81

Tohum 131

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Her 'Tohum' bir başlangıcın müjdeleyicisi, her başlangıç bir işin tamama ermesinin yarısı... Ve yeni yılda, zamanın bereketli toprağına atacağımız 'Tohum'lar İmam-Hatip camiasından tarihe düşülecek en önemli, belki de yegane notlar olarak tarihteki yerini alacak.

Citation preview

Page 1: Tohum 131
Page 2: Tohum 131

Her 'Tohum' bir başlangıcın müjdeleyicisi, her başlan-gıç bir işin tamama ermesinin yarısı... Ve yeni yılda, za-manın bereketli toprağına atacağımız 'Tohum'larİmam-Hatip camiasından tarihe düşülecek en önemli,belki de yegane notlar olarak tarihteki yerini alacak. Geç-mişte ya da gelecekte suni korkularla sindirilmeye, yön-lendirilmeye çalışılan ne kadar insan varsa, her 'Tohum'onlara, bir tohumun niceliksel olarak küçükmüş görünsede, aslında devasa, verimli bir ağaç olabilme potansiyeliniiçinde taşıdığını haykıracak, zamanı geldiğinde de bunugösterecektir. Çünkü her iyi başlangıcın sonuca ulaşması,zamana sünnetulah olarak yazılmıştır.

Tohum 131. sayısında, başlangıçların sonuca ulaşmasürecinde, üzerimizde birçok güç odağı tarafından haya-tın her alanında uygulanan çeşitli sindirme, korkutma,yönlendirme taktiklerini farklı cepheleriyle ele almayı he-defleyerek toprağa düşüyor. Dosya konumuz olan "KorkuKültürü ve Psikolojisi" bizi yüzleşmemiz gereken kimlik-lerimizle buluşturarak, hem sosyolojik, hem de psikolojikyansımalarını göreceğimiz aynalar tutuyor.

Bu aynalardaki görüntülerden en geniş açıyı yakalaya-bileceğimiz başlıca çalışmalardan biri Prof. Dr. NevzatTARHAN'ın "Korku Kültürü ve Eğitim" başlıklı yazısı...Hüseyin KARACA, Ahmet ALTUN, Zümrüt SÖNMEZ,Mine İZGİ gibi isimlerle dosya konumuzla ilgili birçokrenkten yansımalar bulacağınız Ocak-Şubat sayımız,önemli röportajlara da ev sahipliği yapıyor. Son zaman-larda gündemden düşmeyen Yaşar ALPTEKİN ile yineson dönemlerde gündemin içinden kendisini çekerekadeta bir uzlet hayatı yaşayan Sadık ALBAYRAK kendi-leriyle ilgili merak edilenleri Tohum'a anlattılar.

ÖNDER Genel Başkanı Yusuf Ziyaettin SULA, Doç.Dr. Berdal ARAL, Sabri OTAĞ, Yaşar ERGİNCAN, BilalAKKAYA güncel nabzı tutan yazılarıyla dergimize ciddiaçılımlar sağlarken, "Çevre, Bilim-Teknoloji" gibi yeni ek-lediğimiz köşelerle yelpazemiz her geçen gün daha da ge-nişliyor...

Her sayımızda biraz daha çatlıyor toprak, yer açıyorarz...

İİssmmiihhaann ŞŞİİMMŞŞEEKK

ÖNDER ADıNA İmtİyAz SAhİbİYusuf ZiYaettin sula

GENEl yAyıN yÖNEtmENİfatih türk

yAzı İşlERİ müDüRüisMihan şiMşek

yAyıN KuRulurabia ayaz, hüseyin karaca, Öznur aydın,

elif Yılmaz, sevil Öztürk, ahmet altun

DANışmA KuRuluYaşar ergincan, sabri Otağ, Bilal akkaya,

M. Muhsin aydın, Muhammet Öz, Zümrüt sönmez, esra Yaşar,

a. faruk türkyılmaz, Yasemin Bilnur erenci

REKlAm SoRumluSuMustafa karahüseyinoğlu

tohum Dergisi İmam hatip liseleri mezunları ve mensupları Derneği yayınıdır.

bASKıCemre Ofset

tel: 212 544 85 19

Adres: alemdar Mah. hükümet konağı sk. nO:7

34110 Cağaloğlu/istanBul

tel: 0212 519 09 53-519 12 76 faks: 0212 519 09 57

E-Posta : [email protected]

kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz. Yazılarda kısaltma yapılabilir. hukuki sorumluluk yazara aittir.

ÖNDER

Page 3: Tohum 131

İÇİNDEKİLER

ŞİMDİ ZAMAN DEĞİŞTİ ... BİR HİLAL UĞRUNA NE GÜNEŞLER DOĞUYOR YÂ RÂB!16

ÇOCUĞUN DÜNYASINI YANSITAN AYNA; RESİM 52

ÖNDER 50. YIL ETKİNLİKLERİ BÜYÜK BİR COŞKUYLA KUTLANDI 30

Page 4: Tohum 131

BUZ SPORLARI66

KORKU KÜLTÜRÜ VE EĞİTİM 6

YILDIZ YILDIZ KARELER 40

LAMBADA DANSINDAN, KUŞLARLA BİRLİKTE TAVAFA... 58

BİR TOPLUMUN GÜCÜ,“İKİNİN GÜCÜ”NÜN SAĞLAMLIĞINA BAĞLI62

Page 5: Tohum 131

4 TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

“İÇİYORUM, O HALDE ADAMIM” VEYA “İÇMİYORUM, O HALDE ADAM DEĞİLİM”

Descartes’ın bir sözü var: “Cogito ergo sum”.Yani “Düşünüyorum, o halde varım”. Yine AnayasaMahkemesi eski başkanlarından Yekta Güngör Öz-den’in bir sözünü hatırlıyorum: “Laik olmayanadam değildir”. Yani “Laikim, o halde adamım”. Buözdeyişlere yenilerini eklemeye hazırlanmalıyız.

Yolsuzluk yaptığı için hapse düşüp, rütbeleri sö-külen eski Deniz Kuvvetleri Komutanı İlhami Erdil,kendisini mahkemeye sevk eden eski Genel Kur-may Başkanı Org. Hilmi Özkök’e saldırmak için çokilginç bir gerekçe bulmuş. Meğer Özkök, general-lerle birlikte yemek yerken çaktırmadan şarap ye-rine kola içermiş. Hatta o yüzden dönemin GenelKurmay Başkanı Org. Kıvrıkoğlu tarafından sofradakınanmış ve bardağı değiştirilerek zorla şarap içiril-miş. İşin daha garibi, Org. Özkök kendini temize çı-karmak için, “mayalı içkilere karşı midesininhassasiyeti olduğunu, oysa yemekten önce viskifalan içtiğini” söylemek ihtiyacı duymuş.

Turnusol Kağıdı “İçki”

Hala kullanılıyor mu bilemiyorum. Eskiden birsıvının asit mi, baz mı olduğunu anlayabilmek içinTurnusol kağıdı kullanılırdı. Kağıt kırmızıya dö-nerse asit, maviye dönerse baz olduğu anlaşılırdı.

Bu içki denen meret de Turnusol kağıdı gibi birşey herhal. Bir adam ki içiyor, adamdır ve her türlügöreve, terfiye layıktır. İçmeyen ise ne adamdır, nede iyi bir göreve layıktır.

Prof. Hüseyin Hatemi, 12 Eylül döneminde üni-versitelerden uzaklaştırılan 1402’lik hocalardandı. Birtv programında hatıralarından bahsederken, üniver-siteden bir arkadaşının ona darbeci komutanlar nez-dinde şefaatçi olabilmek için, “Hüseyin hocahakkında yanlış düşünüyorsunuz. Onun içki içtiğinibilirim” gibi bir yalan savurduğunu anlatmıştı. Uzunzamandır bu garip durumun tahlil edilmesi gerekti-ğini düşünüyordum. Erdil’in bu suçlaması da konu-nun üzerine tuz biber ekmiş oldu.

İçki böyle bir misyonu nasıl yüklenebilmiştir?Mesela sigaranın neden böyle bir marifeti yoktur?

İçki içmek adamlık göstergesi kabul edilirken, iç-kiye müptela olanlar neden hasta kabul edilmekte-dir ve tedavi altına alınmaktadırlar? Bir yandan içkiiçmeyenler adam yerine konmazken, diğer taraftaniçkili iken araba, uçak veya makine kullanmak niçinyasaktır? Neden içki bir çok aile yuvasının yıkılma-sının en büyük sebebidir?

Yine 12 eylül döneminde Org. Kenan Evren’indüzenlediği bir davet hatırlıyorum. O davet için ayyıldız desenli rakı bardakları hazırlanmıştı. Yanındada beyaz leblebi vardı. Sanki bir ritüel icra ediliyorgibiydi. Sonra anlaşıldı ki Atatürk, rakı ve beyaz leb-lebiyi çok sevdiği için onun hatırasına saygıdan do-layı öyle davranılmıştı. Peki, Atatürk içki içmeseydibüyük devlet adamı ve komutan olamayacak mıydı?İçki onun insani zaaflarından biri değil miydi? Ni-tekim son günlerde tartışmalara sebep olan “Mus-tafa” isimli filmde onun içki düşkünlüğündenbahsedilmesi belli kesimlerden çok tepki almamışmıydı? O halde neden “rol model” kabul edilen Ata-türk gibi bir devlet adamı ve komutan olabilmekiçin “içmek” şart olarak kabul edilmektedir?

İçki ve Laiklik

Anlaşıldığı kadarıyla içki içenler laik, içmeyenleranti laik gibi görülüyor. Belki de işin püf noktası bu-rada. Bilindiği gibi içki içmek İslam dininde haram-dır. Bir Müslüman içki içerse günaha girer, amadinden çıkmaz. Bir Müslüman’ı içki içmeye zorla-mak da günahtır. İçki haram değildir demek iseİslam dini ile bağları koparmak anlamına gelir.

Laik bir ülkede herkes dinini yaşamakta serbestolmalıdır. Hiç kimse dinine bağlı olduğundan do-layı içki içmediği için kınanmamalıdır, kınanamaz.Laik olmak demek din düşmanlığı veya dinleri ha-fife almak demek değildir. Hele bir insanın diniemirlere uymaması için zorlanması, hem o kişiye,hem de mensup olduğu dine saygısızlıktır. Üsteliksağlık problemleri yüzünden içki ile arası hoş ol-mayan biri bile, sırf dinci görünmemek için içkiiçmek zorunda bırakılmaktadır. İçki içince her türlü

YUSUF ZİYAETTİN SULA

İçkinin yaygınlaştı-rılması doğrumudur? İçki içilenmekanların açılmasıteşvik edilmelimidir? Bu laikliğinbir gereği midir?Neden içkili me-kanların azaltılmasılaikliği tehlikeyeatmak olarak değer-lendirilmektedir?Ayyaş ve alkolik va-tandaşların sayısı-nın artması laikliğenasıl bir katkı sağla-maktadır?

Page 6: Tohum 131

5TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

kusur ve eksiklik gözardı edilip: “Hmm,bu arkadaş madem içki içiyor, o halde gü-venilir biri” demek ne kadar doğrudur?

Dini emir ve yasakların bir an kenarabırakıldığını farzetsek bile, normal bir ailereisi, artık çocuklarına içki içmeyi mi tav-siye etmelidir? “Oğlum/kızım, eğer ilerdeönemli bir adam olmak istiyorsanız şim-diden alkol almaya başlayın” diye bir na-sihat düşünebiliyor musunuz?

İçkinin yaygınlaştırılması doğrumudur? İçki içilen mekanların açılmasıteşvik edilmeli midir? Bu laikliğin bir ge-reği midir? Neden içkili mekanların azal-tılması laikliği tehlikeye atmak olarakdeğerlendirilmektedir? Ayyaş ve alkolikvatandaşların sayısının artması laikliğenasıl bir katkı sağlamaktadır?

Şu anda ülkenin her kapalı meka-nında sigara yasağı uygulanmaktadır.Bu durumdan rahatsız olan büyük birtiryaki kitlesi de mevcuttur. Ama kimsebu yasağı “laiklik tehlikede” diye algıla-mamaktadır. Oysa alkol sigaradan dahatehlikeli bir içecektir. Ocakları söndür-mektedir, insanları mahvetmektedir.Eğer sigara hakkında dini bir kesinyasak olsaydı yine böyle davranılırmıydı? Hiç sanmıyorum.

İçki İslam dininde açık olarak yasaktır.“Bir adam, Allah’ın bu yasağına riayet et-tiğinden dolayı içmiyorsa anti laiktir” teo-risi akıllara ziyan bir teoridir. Zaten “içkiiçmek = laik olmak” denklemi de evlereşenlik bir denklemdir.

Artık bu ülkede Allah’a ve İslam dininemeydan okumak, zıddına hareket etmek,bir terfi ve takdir sebebi olmamalıdır. Hürbir ülkede herkes kendini ifade edebilme,inandığı gibi yaşama hakkına sahip olma-lıdır ve bu hak onun için alçaltıcı birsonuç getirmemelidir. Laikliğin teoriği depratiği de böyledir. Bizde öyle değilse de,bizim dışımızdaki bütün laik ülkelerdeöyledir.

İçki baskısından kurtulmak istiyoruz.Alkolik ve ayyaş olmak istemiyoruz. Ak-lımız başımızdan uçmasın istiyoruz. İçkiiçmenin bir marifet olarak gösterilmesiniistemiyoruz. Devlet erkanının salim ka-fayla bizi yönetmesini istiyoruz. Etrafı-mızda, apartmanımızda, yollarda içkiliinsanların bize zarar vermesini istemiyo-ruz.

Çok şey mi istiyoruz?

Page 7: Tohum 131

6 TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

“Sorma, düşünme, itaat et” Mezopo-tamya kültürlerinden bugüne gelen davranışkalıbı idi.

Günümüzde bu özellik meziyet değil, sa-kınca haline geldi. İnsanlık evreler geçirdi.Kölelik dönemi, işçilik dönemi ve bugün öz-gürlük dönemi…

Özgürlük döneminde çocuk bile hakkınıaramak zorundadır. Nitekim 1989’da Birleş-miş Milletler Genel Kurulu Çocuk HaklarıSözleşmesini kabul etti ve 1990’ da yürürlüğekoydu. Çocuk haklarında bugüne gelinensüreç insanlığın gelişim sürecinin önemli birnoktasıdır.

Dünya da teknolojik bir köy oldu, iletişimolağanüstü. Herkesin birbirinden haberi var.Küreselleşme kaçınılmaz bir gerçek. Fakatyenidünya düzeni adil işlememektedir. ABDDünya nüfusunun %5’ine sahip ancak dünyaenerjisinin ve üretiminin %25’ini tüketiyor.Dünya nüfusunun %20’sine sahip sanayileş-miş ülkeler bugün kullanıma açık dünya kay-naklarının %80’ini kullanmaktadır (Pedersen1991).

Özgürlük Tehdit Altında mı?Bir ülkede kaynakların yarıdan fazlası

%10’luk bir grup tarafından kontrol edili-

yorsa, bu rahatsız edici bir tablodur.Bir ülkede ülke %10’luk bir grup tarafın-

dan yönetiliyorsa, bu suçluluk duygusuuyandıracak bir tablodur.

Aristo orta sınıfın güçlü olması ve onunsiyaseti yönetmesinin ideal olduğunu söylü-yordu.

Gelirin adil dağılmaması, yönetimin adilolmaması servet düşmanlığını ortaya çıkarır.

Adaletsizliğe karşı hak aramayı önlemekiçin zorbalık ve itaat kültürünün desteklen-mesi, egemenlerce kısa ve çabuk yol olarakgörülmüştür. Ancak insanlık özgürlük sos-yolojik dönemine girdi. Baskı, tehdit, kor-kutma ile toplumu yönetmek uzun süreetkili olmayacaktır.

Çözüm Nedir?İyi adamlar, kötü adamlar arasındaki

kavga bitmeyecektir. Uzun vadeli çözüm iyiadamların çoğalmasıdır.

Orta vadeli çözüm iyi adamların organizeolmayı, doğruyu doğru şekilde savunmayıbaşarabilmeleridir.

Kendini beğenmiş kurtarıcılar beklemekitaat kültürünün bir devamıdır. Bilim sürekligerçeği arama çabasıdır. Hak arama bilinci-nin oluşması gerekmektedir.

Anadolu insanı köleliğe değil, özgürlüğelayıktır.

Bilinçli halkın karşı konulmaz gücü yan-lışları düzeltecek tek güçtür.

Hak Arama BilinciBir halk hakkına sahip çıkacak oranda bi-

linçli ise o toplumda kötü adamlar azınlıktakalacaktır.

İslam peygamberi bir gün şöyle söylüyor:“Zalime yardım ediniz”. Nasıl olur diyorlar.Cevap çok net: “Ondaki hakkınızı alarak onayardım ediniz”.

Gerçektende bir insan eğer hakkını ara-mıyorsa, o kişi o hakka layık değildir.

Günümüz insanlığının ortak değeri de-mokrasidir. Demokrasiye inanan insanın üçözelliği vardır:

1.Eleştiriye açıktır2.Farklı düşünceye saygılıdır3.Zor yoluyla fikir değiştirmeye çalışmazHakkını arama bilincine sahip insan bu

özelliklerini koruyarak sürekli düşünce üre-timinde bulunacaktır.

“Eğer ben hakkımı aramazsam beni yö-netenler haksızlığa devam edecekler” diye-rek demokratik yöntemlerle hakkını aramayıbaşaracaktır. İnsanlar haklar ve özgürlükler

“BULUNDUĞU TOPLUM İÇİN FİKİR ÜRETİP DE SÖYLE-MEYEN YA TEMBEL, YA BENCİL, YA DA KORKAKTIR.”

SENECA

KORKU KÜLTÜRÜ VE EĞİTİM

Page 8: Tohum 131

Prof. Dr. Nevzat TARHAN

konusunda bilinçlenirse toplumsal gelişme-nin ve çağın nimetlerinden herkes yararlan-mış olur.

Katılımcılık Sosyal Patlamanın Çö-zümüdür

Otoriter yönetimlerde yönetilenler sor-gulamazlar, hesap sormazlar, eleştiremezler.Bu nedenle muhalefet yoktur.

Otoritesi olan rızaya dayalı sistemde iseyönetilenler eleştirilebilir. Yanlış yapanlardanhesap sorabilir. Örgütlenerek hak arama ça-basına girebilirler.

Yönetimde keyfiliği önleyecek tek yolbudur.

Demokrat yönetimde bir general çıkıp“Devletin yüce menfaati söz konusu oldu-ğunda hukuk rafa kaldırılabilir” diyemez.

Demokrat yönetimde haksızlığa uğra-dığını düşünen insanlar da yasadışı yollarlahakkını aramaya çalışmaz.

1996 yılında İstanbul’da yapılan HABI-TAT-II toplantısında dünya devletleri şu ka-rarı aldı: “Sivil Toplum Örgütleri bu tarihekadar hükümetin katılımcısı idi bundansonra hükümetin ortağı olacaklardır”.

Gerçekten de bugün batı ülkelerinde üçkişi bir araya gelse dernek kurarak bir amaçetrafında çalışmaktadırlar. Bu bizim kültü-rümüzde de vardır. Vakıflarla sivil toplumörgütlenmesi şeklinde insanlar yönetime ka-tılıp düşünce üretmişlerdir.

Katılım ne kadar yaygın ve etkili olursainsanlar sistemi kendi eserleri gibi görecek-lerdir. Eleştiriyi özeleştiri olarak düşünecek-ler, düzeltmeye çalışacaklardır.

Sürü İçgüdüsüne Dikkat!Sürü içgüdüsüne sahip insanlar duygula-

rını bastırırlar. Haksızlık karşısında alkoleyönelirler, çocuklarını ezerler, sağlıklarını bo-zarlar. Adi suçlar, cinayetler artar, kaba kuv-vete dayalı patlamalar yaşanabilir.

Sürü içgüdüsüne sahip yığınların patla-ması Çin, Roma büyük yürüyüşlerini, Fran-sız büyük devrimini doğurdu.

Patlamalar yerine boşalmaları sağlaya-cak modelde beş özellik gereklidir:

1.Sorumluluğu paylaşmak

GERÇEKTENDE KORKUİNSANLARI DİKTATÖR-LÜĞE GÖTÜRMEYEBAŞLAR. KORKAN KİŞİSUÇLULARI ŞİDDETLECEZALANDIRIR. KARIN-CAYA TÜFEKLE ATEŞETME GARABETİNİGÖSTERİRLER. HERŞEYİ POTANSİYEL TEH-DİT GİBİ ALGILAMAEĞİLİMİNDEDİRLER.DENETİMLERİ AŞIRIARTIRIRLAR, ÖZGÜR-LÜKLERİ KISITLARLAR.

7TOHUM/EKİM-KASIM 2008

Page 9: Tohum 131

8 TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

2.Birlikte karar vermek3.Başkasının haklarına saygı göstermek4.Eleştiriye açık olmak5.Düşünceleri zorla değiştirmeye çalış-

mamak6.Bu modelin adı özgürlükçü, çoğulcu,

katılımcı demokrasidir. Demokrasiyi değerolarak benimsemek yetmez, yöntem olarakda benimsemek gerekir. Demokratik birgrup içinde yaşadığına inanan insan, kendinigüvende hissedecektir. Kendini güvende his-seden insan da beklemeyi bilecektir.

DEĞİŞİME KARŞI KORKUOtoriter eğilimli kişiler özgürlüğü ve ço-

ğulculuğu tehdit olarak algılarlar. Kendisinitehdit altında gören kişi korku içindedir.Korku içerisindeki kişi kimseye güvenme-meye başlar.

Diktatörlüğe GidişGerçektende korku insanları diktatörlüğe

götürmeye başlar. Korkan kişi suçluları şid-detle cezalandırır. Karıncaya tüfekle ateşetme garabetini gösterirler. Her şeyi potan-siyel tehdit gibi algılama eğilimindedirler.Denetimleri aşırı artırırlar, özgürlükleri kı-sıtlarlar. Otoriteye korunma amacı olarakbakma eğilimlerinin onları kötü sona dahaçok yaklaştırdığının farkına varamazlar.

Marilyn French “Beyond Power” isimli ki-tabında(1985): “Güç kullanımı acıya, geçicizevklere karşı bir koruyucu olarak artırılmak-tadır. Fakat yaşamdaki her şey gibi güç kulla-nımı kısa ömürlüdür. Baskı ve zorbalık düzenisağlamak için basit ve zaman almayan biryöntem olarak görülür. Aslında grup uyumuiçin katılımı sağlamaktan, kişileri dinlemek-ten onları ikna etmekten ve karşılıklı etkile-şimden daha pahalı ve can sıkıcıdır”.

Otoriter eğilimli kişiler güce dayalı di-siplini bir yöntem olarak benimsediklerin-den sıcak ve sevilen kişiler olamayacaklardır.Sevilemeyen kişiler değişime kapalı kalacak-lardır. Fildişi kulede yaşar gibi topluma çıka-mayacaklardır. Her değişim onlar için birtehdittir.

Çocukları bile “Düşmanını tanı” öğreti-siyle büyüten bir düşünce sistemi gerçektebir korkaktır. Egemen konumlarını korumakiçin oluşturdukları kuşkuculuk paranoyası-nın etkisinde sağlıklı düşünememektedirler.

Tutucu kişilik özellikleri ile denenme-miş şeylere şüphe ve korku ile yaklaşacaklar-dır. Hep denenmişi tercih edeceklerdir.

Demokrasi Aileden mi Başlıyor?

Günümüzde pek çok kişi çocuklarda vetoplumda her yanlışının nedeninin hoşgörüolduğuna, bunun tek çözümünün sıkı disip-lin olduğuna inanmaktadır. Anne babalarınçoğu güce dayalı disipline başvururlar. Ço-cuklarını döven psikologlar ve öğretmenlersaymakla bitmez.

Çocukları şımartmak nedir?Bencil, düşüncesiz, istekleri bitmeyen,

dur-sus anlamayan, kural tanımayan, aceleci,sabırsız çocuklar ve gençler istediklerini iste-dikleri zaman yapmak isterler. İzin vericianne baba tutumları bu gençleri bencil, dü-şüncesiz ve şımarık yapacaktır. Böyle bir ço-cuğun yakınları hoşgörü ve disiplinsizliğekarşı tutum içine gireceklerdir.

Çocuğun ruhsal gelişiminde üç ana ölçütvardır: SEVGİ, DİSİPLİN, İLGİ.

Sevgi-ilgi fazlalığı, disiplin azlığı varsaçocuk şımarık olacaktır.

Sevgi-ilgi-disiplin, üçü de fazla ise çocukanne babasının kopyası gibi olabilecek, ken-dine güveni az, gelişime kapalı, sorgulama-yan, birey olmayan ama uysal bir kişi ortayaçıkacaktır.

Sevgi- ilgi az, disiplin çoksa evden kaçan,bir şeylere isyan eden, kızgın, öfkeli, kırgın,mutsuz, asi, kinci, sorumsuz bir kişi ortayaçıkacaktır. Fiziksel ceza çoksa ıslah olmaz ca-niler, zayıfları ezen acımasız, pişmanlık duy-mayan psikopatlar ortaya çıkacaktır.

Sevgi-ilgi-disiplin, üçü de yoksa o çocukzaten sokakta büyümüş gibidir. Neyin doğruneyin yanlış olduğuna dair vicdanında birbekçi, zihninde bir jüri oluşmadığı için, po-tansiyel bir suçlu, tinerci olabilecektir.

Sevgi ve disiplin var ama ilgi azsa, özel-

likle çalışan anne babanın çocuklarında gö-rülen bir gruba ait olma eğilimleri ortaya çı-kacaktır.

Demokratik Liderlik Nedir?Demokrat olmayan liderlerin bazı mitleri

vardır.1.Bir şeyin olmasını istemiyorsan komis-

yona havale et.2.Demokrasi iş ortamında yürümez.3.Demokrasi aile ortamında yürümez.4.Demokrasi kulağı dolaştırarak göster-

mek gibidir.Fakat Hitler, Mussolini, Stalin gibi dik-

tatörlerin çıkmasının nedenleri analiz edilir-ken şu noktaya gelindi. Demokrasi idealsistem değildir ama mevcutlar içerisinde eniyisidir. Demokrasi bir araçtır, amaç değildir.İyi insanların elinde olursa toplumsal barışsağlanır. Demokrasinin iyi insanların elindeolması içinde toplumda iyi adamların ço-ğunlukta olması gerekmektedir.

Demokrat lider ister anne-baba olsun,ister politikacı, isterse patron altı ana özel-likle ayırt edilir.

1- Eleştiriye açıktır2- Birlikte karar vermeyi hedefler3- Sorumluluğu paylaşır4- Başkalarının hakkına saygı duyar5- Karşı tarafı aktif olarak dinler6- Zor kullanarak fikir değiştirmeye çalış-

mazÖzgürlük, bağımsızlık duygularının fazla

olduğu günümüz gençliğinde sevgi-disiplin-ilginin dengeli verilmesi, yaratıcılık, keşfedi-cilik, girişimcilik özelliklerini hareketegeçirir. Karara katılan, kendisinin fikrine

Hak ve özgürlük bilincinin karşıtı, sürü içgüdüsüdür.

Page 10: Tohum 131

9TOHUM/EKİM-KASIM 2008

önem verilen genç, özgüven sahibi olacaktır.Fikri sorulmayan, onun adına karar verilengenç, sürü içgüdüsü ile hareket edecektir.Baskı, tehdit, korkutma, sindirmeyi hakarama ve sorun çözme yöntemi olarak be-nimsediği için yönetici konumuna geldi-ğinde acımasız lider ortaya çıkacaktır.

Sorun yaşadığı zaman kendini sorgula-mayan, kusuru başkasında arayan, toplumusuçlayan yöneticilerin çocukları hep böyle-dir. Kendi beceriksizliklerini başkasının ku-surları ile örtmeye çalışırlar.

Çocukluğunda ailede demokratik işleyişvarsa, çocuk demokratik bir grup içinde ya-şama tecrübesi kazandığı için hak arama vesorun çözme yöntemi olarak baskı ve şiddetikullanmayacaktır. İkna ve inandırma yönte-miyle barışçıl sonuçlar elde edecektir.

ULUSAL GÜVENLİK SENDROMUBir insan düşününüz; “Düşmanını tanı,

senin Türk’ten başka dostun yoktur, ülkeyiyönetenler, gaflet, dalalet, hıyanet içerisindeolabilirler” öğretileri içeren sürekli beyin yı-kama yöntemleri ile eğitilmiştir.

Bu insan çocukluğunda otoriter bir ai-leden gelmişse, bu ailelerde sorun çözme vehak arama yöntemi olarak baskı, şiddet, teh-dit, sindirme, korkutma, azarlama yöntem-leri uygulanır.

Bu kişi demokratik bir grup içerisindeyaşama deneyimini kazanamamıştır. Bu kişihep emir almaya ve emir vermeye alışmıştır.Hâlbuki demokratik grup işleyişinde emirverilmez, fikir verilir. Kural koyulmaz, örnekolunur.

Bu kişi ülke güvenliğinde sorumlu birmakama geldiğinde doğal olarak kendi da-ğarcığındaki değerleri ve yöntemleri uygula-yacaktır. Sevmediği hoşlanmadığı veyakendisi gibi düşünmeyen herkesi potansiyeltehlike olarak algılayacaktır.

Her şeyi mavi kuvvetler-kırmızı kuvvet-ler diye ayıracak sürekli düşman arayacaktır.

Böyle kişiler sürekli korku ve güven bu-nalımı içerisindedirler. Bu nedenle yanlış is-tihbarat raporları ile kolaylıklayanıltılabilirler.

Son 7-8 yıldır bu süreç işlemiş YAŞ ka-rarları ile üç bine yakın subay yargısız infazamaruz kalmıştır. Tasfiye yaşanmıştır. Tabiricaizse karıncaya tüfekle ateş eder gibi biryaklaşımla kuşkuculuk paranoyası da diye-bileceğimiz kaygılarla toplumun bir kısmıyeşil tehlike diye tanımlanarak potansiyelsuçlu ilan edilmiştir.

Yahut kendi kültürel kimliklerini yaşamak

isteyen, anasından öğrendiği dili konuşmak,yazmak isteyenler bölücülükle suçlanır halegelmişlerdir. Böyle insanlar dostları ile düş-manlarını kolayca karıştırabildikleri içinbüyük hatalar yaparlar. Evrensel değerleri sa-vunanları hemen vatan hainliği ile suçlarlar.

Kendilerini en büyük vatansever, her şeyibilen kurtarıcı psikolojisinde gördükleri içineleştiriye açık değildirler. Diyalogdan kaçar-lar. Konuşmayı vakit kaybı gibi algılarlar.Zaten empati yetenekleri gelişmedikleri içindinlemezler. Dinleseler de kendi diyecekle-rini düşünerek dinlerler.

Küreselleşmenin yenidünya düzeni ol-duğu günümüzde, Türkiye yerini batı değer-lerinden yana koymuştur. Hak ve özgürlükesasına dayalı yenidünya düzeninde hakarama ve sorun çözme yöntemi olarak de-mokratik yöntemler geçerlidir.

Her türlü fikrin pazara sunulduğu, doğrufikirlerin yaşayacağı, yanlış fikirlerin zamanlayok olacağına inanan yenidünya düzenindezorba yaklaşımlar, korku ve güvensizliğe da-yalı güvenlik konseptleri savunulamaz.

İnterneti yasaklamayı ulusal güvenlik tar-tışması içine sokan dünyada iki devlet var.Afganistan ve Türkiye…

Bir ailede baba yetersizse, anne veyabüyük oğul direksiyona geçer. Türkiye'desivil irade sorunları konuşarak çözmek içinotoritesini ortaya koymalıdır. Yoksa dış dün-yada Türkiye’nin imajı militarist bir yönetimolarak gözükmeye devam edecektir.

Büyük yöneticiler farklı karakterdeki in-sanları aynı amaç etrafında benzer hareketşekliyle çalıştırmayı başarırlar. Osmanlı veABD bunu başardı. Bizde başarmalıyız.

DUYGUSAL HAYATIN EĞİTİLMESİİnsanda iki beyin vardır. Düşünen beyin,

hisseden beyin… İnsanoğlu gezegenimizin en üstün varlığı

ise bu güçlü olduğu için değil, akıllı olduğuiçindir.

İnsanın beyninin kuru gerçekleri kayde-den bölümü hipokampustur. Duygusal çeş-niyi kaydeden bellekte Amigdala isimlibadem şeklindeki hücreler grubudur.

Korku, öfke, heyecan, depresyon, neşe,sevinç, kıskançlık, şüphecilik beyinde kim-yasal olarak özellikle amigdal bölgesinin yö-netimindedir. Yüz ifademizi burası belirler.

Duygusal anılar, korkular, heyecanlar bey-nin ilgili bölgelerinde “network” olarak kay-dedilir. Beynin amigdal bölgesi çıkarıldığındaduygusal körlük oluşur. Çok iyi konuşabil-diği halde yakınlarına karşı sevgi, nefret,acıma hissetmez. Beyne bir uyarı geldiğindetalanun bölgesi süzgeçten geçirir, bilgileribeyin kabuğuna gönderirken bazı bilgileridoğrudan amigdale gönderir. Bu, duygusalşartlanmalarla ilgilidir.

Çocukluk dönemlerinde korkutularak ye-tiştirilmiş insanlarda, beyinlerde böyle ref-leksler oluşmakta, sormadan, düşünmedenitaat etmek konusunda duygusal şartlanma-lar meydana gelmektedir.

Kişi isterse bu beyindeki duygusal şart-lanmayı değiştirebilmektedir. Beynin sağ önbölgesi zarar görmüş kişiler empati yetenek-lerini yitirmektedirler. Söylenenleri anlıyor-lar ama ses tonundaki duygusal tonfarklılığını ayırt edemiyorlar.

Duygusal hayat ve korkular atalarımızdanbize miras kalmıştır. Ama biz onları değişti-rebilecek zihinsel ve duygusal altyapıya sahi-biz. Sorma, düşünme, itaat et zihinselşartlanması yerine; düşün, hesap sor, uygula,zihinsel ve duygusal şartlanmalar çağımızındoğrularıdır.

Yönetilenler olabildiğince her düzeyde iktidaraortak olduklarında keyfilik önlenecektir.

Page 11: Tohum 131

10 TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

imdiki gençler harika. Hiçbir dö-nemde çocuk, anne-babaya, öğrenci,öğretmene karşı bugünkü kadar be-cerikli ve bilgili olmamış. Roller de-ğişmiş gibi. Bilgi ve teknolojibombardımanı altında olduğumuzgünümüzde, gençler daha başarılı.Araba, telefon ve internet konula-rında gençler hatta çocuklar, birçok

anne-baba ve öğretmenden bir adım önde.İşte ailelerin ve ülkenin geleceği gençlerimizin

beceri ve kabiliyetlerini keşfedip geliştirmek, yön-lendirmek, faydalı hale getirmek, anne-baba ve eği-timcilere düşmektedir. Uzmanlara göre çocuklarınbecerilerini ortaya çıkarabilmek, onlara yaşlarınagöre sorumluluk vermekle olur. Onun için onlarazaman zaman sorumluluk verilmeli. Başarması du-rumunda çocuğun kendine güveni artacak, güç ka-zanacak ve zoru başaracaktır.

Anne-baba- öğretmen, çocuğun neye yatkın ol-duğu ve sahip olduğu becerilerini gözetmeli ve bubecerilerin ortaya çıkmaları için yaşına göre ve yat-kın olduğu konularda, uygun zaman ve mekânlardasorumluluk vermeli. Sıkılma belirtileri gösterdikle-rinde veya işleri baştan savma yapmaya başladı-ğında görev değişikliğine gitmeli. Çocuğu üst üstebaşarısızlığa sevk edecek, gücünün üstünde so-rumluluklar verilmemeli. Çocuk sürekli motiveedilmeli, umutlandırılmalı ve ona büyük hedeflergöstermeli. Asla beceriksizlikle suçlanmamalı, eleş-tirilmemeli, yargılanmamalı. Aksi takdirde çocukcesaret, yetenek ve özgüvenini kaybeder, geleceğikararır.

Meslek seçiminde çocuğun ilgi duyduğu alanlarve yetenekleri esas olmalı, anne-babanın tutku, arzuve istekleri değil.

Baktınız ki, çocuğun dinleme, anlama ve kav-rama yeteneği yüksek, bu demektir ki, bu çocukokuyup bilim adamı olabilir. Çocuğun alış-veriş veticarete kabiliyeti varsa, o zaman ticarete yönlendi-

rilir. Veya sanata yatkın, o takdirde sanata yönlen-dirip ona göre eğitime tabi tutulmalı. Ya da yöne-tim ve organizasyon becerilerine sahip, o takdirdede o yönde bir eğitim verilmeli. Hz. Peygamber:

“Çalışınız… Kim ne iş için yaratılmışsa, o iş ken-disine kolaylaştırılır.”(Müslim) diyerek bu gerçeğeişaret ediyor.

Üzeyr Garih’in oğlu örneği!Bir TV programında, Çin’in başkenti Pekin'de

yapılan Dünya Genç Girişimciler Yarışması'nda 1milyar dolarlık ‘‘Alkent 2000'' toplu konut projesiyle78 ülkeden 95 genç girişimci arasında birinci olan,Musevi işadamı Üzeyr Garih’in oğlu İzzet Garih’idinliyordum. Diyor ki: “Ortaokul ikinci sınıfa gel-diğimde babam harçlığımı kesti. “Kendi harçlığınıkendin kazan” dedi. Ben de su satmaya başladım,sonra bir arkadaş buldum, bu işi ortak yaptık vepara kazanmaya başladık, bu çok hoşumuza gitti.Hafta sonu, yaz tatilinde farklı işler yaptım,ABD'de Michigan Üniversitesi'nin Endüstri Mü-hendisliği bölümünü bitirdim. Masterı mı yine aynıüniversitede inşaat işletmeciliği alanında yaptım. İşhayatıma inşaat mühendisi olarak devam ettim. İn-şaat ve proje işlerine ağırlık verdim, geliştirdim.Sonra söz konusu toplu konut proje yarışmasınakatıldım ve projem birinciliğe layık görüldü. Bunubabamın küçük yaşta iken bana sorumluluk verip,çalışmamı sağlamasına borçluyum.”

Bu konuda kelebekten insanlara önemli bir dersvardır:

“Bir gün, kozada küçük bir delik belirdi; bir adamoturup kelebeğin saatler boyunca bedenini buküçük delikten çıkarmak için harcadığı çabayı iz-ledi. Ardından sanki ilerlemek için çaba harcamak-tan vazgeçmiş gibi geldi ona. Sanki elinden gelenher şeyi yapmış ve artık yapabileceği bir şey kalma-mış gibiydi.

Böylece adam, kelebeğe yardım etmeye kararverdi. Eline küçük bir makas alıp kozadaki deliği bü-yütmeye başladı. Bunun üzerine kelebek kolayca dı-

ŞHz. Peygamber fera-setiyle ashabınınsaklı kabiliyet ve be-cerilerini ortaya çı-karıyordu. EğerPeygamber efendi-mizin terbiye ve gü-veni olmasaydı, Hz.Ebu Bekir’in doğru-luğu, Hz. Ömer’inadaleti, Hz. Os-man’ın hayası, Hz.Ali’nin cesareti, Amrbin As’ın komutan-lık dehası ortayaçıkmayacaktı.

AHMET ALTUN

İYİ BİR GELECEK İÇİN GENÇLERE SORUMLULUK VERİNİZ

Page 12: Tohum 131

11TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

şarı çıkıverdi. Fakat bedeni kuru ve küçü-cük, kanatları buruş buruştu. Adam izle-meye devam etti. Çünkü her an kelebeğinkanatlarının açılıp genişleyeceğini ve be-denini taşıyacak kadar güçleneceğini umu-yordu. Ama bunlardan hiç biri olmadı!Kelebek, hayatının geri kalanını kurumuşbir beden ve buruşmuş kanatlarla yerdesürünerek geçirdi. Ne kadar denese de aslauçamadı.

Adamın iyi niyeti ve yardım severliği ileanlayamadığı şey, kozanın kısıtlayıcılığınınve buna karşılık kelebeğin daracık bir de-likten çıkmak için göstermesi gereken ça-banın, Tanrı'nın kelebeğin bedenindekisıvıyı onun kanatlarına göndermek ve Busayede de kozanın kısıtlayıcılığından kur-tulduğu anda uçmasını sağlamak için seç-tiği yol olduğuydu.

Bazen yaşamda tam olarak ihtiyaç duy-duğumuz şey çabalardır.

Eğer Tanrı, yaşamda herhangi bir çabaolmadan ilerlememize izin verseydi, ozaman bir anlamda sakat kalırdık. Ozaman olabileceğimiz kadar güçlenemez-dik. Asla uçamazdık..

Güçlü olmak istedim… Ve Tanrı beni

güçlendirmek için zorluklar yolladı.Bilgelik istedim… Ve Tanrı çözmem

için sorunlar yolladı.Başarı istedim… Ve Tanrı bana çalış-

mam icin zeka ve kas gücü verdi.Cesaret istedim… Ve Tanrı bana üste-

sinden gelmem gereken sorunlar verdi.Sevgi istedim… Ve Tanrı bana, yar-

dımcı olmam için sorunlu insanlar yolladı.İyilik istedim… Ve Tanrı bana fırsatlar

yolladı."İstediğim hiçbir şeyi elde edemedim...

Ama ihtiyaç duyduğum her şeyi eldeettim."

Yaşamınızı korkusuzca yaşayın, zorluk-ların tümüne göğüs gerin ve onların üste-sinden gelebileceğinizi açıkça gösterin.”Can AKIN

İslam dini, insanda var olan becerileriortaya çıkarıp geliştirmek için münbit birarazi gibidir.

Hz. Peygamber ferasetiyle ashabınınsaklı kabiliyet ve becerilerini ortaya çıkarı-yordu. Eğer Peygamber efendimizin ter-biye ve güveni olmasaydı, Hz. Ebu Bekir’indoğruluğu, Hz. Ömer’in adaleti, Hz. Os-man’ın hayası, Hz. Ali’nin cesareti, Amr

bin As’ın komutanlık dehası ortaya çık-mayacaktı. O, çocukların kabiliyetlerinifark eder ve onlara, günümüzde 100 kişi-nin altından kalkamayacağı büyük sorum-luluklar verirdi. Mesela hicret gecesinde,öldürülme ihtimaline rağmen çocuk yaştaolan Hz. Ali’yi yatağında yatırmıştı. Yirmiyaşındaki Üsame bin Zeyd’i, içinde EbuBekir, Ömer ve Osman’ın bulunduğu or-duya komutan tayin etmişti, Zeyd bin Sa-bit’in hafızasına güvenerek ona İbranice veSüryanice öğrenmeyi emretmişti. O da buiki dili, 17 gün gibi kısa bir zamanda öğ-renmişti’.

İşte, tabiinlerden İbn-i Siri’nin kızı, 12yaşında iken Kur’an’ı ezberlemiş ve tefsi-rini öğrenmişti. Babası zaman zamanonun bilgisine başvururdu.

İslam tarihine baktığımız zaman görü-yoruz ki İslam, toplumun bütün kesimle-rine, efendi-köle, fakir-zengin, büyük-küçükfarkı gözetmeksizin hepsine eşit, adil dav-ranarak insanlığın mertebesini yükseltmiş-tir. İşte Hz. Ömer’in oğlu, Abdullah’ın kölesiNafi hadiste, Hz. Peygamber’in amcasınınoğlu, Abdullah’ın kölesi İkrime, tefsirdeönemli birer kaynak olmuşlardır.

Page 13: Tohum 131

12 TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

nsanlar gibi medeniyetlerin de gün geçtikçe ta-zelenen, hayatiyetini devam ettiren, dolayısıylaberaberinde kendine has bir vakur duruşu ge-tiren mihver kelimeleri, bu kelimelerden olu-şan dilleri vardır.

Takva bilincine yükseltici bir kavram olarak,"hoşlanılmayan bir durumun başa gelmesin-den veya arzulanan bir şeyin elde edilememe-sinden duyulan kaygı ve korku", "isyanlardan

ve günahlardan dolayı hayâ ve elem duymak" şeklindetarif edilen, "havf", hayata hükmeden İslami incelik-leri özetlemesi bakımından bu mihver kelimelerdenbiridir.

Takva, müminden ayrı düşünülemeyen lazımı gayrimufarık bir vasıftır. Sakınmak, hoyratça yaşamamak,serkeşliği bırakıp, yerini yurdunu bilip, faniliğe fanilikkadar, bekaya da beka kadar kıymet biçmek, yaşadığı-mız an'ların muhasebesi konusunda korkmak, ebedibir yarına göre akort edilmiş dengeli bir ömür geçir-mek, kâmil insanın özellikleridir.

Takva, korkuyu muhabbetin bir vasıtası kılıp, ha-yatı veren Kudret’e aşk ile yönelme iştiyakıdır. Bu şevk,korku ve umuttan meydana gelir. Ariflerin havf ilereca arası bir kulluk disiplinine özel vurgu yapmalarıbundandır.

Kişi, tabir yerindeyse havf ile kılı kırk yaran bir ti-tizliği kazanır. Haram helali gözetme, şüpheli şeyler-den uzak durma bu inceliğin bir neticesidir.

Korku, müslümanın hareket noktasını belirler. İn-sanlığın huzura vahyin iksiriyle çıkması hedefine gidenyolda celali bir kamçıdır. Vusulün bereketini müjdele-yen bir başlangıçtır. Tohumu ekmezden evvel, zeminitohuma layık bir yurt haline getirme sancısıdır. Yürü-düğümüz yolu nahoş kokulardan arındırmaktır. Men-

zili maksuda emin adımlarla yürümenin veznidir havf. Marifet ile, marifet sayesinde korkar insan. Bilen

korkar, bilen umut eder. İrfanı kadar duyar insan, ir-fanı kadar görür. Gördüğü kadar cennete şevk duyar.Ateşi yüreğinde misafir eden özler cenneti... Hicranınkasvetidir, yâre vuslatı değerli kılan... Günahın man-cınığından düşen fark eder, firdevsin berd-ü selamını.Hicran yaşamayan anlamaz kavuşmanın hasretini...Tevbe ile nazlanamayan namaz ile şahlanamaz. Ne-damet fırınında ter dökemeyen düşmanın bileğini bü-kemez...

Korku, bütünlükten kopmamak şartıyla ahlakında lokomotifi sayılabilir. Akif'in deyimiyle "fazilet hissiinsanlarda Allah korkusundandır."

Havf, kendi kusurlarını bilmek, Rabbimizin kudre-tini görmektir. Faniliklerden yılmamaktır. Muvakkatsıkıntılardan kurtulma niyazında, Rabbin lütuf ve ina-yetine sığınmadır. Bir imtihan bir sınanma testidir aynızamanda. (Bakara, 2/155)

İslam denge unsuru prensipler getirmiştir. Aşırıkorku, her şeyden korkmak ümitsizlik ve karamsar-lığa götürür (ifrat). Korkulması gereken konulardakorkmamak ise gevşeklik ve laubaliliktir (tefrit). Hik-met, doğru açıda, doğru reflekslerle hareket etmek-tir. Bir muhayyel korku travması, bir kaygıkuşatılmışlığı içinde yaşamamalıdır insan. İmanın ta-dını almış mümin, tevekkül ile donanmış kişidir...

Yüzyıllara göre hakikat değişkenlik göstermez. Er-demler asırlar üstüdür. İyi ve kötü, zaman ve mekânkaydından azadedir. Sahih bir duruş, ilk insandan bugüne sadece kıyafet değiştirmiştir. Modern çağ nite-lemesi, modernlik aynasında kendine hayran bakış-larla tatmini mutluluk sayanların bir yalanındanibarettir. Piramitleri yapan mimari disiplin, kendi as-

Korku, bütünlüktenkopmamak şartıylaahlakın da lokomotifisayılabilir. Akif 'in de-yimiyle "fazilet hissiinsanlarda Allah kor-kusundandır." Havf, kendi kusurla-rını bilmek, Rabbimi-zin kudretinigörmektir. Fanilikler-den yılmamaktır. Mu-vakkat sıkıntılardankurtulma niyazında,Rabbin lütuf ve ina-yetine sığınmadır. Birimtihan bir sınanmatestidir aynı za-manda. (Bakara,2/155)

iDEĞERLERİYLE YAŞAMAK

KORKULARIYLA DEĞİL

Hüseyin Karaca

Page 14: Tohum 131

13TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

rında bir ileri medeniyet unsuru kabul edile-bilir...

Coğrafya her şey değildir. Ama düşünce-ler, sahip olduğunuz iklim kadar geniştir.Kurduğunuz cümleler, baktığınız gökyüzü,ıslandığınız yağmura gebe bulutların vüsatıile doğru orantılıdır.

Hayat denen şey hep mutluluk kaygısın-dan mı ibarettir? Yaşanılası bir dünya, mut-laka sevinçlerden örülü bir ütopik tarlamıdır? Nefsanîliğin önündeki setleri bir biryıkıp ruhun rağmına kalbe rağmen, bir nar-sist bir kişisel gelişim dayatmacılığı mıdır?

Hakikatler evrenseldir doğru; fakat hermakamın bir mekali vardır. Bir mümin ya-şadığı asrın hadiselerine seyirci kalamaz.İslam dikkate alınmadan Müslümanlara yö-nelik sürdürülen, bir takva sömürüsü diye-bileceğimiz "miskin", "kabuğuna çekilmiş","ötekine mesajını ulaştırmaktan aciz", "deği-şen olaylara değişmeyen İslami disiplinlermuvacehesinden değişik alternatifler ürete-meyen", "potansiyel bir şiddet" olarak daya-tılan bir İslam imajı problemi karşısındaMüslümanların yeni bir ifade dili geliştirme-leri zorunlu hale gelmiştir.

Korkmak ne olaylara duyarsız kalmaktır,ne de usulsüz vusule yeltenmektir. Endişele-rimizi doğru teşhislerle dile getirmek, kor-kularımızı acziyetimizi ifşa vasıtası kılmamakda bir görevimizdir. Bazen korku psikolojisiile müslümanın vakarını zedeleyecek hare-ketler sergilenebilmektedir.

Aslında kaliteli insan yetiştirememe nok-tasında temerküz eden bir özgüven problemiile karşı karşıyayız. İlimde teknikte gerideolanlar ileridekilere ister istemez sürü olur-lar. Sürüden yükselen nakaratlar, umumi-yetle çobana şekva, kendi kendine iradesizkalıplarda bahane bulma ana fikri etrafındadöner.

Mağluplar galipleri hep tenkit eder. Ga-liplerin galibiyet tılsımının anlaşılmasına yö-nelik iç kritik, pek az görülür bir payedirmağluplar cephesinde. Bu durumda yenilenpehlivanın güreş dışı hezimet faktörlerinemüracaatı söz konusudur. Sahadaki oyu-nuna değil, hakemin taraf tutmasına dikkatçeken mağlup takım da aynı savunma trav-ması ile karşı karşıyadır. Başarısızlıklar hep

saha dışı tesirlerle tehdit ve şiddetle hallol-maktadır! Bir merkez üssünden felaketlerservis edilmektedir! Hep hırsız haksızdır. Evsahibinin de bir başka evin sahibi olduğu dü-şünülmez. Dolayısıyla ev sahiplerinin teyak-kuzu bir garanti korunmuşluk perdesi ilekaplanmıştır... Rüyalarımızdaki korkunç ka-rabasanlar bile başkalarının eseridir!

Hâlbuki korku, bizatihi kişinin kendindebaşlar. Vehmin korkudan farkı işte buradadevreye girmektedir. Değerleriyle yaşarinsan, vehimleriyle değil... "Korkma" hissi ile

"korkaklığı" birbirinden ayırmak gerekir. Ra-sülullah (s.a.v), "Allah’ım, aczden, tembel-likten, korkaklıktan Sana sığınırım" şeklindedua ederdi.

Herkes sahip olduğu kıymetlerin bekçisi-dir. Korunacak ve korkulacak hususlar da bukıymetlerin saklandığı çeyiz sandığı ile onunmuhtevasıdır. Günümüz insanının kıymet-ler düğününe hazırladığı çeyiz sandığındaneler mevcuttur? El emeği göz nuru biriktir-diği hangi şaheser işlemeleri dikiş nakışlarıvardır? Marifet nurundan gözyaşı serinliğinekadar, teheccüd aydınlığından, paraya hük-

meden istiğnalı duruşuna, muhitine her ko-nuda örnek olacak salih amellere imza at-masına kadar nasıl bir çeyiz hazırlamıştır?Çalınmasından korktuğumuz değerler san-dığımız terazide kaç dirhem gelmektedir?

Kendi hırsızlıklarımızın deposu olan birçeyiz sandığından mı bahsediyoruz yoksa!Yersiz temelsiz endişelerimiz bundan mı?Hangi yitik hazineden söz ediyoruz? İçi boş-altılmış bir altın küpe mi mersiyelerimiz?

"İtikad"ı, bir meçhul anlamsızlık uçuru-muna yuvarladığımız, "amel”i dönülmez ak-şamın ufkuna sürgün gönderdiğimiz için,hayat standardımızın üst komşunun birgömlek altında kalmaklığından ötürü mükorkuyoruz?

Gelecek endişelerinde mest-ü mahmur,maaş-savaş telaşında global güçlere sövmeyibuğz, klavyede yeni sevdalara açılmayı,münkeri elle düzeltme, liyakatli liyakatsiz herkonuda kamuyu aydınlatmayı dille düzeltmeolarak algıladığımız için mi acaba hüzünle-niyoruz?

Hüzünlerimiz sahiden hüzün kafiyeli mi?Korkularımız, katkı maddesi içermeyencinsten haşyet haşiyeli havf dipnotlu, reca re-feranslı mı, yoksa anksiyete, kaygı, üzüntü,stres, iş yoğunluğu gibi telaffuzu da kendiside şık kavramlardan mı mülhem?

Toprak kokulu korkularla toprağın bağ-rına buyur edilmek asıl dert...

Tasamız, endişemiz dünyanın sohbetini,ukbanın firkatine tercih etmemeye göre şe-killenmeli aslında. Fani ayrılıklara değil, bakikopuşlara hayıflanmayı öncelemek ve dahigönlümüzdeki fikri, dilimizdeki zikri gün-cellemek. "Kork Allah'tan korkmayandan"atalar sözüne biat tazelemek...

Yaratana saygıyı, yaratılanlara sevgi pren-sibi üzerinden pişirdikten sonra ifadeye dök-mek... "Kendimizi ifade edemiyoruz"şikâyetinden "biz kimiz" sualine yükselmek...Bizi anlamıyorlar" tenkidinden, "neden an-latamıyoruz" muhasebesine direksiyon kır-mak... Bizi korku ile terbiye edenlerle ucuzmeşguliyeti bir kenara bırakmak… En büyükumuda tırmandırıcı bir reca işçiliğine bes-mele çekmek...

Korktuklarımızdan emin, umduklarımızanail olma dileklerimizle...

Page 15: Tohum 131

14 TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

orkular hayatın ortasına sıkıcagerilmiş bir ip, çelik bir halat. Enbüyük bölücü, ayrımcı, kutuplaş-tırıcı. Bu gergin ip, bu bariyerler,dünyayı, birinden diğerine ula-şımı imkansız iki karşı kıyıdanibaretmiş gibi algılatıyor; gidile-cek başka kıyılar, görülecek başka

renkler yokmuş gibi.İnsanları ve kavramları kolaylıkla saflara ayı-

rıp kutuplaştıran korku unsuru bir büyük kıyımıdaha gerçekleştiriyor; çeşitliliği yok ediyor.Çünkü her şey, saflar ve tribünler belirlenirkenhoyrat genellemelere maruz kalıyor. Koca kocaharflerle muhkemleşmiş yaftalardan sıyırıp “as-lında şöyle!” diye haykırmak yoruyor, zamanlakabullenip, söylemlerimizi aynı büyük harfleringölgesinde yükseltiyoruz.

O kadar keskin çizgilerle çiziliyor ki sınırlar, aynıanda iki tarafı birden anlayamıyor, herhangi bir şe-kilde etiketleyip karşımızda konumlandırdığımızhiç kimseyle empati kuramıyoruz. Sonra tüm kav-ramlarımız birbirini bir türlü dengeleyemeyen buiki kutuplu dünyanın pençesinde yeniden yazılıyor,şekilden şekle giriyor, içi boşalıyor. Gün geliyor, bukavramların en evrensel olanları hakkında bile üçkişiyi bir araya getirip uzlaştıramıyoruz.

Doğu, Batı, Millet, vatandaş, Müslüman,kâfir, devlet, din vs. Bu kavramlar Hucurat su-resinde geçen “Ey insanlar, gerçekten, biz sizi birerkek ve bir dişiden yarattık ve ’birbirinizi tanı-manız ve tanışmanız’ için sizi halklar ve kabile-ler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah katındasizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk, renk, soyve servetçe değil) takvaca en ileride olanınızdır.”hükmündeki temel tasnif dolayısıyla şekilleni-yor aslında. Allah’ın bu hükmü, yarattığı girifthayatın insanlarının ve kategorilerinin de nekadar çok şekilli olduğunun bir göstergesi. Biz-ler üstünlüğün takvada olduğunu bilerek ama

farklılıkları da doğru tanımlayarak ilişkilerimizisürdürürüz. Çünkü sağlıklı ilişkiler kurmak içinmuhatabımızı doğru tanım(lam)ak zorundayız-dır. Ancak muhafazakar, İslamcı, laik, köktenci,dinci ayrıştırmaları Allah’ın hükmündeki adiltasnifin üzerinden, korku unsurunun tetiklen-mesiyle sanal olarak oluş(turul)uyor. Bunlar sa-dece konjonktüre göre şekilden şekle girenyaftalar-etiketler olduğu halde, temel kavram-ları sınırlandıran üst kimlikler halini alıyor.

Böylece kimi şeyleri ötekileştirip, kimilerini demeşrulaştırıyor korku unsuru. Kimilerini can hav-liyle öteye itip uzaklaştırırken, kimilerine doluya ya-kalanmış da aynı şemsiyenin altına sığınmış gibiyanaşıyoruz. “Bizden ve sizden” ayrımı da buradabaşlıyor işte. Sadece yağıştan korunmak için altınasindiğimiz yafta şemsiyeleri ve zorunlu kabuller evi-miz oluyor. Şemsiyenin dışındakilerse evimizden,ailemizden, bizden olmayanlar.

Aynı şemsiyenin altında yağıştan korunmaya ça-lışırken, yani herhangi bir kriz durumuna karşı güyabirlik olurken, bakış açılarımızı kimliksizleştirmekzorunda kalıyoruz. Fikirlerimizin sivri uçlarını içi-mize çekerek, nefesimizi tutarak ancak yan yanadurabiliyoruz. Son yıllarda dilimize pelesenk ettiği-miz hoşgörü kavramı tam da bu silikleşmenin üze-rinden yol buluyor kendisine. Birey olarak gizlenipkitleler halinde gizli bir sözleşmede birleşmiş olu-yoruz bu kavramla. Hoşgörü bambaşka bir etiketolarak neşvünema buluyor.

Sosyal ve siyasi gündemimizi belirleyen mesele-lere yaklaşım biçimlerimiz ve tepkilerimiz doğal in-sani korkuların üzerine konuşlanmış toplumsalkorkularımızdan kaynaklanıyor. Derin devlet ana-lizleri ve ürkütücü paranoyalarla dolu dizi senaryo-ları, kemikleşmiş toplumsal korkularımız yüzündenbu kadar revaç buluyor. Biz bu korkular yüzündenyağmurdan sonra dağılacak tespih taneleri gibiyiz,aynı tarağın dişleri değil.

Sosyolog Prof. Nükhet Sirman’ın geçen yıl Fa-

Kİnsanları ve kavram-ları kolaylıkla saflaraayırıp kutuplaştırankorku unsuru birbüyük kıyımı dahagerçekleştiriyor; çe-şitliliği yok ediyor.Çünkü her şey, saf-lar ve tribünler belir-lenirken hoyratgenellemeleremaruz kalıyor.

ZÜMRÜT SÖNMEZ

KORKU: DÜNYAYI İKİYE BÖLEN KALIN ÇİZGİ

Page 16: Tohum 131

15TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

BİZ BU KORKULAR YÜZÜNDEN YAĞMURDAN SONRA DAĞILACAK TESPİHTANELERİ GİBİYİZ, AYNI TARAĞIN DİŞLERİ DEĞİL.

dime Özkan’a verdiği röportajda bu konuyla ilgili ilginç tespitleryer alıyor:

“Korku insanları kendi evine, safına geri çağırır. Korkmayaninsan ortalığa atılır. Korkan ise önce kabuğuna çekilir, kendini ko-rumaya çalışır. Bunun için de kendi gibilerle yan yana durur, or-taya saflaşma çıkartır. Korku politikaları bunu mümkün kılar. (…)Safların adı ırkçılar ile ırkçı olmayanlar, cumhuriyetçiler ile cum-huriyetin değerlerine kastedenler, devleti koruyanlar ile hainler...şeklinde konuyor. Korku politikası kimin nerede durduğunu yeni

baştan belirliyor ve belli bir coğrafyayı yeniden kendi meşru top-rağı haline getiriyor.”

Doğduğumuzdan beri yapma-etme gibi yasaklarla yetiştirilmişolmamız, yine aynı yasaklarla dolu sosyal yaşantımız, siyasi tari-himiz, darbe politikaları, gündemden hiç inmeyen savaş ve terörhaberleri içimizde bizimle birlikte bir de korkak çocuk büyüttü.Şimdilerde sıkça karşılaştığımız öfkeli, duygusal, ne yapsak mem-nun olmayan insan halleri, yavaş yavaş beslenip palazlanan buçocuğun eseri. [email protected]

Page 17: Tohum 131

16 TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

Galeri

Öncelikle bir durum değerlendir-mesi yaptığımızda, Türkiye’nin coğ-rafi-tarihi konumu itibari ile bugünkühalini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bunu şöyle değerlendirmek lazım: Meh-met Akif kendi döneminde, "Bir hilal uğrunaya Rab ne güneşler batıyor" demişti. Ama bizartık 21. asırdayız. Türkiye artık o güneşle-rin battığı dönemden,"Bir hilal uğruna negüneşler doğuyor ya Rab" demek gereken birdöneme gelmiştir. Bu hilalin yeniden doğuşuson elli yıllık çabanın, çalışmanın ürünü…Yani bir nevi “İslami Rönesans” da diyebilir-siniz. Rönesans demek yeniden doğuşdemek… İslami yeniden doğuş… Bunun dakaynağını, ruhunu İmam Hatip nesli temsilediyor. Hatta hepimizin mensup olduğu ca-mianın mensuplarının, İmam Hatiplilerindaha liseyi bitirir bitirmez çıkardıkları ilkdergiye Tohum adını vermeleri bunun birgöstergesi, inancıdır. İşte bu yeniden doğu-şun ilk adımlarıdır. Kim demiş bilmiyorum:

"Gelsin de baharım; Seyret ki toprakiçinde kalacak dane miyim ben"

İslam toplumları diğer devletler gibi da-ğılma süreçlerini yüzyıllara aktaran bir top-lum değil, dinamik bir toplumdur. Yenidenuyanışın, yeniden hareketlenmenin kıvıl-cımlarını çakmışlardır. Önde gelenler de bukubbenin altında yeni neslin doğması içinparatoner vazifesi gördüler. Bizim eskidenokuyacak kitabımız yoktu ama bir nesil ilmi

notlarla, fotokopilerle devam ettirdi öğreni-mini. Daha sonra 50 ciltte tamamlanacak biransiklopediye varıncaya kadar bir gelişmegösterdiler. Bugün İslam ansiklopedisi yaniDiyanet’in çıkardığı ansiklopedi bunundoruk noktasıdır. Bu ansiklopediye vücutveren nesil, tuzsuz çorba, küflü bulgur yiye-rek büyümüştür ve bir sürü badirelerdensonra bugünkü konuma gelmiştir. İştebugün Türkiye böyle bir mücadelenin ön-cüsü konumundadır. Türkiye’nin bugün si-yasi, sosyal ve kültürel bakımdan ulaştığıseviyenin ilk adımları böyle çileli olmuştur.

Türk toplumu ilme ve kültüre nekadar açık?

Geçmişte Türkiye kapalı bir toplumduama bu öyle olmuş ki, Balkanlar'a uzanıyor-sun hala Türkiye'den medet umuyorlar. Lib-ya'ya gidiyorsun aynı. Sudan’a gittim, oradaiki İmam Hatipli kız gördüm: Nedfe yur-dunda. Diğer öğrenci kızların hepsi zenci,Afrikalı; Farsça konuşuyorlar. İki tanesi deİmam Hatipli beyaz. "Biz" dediler, "tesettür-den dolayı buraya okumaya geldik". Ozaman dedim ki İmam Hatipli bir kız oku-mak için Sudan’a kadar giderse, herhaldeerkek İmam Hatipliler Antartika’ya, Kosta-rika ve Patagonya gibi yerlere gitmelerilazım. Kültürün, inancın, idealizmin nekadar önemli olduğunu, bunun da baskılarla,sindirmelerle yok edilemeyeceğini gösteri-

yorlar... Karadeniz’de Türküler söylenir; eğerşimdi bir kız şu dörtlüğü söylerken kullan-dığı Farsça, Arapça kelimeleri yerli yerineoturtuyorsa o memlekette büyük bir kültürvar. Mesela bu, yüz sene evvel söylenmiş birtürkü:

"Dünya viran kalasın Kimseye amanın yokParma herşeyin yekta Sade bir numanın yok"

Trabzon'da sülüklü asri mezarlıktaki taş-ları toplamışlar; Orada en az 10 tane müder-rise var. Bunlar 300 belki 400 sene evveliyazıyor. Bu ne demek: Kadın erkek bu ilmeherkes talip olmuş. “Nesara-yensuru”danbaşlayıp da icazetname alan kızlar var. İştebu bizde köklü bir kültürün mevcut olduğu-nun teyidi... Balkanlar'da, Afrika'da yahutOrtadoğu'da aynı şeylerin olduğunu göre-ceksiniz. Bu saydığım yerlere gidin, sizi hila-fetin başkentinden geliyorsunuz diyekarşılarlar. İşte bu Türkiye’nin mevcut ol-duğu konum; elli sene toprak altında kalmış,üzerine kül serpilmiş.

Şu anda bir uyanış dönemindemiyiz?

Evet. Necip Fazıl şöyle derdi: "Benim fi-kirlerim o kadar önemli ki istedikleri zamangürültü koparırlar, istemedikleri zaman kül

ŞİMDİ ZAMAN DEĞİŞTİ ... BİR HİLAL UĞRUNA NE GÜNEŞLER DOĞUYORYÂ RÂB!SADIK ALBAYRAK: OSMANLILAR VİYANA’YI KILIÇLA FETHEDEMEDİLER,AMA İMAM HATİPLİ GENÇLER BUGÜN İLİMLE ÇÖZECEKLER BUNU, HİÇ-BİR ŞEKİLDE KAVGA DA OLMAYACAK. TÜRKİYE'NİN GELECEĞİ BU…

Page 18: Tohum 131

17TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

RABİA AYAZ

gibi örterler, hiç kaale almazlar". Bu, böyle birfikir mücadelesinden, böyle bir inançtan, iş-tiyaktan, sevgiden tezahür ettiği için bugünTürkiye İslam dünyasında itibarı olan bir ül-kedir. Kültürel bakımdan, sosyal bakımdanabi konumundadır. Son dönemlerde BM’ninTürkiye'yi seçmesinin ölçüsü de budur.

Cumhuriyetin ilk dönemindensonra yaşadığımız boşluk ve eksiklik-lerden bir nesil yetişiyor. O neslin ça-lışmaları yavaş yavaş meyvesinigösteriyor.

Tabi ki o zamanlar biraz baskıcı bir dö-nemdi. Ben çocukken hatırlıyorum, bizimköyde Molla İbrahim Hoca vardı, balkondanezan okurdu. Ezanı şöyle okurdu: "Tanrı ulu-

dur tanrı uludur". Sonra kısık bir sesle: "Al-lahü Ekber Allahü Ekber" diye okurdu. Şimdiyanındakiler Allahu Ekber duyacak ama re-jimin jandarması var, şikâyet eder falan. Amao günler “nesara-yensuru”dan başlanırdı vebizim de hemencemiz vardı, içine subarayı,amme cüzünü koyardık. Bunu söküp ata-madılar. Yani o tohum toprak altında bekli-yordu. 50’li, 60’lı yıllarda bu yavaş yavaşfilizlendi ama yaz çok sıcak olur yakar, kışınçok soğuk olur dondurur. O mevsimlerinhepsini yaşayarak Türkiye yeni bir oluşumiçinde yeni bir yüzyıla geldi. Türk insanınınkalbi Beytullah’ta, kafası Anadolu'da, bir eliBalkanlar'da, bir eli de Kafkaslar'da. İşte oruh yapısı içinde yeni bir hilal nesli doğuyor.Bu hilal Tunus’ta da, Fas’ta da, diğer ülke-lerde de vardır. Ama çeşitli varyasyonlarda,

bir takım şekillerledir. Ruh ve mana aynıdır,bunun öncüsü Türkiye'dir. Türkiye'yi böylegörüyorlar. Efendim Osmanlılar Viyana’yıkılıçla fethedemediler, ama İmam Hatipligençler bugün ilimle çözecekler bunu, hiç-bir şekilde kavga da olmayacak. Türkiye'ningeleceği bu…

Başlangıçtaki İmam Hatip talebe-leri ile bugünküler arasında nasıl birfark var?

Bizim dönemimizde İmam Hatip okulu-nun programı çok önemliydi. Hocalarımızınhepsi rüşdiye, idadiyeli, klasik kültürle yetiş-miş insanlardı. Dilde derslerimiz çok ağırlıklıidi ve kültürel bakımdan insanı doyumaulaştıracak yapıdaydı. Rüştiye idadi diplo-

Bir insan için en korkunç şey fikri erozyondur, fikri atalettir.

fOtO

Ğr

afl

ar

:eli

f Y

IlM

aZ

Page 19: Tohum 131

18 TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

masıyla, (hatta askeri lise diploması) 50-60'lıyıllardaki İmam Hatip diplomaları aynıdır. Oprogramı o devirde yetişenler uyguladıklarıiçin milli savunma dersine gelen bir asker ileİmam Hatip öğrencileri arasında bir prob-lem olmuyordu. Ama sonradan bir takımdeğişmeler, basitleşmeler olmuş, o kültürbiraz genişlemiş gibi geliyor bana. Bizim za-manımızda kitap yoktu, not tutardık. Şimdiise kitaplar, ansiklopediler, bilgisayarlar var.Bu bolluğa rağmen eski kültür zenginliğiyok. Özümüz içe kapalı olduğu için hırslaher şeye dalıyorduk. Mesela bize hitap edengazete yoktu ama bir yerde bütün gazeteleriokurduk, yani toplumun ilgilendiği heralanla ilgilenirdik.

Kelimenin tam anlamı ile talebeliğiyaşıyordunuz o halde…

Evet, 29 Ekim'de 19 Mayıs'ta yürüyorsu-nuz siz İmam Hatipli olarak, Türk bayrağıönde, İmam Hatipli flaması arkada. "İmamolacaksın" diye dalga geçerlerdi bizle. Amasonradan öyle oldu ki futbol maçı yapıyoruz,biz yeniyoruz; güreş müsabakaları yapıyoruz,galip geliyoruz. Münazaralar da öyle. Tabiböyle bir nesil sonradan çoğalınca, değişikalanlara kayınca bir takım sıkıntılar baş gös-terdi. İmam Hatip okulları yüksek tahsile git-tiler, gelişme olunca o zaman "siz imamsınız,hatipsiniz, gidin imamlık yapın" dediler. Bunesle şimdi olduğu gibi imtihanla da eği-timde fırsat eşitliğini çok gördüler. Böyle birsıkışma oldu ama bütün bunlara rağmenbinlerce öğrencinin yetişmesi Türkiye'deyeni bir yapılanmanın ürünü olmuştur.

Bugünkü İmam Hatip gençliğinindurumunu nasıl değerlendiriyorsu-nuz?

Şimdiki gençlerin hali Türkiye'nin geneldurumudur. Herkes yüksek tahsil yapacak,herkes diploma alacak diye bir şey yok.

Önemli olan sosyal hayatta, gelir dağılımındadengeli bir şekilde yaşamak ve kendi örf-adetleri içerisinde sosyal yaşantıyı düzenle-mektir. İşte bütün sıkıntı buradankaynaklanıyor.

Türkiye geneline baktığımızda sanki or-tada bir sorun var, çözülmeyi bekleyen birtılsım gibi.

Her yerde var; 68 olayları, 27 Mayıs falan.Gençler hep hareket halinde. Ama bunlartoplumun genel değişimini gösteriyor. Eski-den aileler çağdaşlaşma imiş gibi çocuklaradansı öğretirler, sonra sahneye çıkartırlardı.Yapmacık bir şeydi, şimdi ise insanlar örf-âdeti ile hareket ediyor, kimliğini kazanıyor.Eskiden devrim, kadın diyorlardı sonra baskıuyguluyorlardı. Şimdi ise kadınlar da kendikimlikleri, kendi ölçüleri ile hayat ve inançmücadelesi veriyorlar. Bu hudutlar içindekalmış bir şey değil. Bunu mayın tarlaları ilekısıtlayamazsın, dışarıya taşmış her alanda.

Yani toplumun bütün kesimlerindeaynı değişim söz konusu.

Tabi ki toplumun bir kesimi gelişmişte,bir kısmı geri kalmış diye bir şey yok. Top-

lumu bir bütün olarak değerlendirmeklazım… İşte Türkiye’deki, siyasi yapılanmada bunun bir tezahürüdür.

Biraz da siyasi partilerden bahse-delim, "Türkiye’de bu siyasi ahlaktır"diyebileceğimiz bir oluşum var mı?

Şimdi siyaset kelimesi aslında literatür ba-kımından güzel de, Türkiye'de politika yapı-lıyor. Politika çok yönlü ve bunu böyledeğerlendirmek lazım… Ayrıca toplumdabatılı normlara göre yerleşmiş bir politik ya-pılanma yok. Demokratikleşme yönündepartilerin yolu aslında güzel bir olaydır. Birkulvarda koşulurken kesin çizgiler varsa ot-riksiyon olmamalı, yani partilerin birine geç,birine dur olmaz. 60 ihtilalinde olduğu gibiCHP'ye al teslim et, öbürüne dur olmaz. Odevirde Ali Fuat Başgil Hoca'yı (Allah rah-met etsin), komite üyeleri çağırmışlar, "sensenatör olmuşsun, cumhurbaşkanlığınasakın adaylığını koyma." Çıktıktan sonra ga-zeteciler sormuş ne yaptınız ne konuştunuz:"Ben Mr. Tomson'la, Mr. Sten'le tanıştım"demiş. Tomson ile sten silah markası. Artıkbu devirler geçti. İster istemez bu değişime,bu bilinçlenmeye herkes uyacak, uymakmecburiyetinde.

Siyasi partilerimiz buna yeterikadar uyabiliyorlar mı?

Siyasi partiler bizim eserimizdir, bizimürünümüzdür. Yani herkes parti, herkes fik-rini söylesin.

Ama fikrinde vakarlı ve dik dur-sun…

Tabi dik dursun. Bu da gene kültürel biryapıdır. Okumalı, yetişmeli, cesaret etmeli.Yoksa iş, "düğüne giden zurnaya, hamamagider kurnaya aşık olur" meseline döner. Tabifarklı fikirler ve partiler de olsun. Necip Fazıl

TÜRK İNSANININ KALBİ BEYTUL-LAH’TA, KAFASI ANADOLU'DA, BİRELİ BALKANLAR'DA, BİR ELİ DEKAFKASLAR'DA. İŞTE O RUH YAPISIİÇİNDE YENİ BİR HİLAL NESLİ DO-ĞUYOR. BU HİLAL TUNUS’TA DA,FAS’TA DA, DİĞER ÜLKELERDE DEVARDIR. AMA ÇEŞİTLİ VARYASYON-LARDA, BİR TAKIM ŞEKİLLERLEDİR.RUH VE MANA AYNIDIR, BUNUN ÖN-CÜSÜ TÜRKİYE'DİR.

Page 20: Tohum 131

19TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

der ya, "Sen benim ifade ve hızımsın, gün-düz geceye muhtaç, sen de bana lazımsın".Bunlar da olsun gök kubbenin altında. Yedirenk varsa bu renkler hepsi olsun. Siyah dalazım, beyaz da…

Günümüzde herşeye rağmen geç-mişte yaşanan bazı olumsuzlukların(örneğin darbe denemelerinin) artıksonuçsuz kalması önceki denemelerinacı tecrübelerinden olsa gerek.

Tabi o kadar çileler, sıkıntılar çekildi. Her-kesin bir görevi var; adam darbe yapıyor,profesörler karışıyor işin içine. O zaman üni-versite berbat oluyor. Adamlar askeri karış-tırıyor, o zaman askeriyenin içindehuzursuzluk oluyor. Askeri kimse istismaretmemeli; Temennim o, örnekleri ile or-tada…

Maddi zorluklar mücadeleyi etkilermi?

Hapishaneye gittiğim zaman kurtlu çorbaiçtim, hiçbir şeyden de kaybetmedim. Çünkübir inanç varsa o mezbelelik gülistan olur in-

sana. Onun için İmam Hatip nesli umutsuzolmasın, şimdikiler de ağabeylerinin yaşa-dıklarını görsünler, nelerle mücadele ettikle-rini.

Bugün öyle kimselerle karşılaşıyorum kideğil İmam Hatip mezunu, İmam Hatipokuluna altı ay girmiş çıkmış, "ben İmamHatipliyim" diyor. Bunların içinde vali var,kaymakam var. Başka bir şey o kapıdan gir-mek çıkmak. Eskiden Türkiye'yi siyasallaryönetiyordu, daha evvel Galatasaraylılar yö-netiyordu. Peki, bu adamlar kozmopolit ye-tiştikleri, papazlar onları destekledikleri içinmi Türkiye’yi yönetecekler de ötekiler yö-netmeyecek. Onun da anası, babası, köyü,kaynağı belli. Hele icazetnamelere bakarsanbizim kültür yapımızın nerelere kadar gittiğigörülür. Onların kültürü kozmopolittirbizim ise nebevidir, yani Peygambere kadargider.

Gençler eski ideolojik şeyleri bir tarafa bı-rakmalı, okumalı, öğrenmeli bilgi sahibi ol-malı. Bugün roman, şiir kitabı, hadis külliyatıhepsi sünenlerle tercüme edilmiş tefsirlervar. İşte Müslüman yitik olan ilmi alacak, al-dığı zamanda hiç kimse karşısında duramaz.

ABD'de bir seçim oldu, BarackObama kazandı. Sizce diğer Amerikabaşkanlarından bir farkı var mı?

Amerika'da başkanlar değişir ama Ame-rika’nın menfaatleri değişmez. Obamazenci, Hüseyin falan boş… Eğer Ameri-ka'nın menfaatlerini düşünmezse bu adamıseçmezlerdi... Ama nasıl ki Türkiye'deki de-mokratikleşme süreci pek çok şeyi değiş-tirdi. Obama'nın seçilme süreci de 60-70'liyıllardan itibaren bu noktaya geldi. "Aynıotobüse binemezsin, aynı lokantada yiye-mezsin" diye bir şey yok. Şimdi Amerika'dadünyada kendini iyi göstermek için böylebir yapılanma içine girdi. Clinton da fenadeğildi, Bush'ta Amerika için çalıştı. Şimdiben Türkiye'de güçlüysem, mutluysam her-kes benden yana olur. Türkiye, bugün krizolaylarında büyük badireler atlattı. Amabazı ülkeler var, iflas bayrağı çekti.

Global menfaatlerini göz önüne al-dığımızda ne gibi bir fark olabilir?

Dünya açısından baktığımızda diğerlerin-den farkı yok. Amerika ile diyalogların sağ-

Türkiye'de siyasetten çok politika yapılıyor.

Page 21: Tohum 131

20 TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

lanması açısından belki iyi olur. Filistin, Irak,Afganistan sorunu çözülür mü, Obama "çe-kilelim Afganistan’dan, ne işiniz var" diyebi-lir mi, bunu göreceğiz. O zaman bir farkıolur. Şu da var ki Amerika’ya alternatif ülke-ler olmalı, satranç oyunu gibi o dengeyi kur-mak lazım.

Gazeteci ve yazar olarak tanıdığı-mız Sadık Albayrak olarak sizi en çokkimler yada neler üzdü? Biraz da bun-lardan bahsedebilir miyiz?

Hayatta hiç kimse beni üzmedi, hayattahiç mutsuz olmadım. Çile, ızdırap çektim,fikrin çilesini çektim ama hayatta yaptığımhiç bir şeyden de pişman değilim. Geldiğimnokta itibari ile de cesur olduğumu söyle-yebilirim. Çünkü bir insan en çok neyi dü-şünür? Yiyecek, içecek vesaire… Öyle birşey düşünmedim. Diyanet’ten yazılarımdandolayı atıldığım zaman Nesil'de yazı yazı-yordum. Küçük oğlan bir yaşındaydı, bü-yüğü beş yaşında. Bunun gibihapishanelerde, sıkıyönetim mahkemele-rinde, açlıklar, sıkıntılar ama bunlar hepbana mutluluk verdi. Ağlamakla olmaz...Ailem ben hapiste iken 3 ay senatoryumdayattı. Silivri'de yatıyorum, babam kanserdenameliyat olmak için İstanbul’a geldi. Benisormuş, Almanya'ya konferansa gitti de-mişler. Ameliyat olduktan sonra, "Sadıkabim hapishanede" demişler babama, "ozaman ben anladım" dedi. "Ameliyat olaca-

ğım da Sadık gelmeyecek". Ziyarete gidelimdedi ve geldiler. Ama nasıl… Mahşer günügibi, ben dışarıyı görmüyorum. Ziyaret 15günde birdi. Sakallısından sakalsızına kadar,mercedes arabalısından, yurt dışından ge-lenine kadar herkes yiyecek, içecek getir-miş. Babam "bunları nerden tanıyorsun"dedi, "ben bunları tanımıyorum" dedim."Sen bizi okuttun, o okumanın karşılığı ola-rak kitap yazdım. Beni hapse attılar, oadamlarda bu kitapları, yazıları okuduklarıiçin buraya geliyorlar, bana dua ediyorlar.Baba, bu duaların 2'si benimse, 98’i senin-dir. Sen bizi okuttun, yetiştirdin..." Hayattaüzüldüğümüz şeyler belki olmuştur amabelirli bir şeyden sonra bunu da aştım. Kur-ban bayramında 4 gün evden hiç çıkmadım.Yattım, kalktım, gece uyumadım. Bir kitapvardı hazırlayacaktım, bu bana mutlulukveriyordu.

Size bu değerli çalışmaları yaptıranheyecanı, enerjiyi neye borçlusunuz?

Geçmişle ilgili olabilir. Bizim dedeleri-mizden kalma 3 şey var: Köydeki evimiz.Onu babam yıktı, yetmişli yıllarda yenidenyaptı. O evden kalma bir kapı var: 1837'deyapılmış. Bir tane kılıç var, biraz da eğri. Oda kardeşimde duruyor. Bir de Kur'an-ıKerim var, o da bende. Onun başı ve sonuyok. El yazma ve farsça kırık mana verilmiş,mukatalı. Belki bu olabilir. Ha birde dalgacıbir ruhum var.

Osmanlı uleması kitabını hazırlarkenarşiv çalışmaları bana çok şeyler verdi. Oradagördüğüm o zulümler, işkenceler baskılar,hatıratlar... Mesela İskilipli Atıf Hoca'yı oku-yordum, istiklal mahkemeleri ve matbuatıokuyunca görüyorum ki, çile çekmiş, büyükadamlar onlar. "Onlar gibi niye olmayalım"dedim. Beni bütün bu şeylere sevk edenbunlar.

Gazetedeki yazarlık görevinizdenayrıldınız, buraya geldiniz. Nedenböyle bir şey yaptınız?

4-5 sene evvel ben anjiyo oldum. Hem dekendimi bir dinleyeyim dedim. İnsan hayatıböyle; çıkar, ondan sonra iner. Öte taraftainerken de, çıkarken hangi seviyede isen inişide o seviyeden yaparsın. Şimdi benim ço-cukluk dönemimdeki şeyleri tekrar tadayımdedim, dut ise çocukken yediğim dut, sala-talık köyde eskiden yediğim salatalık; "bun-ları tekrar bir tadayım" dedim biraz datorunlarım tatsın istedim. Burada da boşdurmuyorum; yazıyorum. Yani kendimi sık-mıyorum. Okuyorum, dolaşıyorum, gazete-leri okuyup kızıyorum. Günlerimi böylegeçiriyorum.

Tekrar gazetede yazmaya başlaya-cak mısınız?

Ya [email protected]

İnsan mutluluğu içinde yaşamalı, yaptığı işten zevk almalı.

Page 22: Tohum 131

BULUŞMA NOKTAMIZwww.onder.org.tr

Page 23: Tohum 131

22 TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

usuda herkes… Tek bir çıtırtıda dağı-lıverecek olan odalarda, tülden zırh-larımızı kuşanmış bekliyoruz. Sürelimutluluk oyunları konuluyor önü-müze, süresi bitince yeni bekleyişler,yeni oyunlar elimize tutuşturuluyor.‘’Oyalan” diyorlar, oyalanıyoruz yap-boz parçalarıyla. Kimsenin kapının

eşiğine kadar bile ilerlemeye cesareti yok, gücü de…Önündekine odaklanmış, parçaları bir araya ge-tirme telaşından ne geçen zamanın, ne de değişme-yen mekânın farkındalar. Kapının arkasınageçebilmeyi istemek, çıkabilecek çıtırtıyla tüm oda-ların dağılmasını göze almak demek. Bırakın kapıyıçarpabilmeyi, kalkıp gidebilmenin bile çok fevri kar-şılanabileceği, bütün kenarları törpülenmiş “lıght”bir algının esiri olarak, başımızın üstünden kalplibaloncuklar saçarak ne kadar da uyumlu insanlarolduğumuzun ilanı telaşındayız. Aman ucumuzhiçbir yere batmasın, herkesi anlayalım, herkes bizianlasın, önce cümleleri ağzımızda yuvarlayalım,sonra da biz yuvarlanıp gidelim peşlerinden dü-şüncesi, kurduğumuz her net cümlenin bir gün ba-şımıza bela olabileceği korkusuyla kucağımızıgelen-gidene açmamızın nedeni.

Bu aynı zamanda bizim hataya karşı olan bağı-şıklığımızı azaltarak, benliğimizin küçücük bir çi-zikle büyük yaralar almasına da sebep oluveriyor.“Hataya bağışıklık kazanmak” ibaresi çok iddialı ge-lebilir kimilerine. Ki öyledir de… Dünyadaki asligörevimizin “iyiliği emredip, kötülükten sakındır-mak” olduğunu bilen herkes için, hata, günah, yan-lış alışılmaması gereken şeylerdir. Fakat bir şeyi hiçtanımamakla, o şeye alışıp, duyarsızlaşmak arasındapek bir fark yoktur. İkisi de etki bırakmaz insanda.Dolayısıyla kendimizi kilitlediğimiz odalar, güvenindeğil, güvensizliğin adresidir. Sorun, aynı hatalaraalışmaktadır, “hata yapabilme” durumuna değil…Bu yüzdendir ki Allah, “hata yapmayacak bir kavimolsaydık, bizi helak edip yerimize başka bir kavimgetirmek” uyarısında bulunmuştur.

Ne kadar çok bilmek isterseniz, o kadar çok şeyyaşamanız, ne kadar çok şey yaşarsanız da, o kadarhata yapmanız kaçınılmaz. Tanıyıp, anlayabilmek

ancak içine dalıp, yaşamakla mümkündür. Cahilleröğretilerek değil, cezalandırılarak ya da zevk verile-rek, yani şartlandırılarak eğitilebilir. Böyle oluncada kimi zaman “çarpa çarpa kendisi öğrensin”demek gerekir. Her birimiz cahili olduğumuz alan-larda bu metotla mesafe kat edebiliriz. Çünkü birşeyin arifi olmak, âlimi olmaktan önce gelir.

Günaha, hataya bulaşmama adına yaşamın geri-sinde duranlar, tövbe edebilme lütfuna da erişeme-yecek olanlardır. Ne tecrübenin getirdiği bilgeliğeerişebilirler, ne de tövbenin safiyetine. Kendileriniyenilemek için yeterli bir sebepleri de olamayacak-tır onların. İşin en iç karartıcı yanı ise, geriye altınaimza atacakları hiçbir iz, eser bırakamayacak olma-larıdır. Mevlana, “hayat denizine batıp batıp çık-mak” tan bahsededursun, sudan korkan kedi gibihayatın kıyısında, sadece seyirci olarak kalmayamahkûm ederler kendilerini. Pürüzlere olan ta-hammülsüzlükleri, önlerine konulacak bariyerlerekarşı olan korkuları, ilk domino taşına şöyle bir do-kunuvermelerine engel teşkil eder. Çünkü bilirlerki, ona dokunduklarında yüzlercesine dokunmuşolacaklar. Biri diğerini tetikleyecek ve tam da göbe-ğine düşecekler hayatın.

Bu bariyerlerin üstesinden gelebilmenin for-mülü ise korku ile zevk arasındaki paralelliktesaklıdır. Korku filmlerinden hem korkup, hem deizlemekten vazgeçemeyenler ya da lunaparktatrene bindiğinde çığlık çığlığa kalıp, bitiminde ye-niden binenlerin psikolojisiyle atlatılabilir budurum. Araştırıcılar, kıvrılıp giden bir ray üze-rinde fır fır dönen bu alete karşı korkusunu ye-nenlerle konuştuklarında, onların bu iştenölümüne korktuğunu, buna rağmen korkmayakarşı mazohistik bir duyguyla bağımlılık yaşadık-larını, bundan bahsederken de ağızlarını yayarakgüldüklerini fark etmişler. Kimse korkudan ka-çarak korkusunu yenemez, ancak ondan zevkalarak yenebilir. Hayat da böyledir… Üstesindengelebilmek için, uç noktalarıyla karşı karşıya gel-mek gerekir. Korkularımız çoğaldıkça, kontroledilme alanımız genişler. Üstesinden gelebilece-ğimiz şeyler azalır. Korkmak kontrol edilmekse,kontrol etmenin yolu zevk alabilmeyi öğrenmek-

PGünaha, hataya bu-laşmama adına ya-şamın gerisindeduranlar, tövbe ede-bilme lütfuna da eri-şemeyecekolanlardır. Ne tecrü-benin getirdiği bilge-liğe erişebilirler, nede tövbenin safiye-tine. Kendilerini ye-nilemek için yeterlibir sebepleri de ola-mayacaktır onların.

İSMİHAN ŞİMŞEK

GÜNAHIN KUTSİYETİ

Page 24: Tohum 131

23TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

KORKULARIMIZ, İSYAN BEKLEYEN TABULAR OLARAK ÖNÜMÜZDEKİ YAP-BOZ PARÇALARINA MAHKÛM ETMİŞ DURUMDA BİZLERİ. HATA YAPABİLMEHAKKIMIZI ELİMİZDEN ALIRKEN, “YAŞAMAK” KELİMESİNİN İÇİNİ DOL-DURMA HAKKIMIZI DA ALIYOR ELİMİZDEN. BİZE DE GERİYE, GEREKTİ-ĞİNDE KAPI ÇARPABİLMEYİ GÖZE ALAMAYIŞIMIZDAN DOLAYI, KAPININARDINI GÖREMEMEK KALIYOR…

ten geçer. Deniz hem boğucudur, hem serinletici… Boğulma-mak için serinlemekten vazgeçmek yerine, iyi yüzücü olmayıöğrenip dalgalarla cebelleşmeyi göze almalı insan. Çünkü budeniz bizi arındıracak, tazeleyecek umutlanacağımız yarınlariçin.

Demek ki günahın ve hatanın da kendine has bir kutsiyeti varinsan açısından… Onu ileriye taşıyacak, itici güç olacak yegâneetken belki de. Muhammed (a.s)‘ın “İsmet” sıfatını taşıdığı haldegünde 70 defa tövbe edişini de ancak bu perspektiften baktığı-mızda anlayabiliriz. Bilirsiniz, Arap kültüründe yedi, yetmiş, yet-miş yedi gibi sayılar “çokluğu” simgeler. Belki de Muhammed(a.s) yaşadığı her dakikadan, her andan tövbe ederek bir adımdaha öteye taşıyordu kendini, insanı kâmil olmasına rağmen. Buonun işlediği bir günahtan ya da eksikliğinden değil, kendini birakarsu gibi sürekli yenileme, silkeleme iştiyakından kaynaklanı-

yordu muhtemelen. Bu bir anlamda kişinin hali hazırdaki duru-muna isyan etmesi anlamına da gelir ki, bu noktada NurettinTopçu‘nun “İsyan Ahlakı” adını verdiği öğreti imdadımıza yetişir.Ona göre “her hareket ‘ancak kendinden daha üstün bir düzeneyönelirse’ isyan adını alır.”

Tövbe, öyle bir isyandır ki, itaatin de yerli yerine oturmasınısağlar.

Korkularımız, isyan bekleyen tabular olarak önümüzdeki yap-boz parçalarına mahkûm etmiş durumda bizleri. Hata yapabilmehakkımızı elimizden alırken, “yaşamak” kelimesinin içini dol-durma hakkımızı da alıyor elimizden. Bize de geriye, gerektiğindekapı çarpabilmeyi göze alamayışımızdan dolayı, kapının ardınıgörememek kalıyor…

[email protected]

Page 25: Tohum 131

24 TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

ir gün New-York'ta bir grup iş ar-kadaşı, yemek molasında dışarıyaçıkar.

Gruptan biri, bir Kızılderili'dir.Yolda yürürken insan kalabalığı,

siren sesleri, yoldaki iş makineleri-nin çıkardığı gürültü ve korna ses-leri arasında ilerlerken, Kızılderili,kulağına cırcır böceği sesinin geldi-

ğini söyleyerek cırcır aramaya başlar.Arkadaşları, bu kadar gürültünün arasında bu

sesi duyamayacağını, kendisinin öyle zannettiğinisöyleyip yollarına devam eder.

Aralarından bir tanesi inanmasa da, onunlaaramaya devam eder.

Kızılderili, yolun karşı tarafına doğru yürür, ar-kadaşı da onu takip eder.

Binaların arasındaki bir tutam yeşilliğin ara-sında gerçekten bir cırcır böceği bulurlar.

Arkadaşı, Kızılderili'ye: "Senin insanüstü güç-lerin var. Bu sesi nasıl duydun?" diye sorar.

Kızılderili ise; bu sesi duymak için insanüstügüçlere sahip olmaya gerek olmadığını söyleyerek,arkadaşına kendisini takip etmesini söyler.

Kaldırıma geçerler ve Kızılderili cebinden çı-kardığı bozuk parayı kaldırımda yuvarlar. Birçokinsan, bozuk para sesini duyunca sesin geldiği ta-rafa bakarak, onun ceplerinden düşüp düşmediğinikontrol eder.

Kızılderili, arkadaşına dönerek: "Önemli olan,nelere değer verdiğin ve neleri önemsediğindir. Herşeyi ona göre duyar, görür ve hissedersin." der. Evet,bizim önceliklerimiz de korkularımız üzerine ol-mamalı, onları yenmeyi ve üstesinden gelmeyi bil-meliyiz. Kim ne yaparsa yapsın, ne dayatırsadayatsın, korkmamız gereken tek bir mercii var…

Korkulardan uzak durmak, ancak olumlu dü-şünceleri çoğaltmakla mümkündür. Şimdi bir dos-tunuzda, envai çeşit yemeklerin hazırlandığı birziyafette, yemekte olduğunuzu farz edin. Açık büfe

servis yapılmasını isteyen dostunuzun hazırladığıbu çeşit çeşit yemekler yerine, kafanızda da çeşitçeşit düşünceler var.

Nasıl ki, açık büfede istediğiniz yemeği seç-mekte özgürsünüz, aynı şekilde bu düşünce çeşitle-rinden de istediğinizi seçmekte özgürsünüz. İşte buseçtiklerinizle yarınınızı oluşturuyor olacaksınız.Nasıl ki, size dokunan, tadını sevmediğiniz ya da bil-mediğiniz yemekleri seçmek size hoş gelmeyecekse,size acı veren ve sorun oluşturan düşünceleri seç-mekle de kendinize zarar vermiş olursunuz. Hangiyiyeceğin size dokunduğunu fark ettiğinizde, ondanuzak durursunuz değil mi? Düşünceler içinde aynışey geçerli. Sıkıntı veren ve bizi çıkmaza sokan dü-şüncelerden uzak durmalıyız. Bu düşünceler kim-den ve nasıl gelirse gelsin. Biz istemedikten sonrakimse bize bir şey yapamaz…

Kardeşim, sen düşünceden ibaretsin,Geriye kalan et ve kemiksin.Gül düşünürsün, gülistan olursun,Diken düşünürsün, dikenlik olursun.Mevlana

İster inanın ister inanmayın, ama düşünceleri-mizi biz seçiyoruz. Geçmiş, yaşanmış ve bitmiştir.Bunu değiştiremeyiz, ama geçmiş hakkındaki dü-şüncelerimizi değiştirebiliriz. Oturup geçmişi dü-şünerek gelecek için vesveselenmek, korkuyakapılmak bize ne kazandırır. Hiç! Bu tür düşünce-lerin altında yatan tek sebep, olumsuz düşünceleribesliyor olmamız.

Eğer bir şeyin doğru olduğuna inanıyorsanız, odoğrudur. Doğru olmadığına inanıyorsanız, o doğrudeğildir. Şimdi düşüncelerinizi gözden geçirin.Sorun ne olursa olsun, kökeni bir düşünce kalıbındayatıyordur. Unutmayın! Düşünce kalıpları değişti-rilebilir. Elinize bir kâğıt kalem alın. Hemen şimdi!Öğrenciyseniz sınavlar, evliyseniz evlilik, çocukla-rınız… ile ilgili düşüncelerinizi maddeler halindeyazın. Daha sonra bakın, kaç tanesi olumsuz. Birsüre durun ve düşüncelerinizi yakalamaya çalışın.

Korku, dünyanınimtihan yeri olması-nın gereği olarak in-sanın önüneçıkarılmış engeller-den biridir. Bu en-geller, insanınkalitesini yükselt-mek, değerini artır-mak için insanınönüne konulmuştur.Bir nevi, askeri eği-tim alanındaki en-gelli parkursahasındaki engellergibidir. O engeller,askerlerin kabiliyet-lerini artırmak için-dir. Ama askerlereğitim alanında ku-rallara uymaz veyanlış hareket eder-lerse, kendilerinefaydalı olması içinkonan engeller on-lara zarar verebilir.

BMİNE İZGİ

ÖNCELİKLERİMİZ KORKULARIMIZ OLMAMALI

Page 26: Tohum 131

25TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

Şuanda neler düşünüyorsunuz? Evet, düşünceleri ya-kalamak kolay bir şey değil. Çünkü düşünceler çok hızlıhareket eder. Bu yüzden ağzınızdan çıkan sözlere dikkatetmeye çalışın. Bu sözler olumsuzluk içeriyorsa, cümleyiolumlu bitirmeye gayret edin ya da cümleyi tamamlama-dan bitirin. Bakın düşüncelerinizi siz beslemektesiniz. On-ları nasıl beslerseniz, o şekilde gelişirler. Onları olumlubeslemek en güzeli…

İç dünyamızdaki mücadeleyi, iyi duygular kazanmalı.Ama onları iyi beslemezsek kazanmaları çok zor…

“Yaşlı dede, evinin önünde torunuyla oturuyormuş, azötede de birbiriyle boğuşup duran iki köpeği izliyorlarmış.

Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve 12 yaşındakitorun, kendini bildi bileli o köpekler dedesinin evi önündeboğuşup dururlardı. Dedesinin sürekli göz önünde tut-tuğu, yanından ayırmadığı iki iri köpekti bunlar… Çocuk,evi korumak için biri yeterli gözükürken niye ötekinin deolduğunu, hem niye renklerinin ille de siyah ve beyaz ol-duğunu anlamak istiyordu artık. O merakla sordu dede-sin. Yaşlı dede, bilgece bir gülümsemeyle torunun sırtınısıvazladı. “Onlar” dedi, “benim için iki simgedir evlat.”“Neyin simgesi?” diye sordu çocuk. “İyilik ve kötülüğünsimgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötü-lük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyret-tikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımdatutarım onları.”

Çocuk sözün burasında, mücadele varsa, kazananı daolmalı diye düşündü ve her çocuğa has bitmeyen sorularabir yenisini ekledi. “Peki, sence hangisi kazanır mücade-leyi?” Bilge adam, derin bir gülümsemeyle baktı torununa.“Hangisi mi evlat? Ben hangisini daha iyi beslersem o!”

Korku, bir tür engeldir.Korku, dünyanın imtihan yeri olmasının gereği ola-

rak insanın önüne çıkarılmış engellerden biridir. Bu en-geller, insanın kalitesini yükseltmek, değerini artırmakiçin insanın önüne konulmuştur. Bir nevi, askeri eğitimalanındaki engelli parkur sahasındaki engeller gibidir. Oengeller, askerlerin kabiliyetlerini artırmak içindir. Amaaskerler eğitim alanında kurallara uymaz ve yanlış hare-ket ederlerse, kendilerine faydalı olması için konan en-geller onlara zarar verebilir. Eli, kolu, ayağı, kafası veyavücudunun başka yerleri zarar görebilir. Korku da böy-ledir. O, esasen insanın faydası için yaratılmış bir du-rumdur. Fakat insan, onu tanımaz, mahiyetiniöğrenmezse, aleyhine çalışır. Bu sebeple bu konuda enönemli iş, onu iyi tanımaktır. Bilindiği takdirde insanazarar vermez, bilakis faydalı olur. İnsanı her an uyanık,diri ve canlı tutmaya yarar. Gafleti, gevşekliği ve vur-dumduymazlığı kaldırır. Korkuyu tanıdıktan sonra, onuciddiye almamak, önem vermemek, üzerinde durma-mak, takıntı haline getirmemek gerekir.

Unutmayalım, kısmette varsa, 9 köyden kovulsak da10. köyde muhtar olacağız. 10. köyde buluşmak üzere…

[email protected]

Page 27: Tohum 131

26 TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

ÇAĞIMIZDA İLETİŞİM(SİZLİK)

Aynı mekanı payla-şan aile fertleri, ayrıdünyaların insanlarıgibi yaşamaya başlı-yor. Böylece ailedebirbirinden kopma-lar ve neticesindeaile içi yabancılaş-malar, birbirini anla-mayan kavgacıtoplumlar ortayaçıkmaktadır.

(Bilal AKKAYA)İletişimin rolü, gülük hayatımızda olduğu kadar;

iş, ekonomi ve siyasi hayatımızda her geçen gündaha fazla artmaktadır. İletişime hizmet eden tek-noloji geliştikçe, iletişimdeki sorunlar da berabe-rinde artış göstermektedir.

İletişim; her konuda başta insanlarla; görünüşle,sözle, yazıyla, hareket veya mimiklerle, içtenlikleilişki kurarak birbirlerini etkilemeleri, görüşlerini,anlayışlarını, taleplerini, tepkilerini, dertlerini, se-vinçlerini ve kısacası tüm hallerini birbiryleriylepaylaşarak bir ortak zeminde buluşabilme gayret-leri anlamına gelmektedir. Bu ortak zemin bazenaynı ortamları paylaşarak karşılıklı, bazen de ayrıortamlarda ancak teknolojik iletişim cihazlarıylagerçekleştilmektedir. Teknolojik iletişim, doğal ile-tişimi öylesine etkisiz hale getirdi ki; insanlar hiç ta-nımadıkları, ancak olumlu olumsuz tesirindenkendilerini kurtaramadıkları teknolojik iletişim ci-hazlarının sunduğu mesajlara göre hayatlarını plan-

layıp, çevresiyle iletişimlerini sağlamaktadırlar.Çağdaş yaşamda iletişim, faydalı veya faydasız

bilgi aktarma hizmetini gittikçe artırırken, top-lumda ve özellikle ailelerde ortak anlayışa varabilmeimkanlarını azaltıyor ve bu sebeple, aile fertlerininbirlikte yaşama imkanları zorlaşıyor.

Günümüzde, kapsamlı antenlerle dünyanın herülkesiyle, televizyon bağlantısı ve internet bağlan-tısı sayesinde çok kolay iletişim kurulabilmektedir.Özel TV. kanalları ve internet siteleri de hesaba ka-tıldığında, ülkemizde her hane aynı anda çok farklızevk ve arzulara hitabeden bir çok (faydalı/zararlı)program ve mesajların etkisi altına girmiş bulun-maktadır.

Ailede iletişim kopukluğu

İşlerinden evlerine dönen karı-koca ve ailedekidiğer fertler, kendilerini TV’nin karşısında bulu-

Page 28: Tohum 131

27TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

yorlar. Herbiri imkan bulduğu takdirde,zevkine en uygun programı, çoğu kez ayrıodalarda seyretmek durumunda. Gençlerinternette dolaşırken kendini kaybet-mekte.

Karı-koca, ev, yaşam ve çocuklarla ilgilikonularda, esasen kısıtlı olan birliktelik za-manlarında yeterli iletişim kurmakta zor-luk çekilmektedir. Amacı iletişim kurarakbazı konuları öğrenmek, tartışmak, irdele-mek, karşılıklı müzakere etmek, şu veya buşekilde neticeye varmak olan toplantılarveya yemekler, yerini TV’deki bir dizi veyamaça, yada internetteki dolaşıma bırak-mak zorunda kalıyor.

Aynı mekanı paylaşan aile fertleri, ayrıdünyaların insanları gibi yaşamaya başlı-yor. Böylece ailede birbirinden kopmalarve neticesinde aile içi yabancılaşmalar, bir-birini anlamayan kavgacı toplumlar ortayaçıkmaktadır.

Yukarıda anlatmaya çalıştığımıztablo, çok özet olmasına rağmen, tarifimümkün olmayacak şekilde de ürkü-tücü ve korkutucu bir hal arzetmekte-

dir. Bu tablonun iki yüzü bulunmakta:Birinci yüzde, bir kamera arkası (yönet-menliği) birde ekranda yansıması var.Tablonun ikinci yüzünde de seyirci du-rumunda olanlar var.

Bizler hangi durumdayız ve nerede ol-malıyız..!

Çağımızda teknoloji, iletişimin hizme-tinde her gün yenilikler icad ederken, in-salar arasındaki iletişim eksikliğinden sözediyoruz. Buradaki terslik, teknolojide mi?Onu kullanan insanlarda mı?

Bu terslik hangi tarafta olursa olsun so-nuçta zarar gören insanlar, bizler ve top-lum.

Bu zarardan insanların korunmasınakatkı sağlamamız boynumuzun borcudur.Bu da olaylara ekranlardan seyirci kal-makla yerine getirilecek bir sorumluluk ol-madığı aşikardır.

1992’de Burdur'da askerlik yaparkensolcu bir asker arkadaşımız; benim İmam-Hatip lisesi mezunu olduğumu duyuncaşöyle demişti: “Biz solcular, sizlerin camive cemaatine sahip olsak, bu toplumun

büyük çoğunluğu solcu olurdu yada solcugibi düşünürdü” demişti.

Solcuların kapitalistleri holding pat-ronu, idealistleride reklamcı ve televiz-yoncu oldular.

Müslüman işadamları holdinglerkurma yolunda ilerlerken, idealistler demüslümanca reklamcı ve televizyoncuolup toplumla iletişime geçmeliler diyedüşünüyorum.

Topluma iletişimin yolu, önceleri cami-ler, okullar ve sosyal alanlar idi. Günü-müzde ise teknoloji yanlışıyla-doğrusuylailetişimi, insanların çok özel alanlarına ta-şıdı. İletişim teknolojilerinin içine mesaj-larımızı üretip, servis etmezsek, teknolojikiletişim seyircisine de ulaşmamız söz ko-nusu olmayacaktır.

Bu zararların etkisinden, ne kendimizi,ne de ailemizi ve dolayısıyla da toplumu-muzu korumamız mümkün olmayacaktır.Umarım idealist müslümaların duyarlılı-ğını gösterir, seyircilikten çıkarak seyirci-lere mesajlarımızı servis etme gayretinigösteririz.

Page 29: Tohum 131

28 TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

SOSYAL YAPININ GÜÇLENDİRİLMESİ

Birbirimizi hata vekusurlarımızla sev-meye mecburuz.Zira yapılmaktaolan bu kadarbüyük haksızlıklarkarşısında aynı ga-yeye sahip olan in-sanlarınkenetlenmesi gere-kir. Biz sizden dahaiyisini yapacağız di-yerek bile TEFRİKAçıkaramayız.Eğer gerçeklerikabul eden bir top-luluk isek anlaş-mazlıklarımızınçözümünü hak veadalet ölçülerindearamak mecburiye-tindeyiz. Bu bizimiçin daha hayırlı venetice itibariyledaha güzeldir.

(Yaşar Ergincan)

İnsan ne kadar iyi eğitim görür, ne kadar iyi va-sıflara (niteliklere) sahip olursa; toplumsal huzurao oranda katkısı olur. Bir toplumun sosyal yapısı-nın güçlendirilmesi, fertlerin (bireylerin) iyi ahlaksahibi olmalarıyla yakından ilişkilidir.

Bu bakımdan önce hatalı davranışları ve bunla-rın giderilmesi yollarını incelemeli, sonra da toplu-mun faydalı bir insan olmak için nasıl olmalıyızsorusunun cevabını aramalıyız.

1-Enâniyet sahibi değil, İRFAN SAHİBİOLMAK

Bu vasfı kuvvetli olan insan her şeyde kendi iste-diğinin olmasını arzu eder. Kendisi dışında oluşa-cak her faaliyeti eksik görür, eleştirir. Herkesinkendisine uymasını ister. Bu ise önemli bir noksan-dır. Çözüm ise; İtaatte, sadakatte ve ihlastadır.

Kâmil insan olmak için önce insanın şahsi arzuve isteklerinden vazgeçmesi gerekir. Kemâlat (ol-gunluk) bu noktadan başlar. Zira hayırlı olan baş-kadır, doğru olan başkadır. Dolayısıyla İrfan sahibiolmak gerekir. İrfan sahibi olmak benim düşüncemde yanlış olabilir diye düşünebilmekle başlar. İn-sanlar nefislerinden taviz verdikleri sürece yücelir-ler.

Zira Allahın rızasını kazanmak nefsin istediğininzıddını yapmaktan geçe. Ben olmazsam olmaz,ne yapıp yapayım şu makamı elde edeyim. Ben dahalayığım, daha iyi yaparım düşüncesi; insanı helâkegötüren düşüncedir. Unutulmamalıdır ki; İblisi he-lâke götüren, benliği (enâniyeti) olmuştur.

2-Tefrika değil, BİRLİK BERABERLİK SAHİBİOLMAK

Fikir farklılıklarında rahmet, ihtilafta ise çokbüyük vebal vardır. Bir konunun her yönünün “is-tişareyle” ortaya konulması çok önemli bir görev-dir. Bu kararların daha isabetli alınmasını sağlar.

Ancak yapılan istişarede kendi düşüncesi yö-nünde karar çıkmadı diye tefrika çıkarmak sadecekötülüğe yol açar. Doğru olan cemaat ruhuna sahipolarak ittifak halinde olmaktır. Cenâb-ı Hak: “He-piniz topluca Allah’ın ipine (Kur’ân’a) sımsıkı sarı-lın. (tefrika yapmayın) dağılıp parçalanmayın

buyurmaktadır.Askeri tatbikatlarda gecenin zifiri karanlığında

bilinmeyen bir vadide bir bölüğü nehrin öbür ya-kasına geçirmek için yüzme bilenler karşı tarafageçip ipi bağlarlar. Öbür ucunu da bu yakaya bağ-larlar. Böylece yüzme bilmeyenler de tutunarakkarşı tarafa boğulmadan geçerler. Birlik ve bera-berlik ruhu en kılcal damarlarımıza kadar yer et-melidir.

Birbirimizi hata ve kusurlarımızla sevmeye mec-buruz. Zira yapılmakta olan bu kadar büyük hak-sızlıklar karşısında aynı gayeye sahip olan insanlarınkenetlenmesi gerekir. Biz sizden daha iyisini yapa-cağız diyerek bile TEFRİKA çıkaramayız.

Eğer gerçekleri kabul eden bir topluluk isek an-laşmazlıklarımızın çözümünü hak ve adalet ölçüle-rinde aramak mecburiyetindeyiz. Bu bizim içindaha hayırlı ve netice itibariyle daha güzeldir.

3-Makam mevki hırsı yerine, İHLÂS SAHİBİOLMAK

İnsanlar çoğu zaman kendi yeteneklerini taraf-sız olarak değerlendiremezler. Bir göreve gelmeyiçok arzu etmek, önce kişinin kendisine zarar verir.Hatalarıyla baş başa kalır. Manevi yardımdan mah-rum olur.

Ayrıca çok arzu ettiği o makamı, muhafazaetmek için herkesi hoş tutmak mecburiyetinde ol-duğundan, etrafını büyük ölçüde maddi çıkarlarıpeşinde olanlar sarabilir. Sahip olduğu imkânları,hizmet ve topluma yararlı olmak için değil, şahsıiçin kullanır. Böylece o imkânları, desteklerinialmak gayesiyle davası aleyhinde olanlara dağıtır.

Davası için feragatle çalışanların hakkını gözet-mekse; akıbet çok üzücü olur. Diğer yandan insan-lar uzun süre içlerinde sakladıklarını etraftangizleyemezler. Halleri belli olur. İnsanların itima-dını kaybederler.

Talip olmak (istemek) değil ,matlup olmak (is-tenmek) daha değerlidir. Doğru olan bir görev ve-rilirse ihlasla, sadakatle, feragatle çalışmaktır. Yoksabir makamı elde etmek için “kulis” yapmak, “grupoluşturmak” çirkin mücadelelere yol açar.

Page 30: Tohum 131

29TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

Böyle bir talepte bulunanların sa-yısınca gruplar oluşur. Bir müddetsonra gruplara karşı gruplarda oluşur.Bu yola girilirse birbirine kenetlenmişolan topluluğumuz parça parça olur.Bu davranış ise; bir insanın davasınayapabileceği en büyük zarar demek-tir.

Zira Hakkı sahibine vermemek nekadar zulüm ise, hakkı olmadığı şeyivermekte bir o kadar zulümdür.” İyiinsan olmak başka ,değerli insanolmak başkadır. Bir toplumun so-rumluluklarını kendine ve o toplumazarar vermeden taşımak başkadır.

4 -Dedikodu, Tenkit değil, TEKLİFSAHİBİ OLMAK

Gıybet (dedikodu) doğru bile olsa,bir kardeşimizin duyduğu takdirdeüzüleceği bir sözü onun arkasındansöylemektir. İftira ise; gerçek olmayanısöylemektir. Bu toplumu birbirinedüşüren, gücünü zaafa uğratan çokzararlı bir hastalıktır. Doğru bile olsabir kardeşimizin aleyhinde bir sözübile söyleyene asla itibar edemeyiz.

Onu dinlemeyiz, onun söylemesinide önleriz. Her duyduğunu söylemekbir insanın yalancı olmasına yeterlidir.Bir kardeşimizin hatasını görürsek, ohatayı o kardeşimize yalnızken hiçkimsenin duymayacağı bir şekildesöyleriz.

Bizim gayemiz tenkitçilik değil kar-deşimize faydalı olmaktır. Şayet yanı-larak yaptıysa bir hatadan onukurtarmaktır. Bununla, faydalı bir işyapmayı murat ediyoruz. Yoksa okardeşimizin “gıybetini” yapmayı onu“teşhir” etmeyi isteyemeyiz. Bizimusulümüz yol göstermek, hizmetekatkıda bulunmaktır.

Gıybetten, iftiradan şiddetle kaçın-malıyız. Uyarılarımızı güzel ahlak çer-çevesinde ilgili kimseye yapmalıyız. Yahayır söylemeli yahut susmalıyız.Ama her şey zamanında yapılmalıdır.Zira zamanı geçen teklif idamdansonra gelen affa benzer.

5-Su-ı zan değil, HÜSN-İ ZANSAHİBİ OLMAK

Su-i zandan şiddetle kaçınmak ge-rekir. Çünkü su-i zan büyük vebaldir.Zira insanın kalbini bozar ve kişininkendisine zarar verir. Çok keskin de-lillerle aksi belli olmadıkça herkes

hakkında hüsnü zanda bulunmakesastır.

6-Tembellik ve laf ebeliği değilGAYRETLİ OLMAK

Biz çalışsak da tembellik etsek dezaman aynı hızla akarak ömrümüz ta-mamlanmaktadır. Şunu hiç hatırdançıkarmamalıyız ki insan için sadeceçalışmasının karşılığı vardır. Bu karşı-lığını da muhakkak görecektir.

Unutmayalım ki hayır için cehdet-mek (bütün gücüyle çalışmak) yapıla-cak bir şeydir, konuşulacak bir şeydeğildir. Çalışmayıp çareyi laf ebeli-ğinde aramak akıllı işi olamaz. Yeryü-zünde yatarak başarıya ulaşan tekvarlığın tavuk olduğunu unutmamakgerekir.

7-İhmalkâr değil, HİZMETKÂROLMAK

İhmalkârlık hayırlı işlerin yapılma-sını engelleyen hatalı bir davranış bi-çimidir.

“Hayırlı işlerde acele etmeli, elimiziçabuk tutmalıyız” düsturu bizim ça-lışmalarımızda ana ilkemiz olmalıdır.Bugünün işini yarına bırakmama gay-reti bizi büyük başarılara götürmedeçok önemli itici bir güç demektir.Böyle yaparsak zamanımızın kıyme-tini bilmiş oluruz. İnsanların en ha-yırlısı insanlara faydalı olanıdıranlayışı bizi hizmetkâr anlayışı sahibiyapmalıdır.

8-Yeis sahibi değil, ÜMİTVAROLMAK

Bazı insanlar zorluklar karşısındaçabuk yılgınlığa düşerler, ümitlerinikaybederler ve şikâyete başlarlar. Bukötümserlikleri hem kendilerini hu-zursuz eder hem de etrafında ki in-sanların şevkini kırarlar. Akıllıcadüşünecek olursak kötümserlikleolayların ağırlığı azalmaz aksine artar.

Bir imtihanla karşı karşıya geldiği-mizde bu bizim mücadele gücümüzüarttırır. Sabrımızı arttırır. Kim Allah’agüvenirse Allah’ın ona yettiğini biliriz.Sabrederiz ve yine biliriz ki bizim sab-rımız da Allah’ın yardımıyladır. Ay-rıca hangi şart altında olursa olsunAllah’tan ümidimizi kesemeyiz. Şai-rin: “Yeis öyle bir bataklıktır ki girmeboğulursun. Ümide sarıl bak gör neolursun.” ifadeleri her şeyi anlatmayayeter aslında.

Page 31: Tohum 131

30 TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

ÖNDER’DEN HABERLER

ÖNDER 50. YIL ETKİNLİKLERİ BÜYÜK BİRCOŞKUYLA KUTLANDIPROGRAMDA KONUŞAN ÖNDER GENEL BAŞKANI YUSUF ZİYAETTİNSULA:"TARİH İÇİN 50 YIL BELKİ KISA BİRZAMAN DİLİMİNE TEKABÜL EDİYOR.BAKTIĞIMIZDA BİR ROMA DEVLETİ 1100YIL YAŞAMIŞ, OSMANLI DEVLETİ 600YIL YAŞAMIŞ VE EN KISA KALDIĞIMIZYER OLAN MACARİSTAN'DA 150 YILLIKMAZİMİZ VAR. BUGÜNKÜ YUNANİS-TAN'DA 350 SENE KALMIŞIZ. BİR BAŞKAAÇIDAN BAKTIĞIMIZDA DA PEYGAMBE-RİMİZ 23 YILLIK NÜBÜVVET DÖNEMİNDEDÜNYANIN ÇEHRESİNİ DEĞİŞTİRMİŞ.BÜYÜK İSKENDER 33 YAŞINDA ÖLMÜŞAMA 12 TANE İSKENDERİYE ŞEHRİ KUR-MUŞ. BİLİNEN DÜNYANIN ÇOĞUNU FET-HETMİŞ. İTTİHAT TERAKKİ'NİN ÜÇLÜSÜENVER 41, TALAT 49, CEMAL 51 YAŞINDAÖLMÜŞLER. AMA KISACIK BİR SÜREİÇİNDE KOCA OSMANLI İMPARATORLU-ĞUNU TARİHE GÖMMÜŞLER. İŞTE İMAMHATİP OKULLARI DA 58 SENE EVVEL KU-RULDU VE İLK MEZUNLARIMIZI DA BUN-DAN 50 YIL EVVEL VERDİK. ÖNDER, İŞTEBU 50 YIL EVVELKİ İLK MEZUNLARIMI-ZIN BİR ARAYA GELMESİYLE KURULDU."

ÖNDER 50. Yılını büyük bir coşkuylakutladı. 19 Ekim 2008’de Eminönü HalkEğitim Merkezinde gerçekleşen etkinli-kÖNDER 50. Yılını büyük bir coşkuylakutladı. 19 Ekim 2008'de Eminönü HalkEğitim Merkezinde gerçekleşen etkinlik-lere yurdun dört bir yanından birçokönemli isim katıldı. Programda konuşanÖNDER Genel Başkanı Yusuf ZiyaettinSULA: "Tarih için 50 yıl belki kısa birzaman dilimine tekabül ediyor. Baktığı-mızda bir Roma Devleti 1100 yıl yaşamış,Osmanlı Devleti 600 yıl yaşamış ve en kısakaldığımız yer olan Macaristan'da 150 yıl-lık mazimiz var. Bugünkü Yunanistan'da350 sene kalmışız. Bir başka açıdan baktı-ğımızda da Peygamberimiz 23 yıllık nü-büvvet döneminde dünyanın çehresinideğiştirmiş. Büyük İskender 33 yaşındaölmüş ama 12 tane İskenderiye Şehri kur-muş. Bilinen Dünyanın çoğunu fethetmiş.İttihat Terakki'nin üçlüsü Enver 41, Talat49, Cemal 51 yaşında ölmüşler. Ama kısa-cık bir süre içinde koca Osmanlı İmpara-torluğunu tarihe gömmüşler. İşte İmamHatip okulları da 58 sene evvel kuruldu veilk mezunlarımızı da bundan 50 yıl evvelverdik. ÖNDER, işte bu 50 yıl evvelki ilkmezunlarımızın bir araya gelmesiyle ku-ruldu."

Konuşmasında önemli noktalara deği-nen SULA: "50 yılda çok sıkıntı ve badire-lerden geçerek bugünlere geldik.

Sıkıntıların temelinde ise ülkemizdeki çar-pık laiklik anlayışı ve dar bir kesimin dinebakışında yaşanan olumsuz tutum yat-makta. Biz ÖNDER olarak hazırlamış ol-duğumuz raporlarla dünyada bize modelgösterilen Avrupa ülkelerindeki laiklik uy-gulamalarını gözler önüne serdik. Din su-baylığını anlattık, hastanelerde dinhizmetlerinin var olduğunu gösterdik.Bugün laik bir ülke olan Fransa'da okulla-rın %44'ünun kiliseler ve dini cemaatlereait kurumlara bağlı olduğunu hayretle mü-şahede ettik. Fransa'da hiçkimse bu okul-ların laikliğe aykırı olduğunu, teokratikdüzen getireceğini söylemiyor. İngiltere'dede durum aynı: Okulların%35'i kilise vedini kurumlara ait. Fransa ve İngiltere'dedevlet bu okulların müfredatına da karış-mıyor. Sadece alınması gereken ana ders-leri belirliyor, onun dışında müfredat bağlıbulunduğu kilise ve cemaatler tarafındanbelirleniyor. Ülkemizde ise ortaöğretimkurumlarında din eğitimi oranı ancakyüzde 5 sınırlarında kalmaktadır. Ülke-mizde din eğitiminin en azından bizemodel gösterilen gelişmiş ülkeler seviye-sine çıkarılmasını bekliyoruz." dedi.

SULA, sözlerini şöyle sürdürdü: "Artıkentrikaların çevrilmediği, entrika çeviren-lerin üzerine cesaretle gidildiği, temel hakve özgürlüklerin çiğnenmesine müsadeedilmediği, kimsenin eğitim hakkını kul-lanmak için yurt dışına çıkmak zorunda

Page 32: Tohum 131

31TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

ÖNDER 50. YILINI BÜYÜK BİR COŞKUYLA KUTLADI. 19 EKİM 2008’DE EMİNÖNÜ HALK EĞİTİM MERKE-ZİNDE GERÇEKLEŞEN ETKİNLİKLERE YURDUN DÖRT BİR YANINDAN BİRÇOK ÖNEMLİ İSİM KATILDI.

kalmadığı, manevi değerlerimize uluorta saldırılmadığı ve hayır ku-rumlarımızın ve milletimizin hayır duygularının çok kolay bir şekildeyıpratılmadığı günlerin beklentisi içindeyiz. Ülkemizin ve milletimi-zin geleceği adına Türkiye´mizin manevi dinamizmini ayakta tutanİmam Hatip Liseleri hayati önem arz etmektedir. Okullarımızın ku-rulması ve yaşatılmasına emeği geçen büyüklerimizin, mezuniyetle-rinin 50. yılını idrak eden ağabeylerimizin gayretlerini şükran veminnetle anıyoruz. Bu ulvi nöbetin İmam Hatip neslince nice 50. yıl-ları daha güzel günlerde idrak edileceği inancımızı yineliyor, Rabbi-mizden razı olacağı hizmetlerde Asım´ın neslini muvaffak kılmasınıniyaz ediyoruz."

Her Okula Bir Mezun DerneğiKonuşmasında ayrıca ÖNDER´in "Her okula bir mezun derneği"

projesinde önemli bir mesafe kat edildiğini vurgulayan SULA: "Tür-kiye genelinde 2006 yılında 28 olan aktif mezun dernek sayımız2008´de 180´e ulaşmıştır olup mezun derneği olmayan ilimiz kal-

mamıştır. Üniversiteye girişte katsayı probleminin ortadan kalktığı,eğitimin her kademesinde yatay ve dikey geçişlerin mümkün olduğubir sistemin hayata geçirilmesi, bu topluluğun öncülüğünü yapankurumların önemsediği konuların başında gelmektedir. Okulları-mıza sahip çıkan okul aile birlikleri ve mezun dernekleri ile birlikteokul müdürlerimizin kayıt esnasında öğrencilerinin gözüne bakarakçözüm umutlarını her defasında bir kez daha tazelediklerini yetkili-lere buradan tekrar hatırlatıyoruz" dedi.

50. YILINDA İHL İÇİN KİM NE DEDİProf. Dr. Yaşar Kandemir: “İmam hatip okulları bin bir zorluk

içinde kurulmuş ve talebelerini adeta yokluk içinde yetiştirmiş birmüessese. Aradan 50 yıl geçtikten sonra görüyoruz ki önemli çaptailim adamı yetiştirmiş. Önemli eserler ortaya konmuş.”

Prof. Dr. Hayrettin Karaman: “İmam Hatiplerin oluşturduğusosyal kültürel bir seviye var. Bu okullar sayesinde o seviyeyi değiş-tirdik ve yükselttik. Anamız, çocuklarımız okur oldu. İnsanımız, top-

Page 33: Tohum 131

32 TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

lumumuz ve ülkemiz istifade etti bu okullardan. Bu kadar geçmişiolan bu okullar yok olmaz, bu kadar eseri olan okulları ülkemizincoğrafyasından ve milletin hafızasından kimse yok edemez. Gele-ceğe ümitle bakıyorum.”

Yahya Kutluoğlu: “Bu okullardan mezun olup büyük hizmet-ler yapan ilim adaları var. O ilk mezunlardan diyanet işleri başkanıolanlar oldu, bakanlar oldu, başbakanlar oldu, profesörler oldu, mü-dürler oldu, dekan ve rektörler oldu. Yeni nesiller o eski neslin ilimfelsefesini yakalamalıdır.”

Prof. Dr. Cevat Akşit: “Şimdiki gençler üniversiteye giremiyo-ruz diye endişe ediyor. Oysa bizim zamanımızda bazı hocalarımızbizi soğutmak için ‘siz cenaze yıkayıcısı olacaksınız’ derlerdi. Şartlarçok zordu ama buna rağmen biz okumaktan vazgeçmedik. Bakın bugün bakan ve başbakan olan İmam Hatip mezunları var. Şimdiki nes-lin her şeye rağmen bu okulları benimsemesi çok önemli.”

Ensar Vakfı Başkanı Ahmet Şişman: İHL´lerin toplum içinne anlam ifade ettiğinin en açık ifadesi, "toplumun din eğitimi talebive ihtiyacına cevap verebilen kurum oluşunda gizli. Türkiye´de sağ-lıklı koşullarda ve pedagojik formasyon sahibi öğretmenler tarafın-dan yeterli derecede din eğitiminin verildiği yerler İHL´lerdir.Toplum İHL´lere güvenmekte ve herşeye rağmen çocuklarını bu-raya göndermektedir. Şunun unutulmaması gerekir ki, Türkiye´ninsorunları İHL´lerin sorunu, İHL´lerin sorunları Türkiye´nin soru-nudur..."

Yrd. Doç. Dr. Mustafa Öcal: “50. yılında İmam Hatipler ortakısmından 900 bin öğrenci, lise kısmından 600 bin öğrenci verdi. Bir-çok önemli ilim adamı yetiştirdi.”

Söğüt İlim Yayma Cemiyeti Başkanı Mustafa Işık: “İmamHatip okulları Türkiye’mizin İslami geleceğidir. Kendimi ben buokullara adadım, ömrümün sonuna kadar bu okulların başarılı ol-ması için çalışacağım. Bu okullar bizim geleceğimiz.”

Prof. Ahmet Lütfü Kazancı: “Allah´a şükürler olsun ki bu ül-kede İmam Hatip okulları doğdu. Edebin, ahlakın ve vatanseverliğinne olduğunu anlattılar.”

Saadet Partisi Genel Başkanı Numan Kurtulmuş: "İmamHatipler geçmişten günümüze kültür ve medeniyetimizin temsilci-leri, taşıyıcıları olagelmişlerdir. Gelecekte de öyle olacaktır... Bugündünya materyalist felsefenin iflasına şahit olmakta. Üç asırdır bu fel-sefe bazı dar guruplar dışında insanlık için açlık ve sefalet üretti. Artıkbatının başını çektiği bu paradigmanın işe yaramadığı ortada. Şimdisöz sırası dünyanın ve bilhassa islam aleminin göz bebeği konu-mundaki Türkiye´de."

Merhum Tevfik İleri´nin Oğlu Cahit ileri: “Bu okullar açı-lırken babamın hissettiği heyecanı bende hissediyorum. Bu okulla-rın ve buradan yetişen çocukların hem dinimiz hem de kültürümüzüyaşamamız vesile olduklarını düşünüyorum.”

Ömer Döngeloğlu: “Geleceğe dönük daha donanımlı, çağı ya-kalamış bir neslin inşasını oluşturdu bu okullar.”

İstanbul İmam Hatip Müdürü Vedat Karabayır: “Burayaevlatlarını gönderen aileler ileride ne kadar doğru bir tercih yaptık-larını göreceklerdir. Çocuklarının ortaya koymuş olduğu başarı vegüzellikleri gördükleri zaman ne kadar mutlu olacaklar.”

İhsan Toksarı: “Bin bir sıkıntı çektik; Gelecek bizimdir, başarı bi-zimdir.”

YAHYA KUTLUOĞLU: YENİ NESİLLER ÖNCEKİ NES-LİN İLİM FELSEFESİNİ YAKALAMALIDIR.

ÖNDER GENEL BAŞKANI SULA, KONUŞMASINDAÖNEMLİ NOKTALARA DEĞİNDİ.

Page 34: Tohum 131

Eski Nevşehir Milletvekili Turan Öztürk: “En güzel günle-rimi inanarak geçirdim: Bu okullarda insanlar eline, diline, belinesahip çıkarak yetişiyor. Hayatın en güzel günleri bu okullardan ge-çerek yaşanıyor. O günlerden bu günlere baktığımız zaman fiilenTürkiye’nin çehresinde çok büyük değişiklik olduğunu görüyoruz.”

Yasin Hatipoğlu: “Büyükler dua ederken Allah dareyn saadetiversin derler. Dareyn iki cihan saadeti demek. Birincisi bu dünyadabahtiyar ve mutlu etmek, ikincisi başı ve sonu olmayan cihan saa-deti.”

KİMLER KATILDIÖNDER´in eski Genel Başkanlarından, Faruk Kaya, Kazım Ser-

hatlı, Süleyman Erdemir, İbrahim Solmaz, 50 yıl önce İmam HatipLiselerinin ilk mezunlarından Yasin Hatipoğlu, İhsan Toksarı,Osman Kandemir, Mustafa Ak, Hüseyin Top, Halim Karakaya Prof.Sadettin Öktem, Yahya Kutluoğlu, Cemal Demircan, Fatih Alakuş, A.Hayrettin Tınmaz, Necmettin Nursaçan, Selahattin Parladur, AhmetBaltacı, Mustafa Uzunpostalcı gibi isimlerin katıldığı programa,Wonder Başkanı Yusuf Kara, Ensar Vakfı Başkanı Ahmet Şişman,Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Adnan İnanç, Prof. Mustafa Şentop,Emrullah Hatipoğlu, Hadımköy Belediye Başkanı Ali Osman Çolak,Selahattin Kaya, İlk 7 İHL Müdürleri adına; Adana İHL adına Mu-hammet Karaduran, Ankara İHL adına Rami Özalan, Kayseri İHLadına İbrahim Şimşek, Konya İHL adına Hüseyin Avni Erdemir,Kahraman Maraş İHL adına Mehmet Keşifli, İstanbul İHL adınaVedat Karabayır... Bahçelievler Belediye Başkanı Osman Develioğlu,Esenler Belediye Başkanı Mehmet Öcalan, Samandıra Belediye Baş-

kanı Yusuf Büyük, Ak Parti İst. Milletvekili Mehmet Müezzinoğlu,Saadet Partisi Genel Başkan Adayı Numan Kurtulmuş, BayrampaşaBelediye Başkanı Hüseyin Bürge, Eminönü Belediye Başkanı Nev-zat Er ve Sarıyer Belediye Başkanı Yusuf Tülün gibi imam hatiplilerkatıldı.

ÖNDER GENEL KURULU 50. Yıl Etkinliklerinin akabinde yapılan Genel Kurul'da Yusuf Zi-

yaettin SULA, yeniden ÖNDER Genel Başkanlığına seçildi. SULA,yaptığı teşekkür konuşmasında: "ÖNDER Genel Başkanı olarakbüyük bir şeref ve gayretle sürdürdüğümüz bu göreve tekrar bizlerilayık gören camiamızın kıymetli mensuplarına şükranlarımı arz edi-yorum. Cenab- Hak bizleri mahcup etmesin, yardımını üzerimizdenesirgemesin".

NUMAN KURTULMUŞ: İMAM HATİPLER KÜLTÜR VEMEDENİYETİMİZİN TEMSİLCİSİ OLAGELMİŞLERDİR.

Page 35: Tohum 131

34 TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

PROGRAM SONRASINDA BAŞTA İLK MEZUNLAR OLMAK ÜZERE BİR ÇOK KATILIMCIYA İMAM HATİP-LERE KATKI VE HİZMETLERİNDEN ÖTÜRÜ ŞİLT VE PLAKETLER VERİLDİ

İLK OLARAK 18 EKİM'DE İSTANBUL İHL'DE GERÇEKLEŞEN MEZUNLAR BULUŞMASINA İLK DÖNEM ME-ZUNLARI YOĞUN İLGİ GÖSTERDİ

TÜRKİYE GENELİ DENEME YARIŞMASINDA BİRİNCİOLAN HALİL KURBETOĞLU ÖDÜLÜNÜ ALIRKEN...

50.YIL ANISINA İLK İMAM-HATİP MEZUNLARIMIZAONUR BELGELERİ VERİLDİ.

Page 36: Tohum 131

35TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

NİCE 50YILLARA ÖNDER

Önder´in 50. yılınıkutlamaya geldiler.Gelirken yanlarındataşıdıkları havayıhep birlikte soluk-landılar, kucaklaştı-lar, hasret giderdiler.Yetiştirdikleri, terdöktükleri, göz yaşıakıttıkları fidanınnasıl mükemmel birağaca dönüştüğünüizlemeye geldiler?..

(Halil KURBETOĞLU)

Yurdun her tarafından geldiler onlar. İçlerindesevgi, hasret, inanç, azim ve gururla…

Önder´in 50. yılını kutlamaya geldiler. Gelirkenyanlarında taşıdıkları havayı hep birlikte soluklan-dılar, kucaklaştılar, hasret giderdiler. Yetiştirdik-leri, ter döktükleri, göz yaşı akıttıkları fidanın nasılmükemmel bir ağaca dönüştüğünü izlemeye gel-diler?..

Sakalları bembeyaz olsa da içlerindeki inanç sa-yesinde hiç yaşlanmadılar…

Onlar, ´mazinin hadimleri´ 50 yıllık mücadele-nin vermiş olduğu yorgunluğu ve haklı gururu´geleceğin varisleriyle´ paylaşmaya geldiler…

Neler anlatmadılar ki?Bu okulları nasıl kurduklarını anlattılar? Ne mü-

cadeleler verdiklerini nasıl bu günlere gelindiğinianlattılar? Ve tecrübelerine dayanarak ´geleceğinvarislerine´ uyarılarda bulundular….

Anlattılar…"Bize dediler ki; iş bulamazsınız, bize dediler ki;

hayatınızı yaşayamazsınız, bize dediler ki; dışlanır-sınız, bize dediler ki; kavulursunuz yurtlarınızdan.Biz dedik ki; ´Bunlar bize ilk kez denmiyor, dahaönce nice nebilere de denmişti. Biz önü sonu ol-mayan uzun hayattaki saadeti isteriz, biz ebedisaadeti talep edenlerdeniz…"

Anlattılar…‘İmam-Hatip Lisesine Yardım’ pankartını gören

bir işçinin günlük kazandığı paranın tamamını ba-ğışladığı ve yarın da hanımıyla birlikte oruç tuttu-ğunu anlattılar. Aç kalma pahasına elindeavucunda ne varsa gelip imam-hatipler kurulsundiye bağışlayan isimsiz kahramanları anlattılar.

Anlattılar…Takva ve ihlâs üzerine kurulan müesseselerin

Allah´ın koruması altında olduğunu anlattılar…Anlattılar…Yalnızda olsan, tek de olsan hak bildiğin yoldan

ayrılmamanın gerekli olduğunu anlattılar…Anlattılar…Müslümanların esen rüzgara göre yön değiştir-

mediğini, ılımlı, ılımsız olmadığını ve davasınasahip çıkan kişi olduğunu anlattılar…

Anlattılar…Nefes almakta bile güçlük çeken çok hasta bir

hoca efendinin zor şartlar altında talebelerine dersvermekten geri kalmadığını ve bir gün talebeleri-nin gelip ´hocam artık siz yorulmayın, hastasınızbiz yolumuza devam edelim´ dediğinde o zatınkıbleye dönüp, ´Yarabbi! Şahitsin ben bırakmadımonlar bırakıyorlar´ demesini, bu yolda çekilen herçilenin kutsal olduğunu anlattılar…Bence her´İmam-Hatipli´ İHl´ne kaydedilirken bu videolarıizledikten sonra kaydedilmeli. Bu liselerin nasılşartlarda kurulduğunu iyice anlamalı, kavramalısonra kaydedilmeli…Onca uğraş veren ve bu uğurda saçlarını ağartaninsanların derdinin ne olduğunu iyice kavramalı…

Oturduğu sıralarda ´o rahatça oturabilsin´ diye,kimlerin kaç gece uykusuz kaldığını, kaç gün oruçtuttuğunu ve kimlerin geleceğini feda ettiğini tamolarak idrak etmeli…Birde ebediyete irtihal edipte 50. yıla katılamayan-lar vardı. Onlar da rahmet ve şükranla anıldılar.

Önder´e böyle bir organizasyonu gerçekleştir-diği, 50 yıldır bir davaya baş koymuş kahramaninsanları bir araya toplayıp hasret gidermelerinisağladığı ve ´İmam-Hatip´ şuurunu kalplere nak-şettiği için en kalbi şükranlarımı sunmayı bir borçbilirim.

Benim orada aldığım en güzel ödül işte bu daya-nışmaya gözlerimle şahit olmaktır.Allah bizlere de ´imam-hatipli´ olmanın bilincininasip etsin. Bu davaya sadık olan, ´geleceğin varis-leri´ ve yaşadığımız sürece bu davanın ´hadimleri´olmayı nasip ve müyesser eylesin.

Page 37: Tohum 131

ÖNDER ZİYARETLER

ÖNDER’İN 50. YILI MÜNASEBETİYLE İHL’LERE DESTEK OLAN KURUMLAR ZİYARET EDİLİP ŞİLTLER TAKDİM EDİLDİ.

İHH’YA YAPILAN ZİYARETTE ÖNDER GENELBAŞKANI YUSUF ZİYAETTİN SULA TARAFIN-DAN İHH GENEL BAŞKAN’I AV. BÜLENT YIL-DIRIM’A ŞİLT TAKDİM EDİLDİ.YAPILAN ZİYARETTE ÖNDER’İN HEM İMAM-HATİP CAMİASI, HEM DE TÜRKİYE’NİN SONDÖNEM GELDİĞİ NOKTA AÇISINDAN ÖNEMLİBİR MİSYON YÜKLENDİĞİNE DİKKAT ÇE-KİLDİ. YILDIRIM, İHL’LERE OLAN İLGİ VE DES-TEKLERİNİN BUNDAN SONRA DA DEVAMEDECEĞİNİ SÖZLERİNE EKLEDİ.

SON DÖNEMLERDE GÜNDEMDEN DÜŞMEYEN VE ASIL-SIZ BİRTAKIM HABERLERLE YIPRATILAMAYA ÇALIŞILANDENİZ FENERİ DERNEĞİ’NE GERÇEKLEŞTİRİLEN ZİYA-RETTE, ÖNCELİKLİ OLARAK ÖNDER’İN DENİZ FENERİDERNEĞİ’NE DUYDUĞU GÜVEN VE İTİBAR DİLE GETİ-RİLDİ. DERNEK BAŞKANI ENGİN YILMAZ ZİYARETİNKENDİLERİ AÇISINDAN MORAL VESİLESİ OLDUĞUNU BE-LİRTEREK KENDİLERİNİ YIPRATMA POLİTİKALARININ

ASILSIZ VE MAKSATLI BİR ŞEKİLDE YÜRÜTÜLDÜĞÜNEDİKKAT ÇEKTİ. YILMAZ, HER ŞEYE RAĞMEN HALKINDENİZ FENERİNE OLAN İLGİ VE DESTEĞİNİN SÜRDÜ-ĞÜNÜ İFADE ETTİ. SON ALARAK ÖNDER GENEL BAŞKANIYUSUF ZİYAETTİN SULA, WONDER BAŞKANI YUSUFKARA VE GENEL MÜDÜR SABRİ OTAĞ TARAFINDAN GER-ÇEKLEŞTİRİLEN ZİYARETTE DENİZ FENERİ DERNEĞİBAŞKANI ENGİN YILMAZ’ A ŞİLT TAKDİM EDİLDİ.

İHH ZİYARETİ

DENİZ FENERİ ZİYARETİ

Page 38: Tohum 131

TİYEMDER ZİYARET: ÖNDER´İN 50. YILI MÜNASEBE-TİYLE DÜZENLENEN PROGRAMLAR ÇERÇEVESİNDETÜM İLAHİYAT FAKÜLTELERİ VE YÜKSEK İSLÂM ENS-TİTÜLERİ MEZUNLARI DERNEĞİ (TİYEMDER) BAŞKANISELAHADDİN YAZICI ZİYARET EDİLDİ. ÖNDER ADINAZİYARETE TANITIM VE ORGANİZASYONLARDAN SO-RUMLU GN. BAŞKAN YRD. YAŞAR ERGİNCAN VE EĞİ-TİMDEN SORUMLU GN. BAŞKAN YRD. MANSURÖZDEMİR KATILDI. ZİYARETTE ÖNDER´İN FAALİYET VEETKİNLİKLERİNİ YAKINDAN TAKİP ETTİKLERİNİ BE-LİRTEN YAZICI, "ÖNDER YAPMIŞ OLDUĞU ÖNEMLİ VEKAYDA DEĞER ÇALIŞMALARLA ÖZELLİKLE İMAMHATİP CAMİASI NEZDİNDE SAYGIN BİR KURUM” OL-DUĞUNU VURGULADI.

30 Kasım 08 Pazar günü Beyoğlu İmam-Hatip Lisesi toplantısalonunda yapılan 2008-2009 Stratejik Planlama Toplantısı, yö-netim ve denetleme kurulu üyelerinin katılımlarıyla gerçekleşti.

ÖNDER´in teşkilatlanma, eğitim, hukuk, tanıtım, kurumsal iliş-kiler, mali işler, spor, yurtdışı eğitim komisyonları ile hanımlar ko-misyonunun geçmiş dönem çalışmalarının değerlendirilip, yeniprojelerinin konuşulduğu toplantı, İmam-Hatip camiası ve Türkiyeaçısından farklı açılımlar oluşturacak fikirlerin paylaşılmasına ve-sile oldu.

Her birimin titizlikle hazırladıkları raporlar toplantıda olgun-laştırıldı ve faaliyete geçirilmesi için gerekli adımların atılmasınakarar verildi.

Özellikle, katsayı sorununun üstünün örtülmüş, böyle bir sorunyokmuş gibi gündemden düşürülmüş olmasına dikkat çekilerek,meselenin yeniden gündeme getirilmesinin önemine vurgu yapıldı.ÖNDER´ in taşıdığı misyon açısından önümüzdeki günlerde dahaaktif bir kurum olabilmesi toplantının esas gündem maddelerin-den biriydi.

37TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

BİMTAŞ ZİYARETÖNDER’İN 50. YILI MÜNASEBETİYLE DÜZENLENEN ZİYA-RETLER ÇERÇEVESİNDE ÖNDER’E VE İMAM-HATİP CA-MİASINA YAPTIĞI KATKILARDAN ÖTÜRÜ BİMTAŞ GENELMÜDÜRÜ AHMET AĞIRMAN MAKAMINDA ZİYARET EDİLDİ.ÖNDER GENEL MÜDÜRÜ SABRİ OTAĞ, ÖNDER YÖNETİMKURULU ÜYELERİ MUHARREM MUHSİN AYDIN VE MUS-TAFA KARAKUŞ’UN KATILDIĞI ZİYARETTE AHMET AĞIR-MAN’A ÖNDER’İN FAALİYET VE ETKİNLİKLERİYLE İLGİLİBİLGİ VERİLEREK ŞİLT TAKDİM EDİLDİ.

STRATEJİK PLANLAMA TOPLANTISINA GENEL SEKRETER HÜSEYİN KORKUT BAŞKANLIK ETTİ.

ÖNDER YENİ PROJELERLE ÇALIŞMALARINA DEVAMETMEK İÇİN KOLLARI SIVADI

Page 39: Tohum 131

38 TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

Üniversite öğrencileri Önder Eğitim Ko-misyonu Akademik Çalışmalar ve BursHizmetleri Birimi tarafından organize edi-len Yüksek Öğrenim toplantısında bu-luştu. 29 Aralık Pazar günü saat 10.00’dagerçekleştirilen kahvaltılı toplantıya çoksayıda yüksek öğrenim öğrencisi ve Önderbursiyerleri katıldı.

Önder Genel Merkezi’nde gerçekleştiri-len toplantı, hep birlikte yapılan kahvaltı-nın ardından Eğitim komisyonu Başkanıİ.Mansur Özdemir’in konuşmasıyla baş-ladı. Mansur Özdemir konuşmasında,toplantının 2008-2009 Eğitim Öğretim yı-lında gerçekleştirilecek yüksek öğrenimhizmet esas ve uygulamalarını paylaşmakamacıyla gerçekleştirildiğini belirterek, ka-tılanlara teşekkür etti.

Özdemir devamla, İmam-Hatip okulla-rının ve buradan mezun olan öğrencilerinTürkiye için önemine vurgu yaparakÖnder Eğitim ve Kültür Hizmetleri ala-nında planlanan çalışmalar hakkında öğ-rencilere bilgi verdi. Gerçekleştirilecekçalışmalar için, öğrencileri destek ve tambir işbirliğine çağıran Mansur Özdemirşöyle konuştu:

“İmam Hatip ruhundan doğan pek çokmüesseseden biri olarak ÖNDER'de tümbu gelişmelerde milletinin ve okullarınınyanında saf tutarak pek çok hayırlı çalış-manın ortaya çıkmasına gayret etmiştir.İmam Hatipli öğrenci, mezun ve mensup-lara yönelik pek çok hizmetler sunaraközellikle son on yıl içinde gerçekleşen hak

ihlalleri ve katsayı problemi ile ilgili çö-zümden yana taraf olarak pek çok alterna-tif çalışma gerçekleştirmiştir.

ÖNDER’in bu çalışmaları içerisinde enönemlilerinden bir tanesi İHL mezunuüniversite öğrencilerine yönelik olarakgerçekleştirdiği ve gerçekleştireceği hiz-metlerdir. Değişen yeni toplumsal ihtiyaç-lar etrafında kaliteli, şuurlu ve milletinindeğerleri ile yetişmiş bir bireyin yetiştiril-mesi biz Önder kadrolarının en temel ön-celiğidir.

Önder Eğitim Komisyonu olarak, İHLorijinli tüm yüksek öğrenim öğrencileriningenel rehberlik çalışmalarından başlaya-rak, burs hizmetleri, akademik rehberlikçalışmaları, bilinç ve şuur gelişimine yöne-lik çalışmalar, sosyal gelişime yönelik prog-ramlar, akademik rehberlik hizmetleri vemesleki kariyer planlaması süreçlerinekadar geniş bir hizmet aralığında çalışma-lar planlamakta ve uygulamaktayız.

Öncelikli hizmet grubumuz olan lisansöğrencileri önemli engellemeleri aşarakelde ettikleri yüksek öğrenim hakkı ile ön-celikli muhatap grup statüsünde algılan-maktadır. Burs hizmetleri başta olmaküzere tüm hizmet kalemleri özel statülerigöz önünde bulundurularak planlanmak-tadır. Çalışmalarımızda bütüncül bir bakışyanında bireysel bir rehberlik ve algı etra-fında çalışmaların yapılması gerektiğineinanıyoruz.

Yüksek Öğrenim öğrencisi siz kardeşle-rimizin eğitim süreçlerinin ilk başından iti-

baren sunulacak rehberlik hizmeti yoluylagrup içi bağlılığın artırılması sağlanacak-tır.. Aynı yazgıyı paylaşan arkadaşların bir-likteliğini sağlamak bizim için önemlidir.Tüm öğrenci arkadaşlarımıza yönelikgenel akademik rehberlik yapılarak mu-hakkak bir akademik topluluğa üye olun-ması sağlanmalı, multi disipliner bir zihinoluşumu için imkânlar oluşturulması veakademik çalışmalar birimimizce, planla-nan seminer çalışmalarına tüm öğrenci ar-kadaşlarımızın devamı gerekmektedir. İşbirliği sağlanan öğrencilerimizi burs hiz-meti yanında başka yardımlar sunulmasıve özellikle çalışmalara iştirak eden tümarkadaşlarımızın yabancı dil eğitimine des-tek verilmesi bizim için öncelikli bir konu-dur.

Kıymetli arkadaşlarım, İstanbul bir kül-tür ocağıdır. Madden ve manen sahip ol-duğu bu zenginliğin siz öğrenciarkadaşlarımızca bilinmesi sizlerin kültür,sanat, spor, klüp ve sosyal çalışmalar yo-luyla girişimcilik ve sosyal kabiliyetlerini-zin öne çıkarılması ve özellikle heröğrencimizin bir sanat alanında gelişimsağlaması önemli bir konudur. Bu kültürocağının münevver ve muharrirleri ile bu-luşarak tefekkür derinliği kazanmanız za-ruridir. Sivil Toplum bilincini sağlamakamacıyla STK çalışmaları özendirilmesigereğine inanmaktayız.

Önder’in akademik programlarınıniçinde yer alan öğrencilerin başarılarınınödüllendirilmesi ve yaz tatil kampları, yurt

ÖNDER, ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİYLE BULUŞTU! EĞİTİMDEN SORUMLU GN. BŞK. YRD. MANSUR ÖZDEMİR: “ÖNDER EĞİTİM KOMİSYONU OLARAK, İHL ORİJİNLİTÜM YÜKSEK ÖĞRENİM ÖĞRENCİLERİNİN GENEL REHBERLİK ÇALIŞMALARINDAN BAŞLAYARAK, BURS HİZ-METLERİ, AKADEMİK REHBERLİK ÇALIŞMALARI, BİLİNÇ VE ŞUUR GELİŞİMİNE YÖNELİK ÇALIŞMALAR, SOSYALGELİŞİME YÖNELİK PROGRAMLAR, AKADEMİK REHBERLİK HİZMETLERİ VE MESLEKİ KARİYER PLANLAMASISÜREÇLERİNE KADAR GENİŞ BİR HİZMET ARALIĞINDA ÇALIŞMALAR PLANLAMAKTA VE UYGULAMAKTAYIZ.”

Page 40: Tohum 131

39

içi ve dışında yapılacak gezilerle destek-lenmesi gerektiğine inanıyoruz.

Lisans öğrencilerimizin yüksek lisansve doktora alanlarına yönlendirilmesibizim için öncelikli bir başka husustur.Bunu başaran öğrencilerimizden ÖnderAkademi çalışmalarına “Aasistan” sıfa-tıyla seçilecek olanların, Y.Lisans veDoktora bursu ile burslandırılarak aktifkatılımları sağlanacaktır.

Eğitim komisyonumuz stratejik pla-nındaki esaslar doğrultusunda bütüncülbir destek programı sunmayı öngör-mektedir. Bu kapsamda, mezunların herdüzeyde mesleki kariyer süreçlerinin veistihdam planlamasının yapılması gere-ğinden hareketle üretim ve istihdam ko-misyonu ihdas edilmiştir. Mezunlarayönelik kariyer programları yanında il-gili iş ve meslek alanlarına da insan kay-nağı arz etmek için çalışmalar yapmakbu birimin önceliklerinden biridir.

Tüm bu hayırlı çalışmalarda birlikteolmak ümidiyle hepinizi Allaha emanetediyorum.”

Ardından söz alan Akademik Çalış-malar ve Burs Hizmetleri Birimi So-rumlusu Muhammed Öz, lisansdöneminde ihmal edilmemesi gerekenyedi çalışmaya ve ÖNDER’in bu çalış-malarla ilgili sürdürdüğü hazırlıklaradikkat çekti. Bu çalışmalar;

Bilir kişi rehberliği,Temel ilimler çalışması,Dil çalışmaları,Sanat çalışmaları,Şehrin tanınması,(Düşünenler için) akademik çalışma-

lara erken intibak,Kariyer planlama, şeklinde beliriyor.Kahvaltıda, 28 Aralık tarihinde Saba-

hattin Zaim Kültür Merkezi’nde başla-yacak olan Önder Seminer programlarıda öğrencilere duyuruldu. Bu seneki se-minerler Sosyolojiye Giriş ve Fıkha Giriştemel başlıkları çerçevesinde Dr.SuatMertoğlu yönetiminde gerçekleştirile-cek.

Toplantıda ayrıca, yapılacak etkinlik-ler ve eğitim hizmetleri noktasında öğ-rencilerden hem öğrenci hem deöğretici olarak katılım beklendiği de be-lirtildi. Öğrencilerin de Önder ve kendiEğitim süreçleriyle ilgili izlenimlerinipaylaştıkları toplantı, soğuk havaya rağ-men sıcak bir iklimde son buldu.

Toplantıda ayrıca, yapılacak etkinlikler ve eğitim hizmetleri noktasında öğrencilerden hem öğrencihem de öğretici olarak katılım beklendiği de belirtildi.

Mansur Özdemir konuşmasında, toplantının 2008-2009 Eğitim Öğretim yılında gerçekleştirilecekyüksek öğrenim hizmet esas ve uygulamalarını paylaşmak amacıyla gerçekleştirildiğini belirterek,katılanlara teşekkür etti.

Page 41: Tohum 131

40 TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

İHL ÖĞRENCİLERİ İLE RÖPORTAJ Ayşe Çoban

LLiissee sseeççiimmii ggeelleecceekk aaççııssıınnddaann bbüüyyüükk öönneemm ttaaşşıırr.. SSiizzlleerr hhaannggii ssee--bbeepplleerrddeenn ddoollaayyıı İİmmaamm--HHaattiipp LLiisseessiinnii tteerrcciihh eettttiinniizz??

NUR KARAMAN (Zeytinburnu İ.h.l 12-B): Bizde herkesİmam-Hatipli'ydi. Ailem de tek seçenek olarak İmam-Hatibisundu. Aslında farklı hedeflerim vardı. O zaman bu tür ortamlardabulunmadığımdan cahilce düşüncelerimin olduğunu anladım. Bu-rada da iyi yerlere gelebileceğimi düşünüyorum.

MERVE TAHMAZ (Eyüp İ.h.l A.12-D): İlk seçeneğim İmam-Hatipti. Başörtüsünden de taviz vermek istemiyordum. Ailem ah-laki, ilmi açıdan ve farklı seçenek olması açısından teklif etti.İmam-Hatip ortamında şunu görüyorsunuz; eğer adımlarınızısabit atmaz, hedeflerinizi belirleyip, okul içinde çalışmalar yap-mazsanız, sadece sınavlardan geçme amacı güderseniz, İmam-Hatip size yetmez. Yalnız İmam-Hatip mezunu olmuş olursunuz.

İİmmaamm--HHaattiipp LLiisseessiinnee bbaaşşllaammaaddaann öönncceekkii ddüüşşüünncceelleerriinniizzllee şşiimm--ddiikkii ddüüşşüünncceelleerriinniizz aarraassıınnddaa ffaarrkk vvaarr mmıı?? VVaarrssaa bbuu ffiikkiirr ddeeğğiişşiikkllii--ğğiinniinn nneeddeennii nneeddiirr??

BETÜL IŞIK (Zeytinburnu İ.h.l 12-B): Tabi, farklı düşünüyor-duk. Daha uçarı, daha basit. İHL'ye başlayınca daha farklı, güzel,oturaklı fikirler edindik. Bunu hem yaşın ilerlemesi hem de öğret-menlerimizin öğretisi de etkiledi.

NUR KARAMAN Çok farklılık oldu. Ailemde yüksek tahsilliyoktu; fakat gerek ahlaki eğitimim, gerekse ilmi yönden çabalıyor-lar, okumamızı istiyorlardı. Kültürel ortam yoktu İmam-Hatip ön-cesinde. Dolayısıyla her şeyi İmam-Hatipte öğrendim,hocalarımızla aile olduk adeta. İmam-Hatipten sonra dünyaya gel-dim diyebilirim.

KKaattssaayyıı pprroobblleemmii oollmmaassaayyddıı hhaannggii mmeesslleeğğii sseeççeerrddiinniizz?? İİsstteeyyiipp ddeeyyaappaammaaddııkkllaarrıınnıızz nneelleerrddiirr??

ZEYNEP ÇOLAK (Zeytinburnu İ.h.l 12-B): İnsanları yönlen-dirme ilgi ve kabiliyetimden dolayı psikolojik danışmanlık ve reh-berlik bölümünü okumak isterdim. Fakat bunu çok fazla sorunetmiyorum.

MERVE TAHMAZ: Mimarlığı seçerdim büyük bir ihtimalle.Ama ben katsayıyı engel olarak görmüyorum; katsayının olma-ması mesleki anlamda kolunuzda bileziğinizin olmasıdır. Bir Müs-lüman hukuk, sosyoloji, tıp, tarih gibi alanlar da seçse, bunlardatamamen Allah’ın rızasını gütmesi gerekir.

ELİF HAZİNE (Eyüp İ.h.l A.12-D): Hukuk isterdim. Hayatımdabüyük bir eksiklik olmadığı için, bu durumu kayıp olarak adlan-landırmıyorum.

SSiizzccee oonn yyııll ssoonnrraa ssiizzlleerrii nnaassııll bbiirr hhaayyaatt bbeekklliiyyoorr?? GGeelleecceekktteenn bbeekk--

Toplumun bize bakışı olumlu ve toplum bize hem moral veriyor hem büyük destek oluyor.

YILDIZ YILDIZ KARELER

Page 42: Tohum 131

41TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

Ayşe Çoban

lleennttiilleerriinniizz nneelleerrddiirr??NUR KARAMAN: Bence on yıl sonra bize karşı olan olumsuz

bakış açılarını aşmış, toplumdaki yerimizi almış olacağız. Beklen-tim ise; başararak geldiğimiz bu ülkede var olmak, Allah’ın yolundahizmet edebilmektir.

MMüüssllüümmaann kkiimmlliiğğii iillee bbiirreeyy oollmmaakk nneeddiirr?? TToopplluumm--bbiirreeyy ddeennggeessiinnaassııll ssaağğllaannaabbiilliirr??

BETÜL IŞIK: İslami konuda, doğru yolda yürüyebilmektir veşartlar ne olursa olsun Hz. Peygamber gibi Kuran’ı yaşamak, canlıtutabilmektir. Toplumun temel taşı bireydir, bu anlamda toplu-mun gelişmesi bireye bağlıdır. Dolayısıyla Müslüman birey hayatahazırlanma sürecinde olsun, hayatın içinde olsun; toplumdan kop-mamalı, topluma kendinden bir şeyler katabilmelidir.

ZEYNEP ÇOLAK: Birey olmakla, Müslüman birey olmak ara-sında fark var. Müslüman birey olmanın ayrıcalığı olsa bile so-rumluluklarımızın daha fazla olduğu, daha elzem olduğuunutulmamalıdır. Bu sorumlulukların bilincinde olmak ise zatentoplum-birey dengesini sağlayacaktır.

NUR KARAMAN: Yanlışları görüp kendinde yapmamak, öncekendindeki hataları düzeltme prensibidir müslüman birey olmanınbir diğer adı. Bir Müslüman ihtiyaç olunduğu bir zamanda başkabir Müslümana ulaşabilmelidir. Bu koşulun gerçekleşmesi aslındadengenin sağlanmasıdır. Günümüzde ise herhangi bir alanda yük-sek mevkilerde bulunan birisine ulaşmakta güçlük çekiyorsunuz,aranızda uçurum var. Yani bu denge sağlanabilmiş değil.

KKeennddiinniizzii ggeerrççeekklleeşşttiirreebbiilliiyyoorr mmuussuunnuuzz?? YYeetteenneekklleerriinniizz kköörreelliiyyoorrmmuu,, ggeelliişşiiyyoorr mmuu??

NUR KARAMAN: Bir yerlere gelip, dimdik durup, biz de bu-radayız demeliyiz. Gerilersek zaten bize karşı olan zihniyetin söy-lemlerini haklı çıkarırız. Öğrenciler istedikçe İmam-Hatip Lisesidestek verir, yeteneklerimizi köreltmeye değil de, geliştirmeye ça-lışır. Okulumuza her ay düzenli olarak bir yazar gelir, şiir dinleti-leri yapılır, tiyatrolar v.b sosyal etkinlikler olur.

MERVE TAHMAZ: Mezun olduktan sonra bir köşeye çekilirimdüşüncesine sahip olmamalıyız. Okulumuz kocaman dünyadailme açılan küçücük bir kapıdır. Bu kapıyı elimizden geldiğince do-nanımlarımızla açıp, ileriki safhada da gayreti elden bırakmamalı-yız. Yeteneklerimizi köreltmemeliyiz yani. Yoksa Rabbimiz;Kuran’da buyurduğu gibi, bizden sonra yeni bir toplum getirir.Allah onlardan razı, onlar Allah’tan razı olurlar.

ELİF HAZİNE: İHL, bulunduğumuz noktada bizi geliştiren birkapı. Kişi yeteneklerinin köreldiği bir yerde bulunmamalıdır zaten.İlgi duyduğum, kabiliyetimin olduğu şeyleri İmam-Hatip lisesindegerçekleştirebiliyorum ve destek de alıyorum. Mesela edebiyata il-giliyiz. Okulumuz bu nedenle dergi çıkarma imkanını sağladı.Okul, başka bir alanda yeteneğiniz varsa yine destek olur.

KKüüllttüürr,, eeddeebbiiyyaatt,, ttiiyyaattrroo,, mmüüzziikk,, rreessiimm,, ssppoorr vv..bb ffaaaalliiyyeettlleerrddeennhhaannggiilleerriiyyllee iillggiilleenniiyyoorrssuunnuuzz?? GGeelleecceekkttee ““bbuu ssaannaattttaa ddaa mmuuttllaakkaakkeennddiimmii ggöösstteerreecceeğğiimm”” ddeeddiiğğiinniizz bbiirr aallaann vvaarr mmıı??

BETÜL IŞIK: Kültür, edebiyatla ilgileniyorum. Kendimi göste-receğimi düşünüyorum. Bir önceki konuyla alakalı bu aslında. Ye-teneklerin körelmemesiyle ancak kendimizi gösterebiliriz. Herkesböyle bir açılımı bizden bekliyor. Bize karşı olan ön yargıları ise,gelecekte kararlılıkla yaptığımız dikkat çekici çalışmalarla yıkabi-

Betül Işık: Biz global dünyada küçük bir çevre olarak yaşamak istemiyoruz.

ASLINDA BİZ GLOBAL DÜNYADA KÜÇÜK BİR ÇEVREOLARAK YAŞAMAK İSTEMİYORUZ. ŞU ANDA İMAM-HATİPLERİN EN BÜYÜK SORUNU BU. BUNU KESİN-LİKLE AŞMAYA ÇALIŞIYORUZ. BİZİ İÇİMİZE İTEN,ÇARPIK SİSTEMİN KENDİSİ. BİZİ SÖZDE LAİKLİK TEH-LİKESİYLE, KATSAYIYLA DİĞER ALANLARDAN UZAK-LAŞTIRMAYA ÇALIŞIYOR. SEN SADECE İLAHİYATAGİDECEKSİN DİYOR. BÖYLE OLUNCA NE OLUYOR, BİZSADECE BUNLARI İLAHİYAT ÇATISI ALTINDA KONU-ŞABİLİYORUZ. EĞER BİZ TOPLUMUN HER KESİMİNEDAĞILABİLİRSEK BUNU KESİNLİKLE AŞACAĞIZ. SAF-DİL KİŞİLİKLER OLARAK DURMUYORUZ. KENDİ İÇİ-MİZDE SADECE KENDİMİZE BİR ŞEYLER YAPMAKİSTEMİYORUZ. BEN ZATEN BU KONUDA ÇOK YARA ALI-YORUM. BABAM BANA, “BİZDEN GEÇTİ KIZIM, SİZOKUYACAKSINIZ, SİZE OLAN ÖN YARGILARI KALDI-RACAKSINIZ” NASİHATİNDE BULUNUYOR. BİZ İMAM-HATİPLİLER SADECE TÜRKİYE’DE DEĞİL, DÜNYADAKENDİMİZİ KANITLAYACAĞIZ.

Page 43: Tohum 131

�� TOHUM/EKİM-KASIM 2008

liriz.MERVE TAHMAZ: Soru dikkatimi çekti doğrusu. İmam-Ha-

tipliye genelde fıkıh, kelam, hadis gibi alanlardan hangisinde çalış-mayı düşünürsünüz diye sorulurken, burada farklı alanlaradeğinilmiş. İmam-Hatiplinin her alanda elinin olması gerektiğinigösteren bir soru. Tiyatro, resim, kültür, edebiyata ilgim var.İmam-Hatipli mesleki alanların haricinde insan gelişimini de etki-leyen, daha çok psikolojik yöne hitap eden çalışmalara da yönel-melidir. Bunlar insanı hem zihnen geliştirdiği gibi, hem de bedeneninsana fayda sağlar.

İİmmaamm--HHaattiipp LLiisseessiinnddee ööğğrreennccii--ööğğrreettmmeenn ddiiyyaallooggllaarrıı nnaassııllddıırr??HHooccaallaarraa şşaakkaallaarr yyaappttıığğıınnıızz,, oolluuyyoorr mmuu??

ZEYNEP ÇOLAK: Öğrenci-öğretmen arası diyalog ebeveyn-lerin çocukları arasındaki ilişki gibidir. Okul dışında bir sorumuzdahi olsa telefon açıp sorabilecek kadar yardımcı gördük onları.Şaka yapmayı severiz ama zor durumda bırakacak şakalar yapma-dık. Yeri geldi eğlenmesini de bildik. Zamanın çoğunu eğlenceyleharcamadan dozunda eğlendik. İmam-Hatip lisesinde zaman hemverimli, hem eğlenceli geçiyor...

NUR KARAMAN: İmam-Hatipliyiz diye monoton geçmiyorhayat. Her türlü etkinliklerimiz oluyor. Hocalarımı annemden, ba-bamdan daha çok görüyorum, zamanımın büyük bir kısmı okuldageçiyor. Hocaların da öyle. Şakalaşmalar oluyor yeri geliyor, onlarda şaka yapıyorlar. Haddimizi biliyoruz, aramız iyi deyip aşırıyagitmiyoruz.

ELİF HAZİNE: Okulumuzda düşünce, karakter olarak çokfarklı hocaların olduğuna inanıyorum. Biz de çoğu zaman onlaranasıl davranacağımızı biliyoruz. Genel olarak derslerimiz, öğret-menlerimizle sıradan öğrenci-öğretmen ilişkisinden ziyade, onla-rın bizim sorunlarımızı görüp anladığı, bizim de onları anladığımızzevkli ve eğlenceli bir havada geçiyor. Diyaloğumuz kendi uzlaş-mamıza, bakış açımızı genişletmemize, hocanın tek bir davranı-şına odaklanmamıza bağlı olarak gelişir.

BBuurraayyaa kkaaddaarr vveerriilleenn cceevvaappllaarr,, ssaannkkii İİmmaamm--HHaattiipp LLiisseelleerriinnddeehheerr şşeeyy mmüükkeemmmmeellee yyaakkıınn bbiirr şşeekkiillddee iişşlliiyyoorrmmuuşş iizzlleenniimmiinnii oolluuşş--ttuurrdduu.. SSiizzee tteellkkiinn eeddiilleenn bbiirr öönn yyaarrggıınnıınn nneettiicceessii oollaarraakk mmıı bbööyyllee ddüü--şşüünnüüyyoorrssuunnuuzz,, ggöörrddüüğğüünnüüzz ttaabbllooyyuu oolldduuğğuu ggiibbii ookkuuyyaarraakk mmııbbuunnllaarrıı ssööyyllüüyyoorrssuunnuuzz??

NUR KARAMAN: Biz bu problemleri öne çıkarır, bunları an-

latırsak bize karşı olan bakış açılarını yıkamayız. Bunun adı yap-macıklık değil; olumsuzlukları düşünmeden umutla öne doğru yü-rümektir.

SSiizziinn ddeevvlleettee,, ttoopplluummaa bbaakkıışş aaççıınnıızzllaa,, ddeevvlleettiinn vvee ttoopplluummuunn ssiizzeebbaakkıışş aaççııssıınnıı ddeeğğeerrlleennddiirriirr mmiissiinniizz??

ZEYNEP ÇOLAK: Toplumun bize bakışı bence olumlu değil.Bana nerede okuyorsun denildiğinde, İmam-Hatip cevabını al-dıklarında geri adım atıyorlar. Üniversiteyi kazanamayacağımıdüşünüyorlar katsayıdan dolayı. Toplumdan beklentim çok fazladeğil ama bize karşı bakış açısının değişmesini isterim bu an-lamda, sistemin de.

MERVE TAHMAZ: İmam-Hatiplerin açılma nedenlerini bili-yor muyuz acaba? Topluma olgun Müslümanlar, topluma yayıla-cak müthiş insanlar yetiştirmek için mi açıldı? İlk önce bunu idrakedebilmek gerekir. İmam-Hatipler şu an çok değişim göstermiş-tir. İmam-Hatiplerin ilk açılma nedeni bence, ciddi Müslüman ön-derlerin olmasına rağmen, bunlara alternatif olarak açılmıştır.Çünkü o zamanlar bu kişilere toplum çok rağbet ediyordu. Ken-disini ilme adayan kişileri bu çatı altında topluyordu. Yani devletkendi güdümü altına alıyor dini, laiklik garantisiyle. Amaçları budeğilken, bir bakıyorlar toplumun desteğiyle İmam-Hatiplerde pat-lama yaşanıyor. Bütün aileler çocuklarını dini eğitimini alsın, biryandan da pozitif ilimleri öğrensin diye bu okullara yolluyor. As-lında önüne geçmek istedikleri durumu daha da güçlendiriyorlar.Bu anlamda birilerine göre İmam-Hatipler amacını aşmış, göreviniyerine getirmiyor diye adlandırılırken, aslında kastedilen amacınkendi amaçları olduğu apaçık şekilde anlaşılıyor. Burada toplumundikkate alınacak desteği söz konusu...

TToopplluummuunn bbiizzii aannllaammaassıınnıı iissttiiyyoorruuzz.. PPeekkii bbiizz ttoopplluummuu aannllaayyaa--bbiilliiyyoorr mmuuyyuuzz?? FFaarrkkllıı kkeessiimmlleerrddeenn iinnssaannllaarrıınn bbiizzee ddaahhaa hhooşşggöörrüüllüüyyaakkllaaşşmmaallaarrıınnıı aarrzzuu eeddiiyyoorruuzz.. ÇÇeevvrreemmiizzddee oolluupp bbiitteennlleerrii ddooğğrruuookkuuyyaabbiilliiyyoorr mmuuyyuuzz??

BETÜL IŞIK: Ben onları anlayabiliyorum. Çevremdeki çoğu ar-kadaşım açık. Bana karşı olumsuz bir tavırla karşılaşmıyorum.Benim çocukluğumdan itibaren yakın arkadaşım olan kişi alevi-dir. Apartmanımızda çok alevi vardır. Onlarla hiçbir zaman tar-tışmadık. Kardeşiz biz. Türkiye’ de yaşıyoruz, vatandaşız.Çatışmalarla, sağ-sol, sünni-alevi v.b gruplaşmalarla ayıramaz bizikimse. Alevi arkadaşım bana gelir, sorunlarını açar, dertleşiriz,

Merve Tahmaz (Eyüp İHL) Zeynep Çolak (Zeytinburnu İHL)

Page 44: Tohum 131

çözüm ararız. Aynı şekilde ben de ondan yardım isterim. Arkada-şımın bana söylediği şey şu: “Ben kapalılara karşı biraz ön yargılı-yım. Sen farklısın, beni çözebiliyorsun; şunu yapacaksın, bunuyapacaksın diye dayatmıyorsun. Ben seninle bu nedenle arkadaş-lık yapabiliyorum.” Her şekilde onları anlıyorum. Onlar da benianlıyor. Müslüman dayatmaz. Söylemlerini bizzat yaparak örnekolur. Biz kendimiz uygulamazsak nasıl önder olacağız?

““BBiizz kkeennddii ssoorruunnllaarrıımmıızzıı kkeennddiimmiizzee ggöörree ççöözzüümmllüüyyoorruuzz”” ddeeddiinniizz..KKeennddii iiççiimmiizzddee ççöözzddüüğğüümmüüzz ssoorruunnllaarr ddaa ddıışş ddüünnyyaayyllaa uuyyuuşşmmuuyyoorr..OO zzaammaann bbiizz gglloobbaall ddüünnyyaaddaann kkooppuukk mmuu yyaaşşııyyoorruuzz??

BETÜL IŞIK: Aslında biz global dünyada küçük bir çevre ola-rak yaşamak istemiyoruz. Şu anda İmam-Hatiplerin en büyük so-runu bu. Bunu kesinlikle aşmaya çalışıyoruz. Bizi içimize iten,çarpık sistemin kendisi. Bizi sözde laiklik tehlikesiyle, katsayıyladiğer alanlardan uzaklaştırmaya çalışıyor. Sen sadece ilahiyata gi-deceksin diyor. Böyle olunca ne oluyor, biz sadece bunları ilahiyatçatısı altında konuşabiliyoruz. Eğer biz toplumun her kesimine da-ğılabilirsek bunu kesinlikle aşacağız. Safdil kişilikler olarak dur-muyoruz. Kendi içimizde sadece kendimize bir şeyler yapmakistemiyoruz. Ben zaten bu konuda çok yara alıyorum. Babam bana,“bizden geçti kızım, siz okuyacaksınız, size olan ön yargıları kaldı-racaksınız” nasihatinde bulunuyor. Biz İmam-Hatipliler sadeceTürkiye’de değil, dünyada kendimizi kanıtlayacağız. Küçük birgrup olarak kalmayacağız. Biz sözde laiklik tehlikesiyle, suni gün-demlerle, aslı olmayan iddialarla kendi kabuğumuza çekilmeyece-ğiz. Sistem bizden böyle insanlar olmamızı bekliyor. Ama biliyoruzki; toplum aksini bekliyor, dinamik gençlik istiyor.

MERVE TAHMAZ: Kendi içimize çekilmemizin nedeni biz de-ğiliz, sistemdir. Aynı zamanda bu sistemin dayatmacıları kendi sebepoldukları durumla bizleri yargılıyorlar. Hem dünyadan kopuksunuzdeyip, hem de bizlere tek bir alandan başka alternatif sunmayan sis-tem, elbette kendi içinde çelişecektir. İmam-Hatipliler sisteme rağ-men eğitim alanlarını genişletiyor ve yurt dışına bile gidiyorlar.

İİmmaamm--HHaattiipp LLiisseelleerriinniinn ddeeğğiişşiimmee iihhttiiyyaaccıı vvaarr mmıı??MERVE TAHMAZ: İnsan kendini değiştirmedikçe, toplumu

değiştiremez. Toplum şu anda tamamen Kuran’dan uzak. İmam-

Hatiplerde olması gereken düzey ve kalitede Kuran dersinin ol-madığını düşünüyorum.

TTüümm TTüürrkkiiyyee’’nniinn ssiizzii dduuyyaabbiilleecceeğğii bbiirr iimmkkaannaa ssaahhiipp oollssaayyddıınnıızz,,İİmmaamm--HHaattiipplliilleerrii tteemmssiilleenn nnee ssööyylleerrddiinniizz??

BETÜL IŞIK: Biz varız. Her zaman olacağız. Bizim olmayışı-mızla ekmeğine yağ sürülecek birilerine karşı var olacağız. Biz deinsanız. Bu toplumun bir parçasıyız, dışlanamayız. Bizi ülkemizdesığlaştıran, Kur'andan uzaklaştıran, teknolojik aletlerle bizi tek ba-şına bırakan, bireysellik adına sosyal hayattan koparmaya çalışıp,kendi içimize itmeye çalışan insanlar, ideolojiler bizi yenemeyecek.

ELİF HAZİNE: İmam-Hatiplerin arka planda bırakılması top-lum için büyük zarardır. Çünkü İmam-Hatiplilerin önü açıldığındagörülecek ki devletin üst düzey kadrolarında, her türlü meslekialanda başarılı, üstün hizmet aşkıyla vatana çalışan insanlar devle-tin ilerleyişine fayda sağlayacaktır. Devletin önemli kademelerindeİmam-Hatiplilerin olması, onların sosyal hayattan uzak olmadı-ğını, aslında toplumla iç içe olduğunu gösteren bir durumdur. Çev-remizde bu kapasiteye sahip birçok arkadaşımız var. Katsayı vebaşörtü problemi olmadığı takdirde devletin kadrolarında faydalıişlerde bulunacak, toplumun ilerleyişinde büyük rol oynayacak ki-şiler olduklarını düşünüyorum.

İİmmaamm--HHaattiipp LLiisseelleerriinnddee kkıızz ööğğrreennccii ssaayyııssıınnıınn aarrttmmaassıınnıınn,, hheemmİİmmaamm--HHaattiipp lliisseelleerriinnee hheemm ddee TTüürrkkiiyyee’’yyee yyaannssıımmaallaarrıı nnaassııll oolluurrssiizzccee??

ZEYNEP ÇOLAK: Bahsedildiği gibi, geleceğin anne adaylarınıngençlik döneminde mümtaz bir eğitimden geçmesi önemlidir.Çocuk ailede en çok annesiyle vakit geçirir çünkü. Bu nedenleİmam-Hatiplerde kız öğrenci sayısının artması olumlu bir değiş-medir.

NUR KARAMAN: İmam-Hatiplerde bayana önem verildiği-nin, ikinci sınıf insan muamelesi yapılmadığının ve eğitim süre-cinde önlerde yer aldığının göstergesidir. Nitekim bazı kesimlerokullara kız çocukları gönderme kampanyaları yaparken, bir yan-dan da İmam-Hatip Liselerindeki kızları üniversite yolundan alıp,evlerine göndermeleri kendi içlerinde çeliştiklerini gösterir.

[email protected]

Page 45: Tohum 131

44 TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

üreğimizi dağlayan, içimize kor dü-şüren Gazze’de mazlum Filistinlilere,yırtıcı hayvanlardan daha aşağımel’un yahudinin attığı bomba ses-leri ve mazlum Filistinlimin ah-u fi-ganları ile Hicri 1430’a girdik.NebilerNebisi’nin kutlu yolculuğunun üze-rinden 1429 yıl geçti. Doğup büyü-düğü, birçok hatıralarının veakrabalarının bulunduğu ve çok sev-

diği Mekke’yi terke mecbur edilişinin 1429. sene-idevriyesini geride bıraktık. İki sadık dostun kutluyolculuklarının ilk menzili, Sevr mağarası, Sır mağ-arası, Kâinatın Sultanını misafir eden ulvi mekân.

Peşlerinde, gözleri dönmüş, İslam nurundan na-sipsiz yarasalar. Mağara kapısına kadar devam edeniz sürüş. Hz. Ebu Bekir endişeli, sadık dostuna zarargelmesinden, İslam davasının başlamadan bitme-sinden korkuyor. Efendimiz (S.A.V)’in Rabbimizin"La tahzen innallâhe meâna" (Korkma, Allah bi-

YYarım asrı aşkın birzamandır, Ortado-ğu’nun, mazlum Fi-listin halkınınrahatını kaçıran,huzurunu bozan dayine yahudi’dir.Hicri 1430’a girer-ken İslam âleminemeydan okurcasınaGazze’de sergile-mekte olduğu vah-şet, terör devletiİsrail’in çirkin yü-zünü bir kere dahaortaya çıkardı. Ön-ceki katliamlarıhenüz hafızalardansilinmemişken bun-lara bir yenisini,daha şiddetlisiniekledi.

SABRİ OTAĞ

ÜMMETİN İMTİHANIHİCRİ 1430 VE

Page 46: Tohum 131

45TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

zimle beraberdir.) ayet-i kerimesini okuması ile Hz. Ebu Bekir sa-kinleşiyor, Cenab-ı Hak O’na sekineti indiriyor, güven veriyor vegörünmeyen askerlerle O’nu destekliyordu. Mağara kapısınakadar iz sürerek gelen İslam düşmanları, mağara girişindekiörümcek ağını, güvercin yuvasını görünce birbirlerine düşerekgeri dönüyorlardı. Tarafsız bir bakışla, bu iki sadık dostun sonla-rının geldiği düşünülebilirdi. Lakin, Allah’la beraber olana, Al-lah’ın kendisi ile beraber olduğu kişiye, Allah’ın izni olmadıkçakim zarar verebilir?

Tüm mesele, Allah ile beraber olabilme, Rabbimizin sevgisineve rızasına erebilme. Müminin biricik gayesi bu olmalıdır, gerisilâf-u güzaf.

Yesrib’e sağ-salim varış ve İslam devletinin temellerinin atılışı.Yesrib’in nurlu Medine’ye dönüştürülmesi. Kısa zaman içeri-sinde, Müslümanların kendi bölgelerinde güçlü bir devlet oluşu,kurt ile kuzunun bir arada yaşadığı huzurlu ortamın meydana ge-lişi, Saadet Asrı.

Aradan 1429 yıl geçti, bugün her zamankinden daha çok saa-det iklimine, her türlü iyiliğin kaynağı, hayat nizamı Kur’an-ınnurlu yoluna, âlemlere rahmet Hz. Muhammed Mustafa(S.A.V)’in rehberliğine muhtacız. Bir damla Müslüman kanı, -içerisinde insan bulunmayan- şu dünyadan daha değerli olduğuhalde, bugün oluk oluk Müslüman kanı akıtılıyor, her türlü zu-lümler İslam ülkelerinde deneniyor ve Müslümanlar şamar oğlanı

gibi itilip kakılıyor, sömürülüyor, öldürülüyor, hayat kendilerinezindan ediliyor ise, bunların sebebi, Asr-ı saadeti oluşturan de-ğerlerden uzaklaşma, kendi dininden habersiz yaşamadır.

Bugün, Müslümanların başının belası olan mel’un yahudi,kendi şeriatına sımsıkı bağlıdır. Muharref Tevrat’ın arz-ı mev’udhedefine ulaşmak, her yahudi’nin ana gayesidir. Bu hedefe ulaşa-bilmek için onlara her yol meşrudur, mübahtır. Yahudi’nin yahu-di’den başka dostu olamaz. Bugün ABD’ye dost gibi görünüyorise, ABD’nin güçlü oluşundan ve ABD’yi türlü entrika ve oyun-larla soyuşundandır. Yahudi inancına göre, yahudi olmayanı, heleMüslüman’ı öldürmek sevaptır. Yahudilere zarar gelmeyeceğinibilse, yahudi dünyayı ateşe vermekten katiyen çekinmez. Kendipeygamberini öldüren lanetli bir millettir yahudiler. Tarih, yahu-dilerin, beraber yaşadıkları, nimet ve imkânlarından faydalandık-ları toplumlara karşı nankörlük ve ihanetlerine şahittir.İspanya’dan kovulmaları, Nazi Almanya’sındaki cezalandırılmalarıhep bu yüzdendir.

Yarım asrı aşkın bir zamandır, Ortadoğu’nun, mazlum Filistinhalkının rahatını kaçıran, huzurunu bozan da yine yahudi’dir.Hicri 1430’a girerken İslam âlemine meydan okurcasına Gazze’desergilemekte olduğu vahşet, terör devleti İsrail’in çirkin yüzünübir kere daha ortaya çıkardı. Önceki katliamları henüz hafızalar-dan silinmemişken bunlara bir yenisini, daha şiddetlisini ekledi.

Bir balina karşısında duygulanan insanlık! Bu dram karşısında

Page 47: Tohum 131

sessiz. Göstermelik kınamalar dışında yapılan bir şey yok. İsrail,dünyaya meydan okuyor ifadesi bence gerçeği yansıtmıyor. Evet,İsrail’in meydan okuduğu bir toplum var, o da İslam toplumu. Neyazık ki o toplumda parça parça olmuş, tefrikaya düşmüş, rüzgâ-rını, cesaretini, güvenini kaybetmiş. "Kâfirler bir millettir." Buy-ruğundaki gerçek, son Gazze olayı ile bir kere daha tescillendi.

Bu soykırım karşısında, içinde insanlıktan eser olanlar sessizkalamazlar. Gazze’ye atılan bombalar, aslında insanların insanlı-ğına atılıyor, sessiz, ilgisiz kalmamız halinde, mazlum Filistinli ilebirlikte içimizdeki insanlıkta ölecek.

Vahşet sınırlarını çoktan aşan bombalama devam ediyor,kadın-erkek, sivil, asker, genç, ihtiyar, çocuk-bebek, hastane-camii, ambulans demeden. İlk dört günde yaşları 2’nin altında40’tan fazla bebek şehit edildi. Aylarca süren ambargonun ardın-dan başlayan bu menfur saldırının 4 gününün bilançosu 400 şehit,2000’e yakın yaralı. İsrailli Müslüman kasapları, saldırı daha yenibaşlıyor diyerek soykırımda bulunacakları sinyalini veriyor. Ateş-kes isteklerine ise, ne gerek var, bugün değilse yarın ölecekler be-yanıyla, vahşette sınır tanımayacaklarını ilan ediyorlar.

BM karar almaya çalışıyor, bilmem kaçıncı kararı aldı bugünekadar, sanki yahudi’nin taktığı var. AB, ABD ve diğer batılılar da-nışıklı beyanatlar verme yarışındalar. Dün Bosna’da seyirci kal-mışlardı, bugün Gazze’de, yarın seyir için kim bilir sırada hangiülke var? Ürdün, Suriye, Mısır, Türkiye demek kehanet değil. Ül-kemizde arz-ı mev’ut’a dâhil iller ve bölgeler var. Ümmetin imti-hanı devam ediyor. Çeçenistan, Afganistan, Pakistan, Irak vediğer mazlum Müslümanların feryatları karşısında neler yaptık,bu imtihanları kazanabildik mi?

Devam etmekte olan Filistin meselesi, Gazze can pazarı üm-metin yeni imtihanı. Müslüman, dünya pazarında bir imtihan eri.Dostlar imtihan çetin. Din kardeşlerimiz, can kardeşlerimiz, dün-yanın en gelişmiş silah teknolojisine sahip, Ortadoğu’nun çiban-başısı yahudi’nin bombardımanı altında, aç, susuz, ilaçsız,elektriksiz, silahsız hayatta kalma mücadelesi veriyor. Her Müs-lüman’ın, mutlaka yapacağı şeyler vardır. Kavli dualarımıza, fiilidualarımızı ekleyelim. Yahudi ve Amerikan mallarını daima boy-kot edelim. Telefon ışığı altında kurşunu çıkarılmaya çalışılan,çocuk yuvasında bombalanan, ambulanslarda yahudi’nin hedefiolan şehit kardeşlerimizi düşünelim. Yahudi ve Amerikan malla-rına vereceğimiz her kuruşun, dökme kurşun olarak Gazze’dekive dünyadaki Müslüman kardeşlerimize döneceğini, atılacağını

unutmayalım. Ensar olgunluğu ile imkânlarımızı paylaşıp sefer-ber edelim. Seher vakitlerinde seccadelerimiz gözyaşlarımızla ıs-lansın, Rabbimize dua edelim.

Yakın gelecekte hedef ülke durumunda olan ülkemiz idareci-leri, bu soykırımı yapan katil sürüleri ile yapılmış bulunan bütünantlaşmaları iptal etmeli, Türkiye–İsrail dostluk grubu! tamamenfeshedilmeli, Konya’mızın semaları ve arazileri İslam düşmanlarıile ortak tatbikat yapılarak kirletilmemeli. Askeri alanda ortaklıkyapılacak en son ülke İsrail’dir.

Tanklarımızın, uçaklarımızın modernizasyonlarının İsrail’e ve-rilişi, onlarla istihbarat paylaşımı, ülkemizin geleceğini karart-maktan, bizi birbirimize düşürmekten, komşu ülkelerle düşmankardeşler haline getirmekten öte bir işe yaramaz. Bu, gafletin öte-sinde bir şeydir.

İsrail ABD’nin Ortadoğu’daki gayr-i meşru çocuğudur. İsrail’inarkasında hep ABD olmuştur. Sanılmasın ki ABD’nin jandarma-lığı ebedidir. İnşallah çok yakın gelecekte ABD parçalanacaktır.Çünkü zulümle payidar olunmaz. Bu gerçeği hem yahudiler, hemde yahudi muhipleri akıllarından çıkarmamalıdırlar. ABD ülke-mize yaptığı gizli ve aşikâr düşmanlıklarla güvenilmez olduğunuispat etmiştir. ABD, münafıklığın ötesinde çok yüzlü bir düş-mandır. ABD’nin bu çirkin yüzü görülerek tedbirlerin alınmasıidarecilerimizin görevidir. Son global kriz bahanesiyle ABD’ debulunan Arap şeyhlerine ait milyarlarca dolar buharlaşmış, ihti-mal ki, kriz savıyla terörist İsrail devletine gönderilip Filistin hal-kının üzerine bomba ve dökme kurşun olarak yağmıştır.Müslümanların imkân ve sermayelerinin, İslam düşmanlarıelinde çarçur edilmemesi ve Müslümanlara karşı kullanılan bom-balar haline gelmemesi için ülkemizin güvenli bir liman halinegetirilmesi ve Arap sermayesinin yurdumuza çekilerek Müslü-manların vebalden kurtulmalarına zemin hazırlanması da ülke-miz idarecilerinin görevleri olsa gerek. Rabbimizin "Ey imanedenler, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dostedinmeyin." emri, idare edene ve edilene şamildir.

Türkiye’ye başsız kalmış olan İslam âlemine lider olması yara-şır. Ecdadı Osmanlıdan tevarüs eden değerler, böylesi bir liderliğikolaylaştıracaktır.

Kana doymayan İsrail vampirini ancak böylesi bir güç durdu-rabilir.

Geçmiş hadiselerin ışığı altında Gazze’nin ve mazlum Filis-tin’in akıbetini tarafsız bir gözle değerlendirmeye çalışalım.

Page 48: Tohum 131

47TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

ürkiye 17 Ekim 2008 tarihinde Bir-leşmiş Milletler (BM) Genel Ku-rulu’nda yapılan seçimlerde 151 oyalarak uzun yıllardan sonra ilk defaGüvenlik Konseyi geçici üyeliğine se-çildi. BM’e üye her beş devletin dör-dünün oyunu alması, Türkiye’ninyeni dış politika açılımları açısındanaynı zamanda şu anlamlı mesajı da

vermiş oldu: Türkiye’nin dış politikası doğru yöndeilerlemektedir; ahlâkî kaygıları da gözeten çok yönlüve çok boyutlu dış politika başka milletlerce takdiredilmektedir. İslam dünyasına, Afrika’ya ve birçokminik ada devletine yönelik açılımlar semeresinivermiştir. Türkiye, üzerindeki ölü toprağını artık at-maya başlamış ve bir “merkez ülke” olarak, “tarihive stratejik derinliği”nin zaruri kıldığı ufuk genişli-ğine ve büyük düşünme yetisine ve yeteneğinedoğru iz sürmeye başlamıştır.

Bütün bunlar ümitvar olmamızı gerektiriyorelbet; lâkin Güvenlik Konseyi’nin yapısı ve kararalma mekanizması düşünüldüğünde, insanın bütünheyecanı bir anda buharlaşabiliyor. Şöyle ki; buörgüt bünyesinde “sürekli üyelik” hakkına sahip beşüye devlet vardır ki (ABD, Rusya, İngiltere, Fransa veÇin), bunlar İkinci Dünya Savaşı’nın galipleri olarakKonsey’deki “saltanatlarını” ilânihaye sürdürmeyiplanlamaktadır. Üstüne üstlük bu beş devletin vetohakkı da vardır. Diğer on devlet ise, Türkiye benzerion geçici üyeden oluşur ve bunlar iki yıllığına buorgan içinde temsil edilirler. Uluslararası barış vegüvenliği yönelik tehditleri bertaraf etmekle yü-kümlü olan Güvenlik Konseyi, BM’in bağlayıcı kararve yaptırım yetkisine sahip olan tek organıdır. Bu-rada kararlar (15 oy içinden en az) 9 olumlu oylaalınmaktadır. Ne var ki, karşı oylar içinde bir tek sü-rekli üyenin oyu varsa, bu durumda karar akim kal-maktadır. O nedenle üyeliği sürecince Türkiye’ninKonsey içinde pasif rol üstlenmesi ciddî bir olasılık

olarak karşımıza çıkmaktadır. Üstüne üstlük, Türkiye, Güvenlik Konseyi’nin

ABD-İngiltere-Fransa emperyal üçlüsü eliyle İslamdünyasının üzerine çöreklendiği bir dönemde geçiciüyeliğe seçilmiştir. Şartların ne denli çetin olduğunuanlamak için, Güvenlik Konseyi’nin son yıllardaİslam ülkelerine yönelik olarak kabul etmiş olduğubaşlıca kararlara bakmak öğretici olacaktır:

-ABD’nin ve onunla iş tutan işgal koalisyonununönce Afganistan’a (2001) sonra da Irak’a (2003) yö-nelik silahlı saldırıları karşısında kayıtsızlık; işgalsonrasında ise işgalcileri “mazur ve meşru gören” birkısım kararlara imza atmak;

-2006’dan bu yana, en doğal hakkı olduğu halde,uranyum zenginleştirme faaliyetlerinden vazgeç-mediği gerekçesiyle, İran’a yönelik olarak, bu faali-yetiyle ilişkili hususlarda, ekonomik, askerî ve malîambargo öngören dört adet karar çıkarmak;

-Sudan’ın Darfur bölgesinde devletle doğrudanve/veya dolaylı ilişkisi olan silahlı güçlerce, bölgehalkının bir kesimine karşı “insanlığa aykırı suçlar”işlendiği gerekçesiyle, bu bölgeye uluslararası bir as-kerî gücün yerleştirilmesini öngören bir dizi kararalmak (ve fakat buna karşılık, Afrika’nın birçokbaşka bölgesinde benzer çatışmalara ve iç savaşlarakayıtsız kalmak. Herkes de biliyor ki, Sudan’ıABD’nin ve diğer bazı Batılı güçlerin hedef tahta-sına koyan asıl neden, bu ülkenin, zengin petrol vedoğal gaz kaynaklarını Batı’ya peşkeş çekmemesi veüstüne üstlük “İslamî bir yönetim”e sahip olması-dır);

-Ağustos 2006’ta, Lübnan’a saldırarak bu ülkeyiyerle bir etmiş olan İsrail’i kınamaktan bile imtinaederek, işgal mağduru bu ülkenin topraklarına BM’ebağlı barışgücü askerlerinin konuşlandırılmasını ön-gören bir karar almak;

-2006 sonunda Somali’nin, ABD’nin teşvik vedesteği ile Etiyopya ordusunca işgali karşısında,önce tamamen sessiz kalıp, sonra, mevcut kukla hü-

Başta İslam dünyasıolmak üzere, dünyamazlumlarının Gü-venlik Konse-yi’ndeki seslerindenbirisi olmak, Türki-ye’nin önündeki birbaşka seçenektir.İşte asıl onurluduruş, evrenselmoral değerlere yas-lanan ahlâkî ve ilkelitutum bu olacaktır.

TKONSEYİ ÜYELİĞİ

Mağlup olmaya bu yolda galip: Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik

DOÇ. DR. BERDAL ARAL

Page 49: Tohum 131

48 TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

kümetin elini güçlendirecek bir kısım hü-kümleri bünyesinde barındıran kararlaraimza atmak;

Bu ve benzeri Konsey kararları, İslamdünyasının gözünde bu organın güvenilir-liğini büyük ölçüde ortadan kaldırmıştır.Irak’ın Kuveyt’i Ağustos 1990’daki işgalisonrasında, mesaisinin önemli bir bölü-münü, Irak’a karşı akla gelebilecek her tür-den yaptırım kararı alan ve sonuçta daABD öncülüğündeki Koalisyon Güçleri’ne,Irak’ı savaş yoluyla Kuveyt’ten çıkarmayetkisi veren Güvenlik Konseyi, “uluslar-arası barış ve güvenliğe” aynı ölçüde vehatta çok daha fazla zarar veren başka iş-galler karşısında süt dökmüş kedi gibi “ses-siz ve sitemsiz” kalmıştır: ABD’ninPanama’yı (1989), Afganistan’ı (2001) veIrak’ı (2003) işgali; İsrail’in Filistin’e yöne-lik işgal politikalarının devamı ve ayrıcaLübnan’ı işgali (2006); Etiyopya’nın Soma-li’yi işgali (2006); Rusya’nın Gürcistan’ı iş-gali (2008). Türkiye bu kemiksizliğe, çiftestandarda ve ikiyüzlülüğe karşı GüvenlikKonseyi içinde bulunduğu süre içinde“gayruk yeteer!” diyebilecek midir? İştebütün mesele budur…

O halde, Türkiye Güvenlik Konseyiiçinde nasıl bir tutum içinde olacaktır?Kaba bir tasnif yapmak gerekirse, önü-müzdeki iki yıl boyunca, Türkiye, Konseyiçinde şu üç farklı duruş tercihiyle karşıkarşıya kalacaktır:

a)Reel politik ve Türkiye’nin –her nedemek ise- “âli menfaatleri” adına saldır-

gan dış politika gündemini Güvenlik Kon-seyi’ne “yedirmeye” çalışan ABD’nin vehempalarının dümen suyuna girmek;

b)Avrupa Birliği yolunda bir aday ülkeolarak, Avrupalılara şirin görünmek içinbaşta Fransa olmak üzere Güvenlik Kon-seyi’nin Avrupalı üyeleri ile birlikte hare-ket etmek. Türkiye’de, emperyal tutumunedeniyle ABD ile birlikte davranılmasınısağlıklı bulmayan birçok çevre, “Avrupa-merkezli” bir tutum içinde bulunmasınıTürkiye için ideal pozisyon olarak tavsifetmektedir. Bu çevrelerin içinde, böyle birtutumu “evrensel moral değerlerin” bir ifa-desi olarak görenler bile vardır. Sözgelimi,eski büyükelçilerden Rıza Türmen’e göre,“Türkiye Güvenlik Konseyi gündemindekikonularla ilgili tutumunu belirlerken reelpolitika düşüncelerinin egemen olduğu birdurumu kurtarmak siyaseti değil, evrenselmoral değerlerin egemen olduğu ilkeselbir siyaset izleyebilmeli… Olli Rehn'in‘Türkiye'nin bu koltuğu Avrupa'nın ortakdeğerlerini geliştirmek için kullanacağınainanıyorum’ sözlerine kulak kabartmalı.”

Belli ki, Rıza Türmen ve benzerlerinegöre, dış politikada yüksek ideallerin ta-

EĞER SİZ “GERÇEKÇİ”, YANİREELPOLİTİKÇİ KANATTAN-SANIZ, BU SÖZLERİMİZİUNUTUN GİTSİN! NASILSA,TÜRKİYE KENDİNDEN ÖN-CEKİ PEK ÇOK “GEÇİCİ” ÜYEGİBİ, ULUSLARARASI SİSTE-MİN LORDLARININ AT KOŞ-TURDUĞU BİR SAHNEDE,YALNIZCA “KONU MANKEN-LİĞİ” YAPARAK HAYÂL KIRIK-LIĞI İÇİNDE GÜNLERİNİTÜKETECEK…

Page 50: Tohum 131

kipçisi olmak, ille de “Avrupa’lı” bir tutumalmayı gerektirmektedir. Oysa, son yıl-larda yaşanan bir kısım gelişmeler, bu gö-rüşün iler tutar yanının olmadığını ortayakoymuştur: Bosna-Hersek 1992-95 ara-sında Sırp işgaline uğradığında ve bu top-raklarda korkunç bir soykırımyaşandığında, olası bir askerî müdahale ka-rarına, en fazla, Rusya’nın yanı sıra, İngil-tere ve Fransa gibi BM GüvenlikKonseyi’nin “Avrupalı” üyeleri karşı çık-mıştır. Benzer bir soykırım daha da büyükçapta 1994 yılında Ruanda’da yaşandı-ğında, aynı güçler Güvenlik Konseyi’ni ha-rekete geçirmek için kılını bilekıpırdatmamıştı. Son bir örnek: İsrail 2006yılında Lübnan’ı karadan, havadan ve de-nizden kuşatıp bu ülkeye karşı amansız birsaldırı başlatarak, masum onca insanı acı-masızca katlettiğinde, “çağdaş ve yüksekmoral tutuma sahip” Avrupa’lı üyeler, Gü-venlik Konseyi’nin bu büyük insanlık ayıbıkarşısındaki acınası kayıtsızlığının ve ses-

sizliğinin ABD ile birlikte en önemli so-rumlusu idi. “Evrensel moral değerler”:Trajikomedi!..

c)Başta İslam dünyası olmak üzere,dünya mazlumlarının Güvenlik Kon-seyi’ndeki seslerinden birisi olmak, Türki-ye’nin önündeki bir başka seçenektir. İşteasıl onurlu duruş, evrensel moral değer-lere yaslanan ahlâkî ve ilkeli tutum bu ola-caktır. İşgale, zulme karşı kayıtsızlığa veKonsey’in emperyal projelere alet edilme-sine karşı, hukukun, meşruiyetin ve adale-tin bayrağını dalgalandıracak bu esaslıduruş, dünya barışına Türkiye’nin yapabi-leceği önemli bir katkı olacaktır. Türkiye,bu organ içinde, geçici bir üye olarak tabiiki asla belirleyici olmayacaktır. Ne günde-min belirlenmesinde ne de alınacak karar-larda Türkiye’nin özgül ağırlığı, sürekli üyeolan devletlerle kıyas-ı kabildir. Ama anti-emperyalist bir duruş sergilemesi halinde,Türkiye en azından şu iki şeyi yapabile-cektir: birincisi, Konsey’i kendi süflî emel-

leri için “kullanmaktan” çekinmeyenABD’nin ve hempalarının tekerleğineçomak sokmak; ikincisi, dünyanın farklıbölgelerinde barışa ve huzura zarar verenişgalleri ve zulümleri Güvenlik Konseyi’nindikkatine sunmak. (sözgelimi, Filistin hal-kının üzerine karabasan gibi çöken –enbaşta İsrail kaynaklı- Gazze’deki topyekünuluslararası ambargonun yol açtığı insan-lık dramını Konsey’in gündemine getir-mek; ya da “devlet terörü”nün de aslındakınanması gereken bir terör türü oldu-ğunu, zaman zaman gündeme geleceğibelli olan “uluslararası terörizm”e ilişkinKonsey kararlarına geçirmeye çalışmak)

Eğer siz “gerçekçi”, yani reelpolitikçikanattansanız, bu sözlerimizi unutun git-sin! Nasılsa, Türkiye kendinden öncekipek çok “geçici” üye gibi, uluslararası sis-temin lordlarının at koşturduğu bir sah-nede, yalnızca “konu mankenliği” yaparakhayâl kırıklığı içinde günlerini tüketecek…

[email protected]

İŞGALE, ZULME KARŞI KAYITSIZLIĞA VE KONSEY’İN EMPERYAL PROJELERE ALET EDİLMESİNEKARŞI, HUKUKUN, MEŞRUİYETİN VE ADALETİN BAYRAĞINI DALGALANDIRACAK BU ESASLIDURUŞ, DÜNYA BARIŞINA TÜRKİYE’NİN YAPABİLECEĞİ ÖNEMLİ BİR KATKI OLACAKTIR. TÜR-KİYE, BU ORGAN İÇİNDE, GEÇİCİ BİR ÜYE OLARAK TABİİ Kİ ASLA BELİRLEYİCİ OLMAYACAKTIR.NE GÜNDEMİN BELİRLENMESİNDE NE DE ALINACAK KARARLARDA TÜRKİYE’NİN ÖZGÜL AĞIR-LIĞI, SÜREKLİ ÜYE OLAN DEVLETLERLE KIYAS-I KABİLDİR.

TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009 49

Page 51: Tohum 131

50 TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

KAHROLSUN (MU) AMERİKA (?)

Son mali krizle be-raber bir şeylerinyanlış ya da eksikolduğu fikri doğdukalbimde. Zira Ame-rika’ya bir buhranisabet etti, “Oholsun! İşte belasınıbuldu.” demeye kal-madan bir de baktıkki bu buhran, bizide istila etmeyebaşladı. Artık Ame-rika’nın musibetibizleri de kendinehedef seçmişti. Pekine olmalıydı. Bun-dan böyle “YaşasınAmerika aman ya-şasın!” mıydı denil-mesi gereken, yoksakahrolmaya devammı etmeliydi?Acaba Amerika’yabeddua, bindiğimizdala lanet okumakmıydı? Yoksa artıkbizde mi Amerikaolmuştuk? Neleroluyordu…

(Abdulkerim Kenanoğlu)

“(Mahşer günü) Hesaplar görülünce şeytan derki: Şüphe yok ki, Allah size hakk olan va’di vaat etti.Ben ise sizlere vaatte bulunup, yerine getirmedim.Oysa ki, sizleri çağırmaktan başka benim sizler üze-rinde herhangi bir gücüm ya da hakimiyetim yoktu.Siz de benim çağrıma cevap verdiniz ve yerine ge-tirdiniz. O halde artık beni kınamayı bırakın ve ken-dinizi kınayın. Bugün, ne ben sizlerin birkurtarıcısıyım ne de sizler benim kurtarıcımsınız.”(İbrahim,22)

İnsanın gözü kendinden yana kördür çoğuzaman. Özellikle, bir suçlu aradığında, yanlış ve eğriolanın peşinde adres sorguladığında. Nedense, ha-tayı asla “Ben” zamiri taşımaz; ya “Sen”sindir hatayahamal ya da kesinlikle “O” dur hatanın kaynağı.Maalesef İslam Dünyası’da bu denî hasletten ziya-desiyle muzdariptir. Maalesef diyorum, çünki Müs-lüman kendisine isabet eden musibeti kendinden,gelen haseneyi ise Allah’dan bilendir. Kur’an bizemüteaddid defa tekrar etmiştir. Gelin görün ki, nezaman bir kötülük isabet etse bize, ya “Takdir-i ila-hidir” diyoruz ya da musibetin müsebbiplerini la-netliyoruz. “Ben” ise yine hatadan ve bedelödemekten masun kalmakta, akibet bir günah keçisibulunmaktadır. İşte “Kahrolsun Amerika” söylemibu nevi, hatayı başkasına hamletme eğilimindenbeslenmektedir. Ancak bu söylemin, eylem bazındane kadar anlayışa dönüşmüş olduğunun ve ne de-rece hayatımıza yön verdiğinin muhasebesi herkestarafından ayrıca yapılmalıdır. Ne var ki ortadainkar edilmez ve su götürmez bir gerçek vardır ki:Malum ülke, başta Müslümanlar olmak üzere in-sanlığın nefretini kazanmak için elinden geleni ar-dına koymamaktadır.

Niyetim, ne bu satırlara bir suçlu mahkumetmek ne de bir günah keçisi bulma yolunda keli-meleri kürek mahkumu etmektir. Zaten testi kırıl-mışken, ha “O” kırmış testiyi, ha “Sen”, varsın “Ben”olayım testiyi kıran. Testi geri gelir mi? Artık suyuiçilebilir mi.

Genel anlamda İslam Alemi ve Amerika diyerekasıl vurgulamak istediğim: Belli bir coğrafya yadabir takım milletler değildir. Habil ve Kabil’den buyana süregelen karşıtlığın günümüzdeki tezahürdüranlatmak istediğim. Şöyle ki:

Son mali krizle beraber bir şeylerin yanlış ya daeksik olduğu fikri doğdu kalbimde. Zira Amerika’yabir buhran isabet etti, “Oh olsun! İşte belasınıbuldu.” demeye kalmadan bir de baktık ki bu buh-ran, bizi de istila etmeye başladı. Artık Amerika’nınmusibeti bizleri de kendine hedef seçmişti. Peki neolmalıydı. Bundan böyle “Yaşasın Amerika amanyaşasın!” mıydı denilmesi gereken, yoksa kahrol-maya devam mı etmeliydi? Acaba Amerika’ya bed-dua, bindiğimiz dala lanet okumak mıydı? Yoksaartık bizde mi Amerika olmuştuk? Neler olu-yordu…

İşte böyle bir ruh hali içinde şöyle bir soru geldiaklıma: Acaba Amerika ve onun temsil ettiği her nevarsa bürünüp et ve kemiğe dursa karşımda ve deseki: Yazıklar olsun sana be Müslüman! “Sen ki enmukaddes bildiğin topraklarda; Mescid-i Haram’da,Mescid-i Nebevi’de benim İngilizce’m olmadanbaşka milletten bir Müslüman kardeşinle anlaşa-mazken… sen ki benim dolarım olmadan Müslü-man devletlerle ticaret yapamazken… sen ki benimilmi araştırmalarım, bilimsel çalışmalarım sayesindeteknolojiyle tanışmışken, benim ürettiğim cep tele-fonlarını, diz üstü bilgisayarlarını hayatının en de-ğerli parçası yapmışken ve daha nice nimete benimemeğimle ermişken… sen ki benim yetiştirdiğimçocukların senaryolarıyla sahnelenen filmlere hay-ranken… çocukların benim kahramanlarımın sev-dalısıyken… benim üniversitelerimde eğitimgörmeye can atarken, teşekkür etmek yerine dur-muş kahrolmam için haykırıyorsun, için için banakin besliyor ve da helakimi bekliyorsun. İşte bak, İk-tisadi bir krizin neticesini müşahede ediyorsun. He-lakimin akıbetini var sen düşün.

Ne derdim acaba yalan mıydı söyledikleri, yoksaiftira mı? Gerçekten de bizler, maddi külfetini gör-mezden gelerek aşkla, şevkle İngilizce kurslarına git-miyor muyuz? Evlatlarımız İngilizce biliyor diyegururlanmıyor muyuz? Onların Hollywood mah-sulü filmlerinin hayranı değimliyiz. CebimizdeAmerikan dolarları varken kendimizi iktisadi an-lamda daha bir güvende hissetmiyor muyuz? Ya dabirbirimize borçlanırken Dolar, Euro’yu tercih et-miyor muyuz? Bu okuduğunuz yazı dahi onlarınteknoloji koridorlarından süzülüp sayfalara yazıl-

Page 52: Tohum 131

TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009 51

mıyor mu? Üniversitelerimizde bilimin kıblesi batı ola-rak gösterilmiyor mu? … mu? … mu? Acaba Micro-soft: Rabbiniz size kalemle yazmayı öğretti bendeklavye kullanmayı öğrettim dese ne deriz kendimize?

İllaki diyecek bir şeyler bulunur bulunmasına da, odenilenler hakikati ne kadar değiştirir. Müslüman ço-cukların odalarındaki Hollywood’un hayali kahraman-larının, mesela örümcek adamın çıkartmalarını,yapıştığı duvarlardan, dolaplardan, okul çantalarındansöküp alabilir mi? Soruyorum kendi kendime nedenbenim, evlatlarıma seyrettireceğim, içinde tarihimi an-latacağım, evlatlarıma kahramanları mı tanıttıracağım,yeri geldiğinde eğlendireceğim animasyon dahi olsabir filmim yok , yoksa Allah’a ve ahiret gününe imaneden bilgisayarcı mı yok dünyada. Yoksa 4×4 ten aşa-ğısına binmeyen zenginlerimizin ümmet hayrına yapı-lan faaliyetleri finanse edecek ekonomik yeterlikler miyok. Neden benim evlatlarımın dolaplarında, duvarla-rında benim kahramanlarımı temsil eden çıkartmalar,fotoğraflar yok… Neden benim ülkemde Kur’an diliolan Lisan-i Arabi eğitimi veren kurumlar az, gidilmesimi yasak ya da Amerika yaygınlaşmasını mı engelliyor.Yoksa İngilizce kadar ekonomik değer taşımıyor diyemi.

Neden…? Neden…? Neden…? Sonra bir ses diyorki içimden: Diyelim ki buldun nedeni. Ne hallolacak?Bu halin sence nedeni, nedeninin bilinmemesi mi?Evet, “neden?” diye başlayan bu cümleler suçlu arayı-şının, soru işaretinin arkasına gizlenmiş farklı bir yü-züdür. Öyleyse her şeyden önce bu hazin hal karşısındaduyulan vicdan sızısının ardından sorulacak soru de-ğişmelidir. Artık neden diye sormak yerine “nasıl?” di-yerek yol aramalı ve daha güzeli yakalamak için yöntembulmalıyız. Nasıl bizim dilimizi, bizim bilim anlayışı-mızı, bizim iktisat anlayışımızı, bizim ilim anlayışımızı,bizim kainat anlayışımızı, bizim eğitim anlayışımız,bizim değerlerimizi, bizim kahramanlarımızı… ortayakoyabiliriz ve insanlığa takdim edebiliriz. Nasıl? Nasıl?Bir yol bulalıyız

Hasılı, batılla boğuşup ona sövmeyi bırakıp, Hakkıtutup kaldırmalıyız. Zira Hakk geldiğinde batılın akı-beti zaten zâhık olmaktır. Karanlık ne kadar uçsuz bu-caksız olsa da nazik bir mum alevine mağlubiyetemecburdur.

Her Müslüman’ın, içinde bulunduğumuz, yukardada değindim, ironik halden çıkmak için ödemesi gere-ken bir bedel vardır. Herkesin bedel olarak ortaya ko-yacağı mutlaka mamelekinde bir şeyler vardır.

“Peki, Amerika ne olacak?” diye sorulacak olursa.Amerika ne olur bilmem ama; Artık kendime diyorumki: “Ya keseceğin dala binme ya da bindiğin dalı kesme.”

“O gün insan yapıpta getirdiği ve yapmayıp geridebıraktığı her şeyden haberdar edilir. Daha doğrusu, nekadar mazeretlerini öne sürse de insan kendisinin neyapıp ne ettiğini görüyordur.”

(Kıyamet,13-15)

NEDEN…? NEDEN…? NEDEN…? SONRA BİR SESDİYOR Kİ İÇİMDEN: DİYELİM Kİ BULDUN NEDENİ. NEHALLOLACAK? BU HALİN SENCE NEDENİ, NEDENİ-NİN BİLİNMEMESİ Mİ? EVET, “NEDEN?” DİYE BAŞ-LAYAN BU CÜMLELER SUÇLU ARAYIŞININ, SORUİŞARETİNİN ARKASINA GİZLENMİŞ FARKLI BİR YÜ-ZÜDÜR. ÖYLEYSE HER ŞEYDEN ÖNCE BU HAZİNHAL KARŞISINDA DUYULAN VİCDAN SIZISININ AR-DINDAN SORULACAK SORU DEĞİŞMELİDİR. ARTIKNEDEN DİYE SORMAK YERİNE “NASIL?” DİYEREKYOL ARAMALI VE DAHA GÜZELİ YAKALAMAK İÇİNYÖNTEM BULMALIYIZ.

Page 53: Tohum 131

52 TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

ÇOCUK Veysel GÖKBEL

ÇOCUĞUN DÜNYASINI YANSITAN AYNA; RESİM

Bilimsel çalışmaların hız kazanmasıyla birlikte, günümüzdeçocukların davranışlarına ve ortaya koydukları ürünlere daha pe-dagojik açıdan bakmanın gerekliliği ortaya çıkmıştır. Bu bakış açı-sının etkisiyle çocukların oynadıkları oyunlardan, çizdikleriresimlere kadar birçok faaliyete yeni ve farklı anlamlar yüklen-meye başlanmıştır.

Okul öncesi dönemde çocuklar yaşadıkları duygusal kırıl-maları farklı davranış kalıplarıyla ifade ederler. Yani bir alandakisorun çocuklar tarafından sembol davranışlarla ifade edilir. Ço-cuğun ağlaması semboldür. Aslında çocuk altını ıslatmış, susa-mış ya da bir acı duyduğu için ağlamış olabilir. Çocukların busembol davranışları etkinliklerine de yansımaktadır. Çocuklaryaptıkları etkinliklere farkında olmadan yaşadıkları üzüntü ya damutlulukları yansıtırlar. Örneğin, iki kukla bebekle oynayançocuk, birisini anne, diğerini çocuk yaparak konuşturabilmekte veeğer evde kendi annesinden şiddet görüyorsa bunu kukla oyu-nuna da yansıtabilmektedir.

Oyunlar gibi çocuğun ruh dünyasını yansıtan önemli etkin-liklerden birisi de, resimlerdir. Bugün, resmin çocuk dünyasınıifade etmede ne kadar fonksiyonel bir araç olduğu kabul edilmişve çalışmalar bu yönde hız kazanmıştır. Peda-goglar, çizilen resimler üzerinden çocuklarınyaşam dünyasını çözümlemeye yönelik çalış-malar ortaya koymaktadırlar. Resim çizimle-rinin zekâ ile bağlantılı olduğunu ortaya koyanaraştırmaların yapılması ve bununla alakalıçeşitli zeka testlerinin oluşturulması da uz-manların bu alana olan ilgisini göstermekte-dir.

Resim çizimlerinde çocuklar duygularınıçok yalın şekilde gösterirler. Çocuk önündekiresim kâğıdına öfkesini, üzüntüsünü, kırgınlı-ğını ve mutluluğunu resmeder ya da renklerikullanma biçimiyle bunu gösterir. O, kimizaman anne babasının boşanmış olmasındandolayı yaşadığı üzüntüyü, kimi zamanda evdevar olan şiddeti doğal olarak resimleriyle ifadeeder. Yine beyaz bir kâğıt üzerine çizdiği re-simlerle geniş hayal dünyasını yansıtabilir.

Kullandığı renklerle yaşadığı duygusal çalkantıyı ifade edebilir.Çocuğun etrafını nasıl algıladığını gösteren resim, bu yönüyle yazıve konuşma dilini aşan önemli bir etkinlik aracıdır. Resmin ço-cuklar tarafından sevilen bir uğraş olması da bu faaliyeti devamettirici bir etken olmaktadır. Resimlerin yalın bir anlatım aracıolması sebebiyle çocukların yaşadığı okul fobisi, aileden birininkaybı, aile içi şiddet, dikkat eksikliği ve hiperaktivite, özgüvenproblemi, öğrenme güçlüğü gibi sorunlar çizimlerine ve hattarenklendirmelerine yansımaktadır.

Resim çizimleri 2 yaş civarlarında karalamalarla başlamak-tadır. 4 yaş dolaylarında düzenli şekillere dönüşürler. Pedagojikaçıdan en anlamlı resimlerin çizildiği dönemlerin 4- 7 yaş arası ol-duğu belirtilmektedir. Bu yaş aralıklarında çocukların resimle-rinde kullandıkları her figür dikkatle incelenmeyi gerektirir. Şemaöncesi dönem olarak da adlandırılan bu yıllarda kullanılan renk-lerin, silik- canlı veya sıcak- soğuk renkler olması çocuğun duy-guları hakkında izlenimler verir. Resim sayfasının tamamının yada sadece küçük bir kısmının kullanılması, insan figürü çizimle-rinde organların eksik ya da abartılı resmedilmesi de uzmanlariçin dikkat çekici ve anlamlı bulunmaktadır.

Araştırmalara göre sayfanın tümünükaplayan büyük resimler, çoğu kez iç kont-rolü zayıf olan saldırgan çocuklar tarafın-dan çizilmektedir. Aşırı hareketli çocuklarda sayfanın tümünü kontrolsüz şekildekullanırlar. Ender olarak çekingen, ürkekçocuklar zayıf benlik kavramları nedeniylegeniş figürlere yer vermektedirler. Bunlardaha güçlü olma arzularını bu yolla dile ge-tirmeye çalışırlar (Yavuzer, 2003)

Birkaç santimetre büyüklüğündeki re-simler çoğunlukla korkak, çekingen, içe-dönük çocukların ürünleridir. Küçükboyut, onların güvensizliklerinin sembolüolmaktadır. Bu çocuklar kendilerini gü-vensiz, yetersiz ve küçük görmektedirler.Ender olarak saldırgan çocuklar da zayıfbenlik kavramları sebebiyle küçük figürlereyer vermektedirler (Yavuzer, 2003).

Page 54: Tohum 131

Ancak unutulmamalıdır ki, resim üzerinden çocuğa dair ya-pılacak analizler ancak uzman tarafından yapıldığında bir anlamifade edecektir. Çünkü resim çizimleri çocuk hakkında karar ver-mede tek başına yeterli bir araç değildir. Resim, uzman tarafındanyapılacak gözlem, Anamnez bilgisi gibi verilerle birlikte değer-lendirilmelidir.

Resmin çocukların yaşadıkları duygusal sorunları tespit et-mede yardımcı bir araç olması, bu konuda ailelerin ve eğitimci-lerin bilinçlenmesini gerektirir. Aslında aile ve eğitimcilertarafından bilinmesi gereken en önemli nokta, resim çizimleriniyorumlamaktan ziyade, resmin çocuğa kazandırdığı psiko- pe-dagojik faydalarının neler olduğudur.

Karalamalarla başlayan çizimler çocuğun gelişiminin bir ifa-desi olduğuna göre resim çizmenin kazandırdığı faydaların bilin-mesi gelişime çok olumlu katkılar sağlayacaktır.

RESİM ÇİZMENİN GELİŞİME SAĞLADIĞI YARARLARÇocuğun resim çizmesinin en önemli yararlarından birisi el-

göz koordinasyonunun gelişmesine katkı sağlamasıdır. Bu koor-dinasyonun gelişmesi çocuğun birçok faaliyeti daha becerikli ola-rak yapmasını sağlayacaktır. Elinde kalemle resimler çizen çocukince kas motor becerilerini arttırarak yazı yazma becerilerinierken yaşlardan itibaren geliştirecektir.

Resim çizmek çocukta estetik anlayışın oluşmasına da katkısağlamaktadır. Çocuk çizdiği resme bakarak haz duymakta, hattasadece çizme davranışı bile başlı başına onun için mutluluk kay-nağı olmaktadır. Her çizdiği resim sonrasında başarmışlık duy-gusu yaşayan çocuğun bununla birlikte özgüveni de gelişmegöstermektedir.

Çocuğun kendi başına gerçekleştirdiği bir öğrenme yaşantısı

olması yönüyle de resim önemlidir. Değişik figürleri resmedençocuk, bunları başka resimlerle kıyaslayacaktır. Bunun yanında,gördüğü gerçekleriyle karşılaştırarak, tekrar doğruyu bulmayayönelik çizimlerle öğrenmeyi, kendi başına pekiştirmeyi sağlaya-caktır. Resim çocuğun kendi kendine öğrenebilme becerisinekatkı sağlamanın yanında, içsel uyaranların da harekete geçme-sinde etkili olacaktır. Ayrıca çocuğun geniş hayal dünyasını yan-sıttığı bir yaşam alanı olması yönüyle de çizimler önemlidir.

EBEVEYNELERE VE EĞİTİMCİLERE DÜŞEN SORUM-LULUKLAR NELERDİR?

Resmin çocuk dünyası için ne kadar önemli bir etkinlik ol-duğunun bilinmesi bu konudaki bilinç düzeyinin artmasını sağ-layacaktır. Resim çizmenin asla boş bir uğraş olmadığını bileneğitimciler ve ebeveynlerin çocuklarına karşı bir takım görevleri-nin olduğu muhakkaktır. Bu konuda yapılması gerekenleri şöylesıralamak mümkündür:

1)Çocukların dilediğince çizim yapması teşvik edilmeli ve bukonuda destek sağlanmalıdır.

2)Erken yaşlardan itibaren çocuklar kalem ve kâğıtla tanıştı-rılmalıdır.

3)Resim çizmeleri konusunda malzeme temini dikkatli yapıl-malıdır. Renk çeşitliliği mümkün olduğu kadar geniş olmalıdır.

4)Çocuk kendisini rahat hissedeceği bir ortamda olmalıdır.5)İyi ve gerçeğe uygun çizemediği resimler eleştirilmemeli bi-

lakis teşvik edilmeli ve alaka gösterilmelidir.6)Çizdiği resimler üzerinde çocuğu bunaltmayacak şekilde ko-

nuşmalar yapılmalıdır.7)Resim çizmenin en az Matematik, Türkçe dersleri kadar

önemli olduğu bilinmeli buna göre hareket edilmelidir.8)Çocuk çeşitli çizimler gerçekleştirirken ebeveyninin ilgisini

fark etmelidir. Çizim sırasında olumlu tepkiler gösterilmelidir.Netice itibariyle, ilk 7 yaş çocukların yetiştirilmesinde çok

önemlidir. Özellikle bu dönemlerde çocuklara resim çizme im-kânı verilmeli ve kendilerini ifade etmelerine imkânlar sağlan-malıdır. Küçük yaşlardan itibaren farklı sebeplerle resim çizmeimkânı verilmeyen ya da engellenen çocuklar duygularını yansı-tacakları ve gelişimlerine yararlı olan önemli bir araçtan mahrumkalacaklardır. Resim ekonomik anlamda aileye külfet oluşturma-yacak bir araçtır. Bu yönüyle her sosyo- ekonomik düzeyde aile-nin çocuklarına bu imkânı hazırlamaları eğitimsel açıdan önemlikazanımlar elde edilmesini sağlayacaktır. Unutulmamalıdır ki,büyüklerin sahip oldukları işler kendileri için ne kadar önemliyseçocuklar için de resim çizmek, oyun oynamak gibi faaliyetler oderece önemlidir ve çocuklar işlerini en az büyükleri kadar cid-diye alarak yapmaktadırlar. Onları ciddiye almanın ve gelişimleriadına yaralı olacak her türlü imkânı sağlamaya çalışmanın ço-cuklara karşı bir görev olduğu unutulmamalıdır.

—— YYaavvuuzzeerr,, HHaalluukk.. ,, RReessiimmlleerriiyyllee ÇÇooccuukk,, 1100.. BBaassıımm,, RReemmzzii KKii--ttaabbeevvii

53TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

Veysel GÖKBEL

Page 55: Tohum 131

54 TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

BERGAMA ASKLEPİEİON'U

GEZGİN Sevil ÖZTÜRK

Eski Yunan Heros'u Asklepios, Yu-nanistan'da bulunan Epidaures'dakiAsklepieiaon'a benzer bir sağlık merke-zini, M.Ö. 4. yüzyılda Bergama'da dakurmuştur.

Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde ku-rulan bu tapınakların en meşhuru Hip-pokrates'in hastaları tedavi ettiği Ege,İstanköy'deki Kos tapınağı ve Berga-ma'da bulunan bu tapınaktır. Aynı za-manda Asklepieionlar dünyanın bilinenilk hastaneleridir. Bu hastaneler dağlıkve temiz havalı yerlerde kurulurdu. Has-taların tedavisinde şifalı sular, ot yapımıilaçlar, masaj, rüyaların yorumlanması,uyku kürü gibi yöntemlerin yanısıra; tel-kin, fizyoterapi ve müzik-terapi gibi te-davi yöntemleri de uygulanırdı.

Asklepieionlarda bedensel ve ruhsalsorunu olan hastalar tedavi ediliyordu.

Bergama Asklepieiaon'un giriş kapısıolan Virankapı'da "Buraya ölümlüler gi-remez" yazılı bir kitabe mevcuttur.Bunun açıklaması ise, Asklepieiaon'agelen bütün hastaların girişte tabi tutul-dukları muayene sonrasında, tedavisiolmayan ölümcül hastalığı bulunanlarınburaya alınmayacağı uyarısıdır.

Asklepieion'da, hastalara su veçamur banyoları yaptırmak, şifalı otlarve kremlerle hastaları yağlamak, masajyapmak tedavi yöntemlerinin başındageliyordu. Ayrıca kutsal su içiriliyor,açlık ve susuzluk kürleri, soğuk hava-larda koşullar düzenleniyordu. Hastalarıiyileştirmede telkin, büyük rol oynu-yordu. Hatip Adisteides'in anlattığına

göre, hastalar ne şekilde iyileşeceklerinirüyalarında görüyorlardı. Güçlü telkin-ler yoluyla hastaların düş görmeleri sağ-lanıyordu. Bunun için özel olarakyapılmış uyku odaları bulunmaktaydı.Sağlık merkezinin yanındaki tiyatrodatörenler yapılıyor, müzik eşliğinde has-talara ruhsal tedavi uygulanıyordu.

Asklepion en parlak devrini M.S II.y.y’da yaşamıştır. Asklepieion'un bu par-lak yıllarında, "Satyrosk" ve "Galenius"gibi dünyanın ilk büyük hekimleri buradayaşamış ve ders vermişlerdir. Bu hastaneen çok Hellenistik Dönemde gelişmiştir.

Eski Yunanistan'da Asklepieion'dakiher şey kutsaldı. Roma Çağında şehir-den Asklepion’a bir kutsal yol ile gidili-yordu. Bu kutsal yol Propylonavlusunda son bulur. Propylon avlusu-nun üç yanı Korint tarzında sütunlu ga-lerilerle çevrilidir. Propylon M.S II.y.y'da tarihçi Konsül Claudius Charaxtarafından yaptırılmıştı.

Asklepios Kutsal Alanı, galerili av-lusu, 3500 kişilik tiyatro yapısı, İmpara-tor Hadrianus’a ait kült salonu,kütüphanesi, yuvarlak planlı AsklepiosTapınağı ile Roma Dönemi’nde oldukçaönemli bir sağlık merkeziydi. Güney ke-siminde Hellenistik Dönemden kalmaüç küçük tapınak ile uyku odaları, kutsalkaynak ve havuzlar bulunmaktadır.Kutsal kaynak yanında burada tedavigören hastaların soğuk ve sıcak havadankorunmasını sağlamak amacıyla uzunbir yer altı tüneli yapılmıştır.

[email protected]

Page 56: Tohum 131

55TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

Sevil ÖZTÜRK

Asklepieon'un yakınındaki Kleopatra Güzellik Ilıcası, sıcak suyla tedavi amacıyla antik çağlardan beri kul-lanılmaktadır. Mısır kraliçesi Kleopatra'nın bu kaplıcada yıkandığı ve dillere destan güzelliğini borçlu ol-duğu düşünüldüğünden ılıcanın adının Kleopatra olduğu söylenmektedir. Kaplıca suyunun içerdiğiinerallerin cilt hastalıklarına iyi geldiği, özellikle de cildi gerginleştirdiği için 'Güzellik Ilıcası' denmektedir.

fOtO

Ğr

afl

ar

:seV

il Ö

Ztü

rk

Page 57: Tohum 131

KARANLIĞIN NURLU IŞIKLARI (SİYAH GÜL)

Karanlığın nurlu ışıkları, kapalı kapılar ardındaki asıl gerçekler.Ahiret derdiyle hemdem olup düşünceli, insanların imanına ve-sile olmak için gayretli gönül erleri. Hayatın meşgalelerine karşıpervasız, dünyanın şatafatına duyarsız. Rıza-i İlahi tek amaç. Re-sulallah(asm)’ın “ümmeti, ümmeti..” dediği gibi onların da işigücü kor haline gelen imana vesile olmak... Doktor, hastaya değilhastalığa düşmandır; bu manevi doktorlar da insanlara değil in-sanların işlediği günaha düşman. İnsanın Allah katında değerinibildikleri için tek uğraşları kalplere olmak mihman.

Gönül erleri çıkmıştır yola. Sürerler atlarını dört nala. Ülkenindört bir yanına umut dağıtmak, karanlık düşünceleri tarumaretmek, köhneleşmiş, viraneye dönmüş gönül evlerini tamir etmekiçin başladı bu kutlu yolculuk. Geçilen yollardaki sararmış otlaryemyeşil, çiçekli bahçelere döndü; kötülük ve çirkinliğin kol gez-diği semtler, iyilik ve güzelliklere mesken oldu. Derin pınarlar aktı;

insanlar kana kana içti. Pür-nur oldu yürekler. İmam-Hatip sev-dası yurdun her köşesinde dal budak saldı. Bir anne kucağı gibi in-sanları bağrına bastı.

İnsan soba misali olmalı. Soba önce kendini ısıtır, sonra etra-fındakileri. İmam-Hatip öğrencisi önce kendi nefsini ıslah etmeyoluna gitmeli. Kendi nefsine söz geçiremeyen, başkasının hida-yetine nasıl vesile olabilir ki? Kökleri derinlerde olmayan ağaçlarhafif bir rüzgarla sallanır, kuvvetli bir rüzgarla da hak ile yeksanolur. Bu zincir geçmişte kalın halkalarla birbirine bağlandığı içingeçmişten bugüne kadar sımsıkı bir şekilde geldi. TemelindeAllah(cc) rızası olduğundan halkalar kırılmadı. Her türlü fitne vefesada karşı mukavemetini korudu. Allah(cc)’ın adını, en değerlitaşlarla ve en güzel hat yazısıyla göğün en tepesine yazdıkları içinRabb’ül alemin onları muhafaza etti.

Kur’an temel kaynakları, hadisler her alandaki uygulamaları

56 TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

MALATYA ANADOLU İHL ÖĞRENCİLERİNDEN ÖMER FARUK AKÇAY’IN HAZIRLAMIŞ OLDUĞU BU YAZI TÜRKİYE GE-NELİ İMAM HATİPLER ARASI KOMPOZİSYON YARIŞMASINDA İKİNCİLİĞE LAYIK GÖRÜLDÜ. ( )

Page 58: Tohum 131

oldu. Sahabenin gittiği yolları kendilerine yol yaptılar. Nefsin is-temediği çamur ve bataklık olan bu yolda düşe kalka ilerlediler;ama bir an olsun geriye bakmadılar, hedefte hep ileriyi gördüler.Işığın, yolun sonunda olduğunu bildiler ve nurundan feyizlendi-ler. Okuduklarını hayatlarına tatbik ettiler, insan gibi değerli birvarlığı esfel-i safilinden çıkarıp alayi illiyine taşımaya vesile oldu-lar. Çünkü, onların derdi kararan kalplerdi; zehirlenmiş, körpecikdimağlardı.

Kainatın en değerli varlığı “insan”… Allah’ın yeryüzündeki ha-lifesi… En mükemmel şekilde yaratılan güzide varlık… Rabb’ülaleminin bu kadar önem verdiği bir varlık elbette en güzel has-letlerle donatılmak zorundandır. Bir insanın ölümü alemin ölümüdeğil midir? Neden kararan kalplere ışık olmak için çabalamıyo-ruz? Neden şu geçici hayatı hiç ölmeyecek gibi yaşıyoruz?Allah(cc) gönderdiği peygamberlerle insanların hidayete erme-sini istememiş midir? Belki de ardı arkası kesilmeyecek binlercesoruyla muhatap olacağız.

İlim Allah için olmalı, her adımonun rızası için atılmalı, her sözonu anlatmalı, her kalp onun is-miyle atmalı. Kainat üzerindekizerreden küreye her şey onu tes-pih ve takdis etmektedir. Bu işinsevdalısı İmam-Hatipliler deAllah(cc)’ı anlatmayı temel kaidebilmeli. Bu silsilenin halkalarınınçözülmemesi için bunu şiar edin-meli. Kişinin zikri neyse fikri deodur. En güzel zikirler de Allah’ınisimleridir. Kalp yanmalı, ruhgönül kabına sığmamalı, cuş u hu-ruşa gelmeli.

Her türlü zorluk, yolumuzaçıkan her engel aşıldığı müddetçebizim kararlılığımızı artırır. Gönülişi dedik bu yola. Gönül yıkandeğil yapan olmalıyız. Biz, insan-ları nefisinin heva ve hevesindençözüp ahirete bağlamalıyız. Biz-den öncekiler yaptıklarıyla birerörnek oldular. Attıkları temelinüzerine yapılan binalar güçlü birşekilde sabit durmakta. En güçlü depremler dahi zarar verme-mekte. Bugün yapacaklarımızla bu binayı yükseltme yoluna git-meliyiz.

Sen İmam-Hatiplisin! Gözler senin üzerinde. Attığın her adım,söylediğin her söz mercek altında. Herkes seni toplumun öncüsüolarak görüyor, kılavuz olarak kabul ediyor. İlminle ve ahlakınlaörnek teşkil etmelisin. Adımların toprakta iz bırakmalı, insanlarbu izlere bakarak seni takip etmeli. Kanayan yaralara ilaç, sadeceAllah’a muhtaç olmalısın. Bilmelisin ki en büyük yardımcı O’dur.O, kulunu darda bırakmaz. Yeter ki tevekkül sahibi ol. Sen“imam” olacaksın. Kitlelerin ardı sıra durduğu, insanların ilmin-den feyizlendiği bir lider. İlmin ışık olmalı, güneş misali her tarafıaydınlatmalı, katranlaşmış beyinleri nurun ala nur etmelisin. Sende hal ve hareketlerle insanlara Resulallah(asm)’ı hatırlatmalısın.

Sözlerin yaşadıklarınla doğru orantılı olsun ki kalpleri fethedesin.Senin düşüncelerin tüm insanlara yol göstermeli, dinin gerek-

lerini en güzel şekilde anlatmalısın: “Huzur dinin emin kanatlarıarasında." Sarmalı bütün bedenleri ve ruhları, basmalı sımsıkı şe-kilde bağrına. Özümsemeli insan, yol almalı her türlü sıkıntı vemihnete inatla. Bilmeli ki taşlaşmış kalpler yumuşayacak, gönül-ler nur ile dolacak. Kin, nefret, haset, adavet mahv-ı perişan ola-cak. Diller hep doğruyu, güzeli, iyiyi telaffuz edip, kardeşlik vedostluk bağları kurulacak. Şerrin her türlü baskısına inat, hayrıntemsilcileri görecek hep rahat. Ne kadar da güzel… İnsanlar bir-birinden emin, her çehrede bir tebessüm, her yerde selamet.Komşuluklar hep muhabbet, anne ve babadan çocuklarına şef-kat, tanıdık veya tanımadık insanların gönüllerinde iyi niyet.

İnsanlar arasındaki kardeşliğin yaygınlaşması için gayretli ol-malı, İmam-Hatipli. Ümit ağacımızı yeşertecek kardeşlik tohum-ları serpilmeli ülkelerin bağrına, insanlar kardeşlik bayrağı altında

toplanıp, birlik ve beraberlik di-leklerini sunmalı kan dökenlerininadına. Biz artık birlik-beraber-lik içinde yaşamak, canlara cefaçektirmek, hayalleri yıkmak iste-miyoruz. Karanlık düşüncüleriniçine güneş edasıyla girip, düşün-celeri çevirmeliyiz aydınlıklara.Kangren olmuş düşünceleri silipatmalıyız, kurtulması için ümit-lerin. Genç beyinlere yön verme-liyiz bir pilot edasınca. Rotasınışaşırmış insanlara doğru yolugöstermeliyiz. Bütün insanlarkardeş değil mi? Neden sevinçlerve üzüntüler paylaşılmıyor, nedendertler ortak hale gelmiyor?Dünya hep bir kaosa sürükleni-yor. Güçlülerin egemen olduğu,insanların birbirini sömürdüğü,hırsların ön plana çıktığı, zalimle-rin zulmünü en acımasız şekildeuyguladığı bir arenaya döndürü-lüyor. Kurumasın ümitlerimiz!İlkbaharda dirilen bir ağaç gibi ye-şersin; dallar bir el gibi uzatsın

müjdeli haberle dolu yapraklarını, çiçekler sunsun ağaçlar, mut-luluk belgesi olarak. Dirilsin ölü düşünceler sihirli bir değneğindokunuşuyla. Dünyanın her köşesine ulaşsın... Kardeşliğe ve in-sanların arasındaki sevgi bağlarına darbe vuran, huzuru bozan,kargaşa çıkaran insanlara şöyle seslenilmeli: “Barış ilan ediyoruz,bir daha kan dökmek, çocukları yetim bırakmak, aileleri tarumaretmek, ümitleri soldurmak istemiyoruz!”

Gelecek nesiller bugün yaptıklarınıza bakarak bizi izleyecek.Onlar da bu yolun gönüllüsü olup meşakkatli ama zevkli bir yoldakoşar adım ilerleyecekler. Engeller onları da yıldırmayacak aksinedaha kararlı adımlara neden olacak. Allah(cc) rızası için yapılanher işin sonunda gönüller pür-nur olacak ve kutlu dava ebediyendevam edecek.

Allah(cc) yolumuzu açık etsin, güç kuvvet versin. Amin!

HER TÜRLÜ ZORLUK, YOLUMUZAÇIKAN HER ENGEL AŞILDIĞI MÜD-DETÇE BİZİM KARARLILIĞIMIZI ARTI-RIR. GÖNÜL İŞİ DEDİK BU YOLA.GÖNÜL YIKAN DEĞİL YAPAN OLMALI-YIZ. BİZ, İNSANLARI NEFİSİNİN HEVAVE HEVESİNDEN ÇÖZÜP AHİRETEBAĞLAMALIYIZ. BİZDEN ÖNCEKİLERYAPTIKLARIYLA BİRER ÖRNEK OL-DULAR. ATTIKLARI TEMELİN ÜZE-RİNE YAPILAN BİNALAR GÜÇLÜ BİRŞEKİLDE SABİT DURMAKTA. ENGÜÇLÜ DEPREMLER DAHİ ZARARVERMEMEKTE. BUGÜN YAPACAKLA-RIMIZLA BU BİNAYI YÜKSELTME YO-LUNA GİTMELİYİZ.

57TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

Page 59: Tohum 131

58 TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

YELPAZE İsmihan ŞİMŞEK

LAMBADA DANSINDAN, KUŞLARLA BİRLİKTE TAVAFA...“ BİR ÖLÜM, BAŞKA BİR İNSANIN DOĞUMUNANASIL SEBEP OLABİLİR? SUSKUN MEZARLIK-LAR KİMİ GÖRÜNCE DİLE GELİR? EYÜP SULTANCAMİİ 42, KÂBE 47 YIL BOYUNCA HANGİ MİSA-FİRİNİ BEKLEMİŞTİR? İŞTE BÜTÜN BU SORU-LARIN CEVABIDIR: YAŞAR ALPTEKİN… UZUNBİR DÖNEM GECELERİ ORADA SABAHLADIĞI,KEDİLERLE, MEZAR TAŞLARIYLA KONUŞTUĞUEYÜP SULTAN MEZARLIĞI’NDA BİR ÖĞLE NA-MAZI SONRASI BİR ARAYA GELDİĞİMİZ ALPTE-KİN, KENDİSİNE YÖNELTİLEN “REKLAMYAPIYOR” İDDİALARINA RAĞMEN, ÖYLESİNERAHAT, ÖYLESİNE HUZURLU… BÖYLE OLUNCADA, BU TESLİMİYETİ ANLAMAYANLAR, ANLA-MAK İSTEMEYENLER İÇİN BİR SORU İŞARETİASLINDA. SORDUĞUNUZDA, CEVABI KENDİNİZOLABİLECEĞİNİZ BİR SORU İŞARETİ…”

Hacda dünyanın en büyük orkestrasına dahil olmasının verdiği heyecan, adeta o havayı ye-niden solumasına sebep oluyor

Hayatınızdaki kırılma noktasının SakıpSabancı’nın cenazesi olduğunu biliyoruz.O cenazeden sonra sizin geceleri Eyüp Sul-tan Mezarlığı’nda geçirdiğiniz bir dönemolmuş. Bu dönemden biraz bahseder misi-niz?

Tabi, buralar benim vazgeçilmez mekânımdı.O zamanlar yeni doğduğumu düşünüyorum. Şuanda da 4 yaşındayım. Bu yüzden de çok heyecanlıolduğum için, sabah namazını gelip en ön safta kıl-mak istiyordum. Ben Anadolu yakasında oturdu-ğum için, ne kadar erken gelirsem geleyim, oradanburaya gelene kadar arkalarda kalıyordum. Dedimki; en iyisi yatsı namazından sonra buradan git-meyeyim, cami açılınca hemen gireyim.

Peki, o geceler mezarlıkta nasıl geçi-

fOtO

Ğr

afl

ar

:tu

ĞB

a e

rO

Ğlu

Page 60: Tohum 131

59TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

İsmihan ŞİMŞEK

yordu?Mezar taşları ve kedilerle konuşarak geçiyordu. Aslında

konuştuğum onlar değildi, ben kendime ayna tuttum. Gök-ten yağmur boşanırcasına ağlıyordum. Ve hep şu soruyu so-ruyordum kendime, “Allah’ım, ben ne yaptım da sen benihidayetinle ödüllendirdin?” Hani bir şeyinizi çamura düşür-düğünüzde, temiz olan yerinden tutup, onu silkelersiniz.Bana göre, benim tutulacak temiz bir tarafım yoktu. Sonrabir gün bir sohbet meclisinde konuşurken laf lafı açtı. “Ben 42yaşındayım hala annem ve babamla oturuyorum” dedimorada. Bir abi bana: “Dur! Sorunun cevabı geldi” dedi. “Neyincevabı?” dedim. “Sen biliyor musun, en etkin dua peygam-berlerin duasından sonra, anne-baba duasıdır. Sen anne-babaduasına istinaden hidayetle nasiplendin” dedi.

Siz Sakıp Sabancı cenazesine varana kadar birsürü cenazeye katılmışsınızdır…

Yok! Katılmadım…Hiç mi katılmadınız?!Etrafımdaki herkes, dedem, anneannem v.s çok önceden

vefat etmişti. Çok cahildim ben.O cenazeye sizinle birlikte yüzlerce kişi geldi, on-

larda neden böyle bir tefekküre sebep olmadı da, sizbir anda değişim yaşadınız?

Rabbim istemedikçe yaprak bile kımıldamaz. Yeter ki Oistesin, sevdiği kuluna bir şeyleri vesile eder. Kulu samimiolursa… Ben zaten arayış içindeydim. Bardağı taşıran sondamla zannederiz ama o son damladan önce de damlalar var-dır onu yükselten. O arayışlar içindeyken, ne yazık ki birçokcahil insanın yaptığı gibi, yanlış adreslere gittim. Uzakdoğufelsefesi ve dinleri ile ilgilendim. Her okuduğum kitaba da“heh! İşte bu” diye sarıldım ama bir müddet sonra tatmin et-medi. Ta ki Kuran’ı okuyana kadar… “Her fani ölümü tada-caktır”, “Siz sevdiklerinize hidayet veremezsiniz, onlarahidayet verecek olan Allah’tır” ayetleri beni çok etkiledi.

Bu değişim hayata bakış açınızı, sosyal olaylaraolan tepkinizi nasıl etkiledi?

Ben namaza ilk başladığımda radikal kararlar aldım. Açbir insanı masaya çağırırsınız da, masada ne bulursa yer ya,ben de o dönem bütün cemaatlere girdim, çıktım. Oralardanetkilenmiş olacağım ki, “mümin adam blue jean giymez”dedim, bütün kot pantolonlarımı verdim. “Mümin adammankenlik yapmaz” dedim, bıraktım. “Mümin adam yazlığagitmez, bozar bizi” dedim. Mümin adam onu yapmaz,mümin adam bunu yapmaz” diyerek radikal kararlar aldım,sakal bıraktım, sarıkla falan dolaşıyordum ben buralarda.Sonra bir gün Reha Yeprem ile otururken, ona da anlatıyor-dum bunları, “ya sen ne yapıyorsun, olmaz öyle şey. Sen man-kenliği de, sinemayı da yapacaksın. Bu işin namaz kılınarak dayapılabileceğinin en iyi örneği olacaksın” dedi. Bende her "Yaşar Alptekin, kâbeden tertemiz geldikten sonra, "reklam yapıyor" iddialarıyla

üzerine sıçratılan çamurlardan dolayı üzgün..."

Page 61: Tohum 131

60 TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

şeyin anlamı var artık, Yaradan’dan ötürü… Mesela mutfağı karıncabasıyor, eskiden olsa öldürürdüm. Şimdi anneme de diyorum; ”bırakonlar rızıklarını alıyorlar, rızıklarını alacaklar, sonra kaybolup gide-cekler.” Ya da camiden çıkarken, çıkaracağım ayakkabı sesinden bi-rinin rahatsız olacağını düşünerek hareket ediyorum artık. Elimcebimde yürümüyorum, saygısızlık olur diye. Güneş gözlüğü tak-mam gerekiyor, doktor tavsiyesi olarak. Ama göz temasını keserekinsanlara saygısızlık ederim diye takmıyorum. Sadece araba kulla-nırken takıyorum.

Yeniden podyumlardan teklif gelse Yaşar Alptekin neyapar?

Zaman içinde şunu anladım. İş şekilcilikte değil, iş özde. İslamişartlar ve helal dairesi içerisinde her teklife açığım. En son STV’ deMavi Rüya dizisinde oynadım mesela. Benim aslında gençlere yöne-lik projelerim var. Çünkü gençlerimiz bir bataklığın içinde. Uçuru-mun kenarındalar ve bir el bekliyorlar. Birilerinin bir şeyler anlatmasılazım ama anlatırken üsluba da dikkat etmesi lazım. Evet, bilgili ağa-

beylerimiz var elhamdülillah ama yanlış diyalog kuruyorlar. Sürekli“Allah çarpar, yakar” diyerek, korkutarak anlatıyorlar. İnsanın için-deki korku yalnızca “haşyet” olmalı. Haşyet; sevdiğin insanın, sevgi-sini kaybetme korkusudur. İşte bu korku olmalı, cehennem korkusudeğil.

Sizin fazlasıyla duyarlı olduğunuz, aynı duyarlılığı baş-kalarından da beklediğiniz en önemli konu nedir?

Namaz… Bazen görüyorum, insanlar camiden diğer insanları yarayara çıkıyorlar. Sanki batmak üzere olan bir gemiyi terk eder gibi çıkı-yorlar. Ya da sünnetini kılmıyorlar. Ne olur yani bir 5 dakika dahakalsa… Annen bekler, patronun bekler, öğretmenin bekler ama namazbeklemez ve bekletilmez. Belki o senin son ibadetin olacak, onu düşü-nerek hakkını ver. Bakıyorum ben 2. rekâttayken, abinin biri 4. rekâtı bi-tirmiş gidiyor. Ne zaman bitirdin, ne zaman ettin o duaları, okudunsureleri? Ben seninle öyle konuşursam, sen beni anlayabilir misin? Rab-bime bir şeyler anlatmak istiyorsun, isteklerin var ama ne dediğin an-laşılmıyor. Bir elimizde 5 parmak var. Bunlardan başparmak olmazsahiçbir şeyi tutamayız. İslam’ın da 5 şartı var. Namaz da bunların içindebaşparmak gibidir. Başparmak yoksa diğer parmakların da fonksiyonu

yoktur. Namaz yoksa diğer ibadetler de zayıftır.Şu anda hayatınızda eksikliğini hissettiğiniz, “bu da

olsa, tamam” diyeceğiniz bir şey var mı?Hacdı eksiğim. Ama çok dua ettim, yalvardım, yakardım. Rabbim

kabul etti ve beni çağırdı.Kuran ve hadisler dışında sizi etkileyen âlimler, düşü-

nürler kimler?Hepsini okuyorum, hiçbir ayrımım yok. Sabah namazından sonra

ben yatmam. Çünkü o vakitler beynin algılamaya en açık olduğu va-kitler. Hemen kitaba yönelirim. En son Beyazıt Bestami hazretlerin-den çok etkilendim. Benim fıtratım, meşrebim tasavvufa daha yatkın.Ben bütün cemaatlere girdim. Hepsi bir hizmet içindeler. Ama her-kesin bir mizacı var. Şimdi bu yüzük çok güzel, ben gittim aldım, di-yelim parmağıma uymadı. Bu yüzüğün kötü olduğunu göstermez,parmağımın sakat olduğunu da göstermez. Benim fıtratıma uygunbir cemaat bulamadım. Hangi babaya sorarsanız sorun, “hangi ço-cuğunuzu daha çok seviyorsunuz” diye, “hepsini” der. Ama aslında

bir nebze de olsa birini daha çok sever. Benim için de cemaatlerle il-gili öyle bir durum var tabii.

Müslümanlarda gördüğünüz bir takım hatalar sizin İs-lam’la ilgili düşüncelerinizi etkiledi mi, hayal kırıklığı ya-şattı mı?

Çok hayal kırıklığına uğradım. Ama Allah’a şükürler olsun ki,benim fıtratımda pireye kızıp yorgan yakan bir taraf yok. İslam’la il-gili hiçbir şüphem olmadı. Bir sürü şey yaşadım, üzüldüm, sıkıntılarçektim. Değişim yaşadığım zaman önceki çevrem beni dışladı ve pa-rasız kaldım.

Şu an ne iş yapıyorsunuz?Şu anda bir tek kitabımın satış geliri var ve belediyelerin düzen-

lediği konferanslardan cüzi bir miktar talep ediyorum. Ama onundışında yurtlardan, okullardan falan para talep etmiyorum. Önce-den çok para kazanıyordum bereketi yoktu. Şimdi az kazanıyorum,bereketi var.

Bundan sonrası için yapmayı planladığınız şeyler neler?Ben pek uzağın hesabını yapmam. Anı yaşarım. Tek düşündü-

ğüm şey; gençlere anlatmak… Dilim ve vaktim yettiğince… Gece-

"Alptekin, 'cami jandarması' adını verdiği kişilerle ilgili ilginç saptamalarda bulundu."

Page 62: Tohum 131

61TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

lere kadar anlatıyorum onlara, eve 1’de, 2’de gidiyorum. Yaşlılara daanlatma ihtiyacı duyuyorum, özellikle camilerde. Yaşlılar beni peksevmiyor.

Onlar için kalıpların dışındasınız çünkü…Ben bazılarına “cami jandarması” diyorum. Onları size tarif ede-

yim; şimdi kıble bu tarafa dönükse, amca sırtını duvara veriyor, elitesbihte, gözü kapıda; “hop oraya gitme, şişt gürültü yapma, şunuyapma, bunu etme…” sanki cami karakol, o da jandarması. Bir gündayanamadım: “ya amcacım, bu gencin gideceği birçok yer varken,elinin tersiyle itmiş, camiye gelmiş. Senin gideceğin hiçbir yer yok.Evden hanım kovuyor, kahveye gidiyorsun duman altı, gelip gelebi-leceğin yer cami zaten senin. Ama bu genç nefsine hoş gelebilecekbirçok şeyi terk ederek gelmiş buraya. Onu kucakla ve anlat. Camidekendini mutlu hissetsin. Bu gencin belki de camiye ilk gelişiydi amasayende son gelişi olacak” dedim. Ne kadar camiye gelmeyen insanvarsa, araştırın, kesinlikle geçmişinde buna benzer bir anısı vardır. Yatopunu patlatmıştır, ya bir tokat atmıştır.

Ya da yazın gittiği Kuran kursundaki hocasından dayakyemiştir…

Kesinlikle geçmişinde öyle bir şey vardır. Onları kazanalım. Eğergençlerimiz namazdan, niyazdan, camiden uzaksa kusuru kendi-mizde arayalım. Bir insana aynı cümleyi farklı vurgu-tonlamalaryapıp söyleyerek 3 ayrı duyguyu birden yaşatabilirsiniz. Kavga sebebide olabilir, sevgi ifadesi de… Yani üsluptur önemli olan. Namaz çokönemli ama ibadet de namazdan ibaret değil. Gülmemiz de ibadet,ticaretteki ahlakımız, ailemizle iyi ilişkilerimiz… Yani Hakk’ın bizehak gördüğü her şeyi hakkını vererek, israf etmeden, pintilik etme-den helal dairesinde yaşamak, hepsi ibadet… Her an kayıttayız. Sa-dece camilerde değil… Her anımıza dikkat etmeliyiz ki, özendiriciolalım. Bizler İslam’ı temsil ediyoruz. Bizim yapacağımız en ufak biryanlış “bu namaz kılanlar, hacı-hoca takımı böyle ya!” diyerek bizesaldırıya geçmelerine sebep olur. Camideki insanlara bakıyorum, gü-lümsemiyor. Sadece namaz kılıyorlar. Ya da kendileri kapatmışlar,insanlarla ilişkilerini kesmişler. Sosyal hayattan çekilmişler. Hayır,bir mümin her sektörde olmalı. Cami zaten insanları toplayan yer,toplantı eviymiş eskiden. Toplanıp siyaset yaptığı, yardımlaştığı, soh-bet ettiği yermiş. Ama insanlar eskiden hayatını namaza göre dü-zenlermiş. Şimdiyse hayatlarına göre namazı düzenliyorlar.

Sanat camiasından olan dostlarınızla ilişkiniz sekteyeuğradı galiba hayatınız değişince?

Görüşmüyorum onlarla. Öyle güzel Allah dostlarıyla birlikteyimki, dolu dolu yaşıyorum elhamdülillah. Allah’ın selamıdır, yine on-larla görüşür, selamlaşırım. Ama daha ziyade istifade edebileceğim vebenden istifade edebilecek kişilerle, Allah’ın isminin geçtiği sohbetortamlarında olmak bana daha keyifli geliyor.

Namaz size “Namazla Yeniden Doğdum” kitabını yaz-dırdı. Peki, hac sizi nasıl etkiledi, neler yaşattı?

(O sırada gökyüzünde sürü halinde uçan kuşlara bakarak;) Oradaşahit olduğum ilginç bir şey var. Orada kuşların tavaf ettiğini gör-düm. Ve sordum insanlara, “siz de görüyor musunuz?” diye, onlardabenimle birlikte gördüler. “O kadar kuş hiçbir pislik yapmaz mı” diyedüşünüyorsunuz ama ne omzunuzda, ne yerde hiçbir pislik yok. Mü-barek bir yer, mıknatıs gibi öyle bir çekiyor ki… Ayaklarım yara vehala dinmedi yaralar. Sabah namazına kadar tavaf ediyordum. Na-mazı kılıp, otele gidiyordum. 1 ya da 2 saat uyuyordum, sonra tek-rar tavafa… Arafat’a kadar yürüdüm içimdeki o aşkla… Orada,burada kılmadığım kadar güzel bir namaz kıldım. Bana “Kâbe’yi ilk

gördüğünde ettiğin dua çok önemlidir. Ettiğin duaya dikkat et” de-diler. Ben de ilk gördüğümde “bundan önce ettiğim duaları ve bun-dan sonra edeceğim duaları kabul et yarabbi” dedim. Ve şaftabaşladım. 3. şafta kadar hiçbir şey hatırlamıyorum. Yalnızca Kâbeduruyordu, ben dönüyordum. Nefes almayı bile unuttum sanki.Gözlerim Kâbe’de takıldı kaldı. Sonra başladı içimden dualar ak-maya. O ana kadar aklıma bile gelmeyen dualar, şelale gibi akmayabaşladı.

Tüm dünya milletleriyle bir arada olmak sizin için neifade etti?

Din kardeşliği… Evrenin en iyi ressamının paletindeki renklerdikbiz orada. Her renkten vardık. Dünyanın en güzel tablosunu oluş-turduk. Dünyanın en büyük orkestrasıydık. Çeşitli ırklardan, mez-heplerden insanlar hep bir ağızdan aynı şeyi söylüyordu.

Geçirdiğiniz değişimi gerçekçi bulmayanlar, “reklamyapıyor” diyenlere olan yaklaşımınız nasıl?

O kadar çok şey söylediler ki… “reklam yapıyor, delirdi vs…” de-diler, dediler, dediler… Ben de, “Allah onlara da nasip etsin” diye duaediyorum her defasında. Yaptığınız şey doğruysa, söz ve hareketle-rinizle onun arkasında durabiliyorsanız, bunları konuşan insanlarbir süre sonra yanınızda ceketini iliklemeye başlıyorlar. Eğer birile-rine tebliğ etmek istiyorsanız, dilimiz kadar vücut dilimiz de önemli.Sözler havada uçuşur gider ama göz görür ve taklit eder. Taklit sonrahakikate dönüşür. Anlatacağım şeyi davranışlarımla anlatınca ozaman diyorlar ki; “bu namaz kılmak güzel bir şeymiş, ne kadar gü-zelleştiriyormuş insanı.” Ben eskiden çok hırçın, agresif biriydim.Benim ruh halimdeki bu değişimi görünce çoğu insan gelip, “Allahbize de nasip eder inşallah” dediler.

Buraya geldikten sonra bu kadar üzerinize gelinmesi,yaşadığınız o denli büyük hislerin yanında, küçük şeylerleuğraşan insanlar gözünüzde nasıl görünüyor?

Sendeledim ben. Hani denizin dibinde vurgun yer ya balık adamona benzedim. Gelmişim, içim huzur dolu. Kıyafetimi orada giymiş,sakalımı bırakmışım. Efendimizin tüm sünnetlerini yerine getirmişim.Tertemizim. Ama buraya geldim, hep çamurlar sıçramaya başladıbeyaz elbiseme. Bana “reklam yapıyorsun” derken insaflı olmalılardı.Ben hacca giderken kimseyi çağırmadım. Bu insanlar beni Kâbe’degördü. Orada yapılan röportajlar ben gelmeden önce yayınlanınca, bu-rada izleyenlerde tarihi öğrenince havaalanına gelmişler.

Size hep aynı sorular soruluyor, hep aynı nedenlerle üs-tünüze geliniyor. Demiyor musunuz “biraz da bendenbaşka türlü faydalanın, başka şeyler anlatayım” diye?

Ben de onu istiyorum. Bizim konuşmamız gerekenler hac ibadetive İslam’ın güzellikleri olmalıydı. Benim tesbihime, kılığıma niye ta-kıldınız? Film bitmeden film hakkında neden yorum yapıyorsunuz?Zaman en büyük ilaçtır. Önce bir seyredin, reklam yapıyorsam or-taya çıkacaktır. 4 senedir reklam yapıyor olsam, şimdiye banka he-sabımda paralarım olurdu. Reklam yapacak olsam, o sektörde kalıp,reklamı başka şekillerle de yapabilirdim. O insanlar gibi polemiklerekarışarak, sağda solda kadınlarla görünerek vs. Ben böyle bir şey yap-madım ve hayatımın en doğru kararını aldım. Ben kalbimi cilaladım.Bir insafa gelin ya… “Bu adam diskoyu, dansı bırakıp gelmiş, hele birdinleyelim” deyin. Ahmet Hakan köşesinde yazmış. Onların benimhakkımda yazı yazabilmesi için benimle bir çay içmesi, beni araştır-ması lazım. Gazetede gördüğün, TV’de izlediğin şeyle köşe yazarlığıolur mu? Herkes bana baktığında kendini görüyor. Nasıl bakarsanız,öyle görürsünüz. [email protected]

Page 63: Tohum 131

62 TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

ir toplumun gücü, güçlü ailelerdendoğacağı gerçeği herkesin kabul ede-ceği ortak bir payda. Güçlü aile ise,bilinçli ve sağlıklı yapılan evlilikler-den meydana gelmektedir.

Evlilik, hem kadın hem de erkekiçin bir ömür boyu mutlu olmaadına yapılan bir anlaşmadır. Bekâr-

lıktan evliliğe geçiş süreci zevkli ve heyecanlı birolay gözükse de işin içine girildiğinde hiç de görül-düğü gibi olmadığı kısa zamanda fark ediliyor.

Yaşam boyu sürecek olan evlilik hayatı, aşamalıbir süreçtir. Bu süreç “eş seçimiyle” başlıyor, “evliliğehazırlık” aşamasıyla devam ediyor.

Evlilik, suyun oluşumuna benziyor. Nasıl ki suhidrojen ve oksijenden oluşuyorsa, evlilik de kadınve erkekten oluşuyor.

Bu şekilde iki cins birbirini tamamlıyor.İki vücut, İki kalp,İki şahsiyet birleşiyor.İki ayrı dünyanın insanları bir araya gelerek

“ikinin gücünü” meydana getiriyorlar.İşte bu güç, işte bu birliktelik insanlığın temeli

olan “aile” yi oluşturuyor…

Evlilikteki Esas Amaçlar Nelerdir?

Evlilikte esas amaçları öğrenebilmek için önce in-sanın “var olma” nedeni öğrenilmelidir.

İnsan nasıl bir varlıktır? Neden evlenme ihtiyacıduyuyor? Evlilikle birlikte ne elde ediliyor? Evliliğinşahsa ve topluma kazandırdıkları nelerdir? İnsanı,evliliği enine boyuna düşünüp araştırdığımızda, ozaman evliliğin esas amacı ortaya çıkacaktır.

İşte bu amaçların birincisi; aile kurumudur.İkincisi; neslin devamıdır.Üçüncüsü de; mutlu olmaktır. İnsanlığın ve toplumun temeli “bu üç amaç” sa-

yesinde varlığını koruyor.İki insanın ayrı ayrı hayat tarzlarından farklı bir

hayatın ortaya çıkması, insan neslinin devamı içingerekli olan bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyaç da” evlilik” ilebaşlıyor, “aile kurumu” ile de amacına ulaşıyor.

Meşru şartlarda birlikte olmak, cinsel ihtiyacı gi-dermek, yalnızlığı gidermek gibi kavramlar evlilikteamaç değil, birer araçtır. Hem de tatlı ve zevkli biraraçtır.

İnsanoğlunun ruhsal ve bedensel ihtiyaçlarınıkarşılayan, hayatı yaşanır hale getiren, aileyi inşaeden evliliğin, esas amaçlarının “bu üç amaç” oldu-ğunu evlenenler veya evlenecekler bilmek zorun-dadır.

Ailenin Kutsallığı

Ailenin kutsallığı nedeniyle, gelmiş geçmiş bütünmilletler ve dinler, “aileyi en önemli değer” kabuletmişlerdir. Aile kurumu, tarihin belli dönemle-rinde, zayıflamış olsa bile, hiçbir zaman yok olma-mıştır.

Hangi millet, hangi devlet, hangi din, hangi ırk,hangi mezhep, hangi rejim olursa olsun varlığını ai-lesiz sürdürememiştir. İlk insanın barınacak yeriyoktu ama “aile yuvası” her zaman olmuştur.

İnsanlık, aile kurumu sayesinde onurunu ve kişi-liğini korumuştur. Bu yüzden aile kurumu, insan-lığın “ilköğretimi” olmuştur. İnsani değerlerin vesağlıklı yaşayışın alfabesi aile kurumunda öğretildi-ğinden; fertler, kimlik ve geleceklerini aile ocağındakazanıyorlar.

Balık için su, otomobil için benzin, bina içintemel, ampul için elektrik ne ise, toplum için de aileodur. Bu nedenle, devletin ve milletin temeli “ailekurumu”dur.

Türk Aile Kurumu Ne Durumda?

Türk aile kurumunun yapısını kavrayabilmekiçin, dünya devletlerinden belli başlıların aile yapı-larına göz atmamız gerekiyor.

Almanya’da yayınlanan “Focus” dergisi ile Fran-

Bİnsanlık, aile ku-rumu sayesindeonurunu ve kişili-ğini korumuştur.Bu yüzden aile ku-rumu, insanlığın“ilköğretimi” ol-muştur. İnsani de-ğerlerin ve sağlıklıyaşayışın alfabesiaile kurumunda öğ-retildiğinden; fert-ler, kimlik vegeleceklerini aileocağında kazanı-yorlar.

MUSTAFA TOPALOĞLU

BİR TOPLUMUN GÜCÜ,“İKİNİN GÜCÜ”NÜN SAĞLAMLIĞINA BAĞLI

Page 64: Tohum 131

63TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

sa’da yayınlanan “Ço M’ İn teresse” ve “L’evenement du Seudi”dergilerinin, aile kurumunun yapısı ile ilgili olarak ortaklaşa yap-tıkları bir araştırmaya göre; Batı ülkelerinde aile kurumunun gi-derek çöktüğü gözler önüne seriliyor. Gerekli tedbirleralınmadığı takdirde çok yakında aile kavramının yok olacağı be-lirtiliyor.

Dünya devletleri arasında yapılan bu araştırmada boşanmaoranının en yüksek olduğu ülke İngiltere’dir. Bu ülkedeki bo-şanma oranı % 12’dir. Bu ülkeyi % 6.60 ile Rusya Federasyonu,% 4.57 ile ABD, % 2.70 ile Finlandiya ve Kanada, % 2.69 ile Kaza-kistan izliyor. Boşanma oranları İsveç ve Norveç’de % 2.54, İs-viçre’de % 2.30, Almanya’da % 2.04. Türkiye’de ise bu oranın % 1’ibile bulmadığı belirtilmektedir.

Bu oranlamada, Türkiye’deki aile kurumunun durumu iyi gö-zükmekle birlikte, karı-koca geçimsizlikleri ve boşanmalardakiartış herkesi ürkütmekte ve korkutmaktadır. Aile kurumumuz“kutsallığını” koruyor ama içten içe bir takım çözülmelerin oldu-ğunu da göz ardı edemeyiz.

Aile ocağı öyle zannedildiği kadar kolay çözülmez. Hele Türkailesi gibi çok uzun geçmişi olan bir kurumun birden yıkılmasıbeklenemez. Aile yuvası, yetişmiş bir çınar ağacının kökleri gibi-dir. Nasıl ki ağacın kökleri toprağa yayılıyorsa, aile de kadını, er-keği, çocuğu, torunu, akrabaları ve aldığı kültürle, çınar ağacınınkökleri gibi yayılıp beslendiğinden kolayca yıkılmaz.

Evlilikte “Bilinçlenmeye” Neden İhtiyaç Vardır?

Bilgilenme, hayatın her alanında var olan bir ihtiyaçtır. Hem dehava-su gibi bir ihtiyaç. Bir düşünürün dediği gibi, “Bildiğiniz

kadar düşünürsünüz.”.Cahil insandan düşünceli davranışlar beklenemez. Aklına es-

tiği gibi davranır, geleceği ve sonucu düşünemez. Düşünebilmesiiçin, bilgisinin ve birikiminin olması lâzım.

Aynı şekilde evlilik hakkında bilgisi olmayan, düşünmeden ge-lişigüzel evlilik yapar. Tabi bunun sonucunda da önüne çıkacakengellere direnç gösteremez. Hayatı boyunca devamlı zorluklarlamücadele etmeye mahkûm olur.

Bilgilenme konusunda, insanlığa yol gösteren Hz. Ali; “Bilgi-lenmek servetten de üstündür. Çünkü serveti sen korursun, bilgiise seni korur.” yorumunu yapıyor.

Gerçekten de bilgi sahibi kişilerin davranışlarıyla, sıradan in-sanların davranışlarını karşılaştırdığımızda, bu farkı açık bir şe-kilde görebiliyoruz. Bilinçli kişinin evliliği ile cahil insanın evliliğiaynı olabilir mi?

Bundan her bilgili insanın evliliği sağlıklı olur anlamı çıkmazelbette. Öyle olsaydı; başta eğitmenler olmak üzere bütün bilgiliinsanlar dünyadaki en mutlu çiftler olurdu. Oysa geçimsizliklerinçoğu bu çevrelerde yaşanıyor.

Bilgilenirken “müspet ilim ile manevî ilim” birlikte öğrenilmeli.Sade öğrenmek yetmiyor. Her iki kaynaklı bilgileri “beyin, kalpve irade” üçgeninde buluşturduktan sonra gerçek bilinçlenme or-taya çıkıyor.

Beyinle kalp arasında duygusal bir bağ yoksa irade tek taraflıdavranır. Hep kendi çıkarına olan bilgileri öğrenir. “Tek boyutlubilgiler de insanı bencil ve çıkarcı yapar.” Günümüzde yaşananbencilliğin temelinde de zaten bu anlayış yatıyor…

[email protected]

Evlilik, suyun oluşumuna benziyor. Nasıl ki su hidrojen ve oksijenden oluşuyorsa, evlilik de kadın ve erkekten oluşuyor.

Page 65: Tohum 131

64 TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

DİNLERİN ÇEVRE ÜZERİNE ETKİSİ

Yaratılmışların enkıymetlisi insan, ya-şadığı ortamdakicanlı cansız tümvarlıklara, geçmiş vegelecekteki yaşam-lara değer vermeli-dir. Dünyaya hâkimolma duygusu, herarzu ettiğine ulaş-mak istemesi, do-yumsuzluk, elindekiimkânları insafsızcakullanması, müs-rifçe doğayı sömür-mesi, zamanlatüketen ve yokeden bir varlık olmayönündeki gidişatı;maalesef ki insanınyanlış inanışlarınınsonucudur.

Dünya komuoyunda insanlığın en büyük sorunuolarak ‘çevre kirliliği’ yer almaktadır. Ne acıdır ki in-sanlık; kirliliğin boyutunu insan yaşamını tehditedip, geri dönüşümü mümkün olmayan bir hal al-dığı zaman fark etti.

Dünya üzerinden her gün bir canlı türü silin-mekte. Her yıl ormanlık alanlardan 17 milyon hek-tarlık ağaç kesilmeye devam edilmekte. İnsanhayatını kolaylaştırmak için gelişen teknoloji, insanve diğer canlılar için yaşam kaynağı olan suyun 7milyon tonunu; petrol türevleri, mineral yağlar, civa,çinko, kurşun, fosfor ve azot atıklarının denizlereatılmasıyla kirletmeye devam etmekte.

Son yüzyılda 30 bin bitki türü yok olmuş veönlem alınmazsa yok olmaya devam edecek. Sınır-sız sandığımız su kaynakları yavaş yavaş tükeniyor.Kuraklık, açlık, hastalık ve ölümler dünyaya yayıl-maya başladı.

Önceleri bu tip sorunlar, dünya geneli için prob-lem sayılmıyordu. Çünkü süper güç sayılan ülkeler,doğayı ve insan sağlığını olumsuz etkileyecek çalış-maları, fakir sömürge ülkelerde yapıyorlardı. Kirli-lik, kuraklık, açlık, hastalık ve ölümlerin bu fakırinsanların sorunu olarak kalacağını sandılar. Amayanıldılar…

Ozon tabakasının delinmesi ve küresel ısınmaylaiklim değişikliklerinin görülmesi, buzulların erimesi;kirliliğin, kuraklık, açlık, hastalık ve ölümlerin lokalbir tehlike olmayıp tüm dünyayı tehdit ettiği gerçe-ğini ortaya çıkardı.

“Beyaz adam anası olan toprağa ve kardeşi olangökyüzüne alınıp satılacak, işlenecek, yağmalanacakbir şey gözüyle bakar. Onun bu ihtirasıdır ki; bu top-rakları çölleştirecek ve her şeyi yiyip bitirecektir.’’(1)

Bu sözler, henüz çevre kirliliği dünya günde-minde bulunmadığı, ozon tabakasının delinmediği,küresel ısınma ve iklim değişikliklerinin olmadığı,insanları radyasyon, açlık ve susuzluk yüzünden ya-

şamlarını yitirmediği;1854 yılında Kızılderili ReisiSeattle tarafından ABD Başkanına yazdığı mektuptayer almaktadır. Ayrıca Kızılderililerin meşhur biratasözü vardır:

‘’Son ağaç kesildiğinde, son nehir kirlendiğinde,son balık tutulduğunda beyaz adam paranın yen-meyeceğini anlayacak …’’(1)

Batılılar tarafından ilkel toplum ithafında bulu-nulan bu insanların; bir asır önce, dünyanın geleceğihakkındaki haklı öngörülerinin sebebi ne olabilir?Tabii ki inançları… Kızılderililer, sanayi ve teknolo-jiden uzak diğer topluluklar gibi kendilerini doğanınbir parçası ve doğanın insana sağladığı yaşam ola-nakları için de kendilerini doğaya minnettar ve hiz-metkâr görürler. Bir de batılıların, sömürgeci veistilacı yaşamlarına tanık oldukları için olsa gerek;haklı tespitlerde bulunmuşlardır.

Tüm dinler temelde; iyilik, doğruluk, sevgi, gü-zellik ve merhameti emreder. Ancak insanoğluzaman içerisinde, hırs ve hükmetme duygusuyla ha-kikatten uzaklaşarak, dinlerinden yanlış yollara sap-mışlardır. İnsandaki inanç bozulması, dünyadakidenge unsurlarını da olumsuz etkilemiştir. Çevrekirliliğinin temelinde, insanın fikren ve ruhen kir-lenmesi yatmaktadır.

Yaratılmışların en kıymetlisi insan, yaşadığı or-tamdaki canlı cansız tüm varlıklara, geçmiş ve gele-cekteki yaşamlara değer vermelidir. Dünyaya hâkimolma duygusu, her arzu ettiğine ulaşmak istemesi,doyumsuzluk, elindeki imkânları insafsızca kullan-ması, müsrifçe doğayı sömürmesi, zamanla tüketenve yok eden bir varlık olma yönündeki gidişatı; maa-lesef ki insanın yanlış inanışlarının sonucudur.

Hindu Baba Amte,1984 yılında dünyanın duru-munu şu sözlerle özetlemiştir:

‘Hırs ve aç gözlülük, dünyamızı bir çöplüğe dön-üştürüyor.’’

Ahimsa inancına sahip Amte’nin bu sözleri slogan

ÇEVRE Ümran TURAN ATEŞ

Page 66: Tohum 131

65TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

yapılıp; o yıllarda çevre seferberliği başlatılmıştır. Ahimsa inancı,Hint dinlerinde (Hinduizm, Brahmanizm, Budizm gibi) yer alan birinanıştır. Ahimsa öğretisinde, ‘düşünsel, sözel ve fiziksel açıdan hiç-bir varlığı (insan, hayvan ve bitki) incitmeme, yaralamama, öldür-meme, kan dökmeme, şiddetten uzak durma yer almaktadır.(2)

Özellikle Batı Dinlerinde, (Yahudi-Hıristiyan) insanın yeryü-züne emanetçi olarak gönderilme inancı, yerini insan merkezli;doğaya hükmeden, dünyaya egemen olma inancına bırakmıştır.İnsanların beklentilerindeki artış, çağdaş bilim ve teknolojide insanmerkezli yaklaşımlar, elde edilen hizmetlerin doğaya ve geleceknesillere dönüşümündeki etkilerinin göz ardı edilişinin temelinde,Yahudi-Hıristiyan dini geleneği destek vermektedir.

Bir de son zamanlarda hızla yaygınlaşan Envanjelizm yandaş-lığı; toplumsal kaosların, doğal afetlerin, savaşların, açlık susuzlukve toplu ölümlerin, doğadaki bozulmaların artışının; kıyamet be-lirtileri olup, İsa Mesih’in yeryüzüne inişini yakınlaştıracağını dü-şündükleri için, tabiattaki kirlenme ve bozulmalara kayıtsız kalıp,hatta destekleyici bir politika izlemektedir. ABD’nin Kyoto An-laşması’na çekimser davranmasının altında da envanjerik yaklaşı-mın neden olduğu söylemi vardır.(3)

Oysa tüm dinlerin özünü kendinde toplayan müberra dinimi-zin kitabı Kur’an-ı Kerim; insanlık için bir kullanım kılavuzu. Allah(c.c) kitabında insanlığa yaşam ve kâinat hakkında yol gösterip,uyarılarda bulunmuştur.

‘Su hayatın kaynağıdır.’ (Enbiya 30)‘Allah dünyayı bütün canlılar için yaratmıştır.’ (Rahman 10)‘Her şey bir ölçü ve miktar içinde yaratılmıştır’. (Kamer 49)‘O, (Allah) yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı.’ (Ba-

kara 29)‘Kâinatta ilahi bir denge mevcuttur.’ ‘Yiyiniz, içiniz fakat israf etmeyiniz, zira O (Allah)israf edenleri

sevmez.’(Araf 31)‘Göğü Allah yükseltti ve nizamı (dengeyi) O koydu. Sakın. Den-

geyi bozmayın.(Rahman7-8)‘Şüphesiz Allah emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir

ölçü koymuştur.’(Talak 3)‘Rahman olan Allah’ın yaratışında bir dengesizlik, düzensizlik

göremezsin. Gözünü çevir de bak, bir bozukluk görebiliyormusun? Sonra gözünü çevir, tekrar tekrar bak. Göz aradığı dü-zensizliği bulmakta aciz ve bitkin halde geri döner.’’ (Mülk 3-4)

‘İnsanlar kendi işledikleri (kötülükler) sebebi ile karada ve de-nizde bozulma ortaya çıkmıştır. Belki dönerler diye Allah, yaptık-larının bazı sonuçlarını (dünyada) onlara tattıracaktır.’ (Rum 41)

‘Dönüp gittiğinde /iş başına geçtiğinde orada bozgunculuk yap-mak, ekini ve zürriyeti yok etmek için yeryüzünde koşarlar. OysaAllah bozgunculuğu sevmez.’(Bakara 205)

Allah ‘ın (c.c) ayetlerinde pek çok şey apaçık ortadadır. Yineayetinde yer alan “belki dönerler’’ ifadesi alimler tarafından; in-sanların kendilerine gelebileceklerine, dönüş yapabileceklerine,felaketlerin önüne geçilebileceğine imkan tanındığına işaret edil-

diği şeklinde yorumlanmıştır.(4)Tüm insanlığa ve ümmetine; temizliği, kul hakkı yanında hay-

van hakkını, ağaç dikmenin faziletini, suyun kenarında dahi olunsaabdest alıyorken su israfının kötülüğünü nasihat eden Efendimiz(sav), dünya üzerinde ilk sit alanı uygulaması yapan kişidir.

Efendimiz (sav) Medine’ye hicret ettiğinde burayı, doğal çevreyikorumak üzere 30 km2 yeri, ilahi sit alanı (harem) ilan etmiştir. Bubölgede, ağaçların kesilmesini, otların yolunmasını, kuş ve diğerhayvanların avlanmasını, kan dökülmesini de yasaklayıp, bu böl-genin tabi ortamının bozulmasını engellemeye çalışmıştır. (EbuDavud-menasik,93-96)- (5)

Efendimiz (sav),başka yerlerde de bu tip uygulamalara yer ver-miş, yaptığı anlaşmalarda çevrenin korunması üzerine şartlar koş-muş, yasalara uymayanların da cezalandırılmasını öngörmüştür.

Dünyamızın geri dönüşümü çok zor olan kirliliğinin temelinde;dinimizin kesinlikle hoş görmediği, bencillik, hükmetme duygusu,hırs, aşırı tüketim merakı, sorumsuzluk, düşünce kirliliği yat-maktadır.

Dünyayı imar etmek ve tasarrufta bulunmak için yaratılan in-sanın, bütün tasarruflarında aşırı gitmeden; savurganlık ve cimri-lik yapmadan (Furkan 67) hareket etmesi, var olabilmesinin vesürdürülebilinecek mutlu hayatın temel esasıdır. (6)

‘’Elinizde bir ağaç fidanı var da, kıyamet kopmaya başladıysa,şayet onu dikecek bir zaman bulabiliyorsanız, onu mutlaka yine dedikin.’’ (Buhari)

1-Nasuh Mahruki-AKUT Kurucu Üyesi ve Başkanı Çevre veDin

2-Arş. Gör. Hammet Arslan-D.E.Ü ilahiyat Fakültesi Hint Din-lerinde Ahimsa

3-Yrd. Doç.Dr. Hakan Olgun-İ.Ü ilahiyat Fak. Yahudi-Hıristi-yan Gelenekten Moderniteye Çevre Sorunu

4-Doç. Dr. Sıtkı Gülle-İ.Ü İlahiyat Fak. Çevre ve Din Sempoz-yumu

5-Prof. Dr. Talat Sakallı-S.D.Ü ilahiyat Fak. Çevre ve Din Sem-pozyumu.

[email protected]

Ümran TURAN ATEŞ

Page 67: Tohum 131

66 TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

SPOR Yusuf Kara

ICEPARK, Türkiye'de kayak ve buz pisti sporu tesislerinin ku-rulmasından sporun egitimine kadar birçok alanda hizmet verenbir kurumdur.

Maalesef kayak sporu ve buz pateni sporu ülkemizde çok yay-gınlaşamamıştır. Bulgaristan dahil Avrupa'nın bütün ülkelerindeartık halk sporu haline gelen bu sporlar ülkemizde zengin sporuolarak kalmıştır.

Bunun önüne geçebilmek için öncelikle belediyelerin mey-danlara buz pistleri kurarak halkı heveslendirmek , yönlendirmekve teşvik etmesi gerekmektedir. Okullarda kış aylarında bütünöğrencilerin ücretsiz yada çok az bir ücretle yani herkesin rahat-lıkla ödeyebileceği ücretlerle bu spordan istifade edebilmeleri ge-rekmektedir. Bu sporun birçok avantajı bulunmaktadır. Eğerbelediyeler meydanlara ikişer üçer aylığına portatif olarak buzpistleri kurabilseler zaten halkın ayağına gitmiş olur ve halkta ko-laylıkla benimsemiş olur.

Bir de bu tesislerin çok pahalı olduğu düşünülür. Halbuki butesisler çok uygun sartlarla kiralanabilmektedir. Geçici olarak en

küçük ilçelerin maydanlarına bile rahatlıkla kurulabilecek bu tes-islerin ülkemizde yaygınlaştırılmasının çok faydalı olacağını dü-şünüyoruz.

Şimdi de özellikle Avrupa'da ve dünyanın pek çok ülkesindekış aylarında günlük yaşamın bir parçası halinde yapılan buz spo-ruyla ilgili fikir vermesi açısından İstanbul'dan yola çıkarak kısacasomut bazı uygulama alanlarından bahsedelim. Amacımız, ülke-mizde lüks ve zengin olarak görülen fakat Avrupa'da halkın genişkatılımıyla yapılan buz sporlarıyla ilgili yapılması gerekenlerisomut bir şekilde gözler önüne sermek.

ÖRNEK PROJELERBuz pistlerini şehir meydanları, fuar alanları, tenis kortları veya

alışveriş merkezleri gibi birçok yere kurmak mümkün.

Mobile Buz PistlerIcebox'ların icat edilmesiyle yapay buz pistleri bir yerden başka

Buz pistleri Avrupa'da halkın spor yapmak ve eğlenceli vakit geçirmek için gittiği sık uğrak alanları arasında yer alıyor

BU

Z S

PO

RLA

RI

Page 68: Tohum 131

TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

Yusuf Kara

bir yere taşınmaktadır. Icebox'lar buz pistlerin taşınmasını sağ-lar. Yapısal değişiklik yapılmadan seçili pilot alana kurulan pistkışsezonundan sonra kurulduğu yerden kaldırılır.

Alüminyumla kaplanmış boru sistemi ve soğutucu, Ice Box’uolusturur. Ice Box’un kullanımı mekanın değişimi için kolaylıksağlar. Ice Box yöntemiyle bu yıl şehir meydanına gelecek yılpazar önüne pistin kurulması mümkün.

Multi Turf Buz Pistleri

Soğutucu çimlerin altında bulunur. Soğurucu alan özel MultiTurfla kapatılır. Yaz boyunca bu alan

farklı spor faliyetleri için kullanılır. Kış için hiçbir bir değişik-lik yapılmadan kayak sporu için kullanılır.

Buz Pisti Paten Yolu

Uzun alanda buz pateni yolu. Uzun caddelerde ve yollarda bu

BULGARİSTAN DAHİL AVRUPA'NIN BÜTÜN ÜLKELERİNDE ARTIK HALK SPORU HALİNE GELENBU SPORLAR ÜLKEMİZDE ZENGİN SPORU OLARAK KALMIŞTIR.

Page 69: Tohum 131

68 TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

system kullanılır. Devirdaim borularıönce döşenir ve sonra Skateway Ice Mats’la birleştirilir. Mat

elementleri yanyana yerleştirilir.Büyüklükleri: 2,50*30m.

KayakSnow CoolingICEPARK Snow Cooling Sistem kısa süreli sıcak hava periyot-

larında karın korunmasındayardımcı olur. Kızakla pistten atlama alanlarından çocukların

yamaçdan aşağıya kaymalarına

kadar birçok alanda kullanılmaktadır.

Ski Jump Cooling

IPT Refrigeration System kayak atlama pistinin soğutulmasıiçin kullanılır. Bu sistem uluslararası yarışmaları kışın olabileceksıcak havalarda güvence altına alır. Ayrı bir avantaj olarak ise; at-lama pisti bütün yarışmacılar için aynı şekilde muhafaza edilir.

Snow Cooling Children’s Ski SlopeBu sistem sayesinde muhafaza edilen karda çocuklar yamaç-

İstanbul Beyazıt Meydanı örnek bir mobil buz pisti uygulaması

Sultanahmet Wiyana Belediyesi Önü

Page 70: Tohum 131

69TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

tan aşağıya doğru kayarlar.

Fuar Alanı

Fuar alanına insanları çeker! Alanın darlığından dolayı 300m2- 600m2 büyüklüğündeki buz pistlerini hayata geçirilebilir.

Güvenliği ve farklı olmasından dolayı buz alanları oldukca rağ-bet görürler. İşlevsel güvenlik açısından, buzdan üzerinde kayaninsana kadar birçok konuda güvenlik önlemleri alınır. Değişenhava koşullarından fazla etkilenmez. Buz pistleri herhangi bir gün

kaybı olmaksızın IPT Buz Pisti System’i sayesinde aralıksız hiz-met vermeye devam ederler.

Sonuç olarak; buz pistlerinin üzerinde aktivite yapan insanlariçin buluşmak, güzel faaliyetler yapmak, buzun üstünde kaymakoldukça eğlencelidir. Bu amaçla öncelikli olarak belediyelerimize,halkın yüksek katılımının sağlanabileceği alanlarda kuracaklarıpistlerle bu keyifli spor dalının yaygınlaştırılması ve böylece ol-dukça uygun fiyatlarla herkesin faydalanabileceği gününübirlikbir spor haline getirilmesi adına büyük görevler düşüyor.

www.icepark.at

Pier Loti

İstanbul Büyükşehir Belediye binası önü örnek buz pisti şablonu

GEÇİCİ OLARAK EN KÜÇÜK İLÇELERİNMAYDANLARINA BİLE RAHATLIKLA KU-RULABİLECEK BU TESİSLERİN ÜLKE-MİZDE YAYGINLAŞTIRILMASININ ÇOKFAYDALI OLACAĞINI DÜŞÜNÜYORUZ.

Page 71: Tohum 131

70 TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

TÜRK SİNEMASININSALINIMI

Bir kısmı varoluşsalanlamda sorgulamave arayışın kapıla-rını açan, diğer birkısmı ise bu yolukapalı gören ve gös-teren filmlerle sa-dece ticari başarıyıhedefleyen yapımlarşeklinde eğrisi bolbir tablo çiziyor si-nemamızın seyri. Birkimlik arayışı sezilsede, patolojik du-rumlara da yol aça-bilecek bu durumoturup üzerine dü-şünmeyi zorunlu kı-lıyor. Sinema, hemmaddi hem maneviaçıdan bedelleribüyük bir sanat dalıolduğundan alına-cak yolda ticari ba-şarı ile sanatsalsunum arasındakidengenin iyi kurul-ması gerekmektedir

(Esma ACAR)Türk sineması 2008 yı-

lında 50’den fazla filmi izle-yiciyle buluşturarak haylihareketli bir yıl geçirdi. Üste-lik gişe hâsılatının yüzde 60'ıyerli yapımlardan elde edildi.Türk filmleri, artık 6-10 mil-yon kişiyi salonlara çekebili-yor. Seyirci rekoru kırmanınyanı sıra kazanılan ulusal veuluslar arası ödüllerle de çokkonuşuldu sinemamız. Film-ler arasında izlenme reko-runu yaklaşık 4,5 milyonizleyici ile “Recep İvedik”elinde bulunduruyor. Henüzyeni gösterime girmiş olan“Muro” ve “A.R.O.G” ise ilkhafta rekorunu kırdılar bile.“Mustafa” en çok konuşulan filmlerden biri olması-nın yanı sıra, Türk sinemasının en çok izleyici top-layan belgeseli de oldu. Gişe başarısının yanı sıra“Üç Maymun”, “Gitmek”, “Tatil Kitabı”, “Nokta”,“Pandora'nın Kutusu” ve “Pazar” gibi yerli filmlerbirçok uluslararası festivalden ödüllerle döndü.Cannes Film Festivalinde Nuri Bilge Ceylan’a “Enİyi Yönetmen” ödülünü getiren “Üç Maymun”, İs-tanbul Uluslararası Film Festivali’nde Altın Laleödülü alan “Yumurta”, Ankara Film Festivali’nde“En İyi Film” seçilen “Rıza” ile çok konuşulan “Mus-tafa”, bol ödüllü “Tatil Kitabı”, “Recep İvedik” “120”,“Vicdan”, “Osmanlı Cumhuriyeti”, “Devrim Araba-ları”, Issız Adam”, “A.R.O.G” yıl içerisinde seyirciylebuluşan filmler arasındaydı.

Peki, hepsi birbirinden farklı mecralarda seyre-den bu filmler ve Türk sinemasındaki nicelikselartış, bir ilerleme yahut yükseliş olarak okunabilirmi? Gişe başarısı elde etmiş olan filmler ile festi-vallerden ödüllerle dönen filmler nitelik olarak fark-lılık arz ediyorlar genellikle. Gişe başarısını eldetutan filmlerin çoğu komedi filmi… Bir anlamıylavar olan kalıpların uyarlanarak, tekrar sunumuylaşenlendirilen perde, yeni bir şeyle karşılaşmıyor as-

lında. Argo/kadın eksenindençıkamayan, hiçbir hayat tasav-vuru olmayan, amaçsız, kabasaba tiplerin arzı endamını izle-dik yine. Bu tarz yapımlar her nekadar seyircinin isteklerini buyönde yorumluyorsa da, bir iz-leyici profili oluşturarak sine-manın gelişimi için açılacakmecraları geri, izleyici seviyesinide aşağı çekerek, başka türlü al-gılara kapatmış oluyorlar. Neyseki perde de gördüğümüz “Yu-murta” ,“Son Buluşma”, “120”gibi filmler insani duyarlıklaraişaret edip, bir hassasiyet oluş-turmaya özen göstererek yüre-ğimize su serptiler bu manada.

Bir kısmı varoluşsal anlamdasorgulama ve arayışın kapılarını açan, diğer birkısmı ise bu yolu kapalı gören ve gösteren filmlerlesadece ticari başarıyı hedefleyen yapımlar şeklindeeğrisi bol bir tablo çiziyor sinemamızın seyri. Birkimlik arayışı sezilse de, patolojik durumlara da yolaçabilecek bu durum oturup üzerine düşünmeyizorunlu kılıyor. Sinema, hem maddi hem maneviaçıdan bedelleri büyük bir sanat dalı olduğundanalınacak yolda ticari başarı ile sanatsal sunum ara-sındaki dengenin iyi kurulması gerekmektedir. Türksineması, gösterdiği tablodaki salınma hali nede-niyle bahsi geçen denge unsuruna şimdilik uzak gibigörünüyor. Gişe başarısı elde eden filmlerde sanat-sal bir içerikten bahsetmek mümkün değil. Diğerfilmler de sanatsal sunumlara kendini kapamış, iz-leyici tarafından rağbet görmemekte. Bu anlamıylaniceliksel artışın bize bir ilerleme sağlamayacağıaçıktır. Ticari ve sanatsal başarı dengesi, izleyen-sunan arasındaki ilişkinin de sağlıklı kurulmasınada vesile olacaktır. İlerleme, kendi manevi birikimve değerlerini sinema diline aktararak izleyenine debir şuur aşılayacak yapımlarla gelecektir. İşte ozaman seyircinin önüne uçsuz bucaksız bir alan: te-maşa perdesi açılmış olacaktır.

Page 72: Tohum 131
Page 73: Tohum 131

72 TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

Bilim & Teknoloji Recep İbiloğlu

MERHABADergimizin değerli okurları, Yeni sayımızda sizlere yeni bir köşeyle merhaba diyeceğiz. Bilim

ve Teknolojinin sınırsız ilerlemesi, hayatımıza etkisi tartışılmaz birgerçektir. Her gün sabah uyandığımızda yeni bir teknolojiyle yüz-yüze geliyoruz. Sizleri dergimizde bunlardan haberdar etmek içinsizlerle bu bölümü paylaşmayı uygun gördük.

Bu bölümde genel olarak teknolojik, bilimsel ağırlıklı, güncelhayatta değeri olan konulardan bahsetmek istiyoruz. Bunların ha-yatımıza olan etkileri üzerinde fikirler vermeye çalışacağız. Ay-rıca Web gezginleri içinde değişik alanlardan derlediğimiz “WebSayfalarının Arasında” bölümü ile sizlere web sayfalarından ta-nıtım yapacağız. İnşallah yararlı olacağı düşüncesiyle. Vira bis-millah...

RFID teknolojisi ve etkileri

RFID nedir? RFID (Radio Frequency Identification), RadyoFrekansı İle Tanımlama, üzerinde mikroişlemci ile donanmış eti-ket taşıyan nesnelerin radyo frekansı kullanılarak hareketlerininizlenmesini sağlayan yöntemdir.

RFID teknolojisinin ilk kullanımı 2. Dünya Savaşı sırasındaolmuş, 1960’larda saha denemeleri yapılmış, 1980’lerin sonundaticari alanda RFID kullanımı başlamış ve günümüzde günlük ya-şantımızdaki yerini almıştır.

RFID teknolojisinin kullanım alanı sağladığı kontrol ve gü-venlik kontrolleri sayesinde oldukça yaygındır.

RFID, her sektör için değişik çözümler getirebilir, ne tür çö-zümler uygulanabileceğini kullanıcı tayin edip, geliştirebilir. RFIDteknolojisi günümüzde üretim tedarik zinciri, hastanelerde hastave ilaç takibi, büyükbaş hayvancılık sektöründe hayvan takibi,kargo ve nakliye hizmetleri, otoyollarda araç takibi (OGS de bir

RFID TEKNOLOJİSİ GÜNÜMÜZDE ÜRETİM TEDARİK ZİNCİRİ, HASTANELERDE HASTA VE İLAÇ TAKİBİ, BÜYÜK-BAŞ HAYVANCILIK SEKTÖRÜNDE HAYVAN TAKİBİ, KARGO VE NAKLİYE HİZMETLERİ, OTOYOLLARDA ARAÇ TA-KİBİ (OGS DE BİR RFID UYGULAMASIDIR), YAKINDA İSTANBUL’DA KULLANIMA GİRECEK İSTANBULKARTTA,BANKALARIN BAS-GEC, TOUCH-PASS GİBİ SİSTEMLERİNDE, KÜTÜPHANLERDE KİTAP ÖDÜNÇ ALMA İŞLEMLE-RİNDE VE DAHA SAYABİLECEĞİMİZ BİRÇOK ALANDA KULLANILMAKTADIR.

Page 74: Tohum 131

73TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

Recep İbiloğlu

RFID uygulamasıdır), yakında İstanbul’da kullanıma girecek İs-tanbulkartta, bankaların Bas-Gec, Touch-Pass gibi sistemlerinde,kütüphanlerde kitap ödünç alma işlemlerinde ve daha sayabile-ceğimiz birçok alanda kullanılmaktadır.

RFID teknolojik olarak şu kolaylıkları sağlar:•Okunabilmesi için insana ihtiyaç yoktur•Okunabilir ve bilgi saklanabilir •Görünebilir olması gerekmez •Aynı anda pek çok etiket okunabilir •Etiket ömrü çok daha uzundur •Okuma mesafesi oldukça yüksektir •Taklit edilemez, kullanımı daha güvenlidir.RFID, temel olarak bir etiket ve okuyucudan meydana gelir.

RFID etiketi, radyo frekansı ile yapılan sorguları almaya ve ce-vaplamaya olanak tanıyan bir silikon yonga, anten ve kaplamadanmeydana gelir. Yonga, etiketin üzerinde bulunduğu nesne ile il-gili bilgileri saklar. Anten, radyo frekansı kullanarak nesne bilgi-lerini okuyucuya iletir. Kaplama ise etiketin bir nesne üzerineyerleştirilebilmesi için yonga ve anteni çevreler. RFID etiketlerikullanım türüne göre de değişiklik gösterir. İçerisinde ürünün-çalışmasını sağlayan pil bulundurabilir. Teknoloji radyo frekansıile çalıştığı için belirli enerji düzeyinde bulunması gerekiyor.Bunun içinde ülkeler belli bir standart oluşturmuştur. Türkiye 16Mart 2007 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanan yeni KET yönet-meliği ile 865.6-867.6 MHz. bandı arasında kullanım gücü 2 Wattolarak Avrupa Standartlarına uygun olarak kanunlarını düzenle-miştir.

Son olarak bu teknolojinin insanlara da plante edilerek değişikamaçlar için kullanıldığını bildirerek yeni konumuzda görüşmeküzere diyoruz.

Web Sayfalarının ArasındaBu bölümde sizlere web sayfalarından seçtiğimiz örnekler ver-

meye çalışacağız.

www.bergfex.comAvrupa’da bulunan Alp sıradağlarında yapılabilecek her türlü

aktiviteyi anlatan bir site. Avusturya, Almanya, İtalya ve İs-viçre’deki Alpleri ve buralarda bulunan tesisleri, mevsime göreyapılabilecek sporları anlatıyor. Sayısal değerleri size sunuyor.Çok kapsamlı bir site ve 18 farklı dilde siteyi ziyaret edebiliyor-sunuz. Turizmi geliştirmek adına yapılmış güzel bir site. Kış ay-larında kayak, boarding yapmak isteyenlerin; Yaz aylarında dagezi, dağ bisikleti kullanmak isteyenlerin sık başvurduğu bir site.

www.kultursanat.orgİstanbul’da gerçekleşen kültür-sanat olaylarını takip edebile-

ceğiniz bir web sayfası. İstanbul Büyükşehir Belediyesi iştirakleri

arasında bulunan Kültür A.Ş tarafından derlenmekte ve sinema,sergi, söyleşiler, şiir gibi alanlarla ilgili yıl içerisinde yapılmış veyapılacak faaliyetleri sunuyor. İsterseniz mail veya telefonunuzusiteye kaydettirerek faaliyetlerden haberdar olabiliyorsunuz.

http://www.google.com/sky/Google dünyayı görüntüleme, haritalama işinden sonra birde

uzayada el attı. Maps.google.com adresinde artık sokakların 3 bo-yutlu görüntülerini içerisinde geziyormuşsunuz hissiyle izliyor-sunuz. Her ne kadar japonlar izlenmeyi istemeyip karşı çıksalardagoogle enteresan ürünleriyle insanları etkiliyor. Sky ürününde deuzaydaki yıldızları, gezegenleri iezleyebiliyorsunuz. Kim bilir belkibirgün Google uzaya astronot gönderir ve gezegenlerinde yü-zeylerini, iç kısımlarını da izlettirebilir.

www.namazvakti.comNamaz vakitlerini artık daha kolay daha kapsamlı , kıble yö-

nümüzüde görerek takip edebileceğiz. 14 farklı dil seçeneği ileDünya üzerindeki tüm müslümanlar istedikleri noktaya görenamaz vakitlerini alabilecekler. Sitede ayrıca namaz vakitlerininnasıl hesaplandığı ve kıblenin nasıl bulunduğuna yönelikte bilgi-ler bulunmakta.

http://www.altincocuk.com/Altınçocuk dergisinin çocuklar için eğlenceli, onları değişik

konularda hem eğlendirecek hemde öğretici faaliyetler sunan birsite. Çocuklarımızı çevrenin kötü etkilerinden uzak tutacak, ah-laklarına en güzel bir şekilde etki yapacak sitedekarikatürler,oyunlar, boyama, hikayeler bulunmakta.

Kaynaklar:1 http://tr.wikipedia.org/wiki/RFID2 RFID teknolojisi ve sağladığı faydalar, Computerworld, 21

Kasım 2008 [email protected]

RFID, TEMEL OLARAK BİR ETİKET VE OKUYUCUDANMEYDANA GELİR. RFID ETİKETİ, RADYO FREKANSI İLEYAPILAN SORGULARI ALMAYA VE CEVAPLAMAYAOLANAK TANIYAN BİR SİLİKON YONGA, ANTEN VEKAPLAMADAN MEYDANA GELİR. YONGA, ETİKETİNÜZERİNDE BULUNDUĞU NESNE İLE İLGİLİ BİLGİLERİSAKLAR. ANTEN, RADYO FREKANSI KULLANARAKNESNE BİLGİLERİNİ OKUYUCUYA İLETİR. KAPLAMAİSE ETİKETİN BİR NESNE ÜZERİNE YERLEŞTİRİLEBİL-MESİ İÇİN YONGA VE ANTENİ ÇEVRELER.

Page 75: Tohum 131

74 TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

ANAHTAR Öznur AYDIN

Söyleşiye ana gündem maddemiz olan ekonomikkrizle başlamak istiyorum. Size göre bu krizi tetikleyensebepler neydi? Sistemin böyle bir sona gideceği önce-den bellimiydi?

Dünyada yaşanan bu küresel kriz, yüzyılın krizi olarak tabiredebileceğimiz çok büyük bir kriz. İkinci dünya savaşının Ameri-ka'ya maliyeti 3,6 trilyon dolardı, bu krizin Amerika' ya maliyeti-nin 8 trilyonu bulacağı tahmin ediliyor. Şu ana kadar bütündünyada açıklanan kurtarma paketlerinin miktarı yaklaşık 6 tril-yon doları buldu. Bu kriz öncelikle Amerika'da emlak krizi olarakpatladı. Mortgage dediğimiz ipotekli konut finansman sisteminide riskli müşterilere verilen kredilerin son üç yıldır artan faizlernedeniyle geri ödenememesi üzerine, yatırım bankalarının zarar-larının artmasıyla bu emlak krizi finans krizine dönüştü. Yatırımbankaları zarar etmeye başladı, içleri boşaldı. Mudiler yani mev-duat sahiplerinde bir güven bunalımı oluştu. Paralarını çekmeyebaşladılar, bankalar hem reel sektöre, hem de birbirlerine kredivermemeye başladılar. Güven krizi ortaya çıkmaya başladı, piya-sadaki nakit akışı durdu. Şimdi Batı Avrupa, Rusya'da birçok böl-gelerde bankaları kurtarmaya başladılar, fakat şu anda artık sorunbir reel sektör krizine dönüştü.

Reel sektör dediğimiz şey, özellikle ekonomideki büyümenindurması ve küçülme sürecine girilmesi… Bunun neticesinde pi-

yasaların daralması, tüketimin daralması, ihracatın daralması veen sonunda üretimin daralmasıyla maalesef işsizliğin artacak ol-ması… Şimdi bu sonuçlara baktığımızda temel neden olarak,vahşi kapitalizmin ve insanın kar maksimizasyonu ihtirasının,ekonomileri getirebileceği felaket tablosu ortaya çıkmış oldu. Yanigazino kapitalizmi sona ermese de, acı bir fatura ödedi. Üçkâğıtekonomisi dediğimiz ekonomi acı bir fatura ödedi. Bu durumu-nun arkasındaki esas sebep, dünyada sermaye hareketlerinin90’ların başından itibaren serbestleşmesiyle birlikte, paradan parakazanma yönteminin dünya ekonomisine hâkim olmasıdır. Yanifinans ekonomisi, üretim ekonomisinin önüne geçince, paradanpara kazanmak için olmadık bin bir türlü enstrümanlar, araçlarortaya çıkarıldı ve bu araçlar kamu otoriteleri tarafından kontroledilemedi. Sonuçta dünyadaki üretim bugün 50 trilyon dolarken,dünyadaki mali varlıkların değeri bu kriz öncesinde 170 trilyondolardı, yani yaklaşık üç buçuk katıydı. Olmayan bir varlık, kâğıtihracat ederek satılıyor, döndürülüyordu. Sonuçta balon ekono-misi patladı, köpük saçıldı. Şu anda finans sektörünün yol açtığı buekonomik yıkımı bütün dünya ekonomileri ödemek zorunda ka-lıyor. Nasıl ödüyor? Üretimin, istihdamın, ihracatın azalmasıylaişsizliğin artmasıyla ödüyor, üretimin daralmasıyla köylününürünü tarlada kalıyor.

Bu öngörülüyor muydu? Evet, öngörülüyordu. Biz MÜSİADolarak, bundan 10-12 yıl önce mültivizyonlarımızda diyorduk ki;

ÖMER BOLAT: "BALON EKONOMİ PATLADI, KRİZ SAÇILDI"FİNANS EKONOMİSİ, ÜRETİM EKONOMİSİNİN ÖNÜNE GEÇİNCE, PARADAN PARA KAZANMAK İÇİN OLMA-DIK BİN BİR TÜRLÜ ENSTRÜMANLAR, ARAÇLAR ORTAYA ÇIKARILDI VE BU ARAÇLAR KAMU OTORİTELERİTARAFINDAN KONTROL EDİLEMEDİ. SONUÇTA DÜNYADAKİ ÜRETİM BUGÜN 50 TRİLYON DOLARKEN,DÜNYADAKİ MALİ VARLIKLARIN DEĞERİ BU KRİZ ÖNCESİNDE 170 TRİLYON DOLARDI, YANİ YAKLAŞIK ÜÇBUÇUK KATIYDI. OLMAYAN BİR VARLIK, KÂĞIT İHRACAT EDEREK SATILIYOR, DÖNDÜRÜLÜYORDU. SO-NUÇTA BALON EKONOMİSİ PATLADI, KÖPÜK SAÇILDI.

Page 76: Tohum 131

75TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

Öznur AYDIN

“Dünya ekonomisinin gidişatı bir gazino kapitalizmine dönüyor.Bu gazino kapitalizmi bir üçkâğıt ekonomisi şeklinde cereyan edi-yor. Burada sanal bir ekonomi var. Reel bir ekonomi yok. Bir üre-tim ekonomisi yok. Bu gidişat iyi değil” diyorduk. Nitekim butespitlerimiz doğrulandı. Biz söylemiştik demek hoş bir şey değilama gerçekten biz söylemiştik.

Sizce bu kriz neyin sonu neyin başlangıcı olacak? Bukrizle çöken sadece dev ekonomiler, dev finans banka-ları, dev fabrikalar mı, yoksa bir sistemin, bir anlayışınçöküşüne mi tanıklık ediyoruz?

Her ikisine de tanıklık ediyoruz. Bir sistem, bir anlayış büyükyara aldı. Amerika’nın üç büyük otomotiv şirketi iflasın eşiğinde…Amerikan hükümetinden kurtarma paketi bekliyor, diğer birçokülkede aynı durum söz konusu. Bu öyle bir kriz ki, bir ülkeyle sı-nırlı kalması söz konusu değil. Zaten Amerika artı Avrupa dünyaekonomisin %50'si olunca, onlarda ortaya çıkan bu krizin bütündünyayı etkilememesi mümkün değil. Çünkü her iki grup yüksek

tüketimleriyle dünyadan yoğun ithalat yapıyorlar. Onlara malsatan ülkelerin de pazarları daraldığı için, onlar da bu durumunceremesini çekiyor. Akdeniz ülkeleri de bu krizden etkilendi, Tür-kiye’de etkilendi, Doğu Avrupa ülkeleri de. Bize ait olmayan birkriz, bizim ekonomimizi de vuruyor...

Dünya ekonomisinde vahşi kapitalizm anlayışının yanlış olduğuçok net ortaya çıktı. İkinci olarak sadece finans ekonomiye, sanalekonomiye dayalı bir anlayışın felaket getireceği ispatlanmış oldu.Reel ekonominin yani üreten mal ve hizmet üretimine dayalı eko-nominin, her şeyden önemli olduğu ve gerçek olduğu anlayışı or-taya çıktı. Piyasa kendi kendini yönetir, devlet müdahale etmesinanlayışının da doğru olmadığı, piyasa ekonomisinin yanlışlıklarıkendi içinde yönetemediği, izale edemediği de ortaya çıktı. Dev-letin denetleyici ve düzenleyici fonksiyonlarının ekonomide mut-laka olması gerektiği ortaya çıktı. Devlet üretici olmasın amakuralları koysun. Denetim uygulasın, yanlış yapanlara müeyyideuygulasın. Bu anlayışın gerekli olduğu da bu son krizle ortaya çık-mış oldu.

Her şeye rağmen işadamı mutlaka cesur olmalı ama bu cahilce cesaret değil, basiretli, akıllı cesaret olmalı.

Page 77: Tohum 131

76 TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

Açacak olursak, fatura çok yüksek. Şu ana kadar 8 trilyon do-larlık bir zarar var. Bu faturayı kimler ödeyecek? Hükümetler, dev-letler ödeyecek. Esasında halk ödeyecek ve bunun bir de siyasifaturası olur. Dolayısıyla bu kapitalist anlayışla dur durak bilme-yen kar ihtirasının, mutlaka bir ekonomik müeyyideyle cezalan-dırılması anlayışı hâkim. Son olarak G20 ülkeleri toplanıyor; Birdaha böylesine bir patlamanın olmaması için hangi tedbirlerinalınması lazım, dünya finans sisteminde ne gibi değişiklikler ya-pılmalı ve dünya finans sistemi nasıl denetim altında tutulmalı?Hem küresel anlamda, hem ülkeler bazında. Ve bu finansal pat-lamanın yol açtığı büyük reel sektör krizini de geride bırakabil-mek için ekonomiler nasıl canlandırılmalı, neler yapılmalıkonusunda çalışma süreci başlatıldı. Bakalım, nisan ayına kadarortaya çıkacak olan çalışma planı netleşecek.

İkinci dünya savaşını müteakiben, bugüne dünya finans ve eko-nomik sistemini ve düzenini, ABD ve Batı Avrupa ülkeleri birliktekurdular ve bugüne kadar da yönettiler. Tabi bunun avantajlarınıyaşıyorlar ve bu tedavi döneminde, bu avantajlarını kaybetmek is-temiyorlar. Ancak sisteme yeni ülkelerin de girmesi gerektiği ko-nusunda da taviz vermek zorunda kaldılar. Dolayısıyla G8 ülkeleri

olarak değil, aralarında Çin’in, Rusya’nın, Hindistan’ın, Tür-kiye’nin, Suudi Arabistan’ın da yer aldığı en gelişmiş 20 ülkeninçatısı altında G20 zirvesi yapıldı. Ama şu bir gerçek ki sisteminkurucuları ve koruyucuları sistemde radikal bir değişiklik ya dayapılanma istemiyorlar. Bir palyatif diyeceğimiz rehabilitasyontedbirleri almak istiyorlar. Neden? Sistemin kurucusu ve koruyu-cusu olarak sahip oldukları imtiyazı ve avantajı kaybetmek iste-miyorlar? Bakalım ne olacak? İletişimin bu kadar hızlı gelişmesi vefinans sektörünün inanılmaz şekilde yeni araçlarla donatılmış ol-ması, finans sisteminin kontrolünü çok zorlaştırıyor ve ekonomi-ler esen ufak bir rüzgârdan dahi ciddi anlamda etkileniyorlar.

28 Şubat’ın İslami kesimin 68 kuşağını yarattığını söy-lüyorsunuz. Bu kesim iki dönemlik bu iktidar sayesindearadığını bulabildi mi? Öfkesi dindi mi?

Gerçekten 28 Şubat dönem yoksullaşma, yolsuzluklar ve ya-saklar şeklinde “3 y” olarak adlandırılan bir dönem. Bu tabirin depatenti bizdedir. Bu dönemde Türkiye ekonomik, sosyal ve refahtoplumu ve demokratikleşme anlamında 10 yıl geriye gitti. Tabi bu2002 seçim sonuçlarını da beraberinde getirdi. 3 Kasım seçimindensonra Türkiye bir restorasyon, bir tamir sürecine girdi. Bu tamirsürecinde önemli reformlar gerçekleştirildi, zor bir süreçti. Çünküekonomik enkaz devralınmış, aynı zamanda çok ağır bir sosyalproblemler yumağı devralınmıştı ve uluslararası alanda da AvrupaBirliği, Kıbrıs ve gelmekte olan Irak Savaşı gibi çok ağır dış politikasorunlarıyla da karşı karşıyaydı. Bizce böylesi bir zor dönemde,Türkiye son beş yılı oldukça iyi bir performansla geçirdi. Ekono-minin genel rehabilitasyonu yanında, sağlık alanında, eğitim ala-nında ve dış politika alanında başarılı icraat sergilendi. Ancakekonomik enkaz ve borç ödeme yükü karşısında özellikle ekono-mik gelişme makro anlamda sağlandı. Fakat mikro anlamda bunutabana yayma konusunda arzu edilen netice alınamadı. DerkenTürkiye Cumhurbaşkanlığı seçimiyle beraber hakikaten bir siyasiistikrarsızlık sürecine girdi. Ardından 22 Temmuz genel seçimleri,referandum, terör ve şiddet ortamı ve de AKP’yi kapatma davası,Türkiye’ye aşağı yukarı son iki yılı o kaybettirdi. 2007 ve 2008 Tür-kiye için dalgalı bir yıl oldu. Öncelikle kendi iç siyasi gerilimleri ne-deniyle dalgalı bir yıl oldu. Ama eylülden bu yana da dünyadaküresel finans krizi nedeniyle Türkiye’deki bu fırtınalı dönem, eko-nomiye de olumsuz olarak tesir etti.

Yine de Türkiye bu süreci eğer istikrarını koruyabilirse, az ha-sarla atlatmaya çalışacaktır. Çünkü ekonomimizin makro değer-leri bir kriz ortamının göstergelerini yansıtmamakta amabaşkasının krizi içerideki kriz lobisi ve bankacılık lobisinin bu kriz-den nemalanma, fırsatlar devşirme arzusu yüzünden 72 milyon in-sanımıza olumsuz tesirler yapacak riskler arz etmekte. 28 Şubatsürecinin getrdiği 68 kuşağı, yıllardır muhalefetin ardında iktidarolmanın sürecini yaşıyor. Şunu söyleyebilirim ki, Türkiye bu sü-reçte hizmet anlamında, performans anlamında iyi bir icraat ser-gilendi. Ama şu bir gerçek ki, iktidar makamında mutlaka birgevşeme olmakta. Dün idealler, değerler, dava için mücadele edenbazı insanların para, makam şöhret, iktidar, güç gibi kavramlarlakarşılaştığı ve onların tesiri altına girdikleri zaman değişebilecek-lerini maalesef gözlemleyebiliyoruz. Bu hepimiz için bir imtihan.İnşallah bu imtihanları geçenlerden oluruz.

BUNDAN 10-12 YIL ÖNCE MÜLTİVİZYONLARIMIZDA Dİ-YORDUK Kİ; “DÜNYA EKONOMİSİNİN GİDİŞATI BİRGAZİNO KAPİTALİZMİNE DÖNÜYOR. BU GAZİNO KAPİ-TALİZMİ BİR ÜÇKÂĞIT EKONOMİSİ ŞEKLİNDE CERE-YAN EDİYOR. BURADA SANAL BİR EKONOMİ VAR.REEL BİR EKONOMİ YOK. BİR ÜRETİM EKONOMİSİYOK. BU GİDİŞAT İYİ DEĞİL” DİYORDUK.

Bu krizle, sadece finans ve sanal ekonomiye dayalı anlayışın felaket geti-receği ispatlanmış oldu.

Page 78: Tohum 131

77TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

Siz başarıyı tanımlarken misyonunuzun başarınızdaetkin rol oynadığını, çünkü Allah’ın adil olduğunu söy-lüyorsunuz. Peki, insanlar başarıyı elde ettikten sonraneden misyonlarını ve yola çıkış amaçlarını unutuyor-lar? Bu nasıl önlenilebilir?

Şöyle ki, MÜSİAD genel başkanı ve yöneticisi olduğum dö-nemde temel misyonumu, hedeflerimi gerçekleştirme konusunda,Allah’a şükürler olsun ekibimle beraber iyi bir çalışma dönemi ge-çirdim. Bunu yaparken de tabi Allah rızasını gözetmek çokönemli. Yani yaptığımız her işe başlarken, “bu işte Allah’ın rızasıvar mı?” diye düşünmek, bu soruyu kendimize sormamız lazım.Ancak ülkeleri yönetmek, devletleri yönetmek o kadar kolay birşey değil. Evet, 72 milyon nüfusu barındıran, Osmanlı İmpara-torluğu’nun dev mirası üzerinde oturan Türkiye Cumhuriyeti’niyönetmek kolay değil. Çünkü kompleks bir ülkeyiz. Dolayısıylademokrasiyle yönetiliyoruz. Seçimle gidip, seçimle gelme gibi birsüreç yaşanıyor. Siyaset makamı ülkeyi yönetmekle görevli amabürokrasi, kamu otoritesi, yargısı, üniversitesi… Çok kompleksbir devlet mekanizması söz konusu. Bir de sizin gibi düşünmeyeninsanların da varlığı söz konusu. Dolayısıyla eğer ülkeyi yönet-meye talipseniz, bunu da siyaset yoluyla yapacaksanız, ülke ger-çeklerine göre de hedeflerinizi, misyonunuzu ayarlamakzorundasınız. Sorumluluk makamında olmadığınız durumlarda,temel değerler ya da hedefler konusunda düşünce olarak özgür-sünüz ama icraat makamına geçtiğiniz zaman bunu hangi yollagerçekleştireceğiniz konusunda devlet aygıtının mekanizmalarınıdikkate almak zorundasınız. Anayasa, kanunlar, bürokrasi, yargı,üniversite, vs... Burada önemli olan, inandığınız doğruların ana-yasal sistem içerisinde yapılabilmesi için, gerekli siyasi iradeye, ge-rekli siyasi çoğunluğa sahip olmalısınız ve anayasal çerçevedebunları değiştirmeye hazır mısınız meselesidir. Bu iradeyi göste-rebilmek ve bu değişikleri yapabilmek önemli… Eğer halkın bun-dan mutlu olacağını ve hayatlarının kolaylaşacağınıdüşünüyorsanız ve siyasetçi olarak iktidara talipseniz, bunları yap-mak durumundasınız. Ama şu bir gerçek ki, hükümetlerin ülkeyiyönetirken siyasi iradesi güçlü olmalı. Siyasi desteğinin de, parla-mento çoğunluğunun da yeterli olması büyük önem taşıyor.

Dergimizin bu sayıdaki dosya konusu “korku psiko-lojisi”. Bu bağlamda iş hayatında, “bir işadamı ne ile kor-kutulur ve bu korkuyu nasıl yener?”.

İş adamı sermaye sahibi kişidir. Sermaye de ürkektir. İş adamıdevlet mekanizmasının üzerine gelmesinden ürker. Rakiplerininkendisini geçmesinden ürker ve iflas etmekten ürker. 1990’daMÜSİAD’ı kurduğumuzdan bu yana, farklı bir işadamı profili or-taya koymaya çalışıyoruz. İşadamı sadece kar maksimizasyonunaçalışan, kar ve sermaye biriktirme ihtirasıyla her yolu meşru ya damubah gören profilden çıkarılmalı. Bunun için mücadele veriyo-ruz. 90’dan bu yana ortaya koyma çalıştığımız iş adamı profili,kendi işinde helal ve meşru kurallar dâhilinde başarılı olmaya ça-lışan, ama emeği sömürmeyecek, vicdanı olacak sermayenin vic-danı olacak, hakça bir anlayış için mücadele edecek, paylaşmayı vedağıtmayı bilecek, özellikle ekonomik ve sosyal alanda ülkeninileri gitmesi için mücadele edecek, kazancını rantla değil, faize da-yalı olarak değil, üreterek, istihdam meydana getirerek, yatırım

yaparak, ihracat yaparak, ülkeye döviz kazandırarak çalışacak birişadamı profilini hedefledik.

Profilini çizdiğiniz bu işadamı neyden güç alır? Bes-lendiği kaynak nedir?

İnancımızın bize yüklediği misyondan ve temel değerlerimiz-den...

26 yıllık iş hayatınızda sermayenizi, imkânlarınızıkaybetme korkusuyla burun buruna geldiğiniz oldumu?

Ben profesyonel yönetici olarak iş hayatı içinde yer aldım.Tabi bir yönetici olarak yönettiğiniz kurumların sıkıntıya düş-tüğü anlar oluyor. 28 Şubat krizinde MÜSİAD’da yaşadığımızsıkıntılar, ekonomik kriz dönemlerinde üyelerimizin şirketle-rinin yaşadığı sıkıntılar, hayatın çıkışları ve inişleri içinde ya-şadığımız önemli hadiselerdir. Mutlaka bizim de buendişelerimiz olmuştur... İşadamı yüksek moral sahibi olmalı.Tabi iş hayatının sıkıntıları içinde o morali yüksek tutmak zor.Ama kuvvetli bir imanınız varsa, tevekkül de ediyorsanız bumorali yüksek tutmanız kolaylaşır. Çünkü işadamı madden,zirveden sıfıra inebilir. Ama cesaretini ve moralini kaybetme-mişse, işi biliyorsa, tekrar sıfırdan da zirveye çıkabilir. İşadamıiçin itibarını, cesaretini, moralini yüksek tutmak, kaybetme-mek önem taşır.

[email protected]

Krizin asıl nedeni, reel sektörde yaşanan tıkanma ve boşluklardır.

Page 79: Tohum 131

78 TOHUM/OCAK-ŞUBAT 2009

in hayatın kendisidir. Hayat ise fıt-ratın en ideal haliyle cisimleşmiş vetemessül etmiş şeklidir. Din, haya-tın binbir gailesi içerisinde insanlaraözlerinden kopmadan ve fıtratların-daki mükemmel sistemi bozmadannasıl en güzel biçimde yaşayabile-ceklerinin hayati, zengin ve pratik

yollarını gösterir...Dinin ilahi olması mutlaka onun fıtratı kucakla-

yan ve hayatı yaşanılır kılan bir yapıda olmasını ge-rekli kılar. Kuşkusuz dinin sahibi olan Allah'tatemelde insanoğlunun ihtiyaç ve beklentilerine görehazırladığı dünya şartlarında elbette huzurla ve şe-refine yaraşır biçimde yaşayabilmesi için dinde in-sana lazım olan bütün hürriyet ve hakları en genişmanasıyla tanımıştır.

Gönderiliş gayesine aykırı olarak fıtratla çelişenve insanı kadük bırakan bir din olsa olsa dizginlerinişeytana kaptırmış birtakım habis ruhların çirkef birhırs ve menfaat adına uydurdukları bir safsata ola-bilir. Oysa dini kendi asli çizgisine sadık kalarak ya-şayan insanlar her zaman adaletin, hürriyet vedoğruluğun canlı birer timsali olagelmişlerdir. Ziraher şeyden evvel din nokta-i nazarında insanın adive başıboş bir mahluk olması şöyle dursun, alemle-rin Rabbi olan Allah başka hiçbir varlığa gösterme-diği bir titizlik ve yücelikle insanoğlunu yaratmış vebütün mahlukatın üstünde bir itibarla onu sultan-lık makamına yükseltmiştir.

Yine Kitab-ı Kerimde beyan edildiği üzere insanher şeyin kaymağından yer içer ve sırtında kainatınen değerli yükünü çeker. Öyle ki üzerinde taşıdığımilyarlarca muhteşem galaksi ile durup dinlenme-den yol alan gökyüzü bile kendisine insanoğlununuhdesine aldığı ağır yük ve sorumluluk teklif edildi-ğinde acziyetini görmüş ve özrünü beyan ederekemaneti yüklenmekten geri durmuştur. Mademkiinsan hemen ortaya atılarak yaratıcısına söz vermişve bir tereddüt göstermeden “büyük emaneti” üze-

rine almıştır. O halde zor geçit ve virajlarıyla imti-han meydanı olan dünya piyasasına çıkılacak ve ta-ahhüt edildiği şekliyle gerekli ticaret ve alışverişleryapıldıktan sonra tekrar kainatın sultanı olan Al-lah’ın huzuruna çıkılacaktır.

Ufak bir tehlike ve musibet karşısında hemenümitsizliğe düşen ve ne zaman ne getireceği belliolmayan tesadüfi ve karmakarışık hadiseler orta-sında başı dönen ve çaresiz kalan insanoğlunun ya-bancısı olduğu bu meydanda sadece kendi kuvvetve tecrübelerine dayanarak başarılı bir imtihan gra-fiği yakalayabilmesine imkan yoktur. Ömürlerinibulanık bir ortamda olayların belirsiz ve gelişigüzelakışı arasında geçirmek zorunda kalan insanlar endeğerli hazinelerinin yok pahasına elden çıkarılışınarazı olmakla geride sadece derin ah ve eyvah fer-yatları bırakmaktan başka şey kalmadığını anladık-larında göz göre göre kaçırılan fırsatlara bakarakderinden derine pişmanlık ağıtları yakmaktan ken-dilerini kurtaramazlar.

Mahlukatın en şereflisi ve alemin yaratılış sebebiolduğuna göre elbette Allah insanı üstün cihaz vealetlerle donattıktan sonra ona en güzel haliylekendi kabiliyet ve cevherlerini işleyebileceği uygunsaha ve ortamı da hazırlayacaktır. Yoksa insanı ol-dukça mütehassis ve geniş bir ruhla yaratan ve kai-nata meyve yapan sonsuz kudret sonra onu sahipsizve düzeni bozuk bir dünyanın karanlık boşluğunaatarak “hatadan münezzeh ve kusurdan müberra”olarak tarif edilen alemşümul şefkat ve kudretiniküçük düşürmek istemez.

Binlerce yıldan beri insanoğlu eğer hala ayaktakalabilmişse bunu ancak Allah’ın engin rahmet vehikmetle işleyen kudretine borçludur. Yeryüzünüinsana bir beşik yapan, geçim ve istirahat için gece-gündüzü yaratan ve karıncadan file, balıktan atma-caya kadar ayrı ayrı her canlıya rızklarını veren birrahmet herhalde aklı başında olanlar için çok şeysöylüyor…

Baştan sona dikkatle incelendiğinde genel hatla-

D…Acaba peygam-berleri vasıtasıylaAllah’ın zengin,fakir, şöhret vemakam ayrımıyapmadan her in-sana eşit mesa-fede durduğunu veinsanlar içinmaddi-manevifelah ve kurtulu-şun ancak hakkagüvenmek ve haki-katiyle hareket et-mekle mümkünolabileceğini an-latmasından dahabüyük hangi birhakikat olabilir?!

İSLAM, İNSAN VE KAİNAT(Mehmet Safa AKKOR)

Page 80: Tohum 131

rıyla dinin insanlara anlatmak istediği hususlar hep iki nokta üze-rinde odaklanmaktadır. Birinci aşamada insanlara ısrarla ve uzunuzun hep şu mesajlar verilmektedir: “Başını kaldır ve gözünü aç,hiç fütur ve gevşeklik göstermeden aleme bir bak, incele ve araş-tır. Bir gör bakalım, acaba gözüne en ufak bir kusur ve noksanlıkisabet edecek mi?! Hayır, o şüpheci ve dikkatli bakışlar fersiz veyılgın halde tekrar yuvalarına geri döneceklerdir.

Bakınız, kainatta gördüğünüz her şey sizlere tek bir Allah’ı veonun sınırsız ilim ve kudretini haykırmakta. O’dur ki bu alemdeher şeyi kopmaz kulp ve halatlarla sıkı sıkıya birbirine bağlamış.Eğer O’nun (c.c.) yerine işin içine başka bir kudretin eli karışmışolsa dünyanın düzeni bir anda altüst olacaktır. Çünkü, velev birsivrisinek veya zeytin dalı kadar olsun, en küçük bir işin üstesin-den gelebilmek için bütün alemi kudret elinde evirip çevirebile-cek bir güç ve irade lazımdır. Bu da demektir ki, zerre kadarküçük işlerde bile az bir uyuşmazlığın olması dünyada her şeyitersyüz etmeye yetecektir!..

İnsan düşünebilse ki, dünyamız gibi milyarlarca büyük cisim vegezegenleri hiç sarsmadan ve rotasından saptırmadan baş dön-dürücü bir hızla son durakları olan kıyamete doğru direksiz ola-rak seyahat ettiren ve küçük-büyük her işi mükemmel bir düzenve adaletle yapan bir kudrete hangi bir şey ağır gelebilir?!

Hasılı, ilk merhalede din Allah’ın kainattaki eser ve icraatlarınışahit tutmakla hiçbir şeyin başıboş ve tesadüfi olmadığını, basitbir yaprağın en ufak kıpırtı ve hareketinden bulutların sevk veidaresine kadar her işin mutlak bir nizama göre yapıldığını gös-teriyor. Bu suretle insanlar kainatla bütünleşmeye ve korkmadantam bir güvenle özlerini gerçekleştirmeye davet edilir. Kısaca ke-lime-i şahadetin ilk kısmında anlatılmak istenen de budur.

Bakıldığında ikinci noktada ise, ne için bir ön şart olarak Pey-gamberlerin dinde yer aldıklarını ve neden hep ısrarla ve müker-rer beyanlarla dikkatlerin kendilerine çevrildiğini anlıyoruz. Zirapeygamberler vahyi ilk elden yaşayan ve olduğu gibi topluma ak-taran örnek şahsiyetlerdir. O yüzden bilhassa dürüst ve insaf sa-hibi insanlar için hakikatlerin doğru ve sadık eller tarafındananlatılmasında herhangi bir sakınca olmayacaktır. Aksine, tekzipve muhalefete dair bir sebep aranıyorsa insanlar için bu ancak

hakkaniyet ve doğrulukla bağdaşmayan durumlarda oryaya çık-malı!..

Buna rağmen ne gariptir ki her türlü yalan ve maskaralığa karşısavaş açarak sürekli güven ve kurtuluşun sarsılmaz elçileri olan opek şerefli ve saygıdeğer insanlar toplumları tarafından genellikleşiddetli hakaret ve işkencelere maruz bırakılmışlardır. Elbetteböylesine bayağı ve insafsızca davranışların temelinde insanlarınhep açıkça kendilerine yapılan “alicenaplık ve iyiniyet” çağrısınayapı ve karakter olarak olumlu cevap verebilecek şeref ve asalet-ten mahrum bulunmaları yatmaktadır!

Beri yandan hakikaten dürüst ve yüksek karakter sahibi in-sanlar Peygamberlerine bakarak vahyin efsane ve kuru bir davetolmadığını anlar ve onlarda hayatlarını muvaffakiyetle ve istika-met üzere yaşayabilmenin müşahhas misallerini görürler. Ziramelek olmayan ve kendileri gibi yiyip içen, evlenen ve kimisi birterzi ve marangoz, kimisi bir sultan ve çoban olan insanların hiç-bir kompleks ve endişeye düşmeden tevazu, adalet, hürriyet, şef-kat ve cesaret gibi harika değerlere öncülük yapmasında bütüninsanlar için eşsiz bir ders ve örnek vardır!

Burada son olarak fikir vermesi bakımından hayatları boyuncasürekli yaptıkları o önemli ders ve tebliğlerden kısa bir hatırlat-mayla artık bu noktada sözlerimi tamamlamaya çalışalım: “Al-lah’tan başka ibadet ettiklerinizde sizin için bir hayır ve menfaatolmadığı gibi zillet ve esaretten başka sizlere getirisi de olmaya-caktır. Eğer siz gerçekten sizlere hayat veren ve sizin her ihtiyaçve halinizi gören, bilen ve her duanıza icabet eden sonsuz izzet vekerem sahibi birtek Allah’ı bırakarak isteklerinize yabancı olan vekendileri dahi fani, aciz ve muhtaç bulunan şey ve kimseleri ken-dinize rab ve ilah yapıyorsanız o halde layık-ı veçhile horlanmışve zelil kimseler olarak yaşamak sizin için kaçınılmazdır. Siz böylekendinizi değiştirmediğiniz sürece Allah’ta sizleri değiştirecek de-ğildir.”

…Acaba peygamberleri vasıtasıyla Allah’ın zengin, fakir, şöh-ret ve makam ayrımı yapmadan her insana eşit mesafede durdu-ğunu ve insanlar için maddi-manevi felah ve kurtuluşun ancakhakka güvenmek ve hakikatiyle hareket etmekle mümkün olabi-leceğini anlatmasından daha büyük hangi hakikat olabilir?!

Page 81: Tohum 131

Mimar Sinan Mah. Akşemsettin Cad. No: 62 / 4 Fatih – İST.Tel: 0212 521 38 98

Faks: 0212 521 53 13 www.asitane.com.tr

[email protected]

ORGANİZASYON AJANSMEDYA PLANLAMAEĞİTİMTURİZMTECRÜBELERİMİZİstanbul Büyükşehir Belediyesi, Bağcılar Belediyesi, Bayrampaşa Belediyesi, Zeytinburnu Belediyesi, Küçükçekmece Belediyesi, Sarıyer Belediyesi, Silivri Belediyesi, Kıraç Belediyesi, Hadımköy Belediyesi, Gürpınar Belediyesi, Sultanbeyli Belediyesi, Bursa Yıldırım Belediyesi, İzmit Kocaeli Belediyesi, Sağlık A.Ş., Kültür A.Ş, Vakıflar Genel Müdürlüğü, RTÜK, Uluslar arası Saraybosna Üniversitesi, Çözüm Dergisi Dershaneleri, Bab-ı Alem Uluslar arası Öğrenci Derneği, BAYGEM, Bosna Park, İSDER, Çekmeköy Hayat Dergisi, Şelale Cafe, İSÖM, RB Et Lokantası, Sosyal Politikalar Dergisi, Nar İletişim, Yarımada Yayınları, MOS Media, İdeal Medya, Turuncu İnteraktif, TASARİUM