197
1 AV. KEMAL KERİNÇSİZ ESAS HAKKINDAKİ SAVUNMA ÖZET A) DAVADA GENEL OLARAK ÇÖZÜLMESİ GEREKEN HUKUKİ SORUNLAR I-) Soruşturmanın ve davanın siyasi boyutu Ülkenin iç ve dış siyasetinin belirlenmesi yönünden bir proje olarak kurgulanan sözde Ergenekon tertibinde şahsım dahil davada sözde örgüt üyeliği ile suçlanan sanıkların beşeri, sosyal, insani, siyasi, kültürel, iş ve dostluk ilişkileri örgütsel ilişki olarak değerlendirilip, sanal bir örgüt oluşturulma yoluna gidilmiştir. Uluslararası Terör Hukukunda, yapılmış terör örgütü tanımlamasının dışına çıkılmıştır. Birinci Ergenekon iddianamesinin mahkemeye teslimi sırasında 14.07.2008 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz’in yaptığı açıklamada mızrağın çuvala sığmadığı görüldüğünden; “Bu terör örgütü sizin bildiğiniz anlamda olmayıp, bilinenlerin dışında bir örgüttür” denilmiştir. Kurumsallaştıramadığımız demokrasimizde siyasi iktidarı elinde bulunduranların zaman zaman yargı gücünü muhaliflere karşı kullandıkları bilinen bir gerçektir. Ancak bu kullanım öncelikle iç siyasi hedefler doğrultusunda gerçekleşmiş ve daha ziyade muhalefetin bir kesimini hedeflediği gibi işlenen suçlardan sonraki zaman dilimini kapsamıştır. Ergenekon projesi bu konudaki tüm ezberleri bozmuştur. Yargı organlarının siyasi hesaplaşma sürecine dahil edildikleri geçmiş dönemlerden farklı olarak; ___ Toplumun geniş kesimlerini kapsamına alabilecek potansiyelde yapay suç ve suçlu yaratılma yoluna gidilmiştir. ___ İlk defa TSK hedef alınmış, kurumun Türkiye iç ve dış siyasetindeki yerinin küçültülmesine gidilmiş, belirleyici bir aktör olmaktan çıkartılmıştır.

SORUNLAR I-) - odatv.com · Bu salonda derin devlet ve gizli örgüt yapılanmasını aramakla, “cambaza bak” aldatmacası bir kez daha sahnelenmektedir. Kuruluşunu 1950’lere

  • Upload
    others

  • View
    24

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

1

AV. KEMAL KERİNÇSİZ ESAS HAKKINDAKİ SAVUNMA ÖZET

A) DAVADA GENEL OLARAK ÇÖZÜLMESİ GEREKEN HUKUKİ

SORUNLAR

I-) Soruşturmanın ve davanın siyasi boyutu

Ülkenin iç ve dış siyasetinin belirlenmesi yönünden bir

proje olarak kurgulanan sözde Ergenekon tertibinde şahsım dahil

davada sözde örgüt üyeliği ile suçlanan sanıkların beşeri, sosyal,

insani, siyasi, kültürel, iş ve dostluk ilişkileri örgütsel ilişki olarak

değerlendirilip, sanal bir örgüt oluşturulma yoluna gidilmiştir.

Uluslararası Terör Hukukunda, yapılmış terör örgütü

tanımlamasının dışına çıkılmıştır.

Birinci Ergenekon iddianamesinin mahkemeye teslimi

sırasında 14.07.2008 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Aykut

Cengiz’in yaptığı açıklamada mızrağın çuvala sığmadığı görüldüğünden;

“Bu terör örgütü sizin bildiğiniz anlamda olmayıp,

bilinenlerin dışında bir örgüttür”

denilmiştir.

Kurumsallaştıramadığımız demokrasimizde siyasi iktidarı

elinde bulunduranların zaman zaman yargı gücünü muhaliflere karşı

kullandıkları bilinen bir gerçektir.

Ancak bu kullanım öncelikle iç siyasi hedefler

doğrultusunda gerçekleşmiş ve daha ziyade muhalefetin bir kesimini

hedeflediği gibi işlenen suçlardan sonraki zaman dilimini kapsamıştır.

Ergenekon projesi bu konudaki tüm ezberleri

bozmuştur. Yargı organlarının siyasi hesaplaşma sürecine dahil

edildikleri geçmiş dönemlerden farklı olarak;

___ Toplumun geniş kesimlerini kapsamına alabilecek potansiyelde

yapay suç ve suçlu yaratılma yoluna gidilmiştir.

___ İlk defa TSK hedef alınmış, kurumun Türkiye iç ve dış

siyasetindeki yerinin küçültülmesine gidilmiş, belirleyici bir aktör

olmaktan çıkartılmıştır.

2

___ Yargı süreci ile rejimsel dönüşümün temelleri atılmış, laik

cumhuriyetin tüm kurumlarının ve kurallarının içi boşaltılmaya

başlanmıştır.

___ Ülke içinde küreselci güçlere bağlı bir yönetimin iktidarda

kalmasının yolu açılmıştır.

___ Bölgede üniter yapısını koruyan en güçlü milli devlet olarak,

bölünme ve küçülme ile birlikte federatif yapının kurulması

amaçlanmıştır.

___ Türkiye’nin Nato’daki yeri yeniden ve kalın çizgilerle çizilmiş,

gevşemiş olan zincirlere yenileri eklenerek koparılamayacak hale

getirilmiştir.

___ Amerika ve İsrail’in hedefi olan bölgede Kürdistan oluşumunun

alt yapısı oluşturulmuştur.

___ TSK; Amerika’nın, AB’nin ve Nato’nun lejyoneri olması konusunda

terbiye edilmiş, tüm kadroları ve yapısı bu amaca yönelik

şekillendirilmiştir.

___ Türkiye’nin dış siyasetinde Amerika’ya bağlılığı en üst düzeye

ulaştırılmış, ülkemize bölgede jandarma rolü verilmiştir.

___ İkinci İsrail olarak kurulması yoluna gidilen Kürdistan Türkiye’nin

himayesine verilerek, İsrail, Kürdistan ve Türkiye şeytan üçgeninin

temelleri atılmıştır.

___ Tüm bu politikalara karşı gelecek Atatürkçü, Ulusalcı ve

Milliyetçi güçler sindirilmek, korkutulmak ve bu uygulamalara tepki

gösteremez hale getirilmek istenmiştir.

___ Bu politikalara karşı çıkacak kesimleri besleyen milli değerlerin

zayıflatılması için her yola müracaat edilmiş, en büyük Türk ve ortak

değer olan Atatürk’ü onun eseri Cumhuriyet’i, yegane varlık sebebimiz

Türklüğü silmek için sinsice hazırlanmış planlar tatbik sahası

bulmuştur.

3

___ İktidarın kalıcı olabilmesi için, ülke içi sermaye transferleri

gerçekleştirilmiş devletin tüm olanakları, ülkenin ekonomik değerleri

yeniden paylaştırılmıştır.

___ Milli değerlerle ve cumhuriyetle yüzyılın hesaplaşmasına giren

demokrasi ve insan hakları görüntüsü altında olağanüstü baskı rejimi

oluşturulmuş, sivil darbe yolu ile rejimin ve temel kurumların içi

boşaltılmış, ülke insanı etnik, din, mezhep, siyaset bazında olağanüstü

bölünme, kamplaşma ve ayrışma sürecine itilmiştir.

Sözde örgüt üyeliğinde öylesine ifrata gidilmiştir ki,

ülke insanının %42’si Ergenekoncu ilan edilmiş, bu tertibin farkına

varan yüz binlerce insan meydanlarda “biz Ergenekoncuyuz” diye

haykırmaya başlamış yine on binlerce insan “bende Ergenekoncuyum,

benim hakkımda işlem yapın” diye mahkemeye müracaat edebilmiştir.

Söz konusu projeye yargı organlarının önüne getirilmeden önce,

yasa dışına çıkmış dış destekli bir gurup operasyonel istihbarat

elemanlarınca kurumlar kullanılarak pişirilmiş, adım adım geliştirilmiş

ve bu ateşten top yargının kucağına bırakılmıştır.

Maalesef bir kısım yargı mensupları bu projenin kurgu boyutunu

algılayamamış, olayı sadece hukuki bir dava görme yanılgısına

kapılmıştır.

İktidara sağlanan göreceli siyasi ve ekonomik destekler bu

tertibin ülkeye yol açtığı zararları ve rejime vurduğu darbeleri

görmeyi engellemiştir.

Ergenekon davasının neresinde yer alırsa alsın, bu tertibin ağır

sonuçlarından kısa bir süre sonra küçük bir azınlığın dışında tüm

insanımızın zarar göreceğinden hiçbir kuşkum yoktur.

Bela ile karşılaşmadan, mağduriyeti yaşamadan zamanında tepki

gösteremeyen ülke insanım için maalesef 90 yıl önceki tarih yeniden

tekerrür edecektir.

Tekerrür olmadan, tarihin yazılamayacağını maalesef en iyi

milletimiz bilmektedir.

4

Ergenekon soruşturmasında, sözde örgüt suçu olarak

kabul edilen suç ya da suçlardan hareketle örgütün hukuki varlığı

tespit edilmesi, kurucu yönetici ve üyelerin belirlemesi yoluna

gidilmesi gerekirken sözde örgütten hareketle somut suçların

işlendiği yargısına varılmıştır. Böylelikle bu dava nedeni ile tüm

insanlığın acı tecrübeleri sonucu kurtulmaya çalıştığı itham sistemine

yeniden geri dönülmüştür.

Ergenekon soruşturması ve davasının toplumumuza verdiği zarar

boyutlarını tahayyül etmekte zorlanmaktayım.

Devletimize, ülke insanına, millet yapısına, rejimimize ve

kurumlarımıza verdiği zararları yaşadıkça hep birlikte göreceğiz.

Ancak bu soruşturma ve dava ile hukuk sistemimizin çöktüğü

inkar edilmez bir gerçektir.

Hukuk devletinin yetersiz de olsa bugüne kadar elde ettiği

kazanımlar bu dava yolu ile bir çırpıda ortadan kaldırılmıştır.

II) Sözde örgütün kuruluşu kasıtlı olarak araştırılmamıştır.

İddianamenin 46.sayfasında sözde örgütün kuruluşundan

bahseden sadece 8.paragrafta 5 satırlık bir cümle vardır.

Bunun dışında 1950’lerde kurulduğu iddia edilen sözde sivil

açılım tarihi olan 1999 yılından önce 50 yıllık geçmişi olduğu belirtilen

sicili darbeler, hükümet düşürmeleri, suikastlar, toplu katliamlar, faili

meçhullerle dolu sözde örgütün kuruluşu için iddianame ve mütalaanın

toplamı 5000 sayfada, sadece 35 kelimden oluşan 5 satırın

ayrılmasının tek tercümesi “bu örgütün kuruluşunu kurcalamayın çünkü

kurgulanan örgüt projesine zarar verir”

anlamı taşımaktadır.

İddianamede kuruluş konusunda yer alan şu cümle aslında

Ergenekon projesinin neden peydahlandığını net bir şekilde ortaya

koymaktadır.

Bu cümle şudur;

5

“NATO’nun komünizmle mücadele amacıyla birçok ülkede

kurduğu bu örgütler zaman içinde amaçları dışına çıkmış bir kısım kişi

ve zümrelerin kendi amaç ve ideolojilerini geliştirmek için

kullandıkları terör örgütüne dönüşmüştür” denmekle, sözde

Ergenekon’un NATO ve ABD’nin emrinden çıkan kendi ideolojileri olan

Atatürkçülüğü ve onun şiarı olan tam bağımsızlık ilkesi çerçevesinde

Avrasyacı politikaları uygulamak isteyen askerler tarafından

kurulduğu ikrar edilmiştir.

İddianamede belirtilen NATO’nun amacı dışına çıkan, kendi amaç

ve ideolojilerini geliştirmek isteyen zümre ve kişiler; elbette ki

1990’lı yıllardan itibaren bölgede NATO dışında Rusya, Çin ve İran’la

yeni bölgesel politikalar oluşturmak isteyen Atatürkçü- Avrasyacı ve

NATO dışı çözüm arayışlarına giren Batı Emperyalizmi ile 50 yıldır

oluşturulan zincirleri kırmak isteyen Mustafa Kemal’in gerçek

askerleridir.

O yüzden kimse ne kendisini ne de başkasını aldatmasın. Bu

davada cezalandırılmak ve terbiye edilmek istenen, NATO dışında

bağımsız askeri politikaları geliştirmeye çalışan Atatürkçü askerler

ve bu düşünceye bağlı sivil muhalefettir.

Bu proje ile NATO, gladyo ve ABD’ye bağlı derin devlet

yapılanması aklanmıştır.

Halen ülkemizde egemen olan NATO ve ABD ile iktidar arasında

2002 yılından itibaren güçlü bir nikah tazelenmiş, bu yapının son 40

yılda Türkiye’deki tüm operasyonları, suikastları, faili meçhulleri,

Atatürkçü TSK mensupları ile Bağımsız Türk Milliyetçileri ve

ulusalcıların üzerine ihale edilmek istenmiştir.

Bu siyasi proje ile bırakınız ülkemizdeki NATO yapılanmasının

açığa çıkarılmasını tam tersine bu yapılanmanın işlediği tüm suçlar ve

marifetleri, bir daha aydınlanmayacak şekilde üzeri beton bloklarla

örtülmüştür.

O yüzden bu sözde örgütün kuruluşu araştırılamaz.

6

Hiçbir yargı kurumu NATO’ya;

“senin ülkemde kurduğun komünizmle mücadele örgütlerin nerede,

nasıl kimlerden oluşmuştur, akıbeti ne olmuştur”

sorusunu soramaz.

Bu soruyu sorabilmesi için öncelikle siyasi iktidarın bir güç

olarak yargının önünü açması, bağımsız bir yargı yapısını oluşturması

zorunludur.

Bağımsızlığını yitirmiş, 12 Eylül 2010 referandumu ile iktidara

tabi hale getirilmiş bir yargı ve NATO’cu bir iktidarla NATO

yapılanmasının üzerine gidildiğini söylemek gülünç bir iddiadır.

Ergenekon projesi ile ülkemizdeki NATO ve ABD

yapılanmalarının tüm kirli ilişkilerinin aklanmasının ötesinde bir daha

gündeme getirilemeyecek şekilde tarihin karanlık sayfalarına

gömülmüştür.

Davanın başındaki en masum taleplerim olan; “Eğer bu dava

NATO’cu gladyo ve Derin devlet yapılanmaları ile mücadele davası ise;

_ NATO’nun merkezi Brüksel’e bakanlık vasıtası ile yazalım, siz

bu ülkede komünizmle mücadele altında hangi örgütlenmeleri

kurdunuz, bu örgütlenme Türkiye genelinde Komünizmle mücadele

derneklerine dönüştü mü? Bu örgütleri kimler kurdu, yöneticileri

kimlerdi. Mali kaynakları nelerdir? Ülke içinde kime bağlıdırlar. Bu

yapı halen faal olarak çalışıyor mu?

sorularının cevabını anlayalım dedim.

_ Yine tüm bu soruların cevabını başta ülke içindeki kurumlardan

soralım ve araştıralım dedim.

Ancak mahkeme her nedense yargıladığı sözde örgütün

kuruluşunun çok önemli olmadığını ifade edecek şekilde “bu davaya bir

katkısı yoktur” diye bu taleplerimizi reddetmiştir.

İşin ilginç tarafı buradaki sanıklar ile NATO ilişkilerini

araştırmış bir bağlantı olup olmadığını sormuştur.

7

Sözde örgütün uyduruk belgeler hazırlanarak yeniden

yapılanmasının sivil açılımının 1999 yılına çekilmesinin, aldığı tüm

kararlarında şifahilik yöntemini terk ederek, yazılılık usulüne geçtiğini

iddia edilmesinin tek sebebi, gerçek NATO’cu gladyo ve derin devlet

yapılanmasının ortaya çıkmasının önlenmesine yönelik önlemleridir.

Ergenekon tertibi, NATO’cu gladyo ve ABD’nin derin devletinin

içerideki taşeronlarla birlikte kurguladığı ve yürürlüğe koyduğu

faaliyetlerinden sadece biridir.

Faaliyetlerine aynen devam etmektedir.

Hükümetin ipotek altına alınmış, gerçek iradesinin yok edildiği

Oslo görüşmelerinde, Kürt açılımı politikalarında, Türklüğü, Türk

Milletini, T.C.’ni unutturacak anayasa çalışmalarında, Suriye

siyasetinde bu NATO’cu ve ABD’ci gladyonun izlerini ve etkisini

görmemek mümkün değildir.

Bu salonda derin devlet ve gizli örgüt yapılanmasını aramakla,

“cambaza bak” aldatmacası bir kez daha sahnelenmektedir.

Kuruluşunu 1950’lere kadar indirdiğiniz örgütü; Silivri’de değil 6

yıl, 60 yılda arasanız bulamazsınız.

Çünkü örgüt Ankara’da iktidardadır ve ülkenin iç ve dış

siyasetini belirlemektedir.

İşte bu yüzden sözde örgütün kuruluşunun araştırılması ve

ortaya çıkarılmasının önüne bir perde çekilmiştir.

Çünkü perdeyi kaldırdığınızda gerçek derin devletin ülkemizin

kılcal damarlarına kadar girmiş ve devletimizi tasfiye sürecine sokmuş

ABD ve NATO yapılanması olduğunu göreceksiniz.

_ Nitekim sayın savcılar NATO’nun komünizmle mücadele

amaçlarının dışına çıkmış subaylarca kurulduğu bilgisini çeşitli

kaynaklardan temin ettiğini belirtmişlerdir.

_ Bu kaynaklar nelerdir? Neden açıklanmamıştır?

_ Neden dosyaya konmamıştır?

8

_ İddia makamı belgesiz ve bilgisiz konuşamaz. İddia ettiği

bilginin kaynağını göstermek ve iddianamesine eklemek zorundadır.

_ Savcılık ve mahkeme 6 yıllık yargılama sürecinde sözde

örgütün nerede, ne zaman, kimler tarafından kurulduğu, hangi

örgütlere dönüştürüldüğü, yönetici ve faaliyetlerinin ne olduğu

konusunda ciddi ve detaylı hiçbir araştırma yapmamıştır.

_ Sadece güvenlik kurumlarına sözde örgüt ile ilgili bilgilerin

sorulması yeterli değildir.

_ İddianamede kuruluşunun ayak izlerinin NATO’ya çıktığı

belirtilen sözde örgütün kuruluş itibari ile hiçbir şekilde

araştırılmaması önemli bir eksikliktir.

_ Örgüt iddiaya göre 1950’lerde kurulduğu tarihten sivil açılım

tarihi olan 1999 yılına kadar geçen en az 40 yıllık süreçte

+ TSK’nin bünyesinde kurulduğu,

+ Üye ve yöneticilerinin muvazzaf askerlerden oluştuğu,

Dikkate alındığında kuruluşunun ve kurucularının araştırılmaması ve

tespit edilememesi imkânsız ve önemli bir eksikliktir.

_ 50 Yıllık sözde örgütün kuruluşu ve 40 yıllık süre içindeki

faaliyetlerini araştırmadan sadece 1999 yılının baz alınarak kabulü ve

sivil açılımdan sonra araştırılması, sözde örgütün kurgudan ibaret

olduğu görüşünü ortaya koyar.

_ Mademki bu sözde örgütün 1999 yılına kadar kurucu ve üyeleri

tamamen askerdir. Bu durumda eğer böyle bir örgüt var ise

Genelkurmay Başkanlığının Kozmik odasına girilmesine ve tüm

belgelerine el konulmasına rağmen, mahkeme her nedense bir dernek

için resen 10 yazışma yaparken, Kozmik odadan örgüt kuruluşu ya da

örgüt hakkında bilgi çıkıp çıkmadığını sormamıştır.

_ Kaldı ki 1999 yılından itibaren 7 Başkanlıktan 5’i askerdir.

Kozmik odada bilgi çıkmaması imkânsızdır.

_ Sözde örgütün 1999 öncesi ve sonrasında;

9

Para kaynakları, gelir ve giderlerine ilişkin tek bir bilgiye

ulaşılmamıştır.

_ Hükümetleri düşüren bir örgütün milyon- milyar dolarlık

kaynakları olması gerekir.

_ Bu davada yargılanan sanıklardan birinden birine bir para

transferine ulaşabildiniz mi?

_ Kuruluşu, kurucuları, 40 yıllık faaliyeti, mali kaynakları,

gelirleri tespit edilemeyen bir örgütün varlığı kabul edilemez.

III) Mütalaada sanıklara isnat edilen suçlar, sözde örgütün

olmadığının en önemli kanıtıdır.

Sözde örgüte bünyesinde cebir ve şiddet içeren suç isnadı

yapılabilmesi için, hukukun tüm kuralları zorlanarak eklenmeye

çalışılan Danıştay cinayetinin dışında 60 yıllık sözde örgütün cebir ve

şiddet içeren tek bir suç işlediği iddia edilememiştir.

Sanıklara isnat edilen suçları dört ana gurupta toplamak

mümkündür.

___ Birinci gurup suç kişisel veri kaydıdır.

Sanıkların %80’ne yakın kısmında bu suç isnadı yapılmıştır.

Sanıkların meslekleri ve uğraşı alanları itibari ile kolaylıkla

suçlanabilecek bir alandır.

Ancak savcılar bu kişisel verilerin sözde örgüt amacına uygun

olarak kullanıldığını iddia edememişlerdir.

___ İkinci gurup suç, gizli bilgi ve belge suçlarıdır. Bu suçlarda çok

kolaylıkla sanıkların sahip oldukları meslekleri nedeni ile işlenebilecek

bireysel suçlardır.

Mütalaada her hangi bir gizli belgenin sözde örgüt amacı ile

kullanıldığı da kanıtlanamamıştır.

Her iki suç türü abartılmış, hemen hemen sanıkların çoğunda suç

unsurları oluşmamasına rağmen isnatta bulunulmuş, gizlilik dereceleri

olağanüstü abartılmış, belgelerin çoğu maruf hale gelmiş, güncelliğini

10

yitirmesine rağmen sırf sözde örgüt suçu yaratmak için, mesleki

sebeplerle bulundurulan kamuoyunca da bilinen bilgi ve belgeler suç

konusu yapılmıştır.

___ Üçüncü gurup suç kişilerin bireysel olarak bulundurdukları silah,

patlayıcı madde ve ateşli silahlar yönünden suçlanmasıdır.

Bu gurupta yer alan suçlamalarda bulunulurken önemli şaibeler

oluşmuş, hukuk dışı yöntemlere müracaat edilmiştir. Şöyle ki;

Kişilerdeki hatıra olarak saklanan boş kovanlar, gaz

tabancaları, kurusıkılar, bilye atan oyuncak tipi bireysel

silahlar, içi boş kalemlik olarak kullanılan el bombasının

kurşun dökümleri bile sözde örgütün silahı sayılmıştır. Çünkü

sözde örgüte uydurma dokümanlarının yanı sıra yine silahlı

örgüt vasfını kazandırabilecek uydurma silahlara da ihtiyaç

vardır.

Kimde nerede patlayıcı madde bulunmuşsa, basit telefon,

görme, tanışma gibi sanal irtibatlarla bu davanın eklentisi

haline getirilmiştir. Yasanın ruhuna ve amacına aykırı

birleşme kararları verilmiştir.

Bulunan patlayıcı maddelerin sözde örgüt amaçları

doğrultusunda kullanıldığına ve kullanılacağına ilişkin tek bir

ciddi delil ortaya konmamıştır. Bomba irtibat raporları bu

konuda inandırıcı olmaktan son derece uzaktır.

Patlayıcı malzemeleri bulunduğu iddia edilen kişilerin, bu

malzemeleri sözde örgüt adına bulundurduğuna, depoladığına

ya da kullanacağına, bulunduğu iddia edilen malzemelerin

diğer sözde örgüt yöneticilerin bilgisi ve talimatları dahilinde

olduğuna ilişkin dosyada ciddi hiçbir delil bulunmamaktadır.

Cumhuriyet Gazetesine atılan bombalarla, Ümraniye’de ve

Eskişehir’de bulunan bombalar arasında oluşturulmaya

çalışılan irtibat yeterlilikten uzak olduğu herkesçe kabul

edilen benzer ve aynı kafile numaralarına ve her yönü ile

11

inandırıcılığını yitirmiş bir gizli tanığın beyanlarına

dayandırılmıştır.

Bulunan patlayıcı maddelerin aramalarında, el koymalarında

ve imhalarında yapılan kabul edilemez hatalar, bu delilleri

hukuk dışına itmiş, bulunduğu iddia edilen kişilerle bu

malzemeler arasında irtibatın kurulması imkansız hale

gelmiştir. Kişi ile malzeme arasında bağlantı kurulsa bile bu

malzemelerin bireysel temin ve saklama olduğu ortadadır.

Sanıklarda bulunduğu iddia edilen inandırıcılıktan uzak

tanzim edilmiş krokilere dayalı, dozerlerle yapılan halka ve

basına açık kazılar, kilometrelerce ormanlık alanda eliyle

konulmuş gibi hiçbir terör örgütü yapısına ve eylemlerine

denk düşmeyecek silahların dere yataklarından çamur içinde

çıkarılmaları, bu silahların önemli ölçüde suni örgüt

projesinde bir takım hukuk dışına çıkmış kişi ve kamu

görevlilerince etrafa dağıtıldığı izlenimi vermiştir.

Özetle sözde örgüt silahı olarak sunulan silahların önemli bir

kısmı bireysel olup, diğer kısmı da sözde silahlı örgüt yaratma uğruna

etrafa dağıtılan silah ve malzemeler olduğu anlaşılmaktadır.

Danıştay Cinayeti için iki silahın sözde örgüt üyesi olmayan

sanıklardan para ile temin edilmesi, Cumhuriyet gazetesine

sözde örgüt üyesi olmayan sanıklara menfaat temini karşılığında

atıldığı iddiaları sözde örgüt fikrini tam bir fiyaskoya

dönüştürmüştür.

Sözde örgüt yaratıcıları, sözde örgüte silah temini ve silahlı

örgüt yaratma konusunda sınıfta kalmışlardır.

Delil olmaktan uzak yorum ve karinelerin tekrarlandığı binlerce

sayfa raporlarla sözde örgüt yaratma çabaları beyhudedir.

Örgüt kriterlerinin hiçbiri davada yargılanan sanıklar arasında

yoktur.

Örgütün varlığı ciddi ve inandırıcı kanıtlarla ortaya konmalıdır.

12

Emniyet mensuplarının senaryo yazdığı HTS raporları ile masa

başında örgüt yaratılamaz.

____ Dördüncü gurup suç, hükümete karşı işlenmiş suç olup,

sanıkların bu suçu dernek kurarak, miting ve basın açıklaması yaparak,

konferanslar vererek, gazetede ve internette köşe yazıları yazarak,

televizyon programları yaparak, davalar açarak işlediğinin iddia

edilmesi ayrı bir hukuk skandalıdır.

Bu suçun işlenmesi için ortada netice almaya elverişli, cebir ve

şiddet içeren vahim araç suçların olması gerekirken, kişilerin temel

hak ve özgürlükleri kapsamında eylem ve faaliyetlerinin vahim suç

sayılması sözde örgütün olmadığının bir başka delilidir.

Anayasal sistemi ve hükümeti ortadan kaldırma amacı taşıdığı

iddia edilen 60 yıllık sözde örgüt üyelerinin vahim araç suçlar

kapsamında, banka soygunları, yağmalar, adam kaçırmalar, güvenlik

görevlilerinin katli, kundaklamalar gibi suçları olmaması, bu salonda

örgüt aranmasının mümkün olmadığını göstermektedir.

Kalemde memur gibi çalışan, tarafsızlığını yitirmiş, mesleği

bilinmeyen, sıfatına bilirkişi denilen görevlilerin, örgütü nasıl yaratırız

kaygısıyla hazırladıkları yapay raporlarla değil altı sene, 60 senede

uğraşılsa olmayan örgütü yaratmak imkansızdır.

IV-) Suçun sadece hukuki tavsifinde değil aynı zamanda maddi

unsurunda da değişiklik yapılmıştır.

a) TCK 312.maddesinde Hükümete Karşı Suçta maddi unsur; TC

Hükümetini cebir ve şiddet yolu ile ortadan kaldırmaya veya

görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye yönelik

fiillerdir.

Nitekim suçun mağduru da toplum değil, doğrudan doğruya

hükümettir.

13

b) Oysa TCK 313.maddesinde düzenlenen Halkı Hükümete Karşı

Silahlı İsyana Tahrik suçunda ise maddi unsur; devletin kuvvetlerine

karşı halkı silah kullanarak isyana tahriktir.

Maddedeki hükümet deyiminden devletin kuvvetlerini algılamak

gerekir.

Nitekim bu suçun mağduru devlet ve dolayısıyla tüm toplumdur.

Görülüyor ki;

— TCK 312.maddedeki suçta maddi unsur hükümeti ortadan

kaldırmaya ya da görevlerini kısmen veya tamamen engellemeye

yönelik cebir ve şiddet içeren eylemler iken,

— TCK 313.maddede düzenlenen suçta maddi unsur silahlı isyana

tahrik fiilidir.

İki suçun maddi unsurları birbirinden tamamen farklıdır.

Yani şahsımı 313.maddeden suçlarken gerçekleştirdiğim iddia

edilen fiiller ile 312.maddeden suçlarken gerçekleştirdiğim iddia

edilen fiiller birbirinden tamamen farklıdır.

Sayın savcı mütalaasında 313.maddeden suç unsurlarının

gerçekleşmediğini kabul etmekle, suçun maddi unsurunda yani

dayandığı fiillerde de değişiklik yaptığının kabulü zorunludur.

Bu durumda artık CMK 226.madde kapsamında sadece suçta

hukuki tavsif değişikliği yapıldığı anlamına gelmemektedir. Fiilde de

değişiklik söz konusudur. Artık bu aşamada CMK 226. mad. (Eski

CMUK 258.mad.) nin tatbik edilerek sanığa ek savunma verilmek

sureti ile davaya devam edilemez.

Fiilin ve mağdurun değiştiği suçta, hukuki tavsif değişikliği

yoktur. Doğrudan maddi unsuru farklı bir suç söz konusudur ki; bu

durumda, ek iddianame tanzim edilmeden yargılamaya devam

edilemez.

Bu durumda; şahsımın TCK 312.maddeden yargılanabilmesi için,

iddia makamına mehil verilerek yeni bir iddianame tanziminin

istenmesi zorunludur.

14

V-) Mütalaada suç değişikliğine gidilmesi karşısında sanıklara

savunmalarını yeniden hazırlaması konusunda muhik bir süre

verilmelidir.

Mütalaada suç tanımlamasında yapılan değişikliğin bir an için

CMK 216.mad. kapsamında kaldığı kabul edilse bile, 5,5 yılı bulan

yargılamada tüm savunma ve delillerimin toplanması, iddianın ve

yargılamanın icrası TCK 313.madde kapsamında yapılırken 18.03.2013

tarihinde (20 gün önce) suçun 312.madde kapsamında kaldığı iddia

edilerek tavsifte değişikliğe gidilmesi karşısında savunma için makul

süre tanınmalıdır.

Dosya kapsamı ve bugüne kadar toplanan deliller dikkate

alındığında tümünün TCK 312.madde kapsamında değerlendirilebilmesi

ve yeni suç kapsamında süzgeçten geçirilmesi önemli bir süreyi

alacaktır.

Mahkemenin bu kapsamda suçun önem ve vahametini dosya ve

delil kapsamını dikkate alarak sanığa adeta savunmasını sil baştan

yapacak bu durum karşısında muhik bir süre verme zorunluluğu

bulunmaktadır.

Diğer taraftan sözde örgüt üyeliği suçundan yargılanırken, iddia

makamınca sözde örgüt yöneticiliği suçundan cezalandırılma istenmesi

bu anlamda verilecek savunma süresinin makul ve savunmayı

hazırlayabilecek bir zaman dilimi olmasını zorunlu kılmaktadır. Yine

iddianamenin dışına çıkılarak TCK 136 ve 137 mad. tatbikinde CMK

226/2 maddesindeki ek sürenin verilmesini gerektirmektedir.

Diğer tüm tutuklu sanıkların hemen tamamında aynı değişikliğe

gidilmesi karşısında mütalaanın okunmasından hemen 20 gün sonra

esas hakkındaki savunmalara başlanması yasanın ruhuna ve savunma

hakkına uygun düşmeyeceği ortadadır.

Nitekim CMK 226.maddesinin 1.fıkrasında;

“ Sanık, suçun hukuki niteliğinin değişmesinden önce haber verilip

de savunmasını yapabilecek bir halde bulundurulmadıkça, iddianamede

15

kanuni unsurları gösterilen suçun değindiği kanun hükmünden

başkasıyla mahkum edilemez” diyerek bu konuda tanınması gereken

savunma hakkının şeklen değil özünün korunarak ve sanığın

savunmasını yapabilecek ortamın oluşturulması ve sürelerin

tanınmasını zorunlu kılmaktadır.

Çünkü sanık yeni değişen duruma göre savunmalarını yapabilecek

halde bulundurulmadıkça mahkeme, iddianamenin dışına taşmayacak ve

mütalaada istenen ceza hükümlerinden ötürü sanık hakkında hüküm

tesis edemeyecektir.

İddianamenin 2500 sayfa, iddianamenin eki olduğu açıkça

zikredilen mütalaanın 2271 sayfa ve milyonlarca sayfayı bulan deliller

ve özellikle sanık isimlerinin mütalaanın birçok bölümüne dağıtılması

karşısında, bu belgeleri yeterince inceleyerek savunma yapabilir hale

gelinmesi için makul, adil ve savunma yapabilecek yeterlilikte sürenin

tanınması zorunludur.

Bir hukuk metninin bir günde en fazla 100 sayfa okunabileceği

düşünüldüğünde şahsımın ve bir çok sanığın henüz mütalaayı dahi

okumayı tamamlamadığı ortada iken, esas hakkındaki savunmaya

geçilmesi, buradaki yargılamayı bir kez daha adil olmaktan çıkaracak,

şekli bir prosedür olduğunu teyit edecektir.

Kaldı ki esas hakkında savunmalar yapılırken sürekli delil

toplanması, bilirkişi raporlarının gelmesi ve bu konularda ayrıca

savunma imkanının verilmemesi yargılamayı adil olmaktan önemli

ölçüde çıkarmıştır.

VI-) İddia makamının unsurları birbirinden tamamen farklı suç

tanımlaması ve suç vasfını 5,5 yıl sonra değiştirmesi aslında

ortada işlenen bir suçun olmadığının ikrarıdır.

Bu davanın soruşturması bir kısım sanıklar bakımından 1 yıl geçmiş,

bir kısmı için 8-9 ay gibi uzun bir süre devam etmiştir.

16

Toplanan deliller, sanık ifadeleri, alınan tanık beyanları karşısında

şahsım hakkında süren 8 ay soruşturma sonunda Halkı Hükümete

Karşı Silahlı İsyana Tahrik suçunu işlediğim iddiası ile iddianame

düzenlenmiştir.

Bu sürenin iddia makamı için, delillerin toplanması ve suçun

tanımlanması yönünden, kısa bir süre olduğu söylenemez.

Yine duruşmalar 20.10.2008 tarihinde başlamış olup mütalaanın

okunduğu tarihte 4,5 yılı bulmuştur.

Savcılık 4,5 yıllık yargılama sürecinde alınan sanık ifadeleri,

dinlenen tanık beyanları ve celp edilen delilleri değerlendirmeyerek

davanın sonuna gelindiğinde

- Maddi unsurları birbirinden tamamen farklı,

- Mağduru ayrı,

- Kanunilik unsurları birbirine benzemeyen,

- Birinde cebir ve şiddetten bahsederken diğerinde sadece silahlı

isyanı konu alan iki suçu birbirinden ayırmayarak, pardon deyip;

“ben davanın başında gerçekleştirdiğin eylemlere bakarak her ne

kadar suç tanımlamasını silahlı isyana tahrik olarak yapmış isem de

5,5 yılın sonunda hata yaptığımı anladım, senin suçun hükümeti

ortadan kaldırmaya ya da görevlerini tamamen ya da kısmen

engellemeye yönelik teşebbüs suçudur” demesi hukuken kabul

edilemeyecek vahim bir hatadır.

İki suçun yasal unsurları öylesine birbirinden farklıdır ki,

benzerlik sadece fail ve suçun manevi unsuru olan kasıt ile

işlenmesindedir.

İddia makamı; bu kadar uzun süreçte mütalaasında halen

iddianameyi tekrar ediyorsa, iddianamede suçun vasfını

değiştirebilecek başkaca maddi bir olay getiremiyorsa, yapılan suç

tavsifindeki değişikliğin gerçek amacının ortaya konmasında

zorunluluk vardır. Çünkü bu konuda yapılacak tespit bu davanın

17

soruşturmadan çok önce bir siyasi proje olarak hangi sebeplerle ve

çevrelerce uygulamaya konduğu gerçeğini de ortaya çıkaracaktır.

— Sayın savcıların bir eylemin ya da eylemlerin TCK 313 madde mi,

yoksa 312 madde kapsamında mı kalacağını ayırt edemeyecek

ölçüde hukuki yanlışlık yapacak düzeyde hukuki donanım ve bilgi

eksikliği içerisinde olduklarına inanmıyorum. Çünkü ceza hukuku

dersleri Hukuk Fakültesinde 2.sınıfta verilir. İkinci sınıfın

sonunda öğrenciye bir eylemin hangi suçu oluşturduğu

sorulduğunda bu iki suç yönünden kesinlikle bir hata

yapmayacağı inancındayım.

Çünkü iki suçun maddi ve kanunilik unsurları birbirinden öylesine

farklıdır ki, bu tabiri caizse masaya sandalye demek kadar farklılık

arz eder.

Bu sebeple; hukuki ehliyet ve donanım konusunda, bu ölçüde bir

eksikliğin olmadığına inandığımız savcılarımızın bu yanlışlığı maddi ya

da yorumda bir hata olarak yaptıkları kanaatinde değilim.

— İddianamenin genel bölümünün 382, 383, 384, 470, 516, 517,

518. sayfaları ile her bir sanık hakkında yapılan değerlendirmelerde

şahsım ve birçok sanık bakımından TCK 313. maddesindeki Silahlı

İsyana Tahrik suçunun işlendiği anlatılırken son derece teorik

ayrıntılı anlatımlara girilmiş ve suçun TCK 313. mad. kapsamında

kaldığı konusunda önemli bir çaba sarf edilmiştir. Davanın başından

itibaren şahsımın ve bu suçla yargılanan diğer sanıkların eylemlerinde

önemli ve suç tanımını değiştirecek yeni bir fiilde konmamıştır.

Danıştay Cinayetinden başkaca bir araç suçta eklenmemiştir. Eklenen

dava dosyaları sözde örgüt suçunun oluşmasına katkı sağlamaya

yönelik, ihdas edilen suç dosyalarıdır. Tamamı bireysel ve zorlama

yorumlarla bu davaya dahil edilmiş eklenti suç ve davalardır. Bu

durumda sayın iddia makamına şu soruyu sormak gerekir.

İddianamede ısrarla savunduğunuz ve gerçekleştiğini iddia ettiğiniz

TCK 313 maddesinde suçun unsurlarının, gelişen ve ortaya çıkan hangi

18

gerçeklik karşısında oluşmadığı kanaatine vardınız? Sizin 5,5 yıldan bu

yana savunduğunuz görüşü değiştiren hukuki gelişim nedir?

— TCK 312.maddesinin mağduru hükümetin siyasi şahsiyeti, TCK

313. maddesinin mağdurunun toplum ve toplumda yaşayan her bir fert

olması, sayın heyetinizde bir değişikliğe yol açmış mıdır?

Bu sorulara cevap verilmese dahi suç tanımlamasında yapılan

değişiklik, bu davanın ne ölçüde siyasi gelişmelere açık olduğu

şüphesini de beraberinde getirmektedir.

Sayın savcılar suç tanımlamasında bu ölçüde keskin bir

değişikliğe giderken, yargılama sürecinde suçun tavsifinde ve

yorumunda bir değerlendirme hatası yapacak kadar özensiz

davranabileceklerine asla inanmıyorum. Özellikle soruşturma

sürecinde, adli kolluk olarak emri altında bulunan emniyetin sahip

olduğu bilgisayar, iletişim ve teknolojik donanımlarından istifade

ederek kendilerine her türlü çalışma kolaylığının sağlandığı bu süreçte

sanıkların önemli bir kısmının suç tavsifinde bu ölçüde vahim hata

yapmaları asla mümkün değildir.

Sahip olunan teknoloji hukukun tüm kaynaklarına da rahatlıkla

ulaşma imkanı verdiği ve bu olanağın iddianame ve mütalaada en geniş

şekilde kullanıldığı dikkate alındığında suç tanımındaki değişikliğin

hukuki yorum ya da değerlendirme hatasından kaynaklanabileceği

şüphesini önemli ölçüde ortadan kaldırmaktadır.

V) Esas hakkında savunma için verilen 1 ve 2 saatlik süre,

ithamlar dikkate alındığında yeterli bir savunma süresi olarak

değerlendirilemez.

İddianame ve mütalaanın kapsamı, ek delil klasörleri,

kovuşturma kapsamında toplanan deliller, kapsamlı bilirkişi raporları,

delillerin dijital ortamda verilmesi ve bilgisayar çalışmasının son

derece kısıtlı olması, isnat edilen suç değişiklikleri dikkate alındığında

verilen bir ya da iki saatlik sürenin kesinlikle yeterli olmadığı

19

ortadadır. Yargılama sürecinin 5 yılı aşması, dinlenen tanık sayısının

150’yi geçmesi ve sürekli yargılama sürecinin uygulandığı bir davada

azami bir veya iki saatlik savunma süresi; “savunma yapma” demekle

eş değerdedir. Adeta verilen süre savunma için değil, az ve yetersiz

yapılması için verildiği şüphesini getirmektedir.

Esas hakkındaki savunma, sanık ve savunma için davanın en önemli

aşamasıdır. Sorguda henüz deliller toplanmamış, okunmamış ve

değerlendirilmemiştir. Savcının cezalandırma konusunda görüşü henüz

kesinlik kazanmamıştır. Mahkemenin suçun işlendiği konusunda çok

önemli şüpheleri mevcuttur. Ancak deliller toplanıp, tanıklar dinlenip,

delil okunması ve değerlendirilmesi aşamasından sonra özellikle

savcının suçun işlenip işlenmediği konusunda kanaati kesinleştikten ve

mahkemenin de bu konuda kanaati önemli ölçüde olgunlaştıktan sonra

yapılan savunma, ceza davasının en önemli kritik aşaması ve sanık içim

adeta köprüden önceki son çıkış yoludur. Savunma ve sanık haklarının

en geniş ölçüde kullanıldığı, savunma dokunulmazlığının en kesif olduğu

dava aşamasıdır. Bu süreçte yapılacak kısıtlamalar davanın ve sanığın

hukuksal konumunu doğrudan etkileyecek, savunma hakkının sınırlarını

ve ne ölçüde riayet edildiğini gösterecektir. Bu durumda sürede

yapılan kısıtlamaların bu hakkın kullanımını önemli ölçüde

engelleyeceği aşikardır. Kaldı ki yasada bu konuda kısıtlama

yapılacağına ilişkin hiçbir hüküm yoktur. Tam tersine özellikle TCK

226.maddesindeki hüküm davanın bu aşamasında savunmaya ayrı bir

önem atfetmiş, savunma hazırlığı için emredici ve mutlak hükümler

getirmiştir. Bu sebeple dosya kapsamına göre getirilen iki saatlik

sınırlama savunma hakkının özünü zedelemiş, kullanılmaz hale getirmiş,

adil yargılanma ilkesinin uygulanmadığını bir kez daha kanıtlamıştır. Bu

kararının yeniden gözden geçirilerek kaldırılması zorunludur.

CMK’ nın hiçbir maddesinde sanığın sorgu ve savunmasının

kısıtlanacağına ilişkin bir hüküm bulunmamaktadır;

___ CMK 191/3-d mad. sanığın sorgusunda,

20

___ CMK 201.mad. soru yöneltmede,

___ CMK 215.mad. okunan belge ve dinlenen tanıklara karşı beyanda,

___ CMK 216.mad. delillerin ortaya konmasında sanığa verilen söz

hakkının kısıtlanacağına ilişkin hiçbir hüküm yoktur.

İddianame ve mütalaanın binlerce sayfadan oluşması, dosyanın

4,5 yıllık yargılama sürecinde milyonları aşan belgeden oluşması,

hemen her gün binlerce sayfadan oluşan bilirkişi raporlarının alınması

karşısında bir ve iki saatlik savunma hakkı verilmesi, savunmayı yok

saymakla eşdeğerdir.

Bu şartlar altındaki yapılan savunma, tamamlanması gereken

şekli prosedür olarak görülmekte “yapılmasa da olur” anlayışı ile

bakılmaktadır.

Kovuşturmada öyle bir sürece girilmiştir ki,

___ İddia makamı istediği delilin celbini talep etmekte, mahkeme

kabul etmekte (TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu raporu)

___ Mahkeme resen delil toplamakta, bilirkişi raporları almakta,

___ Ancak sanıkların en basit delil toplama ve tevsii tahkikat

talepleri reddedilmektedir.

Mahkeme delillerin toplanması aşamasını sadece sanıklar

açısından kapatmıştır.

Mahkeme sanıkların aleyhine olabilecek hiçbir delilin

toplanmasına sınır tanımamakta ancak lehe olabilecek delil

toplanmasına tümden yasaklama getirmiştir.

Esas hakkındaki savunma başladığından bu yana üç hafta içinde

dosyaya on binlerce sayfadan oluşan raporlar gelmiş ve bu raporlara

karşı sanık ve müdafilerine hiçbir söz hakkı verilmemiştir.

Adalet kronometreli hale getirilmiştir.

Sanıklar adeta yarış atına dönüştürülmüştür.

Hukuk dışı usul ve yöntemlerle, nefes nefese yaptırılan

savunmalardan adaletin çıkabileceğini söylemek mümkün değildir.

Adalete kronometre takılamaz. Çünkü

21

___ Bizlerin maraton koşan atletler,

___ Bu salonunda stadyum olmadığını en iyi idrak edebilecek olan yine

sayın mahkemedir.

Adalete ve hukuka yabancı yöntemlerin bir an önce terk

edilmesi, öncelikle esas hakkındaki savunmalara getirilen süre

sınırlamasının kaldırılması,

___ Adil yargılanmaya,

___ Hak ve nesafete uygun ve yine her sanığın konumuna uygun makul

savunma sürelerinin verilmesi zorunludur.

Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezaları istenen sözde örgüt

yöneticileri sanıklar ile kişisel veri kaydından, tutuksuz yargılanan

sözde örgüt üyelerine de aynı savunma hakkının verilmesi adil bir

uygulama olamaz.

Ceza hukukunda adaleti sağlayan temel ilkenin bireysellik kuralı

olduğu unutulmamalıdır.

Bu aşamada yapılacak kısıtlamalar sanığın ve davanın hukuki

durumunu etkileyecek, savunma hakkına ne ölçüde riayet edildiğini

gösterecektir. Bu süreçte yapılan kısıtlamalar hakkın kullanımını da

önemli ölçüde etkileyecektir.

Bu sebeple tarafımıza tanınan iki saatlik esas hakkındaki

savunma süresinin devamı AİHS’nin 6.mad’ni, Anayasanın 36.mad. de

düzenlenen adil yargılama hakkını engelleyen aşikar bir hukuk ihlalidir.

VII) Esas hakkında savunma için verilen 1 ve 2 saatlik süre,

savunma için yeterli değildir.

İddianame ve mütalaanın kapsamı, ek delil klasörleri,

kovuşturma kapsamında toplanan deliller, kapsamlı bilirkişi raporları,

delillerin dijital ortamda verilmesi ve bilgisayar çalışmasının son

derece kısıtlı olması, isnat edilen suç değişiklikleri dikkate alındığında

verilen bir ya da iki saatlik sürenin kesinlikle yeterli olmadığı

ortadadır. Yargılama sürecinin 5 yılı aşması, dinlenen tanık sayısının

22

150’yi geçmesi ve sürekli yargılama sürecinin uygulandığı bir davada

azami bir veya iki saatlik savunma süresi; “savunma yapma” demekle

eş değerdedir. Adeta verilen süre savunma için değil, az ve yetersiz

yapılması için verildiği şüphesini getirmektedir.

Esas hakkındaki savunma, sanık ve savunma için davanın en önemli

aşamasıdır. Sorguda henüz deliller toplanmamış, okunmamış ve

değerlendirilmemiştir. Savcının cezalandırma konusunda görüşü henüz

kesinlik kazanmamıştır. Mahkemenin suçun işlendiği konusunda çok

önemli şüpheleri mevcuttur. Ancak deliller toplanıp, tanıklar dinlenip,

delil okunması ve değerlendirilmesi aşamasından sonra özellikle

savcının suçun işlenip işlenmediği konusunda kanaati kesinleştikten ve

mahkemenin de bu konuda kanaati önemli ölçüde olgunlaştıktan sonra

yapılan savunma, ceza davasının en önemli kritik aşaması ve sanık içim

adeta köprüden önceki son çıkış yoludur. Savunma ve sanık haklarının

en geniş ölçüde kullanıldığı, savunma dokunulmazlığının en kesif olduğu

dava aşamasıdır. Bu süreçte yapılacak kısıtlamalar davanın ve sanığın

hukuksal konumunu doğrudan etkileyecek, savunma hakkının sınırlarını

ve ne ölçüde riayet edildiğini gösterecektir. Bu durumda sürede

yapılan kısıtlamaların bu hakkın kullanımını önemli ölçüde

engelleyeceği aşikardır. Kaldı ki yasada bu konuda kısıtlama

yapılacağına ilişkin hiçbir hüküm yoktur. Tam tersine özellikle TCK

226.maddesindeki hüküm davanın bu aşamasında savunmaya ayrı bir

önem atfetmiş, savunma hazırlığı için emredici ve mutlak hükümler

getirmiştir. Bu sebeple dosya kapsamına göre getirilen iki saatlik

sınırlama savunma hakkının özünü zedelemiş, kullanılmaz hale getirmiş,

adil yargılanma ilkesinin uygulanmadığını bir kez daha kanıtlamıştır. Bu

kararının yeniden gözden geçirilerek kaldırılması zorunludur.

CMK’ nın hiçbir maddesinde sanığın sorgu ve savunmasının

kısıtlanacağına ilişkin bir hüküm bulunmamaktadır;

___ CMK 191/3-d mad. sanığın sorgusunda,

___ CMK 201.mad. soru yöneltmede,

23

___ CMK 215.mad. okunan belge ve dinlenen tanıklara karşı beyanda,

___ CMK 216.mad. delillerin ortaya konmasında sanığa verilen söz

hakkının kısıtlanacağına ilişkin hiçbir hüküm yoktur.

İddianame ve mütalaanın binlerce sayfadan oluşması, dosyanın

4,5 yıllık yargılama sürecinde milyonları aşan belgeden oluşması,

hemen her gün binlerce sayfadan oluşan bilirkişi raporlarının alınması

karşısında bir ve iki saatlik savunma hakkı verilmesi, savunmayı yok

saymakla eşdeğerdir.

Bu şartlar altındaki yapılan savunma, tamamlanması gereken

şekli prosedür olarak görülmekte “yapılmasa da olur” anlayışı ile

bakılmaktadır.

Kovuşturmada öyle bir sürece girilmiştir ki,

___ İddia makamı istediği delilin celbini talep etmekte, mahkeme

kabul etmekte (TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu raporu)

___ Mahkeme resen delil toplamakta, bilirkişi raporları almakta,

___ Ancak sanıkların en basit delil toplama ve tevsii tahkikat

talepleri reddedilmektedir.

Mahkeme delillerin toplanması aşamasını sadece sanıklar

açısından kapatmıştır.

Mahkeme sanıkların aleyhine olabilecek hiçbir delilin

toplanmasına sınır tanımamakta ancak lehe olabilecek delil

toplanmasına tümden yasaklama getirmiştir.

Esas hakkındaki savunma başladığından bu yana üç hafta içinde

dosyaya on binlerce sayfadan oluşan raporlar gelmiş ve bu raporlara

karşı sanık ve müdafilerine hiçbir söz hakkı verilmemiştir.

Adalet kronometreli hale getirilmiştir.

Sanıklar adeta yarış atına dönüştürülmüştür.

Hukuk dışı usul ve yöntemlerle, nefes nefese yaptırılan

savunmalardan adaletin çıkabileceğini söylemek mümkün değildir.

Adalete kronometre takılamaz. Çünkü

___ Bizlerin maraton koşan atletler,

24

___ Bu salonunda stadyum olmadığını en iyi idrak edebilecek olan yine

sayın mahkemedir.

Adalete ve hukuka yabancı yöntemlerin bir an önce terk

edilmesi, öncelikle esas hakkındaki savunmalara getirilen süre

sınırlamasının kaldırılması,

___ Adil yargılanmaya,

___ Hak ve nesafete uygun ve yine her sanığın konumuna uygun makul

savunma sürelerinin verilmesi zorunludur.

Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezaları istenen sözde örgüt

yöneticileri sanıklar ile kişisel veri kaydından, tutuksuz yargılanan

sözde örgüt üyelerine de aynı savunma hakkının verilmesi adil bir

uygulama olamaz.

Ceza hukukunda adaleti sağlayan temel ilkenin bireysellik kuralı

olduğu unutulmamalıdır.

Bu aşamada yapılacak kısıtlamalar sanığın ve davanın hukuki

durumunu etkileyecek, savunma hakkına ne ölçüde riayet edildiğini

gösterecektir. Bu süreçte yapılan kısıtlamalar hakkın kullanımını da

önemli ölçüde etkileyecektir.

Bu sebeple tarafımıza tanınan iki saatlik esas hakkındaki

savunma süresinin devamı AİHS’nin 6.mad’ni, Anayasanın 36.mad. de

düzenlenen adil yargılama hakkını engelleyen aşikâr bir hukuk ihlalidir.

VIII) Bu davanın soruşturmasının ve kovuşturmasının İstanbul’da

görülmesi açık bir yetki tecavüzüdür.

1) Bu davanın soruşturmasının ve kovuşturmasının

İstanbul’da sürdürülmesi hukuki gerekçelerle değil tamamen siyasi

tercihler sonucu gerçekleşmiştir.

Sözde örgütün araç suçu olarak kabul edilen Danıştay

Cinayetine bakan Ankara 11.Ağır Ceza Mahkemesinin kararından

memnuniyet duyulmamıştır.

25

Bu sebeple sanal örgütün soruşturmasının İstanbul’da

yapılmasının tüm şartları hazırlanmıştır.

Danıştay saldırısının kovuşturması devam ederken, bu suçunda

içine alındığı soruşturmanın örgüt soruşturması adı altında İstanbul’da

yapılması, aynı suçun 10.07.2008 tarihli iddianamede yer alıp, iki ayrı

mahkemede kovuşturma konusu yapılması, bunun sözde örgüt ve ilave

sanıklar bahane gösterilerek yapılması aynı konuda iki ayrı

yargılamanın devam ettiği gerçeğini değiştirmez.

Tüm bu yapılanların asıl maksadı Ankara 11.Ağır Ceza

Mahkemesinin kararının bertaraf edilerek, davanın İstanbul’a

taşınmasının yolunun açılmasıdır.

Maalesef aşikar hukuk ihlalleri yapılarak Ankara 11.Ağır Ceza

Mahkemesinin, kararı savcılık işlemleri sonucu ortadan kaldırılmıştır.

2 ) Ergenekon davasının İstanbul’da görülmesinin hiçbir

yasal gerekçesi yoktur.

20.10.2008 Tarihli celsede yaptığımız yetki itirazı mahkeme

tarafından;

“Danıştay Saldırısı Eylemi, ETÖ’nün ortaya çıkarılan

eylemlerinden sadece birisidir. Ele geçen örgüt dokümanlarında,

ETÖ’nün merkezi olarak İstanbul ilinin gösterilmiş olması, eylem ve

faaliyetlerinin İstanbul ili ve yargı çevresinde işlendiği anlaşılmakla

yetkisizlik kararı verilmesi talebinin reddine”

denmiştir.

Bu kararı usule ve yasaya uygun bulmak mümkün değildir.

Mahkeme, İstanbul’un mahkemelerinin yetkisini kabul ederken

iki kriter kullanmıştır.

___ Birincisi sözde örgüt dokümanlarında ETÖ’nün merkezi olarak

İstanbul ilinin gösterilmesi,

___ İkincisi eylem ve faaliyetlerinin İstanbul ili ve yargı çevresinde

işlendiği belirtilmiştir.

Her iki kriterde gerçeği yansıtmamaktadır.

26

a) Ne iddianamede, nede bugüne kadar toplanan hiçbir

belgede “sözde örgütün merkezi şu adrestir” şeklinde bir tespit

yapılamamıştır.

b) İkincisi hangi araç suç İstanbul’da işlenmiştir ki,

İstanbul mahkemelerinin yetkili olduğu iddia edilebilsin.

Mahkeme eylem ve faaliyet demiştir. Ancak “suç” terimini

kullanmamıştır.

Oysa yetkiyi belirleyen suç oluşturmayan eylem ve faaliyetler

değil, TCK’daki suç tanımlamasına giren fiillerdir.

Örgüt, ticari şirket değildir.

Şirketlerde olduğu gibi ticari merkezi ve faaliyetlerinden

bahsedilerek yetkili mahkeme belirlenemez.

3 ) Davamızda yetkiyi belirleyen sözde örgütün işlediği

birden fazla araç suç var ise son suçun işlendiği yer mahkemesidir.

İddianamede sözde örgütün işlediği araç suçlardan gazetenin

bombalanması ve Danıştay Saldırısının dışında somut bir suçtan

bahsedilmemiştir. Son suç olarak Danıştay saldırısı dikkate

alındığında, davanın Ankara’da görüleceğinden bir şüphe

duyulmamaktadır.

İddia makamı aksini düşünüyorsa yetkiyi belirleyecek sözde

örgütün İstanbul’da işlenen son araç suçu net olarak ortaya koyması

zorunludur.

Bu konuda kendilerini açıklamaya davet etmemize rağmen hiçbir

açıklama yapmadılar.

4 ) Eğer sözde örgütün amaç suçu olmasaydı, bu

durumda örgüt suçundan ötürü sözde örgüt üyelerinin yoğun olarak

yakalandığı İstanbul ili, yetkili mahkeme kabul edilebilirdi.

Ancak savcılık mütalaasında suç vasfında yaptığı değişiklikle,

İstanbul Mahkemelerinin yetkili olamayacağını tevilli olarak ikrar

etmiştir.

a) Sanıklara sözde örgüt suçunun dışında yüklenen

27

amaç suç TCK 312.maddesinde düzenlenen Hükümete Karşı Suç’tur.

Bu suçun İstanbul’da işlenmesi madden mümkün değildir.

b) İddia makamı bu suçun 2003-2004 yılında

hazırlanan sözde darbe planları ve halen devam etmekte olduğunu

iddia ettiği sözde örgütün darbeyi amaçlayan eylem ve faaliyetleri ile

işlendiğini ileri sürmüştür. Hükümete karşı, darbeyi yapacağı iddia

edilen TSK’nin merkezi ve darbe yapılacak hükümet Ankara’da iken bu

darbenin İstanbul’da nasıl yapılacağı gerçekten cevaplandırılması

gereken sorundur.

Yine iddiaya göre 2003-2004 darbe planları da Ankara’da

kuvvet komutanlıklarında yapılmıştır.

İnternet Andıcı ve İrtica ile Eylem Planı davalarında suç olduğu

iddia edilen faaliyetlerinin tümü Ankara’da gerçekleşmiştir.

Suçu işlediği iddia edilen sanıkların tümü Ankara’da

yakalanmıştır.

Bu durumda suçun işlendiği yer Ankara olup, İstanbul

mahkemelerinin yetkisi kabul edilemez.

Burada şu soru da akla gelmektedir.

Acaba iddia makamı yetki sorununu aşmak için mi

1.iddianamedeki sanıkların önemli bir kesimi hakkında TCK

313.maddesinin tatbikini isteyip, bu sorun aşıldıktan sonra mütalaa da

suç tavsifini değiştirmiştir?

5 ) Kaldı ki 1.iddianamenin 117.sayfasında çok net bir

şekilde sözde örgütte askeri yapılanmanın önemli olduğu, örgüte bağlı

7 birimden 5’nin muvazzaf askerlerden komutanlık olarak

örgütlendiğini, kurucuların ve yöneticilerinin asker kökenli olduğu,

örgütün TSK içinde çalıştığı belirtildiğine göre artık bu durumda siz

sözde örgütün merkezini nasıl İstanbul olarak gösterebilirsiniz.

Sözde örgütü 1999 yılına kadar askeri bir yapı olarak görüp,

1999 yılında darbe zemini oluşturmak için kısmen sivillere açılım

28

sağlayan sözde örgütün askeri yapısının değişmediği uyduruk

belgelerden ve savcıların iddialarından da anlaşılmaktadır.

Bu durumda işlendiği iddia edilen amaç suçun hükümete karşı suç

olması, sözde örgütün kurucu ve yönetici unsurlarının ağırlıklı olarak

TSK mensubu olması, 2003-2004 darbe planlarının Ankara’da

yapıldığının iddia edilmesi ve sözde örgüt suçu Danıştay olayının

Ankara’da olması, İstanbul Mahkemelerinin yetkisini imkansız

kılmaktadır.

Sanıkların ikametleri ve işyerleri Anadolu’nun muhtelif

yerlerinde olmasına rağmen tüm arama, el koyma, yakalama, iletişimin

tespiti ve teknik takip kararları İstanbul mahkemelerinden

verilmiştir.

Savcılar, yetkili oldukları bölgenin dışına çıkarak ifade alma

yoluna gitmişlerdir.

İstanbul dışında birçok arama, el koyma ve ifade almada

İstanbul polisi görevlendirilmiştir.

Bu davanın aşikar hukuk ihlalleri sonucu İstanbul’a taşınması

bile siyasi iktidarın TCK’nun 309.maddesinde belirtilen suçu işlediğini

fiili olarak ortaya koyabilecektir.

Eğer bu maddedeki cebir ve şiddet unsurunu, sayın

savcılarımızın yorumladığı şekilde kabul edecek olursak, iktidarın

oluşturduğu manevi baskı ve gücünü kötüye kullanmasını cebir olarak

nitelendirdiğimiz takdirde, hukuk devletinin kurallarının uygulandığı

dönemde bu yetki gaspı ve tecavüzü TCK 309.maddesinde belirtilen

yargı yetkisine, Anayasal düzeni işlemeyecek hale getirecek şekilde

müdahale olarak değerlendirileceğinden hiçbir tereddüdüm yoktur.

29

VII) Danıştay Cinayeti Davası hakkında Yargıtay 9.CD’nin kararına

uyulduktan sonra, Ankara 11.Ağır Ceza Mahkemesinin kararı

ortadan kaldırılamaz.

Yargıtay 9.CD’si, Ankara 11.Ağır Ceza Mah.nin kararı iki usuli

gerekçe ile bozulmuştur.

Birincisi; bir sanığın esas hakkındaki savunması sırasında

müdafiinin bulundurulmaması, diğeri de irtibatlı olduğu iddia edilen

dosyalar arasındaki irtibat iddiasının araştırılmamasıdır.

Birleşme kararından sonra mahkemeniz, Danıştay sanıkları

hakkında verilen kararları değiştiremez.

Mütalaada Ankara 11.Ağır Ceza Mahkemesinin kararı ortadan

kaldırılmış, bir kısım sanıkları hakkında beraat kararı istenmiş,

diğerleri hakkında da uygulanan hükümler değiştirilmiştir.

Usul sistemimiz kanun yolları dışında bir mahkemenin kararının

ortadan kaldırılamayacağı yolundadır.

Aksi takdirde bir mahkemenin kararı, diğer bir mahkeme

tarafından ortadan kaldırılması söz konusu olur ki bu durumun yargıda

tam bir kaosa yol açacağı ortadadır.

Danıştay sanıkları hakkında Ankara 11.Ağır Ceza Mahkemesinin

kararı noktasına dokunulmadan esas yönden tekrarlanmak zorundadır.

IX) TCK’nun 313.maddesi yönünden ceza verilmesine yer

olmadığına ilişkin karar verilemez.

Savcılar mütalaada, şahsım dahil birçok sanık hakkında TCK

313.mad. yönünden suç unsurlarının oluşmaması nedeni ile ceza

verilmesine yer olmadığına ilişkin karar verilmesi talebinde

bulunulmuştur.

Oysa bu karar CMK’nun 223/3 maddesinde belirtildiği üzere yaş

küçüklüğü, akıl hastalığı, sağır, dilsizlik, emrin yerine getirilmesi,

zorunluluk hali, suçun cebir ve tehdit halinde işlenmesi hali, meşru

30

savunma, sınırın aşılması, hataya düşme gibi kusurun bulunmaması

hallerinde verilebilir.

Suçun unsurları oluşmaması nedeni ile verilebilecek tek karar;

CMK 223/1 mad. uyarınca beraat kararıdır. Ancak bu karar kasıtlı

olarak verilmemiştir. Daha az vahim suçun maddi unsurunu

oluşturmayan fiillerin daha vahim suçun unsurlarını oluşturmayacağı

yorumunun önüne geçilmek istenmiştir.

X-) TCK’nun 313.maddesi yönünden ceza verilmesine yer

olmadığına ilişkin karar verilemez.

Savcılar mütalaada, şahsım dahil birçok sanık hakkında TCK

313.mad. yönünden suç unsurlarının oluşmaması nedeni ile ceza

verilmesine yer olmadığına ilişkin karar verilmesi talebinde

bulunulmuştur.

Oysa bu karar CMK’nun 223/3 maddesinde belirtildiği üzere yaş

küçüklüğü, akıl hastalığı, sağır, dilsizlik, emrin yerine getirilmesi,

zorunluluk hali, suçun cebir ve tehdit halinde işlenmesi hali, meşru

savunma, sınırın aşılması, hataya düşme gibi kusurun bulunmaması

hallerinde verilebilir.

Suçun unsurları oluşmaması nedeni ile verilebilecek tek karar;

CMK 223/1 mad. uyarınca beraat kararıdır. Ancak bu karar kasıtlı

olarak verilmemiştir. Daha az vahim suçun maddi unsurunu

oluşturmayan fiillerin daha vahim suçun unsurlarını oluşturmayacağı

yorumunun önüne geçilmek istenmiştir.

XI-) Savcılar, yargı sürecini aldıkları ifadelerle bitirmişlerdir.

Mütalaada savcılar, 4,5 yıllık yargılama sürecini hiç dikkate

almamışlardır.

Savcılar için yargılama süreci aldıkları ifadeler ile bitmiştir.

31

Kovuşturma sürecinde sadece sanık aleyhine olduğu düşünülen

delillere yer verilmiş, sanıklar lehine gelen tek bir delile yer

verilmemiştir.

İddia makamı kovuşturmayı tek taraflı olarak dondurmuştur.

Emniyetin sehven davrandığını kabul ettiği ve düzeltmek

zorunda kaldığı deliller dahi dikkate alınmamıştır.

Bu konuda birkaç örnek vermek istiyorum.

Mütalaanın 468.sayfasının 5.paragrafında;

___ 42.bentte Mustafa Dönmez’le hiçbir telefon görüşmemiz

olmadığı halde bu husus nüfus kaydı, HTS kayıtları, vekaletname, dava

dosyası, sanık ifadeleri ile kanıtlanmasına rağmen mütalaada halen

telefon irtibatı olduğu iddia edilmiştir.

2056.sayfa -108.bentte;

___ Merdan Aydın’ın çektiği mesaj; açık kanıtlara rağmen Merdan

Yanardağ ile mesajlaşma olarak geçebilmiştir.

Mütalaanın 367.sayfasında bilgisayarımda Kürşat Harekatı

Bildirisi ile Sevgi Erenerol, Muammer Karabulut, Oktay Yıldırım, Bekir

Öztürk, Kemal Kerinçsiz fotoğraflarının bulunduğu iddia edilmiştir.

Doğru değildir. Bilgisayarımda bulunan bu iki siteye girilmesi nedeni

ile sitelerin birinci sayfasının ve bildirinin bulunduğu sayfalardır.

Sanki fotoğrafları ve bildiriyi bilgisayarıma ben atmışım ya da

düzenlemişim gibi sunulması etik bir davranış biçimi değildir.

____Dördüncü örnekte 1301.sayfada Genelkurmay Başkanlığından

gönderilen şemanın, kurumca hazırlandığı iddiasıdır. Oysa gelen yazı

cevabında kurum “ben hazırladım” demediği halde, “hazırlamıştır”

şeklinde iddia etmenin gerçeği inkar etmekten başka bir şey değildir.

Sayın savcılık kurumunu vazgeçtik, mahkeme açıkça telefonuma

yapılan yüklemeleri kabul edip ara kararla düzeltmesine rağmen, bu

ara karardan sonra düzenlenen HTS raporlarında, düzeltme

yapılmamış ve ara karar alınmamış gibi tespitler yapmıştır.

32

XII-) iddia makamı henüz hangi suçu işlediğime bir karar

verememiştir.

18.03.2013 Tarihli mütalaanın 1955.sayfasında;

“Sanık Kemal Kerinçsiz’in örgütsel faaliyetlerinin sürekliliği,

çeşitliliği ve yoğunluğu ve kamuoyundaki etkisi bir bütün olarak

dikkate alındığında eylemlerinin cebir ve şiddet kullanarak T.C.

hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen

veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek suçunu oluşturduğu”

denilerek TCK 312.maddesindeki suçu işlediğim iddia edilmiştir.

Ancak bu suçun gerçekleşmesi için fiillerimin

___ ya hükümeti ortadan kaldırmaya

___ ya görevini tamamen yapılmasını,

___ ya da görevini kısmen yapılmasını engellemeye yönelik teşebbüs

hareketlerinden biri veya bir kaçını oluşturması gerekir.

İddia makamı benim gerçekleştirdiğimi iddia edilen fiillerin

hangisinin, hangi sonucuna sebebiyet verdiğini belirtmemiştir.

İddia edilen fiillerim hükümeti ortadan kaldırmaya mı, görevini

kısmen ya da tamamen engellemeye mi yönelik olduğu konusunda

hiçbir açıklama yoktur.

Oysa suçun maddi unsurunun tam olarak ortaya konması, failin

hangi fiili ile bu unsuru gerçekleştirdiğinin somut bir şekilde

açıklanması gerekir.

Savcılar yasanın maddi unsurunu olduğu gibi yazmışlardır. Ancak

suçtaki maddi unsur seçeneklidir. Her üç halde de suç gerçekleşmiş

kabul edilmektedir. Ama sanık olarak benim bu üç seçenekten oluşan

hangi neticeyi; hangi fiilimle gerçekleştirdiğim net bir şekilde tasrih

edilmelidir. Aksi halde yapılan suçlamanın hiç bir hukuki dayanağı

olamaz. Sadece madde metnini yazarak; “sanık bu fiili işlemiştir”

demek bir savcının işi olamaz. Fiil ve netice arasında illiyet bağı

kurulmalı, hangi neticenin, hangi fiille gerçekleştirildiği izah

edilmelidir.

33

Bu mütalaaya göre benim henüz hangi fiil ya da fiillerimle

hükümeti ortadan kaldırmayı mı, yoksa görevlerinin bir kısmını ya da

tamamını mı engellemeye teşebbüs ettiğim anlaşılamamaktadır.

Fiilde ve maddi unsurun neticesinde somutlaştırmaya

gidilmemiştir.

B) TARAFIMA İSNAT EDİLEN HÜKÜMETE KARŞI SUÇ (TCK

312)’A İLİŞKİN YAPTIĞIM AÇIKLAMALAR:

İddianamede sayılan her biri evrensel bildirgelerde ve

anayasalarda teminat altına alınmış yasalar çerçevesinde

gerçekleştirdiğim temel hak ve özgürlüklerin kullanımından ibaret

olan fiillerim, hükümete karşı silahlı isyana tahrik suçunun, maddi

unsuru olarak kabul edilmiş iken, bu defa mütalaada ortaya hiçbir

gerekçe konmadan TCK 312.maddesinde düzenlenen hükümeti ortadan

kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen

engellemeye teşebbüs suçunun maddi unsuru olarak gösterilmiştir.

Mütalaada hangi fiilin ya da eylemlerin isnat edilen TCK 312

madde kapsamında sayıldığı ve bu suçun maddi unsurunu oluşturduğu

konusunda bir açıklama yapılmamıştır.

Ancak savcılık anlatımlarından son iki paragraftaki iddialarının

TCK 312.mad. kapsamında kabul edildiği anlaşılmaktadır. Şöyle ki;

1) Mütalaada; Hükümete Karşı Suç Oluşturduğu iddia edilen maddi

fiiller.

a) Başkanlığın yürüttüğüm derneğin Genelkurmay Başkanlığı

Bilgi Destek Dairesi bilgisayar hard disklerinden çıkan

çalışmalarda psikolojik harekatta kullanıldığı iddia

edilmiştir.

aa) Bilgimin dışında, bana hiçbir şekilde ulaştırılmamış, tarafımdan

onaylandığı ve kabul edilmiş olduğu ispatlanamayan üçüncü kişinin

düşüncesini yansıtan bir yazıdan ötürü suçlanmam doğru değildir.

34

Ceza hukukunun temel prensiplerinden biri bireysellik ilkesidir.

Herkes kendi fiilinden sorumludur. Üçüncü kişilerin beyan ve

fiillerinin delil olarak dikkate alınabilmesi için bu beyana ve fiile

bizzat katıldığım veya onayladığım kanıtlanmalıdır.

Mütalaada söz konusu “psikolojik harekat etkinliğinin nasıl

arttırılacağı isimli belgenin Fuat Selvi tarafından hazırlandığı iddia

edilmiştir. Ancak bu belgedeki düşünceleri paylaştığıma ilişkin

dosyada hiçbir kanıt yoktur.

Yine bu belgeyi hazırladığı iddia edilen Fuat Selvi ile hiçbir

irtibatım yoktur. Yine Fuat Selvi’nin görev yaptığı, Bilgi Destek

Dairesinde görev yapan her hangi bir kişi ile de dolaylı ya da dolaysız

bir ilişkim bulunmamaktadır.

Söz konusu yazının tarafıma mail olarak atıldığı, fakslandığı ya

da her hangi bir yolla gönderildiğine ilişkin başkaca bir bilgide mevcut

değildir.

Bu belgedeki düşüncelere iradi olarak katıldığım ya da

Genelkurmay Başkanlığı tarafından başkanı olduğum derneğin

etkinliklerde yönlendirildiğine, kullanıldığına, desteklendiğine ilişkin

somut bir kanıt ortaya konmadan, TSK’nin derneği psikolojik

harekâtta kullandığına ilişkin bir iddia da bulunulamaz.

Bilgi Destek Dairesinin bilgisayar hard disklerinde üç milyonu

aşkın belge çıktığı iddia edilmiştir. Bu belgelerin hiç birinde

derneğimizle ya da şahsımla ilgili bir yazışma, her hangi bir şekilde

maddi destek verildiğine ilişkin bir belgede çıkmamıştır.

Bu sebeple tek taraflı hazırlanmış, şahsımın iradesini,

katıldığını ve bu düşünce doğrultusunda davrandığıma ilişkin belge ya

da başkaca bir delil bulunmadığı takdirde, sorumlu tutulmamam ceza

hukukundaki şahsilik ilkesinin gereğidir.

bb) Söz konusu yazının tarihinin 14.05.2007 olduğu iddia edilmiştir.

Başkanlığını yaptığım derneğin faaliyetleri bu tarihte

başlamamıştır.

35

Bu tarihten önce de sonra da yürüttüğü faaliyet ve

etkinliklerde hiçbir değişiklik yoktur.

Derneğin tüm faaliyetlerinin görüntüleri dosyada mübrezdir.

14.05.2007 Tarihinden önce yapılan etkinlik sayısı 26’dır. Bu

tarihten sonraki etkinlik sayısı ise 4’tür.

Eğer bu belge doğrultusunda derneğimiz psikolojik harekatta

TSK tarafından desteklenmiş olsa idi, en azından etkinlik sayısının

daha fazla olması, bu tarihten sonra yapılan etkinliklerin nitelik ve

nicelik itibari ile öncekilerden daha farklı olması beklenir.

Görülüyor ki bu yönü ile de söz konusu düşüncenin sadece

hazırlayanın kanaati olarak kaldığı, hiçbir şekilde uygulamaya

geçmediği anlaşılmaktadır.

cc) Söz konusu yazıda beyin jimnastiği yapıldığı anlaşılmaktadır.

Çünkü yazının yazıldığı tarihte ya da sonrasında yazıda belirtilen

düşünce doğrultusunda harekete geçildiğine ilişkin bir bilgi ve kanıt

yoktur.

Çalışmada;

“…dönem itibariyle kullanılmaya uygun konumda bulunan STÖ’ler

dolaylı olarak desteklenerek harekete geçmeleri sağlanabilir”

denmiştir .

Yani destekleneceği ya da desteklendiği bu yolda harekete

geçildiği konusunda kesin bir dil kullanılmamıştır.

İleriye matuf bir dil kullanılmasının ötesinde sadece fikir

jimnastiği yapıldığı ve sadece öneride bulunulduğu anlaşılmaktadır.

Oysa sayın savcılar sanki bu düşünce uygulamaya konmuş ve

dernek psikolojik harekâtta kullanılmış gibi;

“sanık Kemal Kerinçsiz’in başkanı olduğu Büyük Hukukçular

Birliği ve sanık Adnan Türkkan’ın başkanı olduğu TGB gibi STÖ’ni

psikolojik harekâtta kullandığını gösterdiği”

denmiştir.

36

Sayın savcılara soruyorum; dosyada kullanıldığını gösteren bir

delil var da biz mi görmedik. Ya da yazıda “harekete geçmeleri

sağlanabilir” yerine “harekete geçmeleri sağlanmıştır” diye yazılı da

biz mi yanlış okuyoruz.

Maalesef bu davada ceza usul hukukunun en eski ve evrensel

ilkeleri arasında yer alan ispat kurallarının farklı uygulandığını dikkate

aldığımızda sayın iddia makamının düşüncesini de yadırgamamak

gerekir.

dd) Söz konusu yazıda STÖ’lerinin dolaylı desteğinden

bahsedilmiştir.

Ancak derneğimize bu konuda dolaylı yoldan bir destek verildiği

konusunda da bir delil yoktur.

Savcılıkta derneğe “şu yoldan dolayı destek sağlanmıştır”

şeklinde somut ve delillendirilmiş bir iddiası olmamıştır.

Yazıda desteğin ne olacağı ifade edilmemiştir.

Eğer destekten kasıt mali destek ise, derneğimizin gelir ve

giderlerini gösteren işletme defteri ve belgeler dosyada mübrezdir.

Derneğin gelirleri sadece üyelerin bağışlarıdır. Üçüncü bir kişiden tek

kuruş yardım ya da hibe almamıştır. Kaldı ki dernek, kirasını ve temel

giderlerini dahi güçlükle karşılamaktadır. Dışarıdan mali destek

aldığımıza ilişkin en küçük bir emare dahi mevcut değildir.

Mali desteğin dışında kalabilecek diğer destek türlerinin hiç biri

ile muhatap olmadığımızdan bu konuda da fikir yürütmekte güçlük

çekmekteyim. Ancak şunu rahat söyleyebilirim ki, etkinliklere

katılanlar ve sayıları belli olup, destek aldığımızı gösteren bir

seviyede olmamıştır.

Yine etkinliklere muvazzaf bir askerin katıldığını kesinlikle

görmüş ve duymuş değilim. Görüntüler dosyadadır.

Bunun dışında etkinlikler konusunda hiçbir muvazzaf subayla

irtibatım olmamıştır.

37

ee) Kaldı ki yazıda derneğimiz ile TSK’nin aynı paralelde

olmadığının da belirtilmesi aramızda sözde örgütsel ilişkinin varlığının

da inkarı anlamına gelmektedir.

Aynı paralelde düşünmeyen kurumların aynı sözde örgüt çatısın

da olması beklenemez.

ff) Bir an için aksi düşünülüp, önerinin kurumca gerçekleştirildiği

ve ismi yazılı kurumların psikolojik harekâtta kullanılmış olduğunu

kabul etsek bile şahsım bakımından TCK 312.maddedeki suç

unsurlarının gerçekleştiği iddia edilemez.

Çünkü yazıda sivil toplum kuruluşlarının psikolojik harekâtta

kullanılması düşünülmüştür. Yani bu kuruluşların zaten amaçları

doğrultusunda yaptığı etkinliklerin dolaylı olarak desteklenmesi bir

fikir jimnastiği olarak beyin süzgecinden geçirilmiştir.

Bu durumda birinci olarak derneğimizin yaptığı etkinliklerin her

birinin alınan yasal izinler çerçevesinde olduğu, hiçbir etkinliğinde suç

işlenmediği, etkinliklerdeki amaçlarının her birinin meşru ve devlet

politikaları ile uyumlu olduğu anayasal hakların kullanımı şeklinde

gerçekleştiği dikkate alındığında;

_ cebir ve şiddet unsurunun olmadığı,

_ hükümeti ortadan kaldırmayı ya da görevlerini tamamen ve

kısmen engellemeyi teşebbüs niteliğinde hiçbir eylemde bulunulmadığı

düşünüldüğünde bu suçtan sorumlu olmamız mümkün değildir.

İkinci olarak verilmesi düşünülen destek dolaylı olup, bu

destekten derneğimizin bilgisi olmadığı takdirde ortada manevi

unsurun gerçekleşmeyeceği izahtan varestedir. Çünkü burada önemli

olan suça iştirak iradesinin olmasıdır. Eğer sizin meşru olarak

gösterdiğiniz bir etkinlik, bir başka kişi ya da kurum tarafından

gayrimeşru amaçlar doğrultusunda kullanıldığı takdirde burada da

diğer tüm unsurları oluşmuş olsa bile manevi unsur nedeni ile suç

gerçekleşmiş olmaz. Çünkü TCK 312.maddedeki suç kasten işlenebilen

suçtur.

38

Üçüncü olarak yazıda sadece dernek isminden bahsedilmiştir.

Tüzel kişiler ancak güvenlik tedbirlerine konu yapılabilir. Şahsımın

dernek başkanı olması nedeni ile ceza hukukunun bireyselliği

karşısında, şahsımın sorumlu olacağı düşünülemez. Çünkü derneğin bir

yönetimi olup, bu irade doğrultusunda faaliyette bulunmaktadır.

Suçun tüm unsurları iradem doğrultusunda gerçekleştirilen fiilde

bulunmadığı takdirde sadece dernek ismi geçmesi ve dernek başkanı

olmam nedeni ile mesul olacağım beklenemez.

Tüm bu hususlar birlikte dikkate alındığında Bilgi Destek

Dairesindeki yazıdan ötürü TCK’nun 312.maddesindeki suçu işlediğim

asla düşünülemez. Bu suçun unsurları aşağıda ayrıntılı olarak

inceleyeceğimiz üzere hiçbir yönü ile gerçekleşmemiştir.

b) Sözde Ergenekon örgütünün birçok mensubu ile örgütsel

irtibat içinde bulunduğum iddia edilmiştir.

Bu davada yargılanan sanıklarla hiçbir şekilde sözde

örgütsel bağım yoktur. Çünkü ortada bir örgüt yoktur. Eğer ortada

bir örgüt yok ise diğer sanıklarla örgüt ilişkisi içerisinde olmamız

mümkün değildir.

Ergenekon projesinde ülkesini seven, milli değerler

konusunda hassasiyet sahibi, Atatürk’ün tüm ilkelerini yürekten

benimsemiş, anti emperyalist, tam bağımsız Türk milliyetçileri de

hedef alınmıştır.

Bu yapıda olan bir insan olarak sosyal ve siyasi çevremin bu tür

kişiliklerden oluşması böyle düşünen derneklerde faaliyet göstermem,

bu tür fikirlerin savunulduğu etkinliklere katılmam, aynı zihniyette

olan insanlarla dost olmam, bu kişilerle meşru ve yasal zeminde,

hukukun çizdiği çerçeve içerisinde mücadele vermem son derece

tabidir.

Elbette ki benim gibi düşünen, benim gibi davranan Yeniçağ

Televizyonunda program yapacağım ve bu programlarımda da yine

benimsemediğim düşüncülerin doğruluğunu savunacağım.

39

Elbette ki verdiğim konferanslarda ve panellerde milli

değerlerimi savunacağım.

Elbette ki Türklüğe hakaret edildiği Anayasanın ve Evrensel

İnsan Hakları Sözleşmelerinin bana verdiği hak arama özgürlüğü

içinde şikayette bulunacağım dava açacağım.

Elbette ki şehidine kelle diyen kişiye isterse başbakan olsun

dava açacağım ve şehit ailelerinin haklarını arayacağım.

Elbette ki yöneticiliğini yaptığım dernek AB’liğine, Nato’ya hayır

diyecek etkinlikler içerisinde olacak.

Elbette ki 20 yaşında evlatlarını bu topraklar için kefensiz

toprağa veren şehit annelerinin kurdukları derneklerin avukatlığını

yapacağım.

Elbette ki milli mücadelede Atatürk’ün yanı başında olan öz ve

öz Türk evladı olan Papa Eftim’e yine Atatürk tarafından kurdurulan

Türk Ortodoks Patrikhanesinin vekilliğini yapacağım ve tüm anma ve

özel günlerinde yanlarında olacağım.

Elbette ki Türk milletinin ve Devletinin yıllardır savunduğu iç ve

dış politikaları uyumlu etkinliklere katılıp, ülkenin üniter ve milli

devlet yapısını savunacağım. Federasyona, eyalet sistemine,

bölünmeye ve bölücülüğe hayır diyeceğim.

Böyle bir insanın elbette ki program yaptığı konferans verdiği,

mitinge katıldığı, dernek kurduğu kişiler kendisi gibi milli değerlere

sahiplenmiş, Atatürkçü ve bağımsız Türk Milliyetçileri olacaktır.

Eğer sözde Ergenekon projesi bu tür insanları hedef almışsa

elbette ki ben ve benim gibi insanlar gözaltına alınıp, sözde örgüt adı

altında yıllarca cezaevlerinde tutulacaklardır.

Bu durumda, benim siyasi ve sosyal düşünceme uygun kişilerle

beşeri ilişkiler geliştirmem kadar doğal daha ne olabilir?

Siz bu durumda ; “aynı zihniyette olan insanları bir biri ile

telefonlaştınız, konuştunuz, dernek kurdunuz, dava açtınız, mitinge

40

katıldınız, konferans verdiniz, bu sebeple örgüt oluşturdunuz”

diyebilir misiniz?

Benim milli devlet, üniter yapı, Atatürk ve Cumhuriyet

düşmanları ile birlikte olmam elbette mümkün değildir.

Siyasi davalarda hedef hangi kitle ise elbette ki sanık haline

getirilen kişiler arasında iletişimin ve irtibatın olmaması mümkün

değildir.

İleri de bu iktidar döneminde ülkenin birlik ve bütünlüğünü ihlal

eden eylemler nedeniyle siyasetçiler ve yöneticiler hakkında dava

açıldığı takdirde bu davada da sanıklar arasında hem telefon hem de

kişisel irtibatların olduğu görülecektir.

Yine sözde Ergenekon tertibini rejimin dönüşmesi amacı ile

kullanan siyasiler ve görevini kötüye kullanmış kamu görevlileri

hakkında dava açıldığı takdirde, yargılanacak sanıklar arasında, her

türlü irtibatın olduğu görülecektir.

Bu sebeple bu tür siyasi davalarda davalı haline getirilmiş kişiler

arasında ki irtibatları sorgulayıp, sözde örgütün varlığı ve örgüt

ilişkisi hakkında karar veremezsiniz.

Benim; burada yargılanan sanıklarda özellikle bu dava için

siyaseten projeye uygun olarak seçilmiş olduğumdan aynı amaçlar

doğrultusunda buraya getirilmiş sanıkların bir kısmı ile telefon

irtibatımın olması, birlikte mitinglere katılmamız, dernek kurmamız,

konferanslar vermemiz, program yapmamız asla örgütsel ilişki

değildir.

Maalesef toplumsal dönüşümü sağlayan, hukukun silah olarak

kullanıldığı projelerde bu tür insani, siyasi, sosyal, mesleki ve beşeri

ilişkiler suni olarak oluşturulmak istenen sözde örgüt ilişkisi olarak

değerlendirilir.

Sayın iddia makamının burada yargılanan insanlarla sözde örgüt

bağı oluşturduğuma ilişkin iddiaları kesinlikle reddediyorum.

41

Ortada ne örgüt vardır, nede örgüt ilişkisi. Sadece siyasi

amaçlar doğrultusunda suni olarak iktidar tarafından kurgulanmış bir

örgüt senaryosu mevcuttur.

c) Başkanı olduğum Büyük Hukukçular Birliği’ni sözde

Ergenekon örgütü amaçları doğrultusunda yönetip ve

yönlendirdiğim iddia edilmiştir.

İddianameye göre sözde örgüt sivil açılımı 1999

yılında gerçekleştirmiş, asker olan bünyesine ilk defa bu yılda sivilleri

alarak reorganizasyona gitmiştir. Oysa Büyük Hukukçular Birliği’nin

kuruluşu 2006 Yılı Nisan ayı sonunda gerçekleşmiştir.

Bu dernekten önce kuruluşuna 1997 yılında başladığımız resmen

2002 yılının Aralık ayında kurulan 2006 yılına kadar yönetici ve üye

olarak faaliyet gösterdiğim Hukukçular Birliği, iddianamede yer alan

birçok etkinliği gerçekleştirmesine rağmen sözde örgütün kurduğu

dernek sayılmamış ve faaliyetleri de sözde örgütün amaçları

doğrultusunda kabul edilmemiştir.

İddia makamının böyle bir ayırıma gitmesini anlamak mümkün

değildir.

İki dernekteki faaliyetlerim birbirinin devamı mahiyetindedir.

Her iki derneğin amaçları aynıdır. Her iki derneğin kurucu ve

üyelerinde ortak kişiler mevcuttur. Benzer etkinlikleri

gerçekleştirmişlerdir. Örneğin tüm Rum Ortodoks Patrikhanesine

ilişkin basın açıklamaları, Galatasaray Lisesi önündeki Şemdinli

iddianamesine ilişkin basın açıklaması, Ermeni Konferansının iptali

davaları gibi etkinlikle söz konusu dernek bünyesinde ve diğer

yöneticilerle birlikte gerçekleştirilmiştir. Ancak buna rağmen sadece

Büyük Hukukçular Birliği’nin sözde terör örgütünün kurduğu ve

yönlendirdiği dernek olarak kabul edilmesinin hiçbir hukuk mantığı

yoktur. Derneklerden birinin sözde Ergenekon örgütünün torbasına

atılıp, diğerinin atılmaması hukuki bir tercih olmaktan ziyade, siyasal

bir tercih şüphesini beraberinde getirmiştir.

42

Eğer dernek faaliyetlerim sadece Büyük Hukukçular Birliği,

Büyük Güç Birliği ve Ayasofya Derneği kapsamında alınacaksa ki

iddianame ve mütalaada bu şekilde değerlendirilmiştir, bu durumda

2006 yılı Nisan, Ekim, Aralık aylarında kurulan bu derneklerin çok geç

kuruldukları, sözde örgütün amacına hizmet etmelerinin bu tarihler

dikkate alındığında son derece zor ve hayatın akışına da uygun

olmadığı anlaşılmaktadır. Çünkü bu derneklerin kuruluşundan 1 yıl

sonra gözaltına alındım. Bu süre içinde yapılan faaliyetlerin, sözde

örgütün amacına da hizmet ettiği söylenemez.

Çünkü iddianameye göre sözde örgütün 1999 yılında sivil topluma

açıldığı tarihten yedi yıl sonra, bu dernekleri kurmasının hiçbir

mantığı yoktur.

2003-2004 Yılında darbe planlarını hazırlayan sözde örgüt bu

tarihten önce bu dernekleri kurması gerekirken 3-4 yıl sonra

oluşturması işin oluşuna da uygun değildir.

Kaldı ki 2006 yılından sonra ortada hangi darbe planı vardır ki

bu dernekler, sözde darbe ortamını hazırlayıcı etkinlikler

yapmışlardır. Mücerret darbe planlarından değil, tam tersine 2006

yılından sonra, dernekler ile irtibat kurulabilecek bir darbe planı

ortaya konmadığı müddetçe, mütalaadaki iddialar temelsiz kalmaya

mahkumdur.

Sadece bu tarihte oluşturulan darbe planlarının kanıtlanması da

yeterli değildir. Bu planlarla dernek yönetici ve faaliyetleri arasında

somut kanıtların ortaya konması gerekir.

Böyle bir delillendirme ve illiyet bağı tesis edilememiştir.

Sözde örgütün amacı ile derneklerin amaçlarının aynı olduğunu

söylemekte mümkün değildir.

Derneklerin gayeleri özellikle Büyük Hukukçular Birliği

Derneğinin amacı Türk Milletinin her alanda hukukunun korunması için

faaliyette bulunmaktır. Derneğin hiçbir yazılı belgesinde ve

43

etkinliğinde Hükümeti Ortadan kaldırmak ya da görevleri engelleme

amacında olduğuna ilişkin bir ibare ya da sözcük geçmemiştir.

_ Toplantı tutanakları dosyadadır. Hangi sözcük ve cümleden

böyle bir amacın varlığı ortaya çıkarılabilir?

_ Derneğin yaptığı basın açıklamalarının hangisinde hükümeti

ortadan kaldırma hedefi ortaya konmuştur?

_ Açılan dava ve yapılan şikâyetlerde yine bu hedefin var olduğu

söylenebilir mi?

Hükümeti eleştirmek, siyasal görüşlerine katılmamak,

demokratik yolla gitmesini istemek ile cebir ve şiddet kullanarak

ortadan kaldırılması bir arada telaffuz edilemeyecek ölçüde farklı

konulardır.

Demokratik hukuk devletinde hiçbir vatandaşa kamu görevlilerin

baskısı ile bir takım soruşturmalar kullanılarak hükümet

benimsetilemez ve eleştirmeye engel olunamaz.

Hiç kimse AKP iktidarını benimsemek zorunda değildir.

Kaldı ki yapılan etkinliklerin amaçlarına baktığımızda tamamının

yüz yıllık milli devletin iç ve dış siyaseti ile uyumlu olduğu

görülmektedir.

Etkinlikler içerisinde yer alan;

____Patrikhanenin son iki yüzyıldır Türk Devletlerinin egemenlik

hakkını kemirdiğini, kim inkar edebilir?

Bu konuda Osmanlı Devletinin takip ettiği politikanın, T.C.

siyasetinden çok daha sert olduğunu da söyleyebiliriz.

Osmanlı en zayıf dönemlerinde dahi, ihanet ettiğini tespit ettiği

patriği, kurum kapısında asmaktan dahi imtina etmemiş, bu infazı

dönemin İngiltere, Fransa ve Rusya’nın gösterdiği tüm muhalefete

rağmen gerçekleştirmekten çekinmemiştir.

Kendi yargısını kuran, yöneticilerini Lozan Antlaşmasına aykırı

olarak yabancılardan oluşturan, Türk topraklarına dinsel yönetici

tayinlerini yapan ekümenik olduğunu iddia edip, kurum olarak

44

devletlerle uluslararası antlaşmalar yapan devletçik olma yolunda

önemli mesafeler kaydeden bu kurumun hukuk dışı faaliyetleri

konusunda kamuoyunu oluşturmak ve devleti uyarmak suç mudur? Bu

amacın neresinde, sözde örgütün amacı ile bir ayniyet ya da hükümeti

ortadan kaldırma niyeti vardır?

Bazı çatlak sesler verse de AKP’de ilk 10 yılında bu milli devlet

politikasından ayrılmamış, devletin menfaatlerini gözetmeksizin dış

baskı ile atılan adımların, geriye dönüşü olmayan zararlara yol

açabileceğinin de farkında olmuştur.

___ Yine etkinliklerimiz arasında yer alan Irak Türkmenlerinin, Kıbrıs

Türklerinin, Batı Trakya Türklerinin, Azerbaycan Türklerinin, Doğu

Türkistan Türklerinin haklarının korunmasını sağlamak ve bu konuda

kamuoyunun oluşturulmasını istemek nasıl olurda sözde örgütün

amaçları ile ayniyet arz edebilir? Ya da bu etkinliklerle mi hükümetin

ortadan kaldırılması amaçlanmıştır?

___ Ülkenin milli finans kurumlarının yabancı devletlere satılmasını

engellemek, Hocalı Katliamını kınamak, Pontus anıtlarının kurulmasını

engellemek, Türklüğe yapılan saldırılara karşı hukuki müracaatlarda

bulunmak, AB’liğine girilmesini istememek, PKK terörünü kınamak, Milli

kahramanları yaşatmak, Teröre destek veren devletlerin mallarının

alınmasını boykot etmek nasıl olurda sözde örgütün amaçları ile aynı

doğrultuda olduğu iddia edilebilir? Bu etkinliklerle mi hükümet

ortadan kaldırılmak istenmiştir?

Bu etkinliklere bakarak hiçbir hukukçu Büyük Hukukçular Birliği

Derneğinin sözde örgüt amaçları doğrultusunda yönetildiğini ve

yönlendirildiğini söyleyemez.

Derneğin yönetimi, kurucu ve yöneticileri tarafından

gerçekleştirilmiştir.

Hiçbir sözde örgüt yöneticisi tarafından tavsiye, telkin ve

yönlendirme gelmemiştir.

Bunun tek bir delili yoktur.

45

Derneğin diğer sivil toplum kuruluşları ile ortak etkinlik yapması

yasal hakkın kullanımıdır. Etkinliklerin hiçbirinde hükümetin ortadan

kaldırılması amaçlanmamıştır.

Derneğin etkinliklerine darbe planı yaptığı iddia edilen kişi ya da

kişiler tarafından dolaylı ya da dolaysız olarak etkide ve müdahalede

bulunulmamış, hiçbir emir ve talimat verilmemiş, yönlendirme

yapılmamıştır.

Delilsiz mücerret beyanlarda bulunulmuştur.

Dernek kayıtlarına, eşyalarına, bilgisayarlarına el konmuştur. Bu

konuda etki yapıldığına ilişkin tek bir belge, mesaj, mail ya da belge

çıkmışımdır ki böyle bir iddiada bulunulabilsin?

Derneğin sözde örgüt amaçları doğrultusunda yönetildiği ve

yönlendirildiği iddiası gerçek dışıdır.

Sözde örgütün amaçları ile derneğin etkinliklerinde güdülen

amaçlarda en küçük bir benzerlik olduğu söylenemez.

Dernek tüzüğü ile sözde örgüt belgelerindeki gayelerinde ne

kadar farklı olduğu ortadadır.

Derneğin tüzüğü yasaya uygun bulunmuş ve faaliyetlerinden

ötürü en küçük bir soruşturma açılmamıştır. Hakkında kapatma davası

yoktur. Bu durumda sözde terör örgütünün amacına hizmet ettiği

söylenebilir mi?

Mütalaada bu konudaki iddialar genel, kalıpçı, içi boş, delilsiz,

dayanaksız ve mücerret iddialardır.

d) Büyük Hukukçular Birliği Derneğinin avukatlardan

oluşmasına rağmen zaman zaman toplantılarına diğer

sanıklardan Sevgi Erenerol, Atilla Aksu, M.Zekeriya

Öztürk ve Oktay Yıldırım’ın katıldığı iddia edilmiştir.

Öncelikle bu durumun nasıl olurda Hükümeti Ortadan Kaldırma

suçunun unsuru olduğu kabul ve iddia edilmektedir ki bunu anlamakta

güçlük çekmekteyiz.

46

Derneğin hiçbir yönetim toplantısına avukat dışında her hangi

bir kişi katılmamaktadır.

Bir tek istisnası o gün görüşülen konular arasında, dernek

yöneticilerine bilgi verebilecek ilgili kişi davet edilmiş ise, o kişi konu

hakkında bilgi verir. Öncelikle o konu görüşülür ve bitiminde misafir

gönderilerek, diğer konuların görüşülmesine kaldığı yerden devam

edilir.

Örnek verecek olursak çocuk istismarcılığı suçları konusunda

yapılan çalışmada, bu konuda uzun zamandan bu yana faaliyet

gösteren dernek üyesi olmayan bayan avukat o günkü toplantıya davet

edilmiş, bizleri bilgilendirmiş, sorular sorulmuş konu bittiğinde

misafir gönderildikten sonra toplantıya devam edilmiştir.

Yolsuzluk ve kamu malları aleyhine işlenen suçlarda bu konuda

kitap yazmış bir kişi, Batı Trakya Türklerine Lozan antlaşmasına

aykırı yapılan uygulamalarda orada yaşamış ve derneklerinde faaliyet

gösteren bir misafir, Baro seçimlerinde baroda görev yapan bir

yönetim kurulu üyesi gibi konusunda uzman kişiler sadece konu ile ilgili

olarak dinlenmek için davet edilmiştir.

Bunun dışında yönetim kurulu toplantılarında asla bir yabancıya

yer verilmez.

Toplantı mesaj çağrılarının tümü avukatlara yapılmıştır. Tek bir

çağrı yönetimin dışında bir kişiye yapılmamıştır.

Burada savcıların karıştırdığı iki konu vardır. Birincisi sivil

toplum kuruluşlarının yönetici ve üyeleri ile bir etkinlik öncesi yapılan

toplantılardır. Bu toplantılar mali külfet olmaması için sırası ile yapılır.

Bu çerçevede yapılan etkinliklere Sevgi Erenerol Türk Ortodoks

Patrikhanesini temsilen, Oktay Yıldırım Gaziler Derneğini temsilen

katılmışlardır. Ancak bu toplantılar Büyük Hukukçular Birliği

derneğinin yönetim toplantıları değildir.

47

Mehmet Zekeriya Öztürk’ü dernek toplantılarının hiç birinde

görmedim. Sadece açık havada yapılmış basın açıklamalarına

katılmıştır.

Atilla Aksu’da dernek merkezinde yapılan hiçbir toplantıya

katılmamıştır.

Derneğin toplantısında bir etkinlikte bu isimler yazılarak

gıyaplarında görev verilmesi, dernek toplantısına katıldıkları anlamına

gelmez.

Matbaacı bir tanıdığı olan Atilla Aksu ile bu konu ile konuşulmak

istenmesi, Sevgi Erenerol’un basın açıklamasında bir görev alması, bu

kişilerin toplantıya katıldığı şeklinde bir tespite yol açmıştır. Ancak

bu saptama doğru değildir.

İkinci olarak savcıların unuttuğu husus, Büyük Hukukçular

Birliği’nin merkezinin aynı zamanda Büyük Güç Birliği’nin ve Ayasofya

Derneği ile aynı olmasıdır.

Bir an için dernek merkezine gelen Sevgi Erenerol’un kendisinin

üye olduğu derneğe gelmesi kadar doğal ne olabilir?

Bu konuda dinlenen tüm sanık ve tanıklar savunmamı

doğrulamıştır.

Levent Temiz’in Oktay Yıldırım’ı sivil toplum kuruluşlarının

toplantısında görmesi de son derece makuldür. Ancak Mehmet

Zekeriya Öztürk’ün geldiğini iddia etmesi doğru değildir.

Behiç Gürcihan’ın ifadesinde bahsettiği toplantılarda sivil

toplum kuruluşları ile birlikte yapılan toplantılardır.

M.Zekeriya Öztürk’ün, Sevgi Erenerol’un, Atilla Aksu’nun, Behiç

Gürcihan’ın beyanları bu savunmalarımızı doğrulayacak mahiyette

olmuştur.

Derneğin yönetim kurulu karar toplantıları, derneğin istişare

toplantılarının hiçbirinde yabancı bir kişinin katıldığına ilişkin bir

ibare yoktur. Sadece Sevgi Erenerol ve Atilla Aksu’nun “konuşulacak”

48

şeklinde isimlerine yer verilmesinin dışında hiç kimsenin hiçbir

toplantıda ismi geçmemektedir.

İddia makamının ismini sayarak belirttiği kişileri toplantılara

katılmasını temin ettiğim iddiası da tamamen gerçek dışıdır. Temin

kapsamında hiç kimseye bir çağrıda bulunmadım. Telefonumdaki

mesajlar bu hususun en önemli kanıtıdır.

Oktay Yıldırım’ın gelmesinin soruna neden olması bu noktada ne

ölçüde hassasiyet gösterdiğimizi de ortaya koymaktadır.

HTS inceleme raporunda dernekte Oktay Yıldırım ya da

M.Zekeriya Öztürk ile toplantı yapıldığına ilişkin yapılan yorumlarda

doğru değildir.

Levent Temiz iki dernekte de üye olup, dernek merkezine

gelmesi kadar tabi hiçbir şey olamaz.

e) Başkanı olduğum Büyük Hukukçular Birliği Derneğini

sözde örgütün lobi yapılanması faaliyetlerinin hukuk

çerçevesinde kalması temel kuralına özen göstererek

legal görünüşlü olan ancak provakatif miting basın

açıklaması dava açılması vb. faaliyetlere yönlendirdiğim

iddia edilmiştir.

aa) Mütalaada bahsedilen lobi belgesi ve bu belgede yer alan

hususlar konusunda soruşturmaya kadar hiçbir şekilde haberim

olmamıştır.

Yapılan aramalarda da ne bu belgeye, nede isminin geçtiği bir

yazıya rastlanmıştır.

Bir yandan sözde örgütün sivil toplum kuruluşlarının

yönetiminden Sevgi Erenerol ile birlikte sorumlu olduğum iddia

edilmekte öbür yandan da, sivil toplum kuruluşlarını bu uyduruk

belgeye göre yönlendiren yönetici de bu sözde örgüt dokümanı

çıkmamakta ve bu belgeden haberim dahi olmamaktadır.

Ancak bu belge yıllardan bu yana sitelerde, gazetelerde,

dergilerde sözde örgüt belgesi olarak yayınlanmaktadır.

49

Buna rağmen bu uyduruk belgenin çıktığı kişilere de sözde örgüt

üyesi olarak işlem yapılmaktadır.

Ülkemizde Terör örgütü üyeliğinin bu kadar ucuza gittiği hiçbir

dönem yaşanmamıştır.

Eğer sözde örgüt üyeliği ile hükümete muhalif olmak aynı potada

eritmeye, iktidar sözde örgüt üyeliği suç ve kavramını muhaliflerini

ortadan kaldırmak için bir silah olarak kullanmaya devam ettiği

taktirde, çok yakında bu ülkenin vatandaşlarının %60’nın Ergenekon

örgütü üyesi olarak ilan edilmesine şaşırmamak gerekir.

Projenin psikolojik savaşçıları ekranlarda zaten bunu yıllardır

yaparak vazifelerini başarı ile sürdürmektedirler.

bb) Faaliyetlerimde ve etkinliklerde hukuk kurallarına uygun

hareket etmemin ve hukuk çerçevesinden dışarı çıkılmamasına özen

göstermemin sebebi sözde örgütün lobi belgesinde yer alan

kurallarına uygun davranmak için değildir.

Öncelikle mesleğimin gereği olarak yaşamımdaki tüm

faaliyetlerimde mesleki, siyasi, beşeri ve sosyal tüm ilişkilerimde

hukukun çizdiği sınırların dışına asla taşmadım.

Bir avukatın hukuk kurallarına riayet konusunda hassasiyet

göstermesi beklenen bir davranış biçimidir.

Kaldı ki başkanlığını yaptığım dernek, avukatlardan oluşmaktadır.

Hukuku tüm hücrelerinde yaşayan bir avukat olarak elbette ki

dernek kapsamında ya da kişisel olarak yaptığım tüm etkinlik ve

faaliyetlerimde hukuk kurallarına özen göstermek eşyanın tabiatına

uygun bir davranış biçimi olacaktır.

Kurallara uygun hareket etmem sözde örgütün lobi belgesinden

değil, devletin kurallara uyması gereken bir vatandaşı ve mesleğime

olan saygımdan kaynaklanmaktadır.

cc) Mütalaada maalesef hukuk dili kullanılmamıştır.

Nasıl sözde Ergenekon örgütü altında kamuoyunun kafasını

bulandırmak amacı ile psikolojik savaşın parçası olarak uyuşması

50

mümkün olmayan renkler bir araya getirilmiş ise, tüm iddianamelerde

ve bu mütalaada aynı zihniyetle hareket edilmiş, bir arada

kullanılamayacak sözcükler ve zıt kavramlara yer verilerek anlam

kargaşası yaratılmıştır.

Yani bir yandan faaliyetlerimizde hukukun emrettiği kuralların

dışına taşmayacaksınız, ama öbür taraftan da provokatif miting, basın

açıklaması ve dava açmak gibi etkinliklerde bulunacaksınız.

Bu iddianın hukuk mantığı ile bağdaşır bir tarafı yoktur.

Eğer eyleminizde kışkırtıcılık var ise, etkinlikte başkaca hiçbir

suç işlenmemiş olsa dahi en azından TCK 216. Maddesine düzenlenen

“halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” suçu gerçekleşir ki, bu

güne kadar şahsım hakkında konuştuğum hiçbir sözcükten, yazdığım

hiçbir yazıdan, yaptığım hiçbir programdan ötürü tabiri caizse TCK

216.mad’deki kışkırtıcılık ya da bir başka maddede düzenlenen benzer

bir suçtan ötürü şikayet edilmemiş ve soruşturma açılmamıştır.

Mütalaayı hazırlayan ve iddianameleri yazanlar her nedense

kışkırtıcılığın suç olduğunu gözden kaçırmış olsalar gerek ki, “hukuka

uygunluk ve aykırılık” tanımlamalarını bir arada kullanabilmişlerdir.

Yani siz bir etkinliğinizde kışkırtıcılık yapmışsanız artık bu bir

suçtur. Yaptığınız fiil hukuka uygun olmaktan çıkar.

Savcılar beni etkinliklerimde kışkırtıcı olarak suçlamışlarsa artık

aynı cümle içinde aynı zamanda hukukun çerçevesinde kaldığımı, bu

konuda özen gösterdiğimi iddia edemezler.

Siz hem legal hem suç işleyen, hem hukukun çerçevesinde

hareket eden hem kışkırtan konumunda olamazsınız.

Bir eylem; “legal görünüşlü, provokatif” olmaz.

dd) Bugüne kadar yaptığım hiçbir etkinlikten ötürü TCK 216 ve

diğer suç teşkil eden hükümlerden ötürü tek bir soruşturma

açılmamıştır.

Eğer yıllardır yaptığım etkinliklerde bu suçu işleyip de güvenlik

güçleri ve savcılar şahsım hakkında bir işlem yapmamışlar ise bu

51

durumda işlem yapmayan güvenlik güçleri ve savcılar görevini kötüye

kullanmışlardır. Yok, eğer bir suç işlemediğimden ötürü dava

açılmamışsa o takdirde sayın savcılar iddianamelerinde ve

mütalaasında şahsıma karşı böyle bir suç ithamında bulunamazlar.

Eğer fiillerimde böyle bir suçun işlendiği kanaatine varmışlar ise

o takdirde iddianamelerinde TCK 216.maddeden ötürü dava açmaları

gerekirdi. Ancak böyle bir suçlamada da bulunmamışlardır.

TCK 313.maddesinden yaptıkları ilk suçlamadan vazgeçmişler, bu

suçun unsurlarının oluşmadığını belirterek fiillerimde hiçbir şekilde

tahrik unsurunun olmadığını kabul etmişlerdir.

Kaldı ki savcıların mütalaalarında kullandıkları provokatif

sözcüğü kışkırtıcı anlamında olup, TCK 313.maddedeki silahlı tahrik

unsuru ile aynı anlama gelmemektedir.

Bu sebeple şahsım hakkında TCK 216.maddeye dayalı bir isnatta

bulunmaksızın bu suçun maddi unsurlarını oluşturan tanımlamalarla

suçlanmam doğru değildir.

Savcı dahi olsa bir kişiyi ancak iddianamesinde isnat ettiği

fiilden ötürü suçlayabilir. Adam yaralayan kişiye sen yağma yaptın

diyemez. Demesi için çerçeve belge olan iddianamede sanığın

belirtilen suç ile itham edilmesi gerekir.

İddianamede kışkırtıcılık maddi unsurunun yer aldığı bir suçla

itham edilmediğimden, sayın savcılar iddianamede kişilik haklarımı

zedeleyecek tanımlamalarda bulunamazlar.

Savcılık mesleği, sanıkları olur olmaz karalama makamı değildir.

Tam tersine iddianamelerde ve mütalaada, duruşma sırasındaki

taleplerde ve beyanlarda suç tanımlamalarının dışına çıkılarak

sanıkları karalayıcı beyanlarda bulunamazlar.

Mütalaada suçlandığım hükümler arasında “ kışkırtıcılık” maddi

unsurunun yer aldığı bir suçta tarafıma bir isnat yapılmamıştır. Bu

durumda şahsımın suçlanmadığı bir suçun maddi unsuru ile itham

edilmesi kişilik haklarına aykırılık teşkil eder.

52

Yargılama sürecinde kim hangi görevi yaparsa yapsın, sanıkların

onurlarını zedelemeye hakkı yoktur.

Savcılar fiillerimde suç isnadı yapabilecek tahrik ve kışkırtıcılık

unsurunu bulamamışlarsa bu durumda beyan ve fiillerimin hukukun

çerçevesinde kaldığını kabul etmiş olurlar ki bu durumda artık suç

dilinin kullanılması doğru değildir. Kaldı ki AİHM’nin kararlarında dahi

bugün sözde özgürlük savaşçılarının çok sevdiği ve savunduğu abartılı,

kışkırtan, saldırgan, öfkeli, sert, incitici, sarsıcı ifadelerin suç teşkil

edemeyeceğinin yanı sıra tazminat dahi konu edilemeyeceği fikrini

benimsendiği, mahkemelerimizin de bu kararları uzun zamandan bu

yana uyguladığı bir gerçektir.

Eğer faaliyetlerim ve fiillerimde suç teşkil etmeyen nitelikte bir

kışkırtıcılık var ise zaten bu anlamda da suçlanmam mümkün

olamayacaktır.

Sayın savcıların iddianamede kullandıkları ifadelere dikkat

etmeleri onların mesleki özen borçlarıdır.

Ortada suç teşkil etmeyen bir fiil var ise, iddianameye suç

olarak konulmamışsa, artık suçlamadıkları fiilin maddi unsurunu

kullanarak sanığa ithamda bulunamazlar. Bu durum kişilik haklarına

uygun olmadığı gibi, ceza hukuku açısından da savunulamaz.

Özetle bir eylemin hem hukuka uygun olması, hem de kışkırtıcı

olması hukuk mantığına uygun düşmez.

ee) Eğer tüm etkinliklerimde hukuka uygun davranarak bu

konuda özen gösterip yasaların çizdiği sınırlar içerisinde kalmışsam,

artık bu fiillerim bir başka suçun unsurunu oluşturmaz.

Yani savcılar; “sanık hukuk kuralları içinde kalmıştır. Ancak

fiilleri, etkinlikleri, basın açıklamaları, açtığı davalar TCK

312.maddesinde düzenlenen suçun unsurunu oluşturmuştur. Bu

sebeple legalde olsa bu eylemler Hükümeti Ortadan Kaldırma Suçunun

maddi unsurunu oluşturur” diyemezler.

53

TCK 312.maddesinde düzenlenen amaç suçun gerçekleşebilmesi

için, vahim nitelikte araç suçların işlenmesi gerekir.

Sayın savcılar bırakınız vahim nitelikte araç suçları işlediğim

iddiasını, tam tersine hiçbir araç suç işlemediğimi açıkça ifade

ettikleri gibi, ayrıca tüm eylemlerimde hukukun sınırları içerisinde

kaldığımı ve bu konuda özen gösterdiğim belirtmişlerdir.

Hiçbir suçun işlenmediği, yasal izinler alınarak gerçekleştirilen

mitingler, basın açıklamaları ve açtığım davalardan ötürü TCK

312.maddesindeki suçu işlediğimin iddia edilmesi bağışlanmayacak

ölçüde yapılan bir hukuk hatasıdır.

Suç teşkil etmeyen eylemler TCK 312.maddesinin maddi

unsurunu oluşturmaz.

Maalesef mütalaada hukukun genel ilkeleri bir kenara

bırakılmıştır.

Kişilerin cezalandırılması için evrensel hukukun temel ilkeleri

inkar edilmiştir.

Sanığa bir yandan; “sen eylemlerinde hukukun içerisinde kaldın”

deyip arkasından da amaç suçtan cezalandırılması istenmesi sadece bu

mütalaaya özgü bir hukuk skandalıdır.

f) Sözde örgütün amaçları doğrultusunda yayın yapan sanık

Bekir Öztürk’ün sahibi olduğu kuvvaimilliye .net, sanık

Ergün Poyraz’ın sahibi olduğu Tepkimiz.net isimli

internet sitesindeki kamuoyuna yazılan yazılarımla halkı

hükümete karşı kışkırttığım iddia edilmiştir.

aa) Mütalaa çelişkilerle doludur. Bir yandan TCK

312.maddede düzenlenen Hükümeti Ortadan kaldırmak ya da

görevlerini tamamen veya kısmen kaldırmak suçunu işlediğim iddia

edilmekte ve bu suçun maddi unsuru olarak basın açıklamaları,

mitingler, açtığım davalar, internette yayınlanan yazılarım, telefon

konuşmalarım, televizyon programlarım gösterilirken diğer taraftan

54

mütalaada aynı paragrafta yer alan bir başka cümlede ise aynı maddi

eylemlerimle;

“halkı hükümete karşı kışkırttığım” iddia edilmiştir.

Yani halkı hükümete karşı kışkırtmak sanki TCK 312.maddesinin

maddi unsuru olarak değerlendirilmiştir.

Oysa 312.maddenin unsuru;

hükümeti ortadan kaldırmak ya da görevlerini tamamen veya kısmen

engellemektir.

Halkı hükümete karşı kışkırtmak bu suçun maddi unsuru değildir.

Eğer bu kışkırtma silahlı olursa TCK’nun 313.maddesinin maddi

unsurudur.

Görülüyor ki iddia makamı 312 ve 313. maddesinin maddi

unsurlarını birbirine karıştırmış, bir suçtan itham ederken diğer

suçun maddi unsurunun gerçekleştiğini iddia etmiş ancak bu unsuru

dahi eksik ifade ederek tahrikin silahlı yapılması gerektiğini bir

kenara bırakmıştır.

Maalesef hukukun sınırlarının aşıldığı bu belgede bu tür vahim

hataların yapılmasını olağan karşılamaktayım.

bb) Bekir Öztürk’ün Kuvvai Milliye sitesinde üç yazım çıkmıştır.

Bu üç yazımda “gün boyu” isimli günlük gazetede yayınlanan köşe

yazımdır. Günlük gazeteden alınmıştır. Bu sebeple bu sitede benim

başkaca hiçbir yazım yayınlanmamıştır.

Benim ismimin yer aldığı bölümde Bekir Öztürk’ün, Büyük

Hukukçular Birliği ile ilgili basında çıkan haberler yayınlanmaktaydı.

Bu sebeple bu siteye yazı yazdığım iddiası doğru değildir.

Kaldı ki dosyaya celp edilen iki yazıda hukuki tahlil yazısı olup, o

dönemde çıkan Pişmanlık Yasasının Terörle Mücadele Yasası

kapsamında değerlendirilmesinden ibarettir. Tamamen teknik hukuki

bir konudan ötürü halk nasıl kışkırtılmakta ya da hükümet nasıl

kışkırtılmakla ya da hükümet nasıl ortadan kaldırılıp, görevleri

engellenmekte gerçekten ben de merak etmekteyim.

55

cc) Tepkimiz.Net sitesinde hiçbir yazım yayınlanmamıştır.

Sadece Muammer Karabulut Büyük Hukukçular Birliği’nin basında

çıkan haberlerini gazetelerin internet sitelerinden alarak

yayınlamıştır. Nitekim dosyada da bu sitede şahsımın yazdığı tek bir

yazı bulunmamaktadır. Basında, Büyük Hukukçular Birliği Derneği ile

ilgili haberler çıkınca kışkırtılmayan halk, her nedense Tepkimiz.Net

sitesinde yayınlanınca kışkırtılmış olmaktadır. Bunu hukuk mantığı ile

izah etmek mümkün değildir.

dd) Mütalaada internet sitesinde yayınlanan yazılarla halk

kışkırtılmaktadır suçlaması son derece soyut ve genel beyanlardır.

Bu tür afaki beyanlarla suçlama yapılamaz.

Hangi yazıda kullanılan hangi ifade ile halkın kışkırtıldığının

somut olarak ortaya konması gerekir.

İddianamede de bu konuda somut bir suçlama getirilmemiş,

mütalaada olduğu gibi genel ve mücerret ifadelerle yetinilmiştir.

Delil klasörlerinde bu iki sitede yayınlandığı iddia edilen bir

yazımda yoktur.

Kovuşturma aşamasında, Kuvvai milliye sitesinde, Gün boyu isimli

günlük gazeteden alınan hukuki konuları işleyen üç yazımın yayınlandığı

tespit edilmiştir.

Ancak bu üç yazıda hiçbir kışkırtıcılık unsuru yoktur.

Eğer aksi söz konusu olsa idi, iddia makamının yazının hangi

bölümünde kullanılan cümlelerde kışkırtıcılık unsurunun olduğunu

netleştirmesi gerekirdi.

Bu davanın özelliği sanıkların maddi eylemleri olmaksızın, suçun

maddi unsurları yani fiilin hareket ve netice kısımları ortaya

konmadan suçlanması olmuştur.

İddia makamı sanıkları altı yıl boyunca;

_ fiilsiz suç,

_ suçsuz örgüt,

_ örgütsüz dava ile suçlamayı başarı ile sürdürebilmiştir.

56

ee) İnternette yayınlanan yazıların TCK 312.maddesinde

düzenlenen suçun unsuru olarak görülmesini anlamakta ve suçlamaya

karşı savunmada bulunmakta güçlük çekmekteyim.

TCK 312.mad. suçun maddi unsurları cebir ve şiddet kullanılarak

hükümetin ortadan kaldırılması ya da görevlerinin kısmen veya

tamamen engellenmesidir.

İnternette yazılan yazılarla bu neticeler nasıl sağlanacaktır?

Yine bu yazıların neresinde cebir ve şiddet vardır? Hükümet bu

yazılarla nasıl ortadan kaldırılır? Tüm bunların iddia makamınca

aydınlatılması zorunludur.

Suçlamalar hukuk adına trajik-komik haline gelmiştir.

Yazılarda cebir ve şiddetin varlığı aranmakta, köşe yazıları ile

hükümetin ortadan kaldırılabileceği iddia edilmektedir.

Yazılar, konferanslar, televizyon programları, mitingler, açılan

davalar, sözde örgüt silahı olarak kabul edilmektedir.

Kişilerin temel haklarını kullanmaları sonucu yazdıkları yazılar,

gösteri yürüyüşleri, fikir açıklamaları suçun maddi unsuru olarak kabul

edilmiştir.

Mütalaa, bu dönemde yaşanılan hukuksuzlukların bir sembolü

olarak yargı tarihimizde hak ettiği yeri alacaktır.

g) İrtibatlı olduğum kişilerle yaptığım telefon

konuşmalarında halkı hükümete karşı kışkırttığım iddia

edilmiştir.

aa) Yaptığım telefon konuşmaları hiçbir şekilde

hoparlörden halka yayınlanmamıştır. Yine kayıt altına alınarak,

topluluklara dinletilmemiştir. Sadece iki kişi arasında geçen

konuşmalardır. Bu durumda telefon konuşmaları ile halkı hükümete

karşı kışkırtma maharetini nasıl gösterdiğimi bende merak

etmekteyim. Eğer yaptığım telefon konuşmaları basında ya da

konferanslarda yayınlanıp, içinde kışkırtma var ise hukuken olmasa da

böyle bir iddia da madden bulunma imkanı vardır. Ancak

57

görüşmelerim kayıt altına alınıp üçüncü kişilere dinletmemiş isem,

basında çıkmamışsa böyle bir mantıksız iddianın ileri sürülmesi

mümkün değildir.

bb) İddianameye bir kısım sanıklarla yapmış olduğum telefon

görüşmeleri konulmuş olup, bir an için karşımdaki sanığa karşı

kışkırtıcı konuşma yaptığımı kabul etsek bile, sanık “halk” tanımlaması

içinde kalmayacağından bu durumda da iddiayı anlamlandırmak

mümkün değildir.

cc) Kaldı ki hiçbir telefon görüşmemde halk, hükümete karşı

kışkırtılmamıştır. Düzenlenecek ya da icra edilmiş etkinlikler üzerinde

konuşmak yasal hakların kullanımıdır. İfade özgürlüğünün sınırları

AİHS’nin 10/2 ve AY’nın 26/2 maddesinde düzenlenmiştir.

Eğer bu hakkın sınırlarının aşılması söz konusu ise şikayet

halinde ya da resen soruşturma yapılması gerekir.

İddianamede yer alan etkinliklerde konuşmalar bizzat yüzlerce

emniyet görevlisinin huzurunda yapılmıştır. Eğer ortada suç teşkil

eden bir kışkırtma olsa idi, emniyet raporuna yazıp, savcılığa

göndermesi gerekirdi. Böyle bir işlem yapılmadığına göre demek ki

tüm bu etkinliklerde bir suç işlenmemiştir.

dd) Kaldı ki savcılığın bu konuda da mücerret iddia da bulunması

doğru değildir. Hangi telefon konuşmam da halka hitaben nasıl

kışkırtıcı beyanda bulunduğumu somut olarak ortaya koyması

gerekirdi.

Suçlamalar diğer konularda olduğu gibi bu konuda soyut, içeriği

olmayan, somut hiçbir maddi fiilin gösterilmediği, genel, delilsiz ve

yüzeysel beyanlardan ibarettir.

ee) Bir an için madden imkanı olmasa da telefon konuşmalarımda

kışkırtma yaptığımı düşündüğümüzde, hükümet telefonda iki kişi

arasında geçen konuşmalarla mı ortadan kaldırılmış ya da görevleri

engellenmiş olacaktır?

58

Telefon konuşmaları TCK 312.maddesindeki suçun maddi unsuru

olabilir mi?

Suçlamanın bile bir ciddiyeti vardır.

Ölçü kaçtığında bırakınız adaletsiz olmayı, ciddiyetten uzaklaşır

inandırıcılığınızı yitirirsiniz.

Gelecek nesillere bile varmadan bu mütalaalarda geçen “iki kişi

arasındaki telefon görüşmesi ile halkı hükümete karşı kışkırtılmış ve

hükümetin ortadan kaldırılmasına teşebbüs edilmiştir” düşünceleri

kara mizahın konusu olacaktır.

Bu iddiaları hukuki sav ve mütalaa altında savunanlar bu defa

“ben öyle demek istememiştim” şeklinde kendisini savunamayacak

duruma düşeceklerdir.

TCK 312.maddesinin cebir ve şiddet unsurunu bir kenara

attığınız da, hükümet aleyhine yapılan her konuşmada suç arar hale

gelirsiniz ki, maalesef bu mütalaada da suçun unsurları yapılan

yorumlarla öylesine değiştirilmiştir ki, vahim bir suç olan TCK

312.mad. hükümete karşı suç, adeta basit hakaret suçuna

dönüştürülmüştür. “Her AKP muhalifi ister istemez bu suçu

işlemiştir” sloganı ile hareket edilmiştir.

İleri de hukuken savunamayacağımız savları mütalaaya

doldurmak savcıların işi olmamalıdır. Bir gün dahi tutuklu kalamayacak

insanları bu tür hukuki ciddiyetten uzak sav ve iddialarla altı yıl

cezaevinde tutulmasının ne ölçüde hukuki, vicdani ve dini

sorumluluklar taşıdığını, bu sorumlulukların altından kalkılamayacak

ölçüde gayri insani boyutlara vardığını bir kez daha hatırlatma

ihtiyacını hissetmekteyim.

h) Televizyonlarda yaptığım programlarla halkı hükümete

karşı kışkırttığım iddia edilmiştir.

aa) Yeniçağ Televizyonunun kuruluşundan

tutuklandığım tarihe kadar her hafta en az iki saat, bazen haftada

birden fazla program yapmış, programın dışında diğer programlara

59

katılmış, haber programlarına dahil edilmiş ayrıca bu televizyonun

dışında diğer televizyonlarda da onlarca programa iştirak etmişimdir.

Bu kadar süre içinde yaptığım bu konuşmalardan ötürü halkı

hükümete karşı kışkırttığıma ilişkin ne vatandaştan bir şikayet

yapılmış nede savcılık resen soruşturma başlatmıştır. Yine tüm

programları hassasiyetle inceleyen RTÜK’ten hiçbir kanala uyarı yazısı

dahi gelmemiştir. Nitekim bu konuda alınan belge dosyaya

sunulmuştur.

Hakkınızda tek bir şikayet ya da soruşturma yok iken nasıl

olurda televizyon programlarımda yaptığım konuşmalarla halkı

kışkırtmış oluyorum. Bunu anlamakta güçlük çekiyorum.

bb) Televizyon programında yapılan konuşmaların içeriği ne

olursa olsun, TCK’nun 312.maddesinin unsurları arasında sayılamaz.

Programlarda yapılan konuşmalarda bir an için iddia edildiği gibi

halkı hükümete karşı kışkırtma olsa dahi burada eğer unsurları var ise

TCK 216 ya da 125.madde de belirtilen suçlar işlenmiş olur ki, savcılar

bu maddelerden ya da benzeri maddelerde yer alan suçlamalarda da

bulunmamışlardır. Ne dava iddianamesinde geçmiş, ne de ayrı bir

soruşturma konusu yapılmıştır.

Ortada araç suçun işlendiği bile iddia edilemez iken televizyon

programlarındaki konuşmaların TCK 312.mad. düzenlenen amaç suçun

unsuru yapılması hukukun inkarı anlamına gelir. Burada hukuki bir hata

yoktur. Bilerek ve isteyerek yapılan aşikar hukuk ihlali vardır.

Sanıklara verilen zararlar çerçevesinde zamanaşımı süresi çok uzun

yıllar sürecek suçlar işlenmektedir.

cc) Şikayetin yapılmadığı, tazminat davasının dahi açılmadığı

televizyon konuşmalarının tümü ifade özgürlüğü kapsamında kalan

beyanlardır.

Bir kısım konuşmalarda elbette ki hükümeti eleştiren,

siyasetinin yanlışlığını ortaya koyan, politikalarının millete ve devlete

zarar verdiğine ilişkin beyanlarda olabilir.

60

Ancak tüm bu konuşmalar demokrasinin olmazsa olmazı olan

ifade özgürlüğü kapsamında yapılmıştır.

Bu beyanlar AİHM’nin ve yargı organlarımızca verilen kararlarda

sert, incitici, kışkırtıcı, saldırgan ve sarsıcı dahi olabilir. Bu tür

beyanlara karşı bırakınız ceza soruşturmasını açmayı, tazminat davası

dahi açılamayacağı genel kabul gören uygulamaya dönüşmüştür.

ı) Sözde örgütün ve mensuplarının hukuk alanındaki

işlerini takip ve organize ettiğim iddiasında

bulunulmuştur.

aa) Savcılar; mensuplarını bir kenara bırakalım, sözde örgütün

hukuk alanında işlerini takip ettiğimi ifade etmişlerdir. Acaba yeni

çıkan paketlerde terör örgütlerine tüzel kişilik tanındı da biz mi bu

konuyu gözden kaçırdık.

Terör örgütünün mensuplarının hukuki işlerinin takip edildiğini

madden ve hukuken iddia edebilirsiniz. Bu iddia hukuk mantığına

uygundur. Ancak sözde örgütün işlerini takip edebilmem için, sözde

örgütün mensuplarının dışında ayrı bir tüzel kişiliği olması gerekir. Siz

bir hukuki işi takip ederken vekaleti ya gerçek ya da tüzel kişilik

olmadığına göre, hukuki dava ya da ihtilafta ismi geçen kişiden

vekaleti alarak, temsil hakkını kazanabilirsiniz. Bu durumda hemen her

ihtilafta eğer kişi bu davada yargılanıyor ise sözde örgüt üyesinin

temsilcisi olacağım, ancak sözde örgütü temsil etmem hukuken

mümkün olamayacaktır.

Bu hale göre benim sözde örgütü her hangi bir hukuki ihtilafta

savunmam ve işini takip etmek madden ve hukuken mümkün değildir.

Hukuki terimleri kullanırken doğru ve yerinde kullanmalıyız.

Şahsım için deliliniz var ise sözde örgüt mensuplarının hukuk alanında

işlerini takip ve organize ettiğimi söyleyebilirsiniz. Ancak tüzel kişiliği

olmamakla hiçbir yerde temsil edilemeyecek sadece sözde örgüt

üyelerinin kimlikleri ile taraf olunabilecek ihtilaflarda sözde örgütün

bir işi ve ihtilafı olamayacaktır.

61

Savcılar aksini iddia ediyor ise buyursun sözde örgütün hukuk

alanında takip ve organize ettiğim tek bir işi örnek olarak sunsunlar.

Hukuken ortaya konamayacak bir iddia da bulunulamaz.

bb) Ortada sözde örgüt olmadığından, sözde örgütün üyeleri de

yoktur. Bu sebeple böyle bir ithamı kabul etmek mümkün değildir.

Ancak sözde Ergenekon operasyonunda çoğunlukla hedef alınan kişiler

belli bir siyasi görüşü savunan insanlardır. Kamuoyunda kafa karışıklığı

yapmak amacı ile her ne kadar bazı etkinlikler yapılmışsa da sanıkların

fikir yapısı ülkenin üniter yapısını ve bağımsızlığını savunan Atatürkçü

kimliğe uygun düşmektedir. Bu yapıda olan insanların aynı beşeri,

siyasi ve sosyal çevrede birbirini tanıması elbette ki hayatın olağan

akışına uygun düşen bir husustur. Yine bu kişilerin hukuki ihtilaflarını

da tanıdığı ve bildiği aynı sosyal çevrede yer alan avukata tevdii

etmesi makul bir tutumdur. Bu sebeple sanıklardan Sevgi Erenerol’un,

Muzaffer Tekin’in, Ergün Poyraz’ın, Muammer Karabulut’un vekilliğini

yapmanın arkasında sözde örgüt ilişkisi aramak doğru değildir.

Eğer sözde örgüt avukatı olsa idim bu kişileri tanımadan sözde

örgüt talimatı ile işlerini takip etmem gerekir di ki, ortada böyle bir

gerçeklikte yoktur. Tarafıma talimat yolu ile verilen tek bir hukuki

ihtilaf yoktur. Her birini tanıdıktan sonra işlerini bireysel olarak

almışımdır.

cc) Burada yargılanan sanıklardan işlerini üstlendiğim tüm

müvekkillerimden vekalet ücretlerini almış, serbest meslek

makbuzunu kesmiş ve ticari defterlerime işlemişimdir. Bu makbuzların

tümü dosyaya delil olarak sunulmuştur.

Yine işlerini üstlendiğim tüm sanıklar sorulan sual üzerine

vekalet ücretlerini ödediklerini beyan etmişlerdir.

İddia makamı bu yöndeki delilleri hiç dikkate almamıştır.

Eğer sözde örgüt avukatı olsa idim, mensuplarının işlerinden

ötürü vekalet ücreti almamam gerekirdi.

62

Kesilen makbuzların her bir soruşturmadan çok önceki tarihlere

ait olup 2006-2007 yıllarında vergi dairelerine bildirilmiş tarihlerine

resmiyet kazandırılmış resmi belgelerdir. Dikkate alınmaması mümkün

değildir.

dd) İddianameye konu yapılan açmış olduğum davalarda davacılar

ve şikayetçilerin hiçbiri burada sanık değildir. Her biri vekaletnameyi

ve ihtilafı kendi iradesi ile vermiş olup, davalar bu kişilerin iradeleri

doğrultusunda takip edilmiş ve kazanılan tazminatlarda yasal

makbuzlar karşılığında kendilerine ödenmiştir.

ee) Avukatlığını yapmış olduğum şehit ailelerinden hiçbiri burada

sanık değildir. Hem derneklerinin hem de bireysel işlerinde avukatlık

görevini yapmaktayım. Avukatlık işlerini alırken hiç kimseden talimat

almadım, vekaletname verenlerde hiçbir yerden

yönlendirilmemişlerdir. Beni seçmeleri derneklerin, yöneticilerinin ve

üyelerinin bireysel tercihleridir. Siyasi düşüncelerimin şehit aileleri

ve dernekleri ile uyum içinde olması beni tercih etmelerinin tek

sebebidir.

Açtığım davalar sözde örgütün davaları olarak değerlendirildiği

takdirde bu durumda davacı olan onlarca şehit anneleri ve babaları da

sözde örgüt üyesi olarak sayılacaklardır ki böyle bir sonucu kabul

etmek elbette ki mümkün değildir.

Kaldı ki sunduğum listemde avukatlığını yaptığım şehit aileleri ve

annelerinin dernek yönetici ve üyeleri tanık olarak gösterilmiş,

avukatlıklarını ve davalarını nasıl aldığım konularının kendilerince

mahkemeye aktarılması istenmesine karşılık, maalesef bu kişiler tanık

olarak dinlenmemişlerdir.

ee) Gerek iddianamede gerekse mütalaada hangi dava ve işleri

gerek sözde örgüt, gerekse sözde örgüt üyeleri adına takip ettiğim

tasrih edilmemiştir. Bu konuda diğer suçlamalarda olduğu gibi genel,

mücerret ve içi boş söylemlerden ibaret kalmıştır. Oysa ortada böyle

bir iddia var ise bunun altı doldurulmalıdır. Davalar ve işlerin her biri

63

resmi olup mahkemelerde açılmış dava dosyaları ile sabittir. Bu

davaları belirtmeden, dosyaları celp edilip incelenmeden şahsımı

sözde örgüt avukatlığı ile itham etmek hukuka uygun bir yöntem

olamaz. Dava dosyalarının celbi taleplerimde mahkemece kabul

görmemiştir.

ff) Bir an için iddiaların doğru olduğu kabul edilse dahi, sözde

örgütün ya da mensuplarının davalarının üstlenilmesi, TCK

312.maddesinde belirtilen suçun unsuru olarak kabul edilemez. Sözde

örgüt avukatlığı ile hükümeti ortadan kaldırma suçu arasında nasıl bir

ilişki kurulduğunu anlamak mümkün değildir. Sözde örgüt

mensuplarının ya da sözde örgütün davalarını açmakla hükümeti

ortadan kaldırmak ya da görevlerini engellemek arasında hiçbir illiyet

bağı yoktur.

gg) Dava açılması ya da hakların yargı mercileri önünde aranması

için yapılan tüm müracaatlar anayasal bir hak olan, hak arama

özgürlüğü kapsamında değerlendirilebilir.

Kişilerin dava açarken konumlarına bakılmaz. Suçlu ya da suçsuz,

örgüt üyesi ya da değil, ama herkes ayrımsız yasal haklarını yargı

mercileri önüne taşıyıp, ihtilaflarının mahkemece çözümlenmesini

isteyebilirler.

Bu sebeple yasalar çerçevesinde açılan davalar ya da yasal

takibatlar hiçbir suçun maddi unsuru sayılamaz.

Mütalaada tüm vatandaşların yasal hakkı olan dava haklarının

yine yasaların tanıdığı avukatlık mesleğinin verdiği hak ve yetkiler

dahilinde kullanılması hiçbir suçun unsuru ya da delili olarak

değerlendirilemez.

Yasalara uygun davranan bir kişi nasıl olurda suçlanabilir?

“Sen yasaları uyguluyorsun ama bu yolla TCK 312.maddedeki

suçu işliyorsun ya da davaları açmakla silahlı terör örgütünün üyesisin

denilebilir mi”?

64

İşlendiği iddia edilen suçun tüm unsurlarında hukuka aykırılığın

aranması gerekir. Kaldı ki suçun unsurlarından bir tanesi de eylemin

yasalarda suç olarak yazılmış olması zorunluluğudur. Yasalarda meşru

kabul edilen fiillerle, bir başka amaç suçun işlendiği ya da sözde örgüt

üyeliği suçunun oluştuğu ileri sürülemez.

Gayrimeşru sonuca, meşru araçlarla varılamaz.

Bir an için sözde örgütün varlığı kabul edilip, avukat olarak

sözde örgütün işlerini üstlensem dahi, örgüt üyeliğinin unsurları

oluşmadığı müddetçe sadece davalarını ve hukuki işlerini üstlenmem

nedeni ile ne örgüt üyeliği ile ne de amaç suçlarla suçlanmam hukuken

tasvip edilemez.

i) Asım Demir ve Atilla Aksu’nun doğrudan tarafıma bağlı

olup emir ve talimatlarım doğrultusunda yönlendirdiğim

iddia edilmiştir.

Bu suçlama kişiler arasındaki beşeri ve mesleki

ilişkiler dikkate alınmaksızın yapılan haksız suçlamadır. Şöyle ki;

aa) Asım Demir, yöneticilik yaptığım siyasi partinin ilçe

teşkilatında mahalle biriminde çalışan partili idi.

Kendisinin siyasi parti bünyesinde yöneticisiydim.

Bunun dışında başkanlığını yaptığım dernekte haftada bir

temizlik ve çay hizmetlerinde çalışmaktaydı. Bu anlamda kendisinin

işvereni idim. Ancak büromda kesinlikle çalışmamıştır. Dernek

başkanlığım nedeni ile dernekte bana bağlı olarak çalışırdı.

Siyasi ve iş akdi ilişkileri çerçevesinde şahsımdan emir ve

talimat alan birinin, sözde örgüt içerisinde tarafıma bağlı olduğunu

iddia etmek, tüm ilişkileri birbirine karıştırmak anlamına gelir.

Asım Demir, miting ve basın açıklamalarında taşıdığı pankart ve

eşyalar için de ücret alan bir çalışandır. Bu kişinin sözde örgüt üyesi

yapılarak benden emir aldığını iddia etmek insan ilişkilerini inkar

etmek anlamına gelir.

65

bb) Atilla Aksu’ya tarafımdan emir ve talimat aldığına, bu kişiye

her hangi bir işin yapılması konusunda emir verdiğime ilişkin tek bir

delil olmadan, bu şahsın bana bağlı olarak yönlendirildiği iddiası da

ciddiyetten uzaktır.

Kendisinden sadece Muzaffer Tekin’in masumiyetine ilişkin, isim

benzerliği nedeni ile verilen karardan bir suret istenmiştir. Bu bir

mesleki ricadır. Bir avukatın müvekkilinin savunması için, adliye

personelinden karar istemesi ve alması suç teşkil eden bir eylem

değildir.

Bu konuda hemen her avukat karşılaştığı sorunlar ile ilgili olarak,

Yargıtay kararlarını mesleki olarak yakından takip eden yazı işleri

müdürlerinden emsal karar talep ederler ve bu talepler her zaman

olumlu karşılanır.

Emsal kararın bu yolla temininde kesinlikle usule aykırılık yoktur.

Nitekim Atilla Aksu’dan bu konuda ricada bulunulmuştur. Bunun

dışında ayrıca TCK 301.maddesi ile ilgili olarak bir karar ve açılan

dava dosyası ile ilgili kamuoyuna hitaben düzenlenmiş istatistik

bilgisini içeren bir açıklama alınmıştır.

Telefonda söyledikleri kararların hiç biri tarafımdan talep

edilmemiş ve tarafıma da verilmemiştir. Nitekim aramada da

bulunmamıştır.

Sadece iki mahkeme kararının alınması mesleki bir faaliyet olup,

sözde örgütsel ilişki olarak değerlendirilemez.

Nitekim gerek ifadesinden, gerekse telefon konuşmalarından

Atilla Aksu’nun birçok avukata emsal karar verdiği anlaşılmaktadır.

cc) Bu kişi ile beşeri, mesleki ve sosyal ilişkilerim bir an için

olmayan sözde örgütsel ilişki olduğunu kabul etsek bile bu tür bir

bağlantının TCK 312.maddesindeki suçun unsuru olarak kabul

edilmesini anlamakta güçlük çekmekteyiz.

66

Böyle bir tespit ancak sözde örgütün varlığının kabulü halinde

olsa olsa sözde örgütü üyeleri arasındaki ilişkilerinin belirlenmesi

yönünden önem kazanır.

İddia makamının TCK 312.maddesindeki amaç suçun unsurlarını

bulamayınca, basit insan ilişkilerinde suç unsuru araması hukuk adına

talihsizliktir.

j) Sanık Fuat Turgut’u sözde örgütün amaçları uyarınca

açtığım veya katıldığım davalara katılması için

yönlendirdiğim iddia edilmiştir.

aa) Davalara iştirak etmek isteyen ve beni arayan

Fuat Turgut’tur. Ben kendisine davalara katıl diye kesinlikle bir ricada

ya da telkinde bulunmadım. Bilakis tam tersine İzmir’in uzak olduğunu,

buradaki dernek üyesi ve diğer arkadaşların yeterli sayıda davaya

girdiklerini söyleyip ilgisi için teşekkür etmişimdir.

bb) Kaldı ki Fuat Turgut sadece iki davaya iştirak etmiş ve her

ikisinde de kendisi ve müvekkilleri adına katılma talebinde

bulunmuştur.

Geldiği her iki davaya da gelirken beni aramamış, geleceğim

dememiş ve habersiz gelmiştir.

Bu durumda, bu kişiyi yönlendirdiğim iddiası gerçekçi

olmayacaktır.

cc) Kaldı ki başkanlığını yaptığım Büyük Hukukçular Birliği’nin

tüm üyeleri avukat iken öncelikle bir başka ilden bir avukatın, davaya

girmesini istemek işin akışına uygun değildir.

Eğer avukatları yönlendireceksem, dernek üyeleri olan

avukatları yönlendirmek var iken hiç tanımadığın bir kişiye davaya

katılması için neden telkinde bulunayım? İddiaların her şeyden önce

delilsiz olsa bile mantığa ve normal hayat şartlarına uygun olması

gerekir.

dd) Kaldı ki sanık mahkeme huzurunda sorulan suallere verilen

cevapta savunmalarımı teyit etmiş, kesinlikle kendisinin bir davaya

67

iştiraki konusunda tarafımdan bir istek ve talepte bulunmadığımı net

bir şekilde ortaya koymuştur.

ee) Yine kaldı ki avukatlık mesleğinde iş ilişkisinin dışında hiçbir

avukat, diğer avukata emir ve talimat vermez. Bu konuda avukatın

genci, yaşlısı, tecrübelisi arasında da fark yoktur.

ff) Bir an için aksi düşünülse bile bir avukatın, diğer avukata

davaya katılma konusunda ricada bulunduğunu kabul ettiğimizde bu fiil

hangi suçun unsurudur? Bu konuda da mütalaada bir açıklama yoktur.

Bu fiili TCK 312.maddenin unsuru kabul etmek gülünç olacaktır. Sözde

örgüt üyeliği için var olmayan bir ricanın çok ucuz bir delil olacağı bir

gerçektir.

k) İddia edilen sözde örgütsel faaliyetlerimin sürekliliği,

çeşitliliği, yoğunluğu ve kamuoyunda etkisi bir bütün

olarak dikkate alındığında eylemlerinin TCK’nun

312.maddedeki suçu oluşturduğu iddia edilmiştir.

aa) Bir kişinin sözde örgüt kapsamındaki faaliyet ve

eylemlerinin sürekliliği, çeşitliliği yoğunluğu ve kamuoyundaki etkisi

TCK 312.mad. düzenlenen suçun unsurlarını oluşturmaz.

Olsa olsa sözde örgüt üyeliğinin ya da yöneticiliğinin bir kanıtı

olarak kullanılabilir.

Nitekim Yüksek Yargıtay kararlarında sözde örgüt üyeliğinin

kanıtlanmasında sanıkların örgüt ile organik bağ içerisine girerek

yoğunluk, süreklilik ve çeşitlilik göstermesini kriter olarak dikkate

almıştır.

Yargıtay 9.CD’nin 2004/5975-6725 sayılı 02.12.2004 tarihli

kararında;

“eylemlerin oluş şekli, sürekliliği ve çeşitliliği nazara alındığında

suç örgüt üyeliğidir”

denilerek mütalaada belirtilen kriterlerin ancak sözde örgüt

üyeliğinde aranması gereken maddi olgular olduğu anlaşılmaktadır.

68

İddia makamının sözde örgüt üyeliği için Yüksek Yargıtay’ın

kullandığı maddi olguları, TCK 312.maddesinde düzenlenen vahim

nitelikteki amaç suçun işlendiğinin kanıtı olarak kabul etmesi kabul

edilebilecek bir hata değildir.

bb) Mütalaanın şahsım ile ilgili 1954 ve 1955.sayfalarda

tarafıma isnat edilen sözde örgüt yöneticiliği suçu ile Hükümeti

Ortadan Kaldırmaya ya da Görevlerini Engellemeye Teşebbüs suçunun

gerek unsurları gerekse delilleri kasıtlı olarak birbiri içine dahil

edilmiştir.

Çünkü TCK 312.mad. düzenlenen suçun hiçbir maddi unsuru

gerçekleşmemiştir.

Savcılar “sen şu eyleminle ve delilinde 312.mad. suçu işledin”

diyemediklerinden iki suçu birbirine isteyerek karıştırmışlar, iki

suçun unsur ve delilleri birbirinden ayrı somut olarak ortaya

konamamıştır.

Sözde örgüt üyeliği için ileri sürülebilecek maddi olgular, deliller

ve unsurlar TCK 312.maddesindeki suçun unsurları olarak

gösterilmeye çalışılmıştır.

Çünkü iddia makamının elinde bu suç için hiçbir veri yoktur.

Bunu kapatmak, eksikliğin ortaya çıkmasını engellemek için iki

suç birbirinden ayrılmadan aynı anda işlenmiş, hukuki yetersizlik

sözde örgüt üyeliği için ileri sürülebilecek iddialarla kapatılmaya

çalışılmıştır.

İki sayfalık bölümde 312. maddede düzenlenen amaç suçu

işlediğime ilişkin ne bir fiil, ne bir delil ne de gerçekleşmiş bir unsur

ortaya konamamıştır.

Hükümeti cebir ve şiddet kullanılarak ortadan kaldırılmasına ya

da görevlerinin kısmen ve tamamen engellemeye teşebbüs suçunun

maddi unsuru olarak;

___Türkiyem Topluluğuna üye olmak,

69

___ Muzaffer Tekin’in tabi olduğu soruşturmayı milli bir mesele

olarak görmek,

___ Genelkurmay bilgisayarlarının hard disklerinde Büyük Hukukçular

Birliği’nin dolaylı olarak desteklenebilecek sivil toplum örgütlerinden

biri olarak görülmesi,

___ Büyük Hukukçular Birliği’nin toplantılarına üye olmayan kişilerin

katılması,

___ Yasalara uygun olarak miting ve basın açıklaması yaparak, dava

açmak,

___ İnternet sitelerinde yazı yazmak,

___ Televizyon programları yapmak,

___ Telefon konuşmalarında kışkırtıcılık yapmak,

___ Asım Demir, Atilla Aksu’ya emir verip Fuat Turgut’u

yönlendirmek iddiaları gösterilmiştir.

Bu iddialar TCK 312. maddesinde düzenlenen suçun maddi

eylemleri olarak görmek hukuku inkar etmek anlamına gelir.

Sayın savcıların yapması gereken her iki suçun fiillerini,

delillerini ve unsurlarını ayrı ayrı somut olarak ortaya koyarak fiillerle

unsurlar arasında illiyet bağını ayrıntılı bir şekilde açıklamaktır.

Ancak TCK 312 maddedeki suç, “ısmarlama suç” olarak

mütalaaya ite-kaka sokulmak istendiğinden gözden ve dikkatten

kaçırılmak için olağanüstü çaba sarf edilmiştir.

Mütalaanın 1954-1955 sayfalarında TCK 312 maddesindeki suçun ismi

konmuş, ancak suçun işlendiğine ilişkin ne fiilleri ne delilleri ne de

unsurları yazılmamıştır.

Sayın iddia makamından soruyorum;

___ Benim isnat edilen amaç suçu işlediğime ilişkin tek bir delil

söyleyebilir misiniz?

___ Bu suçun maddi unsurlarının hangi eylemle gerçekleştiğini,

neticenin ne olduğunu, eylem ile netice arasındaki illiyet bağını nasıl

açıklayacaksınız?

70

Bu sorulara cevap vermeden şahsımın TCK 312. maddesinden

cezalandırılmasının istenmesi büyük bir vebal olup, bu tür hukuk dışı

ve sınır tanımaz taleplerde bulunanların er veya geç hukuki ve vicdani

sorumlulukları mutlaka gündeme gelecektir.

Hukukçuluk ciddi bir iştir.

Konusu insan yaşamıdır.

Yapılan en küçük hata sadece bir insana değil o insanın ailesine

daha da öte yaşadığı topluma onarılmaz yaralar verir.

Özellikle uygulayıcıların dikkat etmesi gereken en önemli ve

bağışlanmayacak davranış, hukuka yabancı unsurların sürece dahil

edilmesidir. Bu konuda yapılan hatalar tarihsel süreçte yerini alacağı

gibi unutulamayacak şekilde toplumsal belleğe kaydedileceğinden

kimsenin şüphesi olmamalıdır.

Hukuk tarihi 1933’te Alman Parlamentosunu yaktığı iddiası ile

yargılanan Bulgar Sendikacı D. Mitrov’u Hitlerin yabancı tanıklık yapan

bakanlarına, sahte ve gerçek dışı delilleri bir kenara iterek Hitlerin

dayanılmaz siyasi baskısına rağmen Leipzing yargılamaları sonucu

beraat ettiren mahkeme başkanı Bvenger’i unutmadığı gibi, 1919’da

Ermeni gazetelerine verilen ilanlar ile bulunan yabancı tanıklarla

Ermenilerin ve işgal devletlerin kininin yatıştırılması için Boğazlıyan

Kaymakamı Kemal Bey’i hukuk cinayeti işleyerek asan Nemrut

Mustafa’yı da unutmamıştır.

Sayın mahkemenin tercihini adaletten ve hukuktan yana

kullanacakları konusunda halen ümitlerimi saklı tutmak istiyorum.

cc) İddia makamı sözde örgütsel faaliyetlerimin sürekliliğinden,

çeşitliliğinden, yoğunluğundan ve kamuoyundaki etkisinden

bahsetmiştir.

İddianamede ve mütalaada sayılı etkinliklerim ve eylemlerimin

tümü bizzat savcılarında kabul ettiği gibi hiçbiri hukukun dışına

çıkmamış mesleki, siyasi ve sosyal faaliyetlerimdir.

71

Bir siyasi partinin ve Sivil Toplum Kuruluşlarının yöneticisi ve

üyesi olarak gerçekleştirdiğim mitingler, basın açıklamaları,

konferanslar, televizyon programları, açtığım davalar sözde örgüt

faaliyeti değildir. Bu faaliyetlerim sözde örgüt eylemi olmadığından

sürekli, çeşitli, yoğun ve etkili olması ne şahsımın sözde örgüt üye ve

yöneticisi olduğunu ne de TCK 312. maddedeki suçu işlediğimin kanıtı

değildir.

Yasaların tanıdığı temel hakların kullanılması kapsamında hükümete

karşı oluşturduğum demokratik muhalif anlayışım hiçbir suçun unsuru

ve delili olmaz.

Siyasi iktidarı benimsememem, eleştirmem, seçimler sonucu

iktidardan uzaklaşmasını istemem, AKP’nin bu ülkenin milli

menfaatlerine bekasına ve üniter devlet yapısına zararlı faaliyetlerde

bulunduğuna inanmam, inancım doğrultusunda meşru zeminde hukuk

kuralları içinde kalarak temel haklarımı kullanarak ifade etmem benim

bir örgüt üyesi olduğumun delili olamayacağı gibi TCK 312. maddedeki

suçu işlediğimi de göstermez.

İddia makamı iddia ettiği gibi hukuk kurallarına uygun olarak

ortaya konan sivil toplum faaliyetlerindeki süreklilik ve çeşitlilik

sözde örgüt üyeliği suçunun unsurlarını oluşturmaz. Aksi halde bu

suçtan ötürü mahkum edemeyeceğiniz hiçbir muhalifin kalması

mümkün olmayacaktır.

2) İDDİANAMEDE TCK 313. MADDESİ KAPSAMINDA HALKI

HÜKÜMETE KARŞI SİLAHLİ İSYANA TAHRİK SUÇUNU

İŞLEDİĞİME İLİŞKİN TARAFIMA İSNAT EDİLEN MADDİ

FİİLLER

Mütalaada, iddianamede belirtilen eylemlerin TCK’nun

313.maddesinde düzenlenen Halkı Hükümete Karşı Silahlı İsyana

Tahrik suçunun unsurlarını oluşturmadığı gerekçesi ile bu suçtan

ötürü ceza verilmesine yer olmadığına, ancak iddianamede ve

72

mütalaada sayılan eylemlerin bütün halinde TCK 312.maddesi

kapsamında kaldığı belirtilerek bu suçtan cezalandırılma talebinde

bulunulmuştur.

Bu durumda iddianamede TCK 313.maddedeki suçun maddi

unsuru olduğu belirtilen fiillerin tümü, TCK 312.maddesinde

düzenlenen Hükümete Karşı Suç’un da maddi unsuru olduğundan,

iddianamede TCK 313.maddesindeki suçun maddi unsuru olarak sayılan

maddi fiiller burada bir kez daha gözden geçirilerek, Hükümete Karşı

Suç’un maddi unsurları olup olmayacağını tespit etmekte zorunluluk

bulunmaktadır.

İddia makamı TCK 313.maddesinde düzenlenen suçun

unsurlarının oluşmaması nedeni ile “ceza verilmesine yer olmadığı” na

ilişkin karar verilmesini istemiştir.

Bu talep CMK’nun 223.maddesine uygun değildir. Eğer bir suçun

unsurları oluşmamışsa bu durumda CMK 223/2-e maddesi uyarınca

beraat kararı verilmesi gerekir.

Ceza verilmesine yer olmadığına ilişkin karar ancak CMK 223/3

maddesinde belirtilen yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, suçun zorunluluk

halinde işlenmesi, meşru savunma, sınırın aşılması, kusurluluğu

kaldıran hata hallerinde verilebilecek karardır.

İddia makamı beraat deyimini kullanmamak için mahkemeden

açıkça yasaya aykırı kararın verilmesini isteyebilmektedir.

İddianamede Hükümete Karşı Halkı Silahla İsyana Tahrik

Suçunun işlendiğine ilişkin gösterilen fiiller şunlardır;

a) Bir kısım sanıkların uhdesinde çıktığı iddia edilen Kemalist

Hareket, İstanbul Eylül 2000, Ergenekon Belgesi, Kemalist

Model başlığını taşıyan sözde Ergenekon dokümanları

aa) Sözde örgüt dokümanları olduğu iddia edilen

uyduruk belgelerden hiçbiri uhdemde çıkmamıştır. Bu soruşturmaya

kadar bu belgelerin hiçbirini görmedim, duymadım ve okumadım. Buna

73

rağmen bu tür belgelerin, iddianamenin benimle ilgili bölümünde yer

almasına bir anlam vermek mümkün değildir.

bb) Hiçbir eylemim, beyanım ve tutumum bu

belgelere uygunluk arz etmemektedir. Bu belgeler siyasi Ergenekon

projesi doğrultusunda önceden hazırlanmış, hedef alınan kişi ve

kurumlara göre düzenlenmiştir.

Olmayan bir örgüte, uydurma dokümanlar düzenlenerek

yapay bir örgüt oluşturma amacı güdülmüştür.

cc) Şahsımla hiçbir ilgisi olmayan bu uydurma

belgeler ile isnat edilen TCK 312.maddesi suç arasında hiçbir bağlantı

olamaz.

b) Bilgisayarımda Vatanseverler Güç Birliği Derneği tüzüğünün

çıkması

aa) Söz konusu tüzük İl Dernekler Müdürlüğünün

matbu hazırlanmış tüzüğü olup, bu tüzük kurucu olduğum tüm

derneklerin tüzükleri ile aynıdır. Ancak “Vatanseverler Güç Birliği”

yazılı tüzüğün başına böyle bir ismi ben yazmadım. Yazıldığı konusunda

bilgim olmadı.

bb) Bu belge bilgisayarımda çıktıktan sonra

yaptığım araştırmada, büroma gelen bir müşterinin bu isimde bir

dernek kurmak istemesi üzerine, ofisimde çalışan personel tarafından

kişinin istediği ismin yazılıp çıktısının kendisine emsal dernek tüzüğü

olarak verildiği öğrenilmiştir.

cc) Söz konusu tüzük ve isim ile davamıza konu

olan VKGBH Derneği arasında bir bağlantı yoktur. İsimleri farklı

olduğu gibi tüzükleri de farklıdır. Kaldı ki VKGBH Derneğinin

kurucularını tanımamaktayım. Söz konusu dernekle hiçbir ilişkim

olmamıştır.

dd) Davada tanık olarak dinlenen Ramazan

74

Selçuk’da bu savunmalarımı doğrulamıştır. Yine davada sanık olarak

dinlenen VKGBH yöneticileri de şahsımı tanımadığını, söz konusu

tüzükten haberleri olmadığını ifade etmişlerdir.

ee) Dosyaya delil olarak celp edilen İl Dernekler

Müdürlüğü kayıtlarında “Vatanseverler” unvanlı birçok derneğinde

olduğu görülmüştür” Bu sebeple bir vatandaşın bu isimle bir dernek

kurması için, büromuzdan matbu bir dernek tüzüğü alması mesleki bir

faaliyettir.

ff) Bilgisayarımda bir dernek tüzüğünün çıkması

ile TCK 312.maddesindeki suç arasında bir bağlantı kurmak da

mümkün değildir. Dernek tüzüğünün bulundurulmasının neresinde

cebir ve şiddet vardır? Hükümeti ortadan kaldırmak ya da görevlerini

kısmen veya tamamen kaldırmak sonucu dernek tüzüğü ile sağlanabilir

mi?

Bir fiilin böyle bir vahim suçun unsuru olabilmesi için

öncelikle, bu fiilin hukuka aykırı ve suç oluşturması gerekir.

Bir avukatın bilgisayarında bir tüzüğün çıkmasının

neresinde suç vardır?

c) Sözde örgüt dokümanı olduğu ileri sürülen Ulusal

Güç Birliği kapsamında, sözde örgütün amacının gerçekleştirilmesi

için aldığı kararlar doğrultusunda;

___ Sivil toplum kuruluşları ve derneklerin kurulmasına

önayak olduğum, diğer şüphelilerle birlikte Büyük Hukukçular

Birliği, Milli Güç Platformu-Hareketi (BGB) ve Ayasofya Derneği

vs. gibi sivil toplum kuruluşlarının kurucusu ve yöneticisi olduğum,

___ bu yapılanmaların etkili eylemlerde bulunması ve

genişlemesi için gayret sarf ettiğim,

___ sözde örgütün talimatları doğrultusunda kamuoyunu

etkilemek ve örgütün propagandasını yapmak amacıyla

03.06.2005-30.11.2007 tarihleri arasında yapılan 30 adet eylem

ve gösterilere düzenleyici ve iştirakçi olarak katıldığım,

75

___ Bu gösterilerde “Türklük, Atatürk, Vatan ve Bayrak

Sevgisi” gibi ulus olarak hassas olduğumuz ve olmamız gereken

unsurları öne çıkarıp, gerçek amaçlarımı gizleyerek ülkemizin çok

ihtiyacı olan istikrar ortamını bozduğum,

___ Cumhuriyet tarihimizde örnekleri görüldüğü üzere siyasi

düşünceleri, mezhepçiliği, etnik kökeni veya dini kullanarak, sağ-

sol, alevi-Sünni, laik-anti laik, Türk-Kürt, Müslüman-Hıristiyan

(misyoner) gibi ayrımcılık yaratarak, kin ve nefret tohumları

atarak, mevcut huzur sükun ortamını baltalayarak, ulu önder

Mustafa Kemal Atatürk’ün muasır medeniyetler seviyesine

çıkmamız için önerdiği hedefe ket vuracak, ülkemizin ekonomik,

sosyal ve siyasi olarak gelişmesini önleyecek insan hak ve

özgürlüklerinin genişlemesi ile demokrasinin yerleşmesine engel

olacak hükümete karşı halkı ve silahlı kuvvetler içinde resmi

hiyerarşiye uymayacağını düşündükleri bir gurubu kışkırtarak

silahlı bir darbeye zemin hazırladığım iddia edilmiştir.

aa) Ulusal Güç Birliği isimli sözde örgüt dokümanı

olarak belirtilen uyduruk belge şahsımda bulunmadığı gibi iddianameye

kadar bu belgeyi ne bir başka yerde gördüm ne de okudum. Bilmediğim

bir uyduruk belgeye uygun olarak davranmış olamam. Bir yandan

derneklerin kuruluşuna ön ayak olup, bunların yöneticisi olacağım, öbür

taraftan da bahsedilen belgenin tarafımdan çıkmaması ve bilgim dahi

olmaması iddianın ne ölçüde çürük olduğunu ortaya koymaktadır.

Kaldı ki ortada kurulan ne “Kemalist Hareket” isimli bir dernek,

ne beş kişilik bir gizli komite, ne de dernek başkanı ile komite

arasında köprü vasıtasını yapacak köprü personel mevcuttur.

Masa başında bu tertibin taşeronları tarafından hazırlanmış

uyduruk belgeler ve tamamen hayali örgütsel yapılar oluşturulmuştur.

Nitekim bu sanal yapılar ile gerçek olarak kurulan dernekler ve

yöneticiler arasında hiçbir illiyet bağıda kuramamışlardır. Sözde

belgeleri olduğu gibi aktarmışlar, arkasından hiçbir yorumda

76

bulunmadan, kurduğum derneklerden bahsetmişlerdir. Ancak hayal ile

gerçek arasında hiçbir bağlantı oluşturulmamıştır.

Kemalist Hareket isimli dernek nerededir? Gizli komite

kimlerden oluşmuştur? Dernek başkanı kimdir? Başkan ile gizli komite

arasındaki bağlantıyı kuran köprü personel kimdir? Bu soruların

hiçbirine cevap verilmemiştir.

Diğer uyduruk belgede gençlik ana tema olarak işlenmiş ve

liderliğine de bir Türk kızının getirileceğinden bahsedilmiştir. Bu

belgedeki hedeflerle, kurucusu ve üyesi olduğum derneklerin yapı ve

amaçları arasında da hiçbir bağlantı yoktur. Ortada kurulan Ulusal

Güç Birliği diye bir yapılanma olmadığı gibi, lideri olan bir Türk kızı da

yoktur.

Milli Güç Birliği ile sözü edilen Ulusal Güç Birliği arasında hiçbir

bağlantı yoktur. Platformun ya da derneğin başkanı bir Türk kızı

olmadığı gibi, gençler arasında bir teşkilatlanmada hedeflenmemiştir.

İddianamede sözde örgütün amacı doğrultusunda alınan

kararlardan bahsedilmemiştir.

Öncelikle sözde örgütün amacı nedir?

Alınan kararlar nerededir?

Bu kararları kimler nerede almıştır?

Bu sorulara cevap vermeden, ortaya inandırıcı kanıtlarını

koymadan, yorum ve hayali karinelerle amaç doğrultusunda alınan

karardan bahsetmek ciddiyetle bağdaşabilir bir tutum olamaz.

bb) Kurucusu ve üyesi olduğum üç derneğin kuruluşuna

sadece kurucuların iradeleri etken olmuştur.

Ortada; ne sözde örgütün amacı doğrultusunda alınmış bir

karar, ne de sözde örgüt talimatı vardır.

Dosyada bu derneklerin sözde örgüt karar ve talimatı ile

kurulduğuna ilişkin ne bir yazılı delil ne de bir tanık beyanı vardır.

77

Tam aksine iki derneğin Büyük Hukukçular Birliği

toplantılarında uzun aylar sonucu tartışılarak kurulduğu dosyadaki

yazılı toplantı tutanakları ile de sabittir.

Aksi, iddia makamı tarafından kanıtlanamamıştır.

Üye olduğum üç dernekten biri henüz ilk genel kurulunu

bile yapmamıştır. Yani kuruluşu tamamlanamamıştır. Ayasofya Derneği

ise yeni kurulmuş, hiçbir faaliyeti olmamıştır.

cc) Sivil toplum kuruluşlarının amaçları kamuoyunu etkilemek,

yönlendirmek ve bu yolla iktidarı denetlemektir.

Çünkü Sivil Toplum Örgütü’nün amacı, siyasi partilerde

olduğu gibi ülkeyi yönetmek değil, kamuoyunu yönlendirmektir.

Sivil Toplum Örgütleri demokrasinin vazgeçilmez

unsurlarıdır.

Bir toplumda Sivil Toplum Örgütü ne kadar güçlü olursa,

demokrasi ve insan hakları da o ölçüde güçlü ve teminat altına alınmış

olur.

Çünkü Sivil Toplum Örgütü aracılığı ile seçmenler toplumun

4 ya da 5 yılda bir seçim sandığına giderek yönetimi belirlemesinin

ötesinde, tüm seçim döneminde iktidarı kontrol etme, sınırlama,

denetleme ve yönlendirme imkanını kazanırlar.

Bu sebeple iddianamede yazıldığı gibi kurucusu olduğum

derneklerin etkili eylemlerde bulunarak, üye sayısını arttırması ve

kamuoyunu etkilemesi suçun unsuru olmaz. Maalesef iddia makamı sivil

toplum anlayışını, amaçlarını ve toplumdaki yerini tam olarak idrak

edemediğinden adeta bu kuruluşları yasa dışı örgüt olarak algılamıştır.

12 Eylül’ü eleştirenler maalesef bu zihniyetle uyumlu olarak

sivil toplum kuruluşlarını, sendikaları, dernekleri peşinen yasa dışı

örgütler gibi değerlendirmiştir. Aslında burada sorun tek parti

iktidarlarının ülkeyi yönetmekte hiçbir ortak istememeleridir. Çünkü

iktidarda olup, bu güçlerini küresel dünya ile işbirliği yaparak, uzun

dönemlere yaydırmak isteyenler için; kamuoyunu etkileyebilecek,

78

iktidarın her platformda siyasal ve hukuksal denetimini yapabilecek

milli nitelikteki Sivil Toplum Örgütleri, en güçlü muhalefet yapılarıdır.

Milli çıkarlara aykırı atacakları her adım ve ülkenin geleceğini ipotek

altına alacak her ödün bu kurumlarca kamuoyuna taşınacak ve önemli

bir baskı unsuru oluşturacaktır.

Sözde Ergenekon projesi ile milli nitelikteki Sivil Toplum

Örgütleri’nin hedef alınmasının sebeplerinden biri, iktidarın otokratik

yönetiminin bu sivil örgütlerin tasfiyesi ile önünün açılmasıdır.

Her dernek başkanı ve üyesi, derneğinin her eyleminin etkili

olmasını ve büyümesini ister. Bu amaç son derece demokratik ve

hukuki bir tutumdur. Toplumda etkili olduğu müddetçe ülkedeki

demokrasinin ve insan haklarının kalitesi artacaktır. Çünkü Sivil

Toplum Örgütlerinin kuruluş gayeleri etkili eylemlerle kamuoyunu

yönlendirip, iktidara baskı unsuru oluşturmaktır.

Faaliyetlerimizde etkili olabilmişsek bu sivil toplumun zaferidir.

Ancak sayılan dernekler arasında tek faaliyeti olan Büyük

Hukukçular Birliği’nin diğer derneklerle yaptıkları etkinliklere katılan

vatandaşların sayıları, Emniyet Müdürlüğünden gelen kayıtlarla

sabittir.

Gelen rakamlar maalesef etkinliklere olan katılımın istenilen

düzeyde olmadığını göstermektedir.

Bu ölçekte katılımla ülkemizdeki demokrasiye, insan haklarına ve

hukuk devletine yeterince katkı sağlamamız mümkün olamamıştır.

dd) Başkanlığını ya da üyeliğini yaptığım hiçbir dernek

bırakınız sözde örgütten talimat almayı hiçbir kimseden emir alarak

etkinlik yapmamıştır.

Tüm faaliyetler derneklerin yönetim iradeleri ile

gerçekleşmiştir.

Dışarıdan ya da sözde örgütten emir ve talimat alındığına ilişkin

dosyada tek bir delil yoktur. Faaliyetler derneğin toplantılarında

verilen kararlarla icra edilmiştir. Bu husus toplantı tutanakları ile

79

sabittir. Ayrıca tüm resmi izinler derneğimizin müracaatı ile

alınmıştır. Yapılan faaliyetlerinde dernek üyelerinin katkıları dışında

hiç kimseden ve kuruluştan yardım alınmamıştır.

Büyük Hukukçular Birliği’nin diğer derneklerle düzenledikleri

etkinliklerde de, katılımcı dernek yöneticilerinin ortak iradeleri

geçerli olmuştur.

Faaliyetlerde; yönetim dışı ne askeri ne de sivil unsurun iradesi

geçerli olmadığı halde, varmış gibi gösteren iddia makamının hangi

delili vardır ki, bu iddia da bulunabilmiştir.

Sözde uyduruk örgüt belgeleri bu iddiaların kanıtı olamaz.

Yapılan etkinliklerin amaçları ortadadır. Hiçbir toplantıda sözde

örgütün ismi dahi geçmemiştir.

Hiçbir terör örgütü ismini gizli tutmaz. Bilakis hemen her

fırsatta ismini duyurmak için her türlü yöntemi kullanır. Bu nasıl

örgüttür ki faaliyette bulunuyor ama ismini açıklamıyor, varlığını

gizliyor, üyeleri ve yöneticileri bilinmiyor. Hiçbir güvenlik kurumu bu

örgütün varlığından haberdar değil. Bu durumda yapılan etkinliklerde

bilinmeyen, ismi anılmayan örgütün propagandası gibi imkânsız bir

olayı nasıl gerçekleştirebiliriz? Eğer savcılar bu mucizevî yöntemi

bulmuşlarsa bize de söylesinler ki bizde bilelim. Gizli kalmak isteyen

örgütün propagandaya ihtiyacı yoktur. Eğer bir örgüt propaganda

yapıyorsa bu yolla mitingler tertip ediyorsa o takdirde gizli kalması

mümkün değildir. Herkes ismini bilir. Lütfen sayın savcılar bu konuda

bir karar versinler. Eğer gizlilik ilkesini benimsemişlerse, propaganda

iddiasından vazgeçsinler. Yok, örgüt propaganda yapıyor diyorlarsa o

zaman, gizlilik ilkesinden vazgeçsinler.

Birbirleri ile çelişkili iddiaların savunulması zıt kavramları bir

araya getirip kullanmak sözde Ergenekon iddianamesine özgü bir

ciddiyetsizliktir.

ee) Savcıların iddianamede belirttikleri ve tarafımı

80

suçladıkları “Türklük, Atatürk, Vatan ve Bayrak Sevgisi” gibi milli

değerlerimizi gösterilerde öne çıkarmamız bizlerin gurur vesilesidir.

Maalesef bu değerlerimizi yeterince ön plana çıkaramadığımızdan

bugünkü sıkıntılarımızı yaşamaktayız.

Milli değerler, benimsendiği yaşamımızın her alanına yaydırılıp

yaşatıldığı müddetçe ayakta kalırlar. Yoksa her an kırılacak sırçadan

oluşmuş duvara asılıp, arada bir indirilip hatırlanacak antikalar

değildir.

Toplumumuzun tüm bireyleri ve kuruluşları, resmi ve özel

kurumları bu değerleri içtenlikle içselleştirip, davranışlarımızı ve

politikalarımızı bu değerlere göre yönlendirmeliyiz.

Bu değerlerimize sahip çıkmadığımız, tüm etkinlerde ön plana

çıkarmadığımız takdirde aynen bu dönemde yaşandığı gibi devletimizin

ismi kamu kurumlarından dışlanmaya, anayasadan çıkarılmaya,

çöplüklere atılmaya, televizyonlarda dahi artık kullanılmamaya

başlanır.

Bu değerlerimizi hassas kabul edip duvara astığımız

etkinliklerimizde kullanmadığımız takdirde varacağımız sonuç bu

değerlerden ve kimliğimizden uzaklaşmak olacaktır. Bugün yaşanan

kimliksizlik bunalımı, değerlerimizin olması gereken düzeyde

benimsenmemesinden kaynaklanmaktadır.

Zaten istenilen de bu değerlerimizi hassas ilan ederek

unutturmak değil midir? Bugün yaşadığımız süreç ile iddianame

arasındaki paralelliği gördükçe bir hukukçu olarak üzülmemek mümkün

değildir.

Türklüğümü, önderimiz büyük Türk Atatürk’ü, Bayrak ve Vatan

sevgisini keşke hemen her etkinliğimde daima en üst seviyede ön

plana çıkarabilseydim. Bu konuda eksik kaldığımdan, bugünkü

yöneticilerin milletimize yaşatmak istedikleri kimliksizleştirme

politikalarının yaşama geçirilmesinden vatandaş olarak kendimi de

sorumlu tutuyorum.

81

Milli değerlere sahip çıkan ya da öyle gözüken insanlar bu

değerlere sahiplenmiş olsalardı, hiçbir siyasetçi Türklüğü 36 etnik

yapıdan biri olarak gösteremezdi, Anayasa’dan Türklüğü çıkaramazdı,

kamu kurumlarından devletin ismini silemezdi, “Ne Mutlu Türküm

Diyene” sözünün dağa taşa yazılmasından şikayetçi olup, en üst

makamlara gelemezdi, büyük Türk’ün posterleri çöplüklerden

toplanamazdı.

Yazıklar olsun bana ki, savcıların iddialarının tam tersine milli

değerlerime yeterince sahiplenememişim, etkinliklerimde istenilen

düzeyde yer verememişim. O yüzden Türk milletine bugün dayatılan

ruhsuzlaştırma ve kimliksizleştirme siyasetinden bir vatandaş olarak

bende sorumluyum.

Milli değerlerimiz kullanılarak çok ihtiyacımız olduğu iddia edilen

istikrar ortamının bozulduğunu iddia etmek bir iddianamede savcılar

tarafından nasıl ileri sürülebilir? Gerçekten hem şaşırtıcı, hem de

üzüntü verici bir durumdur.

Milli değerlerimiz yaşanarak ve yaşatılarak gelecek nesillere

aktarılır.

Etkinliklerimde Türklüğü, Atatürk’ü, Bayrak ve Vatan sevgisini

yaşamak ve sürekli hatırlatmakla istikrar bozulmaz. Bilakis tam

tersine istikrar sağlanır.

Çünkü istikrarı sağlayan ana unsurlar ülkede yaşayanların ortak

değerleridir. Bu ortaklıkları sinsice planlar uygulayarak unutturmaya

ve millet yaşamından çıkarmaya kalktığınız takdirde, işte o zaman

çatışmalara yol açar, ülkeyi istikrarsızlığa sürüklersiniz.

İddianamedeki bu anlatımlar ve zihniyet bugün yaşanan açılım

sürecinde de tüm topluma dayatılmaktadır.

Artık kimse Türküm diyemez hale gelmiştir. Atatürkçü diyen

insanlar terörist ilan edilmiştir. Vatan ve Bayrak sevgisinden

bahsedenlere marjinal denmeye başlanmıştır.

82

Bu değerlerimizin kullanılmaması konusunda basında ve günlük

yaşamda iktidarın baskısı ile yaşanan sansür, Türk Milletinin evlatları

için dayanılmaz boyutlara ulaşmıştır. Bunun sonucunun iç kargaşa,

çatışma, kardeş kavgası ve bölünme olacağını görmemek büyük bir

aymazlıktır.

Yaşanan fetret devridir. Türk milleti özgür iradesi ile bu dönemi

aşacak, aşındırılan değerlerini yeniden restorasyona tabi tutarak

yapısını ve devletini geçmişten gelen tarihsel çizgisine oturtacaktır.

Sayın savcılar gerçek amacımı gizlediğimi ifade etmişledir.

Hukukta niyet okuyuculuğu yapılmaz.

Öncelikle amacımın ne olduğu ortaya konur ve hukukun kabul

ettiği delillerle kanıtlanır.

Kişinin amacı dış dünyaya fiillerle yansır. Yansıyan fiillerle amaç

farklı ise, hukukçular kişilerin gizledikleri ile değil, ortaya çıkan fiil ve

eylemleri ile ilgilenirler. Kişilerin dışa vurmayan düşünce ve

niyetlerinin peşinde koşulup, cezalandırılmaz.

Amacım yaptığım etkinliklerde konuşulanlardır. Açılan

pankartlarda yazılanlardır. Atılan sloganlardır. Bunların hiçbirinde

yasaya aykırılık yoktur. Nitekim hiçbir faaliyetimden ötürü

suçlanmadım. Emniyet tarafımı suçlayıcı rapor dahi tutmadı. Bu

durumda sayın savcılar nasıl olurda hukukun dışına çıkılmamış ve

etkinlikler dışa yansıyan fiilleri bırakarak benim olmayan gizli

amacımı, düşüncemi, duygu ve niyetimi tahmin ederek suçlama konusu

yapabilirler.

Yapılan iş, savcıların görevi olamaz.

Hukuk gizli niyet ve amaç peşinde koşamaz.

Ancak engizisyonda sanıkların içine girdiği sanılan şeytanlar

yakılarak dışarı çıkartılırdı.

Maalesef bu yargı sürecinde de sayın savcılarımız var olduğuna

inandıkları gizli amaçlarımızı açığa çıkartmak için bizleri uzun yıllar

cezaevinde tutuklu bırakmaktadırlar.

83

Diğer taraftan etkinliklerimizin konularının, sayın savcılarca

yeterince incelenmediği kanaatindeyim.

Milli değerlerimizin korunması dışında yine devletimiz ve

milletimizin menfaatleri doğrultusunda Batı Trakya, Kıbrıs sorunu,

Irak Türkmenleri, İnsan Hakları ve Filistin meselesi, Hocalı Katliamı,

Ermeni sorunu, Hukuk Devleti, Türk Birliği, PKK terörü, Irak işgali,

ekümeniklik sorunu, Bosna katliamı, AB sorunu, Ege Karasuları ve Kıta

sahanlığı sorunu, Özelleştirme politikaları gibi birçok konu ile ilgili

miting, basın açıklaması, konferanslar, televizyon programları

yapılmıştır. Bu konu yeterince incelenmeden haksız ithamlarda

bulunulmuştur.

Türk insanının, devletimizin ve milletimizin tüm sorunları

faaliyetlerimizin konusu yapılmıştır.

ff) İddia makamının iddia ettiği gibi, hiçbir

etkinliğimizde, bu toplumda yaşayan insanlar arasında kin ve nefret

tohumları ekecek şekilde bir ayırım yapılmamıştır.

İddialar genel, klişeleşmiş, delilden yoksun, oluşturulan siyasi

hedefe ve uyduruk belgelere uygun olarak düzenlenmiş mücerret

beyanlardan ibarettir.

Gerek derneğimizde, gerekse etkinliklere katılan birçok insan

alevi olduğunu beyan etmesine rağmen bu konuda hiçbir ayırım

yapılmamıştır. Kimsenin mezhebi sorulmamıştır. Peygamberimizin

kabul etmediği mezhepçilik fikri tarafımdan da kabul görmemiştir.

Bulunduğum ortamda konuşulmayan konulardan biri mezhep

ayrımcılığıdır. İddia da bulunan savcılar bu konuda ayırım yaptığıma

ilişkin tek bir belge ya da tanık beyanı ortaya koyamazlar.

Yine kimsenin etnik kökeni ile ilgilenmedim. Çünkü bu ülkede

yaşayan kim olursa olsun vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesi Türk

vatandaşı olarak kabul ettim. Kendisini Ermeni, Rum ya da Yahudi

gören birçok insanla dostluk ve iş ilişkilerim mevcut olmuştur. Yine

faaliyetlerimde bir etnik yapının kötülendiğine ilişkin tek bir cümle

84

kullanılmamıştır. Ancak bu objektif tavrım, Türk Milletine yapılanları

tarihi gerçeklikler kapsamında ortaya konmasına asla engel

olmamıştır.

Sağ-sol kavramlarını talebe iken 1980 öncesinde kullanmışımdır.

Böyle bir ayırımı yapay ve ülke insanını bölmeyi amaçladığından benim

lügatimde sağcı-solcu tanımlamaları yoktur. Etkinliklere kendini her

iki kanattan niteleyen insanlar iştirak etmişler, aynı amaçlar

doğrultusunda demokratik hukuk mücadelesi vermişlerdir.

Kürt-Türk ayırımı, bu ülke insanının yapacağı bir ayrımcılık

olamaz. Emperyalizmin son iki yüzyıldır başımıza musallat ettiği bir

başka bölme oyunudur. Kürtlerin; Göktürk Kitabelerinde belirtildiği

gibi, Türk boyu olduğu ve tarihte kurulan Türk devletlerinin hemen

her birinde bir boy olarak varlık gösterdiğinden, Kürt diye ayrı bir

etnik yapıyı tanımıyorum. Bu kardeşlerimiz; benim kendimi hissettiğim

kadar Türk olduğu gibi ayrımsız Türk vatandaşıdır. Bu sebeple bugün

takip edilen açılım, kardeşi kardeşe düşürmenin, bölücülüğün ve

ayrımcılığın bir başka yöntemi olarak tatbik sahasına konmuştur.

Hangi faaliyetimde Türk-Kürt ayırımı yapılmıştır? Tek bir yazılı ya da

şifahi delilin ortaya konması mümkün değildir. PKK terörüne karşı

yürüttüğüm fikri mücadele ile Kürt sorunu birbirine

karıştırılmamalıdır. PKK, Kürtlüğü emperyalizmin amacına uygun olarak

kullanan Kürtlerin ve Türklerin düşmanı olan bölücü bir terör

örgütüdür.

Benim en çok hassas davranmama yol açan laik-anti laik

ayırımıdır. Son dönemde küreselci güçlerin ve onun taşeronluğunu

yapan kendisini dinci gösterip dinle ilgisi olmayan aksine din tüccarlığı

yapan gurupların kasıtlı olarak pompaladığı bir başka ayrıştırıcı unsur

laik-anti laik ayırımıdır. Bu konuyu sürekli gündemde tutmak isteyen,

bu tür ayrımcılığı suni olarak yaratıp provokatörlük yapan din

tüccarları ile bunların oyununa gelen laik kesimlerin ülkemizde

verdikleri zararı gördükçe üzülmemek mümkün değildir. “Türkiye

85

laiktir, laik kalacak” sloganının atıldığı her toplantıyı, büyük bir

memnuniyetle medyaya taşıyan din üzerinden iktidar mücadelesini

yapanların değirmenine acemice su taşıyan laik kesimin, laikliği

dinsizlik olarak görmekten vazgeçmesi zorunludur. Dindar ama laikliği

savunan yapım en fazla bu konuda hassas davranmama, din ve laiklik

kavramlarının insanımızın arasında kesinlikle bölücü bir unsur

olmaması için gayret sarf etmeme yol açmıştır. Bu konuda

birleştiricilik ifade eden sözlerimin dışında tek bir söz söylediğim ya

da yazdığım iddia edilemez. Cumhuriyet mitinglerinde kitleler laiklik

üzerine slogan attıkça en fazla muzip bir gülüşle ellerini

ovuşturanların bu ayırımı son yirmi yıldır etkin şekilde kullanan

emperyalist güçlerin olduğunu görmemek mümkün değildir.

Müslüman-Hıristiyan ayırımı yaptığımı iddia etmek gülünç bir

iddiadır. Herkesin dini kendinedir. Din asla siyasete alet

edilmemelidir. Hiçbir faaliyetimde böyle bir konu gündeme

getirilmemiştir. Misyonerlik faaliyetleri gerçek dindar Hıristiyanların

yaptığı bir faaliyet değildir. Hıristiyanlığı iktidarları ve güçleri için

araç görenlerin tüm dünyada özellikle İslam ülkelerinde yürüttükleri

siyasi bir faaliyettir. Tasvip etmem mümkün değildir. Mutlaka bu

konunun yasal düzenlemeye ihtiyacı vardır. Ancak hiçbir faaliyetimde

bu konu hukuk dışı bir şekilde gündeme getirilmemiştir.

İddia makamının iddia ettiği gibi, çoğu zaman toplumu bölmeyi

hedefleyen yukarıdaki siyasi kriterler kesinlikle benimsenmemiş, her

zaman birleştirici ve bütünleştirici olunmuştur.

Hukuk ve siyasi mücadelemde daima insanların bu şekilde

bölünmesine karşı çıkılmış, bizleri bu şekilde bölmek isteyen güçlerin

oyunlarına işaret edilmiştir.

Huzur ortamı; bu ayırımları körükleyen güçlerin ülkemizde siyasi

operasyonlar yapmasına adeta bir laboratuar gibi kullanmasına izin

vermekle ya da onların taşeronluğunu yapmakla sağlanmaz. Tam

tersine, ülke insanının huzurunu bozarsınız. Son on yılda gelinen

86

noktada, ayrışılmayan bir nokta kalmamıştır. Vatandaşlar cephelere

bölünmüştür. Tüm bunlar; iddianamede belirtilen ayrımcı kriterlerin,

kimler tarafından ve nasıl kullanıldığını çok daha iyi göstermektedir.

Yüz yılın kini ile öcümüzü alıyoruz diyenler, son on yılda ülke insanını

lime lime ayrıştırdıklarının farkında değiller mi? Ülkemiz böylesine

bölünmeyi 12 Eylül öncesinde dahi yaşamamıştır. İktidarın ektiği

yapay bölünme tohumlarının acısını toplum olarak ödeyeceğimiz

günlerin çok uzak olmadığı ortadadır.

PKK terör örgütü ile yapılan gizli antlaşmalar sonucu yürütülen

açılımla federalizmin yolunu ardına kadar açan, yargıyı muhaliflerini

ezmek için siyasallaştırıp bağımsızlığını ortadan kaldıran, hemen her

gün milliyetçileri ve ulusalcıları hedef göstererek ülkeyi kamplara

bölen, barış ve çözümü bahane ederek milli değerlerin kullanılmasını

ve konuşulmasına örtülü yasak getiren, insan hakları ve ileri demokrasi

adına hukuk devletinde olması mümkün olmayan çağdışı uygulamaları

hukuk ve yasalar eliyle gerçekleştiren, Türk’ün ve Türk Devletinin

ismini değiştirip tarihten silme gayretine giren, askeri vasiyetle

mücadele adına her alanda sivil darbe gerçekleştiren, demokrasi adına

siyasal çoğunluğu eline geçirmesini fırsat bilerek totaliter bir rejimi

her alanda uygulamaya sokan bir iktidarla;

_ Huzur ortamı değil insanlar ayrıştırılarak bilakis huzursuzluk

ortamı yaratılmıştır.

_ Mustafa Kemal Atatürk’ün bağımsızlık ilkesinin şiar edinildiği

muasır medeniyetinden vazgeçilmiş, ABD’nin bölgede İslam ülkelerine

operasyon yapılan emperyalizmin köprü ve görev ülkesi haline

getirilmiştir.

_ Ülkemizin tüm milli serveti satılmış buna rağmen dış borç üçe

katlanmış, uluslararası tefecilerin sıcak parası ile ayakta kalabilen,

üreten değil tüketen dışa bağımlı bir ekonomi oluşturulmuştur.

87

_ İnsan hakları, sosyal devlet, demokrasi, hukuk devleti ve

özgürlükler konusunda dünyadaki son yüz devletin sürekli arka

sıralarına düşülmektedir.

Tüm bu yapılanlar ülkemizde yerleşik kurumları, sosyal ve siyasi

yapımızı derinden çatlatan, toplumsal bünyemizde onarılmaz yaralar

açan sivil darbe yolu ile yapılmıştır.

Ergenekon tertibi iktidar tarafından gerçekleştirilen sivil

darbenin silahı olarak kullanılmıştır.

gg) Hangi eylemim ve etkinliğim ile huzur ve sükun

ortamı baltalanmıştır?

Yine hangi davranışım kin ve nefret tohumlarının atılmasına yol

açmıştır?

Savcılar bu tür hukuk dışı siyasi tabirler kullanamazlar.

İddianame bir hukuk belgesidir. Siyasal bir çalışma değildir.

Siyaseten beğenmediğiniz, karşınızda olduğunuz insanları politik

bir dille suçlayacağınız propaganda belgesi de değildir.

Bir savcı, şahsımı hukukun dışına çıkarak huzur ve sükun

ortamını baltalamış, kin ve nefret tohumunu atmıştır diyemez.

Bu söylemler hukuki olmaktan uzak, siyasal içerikli eleştiriler

olup, iddianamede asla yer verilemez.

İddia makamı, konusu suç olan olaylarla ilgilenir.

Eğer bir fiilimde suç tespit etmiş ise bunun yasal unsurlarını,

delilleri ve suçun ismini koyarak cezalandırılmamı talep edebilir. Bunun

dışında politik eleştiri ve söylemde bulunamaz.

TCK’nun hiçbir hükmünde huzur ve sükun ortamını baltalama ya

da kin ve nefret tohumlarını atmak suçları yoktur.

Sadece TCK 216.maddesinde halkı kin ve düşmanlığa tahrik

etmek suçu vardır ki, iddia makamı bu suçu işlediğimi de iddia

etmemiştir. Çünkü gerek iddianamede gerekse mütalaada böyle bir

talebi yoktur.

88

Hükümete Karşı Halkı Silahlı İsyana Tahrik suçunun dahi

unsurlarının oluşmadığını belirterek cezalandırma talebinden

vazgeçmiştir.

İddianame ve mütalaada suç konusu olmayan, içinde suç unsuru

barındırmayan düşünce ve eylemlere yer verilmiş, bu fiillerin siyasal

eleştirisi yapılmış ancak suç olduğu ifade edilerek cezalandırılma

talebinde bulunulmamıştır.

Davanın başından itibaren hemen tüm sanıklar müdafileri ve

kamuoyu, bu davanın siyasi bir dava olduğunu belirtmesine rağmen,

davanın hukuki boyutunu sürekli olarak vurgulamak zorunda kalan

mahkeme heyeti olmuştur.

Ancak iddianamenin 1870.sayfasındaki şahsıma yöneltilen

ithamlar TCK’da düzenlenen bir suçun karşılığı olarak

düzenlenmemiştir.

_ İddianamede belirtilen sağ-sol, Kürt-Türk, Alevi-Sünni, laik-

anti laik gibi benzeri hiçbir ayırım tarafımdan yapılmadığı halde

yapılmış iddiasında bulunulmuş, ancak bu ayırımın toplumda huzur ve

sükun ortamını bozduğu iddia edilmiştir.

Sayın savcılara soruyorum, bu ayırımları yaparak toplumda huzur

ve sükunu bozmak diye bir suç TCK’da var mıdır?

Var ise neden cezalandırılmamı istemediniz?

Yok ise suç konusu olmayan fiillere iddianamede neden yer

verdiniz?

Bu durumda iddianameniz hukuk belgesi olmaktan çıkıp, siyasi

eleştirilere yer veren politik bir belgeye dönüşmüyor mu?

_ Yine aynı ayırımların yapılarak kin ve nefret tohumları

atıldığını iddia etmişsiniz.

Eğer bu iddianız TCK 216.maddesindeki Halkı Kin ve Düşmanlığa

Tahrik suçunu oluşturuyorsa, neden bu suçtan ötürü dava açmadınız?

Bu suçun unsurları yok ise, o takdirde suç olmayan bu siyasi

söylemlere neden yer verdiniz?

89

Bu tutumunuz söz konusu belgeyi hukuki olmaktan çıkartıp,

siyasi belgeye dönüştürmüyor mu?

Bu sorulara tatminkar cevaplar verilmediği müddetçe bu davanın

siyasi boyutunu inkar etmek mümkün değildir.

hh) İddianamede hükümete karşı halkı ve Silahlı

Kuvvetler içinde resmi hiyerarşiye uymayacağını düşündüğüm bir

gurubu kışkırtarak, silahlı bir darbeye zemin hazırladığım iddia

edilmiştir.

Mütalaada bu iddiadan vazgeçilmiş, fiillerimde TCK

313.maddenin unsurlarının oluşmadığı belirtilmiştir.

Yani hiçbir eylemim de halkı hükümete karşı silahlı olarak isyana

tahrik etmediğim kabul edilmiştir.

Bu suçlama ile mızrak öylesine çuvala sokulmaya çalışılmıştır ki,

ucun her iki taraftan çıktığını gören savcılar bu konudaki

tutumlarından vazgeçerek TCK 313.madde suçlamasından

vazgeçmişlerdir.

Her şeyden önce şahsıma böyle bir suçlamayı getirmeleri için

“silahlı tahrik” şeklindeki maddi unsurun bulunması zorunludur.

Silahlı tahrik “cebir ve şiddet” unsurunun özel bir halidir.

Sadece sözlü olarak tahrikin gerçekleşmesi yeterli değildir.

Şahsımın böyle bir silahlı gurubu hükümete karşı tahrik ettiğine

ilişkin tek bir delil bulunamayınca sayın savcılar bu iddialarından

vazgeçmişlerdir.

Kaldı ki tahrik eyleminizin doğrudan doğruya silahlı bir guruba

yapılması zorunludur. Yoksa ortada olmayan sadece TSK içinde

varlığını düşündüğüm iddia edilen hiyerarşiye uymayan gurubun

kışkırtılması ile bu suç oluşmaz.

Bu suç için yasada belirtilmiş hiçbir yasal unsur oluşmamıştır.

TSK içinde varlığı iddia edilen gurup görevleri gereği yasaların

verdiği izin çerçevesinde silahlı olarak bulunmaktadır.

90

Kaldı ki bu guruba tarafımdan hangi tahrikin yapıldığı, bu

gurubun kimlerden oluştuğu, bu gurupla şahsım arasında ilişkinin olup

olmadığı, böyle bir gurubun varlığı gibi hiçbir konuda açıklama

yapmadan, delil konulmadan mücerret olarak yapılan suçlamanın hiçbir

temel dayanağı olmadığı ortadadır.

ıı) İddianamede yer alan suç oluşturmadığı açıkça ortaya çıkmış

bu ithamların TCK 312.madde kapsamında suç sayılması da

imkansızdır.

Bunun için öncelikle bu düşünce ve fiillerin cebir ve şiddet

içermesi, ikincisi de hükümeti ortadan kaldırmayı ya da görevlerini

kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye yönelik olması, üçüncüsü

eylemlerin amaç suçu oluşturabilecek ölçüde vahim boyutta olması

gerekir.

Sadece sözü edilen ayrıştırmaların fikir düzeyinde kalması ya da

açıklanması da TCK 312 maddesi kapsamında suç sayılamaz. Mutlak

surette cebir ve şiddet unsurunun aranması gerekir.

Kaldı ki iddia makamının iddialarının hiçbiri hükümetin ortadan

kaldırılmasına ve görevlerinin engellenmesine yönelikte değildir.

Söz konusu etkinliklerin yasal izinle yapılması, bu etkinlikler

konusunda hiçbir soruşturma ve ceza davasının olmaması, etkinliklere

katılanların sayısı ve etkisi dikkate alındığında ortada hukuka aykırı

bir eylem olmadığı gibi, vahim nitelikte işlenmiş bir suçta

bulunmamaktadır.

TCK 312.maddesi amaç suçtur. Bu suçun oluşabilmesi için araç

suçların olması gerekir. Ortada bu maddedeki korunan hukuki menfaat

aleyhine işlenmiş hiçbir araç suç yoktur. Araç suçlardan ne

iddianamede, ne de mütalaada bahsedilmiştir. İddianame tanziminden

önce de işlenmiş bir araç suç dosyası mevcut değildir. Bu sebeple de

söz konusu etkinliklerinden ötürü TCK 312.maddesinden ötürü

suçlamada bulunulamaz.

91

d) Söğütlüler Dernek başkanı ile yapmış olduğum

telefon görüşmesinde, devletin yapamadığını sivil toplum

kuruluşlarının yaptığını, bir kısım işgalci zihniyetin devleti ele

geçirme gayretine girdiğini, Necip Hablemitoğlu’nu anma

toplantısına bu ülkenin sorunlarına duyarlı bir kesim olan birçok

emekli asker, öğretim üyeleri gibi aydının iştirak ettiği, başkanı

olduğu derneğinin Ayyıldız Platformuna girmesinin faydalı

olacağına, diğer derneklerin girmesi halinde platformun

genişleyeceğine o günkü etkinliğe bulunduğu Pendik’ten

Sultanahmet’e gelerek bu konuda bir ateş yaktığını beyan etmem,

bu tür anma toplantılarını sözde örgütün propagandasına

dönüştürdüğüm, katılanları niteliklerini belirterek eylemi

meşrulaştırmaya çalıştığım, sözde örgütün amacı doğrultusunda

Sivil Toplum Kuruluşlarını yönlendirdiğim ve bir çatı altında

toplayıp genişletme girişimde bulunarak sözde örgütün lobi

belgesine uygun davrandığım iddia edilmiştir.

aa) İddialarının tümü gerçek dışıdır. Sözde örgütün

lobi belgesini bu davanın soruşturmasına kadar ismini duymadım ve

görmedim. Evrakı ek klasörler içinde okudum. Bilmediğim, okumadığım

ve uhdemde çıkmayan bir belgeye uygun hareket etmem elbette ki

ciddi bir iddia olamaz.

bb) Devletin görevleri ile Sivil Toplum Kuruluşunun

fonksiyonları elbette ki birbirinden farklıdır. Kaldı ki devletin

politikaları ile Sivil Toplum Kuruluşlarının amaçları her zaman ters

düşmez.

Bilakis derneğimizin amaçları ve yine derneğimizin içinde olduğu

platformların gayeleri ile devletin milli politikaları arasında tam bir

uyum vardır.

Etkinliklerimize konu yaptığımız Kıbrıs, Azerbaycan, Irak

Türkmenleri, PKK terörü, Ermeni sorunu, Batı Trakya Meselesi,

92

Patrikhane ve ekümeniklik konusu gibi hemen birçok konuda son bir iki

yıla kadar ayniyet söz konusudur.

Devletin birçok milli politikalarının sivil toplum kuruluşlarınca

benimsenip, kamuoyunun aydınlatılması ve bu konulara duyarlılık

gösterilmesi arzu ettiği bir tutumdur. Çoğu zaman bu konuda

faaliyette bulunan Sivil Toplum Kuruluşunu hukuk kurallarına uygun

şekilde destek verir ve faaliyette bulunmasını sağlar.

Valilikler nezdinde Sivil Toplum Kuruluşunun yaptığı toplantılar

olduğu gibi, bir kısım derneklere bünyesinde çalışma imkanları

verilmektedir.

Dernekler hukuk devletinin, demokrasinin ve sivil rejimin

olmazsa olmazlarıdır.

Büyük Hukukçular Birliği’nin Pontus soykırım anıtına karşı yaptığı

çalışmalar dönemin Edirne Valisi ve Dış İşleri Bakanı Abdullah Gül

tarafından da desteklenmiş ve kamuoyuna açıklanmıştır.

cc) Devlet kurum olarak ulusal ve uluslararası birçok

kurum ve kuruluş tarafından etki sahasında bulunmakta olup,

politikalarını buna göre şekillendirmektedir. Özellikle uluslararası

ilişkiler kapsamında taahhüt altına girdiği askeri, siyasal ve ekonomik

birlik ve paktlar, devletin tutumunu ve politikalarını önemli ölçüde

etkilediği ve bazen bağımsız davranmasını engelleyerek, milli tavır

almasının önüne geçtiği bir gerçektir. NATO, AB, ABD ve diğer

devletlerle yapılan ikili askeri üs sözleşmeleri zaman içinde devletin

bağımsızlığını ve millet lehine kararlar almasını önlediği bir gerçektir.

Yine uluslararası ve ulusal bir kısım kuruluşların faaliyet ve

etkinlikleri de devletin tutumunu etkilemesi son derece tabidir.

Bazen bu etkileşim devletin tüm karar mekanizmalarını felce

uğratıp, millet yararına politikaların takip edilmesinin yolunu

kapatabilir. Fikri anlamda, zihniyeti işgal edilmiş bir devletin karar

mekanizmalarını devlet ve millet yararına demokratik hukuk yolları ile

harekete geçirecek kurumlar yine Sivil Toplum Kuruluşlarıdır.

93

İstanbul’un işgali sırasında kurtuluş mitinglerinin o dönemdeki

sivil toplum kuruluşları tarafından organize edilmesi ve bunun o

dönemdeki meclis ve Ankara Hükümeti tarafından desteklenmesi

bunun en bariz örneklerinden biridir.

Bugünkü hükümetin şikâyet ettiği, girilmesinden vazgeçme

noktasına geldiği AB ile imzalanan antlaşmaların devletin ve milletin

zararına olacağı, bu konuda yaptığımız basın açıklamaları ile dile

getirilmiştir. Gelinen noktada haklılığımız, hükümetin yaptığı

şikayetlerle ortaya çıkmıştır.

Telefonda bahsettiğim işgal tehlikesi, devletin fikri anlamda

işgalidir. Nitekim “ele geçirme gayretinden” bahsedilerek henüz ele

geçirme fiilinin tamamlanmadığı ifade edilmiştir.

Buradaki fikri işgalden kasıt tamamen devlet ve millet aleyhine

olan dış güçlerdir.

dd) Telefonda sözü edilen etkinlik Hablemitoğlu’nun

ölüm yıl dönümüdür. Etkinliğe katılan insanların niteliklerinden

bahsedilerek, Türkiye’deki aydın kesimin, Hablemitoğlu’na sahip

çıkması sevindirici bulunmuştur.

ee) Dernek başkanında o etkinliğe Pendik’ten

Sultanahmet’e gelerek katılmasının bu konuda hepimizin içinde yanan

Hablemitoğlu’nun katline ilişkin ateşin daha da büyütülerek topluma

anlatılmasına vesile olunduğu belirtilmiştir.

ff) Derneğinin veya diğer derneklerin platforma

katılmalarının, bu kuruluşun genişlemesine ve böylelikle kamuoyunu

oluşturma noktasında daha etkin hale geleceği anlatılmıştır.

Platformun büyümesinin istenmesi ile sözde örgüt arasında nasıl

bağlantı kurulmaktadır, bunu anlamakta güçlük çekmekteyim.

Lobi belgesi bende çıkmadığı ve benimle bu belge arasında hiçbir

maddi ilişki kurulmadığı halde platformun büyümesinin istenmesi ile

nasıl olurda sözde örgüt amacı doğrultusunda genişlemenin

gerçekleştirildiği savunulabilir?

94

gg) Ortada örgüt isminden bahsedilmeden nasıl örgüt

propagandası yapılır? Bu tespitte son derece şaşırtıcıdır. Dışarıdan

etkinliği gören bu faaliyetin sözde örgüte ait olduğunu nasıl anlayacak

ki, bizde bunun propagandasını yapmış olalım. Bu konuda izahata

muhtaçtır.

hh) Söz konusu etkinliklerle, sözde örgüt arasında

hiçbir ilişki kurulmadan, örgüt toplantısı olduğu iddia edilemez.

Şahsımla ilişkisi olmayan uydurma sözde örgüt dokümanlarına

dayanılarak bu bağ tesis edilemez.

ıı) Kaldı ki bu toplantılarda ne yapılmıştır da örgütün

propagandası gerçekleşmiştir?

İddiaların tümü içi boş, delilsiz ve mücerret beyanlardan

ibarettir.

3) İddianamede isnat edilen TCK 313.maddesinde düzenlenen

Silahlı İsyana Tahrik Suçunun hukuki nitelendirmesi

İddianamede birçok sanığa bu suç isnat edildiği halde ne

şahıslarla ilgili bölümlerde ne de genel bölümlerde yeterince hukuki

açıklama ve yorumda bulunulmamıştır.

Hangi fiilin bu suçun maddi unsuru olduğu, kişilerin fiilleri ile

sonuç arasında illiyet bağı ve bu suçla ilgili delillerinin açıklanması

yoluna gidilmemiştir.

Bunun dışında suçun unsurları izah edilmemiş, silahlı isyana

tahrikin ne olduğu? Hükümetten neyin kast edildiği? Hangi hallerde

bu suçun gerçekleşmiş sayılacağı? Gibi çok önemli konularda hiçbir

yorumda bulunulmaması savcılığın zorlama yolu ile bu suçu ihdas ettiği,

mütalaa bölümünde açıklaması imkansız hale gelince, bu suçun

unsurlarının oluşmadığını belirterek ceza verilmemesi yoluna

gidilmesini talep ettiği anlaşılmıştır.

a) Şahsımla ilgili bölümde

aa) 1.İddianamenin 1871.sayfasında;

95

“Silahlı Kuvvetler içinde resmi hiyerarşiye uymayacağını

düşündükleri bir gurubu kışkırtarak silahlı bir darbeye zemin

hazırlamak olduğu anlaşılmıştır”

denilerek TCK 313.maddedeki suçun işlendiği iddia edilmiştir.

bb) Yine 1.İddianamenin 1873 ve 1874.sayfalarında sözde

Ergenekon Örgütünün “hukuk birimi sorumlusu olarak faaliyet

yürütmek, örgütün amacına yönelik olarak halkı T.C. Hükümetine Karşı

Silahlı İsyana Tahrik Etmek” suçunu işlediğim iddia edilmiştir.

cc) Görülüyor ki bu açıklamalarda suçun ne hukuki yorumu

yapılmış, ne unsurları belirtilmiş ne de bu suçun hangi fiilimle

işlendiğine ilişkin bir açıklama yapılmıştır.

Sadece 1871.sayfada işlediğime ilişkin maddi fiilim olarak; halkı

değil, sadece TSK içinde hukukun dışına çıkmış bir gurubu silahlı bir

darbeye kışkırtmak amacı ile zemin hazırladığım gösterilmiştir.

Ancak bu suçun tarafımdan işlenebilmesi için ortada silahlı

isyana tahrik fiilinin mevcudiyeti şarttır.

Oysa ortada ne silahlı isyana tahrik eden bir gurup nede silah

mevcuttur.

Yine böyle bir gurupla irtibatım olmayıp, tahrik fiilini de işlemiş

değilim.

Böyle bir suçun işlenebilmesi için halkın silahlandırılmaya

teşvikinin planlanması, organize edilmesi gereklidir.

Maddede düzenlenen isyan birkaç kişinin arasında geçebilecek

bir husus değildir.

Burada eylem neticesinde bölge halkının hükümet kuvvetlerine

karşı gelmesi cezalandırılmıştır.

Meydana gelen olaylar birer birer ve gerekse bütün olarak göz

önünde bulundurulduğunda hükümet aleyhine hareketin olması gerekir.

Böyle bir fiilin oluşabilmesi için karşı hedef gösterilmeden önce

gayeye ulaşabilecek kuvvetle teşkilatlanma şarttır. Amaç etrafında

96

birleşmenin kitlelere mal edilmesi mümkün olmadığı takdirde muayyen

bir kitleye yönelik olduğunun kabulü de imkansız olacaktır.

Tahrik eylemi silahlı isyan çıkmasına yönelik düşmanca

davranışlar olup, basit propaganda niteliğindeki girişimler bu anlamda

bir tahrik sayılamayacağı gibi silah gibi vasıtalarla halkın isyana sevk

edilmesi gerekir.

Halk tabiri de isyanı gerçekleştirecek olan topluluğu ifade

etmektedir. Bu topluluğun hükümetin görev ve yetkisini yok

edebilecek veya bir tehlikeyi doğurabilecek güçte olması gerekir.

Maddeye göre isyan, belli bir hükümete karşı onun varlığını,

iradesini tanımamak ve yok etmek amacıyla bunu gerçekleştirebilecek

bir güçteki topluluğun giriştiği bilinçli bir harekettir.

Yasa bir bölge halkının hükümet kuvvetlerine karşı gelmesi

eylemini müeyyideye bağlamıştır. Böyle bir fiilin vücudu için halkın

silahlandırılması veya silahlandırılmaya tahrikinin planlanması veya

organize edilmesi gerekir.

Oysa iddianamede bu suçu işlediğime ilişkin maddi unsurun fiilleri

olarak;

- Bir sanığın bir gazetede okuduğu bir haberi yorumlayarak

tarafıma mesaj atması ( Bu kişinin iradesine katılmadığım

belirtilmiştir)

- Müvekkilim ve dostum olan birinin bana yardım için her zaman

emrimde olacağına ilişkin telefon konuşması,

- Bir müvekkile verilen dernek tüzüğü,

- Yasal izin alınarak yapılan, hiçbir olay çıkmayan otuz basın

açıklaması ve benzeri etkinlikler,

- Bir etkinliğe katılan dernek başkanının platforma davet

edilmesine ilişkin telefon konuşması gösterilmiştir.

Bu fiillerin TCK 313.maddesinde düzenlenen suçun unsuru olarak

gösterilebilmesi için hukuku tamamen rafa kaldırmak gerekir.

97

Ortada ne bir silahlı gurup, ne isyan eden halk ne de silahlı bir

tahrik yok iken bu suçun işlendiğini söylemek her türlü hukuki

ciddiyetten uzak bir tutumdur.

Nitekim iddia makamı da bu yanlışlığı görmüş iddiasından

vazgeçerek TCK 313.maddesinde düzenlenen Silahlı Tahrik Suçunun

unsurlarının işlenmediği kanaatine varmıştır.

Tüm davranışlarında hukuka uyan, sözde örgütün hukuk

sorumlusu olarak böyle bir vahim suçu nasıl işlediğim konusu

iddianamede zaten açıkta kalmıştı.

Ancak bu suçun işlenmediğinin ve unsurlarının oluşmadığının

ikrarı aslında TCK 312.mad. deki suçun işlenemeyeceğinin de tevilli bir

ikrarıdır.

Çünkü TCK 312.maddedeki suç, 313. maddedeki suçtan daha

vahim ve ağır hak ihlalini gerektirmektedir.

Savcılık TCK 313. maddesindeki suçun işlendiğini iddia ettiği

fiillerle, bu defa fikir değiştirerek, TCK 312.mad. deki suçun

işlendiğini iddia etmiştir.

Eğer fiiller daha hafif bir suçun işlenmesi için yeterli değilse

daha ağır bir suçun işlenmesi için elbette ki yeterli olmayacaktır.

Fiillerin hiçbiri hükümeti ortadan kaldırmaya ya da görevlerini

engellemeye yönelik bulunmamaktadır.

b-) İddianamenin genel bölümünde;

aa) İddianamenin 382.sayfasında;

“Resmi hiyerarşiye uymayan bir gurubu askeri müdahale yapması

için tahrik etmek ve darbe için gerekli ortamı hazırlamaya yönelik

faaliyetler arasında;

- Gizli Tanık 17’nin Anayasa Mahkemesi üyesine ait binada 15

sabıkalı kişinin bulunduğu,

- Aynı tanığın meclise kalpaklı olarak yürüneceğine ilişkin

beyanları,

98

- Cumhuriyet Gazetesine bomba atılması ve Danıştay Cinayeti,

- Yargıtay Binasının krokisinin çıkması,

- İzmir NATO üssüne saldırıya ilişkin bulunduğu iddia edilen

planlar,

- Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın koruma planları,

- Erdoğan Teziç’e yapılan silahlı saldırı,

- Ordu göreve pankartının taşındığı miting,

- Sanıklar arasında ya da sanıkların başka kişilerle yaptığı telefon

görüşmelerindeki konuşmalar,

- Doğu Perinçek’te ele geçirilen Askeri Mahkemenin düzenlediği

1971 tarihli iddianame,

gösterilmiştir.

Şahsımla ilgili bu suçun delili olarak genel bölümde sadece

Satılmış Balkaş’ın tarafıma çektiği benim onaylamadığım mesaja yer

verilmiştir. Bu durum bile şahsımla ilgili bu suçun maddi unsuru olarak

hiçbir fiilimin olmadığını teyit etmektedir.

Sayılan suçlar arasında vahim nitelikteki suç sadece Danıştay’a

yapılan saldırı olup bu suçunda TCK 313.madde kapsamına girmesi

mümkün değildir. Bu suçun icra hareketlerini bizzat işleyen aslı

faillerin bu fiillerinin TCK 309. madde kapsamına girip girmeyeceği

tartışılabilir.

Ancak; bu suçun dışındaki diğer tüm fiillerin gerek vahim olup

olmadığı noktasında, gerekse suçun unsurlarını taşımaması nedeni ile

TCK 313.madde kapsamında kalmayacağı bir gerçektir.

bb) 1.İddianamenin 382.sayfasından itibaren TCK 313.maddedeki

suçun birçok sanığın fiilinde gerçekleştiği hususunda şu görüşlere yer

verilmiştir.

___ Sözde örgüt suikast, dezenformasyon, hukuk dışı müdahalelere

ortam hazırlamış, halkı isyana, kanun ve kurallara uymamaya teşvik

gibi bir mücadeleye girişmiştir.

99

___ Ülkede kaos oluşturması, terör olaylarının artması ve ekonomik

kriz çıkması için her türlü eylemi gerçekleştirmekten çekinmemiştir.

___ Başbakan'a suikast planları hazırlamıştır.

___ Dezenformasyon yaparak başbakanı yıpratmaya çalışmıştır.

___ Ülkeyi kaosa sokacak eylemler gerçekleştirip gerekli ortamı

hazırlayarak, TSK içinde hiyerarşiye aykırı hareket etmesini

istedikleri bir gurubu darbe yapması için göreve çağırmışlardır.

___ Darbe yaptırarak yasama ve yürütme kurumlarını lağvederek

yerine kendi düşünce ve amaçlarına uygun bir yönetim tesis etme

yönünde faaliyetlere girişmişlerdir.

___ Danıştay hakiminin cenazesinde ülkede gerilim ve çatışma ortamı

oluşturacak protestolar düzenlemişlerdir. İktidarı zan altında bırakıp

tepkisini iktidara yöneltmesi amaçlanmıştır.

___ Eylemlerin amaç ve neticelerine bakıldığında aynı merkezden

yönlendirildiği ülkede kaos, kargaşa ve huzursuzluk çıkarmayı ve

ülkemizi uluslararası arenada sıkıntıya sokmayı hedeflediği iddia

edilmiştir.

___ Ülkede iç çatışma, anarşi, terör ve kaos oluşturup Askeri

müdahale için gerekli ortamın hazırlanmasının amaçlandığı

değerlendirilmiştir.

___ Gerçekleştirilen eylemlerle nihai amaçlara ulaşılmadığı, bu

nedenle darbe zemini oluşturma yolunda kanlı eylemlerin planlamaya

devam ettiği tespit edilmiştir.

___ Telefonlardaki konuşmalar ile darbe çığırtkanlığı ve ordunun

darbe yapmaya davet edildiği anlaşılmaktadır.

Savcılığın 1.iddianamede yaptığı bu tespitlerin hiçbiri doğru ve

yasaya uygun değildir. Çünkü

___ Suikast planlarının tamamı usule aykırı temin edilmiş, maddi

gerçeklikle ilgisi olmayan iddialardan ibaret kalmıştır.

100

___ Sanıkların telefonlarda ifade özgürlüğü kapsamındaki

beyanlarının hiçbirinde suç unsuru olmadığı halde abartılı iddialarda

bulunularak vahim boyutta suç isnatları yapılmıştır.

___ İstihbarat dili kullanılarak kişilerin her düşüncesi

dezenformasyon olarak değerlendirilmiştir.

___ Bazı kişisel eylemler ve suçlar hiçbir delil olmaksızın sözde örgüt

suçuna dönüştürülmüştür.

___ Olmayan darbe planlarından bahsedilmiştir.

___ Yasama ve yürütme organlarına yöneltilmiş hiçbir fiil olmadığı

halde haksız ve hukuk dışı isnatlarda bulunulmuştur.

___ Sanıklarla ilgili olmayan eylemler arasında delilsiz olarak bağlantı

oluşturup, hayali ve sanal ilişkiler ağı üretilmiş, sözde örgüt ve sözde

örgüt suçları yaratılmıştır.

İddia makamı varsayımlarla ve karinelerle sonuca gitmiştir.

Delilsiz, illiyet bağı kurulmadan ve suç unsurları bulunmadan

abartılı isnatlarda bulunmuşlardır.

Suçla, faille, delille ve netice ile hiçbir ilişki kurulmadan suç ve

suçlu yaratılmıştır.

Savcıların iddialarının tümü TCK 313 ve 312.maddesinde

düzenlenen suçların maddi unsurlarını ve fiilleri oluşturmaktan

uzaktır.

cc) İddianamenin 517.sayfasında;

____ 313.maddesindeki suç, 312.maddedeki suçun hazırlık hareketi

niteliğindeki fiillerin bağımsız suç olarak tanımlanması şeklinde

görülmüştür.

____ 313.maddesindeki suçta, suçların silahlı bir örgütle

işlenmesinden değil, cebir ve şiddet kullanılarak işlenmesinden

bahsedilmektedir.

____ 313.maddesindeki suçu toplumun üzerinde etkili olan bir kişinin

işlemesi mümkündür.

101

____ 312 ve 313.maddedeki suçlardaki cezanın yanı sıra ayrıca

314.maddedeki suçtan ötürü de ceza verilmelidir

şeklinde tespitlerde bulunulmuştur.

Savcıların bu fikirlerine katılmak mümkün değildir. Çünkü

____ TCK 313.maddesinde Silahlı İsyana Tahrik Suçu amaç suçlardan

biridir. Bir amaç suç bir diğer amaç suçun hazırlık hareketi olamaz.

Kaldı ki her iki suçta korunan hukuki menfaat, maddi unsur, cebir ve

şiddet unsurları farklıdır. Eğer savcılar bu görüşte olsalardı. şahsımı

ve birçok sanığın hem TCK 313 hem de 312.maddeden

cezalandırılmasını isterlerdi.

____ TCK 313.maddede suçun işlenmesi için cebir ve şiddet yeterli

değildir. Mutlaka silahlı isyana tahrik olması zorunludur. Bu suçun

unsuru silahtır. Örgüt şart değildir. Ancak silah şarttır.

____ TCK 313.maddesi toplumda etkili olan kişinin sadece tahrik

teşkil eden beyanları ile işlenemez. Maddede belirtilen silah yolu ile

cebir ve şiddet, halkın isyana tahrik ettirilmesi gibi asıl unsurların

bulunması zorunludur.

____ TCK 312 ve 313.mad. cezalandırılma halinde TCK 314.mad.

cezalandırma olunmayacağı savcılarca da kabul edilmiştir.

4) Mütalaada TCK 312.maddesinde işlendiği iddia edilen suçun

unsurları konusunda yapılan açıklamalar

a) İddia makamı tarafıma isnat edilen TCK 312.maddesindeki

suçun unsurlarını açıklarken, şu saptamalarda bulunmuştur;

aa) Bu madde ile bakanlar kurulunun fonksiyonları korunmak

istenmiştir.

bb) Teşebbüse ait icrai hareketler tamamlanmış suç gibi

cezalandırılmıştır.

cc) Suçun oluşabilmesi için fiilin icrasına başlanılmış olması

yeterlidir.

102

dd) Suç siyasi iktidarın bir parçası olan hükümete karşı

işlendiğinden siyasal bir suçtur.

ee) Eylemin mutlaka cebir ve şiddeti içermesi gerekir.

ff) Cebir veya şiddetle icraya başladığı anda suç oluşmaktadır.

Ancak fiilin amaca yönelik tehlike oluşturmaya uygun ve elverişli

olması gerekir.

gg) Başlanan icra hareketinin ortadan kaldırma veya engelleme

neticelerine elverişliliği değil, neticeler bakımından tehlike oluşturup

oluşturulmadığına bakılması gerekir.

hh) Başlanan icra hareketinin mutlaka cebir ve şiddet içermesi

zorunlu değildir. Tamamlamaya yönelik icra hareketlerinde cebir ve

şiddet bulunması yeterlidir.

ıı) Elverişli hareketle suçun icrasına başlanmış olunması gerekir.

ii) Failinin amacı hükümeti ortadan kaldırmaya ya da görevlerini

kısmen veya tamamen engellemeye yönelik olmalıdır.

jj) İcraya başlanmadan önceki hareketler, cezalandırılmayan

hazırlık hareketleridir.

kk) Amaca yönelik birden fazla fiil suçun tekliğine zarar vermez.

ll) Bu suçun işlenmesi sırasında başka suçlarında işlenmesi

halinde bu araç suçlar açısından gerçek içtima hükümleri uygulanır.

mm) 309.Maddedeki suçun tamamlanabilmesi için devamlı bir

şekilde anayasanın öngördüğü düzenin değiştirilmesi ya da ortadan

kaldırılmasının hedeflenmesi gerekir. Bu suçun manevi unsuru devamlı

bir şekilde anayasanın öngördüğü düzenin zorla değiştirilmesi ya da

ortadan kaldırılmasının hedeflenmiş olmasıdır. 309.madde işlenen

suçla aslında, 311 ve 312.maddelerdeki suçlarda işlenmiş

bulunmaktadır. Ancak bu hükümler arasındaki fark sürekli bir şekilde

ortadan kaldırma ya da değiştirmeyi 309.madde, sürekli olmadığı ve

tek eylemle suç gerçekliği takdirde 311 veya 312.maddenin tatbiki

gerekir.

103

nn) Dosya kapsamındaki eylemler daha çok TCK’nun 312.maddesi

kapsamına girmektedir. Yani bir hükümet politikasının zorla

uygulanmasının engellenmesi halinde 312.mad. uygulanacaktır. Eğer

sürekli olarak bu organların Anayasa’da öngörüldüğünün dışında bir

organa dönüştürülmesi hedeflenmiş olursa 309.mad. uygulanacaktır.

oo) Hükümeti cebir yoluyla yıkmayı hedeflemek ve bu kastla

hareket ederek yürütme organının görevlerini yapmasını engellemeye

teşebbüs etmek TCK 312.mad. suç tipine uymaktadır.

öö) Suçta özel kast aranır. Yani hükümet hedeflenmiştir.

pp) Örgüt adına yapılan her eylem içinde ayrı cebir unsuru

aranmamalıdır. Cebir ve şiddetin terör örgütü tarafından yöntem

olarak belirlenmesi yeterlidir.

rr) Yasada öngörülen cebir maddi ve manevi anlamda

kullanılmıştır. Cebir failin amacına ulaşmak için kullanılabileceği tüm

meşru olmayan yöntemleri ifade etmektedir. Yani cebir keyfi, meşru

olmayan hileli hareketlerde olabilir. Kaldı ki cebir suçun unsuru değil

niteliğidir. (S.1088)

b) İddia makamı mütalaanın genel bölümünde TCK 309, 311,

312.mad. açısından yaptığı tespitleri maalesef sanıkların fiillerine

tatbik ederek sonuca gitmemiştir.

Eğer bunu yapmış olsa idi, sanıklar arasında TCK

312.maddesinden yargılanan kalmayacaktı.

Her bir sanık için kendi bölümünde isnat edilen fiillerin, TCK

312.maddesinde belirtilen maddi unsuru ve diğer unsurları oluşturup

oluşturmadığı tespit edilmeli fiil ile netice arasında illiyet bağı

kurulmalıydı.

Bu kapsamda sanıkların fiillerinin icra hareketimi yoksa hazırlık

hareketi mi olduğu,

Eylemlerin cebir ve şiddet içerip içermediği,

Fiillerin amaca yönelik tehlike oluşturmaya uygun ve elverişli

olup olmadığı,

104

Failin amacının hükümeti ortadan kaldırmaya ya da görevlerini

kısmen ya da tamamen engellemeye yönelik bulunup bulunmadığı

belirlenmemiştir.

Bu tespitler yapılmış olsa idi sayın savcıların 312.maddeden

ötürü cezalandırma talebinde bulunacağı bir sanık olmayacaktı.

Burada sorun; savcıların yaptıkları tespitleri ve mütalaalarında

belirledikleri suç unsurlarını, sanıklara uygulamamasından

kaynaklanmıştır.

Şahsımla ilgili fiillere tespit ettiği suç unsurlarını uygulamış olsa

idi;

___ Hiçbir fiilimin icra hareketi olmadığını,

___ Hiçbir fiilimde cebir ve şiddet unsurunun bulunmadığını,

___ Hiçbir fiilimin amaca yönelik tehlike oluşturmaya uygun ve

elverişli olmadığını,

___ Hiçbir fiilimin hükümeti ortadan kaldırmaya ya da görevlerini

engellemeye yönelik kastı taşımadığını belirleyerek TCK 312.mad.

cezalandırılmamı talep etmeyecektir.

Maalesef iddia makamının tespitleri farklı, uygulamaları farklı

olmuştur.

Savcıların isnat edilen suçlar hakkında teorik olarak yaptıkları

tespitlerde önemli hukuka ve yasaya aykırılıklar mevcuttur. Şöyle ki;

aa) İcra hareketinin sonucu sağlamaya elverişli olup olmadığı

noktasında iddia makamının; “tehlike oluşturup oluşturmadığı

bakımından elverişliliği aranmalıdır” görüşüne katılmak mümkün

değildir.

Gerek doktrindeki baskın görüş, gerekse aşağıda sunacağımız

Yüksek Yargıtay kararlarında elverişliliğin netice bakımından

aranmasını, tehlike oluşturup oluşturmayacağı konusunda elverişliliğe

bakılamayacağı belirlenmiştir.

bb) İddia makamı başlanan icra hareketinde cebir ve şiddet

aranmasına mahal olmadığına, suçun tamamlanmasına yönelik sonraki

105

icra hareketleri cebir ve şiddet unsuru içerecekse bununla

yetinileceğini belirtmiştir.

Bu görüşte hatalıdır. Bu yorum TCK 312.mad. belirlenmiş cebir

ve şiddet unsurunun giderek yok sayılmasına yol açacak, fiilde cebir

ve şiddet olmasa bile yorum yolu ile adeta istikbal okunarak son

derece vahim uygulamalara rastlanabilecektir.

Bu maddenin tatbikinde tüm icra hareketlerinde başından

sonuna kadar cebir ve şiddetin aranması zorunludur.

Aksi takdirde yorum ve karinelerle suçun unsuru değiştirilmiş

olur, ifade özgürlüğü kapsamında kalan birçok fiil bu madde

kapsamında cezalandırılma yoluna gidilebilir.

İddia makamı gerek şahsım, gerekse diğer sanıkların

eylemlerinde cebir ve şiddeti görmediğinden, fiilin bu nitelikli halini

yok sayarak adeta yasa maddesini değiştirme yoluna gitmiştir.

cc) 309.Madde için kabul edilen sürekli bir şekilde kaldırma ya

da engellemeye yönelik iradenin 312.madde için aranmaması doğru

olmamıştır. Bu konuda iki madde arasında ayırım yapılmasını öngören

bir düzenleme mevcut değildir.

dd) Örgüt adına yapılan, içinde cebir ve şiddet unsuru aranması

gereken fiilde, sadece terör örgütünün cebir ve şiddeti yöntem olarak

kabul ettiğine bakılarak, fiilde cebir ve şiddetin aranmaması doğru

değildir.

İddia makamı sadece terör örgütünün cebir ve şiddeti yöntem

olarak kabul ettiğine bakarak, bu unsurun bulunması gereken suçlarda

aranmasına mahal görmemesi kabul edilemez.

ee) Mütalaanın 1088.sayfasında cebir ve şiddet unsuru tamamen

değiştirilerek suçun uygulanmasında sadece cebir yeterli görülmüş ve

bunun sonucu olarak, yasada açıkça “şiddet” hali öngörülerek sadece

manevi cebir yeterli olmamasına rağmen, bu yolla uygulama

genişletilerek tüm meşru olmayan yöntemler “cebir” hali içinde

gösterilip, maddeye yeni ve genişletici unsurlar dahil edilmiştir.

106

İddia makamının bu yorumu ve tespiti kabul edilemez. Yasada bu

konu çok net bir şekilde çözümlenmiştir. Yasa koyucu yanlış anlamaları

ortadan kaldırmak amacı ile “cebir veya tehdit” yerine “cebir ve

şiddet” halini birlikte öngörmüştür. Yani cebir veya şiddet değil,

cebrin içinde şiddet barındıran halini tercih ederek yasanın

uygulamasını önemli ölçüde daraltmıştır.

İddia makamı TCK 312.maddesini unsurları oluşmamasına rağmen

uygulanması için, bu bölümdeki anlatımlarını görmezlikten gelerek

cebir ve şiddet unsurunu, içine sadece manevi cebri alacak şekilde

cebir haline indirgemiştir. Bu yorum kabul edilemez.

5) Gerek doktrine görüşler, gerekse Askeri Yargıtay ve Yüksek

Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatları TCK 312.maddesinin tarafıma

uygulanmasını imkânsız kılmaktadır.

İddia makamı, 765 Sayılı Yasanın 147.maddesinin, 5237 Sayılı

Yasanın 312.maddesinin gerek yasal unsurlarını gerekse uygulamada

yerleşmiş yorumlarını eksik ve taraflı olarak aktarmış olsa da

maalesef, kendisinin belirlediği eksik ve hatalı unsurları dahi

uygulamaktan imtina etmiş, gerek şahsıma gerekse diğer sanıklara

TCK 312.maddesinin tatbiki imkansız olmasına rağmen, her bir sanık

açısından değerlendirmeden, bu hükmün uygulanmasını talep etmiştir.

Bu hükmün davamızda uygulanmasının imkânsızlığını ortaya

koymak açısından her bir unsur açısından doktriner görüşlere ve

Yüksek Mahkeme içtihatlarına savunmamda ayrıntılı olarak yer

vermekte fayda görmekteyim. Şöyle ki;

a) Eylemlerin yani icra hareketlerinin neticeyi

doğurmaya elverişli olması gerekir.

aa) Doktriner Görüşler

TCK 312.maddesindeki suçun gerçekleşmesi için

hükümeti ortadan kaldırmaya ya da görevlerini kısmen veya tamamen

engellemeye yönelik icra hareketlerinin söz konusu tehlikeyi

107

yaratabilecek nitelikte olması gerekir. Her hangi bir tehlike

yaratması mümkün olmayan eylemler suçun maddi unsurunu

oluşturmaz.

Suçun tamamlanması için neticenin meydana gelmesi şart

değildir. Ancak icra hareketlerinin neticeyi doğurmaya elverişli olması

gerekir. Neticeyi doğurmaya elverişli olmayan hareketler icra

hareketi sayılmaz.

TCK 312.maddesindeki suç, bir tehlike suçudur.

Ancak eylemin amaca yönelik sonucu elde etmeye uygun elverişli

olması ve elverişli araçlarla icra hareketlerine başlanmış bulunması,

başka bir deyimle amaçlanan sonucu doğurabilecek icra hareketleri

olarak belirginleşmesi gerekir.

Eylemin sonucu elde etmeye elverişli olup olmadığının soyut ve

genel belirleme dışında eylemin işlenme şekli, zamanı ve diğer somut

özellikleri ile birlikte değerlendirmek suretiyle saptanması gerekir.

Bu itibarla amaç suç niteliğinde bulunan TCK 312.maddesindeki

suçu işleme amacı doğrultusunda olmakla beraber, bu sonuca ulaşma

tehlikesi doğurmayan yetersiz ve önemsiz eylemler, örgüt suçunun

unsurlarının bulunması halinde TCK 314.maddesindeki silahlı örgüt

suçunu oluşturabilir.

İddia makamının mütalaada belirlediği üzere elverişliliğin

tehlikelilik noktasında değil, neticeyi gerçekleştirme noktasında

aranması gerektiği kesin bir dille ifade edilmiştir.

Tehlike yaratabilecek elverişli hareketler ile neticeyi

gerçekleştirebilecek elverişli hareketler arasında çok bariz fark

vardır. İddia makamının suçun uygulanmasını genişleten, temel hak ve

özgürlüklerin kullanılmasını engelleyebilecek uygulamalara yol

açabilecek bu düşüncesi doktrinde ve Yargıtay içtihatlarında kesin bir

dille reddedilmiştir. Bizzat mütalaada belirtilen Yargıtay Ceza Genel

Kurul kararında dahi iddia makamının bu görüşü kabul edilmemiştir.

Ancak suç bir somut tehlike suçu olduğu için;

108

teşebbüs edilen fiillerin “Devletin Anayasal Düzeni”nin

değiştirilmesini mümkün kılabilecek yoğunlukta olması gerekir. Bu

husus, somut olayın şartları göz önünde bulundurularak hakim

tarafından takdir ve tayin edilecektir. Madde de belirtilen amacın

gerçekleşmesine matuf olsa bile, bu neticenin gerçekleşmesi

açısından somut bir tehlike arz etmeyen fiiller, başka bir suç

oluştursa bile, 312.maddedeki suçu oluşturmayacaktır.

İcra hareketinin elverişli olup olmadığının belirlenmesinde

sanığın örgütsel bağlılığı, örgütün ülke genelindeki organik bütünlüğü,

toplumdaki etkinliği dikkate alınmalıdır.

Amaç suçu işlediği iddia edilen sanığın sübuta eren eylemlerin

belirlenmesi zorunludur.

Failin üyesi bulunduğu örgütün amacı dışında bir başka kişisel

nedenlerle suç işlemesi halinde amaç suç olan TCK 312.maddesi

uygulanamaz.

Bir eylemin TCK 312.maddesindeki suçu oluşturabilmesi için

hazırlık hareketini aşıp icra hareketini oluşturabilecek amaç suça

uygun ve elverişli olması ve elverişli araçlarla işlenmesi yetmez,

eylemlerin mutlaka zorlayıcı nitelikte olması gerekir.

Propaganda veya telkin aşamasında kalmış fiiller ile örgütlenme

aşamasındaki eylemler maddede sözü edilen gayenin gerçekleşmesine

yönelik elverişli özelliğine sahip değildir.

Madde de sayılan elverişli fiillerin cebri nitelikte olması gerekir.

Göz önünde bulundurulması gereken husus işlenen fiillerin

devletin varlığını tehlikeye sokmasının zorunlu olduğu hususudur.

bb) Elverişlilik şartına ilişkin Yüksek Mahkeme kararları

Yüksek Mahkemeler bu şartı aradıkları kararlarında suçun soyut

değil, somut bir tehlike suçu olduğunu ortaya koymuşlardır. Şöyle ki;

aaa) Eylemler gaye suçu işlemek amacı doğrultusunda olmakla

beraber bu sonuca ulaşma tehlikesi doğurmayan yetersiz ve önemsiz

109

eylemler maddedeki suçu oluşturmazlar. Olsa olsa hazırlık hareketleri

niteliğindeki bu tür eylemler silahlı örgüt suçunu oluşturabilir”

Yargıtay ( CGK, 22.10.1990,1990/193-251)

bbb) “Sanığın duvarlara bildiri asması ve birkaç bina yakmaktan

ibaret eylemleri amaç suçu sağlamaya yönelik uygun ve elverişli

amaçlarla icra fiili niteliğinde bulunduğu kabul edilemez”

(Yargıtay CGK’nun 22.10.1990,9/193-251)

ccc) “Amaç suçun uygulanabilmesi için diğer koşullar yanında

işlenen gaye suçunun vahamet niteliğini de nazari dikkate almak

gerekir…

Eylemi fiilen gerçekleştiren kişi ile yanında olup olayın

vahametini meydana getiren öldürme eylemine fiilen katılmayan

kişinin durumunun aynı nitelikte kabulü hak ve adalet duygusu

açısından mümkün olmadığı.”

(As.YDK 26.03.1987,61/58)

ddd) “Sanıkların korsan mitinge katılmaları, örgüt ve diğer yasak

yayınları taşıma eylemleri örgüt üyeliği suçunun unsurları olup, söz

konusu eylemler gaye suçuna yönelik cebri ve icrai hareketlerden

değildir” (AS.YDK 20.10.1988,140-118)

eee) “Terör örgütü üyesi olmak, seminer düzenlemek, bildiri

dağıtmak, yazılama da bulunmak, mitinglere iştirak ve slogan atma,

örgüte para toplama, K.Maraş olaylarını protesto etmek olarak sabit

olan eylemleri gaye suçuna yönelik icra hareketlerinden olmayıp, örgüt

üyesi olmak suçunun delilini teşkil eden izhari hareketlerdir”

(AS.YDK.06.02.1986,9-17)

fff) “Amaç suçun işlenmesi için silahlı örgüt kurmak, duvarlara

yazı yazmak, propaganda yapmak amaç suçu oluşturmaz. İcra

hareketlerinin başlaması belirli bir sonuca yönelmesi gerektiği gibi,

icrada kullanılan vasıtanın da elverişli olması şartı aranacaktır”

(AS.Y.1D.10.03.1982,26-86 ve 10.03.1982,121-07)

110

ggg) “Sanıkların korsan mitinge katılmaları örgüt ya da yasak

yayın taşımaları diğer unsurların oluşması halinde örgüt üyeliği suçun

kanıtları olup, amaç suça yönelik cebri ve icrai hareketler sayılmaz”

(AS.YDK 20.10.1988,140-118)

hhh) “Propaganda yapmak, örgüte adam kazandırmak, bildiri

dağıtmak, bilinçlendirme, faaliyetleri silah temin etmek, silah

konusunda örgüt üyesi yetiştirmek, hırsızlık yapmak gaye suçunun

unsurları sayılamaz. Bu tür eylemler gaye suçunun hazırlık hareketi

olup ancak örgüt üyeliği içinde değerlendirilmelidir” (AS.Y5D.

16.05.1984,138-242)

ııı) “Toplumda devletin güçsüz kıldığı, yıkılacağı yolunda korku ve

paniğe yol açmaya, yazılama, afiş asma, bildiri dağıtma, seminer ve

mitinglere katılma hazırlık hareketi olarak

düşünülebilir.”(AS.Y4D.13.03.1984,16-60)

iii) “Amaç suç için neticenin gerçekleşme tehlikesini

doğurabilecek adam öldürme, silahlı soygun, silahlı çatışma gibi kişi ve

toplumları dehşete düşürücü yoğunlukta ve etkinlikte devlete karşı

güveni sarsıcı nitelikte icra hareketleri olup, bu fiillerin düzeni esaslı

biçimde ve elverişli vasıtalarla zorlayıcı bulunması gereklidir”

(AS.Y4D. 13.03.1984, 16/60)

jjj) “Niteliği itibariyle örgütün amacı doğrultusunda amaç suçun

gerçekleşmesine yönelik olarak vahamet arz eden fiil amaç suçu

oluşturur.” (Y.9.CD. 08.12.2003,478-2194)

kkk) “Büfeye atılan bomba kullanmaya elverişli olmadığı takdirde

ancak örgüt suçu kapsamında değerlendirilebilir”

(Y.9CD.18.09.1995,4362-4741)

lll) “Jandarma karakoluna silahlı baskın yapılarak askeri

personelin görevini yaptırmamaya yönelik tek eylemleri maddede

öngörülen sonuca ulaşmadaki yeterlilik ve önemi nazara alındığında

hukuki durumlarının örgüt üyeliği çerçevesinde değerlendirilmesi

111

gerekir” (Y.9CD.25.01.1991, 3905-320) ve benzeri karar

Y.9CD.02.05.1991, 706/1524)

mmm) “Banka ve tren soygunundan pay alan kişi amaç suçu

işlemiş sayılamaz. Örgüt üyesi olarak cezalandırılması gerekir.

(AS.Y.5D.12.10.1983)

nnn) “Gaye suçun maddi hareketinin, örgüt mensubu kimselerin

teorisyenlerin önerilerine uygun olarak uyguladıkları usul ve

taktiklerin gayeye müteveccih olarak istenilen ortamı yaratacak ve

arzulanan neticenin gerçekleşme tehlikesini doğurabilecek olan adam

öldürme, silahlı soygun, silahlı çatışma gibi kişi ve toplumları dehşete

düşüren devlete karşı olan güveni sarsıcı nitelikte olay eylemler

olduğu aşikardır” (AS.YDK.03.05.1984,110-109)

ooo) “Gayeye müteveccih eylemler…arzulanan neticenin

gerçekleşme tehlikesini doğurabilecek olan adam öldürme, silahlı

soygun, silahlı çatışma gibi kişi ve toplumları dehşete düşüren devlete

karşı olan güveni sarsıcı nitelikte olan hareketlerdir. (AS.YDK.

10.03.1983 aynı mealde ASY.1D.65-63 ve 27.6.1984,294-325)

ööö) “Silahla tehdit ederek mağazadan para alıp kapı önündeki

aracı çalan, aynı işyerinin önüne bomba koyan, daha sonra kuyumcuya

giderek altınların torbaya konulduğu sırada zile basılması sonucu olay

mahallinden kaçan, akabinde bir fabrika kasasını soyarken

muhasebeciyi öldüren ve bilahare güvenlik güçleri ile girdiği çatışma

sonucunda yakalanan sanığın bu eylemleri kişi ve toplumda panik ve

dehşet havası yaratabilecek, anayasal düzenin yıkılması tehlikesini

doğurabilecek nitelikte ve birinci derecede önemli haiz eylemler

olduğu aşikardır. Sanığın örgüt içindeki yeri, etkinliği, suç

kasıtlarındaki yoğunluk ve gerçekleşen eylemlere doğrudan doğruya

katılmış olması nazara alındığında hukuki durumlarının amaç suç

kapsamında değerlendirilmesi gerekir. (AS.YDK 02.07.1987,117/123)

ppp) “Topluluk üzerine silahla birçok defa ateş edilmesi ve bu

atış sonucu bir kişinin yaralanması, ateş eden kişinin öldürme gayesi

112

ile hareket etmesi (AS.YDK.19.03.1987,41/49) devlet otoritesinin

sarsılması, karşıt görüşteki insanları yıldırmak mevcut düzenin

yıkılması için fertler ve topluluklar üzerinde panik yaratmak, toplumu

istenildiği şekilde yönlendirmek için adam öldürmek, toplumda mal ve

can güvenliğini sağlamak, kolluk kuvvetlerine öldürme noktasına varan

tecavüzler, banka soygunları, binaları karşılama, patlayıcı madde atma

gibi eylemlere asli maddi fail olarak katılan sanığın bu fiilleri müesses

nizamın yıkılmasına elverişli ortamın doğmasına müessir gayeye

yönelik suçlardır” (AS.YDK.19.03.1987,41-49)

cc) Doktrindeki görüşler ve Yüksek Mahkeme İçtihatları

karşısında tarafıma isnat edilen fiillerin hukuki durumu

Gerek iddianamede, gerekse mütalaada önce TCK

313.maddesinde, daha sonra TCK 312.maddesinde düzenlenen suçları

işlediğim kanaati ile şahsıma şu fiilleri isnat edilmiştir.

___ Türkiyem Topluluğunun İstanbul Şubesinin yürütme kurulu

üyesi olduğum,

___ Muzaffer Tekin’in müdafisi olarak telefonda yaptığım bir

konuşmada, yürütülen soruşturmayı milli mesele olarak

nitelendirdiğim,

___ Ali Yiğit’in yeni ifade vermesi ve de ilk ifadesinin geçerli

olmadığını söylemesi için çalışmalar yaptığım,

___ Genelkurmay Başkanlığı, Bilgi Destek Dairesindeki

bilgisayar disklerinde bilgim olmaksızın bir yazıda Büyük Hukukçular

Birliği’nin TGB ile birlikte desteklenerek harekete geçmeleri

sağlanabileceğine ilişkin üçüncü kişinin yorum ve öneri de bulunduğu,

___ Büyük Hukukçular Birliği Derneğinin toplantılarına bir kısım

sözde örgüt sanıklarının iştirak ettiği,

___ Büyük Hukukçular Birliği’ni sözde örgütün amaçları

doğrultusunda yönetip, yönlendirdiğim, sözde örgütün birçok mensubu

ile irtibatta bulunduğum,

113

___ Hukuk çerçevesinde kalmaya özen göstererek legal

görünümlü provakatif miting, basın açıklaması, dava açılması gibi

faaliyetleri yönlendirdiğim,

___ Legal görünüşlü eylemlerdeki söylemlerim de internet

sitelerinde yazdığım yazılarda, irtibatta bulunduğum kişilerle yaptığım

telefon görüşmelerimde televizyon programlarında halkı hükümete

karşı kışkırttığım,

___ Sözde örgütün ve mensuplarının hukuk alanında işlerini

takip ve organize ettiğim,

___ Diğer sözde örgüt üyelerinden Asım Demir, Atilla Aksu ve

Fuat Turgut’u emir ve talimatlarla yönlendirdiğim,

___ Sözde örgütsel faaliyetlerimde süreklilik, çeşitlilik,

yoğunluk ve kamuoyundaki etkim olduğu iddia edilerek TCK’nun

312.maddedeki suçu işlediğim ileri sürülmüştür.

Şahsıma isnat edilen hiçbir fiilde, TCK 312.maddedeki

neticeyi doğuracak ya da bu tehlikeyi yaratacak nitelikte elverişlilik

yoktur.

TCK’nun 312.maddesinde ki gaye suçunun işlenebilmesi için

işlediğim iddia edilen fiillerin vahamet arz etmesi gerekir.

Hiçbir müellif görüşünde ve Yüksek Mahkemenin kararında

telefon görüşmeleri, basın açıklamaları, mitinge iştirakler, dava

açmalar, televizyon programları, internette yazı yazmalar, hukuk

alanında işlerin takibi, sivil toplum kuruluşu üyeliği asla vahim bir fiil

olarak amaca ulaşma tehlikesi doğurabilecek eylemler olarak

değerlendirilmemiştir.

Tam tersine söz konusu fiiller sözde örgüt kapsamında

yapılsa bile ancak unsurların oluşması halinde sözde örgüt suçunun

varlığının delili olabileceği belirtilmiştir.

Mütalaa ve iddianamede belirtilen ve tarafıma isnat edilen

hangi fiilim de;

___ Toplumda panik ve dehşet havası yaratabilecek,

114

___ hükümeti ortadan kaldırabilecek ya da görevlerini

engelleyebilecek,

___ Devletin otoritesini sarsabilecek,

___ Mevcut düzeni yıkabilecek nitelikte adam öldürme, silahlı

soygun, silahlı çatışma gibi eylemlerle kıyaslanarak gaye suçu işlediğim

ileri sürülebilir.

Tarafıma isnat edilen hangi fiil hükümeti ortadan kaldırmaya ya

da görevlerini engellemeye elverişli suçtur.

___ Ortalama 50-60 kişinin katıldığı, yasal izinleri alınmış basın

açıklamaları ile mi hükümet ortadan kaldırılacaktır?

___ Açtığım davalar mı hükümetin görevlerini engelleyecektir?

___ Yaptığım iddia edilen televizyon programları, internette yazdığım

yazıları, sivil toplum kuruluşuna üyeliğim, içinde hiçbir suç unsuru

olmayan telefon görüşmeleri, bir sanığın doğru ifade vermek amacı ile

kendi isteği üzerine düzenlenen bir toplantıya davet üzerine

iştirakim, dernek yönetim toplantılarına katılmam, bir asker şahsın

bilgim olmaksızın başkanlığını yaptığım derneğin kullanılmasına ve

desteklenmesine ilişkin yaptığı iddia edilen öneri mi hükümeti ortadan

kaldırabilecek nitelikte fiillerdir?

Bunun aksini iddia edip, bu fiillerin hükümeti ortadan

kaldırabilecek neticeyi sağlayabilecek tehlikeyi doğurabilecek

elverişlilikte olduğunu söylemek hukukun tümden inkarıdır. Hiçbir

hukuk müellifi ve Yüksek Mahkeme içtihatlarında bir an için bahsi

geçen fiiller hukuka aykırı olarak gerçekleştirilmiş olsa bile asla amaç

suçu gerçekleştirebilecek tehlikeyi doğurucu nitelikte elverişliliğe

sahip olduğu iddia edilmemiştir.

Aksi halde evrensel insan hakları belgelerinde ve yasalarda

düzenlenmiş tüm temel hakların kullanılması amaç suç kapsamında

kalır ki, böyle bir uygulama hukuk düzenini alt üst edip, toplumda

büyük bir kaos ve kargaşaya sebebiyet verecektir.

115

Tarafıma isnat edilen yasaya uygun meşru hukuk sistemi içinde

kalan anayasal haklarımın kullanımını ifade eden fiillerimi vahim suç

kapsamında kabul edip, amaç suçun işlendiğinin iddia edilmesi, hukukun

yok sayıldığı faşist sistemlerde olup, 12 Eylül hukukunda dahi böyle

bir uygulama görülmemiştir.

Bu tür istemleri içeren mütalaalar ve mahkeme kararları yargıyı

siyasallaştırıp, hukukun siyasi iktidar kavgasında silah olarak

kullanılmasına yol açar.

Maalesef sayın savcılar hukuk tarihimizde son derece kötü bir

şöhrete sahip olacak, ileride kendilerinde “bu belgeyi nasıl imzaladım”

noktasında bahaneler bulmalarını gerektirecek bir mütalaaya imza

atmışlardır.

Çünkü böyle bir mütalaa hukukun ve yasaların biraz olsun geçtiği

hiçbir dünya devletinde, devleti koruma adına dahi verilemez.

Bu belgenin ilkel bir hukuk düzeninde dahi yeri yoktur.

Hukukun bu ölçüde toplumsal güç çatışmalarında kullanılmasının

bedelini kurumlarımız ve bu ülke insanı ödeyecektir.

Anayasal rejimimiz ve hukuk sistemimiz toplumsal dinamiklerin

yarattığı süreçte değil tam tersine, hukukun kullanılması sureti ile kin

ve öfke ile hareket eden yüzyıllık intikam peşinde koştuğunu

çekinmeden söyleyen sivil unsurların yarattıkları sürekli darbe

ortamında değiştirilmektedir.

Bu dönemde hukukun dışına taşmış siyasetçilerin ve kamu

görevlilerinin sorumlu kılınacağı, istikbalde yaşanacak hukuk

süreçlerinde bugün bu davada verilen mütalaalarda ve aynı görüşleri

taşıyacak mahkeme kararlarında benimsenen vahim sayılan amaç

suçları bu ölçüde kolaylaştıran yorumların çok önemli ölçüde

sorumluluklarında emsal olarak kullanılacağından hiçbir tereddüdüm

yoktur.

Hukukun silah olarak kullanıldığı bu dönem ülkemizde ne ilk ne de

son olacaktır.

116

İnsan haklarının ve demokrasinin gelişmediği, hukuk devletinin

sadece anayasalarda ve yasalarda kâğıt üzerinde kaldığı, yaşama

dökülmediği toplumlarda güç dengelerinin değiştiği her dönemde,

siyasi aktörlerin kolaylıkla mahkûmiyetini sağlayabilecek hukuki

argümanları temin etmekte hiç güçlük çekilmeyecektir.

Siyasal yargılamalar ve suçlamalar hiç değişmeyecek sadece

sanık sandalyelerinde oturanlar değişecektir.

1960 Yassı ada yargılamalarında bile seçilen üç kurbanın dışında

ki siyasi kadroların kurtulması için o günün darbe sonrası oluşturulan

yönetimin TCK 146/3 mad. feri anayasa ihlali gibi hukuk dışı bir suç

yaratarak, siyasi kurban sayısını sınırlandırma gayretleri karşısında,

hiçbir yasa değişikliğine gitmeden vahim nitelikteki gaye suçlarını

adeta hakaret suçu gibi algılayıp uygulayan bu yönetimin ne ölçüde

toplumsal histeriye kapılıp, adeta siyasi katliam yaparak kin ve nefret

tohumları ekmesi karşısında endişeye kapılmamak ve ürpermemek

mümkün değildir.

Sıklıkla siyasi gelgitleri yaşayan ve dönemeçlerin uzun aralıklara

yayılmayan toplumumuzda öç alma duygusunun sınır tanımadan

uygulanmasının onarılmaz ölçüde yarattığı mağduriyetlerin yeniden

bedel ödetme dönemlerini yaşatmayacağını kim iddia edebilir.

Hukuku silah olarak kullanan yönetimlerin bulunduğu toplumlarda

bu süreçlerden kaçınmak asla mümkün değildir.

b) Maddi unsurda mutlaka cebir ve şiddet bulunmalıdır.

aa) Doktrindeki görüşler

İsnat edilen hükümeti ortadan kaldırmak ya da

görevlerini engellemeye teşebbüs etmek suçunun gerçekleşebilmesi

için fiilin cebir ve şiddet kullanılarak ika edilmiş olması

gerekmektedir.

5237 Sayılı Yasanın görüşülmesi sırasında “Cebir veya tehdit”

unsurunun yerine “Cebir ve şiddet” unsurunun getirilmesinin amacı

verilen önergede;

117

“Anayasamızda güvence altına alınmış olan ifade ve örgütlenme

özgürlüğü kapsamında kullanılan hakların anayasa ihlal suçu

kapsamında değerlendirilemeyeceğinin daha açık bir biçimde

vurgulanması ve bu bakımdan ortaya çıkabilecek tereddütlerin

giderilmesi için böyle bir değişikliğin yapılması gerekli görülmüştür”

gerekçesi kullanılmıştır.

Bu durumda suçun gerçekleşebilmesi için teşebbüs eyleminin

cebren, yani fertlerin iradeleri zorlanmak suretiyle ifsat edilerek

gerçekleştirilmesi gerekir.

Eylemin, Anayasaya ve yasalara aykırı usul ve yöntemler

kullanılarak gerçekleştirilmesi yeterli değildir. Ayrıca teşebbüste

cebrilik vasfının oluşması zorunludur.

Her ne kadar bir kısım müellifler;

___ cebrin gaye suçunun müstakil bir maddi unsurunu oluşturmadığı,

___ Failin hukuka aykırı usullere veya cebre matuf bir iradesinin

mevcudiyetinin yeterli olacağı,

___ Hukuka aykırı bulunan her türlü vasıta ve usul cebir unsuruna

dahil olduğu,

___ Başvurulan yolun Anayasa’da öngörülen usul ve esaslara aykırı

olmasının yeterli bulunduğu, görüşlerini işlemiş iseler de, yasadaki

“cebir ve şiddet” ibaresinin, anayasa ve yasaların müsaade etmediği

her türlü usule teşmil edilmesini savunan bu görüşün isabetli olduğunu

savunmak mümkün değildir.

Kaldı ki tasarıda yer alan metnin yasanın kabulü sırasında “cebir

ve şiddet” yolu ile işlenmesi gerektiğine ilişkin değişikliğin yapılması

fiilde mutlaka cebir unsurunun bulunmasını, bunun manevi cebir olarak

değil, tam tersine maddi cebir anlamında şiddet şeklinde ortaya

çıkması istenmiştir.

“Cebir veya tehdit” ibaresine önerge gerekçesinde belirtildiği

üzere temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının önünün kapatılmaması

için özellikle “cebir ve şiddet” tanımına yer verilmiştir.

118

Cebir bu suçun olmazsa olmaz unsurudur.

Nitekim 765.Sayılı Yasanın 147.maddesinde de;

“cebren ıskat” ve “cebren meneden” ibarelerine yer verilmesi bu

suçun gerçekleşmesi için bu fiillerin sadece anayasaya aykırı ve hukuk

dışı meşru olmayan nitelikte olmasının yeterli olmadığı, mutlaka cebir

unsurunu barındırmasını zorunlu kılmaktadır.

Bu durumda fiilin hem hukuka aykırı hem de cebri olması

gerekmektedir.

Kullanılan cebir ve şiddetin ayrıca neticeyi elde etmeye elverişli

olup olmadığının takdir edilmesi gerekir.

bb) Cebir ve şiddet unsuruna yönelik Yüksek Mahkeme

içtihatları

aaa) “Fiilin hukuka aykırı ve cebri olması gerekir”

(YCGK 02.04.1996, 9.59/70)

bbb) “Burada kastın hukuka aykırı vasıtalar kullanılmasını da

kapsadığını belirtmek gerekir. (Y.9CD.30.09.1996,688-4716)

ccc) “Bu itibarla, anayasanın koyduğu meşru yollar dışında, hukuka

aykırı yollar anlamını taşıyan amaç suçtaki cebren sözü de dikkate

alındığında, cezalandırılacak olan eylem anayasa düzenine ve yasaya

aykırı tehlike yaratan hareketlerdir. (AS.Y3D.05.04.1983,210-341)

ddd) “Fiilin kastedilen neticeyi elde etmeye uygun ve elverişli

olması ve elverişli vasıtalarla zorlayıcı fiillere girişilmiş bulunması

(Y.9CD.12.05.1987,739-2514) (Y.CGK. 23.11.1999,9-274/284)

cc) Cebir ve şiddet unsuru yönünden tarafıma isnat edilen

fiillerin değerlendirilmesi

İddianamede ve mütalaada bu suçun maddi

unsuru olarak belirtilen hiçbir fiilde cebir ve şiddet unsuru

bulunmamaktadır.

Mütalaada yer alan telefon görüşmelerinde, sivil toplum

kuruluşlarına üyelikte, yapılan basın açıklamalarında, mitinglerde,

119

açılan davalarda internet yazılarında, televizyon programlarının

hiçbirinde cebir ve şiddet unsuru barındıran bir fiil yoktur.

Yine iddianamede belirtilen tarafıma gazetede çıkan bir

haberle ilgili kişinin çektiği mesajda, müvekkilimin ve dostumun bana

her zaman yardımda hazır olduğuna ilişkin telefonunda, bilgisayarımda

çıkan matbu tüzük örneğinde asla cebir ve şiddet içeren bir eylem

bulunmamaktadır.

Kaldı ki yapmış olduğum etkinliklerim ve eylemlerimin tümünde

yasal izinler alınmıştır.

Hiç birinde hukuka ve yasaya aykırı bir durum yoktur.

Tüm fiillerim Anayasa ve yasalarda belirtilen temel hak ve

özgürlüklerimin kullanılmasından ibarettir.

Nitekim bu husus özellikle mütalaada da işlenmiş;

“faaliyetlerinin hukuk çerçevesinde kalması temel kuralına özen

göstererek legal görünüşlü olan”

“bu tür legal görünüşlü eylemlerdeki söylemleri”

“sözde örgütün ve mensuplarının hukuk alanında ki işlerini takip

ve organize ettiği”

denilerek tüm eylem ve işlemlerimde hukukun dışına taşmadığım

açıkça ikrar edilmiştir.

Hukukun dışına taşmayan, hukuk kurallarına uyulmasına özen

gösteren bir kişi nasıl olurda cebir ve şiddet içeren eylemlerin

zorunlu olduğu TCK 312.maddede ki suçu işleyebilir.

İddianamede iddia edilen silahlı kuvvetler içerisinde resmi

hiyerarşiye uymayacağı düşünülen bir gurubun kışkırtıldığı iddiası ile

de bu suç işlenemez.

Çünkü cebir ve şiddet unsurunun bizzat şahsıma ilişkin suçun

unsurunu oluşturabilecek fiil ve eylemlerde bulunması zorunludur.

Başka bir sanığın fiilindeki cebir ve şiddet unsurundan sorumlu

tutulmam düşünülemez.

120

Ordu içerisinde olduğu iddia edilen guruba atfedilen cebir

unsurundan şahsımın hukuki durumunun etkilenmesi beklenemez.

Ceza hukukunda şahsilik prensibinin varlığı unutulmamalıdır.

İşyerimde ve evimde yapılan aramalarda;

___ Silah kapsamına girebilecek küçük bir çakının bile çıkmaması,

___ Uhdemdeki hiçbir belgede şiddet ve cebir unsurunu barındıran

hiçbir fiil, eylem ve sözümün olduğunun kanıtlanamaması,

___ Telefon görüşmelerimde ya da kişilerle olan ilişkilerimde cebir ve

şiddete yönelik hiçbir konuşmanın bulunmaması,

tam tersine tüm etkinliklerimde hiçbir olayın çıkmaması,

emniyete daha önce yazılı bildirimler yaparak güvenlik önlemlerinin

alınmasını istemem, etkinlikler sırasında emniyet mensupları ile etkili

işbirliğim bu konuda etkinliğe katılan herkesi uyarmakta ki

hassasiyetim hiçbir söz ve fiilimde cebir ve şiddetin olamayacağının

en önemli kanıtı olmuştur.

Tarafıma isnat edilen suçu cebir ve şiddet unsuru nedeni ile

işlemiş olmam mümkün değildir.

c) TCK 312.maddedeki suçu işleyebilmem için bu suçun maddi

unsuru olan fiilleri bizzat gerçekleştirmem gerekir.

aa) Doktriner görüşler

Sanığın bu suçtan cezalandırılabilmesi için bizzat

eyleme katılmış olması zorunludur. Yani hükümeti ortadan kaldırmaya

ya da görevlerini kısmen veya tamamen engellemeye yönelik fiillerin

bizzat gerçekleştirilmesi zorunludur.

Bu suça niteliği itibari ile feri iştirak mümkün değildir. Şerik

eyleme katılmışsa artık asli maddi fail gibi cezalandırılacaktır. Bu

katılım bizzat icra eden olarak da olabilir, yardım eden şeklinde de

olabilir.

Fail eyleme katılmamışsa ve örgütsel hiyerarşi içinde hareket

ediyorsa örgüt üyeliğinden cezalandırılır.

121

Bu sebeple sanık hakkında bu maddeden cezalandırılma

isteniyorsa bu suçun maddi unsuru olarak kabul edilen sanığın bizzat

gerçekleştirdiği ya da katıldığı sabit ve mutlak olarak gerçekleşmiş

vakıaların nelerden ibaret olduğu gösterilmelidir.

bb) Bizzat katılım şartı ile ilgili Yüksek Mahkemelerin

içtihatları

aaa) “Suç işleyen kişinin fiili ve katılarak her hangi

bir suç işlediği saptanamadığı gibi, tüm dosya kapsamından icra

hareketi bulunmayan ve icra hareketi içinde her hangi bir derecede ki

eylemiyle katıldığı tespit edilemeyen fiili…sözde örgüt üyeliği

oluşturduğu” (AS.Y1D.09.03.1983, 97/226)

bbb) “Hukuk kurallarına ve Yargıtay’ımızın istikrar kesbetmiş

uygulamasına göre her sanık kendi eyleminden sorumludur”

(AS.Y.5D.16.05.1984,138-242)

ccc) “Amaç suçun uygulanabilmesi için gerçekleşen eylemlere

doğrudan doğruya katılmış olmaları zorunludur” (AS.YDK.

02.07.1987,117/123)

ddd) “Yasadışı örgüt mensubu olan kişinin, örgütün gayesini

benimseyen bir kimse olması bakımından bu gayeyi gerçekleştirmek

için uygulanacak usul ve taktikleri peşinen kabul etmiş bir kişi olması

haliyle diğer mensuplarının işledikleri suçlara katılma iradesinin

bulunduğunu kabul etmek gerekir biçiminde geniş bir yorumla suça

iştirak iradesinin mevcut olduğu kabul edilebilir ise de ceza tayini için

yalnız suça iştirak iradesinin mevcudiyeti yeterli olmayıp, icra

hareketlerine iştirak edilmesi zorunludur” (AS. YDK.10.01.1984,5/2)

eee) “Vahamet arz eden olaylara fiilen katılması zorunludur”

(Y.9.CD.2006/7151,2006/7236) (Y.9.CD. 08.04.2003,2002/2368-

2003/506)

fff) “Ancak bu yapılırken, cezaların şahsiliği kuralıyla kişinin

sadece kendi eyleminden sorumlu olacağına ilişkin temel ve evrensel

kavramlar dışlanmamalıdır”

122

(Y.9.CD.07.07.1998, 1998-9-187,98/272)

ggg) “Kararda sanığın katıldığı kabul edilen eylemlerin neler

olduğu belirtilmelidir” (Y.9.CD.06.05.2002,874-980)

hhh) “Eyleme katılmayan, örgüt bildirilerini dağıtan kuryelik

yapan, örgüte yiyecek ve içecek temin eden, örgüt üyelerinin

saklanması için barınaklar kazan, yurtiçi yurt dışı eğitim görmüş ise

sadece örgüt üyeliği kapsamında değerlendirilebilir”

(AS.Y.3D.12.02.1985, 7/28)

cc) Suçun unsuru olan fiile katılım ile ilgili hukuki durumum

İddianamede ve mütalaada sözde örgüt üyeliğine

ilişkin fiillerin aktarılmasına gidilmiş ve bu fiiller TCK 312.maddenin

maddi unsuru olarak gösterilmeye çalışılmıştır.

İddianamede ve mütalaada yer alan hiçbir fiilim TCK

312.madde kapsamında maddi unsur değildir.

Çünkü TCK 312.maddenin maddi fiilleri vahim nitelikte, içinde

cebir ve şiddet unsuru barındıran, hükümdeki neticeyi

gerçekleştirebilecek ölçüde elverişliliğe sahip, hükümeti ortadan

kaldırmaya ya da görevini engellemeye teşebbüs mahiyetindedir.

Oysa tarafımdan işlenmiş böyle bir fiil yoktur.

Mütalaada sayılan sözde örgüt mensupları arasındaki telefon

görüşmeleri, sivil toplum kuruluşlarına üye olmak, toplantılara iştirak

etmek, basın açıklamaları ve mitinglere katılmak, televizyon

programları yapmak, internet sitelerinde yazı yazmak TCK 312.mad.

düzenlenen suçun maddi unsuru olamaz.

Bu maddedeki suçun gerçekleşebilmesi için vahim nitelikteki

icra hareketlerinin bulunması zorunludur.

Tarafımdan bu suçun icra hareketlerine başlandığına ilişkin tek

bir fiil gösterilmemiştir. Eğer böyle bir fiil var ise ve bu fiile ben

iştirak etmemiş isem elbette ki şahsımın sorumluluğundan

bahsedilemez.

123

Ayrıca davanın dışında tarafımdan işlendiği sübut bulan tek

bir araç suç dosyası mevcut değildir.

d) Suçun işlenme tarihi

aa) İddianamede suçun işlenme tarihi olarak tüm sanıklar için

yakalanma tarihi olarak gösterilmiştir.

Temadi eden sözde örgüt suçu bakımından suçun işlenme

tarihi, yakalanma tarihi dikkate alınsa da, TCK 311 ve 312.maddeleri

yönünden suçun işlendiği tarih yönünden yakalama tarihinin hiçbir

önemi yoktur.

Ancak amaç suçlar bakımından suçun işlendiği tarih

yönünden hiçbir açıklama yapılmamıştır.

bb) Mütalaada durum değişmiş, gaye suçlar

yönünden savcılık suç tarihi yönünden açıklama yapmak zorunda

kalmıştır.

Çünkü davada 765 Sayılı Yasanın 147.maddesinin uygulanma

ihtimali çok yüksektir.

İddia makamı bu olasılığı gördüğünden, bu konuda doktrinin

ve Yüksek Yargıtay’ın görüşlerinin dışına çıkarak kabul edilmeyecek

yorumlarda bulunmuştur.

Mütalaanın 663.sayfasında suçun elverişli hareketlerle

icrasına başlandığı anda suçun tamamlandığını, bu bakımdan suç

tarihinin de icraya başlandığı an olduğunu, ancak amaca yönelik icra

hareketlerine devam ettirildiği takdirde suç tarihinin son eylem tarihi

olarak kabul edilmesi gerektiği, 2003-2004 yıllarında darbe

planlarının yapılıp uygulamaya konulduğu darbenin koşullarının

yeterince olgunlaşması yönünden ve ekibin deşifre olması nedeni ile

gerçekleştirilemediği, ancak sanıkların eylem ve faaliyetlerinin

örgütün amacına uygun olarak sürdüğünü bu sebeple suç tarihinin

yakalanma tarihi kabul edilerek eski TCK 147.maddesinin uygulanma

imkanı olmadığı belirtilmiştir.

cc) Bu konuda müelliflerin tamamının ortak görüşü

124

sanığın tek eylemi var ise o eylem tarihi, birden fazla eylem var ise

son eylem tarihi suç tarihi sayılacaktır.

Suç açısından iddia makamının beyanlarının aksine sanığın

yakalandığı teslim olduğu veya örgütten çekildiği tarihin önemi yoktur.

( Vahit Baltacı Terör Suçları ve Yargılaması, sayfa 143) Çünkü suç

temadi eden bir suç değildir.

dd) İddia makamı suçun işlenme tarihi olarak;

“sanıkların eylem ve faaliyetlerini yine örgütün amacına

uygun olarak yakalandıkları tarihe kadar sürdürdükleri”

diyerek kendisi ile de çelişkiye düşmüştür.

Öncelikle çok sanıklı davalarda genel ve mücerret ortak bir

suç tarihi tespit edilemez.

Savcılar, her bir sanığın suç tarihini ayrı ayrı göstermek

zorundadırlar.

Eğer 2003-2004 darbe planından sonra sanıkların eylem ve

faaliyetleri TCK 312.maddede düzenlenen suçun maddi unsuru

niteliğinde icra hareketlerini oluşturuyorsa sanığın son işlediği icra

hareketi suç tarihi olacaktır.

Bu durumda sanıkların her birinin son icra hareketinin

belirlenip, suç tarihinin de ona göre belirlenmesi gerekecektir.

Savcılar genel cümlelerle sanıkların eylem ve faaliyetlerinin

devam ettiğinden bahsetmişler ancak bu konuda hiçbir sanık

yönünden;

“son icra hareketi şudur ve işlenme tarihi budur” deyip bir

tespit yapmadan, sanki her sanık yakalandığında ve gözaltına

alındığında ya da ifadeye çağrıldığında icra hareketini işliyormuş

şeklinde hareket etmişlerdir. Bu düşüncenin ne ölçüde hatalı ve

imkansız olduğu ortadadır.

Sanıkların kendi bölümlerinde hangi eylemlerinin icra

hareketi, hangi eylemlerinin hazırlık hareketi olduğu belirtilmemiştir.

125

Bir an için 2003-2004 yıllarında darbe planlarının olduğunu

ve uygulamaya konmadığını düşündüğümüzde eğer bu planların

hazırlanması icra hareketi olarak kabul edilmişse bu durumda bu

planları hazırlayanların suç tarihi 2003-2004 yılı olacak başkaca bir

icra hareketi olmadığı takdirde bu kişiler yönünden 765 Sayılı

TCK’nun 147.maddesi tatbik edilecektir.

Sanıkların bir yandan darbe planlarını hazırlayıp hükümeti,

askeri darbe ile ortadan kaldıracakları iddia edilmekte, ancak 2003-

2004 yılından sonra yakalanma tarihlerine kadar başkaca bir darbe

planı ortaya konmamaktadır.

Sadece mücerret eylem ve faaliyetten bahsetmek yeterli

değildir. Çok sanıklı davalar, bireysel konumlarının ortadan kaldırılıp,

aynı tornadan çıkmış gibi hukuki statüleri özdeşleştirilerek tek çuvala

kondukları ihtilafa dönüştürülemezler.

Özellikle TCK 312.maddeden cezalandırılma istenen

sanıkların son icra hareketinin ve tarihinin gösterilerek her birinin

ayrı ayrı suç tarihlerinin belirlenmesi gerekecektir.

Suç tarihi yaş, zamanaşımı ve yasa uygulamaları yönünden

büyük önem arz etmektedir.

Savcılar bir yandan 2003-2004 yılında darbe planlarının

hazırlandığını iddia edip, bu planlarını icra hareketi olarak görüp,

sanıkları sorumlu tutmakta, ancak bu tarihten sonra da her bir sanık

için başkaca bir icra hareketi gösterip, tarihini belirlemeyerek

konuyu tamamen müphemleştirmektedir.

TCK 312.maddesinden yargılanan sanıkların bu maddeye

ilişkin cebri icra hareketleri netleştirilmediği ve tarihleri

gösterilmediği takdirde, savcıların iddialarındaki 2003-2004 darbe

planları döneminde yürürlülükte olan 765 Sayılı Yasanın

147.maddesinin uygulanması gerekecektir.

Mahkeme öncelikle her bir sanık için suç tarihini ve

uygulanacak yasayı çözmek zorundadır.

126

ee) Şahsım bakımından suç tarihi iddianamede

yakalanma tarihi olarak 22.01.2008 tarihi gösterilmiştir.

Sözde örgüt suçunun dışında iddianamede TCK

313.maddeden ötürü suçlanmama rağmen, bu suçun tarihi de

belirlenmemiştir.

Mütalaada TCK 312.maddeden suçlamama karşılık, bu suçun

icra hareketleri ortaya konmamıştır. Açıkça; “şu eylem, bu suçun icra

hareketidir,son icra hareketi şudur ve tarihide budur” şeklinde bir

açıklama yoktur.

Kaldı ki mütalaada belirtilen hiçbir fiil icra hareketi

değildir.

Savcılar bu sebeple netleşmekten kaçınıp hemen her

konuyu sisli ve çözümsüz bırakmışlardır. Sözde örgüt suçu ile TCK

312.mad. suçun unsur ve fiillerini ayrı ayrı döküp, delillerle

irtibatlandırmaları gerekirken maalesef bu hukuki tutumdan kasıtlı

olarak kaçınmışlardır.

Bu durumda TCK 312.madde yönünden suç tarihi ortaya

konamamıştır. Yakalanma tarihi bu suçun işlendiği tarih olarak kabul

edilemez.

Savcıların açıkça;

___ İşlediğini iddia ettikleri TCK 312.maddedeki suçun icra

hareketlerini tek tek belirtip,

___ en son icra hareketinin tarihini söyleyerek suçun tarihini

ortaya koymaları gerekir.

ff) Kaldı ki aynı sorun TCK 135 ve 327.maddede

belirtilen suçlamalar içinde söz konusudur. İddia edilen bu suçlarında

tarihi ortaya konmamıştır. Bu suçun delillerine el konulduğu tarih suç

tarihi olarak gösterilemez.

e-) Tarafıma isnat edilen TCK 312.maddesindeki suçun icra

hareketleri gerçekleşmemiştir.

127

aa) TCK 312.maddedeki suçun tarafımdan işlenebilmesi için bu

suçun maddi unsuru olan hükümeti,

____ ortadan kaldırmayı ya da

____ görevlerini tamamen veya kısmen engellemeye yönelik icra

hareketlerine başlamam gerekirdi.

İcra hareketlerinin ne olduğu konusu TCK 35.maddesinde

yapılmış bulunmaktadır.

Bu hükme göre;

“Kişi, işlemeyi kastettiği bir suçu elverişli hareketlerle

doğrudan doğruya icraya başlayıp da” denilerek icra hareketinin suçun

maddi unsurlarının doğrudan doğruya işlenmeye başlaması anlamına

geleceği belirtilmiştir.

Doğrudan doğruya başlamak madde gerekçesinde;

“işlenmek istenen suç tipiyle belirli bir yakınlık ve bağlantı

içindeki hareketlerin yapılması” olarak açıklanmıştır.

Buna göre, suçun kanuni tarifinde unsur veya nitelikli hal

olarak belirtilmiş hareketlerin gerçekleştirilmesi halinde icra

hareketlerinin başladığını kabul etmek gerekir.

Fiilin icra hareketi sayılabilmesi için tipik hareketle

doğrudan doğruya bağlılık içinde olması gerekir.

bb) Tarafıma isnat edilen suçun maddi unsurları

cebir ve şiddet yolu ile hükümeti ortadan kaldırmak veya görevini

engellemektir.

Bu suçun icrasına başlanabilmesi için işlediğim iddia edilen

fiil ile bu tipik hareketlerin gerçekleştirilmiş olması gerekir.

Gerek iddianamede, gerekse mütalaada yazılı bulunan ve

hiç birinde cebir ve şiddet unsuru bulunmayan;

___ sözde örgüt üyeleri arasında telefon görüşmeleri yapılması,

___ sivil toplum kuruluşuna üyeliğim,

___ başkanlığını yaptığım derneğin toplantılarına sözde örgüt

üyelerinin katıldığı iddiası,

128

___ basın açıklamaları, mitingler, açtığım davalar, televizyon

programlarım, sözde örgüt ve mensuplarının hukuki işlerini takip

etmem gibi fiillerin TCK 312.maddesinin maddi unsuruna ilişkin icra

hareketi olarak kabul etmek hukukun inkarı anlamına gelir.

Bu fiillerin hükümeti ortadan kaldırmak ya da görevlerini

engellemek gibi tipik unsurlar ile doğrudan doğruya bağlantılı olduğunu

ileri sürmek ya da tipik hareketlerin gerçekleştiğini kabul etmek, bir

hukukçunun savunabileceği görüş olamaz.

Bu sebeple iddianamede ve mütalaada tarafıma isnat edilen

hiçbir fiil TCK 312.mad’nin icra hareketi olarak kabul edilemez.

f-) Bu davada hiçbir halde TCK 312.maddenin unsurları

oluşmamıştır.

İddia makamı bu suçun unsurlarını yanlış yorumlamıştır. Tüm

sanıklara isnat ettikleri fiiller yönünden TCK 312.maddedeki suç

işlenmemiştir.

Bu konuda savcılar uzun uzun yorumlar yapmış olmasına rağmen,

sözde Ergenekon iddianameleri ile yargılanan sanıklara müşterek bir

suç yaratmak için hukuk kurallarını kabul edilemez ölçüde

zorlamışlardır.

Yapılan tespitleri ve varılan sonuçları tasvip etmek mümkün

değildir.

TCK 309 ve 312.maddelerde düzenlenen suçlarda korunan hukuki

yarar müşterektir. Ancak iki suçta korunan hukuki değerin konuları

farklıdır.

Anayasal düzen bozulmadan bakanlar kurulunun ortadan

kaldırılması ya da görevlerinin engellenmesi halinde TCK 312.maddesi

ihlal edilmiş olacaktır.

Bakanlar kurulunun bu konuda karar alması engelleniyorsa ya da

bakanlar kurulunun tümünün ya da çalışamayacak hale getirecek

sayıda cebir ve tehdit uygulanarak istifaya zorlanması halinde TCK

312.maddesi tatbik edilecektir.

129

Eğer işlenen fiille 312.maddedeki konunun dışında ayrıca

anayasal düzen bozulup 309.maddedeki korunan yarar ihlal edilmişse

savcıların düşüncelerinin aksine burada artık 312.madde değil,

309.madde uygulanacaktır. Çünkü yasa koyucu bu hükmü sadece

hükümetin kurumsal yapısını korumak amacı ile düzenleme konusu

yapmıştır.

İddia makamı mütalaasında bu konuda şu hatalı tespitlerde

bulunmuştur;

aa) TCK 309.maddede işlenen her suç yürütme ve

yasama organına karşı işlenmiş olmaz.

bb) Savcılar sürekli olarak hükümetin ortadan

kaldırılmaması amaçlanmışsa yani bir dönem için ortadan kaldırılması

halinde TCK 312.maddenin uygulanacağı belirtilmiştir ki, bu tespitte

hatalıdır. Yasa sürekli ya da bir süre için ortadan kaldırma konusunda

bir ayırım yapmamıştır. Ortadan kaldırma kısa ya da süresizde olsa

anayasal düzeni ihlal etmişse, TCK309.madde uygulanacaktır.

cc) Yürütme organının sürekli olarak bir başka

organa dönüştürülmek istenmesi halinde TCK 309.maddenin

uygulanacağı fikri doğru olmakla birlikte savcılar iki maddedeki

konunun ihlali halinde özel hüküm 312.maddenin uygulanacağına ilişkin

düşünceleri ile çelişkiye düşmüşlerdir.

dd) Savcılar kast ile amacı birbirine karıştırmışlar,

TCK 312.maddede özel kastın varlığını savunmuşlardır. Oysa TCK

309,311 ve 312.mad. kast aynı olup, sadece amaçlar farklıdır.

İddia makamı sözde örgütün amacının kendi amaç ve çıkarlarına

ters düşen yönetimleri yok etmek olarak belirlemekle birlikte, sözde

örgütün kurulduğunu iddia ettiği 1950’li yıllardan itibaren hangi

hükümetleri yok ettiğine somut örnekler getirmemiştir.

Eğer seçimler sonucu oluşmuş yasama ve yürütme organlarını

içinde sindirmeyip hukuk dışı yöntemlere müracaat ediyor ise bu

durumda TCK 312.mad. uygulanması mümkün değildir. Burada zarar

130

gören ve ihlal edilen anayasal düzendir. İddia makamı üst

paragraftaki iddiasının aksini bir alttaki paragrafta savunmak

zorunda kalmıştır.

27 Mayıs 1960 Darbesini sözde örgüt yapmış ise bu durumda

mecliste ortadan kaldırıldığından sözde örgütün sadece yürütmeyi

hedef aldığı savunulamayacaktır.

Sözde örgütün hedef aldığı hükümetler konusunda sadece

Ecevit hükümetinin faaliyetlerinin engellendiğinden bahsedilmiş

olmakla birlikte, sözde örgütün siyasal görüşleri ile uyumlu hükümetin

neden düşürülmek istendiği, hangi çıkarlarına ters düştüğü konusu

aydınlatılmamıştır.

2002 Yılından sonra AKP hükümetlerinin hedef alındığı iddiası da

makul ve mantıklı değildir. AKP’nin çoğunlukla olduğu bir mecliste

sadece hükümetin hedef alınmasının hiçbir yararı ve mantığı yoktur.

Çünkü AKP hükümetinin ortadan kaldırılması halinde, meclis çoğunluğu

AKP’de olduğundan yeni kurulacak hükümet yeni bir AKP hükümeti

olacağından, sözde örgütün sadece hükümetleri hedef aldığı iddiası

ciddiyetle bağdaşmayacaktır. Bu durumda AKP çoğunluğunun

bulunduğu meclisinde hedef alınması gerekecektir ki bu halde, TCK

312.mad’nin değil, 309.maddedeki suçun ihlali gündeme gelebilecektir.

Sadece yönetimleri hedef alan terör örgütü kurulmasının hiçbir

mantığı olmadığı gibi dünyada eşi görülmemiş böyle bir örgüt gerçek

değil sadece sanal olabilir.

Hükümetlerin anti demokratik yollarla ele geçirilmesi gibi bir

maddi gerçeklik olamaz. Meclis korunduğu müddetçe, anayasal

sistemde AKP dışında bir hükümet kurulamayacağından, sözde örgütün

sadece hükümetleri ele geçirme amacında olduğu iddia edilemez.

İddialar hiçbir mantık temelinde savunulamaz.

Meclis korunduğu müddetçe, hükümetlerin ortadan kaldırılması

ya da ele geçirilmesinin bir faydası yoktur.

131

Sözde örgüt, TSK içinde hiyerarşiye uymadığı düşünülen bir

gurubu darbe yapması için göreve çağırıyor ise, bu durumda yapılacak

darbenin hedefi sadece hükümet olmayacağından, zarar görenin

anayasal sistem olacağı açıktır.

Türkiye’de yapılan iki darbede de sadece hükümetlerin değil,

meclislerin de varlığı sona erdirilmiştir. Bu durumda kesinlikle TCK

312.maddenin uygulanmayacağı açıktır.

Nitekim iddia makamı da en sonunda sözde darbe sonunda

meclisinde çalışamayacağını kabul etmiş ancak buna rağmen TCK

311.mad’nin değil, TCK 312.mad. ihlal edildiğini savunabilmiştir. Bu

durumda kasıt hükümete değil, belli bir siyasi görüşün iktidarına

yönelmiştir ki, artık bu durumda sadece hükümetin hedef alınmadığı,

millet iradesine dayalı anayasal düzen olacağı gerçektir.

Savcılar; “eğer suç gerçekleşmiş olsa idi, Meclis’te kapatılacaktı,

darbelerin hedefinde Meclis’te vardır” deyip, 311.mad. yerine

312.mad. uygulanması ile iktifa edileceğine ilişkin görüşü hukuk

mantığı ile bağdaştırmak mümkün değildir.

İddia makamının bu açmazı sözde örgüt için “yönetimleri ve

hükümetleri hedef alan” hayali ve bilime ters düşen bir kılıf

biçilmesinden kaynaklanmaktadır.

Sözde örgüt yanlış bir kuram üzerine oturtulmuştur.

Dünyada hiçbir örgüt sadece ve sadece hükümetleri hedef

almak için kurulmaz. Bu durumda sözde örgüt sürekli muhalefette

kalacaktır ki, gladyo zihniyeti ile oluşturulan bu tür anlayışa sahip

devlete dayalı örgütler asla hükümetlere muhalif kalamazlar.

İktidarda olmayan derin devlet ya da gladyo olmaz.

g) Ortada darbe planı yok iken darbe ortamının yaratılması ile

suçlanmam her türlü mantık ve olağan hayat kurallarının

dışında bir iddiadır.

Bir kısım sanıkların TSK’nin içine sızarak 2003-

132

2004 yılında askeri müdahalede bulunulmasına zemin hazırlanması için

planlar yaptıkları, bu planları uygulamaya soktukları ancak darbe

koşullarının yeterince olgunlaşmaması ve ekibin deşifre olması nedeni

ile gerçekleştirilemediği, yakalandıkları tarihe kadar eylem ve

faaliyetlerini sürdürdükleri iddia edilmiştir.

Savcıların yaptıkları bu tespitin hiçbir yönü ile

tutarlı olmadığı ve her türlü hukuki ciddiyetten uzak bulunduğu

anlaşılmaktadır. Şöyle ki;

aa) Bir an için bir kısım sanıkların söz konusu planları

hazırladığı kabul edilse bile yapılan bu planların hiçbiri icra

hareketleri işlenmek sureti ile uygulanmaya konmamıştır.

Dosya kapsamında icra hareketi olarak gösterilen faaliyet

ve eylemlerin tümü hazırlık hareketi mahiyetinde olup, TCK

312.maddesinin maddi unsurunu oluşturacak icra hareketi olarak kabul

edilemez.

bb) Savcılar planları hazırlayanların, darbe koşullarının

yeterince olgunlaşmamış olması nedeni ile vazgeçtiklerini ifade

etmişlerdir. Bu durumda TCK 36.maddesinde düzenlenen; “gönüllü

vazgeçme” hükmünün tatbiki gerekir. Ortada icra hareketi

olmamasına rağmen, olsa bile hangi saikle olursa olsun bu icra

hareketlerinden vazgeçen kişiye teşebbüs edilen cezadan ötürü ceza

verilemeyecektir.

cc) 2003-2004 Yılından sonra açıkça bir darbe planının

olmadığı kabul edilmiştir. 76 Milyonluk bir ülkede iddia edildiği gibi

bir gurubun askeri darbe yapabilmesi için yıllar önce her ayrıntının

titizlikle düşünüldüğü ve tasarlandığı büyük boyutta planların

yapılması gerekir. Nitekim 2003-2004 yılına ait olduğu söylenen

sözde darbe planlarında ki ayrıntılar ve kapsam dikkate alındığında, en

az bu ölçekte planlar yapılmadan bir darbenin yapılmasının imkansız

olduğu anlaşılmaktadır.

133

Ancak iddia makamı 2004 yılından sonra böyle bir planın

bulunmadığını, sadece sanıkların eylem ve faaliyetlerinden söz

etmiştir.

Yani ortada böyle bir darbe planı olmadan ben ve diğer sanıklar

nasıl olurda darbe ortamını hazırlamak için faaliyet ve eylemde

bulunduğum sorusu açıkta kalmıştır.

Darbe planı olmadan, darbeye de zemin hazırlanamaz. Yine plan

olmadan, öncesinde ve sonrasında yapılacak faaliyetler konusunda da

kimse görevlendirilemez.

Tarihimizde en yakın 12 Eylül 1980 darbesinin yapılmasından

yıllar önce planlandığı ve adım adım uygulamaya konduğu, darbe planını

yapan ve uygulamaya koyanların sürekli toplantılarla planı yürüttükleri

konu ile ilgili yazılan kitaplarla kamuoyunun bilgisine sunulmuştur.

Bu durumda bir darbe planı olmadan yapılacak darbeden ve

ortamının hazırlanmasından da bahsedilemez.

dd) 2003-2004 Yılında sözde darbe planlarını

hazırladığı iddia edilen, TSK mensuplarının tümü bu tarihte ve

sonrasında emekliye ayrılmıştır. Yani bu kişilerin görev başında iken

darbe koşullarının oluşmaması, ya da deşifre olması nedeni ile

yapamadıkları darbeyi daha sonra sivil hayatta iken nasıl yapacakları

konusu da cevaplandırılmayan bir başka müphem konudur. Darbe ancak

görevde bulunan Silahlı Kuvvetler mensuplarınca gerçekleştirilebilir.

ee) Birleşen davalar içinde İnternet Andıcı ya da İrtica

İle Mücadele Eylem Planı davalarında sanıkların darbe yapacakları, ya

da bu konuda plan hazırladıkları konusunda bir delil olmadığı gibi iddia

makamının bu iddiası da yoktur.

Bir an için söz konusu davalarda kamu görevlilerinin

yetkilerini aşarak TSK’nin hassas olduğu irtica ve terör konusunda ya

da görevini aşan diğer konularda faaliyette bulunarak bir takım

çözümler üretmiş olsalar ve bu çözümler doğrultusunda kamuoyunu

bilgilendirme ve kazanma yoluna gittikleri düşünülse bile bu

134

faaliyetler kesinlikle hükümeti ortadan kaldırmaya ya da görevlerini

engellemeye yönelik faaliyetler olarak kabul edilemez. Ülkenin

sorunları ile ilgili olarak TSK’nin fikir üretmesi ve bunu kamuoyu ile

paylaşması kadar doğal hiçbir şey olamaz. Bu hususta diğer güvenlik

kurumlarının faaliyetleri görmezlikten gelinirken, TSK’nin kurumda

çalışan personelinin ya da kurumun görüşlerinin internet siteleri ile

kamuoyuna aktarılması kesinlikle TCK 312.maddede ki suçun unsurunu

oluşturamaz.

Diğer taraftan irtica ile mücadele konusunda, TSK’nin kendisini

görevli addederek bu konuda planlar yapması ve faaliyette

bulunmasının hukuk ve yasa dışı olduğu da iddia edilemez. Bu konuda

İç Hizmet Kanunu dahil birçok yasal düzenleme karşısında TSK’nin

ülkenin güvenlik sorunlarından bir tanesi olan irtica konusunda çözüm

üretip faaliyette bulunmasının darbe ve hükümeti ortadan kaldırma

suçunun maddi unsuru olarak görülemez.

ff) 2003 ve 2004 Yıllarında hazırlandığı ve uygulamaya

konulacağı iddia edilen sözde planların dışında, 2004-2008 yılları

arasında TSK içinde görevli bir gurubun darbe planları hazırladığına

ya da bu amaç doğrultusunda faaliyette bulunduğuna ilişkin ciddi

hiçbir iddia ortaya konamamış ve delillendirememiştir.

İddia makamı sadece sanıkların 2004 yılından sonra eylem ve

faaliyette bulunduğunu iddia etmiş ancak herkesin bölümünde yazılı

hiçbir eylem ve faaliyetin TCK 312.madde kapsamında suçun maddi

unsurunu oluşturan boyutta bir icra hareketinin varlığını ortaya

koyamamıştır.

Hemen tüm sanıkların Anayasa ve yasaların tanıdığı temel hak ve

özgürlükleri kapsamında yaptıkları yasal faaliyetler suç ya da suçun

icra hareketi gibi gösterilmeye çalışılmıştır.

Kişilere tanınan hakların kullanımı TCK 26.mad. uyarınca asla suç

sayılamaz.

135

Savcıların hukukun ve yaşamın kabul edemeyeceği tüm

gerçekleri bir kenara atarak oluşturmaya çalıştıkları sözde örgüte, bu

defa evrensel hukuk ilkelerini inkar ederek TCK 312.maddede

düzenlenmiş suçu atfetmeye çalışmaları hukuk mantığının kabul

edebileceği iddialar olmaktan çıkmıştır.

Olaylar, olgular, deliller, yasalar akıl ve mantık dışı yorumlarla

değiştirilerek olmayan karineler yaratılarak bu sonuca varılması

sadece hukukun katli sonucunu doğuracaktır.

C) İDDİANAMEDE SÖZDE ÖRGÜT ÜYELİĞİ, MÜTALAADA

SÖZDE ÖRGÜT YÖNETİCİLİĞİ SUÇU (TCK 314/1-2)

10.07.2008 Tarihli iddianamenin 1868.sayfasında sözde örgütün

hiyerarşik yapısı içinde özel görevli konumunda bulunduğum, sözde

örgütün amacına uygun faaliyet yürüttüğüm, lobi belgesinde açıklanan

hukuk departmanın sorumlusu olduğum kanaat ve sonucuna varılarak;

sözde örgüt içinde özel göreve haiz bir konumunda olmama rağmen

765 Sayılı TCK’nun 168/1 maddesindeki düzenleme yeni yasada

kaldırıldığından, sözde örgüt içinde lider konumunda olmayıp özel bir

görev yürütmem nedeni ile konumum örgüt üyeliği olarak

öngörülmüştür.

Bu defa mütalaada iddianamede tarafıma yapılan isnatlar tekrar

edilerek, doğrudan bana bağlı olan Asım Demir ve Atilla Aksu’yu emir

ve talimatlar ile yönlendirdiğim, yine aynı şekilde sanık Fuat Turgut’u

da sözde örgüt amaçları doğrultusunda açtığım ya da katıldığım

davalara iştirak etmesi için yönlendirdiğim, sözde örgütsel

faaliyetlerimdeki süreklilik, çeşitlilik, yoğunluk ve kamuoyunda etkisi

bir bütün olarak dikkate alındığında sözde örgütün yöneticisi olduğum

kanaatine varılarak bu defa hukuki durumumun TCK 314/1 maddesi

kapsamında değerlendirilmesi talep edilmiştir.

Mütalaada hangi fiillerin TCK 312.mad. suçun, hangi fiillerin TCK

314/1-2 mad. kapsamında kaldığı konusunda hiçbir ayrıştırma

136

yapılmamıştır. Oysa savcıların gerek iddianamede, gerekse mütalaada

tarafıma atfedilen fiillerin hangi suçun maddi unsuru olduğunu

ayrıştırarak ortaya koyup, fiil ve delil arasında illiyet bağını kurarak

isnatta bulunmaları gerekirdi.

Savcılar bunu yapmadığından bu görev tarafımıza düşmüş, hangi

fiilden ötürü hangi suçun işlendiği iddia edildiği konusu tarafımdan

tespit edilmeye çalışılmıştır.

Ancak söz konusu fiillerin kesinlikle TCK 312.maddede

düzenlenen suçun maddi eylemleri olamayacağı ancak sözde örgüt

üyeliğinin şartları oluştuğunda fiilleri olarak tartışılabileceği

anlaşılmaktadır.

Cevapsız hiçbir konunun kalmaması yönünden atfedilen tüm

fiillerin kesinlikle sözde örgüt üyeliği suçunu oluşturmayacağı

konusunda açıklamalar yapılma yoluna gidilmiştir.

Savcılar mütalaasında şahsımı sözde örgüt yönetici olarak

değerlendirirken ortaya koydukları gerekçeler son derece yetersiz,

soyut ve genel ifadeler kullanılarak yapılmıştır. Aynı iddialar

iddianamede var iken şahsımı sözde örgüt üyesi olarak değerlendiren

savcılar, 4,5 yıllık yargılama sonucunda ne değişiklikler ve yeni deliller

geldi de, sözde örgüt yöneticisi olarak kabul ettiklerini izah

edememişlerdir.

Mütalaada sözde örgüt üyeliği ve yöneticiliği adeta torbadan

şansa çekilen rütbeler ve payeler olarak dağıtılmıştır.

Yapılan suçlamalarda hiçbir hukuksallık ve maddi gerçeklik

boyutu yoktur. Neden örgüt üyesi, neden örgüt yöneticisi olunduğu

açıklanmadan ve delillendirilmeden atfı cürümde bulunulmuştur.

1) İDDİA MAKAMI, SORUŞTURMANIN BAŞINDAN İTİBAREN

KONUMUMU BİR TÜRLÜ ŞEKİLLENDİREMEMİŞ, KURUCU MU?

YÖNETİCİ Mİ? ÜYE Mİ OLDUĞUMA KARAR VEREMEMİŞTİR.

137

Şahsım hakkında soruşturmayı başlatan iletişimin dinlenmesi

kararı talebinde bulunan savcılık örgüt kurucusu olduğum iddiasında

bulunmuştur. Nitekim dinleme kararı da örgüt kuruculuğu nedeni ile

verilmiştir.

Soruşturma kapsamında, savcılık tarafından ifadem

alındıktan sonra, hakimliğe sorgum için yapılan sevk mütalaasında

sözde örgüt kurucusu veya yöneticisi olarak tutuklanmam istenmiştir.

Sorgumu ve tutuklanmamı gerçekleştiren üye hakim de sözde

örgütün kurucusu veya yöneticisi olduğum kanaati ile tevkif

müzekkeresini tanzim etmiştir.

İddianamede ise, sözde örgütte hukuk platformunun sorumlusu

olarak hususi bir görev yaptığım ancak örgüt içinde lider konumunda

olmadığım, Eski TCK’da ki 168/1 maddedeki düzenleme kaldırılmış

olduğundan bu defa hakkımda sözde örgüt üyeliğinden dava açılmıştır.

4,5 Yılı aşan kovuşturma sürecinde toplanan hiçbir delilde ve

dinlenen tanık anlatımlarında benim sözde örgütte yönetici olduğuma

ilişkin hiçbir ibare geçmez iken muhtemelen mütalaanın 1954.

Sayfasında yaptığım iddia edilen savunmadan ötürü bu defa sözde

örgüt yöneticiliğinden cezalandırılmam istenmiştir.

Ortada bir örgüt ve örgüt üyeliği olmayınca dava boyunca bu tür

çelişkili gelgitlerin yaşanmasını makul karşılamaktayız.

Türkiye’de hiçbir güvenlik kurumunun 60 yıldır faaliyette

bulunduğu iddiasına rağmen keşfedemediği sözde örgütü, güya

Ümraniye soruşturması kapsamında masa başında çalışarak buldukları

tarihten itibaren 6 yıl geçmesine rağmen ne kuruluş tarihini, ne

kurucularını, ne de kuruluş bildirgelerini ne de toplantılarını bir türlü

tespit edemediklerinden torbaya doldurdukları sanıkları bazen

yönetici, bazen üye bazen de kurucu yapmışlardır.

Kuruculuk, yöneticilik ve üyelik payeleri savcılık iddialarına karşı

yaptığınız savunmalara göre şekillenmiş ve dağıtılmıştır.

138

Soruşturmanın başında şahsımı örgüt kurucusu olarak görüp

telefon dinleme kararı talep eden savcı ve kararı veren hakim, üç ay

sonra tutuklama sevk ve müzekkeresine sadece kuruculuğum

konusunda tereddüde düşerek kurucu olabileceğim gibi yönetici de

olabileceğim yönünde görüş bildirmişlerdir.

Ancak bu davada düzenlemeler ve sözde örgüte ilişkin

planlamalar soruşturma ve kovuşturma sırasında “kervan yolda

düzülür” misali yapıldığından, önce kurucu olabileceğim doğrultusunda

düşünenler, sözde örgütün kuruluşunu 1950’lere götürünce,

hasbelkader genç görünmeme bakarak, doğum tarihimin 1960

olduğunu tespitle kuruculuk payemi geri almışlardır.

İddianame tanzim edilirken evimde yapılan aramalarda hiçbir

uyduruk sözde örgüt belgesi bulamayıp, yaptığım telefon

konuşmalarında, Sevgi Erenerol’a bir bayana davranılması gereken

kibarlık, terbiye ve nezaket kuralları içerisinde davrandığımı görünce,

bu defa beni özel görevli üye olarak yönetici yaptıkları Sevgi

Erenerol’a bağlayarak yöneticilik payemi de geri almışlardır.

Ancak kovuşturma sürecinde iddianameden farklı hiçbir delil

çıkmayıp, hiçbir tanığın beyanı konumumu değiştirmeye yeterli

olmayınca dernek yöneticiliğimi ve dernekte ücretle yardım eden

Asım Demir’i, adliye çalışmaları çerçevesinde katip-avukat ilişkisi

içinde olduğum Atilla Aksu’yu, kendisinin beyanı ile bana telefon açıp

davaya iştirak talebinde bulunan Fuat Turgut’u bana bağlı göstererek

yönlendirdiğim iddiası ile yeniden yöneticiliğe terfiim istenmiştir. Bu

yapılırken talep yeterince gerekçelendirilememiştir.

Artık bu konuda da yapılanlar hukuk ciddiyetinden fazlası ile

uzaklaşıldığını göstermektedir.

Savcılar ve hakimler sözde örgüt iddiası ile sanıkları altı yılı

bulan süre tutuklu bırakırken, henüz tüm sanıkları kapsayan bir sözde

örgüt şemasını yapamamış olmaları ayrı bir handikaptır.

139

Sosyal ve toplumsal olaylar hiçbir zaman boşluk kaldırmaz. Eğer

ortada bir örgüt var ise, bunun mutlaka kurucusu, lideri, yöneticileri,

üyeleri ve görev paylaşımı olacaktır.

Bugüne kadar, altı yılı bulan soruşturma ve yargılamada bir kısım

güvenlik kurumlarının ve kamu kurumlarının tüm enerjisini bu davaya

harcamalarına rağmen sözde örgütün hangi tarihte, kimler tarafından

nerede kurulduğu, kuruluş tarihinden itibaren yönetici ve üyelerinin

kim olduğu, 1999 yılından önce yaptıkları toplantı ve kabul ettikleri

tüzük ya da bildirgelerin ne olduğu konusunda en küçük bir bilgi ve

belgeye ulaşmamış olmaları, halen sözde örgütün yöneticisi ve lider

kadrosunun ortaya çıkarılmamış olması, davanın ve sözde örgütün

1999 yılında tanzim edilen sözde uyduruk örgüt dokümanları

üzerinden nasıl kurgulandığını yeterince ortaya çıkarmış

bulunmaktadır.

Yapay örgüt oluşturma çalışmalarını perdelemek amacı ile ortaya

atılan gizlilik ve hücre sistemi gibi prensiplerinin de inandırıcı

olmadığı ortadadır.

Cumhuriyet tarihi boyunca faaliyet göstermiş, toplantılarını

dağlarda ve yabancı ülkelerin kamplarında yapan en küçüğünden en

büyüğüne kadar yüzlerce terör örgütünün en ayrıntılı bilgilerine

ulaşılmasına karşılık Türkiye’de kamu kurumları içinde ve üye olarak

kamu görevlilerinin yer aldığı iddia edilen sözde örgütün 1999

yılındaki uydurma belgelerinin dışında 60 yıllık geçmişe rağmen tek

bir belge ve bilginin bulunmaması, sözde örgütün bir proje olarak

ortaya atıldığının, dava içinde de cevaplandırılamayan en önemli

kanıtıdır.

Yargılanan sanıkların tümünün sözde örgüt üyesi olmadığını

belirtmesi yöneticisi ve toplantıları hakkında en küçük bir bilgiye

sahip olmaması, hayatın olağan akışına uygun bir süreç değildir.

Sadece bir kısım sanık için hazırlanmış gerçeğe ve dosyadaki

maddi delillere uymayan şemalar yerine tüm sanıkları kapsayan bir

140

şemanın hazırlanamaması, ortada ülkenin dönüşümünü sağlayacak bir

örgüt projesinin varlığını göstermektedir.

2) MÜTALAA VE İDDİANAMEDE ŞAHSIMA ATFEDİLEN

FİİLLERİN ÖRGÜT ÜYELİĞİ SUÇUNU OLUŞTURMADIĞINA

İLİŞKİN YAPTIĞIM HUKUKİ DEĞERLENDİRMELER

a) Örgüt suçunun unsurları

Örgüt, soyut bir birleşme olmayıp bünyesinde

hiyerarşik bir yapının, ast-üst ilişkisinin emir komuta zincirinin hakim

olduğu bir yapıdır.

Bu sebeple örgüt, mensupları üzerinde bir güç kaynağı

tesis eder.

Örgüt suçuna katılımda bulunan kişiler aynı yönde

hareket eder ve aynı amacın gerçekleşmesini hedeflemektedirler.

Örgüt suçunun oluşabilmesi için amacı gerçekleştirmeye

yeterli sayıda üyenin yanı sıra hiyerarşik yapının ve şiddete dayanan

eylem programının varlığı şarttır.

Hukuka uygun bir şekilde kurulmuş olan ve hukuka uygun

amaçlar çerçevesinde faaliyet gösteren parti, sendika, dernek, vakıf

ve şirket gibi teşekküllerin bünyesinde işlenmiş olan münferit suç

vakıaları dolayısıyla bir suç örgütü olarak kabul etmek mümkün

değildir.

Kişinin katıldığı örgütün, suç işlemek amacı ile

oluşturulduğu ve silahlı örgüt olduğu hususunda kasten hareket

etmesi gerekir.

Çoğu silahlı olan kişilerin meydana getirdiği örgüt silahlı

örgüttür.

Bu suçun meydana gelebilmesi için örgütü oluşturanların

tamamının silahlı olması zorunlu değildir. Ancak silah sayısının suçun

oluşması bakımından yeterli olması gerekir.

Örgütün varlığı için kurulduktan sonra veya kurulması

141

sırasında amaca uygun olarak örgütlenmek, disipline olmak,

faaliyetleri ahenkli hale getirmek, tek tek örgüt mensuplarının

hareketlerini koordine etmek zorunludur.

İllegal örgütlerde faaliyetler aşama aşama gelişir. Önce

sempatizanlar saptanır, ardından bunlara siyasi ve ideolojik bilinç

verilir, daha sonra kitle eylemlerine katılmaları sağlanarak cesaretleri

geliştirilir. Bilahare kod adı verilerek gizlilikleri sağlanır ve son

aşamada ise dağ kadrosuna aktarılarak askeri eğitim almaları ve ileri

aşamada amaç suça uyan eylemlerin yapılmasına geçilir.

Örgüt suçu soruşturma ve kovuşturmalarında Anayasa

ve diğer evrensel sözleşmelerde güvence altına alınmış olan başta

ifade özgürlüğü olmak üzere örgütlenme, dernek kurma, toplantı ve

gösteri yürüyüşünde bulunma, basın özgürlüğü gibi temel hak ve

özgürlükler kapsamında kullanılan hakların devlet aleyhine işlenen

amaç suçlar arasında değerlendirmemek için özellikle itina

gösterilmelidir.

Örgüt niteliği itibariyle devamlılık arz eder. Bu itibarla

kişilerin belli bir suçu işlemek için bir araya gelmesi halinde örgütün

varlığından bahsedilemez.

Örgütün yapısı sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve

gereç bakımından, amaçlanan suçları işlemeye elverişli olması

aranmalıdır. Oluşturulan yapının somut tehlike arz etmesi zorunludur.

Kişiler suç işlemek amacıyla bir örgütlenme yapısı içinde

bulunmalıdırlar.

Her hangi bir silahın varlığı, silahlı örgütün meydana

gelmesi için yeterli değildir. Bazı üyelerinin hedeflenen suçların

işlenmesini sağlayacak nitelikte ve nicelikte silahlı olmaları suçun

oluşması için gereklidir.

Silahlı örgütü yönetmek için örgütün hiyerarşik yapısı

içerisinde amacına uygun biçimde işleyişini sağlamak örgüt üyelerine

görev vermek ve genel stratejiyi belirlemek gerekir.

142

Örgüt üyelerinin organik bağ içerisine girerek yoğunluk,

süreklilik ve çeşitlilik gösteren eylemlerde bulunması zorunludur.

Silahlı örgütün amacının tüm üyeler tarafından bilinmesi

gerekir.

Silahlı örgüt üyeliği, örgütün amacını gerçekleştirinceye

kadar uzun süreli faaliyetleri gerektirdiğinden somut olaydaki

özelliklere göre kişinin konumunun örgüt üyesi sayılmasını

gerektirecek boyuta ulaşıp ulaşmadığının ispat ve belirlenmesi

zaruridir.

Bu suçun özel kastı belli amaçları silahlı olarak

gerçekleştirme olduğuna göre, failin bu özel kastının her hangi bir

duraksamaya yer vermeyecek şekilde açık ve net kanıtlarla ortaya

konması gerekir.

Kastın dosyadaki kanıtlarla belirginleştirilmesi sanığın

örgütün amacını benimsediğini açığa çıkaracak nitelikte hareketlerin

saptanması zorunludur.

İşlenen suçların silahlı terör örgütü faaliyeti

çerçevesinde işlenmesi aranır.

b) Örgüt Suçu ilgili Yargıtay içtihatları

Gerek şahsımın, gerekse sözde örgüt üyesi olarak

nitelendirilen kişilerin birbirleri arasındaki ilişkiler, dosyadaki mevcut

deliller ve iddialar dikkate alınarak sunulan Yüksek Yargıtay

içtihatları da sözde örgüt suçlamasının hukuki olmadığını ortaya

çıkarmıştır. Şöyle ki;

aa) “Yasal bir mitinge katılmak ya da memur

arkadaşlarına da katılabileceğini söylemek örgütsel faaliyet olamaz”

(AS.YDK.23.11.1989,181-241)

bb) “Örgüt adına eyleme katılmayan, bu konuda ikrarı

bulunmayan kişi sadece çantasındaki belgelere göre örgüt mensubu

olarak kabul edilemez” (AS.Y.2D. 09.04.1985,17-7)

143

cc) “Yasa dışı örgüt üyesi olma, bir takım eylemlerle

ortaya konabilecek şahsın kararlılığını örgüte bağlılığını kanıtlayan

hareketlerin varlığına bağlı bir durumdur” (AS. YDK.12.11.1987,151-

174)

dd) “Örgütün ülke çapında pek çok silahlı eyleminin

bulunduğu, bu nedenle de TCK 168.maddesinde gösterilen silahlı örgüt

vasfını aldığı anlaşılmaktadır”

(AS.Y2D.15.02.1989,1-85)

ee) “Eylemin örgüt tarafından ve örgütün amacı

doğrultusunda gerçekleştirilmesinin kararlaştırılması zorunludur”

(AS.YDK.28.03.1991,58-64)

ff) “TCK 168.mad. silah amaçlanan suçun işlenmesini

sağlayacak nitelik ve güçte olmalıdır” (YCGK. 17.06.1985,9-111-384)

gg) “Ele geçen silahın örgüte ait olup olmadığı tespit

edilmelidir” (AS.Y5D.26.02.1986,45-43)

hh) “Şüphe ve karine üzerine örgüt üyeliğinden hüküm

kurulamaz” (Y.CGK. 05.04.1993, 6.50-79)

ıı) “Örgüt yöneticiliği için silahlı örgütün olması ve bu örgütte

hususi bir görev almış olanların her hangi bir duraksamaya yer

vermeyecek şekilde durumlarının hukuken belirgin olması gerekir”

(TCGK.01.02.1988,9-422-1)

ii) “Sanığın sadece örgütsel toplantılara katılması örgüte

girdiğini gösterir başka deliller olmadıkça örgüt üyeliği için yeterli

delil olarak kabul edilemez”

(AS.Y5D.24.09.14986,180-170)

jj) “Silahlanmanın TCK 168.maddesinde yazılı devletin

şahsiyetine karşı suçları işlemek maksadıyla yapıldığı hususu şüpheli

kalmış olmakla” (AS.YDK. 21.10.1982,207/202)

kk) “Dokümanların içeriğinden sanığın süreklilik ve çeşitlilik

gösteren örgüt üyeliğine götüren somut olaylar açıklanmamıştır.

Dokümanların sanığa ait olduğu hususunda kuşkular bulunmaktadır. …

144

Dokümanlar kesin nitelik taşımadığı gibi içerikleri de örgüt üyeliğine

götürecek derecede kesin değildir. Bu dokümanların sanığa ait olduğu

da kuşkuludur” (Y.9.CD. 31.10.2006, 3095-5680)

ll) “Delillerle sonuç arasında bağ kurulmalı, bir başka deyişle bu

delillerle neden bu sonuca varıldığı anlatılmalı… hangi faaliyetlerin

örgüt üyeliği suçunu oluşturduğu tartışılıp değerlendirilmeden genel

ifadelerle gerekçeden yoksun karar verilmesi

(Y.9.CD.12.7.2006,1855-4221)

mm) “Sanığın örgütsel faaliyet gösterip göstermediği hususunda

yeterli araştırma yapılmalıdır”

(Y.9.CD.18.04.2006,889-2292)

nn) “Sanığın üzerine atılı suçtan mahkumiyetine yeterlilikte her

türlü kuşkudan uzak kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı

gözetilmeden” (Y.9CD.25.05.2006,1203-2816)

oo) “Sanığın örgütle bağ içine girerek örgüt propagandası

yapmak, örgütsel toplantılar düzenleyip katılmak, örgüte silah temini

için yurtdışına gitmek, kod adı almak, örgütsel ders alıp ders vermek,

örgüt mezarlığını ziyaret edip, öz geçmiş raporu vermek, istihbarat

biriminde görev üstlenmek, örgüt mensuplarının evinde silahlı nöbet

tutmak gibi süreklilik ve çeşitlilik gösteren eylemler TCK 168/2

maddesinde yazılı suçu oluşturduğu gözetilmeden” (Y 9.CD.

14.10.2003, 1626-1767, 18.03.2002 388-563, 02.07.2002 1513-1659,

03.06.2002 1183-1247)

öö) “Sanık ERNK içinde görev alarak yurt dışında eğitim

çalışmalarını sürdürmüş, bu kapsamda örgütsel dersler ve propaganda

faaliyetleri ile örgütsel siyasi taban oluşturma ve örgüt üyelerini

bilinçlendirme çalışmaları yapmış, sivil toplum örgütleri ile PKK terör

örgütü arasında bir köprü görevi görmüştür. Olayda TCK 125.mad. suç

unsurları oluşmamış olup, sanığın süreklilik gösteren eylemi TCY’nın

168/1 mad. uygun silahlı çetede özel göreve haiz olma suçu

niteliğindedir” (YCGK. 08.04.2003, 9-30-98)

145

c) Mütalaada sözde örgütün varlığına ilişkin yapılan tespitler;

Mütalaanın 330.sayfasından itibaren savcılık kurumu sözde

örgütün varlığını iddia ederken şu tespitlerde bulunmuştur;

___ Sözde Ergenekon örgütü, NATO’nun soğuk savaş döneminde

Türkiye’de adına derin devlette denilen kontrgerilla olarak kurduğu

bir yapıdır.

___ Bu örgütün varlığı Başbakan Ecevit tarafından da kamuoyuna

duyurulmuştur.

___ Böyle bir yapının varlığına hemen hemen kimse itiraz etmemiştir.

___ Sanıklardan Ferit İlsever’de 22.11.1990 tarihinde yaptığı basın

açıklamasında kontrgerillanın olduğu, merkezinin Genelkurmay Özel

Harp Dairesi olduğunu belirtmiştir.

___ Memduh Ünlütürk’ün kendisinin de mensubu olduğu Ergenekon

örgütünü Erol Mütercimler’e anlatmıştır.

___ Erol Mütercimler savunmasında bir kitaptan alıntı yaparak Türk

Generallerin, gladyo yapılanmasından söz ettiklerini anlatmıştır.

___ Susurluk kazasında çıkan yapı Ergenekon örgütünün küçük bir

hücresidir.

___ Soruşturmalarda ele geçen belgelerin sözde örgüte ait olduğu

hususunda bir kuşku yoktur.

___ NATO tarafından Türkiye’de kurdurulan bu kontrgerilla tipi

yapılanmaya Türk kültürüne uygun olarak Ergenekon ismi konmuştur.

___ 1999 Tarihli Ergenekon Analiz belgesinde Derin Devlet,

Kontrgerilla, Gladyo, Devlet İçinde Çete denilen yapının aslında

Ergenekon olduğu itiraf edilmiştir.

___ NATO’nun kurduğu komünizmle mücadele için oluşturduğu

örgütler zamanla amacının dışına çıkarak Ergenekon örgütünü

oluşturmuşlardır.

___ Susurluk’ta Ergenekon’un izine rastlanmış ancak ortaya

çıkarılamamıştır. Çünkü örgüt o dönemde etkindir.

146

___ 1999 Yılında reorganizasyona ihtiyaç duyulmuş çalışma usulleri

yazılı hale getirilmiş ve sivil açılımlar sağlamıştır.

___ Emniyetten gelen yazıya göre Ergenekon isimli örgütün amacının

görünüşte devleti yeniden yapılandırarak iktidara ulaşmak olduğu

belirtilmiştir.

___ Emniyetin yazısına göre hiyerarşik görev dağılımının yapıldığı,

gizliliğin esas alındığı, iş bölümünün önceden tespit edildiği eğitim ve

finans kaynak temininin, üyelerin eğitiminin açıkça ortaya konduğu,

yapılan iş bölümüne göre raporlar sunularak yapının hayata geçirildiği,

profesyonel bir örgütlenmenin oluşturulduğu;

+ Belgelerde örgütün suikastı ve amaca aykırı hareket eden

ajanın öldürülebileceğini benimsediği,

+ Soruşturma kapsamında silah, bomba ve mühimmatlar ele

geçirildiği,

+ Yargıtay binasının krokisinin çıktığı,

+ Bazı kişilerin ifadelerinde ve iletişim tespit tutanaklarında bir

takım kişilere suikast düzenlenmesi konusunda planlar yapıldığı,

+ Ümraniye’de ele geçen 27 bombanın kafile ve stok numarası

aynı ya da yakın olan bombaların 18 olayda kullanıldığının, bu olayların

7’sinin şiddet içerikli eylem olduğunun tespit edildiği,

+ 12.03.2008 Tarihinde dinlenen Gizli Tanık 9’un İstanbul’da bir

villada buluşarak Cumhuriyet Gazetesine bomba atılması için 3

bombanın verildiği görülmekle sözde örgütün 3713 sayılı TMK’nun 1 ve

7.maddeleri uyarınca terör örgütü olduğunun saptandığı,

__ Silah ve patlayıcı bulundurma, eylem hazırlıkları ve bomba irtibat

bilgileri nedeni ile cebir ve şiddeti araç olarak benimsemiştir.

__ Ergenekon örgütü Anayasa’da yer alan organları yok saymakta,

paravan doktrin doğrultusunda, illegal sonuçları korumak için terör

yöntemlerini benimsemiştir.

__ Yapılan aramalarda sanıklarda devletin gizli kalması gereken

bilgilerin çıktığı, toplumun muhtelif kesimlerinin fişlendiğine ilişkin

147

istihbari çalışmaların bulunduğu, devlet adamlarının koruma planları ve

evlerinin krokilerinin olduğu, farklı etnik yapıdaki vatandaşlara ve

alışveriş merkezlerine dair eylem planlarının çıktığı, tüm bu planların

devletin otoritesini zayıflatmayı ve temel hak ve hürriyetleri yok

etmeyi amaçladığı anlaşıldığı gibi bu eylemler devletin iç ve dış

güvenliği için tehdit oluşturmuştur.

__ Ergenekon örgütünün öncelikli hedefinin, TCK 312.mad. uyan

yürütme organına karşı suç olduğunun apaçık ortaya çıkmıştır.

__ Ergenekon örgütü çok sayıda vahim nitelikte ki silahı illegal

yollardan sağlamış, örgütün amaçları doğrultusunda kullanmış ve

gelecekteki eylemlerde kullanmak için saklamaktadır. Silahların

çeşitliliği ve miktarı devlet otoritesini zayıflatma hedefini

gerçekleşmeye yeterlidir.

__ Temel bilgilere göre hiyerarşik yapı, iş bölümü ve uzmanlığa dayalı

süreklilik gösteren bir sisteme kavuşturulmuş ve bu yapı uygulamaya

konmuştur.

__ Ergenekon örgütü, diğer terör örgütlerinin belirginleşmiş

kalıplarda olmadığı, doğrudan, paravan ya da taşeron yapılarla

faaliyetine devam ettiği, varlığı fark edildiğinde de dezenformasyon

yöntemleri ile gizlenmiştir.

__ Ergenekon örgütünün bölücü, dini ve Marksist yapıdaki

örgütlerden farklı bir ideolojisi mevcuttur. Örgüt Cumhuriyetin temel

niteliklerini istismar etmekte, amaçlarını engelleyen demokratik

tercihleri gayrimeşru saymakta ve sonuçlarına açık ya da gizli cebri

müdahale etmektedir. Örgütün üye yapısı amaçlarına uygun olarak

oluşturulmuştur. Yürütme organının ortadan kaldırılması ve çalışamaz

hale getirilmesi için normal koşullarda bir araya gelemeyecek kişileri

kuruluşları legal ya da illegal siyasi oluşumları iş bölümü ve hiyerarşik

yapı içinde bir araya getirilmiştir.

__ Örgüt hücreler şeklinde düzenlemeler yaptığından örgüt

mensupları birbirlerini bilmezler ve tanımazlar.

148

__ Örgütün meşru alana çıkan faaliyetleri örgütsel niteliği

değiştirmemektedir.

__ Ergenekon terör örgütü dinlenen tanık ve gizli tanık ifadelerine ve

çıkan belgelere göre diğer terör örgütleri ile irtibatlı olup

yönlendirmektedir.

__ Bugüne kadar ülkemizde çıkan terör örgütlerine bakılarak

Ergenekon örgütünün nitelendirilmesi mümkün değildir. O yüzden bir

eylemden sonra gazeteleri arayıp eylemi üstlenmesini beklemek

demek, devletimizin karşı karşıya kaldığı tehlikeyi algılayamamış

olmakla eş değerdir.

__ Bu nitelendirmelere göre Ergenekon örgütü TMY ve TCK’ya göre

silahlı terör örgütüdür.

d-) İddianamede ve mütalaada şahsıma atfedilen fiil ve delillere

bakılarak sözde terör örgütü üyesi olduğum iddia edilemez.

Mütalaada ve iddianamede tamamen mesleki, beşeri,

sosyal ve siyasal çalışmalarım sözde örgüt üyeliğinin maddi fiili ve

delili olarak gösterilmiştir.

____ Bu davada yargılanan ülke sorunları karşısında benzer

duyarlılıkları gösteren, aynı sosyal çevreden, benzer siyasal

düşüncelere sahip, aynı dernek ve siyasi parti üyesi olan, aynı mesleğe

sahip, mesleki ve iş ortaklıkları mevcut, vatanseverlik gibi geniş

çizgide faaliyet gösteren dernek, vakıf ve kuruluşların düzenledikleri

seminer, konferans ve panellere giden, ortak televizyon programlarına

katılan, birbirlerini gittikleri miting ve basın açıklamalarında gören,

aile dostlukları ve arkadaşlıkları olan kişilerle yaptığım telefon

görüşmeleri ya da yüz yüze sohbetlerim ve tanışıklıklarım, bu kişilerin

telefon numaralarının bende çıkması ya da benim telefonlarımın bu

kişilerin fihristlerinde bulunması,

____ Cumhuriyetin kurumu olan Atatürk’ün kurduğu Türk Ortodoks

Patrikhanesindeki anma ya da özel günlerindeki yemekli davetlerine

katılmam,

149

____ Basın açıklamalarda bulunmam,

____ Benzer siyasi ve sosyal görüşleri paylaştığım internet

sitelerinde haberlerimin yayınlanması, bu internet sitelerini okumam,

____ Yüz yıllık sorunumuz Ermeni meselesi konusunda beni basından

tanıyan bir kişinin tarafıma CD göndermesi,

____ Bir kısım basın kuruluşlarının tarafıma ödül vermesi ve bu ödül

töreninde çekilen fotoğraflar,

____ Yasal olarak katıldığım miting ve basın açıklamalarında,

yemeklerde, anma günlerinde çekilen fotoğraflarım,

____ Açtığım tazminat davalarım, yaptığım şikâyetler, davaya katılım

taleplerim, vekâleten yürüttüğüm davalara iştirakim,

____ Dernek ve siyasi parti faaliyetlerim, dernek üyeliklerim,

____ Adliyeden mesleki çalışmalarım nedeni ile aldığım karar ve

içtihatlar,

____ Bilgisayarımdaki dava çalışmalarım,

____ Bir sanığın gördüğünü anlattığı bir toplantıya avukatlar ve

kalabalık bir gurupla iştirak etmek, yeniden ifade vermek istemesi

halinde bunun hatırlatılmasını istemek,

____ Bir davanın tarafıma verilmek istenmesi ve bu konuda yapılan

mesleki boyuttaki görüşme,

____ Telefonda yanlış anlamlara sebebiyet verebilecek konuşmalara

hukukçu hassasiyetimle müdahale edip kişilere hatalarını söylemem,

____ Bir hukuk davasını, bir başka avukata yönlendirmem,

____ Tanımadığım bir kişinin tarafıma yardım isteyen mektup ve

hukuki görüşümü söylemem için gönderdiği idari dava dosyası,

____ Yaşadıkları olayları şikâyet konusu yapmak isteyenlerin

tarafıma faksla ya da telefonla müracaat edip dilekçe yazmamı

istemeleri,

____ Etkinliklere katılmak isteyenlerin telefon ve isimlerini

vermeleri,

150

____ Baro yönetimine seçilmek için baro seçimlerine katılmaya

davette bulunmam,

____ Kovuşturma aşamasında hukukun dışına taşmış bir kısım kamu

görevlilerini savunma dokunulmazlığı kapsamında hukuki eleştirilerde

bulunmam ve yapılan yanlışlıkları ortaya koymam,

__ Menfur Danıştay olayı sonrasında, masumiyetine inandığım

gözaltına alınan sanıklara hukuki yardımda bulunmam, ifadelerine

girmem ve bu menfur olay nedeni ile şahsi yorum ve düşüncelerimin

ifade edilmesi,

__ Sivil Toplum Kuruluşlarına üye olmam, onların toplantılarına iştirak

etmem, platform içinde görev almam,

__ Altı yıldan bu yana ülkemizin tüm enerjisini tüketen, ülke içi ve

dışında hemen her gün gündem bulan, müvekkilimin tabi olduğu

soruşturmanın milli bir mesele haline geldiğini söylemem,

__ Genelkurmay Başkanlığında görevli tanımadığım ve irtibatım

olmayan bir subayın, tek taraflı olarak başkanı olduğum aynı paralelde

olmadığını düşündüğü derneğin çalışmalarını dolaylı olarak

desteklenmesine ilişkin hiçbir şekilde hayata geçmemiş ya da yazdığı

bir yazıdaki kişisel kanaat ve görüşleri,

__ Televizyon programları yapmam,

__ Aile dostlarımla çıktığım yaz tatili,

__ Derneğin temizlik ve çay işleri için personel çalıştırmam, bu

personelin dernek işleri kapsamında mitinglerde pankart, megafon ve

benzeri eşyaları taşıması, adliyeden karar alması,

__ Bir avukatın davaya katılmak isteği ile telefon açması karşısında,

İzmir’in uzak olduğunu zahmet etmemesine ilişkin beyanlarım,

__ Eşimle ve müvekkillerimle yaptığım mesleki ve özel görüşmelerim,

telefonumdaki tatil ve aile fotoğraflarım,

__ Müvekkillerimin dava dosyaları, girdiğim davalar ve her türlü

mesleki çalışmalarım,

151

__ Şehit ailelerinin avukatlığını yapmam ve bu anneler ve aileler adına

Başbakan’a karşı dava açmam, sözde örgüt suçunun maddi fiilleri ve

delilleri olarak gösterilmiştir.

Tüm bu fiiller ve deliller tek tek incelendiğinde şu tespitleri

yapmak mümkündür.

aa) Bu delillerin içerisinde sözde örgüt yöneticilerinin her

hangi birinden, her hangi bir konuda emir ve talimat

aldığına ilişkin tek bir sözcük, yazı, telefon konuşması,

mesaj ve benzeri bir delil gösterebilir misiniz?

Suçlama konusu yapılan Ankara’ya Müge Tekin’le yaptığımız

anlaşma uyarınca müdafilik görevimin gereği gitmeme ilişkin Veli

Küçük’ün ya da Sevgi Erenerol’un tarafıma talimat verdiğine ya da

yönlendirdiğine ilişkin bir deliliniz var mı? Ankara’ya gitmeden ya da

Ankara’da iken ülkesini seven duyarlı her insanın içinin titrediği

menfur Danıştay Cinayeti veya bir başka konu hakkında içeriği

bilinmeyen telefon görüşmesinin varlığı, iddianızın delili sayılabilir mi?

Sadece içeriği bilinmeyen telefon konuşmasının varlığı ileri

sürdüğünüz iddiayı karşılayan ve doğrulayan, olayı temsil eden bir delil

olarak değerlendirilebilir mi? Bir konuşmanın delil olarak kabul

edilebilmesi için içeriğinin bilinmesi ve doğrudan söz konusu olayı

bütünü ile karşılaması ve temsil etmesi zorunlu değil midir? Siz

diyebilir misiniz ki bu kişilerin arasında telefon görüşmesi vardır. O

halde mutlaka emir ve talimat vermiştir. Bu durum niyet okuyuculuğu,

yorum ve karinelerle sonuca gitmek değil midir? Hukuk buna müsaade

edebilir mi?

Yine Büyük Hukukçular Birliği Derneğini, açtığım davaları,

katıldığım basın açıklamaları ve mitingleri, sözde örgüt yöneticisinden

emir ve talimat alarak yaptığıma ilişkin tek bir delil gösterebilir

misiniz?

Bu durumda sözde örgüt yöneticisi olarak yargılanan kişilerle

aramda hiyerarşik bir ilişki olduğu savunulabilir mi?

152

Ben kimden hangi konuda emir almış ve bu emri uygulamışım?

Hiyerarşik olarak kime bağlıyım? Bu hususları net olarak ortaya koyup

delillendirmeden nasıl olurda beşeri, sosyal, mesleki ve siyasi

ilişkilerimi örgüt ilişkisi olarak kabul edebilirsiniz?

İddia makamı tüm konuşma ve yazılı delillerimin

arasında hiyerarşik ilişkiye kanıt olarak bula, bula Sevgi Erenerol ile

nezaket ve saygı içeren birkaç sözcüğümü ortaya koymuş; “konuşmada

nezaket, saygı ve kibarlık var diyerek” kendisine göre hiyerarşik ilişki

görmüştür. Herkesin nazik ve kibar konuşması beklenen tutumdur.

Ancak toplumumuzun geleneği, bir bayana karşı bu konuda daha

hassasiyet gösterilmesi yolundadır.

Dosyamızda yönetici olarak gösterilen Muzaffer Tekin ile hiç

tape kaydım yoktur. Konuşma sayımda fazla değildir. İlişkimiz daha

ziyade müvekkil-vekil çerçevesindedir. Bu kişi ile hiyerarşik ilişki

içinde olduğumu ortaya koyan tek bir delil gösterebilir misiniz?

Veli Küçük’le yaptığımız konuşmaların içeriği dosyadadır. Bu

konuşmaların hangisinde emir ve talimat aldığıma ilişkin bir sözcük

geçmiştir? Buyurun gösterin.

Veli Küçük’ün haberim ve bilgimin dışında temel hak

ve özgürlüğünün kullanımı olarak, Türklüğe hakaret davasına katılma

talebinde bulunması, aramızdaki hiyerarşik ilişkinin kanıtı olabilir mi?

Söz konusu davaları tüm kamuoyu talep etmekte ve

birçok insan bireysel ya da temsil ettiği derneği adına tepkisini

koymak ve hakkını kullanmak üzere katılma talebinde bulunmuştur.

Davada yer alan diğer yönetici olduğu iddia edilen

sanıklarla da hiçbir hiyerarşik ilişkim mevcut değildir. Kimseden emir

almadım. Kimse tarafından yönlendirilmedim. Başkanı olduğum dernek

yöneticilerin iradesi doğrultusunda faaliyette bulunmuştur. Davada

dinlenen hiçbir tanığında aksini ispat eden tek bir beyanı olmamıştır.

Yine davada yargılanan hiçbir sanığa emir ve talimat

vermedim.

153

Mütalaada belirtilen Asım Demir, dernekte temizlik ve çay

hizmetlerini yapan bir çalışandır. Dernek başkanı olarak işveren-işçi

ilişkisi sözde örgütsel bağ olarak gösterilemez.

Fuat Turgut’a İstanbul’da bir davaya girmesi için hiçbir

teklifim olmadı. Kendisinin girme isteği mesafenin uzak olması ve

külfete katlanmaması için kibarca gerek yok denmiştir. Mahkemedeki

ifadeleri ile bu hususta kanıtlanmıştır.

Atilla Aksu’yla birçok telefon görüşmem mevcut olup,

hiçbir görüşmem de hiçbir konuda emrim ya da talimatım olmamıştır.

Sadece yaptığı iş nedeni ile kendisinden müvekkil ve yaptığım

hukuksal çalışmam için iki karar getirmesi rica edilmiştir. Diğer

kamuoyunca maruf ve bilinen neticelenmiş soruşturma ve davalarla

ilgili kararları kendisi teklif etmiş ve kendisini kırmadan, alırım

denmesine rağmen alınmamıştır.

Kendisi ile dostluğumun bir gereği olarak hukuksal

soruşturmada kullanacağım iki karar vermesi aramızda hiyerarşik

ilişki olduğunu göstermez.

Davada yargılanan hiçbir sanıkla hiyerarşik ilişkim

yoktur. Emir ve talimat aldığıma ya da verdiğime ilişkin dosyada tek

bir delil yoktur. Bu sebeple sözde örgütsel ilişkinin varlığından

bahsetmek mümkün değildir.

bb) Eğer ortada sözde örgüt olsa idi, tüm üyelerin üzerinde

bir güç kaynağı oluşurdu.

Örgütsel yapılarda hiyerarşik ait- üst ilişkisinin

doğal olarak oluşturduğu herkesin tabi olduğu ve üzerinde bir güç

kaynağıdır.

Örgütsel ilişkilerde hiçbir üye bu gücün karşısına geçemez ve

dinlememezlik edemez. Oysa şahsımın, diğer sözde örgüt üyesi olduğu

iddia edilen kişilerle birçok sorun yaşanmasına karşılık, hiçbir ortak

merkezi güç araya girip, kişilere nasıl davranacağı konusunda emir ve

talimat vermemiştir.

154

2006 Yılı Kasım ayının başından itibaren Oktay Yıldırım,

Bekir Öztürk, Levent Temiz, Behiç Gürcihan ile sorunlar yaşanmış ve

bu kişilerle bu davaya kadar hiçbir görüşmem olmamış, tüm beşeri ve

sosyal ilişkilerim kesilmiştir. Söz konusu tarihten sonra hiçbir

etkinlikte bir araya gelmediğim gibi telefon konuşması dahil hiçbir

iletişimim olmamıştır.

Oysa Bekir Öztürk’te bir internet sitesinin ve derneğin

kurucusudur. Kurduğu dernekle Türkiye’nin birçok ilinde

teşkilatlanmıştır.

Söz konusu dernekte sözde örgütün sivil toplum

kuruluşu olduğu iddia edilmiştir. Bu durumda iddiaya göre sivil toplum

kuruluşlarından sorumlu lobi yöneticisi olarak nasıl olurda bu ölçüde

önemli sivil toplum faaliyetinde bulunan Bekir Öztürk’le hiçbir

iletişimim ve faaliyetim olamaz. Mütalaaya göre Bekir Öztürk’ün bana

bağlı olması gerekir. Ancak benimle arası açık, hiç konuşmuyoruz.

Hiçbir etkinlikte yok.

Bilgimin ve haberimin dışında dernek kuruluyor,

etkinlikler yapıyor. Ama bir yönetici olarak ben tüm eylemlere

müdahale edemediğim gibi diğer yöneticilerde duruma müdahale

etmiyor. Kimse kavganın son bulması, husumetin ortadan kalkması için

tek bir harekette bulunmuyor. Tam tersine benimle kavgalı olan bu

gurup, kendi internet sitesinden köşemi ve haberlerimi siliyorlar.

Aleyhime birçok yazılar yazıyorlar. Gazetelere yine şahsımla ilgili

olumsuz demeçler veriyorlar. Ne ben sözde lobi yöneticisi olarak ne

de diğer sözde örgüt yöneticileri hiçbir müdahalede bulunmuyor; “Siz

ne yapıyorsunuz. Biz bir örgütüz. Örgüt bundan zarar görüyor” diye

taraflara nasıl davranacağı konusunda emir ve talimat vermiyor.

Bu kişilerle aramda husumetin oluştuğu 2006 Kasım

Ayından itibaren ortak tek bir faaliyetimiz olmuyor, bir araya

gelmiyoruz.

155

Ben lobi yöneticisiyim, sivil toplum kuruluşlarından sorumluyum.

Ama bana bağlı olması gereken bu örgüt üyeleri bırakın beni

dinlemesini internet ve medya ortamında aleyhime demeçlerde

bulunabiliyorlar.

Sayın savcılara soruyorum. Gevşek hiyerarşik bağdan

bahsetseniz dahi, hiçbir terör örgütünde bu tür ilişki ve fiillere izin

verilebilir mi?

Nerede ortadaki herkese hakim olan, merkezi güç kaynağı?

Yine sivil toplum kuruluşlarından sorumlu sözde lobi yöneticisi

olarak Kadıköy Merkezli Kuvvayı Milliye Derneğinin ne yerini, ne

yöneticilerini biliyorum. Hiçbir yöneticisi ve üyesi ile hiçbir ilişkim ve

irtibatım bulunmuyor.

Yine VKGBH’nin ne yöneticilerini ne üyelerini tanıyorum.

Hiçbir faaliyetlerine iştirak etmiyorum. Böyle lobi yöneticiliği ve

terör örgütü üyeliği olabilir mi?

Yine sözde örgütün sözde üyelerinden Merdan Yanardağ

yazdığı kitapta gerek şahsım hakkında gerekse sözde örgütün

yöneticisi Veli Küçük hakkında hakaretlerde bulunuyor ama ne sözde

yöneticiler ne de merkezi güç bu duruma müdahale etmiyor.

Levent Temiz, dernekten ayrılıyor, başka bir dernek

kuruyor, yine sözde örgütün sivil toplum kuruluşu olduğu iddia edilen

ancak benim hiç tanımadığım Semih Tufan Gülaltay’ın platformuna

giriyor, aleyhime basına demeçler veriyor, her nedense sözde örgütün

olması gereken merkezi güç kaynağı yine müdahale etmiyor, kenardan

seyrediyor.

Sayın savcılar mütalaa ve iddianamelerinin hiçbir bölümünde

sözde örgüt üyelerinin üzerinde merkezi bir güç kaynağı ortaya

koyamamışlardır.

Bu sebeple de ortada sözde örgütün varlığından bahsedilemez.

cc) Hukuka uygun bir şekilde, hukuka uygun amaçlar

doğrultusunda ve hukuka uygun faaliyet gösteren sivil

156

toplum kuruluşları, sözde örgütün kurduğu kuruluşlar

olarak değerlendirilemez.

Örgüt üyeliği suçunun gerçekleşmesi için kişilerin suç işlemek

amacı ile özel kastla bir araya gelmeleri gerekir. Bir araya gelme

amacı suç işlemek değil ise o takdirde sözde örgüt suçu da

oluşmayacaktır.

Sözde örgüt suçunun maddi fiili olarak kabul edilen sivil toplum

kuruluşlarının kurulması ve faaliyetleri hukuka aykırı olmadığı

takdirde, bu fiiller sözde örgüt suçunun unsuru olamaz.

Çünkü hukuka aykırılığın suçun tüm unsurlarında aranması

zorunludur.

Eğer bir dernek usulüne uygun kurulmuş, amacı ve faaliyetleri

yasaya uygun ise artık bu kuruluşları sözde örgüt suçunun unsurları

olarak değerlendiremezsiniz.

Üye olduğum tüm dernekler, Dernekler Yasasına göre

kurulmuştur. Amaçları da yasa ve anayasalara uygun olarak tescil

edilmiştir. Derneklerin faaliyetlerinden ötürü sözde örgüt amaçları

doğrultusunda her hangi bir fiilden ötürü kamu makamlarınca resen ya

da şikâyet üzerine hiçbir ceza soruşturması ve davası açılmamıştır.

Nitekim Büyük Hukukçular Birliği aleyhine sözde örgüt

tarafından kurdurulduğuna ya da örgüt amacı doğrultusunda

kurulduğuna ilişkin bir dava açılmadığı gibi hukuki faaliyetini halen

devam ettirmektedir.

Kuruluşu, amaçları ve faaliyetleri ile yasanın dışına

taşmamış sivil toplum kuruluşlarında ki faaliyetlerim nedeni ile sözde

örgüt suçunun maddi fiillerini oluşturduğum iddia edilemez.

dd) Silahlı örgüt üyesinin, bağlı olduğu örgütün silahlı olduğu

konusunda kasten hareket etmesi, kastının ve iradesinin

örgütün silahlı olduğunu da kapsaması gerekir.

Sözde silahlı örgüt üyesi olabilmem için, örgütün silahlı olduğunu

da bilmem gerekmektedir.

157

Eğer; örgüt üyesinin kasıt ve iradesi silahı kapsamıyorsa bu

konuda özel bir kastı yoksa, silahlı örgüt üyeliği gerçekleşmez.

İddianame ve mütalaada sözde örgütün silah ve

patlayıcıları olarak kabul edilen malzemeyi bildiğime ya da bu tür

malzeme ile ilişkili olduğuma ilişkin bir iddia ve delilde yoktur.

Uhdemde ateşli-ateşsiz hiçbir silah çıkmamıştır. Yine

bulunan silahlar ile bir ilgimin olduğu konusunda iddiada da

bulunulmamıştır.

Bu durumda kastımın silaha yönelmesi ve irademin silahlı

örgütü kapsadığı da ileri sürülemeyecektir.

Gözaltına alındığım tarihe kadar, bu davada yargılanan

sanıklardan her hangi birinde silah olup olmadığını bilmemekteydim.

Bu durumda bilmediğim silahlardan ötürü, sözde örgütün silahlı olarak

kabul edilmesi ve şahsımın iradesinin de hiçbir delil gösterilmeden

sanki irademin silahlı örgüte yönelik olarak kabul edilip, bu suçtan

ötürü cezalandırılmam ve silahlı örgüt üyesi olarak kabul edilmem

mümkün değildir.

ee) Anayasal haklarım olan toplantı ve gösteri yürüyüşü

hakkı, dava açma hakkı, ifade özgürlüğü ve basın

özgürlüğü gibi evrensel temel hak ve özgürlüklerin

kullanımı sözde örgüt suçunun maddi unsuru olarak kabul

edilemez.

Örgüt üyeliği suçu tehlike suçu olsa da, suçun maddi unsurunun da

hukuka aykırı fiillerden oluşması gerekir.

Kişi anayasal haklarını kullanıyorsa bu durumda yaptığı fiiller,

örgüt suçunun maddi unsuru olarak kabul edilemez.

Hukuka ve yasalara uygun hiçbir eylem, bir suçun maddi unsuru

olamaz.

Katıldığım tüm basın açıklamaları, mitingler ve etkinlikler yasal

olarak izin alınmış ve bildirimleri yapılmıştır.

158

Toplantı ve Gösteri Yürüyüş Yasasına göre; izin alınmasına

gerek olmayan basın açıklamalarında dahi, her hangi bir olay

çıkmaması için hukukçu hassasiyeti gösterilerek emniyete ve

kaymakamlığa müracaat edilerek, güvenlik önleminin alınması istenmiş,

bununla da kalınmamış, tarafımdan yetkili amirlere telefon açılarak

etkinliğin süresi, amacı, muhtemelen kaç kişinin katılabileceği,

yapılacak etkinliğin ne olduğu konusunda bilgi verilmiş, etkinlik

boyunca da irtibat sağlanarak etkinliklerde hiçbir olay çıkmaması

temin edilmiştir.

Siz, bu şekilde gerçekleşmiş bir eylemi, nasıl olurda

sözde örgütün maddi unsuru olarak görebilirsiniz.

Adına dava açılan kişilerin hiç biri burada sanık değildir.

Davacıların tamamı işlenen fiillerden mağdur olmuş şehit

anneleri ve ermeni zulmüne uğramış ailelerdir. Her birinden vekalet

alınarak davalar açılmış, kazanılan tazminatlar kendilerine yasal

makbuzlarla ödenmiştir.

Bu davalar örgüt üyeliği suçunun maddi unsuru nasıl

sayılabilir?

Yaptığım televizyon programları, RTÜK denetimindedir. Hiçbir

programım da söylenen sözlerden ötürü resen ya

da şikayet yolu ile bir soruşturma açılmamıştır. RTÜK’ten bir uyarı ya

da ceza kesilmemiştir.

Yine konuşmacı olarak katıldığım konferanslarda yapılan

konuşmalarda hiçbir suç işlenmemiştir. Bu konuda bir soruşturma

yoktur.

Gazete ve internette yayınlanan köşe yazıları ve

haberlerde bir suç unsuru bulunarak takibat yapılmamıştır.

Bu durumda; yasal haklarım kullanılması, bir suçun unsuru

olarak gösterilemez.

TCK 26.maddesindeki; “bir hakkın icrasının suç

159

oluşturamayacağı” kuralı uyarınca mitinge katıldın, yazı yazdın,

program yaptın, dava açtın diyerek örgüt suçlamasında bulunulamaz.

ff) Sözde örgütün sivillere açıldığı iddia edilen tarih ile

benim burada yargılanan sanıklarla tanıştığım tarih

arasında sözde örgüt üyesi olmamı imkansız kılacak tarih

farklılıkları mevcuttur.

İddianameye göre sözde örgütün kuruluşu belli

olmamakla birlikte, uydurma belgelere göre 1999 yılında sivillere

açılarak, örgüt yapısında reorganizasyon yapılmıştır.

Oysa ben burada bulunan sanıklardan sadece Sevgi Erenerol ile

2005 yılı Eylül ayında, Levent Temiz’le siyasi parti bünyesinde 2005

yılında, Bekir Öztürk ile 2005 Aralık ayında tanışmış olup, diğerlerinin

tümü ile 2006 yılı Şubat ayından itibaren tanışıklığım mevcuttur.

Ümraniye soruşturmasının 2007 yılı Haziran ayında, Ergenekon

soruşturmasının 2008 yılı Ocak ayında başladığını düşündüğümüzde

bir an için bu kişilerle ilişkilerim örgüt üyeliği olarak değerlendirilse

bile örgüt üyeliğimin süresi ortalama iki yıl gibi kısa bir süredir.

Savcılara göre ben sivil toplum kuruluşlarından sorumlu lobi

yöneticisiyim. Bu durumda benden önce sözde örgütte sivil toplum

kuruluşlarından sorumlu üyenin ya da yöneticinin kim olduğu belli

değildir. Bu husus önemli bir konudur. Çünkü örgüt stratejisine göre

1999 yılında sivil açılım yapıldığına göre, aslında sivil toplum

kuruluşlarının da hemen bu tarihten sonra kurulması ve yine STK’dan

sorumlu yöneticinin de o tarihte seçilmesi olayın akışına uygun bir

tutum olacaktır.

Ancak 2005 yılına kadar ortada ne sivil toplumdan sorumlu

yönetici, ne de kurulmuş bir dernek vardır. Oysa yine iddianameye

göre sözde örgütün darbe planları 2003-25004 yılına aittir. Eğer sivil

toplum kuruluşları darbe öncesinde, darbe zeminini hazırlayacaksa bu

durumda sivil toplum kuruluşlarının 2003 yılından önce kurulması

gerekmez miydi?

160

Çünkü iddiaya göre STK yaptıkları eylemlerle darbe zemini

hazırlamışlardır.

Ancak ortada darbe planı yoktur.

Uygulamaya konulması düşünülen darbe planlarının tarihi 2003-

2004 yılı iken, bu tarihten önce STK’ların kurulmaması lobi

yöneticisinin olmaması, iddiaların ne ölçüde çürük, temelsiz ve

ciddiyetten uzak olduğunu göstermektedir.

Savcılar, 2003-2004 yılından sonra ortaya bir darbe planı

koyamamışlardır. Sanıkların eylem ve faaliyetlerinin devam ettiğinden

bahsetmişler ise de ortada bir darbe planı olmayınca, STK’ların darbe

zeminini hazırlama fonksiyonları da olmayacaktır.

Ortada darbe planı yok iken, benim en erken 2005 yılında sözde

örgüte girip lobi yöneticisi olarak dernekler kurup darbe zeminini

hazırlamam, çocukların masal kitaplarına konu yapılabilir. Fakat, bir

hukuk metni olan iddianameye yazılmaması gerekir.

1999 Yılında açılım yapan sözde örgüt, 2003-2004 yılından önce

lobi belgesine uygun olarak neden STK’lar oluşturmamış, lobi

yöneticisi seçmemişte, darbe planları yaptığı iddia edilen askerlerin

emekliye ayrılması, deşifre olması ve planların uygulanamamasından ve

kuruluşundan 6-7 yıl sonra STK’nın kuruluşu yoluna gitmiştir.

Bu da gösteriyor ki birbiri ile ilgisiz olaylar, kişiler, olgular sırf

yapay bir örgüt kurmak için bir araya getirilmiştir.

İddianamenin ve mütalaanın bu ölçüde uyumsuz, benzemez,

maddi gerçekliğe uymayan ve hukuk mantığı ile bağdaşmayan olayları

bir araya getirip, pazılın parçası yapma gayretleri, sözde örgüt

suçunun siyasal maksatlarla kullanılması yolunda hukukumuzun

düşürüldüğü ibret verici tabloyu da göstermiş bulunmaktadır.

Kaldı ki; ortada bir darbe planı yok iken, kurucusu ve üyesi

olduğum derneklerin dışında diğer derneklerle hiçbir ilgi ve alakam

yok iken, iki yıllık süreçte bu dernek yönetici ve üyelerini tanımamış

ve bu derneklerle hiçbir etkinliğe katılmamış iken, tam tersine

161

sonradan kurulan derneğin yöneticileri ile husumetim oluşmuş iken

nasıl olurda lobi yöneticisi olarak, bu dernekleri nasıl bir araya getirip

olmayan bir darbe planı için zemin hazırlamakla suçlanmaktayım! Bunu

anlamakta güçlük çekmekteyim.

Savcıların bu ciddi açmazları değerlendirmeden ithamda

bulunmalarının hukukla bağdaşır bir tarafı yoktur.

gg) İddianamedeki sözde üyeliğin bir kenara bırakılarak

mütalaada sözde örgüt yöneticiliği ile suçlanmamın hiçbir

mantığı yoktur.

İddianamede; hiyerarşik yapıda özel görevli konumunda

Bulunduğum ve lobi belgesinde açıklanan hukuk departmanının

sorumlusu olduğum kanaatine varılmıştır.

Mütalaada ise Asım Demir ve Atilla Aksu’yu verdiğim emir ve

talimatlarla, ayrıca Fuat Turgut’u davalara girme konusunda

yönlendirdiğim iddia edilerek, sözde örgüt yöneticiliğinden

cezalandırılmam istenmiştir.

Mütalaada farklılığın sadece bu üç kişi ile ilişkime dayandırılarak

ileri sürülmesi, bu konudaki Yargıtay kararları ve müelliflerin

görüşleri ile uyumlu bulunmamaktadır.

Asım Demir’le dernek arasındaki iş ve hizmet ilişkisi, Atilla

Aksu’nun emir ve talimatın dışında Adliye’de çalışması nedeni ile

tarafıma karar getirmesi, Fuat Turgut’u kesinlikle yönlendirmemiş

olmam karşısında, iddia makamının bu konudaki iddiaların hiçbir temel

yapısı bulunmamaktadır.

Örgüt yöneticiliği için; örgütün amacına uygun biçimde işleyişini

sağlamak amacı ile örgüt üyelerine görev verilmesi ve genel strateji

belirleyen kararların alınması gerekir.

Yönetici; amaca uygun olarak örgütleyen, disipline olan,

faaliyetleri ahenkli hale getiren, tek tek örgüt mensuplarının

hareketlerini koordine eden kişidir.

162

Dosyadaki hiçbir delilde ve tanık beyanında amaca uygun

örgütlenme yaptığıma, faaliyetleri ahenkli hale getirdiğime, diğer

örgüt üyelerinin faaliyetlerini koordine ettiğime ve genel stratejiyi

belirlediğime ilişkin en küçük bir ibare yer almamaktadır.

Mesleğimin avukat olması ve kamuoyunda ismimin geçmesi

nedeni ile bu tür sözde payelerin verilmesinin hiçbir hukuki temeli

yoktur. 1950’lerde kurulduğu, 1999’da sivil açılım yaptığı iddia edilen

sözde örgüte, savcıların düşünce sistemine göre son iki yılda tanıyıp

yönetici olmanın kriteri maalesef açıklanmamıştır. Çünkü silahlı örgüt

üyeliği, örgütün amacını gerçekleştirinceye kadar uzun süreli

faaliyetleri gerektirdiğinden, sayın savcıların yöneticilik ve üyelik

payelerini de ona göre dağıtmaları gerekir.

Maalesef bu iddianamede silahlı örgüt üyeliği, Kanarya Sevenler

Derneği olarak algılanmıştır. Bu sözde örgüte üyelikte, yöneticilikte

çok ucuza gitmektedir. Kapının önünden geçen üye alınmakta, kapıdan

içeriye giren yönetici olmaktadır.

Kurucuyu hiç sormayın. Çünkü savcılara göre sözde örgütün

varlığının tespiti için kurucuları belirlemeye gerek yoktur.

Çünkü bu yapay örgütün hangi karanlık odalarda tezgahlandığını

bilmemek mümkün değildir.

Uydurma örgüt belgeleri bu suni örgütün nasıl kurulduğunu

yeterince ortaya koymaktadır.

hh) Yapılan aramalarda uhdemde uyduruk sözde örgüt

dokümanlarının hiçbiri çıkmamıştır.

İddianamede lobi yöneticiliği isnat edilmiştir. Bir yandan

STK’nın, diğer yandan hukuk departmanının sorumluluğu verilmiştir.

Ancak bu görevlerin anlatıldığı sözde örgüt dokümanlarından

hiçbirinin yedimde çıkmaması yapılan suçlamalarında ciddiyetsizliğini

ortaya koymaktadır.

163

Sadece lobi belgesinin değil, diğer uydurma tek bir belgenin,

sözde Ergenekon örgütünün isminin yer aldığı bir dokümanın ve yazının

bulunmaması, suçlamaların ne ölçüde suni olduğunu da göstermektedir.

Gizliliği bünyesinde barındıran istihbarat kurumlarında çalışan

her hangi bir personelin, evinin ve işyerinin aranması halinde, ne kadar

gizlilik kuralına riayet etseler de, kurumda çalıştığına ilişkin birçok

belgeyi bulma ihtimali var iken, bir yandan lobi yöneticisi olup hem

hukuk departmanından hem de STK’dan sorumlu olan bir kişinin v ve

işyeri aramalarında yöneticisi olduğu örgütün isminin geçtiği bir

belgenin bulunmaması suçlamanın ne ölçüde gerçeğe aykırı olduğunu

izahı gerektirmeyecek ölçüde ortaya koymaktadır.

Bilgisayarımda mesleki, sosyal ve siyasal çalışmalarından ötürü

on binlerce dosya ve yazı bulunmasına rağmen Ergenekon sözcüğüne

rastlanmaması, tek bir sözde örgüt dokümanının çıkmaması sayın

savcıları biraz olsun örgüt üyeliği konusunda şüpheye düşürmemiştir!

ıı) Sözde örgüt toplantısına katıldığıma ilişkin tek bir delil

bulunmamaktadır.

1999 Yılında sivil açılama geçip, yazılılık prensibini benimseyen

sözde örgütün 2008 yılına kadar tek bir örgüt toplantısı yaptığı

kanıtlanamamıştır.

Bu sıkıntı soruşturmanın başından itibaren sayın savcılarca da

duyulmuş, 265 sanıklı sözde örgüt davasında, özellikle sözde örgüt

yöneticilerinin katıldığı hiçbir toplantıyı ispat edememişlerdir.

Bu sebeple toplantı olarak Türk Ortodoks Patrikhanesinin

kuruluş, anma ve özel günlerinde yaptıkları yemekli-pastalı toplantıları

sözde örgüt toplantısı olarak göstermeye çalışmışlardır.

Bu anma günlerine gelen sözde yönetici sayısı 3 ya da 4 kişidir.

Oysa sözde örgütte sözde yöneticisi sayısı 50’yi bulmaktadır. Bu

durumda 1999 yılında sivil topluma açılım yapan ve yazılı usule geçen

sözde örgütün, uyduruk tüm dokümanlarını ve sözde darbe planlarını

164

bulan emniyetin bu acar çalışmasına rağmen yöneticilerin tümünün ya

da ayrı ayrı yaptıkları iddia edilen tek bir toplantının ortaya

çıkarılamamış olması sözde örgüt iddiasının da ne ölçüde çürük

olduğunu ortaya koymuştur.

Görülüyor ki iddianamede ve mütalaada sözde örgüt üyesi

olduğuma ilişkin tek bir ciddi delil sunulmamıştır.

Hakkın icrası konusunda yasaların tarafıma tanıdığı hak ve

özgürlüklerin kullanımına ilişkin faaliyetlerim, mesleki çalışmalarım, iş

ve dostluk ilişkilerim sözde örgüt suçunun maddi unsuru ve delili

sayılmıştır.

e) Sözde örgütün olmadığına ilişkin değerlendirmelerim

aa) Sözde örgütün kuruluş tarihi ortaya konamamıştır.

Sadece iddianamede NATO’nun kurdurduğu komünizmle

mücadele örgütlerini amaç dışı şahsi çıkarları için kullanmak isteyen

kişilerce oluşturulduğundan bahsedilmiş, ancak bu oluşumun hangi

tarihte, nerede ve kimlerle meydana getirildiğine ilişkin hiçbir

açıklama getirilmemiştir.

Ülkemizde faaliyet gösteren en küçüğünden, en büyüğüne kadar

tüm terör örgütlerinin nerede, kimlerle, hangi tarihte kurulduğuna ve

kuruluş bildirgelerine kadar tüm ayrıntılar hakkında bilgi sahibi olan

devletin, üyelerinin TSK mensubu, arkasında üye olunan askeri pakt,

NATO ve ABD’nin olduğu belirtilen sözde örgütün kurucularını,

yöneticilerini, kurulduğu yeri ve tarihi, kuruluş bildirgelerini

bilmemesi inandırıcı değildir.

Uyduruk belgelerin tarihi olan 1999 yılına kadar resmi

görevlilerden oluşmuş, iddia edildiği gibi devasa örgüte ilişkin tek bir

örgüt dokümanının bulunmaması, tek bir kurucusunun isminin ortaya

konamaması, yöneticilerin belirlenememesi, sözde örgüte ilişkin tek

bir faaliyet merkezinin saptanamaması, 50 yıl boyunca üyelerinin

165

belirlenememesi, sözde örgüt hakkında tek bir suç için soruşturmanın

olmaması imkansızdır.

Sözde örgütün 50 yıl boyunca tek bir toplantısı ortaya

çıkarılamamıştır. Tüm bunları perdelemek için sözde örgütün tüm

eylem ve işlemlerinde yazılı belge düzenlemesini reddetmesi şifahilik

kuralını benimsediği iddiası gerçeklerin ve hayali örgütün

perdelenmesinden başkaca bir şey değildir.

Asıl ilginç olanı sözde örgütün kuruluşu, kurucuları ve geçmiş

eylemleri konusunda soruşturma ve kovuşturma kapsamında ciddi

hiçbir araştırma yapılmamış olmasıdır.

Sadece Genelkurmay Başkanlığına ve diğer güvenlik kurumlarına

sözde örgütün varlığı konusunda yazılan müzekkere cevapları ile

yetinilmesi doğru olmamıştır.

Dört kurumun dışında sözde örgütün kuruluşu, kurucuları,

kuruluş yeri ve tarihi, kuruluş ilkeleri, üyeleri ve eylemleri konusunda

bir araştırma yoluna gidilmemiştir.

Dava aşamasında sözde örgütün kuruluşunun belirlenmesi,

savcının iddiasının doğruluğunun ortaya çıkarılabilmesi için

Komünizmle Mücadele Derneklerinin Türkiye genelinde hangi illerde

kurulduğu, kurucuları, üyeleri ve akıbetlerinin araştırılması istenmiş,

ancak mahkemece bu taleplerimiz gerekçesiz bir şekilde

reddedilmiştir.

İddiaya göre sözde örgüt 1999 yılında sivil açılım yaptığına göre,

bu tarihten önceki tüm üyelerinin TSK mensubu olduğu

anlaşılmaktadır. Tüm üyeleri ordu mensubu olan, silahlı terör

örgütünün, 50 yıl boyunca tek bir belgesine, kurucusuna, yöneticisine

ulaşılmaması, tek bir eylemin ortaya konamaması ciddiye alınacak bir

iddia değildir.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, Genelkurmay

Başkanlığının tüm sırlarını barındıran Kozmik Odalarına girilmiştir.

Maalesef bu belgelerin celbi sağlanmamış, en azından sözde örgüte

166

ilişkin bu belgelerde bir bilgi olup olmadığı ilgili savcılığa

sorulmamıştır.

NATO’nun Brüksel’deki merkezi ve diğer NATO üyesi ülkeleri ile

böyle bir oluşumun varlığı konusunda hiçbir yazışma yapılmamıştır.

Talip Doğan Karlıbel’in yalanlarından belki bir şey çıkabileceği inancı

ile Almanya ile defalarca yazışma yapan mahkemenin, bu konularda

hiçbir araştırma yapmaması son derece anlamlıdır.

50 Yıllık süreçte, sözde örgütün isminin geçtiği bir tek belgeye

rastlanmamasını hiçbir örgüt kuralı ile açıklamak mümkün değildir.

Adeta yapay örgütün 1999 yılı öncesindeki hayali geçmişinin

ortaya çıkmaması için her türlü önlem alınmıştır.

Çünkü bu soruşturma ve dava için yapay örgüte biçilen milat

1999 yılıdır. Öncesinin tespiti için yapılacak araştırma, sözde örgütün

tertip boyutunu ortaya koyacaktır.

bb) Sözde örgüt dokümanları, yaratılan suni örgüte uygun

olarak şekillendirilmiş, uydurma belgelerdir.

Sözde örgüt dokümanları, dokümansız örgüt olmaz

anlayışı ile Tuncay Güney gibi zafiyetleri tespit edilen kişiler yolu ile

bir kısım sanıklara gönderilmiş, bir kısım belgeler iletişim araçları

yolu ile kolaylıkla ulaşılabilir hale getirilmiş, bir kısmı da usulsüz

yapılan aramalar neticesinde bulunmuştur.

Sözde örgüt dokümanlarının bir kısmının altında yazılı bulunan

strateji gurubu ciddi bir şekilde araştırılıp ortaya çıkarılmamıştır.

Belgelerin bir kısmı masa başında sözde örgüte uygun hale

getirilirken, bir kısım yazılar yapılan eklentiler sonucu sözde örgüt

belgesi haline getirilmeye çalışılmıştır.

Jandarma Kriminal Laboratuarından alınan rapor; belgelerde

yapılan ilave, ekleme ve sahtelikleri bilimsel bir şekilde ortaya

koymuş, ancak bu rapor her nedense iddia ve yargılama makamınca hiç

dikkate alınmamıştır.

167

Kaldı ki; söz konusu belgeler öylesine soyut olarak hazırlanmıştır

ki, ne sözde örgüt yapısı ile ne üyelerle, ne de somut olaylarla hiçbir

illiyet bağı kurulamamıştır.

Söz konusu belgelerin hiçbir inandırıcılığı yoktur. İddiaya göre

50 yıl boyunca ortaya çıkmayan sözde örgüt, ne olmuştur da sokaktan

toplanırcasına doküman yazıp ortalığa saçmıştır? Gizlilik ilkesini

uygulamaktan neden vazgeçmiştir?

Her nedense sözde örgüt belgelerinin tarihi 1999-2001 yılları

arasını kapsamaktadır. 1999 Yılı öncesinde belge hazırlanmama

sebebini sözde örgütün şifahilik ilkesini gütmesi ile açıklayan iddia

makamı, neden 2001 yılından sonra sözde örgüt belgesi

hazırlanmadığını ortaya koyamamıştır. Sebebi açıktır. Çünkü tertip

2002 yılında uygulamaya konmuştur. MİT tarafından uyduruk belgeler

kurumlara 2002 yılında gönderilmeye başlanmıştır. Bu sebeple 2002

ve sonrasında hazırlanması elbette ki mümkün olamayacaktır.

Sözde örgüt davasında söz konusu uyduruk belgelere kolaylıkla

ulaşılması için en sağlıklı yol, yaratılan bir suç nedeniyle mahkeme

emanetinde saklanmasıdır. Tuncay Güney bu dokümanları teslime

rağmen alsa idi, elbette bu dosyaya celp edilmesi mümkün

olamayacaktı.

Sözde dokümanların sözde örgüt yöneticisi ve üyeleri

tarafından hazırlandığı konusunda da dosyada hiçbir ciddi delil

yoktur. Örgüt dokümanlarının örgüt kurucusu ve yöneticileri

tarafından hazırlanması beklenen bir tutumdur. Ancak bu davada

hiçbir yönetici doküman hazırlamamıştır.

Yine özellikle AKP hükümetini, siyasi düşüncesini ve ideolojisini

hedef aldığı iddia edilen sözde örgütün her nedense dokümanları AKP

iktidarı gelmeden hemen önceki iki yılda hazırlanmakta, iktidara

geldiği yılda ele geçirilmekte ve kurumlara gönderilmekte ve proje

adım adım yürütülerek iktidarın ABD desteğini alarak en güçlü olduğu

dönemde muhalifleri ezen devasa bir davaya dönüştürülmektedir.

168

Sonra da savcı Zekeriya Öz, tüm güvenlik kurumlarının 58 yıl

boyunca izine rastlamadığı, asrın örgütünü Beşiktaş’taki Adliyenin 15

m2’lik küçük odasında keşfedebilmektedir. Maalesef akıl tutulmasının

yaşandığı dönemlerde ancak insanların zekâları ile fazlası ile alay

edilir. Bizde bu dönemi yaşamaktayız.

cc) Sözde örgütün hiyerarşik yapısı ortaya konamamıştır.

Soruşturma ve kovuşturma boyunca muhtelif şemalar

ortaya çıkmış, emniyetçe yapılan şemalar gerçeği yansıtmaktan uzak

sadece bir kısım sanıkları ihtiva etmiştir.

Şemaların bir kısmında yer alan isimlerin önemli bir kısmı

soruşturmaya dahil edilmemiş, ifadesine dahi müracaat edilmemiştir.

Adeta kamuoyunu yönlendirmek ve kirli psikolojik savaşa hizmet

etmek için masa başında ısmarlama hazırlanan şemalar, sözde örgütü

temsil etmekten uzak kalmıştır.

Halen huzurda tüm sanıkları ihtiva eden, birbirleri ile sözde

bağlantıları ortaya koyan sözde örgüt şeması dahi hazırlanamamıştır.

Çünkü yargılanan sanıklar arasında olmayan sözde örgüt ilişkisi,

örgüt şemasının hazırlanmasını imkansız kılmaktadır.

1999 Yılından öncesinden vazgeçtik, sonrasında bu sözde

örgütün liderinin kim olduğu henüz belli değildir.

Lider ile birlikte sözde örgütü idare eden merkez yönetim

organı ortaya konamamıştır. Hemen herkes, lideri bulunamayan sözde

örgüte, beyinlerde planlanan cezalara çarptırılabilmek için yönetici

yapılmıştır.

Hücre sisteminden bahsedilmiş, tüm sözde örgüt sanıklarını

ihtiva eden hücre yapıları ortaya çıkarılamamıştır.

Yargılanan sanıklar arasındaki lider, yönetici üye ilişkisi

çerçevesinde örgüt haberleşmeleri, emir verme, talimat alma ve alt-

üst ilişkilerine ilişkin yazılı ya da tanık beyanı olarak inandırıcı ve

ciddi deliller bulunamamıştır.

169

Tüm üyeleri kapsayacak, etkili ve yönlendiren bir güç kaynağının

varlığı tespit edilememiştir.

dd) Sözde örgütün mensuplarının aynı yönde hareket ederek

aynı amacı hedeflemeleri şartı gerçekleşmemiştir.

Huzurda yargılanan sanıkların siyasi ve sosyal anlamda

hiçbiri ne aynı yönde hareket etmekte, ne de aynı amacın

gerçekleşmesi için ortak bir faaliyeti mevcuttur.

Dosyada yargılanan 265 sanığın siyasi ve sosyal görüş

farkları bir örgütte bir araya gelerek ortak amacın gerçekleştirilmesi

yönünden çalışma yapmalarını imkansız hale getirmektedir.

Birçok sanık vatanseverlik düşüncesinde birleşmiş olsalar da, bu

ortak nokta suç oluşturmadığı gibi sözde örgüt kurmanın bir

gerekçesi de olamaz.

Sanıklar arasındaki bir çok konudaki düşünce farklılıkları

hiyerarşi temeline dayalı, emir komuta zinciri içerisinde disiplinli bir

terör örgütünde bir araya gelmelerini madden imkansız kılmaktadır.

Özellikle PKK, DHKP-C, TİKKO, Hizbullah gibi terör örgütlerinin

yönlendirilmesinde ve taşeron olarak kullanılmasında buradaki

sanıkların ortak tavır almaları, bu düşünceyi benimsemeleri ve

faaliyete geçirmeleri gibi bir konunun konuşulması dahi söz konusu

olamaz.

Nitekim yönetici olduğu iddia edilen sanıkların birbirleri

hakkında kitap yazmaları, TV’lerde hakaret dolu beyanda bulunmaları

ve sonra da aynı çatı altında bir örgütte buluşmaları hukuk mantığının

ve yaşamın olağan kuralları ile açıklanamaz.

Her ne kadar savcılar bu açığı örtmek amacı ile “bu bildiğiniz

terör örgütlerinden değildir” demişse de, bu beyanlar sözde örgütün

yapay bir proje olarak kurulduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz.

Yargılanan insanların çoğunun milliyetçi, ulusalcı, Atatürkçü,

Cumhuriyetçi, üniter devlet yapısından yana olmaları, tek bir örgüt

çatısı altında toplanmalarının gerekçesi olamaz. Bu değerleri birçok

170

ayrı siyasi partide ve yüzlerce sivil toplum kuruluşu içinde savunan

milyonlarca insan bulunmaktadır. Bu milli değerlerin kalıcı olması için,

ortak bir çatı altında, sözde terör örgütü kurmaya mahal yoktur.

Bu sebeple burada yargıladığınız insanların disipline dayalı

hiyerarşik bir kalıp içinde, bir terör örgütü kurarak, gayrimeşru amaç

ve hedefler doğrultusunda, aynı yönde hareket etmeleri madden

imkansızdır. Bunun aksi; mücerret hiçbir ilke, karine ve yorumlarla

kanıtlanamaz.

ee) Sözde örgütün şiddete dayalı ortak eylem programının

varlığı zorunludur.

Bu güne kadar yapılan tüm aramalarda sözde örgüt

yöneticilerinden gerçek anlamda sözde örgüte ait amacı

gerçekleştirmeyi hedeflemiş, şiddete dayalı ortak eylem programı

bulunamamıştır.

İddianame ve mütalaaya konu yapılan sözde eylem ve suikast

planlarının hemen tamamı gayriciddi ve dikkate alınamayacak telefon

görüşmelerine, plan denemeyecek sanıkların kabul etmediği delillerin

arasına serpiştirilmiş usulsüz krokilere ve eylem ya da suikast planı

denemeyecek delil hüviyetine sahip olmayan belgelere

dayandırılmıştır.

Sözde örgüte atfedilmiş işlenmiş ya da işlenecek hiçbir şiddete

dayalı eylem sözde örgüt tarafından kesinlikle kabul edilmemiş ve

sözde örgüt eylemi olarak ortak eylem planına dayalı olarak

gerçekleştirildiğine ilişkin tek bir ciddi delil bulunamamıştır.

ff) İddianamede sözde örgüt tarafından kurulduğu iddia

edilen STK’nun, sözde örgüt yöneticilerinin emirleri ile

kurulduğuna ilişkin hiçbir delil bulunamamıştır.

İddianamede sözde örgüt tarafından kurulduğu iddia

171

edilen STK’ları arasında ortak bir bağ olmadığı gibi, birçok sivil

toplum kuruluşu birbirini tanımamakta ve ortak hiçbir etkinlik

gerçekleştirmemektedir.

Yine bu STK’larının sözde örgüt yöneticilerinin talimatları ile

kurulduğuna ve ortak bir program dahilinde yönetildiğine ilişkin ciddi

ve inandırıcı hiçbir delil yoktur.

Kurucular arasında husumet olduğu gibi, ortak bir yönetici

tarafından yönetilip, yönlendirilmemektedir. Sözde örgüte bağlı

olduğu iddia edilen STK’ların ortak emir aldığı sözde yönetici yoktur.

Kuruluşların tüzükleri ortak bir merkezden hazırlanmamıştır.

gg) Soruşturma kapsamında ele geçirilen silahların sözde

örgüte ait olduğu kanıtlanamamıştır.

Sanıkların ev ve işyerlerinde yapılan aramalarda bulunan

birçok silah kişisel olup, sözde örgüt silahı olarak kabul edilmesi

mümkün değildir.

Sanıkların uhdesinde çıkan silahların hiçbiri tek bir sözde örgüt

eyleminde kullanıldığı kanıtlanamamıştır.

Hiçbir silah işlenmesi tasarlanan eylem ve planlar için elden ele

dolaşmamıştır.

Bir kısım sanıklarda bulunduğu iddia edilen patlayıcı maddelerin

hiçbiri bulunan sanıklarca kabul edilmediği gibi bu konudaki tüm

aramalar usulsüz gerçekleşmiştir. Kaldı ki; bu patlayıcı maddelerle,

uhdesinde bulunduğu iddia edilen sanıklar dışında diğer sanıklarla

irtibatı kurulmamış ve patlayıcılardan haberdar oldukları

kanıtlanamamıştır.

Sanıklarda bulunduğu iddia edilen patlayıcıların, sözde örgüt

suçunda kullanıldığına ilişkin tek bir eylem yoktur. Cumhuriyet

gazetesinde kullanılan bombaların, bir kısım sanıklarda bulunan

bombalardan olduğu konusu inandırıcı ve ciddi delillerle

kanıtlanamamıştır. Kafile numarası aynılığı ya da benzerliği,

172

inandırıcılığı tamamen ortadan kalkmış sanıktan devşirme bir gizli

tanık beyanı ile bu iddianın kanıtlanmış olduğu kabul edilemez.

Ortada bulunduğu iddia edilen bireylerin kendilerine ait silah ve

patlayıcıların dışında sözde örgüte ait ve sözde örgüt eylemlerinde

kullanılan silah ve patlayıcı yoktur.

Sözde örgüt silahı ya da patlayıcısı olduğu iddia edilen

malzemelerin bulunduğu sanıklarla, sözde örgüt yöneticileri arasında

bu silahların sözde örgüt eylemlerinde kullanılmasına ilişkin hiçbir

emir ve talimatın verildiğine ilişkin delil ortaya konamamıştır.

hh) Sözde örgütte, amaca uygun olarak örgüt faaliyetlerini

disipline eden, ahenkli hale sokan, sözde örgüt üyelerinin

eylemlerini koordine eden yöneticiler mevcut değildir.

Bir örgütte örgüt içi disiplin, ahenkli çalışma ve örgüt

mensupları üzerinde denetim zorunlu iken burada yargılanan sanıklar

arasındaki ilişkilerde disiplin denetim ve koordineli çalışmaya

rastlamak mümkün değildir.

İddia makamı hücre yapılanmasından bahsetmiş ise de, aynı

dernek içinde faaliyet gösteren küçük guruplar ve kişiler arasındaki

ilişkilerde dahi sözü edilen unsurlar bulunmamaktadır.

öö) Sözde örgüt içinde eğitim, siyasi bilinçlendirme, ortak

kitle eylemleri, kod adı verilmesi sureti ile gizliliğin

sağlanması ve emir yolu ile amaç suçların işlenmesi söz

konusu değildir.

Silahlı terör örgütünde örgüt içinde yaşanması gereken

hiçbir süreç davada yargılanan sanıklar arasındaki ilişkilerde

gözlemlenmemiştir.

Sanıklar arasında, sözde örgütün amacına yönelik

konularda bilinçlendirmeyi sağlayacak ideolojik ya da silah eğitimi gibi

hiçbir çalışma olmamıştır. Örgütün eğitim yaptığı yer, eğitilen sözde

örgüt mensupları ya da eğitmenlerden bahsetmek mümkün değildir.

Bir tek sanık sözde örgütte eğiticilerden silah ya da bilinçlendirme

173

eğitimi aldığını ifade etmemiş, buna ilişkin somut belgeler çıkmamış,

hiçbir tanıkta ciddi bir beyanda bulunmamıştır.

İddia makamı yargı sürecinde bazı kişilerin kod adı kullandığının

ispatı noktasında olağanüstü çaba göstermiş ise de söz konusu kod

isimlerin bir kısmının kişilerin göbek adı olarak ikinci isim şeklinde

kullanıldığı, bir kısmının ise yaptıkları resmi görevler nedeni ile

çalıştıkları kurumlarca verildiği yazılı belgelerle kanıtlanmıştır.

Böylelikle sanıkların gizliliği sağlamak amacı ile kod isim

kullandıklarına ilişkin iddia tamamen çökmüştür.

Sözde örgütün kurdurduğu STK’nın tamamının ya da önemli bir

kısmının bir araya geldiği tek bir kitle eylemi gösterilemez. Çünkü ismi

geçen STK’ların birbiri ile hiçbir organik ilişkisi olmadığı gibi yönetici

ve üyeleri arasında tanışıklık dahi yoktur.

Sadece kurucuları aynı olan henüz iki derneğin faaliyette

bulunmadığı üç derneğin özel durumu bu konudaki iddiaları ispat

etmekten uzaktır. ( Büyük Hukukçular Birliği, Büyük Güç Birliği ve

Ayasofya Derneği)

Yine eğitim ve bilinçlendirme sonucunda amaç suça elverişli

suçun işlenmesi için sözde örgüt üyelerine emir ve talimat verildiğine

ilişkin hiçbir delilde yoktur. Şiddete dayalı tek suç olan Danıştay

eylemi ile sözde örgüt yöneticileri arasında kurulmaya çalışılan

irtibatın hukuki hiçbir inandırıcılığı yoktur.

ii) Sözde örgütte devamlılık unsuru da yoktur.

Sözde örgütün kuruluşu, sivil açılımı, darbe planları

ve birbirleri arasındaki ilişkiler dikkate alındığında bir örgütte olması

gereken devamlılık unsurunun da bulunmadığını göstermektedir.

Kuruluş tarihi ve yeri belli olmayan sözde örgütün 1999 yılına

kadar geçen 50 yıllık süreçte sözde örgütün kurucuları yöneticileri,

faaliyetleri ve eylemleri konusunda ciddi ve net hiçbir açıklamada

bulunulmamıştır.

174

1999 Yılında sivil açılım yapıldığı tarihte bu açılımı yapan sözde

örgüt yöneticilerinin kimler olduğu, o tarihte yargılanan sanıklardan

kimlerin buna karar verdiği, o tarihte örgüt yöneticilerinin kim olduğu

yine belli değildir.

2003-2004 Yılı sözde darbe planları ile burada yargılanan

sanıklar arasında ciddi ve somut hiçbir ilişki kurulamamıştır.

1999 Yılından itibaren birbirini tanıyan sanık sayısı son derece

azdır.

Sanıkların tanışıklıkları dava da gerçekleşmiş, bir kısmı da 2006

ve 2007 yılları arasında tanışmıştır. Oysa bu tarihlerde de ortada bir

darbe planı yoktur.

Darbe planından önce zemini hazırlayacağı iddia edilen tek bir

STK’u kurulmamıştır.

Görülüyor ki amaca yönelik vahim suçları işlemesi beklenen

silahlı terör örgütünde olması gereken devamlılık unsuruna sanıklar

arasında rastlamak mümkün değildir.

jj ) İddianame ve mütalaada belirtilen sanıkların eylemlerinin

hemen tamamı anayasal hakların kullanımından ibarettir.

Sözde örgüte atfedilen amaç suçların gerçekleşebilmesi

için sözde örgütün eylem ve faaliyetlerinin tümünde hukuka aykırılık

unsurunun bulunması zorunludur.

Mütalaa da ise tam aksi savunulmuş hemen tüm sanıkların

hükümete karşı suçun unsurları olarak gösterdikleri mitinge ve basın

açıklamalarına iştirak, televizyon programı yapmak, köşe yazısı

yazmak, davalar açmak, konferanslar vermek, dernek kurmak gibi

anayasal temel hak ve özgürlüklerin kullanımı çerçevesindeki icrası

hak olan eylemler sayılmıştır.

kk) Sanıkların oluşturdukları iddia edilen sözde örgütün amaç

suçları işlemeye elverişli bir yapısı yoktur.

Örgütün atfedilen amaç suçları işlemeye elverişli araç,

175

gereç ve üye sayısına sahip olması gerekir. Ayrıca oluşturulan yapının

da somut tehlike arz etmesi zorunludur.

Öncelikle sözde örgütün silahı olarak gösterilen silah ve

patlayıcıların sözde örgütle ilişkisi kurulamamıştır. Silahların hemen

tümü kişilere ait olduğu gibi, patlayıcıların sanıklardan bulunduğu

hususu inandırıcı delillerle ortaya konamamış ve sözde örgütle

irtibatlandırılamamıştır. Bu sebeple ortada örgüt silahı yoktur.

Sözde örgüt üyelerinin önemli bir kısmı İstanbul’da oturan ve iş

sahibi olan kişilerdir. İddianamede de sözde örgütün faaliyetlerinin

İstanbul’u seçtiği belirtilmiştir. Oysa hükümete karşı bir suçun

Ankara’da işlenmesinin zorunluluğu ortadadır. Ankara merkezli bir

faaliyet yoktur.

Sözde örgütün faaliyeti olarak gösterilen internet andıcı ya da

irtica ile mücadele eylem planı cebir ve şiddet yolu ile hükümete karşı

suç kapsamında değerlendirilemez.

Darbelerden bahsedilmesine karşılık ortada yürürlükte olan bir

darbe eylem planı bile gösterilmemiştir.

Kaldı ki darbelerin İstanbul merkezli yapılması imkansızdır.

Yargılanan sanıkların hemen tümü emekli iken hangi darbeden

bahsedilebilecektir. Emeklilerin darbe yapacağı iddiası her halde

sadece bu iddianameye özgüdür.

On binlerce sivil toplum kuruluşunun bulunduğu ülkemizde üye

sayısı 500’ü bulmayan 5 dernekle darbe zeminin hazırlanacağı iddiası

her türlü ciddiyetten uzaktır.

Nitekim iddianamede bile meclisin önüne kalpaklarla gidileceği,

kalpak giyip çıkararak darbe zeminin oluşturulacağı iddiası bu konuda

düşülen yetersizliğin ifadesidir.

ll) Kişilerin suç işleme amaçları ile bir araya gelmedikleri araç

suçların yokluğu ve yetersizliğinden anlaşılmaktadır.

Gaye suçları işlemeye yönelmiş, devamlı ve uzun süreli

176

faaliyet gösteren silahlı terör örgütlerinin en önemli özelliği örgüt

mensuplarının vahim boyutta araç suçları işlemiş olmasıdır.

Oysa davamızda gizli belge ve kişisel veri kaydı dışında,

nerede ise araç suça rastlamak mümkün değildir. Sanıkların önemli bir

kısmı açısından bu iki suçun unsurlarının oluşmadığı bir kenara, iki suç

tipi de sanıkların yaptıkları mesleklere kolaylıkla atfedilebilecek suç

türündendir. Silahlı terör örgütü mensuplarına uygun nitelikte suç

tipleri değildir. Daha ziyade meslek suçları arasında sayılır.

Meslekleri itibari ile gazetecilerde, yazarlarda, aydınlarda, emekli

askerlerde çoğu miadını doldurmuş, gizliliği kalmamış birçok belgeye

rastlamak mümkündür. Bu belgeler; sözde örgüt faaliyetleri

çerçevesinde değil, mesleki faaliyetleri sonucunda kendilerinde

bulunmuştur. Nitekim hiçbir gizli belgenin sözde örgüt faaliyeti

çerçevesinde kullanıldığı kanıtlanamamıştır. Keza kişisel veri kaydı da

aynı nitelikte vahim olmayan daha ziyade mesleki suç boyutundadır.

Araç suç bulamayan iddia makamı sözde örgütün yaratılması için

sanıkların mesleki uğraşlarına uygun olarak işlenebileceği iki suçu

yoğun olarak kullanma yoluna gitmiştir.

mm) Sözde örgüt üyelerinin organik bağ içerisinde bulunarak

yoğunluk, çeşitlilik ve süreklilik gösteren eylemleri yoktur.

Burada kastedilen çeşitlilik yoğunluk ve süreklilik

göstermesi gereken yasaya uygun ve hakkın kullanımını ifade eden

hukuka uygun eylemler değildir.

Örgütün ve örgüt üyeliğini gösteren eylemlerdeki yoğunluk,

süreklilik ve çeşitlilik kişilerin temel hak ve özgürlüklerini

kullandıkları faaliyetlere ilişkin olamaz.

Bir köşe yazarının her gün yazı yazması, ya da sanıkların sıklıkla

konferanslar vermesi, televizyon programları yapmaları ya da basın

açıklamalarına katılması bu unsurların varlığını göstermez.

Sözü edilen eylemlerin hukuka aykırı olması ve suç teşkil etmesi

zorunludur.

177

nn) Kendisinden olmayan hükümetleri ortadan kaldırmak amacı

ile kurulduğu ve faaliyet gösterdiği iddia edilen sözde

örgütün bu konuda başarılı olduğu ya da teşebbüste

bulunduğu bir eylemde gösterilmemiştir.

60 Yıldan bu yana faaliyet gösterdiği iddia edilen sözde

örgütün sadece iki hükümete karşı faaliyette bulunduğu iddia

edilmiştir.

Birincisi 59.Ecevit Hükümeti olup, Ecevit’in rahatsızlığının ileri

sürülerek, görevinden uzaklaştırılmaya yönelik faaliyet ve eylemlerde

bulunulduğu iddia edilmiştir. Bu konuda ciddi bir delil gösterilmemesi

bir kenara, olayın mağduru Başbakan bile, böyle bir faaliyetin

olmadığını defalarca dile getirmiştir. Kaldı ki bu hükümeti ortadan

kaldıran sözde örgütün bir faaliyeti değil, koalisyon ortağı Devlet

Bahçeli’nin iradesi olmuştur.

İkinci eylem ise AKP hükümetlerine karşı olduğu iddia edilmiş

olup, buradaki sanıklarının hiçbirinin hükümete karşı suçun icra

unsurunu oluşturan bir eylemi söz konusu olmamıştır.

Görülüyor ki; 60 yıllık sözde örgütün sadece iki hükümete karşı

faaliyette bulunduğu iddia edilmiş ancak ikisinde de fiil-sonuç

arasında bağlantı kurulamamış, yine fiili temsil eden deliller ortaya

konamamıştır.

Bu sebeple bu soruşturmanın gerçek amacı Ecevit hükümeti

bahane gösterilerek, AKP hükümetlerine muhalif olanlara sindirme

operasyonuna dönüştürmek olmuştur.

oo) Silahlı sözde örgütte silahlı eylem yapan yoktur.

Amacına ulaşması için vahim suçlar işlemesi gereken sözde

örgütün iddianamesi incelendiğinde, bu davaya eklenti olarak getirilen

ve buradaki sözde Ergenekon sanıkları ile hiçbir bağlantısı

kurulamayan Danıştay Olayı dışında yargılanan sanıkların silahla

gerçekleştirilmiş oldukları tek bir eylemin, basit yaralamanın hatta

178

havaya ateş açmanın dahi gerçekleştirmediği bir dava ile karşı karşıya

olmamız, sözde örgütün olmadığının bir başka kanıtıdır.

En basit kavganın, yaralamanın, hakaretin bile olmadığı örgüt

yargılanmasında vahim suçlar kapsamında silahlı gasp, banka

soygunları, rehin alma, devlet kuvvetleri ile çatışma gibi hiçbir eyleme

rastlanmaması bir tesadüf değildir.

Böyle bir suç tablosundan silahlı örgüt yaratma çabası beyhudedir.

Bu soruşturma ve sürecin tertip boyutu her taraftan

fışkırmaktadır. Ön yargılardan sıyrılan her makul kişinin bunu

görmemesi mümkün değildir.

öö) İşlenen hiçbir suç sözde silahlı terör örgütü faaliyeti

çerçevesinde işlenmemiştir.

Dosyada sanıkların işlediği iddia edilen vahim nitelikte olmayan,

basit suçların hiçbiri örgüt faaliyeti kapsamında işlenmemiştir.

Yoğunluklu işlendiği ileri sürülen kişisel veri kaydı ve gizli belge

temini suçların her sanığın mesleki faaliyetleri kapsamındaki

faaliyetlerden türetildiği ortadadır.

Bunun dışında ruhsatsız silah, tarihi eser kaçakçılığı, telsiz

yasasına muhalefet gibi suçların hiçbiri sözde örgüt kapsamında

işlenen suçlardan değildir.

pp) Sanıkların sözde örgütün amacını bildiği ve benimsediği,

bunları silahlı olarak gerçekleştirmeye yönelik özel kast taşıdığı

kanıtlanamamıştır.

Sanıkların hemen tümü sözde örgütün ismini bu soruşturma

nedeni ile gözaltına alındığında ya da basından öğrenmiştir. Sözde

örgüt dokümanlarının çıktığı sanık sayısı 6-7 kişiyi geçmemektedir. Bu

dokümanları okuyan sanık yok gibidir. Kaldı ki bu belgelerin

kamuoyunda maruf hale geldiği kanıtlanmıştır.

Hiçbir sanığın iradesinin silahlı eylemler sonucu, cebir ve şiddet

kullanılarak hükümeti ortadan kaldırmaya yönelik olduğuna ilişkin tek

bir delil ortaya konmamıştır.

179

Silahla yaralamanın dahi olmadığı bir sözde örgütte silahla

işlenebilecek vahim suçlara yönelik iradenin varlığı da mümkün

değildir.

Sözde silahlı örgütün gayeye varmak amacı ile ülke çapında çok

sayıda silahlı eylem gerçekleştirmesi gerekirken, hiçbir eyleminin

olmaması da son derece anlamlıdır.

“Silahlı çete” anlam itibarı ile amaca ulaşmak için uzun süreçte

birçok vahim suçu işleyen örgüt olarak nitelendirilir. Oysa sözde

örgütün 60 yılda işlediği tek bir silahlı eylemi yoktur.

rr) Sanıkların sözde örgütteki sözde görev ve

sorumlulukları mesleklerine uygun olarak soruşturma aşamasında

masa başı çalışması ile tespit edilmiştir.

Hiçbir sanığın sözde örgütte yönetici, departman sorumlusu, ara

yönetici, lobi yöneticisi, köprü personel olduğuna ilişkin tek bir sözde

örgüt dokümanına ulaşılamamıştır.

Soyut olarak görevlerin belirtildiği uyduruk belgelerle sanıklar

arasında bir illiyet bağı da kurulamamıştır.

Kovuşturma kapsamında da bu hususta hiçbir delile

ulaşılamamıştır.

Bu sorunun aşılması için sözde örgüt dokümanlarındaki

mücerret görevler, sanıkların mesleklerine, faaliyetlerine ve

toplumsal konumlarına göre masa başında soruşturma kapsamında bol

keseden dağıtılmıştır.

Avukat olan sanık hukuk departmanında, dernek başkanı olan

STK departmanında, gazeteci olan basın departmanında, siyasetçi

olan propaganda departmanından sorumlu tutulmuşlardır.

Bir yazılı ya da sözlü delil olmadan bu tür görev paylaşımının

soruşturma kapsamında yapılması ve bir kısım şemaların hazırlanması

hukuken tasvip edilemez.

ss) Sözde örgütün 1950’den itibaren kurulduğuna ilişkin

gösterilen deliller her türlü hukuki ciddiyetten yoksundur.

180

Mütalaada sözde örgütün NATO tarafından soğuk savaş

döneminden itibaren kurulduğuna ve 50 yıldan bu yana faaliyet

gösterdiğine ilişkin iddialarını Ecevit’in kontrgerilla konusunda siyasi

açıklamasına, dosya sanığı Ferit İlsever’in bir parti adına yaptığı basın

açıklamasına, Memduh Ünlütürk’ten şifahi olarak Ergenekon ismini

duyduğunu söyleyen sanık Erol Mütercimler’in beyanına ve yine bu

kişinin yabancı kaynaklı bir kitapta yapılan yorumuna aktardığı

ifadesine dayandırılması hukuk adına traji-komedi bir durumdur.

50 Yıllık geçmişi olduğu iddia edilen silahlı terör örgütünün

varlığının yukarıdaki verilerle kanıtlanmaya çalışılması, hukukumuzun

sokulduğu çıkmaz sokaklarda düştüğü ibret verici tabloyu göstermesi

bakımından önem arz etmektedir.

İddia makamınca “Kurucuları, kuruluş yerini, kuruluş tarihini

örgüt faaliyet merkezlerini, kuruluş bildirgelerini, yöneticileri, örgüt

üyelerini, örgüt eylemlerini kanıtlayamadık ama Ecevit’in bir beyanı

var, sanıkların basın açıklaması ve duyumları mevcut, yabancı bir

kitapta da yorum yapılmış bunlar örgütün varlığı için yeterlidir”

talihsizliği yaşatılmıştır.

Türk Yargı tarihinde yaşatılan bu sürecin ibretle

anılacağından tereddüdüm yoktur.

şş) Savcıların hazırladığı mütalaada sözde örgütün varlığı

konusundaki iddiaları hukuk adına üzüntü vericidir.

aaa) Susurluk’ta yargıladığınız kişileri, yeniden bu davada sanık

yaparak, Susurluk Kazasında ve yargılamasında ismi geçen kişilerin, bu

davada yargıladığınız sözde örgütün bir hücresi olduğunu nasıl

savunabilirsiniz?

Susurluk ile burada yargılanan diğer sanıklar arasında örgütsel

ilişkiyi kanıtlayacak hangi deliller mevcuttur?

Susurluk’ta yargılanan iki sanığı bu davaya taşımakla, iki dava ve

sanıklar arasında bağlantı kurulamaz.

181

Susurluk’ta sözde örgüt davasından yargılanıp mahkûm

ettiğiniz iki sanığı, burada da yeniden aynı örgüt suçundan

yargılamanız hukuksuzluğun vardığı başka bir boyuttur.

Susurluk sanıkları o davada Ergenekon’un hücresi kabul edilen

Susurluk örgütü davasından mahkûm edilmiş ise verilen cezanın

infazından sonra bir eylemi olmadığı halde bir de buradan sözde örgüt

üyeliğinden nasıl mahkûm edilebilir?

bbb) Sözde örgüt dokümanlarının sözde örgüte ait olduğuna

ilişkin kuşkuyu taşımayan sadece savcılar olabilir. Tam tersine bu

dokümanların buradaki sanıklar tarafından hazırlandığına ilişkin

bugüne kadar hangi somut kanıtı ortaya koydunuz?

ccc) Sözde Ergenekon örgütünün NATO tarafından kurulduğuna

ve isminin de Ergenekon konduğuna ilişkin deliliniz nedir? Hem Türk

kültüründen ötürü bu ismin konulduğunu savunacaksınız, öbür taraftan

da sözde örgütün ismini soy ismi “Ergenekon” olan bir generalle

irtibatlandıracaksınız. Bu yorumlarınızdan hangisini tercih

ediyorsunuz? Yoksa tüm şıklar geçerlidir mi diyorsunuz?

ddd) 1999 Tarihli Analiz belgesinde Derin Devlet’in

Kontrgerilla’nın, Gladyo’nun Ergenekon olduğunun itirafı yeterli

değildir. Analiz belgesini yargıladığınız sanıklar tarafından

hazırlandığı itiraf edilmiş midir? Ya da bu belgeyi sanıkların

hazırladığını kanıtladınız mı? Belge ile sanıklar arasında hangi somut

bağlantılara ulaştınız? Bu sorulara olumlu cevap verilmeden, uyduruk

belgelerdeki itiraflara sığınamazsınız.

eee) NATO’nun kurduğu komünizmle mücadele örgütlerinin

isimleri nedir? Kurucuları kimdir? Faaliyetleri nedir ve nerededir?

Tüm bunlar ispat edilmeden mücerret olarak sözde örgütün kuruluşu,

NATO’nun komünizmle mücadele için kurduğu iddia edilen sözde

örgütlere atıf yapılarak işin içinden sıyrılmak mümkün değildir.

fff) Susurluk sırasında bu sözde örgütün etkin olduğunu

savunuyorsanız, bu durumda bu örgütün faaliyetlerini yöneticilerini ve

182

eylemlerini de bilmeniz gerekir. Buyurun bunları da açıklayın ve

sorumluların hakkında yasal işlem yapın. Çünkü henüz zamanaşımı

dolmamıştır. “Etkindir o yüzden ortaya çıkaramadım” yorumu ile

mütalaa yazılmaz.

ggg) Sözde örgüt 1999 yılında yazılı usule geçmişse; temsil

niteliği olmayan dokümanlarının dışında, doğrudan sanıkların

isimlerinin geçtiği, toplantıların yapıldığı, tek bir yazılı belge

sunamamanızın sebebi nedir?

hhh) Mütalaada emniyetin yaptığı tespitlere dayanmak bir başka

traji-komik haldir. Savcılık sözde örgüt dokümanlarını emniyete

gönderiyor. Emniyetin de; “ben böyle bir örgüte ve eylemine

rastlamadım ama gösterdiğiniz bu belgelere göre sözde Ergenekon

örgütünün terör örgütü olduğunu tespit ettim” demesi bir başka

vahim durumdur.

Uydurma belgelerde belirtilen, hiçbir anlatım ve faaliyetin,

sanıklar tarafından icra edildiğine ilişkin kanıt yoktur.

Emniyetin sanıklarla illiyet bağı kurulmayan belgelere dayalı

değil, bizzat sanıkların işledikleri sözde suç ve eylemlere göre

yorumda bulunması gerekir.

Nitekim sanıklarla ilgili alana girilen kısımlarda, emniyet kişisel

silahlar ve sanıklarla irtibatlandırılamayan patlayıcı maddelere, suçla

ve sanıkla ilgisi olmayan Yargıtay krokisine, telefon sohbetlerine, aynı

bomba olduğunun kesin kanıtı sayılamayan aynı ya da benzer kafile

numaralarına, inandırıcılığı olmayan Gizli Tanık 9’un ifadelerine

dayanarak sözde örgütün, terör örgütü olduğu kanaatine varmıştır.

Böyle bir yorum ve kanaatin, ne ölçüde hukuk, bilim ve mantık dışı

olduğu ortadadır.

Cebir ve şiddet unsuru gerçekleşen eylemlere göre değil, delil

olmaktan uzak bomba irtibat bilgilerine, sanıklarla

irtibatlandırılamayan hazırlık hareketi sayılabilecek kâğıt üzerindeki

183

ya da telefon sohbetlerinde ki eylem hazırlıklarına, kişisel silah ve

sözde örgüt ile ilgisi kurulmayan patlayıcı maddelere dayandırılmıştır.

Sanıklarla irtibatlandırılamayan, sözde belgelerdeki şiddet ve

cebrin benimsendiğine ilişkin yazıları, sözde örgütün terör örgütü

olduğuna ilişkin tespitin gerekçesi olarak gösteremezsiniz.

ııı) Sözde örgütün; bir yandan Anayasa’da yer alan organları yok

saydığını söyleyeceksiniz, sonra da TCK 309. madde yerine TCK 312.

maddede düzenlenen suç ile yargılayacaksınız. Doğru bunun

neresindedir?

iii) Hangi kişisel veri kaydı ya da devletin gizli belgeleri sözde

örgüt amacı doğrultusunda kullanılmış ve eylemde kullanılarak devletin

iç ve dış güvenliği için tehdit oluşturmuştur?

jjj) Sözde örgütün illegal yolla sağladığı tek bir silah yoktur.

Kişilerin bireysel silah temin etmeleri, sözde örgüt adına yapıldığı

iddia edilemez. Hangi silah, sözde örgüt suçunda kullanılmıştır?

Davaya eklenti yapılan Danıştay saldırısı, sözde örgüt ve sözde

Ergenekon sanıkları ile delilsiz olarak irtibatlandırılmaya çalışılmıştır.

kkk) Uydurma belgelerde anlatılan yapının, fiilen uygulamaya

konduğuna ilişkin tek bir somut olay ve deliliniz var mıdır?

lll) Hem sözde örgütün yazılı usule geçtiğini savunacaksınız, hem

de gizlilik prensibini uyguladığını ifade edeceksiniz. Bu nasıl gizliliktir

ki, uydurma tüm örgüt dokümanları basında, internette ve hatta

mahkeme kasasında bulunmakta, sözde örgüt üyeleri rahatlıkla

birbirleri ile telefonda konuşmakta, etkinliklere katılmaktadır? İddia

makamı işine geldiği kuralı, işine geldiği fikri desteklemek için

çelişkilere dikkat etmeksizin kullanmıştır. Varlığı için propaganda

yaptığı iddia edilen sözde örgütün; fark edilmesi halinde gizlenmek

amacı ile dezenformasyona ihtiyacı olur mu?

mmm) Yürütme organını hedef alan bir sözde örgüt bir araya

getirilemeyecek kurumları ve kişileri bir araya getirip disiplini,

hiyerarşiyi sağlamakta güçlük çekmek yerine neden aynı fikirden ve

184

görüşten insanları bir araya getirip daha işlevsel bir yapı

oluşturmasın?

Farklı fikirdeki kişi ve kuruluşları bir araya getirmenin

zorluğunu neden tercih etsin? Kolaylık var iken zoru neden seçsin?

Acaba, projeyi hazırlayanların hedeflerine uygun bir örgüt mü kurmak

istediler de, tercihlerini tertipçiler lehine uyguladılar?

nnn) Henüz yargılanan sanıkların hangilerinin hangi hücrelerde

yer aldığını saptamadan genel bir örgüt şemasını ortaya koymadan,

nasıl olur da, hücre çalışmasından bahsedebilirsiniz? Maalesef bu

davada; yargılanan sanıkların fiilleri değil, uyduruk belgelerdeki

anlatımlar olmuştur. Projeyi hazırlayanlar bu düşünceye uygun olarak,

hücre sistemini seçmişlerdir. Böylelikle sanıkların birbirlerini

tanımamalarına ilişkin açmazlarını da bu yolla aşmaya çalışmışlardır.

ooo) Sözde örgütün bırakınız gayrimeşru bir eylemini, meşru

alanın dışına çıkan bir faaliyeti yoktur. Kişiler yasaların verdiği

hakların icrasından ötürü yargılanır hale gelmiştir.

ööö) Bu davada siyasete uygun olarak, terör ve terör örgütünün

bilimsel ve hukuksal tanımlaması da değiştirilmiştir. Maalesef siyaset

hukuku şekillendirmiştir.

O yüzden bu davanın ve çıkacak kararın hukukiliğinden ve adil

olacağından söz etmek mümkün değildir. Siyasetin girdiği mekânı ilk

terk edenin hukuk ve adalet olduğu unutulmamalıdır.

f-) Neden örgüt yoktur. Ben neden sözde örgüt

üyesi değilim.

1) Dosyadaki hiçbir yazılı delilde ya da dinlenen tanık

beyanlarında sözde örgüt yöneticilerinin her hangi birinden, her hangi

bir konuda emir ve talimat aldığıma ilişkin tek bir sözcük, yazı,

telefon konuşması, mesaj ve benzeri bir ibare mevcut değildir.

2) Gerek şahsım, gerekse diğer sözde örgüt üyeleri üzerinde

oluşmuş bir güç kaynağı yoktur.

185

3) Hukuka uygun bir şekilde, hukuka uygun amaçlar

doğrultusunda ve hukuka uygun faaliyet gösteren yöneticisi ve üyesi

olduğum sivil toplum kuruluşları, sözde örgütün kurduğu kuruluşlar

olarak değerlendirilemez. Bu konuda dosyada bir delilde

bulunmamaktadır.

4) Silahlı örgüt üyesi olabilmem için, bağlı olduğum sözde

örgütün silahlı olduğu konusunda kasten hareket etmem, kastımın ve

irademin sözde örgütün silahlı olduğunu kapsaması gerekir. Bırakınız

başkasında silah olduğunu bilmemi, şahsımda dahi hiçbir silah

çıkmamıştır.

5) Anayasal haklarım olan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı,

dava açma hakkı, ifade özgürlüğüm ve basın özgürlüğü gibi evrensel

temel hak ve özgürlüklerin kullanımı sözde örgüt suçunun maddi

unsuru olarak kabul edilemez.

6) Sözde örgütün sivillere açıldığı iddia edilen tarih ile benim

burada yargılanan sanıklarla tanıştığım tarih arasında sözde örgüt

üyesi olmamı imkansız kılacak tarih farklılıkları mevcuttur.

7) Kovuşturma aşamasında, sözde örgüt yöneticiliğim konusunda

iddianamenin ekindeki delillerden farklı olarak ortaya hiçbir delil

çıkmamasına karşılık bilinen üç kişi ile ilişkimin ileri sürülerek örgüt

üyeliğinin bir kenara bırakılarak, örgüt yöneticiliğinden suçlanmamın

hiçbir mantığı yoktur.

8) Yapılan aramalarda uhdemde uyduruk sözde hiçbir örgüt

dokümanı çıkmamıştır.

9) Sözde örgüt toplantılarına katıldığıma ilişkin hiçbir delil

yoktur. Türk Ortodoks Patrikhanesinin özel günlerinde yapılan

yemekli anma ve kutlamalar sözde örgüt toplantısı değildir.

10) Sözde örgütün ortaya tek bir mali kaynağı, parası, geliri,

para kasası, para transferleri, örgüt üyeleri arasında para alışverişi

konamamıştır.

186

11) Sözde örgütün kurucuları, kuruluş yeri, kuruluş tarihi,

kuruluş belgeleri, kurulduğu iddia edilen 1950’lerden itibaren sivil

açılımın sağlandığı belirtilen 1999 yılına kadar tek bir eylemi ve

dokümanı ortaya konamamıştır.

12) Sözde örgüt dokümanları, yaratılan yapay örgütle uygun

olarak yaratılmış uydurma belgelerdir.

13) Sözde örgütün hiyerarşik yapısı ortaya konamamıştır.

14) Sözde örgütün mensuplarının aynı yönde hareket ederek aynı

amacı hedeflemeleri şartı gerçekleşmemiştir.

15) Sözde örgütün şiddete dayalı ortak eylem programı ortaya

konamamıştır.

16) Soruşturma kapsamında ele geçirilen silahların sözde örgüte

ait olduğu kanıtlanamamıştır.

17) Sözde örgütte, amaca uygun olarak örgüt faaliyetlerini

disipline eden, ahenkli hale sokan sözde, örgüt üyelerinin eylemlerini

koordine eden yöneticiler mevcut değildir.

18) Sözde örgüt içi eğitim, siyasi bilinçlendirme, ortak kitle

eylemleri, kod adı verilmesi sureti ile gizliliğin sağlanması ve emir yolu

ile amaç suçların işlenmesi söz konusu değildir.

19) Sözde örgütte devamlılık unsuru yoktur.

20) İddianamede ve mütalaada sanıkların eylemlerinin hemen

tamamı anayasal hakların kullanımından ibarettir.

21) Sanıkların oluşturdukları iddia edilen sözde örgütün amaç

suçları işlemeye elverişli bir yapısı yoktur.

22) Kişilerin suç işleme amaçları ile bir araya gelmedikleri araç

suçların yokluğu ve yetersizliğinden anlaşılmaktadır.

23) Sözde örgüt üyelerinin organik bağ içerisinde bulunarak

yoğunluk, çeşitlilik ve süreklilik gösteren eylemleri yoktur.

24) Kendisinden olmayan, hükümetleri ortadan kaldırmak amacı

ile kurulduğu ve faaliyet gösterdiği iddia edilen sözde örgütün bu

konuda başarılı olduğu ya da teşebbüste bulunduğu bir eylemde

187

gösterilmemiştir. Ecevit hükümeti örneği hukuki ciddiyetle

bağdaşabilecek bir örnek değildir. Başbakan Ecevit’in minnet duyup

teşekkür ettiği Başkent Hastanesinin ve Mehmet Haberal’ın sorumlu

gösterilmesi, iddia makamının düştüğü açmazın ifadesidir.

25) Silahlı sözde örgütte silahlı eylem yapan yoktur. O yüzden

Danıştay Saldırısı gerçek dışı delillerle bu davaya eklenme ihtiyacı

duyulmuştur.

26) İşlendiği iddia edilen hiçbir suç sözde silahlı terör örgütü

faaliyeti çerçevesinde işlenmemiştir.

27) Sanıkların sözde örgütün amacını bildiği ve benimsediği,

bunları silahlı olarak gerçekleştirmeye yönelik özel kast taşıdığı

kanıtlanamamıştır.

28) Sanıkların sözde örgütteki sözde görev ve sorumlulukları

mesleklerine göre soruşturma aşamasında masa başı çalışması ile

gerçekleştirilmiştir.

29) Sözde örgütün 1950’lerden itibaren kurulduğuna ilişkin

gösterilen deliller her türlü hukuki ciddiyetten yoksundur.

C) DELİLLERİMİN ÜZERİNDE YENİ MODA TABİRİ İLE

YAPILAN SEHVENLER

Aşağıda belirteceğim delillerim üzerinde yapılan yeni moda tabiri

ile “sehvenler” soruşturmanın ve devam etmekte olan kovuşturmanın,

evrensel hukuka uygunluğu noktasında herkesi endişeye düşürecek

boyuta ulaşmıştır.

Soruşturmanın ve giderek kovuşturmanın emniyetin gölgesinde

yapılması, savcı ve hâkimlerimizi, kolluğun düzenlediği deliller

sonucunda akıbeti baştan belirlenen kararlara imza atan uygulayıcı

konumuna düşürmekte, çoğu zaman adaleti başladığı emniyetin

koridorlarında bitirmektedir.

188

Hukuk devletinin en önemli kriterlerinden biri, ceza dosyalarına

emniyetin nüfuz ve etkisini en alt düzeye indirgemektir.

—Karar aşamasına gelen dosyamızda birçok delillerimizi

emniyetten soruyorsak, savcı dosyada bulunmayan HTS kayıtlarına

göre mütalaa verebiliyorsa;

— Emniyetin yargılama ile bütünleşmesinin hukukun ve adaletin

sağlanması yönünden ne büyük bir tehlike olduğunu göremiyor isek,

gelinen noktada hukuk devleti adına bir arpa boyu yol alamamışız

demektir.

Aşağıdaki beyanlarım sadece şahsıma ait delillere ilişkin

sehvenlerdir. Diğer sanıklarla birlikte bilenen ve bilinmeyen sehvenler

dikkate alındığında asla hata yapılmaması gereken ceza

yargılamamızın ne hale geldiğini görüp de üzülmemek mümkün değildir.

1-) Şahsıma ait olmadığı, yapılan yazışmalar sonucunda

Mustafa Uzunoğlu’na ait olduğu belirlenen 0 532 211 48 01 numaralı

telefondan, 0 532 214 33 54 numaralı telefonuma 365 adet telefon

numarası yüklenmiş, telefonumun rehberindeki 140 adet telefon

numarası ile birlikte 505’e ulaşan telefon numarası soruşturma

şüphelisi Ahmet Ceyhan’ın 0537 611 94 81 numaralı telefonuna

yüklenmiştir.

Böylelikle ismim ve telefonum yüklemelerin yapıldığı

0 532 211 48 01 numaralı telefon nedeni ile Pınar Sitesi bilirkişi

raporlarına 49 yerde haksız olarak geçirilmiştir.

Mahkemenizden defalarca 0 532 211 48 01 numaralı telefonun

Alparslan Arslan’ın telefon rehberinde yer alması nedeni ile telefonun

adına kayıtlı olduğu Mustafa Uzunoğlu ile ilişkisinin ortaya çıkarılması

yönünden talep ettiğimiz basit bir emniyet araştırması dahi

yaptırılmamış, bu telefonun şahsıma ait telefon incelemesinin yapıldığı

189

tarihte Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde hangi sebeple

bulunduğu sorulmamıştır.

Emniyet tüm bu yapılanları “SEHVEN” sözcüğü ile açıklamıştır.

Mahkemenizin 09.11.2012 tarihli ara kararının 27/a bendinde

telefon rehberimde, beyan etmiş olduğum 140 adet telefonun

bulunduğunun belirtilmiş olmasına rağmen, sanki bu kadar yazışma

yapılmamış, ara karar tesis edilmemiş, bu konuda tanık dinlenmemiş

gibi tüm sanıkların telefon rehber bilgileri ile ilgili olarak yaptırılan

12.04.2013 tarihli toplu HTS raporunda 0 532 211 48 01 numaralı

telefon ve bu telefonu rehberinde bulunan 365 adet telefon bana

aitmiş gibi işlem yapılmış, böylece şahsımla hiçbir ilgisi olmayan birçok

gerçek dışı eşleşme yapılmış ve irtibatlar kurulmuştur.

Bu davada bırakınız kendimizi savunmayı, yıllarca uğraş vermiş

olmamız sonucunda yapılan sehvenler emniyetçe ve mahkemece kabul

edilmiş olmasına rağmen düzeltilmemekte, gerçek dışı

irtibatlandırmalar yoluyla sözde örgüt bağlantıları kurulma yoluna

gidilmektedir.

Nitekim tüm sanıklarda ele geçtiği iddia edilen telefon

rehberlerinden oluşturulan 12.04.2013 tarihli HTS raporunda,

telefonuma 0532 211 48 01 numaralı telefondan yüklenen 365 adet

telefonun, benim telefon rehberimden çıkmış gibi değerlendirilip

eşleştirme yapılması, mahkemenin kendisinin verdiği ara karara dahi

uymadığını göstermektedir.

Mahkeme 09.11.2012 tarihli ara kararının 27/a bendinde verilen

ara kararda, her rehberde çıktığı iddia edilen telefon numaralarının o

rehbere ait olduğuna ilişkin karar doğrultusunda rehberimde çıkan

140 adet telefon numarası ve ismi dışında, diğer isim ve numaraları ile

bir irtibatımın olmadığının kabulüne rağmen, tam aksi yönde HTS

raporlarının tanzimi kabul edilecek bir tutum olamaz.

190

Düzenlenen bilirkişi raporlarında mahkemenin ara kararları dahi

dikkate alınmamakta, bu yolla hiç tanımadığım yüzlerce kişi ile

irtibatım varmış gibi gösterilmiştir.

Dava maalesef bırakınız var olan tanışıklıkların farklı

yansıtılmasına, gerçek dışı irtibat ve tanışıklıkların oluşturulduğu

yapay sözde örgütsel ilişkileri yumağı haline dönüştürülmekle, önemli

ölçüde hukukun dışına taşmış bulunmaktadır.

Soruşturma ve kovuşturma kapsamında yapılan hatalar sonucu

yaratılan yapay delillerin aksini kanıtlamak için yıllarca uğraşır hale

gelinmiştir.

Yargılama ve emniyet makamları sehven yaratılan delilleri kabul

etseler bile, hemen her işlemde yeniden huzurumuza getirilmekte,

siyasi davalarda sehven ya da maksatlı yaratılmış olsa da hiçbir delil

çürümez anlayışı hakim kılınmıştır.

2-) BHB’de çıktığı iddia edilen, 22.01.2008 tarihli dernek arama

tutanağında ve 23.01.2008 tarihli inceleme tutanağında 9 adet

CD’den, 6 nolu CD’de olduğu iddia edilen fotoğraftaki toplantının yeri

ve tarihi mütalaanın 96 ve 368.sayfalarında farklı belirtilerek yanlış

sonuçlar çıkartılmıştır.

Fotoğraftaki toplantı Türk Ortodoks Patrikhanesinde olmasına

karşılık, inceleme tutanağında ve mütalaanın 368.sayfasında BHB’de

olduğu iddia edilmiş, muhtemelen 2007 yılına ait bir toplantı 2005

olarak geriye götürülüp, tanışma tarihleri eskiye taşınmak istenmiştir.

Mütalaanın 2 ayrı sayfasında aynı fotoğrafa ilişkin farklı tarih

ve yerlerin yazılmasını da SAVCILIĞIN SEHVENİ OLARAK KABUL

ETMEKTEYİZ.

3-) Şahsıma ait 25.10.2007 tarihli iletişimin dinlenmesine ilişkin

hakimlik kararı ile savcılığın hakimlikten yapmış olduğu talep yazısında

öylesine ayniyet vardır ki tesadüf olsa gerek kararda bir sözcükte

191

unutulan harf, talepte de unutulmuştur. Virgüller, noktalar, imla

hataları ve kullanılan sözcükler hem talepte hem de kararda aynıdır.

(Örneğin talep yazısında “dinlenmesi” sözcüğü “inlenmesi” olarak

yazılmış kararda da aynı hata tekrar edilmiştir.)

Karar ve talep yazısı adeta aynı bilgisayardan, aynı anda çıkmış

gibidir. Savcılık talepte bulunmuş olmasına rağmen, kararda talepte

bulunan makam olarak “ Emniyet” yazılmıştır. Bu şekilde yazılımın tek

örneği bu karardır.

Karara ek klasörlerde, emniyetten gelen belge ve

yazışmalarda, tarihine göre yapılan yazışma ve belgeler cetvelinde

rastlanamamıştır.

Karar üzerinde hiçbir havale tarihi yoktur. Yönetmelik

hükümlerine rağmen değişik iş defterlerinde kaydı yoktur.

Sadece karar kartonundan çıkmıştır.

Böyle bir dinleme kararının usulüne uygun olduğundan

bahsetmek mümkün değildir.

Usulsüz dinleme kararını da hakimliğin SEHVENİ OLARAK

KABUL EDİYORUZ.

4-) 2.Ergenekon davası sanıklarından Mustafa Dönmez’i

tanımadığım ve hiçbir telefon irtibatım olmadığı halde, 2.Ergenekon

iddianamesine 5 adet telefon görüşmemizin olduğu yazılmıştır. Yapılan

araştırmalar sonucunda görüştüğüm Mustafa Dönmez’in sadece isim

benzerliği olan müvekkilim olduğu, nüfus kaydının farklı olduğu, ibraz

edilen dava dosyası, vekaletname ve HTS kayıtları ve nüfus kayıtları

ile ortaya çıkarılmıştır.

Bu SEHVENİ de savcılığın hanesine yazmakla birlikte siyasi

davalarda delilin yanlışlığını mahkeme ve savcılık kabul edip, ara karar

tesis edilse bile çürümezliği ilkesi uyarınca Mustafa Dönmez’le

aramda hayali telefon irtibatı ile örgütsel bağ oluşturulmaktan imtina

edilmemiştir.

192

5-) İddianamede Merdan Yanardağ’ın tarafıma mesaj attığı

belirtilerek sözde örgütsel bağ kurulmuştur. İbraz edilen belgeler ve

HTS kayıtlarından, mesajın Merdan Yanardağ’a ait olmadığı, Merdan

Aydın isimli birine ait olduğu ortaya çıkmıştır. Bu sehven de savcılığa

ait olmasına rağmen, savcılık bu sehvene rağmen, Merdan Yanardağ ile

aramda sadece bu hatalı mesaja binaen mütalaada örgütsel ilişki

içinde olduğumuzu yazmaya devam etmiştir. Ne demiştik siyasi

davalarda hiçbir delil çürümez demiştik!

6-) BHB’nin çaycısı Asım Demir’in; emniyet ve savcılık ifade

tutanaklarında; kuvvai milliye derneğinin üyesi olduğuna ilişkin bir

beyanı olmadığı halde, iddianameye beyanında üye olduğunu söylemiş

gibi yazılmış, böylelikle şahsım ile Kuvvai Milliye Derneği arasında

Asım Demir yolu ile irtibat kurulmaya çalışılmıştır.

7-) Alparslan Arslan’ın telefon rehberi el konulduğu tarihten

itibaren 3 yıl, 4 ay, 6 gün sonra açılmış ve rehber kayıtlarına

ulaşılmıştır. Yüklemelerin hangi tarihte yapıldığı konusunda yaptığımız

müteaddit itirazlar üzerine bu defa 1,5 yıl sonra telefonun açılmaması

nedeni ile verilere ulaşılamadığına ilişkin rapor verilmiştir. Israrla

telefona yeni pil takılarak, telefon şirketinde, TÜBİTAK’ da ya da

üniversite laboratuarlarında açılıp veri yüklemesinin ne zaman

yapıldığı konusunda rapor alınmasını istememize rağmen bu

taleplerimiz reddedilmiştir.

Telefona el konulduğunda imajı alınmamıştır.

Bir süre de olsa emniyet denetiminde kalan telefondaki 5000’e

yakın veri kaydının (e- posta adresleri) hemen tümünün ulusalcı-

milliyetçi ve Atatürkçü düşünceye sahip kişi ve kurumlara ait olması,

sanığın mail atmasını bilmediğinin tüm tanıklarca teyit edilmesi,

ifadesinde sanığın bu mail adreslerinin kendisine ait olmadığını beyan

193

etmesi karşısında, veri yüklemesi konusu cevaplandırılamayan bir konu

olarak kalmıştır.

3 Yıl 4 ay sonra açılan telefon her nedense, yükleme

tarihlerinin açığa çıkma ihtimali karşısında 1,5 yıl sonra açılmaz

olmuştur. Mahkemenin bu şüpheleri yenmek için yaptırması gereken

incelemeleri yaptırmayıp, kalemde tam gün istihdam eden bilirkişilerin

yetersiz ve ön yargılı raporları ile yetinmesi adalet adına üzüntü

vericidir.

8-) İşçi Partisinden çıkan 131 nolu CD’de Berlin’de Vural savaş ve

Doğu Perininçek ile fotoğraflarımın olduğu iddianameye yazılmış,

yapılan yazışma sonucu emniyet Kemal Kerinçsiz’in isminin sehven

geçtiğini öyle bir fotoğrafın olmadığını belirtmiştir.

9-) Engin Zorba isimli soruşturma şüphelisi ile telefon tapelerim

çıkarılmış, ancak bu şahsın tarafımdan tanınmadığı ve HTS kayıtlarına

göre görüşmemin olmadığı ortaya çıkınca, emniyetle yapılan yazışma

sonucu Kemal Kerinçsiz isminin tapelere SEHVEN yazıldığı

belirtilmiştir.

10-) İddianameye sanık Rıza Ferit Bernay’ın bilgisayarında

tarafıma ait bir yılbaşı tebrik mesajının bulunduğu yazılmıştır. Yapılan

yazışma sonucunda EMNİYET KEMAL KERİNÇSİZ isminin sehven

yazıldığını belirtmiştir.

11-) Erkut Ersoy’u hayatımda hiç görmediğim halde iddianamenin

1863. sayfasında fotoğrafımız olduğu yazılmıştır. Ancak ortada hiçbir

fotoğraf yoktur. Bu da hayali bir delildir. Ama olsun, amacımız sözde

örgütsel bağ olduktan sonra bu kadar küçük yanlışlığın önemi mi olur.

194

12-) Fikri Karadağ ifadesinde şahsımı Türk Ortodoks

Patrikhanesinde gördüğünü belirtmiş, ancak iddianameye “görmek”

fiili “tanımak” olarak geçmiştir. Bu iki kişinin tanıştığını ispat etmek

için gösterilen gayretin yanında bu sehvenin lafı olur mu?

13-) Süleyman Esen’in bürosunda şahsıma ait bir kartvizitin çıktığı

iddia edilmiş, her nedense defalarca talep etmemize rağmen bu kart

vizite ulaşılamamıştır.

14-) Büyük Güç Birliği hakkında açılan davadan, Orhan Pamuk

davasında, adliye önündeki bazı kişiler hakkında açılan soruşturmadan

bahsedilmiş ancak o tarihte verilen kapatmanın ret kararından ve

kişiler hakkında verilen beraat kararından hiç bahsedilmemiştir.

Savcılık için dava açıldıysa sonucu hiç önemli değildir. Sanığın

suçlanması için dava açılması nasıl olsa yeterlidir. Kararlar sehven

görülmemiştir.

15-) İsmim, Mehmet Haberal’da çıkan bir belgede önümüzdeki

toplantıya davet edilecekler listesinde yer almasına rağmen, sanki bu

toplantılara daha önce katılıyormuş gibi Danışma Kuruluna teklif

edilenler listesinde gösterilmiştir. Bu SEHVEN DE İDDİA

MAKAMINA AİTTİR.

16-) M. Zekeriya Öztürk’le asla yapılmayan 4 görüşme, her iki

sanığın HTS kayıtlarında olmamasına rağmen, hazırlanan 299 nolu

grafikte, 31.05.2006 tarihinde 00.00’da, 04.05.2006 tarihinde

21.16’da, 21.52, 21.52’de yapıldığı iddia edilen görüşmeler rapor ve

grafiklere eklenmiştir. Buda emniyetin sehvenlerinden biridir.

17-) İhsan Göktaş’la görünen bir mesaj, iki görüşme olarak,

İbrahim Şahin’le bir mesaj ( ki İbrahim Şahin’i tanımadığımdan bu

195

mesaja da itirazım vardır) iddianameye 2 görüşme olarak geçmiştir.

Sanıklarla olan telefon görüşmelerinin hemen tamamı sayı olarak

yükseltilmiştir. Adeta sözde örgüt gerçek olmayan telefon sayıları

üzerine tesis edilmeye çalışılmıştır.

18-) Oktay Yıldırım’ın BGB Derneğinin üyesi olmadığı yapılan

yazışmalar sonucunda ortaya çıkmasına rağmen hale üyesiymiş gibi

mütalaada yer alabilmektedir.

19-) Genel Kurmay Başkanlığından müvekkilime gönderilen yazıda;

Danıştay ile ilgili dosyamıza gönderilen 22.06.2012 tarihli yazı ekinde

bulunan şemanın Genel Kurmay Başkanlığı tarafından hazırlandığı

kabul edilmemesine rağmen, iddia makamı Genel Kurmay Başkanlığınca

hazırlandığını iddia edebilmiştir. Yazılı belgeye rağmen gerçeğin inkarı

kabul edilebilecek bir tutum değildir.

20-) Müvekkilimin soruşturma aşamasında müdafiliğini yaptığı

Muzaffer Tekin’in bizzat savcılık tarafından kendisine teslim edilen

delillere el konularak bu defa müvekkilimin delili haline getirilmiştir.

21-) Oktay Yıldırım, Fener Rum Patrikhanesi önünde yapılan hiçbir

etkinliğe katılmadığı ve bu husus emniyetten gönderilen yazı ve

resimlerle sabit olmasına rağmen, iddianamede katıldı denebilmiştir.

22) 22.01.2008 Tarihli BHB Derneğinin arama tutanağının

2.sırasında ve 8.sırasında 1’den 9’a kadar sıralanmış 18 adet CD’den

bahsedilmesine karşılık, sadece 9 adet CD hakkında 23.01.2008

tarihli inceleme tutanağı tutulmuş, diğer 9 adet CD hakkında hiçbir

inceleme tutanağı tutulmamıştır. İnceleme tutanağı tanzim edilen 9 ve

6 nolu CD’nin imajı istenmesine karşılık gerek esas hakkında savunma

yaptığım tarihe kadar imajları tarafımıza teslim edilmemiştir.

Bu inceleme tutanağı karşısında;

___ Ortada 9 adet mi yoksa 18 adet mi CD vardır?

196

___ CD’lerin imajı neden tarafımıza verilmemektedir?

___ Talep etmediğimiz halde hangi sebeple CD imajı üzerinde

inceleme yapılmıştır?

___ İnceleme neden asıl CD bırakılarak CD imajı üzerinden

yapılmıştır?

Bu sorulara halen cevap verilmemiştir.

Hemen tüm delillerin el konmasında, saklanmasında ve

incelenmesinde ki hukuka aykırılıklar bu CD’ler konusunda da kesif

olarak devam etmektedir.

23) Büyük Hukukçular Birliği Derneğinin aranmasında tutulan

22.01.2008 tarihli arama tutanağının 5.sırasında belirtilen 3 sayfalık

“Türkiyem Topluluğu İstanbul Yürütme Kurulu görev bölümü

01.05.2006 tarihli bilgisayar çıktısı”nın üzerindeki Oktay Yıldırım’ın

bilgisayarından çıkan” notunun bulunması ve aynı delilinin sanık Oktay

Yıldırım’da çıkması, bu delilin açıkça derneğe taşındığını

göstermektedir.

Dernekte yapılan arama usule aykırıdır.

Derneğin hiçbir yöneticisi aramada yoktur.

Bu sebeple arama sonucu temin edilen bilgisayar hart diskinin,

CD’lerin ve CMK 134.madde kapsamındaki delillerin hiçbirinin imajı

bırakılmamıştır.

Dernekte el konulan tüm deliller hukuk dışı temin edilmiştir.

Nitekim üç sayfalık bu belgenin üzerindeki not dahi bu belgenin

Oktay Yıldırım’ın delili olup, irtibat kurma noktasında derneğe

taşındığının açık kanıtıdır.

Dernekte bulunduğu iddia edilen üç sayfalık bu delilin üzerine el

yazısı ile yazılmış bu notun emniyet mensuplarınca yazıldığı

anlaşılmaktadır.

Hiçbir delilin üzerine bu tür yazıların yazılması doğru değildir.

Bu durum açıkça delilin tahrifi anlamına gelir.

197

Kaldı ki Oktay Yıldırım’ın evinden çıkan dört sayfalık çıktının

Ramazan Bakkal’ın isminin yazıldığı 3.sayfasının olmayışı son derece

anlamlıdır. Dört sayfalık belgeden bu sayfanın çıkarılışı belgenin kimin

tarafından düzenlendiği konusunda bir şüphe yaratılması

amaçlanmıştır.

Söz konusu belgenin Ramazan Bakkal tarafından yazıldığı

anlaşılmıştır. Ancak bu sayfa çıkartılarak derneğe konulması, sanki bu

belgenin Oktay Yıldırım tarafından düzenlendiği izlenimi verilmek

istenmiştir.

24) İddianamede ve mütalaada Oktay Yıldırım’ın Yeni Hayat

dergisinde yayınlanan “Bu bir dip dalgasıdır” başlıklı yazısının yer

aldığı iddia edilmiştir.

Bu iddia ve delilde gerçek dışıdır.

Oktay Yıldırım’ın bilgisayarından çıkan bir çıktının bir sayfası

eksik bırakılarak derneğe taşınması sadece suni delil yaratmaya

yönelik bir çabadır.

Dernek arama tutanağında Yeni Hayat dergisinde Oktay

Yıldırım’ın yayınladığı bir yazı çıkmamıştır. Üç sayfalık yürütme

kuruluna ilişkin yazıda Oktay Yıldırım’ın değil, Türkiyem Topluluğu

üyesi Ramazan Bakkal’ın hazırladığı bir yazıdır.

Tutanakta yer almayan ibareler kullanılarak taşınan deliller

üzerinde bile oynanarak yapay delil yaratmada hiçbir sınır

tanınmamıştır.