Upload
others
View
16
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
İSLAMI iLiMLERDE METODOLOJİ/USÜL
• MES'ELESI
I
Tartışmalı ilmi ihtisas Toplantıları, 1-15
{{;D ~
EN SAR NEŞRİYA T Ticaret Anonim Şirketi
© Tebliğierin muhteva ve dil bakutımdan sorumluluğu tebliğ sahiplerine, te' lif hakları İSAV'a, her türlü basım hakkı anlaşmalı olarak Ensar Neşriyat'a aittir.
ISBN : 975-6794-54-2
İSLAMi İLİMLER ARAŞTIRMA V AKFI
Tarhşmalı İlmi Toplanhlar Dizisi: 46 Tartışmalı İlmi ihtisas Toplantılar Dizisi: 1
Kitabın Adı
İslami İliınierde Metodoloji 1 Usul Mes'elesi- I
Yayma Hazırlayan Dr. İsmail KURT
Seyit Ali TÜZ
Kapak Tasarım Nüans Ajans
Baskı
Kahraman Ofset Ltd. Şti.
1. Basım Eylül2005
İsterne Adresi Ensar Neşriyat Tic. A.Ş.
Süleymaniye Cad. No: 13 Süleymaniye 1 İstanbul Tel: (0212) 513 43 41 Faks: (0212) 522 46 02
www.ensarnesriyat.com.tr
1
TEBLİGLER
I
FIKIH USULÜNÜN İŞLEVİ VE İCTİHAD YÖNTEMLERİ HAKKINDA
GENEL BİR DEGERLENDİRME
Prof. Dr. İbrahim Kafi DÖNMEZ
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
1 eb liğin asıl amacı, muhterem katılırncHarın klasik fıkıh metodolojisinin problemleri hakkında değerlendirmeler yapmalarına zemin hazırlayacak bir mukaddime oluşturmak olduğu için, bu çerçevede ele alınabilecek meseleleri sıralama veya sistematik bir sunumunu yapma cihetine gidilmeyecek, Fıkıh Usulünün işlevine ve ictihad yöntemlerine genel bir bakış yapmakla yetinilecek, bu konuda değerlendirme ağırlıklı bir muhteva sunulacağı için ayrıca tebliğ sonunda bir "sonuç" kısmına yer verilmeyecektir.
Fıkıh UsUlünün İşievine Genel Bir Bakış
Hz. Peygamber'in vefatını takiben Müslümanların karşılaştıkları yeni (şer'i-amell nitelikli) meseleler hakkında vahiy gelme ihtimali kalmadığı gibi yapılan ictihadların vahyin denetiminden geçmesi imkanı da sona ermiş bulunuyordu. Bilinen sebeplerle ictihad faaliyeti yeni bir ivme kazansa da henüz yapılan ictihadlarda izlenen metodların teorik bir ifadeye kavuşturulmasına ihtiyaç duyulmuyordu. Kuşkusuz ashabın Resillullah'ın mektebinde yetişmiş olması bu ihtiyacın ·belirginleşmesini yavaşlatan bir etkendi. Fakat asıl etken konunun doğası ve uygun ortamın henüz oluşmamasıydı. Bir bakıma durumu şöyle tasvir etmek mümkündür:
Hayatın tabii akışı içinde problemler ortaya çıktıkça hazakatı kabul edilen hekimler gerekli tedavileri yapıyor, tedavi yöntemlerini tartışmak, yazmak şöyle dursun bunlarla ilgili soyut ifadeler kullanmaya bile ihtiyaç duyulmuyordu. Zira tedavi tamamlanınca yeni hayat olayıarına intikal ediliyordu (Bu anlatım biçiminden, anılan dönemde İstişare-
662 İSLAMI iLiMLERDE METODOLOJİ/USÜL PROBLEMi
nin önemli bir yer tutmadığı, hiç tartışma ve teorik anlatım bulunmadığı anlamı çıkarılmamalıdır).
Tabiin döneminde ise durum farklılaşmış, entelektüel odak noktaları belirginleşmişti. Farklı eğilimleri belirtmek için "Ehlü'l-Hicaz" ve "Ehlü'l-Irak" şeklindeki coğrafi isimlendirmeyle yetinilmeyip "Ehlü'leser" ve "Ehlü'r-re'y" şeklinde soyut bir anlatıma yönelirrmesi ekalleşme sürecinin hızlandığının açık bir göstergesiydi. Şu var ki, her iki adlandıı·ma fıkıhtaki tavırla sınırlı olmadığı gibi bu gruplara nispet edilen bilginler rivayete veya re'ye önem verme derecesi bakımından aynı anlayışa sahip değildi ve bunlar sadece iki ana çizgiyi ifade etmekteydi.
Bu döneme ait fıkıh tarihi bilgileri artık ictihad faaliyetinin profesyonel hale gelme eğilimi kazandığını göstermektedir; tabii ki burada "profesyondFk" kelimesinin 3Sıl vurgusu ekmel> tel:nesi edinme değil bir faaliyeti iş edinme anlamınadır. Bu da çok geçmeden hesap sormahesap verme ve sağlama yapma iş ve işlemlerinin teorik anlatırnlara kavuşturulması sürecini intaç edecektir.
Genel olarak (yani İslamiyetle sınırlı olmaksızın) dini düşünce ve hukuk tefekkürü bağlamında ictihadın amacı ve asll konusu kaynakların doğru anlaşılması ve hayat olayiarına doğru yansıtılması için çaba sarfetmek olmakla beraber, bu ve müteakip dönemde Müslüman alimierin yoğun emek harcama durumunda kaldıklan konuların başında Sünnet malzemesinin sıhhati meselesi yer almıştır. Bir başka anlatımla, başından beri İslam muhitinde Kur' an ve Sünnet bağlayıcı kaynak kabul edilse de, fıkıh ilminin oluşum döneminde ictihad anlama çabasına inhisar etmemiş, dolayısıyla hesap sorma-hesap verme, ağırlıklı olarak kaynak sınırlaması konusu üzerinde cereyan etmiştir. Bu arada kaynak sınırlaması sadedinde sahabi kavil ve uygulamalan konusunun da özel bir önemi haiz olduğu gözden uzak tutulmamalıdır.
Daha sonra mezhep imamlan diye anılacak olan müctehidler döneminde, izlenen metodların teorik tartışmalara konu olması şifah1 düzeyde kalmayıp yazıya da geçirilmeye başlanmış bulunuyordu.
içtihatta belirli fıkhi telakkilerin ve metodların benimsendiğinin dekiare edilmesi akademik düzeyde safların netleşmesine yol açarken diğer yandan da geniş kitlelerin dini ve hukuki yaşantılarının düzenli ve istikrarlı biçimde sürdürülebilmesinin teminatını oluşturuyordu. Buna rağmen kuruluş aşamasında özellikle yargı alanındaki bazı farklı tercih ve uygulamalann önemli rahatsızlıklar meydana getirdiği de tarihen sa-
FIKIHT A USÜL MES 'ELESİ 663
bit bir husustur. Bu durumun izalesi için yapılan kanuniaştırma girişiminin başarısızlıkla sonuçlanması, çok geçmeden spantane bir gelişmeyi, mezheplerin istikrar kazanması sonucunu beraberinde getirdi,
Bu bereketli dönemin ortaya çıkardığı muazzam fıkıh külliyatının işienmeyi bekleyen hazır malzeme özelliği taşıması mezhep kurucuları sonrasındaki aJimlerin nispeten statik bir çalışma yapmalarını zaruri kıldığı gibi mezheplerin varlık mücadelesi içine girmesi bu çalışmaya savunmacılık ve korumacılık özelliğinin inzimam etmesine yardımcı oldu.
Fıkıh Usulü mahiyeti ve özü itibariyle, ictihad faaliyetinde benimsenen felsefi temeller ve izlenen metodları ifade etmekle beraber, bunların teorik olarak ifade edilmesi bu konuda hesap verme ve sağlama yapma yani dışa karşı s~.vunulabilirliğini ortaya koyma ve İÇ tutarlılık denetimi gerçekleştirme amacı taşır. Asıl saikin bu olması belirlenen ilke ve yöntemlerin Fıkıh üretimine yani yeni ictihadlar yapılmasına katkı sağlamayacağı anlamına gelmez; aksine Fıkıh eğitimi ve mesleğinin sağlam temeller üzerinde gelişmesi kolaylaşır, kavramların inceltilınesi ve ortak bir ilim dili oluşturulması sayesinde fikirler billurlaşır, zaman kaybı önlenir.
Fakat kabul etmek gerekir ki Fıkıh UsUlünün teorik ifadeye dökülmesi ve bir ilmi disiplin haline gelmesi başlangıcı itibariyle ictihada dayalı Fıkıh üretilmesine açık bir anlayışa paralel bir gelişme gösterse de, bilinen sebeplerle tahriç esasına dayalı Fıkıh üretim sürecinin başlaması onun bu özelliğini büyük ölçüde işlevsiz hale getirmiştir.
Ihering'in gaye ile ilgili bir açıklamasından da yararlanarak Fıkıh Usulünün varlık sebebini şöyle tahlil edip değerlendirmek mümkündür: İradi hareketlerde "niçin" sorusunun cevabı "çünkü" değil "şu amaçla ki" olması gerekir.
Mesela, "Adam niçin su içti?" sorusuna "Çünkü susadı" denirse su içme ey le mi nin gayesinden değil o eylemi in taç eden gerekçeden söz etmiş oluruz. Halbuki "susuzluğunu gidermek maksadıyla; hayatını idame ettirmek için" cevabını verdiğimizde o eylemin amacını açıklamış oluruz. Şu halde birinci cevap (çünkü) maziyle ilgilidir, ikinci cevap (gaye) ise gelecekle ilgilidir.
Fıkıh Usulündeki teorik ifade ve yaklaşımlar bu ilmin İslam'ın ana kaynaklarına uygun çözümler üretmek amacıyla bir metodoloji üretme kaygısı taşıdığı izlenimi verirse de, ictihad zihniyetinin zayıfladı-
664 İSLAMI iLiMLERDE METODOLOJİ/USÜL PROBLEMi
ğı dönemin perspektifinden bakılırsa Fıkıh UsUlü niçin vardır sorusuna "şu amaçla ki"den çok "çünkü" ile cevap verilebilir. Şu bir gerçektir ki, Fıkıh UsUlü, bağlayıcı kaynakların varlığı esasından hareketle ama ictihad zihniyetiyle oluşan Fıkıh doktrinlerinin müsait bir bilim ortamında ciddi tahliliere tabi tutulabilmesi sürecinin tabii bir ürünüdür. Fakat bilinen amillerle aynı zihniyetin devam etmemesi olgusu karşısında Fıkıh Usulü "yeni çözümler üretme" amacıyla oluşturulan bir metodoloji olmaktan çok "mevcut çözümleıin niçinlerini" açıklayan yani mevcudu korumaya çalışan, yüzü geleceğe dönük olmaktan çok maziye dönük bir metodoloji olma yönünde bir gelişme göstermiştir. Bu anlatım Fıkıh Usulünün gereksizliği, sun'iliği gibi anlamlar taşımaz.
Zira, belirtildiği üzere bu, bir sürecin tabii ürünüdür, ciddi bir entelektüel faaliyetin semeresidir, ileriye dönük bir metodolojinin temelini oluştunuası bakımından da gereklidir. Fakat bu metodolojiyi besleyen damarlarda tıkanma olduğu için bir süre sonra boşa dönen bir çark haline gelmeye başlamıştır.
Mesela, bağlayıcı yazılı kurallardan hareketle 19. yüzyılda Kara Avrupası hukuk çevresinde geliştirilen metodolojilerin karşılaştığı temel sorular ve ürettiği cevaplar -ana hatlarıyla- Fıkhın oluşum sürecinde İslam alimlerinin karşılaştığı temel soru ve ürettiği cevaplarla önemli benzerlikler taşımakla beraber, 19 ve 20. yüzyıllarda bu hukuk çevresinde metodoloji kısa bir süre olanın izahı ve muhafazası misyonunda dirense bile kendisini besleyen damarlada canlı bir bağı olduğundan yüzünü bünyenin icap ettirdiği yöne yani problemlere çözüm üretecek metodlara doğru çevirme zamretini hissetmiştir.
İslam muhitince hukuk tefekkürüne ve literatürüne yapılmış ciddi bir katkı olarak değerlendirilmesi gereken ve bu yönüyle özgün bir ilmi disiplin niteliği taşıyan usulü'l-Fıkhın ise, ictihad müessesesinin başlangıçtaki anlayışa uygun biçimde işlerliğini sürdüremernesi karşısında, geleceğe dönük olmaktan ziyade geçmişin izahını üstlenen bir metodoloji olarak kalması kaçınılmaz olmuştur. Bu arada, bu değerlendirmenin, mevcut Fıkıh Usulü literatürünün çok zengin bir fikri ve ilmi servet özelliği taşıdığı ve bu kültür mirasımızın hala büyük bir İlıtimama layık olduğu gerçeğini inkan anlamı içermediğini tasrih etmek yararlı olabilir.
FIKIHTA USÜL MES'ELESİ 665
İctihad Yöntemlerine Genel Bir Bakış
Fıkıh ve Fıkıh UsUlü terminolojisinde "delil" kavramı oldukça kapsamlı bir kullanıma sahip olduğundan Karafi gibi bazı alimler ljir edille tasnifi yaparak hüküm çıkarırken dayanılan delilleri "edilletü meşn1iyyeti'l-ahkam" nitelemesi ile diğerlerinden ayırt etmeye çalış
mışlardır; fakat bu kategori de hüküm çıkarırken yararlanılan ve mahiyeti bakımından kaynak vasfı taşımayan pek çok metod ve ilkeyi bünyesinde barındırmaktadır. Bu sebeple öncelikle mahiyeti bakımından kaynak niteliği taşıyan delillerin ayırt edilip bunların şer' an da geçerli sayılıp sayılmadığının belirlenmesi, ardından mahiyeti bakımından kaynak niteliği taşımayan delillerin hüküm çıkarmadaki rolünün tespit edilmesi gerekir.
Bu konuda Gazzall önemli bir adım atmakla beraber daha sonraki usUl eserlerinde bu girişimin geliştirildiğine pek rastlanmaz. Böylece edille tasnifinin (Sünni usulünde) herkes tarafından geçerli kabul edilmesi ölçütüne göre yapıldığı görülür. Dolayısıyla, mahiyeti bakımından kaynak niteliğinde olmakla beraber geçerliliği tartışmalı olan (şer'u
men kablena ve sahabi kavli gibi) delillerin meşhur dört delil arasında yer alamayışına mukabil mahiyeti itibariyle kaynak niteliğinde olmayan kıyas bunlardan biri olabilmiştir. Herkes tarafından makbul addedilmesi ölçütünün ortaya çıkardığı pratik sonuç ise ictihada dayanak yapılan bir çok ilkenin ve ictihadda izlenen bir çok metodun kıyas kapsamına dahil edilmeye çalışılması, bunun güvenli ve itharndan koruyucu bir yol olarak görülmesidir. Bunun yol açtığı önemli bir sonuç da lafzi tartışmaların artması ve tartışmanın asıl konusunun dikkatten kaçırılır hale gelmesi olmaktadır.
Edille-i şer'iye tabir edilen meşruiyet delillerine yapılan bütüncül bir bakış neticesinde kısaca şu hususlar tespit edilebilmektedir: Bütün İslam alimlerine göre fıkhi hükümlerin birinci kaynağı Kitab'tır. Mahiyeti açısından da kaynak niteliğinde olan bu delilin yine bu nitelikteki Sünnet' e açık ve doğrudan gönderme yaptığı da ortak kabul noktalarından birini oluşturur. Bu sebeple Kitab ve Sünnet metinleri ortak bir terimle "nas" diye anılır. Yazılı bilgi kaynaklarında bu kullanıma ilk olarak Muhammed b. Hasan eş-Şeybani' de rastlanmaktadır.
Açık ve doğrudan bir gönderme olup olmadığı tartışılsa da nasların atıfta bulunduğu kabul edilen iki şer'! dayanaktan biri olan icma'ın mahiyetini iki farklı bakışa göre farklı nitelernelere tabi tutmak
666 İSLAMI iLiMLERDE METODOLOJİ/USÜL PROBLEMi
mümkündür: Fiilen oluştuğu kabul edilen ittifak noktaları kastedildiğinde bir kaynaktan söz edildiği açıktır. Teorik olarak meydana gelebileceği düşünülen fikirbirliğine özel değer atfedilmesi gereğinden söz edildiğinde ise bir ilkeye vurgu yapılmış ve bu ilkeden destek alan bir ictihad biçimi üzerinde konuşulmuş olur. Nasların atıfta bulunduğu kabul edilen iki şer'1 dayanaktan ikincisi olan kıyasın ise mahiyeti bakımından kaynak değil metod olduğu açıktır. Bu hususun göz önünde bulundurularak edille taksimi yapılması gereğine Gazzali'nin ayrı bir özen gösterdiği görülür. Bunların dışındaki deliliere gelince, nasların bunlara atıf yapıp yapmadığı dolayısıyla müstakil birer dayanak sayılıp sayılamayacağı usı1lün en çok tartışılan konularındandır. Tartışmaların uzamasında, bunlarla ilgili mahiyet belirlemesi üzerinde yeterince durulmayıp yeni delil ihdas etme kaygısının öne çıkarılması etkili olmuştur.
Bu delillerin işletilmesiyle ilgili temel kurgu şöyle özetlenebilir:
A) Şer'i-ameli bir olayın nassın kapsamına girdiğinin kabul edilmesi (Burada nas derken olaya ilişkin Sünnetin müctehidin nazarında sıhhat sorununun bulunmadığı ve Resı1lullah'ın teşri'i nitelikli tasarruflarının söz konusu olduğu varsayılmalıdır). Bu durumda iki şık bulunmaktadır:
a) Karşı ihtimale kapalı bir anlam kesinliği taşıması, dolayısıyla hiçbir müctehidin farklı sonuca ulaşmaması. Bu ihtimalin reel karşılığı nakli icma tabir edilen ve gerçekleştiği üzerinde ihtilaf bulunmayan icma örnekleridir.
b) Müctehidlerin farklı sonuçlara ulaşabilmesi. Bu şıkta bir yorum ictihadı söz konusu olup kalkış noktası lafız unsurudur. Fakat çıkarılacak soyut hüküm bakımından lafız unsurunun gaye unsuruyla dengelenınesi önemli olduğu gibi, nassın gözettiği amacın muayyen bir olayda gerçekleşip gerçekleşmemesine göre bu soyut hükmün somut olaylara uygulanmasının anlamlı olup olmayacağını belirlerken de (tahkiku'lmenat ictihadında) gaye unsuru ağırlıklı bir yere sahip olacaktır. Yine, naslann yorumunda kıyastan yararlanılması doğrudan kıyas deliline dayalı hüküm çıkarma şeklinde değil, naslar arasındaki fikri örgüyü gözeterek ama yorum sınırlan içinde kalarak yapılan bir ictihad olarak değerlendirmek gerekir.
B) Nassın kapsamına girmeyen olaylarda ana kural istıshab yani iktiza1 bir hüküm le (hurmet, kerahet, vücub, n ed b) yeni bir dini' yükümlülüğün getirilmemesi, bunun tabii uzantısı olarak geçersizlik (fesad,
F!KIHTA USÜL MES'ELESİ 667
butlan), haktan mahrumiyet gibi yaptırımlar öngörülmemesi ve kişilere yeni bir borç veya cezai sorumluluk yüklenmemesi olmakla beraber; çerçevesi ibadetler, helal-haramlar ve hukuki ilişkiler şeklinde çizilebilecek arneli bir alanın meselelerini konu edinen Fıkıh faaliyetinin doğası gereği, karşılaşılan olayla Fıkhın temel meşruiyet kaynakları olan Kur'an ve Sünnet'te çözümü bulunan olaylar ve bu iki kaynağın içerdiği ilkeler arasında fikri bir bağ kurularak şer'i açıdan bir değerlendirme yapılması (taabbüdi olarak nitelenen durumlar bir yana) çoğu zaman kaçınılmaz olmaktadır, Bu fikri bağ kurulurken izlenen metodun adlandırılmasında ve sınırlarının çizilmesinde görüş ayrılıkları olsa da başlıca iki yolun bulunduğu açıktır:
a) Yeni olayla nasta çözümü bulunan olay arasında tikelden tikele geçiş şeklinde bir bağ kurularak Fıkıh UsUlünde ele alındığı anlamıyla kıyas delilinden yararlanmak. Iki olay arasında, hükmün konuş gerekçesi bakımından tam bir benzerlik (illet birliği) bulunduğu kanaatini sağlayan bir bağ kurulabiliyorsa bu metodun kıyas olarak adlandırılmasında, keza yapılan çıkarıma yön veren esas arnilin hükmün gözettiği maslahat ve/veya konuş amacı olduğunu kabul hususunda -ilke olarak ta 'Iili kabul etmeyen eğilim bir yana- köklü bir görüş ayrılığı bulunmamaktadır.
Ancak konuya ilişkin terminolojinin gelişim sürecinde, kurulan bu bağın kuvvetine göre kıyasın niteliğini belirleyici bazı kayıtlar koncluğu gibi, hukuk emniyeti mülahazalarının ağır basması, mezhep hükümlerinin tutarlılığını ispat etme veya bu hükümleri koruma hassasiyeti gibi sebeplerle bu bağın disipline edilmesi uğruna hükmün gözettiği maslahatı ve/veya konuş amacını feda etmeye varacak bir anlayışa kayıldığı görülmektedir.
b) Yeni olay la nasta çözümü bulunan olaylar arasında tikelden tikele geçiş şeklinde bir bağ kurulması mümkün değilse, bu olay ile naslardaki kapsamlı düzenlemeler ve ilkeler arasında bir bağ kurmak. Fıkhi çözümler külliyatının oluşturulmasında ağırlıklı bir yere sahip olan ve bütün fakihlerce izlenmiş olan bu yolun temelinde de -ilke olarak ta 'llli kabul etmeyen eğilim bir yana- yapılan çıkarıma naslardaki düzenlemelere hakim olan ruhun, dolayısıyla maslahat düşüncesinin yansıtılması anlayışı yatmaktadır,
Şu var ki, maslahat düşüncesine vurgu yapılarak İstıslah adıyla anılan bu metodun, kıyastaki kadar güvenli bir bağ kurulamayacağı ve keyfiliğin önüne geçilemeyeceği kaygısıyla müstakil bir delil olarak i-
668 İSLAMI iLiMLERDE METODOLOJİ!USÜL PROBLEMi
sirnlendirilmesine genellikle sıcak bakılmamıştır. Bu sebeple, belirtilen yol izlenerek bulunan çözümlerin bir tür kıyas olarak nitelendirilmesi eğilimi ağır basmış olsa da, yapılan çıkarımların çoğu zaman zaruret, sedd-i zerf'a, örfü dikkate alma, umı1mu'l-belva gibi ilkelerle güçlendirilmesine ihtiyaç duyulduğu göz önüne alınırsa bunun bir genel prensip ictihadı olduğu kolayca anlaşılır. Öte yandan istıshab delilinin olanın olduğu hal üzere bırakılması şeklinde özetlenebilecek yönü de bu anlamda bir ilke görevi yapabilmekteyani İstıslahın dayanaklanndan birini oluşturabilmekte; buna karşılık bu delilin helal-haram konusunda ibahamn, sorumluluk konusunda da herat-i zirnınetin asıl olmasını belirten yönü -şayet İstıslah metoduyla özel bir düzenlemeye gerek bulunduğu sonucuna vanlmamışsa- yeni bir dini yükümlülüğün getirilmemesi ve kiŞ,ilere yeni bir borç veya ceza! sorumluluk yüklenmemesi sonucunun tabii ve devamlı dayanağı Dlrrıaktadır.
İstıslah ile istıshabm bu yönü arasında sağlıklı bir denge kurulabilmesi, maslahat düşüncesinin ictihad! çözümlere naslarm ruhuna hakim olan anlayışa uygun biçimde yansıtılması açısından büyük önemi haiz olup bu konudaki başarının Kur'an ve Sünnet'in anlamlarına nüfuz ve bu kaynaklardaki hükümlerin amaçlarını iyi kavrama derecesiyle doğru orantılı olacağını söylemek mümkündür.
Bu üç temel ictihad türünün (yorum, kıyas ve istıslah) sınırlarını, özellikle nasların pek çok olayı kapsamına alacak tarzdaki ifadelerinden çıkan ilkelerini esas alarak hüküm çıkarılmasının yorum ictihadı mı
yoksa İstıslah mı olduğunu belirlemekte bazı zorluklar bulunduğu gibi kıyas ve İstıslah konulardaki görüş ayrılıklannın bir çoğu buradan kaynaklanmaktadır.
İstihsamn bazı türlerini (özellikle zaruret sebebiyle istihsanı) ve uygulamalarmı maslahatı gözetme ilkesinin esas alınması açısından
İstıslah kapsamında düşünmek mümkünse de, teknik anlamıyla istihsan ister bir benzerlik kurma işleminde ilk hatıra gelen çözüm isterse söz konusu olayın benzerlerinde alışılmış veya uygulanması beklenen çözüm olsun daima karşıt bir hükmün (kıyas) terk edilmesi şeklinde gerçekleştiğinden, bunu yukanda tasvir edilen temel kurgu içindeki şıkların dışında -ve her bir şıkla irtibatı kurularak- ele almak daha isabetli olur. Bir başka anlatırola istihsanı karakterize eden özelliğin, çözüm aramak için izlenen bir ictihad yöntemi olmayıp mevcut bir çözümden vazgeçmenin izahını üstlenen bir yöntem olduğu dikkate alınırsa, mesela zamret sebebiyle istihsanda maslahatın -yukarıda genel çerçevesi verilen
FIKIHTA USÜL MES'ELESİ 669
istıslah metodunda olduğu gibi- yeni bir çözüme ulaşmanın değil mevcut bir çözümden vazgeçmenin dayanağı olarak bir işlev üstlendiği görülür. Şu var ki vazgeçilen çözümün de zaruret 1 maslahat ilkesine dayanılarak belirlenmiş olduğu durumlarda istihsan, başka bir maslahatın daha üstün olduğuna dair değerlendirmenin metodik adı olarak karşımıza çıkar. Yine bazı istihsan türlerinin asıl işlevinin de, (A, a) şıkkında belirtilen yorum ictihadıyla irtibatlı olduğu ve nassın lafzının gerektirdiği çözümden hükmün amacı veya hukukun genel gayeleri gerekçesiyle vazgeçilmesini izaha kavuşturmak olduğu söylenebilir. Nassın gözettiği amacın muayyen bir olayda gerçekleşip gerçekleşmemesine göre hükmün uygulanmasının anlamlı olup olmayacağını belirlerken (tahkiku'l-menat ictihadında) lafzın dışına taşan uygulamalar da bir tür istihsan olarak nitelenebilmektedir.
Maslahat, mahiyeti itibariyle müstakil bir kaynak olmayıp, şer'! delillerin içerdiği ilke ve hükümlerin türnevarım yöntemine göre incelenmesi sonucunda ulaşılan ve bütün bu hükümlerde kulların dünya ve ahiretteki yararlarının gözetilmiş olduğu şeklinde özetlenebilecek olan kapsamlı düşünceyi ifade eden bir üst kavramdır. islam alimleri bu düşüncenin bütün dini-hukuki hükümlerin ortak dokusunu oluşturduğunu kabul etmekle birlikte gerek klasik gerekse modern dönemlerde yapılan maslahat tartışmalan Fıkıh UsGlü açısından değerlendirildiğinde en önemli görüş ayrılığının maslahatın ana kaynaklarda kendisine gönderme yapılmış müstakil bir delil sayılıp sayılmadığı noktasında düğümlendiği görülür.
Tıltl'nin öncülüğünü yaptığı eğilime göre şer'! delillerin tamamından çıkan ortak anlam, ibadetler alanına dahil sayılmayan konularda akıl ve tecrübe yoluyla maslahatın belirlenebileceğini göstermektedir. Nas ve icma ile düzenlenınemiş bir meslelede maslahatı belirlemek için kıyasa başvurulması sağlıklı bir yol olmakla beraber bunun ötesinde masıahatlar için bir takım tasnifler yaparak zorlamaya gitmeye gerek yoktur, şer' in maslahata yaptığı toplu ("bi' I-cümle") gönderme dayanak olarak yeterlidir. Hatta Tüfi' ye göre kesin olmayan nastan ve -bu nitelikte ki- icmadan çıkan sonuç ile bu yolla belirlenen çözümün çatışması halinde uzlaştırıcı bir yoruma gidilmesi, bu mümkün olmadığında şer'! hükümlerin eksenini oluşturan kesin delil olması sebebiyle maslahata riayet ilkesine öncelik verilmesi gerekir (onun bu konudaki yaklaşırnının genellikle eksik veya yanlış takdim edildiği görülmektedir; burada bu konu üzerinde durulmayacaktır).
670 İSLAMI iLiMLERDE METODOLOJİIUSÜL PROBLEMi
Hukuki ilişkiler alanının toplumsal gerçeklikle sıkı ilişkisini dikkate almanın yanı sıra, dini sorumluluk bağlamında fiilierin iyiliği ve kötülüğünün sırf akılla kavranıp kavranamayacağı ve bu kavramaya hüküm bina edilip edilerneyeceği konusundaki bakışın etkili olduğu bu meselede Tufi tercihini -Allah' ı tenzih açısından gelebilecek eleştirilere karşı çekincesini koymak suretiyle- Mutezile'nin görüşünden yana yapmıştır; İslam alimlerinin çoğunluğuna göre ise -aralarında yöntem ve terminoloji farklılıkları olmakla beraber- naslarda özel bir düzenlemeye konu edilmemiş bütün fıkhf meselelerde çözümlerin bir şekilde naslara bağlanması gerekir, sadece akıl ve tecrübenin belirleyeceği maslahat başlıbaşına bir delil sayılamaz.
İşte konunun Fıkıh UsUlünde geniş tartışmalan harekete geçiren yönü de bu bağın nasıl kurulacağı hususudur. Naslardan çıkanlan genişletilmiş önermeler yoluyla da olsa her bir olayı nas kapsamına dahil etmeye çalışan Zahiri anlayış bir yana, genel kabule göre bu irtibatın ana kaynaklarda yer alanhükümlerin amaç unsuru vasıtasıyla kurulması gerekir. Naslardaki somut düzenlernelerin amacını istikrarlı ve güvenli biçimde yeni olaylara yansıtabilmenin yöntemi olan kıyas işleminde bu bağ illet adını alır. Kıyas delilinin sağlıklı işletilmesinde maslahat düşüncesinin etkisi açıktır ve münasebe balıisieri bu açıdan zengin tartışmalar içermektedir.
Sözlük manası "uygunluk" demek olan "münasebe" sözcüğü
-geniş anlamıyla- olay ile olaya bağlanan hüküm arasında makul bir dengenin bulunmasını ifade etmektedir. Bu dengenin belirlenmesinde esas alınan nitelik "el-vasfü'l-münasib" (münasip vasıt) diye anılır; bir vasfı münasip kabul etmenin ölçütü de maslahatı içermesidir. Usfilcülerin bir kısmı bu vasfın akll ölçülere göre herhangi bir maslahatı, diğerleri ise hükmün teşri kılınmasıyla hedeflenen maslahatı gerçekleştirme özelliğini esas almışlardır.
Allah'ın fiil ve hükümlerinin gai illetlerinin bulunup bulunamayacağı tartışmasıyla bağlantılı olan ve gerçekte kelam ilmini ilgilendiren bu görüş aynlığı bir yana bırakılacak olursa bir vasfı münasip saymanın temel kriteri maslahatı ihtiva etmesidir.
Tufi, münasibin tanımında ihtilaf edilse de bunun önemli bir konu olduğunu, şeriatın hatta varlığın yörüngesini oluşturduğunu zira akli münasebete uygunluk taşımayan varlıktan söz edilemeyeceğini belirterek konunun ontolojik boyutuna dikkat çeker; Fıkıh alanında münasebetin türlerinin umum-husus, açıklık-kapalılık, güçlü-zayıf olma, hemen
FIKIHTA USÜL MES'ELESİ 671
kabul edilip edilmerne bakımından çeşitlilik gösterdiğini, uygunluğu bize gizli kalana "teabbüd", açık olana "muallel" dendiğini ifade eder. Dar anlamıyla münasebe ise hükmün illetini tespit için başvurulan bir metodun adıdır.
Şöyle ki: Şer'i bir hükmün illeti nas veya icma yoluyla tespit edilemiyorsa istinbat (ictihadi çıkarım) yoluna başvurulur; iiietin istinbat yoluyla belirlenmesinin en önemli şekli "münasebe"dir. Mesela hamr (şarap) Kur'an tarafından açıkça yasaklanmıştır. Haramlık hükmü ile bu hükmün kendisine bağlandığı şarap içme olayı arasında makul bir denge vardır; bize bu dengenin bulunduğunu söyleten temel kriter (münasip vasıf) bu içeceğin insan aklında olumsuz değişiklikler meydana getirme, dolayısıyla bireye ve bireyler arası ilişkilere zarar verme özelliği taşımasıdır; ama -Gazzall'nin ifadesiyle- şarap köpük attığı için veya küpte saklandığı için haram kılınmıştır dersek bu münasip olmaz. Fakat olay ile olaya bağlanan hüküm arasında makul bir dengenin bulunduğunu belirlemek, bu belirlemede esas alınan niteliğin ("el-vasfü'lmünasib") illet sayılıp varlık ve yokluk itibariyle hükmün buna bağlı olduğunu kabul etmek ve buna dayanılarak yeni hükümler çıkarmak için yeterli olmayıp bu vasfın şer' an da dikkate alınıp alınmadığını belirlemek gerekir.
Münasip vasfın naslardaki düzenlemelerden destek alıp almadığını ortaya çıkarmak için yapılan tasnife göre, nas tarafından dikkate alınana "el-münasibü'l-mu 'teber", olumsuz değerlendirilene "elmünasibü'l-mülğa", olumlu veya olumsuz değerlendirmeye tabi tutolmamış olana "el-münasibü'l-mürsel" denir. "el-Münasibü'l-mu'teber" diye anılan münasip vasıf da naslardaki düzenlemelere uygunluk derecesi bakımından dört kademe halinde ele alınmıştır. Bunlar, vasfın:
a) Aynının (kendisinin) hükmün aynında,
b) Aynının hükmün cinsinde,
c) Cinsinin hükmün aynında,
d) Cinsinin hükmün cinsinde dikkate alınmış olması şeklinde ifade edilir. Bunlardan en üst derecedeki uygunluğa "el-münasibü'lmüessir" adı verilmiştir (müessir'i daima münasib'in çeşidi olarak düşünmemek gerektiği hususu ayrı bir meseledir). Daha aşağı derecedeki uygunluk halleri konusunda ise usUl eserlerinde oldukça karmaşık bir terminolojinin bulunduğu görülür.
672 İSLAMI iLiMLERDE METODOLOJİJUSÔL PROBLEMi
Başlıca üç şekilde tasvir edilen bu durumlan müessirin alt kademeleri olarak takdim edenlerin yanısıra "el-münasibü'l-mülaim"in çeşitleri olarak değerlendirenler de vardır. "el-Münasibü'l-ğarib" tabiriyle ne kastedildiği hususunda ise fikirbirliği olmadığı için ya geçersizliği ittifakla kabul edilen veya ictihada açık olan münasebe türü olarak gösterilir.
Özet olarak, sebr ve taksim, tard-aks gibi metodlann mantık kurallanna göre geliştirilmesine mukabil, münasebe hükmün özüne inilip önce akla uygunluk tespiti yapılmasım daha sonra bu makul vasıf ve bağın naslardaki düzenlemelerle de uygunluk taşıdığının belirlenınesini ifade eden bir metod olduğundan, gai yorum ve gaye eksenli boşluk doldurma ictihadımn vazgeçilmez aracıdır.
Kıyasa- imkan bulunamayan durumlarda çözüm üretirker.., bütün şer! hükümlerin ortak amacının kullann dünyevi ve uhrevi maslahatlanmn karşılanması olduğu yönündeki ortak tespiti esas alarak naslara aykın olmayan her maslahatın hükme dayanak yapılabileceğini ve bunun da amaç unsuru bakırnından olayın naslara bağlanması anlamına geldiğini savunanlar vardır; fakat hakim eğilim bu olumsuz şartın
yanısıra yeni olayın daha önce geçerli istidlal yöntemleriyle elde edilmiş çözüme/çözümlere uygunluğu belirlenerek ya da naslarda ifadesini bulmuş veya onlardan tüme varım yoluyla çıkanlrnış genel ilke ve kaidelerin kapsamına katılarak dolaylı biçimde naslara bağlanması gerektiği yönündedir.
Her iki anlayışa göre yapılan bu ictihadın Fıkıh UsUlü terminolojisindeki genel adı istıslahtır; ama bazı dururulann kıyasın alt türleri, bazılannın da yorum ictihadı olarak değerlendirilmesi mümkündür. Yukanda işaret edildiği üzere bu tür ictihadın istihsan, istıshab ve sedd-i zerayi' gibi delillerle ilişkilerinde tartışmaya açık incelikler bulunmaktadır.
Son eğilimin savunduğu yol, özellikle hukukun mantık! sıhhatini kontrol ederek kendi içinde tutarlı fikri örgüye sahip bir doktrin oluşturabilmek açısından gerekli ve fakihin şer'f-amell meseldere çözüm ararken hayatın akışı içinde tabii biçimde işletebileceği bir yöntem olmakla beraber, her bir olayda bunun nazari bir anlatıma kavuşturulması yapılan işin doğasına uymadığı gibi, hukukun etik ve kültürel sıhhatini kontrol gereğini de göz ardı etmeyen ictihadlann yapılabilmesi, bu teorik izahlardan çok ictihad zihniyetinin zinde tutulmasına, fakihin de bir yandan naslann ruhuna ve gayelerine nüfuz edebilmek diğer yandan da
FIKIHTA USÜL MES'ELESİ 673
olayın ınahiyetini kavrayıp içerdiği yarar ve zararları buna göre değerlendirebilmek için gerekli birikime ve melekeye sahip olmasına bağlıdır.
Öte yandan, Fıkıh faaliyetinin genel çerçevesi ibadetler, helalharamlar ve hukuki ilişkiler şeklinde ifade edilebilirse de, delillerin işletilmesi ve ictihad yöntemleri konusunda ortaya çıkan bazı problemierin hukuki ilişkiler alanıyla münhasıran kulluk davranışları alanının karına biçimde ele alınması ile ilintili olduğu da gözden uzak tutulmamalıdır. Zaman zaman birçok fakih tarafından hükümlerin hikmetleri bağlamında önemine dikkat çekilen bu ayınının -Hanefi fakihlerin fesad ve butlan müeyyidelerini tefrik etmeleri gibi istisnalar dışında- metodik yaklaşırnlara açık ve yeterli biçimde yansırılınadığı söylenebilir.