıksın, yoksullarla birlik olsun istedim, yoksulluk bütün insanlığın utancıdır çünkü. Benim kitaplarımı okuyanlar kimseyi aşağılayamasın, bilsinler ki, bir kültürü yok edenlerin kendi kültürleri, insanlıkları ellerinden uçmuş gitmiştir. Romanlarım yaşam gibi doğru söylesin, yaşamla birlik olsun iste-dim. Çünkü yaşam umutsuzluktan umut üretmektir.

İnsan umutsuzluktan umut üreterek bugüne ka-dar gelmiştir.

Onun kahramanları, İnce Memedler, Çakırcalılar; fakirlikten, göçten, devle-

tin, ağaların baskısından, çöküşten gelmiştir ama hiçbir zaman teslim

olmamıştır. O kahramanlardan umut çıkmıştır. O umudu verir.

Onun kahramanları bize direnci gösterir.

Düş Gücünü Yitiren İnsanın Umudu Olur Mu?Gücünü halkından, toprağından alan,Çukurova’yı anlatırken, tüm dünyayı anlatan,Bir insandan yola çıkıp tüm insanlığa işaret eden, Tarihi, coğrafyayı, doğayı ve toplumu, mitler, efsa-neler, türküler, düşler ve gerçeklerle yoğuran,Her kitabı bir çığlık, her çığlığı da doğayla, insan-la kucaklaşmaya bir çağrı olanBir büyük anlatıcı...

Page 11: Sayı3

,Ahval-i Angara - Subat 2015 11

Ters Köş[email protected]

YENİ BİR SÖMÜRÜ ALANI OLARAK

ENDÜSTRİYEL FUTBOL (2)

Spor

Hacettepe Spor Kulübü, TFF 2. Lig’de mücadele eden ve Gençlerbirliği kulübünün altyapısı işlevi gördüğü için kadrosunda genellikle genç futbolcuları barındıran Ankara takımı. Renkleri mor-beyazdır. Kulübün rengi; armasında şekli bulunan Ankara Kalesi’ni yapan, Ga-lat uygarlığının renginden geldiği bilinmektedir.ASAŞ spordan Hacettepe Spor’a Kulüp 1999-2001 yılları arasında 2. Lig’de mücadele etmekteydi. 2. ligdeki 2. sezonunda Doğu Anadolu takımlarının ağırlıkta olduğu 5. gruba alınınca ligden çekilmiş ve 3. Lig’e düşmüştü. 2003-2004 sezonunda Gençler-birliği, 3. Lig’de yer alan ASAŞ’ı satın alıp kendi pi-lot takımı yaptı. Kulübün adı, Gençlerbirliği ASAŞ ve renkleri de kırmızı-siyah olarak değiştirildi. 2002-03 sezonunda şampiyon olan Gençlerbirliği PAF takımı, Gençlerbirliği ASAŞ’ın iskeletini oluşturdu. Gençler-birliği’nin altyapısı haline gelen kulüp 3 sezonda 2 lig yükselerek, 3. Lig’den 1. Lig’e yükseldi.Gençlerbirliği ASAŞ kulübünün ismi, 2006 yılında ASAŞ şirketiyle sponsorluk bedeli konusunda an-laşılamaması sebebiyle Gençlerbirliği OFTAŞ olar-

Tam isimTakma isim(ler)RenklerKuruluş StadyumResmî site

Hacettepe Spor KulübüAnkara MenekşeleriMor-Beyaz23 Kasım 2001 Cebeci İnönü Stadyumuhacettepespor.org

Hacettepe Spor Kulübü

ak değiştirildi. 2006-07 sezonunda 1. Lig şampiyonu olarak Süper Lig’e yükselen Gençlerbirliği OFTAŞ, Gençlerbirliği amblemini kullanmayı bıraktı ve ren-klerini değiştirmeden kendisi için tasarlanan yeni lo-goyu taşımaya başladı. Süper Lig’deki ilk sezonunu A takımının 4 sıra üstünde 11. sırada tamamladı. 2008-2009 sezonu öncesinde, aynı tesisi kullanıp aynı kulübe ait iki futbol takımının aynı ligde yer almasının getirdiği tartışmalardan ötürü 18 Temmuz 2008’deki yönetim kurulunda alınan karar ile kulüp adı Gençler-birliği OFTAŞ’tan, geçmişte adı Keçiörengücü olarak değiştirilen Hacettepe’ye, renklerini de kırmızı-si-yahtan, mor-beyaz’a çevrildi. Bu adı aldıktan sonra mücadele ettiği 2008-2009 sezonunda Süper Lig’i 18. sırada bitirerek 1. Lig’e düştü.

Lig mücadeleleri• Süper Lig: 2007-2009• 1. Lig: 2006-2007, 2009-2010• 2. Lig: 1997-2001, 2004-2006, 2010-2011, 2014-• 3. Lig: 2001-2004, 2011-2014

Kapitalist üretim biçiminin, insan hayatını, zamanı ve mekânları yeniden örgütleme-siyle birlikte bir oyun olarak futbol da de-ğişmek zorunda kalmıştır. Daha önceleri, yani köylülerin özgür topraklarında ve boş zamanlarında oynanan futbol, toprakların özel mülkiyet haline gelerek çit çevirme ile bir açıdan mekânsız kalmıştır. Köylüle-rin, yeni oluşan kentlere işgücü olarak sü-rülmesi ise oyunu ‘oyuncusuz’ bırakmıştır. Günde ortalama on sekiz saat çalışan işçi-lerin, artık bu enerji isteyen oyunu oyna-yacak halleri kalmaz. Kapitalizmin zaman ve mekân üzerinde bu şekilde tahakküm kurmasıyla futbol da artık popüler, gev-şek kurallı, kimi zaman üç yüz kişinin bir arada oynayabildiği bir oyun olmaktan çı-kar. Kapitalizmin zaman ve mekân üzerin-deki tahakkümü, köylüler için mekânsız bı-raktığı futbolun yeni mekânlarını üretmeye başlamıştır. Bu dönüşüm kentlerde işçi sı-nıfının, artık bu yeni mekânlarda oynanan futbolun izleyicisi başka bir yönüyle de tü-keticisi konumuna getirmiştir. Artık futbo-lun eski oyuncularının, köylülerin, oyunu oynayacak ne günleri ne de zamanları var-dır; tatil günlerinde sadece, yeniden ürete-bilmek için dinlenme, eğlenme görünümü altındaki tüketme etkinliğidir artık futbol.Kapitalizmin, işçi sınıfı ve futbol ilişkisi-ni dönüştürmesini salt statlara gidip maç izlemek sadece bilet veya kulübün lisanslı ürünlerini satın almakla açıklanmaz. Stad-yumlar aynı zamanda iktidar ilişkilerinin somut olarak inşa edildiği mekânlardır. Stadyumların iktidar ilişkisinin kapi-talist sistemde meşruluk kazandırma mekânlarından biri olduğu, saha içinde-ki “ağabey” oyunculara, şeref tribünün-den localara, kale arkasından maçları oturarak izlemeye, birçok statta kadın tuvaleti olmamasına kadar somut olarak görülmektedir. Futbol kapitalizmin kendini yeniden üret-tiği bir alandır. Tam da bu yönüyle futbol, cinsiyetçilik, ırkçılık gibi sistemi üreten ideolojilerin meşruluk kazandığı bir alan-dır. Aynı zamanda kapitalizmin tahakkümü dolayısıyla artık boş zamandan azami yarar sağlamaya dönük yaklaşımın işçi sınıfının yaşamının parçası haline gelmesi futbolu bir oyun olarak oynamak bir yana, futbol-la ilişkiyi dönüştürmektedir. Bu yönüyle kapitalizm işçi sınıfını sadece futbolu oynamaktan alıkoymamış aynı zamanda işçi sınıfının futbolla ilişkisini uçucu bir hale dönüştürmüştür.Kapitalizm, tüketim ve boş zaman arasındaki ilişkide televizyon aracılığı ile kitlelere günü yakalayın mesajını aktarır. Geçmiş ve geleceğin yerini şimdiki za-man aldığında spor ve televizyon arasın-daki birliktelik de güçlenmektedir. Böyle-ce de spor ve oyun sahasının sınırlarının belirlenmesi, saha içi sınırlamalar, spor yapma süresinin sınırlanması, bir tecrit etme, zaman ve mekân sınırları belirli yeni bir dünya yaratılır.

Serdar Kadıoğlu

Son günlerde söz edilen altyapı problemi ile neden iyi futbolcu çıkmıyor bizden sorusuna birçok teknik adam, başkan ve federasyon yanıt aradı, arıyor. Peki, bu soruna yanıt aranırken amatör, yerel kulüplere ne yapılıyor? Bu konuyu araştırmak için Ankara’dan bir takımın altyapı hocası ile görüşme yaptık. Bütün bu çalışmalar devam eder-ken onların bu durum-dan nasıl etkilendiğini, bir umut bu takımlarda koşturan geleceğin fut-bolcularının neler yaşa-dığını sorduk.Zenginin oynamadığı fut-bol, yoksul için bir umut kapısı olunca toplumda yok sayılanlar, burada da yok sayılıyor. Hoca-mız ilerde mutlaka iyi bir takımlarda oynayabilecek, yetenekli bir futbolcumuzu anlatırken mali sorundan söz ediyor. Kulübün para ödememesinden dolayı çocuklar yol parasını bile ödeyemiyor. Bunun için bar önlerinde midye sat-maktan başlayarak spora harcaması gereken enerjiyi, futbol oynayabilmek için gereken parayı kazanmaya harcıyor. Hele ki sporun gençler üzerinde düzeltici et-kilerini düşünürsek kulüpler çocukları bataklık yerlere sürüklüyor. Bu nedenle sporun hayata kattıklarından

tutup meselenin sadece yetenek değil, imkânsızlıklar içinde hayatın iyi ve kötü bir sürü şey sunduğu çocuk-ların yaşamıyla ilgili olduğunu söylüyor. Bunlardan da öte çoğu kulüpte dönen rant ve torpil yetenekli ve umudunu futbola bağlamış gençlerin

önüne bir engel daha koyu-yor. Teknik direktörden, baş-kandan torpili olanların öne sürüldüğü, diğerlerinin geri planda bırakıldığı bir düzen var altyapı takımlarında. Ku-lüp içindeki torpil olaylarını da geçelim, büyükşehir bele-diyesinin bile bazı takımlara bağış adı altında belli gelirle-rinden aktarımda bulunduğu bilgisi herkesçe bilinen bir problem. Bunlar üzerine so-rular canlanıyor kafamızda; eğer ki mesele futbolu, sporu desteklemek ise neden sadece belli takımlara “yardım” gidi-yor? Acaba bu torpil ve rantla uğraşanlar futbolu gelişmesi gereken bir spor olarak mı gö-rüyor yoksa her takım işletile-cek bir ticarethane mi? Onlar-ca ticarethane haline gelmiş

takımların altyapısında bulunan yoksul çocuklarının umutlarını ve yeteneklerini ne zamana kadar heba edecekler? Yani kısaca dersek kendi kazdığı kuyuya düşen bir altyapı sorunundan bahsediyoruz.

Abdullah/PURSAKLAR

Umutları Yok Eden Alt YapıTürkiye’de futbol üç büyük kulübe tıkanmış durumda. Geriye kalan kulüpler ise bu büyüklere transfer yapan, onun dışında futbol adına önemi olmayan kulüpler olarak kaldı. Hele ki iş amatör takımlara gelince yoksulun umudu olan futbol ticarileşmiş haliyle umutları yiyen bir yerde duruyor.

Page 12: Sayı3

ADIM ADIM ANGARATuzluçayır

Ali GÜLER

İRTİBAT NUMARALARI Ege Mahallesi

Hüsamettin Özden0536 747 01 61

Dikmen MahallesiCafer Sabancılar 0532 578 88 85

Aydınlıkevler Mahallesi Cihat Teke

0532 734 46 85Şentepe Mahallesi

Ali Güler 0506 355 54 22

AHVAL-İ ANGARAAylık Siyasi Yerel Gazete

Ahval-i Angara adına Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Merve Keskin

Yönetim Yeri: Güneşevler mah. Güneşevler Pazar yeri no: 9/A

Altındağ / ANKARATel no: 0507 059 01 68Tasarım: Cem Demir

Baskı: MATTEK MATBAACILIKAğaç İşleri San. Sit. 1354

(Eski 21. Cadde) 1362. Sokak, No:35 Yenimahalle - İvedik/ ANKARA

Tel: 0 312 433 23 10www.ahvaliangara.com [email protected] ahvaliangara ahvaliangara

Tuzluçayır mahallesi tüm Anadolu’dan göçler alan bir yerleşim alanıdır. Demografik olarak Sivaslılar, Çorumlular, Kara-şarlılar, Deliceliler, Kırıkkaleliler, Develiler, Yozgatlılar sırasıyla çoğunluğu oluşturan kesimleri oluşturmuşlardır.

İlk yerleşimler 1950 yıllarında yaşanmış olmalıdır ama bu aslında “ilk” olmaktan ziyade nüfus yoğunlaşması veya mahalle haline gelmiş yerleşim biçimi olarak ilk sayılmalıdır. 1950 yıllarında, yoğun olarak Beypazarı’na bağlı Kara-şar köylülerince eski çöplük kenarları-na, ilk gecekonduların yapılmış olma-sı kuvvetle muhtemeldir. Eski çöplük olarak bilinen yer, şimdiki Sülüklüdere olarak bilinen ve Karakol ile Hatip Çayı arasında kalan bölgedir. Cami-Cemevi projesinin yapıldığı yerler, eski çöplük üzerine yapılan gecekondular veya ba-rakaların olduğu bölge hala yaşamakta olan gecekondular eski yerleşimler ola-rak bilinmektedir. Çocukluğumun geçtiği 1966-67 yılları ve 1950’li yıllara dair tanık beyanlarına göre; buralar eskiden üzüm bağlarının, badem ve dut ağaçlarının olduğu, ge-niş yeşillikler içinde bir yerdir. 1970’li yıllara kadar yaşayan, Abidinpaşa’da (Şimdiki T. İş Bankası’nın olduğu yer-de) bir şarap fabrikasının varlığı bilin-mektedir ve bu fabrikanın varlığından bu çevrenin üzüm bağlarının genişliği hakkında bir fikir elde etmek mümkün-dür. Şu an Muhtarlığımızın bulunduğu mevki çok yakın zamana kadar bağ idi. Nitekim, Seyran Bağları denilen mevki de bu mahalleye yarım saatlik yürüme mesafesindedir. Tuzluçayır adı da böl-genin dokusundan gelmelidir.Kimler Yaşamadı ki Tuzluçayırda1968 hareketinin önderlerinden Ulaş Bardakçı, (ablası bu mahallede ikamet etmiştir). Sonrasında 1978’liler olacak olan o dönemin çocukları bizler, Mahir Çayan adını o zamanlar bilmezdik ama Ulaş’ın adı Ankara’nın her yerinde bi-linirdi ve türlü hikayeler anlatılırdı ve

Ünlülerin Mahallesi:

masallarla süslenirdi Ulaş, Deniz ve İbo adları…

Mustafa Timisi (pazarcılık yapar) ve Süleyman Ayten (muhtar) gibi si-yasal kişilikler ve Feyzullah Çınar, Ala Deli, Ali Kızıltuğ gibi aşıklar bu mahallenin yetiştirdiği evlatları sa-yılır. Hatta şimdiki Mamak Belediye Başkanı Mesut Akgül de bu mahal-leden sayılabilir. Öldüğünde cebinde 2,5 lirası olan Temizlik Çavuşu Aşık Feyzullah Çınar, Tuzluçayır ahalisinin en meşhur parkında yaşamaktadır. Gezi direnişçileri ve şehitlerinden olan Ali İsmail Korkmaz adı da bu aşığın yanına eklenmiştir ve yine bu parkın içinde Belediye müştemilatı olan gecekondu, Ethem Sarısülük kitaplığı yapılmıştır. (Büyük ihtimal 1980 öncesi Halkevleri de bu yapıda faaliyet yürütmüştür.Tuzluçayır 1980 öncesi tamamına yakı-nı Alevi inancına sahiptir ve gecekon-dularda yaşamaktadır. Tamamına yakını şimdilerde “enformel sektör” diye tabir

edilen işlerde çalışmakta-dır. Tamamına yakını yine işçidir ama kırdan yeni kopmuş “yeni özgürleş-miş köle” olarak şehir va-roşlarına tutunmuşlardır. Bu zorlu tutunma doğal olarak dayanışmayı ge-rektirir… Tüm varoşlarda

olduğu gibi dayanışma, özellikle dev-let, hükümet ve belediye başta olmak üzere her yandan gelen baskılara karşı gelişmiştir. Aradan geçen zamanda bu tutunmanın mahiyeti değişmiştir. Eski tutunma, insanlığın yaşamsal bir ihtiya-cı (konut) olarak belirmiş ve işler doğası gereği siyasal muhalefete dönüşmüştür. 1968 Gençlik Hareketi kendisini ye-tiştiren verimli toprağı Tuzluçayır’da bulmuş, tutunmanın mahiyeti de siyasal dayanışma olmuştur.

Sobacı Akif, “Eve giderken korkuyo-rum, Tuzluçayır kozmonot bir yer oldu” demişti, sohbetimizde.Akif Abi’nin bu korkusu yeni bir algı da olabilir, gerçekliğin ta kendisi de… Eski yaşam tarzları, yenilere yenik dü-şüyor her yerde… Müthiş bir gelecek korkusu tüm yaşlılarda mevcuttur ve şimdiki kuşaklar belirsiz bir geleceğe doğru yuvarlanmaktadırlar. Akif Abi şimdilerde uyuşturucu çetelerinden, her türlü ahlaki yozlaşmalardan kork-maktadır. Peki bu tür korku önceleri hiç yaşanmamış mıdır? Görünen o ki “sağ-sol çatışmaları” 1980 öncesi her yerde olduğu kadarıyla ve ondan daha fazlası Tuzluçayır Mahallesinde yaşanmıştır. Hemşerilik türünden ayrışmaları 1970’lerde “sağ-sol” ayrışmaları takip etmiş olmalıdır. Ama Akif Abi “milletin dini, imanı, peygamberi para olmuş” di-yerek başka bir korkuya, kaygıya dikkat çekmek istiyor. 1950’li yılların sonuna doğru babam buralara kaçak geti-rirmiş. 1966 yılı da benim 5 yaşıma denk gelen uğursuz bir yer olarak beynimde yer aldı. Şimdiki Pir Sultan Derneği karşısında yer alan düzlük çocukların oyun alanı olarak işlev görürdü. Ve Süleyman Ayten Cad. ile Okullar Cad. kavşağında yer alan Tuzluçayır Sine-ması ile ilk sanatsal buluşmalar yaşanırdı. Açık hava sineması o

Görünen odur ki, Tuzluçayır Ma-hallesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi gibi, 1968 hareketinin devrim-ci gençliği için halkla buluşma noktası olmuştur. Tuzluçayır, Cebeci kampüsündeki fakültele-re yakındır, yürüme mesafesiyle yarım saat olan bu uzaklık nede-niyle, öğrenciler için hem ikamet edilir hem de devrimci faaliyet yürütülür bir nokta olmuştur, olmaktadır.

Mahallenin meşhurları saymakla bitmez, Sivaslı Kara Zeki, Kara İbrahim ve Hasan Köse gibi kabadayılar, aslında mahalleyi, değerleri savu-nan kişilerdir. Özellikle Hasan Abimiz, bizim gecekondumuzu savunmaya gelen tek biricik sima olarak hafızama kazınmıştır. Babam ve annem hala bu insanı gururla ama ölümünü de üzüle-rek anarlar. Tuzluçayır Mahallesi, Mamak

İlçesi’ne bağlı olup adının ne-reden geldiği konusunda net bir bilgi yoktur. Kendisiyle görüştü-ğümüz Yelda Yürekli arkadaşın, “80 DARBESİ VE TOPLUM-SAL MUHALEFETE ETKİ-Sİ: MAMAK/TUZLUÇAYIR MAHALLESİ ÖRNEĞİ” baş-lıklı Lisans Tezi Tuzluçayır’a dair, mevcut tek akademik çalış-ma özelliğinde olup, pek yakında henüz adı konulmamış bir kitabı da yayınlanma aşamasındadır.

zamanlar bütün mahalleli için sosyal fa-aliyet merkezi idi. Bu dönem filmlerin-de zengini iyi, fakiri kötü gösteren bir filme pek rastlanmazdı veya hiç yoktu. Mahallede iki açık hava sineması daha vardı; Kader Sineması şimdiki Kiler Market civarındaydı ve Türk-İş Sine-ması’nın olduğu yere de Meslek Lisesi yapıldı. Bu iki sinemanın arka tarafı or-manlık bir alandı. Pazar yeri ve futbol oynadığımız geniş sahalar buralardaki yerlerdi. 1970’lerin ikinci yarısından itibaren buralar, “silahlı çatışmaların yaşandığı tarla” olarak hafızalarda yer etmiştir. “Tarladan geliyorum” demek, “çatışmadan geliyorum” demekti…1950’lerin ikinci yarısından 1960’ların son çeyreğine kadar yakın mahalleler kurulmamıştı. Bu tarihten sonra çok az bir yapılaşmanın olduğu Şahintepe ve sonrasından giderek Ege Mahalle-leri ve en sonra da bugünkü sınırlarını belirleyen ve Tavuk Çiftliğinin olduğu (Şimdilerde büyük AVM’ler var bura-larda) yere kadar olan bölge adım adım gecekondulaşmaya veya siyasal çatış-malara sahne oldu. En şiddetli çatışma-lar da sanırım Saime Kadın sınırları ile Ege, şimdiki Cengizhan ile Durali Alıç Mahalleleri arasındaki bölgelerde ol-muştur. Buranın devrimcilerinde şöyle bir klişe oluşmuştu; “Tuzluçayır’ın adı, Ege’nin aslanları!”