18
Toplumsal cinsiyet ve din ilişkisi: Din dolayımıyla kadının denetimi mi sağlanıyor yoksa kadının kamusal alana çıkma, böylece “özgürleşme” imkânlarının önü mü açılıyor? Erkek iktidarının dili olarak din 1 Üstüngel Arı 2 Kocaeli 2011 1 Bu metin tarafımdan aynı başlık ile 2. sınıfta sunduğum Antropoloji dersi için hazırlanmış bir ödevdir. Metni yaklaşık 1 sene sonra (yani şimdi) okuduğumda fark ettim ki, geçen sene ödevi hazırlarken bazı bölümlerde koymam gereken dipnotlar sanırım gözümden kaçmış. Bu hususta metnin bilimsel bir makale olmadığını da göz önünde bulundurarak affınıza sığınıyorum. Fakat bu bazı bölümlerdeki kullanılmamış olan dipnotlar dışında, kullanılmış olan dipnotlar ve kaynakçada herhangi bir problem yoktur. 2 Kocaeli Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü 3. sınıf öğrencisi.

Toplumsal cinsiyet ve din ilişkisi · PDF file2 1.Giriş Konumuz “toplumsal cinsiyet ve din ilişkisi” olunca aslında konuya öncelikle dinden mi yoksa “toplumsal cinsiyet”

  • Upload
    trannhi

  • View
    285

  • Download
    9

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Toplumsal cinsiyet ve din ilişkisi · PDF file2 1.Giriş Konumuz “toplumsal cinsiyet ve din ilişkisi” olunca aslında konuya öncelikle dinden mi yoksa “toplumsal cinsiyet”

Toplumsal cinsiyet ve din ilişkisi:

Din dolayımıyla kadının denetimi mi sağlanıyor yoksa kadının kamusal alana çıkma, böylece “özgürleşme” imkânlarının önü mü açılıyor?

Erkek iktidarının dili olarak din 1

Üstüngel Arı 2

Kocaeli 2011

1 Bu metin tarafımdan aynı başlık ile 2. sınıfta sunduğum Antropoloji dersi için hazırlanmış bir ödevdir. Metni yaklaşık 1 sene sonra (yani şimdi) okuduğumda fark ettim ki, geçen sene ödevi hazırlarken bazı bölümlerde koymam gereken dipnotlar sanırım gözümden kaçmış. Bu hususta metnin bilimsel bir makale olmadığını da göz önünde bulundurarak affınıza sığınıyorum. Fakat bu bazı bölümlerdeki kullanılmamış olan dipnotlar dışında, kullanılmış olan dipnotlar ve kaynakçada herhangi bir problem yoktur. 2 Kocaeli Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü 3. sınıf öğrencisi.

Page 2: Toplumsal cinsiyet ve din ilişkisi · PDF file2 1.Giriş Konumuz “toplumsal cinsiyet ve din ilişkisi” olunca aslında konuya öncelikle dinden mi yoksa “toplumsal cinsiyet”

2

1.Giriş

Konumuz “toplumsal cinsiyet ve din ilişkisi” olunca aslında konuya öncelikle dinden mi yoksa “toplumsal cinsiyet” kavramından mı girmem gerektiği konusunda biraz tereddüt ettim. Ama sonunda ilk olarak girmem gereken konunun “toplumsal cinsiyet ayrımı” olması gerektiğine karar verdim. Çünkü birazdan da göreceğimiz gibi din dediğimiz olgu, aslında kendini birçok yönüyle toplumsal cinsiyet ayrımına göre şekillendirmiş ve kendince buna bir kılıf olma görevi üstlenmiştir.

Tarih boyunca yasa koyucular, din adamları, felsefeciler, yazarlar, bilginler, kadının bağımlılığının Tanrı’nın hoşuna gittiği gibi, yeryüzünde de çok yararlı olduğunu gösterebilmek için canlarını dişlerine takmışlardır. Erkeklerin kaynatıp kotardıkları dinler de bu egemenlik isteğini yansıtmaktadır. Havva Anamızla, Pandora’yla ilgili efsanelerden kendi görüşlerini destekleyen silahlar çıkarmışlardır.3

Yapmaya çalıştığımız şey, bilim yapmak ve bilimsel şekilde “insan”ı anlamaksa eğer – ki öyle – bu toplumsal cinsiyet ayrımını anlamak için merkeze erkeği ya da kadını değil, merkeze “insan”ı koymalıyız.

İnsan, var olduğu andan itibaren karşısına çıkan her şeyi kendi boyunduruğu altına almıştır, ya da almaya çalışmıştır. Marx, “Kültür, doğanın yarattıklarına karşılık, insanoğlunun yarattığı her şeydir.”4 derken aslında çok önemli bir noktaya değinmiştir; insan ve doğa ilişkisine. Marx’ın da dediği gibi, doğa insanın önüne ne koyduysa insan o duruma ayak uydurabilmek için bir şeyler yaratmıştır. Doğa insana yırtıcı hayvanlarla gelirken insan, üstünlük sağlamak için kendine aletler yapmıştır. Doğa insana soğukla gelirken insan, kendini korumak için barınak yapmış, ısınmak için ateşi kontrol altına almıştır. Sonuç olarak insan, doğaya uyum sürecinden, doğaya egemen olma sürecine geçtikten sonra, yani doğa karşısında gücünü kanıtlayıp hayatta kaldıktan ve onu boyunduruğu altına aldıktan sonra bu sefer kendine dönmüştür. Kendi içinde, kendine benzeyen, ama bir o kadar da benzemeyen diğer canlıyı boyunduruğu altına almaya çalışmıştır. Hegel; “özne ancak başka öznelere karşı çıkarak ortaya koyar kendini: temel varlık olarak kendini olumlamak, öteki varlığıysa temel olmayan varlık, nesne durumuna sokmak ister.”5 derken tam da bunu söylemektedir. İnsan kendi içinde, kadın ve erkek olarak, kendini ortaya koymak, olumlamak için öteki varlığı nesne durumuna sokmaya çalışmıştır. Ve bu doğrultuda erkek, bedensel açıdan güçlü olması, topluluğu diğer topluluklara ya da hayvanlara karşı savunma gibi üstün bir doğal görevlendirilme sistemiyle, kadın karşısında bir üstünlük sağlamıştır. Ve yazımın başında da belirttiğim gibi, “din” dediğimiz olgu da, erkeğin bu isteğini, bu arzusunu yerine getirebilecek kılıflara bürünüp evrimleşmiştir.

Lenin; kadının erkeğe boyun eğişi ile işçi sınıfının yönetici sınıfa boyun eğişi arasında benzerlik kurmuştur. Fakat Lenin aslında şu ayrıntıyı gözden kaçırmıştır: kadın-erkek mücadelesi ne bir sınıf, ne de bir ırksal milliyetçilik mücadelesidir. İşçi sınıfı, yönetici sınıfı kırıp geçmeyi amaçlayabilir; aşırı tutucu bir Yahudi ya da Zenci, atom bombasının gizini ele geçirip yalnız Yahudilerden yalnız Zencilerden kurulu bir insanlık yaratmayı düşleyebilir: kadınsa, düşünde bile erkekleri kırıp geçiremez. Onu kendisini ezenlere bağlayan bağ, öbür bağlara benzemez. Kadının karakterini belirleyen çok temel bir öğedir bu: o, iki parçası da birbirine gerekli bütünlüğün içinde “Öteki” varlıktır6

İşte bence bu ödevin/çalışmanın temel cümlesi bu olmalıdır: “O, iki parçası da birbirine gerekli bütünlüğün içinde ‘Öteki’ varlıktır.” Neden ikisi de birbirine “gerekli” olan iki ayrı cins bir diğerini “öteki”leştirmeye çalışsın? İşte ben bu sorunun cevabını arayacağım.

2. Cinsiyet ve toplumsal cinsiyet Kişileri gruplamak ve farklılaştırmak için kullanılan ölçütlerden birisi, belki de birincisi, onun cinsiyetidir. İsmimiz, işimiz, sesimiz, saçımız, giysilerimiz, tutum ve davranışlarımız, cinsiyetimizi gösteren simgelerdir. Cinsiyet kavramı, dünya üzerindeki bütün insanları sayıca birbirine eşit iki gruba

3 Beauvoir, S., 1993: 24 4 Güvenç,B., 1984: 97 5 Beauvoir, S., 1993: 18 6 Beauvoir, S., 1993: 21

Page 3: Toplumsal cinsiyet ve din ilişkisi · PDF file2 1.Giriş Konumuz “toplumsal cinsiyet ve din ilişkisi” olunca aslında konuya öncelikle dinden mi yoksa “toplumsal cinsiyet”

3

ayırır. Gruplardan birisine “erkek” ötekine “kadın” adı verilir. Toplumlar, “kadın” ile “erkek” arasındaki biyolojik farkı o denli abartırlar ki, kadın ve erkek birbirine yabancı iki yaratık haline gelebilir. 7

Cinsiyet, atfedilmiş bir statüdür. Bir diğer anlatımla, cinsiyet toplumda bireye atfedilen bir konumdur. Bireyler, atfedilen statüleri üzerinde kontrole sahip değildirler. Bunun aksine, aldıkları eğitim ve/veya meslekleri aracılığıyla kazanılmış statülerini belirleyebilirler. Bir atfedilmiş statü olan cinsiyeti ise, değiştiremezler.8

“Cinsiyet” dediğimiz kavram daha çok biyolojik açıdan kadın erkek ayrımını anlatırken, “toplumsal cinsiyet” erkeklik ile kadınlık arasındaki farklılığı anlatır. Ve toplumun kadın ve erkekten beklentileri de, içinde bulunulan kültüre bağlı olarak şekillenir. İlkel toplumlarda beklentiler biyolojik, bedensel ölçüdeyken uygar toplumun beklentileri, oluşan bu “toplumsal cinsiyet” farkına göre biçim almıştır.

Cinsel ya da biyolojik işbölümünün geleneksel – fakat hiç de bilimsel olmayan – açıklamasına göre, “erkek güçlü, kadın ise zayıftır” Türkçedeki “Saçı uzun aklı kısa”, “Elinin hamuru ile erkek işine karışma” deyimlerine başka kültürlerde de rastlanır. Fakat bunlar biyolojik temelden yoksundur. Kadınların, yorgunluğa, uykusuzluğa, açlığa, bazı hastalıklara erkeklerden daha dayanıklı, bunalımlarda erkeklerden daha soğukkanlı ve yürekli, uçaksavar topçuluğu gibi hassas ölçme, sürat ve eşgüdüm isteyen savaş hizmetlerinde erkeklerden daha başarılı oldukları bulunmuştur. 9 Antropolog Margeret Mead (1935) yaptığı bir saha araştırmasıyla biyolojik gerekirciliğin yanlışlığını kesin olarak göstermiştir. Kadın erkek farklarının büyük bir kısmı, cinsiyete değil, kültürel şartlanmaya (enkültürasyona) bağlıdır. Kadının “korkaklığı” ve erkeğin “cesareti” kültürel öğelerdir. 10

Bu noktada günümüz toplumlarında görülen bu ayrımın nedenini bulup değerlendirmek için, günümüz davranışlarının kökeninin ilkellerde gizli olduğu düşüncesinden yola çıkarak ilkel topluluklardaki toplumsal cinsiyet ayrımının nedenlerine değinmenin yerinde olacağını düşünüyorum.

3. İlkel topluluklarda toplumsal cinsiyet ayrımı İlkel topluluklarda toplumsal cinsiyet ayrımını iyi algılayabilmemiz için öncelikle ilkel toplulukların yaşam ve düşün biçimleri hakkında bilgimiz olması gerekir. Bilindiği üzere en ilkel topluluklarda cinsiyet ayrımı öncelikli olarak iş bölümüyle ortaya çıkmıştır. Erkek bedensel güce dayalı avcılık ve savaşçılık gibi görevler üstlenirken kadınlarsa ev işleri denilen kap kacak üretme, sebze yetiştirme gibi işleri üstlenmişlerdir. Aslında bu noktada giriş bölümünde Hegel’den yaptığım alıntıdan yola çıkarsak, erkeğin kadını ezmeye kalkışmasını anlamak kolaylaşıyor ve insanın doğa ve yırtıcı hayvanlar karşısında savunmasız olduğu o dönemlerde erkeğin bedensel gücünün kadına ağır basıyor olmasını normal karşılamaktan başka yapılabilecek bir şey yok gibi görünüyor. Fakat eski çağlardan itibaren süregelen bu gelenek günümüzde de varlığını sürdürmekte ve cinsiyete dayalı iş bölümü doğrultusunda kadına uygun görülen toplumsal rollere ilişkin düşünceler henüz yavaş yavaş değişmektedir.

Erkek, yırtıcı hayvanlarla kavgaya tutuştuğu zaman canını tehlikeye atar. Savaşçı, yaşadığı kavmin, boyun onurunu artırmak için canını ortaya koyar. Böylece insanoğlu için canın en yüce değer olmadığını, bunun kendinden daha önemli birtakım ereklere yaraması gerektiğini kanıtlar. Kadının en büyük talihsizliği, bu tehlikeli işlerden uzak kalışıdır; erkek, başka bir varlığa can vererek değil, canını tehlikeye atarak hayvanlıktan kurtulmaktadır; işte bu yüzden, insan topluluklarında, doğuran cinse değil, öldüren cinse üstünlük tanınmıştır.11

7 Güvenç,B., 1984: 252 8 Demirbilek, S., 2007: 13 9 Güvenç,B., 1984: 253,254 10 Güvenç,B., 1984: 255 11 Beauvoir, S., 1993: 67,68,70

Page 4: Toplumsal cinsiyet ve din ilişkisi · PDF file2 1.Giriş Konumuz “toplumsal cinsiyet ve din ilişkisi” olunca aslında konuya öncelikle dinden mi yoksa “toplumsal cinsiyet”

4

4. Din nedir?

Din, bir toplumun dünya görüşünün, yaşayışının ve kültürel sisteminin bir bölümünü ve açıkçası bana göre de büyük bir bölümünü kapsayan bir olgudur. Din, ruhani gerçeklik ya da doğa üstüyle ilgili görüşlerin yanı sıra birbiriyle ilişkili inançlar ve törensel geleneklerin örgütlü bir sistemidir.12 İnsanların, açıklama getiremedikleri yahut aşamadıkları sorunlarla başa çıkmalarını, bu sorunlara ve sorulara cevaplar vermelerini sağlayan din, aynı zamanda insanların dünyaya anlam verme çabalarını da yönlendirir. Bu sorunların üstesinden gelmek için kişiler manevi ya da doğa üstü varlıklara ve güçlere başvurur, onları etkilemeye, hatta kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya başlarlar.13 4.1. Dinin işlevleri nelerdir?

Dini inançlar bazı toplumsal ve psikolojik işlevler görürler. Örneğin dinin psikolojik işlevlerinden biri, insan zihninde düzgün bir evren modeli oluşturmak, böylece düzgün insan davranışını yerleştirmeye çalışmaktır. Bunun ötesinde bilinmeyeni açıklayarak ve anlaşılır kılarak o dine inanan bireylerin korkularını ve kaygılarını azaltır.14

Yukarıda da bahsettiğim gibi dinsel açıklamalar genellikle çeşitli türlerdeki doğa üstü varlıkların ve güçlerin var olduğunu varsayar ve insanlar bu varlıkları yönlendirmeye çalışır. Krizle başa çıkmanın aracı da bellidir: İlahi yardım, kuramsal olarak, diğer hiçbir şey işe yaramadığında sığınılacak tek şeydir. 15

Kısacası din, insanları eylemleriyle ilgili suç ve kaygı duygularını harekete geçirerek insanları bir düzen içinde tutmaya yardımcı olur. Bu bağlamda din toplumsal bir denetim aracıdır.

Dinin bununla bağlantılı bir de psikolojik işlevi vardır. Toplumun ahlak kuralları ilahi güçler tarafından belirlendiği için, en azından önemli durumlarda insanların omuzlarından büyük bir yükü kaldırmasıdır. Kişilerin işlerin gidişatından kendilerini değil de tanrıları ya da manevi güçleri sorumlu tutması, inanılmaz bir rahatlık sunmuştur.16

Tarihte neredeyse hiçbir toplumun bir inanca bir inanışa bağlı olmadan yaşadığını söylemek neredeyse imkansızdır. İnsan düşünmeye ve soyutlama yetisine kavuştuğu andan itibaren kendine inanacak bir şeyler yaratma çabasına girmiştir. Bu da demek oluyor ki dünya üzerine günümüze dek inanılmış bir çok inanç ve bir çok din vardır. Fakat bunların hepsini incelemek mümkün olmadığından eski çağlardan günümüze kadar öne çıkmış olan din ve inançları, ve bu din ve inançlarda kadının konumunu incelemek daha faydalı olacaktır.

Bu doğrultuda da en doğrusu ilk olarak belki de en eski din/inanış olan totemi ve totemin bir getirisi olan tabuyu inceleyerek konuya başlamak olacaktır. 4.2. Totem ve tabu

Ünlü bir bilim insanı olan Frazer; ilkellerin dünya görüşünün çok değişik olduğunu, günümüz toplumlarında basit olarak görülen bazı hareketlerin ilkellerde karışık olarak tanımlandığını ve bu sebeple olayların ve inançların yönünün değişikliğe uğrayabileceğini belirtmektedir. Frazer; totemizme dair inanç ve ayini tehlikeden korunmak isteyen insanların bir nevi kendilerini korumak için başvurduğu bir büyü şeklinde görmüştür. 17

Bir çok ilkel toplumda bir çeşit bitki, hayvan veya nesnelere totem olarak bakıldığı ve hatta bazen cansız bilinen bir şeye kaya v.b bazen bir tabiat olayı olan gök gürültüsüne, yıldırıma veya bazı göksel bir sicime (Göktaşı-Meteor) totem şeklinde yakınlık gösterildiği tespit edilmiştir. Toteme kendisini bağlı olarak gören toplumlar kendileriyle onları akraba olarak tanımlamaktadırlar. Bu bazen bir sembol veya bir alamet olarak benimsenmektedir. Totemle klan topluluğu arasında bir kan bağı

12 Haviland,W., Prins, H., Walrath, D., Mcbride, B., 2008: 642 13 Haviland,W., Prins, H., Walrath, D., Mcbride, B., 2008: 642 14 Haviland,W., Prins, H., Walrath, D., Mcbride, B., 2008: 677 15 Haviland,W., Prins, H., Walrath, D., Mcbride, B., 2008: 677 16 Haviland,W., Prins, H., Walrath, D., Mcbride, B., 2008: 678 17 Tanyu, H., : 159

Page 5: Toplumsal cinsiyet ve din ilişkisi · PDF file2 1.Giriş Konumuz “toplumsal cinsiyet ve din ilişkisi” olunca aslında konuya öncelikle dinden mi yoksa “toplumsal cinsiyet”

5

olduğuna ve hatta bu totem bir hayvan ise o kutsal hayvanın klan mensubu kişilerin atası olduğuna inanılmaktadır 18 Totem canlıysa, onu öldürmek veya eti yenilecek cinsten ise, onu yemek tabudur, yasaktır. 19 Totem inancıyla ilgili törenler ve adetlerin toplamına “totemizm” denmektedir.20 Totem ile tabu aslında birbirlerinden ayrı düşünülemezler. Freud’un dediğine göre; Tabu, bir müessesedir. Bu müessese bazı nesnelere dokunulmasını, bazı işlerin yapılmasını yasaklar ve böylece kutsal olan ile olmayanı birbirinden ayırmış olur.21

Totemizmin önemli bir özelliği de kadının rahmindeki bebeğe totemin geçtiğine inanılmasıdır. Bu yüzden de kadının totem sayıldığı söylenebilir. Totemizmde ölen bir insanla akrabalığı bulunan kadınlar saçlarını kesmek, vücutlarına toprak sürmek ve yas süresince konuşmamak zorundadırlar. Bazı yerlerde kadınların konuşma yasağının yıllarca sürdüğü de olmuştur. Erkekler rütbece kadınlardan, yaşlılar ise, dine kabul edilmiş olsa bile gençlerden üstündür.22 Burada aslında ilkel insanın Frazer’in dediği gibi tehlikeden korunmak için olduğu kadar, anlam veremediği ve açıklama gereksinimi duyduğu şeyler için de totemi kullandığını görüyoruz. Yani kadının ve doğan çocuğun totem sayılması aslında ilkel insanların “doğum” olayına anlam veremeyip onu açıklama gereksiniminden doğmuş olmalıdır. 4.3. İlkellerde “doğum”; Toprak Ana – Ana Tanrıça İnsanın kendine doğa ile olan mücadelesinde koruyucu olarak kabul ettiği kültlerden birisi de Kadın’dır. Kadın, üretkenliği ve doğurganlığından dolayı, aynı zamanda eski çağlarda doğa olayları karşısında çaresiz kalan insanoğlunun kurtarıcılardan bir tanesi olmuştur. Çevresindeki farklı nesnelerden beklediğini bulamayan insanoğlu çareyi kendi hemcinslerinde aramaya başlamıştır. Toprak gibi bereketli, doğurgan ve üretken bir canlı olan kadın, doğadaki olaylarla özdeşleştirilmiş ve ondan yardım beklenmiştir. Bu beklenti o kadar artmıştır ki insanoğlu kadının bu vasfını önemseyerek onu “Tanrıça” katına kadar yükseltmiştir.23 İlkel insan kadın ile toprak arasında mistik bir dayanışma kurduğu gibi kadının doğurganlığı ile toprağın doğurganlığı arasında bir benzerlik de kurmuştur. İlkel topluluklar kadının rahmine bırakılan spermin orada yeşererek bir çocuk dünyaya getirmesiyle toprağa bırakılan tohumun yeşerip ürün vermesi arasında bir bağ kurmuşlardır: ölümün ve doğumun simgesi olarak Toprak Ana. Toprak Ana, çocuklarının kemiklerini, ölümden sonra, yine bağrına basmaktadır. Demek ki, Ana-Kadın’ın karanlık bir yüzü vardır: her şeyin çıktığı ve günün birinde döneceği kaostur o; Hiçlik’tir yani.24 Bir süre boyunca saygısından çok korkusundan Toprak Ana’ya boyun eğen erkek bir şekilde onun üzerine çıkmak istemiş ve araçlar dünyasını keşfetmiştir. Erkek, araçlar dünyasının gücünü ele geçirdiği andan itibaren toprağa bile bir işçi gibi kafa tutacaktır; toprağı zenginleştirmenin elinde olduğunu, dinlendirmenin iyi sonuç verdiğini, tohumu şöyle yetiştirmek gerektiğini keşfeder; topraktan dilediği verimi alan kendisidir; kanallar açar; toprağı baştan yaratır25 ve artık Toprak Ana’nın, Ana Tanrıça’nın boyunduruğu altında kalmış olan erkek ona üstünlük sağlamış ve Ana Tanrıça’nın karşısına kendi erkek tanrısını yaratıp koymuştur.. Eski Mısır’da İzis ile Horus, Fenike’de Astarte ile Adonis, Anadolu’da Kibele ile Attis, Eski Yunan’daysa Rhea ile Zeus’tur bunlar.26

18 Tanyu, H., : 155 19 Tanyu, H., : 156 20 Tanyu, H., : 158 21 Özgü,H., 1994: 106 22 Gürhan, N., 2010: 63 23 Göğebakan, Y. 2011 24 Beauvoir, S., 1993: 162 25 Beauvoir, S., 1993: 82 26 Beauvoir, S., 1993: 83

Page 6: Toplumsal cinsiyet ve din ilişkisi · PDF file2 1.Giriş Konumuz “toplumsal cinsiyet ve din ilişkisi” olunca aslında konuya öncelikle dinden mi yoksa “toplumsal cinsiyet”

6

5. Mitolojide toplumsal cinsiyet ve kadının yaratılışı 5.1. Mitolojinin tanımı

Mytos (Yunanca: μυθος)27 yani söylenen ya da duyulan söz ve bir nevi masal, öykü, efsane anlamına gelir. Ama insanlar gördüklerini, duyduklarını anlatırken birçok süslemelere başvurdukları için mytoslara güven olmaz. Bu yüzdendir ki Herodot gibi bir tarihçi mytos’a tarihi değeri olmayan güvenilmez söylenti der, Platon gibi bir filozof da mytos’u gerçeklerle ilişkisiz, uydurma, boş ve gülünç bir masal diye tanımlar. 28

Logos (Yunanca: λογος)29 ise gerçeğin insan sözüyle dile gelmesidir. Logos bir yasal düzeni yansıtır, insanın bedeninde ve ruhunda bir logos bulunduğu gibi, evrenin ve doğanın da logos’u vardır. Logos insanda düşünce, doğada kanundur, her yerde ve her şeyde vardır, ortaklaşa ve tanrısaldır.30

Mitoloji yani mythologia (Yunanca: μυθολογία)31 ise tanımlarda görüldüğü üzere birbirine karşıt olan bu iki kavramın birleşmesinden oluşmuştur.

Mitler öncelikle kendi içlerinde birer kültür olgusudur. Ve kültür denilen kavram ise başta çevresel faktörler olmak üzere gelenek ve göreneklere, yaşayış ve düşünüş biçimlerime göre şekillenen kendine özgü bir kavramdır. Bu noktada mit denilen şey aslında kültürden kültüre farklılık gösterir ve o kültürün izlerini üzerinde taşır.

Mitler, ilkel insan topluluklarının evreni, dünyayı ve tabiat olaylarını kişileştirerek yorumlamak, henüz sırrını çözemedikleri hayatın ve evrenin çeşitli görünüşlerini bir anlam kolaylığına bağlamak ihtiyacından doğmuş öykülerdir.32 Fakat “öykü” denilen şey bilinçaltımızda “gerçekten uzak olan” şeklinde bir anlam ifade eder, oysa ki mitosta kendine özgü bir mantık ve iç tutarlılık vardır. Levi Strauss; yazısız toplumlarda mitolojinin amacının geleceğin bugüne ve geçmişe bağlı kalmasını sağlamak olduğuna, günümüzde mitolojinin yerini tarihin aldığına ve aynı işlevi gördüğüne dikkat çeker.33

5.2. Mitoloji ve toplumsal gerçekliğin ilişkisi Kültür felsefesi ve mitoloji felsefesinin kurucusu olarak kabul edilen Girambattista Vico (1668

– 1744) tarih ve kültür dünyasının tabiat dünyasından farklı yöntemlerle incelenmesi gerektiğini vurgulayarak kültürü ve tarihi anlamayı görev edinmiş olan disiplinlerin yolunu açmıştır.34

Vico’ya göre ilk bilim mitolojidir. Ulusların tabiatı hakkında bir araştırma yapmak istiyorsak öncelikle ulusların mitolojilerine bakmamız gerektiğini savunmuştur. Ona göre bu mitolojik anlatılar bize ulusların toplumsal kurumlarını verecektir.35

Vico’ya göre tarih şiirle başlamıştır. İlk insanların şiir tarzında konuşması, yani, hayal gücüne dayalı ölçü ve ritmle anlatıları tarihsel bağlam açısından bir anahtardır. Çünkü ilk ulusların mısra ile konuşması doğal bir gereksinimdir. Ortak el yazısı karakterlerinin henüz icat edilmediği zamanda, ulusların mısra biçiminde konuşmaları hayranlık uyandıran bir durumdur. Çünkü, bu ilk ulusların ailelerinin ve şehirlerinin tarihlerini çok kolayca belleklerinde kolayca tutabilmeleri için ölçü ve ritim gereklidir.36 Ona göre mitoloji ve şiir arasında keskin bir çizgi yoktur. Mitoloji, Homer’de olduğu gibi şiir yoluyla insanî eylemleri kaydeder.37

27 http://tr.wikipedia.org/wiki/Mitoloji#Etimoloji 28 Erhat, A., 2008: 5 29 http://tr.wikipedia.org/wiki/Mitoloji#Etimoloji 30 Erhat, A., 2008: 5 31 http://tr.wikipedia.org/wiki/Mitoloji#Etimoloji 32 Akkaş, S.Ö., 2008: 83 33 Akkaş, S.Ö., 2008: 83 34 Akkaş, S.Ö., 2008: 83 35 Akkaş, S.Ö., 2008: 83 36 Akkaş, S.Ö., 2008: 85 37 Akkaş, S.Ö., 2008: 83

Page 7: Toplumsal cinsiyet ve din ilişkisi · PDF file2 1.Giriş Konumuz “toplumsal cinsiyet ve din ilişkisi” olunca aslında konuya öncelikle dinden mi yoksa “toplumsal cinsiyet”

7

Vico’ya göre, bu ilk insanlarda, soyut düşünme yeteneği henüz gelişmemiştir. Genel kavramları yoktur. Düşünme güçlerinden ziyade hayal güçleri, imgelemleri gelişmiştir. İçinde yaşadıkları evreni anlamaları, kendileri hakkındaki bilgileri kadardır. Yani kendilerini evrenle özdeşleştirerek evreni anlamaya çalışmaktadırlar. Bu tür anlatımlar, günümüzde bile birçok dilde benzer şekilde kalmıştır. Bütün dillerde, cansız şeyleri anlatan ifadelerin büyük çoğunluğunun, insan bedeni ve bölümlerinden; ve insanî duyu ve tutkulardan çıkarılarak metafor yoluyla biçimlenmiş olması dikkate değerdir. Örneğin, tepe veya başlangıç için baş; bir yamaç için sırt veya omuzlar; iğnelerin gözleri, herhangi bir şeyin açılan yeri için ağız; bir fincanın veya testinin dudağı; tırmığın, testerenin, tarağın dişleri; buğdayın saçağı, ayakkabının dili, ırmağın oburluğu, kara parçasının boğazı (kıstak), denize dökülen kollar (ırmaklar için), saatin kolları, merkez için yürek (Latinler göbek demek olan umbilicus’u kullanmıştır), yelkenin karnı, son ve alt demek için ayak; meyvanın eti, bir taşın veya mineralin damarı, şaraplık üzümlerin kanı, toprağın iç kısımları vs. Yine aynı şekilde, insani duygular yüklenen şu ifadeler de hemen hemen bütün dillerde benzerdir: Gökyüzü veya deniz gülümser, rüzgâr hiddetlenir, dalga mırıldar, bir beden, büyük bir ağırlık altında inler. Çiftçiler, tarlaların susuz olduğunu, meyvanın doğduğunu, tarlaların taneyle kabardığını söylerler. Aynı şekilde sayısız örnek, başka dillerden de toplanabilir. Bütün bunlar, bizi şu sonuca götürür: “İnsan cehalet hâlinde kendini evrenin kuralı yapar.” Keza, örneklerde de görüldüğü gibi insan, kendisine bütün bir dünya olarak anlam vermiştir. Öyle ki, akılsal metafizik, insanın her şeyi öğrenerek insan olduğunu öğretirken, bu hayâl gücüne dayalı metafizik, insanın her şeyi anlamadan insan olduğunu gösterir ve belki de, bu sonraki önerme önceki önermeye göre daha doğrudur. Çünkü insan anladığı zaman zihnini genişletir ve şeyleri daraltarak zihninin içine alır. Fakat anlamadığı zaman kendisinden şeyleri yapar ve kendini onlara dönüştürerek onlar olur38

Yani kısaca tanımlamak gerekirse mitler bir nevi ilkel hikayelerdir. Fakat hikaye ve mit bir noktada birbirinden ayrılır. Mitler doğaüstü olayların hikayeleridir ve bu yüzden bir noktada da dini bir işlevleri de bulunmaktadır. Vico’nun dediği gibi “mitolojiyi incelemek folkloru incelemekten ayrı düşünülemez” Çünkü mitler bir tür bilimsel bilgi açlığı çeken insanı doyurma ihtiyacından dolayı ortaya çıkmıştır. Mit, inancın ifadesidir. İnsan uygarlığının bir parçasıdır. İlkel insanlığın ve ahlaki bilgeliğin bildirgesidir. Mit, boş bir zihinsel uğraşı değil, çevreyle pratik ilişkinin canlı bir bileşenidir. 39 5.3. Yunan Mitolojisinde Kadının Yaratılışı

Her dinin, kültürün, coğrafyanın ve topluluğun inanç sistemleri içerisinde bir nevi “kült”

olarak insanın yardılışı ile ilgili farklı yaklaşımlar vuku bulur. Özellikle mitolojilerde yaradılış öyküsü çok farklı bakış açılarıyla ele alınmıştır. Bu bağlamda özellikle Yunan ve Hint mitolojilerinde insanın yaratılış serüveni çok çeşitlilik ve bir o kadar da ilginçlikler göstermektedir. Özellikle Yunan mitolojisinde insanoğlunun yaratılması konusunda değişik görüşler ortaya sürülmüştür. Bazıları insanı yaratma işinin Titanlarla yapılan savaşta, Zeus’un yanında yer alan Prometheus’a ve kardeşi Epimetheus’a verildiğini söylerler. Prometheus’un insanı maddeden yarattığı ya da başka bir deyişle yaptığı efsanesi İ.Ö. IV.yüzyılda ortaya çıkmıştır. Prometheus diğer bütün tanrılardan daha akıllı olmasının yanında, kardeşi Epimetheus akıl yönünden acizdi. Öyle ki insanları yaratmadan önce en değerli armağanları, hayvanlara vermişti; kuvveti, cesareti, kurnazlığı, kürkleri, tüyleri, kanatları, hepsini dağıtmıştı. Sonra pişman oldu ve durumu Prometheus’a anlattı; Prometheus’da insanı diğer tüm yaratıklardan üstün kılmanın bir yolu olarak onlara, tanrılara benzeyen bir biçim verdi. Ayrıca, güneşe çıkarak aldığı ateşi de onlara sundu. İçinde halen, kendi ırkını yenen ve onları tahtından indiren Zeus’a karşı bir öfke besliyordu. Böylece insanı yaratarak ondan öcünü alacaktı. Çünkü insanlar sonradan tanrıları hiçe sayacak onların başına bela

38 Akkaş, S.Ö., 2008: 86 39 Akkaş, S.Ö., 2008: 87

Page 8: Toplumsal cinsiyet ve din ilişkisi · PDF file2 1.Giriş Konumuz “toplumsal cinsiyet ve din ilişkisi” olunca aslında konuya öncelikle dinden mi yoksa “toplumsal cinsiyet”

8

olacaktı. Tanrılar katında bir yapıya sahip olması insanı her alanda üstün kılmaktadır. Ancak bu derece üstün olsa da O’nun yine kusurları vardır. İşte insanın kusurlu olarak bazı özelliklere sahip olması Yunan mitolojisinde ilginç bir şekilde ortaya konulmuştur: Prometheus yalnızca insanın değil, içerisinde hayvanların da yer aldığı birçok heykel yapmıştı. Yapmış olduğu bu heykellerin inşasında yaşanan bazı hususlar insanların kusurlarının oluşmasına kaynaklık etmiştir. İnsanda görülen bu kusurların olmasının nedeni ise şundandır; Prometheus bir gün, yine kilden insana ait bir çok kafa, kol bacak yapıyordu. Bunları birleştirerek raflarına diziyordu. O sırada şarap tanrısı Dionysos geldi. Birlikte gezdiler; eğlendiler, şarap içtiler. Prometheus geri döndüğü zaman çok sarhoş olmuştu. Bu yüzden bazı küçük hatalar yaptı, küçük bir gövdeye büyük bir baş taktı, büyük bir gövdeye ait olan uzun kolları ise küçük bir gövdeye taktı. Hayatta da büyük başların veya uyumsuz gövdelerin olmasının nedeni buymuş.

Ayrıca insanın yaratılışıyla ilgili bir mit ise şöyledir; Zeus insanı yarattıktan sonra 25 yıl yaşamasını yeterli görüyordu. İnsan ise sızlandı bunun yetersiz olduğunu, zaten yarısının uykuyla geçeceğini çocukluk dönemini de çıkarınca geriye pek bir şey kalmayacağını söyledi. Uzun ömür de dahil tüm iyi özellikler diğer yaratılmışlara verilmişti. O anda insanın yanında altı hayvan bulunuyordu bunlar; tırtıl, kelebek, tavus, at, tilki ve maymun. İnsan bu yaratıkları göstererek Zeus’dan onların ömürlerinden kendi ömrüne eklemesini istedi. Zeus ise diğer hayvanlara haksızlık olacağını söyledi, fakat insanın, hayatının belli dönemlerinde o hayvanlar gibi yaşamasını insana şart koşarak onun ömrünü uzattı. Bundandır ki yeni doğan bir insan önce tırtıl gibi yerde sürünür, emekler bu bebeklik dönemidir. Sonra kelebek gibi neşe içinde koşar bu çocukluktur. Gençliğinde ise tavus kuşu gibi gururludur. 25-30 yaşlarına doğru ev bark sahibi olunca at gibi hayatın yükünü çeker. Kırkından sonra insan olgunlaşır tilki gibi kurnaz olur. Elli yaşından itibaren de maymun gibi çirkinleşir. İşte bu altı hayvanın özelliklerini üzerinde bütünleştiren canlı: İnsan.

Yunan mitolojisinde insanın yaratılmasındaki ilginçlikler sadece bununla sınırlı kalmamıştır. Nitekim kadının yaratılması ayrı bir öyküye sahiptir. Aslında mitolojide kadının yaratılması tamamen bir ders verme üzerine kuruludur. Mitolojide ölümlüler (yani insanlar) ve ölümsüzler (yani tanrılar) bir arada yaşamaktaymış. Ancak insanlar o dönemde sadece erkeklerden oluşmakta imiş. Prometheus'un kurnazlıkla çalarak insanlara verdiği akıl onları şımartınca Zeus o zamana kadar yalnız erkeklerden ibaret olan insan topluluğuna ceza vermek istedi. İnsanlar Tanrılarla o denli laubali olup, sınırsız olmuşlar ki Zeus bu şımarık, ters, ahlaksız , kaba , kendini akıllı ve güçlü sanan aptallar ordusuna, kendilerini hale yola soksun ve incelsinler diye az çok vücutça kendilerine benzeyen ama aslında kendilerinden çok farklı, bir varlık göndermiş: "kadın".

Yunan mitolojisinde kadının yaratılma süreci ise şu şekilde gerçekleşmiştir: Zeus, oldukça başarılı bir usta olan oğlu Hephaistos'tan kadını yaratmasını istedi. Hephaistos babasının isteği üzerine çamuru su ile yoğurdu ve görenleri şaşırtacak güzellikte bir kadın vücudu yarattı. Olympos'ta oturan tanrıçaların en güzeli olan ve kendi karısı olan Aphrodite'in vücudunu model olarak kullanmıştı. Heykel bitince onun kalbine ruh yerine bir kıvılcım koydu. O zaman heykelin gözleri açıldı. Kolları bacakları kıpırdamaya ve dudakları konuşmaya başladı. Onu süslemek için bütün tanrılar ve tanrıçalar yardım ettiler. Herkes kendisinden ona bir şey armağan etti ve ona Rumca "bütün armağan" anlamına gelen Pandora adını taktılar. Athena ona güzel bir kemer, süslü elbiseler verdi. Letafet perileri Kharites beyaz göğsüne parlak altın gerdanlık taktılar. Aphrodite başına güzellikler saçtı. Güzel saçlı Horalar ilkbahar çiçekleriyle onu süslediler. Hermes Pandora'nın kalbine, hıyanet ve aldatıcı sözler yerleştirdi. Zeus da ona esrarlı bir kutu armağan etti ve ona dedi ki; Sakın verdiğim kutuyu açma, içindeki iyi şeyler uzaklara kaçar ve onların yerine fenalıklar gelir, seni rahatsız ederler. Bu kutuyu iyi sakla bütün insanların saadeti ve felaketi bu kutunun açılıp açılmamasına bağlıdır. Böyle dedikten sonra baş tanrı ilk kadını yeryüzüne indirdi ve Prometheus'un kardeşi Epimetheus'a gelin olarak gönderdi. Prometheus kardeşine Zeus'dan hiç bir şekilde hediye kabul etmemesini tembih ettiği halde Pandora'nın güzelliğine hayran kalan Epimetheus öğüdü tutmadı ve onunla evlendi. Pandora da tıpkı tüm kadınlar gibi doğuştan meraklı olduğunda dünyaya gelir gelmez kutunun içinde ne olabileceğini düşünmeye başladı ve Zeus'un uyarısını unutarak kutuyu açtı. Kutunun içindeki hastalık, keder, ıstırap, yalan, riya gibi insanları rahatsız edecek ve onları felakete sürükleyecek ne kadar kötülük varsa hepsi

Page 9: Toplumsal cinsiyet ve din ilişkisi · PDF file2 1.Giriş Konumuz “toplumsal cinsiyet ve din ilişkisi” olunca aslında konuya öncelikle dinden mi yoksa “toplumsal cinsiyet”

9

açılan kutudan kuşlar gibi uçuştular. Pandora hatasını anlayarak biraz sonra kutuyu kapadı ancak kutuya kapatılan kötülüklerin arasında, insanları yaşatacak, teselli edecek "ümit" te vardı. Fakat ümit dışarı çıkamamış kutuda kalmıştı.. Böylece Zeus ilk kadını beraberinde kötülüklerle dolu bir kutuyla yeryüzüne yollayarak insanlardan intikam almıştı.40 5.4. Sümer mitlerinde toplumsal cinsiyet ve kadının yeri

Kısaca Sümerlerden bahsetmemiz gerekirse Sümerler; coğrafi olarak günümüz Irak’ının, Bağdat’ın kuzeyinden Basra Körfezi’ne kadar olan bölümde uygarlıklarını kurmuş bir topluluktur. İklimi aşırı sıcak ve kuru olan bu bölgede buna bağlı olarak neredeyse hiç madeni kaynağı yoktur. Fakat buraya yerleşen insanlar bölgenin doğal dezavantajlarını kendi lehlerinde kullanarak bu bölgede olasılıkla insanlık tarihindeki ilk yüksek kültürü geliştirmişlerdir. 41

Aslına bakarsanız bu bile bir tesadüf değildir. Coğrafi ve iklimsel koşullar doğrultusunda Sümerler bir sulama sistemi geliştirmek zorunda kalmışlardır. Sulama, topluluğun çabasını ve örgütlenmesini gerektiren karmaşık bir süreçtir. Kanalların kazılması ve sürekli olarak onarılması gerekir. Su, ilgili herkes arasında adil olarak bölüştürülmelidir ve bunun güvence altına alınması için de tek tek toprak sahiplerinden hatta tek bir topluluktan daha güçlü bir iktidarın oluşması kaçınılmazdır. Hükümet kurumları ve Sümer devletinin ortaya çıkışı işte bu nedenle özünde sulamaya ve dolayısıyla da coğrafi ve iklimsel şartlara dayanmaktadır. 42

Sümerler sulama ve teknolojik icatlara olan yetenekleri dışında, MÖ 3. binyılda, günümüz dünyası üzerinde, özellikle de Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam aracılığıyla silinmez izler bırakan dinsel fikirler ve tinsel kavramlar geliştirmişlerdir.43 Pratik ve işlevsel düzeyde, Sümer rahipleri ve kutsal kişileri, tanrıları hoşnut etmeye ve yatıştırmaya hizmet etmek kadar, insanoğlunun gösterişli tören ve gösterilere duyduğu sevgi için duygusal bir ortam44 sağlamak üzere de ayinler, ritüeller ve törenlerden oluşan renkli ve çok çeşitli bir toplam geliştirmişlerdir. 45

Sümer bilginlerinin gözünde evreni oluşturan belli başlı öğeler gök ve yeryüzüydü. Nitekim evren için kullandıkları terim, “gök-yer” anlamına gelen an-ki idi. Onlara göre dünya düz bir disk şeklindeydi ve üzerinde çok geniş bir boşluk bulunuyordu. Bu boşluk da kubbe biçiminde katı bir yüzeyle kaplanmıştı. (Burada Mimarlık Tarihi derslerimden aklımda kalan bilgilere dayanarak Mezopotamya ve özellikle de Sümer mimarisinin geleneksel yapı tipinin konik kubbeli temeli dörtgen yapılardan oluştuğu bilgisinden yola çıkarak, bölge insanının evren düşüncesini oluştururken aslında kendi mimari yapılarının büyütülmüş bir biçimini kurguladığını söyleyebiliriz diye düşünüyorum.) Gök ile yeryüzü arasında lil adını verdikleri bir madde olduğunu kabul eden Sümerlerde bu sözcüğün yaklaşık anlamı rüzgar, hava, nefes, ruhtur. Bunlara ek olarak “gök-yer”i üstten ve alttan da olmak üzere her tarafından sınırsız bir deniz çevreliyordu. Sümerli düşünürler bu düşünceden yola çıkarak evrenin yapısıyla ilgili ilk olarak denizin var olduğu sonucuna vardılar. Fakat buların arasında, gök ile yeri ayıran, hareketli ve genişleyen bir “atmosfer” bulunuyordu. Bu atmosferden de ışıklı cisimler, yani ay, güneş, gezegenler ve yıldızlar yapılmıştı. Gök ile yerin ayrılmasından ve ışık veren gök cisimlerinin yaratılmasından sonra bitki, hayvan ve insan yaşamı oluşmuştu. Sümerli din adamlarının varsayımlarınca, bu evrenin işlemesini sağlayan şey, biçim olarak insana benzeyen, fakat insanüstü ve ölümsüz olan, ölümlülerin gözüne görünmeksizin, kozmosu iyi hazırlanmış planlara ve uygun yasalara göre yönlendiren ve denetleyen bir grup canlının oluşturduğu bir panteondu. Gök, yer, deniz ve hava gibi büyük alemler; güneş, ay ve gezegenler gibi belli başlı gök cisimleri; rüzgar, fırtına ve kasırga gibi atmosfer olayları; ve nihayet yeryüzündeki ırmak, dağ ve ova gibi doğa varlıkları, kent, devlet, hendek, kanal, tarla ve çiftlik gibi kültürel varlıklar ve hatta kazma, tuğla kalıbı ve saban gibi aletler,

40 Göğebakan, Y., 2011: 501 - 504 41 Kramer, S.N., 2002: 13 42 Kramer, S.N., 2002: 15 43 Kramer, S.N., 2002: 152 44 Alıntının orjinalindeki kelime “subap” fakat sözcüğün anlamını bilemediğim için cümlenin gidişatından dolayı “ortam” sözcüğünün uygun olacağını düşündüm. 45 Kramer, S.N., 2002: 152

Page 10: Toplumsal cinsiyet ve din ilişkisi · PDF file2 1.Giriş Konumuz “toplumsal cinsiyet ve din ilişkisi” olunca aslında konuya öncelikle dinden mi yoksa “toplumsal cinsiyet”

10

insan biçimli fakat insanüstü olan, eylemlerini yerleşik kurallara ve düzenlemelere göre yönlendiren şu ya da bu varlığın sorumluluğu altında olarak görülüyordu. 46 Fakat panteonu oluşturan tanrılar tümü aynı öneme sahip değildi. Örneğin kazmadan ya da tuğladan sorumlu olan tanrının güneşten sorumlu olan tanrıyla karşılaştırılamayacak olması gibi. Bu yüzden de Sümerler insan devletinin siyasal örgütlenmesinden yola çıkarak tanrılar arasında da bir hiyerarşik düzen oluşturdular. Bu görüşe göre kozmosu oluşturan temel öğeler gök, yer, deniz ve havaydı; bütün öteki kozmik görüngüler ancak bu alemlerden biri ya da diğerinin içinde var olabilirdi. Dolayısıyla, gök, yer, deniz ve havanın denetimini ellerinde bulunduran ilahların yaratıcı tanrılar olduğu ve bütün öteki kozmik varlıkları, hazırladıkları plan uyarınca bu dört ilahtan birinin yarattığı çıkarımını yapmak mantıklı görünüyordu.47

Sümer tanrıları da tıpkı insanlar gibi planlar yapıp uyguluyor, yiyip içiyor, evlenip çoluk çocuk sahibi oluyor, geniş aileler geçindiriyor ve insani tutku ve zaaflara yakalanıyorlardı. Bu da çok açıkça gösteriyor ki Sümerler tıpkı tüm insanoğlunun vazgeçilmez ihtiyacı ve arzusu olan evreni ve kendini anlama çabasında bilinenden bilinmeyene doğru yola çıkmıştır.

MÖ 3. binyılın ortalarında Sümerler arasında en azından ismen yüzlerce ilahın/tanrının var olduğu yapılan arkeolojik kazılar sonucunda çıkartılan tabletlerin incelenmesiyle ortaya çıkarılmıştır. Bu yüzlerce ilahtan en önemli dördü; gök tanrısı An, hava tanrısı Enlil, su tanrısı Enki ve büyük ana tanrıça Ninhursag’dı.48 Gök tanrısı An’ın bir zamanlar Sümer panteonundaki en yüce hükümdar olarak kabul edildiği, fakat ardından pek de bilinmeyen ve açıklanamayan bir sebepten ötürü önemini yitirerek yerini hava tanrısı Enlil’e kaptırdığı bilinmektedir.49 (Burada Yunan mitolojisindeki Uranus’un elinden yönetimi/hükümdarlığı ele geçiren Zeus’la bir benzerlik kurulabilir. Bilindiği gibi Zeus babasına karşı açtığı savaşı kazandıktan sonra Yunan panteonundaki baş tanrı olarak kabul edilmiştir.)

Burada Enlil’in baş tanrı olmasına aslında çok da şaşırmamamız gerekir. Çünkü yukarıda da bahsettiğim gibi kültürün şekillenmesinde en belirleyici etkenler bilindiği gibi en temelde bulunulan bölgenin coğrafi ve iklimsel özellikleridir. Mezopotamya bölgesi de kurak bir iklime sahip olduğundan dolayı insanlar geçinmek ve hayatta kalabilmek için tarım yapmalı, tarım için de yağmura ihtiyaç duymaktadır ve dolayısıyla günün doğmasını sağlayan, bütün tohumların, bitkilerin ve ağaçların topraktan çıkmasını sağlayan tanrı Enlil bölge insanı için hayati bir değer taşımaktadır. (Fakat birazdan göreceğimiz gibi bereketin koruyucu tanrıçası İnanna Sümerler tarafından Enlil’e bile istediğini yaptırabilecek bir güce getirilmiştir.)

Önde gelen bu dört tanrıya ek olarak üç önemli göksel ilah daha vardı: Ay tanrısı Nanna, Nanna’nı oğlu güneş tanrısı Utu ve Nanna’nın kızı tanrıça İnanna (Samilerce İştar olarak tanınıyordu)50

İnanna Sümerler için kuşkusuz en önemli tanrıçalardan biriydi. Bunun nedenin yine yukarıda bahsettiğim coğrafi ve iklimsel koşullara bağlı olduğu kuşkusuzdur. Çünkü Sümer, bütün ekonomisi tarıma bağlı olan bir tarım ülkesiydi ve bu yüzden ürünlerin, hayvanların üremesi, çoğalması gerekliydi. Bunun için de cinsel güç kuvvetlenmeliydi. MÖ 3. binyılın başlarında, Dumuzi Sümerdeki önemli kent devletlerinden Erek’in seçkin bir hükümdarıydı. Yaşamı ve eylemleri dönemindeki ve sonraki kuşaklar üzerinde derin bir erki bırakmıştı. Erek’in koruyucu ilahı İnanna idi. İnanna bütün Sümer tarihi boyunca, öncelikle cinsel aşk, doğurganlık ve üretkenlikten sorumlu tanrıça olarak görülmüş, ve kuşkusuz İnanna ve Dumuzi’nin isimleri erken döneme ait mitler ve törensel ayinlerde iç içe geçmiştir. 51Sümerler tanrıça İnanna’yı çoban tanrısı olarak algıladıkları Kral Dumuzi ile evlendirirlerse bu birleşim sayesinde ürünler bollaşacağına, hayvanlar döllenecek ve ülkeye bereket geleceğine inanıyorlardı ve bu doğrultuda İnanna’yı birçok hikayede kullanmışlardır. İnanna bu öykülerle güzelliğin, çekiciliğin, sevginin, şefkatin, hırsın, kavganın, kurnazlığın, en önemlisi de bereketin, çoğalmanın sembolü haline gelmiştir.52

46 Kramer, S.N., 2002: 152-154 47 Kramer, S.N., 2002: 155 48 Kramer, S.N., 2002: 159 49 Kramer, S.N., 2002: 159,160 50 Kramer, S.N., 2002: 165 51 Kramer, S.N., 2002: 187 52 Çığ, M. İ., 2009: 28

Page 11: Toplumsal cinsiyet ve din ilişkisi · PDF file2 1.Giriş Konumuz “toplumsal cinsiyet ve din ilişkisi” olunca aslında konuya öncelikle dinden mi yoksa “toplumsal cinsiyet”

11

Bu düşünce MÖ 3. bin yılın ortalarına doğru “Sümer kralı kim olursa olsun ya da hangi kentten gelirse gelsin, eğer ülkesinin ve halkının gönencini ve bolluğunu etkili bir biçimde güvence altına alacaksa, yaşam verici aşk tanrıçasının yani Erek’li İnanna’nın kocası olmalı” şeklinde bir gelişim göstermiştir. Kabul edilen bu fikir zamanla dogmatikleşerek ritüel uygulamalarında da yürürlüğe kondu ve bir hieros gamos – kutsal evlilik – törenine dönüştü. 53 Kendilerine aşkı ve cinsel gücü ile insanlara de doğaya yenilenme, çoğalma gücü vermiş olan tanrıça adına Sümer’in en saygın kadınları kutsal evlenme törenlerinde yer almak için yarışmışlardır.54 Bu ritüel, kral ile İnanna’nın Erek’teki tapınağından özel olarak seçilmiş bir cariye arasında büyük olasılıkla her yeni yılda tekrarlanan evlilik töreninin cinsel birleşmeyle tamamlanması şeklinde yapılıyordu. 55

Buradan da anladığımız üzere bir kadın tanrı olan tanrıça İnanna’nın Sümer dünyasında önemli bir yeri bulunmaktadır. Sümerler gibi tarımla yaşayan topluluklarda kadın çoğu kez olağanüstü bir etki ve güce sahiptir. Bu etki ve güç, yeni ortaya çıkan bir olguya, toprağın işlenmesi temeline dayalı bir uygarlıkta çocuğun kazandığı öneme bağlıdır; insanlar bir toprak parçasına yerleşmekle onu kendilerine mal etmektedirler; böylece, toplu mülkiyet doğmaktadır; bu mal sahiplerinden soylarını soplarını devam ettirmelerini istemektedir;56 dolayısıyla analık ve toprağın bereketi kutsal bir olgu haline gelmektedir. Bu durumdan (mitlerden ve İnanna’nın öneminden) yola çıkarak Sümer kadınları hakkında yorumlar yapmak elbette ki pek de doğru olmayacaktır. Fakat yine de bir halkın tanrılara, tanrıçalara ya da ikisine de inanıp inanmamasının erkek ve kadınların günlük yaşamda birbirleriyle olan ilişkisin yansıması olduğunun da unutulmaması gerekir. Genelde kadının erkeğe göre daha değersiz olduğu toplumlarda, ilahlar arasındaki sıradüzende üstünlük, erkek olan tanrılara aittir. 57 Fakat en azından şunu anlayabiliriz ki, zihinlerinde çoban tanrısı ile bereket ve cinselliğin tanrıçasını birleştirmeyi düşleyen bu insanlar toprağa, toprağın verdiklerine ve dolayısıyla kadına, kadının doğurabilme mucizesine fazlasıyla değer veriyorlardı. Yani biraz düz mantıkla düşünürsek diyebiliriz ki o dönem insanı için yaşamak eşittir toprağın verimi, toprağın verimi eşittir bereket, bereket eşittir İnanna ve dolayısıyla en başa dönersek İnanna eşittir yaşamak. 6. Eski Çağ Yasalarında Kadın 6.1. Hitit Kanunlarında Kadın

Mevcut bilgilerimize göre, Anadolu'nun yerli halk unsuru olmayıp sonradan bu coğrafyaya gelen Hititler, bölgede var olan siyasî yapıyı toparlayıcı ve reforme edici kavim özelliğini taşımaktadırlar. Fakat sosyal ve kültürel yapı hususunda eski Anadolu halklarının geleneklerine bağlı kalmaya çalışmış olan58 Hititlerin Anadolu’da merkezi bir devlete doğru attığı ilk adımlar, kökeni Orta Anadolu’daki Kuşşara kentine dayanan Pithana oğlu Anitta(1750) ile atılmıştır. Neşa, Talpa ve Hattuş’u eline geçiren Anitta kendisini “büyük kral” ünvanı taşıyacak kadar güçlü hissediyordu. Anitta’dan bir süre sonra, aynı soydan gelen Kuşşaralı Labarna’nın eski bir Hatti beylik merkezi olan Hattuş’u başkent yapıp kente Hattuşa, kendine de Hattuşalı anlamına gelen Hattuşili (1650-1620) adını vermesiyle Hitit Devleti resmen kurulmuştur.59

Hititlerin önemli bir özelliği de yayılmacı bir politika izlemelerinin yanında ele geçirdikleri ülkeleri tüm kültürel öğeleriyle ve hatta tanrılarıyla birlikte kabul etmeleri ve o ülkenin tanrılarını kendi tanrısı ilan etmeleridir. Zaten bu nedenden ötürü Hititlere “bin tanrılı” denmiştir.

Hitit tanrılarının başında Hatti kökenli Fırtına Tanrısı Taru gelmektedir. Onun hemen yanı başında Arinna adlı kentin Güneş Tanrıçası Vuruşemu bulunmaktadır. Ele geçen Hitit kabartma ve metinlerinden Hititler’in tanrılarını insan şeklinde düşünüp betimlediği anlaşılmaktadır. Bu betimlerin

53 Kramer, S.N., 2002: 187 54 Çığ, M. İ., 2009: 29 55 Kramer, S.N., 2002: 187 56 Beauvoir, S., 1993: 71 57 Haviland,W., Prins, H., Walrath, D., Mcbride, B., 2008: 649 58 Kılıç, Y., Duymuş, H.H., sf. 97 59 Sevin, V., 2003: 163

Page 12: Toplumsal cinsiyet ve din ilişkisi · PDF file2 1.Giriş Konumuz “toplumsal cinsiyet ve din ilişkisi” olunca aslında konuya öncelikle dinden mi yoksa “toplumsal cinsiyet”

12

bulunduğu en önemli kabartmalar başta Yazılıkaya olmak üzere Fasıllar ve Eflatunpınar şeklinde sıralanabilir.60

Hitilerin bilinen başlıca efsaneleri arasında İlliyanka efsanesi, Kumarbi efsanesi, Hadammu efsanesi, Ullikummi şarkısı ve Gurparanzah gösterilebilir. Bunlardan kısaca bahsetmem gerekirse İllyanka Efsanesi; Fırtına Tanrısı ile İlluyanka adındaki yılan biçimli ejderha arasında geçen olayları dile getiren bir Hitit efsanesidir. Kumarbi Efsanesi; gökyüzü krallığı için krallığın ilk yöneteni olan bana Alalu, oğul Anu ve torun Kumarbi arasında geçen bir savaşın öyküsüdür. Hedammu efsanesi; tanrıların babası Kumarbi ile Fırtına tanrısı Teşup’un çekişmesini konu alan bir Hitit efsanesidir. Ullikummi Şarkısı; Kumarbi adlı tanrının bir kaya ile yaşadığı birliktelik sonucun dünyaya gelen Ullikummi adındaki taş biçimli bir çocuğun öyküsünü dile getirmektedir. Gurparanzah; Hurri dilinde Dicle Irmağı’nın adı olan “Aranzah”tan türemiş olduğu ve bu ırmağın kişileştirilmiş şeklini sembolize ettiği tahmin edilen Hitit destan kahramanı Gurparanzah Akkad’da avladığı vahşi hayvanlarla altmış krala ve yetmiş kahramana verdiği şölenin ardından yapılan ok atma yarışında Gurparanzah’ın yarışı kazanmasını ve Akkad kralının kızıyla evlenmesini konu alır. 61

Görüldüğü üzere Hitit mitlerinde kadın öğenin az oluşundan yola çıkarak Hititler’in erkek egemen bir yapıya sahip olduğunu söyleyebiliriz. Arkeolojik veriler arasında MÖ 2. binyılda Orta Anadolu Hitit sanatında kadın-erkek ilişkilerini gösteren tasvirler sınırlıdır.62 Mühürler, kaya anıtları, çanak-çömlekler ve kabartmalardaki kadın figürleri ve benzeri arkeolojik malzeme sadece Hitit üst tabaka kadınını betimlediklerinden, halk kadını ile ilgili bilgilerin çoğunluğu yazılı hukuk belgelerinden elde edilmiştir. Gerçekten, Hitit kanunları halk kadınının toplumdaki yeri ve sınırlı haklarını gösteren bilgiler içermekte olup, diğer taraftan bu arkeolojik malzemeden ancak tanrıça, kraliçe ve soylu kadınların ikonografisi çizilebilmektedir.63 Öte yandan, Hitit toplumunun genel yapısı hakkında sadece kanun metinleri ve birkaç arazi bağış vesikası bilgi vermektedir. Nitekim Hitit kanunları o dönem toplumunun bünyesine göre, yani fertlerin hür veya esir olmaları esası üzerine düzenlenmiştir. Dolayısıyla bu dönem kadınlarını hür kadınlar ve esir kadınlar olarak iki büyük sınıfa ayırmak gerekir.64 Hititli hür kadın tipini kraliçeler temsil etmektedir. Hititlerin kraliçelik müessesesi, çağının kraliçelerinden ayrılan bir statüye sahiptir. Mısır ve Mezopotamya'da kraliçe, memleketin mutlak hâkimi olan kralın eşi, karısıdır. Birtakım dinî görevlen dışında, genellikle, resmen politik yetkisi, memleketi hakkında ve halkı üzerinde hükmetme nüfuzu olmayan, kralın meşru birinci kadını rolündedir. Hititlerde ise kraliçe, Hitit kralına eşit, memleketinde hükmetme yetkisi olan, dış politikaya bizzat karışan, devletlerarası hukukta söz sahibi, krallığın bağımsız bir kadın temsilcisidir. 65

Hititlerde kraliçe aynı zamanda dini görevleri de bünyesinde bulundurmaktaydı. Örneğin Hatti ülkesinin başrahibi kralın yanında kraliçe de ona eşit olarak rahibelerin başında yer almaktadır. Hitit kraliçelerinin bu faaliyetlerini özellikle bildiren belgeler “bayram tasvirleri” adı altında toplanmış olan yazıtlardır. Bu belgelere göre kraliçe, baş rahip görevini yerine getiren kral ile bir çok dini törenin yöneticisidir. Hitit panteonunun başında bir kadın tanrı, Arinna şehrinin Güneş tanrıçasının bulunduğu hatırlanacak olursa, Hitit kraliçelerinin bu görevleri aslında doğal karşılanmalıdır. Alaca höyük ve Aslantepe kabartmalarında da görüldüğü üzere kraliçelerin bu görevler yalnızca yazılı kayaklara işlenmekle kalmamış aynı zamanda taş üzerine işlenmiş olan kabartmalarda da belirgin bir biçimde betimlenmiştir. 66

Şimdi de Hitit kanunlarından kadınlar ile ilgili olan maddeleri sıralayıp kadının toplumdaki yerini belgelere dayanarak yorumlamaya çalışalım.67

1) Bir kız bir erkeğe sözlü iken başkası tarafından kaçırılırsa sözlüsünün kıza verdiği

başlık, kaçıran erkek tarafından iade edilir. Eğer sözlü kızı, ana ve babası ayırırsa ve başka erkeğe verirse ana baba başlığı iki misli olarak öder.

60 Korkmaz, M., 2009: 503,504 61 Korkmaz, M., 2009: 506-508 62 Darga, M., 1984: 93 63 Darga, M., 1984: 63 64 Kılıç, Y., Duymuş, H.H., sf. 90 65 Darga, M., 1984: 29 66 Darga, M., 1984: 48,49 67 Aşağıdaki 9 maddenin kaynağı :Darga, M., 1984: 64-67

Page 13: Toplumsal cinsiyet ve din ilişkisi · PDF file2 1.Giriş Konumuz “toplumsal cinsiyet ve din ilişkisi” olunca aslında konuya öncelikle dinden mi yoksa “toplumsal cinsiyet”

13

2) Herhangi bir kimse, bir kadını kaçırırsa ve arkasından ona yardım edenler giderse, iki veya üç kişi (olayda) ölürse ceza yoktur. Fakat kaçırana “Sen kurt oldun” denir.

3) Eğer erkek kıza el sürmemişse sözünden vazgeçebilir, fakat başlığı ödemeye mecburdur.

4) Eğer erkek karısını kendi evine götürürse kadın çeyizini de beraberine alır. Eğer kadın kocasının evinde ölecek olursa, kocasının malı mülkü yanarsa, erkek onun çeyizini kendine alır. Eğer kadın babasının evinde ölürse ve çocukları varsa kocası onun çeyizini alamaz.

5) Eğer hür bir erkek esir bir kadını sevecek olursa ve onu eş yaparsa ve beraber bir evde otururlarsa ve çocukları olursa ve sonradan araları bozulup birbirlerinden ayrılırlarsa, her biri mal ve mülkün yarısını alır. Erkek çocukları alır; kadın sadece bir tanesini yanına alabilir. (Bu madde esir bir erek hür bir kadın aldığı ya da iki esirin evlenmesi durumunda da aynen uygulanmaktadır)

6) Herhangi bir kimse, herhangi bir sebeple bir kadının çocuğunun düşmesine sebep olursa cezalandırılır.

7) Bir kadının kocası ölürse dul kadınla kayınbiraderi evlenir; eğer o da ölürse ikinci defa dul kalan kadın, kayınbiraderinin kardeşi ile evlenebilir.

8) Eğer kadın dağda bir erkeğe yakalanır ve ram olursa bu kadının değil erkeğin suçudur, ve cezası ölümdür.

9) Eğer bir adam hasatta işe gider, demetleri bağlar, yük arabasını yerleştirir, onları samanlığa kapar (taşır), harman yerini hazırlarsa, üç ay için 30 yarım ölçü tahıl onun ücretidir. Eğer bir kadın hasatta işe girerse iki ay için 12 yarım ölçü tahıl verilir.

10) Şayet bir adam kendi validesine varırsa ceza vardır. Şayet bir adam kızına varırsa, ceza vardır. Şayet bir adam oğluna varırsa ceza vardır.68

Öncelikle bu maddeler değerlendirilirse sadece kanunsal düzeyde değil sosyolojik açıdan da

bizlere bilgi sunabileceği görülebilir. Örneğin ilk maddede Hititlerde evlenmenin yahut biraz kaba bir dil kullanırsak kadın almanın bedelinin başlık parası olduğunu öğreniyoruz. İkinci maddede ise kız kaçırma olayının yaygın bir şey olduğunu görebiliriz. Çünkü kanun ve yasalar durduk yere değil belli bir ihtiyaçtan ötürü doğar ve eğer ki Hitit insanı kız kaçırma olayını bir kurala, kanuna bağlama gereği hissetmişse bu olayın yaygın olduğu sonucuna varabiliriz. Birde yine aynı maddedeki “sen kurt oldun” ifadesinden yola çıkarak kızı kaçıranın toplum tarafından dışlandığı yolunda da bir düşünce yürütebiliriz. Üçüncü maddedeki ödeme şekli bir tazminat niteliğinde olup muhtemelen kadının küçülüp gururunun kırılmaması öngörülmüş olmalıdır. Dördüncü maddeden ise veraset sistemine değinen bir kanunun yürürlükte olduğu anlaşılmaktadır. Beşinci maddedeki boşanma olayından sonra mal mülkün kadın ve erkek arasında eşit olarak dağıtılması kanun önünde aile kurumundaki kadın haklarını koruyucu bir nitelik taşıdığı söylenebilir. Altıncı madde ise Hititlerin çocuk düşürme konusunda ne kadar sert olduğunun bir göstergesidir. Yedinci maddede dul kalan ve aileye girmiş olan kadının güvence altına alınması öngörülmüş olmalıdır. Sekizinci maddede aslında Hititlerde zinanın çok ağır bir suç olarak karşılandığı bilgisinden yola çıkarak diyebiliriz ki, kadın zorla bu durum altında kaldığında Hititlerde ceza erkeğe veriliyordu fakat bazı metinlerden anlaşıldığı üzere böyle bir durum zor kullanılmadan olmuşsa suç kadında bulunup ölüm cezasını kadın alıyordu. Dokuzuncu maddede ise Hitit kadınının da erkeklerle birlikte hasat işçisi olarak tarımsal işlerde çalışmış olabileceği belgelenmektedir. Onuncu maddede ilginç olan baba ile oğul arasında cinsel ilişkinin yasa ile yasaklanmasının, Hitit’lerdeki eşcinsellik olgusunu ortaya koymasıdır.

Bu maddelerden de anlaşılacağı üzere Hititler temelde ataerkil olan aile düzenine karşın, daha ilkel bir aşama olan “anaerkil aile”nin de izlerini taşımaktadır. Örneğin, ana oğlunu evlatlıktan çıkarabilmekte; kızlarını veren yalnızca baba değil, ana ve baba olmaktadır.69

68 Tayanç, F., Tayanç, T., 1981: 33,34 69 Tayanç, F., Tayanç, T., 1981: 35

Page 14: Toplumsal cinsiyet ve din ilişkisi · PDF file2 1.Giriş Konumuz “toplumsal cinsiyet ve din ilişkisi” olunca aslında konuya öncelikle dinden mi yoksa “toplumsal cinsiyet”

14

6.2. Roma Kanunlarında Kadın Roma Hukuku gerek köleci toplumun, gerek köleci toplumda kadının ğst yapıdak durumunun

belirlenmesi bakımından en iyi örneklerden biridir. Bu örnek öncelikle özgür insanlar ile köleler arasında keskin bir ayrım ortaya koymaktadır. Köle, bir hukuk öznesi değildir. Bundan dolayı ne memleket haklarına ne aile haklarına sahip olamaz. Köleler arasında evlilik yoktur. Cinsiyete dayanan birleşimleri neredeyse hayvanlarınkine denkti. Ama bir köle ile bir özgür arasındaki birleşme yasa yoluyla Augustus tarafından düzenlenmiştir. Bu birleşme bir evlilik sayılmamakla birlikte çirkin bir davranış olarak da görülmemektedir. Özgür kişi erkekse, zaten kadın köle üzerinde mülkiyet hakkına sahiptir ve istediği gibi kullanabilir. Augustus’un düzenlemesi özgür kadın ile erkek köle arasındaki ilişkidir. Özgür bir kadının kölesiyle evlenmesi hoş görülmediğinden, sürekli olacağı varsayılan böyle bir cinsel ilişki (concubşnatus), Roma toplumunun ahlak düzeyinde kaçınılmaz göründüğünden, yasaklanan bir çirkin davranış olmaktan çıkarılmıştır. Evlilik, kölenin özgürlüğü alması koşuluyla geçerlilik kazanabilirdi ancak yine de bir sınırlama vardı; yüksek tabakadan kişilerin azat edilmiş olan kimselerle evlenmeleri yasaklanmıştı. Peki Roma Hukuku’nın özgür kadına ilişkin yaklaşımları nasıldı? 70

“Romalı kadının tarihçesi, aileyle Devlet arasındaki çatışmanın öyküsüdür”71 der Simone de Beauvoir. Eski Yunan kadınından daha bağlı bulunan Romalı kadın, topluma ondan daha çok karışmış durumdadır; evde, yurtluğun tam ortasına rastlayan, kemer altıyla geçilen ayrı bir bölümde yaşar, köleleri yöneten odur; çocukların eğitimiyle uğraşır ve etkisi çoğu kez ileri yaşlara dek sürer; kocasının çalışmalarına ve kaygılarına ortaktır, malların ortak sahibi sayılır, “Ubi tu Gaius ego Gaia” (Senin kral olduğun yerde, ben de Kraliçeyim) sözü boşa söylenmemiştir herhalde; evin hanımına “domina” (hanımefendi) denir; o, evin efendisi, kocasıyla aynı tanrıya tapan, ona kölelik değil eşlik eden kişidir; onları birbirine bağlayan bağ öylesine kutsaldır ki, Roma’da beş yüzyıl boyunca tek bir boşanmaya dahi rastlanmaz.72 Roma’lı kadına özgürlük yolu XII Yapraklı yasanın çıkışından sonra açılmıştır. Bu yasaya göre Romalı kadın hem babasının, hem de kocasının ailesinden sayıldığı için, birtakım çatışmalar doğmuş, bu da Romalı kadına özgürlük yolunu açmıştır. Gerçekten de, “hak devri” yoluyla evlenme, baba yönünden akrabaların vasiliğine son vermektedir. O zaman, sine manu (hakları devretmeden) evlenmenin doğduğunu görüyoruz; bu durumda, kadının malları vasilerin elinde kalmakta, koca yalnızca onu almaktadır; bu hakkı bile, kızı üzerinde mutlak bir yetkeye sahip babayla paylaşmaktadır. Aile mahkemeleri, babayla koca arasında doğacak çatışmaları karara bağlamakla görevlidir; bu kurum, kadının kendisini babasına yaslanarak kocasından, kocasına yaslanarak babasından korunmasına izin vermekte, böylece, herhangi bir kişinin malı olmaktan kurtulmaktadır.73

İmparatorluk döneminde çıkan yasalarsa, vasiliği tümden kaldıracaktır. Bunun sonucu olarak da kadın, bağımsızlığı konusunda olumlu bir güvence elde eder: babası kendisine çeyiz hazırlamak zorundadır; bu çeyiz, evliliğin bozulmasından sonra babaya ve onun akrabalarına dönmez, evlilik sırasında da kocanın malı olmaz; kadın, dilediği an, apansız bir boşanmayla malını geri isteyebilir, buysa kocanın boynunu eğik tutar. Analar, Cumhuriyet dönemi biter bitmez, çocuklarından babaları kadar saygı görme hakkına kavuşurlar; koca iyi bir baba olamadığı ya da çocuğa bir koruyucu tayin etmek gerektiğinde, yavrularını saklama hakkı verildi onlara. Marcus Aurelius döneminde Romalı ailenin evrimi tamamlanır: MÖ 178 yılından sonra, ananın da mirasçıları vardır ve bunlar baba yönünden akrabalardan önce gelmektedirler; aile, bundan böyle, conjunctio sanguinis’tir (kan bağına dayalıdır) ve ana babaya eşittir; kızlar da erkek kardeşleri gibi mirasa konarlar. 74

Yalnız, Velleius döneminde çıkan bir senato kararı kadının başka biri için “dilekte bulunmasını” (yani sözleşmeyle başkalarına bağlanmasını) yasaklamış, böylece onu hemen hemen bütün toplumsal haklarından yoksun bırakmıştır.75

70 Tayanç, F., Tayanç, T., 1981: 35-37 71 Beauvoir, S., 1993: 87 72 Beauvoir, S., 1993: 88,89 73 Beauvoir, S., 1993: 88 74 Beauvoir, S., 1993: 90 75 Beauvoir, S., 1993: 90,91

Page 15: Toplumsal cinsiyet ve din ilişkisi · PDF file2 1.Giriş Konumuz “toplumsal cinsiyet ve din ilişkisi” olunca aslında konuya öncelikle dinden mi yoksa “toplumsal cinsiyet”

15

Ancak şurası da bir gerçektir ki, Romalı kadınlar yeni kavuştukları özgürlüğü gereğince kullanamamışlardır; ama bundan olumlu bir biçimde yararlanabilmelerine izin de verilmemiştir. Biri onu ailenin boyunduruğundan kurtaran, öbürüyse birey olarak ezen bu iki çelişik bireyci ve devletçi akımın sonucu, toplumsal durumu dengesizdir. Anasının babasının mirasına konabilir, çocuklarından babaları kadar saygı bekleme hakkına sahiptir, vasiyetname yazabilir, çeyiz (drahoma) kurumu aracılığıyla kocasının kölesi olmaktan kurtulmaktadır, dilediği zaman boşanıp yeniden evlenebilir: ama gücünü somut olarak kullanmasına izin verilmediğinden özgürlüğünün tanınması olumsuz etkiler doğurmaktadır. İktisadi bağımsızlık, siyasi hiçbir hak getirmediği için, soyut kalmaktadır; işte bu yüzden, Romalı kadınlar, herhangi bir eylemde bulunamamakta, bir takım gösteriler yapmaktadırlar: kentin sokaklarında bağıra çağıra dolaşmakta, mahkemeleri işgal etmekte, devlete karşı kundak hazırlamakta, kocalarına öğütler vermekte, iç savaşları körüklemektedirler.76

Eski cumhuriyet döneminde Romalı kadının dünyada bir yeri vardır, ama soyut haklarla bağımsızlıktan yoksun olduğu için eli kolu bağlıdır; çöküş dönemindeki Romalı kadınsa, somut alanda hala erkeklerin egemen olduğu bir dünyada, işe yaramayan bir özgürlüğe sahip dişinin canlı örneğidir: “boş yere” özgürdür.77 7. Semavi dinlerde kadın 7.1. Hıristiyanlıkta Kadın Kadına ürkütücü bir etki gücü bağışlayan Hıristiyanlıktır: öteki cins korkusu, erkekte, bilinç huzursuzluğunun belli başlı biçimlerinden biri olup çıkmıştır. Hıristiyan kendi benliğinden ayrılmıştır; bedenle ruhun, yaşamla aklın ayrılığı işlenir hep: ilk günah bedeni ruhun amansız düşmanı haline sokar; bütün bedensel bağlara kötü gözle bakılır. İnsanoğlu ancak, Tanrı katında günahları İsa tarafından bağışlatıldığı ve yüzünü göğe çevirdiği zaman kurtulabilir; ama özü pisliktir; doğumu onu yalnızca ölüme değil, ilence78 hazırlar; Tanrı’nın özel bağışıyla cennetin kapıları açılabilir ona, ama doğal varlığının bütün serüvenlerinde bir ilenç vardır. Kötülük, mutlak bir gerçekliktir; ten de günah. Ve tabii, kadın öteki varlık (cins) olmaktan kurtulamadığı için, kadının da, erkeğin de etten kemikten yapılmış canlılar oldukları hiç akla getirilmez: Hıristiyan için düşman Öteki olan ten, böylece kadından ayrılmaz olur. Toprağın, cinselliğin, şeytanın bütün kışkırtmaları kadında simgelenir. Kilise Babaları’nın hepsi, Adem’i günaha sokanın o olduğu üzerinde ısrarla dururlar. Burada Tertullien’in sözünü anmak yerinde olacaktır “Ey Kadın! Şeytana açılan kapısın sen. Senin yüzünden can verdi Tanrı’nın oğlu. Hep karalar ve partallar içinde gezmelisin aslında.” Tüm Hıristiyan edebiyatı, erkeğin kadın karşısında duyabileceği tiksintiyi artırmaya uğraşır. Tertullienn kadını Templum aedificatum super cloacam (Lağım çukuru üstüne oturtulmuş toprak) diye niteler. Saint Augustin, müthiş bir tiksintiyle, cinsel organla işeme organının iç içeliğinden söz eder: Inter foeces et urinam nascimur (üreme organıyla işeme organından çıktık hepimiz). Hıristiyanlığın kadın vücudu karşısında duyduğu iğrenme öylesine güçlüdür ki, Tanrı’sına küçük düşürücü bir ölümü yakıştırır da, bir anadan doğmuş olmayı yakıştırmaz: Doğu’da Efes Din Bilginleri Kurulu, Batı’da Latranlı din bilginleri, İsa’nın kızlığı bozulmamış bir anadan doğduğunu öne sürerler. İlk Kilise Babaları – Origéne, Tertullien ve Jérome -, Meryem’in de öbür kadınlar gibi çocuğunu kan revan içinde doğurduğunu düşünmekteydiler; ama sonradan, Saint Ambroise’la Saint Augustin’in görüşleri geçerli sayılmıştır.79 İsa Tanrı’dır; insanları yöneten de bir kadın, Meryem Ana’dır. Oysa, ancak toplumun dışında gelişen mezhepler kadına eski toplumlardaki tanrıçaların ayrıcalıklarını vermektedir. Kilise, kadının erkeğe bağlı kalması gereken bir topluma dilmaçlık80 ve hizmetçilik etmektedir. Kadın, ancak erkeğin kuzu gibi sessiz hizmetçisi olduğu zaman Tanrı tarafından kutsanmış bir ermiş olacaktır. Böylece, ortaçağın ortalarında, erkeklere uygun kadın örneğinin en yetkin imgesi çizilir: şanlarla şereflerle

76 Beauvoir, S., 1993: 91 77 Beauvoir, S., 1993: 92 78 İlenç: Beddua (TDK) 79 Beauvoir, S., 1993: 189,190 80 Dilmaç : Çevirmen (TDK)

Page 16: Toplumsal cinsiyet ve din ilişkisi · PDF file2 1.Giriş Konumuz “toplumsal cinsiyet ve din ilişkisi” olunca aslında konuya öncelikle dinden mi yoksa “toplumsal cinsiyet”

16

donanmış İsa’nın Anası. O, günahkar Havva Ana’nın tam tersidir; yılanı ayağının altına alıp ezmiştir; Havva’nın günaha sokuculuğuna karşılık, o, insanoğlunu bağışlattırandır.81 Eskiçağlarda din kadınları, Hıristiyan ermiş kadınların çoğu gibi, kız oğlan kızdırlar: iyiliğe adanan kadının kendini bu işe el değmemiş olarak, tüm güçleriyle vermesi gerekir; dişiliğini el sürülmemiş olarak saklamalıdır. Meryem’in eşliğinin reddedilişi, Ana Kadın yanının olanca katkısızlığıyla göklere çıkarılabilmesi içindir. Ama bu durumda bile, ancak kendisine verilen ikinci derecedeki rolü benimseyerek övgüye hak kazanacaktır. “Ulu Tanrı’nın kuluyum ben” Böylece insanlık tarihinde ilk kez, ana, oğlu karşısında diz çökmekte; kendi isteğiyle ondan aşağı olduğunu kabul etmektedir. Meryem Ana’ya gösterilen saygı, erkeğin elde ettiği en yüce utkudur: bu saygı, kadının, tam bir yenilgiyle, eski yerine getirilişidir. Isthar, Astarte ve Kibele acımasız, maymun iştahlı, görkem düşkünü tanrıçalardı: güçlüydüler; hem yaşam, hem ölüm kaynağı olduklarından, insanları doğurup kendilerine köle ediyorlardı. Hıristiyanlıkta yaşam da, ölüm de yalnız Tanrı’nın işidir, anasının karnından ayrılan insanoğlu bir daha oraya dönemeyecektir, toprak ana onun yalnızca kemiklerini beklemektedir; ruhunun yazgısı, ananın elindeki güçlerin yok edildiği bölgelerde belirlenmektedir; yeni doğan çocuğun kutsanması töreni, bebeğin çevresindeki ince zarın yakılması ya da suya atılması törenlerini gülünç kılmıştır. Yeryüzünde büyüye yer yoktur artık: biricik efendi Tanrı’dır. Doğa, özünden kötüdür; ama tanrının özel bağışı karşısında güçsüzdür. Analık, doğal görüngü olarak, kişiye hiçbir güç sağlamaz. Bu durumda, ta başlangıçtan gelen eksikliğini aşmak isteyen kadın için, istemiyle kendisini erkeğe köle eden Tanrı önünde diz çökmekten başka çıkar yol kalmaz. Ve işte bu boyun eğişle, erkek mitologyasında yeni bir rol elde edebilir. Egemen olmak istediği ve kendi ağzıyla haklarından vazgeçtiğini itiraf etmediği sürece saldırıya uğrayan, ayaklar altına alınan kadın, uyruk olduğu zaman saygı görecektir.82 7.2. İslam’da Kadın İslam dini tüm genel hatlarıyla ele alındığından inananlar tarafından bir “özgürlük” dini olarak görülse de bu dine şüpheyle bakanlar için aslında tamamen kadını boyunduruğu altına almaya çalışan tam bir ataerkil dindir. Ki bu en basitinden “iki kadının tanıklığı bir erkeğin tanıklığına bedeldir” diyen Bakara suresi 282. ayette görülebilmektedir.83 İslam öncesi dönemin Bedevi kadınları, Kuran’ın kendilerine gönderildiğinden daha yüksek bir toplumsal yere sahiptiler.84 Birlikte olacağı erkeği kendi seçen, istediği taktirde boşanma hakkına sahip olan, giyim kuşam ve ticari yaşama katılmada son derece özgür kadınlardı. Bunun en temel ve ilginç örneği zaten Muhammed’in ilk karısı olan Hatice’dir.85 İslam dininin insanı yanılgıya düşüren en temel özelliklerinden biri kadını özgürmüş gibi gösterip aslında sınırlamasıdır. Örneğin Azhab suresinde “sabreden, oruç tutan, iyi” Müslüman kadınlara büyük mükafatlar vaat edilmiştir. Nisa Suresi’nde “inanmış olarak yararlı iş gören” kadınların cennete gidecekleri belirtilmiştir. Nalh Suresi’nde “kadın erkek inanmış olarak kim iyi iş işlerse, onu temiz bir hayat ihya ede yaşatırız” diye yazılmıştır.86 İşte bu yada buna benzer metinlere bakılarak İslam’ın aslında bir cinsiyet ayrımı yapmadığı, kadınları özgürleştirici bir misyonu üstlendiği düşünülebilir. Oysa ki bahsedilen hükümlerin her birinde kadını hak ve özgürlüklerinden yoksun eden, küçülten ve erkeğin hizmetine ve sömürüsüne terk eden gizli amaçlar yatmaktadır. Bu sureler kadına reva görülen itaatkarlık, hizmetkarlık ve aşağılık durumu hiç sezdirmeden ona kabul ettirmek ve hazmettirmek için düşünülmüştür. Örneğin “mü’min kadınların tıpkı mü’min erkekler gibi cennete alınacaklarına” ya da “analarının ayakları altından cennetler geçtiğine” dair sözler özünde, gerçek olarak kadına ne kadın olarak ne de ana olarak hak ve değer tanıyan bir anlam taşır. Çünkü bir kere kadınların cennete girebilmesi her şeyden önce kocasının hizmetlerini en iyi şekilde görmesine, onu memnun etmesine, ona mutlak şekilde itaat etmesine ve onun şehvetini, yine onun dileğine ve zevkine göre gidermesine bağlıdır. Öte yandan

81 Beauvoir, S., 1993: 193 82 Beauvoir, S., 1993: 194,195 83 Arsel, İ., 1991: 9 84 Beauvoir, S., 1993: 76 85 Arsel, İ., 1991: 24 86 Arsel, İ., 1991: 46

Page 17: Toplumsal cinsiyet ve din ilişkisi · PDF file2 1.Giriş Konumuz “toplumsal cinsiyet ve din ilişkisi” olunca aslında konuya öncelikle dinden mi yoksa “toplumsal cinsiyet”

17

cennete alınan kadın için mutluluk ya da huzur diye bir şey söz konusu değildir. Çünkü cennetler, sadece erkeklerin mutluluğu ve saltanatı için öngörülmüş ve buna yarar sağlayacak şekilde hazırlanmıştır. Örneğin e’n Nebe suresine “çekinenlere bir kurtuluş ve murada eriş yeri” olarak belirtilen cennette “memeleri yeni sertleşmiş kızlar ve dopdolu kadeh” olduğu yazılıdır. el-Vakıa suresinde, cennete giren mü’minlere “kara gözlü huriler” vaat edilmiş ve bu hurilerin “kız oğlan kız olarak” hak edildiklerini ve “cilveli ve şirin sözlü” olup “eşlerine aşık ve onlarla yaşıt” kılındıkları eklenmiştir. Burada hatırlamak gerekir ki bu huriler ve kara gözlü dilberler, mü’min erkeklerin “asıl ve gerçek” eşleridir. Buradan da anlaşılıyor ki mü’min erkekler yeryüzündeki eşleri önünde her zaman ve her bakımdan üstündürler.87 Bilindiği gibi bir İslam geleneği olan erkek çocuk sahibi olmanın verdiği sevinç ve kız çocuk sahibi olmanın verdiği üzüntü hala günümüzde görülmektedir. Erkek çocuk sahibi olan ana bana kutlamalar yaparken kız çocuk sahibi olan ana babaya bir dahaki sefere erkek çocuk sahibi olması temennisinde bulunulması durumu hala günümüzde bile görülebilmektedir. İslamda kadın erkek ayrımcılığı bunlarla sınırlı kalmamaktadır. Örneğin Kur’an Müslüman erkekleri için “hoşunuza giden kadınlara, iki, üç, dörde kadar evlenebilirsiniz”(4 Nisa 3) şeklinde bir imtiyaz tanımıştır.88 Fakat elbette ki kadın için böyle bir imkan ve olanak diye bir şey söz konusu bile değildir. Aynı zamanda cinsel yönden de fazlasıyla gerici bir üslubu olan Kuran’da cennete gidecek Müslüman erkeklere vaat edilmiş “biz ceylan gözlüleri, defterleri sağdan verilenler için yeniden yaratmışızdır, onları bakire kılmışızdır”(56 Vakıa 35-38), “Cennetlerde bakışlarını yalnız erkeklerine çevirmiş, daha önce ne insan ve ne de cinlerin dokunmuş olduğu eşler var”(55 Rahman 56) şeklinde ayetler bulunmaktadır.89 Bu verilen örneklerin sayısını arttırmak mümkündür fakat en temelinde buradaki örneklerden bile yola çıkarak İslam dininin de “toprak ana” inanışı ardından gelen tüm inanışlar gibi tamamıyla erkek egemen bir yapıya sahip olduğunu ve kadınların ikinci plana atıldığını görebiliyoruz. 8. Sonuç

Sonuç olarak görüyoruz ki tarih öncesi çağlardan günümüze kadar gelmiş olan tüm inanç sistemlerinde kadın, erkek tarafından hep ikinci plana atılmaya ve üzerinde baskı kurulmaya çalışılmış bir varlık haline gelmiştir. En ilkel dinlerden, günümüzün modern(!) dinlerine kadar, tarihin her anında kadının kamusal özgürlüğü erkekler tarafından kısıtlanmış ve kadın hem dinsel hem de toplumsal açıdan hep ikinci plana atılmak istenmiştir.

Fakat bu ödevi hazırlayan bir “erkek” olarak aslında benim de söylediklerime kuşku ile bakılmalıdır. Çünkü kadın hakları savunucusu Poulain de la Barre’ın XVII. yüzyılda söylediği gibi “Erkeklerin kadınlar üstüne yazdıklarına kuşkuyla bakılmalıdır, çünkü onlar hem yargıç, hem davacıdırlar”

87 Arsel, İ., 1991: 47 88 Arsel, İ., 1991: 169 89 Arsel, İ., 1991: 182

Page 18: Toplumsal cinsiyet ve din ilişkisi · PDF file2 1.Giriş Konumuz “toplumsal cinsiyet ve din ilişkisi” olunca aslında konuya öncelikle dinden mi yoksa “toplumsal cinsiyet”

18

9. Kaynakça

Beauvoir, S., Kadın “ikinci cins” Genç kızlık çağı, Payel Yayınevi, İstanbul, 1993

Haviland,W., Prins, H., Walrath, D., Mcbride, B., Kültürel Antropoloji, Kaknüs Yayınları, İstanbul, 2008

Güvenç,B., İnsan ve Kültür, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1984

Özgü,H., Psikanalizin 3 büyükleri Freud Adler Jung, Mart Yayıncılık, İstanbul, 1994

Erhat, A., Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2008

Kramer, S.N., Sümerler, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2002

Çığ, M.İ., Bereket Kültü ve Mabet Fahişeliği, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2009

Sevin, V., Anadolu Arkeolojisi, Der Yayınları, İstanbul, 2003

Korkmaz, M., Mitolojik Dinlerin Gizemi, Alter Yayıncılık, Ankara, 2009

Darga, M., Eski Anadoluda Kadın, Acar Matbaacılık Tesisleri, İstanbul, 1984

Tayanç, F., Tayanç, T., Dünyada ve Türkiye’de Tarih Boyunca Kadın, Tan Yayıncılık,

Ankara, 1981

Arsel, İ., Şeriat ve Kadın, Kurtiş Matbaası, İstanbul, 1991

Demirbilek, S., Cinsiyet Ayrımcılığının sosyolojik açıdan incelenmesi, Finans Politik & Ekonomik Yorumlar 2007 Cilt: 44 Sayı:511

Hikmet Tanyu, Totem, Totemizm ve Tabu Üzerinde Yeni Araştırmalar, A.Ü.İ.F.D.

Gürhan, N., Toplumsal Cinsiyet ve Din, e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi -www.e-

sarkiyat.com- ISSN: 1308-9633 Sayı: IV, Kasım 2010

Göğebakan, Y.,Anadolu’da Ana Tanrıça Kültü Olarak: Kadın, İnönü Üniversitesi Sanat ve Tasarım Dergisi ISSN: 1309-9876 E-ISSN: 1309-9884 ÖzelSayı/Special Edition Cilt/Vol.1, 2011

Akkaş, S.Ö., Mit ve Felsefe, Millî Folklor, 2008, Yıl 20, Sayı 77

Kılıç, Y., Duymuş, H.H., Hititlerde Kadın ve Siyaset, Pamukkale Üniversitesi Fen Edebiyat

Fakültesi Tarih Bölümü