32
SERXWEBÛN JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE Sal: 29 / Hejmar 342 / Hezîran 2010 Muğla’da yaşamını yitiren Kürt öğrenci Şer- zan Kurt’un yakınlarına başsağlığı dilekleri- mi sunuyor, acılarını paylaşıyorum. Tokat’ta da Kürt öğrencilere dönük benzer saldırılar var. Sindirmeye çalışıyorlar, bunlar sindirme amaçlıdır. Bu saldırılar daha da artarak de- vam edebilir, buna karşı tedbirler alınabilme- lidir. Bu saldırıların, linçlerin planlı olduğu, halkımızın ve gençliğin iradesini kırmak için bu tür linç kampanyalarının giderek yoğun- laştığı, toplumu katliama hazırlamanın hedef- lendiğini herkes söylüyor. Evet, öyledir. Kürtlere uygulanmak istenen siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel bir soykırımdır. İşte görü- lüyor 1500 Kürt siyasetçisi içeride... PKK’yi tanıyorum PKK direnir yenilmez ABDULLAH ÖCALAN İÇİNDEKİLER Dördüncü stratejik mücadele dönemi varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama dönemidir 20 de Heval Zilan özgürlük çizgisinde kendisini yaratan kadındır 26 da Tecavüz kültürüne karşı mücadele en temelde de soykırıma karşı mücadeledir 27 de Umut Meşesi 30 da TARİHİ FIRSAT DOĞMUŞTUR Mayıs ayında PKK Yürütme Komitesi ve KCK Yürütme Konseyi dört aylık toplantılarını ayrı ayrı yapmış, başta mücadele tarihinde üçüncü dönemin sonlanıp dördüncü dönemin başlaması olmak üzere tüm ideolojik, örgütsel, siyasal ve eylemsel konuları tartışmış, dönemin doğrultu- sunu belirleyerek pratiğin çok yönlü geliştirilmesi konu- sunda önemli kararlara varmıştır... Dördüncü mücadele dönemi fedaice katılımla kazanılacaktır sayfa 6’da İnsanlığımız kendini var eden iki temel olgunun dayan- ma sınırlarını zorlayan saldırılarla karşı karşıyadır. Ken- disiyle birlikte tüm canlı hayatın sürdürülüp sürdürüle- meyeceği geleceği için direniş temelinde yeni kararlar alıp alamayacağıyla, bu kararların doğruluğu ve uygula- nabilirliğiyle doğrudan bağlantılı bir duruma gelmiştir. Çeşitli bilim insanları, felsefeciler... Ahlakımız toplumsallığımızdır sayfa 12’de Yakın döneme kadar hükümranlığını sürdüren pozitif bilimlerin hiç de lanse edildikleri gibi anti-metafizik ve anti-din perspektifli olmadıkları, en azından metafizik ve din kavramları kadar dinsel ve metafizik bir boyut taşı- dıkları açığa çıkmakta ve tartışılmaktadır. Avrupa sosyal bilim hegemonyası, uzun süre katı pozitivist metafizikle bu gerçeği yadsıyarak, belki uygarlık... Pozitivizm çağdaş putçuluktur sayfa 10’da sayfa 16’da KÜRT HALKININ ÖZGÜRLÜĞÜ İÇİN

SERXWEBÛN JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE Sal: 29 / Hejmar 342 / Hezîran 2010 Muğla’da yaşamını yitiren Kürt öğrenci Şer-zan Kurt’un yakınları

  • Upload
    others

  • View
    8

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: SERXWEBÛN JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE Sal: 29 / Hejmar 342 / Hezîran 2010 Muğla’da yaşamını yitiren Kürt öğrenci Şer-zan Kurt’un yakınları

SERXWEBÛNJI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE

Sal: 29 / Hejmar 342 / Hezîran 2010

Muğla’da yaşamını yitiren Kürt öğrenci Şer-zan Kurt’un yakınlarına başsağlığı dilekleri-mi sunuyor, acılarını paylaşıyorum. Tokat’tada Kürt öğrencilere dönük benzer saldırılarvar. Sindirmeye çalışıyorlar, bunlar sindirmeamaçlıdır. Bu saldırılar daha da artarak de-vam edebilir, buna karşı tedbirler alınabilme-lidir. Bu saldırıların, linçlerin planlı olduğu,

halkımızın ve gençliğin iradesini kırmak içinbu tür linç kampanyalarının giderek yoğun-laştığı, toplumu katliama hazırlamanın hedef-lendiğini herkes söylüyor. Evet, öyledir.Kürtlere uygulanmak istenen siyasi, sosyal,ekonomik, kültürel bir soykırımdır. İşte görü-lüyor 1500 Kürt siyasetçisi içeride...

PKK’yi tanıyorum PKK direnir yenilmez

ABDULLAH ÖCALAN

İÇİNDEKİLER

Dördüncü stratejik mücadele dönemi varlığını koruma ve özgürlüğünü

sağlama dönemidir20’de

Heval Zilan özgürlük çizgisinde kendisini yaratan kadındır

26’daTecavüz kültürüne karşı mücadele

en temelde de soykırıma karşı mücadeledir27’de

Umut Meşesi30’da

TARİHİ FIRSAT DOĞMUŞTUR

Mayıs ayında PKK Yürütme Komitesi ve KCK YürütmeKonseyi dört aylık toplantılarını ayrı ayrı yapmış, baştamücadele tarihinde üçüncü dönemin sonlanıp dördüncüdönemin başlaması olmak üzere tüm ideolojik, örgütsel,siyasal ve eylemsel konuları tartışmış, dönemin doğrultu-sunu belirleyerek pratiğin çok yönlü geliştirilmesi konu-sunda önemli kararlara varmıştır...

Dördüncü mücadele dönemi

fedaice katılımla kazanılacaktır

sayfa 6’da

İnsanlığımız kendini var eden iki temel olgunun dayan-ma sınırlarını zorlayan saldırılarla karşı karşıyadır. Ken-disiyle birlikte tüm canlı hayatın sürdürülüp sürdürüle-meyeceği geleceği için direniş temelinde yeni kararlaralıp alamayacağıyla, bu kararların doğruluğu ve uygula-nabilirliğiyle doğrudan bağlantılı bir duruma gelmiştir.Çeşitli bilim insanları, felsefeciler...

Ahlakımız toplumsallığımızdır

sayfa 12’de

Yakın döneme kadar hükümranlığını sürdüren pozitifbilimlerin hiç de lanse edildikleri gibi anti-metafizik veanti-din perspektifli olmadıkları, en azından metafizik vedin kavramları kadar dinsel ve metafizik bir boyut taşı-dıkları açığa çıkmakta ve tartışılmaktadır. Avrupa sosyalbilim hegemonyası, uzun süre katı pozitivist metafiziklebu gerçeği yadsıyarak, belki uygarlık...

Pozitivizm çağdaş putçuluktur

sayfa 10’da

sayfa 16’da

K Ü R T H A L K I N I N Ö Z G Ü R L Ü Ğ Ü İ Ç İ N

Page 2: SERXWEBÛN JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE Sal: 29 / Hejmar 342 / Hezîran 2010 Muğla’da yaşamını yitiren Kürt öğrenci Şer-zan Kurt’un yakınları

Kapitalist sistem doğası ge-reği ideolojik, siyasal, sos-yal, kültürel ve ekonomik

bunalımları insanlığa sürekli yaşat-maktadır. Toplumsal sorunlar, top-lumsal cinsiyetçi devletçi sistemlebaşladığı gibi, kapitalist devletçi sis-temle birlikte tamamen ölümcül birkaraktere kavuşmuştur. ÖnderApo’nun kapitalizmi kanserli bir sis-tem olarak tanımlaması tam da bugerçeği ifade etmektedir.

Kapitalist sistem gelinen aşamadatamamen kumar haline getirilen kanemici ekonomiyle insanlığın başınabela haline gelmiştir. Kapitalist sis-temin gereksizliği siyasal, sosyal,kültürel ve ekonomik alanda hergün kendisini daha fazla hissettir-mektedir.

Kapitalist sistem kendi içinde bu-nalımı ifade ettiği gibi, bu bunalımınıda halkların sırtından atlatmaya ça-lışmaktadır. Özellikle finansal kapi-talist merkezleri suni bunalımlar ya-ratarak halkların değerini kendi ka-salarına akıtmaktadırlar. 2008 yılındadünya genelinde kendini gösterenekonomik kriz kapitalizmin bir kriziolduğu gibi, bu krizin halkların sırtınayıkılması için planlanmış bir ekono-mik kriz olarak da görülmelidir. Finanskapital merkezleri bu krizlerle halk-ların yarattığı değerleri gasp etmek-tedirler. Kapitalist sistem kendiniböyle yaşatmaktadır.

Kapitalist sistem sadece kendiegemenliği ve sömürüsünü düşün-düğünden siyasal alanda da krizlerher tarafta baş göstermektedir. Ka-pitalizmin insanlık için nasıl kriz veyük haline gelen bir sistem olduğuen iyi biçimde Ortadoğu’da görül-mektedir. Kapitalist modernist sistemABD’nin öncülüğünde, içine tümdenalamadığı; dünya ekonomik ve si-yasal egemenliği için çok önemliolan Ortadoğu’ya Afganistan ve Iraküzerinden askeri müdahalelerde bu-lunmuştur. Bu müdahaleler kuşkusuzkendi ideolojik, siyasal, kültürel veekonomik hâkimiyetini sağlamak içinyapılmıştır. Kapitalist modernizmi herbakımdan hâkim kılmak isteyen bumüdahaleden istenilen sonuç alına-madığı gibi, var olan sorunları dahada ağırlaştırmış ve içinden çıkılamazhale getirmiştir. Bir taraftan küreselkapitalist sisteminin yerel otoritelerinegemenlik alanlarını daraltmak is-temlerine karşı statükocu yerel un-surların, diğer taraftan kapitalist mo-dernitenin toplumsallığı ve toplumsaldeğerleri tümden yok etmeye yöneliksaldırılarına karşı toplumsal dokunundirenmesi kapitalist sistemin müda-halesinin sonuç almamasını bera-berinde getirmiştir.

Zaten statükocu güçler yıllarcakapitalist sistem tarafından bizzatbeslendiği gibi, devletçi ve iktidarcıbu sistem bizzat kapitalizmin bölge-deki ajanları olarak rollerini oyna-mışlardır. Devletçi, iktidarcı ve sö-mürücü karakterleri bu iki gücün herzaman halklar karşısında ortak duruşgöstermelerini sağlamaktadır. Böl-gedeki varlıklarını birbirlerinden des-tek alarak sürdürmektedirler. Halklarkarşısında devletçi, iktidarcı ve sö-mürücü sistemlerini koruma savaşınıvermektedirler. Ancak her zaman ol-duğu gibi bugün de kendi içlerindeki

iktidar ve çıkar paylaşımı konusundakimi çekişme ve çatışmalar içine gir-mektedirler.

Toplumlarda alternatif yaşamarayışı giderek yükselmektedir

Kapitalist sistem Ortadoğu’da is-tediği hâkimiyeti kuramadığı gibi,dünyanın diğer alanlarında da çeşitlidüzeyde sorunlar yaşamaktadır. Hemsistem kendi içinde kimi sorunlaryaşamakta hem de halkların özgürlükistemi karşısındaki çözümsüzlüğüvar olan sorunlarını daha da ağır-laştırmaktadır.

Ortadoğu ve Latin Amerika halakapitalist modernite merkezlerininkontrol sistemine karşı direnen iki

odak durumundadır. Kuşkusuz halk-ların tarihsel ve toplumsal değerleriOrtadoğu’da bu karşı duruşun vedirenişin zemini durumundadır. Buzemin daha güçlü bir potansiyeli ih-tiva etmektedir. Her ne kadar LatinAmerika ve daha başka yerlerde dekapitalist modernite merkezlerinekarşı bir duruş gösterilse de temelsorun devletçi iktidarcı paradigmanınfelsefi, ideolojik ve teorik olarak aşı-lamaması ve alternatif toplumsal ya-pılanmanın ortaya konulamamasıtemel bir handikap durumundadır.Bu nedenle modernist paradigmanınufku aşılamamakta, dolayısıyla an-tikapitalist mücadelede ciddi yeter-sizlikler ortaya çıkmaktadır.

Kapitalist modernitenin vahşetinekarşı gerçek bir mücadele sahibi ol-mak için öncelikle demokratik birmuhtevaya sahip olmak gereklidir.Kapitalist modernitenin anti-demo-kratik gerçekliği karşısında demo-kratik bir sistemi temsil etmeden vegerçek bir alternatifi ortaya çıkar-madan mücadele ediyorum demekgerçekçi olmadığı gibi nihayetindekarşıtına dönüşeceği mutlak bir so-nuçtur. Bu açıdan kapitalist para-digma yörüngesinin dışına çıkmakbu temelde mücadeleyi geliştirmekçok önemli bir eksen durumundadır.

Kapitalist sistemin hegemonik gücüABD olsa da Rusya, Çin, Hindistangibi ülkeler de sistem içinde etkili odak-

lar olmak istemektedirler. 20. yüzyıldaolduğu gibi sistemiçi cepheden savaşankarşıt güçlerin oluşmasının koşullarıkalmamıştır. Kapitalizmin küreselleş-mesi böyle karşıtlıkların oluşmasınaimkân vermemektedir. Ancak sistemiçi bir güç paylaşım mücadelesi dekapitalizmin doğası gereği yaşana-caktır. Latin Amerika’da Brezilya kendinietkili kılmak istemekte ve bu temeldedünyada yükselen yeni bir siyasi güçolma politikası izlemektedir. Avrupa,ABD ile birçok konuda ortak politikaizlese de sistem içi bir mücadele içindeoldukları bilinmektedir. Bu çelişkilerbu yönüyle sistemin zayıflığı olarakdışa vururken, diğer yandan halklarınmücadelesinin de yararlanabileceğibir durumu ifade etmektedir. Ancak

bu çelişkilerin cepheden çatışmalar,kavgalar biçiminde bir sonuç doğur-mayacağı da bilinmesi gereken diğerbir gerçeklik durumundadır.

Sistemin yaşadığı ekonomik, sos-yal, kültürel ve siyasal krizler ve top-lumlara yaşattığı sorunlar, sisteminhalklar karşısındaki teşhirini fazlasıylasağlatmıştır. Siyasal dengesizlikler,sosyal sorunların ağırlığı ve bu alan-daki çürüme, kültürün toplumu güç-lendiren değil de çökerten bir olguhaline gelmesi; işsizlik, çevre felaketidaha birçok sorun kapitalizmin aşıl-masını beraberinde getirecek sistemkrizinin kaos halini ifade etmektedir.Toplumlarda alternatif yaşam arayışıgiderek yükselmektedir. Her ne kadarliberal ideoloji ve kültürüyle ayaktadurmaya çalışsa da dayandığı buideoloji ve kültür aynı zamanda birçöküntü zemini haline gelmiş bu-lunmaktadır.

Önder Apo’nun öngördüğü ahlakipolitik toplum ve demokratik komünalyaşamın örgütlü sistemini ifade edendemokratik konfederalizm, bugün in-sanlığı kanserli sistemden kurtaracakgerçek bir alternatif haline gelmiş bu-lunmaktadır. Sistemin alternatifi, Ön-derliğimizin felsefi, ideolojik ve teorikçözümlemeleri ve bunun toplumsalalandaki örgütsel yapılanma modeliyleyaratılmıştır. Eğer adına demokratikmodernite denilen bu yapılanma ger-

çeği iyi bir öncülüğe kavuşturulursabu alternatifin her yerde pratikleşmezemini fazlasıyla ortaya çıkmıştır.Dünya halkları şimdi böyle bir yapı-lanma gerçeğine öncülük edilmesinibeklemektedir.

Bölgedeki sorunların çözümühalkaların demokratik iradesiyle aşılır

Devletçi, iktidarcı toplumsal cinsi-yetçi sistemin en son kanserli haliolan kapitalizmin dünya genelindeyaşadığı kriz ve sorunlar Ortadoğu’dadaha kapsamlı yaşanmaktadır. 20.yüzyılda işbirlikçiliğe dayalı Ortado-ğu’da kurdukları sistem 21. yüzyıldakapitalizmin küresel karakteriyle çe-lişince işbirlikçilik yeni bir biçime ka-vuşturulmak istenmiştir. Buna karşıdirenen eski statükonun aktörlerinekarşı yapılan müdahale, dış müda-halenin sorunlara çözüm olmayaca-ğını kanıtlamıştır. Ancak daha öncesoğuk savaş döneminde dış güçlerin

desteği nedeniyle statükocu güçleringöz açtırmadığı yeni siyasi aktörlerbu müdahaleyle birlikte tarih sahne-sine çıkma fırsatı bulmuşlardır.

Dış müdahalelerin çözümsüzlüğühalkların demokrasi seçeneğini pra-tikleştirmede önünü açmıştır. Dün-yada demokrasi eğiliminin her yerdegelişmesi ve halkların baskılara rağ-men demokrasi ve özgürlük özleminimücadeleleriyle canlı tutması, Orta-doğu’da da demokrasiyi ülkelerin ka-pısına dayandırmıştır. Son müdaha-lenin yarattığı ağır sonuçlar statükocugüçlerin ve dış güçlerin halklar açı-sından nasıl bir çözümsüzlük oldu-ğunu bir kez daha göstermiş ve top-lumun örgütlenmesine, irade olma-sına dayalı demokrasiyi ve özgüryaşamı tek seçenek haline getirmiştir.

Önder Apo daha Atina Savunma-sı’nda dış güçlerin bölgeye müda-halesi durumunda halkların demo-kratik seçeneğinin oluşturularak sü-rece müdahale edilmesini istemiştir.Ancak tasfiyeci provokasyon nede-niyle Hareketimiz bunu gerçekleştir-me imkânı bulamamıştı. ÖnderApo’nun son savunmaları, bölgedeyaşanan gelişmeler bu seçeneğinyeni süreçte, pratikleştirme imkânınıortaya çıkarmıştır. Hem Hareketimizinideolojik, örgütsel, siyasal hazırlığıhem de bölgedeki sorunların çözül-mesi gereken bir olgunluğa ulaşması,

halkların demokratik seçeneğinin pra-tikleşme imkânlarını fazlasıyla art-tırmıştır. Önder Apo’nun Kürdistanve bölgedeki gelişmeler çerçevesindemevcut süreci Fransız ve Rus dev-rimlerine benzetmesi, aynı zamandaHareketimizin önüne koyduğu gö-revleri göstermektedir.

Tüm Ortadoğu ülkelerinde ciddisorunlar bulunsa da Kürtler üzerindesiyasi egemenlik ve kültürel soykırımısürdürmek isteyen ülkeler daha fazlabir krizi yaşamaktadırlar. Başta Kürthalkının mücadelesi olmak üzerehalkların mücadelesi karşısında mev-cut iktidar biçimlerini ayakta tutmaktazorlanmaktadırlar.

Bölge ülkelerinin gerçeğini çarpıcıbir biçimde İran devletinin duruşuortaya koymaktadır. Bir taraftanABD’nin kuşatma baskısını üzerindehissederken, diğer taraftan baştaKürt halkı olmak üzere içteki diğerhalklar üzerinde baskıcı bir iktidarolması bir paradoksu oluşturmaktadır.İran devleti kapitalist sistem karşıtlığınedeniyle ABD ile çelişki içinde de-

ğildir. Nasıl ki Türkiye’de Ergenekondenen cinayet şebekesinin 2003 yı-lından sonra ABD karşıtlığını geliş-tirmesi kapitalist sistem karşıtlığı ka-rakterinden kaynaklanmamışsa,İran’ın ABD ile çekişmesi de anti-emperyalist karakterinden dolayı de-ğildir. Ergenekoncular, neden PKK’yekarşı kendileriyle birlikte operasyonyapmıyor diye ABD karşıtlığı yaptırıp,ABD ve Güney Kürdistan üzerindebaskı kurmak istiyorlardı. İran isekendisini bölgede etkili kılmak ister-ken bölgeye müdahale eden ABDile çelişkili yaşamaktadır. Ne ABDOrtadoğu’ya demokrasi ve özgürlükgetirmek için müdahale yapıyor nede İran anti-emperyalist olduğu içinABD ile sorun yaşıyor. PKK’ye karşıbenzer tutum takınmaları gerekti-ğinde nasıl çirkin bir ittifak içine gir-dikleri görülmüştür. 2007 yılında ABDuçakları keşif yapıp, Türk uçaklarıPJAK’ın basın biriminin kaldığı yeribombalarken aynı yeri İran devletininde top atışıyla bombalayarak mutlaksonuç almak istemesi buna çarpıcıbir örnektir.

Günümüzde kapitalist hegemon-yacılığa karşı mücadele yürütmekancak demokratik bir topluma dayalıdemokratik bir siyasi anlayışa sahipolmakla mümkündür. Çünkü ancakdemokrasi toplumları güçlendirir;güçlü topluma dayanılarak dış güçler

Serxwebûn Sayfa 2Haziran 2010

KÜRT HALKININ ÖZGÜRLÜĞÜKÜRT HALKININ ÖZGÜRLÜĞÜİÇİN TARİHİ FIRSAT DOĞMUŞTURİÇİN TARİHİ FIRSAT DOĞMUŞTUR

“Kapitalist sistem

Ortadoğu’da istediği

hâkimiyeti kuramadığı gibi,

dünyanın diğer alanlarında

da çeşitli düzeyde sorunlar

yaşamaktadır. Hem sistem

kendi içinde kimi sorunlar

yaşamakta hem de halkların

özgürlük istemi karşısındaki

çözümsüzlüğü var olan

sorunlarını daha da

ağırlaştırmaktadır. Ortadoğu

ve Latin Amerika hâlâ

kapitalist modernite

merkezlerinin kontrol

sistemine karşı direnen iki

odak durumundadır”

Page 3: SERXWEBÛN JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE Sal: 29 / Hejmar 342 / Hezîran 2010 Muğla’da yaşamını yitiren Kürt öğrenci Şer-zan Kurt’un yakınları

karşısında durulabilir. Toplumu bı-rakalım güç yapmayı, toplumu zayıfbırakan ülkeler dış güçler karşısındazayıf kalmaya ve sonuçta teslim ol-maya mahkûmdurlar. Kaldı ki bölgekimliğine dayalı bir ideoloji ve mü-cadele çizgisi yürüten kendi öz gü-cüne dayanan bağımsız bir alternatifpolitikaya sahip PKK konusunda İrandevletinin pazarlıklar yapması kar-şıtlık temelinde bir çizgiyi sürdürerekçıkarlarını bu temelde sağlamayaçalışması kendi gerçeğini ortayakoymaktadır.

Doğu Kürdistan’daki ÖzgürlükHareketi demokratik mücadeleyedaha fazla ağırlık vermeli

Türkiye, İran ve Suriye Kürt halkı-nın Özgürlük Mücadelesi’ni tasfiyeetmek, böylece Kürtlerin 21. yüzyıldada siyasi bir güç olmasını engellemekiçin kirli bir ittifak içine girmiş, bunaIrak’ı da dahil etme çabası içindebulunmaktadırlar. Bu ittifakla Kürtlerinyükselen mücadelesi ve örgütlü gü-cünün bütün bu ülkelerde demokratikve özgür yaşamı kurmasının ve bunukendilerine kabul ettirmesinin önünegeçmeye çalışmaktadırlar. Bu ülkelerarkalarındaki diğer güçleri ve başkaittifakları da bu mücadelenin bastırıl-masında kullanmaktadırlar. Bu ne-denle Kürt Özgürlük Hareketi karşı-sında çok geniş bir karşıt cephe oluş-muş bulunmaktadır. Önder Apo bunuüçüncü dünya savaşı olarak da de-ğerlendirmiştir.

İran’ın olumsuz yaklaşımlarına rağ-men Türkiye ile çelişki içine gireceği,sonuçta Türkiye’nin ABD yanında yeralacağı düşünüldüğünde, Doğu Kür-distan’daki özgürlük mücadelesininİran’a karşı misilleme eylemleri dı-şında çok şiddetli bir savaşa girmedendengeli bir politika izlemesi tüm par-çalardaki özgürlük mücadelemiz açı-sından daha doğru olacaktır. DoğuKürdistan’daki Özgürlük Hareketi’nindemokratik siyasal mücadelesinedaha fazla ağırlık vermesi gerekmek-tedir. Suriye’ye karşı ise mevcut so-runları gideren bir yaklaşım sergile-mek gerekmektedir. Batı Kürdistan’da-ki Kürt Özgürlük Hareketiyle Suriyedevleti arasındaki sorunları demokratiktemelde çözme imkânlarına ağırlıkvermek gerekmektedir. Suriye’yekarşı demokratik mücadelede de dik-katli olmak, Suriye ile cepheden karşıkarşıya gelmemek doğru bir politikaolarak görülmeli ve bu çerçevede ha-reket edilmelidir.

Türk devleti komşularla sıfır sorunve çok boyutlu politika yaklaşımıylakendisine göre birbirleriyle çelişki içindeolan güçlerin tümünü Kürt ÖzgürlükHareketi’nin üzerine sürme politikasınıyürüteceğini sanmaktadır. Ancak busöylemler kulağa hoş gelse de ulus-lararası ve bölgesel gerçekliğe uyma-yan, şimdiye kadar hiç kimsenin ba-şaramadığı bir cambazlığı kendisininbaşaracağını sanan bir ukalalığı ifadeetmektedir. Böyle bir politikanın ger-çekleştirilmesi mümkün değildir. Hattabu politika ters tepmeye, dimyatapirince giderken evdeki bulgurdan ol-maya mahkûmdur. Zaten daha şimdi-den böyle bir kurnazlığın getirdiği tep-kiler Türkiye’yi dış politikada sıkıntıya

sokmuş bulunmaktadır. Filistin dava-sına sahip çıkma üzerinden Araplarıyanına alma, İran’ın nükleer sorunundagörüldüğü gibi her tarafı memnun etmeyaklaşımı ters tepmiş, bunu nasıl gi-dereceklerinin telaşı içinde girmişlerdir.Dolayısıyla AKP’nin bu politikasınınbölge denklemi içerisinde sonuç al-mayacağı ve çeşitli açıkları yaratacağıortaya çıkmıştır.

Türk devleti bir taraftan bölgedekianti-Kürt ittifakıyla mücadelemizekarşı bir savaş yürütürken, diğer ta-raftan üçlü mekanizma denen ABD,Türkiye ve Irak ilişkileri üzerinden debu amacına ulaşmak istemektedir.Bu mekanizmaya daha sonra GüneyKürdistan federasyonunu da katmış-lardır. Üçlü mekanizma çerçevesindeHareketimize karşı birçok karşı faaliyetyürütmektedirler. Üzerimizde siyasibaskı kurma, bir kuşatma içine alma,Hareketin içine el atma, savaşçılarıkaçırtma, dış dünya ile ilişkilerimizikesme konularında çok yönlü bir çabaiçindedirler. Güney Kürdistanlı güçlerdoğrudan askeri bir saldırının içindeyer almasa da yukarıda belirttiğimizbütün çalışmaların hem ortağı hemde yürütücüsü durumundadırlar. Gü-ney Kürdistan’ı bu yönlü karşıt faali-yetlere açık tutmaktadırlar.

Ancak sömürgeci güçlerin politi-kaları tüm parçalardaki halkımızı kay-gılandırdığından bu durum bizzat Gü-neyli siyasi güçler üzerinde etki yap-maktadır. Irak’taki siyasal durumungiderek Kürtler aleyhine şekillenmesive bölge ülkelerinin Kerkük konu-sunda giderek Arap milliyetçiliğininyanında yer alması Güney Kürdistanlısiyasi güçlerin tümüyle Hareketimizüzerine yönelmesini engelleyici birfaktör olmaktadır.

Özellikle Kürt Özgürlük Hareketi’nin37 yıldır yürüttüğü mücadele Kürdis-tan’daki siyasal bilinci, örgütleme dü-zeyini önemli düzeyde etkilemiştir.Bugün artık Kürdistan’da ve yurtdı-şında yaşayan Kürtler arasında Kürtkamuoyu diyebileceğimiz önemli birsiyasi olgu oluşmuştur. Bu nedenleKürt siyasi hareketlerinin ulusal çıkarıaleyhine faaliyet yapmalarını engel-lemede etkide bulunacak böyle birgerçeğin ortaya çıkması önemlidir.Artık KDP, YNK ya da başka bir gücün‘ben yaptım oldu’ diyerek Kürtlerinaleyhine ilişkiler içinde olması ve olum-suz bir pratik içine girmesi zorlaşmıştır.Kuşkusuz olumsuz tutumlar içine gir-mezler demek gerçekçi değildir. Bukonuda duyarlı, tedbirli olmak şarttır.Ancak Kürt kamuoyu iyi değerlendi-rildiğinde eskiye benzer yanlış yap-maları daha da güçleşmiştir. İhanetlerinönüne geçme imkânları eskiye göreartmıştır. Bu açıdan Güney Kürdistanlıgüçlerle siyasi ilişkileri sürdürmek, on-ları Türkiye ya da diğer sömürgecigüçlere yakın bir politika izlemesiniönlemek konusunda da gerekli du-yarlılık gösterilmeye devam edilecektir.

Kürt Özgürlük Hareketi’ni bastırmakonusunda tek tek sömürgeci ülke-lerin bu şansı kalmadığı gibi, Kürthalkının tüm parçalardaki ÖzgürlükMücadelesi birbirinden hiçbir zaman-da olmadığı kadar etkilenmektedir.Özellikle Kuzey Kürdistan’daki Öz-gürlük Mücadelesi bölgedeki siyasidengeleri fazlasıyla etkilediği gibi,Kürdistan’ın tüm parçalarındaki mü-

cadeleyi olumlu ve olumsuz etkile-yecek konumda bulunmaktadır. ZatenTürkiye’nin tüm parçalardaki Kür-distan Özgürlük Mücadelesi’ni bas-tırmada öncü konumda bulunmasıda bu gerçeği ifade etmektedir.

Türk devleti Kürt sorununun çö-zümünde tarihi bir karar verecek yolayırımına geldiği gibi, Özgürlük Mü-cadelesi açısından da yeni bir dönemegirilmiştir. Bu süreçte tehlikelerle karşıkarşıya gelme ihtimali var olduğugibi, Kürdistan halkını özgürleştirmeve Fransız ve Rus devrimlerinde ol-duğu gibi bölgede yeni gelişmeleriortaya çıkarma gücümüz de bulun-maktadır. Eğer çok ciddi hatalar ya-şamaz ve Kürdistan halkını özgür-leştirmede kararlı yürüyüşümüzü sür-dürürsek dünyadaki gelişmeleri etki-leyecek önemli devrimci gelişmeleryaratacağımız açıktır. Onlarca yıldıryürüttüğümüz mücadelemizin ortayaçıkardığı çok boyutlu birikimler ÖnderApo’nun ideolojik ve siyasi yaklaşımıdoğrultusunda bir öncülükle pratik-leştirilirse büyük kazanımlar sağla-yacağımız kesindir.

Önder Apo’nun uluslararası komploboşa çıkarıldı değerlendirmesi de Ha-reketimiz açısından büyük başarılarınönünün açıldığı anlamına gelmektedir.Önder Apo’nun komploya karşı yü-rüttüğü mücadele, halkımızın ve ör-gütün bu mücadelede Önderliğimizlebütünleşmesi, Hareketimizin ve mü-cadelemizin daha büyük başarılar ka-zanmasının önünü açmıştır.

Önder Apo uluslararası komployuboşa çıkarmak için ilk önce komplo-cuların istediği biçimde gelişecek birKürt-Türk intikam savaşının önünegeçmiştir. Gerillanın Türkiye sınırla-rının dışına çıkarılması, komplocularınve Türkiye’deki ırkçı faşistlerin oyu-nunu boşa çıkararak Kürt ÖzgürlükHareketi’nin yeniden ve daha güçlübiçimde mücadele etmesinin koşul-larını oluşturmuştur. Geçmiş dönemineleştirisi ve özeleştirisi temelinde yeniideolojik, teorik ve siyasal yaklaşımlarHareketimizi mücadelesiz ve etkisizkılmanın önüne geçmiştir.

AKP demokratik çözüm çağrılarımıza yanıt vermemiştir

Öte yandan gerillanın Türkiye sı-nırları dışına çıkarılmasıyla Türkiye’yeKürt sorununun çözümü açısındanönemli bir fırsat tanınmıştı. Türk devleti,gerillanın geriye çekilmesi ve ÖzgürlükHareketi’nin demokratik çözüm te-melinde ısrar etmesini hareketin birzayıflığı olarak ele alıp hiçbir adımatmamıştır. Ekonomik, sosyal ve kül-türel tedbirler dediği politikalarla Öz-gürlük Hareketi’ni zaman içinde tasfiyeedeceğini hesaplamıştır. Defalarcademokratik çözüm ve barış projesisunmamıza rağmen hiçbir karşılıkalınmamıştır. Türk devleti bu dönemikursların açılması ve televizyon ya-yınları için muğlâk bir anayasa deği-şikliğiyle geçiştirmeye çalışmıştır. Ha-reketimiz bu yaklaşımların sorunuçözmeyeceği, ciddi adımlar atılmasıgerektiği, aksi halde bu politikanın vetutumun kabul edilmeyeceği konu-sunda defalarca uyarı yapmıştır.

Hareketimiz demokrasi söylemiylehükümet olan AKP’ye de bu sorunu

çözmesi için defalarca çağrı yapmıştır.Önder Apo, Cumhurbaşkanı ve Baş-bakan’a defalarca mektuplar gönder-miştir. Ne var ki AKP de bu çağrıları-mızı bir zayıflık olarak değerlendir-miştir. Hatta başbakan Erdoğan, dü-şünmezseniz böyle bir sorun yokturdiyecek kadar Kürt sorunu diye birgündemi olmadığını ortaya koymuştur.AKP, gerilla güçlerinin sınır dışınaçıktığı ve tek taraflı ateşkesin sürdüğübir dönemde ucuz demokrasi söyle-miyle kolay hükümet olacağını dü-şünmüştü. Kürt sorununun yakıcılığınıhissetmeyerek iktidar olmuştur. Sorunabasit yaklaşarak bu anlayışla hükü-metini sürdüreceğini sanmıştır. KürtÖzgürlük Hareketi’nin mücadele gücükalmadığını düşünerek Önder Apove Hareketimizin demokratik çözümçağrılarına yanıt vermemiştir.

Hareketimiz devletin tasfiye politi-kalarına, gelişen operasyonlara veAKP’nin böyle bir sorun yokmuş gibitutum takınmasına karşı 1 Haziran2004 yılında direnişe geçince Türki-ye’de siyasal gelişmeler yeniden KürtÖzgürlük Hareketi etrafında şekillen-miştir. 1 Haziran 2004’te başlayandireniş AKP hükümetini çok yakıcıbir biçimde Kürt sorunuyla karşı kar-şıya getirmiştir. Bu mücadele karşı-sında AKP sıkışmayı yaşamıştır. Eğerbu çatışmalar durmazsa iktidarınıkaybedeceğini düşünerek ateşkesyapılmasını istemiştir. Aydınlar veDTP’nin araya girmesiyle, başka güç-lerin de isteğiyle Ekim 2006’da tektaraflı ateşkes ilan edilmiştir. AKP’ninbir Kürt politikası olmadığından busüreci böyle geçiştirerek seçimlerekadar götürmek istemektedir. Bir Kürtpolitikası olmayan AKP, seçim öncesiKürt Özgürlük Hareketi’nin tasfiyesiüzerinden Genelkurmay’la anlaşmıştır.Genelkurmay da başka bir seçeneğiolmadığından, iç ve dış koşullardaKürt Özgürlük Hareketi’ni bitirmedeen iyi kullanılacak parti olarak AKP’yigörmüş, bu temelde AKP’nin iktidar,Abdullah Gül’ün de cumhurbaşkanıolmasına onay vermiştir.

22 Temmuz seçimlerinden sonraAKP hükümeti tam anlamıyla bir sa-vaş hükümeti haline gelmiştir. İktidarageldiğinde Kürt politikası olmayanAKP hükümeti, mücadelemiz karşı-sında Kürt Özgürlük Hareketi’ni eniyi ben tasfiye ederim diyerek iktidarınısürdürme politikası izlemiştir. Savaştezkeresinin çıkarılması, ABD’den al-dığı destekle hava saldırılarının sür-dürülmesi, kara operasyonunun ya-pılması, AKP’nin Genelkurmayla yap-tığı anlaşmanın sonucu gerçekleş-miştir. Bu saldırılar başarılı olmayıncaiçeride ve dışarıda en fazla zorlan-

dıkları kültürel alanda TRT 6 gibi biraraç kullanarak yeni bir siyasal hamleyapmak istemişler; ancak bu hamlede 29 Mart yerel seçimlerinde AKP’ninyenilgisiyle sonuçlanmıştır. Eğer 29Mart seçimlerinde başarılı olsalardıardından bir Kürt konferansı yapılacakve ardından Hareketimize silah bı-rakma dayatılacaktı. Bu dayatma ka-bul edilmediğinde ise aldıkları iç vedış siyasi destekle askeri saldırılaryapılıp Kürt Özgürlük Hareketi’nintasfiye edilmesi hedeflenecekti.

Uluslararası komplodan sonra özel-likle AKP hükümeti döneminde baş-latılan ideolojik, örgütsel, askeri ve si-yasi saldırılar boşa çıkarılınca eskipolitikalarla Kürtler üzerinde siyasiegemenlik ve kültürel soykırım politi-kalarının yürütülemeyeceği netleşmiştir.29 Mart seçimleri eski politikanın tüm-den iflas ettiğinin ilanı olmuştur.

Eğer 29 Mart seçimlerinde başarılıolsalardı Kürt Özgürlük Hareketi’nintasfiyesi temelinde eski politikalarınısürdüreceklerdi. TRT 6 da zamaniçinde hiçbir anlam ifade etmeyen,bir zamanların Dicle radyosu halinegelecekti. Ancak eski politikalarlaKürtler üzerinde siyasi egemenlik vekültürel soykırımın sürdürülemeyeceğianlaşılınca yeni bir politika belirlemeihtiyacı duyulmuştur.

Yeni bir siyasi egemenlik vekültürel soykırım politikalarıdevrede

29 Mart seçimlerinden sonra tespitedilen bu politikayı 14 Nisan’da Ge-nelkurmay başkanı “Türkiye’de yaşa-yan herkese Türkiye halkı denir, amahepsi Türk milletini oluşturur” biçimindekamuoyuna açıklamıştır. Artık Kürt’üaçıktan reddetme yerine bazı bireyselhakları olabilir, ama toplumsal haklarıolmayan ve Türk milleti içinde ifadeedilen yeni bir Türklük kavramı türe-tilmiştir. Yeni dönemde Kürtler üzerindesiyasi egemenlik ve kültürel soykırımbu yeni Türklük kavramı üzerindenyürütülecektir. Bunun için de bazı kül-türel argümanlarla siyasi meşruiyettazelemeye ihtiyaç duymuşlardır. TRT6 yanında bazı sınırlı yeni kültürel ar-gümanlarla bu siyasi meşruiyet sağ-lanmaya çalışılacaktır.

Türk devleti 29 Mart seçimlerindensonra böyle bir yeni Kürt politikasınıinşa etme ve bunu Kürtlere kabul et-tirme politikası yürütmeye başlamıştır.Bu politikanın ilan edildiği gün Kürtsiyasetçilerine karşı siyasi soykırımpolitikası yürütenler bu yeni politikaönündeki engellerin kaldırılmasını he-deflemiştir. Eski politikanın iflas etmesi

Sayfa 3 SerxwebûnHaziran 2010

l “İran’ın olumsuz yaklaşımlarına rağmen Türkiye ile çelişki içine gireceği, sonuçta Türkiye'nin

ABD yanında yer alacağı düşünüldüğünde, Doğu Kürdistan’daki özgürlük mücadelesinin İran’a

karşı misilleme eylemleri dışında çok şiddetli bir savaşa girmeden dengeli bir politika izlemesi

tüm parçalardaki özgürlük mücadelemiz açısından daha doğru olacaktır. Doğu Kürdistan'daki

Özgürlük Hareketi’nin demokratik siyasal mücadelesine daha fazla ağırlık vermesi gerekmektedir.

Suriye’ye karşı ise mevcut sorunları gideren bir yaklaşım sergilemek gerekmektedir”

Page 4: SERXWEBÛN JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE Sal: 29 / Hejmar 342 / Hezîran 2010 Muğla’da yaşamını yitiren Kürt öğrenci Şer-zan Kurt’un yakınları

karşısında Kürt sorununun demokratiktemelde çözüme kavuşturulması ye-rine yeni koşullarda bir siyasi ege-menlik ve kültürel soykırım politikasıbenimsemesi, Türkiye’deki inkârcılığınve şovenizmin ne kadar köklü oldu-ğunu göstermiştir.

29 Mart öncesi Kürt Özgürlük Ha-reketi’ni en iyi ben tasfiye ederimdiyen AKP hükümeti, 29 Mart seçim-lerinden sonra da Kürtler üzerindeyeni siyasi egemenliği ve kültürelsoykırımı sağlayacak yeni Kürt poli-tikasını ben inşa edebilirim, iç ve dışgüçlere bunu kabul ettirebilirim id-diasıyla hükümetini sürdürmüştür.AKP “eğer bu Kürt politikasını kabulettirecek yetenek ve güç bendeysedevletin başat gücü de ben olmalıyım”diyerek devlet içine daha fazla yer-leşme çabalarını arttırmıştır. Kürtlerüzerinde kim bu yeni politikayı başarılıkılarsa onun devletin sahibi olacağıbilinciyle “Türkiye ancak önemli so-runlarını benimle çözer, benimle Or-tadoğu’da güç olur” iddiasıyla devletinyeni sahibi olma konusunda hamle-lerde bulunmuştur.

Önder Apo ve Kürt Özgürlük Ha-reketi, eski politikanın iflas ettiği, yenipolitikanın zorunlu hale geldiği süreçtedemokratik çözümde ısrar eden birçaba içinde olmuştur. Hareketimiz de-mokratik çözümün gerçekleşmesinezemin sunmak için 13 Nisan’da ilanettiği tek taraflı eylemsizlik kararınıdemokratik çözümle sonuçlandırmakistemiştir. Önder Apo demokratik çö-züm için sağlam bir temel olacak yolharitası hazırlayacağını açıklamıştır.Önder Apo’nun bu açıklamaları Türkiyekamuoyunda da olumlu karşılanmıştır.Önder Apo ve Hareketimiz karşısındasıkışan AKP hükümeti, demokratikaçılımdan söz ederek Hareketimizindemokratik çözüm hamlesinin önünüalarak yeni inşa etmek istediği politi-kayı kabul ettirmenin çabasını arttır-mıştır. Ancak Önder Apo’nun yol ha-ritası ellerine geçince gerçek yüzleriaçığa çıkmıştır. Önder Apo’nun yolharitasının demokratik çözüm iste-yenler tarafından destekleneceği vekendi politikalarının bu yol haritasıkarşısında kaybedeceğini görerek yolharitasına el koymuşlardır.

Üçüncü dönem kapanmıştır

AKP hükümetinin Hareketimizindemokratik çözüm hamlesini saboteetmesinin önüne geçmek için barışgruplarını göndermemize ve demo-kratik çözümde ısrarımıza olumlu bir

yaklaşım gösterme yerine, inşa etmekistedikleri yeni Kürt politikası önündekiengelleri kaldırmak için 14 Nisan’dabaşlattıkları siyasi soykırımı DTP’ninkapatılması ve Aralık’ta belediye baş-kanları dahil yüzlerce politikacınıntutuklanmasıyla sürdürdüler. AKP hü-kümeti bu tutuklamalarla Hareketimizve Önder Apo’nun demokratik çözümçabalarına tasfiye politikasındaki ıs-rarıyla cevap vermiştir.

Kürt sorununda çözümün kendisinidayattığı, Önder Apo ve Kürt ÖzgürlükHareketi’nin ısrarla demokratik çö-zümden yana tutum koyduğu haldeAKP’nin Hareketimize bu saldırılarıdemokratik çözüm çabalarımızı an-lamsız hale getirmiştir. Bu da üçüncüdönemin sonlanmasını beraberindegetirmiştir. Üçüncü dönem, 1993 yı-lındaki ilk tek taraflı ateşkesle başla-mış, bugüne kadar altı kez ilan edilenateşkeslerle sürdürülmüştür. Bu sü-reçte defalarca demokratik çözümiçin projeler sunulmuş, ama tüm bugirişimler karşılıksız kalmıştır.

Türk devletinin Hareketimizin çokmakul, bütün sorunlarda hiçbir mu-hatabın reddedemeyeceği bir yakla-şım göstermesine rağmen çözüm-süzlükte ısrar etmesinin nedenleriniiyi anlamak gerekmektedir.

Bunlardan bazılarını şöyle belirt-mek gerekmektedir:

Birincisi; uluslararası sermaye güç-leri bu dönemde bölgede Kürt soru-nunun çözümünü değil, çözümsüz-lüğünü kendi çıkarlarına daha uygungörüyorlar. Çünkü bölge üzerindeegemenliklerini sürdürmek için gerekliolduğunda Kürt sorununu bir kart ola-rak kullanmayı ve sürekli çatışmahalinde tutmayı esas alıyorlar. AKPhükümeti de uluslararası güçlerin bupolitikasına dayanarak çözüme ya-naşmamaktadır. Oysa uluslararasıgüçlerin değil Türkiye’nin çıkarını dü-şünen bir hükümetin Kürt sorunununçözümünü öncelikli bir sorun olarakele alması gerekmektedir.

İkincisi; AKP hükümeti “Türkiye’ninstratejik önemi var, bunu pazarlayaraközgürlük mücadelesini bastırırız” an-layışını taşımaktadır.

Üçüncüsü; Önderliğimizin ve Ha-reketimizin barışta ısrarcı, samimi dav-ranmasını zayıflığımıza yormaktadır.

Dördüncüsü; Kürdistan halkınınÖnderliğe ve Harekete bağlılığı, yinemücadelesi çok önemli bir boyutagelmiş olsa da öncülükte yaşananyetersizlikler nedeniyle halkı örgüt-leme ve sevk etmede yeterli düzeydecevap olunamamakta Türk devletide bundan medet ummaktadır.

Beşincisi; İşbirlikçi Kürt kesimlerininve bazı yeminli PKK düşmanlarınınvarlığı ile Güney Kürdistanlı siyasalgüçlerin Türk devleti karşısında kararlıbir duruş göstermemeleri Türk dev-letinin çözümsüzlük politikasının kı-rılmamasında etkide bulunmaktadır.

Altıncısı; mücadelemiz Kürdis-tan’da önemli boyuta ulaşsa da Tür-kiye cephesinde demokrasi güçlerinindemokratik çözümü dayatmada etkisizkalmaları da sömürgeci anlayışa nefesaldırtmaktadır.

En önemli etken ise; Türkiye’dehala inkârcı sömürgeci zihniyetin ha-kim olmasıdır. Türk devleti, siyasiegemenlik ve kültürel soykırım politi-kasından vazgeçmemiştir. Bu zihni-yetten ve politikadan vazgeçse Kürtsorunu kısa sürede çözülür. ÖzgürlükHareketi şimdiye kadar bu sorununçözümü için yeterli mücadele vermiş,Türkiye açısından da bu sorunununçözümsüz kalması artık kaldırılama-yacak noktaya gelmiştir. Ancak zih-niyet değişmediği için kültürel soykırımpolitikasında ısrar edilmektedir. Bugerçeklik dünyanın başka bir yerindedefalarca çözüm getirecek bir müca-dele yürütülmesine rağmen hala Tür-kiye’yi çözüme getiremeyişimizin esasaçıklaması olmaktadır.

Bütün bunlarla birlikte esas olarak1 Haziran Hamlesi ile başlayan direnişdönemi önemli kazanımlar elde et-mesine ve uluslararası komployuboşa çıkarmış olmasına rağmen Türkdevletini çözüm noktasına getirmedeyetersiz kalma gerçekliğidir. Kürt so-rununda demokratik çözümü mutlaksurette dayatacak daha kapsamlı birmücadele performansına ihtiyaç ol-duğu açık ortadadır. Bu da mücade-lenin çok boyutlu bir biçimde gelişti-rilmesi temelinde ya Türkiye’ye de-mokratik çözüm konusunda adım at-tırması temelinde bir çözüm ya dakendi öz gücümüze dayanan demo-kratik ve özgürlükçü çözümümüzügerçekleştirmemizi gerektirmektedir.Dördüncü dönem mücadelesi buamaçlara ulaşmayı hedefleyecektir.

Türk devleti Özgürlük Hareketikarşısında tam bir çözümsüzlükyaşıyor

Önder Apo, Türkiye’de Kürt soru-nunun çözümü ve Türkiye’nin demo-kratikleşmesini, tüm bölgede demo-kratik devrim etkisini yaratacak so-nuçlar ortaya çıkaracağını söylemek-tedir. Aslında makul çözüm önerileri-mize rağmen bölgedeki gerici güçlerin

ve uluslararası önemli siyasi aktörlerinHareketimizin bir çözüm muhatabı ol-maması için direnmeleri bir yönüylede bu korkunun ifadesi olarak görül-melidir. İnkârcı güçlerin aynı zamandaçok gerici güçler olması, Kürt sorunu-nun çözümünün yaratacağı demokratikdevrimin kendi varlık nedenlerini deortadan kaldıracağını görmektedirler.Uluslararası güçler ise demokratikTürkiye ve demokratik Ortadoğu’nuniradeli Türkiye ve iradeli Ortadoğu ola-cağını gördüklerinden HareketimizinKürdistan’dan başlamak üzere Türkiyeve Ortadoğu’da yaratacağı demokrasive özgürlük rüzgârından korkmakta-dırlar. Hareketimizin gücü karşısındazayıflıklarını çok iyi hissetmekte vegörmektedirler. Dolayısıyla da gericiittifaklar içine girmektedirler.

Hareketimizin ideolojik teorik gücü,örgütsel ve siyasal tecrübesi ve hal-kımızın mücadele gücünün daha bü-yük bir mücadele gücü ve ciddi ba-şarıların elde edileceğini ortaya ko-yarken, onlar ise bu mücadele vehalk gücü karşısında daha zayıf du-ruma düştüklerini görmektedirler. Ha-reketimiz yükselen güç olarak başarıimkânlarına sahipken, onlar Kürdistan,Türkiye ve Ortadoğu’da sürekli za-yıflayan ve kaybetmeye mahkûm birkonumda bulunmaktadırlar. Kürdis-tan’daki demokratik ve özgür yaşamınböyle heyecan verici sonuçlar yara-tacağı tartışmasız bir gerçekliktir.

Hareketimizin karşısında direnengüçler ideolojik bir zayıflık, sosyalolarak bir çürümüşlük ve dağınıklığı,siyasal ve toplumsal yapılanma açı-sından ise tam bir çözümsüzlüğü vetıkanıklığı yaşamaktadırlar.

Türk devletinin Hareketimizin mü-cadelesi karşısında tam bir çözüm-süzlüğü yaşaması, her alanda krizlerinortaya çıkmasını beraberinde getir-miştir. AKP Türkiye’nin demokratik-leşmesi ve Kürt sorununun çözümüile ancak bu krizleri aşabilecekken,tam tersine bir yaklaşımla Kürt Öz-gürlük Hareketi’nin tasfiyesi üzerindeniktidarını sürdürmeyi tercih etmiştir.Tüm siyasi geleceğini bu amacı ger-çekleştirmeye ipotek etmiştir. KürtÖzgürlük Hareketi karşısında başa-rısız kalınca açık denizde rotasınıkaybetmiş bir gemi haline gelmiştir.

AKP Kürt Özgürlük Hareketi’ni oya-layıp zaman içinde yapacağı siyasive askeri hamlelerle yeni inşa etmekistedikleri Kürt politikalarını kabul et-tirmeyi düşünüyordu. Bu temelde dev-lette yeşil Türkçülüğü hâkim kılma he-sapları yapıyordu. Ancak bu oyalamapolitikası ve açılım oyunu boşa çıka-rılınca ya çözüm politikası doğrultu-sunda adım atacaktı ya da çözüm-süzlükte ısrar ederek savaşla ÖzgürlükHareketi’ni tasfiye etme saldırısındabulunacaktı. Nitekim demokratik çözümolmayınca Kürt halkının görkemli di-renişi devreye girmiş bulunmaktadır.

Oyalama politikasına karşı müca-dele içine giren Kürt halkı karşısındaTürk devletinin savaştan başka tercihiolmadığını yaptığı operasyonlar vehava saldırılarıyla açıkça göstermiştir.

Kürt halkı Newroz’da “Ya Demo-kratik Çözüm Ya Da Görkemli Direniş”seçeneğini Türk devletinin önüne koy-muştur. Bu Newroz’dan sonra eğerdevletin bir çözüm politikası olsaydıbu politikanın hemen ilan edilmesigerekirdi. Çünkü bunun dışında başkabir yol kalmamıştı. Bu nedenle ÖnderApo 31 Mayıs’a kadar Türkiye’ye za-man tanımış, demokratik çözüm doğ-rultusunda adım atılmadığı taktirdearadan çekileceğini deklere etmiştir.Nitekim Türk devleti ciddi bir yaklaşımgöstermeyince Önder Apo aradan

çekildiğini açıklamıştır. Bundan sonrayaşanacak gelişmelerden PKK veTürk devletinin sorumlu olacağınınaltını çizmiştir.

Önder Apo, defalarca içinde bu-lunduğu koşullarda örgüt yöneteme-yeceğini ve savaş kararı veremeye-ceğini ortaya koymuştur. Önder ApoTürk devletinin politikaları nedeniyleüçüncü dönemin bittiğini ifade ederkenkendisinin savaştan yana değil, de-mokratik çözümden yana olduğunu,demokratik çözüm konusunda ciddiyaklaşılır ve adımlar atılırsa kendisininbuna hazır olduğunu da ifade etmiştir.Açık ki çözümsüzlük üçüncü dönemibitirmiş, yeni bir mücadele döneminibaşlatmıştır. Ancak Önder Apo ken-disinin pozisyonunun üçüncü döneminkarakteri doğrultusunda olduğunu,üçüncü dönemdeki demokratik çözümve barış seçeneğini hala tercih ettiğiniortaya koymuştur.

Artık çözüm zamanıdır

Artık dördüncü dönem hareket yö-netimimizin sorumluluğu altında ge-lişen bir dönem durumundadır. Butemelde Hareketimizin yönetiminingerçekleştirdiği toplantılarla yeni dö-neme ilişkin gerekli karar ve planla-malara ulaşmıştır. Artık hiçbir biçimdeoyalama ve zamana yayma kabuledilmeyecek bir yaklaşımla yeni dö-nem mücadelesi başlatılmış olmak-tadır. Zaten 18 yıldır demokratik çö-züm iradesi ortaya konmuş ve gereklisiyasi adımlar atılmıştır. AKP’ye de 8yıl fazlasıyla şans tanınmıştır. Bu ne-denle artık çözüm zamanıdır. Dör-düncü dönemde çözüm iradesi vepratik adımı somut ortaya konulmadığımüddetçe Kürt halkının demokratikdirenişi ve meşru savunması süre-cektir. Bu dönem ulusal varlığın ko-runduğu ve özgürlüğün sağlanıldığıbir dönem olacaktır.

Yeni ve stratejik bir süreç olarakbaşlayan dördüncü dönem, her türlüçabaya rağmen çözüme gelmeyensömürgecilik gerçeği karşısında kendiöz gücüne dayanarak yürüttüğü mü-cadele ile demokratik konfederal sis-temi inşa etmeyi öngören bir dönemdir.Öncelikle Kürt halkının demokratiközerklik sistemini ilan etmeyi önünekoyduğu bu dönemde kendi çözümünükendisi yaratmayı hedefleyecektir. De-mokratik özerklik sistemi temelindedevletin çözüm iradesini göstermesihalinde devlet+demokrasi formülü ileçözüme ulaşmak mümkündür. Ege-men sistemin kendini her türlü çözümbiçimine kapatması halinde ise KongraGel 5. Genel Kurulu’nda karar altınaalınan çerçevede kendi öz gücüyledemokratik özgürlükçü sistemini ku-rarak çözümünü geliştirecektir. Kısacadönem mutlak bir biçimde çözümüönüne koyan bir final dönemidir. El-bette ki bir ideolojik, teorik ve programdeğişikliği söz konusu değildir. Bizimcinsiyet özgürlükçü, demokratik eko-lojik paradigmamızın öngördüğü çer-çevede gelişmenin yaşanması sözkonusu olacaktır.

Yeni dönemin amaçlarına uygunolarak strateji ve taktiğin de şekil ala-cağı açık ortadadır. Paradigmamızınmücadele stratejisi Meşru SavunmaStratejisi’dir. Meşru Savunma Stratejisiher dönemde temel bir mücadele çiz-gimizdir. Meşru Savunma Stratejisi’ninaktif savunma aşamasının düşük yo-ğunluklu sürecini aşan bir mücadeleesprisinin gelişmesiyle dönem gö-revlerine cevap olacak bir mücadeleperspektifini ortaya çıkarmak müm-kündür. Meşru Savunma Stratejisi’niniki temel ayağı vardır. Biri serhıldan,

Serxwebûn Sayfa 4Haziran 2010

Page 5: SERXWEBÛN JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE Sal: 29 / Hejmar 342 / Hezîran 2010 Muğla’da yaşamını yitiren Kürt öğrenci Şer-zan Kurt’un yakınları

biri de meşru savunma kuvvetleridir.Halk ile gerillanın direniş ve mücadelesürecinin yükünü omuzladığı bir pers-pektifi oluşturmaktadır. Burada esasolan eskinin tekrarı değil, hem ser-hıldan hem de gerilla alanında eskiyiaşan bir mücadele esprisinin ve per-formansının yakalanmasıdır..

Yeni dönem üçüncü dönemin de-vamı niteliğinde bir dönem değildir.Dördüncü dönem geçmişte yeterinceyapılmayan görevlerin daha iyi ya-pılmasıyla sınırlı bir süreci ifade et-memektedir. Yerine getirilmeyen gö-revler tabii ki bu dönemde daha iyiyerine getirilmek durumundadır. An-cak dördüncü dönem bundan ötebir gelişmeyi ve mücadele karakteriniifade etmektedir. Bu açıdan dördüncüdöneme karakterini verecek ve dam-gasını vuracak görevlerin iyi anla-şılması ve pratikleştirilmesi büyükönem taşımaktadır.

Yeni dönem, her şeyden önce De-mokratik Özerkliğin ilan edilerek alt-yapısının örgütlendirilmesi ve kurum-laşması dönemidir. Bu açıdan ser-hıldanlar ve öz savunma DemokratikÖzerkliğin ve demokratik konfederalsistemin kurulmasını gerçekleştirmeyehizmet edecek biçimde nicelik ve ni-telik olarak daha gelişmiş bir düzeydepratikleşmesi gerekmektedir. İnkârcıve imhacı sömürgeci güçlerin saldı-rılarını püskürtmek, ulusal varlığı ko-rumak için Halk Savunma Güçleri’ninaktif rol üstlenmesi ve etkili bir MeşruSavunma direnişini geliştirmesi temelbir görev durumundadır.

AKP’nin misyonu sona ermiştir

Demokratik çözüm doğrultusundaadım atmayan AKP hükümeti, Ha-reketimizin üçüncü dönemi sonlan-dıracağını ortaya koymasıyla birliktegüç kaybetmeye ve karşısına yenialternatifler çıkarılmaya başlanmıştır.Gelinen aşamada AKP, ne halkıntaleplerine ne de iç ve dış siyasigüçlerin ihtiyaçlarına cevap vermeyenbir hükümet durumuna düşmüştür.AKP iç güç odakları tarafından PKK’yitasfiye etme aracı olarak hükümettetutulmuş, ancak bu konuda başarılıolamayınca misyonu sona ermiştir.Kendisini bir çözüm gücü olarak ko-numlandırmayınca Hareketimiz kar-şısında başarısızlığıyla birlikte sonunbaşlangıcını yaşaması kaçınılmazbir kader olmuştur.

Özgürlük mücadelemiz yalnızAKP’yi başarısız kılmamış, aynı za-manda farklı bir rol paylaşımı içindeAKP’nin tasfiye politikasının partneriolan Baykal CHP’sinin de misyonunutüketmiştir. Baykal’ın CHP’nin ba-şından atılması operasyonunu ge-rektiren siyasi durumu ortaya çıkaranda Kürt Özgürlük Hareketi’dir. KürtÖzgürlük Hareketi başarısız olsaydıAKP’ye yeni bir alternatif ihtiyacı or-taya çıkmazdı. AKP, iç ve dış güçlerindesteğini alarak ve halkları ‘kendineMüslüman’ ‘kendine demokrat’ ka-rakteriyle oyalayarak iktidarını sür-dürürdü. Baykal da Kürt ÖzgürlükHareketi’nin zayıf olduğu koşullardaCHP’nin başındaki yerini korurdu.

CHP’deki yönetim değişikliğini ikibiçimde irdelemek gerekmektedir.Bu iki boyut bir arada ele alındığındabu değişiklik karşısında doğru birpolitik tutum takınılır.

Birincisi; AKP’nin misyonunu tü-ketmesi ve CHP’nin de mevcut haliylekalması durumunda ortaya çıkacaksiyasi boşluğu dolduracak ve Türkiyesiyasetine yön verecek tek güç radikaldemokratlar olacaktı. Türkiye’de böylebir demokrasi hareketi ihtiyacı yakıcı

biçimde ortaya çıkmış ve Önder Apobu durumu görmüştür. Bu nedenleözellikle bir yıldır ısrarla bir demokrasihareketi yaratılmasını istemiştir. ÇünküAKP demokrasi söylemiyle gelmiş,ama bu beklentileri karşılamamıştır.Öte yandan gelişen mücadelemiz Kürtsorununun demokratik çözüm ihtiya-cını dayatmıştır. Tüm bunlar Türkiye’de2002 yılından daha fazla bir demo-kratikleşme özlemini ve birikimini or-taya çıkarmıştır. CHP’ye müdahalebu birikimin radikal demokratlar tara-fından örgütlenmesinin önüne geçmekve CHP’ye kanalize etmek için yapıl-mıştır. Bu gerçeklik mutlaka görül-melidir. Bir demokrasi hareketi yara-tamamanın Türkiye’deki demokrasigüçleri açısından ne düzeyde sorum-suzluk ve duyarsızlık olduğu böylecedaha iyi görülmelidir.

İkincisi; AKP’nin üstlendiği misyo-nun son bulması ve yeni bir alternatifeihtiyaç duyulmasıdır. AKP artık dışgüçlerin de ihtiyacını karışlamayançok pragmatik, yararlanmacı, fırsatçıbir hükümet konumuna düşmüştür.Her şeyi kurnazca ve fırsatçı biçimdekendi çıkarı doğrultusunda kullanmapolitikası izlemiş, bu da iç ve dış güçodaklarını rahatsız etmiştir. BöyleceAKP’nin geriletilmesi düğmesine ba-sılmıştır. Ancak şu bilinmelidir ki,AKP’nin bu durumunu açığa çıkaran,netleştiren ve söz konusu güçler açı-sından kullanılamaz hale getiren ke-sinlikle Kürt Özgürlük Hareketi’dir.Bu gerçek görülmeden dış güçlerebelirleyici rol veren değerlendirmeleryanlış ve eksik olacaktır.

Mücadelemiz karşısında Türk dev-leti siyasi olarak en zayıf döneminegirmiştir. Özellikle dini kullanarak Kürt-leri etkileme, Güney Kürdistanlı güçleriyanına çekme ve bölge ülkeleriylebu temelde ilişki kurarak üzerimizesürme politikası izleyen AKP’nin et-kisizleştirilmesi çok önemlidir. Nere-deyse Türkiye ideolojik ve siyasi sal-dırıyı sürdürmede en büyük silah vearacını kaybetmiştir. Bu nedenle CHPseçeneği gündeme gelmiştir.

Dördüncü dönemde mücadelenindaha da keskinleşeceği açıktır. AKPvarlığını korumak için en fazla daKürt Özgürlük Hareketi’ne saldıra-caktır. CHP ise sol güçleri ve de-mokrasiden yana çevreleri yanınaalarak bizim Türkiye’de yalnızlaş-mamız ve daralmamız için elindengelen her şeyi yapacaktır. CHP debu yeni yüzüyle uluslararası alandakuşatma politikasını daha da geliş-tirmek için çabaları arttıracaktır.

Bu dönemde Kürt Özgürlük Hare-keti’nin özelikle Kürtler arası birlik ça-lışmalarını geliştirmesi ve başta Türkiyeolmak üzere demokrasi güçleriyle birdemokrasi hareketi yaratması, yenidönem mücadele stratejisinin başarısıbakımından çok önemlidir.

Her ne kadar Güney Kürdistanlıgüçler bir ulusal kongreye hazır de-ğilseler de bu konuda Kürt kamuoyuoluşturarak onları sıkıştırıp bir ulusalkongreye zorlamak gerekmektedir.Özellikle Türk devletinin çözümsüz-lükte ısrar etmesinde Kürtler arasıbirliğin oluşmamasının önemli payıbulunmaktadır. Çözümsüzlükte ısrar,bir yönüyle de bundan cesaret al-maktadır. En kötüsü de son yıllardagörüldüğü gibi tasfiye politikasınameşruiyet kazandıran esas güç ol-maktadırlar. Türkiye’de kimi Kürtlerinve liberallerin AKP’nin tasfiye politi-kasının destekçisi olarak Kürt Öz-gürlük Hareketi’ne karşı tutum alma-sında Güney Kürdistanlı güçlerin payıçok önemlidir. Bu açıdan da Kürtlerarası birliğin ve sömürgeci güçlere

karşı ortak tutumu ortaya çıkaracakulusal kongrenin gerçekleştirilmesindeısrar etmek, dördüncü dönemin ba-şarısı, ulusal birliğin korunması veözgürlüğün kazanılması açısındanönemli bir çalışma olarak görülmelidir.

Türkiye’de bir demokrasi hareketi geliştirilmelidir

Türkiye söz konusu olduğunda birdemokrasi hareketi yaratmak çok acilhale gelmiştir. Bu çalışmanın gecik-tirilmesi hem Türkiye’nin demokra-tikleşmesi hem de Kürt sorununundemokratik siyasal çözümünün degecikmesini beraberinde getirmekte-dir. Böyle bir hareket yaratılmadığımüddetçe Kürt Özgürlük Hareketi’nekarşı yürütülen özel savaş ve özelsavaşı yürüten hükümetler de rahathareket edeceklerdir. İster AKP isterCHP hükümeti olsun, ister başka birhükümet bileşimi olsun, karşısındademokrasi güçlerini görmedikçe Kürtsorununun demokratik çözüm çizgi-sine gelmemek için hep ayak direte-ceklerdir. Eğer geçen dönemde birdemokrasi hareketi yaratılmış olsaydıAKP hükümetini çözüm için dahafazla zorlamak mümkün olabilirdi.Bundan sonraki hükümetler için debenzer bir durum geçerlidir. Eğermevcut hükümetleri çözüme zorlamakistiyorsak böyle bir demokrasi hareketiyaratmak durumundayız.

Demokrasi güçleri kesinlikleCHP’nin kuyruğuna takılmamalıdır.AKP hükümetinin kuyruğuna takılanliberal ve kimi demokratlar nasıl kiAKP’nin çözümsüzlüğünü meşrulaş-tırmada rol oynadılarsa, CHP’nin kuy-ruğuna takılanlar da aynı rolü oyna-maya mahkûmdurlar. Türkiye’nin de-mokrasi güçlerinin bu duruma düş-mesini engellemek için gereken ça-banın gösterilmesi gerekmektedir.CHP ya da başka bir parti ya da hü-kümeti demokratik bir çözüm ve Tür-kiye’yi demokratikleşmeye zorlamakda ancak ayrı bir demokrasi hareketiyaratmakla mümkündür. Bu gerçeğigörmeden CHP’nin kuyruğuna takıl-mak özel savaşın oyununa gelmekolur. Eğer CHP Türkiye’nin demokra-tikleşmesi için Kürt sorununun çözü-münde tutarlı bir yaklaşım ortaya ko-yabilmiş olsaydı farklı değerlendirile-bilinirdi. O noktaya gelmediği müd-detçe nasıl ki AKP’ye karşı ideolojikve siyasi mücadele yürütüldüyseCHP’ye karşı da bu yönlü bir müca-delenin yürütülmesi gerekmektedir.

Yeni dönemde dikkat edilmesi ge-reken bir durum ise orta sınıfların du-

rumudur. Mücadele geliştikçe, siyasiortam sertleştikçe, çatışmalar attıkçaorta sınıfın düzeni bozulur. Onlar butür siyasi ortamdan rahatsız olurlar.Ekonomik ve sosyal yaşamlarındadaralma ve sıkıntılar ortaya çıkar. Bunedenle mücadeleyi geriye çekme veorta yolu dayatma pozisyonunda bu-lunabilirler. Tek taraflı ateşkes yaptı-ğımız ve demokratik çözüm istediğimizdönemlerde aktif olmasalar da devletinde operasyonlarını durdurmasını is-teyen bu kesimler, tasfiye saldırılarınakarşı varlığımızı koruma ve özgürlü-ğümüzü kazanma mücadelesine gir-diğimizde olumsuz bir tutum içine gir-memeleri için doğru, etkili ve kapsayıcıbir mücadele yürütmek gerekmektedir.Hatta devletin özel savaş güçleri bukesimlerden örgütleyebildikleri kadardireniş karşıtı bir pozisyona almayaçalışırlar. Yurtsever duyguları zayıfolan çıkarcı bazı kesimlerin bu dö-nemde karşıtlaşması da olasıdır.

Orta sınıfın bu gerçeğini bilmekve dikkatli politika izlemek gerekmek-tedir. Olumsuzluklarının ve teslimiyetçieğilimlerinin mücadeleyi olumsuz et-kilemesinin önüne geçmek ancakyurtsever yanlarına seslenmek, iticibir yaklaşımda bulunmayarak ya mü-cadelenin destekçisi durumunda tut-mak ya da tarafsız kılmakla müm-kündür. Özellikle serhıldanları geriyeçekebileceklerini ve mücadelenin ge-rektirdiği keskin iradeyi yumuşatmayaçalışacakları bilinmelidir. Bu objektifkonumlarını bilerek bunlarla ilişkiyikesmemek ve sürekli etkileyecek vekontrol altında tutacak politik yaklaşımiçinde bulunmak önemlidir.

Türk devleti çözümsüzlükteuzun süre direnemeyecektir

Önümüzdeki dönemde siyasal mü-cadelede öne çıkacak bir durum dabaşta Fetullahçılar olmak üzere İsla-miyet’i bir politik araç olarak kullanan,halkın dini duygularını istismar edensiyasal İslamcıların bize karşı şiddetlibir ideolojik ve siyasal mücadele yü-rüteceklerini bilmek ve beklemek ge-rekmektedir. Hatta bu yönlü mücade-leyi çok kirli bir psikolojik savaş düze-yine çıkaracakları da diğer bir önemligerçeklik olarak karşımıza çıkacaktır.

Siyasal İslamcı çizgideki güçler,Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmetemelinde Türkiye’yi ele geçirme he-sapları içindeydiler. Kürt Özgürlük Ha-reketi’ni en iyi biz bastırırız, Kürtlerüzerinde siyasi egemenliği ve kültürelsoykırımı biz sürdürürüz iddiasındabulunurken mücadelemiz karşısında

sonuç alamamışlardır. Bu da AKP hü-kümetiyle birlikte onların da baş aşağıgidişini sağlayacak yeni bir siyasaldurum ortaya çıkarmıştır. Bu nedenleideolojik hakimiyet kurmuş, herkesiideolojik ve siyasi baskı altına almışkenkarşılarında dirençli bir Özgürlük Ha-reketi çıkınca Türkiye’yi tamamen elegeçirmede başarısız kalmışlardır. Bubaşarısızlığın sorumlusu olarak ÖnderApo ve PKK’yi görerek şimdiden çokağır suçlamalar yapmaya başlamış-lardır. Bu durum onların önümüzdekidönemde daha şiddetli bir ideolojikve siyasi savaş içine gireceklerini gös-termektedir. Bu saldırıya hazırlıklı ol-mak, başta basın-yayın araçları olmaküzere bu saldırıları püskürtecek birkonumlama ve çalışma içinde olmakgerekmektedir.

Önümüzdeki dönemin başarısı açı-sından ideolojik ve siyasi öncülükbelirleyici olacaktır. Öncülük yönetimve kadro düzeyinde etkili yerine geti-rilmeden dördüncü dönemde başarılıolmak mümkün değildir. Bu nedenlebaşarıdan birinci derecede doğru ön-cülükle yükümlü yönetim ve kadrolarsorumludurlar. Mücadelenin başarısınıöncülükteki performans belirleyecektir.

Mücadele ancak toplumsal zemineoturur ve toplumsal yaşamda de-mokratik konfederal örgütlenme ger-çekleştirirse etkili bir düzeye yükselir.Bu açıdan doğru bir ideolojik, örgütselve siyasi öncülükle komün, koope-ratif, akademi ve meclislerin oluştu-rulması ve kurumlaştırılması çokönemlidir. Böyle bir toplumsal ör-gütlenmeye dayanan mücadele hemsüreklileşir hem de yenilmez olur.Mücadelenin süreklileşmemesindeve zamanında etkili biçimde ortayakonulmamasında esas etken bu ör-gütlenmelerin zayıf kalmasıdır. Do-layısıyla mücadelenin sürekliliği veetkili kılınmasında bu örgütlenmeleringeliştirilmesi belirleyici olmaktadır.

Sonuç olarak Kürdistan, Türkiyeve bölgede yeni bir siyasi sürecegirilmiştir. Özgürlük Hareketimiz,eğer öncülük görevlerini dönemecevap olacak tarzda, başarılı bir bi-çimde karşılarsa tarihinin en büyükkazanımını sağlayacağı bir dönemegirmiştir. Türk devleti çözümsüzlükteuzun süre direnemeyeceği bir siya-sal, sosyal, kültürel ve ekonomikçıkmaz içindedir. Ne var ki inkârcızihniyet bırakılmadığı için hala tasfiyepolitikalarında ısrar edilmektedir. An-cak mücadele geliştirildiği taktirdeklasik zihniyetin çözüleceği ve Tür-kiye’nin demokratikleşmesi seçene-ğinin tercih edileceği bir konumagelmek zorunda kalacaklardır.

Sayfa 5 SerxwebûnHaziran 2010

Page 6: SERXWEBÛN JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE Sal: 29 / Hejmar 342 / Hezîran 2010 Muğla’da yaşamını yitiren Kürt öğrenci Şer-zan Kurt’un yakınları

Mayıs ayında PKK YürütmeKomitesi ve KCK YürütmeKonseyi dört aylık toplantı-

larını ayrı ayrı yapmış, başta mücadeletarihinde üçüncü dönemin sonlanıpdördüncü dönemin başlaması olmaküzere tüm ideolojik, örgütsel, siyasalve eylemsel konuları tartışmış, dönemindoğrultusunu belirleyerek pratiğin çokyönlü geliştirilmesi konusunda önemlikararlara varmıştır.

Kritik bir süreçte yapılan toplantıla-rımız siyasal gelişmelerin halkımız veHareketimiz lehine çevrilmesinin birebir ideolojik-örgütsel gücümüzle bağ-lantılı olduğu gerçeğinden hareketleyoğunluklu olarak örgütsel durumumuz,kadrosal görevlerimiz ve öncülüğünrolü üzerinde durmuştur. Önderliğimizin“varlığını koruma ve özgürlüğünüsağlama” olarak tanımladığı yeni dö-nemin güçlü mücadele temelinde ba-şarıyla gerçekleşmesi tamamen kadroöncülüğü ve örgütsel duruşa bağlı ola-rak değerlendirilmiştir. Mücadelemizinbütün dönemlerinde de bu böyle ol-muştur. Önderliğin büyük çabalarınacevap olabilecek, halkın bağlılık ve fe-dakârlığını doğru örgütleyecek, Hare-ketin imkân ve olanaklarını güçlü de-ğerlendirip mücadeleyi zafer çizgisindeyükseltecek kadro kuşkusuz ki öncükadrodur. Kadronun öncülük rolünüyerine getirmesi ise mutlak anlamdapartileşmeyle bağlantılıdır. Partileşmeve öncüleşme ne kadar gerçekleşirsedönem görevleri de o kadar yerine ge-tirilebilinecektir. Bunun için de yönetimve kadro ölçülerini yükseltmek, ilkelertemelinde yaşamsallaştırmak gerek-mektedir. Önderliğimizin ve halkımızınözgürlüğü için önümüze koyduğumuzdördüncü dönemin planlamasını hayatageçirecek olan öncü kadrodur. Dola-yısıyla kadro bir kez daha tarihi rolünüoynayacağı, Kemallerin, Beritanların,Agitlerin, Zilanların çizgisindeki zafertarzını kahramanca geliştirmekle karşı

karşıya olduğu çok önemli bir mücadeledöneminin sorumluluğunu yüklenmekdurumundadır.

Toplantımızda sunulan rapor ve ya-pılan değerlendirmelerde, ideolojik-teorik,felsefi, politik hattımızın temel kaynaklarıolan savunmalar üzerinde yeterince du-rulmadığı görülmüştür. Savunmalarınher alanda yeterince işlenmediği, ge-rektiği gibi üzerinde durulmadığı tespitedilmiştir. Bütün yaşamımızı dolduran,savunma doğrultusunda tartışmalarınyoğunca yapıldığı bir ilgi ve heyecanolmasına rağmen pratikte yeterince de-rinleştirilmemesi ciddi bir yetersizliktir.Hâlbuki savunmaların günlük yaşamı-mızda her an tartıştığımız, değerlendir-diğimiz ve moral değerlerimizi yükseltenbir kaynak olarak yaşamımızın ayrılmazbir parçası haline gelmesi önem taşı-maktadır. Diğer yandan savunmalar ek-senindeki tartışmaların boyutunu Türkiyesoluna ve dışımızdaki güçlere, dost de-mokrat kesimlere taşırma konusundaciddi bir eksikliğimiz bulunmaktadır. Sa-vunmaları Türkiye’deki sol demokrat-lardan başlamak üzere Ortadoğu’dakisol ve demokrat güçlerde tartışma ko-nusu haline getirmek çok önemli birgörev olarak önümüzde durmaktadır.Önderliğimizin yeni paradigması ve buyönlü savunmalarının dünya halklarınataşırılması da en temel görevlerimizdenbiri olarak görülmek durumundadır.

Savunmaların herkese ulaşmasını sağlamak ve okutmak temel görevimizdir

Savunmaları halka ulaştırma, halkısavunmalar temelinde eğitme, okun-masını sağlama, örgütlenme çalışma-larını esas olarak da Önderlik savun-malarının dağıtılması, okutulması, tar-tıştırılması ve pratiğe geçirtilmesi üze-rine oturtma yeterince gelişmemektedir.Savunmaların dağıtılması, okutulması,

kavratılması herkesin temel işi değil,bazı kesimlerin işi gibi ele alınmaktadır.Bütün alanlarda tüm kadroların, çalı-şanların temel işi Önderlik savunma-larının herkese ulaşmasını sağlamak,okutmak, kavratmaktır. Zaten bununyapıldığı yerde sistem örgütlenmesi,eylem perspektifi, zihniyet değişimi degeliştirilmiş olacaktır.

Kadro, komuta, savaşçı ve tüm ça-lışanlar açısından savunmalar bir defaokumayla ya da bir eğitim devresindebulunmayla yeterli bulunmamalıdır. Ön-derlik savunmaları düzenli okuma, yo-ğunlaşma, sürekli bir başucu rehberkitabı gibi yanından ayırmadan taşımayıgerektirmektedir. Militan yapı açısındanmücadele araçları, yöntemleri, sorunlarve çözüm biçimleri, sistemimizin ayrın-tısına kadar doğru örgütlendirilmesi vb.her konuda temel başvuru kaynağı Ön-derlik savunmalarıdır. Her arkadaşınsavunmalara böyle bir mantık ve anlayışiçinde yaklaşması, toplumu eğitme veaydınlatma çalışmasında savunmalarıdaha yoğunluklu olarak işlemesi ge-rekmektedir. Savunmaları okudum an-ladım şeklinde düz ve yüzeysel yakla-şımlar gelişmekte, anlamayı ilk oku-manın teorik algılama çerçevesiyle sı-nırlama yaklaşımları görülmektedir.Oysa ideolojik, örgütsel, siyasal heranlamda derinliğine ve kapsamlı biranlamanın gelişmesi gerekmektedir.Bunun için de sürekli yoğunlaşma ko-nusu yapılmalıdır. Askeri, siyasal, sosyal,kültürel her alanda gelişim tamamensavunmaların kavranmasına bağlıdır.

Toplantılarımızın değerlendirdiği birdiğer konu da bununla bağlantılı olarakparadigmaya yaklaşım olmuştur. Militanyapımızın, kadro, komuta, savaşçı vetüm çalışanlarının yeni paradigmayıele alış tarzı paradigmaya girişi de be-lirlemektedir. Buna göre paradigmayıele alışta ciddi yanılgılar yaşanmaktadır.Paradigmaya köklü girmeme, okuyuptanıma ve tamam deme ancak zihniyete

dönüştürmeme, dolayısıyla teoride evetdeyip pratikte uygulamama şeklindekioportünist yaklaşımlar fazlasıyla bu-lunmaktadır. Paradigmaya yaklaşımdaorta yolculuk olduğu ve bunun kabuledilemez olduğu değerlendirilmiştir. Pa-radigmaya ilkeler, ölçüler, ahlak ve vic-dan, yine bilinç esaslarına bağlı olarakköklü yaklaşmak gerekmektedir. Pa-radigmayı biraz anlayayım, biraz uy-gulayayım demek, yani yarım uygula-mak, kendine göre uygulamak olabile-cek en tehlikeli yaklaşımdır. Bu yakla-şım, Önderliğe yetersiz ve saygısızyaklaşım olduğu gibi mücadeleye deen çok zarar veren bir yaklaşım ol-maktadır. Bu, yeni paradigmanın ken-dine göre ele alışla revize edilmesidirki bunun en büyük tehlike olduğu açıktır.Önderliğimizin insanlık tarihi açısındançok önemli dönüm noktası olan felsefi,ideolojik ve teorik dönüşümü bununyapılanma gerçeğinin ortaya konulma-sını ilkeli ve örgütlü ele almak, radikalve köklü zihinsel değişim şeklinde kişilikve yaşam-mücadele anlayışına dön-üştürmek Hareketimizin tarihi, siyasive ahlaki sorumluluğudur.

Paradigma kendine göre esnetilemez

Bazı alanlarda bir kesim kadro ya-pısında Önderlik ideolojisini aşırı bulma,gerçekçi bulmama dolayısıyla sistemlebuluşturmaya çalışma gibi sapma an-lamına gelebilecek yaklaşımların ol-duğu anlaşılmıştır. Paradigma kendinegöre esnetilemez, sistemin zihniyetiyleuzlaştırılamaz. Önderlik ideolojisini sis-temin ideolojik, teorik ufukları içindeele alma, böylece örgüt, yaşam vemücadele tarzında sistemden kopma-ma bir kesim kadroda orta yolcu birduruş olarak gelişmektedir. Bu ortayolcu duruşun kaçınılmaz olarak ya-şamda, arayışlarda sistemin etkisinegirdiği ve sistem içileştiği bilinmektedir.

Kadro sorunlarımızın önemli bir boyu-tunun sistemin etkisine girmekten kay-naklandığı da açıktır. Böylece kadroölçülerindeki düşüş ve Hareketin kad-rosu olmaktan çıkma yaşanmaktadır.

Bu gerçeklikle bağlantılı olarak as-keri ve toplumsal alandaki kadrodamaddiyatçılık da birçok yönüyle kendinidışa vurmaktadır. Maddiyatçılık birey-ciliğin bir sonucu olarak geliştiği gibi,bireyciliği de derinleştirmekte, man-eviyatı zayıflatmaktadır. Kadroyu öz-gürlük değerlerinden, parti kültür veyaşamından giderek uzaklaştıran mad-diyatçılık ciddi kişilik aşınmalarına dayol açmaktadır. Partileşme önündekibüyük bir engel olarak maddiyatçılıklayoğun mücadele içinde olunmalı vemutlaka maddiyatçılık aşılmalıdır. Mad-diyatçılığın ortadan kaldırılması esasolarak kapitalist sisteme karşı köklübir duruş gösterme ve bireyciliğe karşısüreklileşen bir mücadeleyle mümkün-dür. Maddiyatçılığın kapitalizmin tüketimkültürünün ortamımıza yansıması ola-rak görülerek bir kapitalizm hastalığıolarak ele alınmalı, görüldüğü heryerde mahkûm edilerek ortadan kal-dırılmaya çalışılmalıdır.

Kadroda, özellikle de yönetici kad-rolarda halkın ve yapının eleştirilerineaçık olmama durumu ortaya çıkmak-tadır. Eleştiri-özeleştirinin Hareketimizintemel ayırt edici özelliği ve yaşamımızıntemeli olduğu bilinmesine rağmen eleş-tiriye kapalılık kendine ayrıcalıklı ko-numlar oluşturulduğunu, dokunulmazsınırlar çizildiğini, esas olarak da yetkininbuna gerekçe yapıldığını göstermek-tedir. Bu kabul edilemez. Her arkadaşınhalkın, örgütün ve elbette yoldaşlarınıneleştirilerine açık olması, eleştirileri bü-yük bir ciddiyetle dikkate alması ve butemelde kendisini sürekli değiştirip de-netlemesi gerekmektedir. Böyle olmaz-sa parti çizgisinde gelişimin de olma-yacağı bilinmektedir. Eğer arkadaş ya-pısında ve halkta yanlış değerlendir-meler ortaya çıkıyorsa bir yönetici vekadro yaşanan bu eksikliği de kendi-sinde görmelidir. Dolayısıyla parti kadroyapısının ve halkın eleştirilerinden ra-hatsız olmak bir yana, bundan memnunolmak gerekir. Yanlış yaklaşımlar veeğilimler varsa bunlar ancak doğruyaklaşımlar ve eğitimle düzeltilebilir.

Tarzda idarecilik ve liberal tutumüzerinde durulması gereken bir diğersorun olarak karşımıza çıkmaktadır.Yönetici ve komutada ya da genel ola-rak kadroda tarzın idareci olması demekideolojik mücadelenin verilmemesi, il-kelere göre hareket edilmemesi, kendiniyormama demektir. Yani kimseyi kar-şısına almadan herkese göre ilkesizbir yöntemle çalışma yürütme demektirki böyle bir tarzla örgüt yönetilemez,oturtulamaz, yaratılamaz ve gelişmesağlanamaz. Gelişmenin yetersiz ol-ması, sorunların birikip olumsuzluklarayol açması ve yeterince kadrolaşmave partileşmenin sağlanmamasındanbu tarz sorumludur. Bizde parti tarzıylaçalışma yürütmenin, mücadeleyi ge-liştirmenin ilkeleri bellidir. Dolayısıylamutlaka bunun dikkate alınarak idare-ciliğin, liberalliğin aşılması gerekmek-tedir. Ayrıca her kadro yanındaki çalışmaarkadaşlarında bulunan bu tarzı eleş-tirmeli ve kabul etmemelidir. Bu türolumsuzluk yaratan eğilimler radikalcemücadele edilmesi ve aşılması gerekenbir problem olarak görülmelidir.

Yeni stratejik döneme tüm kadro,militan ve savaşçı yapısının netleşerekgirmesi başarı açısından kesin gereklibir husustur. Bu konuda PKK 10. vePAJK 7. Kongrelerinin başlattığı net-leşme süreçlerinin bu dönemde dahada somutlaşması gerekmektedir. Net-leşen militan yapının yeni dönemin

Serxwebûn Sayfa 6Haziran 2010

“Dördüncü mücadele dönemi, Önderliğin özgürlüğü temelinde halkımızın özgürlüğünü sağlama mücadelesini en üstdüzeyde kararlılıkla yürüteceğimiz bir dönemdir. Tüm örgütlerimizin, bütün kadroların her dönemden daha fazlakararlı, iddialı, ısrarlı bir şekilde bu dönem mücadelesine katılacağına kuşku yoktur. Dönem Mazlumların, Beritanların,Agitlerin, Zilanların çizgisinde fedaice katılımla kazanılacak ve mücadele değerlerimizi özgürlükle taçlandıracaktır”

Dördüncü mücadele dönemi fedaice katılımla kazanılacaktır!

PKK Yürütme Komitesi

Page 7: SERXWEBÛN JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE Sal: 29 / Hejmar 342 / Hezîran 2010 Muğla’da yaşamını yitiren Kürt öğrenci Şer-zan Kurt’un yakınları

zafer tarzını başarılı bir biçimde heralanda pratikleştirmesi imkân dahilinegirecektir. Dördüncü stratejik dönemolarak tanımladığımız bu dönem birfinal dönemi olduğuna göre bütün ça-lışma alanlarında kadronun söktürücüve sonuç alıcı olması gerekmektedir.Yani askeri alanda, ideolojik-propa-ganda alanında, siyasi-diplomatik alan-da, sosyal-kültürel alanda, sistemininşası ve örgütlenme alanında faaliyetyürüten kadronun profesyonel bir dü-zeyi yakalaması şarttır. Çünkü dönemkesin başarı ve sonuç almayı zorunlukılan bir dönemdir. Dolayısıyla bu dev-rimsel dönemin kadroları bütün alan-larda eskinin devamını değil, yeni sü-recin devrimsel ruhuyla çalışmalara elatması ve hamlesel bir biçimde köklüdönüşümleri yaratması gerekmektedir.Hareketimizin kadro yapısında böyle

bir militan duruşun ve pratik sonuçalıcılığın gelişme koşulları vardır. İdeo-lojik, siyasi, örgütsel ve askeri alandavar olan tecrübe-birikim kadro yapı-mızın profesyonelleşmesi için güçlübir olanak sunmaktadır. Bununla birlikteÖnder Apo’nun en son sunduğu dörtkitap halindeki Demokratik UygarlıkManifestosu adlı savunmaları çok güç-lü, köklü bir derinleşme için gerekliperspektifi vermektedir. Önder Apo’nunbu savunmalarla yaşadığı ideolojik,felsefi derinleşmeyi özümseyen herkadro ve militanın Hareketimizin tec-rübelerine ve var olan imkân-olanaklaradayanarak başarmayacağı hiçbir şeyyoktur. Bu nedenle hem mücadele ta-rihimizin yarattığı tecrübe birikimi hemkadro yapısının nitelik-nicelik düzeyive hem de savunmaların derinliği yenidönem kadrosunun devrimsel bir kadroolarak tarih sahnesine çıkma koşullarınısunmaktadır. Önemli olan biz kadrolarınbu olanakları doğru görmemiz, doğrudeğerlendirmemiz ve bunu köklü birdönüşüme yol açacak tarza özümse-yerek kendimizde devrimsel bir çıkışıgerçekleştirmemizdir. Bu yapıldığındafedai Apocu ruha sahip, engel tanımaz,devrimci-militan duruşun pratikleşeceğive bunun da her koşul altında sonuçalıcı olacağı kesindir.

Eskinin tekrarı biçimindeki birperformans kendi kendini tekrar etme olur

Yeni dönem mücadele tarzının es-kinin bir tekrarı olamayacağı açıktır.Gerek serhıldan alanında gerekse degerilla alanında yine sistemin inşa faa-liyetlerinde basın-yayın alanlarında vemücadelenin bütün zeminlerinde es-kinin tekrarı biçimindeki bir performanskendi kendini tekrar etme olur. Bu dö-nemde tekrarı yaşama bir gelişmedeğil, bir gerileme ve kaybetme anla-mına gelecektir. Bu açıdan eskinintekrarı demek özünde gerileme vekaybetme demektir. Açık ki yeni dönemmücadele performansının bütün alan-larda daha ileri düzeyde olması ge-rekmektedir. Kapsam, içerik ve sonuçalıcılık bakımından yeni dönemin mü-cadele tarzının belirginlik kazanmışolmasını görmek ve buna göre bir ka-tılım düzeyini gerçekleştirmek büyükbir önem taşımaktadır. Özellikle dönemibilinçli karşılayan tüm arkadaş yapısınınher türlü duygusallıktan uzak gerçekçibir yaklaşıma ulaşması ve mutlak bi-

çimde kendisinde üretici-yaratıcı, sonuçalıcı zafer tarzını geliştirmeyi önünekoyması gerekir. Bu yapılmadan kap-samlı bir biçimde sistemi inşa etme,toplumsal dönüşümü gerçekleştirerekdemokratik toplumu, demokratik özerksistemi geliştirme olanak dışı olacaktır.Unutmayalım ki toplumsal dönüşümve yeniden inşa bir mücadele ve dire-nişle iç içe örgütlenmek ve gelişmekdurumundadır. Bu açıdan çarpıcı birmilitan tarz olmaksızın sistemin inşasıve sistemi bir direniş kalesine dönüş-türmesi mümkün olmayacaktır. Bu ne-denle bir yandan serhıldan alanındazengin taktiklerle sürece yaklaşmak,öz savunma sistemini güçlü bir biçimdeörerek toplumsal savunmayı pekiştir-mek ve diğer yandan da gerilla ala-nında gerekli taktiksel çıkışı zenginyöntemlerle geliştirerek sürece cevap

olmak kendisini dayatan en önemlibir görev durumundadır. Bütün bunlarınbir mücadele ve direniş eylemselliğiyleiç içe, yoğunlaşarak, gelişerek derin-leşmesi gerekmektedir. Tüm alanlardaböylesine hareketli devrimsel bir süreceöncülük yapacak kadrosal yapının ol-dukça yetkin ve profesyonel olmasıgerektiği açıkça ortadadır.

Meşru savunma stratejisi çerçeve-sinde derinleşecek, yeni dönem mü-cadelesinde sürece damgasını vuracakolan temel gücün savunma kuvvetleriolacağı açıktır. Çünkü savunma kuv-vetleri, savunma görevini yeterli bir bi-çimde yerine getirmezse mevzilerinve değerlerin savunulması söz konusuolamayacağı gibi toplumsal alandakimücadele güçlerine moral, cesaretverme durumu da söz konusu olma-yacaktır. Bu açıdan savunma kuvvet-lerindeki mücadele düzeyi bütün alan-ları etkileyerek belirleyici bir önemesahip olmaktadır. Kuşkusuz mücade-lemizin bütün boyutları savunmadanibaret değildir. Ancak savunmanın ye-tersiz kalması durumunda otomatikolarak bütün alanları etkileyen bir so-nuca yol açacağı görülmeli ve bununda hayati bir sorun olduğu bilinmelidir.Yeterli bir savunmaya sahip olamayangüçler bırakalım gelişmeyi kendi var-lığını bile savunamayacağı bilinmek-tedir. Bu açıdan savunma kuvvetlerininrolü stratejik düzeyde bir önem arz et-mektedir. Bu nedenle yeni dönemdesavunma güçlerinin eskinin tekrarıdeğil, daha ileri bir mücadele düzeyiniortaya çıkarması önemli olmaktadır.

1 Haziran Hamlesi komployu boşa çıkarttı

Bugün mücadele tarihimizin enönemli hamlelerinden biri olan 1 Ha-ziran 2004 Hamlesi’nin altıncı yıldö-nümünü karşılamaktayız. Bu vesileylebu hamlenin yıldönümünü tüm arkadaşyapısına ve halkımıza kutluyoruz. 1Haziran Hamlesi başta Adıl ve Nudaarkadaşlar olmak üzere gerilla ve ser-hıldan alanında bine yakın şahadetinyaşanması ile kahramanlık destanlarıyaratan bir hamle olmuştur. Biz, bukahraman şehitlerimize bağlılığın birgereği olarak 1 Haziran Hamlesi’ninruhunu dördüncü stratejik dönemdedaha üst düzeyde temsil etme vekahraman şehitlerimizin anılarını ya-şatmayı temel bir dönem görevi olarakönümüze koyuyoruz. 1 Haziran Ham-

lesi Önder Apo’nun İmralı’daki anlamlıduruşu, halkımızın büyük fedakârlık-larla şehitler vererek gerçekleştirdiğiserhıldan eylemselliği ve gerillanınbüyük kahramanlıklarla yürüttüğü mü-cadele ile önemli başarılar elde etmiş,ciddi örgütsel ve politik sonuçları açığaçıkarmıştır. 1 Haziran Hamlesi’ninyükselttiği direniş temelinde uluslar-arası komplo boşa çıkarılmış, Hare-ketimizin yeniden toparlanarak güçkazanması olanakları sağlanmış vebugünkü devrimsel sürece yol açacakbir düzey yakalanmıştır. Ancak 1 Ha-ziran Hamlesi’nin pratikleşme perfor-mansı Kürt sorununda demokratik çö-zümün gelişmesine yetmemiştir, ye-tersiz kalmıştır. Demokratik çözümüngeliştirilmesi, Önder Apo’nun özgür-leştirilmesi için gerekli yeterliliğe ulaş-mamıştır. Şimdi yeni dönemde bu

yetmezliği aşan, Önder Apo’nun öz-gürlüğü ve demokratik çözüm için ye-terli olabilecek bir pratik, taktik per-formansa ulaşması gerekmektedir.Bu olmadan yeni dönemin görevleriningereklerinin yerine getirilmesi söz ko-nusu olmayacaktır.

Bu açıdan özellikle gerillanın nicelve nitel olarak kendini aşması ve yenibir taktik performansla süreci sürükle-mesi önem taşımaktadır. Halk savunmakuvvetleri olarak gerillanın bu göreviyapması için öncelikle HPG’nin bir yıl-dan beri sürdürdüğü yeniden yapılanmaprojesi çerçevesinde kendini aşmasıgerekmektedir. Bunun için başta ko-mutada ciddi bir yenilenme şarttır. Kla-sik komutanın aşılması olmadan klasikgerillanın aşılması mümkün değildir.Bugün gerekli olan; klasik gerillanınbütün özelliklerini aşmış, Kürdistan’ınözgün koşullarında şekillenmiş modern,çağdaş gerilla düzeyinin yakalanma-sıdır. İdeolojik olarak netleşmiş, gerçekanlamda partileşmeyi yaşamış bir ge-rilla düzeyi ortaya çıkarılmadan Apocufedai ruhla mücadeleci bir gerillayı şe-killendirmek mümkün olmayacaktır. Buaçıdan öncelikle ideolojik donanımısağlam, her türlü özel savaş yöntem-lerine karşı cevap olabilen bir gerilladuruşuna ihtiyaç vardır.

Bununla birlikte Kürdistan özgürlükgerillasının 26 yıllık savaş tecrübesiniözümsemiş, bu temelde savaş sana-tında derinleşen, savaş tekniğine hâkimolacak tarzda askeri eğitimde yoğun-laşmış düzeyi kesin gereklidir. Savaştaktiğinde oldukça zengin bir pers-pektifle donanmış, tekniği taktiğin hiz-metine ustalıkla sokmayı başaran vebu temelde taktiksel çok yönlülüğü,esnekliği, kıvraklığı ve zenginliği pra-tikleştirebilen profesyonel bir gerilladüzeyini yakalayan Kürdistan gerillasıasla yenilemez bir gerilla olacaktır.Bu nedenle savunma güçlerinin bueksende şimdiye kadar yürütmekteolduğu hazırlıklar temelinde doğru birpratik programsal yaklaşımla gücünüdengeli bir biçimde harekete geçirmesiönem kazanmaktadır. Özellikle tümkomuta yapısının politik bakış açısınıeksen alan eylemsel planlama yetisinesahip olması gerekmektedir. Yapılacakher savunma eyleminin zamanı, me-kânı ve tarzı önem kazanmaktadır.Zaman-mekân ve tarzına dikkat et-meyen bir komutanın planlayacağı bireylem karanlığa sıkılmış bir kurşungibi olacaktır. Oysa bu dönemde yü-

rütülecek bütün savunma eylemlerininpolitik bir özelliği ve mesajı içermesigerekmektedir. Her şeyden önce Ön-derliğin de altını çizerek uyardığı gibiasla çizgi dışı Hogırvari yöntemlereyer verilmemelidir. Sürdürülecek olanmeşru haklı savunma duruşumuzdahiçbir sivil çevrenin zarar görmemesigerekmektedir. Bunun için azami dikkatve yüksek bir itinaya ihtiyaç olduğuaçık ortadadır. İşte yeni dönem komutaduruşunun bütün bu özelliklere dikkateden büyük bir hassasiyet ve duyarlı-lığa sahip olması gerekmektedir. Özel-likle buna göre hareket tarzını belirle-yen, öncelikle gücünü korumada us-talaşmış bir düzeyi yakalaması başarıiçin çok önemli bir husustur. Eski klasikyöntemlerle değil, yeni dönemde dahada incelik kazanmış yöntemleri esasalması gerektiği bilinen bir husustur.Derin gizlilik, ince kamuflaj çok yönlülükesnek, kıvrak bir pratik tarzı uygulayankomuta duruşuna ve gerilla perfor-mansına ihtiyaç vardır. Kısaca savun-ma alanındaki komuta ve savaşçı ya-pısının yeni dönemin mücadele esas-larına göre bir katılım düzeyini yaka-laması başarı için kesin gereklidir.Özellikle bu eksende hareket ederekyerel birliklerini doğru temelde örgüt-leyen ve savaşı sadece belirli alanlarlasınırlamayan istediği yere hükmede-bilen ve her zemini bir savunma ala-nına dönüştürmeyi başaran bir gerilladuruşu dönemin kazanılmasının temelduruşu olacaktır.

Ayağa kalkan bir halkın ideolojik olarak doyurulması gerekir

Eğitim faaliyetleri paradigmanın,Önderlik savunmalarının, parti tarihive dönem görevlerinin kavratıldığı,esas kadrolaştırma çalışmasının yü-rütüldüğü alan olmaktadır. Bu alandagiderek daha sade ve sonuç alıcı birtarz yakalanmakla birlikte tekdüzelikyeterince aşılmamaktadır. Bu yönüyleyöntem zenginliğinin uygulanması,eğitimlerin daha sonuç alıcı olmasıaçısından önemli görülmektedir. Eği-timlerin zihniyet geliştirme, dönemgörevlerine motive etme, anlayış ka-zandırma kısaca partileştirme ve butemelde pratiği geliştiren özellikler ka-zandırma niteliği zayıf kalmaktadır.Aslında örgütümüzün önemli sayıdakadrosunun büyük emek vererek yü-rüttüğü çalışma eğitim çalışmasıdır.Bu alanda verilen emekler belirli dü-zeyde sonuç da almaktadır. Ancakbunun yeterli olmadığı, eğitimlerinokullardan sonra süreklileştirilemediği,bunun da kadro ve savaşçı yapıdaköklü değişim-dönüşüm yaratmadazayıflıklar ortaya çıkardığı, kimi kad-rolarda da eğitime yanlış yaklaşımdandolayı ezbere ve tekdüze denilebilecekbir tutum görülmektedir. Eğitimlerinesas olarak zihniyet çözümlemesi vekişileri en yaratıcı ve iddialı tarzdadönem görevlerini karşılamaya hazırhale getirmesi gerekmektedir.

Öte yandan halk eğitimlerini ge-liştirmede, özellikle de doğal halk ön-derlerini eğitip geliştirmede ve dön-üştürmede de ciddi yetersizlikler de-vam etmektedir. Halkı paradigma te-melinde bilinçlendirme, örgütleme vebu yönlü kişilik kazandırma yetersizkalmaktadır. Bu açıdan halk eğitimlerive doğal önderlerin eğitimlerinin çokyönlü geliştirilmesine ihtiyaç vardır.Ayağa kalkan bir halkın ideolojik ola-rak doyurulması ve sistemimizin içineçekilmesi ancak böyle gerçekleşebilir.Yoksa ayağa kalkan milyonlar zamaniçinde sistem içinde eriyerek müca-delenin aktörleri olmaktan çıkarlar.

Ajitasyon propaganda alanındayaratıcı olmak gerekir

İdeolojik çalışmalar kapsamındaüzerinde yoğunca durulan çalışmalar-dan biri de ajitasyon-propaganda ça-lışmalarıdır. Bu çalışmalar tüm çalış-maların önünü açacak bir çalışma ola-rak görülmelidir. Diğer çalışmalarınbaşarısının bu çalışmaların etkili halegetirilmesinden geçtiği bilinerek ciddi-yetin geliştirilip tarzın yenilenip etkilikılınmasına ihtiyaç vardır. Ajitasyonpropaganda alanında zengin ve yaratıcıolunamadığı, mevcut imkân ve araç-ların etkili kullanılamadığı, Önderliksavunmalarının basın-yayın alanındaetkili tanıtılamadığı bir eleştiri konu-sudur. Savunmalar için yapılan prog-ramların yetersiz kaldığı, daha zenginaraçlarla savunmaların toplumun tümkesimlerine tanıtılması gerektiği ortayaçıkmıştır. Ancak gelinen aşamada aji-tasyon ve propaganda araçlarının ge-liştirilmesi ve çeşitlendirilmesine ihtiyaçbulunmaktadır. Basın-yayın araçları-mıza başta kadrolarımız olmak üzerehalkımızın sahiplenmesi konusundadoğru bir yaklaşımın geliştirilmesinede ihtiyaç bulunduğu anlaşılmıştır.Özellikle yayınlarımızın dağıtımı ko-nusunun iyi örgütlenmesi ve tüm ya-yınlarımızın kendini finans eder halegetirilmesi konusunda daha ciddi yak-laşımların gösterilmesi gerçeği ortayaçıkmış bulunmaktadır.

Kültür-sanat alanının politik-ahlakitoplum, komünal demokratik değerlertemelinde geliştirilmediği dolayısıylakapitalist modernite ve özel savaş uy-gulamaları karşısında yeterli etkinliğingösterilemediği açıktır. Kapitalizminesas olarak kendisini kültürle kalıcıhale getirdiği, örgütlediği bilinmektedir.Mevcut durumda toplumumuza adetabütün özel savaş araçları da devreyesokularak kültürel soykırım dayatıl-makta, kültürsüzlük temel kültür olarakkapitalist modernite tarafından halkı-mıza, toplumumuza yedirilmektedir.Bu, toplumsal olan, ahlaki olan tümdeğerlere saldırı temelinde gelişmekte,insani değer adına hiçbir şey bırakıl-mamakta, sanat ve kültür pazar konusuhaline getirilerek tüketim, eğlence top-lumu yaratmanın aracı olarak kulla-nılmaktadır. Kültürün alım satım ko-nusu haline getirilmesi, insanlığa vedolayısıyla toplumumuza dayatılmışbüyük bir ideolojik, sosyal, kültürel,psikolojik özel savaş saldırısıdır. Busaldırıları püskürtmek tamamen mü-cadelemizin açığa çıkardığı ruh vezihniyete dayalı sanat-kültür çalışmasıyürütmekle mümkündür. Yani popülizmve elit sanatçılık anlayışından uzak,tabana dayalı, toplumsal hareket ni-telikli yeni bir anlayış ve örgütlenmeylekültürel soykırım ve kapitalist modernistsaldırılar aşılabilir. Mevcut durumdasanat alanımızda popülist-elit anlayışlaraşılmamış, dolayısıyla toplumu etki-leyecek tarz yeterince yakalanama-mıştır. Kültür-sanat alanımız, toplumunbeğenilerinde kapitalizmin yarattığı ta-lebe teslim olma değil, paradigmasaldeğerlerimize göre toplumumuzunkendi taleplerini yaratmakla yükümlü-dür. Ancak bu yaratılırsa kültür-sanatrolünü oynamış olacaktır. Bu alandaşu ana kadar halkımızla ve Hareketi-mizle hareket etmiş ya da destek ol-maya çalışmış dost sanatçıları dahada katmaya dönük kazanımcı yakla-şımlar bundan sonrası için de dikkatealınması gereken diğer bir husustur.Ancak esas olarak tabana dayalı top-lumcu yeni bir sanat ve sanatçı can-lanışına ihtiyaç vardır.

Ahlaki politik sistemimizi kurmakaçısından kendi sanat anlayışımızı ve

Sayfa 7 SerxwebûnHaziran 2010

l “Gelinen aşamada ajitasyon ve propaganda araçlarının geliştirilmesi ve çeşitlendirilmesineihtiyaç bulunduğu da ortaya çıkmıştır. Basın-yayın araçlarımıza başta kadrolarımız olmak üzerehalkımızın sahiplenmesi konusunda doğru bir yaklaşımın geliştirilmesine de ihtiyaç bulunduğuanlaşılmıştır. Özellikle yayınlarımızın dağıtımı konusunun iyi örgütlenmesi ve tüm yayınlarımızınkendini finans eder hale getirilmesi konusunda daha ciddi yaklaşımların gösterilmesi gerçeğiortaya çıkmış bulunmaktadır”

Page 8: SERXWEBÛN JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE Sal: 29 / Hejmar 342 / Hezîran 2010 Muğla’da yaşamını yitiren Kürt öğrenci Şer-zan Kurt’un yakınları

kültürümüzü yaratmak olmazsa olmazbir ihtiyaç haline gelmiştir. Kapitalistmodernist kültüre ve onun yaşam tar-zına karşı radikal bir duruş ortaya kon-madan sistemimizi oluşturmak kolayolmayacaktır. Sadece ideolojik ve teoriktespitlerle ve bunu pratiğe geçirmeyaklaşımıyla komünal demokratik ya-şamı yaratamayacağımız açıktır. Do-layısıyla sistemimize uygun bir toplumzihniyeti ve kültürünün yaratılması, de-mokratik ve özgür yaşamı hedefleyendemokratik konfederal sistemimizi kur-mak açısından olmazsa olmaz bir ça-lışma olarak görülmelidir.

Sanat ve ajitasyon-propaganda alan-larının rolünü yeterince oynamamasıtoplumumuzda kapitalist modernite et-kilerini artırmıştır. Özellikle de kadınve gençliğin kapitalist moderniteyledaha yoğun bir mücadeleyi sanat veajitasyon-propaganda alanındaki et-kinliğini artırarak yürütmesi gerekmek-tedir. Toplumsal değişim ve dönüşümünsadece feodalizme ve feodal değerleretepki biçiminde geliştirilmesi yönünükapitalizme ve onun modernist kültürüneçevirmeyi de beraberinde getirmektedir.Bu klasik ilerlemeci mantığın ürünüdürki sonu kapitalizm bataklığıdır. Önderlikşiddetle buna karşı çıkmakta, politik-ahlaki toplum temelinde komünal de-mokratik değerlerin canlanması içinçaba harcamaktadır. Elbette ki feodaldeğerleri aşmalıyız ancak toplumsalve ahlaki olanı esas alarak komünaldemokratik toplumu geliştirmeliyiz. Böy-le olmazsa, toplumumuza şu anda bü-yük oranda etkide bulunan kapitalistmodernite hâkim olacaktır. Kapitalizmbilinçli olarak tüm komünal değerleri,geleneği, ahlakı feodalizme mal ediyor.Böylece kendisinden önceki tüm de-ğerleri geri, ilkel değerler ilan edipteşhir ediyor. Hiçbir toplumsal, ahlakideğeri bırakmama temelinde de ken-disini üretiyor. Kapitalizm öncesi tümdeğerler toplu biçimde feodalizm tor-basına konulup kötülenip bir tarafa atı-lıyor. Yani kapitalizm gelip aslında tümtoplumsal değerleri süpürüyor. Zatentoplumsal değerin olduğu yer kapita-lizmin henüz gelişmeye başlamadığıyer oluyor. Ya da kapitalizm toplumsaldeğerlerin zayıfladığı yerlerde kendisinivar ediyor. Dolayısıyla toplumsal de-ğerlerin ve özgürlük ahlakının savu-nulması ve geliştirilmesi anlamına gelenmücadelemiz sanat-kültür ve basın-yayın başta olmak üzere mücadeleninbütün alanlarında bu bilinçle hareketetmek durumundadır.

Geçen dönem açısından yürütülenve bundan sonra da önemle yürütülecekçalışmalardan biri de Akademiler ça-lışmasıdır. Bu alanda belli çalışmalarolmakla birlikte Önderliğimizin öngör-düğünün çok gerisindeyiz. Kuzey baştaolmak üzere toplumsal alanların bukonuya dönük anlayış ve pratiği ciddieleştiri konusudur. Zira perspektifi an-lamak ve uygulamaktan uzak, kendinegöre bir yaklaşımla ele alınmıştır. Aka-demiler çalışması çeşitli gerekçeler ilerisürülerek bugüne kadar geliştirileme-miştir. Bu durum başta yönetimlerimizolmak üzere bir eleştiri ve özeleştirikonusudur. Önderliğin uluslararası aka-demiler konfederasyonu perspektifi te-melinde önümüzdeki döneme dönükbilim-aydınlanma çalışmalarının örgüt-lendirilme biçimi de değerlendirilmiştir.Önder Apo’nun düşüncelerinin yaygın-laşması ve başka alanlardaki düşünceüretimlerinin birbirini zenginleştirip etkilikılması açısından bu çalışmalar önemlihale gelmiştir. Buna göre akademilerkonfederasyonunun özerk bir alan ola-rak örgütlendirilmesi gerektiği, işlevsellikanlamında biri teorik üretim, diğeri eği-timlerin derli toplu yürütülmesi olmak

üzere iki biçimde örgütlemek gerektiğiüzerinde durulmuştur.

İdeolojimiz tüm Ortadoğuʼya taşırılmalıdır

İdeolojik mücadelede belli bir emekve etkinlik olmakla birlikte esas olaraközel savaşı boşa çıkarmada yetersizkaldığımız görülmektedir. Kuzey Kür-distan ve Türkiye’de siyasal İslam’ınideolojik hâkimiyet kurması söz konu-sudur. Aslında Hareketimiz dışında si-yasal İslam’ın çok geniş kesimleri etkisialtına aldığını görmekteyiz. Bu nedenlebu ideolojik saldırıları püskürtüp ÖnderApo’nun çizgisinde demokratik sosyalistideolojiyi sadece Kürdistan’da değilTürkiye başta olmak üzere tüm Orta-doğu’da etkin kılma görevi acil halegelmiş bulunmaktadır.

Öte yandan kapitalist moderniteninideolojik saldırısı tüm araçlar kullanı-larak etkili hale getirilmeye, böylecetoplumumuz özgürlük kültürü ve ahla-kından uzaklaştırılıp sisteme entegreettirilmeye çalışılmaktadır. En önemliside psikolojik-özel savaşın bütün araç-larıyla Önderlik başta olmak üzere Ha-reketimiz karalanarak etkisizleştirilmeyeçalışılmaktadır. Tüm bunlara karşı dahakapsamlı ve etkili bir ideolojik müca-deleye ihtiyacımız bulunmaktadır. Butemelde ajitasyon-propaganda araç-larımızın, kültür-sanat araçlarımızın,akademik olanaklarımızın daha yetkinve etkili kullanılması önemli olmaktadır.

Yine partileşme hamlesinin gereğiolarak iç mücadelede belli bir düzeyyakalansa da hala ciddi yetersizliklerinolduğu değerlendirilmiştir. İç ideolojikmücadelenin daha da gelişmesinin te-mel şartı ölçüleri yüksek tutmaktır. Ör-güte yaklaşımda, militanlığa yaklaşım-da, halka yaklaşımda ölçüleri yüksektutmak örgüt içi mücadelenin yüksel-mesinin şartlarıdır. Ölçüler yükseltil-mediği müddetçe yeni kadrolar kaza-nılmayacağı gibi, var olan kadrolarınerimesi de kaçınılmazdır. İçte yetersizideolojik mücadelenin verilmesinin, li-beralizmin gelişmesinin temel nedeniölçülerin düşmesi olmuştur. Zaten öl-çülerin düştüğü bir yerde ideolojik mü-cadele de verilemez. Çünkü oradagerçek yönetim ve kadro duruşu gös-terilemez. Bu nedenle önümüzdeki dö-nemde eleştiri-özeleştiri mekanizma-sının daha güçlü işletilmesi gerektiğini,kadroda kendini ve birbirini eleştiriyledüzeltmenin daha radikal geliştirilme-sinin ideolojik mücadelenin sonuç al-masında belirleyici olacağının altınıçizmek ve gereklerini yerine getirmekgerekmektedir.

Üzerinde yoğunca durulan konular-dan biri de örgütlenme faaliyetlerimizolmuştur. Dördüncü stratejik döneminmücadelesinde başarılı olmanın toplu-mumuzu KCK sistemi temelinde örgüt-leme düzeyimize bağlı olduğu bilin-mektedir. Önder Apo da hazırlıklarımızadikkat çekerken toplumumuzu ne kadarörgütlediğimizi sormaktadır. Parçalardave alanlarda toplumu konfederalizmesasları temelinde örgütlemek, örgütsüztek bir fert bile bırakmamak esas yak-laşımımız iken hala birçok alanda ko-mün, meclis, kooperatif örgütlenmele-rinin gerçekleştirilmemesi çok ciddi birproblem olmaktadır. Sanki bunlarsızsistem kurulabilirmiş gibi bir anlayışbulunmaktadır. Bu da ister istemez al-ternatif sistem olma değil de sistemiçinde iyileşmeler yapma gibi bir eğilimindışa vurması biçiminde görülmek du-rumundadır. Önder Apo komünsüz kim-se kalmamalıdır dedi, hatta komünüolmayana selam vermeyeceğim dedi.Kuşkusuz toplumu komünlere, meclis-lere, kooperatiflere kavuşturarak örgüt-

lemek kadronun sorumluluğudur. Top-lumun ekonomik, sosyal ve siyasalalanda alternatif kurumları yaratılamazsaalternatif sistem haline gelmek de müm-kün olamaz. Halkımız kadrolar öncülü-ğünde ekonomik, sosyal ve siyasal ör-gütlenmelerine kavuşturulursa o zamankendi demokratik özgürlükçü toplumu-muzu yaratabiliriz.

Bu çerçevede geçen dönemde sis-tem örgütleme çalışmaları zayıf kalmıştır.KCK sistemini alanlarda örgütleme ye-tersizlikleri Hareket olarak toplumsalalanda zayıf kalmamıza da yol açmıştır.Toplantılarımız bu zayıflığın esas so-rumlusunun yönetim ve kadro olduğunudeğerlendirmiş, sorunu kadro öncülü-ğündeki zayıflık olarak tanımlamıştır.Halka örgütlenme bilinci verme, sosyal,siyasal, ekonomik, kültürel her alandaörgütlendirerek güçlendirme kadrolarınsorumluluğundadır. Kadroda yaşananyetersiz partileşmenin en somutta yan-sıdığı alan örgütlenme alanı olmaktadır.Zira parti öncülüğü olmadan KCK sistemiörgütlenemez. Şu ana kadar sisteminörgütlenmemesi yeterince partileşme-meden kaynaklıdır. Alanlarda parti ör-gütlenmeleri yeterince rollerini oyna-mamaktadır. Parti komiteleri hala teknikkalabilmekte, rutin işleyişin dışına çı-kamamakta, alanlardaki kadroyu partigörev ve sorumluluklarına motive etme,denetleme, aktifleştirmede rol sahibiolamamaktadır. Sistem örgütleme vezihniyet geliştirme tamamen kadrosalsorumlulukla ilgilidir. Kadrosal sorum-luluğun gelişmesi ise tamamen partililikbilinciyle ilgilidir. Parti bilinci sorumlulukbilincidir. En zor koşullarda ayakta kal-mayı başarma, her koşulda sorumlu-luklarını bilme ve sahiplenme, her şartaltında ölçüleri yüksekte tutmayı ba-şarma partililik bilincini ifade etmektedir.Buna göre ele aldığımızda kadroları-mızda yetersiz verilenle sınırlı kalma,yüzeysel yaklaşım, zorluklardan kaçma,öncelikleri doğru belirlememe, kolayolanı tercih etme, hazır olana dayanmavb. yaklaşım ve eğilimler tamamen par-tileşmemeyle ilgilidir. Örgütlenme ça-lışmalarındaki yetersizlikler de bu an-layıştan, yaklaşımdan kaynaklıdır. Birköyde, bir mahallede, imkânların kısıtlıolduğu kırsal bölgelerde ya da sisteminkendini çok sıkı örgütlediği metropolkoşullarında KCK sistemini örgütlemekciddi anlamda partililik bilinci gerektir-mektedir. Örgütlenmede yaşanan ye-tersizliklerin koşullarla, halkla izah edi-lemeyeceği tamamen kadroyla ilgili ol-duğu ve kadronun da bunu ancak par-tileşerek aşabileceği açıktır.

İçinde bulunduğumuz dönem açı-sından sistemimizi örgütlemenin önemide dikkate alındığında kadronun hızla

kendini her anlamda donatıp sistemörgütleme çalışmalarına ağırlık vermesive partileşme ölçüsünü, mücadele ba-şarısını geliştirdiği zihniyet ve yarattığıörgütle ölçmesi gerekmektedir. Şu anakadar toplumsal örgütlenme alanındaklasik yaklaşımlar hâkimdir. Geliştirilençalışmalar isim düzeyinde kalmaktadır.Paradigma ve sisteme göre içini dol-durma yetersizdir. Birçok yerde meclis,komün ve kooperatif kurulmuş ancakisim düzeyinde kalmışlardır. Böyle olun-ca kısa süre içinde işlevsiz ve etkisizhale gelmektedirler. Bazı meclisler dı-şında sistemin diğer temel örgütlen-melerinin geliştirildiği söylenemez. Sis-tem örgütlemedeki yetersizliğin esaslınedenlerinden biri de inanç yetersizliğidir.Toplumun konfederal sistem temelindeörgütlendirileceğine, bu temelde devletçisistemin aşılabileceğine, demokratikkonfederalizmin topluma her anlamdayetebileceğine dair inanç onu örgütle-mede de belirleyici olmaktadır. Dolayı-sıyla kadrolarımızda sistemimizi oluş-turmaya dair inancın güçlendirilmesi,bunun için de paradigmanın daha köklükavranmasına ihtiyaç vardır. Mücade-lede dördüncü dönem çok daha yaygınve köklü sistem örgütlenmesine, halkıher anlamda örgütlü kılmaya dayalıolarak yükseltilecektir. Kadrolarımızınbu bilinç ve sorumlulukla dördüncü dö-neme katılması gerekmektedir.

Tüm çalışmalarımız serhıldanıgüçlendirme yönündedir

Önümüzdeki dönemde sistemimizidaha etkili örgütleme, bu temelde si-yasal alanı güçlendirme ve demokratikeylem çizgisine bağlı olarak serhıldanıdaha nitelikli ve etkili geliştirme gör-eviyle karşı karşıyayız. Geçen üç-dört aylık dönem boyunca serhıldançizgisinde gelecekte daha nitelikli ser-hıldan yapılacağının işaretleri görül-müş, 8 Mart, 21 Mart, 4 Nisan, 1Mayıs güçlü karşılanmıştır. ÖnderApo’ya bağlılık ve özgürlükteki ısrarınıortaya koymuştur. Bu durum ve geçenyıllardaki halkın serhıldana katılımdüzeyi dördüncü dönem açısındandaha nitelikli, devletin otoritesini ge-rileterek kendi sistemimizi kuracakve koruyacak karakterde serhıldanlaryapılmasının mümkün ve gerekli ol-duğunu göstermiştir. Ulusal varlığıkoruma ve özgürlüğü sağlama açı-sından meşru savunmanın aktif veetkin hale getirilmesi yanında, serhıl-danların devleti geriletme, toplumuörgütleme ve yeni sistem kurucusurolünü oynama düzeyinde etkin vegüçlü geçmesi önümüzdeki dönemdetüm örgüt yapımızın, halkımızın ve

dostlarımızın sorumluluk duyması ge-reken bir çalışma olmaktadır. Serhıl-danların bir tekrarı yaşamaması venitelikli hale gelmesi açısından zen-ginleştirilmesi ve bu temelde de sonuçalıcı kılınması önem kazanmış bu-lunmaktadır. Bir yönüyle tüm çalış-malarımızın serhıldanı güçlendirmetemelinde ele alınması ve böyle birsorumlulukla hareket edilmesini ge-rektirmektedir. Dördüncü dönemi kar-şılamak ancak böyle bir yaklaşım vegüçlü serhıldanların örgütlendirilippratikleştirilmesiyle mümkündür.

Yeni dönemin mücadelesinin özel-likle Önderliğimizin demokratik kon-federalizmi ilan etmesinden sonra ör-gütlenmeler temelinde fiili olarak oluş-turmaya çalıştığımız demokratik özerk-liği daha somut ve gözle görülür halegetirme ve bunu savunma temelindegelişeceği de bilinmelidir. Serhıldan-ların gelişmesi ve halkın demokratikörgütlenmelerine karşı gelişecek sal-dırıların savuşturulması açısından hal-kın öz savunmasının örgütlenmesi vebuna öncülük edilmesi de en temelgörevlerden biri haline gelmiş bulun-maktadır. Yeni dönemin mücadelesive çalışmaları öz savunmasız düşü-nülemez. Halk iyi örgütlendirildiğindeen şiddetli saldırıları bile karşılayacakbir öz savunma gücü gösterebilir. Bukonuda dikkatli ve yaratıcı çalışmalaretkili bir öz savunma gücünü ortayaçıkarabilir. Halkımız buna yatkındırve bu örgütlenmeleri geliştirmek herzamankinden daha fazla imkân dahi-line girmiştir. Hiçbir çalışma öz sa-vunmasız düşünülmemelidir. Özellikletoplumsal alanda sivil nitelikli, silahsızbir biçimde örgütlenmiş ve toplumadönük geliştirilen özel taktikleri gere-ğince fuhuş, eroin-esrar gibi toplumuyozlaştıran ve düşüren politikalarakarşı ve ajan faaliyetlerini önlemeyedönük öz savunma birimlerinin siviltemellerde örgütlenmesi önem taşı-maktadır. Bu temelde her çalışma özsavunmasını düşünen bir bütünlükleele alınmalıdır.

Geçen dönem değerlendirildiğindesosyal alanda zayıf kaldığımız açıkçagörülmektedir. Bu da farklı siyasal eği-limlerin ve devletin bu alana müdahaleetmesini beraberinde getirmektedir.Toplumumuz yoksulluk, fakirlik, işsizliksınırında tutulmaktadır. Öte yandantoplumumuzu kendisine bağlamak içinbu koşullarından faydalanmaya çalı-şılmaktadır. Mevcut durumda AKP veFettuhlahçılar binlerce dernek, tarikatvb. araçlarla toplumun yoksulluğundan,işsizliğinden faydalanmaya çalışmaktave kendi çıkarları temelinde örgütlemelergeliştirmektedirler. Kuzey Kürdistan’ın

Serxwebûn Sayfa 8Haziran 2010

Page 9: SERXWEBÛN JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE Sal: 29 / Hejmar 342 / Hezîran 2010 Muğla’da yaşamını yitiren Kürt öğrenci Şer-zan Kurt’un yakınları

Siirt, Mardin, Van illerinde peş peşeortaya çıkarılan Kürt kızlarına taciz-te-cavüzler, fuhuş şebekeleri içinde AKPyetkililerinin çıkması halkımızın nasılele alındığını, sömürünün hangi bo-yutlarda olduğunu ortaya koymaktadır.Kürdistan’a özel savaş araçları ve po-litikalarıyla yoğun bir şekilde fuhuş,ajanlaştırma, uyuşturucu dayatılmak-tadır. Bu durum sosyal alandaki örgüt-lülük ve mücadelemizin geliştirilmesigerektiğini ve bu mücadelenin daharadikal biçimde yürütülmesi ihtiyacınıortaya koymaktadır. Bu alanda boşlukbırakılması mücadelemizin bir ayağınıeksik kılmaktadır. Devlet ve özel savaşgüçleri bu boşluktan toplumumuz içindekendini konumlandırmaya çalışmaktadır.Eğer bu alanda boşluk bırakılmazsainkârcı sömürgeci güçlerin toplum üze-rindeki oyunları da önemli oranda boşaçıkarılmış olacaktır.

Sosyal alanda Önderliğin tanımınıyaptığı beş bin yıllık tecavüz kültürüyleköklü ve radikal mücadele örgütlerini

ve argümanlarını oluşturmada yeter-sizlikler yaşanmaktadır. Bu yetersizliklerözel savaşın faydalandığı boşluklarayol açmaktadır. Ajitasyon propagandaaraçlarıyla da tecavüz kültürünü işle-mede, teşhir etmekte yetersiz kalın-maktadır. Bu kültüre karşı çok yönlümücadele örgütlerini oluşturmak, dahasistemli ve sürekli bir mücadele yürüt-mek başta kadın hareketi olmak üzeretüm örgütlerin ve kadroların sorumlu-luğudur. Kadın hareketinin başlattığı‘Özgürlük Mücadelemizi Yükseltelim,Tecavüz Kültürünü Aşalım’ kampanyasıbu anlamda çok önemli olmaktadır.Kampanyanın kadın bedenine dayatılansömürüyle, tecavüzle birlikte, dilimize,kültürümüze, kimliğimize ve toplumsalyaşamımıza dayatılan soykırımı boşaçıkarmada da etkili sonuçlara yol açmasıbeklenmektedir. Bu bilinç ve hedeflerebağlı olarak yürütüldüğü takdirde soy-kırım politikalarını, tecavüz kültürünü,özel savaş uygulamalarını zayıflatmadarol oynayabilecektir. İşgal kültürününtopluma yönelik bir tecavüz olarak top-lumda nasıl sorunlar yaşatıyorsa, kadınayönelik tecavüzler de kadın üzerindentoplum içinde sorunlar yaratmaktadır.Bu açıdan yürütülen kampanyanın top-lumun içinde yaygınlaştırılması ve çokboyutlu bilince çıkarılması yalnız kadınaçısından değil, işgalci sömürgeciliğekarşı duruş açısından da önemli birbilinç ve tutum ortaya çıkaracaktır.

Kadın-gençlik öncülüğü geliştirilmelidir

Sosyal alanda genel olarak kadınve gençliğin öncülüğü, örgütlülük dü-zeyi, eylemsellik çizgisi daha fazla ge-liştirilmek durumundadır. Mevcut durumyetersizdir. Bu yetersizlik özel savaşınsosyal alanı doldurmasına yol açmak-tadır. Sosyal alanın bütün sorunlarınıkarşılayacak çok yönlü örgütlenmeyebaşta kadın ve gençlik olmak üzeregenel olarak ihtiyaç bulunmaktadır.Sağlık, eğitim, göç, yoksulluk, aile içişiddet vb. bütün sorunlara göre örgüt-lenmek, gündemler oluşturmak, mü-cadele araçlarını artırmak gerekmek-tedir. Kadın ve gençliğin önemli birgörevi de yükselen toplumsal hare-ketlilik içinde yeni kadrolar ortaya çı-karmaktır. Hareketimizin öncü güçleri

olarak hareketin kadro ihtiyacını kar-şılamada birinci derecede sorumlulukgençlik ve kadına düşmektedir. Buaçıdan örgütlenme çalışmalarını veeğitimlerini bir de bu temel sorumluluktemelinde sonuç alıcı biçimde elealmak gerekmektedir.

Tabii ki diğer bir önemli konu iseyeni katılımların sağlanması konusudur.Serhıldanlar gelişmesine ve toplumayakta olmasına rağmen buna denkbir katılım ortaya çıkmamaktadır. Hâlbukihalkın direniş düzeyi bu direnişlere gen-çliğin ve kadının katılım yoğunluğu dik-kate alındığında bugünkünden katbekatfazla katılanın olması gerekmektedir.Ne var ki bu konuya başta gençlik vekadın hareketimiz olmak üzere yeterinceönem vermediği ortaya çıkmıştır. Ne-redeyse zenginlik içinde yoksulluğu ya-şayan bir durum yaşanmaktadır. Dola-yısıyla bu toplumsal uyanışa cevap ve-recek düzeyde gençliğe ve kadına ulaş-mak ve onları harekete katmak gerek-mektedir. İdeolojik yaklaşımlarımız ve

ilişkilerimiz onları katacak düzeyde etkilikılınmalıdır. Katılım düzeyi aynı za-manda gençlik ve kadın hareketininideolojik mücadele ve örgütsel çalışmadüzeyini ortaya koymaktadır. Kuşkusuzyalnız gençlik ve kadın örgütlerimizdeğil tüm örgütlerimizin kendilerini bukatılım boyutuyla değerlendirmeleri vebu yönlü eksikliklerini gidermeleri entemel görev olmaktadır.

Sosyal alan kapsamında değerlen-dirilmesi gereken bir konu da dil ko-nusudur. Dilimiz üzerindeki soykırımınaşılması için hayatın tüm alanlarındaanadilin kullanılması zorunlu hale gel-miştir. Dilimiz üzerindeki inkâr politi-kasının kırılması için belli bir mücadeleverilmekle birlikte bunun siyasal taleplerolmaktan çıkıp sistem karşısında ulu-sal-demokratik bir tavra, duruşa dö-nüşmesi gerekmektedir. Yani devletlerinresmi kurumları dahil olmak üzere ha-yatın her alanında kendi dilimizi kul-lanmayı bir mücadele duruşu, demo-kratik tavır haline getirmek kültürel vesosyal soykırımın önüne geçmek açı-sından önemli bir adım olacaktır. Dili-mizin özgürleşmesi için yapılan kam-panyaların, eylemlerin her alanda Kürt-çe konuşmayı tavır haline getirerekdaha kararlı, ısrarlı bir tarzda gün-demleştirilmesi gerekmektedir. Ancakböyle yaparsak dilimiz üzerindeki soy-kırımı ve asimilasyon etkilerini kırabiliriz.Kurumlarımızda, günlük alışverişleri-mizde, yazışmalarımızda, eğitimlerimizdekısaca devletlerin bürokrasileri dahil ol-mak üzere hayatın her alanında resmidilimiz anadilimiz Kürtçe olmak duru-mundadır. Siyasi toplantılarımızda vehalka yönelik mitinglerimizde, açıkla-malarımızda artık diğer diller bir tarafabırakılmalı, halkımıza Kürtçe seslenil-melidir. Böyle bir kararlılıkla dilimizüzerindeki soykırımı aşabilir, asimilas-yonun etkilerini kırabiliriz.

Sistemiçileşme mutlakaaşılmalıdır

Toplantımızda değerlendirdiğimiz di-ğer bir konu da cezaevlerindeki arka-daşlarımızın direniş çizgimize yaklaşı-mına ilişkindir. Cezaevlerinde direnişgeleneğimizin zayıflatıldığını, bazı alan-larda direniş geleneğimize uymayanbir sistemiçileşme yaşandığını görüyo-

ruz; bunların kabul edilemeyeceği vemutlaka aşılması gerektiği ortadadır.İran sistemi karşısında belli bir direnişingeliştiği görülmektedir. Ancak tarihi di-reniş geleneğimizi çok iyi bilen KuzeyKürdistan’da Türk devleti karşısındageleneğimizin zayıflatılmış olması ciddibir sorun olmaktadır. Diğer bir hususda bir yılı aşkın bir zamandan bu yanazindanda tutulan 1000’i aşkın siyasalalan kadrosuna yönelik uygulanan hak-sızlığa karşı daha radikal bir direnişgeliştirilebilirdi. Yine binlerce çocuğuntutuklanmasına direniş tepkisinin gös-terilmemesi ciddi bir eksikliktir. Öte yan-dan gerillaya ve halkımıza dayatılanimha karşısında direniş geleneğimizinolduğu bu cepheden tutumlar konulmasıda önemli olmaktadır. Koşullar ne olursaolsun esaret şartlarında her kadro veyurtseverin Kemallerin çizgisindeki ge-leneğin gereklerine bağlı olarak duruşgöstermesi, bunun dışında hiçbir tutu-mun kabul edilmemesi gerekmektedir.Cezaevlerinde militan olduklarını unutup

kendilerini sıradanlaştıran yaklaşımlargörülmektedir. Bu tutumların kabul edil-mesi ve sindirilmesi mümkün değildir.Militan olanlar militan gibi düşünür veyaşarlar. Dolayısıyla dördüncü stratejikdönemde tutsak yoldaşların da Maz-lumların çizgisinde militanca bir duruşladönem görevlerine sahip çıkması ge-rektiği açıktır. Öte yandan zindanlardauygulanan baskıların gündemleştirilmesi,arkadaşların sahiplenilmesi için ilgilikurumlar başta olmak üzere tüm ku-rumlarımızın ve halkımızın duyarlılıktutumu içinde olması önümüzdeki dö-nemde daha da önemli olmaktadır. Bukonuda da duyarsızlıklar görülmektedir.Ayrıca dıştan cezaevlerine dönük faaliyetve ilişki halinde olması gereken biriminde yeterli düzeyde cevap olamama du-rumu söz konusudur. Bütün bu husus-ların aşılması gereği vurgulanmıştır. Butemelde cezaevlerinde gerçekleşenkonferansların ortaya çıkardığı sonuçlarıdoğru değerlendirmeyle yetersizliklerinaşılması için yeni bir dönemin başlatıl-ması gereği vardır.

Kürdistan’ın parçaları ve Avrupada değerlendirme konusu yapılmıştır.Genel ortak değerlendirmeler yukarı-daki gibi olmakla birlikte geçen dö-nemdeki çalışmalar değerlendirilerekparçalardaki örgüt yönetimlerinin dahainisiyatifli davranması sonucuna va-rılmıştır. Kuzey Kürdistan dışında ge-çen dönemde en fazla gündemdeolan Doğu Kürdistan olmuştur. Bualanda sadece silahlı eyleme dayananve bunun propagandasıyla var olmayaçalışan siyasal ve örgütsel yaklaşımaşılmaya çalışılmaktadır. Bu konudayapılan konferansın önemli bir dönümnoktası olması hedeflenmiştir. DoğuKürdistan başta olmak üzere parça-larda mücadele yürütülürken müca-delenin genel durumunu dikkate alanpolitika ve taktiklerin de gözetilmesigerekmektedir.

Güney Kürdistan’daki gelişmeler kıs-men toparlanmaya çalışılmıştır. Örgüt-leme modelinde değişime gidilmiş, yeniyapılanma temelinde siyasal mücade-lenin toplumsal temelinin genişletilmesive etkin kılınması esas alınmıştır. Bualandaki yetersizlikler henüz aşılma-makla birlikte yeni yapılanmanın so-nuçları kısmen görünmektedir. GüneyKürdistan’da eski statüko aşılarak si-

yasallaşma zemini oldukça gelişmişbulunmaktadır. Salt iki partinin hâkimiyetideğil, değişik sivil-toplum eğilimleriningelişme koşulları doğmuştur. Önümüz-deki dönemde Güney Kürdistan’ın mü-cadelemizdeki önemi daha da artaca-ğından bu alandaki çalışmaların önemide artmış bulunmaktadır. Özellikle Tür-kiye’nin politikalarının teşhir edilmesi,Türkiye’nin Kuzey Kürdistan başta olmaküzere tüm Kürdistan parçalarındaki Öz-gürlük Hareketi’ne yönelik tutumunakarşı halkımızın örgütlenmesi ve duyarlıhale getirilmesi önem kazanmıştır.

Güneybatı Kürdistan’da önemli birkitlesel taban bulunmasına rağmen,kadro yapısı yeterli düzeyde cevapolamamaktadır. Bu alandaki örgütselçalışmalar geçen dönemde bir kriziyaşamış açılan soruşturma temelindedurumlar netleştirilmiştir. Daha nitelikli,ciddi ve örgütsel bir yaklaşımla hemolumsuzlukların giderilmesi hem de ör-gütün itibarının yükseltilmesi gerek-mektedir. Bu konuda nicelikten çok ni-teliğin yüksek tutulması ideolojik çalış-malar ve propagandanın geliştirmesitemelinde hem örgütün nitelikleştirilmesihem de halkla bağının daha güçlü bağ-lar temelinde sistemin inşa edilmesitemel görev durumundadır. Toplumsalzemin sistemin inşasına olanak sun-maktadır. Ancak kadrosal yapının ge-reken öncülük rolünü oynaması ge-rekmektedir. Önder Apo’nun yaklaşım-ları çerçevesinde bu alanda gerilimindüşürülmesi ve demokratik örgütlen-melere ağırlık verilmesi daha sonuçalıcı bir çalışma olacaktır.

Maxmur’da geçmişe göre yaşanandüzelmenin çıkarılan derslerle dahada örgütlü kılınması ve dışarıdan geli-şecek özel savaş saldırılarına karşıörgütün ve toplumun hazırlıklı ve duyarlıkılınması gerekecektir. Örgütsel hâki-miyet, ideolojik çalışma ve yöntem zen-ginlikleriyle Maxmur’da demokratik vetopluma dayanan sistemin kurumlaş-masında daha sonuç alıcı olunacaktır.

Önderliğin af çağrısı değerlendirildi

Son olarak toplantımızın üzerindedurduğu diğer bir konu Önderliğimizinbizden kopanlara ilişkin yaptığı af çağ-rısıdır. Otuz yedi yıllık mücadelemizboyunca bizden kopmuş olanların ye-niden Özgürlük Hareketi’yle buluşma-sına dönük Önderliğimizin af yaklaşımıanlamlı olduğu kadar kısa sürede pra-tikleşmesi gereken bir görev olmak-tadır. Buna göre özgürlük değerlerimizebilerek zarar vermemiş, yoldaşlarımızınve halkımızın kanına girmemiş, yüzkızartıcı suç işlememiş ancak çeşitlinedenlerle bizden kopmuş olanlarınbulundukları alanlarda yurtseverlik gö-revlerini yerine getirecek temelde ka-tılmaları için gerekli olanakların oluş-turulmasını kararlaştırmıştır. Öte yan-dan Özgürlük Hareketi’ne yenidenkadro düzeyinde katılmak isteyenlereilişkin de katılım prosedürü oluştur-muştur. Buna göre:

Eğer kişi yeniden kadro olarak ör-güte katılma başvurusu yapıyorsa ra-poru alınır. Alan yönetimi değerlendirir,alanda parti platformuna çıkarılır. Ra-poru ve platform sonucu yine alan yö-netiminin görüşü parti merkezine iletilir.PKK-PAJK yönetimleri bu sonuçlarıdeğerlendirir ve karara gider. Kişininbaşvurusu kabul edilmişse kişi partieğitiminden geçirilir. Eğitim sonundakatılım sözü alınır ve dahil edilir.

Eğer kişi kadro olarak değil deyurtsever olarak dönmek istiyorsa,yine ilgili alan yönetimine raporunuyazar. Yönetim raporunu değerlendirir.Alanda platforma çıkarılır. Platformda

geçmişin özeleştirisi alınır. Yurtsevertemelde çizgi ahlak ve ölçülerini esasaldığının sözünü verir. Öncesindenpartiye farklı zararlar vermediği net-leştirilir. Raporu ve platform sonucuparti merkezine iletilerek, durumu bil-gilendirilir. Böylece yurtsever temeldeçalışmalara dahil edilir.

Oldukça yoğun bir sürece girmişbulunmaktayız. Böyle bir süreçte otuzyedi yıllık mücadelemiz boyunca bizdenkopanların da Önderliğimiz başta olmaküzere özgürlük değerlerimiz karşısındakapsamlı özeleştirilerini vererek, Ön-derliğimizin kendileri için çıkardığı affıngereklerini yerine getirmesi elbette kianlamlı olmaktadır. Alan yönetimleri-mizin de bu konuda gerekli sorumlu-lukla hareket etmesi, halkımız ve Ha-reketimizin büyük birlik ruhuyla Önderliketrafında kenetlenmesinin sağlanmasıtarihi önemde olmaktadır.

Dördüncü dönemde zaferbizim olacaktır

Dördüncü mücadele dönemi, Ön-derliğin özgürlüğü temelinde halkımızınözgürlüğünü sağlama mücadelesinien üst düzeyde kararlılıkla yürütece-ğimiz bir dönemdir. Tüm örgütlerimizin,bütün kadroların her dönemden dahafazla kararlı, iddialı, ısrarlı bir şekildebu dönem mücadelesine katılacağınakuşku yoktur. Dönem Mazlumların, Be-ritanların, Agitlerin, Zilanların çizgisindefedaice katılımla kazanılacak ve mü-cadele değerlerimizi özgürlükle taç-landıracaktır. Dördüncü dönem mü-cadelemizde zafer direnen Önderliği-mizin, halkımızın ve Hareketimizin ola-caktır. Buna hiç kimsenin kuşkusu ol-mamalıdır. Zira Hareket olarak otuzyedi yıldır mücadele yürütmekteyiz.Bu mücadele boyunca binlerce kah-raman şehidimiz ve mücadele edenyoldaşlarımız şahsında irademiz is-patlanmıştır. Benzersiz İmralı koşulları,işkence, psikolojik savaş vb. hepsikarşısında Önderliğimiz büyük iradesavaşımını vermiş ve direnerek kom-ployu boşa çıkarmada öncülük yap-mıştır. Halkımız her koşulda Önderli-ğimize bağlılık temelinde ayakta kalmış,Kürdistan sokaklarında ve metropoldekanını dökerek, şehitler vererek ser-hıldanları yükseltmiş yurt içinde veyurt dışında tüm Kürdistan halkı büyükbir bağlılık ve fedakârlıkla mücadeleyesahip çıkmıştır.

Yoldaşlarımız son nefeslerinde “BijiSerok Apo” diyerek şehit olmaya de-vam etmiş, binlerce şehidimiz şahsındaher an mücadele irademiz daha dabilenmiştir. Düşmanın Lozan inkâr-imha çizgisine karşılık bir güç oldu-ğumuz, gerilla tecrübesinin her za-mankinden daha fazla biriktiği, geril-lanın kendini yenileme gücünün oldu-ğu, bu anlamda sınanmış, pişmiş, hal-kını arkasına almış bir gerilla gücü ol-duğumuz gösterilmiştir. Nitekim ulus-lararası komplodan sonra tasfiye po-litikalarını 1 Haziran 2004 sonrasıkahraman şehitlerimizle boşa çıkarmış,mücadelemizi daha da geliştirip önemlibir düzeye ulaştırmış durumdayız. Do-layısıyla dördüncü dönemde de butemel değerlerimizle düşman yöne-limlerini aşacak güçteyiz. Öz gücümüzedayanarak düşmanlarımızın tüm yö-nelimlerini boşa çıkaracak durumdayız.Gücümüzü haklılığımızdan alıyoruzve mutlaka kazanacağız. Haklıyız,güçlüyüz, kazanma inancını taşıyoruz.

Dördüncü stratejik mücadele dö-neminde en yüksek sorumluluk vefedai ruhla katılacağına inandığımıztüm değerli yoldaşları saygıyla se-lamlıyor, mücadelede üstün başarılardiliyoruz.

Sayfa 9 SerxwebûnHaziran 2010

l “Uluslararası komplodan sonra tasfiye politikalarını 1 Haziran 2004 sonrası kahramanşehitlerimizle boşa çıkarmış, mücadelemizi daha da geliştirip önemli bir düzeye ulaştırmış durumdayız. Dolayısıyla dördüncü dönemde de bu temel değerlerimizle düşman yönelimlerini aşacak güçteyiz. Öz gücümüze dayanarak düşmanlarımızın tümyönelimlerini boşa çıkaracak durumdayız. Gücümüzü haklılığımızdan alıyoruz ve mutlakakazanacağız. Haklıyız, güçlüyüz, kazanma inancını taşıyoruz”

Page 10: SERXWEBÛN JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE Sal: 29 / Hejmar 342 / Hezîran 2010 Muğla’da yaşamını yitiren Kürt öğrenci Şer-zan Kurt’un yakınları

Yakın döneme kadar hüküm-ranlığını sürdüren pozitif bi-limlerin hiç de lanse edildikleri

gibi anti-metafizik ve anti-din perspektifliolmadıkları, en azından metafizik vedin kavramları kadar dinsel ve metafizikbir boyut taşıdıkları açığa çıkmakta vetartışılmaktadır. Avrupa sosyal bilimhegemonyası, uzun süre katı pozitivistmetafizikle bu gerçeği yadsıyarak, belkiuygarlık hegemonyasına hizmet et-miştir. Ama sosyal bilimde de büyükkargaşaya yol açmıştır. Bilim esas ola-rak ‘kendini bilmek’se, sanıldığının ak-sine, en çok da sistemin resmi ideolojiolarak benimsediği pozitivizm bu ger-çeklikten uzaklaştırıcı rol oynar.

Pozitivizm dinsel niteliğini olgucu-luğundan alır. Özü itibariyle pozitivizmiçin olgu en temel gerçekliktir. Olgusalolmayan gerçeklik yoktur. Hâlbuki araş-tırmalar ve felsefe (bir bütün olarak)olgunun algıyla aynı olduğunu (yaniolgu=algı) göstermektedir. Algıcılık ise,en basit zihni işlemdir. Nesnenin enyüzeysel gözlemlenmesi sonucu oluşupkaba bilgilenmenin (bilimsel olmayanen yanılgılı bilgi türü) yöntemidir. Olguyuolguculuk haline getirmek, nesneyetemel gerçeklik rolü bahşetmektir. Pa-ganizmin (putçuluğun) temelinde deaynı yaklaşım vardı: Nesneyi tapınmakonusu yapmak. Bu durumda pozitivizmistediği kadar din başta olmak üzeremetafiziğe saldırsın, kendisi de nesnehakikatçiliği nedeniyle en kaba mater-yalist bir din haline gelmiştir; yani nesn-elci putçuluğun modernitedeki yeni birtürevi, temsilcisi olarak metafiziktir. Po-zitivizm özden, derinlikten yoksun, yü-zeysel, olguları ölçüp biçmekten ötesinigörmeyen, çıkarları gereği görmek is-temeyen yapıdadır. Pozitivizmi ‘bilim-cilik’ kılıfıyla sunmasına rağmen, tarihinen putperest (Heykel bolluğu, bu sınıfdöneminde çığ gibi büyümüştür) sını-fıdır. Görünüşte laik ve dünyevidir,özde en dinci ve hayalperesttir. Bura-daki dinciliği, bağnazlık derecesinde‘olgucu’ inanç ve düşünceleridir. Ol-guculuğun asla gerçeğin bütünlüğü ol-madığını biliyoruz. Sözde laikliği, özdeise laik karşıtlığı en hayali projeleri(bir nevi ahiretlik projeler) toplumun

önüne utanmadan habire sunmasıdır.Hem de en yüzeyselidir.

‘Olguculuk’ olarak tercüme edebi-leceğimiz bu din, bizzat insan zihni-yetinin ürünü olma karakterinden ötürüzaten metafiziktir. Olguculuk (poziti-vizm), toplumsal yaklaşım söz konusuolduğunda, bir nevi çağdaş putçuluktur.Putçuluk, anlamsallığını yitirmiş tan-rısallığın boş çerçevesidir. Bir dönemlertoplum için büyüleyici, kutsal bir işleviolan bir kavramsallık olarak tanrısallıkbu işlevini yitirince, geriye putlaşmışhali kalır. Putlara ise anlambilimdenyoksun kesimlerin tapınması anlaşılırbir husustur. Onlar putun işlevselliktenkaynaklandığını bilmedikleri gibi, ter-sine putçuluğun anlam üreteceğini,eski yüceliğe, kutsallığa erişeceğinisanmakta ya da gafletinde bulunmak-tadır. Anti-put dinleri bu bağlamdaçözmek hayli aydınlatıcı olacaktır. Ol-guculuğa mahkûm pozitivistlerin çağ-daş putçuluklarından şüphe etmiyo-rum. Çağdaş putçuluk da diyebilece-ğimiz bu modern putçuların en iyi ‘tü-ketim nesnelerine bir put gibi sarıl-dıklarını’ bizzat modernizm sahasın-daki filozoflar söylemektedir.

Olguculuk bir gerçeğiyorumlama biçimi değildir

İnsanın zihniyet itibariyle metafizikkarakterli bir varlık olduğunu bu amaçlayöntem konusunda uzunca işledim.Pozitivizm, farkında olmadan, bu ol-guculuğun eski dönemin en sığ ‘put-çuluğu’ olduğunu göremiyor. Olguculuk= putçuluk ideamı önemle ileri sürüyo-rum. Olguculuk bir gerçeği yorumlayışbiçimi değildir. Ne kadar tersini iddiaetse de, olgulara dayalı bilimin felsefeside değildir. Çünkü böyle bir felsefeolamaz. Göze çarpan, kulağı titretenher görüntü ve ses olgudur. Her hissedişde olgudur. Evren gerçekliğinin bun-lardan ibaret olduğunu hangi çılgınveya cahil idea edebilir? Ne yazık ki,modernite olguculuk üzerine inşa edil-miş bir yaşamın resmidir. Bilinçli olarak‘resmidir’ kelimesini kullanıyorum. Çün-kü modernite yaşamın özüyle değil,en yüzeysel biçimiyle ilgilidir.

Metafiziğin önemini inkâr eden kesimmateryalist âlemi, maddi uygarlığı, sondönemde rasyonalite ve pozitivizmibayrak edinerek saldırıya geçmiştir:Metafizik kokan her şey hastalıktır, al-datma aracıdır, toptan reddedilmelidir.Fakat sonradan daha iyi fark edildi ki,özellikle kapitalist modernitenin sahipolduğu rasyonalite ve pozitivizminin‘faşist sürü’, ‘robot-mekanik insan’ ve‘simülasyondan’ ibaret yaşam algıla-malarına yol açarak, çevreyi de yokederek bir tarihsel toplum yıkımına yolaçması söz konusudur. Fizik yasalarınaaşırı bağlılık, toplumun yıkımı ve çö-zülüşünden kendini alıkoymamaktadır.‘Bilimcilik’in en kötü metafizik olduğuda böylece kanıtlanmış oluyordu. Eğertoplumsal yaşamın bir anlamı varsatabii! ‘Bilimciliğin’ en sığ materyalizmolduğunu, iktidar ve istismarın en iyieğitilmiş uzmanı olduğunu, dolayısıylabilerek veya bilmeyerek kendini en çokaldatan konumunda tutarak metafiziğinbu en tortu biçimini temsil ettiğini önem-le belirtmeliyim.

Metafiziğe karşıtlık pozitivizmin encahilce saldırılarından biridir. Metafizikoluştuğundan beri (insan oluşumu) in-sanlık için bir zarurettir. Sadece devletetrafında örülmüş uygarlıklar için değil,tüm insanlar için, hatta zihni gelişkinhayvanlar için bile ihtiyaçtır. Hiçbirinsan tam bilgiyle, bilimle, haydi diyelimpozitivistlerin diliyle bilimcilikle donanmışolarak ne geçmişte, ne de günümüzdedonanma yeteneğinde değildir. Bu im-kânsız olmasa bile, zihni gücü bunayetmez. Elinden metafizik dünyasınıalırsanız veya yıkarsanız, ölüsü eldekalır. Ya da hiçbir kural tanımayançılgın insanlar (Batı toplumu bu olguyaçok tanık oldu) ortaya çıkar. Yine olanbu oldu. Kaldı ki, olgular gerçeğin ger-çekten her şeyini değil, genel geçeryanını teşkil eder.

Pozitivist olgucular toplumu bilimselolarak tanımladıklarını iddia etmelerinerağmen, pozitivist olguculuk toplumungerçek akışını en az tanıyan düşünceokuludur. Toplumu tarihsiz, kaba ma-teryalist bir yığın gibi yorumlayarak,en çarpık, eksik bir tanımıyla en tehlikelitoplumsal operasyonların yolunu açar-

lar. Toplumsal mühendislik kavramıpozitivizmle bağlantılıdır. Bunlar dıştanmüdahaleyle topluma istenilen şekliverebileceklerini sanırlar. Moderniteninde resmi anlayışı olan bu yaklaşımlar,toplumun içinde ve dışında yürütüleniktidar ve istismar savaşlarının meşrugerekçelerini oluştururlar.

Konuyu biraz daha açımlarsak; bilimgibi pozitivizm (bilimcilik) de en kabaolguculuk felsefesidir. Olgu, gerçeğingörüntüsüdür; pozitivizmde ise gerçeğinkendisidir. Olgu olmayan hiçbir şeygerçek değildir. Kuantum fiziği, astro-nomi ve biyolojiden, hatta düşünceninöz olarak kendisinden biliyoruz ki, ger-çek, azami olarak göze görünen olay-ların ötesindeki âlemlerde cereyaneder. Gözlemlenen ve gözleyen ilişki-sinde gerçek (hakikat) en sırlı bir ma-hiyete bürünmüştür ki, hiçbir fizikiölçeğe ve tarife sığmama noktasındadır.Pozitivizm bu derinliğin inkârı olarak,en çok ilkçağdaki putçuluğa (paganizm)benzemektedir. Put bir olgu olarak gö-rünüm kazandığı için, paganizm ilepozitivizm arasındaki ortak bağı yansıtır.

Pozitivizm en az ortaçağ teolojisikadar zihinler üzerinde tahribat yarattı.İnsan toplumlarının büyük manevi dün-yasının farkında bile olmadı. Metafizikdünyanın sonu geldi deyip, milyonlarcayılın birikimi olan insani kutsallıklarıçöp sepetine attı. Tam bir cehalet ha-reketi idi. Hz. Muhammed’in Ebu Cehiliçin kullandığı söz veya unvan tam dapozitivistler içindir: Toplumbilimi açı-sından çağdaş Ebu Cehiller. Din dışılık(laikos) ve olguculuğun (pozitivist felsefeveya din) kaba materyalizmle (“İnsanzihni ayna gibidir. Sadece yansıtır”)birlikte kapitalist tekellerle yakındanbağlantılı ideolojik örgüler olduklarınıçok iyi kavramak gerekir.

Pozitivizm ile gerçekleşenküresel kapitalizm olmuştur

Pozitivistlerin en büyük günahı, top-lumsal gerçeklikleri fiziki gerçekliklergibi olgular niteliğiyle aynı kategoriyekoymaları olmuştur. Toplumsal olguyudeğişmez gerçeklikle bir tuttuğumuzda,büyük yanılgılar içeren toplumsal pa-radigmalara kapıyı ardına kadar ara-lamış oluruz. Ekonomiye pozitivist açı-dan baktığımızda, bu sakıncaları gör-memek mümkün değildir. O zamanmilliyetçilikler nesnel gerçeğin ifadesiolarak anlaşıldığında, değişik konum-larda da olsalar, felsefi bakımdan aynıolan Hitler ve Stalin konumuna düşer-siniz. Bu ikisi de, yani tüm pozitivistlerde, kaba materyalistler de toplumdakabul ettikleri gerçeklere mutlak olgudeğeri vermekten kurtulamazlar. Parakonusunu son derece nazik kılan biretken de topluma bu pozitivist yakla-şımla bakan anlayıştan gelir: Parayıtam gerçek saymak. Dolayısıyla onunaracılığıyla el değiştirme, giderek tamgerçek algılamasına dönüşür.

Pozitivist bilim anlayışıyla, diğer birdeyişle paradigmasıyla geliştirilmek is-tenen toplumsal bilimler tamamen çık-maz içinde kalmıştır. Aksi halde budenli yükselen sömürü ve savaş olgu-sunu izah edemeyiz. Bilim adamı top-luma karşı bir din adamı veya ahlaki-yatçıdan daha az sorumlu olamaz.Madem bilim; mitoloji, din ve felsefeyekarşı daha yüksek bir anlam gücüdür,o halde neden kendi devrimini yapıp(17. yüzyıl) zaferini sağladığı halde,bu üstünlüğünü eşi görülmemiş savaşve sömürü olgularına karşı göstere-medi? Bilimin iktidarlaşması buna ne-den olarak gösterilebilir. İktidarlaşanbilim özgürlüğünü kaybeder.

Bilimi en gelişkin anlam yorumuolarak tanımlarsak, bu kadar hızla ikti-

darla bütünleşmesi ya bilim adına biryenilgidir ya da bilim diye tanımlananınciddi bir anlam sorunu vardır. Bu sorunupozitivizmle bağlantılandırmak istedim.Kendisi çok eleştirmesine rağmen, po-zitivizmin din ve metafiziğin de geri-sinde, en kaba materyalizmle iç içe birdin ve metafizik olduğu, pozitivist bi-limler denen disiplinlerin sorumsuzluk(Sömürü ve savaşa karşı bir şey yap-madılar. Kendi sorunları saymadılar.Daha sonra iktidarın bilimi idiler) dü-zeyinden açıkça ortaya çıkmış bulun-maktadır. Bundan çıkarılması gerekenen önemli bir sonuç, bilimin yenidenbir anlam yorumuna şiddetle ihtiyaçduyduğudur. Bilimin yeni bir paradig-matik devrime ihtiyacı vardır. Yorumgücümü anlam yeteneğimin uygulamasıolarak bu çalışmada sınadım. Sonuçlarbu sınamayla ilgilidir.

Pozitivizmin en büyük tahribatı top-lumbilimi alanında olmuştur. Pozitivist-lerin bilimsellik adına fizikte olduğugibi toplumsal konuları da indirgemecibir anlayışla nesnelleştirmeleri, altındançıkılması zor sorunları doğurmuştur.Her ne kadar postmodernizm denilenkesimler pozitivizmi eleştirip Avrupamerkezli sosyal bilimi reddediyorlarsada, bu yaklaşımların kolayca liberalizeedilmesi ve daha anti-hakikatçi olanbir anti-Avrupacılık olarak biçim ka-zanması mümkündür. Sosyal biliminkriz halinden yararlanarak bu postmo-dern araştırmalar toptan reddedilmesede, son derece eleştirel yaklaşmakönem taşır. Modernist pozitivizmin ev-renselci, ilerlemeci, çizgisel yöntemive perspektifi ne denli saptırıcı ise,birçok postmodernistin aşırı göreci(izafi) döngüsel yöntemi de benzersapmalara açıktır. Pozitivist toplum an-layışı hem aşırı göreciliği, hem de aşırıevrenselciliği bağrında taşıyan en kabamodel olarak anılmaya değerdir.

Pozitivist sosyal bilim bu konudatoplumu doğadaki diğer nesneler gibinesnelleştirerek genel bir yanıtla ce-vaplandırmak konumundaydı. Bilimselsosyalizm bu bilim anlayışının sol yan-sıması olarak şekillenmiş olup dahakatı ve olgucuydu. Katkı niteliğindetoplumu üretim tarzlarına göre bir sı-nıflamaya tabi tuttu. Evrenselci düzçizgisel ilerlemeci pozitivizm sanki mut-lak doğrularmış gibi algılanıp uygulandı.İlkel, köleci, feodal, kapitalist ve sos-yalist-komünist şekillenme böyle ortayaçıktı. Bunda biraz da kadercilik vardır.Ne de olsa er geç sıra sosyalizme ge-lecekti. Bu, dogmatik yanı açık bir yak-laşımdı. Tüm sosyal eylemliliğe bu zih-niyetle yaklaşmanın sonuçları zanne-dildiğinden çok daha ağır olmuştur.Gerçekleşen sosyalizm değil, çok eleş-tirdikleri ama farkında olmadan en çokhizmet etmek durumunda kaldıklarıküresel kapitalizm oldu. Rus devletkapitalizminin sisteme en az asırlıkömürler kazandırması herhalde bu ger-çeği doğrular niteliktedir.

Pozitivist bilimcilik ideolojisi özelliklefelsefi varyant olarak liberalizme güçlükatkı sundu. Doğal bilimlerin güçlü iti-barından yararlanan pozitivist ideoloji,hem sağ hem de sol ideolojileri etkile-mede başat rol oynadı. İdeolojilere ko-layca bilimsel etiket olarak takılıp mu-azzam saptırmalara yol açtı. Özellikletüm sol ideolojik çıkışlara damgasınıvurdu. Reel sosyalizm bu konuda başıçekiyordu. Kapitalist modernizmin tu-zağına pozitivist bilimcilikle düşüldü.Sağda ise, faşizm gücünü pozitivist bi-limcilikten alan en önde gelen akımkonumundaydı. Böylelikle pozitivizm li-beralizme en aşırı soldan en aşırı sağakadar bir yelpazede ideolojik seçeneklersunuyordu. Gereken her mekân ve za-man koşullarında liberalizm bu seçe-

Serxwebûn Sayfa 10Haziran 2010

Pozitivizm çağdaş putçuluktur

l “Pozitivizm ulus-devleti bilim ve sanatın somutlaşmış hali olarak yansıtmaya büyüközen gösterir. Kapitalist modernite ne kadar olgusal, nesnel, bilimsel olduğunu iddiaeder. Ulus-devlet tüm gücünü bu propagandaya adar. Muazzam büyüklükte birakademik dünya inşa eder. Tarihte hiçbir dinin gerçekleştiremediği propaganda bumodernite döneminde oluşturulup pazara sunulur”

Abdullah Öcalan

Page 11: SERXWEBÛN JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE Sal: 29 / Hejmar 342 / Hezîran 2010 Muğla’da yaşamını yitiren Kürt öğrenci Şer-zan Kurt’un yakınları

nekleri kendisine eklemleyip kullanmaklasistemin yapısal krizlerini aşmada azamiolarak yararlanmış oluyordu.

Çok büyük bir acı ve öfkeyle belirt-meliyim ki, yüz elli yılı aşan çok soylubir mücadelenin ‘bilimsel sosyalizm’adına başından beri yitirmeye mahkûmkaba maddeci bir pozitivizmle yürütül-mesi büyük bir talihsizlik olmuştur. Şüp-hesiz bu tutum altında çokça mücadeleettikleri ‘sınıfsallık adına’lık yatmaktadır.Ama bu sınıf, sandıkları gibi köleceproleterleşmeye direnen işçiler ve diğeremekçiler değil, modernite içinde çoktanerimiş, teslim olmuş ‘küçük-burjuva’ sı-nıfıdır. Pozitivizm tam da bu sınıfın ka-pitalizme körce bakışının ve içi boştepkisinin ideolojisidir. Toplumsal yaşa-mın gerçekte nasıl oluştuğundan ha-bersiz, her zaman kısır tarikatçılığınzemini olmuş bu kent soylu esnaf sınıfı,ideolojik olarak hâkim resmi düzen ta-rafından en kolay elde edilen toplumsalkesimdir.

Ortaçağdan beri, hatta tüm uygarlıktarihi boyunca zihinlerimize yüklenenimgesel yaklaşımlardan kurtulmadan,pozitivist dalganın zihinlerimizi adetaesir alması kaçınılmazdı. Bu durumaşırı tekrarlayıcı, içi boş, kuru bir re-toriği (söz ustalığı, cambazlığı) gerçeksanmaktan öte bir gelişmeye fırsattanımadı. Eskiden “İmam ne dersedoğrudur”un yerine, “Öğretmen, filozofne derse doğrudur” tekerlemesi geçti.Zihin verimsizliğimizin temelinde bugerçeklik yatar. Dolayısıyla kendi top-lumsal doğamıza ilişkin tek bir yorumyapma hakkından bile yoksun kaldık.Bu çok vahim bir durumdur. Kendikendine beyinsel körleşme ve esarettir.Dinsel dogmatizm hiç olmazsa gele-neğin bir nevi taşıyıcı gücüyle bazıtarihi gerçekleri anımsatır. Pozitivizmdebu da yoktur. Gerçeklerimizle aramızakocaman bir yabancılaşma bendi örer.Batı’nın ideolojik hegemon gücü olarak,bir nevi silah sıkmadan (beynini kul-lanmadan) teslim almaya benzer. Açıkki, bu dogmatizmi kırmadan, genelderesmi uygarlık, özelde kapitalist modernparadigmayı kırmak mümkün olamadı.Dolayısıyla özgür yorumlama gücüneerişilemedi. Şu düşüncemde ikna ol-muş durumdayım: İdeolojik silahlaraskeri silahlardan daha fazla yasak-layıcı rol oynar.

Dolayısıyla zirvesine Avrupa mo-dernitesinde erişen, genelde biliminözelde sosyal bilimin üzerinde yükseldiğibu nesnelliğin genel felsefesi olan vehalen tüm şiddetiyle devam eden po-zitivizm, kapsamlı eleştiriler temelindetarihin çöp sepetine atılmadan, anlamlıbir sosyal bilim paradigması (köklüanti-uygarlıkçı bilim felsefesi) geliştiri-lemez. Avrupa merkezli bilimin, özeliklesosyal bilimin çok parçalanmış ve ha-kikati yitirme tehlikesi de bulunsa, olum-lu kazanımlarını ve hakikat paylarınıanlamak ve özümsemek şarttır. Poziti-vizm ne kadar eleştirilip aşılmak duru-mundaysa, açığa çıkarılmış hakikatpaylarının özümsenmesi de o denlibenimsenmek durumundadır. Hakikataraştırmasında toptan anti-Avrupacılıken az toptan Avrupacılık kadar olumsuzsonuçlara yol açabilir.

Kapitalizmin kutsal ideolojisi olarak pozitivizm

Kapitalist modernitenin ilk büyükdevriminin zihniyet alanındaki özne-nesne ayrımına dayalı felsefi-ideolojikdevrim olduğu önemle kavranmak du-rumundadır. Modernitenin ideolojik dev-riminin öne çıkardığı kavramların baştagelenlerinden olan ulusallık boşunaseçilmiş bir kavram değildir. Bu kavramkapitalist teolojinin ana ilkesidir. Ulusallık

ve daha da geliştirilecek ulus-devleten önemli tanrısal kavram, hatta yer-yüzündeki tanrının kendisi olacaktır.Pozitivist teolojinin Akropol’ündeki enbüyük tanrı kesinlikle ulusallık ve ulus-devlet olarak yerini alacaktır. Diğer mo-dernite tanrıları önem sırasıyla sistemeyaptıkları katkılarıyla orantılı yer tuta-caktır. Pozitivist teoloji sözde ‘bilimcilik’leulus ve ulus-devlet olgusunu abartıpdinsel ümmet olgusu yerine ikameedince, bu sefer din ve mezhep so-runları ve çatışmaları yerine ulusalsorun ve çatışmalar geçmiştir. Hemde daha kanlı savaşlar ve soykırımlarladolu bir sürece yol açarak. Dolayısıylapozitivizmin kapitalizmin kutsal ideolojisiolduğunu çok iyi bilmek gerekir.

Kapitalizmin zihniyet tanımlanmasıçeşitli açılardan yapılabilir. Başta ya-pılması gereken eklektik, her kalıbagiren, aldatıcı riski yüksek, bir yandanen katı dinsel dogmalardan daha dog-matik, en soyut felsefelerden daha saç-ma, spekülatif, putçuluğun bile asladüşmediği kadar sığ putçuluk olan po-zitivizm ve liberalizm olarak tanımla-maktır. Pozitivizmle bilimi iğdiş edipinanç ve ahlak dünyasına karşı çıka-rırken, liberalizmle de toplumun canınaokuyan, bireyciliği soykırıma kadar tır-manan ulus-devletçi tanrıya dönüş-türmüştür. Hiçbir dini zihniyet kapitalizmzihniyeti kadar savaş, baskı ve işkencedoğurmadı. Hiçbir toplum bireyi kapi-talizmin zafer kazandığı toplumdaki bi-rey zihni kadar sorumsuz, çıkar düş-künü, zalim, soykırımcı, asimilasyonist,diktatör doğurmadı.

Kapitalist modernitenin bilimi, pozi-tivist yapısıyla kendisine çok güvendi.Büyük olgusal keşifleri her şey sandı.Mutlak hakikati olguların yüzeysel bil-gisinden ibaret saydı. Sonsuz ilerlemesürecine girildiğinden emindi. Fakatburnunun dibindeki çevre felaketini ön-görmemesi neye yorumlanabilir? Savaşbaşta olmak üzere, son dört yüz yılıntüm tarihi aşan bütün toplumsal fela-ketleri hakkında köklü çare öngörme-mesi, pratikleştirmemesi neye yorum-lanabilir? Toplumun tüm gözeneklerineiktidar olarak sızmış savaşı engelle-mesini bir yana bırakalım, doğru tespitetmemesine ne demeli? Açık ki, tekelegemenliğinin azami hegemonik ça-ğında bilim, sanıldığının aksine ideolojikkuşatmayı en çok yaşayan ve sisteminhizmetine en iyi uyum sağlayan yapısıylabu sorulara cevap veremezdi. Yapısı,hedefi ve tarzı sistemi meşrulaştırmaamaçlı olarak ilan edilmiş, düzenlenmişbilim, dinler kadar bile etkili olamadığınıgöstermiştir. Fakat ideolojik olmayanbilim olmadığını da anlamak gerekir.Önemli olan, hangi toplumun ve sınıfınideolojisi olarak bilme ve bilim olduğunufark edip ona göre konumunu belirle-mektir. Ekoloji en yeni bilimlerden biriolarak bu çerçevede konumunu belir-lerse, sadece çevrenin değil, toplumsaldoğanın da ideal çözüm gücü olabilir.

Söylenmesi gereken, kapitalizmintüm düşünce biçimlerinden tıpkı mal,para spekülasyonundan kâr-sermayesağlama gibi istifade etmesidir. Tümdüşünce formlarını tartıya vurarak çı-karına olanları yeni felsefe veya dinokulları biçiminde istifleyip, liberalizmve pozitivizm adı altında piyasaya ye-niden sürmüştür. Daha hazin olanı, yenibir kumaş gibi müthiş bir kâr oranıylasatmayı, yani hakîm zihniyet durumunagetirmeyi, taşırma ustalığını veya kur-nazlığını sergilemeyi başarmıştır.

Modernitenin tüm bilimsel yapısınadamgasını vuran pozitivist felsefeyi yo-rumlayınca, uygarlık-iktidar-bilim ilişkisininiçyüzünü daha iyi açığa çıkarabiliriz.Pozitivist felsefenin kesin nesnel olgu-lardan yola çıktığını, bunun dışında

hiçbir bilimsel yaklaşıma yer vermediğinibiliyoruz. Yakından bakınca, nesnelerinilişkisi olarak bilimin tüm eski puta tapı-cılardan ve metafizik güçlerden dahaputçu ve metafizikçi olduğu kavrana-caktır. Bu konuda tarihsel diyalektiği kı-saca hatırlatırsak daha çok aydınlanırız.Nasıl tek ve soyut tanrılı dinler, paganizmi(putçuluk, bir nevi olguları tanrısallaştırmadini) eleştirme temelinde ortaya çıkıpkendilerini şekillendirmişlerse, pozitivizmde bir nevi karşı atak olarak yeni putçulukbiçiminde ortaya çıkmıştır. Din ve me-tafizik eleştirisi, yeni putçuluk (Olgularadayalı hakikatçilik kesinlikle neo-paga-nizmdir) olarak, neo-metafizik olarakşekillenmiştir. F. Nietzsche’nin bu gerçeğiilk tespit eden filozoflardan olması sonderece önemlidir ve değerlendirmelerihakikat araştırmalarında katkı niteliğin-dedir. Nesnel olgu denilen kavramınhakikatten uzak bir kavram olduğunubelirlemek büyük önem taşır. Olgularkendi başına hakikate ilişkin ya hiçbiranlamlı bilgi sunmazlar ya da sunduklarıkadarıyla çok yanlış sonuçları berabe-rinde getirirler.

Olgular eğer karmaşık bağlantılarıkapsamında anlam bulamazlarsa, yahiç bilgi sunmazlar ya da en yanlış so-nuçlara yol açabilirler demiştik. Fizik,kimya, biyoloji olgularını bir tarafa bı-rakalım. Yalnız bir toplumsal olgu örneğiüzerinde durarak yol açtıkları sonuçlarıyakından görelim. Pozitivizme göreulus-devlet bir olgudur. Onu oluşturanbütün öğeler de birer olgudurlar. Bin-lerce kurum, milyonlarca insan hepsibirer olgudur. Aralarındaki ilişkileri dekatınca resmi tamamlamış oluruz. Po-zitivizme göre bilimsel kavramı oluş-turduk demektir. Artık mutlak bir haki-katle karşı karşıyayız: Ulus-devlet ha-kikati. Pozitivizm bu tanıma bir yorumolarak bakmaz. Mutlak hakikat olgusuolarak bakar. Diğer tüm toplumbilimolgularına da bu anlayışla bakar. Tıpkıbirer fizik, kimya, biyoloji olgusu gibibunlar da birer olgudur. Hakikat ta-nımlaması böyledir. Görünüşte masum,hiç tehlike içermeyen bu yaklaşımınhiç de öyle olmadığını, özellikle etniktemizlik-soykırım hareketlerinde bütündehşetiyle fark etmeye başladık. Hit-ler’den tutalım sözde en ılımlı ulus-devlet liderine kadar hepsi, yaptıklarınınbilime göre son derece doğru (pozitifbilimlere göre) olduğunu, ulus gerçek-lerini arındırdıklarını, daha homojenbir ulus oluşturmanın sadece hak değil,doğal evrim yasasına uygun bir gelişmeolduğunu söyleyeceklerdir. Esas aldık-ları bilime göre doğru söylüyorlar. Onlarabu gücü pozitif felsefe ve bilimleri ver-mektedir. Nitekim tüm modernite dönemibu pozitivist anlayış gereği sınırsız va-tan, millet, devlet, etnisite, ideoloji, sis-tem savaşına girişti. Çünkü bu kav-ramların hepsi kutsaldı ve uğruna so-nuna kadar savaş gerekirdi. Bilindiğiüzere bu anlayış sonucunda tarih kanbanyosuna dönüştü. Görünüşte masumpozitivizm, özünde kanlı çehresi böylesırıtıyordu.

Ulus-devletin teokratik ve teolojikunsurları, üzerinde daha önemle dur-mayı gerektirir. Hegel, ulus-devleti yer-yüzüne inmiş tanrı olarak tanımlarken,salt simgesel bir değerlendirme yapmışolmuyor. Ulus-devleti tüm çağlar bo-yunca tanrı adına biriktirilmiş fikirlerinbir gerçekleşmesi olarak yorumluyor.Bunu anlamak için sadece Fransa Dev-rimi’ne yol açan fikirler toplamını ince-lemek yeterlidir. Pozitivistler ulus-dev-letle egemenliğin tanrıdan alınıp ulusadevredildiğini söylerken ne denli tanrı-cılık yaptıklarının farkında değildirler.Çünkü egemenliğin kendisinin ne ol-duğundan habersizler veya doğru açık-lanmasını yapmak çıkarlarına uygun

düşmüyor. Egemenliğin kendisi tarihboyunca hiyerarşik ve devlet iktidarla-rının toplamı olarak tanrı (efendi) adınatoplum üzerinde yürütülen tekelci ta-hakküm ve temelde sağlanan artık-ürün ve değerler sömürüsüdür. Tanrısalkaynaklı egemenliğin kendilerini efendi(Rab demektir) kılmış insan kaynaklıolduğu çözümlemeyi gerektirmeyecekkadar açıktır. Kalkıp da Fransız Devrimiile birlikte “Tanrı kaynaklı olmaktançıkıp ulus kaynaklı oldu” demek sosyalbilim adına en büyük sahtekârlıktır.Pozitivizm bu sahtekârlığın mucididir.

Pozitivizm ulus-devleti bilim ve sa-natın somutlaşmış hali olarak yansıt-maya büyük özen gösterir. Kapitalistmodernite bu yüzüyle en büyük yalanıdolaşıma sokmuş olur. Ne kadar olgu-sal, nesnel, bilimsel olduğunu ısrarlaiddia eder. Ulus-devlet tüm gücünü bupropagandaya adar. Muazzam büyük-lükte bir akademik dünya inşa eder.Tarihte hiçbir tanrı ve dinin (kral vemeşruiyeti) gerçekleştiremediği mitolojive propagandası bu modernite döne-minde oluşturulup pazara sunulur. Tümahlâkî ve politik gözenekleri tahrip edil-diği gibi, anlam odakları da tahripedildiği için, bu çağdaş mitleri ve pro-pagandaları yemeyecek bir beyin veyürek kalmamış gibidir.

Anlaşılmadıysa biraz daha açıkla-yalım. Dünya’da günümüzde yaklaşıkiki yüz ulus-devlet vardır. Hepsi yukardabelirttiğimiz kurum ve vatandaş kitlesiyleilişkiler yekûnuyla karşı karşıya gelirse,en az iki yüz tanrılı, binlerce mabetli,sınırsız tarikatlı bir düzen veya hercü-merçlik durumunun doğması kaçınıl-mazdır. Çünkü temsil ettikleri tüm olgularkutsal ve uğruna ölmeye değerdir. Dik-kat edelim, karşımızda gerçek toplumsaldoğayı yansıtan ahlaki ve politik top-lumdan ad düzeyinde bile bahis yoktur.Gerçekten saldırıya uğraması halindeuğrunda ölünecek bir gerçek varsa, oda ahlaki ve politik toplum gerçekliğidir.Ulus-devlette ise, herkes kendi kendineoluşturduğu ve oluşturulup önüne su-nulan olgu putları adına savaşmaktadır.Eskinin putlar uğruna savaşımındanbin kat daha azıtmış bir putlar uğrunasavaşlar dönemiyle karşı karşıyayız.Sonuç sermaye ve ulus-devlet tekelle-rinin azami kâr kanununun işlemesidir;mutlu azınlığa firavunların bile yaşa-madığı yaşantıların peşkeş çekilmesidir.Modern yaşam denilen, pozitivizminbu gerçeğinin, daha doğrusu gerçeklerikatletmesinin sonuçlarından başka birşey değildir. Bugün sanal toplum çağınaeriştik. Hiçbir gerçek, sanal toplumkadar olguculuğu açıklayamaz. Olgucutoplum sanal toplumdur. Sanal toplumolgucu toplumun gerçek yüzü, yüzününötesinde hakikatin ta kendisidir. Olgu-ların anlamsızlığı (daha doğrusu kanbanyosu, hayali toplum, tüketim toplumuanlamında anlamsızlık anlaşılmalı) sa-nal toplumla zirve yapıyor. Medyatiktoplum, şov toplumu, magazinel toplumhep nesnel, olgucu anlayışın, poziti-vizmin açığa çıkmış hakikatidir. Bu daaslında hakikatin inkârıdır.

Konumuz gereği fazla incelemeyegerek duymadan, benzer sonuçlarıdaha da sıralayabilirim. İslam, Hıristiyan,Musevi, Budist, kapitalist, sosyalist,feodal, köleci toplum kavramları aynıyaklaşımın gerçekleridir. Pozitivizminmetafizik yüzü burada da karşımızaçıkıyor. Evet, İslam toplumu, kapitalisttoplumu aynı yaklaşımın sonucudur.Yani bunlar olgu kavramlarıdır; başkadeyişle yakıştırma, görüntü kavramla-rıdır. Aynı şey ulus aidiyetleri için desöylenebilir. Alman, Fransız, Arap, Türk,Kürt ulus kavramları pozitivist karakterdebirer hakikattirler. Özde ise, hakikatinsilik görüntüleridir. Peki, gerçek, hakikat

nedir diye sorulabilir. Bence cevap ba-sittir. Toplum gerçeğinde doğal olanahlaki ve politik toplum hakikati ilebunu sürekli aşındırmak isteyen uygarlıkhakikati vardır. Bunun dışındaki sıfatlar,isimler hiç gerçeği temsil etmez demi-yorum. Özünü değil, görüntüsünü, basitve sık değişkenli formunu temsil ederdiyorum.

Olguculuk bir felsefe düzeyinetaşındığında sorun yaratır

Örneğin Arap ulus gerçeği diyelim.Çok zayıf da düşmüş olsa, Arabistandenilen mekânda ahlaki ve politik özel-likleri olan bir toplumla, bu toplumunsırtından binlerce yıl sulta sürmüş vegünümüzde çürüme noktasına getirmişiktidar gerçeği dışında Araplık çok azşey ifade eder. Binlerce farklı, çelişkili,hatta can düşmanı Arap vardır. Yanibinlerce çelişkili hakikat! Pozitivizmegöre böyle olması gerekir. Ama çok iyibiliyoruz ki, Arap gerçeği özde bu ol-masa gerekir. Daha anlaşılabilir bir ör-nek ağaçlardır. Bir de ağacın olguolarak binlerce dalı ve sayılamayacakkadar çok yaprağı vardır. Eğer ürünübilinen ve değerli olan bir ağaçsa, onagöre anlam bulur; dallarına ve yaprağınagöre değil. Pozitivizm hepsine aynıağırlığı verme körlüğüdür. Evet, dallarve yapraklar da gerçektir. Ama anlamlıgerçek değillerdir. Bir tiyeğin, bir kiloüzümün değeri, anlamı vardır. Ama biryaprağının ancak bir görüntüsü, özünüyansıtmayan, biçimsel görüş kazandıranbir olgusal gerçekliği vardır.

Bilimlerin olguya boğulması, hergün yeni bir bilimsel disiplinin doğması,hepsinin kendini aynı ağırlıkta hakikatsayması bilimsel krizin ana nedenidir.Sistemle bağını başta da belirledik.Hakikatin özne-nesne, biz-öteki, be-den-ruh, din-bilim, mitoloji-felsefe, tan-rı-kul, ezen-ezilen, hâkim-mahkûm vb.sürekli ve gittikçe derinleşen biçimdekarşıt ikilemler halinde parçalanması,özünde ahlaki ve politik toplumla onunüzerinde kurulu uygarlıkçı tekel şebe-kelerinin yarattığı aşındırma ve sömür-geleştirme eyleminin sonucudur. Ka-pitalist modernite bu uygarlık ikileminisınırsızca çoğaltıp derinleştirerek, top-lumu bugünkü dağılma ve çürüme nok-tasına getirmiştir. Bunda sistemin iş-birlikçi biliminin de büyük payı vardır.Kriz, ideolojik özle araçsal yapılanmaarasında can çekişme noktasına ge-lince, farkına varılan hal oluyor. İşsizlikle,savaşla, açlık ve yoksullukla, baskı vekırımla, eşitsizlik ve özgürlüksüzlüklekendini ezici çoklukların etinde, ruhundaçığlıklara dönüştürmesi oluyor.

Pozitivizmi eleştirirken bazı yanlışanlamalara düşülmemesi konusundauyarma gereği duyuyorum. Birincisi,olguların hiçbir değeri yoktur, gerçekliklebağı yoktur gibi yaklaşım içinde değilim.Sadece oldukça sınırlıdır diyorum. Ol-gusallığın bir felsefe düzeyine taşındı-ğında büyük sakıncalara yol açacağınıbelirtiyorum. Avrupa düşünce sistemin-de bu durumun fazlasıyla açığa çıktığınıvurguluyorum. İkinci husus, belki birnevi Eflatunculuğa kaydığım yönündebir eleştiri getirilmesi olacaktır. Özünbelirleyici olduğunu söylerken, özellikleağaç örneğinde bu eleştiri beklenir.Fakat belirtmek istediğim ‘ağaç’ fikri,ideası değildir. Toplumca ağacın ihtivaettiği gerçekliği belirtmek istiyorum.Faydacılıkçı bir yaklaşım da sunmu-yorum. Sadece gerçekliğinin ancak ah-laki ve politik toplumca belirlenmesigerektiğini söylüyorum. Bir bireye veyagruba çok faydalı olabilir. Ama eğerahlaki ve politik toplumca aynı biçimdeyorumlanmıyorsa, gerçek fayda değeriyoktur demek istiyorum.

Sayfa 11 SerxwebûnHaziran 2010

Page 12: SERXWEBÛN JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE Sal: 29 / Hejmar 342 / Hezîran 2010 Muğla’da yaşamını yitiren Kürt öğrenci Şer-zan Kurt’un yakınları

İnsanlığımız kendini var eden ikitemel olgunun dayanma sınırla-rını zorlayan saldırılarla karşı

karşıyadır. Kendisiyle birlikte tüm canlıhayatın sürdürülüp sürdürülemeyeceğigeleceği için direniş temelinde yenikararlar alıp alamayacağıyla, bu ka-rarların doğruluğu ve uygulanabilirli-ğiyle doğrudan bağlantılı bir durumagelmiştir. Çeşitli bilim insanları, felse-feciler, sosyologlar ve siyaset bilimci-lerince içinde bulunduğumuz süreçkıyametin öngünleri olarak adlandırıl-maktadır ve bu hiç de abartılı bir ta-nımlama değildir. Doğamız; havası,suyu, toprağı ile alarm sinyalleri ver-mektedir. İkinci doğa olarak tanımla-dığımız toplumsallığımız ise daha ağırsorunlarla karşı karşıyadır. Doğa ya-şadığı zorlanmayı afetler, iklim deği-şiklikleri, küresel ısınma, akarsu kay-naklarının kuruması ve çölleşme gibibiçimlerde dışa vururken toplumsallı-ğımız çözülmeyle, çatışma ve karga-şayla, açlık ve yoksullukla, eşitsizlikve adaletsizlikle, artan nüfus sorunları,işsizlikle dışa vurmakta; kapitalist uy-garlığın saldırıları altında adeta intiharçizgisinde seyretmektedir.

Beş bin yıllık devletçi uygarlık tarihininhiçbir döneminde toplumsallığımız vedoğamız böylesine büyük sorunlarlakarşı karşıya gelmemiştir. Toplumsallı-ğımızın ve doğamızın kapitalist moder-nite döneminde karşı karşıya getirildiğisorunlar ve bunların yol açtığı sonuçlar,devletçi uygarlığın ortaya çıkışından buyana geçen beş bin yılın toplamındandaha büyük ve derin yıkımlara yol aç-mıştır ve bu katlanarak devam etmek-tedir. İnsanlığın geçmiş süreçlerde ya-şadığı krizli ve kaoslu süreçlerden farklıolarak bugün gerek doğamızda gerektoplumsallığımızda ortaya çıkan sorunlarülkesel ve bölgesel olmaktan daha fazlaküresel bir nitelik taşımaktadır. Toplum-ların bünyelerinde ortaya çıkan hiçbirekonomik, siyasal, sosyal krizin kendiylesınırlı olmadığı hem küresel krizdenkaynağını aldığı hem de küresel kriziderinleştirerek tüm insanlığı ilgilendirirhale geldiği her geçen gün daha fazlaanlaşılmaktadır.

Günümüz insanlığı bugün yüz yüzegeldiği sorunları bırakalım aşmayı, bu

sorunları tanımlama ve nedenlerini or-taya koyma gücünü bile göstereme-mektedir. Bu temelde yürütülen çabalarbir hayli yoğun olmakla beraber, öyle-sine büyük bir zihinsel keşmekeşle,bilgi kirliliğiyle, yöntem karmaşasıylakarşı karşıyadır ki içinden çıkıp herşeyi yerli yerine oturtmak hiç de kolaydeğildir. Bu anlamda yaşanan ekono-mik, sosyal, siyasal, kültürel vb. so-runlardan daha fazla zihinsel sorunlarçözüm beklemektedir. İnsanlığımız ta-rihin çeşitli süreçlerinde olduğu gibikendi geleceğiyle ilgili olarak kapitalistsistemle, dayandığı tarihsel arka planlabir kez daha yeniden hesaplaşmakve kaybettiği yerden kazanmayı ba-şarmak durumundadır. Çözmek zo-runda olduğumuz sorun toplumsallı-ğımızın ve doğamızın kendini devamettirip ettiremeyeceğiyle ilgilidir. Çapıve derinliği tüm insanlığımızı ve do-ğamızı kapsamaktadır. Dolayısıyla sor-gulama düzeyimiz bu denli kapsayıcıve kucaklayıcı olmak, ülkesel ve böl-gesel bazdan daha öteye küresel birperspektife şimdiki zamandan tüm za-manlara ulaşmak zorundadır.

Arayışımız sorunumuz kadar büyük olmalıdır

Doğa, oluşumu ve işleyişi itibariyleinsan iradesi dışında, insan yaratımıolmayan bir gerçekliktir. Sağladığı ola-naklar ve sunduğu koşullar ile top-lumsallığımızı üzerinde var ettiğimiz,geliştirdiğimiz doğayı yeniden inşaetme, “bu eskidi yerine yenisini yapa-lım” gibi bir şansımız ve lüksümüzyoktur. Ancak kapitalist uygarlığın da-yattığı yıkımı engelleyecek, doğamızınkendi kendisini yenilemesine destekolacak bir uygarlık sistemini açığa çı-kararak katkımızı sağlayabiliriz. Buyaşanan doğa sorunlarının aşılmasıiçin yeterli olacaktır. Tüm çabalara vehâkim olma uğraşlarına rağmen do-ğanın kendi iç yasalarıyla yürüdüğü,insanın da tabi olduğu bu yasaları de-ğiştirmenin mümkün olmadığı, kendi-siyle uyumlu bir yaşam kurgulanmadığıve var olan kapitalist uygarlık yakla-şımları sürdürüldüğünde doğanın bunadayanamayacağı net bir biçimde açığa

çıkmıştır. Açığa çıkan bir başka gerçekinsan toplumsallığında yaşanan bo-zulmanın derinleşerek doğayı da bozarbir hale geldiğidir. Artık kabul edil-mektedir ki ekolojik yıkım toplumsalyapıda ortaya çıkan bozulmanın vesapmanın tarihsel süreç içinde derin-leşmesiyle ve kapitalist sistemde bununzirveye taşınmasıyla ilgilidir. Kendiiçinde eşitlikçi, dayanışmacı, özgür-lükçü özelliklerini yitiren, egemenlik,sınıflaşma, ayrıcalık, baskı, sömürü,yalan, şiddet ve zor sarmalına dola-narak önce zayıf düşen sonra hasta-lanan ve günümüzde ölümcül bir du-ruma ulaşan sorunlu toplumsallığımızkarşı karşıya bulunduğumuz ekolojikyıkımın da nedenidir. Doğadaki yıkımada neden olan toplumsal bozulmanınönüne geçmek mümkündür. Zira top-lumsallığı insanın kendisi yaratmış vegeliştirmiştir. Yine bozulması ve tahripedilmesi de insanın eseri olarak ge-lişmiştir. Bilebildiğimiz kadarıyla evreniçinde canlılık özelliklerini en üst dü-zeyde temsil eden, evrimin zincirindekien son halkayı oluşturan insan türü,sadece kendi varlığıyla değil, tüm canlıhayatın sürdürülmesini sağlama zo-runluluğu ve sorumluluğuyla da karşıkarşıyadır. Kendi dışındaki tüm evrenekarşı sorumluluklarını yerine getirme-sinin ön koşulu ise içinde bulunduğuve yıkıma uğratılan toplumsallığını ye-niden kurmasından geçmektedir.

Yeniden toplumsallaşma yeni bir toplumsallaşma

Toplumsallaşma bir insan yaratımıolarak tarih içinde sayısız kere deği-şikliğe uğratılmış, bu değişiklikler de-ğişik felsefeler, dinler ve sosyal bi-limlerce farklı adlandırmalara konuolmuştur. İlkçağ, ortaçağ, yeniçağ,ya da anaerkil dönem, kölecilik, feo-dalizm, kapitalizm gibi adlandırmalarlaifade edilen bu süreçlerde insan top-lumsallığı farklı kurallar, farklı önce-likler ve sorunlar temelinde yürütül-meye çalışılmıştır. Ancak günümüzkapitalist uygarlığına kadar toplum-sallığımızı koruyan yapılar bir biçimiylevarlıklarını, dolayısıyla da insan top-lumsallığını korumayı başarabilmişler,

zaman içinde artsa da toplumsal so-runların tüm insanlığı ve doğayı tehditedecek bir boyuta ulaşmasına izinvermemişlerdir. Bu nedenle yenidenve yeni bir toplumsallaşma insanivarlığımızı sürdürmenin olmazsa ol-mazı haline gelmiştir.

Toplumun vicdanı ve mahşerin dört atlısı

Toplumsallığımızı koruyan temelyapıtaşlarının başında ahlak gelmek-tedir. Toplumsal sorunların ortaya çık-ması ve derinleşmesiyle ahlakın za-yıflatılması arasında derin bir bağ var-dır. Toplumsallığını en kutsal değerolarak algılayan insan aklının bunukorumak ve geliştirmek için tespit ettiğikurallar toplumun ahlak yasaları olarakbelirmiştir. İlk ahlak yasalarının entemel vurgusu toplumsallığın korun-masıdır. Bunun için gerekli olan toplumyararını gözetme, eşitlikçilik, adalet,paylaşım, dayanışma, doğruluk, emekgibi olgular ahlakın içeriğini oluştur-muştur. Bu içeriğiyle ahlak “toplumunvicdanı” gibidir. İnsanlık günümüzdesermaye ve iktidar tekellerinin dayat-ması altında, bireyciliğin kıskacında,en fazla toplumun bu ahlak yasalarınıtahrip etmektedir. Dizginsiz geliştirilenbireycilik, toplumsuz da insanın yaşa-yabileceği yalanına herkesi inandır-maya çalışmaktadır. Yabancılaşmanıninanılmaz boyutlara ulaştığı günümüz-de sanal bir toplum yaratılmakta tüke-tici, bireyci, toplumdan, tarihten ve ge-lecekten koparılmış, bu biçimde deyaşanabileceğine inanan bir insan tipive bunlardan oluşan içi boş, insani ni-teliklerinden uzaklaşan, iradesiz, teh-likeli, kendi var oluşunu kemiren biryığın şekillendirilmektedir.

Kapitalist uygarlığın zihinsel for-masyonunu oluşturan bilimcilik, dincilik,milliyetçilik ve cinsiyetçilik insanlığınbaşta zihniyet yapısı olmak üzere,ahlakını, ekonomisini, ekolojisini vepolitikasını dumura uğratıyor. Bilinçlerikarartıyor, ahlaksızlaştırarak toplumsalbağlarını parçalıyor, politikanın dışınaitiyor, ekolojisini ve ekonomisini dağı-tıyor. Bu anlamıyla insanlığımız kenditoplumsallığının nasıl ortaya çıktığını

ve şekillendiğini bunun kendisine nelerkazandırdığını, toplumsallığının nasılsakatlandığını, hangi aşamalardangeçtiğini, nelere mal olduğunu, kendinibüyük güç yapan toplumsallığının sa-katlanmasına ve saptırılmasına hangikoşullar altında ve neden izin verdiğini,bunu sağlamak için tarih içinde kimlerinhangi araçları ve yöntemleri kullandı-ğını, günümüzde bunun nasıl bir dü-zeye geldiğini ve nelere yol açtığını,hepsinden önemlisi, insanlığı tüm ka-zanımları ve doğasıyla tehdit eder du-ruma gelen toplum kırımın önüne nasılgeçileceğini derinlikli-bütünlüklü izahetmekte inanılmaz bir karmaşa yaşa-maktadır. İşte bu bağlamda toplumuyeniden tanımlamak, nasıl oluştuğunu,hangi temel ilkeler üzerinde yükseldi-ğini görmek ve bunların arasındaahlakı gerçek tanımına ulaştırmak ha-yati önem taşıyor.

Ahlak toplumun tutkalıdır

Ahlakın toplumsal yaşamdaki rolüher dönem belirleyici bir olgu olarakele alınmış ve üzerinde büyük yoğun-laşmalar yaşanmış bu konuda ciddi birbirikim ortaya çıkarılmıştır. İnsanlık ta-rihinin çeşitli dönemlerinde karşılaştığıbunalımların ahlakın zayıf düşürülme-siyle, saptırılmasıyla, özünden uzak-laştırılmasıyla ilişkisini kurmuş ve budurumu en tehlikeli, en lanetli durumolarak tanımlamıştır. Karmaşıklaşan vekapsam kazanan toplumsal yaşamınsürdürülebilmesindeki önemi nedeniyleahlak büyük yoğunlaşmalara, öğretilereve çıkışlara konu olmuştur. Bu ahlakıntoplumsal yaşamdaki rolü ve işleviyleilgili olup tüm zamanlar için geçerli birrealitedir. Ahlakı toplumun oluşturulmasıve sürdürülmesi için gerekli olan kurallarolarak tanımlayabiliriz. Bu en başındangünümüze tüm toplumsal yapılar içinvazgeçilmezdir. Hiçbir toplumsal yapıahlak kuralları olmaksızın bir araya ge-lemeyeceği gibi bu kurallarını koruyupgeliştirmeden varlığını sürdüremez. İşteahlakın rolü böylesine hayati ve vaz-geçilmezdir. Ahlaki kurallarını ve bunlarabağlılığını yitiren bir toplum, toplum ol-maktan çıkmış demektir, ki bu halegelmiş bir topluluk her türlü tehlikeyeaçık ve yine her türlü tehlikenin kaynağıdurumuna gelmiş demektir. Bunu ÖnderApo savunmalarında şu şekilde açım-lıyor: “Toplumsal yasaların temelini oluş-turan yasa, toplumun ahlaki bir örgüdenoluşuyor olması gerçeğidir. Ahlak, in-sanın bir arada olmasına neden olanihtiyaçların insanda yarattığı edimlerindışavurumudur. Ahlak aynı zamandabir insanın gönüllü birliktelikten doğanyaşam gerçeğinde kendi görev ve so-rumluluklarını insani bir görev olarakbilmesi ve yerine getirmesidir. Birlik ol-mayı bilmek, paylaşımcı olmak, eşitlikçive adaletli olmak, bu ve benzeri değeryargılarının pratik yaşayanı olarak et-kinliklerde bulunmak ahlakiliktir.”

Ahlakı böyle ele aldığımızda yaşa-dığımız sorunların çözümünün büyükbir mücadeleyi gerektirdiği kendiliğindenortaya çıkmaktadır. Çünkü ahlak veahlakilik ruhta, duyguda, düşüncedetoplumsallığımızı yaralayan, görmez-den gelen, reddeden tüm uygarlık ka-lıplarının, kodlarının, şifrelerinin ruhta,duyguda, düşüncede ve davranıştaaşılması demektir. Bu sağlanmadan,uygarlıkla barış içinde, onun nimetle-rinden sonuna kadar yararlanarak,onun kurguladığı yaşama karşı güçlübir ret içine girmeden bu mücadeledenbaşarıyla çıkmak mümkün değildir.Önder Apo da bu konuda “Ahlak as-lında toplumsal özgürlüğün gelenek-selleşmiş biçimidir. Son tahlilde bilinçtir.Ahlakı kalmamış toplumun özgürlüğü

Serxwebûn Sayfa 12Haziran 2010

Ahlakımız toplumsallığımızdır

“Ortadoğu toplumsallığın ilk geliştiği alan olması yanında, ahlakiliğin de en güçlü yaşandığı alandır. Bugün içine sürüklendiği krizli ve kaoslu yapısına rağmen, zayıf düşürülmüş ve darbelenmiş gerçeğine karşın kapitalizme karşı direnen tek alan durumundadır. Çok derin çelişki ve sorunlarına karşın bölgemize kapitalizmin saldırıları karşısında direnme gücü veren taşıdığı ve koruduğu ahlakıdır. Buna dayanarak sürdürdüğü toplumsallığıdır”

Page 13: SERXWEBÛN JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE Sal: 29 / Hejmar 342 / Hezîran 2010 Muğla’da yaşamını yitiren Kürt öğrenci Şer-zan Kurt’un yakınları

de bitmiş demektir. Ahlaksız toplumbitmiş toplumdur. O halde toplumudönüştürme çabalarında ahlakı esasalmak, ahlaksız olmamak vazgeçilmezbir ilkedir. Ahlaka yer vermeyen sosyalakımların kalıcı olmaları beklenemez.Toplumu dönüştürme kararlılığı olan-ların özgürlük ahlakıyla bağlarını aslayitirmemeleri gerekir” değerlendirme-lerinde bulunuyor.

İnsanı diğer canlı türlerinden ayıranözelliklerin, insan türünün ortaya çıktığıandan itibaren var olmadığını, ilkindaha çok da biyolojik farklılaşım olarakbir kopuşun gerçekleştiğini; mitolojik-dini-felsefi anlatıların ve izahların aksineinsan türünün kendini diğer canlılardanayıran ve onu tüm canlı türlerinin vehatta tüm evrenin özeti haline getirenözelliklerinin zamanın bir noktasındabaşladığını, bu ayrım noktasının ise

insanın toplumsallığa adım attığı süreçolduğunu biliyoruz. Var oluşun insandatezahür edişi diğer canlı türlerininaksine daha yüksek bir formda ve içe-rikte gerçekleşmiştir. Zaten onu tümcanlılardan daha üstün niteliklere ta-şıyan da bu gerçekliğidir. Bir tür olarakkendi varlığını sürdürebilmesi için baş-vurduğu arayışlar insanı bir sürü ol-manın ötesine geçmeye, derinlik ka-zanmaya ve diğer canlı türlerinin ya-şadığı sürü halinden daha ileri bir bir-liktelik yaratmaya zorlamıştır. Milyon-larca yılı bulan bir sürecin sonundainsanın diğer canlı türlerinden farkınıbelirginleştirecek ve onu tüm canlı ha-yatın en nitelikli canlısı yapacak özelliğionun toplumsallaşması olmuştur.

Klan toplumsallaşmanınkök hücresidir

Toplumsallığını koruduğu oranda birtür olarak varlığını devam ettirebilece-ğinin bilincine ulaşan insan bunu entemel hakikat olarak kavramıştır. Top-lumsal formun ilk biçimi olarak klanyaşamı toplumsallığın en kutsal gerçekolarak kabul edildiği bir süreci ifadeetmektedir. Klan yaşamı bu nedenletoplumsallaşmanın kök hücresidir. Son-raki bin yıllar içinde zayıflayan ve bugünyıkımın eşiğine gelen toplumsal yaşa-mın tedavisinde bu kök hücrenin ta-nınması büyük önem arz etmektedir.İnsanın varoluş gerçeği toplumsaldır.İnsan, gücünü, yeteneklerini, diğer canlıyaşamın tüm özelliklerini içeren veonları aşan niteliğini toplumsallaşma

süreci içinde kazanmıştır. Üreme, bes-lenme ve korunma ihtiyaçlarını karşı-layabilmek, bir tür olarak devamlılığınısağlayabilmek için bulduğu yol top-lumsallaşma olmuş ve bunu en büyükkutsallık olarak kabul etmiştir. Dolayı-sıyla klan yaşamına yön veren değeryargıları, iyi ve kötü, fayda ve zarar,anlam ve anlamsızlık toplumsallığahizmet temelinde ele alınmıştır.

Klan toplumu ahlaki toplumdur

Ahlak işte bu kutsallığın korunmasıve geliştirilmesi temelinde açığa çı-karılan kurallar toplamı olarak vücutbulmuştur. İnsan kendini evrende tümvarlıklardan ayıran, gücünün kayna-ğını oluşturan toplumsallık olgusunubütün ölçülerinin temeline koyarak

insansal yürüyüşünü devam ettirebil-miştir. Tarihin tüm dönemlerinde in-sanlık kafası karıştığında, işler içindençıkılmaz hale geldiğinde, bir şeyin iyiveya kötü olup olmadığı noktasındatereddüde düştüğünde toplumsallığıbir ölçü olarak kullanmıştır. Karşılaştığıçözümsüzlükleri toplumsallığına vu-rarak, toplumsallığı karşısında sor-gulayarak aşmayı esas almıştır. Top-lumsallığa hizmet eden, toplumsalbirliği, güveni, esenliği esas alan iyi,güzel, yararlı; tersi durumlar zararlıve kötü kabul edilmiştir. Bir işin, bireylemin, bir söylemin, bir fikrin veduygunun iyi-kötü, güzel-çirkin, ya-rarlı-zararlı oluşu bu ölçüye göre be-lirlendiğinde ortak kabul gören yak-laşımlar ortaya çıkmıştır. İşte tümtopluluk üyelerinin gönüllü kabulünedayanan, bir arada olmanın ve bunusürdürmenin güvencesi sayılan ku-rallar toplamı ahlaktır. Buradan hare-ketle ahlaklaşma ve insanlaşma aynıanlama gelmektedir diyebiliriz. Zirainsanın ahlaka ulaşması aynı zaman-da toplumsal bir varlık olmasıyla, hay-vanlar âleminden sıyrılmasıyla aynıanlama gelmektedir. Ahlak insanıdiğer canlı türlerinden ayıran toplum-sallığa uygun yaklaşım, davranış vetutumların, düşünüş, söylem ve duy-guların tüm topluluk üyelerince kabuledilmiş kuralları olarak kendini ilkinklan toplumunda açığa çıkarmıştır.Bu nedenle klan toplumunu ‘Ahlakitoplum’ olarak adlandırıyoruz.

Toplum, ahlaki ilkeler üzerinde inşaedilen ilişkiler toplamıdır. İnsanın temel

gücünü ve kudretini oluşturan nasıl kitoplumsallığı ise güçsüzlüğünün nedenide toplumsallığının çeşitli nedenlerlezayıflatılması ve çözülmeye zorlan-masıdır. Bunu şöyle de anlayabiliriz,toplumsallığı oluşturan, koruyan, ge-liştiren ahlakın zayıflatılması insanı dagüçsüzleştirmiştir. Zira ahlak yukarıdakitanımlardan da hareketle toplumu top-lum yapan, bir arada tutan, geliştirenvarlığını güvence altına alan güç kay-nağıdır. Toplum ahlaki ilkeler üzerindeinşa edildiğinde insan sürü olmaktankurtulmuş, güç kazanmış ve kendinianlamlı kılabilmiştir. Ahlaki ilkelerinyönlendirdiği yaşam bütünlüğü insanyaratıcılığının ve gelişiminin zemini ol-muştur. Toplumsallığa kutsallık dere-cesinde bağlı olmayı emreden, içindekibireyi bu temelde yoğuran, şekillendirenve toplumsallığın yararına işleten en

temelde ahlak olmuştur. O yüzden tümkutsallıklar, inançlar ve metinler özündeahlak temelli olarak düzenlenmişlerdirve tümünün kaygısı toplumsallığın de-vamıdır. Ahlak konusunda tarihsel birarka plan ve genel bir tanımlama olarakbunları belirtebiliriz. Ancak ahlak, ilişkiliolduğu olgular, kavramlar, konular kap-samı dikkate alınacak olursa daha de-rinlikli yaklaşmayı zorunlu kılmaktadır.Çünkü toplumsallaşma ahlakın serü-veni ile bir ve yaşıttır. Ahlaktaki bozulmatoplumsal bozulma ve sorunları, top-lumsal bozulma ahlaktaki bozulma veyozlaşmayı getirmiştir. Her iki olguböylesine iç içe bir özellik sergilemek-tedir. Bu nedenle ahlak olgusunu top-lumsallığın temeline oturtmalı, günümüzinsanlığının yaşadığı toplumsal sorun-ları da bu temelde tanımlamalı, yaşa-nan bozulma ve yıkıma da bu eksendeçözümler aramalıyız.

Ahlaktaki yozlaşma uygarlık olgusuyla bağlantılıdır

Toplumsallaşmanın gücünü görenve bu temelde kendi anlamını yarataninsan, toplumsallığından aldığı güçlesadece diğer canlılardan farkını açığaçıkarmamış, bu günümüze dek uzananmaddi-manevi büyük değerler yarat-mıştır. M.Ö 12.000’lere kadar Mezo-potamya’da ana-kadın öncülüğündegelişimini sürdüren klan topluluklarınınbu tarihten itibaren büyük bir devrimselpatlama yaşadığı, bu devrimin ortayaçıkardıklarıyla ancak Rönesans ve Sa-nayi Devrimi’yle kıyaslanabileceği gü-

nümüzde birçok bilim insanının ve ta-rihçinin ortak kabulüdür. Ana-kadınındoğal otoritesi ve bu temeldeki öncü-lüğü altındaki klan toplumu, M.Ö12.000’lerden itibaren iki farklı biçimdedeğişime uğramıştır. Biri tarım devrimibiçiminde Yukarı Mezopotamya’da di-ğeri kent devrimi biçiminde Aşağı Me-zopotamya’da gerçekleşen bu dev-rimler daha sonraki süreçler üzerindebelirleyici bir etkide bulunmuştur. YukarıMezopotamya’da Tel Xalaf Kültürü ola-rak adlandırılan gelişme tarım devrimitemelinde, doğal toplum değerleri üze-rinde ve kadın eksenli gelişirken; AşağıMezopotamya’da ortaya çıkan ElUbeyd Kültürü ise kent devrimi teme-linde ve ataerkil bir özellikte gelişmiştir.Verimli topraklar üzerinde ve sulakalanlarda gelişme gösteren El UbeydKültürü büyük bir tarımsal üretkenlikve artı ürün ortaya çıkarmış, hızlı birnüfus patlaması yaşanmış bu da köytipi yerleşimden kentleşmeye geçişigetirmiştir. Kentleşme ise daha fazlaürünü gerektirdiği için daha kapsamlıbir toplumsal işbölümünü ve örgütlen-meyi gerektirmiştir. Bu, gelişkin sulamakanallarının ortaya çıkması, gelişkinbir işbölümü ve örgütlenme demektir.Rahiplerin öncülüğünde yaşanan bugelişmeler artık ürün gaspının, bunauygun zihniyet yapılarının, toplumsalfarklılaşmanın temellerini atarak, biranlamda uygarlık denen devletçi veiktidarcı sistemini yol açtığı toplumsalsorunları başlatmıştır. Aslında ilk baş-larda kentte belirgin bir sömürü ve sı-nıflaşma yoktur. Hatta ilk kent olanUruk’un kurucusu Tanrıça İnanna’dır.Tanrıça kültürü ve bunun esas aldığıdoğal toplumun komünal özellikleri hâ-kimdir. Ancak yukarıda saydığımız ge-lişmelere paralel tanrıça kültürü veinanışının altı rahipler tarafından kur-nazlıkla oyulmuştur.

Mitolojide kurgulanan düzen somutlaştırıldı

İnanna, ataerkil sisteme karşı ideo-lojik bir karşı duruştur. Ana-kadın yada tanrıça kültürünün temsil ettiği ko-münal toplum değerleri, yaklaşık ikibin yıl kadar rahiplerin temsil ettiği ik-tidarcı ve devletçi kültüre karşı bir di-reniş sergilemiştir. Tanrıça İnanna veEnki ilerleyen süreçlerde Marduk veTiamat şahsında ortaya çıkan çatış-malar, özünde yeni gelişen kent temelli,ataerkil özellikte ve rahiplerin başınıçektiği iktidarcı-devletçi uygarlıkla anatanrıçanın temsil ettiği komünal, ahlakitoplum arasındaki çatışmanın kişileş-tirilmiş ve destansı bir anlatıma ka-vuşturulmuş halidir. Yukarı Mezopo-tamya’da ana tanrıça kültürünün vekomünal özelliklerin güçlü olması ne-deniyle gelişemeyen artı-ürün gaspı,talan, sınıflaşma Aşağı Mezopotam-ya’da ortaya çıkabilmiştir. Nüfus birik-mesi, üretimde yaşanan hızlı artış, bu-nun için kullanılan üretim teknikleri veörgütlenmeleri kentin yeniden düzen-lenmesini gerektirmiş, bilgi tekelini elin-de bulunduran rahiplerin öncülüğündegerçekleştirilen bu düzenleniş uygarlıkdediğimiz sürece yol açmıştır. Ziggu-ratlarda kurumlaşan rahiplik toplumuburadan yönetmeye başlamış, toplumusokmak istediği yeni kalıbın ideolojisiniadım adım zigguratlarda geliştirmiştir.Uygarlığın ortaya çıkış süreci de diye-bileceğimiz bu süreçte düşüncede bü-yük bir gelişme yaşanmıştır. Doğaltoplumda hâkim olan somut düşünceyani olay ve olguları ancak birebir ya-şadığında algılayabilen ve yorumla-yabilen düşünce yerini soyut düşünceyebırakmıştır. Zigguratlarda geliştirilenideolojik yaklaşım düşüncede yaşanan

bu gelişmeye de yaslanarak kendinitopluma hâkim kılabilmiştir. Doğa temelliinanışların yerini soyut göksel düzenalmış, mitolojide kurgulanan “yeni” dü-zen giderek somutlaştırılmıştır.

Kentlerde, rahiplerin öncülüğündeşekillenen bu sistemde yönetim giderekdaha çok erkek karakter kazanmış veataerkil, sınıflı, sömürücü uygarlığıntemelleri atılmıştır. Henüz devlet özelliğikazanmasa da Sümer kentlerinde or-taya çıkan bu yeni sistem, devletintohumu olarak kabul edilmektedir. Builk tohum zamanla büyüyecek, gelişmegöstermek için ideolojik hâkimiyetiniderinleştirecek bunun yanında zor veşiddet aygıtlarıyla donanacak ve kentiçinde geliştirdiği egemenliği, devlet-leştirecek ve çevreye hâkim kılarakvarlığını devam ettirme yoluna gide-cektir. Bu en başta toplumsallığın yenibir zihniyet temelinde ele alınması,toplumun eşitlikçi, özgür, komünal ah-lak örgüsünün değiştirilmesi demektir.Zor aygıtları, talan ve gaspın kurum-laştırılması, sınıflaşmanın topluma ka-bul ettirilmesi yani devlet, önceliklezigguratlarda rahipler tarafından ge-liştirilen mitolojik ideolojinin toplumabenimsetilmesiyle mümkün olabilmiştir.Bu her şeyden önce toplumun ahlakiilkelerinin kendine bağlılığının, top-lumsallığı kutsayan özelliğinin, en yüceamaç olan topluma hizmet, toplumabağlılık, topluma sadakat, dayanışma,paylaşım, ortaklaşmacılık duygularınıntanrıya ve onun yeryüzündeki temsilcisiolarak tanrı krala çevrilmesidir. İnsan-ları yeni ortaya çıkan devletçi, sömü-rücü ve sınıflı uygarlığın hizmetinekoşturabilmek için toplumsal birliğinharcı olan ahlakın saptırılması yolunagidilmiştir. Bu zorunludur. Sadece şid-detle insanların köleliğe razı edilmesimümkün değildir. “Yeni” bir ahlak an-layışı hâkim kılınmadan toplumun eşit-likçi, özgürlükçü yapısından koparıl-ması gerçekleştirilemez. Komünal top-lum da dediğimiz ahlaki toplum böy-lelikle ilk darbeyi almış ve toplumsalsorunlar da başlamıştır. Ana tanrıçadatemsilini bulan eşitlikçi, özgürlükçükomünal değerlerin yerini hiyerarşikdönemden başlamak üzere gökseltanrılarda temsilini bulan değerlerinalması, ahlaktaki bölünme ve bozul-manın temel nedenidir ve ahlaki so-runların başlangıcını temsil eder.

Kadının köleleştirilmesi ahlakın vetoplumun yıkımıdır Kadın öncülüğün-deki komünal toplumu ahlaki toplumolarak adlandırmıştık. Ahlaki toplumuntasfiyesi ve yerine iktidarcı, devletçi,ataerkil sistemin geçirilmesi bizzat ka-dının hedeflenmesi sonucu gerçekle-şen bir durumdur. Doğaya inanış veahlakilik temelindeki ilk toplumsallaş-mada kadının öncü-başat bir rol oy-naması, kadının hem doğaya yakınoluşuyla hem de toplumsallaşmayaaçıklığıyla ilgilidir. Dolayısıyla ahlakitoplum bir anlamda kadınla bütünleş-miş, kadında temsilini bulan özelliklerledonanmış toplumdur. Doğaya yakınlık,paylaşma, dayanışma, eşitlik, yaratı-cılık, sevecenlik, adillik, hakkaniyet,kapsayıcılık dikkat edilirse günümüzdebile kadınsı özellikler olarak ele alın-maktadır. Bunlar ahlaki toplumu bira-rada tutan ve kutsanan temel özellik-lerdir. Kadın ahlaki toplumun simgesive kutsalıdır. İktidarcı ve devletçi uy-garlık bu nedenle kadın düşmanlığıtemelinde gelişim göstermiştir. Kadınşahsında komünal ahlaki düzen he-deflenmiştir. Bunun yol açtığı mücadelebinlerce yıl devam etmiştir. Günümüzdede iktidarcı devletçi uygarlık ile de-mokratik uygarlık arasındaki mücadeleesasında bunun devamıdır. Direnişlerinahlaki toplum özelliklerini koruma ve

Sayfa 13 SerxwebûnHaziran 2010

“Ahlaktaki bozulma toplumsal bozulma ve sorunları, toplumsal bozulma ise ahlaktaki bozulma ve yozlaşmayı getirmiştir. Her iki olgu böylesine iç içe bir özellik sergilemektedir. Bu nedenle ahlak olgusunu toplumsallığın temeline oturtmalı, insanlığının yaşadığı toplumsalsorunları bu temelde tanımlamalı, yaşanan yıkıma da bu eksende çözümler aramalıyız”

Page 14: SERXWEBÛN JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE Sal: 29 / Hejmar 342 / Hezîran 2010 Muğla’da yaşamını yitiren Kürt öğrenci Şer-zan Kurt’un yakınları

güncelleştirme çabasında bu gerçeğigörmek, bu anlamda kadına ve ka-dında varlığını koruyan ahlaki toplumözelliklerine dayanmak durumunda-dırlar. Egemenler bu gerçeğin tama-men farkında olarak en büyük saldırı-larını kadın üzerinden geliştirmeyeçalışmaktadırlar. Kadının düşürüldüğüdurum tarihin en büyük ahlaksızlığıolarak algılanmak durumundadır. Zirakadınla birlikte insan toplumsallığı dadüşüşe geçmiştir. Kadın ne kadar ege-menlik ve kölelik altına alınmışsa top-lum o kadar egemenlik ve kölelik altınagirmiştir. Her iki olgu arasında böyle-sine kopmaz bir bağ vardır. Bu bağıngözden kaçırılması günümüze kadargirişilen özgürlük arayışlarının başa-rısızlık nedenlerinin en başta gelennedenidir. O nedenle günümüzde kadınözgürlüğü toplumsal özgürlüğün pa-rametresi olarak alınmak ve kadınüzerinden geliştirilen egemenlik, ahlakiyıkım ve kölelik yine kadın ve temsilettiği değerlere dayanarak tersine çev-rilmek durumundadır.

Ahlak mı hukuk mu

Toplumu yeni oluşan egemen sınıfave onun çıkarlarına hizmet etmeyeyönlendiren ahlak anlayışının ortayaçıkardığı toplumsal bozulma, kölecikent devletlerinin daha ilk süreçlerindeciddi bir sorun olarak belirmiştir. Ah-laktaki bölünme ve sapmanın yol açtığıtoplumsal sorunların çözümünde ege-menlerin kendileri açısından bulabil-dikleri diğer bir çare hukuk olmuştur.Önder Apo savunmalarında bu temeldeşunları belirtir: “Hiyerarşi ve siyasierkin devlet olarak kurumlaşması, ah-laki topluma ilk darbeyi indirir. Sınıfbölünmesi ahlaki bölünmenin de te-melini hazırlar. Ahlaki problem böylebaşlar. Siyasi elit bu problemi hukuklaçözmeye çalışırken, rahipler dinsel-leştirerek yanıt bulmaya çalışırlar. Hemhukuk hem din bu açıdan ahlakı kaynakolarak alır. Nasıl ki siyasetin, siyasigücün kalıcı kurallı ve kurumlu meka-nizmaları hukuku teşkil ediyorsa, dininşacıları da aynı işlevi ahlak kaynaklıkalıcı kurallı ve kurumlu başka bir in-şayla, yani dinle ahlaki krizi çözmekisterler. Aralarındaki fark hukukun yap-tırım gücünün olması, dinin ise bu ni-teliği olmayıp vicdan ve tanrı korkusunuesas almasıdır.”

M.Ö 3000’lerde Sümer’de ortayaçıkan köleci kent devletleşmesi kartopugibi büyüyerek kısa sürede tüm Me-zopotamya ve çevresinde kendini hâ-kim kılarken bunu komünal toplumahlakını parçalayarak gerçekleştir-miştir. Zor ve şiddet temelli yayılımıkadar ideolojik temelli yayılımıyla bunusağlayabilmiştir. Hâkimiyet altına aldığıalanlarda komünal kültürü yıktıkçavarlığını sürdürebilmiş, gönüllü, bir-birine sadakatle bağlı eşit ve özgürbirimlerden oluşan toplumsal yapıyısınıflara, farklı çıkar guruplarına ayı-rarak toplumsal çelişki, çatışma veuyumsuzluğa sürüklemiştir.

Ahlakta tutuculuk ve gericilik, dev-letçi toplumun ortaya çıkmasıyla başlar.Toplumun vicdanı olarak ahlak ya dadoğal toplum ahlakının dejenere edil-mesi devletin ve hiyerarşinin hem ne-deni hem amacı olmuştur. Egemenlereendeksli çarpık ahlak kuralları (mitolojikdinler) herkesin gönüllü esas aldığıkomünal ahlak kurallarının yerini hiçbirzaman tutamamış, gerici ve egemen-lere hizmet eden sahte ahlak kurallarıkısa zamanda toplum tarafından red-dedilerek dışlanmıştır. Hukukun ortayaçıkışı bu toplumsal ret ile ilgilidir. Top-lumun ahlaki ilkelerine ters düşen ege-menlikli ve devletçi sistemler hukuklabu boşluğu doldurmak istemişler, ahlak

yasalarından esinlenerek hukuk ya-saları oluşturmaya gitmişlerdir. Aynıdurum din için de geçerlidir. Toplumunegemenlik ve sömürü ile bozulan den-gesini bir yandan hukuk ile sağlamayaçalışan iktidar sahipleri diğer yandanesasında köleci sistemi yumuşatmakiçin ortaya çıkmış olan dinleri suistimalederek kendi çıkarları temelinde kul-lanmışlardır. Daha çok da yaşamdakiahlaki çözülmeyi gidermeyi amaçlayan,bu yönüyle de aynı zamanda ahlakiçıkışlar olan dinler paradigmasal olarakdevletçi sistemi aşamadığından, ahlakikuralları insanları iktidarcı-devletçi sis-teme yönlendirmeye yaramıştır. Ege-menler bununla ihtiyaç duydukları meş-ruiyeti elde etmişlerdir. Ahlak eğer top-lumun ruhuysa hukuk ve dile getirilenboyutuyla din de egemenlerin ruhuolarak insan toplumsallığını baskı, sö-mürü, tahakküm altına alma araçlarıolmuşlardır. Ancak bunlardan toplumsalyaşamda hangisinin belirleyici olduğunabakılırsa, tartışmasız ahlakın tarihintüm dönemlerinde hukuktan daha etkiliolduğu görülecektir. Bir avuç devletçive iktidarcı elitin dışındaki tüm top-lumsal kesimler yaşamlarını binlerceyıl ahlak temelinde düzenlemiş, ah-laktan aldıkları güçle direnmiş, ahlakadayanarak varlıklarını sürdürmüşlerdir.Ahlakın yerine hukukun ikame edilmesidevletçi uygarlığın doğuşundan günü-müze en temel çabalarından birinioluşturur. Ancak kapitalist uygarlık sü-recine kadar bunun başarılı olduğusöylenemez. Tutucu ve gerici ahlakdiyebileceğimiz biçimiyle bile olsaahlak, her zaman hukuka baskın gel-miştir. Krallar, imparatorlar, şahlar, sul-tanlar ve her türden egemen güç, ikti-darını ve meşruiyetini tutucu ve gericide olsa din temelli ahlaka dayandıraraksürdürebilmiştir. Dejenere edilmiş veegemenlerin hizmetine sokulmuş haliylebile ahlak (bunlar dini öğretiler oluyor)toplumsal yapının sınırsız tahribini ön-lemeye yetmiş, bu sınırı zorlayan iktidarve devlet uygulamaları toplumun ahlaktemelli yaşamına çarpıp durmuştur.

Ahlaki kriz en büyük krizdir

Toplumu oluşturan ahlak, ahlakı ta-şıyan insanın toplumsallığıdır Toplumunharcı, mayası, varoluş hali olarakortaya çıkan ahlak, tarih içinde geçirdiğitüm değişimlere, tüm saptırma ve çar-pıtma çabalarına karşın toplumsal do-ğanın sınırsız tahribatına ve yıkımınayol açacak eylemlere, fikirlere ve duy-gulara ve tabi bu temelde güç olmayaçalışan kesimlere geçit vermemiştir.Ortaya çıkan böylesi toplum karşıtı,ahlak karşıtı yaklaşımlar ve kesimlerde ahlakı karşılarında bulmuş bu ne-denle de hiçbir zaman toplumsal kabulgörmemiş ve uzun ömürlü olamamış-lardır. En zayıflatılmış ve çarpıtılmışhaliyle dinlerde temsilini bulan ahlakbile temel işlevi olan toplumsal de-vamlılığa karşı olamaz. Olmamıştır.Toplumu oluşturan ahlak, ahlakı taşıyaninsanın toplumsallığıdır. Bunların iki-sinin karşı karşıya gelmesi, getirilmesihiçbir zaman mümkün değildir. Ahlakıngeriletilmesi oranında gelişen uygarlık,ahlak karşısındaki üstünlüğüne ancakkapitalizmle ulaşabilmiştir.

Devlet ve iktidarın artık ürün gaspıve sömürüsü temelinde gelişmesi ka-bilelerin ve etnisitelerin yoğun direniş-leriyle karşılanmıştır. Firavunlar veNemrutların -tanrı krallar- büyük birzor eşliğinde ve ideolojik körleştirmetemelinde sürdürdükleri iktidarlarınıkabilelerin ve etnisitelerin ahlaktan al-dıkları güçle reddetmeleri uygarlığınbir dönemini kapatmıştır. Buna kölecidönemin sonu da diyebiliriz. Kölecilik

kendinden sonraki tüm uygarlıksal aşa-malarda olduğu gibi toplumsal doğayıdağılmaya zorladığı andan itibaren,toplumun ahlak temelli direnişleriylekarşılaşmıştır. Bu direnişlerde etnisi-telerin, kabile ve aşiret yapılanmalarınınrolü büyüktür. Zira kentlerde doğanve buradan yayılan devletçi uygarlıkkarşısında bu yapılanmalar doğal top-lum değerlerinin korunduğu, komünalahlakın hüküm sürdüğü odaklar ol-muşlardır. Buradan çıkan ya da bes-lenen çıkışlar büyük direnişleri başlat-mış ve köleci devlet sisteminin krizineyol açmıştır. Köleci gerçeklik karşısındadirenen insanlığın bu gerçeklik içindekazandığı yeni zihniyet kalıpları ve öl-çüleri onun ahlakiliğini de belirlemiştir.Tek tanrılı dinler soyut düşüncede ya-kalanan düzeyin göstergesi olduğukadar köleciliğe karşı ahlak temelli di-renmelerin de ideolojik temellerini oluş-turmuşlardır. Köleci uygarlığa karşı İb-rahimi çıkış, Mazdekçilik, Zerdüştizm,Budizm, Konfüçyanizm, daha sonraSokrates’in başını çektiği felsefi karşıçıkışlar, öncelikle ahlaki bir başkaldırıolarak gelişmiştir. Mitolojik yaratımlarıngücü, egemenlerin bununla sağladıklarızihinsel hegemonya, buna dayandı-rarak geliştirdikleri gerici ahlak anlayışıböyle yıkılmıştır. Devrimden çok reformniteliğinde gelişen bu çıkışlar kölecisistemin toplum üzerinde yarattığı bü-yük ağırlığı hafifletmeyi başararak yenibir döneme kapı aralamışlardır. Da-yanaklarının doğal toplum ahlakı ol-ması, hızla yayılmalarına, toplumsal-laşarak köleci ahlak ve zihniyet kalıp-larını yıkmalarına yol açmıştır.

Uygarlığın köleci biçimi deterministtarih anlatıcılarının iddia ettiği gibi üre-tim araçlarında ve üretim ilişkilerindeyaşanan kriz nedeniyle değil, esasındatoplumun yaşadığı ahlaki kriz sonu-cunda ömrünü tamamlamıştır. Uygarlıken nihayetinde iktidarın çoğaltılmasıdemektir ve bu toplumsal yapı tahripedilmeden, toplumun ahlaki örgüsübozulmadan mümkün değildir. Toplu-mun ahlaki örgüsü bozulduğunda, top-lumu toplum yapan ilke ve esaslartahrip edildiğinde teknik, bilim, hukukne kadar geliştirilirse geliştirilsin, top-lumsal krizin önüne geçilemez. Tarihtesayısız örnek bunu kanıtlamaktadır.Çünkü ahlaki örgüsü zayıflayan birtoplumun üretken, yaratıcı, huzurlu,

mutlu olması düşünülemez. Çalışmaistemi, üretkenliği, yaratıcılığı ayak-landırılamaz. Toplumun kendisi hak-kında karar alma -ki buna politika di-yoruz- toplumsallığını sürdürme, içdayanışmasını ve birliğini koruma gücü-ki buna da ahlak diyoruz- zorlandı-ğında kriz başlamış demektir. Bu enbüyük krizdir, tüm diğer krizlerin kay-nağı budur. İnsanlık en temelde bunedene dayalı olarak tarihsel arayışlarave büyük direnişlere yönelmiş, yineen büyük çıkışlarını da bu temeldegerçekleştirmiştir.

İnançlı yaşam ahlaki yaşamdırve toplumsallığa bağlı yaşamdır

Paradigma değişimimizle birliktebütün toplumsal, kültürel değişim vedönüşüm aşamalarını iki temelde elealıyoruz: Birincisi, insanı var eden ko-münal toplum dönemi; ikincisi de so-runların kaynağı olan devletçi ve ikti-darcı uygarlık dönemi. Kölecilik, devletçive iktidarcı uygarlığın ilk aşamasıolarak Sümer kaynaklı doğup geliş-miştir. Esasında zihniyet ve inanç üre-ten zigguratlarda doğup gelişen köle-cilik, yine zihniyet ve inanç üzerindengelişen direnişlerle son bulmuştur. Do-ğal toplum özelliklerini ve ahlakını esasalan, bunlar üzerinden kendini ortayakoyan tek tanrılı dinler gerçeği büyükbir tarihsel değişime neden olmuşlardır.Toplumun yaşadığı ahlaki krize çözümtemelinde ortaya çıkmışlardır ve ahlakitutarlılıkları temelinde kabul görebil-mişlerdir. Özünde sınıflaşmaya, tekel-leşmeye, baskı, sömürü ve eşitsizliğekarşı direniştir. Yalana, hileye, gaspa,ayrıcalığa karşı direniştir. Ne kadarahlaki kılıflara saklanırsa saklansın,ne kadar kutsallaştırılırsa kutsallaştı-rılsın bu olgular toplumsal ahlakın hiçunutulmayan eşitlik, özgürlük, payla-şımcılık gibi ilkelerine çarpıp dağılmıştır.İnsanlık devletçi uygarlığa karşı ilk çı-kışını ahlaki ilkelerini güncelleyerekve yeniden sistemleştirerek gerçek-leştirmiştir. İktidar ve devlet dini olanmitolojik dinlere karşı çıkış özündetemsil ettikleri, yaydıkları, meşrulaş-tırdıkları, topluma kabul ettirmeye ça-lıştıkları köleci devlet düzenine ve bu-nun ahlakilikten uzak yaşamına karşıçıkıştır. Öğütledikleri inançlı yaşamahlaki yaşamdır. Toplumsallığa bağlı

yaşamdır. Toplumsallığı koruyan vegeliştiren şeyler iyi olarak tanımlanırken,köleciliğin dayattığı toplumsallığı bozanve zayıflatan şeyler kötü olarak ta-nımlanmaktadır.

Cennet komünal toplumun ahlaki yaşamıdır

Ahlaka vurgu tüm tek tanrılı dinlerintemel vurgusudur. Özellikle ilk toplum-sallığın oluştuğu coğrafyamızda gü-nümüze kadar süren ahlaki yaşam,inançlı yaşam hala da en büyük kut-sallık olarak kabul görmektedir. Üç bü-yük tek tanrılı din gibi Uzakdoğu dinleride temellerini komünal ahlaktan alarakçıkışlarını gerçekleştirmişlerdir. Kölecihegemonya ve sömürüyü hafifletmetemelinde toplumsal varlığın sürdürül-mesini esas alan bu çıkışlar tarihin enbüyük reform hareketleri olmuşlardır.Önder Apo bu dini çıkışları günümüzünsosyal demokrat hareketlerine ben-zetmekte ve kaynağını komünal ah-laktan alan büyük reform hareketleriolarak tanımlamaktadır. Yahudilik, Hı-rıstiyanlık ve İslamiyet çıkış aşamala-rında kesinlikle toplumsal yapıyı koru-mayı ve sürdürmeyi esas alan, bunuamaç edinen çıkışlardır. Ancak buözelliklerini zaman içinde kaybederekegemenlerin iktidar araçları konumunadüşürülmüşler, çıkış gerekçelerine tersbir biçimde iktidarın ve devletin hiz-metine koşturulmuşlardır. Dolayısıylaahlak adına gerçekleşen bu çıkışlariktidar ve devletin ahlakı sınırlama,geriletme ve zayıflatma çabalarına enbüyük katkıyı sunmuşlardır. 16. yüzyılakadar devletçi uygarlığın bu gelişimikarşıtına dönüştürülmüş, yedeğe alın-mış dinler üzerinden gerçekleşmiştir.Toplum bu dinlerin çıkış gerekçelerineve özlerine bağlılık temelinde direnirkenve varlığını korumaya çalışırken ege-menler yedeğe alınmış ve özündenboşaltılmış hallerini kendi iktidar vemeşruiyet aracı olarak kullanmışlardır.Bu beraberinde mezhepsel ayrılıklar,çelişki ve çatışmaları doğurmuş, iktidarve devletle toplum arasında yüz yıllarcasüren mücadele ağırlıklı olarak mez-hepsel çatışma biçiminde gerçekleş-miştir. Bu dinler tarafından vaat edilen“Cennet” insanlığın belleğinde tazeliğiniyitirmeyen doğal komünal toplum ya-şamıdır. Ahlaki yaşamdır. Tanrı-Allah

Serxwebûn Sayfa 14Haziran 2010

“Ahlaka vurgu tüm tek tanrılı dinlerin temel

vurgusudur. Özellikle ilktoplumsallığın oluştuğu

coğrafyamızda günümüzekadar süren ahlaki yaşam,

inançlı yaşam hala da en büyük kutsallık olarak

kabul görmektedir. Üç büyük tek tanrılı din gibi

Uzakdoğu dinleri de temellerini

komünal ahlaktan alarakçıkışlarını

gerçekleştirmişlerdir. Bu çıkışlar tarihin en

büyük reform hareketleri olmuşlardır”

Page 15: SERXWEBÛN JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE Sal: 29 / Hejmar 342 / Hezîran 2010 Muğla’da yaşamını yitiren Kürt öğrenci Şer-zan Kurt’un yakınları

diye kavramlaştırdıkları, sıfatlandırdık-ları esasında insanın toplumsal varlı-ğıdır. Toplumsallığın insanlığa kazan-dırdığı güç, tüm dinlerde en büyükkutsaliyet kabul edilmiş ve sıfatlarınen güzeliyle, en güçlüsüyle ifadelen-dirilmiştir. Tanrı ya da Allah sıfatlarınen güzeli ve en güçlüsüyle anılıyorsakaynağını burada aramak gerekir. Sos-yolojik olarak çözümlendiklerinde din-lerin en temel vurgularının, en kutsal-laştırdıkları olgunun toplumsallık olduğuçok açıktır. Tanrı-Allah toplumun enkutsal kimliğidir. Bu anlamıyla tanrıyaulaşmak yani toplumsallığın gücünügörmek, insansal varoluşun kaynağınainmektir ki “Hakikate ermek”, “Nirva-na’ya ulaşmak” tabirleriyle kastedilentam da budur.

Kapitalizm en eski ahlak düşmanlığıdır

İktidar ve devlet sahipleri Tanrı yada Allah kavramlarında ifadelenen ger-çeği, kendi dayanakları yapmak, temsilhakkının kendilerinde olduğunu kanıt-lamak için topluma karşı büyük savaşlaryürütürken toplum, sezgileri ve hisleriylebunun doğru olmadığına, tanrının ko-lektif vicdanlarını ve bilinçlerini ifadeettiğine inanmış, tanrıya bağlılığını top-lumsallığına bağlılık olarak büyük birminnet ve saygı duygusuyla yaşamıştır.Gerici inanç ve mezheplere karşı butemelde direnmiştir. Toplum karşıtlığına,toplum bozuculuğuna, toplum kırımınayol açacak şeyleri bu temelde göğüs-lemiştir. İktidarcı ve devletçi uygarlığınneredeyse başından beri var olan ka-pitalistlerin iktidara gelmesine, büyükgüç kazanmasına bu temelde diren-miştir. Aracılık, tefecilik, fiyatlarla oy-nama, yalan ve hile üzerinden kendiniyaşatan kapitalist unsurlar 16. yüzyılakadar hep aşağılanan, ahlakı bozan,bu nedenle aman verilmemesi gerekenkesimler olarak görülmüşlerdir. Tüccar,tefeci, simsar biçiminde toplumun ya-rıklarında gizlenen ve toplumu kemi-rerek gelişen kapitalist unsurlar 16.yüzyıldan itibaren atağa geçmişler top-lumun Rönesans ve Reform hareket-leriyle üzerinde örtülmek istenen ölütoprağını yıkma mücadelesini, kendiiktidarları için kullanmayı başarmışlardır.Toplumun maddi-manevi yaratımlarınıkendi iktidarları ve egemenlikleri içinher yol ve yöntemle ele geçirme, tarihin

en ahlak karşıtı iktidar ve devlet biçiminiortaya çıkarmıştır. Doğuşundan itibarentoplumun dışında kalan, toplumsal ya-şamın özüne nüfuz edemeyen iktidarve devlet olgusu kapitalizmin ahlakaindirdiği darbeler temelinde içsel birolgu olmaya, toplumun özüne dahaderinliğine nüfuz etmeye başlamıştır.En eski ahlak düşmanlığı olarak kapi-talizm gücü ve iktidarı ele geçirmiş,toplumsal yıkımın en hızlı yaşandığısüreç böylece başlamıştır.

İktidarcı-devletçi sistemler içindekapitalizmin ahlakilik konusunda ayrıtutulması gerekir. Kapitalist sistemiiktidarcı devletçi uygarlığın son aşa-ması olarak ele alıyoruz. Kapitalistikkesimler bin yıllar öncesinde dahaSümer’de ortaya çıkan bir olgu ikeniktidar olması ve bir sistem halinegelmesi yakın bir zamana tekabül et-mektedir. Fiyatlarla ve pazarla oyna-yarak, faizle borç vererek, tefeciliklevurgun yaparak yaşayanların sistemiolan kapitalizm, öncelikle ahlakın düş-tüğü yerde boy veren bir olgu olarakortaya çıkmıştır. Ortaya çıkışı kadar,varlığını koruması ve gelişimini sür-dürmesi de ancak toplumun ahlakiörgüsünün zayıflatılmasına paralelmümkün olabilmiştir. Kapitalizm ikti-darcı ve devletçi sistemlerin bin yıllariçinde zayıf düşürdükleri toplumunahlaki örgüsü üzerinden iktidarını ku-rumsallaştırabilmiştir. Bunda öncelikliolarak Protestan ahlakının rolüne vur-gu yapmak gerekir. Hıristiyanlığın Ka-tolik mezhebi de dahil hiçbir mezhe-binde soygunculuk, rantçılık, tefecilikve maddi hayata tapınma hoş karşı-lanan olgular değildir. Toplumculuken katı ve tutucu haliyle yaşanmaktadırve birey neredeyse sıfırlanmış du-rumdadır. Doğa kaçılacak bir mekâniken, kadın baştan çıkarıcı ve günahasevk edici bir olgu olarak ele alın-maktadır. Egemenler açısından maddihayat en büyük zevk ve sefanın kay-nağı olarak yaşanırken, topluma maddiyaşam ve maddiyat düşmanlığı kö-rüklenmekte, toplumun bireylerdenoluştuğu gerçeği göz ardı edilerek bi-rey iradesi sıfırlanmakta ve dünyaadeta cehenneme çevrilmektedir. Or-taçağ karanlığı, skolâstik dönem, feo-dalite gibi isimlerle adlandırılan busüreçten insanlık Rönesans ve Reformhareketlerinin eşliğinde çıkmaya yö-neldiğinde ve bu konuda büyük ge-lişmeler ortaya çıkardığında kapitalistik

unsurlar bunları sahiplenerek kendiiktidarları için kullanmaya yönelmiş-lerdir. Bu noktada tüm geri yanlarınakarşın kapitalistik büyümeyi engelleyentoplumculuğuyla Hıristiyan dininin koy-duğu çitleri, Protestan mezhebininsayesinde aşmışlardır. Birey özgürlüğüadına toplumsallığın her biçimini, tu-tucu skolastik ahlakın aşılması adınatoplumsallığın harcı olan ahlakı, dinselgericiliği aşma adına her türlü kutsa-liyeti paramparça ederek sistemleriniyaratmışlardır.

Kapitalizmi hedefe koymak en ahlaki yaklaşımdır

Toplumsallığın en gerici sistemleraltında bile kendini var eden koruyanve her fırsatta özgürlüğe koşan yapısı,kapitalist sistemde en büyük darbeyialmıştır. Zira ahlakın kırıntı düzeyindebile var olduğu bir yerde kapitalizmingelişmesi mümkün değildir. Bu ne-denle ilk başlarda gizli kapaklı yürü-tülen ahlak ve toplum düşmanlığı, ka-pitalizmin kurumlaşmasına ve güç-lenmesine paralel açık ve aleni birhal almıştır. Bu nedenle kapitalizminolumladığı ve temsil ettiği her şeyihedeflemek en ahlaki yaklaşımı ifadeetmektedir. Dikkat edilirse ahlakın iyive kötü ayrımında temsilini bulan tümkötülükler kapitalizmde zirve yapmıştır.Toplumun binlerce yıldır kapitalizmilanetlemesi ve baskı altında tutmasıonun özüyle ilgilidir. Kapitalizmin özün-de toplum düşmanlığı vardır. Dahada somutlaştırırsak toplumsallığı ya-ratan ve koruyan ahlaktır. Ahlakıntoplumsal yararı başa alan, hırsızlığı,sahtekârlığı, yalanı, gaspı, tecavüzünher türünü, şiddeti ve ayrımcılığı red-deden yapısı, daha en başından ka-pitalizmin ahlakı düşman bellemesineneden olmuştur. Zira kapitalistik ge-lişme bunların gelişmesi demektir.Toplumun lanetlediği bu özelliklerinhüküm sürmesi demektir. Emektenve dolayısıyla kutsallıktan beslenme-yen kapitalizmin bu karakteri en çokda günümüzde açığa çıkmış bulun-maktadır. Bu nedenle toplumsallığımızen zayıf ve krizli halini yaşamaktadır.Kadının tasfiyesinin sistemin hizmetinekoşturulan kadın gerçeği biçimindederinleştirilmesi, dinlerde temsilini bu-lan kutsallıkların yıkımı, köy-tarım top-lumunun tasfiye edilmesi, toplumunsınıflara ve katmanlara ayrıştırılarak

parçalanması ve iç birliğinin yok edil-mesi, çoğulcu toplum gerçeğinin inkârıve doğayla toplum bağının koparılarakdoğa düşmanlığının geliştirilmesi ka-pitalizmin varlık gerekçeleridir.

Tarih boyunca tüm egemen sınıflariçinde en fazla köleliği derinleştirenve genelleştiren sınıf burjuvazi olmuş-tur. Diğer egemen sınıflar toplum dışıyaşadıklarından, adeta onların dünyasıfarklı olduğundan, toplum kendi de-mokratik ve komünal yaşam tarzınıaşınmaları yaşasa da sürdürebilmiştir.Bu yönüyle devlet dışı yaşayabilmiştir.Ancak burjuvazi bir orta sınıf çıkışı,hem alt topluma hem de üst ‘toplum’aaynı mesafede olduğundan onun ikti-darlaşması, devlet gücünü ele geçir-mesi esasında, bir köle sistemi olandevletçiliği güçlendirdiği gibi, köleliğihem derinleştirmiş hem de genelleş-tirmiştir. Yine kapitalizm öncesi tümegemenlikçi sistemlerde bozulmuş halide olsa hâkim zihniyet yapılanmasıdini olduğundan ahlaktan bahsedilebilir.Bu durum kapitalizm için geçerli de-ğildir. Dahası ahlakı, gelişimi önündekien büyük engel olarak değerlendir-mektedir. Kapitalizmin başta ahlak ol-mak üzere toplumsallığı sağlayan vekoruyan her şeye saldırması bu ne-denledir. Para, tüm kutsallıkların yerinialmıştır. Kâr elde etme adına her şeyiyapmak mubahtır. Para ve kâr getir-meyen hiçbir uğraşın değeri yoktur.Bu insan olma gerçeğinin reddidir.Onun maddi olduğu kadar manevi ya-şamının para ve kâra indirgenmesidirki günümüzde yaşanan tüm krizlerintemelinde bu vardır. İlericiliği, devrim-ciliği ve yenilikçiliği toplumun kökleriüzerinde daha gelişkin, daha güçlükurulması olarak tanımlamak, işte bu-rada anlam kazanmaktadır. Bu kapi-talizme her şeyiyle karşı çıkmayı ge-rektirir. Bunu ideolojimizin özüne oturt-mayı, en büyük ahlaksızlaştırmayakarşı büyük ahlakileştirmeyi esas al-mayı olmazsa olmaz kabilinden elealmadıkça, kapitalizm karşıtı çabala-rımızın sonuçsuz kalacağını görmekdurumundayız. İdeoloji ve ahlak ilişkisiözünde budur. Ahlakileşme en büyükideolojikleşme, ahlaki toplumu yaratmaen temel ideolojik mücadeledir. ÖnderApo politikayı toplum yararı için olanişleri tespit etme, bunları bulma, ge-liştirme olarak tanımlıyor. Bu anlamıylaen ahlaki uğraş olarak değerlendiriyorve toplumun özünün politik ve ahlakikarakterli olduğunu belirtiyor. Buradanhareketle kapitalizme karşı mücade-lenin en temelde ahlaki karakterli ol-ması gerektiğini belirtebiliriz. Toplumsalahlakla uyumlu olmayan yaklaşım vedavranışların mahkûm edilerek, onunyerine toplumsal ahlaka en uygunolan düşünüş ve davranış biçimleriniaçığa çıkarma kapitalizme karşı mü-cadelenin eksenine oturtulmalıdır.

Ahlakın toplumsal yaşamdaki yerinisilikleştirmek ideolojik bir yaklaşımdırİnsansal varoluşun yasası olarak ahlakkavram olarak bile büyük bir saldırıaltındadır. Basitleştiren, onu toplum-sallığın temel harcı olmaktan ziyade“huy, tıynet, karakter” olarak tanımlayanyaklaşımlar ideolojik yaklaşımlardır vekapitalizmin yaratımlarıdır. Günümüzdetoplumsallığı parçalanan ve bireyciliğindişlileri arasında un ufak olan milyon-larca insan ne köleliğinin ne de ezildi-ğinin farkındadır. Bunda toplumsuz-luğu, temel ahlak ilkelerinden yoksun-luğu büyük rol oynamaktadır. Doğaya,topluma, kadına yönelik kapitalist sal-dırganlık toplumsal ahlakın parçalan-masına, toplumsallığın dağıtılmasınaparalel gelişmektedir. Toplumsal ah-lakın zayıf da olsa korunduğu alanlaradikkat edilecek olursa buralar kapita-

lizmin gelişme gösteremediği alanlardır.Bunu şöyle de ifade edebiliriz ahlakve vicdanın korunduğu alanlardır. Bualanların başında Ortadoğu gelmek-tedir. Ortadoğu toplumsallığın ilk ge-liştiği alan olması yanında, ahlakiliğinde en güçlü yaşandığı alandır. Bugüniçine sürüklendiği krizli ve kaoslu ya-pısına rağmen, zayıf düşürülmüş vedarbelenmiş gerçeğine karşın kapita-lizme karşı direnen tek alan durumun-dadır. Bu Ortadoğu’nun olduğu kadarinsanlığın da güç ve güçsüzlüğününnedenlerini anlamak açısından çokönemlidir. Çok derin çelişki ve sorun-larına karşın bölgemize kapitalizminsaldırıları karşısında direnme gücüveren taşıdığı ve koruduğu ahlakıdır.Buna dayanarak sürdürdüğü toplum-sallığıdır. Ne kadar bozulmuş, ne kadargerici olursa olsun ahlakın rol oynadığıbir yerde kapitalizmin başarı kazan-ması mümkün değildir. Belki sorunla-rına çözüm olamaz, ancak kapitalizmedirenme gücü verdiği kesindir.

İnsanlaşmak özgürlüğün kendisidir.Toplumsal sorunların nedeni nasıl kitoplumu birarada tutan, dengeye vebütünlüğe kavuşturan ahlakın yıkımıise, çözüm de bu temelde geliştirilmekdurumundadır. İnsanlığımızı toplumsal-laşarak kazandık. Bu artık tüm dünyadakabul gören bir görüştür. Toplumsallıktankoparıldığımızda insanlıktan koparıldı-ğımız, kapitalizmin ortaya çıkardığı enacı gerçeklerden biridir. Dolayısıyla çö-zümü ve çareyi buradan aramak duru-mundayız. İnsanlaşmayı yaratmak, de-ğiştirmek, paylaşmak, sorumluluk duy-mak ve diğer insanların acılarını vemutluluklarını hissetmek yani başkala-rına karşı duyarlılık olarak tanımlaya-biliriz. Bu en açık biçimde toplumcu ol-mak demektir, ileri düzeyde toplumsal-laşmak demektir. Kapitalist bireyciliğekarşı refleks sahibi olmak demektir.Yani ahlakilik demektir.

Özgür kişilik ahlaki kişiliktir

Ahlakı ve ahlaki kişiliği tanımlamakdoğanın ve toplumun kurtuluşu soru-nuyla ilgili herkes için önceliklidir. Tümbu anlattıklarımızdan böyle bir kestir-meye gitmek yerindedir. İnsansal tümsorunlarla sıkı bağları bulunan ahlakolgusunu daha da derinlikli işlemek,yeniden yeniden yorumlamak bilinceçıkarmak ve özümüze yerleştirmek ilkgeliştirmemiz gereken ahlaki bir tutumolmaktadır. Aslında tüm direniş hare-ketlerinde olduğu gibi günümüzdekidireniş hareketlerinde de ahlak en bü-yük güç kaynağı olmaya devam et-mektedir. Özü-sözü bir olma, söylediğiniyapma, kendine yapılmasını isteme-diğini başkasına yapmama, bencil ol-mama, başkalarını da en az kendinkadar düşünme, haksızlığa ve zulmeboyun eğmeme, sessiz kalmama, sö-zünün eri olma, emekten kopuk yaşa-mama, hakkından fazlasına el atmama,hak etmediğini istememe, eline-beli-ne-diline sahip olma, yalan söylememe,açgözlü, haris ve fırsatçılıktan uzakdurma, yardımseverlik, paylaşımcılıkve burada sayamayacağımız birçokilke bizi insan yapan, üzerinde yaşa-dığımız toprakların ve içinde var oldu-ğumuz toplumumuzun bize aktardığıahlak yasalarıdır. Özgürlük yürüyüşü-müz bu yasalar temelinde olduğu gibiözgürlükçü duruşumuz da bu yasalartemelinde ortaya çıkarılmıştır. Ve zatenahlakilik denilen şey de budur. Kurmakistediğimiz özgür toplumsallığımız isebunları esas alan bireylerin oluşturduğubirliktir. O zaman rahatlıkla diyebilirizki, ahlakilik en çok şimdi gereklidir,gerçek insan olmak için...

Sayfa 15 SerxwebûnHaziran 2010

“Toplumsal sorunların nedeni nasıl ki toplumu bir arada tutan, dengeye ve bütünlüğe kavuşturan ahlakın yıkımı ise, çözüm de bu temelde geliştirilmek durumundadır.İnsanlığımızı toplumsallaşarak kazandık. Toplumsallıktan koparıldığımızda insanlıktankoparıldığımız, kapitalizmin ortaya çıkardığı en acı gerçeklerden biridir”

Page 16: SERXWEBÛN JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE Sal: 29 / Hejmar 342 / Hezîran 2010 Muğla’da yaşamını yitiren Kürt öğrenci Şer-zan Kurt’un yakınları

Muğla’da yaşamını yitirenKürt öğrenci Şerzan Kurt’unyakınlarına başsağlığı di-

leklerimi sunuyor, acılarını paylaşıyo-rum. Tokat’ta da Kürt öğrencilere dönükbenzer saldırılar var. Sindirmeye çalı-şıyorlar, bunlar sindirme amaçlıdır. Busaldırılar daha da artarak devam ede-bilir, buna karşı tedbirler alınabilmelidir.Bu saldırıların, linçlerin planlı olduğu,halkımızın ve gençliğin iradesini kırmakiçin bu tür linç kampanyalarının giderekyoğunlaştığı, toplumu katliama hazır-lamanın hedeflendiğini herkes söylüyor.Evet, öyledir. Kürtlere uygulanmak is-tenen siyasi, sosyal, ekonomik, kültürelbir soykırımdır. İşte görülüyor 1500Kürt siyasetçisi içeride, yüzlerce çocuk,kadın içeride. Bu saldırıların hepsi bir-birleriyle bağlantılı ve tek merkezlidir.Siirt’teki olaylar, bu linç olayları, ope-rasyonlar, hatta İran’daki idamlara ka-dar hepsi aynı merkezi kararla ger-çekleşmektedir.

Bir kez daha söylüyorum. Karşımdamuhatap olmadığından dolayı bu sürecidaha fazla devam ettirmemin ne anlamıne faydası ne de şartları vardır. Bir mu-hatap bulamadığımdan dolayı da 31Mayıs’tan sonra çekiliyorum. Bu yanlışanlaşılmasın. Bir savaş çağrısı değilben bir savaş falan başlatmıyorum. Be-nim sağlığım ve şartlarım da ortada.Bu şekilde sürecin ne Kürtlere neKCK’ye ne de devlete bir faydası vardır.Bundan sonra sorumluluk KCK’dedir,hatta BDP’de ve devlettedir. Sonuçtaben burada yönetemem. Ne yapacak-larına kendileri karar verecekler. Bayık,Karayılan, Abbas, Haydar onlar sami-midirler, halkın önderliği rolünü üstlen-mişlerdir. Artık bu ağır sorumluluk on-lardadır. Bulunduğum şartlardan dolayıhaklarında olumlu, olumsuz bir şey de-mek istemiyorum. Osman-Botan gibialçaklar ise yanlarına kadın ve milyon-larca para alarak kaçtılar. Görüyorsunuzbunların izi hala Avrupa’da çıkıyor.Bunlar binlerce kişi de yanlarına alarakgittiler. Bunlara da çağrı yapıyorum ken-dilerini bir şekilde affettirsinler, yoksabunları bu haliyle bundan sonra ne yer,ne gök kabul eder.

Bana dayanarak bir şey yapılma-malıdır, ne yapılacaksa, herkes kendisiiçin yapsın artık kendi siyasetlerinekendileri karar vermeliler. Bir kez dahabelirtiyorum, ben muhatap bulamadı-ğım için çekiliyorum. Eğer şartlar de-ğişir ve muhatap çıkarsa ben görüş-meye hazırım.

Kürtler arasında birlik çok önemlidir.İran’da, Türkiye’de, Kerkük’de, Er-bil’deki saldırılar, Ezidi katliamlarıhepsi aynı merkezden yapılıyor. Tür-kiye-İran-Suriye ittifakının sonucudurbunlar. Tüm Kürtler hedeflenmektedir.Bu nedenle dört parçadaki tüm Kürt-lerin kendi iç birliklerini sağlamaları,bir Ulusal Birlik Kongresi’nin Erbil’dedüzenlenmesi bu süreçte önemlidir.

Uluslararası kamuoyu, aydın ve de-mokrat çevreler Kürt sorununa sadecebir etnik mücadele olarak bakmamalılar.

Kürt devrimi Ortadoğu’nun kalbindedir.Öyle Filistin, Afganistan falan gibi de-ğildir. Bu devrimin sonuçları en az Fran-sız Devrimi, Rus Devrimi gibi geniş,kapsamlı sonuçlar yaratacaktır, ancakonların aksine milliyetçilikten arınmışolacaktır. Benim çözüm projem demo-kratik özerkliği esas almaktadır. Benimdemokratik özerklik projem bir yandankendi içinde sınırlarla çatışmayan birçözüm, öte yandan esasında evrenselhegemonyayı reddeden ama çatış-mayan, kendi ilkelerini korumak şartıyla,“imparatorluk” da denen Küresel he-gemonyanın içinde erimeden, varlığınısürdürebilen bir çözümdür. Bu çözümdemokratik konfederalizmin ilkelerinide ihtiva ediyor. Siyasal, sosyal-kültürel,ekonomik, diplomatik, güvenlik beş ilkedemiştim, bunları ihtiva eder. Bu me-selenin demokratik özerklik temelindeçözümü bütün Ortadoğu’yu aydınlata-cak, İtalya için de, İspanya için de birmodel olacaktır. Benim devlet ve iktidarkonusundaki görüşlerim Gramsci’ningörüşleriyle paraleldir. Marks, ulus-dev-leti kabul etmişken, ben bunu kabul et-miyorum. Avrupa’nın şu an yaşadığıkrizin sebebi de yine bu ulus-devletyapılanması, anlayışıdır.

Bu anayasa değişikliği içindeKürtlere dair bir şey yoktur

Anayasa referandumuyla ilgili olarakda: Kürtler AKP’nin bu sahte anayasareferandumuna gitmemelidir. Bu ana-yasa değişikliği Kürtlere yönelik ger-çekleştirilen siyasal ve kültürel soykırımıörtbas eden, soykırımı gizleyen sahtebir adımdır. Ayrıca yeni demokratik biranayasanın koşullarını ortadan kaldırıp,öteleyen bir girişimdir. Buna karşı BDP,Kürtler bir alternatif yaratabilirler. Kendianayasalarını, demokratik özerklikleriniilan edip bunu referanduma götürebi-lirler. Halkın oyuna başvurulur, bizimde alternatif çözüm paketimiz budur,diye halka sorulabilir. Bu bir anket tar-zında da olabilir. Bu anayasa değişikliğiiçinde Kürtlere dair bir şey yoktur. Ya-pılan, tamamen bir iktidar, yargınınkontrolünü ele alma savaşıdır. AKPbürokrasiyi kendi eline almaya çalışıyor.Yargının kontrolünün CHP’nin veyaAKP’nin elinde olmasının Kürtler açı-sından hiç bir farkı yoktur. Hatta buşekilde yargı daha da kötüye gidecektir.Şunu anlamak gerekir. Kürtlere karşıAKP, CHP ve MHP arasında faşist oli-garşik bir ittifak vardır. Normalde buittifaklar fazla uzun sürmezdi, en fazlabir yıl sürebilirdi. Oysa bu ittifak2002’den günümüze kadar 8 yıldırsürmüştür. Şimdi Deniz Baykal’ın git-mesiyle birlikte bu ittifak da çözülmeyebaşlamıştır. Kılıçdaroğlu ile ilgili iseşu anda kesin bir şey söylemek iste-miyorum. Başbuğ’un temsilcisini yö-netime almış; olumlu da olabilir, olum-suz da olabilir, ama sonuç itibariylebu üçlü faşist ittifak çözülmüştür.

Aslında AKP’nin iktidara geldiği sü-reçte ordu AKP’yi tasfiye etmeyi amaç-

lamış ve buna karşı planlar da hazırla-mıştı. Bu 27 Nisan’daki muhtıra daAKP’yi korkutmaya yönelik bir adımdı.Fakat Amerika bu kez Erdoğan’a sahipçıkmıştır, ABD’nin bu desteğiyle birlikteaskerler tutuklanmış ve Genelkurmayda buna ses çıkaramamıştır.

ABD bu süreçte AKP’ye her türlüdesteği vermiştir. Şimdi bu Silivri’dekiyargılamadaki darbe planları Özal veErbakan’a zaten uygulanmıştı, ABDsahip çıkmasaydı aynı ekip Erdoğan’ada bu planları uygulayacaktı. 27 Nisanaçıklamasından sonra Dolmabahçe Sa-rayı’ndaki görüşmeyle Büyükanıt’a “sizide yargılarız” mesajı açıkça verilmiştir.Bunun karşılığında da Kürt hareketinintasfiyesi konusunda anlaşmışlardır. Buanlaşma gereğince AKP tasfiye edil-meyecek, bunun karşılığında AKP deKürtlere yönelime ses çıkarmayacaktır.Kürtlere karşı üçlü faşist ittifak bu te-melde kurulmuştur, sahte açılım öyküsüde ondan sonra başlamıştır. AKP içindebu konuda iyi niyetli olanlar olabilir amaetkin değiller.

Ben buraya getirildikten sonra daöncesinde de yirmi yıldır belki benimde layıkıyla yerine getiremediğim birdevrimci önderlik pozisyonum var.Aynı şekilde yirmi yıldır devlet de çö-züm konusunda üzerine düşeni layı-kıyla yerine getiremedi. Önceleri mu-hatap vardı. Özal, Erbakan bu konudadürüst insanlardı, ya bir şeylere evetya da hayır derlerdi. Ama Erdoğan’danfarklı olarak arkalarında ABD’nin budenli desteği yoktu. Özal’ın çok pratikbir zekâsı vardı, Özal yaşıyor olsaydı,sorun bu noktada olmazdı, çözüm-lenmiş olurdu ama tasfiye edildi. Er-bakan da ben Suriye’deyken sorununçözümü için Suriye Devlet Başkanıüzerinden bana üç kere mektup gön-dermişti, çözümde samimiydi ama en-gellendi, tasfiye edildi. Ecevit de birşeyler yapmaya çalıştı, af çıkarmayaçalıştı ama Bahçeli engelledi ve Hü-kümeti düşürmek suretiyle süreci tı-kattı. Bahçeli öyle sıradan biri değildir,özel harbin adamıdır. Oysa Erdoğan,Dolmabahçe görüşmesinde bu güçlerleuzlaşmıştır, bunlara taviz vermiştir,dürüst davranmamıştır, Kürtlere yöneliktasfiyenin bir parçası olmuştur. Biz

sekiz yıl boyunca çözüm için AKP’yesabrettik, muhatap arayışındaydık,muhatap bulamadık, bulamıyoruz.

AKP hükümeti çözüm istemeyentaraf konumuna düşmüştür

‘90’lı yılların başından beri devletiniçinden bazı kesimler, kurumların çözümyaklaşımları oldu. Hem ordu içerisindenhem de hükümetlerden bu yaklaşımlarıgördük ama hiç biri sonuca ulaşamadı.Bugün gelinen noktada devletten öteAKP hükümeti çözüm istemeyen tarafkonumuna düşmüştür, oy kaybetme-meye çalışıyorlar.

Bir anımı paylaşayım. Ben 1999’daburaya ilk getirildiğimde havalandırma-dayken Çevik Bir olduğunu tahmin et-tiğim kişiyi merdivenin üzerinde gördüm.Belki başka bir şey için gelmişti, benide öyle bir–iki dakikalığına görmüşoldu. Ona hitaben “Gelin, bu sorunuçözelim, artık bu ölümleri durduralım”dedim. O da bana hitaben “nasıl dağaçıkardıysan öyle indireceksin” dedi.Devletin hâkim görüşü hala bu şekildegörünüyor. Şimdi anlaşılıyor ki ÇevikBir göründüğünden daha etkiliymiş, Biryanda Karadayı, öte yanda Çevik Bir,Orduda bir ikilik söz konusuymuş. Ha-san Cemal’in kitabından da bu anlaşı-lıyor. Çevik Bir’in Karadayı’dan dahaetkin ve güçlü olduğu anlaşılıyor. Bende bu cevap üzerine “bu meseleyeciddi yaklaşmak lazım öyle basit değil,yardım edin birlikte çözelim” dedim. Veçekip gitti. Zaten kendiliğinden gelişenkural dışı bir karşılaşmaydı.

Bahsettiğim Kürt karşıtı üçlü faşistittifakın aynısı AKP tarafından uluslar-arası alanda da Türkiye-İran-Suriye üç-lemesiyle hayata geçirilmeye çalışıl-maktadır. Bu ittifakın amacı da Kürtleredönük soykırımdır. Hatta bu halka dahageniştir; Suudi Arabistan başta olmaküzere Arap Birliği de bu ittifakın içindesayılabilir. Daha geniş yorumlarsak Çinve Rusya da bu ittifaka dahil edilmeyeçalışılıyor. Ben boşuna yaşanan süreç3. Dünya Savaşı’dır demiyorum. FakatSuriye Devlet Başkanı Esat, İstan-bul’daki açıklamasında, “müzakereyleçözüm esas alınmalı” demek suretiylebu ittifaktan çekilmiştir, bu işte ben yo-

kum demiştir. Türkiye’nin savaş yoluylaçözüm arayacağını anladı ve buna gir-mek istemedi. Türkiye ve İran arasındabu ittifak devam etmektedir. Daha doğrubir deyişle bu anlaşma Erdoğan ve Ah-medinecad arasında yürümektedir. 5Kasım Bush-Erdoğan görüşmesindeTürkiye her ne kadar PKK’nin etkin birşekilde tasfiyesiyle ilgili söz almış isede beklediğini bulamamıştır. ÇünküTürkiye, ABD’nin Barzani’yi de kulla-narak PKK’yi tasfiye etmesini bekle-miştir. Ama gerek ABD gerekse Güneyligüçler bunun silah yoluyla mümkün ol-madığını gördüklerinden sonuç alın-mamıştır. Bu arada AKP Türkiye’dekiçözümü de kendi içindeki Kürtler üze-rinden, bazılarını yanına çekerek işigötürebileceğini düşündü ama başa-ramadı. Bunlar gerçekleşmeyince Tür-kiye İran’la anlaşmıştır. Yapılan ope-rasyonlar, idamlar, kesinlikle bu anlaş-manın sonucudur. Ben Tayyip Beyidaha önce bu konuda uyardım, onada Cumhurbaşkanı’na da mektuplaryazdım, bu şekilde olmaz dedim. AmaTayyip Bey beni dinlemedi, tabi Baş-bakandır dinlemeyebilir de, onun bile-ceği iş, yanlış ata oynadı.

Türkiye de İran’la anlaşarakKürt soykırımını gerçekleştirmeye çalışıyor

Ben bu ittifakı 2. Dünya savaşındakiAlmanya-Japonya-İtalya ittifakına ben-zetiyorum. İtalya o zaman şu an Suriyegibi ittifaktan çekilmişti. Japonya’yada atom bombası atılmıştır. İran’a dabu bir yıl içinde bombardıman olabilirdiye tahmin ediyorum. Erdoğan veDavutoğlu bir yandan Suriye ve İranile ittifak yaparken diğer yandan iseİsrail ve Amerika ile görüşmelerinisürdürmeyi amaçlıyor. İki kocalı kadınmisali iki tarafı da idare etmeye çalı-şıyor ama bu mümkün değil. Zatenİran’a verilen bir süre var, bu süre dedolmak üzere. Erdoğan’ın daha fazladayanabileceğini sanmıyorum. Belkiİran biraz dayanabilir ama Erdoğanbir-iki aya kadar bu ittifaktan çekilmekzorunda kalacaktır. Tıpkı Japonya’ınbombalanmasından sonra Almanya’nınteslim olması gibi.

Serxwebûn Sayfa 16Haziran 2010

PKK’yi tanıyorum PKK direnir yenilmez“Bir muhatap bulamadığımdan dolayı da 31 Mayıs’tan sonraçekiliyorum. Bu yanlış anlaşılmasın. Bir savaş çağrısı değilben bir savaş falan başlatmıyorum. Benim sağlığım ve şartlarımda ortada. Bu şekilde sürecin ne Kürtlere ne KCK’ye ne dedevlete bir faydası vardır. Bundan sonra sorumluluk KCK’dedir,hatta devlettedir”

Abdullah Öcalan

Page 17: SERXWEBÛN JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE Sal: 29 / Hejmar 342 / Hezîran 2010 Muğla’da yaşamını yitiren Kürt öğrenci Şer-zan Kurt’un yakınları

Şimdi soykırımla ilgili de bir şeylersöylemek istiyorum. Eğer Japonya Al-manya’ya destek vermemiş olsaydı Ya-hudi soykırımı yapılamazdı. Aynı şekildeAlmanya Osmanlı’ya destek vermeseydiErmeni soykırımı gerçekleşmezdi. Er-meniler ve Yahudiler oldukça bilinçliydiler,bu nedenle soykırımları ancak fiziki şe-kilde olabilirdi. Türkiye de İran’la anla-şarak Kürt soykırımını gerçekleştirmeyeçalışıyor. Oysa Kürtlerin durumu fizikisoykırıma fazla uygun olmadığından,kültürel soykırıma daha müsait olduğuiçin bu uygulanmıştır. Anadilde eğitiminyasaklanması kültürel soykırım değildirde nedir. Soykırımla ilgili uluslararasısözleşmelere göre anadilde eğitiminyasaklanması açıkça kültürel soykırımdır.Ama fiziki soykırımlar da denenmiştir,işte Halepçe buna bir örnektir. Dahaönceleri de 1925’lerde Genç-Hani-Dicleolayı buna bir örnektir. İşte İran’dakiidamlar, Van-Özalp’ta çocukların bom-bayla ölmesi son örneklerdir. Bunlarsoykırıma uygun ortam yaratmak içindüzenlenmiş tahriklerdir. Balonu erkenşişirtip patlatmışlardır. Şeyh Sait’inadamları Diyarbakır’a girdiğinde kadın-lara tecavüz olayları bilinçli bir şekildearttırılarak bunlara mal edilmiştir. Butertip nedeniyle Diyarbakır halkı desteğiniçekmiştir. Benim yakalanmam da fizikisoykırıma uygun ortam yaratmak içinbir tahrikti, ancak bu oyunu görerekboşa çıkardım. Aynı şekilde Siirt’tekitecavüz olayları da bir tahriktir. Halkımızbilinçlidir, oyuna gelmemiştir. Eğer halkbu provokasyona gelmiş olsaydı kanlışekilde bastıracaklardı. Bu nedenle yinesöylüyorum bu tecavüz olayları devletlebağlantılıdır. Psikolojik savaşın, özelsavaşın bir parçasıdır.

Kürtlerin bugün yaşadığı bir soykı-rımdır. Zaten anadilini bile yaşatmıyor.Ermeni soykırımı yapılırken iki yüz kişitutuklanmıştır ama Kürtlerin 1500 si-yasetçisi tutuklandı, aynı zamanda 4000çocuk tutuklanmıştır, çocuk! Kadınlariçeridedir, kadınlar tutuklanmıştır!

Ben karşımda bir muhatap olmadığıiçin çekiliyorum ama bu muhatap olursagörüşme olmaz anlamına gelmiyor. De-diğim gibi çekiliyorum, bundan sonrane olacağına Kürtler kendileri karar ve-recektir. Türkiye’deki ve diğer parça-lardaki KCK örgütlenmeleri kendi ko-şullarına göre karar verip mücadeleyöntemlerini belirleyebilirler. Ben ma-sum-sivil insanların zarar görmemesiniumut ediyorum. 1984’te silahlı müca-deleyi başlatmak amacıyla Ülkeye gön-derdiğim güçler benim öngördüğüm birsavaş yürütemediler. İşte bu Hogır gibiörnekler var. Benim savaş anlayışımbu değildir. Ümidim sivillerin ölmemesidir.Devlet de savaş hukukuna uymalı, si-villere, kadınlara ve çocuklara dokun-mamalıdır. KCK de buna uymalıdır.Ama olur mu olmaz mı bilemiyorum,sorumluluk onlara aittir. Bundan sonraPKK devletle uzlaşabilir de, bir çözümede gidebilirler, ‘90’lı yıllardaki gibi sa-vaşırlar ve sonuç alamadan tıkanabilirlerde. Ya da ihtimaldir PKK yenilebilir, sa-vaşı kaybedebilir, tasfiye de edilebilir,bunları bilemeyiz. Savaş geliştiktensonra ne olacağını bilemeyiz.

Ben Sayın Erdoğan’a yine sesleni-yorum. Bu sorunu kendi içimizde de-mokratik barışçıl yollardan çözebiliriz.Aksi taktirde bundan sonraki tüm so-rumluluk AKP hükümetinindir

Savaş lobisi Türkiye’ye hükmediyor

Urfa’da akademinin kuruluşu önemliama sadece akademi değil, BDP, tümkurumlar, tüm demokratik çevreler güç-lerini birleştirmelidirler. Bir güç birliğisağlanmalıdır. Toplumu her yönüyle da-

yanışma halinde olunmalıdır, böyle ha-reket edilmelidir. Akademi için de aceleetmelidirler, tamamlamalıdırlar.

Çok kritik bir süreçten geçiyoruz.Bu süreç çok önemli. Nasıl sonuçlana-cak bilemiyorum. Bu süreçle ilgili med-yada yanlış anlaşılıyorum. Ben artıkbir şeylerin önünü tıkamak istemiyorum.Türkiye’de sanki sahte bir şekilde barışvarmış gibi kandıramam kendimi. Sankisahte bir şekilde demokrasi varmış gibidavranamam. Kendi kendimi kandıra-mam, kendimi de kullandırmam. Benimlegelip görüşmelerinin bir önemi yok.Önemli olan sonuçtur. Eğer sonuç ortadayoksa, çözümle neticelenmiyorsa gö-rüşmelerinin de anlamı kalmıyor.

Ben son iki yüz yıllık çağdaş Kürttarihinde, benimle ilgili son otuz yıllıksüreci dört komplo dönemine ayırıyorum.Birinci Komplo Dönemi, Özal dönemin-de. Türkiye’de bir özel savaş lobisi var.Bu özel savaş lobisi çok gelişkindir.Geçmişten bugüne 1925 Mustafa Kemaldöneminde, Cibranlı Halit, Şeyh Said,Seyit Rıza’nın idamları özel savaş lo-bisinin işiydi. O dönemde Musul-Kerküksorunu vardı, şimdi yine bu sorun var.1960 darbesi, 12 Eylül darbesi, bunlarınhepsi özel savaş lobisinin işidir. Savaşlobisi terimiyle sadece Özel Harp Dai-resi’ni kastetmiyorum. Özel Harp Dai-resinden birçok alana kadar özelliklesivil alanda çok örgütlüler. Artık adınıkoyuyorum, savaş lobisi diye. Bu savaşlobisi Türkiye’ye hükmediyor. Sivil alandaçok daha güçlüdür. Geçmişten bugüneÇiller, Yılmaz, Bahçeli, Baykal ve bunlargibi birçok kimse özel savaş lobisininiçindedir. Ben bu sisteme özel oligarşiksistem diyorum. Özal, Kürt sorunu vePKK ile karşılaştığında buna ilk tepkiolarak, geleneksel savaş lobisini hare-kete geçirdi, devreye soktu. Ancak Özal,bu özel savaş lobisinin gücünü ya tamolarak bilmiyordu ya da dikkate almadı.Ama bence Özal bunların gücününsınırlı bir şekilde farkındaydı. Bu özelsavaş lobisi Özal’ın Kürt sorunu yö-nündeki girişimlerine karşı -bizim de odönem bilinen ’93 ateşkes süreci ilebuna yanıt olmamız vardı- Özal’ı gö-türdüler, ortadan kaldırdılar. O dönemdebir Füsunoğlu vardı ancak bunun Ge-nelkurmay başkanı olmasına engel ol-dular. Geleneğe aykırı bir şekilde özelsavaş lobisinden olan Güreş’i getirdiler,Çilleri de getirdiler. Hatta Demirel deanlamamıştı Çiler’in getirilmesini. Çiller’inbaşa getirilmesi aslında Demirel’e debir darbeydi. Demirel bunu geç anla-mıştı. Güreş başa gelir gelmez Lon-dra’ya gitti ve İngiltere’den PKK’ye karşıyeşil ışık aldıklarını söyledi. Güreş-Çiller ikilisi özel savaş lobisiyle berabero dönemde korkunç şeyler yaptılar. Bü-tün faili meçhuller, binlerce insanın öl-dürülmesi, köylerin boşaltılması vb. hepbu dönemde oldu. Bu özel savaş lobisiher yerde çok örgütlüdür. Mesela Urfa’yıele alalım: özel savaş lobisinin Urfa’nınözelliğinden dolayı, Urfa üzerinde özelpolitikalar uyguladığının bilinmesi gerekir.Orayı bildiğimden dolayı bunları anla-tıyorum. Gerek ailelerle gerekse oradakifeodal yapı ile oynanmaktadır. Bilindiğigibi Faik Bucak Türkiye KDP’sinin ku-rucusu ve genel sekreteriydi. Onun öl-dürülüş biçimi de aile içindendi. Peki,kim öldürdü onu, özel savaş lobisininaile içine sızan yapısı onu öldürdü. Bu-gün bunların Türkiye’deki özel savaşlobisinin oyunları olduğu anlaşılıyor.Özel savaş lobisinin faaliyetlerinin feodalyapı ve aile üzerinde etkileri de bu şe-kilde ortaya çıkıyor. Yine aynı zamandabölgede yaşayan Arap kesimler, arazilerüzerinden oynanan oyunlar da bunungöstergesidir. Mesela sulama kanalla-rıyla bazı yerlere su verilip bazı yerlereverilmemesi bununla bağlantılıdır. On

milyon insanı doyurmaya yetecek kadarzengin topraklara sahip olan Urfa’dainsanlarımız işsiz-aç bırakılmış, %80işsizlik oranı var. Her yıl ırgatlığa, mev-simlik işçiliğe gidiyor.

İkinci Komplo Dönemi, Erbakan dö-nemidir. Suriye üzerinden Erbakan’lamektuplaşmıştık. Sorunun çözümü yö-nünde adımlar atılacaktı. Bunun için odönem bir ateşkes (95 ateşkesi) süre-cimiz oldu, sekiz ay kadar sürdü. AncakErbakan’ı da tasfiye ettiler. ErbakanHükümeti sorunun çözümünü istiyordu,askerin de bir kısmı istiyordu hattadevletin de bir kısmı istiyordu amaözel savaş lobisi daha baskın çıkıncaçözüm gelişemedi. Karadayı da o za-man çözümden yanaydı, olumlu bakı-yordu ancak özel savaş lobisine karşıetkili olamadı.

Üçüncü Komplo Dönemi, Ecevit-Kıv-rıkoğlu dönemidir. Bu dönemde de çö-züm yönünde diyaloglar, görüşmeleroldu. Biz ’98 ateşkes sürecini başlat-mıştık. Ama özel savaş lobisinin dışayakları da vardı, bunlar daha güçlüydü

ve bu dönemde harekete geçerek Suriyeüzerinde yoğun baskı uyguluyorlardı,ABD-Londra-İsrail’in Suriye’den çıka-rılmamız yönünde yoğun baskıları vardı.Bu nedenle Suriye’den çıkmak zorundakaldık, bilinen Yunanistan ve Rusyayolculuğumuz var. Rusya da 10 milyarDolar ve Mavi Akım Projesi karşılığındaburadan çıkmamızı ve İmralı’da tutul-mamı sağlayan da bu güçlerdir.

’99’da da ben buraya getirildiktensonra da Ecevit-Kıvrıkoğlu adına gelipbenimle görüştüler. Bunları daha önceçok anlatmıştım. Görüşmeler iki yılkadar sürdü. Şimdi ben bu süreçlerdeKaradayı-Kıvrıkoğlu-Ecevit sorun çö-zecekti demiyorum ancak siyasal ala-nın açılması ve sorunun çözülmesiiçin bir siyasi kanal açacaklardı. Odönem Ecevit-Kıvrıkoğlu dönemindebir af meselesini de gündeme getirdiler,MHP buna engel oldu. Böylece affıçok sınırlı tuttular. MHP’nin buradatarihi bir sorumluluğu vardır. MHP-Bahçeli de özel savaş lobisinin için-deydi. Bu dönemde daha sonra özelsavaş lobisi harekete geçerek Ecevit’ietkisizleştirmeye çalıştılar. Özel savaşlobisinin temsilcisi Çevik Bir ile Kıvrı-koğlu’nu etkisizleştirmeye çalıştılar.Kıbrıs’ta Kıvrıkoğlu’na bir suikast ya-pıldığı biliniyor. Bu suikastın bu özelsavaş lobisiyle direkt ilgisi var. HasanCemal de yeni kitabında sanırım bun-dan bahsediyor, bu konuda böyle birbağlantıdan bahsediyor. Ben bunu bil-miyordum, bu kitaptan öğrendim. AvniÖzgürel’in de bu konuyla ilgili yazısınıokudum. Bu dönemde savaş lobisininismi de değişti, Ergenekon oldu. O

döneme kadar farklı isimler vardı. Odönemden itibaren kesin bir şekildeErgenekon’a çevrildi. 60 yıllık GladioErgenekon adını aldı. 2002’de özelsavaş lobisi Ecevit’e baskılarını arttırdı.Ve Hükümete erken seçim kararı al-dırarak bilinen süreci, AKP dönemininbaşlamasına neden oldular.

Özel savaş lobisi yine etkin olmak istiyor

Şimdi de Dördüncü Komplo Dönemivar. Ergenekon’un bu Silivri kesimi Er-genekon’un çok küçük bir bölümüdür,daha çok deşifre olan kesimidir. Erge-nekon’un büyük kısmı henüz ortayaçıkarılmamıştır. Şu anki deşifre olmuşkısmını ben Ergenekon’un kolları vebacaklarıyla daha doğrusu parmakla-rıyla oynanması olarak görüyorum.Yani bir bedenin sadece parmaklarınıalıyorlar, koparıyorlar. Ama gövde, kolve bacaklar yerinde duruyor ve sağ-lamdır. Ergenekon’un bir numarası dı-şarıdadır ve sağlamdır ve hala çok et-kindir. Kim olduğu da bilinmiyor ya dakarışılamıyor. Hatta bu üst düzey yö-neticilerine ulaşılamadı. Silivri kesi-minde bir kısmı ise Ergenekonla doğrudürüst bağlantısı da yok, hatta mağdurdurumunda olanlar da var. Seyfi Oktayonlar gibi. İlgisi olduğunu düşünmü-yorum. Ama Ergenekon’un büyük birkısmına, ana gövdesine dokunulamıyor.Ecevit döneminde rol alanların bir kısmışimdi yargılanıyor ama diğerlerine do-kunulamıyor. Benim anlayamadığımnokta AKP’nin gücü mü yok, bunlarınüzerine gitmeye mi korkuyor yoksaonların üzerine gitmek mi istemiyor.Bu konuyu tam netleştiremedim.

Bu dönemde ne olur bilemiyorum.31 Mayıs sonrası yani 1 Haziran’labaşlayan dönemde özel savaş lobisiyine etkin olmak isteyecektir. Bu özelsavaş lobisinin gücünü küçümsememeklazım, her yerde örgütlenmişler. Ben1980’den bu yana örgütü çok eleştirdim.1984 öncesi de 1990’da da sonrasındada örgütü çok ağır eleştirdim. Şimditekrar bu ağır eleştirilerimi yapmak is-temiyorum ancak bu eleştirilerimi ha-tırlatıyorum, sadece hatırlatmakla yeti-niyorum. Özel savaş lobisi devreye gi-rerse eskisi gibi olmaz, çok daha etkinşekilde devreye girer. Hiç acımaz, yö-nelirler. Daha önce Ermenilere yönel-mişlerdi. Kürtlere de yönelebilirler. Er-meniler çok bilinçli oldukları için onlarıfiziki soykırıma uğrattılar. Kürtler iseçok dağınık, sayıca çok, feodal ve aşi-retsel yapıda oldukları için onlara kültürelsoykırımı uygulattılar, kültürel soykırımlaasimile etmeye çalıştılar. Şimdi ise fizikisoykırımı uygulamak isteyebilirler. Beh-çet Cantürklere yönelme şeklinden çokdaha ağır bir şekilde yönelebilirler.

AKP kendi Ergenekonu’nu kuruyor.Anlamak lazım. AKP kendi derin lobisinikuruyor. Ben ne özel savaş lobisininne de AKP’nin derin lobisini kabul ede-rim. Her ikisinin de oyununa gelmem,bu konuda çok netim. İkisi de kendi ik-tidarlarını kurmak için uğraşıyor. BDPgibi ciddi bir kurum bile neden bunlarıyeteri kadar anlayamıyor? BDP bu dö-nemde çok dikkatli olmalıdır. BDP dı-şından yüzlerce Kürt BDP’den rahatsızoldukları için BDP’yi eleştiriyor. Toplu-mun her kesimiyle çok yönlü bir ilişkiiçinde olunmalıdır. Sol kesimle ilişkileriniittifaka yönelik demokratik çalışmalarıbaşarıya ulaştırmaları gerekir. CHP ilede ilişkilerini geliştirmelidir. BDP, eğerAKP’nin gücü geriletilirse sonrasınahazırlık bakımından CHP ile Kürt soru-nun demokratik çözümü konusundagörüşürler, konuşurlar, bu hayatidir.Türkiye’de özel savaş lobisi çok güçlü-dür ancak bu durum, barışı isteyenlerin

güçsüz olduğu anlamına gelmiyor. Dev-let içinde barışı isteyen güçlü bir kesimvar. Barışı isteyen kesimin gücününsavaşı isteyen tarafa gitmemesi içinde BDP çalışmalar yapmalıdır. Şu ansadece bir düşünce olarak şunu belir-teyim. Eğer olumlu şeyler gelişirse ye-niden bir yol haritasını hazırlayarakdevlete sunabilirim, Devletin dört kuru-muna da -Cumhurbaşkanı’na, Hükü-met’e-Başbakan’a, belki Genelkurmay’a,Meclis Başkanı’na- mektuplar gönde-rebilirim. Ancak dediğim gibi bu kesinkarar verdiğim bir durum değildir, sadecebir düşüncedir, paylaşmak istedim. Olurmu olmaz mı daha sonra gelişen duru-ma göre karar veririm. Ayrıca sağlığımda buna elverir mi bilmiyorum. Yeni biryol haritası yazmak için sağlığım elverirmi, onu da bilemiyorum.

Meclis’in sorunun çözümü içininisiyatif alması çok önemlidir

Barış isteyen kesimin güçlenmesiiçin Kürt sorunun demokratik şekildeçözülebilmesi için Meclis’in olaya el at-ması lazım. Meclis bir karar almalı so-runun çözümü yönünde. HakikatleriAraştırma Komisyonu kurulabilir, GüneyAfrika’daki gibi. Ya Meclis’in kendisi yada Meclis adına özel bir komisyon ku-rulabilir. Bu belki zordur ama kurulabilir.Bu komisyon barışın önünde engel olanne varsa bunların hepsini ortaya çıka-racak. Savaşta kimin ne kadar rolüvarsa hepsi ortaya çıkarılmalıdır komis-yon tarafından. Bu komisyon böyleceherkesi dinleyecek. Devlet içinde meselaDemirel’i dinlemeli, Mesut Yılmaz’ı din-lemeli, Tansu Çiller’i dinlemelidir, diğerilgili olan herkesi dinlemeli, beni dinlemeli,KCK dosyasında tutuklu 1500 kişiyi din-lemeli, Silivri’dekileri dinlemeli, PKK için-deki bazı kişileri dinlemelidir. Bu komis-yon herkesi böylece Meclis’e çağırıpdinlemelidir. Ancak komisyona olan sa-mimi beyanlarından dolayı kimseyi ce-zalandırmama güvencesi verilmelidir.Komisyon bakacak eğer samimiyse onacezalandırmama güvencesi verecek.Eğer bu güvence verilirse herkes daharahat samimi itiraflarda bulunacaktır.İtiraf derken yanlış anlaşılmasın, itiraf-çılığı kastetmiyorum. Burada çözüm içinsamimi beyanları kastediyorum. Ne ka-dar faili meçhul varsa bunların hepsiortaya çıkarılacak. Sorunun çözümününönünde ne kadar engel varsa hepsi or-taya çıkarılacak. Silivri’deki davada eksikolan kısım budur, bu sebeple bir sonucavarılamıyor, göstermelik bir mahkemedirSilivri’deki. Bu biçimiyle çok fazla şeybeklenemez. Bu komisyon bir çeşit yargıgörevini görecek ama öyle ‘99’dakisahte, uydurma, göstermelik bir İmralıyargılaması gibi değil, ciddi, sorunu çö-zücü, bütün bilinmeyen noktaları ortayaçıkaran gerçek bir yargı anlayışı işle-melidir. Benim de bu süreçte sorunakatkı yapabilmem için Meclis karar ala-cak, önümü açacak. Ben de halkımla,siyasi kesimlerle, örgütle iletişim kura-bileceğim, onları bu sürece ikna ede-ceğim. Buna gücümün olduğunu da bi-liyorum. Bu Hakikatleri Araştırma veAdalet Komisyonu daha önce denenmişve başarıya ulaşmıştır, Güney Afrika’da,Latin Amerika’da başarıyla uygulanmıştır.Meclis’in sorunun çözümü için inisiyatifalması çok önemlidir. Daha önce deKoçgiri İsyanı konusunda Meclis ortakkarar aldı. Bir uzlaşma yolunu seçti.

Kürt sorunun demokratik çözümüiçin Meclis yine önerilerde bulunacak.Ve o öneriler hayata geçirilecek. Kürtlerinhakları anayasal güvence altına alına-cak. Anayasada “anayasa Kürtlerin hak-larını, kültürlerini güvence altına alır”şeklinde tek bir madde yer alırsa çözümgerçekleşir. Ben bu anayasal güvenceyi

Sayfa 17 SerxwebûnHaziran 2010

“Türkiye’de özel savaş lobisi

çok güçlüdür ancak bu

durum, barışı isteyenlerin

güçsüz olduğu anlamına

gelmiyor. Devlet içinde barışı

isteyen güçlü bir kesim var.

Barışı isteyen kesimin

gücünün savaşı isteyen tarafa

gitmemesi için de BDP

çalışmalar yapmalıdır.

Şu an sadece bir düşünce

olarak şunu belirteyim.

Eğer olumlu şeyler gelişirse

yeniden bir yol haritasını

hazırlayarak devlete

sunabilirim”

Page 18: SERXWEBÛN JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE Sal: 29 / Hejmar 342 / Hezîran 2010 Muğla’da yaşamını yitiren Kürt öğrenci Şer-zan Kurt’un yakınları

çok uzun bir süredir dile getiriyorum.‘90’lı yıllarda da bunu dile getirmiştim.Öyle TRT-6 gibi, kurs gibi göstermelik,sahte adımlarla değil gerçek demokratikhaklar güvenceye alınmalıdır.

Ben ‘90’lı yıllardan beri ortalama 15yıldır barış yönündeki ısrarımı sürdürü-yorum. Ama benim mevcut şu an içindebulunduğum durum, bu konuda dahafazla rol almamı engelliyor. Benim 31Mayıs’tan sonra çekilmem sorundankaçmak değil tam aksine buradaki buşartlarda daha fazla çabalarımı sürdü-rememeden kaynaklanıyor. Burada buşartlarda pratik olarak hiçbir şey üstle-nemem. Benim bu pozisyonum çözümönünde engel teşkil ediyorsa bu da or-tadan kalkmış oluyor. Gidin savaşın dademiyorum, savaş talimatı da vermiyo-rum. Savaşırlar mı barışırlar mı, kazanırlarmı kaybederler mi, kendileri bilir.

Son olarak herkes üzerine düşeniyapmalıdır. BDP çok yönlü çalışmalıdır.Öyle göstermelik bir anayasa değişikliğideğil, yeni demokratik bir anayasa içinBDP var güçlerini ortaya koymalılar.

Gazze ile Kürdistan’da oynananoyunların üstünü örtüyorlar

Barzani AKP’nin desteklenmesi ge-rektiği, diğer hükümetlere göre Kürt so-rununa yaklaşımlarının daha olumlu ol-duğu, desteklenmesi gerektiğini belirti-yor. Ancak son gelişmeler ortada, tu-tuklamalar, operasyonlar ortada. Bar-zani’ye “siz AKP konusunda bunu de-mekle aslında AKP’yi de zor durumdabırakıyorsunuz” denilmeliydi. Ortadaçözüm falan yok. BDP’liler bunları söy-lemiyorlar mı, nasıl oluyor? Bunlar an-latmıyorlar mı? Barzani’nin bu tutumuAKP’nin de işine yaramaz, Barzanilerinkendilerinin de işine yaramaz. Geçmiştebunlar benim yanıma geliyorlardı, banabaşı kesilmiş fotoğraflar gösteriyorlardı,işte böyle böyle yaptılar diye. Onlarıçok uyardım, şimdi de uyarıyorum; akıl-larını başlarına almazlarsa daha kötüsüolur, elli tane Halepçe olur. Bunu nasılgörmüyorlar? Onlara anlatmak lazım.Daha önce ulusal konferansın, kongre-nin önemini defalarca belirttim. Beşteorik ilke üç pratik önerme demiştim,bunu esas alabilirler. Bu temelde yap-mazlarsa sorumluluk kendilerine aittir.Daha ne bekliyorlar, anlamıyorum. Dahaönce söylemiştim, Erbil’de temsilcilikaçılacaktı, ne oldu?

Ahmet onlara söylemiştim, niye bukadar ağır davranıyorlar, anlamıyorum.Bu temsilcilik mutlaka çok kısa süredeaçılmalıdır. Açılacak temsilcilik de mut-laka eş başkanlık sistemi olmalıdır -buWashington’daki için de geçerlidir-, yet-kin, araştırmacı, çalışkan, dikkatli, cesur,değerlere bağlı, dil bilen kişiler temsilciolmalıdır. Bunların etrafında beş altı ki-şilik ekipleri olmalıdır, bunlar tartışa-caklar, araştıracaklar, öyle kararlar ala-caklar. Öyle eskisi gibi işte Avrupa’yabir tanesini gönderiyorlardı, öyle tekbaşına ağavari olmaz. HatırlıyorumMoskova’da da vardı biri, işi gücü sigaraiçmekti. Bu şekilde olmamalıdır.

Karayılan, ziyarette sadece Türk bay-rağı olmasının AKP’nin Kürtlüğü Türkkimliği içinde gösterme zihniyetinin yan-sıması olduğunu belirtmiş. Ben bu ko-nuda hemen bir değerlendirmede bulu-nayım. Aslında mesele Gazze meselesideğil, mesele Kürdistan üzerinde oyna-nan oyunlardır. Gazze maskedir, Gazzeile Kürdistan’da oynanan oyunların üs-tünü örtüyorlar. Fırtına Kürdistan üzerindekoparılıyor. Urfa’ya zaman zaman de-ğiniyorum, tipik bir örnek olduğu için,Urfa’yı bildiğim için belirtiyorum. Sadecebir Urfa yüzlerce Gazzedir. Urfa’dan ka-dınlar, çocuklar Akdeniz’e, Karadeniz’eher gün on binlercesi sürülüyor. Daha

önce de söyledim on milyonu doyuracakverimli toprakları sussuz bırakılmış, hergün göçe tabi tutuluyor. İşte bu insanlarıngittikleri yerlerde çektikleri Gazze’denyüz kat daha beterdir.

Şimdi söyleyeceklerim önemlidir. Bi-rinci olarak şunu söylüyorum; İsrail bubölgede Kürtlersiz yaşayamaz, boğulur.Bunun için on yıldır bir proje peşindedir.Güney’de küçük bir ulus-devleti kurdu-ruyor, buna ihtiyaç duyuyor. Türkiye bunudaha yeni anladı. Türkiye’yi yönetenlerbu projenin tehlikesini anlayınca büyüköfkelendiler. İkinci olarak şunu görmekgerekir. Türkiye’nin şimdiye kadar yürüt-tüğü Kürtlerin inkârı ve imhası politikasınakayıtsız-şartsız destek veren Amerikave İsrail, bu desteklerini geri çekiyorlar.Şimdi bu Türkiye-Suriye-İran ittifakı daçözülüyor olabilir, kesin bir şey demiyo-rum. Biliyorsunuz Suriye Devlet BaşkanıBeşar Esat İstanbul’da yaptığı açıkla-mada; “inkâr etmekle olmaz, tanımaklazım” demişti. Bu da önemlidir. Bu ittifakçatırdıyor olabilir. İran çekiliyor, Suriyede bu oyuna gelmiyor. Böylece yüküntamamını Türkiye’nin sırtına yığacaklar.Asıl mesele budur, Gazze bunu örtmekiçindir. Daha önce AKP’nin Gazze üzerinegitmesine, bunu kaşımasına destek ver-diler ama bu son Gazze olayında destekvermediler. AKP ABD’nin İsrail’e destekvermeyeceğini düşündü, fakat tersi oldu.Gazze öfkesi bu yüzdendir. AKP şokoldu. Gazze olayında öyle ederler, böyleederler, birkaç açıklamadan sonra, an-laşma olur, İsrail’e boyun eğerler. Bar-zani’nin Ankara ziyaretinde sadece Tür-kiye bayrağının olması da İsrail’e bir me-sajdır. Biliyorsunuz Barzani’yi Yahudidiye de değerlendiriyorlar zaten.

Ben bazı çevrelerin yaklaşımını kas-tetmiyorum -Barzani’nin İsrail’in temsilcisiolduğu- devletin bakışının bu olduğunusöylüyorum. İsrail, Türk büyükelçisininasıl alçak bir koltuğa oturtup, masayasadece İsrail bayrağı koyduysa, bunlarda sadece Türk bayrağı koyarak cevapveriyorlar. İsrail nasıl Türkleri aşağıla-dıysa, Türkler de Barzani şahsındaKürtleri aşağılıyor. Bunu böyle çarpıcıbir şekilde belirtmek lazım. Bu bilinçlibir şeydir. Kimse bu şekilde görmedi,buradan yine ben görüyorum, bununböyle olduğunu belirtiyorum.

Kürt aydını kendi gerçeğiyle yüzleşmekten korkuyor

Savaş lobisi Erdoğan’ı götürecekdedim, bu Kılıçdaroğlu olayı da bununbir parçası gibi görünüyor. Bütün bunlarıgörüyorum, söylüyorum ama bu BDP’desiyaset yapanlar, bu durumları görmedensiyaset yapamazlar. Bunlar nasıl gör-mezler? Siyaset böyle mi yapılır? Bun-ların kafasına vurmadıkça, yumruğuyemedikçe anlamıyorlar mı! Ermenilerakıllı oldukları için fiziksel soykırımatabi tutuldular. Kürtleri ise insan ile hay-van arası yaşam koşullarına terketmişler.Kürtler çok dağınık fiziksel imhaya gel-miyor, onları da kimlik soykırımına,kültür soykırımına tabi tutuyorlar, bunuher gün yapıyorlar. Bu devirde anadildeeğitim yapmayan halk kaldı mı? Afri-ka’nın en ücra yerindeki kabileler bileanadilde eğitim yapıyor, bunu bile doğrudürüst mecliste dile getirmeyeceksin,bunun siyasetini yapamayacaksın, bensana nasıl saygı duyayım!

Kürt aydını, ne kadar aydın bilmiyo-rum ama Kürt aydını, Kürt siyasetçisikendi doğasını tanımıyor, kendi doğa-sıyla barışık değil, daha da önemlisikendi doğasıyla, kendi gerçeğiyle yüz-leşmekten korkuyor diye düşünüyorum.Bu sonuca ulaşıyorum. Bu durum daortaya böyle şizofrenik bir kişilik çıkarıyor.Bir Fransız düşünürü kapitalizmin ken-disinin ortaya şizofrenik kişilikler çıkar-

dığını söylüyor. Ama Kürdistan’da ge-lişkin bir kapitalizm de yok, bu şizofrenikkişilikler nasıl ortaya çıkıyor, anlayamı-yorum. Sanıyorum böyle biraz maddigüvence mi desem kendilerini böylebir garantiye aldıktan sonra duruyorlar.Siyaset yapma tarzlarına bakıyorum,dil desen yok, heyecan desen yok, ge-lişkinlik yok, derinlik yok, araştırmacılıkyok, yaratıcılık yok, hepsinin tarzlarındahenüz ilkel milliyetçi söylemi aşan birşey yok, ortalama bir söylem, kendinitekrar eden bir söylem.

Çözümün önünde engel olanAKP’dir

Karayılan demokratik özerklik ilanedeceklerini, bunun hazırlıklarına baş-ladıklarını, belirtmiş. Bu zaten var, pra-tikleşecekler o zaman. Sanırım benimcümlemin aynısını kullanmışlar; “varlığınıkoruma özgürlüğünü sağlama dire-nişi” demişler. Aktif savunma durumunageçmişler. Sanırım bu yakınlarda bazıtoplantılar yapmışlar, orada bazı karar-laşmalar yaşamışlar. Herhalde, bu ka-rarları birkaç gün içinde kamuoyuna bil-dirirler. Bunlar şimdi bu demokratik özerk-liği pratikleştireceğiz diyorlar. Yani Ama-noslardan Kaçkarlara kadar her yerdeonlarca yüzlerce üslenmeleri var. Şimdiben bunları geçmişte çok eleştirdim.Hiçbir zaman benim öngördüğüm şekildebir savaş tarzları olmadı. Ama kendilerinegöre bir direniş tarzları oldu. Bugünlereböyle bir direniş geleneğiyle geldiler.Belki benim istediğim tarzı geliştiremedilerama yenilmezliklerini de kendilerincegeliştirdikleri direniş tarzıyla ispatladılar.

Liberal aydınların genelinde AKP’ninçözümü gerçekleştireceğine dair birkanı olduğu anlaşılıyor. Hayır tam ter-sine, çözümün önünde engel olanAKP’dir. AKP kendi korkusuna düşmüş,can derdine düşmüş, bu yüzden he-gomanik iktidarını kurmak istiyor, buanayasa değişikliği de bunun içindir,demokrasiyle ilgisi yoktur. AKP’nin de-mokrasiyle bir ilgisi yoktur. Bunun iyianlaşılması gerekir. Nasıl ki 1921’densonra CHP anayasa değiştirerek, 1924anayasasına geçerek, 80 yıl hege-monyasını sürdürdüyse AKP de bunu2002’den bu yana yapmak istiyor.CHP’nin 80 yılda yapmak istediğiniAKP 8 yılda yapıyor. Yani AKP, CHP’ninkötü bir taklidini yapıyor. Mustafa Ke-mal’e şunun için değindim; 1916-1924arası Kürtlerle ittifak halindedir. Bununiçin 1921 Anayasası nispeten farklıdırdiyordum, bu anayasada demokratikbazı maddeler vardı, özerklik gibi. Ama

bu şans da kaçtı. 1921 Anayasası’ndansonraki bütün anayasalar şimdiki ana-yasa da dahil hepsi darbe anayasala-rıdır. Mustafa Kemal hani hep anlatı-yordum, Yahudi sermayesi ve İngilizlertarafından kuşatıldıktan, etkisizleştiril-dikten sonra 1924 anayasasıyla birlikteCHP hegemonyası kuruldu, 2002’dede AKP hegemonyası devraldı. Hege-monik iktidarın sürdürülmesi ancak fa-şizmle mümkün olabilir, AKP’nin yaptığıbudur. Bunu yaparken arkasına Kon-ya-Kayseri merkezli Arap-Suudi desteklive küresel sermayeyi alarak yapıyor.Öz kaldı, sadece biçim değişti. Benşimdiye kadar çözümün önünde engelolan bürokratik oligarşi diyordum, şimdibuna siyasi oligarşi diyorum. Siyasioligarşiyi sadece iktidar anlamında kul-lanmıyorum, siyasi muhalefeti de bunakatıyorum. Bu gidişattan onlar da so-rumludur. Anayasa değişikliklerine ba-kıyoruz, hiç bir demokratik içeriği yok,Kürtlere ilişkin hiç bir gelişme yok. As-gari demokratik koşullar bile yok. Yüzdeon barajının kaldırılması ve parti içidemokrasi bir adımdı onu bile atama-dılar. Yani çözüm için hiç bir adım atıl-madı, AKP başından itibaren çözümeengel oldu. 2001-2002’de tam çözü-yorduk, Ecevit çözmek istiyordu, Ec-evit’ten Genelkurmay’dan geldiler gö-rüştük çok da aldık, tam çözümün ari-fesine gelinmişti, af filan çıkarılacaktı,tam da o süreçte savaş lobisi devreyegirdi, Ecevit’i etkisizleştirdiler. Tam daaynı süreçte Avrupa Birliği PKK’yi “te-rörist” ilan etti! Yirmi yıldır savaşanPKK’yi terörist ilan etmeyenler, tamda barış-çözüm sürecinde PKK’yi “te-rörist” ilan ettiler! Bu tesadüf değil.Çözümün arifesinde olduğu bir dö-nemdi, af çıkarılacaktı ama affı adlisuçluların affına çevirdiler.

Kürt-Türk çatışması derinleşebilir

Eğer bir diyalog ve çözüm süreci ge-lişmezse işte o istedikleri Türk-Kürt ça-tışması gündeme gelir. Kimse bu tehli-kenin farkında değil. Şimdi ben bunu,1918 Rusya’sındaki o dönemde yaşa-nanlar yine 1789 sonrası 1791 Fran-sa’sında yaşanan o iç savaş dönemlerinebenzetiyorum. Biliniyor, bu dönemlerdeburalarda çok kan döküldü. Kürt-Türkçatışması derinleşebilir. Ben tarihi gör-evimi yerine getiriyorum, herkesi uyarı-yorum. Böyle devam ederse zaten de-mokratik özerklik diyorlar, bunu pratik-leştireceğiz diyorlar, bunun bir adım ötesiİran’ı da Suriye’yi de başka güçleri de

arkalarına alan yarı-bağımsız Kürdistanilanına kadar giden bir kanlı sürece yolaçılabilir, çok kan dökülür, çok insanölür. İşte 1 milyon askerimiz var diyorlar,güçlüyüz, yenebiliriz diyorlar, yenebilirlerde ama ben PKK’yi tanıyorum PKK di-renir, yenilmez. Fakat, benim tercihimbu değildir. Demokratik cumhuriyet, de-mokratik ulus, demokratik vatan, demo-kratik anayasa demiştim. Benim tercihimkan akmadan demokratik anayasal çö-zümdür. Eninde sonunda çok kan dökülsede gelinecek nokta çözümdür, çözümgalebe çalacaktır. Bu kadar acı çekmedenbu kadar kan dökülmeden çözümünsağlanması için çabalıyorum. Bunun içinBDP’lilere demokratik anayasa çalışma-larını yoğunlaştırın diyorum. Bu çerçevedeherkesle görüşün diyorum. Demokratikanayasa çerçevesinde kim ilkeli davra-nıyorsa onunla demokratik anayasa ko-nusunda ittifak yapabilirler. AKP bunageliyorsa AKP ile, CHP buna geliyorsaCHP ile hatta ilkeler temelinde MHP ilebile ilkelere yanaşıyorsa yapılabilir.

Kamu Güvenliği Müsteşarlığı ku-ruldu. Muammer Güler bu hafta bukonuyla ilgili olarak İçişleri Bakanıylabirlikte İngiltere’ye gitmiş. Bunlar yineicazet almaya gitmişler. Yeni konseptuygulamaya konacak. Aynen ‘90’lı yıl-larda Doğan Güreş’in İngiltere’ye gidip“yeşil ışık” alması gibi. Ne yazık kiyüz yıldır Kürdistan’ın kaderini İngilizlerbelirliyor. Sadece İngiltere demek dedoğru değil, Anglo-Sakson siyasetidirbu. Buradan Müsteşara bir uyarım ola-cak. Eski politikalarında, imha teme-lindeki politikalarda ısrar ederlerse,geçmişte yaşandı, görüldü, bu çokkötü sonuçlara yol açacaktır.

İran’ın kabul etmesi halinde bir di-yalog süreci başlayabilir. İran diyalogagelmezse çok zorlanır, üzerinde büyükbir uluslararası baskı ve kuşatma var,bunun altından kalkamaz. Bu kuşat-mayı Kürtlerle diyalog ve içeride de-mokratikleşme adımlarıyla, demokratikbirliği sağlayarak ancak aşabilir. Buarada Suriye’de bazı gelişmeler olmuş,işte 11 PKK’li öldürdükleri yönündehaberler basına yansımış. Sanmıyo-rum, Suriye böyle bir şey yapmaz. Su-riye devleti, Kürtleri imha konseptindetam olarak yer almaz, öyle düşünüyo-rum. Oradaki Kürtler de demokratikmücadelelerini, demokratik örgütlen-melerini geliştirmeliler.

Mesut Barzani Türkiye’den sonra Al-manya ve Fransa’yı ziyaret etmiş. Gidipherhalde Almanya İngiltere ile yeni kon-sept üzerine konuşacak. Bu konuda on-ları daha önce uyarmıştım. Tüm Kürtlereyönelik katliam tehlikesi var, tehlikenin

Serxwebûn Sayfa 18Haziran 2010

Page 19: SERXWEBÛN JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE Sal: 29 / Hejmar 342 / Hezîran 2010 Muğla’da yaşamını yitiren Kürt öğrenci Şer-zan Kurt’un yakınları

farkında olmalıdırlar. Öyle dış güçlerefazla güvenmesinler. Dış güçler menfa-atleri gerektirdiğinde Kürtleri gözünükırpmadan satarlar, Güney’deki devletide çok kolay bir şekilde satarlar.

Kadının hiçbir konuda karar verme hakkı yok

Kadınların düzeyi iyi görünüyor amadaha çok yol almaları gerekiyor ancakçok değerli kadınlarımız var. Bu teca-vüz kültürünü aşalım meselesini iyiyakalamışlar ama galiba biraz somutve dar yaklaşılıyor. Bu basına yansıyanSiirt’teki gibi somut tecavüz olaylarınıprotesto ediyorlar gibi bir hava oluşu-yor. Hâlbuki bu tecavüz kültürü binlerceyıldan beri ataerkilliğin kadını esir al-masından itibaren başlamış ve günü-müze kadar gelmiştir. Kadınlarımızınbu zihniyetle mücadele etmesi gerekir.Feministlerin de böyle dar ve yüzeyselyaklaşım sorunu var. Sıradan evlerdemeydana gelen tecavüzlerden söz edi-yorum. Sanılmasın ki bu evlerde herşey kadının özgür iradesiyle, seçimiyleoluyor. Kadının hiçbir konuda kararverme hakkı yok. Her şeyi erkek be-lirliyor, her şey onun canının istediğişekilde oluyor. Yanlış anlaşılmasın,ben aile kurumuna karşı değilim. Çokilkeli bir şekilde olursa ve taraflar ken-dilerine gerçekten güvenirlerse belkiolabilir. Bazen burada düşünüyorum,dışarıda olsam ben böyle bir ilişkiyiyürütebilir miyim diye. Bana göre ka-dın-erkek ilişkisi, birlikteliği, adeta birsanat gibi olmalıdır. Böyle olursa an-lamlı olabilir. Ama bugünkü koşullardaen kendine güvenen kadın, hangi er-kekle olursa olsun, isterseniz en idealerkek olsun, birlikte olmaya başladıktansonra 24 saat içinde erkeğin boyun-duruğu altına girmeye başlar. Çünküsistem böyle kurulmuş. Bu sözü dahaönceleri de söylemiştim. Ben bu yaşı-ma kadar bu tür ilişkilerden hep kaçtım,halen de kaçıyorum. Bu konuyla ilgiliyazılan başka kitaplar, düşünceler devar, okudum. Fatmagül Berktay’ın bukonuyla ilgili bazı kitapları var, onlardanda yararlanılabilir.

Sistem kadını tamamen esir halinegetirmiştir. Kadın hiçbir yerde gerçekanlamda yoktur. İş hayatında yoktur,yönetimde yoktur vesaire. Ama aslındakadın doğal olarak bu yeteneklere sa-hiptir. Neolitik dönemde doğuran, bes-leyen kadındı, yemek kültürü onlarıneseridir. Hayatı onlar var ediyorlardıbugün de bu yeteneklere doğal olaraksahiptirler. Savunmalarımda hep neolitikdönemin tanrıça kültüründen bahse-diyorum ama bunun da yanlış anlaşıl-maması gerekiyor. Tanrıça derken dinianlamda bir kutsallıktan bahsetmiyo-rum. Kadın tabii ki kutsaldır ama benbu tanrıça kültüründen bahsederkenkadının o çağlardaki sosyal konumun-dan bahsediyorum, kendini nasıl ko-ruduğundan bahsediyor, onu kastedi-yorum. Tanrıçalıktan, bugünkü durumanasıl düşürüldüğünün anlaşılması açı-sından tarihe gidip tanrıça kültüründenbahsediyorum.

Kadın meselesine üç farklı bakışvar; 1-Duygusal yaklaşım, 2-İmgeselyaklaşım, 3-Düşünsel ve Felsefik yak-laşım. İşte Nazım Hikmet onlar ve başkabazı yazarlar, şairler, edebiyatçılar kadınmeselesine duygusal ve imgesel yak-laşıyorlar. Hatta bizden de özellikle ce-zaevindeki bazı arkadaşlar imgesel,hayali yaklaşıyorlar. Ama bizim yakla-şımımız imgesel-hayali değil, gerçekçi,düşünsel ve felsefik yaklaşımdır. Bubeş bin yıllık erkek egemen tecavüzkültürü ancak böyle düşünsel ve felsefikyaklaşımla aşılabilir. Duygusal ve im-gesel yaklaşımlar kurtarmaz. Kapitalist

modernite kadını bir seks objesi halinegetirmiştir, işte moda adı altında busüslemeler, püslemeler, “yakışıyor” adıaltında aslında kadını pazarlıyorlar. Ka-dına adeta bir seks makinesi olarakbakılıyor. Erkekler kadına sadece seksgözüyle bakar hale getirilmiştir. Yirmidört saat bunu düşünüyorlar ve kadınada bu gözle bakıyorlar. Kadına verilmişen önemli bir görev bu, erkeğin sınırsızseks güdüsünü karşılamak. Hâlbukihayvanlarda bile böyle değil, hayvan-larda bunun bir düzeyi, düzeni var.Erkek ve dişi sadece belli dönemlerdekarşılıklı ihtiyaç temelinde çiftleşir.

Kapitalist modernite kadının gerçe-ğini örtbas etmek için onun sürekli fi-ziksel yönünü, cinsellik yönünü ön pla-na çıkararak, moda adı altında pazar-layarak kadının gözünü boyuyor amaözünde aslında kadını köleleştiriyor.Ne giyeceğine, saçını nasıl keseceğine,nasıl kokacağına, kilosuna, her şeyinesistem ve erkekler karar veriyor. Aşkve sevgi kavramlarını da çarpıtıyor.Oysa aşk ve sevgi veya birliktelik kar-şılıklı bir irade kabulüne, kadının ira-desine saygıya ve kadının doğasına,özüne uygun temelde olursa anlamlıolur, aksi takdirde egemen tecavüzkültürü anlayışıyla yaşanan “aşk-sevgi”kadını bitiriyor. İşte Erdoğan’ın kadınabakışı ortadadır, faşizan, ırkçı-ulusalcıbir yaklaşımdır. Bunların İslamiyet an-layışı da kadını tepeden tırnağa ta-mamen kendisi dizayn etmek istiyor.Ne giyeceğine, kılık kıyafetine kadarher şeyini onlar belirliyor. Çok sınırlıbir rol veriyor. Kadını erkeğe göre şe-killendiriyor. Erdoğan, kadının iradesinihiçe sayarak, “en az üç çocuk” diyor.Buna sen karar veremezsin, bu ancakkadının kendisinin karar vereceği birmeseledir, çünkü bundan en çok etki-lenecek olan kadının kendisidir, kadınındoğasına saygı, bu konudaki kararıkadına bırakmayı gerektirir. Hele birde çok çocuk yaparsa kadın, tamamensosyal, ekonomik, siyasal her alandayaşamdan kopuyor, hiçleşmiş oluyor.Ben aileye ve çocuğa karşı değilim.Ama bir çocuk doğurmak, kadını hemfiziksel hem psikolojik olarak çok yıp-ratır. Bir çocuğun bakımı bile kadınıyıpratıyor, eve kapatıyor, bitiriyor. Ka-dının bunun bilinciyle kendini bu du-ruma düşürmemesi, kendini korumasıve özgürlüğü için örgütlenmesi, mü-cadele yürütmesi gerekiyor.

Kılıçdaroğlu meselesini anlamak içinözel savaş kesimlerinin Baykal’ı nedendüşürdüğünü anlamak lazım. ŞimdiBaykal çözümün önünde engel olarakgörüldüğü için mi tasfiye edildi yoksaözel savaş lobisi tarafından onların is-tediği pozisyona yeterince gelmediğiiçin, yetersiz görüldüğü için mi tasfiyeedildi? Bu soruyu tersten de sorabiliriz;Kılıçdaroğlu bir çözümün önünü açmakiçin mi getirildi yoksa Deniz Baykal’ınulusalcı politikaları yetersiz görüldüğüiçin mi onun yerine getirildi? Bu sorularıncevabını zaman gösterecek. Bu nedenleKılıçdaroğlu hakkında net bir düşünceifade etmek istemiyorum. Bunu BDP’nintavrı ve politikaları deşifre edebilir, net-leştirebilir. Kılıçdaroğlu çözüm için ge-tirilmiş ise, daha önce ifade ettiğim gibidemokratik Kemalizm çözümü olarakgetirilmiş olabilir. Böyle olursa çözümiçin olumlu olacaktır ama galiba çözümiçin getirilmemiş gibi görünüyor.

Alevilikle ilgili düşüncelerim ve dahaönce ifade ettiklerim “Dersim Alevi-Kürt sorunu ve Demokratik Çözüm”adıyla kitaplaştırılabilir. Bu arada Der-sim’deki ve Urfa’daki akademilerin isim-lerinin Alevi Akademisi ve İlahiyat Aka-demisi şeklinde olması çok uygun ol-mayabilir. Bu kavramlar veya isimlerdini fazla çağrıştırıyor; Alevi-Sünni ay-

rımı gibi bir çağrışım da yapabilir, onedenle Dersim’deki akademinin adı“Dersim Demokratik Siyaset Akademisi”,Urfa’nın da aynı şekilde “Urfa Demo-kratik Siyaset Akademisi” olabilir. Yaniaçıldıkları bölgenin coğrafi, tarihi isimleriverilebilir. Örneğin ileride Serhat De-mokratik Siyaset Akademisi, Botan De-mokratik Siyaset Akademisi gibi adlarlaakademiler açılabilir.

AKP tamamen Anglo-Sakson politikaları uyguluyor

AKP, Güney oluşumunu da gerçektekendi kimlikleriyle kabul etmiş değildir,sadece Kuzey Kürtlerinin ve PKK’nintasfiyesi için onları kullanma temelindeyaklaşmaktadır, bunun için onlara bazıekonomik imkânlar tanıyarak sahte,ikiyüzlü bir ilişki içindedir. Barzani veTalabani’nin bunu anlaması gerekiyor,bu konuda uyanık olmalılar. AKP buAnglo-Sakson politikalar için iktidaragetirilmiştir, AKP’nin çözüm için hiçbirprojesi yoktur. Başbakan Erdoğan’ındünkü konuşmalarını da dinlediktensonra kesin olarak bu sonuca vardım.

AKP tamamen Anglo-Sakson politika-ları uyguluyor, bu açılım projesi deaslında Anglo-Sakson politikasıdır, on-lara aittir. İşte Türkiye’de sözde bireyselhaklarla bu işi halledecekler! Bu daİngiltere’nin emekçilerine verdiği bi-reysel haklara benziyor, bu şekildesol, sosyalist hareketleri ve sendikalarıetkisiz hale getirmişlerdi. Bireysel hak-larla işçi partisini sisteme entegre ede-rek, devrimci niteliğini ortadan kaldır-dılar. Kürtlere de bireysel haklar deyipPKK’yi tasfiye etme konseptidir bu.Yaşar Kaya gibi milliyetçi isimler, Ok-çuoğlu, Kemal Burkay gibileri işte bubireysel haklar politikasıyla aldatıyorlar,onlar da bu oyuna geliyorlar. İşte Ec-evit’i gördünüz, Haberal’in hastaha-nesinde sözde tedavi oluyordu amaaslında ne olduğunun farkında değildi,Haberal’in hastahanesinde bilinçli şe-kilde felç edilerek, çökertildi. Öte yan-dan orduda da bu Kıvrıkoğlu ekibinitasfiye ettiler. Ecevit ve Kıvrıkoğlu’nayapılan aslında bir darbedir. Hatta odönem Kıvrıkoğlu adına benimle gö-rüşenler şimdi Ergenekon’dan yargı-lanıyorlar! Siyaset arenasında AKPön plana çıkarıldı, aynı politikaları uy-gulamak için orduda Özkök ve ekibiön plana çıkarıldı, Büyükanıt ve Baş-buğ’da bu çizgiyi sürdürdüler.

Ortadoğu’nun ve Kürdistan’ın kaderiniyüz yıldır İngiltere belirliyor. Anglo Saksonpolitikaları İngilizler 1920’lerde de uy-gulamışlardır. Mustafa Kemal 1916-1924 arasında sekiz yıl boyunca politi-

kalarını belirlerken hep Kürtlerle yaptığıittifakla birlikte hareket etmiştir. İngilizleriçin Musul-Kerkük’teki petroller çok önem-liydi. Ne olursa olsun kendi denetimlerinealmak istiyorlardı fakat Musul-Kerkükçok açık bir şekilde Misak-ı Milli sınırlarıiçinde kalıyordu o dönem. Musul KerkükKuzey’deki bölgeler gibi Kürtlerin çokyoğun yaşadığı yerlerdi, yani Misak-ıMilli Kürtlerin yaşadığı bu yerleri deiçine alıyordu. Mustafa Kemal’in politikasıKürtlerle birlikte hareket etmeydi. İşteİzmit konuşmasında Kürtlere muhtariyetverileceğinden bahsediyor, 1921 Ana-yasası’na işaret ediyor, bu anayasadabu yönlü düzenlemeler var. Yine başkabir tarihteki konuşmasında Kürtlere oto-nomi verileceğinden söz ediyor. İngilizlerise Musul-Kerkük’ü kendi denetimlerinealmak için harekete geçtiler.

Aynen bugün nasıl kendi kontrolle-rinde federe oluşuma gittiyseler o dö-nemde kendi kontrollerinde ve Musul-Kerkük’ü de içine alan bir Irak devletipeşindeydiler. İngilizlerin öte yandanİngiliz yanlısı İsmet İnönü, Fevzi Çak-mak üzerinden ittihatçı kadroları daörgütleyerek Mustafa Kemal’i kuşata-rak, etkisizleştirdiler, yalnızlaştırdılar.İnönü, Çakmak, Mustafa Kemal ara-sında en zayıf durumda olan MustafaKemal’di. Mustafa Kemal bunların gü-cünü anlayınca bunlarla uzlaşmak zo-runda kalmıştır ve bunun sonucundabilinen inkâr-imha süreci geliştirilmiştir.Bu süreçte Yahudiler de bu Anglo-Sakson politikaları içinde yer almıştır,Ortadoğu’da kendilerine ait bir devletistiyorlardı, bunun altyapısını hazırla-mak peşindeydiler. İşte Türkiye’dekiYahudiler, örneğin Sami Kohen’in ba-bası, “biz Yahudiliğimizden vazgeçtikartık bundan sonra Türküz” demişlerdir.Aslında böyle de değildir, Yahudilikle-rinden vazgeçmemişlerdir. Daha sonraCumhuriyet’in resmi ideolojisi olan be-yaz Türkçülük anlayışının öncülüğünüde bunlar yapmıştır.

Mustafa Kemal bu noktaya çok daisteyerek gelmemiştir, zorunlu olarakgelmiştir. İngilizler Lozan’da Musul-Ker-kük gizli görüşmelerinde, Musul-Ker-kük’ü alma ve cumhuriyetin sınırları dı-şında tutma karşılığında İnönü’ye “KuzeyKürtlerine istediğinizi yapabilirsiniz” de-niliyor ve Cumhuriyet bu temelde tanı-nıyor. Buna karşı Kürtler kıyameti ko-parıyor, Şeyh Sait isyan ediyor. İngilizlerbu isyanı da kullanarak Mustafa Kemal’iburadan da sıkıştırmışlardır. Şeyh Saitidam ediliyor, daha sonra Ağrı, Dersimisyanlarıyla devam ediyor. İmha ve asi-milasyon politikaları, çözümsüzlük sürecibugüne kadar geliyor. Bu politikalar2002’den beridir AKP eliyle uygulanıyor.Bugün yaşanan da aslında 1925’lerinaynısıdır. O dönem Musul-Kerkük kar-şılığında bugün de Güney’deki federedevlet karşılığında AKP’ye sözde açılımadı altında Kuzey Kürtlerini tasfiye etmerolü verilmiştir. Yahudiler-İsrail bugünde geçmişte olduğu gibi bu Anglo-Sak-son politikalara destek vermektedirler.

Biz özgür eşit gönüllü birlikten yanayız

Erdoğan grup toplantısında yaptığıkonuşmalarında çok sert BDP’yi, bizisuçluyor. İşte burada tecavüz, zor kültürüvar. BDP de Erdoğan’ın neden böylebir şey yaptığını tam olarak anlayamadı.BDP’nin Erdoğan’a vermesi gerekencevabı şöyle olmalıydı; “Evet ben küçükbir parti-grup olabilirim, senin içinde deKürtler var, sana destek olan Kürtlerde var ama bana destek veren, kendiiradesiyle özgür bir şekilde varolmakisteyen beş milyona yakın Kürt de var”demeliydi. Erdoğan burada belki ifadeedilmesi hoş değil ama Kürtleri “karı”

olarak görüyor. Bu benzetmeyi kullan-mak çok uygun olur mu, ama durumbudur. Erdoğan Kürtlere bu gözle ba-kıyor. Binlerce yıllık ataerkil tecavüzkültürünün şekillendirdiği bir zihniyetleKürtlerle zorla ilişkiye girmek istiyor.Bir evlilik ilişkisinde bile zorla ilişkiolmaz. Bir evlilik ilişkisinde erkek eşiylezorla ilişkiye girebilir mi? Bunun içineşlerin karşılıklı rızası olmalı, bu işözgür iradeyle olur. BDP şunu demeliydi.Senin yanında yer alan, seni kendiözgür iradesiyle destekleyen Kürtler devar. Onlarla istediğin şekilde ilişki ku-rabilirsin, istediğini yapabilirsin, çünkükendileri kendi iradeleriyle seninle birlikteoluyorlar. Ama bizimle birlikte olmakistiyorsan, bizim rızamızı alman lazım.Aksi taktirde zorla ilişkiyi dayatırsanboşanma gündeme gelir. Toplumlardada bu böyledir, bu iş gönüllü birliktelikleolur, zorla olmaz. Gönüllü birliktelik yada gönüllü ayrılma. İşte Çekoslovakyaörneği ortadadır. Bugün de işte Belçikatartışıyor bunu. Eğer anlaşma olmazsatoplumlar birbirlerinden ayrılabiliyor.Ama bizim istediğimiz ayrılma değildir,bunu da defalarca söyledik, biz özgür,eşit, gönüllü birlikten yanayız. Söylediğimgibi durum budur. AKP Anglo-Saksonpolitikaları uygulamakta ve açılım adıaltında Kürtleri oyalamaktadır.

Bu arada KCK açıklama yapmış,Özerk Kürdistan’dan, Kürdistan’ı yö-netmekten bahsediyor. Bu çok ciddibir iştir, Kürdistan’ı yönetmekten bah-sediyorsunuz. Yapmayın demiyorum,kararı siz vereceksiniz, daha önce za-ten söyledim bunu. Ben savaşın yada savaşmayın demiyorum. Benim ko-şullarım ortada, kimse bana güvenerek,bana dayanarak iş yapmasın, kendikararlarını kendileri versinler. Ayrıcaburada ne olacağım da belli değil, beniburada yarın bile öldürebilirler. Erdoğandünkü konuşmasında beni tehdit etti.Ama ben direneceğim, kimliğimden,onurumdan taviz vermeyeceğim, sonnefesime kadar onurumla direneceğimbütün halkımız bunu böyle bilsin. Devletbarış istiyorsa ben buradayım. Benburada açıkça şunu söylüyorum. Benimgördüğüm kadarıyla devlet barış yap-maktan korkuyor, PKK de devrim yap-maktan korkuyor. Ben yirmi yıl Orta-doğu’da çalıştım, 12 yıldır da buradabu zor koşullarda barış için elimdengeleni yaptım. 12 yıldır ben buradabarış için çabalarken arkadaşlar gereklitüm desteği verdiler ve çağrılarıma di-siplin içinde uydular, hepsine teşekkürediyorum. Aslında buraya ilk getirildi-ğimde beni karşılayan albaylardan biri,bana; “Öcalan sen yanlış yaptın, Mus-tafa Kemal gibi ordularının başına geç-men, bizzat savaşın içinde olman ge-rekirdi” demişti. Yani neden Kandil’egidip askeri güçlerin başına geçmedindemek istiyordu. Tabii ben bu ihtimalide o zamanlar çok yoğun bir şekildedüşünmüştüm ama kararımı Avrupa’yagitme yönünde kullanmıştım. Bu kararıalmamda siyasi çözüme olan inancımrol oynadı. Hala da verdiğim bu kararınarkasındayım, işte buradayım ve bukararımdan pişman da değilim.

Söylediğim gibi benim buradaki po-zisyonum barış pozisyonudur. Amadaha önce de defalarca söylediğimgibi artık muhatap bulamıyorum. Eğerhükümet bir temsilcisini gönderirse,bu konuda parlamentodan bir kararçıkartıp önümü açarlarsa ben iki gündetüm silahlı güçleri bir alanda toplaya-bilirim. Buna gücüm de var iddiam davar, kendime güveniyorum. Silahlı güç-leri BM’nin ya da NATO’nun denetimialtında bir bölgeye de çekebiliriz. HattaTürk ordusunun görebileceği bir alanda olabilir. Bunları Türkiye kamuoyuda bilmelidir.

Sayfa 19 SerxwebûnHaziran 2010

“Kadın meselesine üç farklıbakış var:

1-Duygusal yaklaşım, 2-İmgesel yaklaşım,

3-Düşünsel ve Felsefik yaklaşım. İşte Nazım Hikmet

ve başka bazı yazarlar, şairler, edebiyatçılar

kadın meselesine duygusal ve imgesel yaklaşıyorlar.

Hatta bizden de özellikle cezaevindeki bazı arkadaşlarimgesel, hayali yaklaşıyorlar.

Ama bizim yaklaşımımız imgesel-hayali değil,

gerçekçi, düşünsel ve felsefik yaklaşımdır”

Page 20: SERXWEBÛN JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE Sal: 29 / Hejmar 342 / Hezîran 2010 Muğla’da yaşamını yitiren Kürt öğrenci Şer-zan Kurt’un yakınları

1Haziran 2010 itibariyle özgürlükmücadelemiz yeni bir stratejikdöneme girmiş bulunuyor. Bu

yeni dönemin daha büyük başarılarlageçeceğine, başta Kürt halkı olmaküzere bütün Ortadoğu halklarının öz-gürlük ve demokrasi mücadelesine bü-yük katkıları olacağına, insanlığın öz-gürlük yürüyüşünde önemli bir yer tu-tacağına inanıyoruz. Böyle bir inançlabaşta küresel düzey olmak üzere özel-likle Ortadoğu’da ve Kürdistan’da ya-şanan gelişmeleri karşılamak üzere“ulusal varlığını koruma ve özgürlüğünüsağlama mücadelesi” büyük bir istek,kararlılık temelinde güçlü bir direnişleyürütülecektir. Kürt Özgürlük Hareketitüm kamuoyuna bu yeni mücadele sü-recinin başladığını ve bu süreci başarıylayürütme sorumluluğu üstlendiğini ilanetti. Bu sürecin başarısı başta parti vegerilla güçleri olmak üzere tüm ÖzgürlükHareketi’nin ve halkımızın yüksek katkısıve çabasıyla gerçekleşecektir.

Kürt Özgürlük Hareketi böyle bir ka-rarlılığa daha önceleri ulaşmıştı. Ön-derliğimizin sürece ilişkin yaklaşımlarıve kendisine dair ortaya koyduğu ka-rarlar temelinde yeni süreci tanımlama,kararlaştırma, planlama ve ilan etmesüreci ortaya çıktı. Sürecin artık eskisigibi devam ettirilmesinin herhangi birfaydasının olmayacağı, oyalamanın,hilenin sürdürüldüğü, AKP’nin sorunlaraciddi yaklaşım içinde olmadığı, dolayı-sıyla bir çözüm gücüne, iradesine sahipbulunmadığı yönünde görüşler Önder-liğe iletildi. Her ne kadar yönetim olarakverdiğimiz karar karşısında belli birpanik havası, tedirginlik yaşamış olsada, hükümet tarafından bundan öteciddi, dürüst, siyasi çözüm içeren biryaklaşım göstermedi. Genelkurmay Xa-kurkê, Xinerê alanlarına dönük kapsamlıbir hava saldırısı yaparak bu tutumu-muza cevap verdi. Hükümet, BDP ilegörüşmeler içine girip o hile ve oyalamataktiklerini çok daha basit biçimlerdesürdürmeye çalıştı. Önder Apo’nunmektubuna ciddi bir cevap verilmedi.Bunun üzerine 31 Mayıs’tan itibarenÖnder Apo tek yanlı olarak Hareketimizinyürüttüğü Kürt sorununa barışçıl ve si-yasi çözüm stratejisinin sonuç almadı-ğını, bu nedenle üçüncü dönemde oy-namak istediği arabulucu rolünden ken-disini çektiğini açıkladı. Böyle bir durumüzerine de tabi istekte bulunduğumuz,temsiliyetini ve kefaletini kabul ettiğimiz,çözüm üretsin diye istekte bulunduğu-

muz Önder Apo on yedi yıldır yürüt-mekte olduğu çabaların sonuç verme-diğini, “Bir muhatap arıyorum” diyerek17 Mart 1993’te başlattığı tek yanlı Kürtsorununa barışçıl siyasi çözüm bulmaçalışmalarından 31 Mayıs 2010 itibariyle“Aradığım muhatabı bulamadım” diyerekçekilmesi gerçekleşti.

Yeni bir stratejik mücadele sürecine girilmiştir

Kürt Halk Önderinin demokratik çö-zümde aldığı inisiyatiften çekildiğini açık-laması üzerine Kürt Özgürlük Hareketiadına genel yönetim daha önce yaptığıtoplantılarda tartışıp kararlaştırdığı stra-tejik yaklaşım çerçevesinde 1 Haziran’dayeni bir stratejik mücadele sürecine gi-rildiğini açıkladı. Artık Türkiye yönetimininciddi, tutarlı, çözümleyici yaklaşmamasıkarşısında tek yanlı olarak Kürt sorununabarışçıl siyasi çözüm arama çabalarıylayetinmeyeceğini ortaya koydu. Bu açık-lamalarında Önder Apo öncülüğündegelişebilecek Kürt sorununa barışçıl si-yasi çözüm arayışlarına her zaman açıkolduğunu ve destek vereceğini beyanetmekle birlikte, eğer Kürt sorunuylailgili taraflar böyle bir süreci kabul et-mezlerse artık Hareketimizin de bütünideolojik, siyasi, örgütsel ve askeri ça-lışmalarını yalnız başına Kürt sorunununbarışçıl ve siyasi çözümüne bağlı kıl-mayacağını, Kürt halkının varlığını ko-ruma ve özgürlüğünü sağlama müca-delesini halkın özgücüyle öz savunma-sını geliştirerek, savunma kuvvetlerininaktif savunma savaşı ve halk serhıldanınıharekete geçirerek sağlamayı esas ala-cağını da duyurdu.

Bu yeni süreç Hareketimizin şimdiyekadar yürüttüğü özgürlük mücadelesinindördüncü stratejik dönemi oluyor. ÖnderApo daha önceki üç stratejik döneminözelliklerini ve sonuçlarını birçok keztanımladı, analiz etti. Öte yandan 1993Mart’ından itibaren başlayan üçüncüstratejik dönemde yaşanan komplolarıve dönemin başarısını engelleyen, dö-nemi boşa çıkartan saldırıları da dörtdöneme ayırarak ayrıntılı bir biçimdedeğerlendirdi.

Mücadele tarihimizin geçmiş dönem-leri biliniyor. Birinci stratejik mücadeledönemimiz partileşme dönemimiz olu-yor. 1973–83 arasındaki on yıllık mü-cadele sürecini kapsıyor. Bu Önderlikseldoğuş dönemi olarak da adlandırılabilir.Dönemin temel özelliği Önderliksel do-

ğuşun ve partileşmenin gerçekleştiril-mesidir. Böyle bir mücadele sürecineÖnder Apo’nun deyimiyle “sıfırdan baş-lanarak” girilmiştir. Kürt bilgesi MusaAnter’in deyimiyle ise “sıfırın altında,eksilerden başlanarak” girilmiştir. Her-hangi bir güç, imkân ve hazırlıkla böylebir süreç başlamamıştır. Her şey Ön-derlik çabaları ve Önderlik etrafındanoluşup gelişen örgütlü çabalar, büyükbir cesaret ve fedakârlıkla yürüttüğümücadele içinde yaratılmıştır. Sonuçtaçok zorluklarla da olsa, içinde bazı hatave eksiklikleri de barındırsa, partileşmesüreci başarıyla tamamlanmıştır.PKK’nin Kürt halkının özgürlük ve de-mokrasi davasını başarıya götürmeküzere yeni bir direniş hareketini baş-latma, böyle bir direniş mücadelesindehalka öncülük edecek bir güç olmagerçeği ortaya çıkmıştır. Partileşme;teorisiyle, ideolojik ilkeleriyle, siyasîprogramıyla, stratejisiyle, Hilvan ve Si-verek direnişi etrafında gelişen taktiğive eylemiyle gerçekleşmiştir. Aynı za-manda 1980’lerin başında hem zindandireniş gerçeğinde, hem de yurt dışımücadelesinde sınanarak, denenerek,her koşulda halkın özgürlük ve demok-rasi davasını yürütmeye muktedir olduğukonusunda parti hareketimiz sınavdangeçmiştir. Bu sınavı zindanda ideolojikzafer kazanma temelinde, yurt dışı ça-lışmalarında ise yeni bir süreci hazırla-yacak kadar kapsamlı ve örgütlü birçalışma yürütme temelinde başarıylavermiştir. Hilvan- Siverek direnişiylehalkı yeni bir özgürlük direnişine, isya-nına çekmeyi başlatan, zindan direni-şinde ve yurt dışı sınavından başarıylageçen bir hareket olarak doğuşunu,öncü bir hareket olma gerçeğini, gücünüortaya çıkarmış, sağlamıştır.

Ulusal diriliş devrimi gerçekleştirilmiştir

İkinci stratejik mücadele dönemi1984-93 arasındaki ikinci on yıllık süreçolarak Önder Apo tarafından tanımlandı.Bu sürecin temel karakterinin de geril-lalaşma olduğunu biliyoruz. Halk Sa-vunma Kuvvetleri’nin oluşma dönemidir.Her türlü örgütlülüğü, savunma gücüdağıtılarak, ezilerek, tasfiye edilereksoykırım sürecine alınmış olan, inkâredilip, imha edilmeye çalışılan Kürt hal-kının var olma ve özgür yaşama hakkınısavunmak üzere bir direnme kuvvetinin,sömürgeciliğe karşı koyma kuvvetinin,

savunma kuvvetinin oluşma dönemioluyor. Bu dönemin de 15 Ağustos1984 Büyük Atılımı temelinde geliştiğinibiliyoruz. Birinci stratejik mücadele dö-nemine göre bu ikinci mücadele döne-mine giriş daha fazla imkân dahilinde,daha ciddi hazırlıklarla gerçekleşiyor.Böyle bir sürece sıfırdan başlama yoktur.Lübnan-Filistin sahasında Önder Apoöncülüğünde yürütülen yoğun bir eğitim,toparlanma, örgütlenme çalışmaları te-melinde yaratılan öncü gerilla çekirde-ğinin önderliğinde yürütülen, başlatılan,geliştirilen bir mücadele süreci oluyor.Birinci stratejik mücadele dönemiylekarşılaştırılınca tabi böyle bir gücünvarlığı, hele hele Kürdistan gerçeğindedeğerlendirildiğinde ciddi bir gelişmeyiifade etmektedir. Çünkü bütün direnmeodakları ezilmiş, tasfiye edilmiş, imhaaltına alınmış bir toplum gerçeğindeböyle bir direnme gücü, öncü güç ortayaçıkıyor. Parti militanlığı böyle bir direnişbaşlatacak güç ve kudrete ulaşmış olu-yor. Gerçek anlamda bir gerilla ordu-laşması, askeri güç açısından değer-lendirildiğinde ise büyük bir güç ifadeetmeyen, bir avuç denebilecek, ancakyüksek amaç bağlılığı, özgürlük inancıtemelinde hareket eden, ideolojik, siyasigücü fazla olan bir karaktere sahiptir.İlk başlarda pratik, askeri gücü ise çokzayıf, sınırlı konumda bulunan bir güçkonumundadır. Bütün bunlara rağmenKürdistan tarihini tersine çevirebilecek,Kürt milâdını yaratabilecek bir direnişinortaya çıkarılmasını bu güç sağlamıştır.

Büyük zorluklar altında 12 Eylülfaşist askeri rejimi gibi çok milliyetçi,faşist, soykırımcı bir saldırganlığa karşıyüksek bir kurtuluş inancı, özgürlükinancı ve iradesiyle parti militan yapısıdirenmiş, 12 Eylül karanlığını zindandirenişinin aydınlatıcılığı temelinde yır-tarak dağda önemli bir siyasi, askerigüce dönüştürmeyi başarmıştır. Bu te-melde geliştirilen askeri siyasi müca-deleyle 1990’ların başında yaşananulusal diriliş devrimini gerçekleştirerekbir yönüyle başarıya ulaşmış, sonuçvermiştir. Her ne kadar gerilla hareketininiçinden çıkan, kendini Önderlik ve partiyerine koymaya çalışan çete eğilimleritarafından yozlaştırılmaya, saptırılmaya,kendi gerçeğinden, parti öncülüğünden,önderlik çizgisinden uzaklaştırılmayaçalışılmışsa da, sonuçta Mahsum Kork-maz Akademisi temelinde ÖnderApo’nun yürüttüğü yoğun ideolojik veaskeri çalışmalar sonucunda bu türsapkın eğilimler bertaraf edilerek geril-lanın başarıyla yürüyüşü sağlanmıştır.Her ne kadar bu tür eğilimler birçokhataya, eksikliğe yol açarak zarar vericiolmuşlarsa da yine de önderlik çizgisininhakimiyeti sağlanmış ve gerilla ‘90’larınbaşında halk serhıldanını ortaya çıkar-tarak Kürdistan tarihinde önemli bir ge-lişmeye yol açan ulusal diriliş devrimininyaşanmasını sağlamıştır.

Bu süreçte parti öncülüğünün ya-nında, ona bağlı olarak gerilla güçlerininoluşması, halk savunma gücünün ya-ratılması sağlanmış, bunların birlikteyürüttüğü mücadelenin sonunda ‘90’la-rın başında halk direniş cephesi ulusaldiriliş devrimi çerçevesinde ortaya çık-mıştır. Ulusal kurtuluş cephesi olaraktanımladığımız, adlandırdığımız halkdireniş cephesi de bir halk duruşu,mücadelesi, talebi olarak ortaya çık-mıştır. Bunlar 1980’lerin çok yoğun,çatışmalı, zor koşullarında, Kürdistangibi bölünüp parçalanmış ve soykırım

altına alınmış bir ülkede yaratılmış ol-ması itibariyle tabi çok ciddiye alınmasıgereken, tarihsel öneme sahip geliş-melerdir. Bu ulusal kurtuluş cephesianlayışı geçmiş dönem paradigmasınıniktidar genlerini taşısa da Kürt halkıiçinde siyasal, toplumsal, kültürel veörgütsel alanda önemli gelişmeler yada bu gelişmelere yol açacak bir po-tansiyeli de ortaya çıkarmıştır.

Öngörülen Kürt sorununun siyasiçözümü gerçekleştirilememiştir

İkinci stratejik mücadele dönemininönemli bir stratejik hedefinin de silahlıdireniş temelinde Kürt sorununun siyasiçözümünü gerçekleştirmek olduğunubiliyoruz. Bu da bir stratejik duruşturve siyasal bir hedefi vardır. İfade ettiğimiztemel tarihsel gelişmelere rağmen ve‘90’ların başında ulusal diriliş devrimidiye tanımladığımız, Kürdistan için çokönemli olan devrimin gerçekleşmiş ol-masına rağmen, 1990–92 gibi stratejikgelişme sağlamamız gereken bir süreçteöngörülen Kürt sorununun siyasi çö-zümü gerçekleştirilememiştir. Bundakuşkusuz dünyadaki gelişmelerin önemlibir payı vardır. Ulusal kurtuluş hare-ketlerinin temel dayanağı olan iki kutupludünya sistemi dağılıp, çözülüp, tasfiyeolmuştur. Böylece 1917 Ekim Devrimi’ylebaşlayan ve uluslararası alanda önemlidayanaklara sahip olan ulusal kurtuluşhareketleri süreci sona ermiştir. Diğeryandan Türkiye’deki gelişmeler de bustratejik sonuç üzerinde elbette etkilidir.Çünkü silahlı direniş temelinde Kürtsorununun siyasi çözümünü gerçek-leştirmenin önemli bir stratejik dayana-ğının Türkiye’de Kürt sorununun siyasiçözümünü kabul edecek demokrasiyeduyarlı, demokrasiye açık bir devlet veiktidar sisteminin ortaya çıkarılması ol-duğunu söylemek gerekmektedir. Tür-kiye’de halkın demokratik iktidarına ula-şılmadan, silahlı direnişle Kürt sorunu-nun siyasi çözümünü gerçekleştirmekkolay değildi. Türkiye’de yaşanan dabu olmuştur.

Kürt siyasi çözümüne duyarlı bir ik-tidar gücü, demokratik halk gücününyaratılması bir yana, şoven, faşist, mil-liyetçi iktidarlar peş peşe gelişmiş,PKK’nin yürüttüğü Kürt ulusal demo-kratik hareketine karşı sömürgeci sistemMilli Cephe çerçevesinde bir duruşgösterir hale gelmiştir. Hem Türkiye’dekibu durum hem de uluslararası alandakigelişmelerin ‘90’ların başında Kürt so-rununun siyasi çözümünün gerçekleş-tirilememesi üzerinde önemli etkilerivardır. Bunun yanında gerilla direnişininzayıflıkları, gerillada parti öncülüğününzayıf kalması, her ne kadar belli birgerilla gücü ve halk serhıldanı olsada, bunların Kürt sorununu yalnız ba-şına çözme gücüne sahip olmaması‘91-92’de gündeme giren Kürt sorunu-nun siyasi çözümünün gerçekleşmesiniengellemiştir. Yüz yıllık Sovyet dene-yimi, bu deneyimin yaşadığı yetersiz-likler ve bunun ulusal kurtuluş hare-ketlerine yansıyan olumsuzlukları ÖnderApo tarafından Dördüncü Kongredenbaşlayarak değerlendirme konusu ya-pılmıştır. Sistem karşısında daha etkilinasıl mücadele verilebilir, sistemin sal-dırıları nasıl boşa çıkarılır konusundaideolojik, teorik yoğunlaşmalarını art-tırmış, bu temelde yeni siyasal yakla-şımlarla sosyalizmin eksikliklerinden

Serxwebûn Sayfa 20Haziran 2010

DÖRDÜNCÜ STRATEJİK MÜCADELE DÖNEMİVARLIĞINI KORUMA VE ÖZGÜRLÜĞÜNÜ SAĞLAMA DÖNEMİDİR

Page 21: SERXWEBÛN JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE Sal: 29 / Hejmar 342 / Hezîran 2010 Muğla’da yaşamını yitiren Kürt öğrenci Şer-zan Kurt’un yakınları

arındırılarak yeniden nasıl yükselen birideolojik güç ve özgür yaşam projesihaline getirileceği konusunda yeni si-yasal yaklaşımlara ihtiyaç olduğu so-nucuna varmıştır. Yine Kürt ÖzgürlükHareketi’ni geçmiş dönemin eksiklik-lerinden arındırarak nasıl daha etkilimücadele eder hale getiririm konusundada büyük bir yoğunlaşma temelindesiyasal ve pratik yaklaşımlar ortayakoyma çabası içinde olmuştur.

İşte bu süreç aynı zamanda yenibir stratejik değişimi gerekli kılmış, Ön-der Apo 17 Mart 1993 tarihinde ilanettiği birinci tek yanlı ateşkesle müca-dele tarihimizin üçüncü stratejik döne-mini başlatmıştır. Burada bir daha vur-gulamalıyız ki bu süreç daha az mü-cadele etme, mücadeleden geriye çe-kilme, mücadele tarz, tempo ve yönte-mini Sovyetlerin dağılmasından sonrabirçok sosyalist eğilimin yaptığı gibisistem içine çekme ve sistemle uzlaşmaanlamına gelmemektedir.

Üçüncü dönem Kürt sorununa barışçıl siyasi çözüm arama süreci oluyor

Önder Apo, üçüncü stratejik müca-dele döneminin 1993 Martı’ndan 2003başına kadar süren dönemini ifade et-tiğini, fakat AKP’nin yarattığı beklentilersonucunda 2010 baharına kadar uza-tıldığını tanımlamaktadır. Aynı zamandabu üçüncü stratejik mücadele süreciKürt sorununa barışçıl siyasi çözümarama, Kürt sorununu demokratik siyasimücadele yöntemleriyle çözüme ka-vuşturma süreci oluyor. Önder Apobunu çözüm ve tasfiye süreci olaraktanımladı. Çözümle ifade edilen, Ha-reketimiz’in 17 Mart ‘93 ateşkesiylebaşlattığı Kürt sorununa barışçıl siyasiçözüm arayışıdır. Önderliğimiz silahlımücadelenin Kürt sorununun ne oldu-ğunu ortaya çıkardığını ve çözümünügündeme getirdiğini söyleyerek artıkKürt sorununun siyasi çözümünü siyasidiyalog ve müzakere yöntemiyle ger-çekleştirmek üzere demokratik siyasimücadele stratejisini esas alan bir stra-tejik yaklaşımı ortaya koymuştur. Fakatbiliniyor, bu sürece bir karışıklık içindegirilmiş ve süreç çok sağlıklı bir biçimdeyürütülememiştir. Özellikle devlete hâkimolan çeteciliğin; Demirel, Çiller, Ağar,Güreş çete yönetiminin baskıları so-nucunda 17 Mart ‘93’te başlatılan ateş-kes uzun süreli kılınamamıştır. Ateşkesdurumu korunamamış, süreç devam

ettirilememiştir. Bu noktada ÖnderApo’nun son görüşme notunda özelsavaş lobisi olarak tanımladığı, dahaönceleri derin devlet olarak ifade edilen,kontrgerilla olarak tanımlanan gücün,bu dönem açısından çete yönetimi ola-rak tanımladığımız yönetimin saboteedici yaklaşımları esas olmuştur. Bunuiyi ve net olarak anlamamız lazım. Bunoktada hatalar oluyor. Sanki süreciPKK sabote etmiş gibi bir tutum ortayakonuyor. Başta Bingöl Olayı olmaküzere bazı çatışmalar buna neden ola-rak gösteriliyor. Nasıl yaratıldığı bilebelli olmayan bu olayların aslında çeteyönetiminin provokatif yöntemleri so-nucunda ortaya çıktığı, süreci saboteetmek için yaratıldığı açıktır. Bu ba-kımdan esas olan savaş lobisinin sürecisabote etmesidir. Bu lobinin Kürt soru-nuna siyasi çözüm arayışına fırsat veimkân vermemesidir. Devlet içinde Kürtsorununa siyasi yaklaşım göstermeeğiliminde olan Özal kliği de bu kesimlertarafından tasfiye edilmiştir.

Bütün bunlara rağmen ateşkesin ko-runup devam ettirilememesinde elbetteHareketimiz içindeki çeteciliğin ve erkeniktidar hastalığı olarak diye tanımlananeğilimlerin Önderlik gerçeği ve partiçizgimiz üzerindeki baskıları da bellibir rol oynamıştır. Fakat esas etkeninözel savaş lobisi olduğu ve ateşkesinuzun süre devam etmesini bu gücünengellediği ve dolayısıyla Kürt sorununasiyasi yaklaşımı ve siyasi çözüm ara-yışını bu temelde ortadan kaldırdığıtartışmasızdır. Sonuçta ateşkes uzunsüreli kılınamamış, dolayısıyla yeni stra-tejik süreç ayrıntılı teorik tahlile, analizetabi tutulamamış, örgüte, kadroya özüm-setilememiş, genel örgüt kararı halinegetirilememiştir. PKK böyle bir güçhaline gelmeden çeteci saldırılarla imhave tasfiye edilmesi öngörülmüştür. Do-layısıyla üçüncü dönem dediğimiz stra-tejik sürecin yürütülmesi ve yönetilme-sinde baştan itibaren ciddi zorluklar or-taya çıkıp yaşanmıştır. Birinci ve ikincistratejik mücadele dönemlerine göreüçüncü stratejik mücadele sürecine bü-yük güç ve imkân çerçevesinde -ki ozaman parti öncülüğü vardır, büyük birgerilla gücü vardır, toplumsal diriliş dev-riminin gücü vardır, halk serhıldanınıngücü vardır- girilmiştir. Fakat bunlar varolsa da, esas olarak sürecin baştan iti-baren yeterince tanımlanıp örgüte maledilmesini, dolayısıyla örgütün yeni birstratejiyi anlayarak o temelde mücadeleeder hale gelmesini sağlatmanın imkânı,

fırsatı, zemini bulunamamıştır. Ateşkesinsürdürülememesi, devlet içindeki savaşlobisinin bu süreci sabote ederek yenibir çatışma sürecini dayatması Önder-liğimizin böyle bir çalışma yapmasını,Hareketimizin yeni stratejik sürece bi-linçli, örgütlü bir biçimde girmesini vesüreci bu temelde yürütmesini engel-lemiştir. Bu durum gittikçe daha kar-maşık bir gelişme sürecinin yaşanma-sına yol açmıştır. Bütün saldırılara rağ-men Hareketimiz Önder Apo’nun yö-netimi altında Kürt sorununa diyalogtemelinde barışçıl siyasi çözüm aramatutumundan, demokratik siyasi müca-dele stratejisini hayata geçirme, bu te-melde örgütü yeniden yapılandırma ça-basından vazgeçmemiştir.

‘95 yılı Aralık’ında ikinci tek yanlıateşkes ilan edilmiş, bu temelde yenidensüreç geliştirilmek istenmiştir. Bu, sonuçvermeyince 1 Eylül 1998’de üçüncü tekyanlı ateşkes ilan edilmiş, süreç bu te-melde geliştirilmek istenmiştir. Uluslar-arası komplonun zorlamaları karşısındaÖnder Apo’nun Avrupa’ya çıkışı gerçek-leşmiş ve Kürt sorununun siyasi çözümüiçin 8 maddelik somut program sun-muştur. Bütün bu makul çabalara rağmenolumlu tutum gösterilmemiş, tersine ulus-lararası komplo saldırısını sürdürüp Ön-derliğimizi esaret altına almıştır. Ulus-lararası komplocuların Hareketimiz’i butemelde imha ve tasfiye etme çabalarınarağmen Önderliğimiz ve Hareketimizİmralı sürecinde de uluslararası komployakarşı mücadeleyi Kürt sorununa barışçılsiyasi çözüm çizgisinde geliştirmede ıs-rarlı olmuştur. Bunun için de stratejiksürecin daha kapsamlı analizini bu dö-nemde gerçekleştirmiş, paradigma de-ğişimi temelinde ideolojik, felsefik, siyasiçizgi yenilenmesi ve demokratik konfe-deralizm örgütlenmesine dayanan de-mokratik özerklik programını ortaya koy-muştur. Bunları hayata geçirmenin temelduruşu olarak meşru savunma duruşuve çizgisini tanımlayarak, Hareketimizibunlar temelinde yeniden yapılandırıpörgütleyerek, Kürt sorununa barışçılsiyasi çözüm arayışını teorik, ideolojik,siyasi temellerine ve örgüt yapısına ka-vuşturmayı başarmıştır. PKK’yi Kürt so-rununun siyasi çözümünü yürütecek birörgüt haline getirmiştir. Bu süreçte de-mokratik siyasi mücadeleyi halk serhıl-danları temelinde sürekli kılarak, 1 Ekim2006 tarihinde beşinci tek yanlı ateşkesiilan ederek, 2000 yılından 2010 yılınakadar geçen süreç içerisinde onlarcaçözüm deklarasyonu ortaya koyarak ve

gerillayı esas itibariyle tüm bu süreçiçinde pasif savunma konumunda tutarak,Kürt sorununun siyasi diyalog ve müza-kere yöntemiyle barışçıl ve siyasi temeldeçözülmesi için her türlü çabayı harcamışve tutarlı bir yaklaşım içinde olmuştur.

Önder Apo’nun imhası ve PKK’nintasfiyesi planlanmıştı

Buna karşı imha ve inkâr sisteminintutumu her fırsatta imha ve tasfiyeyigerçekleştirmek olmuştur. İmha ve tas-fiye amaçlı saldırılar 17 yılı kapsayanbu uzun süre içinde sadece PKK’yihedeflememiştir; Kürt sorununa siyasiyaklaşım gösterme eğiliminde olan her-kesin imhasını ve tasfiyesini hedefle-miştir. PKK’ye yönelik bu süreç içeri-sinde ‘92’den ‘98’e kadar topyekûn sa-vaş konseptiyle saldırılmış, 9 Ekim‘98’den itibaren de uluslararası komplosaldırısı planlanarak bu saldırı yürü-tülmüş, 23 Ağustos 2005 tarihinde ye-niden topyekûn mücadele konseptidevreye konarak saldırıya geçilmiştir.Tüm bu planlı, örgütlü ve uluslararasıboyutu olan imha ve tasfiye amaçlısaldırılarla aslında Önder Apo imha,PKK tasfiye edilmek istenmiştir. Bu dö-nemlerde yaşanan saldırılar da çokşiddetli olmuş, büyük çatışmalar ya-şanmıştır. ‘92–98 yılları arasındaki yediyıllık süre içinde Kürt halk tarihinin enkapsamlı savaşının yaşanmış olduğutartışmasızdır. PKK on binden fazlaşehit vererek, bütün imkânını, gücünü,Kürt halkının tüm değerlerini seferberederek bu topyekûn savaş konseptitemelindeki saldırının imha ve tasfiyehedeflerini başarısız kılmıştır.

Daha sonraki uluslararası komplodiye tanımladığımız saldırganlığın vah-şiliği ise herkes tarafından çok iyi biliniyor.Bu saldırının uluslararası boyutlarınınçok daha kapsamlı olduğu, küresel ser-maye tarafından örgütlendirilip yönetildiği,stratejik olarak Önder Apo’nun imhasıve PKK’nin tasfiyesini hedeflediği, bunadayanarak inkâr ve imha sistemini ba-şarıya götürmek istediği tartışmasızdır.Kürt sorunuyla ilgili ilgisiz, mücadeleninşu veya bu biçimde ilişkilendiği her alanharekete geçirilerek bu uluslararası kom-plo dediğimiz saldırganlık yürütülmüştür.Buna karşı da Önder Apo’nun çok du-yarlı, dikkatli yaklaşım tarzı, Hareketi-miz’in ve halkımızın “Güneşimizi Ka-rartamazsınız” şiarı etrafında geliştirdiğifedai direnişçilik uluslararası komplonunimha amacını boşa çıkartan, tasfiye he-deflerini de adım adım başarısız kılanbir sonucu yaratmıştır. Fakat bu kutsaldireniş çok zahmetli yürütüldü. Bu dö-nemde neredeyse imhanın eşiğindendönüldü. Klasik yaklaşımlarla ve sıradantutumlarla önlenemeyecek imha durum-ları Önderliğimizin yüksek duyarlılığı vetarzı sayesinde, yine fedai çizgisindekidireniş temelinde boşa çıkartılıp komplobaşarısız kılınmıştır.

2005 topyekûn mücadele konseptitemelindeki saldırganlığı da Hareketimizbir yandan gerillanın zaman zaman düşükyoğunluklu savunma konumuna geçme-siyle, esas olarak da halkın, başta gençlerve kadınlar olmak üzere şehitler vererekgeliştirdiği kahramanca direniş sayesindezorluklarla da olsa, imhanın eşiğindende dönülse, ciddi kayıplar da verilse busaldırıların başarısız kılınması, boşa çı-karılması sağlanmıştır.

PKK’yi tasfiye edemeyeceğini, böylebir çabanın ciddi sorunlarla, zorluklarlakarşılaşacağını baştan itibaren bilenözel savaş lobisi sadece PKK’yi değil,Kürt sorununa siyasi eğilim gösterentüm güçleri hedef olarak belirlemiştir.Kürdistanlı siyasal güçler yanında Türkiyetoplumu ve devleti içinde kendileri içinengel gördükleri çevreler de bu saldırının

hedefi olmuşlardır. Hatta uluslararasıalanda da hedefledikleri sistem içi siyasigüçler de olmuştur. Bütün bunları hain,terörist ilan ederek her türlü özel savaşyöntemiyle karşı saldırı yürütmüştür.Sonuçta şunu görüyoruz: Kürt sorunununçözümüne, Kürt sorununa siyasi birsorun olarak yaklaşma eğilimi gösterenve giderek böyle bir çözüm arama du-rumuna gelen tüm güçler bu dönemdekisaldırılarla tasfiye edilmiştir. Önder Apobu saldırıları komplolar olarak tanımlıyor.Stratejik sürecin başlangıç dönemindesürecin başlamasına vesile olan Özalkliği, imha yöntemleri de kullanılaraktasfiye edilmiştir. Başta Cumhurbaşkanıolmak üzere MİT sorumluları ve Jan-darma Genel Komutanı’na kadar birçoküst düzey devlet yetkilisi katledilerek buimha ve tasfiye gerçekleştirilmiştir. Butasfiyeler öyle basit, sadece görevdenuzaklaştırma, iktidar değişikliği ortayaçıkarma gibi yöntemlerle olmamıştır.Çok kanlı katliamlarla gerçekleştirilmiştir.Kürt sorununa siyasal yaklaşım göster-mek imhayla karşılık bulur ilkesi sadecesolculara, yurtseverlere, Kürtlere uygu-lanmamıştır. Devletin en üst yöneticisinebile uygulanmıştır. Cumhurbaşkanı Özalsadece bu nedenle ibretlik olarak katle-dilmiştir. Stratejik sürecin ortalarında so-runa siyasi eğilim gösteren Erbakankliği de tasfiye edilmiştir. Önderlik, Suriyeyönetimi üzerinden birkaç kez mektu-plaştığını, Erbakan’ın siyasi yaklaşımınakarşı baştan itibaren olumlu yaklaşımgösterdiğini ifade ediyor. Fakat Erbakanhareketinin başına neler getirildiği orta-dadır. Kürt sorununa siyasi yaklaşımgöstermeye açık olanlar ölümden ölümbeğenir hale getirilirken, Refah Partisiörneğinde olduğu gibi içinden AKP gibibir tasfiye hareketi çıkartılmıştır. AKPgibi imha ve inkâr sistemini her türlüoyun ve hileye başvurma temelinde sür-düren bir özel savaş partisi yaratılmıştır.Bunlar kendi yönetimine karşı darbeyapan, ihanet eden bir duruma düşü-rülmüştür. Ecevit kliği de aynı güçler ta-rafından tasfiye edilmiştir. Önder Apo,uluslararası komplo sürecini yürüten,ondan sorumlu olan Ecevit yönetimininde Kürt sorununa siyasi kapı açmakeğiliminde olduğunu ifade ediyor. Fakatbilindiği gibi o da ekonomik kriz çıkartı-larak ve siyasi komplolar yapılarak tasfiyeedilmiştir. Ecevit’in ölümü bile burayabağlanıyor. Şimdi Ergenekon davasındaEcevit’e dönük saldırılar ve nasıl öldü-rüldüğü tartışılıyor. Bütün bu sürecinsonunda AKP iktidara getirilmiştir.

AKP Kürt Özgürlük Hareketini en iyi ben ezerim demektedir

AKP, 8 yıl boyunca bir yandan büyükumutlar, beklentiler yaratarak, bir yan-dan sürekli siyasi yaklaşım gösteripçözecekmiş gibi bir eğilimi canlı tutarak,fakat özünde ise özel savaş lobisiyleanlaşıp çözümü değil, tasfiyeyi ger-çekleştiren bir rol oynayarak bu süreciidare etmiştir. Sonuç itibariyle AKPTürkiye’de Kürt sorununun çözümüiçin ortaya çıkan imkânları kendini ik-tidarda tutma doğrultusunda kullanmışve tüketmiştir.

AKP’nin süreç içerisindeki yürüyüşüdalgalıdır. AKP iktidara geldiği süreçgerillaların sınır dışına çıktığı ve Türki-ye’nin rahatladığı bir dönemdir. Türkdevleti Kürt Özgürlük Hareketi’nin barışve çözüm çağrılarının bir zayıflık olarakdeğerlendirildiği ve bu sorunu ortadankaldırdığını düşündüğü dönemde iktidarolmuştur. Bu nedenle iktidara geldiğinde“düşünmezseniz böyle bir sorun dayoktur” yaklaşımı içinde olmuştur. Ancakbütün uyarılara rağmen AKP bir çözümpolitikası ortaya koymayınca 1 HaziranHamlesi gerçekleşmiştir. AKP Kürt so-

Sayfa 21 SerxwebûnHaziran 2010

Page 22: SERXWEBÛN JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE Sal: 29 / Hejmar 342 / Hezîran 2010 Muğla’da yaşamını yitiren Kürt öğrenci Şer-zan Kurt’un yakınları

runuyla sıcak biçimde karşı karşıyagelmiştir. Bu durum karşısında ilk ön-celeri Kürt sorununa ilişkin ciddi açık-lamalar yapmışlardır. Ancak bir çözümpolitikası ve iradesi olmadığından hemKürt Özgürlük Hareketi’ni hem devletioyalayan bir politika izlemeyi esas al-mıştır. Kendi iktidarını esas alan, çokçıkarcı, pragmatist bir çizgide olmasınedeniyle hangi tarafın ağır bastığınıgözleyerek, ağır basan taraftan yanaolan bir politik tarz tutturtmuştur. Özellikle2005 güzünden itibaren Şemdinli’deUmut Kitapevi’nin bombalanması ola-yıyla başlayan süreç sonrasında Ge-

nelkurmayla Kürt sorununun tasfiyeedilmesi noktasında anlaşmaya, uzlaş-maya varmıştır. Zaman zaman bu uz-laşmalar çeşitli üst yönetim görüşme-leriyle yenilenerek günümüze kadargelmiştir. AKP böylece bir hile yönetimi,oyun yönetimi olarak sözde siyasi çö-zümü gerçekleştirmeye açık, Türkiye’nindemokratikleşmesinden yana kendinigösterip, özde ise faşist oligarşik yö-netimi devam ettiren, Kürt sorunununsiyasi çözüm zeminini imha ve tasfiyeetmeyi öngören bir politikanın ve pratiğinsahibi olmuştur.

Ancak gerçek yüzü açığa çıkıp KürtÖzgürlük Hareketi, sol demokratik güçlertavır alacak gibi bir eğilim gösterincebu sefer demokrasiden, Kürt sorunununçözümünden, açılımlardan söz etmiştir.Pozisyonunu bu temelde düzelttiktensonra yine siyasi çözümün değil, de-mokratik siyasetin ve Kürt sorunununsiyasi çözüm zemininin tasfiye hareketiolarak rol oynamıştır. Çünkü iktidarını“Kürt Özgürlük Hareketi’ni en iyi benezerim” temelinde sürdürmeyi bir politikstrateji haline getirmiştir. Bu temeldede siyasi çözümün değil, demokratiksiyasetin ve Kürt Özgürlük Hareketi’nitasfiye etmenin yönetimi olmuştur.

29 Mart 2009 yerel seçimlerindensonraki gelişen süreçte Hareketimiz veÖnderliğimiz demokratik çözüm için yo-ğun bir çaba göstermiştir. Yerel seçimsonuçlarının oluşturduğu siyasi zeminininKürt sorununun siyasi çözümüne dö-nüşmesi için 13 Nisandan itibaren tekyanlı çatışmasızlık süreci ilan etmiştir.Bu temelde Önder Apo yol haritası ha-zırlayarak, barış gruplarının Türkiye’yegitmesini sağlayarak sürecin önünü aç-maya, süreci pratikte işler hale getirmeyeçalışmıştır. Ancak gerçekler göstermiştirki, AKP’de gerçekten de çözüm yakla-şımı yoktur. Sadece Hareketimizin de-mokratik çözüm konusunda ortaya koy-duğu inisiyatif karşısında AKP sıkışıncasahte bir açılım sözü tutturmuştur. AncakÖnder Apo tarafından çözüm programısunulunca ve barış grupları gönderilincede Başbakan Tayyip Erdoğan “silbaştanyaparız” diyerek bütün siyasi çözüm vedemokratik çözüme ilişkin yaklaşımlarıbir tarafa atıp açıktan yürütülen yeni birtasfiye saldırısını gündeme getirmiştir.17 Kasım 2009’da Önder Apo’nun yerinideğiştirerek İmralı baskı ve işkence sis-temini daha da ağır hale getirmiştir. Ön-der Apo tarafından bu 17 Kasım Darbesiolarak, kendisinin ölüm kuyusuna ko-nulması olarak değerlendirilmiştir. 11Aralıkta Kürt sorununun siyasi çözümzemini olan DTP kapatılmış, 24 Aralık’tada DTP’nin yöneticileri ve seçilmiş be-

lediye başkanları dahil yüzlerce Kürt si-yasetçisinin tutuklanma süreci geliştiril-miştir. Bu tutuklama sürecinin günü-müzdeki bilançosu 1500’ün üzerindesiyasetçinin tutuklu olmasıdır.

Tayyip Erdoğan şimdi İsrail zindan-larında Filistinlilerin tutuklu olduğunusöylüyor, yüzü kızarmadan Hamas’ınseçilmiş iktidar olduğunu belirtiyor.Peki, kendi yönetiminin, hem de sözdedemokratik açılımı yöneten kendi İçişleriBakanı’nın denetimindeki polisin tu-tukladığı Kürt siyasetçileri, belediyebaşkanları, parti yöneticileri, mahke-meyle görevden atılan milletvekilleri

halk tarafından seçilmiş değiller mi?Dikkat edilirse bunları hiç görmüyor,görmek bile istemiyor. Öyle ki kendisininyaptığının benzerini yapanları vahşi,soykırımcı, faşist, terörist ilan ediyor.Fakat bir dönüp aynaya bakmıyor. “Be-nim yaptığım nedir, ben ne durumda-yım” demiyor. Bakmasına gerek kal-mıyor, çünkü yaptığını çok iyi biliyorve bilinçli çarpıtıyor. Dolayısıyla 2009güzü geldiğinde 17 Kasım Darbesi’ylebirlikte artık AKP’nin gerçek yüzü açığaçıktı, bir imha ve tasfiye tutumu içindeolduğunu çok iyi bilince çıkardık.

Çözüm için Hareketimiz ve ÖnderApo bir kez daha şans tanıdı

Aslında üçüncü dönem belediye baş-kanları ve demokratik siyasetçilerin tu-tuklanmasıyla sona ermişti. Sürecin bunoktaya geldiğini Hareketimiz değer-lendirmişti. Hareketimiz ve Önder Apobir kez daha şans tanıdı. Binde birihtimal var ise onu da mutlaka değer-lendirelim biçiminde bir tutum gösterdi.Mart’tan itibaren üç-dört kez süreciuzattı, gereken uyarıları yaptı, çağrılardabulundu. Bütün bunlara karşı AKP’ninverdiği cevap oyalama, hile, oyun oldu.Demokratik Kürt siyasetini tutuklayıptasfiye etme çabası, İran’la ittifak, Suriyeile ittifak, Güney Kürdistan yönetiminibaskıyla yanına alma, Avrupa Birliği ileABD ile ittifak yapıp uluslararası alandaPKK’yi ve gerillayı kuşatıp boğma te-melinde bir politika izlemiştir. Genel-kurmay operasyonlarından, saldırıla-rından geri durmamıştır. Polis, demo-kratik siyaseti tutuklama yönünde hiçtereddüt etmeden, dünyanın hiçbir ye-rinde hiçbir örneği görülmeyecek dü-zeyde, hiçbir hukuki gerekçeye dayan-mayacak şekilde saldırılar yapmış, tu-tuklamalarda bulunmuştur.

Bütün bunlara rağmen yüzü kızar-madan halkın gözüne baka baka hertürlü yalan ve demagojik söylemde bu-lunan bir yönetim var. “İyi şeyler olacak,güzel şeyler olacak”, çocuk avutur gibi“sana yarın güzel şeyler vereceğim”deyip arkasından operasyonlar yapıp,insanları tutuklayan, çok lakayt, karşı-sındakini çocuk gibi gören, çok hakaretedici bir tutumun sahibi olmuştur. AKP’ninbu geçen dönemde yaptığını ne CHPyaptı, ne MHP yaptı, ne de Çiller yönetimiyaptı. Onlar bazı şeyler yaptılarsa açıktansöylediler yaptılar, karşıt oldular yaptılar.Sözleriyle yaptıkları birbiriyle biraz uyum-luydu. Şimdi öyle bir yönetim var ki, iki-yüzlü de değil, gerçekten on yüzlü dedenebilir. Bukalemun gibi her renge gi-rebiliyor. Hiçbir ilkesi yok, tek ilkesi ikti-

darda kalmak. Onun için liderini bilesatmış, babasını bile satmaya açık birgüç, bir kimlik ve kişilik var karşımızda.Bu gerçek açığa çıkarılmıştır. Elbisele-riyle, kravatlarıyla insan gibi görünen oAKP yöneticilerinde gerçekten hiçbirilke yoktur. Sadece koltuğa oturma ilkesivar. İmkânları elde tutma ve böylececebini şişirme, kendisini, ailesini, çev-resini zengin etme çabasından başkahiçbir amaçları yoktur.

Geçmişte izlediğimiz siyaset eleşti-riliyordu. Açıkça oyalama ve tasfiye po-litikaları bilinmesine rağmen niye bukadar müsamahalı ve yumuşak davra-

nılıyor, niye bu kadar fırsat tanınıyor,deniliyordu. Bunlar haklıydı. Ancak bizşu ilkeyle hareket ettik. Önder Apo’nunda bu ilkeyle hareket ettiğini düşündü-ğümüzü söyledik. Öyle olmalı ki, yenibir sürece girdiğimizde yeni bir şeyekarar verdiğimizde geriye dönüp geç-mişte olup bitenlere bakınca vay şunuyapmamışız, şu imkân varmış kullan-mamışız, şurada aceleci davranmışızdiyebileceğimiz, dolayısıyla geçmişi-mizden endişe duyabileceğimiz hiçbirşey kalmasın. Önder Apo ve ÖzgürlükHareketi’nin bu temelde, bu ilkeye uygundavrandığına inanıyoruz. Geçen süreçböyle bir süreç olmuştur. Şimdi geriyedönüp baktığımızda şunu net söyleye-biliyoruz: Kürt Özgürlük Hareketi soru-nunun barışçıl siyasi çözümü adına ya-pılabilecek şeylerin hepsini yapmış, ve-rilecek tavizlerin hepsini vermiş, gös-terilecek sabrın en fazlasını göstermiştir.Çözümleyici olmada takınılacak tutumunen ilerisi gösterilmiştir. Onlarca siyasiçözüm projesi ortaya sunarak artık su-nulabilecek hiçbir proje bırakılmamıştır.Bu bakımdan Kürt Özgürlük Hareketi’ninyapılabileceklerin hepsini yaptığına,gösterilebilecek her türlü çabayı gös-terdiğine, sabrın, müsamahanın, çö-zümleyici yaklaşımın en ilerisini ortayakoyduğuna, Kürt sorununun barışçıl çö-zümü için yapmadığı hiçbir şeyin kal-madığına inanıyoruz. Bu konuda Ha-reket ve Önderliğin net ve vicdanenhuzurlu olduğunu düşünüyoruz. Halkolarak netiz. Son derece rahatız. Hiçkimse PKK şu imkân vardı, şu fırsatvardı kullanmadı, değerlendirmedi di-yemez. Bunu söyleyenler yalan söyler,doğru söylemezler. Bunu söyleyenleryok mudur? Basında bir sürü çevrevar. Utanmadan hala Kürt ÖzgürlükHareketi ve Önder Apo’yu suçluyorlar.Onlar tarafgirdirler, dürüst değiller.PKK’nin yapmadı dedikleri, niye PKKteslim olup yok olmadı anlamına geliyor.Söyledikleri öz itibariyle odur. Onunötesinde her hangi bir barış, çözüm,demokrasi konusunda şunu yapma de-dikleri bir durum yoktur. Onun için öy-lelerinin sözlerini, eleştirilerini ciddiyealmak, eleştiri olarak görmemek lazım.Onlar bir soykırım kliğidirler. Niye soy-kırıma karşı PKK hala direniyor, niyehile, oyun bu kadar oynandı da etkiliolamadı onun telaşı, ahı vahı içindeler.İşin esası budur. Bu bakımdan geçmişedönük eksik davranıldığı, imkân ve fır-satların olup da değerlendirilmediği yö-nünde hiçbir ciddi ve tutarlı eleştirininolabileceğini düşünmüyoruz. Olsa olsaeleştiriler niye bu kadar sabredildi, niyebu kadar uzun sürece yayıldı, niye bu

kadar oyun, hile, hakaret vardı da bun-lara zamanında tavır alınmadı, doğrul-tusunda olabilir. Olursa, tarih ÖzgürlükHareketi’ni eleştirebilirse, geçen dönemeilişkin bu konuda eleştirebilir.

Hala tasfiye ederiz hesabı yapıyorlar

İkinci bir nokta da yetersiz ve zayıfkaldık. Bu da Kürt sorununun çözüm-süzlüğünde ısrar eden karşı tarafı et-kisizleştiremememizdir. Örneğin Kürtsorununun siyasi çözümünü gerçek-leştirecek bir demokratik siyasi hareketyaratamadık. Birçok çaba harcanma-sına rağmen Türkiye’de böyle bir siyasiiktidarın oluşmasını sağlayamadık. Buolsaydı Kürt sorununun siyasi çözümzemini gerçekleşebilirdi. Siyasi çözümeyaklaşım gösteren siyasi güçlerin tas-fiyesini önleyemedik. Bunda bizim desorumluluğumuz var. Önderlik bu ko-nuda özeleştiri verdi. “Özal’ın baştantutarlı olduğuna kani olmadım, şüpheyleyaklaştım, onun için gerekli tavrı er-kenden göstermedim” dedi. KuşkusuzÖnderlik hiçbir şeyi yapmadı da değil.Ateşkes ilan ederek bu olumlu yakla-şıma cevap olmak istemiştir. Buna rağ-men geçmişteki yetersizliklerimizi ortayakoyabiliriz. Zaten Önderlik koymaktadır.Diğer yandan mevcut faşist, oligarşikyönetimleri bile Kürt sorununu çözmeyemecbur bırakacak bir ideolojik, siyasi,askeri tutum gösteremedik. Eğer çö-züme yaklaşmadılarsa, Önderliğin bukadar çabasına rağmen siyasi çözümeevet demedilerse elbette bunda bizimzayıflığımızın payı var. Hala tasfiyeederiz hesabı yapıyorlar, PKK’yi tasfiyeederiz, imha ederiz, oyuna getiririz di-yorlar. Hala PKK’yi yok ederek Kürthalkı üzerindeki inkâr ve imha sisteminibaşarıya götürebilecekleri umudu için-deler. Karşıtlarımız ne kadar faşist,diktatör, soykırımcı olurlarsa olsunlarbu umut ve hesap içindelerse buradabizim de zayıflığımız var demektir. On-lara gerçeği, Kürt halk gerçeğini, Kürtdireniş gerçeğini yeterince göstereme-mişiz, hissettirememişiz, onları siyasiçözüme mecbur edecek, mahkûm ede-cek bir noktaya getirememişiz. Onlarıbu duruma getirmek istemediğimiz içinolmadı veya var olan fırsat ve imkânlarınhepsini kullanmadığımız için olmadıdiyemeyiz. Ancak isteğimize ve imkân-ları kullanma çabamıza rağmen örgüt-lülüğümüz ve mücadele yürütürken ya-şadığımız yetersizlikler ve zayıflıklarbu mücadelede istediğimiz sonucaulaşmamızı engelledi. Bu durum bireleştiri ve özeleştiri konusudur.

Oyalama ve tasfiye politikası izleyenTayyip Erdoğan gibi bir bukalemunsekiz yıl iktidarda kalamamalıydı. AKPgibi kendi çıkarından başka bir şey dü-şünmeyen bir klik kendini bu kadarMüslüman, ilerici, yenilikçi, demokrasigetirecek, Kürt sorununu çözecek gibigösterememeliydi. Gerçek yüzünü dahaerken, daha güçlü açığa çıkarabilme-liydik. İpliğini pazara erkenden çıkarıp,maskesini daha erken düşürerek ger-çekten de hak ettiği yere atmayı bile-bilmeliydik. Bunda zayıf kaldık, müca-delemizin yetersizlikleri oldu. Mücadeleettik, ama zayıflık ve yetersizliklerimiznedeniyle istediğimiz sonuçlara ulaşa-madık. Mücadele etmedik, imkân vefırsatlar vardı kullanmadık değil. Kul-landık da başarılı olamadık.

Şimdi yeni süreç bu zayıflıklarımızıgörüp giderme temelinde gelişiyor. Kürtsorununun siyasi çözümünü demokratiksiyasi mücadeleyle gerçekleştirme ça-bamız topyekûn savaş konseptini, ulus-lararası komployu, topyekûn mücadelekonseptini başarısız kılmıştır. Hareke-timiz bu süreçte paradigma değişimi

temelinde yeni bir ideolojik, siyasi çiz-giye, yeni bir programa, yeni bir stratejiyekavuşturulmuş, bu temelde yeniden ya-pılandırılarak özellikle 1 Haziran 2004Atılımı temelinde geçen altı yıllık mü-cadele içinde önemli bir güç olarak ye-niden etkili hale gelmiş olsa da Kürtsorununun siyasi çözüm hedefini ger-çekleştirememiştir. Ortaya çıkan, ka-nıtlanan şu oldu: Tek yanlı PKK’nin ça-basıyla, Kürt halkının çabalarıyla Kürtsorununun barışçıl siyasi çözümü ger-çekleşmiyor, diyalog ve müzakere ol-muyor. Çünkü barışçıl ve siyasi çözümünyöntemi diyalog ve müzakeredir. Diyalogve müzakere de taraflarla olur, en aziki taraf gerektirir. Kürt sorununda ikitaraf da değil, bir sürü taraf var. Küreselsistemden bölge güçlerine, demokratikgüçlerden milliyetçi güçlere kadar herkestaraftır. Çok taraflı bir sorunla uğraşı-yoruz. Dolayısıyla diyalog ve müzake-renin olması yalnızca bir tarafın iste-mesiyle gerçekleşmiyor. Bu doğrultudane kadar çaba harcasak da istediğimizsonucu alamadık. Sonuç alabilmek içinilgili bütün tarafların benzer eğilim gös-termesi gerekiyor. Şimdi Kürt sorununasiyasi çözümünü tek taraflı siyasi diyalogve müzakere yöntemiyle, tek taraflı ba-rışçıl siyasi çözüm arayışıyla da ger-çekleştiremedik.

Kürt sorunun çözümsüzlüğü AKP’yi daha da zorlayacaktır

Önder Apo’nun inisiyatifinde 17 yıldıryürütülen mücadele budur. Ancak so-nunda “başarılı olamadım, artık vaz-geçiyorum, çekiliyorum” demek zorundakalmıştır. “Tek taraflı olarak kendi başı-ma, PKK’nin desteğiyle Kürt sorunununsiyasi barışçıl çözümünü gerçekleştir-mem mümkün değildir, ben böyle birçabadan artık vazgeçiyorum. Şimdiyekadar PKK, halk benden bir şeyler bek-ledi, dinledi, bundan sonra serbest bı-rakıyorum, kendileri bilir, istedikleri kararıverebilirler, istedikleri gibi çaba harca-yabilirler. Benim yürüttüğüm çabalarlasonuç alacağım, başarıya ulaşacağımbeklentisinde olmasınlar. Öyle olursaartık ben oyalamış olurum, halkı veHareketi boşluğa düşürmüş olurum, za-man kaybettirmiş olurum. Bu çabamınne PKK’ye faydası olur ne AKP’ye nede devlete faydası olur” diyor. ÖnderApo, çözümsüzlüğün devleti de AKP’yide zorlayacağını, onlar açısından daönümüzdeki süreçte tehlikeli durumlarortaya çıkaracağı değerlendirmesi ya-pıyor. Temel tezi: “Kürt sorununun çö-zümü ancak Türkiye’de demokrasiyigetirebilir, Türkiye’yi demokratik, yaşa-nabilir ve gelecek ön gören bir ülke ha-line getirebilir, Türk toplumunu ilerletebilir.Yoksa Kürt sorununun çözümsüzlüğüdevleti ve toplumuyla Türkiye için detemel bir handikaptır” biçimindedir.

Bu temelde AKP’nin gerçek yüzününaçığa çıkması sonucunda Önder Apotek yanlı çabadan çekildiğini söyledi.Artık hareket başka yollarla mücadeleedebiliyorsa, etsin dedi. Böyle bir du-rumu Mayıs 2007’de Kongra Gel 5.Genel Kurul toplantısında değerlendir-meye almıştık. Bu toplantı 2006 1Ekim’de başlattığımız beşinci tek yanlıateşkes sürecinin sonuçlarını değer-lendirdiğimiz toplantıydı. 18 Mayıs2007’de Kongra Gel Genel Kurulu’nunaldığı bir karar vardı. Eğer barışçılsiyasi çözüm çabalarına gerekli destekverilmez, eğilim gösterilmezse başkayöntemlerle, direniş yöntemleriyle de-mokratik konfederalizmin inşasını ger-çekleştirmeyi benimsedi. Kürt demo-kratik kurumlaşması ve demokratik oto-ritesi temelinde demokratik özgür ya-şamı kurmayı hedefledi. Bu, açıktanilan edilmemişti, ama barışçıl siyasi çö-

Serxwebûn Sayfa 22Haziran 2010

“Tek yanlı PKK’nin çabasıyla, Kürt halkının çabalarıyla Kürt sorununun barışçıl siyasi çözümü

gerçekleşmiyor, diyalog ve müzakere olmuyor. Çünkü barışçıl ve siyasi çözümün

yöntemi diyalog ve müzakeredir. Diyalog ve müzakere de taraflarla olur, en az iki taraf

gerektirir. Kürt sorununda iki taraf da değil, bir sürü taraf var. Küresel sistemden bölge güçlerine,

demokratik güçlerden milliyetçi güçlere kadar herkes taraftır. Çok taraflı bir sorunla uğraşıyoruz”

Page 23: SERXWEBÛN JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE Sal: 29 / Hejmar 342 / Hezîran 2010 Muğla’da yaşamını yitiren Kürt öğrenci Şer-zan Kurt’un yakınları

züm çabaları karşılık bulmazsa Kürthalkı alternatifsiz değildir, çözümsüzdeğildir, o zaman kendi çözüm yönteminidevreye koyacağını belirtti. Kendi de-mokratik çözümünü sağlama yöntemiyeni bir stratejik yaklaşımı ifade etmek-tedir. Önder Apo’nun tek yanlı çabadan,ara buluculuktan çekiliyorum kararı son-rasında hareket 5. Genel Kurul’da aldığıkararı güncelleştirerek açıkladı. ÖzgürlükHareketimiz’in dördüncü stratejik mü-cadele dönemine girdiğini duyurdu. Bukararı Özgürlük Hareketi adına KongraGel Genel Kurulu’nun seçtiği yönetimvermiştir. Parti ve siyasi yönetimlerimizbu kararı verdiler.

Yeni stratejik dönemin yeni dönem pratiği geliştiriliyor

Yeni stratejik dönem kararı verilincebuna göre pratik hazırlıklarını, düzen-lemelerini geliştirdi. Bu temelde yenidönem pratiği geliştirilmektedir. Şimdibu yeni bir stratejik süreç oluyor. Öylebasit ve sıradan bir durum değildir. He-men değişebilecek bir durum olarak dagörülmemeli. Bu yeni dönem 1 Haziran2004 Atılımı’ndan da farklıdır. Bu hamleüçüncü dönem dediğimiz stratejik dö-nemin çerçevesinde yapılan taktik olarakkalmıştır. Aslında 2003 başında Önderlikyeni stratejik süreci başlatmak da isti-yordu. O zaman içten provokatif, tasfi-yeci dayatmalar sonucu Hareket Ön-derlik çizgisinden kopartılıp ABD’ninkuyruğuna takılmak istendi. Böylece osüreç geliştirilemedi. Şimdi biraz ge-cikmiş de olsa Hareketimiz böyle birsürece girmiş bulunuyor. Yeni stratejikdöneminin nereden kaynaklandığını,neye dayandığını, geçmişini bu temeldedeğerlendirebiliriz.

Böyle bir sürecin başlatılmasını ge-rekli kılan güncel etkenleri de şöyleifade edebiliriz: Türkiye’de bir hile yö-netimi var. AKP’nin kesinlikle bir çözümyaklaşımı bulunmuyor. Kürt sorununakarşı imha ve inkârcı yaklaşımda özlübir değişiklik yoktur. Direniş mücadelesisonucu içerisinde ulus-devletçi inkârve imha sistemi başarısız kılındı. Okatı, kaba, retçi ve imhacı çizgi yenilgiyeuğratıldı. Ergenekoncu çizgi başarısızkılındı. Zaten onun için yargılanıyor.Kürt sorununda başarı elde edemediğiiçin hesap soruluyor, suçlu bulunuyor.CHP-MHP çizgisi bu anlamda başarısızkılındı. Bunun sonucu yaşanan bu ba-şarısızlığı önlemek için bazı konulardadeğişiklik yapmak zorunda kaldı.AKP’nin kimi farklı söylemleri bununlailgilidir. ABD özellikle bu yönlü bir çabaiçerisine girmiştir. Bu değişikliklerin neolduğu giderek açığa kavuşmuştur. Ana-yasa değişikliğinde görüldüğü gibi Kürtsorunuyla ilgili her hangi bir değişiklikgündemde değildir. Eskiden bu ulus-devletçi, Ergenekoncu, ittihatçı çizgiKürt yok diyor, var diyenin kafasını ke-siyordu. 125. madde vardı, Kürt var di-yerek inkârcılığa karşı çıkanları idamediyorlardı. Yeni çizgi “Kürt vardır” diyor;ama köken olarak vardır, birey olarakvardır, kendini Kürt hisseden insanlarvar, ama böyle bir toplum ve halk yokturdiyor. Dolayısıyla en ileri çözüm gör-dükleri şey şu; bu insanlar bireyselinsan haklarından yararlanabilirler. Amaböyle bir toplum ve halk olmadığı içintoplum olma, halk olma haklarını kulla-namazlar. Dikkat edelim bu da özündeher hangi bir şey değiştirmiyor. Bireyne olacak ki? Toplumsuz birey olmazdedi Önderlik. Bütün çözümlemelerinibunun üzerine geliştirdi. Bu yanlış an-layışı mahkûm etmek, teşhir etmek,doğru bir anlayışı ortaya koymak içinyaptı. Dolayısıyla aslında eski yaklaşımbiraz daha kaba ve sertti, bu nedenlebütün Kürtleri karşısına alıyordu. Bu

politika Türkiye toplumundan da des-teğini kaybetti. Türkiye toplumu Kürtsorununu çözün dedi. Türkiye uluslar-arası siyasetin desteğini kaybetti. Böy-lece o çizgi yenilgiye uğradı, başarısızkaldı. Şimdi yapılan değişiklik aslındabir özel savaş yöntemidir. Bütün bualanlarda ulus-devletçi çizginin, kabainkâr ve imha çizgisinin düşmüş olduğubaşarısızlığı giderip daha başarılı olacakyol ve yöntemlerle sistemin zayıflayanyanını onarmaya çalışıyorlar.

Önderlik devletin bu özel savaş po-litikası karşısında 31 Mayıs’ta çekile-ceğim deyince ertesi gün Tayyip Erdo-ğan hemen Mesut Barzani ile görüşe-ceğim dedi. Mesut Barzani’yi Ankara’da,İstanbul’da ağırladılar. PKK’ye ve Ön-

derliğe karşı konuşturdular. PKK’yekarşı Güney Kürdistan yönetimiyle ittifakyapmaya çalışıyorlar. Son zamanlardaBDP’yi baskı altına alma ve bölme ça-lışmalarını arttırdılar. Bütün KürtlerinPKK, yani Kürt direniş hareketi etrafındabirleşmesini önlemeye çalışıyorlar. “Ba-kın biz de çözüm üretiyoruz, bir şeylerveriyoruz, aslında PKK’yi dinlemeyin,onun peşine takılmayın, gelin bizdenolun” diye çaba harcıyorlar. Para veri-yorlar, bölmeye çalışıyorlar, ulusal birliğive tutumu yok etmeye çalışıyorlar. Bu-nun etkisiz olduğu da söylenemez. Me-sut Barzani BDP’ye çağrıda bulunuyor,“AKP’nin açılımına destek verin, niyekarşı çıkıyorsunuz” diyordu. BöyleceAKP’nin devlet adına yürüttüğü tasfiyepolitikasına meşruiyet kazandırmış olu-yor. Barzani’ye demek gerekiyor ki,sana ne! Sen önce Irak’taki sorunlarıçöz, Kerkük’teki sorunları çöz. Ondansonra BDP’nin kime destek vereceğiüzerinde görüş belirtme hakkın olsun.Kaldı ki bir “Kürt liderinin” bir Kürt de-mokratik hareketi yerine Kürtler üzerindeözel savaş ve tasfiye poliltikası izleyenbir partiyi desteklemesi hiçbir biçimdekabul edilemez ve bunun izahı da ola-maz. Anlaşılıyor ki KDP siyasal durumunne olduğunu, ne yaşadığını, neyle karşıkarşıya bulunduğunu bile hala anlamışdeğil. Diplomatik nezaket gereği yapıl-mıştır demek de yapılan yanlışlığı ha-fifletmez. Belki de öyle söylemiyor,basın söyletiyor, kullanıyor.

Yeni bir imha ve inkâr rejimi inşa ediliyor

Barzani’yi Türk bayrağı önünde çı-kardılar, konuşma yaptırdılar. Bizim yö-netimimiz bu duruma karşı, onurumuzadokunuyor diye açıklama yaptı. Ne Irakbayrağı var ne de KDP’nin kendi bayrağıvar. Türk bayrağının önünde sanki birTürk görevlisiymiş gibi konuşturdular.Hakaret ediyorlar, küçük düşürmeyeçalışıyorlar. İsrail ile yaşadıkları bayrakkrizi, koltuk krizleri biliniyor. Burada dabenzer şeyler düzenliyorlar. Yani bu türoyunlar ve aşağılamalar var. Diğer yan-dan da Türkiye toplumuna biz Kürt so-rununu çözdük, TRT-6 verdik, Kürdolojikurduk, Kürt’ün varlığından söz ediyoruzve bu sorunu çözmüş bulunuyoruz di-yorlar. Kürt sorunu yok, Terör sorunuvardır bu nedenle Kürtlere karşı değil,teröre karşı mücadele ediyoruz, diyorlar.Bu yeni yaklaşım böyle bir hile ortayaçıkarıyor. Buna dayanarak Türkiye top-

lumundan PKK’ye karşı savaş yürütmekiçin yeniden bir izin almaya, kredi almayaçalışıyorlar. Uluslararası alana da Kürtsorunu çözülmüştür dolayısıyla ortadaterör sorunu var, teröre karşı mücade-lede de herkesin yer alması gerekir di-yorlar. Böylece Türkiye içinde ve ulus-lararası alanda Kürtlere verilecek des-teğin önünü almaya ve herkesi kenditasfiye politikasına destek verir halegetirmeye çalışıyorlar.

Şimdi Türkiye yönetimi böyle bir Kürtpolitikası etrafında yeniden yapılandı-rılmaya çalışılıyor. Daha doğrusu Türkiyecumhuriyeti devleti, onun siyaseti böylebir Kürt siyaseti etrafında yeniden ya-pılandırılmak isteniyor. Yani yeni birinkâr ve imha rejimi inşa ediliyor. AKP

öncülüğünde yapılan budur. Türkiyeiçinde yaşanan mücadele bunun mü-cadelesidir. İktidar mücadelesi dediği-mizin özü de budur. AKP-CHP-MHPmücadelesi, AKP-ordu mücadelesi,AKP-yargı mücadelesi, bürokrasi mü-cadelesi tamamen buradan kaynakla-nıyor. Bütün ulus-devletçi diğer güçler,iktidar güçleri geriletilerek AKP birinciiktidar güç haline getirilmeye çalışılıyor.AKP bunu da Kürtler üzerinde siyasiegemenliği ve kültürel soykırımı sür-dürme gücü ve yeteneği bendedir, bunedenle devletin başat gücü ben ol-malıyım iddiasıyla yapıyor. Eski iktidarbloklarının bu yeteneğini kaybettiğinisöyleyerek kendisinin bu iddiasına veamacına meşruiyet kazandırmaya ça-lışıyor. AKP bunu başardığı taktirde ye-niden hepsiyle uzlaşıp bu temelde yenibir Türkiye sistemi kurmuş olacaktır.Nasıl ki 1920-25 arasında ulus-devlet,milliyetçi, inkâr ve imhacı zihniyetindebir devlet yapılanması ortaya çıkarıl-dıysa, şimdi de AKP’nin zihniyeti etra-fında Kürtler üzerinde siyasi egemenliğive kültürel soykırımı sürdürecek yenibir devlet siyaseti şekillendirilecektir.

1925’ten sonra ne yaptılar? Kürdis-tan’a sefer başlattılar, soykırım yaptılar.Amed’i vurdular, Dersim’i vurdular, Ağrı’yıvurdular, Güney’i vurdular. İran Rojhılat’ıvurdu. Bütün bunların hepsi o sistemsonucunda oldu. Şimdi de onu yapmakistiyorlar. Aslında böyle bir sistem inşaetmeye çalışıyorlar. Bu konuda epeymesafe almış durumdalar. Ordu, CHP,MHP biraz geriletildi. Şimdi anayasa de-ğişikliği ile yargı ve bürokrasiyi de birazgeriletip AKP’nin iktidarını mevcut ana-yasa değişikliği ile anayasal güvenceyealarak AKP öncülüğünde yeni bir Türkiyeyönetimi siyaseti inşa etmek istiyorlar.Türkiye’deki siyasal çekişmenin esasıbu temel üzerinde yürümektedir.

Referandum tamamlanır, AKP iktidarıkendini anayasal güvenceye alırsa on-dan sonra uzlaşma başlayacak. Buuzlaşma için de hazırlıyorlar. CHP’deBaykal’ı götürdüler, Kılıçdaroğlu’nu ge-tirdiler. Baykal iktidar mücadelesi dö-neminin başkanıydı, Kemal Kılıçdaroğluuzlaşma döneminin başkanı olacak.MHP’yi aynı şeye getirecekler. Zatenorduyu, yargıyı anayasa ile geriletmişoluyorlar. Böylece ılımlı İslam çizgisinde,Kürt vardır, ama halk olarak yoktur si-yasetini esas alan yeni bir Türkiyecumhuriyeti sistemi oluşturulacaktır.Yapılmak istenen budur. Bunlar sadeceyalnız başına AKP’nin marifetleri de-

ğildir. AKP de bu yeni Kürt politikasıinşasının içindedir. Aslında AKP diyekendi iradesi olan bir parti ve iktidargerçeği yoktur. AKP piyon gibidir. Busiyaset Ortadoğu’da hala ağırlığını sür-düren hegemonik küresel sermayeninsiyasetidir. ABD-İngiltere-İsrail öncülü-ğünde yürütülen küresel hegemonyanınTürkiye ve Kürdistan’a ilişkin siyasetidir.1918-25 arasında İngiltere öncülüğündeulus-devletçi sistem olarak bir Türkiyeve Ortadoğu inşa edildiyse, ondansonra bu sistem inşa edilirken Kürdistanbölünüp parçalandı, bu sistemin ege-menliği altına alındıysa, Kürtleri yoketmek için saldırıya geçildiyse, şimdide ılımlı İslam öncülüğünde bir Türkiyeve Irak inşa edilmeye çalışılıyor.

ABD 2003’te Irak’a askeri müdaha-lede bulundu. 2001’den itibaren Türki-ye’ye de ekonomik ve siyasi müdaha-lelerde bulundu. Her ikisini de şimdi2010’da bu temelde yeniden yapılan-dırmaya ve ABD-Türkiye-Irak üçlü stra-tejik ittifakını kurmaya çalışıyor. Buittifak Büyük Ortadoğu Projesi’nin çe-kirdek ittifakı oluyor. Bu ittifakın, dola-yısıyla büyük Ortadoğu projesinin Kürtsiyaseti olarak da “Kürt vardır amaköken ve birey olarak vardır, halk vetoplum olarak yoktur” yaklaşımı benim-senmiştir. Böylece bu ittifak oluştuktansonra tabi Büyük Ortadoğu Projesi’nibütün Ortadoğu’ya egemen kılmak içinsaldırıya geçecektir. En başta da bupolitikası önünde engel gördüğü Kürthalkının ve toplumunun varlığını savu-nan ve haklarını kazanmak isteyenPKK’nin imhası için saldırıya geçecekve bu bir Kürt soykırımı biçiminde ger-çekleşecektir. Bu eksen çerçevesindeİran’ı da dize getirecek; Arap âlemindekendine karşıt olan, uyumlu olmayanlarvarsa, onları büyük Ortadoğu projesiyleuyumlu kılacaktır. ABD bu temelde as-lında Ortadoğu için öngördüğü BüyükOrtadoğu Projesi’ni zafere götürmekistiyor. Bunu 2007’den itibaren PKK’yietkisizleştirip imha ederek, 2009 başındada Obama yönetimi altında çok farklıyöntemleri bir arada kullanarak ger-çekleştirmek istediler. Ancak başarılıolamadılar. Şimdi yeniden AKP’nin hileliyöntemleriyle bunu başarmak istiyorlar.AKP ve işte Irak’ta bazı güçler buküresel siyasetin pratikleştiricisi oluyorlar.Öngördükleri projeyle uyumlu bir Türkiyesistemi yapılandırmak için belli bir me-safe de alınmıştır. Irak’ta da belirli birmesafe almış olsalar da tam sonucagidememişlerdir.

Biz siyasi uyanıklığımızla düşmanı boşa çıkartıyor ve gelişme sağlıyoruz

AKP ve arkasındaki güçler istedikleriyapılanmaya ulaşamadıkları için bir te-laşa girmişlerdir. Çünkü ne referandumladüşündükleri değişiklikleri güvenceyealmışlar ve ne de Ergenekon davasındabir sonuca gitmişlerdir. Bu nedenle birazdaha zamana ihtiyaçları var. Bununiçin Kürt Özgürlük Hareketi’nin oyalamave tasfiye politikasına karşı çıkışını en-gellemeye çalışıyorlar. Durun diyorlar.Bütün dayatmaları, çabaları buna dö-nüktür. Çatışmasızlık sürsün, ateşkes

sürsün istiyorlar. Peki, ne olacak? İlerdeiyi şeyler olacak. Peki, iyi şey ne olacak?Sen elini, kolunu bağlı tutacaksın, o ik-tidarını güçlendirmek için her şeyi ya-pacak. Bununla da yetinmeyip demo-kratik Kürt siyasetçilerini zindana atacak,bütün dünyada Kürt Özgürlük Hareke-ti’ne karşı ittifak yapacak, ama bunlarolurken Kürt Özgürlük Hareketi sessizkalacaktır. İşte istenilen budur. Bu geçensüreçte, özellikle son iki aylık siyasimücadele sürecinde Önderliğimize veHareketimize dayatılan bu olmuştur.Biz uğursuz büyük oyunu ve hileyi gö-rerek bunu reddettik. Çünkü biraz dahazaman tanırsak işte belirttiğimiz gibiTürkiye’de AKP zihniyeti öncülüğündeyeni bir sistem yaratacaklar. Irak’taAllavi ile Maliki’ye dayalı bir rejim yara-tacaklar. Bu mücadelesizlik dönemindeTürkiye-Irak-ABD stratejik ittifakını daoluşturacaklar. Ondan sonra da KDP’yeya gel bize katıl, ya da ömrün bitmiştir,diyecekler. Böyle bir durumda KDP’ninyapacağı bir şey kalmayacak, hep bir-likte PKK’ye saldırmak için hareketegeçecekler. Kendilerine göre bizi oya-layıp uygun bir anda darbelerini indire-cekler. Kendilerine göre Srilanka Tamil’ene yaptıysa bize aynısını yapmaya ça-lışacaklar. Ardından da 1925-40 ara-sında Kürdistan’da ne yaptılarsa benzeruygulamaları pratikleştireceklerdir. Yanikendilerini güçlü, bizi de bir zayıf andayakalamak istemektedirler.

Geçmiş isyanlar niye başarılı olma-dılar? 1920-25 arasında Türkiye yönetimikendini yapılandırdı. İngiltere Ortadoğu’yuulus devlet sistemi içinde yapılandırdı.Kürtler ise seyrettiler. Kürt Teali Cemi-yetleri var olan rahat ortamdan dolayıbuna seyirci kaldılar. Bölgesel ve Türkiyesistemi yapılandıktan sonra Kürtlerekarşı saldırıya geçtiler ve bu sefer neoluyor diye bu cemiyetler isyan etmeyekalktılar. Sonuç imha oldu, tasfiye oldu.Seyit Rıza’yı aldatarak ele geçirdiler vesonradan da idam ettiler. Zayıf durumdane yapsan da kelleyi kurtarmak bilemümkün olmuyor. Şimdi yeni bir imhayıaynı şekilde bize dayatmak istiyorlar.Biz Hareket olarak o dönem için ne de-dik? Gafil kaldılar dedik, gelişmeleri iz-leyemediler, zamanında çözüm yöntem-leri izleyemediler, oyuna geldiler, dedik.Eğer şimdi biz de aynı biçimde davranırda Türkiye-ABD-Irak stratejik ittifakınınve mevcut AKP’nin Kürt politikası teme-linde yeni bir rejim oluşmasına, bölgeselbir sistem oluşmasına izin verirsek bizde gafil duruma düşmüş olacağız. Onlarhazırlık yapmış olacak, biz seyretmişolacağız. Ondan sonra saldırırlarsa tabiki kahramanca direnebiliriz. Ama başar-mak kolay olmaz.

Her koşulda, her zaman dilimindebaşarırız demek de doğru değildir. Mü-cadele gücü ancak uygun koşulda vedoğru zamanda harekete geçerse ba-şarılı olabilir. Geçmişte de Kürtlerinönemli güçleri olduğu dönemler de oldu.On binlerle ifade edilen askeri güceulaşan isyanlar gerçekleşti. Ama birsonuç elde edemediler. Biz gücümüzünçokluğuyla değil, ideolojik, siyasi uya-nıklığımızla ve tarzımızla düşmanı boşaçıkartıyor ve gelişme sağlıyoruz. İnkârve imha amaçlı saldırıları boşa çıkartı-yoruz. Yoksa çok savaşçılığımızla ol-muyor, savaşçı gücümüzün çokluğuylaolmuyor. Dolayısıyla güç kaynağımızsüreci doğru anlamak ve ona karşıdoğru politika izlemekten geliyor. Şimdisürecin doğru anlaşılması ve politikaizlenmesinin esası bu oyunu bozmakoluyor. Şu haliyle karşı taraf zayıf du-rumdadır, kendisini yapılandıramamış,dolayısıyla zamana, fırsata ihtiyacı var.Çözüm yaklaşımının olmadığı bir du-rumda bu fırsatı vermek kuşkusuz birgaflet durumu ortaya çıkarır. Önderlik

Sayfa 23 SerxwebûnHaziran 2010

“Türkiye-Irak-ABD stratejik ittifakını oluşturarak KDP’ye de gel bize katıl ya da ömrün bitmiştir, diyecekler. Böyle bir durumda KDP'nin yapacağı bir şey kalmayacak, hep birlikte PKK’ye saldırmak için harekete geçecekler. Kendilerine göre bizi oyalayıp uygun bir anda darbelerini indirecekler. Srilanka Tamil’e ne yaptıysa bize de aynısını yapmaya çalışacaklar. Ardından da 1925-40 arasında Kürdistan'da ne yaptılarsa benzer uygulamaları pratikleştireceklerdir”

Page 24: SERXWEBÛN JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE Sal: 29 / Hejmar 342 / Hezîran 2010 Muğla’da yaşamını yitiren Kürt öğrenci Şer-zan Kurt’un yakınları

“gelin bu sorunu çözelim, siyasetengüçlenin, kendinizi yapılandırın, Kürtsorunu da çözülsün” dedi. Bunu kabuletmediler. Kabul etmemeleri sorunuçözmek istemedikleri ve kendilerini ya-pılandırarak Kürtleri ezmek anlamınageliyor. Biz de çocuk değiliz, tarihtenders çıkartıyoruz, geçmişte insanlar ya-nılmışlar ama biz yanılmayacağız.PKK’nin temel duruşu, iddiası buydu.Önderliğin tarihten ders çıkarmasınıntemel bir ilkesi buydu. Gafil olmayacağızartık. Tarihi dersleri doğru çıkaracağız,tarihi hataları düzelteceğiz. İşte hatayadüşmemek bu oluyor. Mademki siyasiçözüme yaklaşılmıyor, o zaman biz deKürtler üzerinde siyasi egemenlik vekültürel soykırım üzerine şekillendirilmekistenen bu projenin hayata geçmesineizin vermeyeceğiz. Dolayısıyla AKP’ninmevcut Kürt siyaseti ile kendi öncülü-ğünde bir Türkiye siyaseti yapılandır-masını boşa çıkartacağız.

Bir cenaze töreni Türkiye’de enciddi siyasi kriz oluyor

Bunu yapabilir miyiz, bu yapılanmayıboşa çıkartabilir miyiz? Evet. Biz bukonuda önemli bir fırsata ve imkânasahibiz. Önderliğimizin Türkiye’nin de-mokratik çevrelerinden tutalım iktidargüçlerine, partilerine kadar yaptığı uya-rılar doğruydu, anlamlıydı. Karşı tarafabir çözüm niyeti varsa fırsat vermekyanlış değildi. Olumlu bir cevap gelme-diğinde de direnişe geçip ulusal varlığıkoruma ve özgürlüğü sağlama müca-delesi de zorunlu hale gelmişti. Biz bukararla, karşı güçleri boşa çıkaracakgüçteyiz. Türkiye’nin mevcut durumdaÖzgürlük Hareketi’ni ezme gücü deşansı da bulunmuyor. ABD’nin ne kadarzorlanır bir durumda olduğu ortada. İs-tediği projeyi oturtabilmiş değildir. BüyükOrtadoğu Projesi’nin içini doldurmayaçalışsa da bir tutarlılığı yoktur. Türkiye’deAKP biraz güçlendi, ama hala ciddi biriktidar çelişki ve çatışması var. Kürtlerien iyi ben tasfiye ederim temelinde ikti-darını sürdürme politikası da artık yü-rümüyor. Öte yandan toplum savaşıkaldırmıyor. Artık çocuklarının Kürdis-tan’da askerlik yapmasından korkuyorlar.Dua ediyorlar ki Kürdistan’dan başkayerde askerlik yapsın. Bir cenaze töreniTürkiye’de en ciddi siyasi kriz oluyor.Ne bir general gidebiliyor, ne bir hükümetüyesi. Toplum üzerlerine yürüyor ve fer-yat ediyor. Cenazeye gidemeyen birhükümet ve ordu bu savaşı ne kadarsürdürebilir? Bu toplum artık daha fazlasavaşı kaldıracak durumda değildir.Buna karşılık elbette bizim de zorlukla-rımız var, riskler var. Fakat ÖzgürlükHareketi’nin hazırlık düzeyi zayıf değildir.Kuşkusuz Kürt toplumunun da zorlan-maları söz konusudur. Demokratik si-yaset darbeleniyor. Bundan sonra de-mokratik siyaset üzerinde daha da baskıarttırılacaktır. AKP, terör örgütü diyerekdünyayı Kürt Özgürlük Hareketi’nin ba-şına yıkmaya çalışıyor. Birçok çevreyibu temelde de aldatabiliyor. Fakat bütünbunlara rağmen önemli bir direnmegücü bulunmaktadır. Halk özgürlüktenbaşka bir şey istemiyor, teslimiyeti ke-sinlikle reddetmiş durumdadır. Özgürlükiçin her türlü cesaret ve fedakârlığı gös-terecek bir çizgide seyrediyor. Ne yapı-lırsa yapılsın bu halkı hiç kimse başkabir tutuma zorlayamaz ve sindiremez.

Üçüncü dönemden sonuç almanınmümkün olmadığı görülünce hazırlıklarolası bir şiddetli savaşa karşılayacakdüzeyde yapılmaya çalışılmıştır. Bu te-melde yürütülen çalışmalar önemli so-nuçlar da almıştır. Gerilla cephesindedeğişim ve yeniden yapılanma projesitemelinde çok yoğun bir hazırlık yürüt-tüğü bilinmektedir. Zihniyet devrimini,

değişimini öngören çalışmalar önemlidüzeyde sonuç vermiştir. Diğer yandanHPG’nin kendini yeniden yapılandırma-sını ön gören ve askeri düzenini, disip-linini geliştiren, eğitimini geliştiren birçalışmalar da gerilla gücünün etkinliğiniarttırmıştır. Bu çalışmalar zihniyet deği-şiminde de, sistem ve tarz değişimindede önemli gelişmeler yaratmıştır. Bununsonuçları pratikte de görülmektedir. Ge-rillanın konumunun ve yeteneklerininçok güçlü bir pratik mücadele yürütmeyeyeteceği anlaşılmaktadır.

Eskiden HPG’nin yaklaşımları: Geç-mişte yürütülen stratejik mücadele siyasiçözümde tıkanmaya uğruyor, onun önü-nü açmak için bir pratik hamle gerekirbiçimindeydi. Şimdi eski stratejinin önü-nü açma değil, yeni bir stratejik müca-dele süreci geliştirmek üzere bir hamleyapmayla karşı karşıyadır. Askeri, siyasive diğer alanlarda tasfiye politikasınakarşı geliştirilen direniş bir yandan ABDve AKP’nin geliştirmeye çalıştığı oyunlarıbozacak, onların projelerini boşa çı-kartacak, diğer yandan da özgücüyleKürt halkının özgürlüğünü sağladığı birmücadele olacaktır.

Aslında ABD-AKP çizgisi aslında yenibir soykırım çizgisi oluyor. 1920-25 ara-sındaki yapılanmanın bir benzerini ifadeediyor. Başarırlarsa tabii imha amaçlıyeni bir saldırı geliştirecekler. Pasifikas-yondan öteye, yeni bir soykırıma dön-üştürecekler. İşte buna karşı varlığınıkoruma direnişini sürdürmemiz lazım.Yeni stratejik dönemin önemli bir karakteriolarak tanımlanan varlığı koruma bugerçekler ışığında gündeme gelmiştir.Daha önceki stratejik dönemlerde deelbette varlığını koruma gündemdeydi.Kürt Özgürlük Hareketi baştan beri soy-kırıma karşı direnen bir harekettir veönemli gelişmeler de yaratmıştır. İnkârsistemi kırıldı mı, kırılmadı mı tartışmalarıyapılıyor. Bunlar boş tartışmalar değildir.Dikkat edilirse soykırım tehdidi ve tehli-kesi vardır. En az geçmişteki kadar birtehlike olarak vardır. Bu da soykırımakarşı varlığını korumayı gerekli kılıyor.Varlığını korumanın en etkin, en aktiftutumu güçlü bir pratik mücadele hamlesigeliştirmekten geçiyor. Bu varlığını ko-ruma ertelenirse ciddi tehlikelerle karşıkarşıya kalınacaktır. Şimdi direnişin ba-şarı kazanma şansı yüzde seksen, dok-sandan fazla vardır. O nedenle de budireniş hamlesiyle de esas olarak soy-kırımı durdurmak, soykırımı geliştirmeyiön gören bir sistem yapılanmasını boşaçıkarmak, Kürt halkının varlığını garantialtına alma mücadelesi yapılıyor.

Demokratik konfederalizmi yasal yollarla inşa etmemize izin vermiyorlar

Diğer yandan, özgürlüğünü kazanmada hep geçmişte yürüttüğümüz çalış-malardı. Hep mücadelemizin temel ama-cı Kürt özgürlüğünü sağlamak ve buözgürlük ortamında demokratik toplumyaşamını, örgütlülüğünü geliştirmekti.Bunu ikinci stratejik mücadele döne-minde silahlı direniş ve halk savaşı stra-tejisi temelinde mücadele ederek devletyıkıp, devlet kurmayla sağlamak istedik.O zamanki paradigmamız böyleydi, si-yasi programımız da buna dayanıyordu.Üçüncü stratejik mücadele dönemindeKürt özgürlüğünü sağlamayı demokratiksiyasi mücadele yöntemiyle sağlamakistedik. Bu temelde de paradigma de-ğişikliği temelinde oluşturduğumuz yeniçizgi ve program doğrultusunda devletartı demokrasiyi siyasal demokratik mü-cadele yöntemleriyle sağlamayı öngör-dük, hedefledik. 2005 Newroz’unda Ön-der Apo KCK’yi ilan etti. Kürt demokratiktoplum sistemi oluyor KCK. Bu temelde

demokratik siyasi yöntemlerle, demo-kratik halk direnişiyle KCK’nin baştaKuzey olmak üzere bütün Kürdistanparçalarında örgütlenmesi, inşa olmasıve Kürt sorununun çözüm aracı halinegelmesi öngörüldü. Fakat gördük kibuna izin ve fırsat verilmiyor. En baştaTürkiye buna fırsat vermedi. Tabi İranda buna katılıyor. Suriye’nin tutumu bukonuda biraz muğlak.

Kürtler yasal demokratik mücadeleyöntemleriyle demokratik konfederalizmi

inşa edip demokratik özerklik çözümününörgütsel aygıtını ortaya çıkarmak ister-ken, Türkiye yönetimi bunu reddetti.Yasadışı saydı KCK’yi, terör örgütü ilanetti. KCK’ye dönük tutuklama kararı çı-karttı, binlerce insanı KCK’li olduğu ge-rekçesiyle, suçlamasıyla tutuklayıp zin-dana koydu. Bu ne anlama geliyor?KCK’nin yasal örgütlenmesine izin ve-rilmeyecek. Yani demokratik konfede-ralizmi yasal yollarla inşa etmemize izinvermiyorlar. Kürt toplumunun en doğalhakkı olan demokratik örgütlenmesi vekurumlaşması suç sayılıyor. Bunun so-nucu Kürt halkı demokratik özerklik ola-rak ifade edilen siyasi programını yasadışı mücadele yöntemlerini devreye ko-yarak, o temelde mücadele ederek inşaetmek zorunda kalmıştır. Şimdi özgür-lüğünü kazanma ve demokratik konfe-deralizmi inşa etme bu temelde oluyor.Yasal mücadele yöntemleriyle buna izinverilmiyorsa, yasa dışı, ama meşru mü-cadele yöntemleriyle bu hedefe ulaşı-lacaktır. Değişiklik mücadele stratejisin-dedir. Yoksa ideolojik-teorik ve prog-ramsal bir değişiklik yoktur. Kuşkusuzprogramın nasıl pratikleşeceği bu mü-cadele ve devletin tutumu çerçevesindeşekillenecektir.

Bu konuda da hata yapmayalım,yanlışa düşmeyelim. Çünkü geçenyedi-sekiz yıldır değişim ve yenidenyapılanma konularını çok tartışıyoruz.Şimdi yeniden bir değişim gündemegelince eskisi gibi algılamamak lazım.Bu değişiklik kesinlikle bir paradigmadeğişikliği değildir. Demokratik uygarlıkparadigması temelinde Önder Apo’nungeliştirdiği demokratik modernizm çiz-gisi, ideolojik, politik çizgisi temel çiz-gimiz olarak devam ediyor. Esas olarakonu şimdi yeni mücadele yöntemleriyle,öngördüğümüz stratejik mücadele yön-temleriyle hayata geçirmek ve başar-mak istiyoruz. Bu noktada değişiklikyoktur. Programımızda ciddi bir deği-şiklik olmuyor. Demokratik konfede-ralizm örgütlenmesine dayanan de-

mokratik özerklik programı devam edi-yor. Biz demokratik konfederalizmiinşa etmek ve bu temelde demokratiközerkliği gerçekleştirmek istiyoruz.Devlet artı demokrasi olarak ÖnderApo’nun tanımladığı sistemi kurmakhedefleniyor. Devlet şimdi her şeyehâkim. Onu biraz daraltarak, demo-kratik toplum örgütlülüğünü geliştirerek,demokrasiyi inşa ederek devlet artıdemokrasinin yaşandığı örgütlü birsistem ortaya çıkarılacaktır.

Bu mücadele döneminde meşru sa-vunma stratejisi de değişmiyor. Direnişdeyince tekrar ikinci stratejik mücadeledönemine dönüldüğü sanılmamalıdır.Yani halk savaşı stratejisine dönülmüyor.Meşru savunma bir çizgi, bir duruş, birstratejik bütünlüktür. Bu çizginin üç stra-tejik duruşu vardır. Pasif savunma du-ruşu, aktif savunma duruşu, topyekûnsavunma duruşu. Üçüncü stratejik dö-nem esas olarak pasif savunma duru-şundaydı. Demokratik siyaset aktifti,ama meşru savunma güçleri pasif sa-vunmadaydı. Şimdi meşru savunmastratejisinde stratejik duruş değişiyor.Pasif savunma stratejik duruşuyla sonuçalınmayınca, aktif savunma stratejikduruşu uygulamaya geçiliyor. Yoğunluklubir aktif savunma savaşına giriliyor.Yani meşru savunma stratejik duruşlarıiçinde değişiklik yapılıyor.

Direnişçi mücadele yöntemleri esas alınıyor

Değişen, mücadele stratejisidir. Stra-teji nedir? Bir siyasi hedefi gerçekleş-tirmek için izlenen yol ve yöntemestrateji diyoruz. Şimdiye kadar demo-kratik konfederalizm temelinde demo-kratik özerk Kürdistan yasal siyasi mü-cadele yöntemleriyle gerçekleştirilmekisteniyordu. Bu engellenince şimdi mü-cadele yol ve yöntemlerinde değişiklikyapılıyor. Yasal olmayan direnişçi mü-cadele yöntemleri esas alınıyor. Amaç,demokratik konfederalizmi bu mücadeleyöntemleriyle inşa etmektir. Bu nasılsağlanacak? Bunun için bir, devletinküçültülmesi, daraltılması lazım. Onuniçin devletin toplum üzerindeki örgüt-lülüğünün zayıflatılması, sınırlandırıl-ması ve demokratik toplum alanınıngenişletilmesi gerekiyor. Bu mücade-lenin temel gücü de gerilla ve serhıl-dandır. Gerilla kuşkusuz bu süreçterolünü en yüksek düzeyde oynaya-caktır. Ona bağlı ikinci güç de nicel venitel bir değişikliğe uğrayan, devletin

etkinliğini zayıflatan ve sistemin koru-yucusu ve kurucusu olan serhıldandır.Bu serhıldanlar eski serhıldanların birtekrarı olmayacaktır. Sadece talepeden ve tepki karakteri olan serhıldanlaryerine, sistemimizi koruyan ve kuranserhıldanlar gelişecektir. Devlet+de-mokrasi bu süreçte bu iki temel müca-dele kuvvetlerine dayanarak gerçek-leştirilecektir. Her iki güç iç içe geçecek,birleşecek ve toplum üzerindeki devletinetkinliğini zayıflatacaktır. Dikkat edelim,

devleti yıkacak demiyoruz. Devleti za-yıflatacağız, sınırlandıracağız, diyoruz.Bu darbelendirme, sınırlandırma neyeyol açacak? Toplumsal özgürlük alanınıgenişletecek. İşte o özgürlük alanınıda demokratik toplum örgütlülüğü iledoldurulacaktır.

Stratejimizin ikinci görevi de demo-kratik toplum örgütlülüğünü geliştir-mektir. Yani demokratik konfederalizmiinşa etmektir. Devletin daraltıldığı, top-lumun özgürlük alanının genişletildiğiyerde, bu özgürlük alanının demokratiktoplum örgütlülüğünü ekonomik, sosyal,siyasi, kültürel, ideolojik her alandasağlayarak doldurulma görevi vardır.Görüldüğü gibi karşı güçlerin demo-kratik topluma dönük saldırısı var. Tu-tukluyorlar, zorla ve işkenceyle sindir-meye çalışıyorlar. O zaman demokratiktoplumun savunulması gerekiyor. Busavunmayı da elbette ki en başta halksavunma kuvvetleri yapacak.

Kuşkusuz yasal yollar tümden red-dedilmiş değildir. Demokratik siyasetalanı yine sonuna kadar özgürlük vedemokrasi mücadelesini vermeye ça-lışacaktır. BDP bir Türkiye partisi olarakTürkiye demokrasi hareketini örgütlemegörevini yerine getirmeye çalışacaktır.Böylece Türkiye’de bir demokratik ik-tidar alternatifi yaratmanın mücadelesiiçinde olunacaktır. Yani ulus-devletçive ılımlı İslamcı oligarşik iktidar blok-larına karşı demokratik iktidar bloğuortaya çıkarılmaya çalışılacaktır. KürtHalk Önderi de bu yönlü çalışmalarıyürütmeye devam ediyor. Demokratiksiyasal çözüm ısrarından vazgeçme-miştir. Türkiye soluyla, demokratik güç-leriyle, aydınlarıyla görüşmeler yapıyor,yaptırtıyor, tartışıyor, çatı partisi kurul-sun, demokrasi cephesi oluşturulsundiyor. Bir sürü ilke sundu, hem de bukonuda örgütsel sistemler önerdi. Kendibarışçıl siyasi çözüm çizgisini gerçek-leştirecek iktidarın demokratik iktidarolacağını bilerek hareket etmektedir.Onun için o iktidarı yaratarak kendi

Serxwebûn Sayfa 24Haziran 2010

Page 25: SERXWEBÛN JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE Sal: 29 / Hejmar 342 / Hezîran 2010 Muğla’da yaşamını yitiren Kürt öğrenci Şer-zan Kurt’un yakınları

çözümünü sağlama çalışmasını yürü-tüyor. Böyle her şeyden çekilmiş de-ğildir. Nitekim ben görevden kaçmadımdiyor. Taraflar benden arabuluculuk is-terlerse ben bunu yapmaya hazırım,önüm açılırsa rol oynamaya hazırımdiyor. Ama tek yanlı çabanın anlamınınolmadığını ve sonuç vermediğini vur-guluyor. Eğer çift taraflı istemde bulu-nursa Önderlik elbette ki barışçıl siyasiçözümde rol oynayabilecek durumdadır.

Gençlik ve kadın örgütlemesini yasalarla sınırlandırmamalı

Yine yasal yollarla demokratik toplumörgütlenmesinden vazgeçilmiş değil.Demokratik Toplum Kongresi böyle birişleve sahiptir. Kürt toplumunu demo-kratik kurumlaştırmaya kavuşturma ko-nusunda önemli çalışmalar yapabileceğişimdiden anlaşılmaktadır. KCK ve De-mokratik Toplum Kongresi ayrıdırlar.Demokratik Toplum Kongresi Kuzey’deyasal yollarla demokratik toplumu ör-gütleme ve geliştirme çalışması içindedir.Diğer parçalarda da benzer örgütlen-melerin yapılması gerekmektedir. Öteyandan ulusal konferans ya da kongreçalışmaları temelinde ulusal birliği sağ-lama görevi de karakteri gereği demo-kratik toplum kongresine aittir.

KCK ve PKK için yasal yollar açıkolmadığından, makul yaklaşımlarınarağmen yasallaşmalarına izin veril-mediğinden yasadışı yollarla kendiprogramlarını hayata geçirecekler. Di-reniş mücadelesini PKK öncülüğündeKCK gerçeği yürütecektir. Demokratikkonfederalizm temelinde KCK sistemidireniş yöntemiyle inşa edilecektir. Te-mel stratejik görev budur. Bunda dabütün Hareketimizin, KCK sisteminingörev ve sorumluluğu vardır. Tüm yö-netimimizin örgüt çalışma sistemini,tarzını buna göre uyarlaması ve dü-zenlemesi gerekecektir. Genel yöne-timimiz daha çok bu mücadele ile ilgi-lenmelidir. İdeolojik, sosyal, siyasalçalışmalar daha fazla bu temelde yü-rütülmelidir. Geçmişte serhıldanlarağırlıklı olarak yasal çerçeveyi zorla-mayan nitelikteydi. Elbette bu tür ser-hıldanlar bundan sonra da olacak.Ama önümüzdeki serhıldanların ka-rakterleri devletin toplum üzerindekietkisinin ya da devletin toplumla iliş-kisinin sınırlandığı, kendi özgürlük vedemokratik öz yönetim alanını geniş-lettiği, kurumlaştırdığı ve korumasınısağlayan nitelikte olacaktır. Onun daörgütlü güçleri olacak. Özellikle gençlikve kadın örgütlemesinin kendini ya-salarla sınırlamayan bu serhıldanlarınöncü güçleri olması gerekmektedir. Otür örgütlenmeler geliştirilecek. Siyasive sosyal alan buna açık olacak, izinverecek. Yasal serhıldanlarla yasal ol-mayanları ayıracaktır.

Tabii en önemli değişiklik HPG’deoluyor. Bundan önceki stratejik dö-nemde HPG pasif savunma konumun-daydı. Aktif olan demokratik siyasetti.Şimdi dikkat edilirse demokratik siyasethapse kondu. Çok etkili değil, çalışa-mıyor, çalıştırılmıyor. Biz şimdiye kadaronlar çalışsın diye bütün siyasetimizioraya bağladık. Artık stratejik değişimlebundan vazgeçmiş oluyoruz. Dolayı-sıyla kendi özgücümüzle, öz savun-mamızla demokratik konfederalizmi,demokratik toplum ve bu temelde de-mokratik özerkliği yaratmak istiyoruz.Elbette ki stratejik değişimle gerilla bi-rincil aktif güç haline geliyor. Pasif sa-vunma konumundan çıkıyor, aktif sa-vunma konumuna giriyor.

1 Haziran 2004 Atılımı da bir aktifsavunmaydı. Fakat çok düşük yoğun-lukluydu. Bir stratejik değişikliğe dayan-mıyordu. Pasif savunmanın misillemeye

dayalı olarak biraz aktif uygulanmasıydı.Aslında bir uyarı durumuydu; o da parçaparça oldu. Dikkat edilirse birkaç aydabir ateşkes, bilmem yeniden eylemsizlikgündeme giriyordu. Dolayısıyla geçensüreç aktif savunma ile pasif savunmaarasında bir konumu ifade ediyordu.Şimdi daha üst düzeyde yoğunluklu,orta yoğunluklu dediğimiz düzeyde biraktif savunma gündeme geliyor.

Geçen dönem gerillacılığı pasif sa-vunma duruşuydu. Bu, gerillada bazıalışkanlıklar ve anlayış yarattı, sistemyarattı. Şimdi bunların hepsi değişmekdurumundadır. Artık gerilla o tür du-rumlarla yeni dönemi karşılayamaz.Dolayısıyla HPG dahil herkesin, bütünörgüt ve kurumların durumlarını yenistratejiye göre değiştirmeleri gerekiyor.Kuşkusuz HPG devleti sınırlandıracak,devletin toplum üzerindeki egemenliğinikıracak direniş mücadelesinin temelgücüdür, birinci gücüdür. Herkesten çokHPG bundan sorumludur. Bunu yapacakşekilde aktifleşecek. Diğer yandan de-mokratik toplumu koruyacak.

Gerilla böyle bir konuma ulaşıncakatılımların artması, bütün kurum vebireylerin bu konuda kendini sorumlugörmesi önemli hale gelmiştir. Pasifsavunma konumundayken mevcut ge-rilla gücü yetiyordu, hatta artıyordu da.Bu nedenle katılımlar yeterince önem-senmiyordu. Yeni stratejik dönemdebu konuda daha fazla sorumluluk alın-ması, katılımların on kat artması ge-rekmektedir. Pasif savunmada dahaçok misilleme yapılıyordu. Mümkün ol-duğu kadar devletten de, toplumdanda uzak durmak, dağların en üst, ücra,çatışmaya girmeyecek yerlerinde üs-lenmek, tam bir gizlilik içinde olunu-yordu. Şimdi hem nicelik açısındanhem de anlayış açısından eski durumlayeni sürecin görevleri tam yerine geti-rilemez. Devleti küçültme ve demok-rasiyi savunma eskiyi aşan bir savunmagücünü gerektirmektedir.

Eğer temel görev dağda çatışmayayer vermeyecek şekilde üslenmek, enücra yerlerde üslenmek olmaktan çıkıpdevletin toplum üzerindeki örgütlü ege-menliğini darbeleyip zayıflatmak halinegelmişse, o zaman devlet nerdeysegerilla orada olacak, toplum neredeysegerilla orada olacaktır. Devlete karşımücadele edeceğine göre devletin bü-tün kurumlarıyla yüz yüze gelecektir.Toplumu savunacağına göre toplumunolduğu yerde olacaktır. Dağda üslendiğigibi şehirde de, ovada da, köyde deher yerde üslenecek, her yerde varolacaktır. Hedefler bakımından da şim-diye kadar misilleme yapmak gerekincedağdaki güç karşısına ilk çıkan orduylavuruştu. Dağda ya gerilla var ya daordu vardır. Başka da kimse yok. Şimdiovada, şehirde, her yerde olunacağınagöre, bir de temel görev devletin toplumüzerindeki örgütlü egemenliğini zayıf-latmak olacağına göre, o zaman buegemenliği sürdüren tüm güçler hedefhaline gelecektir. Bu savaş lobisi içindeyer alan ekonomik güçler, özel savaşınparçası olan sosyal güçler ve bu sa-vaşın içinde olan siyasi güçler, askerigüçler, ihbarcı, ajan yapısı ve JİTEMhedef olacaktır. Devleti toplum üzerindeegemen kılan her kurumu zayıflatmakve geriletmek gerekecek ki toplumsalözgürlük alanı açılsın, demokratik top-lum örgütlenebilsin.

Elbette eylem yöntemleri de zen-ginleşecek, çoğalacaktır. Bu, her he-defe aynı yöntemle yönelim olsun,mücadele edilsin anlamına gelmiyor.Her hedefin özelliğine göre eylem yön-temleri, mücadele yöntemleri geliştir-mek gerekecektir. Ekonomik hedefleregöre uygun, sosyal hedeflere göre uy-gun mücadele yöntemleri geliştirmek

gerekecektir. Fuhuş geliştiriliyor, uyuş-turucuyla gençliği, toplumu uyuşturmakiçin her şeyi yapıyorlar. Bu çok bilinçli,örgütlü bir özel savaş politikasıdır.Sosyal soykırımdır. Onları boşa çı-karmamız gerekiyor. Siyasi olarak hertürlü baskı sistemleri var, aldatmalarvar. Ekonomik olarak biyo-iktidar uy-gulanıyor. Karın tokluğuna insanlarsatın alınıyor. 29 Mart seçimlerindeoylar bile satın alındı. Polis, ajan, Jİ-

TEM yapısı topluma nefes aldırmıyor.Şimdi bu hedeflerin her birinin özelli-ğine göre eylem yöntemleri, biçimlerigeliştirmek gerekiyor. Öyle düz, tekyanlı olmaz.

Sivillerin zarar görmeyeceği bir eylem çizgisi olmak durumundadır

Kuşkusuz Kürt Özgürlük Hareketininde benimsediği savaş kuralları dışındaolan eylem biçimlerinin yapılmamasıgerekir. Zaten HPG savaşta uyulmasıgereken kurallar yönetmeliğiyle üçüncütaraf zarar görmeyecek diye taahhüttebulunmuştur. Yani gerilla güçleriyle dev-let kurumları çatışırken bunun dışındakalan toplum bu çatışmadan zarar gör-meyecektir. Sivillerin zarar görmeyeceğibir eylem çizgisi olmak durumundadır.Eylem yöntemleri iyi seçilsin ki çetecilik,Hogırcılık içine bir daha düşülmesin.Dolayısıyla hem dikkatli olmak hem deyaratıcı olmak gerekecektir.

Güneyde Güney Kürdistan yöneti-minin bu sürece daha fazla katılmasıçalışmaları var. Aslında pasif olarakiçindeler. Aktif olarak içine girmemeleriiçin çaba harcanması gerekmektedir.Bunun için de ulusal konferans çalış-malarının yoğunlaştırılması önemlidir.Yine Güney yönetimi ABD ve AKP’ningeliştirmeye çalıştığı Kürt politikasınıntehlikeleri konusunda uyarılmalıdırlar.Çünkü tehlike onlar için de vardır. PKKtasfiye edilirse Güney yönetimi de tas-fiye edilecektir. Onların varlığına datahammül edilmeyecektir. Bu gerçekGüney Kürdistanlı siyasal güçlere gös-terilebilmelidir. Ulusal konferans siya-setiyle onlar en azından biraz etkilen-meye, onlarda ulusal duyarlılık yaratıl-maya çalışılmalıdır ki olumsuz durumlarortaya çıkmasın. Bu konuda Kürt ka-muoyunu etkileme, kamuoyu üzerindenonların olumsuzluklara girmesini en-gelleme çalışması yapılmalıdır. Elbetteulusal konferans ya da kongrenin top-lanması çalışmaları yürütülmelidir. Bu-nun perspektifi Kürt kamuoyuna yedi-rilmelidir. Fakat bu gerçekleşebilir mi,gerçekleşemez mi bilinmez. Kürt hal-kının isteği de beklentisi de budur. Ger-çekleşirse iyi siyasi sonuçlar ortaya çı-kar. Gerçekleşmezse de en azındanulusal baskı oluşur ve nötr kalmalarısağlanır. Güney Kürdistan yönetiminekarşı daha dikkatli bir politika yürütül-mesi bu süreçte gereklidir.

Suriye’ye karşı siyasi bir mücadeleyürütmek en doğru yaklaşımdır. Suriyeyönetimi ile çatışmalı duruma girmekdoğru değildir.

İran’ın durumu tabii biraz daha fark-lıdır. İran, Türkiye ile ilişkilerini geliştirdi.Son görüşmeler bir ittifak ortaya çıkardı.

Bu dünyada PKK’li idam etmiş tekdevlet İran devleti oluyor. İdamla DoğuKürdistan halkını ve gençliğini ürküte-ceğini, korkutacağını sanıyor. En azın-dan pasifize edip sindirme çabasınıyürütüyor. Bu da bir strateji oluyor. Enüstten karar olmasaydı bu idamlar ya-pılamazdı. İran-Türkiye ittifakı iki şeyedayalı gelişti. Bir, ABD-İran çelişkilerine.Güya ABD’nin baskılarını azaltmak içinböyle bir ittifakla Türkiye’den destek

almaya çalışıyor. İdamları da bununiçin yapmıştır. Öte yandan uranyumanlaşması imzaladılar. Ama ABD Dış-işleri Bakanlığı reddetti bu durumu veTürkiye’yi İran konusunda uyardı. Ön-der Apo’nun da ifade ettiği gibi bu si-yaseti uzun süre zor yürütebilirler.Hatta ABD’nin İran’la mücadelesininkeskinleştiği bir dönem de gelişebilir.İkincisi Kürt sorununu birlikte yöneti-yorlar. Osmanlı-İran imparatorlukların-dan beri bu böyledir. 16. yüzyıl başın-dan beri böyledir. 19. yüzyılda bir dev-letin hâkim olamadığı isyanı ikisi bir-leşerek ezdi. 20. yüzyılda da bu birsistem haline gelmiştir. Aslında dahaönce Osmanlı ve İran imparatorlukla-rının yürüttüğü ortak yönetimi 20. yüz-yılda İngiltere, Kahire Konferansı ilebir sistem haline getirdi. Kürtler üze-rindeki egemenlik ortak yönetim biçi-minde gelişmektedir. Bu ortak yönetimsistemi 20. yüzyıl boyunca sürdü.

20. yüzyılda Suriye ile Irak SovyetlerBirliğinden yana oldular. İran’la TürkiyeAmerika’dan yana oldular. İki blok bir-biriyle en sert çatışma içine girdi. FakatKürt sorununa geldiğinde Türkiye, İran,Irak, Suriye ortak bir askeri paktta bir-leştiler, birlikte yönettiler. Diğer alanlardaçatışırken bile Kürt sorununda ortakhareket ettiler. 1960 yılı başında nere-deyse Suriye ile Türkiye savaşa giri-yordu. Kürt sorunu karşında yine ortakittifak içindeydi. Bunu ilk defa 1980başında İran İslam Devrimi kırdı. Çokönemli bir durumdu bu. PKK gelişmeside bu sürece denk geldi. Siyasi vepratik olarak Kürdistan’ı ortak yönetmeanlaşması İran’da kırılınca, bu Kürdis-tan’da önemli bir siyasi, askeri boşlukoluşturdu. PKK direnişi de, Güney Kür-distan’da KDP ve YNK’nin yeniden to-parlanması da bunun sonucuna da-yandı. Fakat bilindiği gibi İran-Irak sa-vaşını bu nedenle sona erdirdiler. İslamDevrimiyle İran’ın içine girdiği etkili du-rumu ortadan kaldırmak için bunu yap-tılar. Adım adım da İran’ın etkisini kır-dılar. O zaman Humeyni ateşkes im-zalarken “zehir içmekten daha acı” de-mişti. Ciddi bir siyaset değişikliği yapmadurumunda kaldığından bunu söylü-yordu. Daha sonra Türkiye ile İranuluslararası komploda birlikte hareketettiler. Uluslararası komploda bir MısırCumhurbaşkanı Mübarek aktif oldu birde İran Dışişleri Bakanı. İkisi komplosürecini birlikte yönettiler. Biri geldi,biri gitti Ankara’ya. İran komplo süre-cinde sınırlarını Önderliğe kapattı. Sıksık Roma’ya gitti İran Dışişleri Bakanı.Bunlar süreci birlikte yönetme çaba-sıydı. Önderliğin denetimden çıkma-sından korkuyorlardı.

Ahmedinejad yönetimi ile daha fazlamilliyetçi bir çizgiye oturdu İran İslamCumhuriyeti. Şimdi PKK’yi Türkiye

kontrol edemeyince, PJAK Doğu Kür-distan’da mücadele gücü olunca ye-niden birlikte ittifak yaparak bu sonKürt direnişini ezmek, tasfiye etmekistiyorlar. Kürt politikaları bilinmektedir.Stratejik duruşları da bu çerçevededir.Tabii ki İran yanlış yapıyor. Biraz siyasiçözüm yaklaşımı geliştirseydi, halkabiraz yumuşak davransaydı bunlar ol-mazdı. İran’ın tek dostu olabilcek Kürt-lerdi, onu da bu politikalarıyla kaybet-

tiler. İran’ın ABD karşısında durmasızordur artık. Onu Müslümanlıkla, ile-ricilikle aldatmaya çalıştığı Latin Ame-rika’daki rejimler de kurtaramaz. Birçokrejimi anti-emperyalist olduğunu söy-leyerek aldatmaya çalışıyor. Ancakİran’ın böyle bir pozisyonu yoktur. Hal-kıyla savaşan, halkını zayıf tutan ül-kelerin anti-emperyalist olmaları müm-kün değildir. zaten Kürdistan’daki kat-liamlar İran’ın gerçek yüzünü açığaçıkarıyor, teşhir ediyor. Şimdiki du-rumda Kuzey’de Türkiye’ye karşı yü-rüttüğümüz gibi bir siyasi ve askerihamle yapılmayacaktır. Mümkünse mi-sillemeye dayalı bir meşru savunmaduruşu içinde olunacaktır. İdamlarakarşı bir intikam direnişi yürütüldü,ama esas yaklaşım belirtildiği gibi ola-caktır. Daha çok propaganda, ajitasyonalanında teşhiri geliştirmeyi, gerillakatılımıyla örgütlülüğü arttırmayı esasalmak doğru olandır.

Kürt Özgürlük Hareketi sonuna kadar direnmeyi ve kazanmayı hedeflemektedir

Sonuç olarak, bu süreç yeni bir mü-cadele sürecidir. Önderlik, nereye gider,hangi sonuçları getirir belli olmaz dedi.Savaştır, her türlü sonuca açıktır. Bununbilinciyle hareket edilmelidir. Savaştayüzde yüz bir sonuç yoktur, risk çoktur,ama zafer kazanmak, başarılı olmakiçin imkânları her zamankinden dahafazladır. Sömürgeciliği Önder Apo’yamuhtaç bırakmak ve muhatap aldırtmakçözümün anahtarıdır. Kürt sorunuylailgili, ilişkili olan herkesi Önder Apo’danyardım diler hale getirme mücadelesiaynı zamanda Kürt halkının özgürlüksorununu gerçekleştirme mücadelesidir.Kuşkusuz bu mücadele ilkeler doğrul-tusunda ve çizgi doğrultusunda yapı-lacaktır. Ama mevcut amacı, hedefigerçekleştirene kadar da böyle bir mü-cadeleyi bedeli ne olursa olsun doğrubir tarzı geliştirerek yürütme kararlılığıbulunmaktadır. Tarihten, Önderlik veşehitler çizgisi gerçeğinden bunu an-ladık: Halkın Kürt Özgürlük Hareketi’neçağrısı kesinlikle bu doğrultudadır. Halk“ya demokratik çözüm ya da görkemlidireniş” dedi. Bu kararlılıkla da müca-dele ettiğimiz zaman kesinlikle en bü-yük gelişmeler bu dördüncü stratejikmücadele döneminde olacaktır. Orta-doğu’da Fransız ve Rus Devrimi’ninyarattığı sonuçlar düzeyinde siyasi,sosyal, kültürel gelişmeler ortaya çı-kacaktır. Özcesi daha önceki süreçlerdeçözülemeyen sorunlar da bu dördüncüstratejik mücadele döneminde çözü-lecektir. Kürt Özgürlük Hareketi bu te-melde sonuna kadar direnmeyi ve ka-zanmayı hedeflemektedir.

Sayfa 25 SerxwebûnHaziran 2010

“Geçen dönem gerillacılığı pasif savunma duruşuydu. Bu, gerillada bazı alışkanlıklar ve anlayış yarattı, sistem yarattı. Şimdi bunların hepsi değişmek durumundadır. Artık gerilla o tür durumlarla yeni dönemi karşılayamaz. Dolayısıyla HPG dahil herkesin, bütün örgüt ve kurumların durumlarını yeni stratejiye göre değiştirmeleri gerekiyor. Kuşkusuz HPG devleti sınırlandıracak, devletin toplum üzerindeki egemenliğini kıracak direniş mücadelesinin temel gücüdür, birinci gücüdür. Herkesten çok HPG bundan sorumludur”

Page 26: SERXWEBÛN JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE Sal: 29 / Hejmar 342 / Hezîran 2010 Muğla’da yaşamını yitiren Kürt öğrenci Şer-zan Kurt’un yakınları

Bilindiği gibi Heval Zilan eyle-mini 30 Haziran 1996’da ger-çekleştirmişti. Bu eylemin an-

lam ve önemi Kadın Hareketi ve Par-timiz tarafından yıllarca değerlendirildi.Bu eylem gerçekliği üzerinden bir yak-laşımımız da söz konusu.

Heval Zilan eylemini gerçekleştirdi-ğinde biz Kuzey grupları olarak Gü-ney’den harekete geçmiştik. Kuzey yoluüzerindeydik. Tabi süreç oldukça hassasve yoğun bir süreçti. Final yılına hazırlıksüreciydi. Önderlik Sahası’ndan gelenve diğer tüm arkadaşlarla tüm gücümüzkapsamlı bir savaş yılına hazırlanmak-taydı. Süreç değerlendirmeleri itibariyleÖnderliğin çok yoğun ve net perspek-tifleri vardı. 5. Kongre perspektifleri veardından genel süreç perspektiflerivardı. 5. Kongre sonrası birçok arka-daşın hazırlanıp gönderilmesiyle Ön-derliğin çok somut süreç değerlendir-mesi, planlama ve perspektifleriyle pra-tiğe başladık. Verilen bu perspektifleriçerisinden belki çok fazla kimsenindikkatini çekmeyen bir yön vardı. O dataktikte yaşadığımız tekrar-tıkanıklık vebunun karşısında geliştirilmesi gerekeneylem biçimleriydi. Mesela ben bireyolarak Önderlik sahasındayken bu çokfazla dikkatimi çekmedi. En genel an-lamda taktik değişiklik ve geliştirilmesigereken tarzdan bahsediliyordu, fakatdetaylar üzerinde çok ciddi bir yoğun-laşmamız yoktu. Halbuki herkes askerigüçtü, savaş gücüydü, güçlü yoğun-laşmalar ve planlamalar içerisinde ol-ması gerekiyordu. Kuşkusuz belli biryoğunlaşma ve anlama düzeyi de vardı.Fakat daha çok heval Zilan’ın dikkatettiği ve üzerinde yoğunlaştığı yön be-lirleyici nokta oldu. O da fedai eylemtarzıydı. Fedai eylem tarzında sürecigeliştirme yani taktik yenilenme, taktikseldeğişim, taktikte bir açılım gerçekleş-tirme temel olan perspektifti. Kendi açı-mızdan belli bir perspektif olsa da de-taydan yoksundu, zayıftı. Bizim klasiksavaş yaklaşımımızdan kaynaklı, klasikyöntemler üzerine yoğunlaşan kendinibu anlamda tekrarlayan yönler etkiliydi.

Savaşta başarı ayrıntılarda gizlidir

Taktikte kendini tekrarlayan yön-lerden biri de kendimizi tekrarladığımızyönlerimiz olmaktaydı. Bu anlamdadeğişime-dönüşüme, yeniliğe dair yada yaratıcılık üzerinden bir yoğun-laşma ne komutamızda ne de yapı-mızda vardı. Mesela biz de Kuzeygücüydük, fakat hangi temelde savaşıesas alacağımızı, hangi taktik esaslarüzerinden savaşı tırmandıracağımızı,savaş gücü olarak mücadeleyi yük-selteceğimizi derinliğine planlayamı-yorduk. Yoğunlaşmalar genel kalabi-liyordu. Genel olan bir şey de yüzeyselkalır. Bu nedenle komutanlık, savaşta,detayda her şeyi bilmeyi gerektirir.Çok yönlü yoğunlaşmayı gerektirir.Çünkü savaşta başarı ayrıntılardagizlidir. O gözden- dikkatten kaçarsaçok genel bir yoğunlaşma ile ancakyüzeysel bir katılım gerçekleşir. Osüreçte yapı ve komuta düzeyindetüm alanlara ve eyaletlere takviyeleryapıldı. Ciddi bir savaş hazırlığı vardı.Bu hazırlanan güçle mutlaka savaşilerletilecekti. Her taraftaki hazırlık budüzeyi geliştirirdi, fakat inanıyorumki tekrarı da çok fazla aşmayacaktı.Çünkü kendimizin içinde bulunduğugrup ve beraber hareket ettiğimiz

diğer güçlerin de gündemlerinden veyoğunlaşmalarından bu çok net an-laşılıyordu. Bu tabii ki hiçbir şey ya-pılmayacaktı anlamına gelmiyor. Mut-laka sürece katılım gerçekleşecekti.

Fakat biz daha yolda iken, dahasürece giriş yapmadan (Dersim Eyaletgücüydük) Dersim’de bir eylem ger-çekleştirildi. Önderliğin gerçekleştirdiğiperspektiflerin pratik öncülüğü ve sü-recin tüm gerekliliklerin toplamı olarakbu eylem yerini buldu. Heval Zilan,kendi şahsında tüm bunların toplamınıgösterdi. Biz Kuzey grubuyduk, Kuzeygrubu demek savaş grubu demektir.Heval Zilan’ın eylemi pratik-maddi-manevi anlamda yoğunlaşmalarımızüzerinde çok büyük bir etki yarattı.Böylesi eylem biçimleri bizim alışılmışeylem biçimlerimiz olmadığından, bizşehirlerden ziyade kırsalda, direk as-keri hedeflere dönük ya da klasik an-lamda biz eylem tarzlarına alıştığı-mızdan bu bizim açımızdan ilkti. Der-sim’de de ilkti. Hareket açısından ilkti.Bu eylem tarzı gündemimizde de yok-tu. Yani her anlamda çok yeni bireylem tarzıydı. Bu nedenle ilk etaptabu eylemin bizim olamayacağına dairyorumlar gelişti. Zaten düşman çokdeğişik biçimlerde bunun anti-propa-gandasını yapıyordu. Bizim açımızdansüreç biraz daha doğru kavransaydı,Önderlik doğru okunsaydı ve 5. Kongreperspektifleri özümsenseydi biraz dahasavaşın gerektirdiği detaya yoğunlaş-ma gelişseydi aslında böyle bir eylembiçiminin temel bir taktik olduğunu an-layabilirdik tabi. Başta biraz etkilen-meler, şaşırma durumları oldu. Bu ey-lemin nasıl geliştirildiği, bu arkadaşınbu eylemi nasıl düşündüğü ve ger-çekleştirdiği üzerinden yoğunlaşmalargelişti. Fakat belirttiğim gibi süreç çokyoğundu, hazırlıklar ileri düzeyde ya-pılmıştı. Çok büyük iddialarla herkesKuzey yoluna çıkmıştı. Bu temeldesürecin nasıl gelişeceğinin işaretiniheval Zilan, eylemi ile vermişti.

Öte yandan Önderliğin değerlendir-diği taktik tıkanıklık, komutadaki tıkanıklıksöz konusuydu. Hem bu taktik tıkanıklığıve tekrarı aşmak anlamında hem departileşme mücadelesi anlamında ör-gütün yaşadığı bir handikap vardı. Ör-neğin tasfiyeciliğin, Önderliği, örgütüuğraştıran, bu anlamda partileşme ham-lelerimizin önüne geçen, kendisini da-yatan tasfiyeci çizginin mücadelesivardı. Bu Önderliğin doğru anlaşılma-sının ve pratikleşmeni engellemekteydi.Her şeyden önce süreç içerisinde net-leşmeyi engelliyordu. Zilan arkadaşeylemi ile aynı zamanda tasfiyeci çiz-giye karşı doğru çizgiyi ortaya koydu.

Bir de kadın üzerinden geliştirilmekistenen bir tasfiyeci çizgi anlayışı vardı.“Şemo pratiği” ve benzeri yaklaşımlarsöz konusuydu. İç tasfiyeciliğe kadınınalet edilmek istenmesi, kadın üzerindenörgütün vurulmak istenmesi ve örgütünbu noktadan daraltılması anlayışınaZilan arkadaş, en etkili cevabı vermiştir.Zilan yoldaş, gerek dış düşmana karşıgerekse iç düşmana karşı gösterilmesigereken duruşu ortaya koymuştur. Ön-derlik çizgisini muğlaklaştıran, Önder-liğin emeklerini boşa çıkaran, Önderliğinkadın özgürlük mücadelesine dair yap-tığı tüm çalışmaları anlamsızlaştırmayaçalışan tasfiyeciliği çok çarpıcı ve etkilibir biçimde boşa çıkarmayı başardı.Bu nedenle Önderlik Zilan arkadaşiçin şunu belirtti: “Ben Zilan’ın Emir

Eriyim.” Tabi bu sıradan bir eylem de-ğildi. Kendini aşma gerçekliğindenbahsediyordu Önderlik.

Mücadeleyi geliştirmede Zilan arkadaş bizim ölçümüzdü

Belirttiğim gibi biz Önderlik kadarya da Önderlik gibi süreci okuma, de-ğerlendirme yapma, ileri düzeyde çö-zümleme durumunda değildik, ola-mazdık. Sadece bir eylem olarak elealdık, dar bir bakış açısıyla baktık.Kadın olması bizi daha çok etkiledimuhakkak. Bu eylemin gerçekleştirildiğisüreç de önemliydi. Mesela bizim gibialana yeni gelen gruplarda ciddi birheyecan da yarattı. Ayrıca Dersimgücü olmamızdan kaynaklı ayrı bir gu-rur kaynağımız oldu. Bu anlamda ger-çekten duygu anlamında yoğun birsüreç yaşanmaktaydı. Ben kendi açım-dan hep diyordum; keşke eylemindenönce yetişip o arkadaşı tanısaydım,görseydim. Eyalete ulaştıktan sonragerçekten bunu çok daha derindenhissettim. O kadar çok anlatılmaktaidi ve o kadar çok içimize sinmişti kiO’nu görmemenin burukluğunu ve hüz-nünü yaşadım. Öyle bir şansımın ol-mamasına üzüldüm. Eyalete gittiktensonra tabi tüm gündemimiz Heval Zi-lan’dı. Artık bizim için yeni bir süreçbaşlamaktaydı. Tabi biz bu süreci hevalZilan’ın eylemi ile başlattık. Bu dabizim açımızdan ciddi bir avantajdı.Önderliğin bütün perspektifleri onalayık olmak, onun çizgisinde yürümek,Dersim’de geliştirilen tasfiyeciliği kırmaküzerinden gelişmekteydi. Hem örgütseliç mücadeleyi geliştirmek anlamındahem de taktik tıkanıklığı aşmak anla-mında Zilan arkadaş bizim ölçümüzdü.

Daha önce Heval Bese (Suna Çi-çek) arkadaşın, önemli bir çıkış anla-mında yaptığı eylem vardı. O da ciddibir etki yaratmıştı. Kadından tarafböyle, tarihteki Bese’lerin direnişindenkaynaklı, düşmana, tasfiyeci çizgiye,inkâr ve imha politikalarına karşı kadıncephesinden geliştirilen direniş Der-sim’de bir gelenektir. Tabii ki binlerceyoldaşımızın bunun gibi direnişleri var-dır. Leyla arkadaşın, Bermal arkadaşıneylemi de Zilan arkadaşın eylemi gibiçıkış yaptırdı. Bunun Dersim’de olması

da tesadüf değildir. Tabii ki Kürdistan’ınher yerinde bu tarzda eylemler yapıl-mıştır ve tüm Kürt kadınları fedaidir.Fakat Dersim’de bunun tarihten gelenbir gelenek olması ve bunun devamımahyetinde olması bu eylemlere ayrıbir anlam katıyordu. Gerçekten Dersimtoprakları bu direnişlerin ev sahipliğiniyaptı, kalesi haline geldi.

Zilan arkadaşın eylemi erkektekadına yaklaşımda çok ciddi bir değişim yarattı

Buna bağlı olarak Zilan arkadaşıneylemi tüm güçlerimizde kadın-erkekteçok ciddi bir heyecana yol açtı. Bu ey-lem kendimizi aşma noktasında, çıkışyapma anlamında ciddi bir rol oynadı.Hatta birçok erkek arkadaşta kadınayaklaşımda çok ciddi bir değişim farkediliyordu. Örneğin eyalete gittiğimizdebirçok erkek arkadaş mahçuptu. Zilanarkadaşın eylemi, erkek arkadaşlarında kendilerini çok ciddi sorgulamala-rına, gözden geçirmelerine yol açmıştı.Çünkü o zamana kadar kadına gü-venmeyen, hatta Zilan arkadaşa daböyle yaklaşan ‘gitti ama eylem yapa-maz, gitti ama belki de bize geri dön-mez’ diyen erkek arkadaşlar, başlarınıkaldırıp kadın arkadaşlara bakamıyor-lardı. Zilan arkadaşın eylemi, geri erkekzihniyetinde böyle bir patlama da yarattıve pratiğe de bu şekilde yansıdı. Ondansonra birçok arkadaş hem Zilan arka-daşa hem de tüm kadın arkadaşlaraolan güvensiz, “pratikte yapamazlar,ağırlıktırlar” gibi erkek egemenlikli yak-laşım ve anlayışlarından dolayı öze-leştirisel yaklaşmaktaydılar. Zilan ar-kadaş, bu feodal yaklaşımları eylemiile alt-üst etmişti, yani dinamitlemişti.Belki bir bütünen bu anlayış ve yakla-şımlar ortadan kalktı demek abartılıolur. Fakat Zilan arkadaşın eylemibunları dillendirmenin zeminini ortadankaldırdı. Belki zihniyet olarak tümdenaşılmadı fakat artık kimsede bunlarısöyleme, dillendirme cesareti kalmadı.Birçok arkadaşta da gerçekten inana-rak, kendini sorgulayarak ciddi bir de-ğişim yaşandı. Kadının gücüne birinanç ve güven gelişti. Kadın arka-daşların durumu Zilan arkadaşın ey-leminden önceki süreçlere göre çok

çok değişti. Öncülük kadın yoldaşlarageçti. Gerçekten öncülükte belirleyicirol kadınların oldu. Önderlik de bumisyonu biçti, Zilan arkadaş da bumisyonu biçti, objektif zeminde bunayol açtı. Eylemin yarattığı objektif sonuçüzerinden bu gelişmeler yaşandı. Artıktüm kadın arkadaşlar her türlü değişimve dönüşüme rengini katmaktaydı.

Beklentiler de fazlasıyla gelişti. Ön-derlik perspektiflerinde çok yoğun birbiçimde kadının öncülükteki rolünedikkat çekiyordu. Zilan arkadaş bir ışıkgibi özgürlük mücadelemizin geliştiril-mesinde, kadının iradeleşmesinde, bi-linçlenmesinde ve kendini her konudakatmasında belirleyici bir güç oldu. Busadece Dersim’de değil, her yerde ge-liştirildi. Tüm geriliklerin önü alındı.Erkeklerin kendilerine kalkan yaptığıtüm gerilikleri ellerinden alındı. O an-lamda gerçeklik kendisini her yönüyleaçığa çıkardı.

Bu anlamda heval Zilan’ın eylemi,Kürt kadınları adına, genel Hareketimizadına önemli bir eylemdir. Tarihi önemive yol açtığı sonuçlar çok daha uzunda anlatılabilinir. Fakat belirttiğim gibibizler için önemli olan onun hakkınıverebilmektir. Anlam derinliğini, hisleriniyakalayıp Zilan arkadaşı yaşamsal-laştırmaktır. Önderliğimiz de; “Herbiriniz Zilan gibi olacaksınız” demek-tedir. Bu kendini patlatmak anlamındadeğil tabi. Kişilikte kendini aşmak, ken-dini yenilemek, kendi geriliklerinde opatlatmayı gerçekleştirmek ve kendiniyeniden yarabilmeyi gerektiriyor.

Heval Zilan özgürlük çizgisindekendisini yaratan kadındır. Kendisiniözgürleştiren kadındır. Eylemi de bu-nun somut ifadesi olmuştur. Mektup-larında zaten nasıl bir kişiliğe, nasılbir yoğunlaşmaya sahip olduğunu or-taya koymaktadır. Kendini aşmanın,özgürlüğe ulaşmanın yöntemini, ma-nifestosunu ortaya koymuştur. Herbirimizin kendi geriliklerinin, başarı-sızlıklarının gerekçelerini heval Zilaneylemi ile ortadan kaldırmıştır. Başa-rının adını, başarının yolunu ve herşeyini kendi eylemi ile ortaya koy-muştur. Bizim için gerekli olan hevalZilan’ın başardıklarını başarabilmektir.Heval Zilan şahsında tüm şehit yol-daşlarımızı saygı ile anıyorum.

Serxwebûn Sayfa 26Haziran 2010

HEVAL ZİLAN ÖZGÜRLÜK ÇİZGİSİNDE KENDİSİNİ YARATAN KADINDIR

Page 27: SERXWEBÛN JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE Sal: 29 / Hejmar 342 / Hezîran 2010 Muğla’da yaşamını yitiren Kürt öğrenci Şer-zan Kurt’un yakınları

8Mart 2010 tarihinde ‘ÖzgürlükMücadelesini Yükseltelim Te-cavüz Kültürünü Aşalım’ slo-

ganı temelinde başlatılan kampan-yanın hem toplumsal açıdan ve hemde kadın özgürlük mücadele strateji-sinin daha somutta sorunlara çözümbulması ve yanıt oluşturması açısın-dan ne kadar önemli ve gerekli olduğuson yaşanan gelişmelerden çok dahanet anlaşılmıştır.

Tecavüzün bir kültür haline gelmesive giderek iktidarın sürdürülebilirliğininzemini olarak bu aracı etkili kullanmasıbeş bin yıllık tarihi bir geçmişe sahiptir.Güncelde yaşananlar böylesi uzuntarihsel bir geçmişin iktidar erki açı-sından daha pervasızlaşmış, dışavurum halidir. Zor, gasp, el koymave şiddetin tüm yöntemlerini barın-dıran tecavüzün kültür haline gelmesiinsanlığın doğal ve insani olandankopuşunu, sapışını getirdiği bilinmek-tedir. Kültürün bir yaşam biçimi olduğudüşünüldüğünde, dünyayı yönetenerkin tecavüzü bir kültür haline geti-rerek hâkimiyeti ve etki alanını butecavüz kültürüne dayandırması do-ğası gereğidir; çünkü tecavüz kültürübu iktidar gerçeğinin var olma ge-rekçesidir. İktidar gerçeğinin kendisiideolojik, siyasi, sosyal, ekonomik veyaşam biçimi olarak etki alanındakiher şeyi etkisiz, iddiasız ve mücade-lesiz kılmak için söz konusu kültürüetkili bir silah olarak dün olduğu gibibu gün de kullanmaktadır. Erkek ege-men karakterli erkin, şiddetin tüm bi-çimleriyle beslediği tecavüz kültürühem küresel ve hem de yerellerdetam bir saldırı halindedir. Sistemadeta bin yıllardır sürdürdüğü hâki-miyetinin ve iktidarının son demleriniyaşıyormuş psikolojisi ile hareket et-mekte -ki bu doğrudur- ömrünü uzat-manın garantisi ve güvencesi olaraktecavüzü çok yönlü bir politika olarakgeliştirmektedir. Bundan kaynaklı tambir pervasızlık ve dengesizlik durumusöz konusudur. Bu pervasızlığı çıka-rına gördüğü her yerde kullanmak-tadır. İnsanın kendisine, doğaya, ya-şama, kadına ve değerlere yabancı-laştırılması esas amaç olmaktadır.Çıkarı gereği insanlar arasına sınırlarçizmekte, kanun, gelenek, töreyi bunagöre belirlemekte ve uygulamakta,karşı geleni sürmekte, göç ettirmekte,toprağına, emeğine ve esasta dageçmişine el konularak gasp edil-mektedir. El uzatılan toplumsal hafıza,halkların ve kadının kültürü, dili, kimliğien temelde de kişiliği olmaktadır. Bu,özünde kültürel ve toplumsal soykırımolarak bilinçli bir politika olarak dahada etkili hale getirilerek sürdürülmek-tedir. Burada tam bir ölçüsüzlük du-rumu söz konusudur.

Genel anlamda sistemin ortak çı-karlarda buluştuğu bu politika da, tektek devlet, iktidar ve kişi çıkarı sözkonusu olduğunda kendisi için doğrubulduğunu, karşısındaki güç kendisinekarşı kullandığında deyim yerindeysekıyamet koparmakta, insanlık havarisikesilmektedir. Bu noktada da erkekegemen zihniyet tam bir dengesizliktutumu içindedir. Bu dengesizliği aynızamanda sistemini sürdürebilmenindengesi haline getirmiştir.

Coğrafik, siyasi, ekonomik, sosyal,kültürel ve fiziki tecavüz sınırını heriktidarın ya da egemenin kendi çıkarı

belirlemektedir. İşgal, istila, sömürüve şiddetin düzeyi bu çıkarlara göreoluşturulmaktadır. Günümüz dünya-sında doğru ile yanlışın bu kadarmuğlâklaştırılması bu politikalarlabağlantılıdır. İşgal, zor, istila, sömürü,saldırı ve şiddet erkek egemen-ikti-darcı zihniyetin karakteri olarak, ideo-lojik argümanı ve politikası olarak te-cavüzü geliştirmektedir. Devletleringeliştirdiği her türlü terör, şiddet vesaldırı da böylesi bir gerçeklikle bağ-lantılıdır. İktidarın en kurumlaşmışve kökleşmiş kurumu olarak devletin,devlet-iktidar karşıtı güçleri, kesimlerive kişileri etkisizleştirmenin aracı ola-rak günümüzde en fazla başvurduğuyöntem tecavüz temelinde geliştirilensaldırılar olmaktadır.

Karşısındakini etkisizleştirme, ira-desizleşme, çoğu zaman mücadeleve yaşam iddiasından düşürmeninbir aracı-yöntemi olarak kullanılmak-tadır. Adeta en iyi savunma saldırıdırmantığı ile hareket edilmektedir. Budurum, kampanyanın şu an en etkiliyürütüldüğü Türkiye ve Kuzey Kür-distan’da Türk devleti ve uzantılarıaçısından geçerlidir. Devlet zihniyeti,karakteri, yapılanması ve politikasıgereği zora, gaspa, el koymaya veen çok da tek taraflı iradeye dayalıbir kurumlaşma olmasından kaynaklıyürütülen kampanyanın hedefi du-rumundadır. Türk devletinin yürüttüğüasimilasyon, sömürü ve katletmelerintümünün temelinde Kürt halkının,buna paralel kadının kültür, dil vekimlik değerlerinin yok edilmesi yat-maktadır. Bu açıktır ki, kültürel soy-kırımdır. Askeri işgal ve ekonomiktalana paralel Kürdistan’da geliştirilenkültürel soykırımdır. Kültürel soykı-rımın hedefinde Kürt kadınları veçocuklarının olduğu son saldırılardanda çok net açığa çıkmıştır. Türk dev-leti tarafından geliştirilen imhanınhedefinde Kürt kadınları ve çocuk-larının kültürel ve fiziki imhası vardır.Bu gerçeği gizleme gereği duymadanson zamanlarda saldırılarını giderekdaha açık, belirgin hale getirerekyoğunlaştırmış durumdadırlar. Kürtkadını ve çocukları şahsında Türkdevletinin geliştirdiği saldırı politika-sının kültürel soykırımın günceldeuygulanması halidir.

Bu saldırıların bir yanı da ÖzgürlükMücadelesi ile tüm çıplaklığıyla açığaçıkan Türk devlet gerçeğinin dahafazla deşifre olmasını önleme ve öz-gürlük iddiası ve mücadelesinin giderektüm toplumsal kesimleri içine alacakdüzeyde gelişmesini önleme çabasıdır.Kadın özgürlük mücadelesinin gelişendüzeyi giderek birçok kesimi her za-mankinden daha fazla etkileme imkânıve zemini yaratmış durumdadır. Sonsaldırıların yoğunlaşmasının bir boyutubu gerçeklikten kaynaklanırken, diğerboyutu ise adeta koruma refleksi olarakkendini savunma tutumuyla saldırıdurumuna geçmiştir.

Son zamanlarda yaşanan bu taciz,tecavüz saldırılarının çoğalmasındaiki etken ön plana çıkmaktadır. Birincisikadın özgürlük mücadelesinin açığaçıkardığı bilinçlenme ve bu bilinçlen-menin giderek toplumda yarattığı du-yarlılığın oluşması ve gelişmesi ile il-gilidir. Bilinçlenen kadının kendi şah-sında geliştirilen saldırının nedeni,amacı, hedefi ve sonuçları hakkında

aydınlanması, sessiz kalma yerine busuçu bir yöntem olarak kullanan zih-niyeti ve uygulayıcılarını deşifre etmekgerektiğine dair ulaştığı kanaat yaşa-nanların daha fazla açığa çıkmasınave kamuoyuna mal olmasına yol aç-maktadır. Geçen süreçte tecavüzü biryöntem olarak kullanan iktidarların-devletlerin kadın başta olmak üzerebu saldırıyı geliştirenleri değil de, sal-dırıya maruz kalan, mağdur durumdaolan herkesi suçlu görmesi ve bunugenel bir kabul haline getirmesi, ya-şanan saldırıların büyük oranda açığaçıkmasını önlemekteydi. Çünkü ka-dınlar, çocuklar, muhalifler başta olmaküzere tecavüz saldırısına maruz ka-lanlar, yaşananların mağduru yerine,mahkûmu haline getirilmekte ve suçluilan edilerek katletmeye kadar varacakher türlü uygulama ile karşı karşıyakalmaktaydılar. Bu durum halen birçokolayda ve durumda geçerliliğini koru-maktadır. Bu gün bunun açığa çıkması,gizlemenin, daha çok tecavüzcü zih-niyete hizmet anlamına geldiğinin an-laşılması ve deşifre etmenin de mü-cadele etmenin bir yöntemi olduğunadair oluşan ikna durumundandır.

Siirt Pervari Ovacık ve Pertek’teyaşanan tecavüz saldırıları bizzatdevlet eliyle gerçekleştirilmiştir

Siirt, Pervari ve en son Dersim’inOvacık ve Pertek ilçelerinde Kürt ka-dınları ve çocuklarına karşı açıktangeliştirilen saldırıların planlı, örgütlüve belli bir strateji temelinde geliştirdiğiaçığa çıkmaktadır. Bu gerçeklik inkâredilemeyecek kadar nettir. Siirt vePervari’de Kürt çocuklarına karşı ge-liştirilen saldırıların belli bir siyasistrateji temelinde geliştirildiğini Vali’nin‘taş atacaklarına fuhuş yapsınlar’ söz-leri hiçbir yoruma yer bırakmayacakkadar net ortaya koymuştur. Özel sa-vaş stratejisinin önemli bir uygulamaalanı haline getirilen Kürdistan’da pilotbölgeler seçilerek parça parça saldırılaruzun vadeli strateji temelinde gelişti-rilmektedir. Uzun vadeli planlamayaparalel güncelde de bu politikalar bes-lenerek Kürt halkının, kadın ve ço-cuklarının geliştirdiği direniş mücade-lesinin etkisi kırılmaya çalışılmaktadır.

Gerek Siirt, Pervari ve gerekse Ovacıkve Pertek’te tecavüz saldırılarının biz-zat devlet eli ile geliştirildiği, gerekdevleti temsil eden kurumların olayınbizzat organize edilmesindeki rolle-rinden, gerekse de devlet ve hükümettemsilcilerinin bu saldırıların içindebizzat yer alan isimler olmasındananlaşılmaktadır. Seçilen merkezlerinve yerlerin çok bilinçli ve planlı seçildiğianlaşılmaktadır. Kendi değerleri ileyeniden buluşma çabası içinde olanalanların seçilmesi bu anlamda tesa-düfi değildir. Ne Siirt, Pervari ve nede Pertek ve Ovacık asla tesadüfenseçilen yerler değildir. Kürt halkı bununbilincindedir.

Geçmişte benzer olaylar ve du-rumlar karşısında içine çekilen, sessizkalan, görmezden gelen ve hatta açı-ğa çıkmasından utanan bir gerçek-likten, bu saldırıların nerden kaynak-landığı, amacı, hedefi ve failleri ko-nusunda netleşen ve anında tutumgeliştiren bir düzeyin açığa çıkmasıçok çok önemli bir durumdur. Siirt,Pervari’de geciken tavır Ovacık vePertek’de anında geliştirilmiştir. ÖnderApo’nun dediği gibi kıyametin kopa-rılması gerekmektedir. Yine Kürdis-tan’ın birçok şehrinde Kürt çocukla-rının kaçırılmasına karşı son zaman-larda yeterli olmasa da belli bir du-yarlılık oluşmuş durumdadır.

8 Mart’ta startı verilen kampanyakonusunda gerek kamuoyunda oluşanduyarlılık gerekse eylem-etkinliklernoktasında Türkiye ve Kuzey Kürdis-tan’da son zamanlarda önemli bir dü-zey ortaya çıkmıştır. Önümüzdeki dö-nemde gerek eylem, etkinlikler boyu-tunda, gerek bu kampanyanın dahageniş çevrelere taşırılması ve gereksegelişen saldırılara anında tavır koymak,faillerinin deşifre, teşhir edilmesi veyargılanmasının sağlanması konu-sunda daha etkili bir mücadeleye ihti-yaç vardır. Açığa çıkan deşifre olandurumlara anında tavır koymanın yanısıra, açığa çıkmayanları açığa çıkar-mak ve teşhir etmek kampanyanınbaşarısı açısından gereklidir. Çünkübiz biliyoruz ki açığa çıkanlar sadecebuz dağının görünen parçasıdır. Ben-zeri olayların açığa çıkabilmesi ve so-rumlulardan hesap sorulması için ciddi

bir eğitim, bilinçlenme ve aydınlanmaçalışmasına ihtiyaç olduğu açıktır.Hem yaşananların deşifre edilmesive buna karşı mücadele edilmesinehem de kadının kendisini tecavüz kül-türü ve saldırısına karşı savunmasınınmeşru ve demokratik bir hak olduğu-nun anlaşılır kılınmasına ihtiyaç vardır.Tecavüz kültürüne karşı mücadeleasimilasyona, kültürsüzleştirmeye kim-liksizleştirilmeye en temelde de soy-kırıma karşı bir mücadele biçimidir.Halk olarak kültürümüze, kimliğimize,dilimize sahip çıkma ve fiziki imhayakarşı bir duruş anlamına gelirken; bukampanya, kadın için düşünce, kimlik,örgütlülüğünü geliştirme ve fiziki im-haya karşı bir var olma ve direnişbiçimi olmaktadır. Salt bir dönem po-litikası ya da kampanyası olarak daalgılamak yeterli olmayacaktır.

Kampanyanın Kuzey Kürdistan veTürkiye dışında diğer alanlarda yeterliduyarlılık ile henüz ele alınıp gerekbilinçlenme ve gerekse de eylem veetkinlikler biçiminde karşılık bulmamasıeleştiri konusudur. Kürdistan’ın diğerparçaları Doğu, Güney ve Güneyba-tı’da da sistemin kadın üzerinden ge-liştirdiği saldırılar tüm hızıyla sürmek-tedir. Burada kadın düşünsel, ideolojik,psikolojik, siyasal, kültürel, kimlikselve fiziki imha saldırısı ve tehdidi al-tındadır. Günlük yaşananlar bu tespitidoğrulamaktadır. Kadının geliştirdiğiörgütlenme mücadelesi saldırılarlakarşılanmakta, kadınlar tutuklanmakta,İran’da olduğu gibi idam edilmekteveya farklı yöntemlerle katledilmek-tedir. Bunlarla sınırlı kalınmamaktadır.Fiziki, duygusal ve siyasal şiddetemaruz kalan ve çözümü ölümde bulankadınların durumu da tüm parçalardave yurt dışında kampanyanın hızlaele alınması ve pratikleştirilmesinişart kılmaktadır. Kürt halkına, Önder-liğine, siyasal gücüne ve gerillayakarşı geliştirilen saldırıları bu gerçek-likten ayrı ele almak mümkün değildir.Süreç daha komple ve etkili bir mü-cadele düzeyini, biçimini ve pratiğinigörev olarak Kürt kadının önüne koy-maktadır. Mücadeleyi yükseltmek öz-gürlük alanını genişletmek, yani öz-gürlüğe daha fazla alan açmak anla-mına gelecektir.

Serxwebûn Sayfa 27Haziran 2010

Tecavüz kültürüne karşı mücadele en temelde de soykırıma karşı mücadeledir

Page 28: SERXWEBÛN JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE Sal: 29 / Hejmar 342 / Hezîran 2010 Muğla’da yaşamını yitiren Kürt öğrenci Şer-zan Kurt’un yakınları

Devlet biçiminde zor, ulaştığıher alanda ekonomik anlamdane bulursa Dev let bi çi min de

zor, ulaş tı ğı her alan da eko no mik an -lam da ne bu lur sa talan etmeyi hakkıolarak görmektedir. Talan, bir nevi zorundiyeti olarak düşünülmektedir. Zor tanrısalve kutsaldır. Ne yapsa haktandır ve he-laldir. Özellikle ana şekillenme merkezliolan Ortadoğu, Çin ve Hint uygarlıkla-rında siyasi üstyapı veya kast, bir nevialtyapıyı ekonomi olarak değerlendirip,her tür yönetim gücünü kendinde gör-mektedir. Pazar, rekabet henüz oluş-madığı gibi, günümüzdeki anlamıylaekonomik sektör diye bir kavram daoluşmuş değildir. Her ne kadar ticaretvarsa da, bu eylem devletler arası anaişlevden biridir. Ticaret özelleşmiş ol-maktan uzaktır. Devlet tekeli aynı za-manda ticaret tekelidir. Pazar kentleriçok istisnai olarak devletlerin tamponbölgelerinde ancak zaman zaman boyvermektedir. Onlar da kısa süreler içindekent devletlerine dönüşürler. Bu süreçteticaret kervanlarla yapıldığı için, 'güçlüadamın' daha sonra 'kırk haramiler','korsanlar' ve 'eşkıyalar'ın soygunu daen az devlet soygunları kadar geçerlidir.

c- Grek-Roma uygarlığında özerkkent, pazar ve ticaretin yaygın ve yoğunbir hal aldığını görmekteyiz. Uruk veUr'un mirasını devralan Babil ve Asurdespotizmi, ekonomiye belki de ilk defaticaret acenteleri (bir nevi pazar-karum-kâr kavramlarının iç içeliği söz konusu)açarak uygarlığa yeni bir katkıda bu-lunmuşlardır. Zaten ticaret kolonileriUruk ve hatta öncesine kadar gitmektedir.Değişimin artması ve pazarın oluşumu,Asur devletinin ilk görkemli imparatorlukolarak tarih sahnesine çıkışını hazırlar.İmparatorluklar esas olarak ekonomikyaşam için duyulan güvenlik ihtiyacınacevaptır. Asur'da ekonominin bel kemiğiticaret olduğu için, ticaret ve karumları,imparatorluk tarzında bir siyasi örgüt-

lenmeyi gerektirmiştir. Tarih Asur İmpa-ratorluğunu en gaddar imparatorluk,despotizm örneği olarak değerlendirirki, yine temel ticaret tekelciliği dediğimiztaslak halindeki kapitalizmdir. Asur ti-caret-tekel kapitalizmi üstyapıda en gad-dar imparatorluk yönetimini getirmiştir.

Grek-Roma siyasi erki, Asur mira-sına Fenikelilerden kalma kent ticaretkolonileri mirasını da ekleyerek, dahagelişkin bir siyası üstyapıyla ekonomikaltyapı oluşturmayı başarmışlardır.Değişim yaygınlaşmış, özerk kent,pazar, ticaret ve rekabet sınırlı daolsa devreye girmiştir. Kırları denge-leyecek kadar bir kentleşmeye tanıkolmaktayız. Kırlar artık değişim ama-cıyla kentler için daha çok artık-ürünürütmektedirler. Dokuma, gıda, madenticareti gelişmiştir. Özellikle yol ağlarıÇin'den Atlas Okyanusuna kadarörülmüştür. İran'daki siyasi erk doğu-batı ticareti nedeniyle kalıcı bir tüccarimparatorluğuna dönüşmektedir. Grekve Roma'yı hegemonya altına alacakkadar zorlamışlardır. Çin, Hint ve OrtaAsya kavimlerinin ve siyasi erklerininbatıya doğru istila hareketleri önündetemel benttir. Batının da doğuya karşıistilasının önünde aynı bent işlevinisürdürecektir. İskender ve ardılları an-cak kısa bir zaman diliminde (M.Ö.330-250) bu bendi yıkıp baraj kapak-larını açabileceklerdir.

Greko-Roma uygarlığı, kapitalistekonominin ilk örneklerine en çok rast-ladığımız mekânı da temsil eder. Kent-lerin özerklik derecesi, pazarda değişimve fiyat belirlenmesi, büyük tüccarlarınvarlığı kapitalizmin eşiğine kadar ge-lindiğini gösterir. Gerek kırsal alanınkent karşısındaki gücü, gerek impara-torluk örgütlenmesi (esas olarak kırekonomisine dayanırlar) kapitalistlerinhâkim toplumsal sistem haline gelme-lerine engel olur. Kapitalistler azamibüyük tüccar seviyesinde kalırlar. Üre-time ve endüstriye müdahaleleri çoksınırlıdır. Ayrıca siyasi erkin sıkı en-

gellemeleriyle karşı karşıyadırlar. Efen-diye bağlı kölelik henüz güçlü konu-munu yaşamakta olup, işgücünün ser-best yaşama şansı yok denecek kadarazdır. Kadınlar cariye olarak, erkeklerde tüm bedenleriyle köle olarak alınıpsatılır. Köle ekonomisinin tek belirleyicigücünün şiddet olduğu tartışmasızdır.Sadece bir ekonomik değer olarak kö-lelerin varlığı, şiddet-ekonomi (artı-ürün gaspına dayalı ekonomi) ilişkisinehiçbir tartışmaya yer vermeyecek kadaraçıktır. Çin ve Hint ilkçağ sistemindesiyasi ve askeri kast kuruluşundan ka-pitalist sömürgeciliğe kadar, altındakitüm toplumu bir nevi ekonomik sektörolarak görüp çalıştırarak yönetmeyi te-mel görevleri ve doğal hakları say-makta, daha doğrusu tanrısal haklarıolarak görmektedir.

Siyasal tekel ile ekonomiktekel arasındaki sıkı korelasyon

Ekonomi sözcük olarak AntikçağGrek-Helen dünyasına aittir. Aile yasasıolarak anlamlandırılması bir yandankadınla bağlantısını dile getirirken, diğeryandan geleneksel siyasi erkin konu-munu da açığa vurmaktadır. Onlar eko-nominin üstünde tıpkı kapitalizm çağındatekellerin oynadığı rolü siyasi tekellerolarak oynarlar. Şu hususu önemle be-lirtmeliyim ki, siyasi tekelle ekonomiktekel arasında sıkı bir korelasyon (bağ-lam) olup, birbirini genel olarak gerek-tirirler. Atina ve Roma'nın siyasi gücüparadoksal olarak bir anlamda çok bü-yük olduğu için kapitalizme kapalıdır.Diğer yandan kır karşısında çok küçükolduğu için, kent kökenli bir ekonomikbiçime güç getirememektedirler. Uy-garlığın bu dönemi kapitalistleri tanı-makla birlikte, sistemsel gelişmelerinehenüz elvermemektedir.

d- Ortaçağ İslam uygarlığında ticaretçok ağırlıklı bir role erişmiştir. Hz. Mu-hammed ve İslam dini ekonomik açıdanticaretle oldukça bağlantılıdır. Bizans

ve Sasani İmparatorlukları arasındasıkışan Arap aristokrasisinin ticaret kö-kenli gelişmesi, İslamiyet'in çıkışındatemel sosyal ve ekonomik etkendir. İs-lamiyet'in doğuşundan itibaren kılıcıesas aldığı bilinmektedir. Yahudiler veAsur'dan kalma Süryanilerin ticaret vepara üzerindeki hâkimiyeti onlarla çe-lişkilerini açıkça ortaya koyar. Zateniki siyasi tekel olarak Bizans ve Sasa-nilere nefes aldırmamaktadır. Tarihinbu aşamasında ve kadim mekândazor ile ekonomi arasındaki ilişkiyi çarpıcıkılmaktadır. Ortaçağ bir nevi İslam ça-ğıdır. Ticaret için güvenlik imparatorluktarzını gereksindiği kadar, önünün aynınedenle engellendiğinin de farkındadır.Ticari sermayenin kapitalist üretim bi-çimine dönüşümünü sürekli engelle-mektedir. Kırsaldaki toplumsal örgü,din ve ahlakın sıkı kontrolündedir. Kent-lerde kazandığı sınırlı serbestliği siyasalgüce dönüştürememektedir. Yaygın birkent-pazar ağı olmasına ve kentlerçok büyümesine rağmen, İtalyan kent-lerine benzer bir konumu aşacak güçtedeğillerdir. Sorun kesinlikle teknolojikdeğildir; dinsel ve siyasal tekel kay-naklıdır. Tüccarın sık sık müsadereyetabi tutulması sistemin gereğidir. İsla-miyet'in kapitalizmi doğurmaması, le-hinde düşünülmesi gereken bir husus-tur. Halen kapitalizme karşı en ciddiengel rolünü oynaması, eğer olumlutarafından değerlendirilirse (İslam üm-met anlayışı-kavimler enternasyona-lizmi, faize karşıtlık, yoksullara yardımvb gibi hususlar), toplumsal özgürlükprojelerine önemli bir katkı sunabilir.Ama mevcut İslam radikalizminin sağve ekonomik milliyetçilik yüklü bir neo-İslam kapitalizmini bağrında taşıdığınıiyi görmek gerekir.

İslam uygarlığını kültürel olarak Av-rupa'ya taşıyan, Endülüs Emevi ön-derlikli Araplar ve Berberilerdir. Ekono-mik-ticari olarak aktaranlar ise İtalyankent tüccarlarıdır. Osmanlılar ancak si-yasi tekel anlamında sınırlı ölçüde ta-şımışlardır. Etkileri, daha çok Avrupa'nınsiyasi ve dini güçlerinin, Osmanlılarakarşı başarılı olabilmek için kapitalizmedaha fazla sarılmaları biçiminde ol-muştur. Osmanlılar olmasaydı, belkide Avrupa'nın dini ve siyasi tekelleribu denli kapitalist ekonomik, siyasalve askeri örgütlenmeye mecbur kal-mazlardı. Bir kez daha gücün gücü do-ğurduğunu, onun da ekonomik biçimarayışlarını hızlandırdığını görüyoruz.

Avrupa'da kapitalizmin doğuşundaOrtadoğu'nun belirleyici katkısı Hıristi-yanlıkla bağlantılıdır. Bu konuyu Öz-gürlük Sosyolojisi'nde genişçe değer-lendirmeyi umduğumu belirterek, MaxWeber'in eserini (Protestanlık Ahlakıve Kapitalizm) hatırlatmakla yetiniyorum.İlave olarak Ortadoğu'nun 10. yüzyılakadar Avrupa'nın ahlakını belirlemeyitamamladığı, feodal Avrupa'nın doğu-şunda temel rol oynadığı (hem siyasihem dini), Haçlı Savaşlarıyla bir kezdaha Ortadoğu'nun Avrupa'ya taşındığıbelirtilebilir. Tüm bu hususlar olmazsaolmaz belirleyici özellikleridir.

Bu çok kısa tarihi-toplumsal özetleme16. yüzyıl değerlendirmemizle birleşti-rildiğinde, siyasal erk ve kapitalizmindoğuşu üzerindeki etkisi daha iyi anla-şılmaktadır. Bazen geciktirici, engelleyici,bazen de hızlandırıcı ve hatta döllendiriciolduğu rahatlıkla belirtilebilir. En fazla

kapitalist sistemde devlet tekeli = kapi-talist tekel formülüne yaklaşır.

Hukukla yeni sistemin ilişkisine birkaçcihetten kısaca değinmekte yarar vardır.Hukuk genelde ticaret, pazar ve kentilişkileri geliştikçe kendini dayatan birkurumdur. Hukukun devreye girdiği top-lumlar, ahlakın aşındığı, zorun rolününarttığı ve kaosa yol açtığı, eşitlik prob-leminin yoğunca hissedildiği toplum-lardır. En büyük ahlaki ve eşitliğe dairsorunlar kentlerde gelişen sınıflaşmave pazar etrafında oluştuğu için, devletdüzenlemesinde hukuk kaçınılmaz olur.Hukuk olmadan, devlet yönetimi im-kânsız olmasa da, son derece zorlaşır.Tanım olarak hukuk, devletin siyasigüç eyleminin kalıcı, kurallı ve kurumlubir biçim almış hali olarak değerlendi-rilebilir. Bir nevi donmuş, sakin, istikrarkazanmış devlettir. Devletle en çokbağı olan bir kurumdur. Ticaret-devletbağlantısı doğuşundan kapitalistleşme-ye kadar hep ilerleyerek, karmaşıkla-şarak sürüp gelmiştir. Babil toplumundanRoma'ya kadar hukuk diyebileceğimizkanun metinleri düzenlenmiştir. Ağırlıklıolarak mal ve can kayıplarını düzenle-mektedir. Hukuk hem siyasetin sorun-larını hafifletmeye, bazen de tersineçoğaltmaya hizmet eder. Görevi, sa-nıldığının aksine, her vatandaşına eşityaklaşımından ziyade, fiili eşitsizliklerimeşrulaştırıp kabul edilebilir seviyedekesinleştirme ve dokunulmaz kılmadır.Özcesi, hukuku siyasal erk tekelininkalıcı düzenlenmesi olarak tanımlamakgerçeğe daha yakın bir yorumdur.

Toplumsallık ve ahlak arasındakitarihsel ilişki

Ahlakla ilişkisi daha çok önem taşır.Ahlak bir toplumun çimentosu gibidir.Ahlakı olmayan hiçbir toplum yoktur.Ahlak insan toplumunun ilk örgütlenmeilkesidir. Esas işlevi, analitik zekâ ileduygusal zekânın toplumun iyiliği içinnasıl düzenleneceği, nasıl ilke ve tu-tumlar haline getirileceği ile ilgilidir. Tümtopluma eşit düzeyde, ama farklılıklarınrolünü, hakkını da gözeterek davranır.Başlangıçta toplumun kolektif vicdanınıtemsil eder. Hiyerarşi ve siyasi erkindevlet olarak kurumlaşması, ahlaki top-luma ilk darbeyi indirir. Sınıf bölünmesiahlaki bölünmenin de temelini hazırlar.Ahlaki problem böyle başlar. Siyasi elitbu problemi hukukla çözmeye çalışırken,rahipler dinselleştirerek yanıt bulmayaçalışırlar. Hem hukuk hem de din buaçıdan ahlakı kaynak olarak alır. Nasılki siyasetin, siyasi gücün kalıcı, kurallıve kurumlu mekanizmaları hukuku teşkilediyorsa, din inşacıları da aynı işleviahlak kaynaklı kalıcı, kurallı ve kurumlubaşka bir inşayla, yani dinle ahlaki kriziçözmek isterler. Aralarındaki fark, hu-kukun yaptırım gücünün olması, dininise bu niteliğinin olmayıp vicdan vetanrı korkusunu esas almasıdır.

Ahlak insanın seçim kabiliyetiyleilgi olduğundan ötürü özgürlükle ya-kından bağlantılıdır. Ahlak, özgürlüğügerektirir. Bir toplum esas olarak ahlakıile özgürlüğünü belli eder. Dolayısıylaözgürlüğü olmayanın ahlakı da olmaz.Bir toplumu çökertmenin en etkili yolu,ahlakıyla bağlantısını kopartmaktır.Dinin etkisinin zayıflatılması ahlak ka-dar çöküntüye yol açmaz. Onun boş-luğunu bir nevi din haline gelmiş çe-

Serxwebûn Sayfa 28Haziran 2010

Önder Apo’nun KAPİTALİST UYGARLIK adlı kitabından alınmıştır

KA Pİ TA LİZ MİN DO ĞUŞ ET KEN LE Rİ -EV HIR SI ZI-

(Siyasal iktidar ve hukukla ilişkisi)

Baştarafı sayfa 32’de

“Rönesans, Reformasyon ve Aydınlanma çağında tüm uygarlıklar ayağa kalktılar. Yeniden dirildiler.Sonuçta yüzyıllardır toplumun yarıklarında, marjinal köşelerinde pusuya yatan kapitalistik öğeler,bu mahşer yüzyıllarının karmaşasında en hazırlıklı örgüt ve maddi güç sahipleri olarak, ortamışiddet, para ve zihniyet çalışmalarıyla istismar ve asimile ederek, gerektiğinde zorla egemenliğinealarak kapitalist sistemi zaferle taçlandırmışlardır”

Page 29: SERXWEBÛN JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE Sal: 29 / Hejmar 342 / Hezîran 2010 Muğla’da yaşamını yitiren Kürt öğrenci Şer-zan Kurt’un yakınları

şitler ideolojiler ve politik felsefeler,ekonomik yaşantılar doldurabilir. Ah-lakın bıraktığı boşluğu ise, ancak mah-kûmiyet ve özgürlük yoksunluğu dol-durabilir. Ahlakın teorisi olarak etikveya ahlakiyat, temel felsefi problemolarak varlığı, giderek daha yakıcıhale gelmiş ahlakı incelemek ve yeni-den esas rolüne kavuşturmakla gö-revlidir. İşlevini doğru ortaya koymakkadar, temel yaşam ilkesi haline gelenedek önemini yitirmeyen bir sorun olaraktoplumdaki yerini koruyacaktır.

Siyasi iktidarla bağlantılı olarak hu-kuk ve ahlaka ilişkin bu kısa tanımla-malar, kapitalist ekonominin doğuşusöz konusu olduğunda büyük önemtaşırlar. Din ve ahlak, hatta feodalhukuk aşındırılıp yer yer kırılmadıkça,kapitalist ekonominin toplumda tutun-ması zordur. Burada eski üst sınıf dinve ahlakını savunduğumuz anlaşılma-sın. İleri sürdüğümüz, büyük dinlerinve büyük ahlaki öğreti ve törelerin ka-pitalizm gibi bir sistemi, rejimi kendi il-keleriyle bağdaşır bulmalarının çok zorolmasıdır. Siyasi güç bile bu konulardasınırlı bir etkiye sahiptir. Din ve ahlakınyıkımı siyasi erkin de sonunu getirir.

16. yüzyılda reformasyon, hukuk veahlak felsefesine ilişkin bu tartışmalaraçık ki kapitalizmin doğuşuyla ilgilidir.Siyasi çatışmaların, gücün konumununtanımını özce yaptığımız için tekrarla-maktan kaçınacağım.

Protestan reformasyonu ve berabe-rinde yol açtığı büyük tartışma ve sa-vaşların sonuçları, Yeniçağ Avrupa'sınınkaderini belirleyen en temel etmenlerinbaşında gelmektedir. Max Weber Pro-testan ahlakının rolünü değerlendirirken,bence en önemli noktayı ihmal etmiştir.Protestanlık kapitalizmin doğuşunu ko-laylaştırmıştır. Ama genelde dine ve ah-laka, özelde de Katolikliğe büyük darbevurmuştur. Kapitalizmin bütün günahla-rından Protestanlık da az sorumlu değildir.Dini ve Katolikliği savunma anlamındabelirtmiyorum; toplumu daha savunmasızbıraktığını idea ediyorum. Protestanlıknerede gelişmişse, oralarda kapitalizmsıçrama yapmıştır. Bir nevi kapitalizminTruva Atı rolünü oynamıştır.

Protestan reformasyonunun yol açtığıolumsuzluklara ve yarattığı yeni Levi-athan'a karşı çağın bazı düşünürleri ilkciddi uyarıları yaparlar. Bunlardan Ni-etzsche'yi kapitalist moderniteye karşı

tutum alan ilk öncü olarak değerlendir-mek daha gerçekçi olacaktır. Bu düşü-nürler anti-kapitalist özgür toplum veözgür birey arayışçıları olarak önemlerinigünümüzde de sürdürmektedirler.

Dinin reformasyonusürekli olarak yapılmalıdır

Hukuk tartışmalarında başı çekenHobbes ve Grotius, yeni Leviathan'a(kapitalist devlet) yol açmak için hukukuyeniden teorikleştirmişlerdir. Bütün şid-det tekelini devletin eline vermek, top-lumu silahsızlandırmaktır. Sonuç, tarihinhiçbir dönemiyle kıyaslanamayacakölçüde artan merkezi ulus-devlet gü-cünün faşizme kadar tırmanmasıdır.Egemenliğin bölünmezlik kuralı, devletdışındaki tüm toplumsal güçleri erksizbırakmanın teorisidir. Kapitalist cana-vara karşı toplumu tarihte eşi görül-memiş biçimde öz savunma araçla-rından yoksun kılmadır. Bu iki düşü-nürün, özcesi insanı insanın kurdu ola-rak ilan edip, bununla birlikte monarkıntekelci güç konumunu muştulamaları,tüm cephelerden kapitalist tekelin önü-nü açma işlevini görmüştür. Tekrarlar-

sak, siyasal tekel = ekonomik tekeldir.Machiavelli, hiçbir örtüye sığınma ge-reği duymadan, siyasi başarı için ge-rektiğinde hiçbir ahlaki kurala bağlıkalınmamasına cevaz veren diğerönemli bir 16. yüzyıl düşünürüdür. Fa-şizme varacak ilkeyi yüzyıllarca öncedile getirmiş oluyor.

Yanlış anlaşılmaması açısından, tümreformasyon çabasını suçladığım, eleş-tirdiğim idea edilmemelidir. Dinin refor-masyonunun yalnız birkaç defa değil,sıkça ya pıl ma sı ge re ği ni sa vu nu yo rum.Yıl lar dır özel lik le Hı ris ti yan re for mas yo -nun dan da ha de rin ve sü rek li bir İs la mire for mas yon ha re ke ti ne ih ti yaç ol du ğu -nu söy lü yo rum. Açık ki, bu ça ba ka pa -si te ve ki şi lik ge rek ti rir. Ama Or ta do ğudes po tiz mi ni aş mak açı sın dan zo run lubir gö rev dir. Ay rı bir cilt ola rak dü şün dü -ğüm ' Or ta do ğu De mok ra tik Kon fe de -ras yo nu' ça lış mam da bu ve ben ze ri bir -çok ala nı tar tış ma ya ça lı şa ca ğım.

Rö ne sans ve Ay dın lan ma ha re ket -le ri ni aç mak bu sa tır la rın faz la il gi len -di ği bir gö rev de ğil dir. Çün kü bun larfark lı yüz yıl la rın ha re ket le ri dir. Ay rı caka pi ta lizm le iliş ki len di ril se ler bi le, builiş ki an cak do lay lı ola bi lir. Yi ne ge nel -

le me yap mak doğ ru ol maz. İç le rin deka pi ta liz me yol aç mak ka dar, yo lu ka -pa mak is te yen ler de var dır. Ka pi ta listun sur la rın mu ha lif le ri ni pa ra gü cü ileasi mi le et me le ri an la şı lır bir hu sus tur.Tıp kı ik ti da rın bağ la mak is te me si gi bi.Ama ya kıl ma yı gö ze ala cak ka dar bü -yük öz gür lük fi lo zof la rı, re for ma tör ler(Bru no, Eras mus), ütop ya cı lar, ko -mün cü ler ola rak da bu dö nem ler tümin san lı ğın hiz me tin de dir. Bir kez da hatek rar la ma lı yım ki, Rö ne sans, Re for -mas yon ve Ay dın lan ma ça ğın da tümuy gar lık lar aya ğa kalk tı lar. Ye ni den di -ril di ler. Ken di le ri ni dil len di rip re sim le -di ler, me lo di leş tir di ler; tan rı laş tı lar,kul laş tı lar; sa vaş tı lar, ba rış tı lar; yen di -ler, ye nil di ler. Ama so nuç ta yüz yıl lar -dır top lu mun ya rık la rın da, mar ji nalkö şe le rin de pu su ya ya tan ka pi ta lis tiköğe ler, bu mah şer yüz yıl la rı nın kar -ma şa sın da en ha zır lık lı ör güt ve mad -di güç sa hip le ri ola rak, or ta mı şid det,pa ra ve zih ni yet ça lış ma la rıy la is tis -mar ve asi mi le ede rek, ge rek ti ğin dezor la ege men li ği ne ala rak ka pi ta listsis te mi za fer le taç lan dır mış lar dır. Gü -nü mü ze ka dar da bu za fer yü rü yü şü -nü sür dür mek te dir ler.

Sayfa 29 SerxwebûnHaziran 2010

Savaş çok zorunlu ve meşrusavunma temelinde olmadıkçakesinlikle başvurulmaması ge-

reken çok kötü bir araçtır. Türkiye, İran,Suriye, Irak gibi Ortadoğu’nun Kürdistan’aegemen devletleri, Kürt halkını inkâr veasimilasyona tabi tutarak insanlık suçunuişlemişlerdir. En az son yüzyıllık bir za-man dilimi içinde Kürt halkı Ortadoğu’nuncoğrafi tarihinden silinmek istenmiştir.Bu politika sadece Ortadoğu’nun egemenulusal devletleri tarafından değil, BM,AB ve ABD gibi dünyanın güç ve kararmerkezleri tarafından da onay görmüş,dünya çapında resmi politik sistem olarakyürürlüğe girmiştir.

Bu nedenle Kürt Özgürlük Hareketi’ninsilahlı savaşıma başvurmasının çok zo-runlu tarihi ve toplumsal nedenleri ortayaçıkmıştır. Başta Türk devleti olmak üzereKürt halkına sömürgeci inkârcı siyasetuygulayan egemen devletler, PKK öncü-lüğünde gelişen ulusal özgürlük hareketinekarşı amansız ve acımasız bir bastırmasavaşını başlatarak uluslararası savaşhukukunu çiğnemişlerdir. Otuz yıla yakındırsüren bu savaşta bırakalım uluslararasıtemel insan haklarını, Türk devleti kendiinkârcı hukuk normlarını da çiğneyerek‘rutinin dışına’ çıkmıştır. 40 bine aşkınölü ve bir o kadar yaralı ve sakat insanınolması, 4 bin köyün boşaltılması, 20 bineyakın failli meçhul cinayet, 5 milyoninsanın iç ve dış göçe tabi tutulması,tonlarca mermi ve bombanın Kürdistancoğrafyasına yağdırılması, ormanlarınyakılması, binlerce ailenin parçalanması,yüz binleri aşan işkence ve tutuklamalarsadece bu savaşın sonucu olarak ortayaçıkmış olan kaba bir bilânçodur. Buncatahribat, maddi ve manevi kayba rağmenhala da sorun çözümsüz bırakılmakta,inkârcı siyasete dayanan KCK operas-yonları günü birlik sürdürülmektedir.

Ortaya çıkan sonuçlar göstermiştirki, egemen devletlerin tek taraflı mah-kemeleri ve yargı kurumları toplumsalçatışmaların çözüm yöntemi ve aracıolamazlar. Bu yöntemle bu sorunlarınçözümlenemeyeceği açığa çıkmıştır.Toplumsal sorunlardan kaynaklanan iççatışmalar birkaç yargıcın ve mahke-menin çözebilecekleri sorunlar değildir.Hangi mahkeme bu kadar ağır sorunlarıçözebilir, bu acıları dindirebilir ve top-lumsal vicdanları rahatlatabilir. Hangimahkeme milyonların mağduriyetini gi-

derebilir, hakikati açığa çıkarabilir veadaletin hakkını teslim edebilir. Silivri’dekiErgenekon mahkemesi ve Diyarbakırda yürütülen sözde JİTEM yargılamalarıancak olayların üstünü örtbas ederektoplumda daha fazla hayal kırıklığınaneden olabilirler. Çünkü bu yargılamalardaha çok AKP’ye mutlak iktidar yolunuaçmak için kullanılan bir araç durumunagetirilmişlerdir. Bunların hakikat ve ada-letle bir ilgilerinin olmadıkları anlaşıl-mıştır. Bu mahkemeler neyi, nasıl çö-zeceklerdir? Ne kadar ciddiyetleri vardır?Ne kadar hakikati açığa çıkarma gücünesahiptirler? Yapılan kirli işleri ve katli-amları açığa çıkarabilecekler midir?Peki, olayların mağdurları nerdedir?Bunlara benzer pek çok önemli ve hayatisoruların cevapları verilmemektedir. Cid-diyeti olmayan, komedi tarzı mahkemeleroldukları, tahrik yaratan ve potansiyelkötülük taşıyan yargılamalar olduklarıdikkatlerden kaçmamaktadır. Bu mah-kemelerin iktidar içi bir çatışmanın so-nucu olarak ve AKP’nin rakiplerine göz-dağı vermek ve sindirmek için dış güç-lerin desteğiyle kurulan mahkemeler ol-dukları açığa çıkmıştır. Bunların amacıhakikati açığa çıkararak adaleti sağla-mak değil, rakiplerine boyun eğdirmektir.Bu yargılamalardan sonra ortaya çıkacakolan muhtemel sonuç, karşı tarafı hak-sızlıklarını daha fazla savunmaya itmekya da AKP’ye boyun eğerek gizli biruzlaşma temelinde gerçekleri halktangizlemek ve üstünü örtmek olacaktır.Nitekim yargılanan Ergenekon ve Jİ-TEM’ciler suçlarını itiraf ederek toplum-dan ve mağdurlardan af dileyeceklerine,her gün daha fazla tehditler savurmaktave yeni cinayetler işlemek için büyükbir kinle fırsat kollamaktadırlar. Zayıfla-yan iktidar gücünü yeniden elle geçir-menin çabası içindedir. Oysa halkaaçık, tanık, sanık ve mağdurların biraraya geldikleri, cezalandırma korku-sunun fazla olmadığı, suçluların kendisuçlarını büyük bir samimiyet içinde iti-rafta bulundukları, mağdurların ise bun-ları samimi ve içten bularak affa hazıroldukları, uzlaşma ve hakikate yanaş-mayanların ise cezalandırıldıkları birsüreç ancak bu travmaların önemli birbölümünü hafifletip yeni sürecin önünüaçabilir ve toplumsal uzlaşmayı sağla-yabilirdi. Kuşkusuz bir suç ve olayıaçığa çıkarmak ve adil bir karara varmak

için açık duruşmaların yapılması, tanık,sanık ve mağdurların dinlenmesi gerekir.Olay ve eylemlerle ilgili tüm taraflarınkendilerini savunma, kanıtlarını sunmave argümanlarını ispatlama hakları ol-malıdır. Demokratik ve adil bir çözümiçin bu yöntemin geliştirilmesi zorunludur.Gerçeklerin açığa çıkarılması ve yara-ların sarılması ancak bu anlayış veyöntemle mümkün olabilir. Ne var ki,AKP iktidarı buna yanaşmamaktadır.Demokratik değerlerin ve kavramlarıniçlerini boşaltarak sulandırdıkları gibihakikatin açığa çıkmasını önlemek içinyargı ve hukuku da kendi amaçları içinkötü kullanmaktan çekinmemektedir.

Kürt Halk Önderliği’nin yapıcı ve çözümleyici yaklaşımları görmezlikten gelinmiştir

Yıllardır Kürt Özgürlük Hareketi’nekarşı Türk ceza hukukunun olağan üstübiçimleri uygulandı. Sıkıyönetim Mah-kemeleri ve DGM’ler kuruldu. Diyarbakırda PKK ana davası adına yargılamalaryapıldı. Ortaya çıkan sonuç, savaş veçatışmaların daha çok derinleşmesineve on binlerce insanın ölümüne yolaçtı. En son Türkiye de yürütülen KCKoperasyonları barış arayışı içinde olanbir dönemin sonunu getirmiş, yeni birçatışma sürecine neden olmuştur.

Oysa büyük toplumsal çatışmalar vesorunlar ancak toplumun ortak katılımı;katkısı, kararı ve sağduyusuyla çözülebilir.Bu sorunlar demokratik siyasal iradeylehakikat, uzlaşma ve adalet komisyonlarıkurularak ya da akil adamların arabulu-culuklarıyla çözülebilir sorunlardır. Buoluşumların görevleri suçluları bulup ce-zalandırmak ve intikam almak değildir.Güney Afrika’daki gibi hakikati açığa çı-karmak ve karşılıklı af edilmeyi sağla-yarak toplumsal barışı ve uzlaşmayısağlamaktır. Başta Güney Afrika olmaküzere, uluslararası deneyim göstermiştirki, Hakikat, Adalet ve Uzlaşma Komis-yonları toplumsal sorunların çözümündehayati ve önemli bir işlev görmektedirler.İç savaşı yaşayarak toplumsal travmalargeçiren çağdaş toplumlar, çözümleyicibir yöntem olarak uzlaşma ve hakikatkomisyonlarını kurarak iç çatışmalarınıaşmayı esas almaktadırlar. Bu yöntemlegeliştirilen yaklaşım ve çabaların olumlupratik sonuçları ve kazanımları her gün

daha çok açığa çıkmakta, çağdaş veçözümleyici bir yöntem olarak önemlibir işleve kavuşmaktadır.

Kürt Halk Önderliği bu sürecin önünegeçmek ve savaş tahribatlarını asgari dü-zeye çekmek için 1993 yılından sonrameşru savunma anlayışını derinleştirerek,demokratik çözüm ve barış yolunu açmakiçin büyük çabalar göstermiştir. Bununbir devamı olarak İmralı’da tutuklu bulun-duğu zor koşullarda Hakikat ve Adaletkomisyonunun kurulmasını önermiştir. Nevar ki, Kürt Halk Önderliğinin bu yapıcıve çözümleyici yaklaşımına karşılık devletinkârcı ve imhacı siyasetinde ısrarcıolmaya devam etmiş, bu çaba ve önerilerigörmezlikten gelmiştir. Devletin bu inkârcıve imhacı siyasetine rağmen gerek Ön-derliğimizin perspektiflerini ve gerekseuluslararası deneyimleri dikkate alan Ha-reketimizin yönetimi, 7. Olağan Kongre-si’nde Hakikat ve Adalet Komisyonu’nuörgütleme kararını almıştır. Kuşkusuz ya-şanan savaş ve çatışmalara çözüm bul-mak için tek yanlı bir komisyon kurmakyeterli değildir. Çünkü bu savaş tek taraflıdeğil, çift taraflı bir savaştır. Ancak her ikitarafın onay verdikleri bir komisyon gerçekişlevine kavuşabilir ve rolünü oynayabilir.

Şu gerçek iyi bilinmelidir ki, savaşınkendisi insanlık dışı bir olaydır. Bir kezbaşladıktan sonra üzerinde kontrol kurmakve istenilen mecrada yürütmek çok zorbir mesele haline gelir. Dünya savaşlarındaon milyonlarca insanın can verdiği, atombombasının kullanıldığı ve yeryüzündensilinen şehirler olduğunu biliyoruz. Çin,Vietnam, Cezayir gibi ulusal kurtuluş sa-vaşlarını veren ülkelerde milyonlarca in-sanın can verdiği, şehirlerin yerle bir edil-dikleri, jenosid ve tehcirlerin yapıldığı veonulmaz acıların yaşandığı bilinmektedir.Büyük insanlık suçları işlenmiştir. Yaşananbu acı ve travmaların yol açtıkları derinyaraların izleri hala da giderilebilmiş de-ğildir. Sırbistan, Ruanda, Filistin, Irak gibiülkelerde yapılan ve henüz güncel olanetnik temizlik hareketleri bilinmektedir.

Hakkını teslim etmek gerekir ki, tümkusur ve günahlarına rağmen Kürt Öz-gürlük Hareketi insanlık tarihi içinde insanhaklarını ihlal etme bakımından en azgünaha sahiptir. Dünya da yaşanan vah-şetlerle kıyasladığında bir halkın yokluk,varlık savaşını yürüten bir hareketinişlediği suç ve günahların masumiyet dü-zeyi vicdanı olan herkes tarafından takdir

edilmesi gereken bir durumdur. PKK’nınverdiği adalet ve özgürlük mücadelesisadece Kürt halkı için değil, Kürt halkıadına insanlığın evrensel hakları ve de-ğerleri için verilmiştir. Ne yazık ki buhakikat takdir edilip destekleneceğine,PKK dünya çapında terörizmle damga-lanarak mahkûm edilmiştir. Ülke içindebazı provokatör unsurların, dışta ise ka-ranlık odakların yaptıkları eylemler PKK’yemal edilmiştir. Olof Palme cinayeti gibiGladio türü karanlık odaklar tarafındanyapıldıkları açık olan kimi eylemler PKK’yemal edilerek PKK’nin dünya çapında yasadışı ilan edilmesi sağlanmıştır. Açık kiyürütülen bu siyasetin PKK’nin örgütselve eylemsel niteliğiyle hiç bir ilgisi yoktur.Bunun Kürt toplumuna karşı dünya ça-pında yürütülen inkârcı siyasetle ilgisivardır. Mahkûm edilen PKK değildir, mah-kûm edilen Kürt halkının varlık ve özgürlüktaleplerinin mücadelesidir.

Ama işlenen suçların düzeyi nekadar sınırlı olursa olsun bu bize yeterlibir teselli vermez. Hareketimizin veÖnderliğimizin meşru savunma anlayı-şına göre, bir damla kan bile asla boşaakmamalıdır. Meşru savunma savaşındamilitarist güç dışında, kadın, çocuk,esir ve sivil insanları vurmak insanlıkdışı ve savaş suçudur, asla kabul edi-lemez. Çünkü “suçsuz ve silahsız birinsana zarar vererek insan haklarınıçiğneyenler, fırsat bulduklarında Nazilergibi milyonlarca suçsuz insanı öldürerekinsanlığı tehdit etmeye adaydırlar” Yine,“düşmanımıza benzeyerek yürüteceği-miz bir savaş asla bizim amaçlarımızınsavaşı değildir” ilkesinden hareketle,insanın kutsal yaşama hakkı başta ol-mak üzere, temel hak ve özgürlüklerezarar vermeyen bir meşru savunmaanlayışıyla mücadele yürütmek, insanolmanın ve demokratik özgürlükçüamaçlarımızın bir gereğidir. Eğer savaşbu anlayış temelinde verilirse doğru vemeşrudur. Bu anlayış bizleri amaçları-mıza götürecek tek yoldur. Bu çalış-manın amacı da geçmişte yaşanan veiçimize sızan bazı unsurların yol açtıklarıhaksızlıkları gidermek, gerçekleri açığaçıkarmak ve adaletin tecellisini sağla-maktır. Ayrıca önümüzdeki mücadelesürecine meşru savunma çizgisini hâkimkılmak için katkı sunmaktır. Bu müca-dele deneyimimizden çıkaracağımızönemli dersler olacaktır.

Çağdaş çözüm yöntemi: Hakikat ve Uzlaşma Komisyonları

Page 30: SERXWEBÛN JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE Sal: 29 / Hejmar 342 / Hezîran 2010 Muğla’da yaşamını yitiren Kürt öğrenci Şer-zan Kurt’un yakınları

‘96 baharının gökten su boşa-lırcasına yağan yağmurununaltında ilerliyorduk. Bulutlar;

zifti andıran karanlıkta yoğunlaşıyor,yeri yalarcasına alçalıp yerle bir olu-yordu. Bedenimizin içinde kan olmasakendimizi yağmurdan bir parça hisse-derek ona karışacaktık. Ara sıra çakanşimşeklerin ışığında bütün yeryüzünüsuya çeviren yağmurla, bir hayalet gibikaranlığın içinde saklanmış bir şehrigörebiliyorduk. Aklımıza yerleşen ilegördüklerimiz arasında tam paralel biruyum vardı. Bu şehri hep merak etmiş-tik. Karanlık ve bulutların adeta yuttuğuşehir, ışıkları sönmeye yüz tutan bir kı-vılcımın zayıf görüntüsünü andırıyordu.Şehir, doğanın haşin sesine teslim ol-muştu. Biz ilerledikçe ışığı artan şehirlambaları yavaş yavaş gözümüzde bi-çim kazanıyor, yol ve ev ışıklarını birbi-rinden ayırabiliyorduk. Camekân gibiortası gözüken köprünün diplerine ula-şan su bu dev beton parçasının iki ke-narını da kopartıp kendisiyle birlikteakıtmak istiyordu. Bir huzme gibi nehrinşehre dayandığı yerde gözüken ışıklar,suya karışmış devasa dalgaların içindeyıkanırcasına ıslak bir yansıma veri-yordu. Dalgaların büyüklüğü o ana ka-dar alışık olduğumuz cinsten değildi.Adeta dağlar kopmuş, dalgalara karış-mıştı. Şehir ile nehrin, bizim tarafa dü-şen yerinde sessizliğe gömülmüş ufa-cık bir köy vardı. Karton dizimi üzerinekonulan bir kibrit kutusu gibi duran buköy şehrin tam karşısındaydı. Bir itilsenehre düşer gibi bir görünümü vardı.Altmış metreyi bulan bir uçurumun üs-tüne kurulan bu köy, şehrin yanında kü-çük kardeş gibi gözüküyordu.

Köye gidip kendimizi kurutmak sa-dece düşüncemizde olmayacak bir ih-timaldi. Bize yabancı olan bu yere bizonlardan daha fazla yabancıydık. Üçarkadaştık. Welat ve Zana arkadaştanoluşan timimiz, bu hayalet şehri keş-fetmek için görevlendirilmişti. Bir çardakgibi uçurumun kenarına varan bir evinbahçesine doğru hızlı adımlarla ilerle-dik. Ufak bir saçak gibi duran, oralarda“sıfernek” denilen bir korunağın altınagirdik. Altı metre ilerimizde yanı başı-mızda duran evin penceresinden deoda içerisinde olan biteni görebiliyor-duk. Odanın içi tıklım tıklım doluydu.Bir kadın çay dağıtıyordu. Çakan şim-şekler bu tuhaf manzarayı bir yerlereresmeder gibi çevreyi aydınlatıyor, flaş

gibi aydınlık saçıyordu. Resimde birbi-rinden habersiz duran bu parçalar bir-birlerini görse bir taraf bayılacak, yüreğiağzına gelecekti. Üzerimize geçirdiği-miz yağmurluk içinde hayaletlere ben-ziyorduk. Yağmurun içinden çakan şim-şekler bu halimizi bu insanlara göstersekorkmaları doğal bir hale gelecekti. On-lar kendi doğal yaşamlarını sürdüredur-sun, biz de nehrin genişliği ile şehir ke-narında duran askeri taburunkonumunu görmek için etrafın krokisinihafızamızda çizmeye başlamıştık bile.Şehirden çıkıp Batman şehir merkezinegiden iki tane panzerin çıkış saatleri ilearalarındaki mesafelerini görmek içinbekliyorduk. İlk tasarıya göre panzerleriköprü üzerinde yakalayacak, roketatarile vuracaktık. On dakika geçer geçmezşehirden iki panzer çıktı. Saatler uy-gundu. Gece saat 00.21 civarında çı-kan panzerler, eylem sonrası manev-rayı kolaylaştırıyordu. Köprü üzerinedüşen ufak bir tümsek hedefin önünedüşüyordu. İlk panzere yapılan ateş es-nasında diğer panzerin savunmayapma olanağı yoktu. Ayrıca köprü üze-rinde olduğu için manevra da yapa-mazdı. Ya suya düşecek ya da roketleriyiyeceklerdi. Köprü ışıkları doğal bir ay-dınlatma rolünü oynuyordu. Köprünündüz şekli roketatarın nişan gezine ek-lenen yardımcı bir gez rolünü oynaya-caktı. Roket, hedefe tam doğrultulsaartık bir el değmesi yeterli olacaktı.

O akşam işimiz tamamlanmıştı. Evinbahçesinden yavaş yavaş doğa ananıntoprağa giydirdiği o karanlığın içine dal-maya başladık, nehrin kenarına doğruyürüdük, su ve toprak kokan bir havaiçinde içimizi ıslatan soluklar alıp vere-rek ilerledik. Normal bir anda korku ve-ren su sesi karanlık içinde bir kılavuzgibi bize yönümüzü gösteriyor, nehiraramızdaki mesafeyi dengeliyordu. Busuyun hırçınlığı aslında bize yabancıdeğildi. Çoğumuz kenarında büyümüşolduğumuz için geçmiş anılarımızlabize doğru adeta akıyordu. Bu dev va-diyi dolduran devasa su kütlesi ıslaklı-ğımızı unutturuyor, bizden bir parça gibibizleri yatıştırıyordu. Nehirler kadar bü-tün ülkeyi içine alan bir doğa harikasıolmasa gerek. İçinde akıttığı suya ka-rışan topraklar bütün ülkenin toprakla-rından birer parça idiler. Onun için nehirKürdistan kokuyordu. Humuslu, kireçlive bir o kadar çalı çırpı ne varsa onunkokusu geliyordu. Milyonlarca insanın

aldığı değişik toprak kokusunu bir andakokluyorduk. Artık etraf da iyice kaygan-laşmış, düşe kalka ilerliyorduk. Ara sırakayaya çarpan silahlarımızdan çıkanmetal sesiyle keskinliğini yitirmiş sesadeta yumuşamıştı. Tenimizin altındakihücreler o kadar hassaslaşmıştı ki elbi-selerimize yapışan çamurları hissediyor,kokusunu alabiliyorduk. Çok yaygın olanböğürtlen dikenleri bir yay gibi elbisele-rimize dolanıyor, biz ilerledikçe onlar ba-tıyordu. Ayaklarımızdan yüzümüze ka-dar batan dikenler yüzünden canımızyanıyordu. Mevzilerde saklanmış, adetabize pusu kuran gecenin en iyi gerillasıgibiydiler. Topraklarına girmiştik ve on-ların üzerine yürüyorduk, onlar da sa-dece kendilerini savunuyordu, gerçekbuydu. Bu durum acılarımızla barışmayısağlıyor, acımızı hafifletiyordu. Sabungibi kayganlaşan çakılımsı taşlara yapı-şan killi çamur onları muz kabuğundanbeter yapmıştı. Her bastığımızda kayıyorbazen yere, bazen de birbirimize çarpı-yorduk. Bu gece sanki yürüyüşleri ya-saklamış her şeyin hareketsiz olmasınıister gibiydiler.

Su üzerinde ihtiyar Welat’ın anıları

İki saat aynı vaziyette yürüdük; güngecenin bitimine dayanan saate dayan-mış, hava yavaş yavaş açılır gibi ol-muştu. Çevrede yağmur ve nehrin se-sine tutsak olmuş sessizliklerden sesgelmeye başlamıştı bile. Yanı başı-mızda uzanan asfalttan araba seslerigeliyordu. Üstümüze düşen Raman da-ğının zirvelerinde petrol kamplarınınışıkları belirmişti. Gök yarılmış gibi olu-şan çatlakta kor ışıklar gözüküyor, ta-vana asılmış fanuslar misali bir görün-tüyü andırıyordu. Dağın yamaçlarınakar beyazı bir sis düşmüştü. Gerisingeriye baktığımızda hayalet şehir uyan-mış, gecenin hükümranlığına kendi gü-zelliğiyle renk katmıştı. Köprü kenarla-rına dikilmiş, direklere asılmış lambalarışıl ışıl parlıyorlardı. Yağmurun durma-sından istifade edip yürüyüşümüzü hız-landırdık. Ara sıra sağ tarafımıza düşenkayalıklara, virajda dönen arabalarınfarlarından ışık çarpıyor, tekrar karan-lığa gömülüyorlardı. Bir saat daha yü-rümüş, nehrin karşı tarafına geçecekyere ulaşmıştık. Zana arkadaş bizimbotçumuzdu. Onun ustalığına güveni-yorduk, ancak bu akşam farklıydı. Su-

yun sesi bile insanı korkutuyordu. Welatarkadaşın şakaları seven, her şeye es-pritüel bakan bir karakteri vardı. Eskizamanlarda Kerboran-Dargeçit bölge-sinde kalmıştı. Oralarda adını çok an-dığı adaşı olan ihtiyar bir Welat dahavarmış; balık tutmayı çok sever, çok bü-yük balıklar tutarmış. Welat arkadaş,gövde ve boyca çok iri olan biriydi. Bugecenin su tehlikesine atfen “ihtiyar We-lat’ın oltası ya da balık ağı kesin suyuniçindedir. Ben iri olduğum için kesin ağatakılırım ama sizi bilmem” deyince,bizde buna karşılık “eğer tam parça gi-dersen belki, ama etli gövdeni balıklarve yengeçler yer” deyip gülmüştük.

Bu bahar nehir bizden can almıştı.Espri yapsak da içimizin bir yerinde ha-fif bir korku vardı. Suyun yükselişi nor-mal değildi. Botun dengesini çok rahatbozabilir akıntıya kapılabilirdik. Savaşınkazandırdığı bir alışkanlık olarak “teh-likeleri umursamama” hafif korkumuzabaskın çıkıyordu. “Savaşçı tehlikeleriçin vardır” alışkanlığı bazen iyi sonuç-lar vermiyordu, ama tehlikeli olan butür şeyleri yapıp, böyle şeyleri başar-mak da savaşın başka bir yönüydü.Karşı tarafa ulaşabilmeyi tam kestire-miyorduk, fakat kalmak da aynı şekildebaşka bir tehlikeye kapı aralıyordu. Teh-likeler arasından birisini seçmek, bizimiçinde olduğumuz görev dahilinde oldu.Kimse kalmayı düşünmedi. Botun şişi-rilmesine yardım etmek için Zana ar-kadaşın yanına gittim. Welat arkadaşise beş metre ötedeki bir taşın kena-rında etrafı yokluyordu. Tam o sıradakarşıdaki kayalık adeta aydınlandı; as-falt tarafından kayalıklara projektör atı-lıyor, sağa sola çevrilerek ortalığı ay-dınlatıyordu. Bunun üzerine kendimizihemen yere attık. Bizi görmüş olmalarıimkânsızdı, ama bu saatte panzerindevriye halinde olması tuhaftı. Asfaltınbizden görülebilecek yerinden şerit gibiardı ardına, arka farları yanık olan araç-lar geçmeye başladı. Önce bunları say-maya başlamış sonra vazgeçmiştik,çünkü yüzden fazla bir araç konvo-yuydu. Konvoyun ön ve arkasında zırhlıaraçlar vardı. Operasyon gücü olduğubelliydi. Konvoy bu saatte geçtiğinegöre operasyon yeri kesin kes Habız-bena alanı olmalıydı.

Biz üç gün önce arkadaşlardan ay-rılmıştık. Noktaları korucu köylerineyakındı. Ya görüntü vermiş ya da ci-hazlardan dolayı yerleri tespit edilmişti.O an gerekli olan şey onlarla irtibatkurup durumu bildirmekti, ancak yeri-mizden cihazla irtibata geçmek imkân-sızdı. Karşı tarafa geçmeden bunuyapmak zordu. İki saat zamanımızvardı ve bu iki saat içinde haber ver-mezsek operasyona takılmaları olasılıkdahilindeydi. Dicle’nin hırçın sularınıunutmuş, karşı tarafa geçmek için vargücümüzle botu şişirmeye başlamıştık.Botu suya atıp içine girdik. İlk küreğisuya vurur vurmaz suyun anormal ol-duğu hemen kendini belli etmişti. Suyunakıntısı artmış, dalgaların itmesi su yü-zeyini dengesiz kılmıştı. Bot ise sağasola sallanıyor, var hızıyla aşağıyadoğru gitmeye başlıyordu. Zana arka-daşın hızlı bir şekilde kürekleri suyavurması yolunda gitmeyen bir şeylerinilk işaretleriydi. Çok fazla ilerleyemi-yorduk. Su hızla bizi akıntıya doğrugötürüyor, her an bizi devirebilecek birşekilde içine çekiyordu. Bot’un gidişindediğer seferlere benzemeyen bir tuhaflıkvardı. Niye devrilmediğimizi biz de an-layamıyor, suyun dibine gömülmeyibekliyorduk. Normalde kaç dakikadasuyu geçebileceğimizi tahmin düzeyindebiliyorduk, ama bu sefer uzun sürmüştü.Akıntının yönü, dalgaların biçimi alışkınolduğumuz seferlere benzemiyordu.Zana arkadaş botun hâkimiyetini kay-

bettiğini söyleyince artık saniyeleri say-maya başlamıştık ve her an suyun di-bine batacakmışız gibi hisler yaşıyorduk.

Yaşamla aramızdaki bağa sımsıkı tutunmuştuk

Bot, gittikçe kontrolden çıkmış, kendietrafında dönmeye başlamıştı. Suyunkenarında yeşermiş ağaçlara gözümüzrast gelince ne kadar hızlı gittiğimizi ozaman daha iyi anladık. Belirsiz biryerde suyun dibini boylamak ve ölmekbaşka ölümlere benzemiyordu. Ölümühissetmek bizler için yabancı olunan birşey değildi. Savaşta her an ölünebili-nirdi, ama üzerinde taşıdığın metal par-çalarına benzer başka bir metal parçasıtarafından ölmek dışında ölüm her za-man zor geliyordu. Savaşı yaşamışolanlar için en kötü şey mermi dışındabir sebeple gelen ölümdü. Ölümün deözgürlüğü vardır. İnsanın amaçları içintercih ettiği ölüm yaşam içindi, ama busuyun içinde bilinmeze doğru olan birölüm bizi korkutuyordu. Korkularımızoradan geliyordu.

Üçümüz de bota tutunmuştuk ve göz-lerimiz karşı tarafa kilitlenmişti. Karan-lıktan dolayı kaynak suyun hırçınlığınıgörmüyorduk, ama kurtulmamızı sağla-yacak bir imkânı da göremiyorduk. Kur-tulma ve ölme böyle eşit bir terazide iler-liyordu. Her şey bu akıntıda gizliydi. Kaçdakikadır karadan koptuğumuzu bilmi-yorduk, ama o an karaya ayak basmakkarşı taraf da olsa geriye gitmeyi, kara-dan kopmamayı düşlüyor, “orda kalsay-dık ne olurdu” diye düşünüyorduk. Düşolsa da geriye dönmek artık bir hayalgibiydi. Suları çok geçmiş olsak dahi hiçbirimiz böyle bir sonu düşünmemiştik.Su öldürüyorsa eğer bizi niye sivil ha-yatta iken bunu yapmamıştı? Hızlı birşekilde kafamızda geçen bu düşünce-lerle, kenarında büyüdüğümüz bu nehrinbir öyküsü aklıma gelmişti.

Büyük bedel ve sorunların, kendisinibu suya atan genç bir kızın ölümüyleçözüldüğü bir öyküydü. Bu suya herbaktığımda bunu düşünmüş çok düşün-menin aynı yazgıyı getirdiği tuhaf birmetafizik edinmiştim. Bildiğim bu öykü-nün sonu ölümdü. Ölüm anlarında son-larını düşündüğün bu tür öykülerin kı-sacık anlatılışı şöyle idi: Tüm çevreköylere ün salmış bir kız yaşıyormuş.Sewrinaz’mış kızın adı.

Yaşlı ana-babasının tek çocuğuy-muş Sewrînaz. Uzun süre çocuğu ol-mamış Ferzê ananın. Eve mutsuzlukinmiş, hastalık, kıran-kıtlık yuva kur-muş. Kolay mı, bizim Kürtler de çocuk-suz ev, hayırsız evdir. Kötülere, yara-danın inayetidir.

Ferzê bakamaz olmuş, evleri çocuksesleriyle çınlayan konu-komşunun yü-züne. Köyün kadınları da üzülürmüşonun bu haline. Ve korkarlarmış “birgün Dicle’ye atar kendini canına kıyar”diye. Çünkü onu hep suyun kenarındaoturmuş, ağıt yakarken görürlermiş.Gerçekten de Ferzê bir Dicle’ye döker-miş içini, bir de doğan güneşe yüzünüdöner dua edermiş her şafak vakti.

“Ya Star” dermiş, “bir sen beni an-larsın. Kadın canından vermezse, ya-ratmazsa başka canı, kadınlığı niyedir.Beni dilsiz, evimi yüzsüz mü komak is-tersin, köylünün içinde, suçum ne be-nim? Hakkını mı yedim fukaranın, gözmü diktim insanların erincine? Karşı mıçıktım hikmetine? Hem sen de ana değilmisin? Hepimiz senden gelmedik mi?O zaman bu adaletsizlik niye?”

Günahsızmış ya Ferzê; bir günolsun kötü düşünmemiş, ne eli ne diliincitmemiş ya kimseyi, duası kabul ol-muş. Sewrînaz rahmine, bolluk, bere-ket, mutluluk da evine düşmüş. Onunsevinci köylünün sevinci olmuş. Ve bir

Serxwebûn Sayfa 30Haziran 2010

Umut meşesiŞehit Pale Mardin yoldaşın anıları

“Üçümüz de bota tutunmuştukve gözlerimiz karşı tarafa

kilitlenmişti. Karanlıktan dolayıkaynak suyun hırçınlığını

görmüyorduk, ama kurtulmamızı sağlayacak bir

imkânı da göremiyorduk. Kurtulma ve ölme böyle eşit birterazide ilerliyordu. Her şey bu

akıntıda gizliydi. Kaç dakikadır karadan

koptuğumuzu bilmiyorduk,ama o an karaya ayak basmayı karşı

taraf da olsa geriye gitmeyi, karadan kopmamayı düşlüyor,‘orda kalsaydık ne olurdu’ diye düşünüyorduk. Bu düş olsa da

geriye dönmek artık bir hayal gibiydi”

Page 31: SERXWEBÛN JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE Sal: 29 / Hejmar 342 / Hezîran 2010 Muğla’da yaşamını yitiren Kürt öğrenci Şer-zan Kurt’un yakınları

gün Dicle’nin kıyısında dolanırken Sew-rînaz’ı doğurmuş. Adetmiş o zaman,Sewrînaz’ı önce toprakla, sonra Dic-le’nin suyuyla yıkamış. Derler ki o yılDicle daha bir bereket dağıtmış. Toprakgürbüz buğdaylar vermiş köylüye. Bun-dandır Sewrînaz doğar doğmaz, girmişinsanların gönlüne.

Gün gelmiş büyümüş Sewrînaz.Dicle gibi coşkun, temiz, iyilik seven,kötülük savan bir kız olmuş. Hep Dic-le’nin kenarında oturup onunla konuşur,çiçekten taçlar yapıp, suya salar,Dicle’nin ezgisiyle başını taşlara koyupyatarmış ya, herkes ona “Suyun BilgeBacısı” dermiş... Zaten söylentiye göreStar onu Dicle’ye denk yaratmış. Anası,Sewrînaz’a gebeyken daha, bir gecerüyasına gelmiş Star...

“Bir kızın olacak ve onun gözleri Dic-le’nin gözleri, sesi Dicle’nin sesi, coş-kusu Dicle’nin coşkusu, derinliği Dic-le’nin derinliği, bundandır yazgısı daDicle’nin yazgısı olacak” demiş.

Her geçen gün serpilmiş, daha birgüzelleşmiş, daha bir akıllanmış Sew-rînaz. İnsanlar ona danışır, akıl isterolmuş. Yaşlıya hizmet etmiş, hastayıiyileştirmiş, küsleri barıştırmış, yoksulaarka çıkmış. Güzelliği, iyiliği, akıllılığıçevre köylere, oradan da uzak diyar-lara dağılmış...

O sıralarda uzak diyarlarda yaşa-yan, zulmüyle tanınan bir bey, bir de obeyin oğlu varmış. Çok zenginlermiş,ama fukarayı kırdıkları, yoksulu inim-inim inlettikleri için. Zenginlermiş de yü-rekleri de beş para etmezmiş.

İşte o beyin oğlu da duymuş Sewrî-naz’ı ve görmeden yürek düşürmüş. Git-miş babasının divanına, durmuş bir birsöylemiş duyduklarını. Babası dinleme-mişse de Sewrînaz’ın güzelliğini, temiz-liğini, akıllılığını duyunca “mademki yö-renin en iyisidir, öyleyse bizim olmalıdiğer tüm iyiler gibi” demiş ve haber yol-lamış köye. “Tez hazırlık yapılsın, gelipSewrînaz’ı alacağız” diye.

Bunu duyunca, Sewrînaz deliyedönmüş. Köylü hemen ayaklanmış.“Ölürüz de kızımızı onlara vermeyiz”demişler. Daha lafı ağzındayken tutupçevirmişler haberciyi. Söylemişler: “Gitbeye de ki, bizim kızlarımız onun otla-ğındaki hayvanlar gibi üç beş kuruşaalınıp satılamaz. Varsın kendine başkagelin arasın”

Bey bunu duyunca hiddetlenmiş!Adamlarını çağırtmış ve onlara:

“Gidin o kızı bana getirin. Verdilerverdiler, vermezlerse köyü yakın, genç-lerin başını vurun, Sewrînaz’ı da doğ-rayıp her parçasını bir yere atın. Sonrada yaşlılarına; Beyimiz otlağında ku-durmuş hayvanlara böyle yapar” deyindemiş.

Beyin adamları girmişler köye. Yaş-lılar atlarının önünü çevirmişler. Adamlartam silahlarına davranmışlar ki, Sewrî-naz bağırarak koşagelmiş, aralarına gir-miş, “Durun” demiş. “benim sudan be-denim için birbirinizin kanını dökmeyin.Gidin beye deyin hazırlıklarını yapsın.Üç gün üç gece davullar çalsın. Dör-düncü gün düğün alayı gelip beni alsın.”Beyin adamları geri dönmüşler. Bey üçgün üç gece davul çaldırmış, dördüncügün düğün alayını göndermiş köye. Alaybir varmış ki ne görsün, herkesin yü-zünden düşen bin parça. Sanki düğündeğil, yası tutulur Sewrînaz’ın. VarmışlarSewrînaz’ın evinin önüne, kızı istemiş-ler. Ferzê Ana dışarı çıkmış, tek söz et-meden gözleriyle Dicle’nin kıyısını gös-termiş onlara. Alay oraya vardığında,Sewrînaz’ı düğün elbiseleri içinde taşınüstünde otururken görmüşler.

Sewrînaz ayağa kalkmış ve onlara:“Bilirim, yalnız yerimiz, yurdumuz değil,yaradanımız da ayrı bizim. Bundandırtabiatımız da ayrı. Dediniz beyimizin

oğlu sevmiş seni, dedim ki, hamurunufukaraların kanıyla yoğuranın ekmeğiniyemem. Ben o gelinliği de, o sevgiyide istemem.

Hem bu nasıl sevgidir ki, altındanda olsa ipi, geçirip boğazıma bir hayvangibi sevdiğini ardı sıra sürüklemek diler.O nasıl beydir ki gelini olacak kızın sa-çını, kendi toprağının insanlarının ka-nıyla kınalamak ister.

Dedim ya tabiatımız ayrı bizim. He-piniz Dicle’nin önüne geçseniz durdu-rabilir misiniz akışını? Yapamazsınız,Dicle bırakmaz! Dicle kendini kurutsada kabul etmez. Bu yüzden ben deedemem.

Haydi, şimdi gidin. Gidin ve beyedeyin ki biz yanılmışız. Deyin ki Sewrî-naz diye biri yokmuş orada. Gözlerimizşaşırmış. Aklımız oyun etmiş bizlere.

Sewrînaz yokmuş orada, yalnızcaDicle varmış, Dicle... Bir de usul usulakıp ona karışan bir kol...” demiş vekendini Dicle’nin sularına bırakmış.

Çağlayan sulardan dipsiz uçurumlara

Tam o anda botumuz devrildi. Kumkokan gri suyun burun deliklerimizdeniçeri girmesiyle bir şeylere tutunmanıngayreti içine girdiğimiz anda ayakları-mız yere değmiş, karşı tarafa geçtiği-mizi anlamıştık. Elbiselerimizin ağırlığıyanında kafamıza giren bin bir düşün-celerimiz gitmiş, sanki yeniden doğmuşgibi olmuştuk. Kurtulmuş olmanın se-vinciyle gürültü yapıyor şakalaşıyorduk.Welat arkadaşa atfen “kiloların gitmişyoksa yaşlı Welat’ın oltasına takılmak-tan vaz mı geçtin?” deyince bu esprininaltında kalmamak için düşündüğünübelli ettirircesine, siz uygun zamanıbekleyin de ben nasıl bir karşılık veri-rim, der gibiydi.

Karşıya geçmiştik, ama ne kadaraşağıya doğru gittiğimizi bilmiyorduk.Karşı tarafın hepsi korucu köylerindenoluşuyordu. Araziye hâkim değildik.Dicle’nin kenarları ise sudan kaynaklıyol vermiyordu, ama bu su tehlikesin-den sonra tanımadığımız arazi mi bizeengel olacaktı? Olamazdı. Hızlı birşekilde botumuzu düzenleyip hareketegeçtik. Arkadaşlara mutlaka haber ver-meliydik. Sadece yönümüzü biliyorduk;on dakika rahat yürümüştük, ama işbildiğimiz gibi değildi. Dicle kenarlarınınhepsi kırk, eli metre yükseklikte olanuçurumlardan oluşuyordu. Sağ tarafı-mız Dicle suyu, üstümüz ise korucuköylerinin arazisinden ibaretti. Tepelerinarası sanki kazılmış derin bir kanalgibi geçit vermiyordu. Her an düşmetehlikesi olup bu seferde coğrafyanınkurbanı olacaktık. Dicle’ye yakın yü-rüyemezdik, çünkü arazi hiç geçit ver-miyordu. Bir saatte zor bela bir tepeyiaşmıştık. Raman dağının karşısına çı-kıp petrol işçilerinin kullandığı telsizkanalı üzerinden çağrı yaptık. Arka-daşlar hemen cevap verdiler. Konvoyhakkında şifre ile bilgi verip keşfi debitirdiğimizi söyledik. Bilgi verdiktensonra bir nebze de içimiz rahatlamıştı.Saatin farkında olmadan ilerliyorduk.Deyim yerindeyse bir adım ilerliyor,iki adım geri geliyorduk. Çekilecek gibideğildi ama kızacağımız kimse de yok-tu. Ölümden geri dön-müştük, fakatbu sefer de arazinin ölümden betertuzağına girmiştik. Hava yavaş yavaşaydınlanıyordu. Engebeli arazi havanınaçılmasıyla yumuşamış, rahat yürü-yebileceğimiz bir hale gelmişti, ancakbu sefer de başka bir tehlike vardı.Havanın açılması aleyhimize idi. Ra-man petrollerinin güvenliğini sağlayanaskerlerin bulunduğu tepeler tam kar-şımızdaydı. Ayrıca “Şıkeftiye” denilenköydeki karakol da yan tarafımızdan

gözüküyordu. Gündüz vaktinde kala-cağımız bir yer bulmalıydık. Birazötede kayalık bir tepe vardı. Fikir birliğiile orayı uygun bulduk. Yüz metreöteyi gözle görebiliyorduk. Welat ar-kadaş öne geçmişti. Dört beş adımatar atmaz birden yere oturdu. Çömeleçömele bize doğru gelip, dereden sesgeldiğini, söyledi. Olduğumuz yeri ka-bataslak biliyorduk. Bu yakınlarda pa-tika veya herhangi bir yol yoktu. De-renin yukarı tarafına düşen Bereheköylülerinin buradan Dicle’yi geçmesiimkansızdı. Bunları hem düşünüyor,hem de dereden gelen seslere kulakkabartıyorduk. Bir şeye çarpan meta-limsi bir ses geliyordu. Welat dürbünü

çıkartıp bakmaya çalışırken, birdenbize doğru dönüp, düşmanın bizedoğru geldiğini, söyledi. Dicle suyu iledüşman arasına girmiştik. Dicle’yedoğru gitmenin bir anlamı yoktu, çünkühepsi uçurumdu. Kayalık tepeye doğruhızlı adımlarla, hatta koşarak ilerledik.Tepenin ucuna varır varmaz, bir askerikolun da oraya doğru geldiğini gördük,çembere girmiştik. Arkamız Dicle, üçtarafımız ise düşmandı. Bir iki dakikadaha yerimizde kalsak düşman tamüzerimiz gelecekti. Fazla düşünmedenDicle’ye doğru ilerledik. Aslında budurum bir çaresizlikti. Dicle kenarınındik uçurum olduğunu biliyorduk, amasonuçta istenilmeyen bir yerde yaka-lanmış, operasyon ihtimalini verme-miştik. Şimdiye kadar ilk defa böylebir yerde operasyon oluyordu.

Asker sesleri çok net bir şekilde ge-liyordu. Saklanacak bir yer bulmazsakbir dakika sonra çatışmaya girme ihti-mali yüzde yüzdü. Olduğumuz yer yu-murta kabuğuna benzer bir kayalıktı.Üstü dümdüz olup tek bir korunakyoktu. Orda kalmak olmazdı, ama iler-lemek demek kendini Dicle’ye atmakdemekti. Hava iyice aydınlanıyordu.Sadece bir mucize, olan biteni değişti-rebilirdi ancak. Kendimizi artık şansı-mıza doğru yavaşça bıraktık. Aşağıdandün akşamki sesi andıran bir ses geli-yordu. Kayalığın dibine vuran su dal-gaları hızın ve ağırlığın yarattığı güç ilekendi etrafında dönüyor, burgaçlar ya-ratarak var hızıyla akıyordu.

Bu şehrin mitolojisi çok eskiydi. Ri-vayete göre ismini kendini atıyla birliktesuya atan Hasan’dan almıştı. Hasan-keyf ismi oradan gelmeydi. Bizim o ankihalimiz bu olaya benziyordu. Bu türşeylere inanmasak da sanki gizli birgüç bu şehrin yazgısına bizi çekiyor,bizi buna inandırmaya çalışıyordu. Bizmutlaka çatışacaktık, ama bulunduğu-muz yer direnmeye uygun bir yer de-ğildi. İhtimallerin en kötüsü ne ise olan

şey de o oldu. Dicle’nin diğer tarafındabulunan Batman-Hasankeyf asfaltındamevzilenecek bir panzer bizi rahatlıklavurabilirdi. Tatbikatlarda dikilen hedeflergibiydik. Bu halimizle sadece onlarasahte bir kahramanlık şansı verebilirdik.Kimse gerçeği bilmeyecek, çatışmadaöldüğümüzü sanacaktı. Zayıf ruhların“eve giderken terörist öldürdük” deyipbu anı üzerinden sahte gösterilerde bu-lunacaklardı.

Zana arkadaş aşağıya inmiş, uçu-ruma bakarak yer arıyordu. Ben göğüsüstü uzanarak Welat’ın onun yanınagitmesini söyledim. Tam o esna daZana arkadaş ona doğru gitmemiz içinel işaretleri yapıyordu. Yönümü tepeyedoğru vererek geriye doğu ilerledim.Zana arkadaşın yanına vardığımda dörtmetre aşağıda ufak bir kaya çatlağındabir meşe ağacının olduğunu gördüm.Kayayı yararak çıkan bu meşe ağacınınkaya ile arasında bir insanın girebile-ceği bir aralık vardı. Uçurum en az alt-mış metre yüksek ve dimdikti. Diclesuyu da içinde bir savaşın yaşanıp bin-lerce insan kanının karıştığı bir kızıllığabürünmüştü. Dicle gitmiş iki Dicle’yi an-dıran bir genişlikte yer kaplamış olansu, olanca hırçınlığıyla akıyordu. Bu subizi mi istiyordu? İki gündür sultasındankurtulamıyor, dönüp dönüp kenarınageliyorduk. Suyun kurban istediği gibi-sinden mitler bizim oralarda anlatılırdı.Herhalde o mitler, bizim gibi insanlarınbaşına gelenlerin o zamanki dille anla-tılış biçimi oluyordu sanki.

Çatlağa doğru indik. Welat arkadaşçok ağır olduğu için onu önden indirdik.Zana arkadaş orada bile Welat arka-daşa takılıyor, “sana boşuna gayê pirê-demedik. Akşama kadar bizi sırtında ta-şıyacaksın” dediğinde, Welat arkadaşınalışık olduğumuz bir hareketi olan bı-yıkları ile sırıtıp “dua edin de yer uygundeğil, yoksa hak ettiğiniz cevabı verir-dim” söyleyen bakışlarını Zana arka-daşa çevirmişti. Welat arkadaş ile butür anılarımız çok fazla idi. Bir yıl öncegirdiğimiz Albay Rıdvan Özden çatış-masında onun bıçağını alan Pılıng ar-kadaştan habersiz olan Welat arkadaşçatışma sonrası, çok üzgün olduğunu,çatışmada bıçağının düşmanın elinegeçtiğini, söyleyince Pılıng arkadaş, bı-çağının kendisinde olduğunu, bilinçli al-dığını, söyleyince o çok sevdiği bıyıkla-rıyla ‘keman çalmıştı.’ Hani Mıratko’nunakrabası ya ondan.

Mıratko denildi mi, Welat arkadaşküplere binerdi. Torê ve Mıratko isim-lerine karşı Welat arkadaş çok hassastı.Torêlerin esprileri o süreçlerde çok an-latıldığı için Welat arkadaş oldukça has-saslaşmıştı. Pılıng, içimizde en küçükolan arkadaştı. Welat dev cüssesiylekalkıp Pılıng arkadaşı almış havaya kal-dırmıştı. Onun şakaları da öyleydi.

Çatlağa inmiştik. Meşe kökten sö-külse olduğu gibi Dicle’ye düşebilirdik.Üçümüz de üst üste indirilen çimentotorbaları gibi öylece meşe ağacına tu-tunmuştuk. İnmek kolay olmuş da, çık-mak bu kadar kolay olmayacaktı. Bueziyet veren durum içinde saniyelersaate dönüşmüş olup her soluk alıpvermeyi adeta saymaya başlamıştık.Zamanın ilerlemesi bizden yana de-ğildi. Bir şey olmamış olsa da sürprizlerbitmiyordu. Yine gök gürültüsü yineyağmur başladı. Zaman ilerledikçeyağmur şiddetleniyordu. Birden yuka-rıdan aşağıya şelaleyi andıran bir suüzerimize akmaya başlamıştı. Biz şaş-kın bir haldeyken Welat arkadaş sesinedikkat ederek kıs kıs gülüyordu. Birona, bir suya bakarken o, tanrının çokadil olduğunu söylüyordu. “Bu durumolmasaydı sırtıma asla çıkamazdınız,ama şimdi en şanslı olan şanssız oldu.Akşama kadar üstünüze su boşalacak,

tıpkı bir şemsiye gibi zaten ağırlığınıznedir ki bir şemsiye kadarsınız” de-yince, Zana ona bakıp:

“Benim gülmem hiç gelmiyor, anlat-tığında hiç komik değil, halinden payçıkarma, on dakika sonra bütün su alt-tan akıp üzerine dökülecek” dedi. Du-rumdan espri çıkartan halimizle zorlagülmeye çalışıyorduk, oysa halimiz gü-lünecek gibi değildi.

Sabır sınırlarını zorlayanimkânsızı bekleyiş

Bizim durumuz bu iken yukardansesler gelmeye başladı. Kayanın tamucuna gelip aşağıya doğru baksalar bizigöreceklerdi. Her şeyimiz o ana kilit-lenmişti. Birden ayaklarıma vuran Welatarkadaş, yan tarafımızda askerlerinmevzilendiğini söyledi. Sağ tarafımızdaDicle nehri kavis çiziyordu. L harfini an-dıran uçurumun sağ ucunda askerlermevzi yapıyorlardı. Mevzi yapmak nor-mal bir şey değildi. Askerlerin olduğuyerde mevzi yapmaya gerek yoktu. De-mek ki bizi görmüşlerdi. Kuş bakışı ilearamızda yetmiş metre kadar bir me-safe vardı. Artık bize atacakları lav yada roket silahını bekliyorduk. Yakını-mıza çarpacak lav silahının sarsıntısıbile bizi suya düşürmeye yeterli ola-caktı. Yukarda bekleyip çatışmaya gir-seydik hiç olmasa birkaç asker öldürüpbiz de ölürdük, ama kaldığımız yerdesilah sıkmanın imkânı bile yoktu. Ne bi-çim iki gün yaşıyorduk, iki saat önce-sine bizi pişman ettiren kararlarımızısorguluyor, içinden çıkamıyorduk. “Na-sıl daha iyi ölebiliriz” kararını verme ileyüz yüze kaldığımız iki gün…

Ölüm beklentisi içinde beklerken,arada bir Welat ark: “haydi çıkıp düzmeydanda adam gibi ölelim, ya suyadüşmeyi ya da karşıdan gelecek roketibeklemekten bıktım” diyor, kararsızlı-ğımızı derinleştiriyordu. Zaman öylecegeçiyordu. Yerin sıkıntısı, suya düşmeihtimali ile çarpışma imkânı olmadanölme duygusu bizi sıkıştırıyor çaresizbırakıyordu. Mantıksal olarak her şeydüşündüğümüzü doğrularken dün ak-şamki mantık dışı kurtuluşumuz bizeumut veriyordu. Bu meşe buna işaretolabilirdi. Zaten bizi koruyan tek şeyde oydu. En büyük dostumuz bu meşeağacı olmuştu. Kayayı yaran bu meşeağacının yeri de tıpkı yaşamımız gi-biydi. O sesiz duruyorsa biz de sabıredecektik. Bu düşünceler içine kısa biranda dalmışken, düşmanın çantalarınısırtlayıp var hızıyla geri çekilme yaptı-ğını gördük. Düşman hiçbir zaman bukadar erken geri çekilme yapmamıştı.Şaşırmıştık. Yarım saat daha bekledik.

Artık bu berbat yerden çıkmanın za-manı gelmişti. Çıkmak gerçekten de çokzordu. Gün boyu akan sudan kaynaklıkaya kayganlaşmış elimizle tutunacakyer bırakmamıştı. Zana arkadaş omzu-muza çıkarak zor bela tırmanıp yukarıyaçıkmayı başardı. Bize şutik bırakarakşutikle, çanta, silah ve en son da bizkendimizi bağlayarak yukarıya çıkabil-dik. Düşman geri çekilmişti. Biz de ben-zer zorluklarla “Berehe” denilen vadininkalkmış dere suyunu da tadıp noktamızaulaşmıştık. Sonraları düşmanın niye geriçekilme yaptığını arkadaşlardan dinle-yecektik. Bölge komutanı olan Hamzaarkadaş, operasyon içinde bir grubunolduğunu düşman telsizinden anlayarakyanında olan bütün tim komutanlarınıçağırıyor ve her birinin eline bir cihazverip düşmanın arka tarafını tutuyorlar-mış gibi bir taktik deniyorlar. Hava yağ-mur ve sisli olduğu için düşman bunainanıyor ve ani geri çekilme kararını ve-riyor. Daha sonra halktan aldığımız bil-giye göre Gercüş ilçe komutanı bu tak-tiğe kandığı için görevden alınıyordu.

Sayfa 31 SerxwebûnHaziran 2010

“Artık bize atacakları lav ya daroket silahını bekliyorduk.

Yakınımıza çarpacak lav silahının sarsıntısı bile bizi

suya düşürmeye yeterli olacaktı. Yukarda bekleyip çatışmaya girseydik hiç olmasa birkaç

asker öldürüp biz de ölürdük,ama kaldığımız yerde silah

sıkmanın bile imkânı yoktu.Ne biçim iki gün yaşıyorduk, iki

saat öncesine bizi pişman ettiren kararlarımızı sorguluyor,

içinden çıkamıyorduk. ‘Nasıldaha iyi ölebiliriz’ kararını vermeile yüz yüze kaldığımız iki gün…”

Page 32: SERXWEBÛN JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE Sal: 29 / Hejmar 342 / Hezîran 2010 Muğla’da yaşamını yitiren Kürt öğrenci Şer-zan Kurt’un yakınları

KAPİTALİZMİN DOĞUŞ ETKENLERİ -EV HIRSIZI-KAPİTALİZMİN DOĞUŞ ETKENLERİ -EV HIRSIZI-(Siyasal iktidar ve hukukla ilişkisi)(Siyasal iktidar ve hukukla ilişkisi)

Kapitalizmin daha çekirdekhalindeyken siyasal iktidarve hukuksallığın fideliğinde

oluştuğunu tüm gözlemler doğrula-maktadır. Kapitalizm her iktidar vehukukundan yararlandığı gibi, işinegeldiğinde en tutucu savunucusu ke-silmiş; çıkarlarını zedelediğinde ise,her tür komplo yöntemleriyle -gerek-tiğinde devrimci eylemlere katılmakda dahil- devirmekten çekinmemiştir.Bazen en gözü kara devrimcilik oyu-

nuna da katılmıştır. Faşist darbeciliktensahte devlet komünizmi darbeciliğinekadar -özellikle bunalım ve kaos dö-nemlerinde- iktidar savaşlarını ger-çekleştirmiştir. Tarihin en kapsamlısömürgecilik, emperyalizm ve impa-ratorluk savaşlarını yürütmüştür.

Hiçbir ekonomik biçimin kapitalizmkadar iktidar zırhına ihtiyaç duymadı-ğını, kapitalizmin iktidarsız oluşama-yacağını önemle belirtmeliyiz. Eko-nomi-politik 'bilimciler', kapitalizmin entemel özelliği olarak, tarihte ilk defaiktidar dışında ekonomik yöntemle,sermaye-emek gönüllü birlikteliğiylekârın, artık-ürünün-değerin oluştuğunuiddia ederler. Hem de başat bir var-sayım olarak. Burada en az emekteorisi kadar saptırılmış bir söylemlekarşı karşıyayız. Bir yerlerden barışçıltarzda sermaye oluşturulmuş; yinebarışçıl ilişkiler sonucunda köylüler,serfler, zanaatkârlar üretim araçların-dan kopup bir araya gelerek, adetamutlu ve devrimci bir evlilik yaparca-sına, faktörel değerler olarak bir sentezoluşturup yeni ekonomik biçimi tarihsahnesine çıkarmışlardır. Öykü aşağıyukarı böyle yazılmaktadır. Kocamanekonomi-politikçilerin sağlı sollu ka-rargâhlarında gerçekleştirilen tüm me-tinlerde bu idea 'amentü' değerindedir.Bu idea olmadan ekonomi-politik ola-maz. Buna bir de pazarda rekabetiekledin mi, dört dörtlük bir ekonomi-politik kitabını ana ilkeleri bağlamındayazdın demektir.

Kendim bir şey idea etme gereğiduymuyorum. Sosyolog ve tarihçiolarak Fernand Braudel'in Maddi Uy-garlık araştırması (ki, otuz yıllık kom-ple bir emeğin üç ciltlik muhteşembir eseridir), çok kapsamlı gözlemlerive mukayeseli yaklaşımıyla bunu netbiçimde yalanlamaktadır. Braudel'inbu eserindeki birinci ideası, kapita-lizmin pazar karşıtı olduğudur. İkincisi,kapitalizm gırtlağına kadar güç, iktidar

bağlantılıdır. Üçüncü olarak, başındanberi endüstri öncesi ve sonrasındahep tekeldir. Dördüncü olarak, kapi-talist içten ve alttan rekabetle değil,dıştan ve üstten tekellerle -talanla-dayatılmıştır. Kitabın anafikri budur.Eksik, katılmadığım yanları olsa da,anlatım yönü ve özü itibariyle en de-ğerli bir tarih-sosyoloji yorumudur.Sınırlı da olsa İngiliz ekonomi-poli-tikçileri, Fransız sosyalistleri ve Almantarihçi ve felsefecilerinin sosyal bilime

yönelik tahribat ve saptırmalarını dü-zeltmede iyi bir giriştir.

Kapitalizm iktidarsızbir dakika ayakta duramaz

Gönüllü ve serbest rekabet orta-mında emek birikimlerini ve güçlerinibirleştirerek, kapitalist ve işçinin ger-çekleştirdiği bir ekonomik düzen yoktur.Masal ve öyküler bile gerçekten budenli uzak düşmemiştir. Tek tek vegrup, sınıf olarak kapitalist sayabile-ceğimiz tüm unsurlar ve sahip olduklarıekonomik güçler, bir saniye iktidarınkoruması olmadan ayakta duramazlarve iktidar ellerinde durmaz. Yine ikti-darın en kapsamlı kuşatması olmadan,hiçbir kent pazarında serbest rekabetlene mal alışverişi, ne işgücü üzerindebir pazar söz konusudur. En önemliside serfin, köylünün ve kent zanaat-kârının toprak ve tezgâhından kopa-rılışı acımasız ve adaletsiz bir zor or-tamı oluşturulmadan geliştirilemez,gerçekleştirilemez. Avrupa'da nere-deyse 14. yüzyıldan 19. yüzyıla kadarboydan boya bu toprak ve atölyeemekçilerinin anaları gibi bağlı olduklarıbu geçim araçlarından koparılışı is-yanlar ve ihtilallerle karşılanmıştır.Binlerce insan idam edilmiş, milyon-larca insan iç savaşlarda öldürülmüş,hapishane ve hastanelerde çürütül-müştür. Bunlar yetmemiş, aralarındakimezhep ve ulus savaşlarıyla ortamkan deryasına dönmüştür. Sömürgesavaşları ve emperyalist savaşlar bi-lançoyu konsolide etmiştir.

Tüm bu zor etkenlerinin kapitalizmindoğuşundaki dıştan dayatmalı tekelcitalancı karakteriyle ilişkisi gayet iyigözlemlenmekte ve açıkça görünmek-tedir. Hangi ekonomik-politik retoriğibu gerçekleri tersyüz edebilir?

Gerçekleri daha somut görebilmekiçin, kapitalistleri zafere götüren 16.yüzyıl savaşlarını yakından gözlem-

lemek gerekir. Yüzyılın başlıca iktidarve savaş faktörleri Habsburg sülale-sinin İspanya kolu imparatorları, Fran-sa'dan Valois sülalesi kralları, İngilte-re'de Norman kökenli kralların yerinegeçen Anglo-Sakson Stuartlar hane-danı ve en ilginci ve zincirleme reak-siyon başlatacak olan daha ismi bilekonulmamış Hollanda'nın yeniyetmeOrange Prensliği.

Müslümanların İspanya'dan kovul-masından (1500'lere doğru) güç alan

ve hızla imparatorluğa koşan bu Almankökenli Habsburglu kral ve impara-torlar, kendilerini Roma'nın mirasçısıolarak görüyorlar. Özellikle Konstan-tinopolis'in 1453'te Osmanlı sülalesinineline geçmesi ve Osmanlılarla yürü-tülen savaşın başını Avusturya Habs-burglarının çekmesi bu ideaya gerekçeolarak kullanılmaktadır. Fransız Valoiskral sülalesi de imparatorluk ateşinetutulmuştur. Roma'nın gerçek mirasçısıolarak kendilerini görmektedir. İngiltereKrallığı ve Hollanda Orange Prensliğibu iki imparatorluk tarafından yutul-mamak için bir nevi pro-ulusal kurtuluşsavaşlarını vermektedir. Peşi sıraİsveç Krallığı, Prusya Prensliği vehatta Moskova Prensliğinin Çarlık yük-selişi benzer hareketler olarak kendi-lerini duyuracaklarıdır. İngiltere Krallığıve Orange Prensliği 16. yüzyıl başla-rında İspanya ve Fransa kralları tara-fından gerçek bir yutulma tehlikesi ilekarşı karşıyaydılar. Eğer bu eylemlerbaşarılı olsaydı, İngiltere ve Hollandabaşta olmak üzere, Kuzeybatı Avrupakentlerinin kapitalistik gelişmelerininİtalya'nın Venedik, Cenova ve Floransakentlerinin konumuna düşmesi yüksekbir olasılıktı.

Kapitalizm yeni dini para > para(PP) etrafında şekillenmektedir

İtalya'nın çok güçlenmiş bu kapi-talist kentlerinin tüm İtalya çapındakapitalizmin zaferini sağlayamama-larının temel etkeni siyasal güçsüz-lükleriydi. Daha doğrusu, İtalya üze-rinde (dolayısıyla kent zenginlikleriüzerinde) İspanya, Fransa ve Avus-turya kral ve imparatorlarının yürüttüğüegemenlik ve fetih savaşları, bu kent-lerin boyun eğmesiyle sonuçlanmıştır.Söz konusu kentler sınırlı bir ekonomikve siyasi güçle yetinmek zorunda kal-mışlardır. Dolayısıyla hem İtalyanbirliği gecikmiş, hem de kapitalizmin

İtalyan deneyimi yarım kalıp tüm ül-kede yaygınlaşamamıştır. Geçici deolsa, burada zor belirleyici rol oyna-mıştır. Karşılık olarak ve her kapitalistikunsurun içine girdiği gibi, İtalyan kentkapitalistleri de siyasal egemenliktenvazgeçirilmeleri karşılığında bu dev-letleri finans yoluyla kendilerini bağ-layıp "al gülüm ver gülüm" politikasınaalet olmaktan çekinmemişlerdir. Çünkükapitalizm yeni dini para > para (PP)etrafında şekillenmektedir.

İngiltere Krallığı ve Orange Pren-sliği yenilmediler. Bu yenilmemedekapitalist unsurların hem devleti kre-dilendirmeleri, hem de devletle birlikteoluşturdukları gemi ulaşım sanayibaşat rol oynadı. Kara gücü değil,deniz gücü üzerinde yoğunlaşmalarıkendilerine zaferin yolunu açtı. Busüreçte çok önemli iki stratejik ge-lişme ortaya çıkmıştır:

1- İngiliz Krallığı ve Hollanda eya-letleri kapitalist tarzda yeniden örgüt-lenen ve eylemleşen devlet modelineağırlık verdiler. Düzenli vergilerle bes-lenen, bütçesini denkleştiren, rasyonelbir bürokrasiye ve profesyonel bir or-duya dayanan ilk örnekler oldular. Üs-tün deniz güçleriyle İspanya ve Fran-sa'nın deniz gücünü yendiler. AtlasOkyanusu ve sonraları Akdeniz'dekiegemenlikleri, sömürge savaşlarınında kaderini belirledi. İspanya ve Fran-sa'nın düşüşü böyle başlar. İspanyave Fransa krallarının karadaki başa-rıları, borçlanmaları nedeniyle astarıyüzünden pahalı Pirus zaferlerine dön-dü. Kapitalist ekonominin de kaderinibelirleyenin İngiltere ve Hollanda'nıniktidar yapılanmasındaki yenilikler ol-duğu genelde kabul gören bir yorum-dur. Bir kez daha görüyoruz ki, kritikbir dönemeçte siyasi zor ekonomikbiçimlenme üzerinde belirleyici rol oy-nayabiliyor. İtalyan kentlerinin başa-ramadığını, Londra ve Amsterdamkentleri başarıyor.

2- İngiltere ve Hollanda'nın siyasierkine zıt bir gelişme, bu yüzyıldakiİspanya, Fransa ve Avusturya impa-ratorluk devletlerinde yaşanmaktadır.Bu üç devlet de daha çok Roma mo-deline benzer bir imparatorluk kurmaksevdasındaydılar. Aralarında hem yo-ğun akrabalıklar hem de çelişkiler var-dı. İngiltere Krallığı bu sevdadan erkenkurtuldu. Avrupa imparatorluğu yerinegözünü dünya imparatorluğuna dikti.Ama kapitalist sistemin zaferine dayalıolarak İspanya, Fransa ve Avusturyadevlet rejimleri her ne kadar modernmonarşiler olmaya doğru birçok reformyaşasalar da, öz itibariyle eski top-lumlara göre şekillenmiş siyasal araç-lardı. Modern bir vergi, bürokrasi veprofesyonel ordu oluşturmaktan uzakidiler. Bütçeleri denk değildi. Sürekliborçlanıyorlardı. Kapitalist gelişmeninyol açtığı huzursuzlukları çözmedeyetersiz kaldılar. Kapitalistlerinin ken-dilerini tam desteklemeleri şurada kal-sın, borç ve iltizam nedeniyle arala-rında yoğun çelişkiler oluşuyordu.Feodal aristokrasiyle merkezileşme,monarşik krallık hamlesi nedeniyleçelişkiler daha da yoğundu. Kent-kırçelişkisi nedeniyle de bütün toplumayağa kalkmıştı. İsyanlar bile bu mo-narşileri nefessiz bırakmaya yeterliydi.

İngiltere ve Hollanda'nın el altındanmuhalifleri desteklemesi, birçok dev-rimin patlak vermesine yol açıyordu.Tabii amaç ve sonuçlar bazen çokfarklı oluyordu. Tıpkı Büyük FransaDevriminde olduğu gibi.

İtalya'da kapitalist ekonominin si-yasal-toplumsal zaferini önleyen aynıgüçler, Fransa, İspanya ve Avusturyamonarşileri; İngiltere ve Hollanda kentkapitalistleri tarafından finanse edilenverimli devlet modelleri karşısında de-falarca yenilgiye uğramaktan kurtula-madılar. Açıkça bir kez daha ekonomikbiçimle zor sistemleri arasındaki iliş-kilerin stratejik sonuçların doğuşundabelirleyici rol oynadıklarını gözlemle-mekteyiz. Zor, iktidar ve ekonomi ara-sındaki ilişkilerin anlaşılması açısında16. yüzyıl Avrupa'sı tam bir laboratuarişlevi görme konumundadır. Adetatüm uygarlık tarihi mezarından uyanıpkendi öz öyküsünü anlatır gibidir. Şunusöyler gibidir: Kendini (16. yüzyıl Av-rupa'sı) anladığın kadar, beni de an-lamış olursun!

Zor ve ekonomi arasındaki ilişkininsosyal-tarihsel gelişimi

Zor ve ekonomi arasındaki ilişkinintarihsel-toplumsal gelişiminin kısa birözeti konuyu daha iyi açıklığa kavuş-turacaktır.

a- Uygarlık öncesi toplum çağla-rında 'güçlü adam'ın ilk zor örgütlen-mesi sadece hayvanları tuzağa dü-şürmedi. Kadının duygusal emeğinin(göz nurunun) ürünü olan aile-klanbirikimine de göz koyan yine aynı ör-gütlenmeydi. Bu ilk ciddi zor örgüt-lenmesidir. El konulan, kadının kendisi,çocukları ve diğer kan hısımlarıydı;hepsinin maddi ve manevi kültür biri-kimleriydi; ilk ev ekonomisinin talanıydı.Bu temelde proto-rahip şaman, tecrübesahibi şeyh ve güçlü adamın zor ör-gütünün el ele verip, tarihin ilk ve enuzun süreli ataerkil hiyerarşik (kutsalyönetim) gücünü oluşturduğunu tümbenzer aşamadaki toplumlarda göz-lemlemekteyiz. Sınıflaşma, kentleşmeve devletleşme aşamasına kadar top-lumsal ve ekonomik yaşamda bu hi-yerarşinin belirleyici rol oynadığı açıktır.

b- Sınıf-kent-devlet oluşumuylabaşlayan uygarlık sürecindeki ekono-mik biçimlenmeye, rahip-kral-komutanolarak kişiselleştirebileceğimiz güçodağına devlet denilmektedir. Kurumolarak din-siyaset-askerlik iç içe geçmişbiçimde iktidarı oluşturmaktadır. Bugüç sisteminin en temel özelliği, kendiekonomisini devlet komünizmi biçi-minde örgütlemesidir. Henüz Max We-ber tarafından kullanıldığını görmeden,benim de 'firavun sosyalizmi' dediğimbir ekonomi söz konusudur. Kalıntıhalinde anacıl ekonomi ataerkil-feodalaşiretsel ekonomide varlığını sürdür-mektedir. Firavun sosyalizminde in-sanlar yalınkat köle olarak çalıştırıl-maktadır. Hakları, ölmeyecekleri kadarbirer çömlek kâsesi çorbadır. Halenkalıntısı bulunan eski tapınak ve saraybinalarında binlerce köle kâsesinerastlanması bu ilişkiyi doğrulamaktadır.

Bu yazı Rêber Apo’nun KAPİTALİST UYGARLIK kitabından alınmıştır

Devamı sayfa 28ʼde