30
Ege Üniversiesi Edebiyat Fakültesi TÜRK VE IX EGE BAS BORNOVA, - 1998

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATIisamveri.org/pdfdrg/D00371/1988_9/1998_9_AKPINARY.pdfTÜRK DİLİ VE EDEBİYATI .ARAŞTIRMALARI DERGİSİ IX EGE ÜNİVERSİTESİ BAS IMEVİ BORNOVA, İZMİR

  • Upload
    others

  • View
    6

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: TÜRK DİLİ VE EDEBİYATIisamveri.org/pdfdrg/D00371/1988_9/1998_9_AKPINARY.pdfTÜRK DİLİ VE EDEBİYATI .ARAŞTIRMALARI DERGİSİ IX EGE ÜNİVERSİTESİ BAS IMEVİ BORNOVA, İZMİR

Ege Üniversiesi Edebiyat Fakültesi Yayınları

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI

.ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

IX

EGE ÜNİVERSİTESİ BAS IMEVİ

BORNOVA, İZMİR - 1998

Page 2: TÜRK DİLİ VE EDEBİYATIisamveri.org/pdfdrg/D00371/1988_9/1998_9_AKPINARY.pdfTÜRK DİLİ VE EDEBİYATI .ARAŞTIRMALARI DERGİSİ IX EGE ÜNİVERSİTESİ BAS IMEVİ BORNOVA, İZMİR

İSMAİL GASPIRALI BEY'İN EDEBİ TENKİTLERİ: 1

Yavuz Akpınaır

Fikir tarihimizdeki yeri ve önemi sebebiyle Gaspıralı İsmail Bey'in siyasi görüşlerinden, ideallerinden sık sık söz edilir. Hak.kında yapılan az sayıdaki ciddi araştırmada da genellikle onun bu tarafları ele alınmıştır. Şimdiye kadar · İsmail Bey'in edebi eserleri üzerinde dikkate değer bir araştırma yapılmamış bu konuda hangi eserlerinin bulunduğu dahi tam olarak tesbit edilememiştir. Dolayısıyla İsmail Bey'in edebi tenkit konu­sundaki seri yazıları bulunduğu da şimdiye kadar kimsenin dikkatini çekme­miştir. Sadece onun Darü'r-rahat Yaki Acaib-i Diyar-ı fslam, Gündoğdu, Gülcenıal Bikeç, Bağdad Hatun, Arslan Kız gibi roman ve hikayeleri bulunduğu hakkında çok kısa bilgiler verilmiştir.

Aslında İsmail Bey'in edebi faaliyetinin de diğer faaliyetlerinin de gereği gibi tesbit edilebilmesi için Türkiye'de tam bir koleksiyonu bulunmayan -ölümüne kadar neşredilmiş- 31 yıllık Te1·cüman gazetesinin dikkatli bir şekilde taranması gerekmektedir.

Biz bir müddetten beri İsmail Gaspıralı 'ya ait eserleri, yazıları derleyip yayına hazırlamakla meşgulüz. Bunun için Türk!ye'nin çeşitli kütüpha­nelerindeki Tercüman gazetesi koleksiyonların'ı tarıyoruz. Erzururn'da Atatürk Üniversitesi'ndeki Seyfettin Özege Kütüphanesi'nde bulunan 1895-1897 yıllanna ·ait -bazı sayıları eksik- Tercüman gazetesini incelerken İsmail Bey'in 17 Sentyabr 18951 [29 Eylül 1895] tarihinden itibaren düzenli denilebilecek bir şekild~ tenkit konusunda seri yazılar yayınlamış olduğunu gördük.

Çarlık devrinde Rusya'da kullanılan Miladi takvim 13 gün geridir. Biz bibliyografya kayıtlarında herhangi bir yanlış anlaşılmaya imkan vememek için bundan sonra yazıların tarihlerini olduğu gibi bıraktık. Doğru tarihi bulmak için bunlara 13 gün eklemek gerektiği göz önünde bulundurulmalıdır.

Page 3: TÜRK DİLİ VE EDEBİYATIisamveri.org/pdfdrg/D00371/1988_9/1998_9_AKPINARY.pdfTÜRK DİLİ VE EDEBİYATI .ARAŞTIRMALARI DERGİSİ IX EGE ÜNİVERSİTESİ BAS IMEVİ BORNOVA, İZMİR

Yavuz Akpınar

Bu yazılar dikkatli bir şekilde gözden geçirildiğinde, İsmail Bey'in daha önce edebi tenkid hakkında nazari görüşlerini konu alan yazılar yaz­madığı düşünülebilir. Çünkü o, hemen hemen bütün yazılarında eğer daha önce aynı konuda bir yazı yazmışsa, yazısının başında bunu ısrarla belirmekte, hatta bazen daha önce yazdıklarını kısaca özetlemektedir. Böylece okuyu­cunun o konuyu daha rahat takip etmesine imkan verme alışkanlığına.

sahiptir. Tercüman'da bunun örneği çoktur. Buna dayanarak 1895'ten önce büyük bir ihtimalle edebi tenkit konusundaki düşüncelerini yazıya

dökmediğini tahmin edebiliriz, ama 1897'den sonra bu konuda yazmağa devam edip etmediği hakkında şimdilik bir şey söylenemez, Tercüman'ın taranması gerekmektedir. ·

Bu yazılar o dönemde haftalık olarak çıkan Tercüman gazetesinin tek' varaktan -iki sahifeden- ibaret "İlave" adlı ve daha çok kültürel içerikli yazılann yer aldığı ekinde yayınlanmıştır. Gazetenin bazı sayılarında "İlave" üzerinde sayı ve sahife kaydı var, üstelik bazı ilavelerde bu sahife kaydı düzenli olarak birbirini takip ediyor. Ne yazık ki, bazı sayılar~nda bunun tam tersi olar~k say ı ve sahife kaydına rastlanmıyor. Dolayısıyla gazete ciltle­nirken, dikkatsizlik sebebiyle bazı "İlave"ler rastgele bir sayı içerisine yerleş­tirilmişse bu durumda o "İlave"lerin hangi tarihte çıktığı ve hangi sayılara ait oldukları tam olarak tesbit edilemiyor.

"İlave"lerde dikkati çeken blr husus da Gaspıralı lsma(i Bey'in özellikle hikaye tarzında yazdığı eserlerde "Abbas Fransevt" veya "Molla Abbas Fransevt" imzasını düzenli olarak kullanmış olmasıdır. Halbuki Nadir Devlet hariç 'diğer araştırmacıların hiçbiri bu imzanın Gaspıralı tarafından. kullanıldığını belirtmiyorlar.2 Nitekim bütün güvenilir kaynaklarda Gaspıralı'ya ait olduğu açıkça belirtilen Arslan Kız ve Darü'r-rahat, "İlave" de bu takma adla yayınlanmıştır. Bu durumda -ileride genişce açıklayacağımız gibi- "Molla Abbas Fransevt" imzasının Gaspıralı'ya ait olduğu kesinlik kazanıyor. 1895-1897 yılına ait sayılarda onun "Molla Abbas Fransevt"

2 Nadir Devlet, lsmail Bey Gaspıralı (Ankara, Kültür ve Turizm Bakanlığı, 1988), adlı eserinin 34. sahifesinde Darü'r-rahat'ırİ "Abbas Molla", 35. sahifesinde ise "Molla Abbas Fransevi" imzasıyla yayınlandığını bildiriliyor, ama bu imzanın başka eserlerde de kullanıldığından söz edilmiyor. Halbuki Tercüman'daki Darü'r-rahat tefrikasının üzerinde ise sadece "Abbas Fransevi" kaydı vardır. Ayrıca N. Devlet'in belirtılği gibi Darü'r-rahat 1897'de değil 5 Mart 1895 - 17 Senıyabr 1895 tarihleri arasında 9-35. sayılarda tefrika edilmiştir.

88

Page 4: TÜRK DİLİ VE EDEBİYATIisamveri.org/pdfdrg/D00371/1988_9/1998_9_AKPINARY.pdfTÜRK DİLİ VE EDEBİYATI .ARAŞTIRMALARI DERGİSİ IX EGE ÜNİVERSİTESİ BAS IMEVİ BORNOVA, İZMİR

lsmail Gaspıralı Bey'iıı Edebi Yazıları, Eserleri

takma adıyla daha başka hikaye ve yazılarının da yer aldığını tesbit etmiş bulunuyoruz.

Yazımızın ikinci kısmında şimdi sadece metinlerini yayınladığımız teiikit konulu yazılarının edebiyat tarihimizdeki yerinden bahsedeceğiz.

Yazılar, kronolojik bir sıra dahilinde tarafımızdan numaralanarak sunulmuştur. lsmail Bey, yazılarının birbiriyle ilgilerini belirtmek için bazı yazılarının baş kısmına bir yıld ız işareti koyarak, sahife altında o yazmın ilk kısmının hangi "İlavede" basıldığını belirtmiştir. Biz bu kayıtları da ait oldukları başlıkların hemen altında aynen verdik. Yine y<tZı başlıklarının

altında, köşeli parantez içerisinde, tesbit edebildiğimiz kadarıyla bu yazıların hangi tarihte, "ilave"nin hangi sayısında çıktığı, varsa sahife numaralan gösterilmiştir.

İsmail Bey, bu yazılarının bazılarını bir birleriyle alakalı, bazılarını da müstakil yazılar olarak kaleme almıştır. Bazı yazılarda açıkça "İsmail" imzası vardır, bazı yazıları ise imzasız olarak yayınlanmıştır.

Sade bir Osmanlı Türkçesi'yle yazıldıkları için metinleri transkrip­siyona ihtiyaç duymadan olduğu gibi alfabemize aktardık. Gerekli görülen yerlerde ayın ve hemzeleri (') kesme i şaretiyle; uzun vokalleri ve nisbet l'sini de düzeltme işareti dediğimiz (") ile gösterdik. Bazı kelimeler -herhalde dizgi sırasında- yanlış yazılmışlardı, metinde bunlap doğru kabul ettiğimiz şekilleriyle verip dipnotta asıl yızılışlarını göstermeğ'i tercih ettik. Aynı şekilde çok az sayıda da olsa Kırım veya İdil-Ural [Kazan] Türkçesi'ne ait bizde anlaşılmayan kelimelerin anlamlannı dipnotlarda açıkladık.

Metinde Avrupa dillerine .ait bazı kelimeler, bu dillere ait bazı şahıs isimleri Fransız veya Rus telaffuzuna uygun olarak yazılmışlardı. Biz bu yazılım şeklini de olduğu gibi koruyarak hemen yanına köşeli parentez içinde o kelimelerin asll imlalarını yazdık. Ayrıca metne tarafımızdan ilave edilen her şey köşeli parantez içinde yazıldı. Asıl metinde yer yer ardarda bir çok noktalar kullanılmıştı. Biz bunların hepsini ( ... ) üç nokta olarak göstenneği tercih ettik.

İsmail Bey, yazılarının ~irbiriyle ilgilerini belirtmek için bazı yazılarının baş kısmına bir yıldız işareti koyarak sahife altında o yazının ilk kısmının hangi "İlave"de basıldığını belirtmiştır, fakat kimi yazılarında da bu tarz uyanlar yoktur. Onun bu yazılarının bir kısmını birbiriyle alakalı, bir kısmını

89

Page 5: TÜRK DİLİ VE EDEBİYATIisamveri.org/pdfdrg/D00371/1988_9/1998_9_AKPINARY.pdfTÜRK DİLİ VE EDEBİYATI .ARAŞTIRMALARI DERGİSİ IX EGE ÜNİVERSİTESİ BAS IMEVİ BORNOVA, İZMİR

Yavuz Akpınar

da müstakil yazılar olarak kaleme aldığı yazıların içeriğinden de anlaşıl­maktadır. Bazı yazılarda açıkça "İsmail" imzası var, bazıları ise imzasızdır.

Gaspıralı İsmail Bey'in edeb1 tenkitle alakalı bu yazılarını sadece metin olarak okuyucularımızın dikkatine sunarken, gelecek yazımızda edebt tenkit konulu bu yazılarının ~ahlilini ele alacağımızı belirtmek istiyoruz.

İSMAİL GASPIRALI BEY'İN

EDEBİ TENKİTLERİ

[1 · ] MATBUAT-! OSMANİYYE

[İlave-i Tercüman, 10 R. Ahir 1313/17 Sentyabr 1895, No: 35, s.110-111]

On beş yirmi seneden beri Memalik-i Osmaniyye'de her dilde ve ba­husus Türkçe pek çok fennt ve edebl kitaplar neşredildi . Şöyle ki Osmanlıların edebiyyatta ve intişar-ı maarifte büyük terakklleri görülmek~edir. Bugün de Osmanlı Türk1sinde her fenden ve ilimden eserler bulunduğundan ma'da Avrupa ' meşahir-i üdebasından Şekspir

[Shakespeare], Göte [Goethe]., La Fonten [La Fo.ntaine], Şiller [Schiller], Bayron [Byron], Gugo [H;ugo] ve sairlerin bazı eserleri ve numuneleri tercüme edilmiştir. Hikayecilerden hemen ekseri Osmanlılara ma'lumdur. Bizim Griboyedofun "Akıldan Bela"sı, Puşkin ve Lermantofun ve Graf Tolstoy'un bazı parçaları Türkçe'ye köçürülmüştür.~

Telifat-ı miiliyyeden olarak belki daha ziyade fenn1 ve edebi eserler meydana koyulup bunlar arasında fen kitapları, hikayeler ve mecmualar görülmektedir, fakat şu terakk1 ile beraber ikmal edilecek pek çok noksan daha bulunduğu inkar olunamaz... Dünya böyledir: Ne terakk1nin nihayetine varılır; ne noksanın ahiri alınır. Bugünkü terakki ertesi gün bir terakki daha istec durmak yoktur. Hergün terakki istiyor zamanımız, ne terakki biter ne noksanımız!

3 Köçürülmek: Çevrilmek, tercüme edilmek

90

Page 6: TÜRK DİLİ VE EDEBİYATIisamveri.org/pdfdrg/D00371/1988_9/1998_9_AKPINARY.pdfTÜRK DİLİ VE EDEBİYATI .ARAŞTIRMALARI DERGİSİ IX EGE ÜNİVERSİTESİ BAS IMEVİ BORNOVA, İZMİR

!sınai/ Gaspıralı Bey'iıı Edebi Yazıları, Eserleri

Ancak Osmanlı alem-i edebiyyatında bir hal mevcuttur ki terakkiye hayli manidir. Bu da edebiyyatın bl!lnca ilerlediği halde mizansız kaldığıdır. Osmanlılar'da "tenkit" ve "tenkidat"-ı edebiyye meydan alamıyor. Halbuki tenkit edebiyyatın mizanıdır; mizansız bazar- tenkitsiz edebiyyat Iazımınca parlak olamaz.

Edebiyat-ı Cedide'nin ibtida-i zuhurunda meydan-ı intişara her ne koyulur ise "tergib ve teşvik" makamında beş aferin ile on nazar değmesin

demek caiz ise de edebiyyat ve neşriyat bir hayli ilerledikten sonra _tenkit baş gösterip işini görmelidir. Bez pazarına arşın, ekmek pazarına okka nasıl lazım ise edebiyyata ölçü olan tenkit belk.ii daha ziyade lazımdır. Edebiyyat gıda-yı maneviyyemizdir ki gıda-yı maddiyyeden daha mübarektir. Mizan ister her ne olur ise olsun giymiyoruz, her ne olsa olsun yemiyoruz da her ne olur ise olsun okunur mu? Çuhaları, bezleri çeşm edip4 derecelerini bilmek zarur olur da alınacak ve okunacak eserleri hikayeleri ve fenni kitapları mizana alıp ne derece şeyler olduğunu bilmek gerek olmaz mı?

Bunların mahiyyet5 ve derecesini tayin edecek "bi-tarafüne tenkit"tir. Lakin bütün memalik-i İslamiyye'de "hiciv" malı1m "medhiyye" mu'teber olunup "tenkit" lisanlarda ve IUgatlerde görülmemektedir. Tenkidin makam-ı alisine arslan yuvasına girmiş tilki gibi gıybet yerleşmiştir. Bu hfil Mağrip zeminden ta Cava adalarına kadar hüküm sürmektedir. Fakat bir gün arslan yuvasını, tenkit makamını bulsa gerektir.

Tenkit lazımdır ama tenkitçi kim olacak? Bu böyle bir iştir ki fırıncılıktan ve vapur kömürcülüğünden ·daha ağırdır. Fakat nim- medeni Fas'ta ya ki Afganistan'da t.!ihammül edilemeyecek "tenkit" medeni milletlerden bulunan heyet-i Osmaniyye indinde yalnız tahammül değil makbul olmak zamanı gelmiştir. .. Edebiyyat bunca ilerülemiş; senevi' bunca eserler tercüme ve te'lif olunuyor. Bunlar nedir? Birbirinden farkı ve derecesi nedir? Cümlesi istifadeli midir? Aradan bazıları kara boyalı destelenmiş kağıttan ibaret değil mi? Roman çıktı; komedya oynaldı6 ... Mü'ellif ne diyor? Efkan nedir? İdare-i siyaset, imtizaç vesair vesair bususatta muhakeme-i umumiyyeye arz ettiği meslek nedir?

4 Çeşm etmek: Cinslerine göre ayırmak, sınıflandırmak (?)

5 Metinde bir çok.yerde her hlilde tashih hatası olarak ~ şeklindedir. 6 "oynandı" anlamında

91

Page 7: TÜRK DİLİ VE EDEBİYATIisamveri.org/pdfdrg/D00371/1988_9/1998_9_AKPINARY.pdfTÜRK DİLİ VE EDEBİYATI .ARAŞTIRMALARI DERGİSİ IX EGE ÜNİVERSİTESİ BAS IMEVİ BORNOVA, İZMİR

Yavuz Akpınar

Bunlardan bahsederek bunları tayin ve beyan edecek tenkit ve tenkitçidir. Tekrar edelim: Güç ve ağır iştir lakin lazımdır. Maye-i edebiyyeyi kabuğundan ve çüıüğünden ayıracak budur.

İzzet Bey (değil ise diğer bir adlı olsun) coğrafya yazmış; Molla Hüseyin ilmihal yazmış, Süleyman Efendi "Yeni Usul Elifba" çıkarmış, biraderim Ali Ağa milli roman yazmış; birader falanca komedya uydurmuş ... Bunların her birine iki aferin ile üç maşallah denilip geçilir ise kitap bazarı yakın zamanlarda boyalı kağıttan aman bulamaz ve edebiyyatta gidiş ve meslek görülemez; boyalı kağıt dibinde basılmış kalır.

Tenkidin meydan · alamadığındandır ki bugün de bir kitap alınacak ise serlevhasına bakıl!P alınamaz; içini araştırmak lazım geliyor. Çünkü adı ile mayası? arasında Balkan dağları vardır.

Bunca romanlar ve tiyatro oyunları t~rcüme ve neşr olunuyor; okunuyor, görülüyor... Bunlara dair ehli ve erbabı tarafından fikir verilmelidir. Yoksa iki çavuşun kahramanlığından, Margarjtea'nın halinden, Jülyete'nin başına gelenlerden, Mösyö Barbe'nin dolandırıcılığından o bizim Hüseyinler ve Ayşeler pek de istifade edemezler zannederim.

Edebiyat-ı Osmaniyye'nin en zayıf ciheti milli' romanları ile milll piyesleridir. Merhum Kemal Bey'in "Cezmi"si ile Mehmet Murat Bey'in8 "Turfanda mı "sı müstesna tutulduğu halde "milli roman" yoktur demek caizdir. Halbuki maişet ve tarih-i Osman! roman, dram, facia hazinesidir; bu hazineden efkar ve meslek ihraç edenleri görmüyorum belki· de göremiyorum.

Bugün de Osmanlı edebiyyatı ·"tenkitsiz" bir gidiş ile gittiğinden maada çok iş gören baba "sükı1t" dahi kullanılmıyor. Ac:İat ve görenek-i edebileri ve muharrirleri boyunluyor.9 Falan paşazade falan beyefendi "falan risaleyi telif ederek, alem-i matbuata ya ki aıem-i maarif ya ki alem-i insaniyyete bunca hizmet buyurdular; risaleleri (ya ki romanları) pek istifadelidir. Herkese birer adedini edinmek lazımdır" yollu "takdimler" cümle gazetelerin

7 mayası: esası, konusu 8 Metinde yanlışlıkla "Ahmed Murad" yazılmıştı, düzeltildi. Mizancı Mehmet Murat Bey'in

eserinin de tam adı "Turfanda mı Yoksa Turfa mı?"dır. 9 boyunlamak: (?)

92

Page 8: TÜRK DİLİ VE EDEBİYATIisamveri.org/pdfdrg/D00371/1988_9/1998_9_AKPINARY.pdfTÜRK DİLİ VE EDEBİYATI .ARAŞTIRMALARI DERGİSİ IX EGE ÜNİVERSİTESİ BAS IMEVİ BORNOVA, İZMİR

İsmail Gaspıralı Bey'in Edebi Yazılan, Eserleri

- cümle nüshalarında bulunmaktadır; halbuki takdim edilen "eser" beş paraya değmez! Böyle adet olmuş; nezaket-i mahalliyye hükmünü almış .

Vakıan bir beyin yazdığı bir eser hakkında diğer bir beyefendi muhakeme-i tenkidiyyesini beyan edip gördüğü uygunsuzluğu ya ki yanlışları meydana koyar ise ülfete ve yerden verilen temennalara mahal kalmaz; dostluk poyraz dalgalarında gark olur gider.

Tenltj! yalnız beyan-ı noksandan ibaret değildir. Bir eserin ne derece istifadeli olduğunu meydana çıkarmak, isbat etmek tenkide mahsu_stur. Fakat bu da görülmüyor. Ahmet Midhat, Ebuzziya Tevfik Bey, Şemsettin Sami Bey, Mehmet Murat Bey vesair efendilerin asar-ı kalemiyyelerinden, mesleklerinden yüzde kaç İstanbullunun haberi vardır? Bunların büyük büyük eserleri hakkında etraflıca mülahazalar görülemiyor; "salon eğlenceleri" a.Iem-i matbuatı tezeyyün eyledi; istifadeli bir şeydir; altmış para köprü başında ... yollu ibareler sırasında "Kamusü'l-A'Iam"ın ... nci cüzü neşrolundu; bunun ile .... nci cildi ikmal olunuyor. .. ibaresi görülüyor ki bilmeyenler "salon eğlencesi"ile "Kamusü'l-A'lam"ı tefrikten aciz kalır.

Herkes tenkidata istidatlı olamaz; binaenaleyh böylelere tenkidat ile yol göstermeli; yoksa ehli olmayan adem, edebiyyat bahçesine düşecek olup yağlı boya ormanında dolanır.

Adi bir adem mesela tarih-i umumi alacak ise Mehmet Murat Bey'in eseri ile diğerlerinin mikyas mı bilmelidir. "Cezmi" ile --sair bir "milli" romanın değil yalnız lisanca efkar ve meslekçe tefavütünü anlamalıdır.

Roman nedir, hikaye nedir -falan romandan matlap nedir; filan oyunun ibreti nedir- bunları açacak, anlatacak tenkittir.

İnsanların umum muameles:l tenkit süzgecinden geçirilmek adet ve . usul edilse daha hoş olur. Bu maddeden ötürü kuvvetimiz. aldığı kadar bir iki bahisler edeceğiz.

[ 2 -] TENKİT

[ İliive-i Tercüman, 2 C. Evvel 1313 / 8 Oktyabr 1895, No: 38, s. 38]

Beş on senelerden beri İstanbul'da neşrolunmuş edebi kitapların hemen bir nısfı tercüme romanlardan ibarettir. Bunların tesir ve hizmet ve mahiyyet-i edebiyyesi nedir?

93

Page 9: TÜRK DİLİ VE EDEBİYATIisamveri.org/pdfdrg/D00371/1988_9/1998_9_AKPINARY.pdfTÜRK DİLİ VE EDEBİYATI .ARAŞTIRMALARI DERGİSİ IX EGE ÜNİVERSİTESİ BAS IMEVİ BORNOVA, İZMİR

Yavuz Akpınar

Burasını tayin etmeli. Roman ve ba-husus "tercüme" edilmiş roman saat geçirmek. gönül eğlendirmekten ibaret olamaz. Tercüme edilen bir roman, okuyanın tenvir-i efkanna ya ki, terbiye-i hissiyyatına veya ki tevs1-i malumatına hizmet edecektir. Buna göre edebiyyatm roman kısmı üç büyük tarzda kaleme alınmaktadır. Biri "efkarı roman"lardır ki, maişet ve münasebat-ı insaniyyenin oldukça daha güzel suretlerini beyan ve tasavvur eder. İkincisi "ruhani roman"lardır ki insanların ahval-i ruh ve hissiyyatlarını keşf ve beyana hizmet eder ve üçüncüsü "fenni" ya ki "tarihi" romanlardır ki okunması yüngül ve heveslendirir surette vukuat-ı tarihiyyeden veya ki hakikat ve tasavvurat-ı fenniyyeden haber verip tevs1-i malumata. hizmet eder. Bu üç büyük kısım haricinde yazılmış bazı romanlar daha bulunuyor ise de bunlara "roman" demek pek de caiz değildir. Falanca Jozefina'nın falanca Alfred ile olan muaşakasını veya ki bizim Fatmalardan birinin, bizim Süleymanların birine yaşmak arkasından çektiği,._ah ve vahları hikaye etmek roman yazmak değildir.

Romancı güzel ve işlek bir kalem sahibi olduğundan. maada yazacağı romana göre ya efkar çeşmesi ya ahval-i ruh ehli ya ki mevadd+fenniyyeyi sadeleştirmeye mahir olmalıdır ve bunun ile beraber az görüp çok anlamaya ve her gördüğünü ve fikrettiğini resimci gibi fakat fırçasızlO yalnız dil ve yazı ile ayan beyan etmeğe istidadlı olmalıdır. Bunun içindir ki Takerey [Thackeray], Viktor Gugo [VictÖr Hugo], Spilgagın [Spielhagen], Graf Tolstoy, Filarnaryon [Flammarion], Jul. Vern [Jules Verne] gibi romancıları

. taklit edenler "romanq" olmayıp güzel yazabilseler dahi "hikayeci" payesinde l<almaktadırlar.

Büyük romancıların romanları her lisana tercüme ediliyor yani bunların yazdıklarından akvam-ı muhtelife istifade edebiliyor. Bunların verdiği efkardan, keşfettiği hissiyyattan ve açtıkları hakikatten her taraf insanları hisse ve ibret alabilir; çünkü ya efkarlan şu kadar parlak ve meydandadır ya ki hissiyyatlan ve resimleri şu kadar derin ve umurrıldir ki adetler ve usul-i maişetler ile tefrik olunan insanların kalpleri köşesinde mestur kalmış umumi beşer vicdanına ve hissiyyatına kalem ve nüfuz işletirler. Gugo'nun [Hugo'nun] "Sefiller"inde bulunan eşhas Anadolu'da

10 Metinde ~ .;_,::, şeklindedir.

94

Page 10: TÜRK DİLİ VE EDEBİYATIisamveri.org/pdfdrg/D00371/1988_9/1998_9_AKPINARY.pdfTÜRK DİLİ VE EDEBİYATI .ARAŞTIRMALARI DERGİSİ IX EGE ÜNİVERSİTESİ BAS IMEVİ BORNOVA, İZMİR

lsmail Gaspıralı Bey'iıı Edebi Yazıları, Eserleri

bulunamaz fakat bunların canları ağırdığı ve şadlandığı ı _ı gibi ağlar ya şadlanır canlar bulunur.

Meşahir-i üdebanın yazdığı romanların tercümesine ve okunmasına.

cevaz ve münasebet olduğu derkardır, lakin ecnebi adi romanların

tercümesine lüzum göremiyorum. Pol de Kok, Gaburyo ve hatta Emil Zola [Emile Zo.Ia], Pol Burje [Paul Bourget] gibi romancıları Türklere takdim etmede bir istifade göremiyorum. Bunlar sayesinde A vrupa'yı, rnaişet-i

garbiyyeyi medeniyyet-i hazırayı, efkar-ı aliyyeyi tanıyacaklar ise tanıyamazlar. Bunları okuyup eğlenecekler ise bunlardan aşağı derecede addolunan "milli hikayeler"i okutmak daha efzaldir.

[3 - ] TENKİT

İkinc i Bahis ( * )

(İlerisi var) İsmail

1 * 38. Numeronun ilavesine bak

[ tlave-i Tercüman, 16 C. Evvel 1313 / 22 Oktyabr 1895, No: 40, s. 42)

Evvelki bahsimizde adi ecnebi romanlarını okumada ehemrniyyetli bir fayda' olmadığını söylemiştik. Bu fikrimiz taassuba ve emsaline isnad edilmesin. Mir Ali Şir Neval, Fuzuli, Hafız ve Sadi ' ne kadar muteber iseler garbın Şekspir'i [Shakespeare], Gugo'su [Hugo], Şilleri [Sebiller], Puşkin'i indimizde şu nisbette muteberdir. Meşahir-i üdebanın umum-ı alem-i insaniyyete rehber makamıpda olduklarını inkar etmiyorum ancak saylanmayupl2 bayağı roman tercümelerini yağmur gibi yağdırmaya -raison d'etre- yol göremiyorum:

·Ecnebi romanlarının ondan sekizinde rastgelmekte olduğumuz mayaların birine dikkat edelim:

Mösyö Şarl zengin ve terbiyeli bir tüccar ya ki sarraf ya ki çorbacıdır. İkinci defa evlenmek üzere 18 yaşında olan Jülyete'yi alır. Bu kız ya mektepte ya manastırda nazik bir terbiye görüp cümle evliyaların ve Muhit-i

11 Metinde ~.Mht..;, şeklindedir. 12 saylanmak: seçilmek, ayıklanmak.

95

Page 11: TÜRK DİLİ VE EDEBİYATIisamveri.org/pdfdrg/D00371/1988_9/1998_9_AKPINARY.pdfTÜRK DİLİ VE EDEBİYATI .ARAŞTIRMALARI DERGİSİ IX EGE ÜNİVERSİTESİ BAS IMEVİ BORNOVA, İZMİR

Yavuz Akpınar

Kebir adalarının isimlerini tahsil etmiş ise de ömrü ve hanesi için lazım olan malumatlardan bt-behredir. Piyano çalar, şarkı söyler fakat "süt" ve "su" nedir bilmez. Balolarda orçıkl3 gibi çevrilir. Eline kaşık alıp kazan ve ocak başında bir iş göremez ... Amcası ya halası Mösyö Şarl şöyledir, böyledir, paralıdır, durgundur, ona varmak lazımdır; bahtlı olursun dediğine göre heveslenip Jülyete Şarl'a muhabbet yüzü gösterip varmıştır. Vakıa bir iki ay·a kadar aralarında muhabbete veya ki muhabbete uşar 1 4 bir MI devam etmiştir.

Fakat şu aylar içinde Jülyete bir hayli ilim öğreniyor. Mösyö Şarl'ın cismen ve ruhen ne olduğunu ve ona nisbeten hane aşinalarından ve dostlarından Mösyö Ferdinand'ın ne kadar ilerüde olduğunu görür, bilir. Mösyö Ferdinand'ıtı otuz yaşlarında yani kemal çağında olduğu Jülyete'ye bir kat daha tabu tesir edip başında bazı fikirlerin cereyanına ve kalbinde bazı hissiyyatlann doğmasına bais olur.

"Benim Şarl'ım Mösyö Ferdinand gibi olmuş olsa idi, daha güzel olur idi; Şarl fena adam değil ama Ferdinand daha iyi görünüyor; Şarl beni seviyor,_ fakat Ferdinand'ın muhabbeti daha derin daha ateşli olsa gerek ... Bu gibi ziyansızca fikirler yavaş yavaş hücum ederek Jülyete'nin metanet-i kalbiyyesine sakat vermektedir.

Mösyö Ferdinand ise dostu Şarl'ın genç kadına pek de refik olamayacağını fikre alır, .güzel ve cilveli Jülyete ile mükalemeden, görüşmeden lezzet alır. Gelir g~der. İbtida Mösyö Şarl hanesinde bulunduğu vakitlerde gelir; ba'de Mosyö Şarl bulunmadıkta sohbetler daha parlak daha

. lezzetli geldiğini hissedip mahsus tenhaca görüşmeleri arzu eder. Bu arzu Jülyete'nin keyfine dahi muvafık gelir. Gittikçe münasebet ilerler; Mösyö Ferdinand ile Jülyete arasında muhabbet ya ki muhabbet gibi bir his meydan alır ... Bu noktadan itibaren Jülyete bir türlü Mösyö Şarl ikinci türlü ve Mösyö Ferdinand üçüncü türlü kalp marazına uğrarlar. Birinin hissiyyat-ı kalbiyyesi sadakat ile diğerinin kin ve şüphe ile; Ferdinand'ın kalbi dostuna karşı irtikap edeceği aşağılık ile uğraşmaya başlar. Her üçü ağrı ve ıstırap çekerler. Nefsleri ve istekleri ile iddia ederler. Birbirinden hallerini setrederler, kalblerini zabta çalışırlar fakat dağdan aşağı kurtulmuş suyun

13 orçık: iğ, mil 14 uşamak: benzemek, uşar: benzer

96

Page 12: TÜRK DİLİ VE EDEBİYATIisamveri.org/pdfdrg/D00371/1988_9/1998_9_AKPINARY.pdfTÜRK DİLİ VE EDEBİYATI .ARAŞTIRMALARI DERGİSİ IX EGE ÜNİVERSİTESİ BAS IMEVİ BORNOVA, İZMİR

fsmail Gaspıralı Bey'in Edebi Yazıları, Eserleri

yolunu kesmek güç olduğu gibi hissiyyata mukavemet edjJemiyor. Jülyete Ferdinand'a teslim olur; biraz vakit Mösyö Şarl işin· bu derecelere vardığından haberi olmaz; Jülyeteciğim sadıkadır diye muhabbette ve emniyette bulunur. Naz ve hürmetini artırır. Kendisini beğendirmeğe gayret eder; elli beşte iken otuzluk olmak ister. (nerisi var)

[4-] TENKİT

İkinci Bahis(*)

* 40. numeronun ilavesine baJc.15

(Tercüman, 23 C. Evvel 1313 / 29 Oktyabr 1895, No: 41, s. 44)

Bir hayli zaman böyle geçer. Ba'de işi anlar. Odasına kapanır, düşünür, taşınır, ne yapmayı bilmez ... İşi meydana verirse sevdiği Jülyete'yi masbara ve bedbaht etmek lazım gelir; seviyor ... sükı1ta karar verip işi zamana havale ediyor; bir gün olur Jülyete hatasını görür; zevcin kadr ve kıymetini bilir. Ferdinand'ı terkeder; eski dost daha hayırlı olduğunu anlar; muhabbeti tecdid ve daha ala olur fakat bu kadar felsefeye, bu kadar sabra bakmayıp kalbi ağlıyor, zehirleniyor; ara sıra tenhada Mösyö Şarl'ın gözlerinden yaş geliyor. lakin biçare adamcağız bildirmeyip. Mösyö Ferdinand'a dostluk, Jülyete'ye muhabbet yüzü göztermeye kendi kendini ı:necbur ediyor.

Bu üç eşhasın ahval-i kalbiyyesinin tasavvuru 'koca bir roman oluyor. Okuyanlar bunların halini fikr ve mülahaza ediyorlar. Her biri bir türlü tesir alıyor, hükmediyor ... Böyle bir romanı okuyan ehl-i şark ne gibi his çeker ve hükmedebilir? ..

Vakıa mezkur eşh~sın ahval-i kalbiyyeleri pek müşkildir, pek naziktir. Avrupalı nazarında Mösyö Şarl'ın sabır ve merhametinde "büyüklük" ve "insanlık" görülür ama böyle mi? Madem ki Jülyete'de muhabbet kalmadı; madem ki hıyanete kadar tenezzül etti, yola gelmedi -hürriyyeti eline verip geri ~ekilmek daha tabii ve binaenaleyh daha insaniyyetli olmaz mıydı?

Bu yolda romanların ehl-i şarka verecek dersi, edecek hüsn-i tesiri nedir? - Hiç! Tabiatlara mülaimet, ahlaka süs, maişete imtisal olabilir mi? Hiç. .

15 Aslında "3. bahis"tir, kayıt yanlış konulmuş.

97

Page 13: TÜRK DİLİ VE EDEBİYATIisamveri.org/pdfdrg/D00371/1988_9/1998_9_AKPINARY.pdfTÜRK DİLİ VE EDEBİYATI .ARAŞTIRMALARI DERGİSİ IX EGE ÜNİVERSİTESİ BAS IMEVİ BORNOVA, İZMİR

Yavuz Akpınar

Hissiyyat-ı kalbiyyeden, psikolojiden ders vermek lazım ise ehli elinde millt vak'aJar ve maişet şu kadar büyük sermaye olabilir ki yazmak ile tükenmez. Roman yazmak için eşhası mutlak balolara, millet bahçelerine, tiyatrolara götürüp getirmek lazım değildir. Paris fahişesinin başına gelenden hayrette kalıyoruz; bunun ıstırab-ı kalbiyyesinden gözümüze yaş geliyor. Bursa ve Eskişehir Fatmalarınm halini yazan, hissiyyatlannı beyan eden edib­i kamil bulunur ise Dumaların, Zolalarm kalemlerinden dökülen madama:. !ardan daha ziyade ibretli ve tesirli ders alınabileceği şüphesizdir. Maişet-i

şarkiyye roman suretinde tasavvur edilmez zannında olanlar çoktur lakin yanlış zannediyorlar. Şurası çok gariptir ki bazı Osmanlı muharrirleri eşhası Frenk, adat ve nazarları efrenc1 romanlar yazıyorlar güya A vrupa'da romancı az olmuş da şarktan istimdat istemişler.

(İlerisi Var)

(5-] TENKİT

( Dördüncü Bahis )

[ İlave-i Tercüman, 30 C. Evvel 1313 / 5 Noyabr 1895, No: 42. s. 46]

Meşahir-i üdebanın kaleminden dökülmüş hakikat büyük eserlerden maadasının garp lisanlarından şark lisanlarına tercümede istifade görme­diğimizi söylemiştik. Fransız romanlarının cümlesi Nernselerin ve İngiliz romanlarının cümlesi İspanyçılların mizacına muvafık gelmediği halde ehl-i şarkın mizacına daha ziyade gelmeyecekleri sade bir hakikattir zannederiz. Binaenaleyh-tercümelere 'sarfedilen mesai millt hikaye ve roman yazmaya verilir ise daha güzel olacağı bedth!dir. .. Herkes romancı değildir; herkes roman yazamaz ... Evet, böyledir ama bunun içi:Q herkese tercümelere bel bağlamak Hizım gelmez; güzel fakat faydasız bir tercümeden ise o kadar süslü olmayan la.kin faydaJıca bir milli hikaye yazmak efzaldir. Bunlar, bu hikayeler neden bahis olabilir? Maddeler .pek çoktur. Meydanınız pek büyüktür. Tarih, hal ve istikbal maişet-i Osmaniyye ve İslarniyye şu kadar facialı, şu kadar dalgalı bir meydandır ki ne kadar yazılır ve araştırılırsa tükenmez. Tekrar edelim: Roman ve hikaye yazmak için eşhası mutlak aşhaneli bulvara· ya ki piyanolu salona çıkarmak lazım gelmez; Kemal Bey'in "Ceznıi"sinde Mehmet Murat Bey'in "Turfanda"sında bulvar, balo, salon, otel odası, şehir postası, aktris falan yoktur, fakat bunların birinde bulacağınız

98

' ·

Page 14: TÜRK DİLİ VE EDEBİYATIisamveri.org/pdfdrg/D00371/1988_9/1998_9_AKPINARY.pdfTÜRK DİLİ VE EDEBİYATI .ARAŞTIRMALARI DERGİSİ IX EGE ÜNİVERSİTESİ BAS IMEVİ BORNOVA, İZMİR

lsmail Gaspıralı Bey'iıı Edebi Yazıları, Eserleri

- efkar-ı tarihiyyeyi ve diğerinden anlayacağınız efkar-ı filiyyeyi kırk

tercümede bulamazsınız. Mesela Ertuğrul'un zuhuru; Ankara vak'ası,

Çaldıran zamanı, Viyana muhasarası, Cem Sultan faciası, Yunan ve Mısır asiyanı müstakil üçer beşer roman olabilir.

Ruhani (Psikolojik) roman istiyorsanız -mesela esir satılıp gelmiş Gürcü zadegan kızının veya ki kündeşinden16 yoksa göze girmiş cariyeden verem döşeğine girmiş hanımın halinden, kocası Girit'ty, büyük oğlu

Karadağ'da;-ikincisi Plevne'de düşmüş, Anadolu Fatmalarının binde birinin ahvaI-i ruhaniyyesinden, efkarından vesair halinden · bahsederek keşf ve resme nail olsanız ne ibretli, ne dehşetli, ne tesirli şeylerin üstünü açmış olursunuz ki okuyan hakikat istifade eder; düşünmeye ve vicdanı ile mükalemeye mecbur olur.

Rumeli'nin, Anadolu'nun her bir kariyesi koca bir hikaye teşkil

edebilir. Sade şeylerdir diye geçmeyiniz: Dikkat ve tefekkür buyurursanız görürsünüz ki maişet-i Osmaniyye asırlarca gece gündüz devam eden en parlak bir hikayedir; en dehşetli bir faciadır, en güzel bir tarihtir. Bunların içinde hakiki eşhas olarak nice nice kahramanlar, büyükler, sadıklar, ganiler, alçaklar, görünmeyip ağlayanlar vardır ki keşf ve resm ve beyan edilmelidir; edebiyyatın esası tercümeler olamaz, mim hikayedir. Lisan ve efkar ve muhabbet-i milliyyeyi terakki ettirecek, süslendirecek ve tabiat ve ahlakı terbiye edecek milll hikayelerdir. Bunlara çalışmak ,eJıl-i kalemin borcudur; milliyyet ve kavmiyyet rengi edebiyyatın şerefidir.

[ 6-] TEN'K· İT YA Kİ ÖLÇÜ

[İlave-i Tercüman , 28 C. Ahir 1313 / 3 Dekabr 1895, Sayı: 44, s. 50]

Avrupa lisanlarında kullanılan "kritik" ya ki "kritik" (critique) Jugatini Osmanlı yazıcılarından bazıları "tenkit" ve bazıları "muaheze" sözü ile tercüme ediyorlar. Bize kalırsa "muaheze"den ziyade "tenkit" lafzının istimali daha haklıdır. Lakin en münasibi lugatin Türkçesini bulup ya ki kabul edip kullanmaktır.

16 kündeş: kuma

99

Page 15: TÜRK DİLİ VE EDEBİYATIisamveri.org/pdfdrg/D00371/1988_9/1998_9_AKPINARY.pdfTÜRK DİLİ VE EDEBİYATI .ARAŞTIRMALARI DERGİSİ IX EGE ÜNİVERSİTESİ BAS IMEVİ BORNOVA, İZMİR

Yavuz Akpınar

Türkçe'de "kritik" sözü bulunur mu? Bulunmuyor ise bulundurmalı. Malum bir hükumetin hal ve terakld-i askeriyyesine dikkat ve lazım

malumatın cem'i için elçi-hane heyetine koşulan askeri memura "ateşe

militer" ve hfil ve terakkl- i bahriyyeyi gözetmek için tayin olunan memura "ateşe neval" diyorlar. .. Fransızlar bunlara bakıp, bilmem neden, böylece söylüyorlar. .. Türkler, hillbuki Türkçe söyleseler mümkün idi. Hem datıa münasip olur idi. Mesela ateşe militere "vekil-i askeri", ateşe nevale "vekil- i bahri" denilse caiz olmaz mıydı; ama bu da Türkçe olmaz deseniz, "Türkleşmiş Arapçadır", diyeceğim; istiklal- i lisaniyye ve haysiyyet- i kavmiyye nazarından Türkleşmiş Arapça çibçi 17 Fransız ıstılahından efdal olduğu herkesçe teslim edilir.

Gelelim "kritik" sözüne. Buna bir Türkçe uydurmak için sözün ne olduğunu tayin etmeli.

Bir es~r-i edebiyyenin ve hazan dahi bir insanın amel ve işinin

mahiyyetini 18 tayin ve zahir eden mülahazaya ve mütalaaya "kritik" derler. Kritik demek bir eserin ya ki bir işin yalnız fena cihetini, kusurunu, hatasını

açmak değildir. Derece- i edebiyyesi veya ki mahiyyeti 19 umumca anlaşıl­mayan "bir eserin ve ya ki amelin hakikat-i hillini keşf ve izhar etmek kritik ameliyyatt dairesindedir. Umum indinde rağbetsiz ve metruk kalmış bazı

eserler mülahaza- i kritikiyye sayesinde meydana çıktıkları ve meşahirden biri bir kritikçi kaleminin zehri' ile kapkara edildiği halde diğer bir kritikçinin daha derin daha etraflı . mütalaatı ile hürmet meydanına konulduğu görülmektedir.

Binaenaleyh "kritik" vazifesi her eserin mahiyyet-i20 hakikiyyesini tayin etmekten ibaret oluyor; bu halde buna Türkçe bir isim vermek mürnk-ündür zannederim. Hakiki ağırlık "çeki" ile, mesafe ve meydan "ölçü" ile tayin olunur. Eser ve iş dahi çekiye ve ölçüye gelir ve bundan böyle şu nazik "kritik" lafzını (ölçü ya çeki) sözleriyl~ tercüme etmek istiyorum. Kaba gelir ama kullanılmadığmdan kaba görünüyor, zatında kaba değildir.

17 Metinde

18 Metinde c.T.!" ~ şeklinde. Çip çiğ(?)

~ şeklindedir.

19 Metinde ~ şeklindedir.

20 Metinde ~ şeklindedir.

100

·.

Page 16: TÜRK DİLİ VE EDEBİYATIisamveri.org/pdfdrg/D00371/1988_9/1998_9_AKPINARY.pdfTÜRK DİLİ VE EDEBİYATI .ARAŞTIRMALARI DERGİSİ IX EGE ÜNİVERSİTESİ BAS IMEVİ BORNOVA, İZMİR

fsmail Gaspıralı Bey'iıı Edebi Yazıları, Eserleri

Bu dediğimi çekiye alınız; hakkım olup olmadığını fikre çekiniz, eğer çekiniz doğru olup yanlışım çeki ile meydana koyulur ise bu çekinizden çok razı olurum.

(İsmail)

[ 7-) TENKİT

( İlave-i Tercüman, 4 Şaban 1313 / 7 Yanvar 1896, No:l)

Edebiyyatı teşkil eden şiir, hikaye, facia, riyayet, temsil, latife, med­hiyye, hiciv bablan müslümanlara malum olduğu halde edebiyyatın belki en mühim bir kısmı addolunacak "tenkit" ~ah1m olmayıp kalmıştır. Bazı eserler ve adamlar hakkında "hicv"ler görülmekte ise de "hicv" tenkitten addolun­maz. Tenkit edebiyyatm mizanı ve ölçüsüdür. Tenkitten matlab keşf-i haki­kattır. Her eserin, her fikrin ve hatta her işin derece- i hakikiyyesini tayin ve zahir edecek tenkittir. Tenkit bir ziyadır ki hakikat güzel, hakikat istifadeli fikir ve amel bunun sayesinde tayin edilebilir. Tenkit gözden geçirilmedikçe efkar hatadan, tarih mübalağadan, şiir ve hikaye lüzumsuz sattr ve sahife­lerden emin olamadıkları gibi güzel amelin, fena ve fena amelin güzel görülmek ihtimali de vardır. Ve'l-hasıl tenkit, fikir ve amelin mizanıdır ki peyda edilmesi mutJak lazımdır.

Tenkit neden ibarettir ve ha.histir? Bunu tayin ve beyan etmek için koca bir kitap yazmak lazımdır. Fakat burada gazete betinde21 mümkün olduğu kadar malumat vermek istiyoruz ve bunun ile beraber herkes anlar surette beyan etmek istediğimizden görülecek bazı kusurların afvedilmesi temenni olunur. İleride bu babdan edilecek bahislerden yavaş yavaş tenkidin ne olduğu daha güzel aplaşıhp - tenkld[t]en meram- güzelliği ve hakikati tayin etmek olduğu görülür.

Tenkit başlıca üç kısma münkasımdır: Biri tenkidat-ı ilmiyye, diğeri tenkidat-ı tarihiyye ve üçüncüsü tenkidat-ı edebiyye.

Tenkidat-ı ilmiyye, kütüb-i mukaddeseden bahsedip bunların hakikat olduğunu, yazıların doğru okunmasını, okunan şeylerin doğru ve tamam anlaşılmasını araştırır, keşf ve ~ayin eder.

21 bet: sahife

101

Page 17: TÜRK DİLİ VE EDEBİYATIisamveri.org/pdfdrg/D00371/1988_9/1998_9_AKPINARY.pdfTÜRK DİLİ VE EDEBİYATI .ARAŞTIRMALARI DERGİSİ IX EGE ÜNİVERSİTESİ BAS IMEVİ BORNOVA, İZMİR

Yavuz Akpınar

Tenkidat-ı ilmiyye ne kadar mühim ve lazım bir şey olduğunu anlamak müşkil değildir. İman edilecek bir maddeyi inkar etmek ne kadar ağır bir günah ise, iman edilmeyecek bir mübalağayı hakikat addetmek şu derecede bir hatadır. Bu hatadan bizleri emin edecek tenkittir.

Avarnü'n-nas arasında bazı vilayetlerde "Aşık Kerem", bazı vilayetlerde "Boz Yiğit" ve bazı vilayetlerde "Köroğlu" evliyadan hesap edildiği

işitilmiştir. Bu ise cüz't tenkidat ile meydana çıkacak hatalardandır.

Tenkidat-ı tarihiyye daha serbestçe hareket edip, asırların, zamanların karangısından türlü eserlerin ve nişanlann ve rivayetlerin muhtelif ve birbirine muhalif malumatlarından hakikat çıkarmaya çalışır.

Malum bir eserin matlab olan eser olduğu ve eserde bulduğumuz bahis ve haber matlabımız olan vak'aya ya ki adama taalluk olduğu etraflıca tenkit ve araştırma ile tayin edilebilir.

Umumiyyet nazarından tenkit ehl- i İslam beyninde müstamel olmamış ise de tenkidat-ı tarihiyyehin babası ve mucidi ulema-yı İslamdan İbni Haldun olduğunu kemal-i fahr ile beyana borçluyuz. İbni' Haldun bütün filem-i i_nsaniyyete bu yolda ettiği hizmet Avrupa uleması tarafından ikrar edilmektedir. Tarihe ve rivayetlere şifalı "şüphe" gözü ile bakıp hakikatı ve vak'ayı mübalağa ve imiş, demiş bataklarından kurtarmaya ibtida çalışmış İbni Haldun'dur. Bu alimin meşhur ~'Mııkaddime"si tenkidat ile dolu olarak Avrupaca felsefe-i tarihiyyeye ve kritik-i tarihiyyeye esas tutulmuştur.

Pek büyük teessüf edilecek bir haldir ki Avrupalılar bunca istifade ettikleri İbni Haldun'un ·ism-i şerifi bile cümle mollalanmıza malum değildir.

Tenkidat-i edebiyye pek erte zamanlardan beri malumdur. Aristo ve Eflatun'un eserlerinde, tenkit bahisleri vardır; ba-husus bunlar şiir, dram ve sanayi-i nefise hakkında bir hayli kavaid-i tenkidiyye kabul edip ayrıca bir fen suretine koymuşlardı.

Yunanlıların ilmi ve medeniyeti Romalılara ve bunlardan Avrupalılara geçtiği gibi usul-i tenkid-i edebiyye dahi böylece A vrupa'ya mfil olup, daha ileriye çıkarılmıştır. İnsanın fikri~den, kaleminden ve elinden zuhur eden cümle eserler etraflı tenkide çekilmek, her eserin güzelliği ve faydası

ölçünmek kaide hükmüne girmiştir. Rusya'da usul-i tenkit Avrupa'dan ziyade meydan alıp, daha güzel meslek tutmuştur. A vrupa'da tenkidat-1

102

Page 18: TÜRK DİLİ VE EDEBİYATIisamveri.org/pdfdrg/D00371/1988_9/1998_9_AKPINARY.pdfTÜRK DİLİ VE EDEBİYATI .ARAŞTIRMALARI DERGİSİ IX EGE ÜNİVERSİTESİ BAS IMEVİ BORNOVA, İZMİR

İsmail Gaspıralı Bey'in Edebi Yazıları, Eserleri

_ edebiyye, güzellik araştırmak ve tayin etmekten ibaret kaldığı halde (sistem-i estetik) Rusya'da maddiyata el uzatıp her işin ve halin faydasını ve zararını tayin ve beyan etmeye çalışmaktadır.

Hal ve maişet ve edebiyyat- 1 İslamiyyeyi araştırmak için tenkidat-ı Rusi kaideleri, tenkidat-ı efrenciyyeden daha uygun görülüyor, çünkü Rusya'da tenkit insanların yalnız sözünü değil, işlerini dahi mizana 9ekmeyi kaide etmiştir.

[ 8-] TENKİT

İ l er i si*

(İlerisi var)

* 1. rıushada, bak.

[ İlave-i Tercüman, 12 Şaban 1313 / 14 Yanvar 1896, Sayı: 2]

Tenkidat-ı edebiyyenin meydanı pek büyüktür. Her eserin lisanını,

suret ve usul- i ifadesini, mahiyyet- i şi'riyyesini ve derece-i edebiyyesini araştırıp beyan ve tayin etmeye çalışır. Ba'de, maneviyyattan maddi hfillere inip.· maişet ve istifade- i umumiyyeye taalluk işleri araştırır. Naçare insanlardan bahseder; Alinin i~i. Velinin işinden daha güzel, daha edepli veya ki daha istifadeli olduğunu tayin eder. Ve'l;l;ıasıl, tenkit her tarafa bakan bir gözdür ki eğer görücü ise çok iş görebilir. Tenkit en ibtida her eserin lisanına göz eder; lisanın iyisi ve fenası olur; herkesçe anlaşıJır sade lisan olur. İnce kalemden düşmüş suni kötürendi22 lisan olur. Bir maddeden bah-sederek iki muharrir iki tü~lü yazı yazar; herbirinde bir güzellik ve başkalık olur. Bunların ~zelini, isÜfadelisini göstermek tenkide mahsustur.

Birbirine benzeyen iki şair bulunamaz. Her birinin hayali, lisanı, usul- i ifadesi ve sevdiği başkadır. Bunların esrarını ve her birinin nasıl ve ne dediğini açacak, delil ve muhakeme ile tayin edecek yine tenkittir.

Hikaye, roman, facia gibi eserlere gelince, bunlarda bulunan letafet-i şi'riyyeyi, güzel lisanı, istifadeli efkarı ve maişet-i milliyyeye olan münasebetini keşfedecek tenk~d-i nazaridir.

22 c5~ .. ( - -"" y kötürendi veya kütrendi : ?

103

Page 19: TÜRK DİLİ VE EDEBİYATIisamveri.org/pdfdrg/D00371/1988_9/1998_9_AKPINARY.pdfTÜRK DİLİ VE EDEBİYATI .ARAŞTIRMALARI DERGİSİ IX EGE ÜNİVERSİTESİ BAS IMEVİ BORNOVA, İZMİR

Yavuz Akpınar

Eser olur ki gayet güzel ve süslü lisan ile yazılmıştır fakat istifadesizdir. Eser olur ki lisanı kabadır, güzel değildir, fakat açtığı efkar pek kıymetlidir.

Maişet meydanında tenkidin edebileceği hizmet daha büyüktür. İyi ve fena i şleri, lüzumsuz adetleri, boş zanları, asılsız hissiyatları ortaya koyup, efkar-ı umumiyyeyi uyandıran tenkittir. Görücü ve bi-tarafane tenkit güneş ziyasıdır; karangıyı defeder, adi göz ile görülmez, seçilmez şeyleri aşkar eder. Vukuatın esbab ve neticelerini zah ir eder; büyük zannolunan bazı

kahramanların kaba gövde olduğunu veya ki görülmeyen, işitilmeyen bazı adamların hakikat kahraman olduklarını keşfeder.

Hulasa- i kelam, tenkidin göz etmediği iş, hal ve eser olmaz; tenkidin mizanı büyüktür. Cümlesini çekebilir, lakin yanlış çektiği ve anladığı dahi olur. Öyle eserler vardır ki tenkitçi lazımmca anlayamaz ve binaenaleyh dediği tabii yanlış olur; ancak tenkidin hatası dahi izhar-ı hakikate hizmet eder ve her halde beyan-ı hakikatten gayn mesleğe hizmet etmez.

[9-] TENKİT

Ekrem Beyefendinin "Saime"si

[ İlave-i Tercüman, 25 Şaban 1313 / 28 Yan var 1896, Sayı: 4 ]

Türkçe ç1kan gazetelerin en ilerisinde bu.lunan "İkdam" gazetesinin 516'ıncı numarasından içibaren ilerisinde Recaizade Ekrem Beyefendi'nin "Saime" nam, rnilll hikayesi dercolunuyor. Bu güzel hikayenin ancak sekiz nüshada tab edi lmiş kısmını okuyabildik. Şöyle ki aşağıda diyeceklerimiz yalnız hikayenin ibtidasına mahsustur.

"Güzel hikaye" dedik. Böyle demeye hakkımız vardır, çünkü "Saime" bulvar kızının ya ki Kafe Şantan (Cafe Chantant] bülbülünün hikayesi değil, milll bir hikayedir. Lisanı sadedir ve sadeliği ile beraber yaraşıklı ve lezzetlidir. Ümit-varız ki bu hikayeyi okuyanlar lisanı ve tasavvuratı cihetlerinden lezzet alıp memnun olurlar. Hikayeyi görmeyenlere görmek ve okum~ tavsiye ederiz.

"Saime" maişet-i Osmaniyyenin ve daha doğrusu İstanbul maişetinin bir iki noktasını resm ve nakşediyor. Hikayenin hulasası budur:

104

Page 20: TÜRK DİLİ VE EDEBİYATIisamveri.org/pdfdrg/D00371/1988_9/1998_9_AKPINARY.pdfTÜRK DİLİ VE EDEBİYATI .ARAŞTIRMALARI DERGİSİ IX EGE ÜNİVERSİTESİ BAS IMEVİ BORNOVA, İZMİR

fsmail Gaspıralı Bey'in Edebi Yazılan, Eserleri

Saraç ustalarının zenginlerinden İsmail Ağa' nın Saadet isimli bir kızı varmış. Ağa, okur yazardan değilse de maarife ragıp adam olduğundan Saadet'i bir miktar okutup, okur yazardan (ketebeden) birine vermek fikrinde bulunur, binaenaleyh esnaftan kızı isteyenler geri çevirilürler.

İsmail Ağa'nın ikamet ettiği mahallede gümrük kolcularından Fey­zullah Ağa'nın oğlu Sadık Efendi bulunuyor. Bu Efendi rüştiyede ikmfil-i tahsil ederek gümrük hizmetine girmiş ve yavaş yavaş ilerleyip ayda bin kuruş alır katiplerin biri olarak babasından kalmış hanede validesi ile birlikte geçinir. Çiçek meraklısı, kitap ve mütalaa heveslisi olarak Sadık Efendi, evlenmek fikrinden uzak bir adammış; gelecek kadın, validesi ile uyuşamaz korkusunu çekiyormuş, fakat günlerden bir gün komşusu İsmail Ağa, Sadık Efendi' nin hanesine gelip Saadet'i buna vermek fikrinde olduğunu söylemesi üzerine Sadtl< Efendi evlenmek fikrine düşer ve validesi Saadet Hanım'ı evvelce görmüş, bilmiş olduğundan bu iş fi'l-hfil olur biter. Sadık ve Saadet pek muhabbet ve mesut geçinirler. Koca kadından, valide gelinden ziyadesiyle razı ve memnun olur. Cenab-ı Hak bunlara bir kız çocuğu ihsan eder. İsmini Fatma Saime tesmiye ederler. Bu sabiyenin dünyaya gelmesi aileye bir kat daha mesudiyyet ve ferah verip, Sadık Efendi bahtiyarane örnreder. Böylece bir kaç seneler geçiyor. Saime altı yedi yaşına geliyor. Senelerce devam eden rahat ve saadet-i insan bir dakikada berbat olduğu daim görülmekte olan vak'alardan olduğu gibi Sadık Efendi'nin dahi açık ve parlak günleri birdenbire kapkara oluyor. Saadet Hanım merdivenden düşüp başını fena surette yaralayıp vefat eder. Sadık Efendi' yangılı ve Saime yetim kalır. Merhumeye olan muhabbetinden ve yetim kalmış kızcağızın halini düşünmekten biçare Sadık Efendi varacak yer bulamaz. Bu ağır vakadan biraz sonra aileyi tutan valide Hanım dahi vefat eder. Sadık Efendi'nin hali daha ziyade fenalaşıp, haneni~ idaresi aşçı bir zenciye eline kalır. Sadık Efendi kapıda, aşçı kadın. aşhanede bulundukları esnada biçare Saime bütün bütün yalnız kalıp valideciğinin hasretinden ve yalnızlık sıkıntısından feria hallere gelir; şefkatli, muhabbetli pederi Saime'ye refik olmak üzere genç bir cariye alırdı ama buna hali vakti müsait değil; evlenip bir kadın alırdı ama Saime'yi üvey ana eline vermek istemiyor ve merhume Saadet Hanım gibi birinin bulunmayacağını fikrederek aile içine ecnebi kirgizmek23 istemiyor. Ancak yalnızlık da bir taraftan halleri müşkil ettiğinden ne yapacağını

23 kirgizmek: sokmak. ·

105

Page 21: TÜRK DİLİ VE EDEBİYATIisamveri.org/pdfdrg/D00371/1988_9/1998_9_AKPINARY.pdfTÜRK DİLİ VE EDEBİYATI .ARAŞTIRMALARI DERGİSİ IX EGE ÜNİVERSİTESİ BAS IMEVİ BORNOVA, İZMİR

Yavuz Akpınar

bilemeyip kalıyor. .. Böyle biraz vakit geçiyor; komşu knlum24 evlenmek tavsiye ediyorlar; bir de hanım buluyorlar.

(Hikayeden aynen) "Teehhül!.. Ne münasebet? .. Bana bu yaştan sonra tekrar evlenmek? .. Olacak işlerden değil... Hata çekmekte olduğum bu mihnetler. .. Bu ıstıraplar bütün evlenmek yüzünden değil mi? .. Ah mücerredlik benim neme elvermiyordu? ... Bir vakit çiçeklerimle .... kitaplarımla ne kadar mesuttum. Çiçeklerimin biri solarsa diğeri açar ... Biri kurursa diğeri yetişirdi. Kitaplarımın birisi canımı sıkmağa başlarsa diğeri gönlümü eğlendirir ... Birisi bıkkınlık getirirse diğeri hevesimi arttırırdı!.. Bi­minnet olan bu mesudiyyete kani olmadım da evlendim. Gerçi o da fena bir alem değildi. Fakat o alem saadetin devam etmemek ihfimalini ben düşünmeliydim! Ah o facia ne müthiş şeydi!.. Bir daha evlenmek öyle mi? .. Uzak uzak!..

"Saadet seni unutmadım ... Ben o kadar vefasız mıyım? .. Lakin ah pek yalnız kaldım!.. Hay~lin de bana pek büyük görünmeğe başladı. .. Çiçeklerimin, kitaplarımın da hayrı kalmadı ... Ah! Gaflet!..Ya Saime nedir? O da bir çiçek değil mi? .. Hem nasıl çiçek ya? .. Şair olmalıyım ki bu çiçeği vasfedebileyim!.. Benim bildiğim şu kadar ki bu hem nazenin bir şükafe ... Hem de ulvi bir kitap!

"Yalnızlık bu biçareyi harap etti diyorlar. Teehhül!.. O ne demek? .. Niçin? Gelecek kim? .. Bir yabancı kadın ... Bundan Saime'ye ne fayda hasıl olacak? Bir arkadaş!.. Ya o arkadaş kızı sevmiyecek olursa? .. O kolay geldiği yere gider ... Öyle mi? .. . Fakat Saadet ne diyecek? .. (Vah yazık sana!..) diyecek. Afvedersin!.. Bunu ben çıkarmadım ... İşte Ferah kadın da söylüyor. .. Ne demek? .. ·Ben bir daha evlenmeğe kendi arzumla karar versem hasbe'l-beşeriyye mazur olmaz mıyım? Lakin istemem, başkaları istiyor. ..

"Gelecek kadın Saime'ye arkadaş değil... Bir ana ... Üvey ana!.. Ne fena şey!.. Bana evlen diyenler üvey anayı düşünmüyorlar mı acaba? Üvey ana olmayacak ... Aklı başında bir kadın olacak, çocuğa bakacakmış ... Dedikleri işte bu ... Hamiyyetli bir kadın ... Yürekli bir hanım ... Mürüvvetli, şefkatli bir nazenin ki hem bana yar olacak hem Saime'ye hamilik... mürebbilik edecek ... Olmaz şey değil a ... Lakin bu tecrübe fena çıkarsa?"

Biçare Sadık Efendi'nin bu mülahazalarından vicdan ve edep ve hamiyyet sahibi bir adam olduğu anlaşılıyor. Başına gelen vakıa dünyanın en

24 komşu kulum: konu komşu (?)

106

Page 22: TÜRK DİLİ VE EDEBİYATIisamveri.org/pdfdrg/D00371/1988_9/1998_9_AKPINARY.pdfTÜRK DİLİ VE EDEBİYATI .ARAŞTIRMALARI DERGİSİ IX EGE ÜNİVERSİTESİ BAS IMEVİ BORNOVA, İZMİR

lsıııail Gaspıralı Bey'in Edebi Yazıları, Eserleri

ağır hallerinden biridir. Sadık Efendi'nin hal ve hükmetmek istediği mesele ömrün en güç meselelerindendir. (Hikayeden aynen): ·

"İhtidaları hazin, sonralan alelade olan bu mülahazat iki saat kadar Sadık Efendi'yi meşgul etti. Bu müddet içinde beş altı çubuk tazeledi. Nihayet Saime'den de bir kere istimzac ile muvafakatı halinde teehhülü ihtiyar karan üzerine Sadık Efendi mumu söndürdü. Yorganı başına çekti. Saadet Hanım'ı hazin bir çehre, zayıf bir endam ile daima kendisinden uzaklaşır gösteren otuz beşlik bir hanımı beşuş bir sima-yı simin, bir vücut ile muttası 1 kendisine takarrüp eder gösterdiğinden işte bu otuz beşlik hanımın tefekküratıyla Sadık Efendi müsterihane gunfide-i hab-ı nuşlrı oldu.

Sabah olur; Sadık Efendi evlendirici .Penbe Hanım'ın geldiğini işitip keyiflenir; fakat vicdan yine baş götürdüğünden Saime'den, bu Ia.zcağızdan evlenmeye müsade almak niyyetiyle çağırır; söyleşir. Biçare kızcağız neye razı olduğunu pek de bilmiyorsa da "Öyleyse de razı olurum baba" der. Sadık Efendi rahat bulur. "Yaşı otuz beş; vücudu semiz" hanıma, Penbe Hanım ile aşçı kadını gönderir. İş meydan alır. Nikah tedariği başlanır. Hikayenin burasına kadar okuyabildik. İlerisini son bakarız.

Okuyanlara bu hikaye sade bir şey görünmüş ise anlamamışlar; sade görünen bu hikayede derin ve mühim mesele-i maişiyye halline çalışılıyor. Kalbi pilav kazanı gibi kaba olan bir adam kadını vefat ettiği ile "Ben öldürmedim, eceli geldi öldü" teselli"si ile az vakitte diger birini alıp yan gelir, fakat ehl-i insaf, ehl-i vicdan indinde bu mesele at pazarı işleri gibi yüngül yüngül hallolunamaz .. . Rağbetlimiz muharrir-i nadir Ekrem Bey Efendi derin ve nazik bir meselenin halline çalışıyor. Muhabbetli bir refika hakkında tabii mevcut olacak vefa; ciger-paresi olan bir yetime şefkat ve mubabbet-i pederane hal...:.i dünya ile mücadele ediyor. Hal-i dünya "Evlen fena olmaz; keyif ve rahat edersin" diyor; hissiyyat-ı aıiyye, nazik ruhaniyyet buna razı olmuyor.

Ekrem Bey Efendi sahib-i vicdan Sadık Efendi'nin ahval-i kalbiyyesini pek güzel resmetmişler; mücadele-i ruhaniyyeyi pek doğru olarak göstermişler, fakat vakı'anın nihayeti psikoloji nazarından pek de muvaffak görülmüyor.

Merhumeye vefası, kızcağızına şefkati derkar olan Sadık Efendi iki saat ağır mülahaza ba'dunda "yorganı başına çektiği ile otuz beşlik bir hanımı,

107

Page 23: TÜRK DİLİ VE EDEBİYATIisamveri.org/pdfdrg/D00371/1988_9/1998_9_AKPINARY.pdfTÜRK DİLİ VE EDEBİYATI .ARAŞTIRMALARI DERGİSİ IX EGE ÜNİVERSİTESİ BAS IMEVİ BORNOVA, İZMİR

Yavuz Akpınar

beşuş bir sima ... simin bir vücut ile muttasıl kendisine takarrüp ettiğini" görmemeliydi. Eğer Sadık Efendi, Ekrem Beyefendi'nin tasavvur ettiği ehl- i insaf ise yorganı başına çektiği ile şu gördüğünü göremeyecektir. Sadık Efendi'nin nazik kalbi merhume Saadet Hanım'ın hayali ve Saime'nin üvey ana elinde görebileceği haller ile uğraşacaktır. Sadık Efendi'nin kalbi sabiyye Saime'nin "Böyle ise razı olurum baba" gibi masumaıi.e

müsaadesiyle kani olamıyacaktır.

Hikayenin bu ciheti biraz daha açılıp ikinci teehhül böyle acele tasavvur edilmemiş olsa idi hikaye daha ziyade tesirli ve daha ziyade muhakkak olur idi zannederiz.

Bu dediğimiz hürmetli muharrire ağır gelmesin; efkarımız

müzakeredir; cüz'! 'istifade edilir ise pek memnun oluruz.

Yukarıda hikayenin lisanı sade ve sadeliği ile güzel olduğunu söylemiş ' idik. Bu halde "Hanımın tefekküratı ile Sadık Efendi müsterihane gunude-i

hab-ı m1şin oldu" ibaresini hoş göremiyoruz. Sade değil ve sade olmadığı hfilde güzel de değil. Ekrem Bey Efendi bu ibarenin açık Türkçesini pek güzel b_ilir; bildiği halde yazması lazım idi.

Hikayenin hitamında daha bir bahsetmek ümidinde olduğumuzdan bu defa bu kadar ile iktifa ediyoruz.

[ 1 O - ] E B Ü Z ·z İ Y A TEV. F İ K B E Y

jİlave-i Tercüman, 27 Şevval 1313 / 31 Mart 1896, No: 13]

(İsmail)

Zamanımızda Osmanlı muharrirleri ve naşirleri arasında şöhret

almışların biri Ebüzziya Tevfik Bey'dir. Muharrirlikte ve naşirlikte kendine mahsus bir mevki sahibidir. Edebiyyat-1 Cedide'nin terakkisine ve maarifin umum arasında intişarına hizmet eden Şinasi, Ziya Paşa, Ahmet Vefik Efendi, Kemal Bey, Ahmet Midhat vesairler gibi "fırka-i münevvere" efradından bulunan Tevfik Bey, Türkleşm~ş Arap hanedanına mensuptur. Tertip ve neşrettiği mecmualar; yazdığı risale ve salnameler münderecesi nazarından hep ehemrniyyetli ve istifadeli şeylerdir. Edebiyyat-ı Osrnaniyye' de bulunan güzel ve parlak sahifeleri adi göz ile seçilmeyen bahisleri umuma göstermek umumu bunlara aşina etmek meslek-i edebiyyesi dahilindedir. "Kütüphane-i

108

"

Page 24: TÜRK DİLİ VE EDEBİYATIisamveri.org/pdfdrg/D00371/1988_9/1998_9_AKPINARY.pdfTÜRK DİLİ VE EDEBİYATI .ARAŞTIRMALARI DERGİSİ IX EGE ÜNİVERSİTESİ BAS IMEVİ BORNOVA, İZMİR

ismail Gaspıralı Bey'iıı Edebi Yazıları, Eserleri

Ebüzziya ", "Numune~i Edebiyyat-ı Osmant" mecmuaları . bu yolda tertip edilmiştir ki Edebiyat-ı Cedide dershanesi ve tarihçesidirler.

Tevfik Bey' in lisanına ve tarz.:.ı ifadesine gelince güzeldir, fakat lazım derece sade değildir . . Ahmet Mithat Efendi'nin ve Şemsettin Sami Bey'in lisanı daha ziyade "Türkçe"dir; binaenaleyh daha ziyade kavmi ve umumidir.

TevfiK Bey Efendi'nin başlıca bir eseri "Lugat-i Ebüzziya"dır ki Türkçe' de kullanılan elfaz ve ıstılahattan yirmi-yirmi beş bin· kelimenin beyanından ve tarifinden ibarettir. Müfid kitaplardandır ki tahsil-i lisan için büyük bir medardır.

Naşirliği kesbe medar bir sınaat değildir; nefaset-i tıbaate25 ve güzel kitapları hakikat güzel bir surette çıkarmaya fedakar! ve fı:ıhrl bir hizmettir ki bu yüzden dahi şayan-ı teşekkürdür.

Ebüzziya matbaasından çıkan eserler Avrupa'nın en mu'teber matbaalarının meyvesiyle bir derecededir. Güzel basılmış kitap heveslisi olan kütüphanesini asar-ı Ebüzziya ile tezeyyün eder. Yazdığı hep istifadeli, tab ettiği hep güzel şeylerdir.

[ll-] ıyI U A H E Z E

[ İlave-i Tercüman, 8 Safer 1314 / 7 İyul ıs'96, No: 26]

Bir helvacı yaptığı helyasını, bir bozacı sattığı bozasını ve küfeci yüklenmiş bamyasını bağırıp ·çağırıp methederse bir dereceye kadar afvolunur. Çünkü evvelen malına dikkat celbetmeye gayrı çaresi yoktur ve bir de helvacı ve ya ki bozacı muallim-i edeb değildir. Lakin bir edip, şair, romancı ya ki gazeteci kendi yazdığını helvacıya imtisalen bağırıp çağırıp kendi medh ve sena ederse gayet çirkin bir şey olmaz mı?

Şüphe yok ki pek büyük bir edebsizliktir. Ne kadar zahir bir edebsizliktir ki eslaf bizler gibi terbiyeli bizler gibi malumatlı ve bizler gibi

Avrupalı olmadığı halde bile · bu~un farkında olup hiç biri kendi yazdığını

25 Metinde .ıt,;i.,L...l:ı Şeklindedir.

109

Page 25: TÜRK DİLİ VE EDEBİYATIisamveri.org/pdfdrg/D00371/1988_9/1998_9_AKPINARY.pdfTÜRK DİLİ VE EDEBİYATI .ARAŞTIRMALARI DERGİSİ IX EGE ÜNİVERSİTESİ BAS IMEVİ BORNOVA, İZMİR

Yavuz Akpınar

kendi methedip kendi kalemine kendi dellal olmamıştır. Halbuki "iş bu zaman terakki ve medeniyyette" İstanbul gazetelerinde hazan böyle ilanlar ve idareden ihtarlar görüyoruz ki okudukta kızarıyoruz!

Gerçi gazeteciliğin bir ciheti edebiyyat ise de diğer ciheti naçare ticarete bağlı olduğu malumdur. Fakat gazete ticaret için te'sis edilmediği ve para kazanmak "meslek" dairesinden hariç olduğu sırada müşteri cem'~tmek ve perakende satışı ilerletmek için haysiyet-i kalemiyyeden ayrılmak hiç caiz görülemez. Kar etsin zarar etsin muharrir ve edip helvacı ve bozacı rengine giremez.

Yağmurlu havalarda çürüklükte26 peyda olan mantar gibi zuhur eden reklam, şantaj, dellal, .... venk. gazeteleri Avrupa'da çoktur. Lakin bunların edeb ve edebiyyatta alıp verecekleri olmadığından Şark'a emsal olamaya­cakları ma'lumdur. Dersaadet gazeteleri edebi ve fenni varakalardır ki her biri birer ayine- i edeb olmaya gayret ettikleri aşkardır. Bu halde bazı "ihtar"lar kaçırıyorlar ki hiç şan ve şereflerine yakışmıyor. ·Mesela "Sabah 11

gazetesinin Muharrem 1 'de neşredilmiş nüshasında bu gibi ihtarlardan birini gördük: İdareden haber veriyorlar ki "yarından itibaren "Güller, Dikenler" namıyla milli bir romanın dercine ibtidar edilecektir. "Güller, Dikenler" gaz.etemiz muharrirlerinden Abqullah Zühdf Bey tarafından kaleme alınmıştır. Esasını en sengin. dilleri müteeşsir edecek müthiş, feci, esrarengiz bir cinayet en hissiz gönüllere bile rikkat verecek saf, tabi!, lahfüi bir muhabbet teşkil eden bu roman adat-ı milliyyemize muvafık bir surette yazılmış olduğundan gayet meraklı ve şayan-ı mütlaadır."

MezkOr roman adat-ı milliyeye muvafık surette yazılmış olsa olur, fakat böylece göze sürülüp reklam edilmesi adat-ı milliyyeden değil;

Beyoğlu bid'atındandır. Belki "Güller, Dikenler" hakikaten "en hissiz gönüllere bile rikkat verecek"tir. Fakat burasını tasdik ve beyan edecek naşir ve muharrir değildir, okuyacak adamlardır. Buna razı olmayan mutlak helvacıdır: Buyurun efendiler, halis kamış şekerindendir, yüz dirhemi kırk para!

26 o) ~.J>?' çüıüklükle?: rutubetli yerde?

110

' .1

•.

Page 26: TÜRK DİLİ VE EDEBİYATIisamveri.org/pdfdrg/D00371/1988_9/1998_9_AKPINARY.pdfTÜRK DİLİ VE EDEBİYATI .ARAŞTIRMALARI DERGİSİ IX EGE ÜNİVERSİTESİ BAS IMEVİ BORNOVA, İZMİR

İsmail Gaspıralı Bey'in Edebi Yazıları, Eserleri

Sütunların aşağısında dercedilecek bir roman görülmezden evvel methedilir de sütunların yukarısında dercedilen mevaddın kabahati nedir ki beyan ve methedilmiyor.

"Dercedeceğimiz telgramlar en son sistem makinalardan alınıyor; havadislerimiz en doğru havadislerdendir; eski havadis hiç dercedilmt'.yecektir; güzel ve tesirli lisanımızı dilsizler bile anlayacaktır" yolunda iht!!flar yazmalı. Misali "Sabah" gazetesinden aldık; lfil<ln sözümüz yalnız bu refikimize değildir. Öğle, ikindi ve akşş_m gazeteleri de .reklam ile methiyyeye uşayan27 "ihtar"lara hiç yer vermez iseler pek büyük bir hizmet etmiş olurlar.

[12- ] OSMANLI GAZETELERİNDEN

[ İlave-i Tercüman, 28 R. Evvel 1314 / 25 Ağustos 1896, No: 33)

Neşrinden evvel suret-i itam hususunda muaheze yollu bazı mülahazalar dercettiğimiz ve şimdi "Sabah" gazetesinde tefrika .edilmekte olan "Güller Dikenler" nam roman tamam olmadığı halde hakkında bir fikir peyda etmek güç olduğu sırada şimdilik romanın lisanı sade ve tasavvuratı mükemmel ve tabii olduğunu söyleyebiliriz. Elimize yetişmiş üç beş

parçasına g?.re güzel hikayelerden ai:ldedileceğini tahmin ederek muharririni tebrik ederiz. ·

[imzasız]

[ 1 3 -..] MU A HE Z E

.C İlave-i Tercüman, 9 Zi'l-ka'de 1314 / 30 Mart 1897, No: 13)

Edebiyyat-ı şarkiyyenin şiir, hikaye, durub-ı emsal,28 letaif, medhiyye, mersiye, hiciv gibi aksamı evvelden beri mevcut olup roman, facia ve komedi gibi ·aksamı bu devirde zemmediİdiği halde işbu aksam-ı edebiyyenin birincisi değil ise de en mühimi addolunaca.k "muaheze" kısmı her nasılsa meydan almayıp kalmıştır. Hicv ·bir dereceye kadar muaheze işini

27 uşamak: benzemek, uşayan: benzeyen 28 Metinde Jl.:;..o "':'"' Jfo şeklindedir

111

Page 27: TÜRK DİLİ VE EDEBİYATIisamveri.org/pdfdrg/D00371/1988_9/1998_9_AKPINARY.pdfTÜRK DİLİ VE EDEBİYATI .ARAŞTIRMALARI DERGİSİ IX EGE ÜNİVERSİTESİ BAS IMEVİ BORNOVA, İZMİR

Yavuz Akpınar

görmekte ise de muaheze sayılmaz. Hicv yalnız noksandan kaba surette haber verir; muahezenin bundan esasen farla iyi zannedilmiş fenanın üstünü açtığı gibi fena zannedilen iyiliği dahi meydana çıkardığıdır.

Muaheze, ister acı, ister leziz olsun keşf-i hali ve hakikati izlemekten ve her ·şeyin mahiyet-i29 hakikiyyesini tayin etmekten ibarett~r.

Muabezeden eüilen istifade muahizin kudret-i fikriyyesine ve mülahazat-ı

hükmiyyesine bağlıdı·r. Kuvvetsiz muahii saçma döker; kuvvetli muahiz büyük hizmet- i edebiyyede bulunabilir.

Her işin, vakanın ve eserin mizanı olan "muaheze"nin · şarkta yuva bağlamadığı30 ve meydanı yalnız sükı1t ile medhiyeye boş bıraktıği. teessüflü hfillerdendir ki şarkın fikren durgunluğu muahezenin fıkdanından ileri gelmiştir zannederiz.

A "'.rupa'da efkar uyanması muaheze doğ-doğundan sonra görülmüştür. Ehl- i malumata bunlar mestur değildir. Şark İnuharrirleri arasında muahezenin kadir ve kıymetini bil~n Çoktur. Ekser muharrirler bir ya i,ki garp dili bildikleri halde Avrupaca. muaheze~in ne kadar iş gördüğü

ma'lumlarıdır, fakat bugüne kadar ;;qebiyyat-ı Arabiyye, Türkiyye ve Farisiyye muaheze babından mahrum bulunuyorlar. Bunun aybı

muharirlerde olmayıp "ahvalde" ve bir dereceye kadar da "görenek"tedir. Lakin biraderler bizi afv buyursunlar cüz'! bir ayıp bizlerde yani yazı

yazanlarda da vardır.

Farz edelim ki "ahvale" galebe edecek kadar kuvvete malik göreneğe tabi olmamak kadar cesaret-i medeniyye bulunmasın. Ahvfil ve görenek mani olmadıkları bazı sıralarda dahi muaheze yerine· methiyye; "hayır" denilecek3 l yerde evet efendim yollu kalem çekmek "kalem ayıbıdır" ve arasıra hatta "kalem hıyaneti" bile olabilir.

Uzunca bu mukaddimeden muradımız kısa bir arzudur: Eğer cümle muharrirler .her yazdıklarında muahezeyi elde tutup her okuduklannı ve her ne görürlerse gördüklerini muahe.zeye çekip kalem oynatsalar şarkın ıslahına ve tecdid-i efkarına pek büyük hizmetler etmiş olurlar.

29 Metinde ~ şeklindedir.

30 Metinde ~~~ şeklindedir.

31 Metinde ~ 4~ şeklindedir.

112 '·

Page 28: TÜRK DİLİ VE EDEBİYATIisamveri.org/pdfdrg/D00371/1988_9/1998_9_AKPINARY.pdfTÜRK DİLİ VE EDEBİYATI .ARAŞTIRMALARI DERGİSİ IX EGE ÜNİVERSİTESİ BAS IMEVİ BORNOVA, İZMİR

lsmail Gaspıralc Bey'iıı Edebi Yazıları, Eserleri

"Mekan ve zaman manidir" cevabı olur ise, kadrü'l-hfil yazmalı deriz, çünkü tünel ile geçilmez dağdan araba yolu ile geçilir; araba. yolu yok ise at ve keçi sokağı ile aşmak mümkündür.

Yalnız fileme ve bu zamana hitaben değil gelecek zamanlara karşı yazı yazmak pek büyük bir şan olduğu herkesin malumudur. Doğruya doğru, eğriye eğri, fenaya fena, güzele güzel demek bu şanın esas-ı asliyyesidir. Böyle olmadtkça kalemde şan ve şeref bulundurmak belki mümkün olamaz. Ahval ve görenek söyletmiyor, manidir; evet ama sükôt elimizde değil mi? ..

Falan adamın işi fenadrr; ya ki filan eserin mevadd-ı münderecesi beş para etmez demeye müsaade ya ki cesaret yok ise şu adam, ''.böyle alimdir, şöyle ganidir" ya ki mezkı1r eser "gayet müfid bir şeydir; her kütüphaneye yaraşır bir kitaptır." diye hilaf-ı hakikat yazmaya bizleri mecbur eden kuvvet de bulunamaz. Sükı'.itta ihtiyar eldedir.

. Mecmuaların birinde "falan prens32 nihayet derece filimdir; merhameti ve sehaveti meşhurdur; vatana hizmeti şayan-ı teşekkürdür, maarif-i milliyye muhabbeti ve maarifin intişarına hizmeti büyüktür" yolunda ibareler gördüğümde "filim" olduğu neden malı1m; merhameti, sehaveti ne ile rnüsbit, vatana hizmeti nedir ki vucuduna şükürler e<l;ilsin, maarife muhabbeti, bunun intişarına gayreti neden ibarettir, tesis ettiği mektepler nerededir, kendi cebinden okutup millete bahşeden çırakları kaçtrr, kimdir, nerededir? sual-lerine cevap bulamadım. Halbuki delilsiz sözler sel suyu makamındadır; gelir geçer, faydası ve tesiri olmaz, zaran ihtimaldir.

Bu yolda tercüme-i halleri yazmamak "muaheze-i mesture" a~dolunur ve te'siri tembellerin, eflcarsızların bir kat daha ileri gitmemesine sebep olur ve ahalinin gözüne.sa.de, ak maden gümüş olarak görülmez. Bu da büyük faydadır.

(14-] MECBURİ DEGİL, LAZ I M CEVAP

[ nave-i Tercüman, 23 Zi'l-ka'de 1314/ 13 Apre! 1897, Sayı:l5]

26. nüshamızda dercolunmuş "Muaheze ve Mülahaza"da bir muharrir yazdığını ve ya ki naşir neşredeceğini medhetrnek ve böylece ileriye sürmek muvafık-ı edeb olmadığından .bahsederek misal olarak "Sabah" gazetesinin

32 Metinde .!.L....:. f.f şeklindedir.

113

Page 29: TÜRK DİLİ VE EDEBİYATIisamveri.org/pdfdrg/D00371/1988_9/1998_9_AKPINARY.pdfTÜRK DİLİ VE EDEBİYATI .ARAŞTIRMALARI DERGİSİ IX EGE ÜNİVERSİTESİ BAS IMEVİ BORNOVA, İZMİR

Yavuz Akpınar

"Bir İhtar-ı Mahsus"unu nakletmiş idik. Her ne kadar mülahazamız "Sabah" refikimize mahsus değil ise de "Bir Cevab-ı Mecburi" yazıp "Tercüman"ı şiddetlice sıkıştırmışlar ve ya ki sıkıştıracak olmuşlar ... Buyurun, bakın ne diyorlar:

Gazetemize tefrika edilmekte olan "Güller-Dikenler" romanı henüz neşre başlanılmazdan evvel ale'l-usul mezkür romanın mevzu ve mahiyetl.ni beyan ile hakkında celb-i enzar-ı erbab-ı mütalaa için "Bir !htar-ı Mahsus·" yazmıştık.

Bu ihtar-ı mahsus her nedense Kınm'da neşrolunan "Tercüman" gazetesi sahib-i imtiyazının hoşuna gitmeyerek son nüshasında "Müaheze" ünvanı tahtında malayaniden mürekkep birkaç sütunluk bir hezeyanname neşreylemiştir.

Tere üman gazetesi bir muharririn mahsul-ı kalemi bulunan bir romanın erbab-ı mütalaaya tavsiyesi için bir 'fıkra-i mahsusa yazmanı33 haysiyyet-i kalemiyyeden ayrılmak suretinde telakki etmiştir.

"Medh ü sena olmayan bir şeye muhayyilesinde öyle bir süs verip de gazetecilikte haysiyyet-i kalemiyyeyi34 her halde ondan ziyade bilen ve muhafaza edenlere ders-i edep vermek ... "

"Sabah "ın cevabı daha uzundur fakat meseleye ait noktaları

naklettiğimiz satırlardan ibarettir. 1Muahezemizde isti'mal ettiğimiz "birçok elfaz-ı galize", "hezey.anname" ve "bir kahvehane peykesinde söylenilemeyecek" sözl~r ve "Tercüman" gibi bir gazeteci bulunmasından dolayı gazeteci bulunduğumuz için hakikaten müteessif ve mahcup olduk gibi hayırlı "Sabah "rn lisan-ı nazikanesinden sarf-ı nazar işe bakalım: "Sabah" refikimizin yazdığına göre "ihtar-ı mahsus!" medh ü sena olmayıp yalnız romanın mevzu ve mahiyyetini erbab-ı mütalaaya beyandan ibaret imiş. Böyle ise pek güzel. Demek oluyor ki medh ü senayı "Sabah" da biz gibi münasip görmüyor; binaenaleyh bir efkardayız, fakat refikimizin yazdığı ihtarı anlamayıp sadece bir haberi medh zannedip yazı yazmış oluyoruz ki sersemliktir; kabul edemeyiz. Mezkür ihtar budur; bakın

"haber" mi "medhiyye" mi?

33 Metinde ~ ..il.t 34 Metinde .c..o..lS ı.r-

114

şeklindedir.

şeklindedir.

Page 30: TÜRK DİLİ VE EDEBİYATIisamveri.org/pdfdrg/D00371/1988_9/1998_9_AKPINARY.pdfTÜRK DİLİ VE EDEBİYATI .ARAŞTIRMALARI DERGİSİ IX EGE ÜNİVERSİTESİ BAS IMEVİ BORNOVA, İZMİR

lsmail Gaspıralı Bey'in Edebi Yazıları, Eserleri

Yarından itibaren "Güller-Dikenler" namıyla milli bir romanın dercine ibtidar edilecektir. Esasını en sengin dilleri müte'essir edecek müthiş, feci, esrarengiz bir cinayet, en hissiz gönüllere bile rikkat verecek saf, tabii, lahuti bir muhabbet teşkil eden bu roman gayet meraklı ve şayan-ı mütalaadır."

Eğer yukarıda naklettiğimiz satırlara sade haberdir diyecek bulunur ise hiç teslim edemeyiz çünkü neşredilecek bir romandan erbab-ı mütalaaya haber vermek lazım ise "falan hikayecinin fenni (ve ya ki milli) ve ya ki (tarihe 'müstenid) falan romanıdır" demek kafidir. Büyükçe alem-i matbuatda "ale'l-usul" böyledir. Tenezzülen İngiliz, Fransız, Alman ve Rus matbuatına bir nazar edin; görürsünüz ki "falan romancının (mesela Zola'nın ya ki Şipilg.agın[Spielhagen]'m) yeni bir eserini dercedeceğiz" gibi haber ile iktifa edilmektedir. Lakin ihtara "mezkur eserde de naklolunan vakıalar şu kadar müthiştir ki erbab-ı mütalaanın yüreği çatlar; şu kadar gülünçtür ki güle güle ta Makri köyüne kadar koşar yollu beyanat ilave edilir ise helvacının bağırıp çağırmasına benzer.

Darlanmak, hiddetlenmek lazım değil; gazeteci bulunduğunuzdan mcı.tıcup olmak da lazım gelmiyor. Kaba veya ki hamalcasına lisanımız ile dediğimiz hakikat "bir adam kendi işlediğini veya ki yazdiğını kendi medh ü sena etmemelidir ve hatta hafi surette bile ileri sürmemelidir" diyoruz. Buna şark ve garp ve kendiniz de ittifakdırsınız. Binaenaleyh vazifeniz pek sadedir: Yazdığinız "ihtar" ihtar suretinde· reklam ve medl,ıiye dlmadığını erbab-ı mütalaaya isbattan ibarettir. '

Fenni bir eserin mahiyyet ve derecesi erbabı tarafından; edebi bir eserin tarz-ı ifadesi, usul-i tasavvuru, tesiri, hikemiyyatı, muahi'z ve okuyanlar canibinden tayin olunmak urrıuml kaide- i edebiyyedir. Bahçesaray gazetesinin "malayani" . "hezeyannamesi" değildir. Bana kanmıyor iseniz Sami Bey, Ahmet Midhat Efendi'ye ve Ebüzziya Tevfik Bey efendilere

müracaata muhtarsız.

115