Upload
others
View
6
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
FELSEFE ve DİN BİLİMLERİ (DİN SOSYOLOJİSİ)
ANABİLİM DALI
GÜNÜMÜZ KIRGIZİSTAN’INDA
İSLAMİ KURULUŞLARIN FAALİYETLERİ VE TOPLUMSAL SONUÇLARI
(BİŞKEK ÖRNEĞİ)
Doktora Tezi
Meerim NARKEEVA
Tez Danışmanı
Prof.Dr.Niyazi AKYÜZ
Ankara-2011
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
FELSEFE ve DİN BİLİMLERİ (DİN SOSYOLOJİSİ)
ANABİLİM DALI
GÜNÜMÜZ KIRGIZİSTAN’INDA
İSLAMİ KURULUŞLARIN FAALİYETLERİ VE TOPLUMSAL SONUÇLARI
(BİŞKEK ÖRNEĞİ)
Doktora Tezi
Tez Danışmanı : Prof. Dr. Niyazi AKYÜZ
Tez Jürisi Üyeleri:
Adı ve Soyadı İmzası
.................................................................... ........................................
.................................................................... ........................................
.................................................................... ........................................
.................................................................... .........................................
.................................................................... .........................................
.................................................................... .........................................
Tez Sınavı Tarihi ..................................
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE
Bu belge ile, bu tezdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik
davranış ilkelerine uygun olarak toplanıp sunulduğunu beyan ederim. Bu
kural ve ilkelerin gereği olarak, çalışmada bana ait olmayan tüm veri,
düşünce ve sonuçları andığımı ve kaynağını gösterdiğimi ayrıca beyan
ederim.(…../……/2011)
Tezi Hazırlayan Öğrencinin
Adı ve Soyadı
Meerim NARKEEVA
…………………………………
İmzası
………………………………
ÖNSÖZ
Çalışmanın başlanması ve tamamlanmasında, yönlendirme ve değerlendirmeleri
için değerli hocam Prof. Dr. Niyazi AKYÜZ’e teşekkür ve saygılarımı iletiyorum.
Ayrıca, bu araştırmanın başından sonuna kadar maddi olarak destekleyen
TÜBİTAK’a teşekkürlerimi arz etmeyi bir borç bilirim.
Tez çalışması esnasında son derece anlayışlı davrandığı ve maddi-manevi
desteklerinden dolayı eşime sonsuz şükranlarımı sunuyorum.
I
KISALTMALAR
A.Ü.İ. F. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
D.P.T. Devlet Planlama Teşkilatı
KGPU Kırgız Devlet Pedagojik Üniversitesi
LTD. ŞTİ. Limited Şirketi
M.Ü.İ.F.V.Y Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları
M.E.B. Milli Eğitim Bakanlığı
S.B.D.Y. Siyasal Bilimler Derneği Yayınları
S.S.C.B. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği
vb. ve benzeri
vs. ve saire
II
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ..................................................................................................I
KISALTMALAR…………………………………………………….II
İÇİNDEKİLER………………………………………………………III
I. GİRİŞ..................................................................................................1
1.1. Problem .........................................................................................1
1.2. Önem.............................................................................................2
1.3. Konu..............................................................................................3
1.4. Amaç.............................................................................................3
1.5. Kavramsal ve Kuramsal Çerçeve..................................................4
1.5.1. Kavramsal Çerçeve..............................................................4
1.5.2. Kuramsal Çerçeve................................................................5
1.6. Hipotez..........................................................................................9
1.7. Yöntem..........................................................................................9
1.7.1. Araştırma Evreni ve Örneklem............................................10
1.7.2. Veri Toplama Tekniği..........................................................11
1.8. Sınırlılıklar.....................................................................................11
1.9. Konu ile İlgili Yapılmış Bilimsel Çalışmalar................................12
III
II. SOSYAL KURUM OLARAK DİN.............................................15
2.1. Din ve Din Kurumunun Tanım ve İşlevleri................................15
2.2. Sosyolojik Yaklaşımda Din .......................................................30
2.3. Kırgız Toplumunda Dinin Genel Görünümü.............................48
2.3.1.Günümüz Kırgızistan’ında İslam’ın Yeniden Doğuşu…...55
2.3.2. Günümüz Kırgızistan’ında Hıristiyanlık............................71
III. BULGULAR ve TARTIŞMA…………………….. ………74 3.1. İslami Kuruluşların Faaliyetleri……………………………….74 3.1.1. İslami Kuruluşların Genel Yapısı ve Gelişme Durumu....................................................................................74 3.1.2. İslami Kuruluşların Genel Çalışmaları: Yöntem ve Nedenleri..............................................................78
3.1.3. İslami Kuruluşların Çalışmalarında Tecrübe ve Karşılaştıkları Sorunlar..........................................................82 3.1.4. Yöneticilerin, İslami Kuruluşlarının Çalışmalarının Daha Başarılı Yürütülmesi Konusundaki Düşünce ve Önerileri……………………………………………………...85 3.1.5. İslami Kuruluşların Ortaokul ve Lise Öğrencilerine Yönelik Faaliyetleri…………………………….....................86 3.2. Yüksek Öğrenim Gören Öğrencilere Yönelik İslami Eğitim Kurumunun Faaliyetleri ve Toplumsal Sonuçları…………..90
3.2.1. Araştırmaya Katılanların Kişisel Özellikleri………………...90
3.2.2. Kurumun faaliyetleri ve toplumsal sonuçları………………..94
IV
3.3. Velilerinin, Çocukları ve Kurum Hakkındaki Düşünceleri…………………………………………………...127
3.3.1.Katılımcı velilerin kişisel özellikleri………………………127
3.3.2.İslami Kurumların velilere göre toplumsal etkileri……......134
Sonuç ve Öneriler...........................................................................148
Kaynakça.........................................................................................152
Özet..................................................................................................157
Abstract…………………………………………………………...158
Ekler................................................................................................159
Ek I - Kurum Yöneticileri İçin Görüşme Formu……..................159
Ek II - Destek Alan Çocuklar İçin Görüşme Formu….................162
Ek III – Üniversite Öğrencileri İçin Görüşme Formu…………..163
Ek IV- Üniversite Öğrencilerin Velileri İçin Görüşme Formu….165
V
1
GİRİŞ
1.1. Problem
Bugün Kırgızistan kendi tarihinin en derin, zor ve karmaşık evresini yaşamaktadır.
1990’larda başlayan sosyo-politik gelişmeler toplum ve devletin tüm alanlarında
ciddi düzenleme ve değişimler getirmiş ve bu değişimler din alanını da kapsamıştır.
1991’de “İnanç ve dini kuruluşların özgürlüğü” kanunu kabul edilerek vatandaşların
dini ve hukuki hakları uluslararası-hukuk normlarına uygun hale getirilmiştir. Bu
düzenlemeyle birlikte kısa zaman öncesine kadar devletin dine karşı “halk
uyuşturucusu” anlayışı dinin tarihi-kültürel bir fenomen olduğu gerçeğini kabul
etmiştir.
Son yıllarda insanların dine olan ilgisi ve ihtiyacı son derece arttığı
gözlemlenmektedir. Kırgızistan’ın dini durumunun sosyolojik analizi sonucuna göre
halkın %80’nin müslüman olduğu ortaya çıkmıştır (Maltabarov, 2005: 51). Ülkede
1991’de 39 cami mevcut iken 2004 yılına gelindiğinde cami ve mescitlerin toplam
sayısının 2229’a ulaştığı görülmektedir (Seytalieva, 2004: 79).
Bu durumun doğal sonucu olarak toplumun ihtiyaçları doğrultusunda dini
kuruluşların çalışma alanlarının da ciddi anlamda genişlediğine şahit olunmaktadır.
Devlet de dinin ve dini kuruluşların sosyal sorunların çözümünde önemli rol
oynayacağının farkına vararak söz konusu kuruluşlarla işbirliği içerisine girdiği
gözlemlenmektedir.
Dini kuruluşlar ibadet pratikleri haricinde aktif olarak AİDS, uyuşturucu bağımlılığı,
aile planlaması, toplum istikrarına bir tehdit olarak dini ekstremizm gibi önemli
sosyal sorunların çözümünde devlet kurumlarıyla birlikte mücadele etmektedirler
(Mamayusupov, 2004: 404).
2
Bununla birlikte, yoksulluk gibi son derece çözümü zor olan sosyo-ekonomik
sorununun mücadelesinde dini kuruluşlar da sistematik ve kendilerine has
yöntemleriyle çaba gösterdikleri gözlemlenmektedir.
Dini kuruluşların büyük ruhani potansiyele sahip olduklarını göz ardı etmemek
gerektiği ortadadır. Bilim dünyasında dini kuruluşların çeşitli sosyal sorunlar ile
mücadelesinde dini kuruluşların rolüne yeteri kadar dikkat çekilmemektedir. Söz
konusu kuruluşların yapısı, çalışma yöntemi, uyguladıkları faaliyet ve bunların
doğurduğu toplumsal sonuçları hakkında bilimsel kompleksli, disiplinlerarası tez ve
monografik çalışmalar, bilimsel-pratik ve metodik yazınlar, öneriler ülkede mevcut
değildir. Oysa alanda bu tür çalışma ve önerilere ihtiyacın olduğu açıktır.
Bu nedenle İslami kuruluşların gerçekleştirdikleri toplumsal faaliyetlerin ve
bunların toplumsal sonuçlarının araştırılıp ortaya konulmamış olması bu
çalışmanın temel problemini oluşturmuştur.
1.2. Önem
Komünist Kırgızistan’da homojen toplum tipi hakim iken günümüz Kırgızistan’ında
fakir, zengin, eğitimli, eğitimsiz, dindar, dinsiz vs. gibi son derece heterojen
toplumun varlığından söz etmek mümkündür. Bu durum eğitim, din, dünya görüşü,
hayat tarzı, sosyo-ekonomik düzey vs. gibi husularda insanlar arasında uçurum ve
eşitsizliklerin mevcudiyeti çıplak gözle görülebilir hale gelmiştir. Çok çeşitli sosyo-
ekonomik sorunlar ile mücadelede Kırgız devletinin imkan ve kaynakları yetersiz
kalmaktadır. Bu noktada “tampon kurum” olarak İslami kuruluşlar ortaya
çıkmaktadır.
3
Daha önce yapılmış sosyolojik bir araştırmanın sonucuna göre toplumun %80’i
müslümandır (Maltabarov, 2005: 51). Toplumun % 80’nin Müslüman olduğu ülkede
İslami kuruluşların toplumda toplumsal bütünleşme ve diğer sosyo-ekonomik
sorunların çözümünde etkin rol oynayacağı rahatlıkla düşünülebilir. Çünkü halkın
geneli siyasi liderlerden çok dini lider ve kuruluşlara daha fazla itibar gösterdikleri
özellikle son zamanlarda açıkça görülmektedir.
Dini kuruluşların derin ruhani güce sahip oldukları göz önünde bulundurulduğunda
değişmekte olan Kırgızistan’ın bulunduğu ortamda İslami kuruluşların
toplumsal faaliyetleri ve bunların doğurduğu toplumsal sonuçların araştırılması
hem bilimsel hem de pratik açıdan önemli olarak kabul edilmiştir.
1.3. Konu
Bu çalışmanın konusunu Kırgızistan’da dini kuruluşların tanımının, yapısının ve
işlevlerinin teorik düzeyde incelenmesi, uygulamalı düzeyde ise alan araştırması
sonucu elde edilecek olan verilerin çağdaş Kırgızistan’da İslami kuruluşların
toplumsal faaliyetleri ve bunların toplumsal sonuçlarının tasviri, analizi ve
değerlendirmesi oluşturmaktadır.
1.4. Amaç
Bu araştırmanın temel amacı günümüz Kırgızistan’ında İslami kuruluşların
gerçekleştirdiği toplumsal faaliyetlerin ve bunların doğurduğu toplumsal sonuçların
araştırılıp ortaya konulmasıdır.
4
Bu amaca ulaşmak için aşağıdaki hususlara yanıt aranmıştır:
• Kırgız toplumunda dinin genel görünümü nedir?
• Ülkedeki İslami Kuruluşların gerçekleştirdikleri toplumsal faaliyetler nelerdir?
• İslami Kuruluşların gerçekleştirdikleri faaliyetlerinin toplumsal sonuçları
nelerdir?
1.5. Kavramsal ve Kuramsal Çerçeve
1.5.1. Kavramsal Çerçeve
Din Kurumu, genelde insanın Tanrı ile ilişki kurma ihtiyacını karşıladığı ve bunun
dua ve ibadet gibi formlarla ifade edildiği kabul edilir. Dışsal ve kavramsal davranış
örüntülerinin doğruluk ve yanlışlığına işaret eder, ahlak ve değer sistemlerini
içerirler. İbadet sistemi, dini törenleri, din adamlığı, cemaat ilişkileri, mabet düzeni,
vb. yardımcı kurumlar arasında yer alır (Fichter, 1992).
Sosyal Değişme, geniş anlamlar içeren ve “sosyal yapı” ile birlikte sosyolojinin
tamamını ifade eden bir kavramdır. Sosyal yapı, toplumda yeri olan bütün kurumlar
ve değerler sistemini kapsayan statik bir durumu belirtirken; sosyal değişme, bu
kurumlar ve değerler sisteminin gösterdiği dönüşümleri anlatan dinamik bir
kavramdır. Sorokin’in veciz ifadesiyle “fizyolojide kan dolaşımı ne ise sosyolojide
de değişme odur”. Her türlü hareketlilik zorunlu olarak bir referans noktasını
gerektirir. Sosyolojik bir kavram olarak “sosyal değişme”nin referansı mevcut
toplumsal yapıdır. Bu husus son derece önemlidir; çünkü, sosyolojinin değişmeleri
“olması gereken”den yola çıkarak yorumlayan dinler, ideolojiler ve felsefi
sistemlerden ayrıldığı; “var olan”dan, yani toplumsal gerçekten hareketle hareketle
toplumu açıklamaya çalıştığı için, “objektif” bir bilim olma hususiyetini kazandığı
5
noktayı işaretlemektedir. Yani değişmeyi anlayabilmek öncelikle, “var olan”ı
olabildiğince objektif olarak ve tüm gerçekliğiyle belirlemeyi gerekli kılar
(Arslantürk&Amman, 2000: 405).
Toplumsal Kurum, belli başlı toplumsal ilgi alanlarını (hukuk, din, aile…) içine
alan davranış aklıpları, halk yordamı,töre ve bir tür “üst-görenek” olarak görülebilir.
Bu çerçevede toplumsal kurum, toplumun temel kaygıları ve faaliyetlerini
düzenleyen ve toplumsal ihtiyaçlarını (düzen, inanç ve üreme ihtiyaçları gibi)
karşılayan tüm yapısal bileşenlerini karşılamaktadır. Hem Herbert Spencer hem de
Talcott Parsons toplumsal kurumu bu anlamda, bir organizma yada işleyen bir sistem
olarak toplum düşüncesinin merkezine yerleştirerek kullanmışlardır (Marshall, 1999:
438).
1.5.2. Kuramsal Çerçeve
Bu çalışma sosyolojinin önemli yaklaşımlarından olan işlevselcilik ile çatışma
yaklaşımları çerçevesinde eklektik olarak ele alınmıştır.
İşlevsel düşüncenin öncüsü Durkheim olarak kabul edilmektedir; O, sosyolojik
kuram oluşturma ve araştırma yapmaya kendi dile getirişinde işlevsel çözümlemeyi
anahtar olarak nitelendirmiştir (Giddens, 2000: 593).
Fonksiyonalistlere göre toplum, salt bireylerin toplamı olmayıp fakat aynı zamanda
bireylerin karşılıklı ilişkilerinin fonksiyonel bağıntı ve dayanışma içinde örgütlenmiş
biçimi veya yapısıdır. Daha açık bir ifadeyle, her toplum veya sosyal yapı mevcut
değer yargısı ve norm sistemi doğrultusunda birbirleriyle fonksiyonel bağıntı içinde
bütünleşmiş parçalardan oluşur. Dolayısıyla her parçanın bir fonksiyonu, bir ihtiyacı
karşılama ve diğer parçalarla bütünleşme niteliği vardır. Her parçanın fonksiyonunun
6
özünde yatan temel amaç toplumun sürekliliğine, dengeli ve uyumlu bütünlüğüne
katkıda bulunmaktır (Kızılçelik, 1994:102).
İşlevselcilik yaklaşımına göre toplum bir sosyal sistemdir. Sosyal sistem birbirleriyle
fonksiyonel bağıntı ve etki-tepki ilişkisi içinde olan çeşitli kurumlardan
oluşmaktadır. Bunlar ekonomik, siyaset, aile, hukuk, eğitim, din gibi toplumsal
kurumlardır. Ayrıca, fonksiyonalistlere göre sosyal sistemde mükemmel bir
bütünleşme hiçbir zaman gerçekleşmemekle beraber, sosyal sistemlerin özünde
dinamik denge durumu sürekli eğemendir. İç ve dış etkileri toplum, mevcut değer
yargısı ve norm sisteminin gereksinimleri doğrultusunda sosyal kontrol ve tampon
kurum mekanizmasıyla kendi içinde eriterek yeni bir uyum ve denge ortamına
yönelir. Böyle bir durumda biçimsel değişme söz konusu olur (Kızılçelik, 1994:
107).
Görmüş olduğumuz gibi, işlevselcilik, toplumları ve toplumsal kurumları bir arada
işleyerek denge yaratan, birbirlerine dayanan kısımlardan oluşan sistemler olarak
kabul eder. Aynı zamanda çatışmanın mevcut olduğunu teddetmemektedirler. Ancak,
toplumun bunu denetleme yollarını geliştirdiğine ve kendilerinin bunlara
alıştırdıklarına inanmaktadırlar. Çatışma kuramcılarının ise toplumu kavrayışları
farklıdır. Bunlar, toplulukların güç elde etmek için birbirleri ile mücadele ettikleri ve
çatışmanın denetim altına alınmasını bir topluluğun geçici bir süre için rakiplerini
bastırdığı bir arena görürler.
Çatışma yaklaşımı birbirleriyle ilgili genel olarak üç kabulu içermektedir. Bunlardan
birincisi, insanların istedikleri, elde etmeye çalıştıkları, ancak toplumlar tarafından
belirlenmemiş olan, ama insanların hepsinde ortak bazı temel çıkarlara sahip
olduklarıdır. İkincisi ise toplumsal ilişkilerin çekirdeği olarak güç’e (power) verilen
7
ağırlıktır. Çatışmacılar, güç’ü yalnız az bulunan ve eşitsizce bölünmüş ve dolayısıyla
çatışmanın bir kaynağı olarak değil zorlayıcı olarak da görürler. Üçüncü belirgin
cephesi ise değerlerin ve düşüncelerin bütün toplumun hüviyet ve hedeflerini
belirleyen araçlar olmaktan çok farklı toplulukların kendi amaçlarını gerçekleştirmek
üzere kullandıkları silahlar olarak görülmesidir (Wallace&Wolf, 2004: 82).
Çatışma kuramcısı Coser’e göre gerçekçi ve gerçekçi olmayan çatışma türleri vardır.
Gerçekçi çatışmalar, ilişki içinde belirli taleplerin ve katılanların kazanmayı
umdukları kazanımların engellenmesinden doğan ve varsayılan engelleyici nesneye
yöneltilmiş olanıdır. Gerçekçi olmayan çatışmalar ise uzlaşmaz tarafların rakip
amaçlarından değil, fakat en azından bir tarafın gerilimden kurtulma
gereksiniminden doğan çatışmalardır (Poloma, 1993: 101).
Coser, düşmanca ve saldırgan olmadan da gerçekçi çatışmalara girilebileceğini
gözlemler. Hukuk fakültesinden iki eski arkadaşın avukat olarak iki ayrı müvekkili
temsil etmeleri buna örnek olabilir. Duruşma sırasında ciddi ve saldırgan olabilir.
Mahkeme sonrasında birlikte kahve içmeye gidebilirler (Poloma, 1993: 102).
Ancak, çatışma yakın toplumsal ilişkiler içinde geliştiğinde, ayırımlar grubun
korunmasını daha da zorlaştırır. Coser’e göre ilişki ne kadar yakınsa, duygusal
katılım o denli yoğun olur, ayrıca düşmanca duyumların dile getirilmesi yerine
bastırılması eğilimi daha fazla olur. Ama, bu duygular ne kadar uzun süre askıya
alınırsa, dile getirilmesi de ilişkinin korunması için o denli önem taşımaktadır. Yakın
ilişkilerde tüm kişilik içerildiğinden ortaya çıkacak bir çatışma, muhtemelen daha
yoğun olacaktır. Böylece, bütün değişkenler eşit olmak koşuluyla, iki yabancı
arasındaki çatışma, karı-koca arasındakine göre daha az yoğun olacaktır. Yakın
ilişkideki kişiler çatışmadan kaçınmak için düşmanca duygularını böylesine bastırma,
8
çatışmanın gelişmesi durumunda patlamaya yol açacaktır. Yakın ilişkilerde patlak
veren çatışmanın ciddiliğine rağmen, Coser, çatışmanın yokluğunun bir ilişkinin
istikrarını ve gücünü göstermeyeceği konusunda ısrarlıdır. Böylelikle, Coser’in
çatışmayı her zaman olumsuz açıdan değerlendirilmesine karşı çıktığı görülmektedir.
Hatta çatışmaya izin veren toplumlar ve grupları, toplumsal yapıyı parçalayacak
patlamalara en az olasılıkla maruz kalanlar şeklinde görür. Totaliter gruplarda,
çatışma bastırılır, ve çatışma bir kez geliştiğinde grubu parçalayabilir. Bu nedenle,
Coser çatışmanın yokluğunun “ilişkinin gücünü ve istikrarını” gösterdiği görüşünü
reddeder (Poloma, 1993: 105). Ayrıca, Coser, işlevselcilik ile çatışma kuramların
birleştirilebileceği yargısnı belirtir. Çatışmanın potansiyel olumlu katkılarını
göstermeye çalışır (Poloma, 1993: 97-98).
Böylelikle, tezin konusu ve amacı doğrultusunda işlevsel yaklaşımı çerçevesinde
Kırgız toplumu bir sosyal sistem olarak kabul edilmiştir. Bu sosyal sistemin bir
parçası ya da öğesini İslami kuruluşlar oluşturmuştur. Sistemde sapma veya
düzensizlik nedeni olarak homojen toplum tipinden heterojen toplum tipine geçişinde
ortaya çıkan farklılaşmalar (din) temel sorun olarak ele alınmıştır. Bu sorunun
çözümünde sistemin önemli bir parçası olan sosyal kontrol ve tampon kurum olarak
İslami kuruluşlar incelenmiştir.
Bununla birlikte, çatışma kuramı çerçevesinde ele aldığımız zaman, bir yandan
İslami kuruluşlardan dini tutum ve davranışlarında değişme yaşayan öğrenciler ile
onların velileri, öte yandan dini tutum ve davranışlarında değişme yaşayan
öğrencilerin eski arkadaşları arasındaki anlaşmazlıklar, Coser’in yakın toplumsal
ilişkilerde bulunan kişilerin çatışması niteliğinde ele alınmıştır. Çatışma nedeni ise
din konusunda tutum ve davranışlardaki uzlaşmazlıktır. Dile getirilen çatışma
9
Coser’ci yaklaşımla başarılı bir ilişkinin işareti olabilir. Çatışmanın yokluğu basit
olarak, sorunların bastırıldığı, ileride gerçek bir sorunun sinyalini veren bir ilişki
anlamına gelebilir (Poloma, 1993: 103).
1.6. Hipotezler
Araştırmanın hipotezlerini şu şekilde ifade etmek mümkündür:
• Günümüz Kırgızistan’ında sosyo-ekonomik belirsizlik şartlarında İslami
kuruluşların gençler üzerinde hem maddi hem ahlaki anlamda olumlu
etkileri yükselmektedir.
• Dinin bütünleştirici işlevi ve İslami kuruluşların oluşturdukları özel samimi
ortam, devam etmekte olan ekonomik ve toplumsal kriz döneminde Kırgız
toplumun bütünleşme sürecinde olumlu etken olmaktadır.
1.7. Yöntem
Çalışmada, günümüz Kırgızistan’ında İslami kuruluşların faaliyet ve bu faaliyetlerin
doğurduğu toplumsal sonuçlarının ortaya çıkarılması amaçlanmıştır.
Modern kuram bakış açılarından tümdengelimli (deductive) perspektif
kullanılmıştır.
Sosyolojik kuramın başlıca bakış açılarının birbirlerinden ayrıldığı nokta nihai
amaçlarıdır; bu bakımdan, mevcut durumu ortaya koyacağından betimleyici
(descriptive) bir araştırmadır.
Çalışma, nitel bir araştırma tasarımıdır. Nitel araştırmalar çok sayıda yöntem ve
kaynak kullanarak, insan deneyimlerine ilişkin sözlü ve yazılı anlatımları yada
kayıtları incelerler. Nitel araştırmada temel veri toplama araçlarından biri
10
görüşmedir. Bu araştırmada, insanların gerçekliğe ilişkin algılarına, anlamlarına,
tanımlamalarına ve gerçeği inşa edişlerine vakıf olmanın iyi bir yolu (Punch, 2005:
165-166) kabul edilen mülakat tekniği uygulanmıştır. Katılımcılardan önceden
belirlenmiş soruların yanıtlanması istenilerek yarı yapılandırılmış mülakat formu
uygulanmıştır. Gerçekleştirilen yüz yüze görüşmede muhabirlerin kullandıkları pilli
kayıt cihazı kullanılmıştır. Görüşme tamamlandıktan sonra veriler yazılı hale
getirilmiştir. Araştırma, nitel bir çalışma olmakla birlikte veriler kodlanarak nicele
dönüştürülmüştür. SPSS programı aracılığıyla frekans dağılımları ve karşılaştırmalar
yapılmıştır. Literatür tarama ve saha çalışması sonucunda elde edilen bilgi ve veriler
bir araya getirilerek araştırma tamamlanmıştır.
1.7.1. Araştırma Evreni ve Örneklem
Araştırmanın evrenini Kırgızistan’ın başkenti Bişkek şehrinde aktif ve resmen devlet
dairelerince kayıt altına alınmış olan İslami Kuruluşların yöneticileri, bu
kuruluşlardan eğitim, maddi-manevi destek alan öğrenci ve bu öğrencilerin velileri
oluşturmuştur.
Çalışmanın örneklemini ise 27 kurum yöneticisi ile söz konusu kuruluşlarda eğitim
gören ve maddi olarak desteklenen 30 ortaokul ve lise öğrencisi, 50 üniversite
öğrencisi ile 50 veli oluşturmuştur. Böylece toplamda 157 kişiyle yarı yapılandırılmış
mülakat gerçekleştirilmiştir.
Aslında ortaokul ve lise öğrencilerin de sayısının en az 50 olması planlanmıştır.
Fakat onlarla görüşmenin gerçekleştirilmesi kurum yöneticileri tarafından uygun
görülmemiştir. Bu nedenle uzun uğraşlar sonucu 9 ile 17 yaş arası 30 öğrenciye
ancak ulaşılabilmiştir.
11
Diğer 50 öğrencinin ise özellikle üniversite öğrencisi olmasına dikkat edilmiştir.
Bunların yaşları 18 ve üzeri olduğu için araştırmanın temel amacı İslami
Kuruluşların faaliyetleri ve bu faaliyetlerin toplumsal sonuçları olması dolayısıyla
üniversite öğrencilerinin hem yaş hem tecrübe açısından uygun olduğuna karar
verilmiştir.
Araştırma, Ağustos – Eylül 2010 ve Kasım - Ocak 2011 takvimleri arasında Bişkek
şehrinde gerçekleştirilmiştir.
1.7.2. Veri Toplama Tekniği
Bu araştırma çerçevesinde Kırgızistan’ın başkenti Bişkek şehrinde faaliyet gösteren
ve resmen dini işler başkanlığına kayıtlı olan 27 İslami Kuruluş ele alınmıştır. Söz
konusu kuruluşların yöneticilerinden yarı yapılandırılmış mülakat formu aracılığıyla
bilgi alınmaya çalışılmıştır. Yüz yüze görüşme sırasında pilli kayıt cihazı
kullanılmıştır. Bununla birlikte literatür tarama tekniği kullanılmıştır. Ayrıca, veri
analizi sırasında elde edilen nitel veriler kodlanarak SPSS programı aracılığıyla
nicele dönüştürülmüştür.
1.8. Sınırlılıklar
Her bilimsel çalışmada olduğu gibi bu çalışmada da sınırlılıklar mevcuttur.
Bunlardan en önemlisi, örneklemin sadece Bişkek şehrinde yerleşmiş olan İslami
kuruluşları ihtiva etmiş olmasıdır. Dolayısıyla, elde edilecek olan veriler ülke
geneline genelleştirilemeyecektir. Bununla birlikte belirtilmesi gereken bir husus
şudur ki, araştırma kapsamına giren İslami kuruluşların hemen hepsinin ülke çapında
şubelerinin mevcut olmasıdır. Bu şubelerin ana kurumlardan farkları mekan olarak
12
çevrede bulunmaları ve sayısal anlamda daha az kişiye hitap etmeleri olarak ifade
edilmiştir. Bir diğer sınırlılık ise ülkede faaliyet göstermekte olan tüm dini
kuruluşların ele alınmayıp, sadece İslami kuruluşların incelenmesidir. Özellikle
İslami kuruluşların araştırma nesnesi olarak seçilmesi ise Kırgızistan halkının
araştırma sonuçlarına göre % 80’nin Müslüman olmasından ötürüdür (Maltabarov,
2005: 51). Ayrıca, mülakat, kurumların faaliyetlerine katılan 50 üniversite öğrencisi,
50 veli, 30 ortaokul ve lise öğrencisi ile 27 kurum yöneticisi ile sınırlandırılmıştır.
Söz konusu sınırlılıkların temel nedenlerini zaman ve mali kaynakların yetersizliğine
bağlamak mümkündür.
1.9. Konu ile İlgili Yapılmış Bilimsel Çalışmalar
Kırgızistan’da genel olarak dini kuruluşlar, özel olarak ise İslami Kuruluşların
faaliyetleri ve toplumsal sonuçları üzerine sosyoloji bilimi çerçevesinde her hangi bir
çalışma bu güne kadar yapılmış değildir.
Din ile ilgili ilk çalışmalar Aristoteles, İbn Rüşt, İbni Haldun, Machiavelli, Spinoza
vb. tarafından kaleme alındığı bilinmektedir. Al-Farabi, Gazali, A. Yesevi, J.
Rousseau, T. Hobbes, Locke, G. Hegel, Ch. Montesquieu gibi düşünürlerin
çalışmaları da büyük öneme sahiptir.
Din ile ilgili metodolojik temellerin E. Durkheim, K. Marks, A. Comte, H. Spencer,
M. Weber, G. Simmel, B. Malinovski, A. Radcliff-Brown, P. Berger, N. Luckman,
R. Merton, F. Engels, P. Sorokin, L. Mitrohin, A. Radugin, A. Suhov, D. Ugrinoviç,
İ. Yablokov, D. Yinger, T. Nibur vb. gibi düşünürlerin attığı kabul edilir.
Sovyet bilim insanları içinde dini değerler, halkın dini kanaati ve onunla ilgili
çalışmalar konusunda S. Abramzon, S. Tokarev, M. Pismannik, L, Efimov, P.
13
Yakovlev, din ile toplum arasındaki etkileşim sorunu V. Bartold, L. Gumilev, T.
Saidbaev, N. Yablokov, S. Bulgakov ve Rus bilimcileri E. Duluman, V. Bukin, N.
Nosoviç, V. Garadja, Ş. Muçaev, V. Sosnin, V. Kolosnitsın, B. Lobovik, M. Popkov,
S. Filatov, M. Mçedlov, L. İvanova, D. Ugrinoviç, J. Toşenko, S. Frolov, A.
Kravçenko vs. gibi bilim adamlarının çalışmalarında yer almaktadır.
G. Batişev, Y. Gromıko, B. Davıdov, A. Leontiev, V. Şvırev, E. Yudin gibi
araştırmacıların çalışmalarında, sosyal eğitim veren kurum olarak dini kuruluşlar ve
biyerin ihtiyaç-motivasyon alanlarıyla ilgili konular yer almaktadır.
Dini ihtiyaçlar sorunu T. Bajan, V. Pavlyuk, İ.Malahov, D. Ugrinoviç,Y. Şarov ve
diğerlerinin araştırmalarında işlenmiştir.
İslam ve onun gelişme perspektifi sorununu A. İgnatenko, İ. Ermakov, N. Jdanov, G.
Djemal, A. Malaşenko gibi Rus araştırmacıları çalışmışlardır. Sovyet sonrası Asya
ülkelerinde dini durum konusu S. Olimov, B. Babadjanov, E. Abdullaev, A, Niyazi,
S. Demidov, S. Cusupov, M. Olkott, Z. Calilov, V. Ponomarev vb. bilim insanlarının
yazılarında yerini almıştır.
Kırgızistan’da din ile ilgili çalışmalar daha çok tarihçiler tarafından işlendiği
görülmektedir. Mevcut çalışmalar Kırgızların İslam öncesi inançları, onun ilk
şekilleri ve çağdaş görüntüleri sorunları üzerinedir. Bunların arasında K.
Aydarkul’un “İslam ekstremizmine karşı mücadelede Kırgızistan’ın devlet siyaseti:
Orta Asya’da eroin savaşı”, O. Osmonov’un “İslam dini ile İslam kültürünün
Kırgızlarda yayılışı”, A. Knyazev’in “Siyasi İslam’ın bazı gelişme şartları ve yerel
dini adetler kontekstinde dini radikalimz’in yayılışı”, Ş. Batırbaeva’nın
“Kırgızistan’da dini etkenlerin demografik süreçlere etkisi”, T. Cumanaliev’in “Orta
Asya’nın İslamlaşması ve onun özellikleri”, B. Abıtov’un “ Manevi kültürün iletişim
14
merkezleri olarak karavan-saray, cami ve medreseler”, N. Kurbanova’nın “Çağdaş
Kırgızistan’da İslam” adlı çalışmaları dikkate değerdir.
İslam sorunları sadece tarihçilerin odak noktası olmayıp farklı bilim dallarının da
odak noktası haline gelerek inceleme konusu olmuştur. Bunların içinde sosyolojik
araştırma ve siyaset bilimi çerçevesinde B. Maltabarov’un “Kırgızistan’da din ve
sosyo-politik süreçler”, O. Moldaliev’in “İslam ve Siyaset: İslam’ın
politikleştirilmesi ya da siyasetin İslamileştirilmesi”, İ. Mirsaitov’un “Fergana
vadisinde politik İslam’ın oluşturulmasının özellikleri”, V. Uşakov’un “Orta
Asya’da siyasileştirilmiş İslam”, A. Aldaşeva’nın “Bireyin sosyalizasyon sürecinde
din ve medya”, A. Akunov’un “İslam: Yabancı siyasetbilimcilerinin gözüyle
postsovyet Kırgızistan”, K, Bekturganov’un “Sosyoloji Temelleri”, U. Botobekov’un
“Güney Kırgızistan’da ‘Hizbut-Tahrir al-islam’ partisinin düşüncelerinin girirşi”, Z.
Galieva’nın “Kırgızistan’da çağdaş çokdinliliğin sorun ve uyuşmazlıkları”, S.
Cunuşova’nın “Gençlerin siyaset kültürüne dini değerlerin etkisi”, K. İsaev’in
“Siyaset sosyolojisi: oluşum ve gelişmesi”, K. Malikov’un “Kırgızistan’da dini
durum: analiz ve gelişme perspektifleri”, S. Nurova’nın “Hayat tarzında maneviyat”,
Ç. Nusupov’un “Çağdaş dünyada dini süreçlerin ideolojik kaynakları”, T.
Omurova’nın “Din Bilimi”, N. Omuraliev’in “Kırgızistan’da siyasi süreçler //
Çağdaş siyasi süreçler”, Ç. Çotaeva’nın “Kırgızistan’ın sosyo-politik hayatında
İslam’ın rolü”, A. Elebayeva ve N. Omuraliev’in “Kırgızistan’da Batken olayları”,
N. Esenamanova’nın “Küreselleşme şartlarında Orta Asya’da İslam” adlı eserler
listesi kısaca bu şekilde verilebilir.
15
II. BİR SOSYAL KURUM OLARAK DİN
2.1. Din ve Din Kurumunun Tanım ve İşlevleri
Sözlük manasıyla eski Yunanca’da “Thrioheya”, şimdi “Triskevi” şeklinde ifade
edilen din kelimesi, korkuyla karışık saygı anlamına gelmektedir (Akyüz, 2007: 48).
Latince’de ise “Religio” ile karşılanan din kelimesi iki ayrı kökten gelmektedir.
Çiçeron’a göre bir işi dikkatli bir şekilde ve tekrar tekrar yapmak anlamına gelen
“Religere” kökünden, Lactantius’a göre ise Tanrı ile insanı birbirine bağlama
anlamına gelen “Religare” kökünden gelmektedir (Akyüz, 2007: 48).
Arapça’da din kelimesinin ifade ettiği anlamları dört grupta toplamak mümkündür:
1. Ceza, mükafat, hesap, hüküm ifade eden ve Allah’ın, kulun yaptıkları
karşısındaki tavrıyla ilgili anlamlarıdır.
2. İtaat, teslimiyet, ibadet ifade eden ve kulun, Allah karşısındaki tavrı ile ilgili olan
anlamlarıdır.
3. Üstün gelme, hakimiyet ve zorlama ifade eden, Allah’ın gücü ve Allah’ın
kullarına ve bütün aleme hakimiyeti ile ilgili anlamlarıdır.
4. Adet, şeriat, yol, kanun, millet anlamını ifade eden ve kulun Allah’a itaat ederek
ve yönelerek, kendine bir yol, bir düzen oluşturmasıyla ilgili olan anlamlarıdır
(Akyüz, 2007: 48).
Felsefe, sosyoloji ve din çevrelerinde din kavramı üzerine durulduğu zaman, çok
farklı biçimlerde tanımlanmaya çalışıldığı görülmektedir. Öyle ki, her biri dini
gerçeğin bir yanını vurgulayarak o yönünü ön plana çıkarmaya çalıştığı açıkça
ortadadır. Örneğin, batılı düşünürler özellikle Rönesans’tan beri, dini bir içkinliğe
indirgeyerek onu insanın ya da toplumun doğasından türetmeye çalışmışlardır. Bu
görüşler, açık ya da örtük olarak bir din karşıtlığını yansıtırlar. 19. yüzyılın
16
materyalist ve daha sonraki salt pozitivist eğilimi, bu çabayı dini saf dışı bırakma
noktasına kadar götürür. İlgisizlik ya da karşı tavır, bu sürecin genel doğasını belirler
(Aydın, 2000:102).
Bu çerçevede dini ferdin doğasından türetme çabalarından ilki ve en belirgini
aydınlanma filozofu D. Hume’a aittir. Hume, dinin insanın korku ve ümitlerinden
doğduğunu söylemiştir (Gökberk, 1980: 366).
Dini toplumun doğasından türetmeye yönelik olan ve sosyolojik çerçevede daha
ciddi sayılabilecek din açıklaması Durkheim’a mahsustur. O, din ile ilgili görüşlerini
“Din Hayatının İptidai Şekilleri”nde (Durkheim, 1923) yazmıştır. Din, ona göre,
doğaüstü ilkesiyle açıklanamaz. Çünkü örneğin totemizmde bir doğaüstü olmadığı
gibi Budizm ve Jainizm’de de bir Tanrı fikri yoktur. Ona göre din “Kutsal şeylere
bağlı inanç ve pratiklerin tutarlı bir sistemi”dir ki onu pratiğe döken insanlar bir
cemaat (kilise) oluştururlar. Durkheim buradaki “kutsal” ile yasak edilmiş olup
olmamayı anlar. Buna göre her dince değerli ve dokunulması istenmeyen (zaman,
mekan ve nesneler) vardır. Tabii buna karşılık bir de kutsal olmayanlar vardır.
Durkheim dinlerin kaynağı (kökeni) konusunda ruhu temel sayan animizmi (E.
Tylor- H. Spenser) ve doğal güçleri çıkış noktası yapan natürizmi (Max Müller)
reddettikten sonra onu toplumsal olana indirger. Ona göre dinin kaynağı toplumun
kendisidir. Bir başka deyişle topluluk etkileşiminin doğurduğu heyecandır. Din
tasarıları toplumun karakterini temsil eden birer sembolden, Tanrı fikri de topluluğun
kişileşmesinden başka bir şey değildir. Diğer bir deyişle, din toplumdan, toplum da
kollektif bilinç olarak nitelendirilen ve aynı zamanda dini sayılan bir kutsallık
alanından doğmuştur. Toplumu temsil eden totem onun en somut biçimidir, bir başka
deyişle totem toplumun kendisidir.
17
Marks ise, dinin, insanın kendisine yabancılaşmasını imgelediği görüşünü kabul
eder. Marks dinin, ‘kalpsiz bir dünyanın kalbi’ olduğunu, günlük gerçekliğin
acımasızlığından kaçıp sığınılan bir liman olduğunu belirtir. Ayrıca Marks’a göre,
geleneksel biçimiyle din ortadan yok olacaktır, yok olmalıdır da; ama bu dinde içkin
olumlu değerlerin insanlığın gelişimine büyük ölçüde yön veren idealler olabildiği
için böyle olacaktır, yoksa dinin getirdiği idealler ile değerlerin yanlış anlaşıldığı için
değil. Kendi yarattığımız tanrılardan korkmamalıyız, kendimizin
gerçekleştirebileceği değerleri tanrılara bahşetmekten vazgeçmeliyiz. Marks’ın ünlü
deyişiyle din, ‘halkın afyonudur’. Din, bu dünyadaki mevcut koşullara müdahale
etmeyi bir yana bırakmayı öğretmekte, mutluluk ve ödülleri ölümden sonraki hayata
ertelemektedir. Böylelikle de dikkatlerin bu dünyadaki eşitsizlik ve adaletsizlikler
üzerinde yoğunlaşması önlenmekte, insanlar öteki dünya vaadiyle avutulmaktadır.
Din, güçlü bir ideolojik öğeye sahiptir: Dinsel inanış ve değerler, servet ve güç
dağılımındaki eşitsizlikleri makul göstermeye yaramaktadır (akt. Giddens, 2000:
470).
Marks, dini ayrıntılı olarak incelememesine karşın Weber yeryüzündeki pek çok din
üzerinde kapsamlı çalışma yaptığı bilinmektedir. O, din ile toplumsal değişme
arasındaki ilişki üzerinde yoğunlaşmıştır. Weber, Marks’tan din konusunda ayrı
düşmektedir: ona göre dinin mutlak surette tutucu olması diye birşey yoktur, tersine
dinin etkilediği hareketler önemli toplumsal dönüşümlere imza atmıştır. Weber,
geleneksel Çin ve Hindistan’da ticaret, imalat ve kentleşmenin önemli gelişmeler
gösterdiği belli dönemlerin yaşandığına işaret eder, ama bunlar Batı’daki gibi sanayi
kapitalizminin doğuşu şeklinde köklü bir toplumsal değişme örüntüsü
yaratamamıştır. Din, böylesi bir değişmenin önünü tıkayan en büyük etken olmuştur.
18
Örneğin, Weber’in deyişiyle, Hinduizm bir ‘öteki dünya’ dinidir. Hinduizm’in kutsal
değerleri maddi dünyanın zorlu uğraşlarından kaçıp ruhsal varoluşun yüce evrenine
girmeyi önemser. Konfüçyanizm de bu dünyaya eğemen olmaya teşvik etmekten çok
onunla uyumlu yaşamayı ön plana çıkararak ekonomik gelişimi sağlayıcı çabalara
girmeyi engellemiştir. Bu durumun aksine, Hristiyanlığı, Weber, bir kurtuluş dini
olarak görmüştür. Doğu dinlerinde kurulu düzene karşı edilgen bir tutumu
özendirirken, Hristiyanlık günah işlememek için sürekli bir mücadeleyi öngörür ve
böylece de kurulu düzene isyan etmeyi teşvik eder. Hristiyan inanışına göre,
insanların kurtuluşu bu dinin ahlak ilkelerini ve inançlarını benimsemeleri halinde
mümkün olacaktır. Zamanı boşa harcama, boş konuşma, lüks, fazla uyku mutlak
olarak itiraz edilecek şeylerdendir. Varlıklı olan da çalışmadan yememelidir; çünkü
gereksinimlerini karşılamak için çalışması gerekmese bile, fakirler gibi onun da
boyun eğmek zorunda olduğu bir Tanrı buyruğu vardır. Weber’e göre, işte bu
Protestanlık’ın ahlaki anlayışı Batı’daki kapitalizmin ruhunu (ethos) teşkil etmiştir
(Weber, 2001).
J.P Prat ise dini, fert veya gruplarda, onların menfaat ve kaderlerinin nihai
kontrolünü elinde tutan kudret veya kudretlere karşı ciddi ve toplumsal bir tavır
olarak tanımlamaktadır. Scheiermacher’e göre dinin özü, ferdin mutlak güven
duygusudur. Menzies dinin ibadet yönüne ağırlık vererek onu, ihtiyaç duygusuyla
üstün kuvvetlere ibadet olarak tanımlamaktadır. Müller’e göre din, insanın çeşitli
isimler ve görünüşler altındaki sonsuzu kavramasını sağlayan, onun akıl ve
mantığına tabi olmayan zihni bir melekedir (akt. Akyüz, 2007: 49).
İslam inancı göz önünde bulundurularak yapılan tariflerin en yaygın olarak kabul
edilenine göre ise din, ‘akl-ı selim sahiplerini kendi ihtiyarlarıyla, bu dünyada
19
doğruluğa, salaha, öteki dünyada kurtuluşa götüren, Yüce Allah tarafından konan bir
kanundur’ (Akyüz, 2007: 49).
Kuran ise din kelimesini sırf doğaüstülük, kutsallık, ruhanilik gibi kavramlarla
tanımlamamaktadır. Az çok farklılık arzeden anlamların ortak paydası, sosyal/ahlaki
‘düzen’de toplanabilir. Yani Kuran’a göre (Aydın, 2000: 105) din, insan ilişkilerini
belirleyen bir ahlaki ilkeler topluluğudur. Mesela bir ayette “Onlar dinlerini
parçaladılar ve bölük bölük oldular” (Rum-32) (yani sosyal düzenlerini bozdular,
dolayısıyla birbirlerine düştüler) buyurulmaktadır (Aydın, 2000: 105). Burada düzen,
ferdi ve sosyal hayatı şekillendiren en temel görüş demektir. Böyle bir sistem, Allah
tarafından veya toplumda belli otoriteler tarafından oluşturulabilir. Gerçekten Kuran
(Yusuf -176) suresinde Mısır düzenini “Kralın dini” (Aydın, 2000: 105) olarak
nitelemektedir.
Kur’an-ı Kerim’de din kelimesinin, muhtelif ayetlerde (mesela: Kafirun:1-6;
Zümer:11; Yunus:104; Ali İmran:19,73; Maide:3; Bakara:112) taat, itaat, teslimiyet,
ibadet, millet vs. gibi çeşitli manalarda kullanıldığı görülmektedir. Esasen, Kur’an-ı
Kerim’de din kelimesinin İslam ile sıkı sıkıya irtibatlı olduğu anlaşılmaktadır. Gerçi,
din kelimesi herhangi bir din manasını ifade edebilirse de, Kur’an-ı Kerim’de
tahsisen Allah katındaki dinin İslam olduğu “Allah indinde din İslam’dır” (Ali
İmran:19) ayet-i celilesi ile açıkça bildirilmektedir (Günay, 2008: 213).
Sonuç itibariyle bakıldığı zaman, din tek bir kaynağa indirgenemeyeceği açıktır. Her
bir tanımlamanın genel olarak dinin bir yönüne baskı yaptığı görülmektedir.
Bütün dinleri içine alacak şekilde dinin mahiyetini kapsamlı ve birçok bilim adamı
tarafından da kabul gören tarif Rudolf Otto’ya göre din, “kutsalın tecrübesidir”. Bu
tarif her şeyden önce ferdin kutsalı yaşayabilme kabiliyetinin varlığına, hatta bu
20
tecrübenin onun varlığının bir gereği olduğuna dikkati çeker. Diğer taraftan dinin
daima önce tek tek fertlerin şuurunda yerleştiğini ifade eder. Zira tecrübeler bir ruh,
bir şuur ve özellikle bir fert ile ilgilidir. Bu bilhassa evrensel dinlerde böyledir, çünkü
evrensel dinlerde muhatap öncelikle ferttir (Freyer, 1964: 32).
Dinin özünde, insanı aşan, beşer üstü, yani “aşkın” (trancendantal) bir yön
mevcuttur. Ancak din aynı zamanda insan ve topluma öylesine “içkin” (immemant)
dir ki, büyük din bilimcisi M. Eliade dinin özünü teşkil eden kutsal’ın, “insan
şuurunun yapısal bir unsurunu oluşturduğunu ve şuurun tarihi içinde bir dönem
olmadığını ” ifade etmektedir. Ayrıca, anlamlı bir dünya, kutsalın tezahürü olarak
adlandırılabilen dialektik bir sürecin sonu demektedir. Böyle olduğu içindir ki, bir
yönü ile “aşkın” da olsa, Eliade’a göre dinin özünü teşkil eden kutsalı biz dünyada
“saf” şekli altında bulamamaktayız. İnsan ve toplumda o ancak sosyo-kültürel
ortamda ve şekilleri altında karşımıza çıkmaktadır (Eliade, 1990: VIII-IX). Nitekim
bu nedenledir ki, J. Wach gibi sosyologlar dinin, sübjektif yönünün yanı sıra objektif
gerçekliği üzerinde de önemle ve ısrarla durmakta ve dini bu şekli altında sosyoloji
biliminin konusu olarak görmekte ve inceleme konusu yapmaktadırlar.
Bir toplumda din, toplumsal kurumların en önemlilerinden birini oluşturur. Dini
kurumların genelde insanın ve bunun dua, ibadet gibi formlarla ifade edildiği kabul
edilir. Dışsal ve kavramsal davranış örüntilerinin doğruluk ve yanlışlığına işaret eder,
ahlak ve değer sistemlerini içerirler. İbadet sistemi, dini törenleri, din adamlığı,
cemaat ilişkileri, mabet düzeni ve benzeri yardımcı kurumlar arasında yer alır. Hatta
bazı durumlarda büyüsel bazı işlemler, batıl inançlar, dinlerin bizzat kendilerinin
karşı çıkmasına rağmen onun çatısı altında görünür ya da gösterilirler (Fichter,
1992).
21
Esasen din, insanın belli türden davranışlarını ihtiva eden bir kurum değildir.
Başından beri insanın hemen tüm eylemlerine şöyle ya da böyle damgasını
basagelmiş bir sistemdir. Onun için de dinin, göreli de olsa bağımsız kültürel bir
kurum mu, yoksa tüm kültürel kurumlara kaynaklık eden bir temel olgu, bir başka
deyişle kurumlar arası bir sosyal/manevi doku mu olduğu hala tartışılmaktadır.
Örneğin, Durkheim’e göre (1923) din kurumu, diğer kurumların kendisinden
doğduğu bir ana kurumdur. Buna göre başlangıçta her türlü kurum dinin şemsiyesi
altında filizlenmiş zamanla ondan bağlarını kopararak, bağımsız profan birer kurum
haline gelmişlerdir. Toplumsal farklılaşma dinlerin işlevlerini de sınırlandırarak
sosyal hayatın bütününü kapsayan bir alt yapı olmaktan çıkarmış, yatay düzlemde
belli özelliklerdeki olguların öbekleştiği bir temel kurum halini almıştır. Sonuç
olarak da bugün sosyal hayatın bütününü kapsamaktan uzaktır.
Bazı düşünürlere göre ise din, bir temel kurum olarak alınsa bile diğer kurumlardan
ayrı bir özellik göstermektedir. Fert ve toplum hayatında olguları belli nitelikleriyle
“yatay bir düzlemde” diğerlerinden ayırma imkanımız vardır. Mesela salt ekonomik,
siyasal ya da ailesel veya eğitimsel bir olgu vardır; pazardaki işlem ekonomik, bir
öğretim faaliyeti eğitimseldir. Ama din en azından bir niyet ve eğilim unsuru olarak
her türlü eylemin alt yapısını oluşturmaktadır. Bunun için de en profan
davranışta, mesela yemek yerken, kişinin dindar olup olmadığı, hatta bazı
durumlarda hangi dine inandığı belli olmaktadır (Freyer, 1964: 75).
Demek ki din bir temel kurum sayıldığında da yani belli olgular ağırlıklı
nitelikleriyle “dini” kabul edildiğinde de, dikey düzlemde çok kapsayıcı bir kurum
olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü genel kültürel yapıyı oluşturan sosyal örüntüler
dini değerlerle yakından ilgilidirler. Din insanların maddi-manevi çevresini bir
22
algılama sistemidir. İnsana hazır bilgiler sunar; nerede ve hangi konumda
bulunduğunu işaretleyerek bir kimlik belirler. Ancak bu bilgi, formel bir açıklama
biçimi olan bilimsel bilgiden farklı bir şeydir. Çünkü aşkın bir yönü vardır (Aydın,
2000: 101).
Dinler külterel yönden içinde doğdukları toplumlardan soyutlanamazlarsa da, dini
olgu sırf toplumun ürünü sayılamaz. Din, toplumdaki büyü, bilim, teknik ve benzeri
yaklaşımlardan birisine indirgenemez. Örneğin kutsal olan yalnızca rasyonel olanla
açıklanamaz. Çünkü o, toplumüstü aşkın bir öze de sahiptir. Dini olgunun
temelindeki söz konusu bu öz ise “ahlaki” olandır. Esasen bütün bir din bu ahlaki
olanın bir açılımıdır. Diğer pek çok olgu bu açılımın değişik görünümleridir (Aydın,
2000:101).
Söz konusu diğer pek çok olgunun değişik görünümlerinden bahsetmek gerekirse,
her çeşit sosyal kurum toplumun çoğunluğu tarafından paylaşılan ve bazı temel grup
ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik davranış örüntüleri şeklinde ortaya çıkar ve
işler. Onlar; kanunlar, tüzükler veya örf ve adet, yahut dine dayalı yerleşmiş
usullerdir; değer yüklüdürler; kültürün önemli bir parçasını oluştururlar; yapılanmış,
örgütlenmiş ve eşgüdümlüdürler; bu bakımdan da oldukça sürekli bir içeriğe
sahiptirler (Günay, 2008: 26).
Ancak sosyal kurumların sürekli olabilmeleri için ihtiyaçların da mevcut ve sürekli
olması gerekir. İhtiyaçların ortadan kalkması halinde söz konusu ihtiyacı karşılayan
sosyal kurum da ortadan kalkarak yok olmaya yüz tutması kaçınılmazdır. Aksi halde
söz konusu kurumun varlığı anlamsız ve toplumsal hayatı frenleyici bir niteliğe
bürüneceği açıktır.
23
“Kurum” kavramı birçok terimde de olduğu gibi günlük dilde ve sosyolojide farklı
anlamlarda kullanılmaktadır. Günlük dilde genellikle kurumsal bir işlevi yerine
getiren “kuruluş”lara kurum denmektedir, bir spor kulübü veya muhtaç çocukların
barındığı yer, kurum olarak adlandırılmaktadır. Oysa sosyolojik açıdan kurum, ne bir
kişi, bir grup ve hatta ne de bir mekandır. Kültürün bir kısmıdır, insanların yaşam
tarzlarının örüntüleşmiş bir parçasıdır. Bir başka deyişle çoğunluğun paylaştığı
davranış örüntüleridir. Kurum, kültür normlarının yerleşmiş, belli ve sürekli tatmin
yollarıdır (Krech, 1983: 127).
A. Comte, sosyal olguların kurumsal yaklaşım çerçevesinde incelenmesi gerektiğine
inanmıştır. Temel sosyal kurum olarak din kurumunu da incelemiştir. Din
kurumunun sosyal bütünleşmeye olan katkısını ve işlevlerini anlamaya çalışmıştır
(Comte, 1899: 44).
Kurum kavramı, günlük dilde grup ve örgütle de sık sık karıştırılmaktadır. Oysa
kurum hem gruptan hem de örgütten farklı özelliklere sahiptir. Genelde grup, belli
bir amaç çevresinde toplanmış, üyelerinin karşılıklı ilişkileri sonucu ortaya çıkmış,
çok işlevli, somut bir sosyal olgudur. Demek ki grup her şeyden önce bir grup insana
tekabül eder ve dolayısıyla somut bir varlığa sahiptir. Örgüt ise bir grubun belli bir
kategorisiyle ilgili rollerinin yönetmelik, tesis, teknik vb. gibi maddi bir dayanağa
bağlı olarak düzenlenmesidir (Duverger, 1995:28). Buna göre örgüt, insan unsuru
taşıması yani somutluğu bakımından grupla benzerlik gösterir. Ama gruptan farklı
olarak örgüt, genelde tek işlevlidir, belli bir maddi dayanağa da sahiptir.
Buna karşılık kurum, bir sosyal grup içinde belli temel işlevleri karşılayan süreklilik
kazanmış, ilişki sistemleri, davranış örüntüleridir. Yani kurumun içeriğini insanlar
değil, davranış sistemi oluşturur (Aydın, 2000: 15). Örneğin, aile (nişanlılık, evlilik,
24
çocuk-ebeveyn ilişkisi, akrabalık, vb. gibi) bir ilişkiler düzeni olarak düşünülüyorsa
bu, şüphesiz bir gruptur. Bunun gibi toplumda bir “hayır kurumu”, kendi içinde
kazandığı yapılanma ile bir örgüt niteliği taşıyabilir. Buradan da anlaşılacağı üzere,
kurumu diğerlerinden ayıran en temel özellik, onun kültürel olmasıdır. “Cami veya
kilise bir grup ya da örgüt, ama kutsallık bir kurumdur” (Sayın, 1988: 145-146).
“Sosyal kurum” kavramı H.Spencer tarafından yapısal-işlevselcilik yaklaşımında
kullanılmıştır (Spencer, 1898:6). Sosyal kurumların işlevi bakımından incelenmesi
Durkheim’e de mahsustur. O, sosyal kurumları insanın kendini gerçekleştirmesinde
önemli bir araç olarak görmüştür (Durkheim, 1996: 343-359).
M. Weber (2000) ise sosyal kurumların, din de dahil olmak üzere, fertlerin günlük
hayatında ne derece önemli ise o şekilde incelenmesi gerektiğini yazmıştır.
Parsons da yapısal-işlevselcilik analizinde toplumu, sosyal ilişkiler ile özellikle
örgütsel sosyal kurumlar sisteminin sabit statü-rol yapısı ve değer-normatif yüklü bir
kompleks olarak incelemiştir. Sosyal kurum kuramlarına, özel olarak bilim
kurumuna Robert Merton büyük katkıda bulunmuştur. Fenomenolojik (Hamilton) ve
davranışsal (behaviourism) (Homans) yaklaşımların da sosyal kurum incelemeleri
kabul görmüştür (Gavra, 1999: 56-71).
Sosyal kurumlar belirli şahıs, fert, sosyal grup ve diğer toplulukların sosyal ilişki ve
etkileşimleri temelinde kurulur. Kurumlar içinde doğdukları toplumun özelliklerine
göre ortaya çıkarlar. Kurumlara temel özelliklerini kazandıran ana etken toplumların
nesnel koşullarıdır. Toplumsal kurumların temel özellikleri aşağıdaki biçimde
belirlenebilir (Prilepko, 1991: 311):
• Her kurum amaçlıdır. Toplumsal gereksinimlerin karşılanması için doğarlar;
25
• Söz konusu ihtiyacın gerçekleştiriliş biçimi oldukça süreklilik kazanmıştır. Bir
kültürde davranış kalıpları, roller ve ilişkiler zamanla geleneksel ve sürekli hale
gelirler;
• Kurumlar gerek alt kurumlarıyla gerekse diğerleriyle yapılanmış, örgütlenmiş ve
eşgüdümlenmiştir. Kurumları oluşturan öğeler birbirlerini destekleme ve
güçlendirmeye eğilimlidirler. Öğeler arasında bağlar bulunur;
• Her kurum diğerleriyle yakından ilişkili (eşgüdümlenmiş) olmasına rağmen kendi
alanında tek bir yapıdır. Bir başka deyişle temel kurumlar bir “göreli
bağımsızlığa” sahiptirler. Her kurum bir davranış örüntüsü olarak işlevde
bulunur;
• Kurumlar zorunlu olarak değer yüklüdürler, çünkü kültürün normatif kodlarını
ihtiva ederler;
• Kurumlar özel sosyal norm ve değerler yüklüdürler, bunlar aracılığıyla sosyal
kontrol gerçekleştirilir. Ayrıca sosyal bütünleşmeye katkıda bulunur.
Toplumda her şeyin olduğu gibi kurumların da işlevleri vardır, yani bir ihtiyacı
karşılamaktadırlar. Bu yönüyle kişi ve gruplara benzemektedirler, ancak onlardan
farkları, sadece örüntüleşmiş olmaları değil aynı zamanda genelleşmiş olmalarıdır.
Kurumların belli başlı işlevleri kişi ve grup üzerindeki etkilerine göre olumlu ve
olumsuz olarak iki grupta şöyle sıralanabilir (Fichter, 1994: 121-123, Tan, 1981:
142-143, Ozankaya, 1981: 142):
Olumlu İşlevler: Kurumların olumlu işlevleri gruplarda yüksek düzeyde
bir bütünleşmeye, uyuma yol açar. Kurumların temel amaçlarını yerine getirmesini
kolaylaştırır.
26
• Kurumlar, kişilerin sosyal davranışlarını kolaylaştırırlar. Toplumun düşünce ve
eylem tarzları birey topluma girmeden önce büyük ölçüde düzenlenmiş ve
planlanmıştır. Kişi, şeyleri nasıl yaşayacağını öğrenmek veya keşfetmek için
zaman ayırmak zorunda değildir. Bunları toplumda hazır olarak bulur. İşte bunu
sağlayan, kurumlar (kurumsallaştırmalar) dır. Buna bağlı olarak kişi belli rol ve
ilişkileri ve bunları nasıl yerine getireceğini kurumlardan öğrenir.
• Kurumlar toplam kültürün istikrarlılığı ve eşgüdümü için birer ajan olarak da
hizmet ederler. Süreklilik, sağlamlık, dayanıklılık insan davranışlarını istikrarlı
ve uyumlu hale getiren kurumlar sayesinde sağlanır. Kurumsallaşmış düşünme ve
davranma yolları insanlar için bir anlam ifade eder, bir güvenlik aracı sağlar.
• İstikrar işleviyle yakından bağlantılı bir gerçek de kurumların davranışları kontrol
etme yönelimleridir. Kurumlar, toplumun sistemli ve ideal düzeyde beklentilerini
içerirler. Kimin nereden, nasıl hareket edeceği önceden belli olduğundan
sapmanın ne olduğu da böylece bilinmiş olur. Sapma noktasındaki kanaatın
genelliği de toplumsal baskıyı sağlar. Böylece kurumlar sadece belli ideal
davranışları işaretlemekle kalmazlar, sapmayı ve sosyal bir baskı ile bunların
telafisine de imkan sağlarlar.
Olumsuz İşlevler: kurumların olumsuz sayılabilecek bazı işlevleri de vardır. Bu
işlevler kurumların temel görevlerini yerine getirmelerine olumsuz yönde etki
ederler.
• Kurumlar toplumsal davranışları kalıplaştırıp durgunlaştırmaktadırlar. Bu
nedenle katı ve değişime karşı koyucu, dolayısıyla da toplumsal ilerlemeyi
güçleştirici sonuçlara yol açarlar
27
• Kurumlar bazen değerini kaybetmiş kalıpları sürdürür, bazen de çoğunluğun
davranışlarıyla tutarsız bulunan toplumsal değerleri yaşatırlar
• Kurumlar toplumsal sorumluluğu azaltma eğilimi gösterirler. Zamana ve
koşullara uymayan, reform gereksinmesi gösteren bazı kalıplar kimse tarafından
değiştirilmediği için sürüp giderler
• Kurumlar bazen bireylerin toplumsal kişiliklerini de engelleyebilirler.
Kurumların katı kalıplarına boyun eğmek istemeyen kişilerin uyumsuz hatta
suçlu kişiler olarak görülmesine yol açar. Bireylerin özgül yeteneklerinin
gelişmesine engel olurlar.
Kurumların işlevlerini açık işlevler ve gizli işlevler biçiminde de sınıflamak
mümkündür (Fichter, 1994: 121-123, Tan, 1981: 142-143, Ozankaya, 1981: 142):
1. Açık İşlevler: Kurumların yerine getirmeleri beklenen, öngörülen, genel
olarak kabul edilen işlevlerdir.
2. Gizli İşlevler: Kurumların temel amaçlarını kapsamadığı, herkes
tarafından kolaylıkla görülmeyen fakat kurumsal organlarda sürüp giden
davranış kalıplarının bir kısmından sorumlu olan işlevlerdir. Örneğin, R.
Merton ekonomi kurumunun açık işlevinin belli ihtiyaçları karşılayacak
mallar üretmek olduğunu belirtmiştir. Gizli işlevi ise insanlar yalnızca
gereksinimleri nedeniyle mal tüketmezler aynı zamanda toplumsal
saugınlıklarını arttırmak için de alırlar. Eğitim kurumlarının bilinen
görevlerinin yanı sıra belli bir yaşın altındaki nüfusu iş piyasasının
dışında tutmak gibi bir gizli işlevi de vardır.
28
Yukarıda belirtilen işlevlerin yanı sıra toplumsal kurumların temel bir işlevi vardır.
Bu da toplumsal düzenin değişim eşliğindeki sürekliliğini, uyumluluğunu ve
toplumsallaşmayı sağlamak ve düzeni belirgin kılmaktır. Toplumları oluşturan
bireylerin yapıların, ilişkilerin devamlı değişmesine karşı toplumlar varlıklarını
sürdürürler. Bu sürekliliği kurumlar sağlar.
Din, temel kurumsal işlevlerin yerine getirilmesinde önemli rolü olan bir kurumdur.
Yani genellikle dinin bütün öbür kurumların görevleri arasında sıkı bağlar vardır.
Dine ve içinde bulunduğu toplumlara göre farklılıklar göstermekle birlikte din
kurumu sadece aşkın nitelikli işlemlerin yerine getirilmesini değil pek çok yerde
doğum ve ölümlerin kaydedilmesi, evlenme işlemlerinin tescili, bazı vergi türlerinin
toplanması, yoksullara yardım, eğitim, siyasi otoritelerin göreve başlatılma töreni,
ölüleri gömme, vb. gibi sosyal ve siyasal hizmetleri yerine getirmektedir (Lundberg,
1970: 151).
Bunun yanında din bazı kurumların görevini pekiştirici bir fonksiyonu da yerine
getirir. Mesela soyun sürdürülmesi ailesel bir işlevdir, ama din bunu değer boyutunda
teşvik etmekte; ekonomik bir çalışmayı ibadet, öğrenmeyi manevi bir görev olarak
vurgulamaktadır.
Bununla birlikte dinin salt kendine has sayılabilecek işlevleri de vardır. Şüphesiz
bunların bir kısmı bireysel’dir. Din her şeyden önce insanın aşkın alanıyla bağ
kurmasını sağlar. İlk elde kendisini ve çevresini tanımada, kozmostaki yerini
belirlemede açıklayıcı hazır bilgiler verir; doğal kuvvetler, hayatın olumsuz şartları
karşısında moral kaynağı olur, insana bir gönül rahatlığı verir. Ancak araştırmalar
söz konusu gönül rahatlığının salt biçimiyle dindarlıktan değil, dini inanç ve
29
düşüncenin deruni bir biçimde içselleştirmesine bağlı olduğunu göstermektedir
(Aydın, 2000: 112).
Dinin sosyal işlevlerinden önemli olanlarından biri toplumlara bir sosyal kimlik
belirlemeleridir. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de birçok toplum kendini din ile
tanımlamaktadır.
Dinin bir diğer sosyal işlevi değer hiyerarşisini sağlamış olmasıdır. Esasen birçok
toplumsal sorun insanların değerlerinin çatışmasından doğar. Değer çatışması,
elindeki parasını dondurmaya mı yoksa şekere mi vermesi gerektiğini kararlaştıran
çocuğun içinde bulunduğu sıkıntıdan tutunuz, bireysel, etnik, ulusal ve uluslararası
çatışmalara varana kadar çok büyük değişmeler gösterir. Birinin makul bulduğu bir
şeyi diğeri kötü veya geçici olarak mahkum edebilir. Böyle değerler üzerinde asgari
bir anlaşma bulunmadıkça grup hayatı imkansız olurdu. Gerçekten değerlerin bir
ölçüye kadar benzer olması, grubun kurulmasını ve devamını sağlayan seçimli
davranış ve haberleşmenin temelini oluşturur. İşte din (örgütlenmiş kurumlarının
aracılığıyla) değerler getirir, pekiştirir, bunlar arasında hiyerarşik bir yapı oluşturur.
Bu konudaki bazı saha araştırmaları (bazı sosyal bilimcilerin değerler arasında
hiyerarşinin kurulamayacağına ilişkin iddialarının aksine) değerlerin mantığı, düzeni
hiyerarşisini somut olarak verebileceğini göstermiştir (Aydın, 2000: 113).
İşte toplumsal açıdan büyük önem taşıyan bu denetsel düzenlemenin altında din
bulunmaktadır.
Bununla birlikte dinin önemli toplumsal işlevlerinden bir diğeri kontrol ve denetleme
mekanizması olmasıdır. Din (ve aile) denetleme kurumlarıdır, toplumda süreklilik
sağlayıcı mekanizmalar geliştirirler. Bu özellik ileri boyutlarda (değişimi
30
engelleyerek) bazı sorunlar doğursa bile toplum için gerekli “istikrar”ı vurgulaması
açısından önemlidir (Aydın, 2000: 113).
Ayrıca din genelde toplumsal birleştirici bir işleve sahiptir. Fertler arasında bir
kaynaşma unsurudur. Ancak araştırmalar dinin sosyal birleştiriciliğinin bazı şartlara
bağlı olduğunu göstermektedir. Bunlardan birisi aynı toplumda tek dinin
bulunmasıdır. Çünkü dini farklılık bir anlamda (potansiyel de olsa) toplumsal
farklılık demektir. Bu ilke mesela Hindistan’daki dini çatışmaları anlamamıza imkan
verir bir diğer ilke ise dinin çıkara dayalı grupsal düzeyin üstünde algılanabilmesidir
(Aydın, 2000: 113).
Günümüzde sanayileşmiş ya da sanayileşme yolunda olan toplumlarda dinin bazı
pratik işlevleri artmaktadır. Yaşlılık, yalnızlık, ölüm, dinlenme vb. gibi doğal
olguları değerlendiren dini kurumlar bu temel ihtiyaçlara da cevap vermeye
yönelmişlerdir (Aydın, 2000: 113).
2.2. Sosyolojik Yaklaşımda Din
Dine sosyolojik açıdan getirilen yaklaşımlar, büyük ölçüde sosyolojinin üç “klasik”
kuramcısının (Marks, Durkheim ve Weber) düşüncelerinin etkisi altında olduğu
açıkça görülmektedir. Bu kuramcılardan hiç biri dindar değildi ve üçü de çağcıl
zamanlarda dinin öneminin giderek azalacağını ileri sürmüşlerdi. Her üç düşünür de
dinin temelde bir yanılsama olduğuna inanıyordu. Farklı itikatların taraftarları,
taşıdıkları inançların ve katıldıkları ayinlerin geçerliğine tamamen ikna edilmiş
olabilir; ne var ki, dinlerin çok çeşitlilik göstermesi ve bunların farklı toplum
tipleriyle açık bir bağlantı içinde olması, bu geçerlik iddialarını daha baştan boşa
çıkardıkları günümüzde apaçık ve şeffaftır.
31
Pozitivist yaklaşımın en büyük temsilcilerinden olan A. Comte dini inançların insan
kaderinin en etkili ve en fiili temel faktörü sayarak meşhur Üç Hal Kanunu’nu dinin
karakteri üzerine kurmak ve adeta din sosyolojisinin de kurucusu olmak istemiştir.
Yani, Comte’a göre insan düşüncesinin hareket noktasında din bulunmaktadır.
Nitekim, insanlığın ilk düşünce şekli, dünya görüşü ve hayat anlayışı teolojik yani
dinidir. Bundan sonra metafizik çağı gelmekte olup, orada tabiat üstü güçlere yapılan
açıklamalar hakim olmakla birlikte din de nispeten önemini korumaktadır. Böylece
pozitif bilim çağı gelinceye kadar geçen zaman içinde din, insanlığın alın yazısında
en önemli rolü oynamış olup, belli dünya görüşlerine belli din görüşleri tekabul
etmiştir, diyen Comte, dinlerin tekamülü ve gelişmesinin kanununu da ortaya
koyduğunu öne sürmekte ve bunun Fetişizm’den Politeizm’e oradan da Monoteizm’e
geçiş şeklinde olduğunu iddia eder. Nihayet müspet bilim çağı olarak belirlenen
pozitif devrede insanlığın pozitif bir dine sahip olması gerektiğini öne süren A.
Comte, bu dinin de bir Sociolatrie yani insanlığa veya topluma tapınma şeklinde
olması gerektiğini ifade eder (Günay, 2008: 139).
Comte’a göre, statik açıdan topluma bakıldığında aile, devlet ve din kurumlarının
orada temel unsurlar oldukları görülür. Yani aile, devlet ve din olmadan bir toplum
kurulamaz. Din, eşya ve insanın tabiatından çıkan ve toplu halde yaşayan insan için
gerekli bir müessesedir. Ancak Comte, kurmayı tasarladığı pozitif toplumun pozitif
bir dini olması gerektiğini öne sürerek, adeta yeni bir din kurucusu olarak ortaya
çıkar. Öyle ki, bu yeni dinin Pozitivist İlmihal’ini bile yazmış olup, orada dinin tarifi,
din-toplum münasebetleri ve dinin toplum hayatındaki yeri ele alınmaktadır (akt.
Günay, 2008: 139).
32
Evrimci din kuramının İngiltere’deki önemli temsilcilerinden biri H. Spencer’dir.
O’na göre, sosyal gelişme ile dini gelişme paralellik gösterir. Dini alanda ilkeller
arasındaki ruhlara ve kutsal güçlere tapınma demek olan animizmden ve politeist bir
aşamadan, yakın zamanlarda gelişen monoteizme doğru bir yönelimden söz eder.
Spencer, dinin aşağıdaki işlevlerini inceler:
• Din, cenaze ve atalara kutsal saygı törenleri yoluyla aile bağlarını güçlendirir.
Mezarlıkların kutsal önemi uyumsuzluğu önler ve grup olarak aileyi yeniden
birleştirir.
• Din, dini meşrulaştırmalar yoluyla geleneksel olarak kuşaktan kuşağa aktarılan
davarnışı koruyarak, ona destek olur.
• Din, milli birliği temellendirir ve güçlendirir.
• Din, kutsal nesne ve mekanların tabulaştırılmasını sağlayarak mülkiyeti korur.
Spenser, sosyal devamlılık ilkesinin din ile gerçekleştiğini, bu ilke ile toplumun
kimliğinin güvence altına alındığını düşünür. O, dinin sosyal hayata en güçlü
etkisinin ilkel toplumlarda, en zayıf etkisinin ise sanayi toplumlarında görüldüğünü
vurgular (Kehrer, 1998: 28-29).
Karl Marks, konu üzerindeki etkisine karşın dini ayrıntılı olarak incelememiştir. O,
dine ilişkin düşüncelerini, kimi on dokuzuncu yüzyıl ilahiyatçı ve felsefecilerin
yazdıklarından hareketle oluşturmuştur. Bunlardan birisi 1841 yılında Hristiyanlığın
Özü adlı bir kitap yayınlayan Ludvig Feuerbach’tı. Feuerbach’a göre din, kültürel
gelişme sürecinde insanların ürettiği düşünce ve değerlerden oluşmakta, fakat bunlar
yanlış bir şekilde ilahi güçlere ya da tanrılara mal edilmektedir. İnsanoğlu kendi
tarihini eksiksiz olarak anlayamadığından kendi yarattığı değerleri ve normları
33
tanrılara atfetme eğilimine girmektedir. Dolayısıyla, Tanrı’nın Musa’ya on emir
kuralların söylensel düzlemdeki bir versiyonudur (akt. Giddens, 2000: 470).
Diğer yandan Marks’ın genel sosyal kuramına ve yabancılaşma kuramına dikkat
verildiğinde dine ilişkin görüşlerini anlamak mümkün görünmektedir.
Ekonomik ve Felsefi El Yazmaları’ndaki yabancılaşma analizinde Marks, kapitalist
toplumlarda işçinin kendisine de bir mal veya obje gibi davranıldığına işaret eder. O,
işgücü ve üretimi insanın bir parçası olarak gördüğü için bu ikisi arasındaki ilişkinin
bozulmasına neden olan her şeyin yabancılaşmaya katkıda bulunacağını savunur.
İşçilerin ürünlerinden yabancılaşmalarının birçok boyutu vardır: her şeyden önce
onlar üretim araçlarına sahip değildirler, ürünlerini kontrol edemezler ve bu nedenle
işçilikleri bir metaya dönüşür. Modern toplumdaki işçiler aynı zamanda fabrikaların
mekanikleşmesinin fiziksel kontrolü altındadırlar. Yabancılaşma, bu yolla, insan
gelişimine yönelik toplumsal şartlardaki kontrol eksikliği ile ilişkilendirilir.
Yabancılaşan insan gerçek kimliğini kaybettiğinden dünyayı anlamak için dine
dönecek ve belki de bu dünyada ya da öteki dünyada daha iyi bir varoluş ümidi
taşıyacaktır (akt. Akyüz, 2008: 91).
Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkı adlı eserinde Marks, dinin, hakikatin
yanlış bir resmini yansıttığını iddia eder. Bu sebeple dine karşı mücadele dinin
resmini çizdiği dünyaya karşı da dolaylı bir mücadeledir. Din aynı zamanda hem
adaletsizliği empoze edenlerin bir aracı hem de bu adaletsizliğe karşı bir protesto
yaklaşımıdır. Din, ezilmişliğe karşı popüler bir reaksiyondur. Bu nedenle bile din
eleştirisi aslında ihtiyaç duyanlara yönelik de bir eleştiridir (akt. Akyüz, 2008: 91).
Marks, Alman İdeolojisi adlı eserinde Engels ile birlikte, toplumun temel yapısını
oluşturan unsurların üretici güçler ve üretim ilişkileri olduğunu savunur. Yasal
34
kodlar, siyasi yapılar, ahlak, metafizik ve din bu ana temele dayanan bir yapı
oluşturur. Üstyapı bu temel üzerine kurulur ve altyapıdan etkilenir. Din, üretim
modundaki değişikliklere büyük oranda uyum sağlayan tüm bu üstyapının sadece bir
yüzüdür. Ayrıca bilinç, sosyal temelinden bağımsız bir şekilde ele alınamaz. Kapital
adlı eserinde ise dini, tarihin erken çağlarında ilkel insanın doğa güçleri karşısında
yaşadığı çaresizliğin bir sonucu olarak görür. Bu anlamda dinsel dünya, gerçek
dünyanın sadece bir yansımasıdır (akt. Akyüz, 2008: 91).
Marks’ın kuramında din aynı zamanda bir ideoloji’dir de. O, insan bilincini doğrudan
sosyal uygulamalara dayandırır ve sınıf toplumlarında dönemin yönetimine ilişkin
fikirlerin (ideoloji) yöneten sınıfın fikirleri olduğunu savunur. Bu fikirleri de alt sınıfı
yönetmek ya da baskı uygulamak için ideal bir araç olarak görür. Herhangi bir
dönemde yaygın olan fikirler, buna din de dahildir, egemen sınıfa sağlanacak
imtiyazların meşrulaştırılmasını sağlar. Bununla birlikte yönetici sınıf da işçi sınıfı
gibi aynı yanılsamanın kurbanıdır. Çünkü onlar da yabancılaşmanın etkisiyle sosyal
ve tarihi güçleri aşkın gerçekliklerin ifadesi olarak yorumlar. Yabancılaşmanın
üstesinden gelebilmek için dini bilinci eleştirmek gerekir. Ancak sadece eleştiri
yeterli değildir. Bunun yerine kişi kapitalizmin sınıf yapısını ortadan kaldırmalı ve
üretim şeklini değiştirmelidir. Bu durum gerçekleştiğinde, din ortadan kaybolacak ve
insanlar doğayı anlayıp kontrol ettikleri gibi toplumu da mantıklı bir şekilde anlayıp
kontrol edebileceklerdir. Böylece onlar sosyal, özgür ve yaratıcı varlıklar olarak
kendi doğalarının farkına varabileceklerdir (akt. Akyüz, 2008: 92).
Özetle Marks, dinin, insanın kendisine yabancılaşmasını imlediği görüşünü kabul
eder. Marks’ın dini bir kenara attığına inanılır çoğu zaman, ama bu doğru olmaktan
çok uzaktır. O, dinin, “kalpsiz bir dünyanın kalbi” olduğunu, günlük gerçekliğin
35
acımasızlığından kaçıp sığınılan bir liman olduğunu belirtir. Marks’a göre geleneksel
biçimiyle din ortadan yok olacaktır, yok olmalıdır da; ama bu, dinde içkin olumlu
değerlerin insanlığın gelişimine büyük ölçüde yön veren idealler olabildiği için böyle
olacaktır, yoksa dinin getirdiği idealler ile değerlerin yanlış anlaşıldığı için değil.
Kendi yarattığımız tanrılardan korkmamalıyız, kendimizin gerçekleştirebileceği
değerleri tanrılara bahşetmekten vazgeçmeliyiz. Marks’ın ünlü deyişiyle din, “halkın
afyonu”dur. Din, bu dünyadaki mevcut koşullara müdahale etmeyi bir yana
bırakmayı öğretmekte, mutluluk ve ödülleri ölümden sonraki hayata ertelemektedir.
Böylelikle de dikkatlerin bu dünyadaki eşitsizlik ve adaletsizlikler üzerinde
yoğunlaşması önlenmekte, insanlar öteki dünya vaadiyle avutulmaktadır. Din, güçlü
bir ideolojik öğeye sahiptir: dinsel inanış ve değerler, servet ve güç dağılımındaki
eşitsizlikleri makul göstermeye yaramaktadır. Örnekse, ‘yumuşak başlı kişilerin
dünyanın varisi olacağı’ yolundaki inanış, az ile yetinmeyi ve baskıya boyun eğmeyi
önermektedir (Giddens, 2000: 470).
Böylelikle bu din anlayışı, bir dünya görüşünü da beraberinde getirir. İnsan dindeki
aldatmacayı farkedince, kendini esir ettiği şartların ortadan kaldırılması gerektiğini
düşünür. Proleterya, yabancılaşmanın yani gerçeklerden uzaklaşmanın sadece din
alanında değil sosyal, siyasi ve ekonomik alanda da gerçekleştiği sınıftır. İdeoloji ile
din arasında bu şekilde sıkı bir bağ vardır (Mardin, 1986: 34-36).
Aslında, Marks, dinin genellikle ideolojik bir içeriğe sahip olduğunu, yönetici
grupların çıkarlarını kollamaya hizmet ettiğini söylerken bir yönüyle haklıdır. Bunun
dünya tarihinde pek çok örneğine rastlamak mümkündür. Örneğin Avrupa’lı
sömürgecilerin başka toplumları kendi yönetimlerine tabi kılmak için harcadıkları
çabalarda Hristiyanlığın oynadığı role bakılacak olursa, dinsiz halkları Hristiyanlığa
36
döndürme çabaları geleneksel kültürlerin yıkılması ve beyaz insanın egemenliğinin
dayatılması sonucunu vermiyor muydu? Ayrıca, on dokuzuncu yüzyülün sonlarına
dek Hristiyan mezheplerinin hemen hemen hepsi köleliğe hoşgörüyle bakmış ya da
onaylamamışlar mıydı? Köleliğin, Tanrı hukukunda yeri olduğu ileri sürülmüş, baş
eğmeyen kölelerin hem sahiplerine hem de Tanrı’ya karşı günahkar duruma
düşecekleri bildirilmemiş miydi?
Marks’ın tersine Emile Durkheim çalışmalarında dine epey bir yer verdiği
görülmektedir. Özellikle, küçük ölçekli, geleneksel toplumlardaki
din olgusunu incelemiştir. Bu konuda din sosyolojisine Dinsel Hayatın İptidai Şekli
adlı çalışmasıyla azımsanamayacak katkıda bulunmuştur. Durkheim, Marks gibi dini,
esas olarak toplumsal eşitsizliklere ya da güç ilişkilerine bağlamaz, dini toplumdaki
kurumların niteliğiyle bir arada değerlendirir. Avusturalya’nın yerli toplumlarında
görülen totemciliği inceleyen Durkheim, totemciliğin, dinin en ‘ilk’ ya da en yalın
biçimi olduğunu ileri sürmüş ve eserine isim yapmıştır (Durkheim, 1923).
Totem, bir grubun kendisine belli bir simgesel önem atfettiği bir hayvan veya
bitkidir. Kutsal bir nesne olan toteme büyük saygı duyulur ve bu saygı çeşitli
ritüellerle ifade edilir. Durkheim dini, kutsal olan ile dindışı arasına bir ayrım
koyarak tanımlar. Kutsal nesneler ve simgeler, varoluşun alışıldık (sıradan)
yönlerinden – kutsallığı olmayan dünyadan – ayrı tutulmaktadır Durkheim’e göre.
Özel törenlerin dışında, totem olarak kabul edilen hayvanı ya da bitkiyi yemek
yasaktır; totemin ilahi özelliklere sahip olduğuna ve bu özelliklerin onu avlanan diğer
hayvanlardan ya da toplanıp tüketilen diğer tarımsal ürünlerden bütünüyle ayrı
kıldığına inanılır (akt. Giddens, 2000: 471).
37
Durkheim’e göre totem, kutsaldır. Durkheim, totemin kutsallığını grubun ya da
bizzat toplumun simgesi oluşuna, temel değerlerini temsil etmesine bağlar.
Dolayısıyla, toteme duyulan saygı gerçekte toplumsal değerlere olan saygıdır.
Böylelikle, dinde tapılan nesne, toplumun kendisi olmaktadır (Durkheim, 1996).
Böylelikle, dinin, toplumun bir yapı şartı olduğunu kabul etmekle Durkheim,
yukarıdaki gibi özünü ve başlangıcını rasyonel yollarla açıklamaya çalışarak, din gibi
özünde insan ve toplumu aşan ilahi bir gerçekliği insana ve topluma indirgemekte;
dinin öznesini ve nesnesini birbirine karıştırmaktadır. Çünkü her toplumda, sosyal
hayatın, birlikte yaşamanın açıklamakta yetersiz kaldığı bir “aşkın” yücelme ihtiyacı,
ilahi aleme doğru bir yöneliş bulunmakta ve din de özünü buradan almaktadır (akt.
Akyüz, 2008: 90).
Durkheim, dinlerin sadece bir inanç sorunu olmadığını özellikle vurgular. Bütün
dinler, düzenli olarak yapılan törenler ile ayinler içerir, bu esnada da aynı inanıştaki
insanlar bir araya gelirler. Bu toplu törenlerde bir dayanışma duygusu yaratılıp
güçlendirilir. Törenler, bireyleri toplumsal hayatın sıradan kaygılarından
uzaklaştırarak ulu güçlerle ilişki kurabilecekleri bir üst dünyaya sokar. Totemlerde
cisimleştiği düşünülen bu ulu güçler, ilahi varlıklar ya da tanrılar, aslında
kollektivitenin birey üzerindeki etkisinin bir ifadesidir (akt. Giddens, 2000: 471).
Böylelikle, Durkheim, dini, sosyal bütünleşme ve kontrolün tesisinde temel olarak
görmekte ve onu, toplumu meydana getiren “temel unsurlar” dan biri olarak
almaktadır (Günay, 2008: 222-223).
Tören ve ayin, grup üyelerini birbirine bağlamada çok önemli bir işlev görür. Bunun
içindir ki, bunlar sadece tapınma sırasında değil; doğum, evlenme ve ölüm gibi belli
başlı toplumsal geçişlerin yaşandığı dönüm noktalarında da karşımıza çıkmaktadır.
38
Doğum, evlenme, ve ölüm, hemen her toplumda çeşitli tören ve ayinlerle karşılanan
olaylardır. Durkheim, topluca yapılan törenlerin, insanların kendilerini önemli
değişmelere uymak zorunda hissettikleri zamanlarda grup dayanışmasını yeniden
sağladığı sonucuna ulaşır. Cenaze törenleri, gruba ait değerlerin bireylerden çok daha
uzun süre yaşadığını göstermekte ve böylece de yoksun kalmış insanların kendilerini
değişen koşullara uyarlamalarının bir aracı olmaktadır. Yas tutma, duyulan kederin
anlık bir ifadesi değildir-ölümden kişisel olarak etkilenmiş kişiler bundan ayrık
tutulsa bile; yas tutma, grupça dayatılan bir ödevdir (Giddens, 2000: 471).
Durkheim, küçük geleneksel toplumlarda dinin yaşamın her alanına nüfuz ettiğini
ileri sürer. Dinsel törenler hem fikirler ve düşünce kategorileri yaratmakta, hem de
mevcut değerleri yeniden doğrulamaktadır. Din, birtakım duygu, fikir ve etkinlikten
ibaret değildir; geleneksel toplumlarda din bireylerin düşünme tarzını belirlemektedir
(akt. Giddens, 2000: 471). Gerçekte düşüncemizin içeriği gibi formu da sosyal,
dolayısıyla dinidir. Eşyayı idrak etmek için düşüncemizin kullandığı kategoriler olan
zaman, mekan, sebeplilik gibi kavramların oluşumunda din rol oynamaktadır (akt.
Akyüz, 2008: 88).
Örneğin, ‘zaman’ kavramına, dinsel törenler arasındaki zaman aralıklarının
sayılmasıyla ulaşılmıştı önceleri (akt. Giddens, 2000: 472).
Durkheim, çağcıl toplumların gelişmesiyle birlikte dinin etkisinin giderek azalacağı
inancındadır. Bilimsel düşünme dinsel açıklamaların yerini alacak, törenler ve
ritüeller bireyin hayatında çok küçük bir yer işgal edecektir. Durkheim, Marks’ın,
geleneksel dinin- yani, ilahi güçleri ya da tanrıları içeren din- kaybolma noktasında
olduğu yolundaki görüşüne katılır. Durkheim, ‘Eski tanrılar öldü’ der, ama din,
değişik biçim altında da olsa büyük olasılıkla varlığını sürdürecektir. Çağcıl
39
toplumlar bile bütünlükleri ayinlere borşludurlar, çünkü bunlar sayesinde kendi
değerleri bir kez daha doğrulanmaktadır; böylelikle yeni törensel etkinliklerin neler
olabileceğini belirgin kılmış değildir, ama öyle görünüyor ki, özgürlük, eşitlik ve
toplumsal işbirliği gibi hümanist ve siyasal değerlerin kutsanması vardı zihninde
(akt. Giddens, 2000: 472).
‘İlkel’ diye adlandırılan halkların dinlerinin gözleminden hareketle dini tanımlamaya
çalışan Durkheim’ e aynı yoldan gidenlerden mesela Malinowski pek çok hususlarda
karşı çıkmıştır (Malinowski, 1990: 46-47). Malinowski, toplum dinsel gerçekliğin ne
yaratıcısı ne de daha azından kendiliğinden dışa vuran nesnesidir demektedir
(Malinowski, 1990: 56).
Malinowski’e göre, ne denli ilkel olursa olsun, dini, büyüsü olmayan hiç bir topluluk
yoktur. Hem büyü, hem din duygusal baskı durumlarında ortaya çıkar ve iş görür.
Yaşam buhranları, önemli işlerdeki eksikler, ölüm, oymaksal esrarlara girme,
karşılıksız aşk ve yatışmamış nefret durumlarında din doğaüstü olana, inanç ve tören
yolundan başka deneysel bir yol açar. Bu alan dinde ruhlara, takdiri ilahinin ilkel
önsezgilerine, oymaksal esrarların bekçilerine olan inançları içine alır. Din,
tamamiyle mitolojik geleneğe dayanır. Mucize havasında, mucize yaratan güçlerinin
sürekli belirtileri içinde yaşar, tabularla, kurallarla çevrilidir, ki bunlar edimlerini
kutsal dışı dünyadakilerden ayırır. Dinin görevi yani fonksiyonu ise, Malinowski’e
göre, ölüm ve zorluklar karşısında bireye cesaret ve güven gibi değerli zihin
davranışları kazandırır (Malinowski, 1990: 7-10). Buradan anlaşıldığı üzere
Malinowski’ye göre, kültürün tüm fenomenleri insanların temel ihtiyaçları açısından
analiz edilmesi grektiğidir.
40
Radcliff-Brown ise Durkheim’in teorisinin özünü kabul etmekle birlikte, onun
vardığı sonuca karşı çıkar. Totemlerinin resimlerini veya modellerini yapmayan
birçok kabilenin bulunduğunu ispat eder. Durkheim’in teorisinde, totem, kutsal
karakterini grubun simgesi oluşuna borçludur. Fakat yeryüzünde, totem kurumuna
sahip olmadıkları halde yine bazı doğal türlerin kutsal olduklarına inanan toplumlar
bulunmaktadır. Fonksiyonel ve faydacı bir görüş açısını benimseyerek toplumun
maddi veya manevi iyiliğine önemli etkileri olan herhangi bir nesne veya olayı kutsal
davranış ve inançların bir hedefi olmaya yatkın olduğu üzerinde önemle durur. O’na
göre, totemizmde doğal türler, sosyal grupların temsilcileri oldukları içindeğil de
topluma olan faydalırından ötürü, zaten ayinlerin hedefi oldukları için kutsaldırlar.
Böylece, Durkheim’in teorisini ters çevirmiş olur (akt. Kızılçelik, 1994: 391-392).
Özetle, Radcliff-Brown, sosyal ve organik hayatın benzerliklerini kullanarak
toplumun kültürel ve sosyal yapılarını benzer ve aynı şeyler olarak gördüğü
anlaşılmaktadır. Sosyal hayat, sosyal yapının işlemesidir. Her yapısal sosyal sistem
bir bütün ve harmoniyi oluşturur. Kültürün her parçası bütünün bir işlevi olarak ele
alınır. İşlevsel bağımlılık ve ilişkiler Radcliff-Brown’un yapısal fonksiyonalist
çözümlemesinde anahtar kavramlarıdır.
N. Smelser, işlevselcilerin toplum ile din arasındaki ilişkiyi tüm yönleriyle
anlatamadıklarını, bir yapının korunmasında ve halkın kullanılmasında din nasıl bir
araç olarak kullanıldığına dair, neden dinin etkisiyle radikal sosyal değişmelerin
gerçekleştiği ile ilgili, sosyal ve ideolojik çatışmaların kökü nedir gibi sorulara
yeterli ve çok yönlü bir yanıt veremediklerini belirtmiştir (Smelser, 1994: 473).
J. Wach ise Durkheim’i delilisz olarak dinin süje ve objesinin ayniyeti hususunda
peşin hükümlere sahip bulunmakla suçlamıştır ve dinin, sübjektif yönünün yanı sıra
41
objektif gerçekliği üzerinde de önemle ve ısrarla durmakta ve dini bu şekli altında
sosyoloji biliminin konusu olarak görmekte ve inceleme konusu yapmaktadır (akt.
Günay, 2008: 225). Wach, belli bir dinle sınırlamadan bütün dinleri araştırma alanına
almıştır. Aynı zamanda, din sosyolojisinin amacı, metodu ve diğer bilim dalları
arasındaki yerini ortaya koyarak, çeşitli konular üzerine çok sayıda inceleme
gerçekleştirmiştir (Akyüz, 2008: 100).
Wach, din ve toplum arasındaki etkileşimlerle ilgilenmiş ve dini kutsalın tecrübesi
olarak tanımlayan R. Otto’nun temel kavramlarından hareketle çok sayıda hipotez
geliştirmiştir. O’na göre, kutsalın tecrübesi ve geleneğin oynadığı rol, gerek grup
gerekse birey açısından son derece önemlidir. O, dinin toplumsal işlevlerinin çift
kutupluluğuna dikkat çeker: dinin olumlu ya da bütünleştirici etkisi ve olumsuz ay da
yıkıcı etkisi. Wach’ın din sosyolojisi aslında tipolojiler üzerine kurulmuş denebilir:
savaşçı dinler, tüccar dinler ve köylü dinlerden oluşan inançlar tipolojisi; kurucu,
reformcu, peygamber, elçi, kahin, veli, rahip, büyücü vs. gibi dindar kişilikler
sınıflandıran dini otorite tipolojisi bunlar arasında en çok bilinenleridir (akt. Akyüz,
2008: 100).
Anlayıcı din sosyolojisi geleneğine bağlı olan Menshing özellikle Durkheim
hakkındaki eleştirel düşünceleri, bu alanda etkili olmuştur. O, Durkheim’in dini
toplumun bir fonksiyonu olarak gören Comte’nin pozitivizminden ilhamını alarak,
dinin özü ve başlangıcını tamamen akıl yoluyla açıklamaya çalışmakla’ suçlamıştır
(akt. Günay, 2008: 223). Mensching, sosyo-kültürel koşulların din üzerinde kesin bir
etkiye sahip olmadığını iddia eder. Ayrıca, O’na göre, din sosyolojisi, dinin
yapısındaki sosyolojik olayların ve dinin sosyolojik ilişkilerinin incelenmesidir.
Gustav Mensching, Soziologie der Religion (1947) adlı eserinde, bütün dinlerin ve
42
cemaatlerin sosyolojik analizini yapmayı denemiş, dinin kendine özgü toplumsal
varlığı ve dinamizmi üzerinde durmuştur (akt. Akyüz, 2008: 102).
Aynı şekilde, Mircea Eliade de, dinin sosyal bir olay olduğunu kabul ve tasdik
etmekle birlikte, dini yalnızca toplumda veya fertle izaha kalkışmanın yanlışlığına
işaret etmekte ve bu tür bir davranışın dini olayda emsalsiz ve başkalarına ircası
gayri mümkün gerçeği yani kutsalı gözden uzak tutmak olacağını beyan ederek, dini
olayı bu kadar basite indirgeyen Durkheim’ci yoruma karşı çıkmıştır (Eliade, 1990).
Sadece ilahiyatçıların iddialarına göre değil fakat aynı zamanda tarihçi, filozof,
antropolog, etnolog, psikolog ve sosyologların incelemelerine göre de insanlık kadar
eski bir tarihe sahip olan ve üstelik bütün toplumları kuşatan bir vakıa olan din, insan
ve toplum hayatında fıtri bir gerçekliğe sahiptir.
Öyle ki, yüzyılımızın filozoflarından H. Bergson, Ahlak ve Dinin İki Kaynağı adlı
yapıtında ‘Geçmişte ne ilmi ne sanatı ne de felsefesi olan insan toplulukları
bulunduğu gibi bugün de bu tür toplumlara rastlanabilir. Fakat dinsiz toplum asla var
olmamıştır’ derken bu gerçeği dile getirmektedir. Dinin daima iş gördüğünü, ancak
dinin vazifesinin zamandan zamana ve memleketten memlekete değiştiğini belirtir
(1933: 7 ).
Sosyolojinin kurucularından olan Maks Weber ise yeryüzündeki pek çok din
üzerinde kapsamlı bir çalışma yapmıştır. O’nun din üzerine yazdıkları din ile
toplumsal değişme arasındaki ilişki üzerinde yoğunlaşır. Weber, hem Durkheim’den
hem de Marks’tan ayrı düşmektedir. O’na göre, dinin esinlediği hareketler önemli
toplumsal dönüşümlere imza atmıştır. Dolayısıyla, Protestanlık, özellikle Püritanizm,
çağcıl Batı’nın verdiği kapitalist görüntünün kaynağını oluşturmaktadır. Bu yoldaki
ilk girişimciler Kalvinistlerdir. Onların girişimleri Batı’nın ekonomik gelişmesini
43
başlatmada büyük bir etken olmuştur. Bu girişimin kaynağı ise Tanrı’ya hizmet etme
arzusuna bağlıdır ve maddi başarı, ilahi teveccühün bir işaretiydi onlar için.
Doğu dinlerinin ise sanayi kapitalizminin gelişmesinin önüne aşılmaz engeller
koyduğu sonucuna varır (Weber, 2001).
Weber, Hristiyanlığı bir kurtuluş dini olarak görür. O’na göre, insanların kurtuluşu
bu dinin ahlak ilkelerini ve inançlarını benimsemeleri halinde mümkün olacaktır.
Burada günah ve günahkarlıktan Tanrı’nın inayeti sayesinde kurtulma anlayışı
önemlidir. Bunlar, doğu dinlerinde esasen var olmayan bir gerilim ve duygusal
dinamizm doğurmaktadır. Doğu dinleri kurulu düzene karşı edilgen bir tutumu
özendirirken, Hristiyanlık günah işlememek için sürekli bir mücadeleyi öngörür ve
böylece de kurulu düzene isyan etmeyi teşvik edebilir. Mevcut öğretileri yeniden
yorumlayarak mevcut iktidar yapısına meydan okuyan dinsel önderler, İsa gibi,
ortaya çıkabilir (Giddens, 2000: 473).
Din Sosyolojisi adlı yapıtında Weber, ‘batı’ ve ‘doğu’ tipi şeklinde şehirleri ikiye
ayırır. Doğu tipi şehirlerde eski dini inanç ve ibadet şekillerinden, sosyo-kültürel
bağlılıklarından vazgeçemeyen insanların şehir hayatına entegre olmalarının
zorlaştığını, batı tipi şehirlerde ise göçmenler göçle birlikte sosyal ve dini
durumlarında önemli değişikliklerin yaşandığını öne sürer (Weber, 2003).
Weber’in şehir tipolojisi yaptığı çalışmasının temel amacı, dini davranışın o
davranışı gerçekleştiren kişi açısından ifade ettiği anlamı rasyonel ve empatik olarak
anlamaktır (verstehen). O’na göre, sosyal davranış, maddi ilgilere ilişkin mekanik bir
reaksiyon değil, kişiye yaşamın ve dünyanın anlamına ilişkin bilinci ya da
bilinçsizliği kazandıran kavramların ve ilgilerin dinamiğidir. Kavramlar değil, fakat
maddi ve ideolojik ilgiler doğrudan doğruya insanların davranışları tarafından
44
yönetilir. Fakat, çoğunlukla, kavramların oluşturduğu dünya tasavvurları, ilginin
dinamiği tarafından yönlendirilen davranış biçimlerini belirler (akt. Akyüz, 2008: 97-
98).
S.A. Kravçenko, Weber’in teorisini analiz ettikten sonra aşağıdaki sonuca varır:
birincisi, insanların dini eylemlerini incelerken eylemleri düşünülmüş, amaca yönelik
eylemler olarak ele almak gerektir; Weber, ‘fikir’lerde sosyal süreç ve değişimleri
görmek gerektiğini iddia eder, çünkü etik prensip, dini inanç, hukuki norm,
ekonomik, politik vs. gibi alanlar arasında sıkı bir bağın olduğundan söz eder,
ikincisi, sosyal içerikli işlerin dini motivasyonu üzerinde durmak için dinin gerçek
(real) rolünü, tarihi gelişmeye olan etkisinin karakterini incelemek gerektiğini söyler,
nedeni ise genel olarak dinin işlevlerinden söz etmenin mümkün olmadığını, çünkü
farklı sosyal kontekstte farklı dinlerin işlevleri son derece farklılaşır. Üçüncüsü ise
Protestantizm ile kapitalizmin çağdaş görünümü arasında ilişki kurmak gerektiğini ve
çağdaş girişimci figürünün nereden ve nasıl geldiği sorusuna cevap aramak gerektiği
üzerinde durur (Kravçenko, 1998: 420-421).
Ayrıca, Weber, dünya dinlerini etraflıca inceleyerek, dünya tarihini kesin olarak
etkileyen ve geniş kitleleri kendisine bağlayan dinler üzerinde yoğunlaşmıştır.
Hinduizm, Budizm, Taoizm ve Musevilik hakkında ayrıntılı çalışmalar yapmıştır.
Dünya dinleri olarak etrafına mümin toplayabilmiş olan beş dini ya da dine bağlı
yaşam-düzenlerini ele almıştır. Bunlar: Konfüçyen, Hinduist, Budist, Hristiyan ve
İslam din ve ahlak sistemleri dünya dinleri kategorisine girdirilmiştir (Weber, 2000:
339).
Fenomenoloji ile yapısalcı yaklaşımların içinde yer alan Amerikalı ilahiyatçı ve
sosyolog P. Berger ile Alman araştırmacısı T. Luckman din sosyolojisine farklı bir
45
bakış açısı getiren bilim adamlarındandır. Onlar, insanın günlük hayatta kullandığı ve
yakınlarıyla paylaştığı gündelik bilgileri bilimsel-teorik bilgiden ayırmaktadırlar.
Berger’e göre, din kendisiyle kutsal bir kozmosun inşa edildiği beşeri bir girişim ve
iki adımdan oluşan bir yasallaştırma sürecidir. Öncelikle, din, kutsal ve kozmik bir
başvuru kaynağına yerleştirmek suretiyle toplumsal kurumları meşrulaştıran, ikinci
olarak ise, içerisinde günlük yaşamlarıyla insanların var olduğu toplumsal olarak
kurulan anlam dünyalarının gerçekliğini muhafaza etme işlevi gören bir süreçtir.
Dolayısıyla Berger’e göre, din toplumsal işlevselliği ve buna bağlı olarak bir sosyal
düzen ve mana arayışı süreci olması bakımından anlam kazanmaktadır. Berger’e
göre din, en yaygın ve en etkili meşrulaştırma kaynağıdır (1993: 55-56). Dolayısıyla
dinin insanın toplumsal gerçeği yapım sürecinde iki önemli amacı sağladığı
söylenebilir (Bergson, 1993: 49):
1. Bu gerçekliğe bir nomos (organize edilmiş, düzenlenmiş insan topluluğu, sınırsız
saçma ve kaostan sınırlanmış alan) ya da anlam sağlar,
2. Bu gerçekliği meşrulaştırır ya da onaylandığını belgeler.
Böylelikle din, Berger’e göre insanın anlam ve düzen arayışının bir parçası olup
ancak beşeri bir girişim olduğu sürece modern bilim tarafından araştırma konusu
yapılabilir. Kültürel bir fenomen olan dinin aşkın kökeni kozmik düzeni sağlayan
Kutsal’da insana göre en kapsamlı ve içkin tezahürü olan Kozmos’ta aranmalıdır.
Berger’in din ve toplum ilişkilerine bakışında dialektik anlayış hakimdir. Buna göre
din, son tahlilde toplumun, toplum ise dinin ürünüdür. Çünkü din, kendisiyle kutsal
bir kozmosun veya anlamlı bir dünyanın inşa edildiği beşeri bir girişimdir. Başka bir
deyişle, din kutsal bir kalıp içerisinde düzenli bir evrenle bütünleşme ve özdeşleşme
süreci olarak kozmikleşmedir. Kutsal ise belli deneyim konularında bulunduğu kabul
46
edilen korkutucu ve büyüleyücü sırdır. Kutsal ayrıca bizim dışımızda fakat bizimle
ilişki halinde bulunan esrarengiz ve korkutucu bie gücün en önemli niteliğidir. Bu
nitelik; aşkın, ezeli, ebedi, temiz, mükemmel, canlı, güçlü, iyilik sahibi vb. en yetkin
sıfatları özünde toplayan ve barındıran vir sıfat olarak kabul edilir. Din bilimlerinde
dini özü bakımından tanımlarken başvurulan en temel kategori Kutsal’dır. Bu tanıma
göre din, korkutucu ve büyüleyici bir sır olarak Kutsal’ın tecrübe edilmesidir (
Berger, 1993: 55-57).
Berger’in önemle durduğu bir başka konu ise din ile çağdaşlık ve din ile
sekülerleşme (dünyevileşme) arasındaki ilişki sorunudur. Kutsal Şemsiye adlı
eserinde bunu tartışmaktadır. Ona göre din ve çağdaşlık arasındaki karşılaşmada
Protestanlık örneği model bir örnektir. Dünyevileşme çoğulculuğun ikiz kardeşidir.
Dünyevileşmenin esas salgılayıcısı bir bütün olarak Batı medeniyeti, modern
ekonomi ve modern bilimdir. Empirik verileri değerlendirerek dünyevileşmeden
farklı toplum kesimlerinin farklı etkilendiğini belirtir. Berger, gelecekte din ve
sekülerleşmenin eş zamanlı olarak var olacaklarını ve mücadele içinde
bulunacaklarını öngörür. Ayrıca dini konularda teorik araştırma yaparken nesnelliği
yakalamak son derece zor bir girişim olduğunu kabul eder ve Hristiyanlığın
geçirmekte olduğu krizi zaman zaman sarih zaman zaman da zımni olarak savunma
durumuna düşmekten kendini kurtaramamakla belli eder (Akyüz, 2008: 122-125).
Sosyolojik dini araştırmalara önemli katkılarda bulunan bir diğer isim de P.
Sorokin’dir. O, aynı dini inanca sahip olan insanlar arasındaki benzerlikleri göz
önünde bulundurarak dini grupları çağdaş sosyal grupların en önemlilerinden biri
olarak kabul eder. Dini grupların inanan insanın davranışlarına çok büyük etki ettiği
inancına sahiptir. Hristiyanlık, Buddizm, İslam gibi sayıca çok mümini olan dini
47
grupları en etkin gruplar kategorisine sokar (Sorokin, 1994: 49-57). Ayrıca,
Sorokin’e göre, insanın dindar olması kendisinin aldığı kararlardan çok bir önceki
tarihi gelişmenin sonucudur. Aynı zamanda mevcut sosyal çevreden kalan bir
mirastır (Sorokin, 1992: 263-264). Bununla birlikte Sorokin, dinin temelinin inançlar
ya da fikirler kompleksi olmaktan çok insanın duygusal yaşamı olduğunu iddia eder.
Günümüzde tüm batı toplumlarının derin bir kriz geçirdiğini, yani sanat ve bilim,
felsefe ve ahlak, din ve hukuk, yaşam tarzı ve değerlerin çözüldüğünü ve insanlığın
var oluşuna tehdit ettiğini söyler. İşte bu bizim zamanımızın felaketi çağdaş dini ve
ahlaki durumumuzu yönlendirmektedir (Sorokin, 1997: 198). Ancak, bu kriz batı
kültür ve toplumunun ölüm öncesi sancı değildir, bu durum sadece çağdaş kültürden
– seküler ve faydacı (yararcı) –yeni kültürel bir senteze geçiştir. Din, bu oluşmakta
ve bütünleşmekte olan kültürde en önemli oluşturucularından bir tanesi olacaktır,
dinin sadece toplumdaki yeri ve etkileme derecesi değişime uğramaktadır (Sorokin,
1992: 427-435).
S. Freud için ise din, insanın aynı şekilde oynadığı bir kurtuluş oyunudur. Burada
mekanizma şöyledir, her çocuk, tanrıyı kendi babasının suretinde görür. Herkesin
tanrıya karşı takındığı kişisel tavır, kendi bedensel babasına karşı olan tavrına
bağlıdır, bu tavra göre değişir ve başkalaşır. Ve tanrı aslında daha yüce payeli bir
babadan başka bir şey değildir. Böylece, Freud psikanalizinde babalık öğesinin tanrı
fikrinde çok büyük bir rol oynadığını kabul eder (1996: 204).
48
2.3. Kırgız Toplumunda Dinin Genel Görünümü
Bu bölümde Kırgızistan’ın 1917’den günümüze kadarki dini durumu çok kısa olarak
ele alınmaya çalışılmıştır.
1917 Şubat ihtilaliyle birlikte Kırgızistan’da varlığını sürdüren dini akımları
yakından ilgilendiren meseleler kendini göstermeye başlamıştır. Sovyet iktidarının
ilk başlarda din ile ilgili kesin olarak hazırlanmış bir programı olmamıştır. O yüzden
söz konusu yıllarda karşıt görüşlü insanlar ya da kurumlar bir arada varlığını
sürdürmüşlerdir. Örneğin, Turkestan Komünist Partisi’nin “müslüman” kolu
gibi.1922’de bu partinin %45 gibi büyük bir bölümü dindar insanlardan oluşmuştur.
Ayrıca, Müslüman (1918’in son baharından itibaren Türk) okulları faaliyete
geçmiştir. Delege kongrelerinde namaz araları verilmiştir. Ve bir çok dini ritüel
ihtilal sonrasında da varlığını sürdürmeye devam ettirmiştir (Yarkov, 2002: 54-55).
Sovyet iktidarı kendi varlığının ilk yıllarında dine karşı hoş görü gösterdiğine dair
kanı vardır. Ayrıca, ilk yıllarda dindar insanlar özellikle lider dindarlar hükümet ile
iyi ilişki içerisinde olmak için çaba gösterdikleri bilinmektedir. 1918’e kadar cami,
kilise, medrese ve diğer tapınaklar henüz yıkılmamıştır. Dini eserler devlet tarafından
incelenip restore edildiği bilinmektedir. Hükümet ise halkın dini taleplerine anlayışla
yaklaşmıştır. Oş şehrinde sovyet hükümeti bünyesinde vakıf bölümü bile açılmıştır.
“Şura - i – İslamiya” gibi açıktan milli-dini özerklik için mücadele eden çeşitli
kurumlar faaliyetlerini sürdürmüşlerdir.
1930’lara gelindiğinde ise sovyet iktidarının dinden kurtulma planı geliştirilip ciddi
anlamda uygulamaya girdiği anlaşılmaktadır. Özellikle 1930 yılının ikinci yarısı
sadece Müslümanlar için değil tüm diğer inananlar için de çok acıklı olmuştur.
Gerçekleştirilen kitlesel baskı hemen hemen her aileye dokunmuştur. Bu kitlesel
49
baskı sadece dini soykırım olmayıp aynı zamanda özgürlüğün tüm yönlerinin yani
konuşma, düşünme ve yazma hürriyetinin kısıtlanması şeklinde olmuştur. Hatta
kadınların kıyafetlerinin üzerindeki desenleri faşist motiflerine benzeterek onları
suçlayacak kadar ileri gidilmiştir (Yarkov, 2002: 65).
Dini toplulukların resmen kayıt altına alınmaya başlaması din ile mücadelede
hükümetin güçlü bir mekanizmasına dönüşmüştür: dini kurum ve toplulukları çeşitli
bahanelerle faaliyetlerine izin verilmeyerek çalışmaları durdurulmuştur. Neticede
1936- 1937 yıllarında birçok cami, kilise ve diğer ibadethaneler kapatılmış ve dini
hayat yer altına itilmiştir.
Sovyet hükümeti ideolojik baskı gerçekleştirmekle sınırlı kalmayıp kolektifleştirme,
yerleşik hayata geçme, eğitim sisteminde modernleştirme (eski sistemi ve dini
okulları kapatarak) gibi zorunlu değişimlere imza atmıştır. Sovyetler zamanında
kültürel dönüşüm süreci de yeni şekil almıştır. Hükümete tüm bunları
gerçekleştirmek için yeni kadro lazım olmuştur. Bu profesyonel kadrolara komünüst
ve ateistler tercih edilmiştir. Bu kadrolara ekonomik üstünlük (çeşitli primler,
ödenekler vs.) sağlanarak cazip hale getirilmiştir (Yarkov, 2002: 67).
Sovyet kültürünün tarihinde eski normların yerine yeni normların hayata geçirilmesi
çok zor da olsa nihayetinde gerçekleşmiştir. İktidar, geleneksel hayat tarzını yıkıp,
kültürün kimi “eski” kurumlarını tasfiye ederek dışarıdan yep yeni davranış
modellerini getirmiştir. Yeni insan tipi geliştirilmeye çalışılmıştır; yeni norm,
davranış modeli ve idealleriyle sovyet insanı. Bu yeni insan tipi genelde dine karşı
olmuştur, ayrıca dini bir batıl inanç ve geri kalmışlığın bir göstergesi olarak
görmüştür. Okullarda çocuklara dini ritüel ve geleneklere karşı tiksinti duyacak
şekilde ateistik terbiye verme süreci işlemiştir.
50
1943 Eylül’de Stalin ile birlikte dine karşı tutumun düzeltilmesi işlerliğe girmiştir.
1943’te eski Prjevalsk bugünkü Karakol şehrindeki ortodoksların tapınakları iade
edilmiştir. Aynı yılda Özbekistan’ın Taşkent şehrinde Orta Asya ve Kazakistan
müslümanlarının Dini İşler Merkezi yani Diyanet kurulmuştur. Bundan sonra
Buhara’da “Mir- Arab” medresesi faaliyetine başlamıştır. Burada Kırgızistan’lı din
adamları da eğitilmişlerdir. Bu yıllarda katı siyasi ateizm esnek birlik taktiğine yerini
bırakmış (Yarkov, 2002: 71) ve yirmi yıldır sürdürülen “Dinsiz savaşçılar birliği”
kapatılmıştır. Fakat baskı sonucunda yakılan dini kitaplar, ikonlar ve diğer dini
sembol ve simgeler, yıkılan mabet ve camilerin geriye getirilmesi haliyle mümkün
olamamıştır.
Sovyet hükümeti dini kurum ve dindarlarla olan çalışmalarında “engel ve karşıt”
sistemini kullanmıştır. Bu sisteme göre din, insanların bilinçlerinde kültür karşıtı ya
da gericilik anlamına gelmektedir. İngiliz krallarının ünlü “Böl ve yönet” yöntemi
uygulanarak iktidar içeride dinler arası çatışmaya uygun şartlar hazırlamaya
çalışmıştır.
Böylece ülkede dine karşı tolerans gösterilmeye başlamasına rağmen 1946’ya
gelindiğinde Isık-Köl bölgesinde eskiden faaliyette olan 92 adet camiden bir tanesi
bile çalışır vaziyette olmamıştır (Yarkov, 2002: 72).
Dine karşı Stalin’le birlikte alınan ılımlı karar tekrar 1960’da “donma” sürecine
Hruşev ile girmiştir. 1960’ların ilk yarısında din ile mücadele yeniden alevlenmiştir.
Hükümetin başında duran Hruşev “papaların kökünü kurutacağım!” diyerek
kükremiştir. Faaliyette olan bir çok dini kurum ve mekanlar yeniden kapatılmıştır.
Örneğin, 1961’de Oş şehrinin Alebastrov sokağında yer alan cami yıkılarak yerine
Oş Pedagojik Enstitüsü için stadyum inşa edilmiştir. Bir başka örnek olarak
51
Sülayman camiisi gösterilebilir. Bu cami 1963’te hükümetin emriyle yeryüzünden
tamamen silinmiştir. Çünkü burası müslümanlar tarafından kutsal kabul edilerek
sürekli ziyaret edilirmiş. Bu patlatılmış camiinin yanına da “Slava KPSS!” (Yaşasın
Sovyetler Birliğinin Komünist Partisi!) sözleri kazınmıştır. Sovyetler birliği zamanı
zarfında sadece Oş bölgesinde toplamda 100’den fazla cami, mezar ve medrese imha
edilmiştir (Yarkov, 2002: 77).
1964’ten itibaren Brejnev, dindar insanların tatil günlerinde toplanıp bir araya
gelmelerini engellemek amacıyla haftalık tatil günlerine esneklik getirmiştir. Buna
karşın, hükümetin ideolojik kontrolünün güçlenmesiyle dini topluluklar “göçebe”
taktiğini geliştirmişlerdir. Cami, mabet, kilise gibi ibadethaneler ciddi kontrol altında
olduğu için aynı dinden olanlar bir birlerinin evlerinde gizliden buluşmaya devam
etmişlerdir. Birçok dindar insan olmadık bahanelerle işten çıkarılmıştır. Artık
insanlar eskiden beri alışılagelen her yemekten sonra yedikleri nimetler için
şükranlarını bildiren “amin”’i bile demekten çekinir hale gelmiştir. Çünkü bu
davranış bile insanların fişlenmesine yani dine karşı bir sempatisinin olduğuna,
dolayısıyla hükümete ve komünist partisine karşı zararının olabileceği
düşünülmüştür.
Bütün bunlara rağmen, yarı dindar – yarı ateist sovyet insanı kendi kökenine bazı
durumlarda inebilmiştir; mensup olduğu dinine uygun çocuklarına isim
seçebilmişlerdir. Kimi zamanlar gizli olarak nikah törenlerini kilise ve sinagogda ya
da imam nikahıyla gerçekleştirmişlerdir. Ya da vefat edenlerin mezarları her dinin
kendi özelliklerine göre düzenlenmiş ve dini semboller yerleştirilmiştir.
Yurt dışıyla dindaşların her hangi bir bağlantısı çok büyük tehlike olarak
görüldüğünden bunlar arasında irtibata kesinlikle imkan verilmemiştir. Yurt dışı
52
gezilerine hükümet işi hariç hiç bir nedenle izin olmamıştır. Sadece bazı insanların
KGB mensuplarının eşliğinde Mekke, Kudüs, Roma gibi kutsal mekanlara
gidilebilmiştir.
1970-80 yıllarda yazılı medyada din ve din adamlarının aleyhine yazılar devam
ederken 1980’lerin başında Kırgızistan’da yapılmış olan bir sosyolojik araştırmanın
sonuçlarına göre 18 ile 30 yaş arası yetişkin insanların %90.3 ateist ve sadece
%9.7’si dindar şeklinde ortaya çıkmıştır (Yarkov, 2002: 80). Evet, o zaman zarfında
ülkede dindar sayısının ciddi anlamda azaldığı hissedilse de bu araştırmanın
sonucunun doğruluğuna inanmak yine de çok güçtür.
1970’lere kadar hükümet ile dindarlar karşı karşıya gelmeye devam etmişlerdir.
Ancak 1970’lerin sonuna doğru hükümeti yönetenler dinin önemli işlevlerini,
yararlarını yavaş yavaş anlamaya başlamıştır. Din ile el ele yürümek için adımlar
atılmıştır. Din ile alakalı getirilen yasakların çoğu kaldırılmıştır. Tamamen özgürlük
sağlanmazsada büyük ölçüde bir rahatlama söz konusu olmuştur. Böylelikle
1980’lerin ortasına gelindiğinde halkın din ile olan ilişkisi değerler sistemindeki
değişmede önemli göstergelerden biri olmuştur.
1980’lerin ortasından itibaren dine karşı ilgi gittikçe artmaya başlamıştır. Bu durum
aslında bir taraftan sovyet yıllarındaki varolan dini gizliliğin açığa çıkması diğer
taraftan ise kaybedilmiş ideallerin aranmasıdır.
XX asrın 90’larının başında Kırgızistan’ın bağımsızlığını ilan etmesi, ülkenin siyasi
ve ideolojik durumunun değişmesine yol açmıştır. Bağımsızlık yılları halkın milli
şuurunun yükselmesiyle kendini göstermiştir. Milli şuurun yükselişine ise gelenek,
kültür, din ve ataların diline geri dönüş eşlik etmiştir. Müslüman nüfusu İslam’la,
Slovenler ise Hristiyanlık ile ilişkilerini yeniden kurma sürecine girmiştir.
53
Tarihi bilinçte dini ve milli aidiyet aynilik taşıdığından “milli din” fikri egemen
olmuştur. İslam dini Özbek, Dungan ve özellikle Kırgızların kültürel değer ve milli
zenginliği, Hristiyanlık ise Sloven halkının dini olarak kabul edilegelmiştir.
Sovyet zamanında halkın büyük bir kısmının Müslüman veya Ortodoks halkın çok
küçük bir kısmının da Baptist ya da İyegovo Şahitleri dinlerine inandıkları herkes
tarafından bariz olarak bilinen bir gerçek iken Müslüman halkın özellikle Kırgızların
başka dine geçişi çok az rastlanan bir olgu niteliğinde olduğu bilinmektedir.
Ayrıca burada dindarlar arasında varolan farktan söz etmek önemlidir. Aktif ve pasif
dindarlık olarak ikiye ayrılabilir. Aktif (ideolojik) dindarlık, yani inandığı dinin
gereklerini yerine getiren, dinini bilinçli ve kendi rızasıyla seçerek dini yaşayanlar ve
pasif (kültürel) dindarlar ise kendilerini sırf gelenekten, kültürlerinden dolayı
Müslüman ya da Hristiyan olarak kabul edenlerdir. Aktif dindarlara göre pasif
dindarların sayısı oldukça fazla olduğu kolaylıkla anlaşılmaktadır. Pasif dindarlar
cami ya da kiliseye çok az hatta hiç gitmeyen, Müslüman sayılanların beş vakit
namazlarını kılmayan, oruç tutmayan... ya da İncil okumayan Hristiyanlardır
(Galieva, 2002: 85). Pasif dindarlar aslında dindar kategorisinden oldukça uzak olup
gelenekçi (ananelere uyan, saygı gösteren anlamında) kategorisinin özelliklerini
taşıdıklarını öne sürmek daha gerçeğe uygun olacaktır. Bununla birlikte, günümüzde
bu konuda da önemli değişmelerin gerçekleştiğini söylemek mümkündür.
Ülkenin siyasi ve sosyal sisteminin demokratikleşme sürecine girmesi Kırgız
toplumunda yeni bir dini durumun oluşmasına neden olmuştur. Devlet ateizminin
yerine dini sorunların çözümü demokratik kararlara bırakılmış, bu da özgürce istediği
dine inanma ve aynı zamanda inandığı dini yayma imkanını sağlamıştır.
54
SSCB zamanında ateizm, devlet politikasının parçası iken, 1991 yılına kadar
Kırgızistan’da resmen izinli olarak sadece 25 kilise ve 39 cami aktif durumda iken
1000 kadar cami resmi izni olmadan faaliyet göstermiştir. Hiç bir dini yüksek okul,
dini içerikli periyodik yayın ve kaynak yayını olmamıştır. Yurtdışında ilahiyat
bölümünde eğitim alanlar ise parmak ile sayılabilecek kadar az olmuştur. Dini eğitim
almanın bu derece sınırlanmış olması sebebiyle birçok insan Orta Asya topraklarında
legal olmayan İslam okullarında (bunlara hudjir adı verilmekteydi) eğitim almaya
itilmişlerdir. Ayrıca, Kırgızistan sınırlarına din ile alakalı işlerle giriş yapmak
imkansız ve yurtdışından din içerikli her hangi bir kaynak yurda sokmak kesinlikle
yasak edilmiştir. Bununla birlikte kimi dini gelenek ve bayramların kutlanmasına
sınır konulmuştur (Mamayusupov, 2004: 197).
1990’dan itibaren sosyal ve kültürel bir olgu olan dine karşı kitlesel ilginin artması,
din ve dini kuruluşların tarihi ve çağdaş rolünün yeniden güç kazanması toplumda
bunların prestijinin artmasına ve güvenirlilik kazanmasına sebep olmuştur. Bu durum
ise halk oyunu dini kuruluşların toplumsal krizlerin çözümünde önemli derecede rol
oynayabilecekleri beklentisi içerisine sokmuştur.
Toplumun din ve dini kuruluşlara karşı düşünce ve davranışının değişmesindeki
önemli gösterge 1990’lı yıllardan itibaren halkın dindarlaşmasının önemli ölçüde
yükselişe geçmesidir. Bu durum şu üç toplumsal gerçeğe bağlanabilir. Öncelikle,
geçmişte inançlı olup da açıkça dile getiremeyenler, ikincisi – demokratikleşmeyle
birlikte son yıllarda dindarlaşanlar, bunların içinde de özellikle genç nüfus çoğunluk
arz eder ve üçüncüsü gerçek manada dindar olmamakla birlikte milli kimliği ile dini
adetleri aynileştirmiş olanlardır. O kadar ki, İslam dininin ritüelleri birçok insan
tarafından “Kırgızcılık” olarak dillendirilmektedir.
55
Vefat edenlere Kur’an okutmak, adak kesmek, her işten önce Bismillah demek,
mütevazi ve açık saçık giyinmemek vs.“Kırgızcılık” kategorisinde yer alagelmiştir.
Kırgız toplumunda dini adetler milli geleneklere dönüşmüş, bu adetlerin asıl manası
kaybolmaya yüz tutmuş iken 1990’dan itibaren bu durumun değişime uğradığı,
Kırgız geleneği olarak gerçekleştirilegelen adetler hızla geri asıl manasına dönmeye
başladığı da belirtilmelidir.
Din politikasının değişmesiyle birlikte genel olarak tüm postsovyet ülkelerinde ve
özel olarak da Kırgızistan’da dini kurumların ve misyonerlerin aktif çalışmalarında
ciddi anlamda artış gözlemlenmektedir. 1990’dan itibaren Kırgızistan çok dinli bir
ülke statüsüne sahip olup 23’ten fazla dini akım varlığını sürdürmektedir
(Mamayusupov, 2004: 197). İslam ve Hristiyanlık önemli bir yere sahip iken
Hinduizm, Baptizm, Bahailer, Birleşik kilise (mooncular) vs. gibi sonradan gelen
dini akımlar toplum içinde fazla ağırlıkları olmasa da varlıklarını ve faaliyetlerini
sürdürmektedirler.
2.3.1. Kırgızistan’da İslam’ın Yeniden Doğuşu
Yirminci yüzyılın sonu ve yirmi birinci yüzyılın başı Kırgızistan’da dinin özellikle
de İslam’ın yeniden canlanma dönemi olarak tarihe geçmiştir. Bu dönemin en
karakteristik özelliği tartışmasız devlet politikasının dine karşı sosyo-politik düzeyde
değişmesidir.
Bilindiği üzere eski SSCB’de SADUM (Orta Asya Müslümanlarının Diyanet
Başkanlığı), DUMZAK (Kafkas Müslümanlarının Diyanet Başkanlığı), DUMSK
(Kuzey Kafkas Müslümanlarının Diyanet Başkanlığı) ve DUMES (Sibirya ve
SSCB’nin Avrupa bölgesi Müslümanlarının Diyanet Başkanlığı) olmak üzere dört
56
ana merkezi yapı mevcuttu. Bunların içinden en otoriter ve etkileyicisi SADUM
(Orta Asya Müslümanlarının Diyanet Başkanlığı) olmuştur. SADUM sovyet
İslam’ının “yüzü” ya da “vitrini” kabul edilmiştir. SSCB zamanında Buhara’da
bulunan tek “Mir –Arab” medresesi ve Taşkent’teki İslam Enstitüsü SADUM’un
kontrolu altındaydı. Burada tüm postsovyet ülkelerinin din adamları eğitilmiş ve
“sovyet” İslam’ına karşı ilk söylemler yine burada vuku bulmuştur.
1991’de SADUM parçalanmıştır. Artık Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan,
Türkmenistan ve Kazakistan’ın kendisine ait Diyanet Başkanlıkları yürürlüğe
girmiştir.
Kırgızistan Diyanet Başkanlığı tarihi boyunca hiç bir zaman sahip olmadığı imkan ve
haklar dizisini elde etmiştir. Tarihin verdiği bu fırsat doğru kullanıldığı takdirde
Kırgız toplumunda İslam’ın rolünün yükselmesinde çok büyük bir faktör olabileceği
açıktır.
Kırgızistan’da İslam’ın yeniden doğuşu sürecinin bir kaç aşamada bakılması uygun
görülmektedir (Kurbanova, 2008: 39). Birincisi, 1985 – 1990 arası yasallaşma
periodu olarak adlandırılabilir. Bu aşamada İslam değerlerinin Kırgız toplumuna
dönüş süreci gerçekleşmeye başlamıştır. 1980’lerin ikinci yarısında devlet ateizmi
politikasının batışı (sönüşü) yaşanmıştır. Tam da bu aşamada SSCB’nin Müslüman
regionlarına 1979 yılında İran’da ortaya çıkan İslam ihtilaliyle bağlantılı İslam
radikalizminin fikirleri sıçramaya başlamıştır. Hükümet, Afganistan olaylarından
etkilenip sovyet Müslümanlarının “muhalif Müslümanlar” olarak karşılarına
çıkmasından endişe duymuştur. Ve bu durumla ilgili olarak hükümet uygun tedbirleri
almaya mecbur kalmıştır (Kurbanova, 2008: 40).
57
Bir taraftan glasnost (açıklık, saydamlık) ve demokratikleşme süreciyle birlikte kamu
alanlarında dini törenler açıktan ve özgürce yapılmaya başlamıştır. Özellikle din
adamları medya aracılığıyla çeşitli dinleyicilere yönelik din içerikli konuşmalar
yapmaya ve medrese ile Kur’an kursları açılmaya başlanmıştır.
İkinci aşama ise 1991 – 1995 yıllar arasını kapsamaktadır. Bu aşama kurumsallaşma
aşaması olarak söylenebilir. Bu süreçte İslami kurumların ve normatif-yasal bazın
oluşturulması söz konusudur (Kurbanova, 2008: 42).
1991’in ilkbaharında “Kırgızistan’ın İslam Merkezi” kurulmuştur. Bu merkezin
kuruluşunun asıl amacı Müslüman kültürünün temeli olarak İslam’ı yeniden
canlandırmak, dini kaynak yayımlamak, cami ve medrese inşa etmek, İnsanları
İslam’a davet etmek merkezin diğer amaçları dahilindedir (Maltabarov, 2003: 17).
Aynı yılın Haziran’ında “Turkestan” hayırsever merkezi faaliyete girmiştir. Bu
merkezin amacı Doğu halklarının eski kültürünü dini-çağdaş, uygar ve ekonomik
ilişkiler temelinde canlandırmaktır (akt. Maltabarov, 2003: 17).
1991’de “İnanç ve dini kuruluşların özgürlüğü” kanunu kabul edilerek devletin dini
hayatı kontrolüne son verilmiştir. 1993 yılının Nisan ayında Müslümanların kazıyatı,
beş ay sonra ise 17 Eylül 1993’te Diyanet İşleri yürürlüğe girmiştir. Diyanet İşlerinin
başına Libya’da eğitimini tamamlamış olan Hacı Kimsanbay gelmiştir (Maltabarov,
2005: 57).
Diyanet İşleri’nin faaliyete geçmesiyle Kırgızistan’da eski camilerin restore edilmesi
ve yenilerinin inşaatı ile medrese, İslam Enstitülerinin açılma süreci hızla
gerçekleşmeye başlamıştır.
Bişkek, Oş, Karakol, Grigoryevka gibi yerleşkelerde medreseler faaliyetini
sürdürmektedir. Bu okullara her geçen gün ilgi artmaktadır. Şahsi kanımıza göre bu
58
okullar genel itibariyle öksüz ya da ailevi finansal durumları kötü olan çocukların
tercih edildiği eğitim kurumları olduğu ve bir nevi sığınak işlevi gördüğü
düşünülmektedir.
1993’te 2 yıldır faaliyet gösteren medrese “Hazreti Ömer İslam Üniversitesi”
adındaki bir yüksek okula dönüşmüştür. Pratikte görüldüğü üzere genel itibariyle dini
eğitim veren kurumlar kızlar tarafından daha çok tercih edilmektedir. Örneğin
“Hazreti Ömer İslam Üniversitesi”nin öğrencilerinin üçte biri kız öğrencilerden
oluştuğu belirtilmektedir (Slovo Kırgızstana, 1996: 6). Aynı yılın Şubat ayında Oş
kentinde “Yüksek İslam Eğitim Kurumu” ve Orta Asya’da ilk olarak Kırgızistan’da
Türk Konsolosluğu aracılığıyla Oş Devlet Üniversitesi bünyesinde İlahiyat Fakültesi
açılmıştır. Bu fakültenin 1.nci ve 2.nci sınıf öğrencileri Türkiye Cumhuriyeti’nin
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde eğitimlerini aldıktan sonra Oş Devlet
Üniversitesi’nde devam etmektedirler. Bu arada öğrencilerin Türkiye’deki tüm
masrafları Türk Diyanet Vakfı tarafından karşılandığı belirtilmelidir. Oş Devlet
Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi tarafından verilen diplomaların kabul görmesine dair
Kırgız Eğitim Bakanlığı’nın 5/2 nolu kararıyla 7 Temmuz 1994’ten itibaren resmen
izin çıkmıştır (Maltabarov, 2002: 22).
27 Temmuz 1993’te ülkenin güneyinde Kadamcay bölgesinde Hazreti Ali adında
medrese, 3 Mayıs 1995’te Talas’ın Kök Tokoy köyünde İslam Orta Öğretim
medresesi açılmıştır. 1996’da Alekseevka köyünde Hazreti Osman adında medrese,
Nookat bölgesinde “Toolos” Orta Öğretim Medresesi, Karakol şehrindeki İslam
medresesi “Ceti Suu” yüksek dini öğretim kurumuna dönüşmüş ve Kızıl-Kiya’da
“Sırt Bilim” medresesi açılmıştır. 1998 yılında ise Tokmok şehrinde “Lukman-al
Hakim adındaki Tokmok İslam Emstitüsü” Hacı Lungmar tarafından yönetilmeye
59
başlamıştır. Bunların dışında, Özbekistan’daki Buhara medresesi ve Taşkent İslam
Enstitüsü’ne öğrenci gönderme faaliyeti yeniden başlatılmıştır (Slovo Kırgızstana,
1993: 3).
1993 Kasım’da Kırgızistan Müslümanlarının 1.nci kurultayı düzenlenmiştir. Bu
kurultayda halkın manevi hayatında İslam’ın rolünün genişletilmesi ele alınmıştır.
Konuşmacılar, Kırgız toplumunda yıllardır gerçekleştirilen bazı ölü merasimi ile
ilgili gelenekleri şiddetlice eleştirmişlerdir. Örneğin, ölenin yakın akrabaları
imkanları el vermezse bile geleneği bozmamak adına borçla dahi olsa büyük baş
hayvan kesip gelen misafirlere ikram etmesi şarttır. Aksi takdirde halk içinde
dedikodu konusu olmamak kaçınılmazdır. Konuşmacılar, bu ve benzeri ananelerin
İslam’ın kanunlarıyla kesinlikle örtüşmediğini dile getirmişlerdir (Kırgız Tuusu,
1996: 4).
2003’te Kara- Balta şehrinde Arap Emirliği vatandaşının sponsorluğu aracılığıyla 3
adet cami inşa edilmiştir. Isık- Köl bölgesinde ise 40 aşkın cami ve mescit
yapıldığına dair bilgiler mevcuttur (Seytalieva, 2003: 39).
Bununla birlikte, ülkede yeni dini durumun düzenlenmesi sürecinde ülkeye özgü bir
takım tarihi, etnik, politik, coğrafik vs. faktörler kendini göstermiştir. Şöyle ki,
devletin topluma yeni hak ve özgürlükler tanıması ilk başlarda şaşkınlık yaratmasına
rağmen vatandaşlar bu fırsattan yararlanma adına dini eğitim için yurtdışına
yönelmişlerdir. Ancak gidenler geri dönüşte kendileriyle birlikte sadece dini eğitimi
değil yerli mantalite, gelenek ve dini inançlara aykırı bilgi ve inançları getirdiklerine
rastlanmaktadır. Vatana döndükten sonra böyle insanlar ciddi olarak İslam’ın uç
akımlarının propagandasını yapmaya başladıklarına şahit olunmaktadır. Bu ise yerli
Müslüman topluluklarının istikrarını bozmaktadır (Mamayusupov, 2004: 199).
60
Kırgızistan’da İslam, toplumsal gelişmenin belirleyici faktörü niteliğine sahip
olmakla beraber Afganistan, Pakistan gibi ülkelerin büyük etkisi altında kalmıştır. Bu
şartlar altında dini ekstremizm ve kökten dinci düşünce ve kanaatlerinin yayılması ve
yerleşmesi ciddi tehdit olarak görünmektedir (Mamayusupov, 2003:19).
Kendi İslam anlayışını ve buna uygun ideolojisini yaymak ve yerleştirmek isteyen
çeşitli uluslararası örgütlerin içinde en belirgin şekilde “Hizbut-Tahrir” dini –
köktenci örgütü yer almaktadır. Bu örgütün amacı cihad aracılığıyla halifelik inşa
etmektir. Bu amaca ulaşmak için ise aktif olarak propaganda yayınları ve yaprakları
dağıtılmaktadır. Bu yayınlar aracılığıyla insanların dini fanatizm duygusu
uyandırılmak istenmektedir. Örgütün temel amacı mevcut rejimi yıkmak ve halifelik
ilan etmektir. Medya verileri, din uzmanları ve analitiklerin sonuçlarına göre
“Hizbut-Tahrir” örgütü ülkenin geçiş dönemindeki sosyo-ekonomik zorluklarını
fırsat bilerek kendi stratejik planlarını ehlice gerçekleştirmektedir. Örgütün
propaganda çalışmaları özellikle gençlere yöneliktir. Ayrıca, örgütün enjekte etmeye
çalıştığı dini köktencilik halkın tepkisiyle karşılaşmakta ve akabinde insanlar
arasında ideolojik savaş kendini göstermektedir (Mamayusupov, 2003: 19).
Ayrıca, Kırgızistan’da erkek müslümanlar arasında periyodik olarak bazen yurt içi
bazen yurt dışına daavat (İslam’a davet anlamında) olarak adlandırılan tecrübe
yaşanmaktadır. Bu faaliyet Diyanet Başkanlığına bağlı Daavat bölümü tarafından
organize edilmektedir. Daavata çıkmadan önce bir kaç günlük ya da aylık sürede dini
bilgi alanında eğitim ustasları tarafından verilerek ön hazırlık yapılmaktadır. Hazır
olarak kabul edilenler daavat yapmaya hak kazanmaktadır (Daavat bölümü başkanı
ile söyleşiden alıntı). Bu işi yapanların çoğu, Arabistan gibi çok sıcak iklim
şartlarında giyilmesi uygun olan kıyafet türünü tercih etmektedirler. Bu kıyafet türü
61
genelde tek renk kumaştan dikilmiş bol pantolon ve üzerine genelde bayanların
giydiği bol ve uzun elbiseden oluşmaktadır. Özellikle daavat sırasında sakal-bıyık
kesilmemektedir. Ayrıca, erkekler çoğu zaman ailelerini tek ve kendisi dönene kadar
maddi ihtiyaçlarını karşılamadan bırakıp gitmeleri halk içinde eleştiri konusu
olmaktadır.
Bir diğer faktör ise dini canlanma ile birlikte din eğitimi sisteminin gelişmesine yol
açmıştır. Ülke çapında İslam enstitüleri, medrese ve cami içerisinde küçük
medreselerin yürürlüğe girmesiyle bu kurumların bir çoğunda dini eğitim, tecribe,
eğitim kaynakları, çağdaş standartlara uygun teknolojik donanım, yetiştirilmiş kadro
vs. eksikliği, eğitim mekanlarının gereken şartlara uymaması eğitim kalitesinin son
derece düşük olmasına neden olmaktadır. Medrese ile enstitü eğitim programlarının
arasında her hangi bir farkın olmayışı ayrı bir meseledir. Eğitim programlarında
sadece İslam disiplinlerinin olması öğrencileri zor duruma sokmaktadır. Son derece
dar görüşlü öğrenciler sivil toplum hayatına entegre olmada ciddi sıkıntılar
yaşamaktadırlar. Neticede, söz konusu kurumların verdikleri diploma, devletin diğer
ilgili kurumlarıyla anlaşması olmadığından ve ülke standartlarına uygun düşmediği
için hiç bir yerde kabul görmemektedir. Bu kurumların mezunları yurt içi ve yurt
dışında eğitimlerine devam etmek istediklerinde lisans programlarına 1.nci sınıftan
başlamak mecburiyetindedirler (Mamayusupov, 2004: 199).
Maltabarov’un Kırgızistan’ın dini durumunu araştıran sosyolojik çalışmasının
sonuçlarına göre halkın %80’nin Müslüman olduğu ve bunların içinden ise % 60
Kırgız, % 15 Özbek ve % 5 Uygur, Dungan, Kazak, Tatar, Türk, Çeçen, Dargin,
Başkir gibi diğer milletlerden olduğu ortaya çıkmıştır (2005: 51). Yukarıda
belirtildiği gibi 1980’de yapılmış olan sosyolojik araştırmaya göre halkın %90.3
62
ateist ve sadece %9.7’si dindar olarak sonuçlanmıştır. Aradaki bu denli büyük farkın
1980’de yapılan araştırmanın ülkedeki rejim vb. nedenlerden dolayı son derece
şüpheli olduğu açıkça anlaşılmaktadır.
1995 yılının 8 Eylül’ünde Oş bölgesinde Müslümanların kazıyatı, bir yıl sonra 26
Ağustos’ta Calal-Abad bölgesinin kazıyatı, 1996’nın 16 Ekim’inde ise Narın
bölgesinin kazıyatı resmen açılmıştır. 1995 yılında Başkent Bişkek’teki eski merkezi
camiinin yerine yenisi 1995’te inşa edilip kullanıma açılmıştır. Verilere göre
Kırgızistan’da 2003’te 1338 cami aktif iken 2005’te cami sayısı 2229’u aşkın bir
sayıya ulaşmıştır (Maltabarov, 2005: 58).
Günümüzde 1 Diyanet İşleri, 9 Diyanet İşlerine bağlı lokal kazıyat, 25 İslami
merkez, fond ve kuruluş, 3 yabancı İslam Topluluğu, 7 İslam Enstitüsü ve 41’den
fazla medrese ile sınıflar mevcuttur (Mamayusupov, 2004: 198) . Ayrıca ülkenin dört
bir yanında insanlar kendi imkanlarıyla ve genelde İslam ülkelerinden gelen
temsilcilerinin yardımlarıyla cami ve mescit inşa etmeye yöneldikleri görülmektedir.
Bu ise dine karşı büyük ilginin varlığının önemli bir göstergesidir. Böylelikle
günümüzde ülkenin hemen hemen her köşesinde insanların ibadet ihtiyaçlarını
karşılayabilecek dini mekanlar mevcut hale gelmiştir. Halk içinde Kur’an okumaya
ve anlamaya, ayet ve süreler ezberlemeye çalışanların sayısı gittikçe artmaktadır.
Özellikle belirtilmesi gereken nokta Kur’an-ı-Kerim’e ilginin tüm sosyo-demografik
tabakadan yüksek olduğudur. Ülkede Arapça okumayı henüz bilmeyenler için Latin
alfabesiyle Kur’an’ın bazı kısımları yayımlanmıştır. Ayrıca, din ile ilgili birçok
ilmihal mahiyetinde kaynakçalar basılmıştır. Bu basılan kitapçıklar halk tarafından
büyük ilgiyle karşılanmaktadır.
63
Periyodik yayınların sayfalarında dini bilgi ve öğretilere sıkça rastlanır hale
gelinmiştir. Televizyon, radyo, gazete ve dergiler periyodik olarak din adamlarıyla
röportaj yapar, onlardan ahlak, İslam ve İslam’ın toplum içindeki yeri ve rolü
konusunda bilgi almaya çalışmaktadır. 1991’de Kırgızistan Müslümanlarının ilk
“Iyman” (İman) adlı gazetesi çıkmıştır. Söz konusu gazetenin temel amacı halka dini
ahlak dersleri sunmak, topluma İslam’ın ahlak ve değerlerini kabul ettirmektir.
Ramazan bayramı, Kurban bayramı gibi dini bayramlar herkes tarafından büyük bir
coşkuyla kutlanmaya başladığı bir gerçektir. Bu günler hükümet tarafından bayram
yani izinli günler olarak ilan edilmiştir. Asankanov’un yaptığı etnososyolojik bir
araştırmaya göre ülke çapında görüşülenlerin %44,1 gibi büyük bir kısmı, Ramazan
ve Kurban Bayramlarını kesinlikle kutladıkları ortaya çıkmıştır (Asankanov, 1997:
191).
Toplumun demokratikleşme şartlarında ülke yöneticileri her imkanı olana hac ve
umre ibadetlerini özgürce yapabilme imkanı tanımıştır. 1990 yılında Kırgızistan’dan
sadece 40 kişilik bir grup haca gidip gelmiştir. Fakat bu durum her geçen gün gittikçe
artış göstermektedir. Örneğin hemen 1991 yılında toplam 350 kişi hacı olmuştur
(Yarkov, 2002: 82). 2009 yılına gelindiğinde ise 4 872 kişi hac vazifesini
gerçekleştirmiştir (www. муфтият. kg).
Oş şehrindeki “Bodır” camiisi 1930’larda Oş şehrinden Arabistan’a göç eden
Arabistan vatandaşının yardımlarıyla yapılmıştır. Yine Oş şehrinin Alay bölgesindeki
“İmam Buhariy” camiisi “Rabita” Müslümanlar liginin (Arabistan) finansmanı
altında inşa edilmiştir. Ayrıca, Çüy bölgesinde 21, Isık-Köl bölgesinde 8 ve Narın
bölgesinde 9 cami, Bişkek şehrinin merkez camiisi “Al-Vakf Al İslami” kurumu
tarafından yaptırılmıştır. 2003’ te aynı kurum tarafından Koy-Taş köyünde “Al-
64
Faruk” adlı 180 kişilik kapasiteli pansiyon ve medrese açılmıştır (Mamayusupov,
2004: 25-26).
Bir bakıma, fakir bir ülke olan Kırgızistan için milletlerarası İslami hayır fond ve
kurumların dini objelerin restore edilmesi ve inşaatı, toplumun dini ihtiyaçlarını
giderme anlamında sosyal olarak tartışmasız büyük anlama sahiptir. Ancak, yurt
dışından gelen fonlarla yapılmış cami ve diğer yapılar neticede yerli din adamlarının
yabancı ülkelerin “envestörlerine” bağımlı hale gelerek olumsuz sonuçlar da
doğurabileceğini unutmamak mecburidir. Dolayısıyla da onların aracılığıyla
dindarların da bağımlı olmasından endişe edilmelidir.
Yabancı kaynaklı dini literatürün içeriğinin ilk başlarda incelenmeksizin sınırsız
sayıda dağıtıma ve satışa izin verilmesi de dine karşı ilginin artmasına sebep
olmuştur.
Kırgızistan’da İslam’ın yeniden doğuşunu tetikleyen faktörlerin neler olduğunu
anlamaya çalıştığımız zaman önümüze iç ve dış olmak üzere iki ana faktör
çıkmaktadır. Dış faktörler olarak öncelikle “İslam’ın yükselişe geçmesi” ile
Müslüman ülkelerin geleneksel değer, kurum ve kültürlerine bir tehdit olarak batı
liberal-demokrat değerlerine meydan okuma olarak görülmektedir (Kurbanova,
2008: 44).
Bu durumda İslam ülkelerinin Kırgızistan’ı bir Müslüman ülke olarak görmek
istemeleri gayet doğaldır. Ayrıca, Sidorov’a göre İslam ülkelerinin Kırgızistan’a
yönelmelerinin sırf din kardeşlerine dini bilgilendirme amacı haricinde kendi milli
çıkarlarını güden dünyevi maksatlarının da olması ihtimal dahilindedir (2007: 20).
Bununla birlikte, İslam’ın yeniden doğuşuna Kırgızistan’a Müslüman misyonerlerin
büyük akımı ciddi manada etki etmiştir. 1996’da 54 farklı ülkeden gelen
65
misyonerlerin kaydı yeniden yapılmıştır. 1137 olan toplam sayıdan 243 İslam
misyoneri olduğu bilinmektedir (Mamayusupov, 2004: 41).
Müslüman ülkelerden gelen misyonerlerin iyi niyetlerine güvenerek ilk yıllarda
misyonerlerin yetki ve asıl niyetleri kontrol edilmeksizin faaliyetlerine izin
verilmiştir. Ancak tanınan İslam bilimcilerine göre bu nesnel süreç “dini
köktenciliğin potansiyel tehditini kendisinde barındırmıştır. Buna özellikle
Afganistan ve İran’ın yakınlığı ile Er-Riyad tarafından finanse edilen Vahabi ajan ve
kurumlarının aktif olarak çalışmaları yardımcı olmuştur” (Malaşenko, 2001: 230).
Genel itibariyle başka ülkelerden gelen İslam misyonerlerinin mabetler inşa etmeleri
dışında halk arasında İslam’ı yaymak, İslam Üniversitelerinde eğitim vermek, Kırgız
televizyon ve radyo kanallarında dini içerikli konuları tartışmak gibi faaliyetleri
yaygın olmuştur.
Bununla birlikte demokratikleşme sürecinin ilk yıllarında İslam, dışarıdan kitlesel
olarak finanse edilen İslam radikalistlerinin hücumuna uğramıştır. Bizim “Sovyet
tipi” insanımız gerçek İslam ile tanışık olmadığından ve özellikle Kırgız Milli
Müslüman aydınlarının olmayışından İslam radikalistleri ile katı rekabete hazırlıksız
yakalanmıştır. Ancak sürecin olumlu tarafı da olmuştur. İnsanlar başka din ve
düşüncelere toleranslı davranmayı az da olsa öğrenmişlerdir.
Daha sonra Diyanet Başkanlığı oluşulan durumu hesaba katarak yabancı
misyonerlerinin hizmetlerini dolayısıyla sayılarını minimuma indirmiştir. İslamı tek
yönlü ve yıkıcı olarak propaganda eden misyonerlerin negatif çalışmalarından
toplum kesinlikle engellenmelidir. Böylelikle, İslam’ın yeniden doğuşuna neden olan
dış etkenlere kısaca değindikten sonra iç etkenlerin neler olduğu ele alınmaya
çalışılmıştır.
66
Reislamizasyon sürecini tetikleyen iç faktörler olarak sosyo-politik, sosyo-ekonomik
ve psikolojik belirleyiciler karşımıza çıkmaktadır.
Sosyo-politik belirleyici olarak:
Öncelikle, SSCB’de 80’lerin sonu ve 90’ların başındaki siyasetin dine karşı
liberalleşmesi olmuştur. Bu süreçte Orta Asya halkları İslam’a karşı yönelerek
kendilerini sadece tam bir millet olarak hissetmek olmayıp aynı zamanda tam bir
dindar toplum olarak görmek istemiştir (Kurbanova, 2008: 49).
İkinciden, komünist ideolojisinin krize uğraması insanların bilincinde belirleyici ve
önemli kabul edilen dini değerlerin yeniden canlanması gerektiği düşüncesi
doğmuştur. Bir diğer ifadeyle, devlet ideolojisinin değişime uğramasına (katı
kontrolün demokratik normlara yer bırakması ve dini özgürlüğün gelmesi) büyük bir
tepki niteliğinde olmuştur. Bu zaman zarfında, dini ve milli bilinç arasındaki organik
bağı kimileri daha yeni oluşulan ideolojik boşluğu kapamak için toplumun değerler
sistemini canlandırmak ve sağlıklı hale getirmek için bir araç olarak kullanmaya
çalışmıştır. Sonuç itibariyle, bu girişim Müslüman geleneklerinin yeniden doğmasına
katkıda bulunmuştur (Kurbanova, 2008: 49).
Evet, bu tespite katılmamak elde değildir. Çünkü, İslam, halkın büyük bir
çoğunluğunun dini olduğu için önemli ölçüde Kırgız halkı ile Müslümanlık aynı
kabul edilmiştir. Uzun yıllar boyunca dini ile milli arasında derin bir bağ oluşmuştur.
Öyle ki, İslam kendine has özelliğiyle halk kültürünü, görev ile sorumluluk sistemini
ve mantaliteyi etkilemiştir. Müslümanların bilincinde “dini” ile “milli” her zaman
ayniyet arz etmiştir. İnsanlar İslam’ı sadece dini bir sistem olarak değil aynı zamanda
doğal bir kültürel alan ve milli hayat tarzı olarak kabul etmiş ve hala etmektedir de.
67
Sosyo-ekonomik belirleyici olarak:
• İnsanların geçiş döneminin doğurduğu sosyal ve ekonomik istikrarsızlık ile
önceki ideallerin çöküşüyle hayal kırıklığına uğramış olmaları;
• İnsanların alışılmadık maddi sıkıntılarının olması, sosyal adaletsizlik ile
yarınından emin olmamaları dinin (radikal fikirlerin dahi) kabul edilişine zemin
hazırlamıştır (Kurbanova, 2008: 50);
Bu durum marksist anlayışla okunduğunda “toplum ve insan tarafından sosyal
adaletsizlik ne kadar güçlü hissedilirse o kadar dine ilgi artacaktır” demek gerekir.
Oysa, sosyal adaletin adaletlice sağlandığı ülkelerde de dine yönelişin
düşüklüğünden söz etmek günümüzde imkansızdır. Ayrıca, bugün zengin
yurttaşlarımızın arasında da dini (manevi) bilgilerini geliştirmeye ve aynı zamanda
onu yaşamaya, hayatın anlamını arayarak dine yöneldikleri açıkça görülmektedir.
Aynı zamanda kimi insanların “kendi” dinlerini “başkalarının” dinine
değiştirdiklerine şahit olunmaktadır. Bu tezatlıklar dinin üniversal bir toplumsal
bilinç formu olduğunu bir kez daha ortaya koymaktadır. Bu yüzden olsa gerek ki,
düşünürler din fenomenini kitlesel ve dayanıklı toplumsal olgulardan biri olarak
görme eğilimindedirler (Garadja, 2005: 15).
2006’da Kırgız – Rus Slavyan Üniversitesinin ülke çapında gerçekleştirdikleri
sosyolojik araştırmanın sonucuna göre katılanların % 90.7 gibi büyük çoğunluğunun
Allah’a inandıkları ve bunların içinden de % 87.9’nun üniversite mezunu olduğu
ortaya çıkmıştır. Ayrıca, araştırmaya katılanların % 35.85’nin tüm dini yasalara
uyduklarını ve dini ritüelleri yerine getirdiklerini ileri sürerken, % 69.7’sinin her
zaman olmamakla birlikte ara sıra dini geleneklere riayet ettiklerini ve % 74.65’nin
ise evlerinde Kur’an-i Kerim’i bulundurduklarını söylemişlerdir (Malikov, 2007).
68
Din, sosyal transformasyon periodlarında çoğu zaman toplumu kitlesel yabancılaşma
ve sosyal eşitsizlikten koruyarak “sosyal terapi”nin psikolojik işlevini gördüğü
bilinen bir gerçektir.
Bununla birlikte, 1990’larda dindar insanların yaşları genel olarak 50 yaş ve üzeri
iken günümüzde ciddi manada gençleştiğini görmekteyiz. Örneğin, Kırgız
Diyanet’inin Ulema Kurulunun %16’sı 70 yaş ve üzeri, % 30’u 50 yaşlarında ve %
54’ü 50 yaşın altındaki insanlardan oluşmaktadır (Mamayusupov, 2004: 147).
Son yıllarda kent nüfusu içinde, özellikle 15-18 ile 45-55 yaşlardaki yetişkinler
arasında İslam’ın yayılma dinamiğinin yükseldiği görülmektedir. Bu durumu
anlamak için cuma günleri cuma namazı vaktinde camilerin yanından geçmek yeterli
olacaktır.
Reislamizasyon sürecinin bir diğer göstergesi olarak Müslümanların dini gelenekleri
yerine getirmeleri gösterilebilir. İlk başlarda dini gelenekler köy ve çevrelerde aile
çevresinde yapılırken daha sonraları bu kutlamalar kent ve kamu alanlarına taşındığı
görülmektedir. Örneğin, Ramazan ve Kurban Bayramları kent merkezlerinde tanınan
din adamları, hükümet temsilcileri ve yabancı misafirler ile birlikte kutlanmaya
devam etmektedir. Sadece kent ve köylerin dış görünüşleri değişmekle kalmayıp
müslümanların da kılık kıyafetinde ciddi değişiklikler meydana gelmiştir. Eskiden
cübbeli, takkeli erkek ya da tesettürlü bayan görmek imkansız iken bugün bu tür
giyim kuşamlı insanlara çok sayıda rastlamak mümkündür.
Kırgızistan’da ilk olarak Kuran-ı Kerim’in Kırgızca meali 2005 yılında Mansur A.
tarafından yazılıp, toplam 5 000 adet basılmıştır. Bu yapıt filolog Tokoev T. ve
arkadaşları ile Nuraliev M., Botbaev A., İbraev A. gibi Arap dili uzmanlarının
yardımlarıyla yapılandırılmıştır.
69
Daha sonra 2006’da 35 000 adet İsmailov A., Abdıldaev D., Dolov S.,Gavay S.
Arapça ve Kırgızca uzman grubu olarak Şukurov’un editörlüğü altında ikinci
tercüme gerçekleştirilmiştir.
Ayrıca, İslam literatürü olarak tefsir, hadis gibi dini kaynaklar satılmaya başlamıştır.
Ancak, yerli yazarlarımızın ürünleri çok az sayıda olduğu belirtilmelidir.
İslam’ın yeniden doğuşunun başka kriterleri olarak Müslüman tesettürü ile helal
(caiz) altyapısının oluşturulması ve geliştirilmesidir.
Her geçen yıl şeriatın yasalarına uygun olarak üretim yapan gıda işletme tesislerinin
sayısı artmaktadır. Helal et ve sucuk satılan kasap dükkanlarının yanı sıra tesettür
kıyafeti, dini literatür, tesbih gibi günlük kullanılan Müslümanların ihtiyaçlarını
karşılamayı amaçlayan dükkanların sayısı da yükselmektedir.
Kırgızistan’da günümüzde İslam’ın sayısal anlamda yüskelişe geştiği yapılan
araştırmalar sonucunda anlaşılmaktadır. Kırgızistan’lı Müslümanların şeriatın
normlarına ne derece uyduklarını ortaya koymayı amaçlayan araştırmanın sonucuna
göre: 1) post-ateist bir ülkede ne derece şeriata uymak mümkünse o derece
uyduklarını söyleyenler, bunlar İslam Üniversitelerinin öğrencileri, Din adamları ve
dindar ailelerin üyeleridir; 2) şeriata kısmen uyanlar, örneğin bunlar sadece Cuma
namazlarına gidenler veya orucu ilk 3 ve son 10 gününde tutanlardır; 3) şeriatın bazı
unsurlarını yılda 1 ya da 2 kez yerine getirenler, örneğin camiye yılda 2 kez bayram
namazını kılmak için gidenler yada bir kaç yılda 1 kez kurban kesenlerdir; 4)
İslam’ın bazı geleneklerini şeriatın gereği olarak değil milli geleneğin bir parçası
olduğu için yerine getirenler, bunlar örneğin, yemekten önce “Bismillah” ve
yemekten sonra “Amin” deme, sadaka verme gibi;
70
5) şeriatı reddedenler, fakat sosyal öneme sahip olduğu için bazı dini gelenekleri
mecburen yerine getirenler, bunlar örneğin, evlenme törenini şeriata uygun (imam
nikahı) yapmak, erkek çocuklarını sünnet ettirmek veya vefat edenleri İslam
ritüellerine (cenaze töreni) göre defnedenlerdir. Ülke çapında yapılan araştırmanın
verilerine göre Kırgızistan halkının en fazla 3.ncü ve 4.ncü kategorilere dahil
oldukları, tamamen ateist olanların sayısının çok az olduğu ve tümüyle şeriata uygun
yaşayanların da sayısının çok düşük olduğu ortaya çıkmıştır. (akt. Kurbanova, 2008:
58-59).
Bu verilere bakıldığı zaman 70 yıllık ateistleştirme sürecinin izlerinin henüz
silinmediği anlaşılmaktadır. Halen ülkedeki Müslümanlar arasında İslam’ı belli başlı
gelenek ve adetlerin toplamı ya da bütünü şeklinde algılama eğiliminin devam ettiği
barizdir.
1998 yılının 19 Şubat’ında Kırgızistan’da “Hac ve umreye gitme organizasyonu”
yasası kabul edilmiştir. SSCB zamanında bilindiği üzere vatandaşların ne amaçla
olursa olsun yurt dışına çıkışı olabildiğince kısıtlanmıştır. 70 yıllık sovyet birliği
zamanında sadece 31 kişinin hac vazifesini gerçekleştirebildiği bilinmektedir.
Kırgızistan’da Hac organizasyonu Diyanet Başkanlığı ile devlet organları tarafından
düzenlenmektedir. İç İşleri Bakanlığı pasaport-vize işlerini, Sağlık Bakanlığı ise
aşılama prosedürünü gerçekleştirmektedir. Kırgızistan’ın Dünya Ticaret Teşkilatına
üye olması vize işlerini oldukça kolaylaştırmıştır. 2005’ten beri haca giden yolcuların
nakliyesi için turistik şirketler arasında tender organize edilmektedir. Haca gidip
gelmek 1 kişi için yıldan yıla değişse de aşağı yukarı 2 000$ olarak bilinmektedir.
Dünyada ve ülkede olan önemli olayların ve Diyanet Başkanlığının faaliyetlerinin
aktarılması için “İslam Madaniyatı” (İslam Medeniyeti) gazetesi Rusça ve Kırgızca
71
olarak yayımlanmaktadır. Ülkenin güneyinde Kırgız ve Özbek dillerinde “
Musulman” (Müslüman), “İymon Yulduzi” (İman yıldızı), “Şariat” (Şeriat) gibi yerel
gazeteler çıkmaktadır. 1993’te Kırgızistan İslam Bankası’nın üyesi olmuştur. Çeşitli
projeler hayata geçirilmiştir. Ülkenin banka sistemine, İslami Banka ve Finans
sistemini getirme çabaları sürmektedir.
Böylelikle, Kırgızistan’da İslam’ın yeniden doğuşu süreci marksist ideolojisinin
reddedilmesi, demokratik kurumların getirilmesi, ekonominin liberalleştirilmesi ve
halkın büyük çoğunluğunun hayat standartlarının birden bire düşmesi ile karakterize
edilebilir.
2.3.2. Kırgızistan’da Hristiyanlık
Kırgızistan’da genel itibariyle İslam ve Hristiyanlık en çok kabul edilen dinlerdir.
Kırgızistan nüfusunun % 80 gibi büyük bir çoğunluğunun Müslüman olmaları
nedeniyle üzerinde az çok ayrıntılı durulmaya çalışılmıştır. Hristiyanlık ise ana
hatlarıyla bakılacaktır.
Demokratik reformların gerçekleşmesiyle Rus Kilisesi de genişleme ve gelişme
göstermiştir. 1991’e kadar 29 kilise mevcut iken 2003’e gelindiğinde kilise sayısının
44 ulaştığı görülmeketdir. Ayrıca 1 kız manastırı, pravoslav 2 dini kurum, 3 katolik
topluluğu, 1 budda topluluğu, 1 iuda topluluğu, 216 protestan akımına ait dini kurum,
20 yabancı Hristiyan misyonerler topluluğu, 11 eğitim merkezi ve kurumları, 12
bahai topluluğu ve 1000’den fazla yabancı uyruklu misyonerler faaliyet gösterdikleri
bilinmektedir (Mamayusupov, 2004: 198). Rus kökenli vatandaşların Rusya’ya
dönüşü kayda alınırsa hiç de azımsanmayacak bir artıştan söz edilebilir. Günümüz
Kırgızistan’ında Hristiyanlık Katolik, Protestan ve Ortodoks olmak üzere üç temel
72
akımıyla mevcuttur. Ayrıca bu üç ana akım da kendi içinde 13 farklı çeşitliliğe
ayrılmıştır. Kırgızistan nüfusunun yaklaşık % 17 Ortodoks’tur (Osmonaliev, 2009:
5). Ortodokslar genel olarak Rus, Ukrayna ve Beyaz Rus gibi azınlıklardan
oluşmaktadır. Ortodoks Hristiyanlar Rus Ortodoks Kilisesi Birliğine bağlıdırlar. Bu
birliğe 39 kilise ve 1 kız monastırı dahildir. Ortodoks Hristiyanların Narın bölgesi
hariç ülkenin her bölgesinde dini tapınakları bulunmaktadır. Rus Ortodoks Kilisesi
ülkede yaklaşık 135 yıldır varlığını sürdürmekte ve bünyesinde 43 mabet ve tapınağı
barındırmaktadır. Bir tanesi Bişkek, dördü Calal-Abad, on biri Isık-Köl, dördü Oş,
üçü Talas bölgelerinde ve yirmisi Çüy vadisinde bulunmaktadır. Bu tapınakların
hemen hemen her birinde pazar günü okulları mevcuttur. Kız manastırı Çüy
vadisinin Kara- Balta şehrinde yer almaktadır.
Kırgızistan’da katolikler kendi faaliyetlerini 3 katolik topluluğu aracılığıyla
gerçekleştirdiği bilinmektedir. Çok yakın zamana kadar Kırgızistan katolikler
topluluğu Kırgızistan’daki Vatikan elçisinin vesayeti altındaydı. Bugün ise Bişkek’te
bağımsız olarak faaliyet göstermektedirler. Tüm Katoliklerin dünyada tek bir
merkeze bağlıdırlar. O da Vatikan’dır, başkanları ise Roma Papası’dır. Katolikler
topluluğu faaliyetlerini sadece Bişkek şehrinde sürdürmektedirler.
Ülkede protestan ve diğer yeni dini hareketler nüfusun % 3 kadar küçük bir yüzdesini
oluşturur (Osmonaliev, 2009: 6) ve 11 tane resmen kaydolunmuş topluluk halinde
mevcutturlar. Bunların içinden Kırgızistan’da en etkilisi Baptistler’dir. Yaklaşık
olarak 2000 Baptist Hristiyan’ın varlığından söz edilmektedir. Ayrıca, 35 tane ibadet
hane ve evleri vardır; 4 Bişkek’te, 17 Çüy vadisinde, Isık-Köl bölgesinde 5, Calal-
Abad ve Talas bölgelerinde üçer ve Batken, Narın ile Oş bölgelerinde birer
ibadethaneleri bulunmaktadır (Maltabarov, 2005: 76).
73
Yedinci Gün Adventistler Kilisesine yaklaşık olarak 1200 kadar kişi bağlı olduğu
bilinmektedir. Ülkede toplamda 17 adet ibadet haneleri mevcuttur: Bişkek’te 6, Çüy
vadisinde 7 ve diğer Calal-Abad, Isık-Köl, Oş ve Talas bölgelerinde birer
bulunmaktadır (Maltabarov, 2005: 76).
Kırgızistan’da Hristiyan Evanjelik dinine bağlı19 tane dini amaçlar için kullanılan
mekanları vardır. Calal-Abad’da 3, Isık-Köl’de 2 ve Oş, Talas, Çüy ile Bişkek’te
birerdir. Bu akıma ait aşağıdaki öğretim merkezleri faaliyet göstermektedir: “Irayım”
(Şevkat) Hristiyan Hayır Kurumu, “Blagaya vest”(Güzel haber) hayır misyonu,
“Zvezda nadejdı” (Umut yıldızı) Misyonerler topluluğu, “Ak-Bata” Hristiyan okulu,
“Şelkovıy put” (İpek yolu) Evanjelik İncil koleji (Maltabarov, 2005: 77).
İyegov Şahitleri ise aktif olarak bire bir ya da yüz yüze çalışma yöntemini
uygulamaktadırlar. Onlar kendi dergi vb. kaynaklarını ev ev dolaşarak, otobüs
duraklarında vb. insanların kalabalık oldukları yerlerde bekleyerek insanlara aktif
şekilde kendi dinlerini anlatmakta ve dinlerine davet etmektedirler. Günümüzde
İyegov Şahitlerine ait 36’dan fazla dini kurum resmen daireye kaydolunmuştur.
İyegov Şahitleri’nde her çeşit milletten insanlar vardır. Kırgızistan’ın hemen her
bölgesinde toplamda 40 fazla toplantı yerleri mevcuttur. Bunların 6’sı kendi
imkanlarıyla inşa edilmiş iken gerisi kiralanmak suretiyle kullanılmaktadır
(Maltabarov, 2005: 77).
74
III. BULGULAR ve TARTIŞMA
3.1. İslami Kuruluşların Faaliyetleri ve Toplumsal Sonuçları
3.1.1. İslami Kuruluşların Genel Yapısı ve Gelişme Durumu
Genel itibariyle Kırgızistan’da İslami kuruluşlar 1996’dan itibaren resmen
faaliyetlerine başladıkları görülmüştür. Ancak araştırmaya dahil olan kurumların
büyük çoğunluğu 2000 ile 2005 yılları arasında faaliyete geçtikleri ortaya çıkmıştır.
Araştırma kapsamında “İslam’ı öğrenme merkezi”, “Kausar”, “Uluslararası İslam
Fondu”, “Ahadiyat”, “Sünnet”, “As – Salam”, “Adam Ata”, “Al Hizra”, “Zem-zem”,
“Siriat”, “Animet”, “Yüksel Bayram”, “İhsan Hayriya”, “Amina”, “Ümmül Hayrat”,
“Mutakallim”, “Adep Başatı”, “Sultan Ahmet Müslüman Topluluğu”, “İslam Hayır
Fondu”, “Çeç Töbö Ata”, “ Genç Ümit”, “İlk adım”, “Kutsal Birlik”, “Diyanet
Başkanlığı”, “Kölmö”, “Arap Birlikleri Uluslar arası Yardım Fondu”, “Al Vakf Al
İslam” isimli İslami kuruluşlar yer almıştır.
Araştırmaya katılan İslami kuruluşların yöneticileri genellikle orta yaş (33-50)
erkeklerden oluştuğu, Kadın İslami Kuruluşların başında doğal olarak bayanların
geldiği ve erkek yöneticilere nispeten daha genç oldukları görülmüştür.
Görüşülen yöneticilerin % 100’ü evli, üniversite mezunu ve bunların içinden de
büyük çoğunluğunun İlahiyat mezunu olduğu ortaya çıkmıştır. Ayrıca, araştırmaya
katılan yönetici sayısının üçte birinin aslında bir önceki meslekleri oldukça farklı
(örneğin, doktor, öğretmen, işletmeci...) olup sonradan ikinci bir meslek olarak
İlahiyattan mezun oldukları anlaşılmıştır. İlahiyat mezunu olmayan yöneticilerin din
alanında kurslar aracılığıyla kendilerini geliştirmeye çalıştıkları öğrenilmiştir.
İslami kuruluşların kurulma amaçları genel itibariyle aşağıdaki gibi
gruplandırılabilir:
75
• İslam’ı tanıtmak,
• Fakir çocuk ve yoksul ailelere maddi manevi yardımda bulunmak,
• Kırgızistan’ın geleceği için vatansever yurttaş yetiştirmek,
• İslami Eğitim Kurumlarında pozitif bilimlerin yanı sıra İslam’ı öğretmektir.
Kırgızistan’da en az 3 ve en fazla 90 kişi çalıştıran kuruluşların olduğu ancak büyük
çoğunluğunun 10 ile 30 arasında personel çalıştırdığı ortaya çıkmıştır.
Personel işe alınırken sırasıyla aşağıdaki kriterlerin arandığı öğrenilmiştir:
• Öncelikle kurum içindeki pozisyonuna uygun eğitime ve dini (İslam) bilgilere
sahip, tercihen üniversite, kolej mezunu,
• Girişkenlik, insanlarla kolay iletişim kurma yeteneği,
• Kırgızca ve Rusça dilleri dışında tercihen Arapça, İngilizce ve Türkçe’ye hakim
olmak.
İslami Kuruluşların mali kaynağının yabancı ve yerli finansmanlar tarafından
sağlandığı ve ancak küçük bir kısmının çeşitli projeler sayesinde faaliyetlerini
yürüttükleri anlaşılmıştır.
Kurumların faaliyet göstermeye başladıklarından itibaren birçok konuda gelişme
kaydettikleri ortaya çıkmıştır. Bunların içinden en önemlisi destekledikleri insan
sayısında artış ile daha sistemli ve planlı çalışma düzeni geldiği anlaşılmıştır.
Kuruluşların çoğunun ülke çapında şube açarak faaliyete geçirdikleri ve kendileri ana
kurum statüsünde oldukları ortaya çıkmıştır. Genel olarak büyüme ve ilerleme
kaydettikleri açıktır.
Araştırmaya katılan kurumların çoğunun ilk yıllarında daimi bir ofisin olması için bir
mekan satın alma ya da bir şekilde ofis, yer vs. tedarik etme amacının olduğu ancak
76
günümüzde 2 (iki) kuruluş hariç hiç biri bu amaçlarına henüz ulaşamadığı
görülmüştür. Zaten anlaşıldığı üzere bu durumun sebebi de maddi imkansızlık olarak
belirtilmiştir.
İslami kuruluşların yöneticileri günün şartlarını dikkate alarak sürekli olarak
yenilenme peşinde oldukları, uluslararası ve yerel (din, ekonomi, siyaset...)
gelişmeleri takip ettikleri, ülkenin güncel sorunlarıyla ilgilendikleri ve kendilerini
geliştirmeye açık oldukları belirtilmiştir. Örneğin, dil, hitabet gibi kurslara gittikleri
öğrenilmiştir. Bu tür çalışmaların aslında bir ihtiyaç olduğu belirtilerek alınmış olan
eğitimin sürekli yenilenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Aksi takdirde günümüz
şartlarında ayakta kalmanın son derece zor olacağı öne sürülmüştür.
Bununla birlikte kurumun başarılı olabilmesi için sadece yöneticinin değil kurum
personelinin de yeterince eğitimli ve birçok konuda yetenekli olması gerektiği öne
sürülmüştür. Bu nedenle, personeli sürekli olarak hem profesyonel hem kişisel olarak
geliştirmek, kurumun amaçları içinde olduğu ve peryodik olarak çeşitli seminerlere
gönderildikleri, ayrıca kurum içinde de dışarıdan uzmanlar davet edilerek eksik
görülen konularda eğitildikleri söylenmiştir. Araştırmaya katılan İslami kuruluşların
küçük bir kısmı personelini tecrübe edinmek amaçlı Türkiye, Arap Birlikleri, Suriye,
Pakistan, ABD ve bazı Avrupa ülkelerine zaman zaman gönderdikleri belirtilmiştir.
İslami kuruluşların büyük bir kısmının önümüzdeki yıllarda çalışma alanlarını
genişleterek kreş, okul, üniversite, yaşlılar evi, sakatlar evi, medrese, yurt gibi
kurumları organize etmek ve faaliyete geçirmek olduğu anlaşılmıştır. Ülkenin diğer
bölgelerinde henüz şubelerini açamayan bazı kuruluşların ise şu anda yapmakta
oldukları işleri ülke çapında yaymak kısa vadeli planları içinde olduğu ortaya
çıkmıştır.
77
Araştırmaya katılan İslami kuruluşların tümünün mali durumunun kesinlikle kötüye
gitmediği, olduğu gibi ya da yükselişe geçtiği ortaya çıkmıştır. Sadece, uluslararası
kurumlara bağlı olan bir kaç İslami kuruluşun mali durumu geçen yıllara nazaran
düşüşe geçtiği belirtilmiştir. Bu durumun nedeni ise Kırgızistan’da gerçekleşen
sosyo-politik olaylar olarak değerlendirilmiştir. Açıklık getirmek gerekirse,
gerçekleşen Oş olayları sonrasında ülkede eskiden yapılagelen faaliyetlerin tam
manasıyla gerçekleştirememe korkusu olduğu ve bundan dolayı finansal manada
geçici bir kısıtlama söz konusu olduğu öne sürülmüştür.
Diğer İslami kuruluşların büyük çoğunluğunun finansal anlamda yükselişe
geçmelerinin nedeni olarak ise Kırgızistan halkının gerçek İslam’ı tanımaya
başladıkları, neticede hali vakti yerinde olan yerli zenginlerin de artık sponsorluk
yapmaya başladıkları gösterilmiştir. Ayrıca, kimi yabancı sponsorların İslami
kuruluşların faaliyetlerinin ilk yıllarında finanse etmede temkinli davrandıkları ancak
hayata geçirilen çalışmaların olumlu neticeleri sonrasında maddi yardımlarını
yükselttikleri belirtilmiştir. Bununla birlikte, İslami kuruluşların çoğunun uluslararası
projelere katılımı her geçen gün arttığı ve bu durumun da mali durumunun
iyileşmesine neden olduğu ortaya çıkmıştır.
78
3.1.2. İslami Kuruluşların Çalışmaları: Yöntem ve Nedenleri
Araştırmaya katılan tüm İslami kuruluşların temel amaçlarından biri yoksullukla
mücadele olduğu belirtilmiştir. Aslında, kuruluşların asıl amacının dini anlatmak ve
yaymak olduğu, ancak Kırgızistan gibi hem manen hem madden fakir ülkelerde
önceliğin (maddi) yoksulluğun azaltılmasına verilmesi gerektiği iddia edilmiştir. Bu
nedenle, aç insana her hangi bir şeyi anlatmak çok zor bir iş olduğu için İslami
kuruluşlar olarak öncelikle vatandaşlara aş ve iş arayışlarında imkanlar çerçevesinde
desteklemeye ve zengin ile fakir arasında bir nevi köprü işlevini görmeye çalıştıkları
belirtilmiştir.
Resmen kayıtlı olup araştırmaya katılan kuruluşların içinden küçük bir kısmının
kadın ve sakat vatandaşlara, büyük bir kısmının ise çocuk, öğrenci ve yoksul ailelere
yönelik maddi yardım çerçevesinde faaliyetler gösterdikleri ortaya çıkmıştır.
Araştırmaya katılan İslami kuruluşların yarısından çoğunun ortalama 13 ile 23 yaş
arası yoksul çocuklara dini ve diğer (matematik, tarih, coğrafya, İngilizce, Kırgıcza,
Arapça, bilgisayar...) derslerin verildiği, bunun dışında ihtiyacı olan çocuklara erkek
ve kız pansiyonları şeklinde bedelsiz yemekli yurt ve aylık burs imkanı sunulduğu
ortaya çıkmıştır. Bu çocukların orta öğrenim ve liseyi devlet okullarında
tamamladıkları ancak okul sonrasında hafta içi yurtlarda kaldıkları öğrenilmiştir.
Yurt sisteminde öğrencilerin haftalık programları hazırlanıp o programa göre hareket
ettikleri anlaşılmıştır. Çocuklar genel itibariyle, kahfaltı, okul, öğle yemeği, etüt
dersleri, dini bilgi dersleri, spor, akşam yemeği, dinlenme, kitap okuma ve uyku
saati şeklinde programlarının düzenlendiği belirtilmiştir. Ayrıca, çocuk devlet
okulunda hangi alanda zayıf ise kurum personeli o alanda çocuklarla bireysel olarak
takviye yapmaya çalıştıkları öğrenilmiştir. Bayram ve hafta sonları çoğu zaman
79
çeşitli gezi, oyun gibi dinlendirici faaliyetler gerçekleştirildiği ifade edilmiştir.
Bununla birlikte sağlık hizmetlerinin de sunulduğu belirtilmiştir.
Kurum yöneticilerine göre yurtlarda yatılı kalan ile yatılı kalmayan öğrenciler
arasında hissedilir farkın olduğu öne sürülmüştür. Bunlar, örneğin, beden ve kıyafet
temizliği, disiplin, okul başarısı vs. gibi konulardır.
Ayrıca, İslami kuruluşlar ihtiyacı olan çocuklara genelde eğitim aldıkları okul
yönetimi aracılığıyla ulaştığı öğrenilmiştir. İslami kuruluşlar genelde devlet
okullarının yönetimleri ile ortaklaşa hareket ettiği belirtilmiştir.
Bununla birlikte devlet dairelerinin kayıt defterlerine resmen İslami kuruluş şeklinde
kaydedilmeyen ancak yürüttükleri faaliyetlerinin değerlendirilmesi sonucunda İslami
kuruluşlarla aynı amacı gözeten kurumların da varlığından söz etmek mümkündür.
Fakat bu kurumların yöneticileriyle “İslami kuruluşların faaliyetleri ve toplumsal
sonuçları “ çerçevesinde görüşme gerçekleştirme imkanı resmi nedenlerden dolayı
bulunamamıştır.
Kuruluşların devlet daireleriyle müşterek çalıştıkları ve genel itibariyle destek
verilmesi gereken vatandaşların listesi devlet daireleri tarafından kuruluşlara tahsis
edildiği öğrenilmiştir. Bununla birlikte, son yıllarda İslami kuruluşlar halk tarafından
oldukça bilinir hale geldiği için şahsi müracaatlerin de her geçen gün arttığına işaret
edilmiştir. Bu yöntemle destek almak için başvuran insanlardan işsiz olduğuna dair
vs. belgeler istenmektedir. Desteklenmesi uygun görülen kişilerin ikamet ettiği yer
kurum personeli tarafından periyodik olarak kontrol amaçlı ziyaret edildiği
belirtilmiştir.
Tüm İslami kuruluşlar öncelikle İslam diniyle tanışık olmayanlara İslam’ı anlatmak,
İslam ile tanışık olup ancak gerekliliklerini yerine getirmeyenlere bunun doğru
80
olmadığını, mutlak bir şekilde istenilenleri yerine getirmenin ne kadar önemli
olduğunu anlatmak, daha sonra insanlara sırf Allah’ın kulu olduğu için maddi-
manevi olarak yardım etme prensibine göre çalıştıkları öne çıkmıştır.
İslami kuruluşların büyük çoğunluğu gerçekleştirdikleri faaliyetleri çerçevesinde
sadece devlet olmayıp diğer özel kurumlarla da ortaklaşa iş yürüttükleri anlaşılmıştır.
Özellikle devlet kurumları ile uluslararası projeler çerçevesinde ülke çapında AİDS,
alkolizm, uyuşturucu bağımlılığı, aile planlaması, toplum ve ailede kadının yeri ve
rolü, kimsesiz yada terkedilmiş çocuklar, sömürülen çocuklar gibi çok önemli
konularda ortaklaşa çalışmaların gerçekleştirildiği ve İslami kuruluşların bu tür
çalışmalarda son derece etkili olduğu ortaya çıkmıştır.
Araştırmaya katılan İslami kuruluşların bağımsız olarak en çok eğitim (dini bilgi,
matematik, coğrafya, tarih, İngiliz dili, Kırgızca, Arapça, Bilgisayar) alanında, daha
sonra mali (burs, aylık, kıyafet, gıda, okul gereçleri...) destekler verdikleri ortaya
çıkmıştır. Eğitim ve burs şeklinde ortaokul, lise ve üniversite öğrencilerinin
desteklendiği belirtilmiştir. Bu şekilde destekleyen kuruluşların amacı genelde
maddi imkanı olmayan öğrencileri hem dini hem dünyevi bilgilere ulaşımı
sağlayarak eğitimli ve dindar, aynı zamanda vatansever bir vatandaş olmalarına
yardımcı olmak olduğu öğrenilmiştir. Bu tür destek veren kuruluşlar yabancı ve yerel
vatandaşların sponsorluğu ile projeler sayesinde faaliyet gösteren kuruluşlar olduğu
öğrenilmiştir.
Büyük uluslararası şirketler tarafından desteklenen İslami kuruluşlar ise daha çok az
gelirli aile ve kadınlara yönelik faaliyetler gösterdikleri anlaşılmıştır. Örneğin dikiş
makinesı, inek, kömür, gıda, küçük ölçekli faizsiz kredi gibi maddi yardımlarda
bulunarak yoksulluktan bir şekilde kendi çabalarıyla kurtulmaları için fırsat
81
sundukları ortaya çıkmıştır. Ayrıca, tüm yoksul kategorisine giren insanları davranış
ve imkanlarına göre iki gruba ayırmak mümkündür: faal olmayan ve faal olanlar.
Faal olmayan grubuna sadece nesnel nedenlerden (yaşlı, çocuk, sakat...) dolayı
olmayıp tembel, pasif, alkolik, başkasının sırtından geçinerek yaşamaya alışmış ve
devletten bekleyenler dahil edilebilir. Faal olanlar ise dışarıdan yardım
beklemeksizin kendi güçleriyle çeşitli işlerde (el işi, ev yemekleri, süt üretimi, dikiş-
nakış, küçük ölçekli ticaret, gündelikçi, yurt dışında iş ... ) çalışarak yoksullukla
mücadele edenlerdir (Edilova, 2001: 28).
Böylelikle faal olan yoksullar kendi hayat standartlarını yükseltmek için çabalarken,
faal olmayan fakirler kendi güçleriyle yoksullukla mücadele etmeyip devletten,
zenginlerden, tanıdık ve akrabalardan yardım beklemektedirler. Bu yüzden, başka
ülkelerin tecrübelerinden görüldüğü gibi devletin desteği ve stratejik politikası
olmadan yoksullukla mücadele etmenin mümkünatı yoktur. Dolayısıyla, yoksulların
gelişigüzel çabalamaları devletin ve diğer kurumların amaç ve planlı programları ile
uyum içerisinde olması şart gibi görünmektedir. Böylece, İslami kuruluşların pasif
yoksulları aktifleştirme çabası gösterdikleri önem arzetmektedir.
Aslında, bu tür yardımlar hem birey hem toplum açısından öneme sahiptir. Çünkü
çalışıp çabalamadan her ay düzenli olarak bir gelir elde eden yoksullar bu duruma
alışıklık gösterme ihtimalleri yüksektir.
Ayrıca, araştırmaya katılan İslami kuruluşların bazılarının ihtiyaca göre hizmet
verdikleri anlaşılmıştır. Örneğin, su kuyuları açmak, mahkemede tutuklu insanlara
gıda yardımı sağlamak, tutukluların asosyalleşmesini engellemek için ikili ve toplu
şekilde görüşmeler düzenlemek. Bu görüşmelerde genelde İslami kuruluşların
psikologları ile dini bilgiler verebilecek uzmanlar görev aldıkları bildirilmiştir.
82
Bununla birlikte vakıf yüksek öğretim kurumlarının varlığı söz konusudur. Söz
konusu vakıf yüksek öğretim kurumları özel üniversite statüsünde olup paralı olarak
eğitim vermektedirler. Fakir, kimsesiz yada üstün başarı sağlayanlara burs vermekte
yada parasız eğitim için kontenjanlar açmaktadır. Bu tür üniversitelerin sayısı az
olmakla beraber Kırgızistan’ın saygın üniversitelerinden sayılmaktadır. Bu İslami
Yüksek Öğretim Kurumları yüksek teknolojik donanım, kaliteli öğretim kadrosu,
karşılaştırmalı olarak zengin kütüphane gibi ayrıcalıklara sahip olduğu görülmüştür.
Bu eğitim kurumlarının temel amaçlarının kaliteli eğitime paralel bir şekilde bilinçli
insan yetiştirmek olduğu ortaya çıkmıştır.
3.1.3. İslami Kuruluşların Çalışmalarında: Tecrübe ve Karşılaştıkları Sorunlar
Araştırmaya katılan İslami kuruluşların büyük çoğunluğunda arşiv kültürü ve
verilerin kaydedilmesi konularında henüz gelişmediği anlaşılmıştır. İstatistiki bilgi
içerikli sorular yöneltildiğinde sayısal veri ortaya koymada son derece zorlandıkları
görülmüştür. Mülakat esnasında artık tüm faaliyetleri sayısal anlamda
belgelendirmeye karar veren çok yönetici ile karşı karşıya kalınmıştır. “Son bir ya da
iki yıl içinde kaç kişiyi desteklediniz?”, “Toplam hangi faaliyete ne kadar mali
kaynak harcadınız?” gibi sorulara cevap alınamamıştır. Ancak ödenen aylık burs
miktarları genelde 10 ile 50 $ arasında değiştiği öğrenilmiştir. Ayrıca, kuruluşların
desteklerinden yararlanan insanların sayısında kesin bir artışın olduğu ve ortalama ilk
başlarda 30 kişi ile başlayan kuruluşlar bugün 1000’e ulaştığı anlaşılmıştır. Ayrıca,
proje desteğiyle çalışan kuruluşların desteklediği insan sayısında sürekli olarak
değişiklik yaşandığı öne sürülmüştür.
83
Bununla birlikte İslami kuruluşlar Ramazan bayramlarında halktan toplanan fitre ve
zekatları, gıda paketlerini, Kurban bayramında ise kurbanlık et paylarını yoksul
ailelere ulaştırma işlevini de üstlendikleri ortaya çıkmıştır.
Yine kesin bir istatistiki verinin olmamasıyla birlikte genelde eğitim ve yurt (yurtta
kalan öğrencilerin yemek ve günlük okul harçlıkları kuruluş tarafından
karşılanmaktadır) şeklinde destek alan öğrenciler lise sonrasında yurtdışı ve yurt içi
olmak üzere üniversiteleri kazandıkları, yine çoğunun iş sahibi oldukları
belirtilmiştir. Ayrıca, inek, dikiş makinesi, faizsiz kredi şeklinde sağlanan yardımlar
da çok iyi olmazsa da eski hallerine nazaran daha iyi durumda yani kendilerini bir
şekilde geçindirmeye yettikleri öğrenilmiştir.
Eğitici faaliyet gösteren İslami kuruluşların öncelikli sorunları olarak sürekli ve
alanında uzman kadro bulamamak şeklinde ortaya çıkmıştır. İstenilen kadroların
bulunamayışının sebebi ise düşük ücret ödemeleri biçiminde açıklanmıştır. Bundan
dolayı daha verimli çalışmanın yapılabilmesi için İslami kuruluşların kısa vadeli
planları içinde personel ücretlerine zam düşünülmektedir şeklinde belirtilmiştir.
Ayrıca, özellikle eğitim sürecinin başlangıcında çocukların adapte sorunu
yaşadıkları belirtilmiştir. Çocukların adapte sorunları genelde kurum çalışanlarının
çabalarıyla kısa sürede aşıldığı öğrenilmiştir. Kurum personeli gerektiği zaman
çocukların aile fertleri ve eğitim gördükleri okulda çalışan öğretmenleri ile bir araya
gelip ortaya çıkan sorunu ortaklaşa çözmeye çalıştıkları öğrenilmiştir. Ayrıca,
kuruluşlarda psikolog kadrosunun olması da bu sorunu gidermede önemli etken
olarak öne sürülmüştür. Bununla birlikte eğitim verebilecek sabit sınıfların olmayışı
bir diğer önemli sorun olarak ortaya çıkmıştır.
84
Maddi destek faaliyetlerinde aslında önemli sayılabilecek sorunlarının olmadığı
anlaşılmıştır. Desteklenen insanlar şahsen kuruma kadar gelemedikleri zamanlarda
kurum personelleri destek biçimi taşınmaya uygun ise evlere servis yaptıkları
belirtilmiştir. Aslında İslami kuruluşlar sadece birer maddi destek sağlayan kurumlar
olarak değil akraba-aile fertleri gibi bir ilişki içerisinde oldukları anlaşılmıştır.
Destek alan insanlar kurumun personelleriyle açıkça ailevi sorunlarını dahi
paylaşabilecekleri insanlar, İslami kuruluşları bir nevi rahatlama yeri olarak da kabul
ettikleri ortaya çıkmıştır.
Böylelikle, maddi destekler genelde planlandığı şekilde gerçekleştiği görülmüştür.
Sponsorların para transferinde ara sıra gecikmelerin yaşandığı ancak uzun sürmeden
hallolunan bir süreç olduğu belirtilmiştir.
İslami kuruluşların en büyük sorunu olarak kuruma ait sürekli ofislerinin olmayışı
şeklinde ortaya çıkmıştır. Aylık kira, taşınma, kurum aracının olmayışı gibi
imkansızlıklar gider miktarını daha da yükselttiği anlaşılmıştır. Araştırmaya katılan
27 kuruluştan sadece ikisinin ofis sorununu çözüme kavuşturduğu ortaya çıkmıştır.
Söz konusu ofis yerli sponsorlar tarafından hibe olarak verildiği belirtilmiştir.
Ayrıca, kuruluşların çoğunun otomobile sahip olmadığı ortaya çıkmıştır. Bu durumda
acil zamanlarda zorunlu olarak taksinin kullanıldığı, o da kuruluşun giderlerini
arttırdığı öne sürülmüştür.
İslami kuruluşların büyüme ve gelişme göstermesi için en önemli engel olarak
finansal imkansızlık görülmüştür. Finansal manada rahatlama ve büyüme yaşamak
için kuruluşlar sürekli olarak yerel ve uluslararası projelere başvurmaya, zengin
insanlarla irtibata geçip daimi sponsorları yapmaya çalıştıkları, devlet dairelerine
sorunlarıyla ilgili mektuplar gönderdikleri belirtilmiştir.
85
İslami kuruluşların karşılaştıkları sorunlardan bir diğeri ise devlet bürokrasisi
şeklinde karşımıza çıkmıştır. Söz konusu kuruluşlar sivil kuruluşlar olmasına rağmen
sürekli olarak baskı ve kontrol altında tutulmaya çalışıldığı belirtilmiştir. Ayrıca,
kuruluşlar tarafından gerçekleştirilecek olan faaliyetlere ilişkin izin alınırken uzun ve
meşakatli prosedürün uygulanması bir diğer sorun olarak belirtilmiştir.
3.1.4. Yöneticilerin İslami Kuruluşlarının Çalışmalarının Daha Başarılı
Yürütülmesi Konusundaki Düşünce ve Önerileri
Araştırmaya katılan tüm yöneticilere göre İslami kuruluşların daha başarılı ve verimli
şekilde faaliyet gösterebilmesi için devlet politikasının önemi ön plana çıkarılmıştır.
Eski Sovyet mantığının kenara bırakılıp yeni düzene bir an önce ayak uydurmaya
çalışmanın zamanının gelip çattığının hatta geç bile kalındığı belirtilmiştir. Bununla
birlikte Kırgızistan’da mevcut olan rüşvet (illetinin) sorunuyla ilgili acilen tasfiye
faaliyetlerinin ivedilikle başlatılması gereken nokta olduğu ifade edilmiştir. Devlet
yapısında çoğu zaman ayrılan fonların hedefi doğrultusunda çalıştırılmadığı yönünde
eleştiriler dile getirilmiştir. Ayrıca, yetmiş sene boyunca unutturulmaya çalışılan din
olgusunun en azından bağımsız tutulması gerektiği öne sürülmüştür. Yeni nesli
vatansever, hak ve hukuku bilen adil insanlar olarak yetiştirmenin şart olduğu öne
sürülmüştür. Bunu hayata geçirmenin en kolay yolu ise okullara “din, kültür ve ahlak
bilgisi” gibi derslerin ders müfredatına mecburi ders olarak girdirilmesinden geçtiği
belirtilmiştir.
Yöneticilere göre yoksullukla mücadelede devletin önemi son derece büyük fakat
yeterli olmadığı öne sürülmüştür. Dini kuruluşlar, sivil toplum örgütleri ve tüm diğer
86
özel teşkilatlar ortaklaşa çalışarak yoksullukla daha etkili mücadele etmenin mümkün
olduğunu söylemişlerdir.
Ayrıca, Kırgızistan’da günümüzde faaliyette olmayan çok sayıdaki fabrikaların
üretime geçirilmesi, alköllü içki ile sigara üretiminin tekelleştirilmesi, şu anda
yürürlükte olan banka sisteminin kredi hizmetlerinin gözden geçirilerek yeniden
düzenlenmesi büyük öneme sahip adımlar olarak değerlendirilmiştir.
3.1.5. İslami Kuruluşların Ortaokul ve Lise Öğrencilerine Yönelik
Faaliyetleri
Araştırma çerçevesinde bu konuda 30 birey ile görüşme gerçekleştirilmiştir. Alana
çıkmadan önce 50 kişiyle anket planlanmıştır. Ancak İslami kuruluşların yöneticileri
tarafından bu girişim etik açıdan uygun bulunmamıştır. Desteklenen bireylerin ne
zamandan beri, ne kadarlık yardım alıyorsun gibi soruların gururlarını incitebileceği
ve İslami kurulaşlara karşı negatif tutum ve davranışların ortaya çıkabileceği
düşünülerek istenilen adresler verilememiştir.
Uzun uğraş ve iknalar sonrası İslami kuruluşların sadece üçü onar kişiyle görüşmeye
izin vermiştir.
Çocuklarla görüşmek amaçlı 18 açık uçlu soru hazırlanmıştır. Görüşme kağıdı
hazırlanırken soruların kısa ve anlaşılır olmasına özen gösterilmiştir. Ayrıca, soruları
yöneltirken de incitmeyecek şekilde samimi ve sıcak bir hava oluşturulmaya
çalışılmıştır.
Araştırmaya yarısı kız yarısı erkek olmasına özellikle dikkat edilerek 14 kız 16 erkek
ile görüşme gerçekleştirilmiştir. Araştırmaya katılanların yaşları 9 ile 17 arasında
değişmiştir. Eğitim durumları ortaokul ve lise öğrencileri olmak üzere iki farklı
87
gruptan oluşmuştur. Araştırmaya katılanların üçte birisi parçalanmış aile çocuğu
olarak ortaya çıkmıştır.
Araştırmaya katılanların %30’nun İslami kuruluşlardan 20 ile 50 $ arasında
değişmekte olan aylık burs aldıkları belirtilmiştir. Ayrıca, burs belirleme kriterlerinde
ailenin aylık geliri de hesaba katıldığı belirtilmiştir.
Geriye kalan katılımcıların % 70 ise yatılı olarak pansiyonlardan yararlandıkları,
günde 3 öğün sıcak yemek, kıyafet, okul gereçleri ve ufak tefek ihtiyaçlar için günlük
harçlık şeklinde desteklendikleri ortaya çıkmıştır.
Katılımcıların çoğunun 3 yıl ve üzerinde, az bir kısmının ise 1 yıl ve altında İslami
kuruluşlardan maddi destek aldıkları öğrenilmiştir.
Yurt ve pansiyonlarda kalan katılımcılar her gün, ailesinin yanında kalan öğrenciler
ise her ay burs ve ara sıra kıyafet, gıda yardımlarını aksatmadan periyodik olarak
aldıklarını öne sürmüşlerdir.
Bu kuruma nasıl ulaştınız sorusuna araştırmaya katılanların % 50’si yoksul aile
sıfatıyla devlet dairelerine kayıtlı olduklarını, devlet memurlarının bu kurumlarla
irtibata geçirdiklerini belirtmişlerdir. Geriye kalan katılımcıların % 50’si ise İslami
kuruluşlardan tanıdık, akraba, komşu vasıtasıyla haberdar olduklarını ve şahsen
başvurarak desteklenmeye başladıklarını söylemişlerdir.
Araştırmaya katılanların % 100’ü aldıkları destekten dolayı son derece memnun
olduklarını belirtmişlerdir. Özellikle pansiyon ve yurtlarda ikamet etmeye devam
eden öğrenciler İslami kuruluşlarda çalışan öğretmen, terbiyeci hatta temizlik
görevlilerinde dahi samimiyet hissettiklerini vurgulamışlardır. Yurtta kalan
katılımcıların çoğu evlerinde bulamadıkları sıcak ve huzurlu ortamı bu pansiyon ve
yurtlarda bulduklarını açıkça dile getirmişlerdir.
88
“Verilen yardım türünü değiştirmek ister miydiniz?” sorusuna katılımcıların büyük
çoğunluğu ‘kesinlikle hayır’ cevabını vermişlerdir. Ancak burs miktarında artış
olursa hem kendileri hem aileleri açısından çok daha iyi olacağını öne sürmüşlerdir.
Katılımcıların yarısından çoğunun burslarının çok az bir parçasını kendileri için
ayırdıklarını, bu ayrılan paranın da yine yol ile yemek için harcadıklarını ve bursun
geriye kalan kısmını ise ailelerine teslim ettiklerini belirtmişlerdir.
Katılımcıların yarısından çoğunun aldıkları burs ile 15 – 20 günlük ailenin ekmek,
şeker, un gibi temel ihtiyaçlarının karşılandığı ifade edilmiştir.
“Bu yardımı almadan önceki durumunuz neydi?” sorusuna katılımcıların yine
yarısından çoğu ekmek, şeker gibi temel ihtiyaç olan gıdaları dahi akraba ve
komşulardan bazen günlük bazen haftalık olarak tedarik ettiklerini dile
getirmişlerdir. Dolayısıyla, İslami kuruluşları tarafından sağlanan aylık burs çoğu
katılımcının aileleri için büyük öneme sahip olduğu açıktır.
Pansiyonlarda barınan katılımcıların çoğuna göre aldıkları hizmet türü iptal olursa ya
da sekteye uğrarsa hayatlarında birçok şeyin değişime uğrayacağını belirtmişlerdir.
Örneğin, okula devam edememe, kıyafet ve okul gereçlerini alamama, üç öğün sıcak
yemek yiyememe, hastalandıklarında sağlık hizmetlerinden yararlanamama, çeşitli
gezilere gidememe gibi imkansızlıklarla kesin olarak karşı karşıya kalacaklarını ifade
etmişlerdir. Ayrıca, bilindiği üzere özellikle bu yaşlardaki çocuklar gelişme çağında
oldukları için düzenli ve dengeli beslenmeye ihtiyaçları vardır. Dolayısıyla, maddi
imkansızlıklar bu yaşlardaki çocuklar üzerinde hem psikolojik hem fiziksel anlamda
ciddi sıkıntılara yol açabileceği açıktır.
Yapılan bir başka araştırmanın sonucuna göre Kırgızistan’ın toplam nüfusunun
89
% 30’unu 14 yaş ve altındaki çocuklar oluşturmaktadır. Bunların içinden % 61’i
yoksul ailelerde yaşadıkları ortaya çıkmıştır. Ülkede 11 yaş ve altındaki çocukların
yeterli düzeyde beslenemediği ve zayıf düştüğü öne sürülmüştür. Ayrıca, ülkedeki
tüm 4 ile 6 yaş arasındaki çocukların % 33’nün yetersiz beslendiği bilinmektedir
(Natsionalnıy otçet po çeloveçeskomu razvitiyu Kırgızstana. Bişkek, 2000: 69-70).
Böylece, bugün en aktüel konulardan biri ülke nüfusunun yeterli seviyede
beslenmelerini sağlamaktır. Çocuk ve yetişkinlerin sistematik olarak düzensiz ve
dengeli beslenememeleri milletin genofonunun değişme ve neticede bozulma riskiyle
karşı karşıya olduğu açıktır.
“Almakta olduğunuz yardım türü hariç başka ne çeşit yardım almak isterdiniz?”
sorusuna araştırmaya katılanların çoğu bu konu üzerinde pek düşünmediklerini,
aslında aldıkları hizmetten dolayı gayet mutlu olduklarını ifade etmişlerdir. Ve yine
katılımcıların çoğunun kardeşlerinin de bu tür hizmetlerden yararlanmalarını
istediklerini, burs miktarlarında artış olursa ailelerinin de daha rahat edebileceklerini
belirtmişlerdir.
“Size hizmet sunan kuruma ne gibi önerileriniz olurdu?” sorusu yöneltildiği zaman
katılımcıların % 100’ü İslami kuruluşların aslında çok önemli ve yararlı iş
yaptıklarını belirtmişlerdir. Aylık burs ile yurt ve pansiyon hizmetlerinin çoğu zaman
hayati önem taşıdığı vurgulanmıştır.
Öneri mahiyetinde ise katılımcılar bir ağızdan şu anda yaptıkları işe kesinlikle
yılmadan devam etmeleri gerektiğini belirtmişlerdir. Ülkede yoksul insanların
çokluğu çıplak gözle dahi kolaylıkla kestirilebildiği, bu nedenle İslami kuruluşlar
gibi hem maddi hem manevi açıdan yardımda bulunan, aynı zamanda içten ve
samimi olarak çalışan kurumların artmasından sadece mutluluk duyacaklarını öne
90
sürmüşlerdir. Söz konusu kuruluşlar yürüttükleri faaliyetleriyle, özellikle özveri ve
çalışma disiplinleriyle insanlarda bir umut kaynağı olduğu anlaşılmıştır. Dolayısıyla,
bu kuruluşların faaliyetlerine devam etmeleri büyük öneme sahip olduğu açıktır.
3.2. Yüksek Öğrenim Gören Öğrencilere Yönelik İslami Eğitim Kurumunun
Faaliyetleri ve Toplumsal Sonuçları
Bir vakıf yüksek öğretim kurumunda eğitim gören 50 öğrenciye yarı yapılandırılmış
mülakat formu uygulanmıştır. Görüşme öncesinde katılımcı öğrencilerle kurum ile
görüşmecilerin isimleri gizli kalacağına dair anlaşma yapıldığı için isimler
verilememiştir.
Bu kurumda 2010 itibariyle 2000 civarında öğrenci eğitime devam etmektedir.
Kurum özel üniversite statüsünde olup paralı eğitim vermektedir.
Kurumda eğitim gören öğrencilerin %75’i kız ve % 25’i erkek olduğu için orantılı
örneklemeye uygun olması açısından 38’i kız, 12’si erkek olmak üzere toplam 50
öğrenciyle görüşme gerçekleştirilmiştir.
3.2.1. Araştırmaya Katılanların Kişisel Özellikleri
Görüşmeye katılanların yaş gruplarına göre dağılımı aşağıdaki tabloda verilmiştir.
Tablo 1. Yaş gruplarının dağılımı (N 50)
Yaş Sayı % 18-19 14 28,0 20 5 10,0 21 12 24,0 22 9 18,0 23 5 10,0 24 3 6,0 25 1 2,0 29 1 2,0 Toplam 50 100,0
91
Tablo 1’de görüldüğü gibi görüşmeyi en çok 18 ile 19 yaş arasındaki öğrenciler
kabul ederek katılanların % 28 gibi büyük çoğunluğunu oluşturmuştur. Bu yaş
grubunu % 24’lük katılım ile takip eden 21 ve % 9 ile 22 yaş grupları olmuştur. En
az örneklemi temsil eden ise 25 ile 29 arasındaki yaş grubu olduğu görülmektedir.
Tablo 2. Katılımcıların asıl memleketlerinin dağılımı (N 50)
Şehir/bölge/ülke Sayı % Jalal-abad 4 8,0
Talas 3 6,0 Bişkek 13 26,0 Çuy bolgesi 5 10,0 İsık-Köl 6 12,0 Oş 15 30,0 Narın 1 2,0 Türkmenistan 3 6,0 Toplam 50 100,0
Tablo 2’de görüldüğü gibi, araştırmaya katılanların içinde en yüksek orana sahip
olan bölgeler arasında %30 ile Oş bölgesi, %26 ile Bişkek şehri, %12 ile Isık-Köl
bölgesi gelmektedir. Katılımcıların %2 gibi en az orana ise Narın bölgesinin sahip
olduğu görülmektedir. Oş bölgesinde ikamet edenlerin yoğun olarak örneklemi
temsil etmesi o bölgenin ülke içinde en dine bağlı bölge ve ilk İslami kuruluşların Oş
bölgesinde faaliyete geçmiş olmalarına bağlanabilir.
Tablo 3. Hane nüfusu dağılımı (N 50)
Kaç kişilik aile Sayı % 2 2 4,0 3 6 12,0 4 3 6,0 5 10 20,0 6 17 34,0 7 7 14,0 8 4 8,0 9 1 2,0 Toplam 50 100,0
92
Tablo üçte ise katılımcıların kaç kişilik ailelere mensup oldukları ortaya konmuştur.
6 kişilik aileye mensup olan katılımcılar büyük çoğunluğu (%34) oluşturmuşlardır.
Kırgızistan’da özellikle Kırgız, Özbek, Dungan, Ahıska Türkü gibi milletten ve
günümüzde 50 ile 70 yaş arasında olan insanların büyük çoğunluğunun 4 yada 5
çocuğa sahip oldukları bilinmektedir. Bunlardan sonraki neslin sahip olduğu çocuk
sayısı ise 1 ile 3 çocuk arasında değiştiği bilinmektedir. Dolayısıyla, katılımcı
öğrencileri velilerinin yarısından çoğunun velilerinin 50 yaş ve üstünde olduğu
görülmektedir. Sırasıyla 6 kişilik aileleri 5 kişilik (%20), 7 kişilik (%14) ve 3 kişilik
(%12) ailelerin takip ettikleri anlaşılmaktadır.
Tablo 4. Katılımcıların Bişkek’teki İkamet Yerleri (N 50)
Kiminle ve nerede kalmakta Sayı % Kurum Yurdu 12 24,0 Veli 15 30,0 Arkadaş 3 6,0 Kurumun organize ettiği evler 10 20,0 Akraba (amca, abla, ağabey, teyze) 10 20,0
Toplam 50 100,0
Tablo 4’te görüşmeye katılan öğrencilerin üniversite eğitimi sırasında kiminle ikamet
ettiği üzerine veriler gösterilmiştir. Katılımcıların büyük çoğunluğu (%30) velileriyle
birlikte ikamet ettikleri görülmektedir. Daha sonra sırasıyla kurumun yurdunda
(%24) ve kurumun organize ettiği özel evler (%20) ile akrabaların yanında kalanlar
(%20) eşit sayıda takip ettiği ortaya çıkmıştır. Katılanların çok azı (%3)
arkadaşlarıyla birlikte kiralık evde kaldıkları öğrenilmiştir. Toplum arasında İslami
Kuruluşlardan köylerde ikamet eden ailelerin çocuklarının daha fazla istifade
ettiklerine dair genel bir kanı vardır. Elde edilen araştırma sonuçları bu kanı ile de
93
örtüşmemektedir. Buradan hareketle artık dine sadece köylülerin değil şehirlilerin de
önemsemeye başladığı görüşü ileri sunulabilir.
Kurumun organize ettiği özel evler ile ilgili ise şu bilgiler alınmıştır. Bu tür evlerde
kalan öğrencilerin (%20) anlattıklarına göre, kurum çalışanları tarafından
öğrencilerin istekleri doğrultusunda genel olarak möbleli evler kiralanmakta, eksikler
tamamlanmakta ve aynı kurumdan öğrenciler yerleştirilmektedir. Öğrencilerin maddi
durumlarına göre kimi tam ücret ödemekte, kimi indirimli kimi ise bedelsiz
kalmaktadır. Çoğu öğrencinin velileri kaldıkları evleri özellikle zaman zaman
ziyarete geldikleri belirtilmiştir. Hem veli hem kurum tarafından imkana göre gıda,
giyecek ve kira gibi ihtiyaçlar giderilmektedir. Bu evler periyodik olarak kurum
çalışanı tarafından ziyaret edilmekte, bayram ve özel günlerde moral verme adına
çeşitli hediyeler verilmektedir. Öğrenci evden her hangi bir nedenle ayrılmak
istediğinde sorunsuzca ayrılabildiği belirtilmiştir.
Tablo 5. Öğrencilerin aylık giderlerinin parasal miktarı (N 50)
Öğrencilerin aylık giderlerinin parasal miktarı (giysi hariç) Sayı %
10 dolar 2 4,0 20 dolar 1 2,0 30 dolar 1 2,0 35-40 dolar arası 9 18,0 150 dolar 10 20,0 50 dolar 3 6,0 60-80 dolar arası 11 22,0 200-250 dolar arası 8 16,0 100 dolar 5 10,0 Toplam 50 100,0
Tablo 5’te öğrencilerin aylık giderlerinin parasal miktarları gösterilmiştir.
Katılımcıların içinden büyük çoğunluğunun aylık (giysi hariç) (%22) 60 ile 80
Amerikan doları, katılımcıların % 20’sinin ise150 Amerikan doları, araştırmaya
94
katılan öğrencilerin % 18’nin ise 35-40 Amerikan doları, katılımcıların % 16 ise 200-
250 Amerikan doları harcadıkları belirtilmiştir. Katılımcıların çok azı (%2) 20 ile 30
dolar arasında harcama yaptıkları ortaya çıkmıştır. Kırgızistan’lıların hayat
standartlarında düşüşün, ekonomik belirsizliğin, büyüyen eşitsizlik ve fakirliğin
travmatik acısı ve fakirlik oranı en yüksek ülke listesinde yer alıp 2000’li yıllarda
190 dolarlık milli hasıla ile Asya ülkeleri içinde Tacikistan’dan sonraki en fakir ülke
(Dünya Bankası, 2000/2001) durumunu koruması hesaba katıldığında katılımcı
öğrencilerin ekonomik durumları karşılaştırmalı olarak iyi durumda olduğu
anlaşılmaktadır. Buradan, söz konusu İslami Eğitim Kurumlarında yoksul kesimden
çok Kırgızistan şartlarında ekonomik durumu iyi sayılabilecek ailelerin çocuklarının
eğitim aldıkları anlaşılmaktadır. Bu durum ise ülkede İslami Kuruluşlarda daha çok
yoksul kesimin çocuklarının eğitim aldıkları yaygın olarak kabul gören algı ile
örtüşmemektedir.
3.2.2. Kurumun Faaliyetleri ve Toplumsal Sonuçları
Tablo 6. Katılımcıların kurumdan her hangi bir maddi destek türü alıp almadığının dağılımı (N 50)
Tablo 6’da katılımcıların %72’sinın kurum tarafından maddi anlamda
desteklenmediği ve katılımcıların % 28’nin ise burs, bedelsiz barınma, % 100 yada
% 50 indirimli eğitim şeklinde desteklendikleri ortaya çıkmıştır. Destek alıp almama
Maddi destek Sayı % Evet 14 28,0 Hayır 36 72,0 Toplam 50 100,0
95
konusunda alınan sonuçlara göre sadece % 28 gibi bir küçük kısmının çeşitli maddi
yardımlardan yararlandığını görmekteyiz.
Tablo 7. Öğrencilerin yararlandıkları destek türleri (N 50)
Destek Türleri Sayı % Geçerli % Burs 9 18,0 66,7 İndirimli eğitim 1 2,0 6,7 Bedelsiz eğitim 3 6,0 20,0 Yurt + indirimli eğitim 1 2,0 6,7 Toplam 14 28,0 100,0 Yararlanmamakta 36 72,0 Toplam 50 100,0
Yukarıdaki tabloda katılımcıların ne tür maddi destek aldıkları ve onların oranları
verilmiştir. Buna göre katılımcıların sadece % 28’inin maddi destekten
yararlandıkları söylenmiştir. En fazla yararlanılan maddi destek (%18) burs olduğu
öğrenilmiştir. Maddi destekten yararlanan katılımcıların %6’sının ise bedelsiz
eğitimden istifade ettikleri belirtilmiştir. Daha sonra eşit oranlarda (%2) ‘indirimli
eğitim’ ile ‘yurt + indirimli eğitim’ olmak üzere destek türlerinden faydalanıldığı
ortaya çıkmıştır.
96
Tablo 8. Öğrencilerin aldıkları çeşitli maddi desteklerin parasal karşılığı (N 50)
Yararlanılan maddi desteklerin parasal
karşılıkları Sayı % 30 dolar (aylık) 6 12,0 12 dolar (aylık) 1 2,0 50 dolar (aylık) 1 2,0 100 dolar (aylık ) 1 2,0 115 dolar (aylık) 1 2,0 400 dolar (yıllık) 2 4,0 800 dolar (yıllık) 2 4,0 Toplam 14 28,0
Tablo 8’de araştırmaya katılan ve aynı zamanda maddi olarak desteklenen %28
civarında öğrencinin olduğu, bu yüzdenin içinden ise en fazla %12 ile her ay 30
Amerikan doları, daha sonra % 4 ile 400 ve yine % 4 ile 800 Amerikan doları
miktarında yılda bir kez yararlanıldığı ortaya çıkmıştır. Diğer 12, 50,100 ve 115
Amerikan doları büyüklüğündeki parasal destekler ayda bir kez % 2 olmak üzere eşit
oranlarda seyrettiği görülmektedir.
Tablo 9. Kurumun sağladığı maddi desteklerin harcanması (N 50)
Tablo 9’da “Kurum tarafından aldığınız paraları ne gibi ihtiyaçlarınıza
harcıyorsunuz?” sorusuna verilen cevaplar gözler önüne serilmiştir. Görüldüğü gibi
katılımcıların sadece % 28’nin maddi olarak desteklendiği ve bunların içinden de
Alınan destek nasıl harcanmakta Sayı %
Yol parası 5 10,0 Barınma ve beslenme 3 6,0 Ufak tefek şeyler 1 2,0 Eğitim bedeli 3 6,0 İletişim 2 4,0 Toplam 14 28,0 Yararlanmamakta 36 72,0 Toplam 50 100,0
97
büyük çoğunluğun (%10) aldıkları bursu yol parası olarak kullandıkları belirtilmiştir.
Daha sonra barınma ve beslenme (%6) ile eğitim bedeli (%6) için kullanıldığı
görülmektedir. %4 ile %2’lik kısım ise ufak tefek şeyler ile telefon konturu, internet
harcamaları gibi ihtiyaçların giderilmesi için harcadıkları anlaşılmaktadır.
Alınan cevaplara bakıldığı zaman verilen parasal yardımların önem arz ettiği
aşikardır. Çünkü, alınan paralar kesinlikle eğlence yada daha başka gereksiz ve uç
sayılabilecek ihtiyaçlar için kullanılmadığı ortadadır. Yol parası, eğitim bedeli, öğlen
yemeği, telefon konturu gibi en temel ihtiyaçların alınan yardımlarla giderildiği
aslında manidardır. Hatta katılımcılardan birisi açıkça şu sözleri ifade etmiştir:
“ Bana eğer kurum bu bursu sağlamasaydı, ben çoğu zaman evimden
okula ve geri okuldan evime yürüyerek gidip gelmek zorunda
kalacaktım. Bu arada evimle okul arasında arabayla yarım saatlik
mesafe vardır. Yürüyerek okula yetişmek için kaç saat öncesinden
çıkmam gerekecekti, onu siz hesap edin. Evet, ben velilerimle birlikte
kalıyorum, ancak onların ekonomik durumları son derece kötüdür.
Babamın alkol sorunu olduğu için çoğu zaman orada burada gezer.
Dilenir, bulduğunu direkt olarak içkiye verir. Günlerce babamızı evde
göremediğimiz günler çok olur. Eve tek ekmek getiren annemdir. O, bir
özel atölyede terzilik yapıyor. İşi çok zordur. Sabah 05:30’da evden
çıkıyor ve akşam 22:00 civarlarında dönüyor. Öyle olmasına rağmen
böyle bir işinin olmasına bile seviniyor. Yoksa durumumuz ne olurdu
düşünemiyorum bile. İş olduğu zaman yemeğimize ve ev kirasına
yetecek kadar kazanabiliyor. Fakat yılın belli sezonlarında işleri durgun
oluyor. O zaman da borca giriyoruz. Dolayısıyla, annem bana günlük
98
yol parasını dahi her zaman veremeyebiliyor. (21 yaş, 3 sınıf, kız
öğrenci).
Tablo 10. Destek durdurulursa sizin hayatınızda ne değişir? (N 50)
Sayı % Geçerli % Eğitimime devam edemem 2 4,0 13,3
Hiç bir şey değişmez 8 16,0 60,0 Eğitimime devam edememe
gibi sorunuyla karşı karşıya kalırım
2 4,0 13,3
Diğer 2 4,0 13,3 Toplam 14 28,0 100,0
Tablo 10’da “Kurum, sağladığı desteği durdurursa sizin hayatınızda ne değişir?”
sorusuna alınan cevapların dağılımı verilmiştir. Destek alan katılımcıların büyük bir
çoğunluğu (%60) eğer destek durdurulursa hayatımızda hiçbir şey değişmez cevabını
vermişlerdir. Daha sonra eşit sayıda, diğer “eğitimime devam edemem”, “eğitimime
devam edememe gibi sorunuyla karşı karşıya kalırım” ve “diğer” seçenekleri
belirtilmiştir. Araştırmaya katılan öğrencilerin çoğunun her ay 30 Amerikan doları
alan burslu öğrenciler olduğu dikkate alındığında alınan sonuç pek de şaşırtıcı
değildir. Tablo 9’da verildiği gibi katılımcıların çok azının (%6) eğitim bedelinin
kurum tarafından ödendiği görülmektedir.
99
Tablo 11. Öğrencilerin serbest zamanlarında çalışıp çalışmama durumları (N 50)
Gelir elde etmek için çalışıyor musunuz? Sayı %
Geçerli %
Evet 9 18,0 18,0 Hayır 40 80,0 80,0 Yaz tatillerinde
çalışıyorum 1 2,0 2,0
Toplam 50 100,0 100,0
“Gelir elde etmek için her hangi bir yerde çalışıyor musunuz?” sorusuna
katılımcıların büyük çoğunluğu (% 80) hayır cevabını verirken, % 18’inin evet
çalışıyorum diye cevaplandırdıklarını görmekteyiz. 50 katılımcının içinden sadece
bir tanesi yaz tatillerinde Rusya’da çalıştığını belirtmiştir. Aslında öğrencilerin
çoğunun ek iş yapma arzusu içerisinde oldukları fakat eğitimleri yabancı dillerde
olduğu için fazla serbest zamanlarının olmadığını belirtmişlerdir. Çalışan katılımcılar
da genelde okudukları kurumda görev yaptıklarını açıklamışlardır. Diğer katılımcılar
ise aile iş yerlerinde mesai saatlerine uymadan çalıştıklarını öne sürmüşlerdir.
Kırgızistan genelinde son 5 yıldır üniversite öğrencilerinin çoğunun eğitime devam
etmeden sadece sınavlara girdikleri, sınavları da rüşvet vasıtasıyla geçtikleri gibi bir
acı gerçek vardır. İslami Eğitim Kurumlarında bu durumun genel Kırgızistan
gerçeğine uymadığı elde edilen sonuşlar ile ortaya çıkmaktadır.
100
Tablo 12. Öğrencilerin bu kurumu seçmelerindeki en önemli etken (N 50)
Sayı % Geçerli % Kardeşim aynı kurum
mezunu 6 12,0 12,0
Bu kurumlardan mezun olanların etkisi
9 18,0 18,0
Tanıdıkların şiddetli önerileri sonucu
10 20,0 20,0
Kurumun okullarda yaptığı test sonucu
19 38,0 38,0
Velilerimin ısrarı sonucu 2 4,0 4,0 Kurumun çalışanları 2 4,0 4,0 Reklam aracılığıyla 1 2,0 2,0 Bireysel araştırma
sonucu eğitimin yabancı dillerde olması ve rüşvetin olmaması
1 2,0 2,0
Toplam 50 100,0 100,0
Tablo 12’de “Özellikle bu kurumda eğitim almanıza vesile olan en önemli etken ne
olmuştur?” sorusuna verilen cevapların yüzdesel dağılımı verilmiştir. Büyük
çoğunluk (% 38) kurumun üniversiteye giriş için milli genel test haricinde ayrıca
kuruma özgü test yapıldığını belirtmişlerdir. Bu test sonucunda yüksek puan
alanların kurum hakkında araştırma yaptıkları ve neticede eğitimin bir kaç yabancı
dilde olması, laboratuvarların modern teknolojiyle donatılmış olması, akademik
kadronun rüşvet illetine kapılmamış olması gibi hususların öne çıkması cazip
geldiğini vurgulamışlardır. Bir diğer azımsanmayacak kısım ise (% 20) tanıdık,
komşu, akraba gibi ikincil ilişkide olan insanların şiddetli önerisi sonucu bu kurumda
okumaya karar verdiklerini belirtmişlerdir. Okumakta olan veya mezun olan
öğrencilerin bu kurumlarda okumaya başlayınca terbiye açısından ciddi manada
değiştiklerini ve en önemlisi hayatlarını planlı, düzenli ve maksatlı olarak yaşamaya
101
gayret gösterdiklerini belirterek bu durumdan özellikle memnuniyet duydukları için
tavsiye edildiğini vurgulamışlardır. Bununla birlikte, tavsiye edenlerin bu
kurumlarda okuyan yada mezun olan çocuklarının çoğunun içki, sigara, gece hayatı,
başı boş gezme gibi kötü alışkanlıklarının olmadığını belirtmişlerdir. Bir diğer
katılımcı grup (% 18) ise bu kurumlardan mezun olanların büyük etkisinin olduğunu
belirttikleri görülmektedir. Mezunlar, eğitimin yabancı dillerde verilmesi, samimi
ortam, teknolojik donanım, kaliteli eğitim, rüşvetin olmayışı, vatanı, kültürünü
tanıtma ve sevdirme gibi hususları belirterek, bizim de bu avantajlardan
yararlanmamızı tavsiye ettiklerini ileri sürdükleri görülmektedir. Bu % 18’lik kısım
ayrıca bu kurumları bitiren mezunların başka kurumlardan mezun olanlar ile
aralarında çok büyük farkın olduğunu ve katılımcıların da o mezunlara benzemek
istediklerini söylemişlerdir. Örneğin, katılımcı öğrencilerden birinin sözleri şöyledir:
“İlkokuldan beri tanıdığım, bizim komşu bir ağabeyim vardı. O lise ve
yüksek öğrenimini bu kurumlarda okumuştu. Lise yıllarında
yakınımızdaki devlet okulundan bu kurumların lisesine geçiş yaptığını
duyduk. Komşularımızın çoğu ilk duyduklarında bir lise öğrencisi için
o kadar para ödemenin ne anlamı var diyerek o ağabeyin anne –
babasını eleştirdiklerini duymuştum. Hem lise hem yüksek öğrenim
kurumunun Kırgızistan şartlarında yüksek sayılabilecek bir meblağ
olduğu sürekli ve herkes tarafından dillendirilen bir mevzu idi o
zamanlar. Birkaç yıl sonra o komşu ağabeyimin gözler önünde
değiştiğini ben bile hissetmiştim. Eskiden küfürlü konuşan, bizi
görünce haraç isteyen, evine pek uğramayan birisiyken, liseye
başlamasından az bir vakit sonra güler yüzlü, hal hatır soran, ter temiz
102
giyinen birisi olarak hafta sonları evine gelmeye başladı. Lisede o yatılı
olarak okumuştu. Bazen evine liseden arkadaşlarıyla birlikte geliyordu.
Onlar da tıpkı onun gibiydiler. Bu durumu komşularımız da çok
geçmeden fark ederek aralarında sohbet konusu yapmaya başladılar.
Daha sonra aynı kurumda üniversite hayatına başladığını duyduk. Diğer
komşu ağabeylerin lise ve üniversite öğrencilik sıralarında serbest
zamanlarının çoğunu diskolarda, eğlence merkezlerinde geçirdiklerini
duyuyordum. Hatta okula bile çoğu zaman gitmeden başka işlerle
meşgul olduklarını, kız arkadaşlarıyla gezdiklerini, sigara ve içki
içtiklerini hem duyuyor hem görüyordum. Mezun olduktan sonra bu
komşu çocuklarını karşılaştırdığım zaman hemen herkes bu kurumdan
mezun olan ağabeyime karşı çok saygılı, çoğu zaman çocuklarıyla ilgili
konularda ona gidip tavsiyede bulunmasını istediklerini ve ona ayrı bir
muhabbet duymaya başladıklarını gördüm. Bu durum benim çok
hoşuma gitmişti. Babamın yanına gidip ben de o ağabeyim gibi bu
kurumda eğitim almak istediğimi söyledim. Hem annem hem babam
sınavı geçersen parasını ödemeye razıyız diye söz verdiler. Ve ben bu
kurumun sınavları için çalıştım. Nihayetinde kazandım da. Böylece bu
kurumda eğitim görmeye devam ediyorum. Şu anda çok memnunum.
Ve en önemlisi annem ve babam benim adıma çok mutlular.” (21 yaş, 3
sınıf erkek öğrencisi).
% 12’lik katılımcı kısmının ise ‘kardeşim bu kurumlardan mezundur’ cevabını
verdiği görülmektedir. Bu % 12’lik kısma giren katılımcıların çoğuna göre kardeşleri
bu kurumlarda eğitimlerine başlamasıyla karakterlerinde gözle görülür değişiklikler
103
meydana gelmiştir. Özellikle anne-babaya karşı çok saygılı, kardeşlerine karşı ise
anlayışlı davranmaya başladıklarını, derslerini aksatmadan çalıştıklarını, birkaç
yabancı dilde serbest derecede konuşabildiğini, ayrıca anne-babaya ve ailenin
bireylerine içkinin, sigaranın ne kadar kötü şeyler olduğunu anlatmaya başladıklarını
belirtmişlerdir. Neticede bu tutum ve davranışlarından velilerin son derece
memnuniyet duyduklarını ve bu kurumlardan mezun kardeşlerine daha itibar
gösterdiklerini, gerektiği zaman fikirlerine başvurulan insan haline geldiklerini
gördükçe katılımcıların % 12’sinin kurumdan mezun ağabeyi yada ablasına benzeme
isteğinin doğduğunu ve bu istek doğrultusunda söz konusu kurumlarda eğitim
almaya karar verdiklerini belirtmişlerdir. Katılımcıların % 2 gibi küçük bir kısmının
ise kurumun reklam araçları sayesinde kurumda okumaya karar verdikleri
belirtilmiştir. Bir diğer % 2’lik kısım ise anne – babanın ısrarı üzerine bu kurumda
bulunduklarını belirtmiştir. Bu kısmın özellikle belirttikleri ve üzerinde durdukları
bir husus var ki o da eğitimin birkaç yabancı dilde gerçekleştirilmesi şeklindedir.
Günümüzde çalışma hayatında çok büyük rekabet söz konusuyken, yabancı dil
bilmek artık bir ayrıcalık olmaktan çıkıp zorunluluk haline geldiği aşikardır. Kurum
yöneticileri ile yapılan görüşmelerde de görüldüğü gibi onların temel amaçlarından
biri yeni nesli vahşi kapitalizm şartlarında var olan rekabete çok yönlü olarak
hazırlamak olduğu belirtilmiştir.
104
Tablo 13.Kurumun ahlak bazında yürüttükleri faaliyetler (N 50)
Araştırmanın yapıldığı kurumda din ve ahlak bazında faaliyetler gizli olarak
yapıldığı öğrenilmiştir. Çünkü, resmen bu tür faaliyetlerin yürütülmesine dair
izinlerinin olmadığı bilinmektedir. Bu nedenle öğrencilerle mülakat yaparken
araştırmanın tamamen anonim olduğunu, hiçbir şekilde katılımcı ismi, kurum ismi
gibi bilgilerin verilmeyeceğini ayrıca verilerin genelleştirileceğine inandırdıktan
sonra bilgi alınmaya çalışılmıştır.
“Kurumun ahlak bazında yürüttükleri ne gibi faaliyetlerinden haberiniz vardır?”
sorusuna katılımcı öğrencilerin büyük çoğunluğunun (% 58) ‘Din konulu toplantılar,
çeşitli geziler, dini içerikli kitap okuma kampları, öğrencilerle bireysel ilgilenme
faaliyetlerinden haberim vardır’ şeklinde cevap verdiği görülmektedir. Aşağıda yer
alan tablo14’te de açıkça gösterildiği gibi aynı şekilde katılımcıların % 58 gibi büyük
bir çoğunluğun “Din konulu toplantılar, çeşitli geziler, dini içerikli kitap okuma
kampları, öğrencilerle bireysel ilgilenme” gibi faaliyetlerine katıldıklarına dair
veriler bulunmaktadır. Söz konusu faaliyetlere katılım ile haberdar olma
oranlarındaki örtüşme aslında kurum faaliyetlerinin ne derece etkili olduğunu açıkça
ifade etmektedir. Bu konuda katılımcıların yürütmeye çalıştıkları faaliyetlerle
katılımcıların genel kanaati son derece olumlu yönde olduğunu rahatlıkla söylemek
Sayı % Sınıf toplantıları, dini toplantılar, öğrencilerin
şahsi sorunlarla ilgilenme toplantıları 4 8,0
Din konulu toplantılar,gezi,kitap okuma kampları,bireysel ilgilenme faaliyetleri
29 58,0
Sınıf toplantıları 13 26,0 Kamp, gezi, günlük dini konularda toplantılar 4 8,0
Toplam 50 100,0
105
mümkündür. Ayrıca, ‘öğrencilerle bireysel ilgilenme’ faaliyetinin içeriğinin
anlatılması istenmiştir. Anlatılanlara göre bu faaliyet çerçevesinde öğrenci ile bire bir
ilgilenildiği söylenmiştir. Kurum personeli yada aktif olarak bu faaliyet çerçevesinde
yer alan öğrencinin kendisine birkaç hedef öğrenci seçtiği ve onlarla sık sık
görüşmeye çalıştığı belirtilmiştir. Onların derslerinde sorun varsa bu konuda
yardımcı oldukları, kendileri halledecek durumda değillerse bu konuda ehil olan
diğer arkadaşlarından yardım istedikleri vurgulanmıştır. Kısacası, bu faaliyet
öğrencilerin başı boş gezmesini engellemek, yanlış işlere karışmasını önlemek,
dersleriyle ilgilenmesini sağlamak, bu kurum içerisinde onların yalnız olmadıklarını
hissettirmek için gösterilen çabalar bütünü şeklinde özetlemek mümkündür.
Katılımcıların % 26’sı ise sadece ‘sınıf toplantıları’ olarak adlandırılan faaliyetten
haberdar olduklarını belirtmiştir. Tablo 14’te katılımcıların % 26’sının sadece sınıf
toplantılarına katıldıkları görülmektedir. Burada da faaliyetten haberdar olma ve
katılma oranlarında mutlak bir örtüşme söz konusudur. Fakat burada belirtilmesi
gereken bir husus vardır. Söz konusu ‘sınıf toplantıları’ genelde sınıf bireyleri
tarafından, mecburi kurum faaliyeti şeklinde algılandığı için % 100’lük katılımdan
söz edilmiştir. Katılımcı öğrencilerden ‘sınıf toplantısı’ faaliyetinin ne çeşit bir
faaliyet olduğu sorulmuştur. Bu konuyu etraflıca anlatan öğrencinin sözleri aşağıdaki
gibidir:
“Sınıf toplantıları her sınıfın sorumlu hocası tarafından yürütülen bir
çalışmadır. Bu çalışma haftada 1 kez olmaktadır. Sınıftan sorumlu hoca
genelde sınıf bireylerini ve onların ailelerini az çok tanır. Hoca herkesin
her hangi bir konuda sorununun olup olmadığını sorar. Yapılabilecek
bir şey varsa kesinlikle yardım etmeye çalışır. Ayrıca, sorun şahsi bir
106
sorun olsa bile. Örneğin, öğrenci hastalandı mı, onu hemen doktora
göstermeye, ilaç için para sıkıntısı varsa imkan ölçüsünde yardım
etmeye, derslerinde bir sorun varsa onları halletmeye, ailevi sorunları
varsa ailesinin yanına gidip çocuğun durumunu anlatıp beraberce
çözüm yolları aramaya vb. konularda yardımcı olmaya çalışır. Genelde
sınıflardan sorumlu hocalar çok samimi ve içten hocalar olur. İlk
başlarda öğrenciler bizim sorunumuzdan hocaya ne, gitsin işine baksın
diyenler çok olur. Fakat daha sonra hocanın samimiyetini görünce ona
karşı büyük saygı ve sevgi duymaya başlarlar. Elbette ki herkes seviyor
ve sayıyor demek yanlış olur. İçlerinde birkaç sevmeyen çıkar
muhakkak. Ama geneli sayar da sever de. Şahsi ilgilenmeler haricinde
genelde iyi bir insanın nasıl olması gerektiğine dair bilgiler verilmeye
çalışılır. Örneğin, insanlar arası doğru ilişki nasıl kurulur, nelere dikkat
edilir yada yalan söylememek, başka birisini kırmamak, hırsızlık
yapmamak, içki, sigara gibi şeylerden uzak durmak gerektiğini ve buna
benzer şeyler anlatılır. Hatta bir sınıf toplantısında hatırlıyorum bize
alkolün zararlarını anlatan bir belgesel göstermişti. O belgesel bana o
kadar tesir etmiş ki o günden itibaren ağzıma hiç alkol almadım. Bizde
yıl başında biliyorsunuz 31 Aralık saat 24:00 oldu mu herkes ailesiyle
birlikte masa başında bulunur. Masa bu bayram şerefine donatılır ve
büyük küçük herkes iyi dilekler eşliğinde şampanya içer. Ben, ailem
için o kadar önemli olan yıl başında bile artık şampanya kadehini
kaldırmıyorum. İlk yıl herkes alay etti, küçümsedi ama sonraki yıllar
kabullendiler ve karışmıyorlar. Daha sonra bu belgeseli gittim babama
107
da anlattım. Babamın da çok hoşuna gitti ve senin okulun seninle
bizden daha çok ilgileniyor demişti. Ayrıca, babam evet ben de alkolün
zararlarını anlatabilirdim, ancak bu kadar tesirli olacağını hiç tahmin
etmiyorum demişti. Şu anda aklıma gelenler bu kadar, kısaca sınıf
toplantılarımız çok canlı ve güzel geçtiğini söyleyebilirim. (22 yaş, 4
sınıf, erkek öğrenci)
Katılımcıların % 8’lik küçük bir kısmı ise “Kurumun ahlak bazında yürüttükleri ne
gibi faaliyetlerinden haberiniz vardır?” sorusuna ‘Kamp, gezi, günlük dini konularda
toplantılar’ şeklinde cevap verdikleri görülmektedir. Bu durum ise katılımcı
öğrencilerin % 8’nin yeni dini bilgiler edinmek için düzenlenen kitap okuma
kampları, eğlenmek için geziler ve dini konulu toplantılardan haberdar olduklarını
göstermektedir. Kurum faaliyetleri içerisinde gezi, piknik gibi dinlenme amaçlı
düzenlenen faaliyetlerin de büyük önem taşıdığı görülmektedir. Bu tür faaliyetler
aracılığıyla öğrencilere kurumu sevdirme, kaynaşma, yakından tanıma fırsatlarının
elde edildiği anlaşılmaktadır.
108
Tablo 14. Öğrencilerin katıldıkları faaliyetler (N 50)
Sayı % Sınıf toplantıları, dini toplantılar, öğrencilerin şahsi
sorunlarıyla ilgilenme toplantıları 29 58,0
Din konulu toplantılar,gezi,dini kitaplar okuma kampları,bireysel ilgilenme faaliyetleri
2 4,0
Sınıf toplantıları 13 26,0 Sınıf toplantıları ve haftada bir din içerikli toplantı 6 12,0
Toplam 50 100,0
Tablo 14’te öğrencilerin bizzat katıldıkları faaliyetler sorulmuştur. Büyük çoğunluk
(%58) ‘Sınıf toplantıları, dini toplantılar, öğrencilerin şahsi sorunlarıyla ilgilenme
toplantıları’ gibi faaliyetlere katıldıklarını açıklamıştır. Bu % 58’lik kısmın
toplantılara katılmakla kalmayıp, aynı zamanda başka öğrencilerle ilgilenme
faaliyetlerinde yer aldıkları ortaya çıkmıştır. Bu realite aslında şu açıdan çok büyük
öneme sahiptir. Genel olarak insanlar için kendi statüsünden aşağı yada yüksek,
eğitim derecesindeki farklılık gibi bir takım sosyal statü göstergeleri insan
ilişkilerinde önemli rol oynadığı bilinir. Bu açıdan ilgilenilen de ilgilenen de öğrenci,
taraflar arasında sosyal statü farkı olmadığı için kurulmak istenen ilişki nispeten daha
kolay kurulur. Dolayısıyla, bu yöntem tesirli ve önemli olarak kabul edilebilir. %
58’lik bir orandan sonra yukarıda açıklaması yapılan ‘sınıf toplantıları’na katılma
oranı % 26 olduğu görülmektedir. Araştırmaya katılan öğrencilerin aslında tümünün
sınıf toplantılarına katıldıkları ve bu faaliyetten son derece memnun oldukları tespit
edilmiştir. Şöyle ki, burada belirtilen % 26’lık kısmın diğer faaliyetlerden
haberlerinin olmadığı ve bundan dolayı sadece sınıf toplantılarına katıldıkları
öğrenilmiştir. Bu grup öğrencilerin neredeyse tümünün 1 ve 2 sınıf öğrencileri
olduğu görülmektedir. Buradan hareketle, kurum ahlak bazında çalışmalarını
109
öğrencilerin yaş, insanlarla olan ilişkileri, ilgili konularda tutum ve davranışları gibi
hususları göz önünde bulundurarak planlı bir şekilde hayata geçirmeye çalıştıkları
anlaşılmaktadır. % 26’lık grubu % 12’lik grubun takip ettiğini yine tablo 14’te
görmekteyiz. Katılımcıların % 12’si ‘sınıf toplantılarına ve haftada 1 kez dini
toplantılara’ katıldıklarını belirtmişlerdir. Bu kısma dahil olan öğrencilerin çoğu üst
sınıf öğrencileri olduğu belirlenmiştir. Katılımcıların tümünün bu toplantılara katılma
amaçlarının dini konuda bildiklerini tazelemek ve bilmedikleri konuları öğrenmek
için gönüllülük esasına dayalı olarak devam ettikleri öğrenilmiştir. Ayrıca, bu tür
toplantılara katılan öğrencilerin katıldıklarını velilerin ancak % 40 civarında yani
yarısından daha azının bildiği ortaya çıkmıştır. ‘Neden velilerinize
söylemiyorsunuz?’ sorusuna ise bu tür faaliyetlere katılan öğrencilerin % 60’ı
‘söylersek yanlış anlaşılmalar olabilir, daha sonra zamanı gelince yada uygun zaman
bulununca açıklamayı düşünüyoruz’ şeklinde cevaplandırdıkları görülmektedir.
Diğer % 40’lık kısmı oluşturan öğrencilerin velilerinin çocuklarının bu tür dini
toplantılara katıldıklarını bildiklerini ve onayladıklarını belirtmişlerdir. Fakat bu
grubun içinden de ilk haberleri olduğu zaman bayağı bir sorun çıkarttıklarını, ilgili
yerlere şikayet edeceklerini ve hatta okula göndermeyeceğini söyleyen velilerin de
olduğu söylenmiştir. O zamanlar İslami kuruluşların çalışmalarının ne tür çalışma
olduğunu ne onlar ne de başkaları biliyormuş. Bununla birlikte, velilerin ilk
duyduklarında şoke olarak korkuya kapıldıkları anlatılmıştır. Veliler en çok dini-
ekstremist gruplaşmalar olmasından şüphelendikleri, bundan dolayı çok temkinli
davrandıkları, belli bir süre kurum hakkında sıkı araştırma yaptıkları öğrenilmiştir.
Neticede, bu kurumların sadece insanlık adına kendi kültür ve dinlerini bilen, Sovyet
zamanında köreltilmiş olan vatanseverlik duygusunu uyandıran, eğitimli insan
110
yetiştirmeye çalışan birer hümanist kurumlar olduğuna velilerin çoğunun kanaat
getirdikleri vurgulanmıştır.
Tablo 15. Kimin aracılığıyla faaliyetlere katılmaya başlamışlardır (N 50)
Sayı % Kardeşim vasıtasıyla 1 2,0 Sınıf arkadaşlarım vasıtasıyla 27 54,0
Kurum personelinin ilgilenmesi sonucunda 8 16,0
Tanıdıklarımın tavsiyesi üzerine 1 2,0
Mecburi olarak tüm sınıf gider 12 24,0 Toplam 49 98,0 Bilgi yok 1 2,0 Toplam 50 100,0
“Bu faaliyetlere nasıl yada kimin aracılığıyla katılmaya başladınız?” sorusuna
araştırmaya katılan öğrencilerin büyük çoğunluğu (% 54) söz konusu faaliyetlere
‘sınıf arkadaşı vasıtasıyla’ katılmaya başladıklarını belirtmişlerdir. Bu sonuç etkili
ve önemli yöntem olarak yukarıda da belirtilmiştir. Görülüyor ki, öğrenciler de
“öteki”lerden çok kendi sınıf arkadaşlarından yani kendileri gibi ve kendilerine
benzerlerden daha çok etkilendikleri görülmektedir. Bu grubun peşinden % 24’lük
bir kısmın geldiği görülmektedir. Bu % 24’lük grup söz konusu soruya ‘mecburi
olarak tüm sınıf öğrencileri gider’ şeklinde belirtmiştir. Aslında, bu toplantılara
herkesin gitmesi mecburi değil ise de öyle bir hava verilmişe benziyor ki sınıf
öğrencileri kesinlikle gidilmesi gereken bir toplantı olarak algılamakta oldukları
anlaşılmaktadır. Katılımcıların % 16’sı ise ‘kurum personelinin ilgilenmesi
sonucunda’ şu anda devam etmekte oldukları faaliyetlere başladıklarını
vurgulamışlardır. Bu sonuca göre, kurum personeli faaliyetin başlamasında büyük rol
oynadığı daha sonra ise etkilenen öğrenciler kurum personelinden daha çok
111
öğrencilere ulaştığı görülmektedir. Sonuç olarak kurumun faaliyetleri öğrenciler
tarafından büyük ölçüde kabul edildiği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte kurum
faaliyetlerine kardeş yada tanıdık vasıtasıyla sadece %2 gibi küçük bir katılımcı
grubun belirttiğini görmekteyiz. Kardeş veya yakın tanıdıkların bu faaliyetlerden
haberlerinin olmasına rağmen yakınlarına söylemekten çekindikleri ve
dışlanacaklarından korktukları için faaliyetler hakkında her hangi bir bilgi
vermedikleri öne sürülmüştür.
Tablo 16. Kurum faaliyetlerinin olumlu etkileri (N 50)
Olumlu Etkileri Sayı % İslam ile tanışma, güzel ahlak, iyimserlik 5 10,0
Hayatımın amacı değişti, İslam’ı tanıdım, topluma faydalı insan olmaya çalışma 9 18,0
Aile ve din anlayışım değişti, ruhen huzurlu 10 20,0
İmanım güçlendi, dini bilgim arttı, iradeli ve sabırlı olmayı öğrendim 4 8,0
İnsanlarla iyi ilişki kurmak,saygılı, anlayışlı olmak, zamana önem vermek 11 22,0
Disiplinli, planlı, saygılı olmayı öğrendim 3 6,0
Hocaların samimiyetinden etkilenerek samimi ve toleranslı olmayı öğrendim 5 10,0
Dışarıdaki yasak cinsel ilişki, alkol, sigara, uyuşturucu, gece hayatı gibi şeylerden uzağım 2 4,0
Toplam 49 98,0 Bilgi yok 1 2,0 Toplam 50 100,0
Tablo 16’da “Gerçekleştirilen bu faaliyetlerin size ne gibi olumlu etkilerinin
olduğunu düşünüyorsunuz?” sorusuna araştırmaya katılan öğrencilerin büyük
112
çoğunluğu (% 22) ‘insanlarla iyi ilişki kurmanın ne kadar önemli olduğunu ve doğru
ilişki kurmayı, herkese karşı saygılı olmayı, onlara göre ters yada yanlış bir durum
ortaya çıktığında anlayış göstermeyi öğrendiklerini’ belirtmişlerdir. Birisine göre
doğru olan şey başkasına göre son derece yanlış olabileceğini, o yüzden karşıdakinin
durumunu iyi düşünüp gözden geçirmeden acele karar vermemek gerektiğini
öğrendiklerini söylemişlerdir. Ayrıca, zamanın ne kadar önemli olduğunu, zaman
israfının yapılmaması gerektiğini öğrendiklerini bildirmişlerdir. Günlük, haftalık,
aylık ve yıllık planlarının olduğunu ve bu planlara göre koydukları amaçlarına uygun
şekilde hareket ettiklerini vurgulamışlardır. Bu kurumla tanışmadan önce zamana
pek değer vermediklerini, serbest zamanın çoğunu arkadaşlarıyla orada burada
eğlenerek geçirdiklerini belirterek üzgün olduklarını ve bu durumu telafi etmeye
çalıştıklarını eklemişlerdir. Saygı konusunda ise eskiden en çok üzdükleri anne –
baba konusu açılmıştır. Bu konuda genel durumu anlatan bir öğrencinin sözleri şu
şekildedir:
“Bu kurumda katıldığımız toplantılarda anne – babanın özellikle
annenin ne kadar kutsal bir varlık olduğunu, anne - babaya ne çok şey
borçlu olduğumuzu, hayatımız boyunca ne yaparsak yapalım bu borcu
ödeyemeyeceğimizi öğrendik. Eskiden bu konular üzerine hiçbir zaman
düşünmemiştim. Anne, anne, baba da baba idi. Onların ne zorluklarla
dünyaya getirdiklerini, ne zorluklarla büyüttüklerini hiç
düşünmemiştim. Günümüzde ailemin ekonomik sıkıntılarına rağmen
benim okul paramı ve diğer masraflarımı ödeyebilmek için bir çok
şeylerden vazgeçtiklerini elbette ki biliyordum. Fakat bu davranışı
doğal ve hatta yapmaya mecbur olduklarını düşünüyordum. Oysa
113
durum hiç de bundan ibaret değilmiş. Artık anne – babamın değerini
daha iyi kavradığımı düşünüyorum. Elimden geldiğince evde anneme
ev işlerinde yardım etmeye çalışıyorum. Eskisi gibi gerekli gereksiz
şeyler için para istemiyorum. Babamla eskiden televizyon kumandası
için çok kavga ederdik. Artık babam gelince hemen kumandayı eline
tutuşturmaya, uzanıyorsam toparlanmaya özen gösteriyorum. Velilerimi
küçük da olsa bu tür davranışlarımla mutlu etmeye çalışıyorum. Ayrıca,
kendi kıyafetlerimi eskiden olduğu gibi anneme ütületmiyorum.
Annemin benim kıyafetim yüzünden ayakta yorulmasını artık
istemiyorum”. (22 yaş, 4 sınıf, erkek öğrenci)
Katılımcıların diğer büyük bir kısmının (% 20) ‘aile ve din anlayışım tamamen
değişti, ruhen çok huzurluyum’ şeklinde cevaplandırdıkları görülmektedir. Bu gruba
ait öğrencilerin bu hayatta ailenin önemini kavradıklarını, her şeyin arkadaş ve
çevreden ibaret olmadığını bu toplantılar sayesinde öğrendiklerini görüyoruz. Ayrıca,
dinlerinin birkaç parça gelenekten oluşmadığını, hayat denilen şeyin sadece yiyip -
içme, gezme – tozmadan ibaret olmadığını, bir takım yükümlülüklerin olduğunu
öğrendikleri ortaya çıkmıştır. Eskiden parasızlık bir felaket, bir eksiklik ve
utanılmasını gereken durum olarak algılanırken artık fakirlikle ilgili tutum ve
davranışlarının da değiştiği tespit edilmiştir. Bu katılımcıların çoğu söz konusu
kurumla tanışmadan ve toplantılara katılmadan önce fakir arkadaş istemediklerini
belirtmişlerdir. Arkadaşlıklarını bile çoğu zaman maddi durumuna göre kurduklarını
itiraf ederek artık bu durumun değiştiğini vurgulamışlardır.
Araştırmaya katılan öğrencilerin % 18’i “Gerçekleştirilen bu faaliyetlerin size ne gibi
olumlu etkilerinin olduğunu düşünüyorsunuz?” sorusuna hayatımın amacı değişti,
114
İslam’ı tanıdım, topluma faydalı insan olmaya çalışıyorum’ şeklinde
cevaplandırdıklarını görmekteyiz. Bu yönde etkilenen öğrencilerin sayısının da
aslında çok az olmadığı görülmektedir. Bu öğrencilerin kurumla tanışmadan önce
İslam hakkında her hangi bir bilgilerinin olmadığı, hayattaki amaçlarının genel
olarak çok para kazanmak olduğu, bunun ise okumadan geçtiğini düşündükleri için
yüksek okula başladıklarını vurgulamışlardır. Fakat bu kurumla tanıştıktan sonra,
hayatta önem verilmesi gereken şeyin sadece para olmadığını, az parayla da gayet
mutlu olunabileceğini düşünmeye başladıklarını belirtmişlerdir. Bununla birlikte bu
% 18’lik kısmın sadece kendileri ve yakınları için değil tüm toplum için yararlı bir
birey olmanın ehemmiyetini anladıklarını ve öyle de olmaya çalıştıklarını ifade
etmişlerdir. Yine tablo 16’da görüldüğü gibi katılımcıların % 10’u “Gerçekleştirilen
bu faaliyetlerin size ne gibi olumlu etkilerinin olduğunu düşünüyorsunuz?” sorusuna
‘İslam ile tanıştım, güzel ahlak edindim, iyimser olmayı öğrendim’ şeklinde
söyledikleri görülmektedir. Yine katılımcıların % 10’u ‘bazı hoca ve bizim sınıftan
sorumlu kurum çalışanının samimiyetinden etkilenerek samimi ve toleranslı olmayı
öğrendim’ şeklinde cevaplandırdıkları görülmektedir. Bu % 10’luk gruba dahil olan
öğrencilerin ifadelerine göre söz konusu faaliyetlerin en önemli ve en olumlu
etkisinin ilk başta İslam ile tanıştırılmaları olduğu belirtilmiştir. Burada özellikle
‘tanışmamız’ değil ‘tanıştırılmamız’ demeleri ilgi çekicidir.
Ayrıca, öğrencilerin dediklerine göre İslam’ı kendi dinleri olarak kabul etmekle
birlikte onun hakkında kesin olarak hiçbir şey bilmediklerini ifade etmişlerdir.
Çoğunun eski din bilgilerine göre İslam eşittir Fatiha suresidir. O da sadece ölülere
okunan bir takım Arapça kelimeler bütünü anlamını taşımaktadır. Oysa artık İslam’ın
her şeyden önce bir hayat tarzı olduğunu öğrendiklerini ve dahası bu hayat tarzını
115
kabul ettiklerini vurgulamaları manidardır. ‘İslam ile tanışıp onu kabul ettik’
şeklindeki olumlu olarak kabul edilen etkisinden sonraki etki olarak bu % 10’luk
grup için kurum çalışanlarının tutum ve davranışlarından etkilenerek samimi ve
toleranslı olmanın önemi geldiği görülmektedir. Bu konuda henüz 1.nci sınıf
öğrencisi olan bir katılımcının sözleri manidardır:
“Ben okula bir buçuk yıldır devam ediyorum. Bu süre zarfı içerisinde
benim insanlarla olan ilişkim büyük ölçüde değiştiğini düşünüyorum.
Hatta akrabalarımdan bazıları benim değiştiğimi açıkça söyledikleri
olmuştur. Okula başladığımdan beri çok çeşit insanların olduğunu fark
ettim. Kimisi iyi, kimisi kötü. Kimisi samimi kimisi yapmacık. Bizim
sınıfımızdan sorumlu hocamla kurumda part-time olarak çalışan ve
kurumla alakası olmayan bir hocanın davranışlarını, konuşmalarını ve
bizimle olan ilişkilerini karşılaştırma imkanı buldum. Bunların
aralarında çok büyük bir fark gördüm. Sınıfımızdan sorumlu hocanın
ter temiz giyinişi, nazik konuşması, öğrencileri için gerektiği vakit
mesai saati dışında da vakit geçirmesi, kimsenin doğum gününü
unutmadan küçük de olsa bir hediye vermesi bizi mutlu ediyordu. Bir
keresinde bir arkadaşın doğum gününe kendisi yaş pasta yapıp
getirmişti. Çoğumuz şaşırmıştık, anneler bile çocuklarına evde yaş
pasta yapmaktan üşenip hazırını alırken hocamız kendi elleriyle
yapmıştı. Bu da onun bize ne kadar önem verdiğinin bir göstergesiydi.
Diğer hoca ise tıpkı robot gibi gelir dersini anlatır çıkar giderdi.
Dışarıda karşılaştığımız zaman biz kendimiz selam vermeden asla
dönüp bile bakmayan birisidir. Bunun tersine sınıftan sorumlu hocamız
116
okul dışında bile olsa çoğu zaman arabasıyla gitmemiz gereken yere
kadar götürmeyi teklif ederdi. Bu da benim çok hoşuma gidiyordu. Ve
giderken “ Araba insanlara hizmet etmek için vardır, bugün benim
arabamla yarın da senin arabanla gideriz” değil mi diye şaka yaparak
birkaç kez gittiğimiz olmuştur. Oysa ben daha 1.nci sınıf öğrencisiyim
bende yarın araba nereden olabilir ki? Bu tür samimi konuşmalar, her
görüştüğümüzde güler yüzlü ve enerjik olması beni adeta büyülemişti.
Artık ben de onun gibi bir öğretmen olmak istiyordum. Çünkü onu tüm
sınıf seviyordu. Hastalandığını duyduğumuzda o kadar üzülüyoruz ki
bir an önce dönsün isteriz. Böylelikle benim de samimi ve ilgili bir
insan olmama vesile olduğunu düşünüyorum. Sınıfın tüm bireyleri ile
konuşabilirsiniz. Eminim ki herkes bu durumu teyit edecektir".
Olumlu etken olarak katılımcıların % 8 ise ‘İmanım güçlendi, dini bilgim arttı,
iradeli ve sabırlı olmayı öğrendim’ şeklinde cevap verdikleri görülmektedir. Bu
kısmın kurumda eğitimine başlamadan önce de büyüdükleri aile ve çevresinden
etkilenerek zaten İslam’ı az çok tanıdıkları, bazı ibadetleri yerine getirdikleri
anlatılmıştır. Bu gruba ait öğrencilerin çoğuna göre bu kurumda bulunarak ve
toplantılara katılarak dini bilgilerini arttırdıklarını, eskiden anlamını bilmedikleri
ibadetlerin ne anlama geldiğini öğrendiklerini ifade etmişlerdir. “Gerçekleştirilen bu
faaliyetlerin size ne gibi olumlu etkilerinin olduğunu düşünüyorsunuz?” sorusuna
araştırmaya katılanların % 3’ü ise ‘disiplinli, planlı ve saygılı olmayı öğrendim’,
katılımcıların % 2’sinin ise ‘yasak ilişki, alkol, sigara, uyuşturucu, gece hayatı gibi
şeylerden uzak durulması gerektiğini öğrendim’ dediklerini görmekteyiz. Burada
araştırmaya katılan öğrencilerin toplamda % 5’lik kısmının dini açıdan her hangi bir
117
değişim yaşamadıkları anlaşılmaktadır. Bu % 5’lik gruba dahil olan katılımcı
öğrencilerin dini açıdan olmazsa da terbiye ve ahlak açısından olumlu yönde
etkilendikleri açıkça görülmektedir. Bu gruba ait katılımcılara göre insanı sırf insan
olduğu için saymak gerektiğini vurgulamaları önemlidir. İyi yada kötü hiç fark etmez
sırf insan olmak sayılmaya yetiyor şeklindeki açıklamaları gerçekten manidardır.
Çünkü, son zamanlarda bilindiği gibi dünyanın her yerinde çeşitli nedenlerden (dini,
ekonomik, politik, kültürel…) ötürü çok sayıda katliamların, küfürlerin, incitmelerin
gerçekleştiğine şahit olmaktayız. İnsanlar arasındaki ‘öteki’ anlayışı insanlık dışı
tutum ve davranışlara kolaylıkla sevkedebilmektedir. Bu bakımdan, İslami
Kurumların toplumun geleceği olan çocuklara ‘insan’ olma yönünde
gerçekleştirdikleri faaliyetlerin büyük öneme sahip olduğu aşikardır.
Tablo 17. Faaliyetlerin olumsuz etkileri (N 50)
Olumsuz Etkileri Sayı % Hiç bir olumsuz etkisi yoktur 38 76,0 Çok fazla kısıtlamalar var, suçluluk duygusu
hissettiriyor 4 8,0
İçime kapandım ve farklı ortamlara uyum sağlamada sorun yaşıyorum 4 8,0
Eski arkadaşlarımın çoğundan kopmak zorunda kaldım 1 2,0
Bazı eski arkadaşlarım tarafından dışlandım 2 4,0 Toplam 49 98,0 Bilgi yok 1 2,0 Toplam 50 100,0
Her şeyin olumlu yönünün yanı sıra olumsuz yanlarının da olduğu bilinen bir
gerçektir. Bu nedenle söz konusu kurumun katılımcı öğrenciler üzerinde ne gibi
olumsuz etkilerinin olduğu ortaya konmak istenmiştir.
118
Kurumun gerçekleştirdiği faaliyetlerin olumsuz etkilerinin olup olmadığı
sorulmuştur. Tablo 17’de görüldüğü gibi araştırmaya katılanların % 76’sı ‘hiçbir
olumsuz etkisinin olmadığını’ öne sürdükleri görülmektedir. Bu düşüncede olan
katılımcılar kurumun faaliyetlerini kesinlikle herkes için yararlı olduğuna inandıkları
anlaşılmaktadır. Ayrıca, eğer faaliyetlerin her hangi bir olumsuz etkisinden
bahsedenler olursa onların bir takım ön yargılara sahip olduklarından şüphe
duyacaklarını vurgulamışları ilginçtir. % 76’lık orana karşın % 8’lik bir grup
katılımcıya göre faaliyetlerin, insanın içine kapanmasına ve farklı ortamlara ayak
uydurmada sorun yaşamalarına sebep olduğunu ifade etmişlerdir. Bu katılımcılar
faaliyetlere katılmaya başladıklarından beri çok konuşmayan içine kapanık birisi
haline geldiklerini söylemişlerdir. Faaliyetlerde öğrendiklerini aile fertleri yada
arkadaşlarıyla paylaşamadıkları için içlerine kapandıklarını belirtmişlerdir.
Faaliyetlerden etkilenerek düşünce, yeme-içme, giyinme kısacası hayat tarzının
tamamen olmazsa da büyük ölçüde değişime uğradığını öne sürmüşlerdir. Eski
arkadaşlar ile aile fertleri ise aynı kaldıkları için onlarla sohbet etmenin zorlaştığını
vurgulamışlardır. Bu durum ise ister istemez içe kapanıklığa, farklı ortamlarda
barınamamaya yol açtığını öne sürmüşlerdir. Diğer % 8’i oluşturan katılımcı
öğrencilere göre ise çok fazla kısıtlamanın varlığı söz konusudur. Kızların kıyafeti,
makyajı, erkek ile kızlar arasındaki ilişki gibi konularda kısıtlamaların olduğu
söylenmiştir. Bu konuda 20 yaşındaki bir kız öğrenci şöyle bahsetmektedir:
“Benim ilk başlarda bu faaliyetlerden haberim yoktu. Sınıf arkadaşım
beni bir gün kendisiyle birlikte bir toplantıya katılmamı istedi. Ben o
vakit birini bekliyordum. Beklediğim kişi geç kalacağını söyleyince
teklifini kabul ettim ve gittim. Gittiğimiz yerde hep bizim okulun
119
öğrencileri vardı, garipsemedim. Onlarla tanıştırıldım. Toplantı hoşuma
gitti. Benim bir sürü sormak istediğim soru vardı onları sordum.
Dışarıda tamamen kapalı giyinen kadınlar hatta kızlar görüyordum,
eskiden bilirsiniz bizde öyle giyinen yoktu. İlk gördüğümde bunlar kim
Araplar mı diye bakınmıştım, fakat gördüğüm kızlar Kırgız idiler.
Anneme gelip sordum, neden böyle giyinmeye başladılar diye, annem
de Kırgızistan’da yavaş yavaş reislamizasyon sürecinin başladığını
söyledi. Fakat detaylı bir şekilde tabii ki de açıklayamadı, çünkü
kendisi de tam olarak konuya hakim değildi. İlk katıldığım toplantıda
bu ve buna benzer sorular sordum, kimi cevaplar çok güzeldi,
kimilerine ise pek ikna olamadım. Arkadaşım bu toplantıların her hafta
yapıldığını söyledi ve ilgimi çektiyse her hafta gelebileceğimi söyledi.
Bir buçuk yıldır acil işim olmadıkça toplantıya geliyorum. Gerçekten
çok şey öğrendiğimi söyleyebilirim. Fakat son zamanlarda erkek sınıf
arkadaşların yada akrabaların yanında kendimi rahatsız hissetmeye
başladığımı anladım. Eskiden ise çok rahat şakalaşırdım, konuşurdum.
Şimdi ise bunu rahatlıkla yapamadığımı, onlarla konuşurken bile
suçluluk duyduğumu hissettim. İçimde bir huzursuzluk, suçluluk gibi
şeyler hissediyorum. Bu durum beni rahatsız ediyor. Belki bir süre
sonra bu suçluluk duygusu kaybolacak, ama şu anda beni mutsuz
ediyor”.
Araştırmaya katılanların % 4’ü faaliyetlerin olumsuz etkisi olarak ‘bazı eski
arkadaşları tarafından dışlandıklarını’ belirttikleri ortaya çıkmıştır. Katılımcıların %
2’si ise tam tersine arkadaşları tarafından değil katılımcı öğrencilerin kendilerinin
120
eski arkadaşlarının çoğundan kopmak zorunda kaldıkları anlaşılmaktadır. Her iki
durumda da katılımcı öğrencilerin eski çevresinden farklılaştığı, artık onlarla aynı
şeyleri paylaşamadıkları ortadadır. Sonuç itibariyle, hem dışlanan hem ilişkiyi
kesmek zorunda kalan katılımcıların bu durumdan rahatsızlık duydukları ifade
edilmiştir. Katıldıkları faaliyetleri bu tür ayrışmaların nedeni olarak gördükleri
açıkça ifade edilmiştir. Bununla birlikte, faaliyetlerin ayrıştırıcı fonksiyonunun
hayatlarında etkili olmasına rağmen toplantılara gitmekten vazgeçmedikleri oldukça
ilgi çekicidir.
Tablo 18. Tutum ve davranışlarda değişiklik (N 50)
Tutum ve davranışlarda değişiklik Sayı % Namaz kılmayı, oruç tutmayı, anne-babaya
saygılı olmayı 20 40,0
Sigara, alkol, yalan, gıybet gibi kötü alışkanlıklardan uzak durmayı
2 4,0
Namaz, oruç, tesettür, temizlik gibi konuları öğrendim
5 10,0
Merhametli, sabırlı, disiplinli olmayı öğrendim 5 10,0 İslam’ı bir gelenek tarzında değil din olarak
yaşamayı, farz ibadetleri devamlı kılmayı 7 14,0
Samimi ve anlayışlı olmayı 3 6,0
Dini gereklilikleri öğrendim ama henüz uygulamaya geçmedim 3 6,0
Cuma namazlarına gidiyorum, topluma yararlı insan olmaya çalışıyorum
1 2,0
Vatanseverlik duygum gelişti 1 2,0
Toplam 47 94,0 Bilgi yok 3 6,0 Toplam 3 6,0 Toplam 50 100,0
“Bu faaliyetlere katılmaya başladığınızdan beri dini ve ahlaki manada, tutum ve
davranışlarınızda her hangi bir değişiklik/değişiklikler görüyor musunuz?” sorusuna
verilen cevapların dağılımı tablo 18’de verilmiştir. Katılımcıların % 40’ının
121
faaliyetlere katılmadan önce namaz kılmadıkları, oruç tutmadıkları ve anne-babaya
pek saygılı olmadıkları anlaşılmaktadır. Faaliyetler sayesinde katılımcıların % 40
‘namaz kılmayı, oruç tutmayı ve anne-babaya saygılı olmayı öğrendikleri
belirtilirken, katılımcıların % 14’ü ‘İslam’ı bir gelenek tarzında değil din olarak
yaşamayı, farz olan ibadetleri devamlı kılmayı’ öğrendiklerini belirttikleri
görülmektedir. Günümüzde her nedense Avrupa ve Amerikan yaşam tarzları
özenilen yaşam tarzları haline geldiğini biliyoruz. Kırgız’ların tarihinde ve
geleneğinde Avrupa, Amerika, Rusya gibi ülkelerdeki hayat tarzı ile uzaktan
yakından bir benzerlik taşımamıştır. Oysa günümüzde kendi ananelerimiz bırakılarak
bir çok konuda (değerler, giyiniş tarzı, konuşma tarzı, aile anlayışı, büyüklere ve
anne-babaya saygı…gibi konularda) gençlerimizin Avrupalı, Amerikalı, Rus’lara
benzeme isteği içerisinde oldukları gözlemlenmektedir. Bu durumun ise düzeltilmesi
ağır olan neticeler doğrurabileceği açıktır. Bu bakımdan İslami Kuruluşlara büyük
görevlerin düştüğü belirtilmelidir.
Bunları % 10 ile ‘namaz, oruç, tesettür, temizlik gibi konular’ ve yine % 10 ile
‘merhametli, sabırlı, disiplinli olmayı’, % 6 ile ‘samimi ve anlayışlı olmayı’, % 6 ile
‘dini gereklilikleri öğrendim ama henüz uygulamaya geçmedim’, % 4 ile ‘sigara,
alkol, yalan, gıybet gibi kötü alışkanlıklardan uzak durmayı’, % 2 ile ‘vatanseverlik
duygum gelişti’ ve yine % 2 ile ‘cuma namazlarının önemini, topluma yararlı insan
olmayı öğrendim’ şeklinde izlemektedir. Bu katılımcıların eskiden orucu babalarına
eşlik etmek ve iftar sofralarına davet edilmek için tuttukları öğrenilmiştir. Oruç tutan
babaların çoğu ise orucu bir dini ibadeti yerine getirmekten çok içkiden bir aylığına
olsun dinlenmek ve bedeni alkolden temizlemek amaçlı tuttukları öne sürülmüştür.
122
Faaliyetler sayesinde orucun gerçekte ne için ve nasıl tutulduğunu öğrenenlerin
olması önemlidir.
Tablo 19. Ortaya çıkan değişikliklere çevrenin tepkisi
Çevrenin Tepkisi Sayı % Geçerli
% Karakterimin olumlu yönde değiştiğini 10 20,0 22,2
Saygılı, terbiyeli ve güvenilir insan haline geldiğimi 11 22,0 24,4
Namaz kılmam ilk başta çok eleştirilmişti, sonra alıştılar 3 6,0 6,7
Yabancı Müslümanlara karşı antipati oluştu 3 6,0 6,7
Kötü alışkanlıklarımın olmadığını, terbiyeli olduğumu 16 32,0 35,6
Islam’ı günümüze uygun olarak öğrendiğimi 1 2,0 2,2
Kapanmama çok karşı çıktılar 1 2,0 2,2
Toplam 45 90,0 100,0 Bilgi yok 5 10,0 Toplam 5 10,0 Toplam 50 100,0
Her şeyin ilki çeşitli tepkilere yol açtığını biliyoruz. İslami kuruluşların faaliyetleri
öğrencilerin hayatında bir takım değişikliklerin yaşanmasına vesile olduğunu
görmekteyiz. Bu nedenle ‘Sizin bu tutum ve davranışlarınızdaki değişiklikler
etrafınızdakilerde ne tür tepkilere yol açtığını söyleyebilirsiniz’? sorusuna cevap
aranmıştır. Tablo 19’da görüldüğü gibi katılımcıların % 35 gibi büyük çoğunluğu
hakkında ‘kötü alışkanlıklarının olmadığını ve terbiyeli bir birey olarak
değiştiklerini’, daha sonra % 24,4’nün ‘saygılı, terbiyeli ve güvenilir bir insan haline
geldiklerini’ ve % 22,2’nin ise ‘karakterlerinin olumlu yönde değiştiğini’ belirttikleri
görülmektedir. Katılımcıların % 6,7’sinin ise namaz kılmalarının ilk başlarda çok
123
eleştirildiğini, sonra alıştıklarını, yine % 6,7’sinin yabancı Müslümanlara karşı
antipati oluştuğunu, % 2,2’sinin Islam’ı günümüze uygun olarak öğrendiğini ve %
2,2’sinin kapanmalarına (tesettürlü olmalarına) çok karşı çıktıklarını ve
eleştirdiklerini söylemişlerdir. Sovyetler zamanında politik nedenlerden dolayı
namaz kılanların olmayışı yada olsa da az sayıda olmaları doğal bir olgu idi.
Özellikle gençler arasında namaz kılana rastlamak neredeyse imkansızdı. Bu nedenle
öğrencilerin namaz kılmaya başlamaları, tesettürlü olmaları başlı başına bir olay
olarak kabul edilmektedir. Doğal olarak, bu konularda öncülük yapan öğrencilerin
çok sert tepkilerle karşı karşıya kalmaları normal karşılanmalıdır. Toplumda,
öğrencilerin bu tutum ve davranışları anomik yada sapma davranışlar şeklinde
algılanarak sosyal kontrole tabi tutulmaya çalışıldığı görülmektedir.
Katılımcı öğrencilerin çevresindekilerin reaksiyonundan sonra anne-babalarının
tepkileri sorulmuştur. Tablo 20’de “Sizin namaz kılma, tesettür, haram-helale dikkat
etme gibi hususlara anne-babanızın tepkileri nedir?” sorusuna katılımcıların
cevaplarının dağılımı verilmiştir.
124
Tablo 20. Anne-babaların namaz kılma, tesettür, helal-haram gibi hususlara tepkileri (N 50)
Sayı % Geçerli % Tamamen destekliyorlar 22 44,0 56,4 Kesinlikle karşılar 1 2,0 2,6 Henüz erken olduğunu söylüyorlar 1 2,0 2,6
Namaza karışmıyorlar, ama tesettürlü olmamdan utanıyorlar 3 6,0 7,7
Başta çok karşılardı, zamanla alıştılar 2 4,0 5,1
Aşırı gitmediğim surece destekleyeceklerini,fanatizmden korkuyorlar
9 18,0 23,1
Namaz kıldığımı bilmiyorlar 1 2,0 2,6 Toplam 39 78,0 100,0 Bilgi yok 11 22,0 Toplam 11 22,0 Toplam 50 100,0
Bu soruya araştırmaya katılanların % 78’inin cevap verdiği görülmektedir. Geriye
kalan % 22’sinin bu konu hakkında bilgi vermedikleri anlaşılmıştır. Bu ise
katılımcıların % 22’sinin namaz kılma, tesettürlü olma, helal-harama dikkat etme
gibi konularda kurumla tanışmasından önceki ile sonraki durumlarında değişikliğin
olmadığı anlamına gelmektedir. Katılımcıların % 56,4’nün anne-babasının
gerçekleşen değişmeleri tamamen destekledikleri, % 23,1’nin aşırı gitmedikleri,
fanatizmden uzak oldukları sürece destekleyeceklerini, % 7,7’sinin namaz
kılmalarına karışmadıklarını ama uzun etek, eşarp takmalarından utandıklarını, %
5,1’nin ise ilk başta çok karşı çıktıkları daha sonra alıştıkları ve % 2’sinin namaz
kıldıklarını fakat henüz anne-babalarının bu durumdan haberlerinin olmadığını
belirttikleri görülmektedir. Burada bazı anne-babanın kızlarının tesettürlü
olmalarından utanç duymaları vurgulanması gereken bir nokta olarak ortaya
125
çıkmaktadır. Aslında bu durumun gayet normal olarak kabul edilmesi gerekmektedir.
Çünkü geçen 70 yıl boyunca ülkede çoğunluğu oluşturanların, örneğin Kırgız, Rus,
Özbek, Tatar gibi milletlerin tesettürlü olmamaları, Dungan, Çeçen gibi milletlerin
kapalı giyinmeleri ise geleneksel kıyafet tarzı olarak kabul edilmesi dikkate alındığı
zaman ortaya çıkan sonuç gayet doğaldır.
Tablo 21. Eğitim alma süresinin dağılımı (N 50)
Eğitime devam etme süresi Sayı %
10 yıldır 13 26,0 7 yıldır 5 10,0 8 yıldır 5 10,0 4 yıldır 1 2,0 5 yıldır 6 12,0 6 yıldır 4 8,0 3 yıldır 4 8,0 1 – 2 yıldır 6 12,0 9 senedir 6 12,0 Toplam 50 100,0
Katılımcıların ne kadarlık sürede faaliyetlerden etkilenmeye başlamaları tespit
edilmek istenmiştir. Bu amaçla “Bu kurumda kaç yıldır eğitim görmektesiniz?”
sorusu yöneltilmiştir. Tablo 21’de katılımcıların eğitim alma sürelerinin dağılımı
verilmiştir. Katılımcıların % 26 gibi büyük çoğunluğu 10 yıldır bu kurumla
ilişkisinin olduğunu, yani eğitiminin devam ettiğini belirttikleri görülmektedir. Daha
sonra % 12 ile 1-2, % 12 ile 9, % 10 ile 8, % 10 ile 7, % 8 ile 6, % 8 ile 3 yıldır
kuruma devam ettikleri anlaşılmaktadır. Aşağıdaki tabloda katılımcıların İslami
Kurumda eğitim süreleri ile kurumun yürüttükleri faaliyetlerden haberdar olma
arasındaki ilişki gösterilmiştir.
126
Tablo 22. Eğitim süresi ile ahlak bazında yürütülen faaliyetlerinden haberdar olma arasındaki ilişki (N 50)
Görüldüğü gibi birinci, ikinci ve üçüncü sınıfta okuyan katılımcı öğrencilerin sadece
sınıf toplantılarından haberdar olduğu, 4 ve üzerinde olan katılımcıların ise kurumun
din ve ahlak bazında gerçekleştirdiği tüm faaliyetlerinden haberlerinin olduğu ve
bunlara katıldıkları anlaşılmaktadır. Burada belirtilmesi gereken nokta şu ki, aslında
üniversite beş yıllıktır. Ancak, aynı kurumun ortaokul ve lisesi mevcuttur.
Dolayısıyla, lisede 5 yıl eğitim aldıktan sonra aynı kurumun üniversitesine devam
ederse üniversite bir olsa bile 6 yıldır kurumun faaliyetlerinden haberinin olması
mümkün hale gelmektedir. Zaten eğitim alma süresinin 6 ve üzeri olduğu zaman
otomatikmen aynı kurumun lisesinden mezun olduğu anlaşılmaktadır. Buradan,
katılımcı öğrencilerine karşı ilk üç sene temkinli davranıldığı, tanımaya çalışıldığı
sonucuna varılabilir. Dördüncü seneden itibaren hedef olarak belirlenen öğrencilerle
aktif olarak ilgilenildiği anlaşılmaktadır. Bu ise söz konusu kurumun bilinçli bir
şekilde öğrencileri bilgilendirme ve terbiye ettiğinin bir göstergesi olarak
Kurumun ahlak bazında yürüttüğü ne gibi faaliyetlerini
biliyorsunuz?
Toplam
Sınıf toplantiıları,sohbet,ogrencilerin
şahsi sorunlariyla ilgilenme
Sohbet,gezi, kitap okuma kampı,ilgilenm
e Sınıf
toplantıları
Kamp, gezi, günlük sohbet
Bu kurumlarda
kac yıldır eğitim gormektesiniz
10 yildir
1 10 0 2 13
7 yildir 1 4 0 0 5
8 yildir 1 4 0 0 5
4 yildir 0 1 0 0 1
5 yildir 0 3 3 0 6
6 yildir 0 1 2 1 4
3 yildir 1 0 3 0 4
1 ve 2 0 1 5 0 6
9 senedir 0 5 0 1 6
Toplam 4 29 13 4 50
127
yorumlanabilir. Çünkü, üniversite 1 yada 2’de öğrenciler anne-baba korumasından
henüz ayrılan yavrulardır. Yeni ortam ve bir çok şeyden habersiz ‘pembe gözlüklü’
çocuklardır. O yüzden onların kişiliklerinin biraz oturmasını, ortamı tanımasını,
neyin iyi neyin kötü olduğuna kendilerinin karar verebilecek kıvama gelmelerine
fırsat tanıdıkları önem kazanmaktadır.
3.3. Velilerin, Çocukları ve Kurum Hakkındaki Düşünceleri 3.3.1. Katılımcı Velilerin Kişisel Özellikleri
Araştırmanın bu bölümünde, vakıf yüksek öğretim kurumunda eğitim gören
öğrencilerin velilerinin, çocukları ile ilgili fikir ve düşünceleri ortaya konulmaya
çalışılmıştır. Toplam 50 veli ile mülakat yapılmıştır. Öğrencilere ulaşmak nispeten
kolay olmuşken, velilere ulaşmak çok zor olmuştur. Araştırmaya katılan velilerin
büyük çoğunluğu (% 90) Bişkek şehrinde ikamet edenler olmuştur. Katılımcıların
sadece % 10’u farklı bölgelerde ikamet edenler olup saha çalışması sırasında
Bişkek’te bulunmuş olanlardır. Tablo 1’de velilerin asıl memleketlerinin dağılımı
verilmiştir. Oş bölgesi ile Bişkek şehri eşit oranlarda (% 26,0) olduğu görülmektedir.
Bunları % 18 ile Isık-Köl, % 12 ile Jalal-Abad, % 6 ile Narın ve % 2 ile Talas
bölgeleri izlemektedir.
Tablo 23. Velilerin memleketlerinin dağılımı (N 50)
Memleket Sayı % Bişkek şehri 13 26,0 Çüy bölgesi 5 10,0 Narın bölgesi 3 6,0 Talas bölgesi 1 2,0 Oş bölgesi 13 26,0 Jalal-Abad bölgesi 6 12,0 Isık-Köl bölgesi 9 18,0 Toplam 50 100,0
128
Tablo 23’de araştırmaya katılanların içinde en yüksek orana sahip olan bölgeler
arasında %26 ile Oş bölgesi, %26 ile Bişkek şehri, %18 ile Isık-Köl bölgesi
gelmektedir. Katılımcıların %2 gibi en az orana ise Talas bölgesinin sahip olduğu
görülmektedir.
Tablo 24. Cinsiyet dağılımı (N 50)
Tablo 24’de ise araştırmaya katılanların cinsiyet dağılımı verilmiştir. Katılımcıların
% 26’sı bayan, % 24 ise erkek yani % 26’sı anne ve % 24’ü baba olduğu
görülmektedir. Her iki cinsiyetin de araştırmaya istekle katıldıkları, çocuklarının
terbiye, eğitim ve genel olarak geleceklerinin aydınlık olması için uğraştıkları
belirtilmelidir.
Tablo 25. Katılımcıların yaş dağılımı (N 50)
Yaş Sayı % 36-40 7 14,0 41-45 9 18,0 46-50 9 18,0 51-55 12 24,0 56-60 6 12,0 61-65 1 2,0 66-70 3 6,0 71-75 3 6,0 Toplam 50 100,0
Sayı % Bayan 26 52,0 Erkek 24 48,0 Toplam 50 100,0
129
Katılımcıların yaş dağılımı tablo 25’de verilmiştir. Sonuçlara göre katılımcıların
büyük çoğunluğu % 24 ile 51 – 55 yaş arasındakiler olduğu ortaya çıkmıştır. Bunları
% 18 ile 41-45 yaş arası, % 18 ile 46-50 yaş arası, % 14 ile 36-40 yaş arası , % 12 ile
56-60 yaş arası ve en az %6 ile 66-70 ile % 6 ile 71-75 yaş arasındakilerin temsil
ettikleri görülmektedir. 51yaş ve üzerindeki velilerin örneklemin çoğunluğunu
oluşturması ve bunların evlatlarının İslami kurumda eğitim görmesi dikkat çekicidir.
Çünkü, araştırmanın yapıldığı üniversite resmen İslami kuruluş statüsüne sahip
değildir. Ancak, öyle bir statüsünün olmamasına rağmen herkes tarafından dini ve
ahlak bazında bir takım çalışmaların yürütüldüğü toplumun büyük bir çoğunluğu
tarafından bir şeklide bilinmektedir. 50 yaş ve üzerindeki velilerin tam manasıyla
ateist rejimde eğitilmiş olduğu, çoğunun geçmişte Komunist Partisine üye olduğu
bilinmektedir. Bu ise velilerin aldığı eğitim ve terbiye ile çocuklarının almakta
oldukları eğitim ve terbiye arasında çelişkili bir durumun varlığından söz
ettirmektedir.
Tablo 26. Katılımcıların milletlerine göre dağılımı (N 50)
Tablo 26’da katılımcıların milletlerine göre dağılımı verilmiştir. % 88 ile
en fazla Kırgız, % 4 ile Ahıska Türkleri, aynı şekilde % 4 ile Türkmen ve
% 2’şer ile Dungan ve Özbek’lerin oluşturduğu görülmektedir.
Sayı % Kırgız 44 88,0 Ahıska Türkü 2 4,0 Dungan 1 2,0 Özbek 1 2,0 Türkmen 2 4,0 Toplam 50 100,0
130
Tablo 27. Hanede çocuk sayısının dağılımı (N 50)
Ailede çocuk sayısının dağılımı tablo 27’de verilmiştir. Görüldüğü gibi en çok % 42
ile 1, daha sonra % 30 ile 2, % 14 ile 4, % 2’şer ile 5 ve 7 çocuk şeklinde olduğu
görülmektedir. Örneklemin büyük çoğunluğunun, araştırma zamanında, okumakta
olan çocuk sayısının 1 yada 2 olduğu ortaya çıkmıştır. Bu durum ise nispeten
öğrencilerin ailelerinin ekonomik durumlarının iyi olduğunu göstermektedir. En son
sıralarda 5 ile 7 okuyan çocuk sahibi ailelerin geldiği görülmektedir. Ülkede yapılan
araştırma sonuçlarına göre, yoksul ev halkının ortalama büyüklüğü 7 kişi iken yoksul
olmayanınki 3 olarak ortaya çıkmıştır. Yoksul ailelerin çok çocuklu, fakir olmayan
ailelerin ise az çocuklu olması Kırgızistan ev ekonomisinin karakteristik
özelliklerindendir. Tek ya da iki çocuklu aileler 3 ve üzeri çocuklu ailelerden
ortalama kişi başına aylık iki kat daha fazla gelire sahip oldukları bilinmektedir.
Böylece, yoksulluk “doğurganlık” özelliğine sahiptir. Çünkü yoksul ailelerin
çocukları yoksul olmayan ailelerin çocuklarına göre bir çok konuda daha az
imkanlara sahip olacaktır (www.nasledie.ru/.../18.../article.php?..).
Çocuk sayısı Sayı % 1 21 42,0 2 15 30,0 3 5 10,0 4 7 14,0 5 1 2,0 7 1 2,0 Toplam 50 100,0
131
Tablo 28. Ailede çalışan sayısı (N 50)
Ailede çalışan sayısı Sayı % Sadece baba 7 14,0 Sadece anne 5 10,0 Hem anne hem baba 25 50,0 Çalışan yok 11 22,0 Ağabey 1 2,0 Anne-baba, ağabey ve abla 1 2,0
Toplam 50 100,0
Tablo 28’de katılımcıların ailesinde en fazla % 50 ile hem anne hem babanın
çalıştığı görülmektedir. Bunu % 22 ile ailede hiç çalışanın olmadığı izlemektedir.
Daha sonra % 14 ile sadece babanın çalıştığı, % 10 ile sadece annenin çalıştığı
anlaşılmaktadır. Aslında, Kırgızistan’da çok yüksek işsizlik sorunun varlığı
bilinmektedir. Yakın zamana kadar toplumda İslami Kuruluşlarda genelde fakir
ailelerin yada yetimlerin öğretim ve eğitim aldıkları kanısı var idi. Oysa araştırmanın
sonucu bu kanıyı kesinlikle onaylamamaktadır. Görüldüğü gibi katılımcıların % 50
‘sinin ailesinde hem anne hem babanın iş sahibi olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca, %
14 ile sadece baba, % 10 ile sadece anne ve % 4 ile ağabey, anne-baba ve abla
çalışıyor cevabı aslında şöyle okunabilir. Katılımcıların % 78’inin ailesi işe sahip
iken katılımcıların % 22’si işsiz durumdadır. Aşağıdaki tabloda işsizlik nedenleri
verilmiştir.
132
Tablo 29. Çalışmama nedenleri (N 50)
Çalışmama nedenleri Sayı % Geçerli % İç olmadığı için 2 4,0 11,1 Alkol sorunu var 2 4,0 11,1 Emekli 12 24,0 66,7 Sağlığı izin vermiyor 2 4,0 11,1 Toplam 18 36,0 100,0 Çalışanlar 32 64,0 Toplam 50 100,0
Katılımcıların % 36’sında çalışanın olmadığı görülmektedir. Bunların içinden en
fazla % 66,7 ile emekli olduğu için çalışmadığı görülmektedir. Diğerleri ise % 11
gibi eşit oranlarda iş olmadığı için, alkol sorunu olduğu için ve sağlığı izin
vermediğinden dolayı çalışmadıkları anlaşılmaktadır.
Katılımcıların büyük çoğunluğunun ailelerinde işsizlik sorununun olmadığı,
çalışmayanların içinden de en çok emekli oldukları için çalışmadıkları
anlaşılmaktadır. Dolayısıyla artık İslami Kuruluşlar sadece fakirlerin çocuklarının
eğitim ve öğretim aldıkları kurum olmaktan çıkıp gayet hali vakti yerinde olan
insanların da çocuklarına eğitim veren kurumlarından biri haline geldiği
anlaşılmaktadır.
133
Tablo 30. Katılımcıların aylık gelirlerine göre dağılımı (N 50)
Tablo 8’de katılımcıların aylık gelirlerine göre dağılımı verilmiştir. Buna göre en çok
% 34,8 ile aylık gelirlerinin sabit olmadığı her ay değiştiğini belirttikleri
görülmektedir. Bunları % 15,2 ile 400 ile 500 Amerikan doları arasında değiştiği, %
10,9 ile 200 ile 300 dolar arası ve yine % 10,9 ile 1000 dolar olduğu ve en az % 4,3
ile 30 ile 50 dolar arasında aylık gelirlerinin olduğu anlaşılmaktadır. Bu verilerden
görüldüğü gibi İslami Kuruluşlarda çeşitli gelir seviyeye sahip ailelerin çocuklarının
okuduğu ortaya çıkmaktadır.
Sayı % Geçerli % Değişmekte 16 32,0 34,8 30 -50 dolar arası 2 4,0 4,3 700 dolar 3 6,0 6,5 100-150 dolar arası 3 6,0 6,5 200 - 300 dolar 5 10,0 10,9 400-500 dolar arası 7 14,0 15,2 800-900 2 4,0 4,3 1000 dolar 5 10,0 10,9 2000 ve üzeri 3 6,0 6,5 Total 46 92,0 100,0 Bilgi yok 4 8,0 Total 50 100,0
134
3.3.2. İslami kurumların velilere göre toplumsal etkileri
Tablo 31. Kurum tarafından desteklenip desteklenmediğine göre dağılımı (N 50)
Araştırmaya katılanların çocuklarının % 28’nin maddi olarak desteklendiği ve %
72’sinin maddi olarak desteklenmediği görülmektedir.
Tablo 32. Parasal olarak desteklenenlerin tutar dağılımı (N 50)
Tablo 32’de parasal olarak desteklenmekte olanların aldıkları desteklerin
miktarlarının dağılımı verilmiştir. En fazla % 21,7 ile yılda bir kez olmak üzere 800
Amerikan doları, % 17,4 ile eşit oranlarda her ay 35 Amerikan doları, 50 Amerikan
doları ve 150 Amerikan doları, % 13 ile aylık 100 Amerikan doları, % 8,7 ile 11
Amerikan doları ve en az % 4,3 ile 135 Amerikan doları büyüklüğünde
desteklendikleri tespit edilmiştir.
Desteklenmekte Sayı % Evet 14 28,0 Hayır 36 72,0 Toplam 50 100,0
Sayı % Geçerli % 100 dolar her ay 3 6,0 13,0 35 dolar her ay 4 8,0 17,4 135 dolar 1 2,0 4,3 800 dolar yılda bir kez 5 10,0 21,7 50 dolar 4 8,0 17,4 150 dolar her ay 4 8,0 17,4 11 dolar 2 4,0 8,7 Toplam 23 46,0 100,0 Bilgi yok 1 2,0 Desteklenmemekte 26 52,0 Toplam 27 54,0 Toplam 50 100,0
135
Tablo 33. Desteğin veliler için öneminin dağılımı (N 50)
Tablo 33’de kurum tarafından desteklenenler için aldıkları desteğin öneminin
dağılımı verilmiştir. En fazla % 39,1 ile ‘çocuğumun geleceği’ cevabı öne
çıkmaktadır. Bunu % 26,1 ile ‘aile ekonomisine çok büyük bir katkı’, % 17, 4’şer ile
‘aile ekonomisine iyi bir yardım’ ve ‘çocuğumun ufak tefek ihtiyaçlarını karşılaması
açısından küçük yardım’ izlemektedir. Bu dağılımdan anlaşıldığı gibi kurumun
sağladığı maddi destekler bir çok öğrenci ve ailesi için çok büyük öneme sahiptir.
Tablo 34. Özellikle İslami Kurum olarak bilinen bu kurumda çocuğunuzun eğitim almasına kim karar vermiştir (N 50)
Önem Sayı % Geçerli % Çocuğumun geleceği 9 18,0 39,1 Aile ekonomisine çok büyük
katkı 6 12,0 26,1
Aile ekonomisine iyi bir yardım
4 8,0 17,4
Çocuğumun ufak tefek ihtiyaçlarını karşılaması açısından küçük yardım
4 8,0 17,4
Toplam 23 46,0 100,0 Bilgi yok 1 2,0 Desteklenmemekte 26 52,0 Toplam 27 54,0 Toplam 50 100,0
Sayı % Geçerli % Baba 2 4,0 4,1 Öğrencinin kendisi 24 48,0 49,0 Ailecek 15 30,0 30,6 Kardeşler 1 2,0 2,0 Veliler 7 14,0 14,3 Toplam 49 98,0 100,0 Bilgi yok 1 2,0 Toplam 50 100,0
136
Yukarıdaki tablo 34’te çocuklarının özellikle bu İslami Kurumda eğitim görmesine
dair kimin karar verdiği ile ilgili cevapların dağılımı verilmiştir. % 49 gibi büyük bir
çoğunluğun öğrencinin kendisinin, % 30,6 ile ortaklaşa ailecek, % 14,3 ile velilerin,
% 4,1 ile babanın ve en az % 2 ile kardeşlerin karar verdikleri ortaya çıkmıştır.
Tablo 35. Çocuklarda görülen değişmelere velilerin tepkileri (N 50)
Katılımcılara “Eğitimine başladıktan sonra çocuğunuzda gözlemlenen ilk
değişmelere ilk tepkiniz ne olmuştur?” sorusu sorulmuştur. Velilerin tepkilerinin
dağılımı tablo 36’da verilmiştir. Buna göre katılımcıların büyük çoğunluğu % 66,7
ile olumlu karşıladıkları ve % 18,8 ile olumsuz olarak tepki gösterdikleri
görülmektedir. Bunların içinden % 8,3’nün korktuğu ve % 6,3 ‘nün ise çocuklarında
pek bir değişme görmedikleri ortaya çıkmıştır.
Velilerin tepkileri Sayı % Geçerli % Olumlu 32 64,0 66,7 Olumsuz 9 18,0 18,8 Korku 4 8,0 8,3 Pek bir değişme görmedim 3 6,0 6,3 Toplam 48 96,0 100,0 Bilgi yok 2 4,0 Toplam 50 100,0
137
Tablo 36. Öğrencilere göre velilerinin tepkilerinin dağılımı (N 50)
Tablo 36’da bizzat velilerin söz konusu değişmelere tepkileri verilmiştir, tablo 37’de
ise öğrencilere göre velilerin tepkileri gösterilmiştir. Veli ile öğrencilerin cevapları
karşılaştırıldığı zaman genel itibariyle değişmelerden velilerin memnuniyet
duydukları ortadadır. Değişmelere olumsuz bakanların sayısında hissedilebilir bir
farkın varlığından söz edilebilir. Öğrencilere göre olumsuz tepki veren velilerin
yüzdesi sadece 4 iken, bizzat velilerin verdiği bilgiye göre % 19’a yaklaşmaktadır.
Ayrıca, öğrencilerin % 4’ne göre velilerinin kendileri sayesinde namaza başladıkları
belirtilirken, velilerin öyle bir durumdan söz etmedikleri ortaya çıkmaktadır. Bununla
birlikte velilerin % 9 kadarı ilk değişmeleri görünce korktuklarını belirtirken,
öğrencilerin hiç birinin velilerinin korktuklarından söz etmedikleri görülmektedir.
Buradan, veliler çocuklarındaki değişiklikleri görünce korktuklarını hissettirmemiş
ve dile getirmemiş oldukları sonucuna varılabilir.
Neticede, her ne kadar veliler çocuklarının bazı tutum ve davranışlarında gördükleri
ilk değişmelerden rahatsız olduklarını belirtseler de genel olarak memnun oldukları
Öğrencilere göre velilerin tepkileri Sayı %
Memnunlar 43 86,0 Kesinlikle memnun değiller 2 4,0
Karar vermiş değiller, neyin doğru olduğunu onlar da bilemiyorlar
2 4,0
Memnunlar, hatta kendileri de namaza sayemizde başladılar
2 4,0
Toplam 49 98,0 Bilgi yok 1 2,0 Toplam 50 100,0
138
anlaşılmaktadır. Kesinlikle bu değişimlerden rahatsız olan katılımcı velilerin
sayısının karşılaştırmalı olarak çok düşük seviyede olduğu görülmektedir.
Ayrıca, katılımcı öğrencilerin kendi velileri hakkında değişmelere ilişkin “Karar
vermiş değiller, neyin doğru olduğunu onlar da bilemiyorlar” demeleri ilgi çekicidir.
Çünkü, katılımcı velilerin bu tür itirafta bulunmadıkları görülmektedir.
Tablo 37. Velilere göre olumlu etkilerin dağılımı (N 50)
“Çocuğunuzun üzerinde kurumun faaliyetlerinin ne tür olumlu etkilerini
görmektesiniz?” sorusuna katılımcı velilerin büyük çoğunluğunun (% 50) hissedilir
bir değişme görmedikleri kaydedilmiştir. Katılımcı velilerin % 46’sı ise çocuklarının
değiştiğini gözlemlediklerini ifade ettikleri görülmektedir. Bu % 46’lık kısmı % 100
Sayı % Geçerli % Büyüklerine karşı saygılı
ve disiplinli 17 17,0 37,0
Beden ve kiyafet temizligine özen
1 1,0 2,2
Düzenli, terbiyeli, çalışkan ve dindar
19 19,0 41,3
Okuma, çalisma isteği ve vatansever
5 5,0 10,9
Fedakar ve sabırlı olmaya basladı
1 1,0 2,2
Namaz kılmaya devam ediyor
1 1,0 2,2
Kapali giyinme, namaz kilma, giybet etmeme, Allah rızasını gözetme
2 2,0 4,3
Toplam 46 46,0 100,0 Bilgi yok 4 4,0 Hissedilir değişme
görmedim 50 50,0
Toplam 54 54,0 Toplam 100 100,0
139
üzerinden değerlendirdiğimiz zaman velilerin % 41,3’ü çocuklarının ‘düzenli,
terbiyeli, çalışkan ve dindar’ ve % 37’si ‘Büyüklerine karşı saygılı ve disiplinli’
olma yönünde olumlu değişme gördükleri ortaya çıkmıştır. Bunları % 10,9 ile
‘Okuma, çalisma isteği ve vatansever’, % 4,3 ile ‘kapalı giyinme, namaz kılma,
gıybet etmeme, Allah rızasını gözetme’, % 2,2 ile ‘beden ve kıyafet temizliğine
özen’, % 2,2 ile ‘fedakar ve sabırlı olma’ ve yine % 2,2 ile ‘namaz kılmaya devam
etme’ şeklinde olumlu değişiklikler gördükleri ifade edilmiştir. Bu konuda katılımcı
velilerin geneli bu kurumlarda eğitim alan ile başka kurumda eğitim alan çocuklarını
karşılaştırdıklarında büyük bir fark gördüklerini belirtmişlerdir. Bu manada özellikle
düzen ve anne- babaya saygı ön plana çıkmaktadır.
Tablo 38. Öğrencilere göre faaliyetlerin olumlu etkileri (N 50)
Olumlu Etkileri Sayı % İslam ile tanışma, güzel ahlak, iyimserlik 5 10,0
Hayatımın amacı değişti, İslam’ı tanıdım, topluma faydalı insan olmaya çalışma 9 18,0
Aile ve din anlayışım değişti, ruhen huzurlu 10 20,0
İmanım güçlendi, dini bilgim arttı, iradeli ve sabırlı olmayı öğrendim 4 8,0
İnsanlarla iyi ilişki kurmak,saygılı, anlayışlı olmak, zamana önem vermek 11 22,0
Disiplinli, planlı, saygılı olmayı öğrendim 3 6,0
Hocaların samimiyetinden etkilenerek samimi ve toleranslı olmayı öğrendim 5 10,0
Dışarıdaki yasak cinsel ilişki, alkol, sigara, uyuşturucu, gece hayatı gibi şeylerden uzağım 2 4,0
Toplam 49 98,0 Bilgi yok 1 2,0 Toplam 50 100,0
140
Tablo 37’de katılımcı velilere göre ve tablo 38’da katılımcı öğrencilere göre
faaliyetlerin olumlu etkileri karşılaştırılmıştır. Alınan sonuçlara göre katılımcı
velilerin % 41,3’ü çocuklarının ‘düzenli, terbiyeli, çalışkan ve dindar’ ve % 37’sinin
‘Büyüklerine karşı saygılı ve disiplinli’ olma yönünde olumlu değişme gördükleri
ifade edilmiştir. Katılımcı öğrencilerin % 22’si ‘İnsanlarla iyi ilişki kurmayı, saygılı
ve anlayışlı olmayı, zamana önem vermeyi’ öğrendim şeklinde cevaplandırmışlardır.
Buradan hem katılımcı velilerin hem katılımcı öğrencilerin büyük çoğunluğunun
birbirlerine çok yakın olumlu yönde değişmelerden bahsettikleri sonucuna varılabilir.
Ancak veli ve öğrencilerin cevapları arasında ciddi farklılaşmadan da söz etmek
mümkündür. Örneğin, katılımcı velilerin sadece % 4,3’ü ‘Kapali giyinme, namaz
kilma, giybet etmeme, Allah rızasını gözetme’ gibi olumlu değişmeleri belirtirken,
katılımcı öğrencilerin % 20’si ‘Hayatımın amacı değişti, İslam’ı tanıdım, topluma
faydalı insan olmaya çalışıyorum’ ve aynı şekilde % 18’inin ‘Aile ve din anlayışım
değişti, ruhen huzurluyum’ diyerek olumlu yönde değişmelerini belirttikleri
görülmektedir. Buradan, veliler için çocuklarının dinini tanıma ve yaşamalarının pek
önemsenmediği, katılımcı öğrencilerin kendileri için ise bu konuda değişme çok
olumlu ve önemli olarak kabul edildiği ileri sürülebilir. Ayrıca katılımcı öğrencilerin
% 4’nün ‘Yasak cinsel ilişki, alkol, sigara, uyuşturucu, gece hayatı gibi şeylerden
faaliyetler sayesinde uzaklaşmaları’ önemli değişiklikler olarak değerlendirilirken,
katılımcı velilerin bu konuya hiç değinmedikleri anlaşılmaktadır. Bu sonuçlardan
hareketle, nesiller arasında, özellikle dini ve ahlaki yönden tutum ve davranışlarında
farklılaşma ve neticede çatışmanın varlığından söz edilebilir. Ayrıca, bu konuda
katılımcı öğrencilerin son derece temkinli davrandıkları anlaşılmıştır. Yeni olan her
141
şeyin hemen kabul edilip desteklenmesi beklenemez. Bu realitenin katılımcı
öğrenciler tarafından iyi bilindiği ve büyüklerine yenilik ve değişmelerin alıştıra
alıştıra ortaya koydukları anlaşılmıştır.
Tablo 39. Değişikliklerden memnun musunuz? (N 50)
Tablo 39’da katılımcı velilerin çocuklarında meydana gelen değişikliklerden
memnun olup olmama durumunun dağılımı verilmiştir. Bakıldığı zaman
katılımcıların genelinin (%86) çocuklarının eğitim aldıkları İslami kurumun
faaliyetleri neticesinde, din ve ahlak çerçevesinde tutum ve davranışlarında ortaya
çıkan değişiklerden memnun oldukları anlaşılmaktadır. Katılımcıların % 4’nün ise
çocuklarının kendilerinden farklılaşmalarının iyi yada kötü olduğuna henüz karar
veremedikleri görülmektedir. Henüz karar veremeyen katılımcı velilerin kendilerinin
de din konuları ile ilgilendikleri yani arayış içinde oldukları dikkat çekmektedir.
Katılımcı velilerin % 4 ise bu değişikliklerden kesinlikle memnun oldukları, hatta
çocukları sayesinde kendilerinin de namaza başladıkları ifade edilmiştir.
Katılımcıların bir diğer % 4’lük kısmının kesinlikle memnun olmadıkları
anlaşılmaktadır. Bu katılımcılara göre namaz kılmak, kapalı giyinmek günümüzde
Sayı % Memnunum 43 86,0 Kesinlikle memnun değilim 2 4,0
Karar vermiş değilim, neyin doğru olduğunu ben de bilemiyorum
2 4,0
Memnunuz, hatta kendimiz de namaza sayesinde başladık 2 4,0
Toplam 49 98,0 Bilgi yok 1 2,0 Toplam 50 100,0
142
geride kalmışlığın simgelerinden başka bir şey değildir. Ayrıca, bu veliler kızlarıyla
birlikte bir yerlere giderken uzun etek, yazın uzun kollu kıyafetlerle dışarı çıkmaktan
utanç duyduklarını ve kızlarından en azından onlarla birlikteyken “normal insanlar”
gibi giyinmelerini rica ettikleri özellikle belirtilmiştir.
Tablo 40. Kurum faaliyetleri durdurulursa ne gibi değişiklikler olabilir (N 50)
Katılımcılardan “Kurum, faaliyetlerini durdurursa çocuğunuzun hayatında ne gibi
farklılıkların olabileceğini düşünüyorsunuz?” sorusu sorulmuştur. % 78’nin bu konu
üzerinde hiç düşünmemiştim, % 10’un çevresi değiştiği için zorlanır, % 6’sının pek
bir şey değişmez, % 2’sinin çocuğun hayatı tamamen değişir ve yine % 2’sinin
şahsen ben çok sevinirim şeklinde cevaplandırıldığı görülmektedir. Katılımcıların %
2’lik kısmının çocuklarının bu kurumdan ayrılmasını istediklerini, ancak eğitim
açısından çok kaliteli olduğu için devam etmelerine katlandıkları vurgulanmıştır.
Sayı % Geçerli % Pek bir şey değişmez 3 6,0 4,1 Çevresi değiştiği için zorlanır 5 10,0 10,2 Hayatı tamamen değişir 1 2,0 2,0 Bu konu üzerinde
düşünmemiştim 39 78,0 79,6
Şahsen ben çok sevinirim 1 2,0 2,0 Toplam 49 98,0 100,0 Bilgi yok 1 2,0 Toplam 50 100,0
143
Tablo 41. Kurumun toplumsal işlevleri (N 50)
Söz konusu kurumların toplumsal işlevleri sorulmuştur. Katılımcı velilerin % 98’i
Kırgızistan’da günümüzde var olan genelde tüm İslami Kuruluşların ve özelde
çocuklarının okuduğu kurumun hem eğitici hem terbiye edici işlevlerinin olduğu
vurgulanmıştır. Ayrıca, bu kurumun tercih edilmesinin en önemli nedenlerinden
birisi eğitici işlevinin yanı sıra terbiye edici işlevinin de paralel bir şekilde
uygulanması olduğu anlaşılmaktadır.
Tablo 42. Velilerin ağzından çocukları hakkında çevresindekilerin düşünceleri (N 50)
Sayı % Olumlu yönde değiştiğini söylüyorlar 31 62,0 Örnek çocuk olarak görmekteler 13 26,0
Önce olumsuzdu, sonra pozitife dönüştü 1 2,0
Kapalı giyinmesinin zamana uymadığını söylüyorlar 1 2,0
Namaz kılıyor ama başı açık geziyor diye eleştiriyorlar 1 2,0
Pasifleştiğini söylüyorlar 1 2,0
Toplam 48 96,0 Bilgi yok 2 4,0 Toplam 50 100,0
Sayı % Hem eğitici hem
terbiye edici 49 98,0
Bilgi yok 1 2,0 Toplam 50 100,0
144
Katılımcı velilere çocukları hakkında çevresindekilerin (komşu, akraba, eski
öğretmenleri, arkadaşları…) düşünceleri sorulmuştur. Bu soruya verilen cevapların
dağılımı tablo 19’da gösterilmiştir. Buna göre katılımcıların büyük çoğunluğu % 62
ile çocukların genel olarak olumlu yönde değiştiğini, % 26 ile örnek çocuk olarak
gördüklerini, % 2 ile eskisine göre pasifleştiğini ve içe kapandığını, % 2 ile hem
namaz kılıyor hem başı açık geziyor diyerek eleştirildiklerini ve yine % 2 ile kapalı
giyinmelerinin zamana uymadıklarını belirtmişlerdir. Bir diğer % 2’lik kısmın ise
çevredekilerin ilk başlarda olumsuz baktıklarını daha sonra değişimlerin hiç de
kötüye götürmediğini, tam tersine iyiye gittiğini gördükçe, kendi çocuklarıyla
karşılaştırdıkça fikirlerinin olumlu yöne değiştiğini ifade etmişlerdir.
Tablo 43. Velilerin çocuklarına dair beklentileri (N 50)
Katılımcı veliler “Çocuğunuz ile ilgili gelecekte beklentileriniz nelerdir?” sorusuna
% 70 ile dürüst insan ve alanında iyi bir uzman, % 16 ile iyi bir kariyer ve mutlu aile
sahibi, % 12 ile vatanına yararlı birey olmalarını ümit ediyoruz şeklinde
cevaplandırdıkları görülmektedir. Görüldüğü gibi, velilerin büyük çoğunluğunun
(% 70) çocuklarının öncelikle dürüst insan daha sonra yüksek kariyer sahibi
olmalarını istedikleri anlaşılmaktadır. Bununla birlikte hiçbir katılımcı velinin
çocuğunun gelecekte dindar bir birey olmasını ümit ettiği belirtilmemiştir.
Sayı % Vatanına yararlı birey 6 12,0 İyi bir kariyer ve mutlu aile sahibi 8 16,0 Dürüst insan ve alanında iyi bir uzman 35 70,0 Toplam 49 98,0 Bilgi yok 1 2,0
Toplam 50 100,0
145
Tablo 44. Çocuklarının İslami Kurumda eğitime devam etme süresi (N 50)
Devam süresi (yıl) Sayı % 1 2 4,0 2 2 4,0 3 5 10,0 4 2 4,0 5 7 14,0 6 3 6,0 7 5 10,0 8 6 12,0 9 -11 18 36,0 Toplam 50 100,0
Tablo 22’de katılımcı velilerin çocuklarının kaç yıldır İslami kurumda eğitime
devam etme süresinin dağılımı verilmiştir. En uzun % 36 ile 9 ile 11 yıl arasında,
bunu % 14 ile 5, % 12 ile 8, % 10 ile 3, yine % 10 ile 7, % 6 ile 6 ve % 4’er olmak
üzere 1, 2 ve 3 yıldır İslami kurumda eğitim görme sürelerinin izledikleri
görülmektedir. 6 yıl ve üzerinde eğitimlerine devam eden öğrenciler aynı İslami
kuruma ait ortaokul ve liselerinden mezun oldukları belirtilmiştir. Burada verilen
süreler İslami kurumlarda eğitim görme süresinin toplamıdır.
146
Tablo 45. Velilerin, çocuklarını bu kurumda okutma nedenleri (N 50)
Tercih nedenleri Sayı % Kaliteli eğitim verdikleri için 4 8,0
Kaliteli eğitimin yanında terbiye de verdikleri için 14 28,0
Bu kurumlardan mezun öğrencilerin örnek davranışlarından etkilediğim için 17 34,0
En önemlisi dini bilgi verdikleri için 1 2,0
Çocuk ısrar ettiği için 3 6,0 Eş dostun tavsiyesi nedeniyle 4 8,0
Eğitimin yabancı dilde olması, rüşvetin olmaması, iyi teknolojik donanım ve zengin kütüphaneye sahip olmasından dolayı
6 12,0
Toplam 49 98,0 Bilgi yok 1 2,0 Toplam 50 100,0
“Çocuğunuzu özellikle bu kurumda okutma nedeniniz nedir?” sorusuna tablo 46’da
görüldüğü gibi katılımcı veliler % 34 ile ‘Bu kurumlardan mezun öğrencilerin örnek
davranışlarından etkilendiğim için’, % 28 ile ‘Kaliteli eğitimin yanında terbiye de
verdikleri için’, % 12 ile ‘Eğitimin yabancı dilde olması, rüşvetin olmaması, iyi
teknolojik donanım ve zengin kütüphaneye sahip olmasından dolayı’, % 8’er
‘Kaliteli eğitim verdikleri için’ ve ‘ Eş dostun tavsiyesi nedeniyle’, % 6 ile ‘Çocuk
kendisi ısrar ettiği için’ ve % 2 ile ‘ En önemlisi dini bilgi verdikleri için’ şeklinde
söz konusu kurumu tercih etme nedenlerinin sıralandığı görülmektedir.
Katılımcı velilerin çocuklarını özellikle bu kurumu seçmelerinde en önemli etken
olarak karşımıza bu kurumların mezunları çıkmaktadır. Mezunların örnek teşkil
edebilecek şekilde sergiledikleri davranışları ve elde ettikleri başarılar etrafındakileri
önemli ölçüde etkilediği anlaşılmaktadır. Bu durum ise söz konusu İslami
kuruluşların hedefleri doğrultusunda gerçekleştirdikleri faaliyetlerin neticesinde
147
alınan meyveleri şeklinde kabul edilebilir. Buradan Kırgızistan’da günümüzde aktif
olan İslami kuruluşlar zamana uygun bir biçimde faaliyet gösterdikleri
anlaşılmaktadır. Eş zamanlı olarak hem uhrevi hem dünyevi açılardan eğitilmeleri
özellikle Kırgızistan şartlarında büyük önem taşıdığı açıktır. Sovyetlerin
dağılmasıyla birlikte yoksulluğun ciddi manada yükselmesi ve neticede agresiflik,
cinayet, intihar, çekememezlik, hırsızlık gibi istenmedik olaylar hızlıca artmaktadır.
Ayrıca, ateistik terbiyenin doğurduğu sapma davranışlar (gayri meşru çocukların
sayısındaki artış, kısa vadeli ilişkilerin halk tarafından yadırganmaması,
boşanmaların artması, alkol vs. ) toplumun bütünlüğüne ciddi tehlike arz etmektedir.
Bu noktada İslami kuruluşlar, toplumda meydana gelen bu hastalıkların tedavisinin
yeni nesillerin eğitiminden ve terbiyesinden geçtiğine karar kıldıkları ve bu
doğrultuda faaliyet gösterdikleri anlaşılmaktadır.
148
Sonuç ve Öneriler
Ekonomik açıdan yoksulluk ve kültürel anlamda değerlerin aşınması bugün birçok
postsovyet ülkelerin çoğunda olduğu gibi Kırgızistan’da da önemli bir sorun teşkil
etmektedir. Bu sorunlarla mücadele edilebilmesi için söz konusu olguların bütünsel
kavrayışının gerçekleştirilebilmesi; bunun için de sorunların sadece iktisadi yönü
üzerinde değil toplumsal boyutlarının da göz önünde bulundurulması mecburi olarak
ortaya çıkmaktadır.
Kırgızistan, 1991’de bağımsızlığını ilan etmesiyle birlikte sosyo-politik ve kültürel
alanıyla geçiş dönemine girmiştir. Tam da bu dönemde objektif ve sübjektif
faktörlerin etkisiyle Kırgız toplumunda kültürel manada yoksulluk, halkın geniş
tabakasını içine kapsayarak sosyal bir sorun haline dönüşmüştür.
Ekonomik açıdan yoksulluk ve kültürel manada değerlerin aşınması, genel halkın
sadece maddi durumunu etkilemekle kalmayıp, politik, kültürel ve psikolojik açıdan
da insanları ciddi anlamda olumsuz olarak etkisi altına aldığı açıktır. Bu durum
özellikle ülke içinde huzursuzluklara (örneğin: boşanmaların artması, evlilik dışında
çocukların dünyaya gelmesi, insanlar arasındaki ilişkilerin maddiyat üzerine
kurulması, siyasi ve sosyal alanlarda anarşinin baş göstermesi….) neden olabilir ve
nitekim olmaktadır da.
1990’larda başlayan sosyo-politik gelişmeler toplum ve devletin tüm alanlarında
ciddi düzenleme ve değişimler getirmiştir. Bu değişimler din alanını da kapsamıştır.
1991’de “İnanç ve dini kuruluşların özgürlüğü” kanununun kabul edilişiyle birlikte
insanların dine olan ilgisi artmıştır. Bununla birlikte İslami kuruluşlar ortaya
çıkmıştır.
149
Gerçekleştirilen araştırma sonucunda Kırgızistan’da faaliyet gösteren İslami
kuruluşlar ile ilgili bilgi toplanmıştır. Söz konusu kuruluşların İslam’ı tanıtmak,
yoksul çocuk ile fakir ailelere maddi - manevi yardımda bulunarak yoksulları vahşi
kapitalizm ortamında hayat mücadelesi için rekabete hazırlamak, Kırgızistan’ın
geleceği için vatansever, dindar ve eğitimli neslin yetişmesine yardımcı olmak
amacıyla çalışmalarını sürdürdükleri ortaya çıkmıştır.
Genel itibariyle İslami kuruluşlar 2000 yılından itibaren faaliyete geçip maddi ve
manevi olarak ihtiyaç sahiplerini imkanları ölçüsünde desteklemeye devam ettikleri
anlaşılmıştır.
Destek alan insanların İslami kuruluşlardan son derece memnun oldukları ve söz
konusu kuruluşların faaliyetlerine kesinlikle devam etmeleri arzusu içinde oldukları
anlaşılmıştır.
Bununla birlikte, İslami yüksek öğrenim kurumunda eğitim alan öğrenciler ile
onların velileriyle gerçekleştirilen görüşme sonrası genel olarak her iki tarafın
kurumun faaliyetlerinden memnuniyet duydukları ortaya çıkmıştır. Veliler,
çocuklarında gördükleri değişikliklerin, bazıları hariç (tesettür, helal gıda seçiminde
ısrar gibi…) son derece olumlu yönde olduğunu ifade etmişlerdir. Ayrıca, velilerin
çoğu bu kuruluşlarda okumakta veya mezun olan çocuklarının davranışlarından
memnun olduklarından dolayı diğer çocuklarını da aynı kuruluşlarda okuttuklarını
belirtmişlerdir.
Bu anlamda “günümüz Kırgızistan’ında sosyo-ekonomik belirsizlik şartlarında
İslami kuruluşların gençler üzerinde hem maddi hem ahlaki anlamda olumlu etkileri
yükselmektedir” hipotezinin doğrulandığı ortaya çıkmaktadır.
150
Aynı zamanda, yeni neslin velilerine nazaran sosyo-kültürel manada farklılaştığı
görülmüştür. Namaz, oruç, iman, saygı, düzen, disiplin gibi bir çok konuda katılımcı
öğrencilerin velileriyle ve eski arkadaşlarıyla aynı düşünmedikleri ve hareket
etmedikleri sonucuna ulaşılmıştır. Kuruluşların dini-ahlaki yönde gerçekleştirdikleri
faaliyetlerin tesiriyle öğrencilerde ortaya çıkan değişiklik ilk fark edildiği
zamanlarda, doğal olarak aile içinde bir takım sıkıntılara yol açmış ise de sonrasında
sorun olmaktan çıktığı gözlemlenmiştir. Dolayısıyla, “dinin bütünleştirici işlevi ve
İslami kuruluşların oluşturdukları özel samimi ortam, devam etmekte olan ekonomik
ve toplumsal kriz döneminde Kırgız toplumunun bütünleşme sürecinde olumlu
etkendir” şeklinde öne sürülen hipotez yanlışlanmıştır. Günümüzde, Kırgızistan’da
dinin ve dini kuruluşların sosyal bütünleşmeye katkısından söz etmenin henüz erken
olduğu anlaşılmaktadır.
İslami kuruluşların önlerine koydukları amaçları doğrultusunda gerçekleştirdikleri
faaliyetler genel olarak olumlu neticeler vermeye başladıkları anlaşılmıştır. Kırgız
toplumunda, dini kurumlarda genellikle yoksul ailelerin çocuklarının eğitim aldığına
dair kanı vardır. Bu kanı ortaokul ve lise öğrencileri ile yapılmış olan görüşme
sonuçları ile örtüştüğü görüşmüştür. Ancak, yüksek öğrenim kurumlarına gelince
durumun genel kanıyı onaylamadığı ortaya çıkmıştır. Kırgızistan’ın ekonomik düzeyi
ve hayat standardı göz önünde bulundurulduğu zaman söz konusu kurumlarda
ekonomik olarak iyi durumda olan ailelerin çocuklarının eğitim aldıkları sonucuna
varılmıştır. Bu durum ise ülkenin geleceğine dair umut vericidir.
Kırgızistan’ın aydınlık geleceği için öncelikle ülkenin ekonomik ve kültürel
politikasının mevcut durumu göz önünde bulundurarak yeniden düzenlenmesi
gerektiği kurum yöneticileri tarafından şiddetle önerilmiştir. Bununla birlikte,
151
bakanlıklar, uluslararası yardım kuruluşları, sivil toplum kuruluşları, özel sektör gibi
tüm kesimlerin bir biriyle iletişim ve eşgüdüm içinde olmalarının sağlanması zorunlu
hale geldiği açıktır.
Ayrıca, hükümet ile sivil toplum örgütleri eski sovyet mantığına özgü eşitlik ve
eşitleme prensiplerinin kafalardan silinmesi yönünde çalışmalar yapmalı. Yeni
düzenin farklılık, eşitsizlik, rekabet, daha çok çalışma, aşı ve işi devletten
beklememe gibi özellik ve prensipleri aşılama faaliyetlerini gerçekleştirilmelidir.
Devlet, İslami kuruluşlara sadece yoksulların listesini sunmakla sınırlı kalmayıp daha
verimli çalışmaların gerçekleştirilebilmesi için bürokratik işlemlerin basitleştirmesi
önerilebilir.
152
Kaynakça
Akyüz, N. (2007) Gecekondularda Dini Hayat ve Kentlileşme, Ankara: Gündüz Eğitim ve Yayıncılık Akyüz, N. (2008) Ana Başlıklarıyla Din Sosyolojisi, Ankara: Gündüz Eğitim ve Yayıncılık Alcock, P. (1988) Understanding Poverty, 2. edition, Hong Kong: Macmillian Asankanov, A. (1997) Kırgızı: Rost Natsionalnogo Samosoznaniya, Bişkek Aslantürk, Z., Amman, T. (2000) Sosyoloji, İstanbul: Kaknüs Yayınları Aydın, M. (2000) Kurumlar Sosyolojisi, Ankara: Vadi Yayınları Center for Social and Economic Research in Kyrgyzstan, Kyrgyz Economic Outlook, 2/2001 Berger, P., (1993) Dinin Sosyal Gerçekliği, çev. Coşkun, A., İstanbul: İnsan Yayınları Bergson, H. (1990) Ahlak ve Dinin İki Kaynağı, çev. Emin, M., İstanbul: Devlet Matbaası Bıkova, S. (1993) Bednost po Russki i po İtalyanski, // Sotsis, No 2 Comte, A. (1899) Kurs Polojitelnoy Filosofii, Sankt-Petersburg Durkheim, E. (1923) Dini Hayatın İptidai Şekilleri, çev. Cahit, H., İstanbul: Tanin Matbaası Durkheim, E. (1996) O Razdelenii Obşestvennogo Truda, Moskva: Kanon Duverger, M. (1995) Siyaset Sosyolojisi, çev. Tekeli, Ş., İstanbul: Varlık Yayınları Dünya Bankası, Dünya Gelişme Raporu, 2000/2001 Edilova, M. (2001) Bednost - Sotsialnoe Yavlenie: na primere Kırgızstana v perehodnıy period, Bişkek Elebayeva, A. (1996) Mesto i Rol Jenşinı v Tsivilizovannom Obşestve, Bişkek Eliade, M. (1990) Dinin Anlamı ve Sosyal Fonksiyonu, çev. Aydın, M., Ankara: Türk Hava Kurumu Basımevi Fichter, J. (1992) Sosyoloji Nedir?, çev. Çelebi, N., Konya: S. Ü. Fen-Edebiyat Fakültesi Yayınları
153
Freyer, H. (1964) Din Sosyolojisi, çev. Kalpsüz, T., Ankara: A.Ü.İ.F.Y.
Freud, S. (1996) Totem ve Tabu, çev. Sel, K.S., İstanbul: Sosyal Yayınlar
GADRPKR (Gosudarstvennoe Agentstvo po Delam Reliğii pri Pravitelstve Kırgızskoy Respubliki), (2009) Zakonodatelnıye i Normativno-Pravovıye Aktı Kırgızskoy Pespubliki Reguliruyuşih v Sfere Religiy, Bişkek Galieva, Z. (2002) Religiya i Obrazovanie, red. Asankanov, A., Hogaev, M., Bekturov, E., Bişkek: KGPU Garadja, V. (2005) Sotsiologiya Religii, Moskva: İnfra Gavra, D. (1999) Ponyatie Sotsialnogo İnstisuta, no: 1-2, Moskva
Giddens, A. (2000) Sosyoloji, (haz. Özel, H., Güzel, C.) Ankara: Ayraç
Gökberk, M. (1980) Felsefe Tarihi, İstanbul: Remzi Kitabevi
Gökçe, B. (2007) Toplumsal Bilimlerde Araştırma, Ankara: Savaş Yayınevi Günay, Ü. (2008) Din Sosyolojisi, İstanbul: İnsan Yayınları
İnsel, A. (2001) İki Yoksulluk Tanımı ve Bir Öneri, Toplum ve Bilim, Yaz-89 Jerebin, V. (1994) Problemı Borbı s Bednostyu v Pazrabotkah Zarubejnıh Pravitelstvennıh i Mejdunarodnıh Organizatsiy, // Bednost: vzglyad uçenıh na problemu, Moskva Kehrer, G. (1998) Din Sosyolojisi, der. Aktay, Y., Köktaş, E., Ankara: Vadi Yayınlar Kırgız Tuusu, (1996) gazete, 15 Ekim Kızılçelik, S. (1994) Sosyoloji Teorileri, Konya: Yunus Emre Grafik Tasarın ve Yayıncılık LTD. ŞTİ. Kravçenko, S. (1998) Sotsiologiya: Paradigmı i Temı, Moskva: Ankil
Krech, D. (1983) Cemiyet İçinde Fert, İstanbul: M.E.B.
Kurbanova, N. (2008) İslam v Sovremennom Kırgızstane, Bişkek
Lundberg, A. (1970) Sosyoloji, Ankara: S.B.D.Y.
Luçkina, L. (1992) O Bednosti i Opredelenii Projitoçnogo Minimuma, // Mirovaya ekonomika i mejdunarodnıye otnoşeniya, No 2
154
Malaşenko, A. (2001) İslam na Postsovetskom Prostranstve, Vzglyad İznutri, Moskva: Tsentr Karnegi Malinowski, B. (1990) Büyü, Bilim ve Din, çev. Özkal, S., İstanbul: Kabalcı Yayınevi Maltabarov, B. (2002) Religiya i Sotsialno-Politiçeskie Protsessı v Kırgızstane, Bişkek Maltabarov, B. (2005) Bağımsız Kırgızistan’ın Demokratikleşme Sürecinde Din ile Siyaset İlişkisi, Yayımlanmamış Doktora Tezi Maltabarov, B.A. (2003) İslam kak Religiya Monoteistiçeskogo Kredo, //Materialı Mejdunarodnoy Nauçno- Praktiçeskoy Konferentsii “İslam v İstorii Kırgızskoy Gosudarstvennosti”, Bişkek Malikov, K. (2007) Religioznaya Situatsiya v Kırgızstane: analiz i perspektivı razvitiya // http.www.eastime.ru./1/4/253.html/-2007.-10 iyun. Mamayusupov, O. (2004) O Monitoringe Deyatelnosti Gosudarstvennıh Organov v Realizatsii Religioznıh Prav i Svobod, Osh: Altın-Tamga Mardin, Ş. (1986) Din ve İdeoloji, İstanbul: İletişim Yayınları
Marks, K., Engels, F. (1976) Komünist Manifesto, çev. Arslan, S., Ankara: Bilim ve Sosyalizm Yayınları Marshall, G. (1999) Sosyoloji Sözlüğü, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları Mensching, G. (1994) Dini Sosyoloji, çev. Aydın, M., Konya: Tekin Kitabevi Moore, W.E. (1990) “İşlevselcilik”. Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi, edit. Bottomore, T., Nisbet, R., çev., Tekeli, Ş., Ankara: Verso Yayıncılık Novak, T. (1988) Poverty and The State: On Historical Sociology, England: Open University Press Osmonaliev, K. (2009) Religioznıye Organizatsii (ne islamskogo napravleniya) v Kırgızstane: ih doktrinı i uçeniya, Bişkek: Oll Kolors Osnovnıye napravleniya natsionalnoy programmı “Ayalzat” (1996) Bişkek Poloma, M. (1993) Çağdaş Sosyoloji Kuramları, çev. Erbaş, H., Ankara: Gündoğan Yayınları Prilepko, E. (1991) Sotsiologiçeskiy Slovar, Minsk
155
Punch, K.F. (2005) Sosyal Araştırmalara Giriş. Nicel ve Nitel Yaklaşımlar, Çev. Bayrak, D., Arslan, H.B., Akyüz, Z., Ankara: Siyasal Kitabevi Rezultatı Vıboroçnıh Obsledovaniy: Monitoring Bednosti, 1998 Ritzer, G. (1986) Social Problems, New-York: Random House Sayın, Ö. (1988) Sosyolojiye Giriş, İzmir: Erdem Kitabevi
Sidorov, O. (2007) İslamskiy Faktor vo Vnutripolitiçeskoy Stabilnosti Gosudarstv Tsentralnoy Azii // Tsentralnaya Aziya i Kavkaz, No.1 (49.) Slovo Kırgızstana, (1993) milli gazete, sayı no: 25 Mart
Slovo Kırgızstana, (1996) milli gazete, sayı no: 27-28 Ekim
Sorokin, P. (1992) Religioznıye Gruppı i Religioznıye Peregruppirovki, Moskva: Nauka Sorokin, P. (1992) Çelovek, Tsivilizatsiya, Obşestvo, Moskva Sorokin, P. (1994) Obşedostupnıy Uçebnik Sotsiologii: Statyi Raznıh Let, Moskva: Nauka Sorokin, P. (1997) Glavnıye Tendentsii Naşego Vremeni, Moskva: Nauka Sotsialnoe razvitie Kırgızskoy Respubliki 1995-1999, (2000) Ejegodnik, Bişkek Seytalieva, G. (2004) Siyaset ve Toplum, Bişkek: KNU
Seytalieva, G. (2003) Otdelnıye Pokazateli Rosta Populyarnosti İslama v Kırgızstane za 2002-2003 gg. // Materialı mejdunarodnoy nauçno-prakiçeskoy konferentsii “İslam v İstorii Kırgızskoy Gosudarstvennosti”, Bişkek Slaughter, R.A. (2002) “Poor Kyrgyzstan”, The National İnterest- Summer Smelser, N. (1994) Sotsiologiya, Moskva: Feniks
Spencer, H. (1898) First Principles, New-York
Taplamacıoğlu, M. (1986) Din Sosyolojisi, Ankara: A.Ü.İ. F. Yayınları
Wach, J. (1995) Din Sosyolojisi, çev. Günay, Ü., İstanbul: Marmara Ü.İ.F.V.Y. Wallace, R.A., Wolf, A. (2004) Çağdaş Sosyoloji Kuramları, çev. Elburuz, L.&Ayas, R., İzmir: Punto Yayıncılık
156
Weber, M. (2001) Protestan Ahlakı ve Protestan Ruhu, çev. Gürata, Z., İstanbul: Ayraç Yayınları Weber, M. (2000) Sosyoloji Yazıları, çev. Parla, T., İstanbul: İletişim Yayınları Weber, M. (2002) Şehir: Modern Kentin Oluşumu, çev. Ceylan, M., İstanbul: Bakış Yayınları World Bank, World Development Report, 2000/2001, s. 280-281 Yarkov, A. (2002) Oçerk İstorii Religiy V Kırgızstane, Bişkek: Salam
www. муфтият. Kg
www.nasledie.ru/.../18.../article.php?..
www.ruralpovertyportal.org/web/guest/country/home/tags/kyrgyzstan
http://canaktan.org/ekonomi/yoksulluk/ikinci-bol/dünyada -gelir- yoksulluk.pdf
157
ÖZET
Bu çalışmada, SSCB’nin çöküşü sonrası 1996’dan itibaren Kırgızistan’ın yeni
sosyal yapısında yer almaya başlayan İslami Kuruluşların faaliyetleri ve toplumsal
sonuçları ele alınmıştır.
Bu konu araştırılırken öncelikle İslami Kuruluşların faaliyete geçmelerindeki
temel amaçları ve bu süreçte karşılaştıkları sorunlar, devlet ve diğer kurumlarla olan
ilişkileri incelenmiştir.
Bununla birlikte, söz konusu kurumlarda eğitim alan ve barınmakta olan öğrenci
ve bunların velileriyle görüşülerek İslami kuruluşların faaliyetleri ve toplumsal
sonuçları ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Çalışmada, din kavramsal ve kuramsal çerçevede ele alınarak tartışılmaya
çalışılmıştır. Ayrıca Kırgız toplumunun dini durumu teorik bazda gözler önüne
serilmeye gayret edilmiştir.
Anahtar kelimeler: Din, İslami Kuruluşlar, Yoksullukla Mücadele
158
ABSTRACT
This work deals with the activities of the Islamic Institutions and public results in
Kyrgyzstan, after the collapse of the Soviet Union in 1996.
When this subject was studied, first, the main aims of the Islamic Institutions’’ in
their activities and the problems they came across during this process, their
relationships with the state and the other institutions are examined.
Besides, it has been tried to introduce the importance of their services and help after
meeting with people who got assistance and education from these institutions.
This study aims to discuss the notions of religion in a conceptual and institutional
frame. Also, it has been tried to present the Kyrgyz society’s religious position.
Key words: Religion, Religious Institutions, Fighting with poverty
159
EKLER EK I. KURUM YÖNETİCİLERİ İÇİN GÖRÜŞME FORMU 1. Cinsiyet:
2. Yaş:
3. Medeni durumu:
4. Öğrenim durumu:
5. Kurum içindeki pozisyonu:
6. Kurumun adı:
7. Kurumunuz ne zamandan beri faaliyet göstermektedir?
8. Kurumunuzun kurulma amacı (amaçları) nedir?
9. Kurumunuzda resmen kaç personel çalışmaktadır?
10. Personeli işe alırken hangi kriterleri göz önünde bulunduruyorsunuz?
11. Kurumunuzun mali kaynağı nasıl sağlanmaktadır?
12. Kurumun faaliyet göstermeye başladığından beri ne gibi değişiklikler
gerçekleşti?
13. Kurumunuz her hangi bir şeyi amaçlayıp da gerçekleştiremediği durum oldu mu?
Eğer olduysa, nedenlerini açıklar mısınız?
160
14. Siz, kurum faaliyetlerini iyileştirmek için, kurumun yöneticisi olarak her hangi
bir çalışma gerçekleştirdiniz mi?
15. Önümüzdeki iki yıl içinde kurum faaliyetlerini daha da iyileştirmek
için her hangi bir planınız var mıdır?
16. Kurumununuz mali durumu her geçen yıl iyileşmekte mi yoksa kötüye mi
gitmekte? Bu sonucu neye bağlıyorsunuz?
16. Kurum personelinin kalite potensiyelini yükseltmek için çalışmalar yapılmakta
mıdır?
17. Kurumunuz yoksulluk ile mücadele programı çerçevesinde her hangi bir çalışma
yürütmekte midir? (Eğer yürütülüyorsa 19 soru sorulacak)
18. Bu konuda çalışmanız kimlere yönelik yürütülmektedir?
19. Onları (kime yönelik ise) neye göre yani hangi kriterlere göre tespit
edersiniz?
20. Kurumunuz gerçekleştirdiği faaliyetlerini İslam’ın hangi prensiplerine dayanarak
yapmaktadır?
21. Yoksullukla mücadele çerçevesinde kurumunuz devlet ya da başka kurumlarla
ortaklaşa faaliyet göstermekte midir?
22. Kurumunuz bu konuda bağımsız olarak ne gibi faaliyetler gerçekleştirmektedir?
(eğitim, mali destek gibi)
23. Eğer kurumunuz eğitici faaliyetler gösteriyorsa son iki yıl içinde toplam kaç kişi
yararlanmıştır?
161
24. Bu eğitici faaliyetler sonucunda, son iki yılda aldığınız sonuç nedir? Verdiğiniz
eğitim sonrasında iş bulma, eğitime devam etme, kariyerinde yükselme vs. gibi.
25. Eğitim faaliyetleri için aşağı yukarı son iki yıl içinde toplamda ne kadarlık
harcama yapılmıştır?
26. Eğer kurumunuz maddi destek faaliyetleri gösteriyorsa, son iki yılda
aşağı yukarı kaç kişiye destek sağlamıştır?
27. Kurumunuz, son iki yılda, maddi destek faaliyeti çerçevesinde
toplamda aşağı yukarı ne kadarlık harcama yapmıştır?
28. Eğitici faaliyetleri gerçekleştirme sürecinde sorunlarla karşılaşılmış
mıdır? Evet ise ne gibi sorunlar olduğunu açıklar mısınız?
29. Maddi destek faaliyetlerinin gerçekleştirilmesinde ne gibi sorunlarla karşı karşıya
kalınmaktadır?
30. Karşılaşılan sorunları nasıl çözüme kavuşturdunuz?
31. Çözülemeyen sorunlar varsa onları sıralar mısınız?
32. Henüz çözülememiş sorunlar ile ilgili neler planlıyorsunuz?
33. Yoksullukla mücadele konusunda kimlerin ve hangi kurumların desteği ya da
katılımı size göre önem arz eder?
34. Kurumun yöneticisi olarak sizin söz konusu sorunun çözümünde önerileriniz
nelerdir?
162
EK II. DESTEK ALAN ÇOCUKLAR İÇİN GÖRÜŞME FORMU 1. Cinsiyet:
2. Yaş:
3. Eğitim:
4. Sosyal statü:
5. Hangi kurumdan yardım almaktasınız?
6. Ne tür yardım almaktasınız?
7. Ne zamandan beri bu yardımı almaktasınız?
8. Aldığınız yardımı ne sıklıkta almaktasınız? 9. Bu kuruma nasıl ulaştınız?
10. Aldığınız yardımdan memnun musunuz?
11. Verilen yardım türünü değiştirmek ister miydiniz?
12. Eğer evet ise ne tür yardıma değiştirmek isterdiniz ve neden?
13. Aldığınız yardımın yararı nedir?
14. Bu yardımı almadan onceki durumunuz neydi?
15. Bu yardım durdurulursa sizin hayatınızda ne değişir?
16. Almakta olduğunuz yardım türü hariç başka ne çeşit yardım almak
isterdiniz?
17. Size hizmet sunan kuruma ne gibi önerileriniz olurdu?
163
EK III. Öğrenciler için soru formu:
1. Cinsiyet
2. Ailenizin halen yaşadığı şehir /bölge?
3. Hane halkı sayısı?
4. Yaşınız?
5. Halen sizin ikamet ettiğiniz yer ?
6. Aylık, aşağı yukarı ne kadar para harcamaktasınız?
7. Gelir elde etmek için her hangi bir yerde çalışıyor musunuz (ek iş gibi)?
8. Eğitim aldığınız kurumdan maddi destek alıyor musunuz?
9. Alıyor iseniz ne tür destek almaktasınız?
10. Aldığınız desteğin parasal karşılığı nedir?
11. Aldığınız desteği ne sıklıkla almaktasınız?
12. Bu destek ile ne gibi ihtiyaçlarınızı karşılayabilmektesiniz?
13. Bu destek durdurulursa sizin hayatınızda ne değişir?
14. Özellikle bu kurumda eğitim almanıza vesile olan en önemli etken ne olmuştur?
15. Kurumun ahlak bazında yürüttüğü ne gibi faaliyetlerini biliyorsunuz?
16. Faaliyetlerin hangilerine katılmaktasınız?
17. Bu faaliyetlere nasıl katılmaya başladınız?
18. Gerçekleştirilen bu faaliyetlerin size ne gibi olumlu etkilerinin olduğunu
düşünüyorsunuz?
19. Gerçekleştirilen bu faaliyetlerin size ne gibi olumsuz etkileri olduğunu
düşünüyorsunuz?
20. Bu faaliyetlere katılmaya başladığınızdan beri dini ve ahlaki manada, tutum ve
davranışlarınızda her hangi bir değişiklikler görüyor musunuz?
164
21. Sizin bu tutum ve davranışlarınızdaki değişiklikler etrafınızdakilerde ne tür
tepkilere yol açtığını söyleyebilirsiniz?
22. Sizin namaz kılma, tesettür, haram-helale dikkat etme gibi hususlara anne-
babanızın tepkileri nedir?
23. Bu kurumlarda kaç yıldır eğitim görmektesiniz?
165
EK IV. Veliler için görüşme formu
1. Asıl memleketiniz (şehir)?
2. Cinsiyet
3. Yaşınız?
4. Milletiniz?
5. Öğrenciye akrabalık dereceniz (anne, baba)?
6. Hanede çocuk sayısı?
7. Hanede çalışan kişi sayısı?
8. İşsiz var ise ne zamandan beri işsiz?
9. Çalışmama nedeni?
10. Hanenizin tüm çalışanlarıyla birlikte aylık geliriniz (aşağı yukarı) ne kadardır?
11. Çocuğunuz kurumdan her hangi bir destek almakta veya almış mıdır?
12. Almakta ise ne zamandan beri almaktadır?
13. Ne tür destek almaktadır?
14. Destek miktarı nedir?
15. Bu destek sizin için ne ifade etmektedir?
16. Çocuğunuzun özellikle bu kurumda okumasına veya gerçekleştirdiği faaliyetlere
katılmaya başlamasına ilk kim karar vermiştir?
17. Eğitimine başladıktan sonra çocuğunuzda gözlemlenen değişmelere ilk tepkiniz
ne olmuştur?
18. Çocuğunuzun üzerinde kurumun faaliyetlerinin ne tür olumlu etkilerini
görmektesiniz?
19. Şu anda çocuğunuzun üzerinde kurumun faaliyetlerinin ne tür olumsuz etkilerini
görmektesiniz?
166
20. Çocuğunuzda, kuruma gidip gelmeye başladığından beri, dini (ahlaki)
durumunda her hangi bir değişiklik gözlemlediniz mi?
21. Evet ise ne gibi değişiklikler?
22. Gözlemlediğiniz bu değişikliklerden memnun musunuz?
23. Kurum faaliyetlerini durdurursa çocuğunuzun hayatında ne gibi farklılıkların
olabileceğini düşünüyorsunuz?
24. Söz konusu kurumların, size göre toplumsal işlevleri nelerdir?
25. Çocuğunuzun söz konusu kurum ile tanışmasından beri çevrenizdekilerin
çocuğunuz ile ilgili izlenim ve düşünceleri hakkında bilgi verebilir misiniz?
26. Çocuğunuza dair gelecekle ilgili beklentileriniz nelerdir?
27. Çocuğunuz kaç yıldır bu kurumu tanıyor?
28. Çocuğunuzu bu kurumda okutma nedeniniz nedir?