Upload
others
View
1
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
T.C.
SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
FELSEFE VE DİNBİLİMLERİ ANABİLİM DALI
FELSEFE TARİHİ BİLİM DALI
THOMAS HOBBES’UN DEVLET VE SİYASET
ANLAYIŞI
Ufuk ARGUN
1130206520
YÜKSEK LİSANS TEZİ
DANIŞMAN
Doç. Dr. Nejdet DURAK
ISPARTA 2016
IV
ÖZET
Thomas Hobbes’un Devlet ve Siyaset Anlayışı
Ufuk ARGUN
Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde hazırlanmış
olan bu Yüksek Lisans Tezinde, Thomas Hobbes’un Devlet ve Siyaset Anlayışı ele
alınmıştır. Thomas Hobbes, 1588-1679 yılları arasında yaşamış ve daha çok siyaset
felsefesi alanındaki görüşleriyle öne çıkmış olan İngiliz filozoftur. Hobbes’un siyaset
felsefesine ilişkin görüşleri modern devlet anlayışının oluşumunda etkili olmuştur.
Çünkü o, modern devletin legal ve kurumsallaşmış bir çerçevesini çizmiştir. Hobbes
siyaset felsefesine bilimsel bir yöntem kazandırılabileceğini iddia eder.
Bu çalışmanın ele aldığı temel meselelerden biri günümüzde de öneminden
bir şey kaybetmeyen, meşru otoriteyi mümkün kılan şeyin ne olduğu sorusunu bir 17
yüzyıl düşünü olarak Hobbes’un bakışı ile cevabını araştırmak oluşturmaktadır. Bu
bağlamda düşünürün siyaset felsefesinin özgürlük, hak, doğa durumu, sivil toplum
gibi temel kavramları ele alınmıştır.
Bu çalışmanın amacı, Thomas Hobbes’un ontolojik epistemolojik ve e t i k
temeller üzerinden siyaset felsefesini, nasıl inşa ettiğini incelemektir.
Anahtar Kelimeler: Thomas Hobbes, Toplum Sözleşmesi, Leviathan,
Meşruiyet, Doğa Durumu, Özgürlük
http://www.turkcebilgi.com/siyaset_felsefesihttp://www.turkcebilgi.com/siyaset_felsefesi
V
ABSTRACT
Thomas Hobbes's Understanding of State and Politics
Ufuk ARGUN
Süleyman Demirel University, the Institute of the Social Science, Department of
the Philosophy and Religion Sciences, 80 pages, June 2016
Supervisor: Assoc Professor Nejdet DURAK
In this master dissertation this was prepared in the Institute of Social Science
of Suleyman Demirel University, Thomas Hobbes's understanding of government
and politics are discussed. Thomas Hobbes, who lived between the years 1588-1679,
was a British philosopher and has come forward with his ideas in the field of political
philosophy. Hobbes's political philosophy was influential in the formation of the
modern state understanding. He drew the legal and institutional framework of the
modern state. Hobbes claimed that he would provide a scientific method to political
philosophy.
One of the main issues tackled by this study is to investigate the response of
the question that has not lost its importance today, what makes legitimate authority
possible, from the viewpoint of Thomas Hobbes as a 17th century philosopher. In
this regard, the basic concepts of the philosopher’s political philosophy such as
freedom, rights, state of nature, civil society have been discussed. The purpose of this
study is to examine how Thomas Hobbes built his political philosophy on
ontological, epistemological and ethical basis.
Keywords: Thomas Hobbes, Social Contract, Leviathan, Legitimacy, State of
Nature, Freedom
VI
İÇİNDEKİLER
TEZ SAVUNMA SINAV TUTANAĞI ................................................................... II
YEMİN METNİ SAYFASI ..................................................................................... III
ÖZET......................................................................................................................... IV
ABSTRACT ............................................................................................................... V
İÇİNDEKİLER ........................................................................................................ VI
KISALTMALAR .................................................................................................. VIII
ÖNSÖZ ...................................................................................................................... IX
GİRİŞ .......................................................................................................................... 1
1. THOMAS HOBBES’UN HAYATI VE ESERLERİ .......................................... 4
2. THOMAS HOBBES’UN FELSEFESİNE GENEL BİR BAKIŞ ..................... 11
BİRİNCİ BÖLÜM
THOMAS HOBBES’DA İNSAN, TOPLUM, YURTTAŞLIK VE DEVLET
KAVRAMLARI
1.1. İNSAN NEDİR? ................................................................................................ 16
1.2. İNSANIN İNSAN İLE İLİŞKİSİ ..................................................................... 23
1.3. MUTLULUĞU VE MUTSUZLUĞU BAKIMINDAN İNSANIN DOĞAL
DURUMU ............................................................................................................... 25
1.4. İNSAN VE DİN ................................................................................................. 28
1.5. TOPLUM NEDİR? ........................................................................................... 30
1.6. YURTTAŞLIK NEDİR? .................................................................................. 38
1.7. DEVLET NEDİR? ............................................................................................ 41
İKİNCİ BÖLÜM
THOMAS HOBBES’UN TOPLUM VE DEVLET ANLAYIŞI
2. 1. DOĞA DURUMU ............................................................................................ 47
2. 2. DOĞAL HAK ................................................................................................... 52
2. 3. DOĞA YASALARI .......................................................................................... 54
2. 4. TOPLUM SÖZLEŞMESİ VE TOPLUMUN DOĞUŞU .............................. 58
VII
2. 5. TOPLUM YASALARI .................................................................................... 65
2. 6. EGEMEN GÜÇ VE GÖREVLERİ ................................................................ 67
2.7. YURTTAŞLARIN ÖZGÜRLÜĞÜ ................................................................. 69
2. 8. DEVLET YÖNETİMİ ..................................................................................... 71
2.9. DEVLET, DİN VE İNSAN İLİŞKİSİ ............................................................. 73
2. 10. DEVLETİN ÇÖKMESİNE NEDEN OLAN ETMENLER ....................... 76
SONUÇ ...................................................................................................................... 79
KAYNAKÇA ............................................................................................................ 82
VIII
KISALTMALAR
a.g.e. : Adı geçen eser
a.g.m. : Adı geçen makale
a.g.t. : Adı geçen Tez
a.y. : Aynı yer
C. : Cilt
Çev : Çeviren
mad. : madde
s. : Sayfa
S.D.U. : Süleyman Demirel Üniversitesi
ss. : Sayfa sayısı
S. : Sayı
Üniv. : Üniversite
vb. : ve benzeri
vd. : ve devamı
Yay. : Yayınları
yy : Yüzyıl
IX
ÖNSÖZ
Devlet ve siyaset felsefesi felsefenin en eski disiplinlerinden biridir. İnsanın
toplumsal bir yapı içerisinde yaşamasının zaruretinden hareketle, içinde yaşadığı
toplumun ve toplumsal ilişkilerin nasıl düzenlenmesi gerektiği konusunda
düşünürlerin farklı öğretiler ortaya atmasına neden olmuştur.
Modernleşme Avrupa’da dinde reform hareketinin, düşüncede aydınlanma
hareketinin, ekonomik ilişkilerde sanayileşmenin ortaya çıkması gibi farklı bir çok
sahada çok yönlü, köklü bir dönüşüm süreci olarak kendini göstermiştir. Thomas
Hobbes, modern çağın en önemli siyaset felsefecilerinden biridir. Batı siyaset
felsefesinin temellerini atmıştır. Öğretisi, Orta Çağ’ın statik, durağan anlayışından
sıyrılarak ulus devletlerin kurulma sürecinde aydınlatıcı bir kılavuz olmuştur.
Toplum, bireylerden oluşmaktadır. Bir toplumun mensubu olan bireyler,
toplum içerisinde gelişi güzel, kurallara bağlı olmaksızın yaşamazlar. Belirli
kuralların ve otoritenin olmadığı yerde insanlar huzurlu ve güvende olamazlar.
Thomas Hobbes, siyaset felsefesine sözleşme kuramını getirerek toplumun,
yönetimin meşrutiyet kaynağının ne olmasına dair ileri sürdüğü tezlerle kendinden
sonraki siyaset felsefecilerinde büyük etkiler bırakmıştır.
Tez çalışmam boyunca, fikirleriyle bana yol gösteren bilgileriyle ufkumu
aydınlatan danışmanım, Doç. Dr. Nejdet Durak’a içtenlikle sonsuz teşekkürlerimi
sunarım. Tez çalışmam boyunca manevi desteklerini esirgemeyen aileme de
müteşekkirim.
Ufuk ARGUN
Isparta, Eylül 2016
1
GİRİŞ
Bilindiği üzere Rönesans her alanda bir yeniden doğuşu ifade etmektedir.
Rönesans öne çıkardığı bilimsel bakış açısıyla sadece bir bilim hareketi olarak
kalmamış, bunun yanı sıra belirginleştirdiği mekanik dünya görüşü ile kendisinden
sonraki felsefe akımları üzerinde de etkili olmuştur. Bu açıdan yüzyıllarca etkili olan
ortaçağ felsefesinin teleolojik dünya görüşü yerini mekanik bir dünya görüşüne
bırakmıştır. Bu olgu Thomas Hobbes’un varlık, din ve siyaset felsefesinde açıkça
görülmektedir.
On yedinci yüzyıl ve Aydınlanma felsefesi içerisinde gelişen siyasî öğretileri,
günümüz siyaset anlayışı üzerindeki etkisini halen sürdürmektedir. Dolayısıyla
Thomas Hobbes üzerine gerçekleştirdiğimiz bu çalışmanın günümüz siyaset
felsefelerinin temel dinamiklerinin anlaşılmasına önemli bir katkı sağlayacağını
düşünüyoruz.
Hobbes’un siyaset felsefesindeki çıkış noktası doğal insandır. Fakat insan
doğası teorisinin motivasyonel ve psikolojik temellerini kendisinden önceki
düşünürlerden farklı olarak ele alır. Doğa durumunu bir çatışma ve savaş durumu
olarak tanımlamıştır. Bu durum Hobbes’a göre güvensizlik durumudur. İnsanların bir
sözleşmeyle kendi sınırsız özgürlüklerine son vermeleri, bir topluluk halinde
yaşamasının nedeni kendisini yetkinleştirmek olmayıp, güvenlik arayışıdır.
Hobbes’un siyaset felsefesinde devlet bireyler arasındaki bir tür anlaşmanın ya da
sözleşmenin ürünü olarak oluşturulmuş yapay bir yaratıktır. Bir Leviathan’dır.
Thomas Hobbes, Descartes’ın aksine insanı madde-ruh düalizmi içerisinde
ele almayarak insanı mekanik ilişkiler bağlamında materyalist bir süreç ile
açıklamaya yönelecektir.1 Hobbes, insana ilişkin bütün açılımların son tahlilde doğa
durumu içerisinde açıklanabileceğini ileri sürerek ruhsal bir töz kavramına yönelik
açıklamalara bağlı kalmaz. Bu açıdan döneminin “bilgi güç”tür anlayışına bağlı
kalarak toplumsal ve siyasal açıklamalara deizm veya akli din bağlamında insanı ve
ilişkilerini mekanizmle açıklamaya yönelmiştir. Buna göre düşünürün yöntemini
1 Ahmet Cevizci, Felsefe Tarihi, Say Yayınları, İkinci Baskı, İstanbul, 2009, s. 417.
2
Rönesans döneminde öne çıkan bilimsel yöntemlerin ve uygulamaların toplumla
ilgili meselelere uygulanması olarak değerlendirebiliriz. Bu yaklaşım şüphesiz
örneklerini Descartes felsefesinde gördüğümüz teolojiyle ile uzlaştırma çabalarını
içermeyeceği açıktır.
Thomas Hobbes, gerek mekanizm gerekse matematiksel yöntemle ilk siyaset
felsefesini kaleme alan filozoftur. Ayrıca eserlerini İngilizce yazan ilk siyaset
felsefecisidir.
Leviathan, Thomas Hobbes’un bir filozof ve siyaset kuramcısı olarak
tanınması sağlayan en önemli eseridir. Bu eser bir devletin kurulmasında insanlar
arasında toplumsal sözleşmeye verdiği önemle kendisini belirginleştirir. Toplumsal
sözleşmenin temel dayanaklarını dönemin doğal din anlayışı doğrultusunda öne
çıkan laik bir söylem ve doğal bir ahlak anlayışı oluşturur.
Hobbes devletin nasıl ortaya çıktığını ifade etmek için toplum sözleşmesi
kavramını esas almıştır. İlkçağ felsefesinden kendisine ulaşan süreçte pek çok
düşünürün ilgilendiği bu olguyu döneminin bilim anlayışı içerisinde yeniden
yorumlamıştır. O da kendisinden önceki toplum sözleşmesi kuramına bağlı
düşünürlerde olduğu gibi insanların bir sözleşmeyle devleti oluşturmadan önceki
dönemi doğa durumu olarak tanımlamaktadır.
Mutlak bir özgürlüğün hâkim olduğu bu doğa durumu kişilerin tam bir eşitlik
içerisinde bulunduğu fakat kendi çıkarlarını her şeyin önüne geçirmelerinden dolayı
tam bir sükûn ve barışın imkânsız olduğu bir sürece karşılık gelmektedir. Hobbes bu
durumu ünlü deyişi ile dile getirmektedir: İnsan insanın kurdudur (homo homini
lupus). Bu doğal durum insanın güvenlik arayışını ve ahlaki ideallerini hayata
yansıtacağı bir devlet ve sözleşme arayışını zorunlu kılmaktadır. Çünkü insan
doğuştan kördür ve kendi çıkarları için mücadele ederken başkalarının bu durumdan
ne ölçüde etkilendiğini düşünmemektedir. Doğa durumunda tam bir güven problemi
içerisinde yaşayan insanların bu durumdan kurtulmaları için bir hükümdar belirleyip
onunla sözleşme yapması zorunludur. Düşünürün ifadesiyle böyle bir arayış bir
sözleşme etrafına insanların birleşmesini ve devletin kurulmasını sağlar. Bu devletin
yönetim biçimi dönemin genel yaklaşımlarına uygun olarak katı mutlakiyetçi
görüşler içeren monarşidir. Monarşik yönetim gücünü elinde tutan hükümdar
3
devletin vatandaşlarının sözleşmeye uygun davranmalarını sağlamada birinci
derecede sorumludur. Bu hususun tesisi için her yolu kullanmaktan kaçınmayacaktır.
Hobbes bu açıdan devletin kurulmasını bir zorunluluk olarak görürken bunu bir
canavarın, Leviathan’ın doğuşu olarak tanımlamaktadır.
Bu süreç aslında kendi içerisinde bir paradoksu da belirginleştirmektedir.
Akıl sahibi rasyonel bir canlı olarak insanın tabii bir süreçte kendi kazanımları için
devleti kurma çabaları beraberinde bireyi devlet için var olan bir olguya
dönüştürmüştür. Hobbes kendisine ulaşan bu mirasın ışığında devletin kökeni
üzerinde insan ve onun psikolojik yapısına uygun bir açıklama getirmeye çalışmıştır.
Thomas Hobbes, devlet sistemini oluştururken, insanın bencil doğasından
yola çıkmıştır. İnsanlar bencillik içinde yaşayınca, hiçbir şey elde edemeyeceklerini
hatta can güvenliklerinin dahi olmadığı, her şeyden yoksun bir hayat içerisinde
olduklarını anlayınca bu bencilliği bırakmak ile barış ve mutluluk içinde yaşamak
için birbirleriyle sözleşme oluşturarak devleti, egemeni tesis etmektedirler. Bu
sözleşmenin kısa özeti, kendimize yapılmasını istemediğimiz kötü davranışı
başkasına yapmamamızdır. Hobbes, bu sözleşmeyle toplum yaşamının temellerini
meydana getirmektedir.
Hobbes, siyaset felsefesine sözleşme kuramını kazandırarak, kendisinden
sonraki siyaset felsefesiyle ilgilenen filozofları derinden etkilemiştir. İnsan bencil
yapısından vazgeçmez, çünkü diğer insanlardan üstün olma çabası vardır. İnsanların
bencilliğini törpüleyecek olan güç egemen devlettir.
Çalışmanın amacı, Thomas Hobbes’un devlet ve toplum anlayışını
ayrıntılarıyla incelemektir. Çalışmanın genel çerçevesini oluşturmak için ilk
dönemlerinden başlanarak Hobbes’a kadar önemli filozofların toplum ve devlet
anlayışlarına kısaca değinilmiştir.
Thomas Hobbes’un devlet ve toplum yapısının incelendiği çalışmamızda,
kaynak tarama yöntemi kullanılmıştır. Çalışmamızın toplum, devlet ve yurttaşlık
kavramlarının analizi için, felsefe, siyaset bilimi, kamu yönetimi, toplumbilimi
sözlüklerinden faydalanılmıştır. Devlet ve toplum yapısının tam anlamıyla işlendiği
“Leviathan” ve “De Cive adlı eserleri okuma, not alma ve değerlendirilme
4
işlemlerinden geçirilmiştir. Çalışma, giriş, iki bölüm ve sonuç kısmından
oluşmaktadır.
Birinci bölüm, kavram analizinden oluşmaktadır. Toplum, devlet ve yurttaşlık
kavramları ayrıntılı olarak incelenmiştir. Antik Yunan döneminden başlanarak
Thomas Hobbes dönemine gelinceye kadar olan süreci, önemli filozofların toplum,
devlet ve yurttaşlık kavramları hakkındaki düşüncelerine yer verilmiştir.
İkinci bölümde ise, Thomas Hobbes’un hayatı eserleri, genel felsefi düşüncesi
ele alınmıştır. Çalışmamızın ana omurgasını oluşturan bu bölümde, düşünürün bakış
açısıyla toplum ve devlet yapısının nasıl oluştuğu ayrıntılarıyla incelenmiştir. Gerekli
yerlerde karşılaştırmalarda bulunulmuştur. Thomas Hobbes’un toplum ve devlet
anlayışını belirginleştiren insan, doğal durum, doğal hak, akıl, doğa yasaları, toplum
sözleşmesi, toplum yasaları gibi kavramlar ayrıntılı olarak tahlil edilmiştir. Bütün
bunların yanı sıra; egemen güce onun görevlerine ve son olarak da devletin
çökmesine neden olan etkenlere ayrıntılı olarak değinilmiştir.
Thomas Hobbes bir Rönesans düşünürü olarak, dönemin genel anlayışına
uygun olarak, devletin meşruiyetini ortaçağın genel karakteristik niteliğinin dışına
taşımıştır. Rönesans’ta ortaya çıkan yaklaşıma uygun olarak insanı merkeze almıştır.
Devletin oluşumunu halkın verdiği yetkiye dayandırmaya önem vermiştir. Toplum
sözleşmesi düşüncesi ile devlet yönetiminin meşruiyet kaynağını belirlemek
konusunda günümüz siyaset felsefesi açısından da önem taşıyan görüşler ortaya
koymuştur. Geçmişten farklı olarak siyasi meşruiyetin daha dünyevi bir temele
dayandırılmasına gayret göstermiştir.
1. Thomas Hobbes’un Hayatı ve Eserleri
Modern dönemin temellerinin atıldığı on yedinci yüzyılda felsefenin
Rönesans felsefesine kıyasla daha statik ve durağan bir döneme girildiğini
görmekteyiz. Rönesans’ın her alanda karşımıza çıkan “yeni” olanı araştırmaya
yönelik kapsamlı çabası bu dönemde matematik ve fizik temellere dayalı bir yönteme
bırakmıştır. Modern dönem üzerinde büyük etkiler bırakan deneycilik (ampirizm) ve
5
doğalcılık (natüralizm) benzeri akımların ilk önemli simaları bu süreçte ortaya
çıkmıştır.2
Şüphesiz bu dönemin en etkili ismi Descartes (öl. 16510)’tır. Gerek
benimseme ve düşünme, gerekse karşı çıkma yönünde dönemin belli başlı bütün fikir
hareketleri üzerinde etkili olduğunu ifade edebiliriz. Bunun yanı sıra dönemin
maddeci ve deneyci anlayışları başta ahlak ve siyaset anlayışları olmak üzere
felsefenin bütün disiplinleri üzerinde etkili olmuştur.
Thomas Hobbes (1588-1679) bir yere kadar Descartes felsefesine bağlı
olmakla birlikte ona belli noktalarda karşı çıkarak onun idealist anlayışının
karşısında natüralist bir sistemin katı savunucusu olmuştur. Hobbes, İngiliz
aristokrasisinin hümanist eğilimli paradigması içerisinde yetişerek ilk dönemden
itibaren kilise karşısında bağımsızlığını kazanmış yeni devletin siyasi ve ahlâkî
çerçevesini bilimsel olarak oluşturma idealine yönelmiştir. Bu ideali gerçekleştirmek
için on yedinci yüzyılın yukarıda işaret ettiğimiz yöntem olarak benimsediği
matematik ve fiziği kullanmıştır. Ayrıca Descartes felsefesinin temel kavram ve
yöntemlerini kullanmıştır.3
Dönemin gelişmeleri içerisinde Hobbes’un düşüncesini etkileyen en önemli
hususun doğa bilimlerinde ortaya çıkan gelişmeler olduğunu ifade edebiliriz.
Düşünürün siyaset felsefesindeki yaklaşımını belirleyen ana iskeleti işte bu bilim ve
felsefe alanında yaşanan gelişmeler oluşturmaktadır.4
Hobbes’un felsefî sistemi
yeniçağ ampirizminin ilk habercilerindendir ve rasyonalizmin matematik ve fizik
yöntemini kullanmasına rağmen dini değerlere ve idealist yorumlara hiç yer
vermeyen bir öğretidir.
Thomas Hobbes İngiltere’de Malmesbury’de bir köy papazının oğlu olarak
15 Nisan 1588 yılında dünyaya gelmiştir.5 Giysi ticareti yapan amcası sayesinde
Oxford’da eğitim görmüştür. “Üniversite eğitimini Oxford’da gören Hobbes bu
eğitimi beğenmez, zira o günün şartlarında bu eğitim dinî bir eğitimdir ve
2 Hümeyra Karagözoğlu, “Homo Homini Lupus:Thomas Hobbes’un Ahlâk Felsefesi
Üzerine”, M.Ü. İlâhiyat Fakültesi Dergisi, 30 (2006/1), s. 215. 3 Macit Gökberk, a.g.e, s. 248.
4 İlkay Sunar, Düşün ve Toplum, Doruk Yayınları, Ankara 1999, s. 59.
5 Macit Gökberk, a.g.e., s. 248.
6
felsefe adına öğretilenler, Aristocu geleneğe bağlıdır. Ne olursa olsun bu
eğitim ona en azından iyi bir iş bulmasına, yani bir kontun oğluna öğretmenlik
yapmasına imkân tanıyacaktır. Hobbes’un soylu bir ailenin yanında çalışmış
olması da onun fikirlerini önemli oranda etkileyecektir.”6
Thomas Hobbes, 1614’te bir öğrencisiyle üç yıl sürecek bir Fransa İtalya
yolculuğuna çıkar Bu seyahatinde önemli düşüncelerin temsilcileri ile tanışmıştır.
Ayrıca bu gezi sırasında Oxford’da öğrendiği Aristoteles, felsefesinin gezegenlerin
devinim yasalarını ortaya koyan Johannes Kepler ve Galileo’nun buluşları karşısında
giderek sarsıldığını görüp Galileo ve Kepler’e hayranlık duymuştur. Avrupa’ya
yaptığı ikinci gezi, Hobbes’un felsefî öğretilerinin olgunluk kazanmasında etkili
olmuştur. Eukleides’in “Stoikheia” (Elemanlar) adlı yapıtını incelerken, her bir
önerme de kanıtları geriye doğru izleyerek bunların doğruluklarını saptaması,
felsefeye olan yetkinliğini geliştirmesinde, dönemin deneyci ve analize dayanan
metodunu sistemleştirmesinde etkili olmuştur.
1630’ da Paris gezisinde, bu dönemde aydın kesimin toplantısında karşılaştığı
“Duyu Nedir?” sorusu onu yeni bir felsefi arayışa yöneltmiştir. Hobbes’un bu soruya
cevabı, Maddi nesneler ve parçaları her zaman hareket halindedirler ve
devinmektedirler, çünkü maddi nesneler devinmeseydi, tüm nesnelerdeki algımız
aynı olur ve farklı bir algı oluşmazdı olmuştur. Bu yaklaşım doğrultusunda Hobbes,
bütün nesnelerin varlık nedeninin devinimin çeşitliliğinde olduğunu ileri sürmüştür.
Araştırmaları sürecinde devinimin ilkelerini daha anlaşılır kılmak için, dönemin öne
çıkan anlayışına uygun olarak geometriye yönelen Hobbes, bu düşüncelerini, A Short
Tract on First Principles’da (İlk İlkeler Üzerine Kısa Bir İnceleme) ortaya
koymuştur. Öğrencisiyle olan üçüncü gezisinde, sürekli devinim konusuyla uğraşır
ve temel gerçekliğin devinim halindeki madde olduğunu sonucuna varır. Bu olgudan
yola çıkararak, geometrideki gibi kesin kanıtlamalarla her şeyin doğasına ulaşma
çabasına girmiştir. 1636’da Galileo ile maddedeki devinim hakkında tartışma fırsatı
bulmuştur. İngiltere’ye dönüşünden sonra Francis Bacon ile tanışarak onun
sekreterliği görevinde bulunmuştur. Bacon’un düşünür üzerindeki etkilerini daha
sonraki dönemlerde izlemek mümkündür. Bacon’ın deneysel yöntem olarak öne
6 Emre Gürkan Gürleyük, Modern Devletin İnşası: Thomas Hobbes, Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Sivas Mart 2010, s. 40.
7
çıkardığı deneyci, deneme yanılma yöntemini siyasete uygulamıştır. Hobbes’un
felsefe yöntemini oluşturan temel kaynaklardan biri Bacon’un yöntemidir.7
Thomas Hobbes hayatının ilerleyen dönemlerinde üç defa daha Paris’e
giderek, Avrupa’nın bu düşünce merkezi olan bu şehirde yaklaşık 20 yıl
geçirmiştir. Hobbes’un yaşadığı dönem İngiltere’nin siyasi çalkantılarla,
devrimlerle geçen sarsıntılı yılları kapsamaktadır. Dolayısıyla düşünürün bu
Avrupa seyahatlerini bir huzur iklimi arayışı olarak değerlendirebiliriz. Bu süreç
aynı zamanda onun felsefî öğretilerini geliştirmesinde katkı sağlayacak Gassendi
ve Descartes gibi isimlerle ve çevresiyle tanışmasına, düşüncelerini öğrenmesine
imkân hazırlamıştır.8
Thomas Hobbes’un en önemli eserlerinin başında “Elementa Philosophiae”
(Felsefenin öğeleri) isimli çalışması gelmektedir. Eser üç ana bölümden
oluşmaktadır: “De Corpore” (Cisim üzerine) (1655), “De Homine” (İnsan üzerine)
(1658); “De Cive” (Yurttaş üzerine) (1642). “De Corpore” diğer eserlerinde
kendisine dayandığı, felsefî sisteminin temelini oluşturmaktadır. De Cive’de Kurulu
düzenden yola çıkarak toplumda uygun bir örgütlenmeyi birlik sağlamayı
amaçlamaktadır. Hobbes, De Corpore’de bütün olguları ve hatta duyuyu cisimlerin
devinimiyle açıklamıştır. De Homine’de ise insanın bilgi ve iradesine bağlı bedensel
devinimleri ele almaktadır. Şüphesiz düşünürün en çok bilinen eseri “Leviathan”dır.9
Thomas Hobbes, bu eseri 1651 yılında kaleme alınmış ve mutlak güç ve yetkilere
sahip egemen devletin temel meşruiyet zeminini tartışmaya açmıştır. “Leviathan”
kavramı Kutsal Kitap’da geçen bir canavarın adıdır. Hobbes’un devlet yapısını ele
aldığı en önemli yapıtı olan Leviathan: Leviathan; or the Matter, Forme, and Power
of a Commonwealth, Ecclesiasticall and Civil (Leviathan ya da Bir Din ve Dünya
Devletinin içeriği Biçimi ve Gücü) düşünürün başyapıtı olarak kabul edilmektedir.
Bu eserde mutlak devleti ifade etmek için kullanılır. Kitap, toplum sözleşmesi
teorisinin en eski örneklerinden biri olarak değerlendirilir. Egemenlik kavramı,
natüralist bir temel içerisinde incelenir. Kitap şu bölümlerden oluşmaktadır: Birinci
bölümde “İnsan Üzerine”, ikinci bölümde “Devlet Üzerine”, üçüncü bölümde
7 Macit Gökberk, a.g.e., s. 249.
8 Macit Gökberk, a.g.e., s. 249.
9 Macit Gökberk, a.g.e., s. 249; Thilly, a.g.e., s. 310-311.
8
“Hıristiyan Bir Devlet Üzerine”, son bölümde “Karanlığın Krallığı Üzerine”
başlığını taşımaktadır. Hobbes, “Of the Kingdom of Darkness”( Karanlığın Krallığı
üzerine) adlı son bölümünde, kutsal metinler üzerine bir tartışmaya girer ve
Katolikler ile Presbiteryenlerin, hükümdarın haklarına meydan okuma girişimlerini
şiddetle eleştirir.
Leviathan kavramı, bazı araştırmacılar tarafından, “Ejderha”, “Dev” olarak
Türkçeye çevrilen bu yapıt, içeriğinden dolayı, iç savaş nedeniyle kendisi gibi
Fransa’ya kaçan İngiliz kralcı göçmenlerin ne de Fransız hükümetinin beğenisini
kazanamamıştır. İngiliz göçmenleri, sadece iç savaş önlensin diye, mutlak
egemenliğin gücün kralda olması kadar parlamentoya bırakılmasını da kabul etmeye
hazır tutumunu sevmemişler ve rahatsız olmuşlardır. Katolik kilisesine yaptığı sert
eleştiriler ise, Fransız hükümetini hayal kırıklığına uğratmıştır.10
Hobbes’un ilk yayınlanan eseri Yunan tarih yazarı Thukydides’ten 1629
yılında yaptığı çeviridir. Eser bir çeviri olmasına rağmen, düşünürün daha sonraki
felsefe anlayışına yönelik ilk ipuçlarını sunması açısından önem taşımaktadır.
Bilindiği gibi Thukydides, Herodotos ile birlikte Yunan tarihçiliğinin önemli
isimlerinden biridir. Tarihteki ünlü Peloponnesos Savaşı’nın nedenlerini ayrıntılı
biçimde vermekle şöhret kazanmıştır. Thukydides’e göre bir savaşın başlıca
nedenleri olarak iç huzursuzlukları ve şehir devletleri arasında patlak veren
kavgalardan kaynaklı göçlere bağlı olarak ortaya çıkan bunalımları gösterebiliriz.
Thukydides, ekonomik etkenleri değişimlerin ve iç savaşların nedeni olarak gören
belki de dünyanın ilk tarihçisidir. Mesela Truva savaşı sonrasında müstemleke
olayının artmasını araştırmış, bu olayı ekonomik nedenlere bağlamıştır. Thukydides,
tarih olaylarını incelerken akılcı bir tutum takınmış, buna bağlı olarak tarih olayları
karşısında kuşkucu olunması ve öne sürülen her aktarıma ve delile inanılmaması
gerektiğini savunmuştur. Thukydides, Herodotos ile benzer biçimde, öncelikle
birincil kaynaklara, olayın doğrudan olayın kendisine ilişkin belgelere başvurmayı
tercih etmiştir. , Thukydides’in olayların ardındaki neden ve ilkeleri araştırıp bulma
10
Alâeddin Şenel, Siyasal Düşünceler Tarihi, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 1995, s. 319.
9
isteği, incelediği olaylarda ortaya çıkan olgulara, amaçlara ve bağlantılara
odaklanmasına yol açmıştır.11
Hobbes’un bu metni çevirmesinin kralcı olmasıyla bir bağlantısı vardır.
Çünkü bu metin Atina demokrasinin nasıl çöktüğünü ve nasıl demagog
siyasetçilerin elinde nasıl olumsuzluklar içerisine sürüklendiğini anlatmaktadır.
Hobbes bu nedenlerden ötürü Thucydides’in yöntemini önemsemektedir.12
XVII. yüzyıl İngiliz tarihi açısından siyasi ve ekonomik olarak
çalkantıların yaşandığı bir dönemdir. Hobbes’un yaşadığı dönemdeki siyasi ve
ekonomik toplumsal koşullar ve yaşadığı süreç içerisinde meydana gelen savaşlar
onun felsefi düşüncesinin şekillenmesinde etkili olmuştur. Hobbes’un yaşadığı
dönemin siyasi atmosferini öğrenmek, onun felsefi sisteminin daha kolay
anlaşılmasını sağlayacaktır. Bundan dolayı Hobbes’un yaşadığı çevreyi ve yaşadığı
siyasi bunalımları incelemekte yarar vardır.
Rönesans ile birlikte başlayan süreç ile birlikte coğrafi Keşifler ile ulaşılan
yeni topraklar sayesinde Avrupa’da hayat standartları yükselmiştir. Rönesans ve
Reform Hareketleri ile Avrupa’da ekonomik ve bilimsel gelişmenin önündeki tüm
engeller ortadan kalkmıştır. XVII. yüzyılda siyasi gelişmelerden en önemlisi olarak
Avrupa’da krallar siyasi merkeziyetçiliklerini güçlendirmişler ve mutlak bir güç
kazanmışlardır. Mutlakıyet yönetimi XVII. yüzyılın sonuna kadar Avrupa’nın her
yerinde yağın olarak uygulanır hâle geldi. İngiltere bu yüzyılda Avrupa’nın en
kuvvetli devletleri arasında yer almaktadır.
İngiltere'de Lancaster Hanedanı ve York Hanedanı mensupları arasında
yapılan Güller Savaşı adlı iç savaşın sonunda yeni bir hanedan olan Tudor Hanedanı
İngiltere Krallığı'nın yönetimine gelmiştir. VII. Henry (1457-1509) kral ilan
edildikten sonra İngiltere Krallığına meşru hakkı olduğunu sağlamak için hukuki ve
politik yollara başvurarak meşruluğunu güçlendirme yolunu tuttu. Bu tedbirlere
rağmen VII. Henry aleyhinde iç isyanlar sona ermemiştir.13
“Tudor monarşisi
dönemi İngiltere için hem düşman grupların uzlaştırıldığı göreli bir istikrar
11
Nejdet Durak, Tarih Felsefesi Ders Notları, Isparta 2014. 12
Emre Gürkan Gürleyük, a.g.t., s. 40 13
Jean-Philippe Genet, “Çağdaş İngiltere’nin Doğusu”, Thema Larousse içinde, Çev: Metin Acar vd., Milliyet, İstanbul, 1993-1994, s. 148
10
dönemi iken hem de bu istikrarla birlikte ortaya çıkan gelişmelerle yaşanan
ekonomik, dinsel, siyasal, toplumsal çalkantıların gerçekleştiği bir dönem
olmuştur.”14
İngiliz Reformasyonu XVI yüzyıl içinde önemli siyasi-toplumsal
hareketlere neden olmuştur. Şüphesiz bunlardan en önemlisi bir dini mezhepleşme
hareketi olarak Protestanlığa daha yakın olan Anglikanizm olmuştur.15
İngiltere yeni sömürgeler elde ederek Avrupa’da büyük bir ekonomik ve
siyasi güç hâline geldi. Bu süreç içerisinde XVII. yüzyılda İspanya ekonomik ve
siyasi olarak zayıflamaya başlarken Otuz yıl Savaşları (1618-1648)’ndan sonra
bağımsız bir devlet hâline gelen Hollanda güçlenerek sömürgeci eylemlere girişir.
Bilindiği gibi İngiltere, Otuz Yıl Savaşları’na katılmamıştır. Fakat Kraliçe
Elizabeth’in merkezi otoriteyi artırma girişimleri isyanlara neden olmuştur. Bu
isyanlar neticesinde İngiltere Parlamenter sisteme geçişi kabul etmek zorunda
kaldı.16
Bilindiği gibi İngiliz Kraliyet Ailesi, dünyada en uzun süre saltanat sürmüş,
en ünlü kraliyet ailesidir. 1649-1660 yılları arasında yıkılma tehlikesiyle karşı
karşıya kalmıştır. İngiliz İç Savaşı olarak tanımlanan 1644-1651 yılları arasında
Cumhuriyetçiler ve Kraliyet taraftarları arasında ortaya çıkan siyasi görüş ayrılıkları
neticesinde Birincisi 1642 - 1645 yılları arasında, ikincisi 1648-1649 yılları arasında
yaşanan çatışmalar neticesinde mutlak krallık rejimi zayıflar.
XVII. yüzyılda İngiltere yaşanan 1640 devrimini bazı yazarlar 1789 Fransız
devrimi gibi toplumu denden etkileyen büyük bir toplumsal hareket olarak
tanımlamaktadırlar.17
Hobbes tıpkı John Locke gibi İngiliz İç Savaşı’na tanık olmuş
monarşi taraftarları ile Parlamento taraftarları arasında ortaya çıkan çatışmanın
olumsuzluklarını yaşamıştır. Locke, Hobbes’un aksine bu çatışmada Parlamento
tarafında yer almıştır. “Hobbes bağlamında, dönemin Avrupa tarihi için çok
önemli olan iki olaydan daha bahsetmek gerekir. İkincisi Otuz yıl savaşları
sonucunda Westphalia Anlaşmasıdır. Bu anlaşma modern uluslararası ilişkiler
sisteminin doğuşunu ve bununla paralel olarak devletlerin bu sistemin temel
aktörü haline gelmesini simgeler. 1648 tarihli bu anlaşmadan üç yıl sonra
14
Emre Gürkan Gürleyük, a.g.t., s. 36. 15
Genet, a.g.e., 148-149 16
Genet, a.g.e., s. 148 17
Christopher Hill, 1640 İngiliz Devrimi, Çev. Meyyir Kalaycıoğlu, Kaynak Yayınları, İstanbul
1997, s. 13.
11
Hobbes modern devletin doğasını ve bu doğa çerçevesinde uluslararası
sistemin nasıl bir yapı arz ettiğini içeren Leviathan kitabını yazmıştır.”18
2. Thomas Hobbes’un Felsefesine Genel Bir Bakış
Hobbes’un felsefe anlayışının tutarlı bir materyalizm olduğu ifade edilebilir.19
Düşünürün felsefe öğretisi, önce maddecilikle başlar, daha sonra antropolojiyle
devam eder. En sonunda da insanın, toplumun ve devletin oluşumunu, yapısını
inceleyen siyaset felsefinde yetkin anlatımını bulur. İngiliz maddeci filozoflarından
birisi olan Hobbes, Galileo’nun ve Descartes’in ortaya koyduğu felsefi
düşüncelerden hareketle, mekanik bir felsefe öğretisini geliştirmiştir. Hobbes’a göre,
yaşadığımız evren, mekanik hareket yasaları tarafından yönetilen nesnelerin
toplamından oluşmaktadır.20
Hobbes, felsefeyi şu şekilde tanımlamaktadır, “ Sonuçların nedenleriyle ve
nedenlerin sonuçlarıyla olan akla dayalı bilgisi. Felsefe yapmak, doğru düşünmektir,
imdi düşünmek, ya bir kavramı bir başkasına katmak ya da onları ayırmak toplamak
ya da çıkarmak, yani saymak hesap etmektir.”21
Hobbes burada, evrende var olan her
şeyin bir neden sonuç döngüsü içerisinde gerçekleştiğini dile getirmektedir. Ayrıca
birleşip ayrılmak cisimlere özgü bir niteliktir. O zaman Hobbes’un felsefesinin
konusunu zamana ve mekâna sahip olan, hareket eden, devinen cisimler
oluşturmaktır.
Cevizci’ye göre: “Hobbes, varlık görüşü bakımından bir materyalist, bilgi
görüşü bakımından da her ne kadar bilim ve felsefenin yöntemi olarak analitik bir
yöntemi, yani dedüksiyonu benimsemiş olmasına rağmen, deneycidir. Buna göre, o,
var olan her şeyin maddi bir yapıda veya fiziki olduğunu öne sürmekle kalmaz, fakat
her tür bilginin duyu-deneyi yoluyla kazanıldığını söyler.”22
Anlaşılacağı üzere
Hobbes’a göre, var olan her şey doğal nedenlere tabiidir. Doğal nedenler de her
18
Emre Gürkan Gürleyük, a.g.t., s. 39. 19
Macit Gökberk, a.g.e., s. 252. 20
Macit Gökberk, a.g.e., s. 250-251. 21
Alfred Weber, Felsefe Tarihi, Çev. H. Vehbi Eralp, İstanbul 1998, s. 210. 22
Ahmet Cevizci, a.g.e., s. 269.
12
yerde aynıdır. Hobbes’tan önce hiçbir filozof, var olan her şeyin doğal nedenlere
bağlı olduğunu bu kadar sistemli bir şekilde açıklayamamıştır.
Felsefenin temel konusu, doğru düşünmenin yollarını aramaktır. Felsefe,
yaşamın somut konularıyla, yani beş duyu organımızla algıladığımız sorunsallarla
ilgilenmektedir. İlahi kaynaklı konularla, ruhlarla, meleklerle ve Tanrı ile ilgili
konularla ilgilenmez çünkü bu konular teolojinin konusudur. Felsefe ruhların ya da
ölülerin var oluş amacını ve neden var olduğunu incelemez ancak, insanın ‘ne’liğini,
yapısını incelemektedir. Çünkü insan somut varlıktır insanın bedeni maddidir, zaman
içerisinde devinim geçirir. Örneğin, hiçbirimizin bedeni ilk doğduğumuz yıllardaki
gibi değil, insanın bedeni de zamanla büyür gelişir ve değişir.23
Evrende var olan her şey devinim içindedir, her değişim her oluşum devinim
süreci içindedir. Her cisim zaman ve mekân içerisinde bulunduğuna göre devinim
içerisinde olmak zorunluluğu vardır. Çünkü zaman içerisinde var olan her şey
büyüyüp gelişmekte ve devinmektedir. Devinim süreci dış bir güç tarafından
engellenmediği takdirde sürekli olarak devam etmektedir. Devinim, belirsizlik
üzerine ilerlemez, her devinimi belirleyen bir neden vardır. Kısacası, evrende var
olan her şeyin bir nedeni vardır. Şimdiki olayların nedeni geçmişte bulunur, ayrıca
şimdiki olaylar gelecekteki olayları şekillendirmektedirler.24
Hobbes, bilgilerin kaynağı ve sonuçları itibariyle ampirik olduğunu tüm
bilgilerimizin kaynağının duyu verilerimizin olduğunu düşünmektedir. Bilgilere
deney ve gözlem yöntemini kullanarak ulaşmaktayız. Hobbes’a göre var olan her
şeyin maddeden var olduğu ve devinim içinde olduğu görüşünün herkes tarafından
benimsenmesi durumun da her şeyin geometrik bilgisine sahip olabileceğimiz görüşü
ortaya çıkar. Hobbes için, bilimsel bilgi denilince matematiksel ya da geometrik bilgi
akla gelmelidir. Çünkü Hobbes, gerçek ve kesin sonuçlara ulaştıran bilim olarak
geometri bilimini görmektedir. Hobbes, bütün matematiksel bilimleri, hareket ve
kuvvete ilişkin araştırmaları ve matematiksel fiziği de kapsayacak şekilde
kullanmaktadır. Zihnimizdeki düşüncelerimiz algılarımız, duyumlar vasıtasıyla
23
Ayhan Aydın, Felsefe Düşünce Tarihi, Pegem Akademi Yayınevi, Ankara 2006, s. 142 24
Mehmet Ali Ağaoğulları- Cemal Bâli Akal- Levent Köker, Kral Devlet Ya da Ölümlü Tanrı, İmge
Kitabevi, Ankara 1994, s. 174.
13
oluşur. Düşünce ile nesne arasında nedensel ilişki kurup bilgi üretilmesine duyular
aracılık yapmaktadır.25
Örneğin, elimizde mavi renkli bir kalem düşünelim; Kalemin, rengi mavi,
dokusu sert, kokusu yok, bu kaleme ait özelliklere yani kaleme ait bilgilere koklama,
dokunma, görme gibi duyu verilerimiz kullanılarak ulaşılmıştır. Ancak en son aşama
duyu verilerimiz bu bilgileri zihnimize ulaştırır. Zihnimiz de işlenir anlamlanır ve bu
bilgiler dâhilinde zihnimiz de kalem bilgisi oluşur. Kısacası Hobbes ’un bilgi
oluşturma serüveni bu şekilde özetlenebilir.
Var olan nesneler arasındaki neden sonuç ilişkilerini kavrayabilmek ve
nesneler arasındaki bağlantıları bulabilmek için akıl yürütmek ve doğru düşünmek
gerekmektedir. Örneğin, şimşeğin çakması sonucunda gök gürültüsünün olacağı
neden sonuç bağlamında gelişen bir olaydır. Biz bunu zihnimizde düşünürüz. Ancak
bu bilgimizi kelimelerle aktarmadığımız sürece bu bilgiyi bizden başka kimse
bilmemektedir. Düşünce dilden önce gelmektedir. Düşüncenin anlamlanabilmesi ve
aktarımı için dil bir araç görevini üstlenmektedir. İnsan diğer varlıklardan
düşünmesi ve düşündüklerini dil ile ifade etmesi yönüyle ayrılmaktadır. Hobbes,
“Elements Of Law” unu da bilimin nesnelere verilen adların bilgisi olduğunu
söylemektedir. Hobbes’a göre, insanın sözcüklere verdiği adlandırmalardan başka
hakikat yoktur. Hakikati oluşturan insandır. Dünyada adların dışında evrensel bir
gerçeklikten söz etmeyen Hobbes, bu anlamda nominalisttir.26
Hobbes görüldüğü üzere nominalisttir, ona göre, tümel olan hiçbir şeyden söz
edilemez var olan her şey adlardır. Dil olmaksızın hiçbir yargıya için doğru ya da
yanlıştır diyemeyiz. Gerçeklik olan adı, tikel nesneler yani duyu organlarıyla
bilgisine ulaştığımız kalem, elma, ev gibi tikel nesneler olarak tanımlamaktadır.27
Tümel olan var olan hiçbir şey gerçek değildir. Örneğin, insanlık tümeli gerçekliği
yansıtmaz ancak tikel olarak Ahmet olarak insan yani kavramın içi
somutlaştırıldığında, insanlık tümeli insan olarak Ahmet’le somutlaştığında gerçeklik
kazanmaktadır.
25
Ahmet Cevizci, Felsefe Tarihi, s. 465-466. 26
Mehmet Ali Ağaoğulları- Cemal Bâli Akal- Levent Köker, a.g.e., s. 178. 27
Bertrand Russell, Batı Felsefesi Tarihi, Çev. M. Sencer, Say Yayınları, İstanbul 1997, s. 301.
14
Hobbes’un siyaset felsefesine gelince, Hobbes, siyaset felsefesini “insan
insanın kurdudur.” Argümanı üzerine temellendirmektedir. İnsan doğuştan bencildir
ve her şeyin sadece kendisinin olmasını ister, Hobbes’a göre, insanlar toplum halinde
yaşamadan önce herkesin her şeyi elde etme hakkı vardı böylece insan, her şeyin
sahibinin kendisinin olmasını ister. Böylece kendi dışında herkesi yani malına ortak
olabilecek herkesi yok etmek ister. Böylece herkes birbiriyle savaş halindedir. Ancak
bu savaş halinin kimseye bir faydası yoktur ayrıca insanların can güvenlikleri dahi
yoktur. Bunun sonucunda insanların akılları devreye girer ve birbirleriyle sözleşme
yaparlar. Bu sözleşmenin yaptırımlarını yani doğa yasalarını uygulatacak egemen bir
güç yani devlet yöneticisi seçerler ve tüm haklarını egemen güce devrederler.
Egemen güç, halkı doğa yasalarına uymaya yönlendirir ve uymayanlara da ceza
verir. Devlet tek güç olmalıdır, ancak bu şekilde insanların huzurlu ve birbirlerine
zarar vermeden yaşayabilmeleri sağlanmaktadır.28
Günümüzde aslında bir nevi Hobbes’un söylediği kadar olmasa da yine de
çıkar ve bencillik ön planda ve insan ilişkilerinin bu iki dürtü üzerine kurulduğu
görülmektedir.
.
28
Tuncar Tuğcu, Batı Felsefesi Tarihi, Alesta Yayınları, İstanbul 2000, s. 483-486.
15
İlk olarak, bütün doğru fikirler ya akla ya da Kutsal Kitab’a
dayanır; bunların her ikisi de, pek çok yazara itibar verir,
fakat bu itibarı kimseden almazlar, almaları gerekmez. İkinci
olarak, ele alınan konular olguya değil, hakka ilişkindir ki
burada tanıklar için yer yoktur.
Leviathan, s. 493
16
BİRİNCİ BÖLÜM
THOMAS HOBBES’DA İNSAN, TOPLUM, YURTTAŞLIK VE DEVLET
KAVRAMLARI
1.1. İnsan Nedir?
İnsan kavramı, Hobbes’un devlet felsefesinin temel yapı taşıdır. Hobbes’a
göre: “İnsanlar doğuştan eşittirler. Doğa, insanları, bedensel ve zihinsel yetenekler
bakımından öyle eşit yaratmıştır ki, bazen bir başkasına göre bedence çok daha güçlü
veya daha çabuk düşünebilen birisi bulunsa bile, herşey göz önüne alındığında, iki
insan arasındaki fark, bunlardan birinin diğerinde bulunmayan bir üstünlüğe sahip
olduğunu iddia etmesine yetecek kadar fazla değildir.”29
Hobbes, bütünlüklü bir
siyaset felsefesi kuramına ve dünya görüşüne sahiptir. Bu kuramını insan anlayışı
üzerine inşa etmektedir. Ona göre doğa durumunda bütün insanların eşitliği söz
konusudur. “Homo homini lupus”–“insan insanın kurdudur”- tabiri, Hobbes
tarafından doğa durumundan kastedilen savaş koşulunu ifade etmek üzere bir siyasi
anlatım biçimi olarak önerilmiştir.
Düşünüre göre insanlar doğuştan bencildir. Bundan dolayı insanlar var olan
her şeye tek başına sahip olma içgüdüsüne sahiptirler. Sahip oldukları bu bencillik
yüzünden, insan kendisi dışındaki insanları yok etmek ister ve savaş durumu ortaya
çıkar. Dolayısıyla, insanların birbirleriyle olan savaş durumunu ortadan kaldırmak ve
güvenliklerini tesis etmek için devlet mekanizmasına ihtiyaç duyulur ve devleti
oluşturmada insan temel faktördür. Hobbes’un insan anlayışı dönemin öne çıkan
deneyci ve akılcı yaklaşımı ile belirginleşmektedir. Onun felsefesini; varolan tek töz
olarak aldığı ‘madde’(matter) anlayışından ötürü ‘materyalist’ bir felsefe olarak
tanımlayabiliriz. Hobbes’a göre insanda var olan “istenç özgürlüğü”. “maddi
olmayan ruh” gibi düşünceler önyargılardır.30
29
Thomas Hobbes, Leviathan, Çev. Semih Lim, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2007, s. 92 30
Macit Gökberk, a.g.e., 2002, s. 250
17
Bu yaklaşım doğrultusunda insan denilince, düşünebilen düşündüklerini
aktarabilen, duyu organları olan ve duyu organlarıyla kendisi dışında olan varlıkları
algılayan ve onların bilgisine sahip olan canlı olan varlık gelmektedir. “Kalp nedir ki
bir yaydan başka; sinirler nedir ki çok sayıda yaylardan başka; ya eklemler yapıcının
planladığı şekilde bütün gövdeyi harekete geçiren çok sayıda çarklardan başka?”31
Hobbes’a göre, “insan doğasının yetileri dört çeşide indirgenebilir; fiziksel
kuvvet, deneyim, akıl ve duygular.”32
İnsanın bilgi kazanmasının tek yolu algı
duyularımız, aracılığıyla, yani görme, koklama, işitme, tat alma vb. duyulardır. Bu
duyular yardımıyla insan kendisi ve dışındaki varlıklar hakkında bilgi edinir.
Düşünüre göre doğal nedenleri bilmemek, insanı, safdilliğe, yani, imkânsız şeylere
inanmaya yöneltir.33
Hobbes’a göre, mesela, biz sobanın sıcak olduğunu ona dokunarak, dokunma
duyumuzla bilmekteyiz. Bunun yanı sıra bir elmanın ekşi mi yoksa tatlı mı
olduğunun bilgisine ancak tatma duyumuzla sahip oluruz. Düşünüre göre bütün
bilgilerimizin temelinde ampirik tecrübe yatmaktadır: “Bunların kökeni, algı
dediğimiz şeydir, çünkü insanın zihninde ilk olarak tümüyle veya kısmen duyu
organlarında vücuda gelmemiş hiçbir algılama yoktur. Bütün diğerleri işte bu
kökenden türer.”34
Düşünür bunun yanı sıra insanda tahayyül gücünün varlığının bilgi elde
etmedeki yerini inceler. Ona göre tahayyül, zayıflayan algıdan başka bir şey değildir.
Bu güç hem uyurken hem de uyanıkken, insanlarda ve başka pek çok yaşayan
varlıklarda bulunur.35
Tahayyül; hayal etme gücüdür. Bir nesneye bakarız ve o
nesneye bakmayı bırakıp gözümüzü kapadığımızda, o nesnenin daha silik de olsa
zihnimizde bir görüntüsü oluşur, bu tahayyüldür.
İnsan bu güç sayesinde doğada hiç var olmayan canlıları üretebilmektedir:
“Yine, tahayyül, ya tümüyle ya da farklı zamanlarda kısmi biçimde, geçmişte
algılanmış şeylerle ilgili iken, algıya kendini sunduğu şekliyle bütün nesnenin
31
Hobbes, Leviathan, s. 17. 32
Thomas Hobbes, De Cive, Çev. Deniz Zarakolu, Belge Yayınları, İstanbul 2014, s. 21 33
Hobbes, Leviathan, s. 81. 34
Hobbes, Leviathan, s. 23. 35
Hobbes, Leviathan, s. 25
18
tasavvur edilmesi olan anı ise, bir kimse daha önce gördüğü bir insanı veya bir atı
düşündüğü zaman olduğu gibi, basit tahayyüldür. Diğeri ise bileşiktir; belirli bir
zamanda gördüğümüz bir insan ve başka bir zamanda gördüğümüz bir attan
esinlenerek, zihnimizde bir Kentaur (canavar) yaratmamız gibi.”36
Bu yaklaşım
doğrultusunda Hobbes’a göre nesnelerin hareketi duyu organları sayesinde merkezi
sinir sistemine ulaşarak duyumlarca belirlenir. Duyumları, duyguları ve düşünceyi
kapsayan insan davranışları nesnenin hareketinden başka bir şey değildir. İnsanı
karmaşık bir nesne olarak gören Hobbes, insan davranışlarını da mekanik materyalist
açıdan izaha çalışır. Ona göre insanlar "istekler" ve "nefretler"le harekete geçen
makineler gibidir.37
Hobbes’a göre kelimeler veya başka bilinçli işaretlerle, insanda veya
düşünme yeteneğine sahip başka bir yaratıkta uyanan tahayyül anlama olarak
adlandırılır.38
Düşünürümüze göre konuşmak; adlar ya da adlandırmalardan ve
onların bağlantısından oluşur. Konuşmak insanların birbirleriyle anlaşmasını
iletişimini ve insanın düşüncelerini ve düşündüklerini kendi dışındaki başka insanlara
aktarılmasını sağlamaktadır. Anlama, konuşmanın neden olduğu algılamadır.
Konuşma sonucunda zihnimizde oluşan izlenimler anlama sonucunda oluşmaktadır.
“İnsan zihninde doğal olarak var olan başka hiçbir özellik yoktur ki, kullanılması
için, bir insan olarak doğmak ve beş duyuyu kullanarak yaşamaktan başka bir şey
gerekli olsun… insana özgü gibi görünen, o diğer melekeler inceleme ve çalışma ile
kazanılır ve geliştirilir; insanların çoğunda eğitim ve disiplin ile öğrenilir; ve
sözcüklerin ve konuşmanın bulunmasından doğarlar.”39
İnsan akıl sahibi olmasıyla diğer canlılardan ayrılmaktadır. Ayrıca her insanın
akıl seviyesi diğer insanlardan farklıdır. “Akıl, düşünme yeteneği, yani
düşüncelerimizin işaretlenmesi ve ifade edilmesi için üzerinde anlaşılmış genel
adların hesaplanmasından, yani toplanması ve çıkarılmasından, başka bir şey
36
Hobbes, Leviathan, s. 26. 37
Alâeddin Şenel, a.g.e., s. 321. 38
Hobbes, Leviathan, s. 29. 39
Hobbes, Leviathan, s. 32-33.
19
değildir.”40
Akıl sayesinde insan bir sonuçtan başka bir sonuca ilerler. Akıl insanın
doğru düşünmesini sağlar.
Hobbes’a göre akıl, algı ve belleğin tersine insanda doğuştan bulunmaz.
Basiret gibi deneyimle de edinilmez; fakat çalışmakla kazanılır. Bilim, sonuçların ve
bir olgunun bir başka olguya bağımlığının bilgisidir. Bilim, iyi ve düzenli bir
yöntemin benimsenmesiyle kazanılır. Yöntemsizlik insanın düşüncelerinde saçma
çıkarsamalara düşmesine neden olur. Bilimin gelişmesi yöntem, insanlığın yararı ise
amacı teşkil etmektedir.41
Düşünüre göre bir sözcükten hiçbir şey anlamadığımız
zaman onu saçma veya abes olarak tanımlarız. Mesela, yuvarlak bir dörtgen
olduğunu söyleyen bir insanın saçma ve anlamsız konuştuğunu söyleriz. İnsanı
saçmalığı düşüren tek neden doğru bir yönteme sahip olmamasıdır.
İnsanlar, bir şeyi arzu ettiklerinde o şeye sevgi duyarlar ve onu elde etmek
için çaba gösterirler. Arzu etmedikleri bir şeyden kaçınmak istediklerinde ise, ona
nefret duyarlar. İnsanlar, umut, umutsuzluk, korku, cesaret, öfke, güven, çekingenlik,
iyimserlik, hırs, pısırıklık, yiğitlik, büyüklük, cömertlik, aşk tutkusu, kıskançlık,
intikam, merak, açgözlülük, acıma, pişkinlik, utanç, övgü, azim gibi duygulara
sahiptirler. Bu duygular insanları iyi ve kötü yönde davranmaya yönlendirmektedir.
Örneğin, iyimserlik duygusu, insanlara yardım etmeyi ve paylaşımcı olmayı ortaya
çıkarır. Böylece insanlar, birbirleriyle dayanışma içinde olurlar birbirlerine sevgi
beslerler ve kötü duygulardan uzaklaşırlar. İntikam duygusu ise kötüdür, insan
intikam almak için, diğer insanlara zarar verebilir ve insanlara korku verir.42
Hobbes’a göre “…insan doğasında üç temel kavga nedeni buluyoruz.
Birincisi, rekabet; ikincisi, güvensizlik; üçüncüsü de, şan ve şeref. Birincisi,
insanları, kazanç için; ikincisi, güvenlik için, üçüncüsü ise, şöhret için mücadele
etmeye iter. Birincisi, başka insanların kişiliklerine, karılarına, çocuklarına ve
hayvanlarına egemen olmak için şiddet kullanır. İkincisi, kendilerini korumak için;
üçüncüsü ise, kendi kişiliklerine yönelik olarak doğrudan doğruya veya hısımları,
arkadaşları, milletleri, meslekleri veya adları dolayımıyla, bir söz, bir gülümseme,
40
Hobbes, Leviathan, s. 41. 41
Hobbes, Leviathan, s.42-47. 42
Hobbes, Leviathan, s. 52-54.
20
farklı bir görüş ve başka bir aşağılama işareti gibi küçümsemelere karşı şiddet
kullanır.”43
Değer, insanı yücelten, kıymetlendiren bir kavramdır. Değerin iki tane ölçütü
vardır, onurlandırmak ve hakir görmek. Bir insana yaptığı davranışlardan dolayı
değer vermek ve onu değerli hissettirecek davranışlarda bulunmak o kişiyi
onurlandırmaktır. Mesela, bir öğrenciyi sınavından yüksek not almasından dolayı
ödüllendirmek onu onurlandırmak ve başarısına değer yüklemektir. Ancak bir kişinin
yaptığı güzel davranışını görmezden gelmek hakir görmektir.44
İnsanın nasıl bir
kişilikte olduğunu ortaya koyan en önemli gösterge onun eylemleridir. İnsan, iyi
davranışlarda bulunursa iyi, aksine kötü davranışlarda bulunursa, kötü olarak
nitelendirilmektedir.
Hobbes’a göre, “Devlet olmadıkça herkes herkese karşı daima savaş
halindedir. Buradan şu açıkça görülür ki, insanlar hepsini birden korku altında
tutacak genel bir güç olmadan yaşadıkları vakit, savaş denilen o durumun
içindedirler; ve bu savaş herkesin herkese karşı savaşıdır.”45
İnsanların eylemlerinin
amacı, yaşanmaya değer, mutlu bir hayat sağlamak ve bu hayatın güvence altına
alınmasıdır. Bir toplumun içerisinde yer alan insanlar davranış ve kişilik bakımından
birbirlerinden farklıdır. Düşünürümüze göre her insanın amacı, bir diğer kişiye göre
farklılık göstermektedir. İnsanlarda bitmek bilmeyen ve elde ettiğiyle de yetinmeyen
güç elde etme isteği bulunmaktadır. Hobbes’a göre, her insan elde ettiği güçle
yetinmez hep daha fazla güç elde etme arzusu içinde bulunmaktadır. Böylesi bir
ortam içerisinde, insanlar güvensiz bir ortamda hayatını sürdürmek zorunda
kalmaktadırlar. Çünkü aralarında birbirlerini yok etmeye kadar gidecek güçlü bir
çıkar çatışması bulunmaktadır. İnsanların arasında süregiden bir rekabet
bulunmaktadır. Güçsüz kişi kendisinden daha güçlü olanın yerine geçmek için onu
yok etmeye çalışacaktır. Böylece güvenli yaşama ortamı, yerini savaş durumuna
bırakacaktır. Böylesi bir ortamda kalan insan, ölüm ve bedenine zarar gelme
endişesiyle, ortak bir güce itaat eder.46
43
Hobbes, Leviathan, s. 94. 44
Hobbes, Leviathan, s. 74. 45
Hobbes, Leviathan, s. 94. 46
Hobbes, Leviathan, s. 81-82.
21
Savaş, sadece muharebeden veya dövüşme eyleminden, belirli bir zamana
veya olguya has bir durum olmayıp; insan hayatının bütününü kuşatan mücadele
etme iradesinden kaynaklanmaktadır. İnsanların kendisine dayanacağı bir
güvencenin bulunmadığı her ortamda, çarpışmaya yönelik kesinleşmiş eğilimler söz
konusudur. Bunun dışındaki bütün zamanlarda barış ortamı vardır. Bunalım
zamanlarında, insan ve toplum problemleri üzerine düşünme ve inceleme çabasının
artması doğaldır. Ayrıca ele alınan olgular da bu bekleyişi doğrulamaktadır. Anlamlı
tarih felsefelerinin, tarih olaylarının açıklıkla anlaşılabilir yorumlarının ve toplumsal-
kültürel süreçler hakkında önemli genellemelerin bir çoğu, ciddi bunalım, felâket ve
geçiş-çözülme dönemlerinde ya da bu gibi dönemlerin hemen öncesinde ve
sonrasında ortaya çıkmıştır.47
Hobbes’a göre savaş ve çatışma ortamı insanın bütün hayatını derinden
etkilemektedir. Böyle bir ortamda, çalışmaya yer yoktur. Çünkü çalışmanın karşılığı
belirsizdir ve böylesi bir durumda toprağın işlenmesine yer yoktur. Ayrıca insanın
hayatını idame etmesini sağlayacak diğer mesleklerde; ne denizcilik; ne deniz
yoluyla ithal edilebilecek malların kullanılması; ne rahat yapılar; ne işçilik söz
konusu değildir. Sonuç olarak bu durumda bulunan insan için bilgi; bilim; sanat; yazı
ve toplum hayatı, kısacası medeniyet ortaya çıkmaz.48
Toplumsal ilişkiler de insanlar birbirlerini doğuştan sevmezler, çünkü eğer
sevseler kendilerine faydası olacak insanlarla daha iyi arkadaşlık kurmazlar.
Hobbes’e göre, biz insanları insan oldukları için sevmiyoruz, ancak sağlayacakları
fayda ve yarar doğrultusunda seviyoruz.49
İnsanlar çıkar duygusu ile hep kendilerine fayda sağlamaları arzusuyla başka
insanlarla bir araya gelmeye yönelmektedirler. Hobbes’a göre; “İnsanın istek ve
duyguları kendi başlarına günah değildir. Onları yasaklayan bir yasanın varlığını
öğreninceye kadar, bu duygulardan kaynaklanan eylemler de günah değildir. Böyle
47
Mahmut Avcı, Tommaso Campanella ve Thomas More’un Ütopyalarının Karsılaştırılması, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Ens., Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Erzurum 2006, s. 14.
48 Hobbes, Leviathan, s. 94.
49 Hobbes, Leviathan, s. 22.
22
yasalar yapılıncaya kadar onları bilmek mümkün değildir; onları yapacak kişi
üzerinde bir anlaşma sağlanmadığı sürece de, hiçbir yasa yapılamaz.”50
İnsanların birbirlerinden karşılıklı olarak korkmalarının nedeni, tüm
insanların doğa durumunda eşit olmasından ve insanın kendisi dışındaki insanlara
zarar vermek istemesinden dolayıdır. Her an başkalarından bize tehdit gelebilir. Bu
nedenle tedbirli olmalı ve önlem almalıyız. Doğa gereği bütün insanlar eşittir.51
Yukarıda işaret edildiği gibi insan, diğer canlılardan farklı olarak akıl sahibi
olarak yaratılmıştır. Akıl insanın doğru düşünüp kendisi için en iyi ne ise onu
seçmesi için yol gösterir. İnsan aklın ışığıyla aydınlanır. Karşılaştığı engelleri aklın
yardımıyla aşmaktadır.
Savaş durumu, sürekli insanların birbirlerini yok etme arzusu içinde olduğu
insanların yaşama güvencelerinin olmadığı her an yok olma ve ölümle burun buruna
olunan bir durumdur. İnsanlar bu dönemde, ilerlemez aksine birbirlerine hâkim olma
çabası nedeniyle hiçbir gelişme yaşanmaz. Yaşam standartları olduğundan daha kötü
bir hal alır. Mülkiyet yoktur. Çünkü herkes eşittir. Herkesin her şeyde hakkı vardır.
Doğa yasası, aklın yol göstericiliğinde ortaya çıkmıştır. İnsanın yaşamında
zararlı davranışlar yapmasını engellemeye çalışan ve onun rahat ve mutlu yaşamasını
sağlayan davranışlara yönelten kurallardır. Bu kurallar o dönemin ahlaki ilkelerini de
temsil etmektedir. İnsanın doğuştan getirdiği ahlaki ilkeleri yoktur. İnsanlar,
doğuştan bencil doğarlar. İnsan bencildir. Fakat insanın aklı vardır ve aklıyla
bencilliğini dizginleyebilir. Doğa yasası, insanların doğruluğunda ortak paydaya
sahip oldukları akli kurallardan oluşur. Doğa yasası, insanlara, yaşamlarını mutlu ve
refah devam ettirebilmelerini sağlayacak yollar göstermektedir. Doğa yasasının
amacı, insanın bencillik dürtüsünden uzakta insan gibi yaşamasını sağlamaktır.52
İnsanı tanımlamada kendisine değinmemiz gereken bir diğer kavram da kişi
kavramıdır. Hobbes kişi kavramıyla söz ve eylemlerinin sorumluluğunu kendisine ait
olduğu Latince “person” kavramı ile ifade edilen insanı tanımlar ve bunu doğal kişi
olarak adlandırılır. Bunun benzeri bir kavram olan “persona” ise bir başkasının söz
50
Hobbes, Leviathan, s. 95. 51
Hobbes, Leviathan, s. 26. 52
Karagözoğlu, Hümeyra, a.g.m., s. 226
23
ve eylemlerini taklit eden, rol yapan insan ise yapay kişi olarak tanımlanmaktadır.
Dolayısıyla kişi eylemlerinin sorumluluğunu taşıyan faildir. Kişi her iki durumda
Yapılan ahitler kişiyi bağlar.53
1.2. İnsanın İnsan ile İlişkisi
Hobbes’a göre “…bilgelik, kitap okuyarak değil, insanları tanıyarak
öğrenilir.”54
Hobbes’un toplum felsefesi insan anlayışına dayanmaktadır. Öncelikle,
Hobbes'e göre asıl olan bireydir, insan toplumsal bir canlı değildir. Toplum insanlar
tarafından zorunlu olarak kurgulanmış yapay bir kurumdur. Düşünürümüze göre,
insanın toplum içindeki davranışlarının kaynağında hayatını sürdürmek, güvenlik
tesis etmek amacı bulunmaktadır. Özünde bencil bir varlık olan insan bu ihtiyaçlarını
sağlamak için, çıkarı gereği toplum hayatına yönelmektedir. Toplum bireylerin
çıkarlarını gerçekleştirme aracıdır. Bu yaklaşımıyla Hobbes, toplum felsefesinin
temellerine “bencillik”, “bireycilik” ve “faydacılık” ilkelerini yerleştirmektedir.55
İnsanın insan ile ilişkisi her zaman çatışma ve savaş doğurmaktadır. İnsanlar
her zaman karşılıklı olarak rekabet içine girmişlerdir. İnsan doğası gereği birbirine
karşı sürekli savaş halindeyse ve birlikte yaşamak her koşulda herkesin çıkarına ise,
uzlaşmayı olanaklı kılan ve güvenceye alan şey, bu doğayı sürekli kontrol altında
tutabilecek tartışmasız bir egemenin, otoritenin tesisidir.
Hobbes insanların aynı ontolojik özelliklere sahip olduğundan bahseder.
Buna rağmen insanlar her şeye karşı istek duymaktadır. İnsan her zaman doyumsuz
olmuştur. Hırs baş göstermiştir. Bu hırs insanlara zarar vermeye başlamıştır. Kin,
öfke, nefret kavramları ortaya çıkmıştır. Ve bu beraberinde huzursuzluğu
getirmektedir. İnsanları bu huzursuzluğa iten şey ne istediklerini bilmemeleri aynı
zamanda rekabet içinde olmaları ve üstünlük kurma çabasıdır.
Doğal durum içerisinde yer alan kişinin ahlaki değerleri hayatına yansıtması
sorunludur. Çünkü insanlar arası ilişkide önem taşıyan ahlaki değerler doğal durum
söz konusu olunca tam bir belirsizliğe dönüşebilmektedir. Hobbes bu konuda şu
53
Hobbes, Leviathan, s. 117-118. 54
Hobbes, Leviathan, s. 18. 55
Alâeddin Şenel, a.g.e., s. 322.
24
değerlendirmelere yer vermektedir: “İyi. Kötü. Bir insanın iştahı veya arzusunun
yöneldiği şey, o insan bakımından, iyi bir şeydir: onun nefret ve istikrahının
yöneldiği nesne kötü, istihfafının nesnesi ise süfli ve değersizdir. Çünkü iyi, kötü ve
değersiz sözcükleri, onları kullanan kişinin bakış açısından kullanılır: mutlak ve basit
olarak iyi, kötü ve değersiz olan hiçbir şey yoktur; devletin olmadığı yerde kişinin
kendisinden, devlet varsa onu temsil eden kişiden veya ihtilaf içindeki insanların
anlaşarak tayin ettikleri ve vereceği kararla ihtilafı çözecek olan bir hakem veya
yargıçtan başka, iyinin ve kötünün ne olduğu hakkında, nesnelerin kendi
doğalarından alınabilecek herhangi bir genel kural da yoktur.”56
Bu ifadelerden açıkça anlaşılmaktadır ki insanın doğal durumunda ahlaki
değerlerini belirleyecek sabit bir ölçüt bulunmamaktadır. Bu yaklaşıma göre bir
insanın eylemlerinin değeri mutlak olmayıp başkalarının ihtiyacına ve yargısına göre
değişiklik arz etmektedir. Mesela bir asker savaş zamanında veya bir savaş arifesinde
çok değerlidir. Fakat barış zamanı aynı değeri taşımaz. Bilgili ve dürüst bir yargıç
barış zamanında çok değerlidir, savaş zamanında ise o kadar değerli görülmeyebilir.
Bundan dolayı düşünürümüze göre insanlarda da, değeri belirleyen koşullar
değişkendir.57
Hobbes’a göre, bir insanın toplum içerisindeki değeri, genellikle haysiyet
olarak adlandırılmaktadır. Toplumca kişiye verilen bu değer, yönetim, yargı, kamu
görevi makamları ile ve bu değerin ifadesi için verilmiş adlar ve unvanlar ile
anlaşılmaktadır. Bu olguyu belirleyen temel husus itaat kavramıdır. Çünkü
düşünürümüze göre kimse, kendisine yardım etme veya zarar verme kudretine sahip
olmadığını düşündüğü kişilere itaat etmez.58
“Bir egemen, uyruklarından birini, onu
onurlandırma isteğinin bir işareti olarak kabul edeceği herhangi bir unvanla,
makamla, görevle veya işle onurlandırır.”59
Hobbes’a göre, insanların değişik huyları, adetleri ve düşüncelerinde farklı
olan eğilimleri aynı zamanda onun nelerden kaçındığını ifade eden sıfatlardır.
İnsanlar, sadece tat alma, koklama, işitme, dokunma ve görme duyularıyla neyin hoş
56
Hobbes, Leviathan, s. 48. 57
Hobbes, Leviathan, s. 69. 58
Hobbes, Leviathan, s. 70. 59
Hobbes, Leviathan, s. 71.
25
neyin nahoş olduğu konusundaki yargılarında değil, aynı zamanda ortak hayatın
eylemlerinde neyin akla uygun neyin akla aykırı olduğu konusunda da birbirinden
ayrılırlar. Düşünürümüze göre aynı kişi, farklı zamanlarda farklı tercihlerde
bulunabilir. Kişi bir yerde övdüğü, iyi bulduğu bir şeyi, bir başka yerde kötü bulur.
İnsanlar arasındaki anlaşmazlıklar, çatışmalar ve nihayetinde savaş bundan ortaya
çıkmaktadır.
Bir insan doğa durumunda, yani savaş durumunda bulunduğu sürece, iyinin
veya kötünün ölçüsü kişisel tercihi, zevki olduğu için bunun üstesinden gelmek için
doğal durumun imkânlarını kullanarak iyi şeyler üzerinde anlaşmaya yönelecektir.
Barış durumu ancak bu yolla tesis edilebilecektir. Bu durumda adalet, minnettarlık,
hakkaniyet ve diğer ahlaki erdemler belirginlik kazanacaktır. Neyin iyi neyin kötü
olduğu üzerinde ancak toplumsal bir mutabakatla karar verilebilecektir. Hobbes’a
göre ahlak felsefesi, erdem ve erdemsizliğin bilimidir ve doğa yasalarının gerçek
doktrinidir.60
Büyük bir insan topluluğunun, onların hepsini korku içinde tutacak genel, tek
bir güç olmadan da, insanların adalet ve diğer doğa yasalarına uymaya yönelmesini
bekleyemeyiz. Çünkü ortaya çıkacak karşılıklı muhalefet güçlerinin nasıl
kullanılacağı ve uygulanacağı konusunda bir birlik tesis edemez. Bundan dolayı
sürekli bir tek karar verici olmalıdır.61
Barışın bir başka ifadeyle insanlar arasında toplumsallığı mümkün kılan
uzlaşmanın yegâne imkân koşulu, bir otoritenin, egemen’in mutlaklığıdır. Mutlaklık,
ancak sözleşme teorisi’nin zorunlu yapısından doğmaktadır.
1.3. Mutluluğu ve Mutsuzluğu Bakımından İnsanın Doğal Durumu
Hobbes’a göre: “Mutluluk:. İnsanın zaman zaman arzu ettiği şeyleri elde
etmede sürekli başarı göstermesi, yani sürekli olarak muvaffak olması, insanların
mutluluk dediği şeydir; ben bu hayatın mutluluğunu kastediyorum. Çünkü hayatımız
boyunca sürekli bir zihinsel dinginlik diye bir şey yoktur; hayat hareketten ibarettir
60
Hobbes, Leviathan, s. 116 61
Hobbes, Leviathan, s. 128
26
ve, algı oldukça, asla arzusuz veya korkusuz olamaz. Tanrı'nın, kendisine imanla
bağlı olanlar için nasıl bir mutluluk hazırladığı, onu yaşamadan önce
bilinemeyecektir; çünkü bu, şimdiki halde, alimler'in mesut hayat sözcüğü gibi
anlaşılamaz niteliktedir.”62
Bu tanımdan anlaşılmaktadır ki Hobbes genel felsefesi
doğrultusunda mutluluk anlayışı konusunda da materyalist bir anlayışı sürdürmekte,
hareket kavramına bağlı olarak insanın bütün eylemlerini olgularla bağlantılı
incelemektedir.
İnsanın mutluluğu savaş halinde olmaktan kurtulmasıyla başlar. İnsan ne
zaman rekabetten, güvensizlikten kurtulur, başkaları ile eşit olduğunu kabul ederse o
zaman mutlu olur. Fakat insan her zaman rekabet içinde olmuş ve her zaman diğer
insanlara karşı üstünlük kurmaya çalışmıştır. Bu içinde bulunduğu durumdan
kurtulmak için herkesi yönetecek adil bir güce ihtiyaç duyulmuştur. Bu güç insanlara
eşit olduklarını kabul ettirecek, güven içinde yaşamalarını sağlayacak iyi ve kötünün
ayrımını belirleyebilecek bir güç olmalıdır.
İnsanlar bir egemen ve devlet ortaya çıkana kadar mutlu bir hayat
sürememişlerdir. Çünkü “İnsan hayatı yalnız, yoksul, kötü, vahşi ve kısadır.”63
Böylesi bir durumda, güç ve diğer insani yetileri bakımından sahip oldukları eşitlik
nedeniyle, doğa durumundaki insanlar, bir savaş durumunda hayat sürdüren insanlar,
uzun süre hayatta kalmayı umamazlar.64
Barışın, insanların bir arada yaşamasının, toplumsallığın yegâne imkanı
mutlak bir egemenin, otoritenin, devletin varlığıdır. Bu ise ancak zorunlulukla bir
sözleşme teorisi ile ortaya çıkabilecektir. İnsanlara mutlu, güvenli ve huzurlu bir
hayatı temin edecek yegâne ölçüt budur. İnsanı bu barış ortamına yönelten bir takım
duygular vardır. Hobbes’a göre: “İnsanları barışa yönelten duygular şunlardır: ölüm
korkusu, rahat bir hayat için gerekli şeyleri elde etmek arzusu ve çalışarak onları elde
etme umudu. Akıl, insanların üzerinde anlaşabilecekleri uygun barış şartlarını
gösterir. Bu şartlara Doğa Yasaları da denilir.”65
Görüldüğü gibi insanları bir arada
yaşamaya barışa götüren saikler; ölüm korkusu, rahat bir yaşam sürme arzusu, onları
62
Hobbes, Leviathan, s. 55. 63
Hobbes, Leviathan, s. 95. 64
Hobbes, De Cive, s. 32. 65
Hobbes, Leviathan, s. 96.
27
elde etme arzusu, uzun bir hayat sürdürme arzusudur. Hobbes’a göre: “İnsanlar
arasındaki karşılıklı korkunun nedeni kısmen aralarındaki doğal eşitlikte kısmen de
birbirlerine zarar verme isteğinde yatmaktadır.”66
Bu duygular akıl sayesinde ortaya çıkar. İçten gelen duygulardır. “insanın
istek ve duyguları kendi başlarına günah değildir.”67
Bu duygulardan dolayı insan
başka insanların varlığına ihtiyaç duyar. Bir arada mutlu yaşamanın yollarını ararlar.
Mutlu olmayı başarabilen bir insan erdemli bir insandır. Hayatını nezaket ve
uyum içinde sürdüren insandır. Kendini başkalarından üstün görmeyen bilgili bir
insandır. Hobbes’a göre: “Erdem, bütün Konularda, yüceliği nedeniyle değer verilen
bir şeydir ve mukayese ile ·ortaya çıkar. Çünkü bütün şeyler bütün insanlarda eşit
olarak var olsaydı, hiçbir şeye fazladan değer verilmezdi. Düşünsel erdemler
ifadesiyle, daima, insanların övdükleri, değer verdikleri ve kendilerinde de olmasını
istedikleri ve genellikle zekâ adıyla anılan zihnin yetenekleri kastedilir.”68
Hiç bir
insan tek başına mutlu olamaz. Hobbes’un felsefesinde din, ahlak ve hukuk, devlet
temelinde anlaşılır ve açıklanır. Devletin varlığı gibi, ahlakın temeli de aynı ilkeden
kaynağını alır. Bu temel varlık ilkesi olarak tanımlanabilecek olan doğa yasası ile
belirlenen, hayatı korumak ve ölümden kaçınmak ilkesidir.
Özetlemek gerekirse Hobbes’un anlayışına göre egemenlik mutlak olmalıdır
ve mutlaklığının temeli de devletin mutlaklığı olarak tesis edilmelidir. Hobbes’un
yaklaşımına göre egemenlik, siyaset felsefesinin temellendirildiği bir toplumsallık
teorisidir. Bu doğrultuda toplum sözleşmesinin temel niteliği, egemenliğin mutlaklığı
ile ifade edilmektedir. Bu olgu insanı şekillendiren, onu ahlaki erdemlere ve
mutluluğu kapı açan bir sürece dâhil etmektedir. Ayrıca vurgulanmalıdır ki bu
perspektif, Rönesans felsefesine uygun olarak Tanrısal düzene karşı insanî bir temel
üzerine yükselmektedir.
66
Hobbes, De Cive, s. 26. 67
Hobbes, Leviathan, s. 95. 68
Hobbes, Leviathan, s. 58
28
1.4. İnsan ve Din
Dil âlimleri, din kelimesinin Arapça “deyn” kökünden masdar veya isim
olduğunu ileri sürerler. Bu konuda çalışmalarda bulunanlar din kavramının âdet,
durum; ceza, mükâfat; itaat gibi anlamlara geldiği üzerinde dururlar. Türkçe
sözlüklerde din kavramı; Tanrı'ya, doğaüstü güçlere, çeşitli kutsal varlıklara
inanmayı ve tapınmayı sistemleştiren toplumsal bir kurum, bu nitelikteki inançları
kurallar, kurumlar, töreler ve semboller biçiminde toplayan, sağlayan düzen ve
İnanılıp çok bağlanılan düşünce, inanç veya ülkü, kült olarak tanımlanmaktadır.69
Günay Tümer’e göre Mütercim Âsım Efendi dinin otuzu aşkın anlamından söz
etmiştir. Bunlardan dinin terim anlamını ifade edenler şunlardır: “Ceza ve karşılık,
İslâm, örf ve âdet, zül ve inkıyad, hesap, hâkimiyet ve galibiyet, saltanat ve mülkiyet,
hüküm ve ferman, makbul ibadet, millet, şeriat, itaat.”70
Çağdaş Batı dünyasında dinle ilgili olarak birbirinden az çok farklı tanımlar
yapılmıştır. Dinin bütün dinleri içine alabilecek kuşatıcı bir tanımı, ancak din
kavramının sınırları kesin bir şekilde ortaya konulduktan sonra yapılabilir. Böylesi
bir tanımın ortaya konulabilmesi için tarih ve felsefeden faydalanılabileceği gibi
dinler tarihinin sağlayacağı materyallerden istifade edilebilir. Her şeyden önce
kapsamlı bir tanım için öncelikle dinî hayatın şuurdaki yansımalarını incelemek,
dindarlık kavramını tahlil etmek ve elde edilen sonuçları dinî materyallerle
karşılaştırmak gerekir. “Dinî tecrübî birikimin asıl dayanağı, insan şuurunda zamanla
açık seçik bir şekilde oluşan Tanrı kavramıdır. Dinî şuurun tahlilinden elde edilen
temel dinî yaşantı, insanın bir yönden korku ve aczle, diğer yönden sevgi ve güvenle
tabiatüstü ve kudret sahibi olan varlığa yani yüce Allah’a bağlanmasıdır.”71
Dinler tarihine bakıldığında, her çağda, farklı coğrafya ve kültürlerde
toplumların, insanların din olgusuna farklı tasavvurlar içerisinde sahip oldukları
görülür. Fakat bu farklı tasavvurların insanlara bir hayat tarzı sunma ve mensuplarını
belli bir dünya görüşü içerisinde toplama konusunda ortak olduklarını ifade
edebiliriz.
69
Büyük Türkçe Sözlük, “Din” mad., http://tdk.gov.tr/, e.t. 12.04.2015 70
Günay Tümer, “Din”, TDV İslam Ansiklopedisi, Yıl: 1994, C. 9, ss. 312-320, s. 312. 71
Günay Tümer, a.g.m., s. 315.
29
Din insanlara erdemli bir hayat sürdürmeyi öğretir, insana belli bir takım
sorumluluklar kazandırır. Toplumsal bir cemiyet hayatı içerisinde yaşayan insanlara
karşılıklı ilişkilerinde nasıl davranması gerektiğini, zarar veren şeylerden nasıl
kaçınılacağını öğretir. İnsanı belirleyen bir takım temel manevî değerleri; cömertliği,
hoşgörüyü, adaleti, iyiliği, sevgiyi, tevazuyu vb insanlara kazandırarak, insanın
kendisini tanımasını, mutlu ve huzurlu bir hayat sürmesini sağlar.
Rönesans felsefesiyle Batı kültürü ve Batı felsefesi bir anlamda yeniden
doğmuştur. Bilindiği gibi skolastik felsefe inanç ile bilgi ya da din ile felsefe
arasındaki ilişkinin belirlenmesi konularında açık olmayan bir yol izlemiş ve bunları
birbirlerine indirgemeye yönelmişti. Çağın sonlarına doğru bu yaklaşım iyice
çözülmeye başlamış ve din-felsefe ilişkisi birbirinden uzaklaşma eğilimine girmiştir.
Rönesans felsefesiyle birlikte başlayan süreç ile birlikte din ile felsefenin alanlarının
birbirinden kesin çizgilerle ayrılmaya başlamış ve insan düşüncesi kilisenin
etkilerinden kurtulmaya başlamıştır. Rönesans ile birlikte dünya ve hayat üzerine
olan bütün görüşlerde sadece aklın ve deneyin sağladığı verilere dayanma bir ilke
olarak belirginlik kazanmıştır. Bu süreç ile birlikte ortaya çıkan modernleşme
Avrupa'da dinde reform hareketinin, düşüncede aydınlanma hareketinin, ortaya
çıkması gibi etkenlerle kendisini göstermiştir.72
Rönesans felsefesi ile birlikte hangi
din veya mezhep olursa olsun bütün doğruların sadece akılda bulunduğu, akılla
uzlaşmayan hiçbirşeyin kabul edilmeyeceği anlayışı öne çıkmıştır. “Doğal din” veya
“Akıl dini” olarak tanımlanan bu anlayışa göre din Tanrısal bir vahyin değil aklın
ürünüdür. Kökleri Stoa felsefesine kadar uzanan bu anlayışa göre din aklın ışığı ile
varılan yapıya sahiptir.73
Yeniçağ başlangıcında bulduğumuz rasyonalist düşüncenin belirginlik
kazanmasında matematik ve fizik sahalarındaki çalışmaların büyük etkisi olmuştur.
Rönesans sonlarında büyük gelişmeler gösteren matematik ve fizik bilimler, dönemin
düşünürlerine doğanın yapısını matematik kavramlarla kavrayabileceği güvenini
vermiştir. 17. yüzyıl felsefesi, yalnız doğanın değil, Tanrı’nın, ruhun, iyi ile
doğrunun da salt akılla bilinebileceğine olan güveni ortaya çıkarmıştır.74
Bu dönemin
72
Macit Gökberk, a.g.e., s. 163. 73
Macit Gökberk, a.g.e., s. 183. 74
Macit Gökberk, a.g.e., s. 222 vd.
30
genel anlayışı bilimlerle bağdaşan bir teoloji anlayışıydı. Modernleşme, bir ölçüde
ortaçağın anlayışlarından sıyrılmayı, aklın dinin esaretinden kurtarılması süreci
olarak tanımlanabilir. Bu bağlamda, modern devlet, 16. ve 17. yüzyıllarda Kuzeybatı
Avrupa'da ortaya çıkan bir yönetim tarzı olarak tanımlanabilir. Geleneksel
toplumlarda güç ve iktidar ilahi kökenlere dayandırılmaktaydı. Modern devletin öne
çıkardığı meşruiyet anlayışı ise, yukarıda ifade ettiğimiz gibi Rönesans ile belirginlik
kazanan akla ve akıl yoluyla ortaya konulan ilkelere dayanmaktadır.
Hobbes’un bu konudaki yaklaşımı dönemin genel paradigmasına uygundur:
“Din başlıklı son bölümde ise, daha önce us yoluyla kanıtladığım egemenlerin
yurttaşlar üzerinde sahip olduğu hakların Kutsal Kitaplarla çelişmediğini göstermeyi
amaçladım.”75
1.5. Toplum Nedir?
Toplum sözlüklerde. “aynı toprak parçası üzerinde bir arada yaşayan ve temel
çıkarlarını sağlamak için iş birliği yapan insanların tümü, cemiyet” olarak
tanımlanmaktadır.76
Toplum insan-insana etkileşiminin örgütlenmiş bir düzenidir.
İnsanlar, tarih boyunca her zaman bir toplum/topluluk içinde hayatlarını
sürdürmüşlerdir. Bu yönüyle toplum, belli bir fiziksel yeri olan varlığını uzun süre
sürdüren bir hayat biçimini sürdüren insan topluğudur. İnsanların bir arada
yaşamaları, birbirleriyle etkileşim kurmaları, birtakım ortak değerlerin ortaya
çıkmasını sağlamıştır. Toplum kurumsallaşmış ilişkilere sahiptir ve ortak bir hayat
tarzı ve kültürü belirginleştirir.
“Etimolojik olarak ‘toplumsal/sosyal’ (social) kelimesinin kökeni, Latince
‘socius’ ve ‘societas’ kelimeleriyle irtibatlı ‘socialis’ kelimesine dayanmaktadır. İsim
olan ‘socius’, ‘dost, arkadaş, iştirakçi’; ‘societas’ ise ‘toplum, topluluk, işbirliği,
diğerleriyle ilişki kurmak’ anlamlarını içermektedir. Sıfat olan ‘socialis’ ise,
‘toplumcul, sosyal, topluma ait’ anlamlarına gelmektedir.”77
75
Hobbes, De Cive, s. 14. 76
http://www.tdk.gov.tr/Toplum mad., e.t. 11.02.2015. 77
Yakup Çoştu, “Toplumsallaşma Kavramı Üzerine Sosyolojik Bir Değerlendirme”, Dinbilimleri
Akademik Araştırma Dergisi, IX (2009), S. 3, ss. 117-140, s. 118-119.
31
Devletin varlığı için zorunlu olan öğeler sırasıyla, insan topluluğu, ülke veya
toprak bütünlüğü ve son olarak egemenliktir. Buna göre insan öğesi belirli bir toprak
parçası üzerinde yaşayan ve devleti kuran insan topluluğudur. 78
Toplumsallaşma, genel olarak, bireyin içinde yer aldığı grubunun normlarını,
değerlerini, tutumlarını ve karakteristik dilini kazanması yönündeki etkileşim
sürecini ifade eder. Her disiplin bireyin kişisel ve sosyal gelişimini faklı teoriler
içerisinde incelemektedir. Bu yaklaşımlar, genel olarak iki kategori içerisinde ele
alınabilir: Bunlardan birincisi sosyal bir varlık ve toplumun üyesi olarak bireyin
gelişiminin öne çıkarılmasıdır. İkincisi ise düzenli sosyal ilişkiler ve insan
topluluklarının birliği ve devamlılığı kuramına dayalı açıklamalardır. Buna göre
toplumsallaşma, toplumsal hayatın iki önemli yönüne hitap etmektedir: insanın
gelişimi ve toplumsal/kültürel devamlığın tesis edilmesi.79
İnsanlar yaratılış itibariyle hayatlarını tek başlarına sürdürememektedirler.
Hayatlarını tek başlarına sürdürebilecek kadar donanımlı olmamalarından dolayı,
yeme, içme barınma gibi temel ihtiyaçlarını karşılamak için diğer insanların yardım
ve işbirliğine ihtiyaç duymaktadırlar. Toplum bu ihtiyaçlar sonucunda oluşmaktadır.
Bir farklı yaklaşıma göre, toplumun temeli, üretici güçlerle üretim
ilişkilerinin uzlaşım sağladığı üretim biçimidir. Üretim biçimi, toplumun niteliğini,
içeriğini ve toplumsal ilişkileri de değiştirmektedir. Toplum, insanın üretim
etkinliğiyle hayvan