Upload
votu
View
215
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
Ç N
S
TUKUROV TIP FA
NÖROŞİRU
SIÇANL
İLK
TNF-AL
KOR
.C. A ÜNİVER
AKÜLTESİURJİ ANAB
LARDA
K DÖRT
LFA DÜ
RDDA M
RSİTESİ İ BİLİMDAL
SPİNA
T GÜND
ÜZEYLE
MEYDAN
DE
Dr
UZ
TE
Prof. Dr.
LI
AL KORD
DE KAN
ERİNİN
NA GEL
EĞİŞİKL
r. Ahmet Ö
ZMANLI
EZ DANI
. Alp İske
ADANA-
D TRAV
NDA IL-1
SAPTAN
LEN HİS
LİKLER
ÖZKAN
K TEZİ
ŞMANI
ender GÖ
-2008
VMASIN
1, IL-6, I
NMASI
STOPAT
R
ÖÇER
NI TAKİ
IL-8 VE
VE SPİN
TOLOJİ
İBEN
NAL
K
Ç N
S
TUKUROV TIP FA
NÖROŞİRU
SIÇANL
İLK
TNF-AL
KOR
.C. A ÜNİVER
AKÜLTESİURJİ ANAB
LARDA
K DÖRT
LFA DÜ
RDDA M
RSİTESİ İ BİLİMDAL
SPİNA
T GÜND
ÜZEYLE
MEYDAN
DE
Dr
UZ
TE
Prof. Dr.
LI
AL KORD
DE KAN
ERİNİN
NA GEL
EĞİŞİKL
r. Ahmet Ö
ZMANLI
EZ DANI
. Alp İske
ADANA-
D TRAV
NDA IL-1
SAPTAN
LEN HİS
LİKLER
ÖZKAN
K TEZİ
ŞMANI
ender GÖ
-2008
VMASIN
1, IL-6, I
NMASI
STOPAT
R
ÖÇER
NI TAKİ
IL-8 VE
VE SPİN
TOLOJİ
İBEN
NAL
K
TEŞEKKÜR
Asistanlığım süresince eğitimim ve öğrenimim için yaptıkları katkılardan dolayı
bölümümüzün tüm değerli hocalarıma, tezimin hazırlanmasında bana yol gösteren ve katkıda
bulunan başta tez danışmanım Prof. Dr. Alp İskender GÖÇER olmak üzere, gösterdikleri
dostluk ve destek için tüm çalışma arkadaşlarıma, tezim konusunda katkılarından dolayı Prof.
Dr. Suzan ZORLUDEMİR’e, Prof. Dr. Akgün YAMAN’a, Doç.Dr. Şeyda ERDOĞAN’a, Dr.
Yaşar SERTDEMİR’e, Vet. Dr. Kenan DAĞLIOĞLU’na, manevi destekleri ile her zaman
yanımda olan aileme ve burada isimlerini sayamadığım tüm dostlarıma gönülden teşekkür
ederim.
İÇİNDEKİLER
TEŞEKKÜR……………………………………………………………………………...I
İÇİNDEKİLER………………………………………………………………………….II
TABLO LİSTESİ………………………………………………………………………..V
ŞEKİL LİSTESİ………………………………………………………………………..VI
KISALTMA LİSTESİ…………………………………………………………………VII
ÖZET VE ANAHTARSÖZCÜKLER………………………………………………..VIII
ABSTRACT-KEYWORDS……………………………………………………………IX
1. GİRİŞ………………………………………………………………………………….1
2. GENEL BİLGİLER…………………………………………………………………...3
2.1. Omurilik Yaralanmasının Tarihçesi……………………………………………...3
2.2. Omurilik Yaralanmasının Fizyopatolojisi………………………………………..3
2.2.1. Deneysel Omurilik Yaralanma Modelleri……………………………………3
2.2.1.1. Travmatik Yaralanma…………………………………………………….3
2.2.1.2. Non Travmatik Yaralanma……………………………………………………...4
2.2.1.3. Deneysel Omurilik Yaralanmasında Takip Parametreleri………………..4
2.2.1.3.1. Klinik Muayene………………………………………………………4
2.2.1.3.2. Histopatolojik Muayene……………………………………………...4
2.2.2. Spinal Kord Yaralanmalarında Primer Mekanizmalar……………………….5
2.2.3. Spinal Kord Yaralanmalarında Sekonder Mekanizmalar…………………….6
2.2.3.1. Sekonder Hasar Mekanizmasının Patofizyolojisi………………………...6
2.2.3.1.1. Sistemik Etkiler………………………………………………………8
2.2.3.1.2. Lokal Mikrovasküler Yaralanma………………………………….…8
2.2.3.1.3. Elektrolik Bozuklukları………………………………………………9
2.2.3.1.4. Biyokimyasal Değişiklikler…………………………………………10
2.2.3.1.4.1. Eksitotoksisite…………………………………………………...11
2.2.3.1.4.2. Araşidonik Asit Salınımı ve Araşidonik Asit Metaboliklerinin Oluşumu………………………………………………………………………..12
2.2.3.1.4.3. Serbest Oksijen Radikallerinin Oluşumu……………………….12
2.2.3.1.4.4. Lipid Peroksidasyonu…………………………………………...14
2.2.3.1.4.5. Lipid Karboksilasyonu………………………………………….17
2.2.3.1.4.6. Protein Oksidasyonu……………………………………………18
2.2.3.1.4.7. Spinal Kord Hasarı Sonrası Gen Ekspresyonundaki Değişiklikler……………………………………………………………………18
2.2.3.1.4.8. Nötrofil Kaynaklı Hücre Hasarı………………………………...20
2.2.3.1.4.9. Sitokinler………………………………………………………..21
2.2.3.1.5. İnflamasyon…………………………………………………………25
2.2.3.1.6. İmmonolojik Sekonder Hasar……………………………………….26
2.2.3.1.7. Apopitoz…………………………………………………………….27
2.3. Omurilik Yaralanmasının Patoloj……………………………………………….29
2.4. Omurilik Yaralanmalarında Farmakolojik Tedavi………………………….......31
2.4.1. Spinal Kord Yaralanmasında Deneysel Tedaviler…………………………..31
2.4.1.1. Kalsiyum Kanal Brokörleri……………………………………………..31
2.4.1.2. Antiokdisanlar ve Serbest Radikal Tutucular……….…………………..32
2.4.1.3. Opioid Reseptör Antagonistleri…………………………………………32
2.4.1.4. İnflamatuar/İmmün Cevapların Baskılanması…………………………..32
2.4.1.5. Tirotropin Salıcı Hormon ve TRH Analogları………………………….33
2.4.1.6. GM-1 Gangliozid……………………………………………………….33
2.4.1.7. Monoamin Modülatörleri……………………………………………….33
2.4.1.8. Büyüme Faktörleri………………………………………………………33
2.4.1.9. Eksitatör Aminoasit Reseptör Antagonistleri…………………………...34
2.4.2. Metilprednizolon……………………………………………………………34
2.4.3. Aminofostin………………………………………………………………...37
2.5. Omurilik Yaralanmalarında Cerrahi Tedavi……………………………….........41
3. GEREÇ ve YÖNTEMLER………………………………………………………….43
3.1. Histopatolojik İnceleme İçin Örneklerin Hazırlanması…………………………44
3.2. Biyokimyasal Parametreler İçin Örneklerin Hazırlanması……………………...44
4. BULGULAR………………………………………………………………………...45
4.1. Histopatolojik Bulgular………………………………………………………....45
4.2. Biyokimyasal Bulgular………………………………………………………….47
4.3. İstatistiksel Analiz Sonuçları……………………………………………………49
5. TARTIŞMA…………………………………………………………………………53
6. SONUÇ ve ÖNERİLER……………………………………………………………..57
KAYNAKLAR………………………………………………………………………...59
ÖZGEÇMİ……………………………………………………………………………..65
TABLO LİSTESİ
Tablo 1: IL-1α, IL-6, IL-8 ve TNFα kan sonuçları …………………………………………………...48 Tablo 2: Sadece laminektomi yapılan sıçan grubu analiz sonuçları……..…..………………………49 Tablo 3: Laminektomi ile 5 dakika omuriliğe klip konan sıçan grubu analiz sonuçları…..……….49 Tablo 4: Laminektomi ile 30 dakikaomuriliğe klip konan sıçan grubu analiz sonuçları………..…50
Sayfa No Tablo No
ŞEKİL LİSTESİ
Şekil 1: Omuriliğin zedelenmesinde ikincil mekanizmada lökositlerin rolü ........................................... 6 Şekil 2: Omurilik zedelenmesinde muhtemel mekanizmalar .................................................................. 7 Şekil 3: Endotel lökosit adezyon molekülleri yoluyla endotel hücreleri ile nötrofillerin birbirini etkilemesi ....................................................................................................................................................................... 21 Şekil 4: Normal omurilik kesiti ................................................................................................................... 45 Şekil 5: Deney grubundan omurilik kesiti( 24 saat sonra)........................................................................ 46 Şekil 6: Deney grubundan omurilik kesiti(72 saat sonra) ........................................................................ 46 Şekil 7: Deney grubundan omurilik kesiti(96 saat sonra) ........................................................................ 47 Şekil 8: TNF-Alfa’ nın zamana bağlı kan seviyesindeki değişiklik .......................................................... 50 Şekil 9: IL-1Alfa’ nın zamana bağlı kan seviyesindeki değişiklik ............................................................ 51 Şekil 10: IL-6’ nın zamana bağlı kan seviyesindeki değişiklik ................................................................. 51 Şekil 11: IL-8’ in zamana bağlı kan seviyesindeki değişiklik .................................................................... 52
KISALTMA LİSTESİ
Sayfa No Şekil No
IL-1α : İnterlökin -1 alfa TNF-α : Tümör nekroz faktör alfa IL-8 : İnterlökin-8 BOS : Beyin omurilik sıvısı EAA : Eksitator aminoasitler SOR : Serbest oksijen radikalleri ROT : Reaktif oksijen türevleri SOD : Süperoksit dizmutaz SCI : Spinal kord injurisi PMNL : Polimorf nüvelü lökosit MPSS : Metilprednisolon sodyum suksinat LTB4 : Lökotrien B4 IFN : İnterferon NO : Nitrik oksid NMDA : N-metil-d-aspartat AMPA : Amino–3-hidroksi–5-metil–4-izoksazola-propionik asit IL-6 : İnterlökin-6
ÖZET
Sıçanlarda Spinal Kord Travmasını Takiben İlk Dört Günde Kanda Il-1, Il-6, Il-8 ve TNF-Alfa Düzeylerinin Saptanması ve Spinal Kordda Meydana Gelen Histopatolojik
Değişiklikler
Amaç: Medulla spinalis yaralanması, günlük aktivitenin kısıtlanmasına neden olan ve yaşam kalitesini etkileyen temel bir sağlık sorunudur. Ani gelişen omuriliğin başlangıçtaki mekanik hasarı birincil hasar denir. İkincil hasarda ise, kalsiyum artışı, eksitatör amino asid ve serbest oksijen radikallerinin salınması gibi birçok biyokimyasal ve hücresel değişikliklerin meydana gelir. Bu süreçte hasar görmüş dokuda TNF-α, IL–1, IL–6 ve IL–8 gibi birtakım kimyasal maddeler açığa çıkmakta ve bunlar hasar görmüş doku, beyin omurilik sıvısı (BOS) ve kan gibi vücut sıvılarında bulunmaktadır. Omurilik yaralanmasının akut döneminde yapılan farmakolojik tedavi, ikincil hasarı önlemeyi amaçlamaktadır. Bu nedenle omurilik hasarının erken tedavisi ve tedavi sürecini takip etmemizde yararlı olacak TNF-α, IL-1α, IL-6 ve IL-8 gibi parametrelerin kan düzeyini araştırdık.
Gereç ve Yöntem: Çalışmamız, Haziran 2007-Ekim 2007 tarihleri arasında, Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin Cerrahisinde 280-310 gram 70 adet dişi Wistar sıçanlar dört gruba ayrılarak ve torokal 2-7 segmentleri arasına laminektomi yaptıktan sonra Yaşargil klipi ile deneysel omurilik travması oluşturularak ilk dört gün boyunca kandaki TNF-α, IL-1α, IL-6 ve IL-8 düzeylerindeki geğişiklikler ile zedelenen omurilik dokusundaki histopatolojik değişiklikler incelenmiştir. Veriler SPSS 15 programında analiz edilmiştir. Her grup kendi içinde zamana bağlı değişim gösterip göstermediği one-way-anova ile değerlendirilmiştir.
Bulgular: Tüm sıçan gruplarında serumda sadece laminektomi yapılan ve laminektomi ile omurilik zedelenmesi oluşturulan gruplarda TNF-α,IL-1α, IL-6 ve IL-8 düzeylerinde artış olmuştur. Bununla birlikte serum seviyelerinde artış miktarı zamana ve zedelenmenin şiddetine bağlı olarak değişiklik gösterdiği gözlenmiştir.
Sonuç: Travmatik omurilik zedelenmesinde TNF-α, IL-1α, IL-6 ve IL-8 serum seviyelerinde kontrol değerlerine göre zamana ve travmanın şiddetine bağlı olarak anlamlı bir artış olsa da, pratikte sadece IL-8 ile birazda TNF-α ‘nın bize yol gösterici olabileceğini düşünmekteyiz.
Anahtar Sözcükler: İnterlökin–1 alfa, Interlökin–6, Interlökin–8, Omurilik yaralanması, Tümör nekroz faktör alfa..
ABSTRACT
Determining The IL-1a, IL-6, IL-8 and TNF-a Levels The in Blood of Rats 4 days After a Spinal Cord Trauma, and The Differences on The Spinal Cord
Background: Spinal cord injury is a primer medical problem which limits daily activities and effects life quality spinal cord injury the metabolic and biochemical processes like Ca increase, eksitator amino acid and free oxygen radical relasing lead to secondary injury. In these processes chemical ajents like TNF-α, IL-1α, IL-6 and IL-8 laid off and exist in traumatic tissue, BOS and blood. The purpose of farmakolojik treatment of acute cord injury is to prevent secondery injury. Because of the reasen we investigated TNF-α, IL-1α, IL-6 and IL-8 blood levels which can help to follow treatment process.
Method and materials: The exsperimental spinal cord injury model was applied on 70 female 280-310 gr. Weighted rats in Çukurova Üniversity Medicine faculty between the dutes june 2007 and october 2007. The rats diveded in four groups and underwent torocal 2-7 segments laminektomy . Exposed by Yaşargil anevrisym clips and TNF-α, IL-1α, IL-6 and IL-8 levels changings and cord histopatologic changings were investigated. The datas were analysis in SPSS 15 program. All groups were evaluated according to time by one-way-anova.
Results: In laminectomy and experimental spinal cord injury models TNF-α, IL-1α, IL-6 and IL-8 levels in serumwere increased,The rise in serum levels were different assosiated to injury time and severity.
Conclusion: In traumatic cord injury TNF-α levels were significantly high assosiated to injury time and severity according to control levels.However we display only IL-8 and mildly TNF-α can lead in practice.
Keywords: Interleukin-1a, Interleukin-6, Interleukin-8, Spinal cord injury, Tumor necrosis factor-a.
1
GİRİŞ
Omurilik yaralanmaları günümüzde oldukça yaygın görülen, önemli sosyal ve
ekonomik problemlere yol açan sağlık sorunlarından biridir. Teknolojinin ilerlemesi ve
motorlu taşıtların çoğalmasıyla gittikçe artan sıklıkta karşımıza çıkmaktadır. Omurilik
yaralanmaları çeşitli ülkelerde %2–4 sıklıkla görülmektedir 1,2. Amerika Birleşik
Devletleri’nde her yıl yaklaşık 10.000 dolayında yeni omurilik yaralanması olmaktadır.
Travmatik spinal kord yaralanma insidansı daha güvenli otomobiller geliştirerek,
meslekle ilgili güvenlik standartlarının yükseltilmesiyle spor ile ilgili düzenlemelerle,
acil medikal sistemler ve akut travma ile ilgili düzenlemeler sonucu azalmıştır.
Ortalama görülme yaşı 19 ve olguların 3’te 2’si erkektir. Bu genç yetişkinlerin, yalnızca
%20’si tamamen rehabilite olup topluma geri kazandırılmaktadır. Omurilik yaralanması
olan olguların rehabilitasyondaki yeni düzenlemeler ile hastanede yatış süreleri 2000
yılı öncesine göre günümüzde yaklaşık olarak %50 azalmıştır. Bununla birlikte yaşa ve
yaralanmanın şiddetine bağlı olarak çeşitli masraflar ve sağlık hizmetleri için ortalama
bir kişinin rehabilitasyon sonu tıbbi tedavi gideri 100.000 ile 300.000 dolar arasındadır.
Basınç yaraları, mesane enfeksiyonu ve kemik kırıkları gibi ikincil tıbbi problemleri ve
diğer birtakım giderler için bir kişiye hayatı boyunca ilave olarak ortalama 1,2 milyon
dolar harcanmaktadır. Bu miktar hastanın genç olması ve kuadriplejik olması ile artış
gösterirken yaşlı ve parezik hastalarda azalmaktadır 1.
Travmatik omurilik yaralanmasında birincil zedelenme travma anında olan
zedelenmedir. Bugün için birincil omurilik yaralanmasını önleyecek özel farmakolojik
bir tedavi söz konusu değildir. Yaralanmaların meydana gelmesini engellemek ve
yaralanma sırasında aktif ve pasif güvenlik önlemleriyle vücudun stabilizasyonunu
sağlamak ortaya çıkacak hasarı azaltabilir. İkincil omurilik zedelenmesi ise oluşan
birincil zedelenmenin başlattığı saatler içerisinde metabolik ve biokimyasal nedenlerle
oluşan hasarlardır. Bu progresif süreçte yer alan lezyonlar henüz tam olarak
aydınlatılamamıştır. Travmatik omurilik yaralanmasında medikal tedavide amaç bu
mekanizmaların önlenmesidir 2,3,4,5.
Bu çalışmada deneysel omurilik yaralanmasının fizyopatolojisi gözden
geçirilmiş, travma sonrası kanda IL–1α, 6, 8 ve TNF-α değerlerinin belli aralıklarla
2
ölçülmesi ile omurilik hasarın olup olmadığının ve şiddetinin belirlenmesi
amaçlanmıştır.
3
GENEL BİLGİLER
2.1.Omurilik yaralanmasının tarihçesi
Omurilik yaralanması ile ilgili ilk yazılara Mısırlı Cerrahlarca yazılan ve sinir
sistemiyle ilgili ilk yazılı bilgileri içeren Edwin Smith’in papirüsünde rastlanmaktadır
(MÖ 1700 )6,7. Hipokrat’ta MÖ 400’lü yıllarda paraplejiyi tarif etmiştir. Sonraki yıllarda
Aulus Cornelius Celcius tarafından bir traksiyon cihazı geliştirilmiştir. Galen M.Ö. 150
yılında omurilikte longitudinal insizyonun fonksiyon kaybına, fakat transvers
insizyonunun total kayba neden olduğunu söylemiştir 8. Paulus ilk kez 7.yüzyılda
dekompresif laminektomi yapmıştır 6. Benedikt Stilling 1842’de omuriliğin seri kesitleri
üzerinde ilk çalışmayı gerçekleştirmiş, Marshall Hail 1850’de spinal şok terimini
kullanmıştır. Kolliker 1852’de omuriliğin ön boynuzundan motor sinirlerin nasıl
çıktığını tarif etmiştir. Ernst von Bergmann 1870’de sinir sistemi cerrahisi üzerine ilk
kitabı yazmıştır. Omurilik travması ile ilgili ilk fizyopatolojik çalışma ise Schamus
tarafından 1890’da tavşan omuriliğinde travma sonucu gelişen patolojik değişiklikleri
incelenerek yapılmıştır 9. Ailen 1911’de köpeklerin omuriliğine ağırlık düşürerek
yapılan çalışmalarında, intakt görülmesine rağmen, omurilikte birkaç saat içerisinde gri
cevherde başlayıp beyaz cevhere yayılan hemorojik nekrozu gözlemiş ve “santral
hemorajik nekroz” olarak isimlendirmiştir 3. Deneysel çalışmalar 1970’li yıllarda tekrar
başlamış ve travmada omurilik kan akımının azaldığı ve doku harabiyetini azaltan
tedavilerin omurilikte kan akımını artırdığı saptanmıştır.
2.2. Omurilik yaralanmasının fizyopatolojisi
2.2.1. Deneysel omurilik yaralanma modelleri
2.2.1.1. Travmatik Yaralanma
Akut kinetik kompresyon( Kaf, klip, balon kompresyon, vertebral dislokasyon,
impaktör ), Akut statik kompresyon(Ağırlık uygulama) Çarpma veya ağırlık düşürme,
Akselerasyon-deselerasyon, Distraksiyon, Transseksiyon( Parsiyel veya komplet) 10.
4
2.2.1.2. Non travmatik yaralanma
İskemi (Aort oklüzyunu, selektif arteriyel veya venöz oklüzyon),Tümör kom
presyonu (Ekstradural), Kimyasal veya fotokimyasal deneysel spinal kord yaralanması
oluşturulan hayvanlarda, iyileşmenin takibi amacıyla birçok parametre geliştirilmiştir.
Bu parametrelerden biri olan Tarlov sistemi, klinik nörolojik muayenenin
derecelendirilmesi esasına dayanan, subjektif bir yöntemdir. 1977 yılında Rivlin ve
arkadaşları tarafından geliştirilen ve objektif bir test olan Inclined Plane(eğik düzlem)
ise, hayvanın eğik bir düzlem üzerine yatay pozisyonda yerleştirilmesinden sonra,
düzlemin zeminle olan açısı giderek arttırılır; hayvanın 5 saniye süresince devrilmeden
durabildiği en yüksek açı, o hayvanın Inclined Plane derecesi olarak belirlenir.
Travmanın şiddeti ve oluş şekline bağlı olarak ortaya çıkan spinal kord
yaralanmasına primer yaralanma denir. Primer yaralanmadan sonraki saatler ve günler
içerisinde gelişen bir dizi fizyopatolojik sürece bağlı olarak ortaya çıkan spinal kord
yaralanmasına da sekonder yaralanma denir. Allen ile başlayan, sekonder mekanizma
kavramı bugün de hala incelenmekte ve etkili medikal tedavi yöntemleri
araştırılmaktadır 11.
2.2.1.3. Deneysel Omurilik yaralanmasında takip parametreleri
2.2.1.3.1. Klinik muayene
Subjektif: Tarlov motor skalası gibi
Objektif: Inclined Plane gibi
2.2.1.3.2. Histolojik muayene
Subjektif
Objektif: Akson sayımı gibi
Görüntüleme: CT, MRI gibi.
Anjiografik değerlendirme.
Spinal kord kan akımı ölçümü.
Aksonal tarayıcılar ile değerlendirme.
5
Biyokimyasal ölçümlerle değerlendirme.
Nörofizyolojik değerlendirme: Uyarılmış potansiyeller gibi.
Yüksekten Yüksekten düşmeler, trafik kazaları, iş kazaları, günlük yaşama ait
kazalar, göçük altında kalmalar, spor yaralanmaları ve ateşli silah yaralanmaları
omurilik yaralanmalarının başlıca sebepleridir. Ayrıca vertebrada primer bir patoloji
(tümör, enfeksiyon, osteoporoz, metabolik ve kemik hastalıkları vb.) sonucunda basit
travmalarla da patolojik kırıklar gelişebilir. Vertebra fraktürlerinin %50’den fazlası
(L1>T12>L2>T11) torakolumbar bölgede görülür ve tüm omurilik yaralanmalarının %
40’ı T12-L1 bölgesindedir. Servikal vertebra yaralanmalarında nörolojik defisit % 40
oranlarına ulaşmaktadır. Erişkinlerde torakolumbar vertebra yaralanmalarında nörolojik
defisit % 10-38 arasında değişen oranlarda görülmektedir. Travmalarda omurilik hasarı
indirekt yolla fleksiyon, ektansiyon mekanizmaları ve bunlarla birlikte torsiyonel,
kompresif translasyonal ya da distraktif kuvvetlerin birleşimi sonucu vertebral kolona
etki eden ani akselerasyon ve deselarasyon güçleri sonucu oluşur. Spinal kord
travmasında doku harabiyeti iki mekanizma ile oluşmaktadır 11.
2.2.2. Omurilik Yaralanmalarında Primer (mekanik) Mekanizmalar
Travmatik akut omurilik yaralanmasında, yaralanma anında oluşan hasarlardır.
Travma anında vertebra patlama fraktürü veya fraktür, dislokasyon sonucu omurilikte
meydana gelen akut kompresyon, laserasyon, gerilme, yırtılma, kemik, disk veya
yabancı cismin omuriliğe çarpması sonucu oluşan yaralanmalara birincil omurilik
yaralanması denilir. Bugün için primer omurilik yaralanmasına özel farmakolojik tedavi
söz konusu değildir. Yaralanmanın meydana gelmesini engellemek ve yaralanma
sırasında aktif ve pasif güvenlik önlemleriyle vücudun stabilizasyonunu sağlamak
ortaya çıkacak hasarı azaltabilir. Primer yaralanmanın derecesi, yaralanmaya neden olan
gücün şiddetine, etki süresine ve omurilik tarafından absorbe edilen enerji miktarına
göre değişir. Omuriliğin uzun süre bası altında kalması, nörolojik hasarın daha büyük ve
prognozunun daha kötü olmasına yol açar. Omurilik yaralanmasını takiben spinal şok
ortaya çıkabilir. Ortaya çıkan spinal şokun şiddeti yaralanmayı oluşturan kuvvetin
şiddetine ve yaralanmanın olduğu seviyeye göre değişir 2,3,4,5,12.
6
Şekil 1. Lökositler spinal kordun otoregülasyonuna neden olarak ikincil yaralanma sürecinde çok
önemli rol oynar3.
2.2.3. Omurilik Yaralanmalarında Sekonder mekanizmalar
2.2.3.1. Sekonder Hasar Mekanizmasının Patofizyolojisi
Allen 1911’de, kısa süreli spinal kord travmasına maruz kalan hayvanlarda
ilerleyici klinikle birlikte ilerleyici doku hasarı olduğunu bildirmiştir 3. Bu durumun
açıklanması için, çeşitli patofizyolojik mekanizmalar öne sürülerek ikincil hasar
kavramı gelişmiştir. Spinal kord yaralanması sonrasında, spinal kordda hemoraji, ödem,
demiyelinizasyon, aksonal ve nöronal nekroz ile kavite oluşumu ve infarkt ile sonlanan
bir seri patolojik değişiklikler oluşur. Bu patolojik durum “santral hemorajik nekroz”
olarak tanımlanır 3. 1978’de Nemecek, ışık mikroskobunda yaralanmış dokudaki
intravasküler trombusları göstermiş ve bu ciddi nekrozu “otodestruksiyon” olarak
tanımlamıştır 13.
Birincil Yaralanma
İkincil Yaralanma
Spinal kord
7
Şekil 2. Spinal kord yaralanmasında olası mekanizmalar 3.
Spinal kord yaralanmalarında sekonder hasar mekanizmaları birbiriyle ilişkili ve
birbirini tetikleyen dört ana teoride toplanmıştır:
Serbest Oksijen Radikalleri Teorisi: İskemik dokuda fazla miktarda biriken
radikaller ve onların ürünleri doku hasarının ilerlemesine neden olurlar.
Kalsiyum Teorisi: Serbest kalsiyum iyonlarının nörotransmitter kanallardan fazla
miktarda geçişi sonucu doku yıkım enzimleri olan fosfolipaz, proteaz ve fosfatazın
aktive olmaları doku harabiyetine neden olur.
Opiat Reseptör Teorisi: Naloxone gibi opiat reseptör blokörleri nörolojik
iyileşmeyi hızlandırır.
Enflamasyon Teorisi: Lipid enflamasyon mediatörleri ve diğer sitokinler lezyon
sahasında birikirler ve takiben makrofaj ve polimorfonükleer lökosit infiltrasyonuna
neden olurlar.
Bu teoriler baz alınarak spinal kord yaralanmalarının medikal tedavisinde
nöroprotektör etkisi olduğu düşünülen pek çok madde denenmiştir. Opiat reseptör
antagonistleri, steroidler (Metilprednizolon), antioksidan maddeler ve serbest radikal
tutucular, gangliozidler, tirotropin salıcı hormon ve analogları, araşidonik asit
modülatörleri, glutamat reseptör blokerleri, monoamin modülatörleri, kalsiyum kanal
antagonistleri, nonsteroidal antiinflamatuarlar, immün supresifler, büyüme faktörleri,
serotonin reseptör blokerleri ve sodyum kanal blokerleri bu amaçla kullanılmışlardır.
Bunlar arasından sadece metilprednizolon klinik uygulamada yaygın olarak
kullanılmaktadır 14,15,16,17,18.
Birincil Yaralanma
İkincil Yaralanma
1. Kord içinde kanama 2. Toksik eksitatör aminoasit salınımı 3. Endojen opiyantların akümülasyonu 4. Yağların hidrolizi 5. Serbest radikal boşalımı 6. İskemi ve reperfüzyon
8
2.2.3.1.1. Sistemik Etkiler
Spinal kord yaralanmasının şiddeti ve seviyesi, spinal kord kanlanmasını
etkileyen lokal travmanın yanında, oluşan nörojenik şokun ağırlığıyla da yakın
ilişkilidir. Nörojenik şok; sempatik tonus azalması, vagusun anormal kardiyak etkisi ve
bradikardi gelişmesi sebebi ile ortaya çıkar. Servikal düzeydeki bir spinal kord
yaralanması ciddi hipotansiyon ve bradikardi yapabilir. Periferik rezistans ve kardiak
output azalırken tüm hemodinamik dengeler bozulur 19.
2.2.3.1.2. Lokal Mikrovasküler Yaralanma
İnsan spinal kord yaralanmalarında ve deneysel modellerde, spinal kord
hasarının en önemli sebeplerinden birisi posttravmatik iskemidir. Posttravmatik spinal
kord iskemisi travma şiddeti ile lineer korelasyon göstermektedir. Oluşan patolojilerin
hepsi, azalmış doku perfüzyonu ve enerji azalmasından kaynaklanmaktadır. Spinal kord
yaralanmalarında en sık görülen bulgu özellikle gri cevher ve omuriliğin santralindeki
hemorajidir 20,21. Mekanik darbenin ilk etkisi ile kapiller, venüller ve bazı arteriollerde
yırtılmalar olur. Deneysel çalışmalarda anterior spinal arter ve anterior sulkal arterin
akımının mekanik travma sonrasında da devam ettiği görülmüştür 22. Ancak omuriliğin
santral kısmının kanlanmasının büyük kısmını sağlayan anterior sulkal arterlerde
vazospazm oluştuğunu bildiren çalışmalar da mevcuttur 20,18. Yine angiografik
çalışmalarda, büyük arteriol ve arterlerin de etkilenmediği gösterilmiştir 23,22.
Mikrosirkülasyon bozukluğu sadece yaralanma bölgesinde kalmamakta rostral ve
kaudal olarak da ilerlemektedir. Mikrosirkülasyonun bozulmasına, direkt mekanik
etkiye bağlı vazospazmın yanında, glutamat, prostaglandinler, katekolaminler gibi
travmaya sekonder salgılanan biyokimyasal ajanlarla oluşan vazospazm da sebep
olmaktadır 24. Yine kan ve kan ürünlerinin de direkt etki ile vazospazmı artırdığı
bilinmektedir. Bu olay, kan yıkım ürünleri ile karşılaşan damar duvarındaki değişiklikler
ile hemoglobinin yıkılarak methemoglobin oluşma sürecinde ortaya çıkan süperoksit
radikallerine bağlanmıştır 25. İntravasküler tromboz ile vazospazm ve sonucunda oluşan
iskemiden Tromboksan A2 sorumlu bulunmuştur. Araştırmacılar, spinal kord
yaralanması sonrası spinal kord kan akımı otoregülasyon mekanizmalarının
9
bozulduğunu bildirmişlerdir. Normalde spinal kord kan akımı, sistemik kan basıncı
değişikliklerinden etkilenmez. Otoregülasyonun bozulması spinal kord iskemisini artırır.
Spinal kord yaralanması sonrası, otoregülasyon bozukluğu sebebi ile hiperemiler ve
sekonder hemorajiler oluşabilir. Oluşan bu reperfüzyon, serbest radikal ve diğer toksik
maddelerin oluşumunu artırarak, doku hasarını fazlalaştırabilmektedir 3.
2.2.3.1.3. Elektrolit Bozuklukları
Spinal kord yaralanmasının ardından hücre içi ve dışı kompartmanlar arasında
ciddi elektrolit değişiklikleri olmaktadır. Kalsiyumun hücre içi artışı özellikle iskemi ve
travmada daha fazla olmak üzere, tüm nöral yaralanmalarda başrol oynamaktadır. Hücre
içi kalsiyum girişi merkezi sinir sisteminde “toksik hücre ölümünün son ortak yolu”
olarak isimlendirilmektedir 26. Kalsiyum iyon konsantrasyonu ekstrasellüler aralıkta
hücre içine göre 1000 kat daha fazladır. Spinal kord yaralanmasında, bu büyük gradient
farkı ile hücre içine Ca+2 iyon girişi olur. Kalsiyumun travma sonrası hücre içine girişi 3
yolla olmaktadır:
1. Hasar görmüş olan hücre membranından
2. Voltaja duyarlı kalsiyum kanallarından
3. Glutamat ile aktive olan kalsiyum kanallarından
Kalsiyumun hücre içine girmesi nörotoksisiteyi tetikler. Ca+2 iyonları hücre
içinde fosfolipazları, proteazları ve fosfatazları aktifleştirerek hücre hasarının
ilerlemesine neden olur. Hücre içine giren kalsiyum, proteinkinaz C enzimini aktive
ederek nöroflaman ve mikrotübül parçalanmasına yol açar. Fosfolipaz C enzimini aktive
ederek hücre membranını oluşturan yağ asitlerini yıkar. Ayrıca yaralı
mikrosirkülasyonda düz kas kasılmasına sebep olarak vazospazma ve dolayısıyla
iskemiye neden olmaktadır 27. Benzer biçimde, araşidonik asit metabolizmasını
başlatmakta ve siklooksijenaz yolunun diğer ürünleri olan serbest radikal üretimine de
katkıda bulunmaktadır. Serbest radikallerin etkisiyle de araşidonik asit metabolizması,
hücre yıkımını ve iskemiyi arttıran prostanoid üretiminin artışıyla sonuçlanmaktadır 28.
Spinal kord yaralanmasından sonra meydana gelen miyelin hasarı ile miyelin kılıfı
tarafından sarılmış olan hızlı K+ kanallarının aktivitesi artar ve membran potansiyeli K+
denge potansiyeline yaklaşır. Sonuçta aksonal ileti bloğu oluşur 29. Beyaz cevher
10
yaralanması sonucu oluşan anoksi, ATP ve membran depolarizasyonunun kaybına sebep
olarak Na+ kanallarından hücre içine Na+ akışını sağlar. İntrasellüler Na+
konsantrasyonundaki bu artış, membran depolarizasyonu ile birlikte olunca, Na+ - Ca+2
değiştiricinin ters çalışmasına sebep olur. Bu da hücre içine zararlı miktarda Ca+2
girişini sağlar 16.
2.2.3.1.4. Biyokimyasal Değişiklikler
Omurilik yaralanmalarında birçok biyokimyasal mekanizmaların rol oynadığı
bildirilmiştir. Bu olayların en önemlisi yaralanmadan sonra omurilikte
norepinefrinin artmasıdır. Norepinefrin hasarlı omurilikteki lezyon düzeyinde kan
akımının azalmasından doğrudan sorumlu tutulmuştur 30. Na+, K+ ve Ca++ gibi
iyonların yer değiştirmesi, lizozomal ve fosfolipaz aktivasyonu, prostoglandin,
tromboksan ve eksitatör aminoasit gibi nörotoksik maddeler, opiat reseptör aktivasyonu,
lipid peroksidasyonu gibi birçok biyokimyasal olay bu nokta üzerine odaklanmıştır.
Yaralanmadan sonraki ilk 30 dakika içinde birincil nöronal hasar başlar. Elektrolit
konsantrasyonundaki değişiklikler lezyon düzeyinde iletimin durmasına yol açar.
Hücre içinde Na+, hücre dışında ise K+ konsantrasyonunun artmasının aksonal
iletimi durdurduğu gösterilmiştir. Kalsiyum hem Na+ hem de K+ akımında önemli rol
oynar. Normalde hücre dışı Ca++ konsantrasyonunun hücre içinden 1000 kat daha fazla
olduğu saptanmıştır. Yaralanmadan sonra ise Ca++ pompasının bozulmasından veya
hasarlı kalsiyum kanallarından sızma sonucu fazla miktarda Ca++ hücre içine girerek
fosfolipaz, proteaz ve fosfatazları aktive eder. Fosfolipazlar membranın yapısını
bozarak yağ asitleri ve araşidonik asidi serbestleştirir. Siklooksijenaz ve lipooksijenazlar
araşidonik asidi, prostoglandinlere ve lökotrienlere çevirir. Ca++ ile aktive olan
fosfatazlar, nitrik oksid sentaz gibi enzimleri aktive ederler. Sonuç olarak Ca++ iyonları
birçok enzimin salınmasına, metabolizma ve taşınmasına neden olarak hücre
fonksiyonunu bozar. Hücreye giren Ca++ mitokondrideki elektron transportunu da
etkileyerek serbest radikalleri açığa çıkarır. Serbest radikaller ile diğer vazojenik ve
inflamatuvar maddeler kan akımını azaltarak hasarın ilerlemesine neden olur.
11
2.2.3.1.4.1. Eksitotoksisite
Spinal kord yaralanmasıyla oluşan iskemi, eksitator aminoasitlerden (EAA) olan
glutamat ve aspartatın artarak “eksitotoksisite” mekanizmasının aktive olmasına neden
olur. Her iki aminoasit de spinsl kord ve beyinde düzensiz dağılım gösterirler. Glutamat
spinal kordda özellikle arka köklerde yüksek konsantrasyonlarda bulunur. Glutamatın
duyusal iletimin sağlanmasında, ayrıca motor aktivite ve spinal reflekslerin
düzenlenmesinde rol aldığı düşünülmektedir. Aspartatın da spinal kordda eksitator ara
nöronlarda iletici olması, motor ve spinal reflekslerin düzenlenmesinde rol alması
olasıdır 31. İskemi, adenozin 5- fosfat azalmasına neden olarak, hücre homeostazını
sağlayan Na-K pompası benzeri enerji bağımlı mekanizmaların çalışmalarını engeller.
Ekstraselüler ve intraselüler alanlardaki iyonik kompozisyon değişiklikleri, membran
polarizasyonunu değiştirerek, sinaptik keselerden EAA’ların salınmasına neden olur.
EAA salınımı, nöron ve glial hücrelerin enerji bağımlı olan geri alım mekanizmasının
da çalışmaması nedeniyle dengelenemez 31. Yapılan çalışmalar EAA’in neden olduğu
geç doku hasarında glutamat reseptörlerinin önemini vurgulamışlardır 32. Son yıllarda
glutamat reseptörleri “iyonotropik” ve “metabotropik” olarak iki ana grupta
toplanmaktadır. İyonotropik reseptörler farmakolojik özelliklerine göre, N-metil-d-
aspartat (NMDA), amino–3-hidroksi–5-metil–4-izoksazola-propionik asit (AMPA) ve
kainat reseptörleri olarak gruplara ayrılırlar. Metabotropik reseptörler ise guanozin–5-
trifosfat-bağlayıcı proteinlerini ya da siklik nukleotid benzeri intraselüler sekonder
mesajcılar bağlantısıyla transmembran proteinlerini etkileyen reseptörler olarak
ayrılmaktadırlar. Kafa travmasında en güçlü eksitotoksik etki NMDA reseptörleri
vasıtasıyla olurken, travmatik spinal kord yaralanmasında AMPA ve non-NMDA
reseptörleri üzerinden olmaktadır 33. AMPA reseptörlerinin aktive olması ağırlıklı olarak
sodyumun ve eşlik eden kalsiyumun hücre içine girişine neden olur. AMPA
reseptörlerinin aktivasyonu elektrofizyolojik olarak, NMDA reseptörlerinin de
aktivasyonunu sağlar. NMDA reseptörlerinin aktivasyonu hücre içi kalsiyum birikimi
ile sonuçlanır. Glutamat eş zamanlı olarak metabotropik reseptörleri de etkileyerek,
inozitol fosfolipidlerin metabolize olmasına sebep olur. Ayrıca hücre içi kalsiyum
depolarının serbest kalmasına ve hücre duvarı, mitokondri ya da endoplazmik retikulum
da bulunan kalsiyum pompalarının inaktivasyonuna da sebep olarak daha sonra
12
glutamat düzeyleri normale dönse bile, hücre içi kalsiyum miktarı irreversibl olarak
yükselir. Böylece hücre içi kalsiyum artışı, kalsiyum bağımlı-proteaz ve lipazların
aktive olması ve hücre iskeletinin yıkımına ve hücre membranının bozulmasına neden
olur 34,32,28.
2.2.3.1.4.2. Araşidonik Asit ve Metabolizması
Travmanın direkt etkisi ile ya da kalsiyumun anormal hareketi, membran
fosfolipidlerinden, fosfolipaz aktivitesi ile araşidonik asit salınımını artırmakta, o da
siklooksijenaz tarafından hızla metabolize edilerek, prostanoidler ve prostasiklin haline
dönüştürülmektedir. Prostaglandin A2 güçlü bir vazokonstriktör maddedir. Tromboksan
benzeri prostanoidler, trombositlerin endotele yapışmasını arttırırken, intravasküler
trombosit agregasyonuna, mikrovasküler tromboembolilere ve vazokonstriksiyona
neden olur. Prostasiklin ise tam tersi etki göstermektedir. Ancak yapımı siklooksigenaz
yolunun ürünlerinden olan serbest radikaller tarafından selektif olarak engellenmektedir.
Bu yüzden ortamda vazospazm ve iskemi daha da ilerleyebilmektedir 35,36.
2.2.3.1.4.3. Serbest Oksijen Radikallerinin Oluşumu
Serbest radikal, dış yörüngesinde tek sayıda, yani serbest elektron bulunan atom
ya da molekül anlamına gelmektedir 35. Bu tek elektron, çiftlenme eğiliminde olduğu
için ileri derecede reaktiftir ve canlı hücrede bulunan tüm moleküllerle reaksiyona
girebilir. İnsan vücudunda pekçok serbest radikalin varlığı gösterilmekle birlikte, en
yaygın olanı oksijen kaynaklı serbest radikallerdir. Günümüzde, serbest oksijen
radikalleri (SOR) yerine daha kapsamlı olarak, reaktif oksijen türevleri (ROT) tanımı
kullanılmaktadır. Serbest radikaller protein yapılarla, nükleik asitler ve DNA’yla,
hücrenin enerji kaynağı olan karbonhidratlarla reaksiyona girerek, orijinal yapıyı
bozarlar. Poliansatüre membran lipidlerinin serbest radikallerle peroksidayonu iskemik
nöronal hasarın gelişmesinde önemli bir mekanizmadır. Sonuç fonksiyonu kaybolmuş
ve antijenitesi değişmiş hücre membranı ve hücre yapısındaki yıkımdır. İskeminin ve
reperfüzyonun serbest radikal oluşumundaki rolleri tam olarak açığa
kavuşturulmamakla birlikte, iskemi sırasında artan hücre içi Ca+2’un fosfolipaz- A2
13
enzimini aktive ettiği ve karboksigenaz ve lipogenazların etkisiyle prostaglandinler ve
lökotrienler oluşurken ortaya çıkan SOR’nin oluşumunda major rol oynadıkları
düşünülmektedir. İskeminin neden olduğu hasarın önemli bir kısmının reperfüzyon
sırasında, post-iskemik dönemde olduğu düşünülmektedir. Esas hasarın, hipoksi
döneminde değil dokunun tekrar moleküler oksijenle karşılaştığı dönemde olduğu kabul
edilmektedir 36,28. Reperfüzyona, doku pH’sının azalmasına neden olan laktat benzeri
asit metabolitlerin neden olduğu öne sürülmüştür 36. Reperfüzyonda yüksek miktarda
ROT üretilir. Düşük oksijen basıncında meydana gelen ROT’lara bağlı reaksiyonlar,
hipokside daha da tehlikeli olur. İskemik dokunun reperfüzyonu sırasında gerçekleşen
reoksijenasyon bir yandan nöronal canlılığın devamını sağlarken diğer yandan da reaktif
oksidanların oluşumuna yol açan sayısız enzimatik oksidasyon reaksiyonu için substrat
olarak gerekli olan oksijeni ortama getirmektedir. Oksijenin indirgenmesini izleyen
dönemde süperoksid (O2-), hidroperoksil (HO2
-), hidrojen peroksid (H2O2) ve hidroksil
radikali (.OH) nin dahil olduğu birçok reaktif oksijen türü oluşmaya başlar [Reaksiyon
1,2,3,4,5].
O2 + e- O2- [Reaksiyon 1]
O2- + H+ HO2
- [Reaksiyon 2]
O2- + O2
-+2H H2O2 [Reaksiyon 3]
2H2O2 2H2O + O2 [Reaksiyon 4]
O2-+ H2O2
.OH+OH-+ O2 [Reaksiyon 5]
Üç numaralı reaksiyon superoksid dismutaz (SOD) enzimi tarafından fizyolojik
pH’da 2X109 L mol-1 hız sabitesi ile katalizlenir. Reaksiyon sonunda oluşan H2O2,
memeli hücrelerinde katalaz ve glutatyon peroksidaz (GSHPx) tarafından glutatyon
redüksiyonu ile su ve moleküler oksijene detoksifiye edilir [Reaksiyon 4]. Okside
glutatyon da nikotinamid adenin dinükleotid fosfat (NADPH) varlığında glutatyon
redüktaz (GR) ile redükte glutatyona dönüştürülür. Hidroksil radikalleri son derece aktif
oksidanlardır. Bu radikaller hücrede lipid peroksidasyonu, protein oksidasyonu ve DNA
hasarını başlatırlar . Superoksid radikalleri daha az reaktif olmakla birlikte yarı ömürleri
daha uzundur ve Haber-Weiss reaksiyonu aracılığı ile hidroksil radikallerini oluştururlar
[Reaksiyon 5]. Bu reaksiyon Fe2+, Cu2+ gibi iz metal iyonları varlığında daha hızlı
ilerlemektedir (Fenton reaksiyonu).Hidroksil radikali oluşumu için bir diğer yol ise O2-
in beyindeki nöronal endotelial ve glial nitrik oksid sentaz (NOS) aracılığı ile sürekli
14
oluşan ve bir gaz radikal olan nitrik oksid (NO.) ile girdiği reaksiyondur. Bu reaksiyon
ürünü peroksinitrittir (ONOO-) [Reaksiyon 6]
O2-+ NO.ONOO- [Reaksiyon 6]
ONOO- +H+ ONOOH [Reaksiyon 7]
ONOOH .OH +NO2 [Reaksiyon 8]
Son derece hızlı gerçekleşen bu reaksiyonda ONOO- oluşum hızı 6.7X10 9 L.
mol1. s-1 olup diffuzyon sınırlıdır 37. Fizyolojik pH da ONOO- derhal. OH ve nitrojen
diokside (NO2.) parçalanır [Reaksiyon 7,8]. Çok güçlü bir prooksidan olan ONOO-,
SOD ile reaksiyona girerek güçlü bir nitratlayıcı ajan oluşturur. Sonuçta hücresel
proteinlerin tirozin kalıntılarının nitratlanması hücresel disfonksiyon ve ölüme yol
açabilir. ONOO- in iskemik beyin hasarındaki rolü son beş yıl içinde araştırılmaya
başlanmıştır. Diğer yandan NO. in hem serebral kan akımını artırıcı vazodilatatör rolü,
hem de nöronal hasar yapıcı serbest radikal özelliği nedeniyle, iskemik nöron
hasarındaki yeri konusunda çelişkili görüşler bulunmaktadır 38. NO in nöronal koruyucu
şeklinde mi yoksa N-metil-D-aspartat reseptör aktivasyonu ardından hasar verici
mediatör olarak mı rol oynayacağının radikalin redoks durumu tarafından belirleneceği
öne sürülmektedir. Ayrıca PC 12 hücre dizeleri ile yapılan çalışmalarda Cu Zn-SOD
aktivitelerindeki azalmanın NO.-ONOO- yolu aracılığı ile apopitotik hücre ölümüne
neden olduğu ortaya konmuştur 39. Morfolojik çalışmalar korteksin 3. ve 5.
tabakalarında bulunan piramidal nöronların ve hipokampusta Ammon boynuzunun CA1
bölgesinde bulunan nöronların iskemi- reperfüzyon hasarından en fazla etkilenen
bölgeler olduğunu ortaya koymaktadır. Reperfüzyonun ilk 15 dakikasında nöronlarda
morfolojik olarak gözlenen hasar mikrovakuolizasyondur. Sonraki altı saat içinde hasar
ilerler ve 48–72 saat sonra nöron parçalanması görülür.
2.2.3.1.4.4. Lipid Peroksidasyonu
Plazma membranındaki doymamış yağ asitleri, fosfolipidler, glikolipidler,
gliserid ve steroller, okside olabilen aminoasit içeren transmembran proteinleri, glukoz,
mannitol ve deoksi-şekerler serbest radikal hasarına çok duyarlıdır. Reaksiyonlar içinde
en önemlisi hidroksil radikalinin ( OH) membran lipidleriyle reaksiyona girerek lipid
peroksidasyonunu başlatmasıdır. Lipid peroksidasyon, poliansatüre lipidlerin oksidatif
15
yıkımıdır 40. Bu yıkım, genişleyen bir zincir reaksiyonu şeklinde ilerler. Plazma
membranı ve hücre içi organellerde lipid peroksidasyon hemen tüm serbest radikal
kaynakları tarafından stimüle edilebilir ve ortamdaki Fe ve Cu gibi transizyonel
metallerin varlığında potansiyalize edilebilir. Bu reaksiyon tüm yeni oluşmuş kimyasal
serbest radikaller tükeninceye kadar devam eder. Hücre membranındaki doymamış yağ
asitlerinin kaybı, lipid peroksit oluşumu, lipid preparasyonlar tarafından oksijen
tüketimi peroksidasyonu gösterir. Membran yağ asitlerinin peroksidasyonundan sonra
oluşan kısa zincirli yağ asitleri, membran permeabilitesini ve viskozitesini önemli
ölçüde etkiler 40. Reperfüzyon hasarının en önemli nedeni, artan serbest radikallerin
nörönal hücre, plazma ve organel membranları, vasküler endotel hücre membranı ve
myelinde başlattıkları lipid peroksidasyonudur. Radikal aracılı bir zincir reaksiyon
mekanizması şeklinde gelişen lipid peroksidasyonu sırasında, doymamış yağ asidlerinin
yan zincirlerinde yeniden düzenlenme söz konusudur 41.
Lipid peroksidasyonu üç aşamada gerçekleşmektedir.
Başlangıç basamağı (initiation)
İlerleme basamağı (propagation)
Sonlanma basamağı (termination)
Başlangıç basamağı: Hız kısıtlayıcı olup yeterli reaktivitedeki oksijen kaynaklı
bir radikalin bir metilen (-CH2-) grubundaki divinil (allilik) hidrojen atomunu
koparması ile gerçekleşmektedir. Yağ asidinde çift bağ varlığı C-H bağını zayıflatarak
H+ atomunun kopartılmasını kolaylaştırmaktadır. Bu nedenle membran lipidlerinin
doymamış yağ asidleri yan zincirleri, peroksidasyona özellikle duyarlıdırlar. İlk hidrojen
atomunu kopartacak reaktivitedeki radikaller, hidroksil (.OH), alkoksil (RO.), peroksil
(ROO.) ve hidroperoksil (HO.2) radikalleri olup, süperoksid anyonu ve hidrojen
peroksid bu reaksiyonu başlatamamaktadır 42. Hidrojen atomu tek bir elektron içerdiği
için, başlangıç reaksiyonu sonunda geride karbon üzerinde eşlenmemiş bir elektron
kalmaktadır (-.CH-). Daha önce başlangıç reaksiyonu kavramı daha ileri basamakları
kapsamaktaysa da, son görüşler bu aşamanın sadece hidrojen atomunun koparılması
reaksiyonu olduğunu kabul etmektedir 43.
16
İlerleme basamağı: Karbon merkezli radikal, moleküler bir düzenleme ile izole
çift bağ formundan, konjuge dien formuna geçer. Oluşan lipid alkil radikali oksijen ile
reaksiyona girerek lipid peroksil radikalini oluşturur. Lipid peroksil radikali ise, bir
başka yağ asidinden hidrojen atomunu kopararak lipid hidroperoksidi ve yeni bir lipid
alkil radikalini oluşturarak yeni bir zincir reaksiyonu başlatabilmektedir. Lipid
hidroperoksidleri, fizyolojik koşullarda nispeten kararlı moleküller olmakla birlikte,
geçiş metalleri veya metal komplekslerinin katalizörlüğünde parçalanabilmektedirler.
Beyin, ferrik demir (Fe 3+) açısından zengin bir organdır. Bu demirin büyük bir kısmı
hemoglobin, myoglobin, aktif bölgesinde demir içeren enzimlerde veya ferritin gibi
depo proteinleri ile transferrin gibi transport proteinlerine bağlı olarak bulunmaktadır.
Bu şekli ile demir katalizör görevini yapamaz. Serbest demirin en önemli kaynağı
ferritindir. NADH ve O-2, ferritindeki ferrik demirin indirgenmesini ve ferröz demir
(Fe2+) olarak salınmasını kolaylaştırmaktadır [Reaksiyon 9] .
NADH + Fe3+ + Ferritin NAD+ + Fe2+ + Ferritin [Reaksiyon 9]
İndirgenmiş metal iyonları (Fe 2+ ve Cu+) lipid hidroperoksidi ile reaksiyona
girerek alkoksil radikalini (LO.), okside metal iyonları ise (Fe3+ ve Cu 2+) daha yavaş bir
reaksiyonla alkoksil ve peroksil (LOO.) radikallerini oluşturmaktadır [Reaksiyon 10].
LOOH + Mn+ LO. + M(n+1)+ + OH [Reaksiyon 10]
Her iki radikal de başka yağ asidlerinden hidrojen atomu kopartarak lipid
peroksidasyonu zincir reaksiyonunu sürdürürler 42.
Sonlanma basamağı: Lipid peroksidasyonu zincir reaksiyonları, iki lipid
peroksid radikali etkileşinceye (annihilasyon) kadar sürmekte ve siklik peroksid
(LOOL) oluşumu ile sonlanmaktadır [Reaksiyon 11]
LO. 2 + LO.
2 LOOL + O2 [Reaksiyon 11]
Lipid peroksidasyonu sırasında, karbon bağlarının kopması ile aldehid yapısında
yıkılım ürünleri ortaya çıkmaktadır. Bu sitotoksik metabolitler, malondialdehid (MDA)
gibi alkaneller, 4 hidroksinonenal gibi hidroksialkenallerdir. Malondialdehid sınıfından
olan tiyobarbitürik asid ile reaksiyon veren maddeler (TBARS), iskemi reperfüzyon
olayında lipid peroksiasyonunun en duyarlı göstergelerindendir 42. İskemide başlayan
lipolizin, reperfüzyon süresince de devam ettiğine dair kanıtlar bulunmaktadır. Bu
nedenle reperfüzyonda, enzimatik lipoliz ve lipid peroksidasyonu, membran hasarında
17
sinerjizm içinde sürmektedir. Perokside olmuş yağ asidleri, lipolizi gerçekleştiren
fosfolipazlar için doğal yağ asidlerine oranla daha iyi substratlardır. Ayrıca lipid
peroksidasyon ürünleri de fosfolipaz aktivitesini stimüle etmektedirler 41. Lipid
peroksidasyonu, ortamda doymamış yağ asidleri, oksijen ve metal katalizörler (Fe2+,
Cu+) bulunduğu sürece logaritmik olarak artarken yeni serbest radikallerin oluşumuna
neden olmaktadır. Bu nedenle reperfüzyon dönemi, lipid peroksidasyonu için gerekli
koşulları sağlaması bakımından çok uygundur. Lipid radikalleri veya MDA gibi
peroksidasyon ürünleri aracılığı ile lipid peroksidasyonu, biyolojik membranlarda
yaygın hale geldiği zaman hücresel yapı ve fonksiyon hasarları ortaya çıkmaktadır.
Lipid peroksidasyonu sonucu ortaya çıkan ve fonksiyonel hasara neden olan temel
yapısal değişiklik; membran yağ asidlerinin interior alkil zincirlerine hidrofilik bir
grubun girmesi ve yağ asidlerinin aköz faza doğru dönmeleridir. Bunun sonucunda
oluşan fonksiyonel hasarlar şunlardır: Yapısal hasarın derecesine göre, plazma
membranında akışkanlığın azalması, membran geçirgenliğinin değişmesi, membran
potansiyeli azalması, membrana bağlı enzimlerde (Örn: Na+-K+ATPaz) aktivite
azalması. Lizozomal ve mitokondrial membranları ilgilendiren ileri derecede lipid
peroksidasyonu ile organel içeriğinin (mitokondrial matriks enzimleri, lizozomal
enzimler gibi) hücre içine salınması. Normal koşullarda lizozomlar içinde güvenli bir
şekilde tutulan lizozomal proteolitik enzimlerin sitoplâzmaya salınmaları ile hücre içi
proteolizin hızlanması ve doku hasarının şiddetlenmesi 37. Membran geçirgenliğinin
bozulması ile protein sentezi için çok önemli olan K+ ve Mg2+ konsantrasyonlarının
değişmesi ve buna bağlı olarak protein sentezinin inhibisyonu. Lipid
peroksidasyonunun yıkılım ürünü olan malondialdehidin, proteinlerin amino grupları ile
şift bazı oluşturması ve tiyol grupları ile etkileşim. Bu şekilde oluşturduğu protein
fragmantasyonu ve polimerizasyonunun yanısıra MDA nın mutajenik etkisi de
gösterilmiştir 43.
2.2.3.1.4.5. Lipid Karboksilasyonu
Reperfüzyonda ortaya çıkan serbest radikallerin etkisi ile oluşan lipid radikali,
dokuda artmış bulunan karbondioksid ile reaksiyona girerek lipid karboksil radikalini
18
oluşturmaktadır. Karboksil radikali, lipid peroksidasyonu kadar yaygın olmasa da
membran hasarına katkıda bulunmaktadır [Reaksiyon 12, 13, 14] 42.
L. + CO2 LCOO. [Reaksiyon 13]
HO. + LH HOH + L. [Reaksiyon 12]
LCOO. + HOH LCOOH + HO. [Reaksiyon 14]
2.2.3.1.4.6. Protein Oksidasyonu
Hücrenin protein yapıları, serbest radikallerin, özellikle duyarlı amino asidler ile
direkt etkileşimi sonucunda hasara uğramaktadır. Protein fonksiyonu için kritik
pozisyonda olan amino asidler (Örn: enzimin aktif bölgesindeki amino asidler),
özellikle radikal hasarına duyarlıdırlar. Metionin, sistein gibi terminal sülfidril (-SH)
grubu bulunduran amino asidler ile triptofan, tirozin, fenilalanin, histidin gibi aromatik
amino asidler, oksidasyona en fazla maruz kalmaktadırlar. Oksidasyon sonucu
proteinlerin sekonder ve tersiyer yapılarında oluşan değişiklikler fonksiyonlarını
etkilemektedir 43. Enzim veya reseptör fonksiyonuna sahip membran proteinleri,
özellikle serbest radikallerin modifikasyonlarına duyarlı oldukları için protein
oksidasyonu ile önemli hücresel ve membran fonksiyonları bozulmaktadır. Protein
yapılarındaki hasarın gösterilmesi için, protein karbonillerinin belirlenmesi yaygın
olarak kullanılan bir göstergedir. Son yıllarda protein bağlı okside amino asitlerin;
özelikle aromatik ve sülfidril içeren kalıntıların analizi yapılmaktadır 44. Bunun yanısıra
iskemi-reperfüzyon sürecinde hücre içi enzimlerden olan antioksidan enzimlerin
oksidasyonları da bu enzimlerin aktivitelerindeki azalmanın nedenlerinden birini
oluşturabilmektedir 45,46,47.
2.2.3.1.4.7. Spinal Kord Hasarı Sonrası Gen Ekspresyonundaki Değişiklikler
Son yıllarda yapılan çalışmalarda spinal kord hasarı sonrası meydana gelen gen
ekspresyonundaki değişiklikliler ve bunların etkileri üzerinde ayrıntılı olarak
durulmaktadır 48. Toshibana ve ark. spinal kord hasarını takiben meydana gelen gen
ekspresyonunu deneysel tamamlayıcı modellerde DNA mikroarray tekniği ile
çalışmışlar ve 3 genin arttığını (heat shock ,27kDa protein, metalloproteinaz 1 doku
19
inhibitörü, yağ asit-binding protein) ve 7 genin %50’den fazla azaldığını (lesitin
kolesterol açil transferaz,dipeptilaminopeptidaz ile ilgili protein, fosfolipaz C delta4,
plazma membran Ca+2-ATP’az isoform 2, G-protein G(0)alfa subunit,Gabatransporter-
3 ve nöroendokrin protein7b2) göstermişlerdir. Gen ekspresyonundaki tüm bu
değişiklikler revers transkripsiyon polimeraz chain reaksiyon (rPCR) ile doğrulanmıştır.
Bu gen ekspresyonundaki değişikliklerin akut spinal kord hasarında görülen yıkım ve
tamir sürecinde kritik rol oynadıkları düşünülmüştür. Bu çalışma akut SCI’yi takiben
meydana gelen gen ekspresyonunu açıklamada çok önemli bir basamak olmuştur 48.
Nesic ve ark. spinal kord hasarını takiben meydana gelen gen ekspresyonundaki
değişiklikleri kontüzyonel hasar modeli kullanarak çalışmışlardır. Akut spinal kord
hasarının patofizyolojisindeki en erken ve önemli olay olan ekstrasellüler Ca+2
konsantrasyonu ile ilişkili olarak NMDA reseptör inhibisyonunun gen
ekspresyonundaki etkileri araştırılmış ve NMDA reseptör antagonisti MK801’in
ekspresyonda kontrol grubu ile kıyaslandığında %50’ye varan azalma olduğunu tespit
etmişlerdir 48. Fehling ve ark. Kv 1,4 protein gen ekspresyonundaki artışın hasarı
takiben altı hafta sonra anlamlı düzeye ulaşmasının oligodendrosit proliferasyonu için
iyi bir işaret olduğunu saptamışlardır. Ayrıca Fehling ve Nashmi spinal kord hasarı
sonrası voltaj kapılı potasyum kanallarının aksonal disfonksiyondaki önemini
göstermişler ve tedavide hedef rolü üzerinde durmuşlardır 48. De Winter ve ark. SCI
hasarının nöral skardaki fibroblastlarda Class 3semoforin ekspresyonunu tetiklediğini
gösterdiler 48. Klimaschwski ve ark. SCI’yi takiben clusterin regulasyonu ve
lokalizasyonu üzerinde yaptıkları çalışmada; clusterin ekspresyonunun travmayı takiben
2 gün sonra lezyone segmentin içinde glial fibriler asidik protein (GFAP) pozitif
astrositlerde arttığını ve bunu takiben komşu nöronlarda skar dokusundaki glial
elemanlarda yükseldiğini gösterdiler. Bununla bağlantılı olarak bu bulguların, clusterin
ekspresyonunun SCI sonrası subakut ve geç fazda olduğunu ortaya koydu. Trenz ve
ark.Id genlerinin spinal kord hasarı sonrası astrositler,oligodendrositler ve nöral
progenitor subpopülasyonunda zamana bağımlı artışının hücresel cevaptaki önemli rolü
üzerinde durdular. Ayrıca İkeda ve Ark. deneysel spinal kord hasarı sonrası
‘’brainderiveted neuorotropik factor’’ ekspresyonu saptadılar ve bunun SCI sonrası
erken cevapta nöroprotektif faktör olarak nöron ve astrositlerde sentezlendiğini, geç
fazda ise makrofaj-mikrogliada eksprese edilerek nörorestorasyonda rol aldığını tespit
20
ettiler. Gen ekspresyonu hakkında artan modern bilgiler, spinal kord hasarı tedavisinde
gen tabanlı hedeflerin teröpotik kullanımı konusunda önemini sürdürmektedir 48.
2.2.3.1.4.8. Nötrofil Kaynaklı Hücre Hasarı
İskemik dokuda, serbest radikaller de dahil olmak üzere diğer bazı
kemoatraktanların etkisi ile göç eden nötrofiller, aşağıdaki mekanizmalar ile
reperfüzyonda doku hasarının ilerlemesine yol açmaktadırlar. Salgıladıkları proteazlar
(elastaz, jeletinaz vb.) ile endotel hücre parçalanmasına neden olurlar. Reperfüzyon
döneminin en önemli mikrovasküler patolojisi olan kan akışının geri dönmemesi
fenomenine (no reflow phenomen), aktive olmuş nötrofillerin yol açtığı ve nötrofillerin
kapillerlerdeki agregasyonları ile kan akımının geri dönmesine engel olan kapiller
tıkaçları oluşturduğu bildirilmiştir 33. Salgıladıkları vazokonstrüktör ajanlar ve trombosit
aktive edici faktör (PAF) ile daha büyük damarlarda da (arteriyol, prekapiller damarlar)
daralmaya neden olmaktadırlar. Bir araşidonik asid metaboliti olan LTB4 salgılayarak,
süperoksid anyon radikali üretimine ve nötrofillerin kemotaksisine neden olmaktadırlar.
Böylece bir geri beslenme mekanizması ile toplanmış olan nötrofillerden salgılanan
kemotaktik faktörler yeniden serbest radikal üretimine ve nötrofil infiltrasyonuna neden
olmaktadır 9. Hartmann ve arkadaşları nötrofillerce üretilen süperoksid anyon
radikalininin, eritrositlerin agregasyonunu da hızlandırdığını ve bu etkinin nötrofil
agregasyonu ile birlikte kapiller tıkanmayı daha arttırıcı olabileceğini savunmuşlardır 49.
21
Sıçanlarda Spinal Kord Yaralanması
Şekil 3. Endotel lökosit adezyon molekülleri yoluyla endotel hücreleri ile nötrofillerin etkileşimi 3.
2.2.3.1.4.9. Sitokinler
Sitokinlerin hücreler arasında sinyal ileten, peptid veya glikoprotein yapısında,
molekül ağırlıkları 20-30 kDa arasında değişen, çözünebilir biyolojik mediyatörlerdir.
Makrofajlar, monositler, lenfositler, fibroblastlar, endotelyal hücreler, tümöral hücre
klonları gibi çok çeşitli hücre grupları tarafından sentezlenerek, immun ve inflamatuar
olaylara katılan hücrelerin etkinliklerini arttırırlar. Lenfositler tarafından sentezlenen
sitokinlere lenfokinler, monosit ve makrofajlardan sentezlenenlere ise monokinler
denilmektedir. Keşfedilen ilk sitokin interferondur(IFN).Daha sonra Oppenheim’ın
çalışmaları ile 1975’ten itibaren sitokinler ile ilgili bilgiler hızla artmıştır. Ancak
terminoloji halen biraz karışık ve tartışmalıdır 50. Örneğin, interlökin terimi immun
hücreler tarafından oluşturulan ve lökositler arası iletişimi sağlayan maddeler için
kullanılmakla birlikte, çok sayıda interlökin nonhemapoetik hücreler tarafından
salgılanmakta ve somatik hücrelerin aktivitesini düzenlemektedir. TNF alfa ve TNF
beta gibi bazı sitotoksik proteinlerle de ortak özellik göstermektedirler. Çok önemli bir
grup mediatörü temsil eden ve başlıca lökositler arasında etkileşim yapan interlökinler,
TNF-α ve hematopoetik büyüme faktörleri topluca sitokin adı altında toplanmışlardır.
Sitokinlerin çoğu multifonksiyoneldir. Bir kısmı birbiri ile benzer aktivite gösterir(TNF-
22
α ile IL-1α gibi), ancak genetik olarak tamamen farklı moleküllerdir. Son yıllarda
sitokinleri kodlayan genlerin çoğu klonlandığı için, bugün birbirinden farklı ve genetik
yapı olarak birbiriyle ilişkisiz sitokinler tanımlanmaktadır. İmmünololojik, inflamatuar,
hematopoetik, embriyonik büyüme ve gelişme, kemik yapılanması ve vücut hemostazı
gibi birçok fizyolojik ve patolojik etkileri olan sitokinler üzerindeki çalışmalar
sürdürülmektedir. Etki şekilleri son derece kompleks olup, herhangi bir stimulasyonu
takiben izole sitokin aktivasyonu değil, bir sitokin kaskadının aktivasyonu söz
konusudur. Organizmada endokrin (sistemik) , parakrin (salındıkları hücre çevresindeki
hücrelere) , otokrin (salındıkları hücre üzerine) etki gösterirler. Karşılıklı etkileşerek ve
pozitif-negatif feedback mekanizmaları ile birbirlerini regüle ederler. Baza sitokinler ise
kendi sentezini indükleyebilir. Biyolojik olarak 10-10 ve10-15 M konsantrasyonda
aktiftirler. İhtiyaç halinde salınıp daha sonra kaybolurlar. Antijene spesifik olmamakla
birlikte salgılanmaları ve hedef hücreleri etkilemeleri için antijenik stimülasyon gerekir.
Etkileri çeşitli inhibitör ve antagonist madde ile modüle edilebilir. Bütün sitokinlerin
hücreler üzerinde spesifik reseptörleri vardır ve bu reseptörlere yüksek afinite ile
bağlanırlar. Sitokinlerin hastalıkların tanısı, tedavisi ve hastalıklardan korunma
açısından klinik önemi gittikçe artmaktadır. Multifonksiyonel bir sitokin olan IL-6’nın
matür formunun moleküler ağırlığı 22000-30000kDa arasında değişir, 184 aminoasitten
oluşur. IL-6 geni 7. Kromozom üzerindedir. Mononükleer fagositik hücreler IL-6’nın en
önemli kaynağıdır. IL-6 aynı zamanda fibroblastlar, endotel hücreleri, B ve T
lenfositler, hepatositler, keratinositler, glial hücreler ve kemik iliği stroma hücreleri
tarafından da sentezlenir. IL-6, immun yanıtı, akut faz reaksiyonlarını ve hematopoezi
regüle ederek konağın savunma mekanizmasında önemli bir rol oynar. TNF-α, IL-1α,
platelet kaynaklı büyüme faktörü (PDGF), IFN-beta gibi sitokinler, antijenler,
mitojenler ve bakteriyel endotoksinler (lipopolisakkarit) farklı hücre tiplerinde IL-6
oluşumunu uyarır. Ayrıca virüsler ve fibroblastlar BOS’taki IL-6 yapımını indükler.
Human immunodeficiency virus (HIV) ,monositlerde IL-6 yapımını uyarır.
Glukokortikoidler ise IL-6 gen ekspresyonunu negatif yönde etkiler. IL-4 ve IL-13 , IL-
6 sentezini inhibe eder.Akut faz cevabı, inflamasyona ve doku zararına karşı sistemik
bir reaksiyondur.Hepatositlerden akut faz proteinlerinin sentezi IL-6, IL-1α ve TNF-α
gibi bazı sitokinler tarafından düzenlenir. Her üç sitokin aktive monositlerden koordine
olarak salınabilir ve biri diğerini etkileyebilir 50,51. Örneğin, IL-1α veya TNF-α IL-
23
6’nın, TNF-α IL-1α’in, IL-1α kendisinin salınımını etkileyebilir. IL-6 ise IL-1α ve
TNF-α’nin yapımını etkilemez, ancak aktive makrofajlardan salınımlarını suprese eder.
Bu üç sitokin kan yoluyla uzak bölgelere giderek akut faz cevabını oluşturur.
Glioblastom ve astrositom hücrelerinin IL-1α stimülasyonu ile IL-6 mRNA’sının
oluşumu hızlanır. IL-6 neoplastik PC12 kromafin hücrelerinin sinir hücrelerine
dönüşümünü sağlar. IL-6 astrositlerde yapılan sinir hücresi büyüme faktörünün
salgılanmasını arttırarak merkezi sinir sistemi onarım mekanizmasında rol alır. Ayrıca
bronşiyal inflamasyonda, bronşiyal hiperreaktivitede. ve multipl myelom
patogenezinde önemli rol oynadığı sanılmaktadır Romatoid artritli hastalarda yüksek
IL-6 düzeyleri sinovial sıvıda ve serumda saptanabilir. Mezengial proliferatif
glomerulonefritli hastaların mezengial hücreleri tarafından IL-6 üretilmektedir. IL-1α
,Timosit yanıtını yükseltgeyen, poliklonal aktivatör olarak mononükleer fagositlerden
türeyen bir polipeptiddir. IL-1α'in temel kaynağı aktive mononükleer fagositlerdir. IL-
1α, mononükleer fagositlerden salgılanan 2 temel polipeptidden oluşur. Bunlardan biri
IL-1α diğeri IL-1β'dır. Bu ikisi iki farklı genin ürünüdür. Fakat her ikisi de aynı hücre
yüzey reseptörlerine bağlanırlar ve biyolojik etkileri temelde özdeştir. IL-1α ailesinin
3.cü üyesine IL-1α reseptör antagonisti denir. IL-1α moleküllerinin çeşitli şekillerdeki
fibroblast büyüme faktörü ile de yapısal ilişkisi vardır. Dolaşımdaki IL-1α aktivitesinin
çoğu IL-1β'dır. IL-1α için iki farklı reseptör belirlenmiştir. Bunların her ikisi de Immün
globilünlerin üst familyasının üyeleridir. IL-1α'in biyolojik etkileri TNF-α ile benzerdir
ve serbestleşen sitokin miktarına bağlıdır. Düşük yoğunlukta bölgesel inflamatuar
olaylara aracılık eder. Özel olarak IL-1α, mononükleer fagositler ve damar endoteline
etkiyle IL-1α'in daha sonraki sentezini arttırır ve IL-6'nın sentezini tetikler. IL-1α aynı
zamanda TNF-α'nin bir çok imflamatuar özelliğini de paylaşır. Örneğin; IL-1α endotel
hücrelerine etkiyle pıhtılaşmayı arttırır. Lökositlerin biraraya yapışmasına aracılık eden
yüzey moleküllerinin ekspresyonunu arttırır. IL-1α direkt olarak nötrofil gibi
inflamatuar lökositleri aktive etmez. Mononükleer ve endotel hücrelerine etki ederek
lökositleri aktive eden kemokinlerin sentezine neden olur. IL-1α daha yüksek
miktarlarda salgılandığında, kan dolaşımına girer ve endokrin etkiler gösterir. Sistemik
IL-1α, TNF-α ile birlikte ateşin oluşumuna neden olur. Karaciğer tarafından akut faz
proteinlerinin sentezini artırır ve metabolik zayıflamanın başlatılmasına neden olur.IL-
1α, hipotalamusa etki ederek CRF'ün salınmasına neden olur. CRF'de adrenal kortekse
24
etki ederek steroidlerin salınımını arttırır. Kortikosteroidlerde IL-1α ve TNF-α'nin
salınımını inhibe eder. Bu özellik TNF-α ve IL-6'da da mevcuttur. IL-1α etkileri ile
TNF-α etkileri büyük benzerlik gösterir. Yine de bu iki sitokin arasında birçok önemli
farklar vardır. IL-1α, doğal olarak var olan inhibitörler içinde günümüzde bilinen tek
sitokindir. Bu inhibitörlerin iyi tanımlanmasının nedeni insan mononükleer fagositleri
tarafından üretilmeleridir. Doğal olarak var olan inhibitörler, yapısal olarak IL-1α'e
benzerler ve IL-1α reseptörlerine bağlanırlar. Biyolojik olarak inaktiftirler. Bu şekilde
IL-1α'i kompetetif olarak engelleyici etkileri vardır ve bu nedenle IL-1α reseptör
antagonisti (IL-1-ra) olarak adlandırılırlar 50. Diğer bir önemli sitokin olan IL-8 ise,
lökositler ve fibroblastlar için kemotaktik aktivitesi olan yeni bir sitokin ailesidir. Bu
kemotaktik sitokinler kemokinler olarak adlandırılmış olup moleküler ağırlıkları 8000
ile 16000 arasında değişir. % 20–50 aminoasit dizisi ile birbirlerine benzerler. 7-
transmembran reseptörlerine bağlanarak, 10-8-10-11M konsantrasyonda aktive olurlar.
IL–8’ de bu kemokin ailesinin bir üyesidir. Kemokinler çeşitli hücreler tarafından
üretilirler. Bu hücreler aktive monosit-makrofaj ve endotel hücreleridirler ve çeşitli
hücre tipi kombinasyonları için kemotaktiktirler. Miktar olarak oldukça fazla üretilirler.
Bu proteinler için henüz tek tip bir isimlendirme sistemi oluşturulamamıştır, yaptıkları
işe yönelik isim alırlar. IL–8’ in kaynağı monositler, makrofajlar, fibroblastlar,
keratinositler ve endotel hücreleridir. Kemokinler hedef hücrelerin dominant olarak
büyümelerinden ziyade fonksiyonlarını etkiler. Doku yaralanması ve inflamasyonu olan
yerlere spesifik tipte hücrelerin göçünde önemli rol oynar. IL-8 ‘in hedef hücreleri ise
nötrofiller ile T hücreleridir. Nötrofillerin mobilizasyonunu, aktivasyonunu ve
degranulasyonunu sağlar, angiogenezde rolü vardır. Akut faz reaksiyonu ve inflamatuar
yanıt üzerindeki etkileri diğer kemotaktiklerle karşılaştırıldığında IL-8 daha geç ortaya
çıkar.IL-8 ve diğer alfa kemokinler inflamatuar reaksiyonu ve ağır travması olan
hastaların kanında bulunmuş ve inflamasyon bölgesinde; romatoid artritte sinovyal
sıvıda, psöriatik deride ve septik şoklu hastaların dolaşımında tesbit edilmiştir. Bu
yüzden alfa kemokinler akut inflamatuar reaksiyonlarda major rol oynayıcı olarak
pyojenik olmamaları ve akut faz reaktanlarını indüklememelerine rağmen
görülmektedirler 50,51.
25
2.2.3.1.5. İnflamasyon
İnflamasyon, spinal kord yaralanması sonrasında çok hızlı bir şekilde
başlamaktadır. Yaralanmayla başlayan ve devam eden kanama, ödem,
nöroeksitotoksinlerin akümülasyonu ve biyokimyasal değişiklikler, inflamasyonun MSS
üzerindeki esas etkilerini belirlemede zorluklar yaratmaktadır. İnflamasyon, canlı
dokunun her türlü zedelenmeye karşı gösterdiği ortak bir reaksiyondur. İnflamasyon
yaralanma alanındaki vasküler, nörolojik, hümoral ve hücresel yanıtları içerir.
İnflamasyon, organizmanın zedeleyici etkeni çevreleyerek yok etme ve zararlı süreçleri
sınırlandırmasını sağlayan ve takiben doku onarımına yol açan bir süreçtir 52,3.
inflamasyonun ortaya çıkmasındaki en büyük etken yaralanma bölgesindeki vasküler
yanıttır. Yaralanmadan hemen sonra kısa süren bir vazokonstrüksiyon ve ardından
arterioler vazodilatasyon oluşur. Bu da kapiller yatağa daha fazla kan gelerek
konjesyona ve takiben vasküler permeabilitede artışa sebep olur. Lezyon bölgesine
inflamatuar hücre infiltrasyonu, polimorfonükleer granulositlerin (PMNL) lezyon
bölgesini birkaç saat içinde infiltre etmesiyle başlar ve travmanın ilk gününde en yüksek
seviyeye ulaşır. Yapılan ışık ve elektron mikroskopi çalışmalarında 4. saatten önce kan
damarları dışında çok az sayıda PMNL bulunurken, 4. saatte bunların damar içinde
sayıca çok arttıkları ve damar duvarından çıkarak dokuya girmeye başladıkları
görülmektedir 52. Sekiz saatlik preparatlarda, gri cevherde PMNL kümeleşmeleri
görülmekte ve beyaz cevherde PMNL’ler nöronların içindeki inklüzyonlar olarak
belirmektedir. 24 saatlik preparatlarda, dejenere nöronların PMNL tarafından sarıldığı
ve PMNL’ler arasında sellüler kalıntıların bulunduğu gösterilmiştir. PMNL’ler üçüncü
günde kaybolurlar. Bu süre içinde granüler içeriklerini ortama salarak litik enzimlerinin
etkisiyle vasküler, nöronal ve glial hasarı daha da artırabilmektedirler 52. PMNL
infiltrasyonu miktarı ile oluşan hemoraji miktarı korelasyon göstermektedir. Histamin,
plazma proteazları, bradikinin, prostaglandinler, trombosit aktive edici faktör,
lökotrienler, platelet-aktive edici faktör, serbest oksijen radikalleri, seratonin gibi
inflamasyon mediatörleri yaralanmış spinal kordda lezyon bölgesinde birikirler.
İnflamatuar hücreler için kemoatraktan olan bu maddeler doku hasarının hızla
ilerlemesine neden olurlar. Ortamdan kaybolan PMNL’lerin yerini mikroglial
hücrelerden ve dolaşımdan kaynaklanan makrofajlar almaktadır. Makrofajlar myelin,
26
hemorajik ve nekrotik doku kalıntılarını fagosite etmektedir. Aynı zamanda makrofajlar,
anjiogenezi başlatan interlökin–1 benzeri sitokinleri de salgılamaktadırlar. Tüm bu
süreçler sırasında, giderek ilerleyen aksonal zedelenme ve demyelinizasyon
oluşmaktadır. Hasarlı bölgede kavitasyonlar meydana gelmekte ve bunlar da birleşerek
posttravmatik syringomyeliyi oluşturabilmektedirler 52.
2.2.3.1.6. İmmünolojik Sekonder Hasar
Spinal kordda travma sonrası bifazik lökosit cevabı mevcuttur. Başlangıçta
nötrofil infiltrasyonu predominanttır. Bu lökositlerden salınan litik enzimler nöroglia ve
kan damarlarındaki hasarı arttırır. İkinci fazda ise makrofaj imigrasyonu ile birlikte
hasarlı dokunun fagositozu söz konusudır 53. İmmunolojik aktivasyonun, santral sinir
sistemi hasarından sonra ilerleyici doku hasarına ve/veya nöronal rejenerasyonun
inhibisyonuna öncülük ettiği tahmin edilmektedir. Lezyone spinal kordun içindeki
immun hücrelerin fonksiyonel önemi tartışmalıdır 54. Makrofaj ve mikroglialar bir
yandan nöronal rejenarasyonun integral parçaları olarak düşünülürken, diğer bir grup ise
bu hücrelerin TNF ve NO sentezini arttırarak oligodendrosit lizisi, nöronal ölüm ve
demiyenilizasyonda rol oynadıkları düşüncesini savunmaktadır55. Lökosit
infiltrasyonunun iki fazınında, ayrılan aksonların demyelinizasyonunu şiddetlendirdiği
ve bunun özellikle ilk 24 saat içerisinde başlayıp, takip eden birkaç gün içerisinde pik
yaptığı düşünülmektedir. Bu süreç gri ve beyaz cevherdeki kavitasyonları belirgin hale
getirmektedir. Daha sonra ise vallerian dejenerasyon ve skar oluşumu meydana
gelmektedir. Skar oluşumu astrosit ve diğer glial hücreler tarafından
yönlendirilmektedir 53. Hasarlı dokuya immun hücrelerin gelişi birçok protein
tarafından etkilenmektedir. Bu mediatörlerden biri intraselüler adezyon molekülü1’dir.
ICAM-1 dokuya nötrofil infiltrasyonunu başlatarak immun cevabı kötüleştirir. Bununla
birlikte akut SCI sonrası sekonder hasardaki rolü çok iyi aydınlatılmış değildir. ICAM–
1’e karşı oluşan spesifik monoklonal antikorların ciddi derecede myeleperoksidaz
süpresyonu yaptıkları, spinal kord ödemini azalttıkları ve spinal kord kan akımını
arttırdıkları gösterilmiştir 56.Spinal kord travmasındaki sekonder hasardan korunmada
tedaviye hedef olabilecek diğer önemli mediatörler; P-selectin gibi başka adezyon
molekülleri, interlökin-1B, intelökin-6 ve tümör nekroz faktör gibi sitokininlerdir. IL-
27
10’un ise SCI sonrası TNF üretimini azalttığı mönosit ve diğer immun hücrelerin
aktivasyonuna karşı inhibitör olarak görev yaptığının gösterilmesi önemlidir 55.
Kemokinler ve onların reseptörlerinin spinal kord hasarı sonrası arttığı ve buna bağlı
olarak sellüler infiltrasyonun ve sekonder hasarın kötüleşmesine neden oldukları
düşünülmektedir. Ayrıca; araştırmalarda travmatik spinal kord hasarı sonrası nükleer
faktör kappa B aktivasyonunun tetiklendiği gösterilmiştir. SCI sonrası oluşan immun
cevabın modülasyonu sekonder hasarın azaltılmasında önemli bir hedef olarak
gözükmektedir 57.
2.2.3.1.7. Apopitoz
Apopitoz terimi, biyomedikal terminolojiye ilk defa 1972’de Kerr tarafından
sokulmuştur. Hücrelerin asla sebepsiz ve bilinmeyen bir yolla ölmediği, bir program
dahilinde bu sürecin gerçekleştiği 1951’de Glücksmann, 1974’te de Saunders tarafından
öne sürülmüş ve araştırılmıştır. Lockshin 1974’te tüm bu süreci “programlanmış hücre
ölümü” olarak tanımlamıştır 58. Apopitoz, embriyolojik gelişim, immün sistem,
kimyasal nedenli hücre ölümü, hormon bağımlı atrofi, metamorfoz ve normal hücre
yaşamı gibi çok çeşitli farklı biyolojik sistemlerde önemli ve normal bir süreçtir 58.
Uygunsuz apopitoz ise, insanda; Alzheimer ve Huntington hastalıkları gibi
nörodejeneratif hastalıklarla, iskemik hasarlarla, otoimmün hastalıklarla ve kanserin
birçok formu ile ilişkilidir. Apopitoz, hücrelerin parçalanması için endojen hücresel
enzimlerin aktif katılımını gerektiren otonom hücre ölüm süreci olarak
tanımlanmaktadır. Bu süreç morfolojik olarak, hücre ölümünün major formu ve
dramatik bir yok olma fazıdır. Bu faz, hücre volüm kaybını, plazma membran şişmesini,
sıklıkla subplazmalemmal olmak üzere endoplazmik retikulumun dilatasyonunu,
nükleer kromatinin ve sitoplazmik organellerin yoğunlaşmasını içermektedir. Tüm bu
stereotipik morfolojik değişiklikleri takiben, hücresel komponentler apopitotik cisim
olarak adlandırılan membran ile kaplanmış veziküller haline getirilerek, komşu hücreler
tarafından hızla fagosite edilirler. Bu otonomik hücre ölüm süreci, kaspaz olarak
adlandırılan bir enzim grubunun proteolitik olarak birbirlerini ve birçok intrasellüler
anahtar hedef proteini bölerek aktiflemesi ile hücre ölümünün gerçekleştirilmesi esasına
dayanır. Apopitozise bağlı olarak hücrede büzüşme, çekirdeğin küçülmesi ve piknotik
28
bir hal alması, kronatin kondansasyonu ve apopitotik cisimcik oluşumları ortaya çıkar
ve hücre sonunda parankimal hücreler veya fagositlerce ortadan kaldırılır. Bu biçimde
oluşan hücre kaybı esnasında, nekrozun aksine çevre hücreler bu ölümden etkilenmez
ve ortaya inflamatuar bir yanıt çıkmaz. Apopitozisde amaç, ekstraselüler ortama
salındıklarında, immünogenetik, otoreaktif ve inflatuar istenmeyen etkiler
oluşturabilecek sitoplazmik komponentlerin zararsızca uzaklaştırılmalarını sağlamaktır.
Böylece hücre, çevredeki hiçbir hücreye zarar vermeden ortadan kaldırılmış olur 59.
Apopitozis aktif bir süreç olup en azından bu sürecin başında internal ve eksternal
uyaranlara karşı spesifik genlerin aktivasyonuna gereksinim gösterir. Apopitotik ve anti-
apopitotik genler aracılığı ile dengelenen bu aktif süreçte rol oynayan genler aşağıda
sıralanmıştır. Söz konusu genlerde izlenen mutasyonlar kanser gelişiminde önemli rol
oynar.
—Apopitotik Genler Anti- Apopitotik Genler
Cmyc Bak Bcl–2
Fas(CD95) Bax
TNF BCL-Xs Bcl-XL
P53 Ced–3
BAD Ced–4
Hid
Apopitozis Üzerine Etkili Faktörler;
-Programlı hücre ölümü
-Genetik kontrol
-Reseptör aracılıklı apopitozis
-Fas + Fas ligand
-TNF-R1 + TNF
-Sitotoksik T hücre aracılıklı
-Yaşamsal faktörlerin eksikliği
-Sitokin ve büyüme hormonları(testosteron,IL2,HGF, IGF)
-Ekstrasellüler matriksten adhezyon molekülleri ile sinyal iletimi
-DNA hasarı
-Radyasyon(p53 gen aracılıklı apopitozis)
-Kemoterapi(p53 gen aracılıklı apopitozis)
29
-Sitotoksik uyarı
-İskemi
-Sitotoksik ajanlar
-Viral infeksiyon
-Bakteriyel toksinler
-Oksidanlar
Nöronal dokuda, iskemik dokunun resirkülasyonu ile ortama gelen ve
fizyolojik metabolizasyon sınırı üzerindeki moleküler oksijenin indirgenmesi ile
superoksid radikali başta olmak üzere, hidroksil, hidroperoksil, peroksinitrit radikalleri
ve hidrojen peroksid gibi reaktif oksijen türleri oluşmaktadır. Oksijen kaynaklı
radikallerin, özellikle membranlardaki lipid yapılarında bulunan doymamış yağ
asitlerinin reaktif metilen gruplarından allilik bir hidrojen atomunu koparmaları ile
başlayan lipid peroksidasyonu reperfüzyon hasarının en önemli nedenidir. Ayrıca lipid
karboksilasyonu, protein oksidasyonu, DNA hasarı ve nötrofil kaynaklı hücre hasarı da
hücresel fonksiyonları etkileyen diğer hasarlardır. Sonuç olarak nörönal dokuda
iskeminin derinliği, süresi ve reperfüzyonda oluşan reaktif oksidan miktarı ile ilişkili
olarak hücrenin temel makromoleküler yapılarında meydana gelen değişiklikler
nedeniyle farklı derecelerde fonksiyonel ve morfolojik doku hasarı ortaya çıkmaktadır.
2.3. Omurilik yaralanmasının patolojisi
Akut spinal kord hasarında meydana gelen patolojik değişiklikler hakkındaki
bilgiler az sayıdaki klinik çalışmalardan daha ziyade yapılan deneysel çalışmalara
dayanmaktadır. Burada dikkati çeken özellik deneysel ve klinik çalışmalardaki patolojik
değişikliklerin benzerlik göstermesidir. Medulla spinalis yaralanmalarında nöropatolojik
bulgular yaralanmayı oluşturan etkenin şiddetine, süresine ve yaralanmadan sonra geçen
zamana bağlı olarak değişiklikler göstermektedir 60.
Akut hasarın en erken makroskopik bulguları zedelenmenin şiddetine bağlı
olarak kordda yumuşama, yuvarlaklaşma ve pembe-kırmızı ren değişikliği oluşmasıdır.
Bu renk değişikliği mikrokanamalara ve venöz staza bağlıdır.
Erken döneme ait morfolojik değişiklikler travmayı takiben 4. saatte başlar, 8 ila
24 saat arasında nekroz ışık mikroskobu ile görülebilir düzeydedir. İlk belirtiler gri
30
cevherde peteşial kanamalar, beyaz cevherde ödemdir. Beyaz cevherde oluşan ödem
nöropilde vakuoler şişme olarak izlenir. Travmayı takiben 12–18 saatte maksimuma
ulaşır ve 3–5 günde şiddetini kaybeder ancak yaklaşık 15 gün özellikle beyaz cevherde
belirgin kalabilir. Ayrıca travma sonrası eritrosit ve lökositler damar dışına çıkarlar.
Eritrositlerin ekstravaze olmasıyla peteşial kanamalar oluşur ve kanın diğer şekilli
elemanlarından öncelikle PNL (Polimorf nüvelü lökositler)’ler travma sonrası ortama
hakimdir. Daha sonra ise lenfosit ve makrofaj hakimiyeti oluşur. Medulla spinalis
parankimine ait travmatik değişiklikler olarak nöronlarda akson ve myelin kılıfının
şişmesi ve bütünlüğünün kaybı gözlenir. Ultrastrüktürel düzeyde aksonlarda mikrotubul
ve nöroflamanlarda kesilme ve parçalanma izlenir. Akson membranındaki hasara bağlı
olarak iyon kanallarında fonksiyonel bozukluk ve vasküler endotelyal hasar ortaya
çıkar. Akson hafif şiddette hasarlandığında şişmiş, boğumlanmış ve kıvrımlanmış
dejenerasyon gösterirken, daha ağır hasarda kesintili damlacıklar şeklinde görülür.
Aksonun tamamen yırtıldığı veya koptuğu noktada "terminal tanecik" adı verilen
terminal şişme görülür. Miyelin kılıf da hafif hasarda vakuoler dejenerasyon
gösterirken, ağır hasarda miyelin ve aksonun birlikte parçalanmaları ile serbest yağ
tanecileri belirir. Nöron hücresi öldüğünde 1-4 saat içinde hücre ve stoplazması üçgen
eklinde büzülür. Nüvede kromatin yapısının kabalaşıp parçalanarak dağılması,
stoplazmada nissl cisimciklerinin kaybı ve koyu eozinofilik boyanma şeklindeki
"Kırmızı nöron" olarak adlandırılan değişikliğe uğrar. Ölen nöronlar makrofajlar ve
mikroglialar tarafından fagosite edilirler ve bu olay travmadan 10-12 saat sonra ışık
mikroskobunda saptanabilir. Subakut Dönemde travmayı takiben 2-3 hafta sonra akut
dönemdeki değişiklikler azalmaya başlamıştır. Ödem azalmış ve küçük kanamalar
rezorbe olmuştur. Büyük kanamalar ise organizasyon ile giderilmeye çalışılır ve
rekanalizasyon izlenir. Damarların çoğunun lümeninde fibrin trombüsleri vardır.
Ortamda lipid ve hemosiderin yüklü makrofajlar mevcuttur. Fagositik hücreler hasarın
olduğu alanda özellikle damarlar çevresinde rozetler halinde gruplar oluşturur.
Myofibroblastların kollajen üreten fibrositlere dönüşümü ile nedbe dokusu oluşurken,
astrositik glial hücre artışı ile gliozis izlenir. Eğer santral hemorajik nekroz oluşmuşsa,
onarım boru şeklinde kistik boşluk olarak gerçekleşir. Aksonal bağlantısı kesilmiş
nöronda "santral kromatolizis" olarak adlandırılan sitoplazmanın belirgin
homojenizasyona uğradığı ve şiştiği, çekirdeğin ise kenara itildiği değişiklikler görülür
31
60,61,62. Nöron hücrelerinin aksonunda kesi olduğunda aksonun distal kısmında vallerian
dejenerasyon meydana gelir. Travmanın başında şişmiş olan spinal kord onarım sonuna
doğru incelmiş ve atrofik görünüm almıştır. Deneysel çalışmalarda rejenerasyonun üç
yıla kadar yavaş hızla devam ettiği gösterilmiştir. Travma sonrasında 6 ay ve daha geç
dönemde ise travma bölgesinde medulla spinalis üzerinde dura mater ve araknoid
membran kalınlaşmıştır. Meningial zar, adeziv araknoidit olarak isimlendirilen korda
veya duraya yapışıklık gösterir. Mikroskobik olarak fibrozis ve meningeal hücre
proliferasyonu görülür. Medulla spinalis makroskopik olarak büzülerek küçülmüştür,
gri ve sert kıvamlıdır. Skar dokusunun yanı sıra bazı nöronlarda aksonal rejenerasyon,
schwan hücrelerinde remiyelinizasyon görülebilir 63.
2.4. Omurilik yaralanmasında farmakolojik tedavi
2.4.1. Spinal Kord Yaralanmasında Deneysel Tedaviler
Spinal kord yaralanmasının fizyopatolojisinde ve farmakoterapisindeki son
gelişmelere bağlı olarak deneysel spinal kord yaralanmalarında, nöroprotektif etkili çok
sayıda madde denenmektedir. Bu ilaçlardan sadece metilprednizolonun, kontrollü, çok
merkezli ve geniş klinik çalışmalarda, insanlarda fonksiyonel iyileşmeyi artırdığı
gösterilmiştir 3. Son zamanlarda, birçok karşıt görüşlü çalışmalar yapılıyor ve bazı
kliniklerde terkediliyor olmasına rağmen, halen en geniş kullanıma sahip tek
ilaçtır. Yapılan deneysel çalışmalara paralel olarak, henüz preklinik çalışma
aşamasındaki pek çok yeni ilaç spinal kord yaralanması için ümit vericidir.
2.4.1.1. Kalsiyum Kanal Blokörleri
Kalsiyum, ikincil hasarda voltaj bağımlı kanallardan girerek hücre içinde aşırı
miktarda artmakta ve nöral yaralanmalarda önemli rol oynamaktadır. Kalsiyum kanal
blokerlerinin nöroprotektif etkilerini mikrosirkülasyon üzerindeki anti-vazospazmik
etkileriyle gösterdikleri düşünülmektedir 24. Bu nedenle seçilecek kalsiyum kanal
blokörleri sistemik hipotansiyon ve iskemi artışına neden olmayacak şekilde, santral
sinir sistemi damarlarına selektif etkili olmalıdır. En çok çalışılan maddelerden birisi,
merkezi sinir sistemi için selektif etkinliği olduğu düşünülen nimodipindir. Nimodipinle
32
yapılan pek çok çalışmada, nöroprotektif etkiden çok posttravmatik kan akımını
artırdığı saptanmıştır. Takiben, nimodipin verilmesiyle birlikte, kardiyak debinin ve
intravasküler volümün artırıldığı çalışmalarda bir miktar nöroproteksiyon sağlanmıştır.
2.4.1.2. Antioksidanlar ve Serbest Radikal Tutucular
Glutatyon, α-tokoferol (vitamin E), askorbik asit gibi antioksidanlar merkez sinir
sisteminde çok miktarda bulunmaktadır. Bu antioksidanların serbest radikalleri tutucu
özelliği ile nöroprotektif etkili olduğu ileri sürülmüştür. 21-aminosteroid, tirilazad
mesilat, siklosporin A gibi antioksidanlardan da yeterli etki sağlanamamıştır. Yakın
zamanda yapılan çalışmalarda, bir serbest radikal tutucu olan melatoninin ultrastrüktürel
korumayı sağladığı ve nöroprotektif etkisi olduğu gösterilmiştir 15. Yine, lipid
peroksidasyon üzerinden nöroprotektif etkisi olduğu ve gerek klinik gerekse
ultrastrüktürel iyileşme sağladığı gösterilen magnezyum da çalışılan ve ümit bağlanan
bir ilaçtır 17. Bir antiaritmik olan meksiletin, lipid peroksidasyon düzeyini düşürmekte
ve nöroprotektif etki sağlayabilmektedir.
2.4.1.3. Opioid Reseptör Antagonistleri
Deneysel spinal kord yaralanmalarından sonra endojen opioid peptidlerde yerel
artış olmakta ve bunlar da opioid reseptörleri aracılığı ile sekonder hasarda önemli rol
oynamaktadırlar 26. Opiat reseptör antagonistlerinden olan naloxone ile birçok çalışma
yapılmış ve spinal kord kan akımını ve nörolojik iyileşmeyi arttırdığını gösteren
sonuçlar elde edilmiştir 64.
2.4.1.4. İnflamatuar/İmmün Cevapların Baskılanması
Vücutta herhangibir doku yaralanması polimorfonükleer lökositleri ve
makrofajları içeren inflamatuar reaksiyonu başlatmaktadır. Bu reaksiyon, doku
iyileşmesini sağlamaktadır. Erişkin merkezi sinir sistemi, kendine ait immünsupressif
mekanizmalar aracılığı ile kendisini immün hücrelerin potansiyel zararlı etkilerinden
korumaktadır 65. Metilprednozolon ve PAF antagonistleri de inflamatuar cevabı kısmen
33
azaltarak ya da tamamen inhibe ederek etki göstermektedirler. Klorakin ve kolşisin
kullanımının, spinal kordda iskemi sonrası inflamatuar değişiklikleri ve doku hasarını
azalttığı deneysel çalışmalarda bildirilmiştir 65.
2.4.1.5. Tirotropin salıcı hormon ve TRH analogları
Tirotropin salıcı hormon ve TRH analogları pek çok çalışmada kullanılmış ve
spinal kord kan akımını iyileştirme, lipid yıkımını azaltma, endojen opioidlerin etkisini
antagonize etme gibi etkileriyle iyi sonuçlar bildirilmiştir.
2.4.1.6. GM–1 Gangliozid
GM–1 gangliozid, memeli MSS hücrelerinde bulunan bir glikolipiddir. Deneysel
çalışmalarda nöroprotektif ve nöronal fonksiyon restorasyonunda potansiyel etkileri
bulunmuştur. İn vitro çalışmalarda GM–1 gangliozidin, eksitatör aminoasitlere bağlı
nörotoksisiteye karşı nöronu koruyucu etkisi olduğu bulunmuştur. Yapılan çalışmalar,
GM–1 gangliozidin oluşturduğu uzun dönemdeki nöronal ve klinik düzelmenin, akut
hasardaki sonuçlarına göre daha iyi olduğu saptanmıştır 3. GM–1 ile metilprednizolonun
kombine kullanımlarında, GM-1’in metilprednizolonun nöroprotektif etkisini bloke
ettiği bildirilmiştir 66.
2.4.1.7. Monoamin modülatörleri
Yaralanma bölgesindeki norepinefrin akümülasyonunun, nekrozun patolojik
temelini oluşturduğu düşünülmüştür. Deneysel spinal kord çalışmalarında, 5-HT
kullanımının, iyileşmeyi arttırdığı gösterilmekle birlikte, bu konuda henüz klinik
çalışma yoktur.
2.4.1.8. Büyüme faktörleri
Spinal kord yaralanması sonrasında omuriliğin belirli bölgelerinde asidik ve
bazik fibroblast büyüme faktörleri salgılanmaktadır. Bu faktörler nöronların
34
yaşamalarını kolaylaştırır, nörit gelişimini arttırır, nörotransmitter sentezini değiştirir ve
eksitatör amino asitlere bağlı nöron ölümlerinde koruyucu etki gösteririr 52. Yeni
doğmuş sıçanlarda, aksonotomi sonrası rubrospinal ve kortikospinal nöronlarda yaygın
hücre ölümü olduğu ve bunun beyin kaynaklı nörotrofik faktör ya da nörotropin–3
tarafından büyük ölçüde engellendiği gösterilmiştir 52. Benzer biçimde, erişkin
sıçanlarda da spinal kord transeksiyonu sonrası bölgesel uygulanan nöron büyüme
faktörünün aksonal yenilenme ve uzamayı arttırdığı gösterilmiştir.
2.4.1.9. Eksitator Amino Asit Reseptör Antagonistleri
Deneysel spinal kord yaralanmalarında, MK–801 ve dekstrometorfan gibi
NMDA reseptör antagonistlerinin etkili oldukları ve nörolojik iyileşmeyi artırdığı
gösterilmiştir 67. AMPA ve kainat reseptör antagonistleri de çalışılmıştır. AMPA reseptör
antagonisti olan, 2,3-dihidro–6-nitro–7-sulfamoilbenzoquinoksalin’in travma öncesi ya
da ilk 15 dakika içinde uygulanmasının, sıçanlarda histopatolojik, elektrofizyolojik ve
fonksiyonel düzelme yaptığı gösterilmiştir 34. Bununla birlikte, eksitatör aminoasit
antagonistlerinin sistemik yan etkileri klinik kullanımı sınırlanmaktadır. Bu ajanlar kan-
beyin bariyerini geçebilir ve sistemik kullanım glutamat üzerinden ilerleyen sinaptik
iletimi bozabilir. Travmaya sekonder ekstraselüler glutamat artışının 1–2 saat içinde
normale döndüğü gösterilmiştir. Bu mekanizma ilaçların ilk 1–2 saat içinde
uygulanması zorunluluğunu getirmektedir 67. Daha geç uygulanan NMDA agonistlerinin
glutamat nörotoksisitesini arttırdıkları gösterilmiştir 34.
2.4.2. Metilprednisolon(metilprednisolon sodyum süksinat-MPSS)
Deneysel spinal kord yaralanmalarında, nöroprotektif etkili çok sayıda madde
denenmiştir. Bracken ve ark.’nın 1991’de yayınladıkları çok merkezli, randomize
kontrollü bir çalışmaya kadar, travmatik spinal kord hasarlı hastalarda nörolojik
iyileşmeyi artıracak hiçbir tedavi yok denilmekteydi. Ancak bu çalışmanın,
yaralanmadan sonra 8 saat içinde başlayıp 24 saat süren tedavide verilen yüksek doz
MPSS uygulamasının (total doz 154,2 mg/kg/24 st), nörolojik fonksiyonu iyileştirdiğini
göstermesi, akut spinal kord hasarının farmakolojik tedavisi için önemli vaat vermiştir
35
68. Günümüzde, insanlarda akut travmatik spinal kord hasarının tedavisinde, akut fazda,
MPSS tek terapötik ajan olarak kabul edilmektedir. Ancak, MPSS’nin spinal kord
hasarındaki etkisinin kesin mekanizmaları hakkındaki bilgilerimiz yetersizdir. MPSS,
diğer glukokortikoidler gibi antiinflamatuar etkiye sahiptir. Akut inflamasyon, nötrofil
infiltrasyonu, trombosit parçalanması, endotel hücre fonksiyon değişiklikleri, vasküler
permeabilite artışının pik yapması ve ödem formasyonunu içeren kompleks hormonal
ve selüler cevaptır. Eikosonoidler, serbest radikaller, kininler, proteolitik enzimler ve
diğer inflamatuar mediatörler inflamatuar prosesin aktivasyonuna katkıda bulunurlar.
Yüksek doz MPSS’nin antioksidan etkisi, spinal kord hasarındaki etkisini tanımlamak
üzere kullanılmıştır. MPSS’yi de içeren glukokortikoidler güçlü antiinflamatuar
ajanlardır. Glukokortikoidlerin antiinflamatuar etkisi geniş olarak çalışılmıştır.
Araştırmalar, glukokortikoidlerin inflamasyonu baskılamalarının kemotaksisi,
fagositozu, inflamatuar mediatör sentezi ve lizozomal enzim salınımını da içeren lökosit
fonksiyon inhibisyonu yoluyla olduğunu göstermiştir. Antiinflamatuar etkiler, en
azından kısmen lipokortin, vazokortin ve anjiotensin konverting enzimler gibi
antiinflamatuar polipeptitlerin sentezi üzerine uyarıcı etkiye, nihayetinde membran
fosfolipidlerinden araşidonik asit salınımını ve sonrasında eikosonoidler ve serbest
radikallerin oluşumunu katalizleyen fosfolipaz A2 inhibisyonuna bağlanabilir 3. Spinal
kord yaralanma modellerinde MPSS ve deksametazonun, çoğunluğu fayda rapor eden
çok sayıda dozlama programları incelenmiştir. MPSS, glukokortikoid potensi
kortizondan daha büyük ama deksametazondan daha düşük olan sentetik steroidlerin bir
grubudur. Demir bağımlı lipid peroksidasyonu inhibe eden ancak glukokortikoid
aktivitesi olmayan 21-aminosteroidlerin spinal hasar modellerinde faydalı olduğu
bildirilmiştir 17. Spinal kord hasarlı hastada iyileşme 30 mg/kg bolus dozdan sonra
oluşur ve vücuttaki glukokortikosteroid reseptörlerini aktive etmeye gereken miktarın
1000 katıdır. Bu nedenle, MPSS’nin hormonal etkisiyle ilgisi bulunmayan direkt bir
kimyasal etkisi olabilir 3. Demopoulos ve arkadaşları, steroidlerin membranları stabilize
etmede travma ile indüklenen serbest radikal reaksiyonlarını inhibe ederek önemli bir
rol oynayabileceğini öne sürmüşlerdir69. Braughler ve Hall yüksek doz MPSS’nin (30
mg/kg, iv) lipid peroksidasyonu azalttığı, ATPaz gibi membrana bağlı enzimleri ve
nöroflamanlar gibi intraselüler moleküler yapıları koruduğunu ve spinal kord hasarından
sonra laktik asidin tehlikeli biyolojik artışını geriye çevirdiğini bulmuştur 70. Tüm bu
36
sonuçlar ışığında, MPSS’nin spinal kord hasarındaki koruyucu etkisinin en muhtemel
açıklaması, MPSS’nin hasar bölgesinde lipid peroksidasyonu ve hidrolizi inhibe ederek
membran bozukluğunu baskılamasıdır 16,17,3. Klinik kullanımda terapötik sonuçlar için
gereken doz (154,2 mg/kg/24 st), hayvan modellerinde lipid peroksidasyonu ve
nöroflament kırılmasını inhibe etmede en etkili olduğu gösterilen doza benzerdir.
Membranın bu yıkılması hasarın 8 saati içinde pik yapar 70. Bu bulgular Bracken ve
arkadaşlarının hasardan 8 saatten daha sonra MPSS ile tedavi edilmiş hastaların
nörolojik sonuçlarının plasebodan farklı olmadığı gözlemi ile tutarlıdır 64. Lipid
peroksidasyonunun inhibisyonunun sekonder bir etkisi de araşidonik asit
mekanizmasının vazoaktif yan ürünlerinin azalmasıdır. Bu da hasar bölgesinde kan
akımını artırır 71. MPSS ve diğer glukokortikoidlerin, nötrofil bağımlı hücre apopitozu
üzerinde kuvvetli inhibitör etkileri olduğu gösterilmiştir. Kato ve arkadaşları bu etkinin
doz bağımlı olarak hem spontan hem de tumör nekroz faktörü (TNF) nötrofil bağımlı
hücresel apopitozda etkili olduğunu göstermişlerdir. Benzer biçimde devamlı
prednisolon uygulamasının, sağlıklı popülasyonda hücresel apopitozu azalttığı
gösterilirken, inflamatuvar reaksiyonlara bağlı olaylarda apopitozu normal seviyelere
kadar indirdiği bulunmuştur 72,73. Prednisolonun bu etkisinin, sitokin oluşumunu
azaltmasına ve reseptör düzeyindeki etkilerine bağlı olduğu düşünülmektedir. Sitokinler
ve benzeri kemotaktik maddelerin azalması, PMNL göçünü engellerken, reseptör
değişiklikleri ise nötrofillerin endotel yüzeyine yapışabilirliklerini ve doku içine
infiltrasyonlarını engellemektedir 72. MPSS ile ilgili çok merkezli ve kontrollü ilk
çalışma, “National Acute Spinal Cord İnjury Study-NASCIS” olarak bilinen çalışma
serilerinin ilki olan ve 1979–1984 yılları arasında yapılan NASCIS-I’dir. Burada, 1000
mg lık doz kullanılmış ancak uzun dönem takiplerinde bu dozun yetersiz olduğuna karar
verilmiş ve 1985–1988 yılları arasında sürdürülen ve sonuçları halen birçok klinikte
kullanılan NASCIS-II yapılmıştır. Bu çalışmada, MPSS’nin doz bağımlı antioksidan
etkisinin 30 mg/kg dozunda maksimum olduğu ve 60 mg/kg’dan sonra zararlı
etkilerinin başladığı gösterilmiştir. Yine ilk 8 saatte verilen MPSS’nin uzun dönem
takiplerinde daha iyi nörolojik iyileşme görülmüştür 68. Takiben MPSS tedavi süresini
belirlemek için NASCIS-III yapılmıştır. Yaralanmadan sonraki ilk 3 saatte MPSS
başlanan hastalarda, tedavinin 24 saatten fazla sürmesinin nörolojik değişiklik
yapmadığı saptanmıştır. Yaralanmadan sonraki 3–8 saat içinde başlanan MPSS
37
tedavisinin 48 saate uzatılmasının ise nörolojik iyileşmeyi artırdığı gösterilmiştir 68,74. Yüksek doz MPSS tedavisi alan hastalarda daha fazla yara yeri ve ameliyat bölgesi
enfeksiyonu bulunmuştur. Yine yapılan klinik serilerde gastrointestinal kanama oranının
arttığı bildirilmekle birlikte tüm bu yan etkilerin plasebo gruplarından farklı olmadığı da
bildirilmiştir 74. Yüksek doz MPSS’nin nörolojik iyileşmeyi artırdığı bildirilmesine
rağmen, uzun süreli kullanımlarında makrofajların antijen sunumunu ve immün hücre
aktivitesini azaltarak nöronal iyileşmeyi zayıflatabildiği de bildirilmiştir 35.
2.4.3. Aminofostine
Kemoterapötiklerin kanser tedavi başarısını sınarlayan en önemli etki, normal
dokularda oluşturduğu sitotoksisitedir. Bu etki, sitositatiklerin kullanımını önemli
ölçüde engellemektedir. Söz konusu etkinin engellenmesi için birçok‘’sitoprotektif’’ ilaç
geliştirilmeye çalışılmaktadır 75. Günümüzde sitoprotektif amaçlı olarak en sık
kullanılan ilaçlardan biri de Amifostine’dir. Amifostine’nin gelişimine yol açan
araştırmalar Soğuk Savaş süresince başladı. II. Dünya savaşını sonlandıran atomik
kirlilikler sonrasında radyasyon hasarından vücudu koruyan kimyasal maddelerin
gelişimine yönlenildi. A.B.D. askeri kuvvetleri, atomik kirlenmenin radyasyon
etkilerinden askerlerini koruyan ajanlarla ilgilendiler 76. Radyasyon, reaktif atom
grupları olan serbest radikallerin üretimine neden olarak hücrelere zarar verir.
Hücrelerde serbest radikaller DNA gibi diğer atomlara yapışır ve hasar verir ve tahrip
eder. Serbest radikaller daha fazla hücresel hasara neden olan oksijen ile reaksiyona
girer. Sülfidril bileşikleri veya thioller, DNA hasarını tamir eden veya önleyebilen
serbest oksijen radikalleri olarak etkileyebilir. 1940’ların ilk yıllarında glutatyon ve
sistein gibi thiol içeren bileşiklerin radyoprotektif etkileri olduğu gösterildi. Amifostine
(WR–2721), soğuk savaş yıllarında ‘’Walter Reed Army İnstitute’’ araştırma
laboratuarlarında, askeri personeli olası bir nükleer savaşta radyasyon etkisinden
korumak için geliştirilmiş radyoprotektif bir ajandır 76. Bu amaçla geliştirilen ve
isimlerini ‘’Walter Reed Army’’ ’nin ilk harfleri olan WR’den alan 4400 kimyasal ajan
içinde radyoprotektif etkinliği en belirgin ve güvenle kullanılabileni amifostine (WR–
2721) olmuştur. Soğuk savaş yıllarında yapılan hayvan çalışmaları, bu kimyasal ajanın
fare, köpek ve maymunları letal dozda radyasyon etkisinden koruduğunu ortaya
38
koymuştur 76. İlacın tıp dünyasının ilgisini çekmesi, soğuk savaş riskinin azaldığı, ilacın
formülasyonunun saklanmasına gerek kalmadığı dönemlerde, normal dokuları nitrojen
mustard (HN2), L-phenylalanine mustard (L-PAM) ve sisplatin gibi alkilleyici ajanların
olumsuz etkisinden koruduğunun gösterilmesi ile başlamıştır 77. Bu şekilde başlayan
süreç giderek hızlanmış ve ilaç günümüzde radyoprotektif ve sitoprotektif bir ajan
olarak yaygın biçimde kullanım alanı bulmayı başarmıştır. Thiol içeren ve dolayısı ile
antioksidan olan sodyum tiyosülfat ve dietil-ditiyokarbomat gibi bileşiklerin normal
dokuyu radyasyon ve bazı kemoterapötiklerin istenmeyen etkilerinden koruduğu uzun
yıllardan beri bilinmektedir 75,77. Ancak Thiol bileşiklerinin kanser tedavisinde bir
sitoprotektan olarak kullanımı mümkün olamamıştır. Çünkü thiol içeren bileşikler,
sadece normal dokuyu sitotoksisiteden korumakla kalmıyor, sitotoksik anti-tümör etkiyi
de ortadan kaldırıyordu. Bir thiol bileşiği olan amifostine (WR–2721) bu yanı ile diğer
thiol içeren bileşiklerden ayrılmaktadır. Amifostine, organik bir thiofosfat bileşiğidir.
Kimyasal adı 2–3 aminopropil amino ethannetiol, dihidrojen fosfattır. S–2
etiolfosforothiotik işaretlidir. Moleküler ağırlığı 214,22 ve moleküler formülü
C5H15N2O3PS dir. Amifostine, diğer sülfidril içeren bileşiklerden farklıdır. Thiol
grubu fosfat ile kaplanmış ve korunmuştur. Böylece Ethyol aktif metaboliti olan serbest
thiole dönüşüm için alkalin fosfataz ile defosforilasyon gerektirir. Amifostine (WR–
2721), bir ‘’pro-drug’’(ön ilaç) olup sitoprotektif etkinliği yok ya da çok azdır 76,10.
İlacın etkin olabilmesi için, hücre içinde alkalen fosfataz enzim katalizörlüğünde bir
fosfat grubunun uzaklaştırılması ve thiol grubunun serbest hale gelmesi gereklidir. Bu
etki ile pro-drug, aktif metaboliti olan WR-1065’e dönüşür. Oluşan metabolit dokular
tarafından hızla alınan ve sitoprotektif etkiden sorumlu olan metabolitdir. Kendisi de bir
aktif metabolit olan WR-33278’e okside olarak etkisini kaybeder. Protektif etkiden
sorumlu olan serbest sülfidril grubudur. Bu etkiyi, normal hücre DNA’sında hasar ve
kırıklar meydana getiren serbest radikalleri, alkile edici ve platinyum bazlı sitostatik
ajanlar tarafından oluşturulan karbon iyonlarını ortadan kaldırarak yaptığı
düşünülmektedir. Amifostine’nin normal dokuyu tercih etmesi birkaç faktörle
açıklanmaktadır. Bunlardan biri, aktif metaboliti olan WR-1065’e dönüşümünü sağlayan
membran pH bağımlı alkalen fosfatazın, normal hücrelerde daha fazla ve aktif transport
sistemini kullanmasıdır. Normal dokularda kanlanmanın ve mikroçevre pH değerinin
malign hücrelerdekine nispetle daha yüksek olması da sözü geçen özelliklere yardımcı
39
faktörlerdir. İlaç intravenöz uygulamayı takiben hızla plazmadan temizlenerek normal
dokular tarafından tutulur. İlacın çok kısa olan yarı ömrü diğer ilaç etkileşimlerine
olanak tanımamaktadır. Gerçekten de yapılan çalışmalar, eliminasyon yarı ömrünün 8
dakika olduğunu ve 10 dakika içinde aktif metabolitine dönüştüğünü ortaya
koymaktadır 69,78. Kendisinin aksine, metaboliti dokularda çok uzun süre
kalabilmektedir. Normal dokular, özellikle kapiller düzeyde belirgin alkalen fosfataz
aktivitesine sahip olduğundan, amifostine (WR–2721)’nin aktif metaboliti olan WR-
1065’e dönüşümü daha kolay gerçekleşmekte ve normal doku ilaç etkisinden
korunmaktadır. Buna karşılık tümör dokuya ait kapiller yapılarda, alkalen fosfataz
aktivitesi belirgin olarak azdır. Dönüşümü sağlayacak bu enzim eksikliğinden dolayı
benzer sitoprotektif etki tümör dokusunda ortaya çıkmamaktadır. Tümör dokuda,
alkalen fosfataz aktivitesini daha da azaltan bir diğer faktör, dokunun pH değeridir.
Alkalen fosfataz aktivitesi, en küçük pH değerinden bile etkilenmektedir. Tümör doku
normal dokuya kıyasla daha asidik olduğundan, bu pH’da enzim aktif hale geçemez.
İlacın, uygulanımı takiben ilk 30 dakikada karaciğer, böbrek, kalp, kemik iliği, tükrük
bezi gibi dokularda, tümör dokusuna göre 100 kat daha yüksek konsantrasyonlara
ulaştığı yapılan farmakokinetik çalışmalarda gösterilmiştir. İlk 60 dakikadan sonra ise
aradaki konsantrasyon farkı azalarak 10 kata inmektedir. Hayvan deneylerinde, 21 gün
ve 100mg/kg uygulamada, amifostine (WR–2721)’nin tümör dokularında çok önemsiz
miktarlarda tutulduğu gösterilmiştir. Oysaki ilaç normal dokularca oldukça sabit bir
oranda ve yüksek konsantrasyonlarda tutulabilmiştir90. Amifostine (WR 2721)’nin
kemoprotektif ve radyoprotektif özellikleri benzerdir. İlaç, yapısında antioksidan olduğu
bilinen thiol içerdiğinden, özellikle platinium, alkilleyici ilaçlar ve radyasyunun neden
olduğu serbest oksijen radikallerini temizleyebilmekte, sellüler toksisiteyi önlemekte ve
bu yolla ‘’sitoprotektan’’ etki gösterebilmektedir 76,10. Amifostine (WR–2721)’nin
sitoprotektif etkinliği birçok klinik ve pre-klinik çalışma ile gösterilmiştir. Yapılan
birçok ex vivo çalışma, ilacın sisplatin, carboplatin, siklofosfamid, nitrojen mustard,
bleomisin, cytarabin, etoposide, daunorubusin, paclitaxel, mitoxantron, vinblastin,
idarubicin, melphalan, mitomycine C, carmustine(BCNU) ve 5-florourasil’ in neden
olduğu kemik iliği toksisitesini azalttığını ve ‘’colony forming unit-spleen’’(CFU-S)
hücrelerini koruduğunu ortaya koymaktadır 79,80,81. Ancak benzer koruyucu etki tümör
hücrelerinde ortaya çıkmamaktadır 80,82. Amifostine (WR–2721), radyoterapi alan
40
hastalarda, ‘’radyoprotektan’’ olarak da uygulanmaktadır. Yapılan çalışmalar,
radyoterapinin neden olduğu hematopoetik sistem, akciğerler, gastrointestinal sistem
toksisitelerini, ototoksisiteyi ve periferal nöropatiyi önlediğini ortaya koymaktadır.
İlacın, radyasyonun oksijen serbest radikal oluşumu aracılığı ile neden olduğu DNA ve
hücre membran hasarını önlediğine inanılmaktadır. Amifostine tarafından MSS
radyoproteksiyonu üzerine klinik veriler henüz yetersizdir. Amifostine kan-beyin
bariyerini (KBB) geçemez 76,10. Bu problemin çözümü için bazı gruplar intratekal
uygulamayı incelediler. İlave olarak servikal spinal kord irradiyasyonu tarafından
indüklenen rodent myelopati modelleri mevcuttur 83. Normal merkezi sinir sistemi ve
spinal kordun tolere edebileceği radyasyon dozu malign astrositik glioma için kür
sağlaması açısından oldukça düşüktür. Bu potansiyel problemin çözümü için normal
MSS dokularını tümörden daha fazla koruyan bileşikler geliştirmek gerekir. WR–27721,
WR–77913 ve WR–3689 gibi radyoprotektif fosfotioatlar suda yüksek oranda
çözünebilir ama kan beyin bariyerini kolayca geçemez. Kan beyin bariyerini geçen
yollarla bu ilaçların verilmesi rat servikal spinal kordunun radyoproteksiyonunu bize
değerlendirmek için izin verir.
Spence ve arkadaşları’nın ratlarda yaptığı çalışmada, sağ lateral serebral
ventrikül içine WR–2721, 0.33 mg; WR–77913, 2.75 mg ve WR–3689, 2,0 mg olarak
ayrı gruplar halinde verilmiştir. Takiben 45 dakika sonra hayvanların servikal spinal
kordlarına tek doz fraksiyone radyasyon verilmiştir. Her rat haftalık olarak el ve bacak
paralizi bulguları yönünden incelenmiştir. Sonuç olarak 3 ilaç grubunda da servikal
spinal kordda radyoproteksiyon ve buna bağlı olarak nöroproteksiyon olduğu
gösterilmiştir. Bu ilaçların da etkinlik sırası WR–2721>WR–3689>WR–77913 olarak
bulunmuştur. Histolojik değişikliklerin de benzer olduğu ve aynı etkinlik sırasına göre
hücre yapısının korunduğu gözlenmiştir. Bu etkinin de beyaz cevher ve vasküler
elemanlarda koruma yaparak ortaya çıktığını bildirmişlerdir. Ancak aynı etki servikal
spinal korddan çıkan schwann hücreleri ile kaplı periferik sinirlerde görülememiştir 84.
Van der Kogel’in çalışmasında, 20- 40 Gy aralıkta rat spinal korduna uygulanan
radyoterapi sonrasında beyaz cevherde nekroz ve demiyelinizasyon 4–7 ay sonra
değerlendirilmiş ve sonuçlar Spence ve ark.’nın yaptığı çalışmaya benzer bulunmuş 85.
Lamproglou ve ark. da, 45 günlük ratlara tüm beyin radyasyonu uyguladılar.
Beraberinde farklı dozlarda amifostine verdiler. 75 veya 150 mg/kg doz amifostine
41
verilen gruplarda istatistiksel anlamlı sonuçlar elde edildi. 37.5 mg/kg doz daha az
etkiliydi 86.
Spence ve arkadaşları, santral spinal kordun tek fraksiyon radyoterapisi öncesi
45. dakikada ratlara intratekal amifostine verdiler. Erken toksisite çalışmalarına
dayanarak doz 0.33 mg idi. Onlar radyasyon myelopatisinin radyasyon dozuna bağımlı
olarak uzadığını gösterdiler. Amifostine’nin de bu dozda nöroprotektif olduğunu
belirttiler 84.
Nieder ve arkadaşları’nın çalışmasında, 180–210 mg ağırlığında 12 haftalık rat
kullanıldı. Amifostine veya salin uygulaması için sisterna magnaya kanul yerleştirildi.
Yerleştirlen kanüller injeksiyon sonrası çıkarıldı. Her grupta (intra tekal 0,3 mg,
subkütan 40 mg) 8–9 rat vardı ve radyasyon fraksiyonu öncesi 45. dakikada intratekal
(it) veya subkütan (sc) amifostine verildi. Kontrol grubu it veya sc salin ile tedavi edildi.
Ratlar en az 12 ay süresince spinal kord hasarı bulguları ve parezi açısından monitörize
edildi. Klinik tanı histolojik inceleme ile desteklendi. Sonuçta; intratekal amifostine ile
spinal kord korumasının sağlanamadığı belirtildi. Ancak yazarlar bu etkisizliğin önemli
bir sebebi olarak it uygulamnın zor olmasına bağlamışlardır. Amifostine sc
uygulanmasında ise myelopati insidansında azalma görüldüğünü belirtmişlerdir 83.
2.5. Omurilik yaralanmasında cerrahi tedavi
Erken dekompresyon ve stablizasyonun çeşitli çalışmalarda yararlı olduğu
görülmüştür. Servikal bölge kırıkları, üst servikal (C1-3) ve alt servikal kırıklar (C3-7)
olarak iki gruba ayrılır. Vertebralar arasında üç planda hareket mevcuttur, fleksiyon-
ekstensiyon, rotasyon ve lateral bending. Bu üç planda iki vertebra arasında fizyolojik
sınırları aşan hareketin varlığında instabiliteden bahsedilir. Üst servikal vertebralarda
ensık instabilite sebebi travmadır. Üst servikal bölge travmalarında konservatif tedavi
çoğunlukla ilk seçenek olmuştur. Ancak son yıllarda teknolojik gelişime paralele olarak
üst servikal bölge cerrahisinde yeni yöntemler geliştirilmiştir. Spinal kord
zedelenmesine eşlik eden nörolojik defisitlerin tedavisinde beş önemli basamak vardır;
immobilizasyon, medikal stabilizasyon, spinal kolonun dizilimini sağlamak ve
redüksiyon, nöral bası varlığında cerrahi dekompresyon ve spinal stabilizastondur. Alt
servikal yaralanmalar ensık trafik kazaları, yüksekten düşmeler ve spor yaralanmaları
42
sonucu meydana gelir. Alt servikal yaralanmalar Allen Sınıflamasına göre; distraktif
fleksiyon, kompresif fleksiyon, vertikal kompresyon, kompresif ekstensiyon, distraktif
ekstensiyon ve lateral fleksiyon seklindedir. Alt servikal vertebra fraktür ve
dislokasyonlarında iki hedef mevcuttur. Birinci hedef ileride motor ve duysal
fonksiyonları en iyi şekilde sürdürebilecek stabil bir omurga oluşturmak. İkincisi
servikal spinal korda ve sinir köklerine ileride olabilecek zararları önlemektir. Nöral
dokulara bası mevcutsa ve kapalı redüksiyonla bası giderilemiyorsa cerrahi erken
yapılmalıdır. Akut nörolojik kötüleşme acil cerrahi endikasyondur. İnstabil servikal
spinal yaralanmalarda dekompresyonlu veya dekompresyonsuz rijid stabilizasyon ile
birlikte füzyon teknikleri kullanılır faka stabil servikal spinal yaralanmalarda genelde
tedavi konservatiftir ve nonoperatiftir.
Torakol ve Lomber bölgede oluşan kompresyon, fleksiyon, distraksiyon,
rotasyon veya makaslama sonucu üç kolonun yetersizliğine neden olan kırıklarda
stabilite durumuna göre konservatif ve/veya cerrahi tedavi yapılmaktadır. Cerrahi
girişimin amacı nörolojik iyileşmeyi arttırmak için nöral yapıların dekompresyonu,
anatomik dizilimin korunması, geç nöral zedelenmeyi önlemek için rijid stabilizasyon
ile birlikte füzyon, erken mobilizasyona ve rehabilitasyona izin vermedir.
43
3. GEREÇ VE YÖNTEMLER
Bu deneysel çalışma Çukurova Üniversitesi Tıbbi Bilimler Deneysel Araştırma
Merkezinde (TIBDAM) yapılmıştır. Bu çalışmada 280–310 gram ağırlığında erişkin
dişi Wistar sıçanlar kullanılmıştır.
Araştırma yeterli hava sirkülâsyonu ve çevre ısısının sağlandığı odalarda yapıldı.
Lezyon yapıldıktan sonra tüm deneklere ayrı ve kolay beslenmelerini sağlayan
kafeslerde bakım uygulandı.
Deneklerin uyutulması işleminde, 10 mg/kg (İM) Ksilazin (Rompun (İM), Bayer
İlaç San, İstanbul) ile sedasyon yapılıp, 50 mg/kg (İM) Ketamin Hidroklorür
(Ketalar(İM), Parke- Davis lisansı ile Eczacıbaşı İlaç San, İstanbul) verilip genel
anestezi sağlandı. Rahat bir cerrahi girişim sağlamak amaçlı özel deney tespit
tahtalarında uygun pozisyon verilerek tüm cerrahi işlemler mikroskop altında yapıldı.
Bu deneysel çalışma 4 ana gruba ayrılarak toplam 70 sıçan üzerinde, cerrahi kesi
sıçanın sırt kısmında, tıraş yapıldıktan sonra, aseptik şartlar sağlanarak yapıldı.
Çalışmada Rivlin ve Tator’un klip kompresyon modeli uygulandı. Sıçanın en
çıkıntılı olarak göze çarpan Torakal 2’nin (T2 ) spinoz çıkıntısı cerrahi işaret noktası
olarak kabul edildi ve T2-T7 segmentleri arasında altı seviyede laminektomi yapıldı.
Spinal kord açığa çıkarıldı ve extradural kapanma basıncı 50 gram olan anevrizma
klipsi (Yaşargil, FE 619K, Aesculap AG, Almanya ) yerleştirilerek omurilik travması
oluşturuldu. Laminektomi yapılan sıçanlardan iki gruba klips ile travma oluşturuldu,
klips bir grubda 5 dk. diğerinde ise 30 dk. tutuldu ve süre bitiminde klips tutucusu ile
hemen kaldırıldı. Travma uygulanan tüm sıçanlar travmadan sonra paraplejik oldu.
1. Grup (Kontrol) ;10 sıçan alındı ve genel anestezi altında IL-1α,IL-6,IL-8 ve
TNF-α değerlerinin tayini için enjektör ile direkt sıçanın kalbine girilerek 3ml.kan
alındı.
2. Grup; 20 sıçan alındı ve genel anestezi altında 6 seviye laminektomi yapıldı.
Travma uygulanmadı 1, 2, 3 ve 4 gün sonra tekrar genel anestezi altında IL–1α, IL–6,
IL–8 ve TNF-α değerlerinin tayini için enjektör ile direkt sıçanın kalbine girilerek
3ml.kan alındı.
44
3. Grup; 20 sıçan alındı ve genel anestezi altında 6 seviye laminektomi yapıldı.
Yaşargil klipsi ile 5 dakika omurilik travması oluşturuldu. Travma uygulandıktan sonra
1, 2, 3 ve 4 gün sonra tekrar genel anestezi altında IL–1α, IL–6, IL–8 ve TNF-α
değerlerinin tayini için enjektör ile direkt sıçanın kalbine girilerek 3ml.kan alındı.
4. Grup; 20 sıçan alındı ve genel anestezi altında 6 seviye laminektomi yapıldı.
Yaşargil klipsi ile 30 dakika omurilik travması oluşturuldu. Travma uygulandıktan sonra
1, 2, 3 ve 4 gün sonra tekrar genel anestezi altında IL–1α, IL–6, IL–8 ve TNF-α
değerlerinin tayini için enjektör ile direkt sıçanın kalbine girilerek 3ml.kan alındı.
3.1. Histopatolojik incelemeler için örneklerin hazırlanması
Işık mikroskopi değerlendirilmesi için kontrol ve deney gruplarına ait gri ve
beyaz cevheri içerecek şekilde spinal korddan travma bölgesini içine alacak şekilde
yaklaşık 15mm uzunluğunda örneklerin elde edilmesinden hemen sonra doku örnekleri
%10 Formaldehit içerisine konarak patoloji laboratuarına gönderildi. Örneklerden 1 mm
kalınlığında transvers kesitler hazırlandı. Hazırlanan kesitler Hemotoksilen-Eozin ile
boyanarak ışık mikroskobu altında incelendi.
3.2. Biyokimyasal Parametreler için örneklerin hazırlanması
Biyokimyasal parametreler için kan örnekleri Kontrol grubundan, Laminektomi
yapılan gruptan ve Laminektomi ile beş veya otuz dakika klips ile kopresyon
oluşturulan gruplardaki sıçanlardan genel anestezi altında sıçanın sol ön bacağının iç
bölümünden direkt kalbine 5 ml. enjektör ile girilerek üç mililitre kadar kan alınmıştır.
Alınan kanlar mumlu biyokimya tüplerine konduktan sonra 10 bin devirde 3 dakika
santrifiye edilerek serumu alınmış ve kapaklı biyokimya tüplerinde -21 derecede
buzdolabında saklanmıştır. On günlük çalışma sonunda biriktirilen kan sonuçları oda
ısısında eritilmiş ve IL–1α, IL–6, IL–8 ve TNF-α testleri Diaclone marka kitler
kullanılarak mikroeliza yöntemi ile çalışılmıştır.
45
4. BULGULAR
4.1. Histopatolojik bulgular
I. Grup; Laminektomi yapıldı (medulla spinalis travması oluşturulmadı).
Normal spinal kord örneğinde gri ve beyaz cevher ile sinir hücreleri, glial hücreler sinir
lifleri görülüyor.
II. Grup; Laminektomi ile medulla spinalise Yaşargil klipsi ile beş dakika
kompresyon yapıldı. İlk gün hemoraji, konjesyon ve iskemik değişiklikler görülüyor.
İkinci, üçüncü ve dördüncü günlerde hemoraji, konjesyon ve iskemik değişikliklerinin
yanı sıra gittikçe artan yer yer likefaksiyon nekrozuda görülmektedir.
III. Grup; Laminektomi ile medulla spinalise Yaşargil klipsi ile otuz dakika
kompresyon yapıldı. İlk gün hemoraji, konjesyon ve iskemik değişiklikler görülüyor.
İkinci, üçüncü ve dördüncü günlerde hemoraji, konjesyon ve iskemik değişikliklerinin
yanı sıra gittikçe artan yer yer likefaksiyon nekrozuda görülmektedir.
Altta akut travma sonrası deney yapılan sıçanlardan alınmış medulla spinalis
kesitleri görülüyor. Sıçan medulla spinalis kesitlerinde travma sonrası ikinci ve üçüncü
gruplar arasında histopatolojik olarak belirgin bir fark görülmemiştir.
Şekil 4. Kontrol grubundan normal medulla spinalis kesiti. HE X400
46
Şekil 5. Deney grubundan medulla spinalis kesiti. Hemoraji, konjesyon ve iskemik değişiklikler. HE
X400 1. gün.
Şekil 6. Deney grubundan medulla spinalis kesiti. Hemoraji, konjessyon ve yer yer likefaksiyona
giden iskemik değişiklikler. HE X200 3. gün.
47
Şekil 7. Deney grubundan medulla spinalis kesiti. Hemoraji, konjessyon ve yer yer likefaksiyona
giden iskemik değişiklikler. HE X400 4. gün.
4.2. Biyokimyasal bulgular
Sıçanlardan alınan kan örneklerinden elde edilen serumda IL-1α, IL-6, IL-8 ve
TNF-α seviyesi Diaclone marka kitler kullanılarak mikroeliza yöntemi ile çalışılmıştır.
Sonuçlar aşağıdaki tabloda görülmektedir.
48
Tablo 1. IL-1α, IL-6, IL-8 ve TNFα kan sonuçları Pikogram/mililitre(p
g/ml) Pg/ml Pg/ml Pg/ml
IL-1α LAMİNEKTOMİ 24SAAT 5,6 5,8 6,5 6,2 48SAAT 5,7 6,0 6,2 6,3 72 SAAT 5,0 6,3 6,2 6,2 96 SAAT 5,0 5,3 4,8 4,9 5 DAKİKA 24 SAAT 5,7 5,8 6,4 6,2 48 SAAT 5,8 6,1 6,6 6,3 72 SAAT 5,8 6,2 6,0 6,0 96 SAAT 5,8 5,5 5,0 5,0 30 DAKİKA 24 SAAT 5,8 5,9 6,4 6,2 48 SAAT 5,8 6,2 6,3 6,0 72 SAAT 5,8 6,1 6,2 5,7 96 SAAT 5,5 5,0 5,2 5,6
KONTROL GRUBU 5,0 5,2 5,1 4,8
TNF-α LAMİNEKTOMİ 24 SAAT 1,0 0,9 1,1 1,2 48 SAAT 1,7 1,1 1,8 1,4 72 SAAT 1,0 0,7 1,1 0,8 96 SAAT 0,5 0,7 0,9 0,7 5 DAKİKA 24 SAAT 1,2 1,1 1,3 1,2 48 SAAT 1,8 1,3 1,5 1,7 72 SAAT 1,5 1,4 1,3 1,1 96 SAAT 0,9 1.1 0,8 0,9 30 DAKİKA 24 SAAT 1,1 1,4 1,2 1,3 48 SAAT 1,6 1,8 1,8 1,5 72 SAAT 1,4 1,5 1,3 1,2 96 SAAT 1,0 0,9 1,2 1,1
KONTROL GRUBU 0,6 0,8 1,2 1,0
IL-6 LAMİNEKTOMİ 24 SAAT 1,3 2,1 2,0 1,8 48 SAAT 1,0 0,8 0,9 1,1 72 SAAT 7,0 6,8 7,2 6,2 96 SAAT 0,5 0,7 1,1 0,8 5 DAKİKA 24 SAAT 0,9 1,5 1,4 1,2 48 SAAT 1,0 1,1 1,2 1,3 72 SAAT 0,9 1,2 1,4 0,9 96 SAAT 1,5 1,2 1,5 1,9 30 DAKİKA 24 SAAT 1,7 2,0 1,0 1,3 48 SAAT 0,7 1,1 1,3 1,7 72 SAAT 2,0 1,3 2,0 1,8 96 SAAT 1,4 0,9 0,7 1,1
KONTROL GRUBU 1,2 1,4 1,0 1,5
IL-8 LAMİNEKTOMİ 24 SAAT 2,1 2,0 1,9 2,3 48 SAAT 1,4 2,5 2,2 2,0 72 SAAT 1,0 1,3 1,2 2,0 96 SAAT 3,2 3,0 2,9 3,1 5 DAKİKA 24 SAAT 4,0 4,2 3,7 3,9 48 SAAT 3,0 4,2 4,0 4,6 72 SAAT 2,4 3,5 2,0 2,6 96 SAAT 2,6 2,3 1,9 2,7 30 DAKİKA 24 SAAT 3,0 2,5 1,9 2,7 48 SAAT 5,2 4,0 3,5 3,2 72 SAAT 2,7 4,0 4,2 2,5 96 SAAT 1,9 3,2 2,6 1,7
KONTROL GRUBU 1,5 1,4 2,2 1,9
49
4.3. İstatistiksel analiz sonuçları
Veriler SPSS 15 ile analiz edilmiştir. Her grubun kendi içinde zaman bağlı
değişim gösterip göstermediği one-way-anova ile değerlendirilmiştir. Her üç gruptada
zamana karşı değişim görülmektedir.
Tablo 2. Sadece laminektomi yapılan sıçan grubunda analiz sonuçları G1 Laminectomi
GÜN XYSD-TNF- ALFA
XYSD-IL-1- ALFA
XYSD-IL-6 XYSD-IL-8
0 0,90±0,25 0,90(0,6-1,2)
5,35±0,28 5,35(5,0-5,7)
1,20±0,20 1,20(1,0-1,4)
1,76±0,40 1,50(1,4-2,2)
1 1,06±0,15 1,10(0,9-1,2)
6,16±0,35 6,20(5,8-6,5)
1,70±0,56 1,70(1,3-1,2)
2,05±0,07 2,05(2,1-2,0)
2 1,50±0,31 1,55(1,1-1,8)
6,06±0,26 6,10(5,7-6,3)
0,90±0,14 0,90(0,8-1,0)
1,95±0,77 1,95(1,4-2,5)
3 0,90±0,18 0,90(0,7-1,1)
5,92±0,61 6,20(5,0-6,3)
2,15±0,07 2,15(2,1-2,2)
1,05±0,07 1,05(1,0-1,1)
4 0,70±0,16 0,70(0,5-0,9)
5,00±0,21 4,95(4,8-5,3)
1,05±0,07 1,05(1,0-1,1)
3,10±0,14 3,10(3,0-3,2)
P zaman 0.002 0,002 0.005 0.010
Tablo 3: Laminektomi ile 5 dakika omuriliğine klip konan sıçan grubu analiz sonuçları.
G2 5 dk
GÜN XYSD-TNF- ALFA
XYSD-IL-1- ALFA
XYSD-IL-6 XYSD-IL-8
0 0,90±0,25 0,90(0,6-1,2)
5,35±0,28 5,35(5,0-5,7)
1,20±0,20 1,20(1,0-1,4)
1,76±0,40 1,50(1,4-1,2)
1 1,20±0,08 1,20(1,1-1,3)
6,02±0,33 6,00(5,7-6,4)
1,24±0,27 1,40(0,9-1,5)
3,94±0,19 4,0(3,7-4,2)
2 1,57±0,22 1,60(1,3-1,8)
6,20±0,33 6,20(5,8-6,6)
1,12±0,19 1,10(0,9-1,4)
3,70±0,55 4,0(3,0-4,2)
3 1,32±0,17 1,35(1,1-1,5)
6,00±0,16 6,00(5,8-6,2)
1,32±0,34 1,20(1,0-1,9)
2,48±0,59 2,40(2,0-3,5)
4 0,92±0,12 0,90(0,8-1,1)
5,32±0,39 4,95(5,0-5,8)
1,22±0,10 1,20(1,1-1,4)
2,40±0,31 2,50(1,9-2,7)
P zaman <0.001 <0.001 0.760 <0.001
50
Tablo 4: Laminektomi ile 30 dakika omuriliğine klip konan sıçan grubu analiz sonuçları.
G3 30dk
GÜN XTSD-TNF- ALFA
XYSD-IL-1- ALFA
XYSD-IL-6 XYSD-IL-8
0 0,90±0,25 0,90(0,6-1,2)
5,35±0,28 5,35(5,0-5,7)
1,20±0,20 1,20(1,0-1,4)
1,76±0,40 1,50(1,4-2,2)
1 1,25±0,12 1,25(1,1-1,4)
6,07±0,27 6,05(5,8-6,4)
1,44±0,40 1,30(1,0-2,0)
2,34±0,57 2,50(1,6-3,0)
2 1,67±0,15 1,70(1,5-1,8)
6,07±0,22 6,10(5,8-6,3)
1,08±0,44 1,10(0,6-1,7)
3,5±1,27 3,5(1,7-5,2)
3 1,35±0,12 1,35(1,2-1,5)
5,95±0,23 5,95(5,7-6,2)
1,72±0,34 1,90(1,3-2,0)
3,46±0,65 3,5(2,7-4,2)
4 1,05±0,12 1,05(0,9-1,2)
5,32±0,27 5,35(5,0-5,6)
0,90±0,29 0,80(0,7-1,4)
2,28±0,58 2,20(1,7-3,2)
P zaman
<0.001 <0.001 0.012 0.005
Şekil 8: TNF-α’ nın laminektomi, Laminektomi + 5dk omurilik kompresyonu ve laminektomi + 30
dk omurilik kompresyonu sonrasında kanda TNF-α düzeyinin ilk saatten 96.saate kadar değişimi
görülmektedir.
51
Şekil 9: IL-1α’ nın laminektomi, Laminektomi + 5dk omurilik kompresyonu ve laminektomi + 30
dk omurilik kompresyonu sonrasında kanda IL-1α düzeyinin ilk saatten 96.saate kadar değişimi
görülmektedir.
Şekil 10: IL-6’nın laminektomi, Laminektomi + 5dk omurilik kompresyonu ve laminektomi + 30 dk
omurilik kompresyonu sonrasında kanda IL-6 düzeyinin ilk saatten 96.saate kadar değişimi
görülmektedir.
saat
967248240
Mean IL-6
2,2
2,0
1,8
1,6
1,4
1,2
1,0
0,8
30 dk5 dk
laminectomi
52
Şekil 11: IL-8’nın laminektomi, Laminektomi + 5dk omurilik kompresyonu ve laminektomi + 30 dk
omurilik kompresyonu sonrasında kanda IL-8 düzeyinin ilk saatten 96.saate kadar değişimi
görülmektedir.
saat
967248240
Mean IL-8
4,0
3,5
3,0
2,5
2,0
1,5
1,0
30 dk5 dklaminectomi
53
5. TARTIŞMA
Travmatik omurilik yaralanmasında birincil zedelenme travma anında olan
zedelenmedir. İkincil zedelenme ise oluşan birincil zedelenmenin başlattığı saatler
içerisinde metabolik ve biokimyasal nedenlerle oluşan hasarlardır. Bu progresif süreçte
yer alan lezyonlar henüz tam olarak aydınlatılamamıştır. Travmatik omurilik
yaralanmasında medikal tedavide amaç bu ikincil mekanizmaların önlenmesidir. İkincil
zedelenme mekanizmalarından bugün üzerinde en fazla durulanlar; vasküler
değişiklikler, hücre içi kalsiyum artması, endotel hücre hasarı, enflamatuar
değişiklikler, serbest radikal teorisi, endojen opioidler ve iskemi-reperfüzyon hasarı
teorileridir. Bu teoriler kısmen içiçedir. İkincil yaralanma mekanizmalarının ortaya
çıkmasındaki en önemli etkenlerden biri dokuda enerji yetersizliğidir. Bunun erken
dönemdeki başlıca sebebi bozulmuş perfüzyona bağlı iskemidir. Santral sinir sistemi
vücutta, kısıtlı anaerobik metabolizması ve glikojen depoları nedeniyle iskemiye en çok
duyarlı olan dokulardan biridir. İskemi, omurilik gri cevherini beyaz cevherden daha
fazla etkileyen bir olgudur. Bu nedenle doğrudan nöronal yaralanmayı başlatabilir.
İskeminin bilinen etkilerinin dışında, iskemik dokunun reperfüzyonu, bir yandan iskemi
sırasında kaybolan bazı fonksiyonların geri gelmesini sağlamakta fakat erken dönemde
iskemik hasarlı doku üzerine ani ve hızlı biçimde gelen oksijen ve kan ürünleri hasarı
büyütmektedi. Ayrıca iskemik organda reperfüzyon, lökosit aktivasyonu ve serbest
radikal üretimini arttırarak doku harabiyetini de arttırmaktadır. Reperfüzyon hasarının
en önemli nedeni, artan serbest radikaller aracılığı ile omurilik hücresi, plazma ve
organel membranları, vasküler endotel hücre membranı ve myelinde başlattıkları lipid
peroksidasyonudur. Radikal aracılığı ile bir zincirleme reaksiyon mekanizması şeklinde
gelişen lipid peroksidasyonu sırasında doymamış yağ asitlerinin yan zincirlerinde
yeniden düzenlenme söz konusudur. TNF-α,biyolojik yarı ömrü kısa olan ve spinal kord
travması sonrasında ilk saatlerde zedelenmiş kord alanında ve birkaç saat sonra BOS da
ve daha geç olarak serumda seviyesi artmakta olup birkaç gün içerisinde normal
seviyesine düşmektedir.
Yakovlev ve Felden sıçanlarda spinal kord travmasını takiben ilk saatlerde TNF-
α’nın travmatik dokuda arttığını ve TNF-α seviyesinin zedelenmenin şiddeti ile orantılı
54
olduğunu göstermişlerdir. Diğer bir çalışmalarında spinal kord travması oluşturulan
Lökopenik sıçanlarda ise TNF-α’nın zedelenen dokuda artış göstermediğini
saptamışlardır 87.
Yuji Taoka ve Kenji Okajima; sıçanlar üzerinde deneysel spinal kord travması
oluşturmuşlar ve TNF-α’nın zedelenmiş dokuda 4 saat sonra artarak pik yaptığını
saptamışlardır 88.
Yuji Taoka et al; yaptıkları bir çalışmada metilprednizolonun doku iyileşmesine
katkısının, spinal kord yaralanmasından 4 saat sonra TNF-α ve TNF-α-mRNA üzerinden
değilde zedelenen doku alanındaki lipid peroksidasyonu ve vasküler permeablitede
artışın engellenmesi ile spinal kord da iyileşmeye katkıda bulunduğunu belirtmişlerdir 89.
Bizim sıçanlarda deneysel spinal kord yaralanması oluşturarak yaptığımız
çalışmada, TNF-α’nın travmanın şiddetinden bağımsız olarak serumda kontrol
değerlerinin üstünde seyrettiği ve ikinci günden itibaren kontrol değerine düştüğünü,
fakat sadece laminektomi yapılan grupta ilk gün kontrol değerlere yakın seyreden TNF-
α’nın 24. saatten sonra arttığını ve 48. saatte pik yaptıktan sonra azaldığını saptadık
(Grafik-1). Laminektomi grubuna göre laminektomi ile birlikte spinal kord travması
yapılan guplarda TNF-α’nın daha erken ve daha yüksek serum değerlerine ulaşması bize
spinal kord travması sonrasında TNF-α’nın spinal korda yoğun olarak üretilip kan
dolaşımına salındığını göstermektedir. Laminektomi yapılan gruba göre laminektomi ve
medulla spinalis travması oluşturulan gruplarda TNF-α’nın daha fazla kanda yükselmesi
ile travma sonrasında medulla spinaliste bir hasar olup olmadığı hakkında bilgi sahibi
olmamıza yardımcı olacak bir parametre olarak kullanmamıza yarayacaktır.
IL-1α, sağlıklı insanlarda herhangi bir uyarı olmaksızın plazma ve idrar gibi
doku sıvılarında bulunmaktadır.Ayrıca bu sıvılarda IL-1α’in doğal inhibitörleride
bulunmaktadır.IL-1 Ra bunlardan birisidir.IL-1α travma sonrasında TNF-α’dan kısa bir
süre sonra üretilmeye başlar ve temel kaynağı aktive mononükleer fagositlerdir.IL-1α
direkt olarak nötrofil gibi inflamatuar lökositleri aktive etmez ancak yüksek miktarlarda
salgılanırsa kan dolaşımına girerek akut faz proteinlerinin etkilerini arttırır.IL-1α’in
etkileri TNF-α’nın etkilerine benzemekle birlikte bazı önemli farklılıklarıda vardır.IL-
1α'in kendisi doku zararı oluşturmaz fakat TNF-α'nin neden olduğu doku zararını
potansiyalize eder. TNF-α'nin inflamatuar ve prokoagulan özelliklerini taklit etse de
55
Schvatzman reaksiyonunda mediatör olarak TNF-α'nin yerini alamaz ve tümörlerin
hemorojik nekrozuna neden olmaz.
Spinal kord travması sonrasında bifazik lökosit cevabı mevcuttur. Başlangıçta
nötrofil infiltrasyonu predominanttır ve bu lökositlerden salınan litik enzimler nöroglia
ve kan damarlarındaki hasarı arttırır. İkinci fazda makrofaj migrasyonu ile birlikte
hasarlı dokunun fagositozu sözkonusudur. İmmünolojik aktivasyonun santral sinir
sistemi hasarından sonra ilerleyici doku hasarına ve/veya nöral rejenerasyonun
inhibisyonuna öncülük ettiği tahmin edilmektedir. Lökosit infiltrasyonunun ikinci
fazında ayrılan aksonların demyelinizasyonunu şiddetlendirdiği ve bunun özellikle ilk
24 saat içerisinde pik yaptığı düşünülmektedir. IL–1α’in temel kaynağı aktive
mononükleer fagositler.
Çalışmamızda spinal kord zedelenmesi sonrasında serumda kontrol grubuna
göre IL–1α değerlerinde kayda değer bir yükselme görülmüştür (Grafik-2). IL–1α’in
hem Laminektomi yapılan grupda hemde laminektomi ile birlikte spinal kord travması
oluşturulan gruplarda yüksek seviyeye çıkması ve her üç grubda da birbirine yakın
değerlerde olması nedeniyle bize IL–1α’in spinal kord zedelenmesini gösteren bir
parametre olmakla birlikte pratikte kullanılamayacagı görülmektedir. Yapılan
çalışmamızda IL–1α’in spinal kord travmasını takiben kanadaki miktarı anlamlı olarak
görülmemektedir.
IL–6, KC de akut faz reaktanlarının sentezlenmesini sağlayan en etkili
uyarıcıdır. Travma sonrası TNF-α ve IL-1α’den sonra salgılanmaya başlar ve travmadan
birkaç saat sonra serumda görülür ve günlerce dolaşımda kalır. Adam I. Koplin, Depa
M. Deshpazde ve ark, transvers miyelitli hastalarda BOS da IL-6 seviyesine bakmışlar
ve klinik olarak ağır seyreden olgularda daha fazla artış olurken aynı hastalarda
serumda daha az artış olduğunu saptamışlar 113. Buda doku zedelenmesinin diğer
işaretleri ile ilişkili olan IL-6’nın Santral Sinir Sisteminde üretildiğini akla getirmiştir.
Bizim çalışmamızda IL-6’nın spinal kord zedelenmesi olan grublara göre sadece
laminektomi yapılan grubda serumda daha fazla arttığı görülmektedir.48 saat sonra IL–
6 seviyesinin kontrol grubu değerlerine inip 72.saatte tekrar serumda pik yapması ve 96.
saatten sonra normal serum değerlerine inmesi ise, spinal kord travması sonrasında kord
da üretilen IL–6’nın önemsiz değerlerde olduğunu ve IL–6 sentezin 24–48. saatlerde
baskılanması ve ikinci bir mekanizma ile üretiminin dokularda tekrar artmasını aklımıza
56
getirmektedir. IL–6 ‘nın spinal kord travması sonrası kord da üretiminin ya çok az
miktarda olduğu yada kana çok az miktarda geçtiği görülmekte olup travma sonrası
kord da meydana gelen zedelenmeyi göstermesi açısından değerli bir parametre olarak
görülmemektedir (Grafik-3). Daha önce yapılan çalışmalarda IL–6 değerleri travma
sonrası kord da ve BOS da yüksek değerlerde bulunmuş olması IL-6’nın kana geçişinin
anlamlı miktarlarda olacağını göstermemektedir.
IL–8, spinal kord yaralanmasından 6–24 saat sonra BOS ve kanda yükselmeye
başlayan lökosit ve Fibroblastlar için kemotaktik aktivitesi olan bir sitokin ailesidir.
Kemokin olarak adlandırılan bir grubun üyesidir. IL-8’in akut faz reaksiyonları ve
inflamatuar yanıt üzerine etkileri diğer kemokinlerle karşılaştırıldığında daha geç ortaya
çıkar.
Bizim çalışmamızda kord zedelenmesinden sonra ilk iki gün serumda önemli bir
artış göstermiş ve üçüncü güne kadar yüksek seviyede devam etmiş sonra kontrol
değerlere inmiştir. Laminektomi grubunda ise kontrol grubuna göre çok az artış gösterip
ikinci günden sonra normal seviyeye inmiştir. IL-8’in özellikle travmanın şiddeti ve
süresi ile orantılı olarak serum seviyesinin yüksek seyretmesi spinal kord zedelenmesini
gösteren önemli bir parametre olarak görülmektedir (Grafik-4).
57
6. SONUÇ VE ÖNERİLER
Deneysel spinal kord yaralanmasında TNF-α, IL–1α, IL–6 ve IL–8 sonuçlarını
şu şekilde sıralayabiliriz.
1- Sadece laminektomi yapılan gruba göre laminektomi ile birlikte spinal kord
travması yapılan guplarda TNF-α’nın daha erken ve daha yüksek serum değerlerine
ulaşması bize spinal kord travması sonrasında TNF-α’nın spinal korda yoğun olarak
üretildiğini ve kan dolaşımına salındığını göstermektedir.
2- Spinal kord zedelenmesi sonrasında serumda kontrol grubuna göre IL–1α
değerlerinde kayda değer bir yükselme görülmüştür. IL–1α ‘in hem yalnız Laminektomi
yapılan grupda hemde laminektomi ile birlikte spinal kord travması oluşturulan
gruplarda yüksek seviyeye çıktığı ve her üç grubda da birbirine yakın değerlerde olduğu
saptanmıştır.
3- IL-6’nın spinal kord zedelenmesi olan grublara göre sadece laminektomi
yapılan grubda serumda daha fazla arttığı görülmektedir.48 saat sonra IL–6 seviyesinin
kontrol grubu değerlerine inip 72.saatte tekrar serumda yükselmesi ve 96 saat sonra
normal serum değerlerine indiği saptanmıştır.
4- IL–8, ilk iki gün serumda önemli bir artış göstermiş ve üçüncü güne kadar
yüksek seviyede devam etmiş sonra kontrol değerlere inmiştir. Laminektomi grubunda
ise kontrol grubuna göre çok az artış gösterip ikinci günden sonra normal seviyeye
inmiştir. IL-8’in özellikle travmanın şiddeti ve süresi ile orantılı olarak serum
seviyesinin yüksek seyretmediği görülmüştür.
Tüm bu sonuçlar göz önüne alınırsa IL–1α’in hem sadece laminektomi yapılan
grupda hemde laminektomi ile birlikte spinal kord travması oluşturulan gruplarda
yüksek seviyeye çıkması ve her üç grubda da birbirine yakın değerlerde olması
nedeniyle bize IL-1α’in spinal kord zedelenmesini sonucu hasarlı dokuda açığa
çıkabileceği fakat pratikte bir parametre olarak kullanılmasının mümkün olamayacağı
görülmektedir. IL–6 ‘nın spinal kord travması sonrası kord da üretiminin ya çok az
miktarda olduğu yada kana çok az miktarda geçtiği görülmekte olup travma sonrası
kord da meydana gelen zedelenmeyi göstermesi açısından değerli bir parametre olarak
görülmemektedir. Daha önce yapılan çalışmalarda IL–6 değerleri travma sonrası kord
58
da ve BOS da yüksek değerlerde bulunmuş olması IL-6’nın kana geçişinin anlamlı
miktarlarda olacağını göstermemektedir. Bununla birlikte sadece laminektomi yapılan
gruba göre laminektomi ve medulla spinalis travması oluşturulan gruplarda TNF-α’nın
daha fazla kanda yükselmesi ile travma sonrasında medulla spinaliste bir hasar olup
olmadığı hakkında bilgi sahibi olmamızda bir parametre olarak kullanmamıza
yarayacaktır. Son olarak IL-8’in özellikle travmanın şiddeti ve süresi ile orantılı olarak
serum seviyesinin yüksek seyretmesi spinal kord zedelenmesini gösteren ve tedavi
sürecinde bize yardımcı olacak önemli bir takip parametresi olarak görülmektedir.
59
KAYNAKLAR
1. American Paraplegia Society (APS). Background.Erişim : http://.apssci.org .Erişim Tarihi: 21.03.2004.
2. Erman T, Tuna M, İldan F, Göçer Aİ, Vezir M, Boyar B. Spinal Kord Travmasının
Fizyopatolojisi ve Medikal Tedavi Prensipleri.Arşiv, 11: 270-273, 2002. 3. Taoka Y, Okajima K. Spinal cord injury in the rat.Prog Neurobiol 56. 341-358. 1998. 4. İplikçioglu C. Omurilik yaralanmasının Fizyopatolojisi. Omurga ve omurilik cerrahisi. Zileli
M, Özer F, 1.Baskı, İzmir : Saray Medikal Yayıncılık, 1997; 459-465. 5. Fehlings MG, Sekhon LH, Tator C. The role and timing of decompression in acute spinal cord
injury. Spine, 2001; 26: 101-110. 6. Naderi S, Zileli M, Özer AF. Omurga cerrahisinin tarihçesi. Omurga ve Spinal kord Cerrahisi.
Editörler: M. Zileli, AF. Özer. Bölüm:1. Sayfa: 1–13, 2002. 7. Schwab ME, Bartholdi D: Degeneration and regeneration of axons in the lesioned spinal cord .
Physiol Rev 76; 2: 319–370, 1996. 8. Marketos SG, Skiadas PK. Galen. A pioneer of spine research. Spine 24, 2358–2362, 1999. 9. Dohrmann GJ. Experimental spinal cord trauma. Arc Neurol, 27: 468–473, 1972. 10. Kalaycioğlu M, Bukowski R. Clinical status of the vew cytoprotective agents, amifostine.
Oncology,8. 15–23, 1994. 11. Tator CH. Review of experimental spinal cord injury with emphasis on the local and systemic
circulatory effects. Neurochirurgie 37: 291–302, 1991. 12. Allen AR. Surgery at Experimental Lesion of Spinal Cord Equivalent to Crush injury at fracture
Dislocation of Spinal Columna. Tama, 1941; 57: 878-880. 13. Nemecek S. Morphological evidence of microcirculatory disturbances in experimental spinal
cord trauma. Adv Neurol 20: 395–405, 1978. 14. Faden AI, Jacops TP. Effect of TRH analogs on neurologic recovery after experimental spinal
trauma. Neurology 35, 1331–1334, 1985. 15. Kaptanoğlu E, Tuncel M, Palaoğlu S, Konan A, Demirpençe E, Kılınç K. Comparison effect
of melatonin and methylprednisolone in experimental spinal cord injury. J Neurosurg (Spine 1) 93: 77–84, 2000.
16. Kaptanoglu E, Caner HH, Surucu SH. Akbiyik F. Effect of mexiletine on lipid peroxidation
and early ultrastructural findings in experimental spinal cord injury. J Neurosurg (Spine 2) 91: 200-204, 1999.
17. Hall ED, McCall JM: A non-glucocorticoid steroid analog of methylprednisolone duplicates its
high dose pharmacology in models of central nervous system trauma and neuronal membran damage. J Pherm Exp Therap; 242: 137–142, 1987.
60
18. Koyanagi I, Tator CH. Effect of a single huge dose of methylprednisolone on blood flow, evoked potentials, and histology after acute spinal cord injury in the rat. Neurol Res 19. 289–299, 1997.
19. Bracken MB, Shepard MJ. Administration of methylprednisolone for 24–48 hours or tirilizad
mesylate for 48 hours in the treatment of acute spinal cord injury. JAMA 277: 1597-1604, 1997. 20. Anthes DL, Theriault E, Tator CH. Ultrastructural evidence for arterial vasospasm after spinal
cord trauma. Neurosurg 39. 804–814, 1996. 21. Banik NL, Hogan EL. Molecular and anatomical correlates of spinal cord injury. Cent Nerv
Syst Trauma 2. 99–107, 1985. 22. Schanne FA, Kane AB, Young EE. Calcium dependence of toxic cell death: a final common
pathway. Science 206: 700–702, 1979. 23. Tator CH, Rowed DW. Manegemend of acute spinal cord injuries. Can J Surg; 27. 289–294,
1984. 24. Tator CH, Fehlings MG. Review of the secondary injury theory of acute spinal cord injury
trauma with special emphasis on vascular mechanisms. J Neurosurg 75: 15–26, 1991. 25. De La Torre JC. spinal cord injury: review of basic and applied research. Spine 6. 315–335,
1981. 26. Braughler RW, Duncan LA. Interaction of lipid peroxidation and calcium in the pathogenesis
of neuronal injury. Cent Nerv Syst Trauma 2: 269–283, 1985. 27. Braughler JM and Hall ED. Correlation of methylprednisolon levels in cat spinal cord with its
effect on Na-K-ATP’ase, lipid peroxydation and alpha motor neuron functions. J Neurosurg 56. 838–844, 1982.
28. Lipton SA, Rosenberg PA. Excitatory aminoacids as a final common pathway for neurological
disorders. N Eng J Med 330: 613–622, 1994. 29. Nashmi R, Fehlings MG. Role of voltage gated K+ channels in the pathophysiology of spinal
cord injury. Modulator 14: 5–9, 2001. 30. Braughler JM, Hall ED. Effects of multidose methylprednisolone sodium succinate
administration to an injured cat spinal cord neurofilament degradation and energy metabolism. J Neurosurg 61. 290–295, 1984.
31. Choi DW. Calcium specific mediated neurotoxicity: Relationship to channel types and role in
ischemic damage. Trends Neurosci 11. 465–469, 1988. 32. Frei B. Molecular and biological mechanisms of antioxidant action FASEB J; 13. 963–4, 1999. 33. Regan FR. The Vulnerability of spinal cord neurons to excitotoxic injury:Comparison with
cortical neurons.Neurosci Lett 213: 9-12, 1996. 34. Agrawal SK, Fehling MG. Role of NMDA and non-NMDA inotropic reseptors in traumatic
spinal cord axonal injury. J Neurosci 17: 1055–1063, 1997. 35. Kehrer JP. Free radicals on mediators of tissue injurd and disease. Crit Rev Toxicol 23: 21–48,
1993. 36. Hall ED, Wolf DL. A pharmacological analysis of the pathophysiological mechanisms of post-
traumatic spinal cord ischemia. J Neurosurg 64; 951–961, 1986.
61
37. Hue RT, Padmaja S. The reaction of NO with superoxide. Free Radic Res Commun; 18, 1620–24, 1993.
38. Tominaga T, Sato S, Ohnishi J, Ohnishi ST. Potentiation of nitric oxide formation following bilateral carotid occlusion and focal cerebral ischemia in the rat: in vivo detection of nitric oxide radical by electron paramagnetic resonance spin trapping. Brain Res; 614:342–6, 1993.
39. Lipton SA , Choi YB, Pan ZH, Lei SZ, Chen HS, Sucher NJ, Loscalzo J, Singel DJ, Stamler
JS. A redox based mechanism for the neuroprotective and neurodestructive effects of nitric oxide and related nitroso-compounds. Nature; 364: 626–32, 1993.
40. Anderson DK, Demediuk P. spinal cord injury and protection. Ann Emerg Med 14: 816–821,
1985. 41. White BC, Grossman LI, Krause GS. Brain injury by global ischemia and reperfusion: a
theroretical perspective on membrane damage and repair. Neurology; 43, 1656–65, 1993. 42. Gutteridge JM. Lipid peroxidation and antioxidants as biomarkers of tissue damage. Clin
Chem; 41(12): 1819–28, 1995. 43. Rice-Evans CA. Formation of free radicals and mechanisms of action in normal biochemical
processes and pathological states. In: Rice-Evans CA, Burdon RH. Free radical damage and its control. England, Elsevier Science Press, pp. 131–53, 1994.
44. Witko SV, Friedlander M, Capeillere BC, Nguyen KT, Nguyen AT, Zingraff J, Jungers P,
Descamps LB. Advanced oxidation protein products as a novel marker of oxidative stress in uremia. Kidney Int; 49, 1304–13, 1996.
45. Darley-Usmar V, Hogg N, Kalyanarman B, Moore K. Free radicals in the vasculature:
pathological and physiological significance. In: Rice-Evans CA, Bruckdorfer KR. Oxidative stress, lipoproteins and cardiovascular dysfunction, London, Portland Press, ; pp. 81–99, 1995.
46. İşlekel S, İşlekel H, Güner G, Özdamar N. Alterations in superoxide dismutase, glutathione
peroxidase and catalase activities in experimental cerebral ischemia–reperfusion Res Exp Med; 199 (3): 167–76, 1999.
47. McCord JM. Human disease, free radicals, and the oxidant/antioxidant balance. Clin Biochem;
26. 351–7, 1993. 48. Dumont AS, Dumont RJ,Oskouian R. Will improved understanding of the pathophsiological
mechanisms involved in acute spinal cord injury improve the potential for therapeutic intervention? Current Opinion in Neurology 15: 713-720, 2002.
49. Hartmann A, Yatsu F, Kuschinsky W. Cerebral ischemia and Basic Mechanisms, Berlin,
Springer-Verlag Press, Heidelberg, pp. 405–10, 1994. 50. Adleman L.Molecular Computation of Solutions to Combinatorial Problems. Science Vol.266,
1994. 51. Anderson JM, Bonfield TL and Ziants NP. Protein adsorption and cellular adhesion and
activation on biomecdical polymers. Int. J. Artif. Organs, 1990; 13: 375-382. 52. Schwab ME, Bratoldi D. Degeneration and regeneration of axons in the lesioned spinal cord .
Physiol Rev 76: 319–370, 1996. 53. Schwab ME, Bartholdi D. Degeneration and regeneration of axons in the lesioned spinal cord.
Physiol Rev. 1996; 76: 319-370.
62
54. Popovich PG, Stokes BT, Whitacre CC. Concept of autoimmunity following spinal cord injury: possible roles for t lymphocytes in the traumatized central nervous systemm. J Neurosci Res. 1996: 45: 349-363.
55. Dumont RJ, Okonkwo DO, Verma S, Hurlbert J. Acute spinal injury,Part I:Pathophysiologic
Mechanisms. Clin. Neuropharmacology 2001;24(5): 254-264. 56. İsaksson J, Farooque M, Olsson Y. Spinal cord injury in ICAM-1 deficientmice: assessment of
functional and histopathological outcome. J Neurotrauma 2000; 17: 333-344. 57. İsaksson J, Farooque M, Olsson Y. Spinal cord injury in ICAM-1 deficientmice: assessment of
functional and histopathological outcome. J Neurotrauma 2000; 17: 333-344. 58. Wyllie AH. Apoptosis: an overview. Br Med Bull 53. 451–465, 1997. 59. Yeldandi AV, Kaufman DG, Reddy JK. Cell injury and cellular adaptation; in Damjanov I,
Linder J(eds): Anderson’s Pathology(10th edition). St Louis, Mosby-Year Book Inc, pp. 357–386, 1996.
60. Wagner FC, Dohrmann GJ, Bucy PC. Histopathology of transitory traumatic paraplegia in the
monkey. J Neurosung 1981; 35: 272-276. 61. Tator CH. Experimental and clinical studies of the pathophysiology and management of acute
spinal cord injury. J Spinal Cord Med 1996; 19: 206-214. 62. Gülmen V, Zileli M. Omurilik yaralanmasında farmakolojik tedavi. In: Zileli M, Özer F (eds):
Omurilik ve omurga cerrahisi, 2. Baskı İzmir: META Basım ve Matbaacılık Hizmetleri; 2002; 813-832.
63. Young W. Blood flow metabolic and neurophysiologic mechanisms iin spinal cord injury. İn:
Becker D, Poblishok JT (eds): Central Nervous Trauma Status Report. Bethesda: NIH, NINCDS, 1985; 463-473.
64. Bracken MB, Shepard MJ, Collins WF, Holford TR, Young W, Baskin DS, Eisenberg HM,
Flamm E, Leo-Summers L, Maroon J, Marshall LF, Perot PL Jr, Piepmeier J, Sonntag VKH, Wagner FC, Wilberger JE, Winn HR. A randomized, controlled trial of methylprednisolone or naloxone in the treatment of acute cord injury: Results of the Second National Acute spinal cord injury Study (NASCIS–2). N Engl J Med 322: 1405–1411, 1990.
65. Giulian D, Robertson C. Inhibition of mononuclear phagocytes reduces ischemic injury in the
spinal cord. Ann Neurol 27: 33–42, 1990. 66. Greene K. Pharmacological management of spinal cord injury: Current status of drugs designed
to augment functional recovery of the injured human spinal cord injury. J Spinal Dis 9. 355–366, 1995.
67. Greene K. Pharmacological management of spinal cord injury: Current status of drugs designed
to augment functional recovery of the injured human spinal cord injury. J Spinal Dis 9. 355–366, 1995.
68. Bracken MB. Treatment of acute spinal cord injury with methylprednisolone: results of a
multicenter, randomized clinical trial. J Neurotrauma 8: 47-S50, 1991. 69. Dihne M, Block F, Korr H, Töpper R. Time course of glial proliferation and glial apoptosis
following excitotoxic CNS injury. Brain Res 902: 178–189, 2001.
63
70. Braughler JM, Hall ED. Effects of multidose methylprednisolone sodium succinate administration to an injured cat spinal cord neurofilament degradation and energy metabolism. J Neurosurg 61. 290–295, 1984.
71. Young W. Secondary CNS injury. J Neurotrauma 5. 219–221, 1988. 72. Kato T, Tekada Y, Nakada T. İnhibition by dexamethasone of human neutrophils apoptosis in
vitro.Nat İmmunol 14:198-208, 1995. 73. Nittoh T, Fujimori H, Kozumi Y. Effects of glucocorticoids on apoptosis of infiltrated
neutrophils. Eur J Pharmacolog 354: 73–81, 1998. 73. Yeldandi AV, Kaufman DG, Reddy JK. Cell injury and cellular adaptation; in Damjanov I,
Linder J(eds): Anderson’s Pathology(10th edition). St Louis, Mosby-Year Book Inc, pp. 357–386, 1996.
74. Bracken MB, Shepard MJ, Holford TR, Leo-Summers L, Aldrich EF, Fazl M, Fehlings
MG, Herr DL, Hitchon PW, Marshall LF, Nockels RP, Pascale V, Perot PL Jr, Piepmeier JM, Sonntag VKH, Wagner F, Wilberger JE, Winn HR, Young W. Methylprednisolone or tirilazad mesylate administration after acute cord injury: 1-year follow-up—Results of the Third National Acute cord injury Study Randomized Controlled Trial. J Neurosurg 89. 699–706, 1998.
75. Schuchter LM. Current role of protective agents in cancer treatment. Oncology, 11: 505-516,
1997. 76. Capizzi RL. Clinical status and optimal use of amifostine. Oncology, 13: 47-59, 1999. 77. Capizzi RL, Schein PS. Chemo and radition protection with amifostine. Advances in
Biosciences, 94. 91–101, 1996. 78. Korst AE, Eeltink CM, Vermorken JB et al. Pharmokinetics of amifostine and its metabolites
in patients. Eur J Cancer, 33: 1425–1429, 1997. 79. Capizzi RL. Amifostine: The preclinical basis for broad-spectrum selective cytoprotection of
normal tissuesfrom cytotoxic therapy. Semin Oncol, 23: 2–17, 1996. 80. Listz AF, Heaton R, Glinsman-Gibson B et al. Amifostine protects primit ve hematopoietic
progenitors aganist chemotherapy cytotoxicity. Semin Oncol, 23. 58–63, 1996. 81. Alberts DS. Protection by amifostine of cyclophosphamide-induced myelosupression. Semin
Oncol. 26: 37–40, 1999. 82. Fulda S, Oster W, Berthold F. Effects of WR–2721(amifostine) and its metabolite WR–1065
on the antiproliferative activity of chemotherapeutic agents on neuroblastoma cee in vitro. Anticancer Drugs, 8. 34–41, 1997(abs).
83. Carsten Nıeder, Nıcolaus H. Andratschke, Nıcole Wıedenmann and Mıchael Molls.
Prevention of radiation-induced central nervous system toxicity: A role for amifostine? Anticancer Research 24, 3803–3810, 2004.
84. Spence AM, Krohn KA, Edmondson SW et al. Radioprotection in rat spinal cord with WR–
2721 following cerebral lateral intraventricular injection. Int Radiat Oncol Biol Phys 12: 1479–1482, 1986.
85. Ang KK, Van Der Kogel Aj, Van Dam J et al. The kinetics of repair of sublethal damage in
the rat cervical spinal cord during fractionated irradiations. Radioter Oncol 1: 247–253, 1984.
64
86. Lamproglou I, Djazouli K, Boisserie G et al. Radiation-induced cognitive dysfunction: the protective effect of ethyol in young rats. Int J Radiat Oncol Biol Phys 57: 1109–1115, 2003.
87. Yakovlev, A. G. and Faden, A. I. Sequential expression of c-fos protooncogene, TNF-
alpha, and dynorphin genes in spinal cord following experimental traumatic injury. Mol. Chem. Neuropathol. 23: 179-190, 1994.
88. Yuji Taoka, Kenji Okajima. Role of neutrophils in spinal cord injury in the rat.
Neuroscience 79: 1177-1182, 1997. 89. Yuji Taoka et al. Taoka Y, Okajima K, Uchiba M, Murakami K, Harada N, Johno S and
Naruo M. Role of neutrophil elastase in compression-induced spinal cord injury in rats. Brain Res. 18, in press. 1998.
65
XIII. ÖZGEÇMİŞ
Adı Soyadı : Ahmet ÖZKAN
Doğum Tarihi ve Yeri : 01.01.1965-Adana
Medeni Durumu : Evli
Adresi : Sümer mah.124 sokak Aydın apt.A-Blok Kat.3/11
Seyhan/ADANA
Telefon : 0.532.7243798
E-mail : [email protected]
Faks :
Mezun Olduğu Okul : Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi
Varsa Mezuniyet Derecesi :
Görev Yerleri : Tunceli İli - Pertek İlçesi-Sağlık Merkezi
Ardahan İli- Sulakyurt S.O.
Ardahan İli- Göle İlçesi-Merkez S.O.
Kahraman Maraş İli- Kavlaklı S.O.
Adana İli- Ceyhan Devlet Hastanesi
Adana İli- Karaisalı Devlet Hastanesi
Adıyaman İli- Gölbaşı İlçesi- Bir ve İki nolu S.O.
Dernek Üyeliği :
Alınan Burslar :
Yabancı Dil(ler) : İngilizce
Diğer Hususlar :