32

Sİ Kızıl Bayrak 10-39

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak 2010-39 / Ekim

Citation preview

Page 1: Sİ Kızıl Bayrak 10-39
Page 2: Sİ Kızıl Bayrak 10-39

2 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak

İÇİNDEKİLEREşitlik ve özgürlük için devrimci sınıf kavgasına!.… . . . . . . . . . 3Kürt halkının tek seçeneği mücadeleyibüyütmektir! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 4MGSB dinci partinin inisiyatifinde yeniden şekillendiriliyor!. . . . . . . . . . . . 5“Açılım”ın diğer yüzü baskı, terör ve tehdit!.. . . . . . . . . . . . . . . 6TÜSİAD’dan hükümete: Hizmete devam!!.…. . . . . . . . . . . . . . . . 7Metal İşçileri Birliği Merkezi YürütmeKurulu Ekim Ayı Toplantısı Sonuçları . . 8Metal işçileri MESS önündeydi... . . . . . 9ÇEL-MER işçileri: Verilen sözler tutulsun! . . . . . . . . . . . . 10Anakonda işçileri direniyor! . . . . . . . . 11Herkese eşit, nitelikli ve parasız sağlık hizmeti!.. . . . . . . . . . . . . 12İşçi ve emekçi hareketinden . . . . . . . . . 13Tayyip’in tersane şovu için polis terörü!!... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 14“Kazanacağız başka yolu yok!”.. .. . . . 15Yeni dönem ve

genç komünistlerin görevleri . . . . 16-18Soruşturma-ceza terörüne karşıüniversitelerde direniş var!. . . . . . . . . . 19YÖK gençliği teslim almak istiyor! . . . 20Üniversitelerden..... . . . . . . . . . . . . . . . 21Kamu emekçileri hareketi üzerine... 22-23Zafer bir kez daha Hugo Chavezyönetiminin oldu.. . . . . . . . . . . . . . . . . 24Dünyadan... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 25Ekvador’da darbe girişimi püskürtüldü... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 26Mücadeleci Kadınlar Konferansı yapıldı. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 27Kilisede fetih namazı- Mahmut Alınak..…. . . . . . . . . . . . . . . 28Kilisede fetih namazı“Bir şey çıkar mı?” - M. Can Yüce..…. . . . . . . . . . . . . . . . . 29“Habip ve Ümit’in göz bebeklerindekidünyayı kuracağız!”…… . . . . . . . . . . . 30Mücadele Postası . . . . . . . . . . . . . . . . . 31

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:Eksen Yayıncılık Molla Şeref Mahallesi,

Simsar Sokak, No: 5, D: 3 Fatih / İstanbulTlf. No: (0212) 621 74 52

e-mail: [email protected]: http://www.kizilbayrak.org

http://www.kizilbayrak.net

Baskı: SM MatbaacılıkÇobançeşme Mh. Sanayi Cd. Aytay Sk. No 10 A Blok

Yenibosna / Bahçelievler / İSTANBUL / Tel: 0 (212) 654 94 18

Sayı: 2010/39 * 08 Ekim 2010Fiyatı: 1 YTL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Ayten ÖZDOĞANEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

CMYK

Kızıl Bayrak’tan...Kızıl Bayrak’tan...

Kızıl Bayrak’tan... Sayı: 2010/39 * 08 Ekim 2010

Kürt sorununda referandumdan sonra büyütüleniyimser hava gelinen yerde dağılmış görünmektedir.Artık bu konuda masal okumayı iş edinmiş olanlardanbaşka kimse “Kürt sorunu çözülüyor”, “herşey güzelolacak” demiyor, diyemiyor. Çünkü bu sorunla ilgilikatı gerçekler, referandum rüzgarıyla yaratılan tozduman dağılınca daha açık biçimde kendisinigösteriyor. Böylelikle bir kez daha anlaşılıyor ki, budüzen ne Kürt sorununu çözmeye muktedirdir, ne deçözüm adına pazarladıkları Kürt emekçi halkını tatminetmektedir.

Kuşkusuz düzenin bu handikapı devrimmücadelemizin çok temel bir olanağıdır. Kürt emekçihalkının mücadele gücünün akabileceği ülkeyi baştanaşağı kesen bir sınıfsal mücadele kanalı açık olsakurulu düzenin temellerinden çatırdaması zorolmayacaktır. Ne yazık ki böyle güçlü bir mücadelekanalı yok ve düzen cephesi de bunun rahatını sürüyor.

Ancak yine de düzenin rahatını kaçıracak fazlasıylaneden var. Zira güçlü bir sosyal mücadele dalgasınahenüz dönüşmemiş olsa dahi, işçi ve emekçilercephesinden yaygın sayılabilecek bir hareketliliksözkonusudur. Gazetemizin sayfaları bu hareketliliğintablosunu yansıtmaya devam ediyor. Bu tabloyabakıldığında özellikle işçi sınıfı cephesinden canlı birgörüntü ortaya çıkıyor. Ancak bu vesileyle bir kez dahabelirtelim ki, sınıf cephesinde temel sorun buhareketlilik içinde öne çıkan güçleri tek merkezdebirleştirerek kalıcı mevziler kazanabilmektir. Eğer buyapılabilirse sınıf hareketi kendisine bir yol açacaktır.Doğal olarak bu, hem Kürt emekçi halkı için hem dediğer ezilen kesimler için bir çıkış yolu olacaktır.

Gazetemizde bu hafta gençlik hareketi öne çıkıyor.Bunun böyle olmasında üniversitelerin açılışıdolayısıyla yapılan eylem ve etkinliklerin özel bir rolüvar. Fakat belirtmek gerekir ki bu eylem ve etkinlikleringücünden çok, devletin sergilediği faşist terör konuyuöne çıkardı. Ancak bundan gençliğin yaptığı eylemleriküçümsemek sonucu çıkarılmamalıdır. Aksine gençlikhareketi, özellikle son yıllarda uygulanan sistematikbaskı ve terörle büyük ölçüde ezilmesine karşın dönembaşında yaptığı bu eylemlerle teslim olmayacağını

göstermiştir. Zaten devleti üniversitelerdeki ablukayıarttırmaya ve faşist terör genelgeleri yayınlamaya itende budur. Sermaye düzeni gençliğe bir geleceksunmaktan aciz olduğu ölçüde baskı ve terörüarttırmaya devam etmektedir. Fakat gençlik hareketi,baskı ve teröre karşı gösterdiği bu direngen tutumuylayeni dönemi kazanabileceğini şimdiden göstermiştir.

Buraya kadar sıraladığımız tüm olgular kışınyaklaştığı şu günlerde mücadelenin ısınmakta olduğunugöstermektedir. Eğer tüm güç ve enerjimizi bumücadelenin hizmetine sunarsak rüzgarın yönünüdevrimden yana çevirebilmeyi başarır, böylelikle dekışın ortasında mücadeleden yana bir bahar havasıestirebiliriz.

Sosyalizm İçin

KKiittaappççııllaarrddaa.. .. ..

Page 3: Sİ Kızıl Bayrak 10-39

Kapak Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak* 3Sayı: 2010/39 * 08 Ekim 2010

Kürt sorunu gündemdeki yerini korurken, siyasalatmosfer oldukça kararsız ve gelgitli bir görüntüsunuyor. Öyle ki, Kürt sorunu çözülüyor havası biranda tersine dönüyor, atmosfere kapsamlı biroperasyon gerilimi hakim oluyor. Hayallerle dayalıbeklentilerin yerini tedirginlik ve imha beklentisialıyor.

Bunun böyle olmasının nedeni devletin açılımstratejisinde yatıyor. Bu strateji PKK’yi alabildiğinebaskı altına alarak en az kırıntıyla tasfiyeye razı etmekhedefine bağlı olarak oluşturulmuştur. Bu stratejidoğrultusunda PKK çok yönlü bir kuşatma altınaalınmaya çalışılmaktadır. Günlerdir yoğunlaşandiplomasi trafiği ile birlikte yaratılan sınır ötesioperasyon havası bunun içindir. Böylece PKK’ye,“ABD ve AB ile birlikte bölge devletleri de benimyanımda, eğer benim şartlarımı kabul etmezsen tümgücümle üzerine gelirim” denilmektedir.

Kuşkusuz kapsamlı bir operasyon ihtimali vardır.Çünkü sermaye devletinin Kürt sorununda stratejisihala daha “ez ve çözdür”. Bu nedenle devlet Kürthareketini ezmek için bulduğu her olanağı sonunakadar kullanmak isteyecektir. Eğer yürütülen yoğundiplomasi trafiği böyle bir olanağı ortaya çıkarırsa,bugün sadece bir olasılık gibi görünen kapsamlı imhasaldırısı gerçekleşebilecektir.

Bugünlerde burjuva medyada da sıklıkla işaretedildiği üzere, geçmişte nice “çözüme az kaldı” denilensüreçleri kirli savaşın tırmanması izlemiştir.Dolayısıyla bugün de bu olasılığı akıldan çıkarmamakgerekiyor. Elbette bu türden bir zorbalık da “çözüm”üdışlamamaktadır. Ezdikten sonra devletin istediğikoşullarda bir “çözüm” zemini yaratılmış olacaktır.

Yıldönümü bugünlere denk gelen Öcalan’ınSuriye’den çıkışı hatırlanırsa, bu sürecin başlangıcındada, devletin uyguladığı abluka yine Kürt hareketicephesinden güçlü bir “siyasal çözüm” beklentisiyle biraradadır. Bu ablukanın boşa olmadığı sonrasındayaşananlarla doğrulanmıştır. Elbette bunlar da “önce ezsonra çöz” stratejisi çerçevesinde gerçekleştirilmişti.Öcalan’ın yakalanmasıyla sonuçlanan operasyonunsorumluluğunu taşıyan ABD emperyalizmi de bu“kıyağını” bu politikanın uygulanması şartınabağlamıştır. Öcalan yakalandıktan, savunmasında çizgideğişimini nihayete erdirdikten ve silahlı güçlerintasfiyesi yönünde adımlar atmaya hazır olduğunugösterdikten sonra, devlet açısından sorunu kendiistediği türden bir “çözüme” ulaştırmak için uygunkoşullar oluşmuştur. Ancak bilindiği üzere sermayedevleti bu uygun imkanları kullanamadı. Kürt hareketide bir süre sonra, bölgesel gelişmelerin ve Kürthalkının mücadele dinamizminin gücüyle çözümüyeniden dayatmaya başladı.

İşte bu noktadan sonra Kürt sorununda inkar veimha çizgisinin iflasının tescillenmesi ve dış koşullarınbasıncıyla, daha çok da ABD emperyalizminin işgalciordusunu Irak’tan çekmesinin bölgede yaratacağıotorite boşluğunu Türk devletiyle doldurmak istemesinedeniyle, Kürt sorununda düzen içi çözüm planıyeniden gündeme geldi. Düzen cephesi bugün bununsancılarını çekmekte, manevra üstüne manevra yaparaksonuca ulaşmaya çalışmaktadır.

Bu gelişmeleri isabetli değerlendirebilmek ve doğrubir tutum alabilmek açısından sürecin sınıfsal arkaplanını görebilmek önemlidir. Zira Kürt sorununa

çözüm adı altında ortaya konulanlar sadece ABD’ninOrtadoğu politikalarının bir gereği değildir. Aynızamanda Türk tekelci burjuvazisinin sınıf çıkarları daKürt sorununda düzen içi bir çözümü zorunlu halegetirmektedir.

Bugünkü “açılım politikası” bir bütün olaraktekelci burjuvazinin çözüm platformudur. Öyle ki,düzen içi çatışmaya rağmen TÜSİAD kendicephesinden bu süreçte etkin bir rol oynamayaçalışmaktadır. TÜSİAD başkanının geçtiğimizgünlerde açıkladığı gibi, bugün uygulamaya çalışılanbu plan, gerçekte kendilerinin uzun zaman önceoluşturdukları plandan özü itibariyle farklı değildir.TÜSİAD özü aynı olan bir raporu yıllar önce, kirlisavaşın yoğun olduğu bir dönemde ortaya koymuş,ancak koşullar uygun olmadığından tozlu raflardaçürümeye terk etmişti.

Tekelci burjuvazinin bu süreçte bu denli ısrarlıdavranmasının gerisinde kuşkusuz onun sınıfsalçıkarları yatmaktadır. Çünkü tekelci burjuvazininTÜSİAD’da temsil edilen kesimi ile onunla keskin birrekabet halinde olan “Anadolu sermayesi” bir bütünolarak, elde ettikleri büyük sermaye birikimi nedeniyleartık ülke dışında da ucuz hammadde kaynakları vepazar arayışı içerisindedir. Bu çerçevede GüneyKürdistan özel olanaklar sunmaktadır. Nitekim bugüntekelci burjuvazi Güney Kürdistan’da çok büyükyatırımlar yapmış, büyük ölçekli ihaleler kapmıştır.Hatta Güney Kürdistan’ın ekonomik olarak Türkiye ilebütünleşme eğiliminde olduğu yönünde bir dizi iddiaortaya atılmaktadır. Ancak Türkiye’de kangrenleşmişbir Kürt sorunu ve güçlü bir Kürt hareketi buyönelimin önünde en temel engeldir. Bunun için neyapıp edip bu engeli ortadan kaldırmak, Kürt sorunugibi bir büyük ayak bağından kurtulmakistemektedirler.

Türkiye’deki Kürt büyük burjuvazisi de Türkburjuvazisiyle aynı çözüm platformunun arkasındadır.Çünkü bugün Güney Kürdistan onlar için de bir kazançkapısıdır. Yatırım ve ihalelerden onlar da bir biçimdepaylarını almaktadır. Güney Kürdistan burjuvazisi isezaten Türk tekelci burjuvazisiyle kapsamlı ilişkilerkurmuş bulunmaktadır. Bu koşullarda Kürt sorununundüzen içi çözümünü Kürt büyük burjuvazisi bir bütünolarak desteklemekte, referandum sürecinde olduğugibi Kürt hareketinin düzeni zorlayan tutumlarıkarşısında açık bir kimlikle boy gösterme gücünübulabilmektedir.

Bilindiği üzere PKK ilk çıktığı dönemde Kürtküçük-burjuvazisinin önderliğinde, emperyalizm veTürk devletiyle birlikte Kürt burjuva-feodal sınıfını birarada hedefleyen devrimci bir programa sahipti.Mücadelenin yükünü büyük ölçüde Kürt alt sınıflarıçekiyordu. Gelişen hareket giderek Kürt sorunundaçözümü dayatacak bir güce ulaştı. Ancak bu noktadaaynı zamanda gücünün sınırlarına da varmıştı, çünkübu denli kapsamlı bir sorunda “parçadan” gidereksonuca ulaşması mümkün değildi. İşte bu aşamada yamücadele sosyal temelde derinleştirilerek Türkiye işçisınıfı ve emekçileriyle birleşmenin yolları aranacak yada “parçada” ulusal temelde yeni güçlerle ittifakarayışına girilecekti. Sonuçta bu ikinci yol tercih edildive Kürt burjuvazisinin siyasal özlemlerine yanıtverecek açılımlar yapıldı. Bu açılımların doğal sonucu,devrimci programın yerine rafine bir ulusal çizgininalması ve giderek emperyalistler ve Türk devletiyleuzlaşma arayışına varılması oldu. Ancak yine de Kürtyoksulları mücadelenin yükünü taşımaya devam ettiler.

Gelinen noktada ise Kürt burjuvazisi belirginbiçimde bağımsız bir inisiyatif almaya çalışmaktadır.Kürt büyük burjuvazisi büyük ölçüde AKP içerisindeörgütlü durumdadır. Referandum sürecinde bir takımara kesimleri de arkasına alarak bağımsız bir siyasalinisiyatif göstermeye ve Kürt hareketi içerisindeçatlakları büyütmeye çalışmıştır. Yine de Kürtburjuvazisi Kürt halkını henüz arkasındansürükleyebilecek bir etkinliğe sahip değildir. Ancakşunu da belirtmek gerekir ki, bugün PKK’nin siyasalplatformu ve ufku özünde Kürt burjuvazisinin sınıfsaldamgasını taşımaktadır. Bunun için Kürt burjuvazisininsiyasal etkinliği Kürt halkı içerisindeki örgütlügücünün çok ötesindedir.

Dolayısıyla sözkonusu olan, Türk büyükburjuvazisiyle kader birliği yapmış olan Kürtburjuvazisinin de “çözümü”dür. Böyle bir çözüm iseKürt emekçlerini asla tatmin etmeyecek, sınıfsalözlemlerine yanıt vermeyecektir. Bu nedenle “açılımsüreci” tek boyutlu, devlet ile Kürt hareketi arasındasafları net bir mücadele değildir, aynı zamanda Kürthareketi içerisinde temel sınıflar arasındaki birmücadele olarak da devam etmektedir ve edecektir. Bumücadelede Kürt emekçilerinin Türkiye işçi sınıfı veemekçileriyle birleşik bir mücadelede buluşması Kürtburjuvazisinin siyasal inisiyatifinin sonunu getirmeklekalmayacak, böylece Kürt sorununun köklü ve kalıcıçözümünün de önünü açacaktır.

Eşitlik ve özgürlük için devrimci sınıf kavgasına!

Page 4: Sİ Kızıl Bayrak 10-39

Devlet ile Kürt hareketi arasındaki görüşmetrafiğinde son günlerde belirgin bir yoğunlukgözleniyor. Tarafların amaç ve beklentileri farklı olsada, bir noktada buluşuyorlar: Kürt sorununa “çözüm”bulmak! Buna karşın tarafların “çözüm”den farklışeyler anladıkları yeterince açık.

Devlet PKK şahsında Kürt hareketini tasfiye etmekamacıyla görüşmelere kapı aralarken, Kürt hareketi isebelli kazanımlara ulaşmayı hedefliyor.

Amerikancı rejimin tasfiyeden başka derdi yok!

İcraatlarına bakıldığında, devletin Kürt halkınınulusal eşitlik ve özgürlük özlemlerinin karşılanmasıgibi bir derdinin olmadığı kolaylıkla anlaşılır. Sermayeiktidarı, rejimi zorlayan denetim dışı silahlı bir gücütasfiye etmeyi amaçlamaktadır. Kürt halkına verilecekkırıntı düzeyinde hakları da ancak tasfiye karşılığındakatlanılması gereken bir durum olarak kabul etmekte,vermek zorunda kalacağı tavizleri asgariye indirmekiçin her yola başvurmaktadır.

Kürt siyasal güçlerine karşı saldırılara devam edenAmerikancı iktidar, hem Washington’dakiefendilerinden hem de bölge ülkelerinden destekarayışında. Irak’taki işgalci ordunun şefleri ve Kürtyönetimiyle yapılan görüşmelerin yanısıra, komşudevletlere de ziyaretler gerçekleştiren AKP veistihbarat yetkilileri, PKK’yi kuşatma altına almayaçalışıyorlar.

Tüm bunlar, devletin ezme/tasfiye etme planındanvazgeçmediğini gösteriyor.

Kürt hareketinde operasyon beklentisi!

PKK, Kürt legal siyasi güçlerle birlikte ilk kezdevlet tarafından bu düzeyde muhatap kabul ediliyor.11 yıldır düzen içi çözümü zorlayan Kürt hareketi,kısmen de olsa bu amacına ulaşmış sayılır. Gelinenyerde Amerikancı rejim, Abdullah Öcalan dahil fiilenKürt siyasal güçlerini muhatap almaya başlamıştır.Görüşmeler kapalı kapılar ardında yapılsa da, budurum artık bir sır olmaktan çıkmıştır. Öcalan ileavukatı sıfatıyla saatlerce görüşen Aysel Tuğluk’unİmralı’dan aldığı mesajları Kandil’e ulaştırması da,PKK ile devlet ilişkisinde yeni bir duruma işaretediyor.

PKK’nin ateşkesi seçimlere kadar uzatması,Öcalan’ın “Bu bir devlet projesidir, bana güvenin.Önümüzdeki 8 ayı çok iyi değerlendirelim” mesajı,Öcalan’la yaptığı görüşmenin ardından basınaaçıklama yapan Aysel Tuğluk’un “Barışa çok dahayakınız” ifadeleri, devletin çözüm yönünde adımatacağı beklentisini güçlendiren faktörler oldu.

Kürt hareketi ve halkında “umut var” eğiliminingüçlenmesini sağlayan gelişmelerin yansıra, devletinezme/tasfiye etme ısrarından vazgeçmediğini gösterengelişmelerin yaşanması ise, ihtiyat ve kaygıları epeycearttırmış bulunuyor.

“Taktik değil stratejik bir adım” attıklarınıvurgulayan Murat Karayılan, Kürt sorunununçözümünde silahların tümden devre dışıbırakılmasının mümkün olduğunu söyledi. Buna

karşın Karayılan, “Bu sürecin süresiz bir ateşkesolarak uygulanması tarafımızdan arzulanmıştır. AncakAKP hükümetinin son iki hafta içinde gerçekleştirdiğigüvenlik zirvesiyle birlikte hareketimizin tasfiyesinedönük başta ABD ve Irak olmak üzere çeşitli güçlerleyürüttüğü diplomatik faaliyetler ve yenilemekte olduğusınır ötesi operasyon tezkeresi, karşı tarafınsamimiyetine ilişkin bizlerde ciddi kaygılaryaratmıştır…” açıklamasını yaparak, devletegüvenemediklerini de ifade etti.

Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eş BaşkanıAhmet Türk de kaygılarını şöyle dile getirdi:“Demokratik reflekslerin artık devreye girmesigerekiyor. Barış tek taraflı olmaz. İki tarafın da barışiçin yol haritasını önüne koyması lazım. Bu uzlaşı vediyalog ortamı için çaba gösterilmesi gerekiyor. Umutediyoruz ki eylemsizlik süreci devam eder. Bu konudahükümetin de devletin de güven vermesi lazım.Devletin de barış için hazır olduğunu ortaya koyacakbir duruşu sergilemesi lazımdır. Provokasyonlarınolmaması için örgütün bu barış sürecine zeminhazırlaması açısından silahlarını Türkiye’nin dışınaçekmesinde yarar var...”

Kürt hareketinin liderlerinin dile getirdiklerikaygılar rejimin son dönemdeki icraatlarıyla bağlantılıolmakla birlikte, Türk devletini iyi tanımaları da bukaygıları beslemektedir.

Kalleşlik bu düzenin mayasında var!

Kürt halkına karşı yürütülen kirli savaşın gerisindeTürk burjuvazisi, devleti ve hükümetleri vardır. Açılımsöylemine rağmen devam eden icraatlar, egemenlerinzihniyetinde bu konuda bir değişiklik olmadığınaişaret ediyor. Bugüne kadar hiçbir devlet yetkilisi kirlisavaşı mahkum eden bir tutum almış değildir, çünküonların kirli savaşla bir sorunları yok. Yalnızca buyolla bir sonuca varamadıkları için başka adımları dadevreye sokmuş bulunuyorlar.

Muhataplarının zihniyetini bilen Kürt hareketininliderlerinin tedirgin olmaları kaçınılmazdır. Zirakarşılarındaki gücün güvenilmez, kalleş ve her an kirlimanevralar çevirebilecek mahirlikte olduğunu iyibiliyorlar. Bugün taktik planda bazı avantajları olsa da,Kürt hareketinin açmazı, güvenilmez olduğunubilmesine rağmen, Amerikancı rejime endeksli birçözümle kendini sınırlamış olmasıdır.

Verili koşullarda rejim, Kürt hareketi ve halkınıarkadan hançerlemese bile, köklü ve kalıcı bir çözümüretme yeteneğinden yoksundur. Devlet bazı haklaratahammül de edebilir; ancak bu kadarı gerçekleşsebile, Kürt işçi ve emekçilerinin tüm temel sorunlarıyerli yerinde kalacaktır. Dolayısıyla Kürt işçi veemekçilerinin Amerikancı rejimle barışmalarımümkün değildir. Sadece Türkiye işçi sınıfının değil,Kürt işçi ve emekçilerinin temel sorunları da ancakher tür sömürü ve ayrımcılığın kaynağı olan kapitalistsistemin yıkılmasıyla çözüme kavuşacaktır.

Kürt halkının tek seçeneği mücadeleyi büyütmektir!4 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/39 * 08 Ekim 2010

BDP’den gözaltı furyasına tepkiBDP temsilcileri, üyelerine yönelik gözaltı furyasına tepki gösterdi. BDP Genel Başkanı Selahattin

Demirtaş, İçişleri Bakanı Atalay’ın temaslarının hemen ardından Urfa’da 40’tan fazla BDP’linin gözaltınaalınmasının bir tesadüf olmadığına dikkat çekti.

Çözümden tasfiyenin anlaşıldığı görülüyorGözaltıların hükümetin bilgisi dahilinde gerçekleştiğine işaret eden Demirtaş, “Bunlar hükümetten

bağımsız gelişmeler değil. Bu operasyonların anlamı tam olarak şudur. Biz çözümden tasfiyeyi anlıyoruz.Çözüm değil tasfiyedir bunun adı mesajı verilmek isteniyor. Bunlar umut kırıcı gelişmeler tabi ki.” şeklindekonuştu.

BDP tasfiye edilmek isteniyor BDP Grup Başkan Vekili Bengi Yıldız da, BDP’li millet vekilleriyle Meclis’te düzenlediği basın

toplantısında “KCK operasyonları” adı altında BDP’nin tasfiye edilmek istendiğine dikkat çekti. BengiYıldız, “AKP bir taraftan ‘ben Kürt sorununu çözeceğim’ diyor, ama böyle dediğinde ‘milliyetçi çevreleriacaba küstürüyor muyum?’ diye de BDP’ye operasyon yapıp, bir parmak bal da milliyetçilerin ağzınaçalıyor. Her iki tarafı da idare etmeye çalışan bir politika izliyor” dedi.

Yıldız, tıpkı bugünkü gibi 2009 yerel seçimlerinden sonra PKK’nin ateşkes çağrısında bulunduğunu vehemen ardından da KCK operasyonlarının başlatıldığını ve halen 2 bine yakınBDP’linin tutuklu olduğunuhatırlattı.

Bu düzen Kürt sorununu çözme yeteneğinden yoksundur...

Kürt halkının tek seçeneğimücadeleyi büyütmektir!

Page 5: Sİ Kızıl Bayrak 10-39

Anayasa referandumu oyununun sona ermesinin vedinci partinin referandumdan galibiyetle çıkmasınınardından bu kez gündeme devletin gerçek anayasasıolan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi ile ilgili haberlerdüşmeye başladı. “Gizli anayasa” ya da “kırmızı kitap”olarak da adlandırılan MGSB taslağı hafta başındanitibaren Başbakanlık, Genelkurmay, Dışişleri ve İçişleriBakanlığı başta olmak üzere devletin temel birimlerinegönderildi.

Bir süredir hakkında tartışmaların yapıldığı belgeninay sonunda Milli Güvenlik Kurulu’nda görüşülmesibekleniyor. Özellikle AKP’nin ağırlığının hissedildiğive geçmişe göre önemli değişiklikler içeren belgeninMGK’da ne gibi tartışmalara sebep olacağı bilinmesede, basına sızan bilgiler MGK’nın da taslağı büyükölçüde onayladığı yönünde.

Devletin gizli ama gerçek anayasası!

Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin devletin gerçekanayasası olduğu, iç ve dış politikanın bu belgeye bağlıolarak uygulandığı, hükümetlerin bu belgeye tabi olarakicraatta bulunduğu bugün artık kabul edilen gerçekler.Ancak 2005’ten beri bu belgenin bu kadar fazlagündeme gelmesinin asıl nedeni yaşanan düzen içiçatışmadır. Somut olarak ifade etmek gerekirse, dincipartinin iktidar gücü olma yolunda adım adımilerlemesiyle büyüyen iktidar kavgasıdır. Düzen içiiktidar mücadelesinin yansımasını böylesi temelönemdeki bir siyasal belgede de bulması kuşkusuzşaşırtıcı değildir.

2005 yılında belgenin gündeme gelmesi, hazırlanantaslağın TSK tarafından kabul edilemez bulunmasındankaynaklanmıştı. Güç dengelerinin farklı olduğu veAKP’nin ele geçirdiği üstünlüğe rağmen bugünkü kadaretkin olamadığı dönemde hazırlanan MGSB, ciddi birkrize sebep olmuştu. Ordunun iç güvenlik tehditlerinekarşı yetkilendirilmesi ve irtica tanımı üzerine yaşanantartışmalar sonucunda TSK üstün gelmiş ve belgeGenelkurmay’ın istekleri doğrultusunda hazırlanmıştı.

Bugün ise aynı belge, bu kez dinci partinin iktidargücü olma yolunda önemli mesafeler aldığı, orduyubüyük ölçüde geri çekilmeye zorladığı vereferandumdan büyük bir galibiyetle çıktığı birdönemde düzen içi dengelerde yaşanan değişimiyansıtıyor. Belgede, AKP’nin ağırlığı ve ordununbugüne kadar karşı çıktığı çeşitli başlıkların yer almasıdikkat çekiyor.

Gizli anayasada kritik değişiklikler

Hazırlanan yeni metin burjuva basında büyük birilgiye konu olmuş durumda. Geçmişte 22 sayfa olan vebu kez 48 sayfaya çıkarıldığı belirtilen “kırmızı kitap’hakkında öne çıkarılan ise, belgenin bu kez sadecedüşmanları tanımlayan bir metin değil yenilikçi bir tarzasahip olması. Belge ile ilgili yapılan açıklamalarda, “Bukez kuşkucu bir şekilde kimse en baştan potansiyeldevlet ve millet düşmanı olarak görülmedi” ve “tehditve riskler göz ardı edilmeden yaratılabilecek fırsatlarada kapılar kapatılmadı ve olabildiğince vizyoner birtavır korundu” gibi ifadeler yer alıyor.

Değişiklikler arasında dikkat çekenler ise “irtica”

tanımının belgeden tamamen çıkarılması ile darbe veçetelere yönelik atıfta bulunulması. Bugüne kadarhazırlanan tüm metinlerde irtica kavramı iç güvenliktehditleri arasında sayılırken, son metin taslağındairticanın tamamen çıkarıldığı belirtiliyor. Bunun yerineise “din istismarı ile aşırı dinci örgütler” başlığı altındaoluşumlar tek tek değerlendiriliyor.

Yine “Demokratik sistemin temel kurumlarının daanlayış ve desteği ile demokratik kurallarlaişletilmesinin sağlanması” ifadesine yer verilerek,darbe planları ve “Ergenekon” gibi oluşumlara dair üstükapalı göndermelerde bulunuluyor. Bu değişikliklerdinci partinin uzun süredir verdiği mücadelede önemlibir kazanım daha elde ettiğini gösteriyor.

Belgede değişmeyenler ise yine PKK ve devrimciörgütlerin iç tehditler arasında ön sıralarda yer alması.Kürt sorunu ile ilgili hazırlanan bölüme ilişkin, “terörünsiyasallaşma çabaları”na vurgu yapılması dışında henüzbasına yansıyan bir bilgi bulunmuyor.

Belgede İsrail’in bölgede oluşturduğu“istikrarsızlıklar”a işaret edilse de, yine de de İsrail ileilişkilerin önemi vurgulanıyor. Ayrıca GüneyKürdistan’daki Kürt oluşumlarına, İran’ın nükleerçalışmalarına, Yunanistan ile Ege’de yaşanan sorunlarada değiniliyor.

Ayrıca, geçmiş dönem metinlerinden farklı olarak,siber savaş, küresel ısınma, Türkiye’den geçen enerji

nakil hatlarının önemi, uzay teknolojileri, Türkiyenüfusunun yaşlanması gibi çeşitli başlıklar da yer alıyor.

Referandum oyunundan gerçek anayasa tartışmalarına...

Anayasa referandumu oyunu gündemi meşgulederken, devletin gerçek anayasasının farklı olduğu pekçok kez vurgulanmıştı. Şimdi ise düzen içi çatışma MilliGüvenlik Siyaset Belgesi adı altında devletin gerçekanayasası üzerinden bir kez daha gündeme geliyor.

Bu anayasanın son derece gizli olması ve bilinçlisızdırmalar dışında kamuoyundan uzak tutulması, sözdedemokrasi havarilerinin gerçek yüzünü ortaya seriyor.Referandumdan güçlü çıkan dinci parti kendi taleplerinidevletin gerçek anayasası olan MSGB’ye yazdırıyor,böylece anayasa referandumu sırasında sarf edilenparlak sözler, demokrasi vaatleri gerçek yerini vekarşılığını buluyor.

Basına yansıyan bilgiler, büyük ölçüde dizegetirilmiş gibi görünen ordu cephesinin AKP’nin buyeni hamlesine karşı duramayacağı, İran ve nükleertehdit dışındaki maddelere itiraz etmeyeceğidoğrultusunda. Belgenin son hali Ekim ayı sonundagerçekleştirilecek olan MGK toplantısında belirlenecek.Bu belgenin ciddi bir sorunla karşılaşmadan geçmesidinci partinin gücünü daha da arttıracak.

Devletin yeni, gizli anayasası... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 5Sayı: 2010/39 * 08 Ekim 2010

Açık hava hapishanesine elektronik pranga

Sermaye devleti, bugünlerde sıkça tartışılan uzun tutukluluk süreleri dolayısıyla yeni bir uygulamayıgündeme getirdi. Buna göre devlet artık sadece tutuklayıp zindanlara kapatmayacak, aynı zamanda olduğuyerde prangalayacak. Elbette bunun için “teknoloji harikası” elektronik pranga kullanılacak.

Adalet Bakanı Sadullah Ergin 3 Ekim günü katıldığı bir programda Ceza İnfaz Yasası’nda yıl sonuna kadardeğişikliğe gidileceğini belirtti. Türkiye’de tutukluluğun yıllarca sürdüğü davaların yoğun eleştiriler aldığınıifade etti. 1 Ekim günü yapılan TBMM açılışında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, “Tutukluluk süreleri, fiilimahkumiyete dönmesin” uyarısını yaptığını hatırlatan Ergin bu ‘eleştiriyi’ dikkate aldıklarını söyledi. “Bukonuda önemli bir yasa değişikliği hazırlıyoruz. Avrupa ve ABD’deki gibi tutuklulara elektronik kelepçelidenetim uygulanacak” dedi.

Hapishanelerdeki doluluk oranını azaltacağı gerekçesinin öne sürüldüğü uygulama kapsamında ayakbileklerine takılan elektronik bilezikle “zanlıların” 24 saat boyunca nerede olduğu izlenebilecek. Zanlılar,ihtiyaç olması halinde karakollara çağrılacak.

Sermaye devletinin MOBESE’lerle, dinlemelerle, internet takipleriyle yaşamımızı açık hava hapishanesineçevirdiği düşünüldüğünde bu uygulama çok daha çarpıcı bir hal alıyor. Çünkü böylelikle açık havahapishanesinde pranga da eksik edilmemiş oluyor.

Referandum oyunundan gerçek anayasa tartışmalarına...

MGSB dinci partinin inisiyatifinde yeniden şekillendiriliyor!

Page 6: Sİ Kızıl Bayrak 10-39

Kürt halkına imha dayatılamaz!6 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/39 * 08 Ekim 2010

Referandumun ardından “açılım” trafiğine hızveren düzen cephesi Kürt hareketine dönük dizginsizbaskı ve terörüne ara vermiyor.

Gözaltı ve tutuklama terörü devrede

2009’daki yerel seçimlerin ardından “KCK’nınTürkiye Meclisi” ile ilişkileri olduğu gerekçesiyleyüzlerce BDP’liyi tutuklayan sermaye devleti, 1 Ekimgünü de aynı operasyon kapsamında gözaltılargerçekleştirdi. Böylece KCK’nın 30 Eylül günüeylemsizlik kararını bir ay daha uzattığı açıklamasınınüzerinden 24 saat bile geçmeden yeni saldırılarıdevreye sokmuş oldu.

Urfa’da 4 Ekim günü “KCK operasyonu”kapsamında birçok ev ve kuruma yönelikgerçekleştirilen polis baskınlarının ardından,aralarında BDP Urfa İl Eşbaşkanları İbrahim Ayhan veAdile Fidan’ın da bulunduğu 8 kişi tutuklandı.

Kürt hareketine dönük gözaltı ve tutuklama furyasıbununla da sınırlı kalmadı.

Urfa’nın Hilvan İlçesi’nde HPG’li Yasin Özmen’incenaze törenine katıldıkları için gözaltına alınan ReşitÜlek ve Hasan Barlas, 5 Ekim günü tutuklandı.TZPKurdî’nin anadilde eğitim talebiyle 4 Ekim günüİzmir’in Kadifekale semtinde gerçekleştirdiği eylemesaldıran polis, 15 kişiyi gözaltına aldı. Gözaltınaalınanlardan yaşları on sekiz altında olan iki çocuk, 5Ekim günü çıkarıldıkları mahkemece tutuklandı.

İstanbul Maltepe’deki üç ayrı mahalleye 5 Ekimgünü helikopterler eşliğinde düzenlenen baskınlarsonucu 15 BDP’li gözaltına alındı. 6 Ekim günü ise,Şırnak, Batman ve Mardin’de gerçekleştirilen eşzamanlı operasyonlarda, “PKK’lilere bilgi akışısağladıkları ve yardım ettikleri” gerekçesiyle 2’sikorucu 15 kişi gözaltına alındı. Erzincan’da da aynıgün 3 kişi “PKK’ye yardım” ettikleri gerekçesiylegözaltına alındı.

Atalay Kürt illerine “çıkarma” yaptı!

Bu arada İçişleri Bakanı Atalay, aralarında AKP’libölge vekilleri, Emniyet Genel Müdürü Oğuz KaanKöksal ve Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat veTerörle Mücadele Daire Başkanları’nın da bulunduğugeniş bir heyetle 30 Eylül ve 1 Ekim günlerinde Kürtillerini dolaştı. Hakkari, Şırnak ve Mardin’i içine alanziyaretlerde, bir yandan demokrasi masalları okundudiğer yandan ise Kürt hareketine dönük yeni tehditlersavruldu.

Şırnak’ın Beytüşşebap ilçesindeki temaslarısırasında basına açıklamalarda bulunan Atalay,Türkiye-Irak sınırında oluşturulmak istenen tamponbölgeyle ilgili planı gözden geçirdiklerini söyledi.Kürt hareketinin Kürdistan’daki boykot başarısınadönük hazımsızlığını gizleyemeyen Atalay, BDP’ninkampanya afişlerinde seçim sandığının üzerine çarpıkoymasına değindikten sonra, “Sen demokrasinin vemilletin üzerine çarpı işareti koyuyorsan, ortada siyasipartiyim diye gezmene gerek yok. Git kendini iptal et.”tehdidini savurdu.

Atalay Cizre’de gerçekleştirdiği basın toplantısındaise tasfiye stratejisine ilişkin daha da net konuşarak,“Bu çalışmalarımızın hepsi yurt içi yurt dışı hepsi

birbiriyle irtibatlıdır. Bu çalışmalarımızın hepsi büyük,kapsamlı bir stratejinin parçalarıdır. Bunların hepsinibirlikte yürütüyoruz. Irak’taki Amerika yönetiminin üstdüzey yetkililerle de irtibatlıyız.” dedi.

Tasfiye diplomasisinde Suriye durağı

Tasfiye diplomasisinde önemli duraklardan birinide Suriye oluşturdu.

Bu çerçevede, 3 Ekim günü Suriye’nin Lazkiyekentinde gerçekleştirilen “Türkiye-Suriye YüksekDüzeyli Stratejik İşbirliği Toplantısı”nda konudahilinde önemli görüşmeler yapıldı. Atalay tarafından“hükümetler arası stratejik bir işbirliği toplantısı”olarak tanımlanan toplantıya, Atalay’ın yanısıra 11bakan katıldı.

Atalay toplantı öncesinde 2 Ekim günü İnegöl’deyaptığı konuşmada, Almanya ile istihbaratpaylaşımının önemine vurgu yapmış, ancak Suriye veIrak temaslarının bundan farklı olarak “somuta ilişkin”değerlendirmelere konu olduğuna dikkat çekmişti.Buna paralel olarak toplantı, Kürt hareketine dönüktasfiye planlarının ayrıntılı değerlendirilmesine konuoldu. Toplantı sonrası basına açıklama yapan Atalay,önümüzdeki süreçte ortak operasyonlar yapılacağınadair güçlü sinyalleri verdi.

Baskı ve terör ablukasını yarmak içinmücadeleye!

Tasfiye diplomasisine paralel olarak düzencephesinden yapılan açıklamalar, Kürt hareketinedönük askeri operasyonlarla destekli bir tasfiyesürecinin gelişebileceği ihtimalini de güçlendiriyor.Cumhurbaşkanı Gül’ün TBMM açılışında “Kürtsorununun bölücü terörden ayrıştırılarak çözülmesigerektiğine” vurgu yapması ve Erdoğan’ın,Bulgaristan ziyareti öncesinde “Bir an önce terörlemücadelede daha aktif neticeler almanın gayretiiçindeyiz” açıklamasında bulunması, söz konusutespiti daha da güçlendiriyor.

Öte yandan, sermaye devletinin Öcalan’la diyaloğusürüyor. Avukatlarıyla son görüşmesinde, “Buradayapılan görüşmeler devlet adınadır. Kimseninkorkmasına gerek yok. Gelişecek süreç bir devletprojesidir, sadece hükümetin değildir. Önümüzdekisekiz ay çok önemlidir” diyen Öcalan’ın bu sözleri,ateşkesin seçim sürecine kadar uzatılabileceğisinyallerini de güçlendiriyor. “Çözüm” havasınarağmen yoğunlaşma eğilimi gösteren baskı ve terörise, Kandil odaklı Kürt hareketini sıkıştırmaya hizmetediyor.

Böylesi bir tablo karşısında, Kürt halkının en temelve meşru taleplerini dahi baskı ve terörle karşılayansermaye devletinin tasfiye odaklı “açılım” oyununubozmak, sorunun muhatabı tüm özneler için gününyakıcı görevini oluşturuyor.

“Açılım”ın diğer yüzü baskı, terör ve tehdit!

Tecavüzcü polisler aklandıKadına yönelik cinsel şiddetin temel ayaklarını sermaye devletinin uygulamaları oluşturuyor. Devletin

yargı mekanizması, cezasızlık politikasıyla tecavüzcüleri ödüllendirirken, gözaltında cinsel taciz ve tecavüz debir baskı aracı olarak yaygın bir biçimde kullanılıyor. Özellikle de Kürt kadınları bu saldırıya mağruz kalıyor.

1993 yılında Mardin’in Nusaybin ilçesinde ‘PKK’ye yardım ve yataklık ettiği’ iddiasıyla gözaltına alınanKamile Çiğci, 33 gün boyunca 7 polisin işkence, taciz ve tecavüzüne maruz kalmıştı. Çiğci’nin, işkenceci-tecavüzcü polislere açtığı dava üzerine Yargıtay’ın da sanık polislerin beraat ettirilmesine karar vermesi, yenibir yargı terörü örneği oldu.

Çiğci’nin şikayeti üzerine, 1 komiser, 7 polis hakkında işkence ve ırza geçme suçlarından dava açıldı.Savcının hazırladığı iddianamede “Komiser İ.H.’nin yönlendirmesi ve talimatıyla sanıkların elbirliği ilefalaka, elektrik verme, soğuk su sıkma, askı ve saire gibi gayri insani yöntemlere başvurup müştekiye suçunuikrar etmesini sağlamaya çalıştıkları, ayrıca müştekinin sorgulanması sırasında cinsel organına cop sokmakve fiilen tecavüz etmek suretiyle ırzına geçtikleri...” ifadelerine yer verilirken bu 8 polisin 16’şar yıl hapisistemiyle yargılanmaları talep edildi.

Mardin 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davalarda polisler, zaman aşımı bahane edilerek 2004 yılındaişkenceden, 2009 yılında da ırza geçme suçlarından beraat ettiler. Bu kararı temyiz eden Çiğci bir kez dahamağdur edildi. Yargıtay Cumhuriyet Savcısı, yerel mahkemenin polisler hakkında verdiği beraat kararınınonanmasını istedi.

Böylece devlet tecavüzcülerini bir kez daha aklamış oldu.

Page 7: Sİ Kızıl Bayrak 10-39

TÜSİAD’dan saldırı talebi Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 7Sayı: 2010/39 * 08 Ekim 2010

Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği(TÜSİAD) Yüksek İstişare Konseyi toplandı.Toplantının açılışında TÜSİAD Başkanı Ümit Boynerile Konsey’in Başkanı sıfatıyla Mustafa Koç birerkonuşma yaptılar. Konuşmalarda TÜSİAD’ın temelbir dizi konuya ilişkin yaklaşımları ve talepleri ortayakonulurken hükümete de mesajlar verildi.

TÜSİAD’ın hükümetten talepleri

Yapılan iki konuşmada üzerinde durulan temelkonulardan birisi ekonomiydi. Bu konuda yapılanvurgulardan birisi ekonominin iyiye gittiğine dairövgülerden oluşuyordu. Fakat övgüyü ise yeni birtalepler listesi izledi. Ümit Boyner bu taleplerin birkısmını şöyle özetledi:

Özel teşebbüsün yaratıcılığını ortaya koyması içingerekli şartların oluşmasında devletin de hareketegeçmesi gerekiyor. Eğitim sisteminin çağa uygun,çalışma hayatı ile uyumlu düzeye getirilmesinden,adalet mekanizmasının doğru işlemesine, teknolojiyatırımlarını desteklemekten, rekabetin önündekiengelleri kaldırmaya kadar yapabileceği, yapmasıgereken bir dizi iş var.

Kamuoyuna açık bir toplantıda doğal olarakyuvarlak bir dil kullandığı ölçüde işçi ve emekçinincanına okuyacak politikalar dosdoğru söylenmiyorelbette. Ancak bu kadarından da anlaşılması gerekenşudur: TÜSİAD devletten yeni bir teşvik paketininyanında “rekabet güçleri”ni arttırmak üzere işçi veemekçi düşmanı yasaların çıkarılmasını istiyor.TÜSİAD Başkanı’nın “ulusal istihdam stratejisi” adıaltında hazırlanan kapsamlı saldırı programını işaretettiğinden şüphe duymamak gerekiyor. Anlaşıldığıüzere TÜSİAD’ın bir başka önceliğini de eğitimintümüyle kendi hizmetlerine sunulması oluşturuyor.

YİK Başkanı Mustafa Koç da konuşmasındahükümetten yapısal mali ve ekonomi politikalardakararlılık isteyerek, yaklaşan seçimlerin bunun önünegeçmemesi gerektiğini buyurdu. Ayrıca hükümetinhizmetlerinden duydukları memnuniyeti belirterekbunun devamını istedi.

TÜSİAD haksız rekabetten şikayetçi!

Konuşmaların bir diğer ana konusu ise sondönemde hükümetin açıklamalarıyla da yoğunlaşan“sermaye el değiştiriyor” tartışması oldu. TÜSİAD’ınşefleri konuşmalarında bu tartışmadan duyduklarırahatsızlıkları belirttiler. Ancak kendileri açısındankonuya ilişkin tutumlarını da ortaya koydular. Bunoktada öne çıkan vurgu, “haksız rekabete sonverilmesi” talebi oldu. Boyner bununla bağlantılıolarak “iş takipçiliği yapmıyoruz” göndermesiyaparken sermaye içerisindeki asıl bölünmenin kayıtlıiş yapanlarla kayıtsız iş yapan sermaye arasındaolduğunu vurguladı.

Boyner bu tanımın ardından şöyle devam etti:“Bunlardan birincisi kurallara ve çalışanın haklarınasaygılıyken, vergisini öderken kayıt dışı sermaye hembunları umursamaz hem de haksız rekabet yaratarakgenel çıkara aykırı bir durumun da ortaya çıkmasınayol açar. Eğer bir mücadeleden söz edilecekse bu, tümTürkiye sathında kayıtlı ve kayıt dışı sermaye

arasındadır.”TÜSİAD böylelikle “Anadolu sermayesi”ne

tanınan ayrıcalıklardan yakınıp eşit rekabet şartlarıistemektedir. Ancak buradaki “çalışanın haklarınasaygılı” oldukları ne kadar yalansa, aynı zamandaburadaki eşitlik istemini, kayıtdışı çalışmadakikuralsızlığın kendilerine de tanınması biçimindeyorumlamak gerekir.

TÜSİAD, ABD ile ilişkilerden memnun!

Konuşmaların bir diğer konusu ise dış politika,özellikle ABD ile ilişkilerdi. Boyner Türkiye’ninbölgede üstleneceği role ilişkin “çengelli iğne”benzetmesini yaptı. Boyner’e göre Türkiye “Batısisteminin bir parçası olarak”, “dünyadaki yeniyapılanmada Avrasya’nın çengelli iğnesi” rolünüüstlenecekti. Bu rol maşalıktan başka bir şey değildir

elbette. TÜSİAD başkanı konuşmasında ayrıca ABD ile

ilişkilerdeki yumuşamadan dolayı da memnuniyetinibelirtmekten geri durmadı. “Son dönemde ilişkilereegemen olan fırtına bulutlarının yavaş yavaşdağılmaya başladığını görmekten memnunuz” diyenBoyner, İran konusundaki yakınlaşmadan dolayı dasevinç duyduklarını ifade etti.

Ancak Boyner bu ilişkinin geleceği açısından enbüyük tehlikenin ABD’nin Türkiye halkı nezdindeimajının kötü olması olduğunu da söyleyerek ABD ileilişkilerin önündeki gerçek engeli de tanımladı. Buengelin aşılması konusunda “hem bizim hem deAmerikalı dostlarımızın daha ciddi şekildedüşünmeleri gerektiğine” inandıklarını belirten Boynerböylelikle halk nezdindeki Amerikan karşıtlığınıaşmaya yönelik sistematik bir propagandaçalışmasının da sinyalini vermiş oldu.

TÜSİAD’dan hükümete: Hizmete devam!

Tüpraş’tan İran ambargosuna destek!“Onurlu dış politika” ve “müslüman kardeşlerimiz” sözleri bugünlerde düzen güçlerinin ağzından eksik

olmuyor. Ancak gerçekler ortaya çıktıkça bu sözlerin zerrece bir değerinin olmadığı açıkça görülüyor. İşte henüz ortaya çıkmış olan gerçeklerden biri de Tüpraş’ın İran’la ticari ilişkilerine son vermesi oldu. Bu

bilgi ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından, İran’la ticari ilişkilerine son veren enerji şirketleri ile ilgiliaçıklamada verildi.

Açıklamada şöyle denilmekte: “Tüpraş, Ağustos ayında ABD Dışişleri Bakanlığına, İran’a petrol ürünleritedarikini öngören kontratları iptal ettiğini açıkladı.”

Durum böyleyken Tüpraş cephesinden Ağustos ayında alınmış bu kararla ilgili kamuoyuna yapılmış biraçıklama yok.

Tüpraş’ın aldığı bu kararın büyük bir suç olduğu yeterince açıktır. Bu suçun sorumluluğunu Tüpraş’ınsahibi konumundaki Koç Holding taşıyor. Ancak sözkonusu olan birkaç yıl önce özelleştirilen ve Türkiye’ninen büyük sanayi kuruluşu sıfatı taşıyan bir şirket olduğu ölçüde hükümet de bu sorumluluğa ortaktır. Zirahükümetin bilgisi ve onayı olmadan böyle bir kararın verilmesi mümkün değildir.

Page 8: Sİ Kızıl Bayrak 10-39

MİB MYK toplandı8 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/39 * 08 Ekim 2010

MİB MYK Ekim ayı toplantısı gerçekleştirildi.Toplantının gündeminde şu konu başlıkları yer aldı:

- MESS Grup TİS sürecine ilişkin değerlendirme veplanlama

- İşkolundaki diğer gelişmeler üzerinedeğerlendirme

- Bülten üzerine planlama

- MESS Grup TİS sürecine ilişkindeğerlendirme:

MESS Grup TİS süreci MYK toplantısının ağırlıklıgündemini oluşturdu. TİS sürecinde gelinen aşamafarklı yönleriyle değerlendirilirken, sürece yapılanmüdahalenin sorunları tartışılarak yeni dönemgörevleri üzerine planlama yapıldı. Ulaşılan sonuçlarışöyle özetleyebiliriz:

1. Gelinen aşamada, sendika yönetimlerininsözleşme taslaklarını MESS’e sunmalarının ardındangörüşmeler başlamış bulunmaktadır. Gerek sunulantaslaklar ve gerekse de ortaya konulan tutumlargörüşme masasına oturan tarafların bu süreçte nasıl birstrateji izleyeceğine dair önemli açıklıklar sunmuştur.Ortada duran birçok veri durumun son derece kritik vetehlikeler barındırdığını göstermektedir. MİB MYK, bugerçeğin altını çizerek metal işçilerini uyarmayı birgörev bilmektedir.

2. Sürece ciddi bir hazırlıkla giren MESS’inizleyeceği strateji konusunda net ve somut bilgilerolmamakla birlikte hem geçmiş süreçlerin deneyimlerive hem de bugün yayınlarından yansıyanlar belli biraçıklık sağlamaktadır. MESS, “İşveren Gazetesi”nde“rekabet edebilirliliğimizi etkileyecek hiçbir hükmükabul etmeyeceğiz” diyerek stratejisini ilan etmiştir.Açıktır ki, metal patronları metal işçisindençaldıklarının üzerine yatmak ve yeni hak gasplarıyapmaya niyetlenmektedir.

3. Sendikaların masaya koydukları taslaklar daMESS’in iştahını kabartmaktadır. Çünkü taslaklarmetal işçisinin kayıplarını masaya koymadığı gibi,metal patronlarının bu dönem metal işçisinin canınaokuyarak elde ettikleri parlak büyüme tablolarını dadikkate almamaktadır. Öyle ki taslaklar, haklı ve meşruolanı değil, patronların verebilecekleri dikkate alınarakhazırlanmıştır. Taslaklara ayrıca, talep eden değil,savunmada kalan bir anlayış egemendir. Böyle olduğuiçin de mevcut taslakların hiçbiri metal işçilerininbeklentilerine yanıt vermemektedir.

4. taslağını 120 bin işçi adına sunduklarını iddiaeden Türk Metal yönetimi bir kez daha ihanetehazırlandığını ilan etmiştir. Çünkü sunduğu taslakihanetin belgesidir. Öyle ki, bu taslakta ne ücretler vesosyal haklar bakımından elle tutulur bir iyileştirme, nede esnek çalışma ve diğer temel konularda gelecekdayatmaları engelleme çabası var. Ayrıca bugün tek tekfabrikalarda imzalanan toplu sözleşmelerin büyükbölümü dahi bu taslağın ilerisindedir. Dolayısıyla MİBMYK, metal işçilerini “Türk Metal ihanet taslağını geriçekmeli!” talebiyle mücadeleye çağırmaktadır.

5. Birleşik Metal-İş adına sunulan taslak ise bellibakımlardan ileri talepler içermektedir. Hafta sonutatili, çalışma sürelerinin kısaltılması gibi kuralsızsömürüye engel olmayı hedefleyen talepler bukapsamda değerlendirilebilir. Ayrıca bu taslak, ücret vesosyal haklar bakımından da ihanet taslağındanileridedir. Ancak yine de bu haliyle metal işçilerinin

beklentilerini ve taleplerini tatmin etmekten uzaktır.Çünkü hem esnek çalışmayı tüm biçimleriyleönlemekte yetersizdir, hem de taşeronlaştırma gibibirçok konuda beklentiler yok sayılmıştır. Dahasıücretler bakımından Türk Metal taslağından ileriolmakla birlikte, metal patronlarının servetlerinidefalarca katladıkları gerçeği hesaba katılmamıştır. Buda gösteriyor ki, Birleşik Metal taslağına yön verentemel anlayış da servet-sefalet kutuplaşmasınınboyutları ile işçilerin haklı ve meşru istemleri değil,patronun ne kadar verebileceğidir. İşte bu nedenlerdendolayı MİB MYK, Birleşik Metal-İş yönetimindentaslağını revize ederek metal işçilerinin uğrundamücadele edebilecekleri, gerektiğinde grevebaşvurabilecekleri bir taslak hazırlamalarını talepetmektedir. Metal işçilerini de bu talebe sahip çıkmayaçağırmaktadır.

6. MYK, mevcut taslakların beklentilere uygunolarak değiştirilip değiştirilmemesinden bağımsızolarak , metal işçilerini 6 maddede özetlediğimiztalepleri kazanmak üzere mücadeleye çağırmaktadır.Metal işçileri böylelikle beklentileri karşılamayantaslakları yırtacak, TİS masasını sokaklarda kurarakMESS’i ve ihaneti yenecektir.

7. Şu gerçeğin altını bir kez daha çizmek gerekir ki,metal işçisinin TİS komitelerinde örgütlenerek süreceetkin biçimde katılmaması halinde ihanet ve yenilgikesindir. Mevcut durumda ise metal işçileri herbakımdan sürecin dışındadır. TİS Komitelerikurulmamıştır, Birleşik Metal’in kurduğu “TİSkurulları” ise işlevine uygun çalışmamaktadır. TürkMetal’in örgütlü olduğu fabrikalara tümüyleörgütsüzlük egemendir. Öfke büyüktür ancakörgütsüzdür. Taslağa karşı ayağa kalkan BOSCHişçilerinin militan çıkışı bu nedenle yarım kalmıştır.Çünkü ne BOSCH işçileri yeterince örgütlüdürler ne debaşka fabrikalarla örgütlü bir ilişki içerisindedirler.BOSCH örneği, bir bütün olarak metal işçilerinindurumunu özetlemektedir. MYK başta öncü metalişçileri olmak üzere metal işçilerini tabanörgütlülüklerini kurmaya çağırmaktadır. Her fabrikadaTİS komitesi kurmak ve bu komiteleri havzaplatformlarında merkezileştirmek görevi bizi bekliyor.

8. MYK bu bakışla sürece ilişkin müdahale veçalışma hattını aşağıdaki 5 ana başlık altındatoplamıştır:

İlk olarak metal işçilerini yukarıda ifade edilentehlikelere karşı uyarmak, mücadeleye veörgütlenmeye çağırmak amacıyla etkili ve sürekli bir

seslenme faaliyeti yürütülecektir. Bu amaçla merkeziolarak planlanan bildiri, ozalit, broşür gibi araçlarımızıkullanacağız.

İkinci olarak yukarıda belirtilen yaklaşımları metalişçilerinin geniş bölüklerine malederek metal işçisininiradesini ortaya koymaya çalışacağız. Bu amaçlatoplantılar örgütleyecek, fabrikalardan yaygınca görüşalacak ve açıklayacağız.

Üçüncü olarak açığa çıkan ya da zamanlaçıkarılacak duyarlılıkları taban örgütlenmeleri yoluylaörgütleyeceğiz.

Dördüncü olarak, BOSCH işçilerinin yaptığı türdenkendiliğinden çıkışlara sahip çıkacak ve bu patlamalarıbaşka fabrikalara yaymak üzere çaba göstereceğiz.

Beşinci olarak ise, süreç boyunca hem eylemli birmücadeleyi örgütleyeceğiz, hem de yapılacak eylemlerigüçlendirmek için üzerimize düşeni yapacağız.

- İşkolundaki diğer gelişmelerüzerine değerlendirme:

Metal işçilerinin örgütlenme ve mücadele eğilimibüyümeye devam ediyor. Her yeni gün örgütlenme vedireniş haberleri geliyor. Son olarak Çorlu’daAnakonda ve Gebze’de Mutaş işçilerinin eylemlerigündemdeydi.

Belirtmek gerekir ki, tabandan gelen bu güçlüörgütlenme eğiliminin kucaklanması bugünün çoktemelli bir sorunudur. Bu soruna yanıt vermek için,hem dar anlamda sendikalaşmanın başarıya ulaşması,hem de aynı zamanda sendikalaşan işçilerin tazemücadele enerjisinin bürokratik sendikal mekanizmalariçerisinde boğulmasına engel olmalıyız.

Bu tespitten hareketle MYK, örgütlenme süreciiçerisindeki metal işçilerini bağımsız tabanörgütlenmelerini kurmaya, varolanları güçlendirmeyeçağırmaktadır. Bu çerçevede metal işçilerinikazanmanın yolunu gösteren ÇEL-MER direnişindenöğrenmeye çağırmaktadır.

- Bülten üzerine planlama: MYK, TİS sürecine etkin müdahale ihtiyacını

gözeterek Bülteni 15 günlük periyodlarla çıkarmahedefini koymuştur. Bu durumda, bültenin yeni sayısıEkim’in 15’ine kadar çıkmış olacaktır. Sonraki sayı daKasım ayı başında çıkacak biçimde hazırlanacaktır.

(...) Metal İşçileri Birliği Merkezi Yürütme Kurulu

6 Ekim 2010

Metal İşçileri Birliği Merkezi YürütmeKurulu Ekim Ayı Toplantısı Sonuçları

Page 9: Sİ Kızıl Bayrak 10-39

Metal işçileri MESS’in kapısına dayandı! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 9Sayı: 2010/39 * 08 Ekim 2010

Metal İşçileri Birliği (MİB), Birleşik Metal İşçileriSendikası ile MESS arasındaki ilk tur görüşmesininyapıldığı 5 Ekim günü, MESS’in İstanbulMecidiyeköy’de bulunan merkez bürosu önüneyürüdü.

Saat 11.00’de Mecidiyeköy metrobüs duraklarındabuluşan MİB üyeleri, “Sendikaların hazırladıklarıtaslaklar metal işçilerini temsil etmiyor! / Metalİşçileri Birliği” pankartını açarak MESS GenelMerkez binası önüne yürüdüler.

MESS önünde yapılan açıklamada, metalişçilerinin üyesi olduğu sendikaların TİS sürecineilişkin hazırladıkları taslakları Eylül ayı başındaMESS’e ilettikleri ve bu çerçevede MESS ilesendikalar arasındaki TİS görüşmelerinin başladığıhatırlatıldı.

MESS’in köleliği derinleştirme hazırlıklarıyaptığına dikkat çekilen açıklamada, krizin faturasınımetal işçilerinin sırtına yükleyerek karlarınıarttırmaya devam eden patronların, metal işçilerininüzerindeki sömürüyü daha dizginsiz ve kuralsız birhale getirmeye çalıştıklarına vurgu yapıldı.

“Taslaklar metal işçilerini temsil etmiyor!”

Açıklamada, metal patronları kapsamlı saldırıhazırlığı içerisindeyken, metal işçilerini temsilen toplusözleşme masasına oturan sendika yöneticilerininmetal işçilerinin hak ve çıkarlarını korumaktan uzakbir tablo içerisinde oldukları ifade edildi.

Türk Metal yöneticilerinin, %5+25 kuruş gibikomik bir zam teklifi ile toplu sözleşme masasınaoturduğuna dikkat çekilen açıklamada, Türk Metal’in,hazırladığı TİS taslağı ile MESS’e uşaklık yapmayısürdürdüğü vurgulandı.

Açıklamada, toplu sözleşme sürecinde yer alandiğer sendikaların da metal işçilerinin en temel hak veçıkarlarını savunmaktan aciz bir durumdabulundukları belirtilerek metal işçilerinin taleplerişöyle sıralandı:

- Ücret ve hak kayıpları karşılansın, insancayaşamaya yeten bir ücret düzeyi sağlansın!

- Eski ve yeni işçiler arasındaki ücret farklılıklarıkapatılsın! Eşit işe eşit ücret!

- “İşten atmalar yasaklansın! Tüm çalışanlara işgüvencesi!”

- Tüm biçimleriyle esnek çalışma uygulamalarınason verilsin!

- Taşeronlaştırma uygulamasına son verilsin!Taşeron işçiler kadroya alınsın!

- İşçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri alınsın!

“İnsanca çalışma ve yaşam koşulları içinmücadeleye!”

Sendika yöneticilerine, hazırladıkları taslaklarıgeri çekme ve sıralanan talepler ekseninde yenitaslaklar hazırlama çağrısı yapılan açıklamada, butaleplerin hayat bulmadığı her sözleşmenin metalişçilerinin insanca ve onurlu bir gelecek içinyürüttüğü mücadeleye ihanet anlamına geleceğisöylendi. Metal işçilerinin, metal patronlarındanolduğu gibi işbirlikçi sendikacılardan da hesapsoracağı vurgulandı.

Açıklamanın ardından bina önünde kısa sürelioturma eylemi gerçekleştirilerek eylem sona erdi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Metal işçileri MESS önündeydi...Birleşik Metal MESS’le masaya oturdu

2010-2012 grup toplu iş sözleşmesigörüşmelerinde 5 Ekim günü MESS ileBirleşik Metal-İş Sendikası maddegörüşmelerine başladı. Toplantı,MESS’in Şişli’deki merkez bürosundayapıldı. Bir sonraki toplantının 19 Ekim2010 tarihinde yapılması kararlaştırıldı.

Temsilciler müzakere heyetinde

Birleşik Metal İşçileri Sendikası;genel sekreter, şube başkanları, MESSüyesi 14 fabrikanın işyeri temsilcileri veTİS uzmanlarından oluşan müzakereheyetiyle görüşmelerde yer aldı.Birleşik Metal-İş’in verdiği bilgiyegöre; grup toplu iş sözleşmelerinekatılan müzakere heyetinde ilk kez yeralan işyeri temsilcileri, grup toplu işsözleşmesi kapsamındaki BMİS üyelerinin yüzde 75′ini temsil ettiler.

5 Ekim günü gerçekleşen ilk tur görüşmesinin ardından bilgilendirmede bulunan Birleşik Metal-İşSendikası, toplantıya katılan işyeri temsilcilerinin listesini duyurdu.

Birleşik Metal-İş, toplu sözleşme teklifinin “İNSAN ONURUNA YAKIŞIR ÇALIŞMA VE YAŞAMKOŞULLARI” olduğunu duyururken bu ana sloganın 3 somut talepte kendisini ifade ettiğini belirtti.

1) Çalışma süreleri kısaltılarak istihdam artışı!2) Kuralsızlaştırma ve güvencesizlik demek olan esneklik hükümlerine HAYIR!3) Kazanılmış haklarımızdan elinizi ve gözünüzü çekin! biçiminde ifade edilen 3 somut talebin yanısıra

MESS’e, “Bahane üretmeyin, krizde ödediğimiz bedelin karşılığını verin!” denildi.“Türk Metal teklifini geri çekmelidir!” diyen Birleşik Metal-İş, bu talebin metal işçilerinin ortak talebi

olduğunu dile getirdi.Yapılan toplantıda sendikanın teklifinde yer alan “Kapsam, Sözleşmeden Yararlanma, Sendika temsilcileri,

Sendika temsilci ve görevlilerinin teminatı, Sendikal izinler, Sendika aidatı, Disiplin Kurulu, Çalışma Süreleri,Ara dinlenmesi, Vardiya Çalışmaları” maddeleri ertelendi.

ÇEL-MER işçilerinin katılımıyla TİS paneli

Metaldeki TİS sürecini ve izlenmesi gereken mücadele hattını tartışmak üzere Metal İşçileri BirliğiÜmraniye Yürütmesi tarafından 3 Ekim günü bir panel düzenlendi. Panele 4 günlük işgal deneyimi yaşayanÇEL-MER işçileri de katıldı.

“ÇEL-MER İşgalinden Öğreniyoruz, TİS’e hazırlanıyoruz” başlıklı panelde ilk sözü alan MİB temsilcisi,TİS döneminin işçi sınıfının mücadelesindeki yerine değindi. Öncü metal işçilerinin bu süreçte öncelikliolarak TİS’i metal işçilerinin gündemine sokması gerektiğini söyleyen MİB temsilcisi, daha sonra sendikalarıntablosundan bahsetti. Metal İşçileri Birliği’nin Türk Metal’in hazırlamış olduğu ihanet sözleşmesini köktenreddettiğini söyledi. Uzlaşmacı bir çizgi izleyen BMİS’in hazırladığı taslakta daha ilerici maddeler bulunsa dabürokratik anlayışa karşı etkin bir muhalefet örülmesi gerektiğini ifade etti. TİS taslaklarının metal işçilerinindenetimi dışında, onların katılımı olmadan hazırlandığını belirten MİB temsilcisi taban iradesinin hakimkılınması ve işçiler adına yapılacak olan görüşmelerde şeffaf olunması gerektiğini dile getirdi.

ÇEL-MER işçileri ise işgal-direniş deneyimlerini paylaştılar. ÇEL-MER işçileri panel süresince ilgiyledinlendi. Öncelikle yaşadıkları değişimden bahseden işçiler patronların işçileri birer solucan olarakgördüklerini, fakat asıl gücün işçilerde olduğunu söylediler. “İşçi=Güç”, “Ne olursa olsun komite” ve“Sendikalı olarak fakat sendikal bürokrasiyi aşarak” vurgularını tekrarlayan ÇEL-MER işçileri, özellikle tabanörgütlenmelerinin ve iyi bir ön hazırlığın önemine dikkat çiktiler. Örgütlenme süreçlerinde işçi sınıfınıngeçmiş deneyimlerini tartışıp değerlendirerek ne yapmaları/yapmamaları gerektiğini öğrendiklerini ve bunagöre bir eylem hazırlığı içerisine girdiklerini söylediler. İşçiler, ısrarcı olmanın, gizliliğin, merkezi yerlerde sesgetirecek eylemler yapmanın, basın ve hukuk ayağının oluşturulmasının, işçinin dilinden konuşacak birajitatörün bulunmasının, aile desteğini almanın, disiplinli olmanın ve ekmeğine ve onuruna sonuna kadar sahipçıkmanın kendilerini kazanıma götürdüğünü söylediler.

ÇEL-MER işçilerinin ardından İSKİ direnişçisi sözü aldı. “Biz bu süreçte örgütlü mücadeleden başka biryolumuz olmadığını öğrendik” diyerek konuşmasına başlayan İSKİ direnişçisi, ÇEL-MER ve UPSdeneyimlerinin birer yörünge haline geldiğini ifade etti.

Yaklaşık 3.5 saat süren panel başından sonuna kadar canlı bir atmosferde geçti. Kızıl Bayrak / Ümraniye

Page 10: Sİ Kızıl Bayrak 10-39

Sendikalaştıkları için işten atılan ve 4 günlükfabrika işgali ile sendika haklarını kazanan ÇEL-MER işçileri, işgal eylemi sonrası patron-sendika-valilik arasında imzalanan protokol sözleşmesineuyulmamasını protesto etmek için eylemdeydi.Çalıştıkları işyerinde telafi çalışmayı kabuletmeyen ÇEL-MER işçileri, 2 Ekim günü ilk olarakBirleşik Metal-İş Gebze Şubesi önünde toplanarakMutaş Demir Çelik AŞ’ye yürüyüş gerçekleştirdi.Sarılar Nakliyat önünde kortej oluşturan işçiler,Mutaş işçilerinin direniş çadırına doğru yürüyüşegeçti. Sınıf dayanışmasının anlamlı örneklerindenbirine sahne olan ziyaret, mücadele süreci üzerinegerçekleştirilen sohbetlerin ardından sona erdi.

Gebze’den Bostancı’ya yürüyüş

Ziyaretin ardından ÇEL-MER işçileri, protokolsözleşmesine uyulmamasını protesto etmek için bireylem gerçekleştirdiler. Sendika yetkisinin uzamasıkonularına ilişkin daha önce uyarıda bulunanişçiler, üyesi oldukları BMİS Gebze Şubesi’ninkendilerine sahip çıkmaması üzerine, Bostancı’dabulunan BMİS Genel Merkezi’ne E-5 karayoluüzerinden yaya olarak yürüyüşe geçtiler. ÇEL-MER işçilerinin tek sıra halindeki sessizyürüyüşleri çevredeki işçi ve emekçilerin ilgisinekonu oldu. Birçok kişi ise alkışlarıyla destek verdi.

Polis tehdidi boşa düşürüldü

ÇEL-MER işçilerinin önüne Darıca-Eskihisaryol kavşağında sermayenin resmi ve sivil kollukgüçleri çıkarak “Yürüyüşe devam ederseniz cezakeseriz!” tehdidinde bulundular. ÇEL-MER işçileriise hakları için yürüdüklerini ve yürüyüştenvazgeçmeyeceklerini belirterek polislerinengelleme çabasını boşa düşürdüler. Kameraçekimi yaparak provakatif tutumlarını sürdürenpolisler, ÇEL-MER işçilerini yürüyüşleri boyuncaarkadan takip ettiler.

Yaklaşık 7 km yol kateden ÇEL-MERişçilerinin önü bu sefer BMİS Gebze Şube MaliSekreteri Necmettin Aydın tarafından kesildi.Yürüyüşlerini sonlandırmaları için ÇEL-MERişçilerini ikna etmeye çabalayan Aydın, işçilerintepkisiyle karşılaştı.

“Sorun çıkarsa direniş çadırını fabrikanın önüneben kendim kuracağım!” diyen DİSK GenelBaşkanı Süleyman Çelebi’nin ifadelerini dehatırlatan işçiler verilen sözlerin sendika vekonfederasyon yöneticileri tarafından nedentutulmadığını sordular.

Aydın, yetkinin uzamasının gerekçelerinihukuksal sorunlara bağladı. Sorunun giderilmesiiçin tekrar ÇEL-MER patronu ve valiliklekonuşulacağı sözünü veren Aydın, ÇEL-MERişçilerinden yürüyüşlerine son vermelerini istedi.

ÇEL-MER işçileri verilen sözlere ilişkin kendiaralarında bir değerlendirme yaptıktan sonraAydın’a dönerek, “Ortada bir oyun dönüyor, biz buoyunu ortaya çıkaracağız! Emeğimize, ekmeğimizesahip çıkacağız!” uyarısında bulundular. ÇEL-MERişçilerinin yürüyüşü alkışlarla son buldu.

Kızıl Bayrak / Gebze

Tescilli tasfiyecilerin dayanılmaz hafifliği!10 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/39 * 08 Ekim 2010

ÇEL-MER işçileri: Verilen sözler tutulsun!

Mutaş’ta fabrikayı terketmeme eylemi

Gebze’de kurulu Mutaş Demir Çelik’te işten atılan işçilerin direnişi 26 Ağustos’tan bu yana devam ediyor.Mutaş patronu son olarak 4 Ekim günü sendika üyesi 11 işçiyi işten attı.

Mutaş işçileri, 29 Eylül Çarşamba sabahı mesai saatinin başlamasıyla birlikte fabrika önündeki direnişçadırına geldiler.

İşten atılan işçilerin eş ve çocuklarının da yer aldığı buluşmaya Birleşik Metal-İş Genel Başkanı AdnanSerdaroğlu da katıldı. Direniş alanında Mutaş işçilerine ve ailelerine seslenen Serdaroğlu, Mutaş’ta yaşananhukuksuzluk devam ettiği sürece direnişin de devam edeceğini söyledi.

Direnişçisi işçilere Birleşik Metal-İş üyesi Bossal Mimaysan, Kürüm, Dostel Makine ve ÇEL-MER işçilerininyanısıra TİB-DER üyesi işçiler, BDSP, UİD-DER, HKP ve Nakliyat-İş üyeleri de destek verdi.

Mutaş işçilerinin 4 Ekim’de yaşanan toplu işten atma saldırısına yanıtı fabrikayı terketmeme eylemi oldu.Patronun sendikadan istifa baskılarına direnen işçiler, patronun “fırın bölümünde çalışın” dayatmasını kabuletmediler. Fabrikanın fırın bölümünde çalışan işçilerin işten atıldığını belirten sendika üyesi işçiler, “Biz fırıncıdeğiliz. Siz fırında çalışan arkadaşlarımızı işten attınız, biz de fırında çalışmayız” diyerek tepkilerini dilegetirdiler.

Birleşik Metal-İş Sendikası’nda örgütlü Dostel Makina Takım, Kroman Çelik, Akkardan, Bossal Mimaysan,Yücel Boru, Sarkuysan ve Kürüm Demir fabrikalarından işçiler de MUTAŞ işçilerine destek vermek için fabrikaönüne geldi. BDSP ve UİD-DER’liler de işçilerle dayanışma gösterdi.

Fabrika önünde öfkeli sloganlarla bekleyiş sürerken, Gebze Emniyet Müdür Yardımcısı paydos saatine yakınbir zamanda fabrika önüne gelerek sendika yöneticilerinden, 11 kişinin sorun çıkmadan dışarıya çıkmasını istedi.Aksi taktirde işçileri zor kullanarak çıkaracakları tehdidinde bulundu.

Ardından Birleşik Metal-İş Gebze Şube Başkanı Erdoğan Özer ve şube yöneticileri ile işçiler fabrika önündetoplantı yaptı. Toplantıda alınan kararın sonucunda içerideki işçiler dışarı çıktılar.

Fabrika önünde barikat

Daha sonra işçiler fabrikanın kapısı önüne barikat kurarak, Mutaş patronunun çıkmasını engellemeye çalıştı.Oldukça öfkeli olan işçiler, kolluk güçlerini de teşhir etti.

Mutaş patronu kolluk güçleri eşliğinde fabrikadan çıktı. İşçiler kolluk güçlerine, “Siz onların bekçisi misiniz?Biz size ne yaptık. Biz işimizi istiyoruz” sözleriyle tepkilerini gösterdiler.

Birleşik Metal-İş Sendikası Gebze Şube yöneticileri, attırdıkları “Söz bitti sıra eylemde!”, “İnadına sendikainadına DİSK!”, “Yaşasın Birleşik Metal-İş!” sloganlarıyla işçileri telkin etmeye çalıştı. Ardından, BirleşikMetal-İş Sendikası Gebze Şubesi yöneticileri, MUTAŞ işçileri ve dayanışmaya gelenlerle birlikte kortejoluşturarak, sloganlarla Birleşik Metal-İş Sendikası Gebze Şubesi’ne yürüdü.

Kızıl Bayrak / Gebze

MESS istedi hükümet yaptı!

Sömürü çarkları arasında işçiler üçer beşer kurban verilirken, hükümet sözcüleri her defasında “sorumlularınüzerine gidilecek!” nutukları atıyor. Cinayetin toplu katliama vardığı durumlarda da göstermelik bazıyargılamalar gündeme geliyor. Hükümet aynı zamanda, işçi kanıyla semiren kapitalistlerin elini rahatlatacak yenidüzenlemelere imza atıyor. İş cinayetlerine ve meslek hastalıklarına kapıyı ardına kadar açan bu düzenlemelerinbüyük bir kısmı da gizleniyor.

İşte işçi katliamlarının önünü ardına kadar açacak bu gizli düzenlemelerden biri de Türkiye Metal SanayicileriSendikası’nın (MESS) üyelerine yönelik çıkardığı “İşveren Gazetesi”nde deşifre oldu. MESS’in üyelerinemüjdeli bir haber olarak verdiği bilgiye göre, bundan böyle yeni bir düzenleme yapılana kadar işyeri hekimiolarak doktor bulundurma zorunluluğu ortadan kalkıyor. Kapitalist istediği personeli, hatta bir güvenlikgörevlisini dahi işyeri hekimi olarak atayabilecek.

“Belge zorunluluğu yok”Bu uygulama MESS’in Çalışma Bakanlığı’na başvurusu sonucunda ortaya çıktı. İlgili habere göre, “İşyeri

Sağlık ve Güvenlik Birimleri ile Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimleri Hakkında Yönetmeliği”n bir kısımhükümlerinin Danıştay 10. Dairesi tarafından durdurulması ve Tam Gün Yasası’nın çıkmasının ardındanyaşanabilecek işyeri hekimi bulma sorunu gerekçesiyle MESS, Bakanlık nezdinde girişimlerde bulunmuş. Bununüzerine Bakanlık hızla bu talebe yanıt vererek MESS’e bir yanıt yazmış. Buna göre Bakanlık, ilk önce tam günçalışma zorunluluğundan doğabilecek sorunları çözmek için çalışmalar yürütüldüğünü, ardından ise Danıştay’ınyürütmeyi durdurduğu yönetmelikte gerekli değişiklikleri yapacağını bildirmektedir.

Ayrıca Bakanlık, “işyeri hekimliği ve iş güvenliği uzmanlığı belgeleriyle ilgili yürütme durdurulduğundan busüreçte belge şartının aranmayacağı, dolayısıyla da işverenin, mühendis veya teknik eleman olan birçalışanını iş güvenliği uzmanı olarak görevlendirebileceği” ifade etmektedir.

İşte Danıştay’ın yürütmeyi durdurma kararı böylelikle kapitalistleri büyük bir fırsata dönüşmüştür. Budurumda eğer işçilerden ve sendikalardan tepki gelmezse, “yönetmelik boşluğu” hiçbir zamandoldurulamayacak, ortaya çıkan bu durum kural haline gelecektir.

Page 11: Sİ Kızıl Bayrak 10-39

Anakonda Isıtıcı ve Pişirici Cihazları AŞ’de BirleşikMetal-İş Sendikası’na üye oldukları için işten atılan 6işçi fabrika önünde direnişe başladı.

Fabrikada çalışan işçilerin büyük çoğunluğunu gençişçiler oluşturuyor. Ayrıca, idari kadro ve personellebirlikte toplamda 147 işçi çalışıyor.

Patronun sendikal faaliyetten haberdar olmasıüzerine işçiler tehdit edildi. 24 Eylül Cumartesi günüfazla mesaiye kalmak istemeyen 2 işçi, 26 EylülPazartesi günü de 4 işçi, işten atıldı. İşçiler, fabrikaönünde direnişe başladı.

“Zafer direnen işçilerin olacak!”

Birleşik Metal-İş Trakya Şube Başkanı HazırFedai Duvan sendikal mücadeleleri üzerine şunlarısöyledi:

“Şu anda durumumuz gayet iyi. İşçilersendikalaşmak istediklerini bizzat kendileri gelerekbelirttiler. İki-iki buçuk ay süren sendikalaşmaçalışması sonunda 1 günde bütün işçiler üye oldu.Cumartesi iki işçi “işte daralma var” bahanesiyle iştenatıldı. Pazartesi günü ise 4 işçi atıldı. Pazartesi günübuna tepki olarak çay molası saatinde fabrika içindekiişçiler ile bir eylem gerçekleştirildi. Bütün işçiler toplubir şekilde alkışlarla çay molası saatinde fabrikadançıkış yaptılar. Herhangi bir saldırıyla karşılaşmadıkhenüz. İşçiler anayasal hakkı olan sendikalaşmayıtercih ettiler. Amacımız işçileri sendikalaştırmak. Bu işimasada halletmek istiyoruz ancak aksi bir durumdazararlı çıkan fabrika yönetimi olacaktır. Çünkü bizgerçekten örgütlüyüz. Üye olmayan çok az sayıda işçivar. Onlar da usta ve usta başı olarak çalışıyor. Bufabrikaya sendika girecek başka yolu yok! Zafer isedirenen işçilerin olacak!”

İnsanca yaşamak için mücadele ediyoruz!

Fabrika yönetiminin işçilere karşı yoğun bir baskıkurduğu fabrika 2 vardiya üzerinden çalışılıyor. İşindurumuna göre, işçiyi düşünmeden ayarlanan vardiyalarnormalde 06.00-15.30, 15.30-01.00 saatleri arasındaolması gerekirken, bu saatler 3 saat daha uzatılabiliyor.Buna tepki gösteren işçiler tehditlerle susturulmayaçalışılıyor ve zorunlu mesaiye bırakılıyorlar.

Sendikalaştığı için işten atılan bir işçi çalışmaşartlarıyla ilgili şunları söylüyor:

“Uzun süredir bu fabrikada çalışıyoruz. Ne bir zamne de bir sosyal hakkımız var. Yeni gelen, işi bilmeyenbir işçiyle aynı maaşı alıyoruz. Şimdilik bekleyeceğiz,ancak karşılık vermedikleri takdirde eylemlerebaşlayacağız. Bizim karşımızdaki büyük ve esas engelyasalar. Noter sıkıntısı, referandumla gelensendikasızlaştırma saldırısı vb... İşveren bunları çok iyibiliyor ve kullanıyor. Ancak söylediğimiz gibi ne olursaolsun bu işyerine sendika girecek! Herhangi birolumsuzlukta demokratik haklarımızı kullanacağız vebundan kaçınmayacağız.

Bazı bölümlerde hiç mola yok. Gün oluyor ki neyemeğe ne de çay molasına çıkabiliyoruz. İnanıntuvalete bile gidemiyoruz. Hatalı üretimlerde üstümüzeçok geliyorlar, hatta kendi hatalarını bile bizimüstümüze yıkıyorlar. Özellikle usta ve ustabaşları.Burası ağır sanayi ve yaptığımız işe göre aldığımızücretler çok gülünç. Tekstilde çalışan arkadaşlarımızvar ve bizimle alay ediyorlar. ‘Gelin tekstilde çalışın ozaman daha çok para veriyorlar’ diye. Hiçbir sosyalyaşamımız olmuyor. Bütün işçiler böyle ve artıkkopardık zincirleri. Biz bu işe işten atılacağımızı hatta

geri alınmayabileceğimizi bilerek girdik. Bu fabrikayane olursa olsun sendika girecek sonuna kadar mücadeleedeceğiz. Biz insanca yaşamak için buradayız vemücadele ediyoruz.”

Direnen bir kadın işçi ise şunları ifade etti: “Çalışma koşulları çok ağırdı. Ortaklaştığımız ilk

nokta bu oldu arkadaşlarımızla. Diğer bir önemli sebepise insan kaynakları. İnsanlık onurumuzu kırıyorlar, biziistedikleri gibi yönlendirmeye, çalıştırmaya çalışıyorlar.Yapmadığımız takdirde tehdit ediyorlar. Biz işçiyiz,daha önemlisi insanız. Ben bir kadın işçiyim. Gecevardiyasında eve gittiğimiz saatler belli olmuyor. Sabah4.30’da evden çıkıyorum. Birçok kere tinercilerlekarşılaştım. İnceldiği yerden kopar artık. Bizlerhaksızlığa karşıyız. Kadın-erkek omuz omuza çalışıyor,emek veriyoruz ve karşılığını almak istiyoruz. Bir kadınişçi olarak erkeklerden daha fazla eziliyorum vesömürülüyorum. Tüm işçilerle aynı haklara sahip olmakve eşit olmak istiyorum. Sonuna kadar devam edeceğizve fabrikaya sendikayı sokacağız.

“Gücümüz üretimde!”

Kararlılıkları her hallerinden belli olan işçilerdirenişlerini sürdürürken, patronun önümüzdeki haftaiçinde bir yanıt vermesi bekleniyor. Her durumahazırlıklı olduklarını belirten işçiler, “Asıl gücümüziçeride, üretimde” diyorlar. Çalışan bütün işçilerinörgütlü olduğu ve patronun kararını beklediği belirtendirenişçi işçiler, olumsuz bir tabloda ellerinden gelenher şeyi yapacaklarını ve sendikayı fabrikayagetireceklerini ifade ediyorlar.

İşçilerin moralleri oldukça yüksek. Yoldan geçen herarabanın korna çalarak destek vermeleri onları daha dakeyiflendiriyor. BP petrol çalışanlarının sürekli ziyaretettiklerini ve eksiklerini getirdiklerini söylüyorlar.Kırklareli Cam’dan Kristal-İş üyelerinin de süreklidestek sunduğunu söylüyorlar.

Kızıl Bayrak / Çorlu

Metal işçilerinin mücadelesi sürüyor... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 11Sayı: 2010/39 * 08 Ekim 2010

Anakonda işçileri direniyor!

Metal fabrikalarından yansıyanlar...

Net Cıvata’da Türk Metal klasiğiTabanda biriken öfkeyi dizginlemeye çalışan işbirlikçi Türk Metal çetesi metal işçilerine bir kez daha

ihanet etti. 29 Eylül günü biriken alacakları nedeniyle iş durduran Net Cıvata işçileri Türk Metal çetesininihanetine uğradı. Şube başkanı tarafından kandırılan gece vardiyası, çalışmaya başladı.

İstanbul Sefaköy’de kurulu fabrikada 29 Eylül Çarşamba günü sabah vardiyasında iki aylık alacaklarıüzerine iş durduran Net Cıvata işçileri, patronun, Eylül maaşını 12 taksite bölme önerisini reddederekeylemlerinde kararlı olduklarını ifade etmişlerdi. Orta vardiyadaki işçiler de aynı kararlılıkla davranmış veüretimi durdurmuşlardı.

Gece patronlarla toplantı yapan sendika yönetimi ise direnişi kırmak için bu vardiyayı bekledi. İlk ikivardiyanın işçilerinin de patronun önerilerini kabul ettiğini anlatan şube başkanı Tufan Şimşek, patronyalakası işçileri de kullanarak, yalanlarla üretime başlanmasını sağladı.

Sonuç olarak iç örgütlülükten yoksun, birbirlerinden haber bile alamaz bir halde bulunan Net Cıvataişçileri, işbirlikçi çetenin oyununa geldiler. Grup TİS’leri öncesinde özgüvenlerini sağlayabilecek bir eylemiihanete uğrayarak sonuçlandırmış oldular.

Kızıl Bayrak / Küçükçekmece

Termo’da TİS toplantısıBirleşik Metal-İş’in örgütlü olduğu Düzce’de kurulu Termo Makine’de TİS görüşmelerinin üçüncüsü 30

Eylül günü yapıldı. Termo patronu henüz parasal konularla ilgili teklif vermezken, toplantıda parasal konulardışındaki maddeler görüşüldü. 4. toplantı, 11 Ekim 2010 tarihinde yapılacak.

Schneider işçileri örgütlendiSchneider Electric’in İzmir ve Manisa’da kurulu fabrikalarında çalışan işçiler sendikal örgütlenmeye

adım atışlarını 3 Ekim Pazar günü İzmir’de Fuar Göl Gazinosu’nda yapılan toplantıyla kutladılar. BirleşikMetal-İş Genel Yönetim Kurulu üyeleri, BMİS İzmir Şube yöneticileri, Schneider Electric işçileri veSchneider Avrupa İş Konseyi Başkanı (İşçi Temsilcisi) Thierry Jacquet’in katılımıyla coşkulu bir toplantıyapıldı.

Page 12: Sİ Kızıl Bayrak 10-39

Sağlıkta tasarruf yıkım demektir!12 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/39 * 08 Ekim 2010

Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın bir parçası olanGenel Sağlık Sigortası (GSS) uygulaması ikinci yılınıdoldurdu. Bu, sağlık alanını ticarileştiren, sağlıkhizmetine ihtiyacı olanları piyasanın acımasızkollarına bırakan bir projedir. Sermaye sınıfınınihtiyaçları doğrultusunda ve IMF direktifleriylehazırlanmış, 2003’lerin ortalarından itibaren “sağlıkalanında büyük reform” adı altında gündemesokulmuştur.

Süreç, SSK’ya ait hastane, dispanser, sağlıkocakları ve eczanelerin Sağlık Bakanlığı’nadevredilmesiyle başlamıştı. İMF’nin stand-byanlaşmaları için önkoşul olarak dayattığı sosyalgüvenlik kurumlarının (Emekli Sandığı, Bağ-Kur veSSK) tek çatı altında birleştirilmesi ve GSS’ninkabulüyle, sağlığın tüm hizmet alanları piyasaaçılmasıyla devam etmişti.

GSS neler getirdi?

Hatırlanırsa bu saldırı programı aldatıcı birpropaganda eşliğinde gündemimize sokulmuştu. Güyakuyruklar kalmayacak, hastane ayrımı olmayacak,herekese eşit ve adaletli sağlık hizmeti getirilecek,bıçak parası kalkacak, isteyen istediği hastaneye,istediği doktora gidecekti vs. vs. Ama son iki yıldırsağlık alanında yaşananlar GSS’nin ne kalite, neeşitlik, ne de verimlilik getirdiğini, sadecekatkı/katılım payları adı altında sağlık hizmetlerini heralanda( ilaç, tıbbi malzeme, muayene vb.) paralı halegetirdiğini gösterdi. GSS’nin ilk günlerinde kimibaşlıklarda sıfıra yakın olan cepten ödemeler hergeçen gün daha da artırıldı. Üstelik her hekimmuayenesi için ayrı ayrı katkı payı alınmaya başlandı.Özel hastanelere gelince, muayene katılım paylarınabir de hastane fark ücretleri eklendi.

GSS uygulamasından sonra ilaç giderlerinin sağlıkharcamaları içindeki payı da büyüdü. İlaç şirketlerininkasalarını dolduran bu uygulamanın kimin işinegeldiği ise ortadadır. Bu gerçek, sağlık hizmetinindaha “verimli” olacağını söyleyenlerin yalanlarınıortaya koymaktadır. Sağlık hizmetinden verimbekleniyorsa, olması gereken koruyucu sağlıkhizmetine öncelik vermektir. Bu önlemler alındıktansonra tedavi edici sağlık hizmeti devreye girer. Ancaksağlığın piyasanın koşullarına bırakıldığı bir ortamdatedavi etmenin korumaktan daha karlı olduğu açıktır.Bu nedenle sermaye sınıfını ve devletini koruyucusağlık hizmetleri ilgilendirmemekte.

Yasada ayrıca 18 yaşını tamamlamış ve okumayançocuklar anne ve babaları üzerinden sağlıkhizmetinden yararlanamayacak. Uygulamaya başladığıandan itibaren 1 kuruş bile prim borcu olanlar sağlıkhizmeti almayacaklar. Böylelikle milyonlarca insansağlık sistemi dışında kalmış olacak.

Önceki yasaya göre bir işçi, işsiz kaldığı gündenitibaren 10 gün daha sigortalı sayılıyor ve geriyedönük bir yıl içinde 90 günlük çalışması varsa, 90 günsağlık hizmeti alma hakkına sahip oluyordu. Yeniuygulamayla işinden ayrılan sigortalı 100 gün değil,sadece 10 gün sağlık hizmeti alacak. Bunun gibi dahabirçok hak gaspı var. Yetmemiş olacak ki, GenelSağlık Sigortası için 31 Ekim’e kadarbaşvurmayanlara bir de 760 lira para cezası

öngörülüyordu.

Sağlıkta yıkımı durduralım!

Sağlık alanı, sermaye sınıfının iştahını kabartan veuzun vadede daha da karlı olacak gözüyle baktığı birsektöre dönüşmüştür. Sağlıkta yıkım programınınuygulama biçimleri sermaye sınıfının konuya uzunvadeli yaklaştığını göstermektedir. Bu program adımadım uygulamaya konulmuş ve böylelikle dekitlelerden gelecek tepkilerin önü alınmayaçalışılmıştır.

Oysa Sağlıkta Dönüşüm Programı bir bütün olarakişçi ve emekçilerin hayatını tehdit etmektedir. Şimdiyekadarki haliyle bile ‘bu program ölüm getirir!’belirlemesinin doğruluğu açığa çıkmışken, kapıdabekleyen saldırılarla gelecekte işçi ve emekçilerivahim bir akıbetin beklediği açıktır.

Bu yıkım programının durdurulması için sağlıkhizmetini alan ya da veren bütün emekçilerin birleşikmücadelesi şarttır. Parasız, nitelikli, eşit ve kolayulaşılabilir sağlık hakkı için örgütlü mücadeleyiyükseltmek, yaşam hakkımıza yönelik bu sadırlara durdemek zorundayız.

Sağlıkta dönüşüm yalanı sürüyor, milyonlar sağlık hakkından mahrum kalıyor!

Herkese eşit, nitelikli ve parasız sağlık hizmeti!

Sağlıkta yıkım kadın işçileri de vuruyor1 Ekim 2008’de yürürlüğe giren SSGSS (Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası) yasası kadın işçilerin

çalışma ve yaşam koşulları açısından da olumsuz sonuçlar yarattı. Birçok hakla birlikte, kadınlar için pozitifayrımcılık anlamına gelen bazı haklar da tırpanladı.

Yasayla birlikte tüm çalışanlar için emeklilik yaşı 65’e çıkarılırken, prim gün sayısı 9 bin güne yükseltildi.Emekli aylıkları ise %23-%33 oranında düşürüldü. Yasa öncesinde 6 ay olan emzirme yardımı %83 oranındadüşürülerek bir defaya mahsus olarak verilmeye başlandı. Dul kadınların da durumlarını ağırlaştırandüzenlemeler yapıldı. Eşinin ölümü durumunda, onun askerlik süresini borçlanarak emeklilik süresinitamamlatma hakkı kaldırıldı, dul eşin almaya hak kazandığı aylık yüzde 50’ye düşürüldü.

Bir başka uygulama ise, çocukların 18 yaşından sonra anne-babanın sigortasından yararlanamaması ve 25yaşından büyük evlenmemiş kadınların sağlık sigortasından yararlanma hakkının kaldırılması oldu. Yasaylaevlenmemiş kadınlar ailenin kazancına göre sağlık primi ödemeye mecbur bırakıldı.

Geçtiğimiz Mayıs ayında yasada yapılan değişiklikle, hiçbir sosyal güvencesi olmayan kadınlarınhamilelik dönemi boyunca ücretsiz olan muayene olma hakkı da gasbedildi.

“Doğum borçlanması”nda kısıtlama!

Son olarak yeni bir uygulama ile kadın işçiler açısından yeni bir kısıtlamaya daha imza atıldı. 16 Eylültarihinde çıkan bir genelge ile, sigortalı olmadan önce doğum yapan kadınlar, “doğum borçlanması”uygulamasının kapsamı dışına çıkartıldı. Böylelikle kadınların erken emekli olabilmeleri engellendiği gibi,emekli olabilmek için daha fazla çalışmalarının önü açıldı.

Doğum borçlanması, özet olarak, kadınların doğum sonrasında çocuklarının bakımı ile ilgilendikleri içinsigortalı olarak çalışmadıkları günleri Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan satın almaları anlamına geliyor. 16Eylül’de yapılan düzenlemenin öncesindeki ilgili yasa, doğumdan önce ya da sonra iki yıl süreyle çalışmışolan kadınların, doğum nedeniyle çalışmadıkları iki yıllık sürenin primini ödeyerek kıdemlerinesaydırmalarına olanak tanıyordu. Ayrıca iki çocuk için kadınlara bin 460 gün doğum borçlanma hakkıveriyordu. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), şimdiki düzenlemeye göre ise SSK’lı annelere iki doğum içinverilen borçlanma hakkının kapsamını daraltıyor. Genelgeyle, ilk defa sigortalı oldukları tarihten önce doğumyapan kadınlar kapsam dışı kalıyor.

Son düzenlemeden bağımsız olarak doğum borçlanmasının kendisi bile kadınların üretimin dışınaçıkartılarak eve gönderilmesi anlamına geliyor. Kadınlar, işlerini bırakıp doğacak çocuklarına bakmaya evegönderilirken, üstüne bir de para ödemek zorunda bırakılıyor. “Doğum borçlandırılması” ne işe geri dönüşiçin, ne de kadın işçilerin kıdemi için hiçbir önlem içermiyor. Ancak sermaye sınıfı son yapılan düzenleme ilebunu bile fazla görerek kısıtlamalara gitmekte, Tayip Erdoğan’ın her fırsatta dile getirdiği “3 çocuk”zihniyetine paralel olarak kadınlar eve mahkum edilmektedir.

Taleplerimizi kazanmak için mücadeleyi yükseltelim!

Bundan 2 yıl önce SSGSS yasasına karşı geniş çapta mücadele yürütülmüş, ancak sendikal ihanetin rolünüoynamasıyla birlikte yasa meclisten geçmişti. Aradan geçen bu zaman içerisinde bu yıkım yasasının sonuçlarıher gün karşımıza çıkmaktadır. “Doğum borçlanması” uygulamasında yapılan kısıtlama da bunlardan biridir.

Bu durumda, bu yıkım yasalarına ve sonuçlarına karşı, işçi ve emekçilerin temel talepleriyle birleşikmücadeleyi örgütlemek şarttır.

Bu mücadelede, herkese parasız sağlık hizmeti, tüm çalışanlar için genel sigorta (işsizlik, sağlık, kaza,yaşlılık) taleplerinin yanı sıra, doğumdan önce ve sonra 3’er aylık ücretli izin, tıbbi bakım ve yardım,kadınların çalıştığı tüm işyerlerinde ücretsiz, nitelikli kreş ve emzirme odaları açılması gibi talepler deyükseltilmelidir.

Page 13: Sİ Kızıl Bayrak 10-39

Sınıfa karşı sınıf! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 13Sayı: 2010/39 * 08 Ekim 2010

İşçiler tersanede rehin kaldıSamsun Terme Tersanesi’nde, Capital Vega isimli

gemide çalışan 21 işçi, ücretlerini alamadıkları için 29Eylül günü açlık grevine başladı. Ücretlerininödeneceği vaatleriyle sürekli oyalanan işçiler,konsolosluk ya da başbakanlık gibi yetkili kurumlarlada iletişim kurmaya çalıştılar. Kimsenin kendileriyleilgilenmediğini söyleyen işçilerin, bin 200 ila 3 bin 500dolar arasında değişen ücret alacakları var.

Yeşil Kundura önünde eylemYeşil Kundura’nın Çorlu Edirne Yolu üzerinde

bulunan fabrikasında çalışan ve Deri-İş Sendikası’ndaörgütlenen işçiler işten atma saldırısına maruz kalmıştı.Yeşil Kundura patronu atılan işçilerin geri alınacağını,esnek çalışma koşullarının giderileceğini, ücret vemesailerin düzenli ödeneceğini, sendikalı işçilere baskıuygulanmayacağını taahhüt etmesine rağmen tam tersibir uygulamaya girişti. Patronun bu tutumunu protestoetmek ve şartların tamamının uygulanması amacıylaDeri-İş, 1 Ekim günü fabrika önünde eylemgerçekleştirdi.

‘Can kurtaranlar’ yürüdüSES İstanbul Şubeleri 6 Ekim günü yaptığı yürüyüş

ve basın açıklamasıyla 112 Acil çalışanlarınınsorunlarını dile getirdi.

Sultanahmet Tramvay Durağı’nın yanındakiMehmet Akif Ersoy Parkı’ndan İl SağlıkMüdürlüğü’ne gerçekleştirilen yürüyüşte maketambulans taşındı.

Basın açıklamasını okuyan SES Şişli Şube BaşkanıRabia Tuncer, 112 Acil Sağlık Hizmetleri çalışanlarıolarak, sağlık kuruluşlarının yanısıra hayatın heralanında, birçok riski ve zorluğu barındıran sağlıkhizmetleri sunduklarını belirtti.

Harb-İş’ten grev kararıHarb-İş Sendikası Adana İncirlik Üssü ile Ankara

ve İzmir’de bulunan yabancı askeri işyerlerinde grevkararı aldı. Yaklaşık bin 200 işçi adına sürdürülen toplusözleşme görüşmelerinde, resmi arabulucu aşamasındada anlaşma sağlanamaması üzerine 4 Ekim 2010tarihinde grev kararı alındı.

1 Nisan 2010-31 Mart 2012 tarihleri arasındageçerli olacak toplu sözleşme görüşmelerinde anlaşmasağlanamamasına ve grev kararının alınmasına ilişkinyazılı açıklama yapan T. Harb-İş, toplu işsözleşmesiyle güvencelerini zayıflatacak önerilergetirilmesi ve ekonomik haklarda gerilemelere yolaçacak dayatmalarda bulunulmasının grev kararıalınmasına neden olduğunu söyledi.

SES’ten Albayrak’a ziyaretSendikalaştığı için işten atılan Paşabahçe direnişçisi

Türkan Albayrak, direnişinin 87. günü olan 4 Ekimgünü SES Genel Başkanı Bedriye Yorgun ve SESİstanbul Şubeleri tarafından ziyaret edildi.

AKP’nin 2007’de çıkardığı bir genelgeyle taşeronişçileri mağdur ettiğini söyleyen Yorgun, Albayrak’ınmücadelesinin yanında olduklarını dile getirdi.

Elif öğretmen için eylemBeyin tümörü teşhisi konulduktan sonra tedavisi

sırasında aldığı 40 günlük rapor nedeniyle sözleşmesi

feshedilen sözleşmeli öğretmen Elif Aybaç’ın işe gerialınması talebiyle 6 Ekim günü bir eylemgerçekleştirildi. Eğitim Sen 4 No’lu Şube tarafındangerçekleştirilen eylem için Sultangazi Kaymakamlığıönünde biraraya gelen Eğitim Sen üyeleri İlçe EğitimMüdürlüğü’ne yürüdü.

Eğitim Sen 4 No’lu Şube Başkanı Mehmet Sarıyaptığı açıklamada, öğretmen yetersizliğinden kaynaklı

3 öğretmenin işini 1 öğretmenin yapmak zorundakaldığını belirtti. Sarı, sözleşmeli öğretmen sayısınınneredeyse kadrolu öğretmen sayısını geçmek üzereolduğunu ifade etti.

Aybaç’ın, işine geri dönene kadar mücadelelerininsüreceğini söyleyen Sarı, “İşten de atsanız, hastalanmave tedavi olma hakkımızı elimizden de alsanızsusmadık, susmayacağız” dedi.

İşçi ve emekçi hareketinden

UPS’nin işten atma saldırısına karşı İstanbul, İzmirve Balıkesir’deki aktarma merkezleri önünde başlayandirenişler devam ederken, TÜMTİS ile UPS yönetimiarasındaki müzakereler de sürüyor.

ITF’nin internet sitesinde yer alan açıklamada,ITF’nin ve Avrupa Taşımacılık İşçileriFederasyonu’nun (ETF), müzakereleri ve TÜMTİS’inatılan UPS işçilerinin geri alınması yönünde karşılıklıkabul edilen bir anlaşma oluşturma çabasını olumlukarşıladıkları belirtildi.

Avusturya ve Macaristan sendika temsilcilerininoluşturduğu heyet, Mahmutbey’de direnişlerinisürdüren UPS işçilerini ziyaret etti.

Bunun yanısıra, ITF ve ETF’ye bağlı sendikalarıtemsilen 30-40 kişilik bir heyet 9-10 Ekim tarihlerindeİstanbul’da olacak. 9 Ekim Cumartesi günü saat12.30’da Mahmutbey’deki direniş alanına ziyaretgerçekleştirecek olan uluslararası dayanışmadelegasyonu, 10 Ekim Pazar günü ise TÜMTİSyöneticilerinin de katıldığı bir toplantıda sürecideğerlendirecek.

Cumartesi yürüyüşlerine devamUPS işçileri İzmir’de her Cumartesi günü

gerçekleştirdikleri eylem için aktarma merkezi önündebir araya gelerek yürüdüler. Yürüyüşün sonundaTÜMTİS Şube Başkanı Şükrü Günseli bir konuşmayaptı.

UPS patronunun direnişin zafere ulaşmasınıengelleyemeyeceğini ifade ederek UPS direnişineverilen uluslararası desteğe vurgu yapan Günseli,ITF’in yeni kararlarından birinin de yakın zamandaUPS direnişinin kazanımla sonuçlanmamasıdurumunda yeni eylemliliklerin hayata geçerilmesiolduğunu belirtti.

Gün geçtikçe direnişe verilen desteğin arttığınavurgu yapan Günseli, İzmir’de de içinde DİSK veKESK’in de bulunduğu İzmir Sendikal Birlik’in

direnişe destek vereceğinden söz etti.

UPS işçilerine ziyaretler sürüyor2 Ekim Cumartesi günü bazı taraftar grupları ve

BDSP direniş alanındaydı. Mahmutbey’deki direniş alanına gelen Beşiktaş

Halkın Takımı, Galatasaray Tek Yumruk,FenerbahChe ve Sakaryaspor taraftar grupları işçilertarafından coşkuyla karşılandı. Taraftar gruplarınıkarşılayan TÜMTİS Genel Başkanı Kenan Öztürk,mücadele kararlılıklarını dile getirdi. Taraftar gruplarıadına yapılan konuşmalarda da direniş selamlandı.

Konuşmaların ardından UPS işçileri ve taraftarlartakım oluşturarak maç yaptılar. 2-2 biten maçınardından ziyaret alkışlar ve sloganlarla sonlandırıldı.

BDSP de Mahmutbey’deydi Taraftar gruplarının ziyaretinin ardından

BDSP’liler yürüyüşle direniş alanına geldiler.Direnişçi işçiler tarafından sloganlarla selamlanansınıf devrimcilerini TÜMTİS Genel Başkanı KenanÖztürk karşıladı.

BDSP adına yapılan konuşmada UPS işçilerinindireniş kararlılığına vurgu yapıldı. UPS direnişininkazanımının işçi sınıfının kazanımı olacağını bir kezdaha hatırlatan BDSP temsilcisi, önümüzdeki günlerdede UPS işçileriyle omuz omuza mücadelelerine devamedeceklerini ifade etti.

Kenan Öztürk de yaptığı konuşmada, bugünekadar direnişe sundukları katkılardan kaynaklıBDSP’lilere teşekkür etti ve mücadelelerine devamedeceklerini vurguladı.

Konuşmaların ardından, Esenyurt İşçi Kültür EviTanyeri Şiir Topluluğu’nun sunduğu şiir dinletisiişçiler tarafından ilgiyle izlendi. Şiir dinletisininardından ziyarete katılan DESA direnişçisi EmineArslan ile birlikte sohbetler gerçekleştirildi.

Kızıl Bayrak / İstanbul - İzmir

UPS direnişinde müzakere süreci

Page 14: Sİ Kızıl Bayrak 10-39

Tuzla’da Ç-151 süratli amfibi gemisinin denizeindirme törenine katılan Tayyip Erdoğan’ı protestoeden TİB-DER Başkan Yardımcısı ve BETESANdirenişçisi Zeynel Kızılaslan ile TİB-DER BaşkanıZeynel Nihadioğlu gözaltına alındı.

Erdoğan’ın saat 12.00 sıralarında gelişi nedeniyleTuzla’da sıkıyönetim ilan eden emniyet, BETESANdireniş çadırını polis ablukasına aldı.

Ancak buna rağmen Zeynel Kızılaslan ile TİB-DER üye ve yöneticileri Erdoğan’ın geçişi sırasındaprotestoda bulundular. “Direne direne kazacağız” ve“BETESAN’da direniş kazanacak” dövizleriniaçtılar.“Tersane işçisi köle değildir!”, “Katil GİSBİR,işbirlikçi AKP!” ve “Artık ölmek istemiyoruz!”sloganlarını haykıran tersane işçileri protestonunardından gemi indirme töreninin yapıldığı AnadoluTersanesi’ne yöneldi.

Zeynel Kızılaslan ile TİB-DER Başkanı ZeynelNihadioğlu’nun önü Anadolu Tersanesi’ne gidiş yoluüzerinde bulunan RMK Tersanesi önünde kesildi. İşçicinayetlerinin eksik olmadığı Tuzla cehenneminde buşaşalı töreni protesto eden işçiler gözaltına alındılar.Emniyet yetkililerinin “geri dönün” dayatmalarına vegözaltı tehditlerine aldırmayan TİB-DER yöneticileri,polisle yaşanan arbede sonucu yaka paça gözaltınaalındılar. “Tedbir amaçlı” olarak gözaltındatutuldukları belirtilen TİB-DER yöneticileri saat15.30 sıralarında serbest bırakıldılar.

Yandaş medyadan yeni yalan

Tuzla’da dökülen işçi kanından oluşturdukları kandenizinin ortasında böyle bir şaşalı tören yapanlarayönelik işçilerin tepkisini gözaltılarla gizlemeyeçalışırken medya da buna destek verdi. Öyle ki“yandaş medya”nın önemli temsilcilerinden CihanHaber Ajansı açılış törenine ilişkin haberini“Başbakan Erdoğan’a sevgi gösterisi” başlığıylaverdi. Gazetenin yalanına göre tersane işçileriErdoğan’a sevgi gösterisinde bulunmuşlar.Gözaltıları görmezden gelen medya böylelikle töreniçin seçilmiş birkaç işçinin varlığını haberleştirmişoldu. Bunlar, medya-hükümet ve tersanepatronlarının işbirliğinin yeni bir kanıtı oldu.

BETESAN’da direniş kazanacak!14 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/39 * 08 Ekim 2010

Tayyip’in tersane şovu için polis terörü!

TEKEL işçileri Tek Gıda-İş önünde Direnişleri Tek Gıda-İş ağaları tarafından sonlandırılan TEKEL işçileri sendika ağalarından hesap sormak

için 4 Ekim günü Tek Gıda-İş’in İstanbul’daki genel merkezbinası önüne geldiler.

1. günTek Gıda-İş yönetiminin, 4/C sözleşmesinin imzalanması

yönündeki çağrısı ve sürecin Anayasa Mahkemesi kararınaterkedilmesini protesto eden işçiler Tek Gıda-İş Genel Merkeziönünde polis barikatıyla karşılaştılar.

Saat 14.30’da Tek Gıda-İş Genel Merkezi önüne gelen işçilersendika görevlilerinin provokatif tutumlarına maruz kaldılar. Birsüre polisle gerginlik yaşayan işçiler, basın açıklamasıgerçekleştirdiler.

İşçilerin bina önüne gelmelerinin ardından Tek Gıda-İş GenelBaşkanı Mustafa Türkel özel bir araçla arka kapıdan kaçtı.

2. günGeceyi, sendikanın 4. Levent’teki genel merkez binası

karşısında bulunan parka kurdukları çadırlarda geçiren işçiler ‘evimiz’ dedikleri sendikalarına alınmadılar.İşçilerin bekleyişi sürerken dayanışma amacıyla çeşitli sendikalardan, kitle örgütlerinden ve devrimcikurumlardan destek ziyaretleri de devam etti.

5 Ekim günü Metal İşçileri Birliği (MİB), Hava-İş üyeleri, Limter-İş yöneticileri ve KESK’e bağlısendikaların üyeleri işçilere destek ziyaretinde bulundu. KESK üyeleri, TEKEL işçilerinin yemek ihtiyaçlarınıkarşılayarak destek verdi.

Diğer yandan, Tek Gıda-İş bürokratlarının TEKEL işçilerine yönelik provokatif tutumları da devam etti.Sendika binasının önünde bekleyen çevik kuvvet ekiplerini besleyen sendikacılar, sendikanın kapılarını TEKELişçilerine kapatırken aynı kapılar, sermayenin kolluk güçlerine ardına kadar açıldı.

Sendika binası önündeki bekleyişlerinde 3. günlerini de geride bırakan işçiler gazetemiz yayına hazırlandığısırada eylemlerine devam ediyorlardı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Madenlerde özelleştirme ve taşeronlaştırmauygulamalarının hız kazanması iş cinayetlerine kapıaralıyor. İşçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri bir külfetolarak görülürken, işçi hayatları patronların kâroranlarının azalmaması için feda ediliyor.

Soma’da iş cinayetiManisa’nın Soma ilçesinde faaliyet gösteren özel

maden ocağında meydana gelen göçük nedeniyle 1 işçiyaşamını yitirdi. Öğle saatlerinde yaşanan göçükte,toprak altında kalan Recep Aslan (58) isimli işçi, işcinayetine kurban gitti.

Diğer işçiler tarafından göçük altından çıkarılanAslan’ın cesedi, Soma Devlet Hastanesi’nin morgunakaldırıldı. Aslan’ın 3 ay önce maden ocağında işebaşladığı öğrenildi.

Mudurnu’da 1 işçi öldüBolu’nun Mudurnu ilçesine bağlı Taşkesti

beldesinde Salih Çetin (18) isimli işçi, kanalizasyonborusu döşeme işinde çalışırken toprak kaymasısonucu yaşamını yitirdi.

Taşeronlaştırma can aldı Ereğli’de Hema firmasına ait özel maden ocağında

3 Ekim gecesi meydana gelen “kaza”da 1 işçi öldü.34 yaşındaki Ali Akkuş isimli işçi, düşen baretine

bakmak için kafasını vagonun dışına uzattı. Bu esnada

kafasını yolcu vagonunun yanından geçen yükvagonlarına çarptı. Kafası vagonların arasına sıkıştı.İşçinin arkadaşları vagonları durdurmak için hareketegeçti. Ancak Akkuş, başına aldığı darbe sonrası olayyerinde hayatını kaybetmişti

Geçici işçiler öldü Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesinde bulunan

şeker fabrikasında geçici işçi statüsünde çalışanişçilerin geçirdiği trafik kazasında, 3 işçi yaşamınıyitirdi. Pancar alım kampanyasının başlaması ile uzunve yorucu çalışma koşulları altında güvencesiz olarakçalışan işçiler önceki gece vardiya çıkışında evlerinedönmek için yola çıktı. Elbistan-Nurhak karayolunda,kamyon ile otomobilin çarpıştığı kazada otomobildebulunan 3 işçi öldü, 2 işçi de yaralandı.

Üsküdar’da “iş kazası” İstanbul Üsküdar’da Türk Telekom AŞ bünyesinde

çalışan 2 işçi, çöken kömürlüğün altında kaldı.Ambulansla hastaneye kaldırılan yaralı işçilerin hayatitehlikesinin bulunmadığı belirtildi.

Hatay’da iş cinayetiHatay’ın Güzelburç beldesi dericiler sitesinde

Cemil Üzer’e ait olduğu belirlenen Cem-Hak Dericilikşirketinde patlama meydana geldi. Kazan dairesindeyaşanan patlamada, ilk belirlemelere göre 3 işçi öldü, 5işçi de yaralandı.

Kölelik düzeni katlediyor...

Page 15: Sİ Kızıl Bayrak 10-39

BETESAN işçisi ve TİB-DER Başkan YardımcısıZeynel Kızılaslan’ın direnişi sürüyor. Taşeronlaştırmave güvencesiz çalışmanın vurduğu farklıişkollarından emekçilerle bir araya gelen Kızılaslan,

direnişini anlatıyor.

50. gün(...) İşçiler kadar işsizler de sürekli çadırımıza

uğruyorlar. İşsizlik cinnet aşamasına getirmişinsanları. Kime dokunsan bin ah işitiyorsun.İnsanların çalışma koşullarından kaynaklı yaşamkoşulları da berbat durumda. (...) Emekli olmuş birişçi dayımız uğradı çadıra. İş aramak için tersaneleregelmiş. Maaşım yetmiyor ne yapayım tekrarçalışmamız lazım diyor. Yaşadığı dünyaya sitemediyor haliyle.

(...) Migros’ta hakkını savunduğu için haksız yereişten atılan işçi arkadaş geldi çadıra. Migros’a karşıhukuksal süreci başlatmak için her şeyi hazırlamış.Bu arada İşçi Birliği gazetesinden arkadaşlar başarılardileyerek çadırdan ayrılıyorlar. PDD’den arkadaşgeldi çadıra. (...)

BETESAN’ın eski ortaklarından Sedat Erkomaybeni telefonla aradı. BETESAN üç ortaklı bir şirketti.Benim bildiğim kadarıyla şu anki patron şirkete elkoymuş durumda. Bu nedenle şu an davalıklar.

(...) Akşama doğru Rimaks Tekstil’de direnişteolan işçi arkadaşlar ziyarete geldiler. Kısaca karşılıklıolarak yaşadığımız süreçleri birbirimize anlattık.ROTA’nın yeni sayısını ve bildirimizi verdik.

(...) Akşam EMO’da, iş cinayetine kurban gidenmühendis arkadaş Gülseren Yurttaş’ın ölümyıldönümü nedeniyle işçi sağlığı iş güvenliği, esneküretim, taşeronlaştırma ve iş cinayetleri konulusöyleşiye katıldım. (...)

51. gün(...) Devrimci İşçi Hareketi’nden arkadaşlar

uğradılar. 4/C konulu panelleri varmış pazar günüonun çalışmalarını yapıyorlar. Direnişler üzerinesohbet ettik. (...) Gemilerde filika testi yapan birtekniker arkadaş geldi. Direnişi anlattım. Buradakamuoyuna sesimi duyuramayacağımı Taksim’egitmemi önerdi. Önemli olan Taksim’e gitmek değilher yeri Taksim alanına çevirmek gerektiğini, bizimderdimizi asıl anlatacağımızın da işçiler olacağınısöyledim. (...) Çeksan Tersanesi’nde ücret sorunuyaşayan iki arkadaş çadıra geldiler. Taşeronun süreklioyaladığını ücretlerini alamadıklarını söylediler.Yardımcı olacağımızı söyledik. (...) Derneğe ücretalacağı olan işçiler geldiler. Ne yapmamız gerektiğinikonuştuk. Dernek yöneticilerinden arkadaşımızıntaşeronu aramasıyla TİB-DER’in ismini duyantaşeron yarın sorunu çözeceğini söyledi.

52. gün(...) Isınmak için termostan çayımızı alıp

yudumluyoruz, içimiz ısınsın diye. Daha önceçalıştığım iş yerinden bir arkadaş beni görünce çadırageldi. Süreci anlatım. Yaşadığı talihsiz sendikadeneyimlerini paylaştı. (...) Anadolu Tersanesi’ndeücret sorunu yaşayan bir işçi geldi. Taşeronun kaçgündür oyaladığını söyledi, bizden de yardım istedi.

(...) BETESAN’da işten ayrılan bir işçi arkadaşgeldi. Yapılan baskılardan sıkıldığını, artık bukoşullara dayanamadığını söylüyor. Daha iyi bir işbulmuş. “5 yıldır çalıştım. Bana bütün meslek

hastalıkları bulaştı” diyor. (...)Gemilerde çalışan ikiişçi geldi çadıra. “Hani şu saman kağıdında yazandanöğrendim” diyor direnişinizi, “merak ettim kısmet bugüne imiş” diyor. Süreci anlattım.

(...) Akşam Sedef Tersanesi’ne ROTA’nındağıtımına geçtik. Süreci anlatan konuşmalar yaptım.Sessiz ve soğuk bir günün ardından çadırımızıtoparladık. Derneğe doğru çıkarken bizimarkadaşların yaratıcı zekasıyla yaptıkları pullarabaktık. Güzel olmuş.

53. gün(...) Saat 09.00 gibi geçit başladı. Onlarca polis

arabası, polisleri taşımaya başladı. O kadar ki haddihesabı yok gelen arabaların. Bir işçi “Bunlar nearıyor burada?” diye sordu. Ben de “Başbakan açılışagelecekmiş, onun için gelmişler” dedim.

(...)Başbakanın yakında olduğunu polistelsizinden duyduk. Sloganlarla Tuzla’yı inletmeyebaşladık. Bütün herkes meraklı gözlerle bize bakıyor.Başbakan geçti, polis ablukayı biraz açıyor. Başkanla,ben başbakanla görüşmek için Anadolu Tersanesi’nedoğru yürüyoruz. Biraz ilerledikten sonra polislerönümüzü kapatıyor. “Gidemezsiniz, izin vermeyizarabaya geçin” diye tehdit ediyorlar. Biz de gidipgörüşme talep edeceğimizi söylüyoruz.Kollarımızdan tutup kıvırmaya çalışıyorlar ve zorlaarabaya bindirmeye çalışıyorlar. Biz de binmemek vehaklı talebimizi gerçekleştirmek için slogan atıparabaya binmemeye çalışıyoruz. Yere düştüğümdeayağıma tekme attılar, ayağımı arabaya dayayıpbinmemeye çalıştım. Boynumu sıkmaya çalıştılar.Zorla arabaya attıklarında iki tanesi üzerime oturdu.Arabanın içinde biz slogan atmaya çalışınca arabanıniçinde de arbede yaşadık. Arabada kendi haklılıklarınıanlatmaya çalışıyorlar. Biz de demokrasi nutuklarıatan başbakanla görüşmeye çalıştığımızı söyledik.Tayyip Erdoğan’ın işçilere değil o demokrasiyipatronlar için söylediğini de görüyoruz. Saat 15.30’dagözaltından serbest bırakıldık. Önlüklerimizibırakmadık, aldık oradan. Hiçbir kâğıda imzaatmayarak çıktık. Haklı mücadelemizi provokeedenlere cevaplarını bu direnişi kazanana kadardevam ettirerek vereceğiz.

(...) Televizyonda izledim Tayyip Erdoğan benimçalıştığım geminin de açılışını yapmış. Kaptan ArifBayraktar geminin ismi. (...) O gemiye havalandırma

fanı çekebilmek için kaç kez tartıştım yetkilileriyle.Gemi bitme aşamasına geldikten sonra akıllarınageldi. O zamana kadar insanların yuttukları,soludukları tozlar, dumanlar ciğerlerde kaldı. Nasılolsa bir gün çıkacak o dumanlar. Ama hastaneköşelerinde kanser olarak çıkacak. Geminingörkeminden etkilenen Başbakan, o gemide çalışıp daparasını alamayan işçilerin durumunu biliyor mu?. Ogemide yüksekte güvenlik önlemi alınmadı diyeçalışmayan işçilerin işten atıldığını biliyor mu?Bakacaksa her tarafa bakmalı.

55. günDirenişin 55. gününde kış kendini iyice

hissettiriyor. Kemikleri donduran bir soğuk varsabahın en erken saatlerinde Tuzla’da. Kışın çetinkoşullarına hazırlanmamız lazım bizim de. BizimkilerBETESAN’ı sloganlarla donatmışlar. Her tarafınayazılama yapmışlar boş yer kalmamış adeta.

(...) Abdurrahman usta eski öncü tersaneişçilerinden duyarlı bir insan. Yapılan eylemlerde enönde yer aldığı için işten atılan işçilerden. Ondansonra iş bulamadı tersanelerde. Huzurevinde bakıcılıkyapıyormuş. Çok çalışıyoruz, az para alıyoruz diyor.Tekrar tersanelerde iş bakmak için gelmiş, çadırıgörünce geldi sohbet ettik. Çok kalmadı bir defabrikalara bakayım diyerek ayrıldı. Tekraruğrayacağını söyledi.

(...) Havadaki soğuk öğleye doğru birazsıcaklıyor. Arabayla geçen işçiler zafer işaretiyapıyorlar. BETESAN işçisiyle sohbet ederkenyanımızdan geçen iki işçi ‘’direnişini destekliyoruz’’diye bağırıyorlar. Gözaltı görüntülerini izlemişler‘’helal olsun ‘’sana diyerek geçiyorlar. Arkadaşyanımdan ayrılıyor. Yeni iş görüşmesine gidiyor. Birişçi ‘’ne kadar sürecek eynel’’ diyor. Daha öncebirlikte çalışmışız. İş güvenliği elemanıymışhavalandırma fan kavgalarından tanışıyormuşuz.Kazanana kadar dedim ne zaman kazanırsak o zamanbiter. Süreci anlattım takip ediyormuş. O kadar takipediyorsan artık desteklerini bekliyorum dedim. Bütüntersane işçilerin kullandığı ‘’inşallah’’ kelimesinikullanıp gitti. Öğlen sonu sessizlik hakim buralara.Her şey iyi de dışarıdan kamuoyundan destek çok az.Akşam yine hava soğuyor. İş çıkışı işçiler yinegözaltını soruyolar. Derneği yakına taşıdık, çadırıtoplayıp geçiyoruz derneğe.

Zafer direnen BETESAN işçisinin olacak!Sayı: 2010/39 * 08 Ekim 2010 Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 15

“Kazanacağız başka yolu yok!”

Page 16: Sİ Kızıl Bayrak 10-39

Yeni eğitim dönemiyle birlikte gençlikçalışmamız yeniden yoğun günlere girmiş bulunuyor.Son yılların verileri ve gidişatı üzerindenbakıldığında, gençlik alanında olağandışı birgelişmeden söz edebilecek durumda değiliz. Uzunyılların biriktirdiği sorunlar bu yıl da devam ediyor.Dolayısıyla, Parti’nin gençlik alanı ile ilgilideğerlendirmelerindeki belli başlı vurgulargüncelliğini, işaret ettiği görevler yakıcılığınıkoruyor. Genç komünistlerin, gerek partiye sunulmuşkapsamlı metinleri, gerekse geçtiğimiz eğitimdöneminin sonunda gençlik yayın organında yer alangeniş değerlendirmeleri de bunu teyit ediyor.

Uzun yıllardır gençlik alanını ve hareketinihemen hemen benzer sorunlar üzerinden tartışıyoruz.Arada, geçtiğimiz eğitim yılında olduğu gibi, harçzammı, TEKEL Direnişi, Taksim 1 Mayıs’ı gibigelişmelerin yarattığı dönemsel canlanmaları saklıtutarsak, her yeni yılda daha da derinleşen birdağınıklık, çözülme ve geriye gidiş süreci yaşanıyor.Parti değerlendirmeleri bunun 2000’lerin ilkyarısından beri böyle olduğuna dikkat çekiyor.Düzen, devrimci harekete yönelik ağır F-tipidarbesinde sağladığı başarı ölçüsünde ve eşzamanlıolarak, toplumsal mücadelenin tüm temeldinamiklerine geniş çaplı bir saldırı dalgasıyöneltmişti. Bundan gençliğin payına üniversitelerdesiyaset alanlarının tümden gaspedilmesi düşmüştü.Temel saldırı yöntemi soruşturma-cezalandırma-uzaklaştırma olarak gündeme getirildi. Gençlikhareketinde 2000’lerin başındaki nispi canlanmanınöne çıkardığı ileri güçler bu saldırı dalgasıyla büyükbir kırılmanın içine itildiler. Sonrası giderek kitleselmücadele umudunun tükendiği, üniversitelerdesiyaset hakkının keyfi biçimde çiğnendiği, hattabunun eğitim hakkının gaspıyla birleştirildiği birgerileme dönemi olarak yaşandı.

Bu dönem düzenin toplumsal yapıda/dokudaciddi bozulmalar yarattığı bir süreç oldu aynızamanda. Gençlik gelecekle ilgili büyük ideallerintaşıyıcısı olmaktan tümüyle uzaklaştırılıp, kendibacağından asılma sevdası peşinde koşan piyasaoyuncağına dönüştürüldü. Hiç de azımsanmayacakbir kesimi sanal bir dünyanın bunalımlı, daha baştanumutlarını tüketmiş, ne yapacağını bilmez tutsağıolarak sürüklenip duruyor. Solda tasfiyeci legalizminve reformizmin baskın olduğu bu süreç, devrimcinitelikte, kültürde ve değerlerde de derin bir erozyonolarak yansımasını buldu. Solda ayrım çizgileribüyük oranda kaybedildi. Bu dönem boyuncagençlik kitlesine eklenen yeni kuşaklar, doğal olarakilk kimliksel şekillenmelerini bu koşullardayaşadılar. Bunun gençlik alanına ve mücadelesineyansıması, ileri kesimlerinde her zamankinden daha

derin bir apolitizm ve ideolojik ilgisizlik ya dagerilik oldu.

Yine geçmiş değerlendirmelerde altı çizildiğiüzere, alt sınıflar gençliğinin büyük kentlerinüniversitelerine akışı engellenerek gençlik hareketibir başka yönden daha kötürümleştirildi. Özelüniversitelerin önü alabildiğine açılırken, her ileüniversite propagandası ile büyük kentlerdeki köklüolanlar da dahil üniversitelerin düzeyi epeycegeriletildi. En kötü dönemlerinde dahi entellektüelmayalanmanın kaynağı olabilmiş üniversiteler,giderek inanılmaz bir cehalet merkezleri görünümükazanıyor.

Yakın geçmişte de sıkça ifade edilen bugelişmeler, gençliğin bugününü anlamak için yeterlibir fikir vermektedir. Elbette burada gençlik alanı ileilgili daha bir dizi saptama yapılabilir. Fakatyukarıda vurgulamak ihtiyacı duyduklarımız da dahilher biri değişik vesilelerle tekrarlanan sorunlarolduğu için uzun bir döküm yapmak gerekmiyor.

Gençlik içinde solun durumu vekomünist gençliğin misyonu

Gençlik alanındaki bu sorunlu durumderinleştikçe gençlik hareketindeki parçalanma da uçboyutlara varıyor. Halihazırda genel bir gençlikhareketinden ziyade ileri kesimleri üzerinden sonderece daralmış bir hareketten bahsettiğimiz ölçüde,bu parçalılık solun kendi içinde dağınıklık olarakyansıyor. Bir döneme kadar güç ve eylem birliğiolmadan düşünülemeyen 6 Kasım, 16 Mart gibitakvimsel eylem günleri dahi 4-5 farklı eylemetanıklık edebiliyor. Bunun yalnızca solun gençlikalanındaki durumundan kaynaklı bir tablo olmadığıaçık. Bu tablonun oluşmasının bir yanında genelolarak gençlik alanının verili durumu varsa, diğeryanında solun genel olarak toplum düzeyindekidurumu var. Bugün Türkiye’de siyasal yaşamın solcephesinde yalnızca devrimcilik-reformizm, ihtilalciörgüt-tasfiyeci legalizm gibi ayrımların silikleşmesiyaşanmıyor. Aynı zamanda taktik ittifaklarpolitikasında dünün temel muhatapları olarak kabulettiğimiz devrimci parti ve örgütlerde de her alandabir ciddiyetsizleşme göze çarpıyor.

Bu boşlukta sol içindeki bazı reformist odaklarsiyasal mücadelede çok daha ciddiye alınmasıgereken bir yer kaplamış durumdalar. İlkin, siyasaletkinlik bakımından iş yapılabilecek muhataplar veikinci olaraksa etkili bir ideolojik-politikmücadelenin hedefleri olarak karşımızda daha çokbunlar duruyorlar.

Gençlik alanında bu çok daha belirgin olarakböyledir. Genelde dar ulusal sınırların ötesine

CMYK

Yeni dö komünis

Yeni dönem ve genç k 16 * Kızıl Bayrak * Sayı: 2010/39 * 08 Ekim 2010

Page 17: Sİ Kızıl Bayrak 10-39

CMYK

önem ve gençstlerin görevleri

komünistlerin görevleri Sayı: 2010/39 * 08 Ekim 2010 * Kızıl Bayrak * 17

geçemeyen Kürt hareketini bir yana bırakırsak,ideolojik-politik mücadelenin konusu olduğu kadar,birlikte iş yapmanın muhatapları da TKP,Kolektifler vb. gibi çevrelerdir. Farklı yerellerdeöne çıkan grup ve çevreler olsa da, bunlarbulundukları yerelliklerden ibaret iğreti bir gücütemsil ediyorlar. Bağımsız siyasal varoluşlarını birkitle örgütü olma iddiasıyla ortaya çıkmış Genç-Sen’de varolmaya tahvil eden grup ve çevreler ise,gençlik hareketi açısından belirleyici üniversitelerde dahil çoğu alanda zaten ciddiye alınabilirolmaktan çıkmış durumdadır. Bunda, bağımsızsiyasal faaliyet yürütme iradelerini yitirmeleriylebirlikte, Genç-Sen’in gerçekten tabanını ören birkitle örgütü olarak işletilememesinin, sürekliliğiolmayan çıkışlar dışında Genç-Sen’in (dolayısıylakendini Genç-Sen üzerinden varettiğini iddia edenher çevrenin) atalet içinde kalmasının önemli birpayı var.

Bu tablo içinde partimizin gençlik çalışmasıözel bir önem kazanıyor. Çünkü tasfiyeci reformizmkarşısında devrimci örgüt iddia ve iradesini komünistgençlik temsil ediyor. Gençliğin devrimci enerjisininişçi sınıfı ve emekçi kitle hareketiyle devrimcitemellerde birleşmesini de yalnızca komünistleringençlik çalışması sağlayabilir. Ne kadar kitleselgörünürse görünsünler, devrimci iktidar perspektifleri,bunu yaşama geçirecek devrimci bir örgütsel varlıklarıolmayanların, gençliğin dinamizmini devrimmecrasına akıtmak gibi bir niyetleri ve sorunlarıyoktur. Tüm tarihsel deneyime ve günümüz dünyasınınaçık gerçeklerine rağmen devrimci örgüt/parti fikrinedudak bükerek, geçici olmaya mahkum eylemselliküzerinden “pekala partisiz de olabiliyor” diyenlerin,devrimle tek alakaları düzen bataklığında oyalanarakdevrimi istismar etmek olabilir. Gençliğin devrimcidinamizmi ise devrimci mücadele için pahabiçilmezdir. Bu enerjinin kabul edilemez birikiyüzlülükle düzeniçi saflarda heba olup gitmesiniönleyecek yegane güç, gençlik alanında işçi sınıfınındevrimci iktidar perspektifini temsil edenlerinyürütecekleri siyasal faaliyet ve devrimciörgütlenmedir.

Geçtiğimiz dönemin pratiği üzerinden bakıldığında,genç komünistlerin bu misyonun hakkını verme çabasıiçinde oldukları, buna uygun bir faaliyet kapasitesiylegüne yüklendikleri, devrimci ilkelerden tavizvermemeyi politik esneklikle birleştirmeye çalıştıklarıgörülecektir. Yeni dönemde bunu, partimizin solhareket değerlendirmeleriyle daha sıkı bir uyumakavuşturma sorunundan sözedilebilir. Bu çerçevedegençlik örgütlenmemizin, alanda ciddiyeti olanodaklarla birlikte iş yapmayı, bunu onlara karşı ilkelibir ideolojik-politik mücadeleyle birleştirmeyi

başarması temel bir sorumluluktur. Verili koşullardagençlik hareketindeki parçalı yapı kimseye bir şeykazandırmadığı gibi, sola eğilimli kitlede sürekli birkırılma, umutsuzluk ve inançsızlığın kaynağı oluyor.Öte yandan birleşik-kitlesel-devrimci bir gençlikhareketinin geliştirilebilmesi, büyük ölçüde alandakiileri kitlenin eylem birliğini gerektiriyor. Bu çerçevedegençlik alanındaki devrimci komünist kanalı temsileden güç olarak, ilkesel yaklaşımlar ve mücadelebirliği temelinde en geniş eylem birliklerinioluşturmak çabasını yeni dönemde de sürdürmeliyiz.Ayrışma, politika-taktiğin tali öğeleri değil ilkeselboyutları üzerinden yaşanmalıdır.

Bu noktada, birçok akım tarafından ajitasyon-propagandada (ve bunun bir bileşeni olarak eleştiride)özgürlük, eylemde birlik yaklaşımının, geriliği vegericiliği perdeleyen ucuz demagojilere kurbanedildiğinin altını çizmeliyiz. Yeni dönemde her türlüilkeli birliğin mayası olan bu temel yaklaşımın gençlikhareketi ve özneleri içinde yeniden belirleyici olması,gençlik alanındaki misyonumuzun temel bir boyutuolarak ele alınmalıdır. Sözkonusu ilkeye bağlılık,hiçbir gündelik politik çıkara değiştirilemez.

İdeolojik-politik mücadele konusunda genel olarakgençliğin, özelde ise gençlik hareketini oluşturan ilerikitlenin ideolojik-politik geriliği bir engel olarakgörülebilir. Bu hiç de küçümsenemeyecek bir engeldirve yıllardır süregelen bir zayıflık alanıdır. Partininideolojik-teorik birikimi veri alındığında, komünistgençlik güçlerini de kesen bir boyutu vardır busorunun. Çeşitli düzeylerde eğitim grupları, dönemselkamplar, iç seminerler vb. üzerinden örgütlenençalışmaların bizzat kendisi, marksist teorinin esaslarınoktasında ciddi yetersizliklerimiz olduğu gerçeğiyle

karşı karşıya getirmektedir bizi. Yeni dönemle birliktedaha fazla gündemimizde olması gerektiğinibelirttiğimiz ideolojik-politik mücadele, yalnızcagençlik alanında burjuva, küçük-burjuva ideolojilerinetkilerine barikat örmek açısından gerekmiyor. Aynızamanda ileri gençlik kitlesinin bu alandaki geriliğine,hem de saflarımızdaki eğitimsizliğe bir müdahaleolacaktır.

Solun gençlik içindeki durumuna en iyigöstergelerden biri olan Genç-Sen’e ilişkin olarak daşunları söylemeliyiz. Birleşik gençlik mücadelesi içinhala da bir anlam taşıyan Genç-Sen, kendini bu araçüzerinden ifade eden ve daha baştan yönetimi tutan solçevrelerce hala da bürokratik bir ataletin dayanağıdurumunda. Son Genel Kurul’daki özeleştirelaçıklamalara ve genç komünistlerin bugüne kadarkieleştirilerini doğrulayan sözlere rağmen durumdaesaslı bir değişiklik olmamıştır. Genç-Sen’e dairyaklaşımlarımız değişik vesilelerle yayınlarımızdaişlenmiş olduğu için tekrar etmek belki gereksizdir.Fakat saflarımızda hala da bir davranış birliği ihtiyacıolduğunu vurgulamalıyız. Partinin geçen sonbahardaEkim’de yayınlanan değerlendirmesi, bu aracayaklaşımın özünü ortaya koymaktadır. Genç-Sen bizimiçin bir kitle örgütlenmesi aracıdır ve bunun mantığınauygun olarak tabanın söz ve karar süreçlerine etkincekatıldığı bir demoktarik işleyişe kavuşturulursa,gençliğin birleşik mücadelesinde belli bir roloynayabilecek potansiyeli hala da taşımaktadır. Buçerçevede bulunduğumuz tüm alanlarda yalnızcadevrimci siyasal çalışmamızın bir alt öğesi biçimindeele alarak, Genç-Sen’i örgütlemek ve tabandemokrasisi temelinde işletmek yeni dönemde degüncelliğini koruyan bir hedef olmalıdır.

Page 18: Sİ Kızıl Bayrak 10-39

Bununla birlikte, şu temel önemdeki noktaunutulmamalıdır: “Yalnızca birleşiklik sağlanmasındadeğil, gençliğin kitlesel örgütlenmesinde de işlevselolabilecek bu tür bir aracı etkin hale getirmek bile,politik faaliyette olduğu gibi, kitle tabanı veörgütlenmede de büyük bir kuvvet olabilmeyigerektiriyor. Bugün boğucu bir bürokrasininhakimiyetindeki Genç-Sen ile politik-taktik çizgilerintaban inisiyatifi ve demokratik temelde yarıştığı birGenç-Sen arasında tam bir karşıtlık vardır. Bukoşullarda ikincisine ulaşabilmenin ve birleşik,kitlesel, devrimci bir gençlik hareketi politikasınaitilim kazandırmanın yolu, bağımsız bir güç olaraketkin bir faaliyet yürütebilmekten ve örgütlü birtemelde politik kitle tabanını büyütmekten geçiyor.”(Gençlik Çalışmasının Güncel Sorunları, Ekim, Sayı:259, Ekim 2009).

Gençlik çalışmasında güncel siyasal sorunlar

Solun ve Genç-Sen’in durumundan öteye, özellikleson cümledeki vurgular komünist gençlik çalışmasınınönceliklerini ve sorunlarını da veriyor. Geçtiğimiz yıl“bağımsız bir güç olarak etkin bir faaliyet yürütmek”çabası, yine aynı değerlendirmede hayati bir sorunolarak işaret edilen soruşturma karşıtı mücadeleüzerinden geçmiş deneyimlerimizi geliştiren,saflarımızı toparlayan bir rol oynadı. Bu mücadeleyibizzat soruşturma saldırısına maruz kalanlar baştaolmak üzere sol çevrelerin gündemine taşımış,birliktelik yaratmaya çalışmış, ancak elle tutulur birkarşılık alamamıştık. Buna rağmen gençlik güçlerimiz,özellikle temel bir kentte buna takılmadan, partininsiyasal hattı üzerinden yol yürüme iradesi ortayakoyabilmişlerdi. Yine, eğitim yılının ikinci yarısındaortaya çıkan sonuçlar, gençlik hareketinin önündeönemli bir barikat olan soruşturma-uzaklaştırmasaldırısına karşı mücadele konusundaki inançsızlık vekırılmaya çarpıcı bir yanıt oldu.

Soruşturma-uzaklaştırma saldırısı yeni dönemde dehız kesmeyeceğine göre, geçtiğimiz yıllarındeneyimlerini gözeterek ve eksikliklerimizitamamlayarak mücadeleyi derinleştirmek, yenidönemin de öncelikli görevlerinden biridir.Soruşturma-uzaklaştırma saldırısının gündeme geldiğiher okul kapısını, “tek başına bile direniş” geleneğiniyaratan işçi sınıfından öğrenerek, duraksamaksızındireniş yerine çevirmeliyiz. Bu mücadele ile işçi-emekçi direnişleri, örgütlülükleri, kitleleri arasındadaha yakın ve sıkı bağ geçen dönemin pratiğinde zayıfbırakabildiğimiz bir halkaydı. Bunu mutlakagidermeliyiz.

Gençliğin siyaset yapma hakkı, bunun bir uzantısıolarak eğitim hakkının gaspına karşı hiç değilse ilericikamuoyu üzerinden bir mücadele hattınınörgütlenmesinin önemi açıktır. Bu alandaki temelzayıflıklardan biri sendikalar, demokratik kitleörgütleri, aydın ve ilerici çevrelerin duyarlılığınıharekete geçirmekte yaşanıyor. Burjuva basındakiimkanların değerlendirilmesi alanında da ısrarlayüklenen bir tarzı hayata geçirmek gerekiyor. Buimkanların kullanılmasının ne tür sonuçlar yarattığınıgeçtiğimiz dönemin deneyiminden görmüşbulunuyoruz.

Geçen dönemin deneyimi bize, soruşturma karşıtımücadelenin toplumsal-siyasal gelişme süreçlerindenkopuk ele alınamayacağını da göstermiş bulunuyor.Zaten bu mücadelede başarı sağlamanın temelkoşullarından biri, genel ve özgül tüm süreç vegelişmeler üzerinden bir faaliyet hattıörgütleyebilmektir. Örneğin bugün eğitimdeözelleştirme üzerinden sistemli bir ticarileştirme karşıtıfaaliyet yürütmeksizin, gençlik yığınlarındakipotansiyel duyarlılıkları açığa çıkaramayız. Genel

olarak sistemli ve sürekli bir anti-emperyalist, anti-kapitalist devrim propagandası yürütmeksizin degençliğin ileri kitlesinin devrimci duyarlılığınıkucaklayamayız. Ya da her bir yerelin kendine özgügündem ve ihtiyaçlarını gözeten yöntem ve araçlarlayerelleştirilmiş bir çalışma örgütleyemezsek, kitlelerinhiç değilse ileri kesimlerini herhangi bir gelişmeyekarşı, bu arada soruşturma vb. saldırılara karşı dayerinden kıpırdatamayız.

Sorun daha baştan, varılacak hedefler ve burayataşıyacak yol, yöntem ve araçlar konusunda bir netliğesahip olmaktır. Bu bizi sürecin herhangi bir evresindekarşımıza çıkacak saptırıcı her tür etkene karşı dirençlikılacak, diyelim ki soruşturma karşıtı mücadele gibibir esaslı görevi asla ihmal etmememizi, vb.’nisağlayacaktır. Bu çerçevede gençlik örgütlenmemizinönünde yeni dönemde, genel çizgileri tanımlanmış,hedefleri saptanmış, yerel ayaklar için genel pratikçerçevesi ortaya konulmuş bir dönemsel planlamagörevi durduğunu hatırlatmış olalım.

Gençlik örgütlenmemizin durumu vesorumlulukları

Yeni döneme başlarken, gençlik çalışmamızın veörgütlenmemizin içe dönük sorunlarına da eğilmekgerekiyor Bu sorunların başında örgütsel durumumuzgeliyor. Bugüne kadar sergilediğimiz faaliyetkapasitesine rağmen gençlik örgütlenmemiz halaoldukça dardır. Örgütlerimizi büyütmek, örgütlügüçlerimizin niceliğini ve niteliğini arttırmak yenidönemdeki en önemli sorunlarımızdan biridir.Örgütlenme ve kadrolaşma siyasal çalışmanın akışıiçinde kendiliğinden çözüme kavuşacak sorunlardeğildir. En deneyimli ve yetkin kadroların yakınmüdahalesini, tutku düzeyinde ilgisini gerektirir.Aslolan siyasal çalışmadır ilkesel yaklaşımımız, bukonudaki görevlerin boşa çıkmasına yol açmamalıdır.Nihayetinde siyasal çalışmanın verimi/başarısı içinolduğu kadar sürekliliği için de her düzeyde yeterlinitelik, güç ve olanak, demek oluyor ki yetkinörgütlenme ve kadrolar gerekiyor.

Gençlik örgütlenmemizi genişletip güçlendirmesorumluluğunun burada ancak güncel bazı gereklerineişaret edebiliriz.

Bunlardan birincisi; organ, kolektif, birimdüzeyindeki işleyişi aksatmadan sürdürebilmek,kolektif işleyişi en ileri düzeyde hakim kılmaktır.

İkincisi; çevre-çeper güçlerimizi mutlaka çeşitlidüzeylerde tanımlı örgütlenmeler içine çekerek, siyasalçalışmanın aktif bileşenleri haline getirmektir. Gençlikalanı sözkonusu olduğunda, bu yönde en işlevsel olanıeğitim grupları, kimi yerlerde düzenli siyasal tartışmaçevreleridir. Bunun bazı yerellerimizde gündeme gelenanlamlı örneklerini genelleştirmeyi başarmalıyız.

Çalışmanın yerel araç ve olanakları (gençliksendikasının örgütlenmesi, platformlar, inisiyatifler,bültenler, kollar, kulüpler, kültür-sanat çalışmaları vb.)genel olarak etkin bir siyasal çalışma için olduğukadar, çevre-çeper güçlerimizi aktifleştirip kazanmakiçin de benzersiz önemdedir.

Üçüncüsü ise, her bir yoldaşımızın ve ilişkimizingelişimiyle bire bir ilgilenmeyi hiçbir koşulda ihmaletmemektir. İdeolojik-politik eğitim ve donanım buaçıdan da belirleyici bir yerde duruyor. Gençlikgüçlerimiz bu alandaki yetersizliklerin bilincindedirler.Partinin sık sık altını çizdiği üzere eğitim, kolektif birzeminde, fakat son tahlilde yoğun bir bireysel çabasorunudur. Şüphesiz eğitim grupları ve kolektifçalışmalar, ilerleme için belli bir çerçeve sunacaktır.Bununla yetinilmemeli, her yoldaşın birikim düzeyi veeğitim ihtiyacına karşılık gelen kişisel bir eğitim planıçıkarılmalı ve mutlaka kolektif denetimin konusuyapılmalıdır.

Eğitim-birikim-donanım, ideolojik-politik alanınötesinde, devrimci örgüt kültürünün yerleştirilmesi,örgüt kimliğinin yayılması, devrimci kimliğinşekillendirilmesi, savaşçı militanlığın kazandırılmasıalanlarında da bir ihtiyaçtır. Bunun karşılanmasıelbette öncelikle örgütsel-siyasal pratiğe bağlıdır.Fakat teorik ve pratik boyutlarıyla eğitim politikasınıniçeriği ve kapsamı da belirleyici bir etkendir. Kuşkusuzgelişme ve ihtiyaçlar temelinde partinin ileri düzeydeörgütlü ve çok yönlü devrimci bir kimlik gerektirenfaaliyetlerine katılımının sağlayacağı eğitimi, yığınlakitap, seminer, verili dönemin koşulladığı rutin siyasalçalışmalar sağlayamaz. Yine illegal-ihtilalci örgütbilinci ve işleyişi üzerinden bir çalışmanın yaratacağıkimlikler başka bir zeminde şekillenemez, vb...

Gençlik örgütlenmemizin darlığı ölçüsünde önemlive onunla sıkı sıkıya bağlantılı ikinci bir temelsorunumuz ise, kitle tabanının darlığı ve kitleçalışmasındaki yetersizliklerimizdir. Bu konu partibasınımızda çeşitli yönleriyle tartışılmakta, daha datartışılmayı gerektirmektedir. Gençlik alanında sorunancak alışılmış kalıpları ve rutinlerimizi kırmayı,yerellerde her türden kitle örgütlenmesi araçlarındandevrimci bir temelde yararlanmayı, hedeflerçerçevesinde ısrarla, sistemli olarak ve kesintisiz birşekilde kitlelerle doğrudan temaslar sürdürmeyi, yanidöne döne kitlelere gitmeyi başarmakla adım adımgeride bırakılabilir. Salt kampüslerden ibaret birtartışma değil bu. Örneğin öğrencilerin tüm yaşamalanları, aile ve sosyal ilişkileri gençliğin kitleçalışmasının hedefi olmalıdır.

Bir sorun olarak değil belki ama önemi tartışmasızbir vurgu olarak sınıf ve emekçi kitlelerle, sınıfhareketiyle kurulacak bağın her zaman olduğu gibiyeni dönemde de gençlik örgütlenmesi veçalışmamızın ayırdedici bir niteliği olması gerektiğinibelirtelim.

İşçi direnişlerinden sınıfı yakından ilgilendiren hertür gelişmeye kadar sınıf sorunlarına her düzeyde veher alanda özel bir ilgi ve işçi-emekçilerle kurulacaksomut bağ, komünist gençlik çalışmasının daima aslibir boyutu olmalıdır. Bu, sınıf intiharınıgerçekleştirmeyi, sınıf devrimciliği kimliğinigeliştirmeyi henüz gençlik alanındayken başlatmanınzorunluluklarından biridir. Öte yandan ise, genelolarak sol hareketin, bunun bir parçası olarak dagençlik hareketinin derin bir savruluşa sürüklendiği birdönemde, devrimci örgüt iradesini gençlik alanındadiri tutmanın da en hayati dayanağıdır.

Son olarak, Ekim’in bir yıl önceki çağrısının,gençliğin Ekim’e düzenli katkı sorumluluğunun, tümyakıcılığı ile genç komünistlerin önünde durduğunu birkez daha belirtelim. Genç komünistler payına yenieğitim yılında zincirin kavranacak halkalarından biride bu sorumluğun yerine getirilmesi olmalıdır.

(www.tkip.org sitesinden alınmıştır...)

Yeni dönem ve genç komünistlerin görevleri18 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/39 * 08 Ekim 2010

Page 19: Sİ Kızıl Bayrak 10-39

Anadolu Üniversitesi’nde direniş!Eskişehir’de Anadolu Üniversitesi Rektörlüğü

geçtiğimiz yıl başlattığı soruşturma terörünü, yenidöneme girerken cezalara dönüştürdü. İçlerinde, birEkim Gençliği okurunun da bulunduğu 3 öğrenciyebirer dönem, yaklaşık 10 öğrenciye de birer haftauzaklaştırma cezası verildi.

Kampüs önünde direniş

Siyasal faaliyeti üniversite içinde bitirmeyiamaçlayan üniversite rektörlüğünün bu saldırısınasessiz kalmayan Ekim Gençliği okuru ise 5 Ekim günüüniversite kampüsü önünde direniş başlattı.

Sabah erken saatlerde Yunus Emre Kampüsügirişine “Soruşturma-ceza kampları değil, Özerk-Demokratik Üniversite” pankartını asan EkimGençliği okurları, bildiri dağıtımı ile başladıklarıfaaliyetlerini öğrenci yoğunluğu azalıncaya kadarsürdürdüler.

Direnişin 2. gününde de gerçekleştirilen bildiridağıtımıyla üniversitelerdeki baskıcı uygulamalarteşhir edildi.

Öğle saatlerine doğru üniversitedeki ilerici vedevrimci güçlerle beraber gerçekleştirilen basınaçıklamasında sermaye devletinin gençliğe dönüksaldırıları ele alındı. Soruşturma-ceza terörünününiversitelerin sermaye açısından dikensiz gülbahçesine dönüştürme amacına hizmet ettiği ifadeedildi. Devrimci-demokrat-yurtsever öğrencilerinokuldan uzaklaştırılarak, siyasal faaliyetinengellenmeye çalışıldığı söylenerek, gençliğin bu türuygulamaların karşısında asla sinmeyeceği,susmayacağı dile getirildi.

Basın açıklamasının ardından Emekli-Sentemsilcisi söz alarak direnişin önemine vurgu yaptı.Ardından Eğitim Hakları Derneği temsilcisiüniversitelerde verilen cezaları eleştirdi. Üniversiteyönetimlerinin ne olursa olsun öğrencilerin eğitimhakkını gasbetmeye hakkı olmadığını belirtti.

Kapı önünde yapılan eylemde çok sayıda sivil veçevik kuvvet polisi de ‘hazır bulundu’. Eyleme DİSK,EHD, Emekli-Sen, DYG-M, ÖGD, SGD, DGH veTKP destek verdi.

YTÜ’de direniş sürüyorSoruşturma ve ceza terörüne karşı YTÜ Beşiktaş

Kampüsü’nde başlatılan direnişin 4. günü olan 30Eylül günü bildiri dağıtımı ile yasakçı uygulamalarteşhir edildi.

4 öğrenciye masa açmaktan ve bildiri dağıtmaktansoruşturma açıldığı belirtilirken, YTÜ’de kayıtdöneminde kayıt destek masası açan Genç-Sen üyesiSıla Gemicioğlu’na “İzinsiz masa açmak, bildiridağıtmak” gibi gerekçelerle soruşturma açıldığı ifadeedildi.

Direnişin 5. gününde, direnişçi öğrenci,arkadaşlarıyla birlikte düşünce ve ifade özgürlüğününönemi üzerine bildiri dağıtımı yaptı. Öğrencilerinyoğun olarak geldiği sabah saatlerinde yapılandağıtımda, yeni dönemin başlamasıyla beraberüniversitedeki bakıcı uygulamaların da kaldığı yerdendevam ettiği söylendi.

Direnişçi öğrenci, yaptığı sohbetlerdeüniversitedeki baskı aygıtlarının bir parçası olansoruşturma-ceza terörünün, ancak fiili-meşrumücadeleyle alt edilebileceğinin altını çizdi.

YTÜ Direnişi'nin 10. gününde üniversiteninakademik yılı açılışı yapıldı. YTÜ'de açılış töreni buyıl da cumhurbaşkanının katılımı ile gerçekleşti.Abartılı güvenlik önlemleri altında okullarına alınanöğrenciler geçtiğimiz yıl olduğu gibi onlarca metreuzayan kuyruklarda bekleyerek ve nüfus cüzdanı ilekarşılaştırmalı kimlik kontrolleri ve sıkı üst aramalarıile giriş yapabildiler. YTÜ direnişçisinin bildiridağıtımı, okulun girişe izin verilen tek kapısındagerçekleşti. Üniversite açılışlarının egemenlerinşovuna dönüştüğü ve şirketlerin direktiflerininyinelendiği törenler olduğu teşhir edilerek yapılandağıtımda öğrencilerle sohbet edildi. Bu esnadadağıtımı yapan öğrenciler, sivil giyimli polislerintacizine hedef oldular. GBT dayatması yapılanöğrenciler baskılara rağmen faaliyetlerini sürdürdüler.

Yoğunluğun azalması ile birlikte YTÜ Direnişçisidağıtımını sonlandırırken, diğer öğrenciler de yoğungüvenlik önlemleri altında üniversite içerisine girişyaptılar.

Ekim Gençliği / AÜ-YTÜ

Üniversitelerde direniş var! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 19Sayı: 2010/39 * 08 Ekim 2010

Soruşturma-ceza terörüne karşı üniversitelerde direniş var!

Eğitim hakkımızgasbedilemez!

Üniversitelerden...

YTÜ’de gözaltı terörüCumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün katıldığı Yıldız

Teknik Üniversitesi’nin Akademik Yıl Açılışı,protesto gösterilerine sahne oldu. 6 Ekim günügerçekleştirilen iki ayrı eylemle üniversitedeki baskıcıuygulamalar ve paralı eğitim saldırısı protesto edildi.

Gençlik Federasyonu gerçekleştirdiği eylemleBerna Yılmaz ve Ferhat Tüzer’in tutuklanmasınıprotesto etti.

Başbakan Erdoğan’ın katıldığı ‘Roman açılımı’toplantısında “Parasız eğitim istiyoruz” pankartı açanYılmaz, Tüzer tutuklanmıştı.

“Parasız eğitim istedikleri için tutuklanan FerhatTüzer ve Berna Yılmaz’a özgürlük” pankartınınaçıldığı eylem, Gül’ün, oditoryum binasına girişindenhemen sonra yapıldı. Polis ve ÖGB’nin müdahaleetmesi üzerine öğrenciler darp edilerek karga tulumbagözaltına alındı.

Diğer bir eylem de, içerisinde Ekim Geçliği,TKP’li Ögrenciler ve Öğrenci Kolektifleritarafından yapıldı. Oditoryuma yürümek isteyenöğrencilerin önüne polis barikatı kurulunca öğrencilerTonoz Kantini önünde oturma eylemi gerçekleştirdi.

Hacettepe baskılarla açıldıHacettepe Üniversitesi Rektörlüğü yeni öğrenim

yılına soruşturma saldırısıyla başladı. Birçoköğrenciye yine sudan gerekçelerle soruşturma açıldı. 4Ekim günü Eğitim-Sen 5 No’lu Şube ve SES AnkaraŞube, Beytepe Kampüsü’nde soruşturmaları ve genelolarak tüm baskıları protesto eden bir basın açıklamasıgerçekleştirdi.

“Baskıcı, anti-demokratik, paralı değil; özerk,demokratik, bilimsel, parasız üniversite istiyoruz!”pankartının açıldığı eylemde rektörlüğün anti-demokratik uygulamaları teşhir edilerek baskılarakarşı direnme çağrısı yapıldı.

Ardından kütüphane önüne gelinerek buradaaçılmış olan standı savunmak için nöbet tutuldu.Eğitim-Sen ve SES üyelerinin okuldan ayrılmasınınardından ÖGB’ler standa müdahale etmeye kalktı. Busaldırı girişimi devrimci-demokrat öğrencilerinsloganlarla standı savunmasıyla püskürtüldü.

Öğrenci Kolektifleri’nin standına saldıran vestandı kaldırtan özel güvenlikler akşam saatlerinekadar stant açan devrimci-demokrat öğrencilere birmüdahalede bulunamadı.

5 Ekim günü ise sabah saatlerinden itibarenkampüs sivil polis ablukasındaydı. Stant açmakisteyen devrimci-demokrat öğrencilere ÖGB saldırdı.Öğrencilerin masayı savunması üzerine kısa süreliarbede yaşandı. Öğrencilerin elindeki masayı kırarakkaçıran ÖGB’ler kampüs içerisindeki sivil polislerleişbirliği içerisinde öğrencileri fişlemeye devamediyorlar.

EÜ’de formasyon eylemiEge Üniversitesi’nde Fen-Edebiyat Fakültesi’nde

ve Konservatuar’da formasyon hakkının gasbına karşıeylemler devam ediyor. Son eylem 4 Ekim günü öğlearası boyunca süren eylem, konservatuarın önündeyapıldı.

Öğrenciler; YÖK’ten çıkan bir karar nedeniyleformasyon alamadıklarını ve mağdur olduklarını dilegetirdiler. Bu hak gasbının hesabını sormak içingittikleri yetkililerin sorumluluk almadığını, onlarısürekli başka yere gönderdiklerini vurgulayadı.

Ekim Gençliği / İstanbul-Ankara-İzmir

Page 20: Sİ Kızıl Bayrak 10-39

YÖK’ün üniversitelerinde gelecek yok baskı ve terör var!20 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/39 * 08 Ekim 2010

Gençliğin gelecek özlemine yanıt veremeyendevlet, baskı ve zoru ise gençlik üzerinden eksiketmiyor. Bunun için kullandığı silah ise YÖK. 12 Eylülaskeri faşist darbesinin çocuğu olan YÖK yıllardır bupolitikayı üniversitelerde uyguladı, hala dauygulamaya devam ediyor.

YÖK Başkanlığı’nın “Özgür ve GüvenliÜniversite” başlıklı toplantıda aldığı kararlar da bunudoğrular nitelikte. Alınan bu kararlarda,“bölücü” ve“yıkıcı” faaliyetlerin hareket alanlarının daraltılmasını,eğitim ve öğretim faaliyetlerinin kusursuzyürütülebilmesi için en önemli şartlardan biri sayıyor.Bunun için üniversitelerde ifade özgürlüğü, söz, eylemve örgütlenme hakkı hiçe sayılıyor. Özelinde devrimcisiyasal faaliyete yönelik alınan önlemler, “Şiddetiçeren fikir ve eylemler, özgür düşünceyi de baskıaltına alacağından, güvenli olmayan üniversitedeözgür düşüncenin çıkması da olanaksızdır” denilerekmeşrulaştırılmaya çalışılıyor.

Üniversiteler, toplumsal muhalefetin degerilemesiyle her geçen yıl daha da derinleşerekuygulanan baskı ve zora yabancı değil. Bugüngündeme gelmiş olmasının sebebi ise bahsi geçentoplantıda alınan kararlarla bağlantılı olarak EmniyetGenel Müdürlüğü kanalıyla 81 il valiliğine gönderilengenelgenin deşifre olmasıdır.

YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan imzasıyla, 24Ağustos’ta gönderilen yazıda, rektörlüklerin almasıgereken önlemler sıralandı. Bu önlemler arasında,üniversitelerde meydana gelecek olaylara süratlemüdahale edilmesi için bütün öğretim yılınıkapsayacak biçimde kolluk kuvveti ve sivil emniyetpersoneli görevlendirilmesi, üniversitelerin kampüstegörev yapacak sivil polisler için yer tahsis etmesi gibimaddeler dikkat çekti. Oysa, kararların bütününebakıldığında bunların, gençliği sindirmek veüniversitelerdeki devrimci faaliyeti ipotek altına almakamacını taşıdığı rahatlıkla görülür.

Özcan imzalı bu genelgenin ayrıntıları şöyle:

Kolluk kuvvetleri talebi

* Güvenlik koordinatörleri ile ilgili tüm kamukurum ve kuruluşları yetkilileri arasında bir yarıyıldaen az iki defa toplantı yapılması.

* Olaylara süratle müdahale edilmesi amacıylaöğretim yılını kapsayacak şekilde, ihtiyaç halindebaşvurmak üzere kolluk kuvveti talebi ve sivil emniyetpersoneli görevlendirme yazılarının eğitim-öğretimyılının başlangıcında rektörlüklerce valiliklerden talepedilmesi, ayrıca üniversitelerimizin imkânlarıölçüsünde ve uygun gördükleri alanlarda kampüstegörev yapacak sivil kolluk güçleri ile ilgili yer tahsisetmeleri.

* Yerleşke güvenliğine yönelik olarak giriş-çıkışnoktalarının kontrolü, aydınlatma sistemleriningeliştirilmesi, kamera sisteminin yaygınlaştırılması,fiziki ve parmak izi gibi elektronik tedbirlerinalınması.

* Stant, bilgilendirme masaları vb. faaliyetlerinrektörlüklerce kurulan değerlendirme komisyonunaönceden bildirmek ve komisyonun uygun görmesişartıyla gerçekleştirilmesi, ayrıca öğretim başlamadanönce her kurumun ayrı ayrı stant açması yerine ortakstant açılması.

* Öğrencilerin kayıt olma işlemlerine yardımcıolma kisvesiyle öğrencilerle temasa geçen ideolojikgrupları, kampüs alanları dışında ve çevrelerinde

oluşturulan stantlara müsaade edilmeyerek,gerektiğinde güvenlik kuvvetlerinden yardım talepedilmesi.

Psikolojik danışmanlık

* Birimlerde ve yurtlarda psikolojik danışmanlıkve rehberlik servislerinin etkin hale getirilmesi.

* Öğrencilerden, aynı suçu işleyenlere farklı cezaverilmemesi.

* Yerleşkede suç olan faaliyetlerde bulunulmasıhalinde, idari soruşturmanın adli soruşturma sonucubeklenmeksizin yapılması.

* Üniversite birimlerinin yoğun giriş-çıkışsaatlerinde yeteri kadar ekip marifetiyle gerekli trafikve güvenlik tedbirlerinin alınmasının kollukkuvvetlerinden talep edilmesi.

* Özel güvenlik görevlilerine eğitim verilmesi.

Yasal tebligat adresi

* Olaylara üniversite birim yöneticisi ve özelgüvenliğin müdahalede bulunması, olaylarınönlenememesi durumunda gerektiğinde kolluk

kuvvetlerinin devreye girmesi. * Adli ve idari işlem yapılan öğrenciler ile yasadışı

faaliyetlerde bulunan öğrencilerin durumlarınınailelerine bildirilmesi.

* Üniversite öğrencilerinin yasal bir tebligatadresinin tespit edilmesi.

YÖK cephesinden yeni bir şey yok

Bu kararlar bir kez daha referandum süresince vesonrasında üstüne güzellemeler yapılan“demokrasinin” kapsamını da göstermiş oldu.Halihazırda özel güvenlik görevlileriyle,turnikeleriyle, kameralarıyla, yüksek duvarları vedikenli telleriyle üniversiteler, kışladan farksızdır. Herne kadar ‘yeni’ bir karar olarak gündeme gelse de,üniversiteler içerisinde konuşlanmış sivil polisler bukışlanın olmazsa olmazlarıydı. Yaygın ve sistematikbir biçimde sürdürülen soruşturma ve ceza terörü de,bu kapsamlı saldırıların diğer bir ayağınıoluşturuyordu. İzinsiz afiş asmaktan, stand açmayakadar her türlü etkinlik, soruşturma ve cezalaragerekçe yapılmaktadır. Rektörlükler, emniyettenaldıkları talimatlar ve istihbaratlarla soruşturmalaryapmakta, cezalar kesmektedir.

Gelecek yok baskı ve terör var!

Sermaye devleti tarafından bu “önlemlerin”alınması gençlikten duyduğu korkudan dolayıdır.Gençliğe bir gelecek sunamayan devlet çareyi baskı veterörün dozajını arttırmakta görüyor. Böylelikleüniversitelerde boyutlanan eğitim sistemininticarileştirilmesi, işsizlik vb. sorunlar karşısındagençliğin teslim alınması öngörülüyor.

Üniversitelerin YÖK tarafından teslim alınmasısonucunu verecek olan bu saldırılara karşı güçlü birdireniş hattı örmek hayati bir ihtiyaçtır. Gençkomünistler bu ihtiyacı karşılamak için üzerlerinedüşeni yapacaklardır.

Ekim Gençliği

YÖK gençliği teslim almak istiyor!

Genç-Sen 6 Kasım’da Ankara’daÖğrenci Gençlik Sendikası (Genç-Sen),

YÖK’ün kuruluş yıl dönümü olan 6 Kasım günüAnkara’da “Büyük Öğrenci Mitingi”gerçekleştirecek. Genç-Sen, İstanbul ÜniversitesiBeyazıt Kampüsü önünde 1 Ekim günügerçekleştirdiği yürüyüş ve basın açıklaması ilemitinge ve miting öncesinde gerçekleştireceklerihaftalık eylemlere çağrı yaptı.

İstanbul Üniversitesi Beyazıt Kampüsü tarihiana kapı önüne yürüyüş ve sloganlarla gelen Genç-Sen üyeleri, burada bir basın açıklamasıgerçekleştirdi. Açıklamayı yapan İpek Bozkurt, YÖK’ün kuruluş amacına değinerek, üniversitelerin; 29 yıldıryarattığı karanlıkta gün be gün daha da çürüdüğünü söyledi. 12 Eylül darbesiyle piyasalaşma, özelleştirme,güvencesizlik evresine net bir geçiş yapıldığını belirtti. YÖK’ün de üniversiteleri birer ticarethaneye çevirereksermayedarların kanlı birer pazarı haline getirdiğini ifade etti.

Bozkurt, AKP’nin demokrasi yalanlarına da değinerek, AKP’nin referandum sonuçları itibariyle darbeninyargılanacağını iddia ettiğini hatırlattı. “Darbe ancak kurumlarıyla yargılanabilir” diyen Bozkurt, YÖK’ühedef almayan herhangi bir yargılamanın yalandan, ilüzyondan başka bir şey olmadığını söyledi.Üniversitelerin gerçek sahipleri olarak; darbeye, başta da onun başlıca ürünü olan YÖK’e karşı her haftabirçok üniversitede birden alanlarda olacaklarını belirtti.

Ekim Gençliği / İstanbul

Page 21: Sİ Kızıl Bayrak 10-39

Şimdilerde reklam panolarını süsleyen, radyo veTV’lerde dönen bir cümle insanın içine oturuyor.Reklamın yüzü, geçmişin müteahhiti bugünün ünlüemlak patronu Ağaoğlu Şirketler Grubu YönetimKurulu Başkanı Ali Ağaoğlu. Yeni projesi, Ayazma’daOlimpiyat Stadı’nın yanına yapılan, “My WoldEurope”u tanıtıyor kendince. Çekilen bu reklam ileoldukça da başarılı olmuş ki artık satışlarayetişemiyormuş. Yani reklamlar için ayırdığı parayı bircebinden çıkartıp öbür cebine kat ve kat fazlasıylakoyuyor. Üstüne üstlük, başka birtakım yerlerden dereklam teklifleri alıyormuş.

Tüm bunları bir kenara koyup bu tanıtımkampanyasında sloganlaştırılan bir cümlenin altınıçizmek istiyoruz; “Bu ülkede HERKES iyi yaşamayıhakediyor.” Üstelik bu cümleyi, proje kapsamındabarınma hakları ellerinden alınan Ayazmalılar’ınyüzlerine utanmadan bakarak söylüyor. Tıpkıtersanelerde ölen işçileri ya da selde boğulan insanlarıcahillikle suçlayan sınıfdaşları gibi utanmazlığın veyüzsüzlüğün dibine vuruyor.

Ağaoğlu’nun insan hayatı üzerindebiriken sermayesi

Ağaoğlu’nu bu reklam vesilesi ile tanımadık elbet.Daha öncesinde de burjuva medyada yer alan sözleri ilehayatlarımıza tecavüz etmişti. Çok değil yaklaşık birsene öncesine, Referans Gazetesi’nin Ali Ağaoğlu ile 17Ağustos depreminin 10. yıldönümü vesilesi ile yaptığısöyleşiye dönelim.

Bu zat biriktirdiği sermaye ve sahip olduğu derinilişkilerden güç alarak hiçbir korku ve tedirginlikhissetmeden, fütursuzca şu cümleleri etmekten geridurmamıştı: “... İstanbul konut, inşaat sektörünü en iyibilen isimlerden biri olarak söylüyorum ki; mevcut yapıstoğunun yüzde 70’i deprem açısından güvenli değil.1970’li yıllarda İstanbul’un Anadolu yakasında yapılanyapıların büyük bir kısmına inşaat malzemesini bensattım. Kumları Marmara Denizi’nden demirlerihurdadan çektik. O zamanın şartlarında en iyi malzemebuydu. Sadece biz değil tüm firmalar aynı şeyiyapıyordu. Deprem olursa İstanbul’a ordu bile giremez,ölen şanslıdır”(Referans Gazetesi,20.08.2009,AytenGüvenkaya)

O günlerde bu cümleleri okuduktan sonra, bir anlıkşaşkınlık içerisinde, “nasıl olur da hakkında birsoruşturma açılmaz” diye düşünme gafletinde bulunmuşolanlar vardır kesin. Ama bu gafletten sıyrılıp küçük biraraştırma yapanlar bu kişinin daha önceden de bu türifşaatlarda bulunduğunu görmüş olacaklar.

Örneğin Uludağ My Resort Oteli’nde yaptığıdeğerlendirme toplantısında yaptığı ifşaatlardan birişöyle: “Benim kendi tesisim dahil buradaki birçok tesiskaçak. Vilayet Evi’nin de içinde bulunduğu diğer kamukuruluşlarına ait 18 tesis de aynı durumda. Ben kendiotelime yenileme ve restorasyon amaçlı olarak geçen yıl10 milyon TL yatırım ve itiraf etmeliyim ki buyenilemeyi de müsaadesiz ve kaçak yaptım.Müşterilerimiz bizden yenileme bekliyor, ya otelikapatmak ya da bu yenilemeyi yapmak zorundaydım.Uludağ’da tam bir çevre katliamı yaşanıyor. Tümtesislerin atıkları dağa ve ormana bırakılıyor. Hepbirlikte burada bir çevre cinayeti işliyoruz. Bu atıklarnedeniyle Bursa bile büyük tehdit altında.” (RadikalGazetesi, Başbakanım, hani Uludağ’ı Davosyapacaktınız? 27.01.2009)

Tüm iyi niyetimizle, bu şahsın günah çıkarmaniyetinden ya da kendini topluma, kendi deyişi ile

HERKES’e karşı sorumlu hissetmesinden kaynaklıolarak “My Wold Europe” projesini hayata geçirdiğinidüşünebilirdik. Yani çevremizde olan bitenlerekulaklarımızı tıkayıp, gözlerimizi kapasak veAyazmalılar’ın yaşadıklarnı bilmesek, KentselDönüşüm Projeleri’nin nasıl bir rant barındırdığınıfarketmesek, zamanınında ucuz işgücü niyetiyleinsanların gecekondu yapmalarına ya da imaralmalarına göz yumup, şimdi gözlerindeki buçapaklardan kurtulma telaşında olan bir erkin terörüaltında olmasak inanabilirdik. Ama ne biz böyle bir

dünyada yaşıyoruz, ne de burjuvazi eşyanın tabiatıgereği HERKES’e karşı sorumluluk sahibi.

Sonuç olarak daha fazla kazanmak uğruna insanhayatını hiçe sayarak yaptığı projelerde deniz kumu vehurda demir kullanan, yine daha fazlası için yıllardırAyazma’da yaşayan insanların barınma ve yaşamahaklarını elllerinden alan bir sınıfın mensubu varkarşımızda. Onları tanıyoruz ve tanıtmaktan da imtinaetmiyoruz: Ali Ağaoğlu en kodamanından birburjuvadır.

Toplumcu Eksen

Asalak kapitalistlerin gerçek yüzü! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 21Sayı: 2010/39 * 08 Ekim 2010

Güvencesizlik tartışıldı

İş cinayetine kurban giden Harita MühendisiGülseren Yurttaş’ın ölümünün 3. yıldönümündeçeşitli disiplinlerden mühendis, mimar, şehirplancıları “Güvencesizlik, Esnek Çalışma veTaşeronlaştırma” başlıklı bir söyleşide birarayageldi. EMO İstanbul Şubesi’nde düzenlenensöyleşiye katılan BETESAN direnişçisi ZeynelKızılaslan, yaşadığı süreci ve neden direnişegeçtiğini katılımcılarla paylaştı. Tersanelerde sadeceişçilerin değil teknik elemanların da aynı sorunlariçerisinde olduğunu vurgulayan Kızılaslan, budurumu yakın geçmişte bir gemi mühendisinin iş cinayetine kurban gitmesiyle örneklendirdi.

Avcılar Belediyesi’nde sürgün saldırısına maruz kalan Tüm Bel-Sen üyesi inşaat mühendisi Ali Erdoğan,TMMOB ve sendikaların mevcut durumuna değindiği konuşmasında, benzer sorunların bu örgütlenmeleri dekestiğini belirtti.

Mimar Özlem Aydın da yaşadığı süreç üzerine bilgilendirme yaptı. Aydın, çalıştığı birimde bir Kürtvatandaşın arkasından yapılan hakarete sessiz kalmayıp tepki göstermesi üzerine huzur bozucu olaraknitelendirildiğini söyleyerek; sürgün edilmesi ve işten atılması sürecinin böylelikle tetiklendiğinin altını çizdi.Birlikte mücadele etmenin önemine değindi.

Gülseren Yurttaşın kardeşi Hatice Yurttaş ise, Yurttaş’ın iş cinayetine kurban gitmesine yol açan koşulları veablasının bu çalışma koşullarını düzeltmek için sarfettiği çaba, bu konuda yaşadığı büyük sıkıntı ve engellemelerhakkında bilgilendirme yaptı.

Yapılan konuşmaların ardından söyleşiye geçildi. Oldukça canlı tartışmaların yapıldığı etkinlikte, farklısektörlerde çalışan mühendis, mimar ve şehir plancılarının sendika ve odalarda yürüttüğü mücadeleninortaklaştırılması gerektiği vurgulandı. TMMOB 41. Olağanüstü Genel Kurulu’nun da değerlendirildiği söyleşide,ücretli, işsiz ve kadın üyelerinin talep ve çalışmalarını reddeden TMMOB yönetimi eleştirilerek, sendika veodaları değiştirecek asli gücün örgütlülük olduğu ifade edildi.

Hizmet sektörü çalışanları sendikaları tartıştı

Hukuk Bürosu Çalışanları Dayanışma Ağı, Toplumsal Dayanışma İçin Psikologlar Derneği Girişimi,Güvencesiz Öğretmenler, Çağrı Merkezi Çalışanları Derneği, Toplumcu Mühendis, Mimar ve Şehir Plancılarıtarafından “Hizmet sektörü çalışanları sorunlarını tartışıyor” üst başlığıyla hayata geçirilen söyleşi programınınüçüncüsü 2 Ekim Cumartesi günü gerçekleştirildi.

“Mevcut sınıf örgütlerinin durumu”nun tartışıldığı söyleşide, konu başlığı, farklı alanlardaki deneyim veyetersizlikler değerlendirilerek ele alındı.

Bu alanda KESK ve işçi sendikaları açısından örnekler olmakla birlikte günümüzde sendikalı sayısının çokgeri bir noktada olduğu ifade edilirken, hizmet sektöründe çalışanların ağırlıklı olarak belediyelerde sendikaçalışması yürüttüğü, özel sektörde bu oranın çok daha düşük olduğu belirtildi. Toplumcu Mühendis, Mimar &Şehir Plancıları, Avcılar Belediyesi’nde sürgün edilen ikisi mühendis 10 sendikalı çalışanın sendikalarıyla olanilişkilerini örnek verdiler.

Hukuk Bürosu Çalışanları Dayanışma Ağı temsilcisi ise, bu alanda işçi-avukat tartışmalarının yeni yapılmayabaşlandığını ve deneyim eksikliği olduğunu belirtti.

Çağrı Merkezi Çalışanları adına yapılan konuşmada, bu alanda taşeronlarda çalışmanın %70-75’lerde olduğubelirtilerek, büyük şirket-küçük taşeron denkleminin bu alanda bozulduğu; taşeronların farklı şirketlere hizmetvererek bünyesinde pek çok çağrı merkezi çalışanı barındırdığı aktarıldı.

Toplumsal Dayanışma İçin Psikologlar Derneği Girişimi adına yapılan konuşmada, bu alanda güncel olarakyürütülen tartışmanın meslek örgütü tartışması olduğunu belirterek, sendikalaşmanın bireysel tercihlerleyaşanabildiği ancak bu oranın da çok düşük olduğunu ifade etti.

Etkinliğin söyleşi bölümünde, IBM örneği ele alınarak greve çıkılamamasının neden ve sonuçları tartışıldı.Taşeron PTT işçilerinin geçmişte yaşadığı süreç ve “takım sözleşmesi” deneyimi, süreci takip edenler tarafındanaktarıldı.

Ağaoğlu’nun HERKES için tek gerçeği...

Page 22: Sİ Kızıl Bayrak 10-39

Kamu emekçileri hareketi üzerine...22 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/39 * 08 Ekim 2010

Kamu emekçileri hareketinin son bir yıllık tarihidahi 15 Mayıs’ta gerçekleştirilen İstanbul KamuEmekçileri Kurultayı’nın bu tespitini doğrulamayayetmektedir. Kuşkusuz kamu emekçileri hareketinde“önderlik” sorunu yalnızca son bir yılın değil, ‘90’lıyılların ortalarından itibaren yaşanmaya başlayan vekatmerleşerek bugüne kadar gelen on yıllarınsorunudur. Fakat son bir yıllık dönem, uzlaşmacısendikal çizginin ulaştığı boyutları göstermesiaçısından önceki yıllardan farklı bir anlamtaşımaktadır. Uzlaşmacı anlayışların pratikleri son biryıl içerisinde çok daha açık biçimler kazanmıştır.

Bilindiği gibi kamu emekçileri hareketi açısındangeçtiğimiz yıla damgasını vuran 25 Kasım grevi idi.Kamu-Sen ile birlikte ilanı yapılan 25 Kasım grevikamu emekçileri hareketinde yeni bir çıkışın dayanağıolabilecekken, sonrası boş bırakılarak hava boşaltmaeylemine dönüştürülmüş, kamu emekçilerinin birikenöfke ve tepkisi bir kez daha tüketilmiştir. Öyle ki, grevnedeniyle görevden uzaklaştırılan demiryoluçalışanları, KESK ve bağlı sendikaların eylemli desteğiolmaksızın, 16 Aralık’ta yaptıkları grevde yalnızbırakılmışlardır. Benzer bir biçimde sağlık emekçileriKamu Hastane Birlikleri Yasa Tasarısı’na karşıverdikleri mücadelede yalnız bırakılmışlardır. Sözkonusu yasa tasarısı ile tüm emekçilerin sağlık hakkıhedefe konmasına karşın, bu yasa saldırısı KESK vebağlı sendikalarca (kısmen SES hariç) mücadelekonusu haline getirilmemiştir. Bu son bir yıllıkdönemde, tarihinde ilk kez KESK, mücadele edenişçiler karşısında Türk-İş hainlerinin arkasında yeralmış, TEKEL işçilerinin 1 Mayıs’ta sendikabürokratlarına yönelen tepkisini kınayan açıklamayaişçi sendikaları konfederasyonları ile birlikte imzaatmıştır. Mevcut KESK yönetimi TEKEL işçilerinindirenişini kıran ve işçileri eylemsizliğe-parçalanmayamahkum eden Türk-İş bürokratlarına cephe alacağına,sendika bürokratlarını konuşturmayarak ihanete tepkigösteren TEKEL işçilerini hedef alan açıklamaya imzaatmıştır. İşte bu KESK’in tarihinde bir ilktir, Türk-İş’leşme eğiliminin açık bir yansımasıdır.

Elbette ki, bu eğilim burada kalmayacaktı. Her nekadar KESK yönetimi, yönetimdeki farklı tutumlarnedeniyle Anayasa referandumu karşısında net birtutum açıklamamış olsa da, toplu görüşmelerde izlenençizgi ile zımnen referandum pazarlığına oturmuştur.Daha düne kadar her toplu görüşme döneminde “Toplusözleşme hemen şimdi” diyen KESK, bu toplugörüşmeye “referandum sonrasına toplu sözleşme”talebiyle çıkmıştır. Bu açık bir biçimde “toplusözleşme” talebini referandum gölgesine almakanlamına gelmektedir. Düzen güçlerinin iktidardalaşının ürünü olarak gündeme gelen Anayasareferandumu, kamu emekçileri hareketi içerisindekisendikal çizgilerin konumlanışlarını da belirlemiştir.

AKP’nin arka bahçesi Memur-Sen açık bir biçimdeAnayasa değişikliğinin arkasında konumlanmış,Kamu-Sen ise misyonuna uygun olarak “Hayır”cıdüzen güçleri arkasında yerini almıştır. Anayasadeğişikliği konusunda parçalı bir tavır sergileyenyalnızca KESK olmuştur. KESK yönetiminde önemlibir yer tutan EDP “yetmez ama evet” çizgisi ilehükümetin yedeğine düşerken, diğer reformcuakımların önemli bir kısmı (ÖDP, TKP, EMEP,Halkevleri) “ona da buna da hayır” diyerek düzen

muhalefetinin “Hayır” cephesinin arkasındakonumlanmışlardır. Kuşkusuz bu anlayışların düzengüçleri arkasına yedeklenmeleri niyetleri ile değil,aldıkları tutumun somut durum karşısındakisonuçlarıyla ilgilidir. Tüm bu akımların kenditutumlarına yine kendi çizgilerine uygun yanıtlarüretebilecekleri kesindir. Ne var ki sınıflarmücadelesinde aslolan “söylem” değil “eylem”dir.Sermaye düzeni cephesinden referandum üzerineyürütülen hummalı çalışmaların, işçi ve emekçileri“Evet-Hayır” denklemi içerisindekutuplaştırdığı/böldüğü açık ve yadsınamaz birgerçektir.

Emek güçlerinin ve emekten yana grupların, düzengüçlerinin propagandası altında yaşadıkları bukutuplaşma karşısında emekçileri uyarmaları, işçi veemekçilerin gözünü sandıkta alınacak tutuma değil,referandum sürecinin yarattığı politik ilgiden deyararlanarak talepler uğruna mücadeleye çevirmeçabasına girişmeleri gerekirdi. Ne var ki bu, “12 Eylülanayasası” ile “AKP yaması”na sıkıştırılmış birreferandum oyununda sandığı göstererek yapılabilecekbir iş değildir. Sandık karşısında alınacak tutum biryana KESK’in yapması gereken referandum gündemivesilesiyle “grevli toplu sözleşmeli sendika hakkı”talebi başta olmak üzere yıllardır uğruna mücadeleedilen talepler doğrultusunda kamu emekçilerini fiilibir mücadeleye çekmek ve burjuva propagandanınetkisi ile yaşanan bölünmeyi bu mücadele içerisinde enaza indirmeye çalışmak olmalıydı.

Sermayenin emekçiler üzerindeki etkisini kırmanınbaşka bir panzehiri bulunmamaktadır. Oysa KESK vebağlı sendikalar, referandum süreci boyuncademokratik talepler doğrultusunda tek bir işyeri eylemidahi yapmamış, gözünü emekçilerin demokratikhakları için fiili mücadelesine değil, sandıkta alınacaktutuma dikmiştir. Bunun toplumsal yaşamdaki pratikkarşılığı ise emekçiler içerisindeki kutuplaşmaya kantaşımak, onları burjuva düzen partilerininpropagandalarının etkisine açık hale getirmekolmuştur.

Kamu emekçileri hareketinin güncel durumu

“Önderlik” sorununun katmerleştiği bu aynıdönem kamu emekçileri hareketinin kapsamlısaldırılarla yüz yüze kaldığı bir dönem olarakyaşanmıştır. Sağlıkta özelleştirme, iş güvencesininkaldırılması, taşeronlaştırma, sözleşmeli çalışma vb.saldırılar devam etmektedir. Bugün kamuda onbinlerceemekçi sözleşmeli ve taşeron olarak çalışmaktadır.Sağlık emekçilerinin çalışma saatleri 45 saateçıkartılmıştır. Toplu görüşmeler hiçbir somut kazanımelde edilmeden sonuçlanmış bulunmaktadır. Saldırılarkapsamlı olmasına karşın kamu emekçileri hareketiparçalı bir seyir izlemektedir. KESK’in uzun soluklubir mücadele programı ile saldırıları göğüsleme ve hakelde etmeye dönük bir hazırlığının olmaması, biryandan kamu emekçilerini bu saldırılar karşısındahazırlıksız bırakırken, öte yandan da gerici Memur-Senve Kamu-Sen’e bağlı sendikaların güç kazanmasınazemin hazırlamaktadır.

Gerici sendikaların üye sayısını artırarak güçkazanmaları onların “yetenekleri”nin değil, hareketinönderlik ihtiyacının karşılanamamasının sonucudur.Yıllardır izlenen uzlaşmacı çizgi, somut sorun vetalepler uğruna mücadeleyi örgütlemek şöyle dursun,saldırı yasalarının göğüslenememesini beraberindegetirmektedir. “Hak elde etme” kavramı kesintisiz fiilibir mücadele ile anlam kazanmaktayken, saldırıyasaları karşısında dahi günübirlik-protestocu eylemlerile yanıt verilmektedir. Geçmişten beri klasik eylembiçimi haline getirilen kadrolara dayalıgünübirlik/protestocu eylem biçimleri, yalnızca kamuemekçilerinin ana gövdesinin sendikalardanuzaklaşması ve ümitlerinin tükenmesine yol açmaklakalmamakta, aynı zamanda harekette etkin bir roloynayan kadrolarda da bıkkınlığa yol açmaktadır.Sonuç olarak bu çizgi, yalnızca kamu emekçilerindebiriken tepkinin günübirlik eylemler içerisindeboğulmasını değil, sendikaların yönetim veorganlarının işlevsizleşmesini ve işyeri

Kamu emekçileri hareketi, KESK vedevrimci muhalefeti örgütleme görevi!

Page 23: Sİ Kızıl Bayrak 10-39

örgütlülüklerinin zayıflamasını da beraberindegetirmektedir.

Devrimci muhalefetin örgütlenmesi görevi

KESK ve bağlı sendikaların genel kurul süreçleriyaklaşıyor. Genel kurul süreçlerine Devrimci SendikalDayanışma (DSD) ve Demokratik Emek Meclisi(DEM) arasındaki çatışmanın damga vuracağını, diğerreformcu akımların da kendilerini bu çatışmanın birtarafı olarak konumlandıracaklarını söylemek kahinlikolmayacaktır. Devrimci kamu emekçileri bir yandanönümüzdeki bir yılın genel kurul gündemi ileharcanmasına izin vermemek, öte yandan da genelkurul süreçlerini hakim sendikal çizginin aşılması vefiili-meşru mücadele çizgisinin benimsenmesiyönünde değerlendirmek zorundadırlar. Bu bir yandansendikalar ve KESK’i somut talepler ekseninde uzunvadeli bir mücadele programına yönlendirmek üzeretaban basıncının örgütlenmesini, öte yandan da genelkurul süreçlerini koltuk savaşlarına hapsedenanlayışlarla hesaplaşmayı zorunlu kılmaktadır.

Bugün KESK’in saldırı yasaları karşısında somutbir mücadele programı olmadığı gibi, sendikalar da bututumsuzluk karşısında hiçbir tepkigeliştirmemektedir. Sendika merkez yönetimleri deKESK’in tutumsuzluğunu suskunlukla karşılamakta,KESK’in kapsamlı bir mücadeleye hazırlanmasıyönünde bir çalışma yürütmedikleri gibi kendiönlerine de somut bir eylem programıkoymamaktadırlar. Bunun olağan sonucu ise bir bütünolarak kamu emekçileri hareketinin sendikalönderlikten yoksun bırakılması, sendikalarımızınkamu emekçilerinin temel talepleri karşısındaçözümsüzlüğe, eylemsizliğe mahkum edilmesiolmaktadır.

KESK’in ve sendikalarımızın kapsamlı birmücadele programının oluşturulması yönündeharekete geçirilmesi önem taşımaktadır. Bu ise öncü,ilerici, devrimci kamu emekçilerinin önünde durangörevdir. Üyesi olduğumuz sendikaların şube vemerkez yönetimlerinin harekete geçirilmesi yönündetaban basıncının örgütlenmesi çabası içerisinegirilmeli, kapsamlı bir mücadele programı ihtiyacışubeler platformu, sendika kurulları vb. organlardatartışmaya açılmalı, KESK’in ve sendikalarımızınorganlarını toplayarak bu ihtiyacı gündeme almalarıyönünde çaba harcanmalıdır. Böyle bir çalışmakuşkusuz taban çalışması ile bir arada yürütülmeli,öncü-devrimci kamu emekçilerini yan yana getirecekplatformlar oluşturulmalı, basın açıklamaları, imzakampanyaları vb. aracılığıyla taban basıncınınörgütlenmesi sağlanmalıdır.

Sosyalist Kamu Emekçileri

Kamu emekçileri hareketi üzerine... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 23Sayı: 2010/39 * 08 Ekim 2010

Sınıf dayanışmasına bir ceza dahaİzmir’in Tire İlçesi’nde, KESK’in TEKEL Direnişi’yle dayanışmak için 25 Şubat günü gerçekleştirdiği

meşaleli yürüyüşe katılan çoğunluğu öğretmen 300 kişiden 78’i hakkında savcılık soruşturması açıldı. İdarisoruşturma kapsamında bazı öğretmenlere kınama ve maaş kesme cezası uygulandı.

Aralarında Eğitim Sen Tire Temsilcisi ve üyelerinin de bulunduğu, çoğunluğunu öğretmenlerinoluşturduğu 200 kişilik grup, bu antidemokratik ve baskıcı uygulamayı protesto etmek için 22 Mayıs günü bireylem daha gerçekleştirdi. Sermaye devleti ise bu noktada soruşturma terörünü bir adım öteye taşıdı. Bueylemin ardından ifadesi alınan 35 kişi hakkında ‘2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’naMuhalefet’ ettiği iddiasıyla işlem yapıldı. Soruşturmayı tamamlayan Tire Cumhuriyet Başsavcısı HikmetTuran, 29’u öğretmen 35 kişi hakkında dava açtı.

Davanın ilk duruşması 24 Kasım Öğretmenler Günü’ne denk getirildi. Öğretmenlere övgüler düzen devlet,traji-komik bir biçimde davanın 24 Kasım günü görülmesini kararlaştırdı.

Eğitim emekçileri 5 Ekim’deeylemdeydi

Eğitim Sen, Dünya Öğretmenler Günü’ndegeçekleştirdiği basın açıklamlarıyla eğitimemekçilerinin sorunlarını dile getirdi.

Bursa Eğitim Sen üyeleri Mahfel Kafe önündebir araya gelerek Orhangazi Parkı’na yürüdü. Buradayapılan basın açıklamasını Bursa Eğitim Sen ŞubeBaşkanı Cemal Akkurt gerçekleştirdi. Akkurt,Türkiye’deki öğretmenlerin derinleşen sorunlarla 5Ekim’i kutladığını belirtti.

Eylemde “Parasız eğitim, parasız sağlık!”,“Yaşasın onurlu mücadelemiz!”, “Yaşasın örgütlümücadelemiz!” sloganları atıldı.

İzmir’de Eski Sümerbank önünde toplananeğitim emekçileri İl Milli Eğitim Müdürlüğü’neyürüdü. “5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü kutluolsun / Eğitim Sen İzmir Şubeleri” pankartınınaçıldığı eylemde Eğitim Sen İzmir Şubeleri adınabasın açıklamasını okuyan Eğitim Sen 1 No’lu ŞubeBaşkanı Ali Rıza Özer, son dönemde artan baskılara,gözaltılara ve tutuklamalara dikkat çekti.Özer, Dünya Öğretmenler Günü’nde önceliklitaleplerinin eğitimin ve eğitim emekçilerinin niteliğini olumsuz yönde etkileyen sorunların giderilmesiolduğunu ifade ederek örgütlü mücadeleye çağırdı.

5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü Niğde’de, Eğitim Sen Niğde Şubesi’nin çağrısıyla yapılan basınaçıklamasıyla kutlandı.

Sendika binası önünde toplanan eğitim emekçileri “Yaşasın 5 Ekim, yaşasın Eğitim Sen!”, “Yaşasın örgütlümücadelemiz!”, “Eğitimde güvencesiz çalıştırmaya hayır!” sloganlarıyla yürüyüşe geçti.

Niğde Üniversitesi öğrencilerinin de destek verdiği eylem basın açıklamasıyla son buldu.

Memur-Sen emekçiyle dalga geçiyor!Memur-Sen Genişletilmiş Başkanlar Kurulu 1 Ekim günü gerçekleştirildi. Toplantıda konuşan Memur-Sen

Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu, son toplu görüşme süreci hakkında “toplu sözleşme tadında geçti” diyerekböbürlenmiş. Bu iddiasına da “toplu görüşmelerde son 9 yılın en iyi kazanımlarını elde ettik” diyerek deaçıklama getirmiş.

Fakat konuyla ilgili çıkan bir haberde bu kazanımların ne olduğuna dair tek bir bilgi yok. Bazı yuvarlaksözler dışında olacağını da sanmıyoruz. Çünkü kamu emekçileri adına bu toplu görüşme sürecinin deöncekilerden olduğu gibi farklı bir sonucu olmadı. Yine bir masa kuruldu, yine göstermelik açıklamalar vesalvolar yapıldı. Yine kıran kırana geçen bir pazarlık varmışçasına taraflar rollerini oynadılar. Ancak sonuçtakamu emekçileri için anlamlı tek bir kazanım çıkmadı. Yine yüzdelik sefalet zamları ve her defasında verilenama hiçbir zaman tutulmayan bolca vaatten başka bir şey yoktu.

Bir oyundan başka bir özelliği olmayan toplu görüşme sürecinin yeni bir perdesi daha böylece kapandı. Ancak Memur-Sen Başkanı bu kadarla da kalmamış, konuşmasının devamında bu kez “Toplu sözleşme

bizim için çok önemliydi. İlk olarak pakette yer almasını sağladık. Sonra da hep beraber el ele vererek yoğunbir çalışma içine girerek Anayasa değişikliği paketine referandumda ‘evet’ çıkmasına katkı sunduk” diyerekanayasa değişikliğinden dolayı böbürlenmiş.

Fakat bilindiği üzere Memur-Sen Başkanı’nın övündüğü bu değişiklik biçimsel olmaktan öteye gitmiyor.Ucube toplu görüşme düzeni toplu sözleşme adı altında güncellenmiş oluyor sadece. Ama sendikacılığıhükümetin eteklerine tutunarak fiili-meşru mücadelenin önüne barikat kurmaktan ibaret olan birkonfedarasyon ve başkanından da başka türlü davranması beklenemez.

Kamu emekçileri, düzen güçlerinin kuyruğunda sendikacılık oynamaktan başka bir icraatı olmayan buişbirlikçilerden kurtulmak zorundadır.

Page 24: Sİ Kızıl Bayrak 10-39

Dünya proletaryasından etkili bir cevapalmamasına karşın kapitalist dünya hala daha yaşadığıçöküntünün üstesinden gelebilmiş değil. Son iki yıldırkrizin yarattığı sorunlara tek taraflı çözümler üretmegayreti gösteren kapitalist devletler dünya devibankaları ve çeşitli tekelleri batmaktan kurtarmıştı. Bukurtarma operasyonlarının faturası da işçi sınıfı veemekçilerin sırtına yıkıldı. Tasarruf tedbiri olaraksistematik bir biçimde işçiler işlerinden atıldılar. Bunedenle dünyada ve özellikle Avrupa’da milyonlarıbulan yeni bir işsizler ordusu yaratıldı. Onyıllarınmücadelesinin ürünü ekonomik ve sosyal haklarınınkimisi tümden ortadan kaldırıldı, kimisi ise kısıtlandı.

Son aylarda yürürlüğe sokmaya çalışılan önlempaketleri ise yine işçi ve emekçilerin kazanılmışhaklarını hedefliyordu. Fransa’da emeklilik yaşınınyükseltilmesi ve limanların özelleştirilmesi saldırısı,İspanya ve İngiltere’de sosyal harcamalara ayrılandevlet bütçelerinin kısıtlanması ve çalışma yaşamındaişçiler aleyhine yapılan yeni düzenlemeler saldırılarınbaşlıcalarını oluşturuyor.

Fakat bir dönemdir AB eliyle eşgüdüm halindeyürütülen sosyal yıkım politikaları nihayet Avrupa işçisınıfını da ortak bir mücadelenin içerisine soktu. Yazaylarının başından beri Avrupa’da çeşitli grevler vekitlesel mitingler yaşanmıştı. Yunanistan işçi sınıfınınmücadelesinin yanısıra, özellikle Fransa’da emeklilikyaşını yükselten tasarının gündeme geldiği ilkgünlerde bir milyona yakın işçi ve emekçinin grevigerçekleşmişti. Grevi takip eden günlerde yaşananhavayolu çalışanlarının grevlerinin zaferlesonuçlanması ise mücadeleye ivme kattı. Onlarıİtalyan metal işçilerinin ve Yunanistan taşımacılıksektörü işçilerinin grevi izledi. İtalya’da greve katılanişçilerin sayısı yüz binleri buldu, Yunanistan’da uzunsüredir yaşanan grev ve direnişler karşısında peketkilenmemiş görünen Yunan hükümeti sonunda ordueliyle greve müdahale etti. Üretimi kilitleme noktasınagetiren taşımacılar grevi, taşıma işlerinin orduaraçlarıyla gerçekleştirilmesi sayesinden ancak birölçüde engellenebildi.

Parça parça gelişen sınıf mücadelesi geçtiğimizhaftalarda Fransız işçi ve emekçilerin emeklilik yaşınıarttırılmasına karşı yaptığı gösterilerle yeniden ivmekazandı. Uzun süredir göstermelik çıkışlarla yetinenAvrupa Sendikalar Birliği-ETUC işçilerin birikmişöfkeleri nedeniyle daha önce de Avrupa düzeyindeortak eylem kararı almıştı. Ancak bu eylemlerhedeflenen düzeyi yakalayamamıştı. Fakat bu kezbiriken öfke 29 Eylül olarak belirlenen eylem gününüdahi beklemeden sokaklara taştı.

29 Eylül günü ise genel bir kanı olarak Avrupa’nınuzun zamandır görmediği güçte bir eylemgerçekleştirildi. Brüksel’de yapılan eyleme katılımınyüz bin dolayında olduğu belirtildi. Eylemekatılanların sayısından öte coşkusu ve militanlığıdikkat çekti. Bu da İspanya ve Fransa’da gerçekleşengenel grevlerin daha da güçlenmesine katkı sağladı.

İspanyol bakanları enerji sektöründe grev nedeniyle% 22’lik bir iş kaybı olduğu ve ulaşım hizmetlerindeneredeyse greve katılım olmadığı iddiasındaydı.İspanyol polisi ise greve katılımın % 20-30 düzeyindegerçekleştiğini açıkladı. Bu açıklamalara karşınİspanyol sendikalar greve %70 katılım oranında

katılım olduğunu belirttiler. Tren, havayolu ulaşımı,enerji ve hizmet sektörünün felç olduğunuaçıkladılar. İspanya’da greve toplamda 10 milyonişçinin katıldığı açıklandı.

Barselona, Sevilla ve Valencia şehirlerinde isepolisle işçiler arasında militan sokak çatışmalarıyaşandı. Grevin görkemi karşısında belli birtemkinlilikle davranan hükümet yetkilileri, gazeteve televizyon programları aracılığıyla grevi zayıfgöstermeye çalıştılar.

Yaz aylarından itibaren emeklilik yaşınınartırılmasına karşı Sarkozy hükümetiyle mücadeleeden Fransız işçiler 5 Ekim grevinde çok dahaöfkeliydiler. Önceki uyarı grevine rağmen yasayıgeçireceğini ifade eden hükümet işçileri dikkatealmadığını göstermesi işçileri öfkelendirmişti. Yasaylailgili kesin karar 5 Ekim’de Fransız parlamentosundayapılacak görüşmenin ardından verilecekti. Fransızişçileri Kendilerini ciddiye almayan Sarkozyhükümetini bu sefer oldukça sert biçimde uyardı. 5Ekim grevine yüzbinlerce işçi katıldı ve işçilerkararlılıklarını polis engeline militanca karşı koyarakgösterdi. Fransız hükümeti bu militan grev ve sokakgösterilerinin basıncıyla şimdilik geri adım attı, fakatFransa’da mücadele bitmedi.

Uzun soluklu mücadeleleriyle Avrupa işçi sınıfınayol gösteren Yunanistan işçi sınıfı da ülkede bir kezdaha hayatı durdurdu. Geçtiğimiz hafta yapılan grevdehastaneler, hizmet sektörü ve iletişim sektörükilitlendi. Greve yine kitlesel katılım oldu. Avrupalısınıf kardeşlerinin de sahneye çıkmasıyla Yunanistanişçi sınıfının grevi bu sefer daha da coşkulu oldu.

29 Eylül Avrupa eylem günü işçi sınıfının kapitalistkriz karşısında uzun zamandır ilk kez bu kadarkollektif ruhla ve kitlesel bir biçimde sokağaçıkmasına neden oldu. Krizin faturasının sistemli birbiçimde Avrupalı emekçilerin sırtına yüklenmesininyarattığı öfke bu eylemlerde kendini dışa vurdu.Brüksel’deki gösteriye katılamayan işçiler de kendiülkelerinde grevler ve mitingler düzenlediler. Yapılanaçıklamalara göre sadece Fransa’da yüzü aşkınnoktada eylem gerçekleştirildi. Daha önce devletiflasıyla gündeme gelen Finlandiya, Letonya,Sırbistan, İtalya, Polonya, İrlanda vb. ülkelerde ulusal

düzeydeeylemler gerçekleştirildi. Kitlelerin tepkisiburjuva basında her ne kadar bankalar ve hükümetlerinsosyal politikalarıyla sınırlandırılmış olsa da işçi veemekçilerin taşıdığı pankartlar ve attığı şiarlar hedeftebir bütün olarak kapitalist sistemin olduğunugöstermektedir.

29 Eylül eylemleri ve onu takip eden İspanya,Fransa ve Yunanistan emekçilerinin grevleri Avrupaişçi sınıfına kuşkusuz güçlü bir moral olacaktır. Uzunzamandır kapitalistlerin saldırıları altında ezilenAvrupa işçi sınıfı son eylemlerin moral gücüyle dahaileri eylemlerin yolunu açmıştır. Üstelik mücadeleninbu ilk perdesi daha kapanmış değildir. Fransa’da dişediş mücadele şimdilik sadece ertelenmiştir. Halihazırda12 Ekim’de yapılacağı ilan edilen bir grev kararıbulunmaktadır.

Avrupa işçi sınıfı kısa zaman içerisindegerçekleştirdiği eylem dalgasıyla dikkate alınmasıgereken bir güç olduğunu ilan etmiş, böylelikle aynızamanda milliyetçilik ve yabancı düşmanlığı gibişoven saldırılara da set çekmiş oldu. 29 Eylüleyleminin enternasyonal karakteri ve dayanışmanınkuvveti bunu göstermektedir. Saldırılara ancakenternasyonal bir mücadeleyle karşı konulacağıdüşüncesi giderek işçi ve emekçilerin geniş yığınlarıiçerisinde kabul görmeye başlamıştır. İşçi sınıfınınbüyüyen mücadelesi, beraberinde marjinal sektöremekçilerini de sahneye sokmuş, cepheyigenişletmiştir. Buna paralel olarak da dayanışmazemini daha da güçlenmektedir. Hedefin herhangi birsaldırıyla sınırlı tutulmaması ise bugün iktisadizeminde yürüyen mücadelenin siyasallaşmasınınimkanlarını çoğaltmaktadır.

Avrupa’da mücadele büyüyor...24 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/39 * 08 Ekim 2010

Avrupa’da büyüyen mücadeledalgası üzerine...

6 Nisan 2008 / Kadıköy

Page 25: Sİ Kızıl Bayrak 10-39

Fransa’da işçi ve emekçilerin sosyal yıkımsaldırılarına karşı öfkesi dinmiyor. Peşpeşegerçekleştirilen genel grevlerin yanı sıra birçok kesimde özgün talepleriyle sokaklara çıkıyorlar.

Genel grevler CGT, CFDT, CFTC, CFE-CGC,Unsa ve FSU sendikaları tarafından örgütleniyor.

Fransa’daki sendikalar tarafından 2 Ekim günüyapılan genel grev öncesinde sokakları limanişçilerinin grevi ve hemşirelerin eylemleri ısıttı.

Fransa’da 1 Ekim günü grev yapan liman işçileriülkenin güneyindeki Marseille limanını felç ettiler.Eylem nedeniyle, ülkenin en büyük limanındagemiler mal indirip yükleyemedi.

Liman işçilerinin grevi, kentteki petrolrafinelerine de büyük darbe vurdu. Yetkililer, limanagirişlerin kapandığını ve grevin diğer limanlardakiçalışmaları da olumsuz etkilediğini belirttiler.

Grevci işçilerin dayanışma çağrısına, Bordeaux,Nantes, La Rochelle önemli limanlardan da yanıtverildiği için, grev son derece etkili oldu. Limanişçileri, emeklilik yaşının 60’dan 63 çıkartılmasıylailgili emeklilik reformuyla birlikte, limanlarınyönetiminin özelleştirilmesine de karşı çıkıyor.

Sarkozy hükümeti tarafından kendileriyle ilgiliuygulamaya konulan protokole karşı eylem yapanhemşireler de Paris’te tren yolunu kapattı. Trenraylarının üzerinde yapılan eylem nedeniyle Paris ileBatı Fransa arasındaki tren ulaşımı 1.5 saat aksadı.Eyleme saldıran Fransız polisi terör estirdi.Hemşireler yaka paça gözaltına alındı.

Sarkozy hükümeti tarafından uygulamaya konulanprotokolle, anestezi hemşirelerine 5 yıl uzmanlıkeğitimi öngörülüyor. Hemşireler, bu uzmanlıkdöneminin ücretlerine yansıtılmadığını ifade ederekyeni düzenlemeye itiraz ediyorlar.

Lorient’te genel grevFransa’nın Lorient kentinde de binlerce emekçi, 2

Ekim günü emeklilik reformuna karşı grevdeydi.Lorient Belediyesi’nin önünde toplanan 25-30 binkişilik kitle yağmurlu havaya rağmen yürüyüşgerçekleştirdi.

CGT, CFDT, FSU, Solidaires, Unsa, CFTC, CFE-CGC, Unef sendikaları adına yapılan ortakaçıklamada, krizin nedenini kapitalist sisteminoluşturduğunu ve gerçek çözümün çalışmanınuzatılmasından değil, işsizliğin azaltılmasındangeçtiği belirtildi. Öğrenci kortejlerinin de gözeçarptığı dev gösteri belediye binası önünde sona erdi.

Emeklilik reformuna karşı Fransa’nın Bretagnebölgesinin diğer şehirlerinde de yürüyüşlergerçekleştirildi.

Kızıl Bayrak – Lorient/Bretagne Bölgesi -Fransa

Paris’te yüzbinler alandaydıGenel grev çerçevesinde Fransa genelinde 230

ayrı noktada yaklaşık 3 milyon işçi ve emekçialanlardaydı. Ggenel grev kapsamında Paris’tedeeylemler yapıldı.

Republique Meydanı’nda toplanan yaklaşık 300bin işçi ve emekçi, iki koldan Nation Meydanı’nayürüdü. Coşkulu bir atmosferde geçen yürüyüşteöğrenci gençliğin katılımı dikkat çekiciydi.

Paris TKİP taraftarları ise Fransızca olarakyazılmış “Bütün ülkelerin işçileri birleşiniz-TKİP”pankartıyla alandaydılar.

Kızıl Bayrak / Paris

Fransa’da süresiz genel grevhazırlığı

Son 1 ayda üç genel greve sahne olan Fransa’daemeklilik reformuna karşı çıkan milyonlarca işçi veemekçi 12 Ekim günü bir kez ‘şalter’ indirecek.Fransalı işçi ve emekçilerin gündeminde bu kezsüresiz grev olacak.

Metro ve toplu taşıma idaresi RATP çalışanlarısendikası (CGT) Paris metrolarında süresiz grevkararı aldı. CGT, grevin 11 Ekim Pazartesi saat22.30’dan itibaren başlayacağını açıkladı. Grevkararını doğrulayan RATP, İşçi Gücü (FO)sendikasının da süresiz grev kararı aldığınıbelirtti. CGT ve Unsa sendikalarına göre, demiryoluçalışanları eylemin devam ettirilmesinden yana.

İşçi ve emekçiler ayakta! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 25Sayı: 2010/39 * 08 Ekim 2010..

Fransa’da eylemler dalga dalga...

2 Ekim 2010 / Lorient-Bretagne

Altın için öldüler...Sömürüde sınır tanımayan kapitalist sistem,

Nijerya’da marttan bu yana 400 kadar çocuğunölümüne neden oldu. 400 kadar çocuğun, kaçak altınmadeninin sebep olduğu kurşun zehirlenmesindenöldüğü bildirildi.

Birleşmiş Milletler tarafından yapılanaçıklamada, Sınır Tanımayan Doktorlar örgütününHollanda kolunun, 500 kadar çocuğu da kendikliniklerinde tedavi ettiği belirtildi. Çocuklarınçoğunun 5 yaşın altında olduğu belirtiliyor.

Diğer yandan, Zamfara eyaletindeki kirlilik vezehirlenme vakalarının devam ettiği, binlerce kişininrisk altında olduğu söyleniyor.

Bölgede incelemelerde bulunan BM ekibi,incelenen 5 köyden dördündeki içme suyunda yüksekseviyede kurşun buldu. Bölgede, havadaki cıvaseviyesinin de hayli yüksek olduğu ifade ediliyor.Bölgede altın cevheri içeren kurşun, köydeki küçükçocuklar ve kadınlar tarafından işleniyor.

Londra’da metro greviİngiltere’nin başkenti Londra’da ulaşım

sendikaları RMT ve TSSA’nın çağrısı üzerine metroçalışanları 1 günlük greve gitti.

3 Ekim Pazar akşamı başlayan metro grevi hayatıfelç etti. 3,5 milyon kişinin kullandığı metro

ulaşımının durması trafikte de ciddi aksamalara yolaçtı.

Ağırlığını gişe çalışanlarının oluşturduğu 800kişinin işten atılmasına karşı gerçekleştirilen grevkapsamında kentin çeşitli yerlerine, Londra halkını,otomobil ya da bisikletlerini kullanmaya davet edenafişler asıldı.

Londra Belediye Başkanı Boris Johnson iseyaptığı açıklamalarla metro grevinin etkisini kırmayave grevi karalamaya çalıştı. Johnson, grevin, “sosyaldeğil politik amaçlar taşıdığı” iddiasında bulundu.

İngiltere’de “bütçe açığını giderme” gerekçesiyleyaşanan işten atmalara karşı metro çalışanlarıgeçtiğimiz eylül ayının başında greve gitmişti. Metroyönetimi ile yaşanan soruna bir çözüm bulunmamasıhalinde Kasım’da iki grev daha öngörülüyor.

NASA’da kitlesel kıyımAmerikan Havacılık ve Uzay İdaresi (NASA),

1200 çalışanını işten atıyor. İşten atmaların altındaABD Başkanı Barack Obama’nın imzası var. 3 Ekimgünü 19 milyar dolarlık bütçesini onaylamasınarağmen yaşanan kitlesel kıyımı, mekikprogramlarında çalışan 9 bin kişinin işten atılmasıizleyecek. .

NASA’da işten çıkarmalara “bütçe programı vestratejisinin değişmesi” nedeniyle gidildi.

Page 26: Sİ Kızıl Bayrak 10-39

Latin Amerika’da ABD emperyalizmine hizmetetmeyi reddeden yönetimlerin askeri darbeyleyıkılması, 20. yüzyılın ikinci yarısında yaygınlaşanfaşist bir yöntemdir. Bunun son örneği 30 Eylül’deEkvador Devlet Başkanı Rafael Correa’ya karşı, polisve bazı ordu güçleri tarafından yapılan darbe girişimioldu. Honduras’ta Manuel Zelaya’ya karşı girişilendarbenin üzerinden henüz aylar geçmişken Ekvador’dayaşanan olay, “darbeler dönemi sona ermiştir”söyleminin temelden yoksun olduğunu bir kez dahakanıtlamıştır.

Venezüella’dan sonra püskürtülen ikinci darbe…

Darbe girişimi, prim sisteminde yapılmak istenendeğişiklikleri protesto etmek amacıyla yapıldığısöylenen polislerin eylemiyle başladı. Oysa olaylarıngelişimi, esas amacın protesto değil darbe olduğunugösterdi. Prim sistemindeki değişikliğin asker vepolislere tanınan bazı ayrıcalıkları da ortadankaldıracak olması, kolluk güçlerinin hareketegeçirilmesini kolaylaştırmış olsa da, olayların aldığıboyut, CIA’nın paravan örgütleri ile Ekvador’dakiABD işbirlikçilerinin Correa’ya karşı darbe yapmakamacıyla hazırlık yaptıklarını kanıtlar niteliktedir.

Karakolları, kışlayı ve uluslararası havaalanınıişgal eden polis ve askerlerin bazı televizyonkanallarına saldırmaları, ortada bir darbe planıolduğunun somut kanıtları oldu. Kendileriylegörüşmeye gelen Rafael Correa’ya biber gazı sıkanpolislerin, sorunlarını iletmek veya birtakım taleplerdebulunmak gibi bir dertlerinin olmadığı anlaşıldı.Kolluk güçlerinin, darbe girişimine meydan okuyanRafael Correa’yı öldürme girişiminde bulunmaları da,amacın hak talep etmek değil darbe olduğunu gösterenbir diğer kanıttır.

Darbe girişimi, sokaklara dökülen halkın ortayakoyduğu tepki ve bazı askeri birliklerin çabasıylapüskürtüldü. Buna karşın polis saldırısındankorunabilmek için hastaneye sığınmak zorunda kalanCorrea, ancak 12 saat sonra başkanlık sarayından halkaseslenebildi.

Darbe girişiminin püskürtülmesinin hemenardından başkanlık sarayına giderek burada halkaseslenen Correa, kendisini destekleyen halka veaskerlere teşekkür ederken, komplonun arkasında,Washington’la sıkı bağları bulunan sağcı muhalefetlideri Lucio Gutierrez’in olduğunu söyledi.Darbecilerin televizyon kanallarına saldırısı sırasındaçekilen görüntülerde, sözkonusu saldırıyı yönetenkişinin Gutierrez’in eski avukatı olması, Correa’nınAmerikancı muhalefete yönelttiği suçlamanınkanıtlarından biri kabul ediliyor.

Correa’nın hedef alınmasının nedeni, neo liberalpolitikalara ve ülkesi üzerindeki ABD hegemonyasınakarşı çıkmasıdır. Venezüella, Küba, Bolivya gibiülkelerle yakın ilişkiler kurması, Washington’dakisavaş baronlarının hedefi olmasındaki bir diğer önemlietkendir; tersinden ise, Ekvador halkının Correa’yıdevlet başkanlığına seçmesi ve darbe girişimine karşıçıkması da bu aynı nedenlere dayanmaktadır.

2002’de Hugo Chavez yönetimine karşıgerçekleştirilen CIA güdümlü darbenin başarısızlığauğratılması, askeri darbelerin emekçi kitlelerin gücü

ile püskürtülebileceğini kanıtlamıştı. Kendine özgüyönleri olmakla birlikte, Correa’ya karşı girişilendarbenin başarısızlığa uğratılması, bunun ikinci örneğiolmuştur.

Burjuvazi darbesiz yapamaz!

Kapitalist sistemi kutsayan liberallerin öne sürdüğüsafsatalardan biri, askeri darbeler döneminin geridekaldığı iddiasıdır. Oysa sadece son sekiz yılda LatinAmerika’da yaşananlar bile, bu iddiayı çürütmeyeyetiyor.

2002’de Venezüella’da Hugo Chavez’e, 2004’teHaiti’de Jean-Bertrande Aristide’ye, geçen yılHonduras’ta Manuel Zelaya’ya, şimdi de Ekvador’daRafael Correa’ya karşı girişilen darbeler, “kapitalistrejimler demokratikleşiyor” iddialarını çürütüyor. Buolaylar, emperyalist güçler ve işbirlikçileriyle çatışan“seçilmiş yönetimler”in her an askeri darbe ile karşıkarşıya kalabileceklerini gözler önüne seriyor.

Toplumsal muhalefetin güçlü, gerilla hareketlerininyaygın ve etkili olduğu 20. yüzyılın ikinci yarısında,

kıta ülkelerinin tümünde, CIA güdümündeki güçlertarafından askeri darbeler gerçekleştirilmişti. Vahşiişkence ve katliamlarla ilerici-devrimci güçleri ezmeyeçalışan ABD emperyalizmi ile suç ortaklarınınzihniyetinde zerre kadar bir değişiklik olmamıştır.Darbelerin devam etmesi, bunun somut kanıtıdır.

Yağma ve kölelik düzeni kapitalizmin efendileri,şiddeti, halen yönetmenin temel aracı olarakkullanıyorlar. Bu şiddetin askeri darbe boyutuna ulaşıpulaşmaması ise somut koşullarla ilgilidir. Kesin olanşey ise, emperyalistlerle işbirlikçilerinin sefilçıkarlarını korumak sözkonusu olduğunda, askeridarbeler dahil hiçbir şiddetten kaçınmadıklarıdır.Egemenlerin bu tutumu, kokuşmuş karanlıklar düzenikapitalizmin yapısından kaynaklanıyor; zira bu düzeniayakta tutmanın yolu, ancak şiddet ve zorbalıklamümkün olabiliyor.

Ekonomik, sosyal, fiziki, psikolojik vb. şiddetiortadan kaldırmak, tüm bu musibetlerin kaynağı olankapitalizmi yıkıp sosyalizmi kurmakla mümkünolacaktır. Bu, askeri darbelere son vermenin de yeganeyoludur.

Ekvador’da darbe girişimi püskürtüldü...26 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/39 * 08 Ekim 2010

Basel’de Ulucanlar anmasıUlucanlar katliamının 11. yıldönümünde, katliamda şehit düşen devrimciler 3 Ekim Pazar günü İsviçre’nin

Basel şehrinde düzenlenen etkinlikle anıldı. Ulucanlar katliamını ve direnişini unutmamak, unutturmamak hedefiyle düzenlenen etkinlikte katliamda

yaşamını yitiren TKİP Merkez Komite üyeleri Ümit Altıntaş ve Habip Gül’ün yaşamları da anlatıldı. 2007 yılında İstanbul’da gerçekleştirilen Ulucanlar yürüyüşünün video görüntülerinin izlendiği etkinlikte

On’lar şahsında devrim ve sosyalizm mücadelesinde ölümsüzleşenler adına saygı duruşunda bulunuldu.Ulucanlar katliamı ve direnişini anlatmak amacıyla bir konuşmanın da yapıldığı etkinlikte Ulucanlar

katliamını anlatan sinevizyon gösterimi içeriği ve akıcılığıyla ilgi çekti. Yaklaşık 60 kişinin katıldığı etkinlik, devrimci marşlardan oluşan müzik dinletisi ile sona erdi.

Kayseri’de Ulucanlar anmasıUlucanlar şehitleri, katliamın 11. yıldönümünde Kayseri BDSP tarafından düzenlenen etkinlikle anıldı. 3 Ekim Pazar günü Kayseri İşçi Kültür Evi’nde gerçekleştirilen etkinlik Ulucanlar şehitleri şahsında

devrim şehitleri anısına saygı duruşuyla başladı. Anma etkinliğinde yapılan konuşmada, katliamın arka planıanlatıldı. Ulucanlar katliamının tanığı bir BDSP’linin de söz aldığı etkinlikte katliam öncesindeki siyasal süreçve katliamın nasıl gerçekleştirildiği anlatıldı.

Ulucanlar direnişinin önemi ve katliam sırasında sergilenen siper yoldaşlığının da anlatıldığı anmaetkinliğinde sermaye devletinin, Ulucanlar’la beraber vermek istediği mesaja değinildi. Serbest kürsübölümünde tartışmaların yürütüldüğü etkinlik, Kayseri İşçi Kültür Evi müzik grubunun devrimci türkü vemarşlarıyla sona erdi.

Kızıl Bayrak / Basel-Kayseri

Ekvador’da darbe girişimi püskürtüldü...

Page 27: Sİ Kızıl Bayrak 10-39

Bu yıl 9.’su düzenlenen Mücadeleci KadınlarKonferansı (Fraun Ratschlag) 1-3 Ekim tarihleriarasında Düsseldorf Heinrich Heine Üniversitesi’ndegerçekleştirildi. Bu sene konferansa dört kıtadan 31uluslararası delege katıldı. Konferansa katılımın sayısıüç gün boyunca 1500’ü buldu. Türkiyeli ve Kürtkadınlarının katılımı oldukça dikkat çekiciydi.

2011 yılında Venezüela’da düzenlenecek olanDünya Kadınlar Konferansı’na ön hazırlık niteliğindeörgütlenen etkinliğin ilk günü, uluslararası delegelerinkendilerini tanıtmalarıyla başladı. 30 ayrı ülkedengelen delegelerin tanıtımlarının ardından,delegelerin ülkelerindeki kadın sorununa ilişkinverdikleri bilgi doğrultusunda hazırlanan sinevizyongösterimi izlendi.

Öğleden sonraki bölümde çeşitli konulardaforumlar düzenlenirken, aynı zamanda uluslararasıdelegelerin kadın sorununa bakışlarını ve çözümönerilerini dile getirdikleri geniş bir toplantıgerçekleştirildi.

Uluslararası delegelerin de yer aldığı geneltoplantı, konferansın ikinci gününde sabah saatlerindegerçekleştirildi. 9.30-12.30 arasında gerçekleştirilentoplantıda öncelikli olarak Dünya KadınKonferansı’na yönelik hazırlıklar değerlendirildi.Daha sonra öneri ve kararlar bölümüne geçildi.

Dünya Kadın Konferansı’nın da tartışma konularıarasında yer alan; “Kadın üzerinde çifte sömürü”,“Kadın ticareti”, “Göçmen kadın ve ırkçılık”, “Kadınhareketi”, “Savaş ve özgürlük mücadelesinde kadınınrolü”, “Çalışan kadın ve ayrımcılık”, “İşçi kadın”,“Aşırı üretim dünyasında çevre, sağlık, tarım, açlık veyetersiz beslenme” gibi başlıklı forumlar iki günboyunca yapıldı.

BİR-KAR Kadın Komisyonu, konferansın önçalışmasında yürüttüğü etkin çalışmayı Politik KadınKonferansı’na da yansıttı. Komisyon, Hollanda veAlmanya’dan iki delegeyle konferansa katılım sağladı.BİR-KAR Kadın Komisyonu, konferanstan, oldukçaönemli, olumlu deneyimler kazanarak çıktı. Yerlikadın örgütleriyle farklı düzeyde ve alanlarda çalışmaimkanı bulabildi.

Bu konferansta dikkat çeken gelişmelerden biri de,Hollanda’dan delege olarak gelen Türkiyeli birkadının milliyetçi ve ırkçı söylemleri oldu.

Dünya Kadın Konferansı’nda temsil edilecek 5delegenin seçimi yapıldı. Bir sonraki, 2012 tarihindegerçekleştirilecek olan Politik Kadın Konferansı’nınHazırlık Komitesi belirlendikten sonra konferansprogramı, “Yaşasın enternasyonal dayanışma!”sloganıyla son buldu.

BİR-KAR Kadın Komisyonu

Dünyadan... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 27Sayı: 2010/39 * 08 Ekim 2010

Stuttgart S21 eyleminde polis terörüAlmanya’da tarihi Stuttgart tren garının yıkılmasını

içeren “S21” adlı yıkım projesine karşı gerçekleştirilenprotesto gösterisinde 30 Eylül günü polis terör estirdi.Garın hemen yanındaki Schlosspark Meydanı’ndageceli gündüzlü nöbet tutan kitleyi ziyarete gelen 1000kişilik öğrenci grubuna polis saldırdı.

Meydanda bulunan kitleye yaşlı, kadın, çocukdemeden saldıran Alman polisi bir taraftan gözyaşartıcı gaz kullanırken diğer yandan da tazyikli su,cop ve sopalarla saldırarak terör estirdi.

Sermayenin kolluk güçlerinin saldırısı sırasında 10-15 yaş arası yaklaşık 100 çocuk yaralandı. 1 eylemcikafatasına aldığı darbe nedeniyle yaralanırken 1eylemci de gözünden ağır yaralandı. Yine, polissaldırısı sonucunda onlarca kişi vücutlarının çeşitliyerlerinden yaralanarak hastaneye kaldırıldı.

Eylemciler, kesilecek yüzlerce ağacın üzerinde yuvakurarak nöbet tutarken Alman polisi ise yıkılacak ağaçların bir bölümünü 30 Eylül günü demir bariyerlerleçevirdi.

Ağaçların üzerindeki eylemciler, vinçlerle zor kullanılarak aşağıya indirildi ve gözaltına alındı. Bu haberiduyan Stuttgart halkı Schlosspark’a akın etti. Binlerce yaşlı, genç polisin saldırısına karşı tepkilerini gün boyusürdürerek geç saatlere kadar alandan ayrılmadı. Eylemciler, sabahlamak üzere bekleyişlerini sürdürdüler.

Tüm bunlar yaşanırken, aylardır kürsülerden nutuk atan partilerden (SPD, Yeşilciler-Sol Parti) ses çıkmadı. 1 Ekim günü ise S21 projesine ve polis terörüne karşı onbinlerce Stuttgart`lı alanlara çıktı. Schlosspark

Meydanı’nda toplanan kitle öfke doluydu. Alanı dolduran emekçiler, gençler, çocuklar ve kadınlar canlısloganlarla hükümeti ve polis terörünü lanetledi. Eyalet Başkanı Mappus’un derhal istifa etmesi istendi.Eylemdeki konuşmalar polis terörünü hedef aldı. Kitlenin yürüşe geçmesiyle Stuttgart sokakları tam bir karnavalalanına dönüştü. Her ulustan insanların içinde olduğu yürüyüşte zaman zaman “Yaşasın enternasyonalizm!”sloganları atıldı. Alman ilerici grupların oluşturdukları güçlü kortejler ve taşıdıkları düzeni hedefleyen pankartlardikkat çekti. Kitle yoğun “güvenlik” önlemlerinin alındığı parlamento binasına yürüyerek hükümeti ve polisterörünü protesto etti. Binlerce polisin geri çekilerek beklemesi ve yıkıma ara vermesi ise dikkati çekti.

Kızıl Bayrak / Stuttgart

Avrupa’da ırkçılık yükseliyor

Resmi ırkçılığı ve yabancı düşmanlığını körükleyen yasal düzenlemelerin gündemde olduğu Fransa’da,Romanların sınırdışı edilmesini sağlayacak olan yeni bir yasa tasarısı onaylandı. Bununla da yetinmeyen Fransızsermaye devleti bugünden itibaren Bulgaristan ve Romanya’ya sınırdışı edilen Romanların parmak izlerini alacak.

Göçmenlerin vatandaşlıktan çıkarılmasını kolaylaştıran yasa tasarısının kritik bir maddesini onaylayan FransızMeclisi, tasarının tamamını 12 Ekim’de görüşecek. Tasarı, Senato’dan onay almasının ardından yasalaşacak.Genel Kurul’daki oylamada “güvenlik güçlerini ve yargı mensuplarını öldürmek suçlarından mahkum olan ve 10yıldan az süredir vatandaşlık statüsüne sahip göçmenlerin bu hakkının elinden alınmasını öngören madde” 57’yekarşı 75 oyla kabul edildi. Tasarı, Senato’dan onay almasının ardından ise yasalaşacak.

Diğer yandan Fransa Göçmenlik Bakanlığı, bugünden itibaren Bulgaristan ve Romanya’ya sınırdışı edilenRomanların parmak izlerini alacaklarını duyurdu.

Fransız bakanlık yetkilileri, “kendilerine vaat edilen bir miktar parayı alarak Fransa’dan ayrılan Romanların,bir süre sonra tekrar bu ülkeye dönerek bir kez daha ayrılma parası almasını önleme” adı altında ırkçı-ayrımcı

uygulamalarından birine daha imza attı.

“Özgürlükler ülkesi” ve “sosyal demokrasinin beşiği” olarak nitelendirilen İsveç’te ırkçılık ve yabancıdüşmanlığının yükselişe geçmesi burjuva demokrasisi altında ırkçı-faşist eğilimin her an güçlenebileceğinigösterdi.

İsveç’te yapılan seçimlerde yüzde 5.7 oy alarak, barajı aşan yabancı karşıtı İsveç Demokrat Partisi’nin, ilk kezmeclise girmesi protestolarla karşılandı.

Irkçı partiye üye 20 milletvekilinin yemin töreni öncesi İsveç’in başkenti Stockholm’deki Sergel Meydanıgösterilere sahne oldu. Yaklaşık 5 bin kişi ırkçılığı protesto etti.

“Kahrolsun ırkçılık, İsveç’te ırkçı partilere yer yok, İsveç Demokratları defol” sloganları atan protestocularGöteborg ve Malmö kentlerinde de gösteriler düzenlediler.

"Nükleer santraller kapatılsın!"Almanya'da nükleer santrallerin kapanma sürelerinin uzatılma kararına karşı Stuttgart şehrinde 6 Ekim günü

bir eylem gerçekleştirildi.Çevre dernekleri, nükleer karşıtları ve sol siyasi partinin desteklediği eylem Schlossplatz'da başladı. Yapılan

konuşmalarda, yönetimde bulunan hükümetin (CDU-CSU ve FPD) istifası ve nükleer santrallerin derhalkapatılması istendi.

Ardından meclise doğru yürüyüşe geçen 7 bini aşkın kişi, meclisin etrafında zincir oluşturdu. Kitle sık sıkBaden Württemberg Başbakanı Stefan Mappus'un istifasını, nükleer santrallerin derhal kapatılmasına yöneliksloganlar attı. Saat 19.00'a kadar süren eylem tam bir karnaval havasındaydı.

Mücadeleci KadınlarKonferansı yapıldı

Page 28: Sİ Kızıl Bayrak 10-39

İnsanlık için ne acıklı bir haldır ki, bugünkü dünyaharitasındaki sınırlar hümanizm ve kardeşlik bağlarıile değil, kaba güçle yani zorbalıkla çizilmiştir. Kimdaha çok zorba ve kan dökücü ise o daha çok paysahibi olmuştur dünya haritasında. Fetihçilerinbinlerce yıl hücum edip kana buladıkları yaralı Aniharabeleri geçen hafta çağdaş bir fetihçiyi, MHP genelbaşkanı Devlet Bahçeli’yi ağırladı. Devlet Bahçeli,“Gerekirse fetih için yeniden yollara düşeriz.”deyince,

insanlığa karşı suç işliyor diye kıyamet kopmalıydı,ama öyle olmadı.

Bilindiği gibi Ani, tarihte bir Ermeni kentidir. M.Ö.549’larda Perslerin hakimiyetine girince İmparatorDarius zamanında Armenia adıyla eyalet olmuştur.M.S. 1021 yılında Bizans İmparatoru Basileos’unhakimiyetine geçmiş, 1064 yılında da Selçuklu SultanıAlparslan tarafından fethedilmiştir. Bu fethinüzerinden 1050 yıl geçtiği halde hala fetihlerden söz

edilebilmesi ve bu çağrıların alkış alması tüm insanlıkiçin hazin bir durumdur. Çünkü fetih ve işgal insanlığakarşı işlenebilecek en ağır suçlardandır. Gasptır, savaş,kan ve ölümdür.

Dünyanın acil olarak yeni bir çağa, hümanizm veözgürlükler çağına ihtiyaç duyduğu bu zamankavşağında fetihçi naraların hala prim yapması insanıniçini acıtıyor, ümitlerini kırıyor. Bizim gelecekkuşaklara bırakacağımız en değerli miras, hümanizmlebezenen bir kardeşlik tarihidir. Başkasının evine zorlagirip katliam yapmakla fetih ve işgal arasında hiçbirfark yoktur. Bir katiller sürüsünün gecenin birvaktinde ellerinde kanlı baltalarla evimizin kapısınıkırarak bizi çoluk çocuk demeden katletmeleri veevimizi işgal etmeleri neyse, yabancı bir komutanınazgın ordusuyla girdiği masum toprakları (ülkeleri)kana bulayarak fethetmesi de odur. İnsanlığın binlerceyıllık tarihinden de anlaşıldığı gibi, başka ülkeleriilhak ederek semiren komutanlar ve devlet adamlarıkendi halklarına da kan kustururlar. Ne yazık kihalklar da çok kez o zalimleri alkışlayarak bilmedenkendilerini prangaya vururlar

Gazeteler Devlet Bahçeli’nin namaz kıldığı tarihikentin bitişiğindeki Ani Köyü’nde su olmadığını,köylülerin 5 kilometre uzaktaki dereden eşeklerle sutaşıdıklarını yazdı. Haberin içinde Bahçeli veberaberindekilerin abdest almaları için Kars’tantankerlerle su taşındığı da yazılıydı. Belli ki, bin yılönceki o dillere destan fetih halkın hayatında hiçbirinsani iyileştirme sağlayamamış. Milliyetçilik her nekadar ince bir kurnazlıkla halk severlik diye insanlarayutturulsa da, aslında halkları esaret altına almanınideolojisidir. Söylendiği gibi milliyetçilik halk severlikolsaydı Bahçeli ve partisinin milletvekilleri, eşeklerlesu taşıyan Ani Köyü’nü o müzmin cefası ile baş başabırakıp Ankara’daki rahat hayatlarına dönmezlerdi.Kars belediyesi yakın zamanda MHP’nin elindeydi.MHP bir dönem hükümet ortağıydı ve son üç seçimdirKars’tan milletvekilliği kazanıyor. Ama damarlarınasürekli milliyetçilik şırınga edilen ve şimdi bir Türkköyü olan Ani köyü bu çağda hala eşek sırtında sutaşıyor.

Bahçeli’nin Ani harabelerinde fethi övenkonuşması beni nedense çocukluk günlerime götürdü.Köyümüzde Bego ve Hemid adında ünlü iki hırsızvardı. İkisi de çok yakın akrabamızdı. Ama ben onlarıyoksulların canını acıttıkları için hiç sevmezdim.

Bego amca ile Hemid amca zenginlere ilişmeyigöze alamazlardı, ama yoksullara karşı çokkorkusuzlardı. Geceleri gidip komşu köylerden hayvançalarlardı. Hayvanları çalınan zavallı insanların ertesigün nasıl feryat ettiklerini duyar kahrolurduk.Digor’un Zıbıni (Varlı) Köyü’nde tek bir ineği olanyaşlı Zezé, bir kış günü ineği çalınınca aylar boyuağlamış, sonra da hastalanıp ölmüştü. Bu hazin olayıduyunca Bego amca ile Hemid amcaya duyduğumtiksinti daha da alevlenmişti.

Fetihçiler egemenliklerini perçinlemek için nasıl kibaşka halklar gibi kendi halklarını da acımasızcaeziyorlarsa, bizim ünlü hırsızlar da kendilerine enyakın insanlara bile zarar vermekten çekinmezlerdi.Öyle ki o çocuk halimle ben bile Hemid amcanınhışmından kurtulamamıştım. Herhalde dört-beşyaşındaydım. Evimize misafirliğe gelen bir amcaakşamüzeri bana bir lira harçlık verdi. O bir lira benimiçin büyük bir servetti. Gece ertesi gün bakkaldan

Kilisede fetih namazı28 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/39 * 08 Ekim 2010

Kilisede fetih namazıMahmut Alınak

Kızıl Bayrak gazetesine PKK propagandasından ceza

Kızıl Bayrak gazetesinin Yazı İşleri Müdürü Ayten Özdoğan, AKP’nin Kürt açılımını eleştiren bir yazı ileKCK’nin Kürt siyasetçilerine meclisten çekilme çağrısını yayınladığı için İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesitarafından 1,5 sene hapis cezasına çarptırıldı. Özdoğan, “Mahkemenin derdi Kürt halkıyla eylemli dayanışmave Kürt halkının devrimci mücadeleyi büyütmesidir” dedi.

Kızıl Bayrak gazetesinde Binali Soydan tarafından kaleme alınan “Kürt halkıyla eylemli dayanışmayıyükseltelim” başlıklı yazıda yer alan “Sermaye iktidarının yürütme organı AKP hükümetinin başlattığı KürtAçılımı hamlesinin ilk etabı fiyasko ile sonuçlandı. Abdullah Öcalan’ın koşullarının ağırlaştırılması, DTP’ninkapatılması, Kürt çocuklarının tutuklanması, düzen sözcülerinin Kürt halkına kin kusan demeçleri... tümbunlar devletin Kürt halkını yok sayan Kürt açılımı söyleminin kofluğunu kısa sürede gözler önüne serdi”ifadeleri İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından “PKK-KONGRA GEL örgütü propagandası” olarakyorumlandı.

İddialar kapsamında KCK’nin DTP’ye meclisten çekilme çağrısı yaptığı yazı da delil olarak gösterilerekKızıl Bayrak Yazı İşleri Müdürü Ayten Özdoğan 1,5 sene hapis cezasına çarptırıldı.

Özdoğan’ın böyle bir suçlamayla mahkeme edilmesi Türkiye’deki ifade özgürlüğüne tahammülsüzlüğü birkere daha gözler önüne serdi.

Kendisine yönelik verilen hapis cezasını değerlendiren Özdoğan, mahkemenin bu tutumuyla Kürt halkıylaeylemli bir dayanışmadan duyduğu korkuyu gösterdiğini söyledi.

Mahkeme bilinçli bir politik kaygıyla hareket ediyor

Karara gerekçe olan KCK’nin DTP’yi meclisten çekilmeye çağırması konusunda da konuşan Özdoğan“Diğer yazının özelliği ise KCK’nın açıklaması olması değil, çünkü gazetemiz KCK’nin başka açıklamalarınada yer vermektedir. DTP’nin kapatılmasından dolayı yapılan meclisten çekilme çağrısıdır. Bu çağrı, Kürthalkının kurulu düzenden uzaklaşması anlamına geldiği için büyük bir korku yaratmıştır. Dolayısıylamahkemenin derdi Kürt halkıyla eylemli dayanışma ve Kürt halkının devrimci mücadeleyi büyütmesindendolayıdır. Bu mahkemenin bilinçli bir politik kaygıyla hareket ettiğini göstermektedir’’ dedi.

“12 Eylül anayasasından kurtuluyoruz”, “demokratikleşiyoruz” diyenlerin yalan söylediğini vurgulayanÖzdoğan, “AKP’yi bu söylemlerde samimi bulanlar dönüp sosyalist basına yapılanlara baksınlar. Ama budevletin temsilcileri ve yardakçıları zaten devrimci basın mensuplarını terörist olarak görüyor. İşte geçtiğimizgünlerde Arınç’ın yaptığı açıklama ortada. Onlar gazeteci değil terörist mealinde sözler sarf etti bu azılıdevrim düşmanı’’ diye konuştu.

AKP’nin ve düzen güçlerinin kendilerine göre bir demokrasi inşa ettiği verilen bu kararlarla ve yapılankeyfi tutuklamalarla bir kez daha gözler önüne serildiğini belirten Özdoğan, “Ağızlarında demokrasisözcüğünü düşürmüyorlar ama konu devrimci güçler olduğunda baskı ve terörde sınır tanımıyorlar. Devrimcive sosyalist basın susturulmaya, susturamadıkları yerde ise mahkemeleri ve hapishaneleri devreye sokuyorlar.Buna şaşırmıyorum elbette. Sonuçta AKP’nin mayasında devrim ve sosyalizm düşmanlığı var. Bugünkü ilerikadroların hemen hepsinin zamanında ‘6. Filo defol!’ diyen devrimcilerin kanını döktüğünü biliyoruz. AKP,devrimciler ve sosyalistlere karşı devletin geleneksel baskı ve terör politikasını paylaşıyor” dedi.

‘Kürt halkının meşru taleplerini destekleyeceğiz !’

16 yıldır yayın hayatını sürdüren Kızıl Bayrak gazetesinin geçmişte de birçok baskıya maruz kaldığınıbelirten Özdoğan şu anda gazete hakkında açılan 11 ayrı davada toplam 3 yıl 9 ay hapis cezası istendiğinianlattı. Bu davalarda da gazetede yayınlanan TKİP açıklamaları ve bazı haberler delil gösteriliyor.

Kızıl Bayrak gazetesinin, tüm bu teröre rağmen asla boyun eğmediğini ve yayın çizgisinden tavizvermediğini hatırlatan Özdoğan,’’Gazetemiz bildiği yolda başı dik yürümeye devam etti, bundan sonra da dikyürüyecek. Kürt halkının haklı ve meşru talepleri uğruna yürüttüğü mücadelesinde taraf olmayı sürdürecek,çürümüş kapitalist düzene ve devletine boyun eğmeyecektir’’ diye konuştu.

ANF – Zeynep Kuray / 06.10.10

Page 29: Sİ Kızıl Bayrak 10-39

alacağım Besni üzümlerini hayal ederek uyudum.Sabah uyandığımda sevinçten kabıma sığmıyordum.Bakkala gitmek için tam dışarı çıkacaktım ki, Hemidamca içeri girdi. Elimde okşayıp durduğum demirparayı görünce gözleri parladı. İçimi okumuş gibi,parayı ver gidip sana bakkaldan üzüm alayım dedi.Üzüm lafını duyunca, parayı tutan elim safça Hemidamcaya uzandı. Hemid amca yüzünde kaypak birsırıtmayla parayı alıp kapının arkasında kaybolurken,ben az sonra kavuşacağım üzümlerin sevinciylehavaya zıplıyordum.

İçimde burgu gibi dönen bir tedirginlikle akşamakadar Hemid amcayı bekledim. Gelmedi. Geceyi, yaHemid amca hiç gelmezse diye yatakta huzursuzca birsağa bir sola dönerek geçirdim. Sabah ruhumutırmalayan korkularla kalktığımda çok mutsuzdum.Toprak damlı evimizin kapısı her açıldığında Hemidamcadır diye kalbim yerinden kopacakmış gibiçarpıyordu. Ümidim tükenince yanık yanık ağlamayabaşladım. Annem neden ağladığımı sorunca, Hemidamcanın paramı aldığını söyledim. Annem söylenerekdışarı çıktı ve on, on beş dakika sonra yarım asrı aşkınbir zamandır gözümün önünden hiç gitmeyenyusyuvarlak yeşilimsi bir gülsuyu şişesi ile geri geldi.Hemid amca üzüm yerine bana gülsüyü aldığınısöylemişti. Allah’ım, gülsuyu ne yenilir, ne de içilirdi.Üstelik kolonya gibi de kokmuyordu. Perişanolmuştum. Nasıl, nasıl ağlamıştım anlatamam.

Hemid amca aklımı kolaylıkla çelmiş, yakınakrabası olan el kadar bir çocuğa bile zarar vermektençekinmemişti. Onca ağlamam ve dövünmem onun hiçumurunda olmamıştı.

Çağdaş fetihçiler de tarihteki fetihçiler gibimilliyetçilik kalkanının arkasına saklanıp kendiçıkarlarını halkın çıkarıymış gibi göstermektemahirdirler. Sıra halk için bir şeyler yapmaya gelincearkalarına bakmadan sıvışıp giderler.

Devlet Bahçeli Ani’den sonra gittiği Ermenistansınırındaki Alican Kapısı’ nda fetih ve milliyetçiliknutukları atarken, Ani köylüleri beş kilometreuzaklıktaki dereden eşek sırtı ile kan ter içinde sutaşıyorlardı. Digor’un Ermenistan sınırındaki köyleron yıllardır lağımın aktığı dereden su içerek Ani ileaynı acı kaderi paylaşırken, Başbakan Recep TayyipErdoğan televizyonlarda Ani’ye asfalt yol götürmeklecaka satıyordu.

* Eski DEP Milletvekii([email protected]ım)

Hemen hemen herkesin, her yerde, cidditartışma ve “dost sohbetlerinde” sorduğu soru bu...Son dönemlerde yapılan tartışmalar, “görüşme”veya “müzakereler”, iç ve dış “temaslar”, Kürdistansorunu ekseninde bazı gelişmelerin olabileceğibeklentisini, “umudunu” yaratmış, bu doğrultudakafalarda soruların oluşmasına vesile olmuştur.

“Bir şey çıkar mı?” Bu sorunun kesin yanıtı yokveya herkesin anlayış ve beklentisine göre bir yanıtıvar. Bize göre, beklentilerin tersine yakın gelecekte“bir şeylerin” çıkmayacağı yönündedir. TC’niniflah olması mümkün mü? Ya da ne kadar?

Aslında ortada tam anlamıyla birçok paradoksvar. Hem Türk devleti, hem de PKK açısından...

Hemen hemen her çevre ve kişinin kabul edipdeğerlendirdiği gibi, Türk devleti, “askeri çözüm”konusunda tam anlamıyla bir başarısızlığı,çözümsüzlüğü ve açmazı yaşıyor. Açmaz, saltaskeri değil, aynı zamanda ideolojik ve politiktirde! Askeri başarısızlığı temellendiren de buideolojik ve politik başarısızlığın kendisidir!

Açıkçası resmi çizgi, Kürtleri inkar ve imhaideolojisi ve politikası iflas etmiştir. Var olan çizgive politik-pratik uygulamalarla sonuç almakmümkün değildir; bunu resmi ağızlar, onların“sivil” sözcüleri açıkça teslim etmek durumundakalıyorlar...

Bir an önce başka yöntem ve politikalar devreyesokulmazsa sorunun daha da ağırlaşacağını,karmaşık boyutlar kazanacağını, faturanın daha dabüyüyeceğini, “Kürt tarafının çıtasının” dahayükseleceğini itiraf etmekten geri durmuyorlar...

Bununla birlikte ciddi bir paradokstan dakurtulamıyorlar. “Çözümün” içeriği, sınırları veana başlıkları nedir sorusuna yanıt vermekte büyükgüçlükler yaşamadan edemiyorlar.

“PKK sorununun çözümünde kilit nokta, af veÖcalan’ın durumudur”, bu konuda net ve cesur birtavırları olacak mı?

Kürt sorununun dillendirilen düzen içi“çözümünde” kilit noktalar birden çoktur. Anadildeeğitim, Kürtçe’nin “resmi yaşama” girişi ve oalanda tutacağı yer; Kürt kimliğinin açık ve netolarak anayasaya girişi ve yerel yönetimlerigüçlendirmeyi heddefleyen “Demokratik Özerklik”konularında nasıl bir görüş ve tutumungeliştirileceği konuları kocaman sorular olarak ortayerde durmaktadır; bu konuda ortaya çıkan işaretlerpek “umut verici” değildir!

Ancak bu önemli sorulara rağmen resmi çizgi veuygulamaların iflasının tartışılması, bunun ifadeedilmesi önemlidir, bakış açılarında sömürgeci,egemen ve üstenci yaklaşım ve “ruh”, varlığınıbütün ağırlığıyla devam ettirmesine rağmen varolan tartışmalar, hem bir çıkmazı, hem de birarayışı anlatıyor!

Öte yandan devlet, bir yandan İmralı’da belli bir“görüşme sürecini” devam ettirirken, yani “çözüm”yönünde belli işaretler verirken, bir yandan da“Güvenlik tedbirlerini” geliştirmekten de geridurmamaktadır. Diğer sömürgeci devletlerle artangörüşme trafiği, Güneye askeri müdahaletezkeresinin yenilenmesi doğrultusunda atılanadımlar ve “içte” aralıksız devam edenoperasyonlar, bunlardan sadece bir kaç örnek olaraksayılabilir.

Aslında bu, bir çelişki değildir. Birbirinitamamlayan unsurlardır. Öyle de olsa yine de biraçmazı, resmi çizgi ve pratikte, aynı anlama gelmeküzere çıkmazda ısrarı, “politik çözüm” konusundakitereddüt ve ikiyüzlülüğü yansıtmaktadır.

PKK açısından da açmazlar, paradokslar var.TC’nin esnemez ve kendisini düzenlerine kabuletmedeki açmaz ve sindirimsizliği, PKK’nin varolan çizgi ve programını sayısız kez açmazla karşıkarşıya bırakmıştır. Bazı bazı TC’nin “Akiladamları”, “1999-2004 yılları, bizim için büyük birfırsattı, bu dönemde bazı adımlar atılsaydı, PKKsorunu büyük ölçüde çözülürdü, ama bu fırsatdeğerlendirilmedi” derlerken, bir yandan TC’ninaçmazını, aynı zamanda da PKK resmi çizgisininaçmazını anlatıyorlardı.

TC, en sıradan istem ve düzene bağlanmaistelerini reddederken PKK resmi çizgisini zorasokuyor, buna karşılık özünde devrimci olan Kürthalk dinamiğinin daha da radikalleşmesine etkidebulunuyordu. Sayısız kez ortaya çıktığı gibi, Kürthalk direnişi ne TC’nin düzen sınırlarına, ne deİmralı çemberine sığmaktadır, her ikisini de aşanözellikler taşımaktadır. Bunun en somut örneğiHabur karşılaşmasıdır. Ellerinde “Türkiyedemokratik ulusunun bir parçası olma” kararıylagelen grubu, “Zafer” heyecanı ve coşkusuylaalgılamıştır. Bu algılayış ve kutlayış, hem“Açılımın” sonunu getirmiş, hem de “DemokratikTürkiye ulusu” safsatasının iflasını belgelemiştir!

Bugün özünde, TC’nin resmi çizgisinin açmazve paradokslarını etkin bir biçimde tartışma konusuyaptıran da anılan bu Kürt halk dinamiğinden başkabir şey değildir!

Bu dinamik, hem TC’yi “çözüme” zorlayanetken, hem de en büyük korkusudur! Korkuları, “yaatılacak adımlar işe yaramazsa” noktasındadüğümlenmektedir!

Bu devrimci dinamik, İmralı’nın en temel vebüyük “kozu” niteliğindedir! İlginçtir, bu dinamik,tek kişiye dayalı Öcalan iktidar sisteminin daha daderinleşmesinde kullanılan en temel güçkaynağıdır! Bu da anılan dinamiğin paradoksudur!

Bütün bu paradokslar birliktedeğerlendirildiğinde “Bir şey çıkar mı” sorusununyanıtı da önemli ölçüde açığa çıkmış olur!

5 Ekim 2010

Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 29Sayı: 2010/39 * 08 Ekim 2010

“Bir şey çıkar mı?”M.Can Yüce

“Bir şey çıkar mı?”

Page 30: Sİ Kızıl Bayrak 10-39

Merhaba dostlar, yoldaşlar;Hepinizi Sincan 1 No’lu F Tipi Hapishanesi’nden

tüm devrimci coşkumuzla selamlıyoruz. Düzen kendiaçmazlarından çıkabilmenin yolunu, her zaman faturayıişçi-emekçilere keserek, onları peşinden sürükleyerekbulmuştur. İnsanlık dışı sömürüye ve sefalet koşullarınakarşı kurtuluşun tek yolu olan işçi-emekçilerin ayağakalkmasını sağlayacak, onlara yön gösterecek öncüleridüşmana korku salmıştır her daim. Çünkü burjuvazikendi geleceğini, sonunu görmektedir onlarıngözlerinde. Ayağa kalkmış milyonların gücünün nelerekadir olduğunu görüp korkmaktadır. Tek başına da kalsabaşı dik olanların gözlerinde...

Bu yüzden, “içeriyi kontrol altına almadan, dışarıyıkontrol altına alamayız” deniyordu 11 yıl önce. İşçi-emekçilerin öncülerinde cisimleşen, hayat bulan sınıfkini ve proleter iradeye çarptı, bu kontrol altına almaçabası. Ölümün karşısında halaya duranlar haykırdılarhep bir ağızdan “Hayata Dönüş” operasyonunun provasıkarşısında: Sizin vaat ettiğiniz kapitalist hayatadönmeyeceğiz diye. Teslim olmadılar. Nasıl yaşadılarsael ele, omuz omuza, yârin yanağından gayrı paylaşarakher şeyi ve yürekleri mücadelenin ateşiyle beslenerek,öyle de kucakladılar ölümü, yarına giden yolda bir adımöne çıkıp yolu aydınlatarak.

11 yıl öncesinden bugün akıllarda kalan ölümdeğildir; aksine yaşamak ve yaşatmak için ne kadardirenilebileceğidir, iradedir, yaşama isteğidir. 11 yılönce sermayenin başkentinde “hayata” döndürülmeyeçalışılanlar için inşa edilmiştir bu duvarlar. Duvarlarınher iki tarafında da sınıf çatışması sürmektedir, sınıflarvar olduğundan beri. Fabrikada, sokakta, okulda…Nasıl iki sınıfın iradesi çarpışıyorsa göğüs göğüse; öyleçarpışmaktadır Sincan’da dört duvar arasında da.

Sınıf çatışmasının keskinleştiği, işçi sınıfının lehinebir seyir izlediği bir yerde tutuklamalarla dakarşılaşılmaktadır. Sınıf mücadelesi bugün sermayeninbaşkentinde sınıf devrimcileri için Mamak Kültür-SanatFestivali’nde Mamaklı işçi-emekçilerle buluşmak, işçidirenişleriyle nefes alıp vermektir. TEKEL direnişindeolduğu gibi. Ve her çabaya, başarıya cevap kelepçelerleverilmeye çalışılmaktadır. Ancak, her zaman olduğugibi Sincan’a gelişte de, buradan çıkışta da temelbelirleyici sınıf mücadelesinin seyridir.

Bugün, bu seyri; UPS işçilerinin direnişi, tek başınada olsa direnmesini bilen işçi kardeşimiz, ablamız,anamız Türkan Albayraklar, tersaneler cehennemindekendi elleriyle cenneti kurmak için kolları sıvayanlarıniradesi Zeynel Kızılaslanlar belirlemektedir. Bu sınıfmücadelesinin büyütülmesinden geçmektedir.Özgürlüğün, sömürüsüz bir dünyanın ve zindanlarınyıkılmasının yolu...

“İçeri”de gözüyle değil, yüreği ve bilinciylebakabilenler beyaz duvarlarda görecektir tüm bir direniştarihini, işgalleri, grevleri, iradeyi. Bakamayanlarısaracaktır o dört, beyaz duvar. Ancak, yüreği vebilinciyle geleceğe bakanların gözlerindeki kızıllıkboyayacaktır beyaz duvarları, kızıla.

11 yıl önce düşündüğü gibi yaşamayı bilen, sınıfçatışmasının doğru bildiği safında, proleter saflardamücadele ederek yaşayanlar, yaşadıkları gibi de ölmemutluluğunu yaşadılar. Kimileri onlar için çok ağırbedeller ödediklerini söyledi. Ancak bahsettikleri sadecefiziki bedellerdi. Peki doğru bildiği gibi, düşündüğü gibikendi sınıfının çıkarları için yaşamamanın bedeli çok

daha ağır değil midir?Bir insan göz bebeğinde geleceğin çelik parıltısını

taşıyarak yaşamanın mutluluğunu hangi ihtişama, hangimülkiyete, burjuva mutluluğuna değişebilir? Hem debunu, insanın en doğal davranışı görerek. 11 yıl önce busorulara verilen cevapları dost düşman gördü, yaşadı.Aynı cevapları vereceklerle, omuz omuza el elekucaklayacağız geleceği. Habip ve Ümit’in gözbebeklerindeki dünyayı kuracağız.

Devrimci selamlarla…Onur İnce

Sincan 1 No’lu F Tipi Cezaevi

BDSP’li tutsaklardan...j30 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/39 * 08 Ekim 2010

“Habip ve Ümit’in göz bebeklerindekidünyayı kuracağız!”

Devrimci sosyalist basın Arınçlar’ınyüreğine korku salmaya devam edecek!Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin düzenlediği Babıali Şenliği’nin üçüncüsü kısa bir süre önce

gerçekleştirildi. Şenlikte gazetecilerin karşı karşıya bulunduğu birçok sorun gündeme geldi. Öne çıkankonulardan biri de tutuklu ilerici, devrimci ve sosyalist gazetecilerin durumuydu.

Şenlikte konuşan TGC Genel Başkanı Orhan Erinç, birçok gazetecinin hala parmaklıklar ardındabulunduğunu, Avrupa ülkeleri arasında en fazla gazetecinin cezaevlerinde yattığı ülkenin Türkiye olduğunu,bu konuda AKP hükümetinin çözüm üretmesi gerektiğini ifade etti. Erinç’in ardından kürsüye çıkan BülentArınç ise, Erinç’in, ‘birçok gazeteci cezaevinde yatıyor’ sözlerine göndermede bulunarak devrimci-sosyalistbasına kinini kustu.

Gazeteciler hakkında 5 bin ya da 10 bin açılmış dava bulunduğunu söyleyen Arınç şöyle devam etti:“Gazeteci kimliği ile hakkında dava açılanlar var. Yargılaması devam edenler var. Bu konuda AdaletBakanlığı Hukuk İşleri Genel Müdürlüğü’nden aldığım neticelere göre, sıfatı gazeteci olmakla birlikte ifade vedüşünce ile hiç alakası olmayan suçlardan yatanlar da var. Ama sıfat olarak gazeteci sıfatı taşıyıp cezaevindeyatanların birkaç yüz olduğunu söyleyeyim.”

Arınç devrimci-sosyalist basına duyduğu kini gizlemeyerek şöyle devam etti: “Böyle bir gazete Türkiye’deçıkıyor mu diye hayret ettim. Sordum, soruşturdum. Bunlar piyasa da satılmıyor. Bunlar belli amaçlarlaçıkarılıyor ve dağıtılıyor. Amaç propagandadır. Şu veya bu örgütün propagandasını yapmak için devletin herkurumuna küfretmeyi, Türkiye de zalimlerin, düşmanların yönetimde olduğu söylemlerini kullananlar var.”

Bülent Arınç yaptığı bu konuşma ile AKP hükümetinin basın özgürlüğüne ilişkin gerçek düşüncesini detüm açıklığı ile ortaya koymuş oldu. AKP, hükümet olduğundan bu yana bir yandan basın özgürlüğünden demvurdu. Öte yandan devrimci-sosyalist basına yönelik ekonomik-sosyal-hukuksal terörü katmerleştirendüzenlemelerin altına imza attı. Bir yandan da dağıtım tekellerinin devrimci-sosyalist basına yönelikambargosunu hararetle destekledi.

AKP bununla da yetinmedi. Türk devletinin tarihinde bile az görülür kapatma ve sansür uygulamalarınaimza attı. Örneğin sadece 2005 yılında 319 ilerici ve devrimci basın çalışanı gözaltına alınmış vetutuklanmıştır. Halen cezaevlerinde binlerce devrimci basın emekçisi bulunmaktadır. Yine 2009 yılında suçişlediği gerekçesiyle 785 devrimci basın çalışanı hakkında dava açılmış, 7,5 milyon liralık tazminat talepedilmiştir. Tüm bu rakamlar ve devam eden hukuk terörü, devletin düşünce özgürlüğünü sadece sermayebasınına tanıdığını, devrimci sosyalist basına ve çalışanlarına ise işkence, baskı, cezaevleri ve ağır paracezalarını reva gördüğünü kanıtlamaktadır.

Bülent Arınç gibi devlet görevlileri, baskı, sansür ve terörle ayakta tuttukları burjuva sınıf iktidarına karşıgerçeğin diliyle konuşan devrimci basını doğal olarak düşman sayıyorlar. Çünkü burjuvazinin iktidar olduğubu düzende, devrimci basın çalışanlarını demir parmaklıkların ardına göndermek devletin değişmezpolitikasıdır.

Bülent Arınç’ın devrimci sosyalist basına yönelik düşmanlığının elbette ki sınıfsal bir mantığı var. Onagöre, kelle-kulak avcılarının kirli icraatlarını teşhir eden, kirli savaşı bütün yönleriyle haberleştiren, Kürthalkının özgürlük mücadelesini manşetine taşıyan, işçi ve emekçilerinin hak ve özgürlük mücadelesine ışıkolan devrimci basın çalışanlarının yeri cezaevleridir. Hatta onların yok edilmesi en doğru olandır. Bu nedenle“asmayalım de besleyelim mi” kafası Arınçlar’ın da kafasıdır.

Ülkemizde devrimci basın geleneği, Bülent Arınç ve hizmetinde olduğu sermaye düzenine karşı başeğmezbir direnişle yaratıldı. Kuşku yok ki, bundan sonra da bu gelenek sürecek, Bülent Arınç türünden burjuvauşaklarının yüreğine korku salmaya devam edecektir!

Page 31: Sİ Kızıl Bayrak 10-39

“Direnen işçilerdenöğrenmeliyiz”

Direniş, birleşen işçi sınıfının birlikten doğangücüdür. İşçiler haklarını ancak ve ancak direnerek eldeedebilir. Bunun için de önce sağlam bir duruş vedeneyim gerekir.

Zafer, işçinin kendi ellerindedir.Bir tarafta ÇEL-MER işçileri, bir tarafta TEKEL

işçilerin büyük direnişi, diğer yanda direniş çadırınıkurarak direnişe geçen kardeşimiz BETESAN işçisiZeynel Kızılaslan arkadaşımız. Bu örneklerdenöğrenmeliyiz. Ortak sorunları olan işçiler ortak birmücadele yürütmelidir. Burjuvaziye karşı güçlerimizibirleştirmeliyiz.

Sonuç olarak onurlu bir yaşam ancak mücadeleyleolur.

Kölelik düzeni içinde standartların üstünde dahafazla verim istenen, ama standartların altında maaş alan,az işçi daha çok iş sistemiyle çalıştırılmak istenen işçiHakan Tekiroğlu.

Tüm dünya işçilerine saygılarımla...Aydınlı’dan bir işçi

CMYK

MücadelePostası

EKSEN Yayıncılık Büroları

Cumartesi Anneleri kayıplarını sordu

Cumartesi Anneleri, oturma eylemlerinin 288. haftasında Galatasaray Lisesi önünde bir araya gelerek,gözaltına alındıktan sonra kendilerinden haber alınamayan kayıpların akıbetini sordular.

2 Ekim günü yapılan eylemde “Failleri belli kayıplar nerede” pankartı açıldı. Kayıp yakınlarındanDöndü Ergün basın açıklaması öncesinde yaptığı konuşmada devletin “terörist” dediği çocuklarının teröristdeğil, özgürlük savaşçıları olduğunu belirtti. Ergün, barışın gelmesi, kardeş kanının dökülmemesi içinherkesin elini taşın altına koyması gerektiğini ifade etti.

Konuşmanın ardından basın açıklamasını İHD İstanbul Şubesi Gözaltında Komisyon adına FadikTemizyürek okudu. “288 haftadır buradan yetkililere, gözaltına alındıktan sonra kendilerinden haberalınamayan evlatlarımıza, eşlerimize, babalarımıza, annelerimize, kardeşlerimize ne oldu diye soruyoruz”diyen Temizyürek, 15 Ekim 1995 günü Van’ın Başkale Köyü’nde kaybedilen 4 köylünün akıbetini sordu.Operasyon sırasında askerler tarafından gözaltına alındıklarına ve helikopterle Hakkari Geçitli Karakolu’nagetirildiklerine tanıklık edenler olduğu halde 15 yıldır faillerinin bulunmadığını ifade etti. Temizyürek,basın açıklamasının sonunda şunları söyledi: “Başbakan Erdoğan’a sesleniyoruz, BeşirSayın, HaydarYılmaz, Yusuf Aktaş, M. Emin Yılmaz’a ne oldu? Geçitli karakolun’da ne yaptılar onlara? Bu sorularımızıncevapları arşivlerinizde, kozmik odalarınızda mevcut”

Kızıl Bayrak / İstanbul

Hasta tutsaklara özgürlük!

İstanbulDevrimci ve ilerici kurumlar, 1

Ekim akşamı gerçekleştirdikleriyürüyüşle her geçen gün sayıları artanhasta tutsakların serbest bırakılmasınıistedi.

Taksim Tramvay Durağı’nda biraraya gelen kurumlar, Türkçe,İngilizce ve Arapça “Hasta tutsaklarserbest bırakılsın” yazılı pankartlararkasında Galatasaray Lisesi önüneyürüdüler.

Yürüyüşün sonunda GalatasarayLisesi önünde bir basın açıklamasıgerçekleştirildi. Basın açıklamasınıkurumlar adına Artı İvme dergisindenTigin Öztürk okudu. Öztürk,Erdoğan’ın “Şurada DiyarbakırCezaevi var. (...) Türkiye’de işkenceyok diye bas bas bağırılıyorken Diyarbakır Cezaevi’nin 5. koğuşundan gökyüzüne feryatlar, figanlaryükseliyordu” sözlerini hatırlattı.

“Seçimlere yatırım diye telaffuz edilen bu cümlelerde ifade edilen gerçekler bugün geçerliliğini kat bekat koruyor” diyen Öztürk, ülkenin her cezaevinde tutsakların sessiz sedasız öldürüldüğünü söyledi. Son 10yılda 1659 tutsağın cezaevlerinde nasıl öldüğünü sordu. Öztürk, “Tutsakların hayatı riyakarların seçimyatırımlarının malzemesi olmayacak kadar değerlidir. AKP hasta tutsakları katletmenin bedelini er ya dageç ödeyecektir.” dedi.

İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi, cezaevlerinde tutuklu bulunan hasta tutsaklarındurumuna dikkat çekmek için her hafta çarşamba günü yapacağı eylemlerin ilkini 6 Ekim günügerçekleştirdi. İHD İstanbul Şubesi üyeleri Galatasaray Lisesi önünde bir araya gelerek Taksim Meydanı’nayürüdü. İHD burada 10 dakikalık oturma eylemi gerçekleştirdi.

İHD İstanbul Şubesi Cezaevi Komisyonu adına basın açıklamasını yapan Sevim Kalman, lenf kanseriolan Nurettin Soysal’ın sağlık durumuna dikkat çekti. Soysal’ın İstanbul’a gitmesi için kendisinin vegötüren personelin uçak biletlerinin ailesi tarafından karşılanmasının istendiğini belirtti.

AdanaAdana’da hasta tutsakların serbest bırakılması talebiyle devrimci, demokrat kurumların yaptığı

eylemlerden biri 2 Ekim günü İnönü Parkı’nda gerçekleştirildi. Açıklamada, cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerinden bahsedildi. Hasta tutsakların tedavisinin

engellenmesinden ötürü ölüme bir adım daha yaklaştırıldığının dile getirildiği açıklamada, çetecilerin,Ergenekoncuların, rüşvet alma gibi yüz kızartıcı suçlarla içeride bulunanların en ufak sağlık sorunundaserbest bırakıldığı belirtildi. Bununla beraber durumu acil hasta tutsakların bile bile ölüme terk edildiğianlatıldı.

İzmirİHD İzmir Şubesi’nin, Eski Sümerbank önünde yaptığı basın açıklamasında 2009 yılı içinde 39, 2010

yılının ilk yedi ayında ise 25 hasta tutsağın sağlık hakkının ihlal edildiği, insan onuru ile bağdaşmayanuygulamalara maruz kaldığı belirtildi. Mevcut yasalara göre ceza ertelemesi gereken çok ağır 38 hastatutsağın ölümü beklediği söylendi.

ATK’nın bilimsellikten ve tarafsızlık ilkesinden uzaklaşarak siyasi kararlar aldığının altını çizildiğiaçıklamada şunlar söylendi: “Tedavi edilmesi halinde sağlığına kavuşabilecek olan Abdullah Akçay, öleceğikonusunda rapor verilen insan hakları savunucusu Rıdvan Kızgın ve şu an ölümü bekleyen Nurettin Soysalhakkında vermiş olduğu karalar, bunu net bir şekilde bir kez daha gözler önüne sermiştir.”

Kızıl Bayrak / İstanbul – Adana - İzmir

İzmir’de eylem

Alevi Yol Kültür Derneği İzmir’de 2 Ekim günü bireylem gerçekleştirerek, zorunlu din dersininkaldırılmasını talep etti.

Eski Sümerbank önünde toplanan kitle “Zorunlu dindersi istemiyoruz” pankartı açarak basın açıklamasıgerçekleştirdi.

Alevi Yol Kültür Derneği Genel Başkanı İzzetÖzketen tarafından yapılan basın açıklamasında,zorunlu din dersinin 30 yıldır okullarda okutulduğusöylenerek, bu durumun laikliğe aykırı olduğu belirtildive Türkiye’de sünni din inancının zorla öğretilmesinetepki gösterildi. Zorunlu din derslerinin insan haklarınaaykırı olduğu,Türkiye’nin AİHM ve kendi yasalarıncamahkum edilmesi gerektiğini söylenen açıklamada, hiçkimsenin devlet zoruyla başka bir inancı öğrenmeye yada seçmeye zorlanamayacağını vurgulandı.

Kızıl Bayrak / İzmir

Sönmez İş Sarayı Kat: 3 No: 220 Heykel/BURSATel: 0 (224) 220 84 92

Cemal Gürsel Cd. Shell Karşısı Vakıf İşhanı Kat: 3 No: 306 ADANA Tel: 0 (322) 363 19 94

Kemalpaşa Mh. Otel Asya yanı Vural Apt. No:2 D:3İzmit / KOCAELİ

Page 32: Sİ Kızıl Bayrak 10-39