Upload
others
View
7
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
T.C.
SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ ANABİLİM DALI
TARİHSELCİLİK DÜŞÜNCESİ BAKIMINDAN İBN HALDUN
Muhammet İRĞAT
1140206001
DOKTORA TEZİ
Danışman
Doç. Dr. Nejdet DURAK
ISPARTA - 2015
userTypewritten Texti
iii
(İRĞAT, Muhammet, Tarihselcilik Düşüncesi Bakımından İbn Haldun, Doktora
Tezi, Isparta, 2015)
ÖZET
İbn Haldun, ilmî kişiliği bakımından İslâm düşünce tarihinde çığır açmış çok
yönlü bir filozoftur. Onun Mukaddime adlı eseri, kendi alanında gelmiş geçmiş en
büyük eser niteliğindedir. İbn Haldun’un, geleneği aşan, kritik-analitik düşünme
metoduna dayalı ve tarihselci bir perspektifte ortaya koyduğu tarih ve toplum
anlayışı, yakın dönem Batı medeniyetine ait tarihselcilik düşüncesinin entelektüel
kodlarını içermekte ve adeta bu düşüncenin kaynağını teşkil etmektedir.
19. yüzyıl Almanya’sında özellikle Wilhelm Dilthey’in öncülüğünde
sistemleştirilen tarihselcilik düşüncesi, pozitivist bilgi ve bilim anlayışına karşı
tarihsel bilgi ve tinsel bilim anlayışını savunan, insan doğası ve toplumun ancak
tarihsel bir perspektiften anlaşılabileceğini ileri süren felsefî bir akımdır.
İbn Haldun’a ait kavramsal çerçeve ve metodolojinin, tarihselcilik düşüncesi
bakımından analiz edileceği söz konusu bu çalışmada,
bir yandan İbn Haldun’a ait tarihselci bakışın genel özellikleri; diğer yandan
da İbn Haldun’un, Batı kaynaklı bu düşünceyi hangi yönleriyle etkilediği konusunda
tesbitler yapılacaktır.
Anahtar Kelimeler: İbn Haldun, Wilhelm Dilthey, Tarih, Tarihsellik,
Tarihselcilik, Tarih Felsefesi.
iv
(IRGAT, Muhammet, Ibn Khaldun: In terms of Historicism Thought, Doctoral
Dissertation, Isparta, 2015)
ABSTRACT
Ibn Khaldun is a philosopher who is a pioneer in Islamic history of thought
and sophisticated in terms of scientific personality. His work called Muqaddimah is
the greatest work ever in his field.
Ibn Khaldun’s perception of history and society which is beyond tradition,
based on method of critical-analytical thought and he put forward with the
perspective of historicity includes intellectual codes of historicism thought belong to
early western civilisation and consists source of this idea.
The historicism thought which systemized in 19th
century’s Germany
especially pioneering Wilhelm Dilthey, is a philosophical doctrine which is argues
historical knowledge and human scientific idea towards positivist knowledge and
science, and human nature and society can be understood just only via historical
perspective.
In this study via analysing Ibn Khaldun’s concepts and methods in context of
historicism thought, on the one hand will be detected general aspects of Ibn
Khaldun’s historicity perspective on the other hand how effected Ibn Khaldun this
western idea.
Key Words: Ibn Khaldun, Wilhelm Dilthey, History, Historicity,
Historicism, Philosophy of History.
v
İÇİNDEKİLER
YEMİN METNİ ......................................................................................................... ii
ÖZET .......................................................................................................................... iii
ABSTRACT ............................................................................................................... iv
İÇİNDEKİLER .......................................................................................................... v
KISALTMALAR ..................................................................................................... vii
GİRİŞ
TARİHSELCİLİK DÜŞÜNCESİNİN KAVRAMSAL VE PROBLEMATİK
ANALİZİ
I. TARİH KAVRAMI .............................................................................................. 1
II. TARİHSELLİK KAVRAMI ............................................................................... 5
III. TARİHSELCİLİK KAVRAMI .......................................................................... 7
IV. TARİHSELCİLİK DÜŞÜNCESİ BAĞLAMINDA ORTAYA ÇIKAN BAZI
FELSEFÎ TARTIŞMALAR ................................................................................... 16
A. Tümelci Felsefe-Tikelci Felsefe Karşıtlığı .................................................... 16
B. Tarihsel Sürecin Yönü: Döngüsellik-Çizgisellik Tartışması ......................... 18
C. Doğa Bilimleri-Tin Bilimleri Ayrımı ............................................................. 19
BİRİNCİ BÖLÜM
TARİHSELCİLİK DÜŞÜNCESİNİN TEMELLERİ
I. FELSEFE-TARİH İLİŞKİSİ ............................................................................... 23
A. Felsefî Düşüncenin Konusu Olarak Tarih ..................................................... 23
B.Tarih Felsefesinin Oluşum Süreci ................................................................... 30
1. Felsefe-Tarih İlişkisinin Kökeni: Efsaneye Dayalı Tarih Anlayışı ............. 31
2. Antikçağ Yunan Felsefesi ve Tarih: Bilimsel Tarih Yazıcılığı’nın Ortaya
Çıkışı ............................................................................................................... 34
3. Felsefe-Tarih (Theoria-Historia) Karşıtlığı: Aristoteles Düşüncesinde
Tarihin Yeri ..................................................................................................... 40
4. Hellenistik Dönemde Felsefe-Tarih İlişkisi ................................................ 43
5. Ortaçağda Hıristiyanlık, Felsefe ve Tarih İlişkisi ....................................... 46
6. Aydınlanma’ya Geçiş: Rönesans ve 17. Yüzyıl’da Felsefe-Tarih İlişkisi .. 50
a. Rönesans’ta Felsefe-Tarih İlişkisi ........................................................... 50
b. 17. Yüzyıl’da Felsefe-Tarih İlişkisi ......................................................... 54
7. Aydınlanma, Felsefe ve Tarih İlişkisi ......................................................... 57
8. Aydınlanma’da İlerleme (Progressus/Progress) Düşüncesi ve Tarih .......... 60
vi
C. Bir Disiplin Olarak “Tarih Felsefesi”nin Doğuşu .......................................... 64
D. 19. Yüzyıl (Tarih Yüzyılı) ve Tarih Felsefeleri ............................................. 71
1. Alman İdealizmi ve Tarih Felsefeleri ......................................................... 71
2. Pozitivizm ve Tarihselcilik ......................................................................... 79
E. Wilhelm Dilthey’de Tarihselcilik ................................................................... 82
İKİNCİ BÖLÜM
İBN HALDUN VE MUKADDİME
I. İBN HALDUN’UN HAYATI VE ESERLERİ .................................................. 91
A. İbn Haldun’un Hayatı .................................................................................... 91
B. İbn Haldun’un Eserleri ................................................................................. 104
II. İBN HALDUN’UN DÜŞÜNCESİNE ETKİ EDEN ENTELEKTÜEL ARKA
PLAN .................................................................................................................... 106
III. MUKADDİME’NİN İÇERİĞİ HAKKINDA GENEL BİR
DEĞERLENDİRME ............................................................................................ 117
A. İbn Haldun’un Tarihe Bilim ve Hikmet Nazarıyla Bakışı ........................... 121
B. İbn Haldun’un Tarih Yazımında Uyguladığı Metotlar ................................ 125
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
İBN HALDUN’UN TARİHSELCİ YAKLAŞIMININ MUKADDİME’DEKİ
ENTELEKTÜEL, METODOLOJİK VE KAVRAMSAL PERSPEKTİF
ÜZERİNDEN ANALİZİ
I. MUKADDİME’NİN ENTELEKTÜEL PERSPEKTİFİ .................................. 129
II. İBN HALDUN’UN TARİHSELCİ METODU VE ÖZELLİKLERİ .............. 143
III. İBN HALDUN’UN EVREN VE İNSAN TASAVVURU ............................. 148
A. İbn Haldun’un Evren Tasavvuru .................................................................. 148
B. İbn Haldun’un İnsan Tasavvuru: Tarihsel Varlık Olarak İnsan ................... 150
IV. TARİHSELCİLİK DÜŞÜNCESİ BAĞLAMINDA İBN HALDUN’A AİT
BAZI KAVRAMLARIN ANALİZİ..................................................................... 155
A. Tarih Kavramının Analizi ............................................................................ 155
B. Umrân Kavramının Analizi .......................................................................... 162
1. Bedâvet/Bedevî Umrân ............................................................................. 167
2. Hadâret/Hadarî Umrân .............................................................................. 169
3. Umrân İlmi ................................................................................................ 171
SONUÇ .................................................................................................................... 174
KAYNAKÇA .......................................................................................................... 183
ÖZGEÇMİŞ ............................................................................................................ 198
vii
KISALTMALAR
a.g.e. : Adı geçen eser
a.g.t. : Adı geçen tez
a.g.y. : Adı geçen yerde
alm. : Almanca
AÜDTCF : Ankara Üniversitesi Dil Tarih-Coğrafya Fakültesi
AÜİF : Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
b. : Bin (Oğlu)
Bkz./bkz. : Bakınız
C. : Cilt
Çev. : Çeviren
der. : Derleyen
DEÜİF : Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
DİA : Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
DİB : Diyanet İşleri Başkanlığı
ed. by : Edited by
fr. : Fransızca
h. : Hicri
haz. : Hazırlayan
İA : İslam Ansiklopedisi
ing. : İngilizce
İSAM : İslam Araştırmaları Merkezi.
İÜEF : İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
m. : Miladi
md. : Maddesi
M.Ö. : Milattan Önce
MÜFSBS : Muğla Üniversitesi Felsefe ve Sosyal Bilimler Sempozyumu
nşr. : Neşreden
ö. : Ölümü
TDK : Türk Dil Kurumu
TDV : Türkiye Diyanet Vakfı
thk. : Tahkik eden
tsh. : Tashih eden
TTK : Türk Tarih Kurumu
s. : Sayfa
ss. : Sayfalar
S. : Sayı
p. : Page
pp. : Pages
vb. : Ve benzeri
vd. : Ve diğerleri
y. : Yıl
yy. : Yüzyıl
Yay. : Yayınları
trs. by : Translated by
TÜBA : Türkiye Bilim Akademisi
viii
ÖNSÖZ
Düşünmenin, kendisi için zorunlu olduğu bir varlık (rational being) olarak
insan, söz konusu bu doğası gereği daima entelektüel bir çabanın içerisinde
varolagelmiştir. İnsan, söz konusu bu düşünme eylemini; evreni anlayabilmek,
sorularına yanıt bulabilmek, merakını giderebilmek ve öğrenmek gibi sâiklerle
bilinçli olarak gerçekleştirmektedir. O, gerek aklî çıkarımlarıyla ve gerekse tecrübî
edinimleriyle, bilinebilenlerin (belirlenen nesne) bileni (belirleyici özne) olmuştur.
Bu özsel nitelikleriyle insan, çağlar boyunca varlığı anlama ve anlamlandırma isteği
doğrultusunda hakikatin bilgisini elde etmeye çalışmıştır. İnsan, bu amacına neyle,
nerede, nasıl, hangi şartlarda ulaşabileceği konusunda sürekli düşünmüş ve bu
bağlamda çeşitli metotlar ve düşünce sistemleri geliştirmiştir. Nitekim o, doğal ve
tinsel bir dünyanın var olmasıyla bağlantılı olarak ontolojik; söz konusu bu dünyaları
bilmenin imkânı ve bu bilginin niteliğiyle bağlantılı olarak epistemolojik; bu bilgileri
elde etmek üzere kullanılan yöntemlerle bağlantılı olarak da metodolojik zeminde
fikir yürütmektedir.
Bu entelektüel zeminlerde elde ettiği bilgileri öğrenen ve gerek sözlü gerek
yazılı olarak sonraki nesle aktaran insan, toplumdan topluma ve çağdan çağa değişik
özellikler gösterse de, tarihsel süreçte, insanlığın ortak bilincini yansıtan bütünsel bir
bilginin mimarı olmuştur.
Tarih, insana ait bu entelektüel çabanın gerçekleştiği hem teorik hem de
pratik bir varlık alanıdır. İnsanın kendisi, gerçekleştirdiği her düşünme etkinliği,
yaptığı her eylem ve bunların somut her neticesi de bu varlık alanında yerini alan
tarihsel birer varlıktır. İnsanla doğanın buluştuğu, birbirini dönüştürdüğü bu alan,
dünyayı, salt fizikî bir mekân olmanın ötesine taşımakta ve ona tarihsel ve toplumsal
bir nitelik kazandırmaktadır.
Sahip olduğu bu varoluşsal niteliğin (tarihsellik) farkında olan insan, çağlar
boyunca tarihe yönelmiş ve onu yorumlayarak geleceğine yön verme uğraşına
girişmiştir. Bu bağlamda o, düşünsel ve eylemsel dayanağı olan felsefesiyle,
öncelikle doğanın özüne ilgi duymuş ve ondaki ontik yapıyı keşfederek doğal
gerçekliğin bilgisini temellendirmeye çalışmıştır. Ardından ilgisini doğanın ayrılmaz
parçası olan kendi toplumsallığına çeviren insan, orada da doğadakine benzer bir
ix
sistemin varlığını keşfetmiş ve hakikatin ancak, kendi toplumsallığı ve tarihselliği
bağlamında kavranabileceğini görmüştür. Buradan hareketle o, geçmişini, aktüel
ilgileri, eğilimleri ve ihtiyaçlarıyla yeniden yorumlamaya ve bununla hem bugününü
hem de yarınını şekillendirmeye çalışmıştır.
Tarih hakkında düşünme, insanlığın ilk dönemlerinden başlayarak günümüze
kadar gelen uzun bir süreci kapsamaktadır. Mitolojik dönemin efsaneye dayalı tarih
anlatımıyla başlayan ve İlkçağda tarih yazıcılığı şeklinde devam eden bu süreç, 14.
yüzyılda İbn Haldun (ö. 1406)’la bilimsel ve felsefî bir faaliyet olarak özgün bir
entelektüel alana dönüşmüştür. İbn Haldun, özelde mağrib genelde dünya tarihine
dair görüşlerini kaleme almak için Kitâb’ul-İber adını verdiği ancak
tamamlayamadan vefat ettiği eserinin Mukaddime bölümünde, tarih ilmi ve
felsefesine dair görüşlerine yer vermiş ve bu çerçevede kendi zamanına kadar örneği
olmayan bir usûl ilmini (ûmrân), kavramsal ve metodolojik açıdan temellendirmiştir.
O, bütüncül bir yaklaşımla tarih, insan, toplum ve topluma ait süreç ve kurumları,
felsefî bir yöntemle incelemiş ve düşünce tarihinde ilk tarih filozofu olarak
anılmasını sağlayan görüşler ortaya koymuştur.
İbn Haldun’un, tarihsel düşünce perspektifine dayalı bu özgün felsefe
anlayışının Batı’daki ilk örneğine, 17. yüzyılda Giambattista Vico (ö. 1744)’nun Yeni
Biliminde rastlanmaktadır. Batı’da Vico ile başlayan tarih felsefesi geleneği, 19.
yüzyıl Alman idealizmiyle zirveye ulaşmış ve nihayet pozitivizmin bilimsel
egemenliğine karşı eleştirel bir yaklaşım olan “tarihselcilik (historismus/historicism)
düşüncesi”ni ortaya çıkarmıştır. Hegel (ö. 1831)’in tin kavramı etrafında şekillenen
tarihselcilik düşüncesi, Alman tarih filozofu Wilhelm Dilthey (ö. 1911)’in
çalışmalarıyla tarihsel bilginin imkânı, değeri ve niteliği bağlamında ele alınmış ve
özgün bir kavramsal çerçeve etrafında, epistemolojik ve metodolojik bir
temellendirmeye tabi tutulmuştur. Örneğin, Dilthey’e göre tarih, bizatihî hayatın bir
göstergesidir. Tarihselci bir yaklaşım olmadan insanın özüne ait olanın
anlaşılamayacağını savunan Dilthey, “anlama” metodunu felsefî anlamda geliştirmiş
ve doğa bilimlerinden ayırdığı tin bilimlerini, epistemolojik açıdan temellendirmeye
çalışmıştır.
x
İbn Haldun’un, Mukaddime’de ortaya koymuş olduğu tarih/toplum felsefesi,
19. yüzyıl Batı felsefesinin ürünü olan tarihselcilik düşüncesi bakımından ele
alındığın da görülecektir ki, tarihselcilik, entelektüel kodları açısından İbn Haldun’un
düşüncelerine dayanmaktadır.
“Tarihselcilik Düşüncesi Bakımından İbn Haldun” başlıklı bu çalışma, İslâm
düşünce geleneğinde özgün bir tarih filozofu olarak bilinen İbn Haldun’un, Batı
medeniyetine ait tarihselcilik düşüncesinin entelektüel kodlarını içeren ve adeta bu
düşüncenin kaynağını teşkil eden özgün tarihselci yaklaşımının ortaya konulmasını
sağlayacağından literatürde yer alan önemli bir boşluğu dolduracaktır.
Bu araştırma neticesinde, tarihten tarihselciliğe uzanan düşünce seyri
içerisinde İbn Haldun’un tarihselci yaklaşımına ait kavram ve metotlar, tarihselcilik
düşüncesi bakımından analiz edilerek benzer ve zıt yönlerin belirlenmesi ve böylece
tarihselcilik düşüncesinin kökleriyle ilgili orijinal tespitler yapılması hedeflenmiştir.
Hiç şüphesiz böyle bir çalışma, bir yandan İbn Haldun ile tarihselciliğin
filozofu olan Dilthey’i; bir yandan da İslâm medeniyeti ile Batı medeniyetini
karşılaştırma imkânı da sunacaktır. Nitekim söz konusu bu mukayesede bariz
benzerlikler ve farklılıkların yer aldığı görülecektir.
Bununla birlikte çalışmanın temel amacı, İbn Haldun’un tarihselci
perspektifinin, felsefî analizler yoluyla ortaya konulmasıdır. Çalışmanın genelinde
İbn Haldun’un tarihe bakışı ve bu bağlamda ortaya koyduğu entelektüel yaklaşımlar
yer alacaktır.
Giriş, üç bölüm ve sonuçtan oluşan bu çalışmada ağırlıklı olarak literatür
taraması, analiz-sentez ve betimleme yöntemleri kullanılmıştır. Girişte tarih,
tarihsellik ve tarihselcilik kavramları detaylı bir şekilde ele alınmış, sırasıyla birinci
bölümde felsefe-tarih ilişkisi, tarih felsefesi ve tarihselciliğin ortaya çıkışı; ikinci
bölümde İbn Haldun’un ayrıntılı biyografisi, onun düşüncesine etki eden entelektüel
arka plan ve Mukaddime’nin içeriği hakkında genel bilgilere yer verilmiştir.
Araştırmanın son bölümünde ise Mukaddime’nin entelektüel perspektifi ile İbn
Haldun’un geliştirmiş olduğu metot ve kavramlar analiz edilmek suretiyle onun
tarihselci perspektifi ortaya konulmuş ve sonuç değerlendirmesi yapılmıştır.
xi
Bu çalışma, Süleyman Demirel Üniversitesi Rektörlüğü tarafından 3644-
D113 numaralı Bireysel Araştırma Projesi (BAP) kapsamında desteklenmiştir.
Büyük çoğunluğu İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM)’da olmak üzere kapsamlı bir
araştırma ve yoğun bir emeğin ürünü olarak ortaya çıkan bu çalışmada birçok kişinin
katkısı vardır.
Başta bu çalışmanın her aşamasında değerli zamanını ayırarak bana yol
gösteren, ufuk açıcı fikirleriyle, karşılaştığım güçlükleri aşmam hususunda bana
yardımcı olan danışman hocam Doç. Dr. Nejdet DURAK’a en samimi duygularımla
teşekkür ediyorum. Yine bu süreçte farklı bakış açılarının imkânını vurgulayarak
beni yönlendiren değerli hocalarım Prof. Dr. Kemal SÖZEN ve Prof. Dr. İsmail Latif
HACINEBİOĞLU’na ve önerilerinden yararlandığım Doç. Dr. İshak ÖZGEL ve
Yrd. Doç. Dr. Salih AYDIN hocalarıma da ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Ayrıca tez
yazım aşamasında katkılarını esirgemeyen değerli dostlarım Arş. Gör. Aydın
ÖZDEMİR ve Arş. Gör. Yunus Emre AKBAY’a da çok teşekkür ediyorum.
Son olarak, bu zorlu süreçte göstermiş olduğu sabır ve anlayışla en çok
ihtiyacım olan azim ve çalışma kararlılığı hususunda beni cesaretlendiren ve kızımız
Yaren Neva’nın doğumuyla da beni sevindirip motive eden sevgili eşim Tuba
İRĞAT’a teşekkürü borç biliyorum.
Bu çalışmayı, hayatım boyunca maddî ve manevî destekleriyle hep yanımda
olan, sevgili annem Resmiye İRĞAT ve babam İzzet İRĞAT’a, ithaf ediyorum.
Muhammet İRĞAT
Isparta 2015
1
GİRİŞ
TARİHSELCİLİK DÜŞÜNCESİNİN KAVRAMSAL VE
PROBLEMATİK ANALİZİ
Bu çalışmanın hareket noktasını tarihselcilik düşüncesi oluşturduğundan, söz
konusu bu düşüncenin iyi anlaşılması gerektiği kanaatindeyiz. Bu nedenle tezin giriş
kısmında tarihselcilik düşüncesine ayrıntılı olarak yer verilecektir. Bunun için
öncelikle birbirleriyle ilişkili olan “tarih”, “tarihsellik” ve “tarihselcilik”
kavramlarının anlam içerikleri üzerinde durulacak; ardından felsefe-tarih ilişkisi ve
tarih/toplum metafiziği konularının daha iyi anlaşılmasını sağlamak için, tarihsel
varlık alanı ve tarihselcilik düşüncesi bağlamında ortaya çıkan bazı felsefî
tartışmalara değinilerek, tarihselciliğin kapsamlı bir analizi yapılacaktır.
I. TARİH KAVRAMI
Tarih kelimesinin etimolojisiyle ilgili, biri daha baskın olmak üzere iki
yaklaşımın mevcut olduğu görülmektedir. Baskın olan görüşe göre tarih kelimesinin
kökeni, Sâmî dillerinde vrh mastarından türemiş olan Akadca arhu1,
Arâmice/İbrânice yrah/yareah/yerah [kamer (semâvi ay, moon), şehr (takvimsel ay,
month), zaman veya hilali tespit etmek] kelimesine dayanmaktadır.2 Tarih (te’rih),
söz konusu bu kökten Yemen orijinli3 Arapçaya geçmiş olan eraha/veraha/irh
(özlemek, vakti tayin etmek, önemli bir olayın meydana gelmesi) fiilinden türemiştir
ve çoğulu tevârihtir.4 Aynı görüş, tarih kelimesinin, Türkçeye de Arapçadaki bu
şekliyle aktarılmış olduğunu belirtmektedir.5
Baskın olmayan diğer görüş ise tarih kelimesinin, Farsça “mâh-rûz” (‘ay’ın
günü, ‘ay’ın görülme günü) ifadesinden Arapçaya aktarılmış olduğunu iddia
1 Franz Rosenthal, A History of Muslim Historiography, E. J. Brill, Leiden, 1968, p. 12.
2 İbn Manzur, Lisânü’l-Arap, Darü’l-Fikr, Beyrut, 1990, C. 3, s. 4.
3 Rosenthal, a.g.e., p. 12.
4 İbn Manzur, a.g.e., C. 3, s. 4-5.
5 Mustafa Fayda, “Tarih” md., DİA, 2011, C. 40, s. 30; TDK Türkçe Sözlük, Komisyon, TDK
Yay., Ankara, s. 1419; Ebu Mansur el-Cevâlikî, El-Muarrab mine’l-Kelâmi’l-E’câmî alâ
Hurûfi’l-Mu’cem, thk. F. Abdurrahman, Dimaşk, 1990, s. 220-221.
2
etmektedir. Buna göre ay anlamına gelen “mah” ile gün anlamına gelen “rûz”
kelimelerinden oluşan “mâh-rûz” tabiri, önce “müerrih” şeklinde Arapçaya geçmiş
sonra da “zamanı tayin etmek”, “ayı tespit etmek” anlamındaki te’rih biçimini
almıştır.6
Bundan başka, Arapçada tarih yerine haber, tarih ilmi yerine haberin çoğulu
ahbâr (ilm el-ahbâr) teriminin kullanılmakta olduğunu, ilerleyen zamanlarda söz
konusu anlam içeriğinin tarih kelimesine yüklenerek kullanılageldiğini söyleyen
görüşler de mevcuttur.7 Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’de on yerde geçen esâtir (masal,
mitoloji) kelimesinin de tarih anlamına geldiği ve Grekçe istoria kelimesinin Arapça
söylenişi olduğu belirtilmektedir.8
Sözlük anlamıyla tarih; “zaman içerisinde olmuş ve olmakta olan insanlığa
ilişkin olgu ve olay süreçleri”, “insan varoluşunun zamanı planlayarak, geleceğe
dönük -aynı zamanda- geçmişle bağlantılı olarak oluşturduğu insanî bir boyut” 9
,
“tarihsel olayları kendisine konu edinip inceleyen bilim”10
, “tarihî bir olayın zaman
ve süresinin belirlenmesi”11
gibi anlamlara gelmektedir.
Terim olarak ise tarih, “insanoğlunun hayat faaliyetlerini geçmişten bugüne
değişik perspektiflerden ele alan, geçmişin bilgisini bugüne ulaştıran, elde edilen
bilgiler sâyesinde bugünü anlamaya yardımcı olan, bu yönleriyle şimdiki zamanı ve
şartları ortaya çıkaran ve geleceğe dönük hareket plânlarının yapılmasına imkân
tanıyan bir sosyal bilim”12
, “toplumların dönemler halinde bir merhaleden diğer
merhaleye geçiş kanunlarını inceleyen, bir başka ifadeyle sosyal olaylar ve toplumlar
6 Sabri Hizmetli, İslam Tarihçiliği Üzerine, DİB Yay., Ankara, 1991, s. 1-2; İshak Özgel,
“Tarihselcilik Düşüncesi Bağlamında Kur’ân’ın Tarihsel Yorumu (Metodolojik Bir
Teklif)”, Süleyman Demirel Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayımlanmamış
Doktora Tezi), Isparta, 2002, s. 4. 7 Rosenthal, a.g.e., p. 11.
8 M. Şükrü Akkaya, Tarih Metodu ve Felsefesi Notları, AÜDTCF Yay., Ankara, 1938, s. 10-
13; Özgel, a.g.t., s. 4. 9 TDK Bilim ve Sanat Terimleri Sözlüğü/Felsefe Terimleri Sözlüğü, Komisyon, TDK Yay.,
Ankara, 1975, s. 2209; Mehmet Doğan, Doğan Büyük Türkçe Sözlük, Yazar Yay.,
Ankara, 2013, s. 1639. 10
Önay Sözer, Anlayan Tarih, Yazko Yay., İstanbul, 1981, s. 21. 11
Ferit Develioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat, Aydın Kitabevi, Ankara, 2008, s.
446. 12
Ali Seyyar, İnsan ve Toplum Bilimleri Terimleri, Değişim Yay., İstanbul, 2007, s. 998.
3
arasındaki münasebetlerin belirli bir kanun çerçevesinde cereyan ettiğini ortaya süren
bir ilim dalı”13
gibi anlamlara gelmektedir.
Batı dillerinde tarih kelimesini karşılayan historia/history/historie/storia14
ise
Grekçe “bildirme”, “tanık olunan olayların bilgisi”, “haberdar olunan şeylerin
bilgisi” gibi anlamlara gelen istoria/istorein kelimesinden türemiştir.15
History ise
“bilgi, haber, araştırma, soruşturma, geçmişte yaşanan olaylar ve bunların bilgisi”16
gibi anlamları ihtiva etmektedir.
İlkçağda kapsamlı bir tarih kitabı yazmış olan ve tarih yazıcılığının
(histeriography) öncüsü kabul edilen Herodotos (ö. M.Ö. 425), yazdığı bu esere
İstorias Apodesis (Tanık Olunan ve Haber Alınan Şeylerin Anlatılması) adını
vermiştir. Herodotos, eserini yazma amacını şu şekilde ifade etmektedir:
“Bu, Halikarnasoslu Herodotos’un kamuya sunduğu araştırmadır.
İnsanoğlunun yaptıkları zamanla unutulmasın ve gerek Yunanlıların gerekse
Barbarların meydana getirdikleri harikalar bir gün adsız kalmasın, tek amacı budur;
bir de bunların birbirleriyle neden dövüşürlerdi diye merakta kalınmasın.”17
Böylece istoria kelimesi ilk kez yukarıdaki anlamlarının -doğa olaylarına
ilişkin haber bilgisi- yanında, “insan topluluklarının başından geçen olayların
kaydedilmesiyle edinilen bilgi” anlamında kullanılmıştır.18
Bir diğer İlkçağ tarihçisi
Thukydides (ö. M.Ö. 395) ise istoriaya “insanî-toplumsal olayları yorumlama”19
13
Seyyar, a.g.e., s. 998. 14
Tarih kelimesinin, Latincesi historia, İngilizcesi history, Fransızcası historie, Almancası
historie ve Geschichte, İtalyancası ise storiadır. 15
Doğan Özlem, Tarih Felsefesi, Ara Yay., İstanbul, 1992, s. 17; Robin George
Collingwood, Tarih Tasarımı, Çev. Kurtuluş Dinçer, Doğubatı Yay., Ankara, 2013, s. 52-
53. 16
William L. Reese, Eastern and Western Thought Dictionary of Philosophy and Religion,
Humanitiy Books, New York, 1996, p. 233. 17
Herodotos, Herodot Tarihi, Çev. Müntekim Ökmen, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1983, s. 21;
George Lawrinson, Heredot Tarihi, Çev. Ömer Rıza Doğrul, Kanaat Kitabevi, İstanbul,
1941, s. 35. 18
Özlem, a.g.e., 1992, s. 17. 19
Özlem, a.g.e., 1992, s. 18.
4
anlamını yüklemiş ve tarihsel araştırmanın kanıta dayandığını20
belirtmek suretiyle
tarihin farklı bir yönüne vurgu yapmıştır.
Tarihe, geçmişteki olayları ifade eden bu ilk kavramsal içerik açısından res
gestea; bu olayları konu edinen bir bilim olması bakımından da historia rerum
gestarum denmiştir.21
Günümüzde ise bu iki anlamı da ihtiva eden history kelimesi
kullanılmaktadır.
Yunan medeniyetinde tarih, diğer pek çok medeniyette olduğu gibi, bu ilk
anlamıyla bilinmekteydi. Homeros ve Hesiodos (M.Ö. 8. yy.)’la başlayan efsaneye
dayalı tarih yazıcılığı, Herodotos ve Thukydides gibi isimlerle gerçek olayların
aktarılması işine dönüşmüştür.22
Söz konusu bu tarih anlayışı, İbn Haldun’a kadar
İslâm medeniyetinin de sahip olduğu tarih anlayışıdır.23
Tarih, ikinci anlamıyla ise, tarihçinin bilgi etkinliğini sorgulamayı amaçlayan,
tarihsel bilginin; nesnesini, metodunu, niteliğini ele alan bir metodoloji eleştirisidir.
Tarih kelimesinin bu çift anlamlılığını dile getiren Nermi Uygur, tarih için şu
ifadelere yer vermektedir:
“İnsan dünyasında olup biten olayları; insanların değişik zamanlarda neler
yapıp ettiğini; insan dünyasında kendini gösteren kültür, politika, din, sanat
türünden kımıldanışları; insanla ilgili her türlü uğraşları, sürçmeleri, başarıları,
savaşmaları dile getirir. Buna göre “tarih” insanın gerçekleştirmiş olduğu tüm
kültür varlığını kapsar.”24
Sonuç olarak tarihin; geçmişteki insanî eylemler ve olaylar (sosyal-tarihî
süreç), bu olayları konu edinen, kronolojik olarak anlatan ve yorumlayan bir bilim
(tarih bilimi) ve bu sürecin insan tarafından bir olgu halinde anlaşılmasının koşulu
(tarih felsefesi) şeklinde üç farklı anlam ve seviyede kullanıldığını görmekteyiz.
Dolayısıyla kavramsal bir bakış açısıyla tarihçilerin araştırma konusu olan
“tarih” ile filozofların üzerinde durduğu “tarih”in birbirinden farklı anlam 20
Collingwood, a.g.e., s. 54. 21
Özlem, a.g.e., 1992, s. 11; İlber Ortaylı, Osmanlıyı Yeniden Keşfetmek II, Son
İmparatorluk Osmanlı, Timaş Yay., İstanbul, 2006, s. 21. 22
Ayhan Bıçak, Tarih Düşüncesi II: Felsefe ve Tarih, Dergâh Yay., İstanbul, 2004, s. 50. 23
Kasım Şulul, “İslam Düşüncesinde Tarih Felsefesi”, Divân Dergisi, 2001, S. 2, s. 102. 24
Nermi Uygur, “Tarih Felsefesinin Yolu”, Felsefe Arkivi, 1957, S. 3, s. 35.
5
içeriklerine sahip olduğunu anlamaktayız. Buna göre ilkinde, zaman ve mekân olarak
bölünmüş olayların canlandırılması, sıralanması ve derlenmesi söz konusuyken;
diğerinde bütünsel bir olgu olarak tarihin; düşünme, bilme ve anlamanın bir bağlamı
olarak ele alınması söz konusudur.
Bu bağlamda tarihin “doğal” ve “felsefî” tarih olmak üzere iki yönüne de
vurgu yapılmış olmaktadır. Doğal tarihin gayesi yeryüzünün ve onun üzerinde
yaşayan toplumların maddî hayatını öğrenmek, felsefî tarihin gayesi de, toplumsal
olay ve olguların ardında gizli olan yasaları ve böylece toplumsal metafiziği açığa
çıkarmaktır.25
Bu anlamıyla tarih, insanlığın tinsel varoluşunu temsil etmektedir.26
Tarih bir süre diyalektiğidir; öyle bir diyalektik ki toplumsal olanın, geçmişin,
şimdinin ve geleceğin incelenmesi ve inşa edilmesi onunla mümkün
olabilmektedir.27
Tarih her senkronik kesitinde eskiye ait binlerce ayrıntı ve gerçeği
tekrarlamasına rağmen ideal olarak hep farklı bir görüntünün olduğu bir varlık
alanıdır.28
Bu anlamda her tarihsel olgu ve olay benzersizdir; kuşkusuz kendi
zamanının dışında açıklanabildiği gibi kendine ait zamanın içinde de
açıklanabilmektedir yani onlar “zamanın çocuğu”durlar.29
II. TARİHSELLİK KAVRAMI
Zamana ait olma veya zamanlılık anlamına gelen “tarihsel” sıfatından türeyen
tarihsellik (alm. Geschichtlichkeit, Historizitat, ing. Historicity, fr. Historicité),
zamana ve dolayısıyla tarihe bağımlılığı ifade eden bir durum tesbiti, bir hüküm ya
da bir değerdir.30
Tarihsellik kavramı, tarihsel varlıkların ontik ve epistemik
mahiyetine vurgu yapan teknik bir kavramdır.31
25
A. Zeki Velidî Togan, Tarihte Usûl, Enderun Kitabevi, İstanbul, 1985, s. 135. 26
Togan, a.g.e., s. 135. 27
Fernand Braudel, Tarih Üzerine Yazılar, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, İmge Kitabevi,
Ankara, 1992, s. 112. 28
Braudel, a.g.e., s. 122. 29
Braudel, a.g.e., s. 123. 30
Tahsin Görgün, “Tarihsellik ve Tarihselcilik Üzerine Birkaç Not”, Kur’ân-ı Kerim,
Tarihselcilik ve Hermenötik, Yeni ümit Kitaplığı, İzmir, 2003, s. 108-109. 31
Bedia Akarsu, Felsefe Terimleri Sözlüğü, TDK Yay., İstanbul, 1999, s. 171.
6
Bir varlık, olay, olgu ya da değerin süreç içerisinde oluştuğunu, oluşun
sürekliliğini, biricikliğini ve dolayısıyla anlamının da belirli şartlar ve belirli
dönemlere göre olduğunu ifade eden tarihsellik, ilk kez Hegel tarafından felsefî
bağlamda kullanılmıştır. Hegel’in kullanımıyla tarihsellik, “olup biten her şeyin
geçmişte kalmış olmasına rağmen şimdi ve gelecekte de etkisini sürdürmesi hali” ve
“tarihsel etkililiğin devamlılığı” anlamlarına gelmektedir.32
Tarihselliğin, Hegel
tarafından yapılan bu tanımlarından ilki, insan tininin tarihsel varoluş biçimine vurgu
yaptığı için daha felsefîdir. Nitekim Hegel’in sistemi, varlığın (geist, mutlak ruh,
tin)33
tarihsel ya da bizzat tarih olması esasına dayanmaktadır. Buna göre Hegel’de
tarihsellik, tinin, tarihsel sürece girmesi, zamana atılması ve kendini özgürlüğüne
bırakması anlamlarına gelmektedir.34
Tarihsel aklın eleştirisini ve tin bilimlerinin temellendirmesini yapmak üzere
kurguladığı felsefesinin merkezine tarihsellik kavramını koyan Dilthey, Hegel’in
tanrısal tini yerine insana özgü bir tinselliği formüle etmiştir. Dilthey, insanın
evrensel bir özünün bir doğasının olmadığını yalnızca tarihinin olduğunu
savunmaktadır. Nitekim ona göre insan, “başkalarıyla karşılaşmalarının bir
ürünüdür… O her dönemde parçalanır, çözülür, kendini yeniden kurar.”35
Dilthey,
tarihselliğin; değişmenin, dönüşmenin ve tekilliğin yüklemi olduğunu ve insanın bu
yüklem içinde bulunduğu şartlara göre her zaman farklılaştığını ifade etmektedir.36
Nitekim insanın tarihselliği, sürekli oluş halindeki bir tarihselliktir. O, bir yandan
32
Georg Wilhelm Friedrich Hegel, Tinin Görüngübilimi, Çev. Aziz Yardımlı, İdea Yay.,
İstanbul, 1986, s. 66-67. 33
Geist, Hegel’in felsefesinin en temel kavramıdır. Türkçeye ruh ya da tin olarak tercüme
edilmiştir. Geist (tin), en genel anlamıyla bazı metafizikçilerin ya da Hegel gibi nesnel
idealistlerin, gerçekliği ve evreni açıklamak üzere, var olan herşeyin temeli, özü olarak
kabul ettikleri gayri cismani varlık ya da gerçekliktir. (bkz. Ahmet Cevizci, Paradigma
Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yay., Ankara, 1996, s. 847). 34
Hegel, a.g.e., s. 38. 35
Wilhelm Dilthey, Pattern and Meaning in History: Thoughts on History & Society, ed. by
Hans Peter Rickman, Harper Torchbook, 1962, p. 36; Özlem, “Bir Bilimler Grubuna Ad
Koymak”, Muğla Üniversitesi Felsefe ve Sosyal Bilimler Sempozyumu, Muğla, 2006, s.
117. (Not: Muğla Üniversitesi Felsefe ve Sosyal Bilimler Sempozyumu Bildiriler
kitabından başka yazarlara ait makaleler de kullanılacağından dipnotta “MÜFSBS”
şeklinde kısaltılacaktır). 36
Dilthey, a.g.e., p. 36; Özlem, a.g.m., 2006, s. 117.
7
tarihsel şartların ürünü iken, aynı zamanda bu şartların mimarıdır.37
Dolayısıyla
Dilthey’de tarihsellik, insanın tarih içindeki mahiyetini belirleyen, tarihsel süreç
içerisinde insanı hem oluşturan, hem de insanın oluşturduğu tinsel bir form
olmaktadır.38
Tarihsellik, insanın amaçladığı ve bu çerçevede gerçekleştirip yaşamını
onlara göre düzenlediği her şeyin, tarihsel olduğunu ifade eden bir terimdir. İnsanî
düşünce ve emeğin ürünü olan her şeyin sonlu ve geçici olduğu düşüncesine dayanan
tarihsellik, insanın, tarih içinde gerçekleştirdiği ekonomilerin, tekniklerin, bilimlerin,
felsefelerin ve bunlar doğrultusunda ortaya çıkan toplumsal yaşamın çeşitliliğini ve
sürekli değişip dönüşmelerinden dolayı tekil kalmalarını ifade etmektedir.
Sonuç olarak tarihselliğin, hem insan hem toplum için geçerli temel bir nitelik
olduğunu 39
, yine onun, insan ve toplum yaşamını sürekli olarak oluşturan, etkileyen
ögeler bütününü refere ettiğini söyleyebiliriz. Dolayısıyla tarih, bir oluş; tarihsellik
ise bu oluşa tâbi olan tüm oluşumların yüklemi olmaktadır.
III. TARİHSELCİLİK KAVRAMI
Bu bölümde tarihselciliğin felsefî bakış açısıyla ne olduğunu, bir felsefe
problemi olarak nasıl ele alındığını ve tarihselcilik düşüncesi ile neyin kastedildiğini
açıklamaya çalışacağız. Şunu hemen belirtmeliyiz ki tarihselcilik, onu tanımlayan ya
da kendi felsefî görüşlerini tarihselcilik geleneği üzerinden aktaran düşünürlere göre
birden çok anlamı ihtiva edecek biçimde gelişmiştir. Örneğin, Hegel’in temsil ettiği
tarihselcilik ile Dilthey’in temsil ettiği tarihselcilik birbirinden farklı olduğu gibi,
bugün özellikle ülkemizde “metin tarihselciliği” biçiminde yaygınlaşan “hermenötik”
de diğer ikisinden farklıdır.
Bu çalışma, tarihselcilik düşüncesi bakımından İbn Haldun’un Mukaddime’de
ortaya koyduğu tarihselci perspektifi, kavramsal çerçeve ve metodoloji üzerinden
37
Zeki Özcan, İnsan ve Toplum Bilimleri 2 (Epistemolojik ve Kavramsal Sınırlar), Birleşik
Yay., Ankara, 2000, s. 51. 38
Tinsel (alm. Geistig/geistlich, ing. Spiritual); cisimsel olmayan, ruhsal, mânevi, konusu
doğal varlıklar değil de tarihsel varlık alanına ait toplum ve tarihî konular olan bir
niteleme sıfatıdır. (bkz. Cevizci, a.g.e., s. 847). 39
Özcan, a.g.e., s. 52.
8
analiz etmeyi amaçladığından, çalışmada vurgulanan ana düşünce Alman İdealizmi
ile başlayan ve Alman Tarih okulu ile devam eden özellikle Dilthey’in temsil ettiği
tinsel temalı tarihselcilik düşüncesidir. Belirtmemiz gereken bir diğer husus da, İbn
Haldun’un tarihselci perspektife dayalı felsefe ve bilim anlayışının ilk kez bu
çalışmayla literatürdeki yerini alacak olmasıdır.
Tarihselcilik (alm. Historismus, ing. Historicism/Historism, fr. Historicisme),
sözlüklerde “tarihin önemini vurgulayan, şeylerin her zaman tarihsel gelişmenin
seyri içinde görülmeleri gerektiğini savunan görüşler için kullanılan ortak ad”40
,
“tüm tarihsel fenomenlerin biricikliğini ve bireyselliğini vurgulayan; her çağın, her
tarihsel dönemin o döneme damgasını vuran fikirler ve ilkeler aracılığıyla
yorumlanması gerektiğini ve dolayısıyla, geçmişteki insanların eylemlerinin,
tarihçinin kendi çağına ait değer, inanç ve motifler temele alınarak
açıklanamayacağını savunan görüş”41
; “bugünkü sorunlara cevap bulabilmek için,
geçmişte yaşanan olaylardan mutlak anlamda ibret alınması gerektiğini savunan
felsefî yaklaşım”42
, “olayları ve nesneleri belli tarihî gelişimin ürünleri olarak gören,
bunların nasıl ortaya çıkıp geliştiğini, nasıl bugünkü duruma geldiğini araştıran ve
bugünü geçmişe bağlayarak açıklayan görüş”43
, “insan doğası ve toplumun ancak
tarihsel bir perspektiften anlaşılabileceğini savunan felsefî doktrin”44
; “insan
varoluşunun özünü, onun tarihselliğinde gören, tarihselliği, insan yaşamının canlı
temeli sayan, böylece de dünyayı tarih olarak kavrayan felsefî düşünme
doğrultusu”45
şeklinde tanımlanmaktadır.
Büyük entelektüel bir gelişme, bütüncül bir yaşam felsefesi, bilim, özellikle
de insanî/toplumsal nitelikli bir bilim46
olarak karşılanan tarihselcilik, 19. yüzyıl
Almanya’sında özellikle Dilthey’in öncülüğünde sistemleştirilen, pozitivist bilgi ve
40
Cevizci, a.g.e., s. 827. 41
Cevizci, a.g.e., s. 827. 42
Seyyar, a.g.e., s. 999. 43
Seyyar, a.g.e., s. 999. 44
Robert Audi, The Cambridge Dictionary of Philosophy, Cambridge University Press, New
York, 1997, p. 331. 45
Akarsu, a.g.e., s. 170. 46
Georg G. Iggers, Yirminci Yüzyılda Tarihyazımı, Çev. Gül Çağalı Güven, Tarih Vakfı Yurt
Yay., İstanbul, 2003, s. 29.
9
bilim anlayışına karşı tarihsel bilgi ve tinsel bilim anlayışını savunan felsefî bir
düşünce akımıdır.47
Tarihselcilik, insan varoluşunun sabit, değişmez, ezelî ve ebedî niteliklerinin
bulunmadığı, bu nedenle tarih-üstü bir konumdan hareketle toplumsal olaylar
hakkında konuşulamayacağı; bunların bir defalık gerçekleşen şeyler olması
nedeniyle doğdukları tarihsel durum ve koşullardan hareketle kavranabileceğini ileri
süren felsefî yaklaşımın adıdır.
Tarihselcilik, insanın iradî eylemleriyle ortaya çıkmış olan başarılarına ilişkin
geçerli bilginin, ancak insanın tarihsel varlık alanı içerisinde, yani tarihselliği
bağlamında ele alınarak elde edilebileceğini savunan, tarihin herhangi bir döneminde
yaşanmış olayların aslında o dönemin şartları ve koşulları içerisinde ortaya çıktığını,
aynı zamanda insanların birbirlerinden farklı olduklarını ve farklı tecrübeler
yaşadıklarını, dolayısıyla bir dönemin olgularının o dönem için geçerli olduğunu
ifade eden, tüm zamanlar içerisinde herhangi bir zaman ve tüm mekânlar içerisinde
herhangi bir mekânda ortaya çıkan bir olgunun, bir değer veya bir paradigmanın,
sadece o zaman, o mekân ve o şartlar içerisinde ortaya çıktığını ve sadece o dönem
için geçerli olduğunu savunan eleştirel bir düşünce hareketidir.48
Tarihselciliğe göre, tarihe süreklilik veren hiçbir yasa bulunmadığı için her
bireysel bütünü, her çağı, her ulusu kendi tekliği, özgünlüğü ve benzemezliği altında
ele almak gerekmektedir. Bunun için, her çağda insanlar tarafından kurulan
ekonomik, hukukî, politik vb. düzenler ile o çağa sinen ilke değer ve ideleri tarihsel
birer veri olarak görmek ve insan eylemlerini yönlendiren söz konusu bu verilerin o
çağa özgü fonksiyonunu yine bu bireysel bütünlük ekseninde kavramak
gerekmektedir. Nitekim insana ait ideler ve kurumlar, tarih içinde insanı ve toplumu
da karakterize eden bir etkinlik ve güç kazanırlar ki toplumun tinselliğini bunlar
oluşturmaktadır.49
Özlem’e göre tarihselciliğin amacı, hakikate ulaşırken her tarihsel dönem ve
süreç içerisinde insanların ve toplumların kendileri için imâr ettikleri
47
Audi, a.g.e., p. 331. 48
Paul Hamilton, Historicism, Taylor and Francis e-Library, 2005, p. 2. 49
Özlem, a.g.m., 2006, s. 117.
10
tinsel/tarihsel/kültürel yaşamı, özgün yanlarıyla, bireyselleştirici bir tutumla ele
almaktır.50
Bu bağlamda tarihselcilik, insana, insanlığın bütün tarihini kendi içinde
yeniden yaşatabilme imkânı sunmakta ve onun, zamanın koyduğu bütün engelleri
aşarak zaman-üstü bir perspektiften gerçekliğe bakabilmesini sağlamaktadır.51
Bir eleştirel düşünce hareketi olarak tarihselciliğin, ne zaman, nasıl ve neye
karşı ortaya çıktığını irdeleyen soruların birbirinden farklı birçok cevabının olması,
tarihselcilik düşüncesinin farklı biçimlerde anlaşılmasına yol açmış; bu nedenle de
tarihselcilikle ilgili farklı tanımlamalar yapılmıştır. Öyle ki bu tanımlamalardaki kafa
karışıklığı, felsefî bir düşünce hareketi olarak ortaya çıkan tarihselciliği, edebiyattan
siyasete kadar birçok disiplinin sahiplenmesine yol açmıştır.52
Tarihselciliğin, Hegel
felsefesine dayalı, ideolojik ve kurgusal bir arka plana sahip olduğunu iddia eden
görüşler olduğu gibi, onun Kant (ö. 1804)’ın felsefe geleneğine yerleştirmiş olduğu
doğal gerçeklik-tinsel gerçeklik ayrımından hareketle ortaya çıktığını belirten
görüşler de vardır.
Bu görüşlerden ilkini kabul eden Tahsin Görgün, tarihselciliğin ortaya
çıkışıyla ilgili olarak şunları kaydetmektedir:
“Bu tavrın esasını Hegel’in felsefesi teşkil etmektedir. Hegel’in felsefesinin bu
çerçevede önemli olan temel terimleri, Ruh kavramı etrafında şekillenmektedir.
Hegel, mevcudun esas itibariyle kendinde mutlak olan Ruh’un kendi kendisini
gerçekleştirmesi ile ortaya çıktığını kabul etmektedir… Hegel’e göre varlık tarihtir
veya tarihîdir. Bu cümle Hegel’in bütün sistemini özetler. Ona göre mevcut,-insan,
tabiat, kültür vs. ne varsa o-, esas itibariyle “Mutlak Ruh”un kendi kendisini
gerçekleştirmesinden ibarettir. Onun kendi kendisini gerçekleştirmesi, kendi
kendisine yabancılaşmasıyla olur. Ruh’un kendisine yabancılaşması, bir yandan
madde haline gelmesi bir yandan da özgürlüğünü göstermesi demektir. (…)Bu
süreçte Mutlak Ruh, daha fazla bilgilenmekte ve mükemmelleşmeye doğru
ilerlemektedir. (…)Tarihselciliğin tam da Hegel’in esaslarını ifade ettiği sistem
tarafından temellendirildiği görülebilir. Bir defa her şeyin esası olan Mutlak Ruh,
50
Özlem, Kültür Bilimleri ve Kültür Felsefesi, Notos Kitap Yay., İstanbul, 2012, s. 48. 51
Dilthey, “Hermenötiğin Doğuşu”, Hakikat Nedir? Gadamer-Heidegger-Adorno-Dilthey
Felsefi Fragmanlar, der. ve Çev. Medeni Beyaztaş, Efkâr Yay., İstanbul, 2004, s. 81. 52
Hamilton, a.g.e., p. 21-22.
11
sabit kalmamakta, sürekli değişmektedir; yani oluş halindedir. (…)Yani mutlak
anlamda varlıktan değil, oluştan söz etmek anlamlıdır ve bu oluş, sürekli kemâle
matuf olarak sürmektedir. (…)Bu durumda (Mutlak Ruh) için daha önce geçerli
olmuş olan, kendi şartlarında “doğru”, yani olması gereken ise de, bu sadece o
şartlar için geçerlidir ve geçerli olmak zorundadır. Buna karşılık daha sonra şartlar
değişecek ve bu şartlara uygun “yeni” doğrular ortaya çıkacaktır. (…)İşte bu
düşünce tarihselcilik denilen tavrın esasını teşkil etmektedir.”53
Görgün, Hegel’in “Mutlak Ruh” anlayışının, temelde Plotinos (ö. 270)’un
sudûr nazariyesine dayanan Hıristiyanlığın İsa tasavvurunun sekülerleştirilmiş
panteist bir sürümü olduğunu iddia etmektedir.54
Görgün, ayrıca Hegel’in bu
düşüncelerinin yer aldığı temel eseri olan Tinin Fenomenolojisi(Görüngübilimi)
(Phaenomenologie des Geistes)’nin 1807 yılında, Prusya ordusunun Fransızlar
tarafından bozguna uğratıldığı gece yarısında tamamlanarak yayımlanmasının ve
ardından Hegel’in Prusya yönetimince Alman milletinin adeta fikir babalığına tayin
edilmesinin ideolojik bir anlamı olduğunu da ifade etmektedir.55
Bu bağlamda Görgün, tarihselciliği ortaya çıkaran temel nedenin, Fransız
Devrimi ile başlayan tek tip medeniyet tarzını bütün dünyaya hâkim kılmak isteyen
ve bu nedenle Avrupa’yı, bu arada Prusya’yı işgal eden “Fransız evrenselciliğine”
karşı Almanların kendi kültürlerini koruma gayretleri olduğunu dile getirmektedir.56
Dolayısıyla ona göre tarihselcilik; Almanların, Fransız ve İngiliz işgallerine karşı
Avrupa’da kendi varoluşlarını muhafaza etmek ve sürdürmek için geliştirdikleri
siyasi arka planı olan felsefî bir akımdır.
Tarihselciliğin ortaya çıkışıyla ilgili ortak kabule göre bu düşünce akımı, 19.
yüzyıl Almanya’sında filozofların, toplumsal bunalımların ardında yatan sebepleri
(Aydınlanma/Enlightenment düşüncesini) sorgulama girişimleriyle başlamış ve
Aydınlanma’ya karşı ontolojik ve epistemolojik bir metodoloji arayışı şeklinde
devam etmiş bir düşünce hareketidir.57
Örneğin söz konusu ontolojik bakış açısı,
53
Görgün, a.g.m., s. 112-118. 54
Görgün, a.g.m., s. 114. 55
Görgün, a.g.m., s. 115. 56
Görgün, a.g.m., s. 133. 57
Audi, a.g.e., p. 331; Hamilton, a.g.e., p. 31.
12
doğal varlık alanı karşısında tarihsel varlık alanının ve dolayısıyla doğa bilimleri
karşısında tin bilimlerinin savunulmasını gündeme getirmiş; epistemolojik bakış açısı
ise, bilginin tinsel ve tarihsel boyutunu ortaya koymuştur.
Bu bağlamda diyebiliriz ki tarihselcilik, toplumsal ve kültürel bilimlerin
yeniden ele alınmasını öngören, toplumsal olgu ve olayların tarih-üstü
yaklaşımlardan ziyade, insanî düşünce, değer ve davranışların ortaya çıktığı zeminde,
tarihsel olarak yorumlanması gerektiğini savunan bir düşünce sistemidir.
Tarihselcilik düşüncesinin ortaya çıkışıyla ilgili genel kabule dayanarak onun, biri
toplum metafiziğine dayalı, ontolojik; diğeri tecrübî bilgiye dayalı, epistemolojik
olmak üzere iki boyutunun olduğunu söyleyebiliriz.
Özlem, tarihselciliğin, özellikle Hegel sisteminin parçalanmasından sonra,
çeşitli ve birbirine zıt tanımlamalara muhatap olduğunu belirtmekte ve bu haklı
iddiasını, somut örneklerle Tarih Felsefesi adlı eserinde temellendirmektedir. Alman
felsefecilerden Braniss (ö. 1873)’in 1848’de tarihselciliği “özgürlüğe doğru ilerleyen
dünya tarihinin öz niteliğini görme biçimi” olarak tanımlamış olduğunu ve böylece
ona natüralizm ve determinizm karşıtı bir anlam atfetmiş olduğunu belirten Özlem58
,
C. Prantl (ö. 1872)’in ise 1852’de tarihselciliği “hermenötik tarih kavrayışı” olarak
tanımladığını ifade etmekte ve Prantl’in, tarihselciliği, “tarihe akla uygun mutlak bir
noktadan bakmak” olarak anladığını vurgulamaktadır.59
H. Rickert (ö. 1936) ve G.
Simmel (ö. 1918)’in ise, tarihselciliği, kendilerine göre metafizik anlamından
sıyırarak, tarihsel olaylarda birikim ve geleneğin belirleyiciliğini görmemizi sağlayan
bir “bakış açısı” olarak nitelediklerini ifade eden Özlem, tarihselciliğin, 20. yüzyılın
hemen başında, Almanya’da yoğun bir tartışmanın konusu olduğunu da
belirtmektedir.60
Özlem, konuyla ilgili şu ifadelere yer vermektedir:
“Tarihselcilik kavramı, 1920’lerde Almanya’da tam bir tartışmanın konusu
olur. Bu dönemde tarihselcilikten anlaşılan şeylerden birisi, tarihsel pozitivizmdir.
Buna göre tarihselcilik, tarihçinin seçilmiş olgulara dayalı olarak yaptığı
araştırmadan, bu kısıtlı bir araştırma da olsa, tüm geçmişi sorgulamaya geçme
yöntemidir. Bu yöntemde süje, tarihsel olan her şeyin kendisinden türediği, tarihin 58
Özlem, a.g.e., 1992, s. 154. 59
Özlem, a.g.e., 1992, s. 154. 60
Özlem, a.g.e., 1992, s. 155.
13
taşıyıcısının insan ve insanın yarattığı şeyler olduğu varsayımından hareket edecek,
ama kendi bakış noktasının da bu bütünlüğü anlamada göreli kalacağını peşinen
kabul edecektir. Daha çok Dilthey ve Dilthey Okuluna maledilen bu tip tarihselciliğe
daha sonra E. Troeltsch, tarihsel görecilik adını verir.”61
Özlem, aynı yıllarda Dilthey Okulu’na mensup bir düşünür olan Erich
Rothacker (ö. 1965)’in “tarihselcilik (historismus/historizm)” ile “tarihsicilik
(historisismus/historisizm)” ayrımına gittiğini ve tarihsiciliği, “tıpkı evren gibi
insanlık tarihini de ilksel mekanik analojilerle kavramaya çalışan çocukça bir
natüralizm”62
olarak tanımladığını aktarmaktadır. Bilindiği üzere Rothacker’in
kullandığı bu tarihsicilik kavramı, giderek tarihselcilikle karıştırılmış ve
tarihselciliğin yerine kullanılmaya başlamıştır. Özlem’e göre “tarihselcilik” ile
“tarihsicilik”, özellikle Alman dilinin gramer yapısını tam olarak bilmeyen yazarlar,
mütercimler ve felsefeciler tarafından sürekli olarak birbirine karıştırılmıştır.63
Özlem, tarihselcilikle ilgili Almancadan İngilizceye ya da Fransızcaya yapılan bazı
tercümelerin bu iki terim arasındaki farkı dikkate almadan yapılmış olduğunu ve söz
konusu bu tercümelerden Türkçeye kazandırılan eserlerde de yapılan hatalı
tercümenin aynen aktarılmış olduğunu belirtmektedir. “İzm” sonekinin Türkçeye
“cilik”, “isizm” sonekinin ise “sicilik” diye tercüme edildiğini ve Almancadaki
“isismus” (isizm) sonekinin aşırılığı ve indirgemeciliği vurgulayan kötüleyici bir
anlamının olduğunu ifade eden Özlem, Neopozitivistlerin felsefeyi mantığa
indirgeme çabalarından dolayı, Almancada bu mantıkçı pozitivistler için
“Logisismus” ifadesinin kullanıldığı örneğini vermektedir. Dolayısıyla Özlem’e
göre, “historizm” (Historismus, tarihselcilik) teriminde “izm” (ismus) sonekinde bir
kötüleyici vurgu olmamasına karşılık, “historisizm” (Historisismus, tarihsicilik)
terimindeki “isizm”de kötüleyici bir anlam bulunmaktadır.64
Bununla birlikte Özlem, Almancanın bu gramer özelliğini taşımayan
İngilizcede sadece “isizm” (icism), Fransızcada ise sadece “izm” (isme) soneklerinin
61
Özlem, a.g.e., 1992, s. 155. 62
Cevizci, a.g.e., s. 829. 63
Bkz. Özlem, “Felsefî Hermeneutiğe Geçiş Yolu Olarak Tarihselcilik”, Yazarın AÜİF
Dekanlığının daveti üzerine 19.03.1999 tarihinde verdiği konferans metni, s. 137.
http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/743/9485.pdf (01.02.2015) 64
Özlem, a.g.m., 1999, s. 137.
http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/743/9485.pdf
14
kullanıldığını, bu durumun da Almancada iki ayrı terimle ifade edilen “historizm” ile
“historisizm”in, İngilizcede ve Fransızcada tek bir terimle (İngilizcede “historicism”,
Fransızcada ise “historisme”) ifade edilmesine yol açtığını belirtmektedir. Bu
nedenle İngilizce ve Fransızca terimlerle Almancada kullanılan “historizm”in mi
yoksa “historisizm”in mi kastedildiği belirsiz kalmaktadır. Özlem, Karl Popper (ö.
1994)’in Türkçeye “Tarihselciliğin Sefaleti” diye çevrilmiş olan “Powerty of
Historicism” adlı kitabını bu duruma örnek olarak vermekte ve Alman/Avusturya
kökenli bir filozof olan Popper’in “izm” ve “isizm” soneklerinin ne anlama geldiğini
bildiğini dolayısıyla bu kitapta “tarihselcilik”i değil “tarihsicilik”i eleştirdiğini
belirtmektedir. Dolayısıyla Popper’in kitabı, “Tarihsiciliğin Sefaleti” şeklinde
tercüme edilmelidir.65
Görgün ise, söz konusu bu karışıklığı aşmak üzere 1920’li yıllarda Ernst
Troeltsch (ö. 1923) ve Karl Heussi (ö. 1961) gibi Alman düşünürlerin, tarihselciliğin
anlamı üzerinde yoğunlaştıklarını belirtmektedir.66
Troeltsch, Tarihselcilik ve
Problemleri (Der Historismus und Seine Probleme), Tarihselcilik ve Tarihselciliğin
Aşılması (Der Historismus und Seine Überwindung) adlı eserleriyle; Heussi ise
Tarihselciliğin Krizi (Die Krisis des Historismus) başlıklı eseriyle tarihselcilik ve
tarihsicilik arasındaki karmaşıklığı gidermeyi amaçlamışlardır.67
Özlem, Troeltsch’in, biri iyi, diğeri kötü olmak üzere iki tür tarihselcilikten
bahsettiğini, kötü tarihselciliğin; Rothacker’in tarihsicilik kavramına benzeyen, her
şeyi tine bağlayan, insan hakkındaki tüm bilgi ve düşüncemizin tarihsel olduğu ve
insanı ancak bu haliyle anlamamız gerektiği iddiasını ileri süren bir yaklaşım
olduğunu; iyi tarihselciliğin ya da tarihselciliğin ise, Dilthey’in tinsel bilimleri
temellendirmek için geliştirdiği, tinin, tarih içindeki özel birikimlerini ele almak
üzere kendi kendine yönelmesini konu edinen tarihsel bir metodoloji olduğunu
belirtmektedir.68
Iggers’e göre Dilthey’i, “tarihselciliğin filozofu” olarak kabul eden
ve onun görüşleri bağlamında tarihselciliği, 19. yüzyıl Alman akademi dünyasının
65
Özlem, a.g.m., 1999, s. 137. 66
Görgün, a.g.m., s. 123. 67
Görgün, a.g.m., s. 123; Özlem, a.g.e., 1992, s. 156. 68
Özlem, a.g.e., 1992, s. 156.
15
egemen görüşü olarak belirleyen Troeltsch69
, Özlem’in ifadesiyle tarihselciliği,
“tarihin uçsuz bucaksız zenginliğinde, kültürün sınırsız çeşitliliğinde kendini arayan
insanın trajik yaşam hissi” olarak tanımlamaktadır.70
Sonraki yıllarda tarihselciliğin en etkili savunucularından olan Alman tarihçi
Friedrich Meinecke (ö. 1954) ise tarihselciliği, “insanî şeyleri anlamanın en üst
noktası” olarak tanımlamış71
ve birçok yazısında tarihselciliğin geri dönüşü olmayan
büyük bir Alman başarısı ya da devrimi olduğunu savunmuştur.72
Ona göre
tarihselcilik, Dilthey’le birlikte büyük bir sıçrama yaşamış ve insanlığa tarihsel
sürecin fenomenal hakikatini yakalama fırsatını vermiştir. Çünkü tarihselcilik,
Dilthey’in deyimiyle bir bilgi ilkesi değil bizzat yaşamın ilkesidir.73
Özlem’e göre tarihselciliğin en önemli başarısı, tarih alanına ve kültür
gerçekliğine pozitivist bir refleksiyonla yaklaşmanın sakıncalarını ortaya koymuş
olması ve bu gerçekliğin anlamacı-yorumlamacı bir refleksiyonla ele alınması
gerektiğini göstermiş olmasıdır.74
II. Dünya savaşıyla birlikte ideolojik vasfını yitiren tarihselcilik, günümüzde
Almanlara has bir yaklaşım olmaktan çıkmış ve iki farklı biçimde süregelmiştir.
Birincisi, Dilthey’in göreciliğinden yola çıkan ve Yeniçağın bilgi kuramını da az çok
kapsayan epistemolojik bir yaklaşım olarak tarihselcilik iken; diğeri, Martin
Heidegger (ö. 1976)’le birlikte Temel Varlık Felsefesi (Fundementalontologie)
olarak yeniden yorumlanan “hermenötik felsefesi”dir.75
Dolayısıyla tarihselcilik, köklerini Antik Yunan’dan almış, Rönesans ve
Aydınlanma dönemlerinde şekillenmiş ve 17. yüzyılda ortaya çıkmaya başlamış bir
düşünce olmasına rağmen ancak 19. yüzyılın ortalarında özgün bir düşünceye
dönüşmüş ve bu yüzyılın sonlarında etkili olmaya başlamıştır.
69
Iggers, a.g.e., s. 29. 70
Özlem, a.g.e., 1992, s. 158. 71
Friedrich Meinecke, Historism: The Rise of a New Historical Outlook, New York, 1941, p.
217. 72
Meinecke, a.g.e., p. 217. 73
Meinecke, a.g.e., p. 217. 74
Özlem, a.g.e., 2012, s. 53. 75
Görgün, a.g.m., s. 123; Özlem, a.g.e., 1992, s. 160.
16
IV. TARİHSELCİLİK DÜŞÜNCESİ BAĞLAMINDA ORTAYA ÇIKAN BAZI
FELSEFÎ TARTIŞMALAR
A. Tümelci Felsefe-Tikelci Felsefe Karşıtlığı
Evreni bir kozmoz olarak kabul eden Antik Yunan düşünürleri, evrende
gözlemledikleri düzenin, sabit, genel-geçer ve rasyonel olduğu varsayımından
hareketle, hakikatin, değişmez, genel-geçer bir bilgiyle elde edilebileceğini
düşünmüşlerdir. Bu nedenle onlar için, söz konusu bu bilgi ancak, o dönemin felsefe
algısı olan “theoria” ile mümkündür. Dolayısıyla bir theoria etkinliği olarak felsefe,
doğaya (physei), doğal varlık alanına yönelmiş ve hakikatin bilgisini orada aramıştır.
Öte yandan insanlar tarafından oluşturulan toplumsal bir yaşam alanının
(thesei) varlığını da gözlemleyen Antik Yunan düşünürleri, burada, doğal varlık
alanındaki sabitlik, değişmezlik, tümellik gibi varlığa ait ilkelerin olmadığını; aksine
rastlantısallığın, geçiciliğin, tikelliğin hâkim olduğunu, dolayısıyla bu alanın
“theoria”nın konusu olamayacağını savunmuşlardır. Onlara göre bu alana ait bilgi,
ancak “historia” yani haber bilgisi olabilirdi.76
Bu kadim bakış açısı, insan ve toplum
içerikli bilginin, yüzyıllar boyunca, bilimler tasnifinde yer edinememesine yol
açmıştır.
Ancak, 14. yüzyılda Doğu’da İbn Haldun’la başlayan ve 17. yüzyıldan bu
yana çoğunlukla Batı’da devam eden tarih felsefeleri neticesinde, tarihsel varlık
alanının; doğal varlık alanından farklı, onun gibi bağımsız, bütün insanî başarıların
gerçekleştiği tinsel bir varlık alanı olduğu fikri yaygınlık kazanmıştır.77
Tarihsel
varlık alanı ya da “mânevî (tinsel) varlık alanı” şeklinde ifade edilen bu ontik yapı,
Almanca “geist” terimini karşılamakta ve insanın iradî eylemleriyle ortaya çıkan
tinsel bir varoluşu simgelemektedir.
Özlem’e göre tarihselciliği benimseyen düşünürler, evrensel hakikatin
imkânsızlığını savunmuşlar; felsefeyi ise tikel hakikati arayan bir faaliyet alanı
olarak tanımlamışlardır. Özlem, tarihselci düşünürlerin, insan aklının ve mantıksal
76
Macit Gökberk, Felsefe Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2008, s. 57. 77
Şaban Teoman Duralı, Sorun Nedir, Dergâh Yay., İstanbul, 2011, s. 55.
17
düşünmenin varlığından hareketle evrende bir akılsallığın ve mantıksallığın varlığına
ulaşılamayacağını savunduklarını belirtmektedir.78
Hakikatin evrensel olduğunu savunan tümelci felsefe ile hakikatin
bireyselliğini savunan tikelci felsefe, tarih boyunca iki karşıt düşünme tarzını temsil
etmişlerdir. Amacı tümelin bilgisine ulaşmak olan tümelci felsefe, Platon (ö. M.Ö.
347)’dan başlayarak Francis Bacon (ö. 1626)’a kadar, tarihi; tikelliğin, düzensizliğin,
değişmenin alanı olarak görmüş ve onlar üzerinden hakikate ulaşılamayacağını
varsaymıştır. Tümelci felsefe, bu anlayışıyla rasyonel bir akıl yürütme olan
tümdengelime dayalı, değişmez nitelikteki tümellerin altına, sürekli değişme halinde
olan tikelleri yerleştirmek suretiyle “açıklama” yöntemini kullanmaktadır.79
Tikelci felsefe ise, Grek septikleri başta olmak üzere, Alman idealistlerinden
Schelling (ö. 1854), Schleiermacher (ö. 1834) ve tarihselciliğin en güçlü temsilcisi
olan Dilthey tarafından temsil edilen felsefe tarzıdır.80
Tikelci felsefeye göre,
evrensel olanın yalnızca zihinsel tasarımına sahip olduğumuz için onun, gerçek
dünyada bir karşılığı yoktur. Dolayısıyla zihnimizin bir ürünü olan evrenselliği,
gerçek dünyada aramamız da boşunadır. Sadece mantıksal düşünce tarzında bir
tasarım olarak var olan tümel hakikat, nesnel kümelere bir ad olsun diye verilmiştir.81
Hakikatin evrensel olmadığının ve eğer evrensel hakikatler varsa bile bunların
karmaşık, çelişkili ve çoğul olduklarının altını çizen tikelci felsefe anlayışı, 19.
yüzyıldan itibaren tarihselcilik düşüncesi ekseninde temsil edilmiştir. Bu bağlamda
tarihselcilik, Descartes (ö. 1650)’in özne-merkezli rasyonalist epistemolojisi ile
İngiliz empirizminin deneyci epistemolojilerinin bir karışımı olarak ortaya çıkan ve
özellikle de 19. yüzyılda pozitivist bilim anlayışı ile Avrupamerkezci ideolojik bir
bakışı temsil eden evrenselciliğe karşıt bir tutumun adı olmuştur.
Sonuç olarak düşünce tarihi boyunca hakikatin evrenselliği ve tikelliği
tartışması hep süregelmiş, kimi dönem bilimsel bilginin de etkisiyle evrende yalnızca
tümel hakikatlere ulaşılabilir olduğu düşüncesi; kimi zaman da özellikle
78
Özlem, a.g.m., 1999, s. 138. 79
Özlem, a.g.m., 1999, s. 138. 80
Özlem, a.g.m., 1999, s. 130. 81
Özlem, a.g.m., 2006, s. 115.
18
tarihsel/toplumsal olgu ve olayların tikel hakikat değeri üzerinden evrende her şeyin
genel-geçer bir karşılığı olmadığı düşüncesi hâkim olmuştur.
B. Tarihsel Sürecin Yönü: Döngüsellik-Çizgisellik Tartışması
Tarihselcilik düşüncesi bağlamında ortaya çıkan bir diğer tartışma ise, tarihin
en belirgin öğeleri olan geçmiş, şimdi, gelecek üçlemesinden yola çıkarak tarihsel
sürecin yapısı ve yönü üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu bağlamda tarihle ilgili iki farklı
yorumun ortaya çıkmış olduğu görülmektedir. Bunlardan ilki, tarihin, belirli
dönemlere göre devinen ve belli bir döneme kadar ilerleme yaşansa bile tarihte,
doğada olduğu gibi tekrarların hâkim olduğunu ileri süren “döngüsel tarih” anlayışı
iken; diğeri, tarihin sıfır noktasından başladığını ve belli bir ereğe doğru ilerlediğini
savunan “çizgisel tarih” anlayışıdır.
Döngüsel tarih anlayışı, doğada var olan (gece-gündüz, mevsimler,
buharlaşma vb.) döngüsellikten hareketle tarihsel sürecin de sayısız döngüler
şeklinde gerçekleştiği düşüncesidir.82
Buna göre, zaman dairesel olarak hareket
etmekte ve evrende yer alan tüm varlıklar da bu daireselliğe göre var olmaktadır.
Döngünün içinde yer alan tüm varlıklar, döngüyü domine eden prensiplere göre yeni
formlar kazanmaktadırlar.83
Kadim evren tasavvurunda, dairesel hareket, Tanrısal ve
dolayısıyla mükemmel kabul edildiğinden, döngüsellikte zamanın başlangıcı,
mükemmelliği temsil etmektedir. Buna bağlı olarak herşeyin döngüsel zaman
içerisinde söz konusu bu mükemmellikten uzaklaşarak bozulmaya ve çökmeye yüz
tuttuğu düşüncesi vardır.84
En baskın şekliyle Aydınlanma’da ortaya çıkan çizgisel tarih anlayışı ise,
tarihsel süreçte var olan her şeyin neden-sonuç zinciri içerisinde, sıfır noktasından
başlayarak belli bir sona doğru çizgisel olarak birbirini takip ettiği düşüncesine
dayanmaktadır. Bir başka deyişle çizgisel tarih anlayışı insanlığın ilkellikten
gelenekselliğe daha sonra da moderniteye doğru çizgisel bir gelişim ve tekâmül
yaşadığı fikrine dayanmaktadır.
82
Bıçak, Tarih Metafiziği ya da Kendilik Bilinci, Dergâh Yay., İstanbul, 2014, s. 208. 83
Bıçak, a.g.e., 2014, s. 209. 84
Bıçak, a.g.e., 2014, s. 209.
19
İlahi dinlerin ortak tarih anlayışı olan çizgisellikte, Hz. Âdem ile başlayan
tarihsel sürecin kıyametle sona erip, ahirette, özellikle cennette devam edeceği
düşüncesi hâkimken; Aydınlanma ve daha sonra pozitivizmle birlikte, kutsal dinlerin
kıyamet anlayışı yerine, dünyada insan aklının zaferiyle elde edilecek seküler bir
cennet anlayışı hâkim olmuştur.85
Dolayısıyla tarihin modern çizgisel yorumu,
mekân olarak dünyada ve zaman olarak gelecekte bir kurtuluş öngörmekte ve tarihte
ilerleme fikrini savunmaktadır.
C. Doğa Bilimleri-Tin Bilimleri Ayrımı
Aristoteles, ilk defa teorik ve pratik bilimler şeklinde bir ayrımla bilginin
alanlarını sistemli olarak ayırmıştır. Aristoteles’in bu tasnifi, yüzyıllar sonra, doğa
bilimleri ile tin bilimleri arasındaki ayrımın ortaya çıkmasına temel teşkil etmiştir.
Öyle ki, Aristoteles’ten sonra uzun bir müddet tarihin, bilim sınıfına sokulmamış
olması, tarihselcilik düşüncesinin bu ve buna benzer indirgemeci yaklaşımlara karşı
ortaya çıkmasına neden olmuştur. Öte yandan bilim felsefesi tarihinde üzerinde en
çok tartışılan sorunlardan biri, söz konusu bu ayrım temelinde kendini göstermiştir.86
Özlem, bu ayrımı kabul edenler arasında başka bir tartışmanın da süregeldiğinden
şöyle bahsetmektedir:
“Daha çok “sosyal bilimler” adıyla ifade edilen bilimlerin yapısı ve yöntemi
bakımından nasıl temellendirileceği tam bir tartışma konusu olmuş, bu tartışmalar
sonucu çoğu karşıt konumlarda olan okullar, felsefe anlayışları ortaya çıkmıştır.
“Sosyal bilimler”, “toplum bilimleri”, “tarih bilimleri”, “ideografik bilimler”,
“kültür bilimleri”, “tin bilimleri”, “hermeneutik bilimler”, “insan bilimleri (beşerî
bilimler)” adları bu süreç içerisinde değişik felsefî inançlara bağlı değişik felsefe
anlayışlarının kendi perspektifleri doğrultusunda ortaya attıkları adlar
olmuşlardır.”87
Özlem’in bu ifadelerinden de anlaşılacağı gibi sosyal bilimler kategorisine
giren ve insanı obje olarak ele alan bilimlerin adlandırılması meselesi, söz konusu
85
Bıçak, a.g.e., 2014, s. 209. 86
Özlem, a.g.m., 2006, s. 113. 87
Özlem, a.g.m., 2006, s. 113.
20
felsefi tartışmaların diğer bir ayağını oluşturmuştur. Kimi filozoflar toplum ve kültür
eksenli bir yaklaşımdan yola çıkarak daha çok sosyolojik ve ideografik adlandırmalar
yapmış, kimileri de Dilthey gibi toplum ve tarih metafiziğinden hareketle felsefî bir
adlandırmayı tercih etmiştir.
Yeniçağla birlikte Kopernik (ö. 1543), Galileo (ö. 1642) ve Newton (ö.
1727)’un matematik-fizik temele dayalı açıklama ve buluşlarıyla, doğanın her
yerinde aynı yasaların işlediğini ve doğanın matematik bir yapıya sahip olduğunu
ortaya atmaları, doğa bilimlerini diğer disiplinlerin üstüne çıkararak entelektüel
çalışmalar için bir ölçüt yapmıştır.88
Böylece her çalışma disiplini, doğa bilimlerine
yaklaştıkça değerleri artmış, ondan uzaklaştıkça değersiz kabul edilmiştir.
Daha sonra 19. yüzyılda Auguste Comte (ö. 1857), doğa bilimlerinin, önce
olguları belirleyip sonra bu olguların nedensel bağlantılarını ortaya koyarak devam
ettiği düşüncesinden hareketle, sosyal olguları keşfederek bu olgular arasındaki
bağlantıları pozitif metotla inceleyecek “toplumbilim” adı verilen yeni bir bilimin
olması gerektiğini ileri sürmüştür.89
Bu pozitivist bilim anlayışına göre, doğa dünyası
ile insan dünyası birbirine benzer niteliktedir.
Doğa bilimleri karşısında tin bilimlerinin önemini vurgulayan Dilthey,
pozitivist yaklaşımın bu indirgemeci tavrına karşı gelerek tin bilimlerinin90
bağımsızlığını savunmuştur.91
Ona göre, en az iki gerçeklik alanı vardır: Doğal ve
Tinsel varlık alanı. Doğal varlık alanı açıklanmayı; tinsel varlık alanı ise anlaşılmayı
bekleyen ayrı objektivasyonlara sahip varlık alanlarıdır.92
Dilthey’e göre simgeler,
88
Veli Urhan, “Michael Foucault ve İnsan Bilimlerinin Arkeolojisi”, MÜFSBS, s. 295. 89
Auguste Comte, Pozitif Felsefe Dersleri, Çev. Ümid Meriç, Edebiyat Fakültesi Sosyoloji
Dergisi Yay., İstanbul, 1967, s. 256-257; Kurtuluş Dinçer, “Doğa Bilimi-Sosyal Bilim
İkiliği: İdeolojik Bir Çatışma”, MÜFSBS, s. 58. 90
Tin bilimleri (mânevî bilimler, mâneviyat bilimleri, geisteswissenschaften), 19. yüzyılın
son çeyreğinde Dilthey’in, pozitivistlerin “sosyal bilimler” terimiyle andıkları bilimler
grubuna verdiği addır. (bkz. Özlem, a.g.m., 2006, s. 114). 91
Dilthey, Hemeneutik ve Tin Bilimleri, Çev. Doğan Özlem, Notos Kitap Yay., İstanbul,
2012, s. 22; Dinçer, a.g.m., s. 58; 92
Dilthey, The Formation of the Historical World in the Human Sciences, ed. by Rudolf A.
Makkreel and Frithjof Rodi, Princeton University Press, Princeton, 2002, p. 3; Aron
Raymond, Introduction to the Philosophy of History, trs. by George J. Irwin, Beacon
Press, Boston, 1948, p. 45; Charles Taylor, “Interpretation and the Sciences of Man”, in
Readings in the Philosophy of Social Science, ed. by Michael Martin-Lee C. Mcintyre,
Massachusetts Institute of Technology Press, Cambridge, 1994, p. 181.
21
düşünceler, normlar ve ideler alanı olan tinsel dünya, ancak kendi yapısına uygun,
doğa bilimininkinden farklı bir yöntemle elde edebilir ki bu da “anlama”
yöntemidir.93
Dilthey’in, çıkış noktasını, Kant’la başlayan ve Alman felsefe geleneğine
hâkim olan doğal gerçeklik-tinsel gerçeklik ayrımında bulduğunu söyleyebiliriz.
Nitekim Kant, temelini insana dayandırdığı ahlâk felsefesinde insanı hayvandan
ayıran en önemli farkın hayvansal güdüsü ile aklının birbirinden bağımsız olması
şeklinde belirlemiştir. Ona göre özgür bir varlık olarak insan, doğallığından istediği
oranda sıyrılabilmekte ve kendi yaşam biçimini belirleyebilmektedir. Özlem’e göre,
Kant, insanın doğaya en az bağımlı olan bu yönünü onun tinselliği olarak
düşünmektedir.94
Dilthey, bilimlerin ayrımında doğal gerçeklik-tinsel gerçeklik ayrımından
hareket etmiş ve doğa biliminin, doğa olaylarını ve bu olaylar arasındaki ilişkileri,
nedensellik ve nicelik yönünden açıkladığını, ardından genel yasalara ulaştığını
belirtmiştir. Buna karşın, tarihsel-toplumsal gerçeklik, doğada var olmayan ve sadece
insana özgü niyet-eylem düzleminde oluşan, insanın kendisi için kurup, içinde var
olduğu tinsel (mânevî) bir gerçekliktir. Bu nedenle bu alanın bilgisine ancak anlama
yöntemini kullanan tin bilimi yönelebilir. Anlama ise insanın tüm eylemlerini ve
bunların ardındaki amaç ve dürtülerin neler olduğunu bilme uğraşıdır.95
İşte bu tip bir bilimi kurma yönündeki ilk girişim, genel felsefe tarihinde
umrân ilmi ile İbn Haldun’a aittir. Batı’da ise her ne kadar Yeni Bilim ile ilk girişim
Vico’ya ait olsa da, tin bilimlerinin, doğa bilimleriyle olan sınırlarını detaylı olarak
göstermesi ve sistematik bir şekilde belirlemesi nedeniyle bu alanda en güçlü girişim
Dilthey’e aittir.96
Tarihte mutlak olmayan, zamana ve mekâna göre değişip duran bir anlamlar
çokluğu olduğu iddiasından hareket eden tarihselcilik, bu noktada tin bilimlerinin
metodunun ne olması gerektiği sorusu üzerinde durmuştur. Buna göre gerçekliğin
93
Dilthey, a.g.e., 2012, p. 4. 94
Özlem, a.g.e., 2012, s. 36. 95
Dilthey, Selected Works Volume I: Introduction to the Human Sciences, Princeton
University Press, Princeton, 1989, p. 80. 96
Taylor, a.g.m., p. 181.
22
karmaşık; geleceğin belirsiz olduğunu, tümel-mükemmel bilginin bulunmadığını,
nesnelliğin mümkün olmadığını, toplum ve tarihte bağımsız değişkenler
bulunmadığını kabul eden Dilthey, tarihsel/toplumsal gerçekliğe ancak anlama
yöntemiyle nüfuz edilebileceğini savunmuştur.97
Bu bakımdan tarihsel-toplumsal
gerçeklik, yasalara dayalı olarak açıklamalar yapılabilen bir alan değil, her zaman
ancak yorumlanabilen bir alan olarak kabul edilmiştir.
Tarihselciliğe göre insan, evreni, kendi tinsel-tarihsel donanımı aracılığıyla
kavramaktadır. Aynı şekilde her tarihsel dönem ve bu dönemlere ait insan
toplulukları kendi toplumsal konum ve koşullarına göre evreni ve kendilerini
algılamaktadırlar.98
Bu algılama her dönemde farklılık arz ettiğinden bilgi de her
tarihsel dönemde özel bir algılamanın ürünü olmaktadır.
Dilthey’e göre, doğa
bilimleri de dâhil olmak üzere her türlü bilgi her tarihsel dönem ya da süreçte o
tarihsel dönemin ya da sürecin tinselliğinin, düşünce dünyasının bir ürünüdür. Öyle
ki, doğada aradığımız nedensellik ve mantık ilkeleri doğanın değil, kendi tarihsel
aklımızın bir ürünüdür, bunlar tarihsel süreçteki yaşam pratiği içinde oluşmuştur. 99
Buraya kadar, tarih, tarihsellik ve tarihselcilik kavramlarının anlam
içeriklerini ve tarihselcilikle ilgili süregelen bazı felsefî tartışmaları ele aldık. Birinci
bölümde ise felsefe-tarih ilişkisinin köklerinden hareketle tarih felsefesi ve
tarihselcilik düşüncesinin ortaya çıkışını inceleyeceğiz.
97
Dilthey, a.g.e., 2012, p. 108. 98
Raymond, a.g.e., p. 61. 99
Dilthey, a.g.e., 2012, p. 23.
23
BİRİNCİ BÖLÜM
TARİHSELCİLİK DÜŞÜNCESİNİN TEMELLERİ
I. FELSEFE-TARİH İLİŞKİSİ
A. Felsefî Düşüncenin Konusu Olarak Tarih
İnsanı kendi öz niteliklerine göre kategorize ettiğimizde, insan ve hakikat
arasında kurulan ilişki biçimlerinin; felsefe, bilim ve din yoluyla; rasyonel, tecrübî
(empirik) ve sezgisel olarak ortaya çıktığını söyleyebiliriz.100
Tarihsel süreçte
düşüncenin devinimi ve medeniyetlere ait evren tasavvurları, söz konusu bu ilişki
biçimlerinin diakronik (art zamanlı) ya da kompleksif (karmaşık) tezahürleriyle
süregelmiştir.
Düşünme, kavramlar aracılığıyla her türlü varolan (dış dünyada, düşünmede,
dilde) üzerinde sürekli bir anlam verme ve anlama çabasıdır.101
Felsefe ise genellikle,
insana has bir fiil,102
hikmet sevgisi ve arayışı,103
cevaplanmamış problemlere çözüm
arayan eleştirel, sorgulayıcı, sistemli ve tutarlı bir düşünce faaliyeti,104
“anlamın
taşıyıcısı olan kavramlar üzerinden varolanı; dil, düşünce, varlık ilişkileri içerisinde
anlama ve anlamlandırma çabası”105
ya da “herhangi bir düşünce üzerine
düşünme”106
şeklinde tanımlanmaktadır.
100
İshak Arslan, Çağdaş Doğa Düşüncesi, Küre Yay., İstanbul, 2011, s. 36. 101
Betül Çotuksöken, Felsefi Söylem Nedir?,İnkılâp Yay., İstanbul, 2000, s. 44. 102
Macid Fahri, Ab’âd el-Tecrûbeh el-Felsefiyeh, Dâr’un-Nehar li’n-Neşr, Beyrut, 1980, s.
17. 103
Kindî, “Hudûd el-Eşyâ”, Resâil el-Kindî el-Felsefiye, nşr. Ebû Rîde, Kâhire, 1950, s. 173;
Hamdi Ragıp Atademir, Filozoflara Göre Felsefe, Atademir Yay., Konya, 1947, s. 93-94;
George Berkeley, ATreatise Concerning the Principles of Human Knowledge, ed. by
Thomas J. McCormack, Dover Publication, New York, 2003, p. 5. 104
A. C. Ewing, The Fundamental Questions of Philosophy, Routledge, London and New
York, 1985, p. 11; Cevizci, Felsefeye Giriş, Say Yay., İstanbul, 2012, s. 7; Gökberk,
a.g.e., s. 13. 105
Çotuksöken, a.g.e., s. 69. 106
Collingwood, a.g.e., s. 34.
24
Buradan yola çıkarak felsefî düşüncenin, “tarih”i konu edinmesinden,
“Nereden geldik? Neyiz? Nereye gidiyoruz?”107
biçiminde formüle edilmiş sorular
etrafında, tarihin mahiyetini, niteliğini, varlık alanını ve bilgi objektivasyonunu
sorgulayan düşünme tarzını ifade etmiş oluruz ki tarihteki olayların çokluğu, bir
yandan “olguların tarihi”ni öne çıkarırken diğer yandan insanın tarihe dönük
sorgulamalarının nasıl olması gerektiği hakkında düşünmeyi de beraberinde
getirmiştir.108
Bu bağlamda diyebiliriz ki, tarih düşüncesinin genel çerçevesini,
evrenin ve insanın varoluş süreci ve bunların geçmişiyle ilgili insanın anlamlandırma
ve temellendirme çabası oluşturmaktadır.
Nitekim tarih hakkında veya başka herhangi bir bilgi dalı hakkında sorular
sormak, felsefenin alanına girmek demektir.109
Çünkü burada söz konusu olan;
varlık, bilgi ve değer gibi felsefenin en temel meseleleridir. Böylece tarihin felsefesi,
geçmişi bugüne bağlayacak olan bir anlam arayışını ve bu arayışta felsefe-tarih
ilişkisine dayalı bir kavrama çabasını da beraberinde getirmiştir. Tarihe dönük felsefî
yaklaşımları belirleyen temel unsur, tarihin felsefî problemler açısından yorumunu
yapmak ve tarihsel olay, olgu ve süreçlerin hangi kanunlar çerçevesinde işlediğini
tespit edebilmektir.110
Tarihsel oluş içerisinde süregelen yaşam, belli bir kanuna göre mi
oluşmaktadır? Yoksa bu yaşam rastlantısal mıdır? Belirli toplumların tarihi için
ortaya konan ilkeler ve kanunlar bütün toplumlar için genelleştirilebilir mi? Buradan
hareketle “insanlık tarihi”nin evrensel kanunlarına ulaşılabilir mi? “Tarihsel oluş”un
bir akış ilkesi var mı? Varsa bu akışın yönü nereye doğrudur? Tarihsel oluşu
etkileyen ya da belirleyen bir irade var mıdır? Eğer varsa bu, Tanrı iradesi midir?
Yoksa insanın bizzat kendi iradesi midir? Bu ve benzeri sorular, tarih felsefesinin
temel problematiğini oluşturmaktadır.
107
Zdenek Vasicek, “Philosophy of History”, in A Companion to the Philosophy of History
and Historiography, ed. by Aviezer Tucker, Blackwell Publishing, United Kingdom,
2009, p. 25. 108
Collingwood, “Human Nature and Human History”, in Readings in the Philosophy of
Social Science, ed. by Michael Martin-Lee C. Mcintyre, Massachusetts Institute of
Technology Press, Cambridge, 1994, p. 166. 109
John Tosh, Tarihin Peşinde, Çev. Özden Arıkan, Tarih Vakfı Yay., İstanbul, 2005, s. 122. 110
Süleyman Hayri Bolay, Felsefe Dünyasında Gezintiler, Nobel Yay., Ankara, 2006, s. 172.
25
Tarihin belirli kanunlar etrafında ilerleyen bir süreç olduğu tartışması, hiç
şüphesiz insan merkezli bir tartışmadır ve tarih felsefesi de bu tartışmayı konu
edinmektedir. Ancak burada söz konusu olan kanun düşüncesi, sadece geçmişin
değil, şimdinin ve geleceğin de belirleyicisi konumundadır ve insan bu akış içinde
sürecin bir parçası iken, nasıl olup da sürecin üzerine yükselip süreci
anlamlandırabilecek ve giderek sürecin dayandığı kanunların bilincine ulaşacaktır?
Nitekim geçmişe bağlı olarak var olan insan, hem tarihli111
hem de tarihsel bir
varlıktır. İnsanın tarihliliği, doğumuyla başlayan (biyolojik) “birey olma” süreciyken;
tarihselliği, birey-üstü,“insanî varoluş”sürecidir. Dolayısıyla tarih de ancak insanla
birlikte var olmaktadır.112
İşte bu ve benzeri problemler de ayrıca tarih felsefesinin
uğraş alanında yer almaktadır. Dolayısıyla tarih felsefesi, belli bir metodoloji113
çerçevesinde tarihsel süreci anlamlandırarak hakikati gerçeklikten ayırma çabası
olmaktadır.
Tarihin ne olduğunu izah edebilmek için öncelikle zamanın ne olduğunun
bilinmesi gerekmektedir. Nitekim varlık hakkında düşünmek, mutlaka bir başlang