47
twitter/stepdergisi facebook/stepdergisi

Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Girişimcilik dergisi Step 2. sayısıyla siz sevgili girişimcilerler.. www.stepdergisi.com/dergi/

Citation preview

Page 1: Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013

twitter/stepdergisi facebook/stepdergisi

Page 2: Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013

2

sayı: 2 www.stepdergisi.com

KÜNYE

KurucularKemal Talha KOÇ

Fatih ÇAPAK

Genel KoordinatörEsma KAPLAN

EditörBurak ARIKŞeyma KAR

Medya KoordinatörüMuhammed Emre ALTUNOK

Sosyal Sorumluluk Koordinatörü Ercan KARAÇELİK

Röportaj SorumlularıFatih ÇAPAK - Talha KOÇ

AR-GE KordinatörüDamla KESMEZ

Reklam KoordinatörüFatih ÇAPAK - Talha KOÇ

Fotoğraf ve Görsel İçerik KoordinatörüNazgül Ece KALAMİ

Tasarım KoordinatörüMuhammet GİRGİN

İsmail Burak SÖNMEZ

İletişim : [email protected]

Neden bazı insanlar kazanırken, bazıları hep kaybeden olu-yor? Ben hep “Doğanın dengesidir bu!” derim ama tam bu noktada bir eleştiri alıyorum. Kazın ayağı öyle değil, kay-beden hep kaybediyor. Kazananın arkası güçlü yoksa nasıl olsun bu işler. Vardı ya hani Ankara’da dayın varsa... Her-kesin mi dayısı var acaba?! Okey oynadığınızı düşünün. Oyunu ilk defa oynuyorsunuz. Daha önce oynamış bir ark-adaşınızdan,işin kuralını öğrenmeye çalışır,sonra başlarsınız taş atmaya, taş almaya. Sarı 5,8 veya kırmızı 13,3’e kaldınız. Biri gelse el bitecek. Taş atmanız lazım. Birini tercih ede-ceksiniz, ya da taşınızı bekleyeceksiniz. Garanticisiniz ya hani! Biliyorsunuz illa o taşlardan biri size gelecek. Takip et-memişsiniz de açılan taşları üstelik yaramıyor diye attığınız taşlarla oyunu da bitirebilirdiniz. Siz bekleyedurun, ar-kadaşınız ‘yaramayan’ taşlarınızla çoktan elini açtı ve KAY-BETTİNİZ. Aslında siz tek taşa kalmıştınız ve bu oyun kesin bir tur daha dönse sizindi.”’Neden’ hep ben kaybediyorum ki, şanssızlık işte” cümlesi miydi o? Siz hayatta da kaybedenle-rdensiniz, Ankara’da dayınız da yoktur ki sizin:)) Bir de şöyle düşünün. Riske girmediniz, peki on dakika sonra ne olacağını bilmeden, şu an attığımız adımların sonuçlarını yaşamıyor muyuz? Kesin gelecek dediğiniz o taş, gelmedi ki! Ve gelen tüm taşları yok saydınız. Elinizdekinden vazgeçmediğiniz gibi, yeni ve farklı seçenekleri de göz ardı ettiniz. Sonuçtan tatmin oldunuz mu? Tabii ki, hayır. Hala, “Neden hep ben?” diye ısrarlısınız. Bence işin kilit noktası da bu. “Neden” so-runuz “Nasıl”a döndüğünde okey oynayamadığınızı fark edeceksiniz, tıpkı hayatı oynayamadığınız gibi. Herkes ha-yatı iyi-kötü bir şeylere benzetebilir, asıl konu o benzetm-elerdeki “fark edilmesi gereken detaylardır.” Başarısız, şans-sız olabiliriz;Ankara’da dayımız da olmayabilir;hayat zaten bize hiç gülmüyor da olabilir. Bakış açımızı ve sorularımızı değiştirebiliyorsak, sorunlarımızı da çözebiliriz. Geçmişten kopmak ne kadar doğru değilse, saplanıp kalmakta o kadar kaybettirir. Hangi bebek düşmeden büyümüştür ki? Önemli olan, biraz da düşmek gerektiğini bilmek ki nasıl kalktığımızı da öğrenebilelim.Yoksa yürüyoruz diye ilk adımımız, hep en doğrumuz olarak kalır.Kaybetmeden kazanmanın hazzı yük-

sek olsa da, düşüşü daha çok ses çıkarır.

ESMA KAPLAN

KOORDİNATÖRDEN

Page 3: Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013

3

4

10

1826

3240

44

İÇİNDEKİLER

Nevzat AYDIN YemekSepeti Kurucu Ortağı

ÖZGÜR AKIN Akınsoft Yönetim Kurulu Başkanı

İBRAHİM BETİLTOG Vakfı Kurucusu

BURCU AKDARI TOPRAKGYİAD Yönetim Kurulu Başkanı

VOLKAN IŞIKMilli Ralli Pilotu

TOLGA TATARİMarkafoni Kurucu Ortağı

ALPER SARIKAYA 3d Ve Dijital Efekt Artist

www.stepdergisi.com sayı: 2

Page 4: Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013

sayı: 2 www.stepdergisi.com

4

“Nevzat AYDIN YemekSepeti Kurucu Ortağı”

Page 5: Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013

www.stepdergisi.com sayı: 2

5

Yemeksepeti’ni kurmadan önce hayatınız nasıldı, biraz bize bahseder misiniz?

1976 yılında doğdum. Bursa Anadolu Lisesi’ni bitirdikten sonra Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar

Mühendisliği bölümüne girdim. Üniversite okurken 1994 yılın da internetle tanıştım ve o gün hayatımın geri kalanında internetle ilgili bir şey yapacağımı bili-yordum. Üniversite sonrası Amerika Birleşik Dev-letleri’ne giderek Silikon Vadisi’ndeki University of San Francisco’da MBA eğitimine başladım. Burada e-ticaret ile ilgili gelişmeleri yakından inceleme fır-satım oldu. Daha sonra MBA’i yarıda bırakarak kaf-amda paket servis projesiyle Türkiye’ye döndüm ve 2001 yılının Ocak ayında Yemeksepeti online oldu.

www.stepdergisi.com sayı: 2

Amerika’da MBA eğitimi aldığınız dönemde e-ticaret ile ilgili gelişmeleri yakından takip edip Yemeksepeti fikrini gerçekleştirmek için 2000 yılında Türkiye’ye eğitimizi yarım bırakıp döndünüz ve 2001 yılının ocak ayın-da online olarak hizmete geçti. Bize Yemek-sepeti fikrinin doğuşundan ve uygulama-ya geçen süreçten biraz bahseder misiniz?

Boğaziçi Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra internet projelerinin doğduğu Silikon Vadisi’nde

vizyon ve teknoloji anlamında kendimi geliştirmek için ABD’ye gittim. İnternetin henüz emekleme aşamasın-da olduğu bu dönemde, yüksek lisansımı tamamlarken e-ticaretin doğduğu yerde birçok farklı projeyi takip etme fırsatım oldu. Aynı dönemde, paket servis ve

İnternetin hayatımızın her yerinde olduğu bu dönemde, tüm ihtiyaçlarımızı karşılay-abileceğimiz bir platforma sahibiz. Sadece ihtiyaçlarımızın karşılanması değil; bun-ların hızlı ve konforlu bir şekilde olması da çok önemli.Türkiye’de bu amaçlarla ku-rulmuş e-ticaret markalarından biri de parlak bir fikri hayata geçiren, kullanıcıların

tam onayından geçmiş, Türkiye’nin en önemli girişimlerinden biri olan “ yemek-sepeti”dir. Bu kadar rağbet gören bir markanın kurucularından olan Nevzat Aydın’la

sizler için, yemeksepetinin her ayrıntısına değindik. Umarız, zevkle okursunuz...

Page 6: Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013

internet bazlı bir projeyi Türkiye’de hayata geçirmek düşüncesi aklımda yavaş yavaş şekillenmeye başlamıştı. ABD’den Türkiye’ye dönünce, gözlem ve fikirlerimi böyle bir projede yer alabileceğini düşündüğüm Melih Ödemiş, Gökhan Akan ve Cem Nüfusi ile paylaştım. Daha sonra hem restoran hem de kullanıcı bazın-da bu tarz bir ihtiyaca yönelik talep olup olmadığını araştırdık. Bu çalışmalar sonucunda, gerçekten böyle bir ihtiyaç olduğunu saptayınca kurulum çalışmaları-na başladık. Ülkemizin ilk online yemek siparişi si-tesi olarak 2001 yılının Ocak ayında da online olduk.

O yıllarda Türkiye’de internet ve bilgi-sayar kullanımı yaygın değildi ve siz bu yatırımı risklere rağmen hayata geçir-diniz. Ne tür risklerle karşılaştınız ve bu noktalara kadar nasıl büyüttünüz?

Yemeksepeti projesini hayata geçirdiğimiz dönemde Türkiye’de bilgisayar kullanımı ve internet penetrasyonu çok düşük bir seviyedeydi. O yıllarda internetten sipariş vermek de Türk kullanıcısına çok yabancı bir kavram-dı. Üyelerimiz siparişlerin istedikleri zaman kendile-rine doğru bir şekilde ulaştıklarını görünce Yemek-sepeti’ni tercih etmeye devam ettiler. Yemeksepeti’nin geniş kitlelerce benimsenmesi başlarda kolay olmadı, ancak internet penetrasyonunun artması sayesinde hızlı bir gelişme dönemine girildi. Hizmet kalitesin-den hiçbir zaman ödün vermememiz ve projemize inanmamız başarıyı getirdi diyebilirim. Biz fikrimizin gerçekten iyi olduğunu biliyorduk, sadece restoranları ve kullanıcıları da buna alıştırmak için yalnızca biraz zaman ve kararlılık gerekiyordu. Siparişlerin fırladığını gören restoranlar ve sipariş verdikleri andan doy-dukları ana kadar çok iyi bir hizmet aldıklarını gören kullanıcılar bizim yanımızda olmaya devam ettiler. Türkiye’nin ilk ve en büyük online ye-mek siparişi sitesi Yemeksepeti, şu anda %99’luk bir oranla Türkiye’de online ye-

6

sayı: 2 www.stepdergisi.com

mek sektörünün açık ara lideri konumun-da. Faaliyete geçilen yıllarda büyük ser-maye gruplarının desteklediği projeler bile başarısızlığa uğrarken, Yemeksepe-ti başarıya ulaştı. Bu yatırımı yaparken bu kadar büyüyeceğinizi bekliyor muydunuz? İlerde sizi yeni projelerde görecek miyiz?

Yemeksepeti başarılı oldu, ama olmayabilirdi de. İşin en başında sorsaydınız bana, “Başarılı olma ihtima-li nedir?” diye, yüzde 20-30 derdim. Yüzde 70 başarılı olmama ihtimali vardı. Buna rağmen risk almayı ter-cih ettik. Yemeksepeti’nin kuruluş aşamasındaki ekip eğitimini ve kariyerini bırakarak bu projeye odaklandı.

“Yemek” denince akla gelen ilk marka olabilmek için bir yandan Yemeksepeti markasını büyütmeye de-vam ederken, bir yandan da yeni projelerimizi bir-biri ardına hayata geçiriyoruz. Lokum.com, Papyon.com, irmik.com gibi yeni projelerimizle birlikte, sa-dece paket servis değil, restoran rezervasyonundan yerel lezzetlere, restoranların ihtiyaçlarını daha uygun bir şekilde karşılamaya kadar, yemeğin her alanında kullanıcının ve iş ortağımız restoranların yanındayız.

4 ortak bu işe girdiniz. Bu projenin başlangıcında sermaye sıkıntısı yaşadınız mı?

Yemeksepeti’ni ben, Melih Ödemiş, Gökhan Akan ve Cem Nüfusi birlikte hayata geçirdik. 2001 yılından 2005 yılına kadar kurucular olarak Yemeksepeti’nden herhan-gi bir gelir elde etmedik, bu dönemde her şeyi kuruşu kuruşuna hesaplıyorduk, tabii ki kaynaklarımız pazarla-ma yapmak için yetersiz olduğundan şu stratejiyi uygu-ladık: ”O kadar iyi hizmet verelim ki kullanıcılarımız çok memnun kalıp bizi çevrelerine önersinler”. Avru-pa’nın hızla büyüyen, genç nüfuslu pazarlarından birinde başarılı bir start-up olunca, dünyanın pek çok yerinden farklı yatırımcıların gözü üzerinizde oluyor aslında. Bize gelen tüm yatırımcılara en başlarda biraz skeptik yaklaştığımızı itiraf edebilirim. Yatırım bizim için yalnızca gelen para değil, aynı zamanda stratejik or-taklık anlamına geliyor. Şu ana kadarki partnerlerimizin tümünü de bu tutumla seçmeye dikkat ettik, General At-lantic ile olan stratejik ortaklığımız da bunun göstergesi.

Yemeksepeti’ni kurduktan sonra sipariş alımı-yemek dağıtımı gibi sistemli yapıl-ması gereken işleri nasıl koordine ettiniz?

“Hizmet kalitesinden hiçbir zaman ödün vermememiz ve projemize inanmamız

başarıyı getirdi diyebilirim.”

Page 7: Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013

7

www.stepdergisi.com sayı: 2

Sonuçta birisinin eksik ya da yanlış uygu-lanması büyük bir yatırımı bitirebilirdi.

Biz dört ortak özellikle hangi alanlarda başarılı old-uğumuzu çok iyi biliyorduk ve iş bölümümüzü de buna göre yaptık. Mesela Melih’in teknoloji ve yazılım-daki becerisi çok belirgindi, bu yüzden kurulduğu-muz günden beri Yemeksepeti alt yapısı ve tüm te-knolojilerinin gelişiminde Melih rol aldı. Gökhan Boğaziçi Üniversitesi İşletme mezunuydu ve finans konusunda çok başarılıydı, tüm finansal meselelerim-izle o ilgileniyordu. Cem ise aramızdan ikna kabili-yeti en yüksek olan kişiydi, restoranlarla olan tüm il-işkimizi o yönetti. Ben de Pazarlama ve İş Geliştirme alanlarında rol aldım. Herkesin yatkın olduğu alan-larla ilgilenmesi hatayı en aza indirdi diyebilirim. İnsanlar niye Yemeksepeti’ni seçmeli? Tele-fonla siparişten farklı olarak nasıl bir avan-tajınız var?

Sadece bir avantaj demek küçümsemek olur, telefon-la siparişe göre çok daha hızlı, hata payı az ve kul-lanıcı açısından çok daha kolay. Öncelikle kullanıcılara seçim hakkı ve çeşitlilik sunuyoruz. Sadece bildikleri restoranlardan değil, bölgelerine gönderim yapan tüm restoranları görüp, bunların arasından diledikleri gibi sipariş verebiliyorlar. Bunun yanında tabi ki resto-ranlardaki promosyonları görüp karşılaştırabilmek ve ne kadar ödeyeceğini bilmek de çok önemli.Diğer bir konu da telefondaki yanlış anlaşılma-lar. Yemeksepeti üzerinden sipariş verirken piz-zanızdaki ekstra malzemeden içeceğinizin soğuk-luğuna kadar her türlü detay yazılı olarak iletildiği için yanlışlık ihtimalini minimuma indirgiyoruz.Kullanıcılarımız bize aç olduklarında geliyorlar, yani hepsinin acelesi var. Bu yüzden Yemeksepeti üze-rinden sipariş vermenin çok kolay ve hızlı olması en önemli önceliğimiz. Yemeksepeti üzerinden kul-lanıcıların daha önceki siparişlerini tekrar etmel-eri yalnızca 5 saniye sürüyor. Hızlılığımızı korumak

için aldığımız siparişleri en geç 3 saniye içerisinde ilgili restorana iletiyoruz ve siparişin ulaştığına dair restorandan konfirmasyon alıyoruz. Böylece

sistemsel olarak geç kalmaların önüne geçiyoruz.

Birleşik Arap Emirlikleri ve diğer bölgele-rdeki çalışmalarınızdan bahseder misiniz? Orayı seçme amacınız ve şimdiki durumları?

Ülkemizde gösterdiğimiz başarıyı yurtdışı pazarlara da taşımak amacıyla 2010 yılının ikinci yarısında Yemek-sepeti’nin uluslararası markası olan Foodonclick.com’u hayata geçirdik. İlk aşamada sadece Dubai’de hizmet veren site daha sonra Sharjah ve Abu Dhabi’yi de hizmet alanına dahil etti. Son olarak eklenen Katar’ın Doha ve Umman’ın Muskat şehirleri ile Foodonclick.com’un Or-tadoğu’da geniş bir bölgede online yemek siparişi den-ince akla gelen ilk marka olacağına inanıyoruz. Foodon-click.com, çok hızlı bir büyüme trendi ile geçen senenin 3 katı daha fazla sipariş alıyor. Yemeksepeti’nin sahip olduğu müşteri hizmetleri anlayışını bu bölgelere de taşı-yarak, tıpkı Türkiye’de olduğumuz gibi Ortadoğu’da da bir “lovemark” olmak istiyoruz. Hedefimiz önümüzde-ki yıllarda Ortadoğu ve ve Kuzey Afrika bölgelerinde-ki bir numaralı online paket servis oyuncusu olmak.

General Atlantic’in Yemeksepeti’ne yaptığı 44 milyon dolarlık yatırımı değerlendirebilir misiniz?

General Atlantic’in Yemeksepeti’ne yaptığı yatırım ile hem sektör için, hem de Yemeksepeti için çok önemli bir anlaşmaya imza atmış olduk. Risk sermayeleri uzun zamandır bu pazarla ilgileniyordu an-cak General Atlantic gibi bir yatırım fonu ilk defa bir Türk e-ticaret şirketine yatırım yapmış oldu.General Atlantic yatırımını kesinlikle stratejik or-

“Türkiye’de olduğumuz gibi Or-tadoğu’da da bir “lovemark” olmak

istiyoruz.”

Page 8: Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013

taklık olarak değerlendiriyoruz. Bu yatırım ile hedefimizdeki yurtdışı açılımlarına ve yurtiçinde-ki dikey projelerimize hız verdik. 2013 yurtdışın-da daha fazla yere bayrak dikeceğimiz bir yıl olacak.

General Atlantic’le ortak olduktan son-ra daha çok Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya yöneleceğinizi söylemişsiniz bunun nedeni nedir?

Yurtdışı stratejisinde özellikle bizim iş modelimizin daha iyi çalışacağı ülkeleri dikkatle seçiyoruz. Gerek tüketim alışkanlığı, gerek teknolojiye kolay adapta-syon, gerekse paket servis kültürü olarak bize yakın olan Ortadoğu ve Kuzey Afrika gibi coğrafyaların Ye-meksepeti için daha uygun olduğunu düşünüyoruz.

Türkiye pazarı ve dış pazar arasında nasıl farklar var ve bunu siz nasıl değer-lendiriyorsunuz? Biz dünyada neredeyiz?

Her sektörde konvansiyonelden online’a kayan bir alışveriş alışkanlığı olduğundan söz etmek mümkün. Bu kapsamda, önümüzdeki 5 yıl boyunca bu sürecin daha da hızlanacağını, e-ticaret sektöründe yükselişin devam edeceğini ve Batı Avrupa seviyelerinin yakalanabileceği-ni söyleyebilirim. Türkiye genç ve internet kullanımı-na yatkın nüfusuyla, çok hızlı ve yerinde hareket eden

8

sayı: 2 www.stepdergisi.com

girişimcileriyle, son 2 yıldır e-ticaret konusunda tüm dünyanın gıpta ile izlediği bir büyümeyi gerçekleştiriyor.

Girişimcilere ne gibi tavsiyelerde bulunabil-irsiniz? Siz risk alarak bu işi gerçekleştird-iniz, bunun bir sırrı var mı? İşe başlarken özellikle dikkat edilmesi faktörler neler?

Benim için girişimcilik herkesin gittiği yoldan git-memek demek. Aslında girişimcilik her ne kadar “öteki yolu seçmek” demek olsa da girişimciliğin çok popüler olduğu bir dönemden geçiyoruz. Bundan 10 sene önce girişimciliğe ol an yaklaşım şimdiki ka-dar sıcak değildi. Şimdilerde girişimcilik ekosistem-inin desteklenmesi için risk ve girişim sermayeleri, tohum ve melek yatırımcılar, üniversiteler ve sivil toplum kuruluşları beraber çalışıyor, genç girişimcileri desteklemenin yollarını arıyor. Her geçen yıl bu eko-sisteme faydalı bağımsız network’ler ortaya çıkıyor.Ancak tüm bunlarla beraber genç girişimcilerin özel-likle dikkat etmesi gereken anahtar noktalar old-uğunu da düşünüyorum. Fark yaratan bir fikir, tut-kulu ama fikrine aşık olmadan rasyonel çıkarımlar yapabilen bir girişimci, hızlı karar alabilmek ve uygu-lamada mükemmellik bunlardan en önemlileri diye-bilirim. İnternet büyük grupların ya da sermayedar-ların tekelinde olmayan ender platformlardan biri olduğu için, orjinal fikri iyi uygulayan bir girişim-cinin başarılı olma ihtimali çok yüksek. İşe başlama-dan önce planınızı doğru çizip farklı senaryolarda aksiyonlarınızı hazırlarsanız sıradan bir fikri bile başarıya ulaştırma şansı yaratırsınız. Tabi bütün bun-lar için İngilizce bilmek ve internet okuryazarlığı şart.

“Benim için girişimcilik herkesin git-tiği yoldan gitmemek demek.”

Page 9: Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013
Page 10: Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013

10

sayı: 2 www.stepdergisi.com

Özgür AKIN Bilgisayar Yüksek MühendisiAKINSOFT Yönetim Kurulu Başkanı

Page 11: Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013

11

AKINSOFTUN’un kuruluş hikayesi de Özgür AKIN’ın inancıy-la başlar. İlk bilgisayarını aldığı 1988 yılında o küçük kutu

sayesinde geleceğin teknolojisine yön vereceğini biliyordu. Özgür bey; kendisi ve AKINSOFT ile ilgili, robotik gelişmelerle

ilgili bir çok sorumuza cevap verdi:

www.stepdergisi.com sayı: 2

Sizi merak eden okurlarımıza kendinizi biraz tanıtır mısınız? AKINSOFT kurulana kadar geçen sürede neler yaptınız, nasıl bir öğrenciydiniz okul yaşamanızda?

23 Mart 1974 tarihinde Konya’nın Seydişehir ilçesinde doğdum ve çocukluğum burada geç-

ti. Lise döneminden başladı bilgisayar merakım. Bilgisayar Mühendisi olabilmem için Türkiye’nin handikabı olan üniversite sınavı karşıma çıktı. Ben Bilgisayar Mühendisliğine giremiyordum; çünkü meslek lisesi çıkışlı olmak engelimdi, puanım düşmüştü. Yüksek öğrenimime 1992 – 1994 yıl-larında Ege Üniversitesi Bilgisayar Programcılığı ile başladım. 1995’te AKINSOFT’u kurarak iş ha-yatına atılmış oldum. İnternet, Windows ve DOS tabanlı olmak üzere 100’e yakın ticari ve sektörel program geliştirdim. Okul hayatını ise hiç bırak-madım. Önce lisansımı tamamladım, ardından yüksek lisansımı yaptım ve halen Selçuk Üniversi-tesi Fen Bilimleri Enstitüsünde Robotik Teknolojisi alanında doktorama devam etmekteyim. Teknoloji

ve bilim aşığı olarak, 2009 yılında insan hayatını kolaylaştıracak yapay zekâya sahip robotların Ar-Ge çalışmalarına başladık. Ülkeme daha iyi hizmet verebilmek adına 2011 yılı Genel Seçimlerde Konya Bağımsız Milletvekili olarak adaylığımı koydum. Bu süreçte konuştuğum kürsülerden Türkiye’de halen bir Teknoloji Bakanlığının bulunmadığı konusu-na dikkat çektim, ülkemizin teknoloji bakımın-dan çalışmalarını hızlandırması için acil olarak bu bakanlığın kurulması gerektiğini savundum.Bu kadar yoğun çalışma temposunda kendime ayırdığım zamanlarımda özel ilgi alanlarım arasında fotoğrafçılık başta olmak üzere, müzik enstrümanları çalmak, şiir yazmak, yelkenci-lik, kış sporları, dağcılık ve dalgıçlık yer alıyor. İş hayatının yanında pek çok sivil toplum ku-ruluşunda da üyeliklerim bulunmaktadır.

Sosyal sorumluluk projelerinde de bizzat kendim yer almaya çalışıyorum. Çeşitli kamu, özel kurum ve kuruluşlara eğitim seminerleri ve sempozyum-lar düzenleyerek, bu alanda ki bilgi eksikliğinin giderilmesi için çalışmalarda yer almayı seviyorum.

Bilgisayar Yüksek MühendisiAKINSOFT Yönetim Kurulu Başkanı

Page 12: Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013

12

sayı: 2 www.stepdergisi.com

Türkiye’de robotik çalışmaların öncüsü olarak AKINSOFT’u kurma-ya karar verdiniz ve bunu başardınız? Bize biraz AKINSOFT’u kurmadan önce ve kurulum aşamasında nel-er yaşadığınızdan bahseder misiniz?

Benim hayatımın dönüm noktası hangi işi yapamay-acağıma karar vermekti. Çünkü hangi işi yapamay-acağımı düşünürsem ona daha çok çaba sarf eder, onu başarmak için daha çok çalışırım diye düşüner-ek hareket ettim. Dönem dönem benimde ayağım engellere takıldı. Her seferinde bunların üzerinden atlamayı, bunları kendime basamak yapmayı bildim. AKINSOFT’un kuruluş hikâyesi, inancımla başladı. İlk bilgisayarımı aldığım 1988 yılında o küçük kutu sayesinde geleceğin teknolojisine yön vereceğimi biliyordum. Azmin zaferine herkes çok kısa süre-de tanıklık edecek ve inançla kurulan AKINSOFT firmasının adından sıkça söz edecekti. Öngörüleri güçlü bir kişiliğe sahip olduğumu söylemem belki ukalalık olarak değerlendirilebilir. Firmamı kur-madan önce yapmak istediklerimi çevremdekilerle paylaştığımda bana gülmüşler, bunun bir ütopya olduğunu söylemişlerdi. Geriye dönüp baktığım-da onları dinlemeyip yılmamam, çalışma azmim ve inancım hedeflerime ulaşmamda bana yardımcı oldu. 1995 yılında 9 m2 bir ofiste nefes alma-ya başlayan AKINSOFT, yaklaşık 30 yıllık hede-flerini belirlemiş, hedeflerinden taviz vermeden çok çalışarak yola devam etme kararı almıştı. Hiç bir maddi destek almadan kendi öz sermayesi-yle yapılanan firmamda, pek çok zoru başararak bugünlere ulaşmanın verdiği hazzı tarif edemem. “Biz Kurmayız, Plan Yaparız” fikrini daha o gün benimsemiş ve aynı doğrultuda çalışmalarıma devam etmişimdir.

4 Aralık 1996 yılında AKINSOFT’u şir-ketleştirerek bu günü “Dünya Bilişimciler Günü” olarak dünyaya armağan ettiniz aslında bu işe ne kadar önem verdiğiniz de buradan anlaşılıyor. Şirketleşme gerçekleştikten sonra AKINSOFT neler gerçekleştirdi, hangi projeleri çıkardı?

Kurulduğu ilk günden bugüne müşteri port-föyünü ve çalışan sayısını artırarak sektörünün 1 numaralı şirketi olma yolunda emin adımlar-la ilerleyen kurumum, 1995’te başladığı bu yol-da bugün; Konya’da ve İstanbul’da 100’ü aşkın çalışan sayısı, 18 ülkede 2000’i aşkın Çözüm Or-tağı ile müşterilerine en iyi hizmeti götüren büyük bir aile yapısına sahiptir. Türkiye’nin en geniş program arşivine ev sahipliği yapıyoruz. ERP Çözümleri, Muhasebe Programları, Ticari Pro-gramlar, Sektörel Programlar, Web Program-ları ve mobil programlar olmak üzere 120’yi aşkın yazılımın yer aldığı program arşivimiz ile birçok sektöre hitap edebilecek yapıdaki yazılımları bünyemizde barındırarak, müşter-ilerimize geniş bir ürün yelpazesi sunmak-tayız. İkinci plazamızı İstanbul’da alarak İs-tanbul Bölge Müdürlüğümüzü faaliyete geçirip, dış ticarette etkin adımlar attık.

“Biz Hayal Kurmayız, Plan Yaparız”

Page 13: Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013

13

www.stepdergisi.com sayı: 2

Yazılımın yanı sıra robotik teknolojiler alanın-da da faaliyet gösteren AKINSOFT, 2009 yılında kendi bünyesinde robotik departmanı kurarak Robotik teknolojiler alanında Ar-Ge çalışma-larına başlamıştır. AKINSOFT, Robotik Tekno-lojiler alanında yürüttüğü, Türkiye’nin ilk %100 Yerli İnsansı Robotu Projesi olan AKINCI Proje-si’ni, AKINCI-1 adı ile 2011 yılında tamam-lamıştır. AKINCI-l prototipinin geliştirilmesiyle 12 Nisan 2013 tarihinde Türkiye’de üretilmiş ilk ticari insansı mobil robot olan AKINCI-2 AKIN-SOFT’tan 18. yılında insanlığa armağan edildi. Diğer yandan AKINSOFT Robotik Depart-manı, şeker pancarında verimi % 100’e çı-karacak Tarım Robotu PNCR-1’in de-vam eden AR-GE faaliyetlerini, başarı ile tamamlayarak, tarım robotu prototipi PNCR-2 ile gerçek arazi üzerinde ilk ekimi gerçekleştirdi.AKINSOFT, yine kendi bünyesinde çıkart-tığı INOVAX isimli dergisi ile medya sek-töründe de 5 yıldır faaliyet göstermektedir.İnternet arama motoru devi Yandex Türkiye ile AKINSOFT arasında yapılan işbirliğine imza atıl-ması ve daha nice büyük projeler bizi beklemek-

te. “İnsana ve İnsanlığa Değer Verilmeyen Köşe Kalmasın” sloganını benimseyen, profesyonel iş anlayışı ve dinamik kadrosu ile AKINSOFT; her alanda başarılı ve büyük düşünen bir firmadır.

En yeni çalışmalarınızdan olan Akıncı-2’yi şirketinizin 18. yılında kamuoyuna sundunuz ve yoğun ilgi aldınız. Akıncı-2 projesinden biraz bahseder misiniz?

Bilindiği üzere; Türkiye’nin ticari anlamda ilk in-sansı robotu olan AKINCI-1; sorulan sorulara cevap verebiliyor, matematiksel işlemleri kolayca yapabiliyor, görüntü takibi yapıp, verilen komutları yerine getirebiliyordu. Bunların haricinde insan kas sistemini ve hareketlerini birebir taklit etme ye-teneğine de sahip durumda idi. Türkiye’de üretilm-iş ilk ticari insansı mobil robot olan AKINCI-2 ise; AKINCI-1’in gerçekleştirdiği özelliklerin yanı sıra, ayakları üzerinde durabiliyor, yürüyebiliyor, odak-lama yaparak birden fazla nesneyi tanımlayabiliy-or, dışarıdan aldığı fiziksel etkilere karşı dengesini koruyabiliyor, bulunduğu ortamı 3 boyutlu olarak algılayabiliyor, yakınında bulunan kişilere doğru

Page 14: Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013

14

sayı: 2 www.stepdergisi.com

odaklanabiliyor, ellerini kullanarak cisimleri tut-up kavrayabiliyor, kendisinden araştırması istenen konuları interneti aktif kullanarak ansiklopedik veri bankalarından tarayabiliyor ve anlatabiliy-or, ses işleme ve kablosuz ağ aracılığıyla kontrol edilebiliyor ve durumu izlenebiliyor. 65 kilogram ve 1.60 boyunda olan AKINCI-2, gövde üzerinde 26, ellerde 20 eklem olmak üzere toplamda 46 eklemden oluşan insansı bir yapıya sahip. Herhan-gi bir desteğe bağlı olmadan ayaklarının üzerinde durabilen AKINCI-2, tarafımdan verilen komutları harfiyen yerine getirmekte ve enerjisini üzerinde bulunan lityum-polimer bataryalardan almaktadır.Bu özellikleri sayesinde her sektörde kullanıl-ması amaçlanan AKINCI-2’nin, 2015 yılından sonra her işletmede yerini almasını hedefliyoruz.

Akıncı-2 tamamen Türk mühendis-lerin ürettiği ve Türk ürünlerinden oluşan bir insansı robot. Akıncı-2’nin gerçekleştirdiği hareketlerin yazılımı, programlaması kolay olmasa ger-ek. Bu teknolojiyi gerçekleştiren ek-ibinizden de bahseder misiniz? Selçuk Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsünde Ro-botik Teknolojisi alanında doktorama devam eder-ken bilimsel araştırmalarımı Robotik Teknolojileri üzerinde yoğunlaştırdım. 2009 yılında Robotik Te-knolojiler alanında çalışmalarımıza, Robotik De-partmanı adı altında 10’un üzerinde birbirinden değerli Türk Mühendislerinden oluşan bir ekiple başladık. Elektirik-Elektronik bizim ana dalımız. Robot Tasarım Mühendisinin ve ekibinin yer al-dığı, Mekatronik Atölyemizin bulunduğu ve me-kanik uzmanlarımızın kendi tasarladığı sensörler, çipler, elektrik devre tasarımlarını hazırladıkları departmanımızda, tamamen kendi tasarımımız olan rediksiyonlar kullanılıyor, motorlarımıza ka-dar kendi tasarladığımız ürünleri kullanıyoruz. Bu sayede %100 yerli Türk yapımı ilk ticari insansı robot ünvanını AKINCI-1 ve AKINCI-2 almış olmakta. Yazılım konusunda rüştünü ispat etmiş bir firma olarak elektroniği, mekaniği ve yazılımı birleştirince robotik teknolojileri alanında dünya-da yerimizi alacağımızdan eminiz. Oldukça din-

amik ve titizlikle işlerinin bilincinde olan bir eki-ple bu yola gönül vermenin gururunu yaşıyorum.

Akıncı-2 ile karşılaştırıldığında dünya-da ne gibi örnekler var? Türkiye olarak robotik teknolojisinde biz neredeyiz? Teknolojik anlamda hızla gelişen ve güçlenen ülkeleri gözlediğimiz zaman bilişim sek-törünün oynadığı rol rahatlıkla fark edilebilir. Bilişim ve teknoloji artık birbirinden bağımsız düşünülemeyecek kavramlar olarak hepi-mizin düşüncelerinde yer etmiş durumda.Bilişim çağında, ülkelerin; büyüme, rekabet etme, istihdam sağlama, dünya ekonomisinde pay sa-hibi olmaları bilişim ve teknoloji alanın da sahip oldukları üstünlüğe bağlıdır. Bilim ve teknolojinin ülkeler üzerindeki, kalkınma ve verimlilik etkisi büyüktür. ABD’ye baktığımız zaman görüyoruz ki, 1990’lı yıllarda dünyanın diğer ülkelerinde yaşanan ekonomik durgunluk ve olumsuzluklara rağmen, büyümeyi başarmış, enflasyonunu düşürmüş, işsi-zliğini en aza indirmiştir. Diğer ülkeler, enflasyon ve işsizlikle mücadele etmeye çalışırken, ABD bilişim ve teknolojiye yaptığı girişim sayesinde ülke ekonomisine büyük katma değer sağlamıştır.Yıllar önce ağır sanayi alanında hamlede bu-lunanların dünya devi olduğunu, ülkem-deki teknolojinin dışarıdan temin edildiği-ni görmek beni oldukça derinden üzmekte. Robotik Teknolojilerini dünya genelinde incele-diğimizde pek çok firmanın bu konuda gelişmeler kaydettiğini görüyoruz; ABD, Japonya, Hindistan bu alanda önde gelen ülkeler arasında, AKIN-SOFT olarak attığımız adımlarla Türkiye’nin de bu devler arasında yarıştığını göstermekteyiz. 28 yılda geliştirilmiş robotları irdelediğimizde 4 yıl-da kat ettiğimiz AKINCI-2 ile dünya robotik al-anındaki teknoloji ile aynı seviyede olduğumuzu fark edeceksiniz. Bundan sonraki prototipimizde dünya robot teknolojilerini geçmeyi düşünüyoruz.Türkiye’nin robotik teknolojilere uzak olduğunu tedarik konusunda ihtiyaç olunan sensörler, mikroçipler ve insan kaynaklarının yetersizliği-ni görüyoruz. Bu meşakkatli yolda bilgi, sermaye ve vizyon sahibi olunmalı, bu üç etken bir arada

Page 15: Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013

15

www.stepdergisi.com sayı: 2

olursa başarının gelmemesi imkansızdır. Tekno-loji firmalarının Ar-Ge faaliyetlerini arttırıp, bu alanda ciddi maliyetler ayırmaları gerekmekte. Son dönemlerde üniversitelerde sadece bilgisayar mühendisliği olarak sınırlandırılan alanın genişletil-diğini, Mekatronik bölümlerinin açıldığını, yazılım mühendislerinin yetiştirildiğini, yapay zeka dersler-inin artırıldığını, laboratuvarlara ağırlık verildiğini görüyorum, bilinçli ve donanımlı genç beyinlerle insan kaynakları sorunu giderilmiş olacak. Ülke-miz için çok çalışmamız gerekmekte teknolojiyi ithal eden değil ihraç eden konumunda olmalıyız.

Robotik teknolojisinin geleceği ne ola-cak ilerde nelerle karşılaşacağız?

Zaman ilerledikçe robotlardan hem daha fazla konuşur olacağız hem de konuştuğumuz konuların içeriği değişecek. Günümüzde yürüyen, konuşan, şarkı söyleyen, keman çalan, 100 metreyi 10 san-iyenin altında koşan türleri ve bu türlerin tekno-lojisi konuşuluyor. Bundan 40 yıl sonra robotların sosyal haklarından, 70 yıl sonra robotların seçme ve seçilme hakkından, 100 yıl sonra insan-robot iletişim ve etkileşiminin neredeyse her türünden bahsedilecek. İnsansı robotlarımız kafelerde, mar-ketlerde, restoranlarda, park ve bahçelerde insan-lara yardımcı olarak çalıştırılabileceğini öngörüyo-rum. Bu sayede ağır işler yapmaktan kurtulacak olan insanların refah seviyesi yükselecek. Beden-leriyle değil beyinleriyle çalışacak olan insanlar zamanlarını daha verimli kullanarak, sevdikleri-yle daha uzun ve kaliteli zaman geçirebilecek.

AKINSOFT olarak yapay zekâ ile ilgili 2015 hedeflerinizi de öğrenebilir miyiz?

2015 yılında insansı robotların seri üretimine geçmeyi, Ülkemizde robot fabrikalarının da içerisinde yer alacağı tesisler kurmayı hedefle-mekteyiz. Bunun için gerekli alt yapılar oluştur-maktayız. Türkiye’nin diğer teknoloji devi olarak adlandırılan ülkeler arasında yerini alması ve onların önüne geçmesi gayelerimiz arasında.

Siz Türkiye’de robotik çalışmasıyla öncü olmuş başarılı bir insansınız genç in-sanlara ne gibi tavsiyeleriniz olabilir? Yüksek teknoloji günlük hayatımızın vazgeçil-mezleri arasında yerini aldı. Teknoloji; cebi-mizde, iş yerimizde, bilgisayarımızda, endüstri alanında fabrikalarda, evlerde… Pek çok yerde teknoloji ile iç içeyiz ve bunun farkın-dayız lakin gereken özeni göstermiyoruz. AKINSOFT olarak teknoloji severlere öncülük yapmak adına adımlar attık. Atma-ya da devam ediyoruz. Biliyoruz ki; bizim öncülüğümüzde pek çok kurum ve kuruluş bu konuda güzel ve başarılı çalışmalara imza atacak.Yeni nesillere teknoloji ile daha başarılı ola-bilecekleri bir gelecek bırakmak dileğiyle…Yüksek teknolojiye gereken önemi vermey-en milletler, kendi larında özgür olduk-larını sanarak, köle olmaya mahkûmdur.

“Yüksek teknolojiye gereken önemi vermeyen milletler, kendi topraklarında özgür olduklarını sanarak, köle olmaya mahkûm-dur.”

Page 16: Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013

16

sayı: 2 www.stepdergisi.com

İnsanoğlu, yaratılışından ötürü, hayatta ka-labilmek için çevresindeki kaynaklardan yararlanmak durumundadır.Bu, sadece in-san için değil; tüm canlılar için geçerli bir sistematiktir. Yaşamını devam ettirebilmek için ihtiyaçları doğrultusunda tüketim yapan canlılar, nesillerini devam ettirirken; tüke-temeyen canlılar seleksiyona uğrayıp elenir.Bu yüzden ilk çağdan itibaren insanlar, ihti-yaçlarını karşılayıp yaşamlarını sürdürebilmek amacıyla belli arayışları girmiş,sonrasında çağın ilerlemesiyle birlikte doğanın kendisine verdiği hammaddeleri yeterli bulmamış; daha fazlasını, farklı şekillerde istemiş ve bunun için birçok yöntem geliştirmiştir. İşte bulduğu tüm bu yöntemler de sonuç olarak üretimi doğur-muş, asıl alışılagelen yaşam düzeni de bu üretimden sonra başlamıştır. İlk zamanlarda hayatta kalabilmek için ekim, dikim etrafın-da şekillenen üretim, zamanla ticari amaçlar için kullanılmış; bir gelir kaynağı haline gelmiştir. İnsanların arayışı, doğal olarak, de-vam ettikçe üretim kavramı değişip gelişmiş ve günümüze de farklı bir boyutta ulaşmıştır.

Peki, günümüzde “üretim kavramı nasıl yorumlanmaktadır?

Eski çağlarda toplumda “tüketim için üretim” mantığı hakimken; şimdiyse “üretim için tüketim” söz konusu. Yani, eskiden insanlar ihtiyaçları doğrultusunda ve miktarında üre-tim yaparken; şimdiyse ihtiyaçtan öte, tüke-timi arttıracak, hızlı tükettikçe hızla üretime geçecek bir eylem içindeler. Hemen hemen tüm dünyaya hakim durumda olan kapitalist siste-min dayattığı bu yaşam şekli insan doğasına tamamen aykırı bir süreçte devam etmektedir.

Bu süreci şekillendiren ana etken nedir?

Şüphesiz ki, tüketimin üretime yetişmek-te zorlanmasının en önemli nedenlerinden biri “alışveriş” çılgınlığıdır. Zaten tek başı-na “alışveriş” kelimesi, tüketimdeki hızı an-latmaya yeterdir. “Değiş-tokuş” mantığıyla meydana gelmiş bu kelime, bugün aslında, “alış,daha fazlasını alış ve daha fazlasına sahip oluş” diziliminden farklı değildir. Çünkü artık, bu kelimede “eskiyi yeniyle değişmek, ihtiyaca cevap vermek” gibi bir mantık aranılamaz, bile. Hep daha fazlasına ve yenisine sahip olmayı bir ilke haline ge-tirmiş olan “alışveriş” kelimesi, insanları bir yarış içerisinde ötekileştirmeye çalışmaktadır.

HIZLI TÜKETİM ÇILGINLIĞI

Page 17: Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013

17

www.stepdergisi.com sayı: 2

Hele ki, AVM diye tabir edilen, dört duvarla çevrili, insanları içine çekip, sonra da tüke-tim içinde yaşamaya iten ve bunu da kam-panya ve promosyonlarla süsleyen; giyeceği de, yiyeceği de, sinemayı da , tiyatroyu da bu yarışa alet eden mekanlar kapitalist sistemle hayatımıza girmiş; bizim de içinde kendimize rol bulduğumuz bir senaryodan ibarettir. Her ihtiyacınızı karşılayabileceğiniz bir çok yeri içinde barındırdığı söylenen AVM’ler, size bir yürüyen merdivenden diğerine yürümeyi zorunlu kılıp, hazır yürümüşken de vitrindeki “kampanyalı ihtiyaç ürünlerini “(!) gösterecek kadar da mütevazidir ki, o vitrinlerde gözleri kaybolan insanların yaşamdan nasıl koptuk-larını da biliyorsunuzdur. Evet, belki içinde aradığınız her şeyi bulabiliyorsunuz; hatta belki de onları çok sevip eğlenceli dahi bu-luyorsunuzdur. Ama yaz gününde bile, tıklım tıkış olan bu yerlerin, insanlara asıl ihtiyaçları olan “temiz nefes”i , “yeşil”i, “bol güneş”i, ve “tatlı bir sohbet”i nasıl unutturduğunu göremeyecek kadar da kör ediyordur, sizi.

AVM’lerin güzelliği ve gerekliliğinden bah-seden insanlarca, bu yerlerin en iyi yanı da toplumdan her kesimi bir araya getiriyor ol-malarıdır. Peki, “toplumdan her kesim” sözü, zaten bir sınıf ayrımına işaret etmez mi? Asgari ücretle geçinen insanları içine alıp, on-lara erişebilecekleri süslü bir dünya olduğunu

gösteren ve yine onlara, cebindeki son parayla “ teknolojinin son harikası” ürünleri aldıran bir zihniyet, ay sonunda cebinde beş kuruş parası kalmayan insanla, zengin ve fakir ayrımını daha da derinleştirip, somutlaştırmaz mı?

Çağ tüketim çağı, hayatımızı kolay-laştıran şeyleri kullanmak suç mu?

Evet, çağ tüketim çağı; ama yalnızca bu çağ değil, insanlık aleminin gördüğü her çağ bir tüketim çağıydı. Bu çağın diğerlerinde farkı, teknolojinin hayatımıza girmesiyle yaşanılan değişim ve gelişim. Teknoloji günümüze ar-mağan edilmiş büyük, uçsuz bucaksız bir he-diye, büyük kolaylık. Tek tuşla her şeyi hall-edebilmek, zamandan tasarruf etmek tabii ki bir fırsat. Ama kaçımız teknolojiyi gerektiği gibi kullanıyoruz ki, kaçımız ondan gerektiği gibi faydalanıyoruz? Özellikle sosyal medy-ada, kişilerin durum güncellemelerini takip etmekten kendimize zaman mı ayırabiliy-oruz? Sevdiklerimizle geçirdiğimiz vakitleri bile bir araç haline getirip, insanların gözüne sokmakla tüketmiyor muyuz, zamanı? Artık şunu fark etmeliyiz: “Taş yerinde ağır.” Te-knoloji de, alışveriş de, tüketmek de - ak-lınıza gelebilecek her şey- doğru yerinde ve zamanında, kendi yararımıza kullanmamız gereken şeyler. Hayatı güzelleştirmek bizim elimizde.Eğer hızlı tüketime yine de bu ka-dar merak salıp, kendimizi bu oyunun için-den kurtaramazsak; kölelik sistemine sevi-ye atlatmış olacağız. Hekesin aynı güneşte yandığı, aynı havayı soluduğu bu dünya-da, hala büyük bir iştahla tüketirsek ha-yatı, bilin ki; burada dikilen bir AVM, bizim tükettiğimiz şeyleri üretmek için zalimce çalıştırılan bir Afrikalının yıkımı olacaktır.

Burak ARIK

Page 18: Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013

18

sayı: 2 www.stepdergisi.com

İBRAHİM BETİLTOG Vakfı Kurucusu

Page 19: Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013

Hayatınız boyunca bankacılık, eğitim, sivil toplum kuruluşları gibi birçok al-anda başarıya imza attınız. Okuyuc-ularımız için biraz kendinizden ve bu başarılarınızdan bahseder misiniz? Bu başarıları elde edene kadar neler yaşadınız?

Eğitime önem veren bir kişiyim. 1994 yılında bankacılığı bıraktıktan sonra bunu nasıl daha da

geliştiririm diyerek arayışlar içine girdim. Okul kur-ma konusunda bana güvenen ENKA grubu sayesinde, gönüllü olarak bir projeyi hayata geçirme sorumlu-luğunu üstlendim. Eş zamanlı olarak Türkiye Eği-tim Gönüllüleri Vakfı kurucuları arasında olup, uzun süreler başkanlığını da üstlendim. Türkiye’de çocuk-ların eğitim fırsatlarından daha fazla yaralanmasına yönelik ne yapılabilir diyerek bir sivil anlayış ortaya koyduk. Eğitimle ilgili başka okulların da kurulması gibi bir süreçle başladım ve sonunda; okul kurmakla,

sadece çocuklara eğitim vermekle eğitimin gelişemey-eceğini gördükten sonra “öğretmen akademisi vak-fının” kuruluş sürecini planladık ve harekete geçirdik.Toplum gönüllüleri temelde bir eğitim projesi olmamakla birlikte aslında gençlerin kişisel gelişimine çok ciddi kat-kılar sağlayacak bir proje olduğuna inandığımız için bu projeyi hayata geçirdik. Tabii önümüzdeki dönemlerde yapılacak çok şey var, çalışmalarımıza devam ediyoruz.

Özellikle eğitim konusuna önem verdiğiniz görülüyor. Eğitimsiz bir toplumun gelişemey-eceğini düşündüğünüz için mi eğitim konusu-na yöneldiniz? Projeleriniz daha çok gençlere ve çocuklara yönelik bunun sebebi nedir?

Yetişkinler kendi doğrularını gençlere dayatmak gibi bir tercih içindeler. Bu toplumun kültürü de

biraz “Sus küçüğüm, söz büyüğün.” ifadesine dayanıyor.

19

www.stepdergisi.com sayı: 2

Yine bazı okullar ; “çiçek ol beni dinle, ezberle”, çoktan seçmeli cevaplar küçük yaşlardan başlayarak çocuk-ların beyinlerindeki yaratıcılığı geliştirmek, onları düşünmeye sevk etmek yerine belirli ezberleri onlara aktarmak gibi bir anlayışın içindedir. O zaman çocuk-lardan başlayarak, bu toplumun en büyük enerjisi old-

uğunu savunduğumuz gençlerin sorumluluk üstlen-mesine fırsat tanıyarak, onların yaratıcılıklarıyla bir şeyler yapılmasına olanak sağlayarak bu işlerin süreç içerisinde daha etkili olabileceğini düşünüyorum. Bundan dolayı yaptığım sivil çalışmaların hiçbirinde yardım felsefesi yoktur. Daha çok bir değişime katkı-da bulunmak, savunuculuk anlayışıyla kalıpların öte-sinde bir şeyler yapma arayışında olduğumuz için bunu da gençlerle yapmanın daha iyi olacağını düşündük.Gençler yeni fikirlere daha açık, gelişmeye ve geliştirilmeye olan ilgileri daha fazla old-uğu için doğruları hızlı seçebiliyorlar diyebil-ir miyiz? Çocuklarda ve gençlerde baskıya karşı direnme, farklılıkları arama duru-mu var sizce bu da bir etken olabilir mi?

Benim gözlemlerim biraz daha farklı. Küçük yaş grubu çocuklardan başlayarak küskünlük, kin, ne-

fret duygularının bu çocuklarda çok derin olmadığını düşünüyorum. Yaş ilerledikçe insanlar bu duygulara, kendi bildikleri doğrulara daha fazla bağlanıyor ve bu doğrularla birlikte yürümeyi tercih ediyor. Ben, gençlere fırsat verildiğinde daha sorgulayıcı olabilece-klerine; kendi fikirleriyle doğru gördükleri dönüşüm-lere daha hızlı ayak uydurabileceklerine inanıyorum. Bir büyüğün “hayır, yapma” diyerek bir şeyleri ya-saklama tarzı çok önemli; o gence gerekçeleriyle bu durumun neden yanlış olabileceğini anlattığınızda o genç yine kendi bildiği doğruya gidebilir; ama aklının bir köşesinde sizin söyledikleriniz yer alır ve belki de siz, onun gideceği yolda yönünü biraz değiştirmiş

“SUS KÜÇÜĞÜM SÖZ BÜYÜĞÜN !”

“Ben gençleri dogmatik bulmuyorum.”

Kendini toplumsal çalışmalara adayan, eski bankacı İbrahim BETİL, Türkiye’nin eği-tim hayatı ile de yakından ilgilenmektedir. İbrahim Betil ayrıca; ENKA okullarının

kurucusu ve Mütevelli heyet başkanıdır. Türkiye eğitim gönüllüleri vakfı kurucuların-dandır. Sizler için İbrahim Bey ile hoş bir sohbet gerçekleştirdik:

Page 20: Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013

20

sayı: 2 www.stepdergisi.com

olursunuz. Gençleri çok dogmatik bulmuyorum hı-zlı değişime uyum sağlayabiliyorlarmış gibi geliyor.

Çocukların gelişim sürecinde ailelerin çok büyük bir rol oynadığını biliyoruz, siz-in verdiğiniz eğitimlere gelesiye kadar çocuğu eğiten aile ne kadar bilinçli ise çocuk da o kadar bilinçli yetişiyor. Önce-likli olarak aileleri mi bilinçlendirmek ge-rekiyor, bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Bu çok kritik bir nokta. Aile yapısının temelinde kadının olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de kız

çocuklarının eğitimi çok geride, öncelikle buradan başlamak lazım. Kızlarımızın daha bilinçli olabilme-si için birincisi; özellikle ortaokullulaşma artırılmalı yani, eğitim düzeyleri artırılmalı. İkinci olarak; erken yaşta evliliklerin önüne geçilmeli. Bu durum özel-likle doğu ve güneydoğu Anadolu bölgelerinde çok fazla var. Kız çocuklarını daha 15 yaşına gelmeden vermek, başlık karşılığı “satmak”, ondan sonra onları eve kapatmanın bir sonraki neslin çocuklarını olum-suz yönde etkilediğini düşünmekteyim. Değişim için öncelikli olarak kızların eğitime yönlendirilmesi ge-rekiyor; bundan sonra kadınların iş yaşamının içinde var olabilmesi gerekiyor. Türkiye kadınların iş yaşamı

içinde yer alması itibariyle son derece gerilerde yer al-maktadır. Türkiye’de kadın nüfusunun iş yaşamı içinde yer alan payı yüzde 21’ler civarındadır. Parçası old-uğumuz “OECD” ülkelerinin ortalamasına baktığımız zaman bunun yüzde 60’larda olduğunu göreceksiniz. Kadın eğitimde yok, iş yaşamında yok, parlamen-toda yok. Yüzde 50’si kadın olan bir ülkede parla-mentoda kadınların temsil oranı bugün yüzde 14’tür. Kız çocuklarının eğitimine baktığımızda aileler, özel-likle ortaokul çağlarında kız çocuklarını okullara gön-dermiyor. Bana göre aileler biraz daha korunaklı bir ortamda kızlarını yetiştirmek istediğinden bu dönem-de onları okula göndermiyor. Devlet de okullarda bir politika koymuş ve diyor ki:“okullarda kıyafet ser-bestliği yok.” Şimdi ideolojilerden kendimizi arındırıp kıyafet serbestliğinin olumlu yönlerine bir bakalım. Bu kızlar serbest kıyafetle yani; anne ve babalarının onları okula göndermelerini engelleyen kaygıları yok edebi-lecek şekilde giyinip okula gidebilseydiler; “Kızım sen başını örtersen okula gidebilirsin.”dediklerinde biz bu kızları bu şekilde okula kabul edebilseydik şuan bu du-rum daha farklı olabilirdi. Bu kızlar şimdi 14 yaşında evlenip, eve kapatılmak yerine lise mezunu, üniver-site mezunu olabilecekler miydi? Hepsi olmasa bile en azından bir kısmı bunu yapabilecek miydi? Acaba biz bu insanların giydiği kıyafetlere, dış görünüşler-ine bakıp, gelişimlerini bir şekilde engelledik mi? İşte ben bunu soruyorum. Kafamızı yıllarca kıyafete tak-mışız ve işin özünü, neler kaybettiğimizi hiç sorgu-lamamışız. Ben bunu kayıp olarak görüyorum. Uma-rım, bundan sonraki dönemlerde bu ayrışmayı bir kenara bırakıp özellikle kız çocuklarının eğitimine önem verilir; çünkü onların gelişimine önem verirsek toplumsal gelişime büyük bir katkı sağlamış oluruz.Kadının hem iş hayatında bulunması gerektiği-ni hem de iyi bir neslin yetiştirilmesinde, çocuk gelişiminde önemli bir rolü olduğunu söylüyoruz. Kadınlar her ikisini de iyi bir şekilde yapabil-ir mi, bu durum onlar için çok zor olmaz mı?Her ikisi birden olabilir tabii, gerçekten zor ama ola-bilir. Burada yaklaşımın önemli olduğunu düşünüyo-rum; çocuğa iyi bir eğitim verebilmek için 24 saat o çocukla birlikte olmak ne kadar gerekli bilemiyorum. Yani ben herhangi bir kişiyle beş dakikalık bir zamanı bir arada geçirip belki de ondan aldığım bildirimler-le bütün günümü çok verimli geçirebilirim. İyi eğitim almış bir annenin iş hayatının içinde olsa bile tavrıyla, duruşuyla, geri bildirimleriyle çocuğuna çok önemli yönler verebileceğini düşünüyorum. Kadın olmak zor, sadece bu ülkede değil dünyada da bu böyle. Kadının

Page 21: Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013

sırtında çok fazla yük var; evin sorumluluğu, çocuğun sorumluluğu sonra iş hayatına girince bir de iş ha-yatının sorumluluğu hep kadının omuzlarında. Bütün bunlarla kadın baş edebilir; çünkü kadın çok mücade-lecidir. Doğada hep dişiler mücadelecidir. Dişilerin yaşam süresi daha uzundur bu durum yaşama uyumu gerektirir ki bu durum da onları mücadeleci yapar.

Toplum gönülleri vakfının kurulum süreci nasıl ilerledi size zorluk çıkaranlar, yaptığınız çalışmaları gereksiz görenler oldu mu?

Toplum gönüllüleri benim için bir in hayata geçir-ilebilmesi için sınavdı. Bu sınavın başlangıcı da bu toplumda gençlere güvenilmemesiyle oldu. Benim daha önce ilişkili olduğum sivil toplum kuruluşun-da: “ sen gençlere çok fazla yetki veriyorsun, güveni-yorsun bunlar küçüklere kötü örnek olacaklar” deyip benimle ciddi bir fikir ayrımına gelmiş bir grup vardı ve ben farklı bir şeyler yapmalıyım dediğimde, toplum gönüllüleri beni tetikleyen unsur oldu. İş yaşamımda da buna hep önem vermişimdir insanlara güvenirseniz onlarla ciddi bir ekip olup sorumlulukları paylaşırsınız. İnsanlara güvenmezseniz o ekibi, o toplumu ilerlet-mek çok zor olur. İnsanlara demek onlara sorumluluk vermek demektir. Kararları birlikte almak, paylaşmak, yetki vermek demektir. Şimdi bunları yapıyormuş gibi görünmek yerine, Toplum Gönüllülerinde gerçek-ten bunları yapacağız diyerek yola çıktık. Başlangıç-ta tabii beni eleştirenler bu fikri küçümseyenler; “Gençleri örgütlüyorsun başına dert açacaksın” di-yenler oldu. Biz geri adım atmadık tam tersine bütün yetkiyi, bütün gücü ilkeleri koyarak gençlere ver-dik. Aslında toplum gönüllülerinin ilkelerini incele-diğiniz zaman bir barış projesi olduğunu görürsünüz.İnsanlara amacımızın ne olduğunu anlatmakta zor-landığım zamanlar oldu. Bu bir eğitim projesi mi, gençler çevre düzenlemesi yapıyorlar, huzur evler-ine gidiyorlar, köy okullarına gidiyorlar; yani sizin amacınız nedir, diyenler oldu. Farklılıklarla bir arada olmayı savunduk . Taksimdeki Gezi Parkı olayı aslın-da bütün farklılıkların bir araya gelip, çatışmadan bir toplumun dönüşümüne nasıl etki yapılabileceğinin

21

www.stepdergisi.com sayı: 2

çok güzel bir örneğidir. Bana amacınız ne, ne yapıyor-sunuz, diyenlere özetliyorum: “Geziye bak anlarsın”. Güvenip sorumluluğu gençlere verdiğin zaman, bırak ve arkanı dön; çünkü müthiş bir motivasyonla en iyisi-ni ortaya koymaya çalışıyorlar. Tabii ilk başta zorluklar oldu; yerel yönetimlerden projeler için izin almakta, üniversitelerde toplum gönüllülerinin kulüpleşmes-ine bir yerde set vuran yönetim sorumluları oldu. Biz yılmadık. O gençler kendi üniversitelerinde izin ver-ilmediği zaman üniversitenin dışında kafelerde top-landılar; çünkü yapılacak şeylerin önemine inandılar. Bizim amacımız bir kulüp olmak değil bizim amacımız topluma hizmet etmek, dediler. Zaman içinde yer-el yöneticiler, üniversite sorumluları ve diğer insan-lar gençlerin projelerini gördü; bunların arkasında hiçbir ideolojinin olmadığını tamamen gençlerin ini-siyatifinde toplum hizmeti projesi olduğunu gördüler ve onlarda da müthiş bir güven oluşmaya başladı.Toplum gönüllüleri olarak amacımız farklılıkları bir araya getirmek diyorsunuz; ama günümüzde hala toplum arasında ayrılıklar, bölünmeler olduğunu görüyoruz bu konu hakkında neler söyleyebilirsiniz?Yaşamda hayallerin gerçekleşmesi “başarı”; bu nok-taların temelinde mücadele yatıyor. Bu toplumda ön-yargılar var; her toplumda olduğu gibi ayrıştırmalar var. Ayrıştırma insanın doğasında olan bir durum-dur. İnsanlar sınırlar koyarak başlıyorlar; evinin sınırı, mahalle sınırı, şehir sınırı, ülke sınırı.. Ötelemeler, ayrışmalar dünyanın her yerinde var. Tanımadığınız bir insanla uluslararası bir terminalde yan yana beklerken sorulan ilk sorulardan biri “sen nereli-sin, where are you from?” oluyor. Bunu biz de soruy-oruz. Konuştuğumuz kişi aynı ilden çıkınca, daha da özelleşip mahallesine kadar soruyoruz; insan doğası gereği hep kendisine yakınlık arayışı içinde oluyor; ama aslında bırakın kimliği bir kenara; inancın, cinsi-yetin, tercihlerin her neyse, ben seninle sadece bir in-san olarak paylaşım içine girebilmeliyim. Bunu toplum bilinci olarak geliştirebilmek için mücadele etmeliy-iz. Toplum gönüllülerinin yola çıkış amacı da buydu; ayrımcılık yok, farklılıklarla bir arada olacağız, dedik. Dini, rengi, inancı ne olursa olsun hepimiz birbirim-ize saygı duyalım, tahammül edelim. Bakın hoşgörü değil, tahammül etmek; ben hoşgörü sözünü sevmiy-orum ben senden daha üst bir noktadayım ve seni hoş görüyorum demek gibi geliyor. Bu yüzden her ne olursa olsun birbirimize saygı duymalı ve tahammül etmeliyiz.

Bu ayrımcılık biraz aidiyetlik duygusundan, hani vardır ya “bu bizim oralı beni anlar”

“ GÜVENMEK DEMEK SORUMLULUK VERMEK

DEMEKTİR”

Page 22: Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013

22

sayı: 2 www.stepdergisi.com

düşüncesinden kaynaklanıyor olabilir mi? Aynı duyguları paylaşmanın, ortak fikir ve düşüncelerin de etkisi olduğu söylenebilir mi?

Duygular ve düşünceler o aidiyeti sağlayabilir ona bir şey söylemiyorum; hepinizin kökeni aynı değil, hemşeri değilsiniz; ama siz toplum gönüllülerinin düşüncesi, duyguları ve ilkeleri doğrultusunda bir araya gelip paylaşımın içinde buluşmuşsunuz. İşte ben de bunu yaygınlaştırmamızın önemli olduğunu düşünüyorum; çünkü senin nereli olduğun senin elinde olan bir durum değil. Sen anneni, babanı ve kökenini seçemiyorsun ki. Dünyanın her hangi bir yerinde doğmuş olabilirsin, annenin babanın kim-liği farklı olabilir bunların hiçbir önemi yok; sen in-san olarak önemlisin. Ben bu olaya böyle bakıyorum. Kökene göre ayrıştırma yapmak yerine düşüncelerim-izi, ilkelerimizi ortaya koyarak ilerlemenin toplum-sal barış adına daha sağlıklı olacağını düşünüyorum.

Peki, sizce bu konuda insanlar yeterli sevi-yede mi?

Ben bu soruya 70 sene sonra bugün vereceğimden daha

farklı bir cevap verebilirim. Biz bu işe sıfırdan başladık bugün geldiği nokta; 127 tane üniversite kampüsünde kırk binden fazla proje gönüllüsü genç, aktif olan altı-ye-di bin tane genç var. Sizler yarın üniversitelerinizi bitirip bu ilkelerle, bu duygularla bir takım yerlerde önemli görevler üstleneceksiniz ve bu duyarlılıkla çevrenizde fark yaratmaya başlayacaksınız. Bu işte insan kaynağı ve maddi kaynak çok önemli; çünkü projeleri yaygınlaştır-mak ve eğitimler vermek için bu iki unsur çok önemli.-Maddi sıkıntılar bazen yapmak istediklerimizin önüne geçebiliyor. Hayat kaygılarımız ön plana çıkabiliyor.Şunu unutmayalım; toplum gönüllüsü genç öncelikler-ini sıraya koymak yerine bazı şeyleri birlikte yürütmeyi başarıyor. Akışına bırakmak yerine hayatı planlama, hayatınıza yön vermek gibi bir beceriniz var. Şöyle bir örnek vereyim; toplum gönüllüsü bir genç mezun olduktan sonra büyük bir bankada “ management trainee” olarak işe başlıyor. İşe başladığının altıncı ayında orada çalışan pek çok kişiyi bir araya getirerek 25 bin kitap topladı. Toplum gönüllülerinin yaptığı halk kütüphanelerinin, köy okullarındaki kütüphan-elerin yenilenmesini sağladı. Siz bu gencimize sen buraya kaç kişinin arasından seçilerek girdin işine odaklan diyebilirsiniz; ama hayır o işini de en iyi şekilde yapıyor aynı zamanda sahip olduğu bilinci de etrafına yayıyor. Bu gencimiz şimdi çok başarılı, çok iyi bir noktada bu bilinç ile hayatına devam ediyor.

Sizce, Toplum Gönüllüleri Vakfı insanların olaylara karşı olan sert tutumlarını, ön-yargılarını kırabildi mi?

Bence kırdı. Ben hepimizin kafasındaki önyargıları kişisel ve toplumsal gelişimin önündeki en büyük en-gel olarak görüyorum. Özellikle gençlere karşı bu ön-yargılar çok fazlaydı. Gençlerin yaptıkları projelerle yakaladıkları süreklilik ve hazırlıklarındaki şeffaflık sayesinde elde ettikleri güven ve başarı ile bu ön-yargıları kırdıklarına inanıyorum. Yerelden kaynak temin etmek çok önemlidir; sağladığın kaynağın ne-rede kullanıldığını, projeyle ilgili gelişmeler hakkında kaynak sağlayan kişiye bilgi vermek, teşekkür etmek bu güne kadar yerelde pek çok esnafın yaşamadığı ve takdirle karşıladığı bir olaydır. Bir nalbur okul onarım projesine destek vermek için çocuklara iki tane boya fırçası vermiş ve bu gençlerimiz geri bildirim olarak; verdiğiniz fırçalarla şu okulu şu kadar günde boyadık, teşekkür ederiz şeklinde bir mektup gönderiyor; bu kişi o mektubu çerçeveletip dükkânının duvarına asıyor. Nalbur dükkânına giren kişiler duvarda yazıyı

Page 23: Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013

23

www.stepdergisi.com sayı: 2

görünce soruyor ve bu kişi de, gençler böyle bir proje yapmışlar deyip anlatmaya başlıyor. Bu şekilde projeler yayılıyor ve daha çok kişiye ulaşıyoruz. Bunu biz yap-mıyoruz bunu gençler kendileri yapıyor yeter ki on-lara fırsat verilsin o yasaklayıcı duruştan uzaklaşılsın.

Bazı okullarda kültür dersleri zorunlu olarak veriliyor. Projeler kapsamında yine zorunlu olarak verilen topluma hizmet der-sleri var. Bunların zorunlu olarak verilmesi ne kadar doğru sizce?

Bu durum gelişmiş bazı ülkelerde mesela Amerika’da ceza olarak da veriliyor biliyorsunuz. Beş altı yıl önce bir üniversitede toplum hizmeti dersi verir misin, diye rica ettiler. Bir taraftan bu bir ders mi olacak diyerek düşünürken, bir taraftan da bu birikimi aktarmazsam doğru olur mu diye çelişkide kalmışken kabul ettim. İlk gün sınıfta 35 kişi vardı ve gençlere dedim ki: “ark-adaşlar, bu dersin devam mecburiyeti yoktur. İsteyen gelir, isteyen gelmez.” Sizin bu derse gönüllü olarak gel-menizi sağlayabiliyorsam bu benim başarımdır; ama bu derse gelmeniz için sizi yoklama ile zorluyorsam bu da benim saçmalığımdır. Biraz şaşırdılar, gerçek mi diye sordular “evet, gerçek” dedim. Ondan sonra bütün bir dönem boyunca her hafta sınıfa gelenleri saydığımda 20 kişiyi aşamadım ortalama 17 kişi derse devam etti. De-mek ki bir şeyi eksik yapıyordum, neyi eksik yaptığımı bilemediğim için bir dönemin sonunda devam etmey-eceğim, diyerek bıraktım. Üniversite yönetimi “ama neden, biz senden memnunduk” dedi. O kadar çaba göstermeme rağmen derse katılımı artıramadım ve bıraktım. O sınıftaki öğrencilerin yarısına ulaşabildim.

Küçük çocuklar için de yaptığınız çalışma-larınız var. Açık radyoda çocuklara yöne-

lik programlarınız vardı. Bu dönemlerden biraz bahseder misiniz?

Baştan söyleyeyim müzik konusunda yeteneksiz bir insanımdır. Bir arkadaşım Açık Radyoda bir program yapıyordu ve her hafta bir konuk davet ediyordu. Pro-gramın adı da “ıssız ada”, “bir ıssız adaya düşsen han-gi müzikleri yanına alıp orada dinlemek istersin” diye soruyor; ben de oraya giderken istediğim şarkıları yanıma alacağım, orada çalıp dinleyeceğiz. Zanneder-sem 98-99 yıllarıydı. Ben de 94 senesinde başlamıştım okul kurma girişimlerime. Tabii o dönemde çocuklar beni çok heyecanlandırıyor, çocuk şarkılarıyla pro-grama katılmayı istedim; ama bende çocuk şarkısı yok, bir iki kitap evine, müzik mağazasına baktım yine bulamadım. Arkadaşıma telefon edip bir iki hafta er-teleyelim, ben istediğim müzikleri bulamadım, dedim. Biraz daha aradım; yine bulamadım arkadaşımı arayıp istediğim müziklerle değil ama geliyorum dedim. Daha sonra ben hırslandım, acaba dedim dünyada bu çocuk şarkıları nasıl; var mıdır yok mudur. Araştırma yap-maya başladım. Bir taraftan amazondan, bir taraftan eski tanıdıklardan derken Çince, Rusça birçok dilden kaynak elime ulaşmaya başladı. Bir taraftan da eği-tim gönüllüleriyle Anadolu’da dolaştığım yerlerdeki kişilerden varsa ninnileri, çocuk şarkılarını kayda alıp göndermelerini rica ettim. Anadolu’dan gelenler, yurt-dışından gelenler baktım ki çocuk şarkısı denilince bir standart yok. Ninniler var, oyun şarkıları var, eğitim amaçlı şarkılar var, çocuk koroları, çocuklar için özel tekerlemeler var. Ben bunları kategorilere ayırdığımda 15’e yakın farklı kategori ortaya çıktı; Hintçe, Japonca şarkılar var melodisi çok hoşuma gidiyor ama manasını anlayamıyorum. Profesyonel tercüme büroları aramaya başladım, önce bütün şarkıları dinledim sonra beğen-diklerimi Türkçeye çevirttim. Artık bu şarkıların an-lamlarını da öğrenmiş oldum ve bu uzun bir zamanımı aldı sonra Açık Radyoya dedim ki: benim elimde 125 ülkeden10 bine yakın ciddi bir çocuk şarkıları arşivi var program yapmak istiyorum. 8-12 yaş arası iki tane çocuk davet ediyorduk programa önce onlarla biraz sohbet ediyor sonra da birlikte seçtiğimiz şarkıları söylüyor-duk. Bu şekilde bir saatlik “Ağustos Böceği” adında bir program hazırlamıştık. Bu program iki sene devam etti ve bu iki senede yaptığım her programın kaydını alıp konuk olan çocuklara hediye ediyordum. Daha sonra bu arşivimi de Adapazarı ENKA okullarına bağışladım.

Peki, bu şarkı arşiviniz orada nasıl değer-lendiriliyor?

Page 24: Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013

24

sayı: 2 www.stepdergisi.com

Müzik derslerinde değerlendiriliyor. Ayrıca; okul ku-rulduğundan beri 14. senesindeyiz, ders aralarında zil çalmaz bu şarkılar çalar.

Gençlere ve onları yetiştiren ailelere nasıl tavsiyelerde bulunabilirsiniz; Türkiye’deki eğitim sistemine, gelecekte nasıl bir yol izlenmesi gerektiğine yönelik neler söyle-mek istersiniz?

Eğitim sisteminde atılması gereken en önemli adımlar-dan bir tanesinin öğretmenlerin mesleki gelişimlerine yönelik olması gerektiğini düşünüyorum. Türkiye’de eğitim fakültelerinden belirli bir eğitim alarak mezun olan öğretmenlerin büyük bir kısmı emekli olana kadar geçen yirmi yıllık süre içerisinde mesleki gelişim eğiti-mi almıyor. Yani yarın sizin çocuğunuzu eğitecek olan öğretmen büyük bir ihtimalle on beş yıl önceki bilgiyle çocuğunuza eğitim verecek. 21. yüzyılın hızla değişen

öğrenim anlayışına uygun ortamları sağlayabilecek öğretmenlerin gelişiminin önemli olduğunu düşünüyo-rum. Bence öğretmen kelimesi de doğru bir tabir değil, belki öğrenim lideri gibi bir söz daha uygun olabilir. Özellikle küçük çocuklara kendi yaratıcılıklarını sor-gulama fırsatı sağlayan öğrenim ortamlarını sunduğu-muz zaman; onları araştırmaya, merak ettikleri konu-ları irdelemeye yönlendirebildiğimiz ölçüde; sessiz sınıflar yerine gürültülü, hareketli sınıfları çoğaltabil-irsek daha başarılı olabiliriz. Her çocuğun başarılı ola-bileceği alan farklıdır bu alanları ortaya çıkartabilmek o çocuğun başarısını çok daha ilerilere taşımasını sağlar. Kendi yaşamıma baktığım zaman; ben Robert kolejinde okudum ve hala Türkiye’nin iyi okullarından biri diyebilirim. Lise mezuniyetim sırasında edebiyat dersinde kompozisyondan bütünlemeye kaldım ve ben arkadaşlarımla lise mezuniyetime gidemedim daha sonra bütünleme sınavıyla geçtim. Benim daha sonra yazdığım bir kitap aylarca “best seller” oldu; ama ben lisede kompozisyon dersinden bütünlemeye kalmış bir kişiydim. Hayatımda bütünlemeye kaldığım ikinci ders: organizasyon ve yönetim dersiydi. Üniversitede bu dersten beni bütünlemeye bırakan hocam 30-35 sene sonra beni buldu yönetim danışmanlığı şirketi var-mış beraber ortak proje yapmak için teklifte bulundu.Ülkemizdeki eğitim sistemine baktığım zaman 4+4+4 sistemini bir yönden gerçekten sakıncalı buluyorum. Dünyanın gelişmiş ülkelerine baktığımız zaman temel eğitim en az 8 yıl hatta 12 yıla kadar gidiyor. Burada ayrıştırma olarak ilkokul dört diyen ülke sayısı çok az belki bir belki iki tane. Biz dünyanın gelişmişlerini örnek alacağımız yerde beşten neden dörde indiriyoruz; orta-okulu neden üçten dörde çıkartıyoruz; çünkü arkasında ideolojik bir tercih var. Diyor ki: evet on iki yıl zorunlu eğitim var; ama ilkokuldan sonra devam mecburiyeti olmayabilir evden de sürdürülebilir. Bu ne demek, hani bahsetmiştik ya kızların ortaokul döneminde gönder-ilmek istememesi işte bu o. Mesela imam hatipler, ben din eğitimine karşı değilim; ama okulun din eğitimi tarafının olmaması lazım. Okul ortamı din eğitim or-tamı değil; çünkü din eğitimini okulda verdiğin zaman aynı okulda Alevilere de Müslüman olmayanlara da yönelik bir din alanı açmak gerekir, yani bu toplum-da farklı inançların bir zenginlik olduğunu savunuyor-sak, o zaman din eğitimini herkesin yararlanabileceği şekilde okullara koymamız lazım. Bu yüzden ben din eğitiminin yerinin okullar olmadığını düşünüyorum.

Page 25: Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013
Page 26: Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013

26

sayı: 2 www.stepdergisi.com

ALPER SARIKAYA3d Ve Dijital Efekt Artist

Manuganu Game Developer

Page 27: Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013

27

www.stepdergisi.com sayı: 2

Siz güzel sanatlar mezunusunuz; fakat örneğine çok rastlamadığımız şekilde programlama alanında kate-gorize olan mobil işine girdiniz. Sonuç olarak, işin sanatsal boyutundan bu tarafa kaymanızdaki etken neydi?

Bir sanat dalıyla uğraşmak çok güzel. Sanat için resim çizmek çok zevkli. Fakat, bunu bir

iş olarak, para kazanmak amacıyla yaptığınızda çok sıkıcı hale geliyor. Okul zamanlarımızda, eşimle birlikte güneş altında, sıcakta metre me-tre duvarlara çiçek böcek resmi çizip boyadığımı biliyorum. Bunu yapmak, işin sanatsal boyu-tunda olmadığı için, çok keyifsiz hale geliyor ve yapmak istemiyorsunuz. Bu alana girmekteki amacım bu yönde para kazanmaktı. Hiç yalan söylemeye gerek yok. Bunu her yerde söylerim. Ben en son askere gitmeden önce resim çiziyor-dum. Resimden para kazanmanın tek yolu du-var resmi yapmaktı bizim için. Ama bu çalışma şekli , işleri bir adım sonrasına taşımaya yetme-di. Bu yüzden de, çok sevdiğim bilgisayarımın başına dönüp, buradan yürüme kararı aldım.

Android’de programlama yapmak isteyen herkesin merak ettiği bir konu var. Sonuçta Android uygu-lamaları ücretsiz. “Peki, bu işten nasıl para kazanırız?” diyenler var. Biraz açabilir misiniz bu konuyu?

Android’de uygulamalar ücretsiz old-uğu için para kazanımı zorlaşıyor; fakat

reklamdan para kazanılabiliyor yine de.

Reklamı Android’de kullanıyorum; ama iOS’ta kesinlikle reklam kullanmıyorum. Parayla sat-mayı tercih ediyorum. Kişisel olarak söyle-mek gerekirse, ben de oyun içinde reklam görünce kızıyorum. Ama Android’de şu an için yapılabilecek daha iyi bir adım yok benim için.

Bundan sonraki çalışmalarınız için ekip çalışması içerisine girmeyi düşünüyor musunuz?

Girişmiştik zaten. Ama şöyle oluyor: Etrafta bir şey yokken çok çalışıp her

şeye sıkı sıkı tutunmak gerekiyor. Siz sıkı sıkı tutuyorsunuz; fakat beraber çalıştığınız kişi öyle yapmıyor. Durum böyle olunca da çalışmanız o kişiye göre belirleniyor. Ben-im üç ayda bitirdiğim işi, iki kişi çalışarak altı ayda bitirmek durumunda kalıyoruz.Eğer bu oyunlar mobile değil de sadece kon-sollara yapılıyor olsaydı, ben bu işe girmezdim; çünkü orada bir ekiple çalışmak zorunda kalıyorsunuz. O durumda ben sadece işin gör-sellerini yapıyor olacaktım ya da bir şirkete girip çalışmak durumunda kalacaktım ki bu da ben-

Eminiz, aranızda manuganu oynayan vardır. Oyunu ilk açtığınızda karşınıza bir Türk ismi çıktığında biraz sevinip, biraz şaşırmışsınızdır. Hemen o ismi internette arattığınızı da tahmin ediyoruz; çünkü biz de böyle yaptık; ama biz “araştırmakla kalmayıp bir de röportaj yapalım” dedik ve hem kendi merakımızdan, hem de bu ismi daha yakından tanımanızı sağlayabilmek amacıyla güzel bir söyleşi planladık. Alper Bey de bizi kırmayıp, eşiyle birlikte bizi home ofislerinde karşıladı. Home ofis olmasına rağmen daha çok sıcak bir aile tablosuyla karşılaştığımız ve sorularımıza büyük içtenlikle cevap bulduğumuz için Hem Alper Bey’e; hem de

eşi Elife Hanım’a teşekkür edip, sizi röportajla baş başa bırakıyoruz.

“Eğer bu oyunlar mobile değil de sadece konsollara yapılıyor olsaydı, ben bu

işe girmezdim”

Page 28: Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013

28

sayı: 2 www.stepdergisi.com

im yapıma uygun değil. Ben kendi istediklerimi yapmayı seviyorum. Özgür olmayı seviyorum. İşin sanat kısmından gelen bir şey bu. “Manuga-nu” yu tek başıma yaptım ve bundan mutluluk duyuyorum. Eğer dört kişilik bir ekiple çalışsam, bu oyundan daha da iyisini yapabileceğimi bili-yorum; ama bu bir tercih meselesi. Benim için önemli olan aldığım o hazdır. Tabii yine bu işler sayesinde tanıştığım bir arkadaş var. Üçüncü projemi onunla yapmayı düşünüyorum. Belki de bu projede ben sadece işin görsel boyutlarıy-la ilgileneceğim. Ama ya çok daha profesyonel bir iş; ya da aynı seviyede bir oyunu daha kısa sürede, daha fazla sürümü olacak şekilde dene-mek istiyorum. Bu da bir alternatif benim için.

Türkiye’de” freelance çalışma” kavramına bakış açısı nasıl sizce?

Sektörden sektöre değişiyor bu. Mesela, tasarım sektöründe freelance’e bakış açışı kötü. Çünkü işin yetişmemesi ya da iyi olmaması gibi şüphel-er, freelance çalışma disiplini için yaygın. Bir to-plantıda tek başına çalıştığınızı söylediğinizde, karşınızdakilerin güveni biraz da olsa azalabili-yor. İşin yetişmeyeceğinden kaygı duyuyorlar. Ben de ilk zamanlarda bunun sıkıntısını çek-miştim. Ama belirli referanslardan sonra bu du-rumun azaldığını da söylemek isterim. Sonuçta başkası için bunu yapabilen, bizimkini de yap-ar düşüncesi, rahatlık ve güveni de beraberinde

getiriyor. Bazı durumlarda, bu bahsettiğim sıkıntıları çözmek için başka bir freelancerdan yardım istiyorlar. Bu, o anı kurtaran kişi için çok güzel; ama genel olarak bu disiplinde çalışan-lar için yine kendi kalelerine attıkları bir gol.

Manuganu’ya gelirsek; oyununuzun koşu platformu şeklinde olduğunu biliyoruz. Peki, bu oyunu hayal eder-ken ‘Temple Run’ gibi çok tutan, se-vilen bir oyundan ilham aldınız mı?

Tabii ki, oyun yapacağım dediğimde, koşu platformu şeklinde oyunları sevdiğimden o tarzda bir oyun yapmak istedim. ‘Super Ma-rio’ , ‘Super Meat Boy’ ve bunlar gibi çok se-vdiğim birçok oyundan karma yapıp oluştur-dum. Bildiğim kadarıyla koşu platformlu oyunlarda durma eylemini kullanan oyun yok. Bu eylemi de katıp bir şeyler çıkarma-ya çalıştım. Ama “öyle bir oyun yaptım ki, ötesi yok” diye bir iddiam da yok. Umarım daha iyisini yapan olur da ondan feyz alırız.

Peki, Manuganu ismini nerden esin-lendiniz?

Güzel bir soru. Türkiye’de yaşadığımız için ve dilimiz de Türkçe olduğu için; ama bunun yanında tüm jargon İngilizce etrafında şekil-lendiği için şöyle bir sıkıntı doğuyor: Bir oyunu yapıp oyunun ismini de sıfat tamlamaları kul-lanıp vermiyorsanız, o zaman bu ismin Türkçe ve İngilizce bir karşıtı olmak zorunda. Bu da beni rahatsız ediyor, açıkçası. Hiç İngilizce bilmeyen biri ya da Almanca konuşan biri an-layamayacak mı bu ismin anlamını? Bunun için ben de şöyle bir şey geliştirdim: Oyunun tek bir adı olsun, hiçbir dilde karşılığı olmasın ve herkes o isimle okumaya çalışsın. İsmi logo-suyla uyumlu olsun. Karakter de savaşçı ol-masın; ama ezik de gözükmesin, çocuk olsun; ama cılız da olmasın dedik. Tüm tahmini

Page 29: Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013

29

www.stepdergisi.com sayı: 2

isimleri bir liste haline getirdik ve elemeye başladık. Son ikiye de Manu ve Ganu isimleri kaldı. İkisi de kulağımıza hoş geliyordu. İkisi de doygundu. Hangisi olsun derken, ikisi bir-likte olsun dedik ve karakterin ismini Manu-ganu koyduk. İsmi yurtdışında çok iyi telaffuz edilemiyormuş. Hatta bir firma,” İsmini telaf-fuz edemediğimiz bir oyun.” şeklinde bir yo-rum yazmış. Oyun beğenilmese bile, bu isim-den sıyrılıp akıllarda kalmak da güzel bir olay.

Oyununuzla ilgili size gelen eleştiriler nasıl?

Çok çeşitli eleştiriler geliyor. İyi eleştiri yap-anlar var, kötü şekilde eleştirenler de var. Herkes eleştiri yapmakta serbest. Kimse oyu-nu beğenmek zorunda da değil. Biri bakıyor ve beğenmiyor oyunu. Çünkü, Call of Duty oy-nuyordur ya da başka bir oyun ve Manuganu’yu beğenmiyor. Bu çok da doğal. Çünkü bir Call of Duty’e baktığınızda, Manuganu onun yanında kötü bir oyun olarak kalıyor. Bunu kabul edi-yorum. Ama, “Manuganu çok berbat bir oyun, şöyle şöyle yapılsa daha iyi olurdu” gibi şeyler söylemek hiç hoş değil. Orada durmak lazım; çünkü sen bu oyunun hangi aşamalardan geçip

nasıl yapıldığını bilmiyorsun. Her şeyden önce benim içimden gelenler sonucunda çık-tı bu oyun. Ben böyle istemişim ve yapmışım. Bunun için böyle şeyler demek, bir yerde, oyu-nu geliştirenlerin emeklerimi göz ardı etme-si demektir. Oyunu beğenmeyebilirsin; ama böyle şeyler demek yanlış. Ama genel olarak oyun beğenildi. Özellikle görsel kısmı. Benim için de en önemli kısmı buydu zaten. Eli yüzü düzgün bir oyun olması benim için önemliydi.

Birçok yorumda oyuna yeni bölüm eklenmesini isteyen ifadeler görüyoruz. Oyuna yeni bölüm neden gelmedi ya da gelecek mi?

Aslında çok isterim; fakat bu zamana kadar oyuna yeni bölüm için sıra gelmedi. Çünkü oyunu görücüye çıkardığınızda, asıl iş o zaman başlıyor. O oyunu yaygınlaştırmak, ilk kul-lanıcılardan gelen hataları düzeltip tekrar yayın-lamak, gelen mailleri cevaplamak, diğer işler ki tek başına olunca bu daha da zorlaşıyor. Saatte elli ile yüz arası mail geldiğini biliyorum çeşitli yerlerden. Bazı insanların oyunu yüklenmiyor, bazıları iOS’ta para vermiş oyunu açamıyor. Bu

Page 30: Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013

30

sayı: 2 www.stepdergisi.com

gibi dertler de var. Bunların hepsiyle ilgilen-mem gerekiyor. Mesela, oyun Samsung Galaxy S4’te sorun oluşturdu ki böyle bir telefonda sorun oluşturması bizim için çok kötü bir şey, kötü bir reklam. Bunun çözümleriyle uğraştım, reklamları koydum. Bu gibi dertlerle uğraşmak daha değerli; çünkü ek bölüm bir yandan oluş-tursanız, diğer yandan bu oyunu hiç oynaya-mayanlar var. Sürekli bir tempo vardı ve bun-lar arasından yeni bölüm oluşturmaya zaman bulamadım. İnsanlar yeni bölüm bekliyor-lar ve haklılar; ama yapamadım ve üzgünüm.

Arog filminde de görev aldınız. Peki, hangi kısımları siz dizayn edip hazır-ladınız?

Haluk diye bir arkadaşım vardı, birlikte gü-zel sanatlardan mezun olduğumuz ve 3D ile uğraştığımız için biz dinazor ve organik mod-elleme kısmında görev aldık. Eliniz hem kalem tutup; hem de bunu dijital ortama aktarabilince en uygun yer burası oluyor. Bütün dinazor-ları modelledim. Bundan da çok zevk aldım. Normalde bir film için bir kaç yıl yıl çalışırlar ve herkesin o film içerisinde belli sınırlarda görev-leri vardır. Fakat biz hem az kişi; hem de 8-10 aylık bir süreye sahip olunca bir çok alanda çalış-mak durumunda kaldık. Çekirdek bir ekibimiz vardı. Sonradan işin teknik alanında da görev aldık. Hangar sekanslarının ışıklandırması ve 3 boyutlu set tamamlama sahnelerinde de çeşit-li altyapılar oluşturdum. Partikül sistemleri kullanarak obje dizilimi yaptım. İşin görünen, görünmeyen çok kısmında görev aldım.

Türkiye’de tasarım denilince akla ne geliyor?

Tasarım Türkiye’de operatörlükle çok karıştırılıyor. Mesela, biz Arçelik reklamı için “Çelik” karakterinin yeni versiyonunu, üzerinde çok çalışarak oluşturduk. Çelik karakterinin en son halini yaptıktan sonra, bunun reklam kısmı tasarım işine girmiyor. Yani, Çelik çamaşır makinesine yaslanacak, konuşacak, yürüyecek gibi kararlar, artık operatöre kalan kısım. Bu, artık tasarım işi değil. Her şeye tasarım denme-si tasarımcılara yapılan bir haksızlık oluyor. Biz güzel sanatlardan mezun olmamıza rağmen, kendimize hiç grafik tasarımcısı demedik. On-ların yaptığı benzer işler yapabiliyoruz; ama grafik tasarımcısı değiliz. Bunun için okumadık ya da biz bu işte olabilecek nüansları anlamay-abiliriz. Onlar bir font ailesi oluşturulabilir; ama biz oluşturamayız. Bu yüzden tasarım başka şeylerle karıştırılmamalı. Buna şöyle de örnek verebilirim. Örneğin; fotoğraf çekmek kolay bir şey; zor olansa fotoğrafçı olmak. Siz bir tuşa basarak fotoğraf çekebilirsiniz; ama önem-li olan kareleri yakalayabilmek, ışığı ayarlay-abilmek ve buna benzer şeyler. Yani fotoğrafçı olabilmek. Tasarım işi de bunun gibi bir olay.

Çektiğiniz bir kısa film var, nasıl bir film bu, yayınlandı mı?

Hayır, henüz yayınlanmadı. Festivaller için çekilmiş bir film, sanat filmi . Adı “Aralık”. Hü-

“Biz bir kişiysek yapabi-leceğimiz iş de bir kişiliktir.”

Page 31: Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013

seyin Mert Erverdi çekti filmi, tek yönetmen, birkaç oyuncuyla. Filmin konusu deprem ve yıkımlarla ilgili. Ama bir deprem filmi değil. Fotoğrafın sinema üzerindeki etkilerinden bahsediyor. Statik kareler var ve filmin vid-eo içeriği az. Hareketli görüntülerle fotoğrafı birleştirip çok deneysel bir şey yakalamaya çalıştık, görsel efektlerle birlikte. Önümüzde-ki günlerde yayınlanacak. Güzel bir film old-uğunu düşünüyoruz. Böyle bir şey denemiş ol-mak güzel. Bütçemiz olmadan, sadece özveri ve zamanla yaptık bu filmi ve güzel de oldu. Hiçbir karşılık beklemeden, sanat için oluşturul-muş bir film. Bugüne kadar yaptığım en güzel iş diyebilirim. Zaten birçok yerde ödül aldı.

Son olarak, sizin gibi bu işlerle uğraşmak isteyen, bu yönde hevesli ve gayretli olan okuyucularımıza tav-siyeleriniz ne olur, neler yapmalılar?Her şeyden önce bu alanda uğraşanlar tüm heveslerini, gayretlerini, çalışmalarını ilk yaptıkları iş için harcamamalılar, tüketme-meliler. Biz bir kişiysek yapabileceğimiz iş de bir kişiliktir. Önce o işi yaparsınız, son-ra ikinci adıma geçersiniz. Bir üst seviyeden başlamasınlar. Yapabildiklerinden başlayarak yaptıklarının üzerine bir birikim katarak adım adım ilerlemeliler. Bir ileriyi öğrenebilmek için o işin öncesini bilmelisiniz. Büyük hede-flerle başladığınızda, yapamadığınızı görüp sıkılabilirsiniz. Birinci olsun cepte olsun, ikin-

ci olsun cepte olsun. Öyle öyle ilerlesinler.Zaten her şey çok hızlı gelişiyor ve çok hazır ge-len yeni bir nesil var. Bu konularla ilgili bölüm-ler de üniversitelerde yaygınlaştı. Biz üniversite tercihi yaparken bu kadar çok çeşitlilik yoktu. Okuduğumuz bölüm iki üniversitede vardı. Bunun dışında artık size yol gösteren birile-ri de var. Mesela, bana mail atanlara ben geri döndüğümde çok şaşırıyorlar. Çok teşekkür ediyorlar. Teşekkür edilmesine gerek yok ki, bizim de sana ihtiyacımız var çünkü. Mesela, bir bilgisayar mühendisinin bildiğini, belki de ben öğrenmek için çok uğraşacağım. Belki de benden çok şey biliyorlar; ama bundan haber-sizler. Bunun için onlara yol gösteren daha fazla insan olmalı ve onlar da arayış içinde olmalılar.Bunun dışında, “yazılımcı değilim, oyun yapamıyorum” diyenler arasında, market-ing yapanlar da var. Onlar da gelsin; çünkü onlar olmadan yürümez bu iş. Bunun için nereden beslendiğinizin çok önemi yok; o beslemeyle nereye gideceğiniz önemli olan.En önemli konulardan biri de şu: Oyun yap-makla, bitmiş bir oyunu sunmak çok farkı şeyler. Geliştiriciler ve oyun dağıtıcıları, mo-bil dükkanlarda oyundan öte, son kullanıcıya bitmiş bir ürün veriyorlar. Güzel bir oyun var; fakat bunun logosu da var tasarımı da ikonu da. Bunların hepsi düşünülerek ve birleştirilerek bir ürün sunup bunu tasarlamanız gerekir. Manu-ganu bu yönde bir ürün. Çok harika olmayabil-ir; fakat bu kriterlerde bir eksiği de yok. Yeni bir şey yapmak için, başkalarının yaptığının üzer-ine yeni bir şeyler katarak ilerlemek lazım. Çok uğraşmak lazım, iyi çalışmak gerek. 15.Yüzyıl ressamlarına bakarsak, sanatçıların bazen senelerce bir resmi boyamakla uğraştıklarını görebiliriz. Sabır da çok önemli bunun için.

31

www.stepdergisi.com sayı: 2

Page 32: Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013

32

sayı: 2 www.stepdergisi.com

BURCU AKDARI TOPRAKGYİAD Yönetim Kurulu Başkanı

Page 33: Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013

33

www.stepdergisi.com sayı: 2

Öncelikle sizi, 2.dönem GYIAD başkan-lığını yürüttüğünüz için tebrik ediyoruz; önümüzdeki dönemlere de aday olmayı düşünüyor musunuz?

Hayır, ben bunu tarz olarak doğru bulmuyorum. Sonuç olarak bu önemli bir görev. Bu makamı,

oturup rahat edeceğimiz bir koltuk yerine; rahat ede-meyeceğimiz, daha fazla sorumluluk alabileceğimiz bir görev olarak görüyorum. Hep derim: “Koltuğun rahatı değil de çivisi batsın bize ki; rahat edemeyelim ve hep daha iyisini yapmaya çalışalım.” Sonuçta bu görev için hem ailenizden, hem zamanınızdan hem de işinizden fe-ragat ediyorsunuz. Bunun böyle devam edip, sürdürüle-bilmesi için de belli bir dönem içerisinde olması gerekir. Bunun dışında bir de tabii ki, insanların iş ha-yatında biraz tecrübelendikten sonra bu ortama girme-siyle oraya katkı sağlayabileceklerini düşünüyorum.

Bize biraz, GYIAD’a üye olmadan önce-ki süreçten, neden GYIAD’ı seçtiğinizden ve neden başkanlık misyonunu üstle-ndiğinizden bahseder misiniz?

Ben, Bursalı bir ailenin ferdi olarak dünyaya geld-im. 2001 senesinde Amerika’dan döndükten sonra

direk aile şirketinde işe başladım. Şirket Bursa’da ve 38 yıllık köklü bir şirket. Çok ortaklı bir şirket de olmadığı için üzerinize büyük sorumluluk yükleniyor. Tüm bu iş dışında “ben kendimi nasıl daha fazla geliştirebilirim, kendi bakış açımda arkadaşları başka nerede bulabilir-im” derken STK’ları araştırmaya başladım. İş dünyasın-da hem prestijli, hem projeleriyle öne çıkan, topluma fayda sağlamaya çalışan, kendinden daha az imkâna sa-hip olan kitleye yardımcı olmaya çalışan hem de bunu iş platformunda yapan, prestijli ve politikayla ilişiği ol-mayanı partiler üstü çalışan; yani, tek bir yere engaje olmayan, tamamen fikirleri savunan bir topluluk ol-ması benim için önemliydi. Bunun için, araştırmalarım

sonucu GYIAD kafama yattı. Zaten orada kendimi iyi bir şekilde presente edebileceğimi ve GYIAD’ın belli bir kültür ve vizyon seviyelerinde seyrettiğini görünce tercih etmem kolaylaştı . GYIAD’a üye olduktan bir yıl sonra da yönetim kuruluna seçildim. O zaman Pınar Eczacıbaşı başkan olmuştu. Üç dönem onunla birlikte yönetim kurulu üyeliği yaptım. O dönemde çok ku-rulda görev aldım. Bunlar beni farkında olmadan pe-kiştirmiş ki bana belli bir gruptan: “Bundan sonraki dönemi sen üstlen, sen başkan ol” diye teklif geldi. Taze bir kan, taze bir yüz, taze bir vizyon… Eski başkan-lar da buna çok destek oldu. Beni bu yönde cesaretle-ndirdiler ve ben de o dönem başkanlığa sıcak baktım.

Günümüzde Sivil Toplum Kuruluşlarının önemi yadsınamayacak derecede. Burada görüşülen, tartışılan konular, yürütülen faaliyetler ülkenin geleceği ile de ilgili oluyor, zaman zaman. Bu STK’ların en önemlilerinden biri olan GYİAD’da 2. Dönem başkanlığını yürütmekte olan başarılı iş kadını Burcu Akdarı ile hem kendisini yakından tanımak; hem de GYİAD’ın çalışma-larını öğrenip size aktarabilmek amacıyla bir röportaj gerçekleştirdik. Burcu Hanım’ın basın danışmanı Yıldırım Özcan’ın da katıldığı röportaj, özellikle genç girişimciler için oldukça yol

gösterici nitelikte.

Page 34: Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013

Okuyucularımız için GYİAD’ın çalışmaların-dan bahseder misiniz? Bugüne kadar proje olarak neler gerçekleştirildi; yürüttüğünüz faaliyetler neler?

Öncelikle, GYIAD yeni bir kuruluş değil; çok köklü bir kuruluş. Bu yüzden gücünü oradan alıyor, üyelerinden ötürü. Bilgi birikimi, bakış açısı, vicdan ve vizyon konu-ları bakımından güçlü üyeleri var. Dolayısıyla otur-muş, belli bir seviyede de anlayışa sahibiz. Farklı bakış açılarımızı tek bir vizyonda şekillendirmeye çalışıyoruz. Zaten, biliyorsunuz ki, Türkiye’de gündem çok hızlı değişiyor. Bizim de bu değişimler daha hızlı refleks ver-memiz gerekiyor; gerek fikirlerimizle, gerek o dönem ele aldığımız projelerimizle. Son dönem girişimcilik konusuna çok eğilim gösterildi. Mezun olduktan sonra

34

sayı: 2 www.stepdergisi.com

içine düştüğümüz “Ne olacak, ne yapacağız ve nasıl bir yol izlemeliyiz?” kaygıları bize bu yolu gösterdi. Tabii, bizim ülkemizde iş imkanları gelişmekte olan bir ülkey-le denk bile tutulamaz seviyede. Peki, “biz bu gençleri nasıl girişimciliğe özendirebiliriz?” diye düşünüyoruz. Tüm bunların dışında bir de geleneğimizde bir “esnaf ” mantığı var. Biz de bu esnaf mantığını teknik bir kelime olan “girişimcilik” le birleştirerek sonraki nesli bu man-tıkta özendirmeye çalışıyoruz. Özellikle buna odaklan-mış durumdayız. Bunlar dışında iki yıl önce kalkınma ve entegre projelerimiz oldu. Özellikle son iki yılda üniversitelerde sertifikalı eğitimler vermeye başladık. Üyelerimiz hiçbir ücret almadan bilgi birikimlerini üniversite öğrencilerine aktarıyorlar. Bilgi bakımında iki tür bilgi vardır. Bir sokak bilgisi, bir de okul bilgisi. Biz verdiğimiz bu eğitimlere sokak bilgisi diyoruz. Yani hayat bilgisi, edinilmiş tecrübeler. Sonuçta okuldan çıktıktan sonra hepimiz hayal dünyasında gezdik; realite bir süre sonra geldi aklımıza. Babam da hep der-di: “İleride iş hayatında başarılı olabilmek için, küçük küçük işlerde çalışın.” Hayat kitaplarda okuduğu-muz gibi değil. Eğitim okulda da sokakta da sürmeli. Biz daha eğitimimizi tamamlamış değiliz. Bunun için kendi aramızda üyelerimize eğitim verdiğimiz küçük bir komitemiz de var. Üyelerimizi duayen iş adamları iş kadınları ya da kendi alanında öne çıkmış kişiler-le buluşturuyoruz. Bu tarz eğitimlerimiz de mevcut.Bunlar dışında GYIAD olarak oldukça fazla program yürütüyoruz. Mesela, geçtiğimiz dönemde yurtdışı planlarımızda özellikle Yunanistan’ı inceledik. O şu an bir başarısızlık örneği, evet; ama biz iki ülke arasın-da iyi ilişkiler yürütebileceğimizi düşündük. Hiçbir STK’nın gidip de ele almadığı bir konuydu bu. Kıyıda köşede kalmış; ama aynı zamanda çok da güncel bir konuydu. Bir heyet kurarak orayı ziyaret ettik. Ora-daki başkonsolosluk, TUSİAD TOP seviyesindeki en iyi başkanlarıyla toplantılar eşliğinde beyin fırtınaları yaptık. O zamanlar orada 50 milyar dolarlık bir özelleştirme paketi hazırlanıyormuş. Bize de bu hisse- leri vermeyi teklif ettiler. “Gidin bunu ülkenize anlatın, ülkeniz parlak bir yıldız, çok iyi bir para akışı var; biz ise çöküşü yaşayan bir ülkeyiz, ortak bir noktada bu-luşabilir miyiz? Gerekirse iş adamlarınız gelip bizim özelleştirmelerimizden yararlansınlar.” Dediler. Bunun dışında orada çeşitli konferanslara da katıldık. Yunan-lılara konferanstan sonra verecek kartvizitim kalmadı. Hayatımda ilk defa kartım tükendi. Türkiye’den ge-len bir STK üyesi olduğum için bizimle tanışmayı çok istediler. Biz orada bir info-point durumuna gel-dik. Hiç değinilmemiş bir konuyu kendi vizyonumu-

“Hayatımda ilk defa kartım tükendi.”

Page 35: Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013

35

www.stepdergisi.com sayı: 2

zla Türk iş dünyasına açmış olduk. Sonrasında bütün özelleştirme daire başkanlığı, Yunan işadamları olmak üzere iki yüze yakın kişi Türkiye’de ağırlandı. Daha sonra işi başbakanımız devraldı. İki ülke başbakanı ve birçok bakanla birlikte Çırağan’da bir toplantı yapıldı. Ve konunun seyri iki ülke arasında böyle ilerledi. Bunlar dışında enflasyonu canlı tutmak için kendi ar-amızda da toplantılar yapıyoruz. Bu toplantılarda ileri-ye dönük neler yapabileceğimize dair konular konuşuy-oruz. Kendi içimizde networking aktiviteleri yapıyoruz. Bu dönem bu konulara daha da çok eğildik. Mesela, bundan bir kaç gün önce üyelerimize çok kısa bir an-ket gönderdik: “Bu dönem neye eğilelim, neye yoğun-luk gösterelim? Geçmişin iyi yanlarını alalım ve üzer-ine neler katalım? Diye. Konumuz yine aynı yere geldi. “Bizim isteğimiz networking, biz birbirimize daha fazla yardımcı olmak, daha fazla fikir alışverişinde bulunmak istiyoruz.” Dendi. Bu da kendi içimizde yapacağımız, faaliyetleri arttıracağımız konulardan biri haline geldi.

Peki, bunda Ertuğrul Belen’in payı olabilir mi?

Kesinlikle, oldukça fazla katkısı var. Networking den-ince akla ilk Ertuğrul Belen gelir. Kendi bilgi biri-kimini her türlü sistematiğini bize aktardı ve üyel-erimiz onun iş yapış şeklinden oldukça faydalandı. Bu dönemde de yönetim kurulunda çok aktif. Fay-da vermeye, topluma katkı sağlamaya çok heves-li bir iş adamı. Kendisi ne kadar yoğun olsa da bu konularla ilgileniyor, STK kültürüne çok yatkın.

Networking konusunda dışarıya açılmayı düşünüyor musunuz?

Biz sadece kendi içimizde networking yapıyoruz; daha kendi içimizde tanışmayı beklediğimiz kişiler var. Çok büyük bir grup bu. Dışarıya açıldığımız va-kit işler daha çok karışabilir; çünkü kendi içimizde daha birbirleriyle tanışmayı bekleyen onca kişi, net-working kaynaklarımızı dışa açtığımız zaman, bel-ki, bir daha hiç karşılaşmayabilirler. Böyle olur-sa da içteki yayılımı ve yapılaşmayı sağlayamayız.Yıldırım Bey;STK’ların kendi kuruluş sebepleri de var. Biz önce kendi içimizde yayılalım istiyoruz. Önce bunu sağladıktan sonra, tanışmamız gereken kişiler varsa ki, var, onlarla da piyasayı yoklamaya çalışıyoruz. Burcu Hanım;Yaklaşık seksen, yeni üye katıldı aramı-za. Bu da bizim gibi bir STK için çok büyük bir hacim, çünkü belirttiğim gibi belli bir vizyon çerçevesinde

işleyiş tarzında nüfus birbiriyle münasebet haline gi-riyor. Bu yüzden işlerin düzgün yürümesi çok önemli.

Üniversite gençlerine yönelik eğitimleriniz oluyor mu?

Evet, girişimcilerimizi üniversitelerde buluşturuy-oruz. Yaklaşık sekiz üniversitede seminerler yaptık geçen sene. Birçok alanda başarı sağlamış girişim-ciler var, aralarında. Çeşitli şirketlere evlilikleri yaptırmış kişiler gibi. Geçen sene sadece ben, yirmi beş üniversitede konuştum. Kendi konularımızı kapsadığı sürece ajandamızda programımız da uy-gunsa Türkiye’de neresi olursa olsun gidiyoruz.

Ülkemizde kadın girişimcilerin sayısı çok az ve siz-in gibi insanlar, girişim konusunda kadın girişim-cilere örnek oluyor; ama yine de yeterli değil. Peki bu konu hakkında yürüttüğünüz faaliyetler var mı?Bizim esas konumuz kadın girişimcilik değil; genç girişimciliğe önem veriyoruz. Yani kadın erkek ayır-mamaya çalışıyoruz. Bu yönde odak noktamız başka. Ama tabii ki bu konu hakkında çalışan STK’lar var

Page 36: Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013

ve biz de onlara destek oluyoruz. Bunun dışında GY-IAD, başlı başına kadın erkek dengesini sağlamış bir dernek. En başta saydığım GYIAD’ı seçmemdeki ned-enler arasında, aslında bu da var. Çünkü bir ortamda kadının olması çok önemli bir şey. Bazen çok fazla erkeğin olduğu ortamda düşüncelerimizi tamamiyle söyleyemeyebiliriz. Ama GYIAD, bu dengeyi öyle gü-zel oturtmuş ki bence bu konuda Türkiye’de bir nu-mara. Diğer hiçbir STK kuruluşunda böyle bir denge görmemiştim. Her konuda, her yaptığımız işte kadın erkek dengesini tutturmaya çalışıyoruz ve böylece ken-dimizce bir mesaj da vermiş oluyoruz. Derneğimiz yönetime, adayları ortak istişare ile gösteriyor ve yöne-tim kurulunun da yaklaşık %40’ı bayanlardan oluşuy-or. Her zaman söylerim: “Bir yerin seviyesi, o yerde-ki bayan sayısı ile doğru orantılıdır.” Bu da GYIAD’ın medeniyet seviyesini gösterir. Bu konuda feminist bir düşüncem yok; feminist de değilimdir zaten; fakat sosyal hayatta her iki varlığın da eşit şekilde olup bir-birlerinden yararlanmaları gerektiğini düşünüyorum.

Başarılı bir girişimci olabilmek için neler yapılmalı?

Bir kere erken başlamak lazım. Üniversiteden sonra “ben girişimci olacağım” demek, bence çok geç. Bu kan baştan size aşılanıyor. Bu ruh size aileniz tarafından da verilmiş olabilir, zorda kalıp kendiniz de bu yetiyi edin-miş olabilirsiniz. Böyle hikayeler de var, biliyorsunuz.. Kırktan sonra kendi işinizi kuracağınızı söylerseniz, bu belki mümkün olabilir; ama çok daha meşakkat-li ve zor. Erken pişmek diye bir şey var; çünkü erken aldığınız riskler çok büyük kayıplar doğurmaz. Son-radan alacağınız riskler bir mağlubiyet taşıyan nitelik-teyse çok büyük yıkımlar getirebilir. Bunlara ek olarak çalışırken sadece işe odaklanmak dışında sosyal olmak gerektiğine de inanıyorum. STK’larda bulunmak net-working imkânı ve farklı fikirleri görebilmek açısından da çok elzem. Bir diğer önemli madde de geçmişin, bizden öncekilerin tecrübelerine riayet edilmesi ger-ektiğidir. Onların bilgi birikiminden faydalanmamız; bunun yanında onların da bizim dinamizmimizden faydalanması gerekir. Bu dengeyi iyi oturtmak, işler-

“Bir yerin medeniyet seviyesi, o yerdeki bayan sayısı ile doğru

orantılıdır.”

“Çağ artık odaklanma çağı, odaklanabilme becerisi belirli-

yor seçimlerinizi”

36

sayı: 2 www.stepdergisi.com

in hızlı ilerlemesini sağlayacaktır. Çünkü yaşamışı bir daha yaşamak yerine, ondan faydalanıp bir adım il-eriye o tecrübeyle gitmek daha doğru bir yaklaşım olur. Bunun yanında şu da var: Son dönemde çok fa-zla konferans, eğitim gibi aktiviteler var. Acaba, bu eğitimlere katılayım derken, icracılığı mı kaçırıyoruz? Yani eğitim, eğitim, eğitim de bu eğitimi alacağım bir yerde uygulayacağım, sonra bir yenisi gelecek onu da yapayım derken çok dallanıp budaklanmış olacağım. Eğitimi de alacağız; ama bunun yanında icracılığı da eğitimle dengeli bir şekilde yürüteceğiz. O kadar çok eğitim var ki, bunlar dönüp dolaşıp aynı yere geliyor, bu eğitimler hakkında aynı şeyler söyleniyor. Eğitimle icracılığı harmanlamak gerekir. İcracılıkta da kafanızı bir kuma devekuşu gibi sokarsanız ,bu sefer gündemi kaçırırsınız. Bütün gün ne eğitim olur; ne de icracılık. Dengeyi iyi tutturmak şart. Bunlar için de artık seçi-

Page 37: Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013

37

www.stepdergisi.com sayı: 2

ci olmamız gerekir. Çok fazla bilgi var. Neyi yapacak-sanız, ona göre kendinize bir odak noktası belirlemeniz gerekir. Çağ artık odaklanma çağı, odaklanabilme bec-erisi belirliyor seçimlerinizi. Eskiden bu kadar fazla bil-gi yoktu ve bir işe odaklanmamız daha basit oluyordu.

GYİAD başkanı olarak sosyal başarı sahi-bi bir insansınız. Sosyal ortamlardaki bu başarınızın sırrını neye bağlıyorsunuz?

Sağ olun, bana böyle sorular soruldu mu, hemen yanım-daki arkadaşlara dönüyorum; “Neden beni başarılı buluyorsunuz.” Diye. Çünkü bu benim size tek başı-ma verebileceğim bir cevap değil. Cevabı tam olarak ben de bilmiyorum. Bu soruyu Yıldırım Bey cevap-lasın; ama kötü yanlarımı da söylesin ki torpil olmasın.YıldırımBey; Bir kere en baştan sosyal olmak, toplum-dan uzaklaşmamak gerekir. Soyadınızı, ailenizin başarısını kendi başarınız olarak görmeyip, “Hayır, ben kendi işimi yapıyorum” diyebilmek çok önemli.Burcu Hanım iki dönemdir başkanlık yapıyor ve or-

taya koyduğu çok kaliteli işler var. Demek ki bir derdi ve amacı var ki; bu işleri yapmakta hevesli. Sonuçta günün bu sıcak saatinde buradayız ve si-zle röportaj yapıyoruz. Bilgi birikimimizi sizle pay-laşıyoruz. Burcu Hanım başarılı ki; derneğe çok kişi üye olmak istiyor ve işler gayet yerinde seyredi-yor. Kötü yanlarını ben size daha sonra anlatırım.

İki sene üst üste GYİAD başkanı seçilmiş biri olarak sizce liderliğin vasıfları nelerdir?

Bu soruları bana her defasında sorduklarında, her seferinde de farklı cevaplar vermeye başladığımı görüyorum. Galiba, ben de değişip farklılaşıyorum. Ben yapı olarak katılımcı demokrasiye inanıyorum. Bu bende işleyen bir format, benim kişilik özelliğim. Liderliğini sürdürdüğüm dernekte, ben başarıyı bu tarzda sağlıyorum. ”Bu benim fikrim, böyle ilerleye-lim” demektense, herkesin fikrini alıp sorunu çözmeye odaklanıyorum. Taşın altına elimizi hep birlikte koy-mak ve bunu insanlara hissettirebilmek önemli. Sonuç-ta başarı da o grubun; başarısızlık da. Herkes fikrini söylemeli, kendini ifade edebilmeli. Bu yönde fikirl-er benim için önemli. Tabii, fikirleri doğru süzgeçten geçirip elemek de çok önemli. Bunun için de tercihen, sorumluluk bilinci ve kişisel motivasyonu yüksek in-sanlarla çalışmayı seviyorum. Bu benim işimi kolay-laştırıyor. Sonuçta kendi tarzınıza yakın insanlarla çalışmak işleri kolaylaştırır. Ama diğer yandan ben, benim gibi düşünmeyenlerle de çalışmayı seviyorum; çünkü onlar da bana farklı bir bakış açısı katıyorlar.

GYIAD dışında iş hayatında edindiğiniz amaçlar ne?

Ben serbest ticaretle uğraşıyorum. Beni bu alan cezbe-diyor. Bundan sonra, yeni gelişen, işin teknik altyapısını bilen bir firmayla ortaklık yapmak isterim. Gelecekle il-gili bazı beklentilerim var. Henüz sektör belli değil; ama ben kendimi hep perakende sektörüne daha yakın his-settim. Sosyal alan sektörleri beni kendine çekiyor. Bu kişiliğimden kaynaklanan bir sebep olabilir. Tabii, çalışa-cağım firmanın yurtdışı bağlantısının olması da gerekir. Yurtdışında eğitim aldım sonuçta ve bu beni manevi olarak besliyor. Bir ayağınızın hep yurtdışında olması sizi çok ilerletiyor. Vizyonu olan işler ilgimi çekiyor.

Page 38: Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013

38

sayı: 2 www.stepdergisi.com

Bilindiği üzere Y kuşağı çalışanları işverenin gözde-si haline gelmiş; X kuşağına göre daha hızlı karar verme yetisine sahip, daha dinamik bir topluluk. Fakat günümüzde yetişen öyle bir kuşak var ki; işverenlerin gözdesi haline gelmeyi bırakın, bel-ki de iş hayatı organizasyonlarını baştan yazacak-lar. Kim mi bu kuşak? İşte karşınızda Z kuşağı...

İlk üyelerini 2003’te vermeye başlayan Z kuşağı, bun-dan önceki jenerasyonlardan çok farklı şekilde yetişiy-or. Çağın dönüm noktası olan teknolojinin tüm gelişim evrelerine şahit olup, onla büyüyorlar. Daha şimdiden son nesil teknoloji ürünleriyle haşır neşir olan bu jenerasyon, ileride iş hayatını birinci elden yönetecek gibi duruyor.

Z kuşağının önceki nesillerden farkı ne?

Bu jenerasyon son dönemde eğitim seviyesinin sürek-li değişip gelişmesine paralel daha iyi bir öğrenim ha-yatına sahip. İnternet gibi sonsuz bilgi paylaşım plat-formunu ellerinde bulundurmaları onların en büyük avantajı. Önceki kuşaklara göre araştırıp öğrenmeye daha hevesliler ve bu isteklerini karşılayabilecek kay-nakları da yeterince mevcut. Coğrafi sınırları yine inter-net aracılığıyla aşıp, dünyanın diğer ucunda gündem-deki olayları takip edebilen bu kuşak, hem böylelikle özgüven ediniyorlar; hem de yorum yapabilme yetil-erini geliştiriyorlar. Ayrıca iletişimin her türlü yoldan yapılabildiği bir çağda yetiştikleri için her ne kadar ‘aso-syal’ olarak görülseler de kendi nesilleriyle sürekli pay-laşım ve etkileşim halindeler. Bu da bilgi paylaşımını arttırdığı için kendi nesilleri içerisindeki üstün kişisel farkları ortadan kaldırabiliyor, insanlarla olan iletişim-lerini güçlendirebiliyorlar. Bu aslında nesiller arasındaki iletişim sorunun aşacak bir özellik olarak da görülüyor. İstedikleri her şeye tek bir tuşa dokunarak sahip ol-maları onların bağımsızlık duygularını geliştiri-yor, her şeyi çabuk öğrenip, çabuk da vazgeçe-biliyorlar; bu biraz da aceleci,hırstan habersiz, sabrı bilmeyen ve hep farklılık arayan –standar-tlardan uzak- bir nesil olmalarına neden oluyor.

Z kuşağının iş hayatındaki rolleri ne olacak?

Bu kuşak iş hayatına yepyeni bir boyut getiriyor. Bi-raz başlarına buyruk, bağımsız ve sürekli yenilik ist-eyen, ritüellerden çabuk sıkılan bir nesil olduğu için işverenlerine çektirecekler gibi duruyor. İşverenleri muhtemelen Y kuşağı olacağı için, belki de daha ılım-lı yaklaşacaklar; ama Z kuşağını yerinde tutmak biraz zor. Kendi içlerinde serbest çalışmayı seven, her şeyi hızlı yapan ve hızla tüketen bir nesil. Daha çok ar-ge yapmaya yatkın, yeni şeyler üretmeyi seven, sınırları zorlayan ve zor ikna edilebilen kişilerden oluşuyor; bu yüzden kendi bildiklerini okumayı severler. Ça-buk yaşayıp çabuk vazgeçtikleri için başarılı olanları elde tutmak zor; bu yüzden onlara daha fazla yatırım yapmak gerekebilir. Tabii, Z kuşağı henüz iş hayatın-da olmadıkları için tüm bunları bekleyip göreceğiz.

Peki, şirketler Z kuşağına karşı nasıl bir tu-tum sergilemeliler?

Z kuşağı bireysel çalışmayı sevdikleri için tek başlarına büyük işlere imza atabilirler. Şirketler-in ise bu yeteneklerden faydalanması için izleye-ceği bazı yollar olmalı. Bunlardan bazıları;

• Şirketler değişen, gelişen bu çağa ayakuydurup bünyesinde Z kuşağından bireyler barındırabilmeli, deneyimli çalışanları ile Z kuşağı çalışanları arasındaki dengeyi iyi tutturabilmeli • Z kuşağının diğer nesillerle iletişimi kuv-vetli olduğu için takım çalışmasına özen göster-ilmeli; fakat takım içerisindeki tüm kişile-rin de bireysel eğitime tabi tutulması önemli.• Şirketler, Z kuşağının dikkatini ve merakınıbelli bir seviyede tutmak zorundalar. Kalıplaşmış işler yerine yenilikçi fikirlere özen göstermeliler.• Azimli olmadıkları için aralarından lider çık-ması zorlaşıyor, bunun için hiyerarşik bir düzende seyretmiyorlar. İlerleyen zamanlarda onlara uygun yeni iş ve yönetim anlayışlarının doğması muhtemel.

Burak ARIK

Y KUŞAĞI İLE DEĞİŞEN İŞ HAYATI, Z KUŞAĞI İLE FARKLI BİR BOYUTA GİRİYOR!

Page 39: Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013
Page 40: Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013

40

sayı: 2 www.stepdergisi.com

VOLKAN IŞIKMilli Ralli Pilotu

Page 41: Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013

şampiyonasına gitmekti ve dünya şampiyonasın-da yarıştım, dereceler elde ettim ve ilk günden beri bu işi hayatımda en önemli yere koydum. Yarıştım, takım yönettim, lastik geliştirdim ve VOLKICAR adında bir yarış otomobili tasarladım. Yani zamanla farklı hedeflerim oldu ve onlara ulaşmaktan manevi olarak tatmin oldum; ama asla yaptığım işleri bir son olarak görmedim, önüme hep yeni hedefler koydum.

Türkiye’yi Avrupa’da da başarıyla temsil etmiş bir isimsiniz. Bu sizde nasıl bir duygu uyandırıyor? Önünüzde gerçekleştirmeyi düşündüğünüz başka hedefleriniz var mı?

Elbette, Avrupa’da bir Türk sporcusu olarak yarışmak ve başarılar elde etmek beni çok mutlu ediyor. Hala

Dünya Ralli Şampiyonası WRC’de puan alan tek Türk pilotum. Bunlar, kariyerimin unutulmaz hatıraları. Şu an mesaimi ,yarışmak için değil; yarışarak elde et-tiğim tecrübelerle spora fayda sağlamak için kullanıyo-rum. VOLKICAR isimli bir yarış otomobili tasarladım

41

www.stepdergisi.com sayı: 2

Bize biraz yaşamınızdan ve bu noktaya gelene kadar geçirdiğiniz aşamalardan bahseder misiniz, arabalara ve hıza olan tutkunuzu ilk ne zaman fark ettiniz, bu tut-kunuz nasıl gelişti?

Otomobil sevgisi çocuk yaşlardan itibaren başladı. Onun tutkuya dönüşmesinin, bel-

ki de otomobil sahibi olmakla alakası var. Hep oto-mobil sahibi olmak isterdim ve otomobil sahi-bi olduktan sonra, otomobilleri daha çok sevmeye başladım. Herhalde ehliyetimle birlikte otomobil kullandıkça, onları kendime daha yakın buldum, otomobil sevgim daha da arttı ve tutkuya dönüştü.

Bazı insanların Nirvana’sı vardır ve o nok-taya ulaşıp başarıyı görünce, her şeyi bırakıp boşluğa düşerler. Acaba sizin “Nir-vanam bu” dediğiniz bir nokta ya da bir kişi var mı? Yoksa bu işi sadece zevk al-mak için mi yapıyorsunuz?

İlk yarışım Ali Sipahi Rallisi idi. İlk yarışımı yaptık-tan sonra, “bu benim sporum” dedim ve bu spo-

run içerisindeki çabamı en yüksek seviyede tutma-ya çalıştım.1990 yılında yarışırken, hedefim dünya

Başarıyı sonu gelmeyen bir yol olarak tanımlamıştık. Ama şimdi okuyacağınız başarı yolu biraz farklı. Bu yol, bir Türkün, Ralli pistlerinde, büyük hız ve tutkuyla, kazandıkça daha fazlası için çalışarak ilerlediği bir yol; “Pistlerdeki başarı yolculuğu”. Dünya Ralli Şampiyonasında puan alan ilk ve tek Türk ve bir çok yarışmada da birinciliğe imza atma unvanına sahip Volkan Işık, sor-ularımızı sizin için cevaplandırdı. Özellikle ralli tutkunları için, büyük hevesle okuyacakları bir

röportaj olduğuna inanıyoruz.

“Şu an mesaimi ,yarışmak için değil; yarışarak elde ettiğim te-crübelerle spora fayda sağlamak

için kullanıyorum”

Page 42: Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013

ve onun yarıştığı “V1 Challenge Şampiyonası” kurgu-ladım. 3 senedir V1 Challenge ile sporu halka yakınlaştır-mak ve popülerleşmesini sağlayarak motor sporlarına fayda sağlamak için ekibimle gece gündüz çalışıyorum.

Birçok ülkede ve pistte yarıştınız. Farklı pistlerde yarışmak, yarışınızı ya da perfor-mansınızı nasıl etkiliyor? Bize biraz yarış öncesi anlarınızdan bahseder misiniz?

Evet, dünyayı gezdim yarışlarda. Farklı yerlerde yarışmak heyecan veriyor. Sürekli aynı parkurlar-da yarışarak kendimi geliştirmem, zaten müm-kün değildi. Hızlanmak, farklı koşullara adapte olmak beni daha iyi bir pilot yaptı, bu kesin.

Yarışa üç gün kala makarna yemeye başladığınızı söylemişsiniz, bunun özel bir nedeni var mı?

Sadece beslenmeme değil, hayatımdaki her şeye dik-kat ediyorum yarıştan önce. Ama sadece yarıştan önce değil, tüm hayatımı böyle yaşıyorum. Sporcu olmak bunu gerektiriyor. Sürekli formda, zinde zihinsel ve fiziksel olarak hazır olmak gerekiyor. Düzenli koşu yapıyorum ve sporcu masajı yaptırıyorum. Yediklerime, sosyal hayatıma ve iş tempoma da dikkat ediyorum.

Yarış anında sporcuların 2-3 kilo verdiği biliniyor, bu yarış anındaki stresten mi kay-naklanıyor? Çünkü o kadar hızla insanın sadece sonuca odaklanması lazım; en ufak bir hata kazaya neden olabilir.

“Hızlanmak, farklı koşullara adapte olmak beni daha iyi bir

pilot yaptı”

42

sayı: 2 www.stepdergisi.com

Stres değil, asıl etken, aslında. Su kaybı… Çükü yarışlarda otomobilin içindeki sıcaklık 50 derecel-ere ulaşıyor ve giydiğimiz özel kıyafetler de bizi çok terletiyor. Yanmaya karşı dayanıklı bu kıyafetlerle otomobilin içinde geçirdiğimiz her dakika su kay-bı oluyor ve bu sebeple, kilo kaybediyoruz; ama yarıştan sonra 1-2 gün içinde aynı kiloya dönüyoruz.

Bugüne kadarki yarışlarınızda en un-utamadığınız anınız nedir?

Kariyerimde birçok güzel anı ve başarı var. Tek bir anı olarak değil tüm başarılarımı un-utulmaz anlar olarak saymak isterim…

Trafiğe çıktığınızda zorlanıyor musunuz? Sonuçta hıza alışkın birisiniz ve özellikle de İstanbul trafiğini düşünülünce sizi zorluyor mu?

Otomobil sporuna başladıktan sonra, otomo-bille hız yapmak, beni çok tedirgin ediyor ve böyle

Page 43: Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013

nizasyonunu oluşturduk. Bireysel eğitimlerin yanı sıra, kurumlara yönelik eğitimlerle daha geniş kitlel-ere ulaşma imkânı buluyoruz. Volkan Işık Akademi, eğitimler ve organizasyon konusuna odaklanmış birimimiz diyebiliriz, yani. Akademi bünyesinde bir de karting pistimiz var; Yıldız Teknik Üniversitesi Davutpaşa kampüsünde. Orada gençlerle tanışıyor, organizasyonlar düzenliyor, eğitimler veriyoruz.

13- Ralli sporuyla ilgilenenlere, gençlere bu konuda doğru yol gösterecek; sizin kurduğunuz gibi bir akademi tarzı kuruluş ülkemizde çok fazla bulunmuyor. Peki, Vol-kan Işık Akademi olarak hedefleriniz neler, bu spora tutkun olan insanlara ulaşabiliyor musunuz, kendinizi bu konuda Türkiye de nerede görüyorsunuz?

Ülkemizde otomobil sayısındaki hızlı artışa bağlı olarak otomobil kullanımı konusundaki bilincin de artması gerekiyor. Otomobil satışlarındaki artışa bağlı olarak bilincin artması beklenir zaten. Ancak, yavaş ilerle-diğini görüyoruz. Bu yüzden, biz de Volkan Işık Aka-demi’nin öneminin farkındayız. Otomobil sporları ile ilgilenmek isteyen kişiler bize, Volkan Işık Akademi’den ulaşıyor ve sadece yarışma değil; sporculuk bilincini ve otomobil kullanma kültürünü de yaymaya çalışıyoruz.

43

www.stepdergisi.com sayı: 2

bir alışkanlıktan, böyle bir tarzdan uzak duruyo-rum. Tam tersi, arkadaşlarım otomobilin içerisinde benim yanımda sıkılıyorlar. Çok yavaş gittiğimi düşünüyorlar. İstanbul trafiği, evet, çok zorluyor.

Ralli, Türkiye’de hala populeritesini yaka-layabilmiş bir spor değil, siz bunu neye bağlıyorsunuz? İnsanların ralliye karşı bakışı sizce nedir?Motor sporları branşları dünyada ve Türkiye’de son zamanlarda dalgalanmalarla anılıyor. Ancak, otomobil icat edildiği andan itibaren, hatta, daha caddelere çık-madan, insanlar otomobilleri yarıştırmaya başladı. Oto-mobil var oldukça, yarışları da olacaktır. Sporun ruhu, hayatı yaşamayı sevenler için vazgeçilmez olacaktır.

Avrupa ve Türkiye’yi düşündüğümüzde ralli alanında ve ona duyulan ilgide nasıl bir fark var? Türkiye’de bu sporda nasıl bir gelecek görüyorsunuz?

Türkiye’de ralli ve motor sporlarına ilgi, sey-ircilerden de sponsorlardan da beklenen se-viyede değil, maalesef. Ama bu sporu se-vdiğimiz için bilincinin yerleşmesi için elimizden geleni yapmaya, projeler üretmeye devam edeceğiz.

Aslında çoğu insan için araba ve hız tut-kuyken, belki de hayat şartlarının da etki-siyle, sadece düşünce olarak kalıyor. Siz bu tutkunuzu gerçekleştirmiş biri olarak neler tavsiye edebilirsiniz?

İşleri zor; ama yeni neslin bizlere göre daha bilinçli olduğunu gözlemliyorum. Spor yapmanın ve beden-lerine otomobile olduğu kadar iyi bakmanın önemi-ni anlıyorlar. Belki, bu spor kültürü motor spor-ları ile genele yayılırsa, durumu biraz düzeltebiliriz.

Volkan Işık Akademi çatısı altında bugüne kadar iki bini aşkın öğrenciyle sürüş, ince-lik ve becerilerinizi paylaştınız. Bize biraz, Akademinin kurulmasından ve süreçlerin-den bahseder misiniz? Öğrencilerin bu akademiden beklentileri neler ve akademi bunun ne kadarını karşılayabiliyor?

Biz otomobil sporlarından edindiğimiz bilgileri, te-crübeleri günlük hayata aktarabilmek, insanlara fay-da sağlamak amacıyla Volkan Işık Akademi orga-

“Sadece yarışma değil; sporculuk bilincini ve otomobil kullanma kültürünü de yaymaya çalışıyoruz”

Page 44: Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013

44

sayı: 2 www.stepdergisi.com

TOLGA TATARİMarkafoni Kurucu Ortağı

Page 45: Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013

45

www.stepdergisi.com sayı: 2

Sizi biraz geçmişe götürüp okul yıllarını-za dönersek; okul hayatınız boyunca yaptığınız etkinlikler ve başarılarınız nele-rdir? Girişimcilik hayatınıza okul yıllarınız-da başladığınızı düşünürsek çok aktif bir dönem geçirmiş olmalısınız. Okul yıllarında girişimciliğe atıldığınızda çevrenizden nasıl tepkiler aldınız?

18 yaşıma bastığım günden itibaren hep kendi işimi yaptım. 1999 yılında Hip Productions’ın

kurucu ortakları arasında yer alarak ilk ciddi iş gi-rişimimi hayata geçirdim. Konser organizasyonları için global sanatçıları getirten, Türkiye’de ise san-atçı menajerliği yapan bu şirketten dört yıl gibi bir süreden sonra hisselerimi devrederek çıktım. 2002

yılında evlilik hazırlıkları yapanlara yönelik bir site olan evlilik.com’un kurucu ortağı olarak e-ticarete adım attım ve 2003’ün başlarında yazılım ve tasarım hizmeti sunan “Akinon” şirketini kurdum. 2008 yılında ise Ahmet Emre Sarı ve Sina Afra ile birlikte Markafoni’yi kurarak özel alışveriş kulübü modelini Türkiye’ye getirdik. Bugün ise Markafoni’nin CEO’su ve Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yapıyorum.

Siz daha okul yıllarında girişimler yap-mış ve bu girişimlerde büyük başarılar sağlamış birisiniz. Bu girişim sürecinizden biraz bahseder misiniz? Zorlandığınız anlar oldu mu, nasıl başa çıktınız?

Eticaret dinamizmi olan bir sektör. Tabii sürek-li değişen ve gelişimin içinde en çok zorlandığım

nokta bir yandan hızlı hareket ederek kısa vadeli işleri halletmeye çalışırken, diğer yandan uzun vade-li hedefler koyarak aslında rotayı geleceğe çevirmek.

İş yaşamınızda organizasyon işlerinden sonra 2002 yılında “evlilik.com” ile ”e-ti-caret”e adım attınız ve kariyerinize bu alanda devam ettiniz. Bu yönde Sektör değiştirerek “e-ticaret”e geçiş sebebiniz nedir, e-ticaretin gelecek vaat etmesi mi yoksa başka nedenleri var mı? Sizce e-ti-caret önümüzdeki on yıl içinde nerede olacak?

Eticaret alanına geçmemin sebeplerinden biri, sektörün potansiyelini keşfetmekti. Bunun yanı

sıra e-ticaretin şirket ile hedef kitlesi arasındaki doğrudan ilişki sağlaması, hızlı ve geliştirebilir ol-ması ve tüm bunların elektronik ortamda yapılıyor olması da önemli etkenler arasında sıralanabilir. Diğer taraftan gelecekte pazarın hızla büyümeye de-

“Her Girişimci, başarısızlığı tad-acaktır.”

Geçmiş iş hayatında başarısızlıklara uğramış bir girişimci olan Tolga Tatari, iş hayatına bilgisayar toplayıp satmakla başlamıştır. evlilik.com ’u kurarak

başlayan e-ticaret serüveni Mynet,Yemeksepeti,çiçeksepeti vb.sitelerle başarılı bir şekilde devam etmiştir. Bugün dev private shopping sitesi olan Markafoni.

com’un kurucu ortağıdır.

Page 46: Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013

kulübü markafoni.com, Türkiye’nin online moda merkezi enmoda.com ve Türkiye’nin en büyük on-line ayakkabı mağazası zizigo.com yer aldı. Ayrı-ca Türkiye 2012 Süper Markaları listesine seçilerek bu listede yer alan tek online moda markası oldu. En başından “farklı” olacağını belirter-ek yola çıktınız ve günümüzde çok fazla Markafoni gibi e-ticaret yapan şirket var. Müşterileriniz neden sizi tercih etmeli, farkınız nedir?

Markafoni, ürün çeşitliliği, özel avantajlar, renk-li kampanyalar, güvenilirliği, iade süreçlerinin ko-laylığı, hizmet kalitesi, marka değeriyle benzerlerin-den ayrılıyor ve kurulduğu günden bu yana özel alışveriş kulüpleri arasındaki liderliğini koruyor. Müşteri memnuniyetine son derece önem veren Markafoni’nin üyeleri, 7/24 hem telefon ile hem de on-line olarak müşteri hizmetlerine ulaşabiliyor, VIP servis hizmeti ve online canlı sohbet uygulaması ile anlık bil-gi paylaşımında bulunabiliyor. Markafoni’de iade işlemi de çok kolay gerçekleşiyor. Müşteriler istedikleri ürünü 30 gün içerisinde hiçbir ücret ödemeden iade edebiliyor. Bunun yanı sıra Markafoni olarak e-ticaret tren-dlerini yakından takip ediyoruz; mobil ticare-tin yükselişte olduğunu görüyor ve yatırımlarımızı da bu doğrultuda gerçekleştiriyoruz. Mobil uygu-lamaların kullanıcı dostu olması ve keyifli alışveriş deneyimi sunması bizim için önem taşıyor.

Markafoni gibi e-ticaret projeleri ciddi bir istihdam sağlıyor. Türkiye’nin ekonomisine katkıda bulunmakla kalmayarak yetenekli iş gücünün yetişmesine de olanak sağlıyor. Bu gibi girişimlerle Türkiye’deki işsizlik du-

“Türkiye ekonomisine katkıda bulunuyoruz.”

46

sayı: 2 www.stepdergisi.com

vam edeceğini, pazara hem yerli hem de yabancı yeni oyuncuların katılacağını düşünüyorum. Yabancı yatırımcılar halihazırda başarıya ulaşmış sitelerin satın alınması yoluyla pazara dahil olacak. Yabancı yatırımların Amerika’dan çok Ortadoğu ülkeleri, Kuzey Afrika ülkeleri ve Rusya’dan geleceğini tah-min ediyoruz. Teknoloji ve ölçeklenme ağırlıklı al-anları da yatırımcıların gözdesi konumunda olacak.

2008 yılında Ahmet Emre Sarı ve Sina Afra ile birlikte Markafoni’yi kurdunuz. Markafoni kurulana kadar, Türkiye’de özel alışveriş kulübü yoktu. Markafoni, Türkiye’ye özel alışveriş kulübü modeli-ni getirdi ve tüketicilerle tanıştırdı. Bize Markafoni’nin kuruluş aşamasından ve markalaşma sürecinden biraz bahseder misiniz? Böyle bir başarı yakalayacağınıza inanıyor muydunuz, başarınızın sırrı nedir?Türkiye’nin ilk ve lider özel alışveriş kulübü Markafoni, seçkin moda markalarını yüzde 90’a varan indirim-lerle sunuyor ve özel alışveriş kulüpleri arasında lid-er konumunda bulunuyor. Markafoni bünyesinde Türkiye’nin ilk ve lider özel alışveriş kulübü www.markafoni.com’un yanı sıra Türkiye’nin internetteki moda merkezi “enmoda.com”, kozmetik ve parfüm si-tesi “misspera.com”, Türkiye’nin lider fiyat karşılaştır-ma sitelerinden “ucuzu.com” ve Türkiye’nin en büyük online ayakkabı mağazası “zizigo.com” olmak üzere beş şirket bulunuyor. Markafoni yurtdışına açılan ilk Türk internet markası olarak, Polonya ve Ukrayna başta olmak üzere toplam 8 ülkede faaliyet gösteri-yor. Temmuz 2011’de Markafoni’nin hisselerinin yüzde 70’e yakınının 129 ülkede faaliyet gösteren Naspers’a bağlı MIH-Allegro tarafından satın alın-ması da Markafoni’nin global bir marka olma süre-cinin hızlanması açısından önemli bir gelişme oldu. Markafoni aynı zamanda bugüne kadar pek çok ödüle imza attı. Webrazzi 2011’de «En İyi Web Girişimi» ve «En İyi Özel Alışveriş Sitesi» kategorilerinde ilk sıra-da yer aldı. “Digital Age” dergisinin yaptığı araştırma-da özel alışveriş kategorisinde Türkiye’nin 2011 Dijital Lovemark’ı seçildi. Yine Ipsos KMG ile gerçekleştir-ilen Türkiye’nin Lovemark’ları araştırmasına göre Markafoni, en sevilen üçüncü online alışveriş sitesi oldu.2011 ve 2012 yıllarında “Capital” dergisinin araştır-masında e-ticaret sektörünün en beğenilen şirketi oldu. Ünlü teknoloji ve iş dergisi Wired’da Türkiye’de-ki en parlak 10 e-ticaret sitesi listesinde Markafoni iştirakleri olan Türkiye’nin ilk ve lider özel alışveriş

Page 47: Step Dergisi Sayı 2 Temmuz 2013

47

www.stepdergisi.com sayı: 2

rumu azalır mı, yoksa çoğu markanın ürünlerini sat-tığınız için oralarda çalışan elemanları da düşünürsek, artar mı; çünkü e-ticaret büyük bir hızla ilerliyor ve bel-ki ileride sadece internet üzerinden alışveriş yapacağız.4 kişiyle yola çıktığımız Markafoni’de şu anda 700’e yakın kişi görev yapıyor. Türkiye’nin ilk ve lider özel alışveriş kulübü Markafoni olarak, kurulduğumuz 2008 yılından bu yana sektörde yeni bir istihdam kanalı açarak, Türkiye ekonomisine katkıda bulunuy-oruz. Bünyemizde nitelikli işgücünün yetişmesine or-tam sağlayarak e-ticaret sektörünün gelişmesinde de etkili rol oynuyoruz. Sektörde verimliliği artırabilmek için değişik seviyelerde, farklı yetkinliklerde çalışan-ları bünyemize katıyoruz. Lojistikten prodüksiyo-na, Bilgi Teknolojileri departmanından pazarlama ve satışa kadar pek çok departmanı bünyesinde to-playan Markafoni aynı zamanda işi öğrenmek isteyen ve e-ticaret sektörüne ilgi duyanlar için tam bir okul niteliğini taşıyor. Özellikle bilişim teknolojileri alanın-da genç yetenekleri değerlendirmeye özen gösteri-yor, BT kökenli kişilere de ayrıca eğitim veriyoruz.

Sizce e-ticarette Türkiye’nin konumu ne? Ülkeler arasında e-ticaret uygulamaların-da kültür farklılıklarından kaynaklanan farklılıklar meydana geliyor mu?

Türkiye’deki e-ticaret pazarı, global örnekler-le kıyaslandığında hızlı büyüyen bir pazar olarak dikkat çekiyor. Türkiye’de e-ticaret pazarının hızla gelişmesinde kredi kartı penetrasyonun yüksek ol-ması, lojistik altyapının gelişmiş olması ve Türki-ye’nin genç bir nüfusa sahip olması etkin rol oynuyor.Girişimcilik ve e-ticaret konusunda kariyer yapmak isteyen gençlere başarılı bir girişimci olarak ne tavsiye edersiniz? Sizin tecrübelerinizi referans alırsak, gençler bu yolda bir girişimci olmak için nelere dikkat etmeliler?İnternet girişimi kurmak için öncelikle pazarın ih-tiyaçlarını karşılayan bir iş fikri bulmak, bu iş fikrine uygun gelir modelini geliştirmek ardından da bu fikri hayata geçirmek için gerekli olan yatırımı bul-mak gerekiyor. E-ticaret sektöründe başarılı olmak için ise kullanıcılara özel bir alışveriş deneyimi su-nabilen, müşteri ilişkileri yönetimini başarıyla yap-abilen, satış öncesi ve sonrası süreçleri iyi yöneten, diğerlerinin üstünde hizmet kalitesi sunabilen, marka değerini koruyan bir site kurgusu yaratmak gerekiyor.

Türkiye’de girişimcilik kavramı nasıl al-gılanıyor? Geçmişten bugüne nasıl bir değişim oldu?

Konuya e-ticaret sektörü özelinde baktığımız zaman Türkiye’de e-ticaret pazarının hızla gelişmesinde kredi kartı penetrasyonun yüksek olması, lojistik al-tyapının gelişmiş olması ve Türkiye’nin genç bir nü-fusa sahip olması etkin rol oynadığını görüyoruz. Bu noktada, günümüzde girişimcilerin kurdukları şirketler istihdam yaratıyor. Bu yönüyle girişim-cilik toplumsal fayda yaratan ekonomik bir aktör, işsizlik sorununa önemli bir çözüm olanağı su-nan ekonomik büyümenin önemli bir bileşenidir.

Son olarak Türkiye’de girişimcilik adı-na gelişen sektörler ve artık gerilemeye başlayan sektörler neler?

Türkiye’de girişimcilik adına gelişen sektörler arasında temiz enerji teknolojileri, niş mağazacılık, organik tarım, altyapı-ulaştırma, enerji, tur-izm-eğlence, Sigorta-emeklilik olarak sıralayabiliriz.