Upload
others
View
5
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
I
ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI
Osman ASLAN
TANTAVÎ CEVHERÎ ÖRNEĞİNDE BİLİMSEL TEFSİR
YÜKSEK LİSANS TEZİ
TEZ YÖNETİCİSİ
Doç. Dr. Orhan ATALAY
ERZURUM-2006
II
TEZ KABUL TUTANAĞI
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE
Bu çalışma, Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalının Tefsir Bilim Dalında
jürimiz tarafından Yüksek Lisans tezi olarak kabul edilmiştir.
Doç.Dr. Orhan ATALAY
Danışman/Jüri Üyesi
Prof.Dr. Lütfullah CEBECİ Y.Doç.Dr. Kemal POLAT
Jüri Üyesi Jüri Üyesi
Yukarıdaki imzalar adı geçen öğretim üyelerine aittir. 24 / 03 / 2006
Prof.Dr. Vahdettin BAŞCI
Enstitü Müdür V.
III
İÇİNDEKİLER ÖZET…………………………………………………………………………....III ABSRACT……………………………………………………………………....IV KISALTMALAR………………………………………………………………...V ÖNSÖZ……………………………………………………………………...…..VI GİRİŞ
XX. Yüzyıla Kadar Bilim Tarihine Kısa Bir Bakış .................................... 5 Eski Uygarlıklarda Bilim.......................................................................... 7 Orta Çağ Avrupa’sında Bilim .................................................................. 9 Orta Çağ İslâm Dünyasında Bilim ........................................................ 10 Skolastik Dönemde Bilim...................................................................... 15 Rönesans ve Modern Bilim .................................................................. 16 XVII, XVIII ve XIX. Yüzyıllarda Bilim..................................................... 17 XX. Yüzyılda Bilim................................................................................ 19 Din ve Bilim .......................................................................................... 20 XX. Yüzyıl İtibariyle İslâm Dünyasında Bilim ........................................ 23
BİRİNCİ BÖLÜM 1. BİLİMSEL TEFSİR ............................................................................... 25
1.1. İlmî Tefsirin Tarihsel Arka Planı..................................................... 25 1.2. İlmî Tefsir’in Genel Tanımı, Alanı, Kapsamı, Aklî ve Naklî Delilleri 28
1.2.1. İlmî tefsir ekolünü savunanların delilleri .................................. 29 1.3. İlmî Tefsirin Fikrî Temelleri ............................................................ 31 1.4. İlmî Tefsir Ekolünün Son Dönem Önemli Temsilcileri.................... 33
1.4.1. Muhammed b. Ahmed el-İskenderânî (v: 1888 m.) ................. 33 1.4.2. Abdurrahman el-Kevâkibî (v: 1902 m.) ................................... 33 1.4.3. Gazi Ahmed Muhtar Paşa (v: 1918 m.)................................... 34 1.4.4. Mustafa Sâdık er-Râfiî (v: ?) ................................................... 34 1.4.5. Abdülaziz İsmail (v: 1942 m.).................................................. 34
1.5. İlmî Tefsirin Eleştirisi ..................................................................... 35 1.5.1. Şâtibî’nin ilmî tefsire yönelttiği tenkitler ................................... 35 1.5.2. Emin Hûlî’nin ilmî tefsire yönelttiği tenkitler............................. 37
1.6. İlmî Tefsir Hakkında Genel Değerlendirme ................................... 38 İKİNCİ BÖLÜM 2. TANTAVİ CEVHERÎ ÖRNEĞİNDE BİLİMSEL TEFSİR ....................... 41
2.1. Tantavî Cevherî’nin Hayatı ............................................................ 41 2.2. Eserleri .......................................................................................... 48
2.2.1. el-Cevâhir Fî Tefsîri’l-Kur’ân ................................................... 49 2.3. Tefsirdeki Metodu.......................................................................... 51 2.4.Bilimsel Tefsir Örnekleri ................................................................. 59
2.4.1. Fizik evren (uzay) ................................................................... 59
IV
2.4.2. Yaratılış................................................................................... 65 2.4.2.1. İnsanın yaratılışı ve evrim teorisi ...................................... 66
2.4.3. Biyoloji (Canlıların üremesi) .................................................... 67 2.4.4. Coğrafya ................................................................................. 69 2.4.5. Psikoloji.................................................................................. 71 2.4.6. Tıp.......................................................................................... 72 2.6.7. Genel Değerlendirme.............................................................. 72
SONUÇ ................................................................................................ 75 KAYNAKÇA.......................................................................................... 78 ÖZGEÇMİŞ .......................................................................................... 81
ÖZET
YÜKSEK LİSANS TEZİ
TANTAVÎ CEVHERÎ ÖRNEĞİNDE BİLİMSEL TEFSİR
Osman ASLAN
Danışman : Doç.Dr. Orhan ATALAY
2006, Sayfa: 78 + 6
Jüri : Doç.Dr. Orhan ATALAY
Prof.Dr. Lütfullah CEBECİ
Y.Doç.Dr. Kemal POLAT
Tek bir fertle başlayan insanlığın, sayı itibariyle milyar sınırını çoktan
geçtiği günümüzde aklın, sahip olunabilecek en büyük güç haline geldiğini
görmekteyiz. Zîra akıl bilgiyi, bilgi ise gücü doğurmuştur. İnsanlığa dünya ve
Ahiret saadetini va’d eden İslam dini de müntesiplerini akla ve bilgiye
yönlendirmiştir. Bu bağlamda gerek Kur’ân-ı Kerim’den gerekse Hz.
Peygamberin hadislerinden konuya işaret eden bir çok delil bulmak mümkündür.
Hatta ilk dönemlerden itibaren Kur’ân’ın bütün ilimlerin kaynağı olduğu savunula
gelmiştir. Zamanla “bilimsel/ilmî tefsir” adı verilen, Kur’ân’ın bilimsel veriler
ışığında yorumlanması girişimlerinin arttığını görürüz. Bu silsilenin belki de en
büyük halkasını 1940 yılında vefat etmiş olan Mısırlı İslam alimi Şeyh Tantavî
Cevherî oluşturmaktadır. O’nun bu alanda yazmış olduğu ve en büyük eseri olan
“el-Cevahir Fî Tefsir’il-Kur’ân’i’l-Kerim” adlı tefsir kitabı hâlâ sahasında tek
olma vasfını sürdürmektedir.
Bir yandan İslam’ın ilme muarız olmadığını, bilakis ilmi ve ilmî
hareketleri desteklediğini ispat etmek; öte yandan ilmî sahada oldukça geri kalan
Müslümanları içerisinde bulundukları gafletten uyandırmak ve böylece İslâm
dünyasının maddî ve manevî anlamda ayağa kalkmasını sağlamak gayesiyle
yazılmış olan bu tefsir, lehte ve aleyhte birçok tartışmayı da beraberinde
getirmiştir. Bu çalışmamızda konuya açıklık kazandırmak için Tantavî Cevherî
örneğinde bilimsel tefsir konusunu ele almaya çalıştık.
2
ABSTRACT
MASTER THESIS
THE SCIENTIC OF COMMENTARY IN EXAMPLE OF TANTAWİ AL-JAWHARİ
Osman ASLAN
Supervisor : Assoc.Prof.Dr. Orhan ATALAY
2006, Page: 78 + 6
Jury : Assoc.Prof.Dr. Orhan ATALAY
Prof.Dr. Lütfullah CEBECİ
Assist.Prof.Dr. Kemal POLAT
In today which the humanity that began with one person passed billions,
we observe that the reason became the biggest power. Because the reason has
produced science, the science has produced the power. Islam which promises
happiness in this life and after death has encouraged believers to using their
reason and the science. İt is possible to find the many evidences indicated to this
topic in Qur’ân and Hadith.
Consequencely, we observe that the Qur’ân was been interpreting in view
of datas of science. The most important ring of this series is famous Egyptian
scholar Tantawi al-Jawharî. Al-Jawahir Fî Tafsir al- Qur’ân al-Kerîm which he
wrote in this area continues yet being only one book in the area. This
commentary, which was written to proof that Islam is not opposite to science and
to encourage the developing of the Muslim World, caused many debates in favor
of and against.
By this research, for explaining this topic, we studied scientic commentary
in example of Tantawi al-Jawharî.
3
KISALTMALAR
a.g.e. : Adı geçen eser
b. : Bin,ibn
Bk. : Bakınız
C. : Cemal
Dr. : Doktor
h. : Hicrî
Hz. : Hazreti
m. : Mîladî
M.Ö. : Milattan önce
M.S. : Milattan sonra
Prof. : Profesör
r.a : Radıyallahu anh
S. : Suat
s : Sayfa numarası
s.a.v. : Sallallahu aleyhi ve selem
sy : Sayı
trc : Tercüme eden
trsz. : Tarihsiz
v : Vefatı
vd : ve devamı
yy : Yüzyıl
4
ÖNSÖZ
Bilindiği gibi, Kur’ân, insanlığın hidayeti için Hz. Muhammed (a.s.)’e
gönderilmiş olan ilâhî bir kitaptır. O’nun hükmü kıyamete kadar geçerlidir ve O,
bütün insanlığa hitap etmektedir. İnsanların dil, kültür ve anlayış bakımından
farklılık arz etmesi, Kur’ân’ın eşsiz mükemmelliği ile birleşince ortaya çeşitli
tefsir akımları çıkmıştır.
Biz, bu tezimizde Hz. Peygamber’den sonra İslam dünyasında ortaya çıkan
tefsir akımları arasında özellikle XX. yy.da giderek yaygınlaşan “Bilimsel Tefsir
Akımı”nı incelemek istedik. Çünkü İslâm dünyasında Batı hegemonyasına karşı
başlatılan çalışmaların, Kur’ân tefsirine yansımış hali olan “Bilimsel Tefsir” ile
ilgili ülkemizde yapılmış yeterli derecede tanıtıcı çalışmalar bulunmamaktadır. Bu
alanda yapılabilecek ciddi bir çalışmanın ilk adımı olması ümidiyle tezimizde bu
tefsir akımını konu edindik. Çalışmamıza öncelikle konunun girizgâhı olması için
girişte kısaca bilim tarihine değindik. Sonra sırasıyla Bilim ve Din, XX. yy.
itibariyle islam dünyasında bilim konularına değindik. Birinci bölümde ilmî
tefsirin kısa ve genel bir tanımının arkasından tarihsel arka planını, aklî ve naklî
delillerini fikrî temellerini ve yöneltilen eleştirileri dile getirmeye çalıştık.
Bilimsel tefsirin tarihi süreci hakkındaki genel bir değerlendirmeden sonra ikinci
bölüme İlmî tefsirin en büyük temsilcilerinden kabul edilen Şeyh Tantavî
Cevheri’nin hayatı, eserleri ve tefsirdeki metodunu imkânlar ölçüsünde
aktarmakla başladık. Daha sonra asıl konumuzu teşkil eden “Tantavî Cevheri
Örneğinde Bilimsel Tefsir” örneklerini nakletmeye çalıştık. Bu örnekleri
değerlendirirken sade bir nakilcilikten ziyade, realitede olanla verilen örneklerin
uyuşup uyuşmadığını mukayese yoluyla dikkatlere sunmaya çalıştık. Örneklerle
ilgili genel bir değerlendirmenin ardından çalışmamız neticesinde bilimsel tefsirle
ilgili kanaatimizi sonuç bölümünde ifade ettik.
Bu çalışmamızda bizden yardımlarını esirgemeyen danışman hocamız
sayın Orhan ATALAY Bey başta olmak üzere emeği geçen diğer bütün
hocalarımıza saygı ve şükranlarımızı bir borç biliriz. Gayret bizden muvaffâkiyet
Allah’tandır.
Osman ASLAN
5
GİRİŞ
XX. Yüzyıla Kadar Bilim Tarihine Kısa Bir Bakış Konuya bilimin kısa bir tanımını yaparak girmek yerinde olacaktır. Bunun
için de öncelikle bilginin ne olduğuna bakmak gerekir. Öz bir ifade ile
“Doğruluğu gerekli ve yeterli delillerle temellendirilmîş şuur muhtevaları” olarak
tarif edilen1 bilgiye dair birbirinden küçük nüanslarla ayrılan çok sayıda tanıma
rastlamak mümkündür. İslâmî terminolojide genel olarak “el-ilm” ve “el-ma’rife”
terimleriyle ifade edilen bilgi, daha ziyade “özne (bilen) ile nesne (bilinen)
arasındaki ilişki, yahut bilme eyleminin belli bir ifade şekline bürünmüş sonucu”
olarak anlaşılmıştır.2 Öteden beri tanımı, kaynağı ve değeri konusunda bir hayli
söz söylenmiş olan bilgi kavramı, aynı zamanda içinde yaşadığımız modern
dünyanın temel taşlarından birisi olarak da değer ifade etmektedir.
Önceleri anlamanın bir aracı olarak görülürken, -Bacon’un Novum
Organum’undaki gibi- zamanla “güç” ibaresiyle özdeşleştirilen3 bu “bilgi”nin
organize edilmiş haline “bilim” denilmiştir.4 “Bilinen şeylerin, kazanılan bilgilerin
bütünü”5 olarak da tarif edilen “bilim” kelimesi, “evrenin ya da olayların bir
bölümünü konu olarak seçen, deneysel yöntemlere ve gerçekliğe dayanarak
yasalar çıkarmağa çalışan düzenli bilgi”6 şeklinde de ifade edilmektedir. “Bilim
Tarihi” ise Cemal Yıldırım’a göre en kısa tabirle “bilimin doğuş ve gelişme
hikâyesini” ifade etmektedir.7
Temel olarak bir tarih disiplini olan “Bilim Tarihi”, bilimin geçirdiği
evreleri, tarihsel yöntemi uygulayarak ve çok yönlü bir insan etkinliği olarak ele
alır ve değerlendirir. Ancak XX. yy.ın ilk çeyreğinden sonra akademik bir disiplin
niteliği kazanan “Bilim Tarihi”nin amacının, “bir bakıma nesnel (objektif)
bilginin ortaya çıkma, yayılma ve kullanılma konularını incelemek, bir bakıma da
1 Necip Taylan, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, “Bilgi”, VI/157., İstanbul, 1992. 2 Taylan, a.g.e. VI/157. 3 Ahmet Çiğdem, “Bilime Karşı Toplum”, İlim ve Sanat Dergisi, , I, sy. 2, s. 39, Ankara, 1985. 4 Seyyid Hüseyin Nasr, “İslâm ve Modern Bilim”, İlim ve Sanat Dergisi, I, sy. 2 s. 2. 5 Dr.Mehmet Doğan, “Bilim”, Büyük Türkçe Sözlük, s. 164, İstanbul, 2001, 6 Bk. http://www.gencbilim.com/odev/gencbilim bilim 000074.html 7 Cemal Yıldırım, Bilim Tarihi, İstanbul, 1983, s. 13.
6
nitelikleri belli bir metodun, bir düşünme türünün, hatta geniş anlamda bir bakış
açısının oluşumunu saptamak” olduğu ifade edilmektedir.8
Oluşum itibariyle yeni bir disiplin olmakla birlikte “Bilim Tarihi”nin
kapsamı oldukça geniştir. Zîra bilim, insanlığın ortak bir ürünü olup kökleri ilkel
toplumların yaşamlarına kadar uzanmaktadır. Bu nedenle, Cemal Yıldırım’ın da
ifade ettiği gibi “Bilim Tarihi” mitoloji, din, sanat ve metafizik gibi konulara da -
bilimle ilişkileri bakımından- yer vermek durumundadır.9
Bilim tarihçilerince bilimin şu dört aşamadan geçtiği ifade edilmektedir:
(1) Mısır ve Mezofotamya uygarlıklarında rastlanan ampirik (görgüsel) bilgi
toplama aşaması;
(2) Eski Yunanlıların evreni açıklamaya yönelik akılcı sistemlerinin
kurulduğu aşama;
(3) Ortaçağın Yunan felsefesi ile dinsel dogmaları bağdaştırma çabası
karşısında İslâm dünyasındaki bilimsel çalışmaların parlak başarılarını
kapsayan aşama;
(4) Rönesans sonrası gelişmelerin yer aldığı modern bilim aşaması.10
Yukarıdaki aşamalardan da anlaşıldığı üzere Doğu ile Batı arasında adeta
zikzak çizen bilimsel gelişmenin, dün olduğu gibi bugün de hiçbir ırkın, kültürün
veya bölgenin tekelinde olmadığı açıkça görülmektedir. Bu şekildeki kısa ve öz
tanıtıcı bilgiden sonra başlangıçtan XX. yy.’a kadar olan bilim tarihi serüvenini
ana hatlarıyla gözden geçirmek sunacağımız tezimize bir temel niteliği
taşıyacaktır.11
8 Daha geniş bilgi için bk. C.Yıldırım, a.g.e., s. 13. ; Cemil Akdoğan, Bilim Tarihi, (Anadolu
Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Sosyal Bilimler Ön Lisans Bölümü ders kitabı), s. 2. 9 C.Yıldırım, a.g.e., s. 14. 10 C.Yıldırım, a.g.e.,s. 14 vd. 11Bu bölümde takip edeceğimiz metot genel itibariyle Cemal Yıldırım’ın “Bilim Tarihi” adlı
kitabında takip etmiş olduğu metodu izleyeceğiz. Ayrıntılı bilgi için bk. C.Yıldırım, a.g.e., s., 13. vd.
7
Eski Uygarlıklarda Bilim “Bilimsel etkinlikler uygarlığın tarihiyle başlar” der, Cemal Yıldırım.12 Ancak
elde edilen bulgulara göre Mezofotamya uygarlıklarından M.Ö. 3500-2200 yılları
arasında varlık gösteren Sümerler’le başlatılan uygarlık tarihinin13 daha çok pratik
hayata yönelik çalışmalar olarak değerlendirildiğinden kuramsallaşma niteliği
göstermediği gerekçesiyle bilim tarihi açısından pek de dikkate alınmadığı
görülmektedir.14 Pratik hayatı ilgilendiren teknolojik gelişmelerden çok
matematik, astronomi ve tıp gibi alanlarda meydana gelen gelişmeler kuramsal
bilgi açısından bir değer ifade ettiğinden “bilim tarihi” de bu tür çalışmaların
görülmeye başlandığı dönem itibariyle başlatılmaktadır. Bununla birlikte bilim
tarihinin genel olarak Sümerler ve Mısır uygarlıklarıyla başladığı ifade
edilmektedir.15 Bu sebeple bilim tarihi açısından Mezofotamya ve Mısır
uygarlıklarının önemli bir yeri vardır. Zîra iptidaî bir şekilde de olsa Geometri,
Aritmetik, Astronomi ve Tıp alanlarında ilk gelişmeler bu dönemlerde
kaydedilmîş, böylece “bilim tarihi”nin ilk temelleri atılmıştır.16
İlk dönem uygarlıklarının bilimde ulaştıkları düzey, daha çok faydacı bir
karakterde doğayı incelemedeki yaklaşımlarına bağlı kalırken, ilk kez Yunan
uygarlığında faydacılıktan uzak, katıksız bir bilgi tutkusu ile doğayı anlamak
isteyen kişilere rastlanmaktadır. Belki bu yüzden bilimin kuramsal bir uğraş
olarak M.Ö. VI. yy.da ilk Yunan filozoflarıyla başladığı ileri sürülmektedir.17
Daha çok evreni anlama çabası etrafında yoğunlaşan Eski Yunan filozoflarının
geliştirdikleri düşünce sisteminin mitolojik düşünceden rasyonel düşünceye geçişi
simgelediği kabul edilir. Bu anlamda adını duyuran ilk Yunan filozofu olarak
Thales’i karşımızda buluruz.18 Thales ile başlayıp Anaximander ve Anaximenes
ile devam eden düşünce sisteminde genel olarak materyalist bir tarz hakim olup
evrenin yapısal niteliği ile ilgili düşünceler ön plana çıkarken, Pythagoras’la
başlayan gelenekte rasyonalist bir görüşün hakim olduğu görülmektedir. Zîra 12 C.Yıldırım, a.g.e., s. 18. 13 Bk. Akın Ergüden, Uygarlık Tarihi, (Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Sosyal
Bilimler Ön Lisans Bölümü ders kitabı), s. 2.; C.Yıldırım, a.g.e., s. 18. 14 Bk. C.Yıldırım, a.g.e., s. 15.; Akdoğan, a.g.e., s. 22. 15 Bk. C.Yıldırım, a.g.e. , s. 18. vd. ; Akdoğan, a.g.e., s. 22. vd. ; Ergüden, a.g.e., s. 4. 16 Bk. C.Yıldırım, a.g.e. , s. 18. vd. ; Akdoğan, a.g.e., s. 22. vd. 17 Bk. C.Yıldırım, a.g.e. , s. 22. ; Akdoğan, a.g.e., s. 25-26. 18 Bk. C.Yıldırım, a.g.e. , s. 23-24. ; Akdoğan, a.g.e., s. 25-26.
8
Pythagoras ile başlayan akımda evreni oluşturan temel maddeden çok, varlık ve
değişmenin gerçek niteliği önem taşımaktadır.19 Bununla birlikte her iki düşünce
sisteminde de ortak noktayı evreni anlama çabası oluşturmaktadır. Doğa felsefesi
olarak da değerlendirilen bu düşünceler zamanla önemini yitirmiş ve M.Ö. V.
yy.ın sonlarına doğru düşünce ekseni doğadan insana doğru kaymaya başlamıştır.
Sokrates’in başını çektiği bu akımda insan sorunları ön plana çıkmaktadır. Amaç,
insanı iyi, akıllı ve adil yapmanın yollarını bulmak ve göstermektir.20
Eski Yunan felsefesinde Sokrates’ten sonra, onun bu düşünceleri ile
Pythagoras geleneğini birleştiren Platon’un da önemli bir yere sahip olduğu
görülmektedir. Evreni “idealler evreni” ve “olgular evreni” olarak ikiye ayıran
Platon’a göre duyularımıza gerçek gibi görünen olgular, aslında birer illüzyondan
başka bir şey değildir. Bu sebeple duyulara değil akla güvenmek gerekir.21
Platon’dan sonra Eski Yunan felsefesinde söz sahibi olan Eudoxus ve Aristoteles
gibi şahsiyetlerin yanında Archimedes, Aristarkus, Hipparkus, Eratosthenes,
Batlamyus ve Galen gibi Helenistik dönem filozofları da bilim tarihinde önemli
bir yer tutmuşlardır.22 Helenistik dönemde düşünce yapısının daha çok yine evren
ve üzerinde yaşadığımız dünya etrafında yoğunlaştığı görülür. Ayrıca bu dönemde
matematik, tıp ve hekimlik alanlarında da önemli gelişmeler kaydedilmîştir.23
Yukarıda verilen bilgilerden de anlaşılacağı üzere antik çağda özgün
düşünce adeta Yunanlıların tekeline geçmiştir. O dönemlerde de varlık gösteren
Romalılarda ise, her ne kadar örgütlenme gibi pratik hayata yönelik önemli
gelişmeler olsa da düşünce alanında beklenen başarının gösterilemediği
anlaşılmaktadır. Aksine Romalılar, son dönemlerinde önemli rol oynamaya
başlayan Hıristiyan din adamlarının telkinleri sebebiyle Batı dünyasının orta çağ
karanlığını yaşamasının önünü açmışlardır.24
19 Daha geniş bilgi için bk. C.Yıldırım, a.g.e. , s. 23 vd. 20 Daha geniş bilgi için bk. C.Yıldırım, a.g.e. , s. 30-31. 21 Bk. C.Yıldırım, a.g.e. , s. 32. 22 Daha geniş bilgi için bk. C.Yıldırım, a.g.e. , s. 33 vd. ; Akdoğan, a.g.e., s. 31 vd. 23 Daha geniş bilgi için bk. C.Yıldırım, a.g.e. , s. 41 vd. ; Akdoğan, a.g.e., s. 31 vd. 24 Bk. C.Yıldırım, a.g.e. , s. 59 vd. ; Akdoğan, a.g.e., s. 50 vd.
9
Orta Çağ Avrupa’sında Bilim M.S. 129’da doğan Galen’den sonra M.S. üçüncü yüzyılın ikinci yarısında
yaşayan ve cebir ilmînin büyük Üstatlarından kabul edilen Diophantus dışında
birinci sınıf bir bilim adamına rastlamak imkansız hale gelmiştir. Artık yapılan
çalışmaların adeta şerh ve haşiyecilikten ibaret kaldığı, felsefenin de genel olarak
Yeni Platonculuğun tekeline girdiği görülür. İşte bu noktada Hıristiyanlık
düşüncesiyle Yeni Platonculuğun mistisizmi arasındaki buluşmadan ortaçağ
karanlığının doğduğu ifade edilir.25
Özellikle M.S. altıncı yüzyılın ilk yarısında yer alan iki olay, Cemal
Yıldırım’a göre klasik çağın her yönüyle sonunu, karanlık çağın ise başlangıcını
simgelemektedir. Bunlardan biri, İmparator Justinian’ın, Platon ile Aristoteles’in
Atina’daki okullarını Hıristiyanlığa aykırı sayıp kapatması; diğeri ise Romalı bir
soylu olan Boethius’un “seküler” (laik) nitelikteki yazılarından dolayı kilise
tarafından ölüm cezasına çarptırılmasıdır.26
Esasen yapısı itibariyle Tevrat’a dayalı Judaizm, Yeni Platoncuğun
mistisizmi ve Doğu kültürlerine özgü bazı ilkel dinsel töreler veya gizli,
esrarengiz dinler temeline oturtulan Hıristiyanlık teolojisi,27 ortaçağ boyunca
egemenliğini sürdürmüş, adeta bilginin kötü, cehaletin ise erdem sayıldığı
karanlık bir dönemi insanlığa yaşatmıştır. Bu dönemde eğitim-öğretim
ruhbanların tekeline girmiş, din dışı bilimsel çalışmalar Hıristiyanlığa aykırılık
gerekçesiyle “pagan işi” sayılır olmuş ve ortam bir takım temelsiz inançların da
doğup yayılmasına elverişli bir nitelik kazanmıştır.28
Öte yandan Büyük İskender’in Asya fetihleri sırasında kurduğu koloniler
sayesinde (M.Ö. 325) doğu memleketlerine de yayılan Yunan bilim ve
kültürünün, buralarda İslâmiyet’in doğuşuna kadar (M.S. VII.yy) etkisini
yitirmediği görülür. Batıdaki çöküntüye karşılık doğudaki bu uzun soluklu
canlılık, yayılma ve etkileme sürecinde doğu kiliselerinin batıdakilere nazaran
25 Bk. C.Yıldırım, a.g.e., s. 62-63. 26 Bk. C.Yıldırım, a.g.e., s. 69. 27 Bk. C.Yıldırım, a.g.e., s. 65. 28 Geniş bilgi için bk. C.Yıldırım, a.g.e., s. 65-68.
10
akla daha fazla önem vermeleri, özellikle de M.S. 431 yılında önce Suriye sonra
Nusaybin’e yerleşip burada ve daha sonra da İran’ın Cundişapur kentinde yüksek
öğretim merkezleri kuran Nestorios ve taraftarlarının (Nesturilerin) ciddi katkıları
olduğu görülür.29
Orta Çağ İslâm Dünyasında Bilim Sekizinci ve onikinci yüzyıllar arasında geçen dört yüz yıllık dönemde
Avrupa kıtasında bilim ve insanlık adına alabildiğine karanlık bir dönem
yaşanırken Atlas Okyanusu kıyılarından Kuzey Hindistan ve Orta Asya’ya kadar
uzanan İslâm dünyasında bilim ve düşüncenin meşalesinin bütün parlaklığıyla
etrafını aydınlattığı görülür.30
M.S. 610 yılından itibaren yayılmaya başlayan İslâm dini, kısa bir sürede
(622-644) Arap yarımadası, İran, Filistin, Irak, Suriye, Mısır ve Trablusgarp’ı
içine alacak bir coğrafyaya yayılmış; Hz. Muhammed’in (s.a.v.) vefatından sonra
yüzyıldan daha az bir süre içinde (711’e kadar) doğuda İran ve Afganistan, batıda
Kuzey Afrika ve İspanya, kuzeyde ise Anadolu Müslümanların hakimiyetine
girmiştir.31
İslâm’ın böylesine geniş bir coğrafyada bu derece hızlı yayılmasında bir
takım farklı gerekçeler ileri sürülebilir. Ama şu bir gerçektir ki, her ne sebebe
dayanırsa dayansın çok kısa bir zaman diliminde kaydedilen bu ilerlemeler,
özellikle bilim-kültür alanında yeni ufukların açılmasına ve karşılıklı
etkileşimlere zemin hazırlamıştır. Hassaten Müslümanların neredeyse
yeryüzünden tamamen silinip yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan Yunan ve
Roma mirasıyla temasa geçmesi, genelde bilim tarihi, özelde ise fikir ve düşünce
dünyasının yeniden canlanması açısından önemli dönüm noktalarından birisini
teşkil etmiştir.32
29 Geniş bilgi için bk. Akdoğan, a.g.e., s. 55. 30 Bk. C.Yıldırım, a.g.e., s. 70. ; Akdoğan, a.g.e., s. 68. ; Ziya Kazıcı, İslâm Medeniyeti ve
Müesseleri Tarihi, İstanbul, 1999, s. 21, 24. 31 Geniş bilgi için bk. Hüseyin Algül, , İslâm Tarihi, İstanbul , 1991, I/191. vd., II/1-293. ;
C.Yıldırım, a.g.e., s. 70 vd. 32 Geniş bilgi için bk. C.Yıldırım, a.g.e., s. 72.
11
Müslümanların karşılaştıkları bilim ve kültür merkezlerinde gördükleri
şeyler, onlardaki öğrenme azim ve iştiyakını kamçılayarak bilim tarihi açısından
oldukça önemli olan tercüme faaliyetlerinin çok geçmeden yaygınlaşmasını
sağlamıştır. Mısır, Suriye ve İran’da yoğunlaşan tercüme faaliyetlerinin ilk önce
Abbasi Halifelerinden Ebu Cafer el-Mensur döneminde (754-775) başladığını
görürüz. Bizans yörelerine el yazmaları toplamak üzere görevliler gönderen
Harun-el-Reşit döneminde (786-808) Aristoteles’in tüm kitapları, Hipokrat ve
Galen gibi ünlü hekimlerin eserleri Arapça’ya tercüme edilmîştir. Yapılan
tercümeler, sadece eski Yunanca’dan değil, aynı zamanda Keldanice, Süryanice,
Farsça ve Sanskritçe’den de yapılmaktaydı. Bu bağlamda ilk dönem tercüme
faaliyetlerinde genel olarak Süryani ve Nesturi kökenli bilim adamlarından
faydalanıldığı görülmektedir.
Eski Yunan felsefesinin tesirinin en yüksek noktaya ulaşması Harun er-
Reşit’in oğullarından Halife Me’mun dönemine rastlamaktadır. Halife
Me’mun’un, İskenderiye ve Cundişapur gibi eski ilim merkezi çevrelerinde
bulunan tüm eserleri toplatıp, Bizans İmparatorluğu aracılığı ile eski Yunan
felsefesine mahsus eserleri de temin ederek Bağdat’ta açılmış olan Beyt-ül-Hikme
adındaki tercüme evinde Arapça’ya tercüme ettirdiği nakledilmektedir.33 Eskilerin
ilimlerine ait farklı dillerde gerek tercüme, gerekse telif pek çok eser barındıran
bu ilim merkezi, Halife Mütevekkil zamanında (847-861) kapatılmıştır. Ancak
Huneyn b. İshak ve Sabit b. Kura gibi zevat sayesinde bu tür çalışmaların
hızından herhangi bir şey kaybetmediği görülmektedir.34
Cemil Akdoğan’ın da ifade ettiği gibi Müslüman bilim adamları, normal
bilimsel çalışmalar yaparak, bu tercümeler sayesinde Aristoteles, Batlamyus ve
Galen’in sistemlerini öğrendiler, yorumladılar, bazı noktalarda eleştirilerde
bulunarak yanlışlarını düzelttiler ve onları daha mükemmel bir hale getirdiler.35
Bununla birlikte Müslümanların ilim adına yaptıkları şeyin, sadece kuru bir
nakilcilikten ibaret olduğunu söylemek safdillik veya ön yargıdan başka bir şeyle
ifade edilmesi mümkün değildir. Zîra “Yunanlıların keşfettiği ilimlerde 33 Geniş bilgi için bk. C.Yıldırım, a.g.e., s. 71. ; Akdoğan, a.g.e., s. 55. ; Algül, a.g.e., III/382-384. 34 Bk. Kazıcı, a.g.e., s. 328. 35 Bk. Akdoğan, a.g.e., s. 56.
12
Müslümanların payı nedir, bu ilimlerin ne kadarını nakletmişler ve ne kadarını
kendileri ilave etmişlerdir?” diye bir soruyla konuya açıklık getirmeye çalışan
Montgomery Watt’ın da bir eserinde ifade ettiği gibi, -bir çok Batılı ilim adamının
Müslümanlara karşı olan bazı peşin hükümlerinin etkisiyle onların böylesine
muazzam atılımları gölgelenmeye çalışılsa da- bu günkü modern bilim dünyasının
temelinde Müslüman bilim adamlarının nedenli önemli bir konumda oldukları
açıkça anlaşılmıştır.36
Yine aynı eserinde Watt’ın “Müslüman Araplar, ilimde hakikaten büyük
muvaffâkiyetlere nâil olmuş, kendileri icat etmemiş olmakla beraber bize sıfırı
öğretmişlerdir. Böylece Müslümanlar, günlük hayattaki aritmetiğin kurucusu
oldular. Analitik geometrinin temellerini attılar. Hiç hilafsız, Düzlem ve Uzay
Trigonometri’sinin kurucusu oldular. Doğruyu söylemek gerekirse, bu ilimler,
daha evvel Yunanlılar tarafından bilinmiyordu. Müslümanlar Astronomi’de de
birçok değerli gözlemler yaptılar” ifadeleri yukarıdaki sorusuna bir cevap niteliği
taşımaktadır.37
Ziya Kazıcı’nın da belirttiği gibi şu bir gerçektir ki, İslâm, maddî olduğu
kadar manevî alanda, başka bir ifade ile hayatın bütün safhalarında tatbik edilen
bir sistem olduğundan, onun gayretini sadece ruhanî ve manevî saha ile
sınırlandırmak mümkün olmayacaktır. Bu gayret sebebiyle Müslümanlar, İslâm’ın
ilk asırlarından itibaren çeşitli ilimleri araştırmaya başladılar. Başlangıçta kısmen
tercüme şeklinde olan bu çalışmalar, daha sonra gelişerek bizzat Müslümanların
kendi eserleri olarak ortaya konmuştur. Hiç şüphesiz, yapılan çalışmalar,
tercümeye ihtiyaç duyulmayan dini ilimlerin yanında Tarih, Coğrafya, Astronomi,
Tıp, Felsefe, Matematik, Mimari, İktisat ve Sosyoloji gibi beşeri ilimleri de
içeriyordu. Böylece kısmen unutulmuş, kısmen de terk edilmîş bulunan birçok
ilim dalının gelişmesi, Müslümanlar sayesinde olmuştur.38
36 Bk. Montgomery Watt, İslâm’ın Avrupa’ya Tesiri, trc. Hulusi Yavuz, İstanbul 1986, s. 11. ;
Kazıcı, a.g.e., s. 22. ; C.Yıldırım, a.g.e., s. 72. 37 Watt, a.g.e., s. 39. 38 Geniş bilgi için bk. Kazıcı, a.g.e., 19. vd.
13
Öte yandan İslâm âleminde tercümeler devri (IX. Asır, Me’mun devri)
diyebileceğimiz dönemden hemen sonra, farklı bilimsel disiplinlere karşı büyük
bir ilgi uyanmaya başlamıştır. Bu ilginin bir neticesi olarak müspet ilimler
alanında önemli gelişmeler ortaya çıkmış ve dönemi izleyen yıllarda bilim ve bilgi
üretmede Müslümanlar öncü olmuşlardı. Onların bu özelliğinin açıkça
görülmesinden olsa gerek, ünlü bilim tarihçisi George Sarton’nun, “milattan sonra
750-1100 yılları arasında her 50 yıl, o döneme bilimsel katkılarıyla hakim olmuş
veya damgasını basmış olan bir veya birkaç büyük Müslüman bilim adamının
ismiyle anılmaya layıktır…” şeklindeki sözleri dikkat çekmiştir.39
Aslında VIII. yy.ın sonlarından itibaren parlak dönemini yaşamaya
başlayan İslâm biliminde, öncelikle kimya ve hekimlik alanındaki büyük
gelişmeler dikkat çekmektedir. Ebu Musa Cabir İbn. Hayyan İslâm dünyasının en
ünlü kimyageri olarak karşımıza çıkar. Bilim tarihçisi Singer’in “İslâm simyasının
ve dolayısıyla modern kimyanın babası” diye nitelendirdiği ve Batıda kimya
ilmînin en büyük şahsiyeti olarak tanıtılan Geber ile Cabir İbn. Hayyan’ın aynı
kişi olduğu da ifade edilmektedir.40
IX. yy.ın sonlarından itibaren İslâm biliminin altın çağı başlar. El-
Kindî’nin fizik ve felsefe üzerindeki incelemeleri ile İranlı hekim Ebubekr Er-
Râzî’nin Bağdat’taki çiçek ve kızamık hastalıkları üzerindeki çalışması bu
dönemin ilk ürünleridir. Matematik alanında Halife el-Me’mun’nun kütüphanecisi
olan el-Harezmî, astronomide Muhammed el-Battânî ve İbn. Yunus, optikte el-
Kindî, el-Hazen ve İbnü’l Heysem, tıpta ise İbn-i Sina önemli çalışmalara imza
atmışlardır.41 Doğrusu İslâm bilginleri çok yönlülükleri ile de dikkat çekmektedir.
Mesela el-Kindi’nin son derece değişik konularda 265 kadar kitap yazdığını
görüyoruz. Öte yandan aynı şekilde İbn. Sina, el-Bîrûnî, Ömer Hayam, İranlı er-
39 Bk. M.Rıza Hakimi, İslâm Bilim Tarihi, (trc.: Hüseyin Arslan), İstanbul, 1999, s. 115-117. ;
Ziya Kazıcı, a.g.e., 24.; XV ve XVI. Asırlarda Osmanlılarda Ilmî Hayat, http://www.enfal.de/otarih38.htm; Aydın Sayılı, http://www.akmb.gov.tr/turkce/boks/ turkkong1/ tk1-04-sayili.htm
40 C.Yıldırım, a.g.e., s. 72-73. 41 C.Yıldırım, a.g.e., s. 73-74.
14
Râzî gibi şahsiyetlerin de hemen her alanda söz sahibi olduklarına bizzat ortaya
koydukları eserleri şahitlik etmektedir.42
İslâm bilim ve kültürü, XI. yy.a kadar canlı ve parlak dönemini sürdürür;
fakat aynı yüzyılın sonlarına doğru duraklama alâmetleri göstermeye ve yer yer
gerilemeye başlar. Özellikle doğu kesiminde çöküntü ve anlaşmazlık hızla yayılır.
Kimi doğu Müslümanları, kendilerinden önceki Hıristiyanlar gibi bilim ve felsefe
düşmanı kesilirler. İslâm dünyasının doğusunda yaşanan bu olumsuz gelişmelere
nazaran batı kesiminde, özellikle de İspanya’da bilim ve kültür etkinlikleri
canlılıklarından bir şey kaybetmemiştir. İşte bu ortamda büyük bir İslâm düşünürü
olan İbn. Rüşd’ün (1125-1198) yetiştiğini görüyoruz. Üniversite çevrelerinde
Aristoteles çapında büyük bir bilgin olarak kabul gören İbn. Rüşd’den sonra İslâm
dünyasının batı kesiminde de felsefe çalışmaları durur. 43 Daha önce Gazâlî’nin
etkisiyle doğu kesiminde felsefeye karşı baş gösteren düşmanlık giderek tüm
İslâm dünyasını etkisi altına almıştır. Özgün eserlerin yerini zamanla şerh ve
haşiyeler almaya başlamış, ilk dönemlerdeki canlılık, yerini durağanlığa hatta
donukluğa bırakmıştır. Özellikle de 1245 yılından sonra yaşanan siyasî
bölünmüşlük ve istikrarsızlıklar Moğolların yakıp yıkan baskınlarıyla birleşince
İslâm dünyasındaki bilimsel çalışmaların gittikçe zayıflaması kaçınılmaz
olmuştur.44
İslâm dünyasında görülen bu duraklamanın ve donukluğun bir çok
sebeplerinden bahsetmek mümkündür.45 Ancak görünen odur ki, daha önce
sönmek üzereyken VIII. yy.ın ortalarından itibaren Müslümanların eline geçen
ilim meşalesi, XII. yy.dan itibaren batılıların eline geçmeye başlamıştır. Şüphesiz
bugünkü Batı ilmînin temellerinde Müslüman bilim adamlarının oldukça büyük
katkıları vardır. Özellikle İspanya’daki ilim merkezlerinde bir şekilde eğitim
gören bazı batılı öğrenciler, Batıdaki ilmî uyanışta zamanla kendi milletleri
42 Bk. C.Yıldırım, a.g.e., s. 75. 43 Geniş bilgi için bk. C.Yıldırım, a.g.e., s. 75-76. 44 Geniş bilgi için bk. Akdoğan, a.g.e., s. 64. 45 Geniş bilgi için bk. C.Yıldırım, a.g.e., s. 78-80. ; Akdoğan, a.g.e., s. 62-64.
15
arasında lokomotif görevi görmüşler ve giderek Hıristiyanlığın katı kurallarına
karşı kamuoyu oluşturmaya başlamışlardır.
Skolastik Dönemde Bilim Cemal Yıldırım’ın işaret ettiği gibi, orta çağ Avrupa’sındaki karanlık
dönemin tümüyle karanlık olduğunu ve bilim adına hiçbir umut ışığının
bulunmadığını söylemek cesurca söylenmiş sözden ileri gitmeyecektir. Zîra
dağınık ve sönük de olsa batının bu karanlık döneminde klasik dönemin etkisi
zaman zaman kendini göstermiştir. Mesela, başlangıçta klasik bilgi ile büyünün
bir karışımı olan hekimlik bilgisi, Benediktinlerin Hipokrat ve Galen geleneğine
dönmelerinin de etkisiyle giderek rasyonel bir nitelik kazanmıştır. Napoli’nin
güneyinde yer alan Salerno’da açılan tıp okulu bu alanda önemli bir işlev
görmüştür. Çünkü denilebilir ki “Salerno, klasik geleneğin kopmadan
sürdürüldüğü belki de tek yer olmuştur.”46 Öte yandan 787’deki laik eğitime
yönelik girişimleri ile tanınan İmparator Şarlman (Charlemagne), Roma
imparatoru II. Frederik (1194-1250), Bizans imparatorlarından VI. Leo ve VII.
Kostantine gibi devlet adamlarının bireysel de olsa bazı faaliyetleri, bilim adına
fazla etkili olmasa da önemli girişimler olarak değerlendirilmîştir.47
XIII. yy, batıda -öğrenim düzeyi düşük de olsa- çok sayıda üniversitenin
kurulduğu bir dönemdir. Aynı zamanda bilimin gelişmesinde önemli etkileri olan
Francisken (Gri Frerler) ve Dominikken (Siyah Firerler) tarikatları da bu yy.ın
başlarında kurulmuştur. Başlangıçta her ikisi de dinsel amaçlarla kurulmuşken
giderek birincisi bilime, diğeri ise doktriner felsefeye yaptığı katkılarıyla ön plana
çıkmıştır. Hıristiyanlığa akılcı bir temel bulma çabasının ürünü olarak
değerlendirilen skolastik düşüncenin oluşmasında bu iki tarikatın oldukça büyük
rolü olduğu görülmektedir.48
Başlangıçta Platon’un görüşlerini Hıristiyanlığa temel kabul eden, ancak
daha sonra Aristoteles’in düşünceleriyle Hıristiyanlığı bağdaştırmaya çalışan
Skolastik düşünce, XIII. yy.da büyük bir güç ve hızla yükselir; fakat sonraki iki
46 Bk. C.Yıldırım, a.g.e., s. 69-70. 47 Geniş bilgi için bk. C.Yıldırım, a.g.e., s. 81 vd. 48 Bk. C.Yıldırım, a.g.e., s. 82-83.; Akdoğan, a.g.e., s. 70-77.
16
yüzyılda aynı hızla geriler ve düşer. Bununla birlikte artık insanlar, gerçeği
doğrudan doğayı incelemede aramaya başlamışlardır. Skolastik düşüncenin dar
kalıpları insanları tatmin etmekten uzak düşmüş, Batıdaki aydınlık çağın habercisi
olan Rönesans’a zemin hazırlanmıştır. Giderek özgür düşüncenin yayılması, antik
dünyaya duyulan ilgi, matbaanın icadı ve kağıt kullanılmaya başlaması batıda
bilimin yeniden doğuşunu hızlandırmıştır; diyebiliriz.49
Rönesans ve Modern Bilim 1350 yılından 1550 yılına kadar devam ettiği varsayılan Rönesans’ın kilise
bağnazlığının egemenliğine karşı bir başkaldırıyı, uyanışı ve atılımı simgelediği
ifade edilir. Bunalımlı ve çalkantılı olan bu dönemde Yeni Platonculuk,
Pisagorculuk, Atomculuk, Şüphecilik ve Hermetizm gibi felsefî akımların yeniden
canlanması ile Aristotelesçilik eski önemini kaybetmiştir. Modern bilimin
başlangıcı olarak da değerlendirilen bu dönemde -Cemal Yıldırım’ın ifadesiyle-
“Teoloji ve onun hizmetindeki skolastik felsefe, yerini gerçeklere dönük özgür
araştırma ve öğrenme çabasına bırakmıştır.”50 Bu dönemde bir yandan dünyaya
açılma, yeni ülke ve toplulukları keşfetme; diğer yandan insanı, ona kişilik veren
değer ve özellikleri antik dönemin sanat ve düşünce ürünlerinde arama çabalarına
şahit olunmaktadır.51
Aslında Rönesans, sanat ve edebiyatta bir canlılığı ifade etse de, bilimde
tam bir durgunluğun hakim olduğu bir dönemi göstermektedir. Başka bir ifade ile
Rönesans, bilimde iki asıl uyanış dönemi arasında kalan fetret devrini ifade
etmektedir, diyebiliriz. Cemal Yıldırım’a göre, bu dönemlerden birincisi,
onbirinci yüzyılın ikinci yarısıyla başlar, onüçüncü yüzyılda doruk noktasına
erişir. İkinci dönem ise onaltıncı yüzyıl sonlarında başlayan ve hâlâ devam eden
modern bilim dönemidir.52 Bununla birlikte büyük bir ressam, heykeltıraş ve
mimar olan Leonardo da Vinci (1452-1519), düşünce tarihinde bir dönüm
noktasını simgeleyen Kopernik (1473-1543) gibi önemli şahsiyetler de bu
dönemde yetişmiştir. Öte yandan yine bu dönem, iyi bir gözlemci olan Tycho
49 Geniş bilgi için bk. C.Yıldırım, a.g.e., s. 86-87. 50 C.Yıldırım, a.g.e., s. 89. ; Akdoğan, a.g.e., s. 110. 51 C.Yıldırım, a.g.e., s. 89. 52 C.Yıldırım, a.g.e., s. 89.
17
Brahe(1546-1601), astronominin prensi olarak tanınan Johannes Kepler (1571-
1630) ile Francis Bacon (1561-1626), Rene’ Descartes (1596-1650), Galileo
Galilei(1564-1642) ve Sir İsaac Newton (1642-1726) gibi ünlü isimlerin
yetişmesine zemin hazırlamıştır.53
XVII, XVIII ve XIX. Yüzyıllarda Bilim Şu bir gerçektir ki, “Deha yüzyılı” denen onyedinci yüzyıl, astronominin
modern niteliğine kavuştuğu bir dönem olmakla birlikte; fizik biliminin çeşitli
yanlarıyla kurulduğu, maddenin temel taşı olarak atom kavramının yeniden ön
plana çıktığı, bazı kimyasal elementlerin keşfedildiği bir dönem olarak karşımıza
çıkmaktadır. Özellikle onyedinci yüzyıl, bilim ve düşünce alanında köklü
değişimlerin ve devrim niteliğindeki gelişmelerin yaşandığı bir zaman dilimi
olarak değerlendirilmektedir.54
XVII. yy.da bilimsel gelişme adına sergilenen hızlı tempo, XVIII. yy.ın ilk
yarısında biraz hız kesmiş gibi görünse de bu durum daha ziyade bir dinlenme,
enerji toplama ve kazanılanı hazmetme (benimseme) pozisyonu olarak
değerlendirilmektedir. Öte yandan XVII. yy.ın özellikle Fransa için aydınlanma
çağını ifade ettiği bildirilmektedir.55 Zîra dönemin Fransız aydınlarına göre akıl ve
bilim yeni dünya görüşü için yeterli bir materyal olarak görülmüş, bağnazlığın,
karanlığın ve gericiliğin ifadesi olarak görülen dine gereksinim kalmamıştır. Dine
karşı oluşan bu olumsuz tutumun, başta Fransa ve İngiltere olmak üzere zamanla
diğer batı devletlerine de yayıldığı görülmüştür. Aydınlanma çağı filozoflarının
bilimsel kültüre en büyük katkısı 1751-1765 yılları arasında yayınladıkları 21
ciltlik ansiklopedi olmuştur. Bu nedenle bu gruba “Ansiklopedistler” adı verilir.
Bunların bilime ve ilerlemeye olan inançları, XVIII. yy.ın genel özelliğini
belirlemiştir, denilebilir.56
XVIII. yy.ın bilime katkısı özellikle iki alanda gerçekleşmiştir. 1- Black,
Priestley, Cavandish ve Lavoisier’in araştırmaları sonunda modern kimyanın
53 Geniş bilgi için bk. C.Yıldırım, a.g.e., s. 89-135. 54 C.Yıldırım, a.g.e., s.130 vd. 55 C.Yıldırım, a.g.e., s.136. 56 C.Yıldırım, a.g.e., s.136.
18
kurulması; 2- Galvani ve Volta’nın çalışmaları ile elektriğin bulunuşu. Bu
dönemin diğer önemli isimleri olarak Leonard Euler (1707-1783), J.L.Lagrange
(1736-1813), Pierre Simon Laplace (1749-1827)…gibi şahsiyetleri görmekteyiz.57
XVII. yy.da gerçekleşen bilimsel devrimden yaklaşık 150 yıl sonra
endüstri devrimi gerçekleşmiştir. Endüstri devriminin ilk büyük adımı,
İngiltere’de buharlı makinelerin kullanılmasıyla atılır. XIX. yy.ın ikinci yarısında
Avrupa ülkelerini hızla etkisi altına alan bu devrim daha sonra Amerika’ya
geçmiştir. Endüstri devrimine yol açan en önemli etkenler arasında şu iki unsur ön
plana çıkmaktadır. 1- Teknolojik uygulamaya elverişli bilgi birikimi, 2- Ticaret
olanaklarının büyük boyutlara ulaşması.58
Hem bilimsel alanda hem de endüstriye dönüşen teknoloji alanında
giderek büyüyen gelişme temposu XIX yy.ı son derece canlı bir dönem haline
getirmiştir. Bu yüzyılı diğerlerinden ayıran en büyük değişiklik de zaten bilim ve
endüstri ilişkisinde kendini göstermektedir. Bu dönemin göze çarpan bir özelliği
de, bilime karşı saygı ve ilginin yaygın nitelik kazanmasıdır. Işığın dalga kuramı,
enerjinin korunumu, elektrik kavramının oluşumu ve elektro magnetik kuramının
kurulması bu dönemin ilgi çeken fizik konularını teşkil etmiştir. Bu alanda en
önemli isim olarak Michael Faraday’ı (1791-1867) görmekteyiz. Bununla beraber
Jean Lamarck (1744-1829) ve Thomas Robert Malthus (1766-1834) gibi bazı
bilim adamları, canlı varlıkların – özellikle de- insanın kökeni üzerinde çeşitli
teoremler geliştirmişlerdir. Hatta denilebilir ki, XIX. yy, fizik bilimlerinden çok
biyolojik bilimlerde yeni atılımlara tanık olmuştur. Bu bağlamda ünlü evrim
teorisinin baş mimarı Charles Darvin’in (1809-1882) farklı bir konumu vardır.
Ayrıca mikrobun Pasteur tarafından tanımlanması ve genetik biliminin doğuşu bu
yüzyıla damgasını vuran önemli hadiseler olarak değerlendirilmektedir.59
Cemal Yıldırım’ın da kitabında değindiği gibi ilerlemeye olan inanç XIX.
yy.ın belki de en belirgin özelliğini oluşturmaktadır. Ayrıca bu yüzyıl, bir yandan
daha kapsamlı teorilerle, bilimin çeşitli kollarında ulaşılmış sonuçları toplama ve
57 Geniş bilgi için bk. C.Yıldırım, a.g.e., s. 137-140. 58 C.Yıldırım, a.g.e., s.147. 59 Geniş bilgi için bk. C.Yıldırım, a.g.e., s. 148-168.
19
birleştirme imkanı sağlarken, öte yandan hemen her alanda uzmanlaşma
eğiliminin doğmasına ve hız kazanmasına yol açmıştır.60
XX. Yüzyılda Bilim Bilim adına XIX. yy.da kazanılan ivmenin XX. yy.da daha da artarak
devam ettiğini görmekteyiz. Özellikle Astronomi, fizik, kimya, biyoloji ve tıp gibi
bilim dallarında devrimsel nitelikteki değişim ve gelişimlerin baş döndürücü bir
hızla cereyan ettiği bu yüzyılda büyük patlama, kuantum ve görelilik kuramları
dönemin en önemli buluşları olarak değerlendirilmektedir.61
Bu dönemde astronomi alanında yıldızlar ve evrenin yapısına ilişkin
çalışmalar artarak devam etmiş ve evrenin oluşumuna ilişkin Büyük Patlama
Kuramı ortaya atılmıştır. Diğer taraftan, insanın bu evrende yalnız olup olmadığı
tartışılmış ve bunu belirlemeye yönelik çeşitli projeler geliştirilmîştir. Öte yandan
roket teknolojisinin gelişmesiyle birlikte ardı ardına gerçekleştirilen uzay
yolculukları sayesinde uzay keşifleri başlamış, dünyanın uydusu aya ilk defa bir
insan ayak basmış ve diğer gezegenler daha yakından incelenmeye başlanmıştır.
Yine bu dönemde kimya, sanayinin belkemiği haline gelmiştir. Atom
konusundaki çalışmalar, genetik bilimi ile ilgili çalışmaları ve canlıların temel
maddesi konusunda yapılan araştırmaları büyük ölçüde etkilemiş, neticede
moleküler biyolojinin doğuşunu hazırlamıştır. Bu bağlamda bitki ve hayvanların
kromozomlarındaki genlere müdahale imkanı ortaya çıkmış, ve özellikle son
dönemde yapılan araştırmalarla klonlama yöntemine götüren yol açılmıştır.
Ayrıca yine bu dönemde tıp alanında yoğun bir uzmanlaşma
görülmektedir. Yirminci yüzyıl tıbbının en önemli özelliği olarak, gelişen
teknolojiyi çok iyi kullanma, teşhis ve tedavide daha kesin ve ayrıntılı sonuçlar
elde etme ile karşılaşmaktayız.
Yirminci yüzyıl teknik alanında da önemli gelişmelere sahne olmuştur.
Özellikle 1895'te “X” ışınlarının bulunmasıyla başlayan bir dizi buluş, nükleer
60 C.Yıldırım, a.g.e., s. 166-167. 61 Geniş bilgi için bk. http://www.bilimtarihi.gen.tr/yakincag/20yy.html
20
çağın kapısını açmış ve 1938'de atom çekirdeğinin parçalanması sonucunda açığa
çıkan muazzam enerjinin kullanım şekilleri, bilim adamlarının topluma karşı
sorumluluğu konusunu gündeme getirmiştir. Ancak 6 Ağustos 1945'de
Hiroşima'ya atılan atom bombası, insanların bilim ve teknolojiye bakışlarını ciddi
şekilde sarsmıştır.
Yirminci yüzyılın diğer önemli konularından birisi de bilgisayar
teknolojisinin alabildiğine bir hızla gelişmesidir. Bugün başta sanayi ve savunma
sahası olmak üzere hayatın bütün alanlarında aktif bir işleve kavuşan bilgisayar
teknolojisi sayesinde bilgi üretimi ve aktarımı ile haberleşmede dev adımlar
atılmaya başlanmıştır.
Bütün bunların yanında XX. yy.da gerçekleşen bilimsel gelişmeleri bilim
tarihi açısından tam anlamıyla değerlendirmek neredeyse imkansız gibidir. Bunun
nedenlerinden birisi, bilimlerdeki gelişmelerin henüz tamamlanmamış olması ve
henüz önemi kavranamayan bazı buluşların ileride yaratabilecekleri büyük
gelişmeleri bugünden kestirmenin oldukça güç olmasıdır. Dolayısıyla önemsiz
olanı önemli olanın önüne alma gibi bir hatanın yapılma olasılığı vardır. İnsanlık
var olmaya devam ettiği sürece değişim ve gelişimin kaçınılmaz olduğu bir
gerçektir. Önemli olan bu değişim ve gelişim sürecinin insanların faydasına
değerlendirilmesidir.62
Din ve Bilim Bir çok farklı tanımı yapılan “din” kavramı, dil alimlerinin genel kabulüne
göre Arapça kökenli bir kelime olup, daha çok “yol, inanç, adet, durum; ceza,
mükafat; itaat, makbul ibadet, millet, hakimiyet, hesap, boyun eğme, kulluk ve
nihayetinde İslâm ….”gibi anlamlarda kullanıla gelmiştir.63 Kelime anlamında
olduğu gibi terim anlamında da zengin bir tanıma sahip olan “din” kavramını, “
özü itibariyle insanları hayra yönelten kanunlar manzumesi” ve “kutsalın
tecrübesi” gibi çeşitli anlamlarda kullanılmıştır. Öte yandan gerek Kur’an-ı
62 Konuyla ilgili daha geniş bilgi için bk. C.Yıldırım, a.g.e., s. 168 vd.; Akdoğan, a.g.e., s. 154 -
169.; http://www.bilimtarihi.gen.tr/yakincag/20yy.html 63 Geniş bilgi için bk. Günay Tümer, “Genel Olarak Din”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm
Ansiklopedisi, “din” maddesi, İstanbul, 1994, IX/312-314.
21
Kerim, gerekse hadis-i şerifler başta olmak üzere İslâmî kaynaklarda “din”
kavramının özel anlamda “İslâm” kavramı ile adeta eş anlamlı olarak
kullanıldığını görmekteyiz. Böyle bir kabule göre dinin genel itibarla “özünde tek
Tanrı inancını savunan, kendine özgü inanç, ibadet, ahlâk ve muamelat ilkeleri
bulunan bir sistemi” ifade ettiği görülecektir.64
“Bilgi”nin organize edilmîş hali olarak da tarif edilen “bilim” kavramı
ise, “zaman ve mekân dünyasında yer alan nesnelerin yapısını inceleyen, olgu ve
olayların yasalarını, bunun yanında işleyiş biçimlerini araştıran faaliyetin adı”
olarak değerlendirilmektedir.65
Din-bilim ilişkisi öteden beri dikkat çeken konuların başında gelmektedir.
Kimilerine göre aralarında çatışma olması kaçınılmazdır. Kimilerine göre ise
birbirini destekleyen iki önemli unsurdur.66 İslâmî kaynaklarda bilim insanlıkla
başlatılmıştır. İlk insanın yaratılmasında onun bilgi sahibi olmasının ön plana
çıkarıldığı görülmektedir.67
Bütün bunlarla birlikte şunu bilmek gerekir ki; “bilim tecrübeyi de esas
alarak tek tek örneklerden hareketle bir ilkeye doğru gitmeye ve dünyamızın
sırlarını çözmeye çalışır. Din ise gerek bireysel ve gerekse toplumsal açıdan
insana bir değerler alanı çizmekte ve varlığımızla ilgili bir bakış açısı (vizyon)
sunmaktadır. Bilim bir anlamda maddî dünyamızı, din ise mânevî dünyamızı
aydınlatmaktadır.
Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşıldığı gibi bilim ve din insanın sahip
olduğu en önemli kutsal değerlerindendir. Her ikisi de insan için su ve ekmek
kadar önemlidir. İhmali halinde ise insan hayatında büyük yaralara yol
açabilecek sonuçlara neden olacaklardır.
Bilim ve din, gerek saha ve gerekse amaç itibariyle birbirine karşıt olgular
değildir. Çünkü her ikisinin de uğraşı alanı birbirinden farklıdır. Bilimin fenomen
64 Bk. Tümer, a.g.e., IX/314-316. 65 Bk. http://www.diyanet.gov.tr/turkish/weboku.asp?id=328&yid=6&sayfa=8 66 Bk. http://www.karakalem.net/?article=1342, © 2004 karakalem.net / Refik Yıldızer 67 Al-i İmran Suresi, 2/31-33. ; Alak Suresi, 96/3-5.
22
dünyamızla ilgili olduğunu ve bu sahada araştırmalar yaptığını düşünürsek bu
faaliyetin bir anlamda dinin de lehine olacağı açıktır. Çünkü din bu evrenin ve
içindekilerinin Tanrı’nın bir yaratığı olduğunu, orada belirli yasalar
bulunduğunu ve her şeyin bir düzen içerisinde var kılındığını ifade etmiştir. Bilim
de sonuç itibariyle evrenin yasalarını ve işleyiş biçimini ortaya koyacağına göre,
yani kaostan ziyade, bir düzeni keşfedeceğine göre dinin bu sonuçtan rahatsız
olacağını düşünmek yanlış olacaktır.
Ne var ki tarihin bazı dönemlerinde alanları ve konuları belli olan bu
sahalar birbirine karıştırılmış ve yapay bir çatışma ortamının doğmasına sebep
olunmuştur. Doğrusu bunda her iki kesimin ideolojik davranan kişilerinin suçu
vardır. Ancak din adına bilime karşı çıkanların sayısı ile bilim adına dine karşı
çıkanların oranı arasında büyük uçurumlar bulunmaktadır.
Dini doğal yapısından çıkarıp onu bir doğma yığını haline getiren ve
insanların yaşamına müdahale eden kilise, ne yazık ki Ortaçağ'da bilim
düşmanlığının da öncülüğünü yapmıştır. Bu dönemde Batı’da pek çok bilim
adamının mağdur olduğu bilinmektedir. Ancak bilimin elde ettiği gelişmelerle din
(kilise öğretileri) adına önüne konan, gerçekte ise dinle ilgisi olmayan engelleri
aşması zor olmamıştır.
Kiliseye karşı başarı elde eden bilim, bir süre sonra kendi mecrasından
çıkarılmış ve söz sahibi olmadığı alanlarla ilgili iddialarda bulunmasına zemin
hazırlanmıştır. Bu da insanlık adına yapılan bir diğer yanlış olmuş ve yanlışa
yanlışla cevap verilmîştir. Dolayısıyla bir çatışma ortamı doğmuştur.
Bilim olgular dünyasını ve dünyamızla ilgili hususları açıklığa
kavuşturmaktadır. İnançsızlığın bilgisizlikten ve düşüncesizlikten kaynaklandığını
söyleyen din de bilimsel çalışmalar ve keşiflerden en fazla sevinecek ve kendi
adına pay çıkaracak olandır. Çünkü dine göre görülen ve tecrübe edilen dünya,
görünmeyen ve tecrübe edilemeyen bir âlemin ve yaratıcının işaretçisidir.
23
Dolayısıyla bütün ilmî çalışmalar insanı Tanrı’ya götürecek ve daima O’nu
hatırlatacaktır.” 68
XX. Yüzyıl İtibariyle İslâm Dünyasında Bilim İslâm dünyasında Xl. yy.ın ortalarından sonra duraklama trendine giren
ilmî gayretler zamanla çağın ilerleyişi karşısında geçmişe takılıp kalmış; özellikle
de batıda gerçekleştirilen Reform ve Rönesans hareketlerinden sonra alabildiğine
hız kazanan batılı ilmî oluşumlar karşısında her hangi bir varlık gösteremez hale
gelmiştir. Batı, gerçekleştirdiği ilmî atılımlarla her alanda güçlenirken, İslâm
dünyası, idarî ve ilmî sahada yaşanan basiretsizlik ve kısır döngüler sayesinde
parçalanarak çok geçmeden Batılı devletlerin sömürgesi durumuna düşmüştür.
Bununla birlikte İslâm dünyasında içine düşülen bu girdaptan kurtulma
çabalarının giderek daha da güçlendiğini görmek mümkündür. XX. yy.’a kadar
genel itibariyle askeri sahada yoğunlaşan bu çabalar, zamanla sosyal hayata ve
ilmî sahaya da yansımaya başlamıştır. Bu bağlamda topraklarının büyük
çoğunluğunu batılı güçlere kaptıran ve yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan
Osmanlı İmparatorluğu, İngiliz sömürgesi haline gelen Hindistan ve Mısır’da
birtakım tecdit hareketlerinin doğuşu dikkat çekmektedir. Bu tecdit hareketlerinin
zamanla eğitim sahasına kaymasıyla birlikte böylesine geri kalışın nedeni
hakkında bir sorgulama ve çözüm arama döneminin de başladığını görmekteyiz.
Bir takım batılı bilim adamlarının etkisinde kalan bazı Müslüman aydınlar
(?) geri kalmışlığın temelinde dini motifler aramaya çalışsa da, bir çok basiretli
İslâm alimi, geri kalmışlığı dinin yanlış yorumlanmasına bağlamışlar ve çözüm
olarak ta dinin doğru anlaşılmasını göstermişlerdir. Bunun için de dinin iki önemli
ana kaynağı olan Kur’an-ı Kerim ve Sünnetin yeniden ama doğru bir şekilde,
sağlam dayanaklarla yorumlanması gereğine işaret etmeye çalışmışlardır. Bu
bağlamda öncelikle Kur’an ve Sünnetin ilmî gelişmelere münafi olmadığı, bilakis
ilmî gelişmeleri teşvik ettiği tezleri sıklıkla işlenmeye başlamış; böylelikle tabiri
caizse Müslümanların içerisine düştükleri aşağılık kompleksini aşmaları ve
medeni dünyaya (!) açılım sağlamaları temin edilmeye çalışılmıştır. Hatta bu 68 Bu pasajı önemine binaen Diyanet İşleri Başkanlığının wep sitesinde yer alan “Ateizmin
Eleştirisi” konulu yazıdan aynen nakletmeyi uygun gördüm. Daha geniş bilgi için bk. http://www.diyanet.gov.tr/turkish/weboku.asp?id=328&yid=6&sayfa=8
24
noktada bazılarına göre ifrat derecesine varacak ifadeler rahatlıkla dile
getirilebilmiştir.69
Uzun süre sömürge kıskacında kalan Ortadoğu, Hindistan gibi Müslüman
nüfusun yoğunlukta olduğu coğrafyada bu tecdit hareketlerinin her defasında bir
çok yıldırma operasyonlarıyla sekteye uğratıldığını görmekteyiz. Bu baskıların
genelde idarî sınıf marifetiyle gerçekleştirilmiş olması, Müslüman aydınların
sürekli bir çekince içerisinde kalmalarına zemin hazırlamakla birlikte ifrat ve tefrit
boyutunda bazı uç grupların oluşmasına ve illegal hareketlerin yayılmasına yol
açmıştır. Bu sebeple oluşturulmaya çalışılan ilmî atmosfer, çoğu zaman kısır
kalmış ve istenen neticeyi verememiştir.
Ancak yirminci asrın ikinci yarısından itibaren özellikle de iki binli
yılların başlarıyla birlikte başta ülkemiz olmak üzere, Malezya ve Endenozya gibi
diğer İslâm ülkelerinde de hızlı bir dönüşüm dönemi yaşandığını görmemek
mümkün değildir. Öz kaynakların farkına varılıp değerlendirilmeye başlanması,
dışa bağlılığı nispeten azaltmış ve artık kendi ayakları üzerinde durma provaları
icra edilir hale gelmiştir. Fakat henüz istenen mukavemetin temin edilememiş
olması hâlâ öz güven probleminin varlığını göstermektedir. Yıllardır İslâm
dünyasından bir türlü atılamayan bu problemin canlılığını sürdürmesinin birazda
dış konjöktür kaynaklı olduğu unutulmamalıdır. Her şeye rağmen ülkemizdeki
TÜBİTAK benzeri, bilimsel çabaları destekleyen resmî ve özel kuruluşların gün
geçtikçe çoğalması, İslâm dünyasındaki ayağa kalkış ümitlerinin yeşermesine
zemin hazırlamıştır.
69 “ Batının sahip olduğu bütün ilmî ve teknolojik gelişmelerin temellerinin aslında bir şekilde
Kur’an’da mevcut olduğu…” gibi düşünceler, İmam Gazali ve Tantavî Cevherî gibi birçok İslâm alimi tarafından dillendirilse de Şatibi ve Emin Huli gibi bir çok İslâm alimi bu düşünceleri eleştirmişler ve şiddetle karşı çıkmışlardır. Bk. Gazalî, Cevahiru’l-Kur’an, Beyrut, 1981 ; Tantavî Cevherî, El-Cevâhir Fî Tefsiri’l-Kur’an’i’l-Kerim, Mısır, 1350, I/50,; Şâtibî, Ebû İshak, el-Muvâfakât fî Usûli’ş-Şerîat, Beyrut, 1999, II/379-394.; Emin Huli, Kur’an Tefsirinde Yeni Bir Metot, trc: Mevlüt Güngör, İstanbul, 1995
25
BİRİNCİ BÖLÜM
1. BİLİMSEL TEFSİR
1.1. İlmî Tefsirin Tarihsel Arka Planı İlmî Tefsir akımı, diğer son dönem tefsir ekollerinde olduğu gibi her ne
kadar XX. yy.da müstakil bir tefsir ekolü haline gelmişse de bu eğilimin izlerine
çok daha erken dönemlerde rastlamak mümkündür; hatta Abbasiler dönemine
kadar gittiği görülmektedir.70 Öyle ki, “İhyâ-u Ulûmi’d-Din” ve “Cevâhiru’l-
Kur’ân” adlı eserlerindeki yorumlarından hareketle hicri 505’te vefat eden İmam
Gazâlî’nin, ilmî tefsir hareketini ilk başlatan ve sistemleştiren kişi olduğu ileri
sürülür.71 Zîra İmam Gazâlî, “İhyâ-u Ulûmi’d-Din” adlı eserinde İbn. Mes’ud’dan
mevkûfen nakledilen bir hadisten72 hareketle bazı alimlerin Kur’ân ayetlerinin
mânâlarına dair yaptıkları değerlendirmeleri de zikrederek her bir ayetin zâhirî
mânâlarından başka binlerce bâtınî, haddî ve matlaî anlamlarının olduğunu iddia
ederek bütün ilimlerin Azîz ve Celîl olan Allah’ın fiilleri ve sıfatlarına dahil
olduğunu, nihâyeti olmayan bu ilimlerin hepsine Kur’ân-ı Kerim’de bir şekilde
işaret edilmîş olduğunu ve bunları ancak Kur’ân-ı Kerim’in hakikatini
anlayabilenlerin bulup ortaya çıkarabileceğini belirtmektedir.73 “Cevâhiru’l-
Kur’ân” adlı eserinde ise bu ilimleri öncelikle “dînî ilimler” ve “sâir ilimler” diye
ikiye ayırıp, her iki bölümle ilgili bir hayli ilim ismi zikrederek “… saydığımız ve
sayamadığımız bütün bu ilimlerin kökleri Kur’ân’ın dışında değildir, hepsi de
Allah-ü Teâlâ’nın marifet denizlerinden bir denizden alınmış bir avuç su gibidir
70 Bk. Zehebî, Muhammed Hüseyin, et-Tefsir ve’l-Müfessirun, (Basım yeri bilinmiyor), 1976, II,
484. ; Kırca, Celal, Kur’ân-ı Kerim’de Fen Bilimleri, İstanbul, 1994, s. 49. ; Demir, Şehmuz, Kur’an’ın Yeniden Yorumlanması, İstanbul,2002, s. 77.
71 Bk. Demir, s. 79. ; Kırca, Kur’ân-ı Kerim’de Fen Bilimleri, s. 61. ; Şimşek, M.Sait, Günümüz Tefsir Problemleri, İstanbul, 1995, s. 81. ; Hûlî , s. 41-43. ; Eroğlu, Ali, Tarihte Tefsir Hareketi ve Tefsir Anlayışları, Erzurum, 2002 s. 112.
72 İbn. Hibban’a nisbet edilen “Kur’ân’ın zâhiri, batını, haddi ve matlaı vardır.” şeklindeki hadis rivayetinin kaynağı hakkında hakkında açık bilgi verilmemiş olmakla birlikte M.S. Şimşek bu rivayetin hiçbir hadis kitabında yer almadığını bildirmektedir. Bk. Şimşek, Günümüz Tefsir Problemleri, s. 81.
73 Bk. Gazâlî, Muhammed b. Ahmed, İhyâ-u Ulûmi’d-Din, trc: Serdaroğlu, Ahmed , İstanbul, 1974, I/822.; Ayrıca Gazâlî ve O’nun ilmî tefsir hakkındaki yorumları için bk. Zehebî, II/474-477. ; Rûmî, Fahd b. Abdurahman b. Süleyman, Menhecü’t-Tefsir, Riyad, 1981, I/264-265. ; Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, Ankara, 1996, II/371-372. ; Hûlî, s. 41-43. ; Demir, s. 79-80. ; Kırca, Kur’ân-ı Kerim’de Fen Bilimleri, s. 55-59. ; Şimşek, Günümüz Tefsir Problemleri, s. 81.
26
ki, bu deniz de ilâhî fiillerin denizidir…. ve onun sahili yoktur.” demekte ve bazı
ayetlerle bu ifadelerini desteklemeye çalışmaktadır.74
Bilimsel tefsire işaret eden bir diğer önemli âlim ünlü İslâm düşünürü İbn
Rüşt’tür. (v: 595 h.)75 O, insanları tefekküre, düşünmeye ve akletmeye çağıran
ayetlerin ışığında tevhit ilkesinden hareket ederek bilimsel verilerle vahyin
çatışmayacağını bilakis ikisinin bir ahenk ve paralellik içerisinde bulunduğunu
iddia etmektedir. Zîra O’na göre, vahyi gönderen de, evren ve insan aklını yaratan
da Allah’tır. Dolayısıyla vahiy ile evrenin kaynağı birdir. Üstelik vahiy, insanları
evreni tanımaya teşvik etmektedir. Öyleyse vahiy ile evren ve insan aklı arasında
bir çatışmanın olması düşünülemez. Böylesi bir mantıkî çıkarımla bilimsel tefsirin
teorik alt yapısını oluşturan İbn Rüşt’ün bilimsel verilere dayanarak çeşitli ayetleri
yorumlamaya çalıştığı bildirilmektedir.76
Bununla birlikte Kur’ân ayetlerinin bilimsel verilerle açıklanması
girişiminin ilk defa Fahruddin er-Râzî (v: 606 h.) ile tefsir kitaplarına girdiği
zikredilmektedir.77Zîra O’nun, Kur’ân ile pozitif ilimler arasındaki ilişki
konusunda İbn Rüşt ile paralel düşüncelere sahip olduğu ve tefsirinde bazı ayetleri
zamanının bilimsel verilerine göre yorumlayıp, zaman zaman kozmolojik
konulara da yer verdiği görülmektedir.78
Bilimsel tefsirin diğer önemli bir temsilcisi de, Ebu’l-Fadl el-Mürsî’dir.(v:
655 h.)79 Ulaştığımız kaynaklara göre el-Mürsî, Kur’ân’ın öncekilerin ve
sonrakilerin ilimlerini içerdiğini, iddia etmektedir. O’na göre, bu ilimlerin hepsi,
öncelikle Allah’ın bilebileceği, sonra da sırasıyla Hz. Peygamber (a.s.),
sahabe’nin ileri gelenleri (r.a), tabiin ve diğer ilim erbabının kavrayabileceği bir
tarzda Kur’ân’da mündemiçtir. el-Mürsî, bu iddiasını desteklemek için kendisine
74 Bk. Gazâlî, Cevâhiru’l-Kur’ân, s. 18-28. 75 Bk. Kırca, Kur’ân-ı Kerim’de Fen Bilimleri, s. 66. ; Demir, s. 80. 76 İbn Rüşd’ün bilimsel tefsirle ilgili değerlendirmeleri hakkında daha geniş bilgi için bk. Kırca,
Kur’ân-ı Kerim’de Fen Bilimleri, s. 66-72. ; Demir, 80-81. 77 Bk. Kırca, İlimler ve Yorumlar Açısından Kur’ân’a Yönelişler, İstanbul, 1983, s. 219. 78 Bk. Râzî, Fahruddin Muhammed b. Ömer, Mefâtihu’l-Ğayb, Beyrut, 1990, II/75-105. , IV/153-
183. …, Ayrıca Râzî ve O’nun bilimsel tefsirle ilgili değerlendirmeleri hakkında daha geniş bigi için bk. Kırca, Kur’ân-ı Kerim’de Fen Bilimleri, s. 61-66. ; Demir, s. 80-81. ; Hûlî, s. 44.
79 Bk. Zehebî, II, 478. ; Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II/372. ; Rûmî, I/266. ; Kırca, Kur’ân-ı Kerim’de Fen Bilimleri, s. 72. ; Demir, s. 83. Şimşek, Günümüz Tefsir Problemleri, s. 82. ; Eroğlu, s. 112.
27
göre ayetlerin işaret ettiği ilimleri geniş bir şekilde açıklayarak zorlama usûllerle
de olsa bütün ilimlerin Kur’ân’dan çıkarılabileceğini göstermeye çalışmıştır.80
Bilimsel tefsire destek olan bir diğer alim de Celâleddin es-Suyûtî’dir. (v:
911 h.)81Zîra O da ilmî tefsirle ilgili olarak Gazâlî’nin yaptığı gibi “el-İtkân” adlı
eserinde Kur’ân ilimlerini sıralarken altmışbeşinci sırayı Kur’ân’dan çıkan
ilimlere tahsis etmiştir. Burada çeşitli ayet ve hadislerden deliller getirerek
Kur’ân’ın bütün ilimleri içerdiğini dile getirmeye çalışmıştır.82
Suyûtî’den sonra ilmî tefsir çalışmaları, İslâm dünyasındaki ilmî
duraklamadan nasibini almış ve Kâtip Çelebî (v: 1657 m.), Erzurumlu İbrahim
Hakkı (v: 1772 m.) gibi zevatın bir takım faaliyetleri hariç, tamamen
donuklaşmıştır. Zîra miladî XII. asra kadar her yönü ile Batıya tesir eden İslâm
dünyasındaki ilmî gayretler, bu asırdan itibaren bir nevi duraklama devresine
girmiş, şerh ve hâşiyeciliğin de yaygınlaşmasıyla birlikte orijinal te’lif eserler
iyice görünmez olmuştur. Diğer İslâmî ilimlerde olduğu gibi tefsir ilmînde yapılan
çalışmalar da öncekilerin söylediklerini tekrar etmekten öteye geçmemiştir.
Bu arada Avrupa, Rönesans’ı gerçekleştirip ilmî sahada dev adımlarla
ilerlerken, İslâm dünyası, kendi içine kapanmış ve bu ilerleyişe ilgisiz kalmıştır.
XVIII. yy.a gelindiğinde Avrupa’nın İslâm dünyasına hemen hemen her alanda
açık fark attığının anlaşılması, Müslümanlar arasında tepkisel bir hareketin
doğuşuna neden olmuştur. Bu hareket, çok geçmeden tefsir ilmîni de etkisi altına
almış ve ilmî tefsir hareketinin yeniden canlanması şeklinde yankı bulmuştur. Bu
dönemde ilmî tefsirin ilk muharriki, Muhammed b. Ahmet el-İskenderânî (v: 1888
m.); ilk ürünü ise, aynı zatın “Keşfu’l-Esrâri’n-Nûriyyeti’l-Kur’âniyye…” adlı
eseridir. el-İskenderânî’yi “Tabâiu’l-İstibdad ve Mesâriu’l-İstîbâd” adlı eseriyle
es-Seyyid Abdurrahman el-Kavâkibî (v: 1902 m.) takip etmiştir. Bununla beraber,
ilmî tefsir hareketinin ülkemizdeki temsilcisi Gazi Ahmet Muhtar Paşa (v: 1918
m.) ile Mustafa Sadık er-Râfiî ve meşhur tabip Dr. Abdülaziz İsmail (v: 1942 m.)
modern dönemin ilk bilimsel tefsir temsilcileri arasında yerlerini almışlardır. 80 el-Mürsî ve O’nun ilmî tefsirle ilgili görüşleri hakkındaki daha geniş bilgi için bk. Zehebî,
II/478-484. ; Rûmî, I/266. ; Kırca, Kur’ân-ı Kerim’de Fen Bilimleri, s. 72-75. ; Demir, s. 83. 81 Bk. Zehebî, II/477. ; Rumi, I/265. ; Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II/372. ; Demir, s. 84. ; Şimşek, Günümüz Tefsir Problemleri, s. 82. ; Eroğlu, s. 112.
82 Bk. Suyutî, Celaluddin Abdurrahman, el-İtkan Fî Ulümi’l-Kur’an, Beyrut, 2000, II, 348-350. ; Ayrıca Suyutî ve O’nun ilmî tefsirle ilgili görüşleri hakkında daha geniş bilgi için bk. Zehebî, II/477-478. ; Rumi, I/265-266. ; Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II/372.
28
Bütün bunların ötesinde modern dönemde bilimsel tefsirin en önemli siması ve bu
akımı ekolleştiren kişi olarak Şeyh Tantâvî Cevherî (v: 1940 m.)’yi biliyoruz.
Cevherî’den sonra bu ekole yakınlığı ile bilinen kişiler arasında Ferid Vecdî (v:
1940) gibi bir çok Arap asıllı ilim adamları ve araştırmacıların yanında ülkemizin
önemli simalarından Bedîuzzaman Sait Nursî (v: 1963 m.) ve Celal Kırca gibi
zevatı da saymak mümkündür.83
1.2. İlmî Tefsir’in Genel Tanımı, Alanı, Kapsamı, Aklî ve Naklî Delilleri “İlmî Tefsir” ile ilgili çeşitli tanımlar yapılmıştır. Bunlardan bazılarını şu
şekilde sıralayabiliriz:
İlmî Tefsir, “Kur’ân ibarelerindeki ilmî ıstılahları açıklamaya, onlardan
çeşitli ilimleri ve felsefî görüşleri çıkarmaya çalışan bir tefsir şeklidir.”84
İlmî tefsir, “Kur’ân metninde ilmî ıstılahları hâkim kılan, muhtelif ilimleri
ve felsefî görüşleri O’ndan çıkarmaya çalışan bir tefsirdir.”85
İlmî tefsir, “Kur’ân’da geçen çeşitli bilim dallarıyla ilgili ayetleri, çağın
ilmî icat ve gelişmeleri doğrultusunda yorumlayan bir tefsirdir.”86
İlmî tefsir, “Kur’ân ayetleriyle müspet ilmîn keşifleri arasında ilgi kuran
ve ayetleri bu keşiflerin ışığında yorumlayan bir tefsir çeşididir.”87
Yukarıda sunduğumuz tariflerin her birisinin ilmî tefsirin bir özelliğini
yansıtmaya çalıştığını görmekteyiz. Bu tarifleri bir arada düşündüğümüzde
“Kur’ân”, “ilim” ve “yorum” kelimelerinin bütün tariflerde ortak olduğunu
görüyoruz. Öyleyse ilmî tefsiri en kısa ve kapsayıcı şekilde “Kur’ân-ı Kerim’in
ilmî veriler yani modern bilim ışığında yorumlanması” şeklinde tarif etmemiz
mümkün olacaktır. Tarifimize yukarıdaki ilk iki tanımda geçen “felsefî görüş”
ibaresini almamış olmamızın iki nedeni bulunmaktadır:
a - Bazı araştırmacıların, bilim kelimesinden maksadın, gözlem ve deneye
dayalı bilimler olduğu gerekçesiyle “felsefî görüş” ibaresinin ilmî tefsirin tarifinde
kullanılmasına karşı çıkmış olmaları,
83 İlmî tefsir hareketinin tarihi seyri için bk. Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II/373. Ayrıca bk. Demir,
s. 79-85. ; Kırca, Kur’ân-ı Kerim’de Fen Bilimleri, s. 49-76. ; Jansen, J.J.G., Kur’an’a Bilimsel-Filolojik-Pratik Yaklaşımlar, trc: Açar, Halilrahman, Ankara, 1993, s. 69-76.
84 Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II/369. 85 Bk. Hûlî, s. 41. ; Zehebî, II/474. 86 Eroğlu, s. 112. 87 Şimşek, Günümüz Tefsir Ekolleri, s. 199.
29
b - Bu tür tefsirlerde felsefî yorumlardan daha ziyade müsbet ilimlerle
ilgili yorumların ön plana çıkmış olmasıdır.
1.2.1. İlmî tefsir ekolünü savunanların delilleri Suyûtî’nin “el-İtkân” adlı eserinde de işaret ettiği gibi, ilmî tefsir ekolünü
savunanlar, görüşlerini genel itibariyle kitap, sünnet, eser ve aklî muhakeme
üzerine bina etmeye çalışmışlardır.88
-Kitaptan delilleri
a - “…Biz kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık…”(Enam, 6/38)
b - “…yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir kitapta
olmasın.”.(Enam, 6/59)
c - “Sana her şeyi açıklayıcı olarak kitabı indirdik.”(Nahl, 16/89)
İlmi Tefsir akımını savunanlar, bu ayetlerin zâhiri anlamlarından hareketle
Kur’ân’ı Kerim’in bütün her şeyi içerdiğini, ilimle ilgili hiçbir hususun Kur’ân’ın
dışında kalamayacağını ileri sürmüşlerdir.89 Şüphesiz ki onların Kur’ân’dan delil
olarak ileri sürdükleri ayetler, bu üç ayetle sınırlı değildir. Zîra onlar, bu ayetlerle
birlikte kâinat, insan ve diğer mahlukatla alakalı ayetleri de delil getirmişlerdir.90
-Sünnetten delilleri
a – Tirmîzî’nin süneninde tahriç ettiği şu hadis: -Hz. Peygamber (a.s.),
“Fitneler olacak” dedi. “Bundan kurtarıcı olan nedir?” denildi. O da:”Allah’ın
kitabıdır, O’nda sizden öncekilerin haberleri ve aranızda olan şeylerin hükmü
vardır” dedi.91
88 Bk. Suyûtî, II/1025-1040. 89 Bk. Suyûtî, II/1025.; Zehebî, II/477-478.; Rûmî, I/265-266.; Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II/402.;
Kırca, Kur’ân-ı Kerim’de Fen Bilimleri, s. 44.; Demir, s. 78.; Hûlî, s. 49.; Jansen, s. 70. 90 Bk. Gazalî,Cevahiru’l-Kur’an, s. 28.; Zehebî, II/474-484.; Şehmuz, s. 78.; Yıldırım, Suat,
Kur’an-ı Kerim ve Fennî Keşifler, Ankara, 1990, s. 7-16. 91 Bk. Suyûtî, II/1025. ; Tirmîzî, bu hadisi, Abdullah b. Humeyd, Hüseyn b. Ali el-Hafacî,
Hazatü’z-Ziyad, Ebi’l-Muhtar et-Tâî, Ehi’l-Hârisi’l-E’ver, Hâris ve Ali b. Ebî Tâlib kanalıyla nakletmiş ve hadisin sadece bu tarikten geldiğini, isnadının mechul olduğunu ve hadisin ravilerinden Hâris hakkında söz söylendiğini belirtmektedir. Bk. Tirmîzî, Ebû İsa Muhammed b. İsa, Sünenü’t-Tirmizi, Kitab-u Fedaili’l-Kur’an, 14., İstanbul, 1992.
30
b - İbn. Hibbân’ın İbn. Mes’ud’dan naklen bildirdiği şu hadis: “Şüphesiz
Kur’ân için bir zâhir, bir bâtın, bir hadd ve bir matla’ vardır.”92
c - Hz. Ali’nin (r.a) Hz. Peygamber (a.s.)’den naklettiği şu hadis: “Beni
hak Peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, ümmetim mensup
oldukları dinin aslından ve cemaatinden (ayrılarak) yetmiş iki fırkaya
bölünecektir… Şayet bu zamana tesadüf ederseniz size düşen, Azîz ve Celîl olan
Allah’ın kitabına sarılmaktır. Şüphesiz ki O’nun içerisinde sizden öncekilerin
hikayesi, sizden sonra meydana geleceklerin haberi ve aranızda olan şeylerin
hükmü vardır. Azîz ve Celîl olan Allah, O’na muhalefet eden zâlimlerin belini
kırar. (O’nu bırakıp ta) ilmî başka tarafta arayanları Allah saptırır.”93
Eserden delilleri
a - Said b. Mansur’un İbn. Mes’ud’dan tahriç ettiği şu haber : “Kim ilmî
isterse, ona Kur’ân yeter. Zîra O’nda öncekilerin ve sonrakilerin haberi vardır.”94
b - İbn. Süraka’nın Ebû Bekr b. Mucahid’den naklettiği şu haber :
“Âlemde hiçbir şey yoktur ki o, Kur’ân’da olmasın.”95
-Aklî delilleri
“Kur’ân-ı Kerimde fıkhî konulara doğrudan işaret eden yüzelli kadar
ahkâm ayeti olmasına karşılık yediyüzelli kadar kevnî ayet bulunmaktadır.
Bununla birlikte İslâm dünyasında fıkhî eserler kütüphaneleri doldururken kevnî
ayetlerin işlendiği müspet ilimlerle ilgili eserler oldukça sınırlı kalmıştır. Oysa
aklın gereği, yüzelli civarında olan fıkhî ayetlere verilen önem gibi yediyüzelli
civarında olan kevnî ayetlere de önem verilmesidir.96
92 Bk. Gazâlî, İhyâ-u Ulûmi’d-Din, I/822. ; İhyâ-u Ulûmi’d-Din’de bu hadisin İbn. Mes’ud’dan
mevkufen rivâyet edildiği belirtilirken M.Said Şimşek, bu rivayetin aslının olmadığını belirtmektedir. Bk. Şimşek,Günümüz Tefsir Problemleri, s. 81.
93 Gazâlî, İhyâ-u Ulûmi’d-Din, I/823. ; İbn. Mâce ve Tirmîzî’nin tahriç ettiği belirtilen bu hadisi, Tirmîzî, ümmetin yetmiş iki fırkaya ayrılacağına dair bölümü zikretmeksizin süneninde tahriç etmiştir. Hadis hakkında bilgi için 10 no’lu dipnota bk.
94 Bk. Suyûtî, II/1025. ; Haberin kaynağı hakkında yeterli açıklama yapılmadığı için aslına ulaşamadık.
95 Suyûtî, II/1027. ; Bu haberi İbn. Sürekâ’nın “el-İ’câz” adlı kitapta naklettiği bildirilmektedir. 96 Cevherî, I/3. ; Şimşek, Günümüz Tefsir Problemleri, s. 84.
31
Yukarıda sunulan delilleri de dikkate alarak bilimsel tefsir hareketinin şu
esaslar üzerine bina edilmîş olduğunu söylemek mümkündür :
a - Kur’ân-ı Kerim, Alah’ın mûciz bir kelâmıdır. Her dönemde insanların
ihtiyaçlarına cevap verebilir. Dolayısıyla ya sarâhaten ya işâreten veya remzen
insanların ihtiyaç duyduğu dînî ilimleri ihtiva ettiği gibi diğer müspet ilimleri de
ihtiva etmektedir.97
b – Kur’ân bir bütün olarak değerlendirilmeli ve her ayetine aynı derecede
ehemmiyet verilmelidir. Her ayetin lafzî anlamından başka bir çok anlamı daha
vardır. Dolayısıyla ayetleri ilmî verilerle yorumlamak ve onlardan bazı ilmî
veriler elde etmek mümkündür.98
c – Kur’ân bütün insanlığı muhatap almaktadır. O’nun anlaşılması her
hangi bir grup ya da çevreyle sınırlandırılamaz. Dolayısıyla “selef, ayetlerdeki
ilmî gerçekleri anlayamamıştır.” diye bu gün bunların ihmal edilmesi gerekmez.99
d – Dinin nihâî gayesi tevhiddir. Buna hizmet edecek her türlü gayret
takdire layıktır. İlmî ekolün en üst gayesi de Kur’ân’ın bu hedefine hizmet
etmektir.100
1.3. İlmî Tefsirin Fikrî Temelleri İlmî tefsirin ortaya çıkıp vücut bulmasında etkili olan birçok faktörden
bahsetmek mümkündür. Bu faktörler, zamana, zemine ve konuma göre
değişiklikler arz etse de değişmeyen en önemli faktör olarak Kur’ân-ı Kerim’i
karşımızda buluruz. Zîra O’nda ilmi, hikmeti, ilimle amel etmeyi, bildiğini
öğretmeyi, cahillerden sakınmayı, düşünmeyi, tefekkür ederek ibret almayı emir
veya tavsiye eden yüzlerce ayet bulunmaktadır.101 Bu nedenle de bazı
düşünürlerce Kur’ân’ın i’caz / îcâz yönlerinden birisinin de ilmî yönü olduğu dile
getirilmîş ve buna dair onlarca ayetin delâletinden bahsedilmîştir.102 Kaldı ki,
ilmîn en önemli aracı olan okumayı emirle başlayan103 bir dinin müntesiplerinin
97 Suyûtî, II/1025. ; Gazâlî, İhyâ-u Ulûmi’d-Din, I/822. ; Kırca, Kur’ân-ı Kerimde Fen
Bilimleri, s. 44. ; Kırca, Kur’ân’a Yönelişler, s. 214. ; S.Yıldırım, s. 7-8. 98 Gazâlî, İhyâ-u Ulûmi’d-Din, I/822. ; Kırca, Kur’ân-ı Kerim’de Fen Bilimleri, s. 45. ; Kırca,
Kur’ân’a Yönelişler, s. 214. ; S.Yıldırım, s. 19. 99 Kırca, Kur’ân-ı Kerim’de Fen Bilimleri, s. 85-88. 100 S.Yıldırım, s. 20-22. 101 Söz konusu ayetlerin listesi için bk. Yüksel, Nevzat, Konularına Göre Kur’an-ı Kerim
Fihristi, İstanbul, 1995, s. 226-243. 102 Heytû, Muhammed Hasan, el-Mu’cizetü’l-Kur’âniyye, Beyrut, 1989, s. 147-293. 103 Alâk, 96 / 1-3.
32
ilimden ve ilmî hayattan uzak olmaları düşünülecek bir şey değildir. Öte yandan
Hz. Peygamber (a.s.)’in hayatı boyunca Müslümanları öğrenmeye ve öğretmeye
teşvik etmesi, çeşitli vesilelerle ilmi ve alimleri övmesi, diğer ilmî hareketlerde
olduğu gibi ilmî tefsir hareketinde de muharrik işlevi görmüştür.104
İlmî tefsirin ortaya çıkmasında etkili olan faktörlerden bir diğerini de İslâm
dünyasının yaşadığı Konjonktürel faktörler oluşturmaktadır, diyebiliriz. Zîra, ilmî
tefsir hareketinin ilk temsilcisi ve sistemleştiricisi olan Gazâlî’nin dönemine
baktığımızda, İslâm dünyasında, hem dînî hem de diğer çeşitli ilmî sahalarda
ateşli tartışmaların hüküm sürdüğünü görmekteyiz. Gerek yapılan tercümelerin
etkisi, gerekse de Mûtezile’nin idarenin desteğini arkasına almış olması gibi
nedenlerle bu dönemlerde din-akıl ilişkisi sürekli canlı tutulmaya çalışılmıştır.
Çeşitli şekillerde ortaya çıkan hurafeler, Kur’ân’ı yanlış yorumlamalar ve bazı
ilhâdî hareketler insaflı İslâm alimlerini, tekrar Kur’ân üzerinde yoğunlaşmaya ve
Kur’ân’ın örtülmeye çalışılan gerçek yüzünü halka anlatmak için gayret
göstermeye sevk etmiştir. İşte ilmî tefsir hareketinin de böyle bir ortamda vücut
bulması oldukça mânidardır. Öte yandan İslâm dünyasında uzun süren bir
duraklamanın akabinde ilmî gayretlerin yine dış unsurların tazyikiyle canlılık
kazandığını görmekteyiz. Avrupa devletlerinin özellikle ilim sahasında hızla
ilerlemelerine karşılık İslâm dünyasında donukluğun hüküm sürmesi, üstelik bu
donukluğun din ile ilişkilendirilmesi yine dikkatlerin Kur’ân’a yöneltilmesine yol
açmış ve ilmî tefsirin modern dönemdeki hamlesi başlamıştır. Öyleyse genel
olarak baktığımızda ilmî tefsir hareketini doğuran nedenleri iki maddede toplamak
mümkün olacaktır.
a - Kur’ân’ın ilmi ve ilmî öncülleri takdir edip Müslümanları bunlara
teşvik etmekle beraber, cehaleti ve cehaletin öncüllerini zemmedip Müslümanları
bunlardan sakındırması.105
b - Konjonktürel çerçevede görülen ilmî ve fikrî hareketlilik.106
104 Hz. Peygamber’den (a.s.) ilme, alime ve öğrenmeye dair nakledilen hadisler ve yorumları için
bk. Cânan, İbrahim, Hadis Külliyatı Kütüb-ü Sitte Tercüme ve Şerhi, Ankara, 1995, XI/481-526.
105 “İlmî öncüller” ifadesiyle; okumak, yazmak, düşünmek ve ibret almayı; “Cehaletin öncülleri”ifadesiyle de; gaflet, boş şeylerle meşguliyet ve körü körüne taklidi kastediyoruz. Söz konusu konularla ilgili ayetler için bk. Yüksel, s. 226-243.
106 İlmî tefsir ekolünün ortaya çıkış nedenleri ve tarihî seyri hakkında daha geniş bilgi için bk. Zehebî, II/474-484. ; Rûmî, I/261-267. ; Şarkâvî, Muhammed, el-Fikru’d-Dînî Fî
33
1.4. İlmî Tefsir Ekolünün Son Dönem Önemli Temsilcileri
1.4.1. Muhammed b. Ahmed el-İskenderânî (v: 1888 m.) İlmî tefsirin tarihi gelişimini anlatırken de işaret ettiğimiz gibi, çağımız
itibariyle bu yönelişe ilk davette bulunan kişi, aslında bir tıp doktoru olan
Muhammed b. Ahmed el-İskenderânî olmuştur. Bu zat, tefsirinde modern
bilimleri ilk işleyen müfessir olarak ta tanınmaktadır.107 el-İskenderânî’nin
1880’de üç cilt halinde yayınladığı “Keşfu’l-Esrârı’n-Nûrâniyyetü’l-
Kur’âniyye…” adlı eserinde gök cisimlerini, yer yüzünü, hayvanları, bitkileri ve
mineralleri geniş bir şekilde inceleyerek, Kur’ân’da geçen kevnî ayetleri modern
bilimin sunduğu veriler ışığında yorumlamaya çalıştığı bildirilmektedir.108 Yine
aynı müellifin 1883 yılında basılan “Tibyânü’l-Esrâri’r-Rabbâniyye fi’n-Nebâtât
ve’l-Meâdin” adı altında bir başka eseri daha vardır. Bu kitabında da bazı bilimsel
îcât ve keşiflere yer verdiği, bunlarla çeşitli ayetler arasında bağ kurmaya çalıştığı
anlatılmaktadır.109 Jansen, yukarıda verilen iki eserin de ilk ve orta öğretim
düzeyinde hazırlanmış olduğunu ve İskenderânî’nin zaman zaman bilimsel
yorumlamanın modern formuyla ilgili ilginç bir takım açıklamalar ortaya
koyduğunu, bunu yaparken de savunmacı bir tarz sergilediğini belirtmektedir.110
1.4.2. Abdurrahman el-Kevâkibî (v: 1902 m.) el-İskenderânî’den sonra bu alanda eser te’lif eden en önemli zatlardan
birisi de el-Kevâkibî’dir. Edindiğimiz bilgiye göre, O, yazmış olduğu “Tabâiu’l-
İstibdâd ve Mesâdiru’l-İsti’bâd” adlı eserinde bilimsel yorumlamaya geniş yer
vermek suretiyle el-İskenderânî’yi takip ettiğini göstermiştir.111 el-Kevâkibî,
tefsirde bilimsel yaklaşımı savunan diğer alimler gibi başta sunduğumuz
ayetlerden hareketle Kur’ân’da her şeyin var olduğunu, batılı bilim adamlarınca
keşfedilen hakikatlere onüç asır öncesinden Kur’ân tarafından bir şekilde işaret
Muvaceheti’l-Asr, Beyrut, 1979, s. 422-430. ; Cerrahoğlu,Tefsir Tarihi, II/369-380. ; Demir, s. 78-97. ; Şimşek, Günümüz Tefsir Problemleri, s. 79-88. ; Hûlî, s. 41-46. ; Jansen, s. 69-101. ; Kırca, Kur’ân’a Yönelişler, s. 213-231. ; Eroğlu, s. 112-113.
107 Bk. Zehebî, II/497-498. ; Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II/374. ; Hûlî, s. 44. ; Demir, s. 88. ; Jansen, s. 78.
108 Bk. Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II/113-114. ; Demir, s. 88. ; Jansen, s. 79. 109 Demir, s. 88. ; Jansen, s. 79. 110 Bk. Jansen, s. 78-79. 111 Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II/375.
34
edildiğini ve müdakkik alimlerce rahatlıkla görülebilecek olan bu durumun
Kur’ân’ın mûcizeliğini ispat ettiğini belirtmektedir.112
1.4.3. Gazi Ahmed Muhtar Paşa (v: 1918 m.) Aynı zamanda ilmî tefsir hareketinin ülkemizdeki temsilcisi olan Gazi
Ahmed Muhtar Paşa’nın “Şerâiru’l-Kur’ân fî Tekvîn ve İfnâ ve İâdeti’l-Ekvân”
adını verdiği eserinde, astronomi ile ilgili yüze yakın ayeti topladığı ve onları
modern ilmîn verilerine göre yorumlamaya çalışarak bu ayetlerle Kopernik
sistemi arasında tam bir mutabakat olduğunu dile getirdiği nakledilmektedir.113
1.4.4. Mustafa Sâdık er-Râfiî (v: ?)
Mısır’ın ve İslâm aleminin meşhur ediplerinden sayılan Mustafa Sâdık er-
Râfiî’nin te’lif etmiş olduğu “İ’câzü’l-Kur’ân” adlı eserinde “el-Kur’ân ve’l-
Ulûm” başlığı altında ilmî tefsirin gelişim tarihi ve bu tefsir üzerindeki görüşlerini
belirttikten sonra Kur’ân ve ilim arasındaki münasebete değinerek Kur’ân’ın
bütün ilimleri ihtiva ettiğini ifade etmeye çalıştığı görülmektedir.114 er-Râfiî’nin
bu kitabından naklen bildirilen “Şayet, Kur’ân kelimelerindeki cümlelerin
hesabına muttali olunsaydı, Kur’ân’dan asırların bütün acâiplikleri, tarihleri,
sırları ortaya çıkarılırdı. Şayet bu (hedef) şu kitabın maksadından hariç olan bir
şey olmasaydı şüphesiz biz Kur’ân-ı Kerim’den eski ve yeniye ait birçok şey
getirirdik.” şeklindeki ifadeleri O’nun ilmî yoruma olan bağlılığını ve inancını
göstermeye kâfidir.115
1.4.5. Abdülaziz İsmail (v: 1942 m.)
Meşhur tıp doktoru olan Abdülaziz İsmail’in te’lif ettiği ve içeriğinde
başta tıp olmak üzere çeşitli ilmî konularla ilgili bilgiler sunduğu “el-İslâm ve’t-
Tıbbu’l-Hadis” adlı eseri de ilmî tefsir ekolü bünyesinde önemli bir yere
sahiptir.116 O’nun, bu eserinde “Kur’ân bir tıp veya matematik ya da astronomi
kitabı değildir. Ancak O, bazen bu ilimlere ilişkin tabiî yollara işaret eder.”, “Bir
112 Zehebî, II/498. ; Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II/375. ; Demir, s. 89. ; Hûlî, s. 44. 113 Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II/377. ; Demir, s. 89. 114 Bk. Râfiî, Mustafa Sadık, İ’câzu’l-Kur’an ve Belağatü’n-Nebeviyye, Beyrut, 1990, s. 114-
138. ; Ayrıca bk. Zehebî, II/501. ; Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II/378. ; Hûlî, s. 45. 115 Zehebî, II/501. ; Ayrıca Râfiî’nin ilmî tefsir hakkındaki görüşleri için bk. Râfiî, s. 114-138. 116 Bk. Zehebî, II/502. ; Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II/379.
35
çok Kur’ân ayetinin hakîkî mânâları, ancak modern ilimlerin öğrenilmesi ile
anlaşılabilir.”, “Modern ilim, bazı ayetlerin mânâsını ortaya çıkartmıştır. İlimler
her takaddüm ettiğinde de diğer geri kalan ayetlerin anlamları ortaya çıkacaktır.
Sonra öyle bir zaman gelecek ki, materyalist bilim adamları insanların dine en
yakın olanları olacaktır.” dediği nakledildiği gibi, aynı müellifin “el-Hayât-ü
Tahte Dav’i’l-Kur’ân” adlı eserinden de bahsedilmektedir.117
Yukarıda zikretmeye çalıştığımız zevattan başka ilmî tefsir alanında dikkat
çeken ve eser ortaya koyan bir hayli araştırmacı ve müellif bulunmaktadır.
Bunların içerisinde “Mu’cizetü’l-Kur’ân fî Vasfi’l-Kâinât” adıyla bir eser yazıp
daha sonra bu eseri “et-Tefsîru’l-İlmî li’l-Âyâti’l-Kevniyye” adıyla yeniden
bastıran Hanefî Ahmed’i, “el-Mushâfu’l-Müfesser” ismiyle meşhur “Safvetü’l-
İrfân” adlı tefsir kitabının müellifi Ferid Vecdî’yi, M. Abdullah Dıraz’ı ve
ülkemizde bu eğilimin temsilcisi kabul edilen Celal Kırca hocamızı hassaten
zikretmek yerinde olacaktır.118
1.5. İlmî Tefsirin Eleştirisi İlmî tefsir ekolünü savunan ve bu yöndeki gayretleri destekleyen ilim
adamları olduğu gibi bu ekole karşı çıkıp onu çeşitli açılardan tenkit eden Şâtibî,
Emin Hûlî, Zehebî, M. Şeltut, Reşit Rıza, M. Abduh, Seyyid Kutup,… gibi ilim
adamları da vardır.119 İlmî tefsire karşı çıkanlar arasında en fazla Şâtibî (v: 790 h.)
ve Emin Hûlî dikkat çekmektedir. Zîra diğer alimler, tenkitlerinde genelde bu
ikisinin yönelttiği eleştirileri kullanmışlardır.120 Bu sebeple biz de burada bu iki
zatın eleştirilerini ve gerekçelerini zikretmeyi uygun bulduk.
1.5.1. Şâtibî’nin ilmî tefsire yönelttiği tenkitler İlmî tefsir ekolüne karşı ilk sistemli itiraz, bir usûlcü olan Şâtibî’den
gelmiştir.121 “el-Muvâfakât” adlı kitabında kanun koyucunun gâyelerinden
bahsederken bu konuyu ele almıştır.122 Şâtibî, şeriatın, ilk muhatabı olan
Arapların durumuna göre indiğini, onlar ümmî bir toplum olduğuna göre şeriatın 117 Bk. Zehebî, II/502. ; Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II/379. 118 Bilimsel Tefsir ile ilgili müstakil çalışmalar yapan diğer isimler için bk. Cerrahoğlu, Tefsir
Tarihi, II/401. ; Kırca, Kur’ân’a Yönelişler, s. 219-224. ; Jansen, s. 80-99. 119 Bk. Kırca, Kur’ân’a Yönelişler, s. 226. ; Eroğlu, s. 113. ; Demir, s. 98. 120 Şimşek, Günümüz Tefsir Problemleri, s. 95. 121 Bk. Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II/402. ; Şimşek, s. 88. ; Hûlî s. 46. ; Jansen, s. 100. 122 Bk. Şâtibî, II/379-394.
36
da ümmî olacağına, buna rağmen bazı kimselerin haddi aşarak tabiî ilimler, çeşitli
alet ilimleri, mantık, huruf ilmî gibi, eski ve yeni bilinen bütün ilimleri…
Kur’ân’a izâfe etmiş olmalarını yadırgayarak doğru bulmadığını ifade etmiş; buna
gerekçe olarak da Kur’ân’ı ve O’nun ihtiva ettiği ilimleri herkesten daha iyi bilen
Selef-i Sâlihin’den -ilmî tefsir akımı mensuplarının iddia ettikleri gibi- Kur’an’ın
bilinen ve bilinmeyen bütün ilimleri ihtiva ettiğine dair herhangi bir naklin
gelmemiş olmasını göstermiştir.123 Şâtibî’ye göre, Kur’ân bazı ilimleri ihtiva
etmektedir. Ancak bu ilimler, ya nüzûl dönemindeki Arapların bildikleri
ilimlerden ibârettir veya onların bildikleri ilimler üzerine binâ edilmîş olan, akıl
sahiplerinin hayrette kaldığı, işaretleri gösterilmedikçe ve yolları
aydınlatılmadıkça üstün akılların dahi idrak edemeyeceği ilimlerdir; bunların
dışında başka şeyin bulunması noktasında verilecek cevap olumsuz olacaktır.124
Bundan sonra Şâtibî, ilmî ekol taraftarlarınca kullanılan delilleri
çürütmeye koyulur. Öncelikle delil getirilen ayetleri ele alır ve bu ayetlerden
maksadın teklif ve taabbud olduğunu ileri sürer.125 En’âm suresi 38. ayetindeki
“kitap” lafzıyla da “levh-i mahfuz” un kastedildiğini söyleyerek müfessirlerin bu
ve diğer ayetler hakkında Kur’ân’ın aklî ve naklî ilimleri tazammun ettiğini ifade
ettiğine dair herhangi bir şey söylemediklerini belirtir. Bunun yanında hurûf-u
mukattaaların da ilmî ekol sahiplerine delil olamayacağını, zîra onlar hakkında
alimler arasında kesin bir görüş birliğinin olmadığını belirtmekte, Hz. Ali (r.a) ve
diğerlerinden nakledilen haberlerin de sabit olmadığını dile getirerek Kur’ân’ın
ihtiva etmediği bir şeyi O’na izâfe etmenin caiz olmayacağını savunmaktadır.126
123 Şâtibî, II/379-389. ; Ayrıca bk. Zehebî, II/488. ; Hûlî, s. 47-48. ; Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi,
II/402. ; Şimşek, s. 89-90. 124 Şâtibî, II/389-390. ; Ayrıca bk. Zehebî, II/488-489. ; Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II/402-403. ; Şimşek, Günümüz Tefsir Problemleri, s. 89-90. ; Hûlî, s. 49.
125 Burada ilmî tefsir taraftarlarınca genellikle delil olarak zikredilen “6 En’am 38. , 16 Nahl 89.” kastedilmektedir. Söz konusu ayetler hakkında başka yorumlar için bk. Şimşek, “İlmî tefsir Üzerine” , Günümüz Din Bilimleri Araştırmaları ve Problemleri Sempozyumu, Samsun, 1989, s. 199-204.
126 Şâtibî, II/390. ; Ayrıca bk. Zehebî, II/489. ; Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II/403. ; Hûlî, s. 50. ; Şimşek, Günümüz Tefsir Problemleri, s. 90.
37
1.5.2. Emin Hûlî’nin ilmî tefsire yönelttiği tenkitler Modern dönemde ilmî tefsir eğilimine karşı ilk sistemli ve köklü itirazı
Emin Hûlî’nin yapmış olduğu bildirilmektedir.127 Emin Hûlî, bilimsel yorumun
imkânsızlığını üç açıdan ele almaktadır.128
a - Lügat Açısından : Kur’ân lafızlarının zamanımıza kadar bir takım
anlam kaymalarına uğramış olmaları muhtemeldir. Bugün ıstılah mânâsını
bildiğimiz bir kelimenin lügavî, şer’î ve örfî mânâları da vardır. Oysa Kur’ân’ın
indiği dönemde her bir lafzın tek bir anlamı vardı. Öyleyse Kur’ân lafızlarının
muteber olan anlamı nüzûl dönemindeki anlamıdır. Buna göre bazı Kur’ân
lafızlarını Kur’ân’ın ilk muhatabı olan Arapların bilmediği yeni bir takım
manalara ve ıstılahlara hamletmek, Allah’ın murâdının bunlar olduğunu söylemek
pek mümkün değildir.
b - Edebiyat veya Belâgat Açısından : Belâğat, muktezâ-i hâle uygun söz
söylemektir. Kur’ân ise belâğat açısından en yüksek derecede bulunmaktadır.
Oysa Kur’ân’ın ilk muhatapları ümmî denilen insanlardı. Yani iddia edilen
bilimsel yorumları bilmemektedirler. Şâyet, iddia edildiği gibi ayetlerden bu
bilimsel yorumlar kastedilmîş olsaydı; o zaman Kur’ân’ın, muhataplarının
durumunu dikkate almadığı sonucu ortaya çıkardı ki, bu durum Kur’ân’ın en
önemli özelliklerinden biri olan belâğatın yok sayılması anlamına gelirdi. Şâyet
bu ayetlerden böylesi bilimsel yorumlar kastedilmîş olsaydı hem de ilk
muhatapları bunları anlasaydı, o zaman onların ilmî sahada çok ileri bir seviyeyi
yakalamış olmaları gerekmez miydi ?
c - Dînî ve Îtikâdî Açıdan : Şüphesiz Kur’ân her zaman ve mekânda
geçerli olan bir kitaptır. O, insanların akıllarına ve dînî ihtiyaçlarına hitap
etmektedir. Aynı zamanda O, zamanın bütün merhalelerinde hayatiyetini devam
ettirmektedir. Bununla beraber îtikâdî meseleler evrenseldir, değişme kabul etmez.
Oysa bilimsel veriler, sürekli değişikliğe uğramaktadır. Şâyet Kur’ân’ı bilimsel
127 Şimşek, Günümüz Tefsir Problemleri, s. 90. ; Jansen, s. 101. 128 Emin Hûlî’nin ilmî tefsirin imkansızlığına dair tesbit ettiği noktaların M. Hüseyin ez-Zehebî
tarafından da aynen zikredildiği görülmektedir. Çağdaş olan bu iki müelliften hangisinin diğerini etkilediği tarafımızdan tesbit edilememiştir. Bk. Zehebî, II/391-394. ; Hûlî, s. 51-56. ; Ayrıca bk. Cerraholu, Tefsir Tarihi, II/404-405. ; Şişek , Günümüz Tefsir Problemleri, s. 91-92. ; Jansen, s. 102.
38
verilerin sonuçlarına göre yorumlayacak olursak, insanların inançları hakkında
şüphelere sürüklenmelerine yol açmış oluruz.129
Bilimsel tefsire yöneltilen bu ve benzeri tenkitleri, Celal Kırca, dört
maddede toplamıştır. Önemine binâen zikretmeyi uygun gördük , şöyle ki :
a - Kur’ân ümmî bir kavme indirilmîştir ve onların anlayabileceği bir
seviyede onlara hitap etmiştir. Şâyet anlayamayacakları bir dil ile onlara hitap
etseydi bu onlar için imkânsızı teklif olurdu. Ayrıca bugün elde ettiğimiz
bilgilerin Kur’ân’da olduğunu söylemek, lügat, belâğat ve inanç açısından
Kur’ân’a aykırıdır. Çünkü, Kur’ân’a muhatap olan ilk nesil Kur’ân’ı -bu konuda-
bizim anladığımız gibi anlamıyordu.
b - Din ayrı, ilim ayrıdır. Bunların sahaları birbirinden farklıdır. Hem
Kur’ân-ı Kerim bir ilimler kitabı da değildir. Ayrıca bugünkü ilim, pozitif bir
düşünce ve metodun ürünüdür. Bu metot ise yapısı gereği şüpheye dayanmaktadır.
Öyleyse böyle bir ilimle Kur’ân’daki ilim kavramı nasıl eşit olabilir?
c - Pozitif ilimlerin elde ettikleri sonuçlar her zaman kesin ve sürekli
değildir; zamanla gelişmeye ve değişmeye müsâittir. Kur’ân hükümleri ise net ve
kesindir. Öyleyse zamanla gelişip değişen bir bilgi ile kesin olan ve değişmeyen
gerçekleri nasıl izah edebiliriz.
d - İlmî keşifleri önce batılı bilim adamları bulmakta daha sonra bu ekolün
mensupları söz konusu keşiflerin Kur’ân’da bulunduğunu söylemektedirler.
Madem bu keşifler Kur’ân’da mevcutsa neden Müslümanlar daha önce bulup
ortaya çıkartmıyorlar.130
1.6. İlmî Tefsir Hakkında Genel Değerlendirme Abbasiler döneminde Arapça’ya tercüme edilen Eski Yunan felsefî
eserlerinin alevlendirdiği akıl-vahiy çatışması fikrine karşı Müslüman alimlerce
geliştirilen akıl-vahiy uyumu düşüncesinin bir ürünü olarak ortaya çıkan bilimsel
yorumlama yöntemi, ilk dönemlerde dağınık bir görüntü arz ederken; modern
dönemde bir ekol haline gelmiştir.131 Ekolleşme sürecinde Batı’nın etkisi oldukça
yüksektir. Zîra XIX. yy. sonu ile XX. yy. başları arasında kalan dönemde bütün
129 Zehebî ve Emin Hûlî’ni eleştirileri için bk. Zehebî, II/491-494. ; Hûlî, s. 51-56. ; Ayrıca bk.
Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II/404-405. ; Şimşek, Günümüz Tefsir Problemleri, s. 90-92. ; Jansen, s. 102.
130 Bk. Kırca Kur’an-ı Kerim’de Fen Bilimleri, s. 83-84. 131 Bk. Demir, s. 106.
39
İslâm ülkelerinde olduğu gibi bilimsel tefsir akımının revaç bulduğu Mısır’da da
Batı hâkimiyetinin izleri hâlâ canlı idi. Batının ilerlemesine karşılık
Müslümanların geri kalmışlığı, din-bilim ilişkisini gündeme getirdi. Böylece
bilimsel yorum anlayışı revaç bulmaya başladı. Buradan hareketle modern dönem
bilimsel tefsir hareketini bir tepki hareketi olarak değerlendirmek yanlış
olmayacaktır. Sebepleri ve kaynakları her ne olursa olsun, bir realite olarak var
olan bilimsel tefsir akımını savunanlar olduğu gibi çeşitli nedenlerle karşı çıkanlar
da olmuştur. Ancak bu savunma ve reddetmelerin zaman zaman ifrat-tefrit arası
vasat sınırı aştıkları da görülmüştür. Bir taraf bu ekolü alabildiğine savunurken,
diğer taraf karşı çıkmak için her bahaneyi değerlendirme yoluna gitmiştir.
Dolayısıyla bilimsel tefsir ekolü hakkında net ve sağlıklı bir değerlendirmeye hâlâ
ihtiyaç vardır.
Yukarıda sunduğumuz bilgilerden de anlaşıldığı üzere, bilimsel tefsiri
savunanların da, ona karşı çıkanların da bir takım zayıf noktalarının olduğu
görülmektedir. Şöyle ki :
a - Bilimsel tefsiri savunanların delilleri yeteri kadar sağlam olmadığı gibi,
bu ekolü eleştirenlerin gerekçeleri de tatmin edici olmaktan uzak bir görüntü
sergilemektedir. Mesela, bu ekolü savunanların ileri sürdükleri ayetler açık bir
delil teşkil etmemektedirler.132 Bununla beraber hadis ve eserlerin de sıhhat
bakımından zayıf oldukları bildirilmektedir.133 Bu ekole karşı çıkanların ileri
sürdükleri “bilimsel yorumlama, lügat, edebiyat ve itikat bakımından imkânsızdır.
Selefin anladığının dışında yorum yapmak câiz değildir.” iddiaları134 kesin bir
delile dayanmamaktadır.
132 6 En’am 38. , 59. ve 16 Nahl 89. ayetlerinin yorumları hakkında bk. Taberî,İbn. Cerir,
Câmiu’l-Beyân an Te’vil-i Âyi’l-Kur’ân, Beyrut, 1999, V/246-248. , 278. ; VIII/211-212. ; Beydâvî, Nasıruddin Ebi Said Abdullah b. Ömer, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, Beyrut, 1990, II/15, 23, 420. ; Nesefî, Abdullah b. Ahmed b. Muhammed, Medâriku’t-Tenzîl ve Hakâiku’t-Te’vîl, Beyrut, 1995, I/363, 369, 693. ; Zemahşerî Ebu’l-Kasım Carullah Muhammed b. Ömer, el-Keşşâf, Beyrut, 1995, II/20, 30, 603. ; Râzî, Fahruddin Muhammed b. Ömer, Mefâtihu’l-Ğayb, , XII/177, 179. ; XIII/10-11. ; XX/70. ; Kurtûbî, Ebu Abdullah Muhammed b. Ahmed, el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân, Kahire, 1996, VI/395. ; VII/8-9. ; İbn. Aşur, Muhammed et-Tahir, et-Tahrir ve’t-Tenvir, Tunus, (trsz.)VII/213-218, 271-275. ; XIV/252-253.
133 Bk. Şâtibî, II/390. ; Zehebî, II/489. ; Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II/403. ; Hûlî, s. 50. ; Şimşek, Günümüz Tefsir Problemleri, s. 90.
134 Bk. Şâtibî, II/379-389. ; Hûlî, s. 51-53.s
40
b - İlmî tefsir ekolü mensuplarının ayetlerden ilmî işaretler çıkartmak
uğruna zaman zaman zorlama yorumlara başvurdukları görülmekte; bu ekole karşı
çıkanlar da muhalefetlerine rağmen muhalif oldukları bu metoda zaman zaman
kendileri de başvurmaktadırlar. Birinci grubun örneği, Fahruddin Râzî’nin “O
(Rab) ki, yeri sizin için döşek yaptı.” mealindeki Bakara Sûresi 22. ayetini
yeryüzünün düz olduğuna dâir delil göstermesidir.135 İkinci grubun örneği ise M.
Abduh’un “Fil Sûresi”ndeki “ebâbîl” kelimesinden maksadın bir çeşit mikrop
olabileceği yorumudur.136
Her hâlükârda şu bir gerçektir ki, kesin deliller olmadan herhangi bir
görüşe tamamen katılmak ta ona karşı tamamen muhalif olmak ta doğru değildir.
Çünkü bu durumlarda hata ihtimali olduğu gibi isabet ihtimali de vardır.
Dolayısıyla en iyi tavır ihtiyatlı olmaktır.
Bilimsel tefsir ekolünün bazı olumsuz taraflarının olmasına karşılık
oldukça faydalı taraflarının da bulunduğu inkâr edilemez. Mesela, en azından
Kur’ân’ı yorumlama bağlamında bir ufuk açabilmektedir. Ancak, bunu söylerken
bu ekolün olumsuz taraflarına da ses çıkarılmasın demek istemiyoruz. Zîra,
olumsuz tarafları mutlaka tenkit edilmeli ama bu tenkit yıkıcı değil yapıcı
olmalıdır.
Bilimsel ekolün daha sıhhatli bir görüntü yakalayabilmesi için şu hususlara
dikkat edilmesi gerekir:
a - Yapılan yorumlarda ayetlerin lafzıyla olan irtibat kesilmemeli ve
Kur’ân’ın genel esprisine aykırı yorumlara gidilmemeli.
b - İlmî verilerin –her ne kadar kesin de olsalar- değişebilme ihtimalleri
olduğu için yapılan yorumlarda kesin bir dil kullanılmamalı, bilakis yapılan
yorumun muhtemel mânâlardan birisinin olabileceği sık sık vurgulanmalı.
c - Herhangi bir karine yoksa ayetlerin lafzî anlamlarının esas olduğu
unutulmamalı ve yapılan yorumların Kur’ân’ın gönderiliş gayesiyle örtüşmesine
özen gösterilmeli.137
135 Bk. er-Râzî, II/75-105. 136 Bk.Abduh, Muhammed, Tefsiru’l- Menar, (Tefsir-u Cüz-i Amme), Mısır, 1323, I/160. 137 İlmî Tefsir Ekolü hakkında daha geniş bilgi için bk. Zehebî, II/474-494, 497-519. ; Rumî,
I/261-283. ; Zerkanî, Muhammed Abdu’l-Azim, Menahilu’l-İrfan fi Ulum’il-Kuran, Beyrut, 1996, II/81-85. ; Şarkavî, s. 391. vd. ; Rafiî, s. 114-138. ; Heytu, s. 147-293. ; Gazalî, Cevâhiru’l-Kur’an, s. 3. vd. ; Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II/369-407. ; Kırca, Kur’an’a
41
İKİNCİ BÖLÜM
2. TANTAVİ CEVHERÎ ÖRNEĞİNDE BİLİMSEL TEFSİR
2.1. Tantavî Cevherî’nin Hayatı Şeyh Tantavî Mısır’ın Zekazik şehrinin güneyinde Bubastıs’taki Firavn
harabelerinin yakınında bulunan ve doğu bölgesi içinde yer alan Hicazlı Avdullah
(Avdullah Hicazî) adlı küçük bir köyde miladi 1862 yılında dünyaya gelir. Babası
Şeyh Cevherî’dir.138 İsmindeki “Cevherî” ekini babasının adından almıştır.
Çiftçilikle uğraşan bir ailenin çocuğu olan Tantavî, küçük yaşlardan itibaren
zîraatla uğraşmaya başlar. Eğitim hayatına annesinin teşviki ile Kur’an-ı Kerimi
ezberlemek için gittiği kendi köylerindeki küçük bir dershanede başlayan Üstat,
burada 13 yaşlarında iken Kuran eğitimini tamamlandıktan sonra kendisinde ilim
ve öğrenme aşkının daha da canlandığını hisseder. Babası da onun şeyh Eşmunî
,Işmavî ve Cevherî benzeri ileri gelen Ezher uleması gibi hatırı sayılır birisi
olmasını istemektedir. Çünkü bu alimler, zaman zaman bu yörelerde araştırmalar
yapıyorlardı. Tantavî’nin babası Şeyh Cevherî de sürekli onları anar, onların
meclislerine koşar ve sözlerini dinlemeye önem verirdi.
Üstadın Ezher Üniversitesine girişinde amcası Şeyh Muhammed Şelbî’nin
büyük etkisi olduğu görülür. Zîra amcasının Tantavî’yi Ezher’e gönderme
konusundaki telkin ve teşvikleri sonunda meyvesini vermiş ve Şeyh Cevherî, oğlu
Tantavî’yi kardeşinin küçük oğluyla birlikte Ezher’e göndermeye razı olmuştur.
Böylece Şeyh Tantavî, 1877’de Ezher’de eğitim-öğretimine başlar ve keskin
zekasıyla kısa sürede dikkatleri üzerine çeker. Burada Arap Dili, İslâm Fıkhı, Şafii
Mezhebi, Belağat ve Aruz gibi konularda ders alır. Ancak bir zaman sonra şiddetli
bir şekilde hastalanır ve Ezher’deki eğitimine ara vermek zorunda kalır. Köyüne
döndüğünde babasının da hastalanmış olduğunu görür. Hastalığına rağmen zaten
fakir olan ailesine yardım etmek üzere tarlalarda diğer çiftçilerle birlikte
Yönelişler, s. 213-237. , Kur’an-ı Kerim’de Fen Bilimleri, s. 17. vd. ; Hûlî, s. 41-56. ; Demir, s. 77-113. ; Şimşek, Günümüz Tefsir Ekolleri, s. 79-102. ; Jansen, s. 69-103. ; S.Yıldırım,s.7. vd; Eroğlu, s. 112-114.
138 Bk. Abdulaziz Cadu, Eş-Şeyh Tantavî Cevherî, (Dirase ve Nusus), Daru’l Maarif, Kahire, Trsz. s. 11.
42
çalışmaya başlar. Bu arada Üstat Cevheri, eski tıp kitaplarından edindiği bilgilerle
yaptığı ilaçlar vasıtasıyla hem kendisinin hem de babasının hastalığını tedavi eder.
Üstadın çiftçilikle uğraştığı bu dönemde onda Allah’ın varlığı ile ilgili
araştırma yapmaya dair bir heves doğduğu görülür. Artık tabiat ona karşı daha
farklı bir şekilde tecelli etmeye ve ilim kapıları onun basiretine açılmaya
başlamıştır. Böylece Üstat Tantavî, bir yandan kendisine ve babasına elem veren
hastalık için tıbbî faydaları araştırmak, diğer yandan Yaratıcının yaratma kudretini
anlamak gayesiyle ağaçları, çiçekleri ve tarlaları incelemeye başlar. Allah’ın
varlığını ispat sadedinde kainatta bulunan delillerle yetinmez; kendini namaza ve
Celaleyn Tefsiri’ni okumaya verir. Neticede bir yandan tabiatın bağrında hissettiği
rahatlığın, diğer yandan namazının ve derin düşüncesinin bereketiyle nefsî
(psikolojik) buhranları yok olur gider. Aslında Şeyh Tantavî’nin kainata karşı
meylinin Ezher’deki ilk yıllarında başladığını yine kendisinden öğrenmekteyiz.139
Üstat, üç yıl aradan sonra tekrar Ezher’e döner. Bu üç yıl zarfında Şeyh
Tantavî, kendisiyle Camiu’s-Sağir’den hadis mütalaasını yaptığı amcası
Muhammed Şelbî ile dostluk kurar. Muhammed Şelbî, Tantavî ile geçen bu üç yıl
içinde ondaki düşünce ufkunun genişliğini hayretler içinde fark eder ve nice
alimlerin hocalarından işitmediği şeyleri kardeşinin oğlu Tantavî’den dinlediğini
ifade etmekten kendini alamaz.140
Şeyh Tantavî, Ezherde dört sene daha kalır. Bu zaman zarfında kendisiyle
astronomi konusundaki ısrarlı rağbetini keşfeden Hitabet dersi hocası Şeyh Ali el-
Bevlakî arasındaki bağları kuvvetlendirir. Ondan astronomi ile ilgili bir kitabı
yarıyıl tatili sırasında okumak için ödünç alır. O kitaptan bazı yerleri not eder,
bazılarını da ezberler ve hocasına kitabını geri iade eder. Üstad bu kitapta
yıldızların isimlerine ve uzayla ilgili az bilinen mevzulara dair öğrenmek istediği
bir çok bilgiyi bulur ve çok mutlu olur.
Şeyh Tantavî Ezher’deki öğretimi sırasında diğer arkadaşları gibi maruz
kaldığı baskıdan dolayı adeta sınırlı bir hürriyet içinde yaşıyordu. Dolayısıyla
139 Bk. Cadu, s. 13. 140 Cadu, s. 13.
43
dersleri de öğrencinin hocasından telkin yoluyla aldığı Fıkıh ve Lügat ilimlerine
dair formalite şeylerle sınırlı kalıyordu.
Belki de üstadı, Ezher’de en çok tedirgin eden şey, eğitim-öğretim
sisteminin kendisi idi. Zîra her ikisi de düzensizdi ve rekabet gücünden yoksundu.
Üstad hazırladığı “Nehdatü’l-Ümmeh ve Hayatiha” (Ümmetin Uyanışı ve Hayatı)
adlı eserinde bu konuya dikkat çekerek Ezher’in düzeninin tartışılması ve ıslahı
için gerekli kuralların getirilmesi konusunda araştırma yapmaya çağırır.141
Şeyh Tantavî, 1889 yılında “Daru’l-Ulûm” medresesine geçer. Burada
sekiz arkadaşıyla birlikte 1893 yılında mezun oluncaya kadar öğretimine devam
eder. “Daru’l-Ulûm”’de matematik, mühendislik, cebir, astronomi ilimleriyle
birlikte bitki, tabiat ve kimya ilimleri gibi o yıllarda henüz Ezher’de yer almayan
modern konuların temel prensiplerini öğrenir. Ayrıca yargı mensuplarını
yetiştirmek üzere va’z edilmîş olan Üstad Şeyh Hasune en-Nevavî usulüne göre
Hanefi fıkhı dersini de alır.
Şeyh Tantavî’nin hayatını kaleme alan Dr. Abdülaziz Cadu, Onunla ilgili
olarak sözlerine şöyle devam eder: “Şüphesiz Tantavî’nin arkadaşları, onun,
tabiatın güzelliğine ve kainatı incelemeye olan meylini, kuşların sesini dinlemeye,
ağaçları ve çiçekleri incelemeye olan tutkusunu biliyorlardı. Ayrıca O’nun
matematik ve tabii ilimlere olan aşırı sevgisine de şahit idiler. Doğrusu Şeyh
Tantavî’nin astronomi, matematik ile tabii ilimler ve Arapça’yla ilgili ilimlerde
gerçekten üstün bir mevkisi vardı.”142
Hayattaki en büyük iki beklentisinden birini, akraba ve aşiretine karşı
üzerine düşen görevi yerine getirmek; diğerini ise varlığın sırrına vakıf olmak
şeklinde açıklayan Şeyh Tantavî, o sıralardaki duygu ve düşüncelerini şu
cümleleriyle ifade eder:
“Benim için alemin varlığında bir hikmetin olduğunu hatırlatacak herhangi
bir şey yoktu. Felsefe bu varlığın üzerinden örtüyü kaldırdı. … bu sebepten kadim
141 Bk. Cadu, s. 14. 142 Cadu, s. 14.
44
felsefeyi bütün ayrıntılarıyla öğrenmeye başladım. Ancak –çoğu kimse gibi
felsefe okumazdan- önceki konumumu kaybetmedim. Hâlâ bizim pamuk, buğday,
mısır ve yonca ekimi yaptığımız tarlamızı anlamayı istiyordum. Şu yer yüzünü ve
onun üzerindekileri kapsayan, bizi giydiren, gıdalandıran, canlıları besleyen – o
sonsuz gücü - anlamak istiyordum. Çiftçiler için tarlalarında ötüşen şu güzel
kuşlar neydi? Ve neticede güzellik neyin nesiydi? Öyle bir güzellik ki
sıkıntılarımı alır ve geceleyin yıldızları seyrederken beni adeta inceltir; gündüzün
ağaçlara, bitkilere ve çiçeklere bakarken gönlümü sevince boğar.” Şeyh Cevherî,
Daru’l-Ulüm’den bahisle sözlerini şöyle sürdürür: “Daru’l Ulüm’e başladım ve
orada önce modern astronomi ilmîni daha sonra da kadim felsefeyi öğrendim.
Burada cidden hayretler içinde kaldım. Kendi kendime “ İşte bu güzel bir fırsattır,
şunlar da tarlalarımız hakkında hayretlere düştüğüm şeyleri inceleyen şu ümmetin
kadim ve yeni alimleridir.”dedim.”
Üstad, sözlerinin devamında o alimlerin kainattaki maddeleri mühendislik,
astronomi, matematik ve musiki ile bağlantılı olarak ve ayrı ayrı ele aldıklarını;
mukayeseler yapıp yıldızların uzaklıklarını, hacimlerini ve hareketlerini hesap
ettiklerini; bizlere seneleri, ayları, mevsimleri, güneş ve ayın tutulma vakitlerini
bildirdiklerini hayretler içerisinde anlatır. Kendisinin aradığı ve arzuladığı ortamı
yakaladığını bu sebeple de çok mutlu olduğunu ifade eder. Öte yandan bu
alimlerin sadece araştırma yapmak ile yetinmediklerini; bununla beraber
maddelerin şekil ve çeşitlerini incelediklerini, böylece tabii ilimlerin vücut
bulduğunu heyecanla anlatır. 143
Şeyh Tantavî’nin hayatında ve kültürel gelişiminde köy tecrübesi ve
Daru’l-Ulüm medresesinin önemli bir dönüm noktasını teşkil ettiği görülmektedir.
Üstad Daru’l-Ulüm’den mezun olunca Dimnehor ilköğretim okuluna üç aylık bir
süreyle öğretmen olarak atanır. Ana okullarından sorumlu bakanlığın değişmesi
ve İbrahim Bey Mustafa’nın o makamı terk etmesiyle birlikte Şeyh Tantavî de
Giza şehrindeki Nasıriye ilköğretim okuluna nakledilir. Burada da kendisiyle okul
müdürü arasındaki fikir farklılığı sebebiyle rahat edemez ve buradan Giza
143 Bk. Cadu, s. 15.
45
Medresesine, oradan da 1900-1910 yılları arasında on yıl kaldığı Hidivli Darbu’l-
Cemamiz okuluna nakledilir. Burada kaldığı süre zarfında İngilizce dilini öğrenir
ve İngiliz yazarların ileri gelenleriyle dostluk kurar. Bazı İngiliz şairlerin şiirlerini
tercüme ettiği gibi özellikle de Lord İkbori ve benzeri zevatın eserlerinden de
tercümeler yapar.
Bu dönemde ilköğretim ve hazırlık sınıfındaki bir çok öğrencinin üstadın
fikirlerinden ve eserlerinden alıntılar yaptığı, ve çoğunun ona benzemeye çalıştığı
nakledilir. Yine aynı dönemde Londra Üniversitesinde Arap Felsefesi dersini
okutmak için kendini yetiştirmeye çalışır. Ancak bazı arkadaşlarının desiseleri
O’nu bu yoldan alıkoyar.144
Haşmet Ahmet Paşa genel eğitim müdürlüğünü üstlenince Şeyh Tantavî’yi
1911 yılında Daru’l-Ulüm’e tefsir ve hadis hocası olarak tayin eder. Aynı
zamanda Sultan Bey Muhammed’in halefi olarak İslâm felsefesi konusunda
öğrencilere konferanslar sunması için Eski Mısır Üniversitesi Öğretim Heyeti
üyeliğine dahil eder. Bu arada hakimlik yapması da istenir ancak üstat, bunu kabul
etmez.145
Abdülaziz, Şeyh Tantavî ile ilgili değerlendirmelerine şöyle devam
etmektedir:
“Şeyh Tantavî, asla diğer sıradan alimler gibi olmadı. Bilakis O, her
yönüyle seçkindi. Dînî, İslâmî ve millî bir alim olup aynı zamanda toplumsal ve
sosyolojik yönü de olan bir alimdi. Zîra dînî ve kültürel özellikleri kendisinde
toplamış; dînî meseleleri siyasî ve sosyolojik görüşlerle kaynaştırmıştı. O, gerek
kalemiyle gerekse fikirleriyle İslâm’ın şanının yücelmesi için elinden geldiğince
çalıştı. İslâm’ın, özü itibariyle kuru bir teslimiyet ve taklit dini olmadığını; aksine,
akıl ve yenilik dini olduğunu göstermeye çalıştı. Bütün sözlerini ve eserlerini ilim
ile Kur’an’ın getirdikleri arasındaki uygunluğa dikkat çekmek için sarf etti. Hatta
doğru ve güzel bir bakış açısına sahip olan ilmîn, aslında dinin ruhunu anlama
noktasında en doğru bir alet olacağını adeta ilan etti.
144 Cadu, s. 16. 145 Cadu, s. 16.
46
O, (Mısır’daki) siyasî ve dînî uyanışın kumandanlarından; sosyolojik ve
siyasî hareketin liderlerindendi. Belki de bu sebeple Müslümanların geleceğinin
ve aleme önderlik yapabilmelerinin, bölgelerinde ilmî yayabilmelerinin; savaş ve
harp yerine gönül sükuneti ve sulhu ikame edebilmelerinin ağır yükü adeta Şeyh
Tantavî’nin omuzlarına yüklenmişti. O’nun “el-Kur’an ve’l-Ulümü’l-Asriyye”
kitabı ile en büyük eseri olan “el-Cevahir”de bu ağırlığı hissetmek
mümkündür.”146
Şeyh Tantavî, Mısır’ın kurtuluş hareketini daima desteklemiş ve bu
desteğini de “el-Liva” dergisinde yayınladığı “Nehdatü’l-Ümme” adlı eseriyle
pekiştirmiştir. Bu eserde varlıklarını süngülerin ucuna, müdafaa durumunda
kalanların çığlıkları ile kalelerin yıkılması ve ülkelerin harap olması üzerine bina
eden devletleri eleştirmiştir. Çünkü Tantavî aynen Sokrat gibi devletlerin umumi
sevgi ve karşılıklı fayda mübadelesi üzerine bina edilmesi taraftarıdır. Zîra O,
insanlık topluluğunun, aralarında dil ve din farkının olmadığı, dağların ve
denizlerin birbirini ayıramadığı, sınır savunması ve hücumunun parçalayamadığı
tek bir aile olmasını istemektedir. Öğretilerinde genelde ana tema olarak duyuların
uyanması, akılların kendine gelmesi ve çeşitli doğu memleketlerindeki gaflet
perdesinin kaldırılmasını işlemiştir. Bunun neticesinde zulüm, cehalet ve dalalet
dağılıp gitmiş, onların yerine marifet hakikat ve yakin nuru geçmiştir.147
Ne var ki bazı alimler ve düşünürler, O’nu küfür ve zındıklıkla itham
etmişler; ileri sürdüğü fikirleri ve o vakte kadar kimsenin aklına gelmeyen bir
tarzda Kur’an ayetlerini tefsir ettiği gerekçesiyle O’na kin beslemişler ve çeşitli
iftiralarda bulunmuşlardır. Ancak O, bütün bunlara rağmen asla ümitsizliğe
düşmemiş ve bütün gücüyle dosdoğru yolunda ilerlemiştir. Söylenen kötü sözler
ve karşılaştığı zorluklarla sıkıntılar, O’nu yolundan caydıramamıştır. O’ndaki bu
ciddiyet sebebiyledir ki, Eski Mısır Üniversitesinde bulunan bazı öğretim
elamanları, O’ndan kurtulmak maksadıyla O’nun yerine İslâm Felsefesi derslerine
girmesi için Portekiz asıllı müsteşrik bir hocayı ayarlarlar ve akabinde Tantavî
Cevherî’yi dönemin eğitim bakanına şikayet ederler. Mısır okullarının bütün
146 Bk. Cadu, s. 16-17. 147 Cadu, s. 17.
47
yöneticileri O’nu dışlarlar ve okullarına kabul etmezler. Sadece zamanın Hidiv
Medresesi müdürü İrlanda asıllı Mr. Frans O’na okulunun kapılarını açar.148
1914 yılında Birinci Dünya Harbinin ilanından sonra Şeyh Tantavî,
kendisini vatanperverliği konusunda açıkça itham eden ve Daru’l-Ulüm’den
ihracına zemin hazırlayan muhalif bir takım kişilerin bir çok desisesine hedef
haline gelir.
Bir müddet sonra İskenderiye’deki Abbasi Lisesine geçen Tantavî, burada
bulunmayı bir fırsat bilir ve hemen öğrencilerinden müteşekkil “el-Cemiyyetü’l-
Cevherîyye” adında bir grup oluşturur. Bu grubun oluşum gayesi, millî ve kültürel
şuuru İskenderiyeli gençler arasında yaymaktır.
1917 yılı Ekiminde Hidiv lisesinde ders vermesi için Kahire’ye çağrılır.
1919’da İngilizlere karşı düzenlenen bir halk gösterisi sırasında vatanperverliği ve
milliyetçiliğe olan bağlılığı sebebiyle Şeyh Tantavî’nin Zeynü’l-Abidin
caddesindeki 8 numaralı evine polis tarafından baskın düzenlenir. Bu sırada Şeyh
Tantavî, “Bildiğim şeyleri insanlara öğretmek ve hakikatine vasıl olduğum şeyleri
İslâm alemi arasında yaymak konusunda Rabbime ahd ediyorum. Şayet bunları
milletler arasına yaymazsam Rabbimin nimetini inkar etmiş olayım ve sözümden
dönmüş olayım.” diye kendi kendine söz verir.149 Verdiği bu sözü
gerçekleştirmek adına İslâm ile ilim konusunda ciddi gayreti olan, himmeti yüce,
değeri büyük bir adam edasıyla amelle sözü birleştirerek İslâm alemi için
“Mizanü’l-Cevahir” ve Cevahiru’l-Ulüm” adlı iki kitabını yayınlar. “el-Liva” ve
“el-Felah” dergilerinde yayınlanmak üzere altmış kadar makale ve reddiye kaleme
alır. Özellikle “el-Liva” dergisinde “Hükemanın büyüklerinden bir Hakim”
takdimiyle yazıları yayınlanmıştır. Tantavî’yi Hakim ismiyle tesmiye eden ilk kişi
ise merhum Mustafa Kamil olmuştur. Üstad Şeyh Tantavî, 1940 yılında Hakkın
rahmetine kavuşur.150
148 Cadu, s. 17. 149 Cadu, s. 18. 150 Tantavî Cevherî’nin hayatına dair daha geniş bilgi için bk. Cadu, s. 11 vd.
48
2. 2. Eserleri Şeyh Tantavî Cevherî, Arapların büyük müelliflerinden sayılır. İlmin
çeşitli konularında ansiklopedik boyutta sayılabilecek otuzdan fazla kitap
bırakmıştır. Bunların hepsi anlaşılır bir üslupla, okuyucuların beğenisini
kazanacak bir şekilde, sanki bir kıssacı kıssa anlatıyor gibi hoş bir tarzda
yazılmıştır.
Bu kitaplardan bazıları İngilizce, Fransızca, Hintçe ve Endonezyaca gibi
bir çok dile tercüme edilmîştir. Üstadın başlıca eserlerini şöylece sıralamak
mümkündür.
1.“ez-Zehratü fî Nizami’l-Âlem ve’l-Ümem”
2.“Nizamü’l-Âlem ve’l-Ümem” veya “el-Hikmetü’l-İslâmiyyetü’l-Ûlâ”
3.“et-Tâcü’l-Mürassa”151
4.“Nehdatü’l-Ümme ve Hayatiha”
5.“el-Ferâidü’l-Cevherîyyetü fî’d-Durûkı’n-Nahviyye”
6.“Cemâlü’l-Âlem”
7.“en-Nizam ve’l-İslâm”
8.“Cevâhiru’l-Ulüm”
9.“Mîzânü’l-Cevâhir fî Acâib-i Hêze’l-Kevni’l-Bâhir”
10. “Risâletü’l-Hikmeti ve’l-Hükema”
11. “Cevherâtü’t-Takva fî’l-Ahlâk”
12. “Mezkürât fî Edebiyyâti’l-Lügati’l-Arabiyye”
13. “Eyne’l-İnsan”
14. “es-Sırrü’l-Acîb fî Hikmet-i Teaddüd-i Ezvâci’n-Nebî”
15. “Sadâ Savtü’l-Mısriyyîne bi Avrupa”
16. “el-Mûsiki’l-Arabiyye”
17. “Sevânihu’l-Cevherî”
18. “Risâletü’l-Hilâl”
19. “Berâetü’l-Abbâseti”
20. “el-Medhal fi’l-Felsefe”
151 Tantavî’nin bu eseri Abidin Sönmez tarafından Türkçe’ye çevrilmiş ve 1974 yılında İstanbul-
Beyazıtta bulunan Nizam yayıevi tarafından yaylacık matbaasında bastırılarak yayımlanmıştır.
49
21. “Cevherâtü’ş-Şi’r ve’t-Ta’rib”
22. “Risâlet-ü Ayni’n-Neml”
23. “Kitâbu’t-Terbiye li’l-Hakîm-i Almânî Kant”
24. “el-Ervâh”
25. “Aslu’l-Âlem”
26. “Ahlâmün fî’s-Siyase”
27. “el-Kavlü’s-Savâb fî Mes’eleti’l-Hicâb”
28. “Behcetü’l-Ulûm fi’l-Felsefeti’l-Arabiyyeti ve Mevâzînetiha bi’l-
Ulûmi’l-Asriyye”
29. “el-Kur’ân ve Ulûmü’l-Asriyye”
30. “el-Cevâhir fî Tefsîri’l-Kur’ân”
Şeyh Tantavî’nin yukarıda sayılan eserlerinin yanında tarih, tabiat, lügat
ve eğitimin bir çok alanına dair sayıları büyük bir yekun tutan daha bir çok
makaleleri, araştırma yazıları, dergi ve kitapçıklarda neşrettiği konferansları
bulunmaktadır.152
2. 2.1. el-Cevâhir Fî Tefsîri’l-Kur’ân Şeyh Tantavî’nin en son te’lifi ve en büyük eseri bu eseridir. Yirmi beş
büyük ciltle Kur’an tefsirini tamamlamış ve sonradan arada atladığı hususlar için
yirmi altıncı cildi ek olarak yazmıştır. Her ciltte büyük boy olarak ortalama 250
sayfa bulunur. Müellif bu tefsirini -emekliye ayrıldıktan sonra- 1922 yılından
1935 yılına kadar hiç ara vermeden 13 yıl zarfında yazmıştır.153
Şeyh Tantavî, tefsirinin mukaddimesinde kendisini bu tefsiri yazmaya
yönelten sebeplerden bahsederken şöyle der: “şüphesiz ben kâinatın aciplikleriyle
yoğrulmuş bir şekilde tabiatın güzelliklerine hayran, semavattaki dağlara, yerdeki
güzellik ve mükemmelliklere, apaçık ayetlere ve hayrette bırakan garipliklere aşık
olarak yaratılmışım. Sonra ben, İslâm ümmetini ve onun dînî öğretisini düşününce
anladım ki, bu ümmetin akıl babalarının çoğu ve ulema grubundan bir kısmı bu
manalardan ve onları izlemekten sanki hiçbir şey yokmuş gibi rahat bir tarzda yüz
152 Tantavî Cevherî’nin eserleri hakkında daha geniş bilgi için bk. Cadu, s. 20-39. 153 Cadu, s. 38.
50
çevirmiştir. O alimlerden çok azı alemlerin yaratılması ve serpiştirilen gariplikler
noktasında düşünüp kafa yormuştur. İşte sırf bu sebepten “Nizâmu’l-Âlem ve’l-
Ümem”, “Cevâhiru’l-Ulûm”, “et-Tâcu’l-Murassâ’”, “Cemâlü’l-Âlem”, “en-
Nizâm ve’l-İslâm”, “Nehdatü’l-Ümem ve Hayatiha” gibi risaleler ve kitaplar te’lif
etmeye başladım. Onlarda Kur’an ayetlerini kainatın harikuladelikleriyle
mezcettim. Böylece vahyolunan ayetlerin, varlığın fevkaladeliğine ve yaratılışın
hükmüne mutabık olduğunu gösterdim.”154
Üstat, bu tefsirde Kur’an ile modern ilmî nazariyeleri karşılaştırmış veya
başka bir ifade ile Kur’an naslarından ilmî nazariyeler çıkarmaya çalışmıştır. Bu
sebeple kadim ve modern dönemlerin ilimlerini, özellikle de ruhlar meselesini –ki
bu konuda müstakil bir kitabı vardır.- dînî düşünce ve modern görüşlere uygun
olarak bir arada mezcetmiştir.
Uzakdoğu ve İran’da özel bir ilgi ve itibara sahip olan bu tefsirin yine
aynı yörelerde kapsamı geniş bir şöhreti de vardır. Bu tefsirden bahisle Asya’ya
özgü sosyolojik bir Fransız dergisinde şöyle denilmektedir:
“Şüphesiz Şeyh Tantavî, bir din alimi olduğu kadar, aynı zamanda feraset
sahibi filozof bir adamdır. O, işte bu iki sıfatıyla Kur’an’ı tefsir etmiştir; İslâm’ın
tabiat kurallarına ve ilmî hakikatlere muvafık olduğunu, insanlığın tabiatına daha
uygun olması hasebiyle O’nun bir Fıtrat dini olduğunu ispat etmiştir.”
“el-Cevâhir” tefsiri, Urduca’ya tercüme edilmîş olup bu tefsirde,
okuyucuların dikkatini çekecek hayvanlar, güneşler, aylar ve yıldızlarla ilgili
fotoğrafların yanında bitkiler ve canlılar ile gözün ve dimağın acayip şekillerine
dair binden fazla resim kullanılmıştır. Yine bu tefsirde modern ilmîn ortaya
çıkardığı bir mucizeden de bahsedildiğini görürüz. Öte yandan İran alimleri, bu
tefsirin öğretmenlerce bütün talebelere okutulduğunu ve bu tefsir etrafında umumî
bir eğitim halkasının oluştuğunu ifade etmektedirler.155
154 Cevherî, 1/2. 155 Cadu, s. 38.
51
Sudan, Kuzey Afrika ve Çad bölgesinde de yoğun bir şekilde yayılmış
olan bu tefsir hakkında Allâme Ebu Abdillah ez-Zencavi ise şunları eklemektedir:
“İran medreselerindeki modern ilim talebeleri bu tefsiri okumaktadırlar.
Onların, dinleri konusundaki bir çok vesvese ve şüpheleri sadece bu tefsir
sayesinde ortadan kaybolmuştur. Aynı şekilde vaaz hocaları da minberlerde bu
tefsirden hitap etmektedirler.” Hint halkının da bu tefsiri büyük bir coşku ile
sahiplendiği görülür. 156
2.3. Tefsirdeki Metodu Modern dönem bilimsel tefsir akımının belki de en önemli siması olan
Tantavî Cevherî, Kur’ân-ı Kerim’i baştan sona ilmî tefsir usulüne göre
yorumlayan ilk şahsiyet olarak görülmektedir.157 Cevherî, “el-Cevâhir fi Tefsiri’l-
Kur’ân” adını taşıyan ve yirmibeş fasikülden meydana gelen bu dev eserinde158
Kur’ân ayetlerini bilimsel veriler ışığında ele alıp yorumlamaya çalışmıştır.
O’nun, bu çalışmalarını, -bu alandaki diğer müellifler gibi- “Kur’ân ile ilmî
gelişmeler arasında herhangi bir zıtlığın bulunmadığı, bilakis her ikisinin bir
bütün olarak değerlendirilmesi gerektiği, zîra Kur’ân’ın ilmî hareketleri
engellemek şöyle dursun; onu sürekli teşvik ettiği” tezine dayandırdığı
görülmektedir.159
Cevherî’ye göre, Allah-ü Teâlâ’nın iki kitabı vardır. Bunlardan birincisi;
kudret eliyle oluşturulan kâinat kitabıdır. İkincisi ise Hz. Peygamber (a.s.)
aracılığı ile gönderilen Kur’ân-ı Kerim’dir. Bu iki kitap kaynak itibariyle bir
olmasından dolayı birbirlerine zıt olamazlar.160 Bu bağlamda yüzelliyi geçmeyen
fıkhî ayetlere karşılık yediyüzelli ayetin ilim ve fenne taalluk ettiğine dikkat
çekerek Müslümanların fıkhî ayetler kadar ilmî ve fennî ayetlere de ehemmiyet
vermeleri gerektiğini dile getirmekte ve onları bu konuda teşvik etmeye
156 Bk. Cadu, s. 38-39. 157 Zehebî, II, 504. ; Cerahoğlu, Tefsir Tarihi, II/79. ; Demir, s. 91. 158 Yirmibeş fasikülden meydana gelen bu eser, bazı yayınevlerince onüç cilt halinde tab
edilmîştir. 159 Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II/79. ; Demir, s. 92. 160 Cevherî, I/ 50. , IV/ 14. ; Ayrıca bk. Demir, s. 92.
52
çalışmaktadır.161 Şeyh Tantavî şöyle der: “Kur’an-ı Kerimde fıkıhla ilgili ayetlerin
sayısı yüzeliye ulaşmazken İslâm alimleri niçin İslâmî kitaplardan on binlerce
adedini fıkıh kitapları olarak te’lif etmiştir? Hiçbir sûre kainatla ilgili ilimlerden
bahseden ayetlerden hali olmadığı halde, öte yandan açıkça bu ilimlere işaret eden
ayetlerin sayısı yediyüzelliyi geçtiği ve daha bir çok ayetin dolaylı olarak aynı
konulara delalet ettiği halde niçin kâinat ilimleriyle ilgili te’lif eserler, fıkıhla ilgili
olanlara göre çok daha azdır? Şimdi Müslümanların, hakkında ayet sayısı az olan
bir ilme karşı mahir olup; ayet sayısı çok daha fazla olan ilimlere karşı cahil
kalmaları aklen ve şer’an caiz midir?162
O’na göre, İslâm dünyasının geri kalması, Müslümanların müspet ilim
tahsilini farz-ı kifâye görmeleri ve ona yeterince önem vermemelerine bağlıdır.
Dolayısıyla İslâm toplumunun bu geri kalmışlıktan kurtularak normal bir hayat
standardına kavuşabilmesi ve kendi topraklarında güvenle yaşayabilmesi bu
ilimlere gereken önemi vermesiyle mümkün olacaktır.163 Zîra Tantavî şöyle der:
“Ey İslâm ümmeti, feraiz hakkındaki sınırlı ayetler, matematik ilmînin bir
bölümünü kendine cezbeder. Ey insanlar, hepsi dünyadaki harika ve acâip şeylere
işaret eden yediyüz ayet varken sizin akıllarınıza ne oluyor ki (onları ihmal
ediyorsunuz). Zaman ilimlerin zamanıdır ve bu zaman İslâm’ın nurunun ortaya
çıkış zamanıdır. Niçin atalarımızın miras ayetlerine yaptığını, varlık ilimleriyle
ilgili ayetlere yapmıyor ve onlarla amel etmiyoruz? Fakat (ey bu tefsiri okuyan
okuyucu) ben diyorum ki, Allah’a hamdolsun, Allah’a hamdolsun, şüphesiz sen
bu tefsirde feraiz ilmî derslerinden daha faziletli olan bu ilimlerin hülasalarını
okuyacaksın. Zîra ferâiz ilmîni okumak farz-ı kifâyedir; ancak bu okuduğun
ilimler, Allah’ı tanıma konusunda gerekli olan ilmi artırdığı için her gücü yetene
farz-ı ayn’dır. İşte bizim Kur’an tefsirine dahil ettiğimiz bu ilimler, İslâm
hakkında azıcık bilgisi olan mağrur cühelanın gafil olduğu ilimlerdir. Oysa içinde
161 Cevherî, I/ 3. ; Ayrıca bkz.: Zehebî, II/ 506-508. ; Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II/ 380. ; Demir,
s. 92. ; Şimşek, Günümüz Tefsir Problemleri, s. 84. 162 Cevherî, 25/53. 163 Cevherî, XXV/ 53-54. ;Ayrıca bk. Demir, s. 93. ; Şimşek, Günümüz Tefsir Problemleri, s. 83.
53
bulunduğumuz şu zaman inkılap zamanıdır, hakikatin ortaya çıktığı zamandır.
Allah dilediğini sırat-ı müstakîme ulaştırır.”164
Şeyh Tantavî’de , “Cevahiru’l-Kur’an” adlı kitabın müellifi olan, manevî
hocası, İmam Gazâlî’nin derin tesirini görmek mümkündür. Zîra Tantavî’nin
kendi kitabında ilimlerin bütünün Kur’an’dan nasıl doğduğunu anlattığı bir
bölüme Gazâlî’den iktibasen yer verdiği görülmektedir. Şeyh Tantavî’nin, İmam
Gazâlî’nin etkisinde kaldığı gibi “Tefsiru’l-Kebir” adıyla meşhur “Mefâtîhu’l-
Ğayb”ın sahibi Fahruddin er-Râzî, “Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl” adlı
tefsirin sahibi Beydâvî, “Garâibu’l-Kur’ân ve Rağâibu’l-Furkân” adlı tefsirin
sahibi Nizamuddin el-Kûmî en-Neysâbûrî, “el-Burhân fî Ulûmi’l-Kur’ân” adlı
kitabın sahibi İmam Bedruddin Muhammed b. Abdullah ez-Zerkeşî, “el-İtkân fî
Ulûmi’l-Kur’ân”, “el-İklîl fî İstinbâti’t-Tenzîl” ve “Mutârakü’l-Ekzân fî Îcâzi’l-
Kur’ân” adlı kitaplarıyla Celâluddîn es-Suyûtî, Râgıb el-İsfahânî, Ebu Bekr b. el-
Arabî gibi zevattan da etkilendiği görülür.165
Abdülaziz Cadu üstadın tefsirdeki metodunu; “Üstadın bu tefsirinde takip
ettiği metoda ancak ilim sahiplerinden eşsiz olanlar ve akıl sahiplerinden tercihe
şayan olanlar ulaşabilir.” şeklinde değerlendirmektedir. O’na göre Şeyh Tantavî,
ilmi bilen, ihlasla amel eden ve ufkunun genişliği, ilimdeki kabiliyeti, bakış
açısının kaplayıcılığı, olaylara hakimiyeti ve imandaki derinliği konularında
kendilerini daha önce kimsenin geçemediği liderler zümresine mensup olan bir
şahıstır.166
Şeyh Tantavî’nin tefsirini yazarken takip ettiği yol; önce Kur’an ayetlerine
bakmak, sonra o ayetlerin anlamları hakkında ilhamî bilgiye de dayanarak
düşünmek ve daha sonra basiret gözüyle gördüğünü yazmaktan ibarettir. Bu
sebeple Üstat, bu tefsirini “Rabbanî bir esinti, kudsî bir işaret, şifreli bir müjde ve
ilham yoluyla oluşan bir eser” şeklinde tavsif etmiştir. Öte yandan insanların bu
eserin değerini yakın bir gelecekte anlayacaklarını ve yer yüzünde sömürge
164 Cevherî, 3/19. 165 Cadu, s. 55. 166 Cadu, s. 56.
54
düzeni altında bulunan kavimlerin kurtuluşu için en önemli bir sebep olacağına
kesin olarak inandığını ifade etmektedir.167
Şeyh Tantavî Cevherî, tefsirinde bâb ve fasıl yerine her dokunuşta daha
fazla yayıldığı için “cevher” kavramını kullandığını ve eserini de “el-Cevâhir fî
Tefsîri’l-Kur’ân-i’l-Kerîm” şeklinde isimlendirdiğini anlatmaktadır.168
Cevherî’nin tefsirini, -genel itibariyle- önce ayetleri bâblara, bâbları -kendi
içerisinde konu bütünlüğü olan ayetleri dikkate alarak- maksatlara, maksatları
fasıllara, fasılları da yakut, cevher veya zemrede… gibi bölümlere, cevherleri de
zebercetlere ayırdığı bir şablona göre yazmış olduğu görülmektedir. Cevherî, her
bâbın başında o bâbın maksatlarını kısaca sunmakta ve her sûrenin ilk girişinde o
sûre ile ilgili geniş bir şekilde bilgi vermektedir. Maksat ve fasıllara geçmeden
önce ilgili ayetlerin içeriğine kısaca değinmekte, ardından ayetin metnini ve lafzî
tefsirini sunmaktadır. Bundan sonra “el-îzah” veya “ el-îzah ve’l-acâib” gibi
başlıklar altında ayetlerin yorumunu yapmaya çalıştığı görülmektedir.
Yorumlarında zaman zaman güncel hikayeleri, konuyla ilgili diğer alimlerin
görüşlerini ve başından geçen bazı hadiseleri anlatmaktan çekinmemiştir. Yeri
geldikçe müspet ilimle ilgili konuları genişlemesine ele almakta, bunu yaparken
de yer yer fotoğraflar, grafikler ve istatistikî bilgilerden de faydalanmaktadır.
Bazen “latîfe” başlığı altında önemli gördüğü makalelere ve ilginç bilgilere de yer
vermiştir. Bu arada ahkâmla ilgili ayetlerin yorumunda fıkhî değerlendirmelere
ağırlık vermiş, ehl-i sünnet çizgisindeki ulemanın görüşlerini nakletmeye
çalışmıştır. Yer yer ayetlerle ilgili önemli konuları bir başlık halinde sunarak ilgili
konuyu derinlemesine ele aldığı görülmektedir. Konularla ilgili herhangi bir
rivâyet varsa onları da zikretmeden geçmemektedir. “Yâkut, cevher, zemred,
zebercet ve latîfe” gibi başlıklar altında genellikle modern ilmin verilerini
değerlendirdiği görülmektedir. Yaptığı yorumların neticesinde işi Allah’ın ilmine
havale etmeyi de ihmal etmemiştir.
Cevherî’nin oldukça geniş yelpazeli bir kaynak literatürü vardır.
Kaynakları arasında İncil’i, özellikle de Barnaba İncil’ini, Eflatun’u ve İhvan-ı
167 Bk. Cevherî, 1/3. 168 Bk. Cadu, s. 56.
55
Safa risalelerini de saymak mümkündür. Zaman zaman ebcet hesabından ve İslâm
öncesi şiirlerden de istifade etmiştir. Cerrahoğlu hocamızın da ifade ettiği gibi,
“Cevâhir tefsiri, bu haliyle çeşitli alimlerin -görüşlerinin bir araya getirilmesiyle
oluşturulmuş- bir fikir mecmuası görüntüsünü vermektedir.169
Cevherî’nin -te’lif ettiği geniş çaplı eserinden de anlaşıldığı gibi- esas
amacı, İslâm alemini son birkaç asırdır daldığı gaflet uykusundan uyandırmak ve
Müslümanları eski ihtişam dönemlerine dönmeye teşvik etmektir. O’nun te’lif
ettiği bu eser, önceki tefsir kitaplarından oldukça farklıdır. Kullandığı metot ve
istidlâl sebebiyle birçok eleştiriye tabi tutulmuş hatta Râzî’nin tefsiri hakkında
söylenen “tefsirden başka her şey var.” ifadesine Râzî’nin tefsirinden çok
Cevherî’nin tefsirinin lâyık olduğu ileri sürülmüştür. Şeyh Tantavî’ye karşı
yöneltilen buna benzer itiraz ve karşı çıkışlara çokça rastlamak mümkündür. Şeyh
Tantavî de bunların bir kısmını tefsirinde zikretmiştir. Oysa Ümmet-i İslâmiye’ye
ve alimlerine karşı şefkat, gayret ve ihlasa işaret eden bir hitap tarzıyla hitap
ettiğini görürüz. Aynı zamanda Kur’ân-ı Kerim’de ilme işaret eden ayetlerin ciddi
anlamda çokluğuna rağmen ilimlere önem vermeyip, ahkam ayetlerinin azlığına
rağmen fıkha ve fukaha arasındaki ihtilafa aşırı önem vermeleri ve ihtimam
göstermeleri sebebiyle Müslümanları azarlayıp payladığı da görürüz.
Aslında Şeyh Tantavî’yi eleştiren alimlerden birisi olan Şeyh Muhammed
Abduh’un tefsirin nasıl yapılması gerektiğine dair görüşlerine baktığımızda
Tantavî’nin metodunu te’yid edercesine şöyle dediğini görürüz:
“Tefsirde iki mertebe vardır. Bunların en düşüğü, kalbin Allah’ın
azametinden ve yüceliğinden aldığı şeyleri icmalen açıklamak ve neticede nefsi
şerden alıkoyup hayra yönlendirmektir. Bu bağlamda ayetin de ifade ettiği gibi
Kur’an kolaylaştırılmıştır ve bunu her insan anlayabilir. Tefsirin en yüksek
mertebesine ise ancak bir takım gayretlerle ulaşılır.”170
Abduh, gerekli gayretleri sayarken sözü psikoloji ilmîne getirir ve şöyle
devam eder: “onlardan birisi de insanın hallerini araştıran ilimdir. Şüphesiz Allah,
169 Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II/ 381. 170 Abduh, 1/19.
56
bu kitabı indirmiş ve O’nu kitapların sonuncusu kılmıştır. Diğerlerinde
açıklamadığı bir çok şeyi O’nda açıklamıştır. Bu bağlamda mahlukatın birçok hal
ve özelliğini; sünnetullahın insan üzerindeki etkisini beyan etmiş, geçmiş
milletlerden, onların sünnetulaha uygun olan davranışlarından, geçirdikleri
dönemlerden ve aralarındaki farklılığa sebep olan kuvvet, za’f, izzet, zillet, ilim,
cehalet, iman ve küfür gibi ana kaynaklardan bahsetmiştir. Bu sebeple Kur’ân’ı
tam anlamıyla kavrama yolunda bir çok ilme özelliklede bütün çeşitleriyle tarih
ilmine gereksinim duyulmaktadır.”171
İmam Abduh, sözlerini şöyle sürdürür: “İnsanların hallerini bilmeyen
birisinin ‘insanlar tek bir ümmetti, Allah Peygamberleri müjdeleyici ve uyarıcı
olarak gönderdi.’(2/3) şeklindeki Allah’ın ayetini tefsir edebilmesinin nasıl
mümkün olacağını aklım almıyor. Onları nasıl birleştirecek ve nasıl ayıracak,
burada kastedilen birliğin anlamı nedir, faydalı mı, zararlı mıdır, kendilerine
peygamberlerin gelmiş olmasının neticesi nedir…?...”
Öte yandan “Kur’ân’ın en güzel yönü, geçmiş ümmetlerden,
sünnetullahtan, Allah’ın yer, gök, âfâk ve enfüsteki ayetlerinden bahseden bir
kelam-ı ilâhî olmasıdır.” diyen Abduh, “bu sözler ilim itibariyle her şeyi ihata
eden Allah’tan icmalen sadır olan sözlerdir. Üstelik o Allah, bize rütbe ve
kemâlâtımızı artırmak için O’nun bize icmalen sunduğunu ayrıntılarıyla
anlamamız maksadıyla yer yüzünde gezmeyi ve bakıp düşünmeyi emretmektedir.
Şayet biz, varlık ilminin zahirine bakmakla yetinirsek, o zaman kitabı içerdiği ilim
ve hikmetle değil de cildinin rengiyle tabir eden (zavallı) kimse gibi oluruz.”172
İşte burada şu soruları sormak gerekir:
Acaba Şeyh Tantavî, tefsirinde bu sınırın dışına çıkmış mıdır? Ve acaba
O’nun tefsiri olan “el-Cevâhir” bu manadan uzaklaşmış mıdır?
Aslında incelendiği zaman görülecektir ki, Muhammed Abduh’un çizdiği
sınırlar, Şeyh Tantavî’nin de tefsirinde takip ettiği ve belki de daha da geliştirdiği
171 Abduh, 1/20. 172 Abduh, 1/21.
57
sınırlardır. Ancak, bütün bunlarla beraber, Cevherî’nin ekolleştirdiği bu hareketin
kendisinden sonraki düşünür ve müelliflere azımsanamayacak derecede etki ettiği
de inkâr edilemez.173
İşte bir yönüyle İslâm filozofu olan Şeyh Tantavî Cevherî’nin bu sebeple
Kur’an ayetlerini modern nazariyelere ve yeni ilimlere dayanarak ilmî bir tefsirle
tefsir ettiğini görürüz. Böylelikle O, kendinden sonra gelen müfessirlere tefsir
yollarının en faydalısına yönlendirme konusunda rehberlik etmiştir.
Şeyh Tantavî’nin Kur’an tefsiri, bilinen diğer Kur’an tefsirlerinin en
garibidir. Zîra bu tefsir bütünüyle, Kur’an’ın insanlardan istediği marifetin her
çeşidinde ilerleme ve bütün ilimleri dikkatlice incelemeye dair taleplerini dile
getirmektedir. Bu sebeple Şeyh Tantavî, tefsirinde insan anatomisi, hayvan ve
nebatat resimler ile harita ve çizimlerden oluşan sayfalardan yararlanmıştır. Bütün
bunlara Kur’an’ın ilmîn ruhunu desteklediğini ve te’kid ettiğini ispat etmek için
yer verilmîştir.174
Şeyh Tantavî, bir konuşmasında Kur’an’a bakışı hakkındaki tercihini
savunurken şöyle der: “Şüphesiz anatomi, tabii ilimler ile kimya ve benzeri
modern ilimleri okumak; hayvanat, nebatat ve insan ile ilgili dersleri öğrenmek en
büyük bir ibadettir. Zîra eğer geçen asırlardaki alimlerinin yanlış
değerlendirmeleri olmasaydı, bu gün Müslümanlar telef olmaz, zamanın sıradan
işleri onları kuşatmazdı ve ortaya çıkan felaketler onlara isabet etmezdi.”175
İşte Şeyh Tantavî Cevherî bu şekilde İslâm’ın ilme çağırdığını, ilmî ruhu
desteklediğini savunur. O’na göre geçen asırlar, alimlerinin kusurları sebebiyle
Müslümanların başına, düşkünlüğü ve -ilimden uzak bir hayatın neticesi olan-
büyük fikrî geriliği getirmiştir.
173 Cevherî ve tefsiri hakkında daha geniş bilgi için bk. Zehebî, II/ 505-517. ; Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II/ 379-401. ; Bilmen, Ömer Nasuhi, Büyük Tefsir Tarihi ve Tabakatü’l- Müfessirin, İstanbul, 1973, II/ 783-785. ; Demir, s. 91-95. ; Şimşek, Günümüz Tefsir Problemleri, s. 82-86. 174 Bk. Cadu, s. 59-60. 175 Bk. Cadu, s. 60.
58
Şeyh Tantavî, tefsirini belli bir metot üzere bizlere sunar. Bununla birlikte
Kur’an ayetleri de bizi düşünmeye ve incelemeye sevk eder. O, Kur’an’ı tefsir
ederken asla, ilmî nazariyelerin Kur’an-ı Kerim’le geldiğini söylememiş; ancak
tabiat kanunlarının ortaya çıkışını ve varlık sırlarını Kur’an’ın öğrenilmesini
teşvik ettiği iki unsur olarak dikkatlere sunmuştur. Kendisi de insanları bu iki
unsuru araştırmaya açıkça davet etmiştir. Üstat, öncelikle Kur’an ayetlerinin
üzerinde durmuş, ve Kur’an’la modern ilmîn ortaya çıkardığı varlığın garip sırları
arasında irtibat kurmuştur. Değilse bu keşiflerin bizzat Kur’an’da bulunduğunu
söylememiştir.176
Şeyh Tantavî’nin bu tefsirdeki esas maksadının, Kur’an ve ilim arasında
var sayılan tenakuz anlayışını ortadan kaldırmak olduğu anlaşılmaktadır. O’nun
bu tefsiri modern ilim tutkusuyla dolup taşmaktadır. Zîra O, modern ilmi tahsil
etmeyi her Müslümanın hayatında olması gereken esaslı bir dini görev olarak
görmektedir.
Şeyh Tantavî’nin Kur’an’a bakış açısı, Kur’an ve O’nun tefsirine dair
modern dînî düşünce alanında yeni, cesur ve çok kıymetli bir bakış açısını
oluşturmaktadır. O’nun bu eseri Kur’an’ın ayet ve surelerini doğrudan tefsir
etmekten ziyade daha çok Kur’an vahyinden hareketle geniş yelpazeli bir ilmî
tefekkür ve değerlendirmeler bütünü olarak görülmekteyse de bir yönüyle
Müslümanların içinde ve akıllarında bulunan ilmin ruhuna saygı anlayışını
güçlendirmektedir. Onları ilme kapsamlı ve geniş bir şekilde önem vermeye davet
etmektedir.
Bu büyük tefsir hakkında buraya kadar söylenenleri özetleyecek olursak şu
sonuca varırız: Tantavî’nin bu tefsirinin ana gayesi, Kur’an ile ilim arasında
varlığı tevehhüm edilen tenakuzun yok edilmesidir. Bu sebeple İslâm dininin ilme
davet ettiğini, onlardan ilme önem vermelerini istediğini, her Müslüman’a ilim
tahsilinin farz kılındığını, Allah’a iman konusunda ilimden korkulmaması
176 Bk. Recai en-Nakkaş, “Tefsirun li’l-Kur’an bi’l-Haraiti ve’s-Suver”, el-Musavver Dergisi, 3 Kasım 1972.
59
gerektiğini ve ne kadar ilerlerse ilerlesin; ne sonuç doğurursa doğursun çeşitli ilmî
nazariyelerden dînî akideye zarar gelmeyeceğini sık sık izah ve ilan etmiştir.177
2.4.Bilimsel Tefsir Örnekleri
2.4.1. Fizik evren (uzay) Fatiha suresinde geçen “âlemîn” lafzını “Allah’ın dışındaki her şey” olarak
tanımlayan ve alemi de “ulvî ve süflî alem” olmak üzere ikiye ayıran Şeyh
Tantavî Cevherî’nin tefsirinde fizik evrenle ilgili ilk değerlendirmelerini buradaki
“ulvî alem” sadedinde yüzeysel olarak dile getirdiği,178 daha sonra da Bakara
Suresinin 29. ayetinin lafzî tefsirinin akabinde konuyu derinlemesine ele almaya
başladığı görülmektedir.179
Dünyanın çeşitli elem ve şehvetleriyle bizi sarmış olduğunu; dolayısıyla şu
kainatın hakikatlerini anlama ve harikuladeliğini görebilme noktasında adeta
basiretimizi örttüğünü dile getirerek sözlerine başlayan Cevherî, semâvâtın
büyüklüğünün, ondaki mükemmellik ve güzelliğin zamanla anlaşılmasının
neticesinde beşerî ve dînî ilim adamlarının dikkatlerinin göklere yöneldiğini ifade
ederken; göklerle ilgili ilk bilgilerin Eski Yunan ve onların takipçileri konumunda
olan İskenderiye alimlerine ait olduğuna dikkat çekmektedir. Bu bilginlerin,
dünyayı kainatın merkezine koyduklarını; ay, Güneş, Merkür, Venüs ve Mars gibi
diğer gezegenlerin her birinin kendilerine has bir yörüngede doğudan batıya doğru
dünyanın etrafında dönerek hareket ettiğine inandıklarını aktarmaktadır. Onlara
göre bu gezegenlerin her birinin kendine has bir hareket tarzı daha vardır ki; o da,
bu yedi gezegenin günlük hareketlerinin aksine kendi eksenlerinde doğu cihetine
doğru hareket etmeleridir. Dolayısıyla bu gezegenlerin, adeta kendi etrafında asıl
gidiş yoluna ters bir yönde dönerek giden karınca durumuna benzediğini aktaran
Cevherî, söz konusu alimlerin, gezegenlerin bu tür hareketleri neticesinde kamerî
ayın, güneş yılının ve diğer gezegenlerinin senelerinin oluştuğuna inandıklarını
177 Tantavî Cevherî’nin Kur’an tefsirindeki metodu konusunda daha geniş bilgi için bk. A.Cadu, s. 55-64. 178Bk. Cevherî, El-Cevâhir, I/13. 179 Bk. Cevherî, El-Cevâhir, I/47.
60
aktarır.180 Cevherî, bu alimlerin “bizim, içerisinde sabit yıldızların bulunduğu
sekizinci bir yörüngeyi; günlük hareketlerin kaynağı olarak da dokuzuncu
yörüngeyi düşünmemiz gerekir” dediklerini naklederek onların, bu yedi gezegenin
dışında, ama bunları kuşatan iki sabit gezegenin daha varlığını kabul ettiklerine
dikkat çekmektedir.181
Bütün bunlarla beraber yukarıdaki minval üzere gezegenlerin
yerleştirilmesine dair bir çok delilin zikredildiğini, ancak bu delillerin ciddi
anlamda zayıf olduklarını dile getirmekten çekinmeyen Tantavî, bu tür fikirlerin
hakikate en yakın olarak bilinen Barnaba İncili’nde de Mesih’in dilinden
aktarılmak suretiyle yankı bulduğunu ifade etmiştir.182
Söz konusu İncil’de Mesih’in, semavatın yedi kat olduğunu; her bir
semada aralarında insan yürüyüşüyle beşyüz senelik mesafenin bulunduğu bir
takım gezenlerin olduğunu; dünyanın da birinci semaya aynı uzaklıkta
bulunduğunu ve birinci semaya oranla dünyanın, kendi içindeki bir kum tanesine
oranı nispetinde cirmi olduğunu; her bir semanın da bir üstüne nazaran aynı
oranda bulunduğunu dile getirdiğini aktaran Cevherî, Yunan felsefesinde yer
edinen bu fikirlerin Farabi ve İbn. Sina vasıtasıyla Arapça’ya nakledildiğini,
bunları ders alan İslâm alimlerinin de ilk zamanlarda benzer görüşleri
benimsediklerini ifade etmektedir. Ancak zamanla İslâm dünyasında bu tür
görüşlerin akla ve dine muhalif olduğu gerekçesiyle terk edildiğine dikkat çeken
Üstat, dünyanın kendi etrafında dönmesi gibi diğer bütün gezegenlerin de uzayda
dönerek hareket ettiğinin kabul edildiğini, bununla beraber kuşatıcı ve sabit
yörüngeler düşüncesinin de ciddi eleştirilere tabi tutularak terk edildiğini de
belirtmiştir.183
180 Bk. Cevherî, El-Cevâhir, I/47. Üstat, Tefsirinin Mülhak isimli II. Cildinde konuyu tekrar ele
almış ve burada güneş sisteminin dışındaki diğer yıldızların da doğudan batıya doğru hareket ettiklerini ve adeta kutup yıldızının etrafında döndüklerini “Üçüncü Zebercet” başlıklı bölümde sunduğu çeşitli fotoğraflarla destekleyerek aktarmıştır. Ayrıca söz konusu bölümde yer verdiği birçok makale ve değerlendirmelerle modern dönemin konuya bakış açısını aktarmaya çalışmıştır. Ayrıntılı bilgi için bk. a.g.e.,I-Mülhak/78-79,184 vd.
181 Bk. Cevherî, El-Cevâhir, I/47. 182 Bk. Cevherî, El-Cevâhir, I/47. 183 Bk. Cevherî, El-Cevâhir, I/47.
61
Bu tür görüşlerin İslâm dünyasında Arap devletlerinin yıkılıp Türk
devletlerinin ortaya çıkmaya başladığı altıncı ve yedinci yüzyıllar boyunca
savunulduğunu anlatan Cevherî, bu tür düşüncelerin adeta modern düşüncenin
hazırlık aşmasını teşkil ettiğini de dile getirmektedir.184 Üstat, bu konudaki
modern düşünceyi de şu şekilde özetler:
“Başlangıçta güneşleri, ayları ve dünyalarıyla bütün bir alem, çok hızlı bir
şekilde yayılan duman yumağı gibi bir şeydi. Binlerce yıl süren bu hızlı hareketin
neticesinde ilk önce güneşler oluşmuş; Sonra bu güneşlerden bir tanesi olan bizim
güneşimiz ve gezegenler ayrılmıştır. Böylece Merkür, Venüs, Dünya, Mars,
Jüpiter, Satürn, Uranüs ve Neptün’den oluşan sekiz gezegen meydana
gelmiştir..”185 Sözlerinin devamında “Daha sonra modern araştırmacılar, Jüpiter
ve Satürn arasında hepsi bir araya getirilse Ay’ın hacmine ulaşamayacak derecede
küçük, yaklaşık altı yüz tane yıldızcık keşfettiler. Bunların en büyüğü “sars”
adıyla tanınmakta ve çapı, yüzeli mili geçmemektedir. Bunlardan bir kısmının
çapı, on mili dahi geçmez. Belki de bu bölgede bunlardan başka daha küçük,
çıplak gözle görülemeyecek derecede olan yıldızcıklar da vardır.” diyen Cevherî,
“modern düşünceye göre dünya ve diğer gezegenler, güneşin etrafında
dönmektedir.” diyerek sözlerini sürdürür.
Cevherî, modern düşünceye göre bu gezegenlerin her birinin kendine has
bir dönüş süresinin olduğunu dile getirerek sözlerine şöyle devam eder: “Yukarıda
sayılan bu gezegenler, güneşin etrafında dönmektedirler. Merkür bu dönüşünü
bizim günümüzle yirmisekiz günde, Venüs, ikiyüz yirmialtı günde, Mars üçyüz
yirmibir günde, Dünya bir yılda, Jüpiter onbir yıl üçyüz onüç günde, Satürn
yimidokuz yıl yüz altmışyedi günde, Uranüs kırksekiz yıl yedi günde ve Neptün
ise yüz altmışsekiz yıl ikiyüz kırkyedi günde turlarını tamamlamaktadır. Ayrıca
bu gezegenlerin yanı sıra güneşin etrafında keşfedilmemiş daha başka
gezegenlerin de var olabileceği düşünülmektedir.”186
184 Bk. Cevherî, El-Cevâhir, I/47. 185 Bk. Cevherî, El-Cevâhir, I/48. ; II/43-44. 186 Bk. Cevherî, El-Cevâhir, I/48
62
Öte yandan Cevherî, bu alimlerin çeşitli metotlarla söz konusu
gezegenlerin güneşe olan uzaklıklarını takribi de olsa hesapladıklarını ve bu hesap
neticesinde Mars ve Jüpiter arasında bu gün mevcut olmayan bir gezegenin daha
var olması gerektiğini savunduklarını dile getirerek aşağıdaki tabloya tefsir
kitabında yer vermiş, ancak bu tablodaki verilerin yaklaşık değerler olduğunu
ısrarla birkaç sefer vurgulamayı da ihmal etmemiştir. Bununla birlikte daha başka
metotlarla daha farklı sonuçların çıktığını ifade ederken bu bağlamda tespit etmiş
olduğu farklı rakamları da aynı bölümde zikretmekten çekinmemiştir.187
Gezegenin adı
Bşl.Değeri+Sabit Ek
Toplam sayı
Sabit Çarpan(9)
Toplam Uzaklık
Merkür Venüs Dünya Mars …… Jüpiter Satürn Uranüs Neptün
0+4 3+4 6+4 12+4 24+4 48+4 96+4 192+4 284+4
4 7 10 16 28 52 100 196 288
X9 X 9 X 9 X 9 X 9 X 9 X 9 X 9 X 9
32 milyon mil 63 “ “ 90 “ “ 144 “ “ 252 “ “ 468 “ “ 900 “ “ 1714 “ “ 2592 “ “
Üstat Cevherî, bütün bu nakli bilgilerden sonra sözlerine şöyle devam
eder: “ İşte bunlar, güneş sistemi hakkında sana anlatmak istediklerimdir. Sabit
yörüngelerin adedini ancak Allah bilir. Bununla birlikte günümüzde alimler
bunları araştırmakta olup, büyük teleskoplar ve gelişmiş resim aletleri vasıtasıyla
yüz milyonlarcasının bilgisine ulaşmışlardır.”188
Güneş ışığının sekiz dakika onsekiz saniyede dünyamıza ulaştığını aktaran
Cevherî, bu mesafenin en hızlı trenle gece-gündüz devam etmek kaydıyla
üçyüzelli seneden önce kat’ edilmesinin mümkün olmadığını dile getirerek “ben
bunları sana, Aziz ve Celil olan Allah’ın yüceliğinin derecesini kavraman ve sabit
yıldızların uzaklığı hakkında zikredeceklerimi de anlaman için anlattım” diye
187 Bk. Cevherî, El-Cevâhir, I/48. 188 Bk. Cevherî, El-Cevâhir, I/48.; Bu bağlamda Üstat, tefsirini tamamladıktan sonra kaleme alıp ta
“Mülhak” ismiyle Tefsirinin I. cildine eklediği bölümde güneş sisteminde varlığı daha önce tespit edilen sekizinci gezegene ilaveten bu gün adına Ploton dediğimiz dokuzuncu gezegenin keşfinden haber vermekte; her bir gezegenin kendisine mahsus değişen sayılardaki uydularının ve on milyonlarca galaksinin varlığının anlaşıldığından bahsetmektedir. Ayrıntılı bilgi için bk. a.g.e., I-Mülhak/80.
63
sözlerini sürdürmektedir.189 Üstat, bir yandan güneş ışığının bir saniyede
yüzseksenaltı bin mil, bir yılda ise yaklaşık altı milyar mil mesafe kat ettiğini
aktarırken öte yandan bize en yakın yıldızın ışığının ancak dört ışık yılında
dünyamıza ulaştığını ifade etmekte; bunun yanında tespiti yapılmış diğer
yıldızların ışığının bize ulaşma sürelerini vererek okuyucuyu evrenin genişliği
konusunda mukayese yapmaya davet etmektedir. Verilen bu bilgilerin akabinde
hal-i hazırdaki insanlığın semavat hakkındaki bilgilerinin bunlardan ibaret
olduğunu bildiren Cevherî, kadim ulemanın ve Barnaba İncil’inde zikredilenlerin
bu gerçekler karşısında ne derece tutarlı olabileceklerinin mukayesesini
okuyucuya bırakmaktadır. Üstat, değerlendirmelerinin devamında “Şüphesiz
Allah’ın yüceliği şu zamanda tecelli etmiştir.” diyerek eskiden nakledilen
bilgilerin günümüz gerçekleriyle olan çelişkisine dikkat çekmekte ve modern
bilginin verilerinin Kur’an’a muvafık olduğunu; İslâm dininin telkinlerinin de
modern keşiflere uygun düştüğünü, bu durumun Kur’an’ın günümüze ulaşan bir
mucizesi olduğunu dile getirmektedir.190
Üstat, bu değerlendirmelerinin akabinde “Müellife Yöneltilen Sorular”
başlığı altında seçkin bir alim olarak nitelendirdiği birisinin konuyla ilgili
sorularını cevaplamaya çalışmaktadır. Bu bağlamda, kainatta boşluğun olmadığını
muknî bir tarzda izah ettikten sonra samavatın şeffaf bir esir maddesiyle dolu
olduğunu, gezegen ve yıldızların bu maddenin içinde yüzüp gittiğini ifade eder.191
Bununla birlikte “yedi kat sema” ifadesindeki yedi sayısının her hangi bir
değerinin olmadığını, dolayısıyla Allah’ın “yedi kat sema” sözünün, semavatın
189 Bk. Cevherî, El-Cevâhir, I/48. 190 Bk. Cevherî, El-Cevâhir, I/49. 191 Üstad, Bakara Suresinin 164. ayeti ile ilgili yaptığı değerlendirmelerinde söz konusu “esir”
maddesiyle ilgili daha ayrıntılı bilgi vermektedir. Bu bağlamdaki sözlerini “günümüz alimlerinin de savunduğu gibi maddenin aslı tekdir.” diyerek sürdüren Cevherî, önceki alimlerimizin, şu alemin bütünüyle “Heyula” (gözle görülmesi mümkün olmayan zerre) adını verdikleri bir maddeden meydana geldiğine dair görüşlerine yer vermekle birlikte bu görüşün yetersizliğine dikkat çekmektedir. Zamanındaki alimlerin de benzer görüşleri dile getirdiklerini ancak onlara göre alemin aslının eskilerin savunduğu gibi “heyula” değil, senelerce kendi etrafında dönüp yayılan buharımsı, şeffaf ve gözle görülmesi imkansız olan “esir” maddesi olduğunu dile getirmiştir. Bu maddenin maddilikten öte ruhilik vasfının ön plana çıktığına dikkat çeken Cevherî, bunun, keyfiyeti bilinmeyen bir tür hareket olduğuna da işaret etmiştir. Ayrıntılı bilgi için bk. Cevherî, El-Cevâhir, I/146-147. Ayrıca bk. a.g.e.,IX/35 vd.
64
sayısının daha çok olmasına engel teşkil etmeyeceğini büyük müfessir ve
filozofların görüşleriyle destekleyerek dile getirmektedir.192
O’na göre, “esir denen şeffaf ve müthiş varlığın bir yandan aklın ve
tahminin sınırlarını aşan bir boyuta uzanıp gittiği, diğer yandan içerisinde yıldız,
gezegen ve sayılamayacak kadar mahlukatla birlikte göz alıcı güzellik ve daha bir
çok harikuladeliklerin barındığı sabit olunca, semavatın sayısının yedi veya bin
olması eşit olacaktır. Çünkü bunların hepsi Allah’ın cemal ve kemaline işaret eden
ilâhî fiillerdir. Allah ise dilediğini yapandır.”193 Konuya İmam Gazâlî’nin
Tehâfüt’ül-Felâsife adlı eserinden iktibasla daha da derinlik katan Üstat,
muhatabını sayılara takılıp kalmaktansa akıllı ve cesurca ondaki güzelliği araştırıp
anlamaya yönlendirmektedir.194
Ayette sayının zikredilmesinin bir nevi imtihan vesilesi olduğuna dikkat
çeken Cevherî, bu vesileyle Allah’ın Müslümanları mahlukat hakkında araştırma
yapmaya teşvik ettiğini dile getirmektedir.195
Üstat, yaptığı yorumlarda ne kadim, ne de modern bilgiyi te’yit etme
amacının olamayacağını, Kur’an’ın her iki bilginin de fevkinde bulunduğunu,
kadim bilginin yanlışlığının ortaya çıkması gibi bu gün savunulan bilgilerin de
daha sonra terk edilebileceğine işaret etmekte, bununla birlikte yaptığı işin (yani
ayetlerin modern bilgiye tatbik edilmesinin) sadece Müslümanların mutmain
olması ve Allah’ın fiillerinin kelamına zıt olmayacağının anlaşılmasına yönelik
olduğunu dile getirmektedir.196 Öte yandan modern bilgiyi Kur’an hakikatlerine
yakın bulmasının gerekçesini izah sadedinde, kadim bilgiye nazaran modern
192 Bk. Cevherî, El-Cevâhir, I/49-50. 193 Bk. Cevherî, El-Cevâhir, I/50. 194 Bk. Cevherî, El-Cevâhir, I/50. Ayrıca Üstat, eserinin II. Cildinde uzayın harikuladeliklerini
anlatma sadedinde uzay ve ötesi ile ilgili çeşitli değerlendirmelerde bulunmakta bu bağlamda Ezher ulemasının görüşlerine yer verdiği gibi “Şüphesiz uzay maddeyi yutar” diyerek uzayı asıl, maddeyi tali unsur olarak değerlendiren Albert Aynştayn ve Kainatın küre şeklinde olduğunu ispat ettiği ileri sürülen Amerikalı uzay bilim adamı Silberman gibi çeşitli ihtisas sahiplerinin görüşlerinin ele alındığı makaleleri küçük yorumlarla okuyucusuna sunmayı ihmal etmemiştir. Ayrıntılı bilgi için bk. a.g.e., I-Mülhak/81 vd.
195 Bk. Cevherî, El-Cevâhir, I/50-51 196 Bk. Cevherî, El-Cevâhir, I/50.
65
bilginin Kur’an ayetlerine daha uygun veriler sunmasını öne süren Tantavî, bu
görüşünü çeşitli delillerle desteklemeye çalışmaktadır.197
Buraya kadar anlattıklarını sekiz maddede özetleyen Üstat, Kur’an’ın
modern ve kadim bilginin üstünde olduğunu, dînî verilerin modern bilgiye tatbik
edilmesinin amacının Müslümanları ilme ısındırmak ve ilmin Kur’an lafızlarına
muhalif olduğuna dair zihinlerindeki yanlış düşünceleri izale etmek olduğunu
tekraren ifade etmektedir.198
2.4.2. Yaratılış Kâinatın Allah tarafından tek bir maddeden “kün” emriyle yaratıldığına
dikkat çeken Üstat, bu hususun bir çok ayeti kerimede çeşitli temsillerle dile
getirildiğini aktarmaktadır. Maddenin özde tek bir şey olduğunu modern bilim
adamlarının ortak görüşü olarak sunan Cevherî, eskilerin buna “heyûla”
dediklerini nakletmektedir. Öte yandan yaratılışın öncelikle maddenin
yaratılmasıyla başladığını ifade eden üstadın, Allah’ın önce maddeyi yarattığını
daha sonra onu çeşitli cinslere ve kısımlara ayırdığını, bundan da bitki ve
hayvanları oluşturduğunu dile getirdiği görülmektedir.199
Bitki ve hayvanlar gibi canlı varlıkların, oksijen, hidrojen, karbon
ve azot gibi bir takım cansız unsurlardan oluştuğunun zamanın kimya alimlerince,
ispat edildiğini dile getiren Üstat, bu unsurlardan yetmişten fazlasının keşfedilmiş
olduğunu anlatmaktadır. Bununla birlikte Üstat, söz konusu unsurların oksijen,
hidrojen, karbon ve azot dörtlüsünden mürekkep olup aralarındaki temel
farklılığın diziliş ve hareket tarzından kaynaklandığını, ancak nihaî noktada bütün
bu unsurların tek bir cevherden oluştuğunu zikretmektedir.200
Kâinatın bir bütünlük arz ettiğini, en büyük unsurunun en küçüğüyle; en
küçüğünün de en büyüğüyle bir şekilde irtibatlı olduğunu ve birbirinin varlığına
197 Bkz. Cevherî, El-Cevâhir, I/50. 198 Bkz. Cevherî, El-Cevâhir, I/51. 199 Daha geniş bilgi için bkz.: I/145-146. vd. Ayrıca bkz. 14 numaralı dipnot ve ilgili konu. 200 Bkz. Cevherî, El-Cevâhir, I/147-148. Ayrıca bkz. I/241. vd.
66
ihtiyaç duyduklarını veciz bir şekilde anlatan Üstat, kadim ve modern bilim
adamlarının üzerinde durduğu varlık dairesi hakkında bilgi sunmaktadır.201
Buna göre şu alem, yer yüzünde varlığına şahit olduğumuz unsurlardan
mürekkep bir şekilde yaratılmıştır. Daha sonra madenler oluşmuş ve bunları
sırasıyla bitkiler, hayvanlar ve nihayetinde insanlar takip etmiştir. İnsanların
fıtraten en düşük olanları hayvan grubuna; en yüceleri ise meleklere en yakın
konumdadır. Melek de Allah’a en yakındır. Allah ise, unsur, maden, bitki, hayvan
ve nihayetinde insanlarıyla şu kainatı yoktan yaratan varlıktır.202
Üstada göre, Kur’an-ı Kerim’de bu yaratılış silsilesinin hem başlangıçtan
sona doğru (Hicr Suresi), hem de sondan başlangıca doğru (Nahl Suresi)
zikredilmiş olması varlık aleminin birbirleriyle olan irtibatını göstermek şeklinde
değerlendirilmektedir.203
2.4.2.1. İnsanın yaratılışı ve evrim teorisi Bakara suresi 30. ayeti ile ilgili yorum sadedinde insanlığın ilk atasının
Hz. Adem olduğuna işaret edildiğini dile getiren Üstat, ilk insanın mükemmel bir
şekilde Allah tarafından balçıktan yaratıldığını ifade etmekte ve bu mükemmelliği
çeşitli anatomik verilerle desteklemektedir.204 İnsanın yaratılış itibariyle kainatın
bütünüyle alakadar olduğunu çeşitli vesilelerle dile getiren Üstat, insanın adeta şu
kainatın küçük bir misali olduğuna dikkat çekmektedir.205
Yaratıcı fikrini inkar anlamını taşıyan Darvin ve Lamark’ın canlılarla ilgili
teorilerini kainatın düzenli ve mükemmel varlığına zıt olarak değerlendiren Üstat
Cevherî,206 XX. yüzyılın başlarında bu teorinin yayıldığı muhitlerde dinsizlik
cereyanının ve içki düşkünlüğünün hızla yayıldığına dikkat çekmektedir. Söz
konusu evrim teorisinin çok geçmeden batılı bilim adamlarınca da çürütüldüğünü
aktaran Üstat, Darvin’in bu teorisinin dört temel noktasının olduğunu anlatmakta
ve bu noktaları şöyle sıralamaktadır: 201 Ayrıntılı bigi için bkz. Cevherî, El-Cevâhir VIII/84. 202 Bkz. Cevherî, El-Cevâhir VIII/84-85. Ayrıca bkz.: II/43 vd. 203 Bkz. Cevherî, El-Cevâhir VIII/84-85. 204 Ayrıntılı bilgi için bkz.: Cevherî, El-Cevâhir, I/52, IX/31, XI/102, 172-173. 205 Bkz. Cevherî, El-Cevâhir, I/52. 206Bkz. Cevherî, El-Cevâhir, XI/123.
67
1- Hayat sürekli bir halden diğer bir hale geçişi ifade eden bir değişim ve
evrim süreci geçirmektedir.
2- Bu evrim süreci nesilden nesile intikal etmektedir.
3- Canlılar arasında hayatta kalma kavgası yaşanmaktadır.
4- Bu kavgada varlığı güçlü ve mükemmel olan hayatta kalmaya daha
layıktır, zayıf olanlar ise yok olmaya mahkumdur.207
Avrupalı alimlerce çok geçmeden çürütülmesine rağmen Evrim teorisinin
doğu memleketlerinde bazı ilim adamlarınca adeta iman esası haline
getirilmesinin hadisenin asıl acı tarafını oluşturduğunu ifade eden Üstat, konuyla
ilgili değerlendirmelerine söz konusu teoriyi çürüten alimlerden yirmi tanesinin
delillerini zikrederek konuya açıklık getirmeye çalışmıştır.208
2.4.3. Biyoloji (Canlıların üremesi) Canlıların üremesinin, erkek ile dişi vasıtasıyla üreme ve bunlara ihtiyaç
duyulmadan gerçekleşen üreme olmak üzere iki şekilde gerçekleştiğini dile
getiren Üstat, birinci üreme şeklinin izdivaç neticesinde yumurtaların döllenmesi
vasıtasıyla, ikinci üreme şeklinin ise bölünme ve ayrılma vasıtasıyla
gerçekleştiğini izah etmekte ve bu üreme şekillerinin de kendi içinde çeşitli
tarzlarda gerçekleştiğini aktarmaktadır.209
Öte yandan anne karnındaki ceninin de hücrelerin bölünmesi yoluyla
gelişip olgunlaştığına dikkat çeken Cevherî, Âl-i İmran suresinin altıncı ayeti ile
ilgili değerlendirmeleri sırasında annenin rahminde döllenmiş tek bir hücre ile
hayata başlayan cininin, daha sonra karışık bir kan pıhtısı halini aldığını; bir
müddet sonra kurbağa gibi bir şekle büründüğünü aktarmaktadır. Bundan sonra
ceninin omurgalarının oluştuğunu ve bu evrede adeta kuş gagası olan bir böcek
görüntüsüne ulaştığını anlatan Üstat, bir süre sonra anne rahmindeki bu canlının
maymun gibi dört ayaklı bir hayvana benzediğini nakletmektedir. Dördüncü
207 Bkz.: Cevherî, El-Cevâhir, XI/128. 208 Daha geniş bilgi için bkz. Cevherî, El-Cevâhir, XI/1127-131. 209Daha geniş bilgi için bkz. Cevherî, El-Cevâhir, XI/16.
68
ayında baş, kol, göz ve ağız gibi azalarının geliştiğine, beşinci ayda ise
cinsiyetinin belirginleştiğine dikkat çeken Cevherî, altıncı ve yedinci aylarda
boyuna gelişimini sürdüren anne karnındaki bebeğin sekizinci ayda gözlerinin
açıldığını ve kafa tasının saç ile örtüldüğünü bundan sonra da doğumuna kadar
gelişimine devam ettiğini aktarmaktadır.210
Üstat, fatiha suresindeki “ Rabbi’l-âlemin” lafzıyla ilgili yorum ve
değerlendirmelerini sunarken, Allah-ü Teâlâ’nın Rubûbiyet vasfının canlılar
aleminde, hassaten insan üzerinde ne şekilde tecelli ettiğine bir nebze de olsa ışık
tutmakla birlikte Müslümanları bu gibi noktalarda tefekkür ve araştırma yapmaya
yönlendirmektedir. Bu bağlamda erkek ve dişinin üreme hücrelerinin birleşimi, bu
birleşimden meydana gelen karışımın hızla bölünerek çoğalıp üçüncü bir canlı
şekline bürünmesi, organ ve azalarının mükemmel bir tarzda meydana gelmesi,
henüz dünyaya gelmeden onun için lazım olan bir takım hazırlıkların (anne
sütünün hazır hale gelmesi gibi) zamanında yapılmış olması Allah’ın
Rububiyetinin birer tecellisi olarak değerlendirilmektedir.211
Öte yandan Üstat Cevherî, Meryem Suresinde Hz. İsa (a.s.)’ın doğumu ile
ilgili konu sadedinde canlıların üremesinde dişi – erkek ayırımının zorunlu
olmadığını, zîra Hz. İsa (a.s.)’ın mucizevî doğumunun buna delil olduğunu;
bununla birlikte çoğalmada bir babanın varlığına ihtiyaç duymayan canlı türünün
ebeveyne ihtiyaç duyanlardan daha fazla olduğunu dile getirmektedir.212
Hz. Adem, Havva ve diğer mahlukatın ilk önce ekvator bölgesinde
yaratıldığını daha sonra buradan dünyaya yayıldığını aktaran Üstat, akabinde 1921
yılında salyangoz yumurtası üzerinde yaptığı uzun süreli çalışmalar neticesinde
kimya laboratuarında yapay yolla canlıların üremesinin gerçekleşebileceğini ispat
eden bilim adamı Mstr. Mazur’un(?) yaptığı çalışmayı aktarmaktadır. Üstat
Cevherî ,bu çalışmanın neticesinde yeryüzünde ebeveyne ihtiyaç duyulmaksızın
belirli bir ortamda hücrelerin toplanıp birleşmesiyle hayatın kendiliğinden
başladığı sonucuna ulaşan bilim adamının bu nazariyesinin yaratılışa dair ilâhî
210 Daha geniş bilgi için bkz.: Cevherî, El-Cevâhir, II/46., X/32-33, 104-105. 211 Bkz. Cevherî, El-Cevâhir, I/9-12. 212 Bkz. Cevherî, El-Cevâhir, X/19.
69
kitaplarda anlatıla gelen şeylere uygun düştüğü gibi Darvin nazariyesine de
muarız olduğunu ifade etmektedir.213
Mstr. Mazur’a(?) göre türlerden her hangi birisini icat etmenin mümkün
olması o şeyin yaratıcısının olmadığı anlamına gelmez; bilakis bu iş yaratılışın
tamamlanması için ancak bir alet görevini görebilir. Yani yaratma ameliyesi
tabiatın vazifelerinden birisidir. Ancak bununla birlikte tabiat, sadece hayatın
başlangıcı için lazım olan unsurları bir araya getirip mezcetmekten başka bir şey
yapamaz. Buna göre bir insan, hayatı meydana getirmeye imkan bulsa bile ruhu
ve aklı yaratmaktan son derece aciz kalacaktır.214
Üstat, bazı Avrupalı bilim adamlarının, kara canlılarının deniz
canlılarından türemiş olması gibi bütün canlıların büyüklerinin küçüklerinden
türediğini dile getirdiklerini; bazılarının da bu düşünceyi reddettiklerini
aktarırken; canlıların kendilerine uygun bir ortamda yaratıldığını ileri süren Mstr.
Mazur’un (?) düşüncesinin bu durumda eski alimlerimizin görüşlerini teyit
etmekten ileri gidemeyeceğini dile getirmektedir.215
2.4.4. Coğrafya Al-i İmran Suresi 164. ayeti ile ilgili değerlendirmelerinde ayette geçen
“gece ve gündüzün –sürelerinin- değişimini” ele alan Üstat, dünyanın enlem ve
boylam dairelerine bölündüğünü, her bir dairenin de 360 derece olduğunu, enlem
dairelerinin ekvator çizgisine paralel olarak kutuplara doğru; boylam dairelerinin
ise doğu-batı doğrultusunda sıralandığını aktarmaktadır. Gece ve gündüz
farklılığının enlem ve boylam derecelerine göre değişiklik arz ettiğine dikkat
çeken Üstat Cevherî, dünyayı kuzey ve güney olmak üzere eşit iki parçaya
ayırdığı düşünülen Ekvator çizgisinin dünyanın yörüngesine göre 23,5 derece
eğimli olduğunu dile getirmekte,216 bununla birlikte dünya üzerinde ekvatora 23,5
213 Bkz. Cevherî, El-Cevâhir, X/20. 214 Bkz. Cevherî, El-Cevâhir, X/20. 215 Bkz. Cevherî, El-Cevâhir, X/21. 216 Fen bilgisi kitaplarında Dünyanın ekseninin ekliptik düzleme 23.27 derece eğimli olduğu
bildirilmektedir. Bkz.: Celal Aydın, ÖSS-ÖYS Sosyal Bilimler, s. 19. Ankara 1990.
70
derece uzaklıkta olan iki ana daireden başka, kutuplara 23,5 derece uzaklıkta olan
iki kutup dairesinin daha varlığına işaret etmektedir.217
“Bu daireler sebebiyle dünya beş farklı kuşağa ayrılmıştır.” diyen Cevherî,
bu kuşakların, “sıcağı çok şiddetli olan kuşak, ılıman olan iki kuşak ve soğuğu
çok şiddetli olan iki kuşak” olduğunu aktarmaktadır. Sıcak bölgenin Yengeç ve
Oğlak burçları arasında kaldığına ve bu bölgenin iki gölgeli bölge diye de
nitelendirildiğine dikkat çeken Üstat, mutedil iki kuşağın birisinin kuzey yarım
kürede -kuzey kutup bölgesiyle yengeç burcu arasında-; diğerinin güney yarım
kürede -güney kutup bölgesi ile oğlak burcu arasında- kaldığını; bu bölgelerde
hiçbir zaman güneş ışınların dik olarak gelmediğini, gölgelerin de her iki bölgede
birbirine zıt yönlerde uzandığını dile getirmektedir.218
Kutup bölgelerinde gölgelerin adeta daire çizdiğini anlatan Üstat, sözü
tekrar gece-gündüz farklılığına getirerek “doğudan batıya hareket eden güneşe
baktığında bir kavme göre vakit, henüz sabahı ifade ederken aynı vaktin
diğerlerine göre öğle, ikindi, akşam ve gece yarısını ifade ettiğini görürsün.
Dolayısıyla güneş, batış, doğuş, zeval gibi zaman dilimlerinde aynı anda
bulunmaktadır.” diyerek gün kavramının mükemmel bir şekilde varlığını her daim
muhafaza ettiğini izah etmeye çalışmaktadır.219
Güneşin senelik hareketine zahiren baktığımızda, onun kendi yörüngesinde
hareket ederek bazen bizden uzaklaşıp bazen de bize yakınlaştığını fark
edeceğimizi söyleyen Üstat, güneşin bu durumunun bizlere bir sene boyunca
bölgelere göre değişen çeşitli gün sürelerini yaşattığını dile getirmektedir. Bu
arada en kısa gündüz süresinin bazen bir saat veya daha kısa olduğunu; en uzun
gündüzün ise yarım sene (altı ay) sürdüğünü ve bunun kutup noktalarında
yaşandığını aktaran Cevherî, normal bir günün oniki saat olup ekvator bölgesinde
yaşandığını, her iki bölge arasında gün süresinin oniki ile yirmidört saat arasında
217 Bkz. Cevherî, El-Cevâhir, I/140. 218 Bkz. Cevherî, El-Cevâhir, I/140. 219 Bkz. Cevherî, El-Cevâhir, I/140.
71
değiştiğini, kutup bölgelerinde ise bu değişimin aylarla hesaplandığını konunun
devamında sunduğu cetvelle de destekleyerek nakletmektedir.220
Üstat, bir yandan güneşin, bir günün bütün zaman dilimlerini aynı anda
yaşadığı gibi senenin bütün mevsimlerini de (yaz, kış, ilkbahar ve sonbahar) aynı
anda yaşadığına dikkat çekerken diğer yandan günlerin ve mevsimlerin
değişmesinin Allah’ın kulları üzerindeki önemli nimetlerinden olduğunu konuyla
ilgili ayetleri zikrederek hatırlatmaya çalışmaktadır.221
2.4.5. Psikoloji Bedenin ruhla canlılık kazandığına dikkat çeken Üstat, ruhun kadim
felsefede “en-nefsü’l-külli” tabiriyle ifade olunduğunu aktarmakta, alemin her
yerinde yaygın şekilde bulunmasına rağmen uygun ortam ve alet olmadan eseri
görünmeyen elektrik gibi külli nefsin de bütün alemi kuşattığını ancak onu kabul
edebilecek cisim elbisesi olmadan eserinin ortaya çıkamayacağını ifade
etmektedir. Ayrıca Üstat Cevherî, külli nefsin (yani hayatın) her canlıda o canlının
istidadına göre tecelli ettiğine dikkat çekmektedir..222
Üstat, kadim İslâm ulemasının insanın cisim ve nefsini araştırma konusu
yaptıklarını; bu bağlamda insanın kâinata benzediğine, bununla birlikte nefsinin
tasarruf ve tasallutuna maruz kaldığına dikkat çektiklerini dile getirmektedir. Öte
yandan Şeyh Cevherî, bu alimlerin, insan cisminin, yer, su, hava ve ışığa benzer
dört tabakadan oluştuğunu dile getirdiklerini aktarmakta ve yaptıkları çeşitli
benzetmelerden de söz etmektedir. Bu arada insanın sahip olduğu beş duyu
organına ve kuvvelerine de işaret ederek canlılarda bulunan çeviklik, vahşilik,
mülayimlik, sevimlilik gibi fıtrî bütün özelliklerin bir şekilde insanoğlunda da
bulunduğunu dile getirmektedir.223 Söz konusu özelliklerden herhangi birisinin
veya birkaçının kişi de baskın olup olmamasının, o kişinin yetiştiği ortam, aldığı
eğitim ve nesilden getirdiği kalıtımla çoğu zaman doğrudan bağlantılı olduğuna
220 Daha ayrıntılı bilgi için bkz. Cevherî, El-Cevâhir, I/140-141. 221 Bkz. Cevherî, El-Cevâhir, I/141. 222 Bkz. Cevherî, El-Cevâhir, X/22. 223 Daha geniş bilgi için bkz. Cevherî, El-Cevâhir, I/54-55.
72
işaret eden Üstat, bundan sonra ahlâk ilmine de değinmekte ve dört çeşit ahlâktan
bahsetmektedir.224
2.4.6. Tıp Fatiha suresinde geçen “Rabbil-âlemin” lafzının yorumu sadedinde, Tıp
alimlerinin “sağlığı korumak ilaç kullanmaktan daha iyidir” sözünü nakleden
Üstat, “eğer sen bedenini korur, sıhhatini gözetirsen ve bir de gıdalarına dikkat
edersen ilaç kullanmaya ihtiyacın kalmaz” diyerek koruyucu hekimliğin önemine
dikkat çekmeye çalışmıştır. Her şeyde olduğu gibi sıhhi malzemelerde de
gereğinden fazla kullanımın daha değişik rahatsızlıklara sebebiyet verdiğine işaret
eden Üstat, doktorların “şayet hastayı gıda takviyesi ile tedavi imkanı varsa, asla
ona ilaç verme; yok eğer basit ve az dozla tedavi edebileceğin bir rahatsızlığı
varsa, o kişiye yüksek dozda karmaşık yapılı ilaçlar verme; tecrübe etmiş olman
hariç bilinmeyen yabancı ilaçları kimseye tavsiye etme….” Şeklindeki
tavsiyelerini aktararak bu durumun Yüce Allah’ın Rububiyetinin insanları tıp
ilmiyle terbiye etmesinin tecellisi olduğuna dikkat çekmektedir.225
Öte yandan insanların hastalık, elem ve sıkıntılara düşmelerin temelinde
fıtrî hayatı terk etmiş olmalarının ve cahilliklerinin yattığını ileri süren Üstat
Cevherî, bu görüşünü, içerisine su katılan sütün şifa vermekten öte, -eklenen
suyun mikropların üremesine zemin hazırlaması nedeniyle- ateşli humma ve
difteri gibi bir çok hastalığa davetiye çıkardığının ispat edildiğini aktarmakla
desteklemektedir.226 Bütün bunlarla beraber Üstadın, insanlığın karşılaştığı
hastalık ve elemlerin artmasının neticede tıp ilminin gelişmesine zemin hazırlamış
olmasını da ilahî bir rahmet olarak değerlendirdiğini görmekteyiz.227
2.6.7. Genel Değerlendirme Buraya kadar yaptığımız araştırma ve sunduğumuz örneklerden hareketle
Üstat Tantavî Cevherî’nin kaleme almış olduğu bu muazzam eseriyle,
Müslümanları ilmî gayretlere teşvik etmekten başka bir amacının olmadığını
224 Ayrıntılı bilgi için bkz. Cevherî, El-Cevâhir, I/55-57. 225Bkz. Cevherî, El-Cevâhir, I/11-12. 226 Bkz. Cevherî, El-Cevâhir VIII/54-55. 227 Bkz. Cevherî, El-Cevâhir X/32.
73
söylemek mümkündür. Üstat, bu gayesine ulaşmak için birinci örneğimizde de
görüldüğü üzere, ele aldığı konuyu öncelikle geçmiş birikimi ile birlikte
okuyucunun idrakine sunmaktadır. Daha sonra konu ile ilgili son dönem
alimlerinin çeşitli değerlendirmelerini aktarmaktadır. Yeri geldikçe kendi duygu
ve düşüncelerini de yansıtan Üstat, nihayetinde işi dini bir sorumluluğa
bağlayarak, bazen bir öz eleştiri bazen de bir teessüf eşliğinde okuyucuyu en
azından fikri planda harekete geçirmeye çalışmaktadır.
Verdiğimiz birinci örnekte üstadın fizik-evrenle ilgili yapmış olduğu
değerlendirmelerin sadece bir bölümüne değinebildik. Burada sunduğu görüşlerin
günümüz kabulleri ve gerçekleriyle pek de çatışmadığına şahit olmaktayız.
Mesela, alemin tek bir noktadan yayılmaya başlamış olduğu fikri hâlâ günümüzde
geçerliliğini korumaktadır.228 Yıldızların ve gezegenlerin uzay boşluğundaki
dağılımı ile dünyamıza olan uzaklıkları konusunda verilen bilgilerin -bizzat
yazarımız tarafından defaatle- net bilgiler olmayıp takrîbî bilgiler olarak
nitelendirilmesi günümüz gerçekleriyle olan farklılığını önemsiz bir boyutta
bırakmaktadır.229
Öte yandan üstadın, bu çalışmaları yaparken modern bilgiyi teyit etme
veya destekleme amacının olmadığını, bilakis bu tür gayretlerin Müslümanları
ilmî alanda çalışma yapmaya teşvik amacına matuf olduğunu açıkça belirtmesi,
onun hakkında “Kur’an’ı belli bir zamana hasretmek istiyor” şeklindeki eleştirileri
anlamsız kılmaktadır.
Evrenin ve canlıların yaratılması konusunda Yaratıcının varlığını devre
dışı bırakmak isteyen akımlara pirim vermeyen Üstat, ilk insanın, tekamülün
228 Bigbang teorisi için bkz. http://www.evreninyaratilişi.com/html/bigbang_doğusu.htm. ;
http://www.theworldprinciple.com/ Caner TASLAMAN, www.bigbang.ws, Ancak burada küçük bir ayrıntıyı kaçırmamak gerekir. O da şudur: Bigbang teorisinde evren, yoğunlaşan bir enerjinin müthiş bir şekilde patlamasıyla bir anda oluşmuştur. Dolayısıyla bu teoriye göre evrendeki bir çok maddenin varlık süreci aynı anda başlamıştır. Ancak Üstat Cevheri’nin sunduğu bilgiye göre önce güneş yaratılmış, daha sonra diğer gezegenler bir patlama neticesinde bu güneşten ayrılmıştır.
229 Bkz. Cevherî, El-Cevâhir, I/48. Ayrıca gezegenlerin uzaklıkları ve sistem içindeki dağılımı konusu hakkında modern ilmîn verileri için bkz. http://www.akat.org/sizin_için/güneş_ve_sistemi/gezegenler/index.html. ; http://www.oursworld.net/uzay-bilim—kurgu/evren-güneş.html.
74
ürünü değil, Yüce Yaratıcı’nın mükemmel bir eseri olduğunu, tam ve mükemmel
bir halde yaratıldığını dikkatlere sunmaktadır.230
Üreme konusunda bilimin ulaştığı son noktayı çeşitli değerlendirmelerle
aktaran Üstat, doğal ve yapay üreme ayrımına dikkat çekmiş ve her halükarda
yaratıcının varlığına ihtiyaç duyulduğunu izah etmeye çalışmıştır.231
Coğrafyanın bir konusu olan gece-gündüz ve mevsim değişikliklerini
Allah’ın bir lutfu olarak değerlendiren Üstat, her alanda olması gerektiği gibi
Müslümanların bu alanda da ciddi gayret içerisine girmesi gerektiğine olan
inancını dile getirmektedir.
Bir yandan biyoloji ilmiyle alakalı olarak canlıların yapısındaki beden ve
ruh ayırımına dikkat çeken Üstat, diğer yandan tıp ilminin konusu olan “koruyucu
hekimlik” olgusunu da ele almış; insanoğlunun karşılaştığı hastalık ve sıkıntıların
temelinde fıtrattan sapmanın ve cehaletin yattığını bildirerek, konuya farklı bir
boyut kazandırmaya çalışmıştır. Ayrıca insan, hayvan ve bitki anatomileri
üzerinde uzun uzun duran Üstat, eserinde daha bir çok ilmî konuyu ele almış ve
okuyucusuna aktarmaya çalışmıştır.232 Netice olarak diyebiliriz ki Üstat, eserinde
modern verilere ve Kur’an’ın üslubuna aykırı olabilecek bir tavır içerisine asla
girmemiştir.
230 Evren ve insanın yaratılması ile ilgili modern dönem alimlerin görüşleri için bkz.
http://www.theworldprinciple.com/ Caner TASLAMAN, www.bigbang.ws, ; Adem TATLI, http://www.sorularla İslâmiyet.com/ moduller.php?modul=soru&op=ı&id=578.
231 Modern ilmîn verilerine göre üreme konusunda daha geniş bilgi için bkz. A.Yavuz KILIÇ, Ayşen TÜRK, Canlılarda Üreme Sistemleri, http://www.aof.edu.tr/kitap/IOLTP/2281/ ünite11.pdf./ Caner TASLAMAN, www.bigbang.ws,
232 Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için bk. Cevherî, El-Cevâhir I.M/33-35, 88-93, 152-155.; IX/137.; XI/104 vd.
75
SONUÇ Bir yandan kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’in “oku” emriyle nazil olmaya
başlamış olması öte yandan yediyüzelli civarındaki ayette düşünüp araştırma
yapmaya davet edilmesi; ayrıca Hz. Peygamberin Müslümanları her defasında
ilme teşvik etmesi İslâm dünyasında ilim meşalesinin sürekli canlı tutulmasına
zemin hazırlamıştır.
En buhranlı günlerde bile ölümü göze almak pahasına da olsa Allah’ın
kitabını okumayı ve ona sarılmayı ihmal etmeyen Müslümanlar, ilmî alanda ilk
asırlardaki heyecanı zaman zaman yitirme noktasına gelse de tamamen
öldürmemiş yeniden diriltmesini bilmiştir. XX. asır bu yüzden farklı bir önem
taşımaktadır. Zîra Batı hegomanyası karşısında oldukça zor duruma düşen İslâm
dünyasında yeniden ilme yöneliş hareketleri canlanmaya başlamıştır.
Uzun süreli bir durgunluktan sonra İslâm dünyasında Muhammed b.
Ahmed el-İskenderânî ile başlayan ilme davet çalışmaları, Bilimsel Tefsirin en
büyük temsilcisi olan Tantavi Cevheri ile adeta zirveleşmiştir. Belki de bizim XX.
yy.da İlmî tefsir hareketleri olarak nitelendirdiğimiz bu çalışmalar sayesinde
Müslüman kitleler yavaş yavaş kendilerine gelmeye ve ilmî sahada varlık
göstermenin yollarını aramaya başlamışlardır.
İlk bakışta ilmî tefsir hareketinin tepkisel bir hareket olduğu düşünülebilir.
Hatta yaptığımız çalışmanın neticesinde bizde, bu düşüncenin pek de yersiz
olmadığı kanaati hasıl olmuştur. Zîra, hem bu hareketin ilk sistemleştiricisi olarak
kabul edilen İmam Gazâlî döneminde, hem de hız kazanarak ekolleştiği XX.yy.da
Kur’an-ı Kerim’e karşı bir takım olumsuz fikirlerin canlandırılmaya ve yayılmaya
çalışıldığı görülmektedir. Gazâlî’nin döneminde genel itibariyle “akıl-vahiy
problemi” olarak karşımıza çıkan bu sorun, XX.yy.da “din-bilim problemi”
görüntü sergilemektedir. Dikkat edildiğinde her iki problemin de odaklaştığı
noktanın Kur’an-ı Kerim olduğu görülmektedir. Ancak her tepkisel hareketin
olumsuz bir öz taşıyacağını söylemek doğru olmayacaktır. Bununla beraber,
içerisinde aklı ve bilimi nefyeden en ufak bir şeyin olmamasına; bilakis akla ve
bilime yol gösteren nice işaretler olmasına rağmen, Kur’an üzerinde
76
yoğunlaştırılan bu tür çalışmaların pek de iyi niyetli bir hareketin ürünü olmadığı
anlaşılmaktadır.
Belki bu sebeple olacak ki, İmam Gazâlî ve Cevherî gibi müdakkik İslâm
uleması, böylesi art niyetli girişimleri akim bırakmak ve Kur’an’ın ilmî yönünü ön
plana çıkarak onu tefsir etmişlerdir. Buradan, ilmî tefsir hareketinin aynı zamanda
Kur’an’ı anlama hareketi olduğu da anlaşılmaktadır.
Bununla birlikte ilmî tefsir hareketi üzerinde bir takım hararetli
tartışmaların da yapılmış olduğu görülmektedir. Yapılan bu tartışmalarda,
hareketin anlaşılması amacından ziyade kabul ve ret ekseni üzerinde
yoğunlaşıldığından zaman zaman ifrat ve tefrit boyutlarının aşıldığına şahit
olunmaktadır. Zaten bu yüzden bunca zamandır ortaya sağlıklı bir sonuç
konulamamıştır. Bu sebeple bilimsel tefsir ekolünün en büyük probleminin, onun
anlaşılamama meselesi olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu problemin aşılması
meseleye önyargısız yaklaşılmasına ve tek taraflı olarak değil, bütün yönlerden
incelemeye tabi tutulmasına bağlıdır.
Yaptığımız çalışmanın neticesinde, genelde bilimsel tefsir hareketinin
özelde ise Tantavî Cevherî’nin “El-Cevâhir fî Tefsîr’il-Kur’an’il Kerim” adlı
eserinin birtakım eksik ve sakıncalı yönlerinin olmasına karşılık tamamen
reddedilmesi gereken bir hareket olmadığı, bilakis mevcut olan sıkıntıların
giderilmesi durumunda Kur’an’ın daha iyi anlaşılması noktasında önemli bir rol
üstleneceği kanaatini edindik. Özellikle de Tantavî’nin o muazzam eserinde ilgili
ayetlerle bağı çok zayıf olan konuların sınırlandırılması veya ayrı bir kitapta
toplanması durumunda çok daha faydalı olacağı düşünülmektedir. Çünkü
konunun bağlamından uzaklaşıldığı oranda verilmek istenen mesaj
zayıflamaktadır.
Doğrusu Üstat Tantavî’nin bu muazzam çalışmasını önemsememek
mümkün değildir. Çünkü her yönüyle mükemmel olan Kur’an’ın seçkin
vasıflarının ortaya konmasında atılacak her bir adımın büyük ehemmiyeti
bulunmaktadır. Zîra zihinler, O’nun sırlarına vâkıf oldukça Yaratıcının kudretine
ve merhametine karşılık kendi acziyetini daha iyi anlayacaktır. Bu anlayış da
77
kişileri tam bir ihlas ile Allah’ın rızasını kazanmaya sevk edecektir. Kur’an’ın
Cebrail vasıtasıyla son Peygamber Hz. Muhammed (a.s.)’e gönderilmesinin en
büyük gayesi de budur. Edindiğimiz kanaate göre, başta Tantavî Cevherî olmak
üzere ilmî tefsir taraftarlarının hareket noktasını da bu gayeye hizmet düşüncesi
oluşturmaktadır. Kalplerde ve zihinlerde olanı en iyi bilen ancak Allah’tır.
78
KAYNAKÇA ABDUH, Muhammed, Tefsiru’l-Menar,(Tefsir-u Cüz’i Amme), Mısır, 1323.
AKDOĞAN, Cemil Bilim Tarihi, (Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
Sosyal Bilimler Ön Lisans Bölümü ders kitabı)
ALGÜL, Hüseyin İslâm Tarihi, İstanbul, 1991.
AYDIN, Celal, ÖSS-ÖYS Sosyal Bilimler,. Ankara 1990.
BEYDÂVÎ, Nasıruddin Ebi Said Abdullah b. Ömer, Envâru’t-Tenzîl ve
Esrâru’t-Te’vîl, Beyrut
BİLMEN, Ömer Nasuhi, Büyük Tefsir Tarihi ve Tabakatü’l- Müfessirin,
İstanbul, 1973
CADU, Abdulaziz, Eş-Şeyh Tantavî Cevherî, (Dirase ve Nusus), Daru’l Maarif,
Kahire, Trsz.
CÂNAN, İbrahim, Hadis Külliyatı Kütüb-ü Sitte Tercüme ve Şerhi, Ankara,
1995
CERRAHOĞLU, İsmail, Tefsir Tarihi, Ankara, 1996.
CEVHERÎ, Tantavî, El-Cevâhir Fî Tefsiri’l-Kur’an’i’l-Kerim, 1/50, Mısır,
1350
ÇİĞDEM, Ahmet, “Bilime Karşı Toplum”, İlim ve Sanat Dergisi, Ankara, 1985.
DEMİR, Şehmuz, Kur’an’ın Yeniden Yorumlanması, İstanbul,2002.
DOĞAN, Dr.Mehmet “Bilim”, Büyük Türkçe Sözlük, İstanbul, 2001.
ERGÜDEN, Akın, Uygarlık Tarihi, (Anadolu Üniversitesi Açıköğretim
Fakültesi Sosyal Bilimler Ön Lisans Bölümü ders kitabı)
EROĞLU, Ali, Tarihte Tefsir Hareketi ve Tefsir Anlayışları, Erzurum, 2002
GAZALÎ, Cevahiru’l-Kur’an, Beyrut, 1981;
-------İhyâ-u Ulûmi’d-Din, trc: Serdaroğlu, Ahmed , İstanbul, 1974.
HAKİMİ, M.Rıza, İslâm Bilim Tarihi, (trc.: Hüseyin Arslan), İstanbul, 1999
HEYTÛ, Muhammed Hasan, el-Mu’cizetü’l-Kur’âniyye, Beyrut, 1989
HULİ, Emin, Kur’an Tefsirinde Yeni Bir Metot, trc: Mevlüt Güngör, İstanbul,
1995.
İBN. AŞUR, Muhammed et-Tahir, et-Tahrir ve’t-Tenvir, Tunus, (trsz)
JANSEN, J.J.G., Kur’an’a Bilimsel-Filolojik-Pratik Yaklaşımlar, trc: Açar,
Halilrahman, Ankara, 1993.
79
KAZICI, Ziya, İslâm Medeniyeti ve Müesseleri Tarihi, İstanbul, 1999.
KIRCA, Celal, İlimler ve Yorumlar Açısından Kur’ân’a Yönelişler, İstanbul, 1983,
------Kur’ân-ı Kerim’de Fen Bilimleri, İstanbul, 1994, KURTÛBÎ, Ebu Abdullah Muhammed b. Ahmed, el-Câmiu li Ahkâmi’l-
Kur’ân, Kahire, 1996,
NAKKAŞ, Recai, “Tefsirun li’l-Kur’an bi’l-Haraiti ve’s-Suver”, el-Musavver
Dergisi, 3 kasım 1972.
NASR, Seyyid Hüseyin, “İslâm ve Modern Bilim”, İlim ve Sanat Dergisi, I, sy.
NESEFÎ, Abdullah b. Ahmed b. Muhammed, Medâriku’t-Tenzîl ve Hakâiku’t-
Te’vîl, Beyrut, 1995,
RÂFİÎ, Mustafa Sadık, İ’câzu’l-Kur’an ve Belağatü’n-Nebeviyye, Beyrut, 1990.
RÂZÎ, Fahruddin Muhammed b. Ömer, Mefâtihu’l-Ğayb, Beyrut, 1990.
RÛMÎ, Fahd b. Abdurahman b. Süleyman, Menhecü’t-Tefsir, Riyad, 1981.
SUYUTÎ, Claluddin Abdurrahman, el-İtkan Fî Ulümi’l-Kur’an, Beyrut, 2000.
ŞARKÂVÎ, Muhammed, el-Fikru’d-Dînî Fî Muvaceheti’l-Asr, Beyrut, 1979.
ŞÂTİBÎ, Ebû İshak, el-Muvâfakât fî Usûli’ş-Şerîat, Beyrut, 1999
ŞİMŞEK, “İlmî tefsir Üzerine” , Günümüz Din Bilimleri Araştırmaları ve Problemleri Sempozyumu, Samsun, 1989,
-------Günümüz Tefsir Problemleri, İstanbul, 1995. TABERÎ,İbn. Cerir, Câmiu’l-Beyân an Te’vil-i Âyi’l-Kur’ân, Beyrut, 1999,
TAYLAN, Necip Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, “Bilgi”, İstanbul,
1992.
TİRMÎZÎ, Ebû İsa Muhammed b. İsa, Sünenü’t-Tirmizi, İstanbul, 1992
TÜMER, Günay “Genel Olarak Din”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm
Ansiklopedisi, “din” maddesi, İstanbul, 1994
WATT, Montgomery, İslâm’ın Avrupa’ya Tesiri, trc. Hulusi Yavuz, İstanbul
1986.
YILDIRIM, Cemal, Bilim Tarihi, İstanbul, 1983.
YILDIRIM, Suat, Kur’an-ı Kerim ve Fennî Keşifler, Ankara, 1990.
YÜKSEL, Nevzat, Konularına Göre Kur’an-ı Kerim Fihristi, İstanbul, 1995.
ZEHEBÎ, Muhammed Hüseyin, et-Tefsir ve’l-Müfessirun, (Basım yeri
bilinmiyor), 1976.
80
ZEMAHŞERÎ, Ebu’l-Kasım Carullah Muhammed b. Ömer, el-Keşşâf, Beyrut,
1995
ZERKANÎ, Muhammed Abdu’l-Azim, Menahilu’l-İrfan fi Ulum’il-Kuran,
Beyrut, 1996
http://www.akat.org/sizin_için/güneş_ve_sistemi/gezegenler/index.html.
http://www.akmb.gov.tr/turkce/books/turkkong1/tk1-04-sayili.htm (Aydın Sayılı)
http://www.aof.edu.tr/kitap/IOLTP/2281/ünite11.pdf./CanerTASLAMAN, www.bigbang.ws (A.Yavuz KILIÇ, Ayşen TÜRK, Canlılarda Üreme Sistemleri)
http://www.bilimtarihi.gen.tr/yakincag/20yy.html
http://www.diyanet.gov.tr/turkish/weboku.asp?id=328&yid=6&sayfa=8
http://www.enfal.de/otarih38. htm; (XV ve XVI. Asırlarda Osmanlılarda Ilmî Hayat)
http://www.evreninyaratilişi.com/html/bigbang_doğusu.htm. ;
http://www.gencbilim.com/odev/gencbilim bilim 000074.html
http://www.karakalem.net/?article=1342, © 2004 karakalem.net / Refik Yıldızer
http://www. oursworld.net/uzay-bilim —kurgu/evren-güneş.html.
http://www.sorularlaİslâmiyet.com/moduller.php?modul= Soru&op=ı&id=578.
http://www.theworldprinciple.com/ Caner TASLAMAN, www.bigbang.ws,
81
ÖZGEÇMİŞ
1974 yılında Afyonkarahisar İli, Bolvadin İlçesi’ne bağlı Güney Köyü’nde
dünyaya geldi. İlk ve orta öğretimini kendi ilçesinde tamamladı. İmam-Hatip
Lisesinden mezun olduğu 1992 yılında İmam-Hatip olarak meslek hayatına
başladı. 1995 yılında girdiği Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden 2000
yılında mezun oldu. Aynı yıl Diyanet İşleri Başkanlığı Erzurum Mehmet Nuri
Yılmaz Eğitim Merkezinde uzun süreli ihtisas kursuna katıldı. Buradan 2003 yılı
Nisan ayında başarıyla mezun oldu. Mezuniyetinin akabinde Afyon İli Çay İlçesi
müftülüğüne ilçe vaizi olarak atandı. Üç çocuk babası olup halen Kars İli,
Sarıkamış İlçe Müftüsü olarak görev yapmaktadır.