Upload
savas-duzdas
View
226
Download
3
Embed Size (px)
DESCRIPTION
The Psychedelic Revıew 3
Citation preview
THE PSYCHEDELİC REVIEW NO:3 / 2015
Aura Nedir Ve Katmanlari Nelerdir?
İnsanların vücudunu çevreleyen elektromanyetik alana aura
denir. Bu elektromanyetik alanın bir çok önemli fonksiyonu vardır.
Evrensel enerjiyi vücudumuza alarak yaşamımızı idame ettirmemizi
sağlayan chakralar aurada bulunurlar. Aynı zamanda vücudun
çevresini sarmış bir kalkan görevi yapar. Eğer sağlam ve güçlü bir
auramız varsa bize dışarıdan bir hastalığın yada negatif etkinin
gelmesi düşünülemez. Ancak auramız zayıflamış veya yırtılmışsa
negatif enerjilere ve hastalıklara çok daha açık hale geliriz. O halde
auramızın güçlü ve sağlıklı olması fiziksel sağlığımız açısından çok
önemlidir diyebiliriz. Bunun yanı sıra ruhsal zihinsel ve duygusal
sağlığımız açısından da auramızın sağlıklı ve güçlü olması
gerekmektedir. Auranın birden çok katmandan oluştuğunu artık
biliyoruz. Bu konuda araştırmacılar arasında çeşitli görüş ayrılıkları
olsa da ana 4 katman konusunda genelde fikir birliği vardır. Bu
katmanlar eterik beden,duygusal beden,zihinsel beden ve ruhsal
bedendir. Bu katmanların her birinin kendine özgü özellikleri ve işlevleri
vardır.
ETERİK BEDEN;
Şekil ve boyut olarak fiziksel bedene benzer. Adeta fiziksel bedenin
üzerine giyilmiş ve ona bire bir uyan bir elbise gibidir. Chakralar bu
alanda bulunurlar ve auranın üst katmanlarından gelen enerjileri
bedene alma işlevi yaparlar. Organizmanın enerji ihtiyacı tam olarak
karşılanmışsa, eterik beden aşırı enerjiyi chakralardan ve deri
gözeneklerinden dışarıya verir. Eterik bedenin temel işlevi fiziksel
bedenin sağlıklı kalmasını sağlamak ve onu evrensel enerji alanı ile
bağlantıda tutmaktır. Sağlıklı bir insanda genişliği 15-20 cm kadardır.
Hastalık,yorgunluk ve stres gibi durumlarda eterik bedenin genişliği
azalır. Sadece bir kişinin eterik bedenine bakılarak sağlık durumu
hakkında bilgi sahibi olunabilir. Eterik beden fiziksel bedeni koruyucu
bir tabaka gibi kuşatır ve zararlı maddelerin bedene girmesine izin
vermez. Eterik beden aynı zamanda dış dünyaya yaşam enerjisi saçar.
Eterik bedeni sağlıklı ve güçlü olan insanlara 20 cm'den fazla
yaklaştığınızda sizde kendinizi olumlu ve pozitif hissedersiniz. Eterik
bedene sağlık bedeni de demek mümkündür. Hastalıklar vücutta
ortaya çıkmadan önce bu katmanda ortaya çıkarlar ve profesyonel biri
sadece eterik bedene bakarak kişinin sağlık durumu hakkında bilgi
sahibi olabilir. Sağlıklı bir yaşam için eterik bedenin güçlü ve sağlıklı
olması şarttır. Eterik bedeni zayıflamış biri hastalıklara açık bir
durumdadır.
Eterik bedenin önemli bir işlevi de yüksek enerji bedenleri ile fizik
beden arasında aracılık yapmasıdır. Bu da eterik bedenin sağlığını
kaybetmesi durumunda duygusal, zihinsel ve ruhsal aura katmanları ile
kişinin bağlantısının zayıflayacağı anlamına gelmektedir. Bu durum bir
çok psikolojik sorunun yanı sıra önemli kişilik bozuklukları, depresyon
hatta intihar eğilimini getirebilir.İnsanların yanı sıra hayvanların ve
bitkilerin de eterik bedenleri bulunmaktadır. Bir organı kopmuş bir
insanın eterik bedeni her zaman o organ varmış gibi görünecektir. Aynı
şekilde bir bitkinin yaprağını kesip Kirlian makinesiyle resmini
çektiğinizde sanki yaprak tammış gibi görürsünüz. Bu da eterik
bedenin bir bütün olduğunu ve sonradan ortaya çıkan kayıplardan
etkilenmediğini göstermektedir.
Kişinin hafızasında bacağına ilişkin imgeler oldukça eterik bedenin o
bacak kesilmiş olsa bile yer alacaktır. Eterik bedeni doğru anlamak ve
eterik bedeninizin güçlenmesi için çalışmalar yapmak önemlidir.
DUYGUSAL BEDEN;
Eterik bedenin üstünde bulunan ve sıvımsı yapıya sahip olan bir
katmandır. Gökkuşağının tüm renklerini barındıran duygusal bedenin o
anki rengi kişinin duygusal durumuna göre değişir. Zihinsel bedenden
gelen üst düzey enerjiler duygusal bedene ulaşır ve burada bir
değişimden geçerek zihinsel bedene iletilir. Kişinin duygusal yapısı bu
katmanla ilgilidir. Üst katmanlardan gelen enerjiler burada duygusal
anlamlar kazanır ve kişiye özel duygusal süzgeçten geçtikten sonra
anlam kazanarak eterik bedene aktarılır. Aurada kişinin o anki ruhsal
durumuna göre değişen renklerin en iyi algılanacağı alan burasıdır.
Örneğin o anda çok öfkeli olan birinin koyu duygusal bedeninde koyu
kırmızı renk hakim olacaktır. Duygusal bedenin durumu kişinin
duygusal yapısı ve anlık duyguları ile ilgili bilgiler verir.
ZİHİNSEL BEDEN;
Duygu bedeninin bitiminde başlar ve ruhsal bedene kadar uzanır.
Genelde rengi sarıdır.
Fikirlerimizin yapısını barındırır ve düşünce formları bedende
görülebilir.Hastalıklarımızın büyük bir çoğunluğu zihinsel bedenimizden
kaynaklanmaktadır. Tüm hastalıkların zihinsel nedenlerinin olduğu artık
birçok araştırmacı tarafından bilimsel yollarla deneylerle ortaya
konmuştur.
Zihinsel bedenin en önemli özelliği güçlü olduğu zaman kişinin başka
insanların etkisi altında kalmaması ve özgür iradesiyle kendi kararlarını
verebilmesidir. Zihinsel beden zayıfladığında ise kişi kararsızlık
halindedir ve sürekli başka insanların etkisinde kalarak yaşamına
devam eder. Başkaları ne der mantığını sürekli öne süren ve yaşamını
başkalarının ne düşüneceğine göre planlayan bir kişinin zihinsel bedeni
sağlıksızdır.
Olumsuz düşünceleri elemek ve yerlerine olumlu düşünceler
yerleştirmek de zihinsel bedenin en önemli işlevidir. Düşüncelerimizin
yaşamımızı hangi boyutlarda etkilediğini gözümüzün önüne
getirdiğimizde zihinsel bedenimizin önemini daha iyi anlayabiliriz.
Hastalıkların önce zihinsel bedende oluşması ve daha alt bedenlerden
fiziksel bedenimize geçmesi de zihinsel bedenin önemini bir kez daha
vurgulamaktadır.
RUHSAL BEDEN;
Ruhsal bedenimizin titreşimi diğer bedenlere göre çok daha yüksektir
ve algılanması da diğer bedenlere göre daha zordur. Evrensel enerjiler
ruhsal bedenimizden auramıza girerler ve burada bir değişime tabi
tutularak zihinsel bedene aktarılırlar. Ruhsal bedende ortaya çıkan bir
sorun er geç daha alt bedenlere ve oradan da fiziksel bedene
yansıyacaktır.
Ruhsal beden kişinin bütün ile bağlantısını simgeler. Bütünle bağlantısı
güçlü olan bir insanın ruhsal bedeni sağlıklı olacak ve evrensel enerjiyi
en iyi şekilde alarak diğer katmanlara ulaştıracaktır. Bu evrensel enerji
zihinsel katmanda bir değişimden geçecek, duygusal katmanda daha
farklı bir yapıya bürünecek ve en son eterik bedenden chakralar
vasıtasıyla fiziksel bedene geçerek kişinin yaşam enerjisi haline
gelecektir. Ancak bunun için öncelikle ruhsal bedenin sağlıklı olması
gerekmektedir.
Ruhsal bedenin genişliği kişinin ruhsal gelişimiyle doğru orantılıdır.
Ruhsal olarak gelişmiş bir kişinin ruhsal bedeni kilometrelerce uzağa
yayılabilir. Ruhsal beden kendi yapısına en uygun olarak enerjileri alır
ve alt bedenlere iletir. Ruhsal bedenin gelişimi ile alınan enerjinin
kalitesinde de değişiklik olacaktır ve bu kişinin tüm yaşamını
etkileyecektir.
Ruhsal açıdan gelişmiş olan insanların yanında huzur, sükunet hisleri
duymamız yada bu kişilerin şifa enerjisi dağıtmaları ruhsal bedenlerinin
canlı,parlak ve güçlü olmasıyla ilişkilendirilir.
Hippilerin Türkiye'de Başına Gelen 9
İlginç Olay
(Kaynak : http://onedio.com/haber/hippilerin-turkiye-ile-imtihani-418966)
1. Hippilerin seks gücü olmadığını iddiasında bulunan doktor
Ürolog Operatör Dr. Mahmut Çetiner, yaptığı bir açıklamada, hippilerde
seksin sıfır olduğunu bildirmiş ve "hippilik dıştan göründüğünün aksine
cinsel organları alınmış bir hayvan sürüsünden başka bir şey değildir."
demiştir.
2. Koca bulmak için Türkiye'ye gelen hippi Mary
Şişman olduğu için memleketi olan Teksas'ta koca bulamayan 24 yaşında,
150 kilo ağırlığındaki Mary İstanbul'u karış karış dolaşmaktadır. Yemeğe
ve içkiye karşı son derece zaafı olan 150 kiloluk 24 yalındaki Mary,
Teksas'lı bir petrolcünün kızıdır.
Arkadaşlarının "Türkiye'ye git orada koca bulursun." dedikleri Teksaslı
Mary beş gün önce İstanbul'a gelmiş ve sokak sokak dolaşarak bir nevi
koca avına çıkmışsa da bugüne kadar bir talibe rastlamamıştır.
3. İstanbul Belediyesi'nin hippilerle savaşı
Beş milyon tirajlı İngiliz Daily Mirror gazetesi, hippilerle en iyi
mücadeleyi İstanbulBelediyesinin yaptığını yazmaktadır. Gazete yakalanan
hippilerin Türk hamamına gönderilmekte, berberde saçları normal şekilde
kesilmekte ve elbiseleri de kuru temizlemeden geçirilmekte olduğunu
yazmaktadır. Temizlikten hoşlanmayan hippiler bu durum karşısında
derhal Türkiye'yi terk etmektedir.
4. Hippi kızları paylaşamayan gençlerin kavgası
Güneşli bir sonbahar günü hippiler Sultanahmet'te piknik yapıyorlardı.
Gençler hemen onların etrafını çevirdi, bilhassa mini etekli hippi kızlar
onları cezbetmeye başlamıştır.
Kaldırımda başlayıp cadde ortasına sirayet eden kavga devam ederken
hippi kızlar başka arkadaş bulup tekkelerinin yolunu tutmuşlardı bile.
Ateşli gençler ise hala kız uğruna kavga ediyorlardı.
5. Hippiliğe özenen liseli kızın bitlenince hippilikten vazgeçmesi
Yarım yamalak İngilizcesiyle Sultanahmet'teki hippiler arasına karışan ve
son anda pişman olan Ankara'nın zengin ailelerinden birinin kızı olan Lale
Erdoğdu katıldığı hippiler aleminde sabaha kadar kaşınınca karşısına ilk
çıkan polise durumu anlatıp koruma istedi.
6. Şehrin güzelliğini bozduğu gerekçesiyle üç hippinin Adana'dan
atılması
Seks tartışmalarıyla etrafı rahatsız eden hippiler, kıyafetlerini değiştirmeyi
reddetti.
Adana polisi şehrin güzelliğini bozdukları gerekçesiyle biri kız üç hippiyi
sınır dışı edilmek üzere Antalya'ya göndermiştir.
7. Meteliksiz hippi turistlerin Türklerin yardımlarıyla
yaşamlarını sürdürmeleri
Bay meteliksiz turistin adı Andre, Fransız. Bayan turistin adı
Christine, Alman. Yolda karşılaşmışlar, kırk paraları yokmuş. "Türkler iyi
insanlarıdır, bize para verir." demişler. Bir haftadır hem yiyor, hem içiyor,
hemde yol paralarını çıkarıyorlarmış. Bu gidişle "düğün parasını bile
kazanacaklarmış."
8. Hippi Hüsnü'nün "Ben Türkiye'deki bütün hippilerin
babasıyım" demesi
Perihan'ın ölümüyle boşalan hippi kraliçeliği'ne çeşitli adaylar çıkarken, bu
kere de Ankaralı Hippi Hüsnü Açıkbaş, "Ben hippilerin babasıyım."
diyerek ortaya çıkmıştır.
İlkokul mezunu olmasına rağmen kendini yetiştirerek geniş bir kültüre
sahip olan ve bu arada İngilizce, Fransızca'yı ana dili gibi konuşan "Hippi
Hüsnü" yakında Avrupa'ya giderek hippilerle tanışacağını, birlikte
yaşayacağını ve dönüşünde de Türkiye'nin çeşitli yerlerinde konferanslar
vereceğini açıklamıştır.
Şimdiye dek binlerce kitap okuyan hippilerin baba namzeti Hüsnü
"hippilik hürriyetin tam anlamıdır ve az bir ömrün sıkıntılarla geçmesini
önlemektir. Rahat yaşamak, dünyayı umursamamak hippilerin en büyük
özelliklerindendir." demektedir.
9. İki hippi kızın Halide Edip'in heykelini yıkaması
Sultanahmet'te bulunan ve bundan bir süre önce mechul kimseler
tarafından dinamitle yok edilmek istenen büyük Türk kadını Halide Edip
Adıvar'ın toz toprak içerisinde kalmış büstü, dün yabancı turistler
tarafından yıkanıp paklanmış, pırıl pırıl hale getirilmiştir.
Hegeni ve Lena isimlerinde biri İtalyan, diğeri Norveçli iki turist büstün
kime ait olduğunu etraftan sorup öğrendikten sonra toz-toprak içerisinde
bulunmasına üzülmüşler ve bir hayranlık ifadesi olarak yıkayıp
temizlemeyi tasarlamışlardır.
Etraftan su, sabun ve bez bulan iki turist neşe ve zevk içerisinde büstü pırıl
pırıl yapmışlardır.
KUYRUKLU YILDIZDAN DÜŞEN
KERTENKELE KRAL jjj
Kertenkeleler dünyadan tamamen yok olsa da ekosistemde
hiçbir değişiklik olmaz, bu yüzden kertenkeleler dünyanın tek tam
bağımsız canlılarıdır ve bende onların kralı Jim Morrison’ um. 1943’ te
Melbourne Florida’ ya kuyruklu bir yıldızdan koparak düştüm. Yaşamla
ölüm arasında gezindim hep ama yaşamı ilk algıladığım an ölümü ilk
keşfettiğim andı. Altı yaşındaydım, New Mexico’ da aile gezisindeydik.
Ben, annem, babam, büyükbabam, büyükannem, tam bir aile gezisi…
Bir kamyon dolusu Kızılderili başka bir kamyona ya da başka bir şeye
çarpmıştı. Kızılderililer bütün yola dağılmıştı, kanlar içinde ölümü
bekliyorlardı. Babam ve büyükbabam neler olduğuna bakmak için
arabadan indiler. Ben daha çocuktum, arabada beklemem gerekiyordu.
Tek gördüğüm şey, kan ve yerde yatan insanlardı.
Ama garip bir şey olduğuna eminim çünkü onların yaydıkları dalgaları
hissedebiliyordum. Yerde yatan insanların da olay hakkında benim
bildiğimden daha fazlasını bilmedikleri fark ettim. İşte o an ilk kez
korkuyu tattım. Bu korkuyla birlikte etrafta koşuşturan Kızılderili
ruhlarından bir ya da birkaç tanesi gelip benim ruhuma girdiler. Annem
ve babam ise beni yatıştırmak için ‘’kötü bir rüya, sadece kötü bir rüya’’
demekle yetiniyorlardı.
O günden beri yaşamın sunulan ve görülenden ibaret olmadığına
inandım. Her zaman daha fazlasını görünenin ardına yaptığım gizemli
yolculuklarda aradım, şiir ve müzik ‘’ötekilere’’ zarif dokunuşlar yapmamı
sağladı.
Beni daha derin düşünmeye ve görünenin ötesine geçmeye sevk eden
en dipsiz korkularıma yoğunlaştım, onlardan korkmak yerine yeni
boyutlara geçişin heyecanını hissettim ve korkunun gücü kayboldu.
Hayatın karanlık tarafıyla ilgilendim hep, kötü olanla, gece zamanıyla,
ölümle. Gizemlerle yüzleşmenin, daha derine inmenin zarif yollarında
yürüdüm.
Lise ve üniversitede bir sürü defter tutuyordum ama okulu bıraktığımda
aptalca bir şey yaparak hepsini attım. Şimdi attığım o iki, üç defterden
daha fazla istediğim bir şey yok. Geceler boyu o defterlere ne yazdığımı
hatırlayabilmek için hipnotize edilmeyi ya da kafamı tamamen
dumanlamayı düşünüyorum. Ama belki de onları atmasaydım hiçbir
zaman emsalsiz bir şey yazamazdım çünkü onlar temelde okuduğum ya
da dinlediğim şeylerin bir birikimiydi, kitaplarda altını çizdiğim cümleler
gibi…
Şiire hayranım, benim gibi bilinenle bilinmeyen arasında gezinir, pek çok
anlama gelebilir, bir labirent ya da bilmece gibi üzerinde düşünülüp
insanların kendi durumlarına uyarlanabilir. İşte bu yüzden seviyorum şiiri
sonu olmadığı için. İnsanlar yaşadıkça kelimeleri ve onların bir araya
gelişlerini hatırlayacaklar. Bir soykırımdan kurtulabilecek şeyler şiirler ve
şarkılardır. Kimse bir kitabın tamamını hatırlayamaz. Kimse bir filmi, bir
heykeli ya da bir resmi tam olarak anlatamaz.
Ama insanoğlu yaşadıkça şiir ve şarkı sanatı devam edecektir.
İngiliz Blake, Fransız Baudelaire ve Rimbaud duyguların kara örtülerinin
içine beni zarifçe soktular. Bu buluşma tüm çırpınışlara bir yol çizdi ve
sınırların sonsuzluğunu arama yolculuğum başladı. Karanlığa o kadar
uzun zaman boyunca baktım ki artık orada neler olup bittiğini görmeye
başladım. Seksi, gizemleri, boyutlar arası seyahatleri, cinayeti, deliliği ve
ölümü bu gerçekdışı efsunlu satırlarda buluyorum. Ben tek bir bedene
hapsedilmiş sonsuz bir köleyim ve satırlarda özgürleşiyor ruhum.
Düşünceler arasında gezinen küçük bir prens, kanatları olan ölü bir
tırtılım.
Ben deri ceketli Rimbaud’ um. Başkaldırı, düzensizlik ve kaosa ilişkin her
şey ilgimi çekiyor, özellikle de görünüşte hiçbir anlamı olmayan eylemler.
Özgür hareket, davranış… Olduğundan başka hiçbir şey olmayan
eylemler. Sonuç yok, sebep yok. Yönlendirilmemiş, özgür eylem. Eğer bu
akışa kapılıp özgürce yaşarsanız çevrenizdeki insanlar farklı bir hareket
yaptığınızı düşünürler ve huzursuz olurlar ya sizden kaçarlar ya da size
engel olurlar.
Aileler, toplum, devlet ve tüm diğer kurumlar bütün bencilliklerini ortaya
koyarak aynı kalıpta insanlar yetiştirmeye çalışıyorlar. Herkes kendi
dünyasını hayatından aldığı tecrübelerle kurmalı. İnsanlar başkaldırmalı,
hiçbir siyasi ve toplumsal baskıya boyun eğmemeli. Kurallar yıkılmalı ve
her zaman da yıkılacaktır çünkü bir kuralı yıkma isteğini yaratan tek şey
kuralın varlığıdır. Eğer kural olmazsa, onu yıkma isteği de olmaz. Ben,
bireyi sosyal kontrol altına almak isteyen kapalı zihniyetli toplumlara karşı
gençliğin isyanını temsil ediyorum. Hayatın boğucu atmosferine öfke ve
nefret tohumları saçıp bir yandan da dünyanın geriye kalanını
eğlendiriyorum. Hayatın tozpembe olmadığını biliyorum ve kötü şeyleri
görmezden gelip mutlu bir insan rolü yapmanın aptallık olduğunu
düşünüyorum. Nihilizme sığınıyorum, bilinci, karanlık bilinçaltını ve
keşfedilmemiş arzuların dış görünüşlerini benimsiyorum. Çılgınlıkların
tüm sınırları ne kadar genişletebileceğini merak ediyorum. Algıların
ötesine geçmek istiyorum. Aldous Huxley’ den beyin ve sinir sisteminin,
dışarıdan gelen bilgileri eleyerek kişiye kısıtlı algılama hakkı tanıdığını
ancak alkol ve lsd’ nin bunların çok ötesinde algılama olanakları
yarattığını öğrendim. William Blake’ de beş duyunun mükemmel
derecede gelişip, açılana dek, bedenin ruhun hapishanesi olduğunu
söylüyordu.
Duyular ruhun pencereleridir…
Artık algılamayı değiştiren bu yolların birçoğu yalnızca doktor
kontrolünde elde edilebiliyor ya da yasadışı yollarla. Batı kültürü alkol ve
tütüne izin veriyor sadece. Duvarın öte yanına açılan tüm kimyasal
kapılar uyuşturucu, bu kapıları izinsiz açmaya çalışanlar ise keş olarak
damgalanıyor. Ama kurallar ve yasaklar ruhun sonsuz keşfi yolculuğunun
önüne çıkan cılız engellerden öteye geçemeyecekler.
Eğer gerçekten nelerin uyuştuğunu görmek istiyorsan dikkatlice ve açık
bir algıyla çevrene bak, bir süre sonra her şeyin potansiyel uyuşturucu
olduğunu göreceksin ve tek yapman gerekenin her zaman algılarını
özgür bırakmak olduğunu anlayacaksın.
Tanrılar hayallerle uyuşturur bizleri. Bizlere kitaplar, konserler, şiirler,
şarkılar, şovlar, sinemalar verirler. Sanat yoluyla kafamızı karıştırır ve
kendi köleliğimizin içinde kör ederler bizleri. Sanat, hücre duvarlarımızı
süsler, sessiz ve bir örnek tutar bizi. Karanlığa zahiri bir ışık tutar, hayali
aydınlanmalar yaşatır. Farklı bakışlar oluşturur, daha da karmaşıklaştırır
görmeye çalıştıklarımızı.
Sanatın verdiği kişisel tatminlerin şiddeti seksin bile yerini alacak
doygunluklar verir. Özgüven ve beğeni sağlayarak daha sivriltir
duruşumuzu. Sanat aydınlatmaz ya da özgürleştirmez, yoğunlaştırır…
Ben de yoğunlaşmanın sınırlarını denedim, her şeyden büsbütün
sıyrıldım. Kaybolmuş cenneti arıyordum ve diğer dünyayı hiç düşlememiş
birinin beni anlamasını beklemiyordum. Algı kapılarının karanlık
koridorlarında yılanbaşlı Şamanlarla, vahşi hayvanlarla karşılaştım.
Ateşin şiddeti, seksin çığlıkları kulaklarımda yankılanıyordu. Kendimi
kaybedercesine savurdum, daha karanlığa ve derine…
Hayata değişik bir açıdan bakabildiğime inanıyorum ama içinde
yaşamayı becerebildim mi, bilmiyorum… Aslına bakarsanız pekte
umurumda değil. Sadece tüm sınırları merak ettim diyelim ve peşinden
gittim. Bilinen ile bilinmeyenler arasındaki kapılara her dokunuşum
ruhumun derinliklerindeki zebanileri özgür bıraktı, kapılardan sızan ışıklar
bedenimi hafifletti… Yükseliyordum, katman değiştiriyordum…
Mutlak muğlak…
Her şey göründüğünün ötesinde başka duvarlara dayanmıştı ve ben o
duvarlara dokunabiliyordum.
Görüntünün ardındakine ulaşmanın esrarengizliği ve çekiciliği
kaybolmamalı. Gizemli, sansasyonel, seksi bir rockstar görünümünün
ardındaki ince ve duyarlı şairi gizledim çoğu zaman ama bazen şarkı
sözlerinde gösterdi kendini. Hep bir şair olarak anılmak istiyorum ve şiirle
baş başa kalabilmek için yaratılan bu sahte imajlardan kurtulmam
gerekiyor. Belki ölü taklidi yaparak Havai’ ye kaçarım, belki
metabolizmam ruhumun arınma sürecine ayak uyduramaz ve iflas eder,
belki ölüme kendim giderim, belki de bambaşka bir şey… Ne fark eder
ki…
Tek istediğim öldükten sonra şiirlerime devam etmek,
müziksiz ama ritmik, akıcı ve sonu belirsiz saf şiire…
Her şeyin ötesinde, artık sona doğru yaklaştığımı hissediyorum.
Kusursuz ve arzu dolu sona… Algıların kapılarını teker teker açarken
geçtiğim her eşikte biraz daha sendeliyorum, artık kendimi tutmak gibi bir
zorunluluğum yok. Alevlerin akışını hissediyorum. Titreşimler bedenimi
sarıyor, kendimi daha da özgür bırakıyorum ve tüm eşikler sonsuz bir
hayal gibi ardımda sıralanıyorlar. Kıpırdamadan boşluğun içinde
kayıyorum, gittikçe hızlanıyor ve yumuşaklaşıyor. Sürtünme bedenimi
kavrıyor. Parmaklarım kıvılcımlar saçıyor, yavaş ve zarifçe enerjiye
dönüşüyorum. Sonunda ruhumu ve bedenimi tam olarak birbirine
karıştırabiliyorum.
Bir kuyruklu yıldız olmak istiyorum, herkesin durup baktığı,
birbirine gösterdiği bir kuyruklu yıldız, sonra… Ansızın bir patlama ve ben
yokum. Bir daha hiçbir zaman böyle bir şey görmeyecekler ve beni hiç
unutmayacaklar…
Jim Morrison
BÜYÜCÜLÜK ÖĞRETİSİ: Geçmiş zamanların büyücüleri tarafından geliştirilen öğretim
düzeninde iki grup yönerge vardır:
"Sağ yan öğretileri" denen grup "normal bilinçlilik"te uygulanır.
Diğerine "Sol yan öğretileri" denir ve sadece "yüksek bilinçlilik"te
uygulanır.
Bu iki grup öğreti, öğretmenlerin çömezlerini üç uzmanlık alanında
eğitmelerine izin verir:
1-Farkındalıkta ustalık,
2-İz sürme sanatı,
3-Niyette ustalık.
Bu üç uzmanlık alanı, büyücülerin bilgi arayışında karşılarına çıkan üç
bilmeceydi.
1-FARKINDALIKTA USTALIK: Aklın bilmecesi idi.Büyücülerin algı ve
farkındalığın gizeminin ve enginliğinin ayırdına vardıklarında
yaşadıkları şaşkınlık.
2-İZ SÜRME SANATI: Yüreğin bilmecesi idi. Büyücülerin iki şeyin
farkına vardıklarında yaşadıkları hayret. İlki bizim algı ve bilincimizin
özelliğinden dolayı dünyanın durağan ve gerçek görünmesi. İkincisi,
değişik algılama özelliklerini kullanmaya başlarsak dünyada durağan
ve gerçek görünen şeylerin değişmesi.
3-NİYETTE USTALIK: Tinin bilmecesiydi yada soyutun çelişkisi.
Büyücülerin insani durumumuz ötesinde yansıttıkları düşünce ve
davranışlar.
GÖRMEK:"Gördüğün" zaman insanlar başka türlü görünürler.
Dünyaya bakmak istediğimde senin gördüğün gibi görürüm onu.
Sonra "görmek" isteyince, kendi bildiğim o değişik biçimde bakarım
ve sezerim.
Bir şeye bakınca görmeyiz onu, yalnızca bakmış oluruz. "Görmeyi"
bilmiyorsan her şey her bakışında aynıymış gibi görünür sana. Oysa
"görmeyi" öğrenince, bir şey onu her "görüşünde" aynı olamaz.Ama
gene de aynı şeydir.
"Gördüğün" zaman her şey kendine özgü biçimler alır.Bir gün gelip
yenilgiye uğramanın, yaşamın kaçınılmaz bir koşulu olduğunu
bilmelisin. İnsanlar ya utkun yada yenik olurlar. Bu iki nitelik onların
"görmeden" önceki durumlarını gösterir. Oysa "görme" siler götürür
bu utkun yada yenik olma kuruntusunu.
İnsan bir kez "görmeyi" öğrendi mi hiç bir şey olmadan her şey olmuş
sayılır. Yani yok olmuş demektir. Ama yine de ortadadır. Ben derim ki
insan istediği her şey olabilir o zaman. Ne ki bir şeycik istemez. O öbür
insanlarla oyuncak gibi oynama yerine, onları kendi saçmalıklarının
ortasında karşılar.
"Görebilen" bir adamın artık pek etkin bir ilintisi kalmamıştır
çevresindekilerle. "Görme" olayı onu o ana dek bildiği her şeye karşı
yansızlaştırmıştır. "Görmek" bilmenin garip bir hissidir. Bir şeyi
şüphenin gölgesi olmadan bilmektir. "Görmek" her şeyin çekirdeğini
çırılçıplak ortaya koymak, bilinmeyene tanık olmak ve bilinemeyene
de bir göz atmaktır.
Herkes "görmenin" gözlerle yapıldığını sanma yanılgısına düşer. Bu
kulaklara neyin ne olduğunu söyleyen bir sestir.
İÇSEL DİYOLOĞU DURDURMA: Bir öğretmenin ilk yaptığı,
gördüğümüzü düşündüğümüz dünyanın sadece bir görüş, dünyanın
bir tanımı olduğu fikrini ortaya atmaktır. Bir öğretmenin her çabası
bu noktayı çömezine isbat etmeye yöneliktir.Fakat bunu kabullenmek
insanın yapacağı en zor şeylerden biri gibi görünüyor. Bizler
halimizden memnun bir şekilde, bizi sanki her şeyi biliyormuşuz gibi
hareket etmeye ve hissetmeye zorlayan dünyanın özel bir görünüşüne
kaptırmışız kendimizi. Bir öğretmen attığı ilk adımdan itibaren bu
görüşü durdurmayı hedefler. Büyücüler bunu “içsel diyoloğu
durdurma” diye adlandırırlar ve bir çömezin öğrenebileceği en önemli
tekniğin bu olduğuna inanırlar.
İNSANIN ŞEMASI:İnsanın şeması çizilirse iki tane ana merkez görülür:
1-Akıl
2-İstenç
Akıl doğrudan doğruya konuşma noktasına bağlıdır(Konuşma yoluyla
akıl dolaylı olarak diğer üç noktayla hissetme, düşleme ve görme ile
bağlantılıdır). Diğer ana merkez istenç doğrudan doğruya hissetme ve
görmeye bağlanmıştır. Ancak dolaylı olarak akla ve konuşmaya
bağlıdır.
Bunlar bir ışıltılı varlığın(insan) tellerindeki sekiz noktadır.Bir
büyücü şemada görülebileceği gibi bir insanın her şeyden önce istenç
olduğunu, çünkü istencin doğrudan doğruya üç noktaya, hissetme,
düşleme ve görmeye bağlı olduğunu, ondan sonra insanın bir akıl
olduğunu söyler.Bu(akıl) doğal olarak istençten daha küçük bir
merkezdir, sadece konuşma ile bağlantılıdır.
Diyebiliriz ki her birimiz dünyaya sekiz nokta getiririz. Bunlardan bir
tanesi akıl ve konuşma herkes tarafından bilinir. Hissetme her zaman
belirsizdir, fakat bir şekilde tanınır. Ancak insan sadece büyücülerin
dünyasında tam anlamıyla düşleme, görme ve istenç ile tanışır ve
nihayet o dünyanın dış sınırlarında diğer ikisi ile karşı karşıya kalır.
Bu sekiz nokta insanın bütünlüğünü oluşturur. Hepimiz ışıltılı, sınırsız
ve sırrına ulaşılamaz varlıklarız. Bizim kararımız olmayan bir gaye ile
birbirimize yapıştık.
Bizler algılayıcılarız.Bir bilinciz biz. Bizler nesne değiliz. Sınırsızız biz.
Katılığın ve nesnelerin dünyası , yeryüzündeki yolculuğumuzu
elverişli hale getirmenin bir yoludur. Bu sadece bize yardım etmesi
için oluşturulmuş birer tanımdır. Bizler yada daha doğrusu aklımız bu
tanımın sadece bir tanım olduğunu unutur ve hayatımız boyunca
nadiren içinden çıktığımız bir kısır döngüde kendi bütünlüğümüzü
tuzağa düşürürüz.
Bizler algılayıcılarız. Gerçi algıladığımız dünya bir yanılsamadır. Bu
dünya doğduğumuz andan itibaren bize söylenen bir tanım tarafında
yaratılmıştır.
Biz ışıltılı varlıklar iki güç çemberiyle doğarız fakat dünyayı yaratmak
için sadece birini kullanırız. Doğduktan sonra hemen kancalanan bu
çember akıldır ve ona konuşma refakat eder. Bu ikisi kendi aralarında
dünyayı kurar ve gözetir.
Yani aslında senin aklının ayakta tutmak istediği dünya aklın kabul
etmeyi ve savunmayı öğrendiği bir tanım ve bu tanımın dogmatik ve
dokunulmaz kuralları tarafında yaratılmıştır o dünya.
Işıltılı varlıkların gizi hiç bir zaman kullanılmayan başka bir güç
çemberine-istenç'e- sahip olmalarıdır. Büyücülerin hilesi sıradan
insanın hilesiyle aynıdır. Her ikisi de bir tanıma sahiptir. Sıradan
insan bu tanımı aklıyla destekler, büyücü ise istenciyle destekler. Her
iki tanımın da kendi kuralları vardır. Ve bu kurallar algılanabilir.
Fakat büyücülerin avantajı şudur ki istenç akıldan çok daha
yutucudur.
Bütün insan hiç çocuğu olmamış insandır. Çocuğu olan insan eksik
insandır. Eksik kişinin mide bölgesinde bir delik vardır(İnsanın ışıltılı
varlığında büyücüler tarafından "görülür"). Bu delik midenin sol
yanındaysa çocuk seninle aynı cinsten, sağ yanındaysa karşı
cinstendir. Sol yandaki delik siyah, sağ yandaki kahverengidir.
Bir insan çocuk sahibi olduğunda o çocuk tinimizin keskinliğini
köreltir.Bir kadının kızı olursa o takdirde onun keskinliğinin sonu
gelmiş demektir. Bir oğlan çocuğu babasının en büyük parçasını çalar,
kız da anasının. Çocuğu olmuş insanlar kendilerinde bir eksiklik
olduğunu bilirler. Daha önceleri onlarda olan bir delişmenliğin, bir
sinirliliğin, bir erkin eksikliğini hissederler. Onlar artık evin
çevresinde koşuşan enerji dolu, düşlerle dolu o küçük çocuklara
geçer. Yani tam olan çocuğu. Çocuklara baktığınız zaman onların
cüretkar olduklarını, zıplayarak devindiklerini görürüz. Onların ana
babalarına baktığımızdaysa, onların temkinli ve ürkek olduklarını
anlarız. Artık zıpladıkları yoktur. Onlar keskinliklerini yitirmişlerdir.
Boş bir adam her zaman bir kadının tamlığını kullanır. Tam bir kadın
kendi tamlığında tehlikelidir, bir erkekten daha tehlikeli. Öyle bir
kadın güvenilmezdir, huysuzdur, asabidir ama büyük değişikler
sergileyebilir. O tür kadınlar kendilerini toparlayıp istedikleri yere
varabilirler. Orada bir şey yapmazlar ama bu zaten onların
yaşamlarında bir şey olmamasındandır. Oysa boş insanlar artık o
şekilde sıçrayamazlar ama güvenilirlerdir. Boş insanlar birazcık
devinmeden önce etraflarına bakan sonrada bir parça gerileyip sonra
birazcık devinen solucanlara benzerler. Tam insanlar daima sıçrarlar,
perende atarlar.
İnsan keskinliğini çalıp geri almak zorundadır. Bizim onu çalarak ona
sahip olmamız ve muhafaza etmemiz gerekir.
Yapmamız gereken ilk şey çocuğumuza olan sevgimizi reddetmektir.
İnsan sevmemeyi değil, onlara şefkat göstermemeyi öğrenmelidir.
İSTEMEK: İstemektir bizi mutsuz kılan. Ama, hiç bir şey istememeyi
öğrenirsek, elimize geçen en ufak şey bile gerçek bir armağana
dönüşüverir. Üzülmeyi bırak. Yoksul olmak yada kusurlu olmak
yalnızca bir düşüncedir. Tiksinmek de öyledir, açlık da acı çekmek de.
Düşkünlüğün en kötü biçimidir bence isteklerine gem vurmak. Çünkü
bunu yapan kişi, büyük bir şeyler yaptığı kanısına saplanır. Oysa
kendi iç dünyasına kapanmaktan başka bir şey yapmıyordur o kişi.
KEDER: Gündelik işlerin geçici huzuru bizleri uyuşturur, bu yüzden
hareketli yaşamlarımız boyunca bu dalgınlık düzeyinin ötesine geçme
olanağı bulamayız.
Yaşamımız sona ermek üzereyken yazgı ile kalıtımsal dalgınlığımız
değişik bir yapı kazanır. Günlük işlerimizi bir sis perdesi arkasından
görmemizi sağlamaya başlar. Ne yazık ki bu uyanış her zaman
dalgınlığımızı işlevselliğe ve olumlu bir buluşa dönüştürecek gücümüz
kalmadığında, yaşlanmadan doğan güç kaybı ile birlikte gelir. Bu
noktada elimizde kalan , şekilsiz , acı bir kederdir. Açıklanamayan bir
şeye duyulan özlem ve bunu kaçırmış olmanın basit öfkesi.
KUSURSUZLUK: Kusursuzluk, her ne ile meşgulsen elinden geleni
yapmaktır.
Bütün bu kusursuzluk meselelerinin anahtarı, zamanın olmadığı
duygusudur. Kararlama bir yöntem olarak dünyadaki bütün zamana
sahip olan ölümsüz bir varlık gibi hareket ettiğin ve böyle hissettiğin
zaman kusursuz değilsindir. Böyle zamanlarda dönüp etrafına
bakmalısın, o zaman anlayacaksın ki zamanın olduğu duygusu bir
budalalıktır. Bu dünyada baki kalan olmamıştır.
Kusursuzluk gerçekten özgür olan tek edimdir ve bu sebeple de bir
savaşçının ruhunun hakiki ölçüsüdür.
Bir savaşçı asla kuşatılamaz. Kuşatılmak kişinin tehdit edilecek şahsi
bir servetinin olduğu anlamına gelir. Oysa bir savaşçının kendi
kusursuzluğu dışında sahip olduğu hiçbir şeyi yoktur ve kusursuzluk
tehdit edilemez.
KARTAL: Tüm canlı varlıkların yazgısını yöneten güce “Kartal” adı
verilir. Bunun nedeni, bu gücün kartal olması yada kartala benzemesi
değil “görücü”nün gözüne ölçülemeyecek derecede büyük bir kartal
olarak görünmesinden, sonsuza doğru yükselen bir kartal gibi dimdik
durmasındandır.
“Kartal” yeryüzünde yaşamış ve ölmüş, tıpkı onlara yaşamlarını
sağlayan sahipleriyle buluşmak üzere hiç durmaksızın ateşin
çevresinde dönüp duran sinekler gibi gagasına doğru akan tüm
yaratıkların bilincini parçalayıp yutar. Çünkü bilinç “Kartal”ın
gıdasıdır.
“Kartal”, tüm yaşayan varlıkların yazgılarını yöneten güç, eşit biçimde
ve aynı anda tüm bu canlı varlıkların yansımasıdır. Bu nedenle bir
insanın “Kartal”a yakarması, ondan iyilik dilemesi, merhamet
beklemesi söz konusu olamaz. “Kartal”ın insan olan bölümü bütünü
yerinden oynatamayacak denli önemsizdir.
“Görücü” “Kartal”ın isteklerini, O’nun yaptıklarına bakarak
anlayabilir. “Kartal” her ne kadar hiçbir canlının koşullarından
etkilenmese de her birine bir armağan bahşetmiştir. “Kartal”ın
istediği ve inandığı kişi, bilinç ateşini elinde bulundurma gücünü
edinir. Bütün canlılara bahşedilmiştir bu güç, eğer isterse özgürlüğün
kapılarını açsın ve içine girsin diye. Özgürlük kapılarını gören
“görücüler” ve bu kapıdan içeri girenler bilirler ki “Kartal” bu
armağanı bilinci ölümsüzleştirmek için vermiştir.
NİYET( Tin,soyut,açıklanamaz,nagual): Niyeti bilmenin tek yolu, niyet
ile onu hissedebilen canlılar arasında, canlı bir bağlantı olduğu zaman
onu tanımaktır. Büyücüler tarafından yapılan her hareket, niyet ile
bağlarını güçlendirmek yada niyetin kendisi tarafından başlatılmış bir
işe karşılık yapılır. Büyücüler, sürekli olarak tinin belirmesini
beklerler. Böyle belirmelere "tinin jestleri" yada basitçe"yoralar"
denir.
Niyet gözlerle niyet edilir.Bunun böyle olduğunu biliyorum. Yine de
aynen senin gibi, ben de bildiğimi tam saptayamıyorum. Büyücüler bu
belirgin zorluğu, son derece açık bir şeyi kabullenerek açıklarlar:
İnsanoğlu en çılgın düşlerimizden daha karmaşık ve gizemlidir. Tüm
söyleyeceğim gözlerin bunu yaptığıdır. Nasıl olduğunu bilmiyorum
ama yapıyorlar bunu. Niyeti onlarda var olan, açıklanamaz bir şeyle
çağırıyorlar, parıldamalarındaki bir şeyle. Büyücüler niyetin mantıkla
değil gözlerle deneyimlendiğini söylerler.
Niyet her yerdedir. Dünyayı oluşturan şey niyettir. İnsanlar, bu
bağlamda tüm canlı varlıklar niyetin esiridir. Onun pençeleri
arasındayız. Bize istediği her şeyi yaptırabilir. Bizi harekete geçiren
güç o. Hatta bizi öldüren o.
Bununla birlikte bir savaşçı olduğumuzda, niyet bizimle dost olur. Bizi
özgür bırakır. Kimi zaman da bizi bekliyormuş gibi gelir bizi bulur.
SONSUZLUK: Sonsuzlıktan daha yalnız bir şey yoktur. Ve bizim için
insan olmaktan daha rahat bir şey yoktur. Bu da aslında başka bir
çelişki. İnsan nasıl hem insanlık bağlarını koruyup hem de tamamıyla
mutlulukla ve amaçlı olarak sonsuzluğun mutlak yalnızlığına
atılabilir? Bu bilmeceyi çözdüğünde sonuncu yolculuğuna hazır
olacaksın.
Tabii biz hiçiz ama bu kesin bir meydan okuyuşun da temeli. Biz hiçler
sahiden sonsuzluğun yalnızlığı ile yüz yüze gelebiliriz.
ÜÇ DİKKAT(Üç Bilinç Hali): Bir bütün olarak var oluşumuz
algılanabilen iki bölümden oluşur: Bunların birincisi, hepimizin
algılayabildiği cismani beden, ikincisi ise yalnızca “görücü”lerin
algılayabileceği bizlere devasa saydam yumurtalar görünümü veren
bir koza olan saydam bedendir.
Büyücülüğün en önemli amaçlarından biri bu saydam kozaya
ulaşabilmektir. Bu amaç rüya görmenin incelikli bir biçimde kullanımı
ve yapma-ma adı verilen ve oldukça titizlik gerektiren dizgisel bir
uygulama ile gerçekleşir. Yapma-ma tüm varoluşumuzu, saydam
kısmin farkına varmaya yönelten alışılmadık bir eylemdir.
Bilincimiz gelişigüzel üç bölüme ayrılır:
Bu bölümlerin en küçüğüne Birinci Dikkat adı verilir. Bu her normal
insan tarafından gündelik yaşamla başa çıkabilmek için geliştirilen
bilinçtir ve cismani bedenin farkındalığını kapsar. Bu hayvansal
dikkattir. Deneyim süreci sayesinde gündelik hayatın sayısız yönünü
gerçekten halleden karmaşık, detaylı ve son derece hassas bir yetenek
olarak gelişir. Diğer bir deyişle insanın düşünebileceği her şey ilk
dikkatin parçasıdır. İlk dikkat sıradan bir insan olarak her şeyimizdir.
Hayatımızı bu kadar kesin yöneten bir tesirin altında İlk Dikkat,
sıradan bir insanın sahip olacağı en değerli varlıktır. Belki bizim en
değerli varlığımızdır.
Görücülerin “gördüklerine” göre ilk dikkat farkındalık parıltısının çok
yüksek bir parlaklığa ulaşmış halidir.
Daha geniş olan ve İkinci Dikkat adı verilen bölüm, saydam kozamızı
algılayabilmemiz için gerek duyduğumuz farkındalıktır. Saydam
bedenin farkındalığını kapsayan İkinci Dikkat, özenli bir eğitim
süreciyle yada ani bir sarsıntı sonucu ortaya çıkmadığı taktirde
yaşamımız boyunca geri planda kalır. İkinci Dikkat, farkındalık
parıltısının daha karışık ve uzmanlık gerektiren bir durumudur.
Bilinmeyenle ilgilidir. İnsanın kozası içinde kullanılmayan yayılımlar
değerlendirilirse oluşur. İkinci Dikkat uzmanlık gerektirir. Bunun
sebebi bu kullanılmayan yayılımları değerlendirmek için bir insanın
alışılmadık, ayrıntılı taktikleri üstün bir düzenle ve yoğunlaşmayla
uygulaması gerektirdiğindendir. İnsanın rüya görürken rüya
gördüğünün ayırdına varacak yoğunluğa ulaşması İkinci Dikkatin ön
koşuludur. Bu yoğunlaşma şekli günlük hayatla uğraşırken sahip
olduğumuz bilinçlilik gibi bir bilinçlilik türü değildir. İnsanın
imgeleyebileceği en geniş alandır. Hatta öyle geniştir ki sınırsız
sayılabilir.
Bilincimizin en büyük parçasını oluşturan son bölümse Üçüncü Dikkat
adını alır. Bu cismani ve saydam bedenlerimizin farkındalığının
tanımlanamaz özelliklerini kaynaştıran sınırsız bilinçtir. Bir kişi
Üçüncü Dikkat’in alanına girerse tüm varlığı gerçek özüne yani bir
enerji patlamasına dönüşür. Savaşçıların dövüştükleri alanlar, Üçüncü
Dikkat’e ulaşabilmek için bir tür eğitim niteliği taşıyan İkinci
Dikkat’tir. Ulaşılması güç ama bir kez ulaşıldıktan sonra son derece
verimli olan bir durumdur bu. Üçüncü Dikkat’e, farkındalık parıltısı
içten gelen bir ateşe dönüştüğü zaman ulaşılır. Ölüm anında tüm
insanlar bilinmeyene girer, fakat bazıları çok kısa bir an için ve sadece
“Kartal”ın besinini arıtmak için üçüncü dikkate ulaşır.
İnsanın üstün başarısı, bu dikkat derecesine yaşam gücüne sahipken,
titrek bir ışık gibi “Kartal”ın gagasına doğru yuvarlanan bedensiz bir
farkındalığa dönüşmeden ulaşmaktır.
Carlos Cataneda’nın dilimize çevrilmiş olan ve kadim Toltek bilgeliğini
konu alan kitaplarından alıntıdır..
MANİFEST Bu dergi yıllar once cıkan The Psychedelic Revıew dergisinin amacından ve isminden ilham alarak Psychedelic yolculuğu anlatmaya, paylaşmaya calışan ve yazınsal bir anlam taşıma fikriyle bağımsız olarak cıkartılmıştır. Yaşadığımız evrende baskı altına aldığımız ve yaşamak zorunda olduğumuz bir cok sacmalık olduğunu ve bunları yazmaya kalktığımızda her birimizin ayrı bir liste oluşturabileceğini duşunuyoruz. Ayrıca yuklenen sorumlulukların ve cizilen butun yolların insanları hayvanları ve gezegeni daha kotu bir yola goturduğunu duşunuyoruz.
Bu dunyanın herkese yetebileceğini sistemin hayatı kotuleştiren yaşam tarzına karşı direnerek müziğin sevginin eğlencenin ve doğanın gizemli işleyişine inanarak paylaşma ve dayanışma ile psychedelic temalarla pozitif bir hayatın zor olmadığını duşunuyoruz. Karamsar felsefelerden ve dayatılan negatif yaşam tarzından keyifsiz hayatı dışlayarak müziğin iletişim gucune kapılıp rengarenk ve huzur dolu yaşamı insana hayvana ve gezegene ozgurluğu istiyoruz. Destek oneri şikayet icin iletişim Facebook: Psybotanic
https://www.facebook.com/PsyBotanic
SAYI : 1 http://issuu.com/savasduzdas/docs/the_psychedel__c_review
SAYI :2 http://issuu.com/savasduzdas/docs/the_psychedelic_rev__ew_2