Upload
others
View
5
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
Uluslararası Din Bilimleri Çalıştayı
Iğdır, 30 Aralık 2017: 275-314
Doi: 10.29355/iuif.2018.20
Uluslararası Din
Bilimleri Çalıştayı
30 Aralık 2017
275
___________________________________________________________
TOPLUMSAL BARIŞIN SAĞLANMASINDA DİNİN RO-
LÜ
ZEKİ TAN1
Giriş
Sosyal bütünleşme –toplumun beraber, ahenk ve denge içinde
bulunması- dediğimiz olay günümüz sosyologlarını meşgul etmiş
ve etmeye de devam etmektedir. Bu bağlamda dinin toplum haya-
tındaki birleştirici ve bütünleştirici rolünün önemi günümüzde
daha da artmıştır. Öyle ki, bu rolü dolduracak başka hiçbir dina-
mik ve değer de mevcut değildir. Fikir adamları modern toplumla-
rın, ancak dinin manevi bütünleştirici etkisi sayesinde çalkantı ve
çözülme problemlerinin -pek çok yönleriyle- üstesinden gelebile-
ceklerini ifade ederler2.
İnsanlığın, özellikle son bir asırdır yaşadığı tecrübeler, din ol-
gusunu dışlayarak bir yere varmanın mümkün olmadığını bütün
açıklığı ile göstermiştir. Pek çok düşünür, din ve değerler alanında
ortaya çıkan boşluğun insanlığın geleceği açısından ciddi bir tehdit
olduğu hususuna ısrarla dikkat çekmektedir. Tarih felsefecisi Ar-
nold Toynbee’nin:”Uygarlık diye adlandırdığımız gelişme teknolojide ve
bilimde ve gücün kişisel olmayan bir biçimde kullanılışındaki gelişmedir;
dürüstlükte yani ahlakta bir gelişme değildir” ifadesi metafiziğe olan
ihtiyacı vurgular.
Her teknolojik gelişme beraberinde bir güç artışı getirir ve güç
1 Yrd. Doç. Dr., Iğdır Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Temel İslam Bilimleri Bölümü
öğretim Üyesi; Bu metnin hazırlanmasında Kur’an’a Göre Toplumun Yapılanmasında
İlim ve Âlimin Rolü, tezinden istifade edilmiştir. 2 Günay, Din Sosyolojisi, s. 320.
International Workshop on Religious Sciences / Iğdır University
Int. Workshop on
Religious Sciences
30 December 2017
276
de iyiye veya kötüye kullanılabilir. Günümüz toplumunun en ür-
kütücü yanı, teknolojinin sağladığı gücün son zamanlarda şimdiye
kadar görülmemiş bir ölçüde artmasına karşın, çok büyümüş olan
bu gücü kullananların ortalama ahlak –veya ahlaksızlık- düzeyle-
rinin ya sabit kalmış ya da daha aşağılara düşmüş olmasıdır.
İnsanlığın geleceği yeni bir bakış açısına bağlıdır. İnsanoğlu-
nun geleceğine yönelik bugünkü tehdit ancak birey olarak insan-
larda devrimsel bir “ruh değişikliği” sağlanarak ortadan kaldırıla-
bilir. Bu ruh değişikliğinin zor yeni idealleri uygulamaya sokabile-
cek irade gücünü ortaya koyabilmesi için din tarafından ilham
edilmiş olması gerekir. İnsanlığın geleceğini düşünenler, insanoğ-
lunun “yeni bir bakış açısı”na ihtiyaç olduğunu açıkça dile getirmek-
tedirler. Dünyevi yaşamımız sekülerleşmeye maruz kaldıkça o
nispette de manevi içeriği oyulmaktadır. Aşkın gerçeklik bilinci
pas tuttukça, buna paralel olarak insana evrenle dayanışma hissi
veren bilinci de tamamen kaybolur.3
Toplumsal bütünleşmede birbirinden ayrı olan parçaların bir
ünite halini almasını temin eden vetire çok iyi bilindiği zaman
toplumu geleceğe taşıyacağı bir gerçektir. Kur’an-ı Kerim’in aynı
toplumda yaşayıp aynı duyguları paylaşan insanları tarif ederken
“birbirine kopmaz şekilde kenetlenen insanlar4” olarak yapılan tarifi
toplumsal bütünleşmenin en güzel örneklerinden biri olarak gör-
mek lazımdır. Çünkü yapı olarak din, farklı sosyo kültürel statü-
lerdeki kişi ve gurupların, farklılıklarını adeta bir potada eriterek
mükemmel bir mana birlikteliği teşkil etmesini başarabilecek bir
özelliğe sahiptir5.
Her çeşit sosyal ve statü farklılıkları cemaatle kılınan namazda
ve hac ibadeti sırasında yok olabilmektedir. İslam’ın beşeri ve dini
hayatın bütünü ile birlikte hayatı kucaklaması onun dinamizmini
ve insan fıtratına olan uygunluğunu gösterir.
3 Güler, Dine Yeni Yaklaşımlar, s. 4-6. 4 Saf,61/ 4 5 Günay, a.g.e. s. 315.
Uluslararası Din Bilimleri Çalıştayı / Iğdır Üniversitesi
Uluslararası Din
Bilimleri Çalıştayı
30 Aralık 2017
277
Din; ilk insan ile başlayan ve insan hayatta olduğu müddetçe
devam edecek olan bir fenomendir. İnsanın hayatını ve toplumsal
yapıyı tanzim ve inşa etmek üzere vazedilmiş olması keyfiyetiyle
din; herkesin zihnini meşgul etmiştir. Din ilk insan kadar eski bir
kurumdur. İnsan hayatının her alanında; camide, cenazede, mezar-
lıkta...! İnsanın duygu ve düşünce dünyasını ilgilendiren bir ger-
çektir. Bu yüzden insanın inanma duygusu en belirleyici vasfı ola-
rak her zaman ortaya çıkar. Dinin muhatabı insan olduğuna göre
gayesi de insanı mesut etmektir. İnsanın kendisi, ailesi, toplumu ve
yaşadığı çevre ile uyum içinde yaşamasını temin, dinin temel fonk-
siyonu arasında gelir. İnsanın kutsala ram olmasını sağlar. Bir baş-
ka ifade ile: ”Ölüm karşısında insan, öldürme gücünün sahibine
boyun eğer.6”
Din insan içindir; önce şunu belirtelim ki din insanın olduğu
her yerde vardır. İnsan din için değil. Dinin bütün hükümleri de
sonuç itibariyle insanın hemen ya da zaman içinde ortaya çıkacak
maddi manevi hazları ve menfaatleri içindir. Din insana hizmet
için vardır. Hal böyle olunca dinin bizatihi varlığı insan ve insanlık
için bir rahmettir. Ne var ki rahmet olan bir şeyin zahmete dönüş-
türülmesi de pekâlâ mümkündür. Ve bu ancak o şeyin yanlış yere
konulmasının bir sonucudur7. Yanlış anlaşılması ve yorumlanması
sonucu "rahmet" olan dinin "zahmete" dönüşmesi her zaman
mümkündür. Din adı altında ortaya çıkan marjinal çıkışların teme-
linde hep “yanlış anlama” yatar.
Seferde namazın kısaltılması, orucun sefer hali bittikten sonra
kaza edilmesi, çocuğunu emziren, hayızlı ve hamile kadının oruç
tutmaması hep dinin hükümlerinin insanın huzur ve saadetini
temin için olduğu gerçeğini gösterir. Yaşlı olup oruç tutmaya gücü
yetmeyenin oruç tutmayarak fidye vermesi de hep bu minvalde
değerlendirilmelidir8. "Allah katında insanın saygınlığı kabe-i muaz-
6 Arslantürk, Kutsalın Dönüşü, Yeni Toplum Arayışları, s. 7. 7 Erdoğan, "Makasıd'ı Şeria Bağlamında Sünnet ve Hadisin Anlaşılması", İslâm'ın Anla-
şılmasında Sünnetin Yeri ve Değeri, s. 396. 8 Cezerî, el-Fıkh Ala Mezahibi'l-Erbaa, I/574-579.
International Workshop on Religious Sciences / Iğdır University
Int. Workshop on
Religious Sciences
30 December 2017
278
zamın saygınlığından daha yüce olması9" insanın konulması gerektiği
yeri çok güzel anlatır.
İnsanlık tarihi boyunca antropologlar yaptıkları araştırmalar-
da dinden nasibi olmayan toplulukların bulunduğunu henüz tes-
pit edememişlerdir. Bu hak din olmayabilir, ama insanlar mutlaka
canlı veya cansız bir varlığa tapınma duygusu hissetmişlerdir.
Çünkü din insanda fıtridir. Yaratılışında mevcuttur. Bütün insan-
ları Allah yarattığına göre yaratılan insanların dünya ve ahiret
saadetinin yegane vesilesi de "din" olacaktır.
Mehmet Akif:"Her cemaatten beş-on dinsiz zuhur eyler, bu hal,
Pek tabiidir. Fakat ilhadı bir kavmin pek muhal. Hangi millettir ki, efra-
dında yoktur hiss-i din? En büyük akvama bir bak, dini her şeyden me-
tin10." derken dine olan ihtiyacı anlatır. J. Rousseau ise konuya fert
açısından bakarak, "Bütün hayatı boyunca kalbi içinde "asla tanrı yok-
tur" diyenler varsa, ya yalancı ya da mecnundur”11 demiştir. Yaratılan
insanın başıboş bırakılması mümkün değildir.12 Din aynı zamanda
bir kontrol mekanizmasıdır. Dinîn insanın yaratılışında fıtri olma-
sını Kur'ân-ı Kerîm şöyle ifade etmektedir: "O halde yüzünü, Allah'ı
bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına
doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur.
Fakat insanların çoğu bilmezler.”13 Âyette de ifade edildiği gibi din
fıtratta kaçınılmazdır. Fertte can neyse toplum yapısında din odur.
O halde yapılacak iş, toplumu Allah'ın sade ve temiz dinî ile buluş-
turmak ve barıştırmaktır. Günümüzün en büyük cihadı da bu olsa
gerektir. Tevhit tarihi dediğimiz serüvende bütün peygamberlerin
geliş gayeleri; Allah'ın kullarının Allah ile tanıştırmalarını temin
etmekten ibarettir. Araya giren engellerin yoldan temizlenmesi bir
başka boyutunu gösterir.
Din duygusu insanlarda o kadar köklü ve o kadar devamlı bir
9 İbn Mace, Fiten 2. 10 Ersoy, Safahat, s. 226. 11 Rousseau, Emil, s. 243. 12 Kıyamet, 75/36. 13 Rum, 30/30.
Uluslararası Din Bilimleri Çalıştayı / Iğdır Üniversitesi
Uluslararası Din
Bilimleri Çalıştayı
30 Aralık 2017
279
şeydir ki, en ağır dinsizlik suçlamaları bile bu duyguyu söküp
atamaz. Dahası var; kendilerinin dinsiz olduğunu resmen ilan
edenlerin bile hakikatte yok edemedikleri bir duygunun ağır bas-
kısı altında bulunduklarını söylemek mümkündür. Yaratılışın sırrı
karşısında hayret ve huşu duymayan bir akıl sahibi bulunamaz;
insanlar bu sırrı bazen sanatta, bazen ilimde, bazen başka şeylerde
arayabilirler, ama din adeta bu konuyu özel ihtisas sahası yapmış-
tır. Dinin konusunu teşkil eden sorular ezeli ve ebedi sorulardır.
Bir gün bunların cevabının başka araştırma sahalarında bulunaca-
ğını ve dolayısıyla dine ihtiyaç kalmayacağını kimse söyleyemez.14
Dinden uzaklaşanlar bu sorulardan vazgeçmiş veya cevabını bul-
muş değiller, sadece susuzluklarını başka kaynaklardan gidermeye
çalışmaktadırlar; denedikleri din onları tatmin etmemiştir. Kısacası
din duygusu o kadar köklü ve evrensel bir duygudur ki, dinsiz
olmak hiç de kolay bir iş değildir. İnsan kolayca dindar olabilir,
ama dünyada gerçek manada dinsiz insana pek nadir rastlanır.
Durum böyle iken insanları rahatlıkla dinsizlikle suçlamak bu
kimselerin dinsiz veya dini hayatın düşmanı olduğunu göster-
mez15. Din hayatın ruhudur. Hayatın yorumudur. Hayatın kendi-
sidir. Fert ve toplum hayatiyetinin özü, cevheri ve dinamiğidir.
Devletler, milletler bir "esasa" bağlı olarak yaşadıkları gibi, hayat ta
din ile iç içe yaşanır. Din ayrı, hayat ayrı şeyler değildir. Din hiçbir
zaman hayattan tecrit edilemez, hayattan tecrit edildiği vakit,
maddede teknolojide disiplin kurulabilir, fakat ruhta, manada,
insanın iç ve derunî âleminde bir tatminsizlik, stres, korku, endişe,
bunalım, mutsuzluk yaşa(nı)r. Özellikle bu asrın başında dine
alternatif olarak üretilen bir takım ideolojiler insanların ihtiyaçları-
nı karşılamadığından olsa gerektir ki, tarih sahnesinden çekilmeye
mecbur kalmışlardır. Eğer bunlar dinin alternatifi olarak ortaya
çıkmamış olsalardı netice daha da değişik olabilirdi.
Yapılan bilimsel çalışmalar sonucunda geliştirilen teknoloji ile
14 Güngör, İslâm'ın Bugünkü Meseleleri, s. 236. 15 Güngör, İslâm'ın Bugünkü Meseleleri, s. 237.
International Workshop on Religious Sciences / Iğdır University
Int. Workshop on
Religious Sciences
30 December 2017
280
insanlar, daha önceden tahmin edemeyecekleri kadar büyük
imkânlara kavuştular. Ancak kavuşulan imkânların beraberinde
getireceği olumsuzluklar, önceden düşünülemeyecek kadar büyük
oldu. Bu konuyu Tolstoy(ö. 1910) şu şekilde dile getirir:"Tarihin
hiçbir döneminde 19.(şimdi 21.)yüzyıldaki kadar maddi başarıya ulaşıl-
madı. Fakat tarihin hiçbir döneminde, giderek canavarlaşan şimdiki Hı-
ristiyan dünyasındaki kadar ahlaksız, insanın hayvani ihtiraslarına hiçbir
kısıtlamanın getirilmediği bir hayat yaşanmadı. 19. Yüzyılda ulaşılan
ilerleme gerçekten muazzam; fakat bu ilerleme Neron’un zamanında bile
şahit olunmayan şekilde ahlakın en temel şartlarını ihmal etme pahasına
satın alındı ve halen de satın alınıyor.”16
Zırhlı gemilerin, demir yollarının, matbaaların, tünellerin,
röntgen ışınlarının vs. çok güzel şeyler olduğunu kimse tartışacak
değildir. Bunlar gerçekten de güzeldir. Fakat Ruskin'in dediği gibi:
"Başka hiçbir şeyle kıyaslanmayacak derecede daha güzel olan şeyler var
ki, bunlar zırhlı gemilerin, yolların, tünellerin kısacası hayatı güzelleş-
tirmekten çok bozan şeylerin ele geçirilmesi pahasına milyonlarcası yok
edilen insan hayatlarıdır." (İnsanlık 20. asırda akıtılandan daha fazla
insan kanının akıtıldığı bir devre şahit olmadı.) Bencilliğin, şüphe-
nin ve inkârın kasvetinden çıkış yolunu bulabilmek için ihtiyaç
duyduğumuz ve çağın gerektirdiği şey, ruhlarımızın şahsi gayele-
rin peşinde koşmaktan vazgeçeceği, birlik ve ahenk içine girebile-
ceğimiz, tek kaynağı, tek kanunu, tek gayeyi kabul edebileceğimiz
bir imandır... Din, akıl sahibi insanlığın asli vazgeçilmez bir şartı
olagelmiştir ve öylede kalacaktır. Böylece sözünü ettiğimiz tekno-
lojinin kötü niyetle kullanımı sonucunda insanlık, kendisini, den-
geleri alt üst olmuş tabii bir çevre içinde buldu. Bütün bunlar, tek
başına bilim ve teknolojinin, insanın bütün ihtiyaçlarını karşılama-
yacağını gösteriyor17.
Din, toplum yapısında emeğin sömürülmesinden, ruhun kö-
reltilmesinden, bedenin incinmesinden ve giderek insanın yalnız-
16 Tolstoy Din Nedir?, s. 10, 123. 17 Kılıç, "Dini Nasıl Anlamalı", s. 40.
Uluslararası Din Bilimleri Çalıştayı / Iğdır Üniversitesi
Uluslararası Din
Bilimleri Çalıştayı
30 Aralık 2017
281
laşmasından, buhrana sürüklenmesinden, belleksizlikten, amaç ve
ideal yoksunluğundan kurtulabildiği ölçüde varlığını devam etti-
rebilir.
İdeolojik yorumların yaşlanma trendine girdiği bu dönemde
din adına yapılan yorumların çağın ihtiyacına cevap verememe-
sinden, insanların değişik arayışlara girmesinin vebali dine mesa-
feli duranlara değil, sahip oldukları zenginliği asrın anlayışına
sunamayanlarda aramak gerekir.
Dini yorumlayarak fonksiyonel ve aktüel hale getirmeli. Yok-
sa din, tarihte birçok kurumun yüz yüze kaldığı bitme noktasına
gelebilir.
Din toplum bünyesinde bulunan bütün fertleri koruyan, kol-
layan ve onları tek şemsiye altında toplayan bir kurumdur ve öyle
olmak zorundadır. Sadece kendine inanan müntesiplerinin değil
inanmayanın da sığınacağı, kendisini emin hissedeceği şemsiye
görevini üstlenen kurum din olmalıdır. Bundan dolayı evrensel
olma, açık olma, dinin temel özelliğidir.
Dini yorumlayan insan olunca asıl problem de insanın bu faa-
liyeti yerine getirememesinden dolayı dinin problem haline dö-
nüşmesidir. Din tıpkı kâinat gibi yılın her mevsiminde yorumlana-
rak yenilenmediği takdirde eski, eksik ve yetersiz kalmaya
mahkûmdur. Kur'ân-ı Kerîm Cenab-ı Hakkı "bütün alemlerin rab-
bi18" olarak tavsif eder. Her şeyin sahibi olma, maddi ve manevi
bütün varlık kategorilerini gösterir. Burada özellikle bütün kâina-
tın yegâne besleyicisi ve idame ettiricisi hem objektif, hem de kav-
ramsal olarak ve dolayısıyla her türlü otoritenin nihai kaynağı
olma özelliğini içerir19. Kur'ân-ı Kerîm'de O'nun ebedi risalet sahibi
olan Hz. Peygamber (s.a.v.) anlatılınca, bütün insanlığa "rahmet
eseri"20 olduğu ifadeye konulur. Onun getirdiği evrensel mesajın
yani Kur'ân-ı Kerîm’in de en temel vasfının bütün insanlığı kucak-
18 Fatiha, 1/1. 19 Esed, Kur'ân Mesajı, I, 2. 20 Enbiya, 21/107.
International Workshop on Religious Sciences / Iğdır University
Int. Workshop on
Religious Sciences
30 December 2017
282
layıcı, rahmet vasfının olması da kaçınılmazdır21. Globalleşen bir
dünyada bütün insanlığı kucaklama özelliği taşımayan bir mesajın
hayatiyetini devam ettirmesi oldukça zordur.
Alexis Carrel (ö.1944) "İnsan suya ve havaya muhtaç olduğu gibi,
Allah'a da muhtaçtır22" der. Bu sadece fertte değil, toplum için de
oksijen ihtiyacına benzer. Oksijensiz can çekişen insanlığa din
duygusu verilmelidir. Çekoslovakya’nın ilk Cumhurbaşkanı Vac-
lav Havel “…dünyanın kurtuluşu kolay politik sloganlarla değil, insan-
ların gönüllerindeki inançları iledir…23” diyerek inancın dünya barı-
şındaki katkısına dikkat çekmektedir.
Bu bir ekstra, bir tercih, bir fantezi bir rağbet değildir. Dinin
varlığı lüzumlu bir hakikat, onsuz hayatın kuru bir kargaşa, bir
kaos olduğu gerçeği toplum yapısında yerleşmeli ve yerleştirilme-
lidir. Din, insan ve toplumu sıradanlıktan kurtarıp meleklerle eş-
değer hatta bazı yönleriyle onları da geçebilen örnek bir model
haline getirir. Dünya hayatı din için başlı başına gaye değildir.
Onun asıl gayesi insanı ahlaken mükemmelleştirip, Allah ile bu-
luşmaya hazır hale getirmektir. Din insan ve topluma huzur temini
için vardır. O halde "Din işi ayrı, dünya işi ayrı" gibi bir ikileme
gitmek hatadır. Din ve dünya bir bütündür. Dünyayı ve onun üs-
tünde hayatı yaratan Allah, dinî o hayatın temel disiplini ve en
verimli dinamiği olarak insanlığa bahşetmiştir.
Tarih felsefecisi Arnold Toynbee'nin ifadesiyle "Yarının dünya
gündeminde birinci mesele din olacaktır. Din, insan ırkının en ciddi me-
selesidir”24 ve olmaya da devam edecektir. İnsanlık için gönderilen
bir mesajın insandan ayrı düşünülmesi mümkün değildir. Böyle
bir şeyi tahayyül etmek insanı ruhsuz olarak yaşatma projesine
benzer. Cemiyetimizin içtimai ve iktisadi yönden kalkınmasını
istemekte samimi isek, bunun ilk şartı ve bir nevi alt yapısı duru-
munda olan toplumsal barışı temin etmemiz gerekir. Bunun da
21 Yunus, 10/57 22 Carrel, Alexis, Dua, s. 44. 23 Keskin, Doğu-Batı ve 21. Yüzyıl Üçgeninde İslam, -Makaleler- s. 127. 24 Toynbee, Medeniyet Yangılanıyor, s. 39.
Uluslararası Din Bilimleri Çalıştayı / Iğdır Üniversitesi
Uluslararası Din
Bilimleri Çalıştayı
30 Aralık 2017
283
yolu toplumun çimentosu görevini üstlenen en etken unsur olan
"dinin" görünür ve fonksiyonel hale getirmek gerekir.
Bu duygu sosyal kontrol araçlarının en önemlilerinden birisi-
dir. Bu sosyal kontrol aracını, fert ve toplumdan çekip aldığımız
zaman aynı ülke, şehir ve köyü paylaşan, Allah'ı, peygamberi,
kitabı, kıblesi aynı olan insanları kardeşçe bir arada tutmak müm-
kün değildir. Dünyanın en uzun ömürlü imparatorluğunu kurup
devam ettiren Osmanlı'nın uzun zaman hayatiyetini devam ettir-
mesinin ve dünyada barışı sağlamasının temelinde dinin yeri in-
kar edilemez.
Din, fertleri mukaddes duygu, ortak şuur ve vicdan etrafında
birleştiren bir amil olduğu gibi, toplumları yükselten ve onların
gelişmesini sağlayan bir kurumdur. Din aynı zamanda ahlaki bir
müessese olarak insanlara yön veren ve en sıkı nizamlardan daha
kuvvetli bir şekilde kişiyi içten kuşatan, kucaklayan ve yönlendi-
ren bir disiplindir. Dinî duygu ve düşüncenin zayıflaması ahlaki
ve hukuki suçların artmasına, giderek anarşizme ve kaosa yol açar.
Çünkü din olmayınca ahlakın yaptırım gücü zayıf kalır. Toplum
yapımızda kısmen de olsa bunun tezahürlerini görmek mümkün-
dür. Ramazan aylarında suç oranlarının azalması, dini eğitim al-
mış kimselerin toplumsal suçlara katılma oranlarının az olması,
din duygusu kuvvetli tüccarın ticaret hayatındaki ilişkilerinin daha
sağlıklı olması bunun birer örneğidir.
Din, insan toplumunu her zaman kokuşmaktan, çürümekten,
mahvolmaktan kurtaran bir medeniyet mimarıdır. Hayatında dine
yer vermeyen toplumun maddi ve manevi sıkıntılardan kurtulma-
sı mümkün değildir.
Din, dağınıklığa, düzensizliğe, çaresizliğe, acze ve ümitsizliğe
karşıdır. Gelecek ümidi dinden gelir. Hayatın güçlüklerini taham-
mülle karşılamak ve yenmek için dindar insan kendinde daha fazla
kuvvet hisseder25.
Alexis Carrel şöyle der: "Bugün insanlık bütün dikkatini kendi
25 Sezen, Sosyoloji Açısından Din, s. 37.
International Workshop on Religious Sciences / Iğdır University
Int. Workshop on
Religious Sciences
30 December 2017
284
üzerine, manevi ve fikri güçsüzlüğünün sebepleri üzerine yoğunlaştırma-
lıdır. Konforu, lüksü, güzelliği, medeniyetimizin karmaşıklığı ve büyük-
lüğünü zaafımız yüzünden sevk ve idare edemeyeceksek, bunları arttır-
mak neye yarar? Irkların en soylu unsurlarını yitirmeye ve maneviyat-
sızlaştırmaya sevk eden bir yaşama tarzını sürdürmek faydasızdır26."
Gelişen bütün fert ve cemiyetlerin temelinde manevi unsurlar
mevcuttur. Bugün teknolojik gelişmelerle baş döndürücü bir iler-
leme kaydeden Japonya'nın bile bu başarısında manevi unsurların
büyük ölçüde katkısı mevcut olup Şintoizmin aktivitesi inkâr edi-
lemez bir gerçektir.27
Fert ve cemiyetin hayatında bu kadar öneme haizken, günü-
müzde dine olan yabancılaşmanın temelinde dinîn fertlere gere-
ğince uygun aktarılmaması yatmaktadır. İnsanlık dünyasının din
ve mukaddesler karşısındaki olumsuz tutumunda, insanın yaradı-
lışına, akıl ve hür düşünceye zıt bir yığın doğmayı bünyesinde
barındıran kilisenin, özellikle kilise düşüncesinin hâkim kadrosu
olan sınıfın payı çok büyüktür. Bu noktada düşünen beyinler “en-
gizisyon” ve “endüljans” uygulamalarını asla unutmayacaklardır.
Kilisenin varlığında bütün mukaddeslere karşı çıkan bir yığın
deha, bir değeri layıkıyla temsil edemeyenlerin, kişiliğinde o değe-
rin varlığına, özüne düşman olmak gibi bahtsız bir tavrın savunu-
cusu oldular. Kilisenin ilim ve bilginler karşısındaki olumsuz tu-
tumu ne yazıktır ki böyle bir doğmanın yıllarca geçerli kalmasına
sebep oldu. Batı entelektüelleri arasında bir tabu gibi kutsananı
"dine karşı olmak ilme ve düşünceye dost olmaktır" formülünü 19.
yüzyılın ilk yarısından beri Batıyı taklit sürecine girmiş olan ülke-
ler, özellikle Türkiye için, hala tahribine devam eden büyük ıstırap
ve problemlerin doğmasına sebep olmuştur.28
Dünya “barışsızlığını” ve “yeni dünya düzensizliğini” sağlama
adına yapılan bir çok savaşta din kurumlarının yeri inkar edile-
26 Carrel, İnsan Denen Meçhul, s.39. 27 Bu günkü Japonya, s. 137. 28 Öztürk, Din Ve Fıtrat, s. 15.
Uluslararası Din Bilimleri Çalıştayı / Iğdır Üniversitesi
Uluslararası Din
Bilimleri Çalıştayı
30 Aralık 2017
285
mez; körfez kara savaşının, Amerikan askerlerinin öncülüğünde
fiilen başlamasından 48 saat kadar önce, Amerika Birleşik Devlet-
leri eski cumhurbaşkanı George Bush’un, fundemantalist papaz
Dr. Billy Graham ile Episcopal kilisesi dini lideri meşhur papaz
Edmond Browing’i, Beyaz saraya davet ederek, anılan savaşın
“dini normlar” açısından meşru olup olmadığını sorduğunu, bu
soruya meşru değildir istikametinde cevap veren papaz
Browing’in toplantıdan ayrılmasından sonra savaşa taraftar olan
papaz Dr. Billy Graham’ın geceyi Beyaz Saray’da geçirdiğini, sava-
şın başlamasından hemen sonra da cumhurbaşkanı başta olmak
üzere, Genel kurmay başkanı dahil tüm kabine üyeleri ile birlikte
kiliseye giderek papaz Edmond Browing’in yönettiği ayine katıl-
dıklarını ve ordunun başarısı için dua ettikleri basından ve televiz-
yonda yayınlandı29. Bu da dinin gücü ve rolünü göstermektedir.
Dinin dünya ve toplumsal barışı sağlaması için kurum olarak cid-
diye alınması gerekir.
1. Dinin Ciddiye Alınması
Yukarıda ifade edildiği gibi; dinin İnsanlar için toplumun
vazgeçilmez bir esası olduğu bir vakıadır. İnsanlardan meydana
gelen toplumun tek düze olması mümkün değildir.
Kur'ân-ı Kerîm eski vahiyleri yürürlükten kaldırmaz, aksine
onların çarpıtılmış veya saptırılmış yönlerini ayıklar. Özellikle de,
bütün milletlere seslenmek ve bütün hayat düzeylerine bir yön
vermek için eski vahiyleri tamamlayarak yeni bir veche kazandırır.
Yukarıda da ifade edildiği gibi din, cemiyet ve fert hayatında
vazgeçilmez bir esastır. Her ne kadar batıdaki kilise-aydın çatış-
masını, İslam-aydın çatışması şeklinde memleketimize taşısalar
bile din her zaman yerini koruyacaktır. O halde din denince sadece
“kuru inanç” değil bütün hayatı kuşatan bir sistemler mecmuası
olduğu gerçeği bilinmelidir. Kâinatta yaratılan her şeyde son dere-
ce bir ciddiyetin olduğu görülür. ".. Rahmanın yaratmasında hiçbir
nizamsızlık göremezsin. Çevir de bak gözünü görebilir misin bir kusur,
29 Keskin, a.g.e. s. 105.
International Workshop on Religious Sciences / Iğdır University
Int. Workshop on
Religious Sciences
30 December 2017
286
sonra tekrar -tekrar gözünü çevir de bak, gözün bulamadığından bir
kusur,eli boş ve bitkin döner30","İnsan başıboş bırakılacağını mı sanır31",
"Bizim sizi boşuna yarattığımızı,bizim huzurumuza dönüp hesap verme-
yeceğinizi mi sandınız32?" Cenab-ı Hakkın yarattığı her şeyde ciddi-
yet olduğu gibi gönderdiği dinde de gerçeklik ve ciddiyet33, vardır.
Allah yarattığı insanı abes olsun diye yaratmaz. "De ki: "Dua-
nız olmazsa Rabbim size ne diye değer versin ki...?”34 Gerçeği ona vere-
ceğimiz değer kadar bize değer addedileceği açık olarak görülmek-
tedir. Cenab-ı Hak bir hadis-i kutsi de şöyle der:"...Bana bir karış
yaklaşana ben bir arşın, bir arşın yaklaşana da bir kulaç yaklaşırım; Bana
yürüyerek gelene ben koşarak gelirim, teveccüh ederim35." Burada Al-
lah'a ve dine karşı ciddiyetin takınılması gerektiği ifade ediliyor.
Geçmişte dini ciddiye alanlar hep bunun karşılığını görmüş, aksine
hareket edenler ise patentine bakılmaksızın sıkıntıdan kurtulama-
mışlardır.
Bir başka ayette de Cenab-ı Hak:"Öyle insanlar vardır ki Allah'a
sırf bir hesaba binaen, imanla küfrün arasında bir yerde ibadet eder. Şayet
umduğu faydayı elde ederse onunla huzur bulup sevinir,eğer bir sıkıntı
ve imtihana maruz kalırsa yüzüstü dönüverir. Dünyayı da ahireti de
kaybeder. İşte besbelli olan hüsran budur36." buyurur. Ayet dini tam
bir güven ve ciddiyetle değil de “kuşkulu ve menfaatine” bağlı olan-
ları pamuk ipliği ile ilişkilendirerek temsili olarak anlatır.
Dinin bir atlama taşı olarak kullanılarak, hayatın her karesin-
de yer etmemesi, hayata her an müdahale eden bir "özne" değil de
ihtiyaç anında devreye sokulması halinde din problem çözmek
yerine kendisi problem olur.
Problem olduğu nasıl anlaşılır, bir konu niçin ve nasıl problem
30 Mülk, 67/4. 31 Kıyamet, 75/36. 32 Mü'minun, 23/115. 33 Bakara, 2/26; Âl-i İmran, 3/21; Nisa, 4/150; Maide, 5/27; En'am, 6/62. 34 Furkan, 25/77. 35 Müslim, Zikir 2. 36 Hacc, 22/11.
Uluslararası Din Bilimleri Çalıştayı / Iğdır Üniversitesi
Uluslararası Din
Bilimleri Çalıştayı
30 Aralık 2017
287
olur? Biyolojik bir analojiden yararlanarak söylenecek olursa, kalp
düzgün çalıştığı, kendisinden bekleneni yerine getirdiği sürece,
yoğun dikkatin konusu olmaz. Bunları yapamayınca, yani prob-
lemli olunca, ilgi ve dikkati ondan almak mümkün olmaz. Tıpkı
bunun gibi, din de kendisinden bekleneni yerine getirdiği, getire-
bildiği sürece yoğun dikkatin konusu olmayabilir. Fakat yerine
getirmezse, o zaman problem olur. Bu durum da daha ziyade iki
sebepten kaynaklanır;
1-Dini hayat, yani hissi, fikri ve ameli bakımdan din kendisini
yenileyememiş, hayatiyetini önemli ölçüde kaybetmiştir.
2-Yahut yeterince canlıdır, fakat şu veya bu sebepten dolayı
önü tıkanmakta, dolayısıyla işlevlerine engel olunmaktadır37.
Bu durum dinin tertemiz kaynağından su içmek için gelen bir
insana çeşmenin lülesini tıkamak gibidir. Üstelik çeşmeden eli boş
dönen insanların karşısına geçip de onları çamurlu birikinti suları-
nı içmekle suçlamanın hiçbir manası olamaz38. Her iki durumda da
din ciddi bir problem olabilmektedir.
Sistem sadece sıkıştığı an dini ve milli kimliği hatırlamamalı,
sadece ihtiyaç halinde onu kurtarıcı bir unsur olarak görmemeli-
dir. İşler çıkmaza girdiğinde yapılan hamaset çağrıları, karşılık
bulmaz ve anlamsızdır.
Yukarıda kısmen ifade edildiği gibi dinin toplumsal hayatın
vazgeçilmez temel unsurlarından biri olduğu, bugün artık çok açık
biçimde anlaşılmış bulunmaktadır. Din kavramı ve kurumu "ciddi-
ye alındığında", dinin kişisel ve toplumsal hayat içindeki etkileri,
hep olumlu ve anlamlı katkılara dönüşmüştür. Bu sayede dürüst-
lük, adalet, dayanışma, paylaşma, hoşgörü, diğerkâmlık, insan
hakları, saygı, sevgi, merhamet, vatan sevgisi, şehitlik , gazilik vb.
değer ve kavramlar vicdanlarda olması gereken yeri bulmuş, insa-
nın iç alemine inmesini sağlayarak bu değişimin bir şekilde davra-
nışlara da yansıması sağlanmıştır. Buna karşılık dinin anılan bağ-
37 Aydın, "Türkiye'nin "Din Problemi"ne Genel Bir Bakış", s. 301. 38 Güngör, İslâm'ın Bugünkü Meseleleri, s. 238.
International Workshop on Religious Sciences / Iğdır University
Int. Workshop on
Religious Sciences
30 December 2017
288
lamda ele alınmadığı, din eğitim ve öğretiminin-din hizmetlerinin
ehliyetsiz ellere terk edildiği her toplumda din, toplumsal uyum
ve huzur yerine kargaşanın, hoşgörü yerine bağnazlığın ya da
insanın özgürleşmesi yerine bir takım hurafelere esir düşmenin bir
aracı haline getirilir. Gerek dünya tarihinde gerekse kendi tarihi-
mizde bununla ilgili sayısız örnek bulmak mümkündür. O halde
din insanla birlikte var olan ve var olacak olan bir olgu olduğuna
göre, temel mesele bu kurumu kişisel ve toplumsal hayata olumlu
ve anlamlı katkılar sağlayacak bir konuma getirmektir39. Bunun da
en geçerli yolu, her imkân ve vasıtayı kullanarak dinin doğru anla-
şılması, öğretilmesi ve yorumlanmasıdır.
Din iyi anlaşıldığı ve anlatıldığı yerde toplumsal farklılıkları
bir arada yaşatmada dinin önemli katkısı olacak bu da toplumsal
barışın bir boyutunu açıkça gösterecektir. Çünkü insanlar tek düze
değiller. Bunu sağlamak ancak kutsalla mümkün olur.
2. Din İnsanların Bir Arada Yaşamasını Temin Eder
Tarih boyunca yaşadığımız kürede meydana gelen düşmanlık-
ların temelinde farklılıkların varlığı değil, farklı olması gereken
insanların bilgisizliği ve ön yargılarıdır. Çünkü farklılıklar hayatın
ve fıtratın vazgeçilmezleridir. Esas olan tekil düşünüp çoğul tartı-
şan; konuştuğu gibi düşünen, düşündüğü gibi konuşan çok sesli
bir toplumda, tek kalıba sokulmuş mumya insanlar yerine elbette
insan sayısınca düşüncenin üretildiği, sentezlerin yapıldığı özgür
kafaların olmasını temindir. Geçen yüzyılın zorba devletleri, insan
beyninin gözelerine klişeleri/ sloganları/önyargıları tıka basa dol-
durarak ve mantık polisleri yerleştirerek beyinleri ideolojik banyo-
dan geçirdiler. Mao gibi kimseler yalnızca beyin değil, giysi açı-
sından da insanları tek kalıba sokarak bir tür beğeni suçu işlemiş-
lerdir.40
Cenab-ı Hakk Kur'an-ı Kerim'de kullarından talep ettiği bazı
39 Serinsu, "Diyanet İşleri Başkanlığının Topluma Sunduğu Hizmetlerde Toplam Kalite
Yönetimini Neden Ve Nasıl Kullanalım." I/163. 40 Selçuk, Türkiye'nin Demokratik Dönüşümü, s. 87.
Uluslararası Din Bilimleri Çalıştayı / Iğdır Üniversitesi
Uluslararası Din
Bilimleri Çalıştayı
30 Aralık 2017
289
hususları nazara verir:"Eğer Rabbin dileseydi,yeryüzündeki insanların
hepsi topyekün elbette iman ederlerdi. Gerçek bu iken, sen hepsi mü'min
olsunlar diye insanları zorlayıp duracak mısın41?" Hz.Peygamber'e
başka bir ayette şöyle hitap edilir:"Eğer onlar imandan sonra yine de
yüz çevirirlerse çevirsinler. Biz seni onların üzerine bir bekçi olarak gön-
dermedik ya...42" "Üzerlerine musallat bir despot değilsin43."Hz. Şuayb
yaşadığı topluma ışık saçması neticesinden sonra:"...Ben sizin üze-
rinize bir bekçi değilim44."der. Bütün bunlar gösteriyor ki toplumda
yaşayan insanları Kur'an'la buluşturmak gerekir. Bunu yaparken
de zorlama ve baskıdan kaçınmak gerekir. Baskı insanın ve imanın
özünü zedeler. İmanın tedirgin olacağı temel bela ikrah-
tır(baskıdır). Yukarıda geçtiği üzere, Kur'an baskıyı din dairesine
girmemesi gereken bir olumsuzluk olarak gösterir. Cebir ve baskı
neticesinde toplumda imanın yerleşmesi değil, nifak tohumlarının
boy vereceği muhakkaktır. Hz. Peygamber' i, Peygamberliği süre-
since en çok rahatsız edenlerin münafıklar olduğu unutulmamalı-
dır. Çünkü o, maskeli mü'min ve zift gibi kara bir beladır.
Cemiyette yaşayan bütün insanların aynı duygu, düşünce ve
inanca sahip olması beklenemez. Fakat inanç yapıları, davranış
tarzları, kıyafetleri ayrı ayrı da olsa insanların birbirlerine taham-
mülleri bir arada yaşamaları temin edilebilir. Kur'an-ı Kerim insan-
lara başka başka inançlara sahip bile olsalar bir arada yaşamayı
önerir:"Sizin gibi düşünüp inanmayanların değerlerine sövmeyin, söver-
seniz onlar da sizin inanıp sevdiğiniz değerlere söverler45." buyurur.
Gerçek yaratıcıyı tanıtmak, sahte ilahlara sövmekle olmaz. İlahının
sahte olduğunu bilen zaten o ilaha sığınmaz. O halde önce kişiye
Allah'ı tanıtıp, sonra onun gerçekle sahteyi iyice ayıracak şuura
uyandırılması lâzımdır. Her insan için kutsadığı değer yücedir. İşe
sövme ve saldırmayla başlayanların gerçek değerler sunmaları,
41Yunus, 10/99. 42 Nisa, 4/80. 43 Şura, 42/48. 44 Hud, 11/86. 45 En'am, 6/108.
International Workshop on Religious Sciences / Iğdır University
Int. Workshop on
Religious Sciences
30 December 2017
290
hele hele Allah'ı tanıtıp sevdirmeleri mümkün değildir. İnsanın
insana saygısı esastır. Yanılan insanı uyarmanın yolu onu tekme-
lemek değil, onda şuur uyandırmaktır. İnsana söverek, insanı tek-
meleyerek bugünkü hayatı cehenneme çevirenlerin yarınlar için
vaat ettikleri cennete kimse güvenmez, inanmaz.”46
Hz. Peygamber (sas) farklı inanç sahiplerine iyi muamelede
bulunmuş, bu bağlamda Hıristiyan hastaları da ihmal etmeyip
ziyaret etmiş47, Necran Hıristiyanlarının temsilcileri Medine”ye
geldiklerinde Hz. Peygamber ve ashabı henüz ikindi namazlarını
kılmışlardı. Onlar da ibadet vakitleri geldiği için, Mescide girip
doğu istikametine yöneldiler ve ibadet etmeye hazırlandılar. As-
habı Kiram onlara mani olmak istedi. Ancak Hz.peygamber onla-
rın serbest bırakılmalarını ve ibadetlerini yapmalarına müsaade
edilmesini emretti. Onlar da doğuya doğru yönelerek ibadetlerini
yaptılar. Yine Hz.peygamber bir Yahudi cenazesi geçerken ona
insan olduğundan dolayı saygı duyarak ayağa kalkmış ve kendisi-
ne onun bir Yahudi olduğu hatırlatıldığında da “ama bir in-
san”cevabını vermiştir48. Hz. Esma'nın Allah'a şirk koşan bir kadın
olan analığının Mekke'den Medine’ye gelip kızı ile görüşmek iste-
mesi nakledilir49. Hz. Peygamber baldızı Esma’ya annesi ile gö-
rüşmesini ve ona iyilikte bulunmasını tavsiye etmiştir. Yine Nebi
(sas) Medine'ye gelir gelmez orada yaşayan diğer dinden insanlar-
la bir arada yaşama sözleşmesi imzalaması50 bize bir arada yaşa-
manın formülünü vermiyor mu? Toplum olarak her şeye sahip
olduk, dünün insanın bir zamanlar hayal bile etmediği şeyleri bu-
gün yaşıyoruz. Göklerde fezalarda seyahat edip, koloniler kuruyo-
ruz. Okyanusların derinliklerine dalıp esrarengiz sırlara vakıf ol-
duk. Kısacası; Kuşlar gibi uçmasını, balıklar gibi yüzmesini öğren-
dik. Fakat karıncalar gibi bir arada yaşamayı ve birbirimize ta-
46 Öztürk, Kavramlar, s. 243. 47 Kettani, et-Teratib, I/30. 48 Buhari, cenaiz 50; Nesai, Cenaiz 45-47; İbn Mace, Cenaiz 35. 49 Buhari, “Hibe” 29; “Cizye” 19; “Edep” 7. 50 Hamidullah, Vesaik, s. 59.
Uluslararası Din Bilimleri Çalıştayı / Iğdır Üniversitesi
Uluslararası Din
Bilimleri Çalıştayı
30 Aralık 2017
291
hammülü öğrenemedik. Bırakın ayrı inançta olmamızı, Allah'ımız
bir, Peygamberimiz bir, Kitabımız, kıblemiz bir, memleketimiz,
köyümüz, mahallemiz bir fakat gel gör ki bu birler için çarpması
gereken kalplerimiz binbir türlü.
Ehli kitabın hanımları ile evlenmek, yemeklerinden yemek
Kur'an'ın getirdiği bir esastır51. Bu şu demektir; Dinleriniz dilleri-
niz, ırklarınız, giyimleriniz, kitaplarınız, Peygamberleriniz ayrı da
olsa isterseniz bir yastığa baş koymayı, aynı sofrada bir araya gel-
meyi bilmelisiniz, becerebilmelisiniz. Aksi takdirde dünyayı ce-
henneme çevirirsiniz.
Cenab-ı Hak hiç kimseye başkalarının imanını onaylama veya
onaylamama yetkisi vermemiştir. İmanımızın onay makamı Al-
lah'tır. Fakat önümüze bir arada yaşama ve tahammül etme formü-
lü koymuştur. Cenab-ı Hak bize bazı ayrılıklarımıza rağmen aynı
memlekette yaşamayı nasip etsin. Çünkü bizim gidecek başka
yerimiz yoktur. Yaşadığımız şu gezegende adeta bütün mağdur ve
mazlumların sığınağı Anadolu’dur.
İnsanların bir arada yaşamalarını temin aynı zamanda kişilik
haklarını da koruma anlamına gelir ki anca bu şekilde barışa hiz-
met edilir.
3. Dinin Hedefi Fertlerin Kişilik Haklarını Korumaktır
Cenabı-ı Hakkın yeryüzünde yarattığı en mükemmel varlık
insandır. Görünür görünmez ne kadar nimet varsa hepsi insanın
hatırı için yaratılmıştır. Allah, Güneşi, ayı, geceyi, gündüzü, gökle-
ri, yeri ve içindekileri, denizleri, nehirleri, uzay boşluğunda yüzen
varlıkları, dağları, rüzgârları, bulutları, yıldızları ve insanın bu
dünyada canının çektiği-helal-ne varsa hepsini insanın emrine
ver(il)miştir. Yani kâinatın yaratılış gayesi insandır. Yeryüzünde
Allah'ı anlayan yegâne varlık da insandır. Kur'an insandan söz
ederken iki ifade kullanıyor: İnsan topraktan yaratıldı ve insan Al-
lah'ın ruhundan bir nefhadır52. Demek oluyor ki Kur'an, insanın kalı-
51 Maide, 5/5. 52 A'raf, 7/12-14; Rahman, 55/14; Bakara, 2/30.
International Workshop on Religious Sciences / Iğdır University
Int. Workshop on
Religious Sciences
30 December 2017
292
bı yanında o kalıbın hamallık ettiği bir başka 'ben"e, bir "öz"e işaret
etmektedir.
Kâinat ağacının meyvesi insandır. İnsan vasıta varlık değil,
bizzat gayedir. Gönderilen bütün peygamber ve kitaplar hepsi
insanın huzur ve saadeti içindir. Yapılacak bütün hizmetler insana
yöneltilmelidir. Gaye olduğunu tespit ettiğimiz insanı ihmal eden
bir hizmet ve aksiyon ne kendi zaferine, ne de insanlığın ilerleme-
sine katkıda bulunamaz. İnsan imar edilmeli, insan güzelleştiril-
meli, insan mutlu kılınmalıdır ki dünya, özlenen kıvam ve düzene,
dirlik ve esenliğe ulaşabilsin. Kuran'da bir insanın haksız yere
öldürülmesi bütün insanlığın öldürülmesine denk tutulmuş53. Bu
bakımdan İmamı Rabbani bu noktaya temas ederken şöyle der:
"İslamiyet insanların saadeti için çalışanları, kendini kurtarmaya
çalışanlardan üstün tutmaktadır”. Hz. Peygamber: "İnsanlar Al-
lah'ın iyalidir/ev halkıdır. Ve Allah katında en sevimli kul, Allah'ın iyali-
ne en çok faydalı olan kuldur54 buyurur. Yine Peygamberimiz Müs-
lümanı tarif ederken şöyle ifade eder: "Müslüman, insanları eli ve
diliyle rahatsız etmeyen kişidir55.
Şeyh Galib şöyle der; "Hoşça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen,
Mer dum-i dide-i ekvan olan âdemsin sen. Evet, Allah insana o kadar
değer atfediyor ki, ona verilecek ikram şöyle ifade edilir; Dünya-
nın bin sene mes'udane hayatı, bir saat hayatına mukabil gelmeyen
cennet hayatının ve o Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat
rü'yet-i cemaline mukabil gelmeyen bir Cemil-i Zülcelalin daire-i
rahmetine ve mertebe-i huzuruna56 alacak.
Allah tarafından böyle mükemmel yaratılan insan, haklarının
korunması açısından adeta korunmaya alınmıştır. Mesela; Her-
hangi bir kimsenin ayıp noksan ve kusurlarını onun arkasından
söylemek insanın ölmüş olan kardeşinin etini yemeye denk tutul-
53 Maide, 5/32. 54 Acluni, Keşfu'l-Hafa,I, 380. 55 Buhari, İman,4; Müslim, İman,64. 56 Nursi, Hakikat Nurları, 45.
Uluslararası Din Bilimleri Çalıştayı / Iğdır Üniversitesi
Uluslararası Din
Bilimleri Çalıştayı
30 Aralık 2017
293
muştur57. Bu hususta Peygamberimiz tarafından insanların kusur-
larını sayıp dökmenin çirkinliği şöyle ortaya konur. “Gıybet, zina-
dan daha kötüdür. Adam zina eder, sonra tövbe eder ve Allah da onu
bağışlar; ama gıybet edenin bağışlanması, gıybet ettiği kişinin affı olma-
dan mümkün değildir.”58 Miraç’tan bahseden ünlü hadiste peygam-
berimiz, cehennem ehlinden bazılarını başkalarının kusurlarını
sayıp ortaya dökenlerin azap gördüklerini, ölü eti yer bir halde
gördüğünü beyan eder59.Bütün bunlar insanların kişilik haklarının
Allah tarafından teminat altına alındığının en açık ifadesidir.
Toplum olarak başkalarının noksanlarını sayıp dökmeme
"kampanyası" düzenlesek değer. Beş vakit namaz kılıp ellibeş defa
gıybet ediyorsak, bir ay oruç tutup onbir ay dedikodu yapıyorsak,
ömürde bir defa hacca gidip bir ömür başkalarının noksanla-
rı/gıybeti ile hayatımızı idame ettiriyorsak, yaşadığımız bu hayat
denizinde boşuna kürek çekiyor başkalarının namı hesabına çalışı-
yoruz demektir. Kur'an bu belanın büyüklüğüne ısrarla dikkat
çekerek müstakil bir sürede60 bu hususa şöyle dikkat çeker. "Yazık-
lar ve azaplar olsun bütün arkadan çekiştirip laf dokunduranlara ve yüze
karşı ayıplayanlara, kaş göz işareti yapıp alay edenlere." Kur'an'da baş-
ka hiçbir yerde "Allah'ın Ateşi"ifadesi denmemiştir. Bu sürede ateş
Allah'a nispet edilerek, Allah’ın kullarının kişilik haklarına tecavüz
edenlerin haklarından sadece onun geleceği ve onların bu ateşe
atılacağı söylenmektedir. Kişilik haklarına saldırı normal insanla-
rın yapacağı iş değildir, bunu yapanların bünyesinde hastalık var-
dır. İffetli hanımlara iftira ederek kişilik haklarını ihlal etmenin
İslam hukukundaki cezası, seksen celde/ vuruş olmasının yanısıra
onların tanıklıklarının ebediyen kabul edilmemesi ve fasık olarak
anılmalarıdır61 Peygamberimiz insana taalluk kamu hakkına mu-
sallat olanın cenaze namazına katılmazdı62. Kamuya ait mallara
57 Hucurat, 49/12. 58 Sağani,59. 59 Elmalı, Hak Dini Kur’ân Dili, V, 3147. 60 Hümeze, 104/1-9. 61 Nur, 24/4. 62 İbn Kayyım, Zadu'l-Mead, I, 515, III,107.
International Workshop on Religious Sciences / Iğdır University
Int. Workshop on
Religious Sciences
30 December 2017
294
tasallutun cezası insanı şehitlik mertebesinden bile eder. Kamu
hakkını zimmetine geçirenlere şehit denmesi peygamberimiz tara-
fından uyarılarak "asla şehit olmadı." itabı ile karşı karşıya kalmış-
tır63. Bütün bunlar Allah'ın insanın şahsiyetini korumasının birkaç
misalidir.
4. Din ve Denge İlişkisi
İnsanın sahip olması gereken altın kural dengedir. İnsan-
kâinat ilahi denge üzerinde hareket etmektedir. Hayatın her boyu-
tunda denge hâkimdir. Dengesizlik kozmik karşılığı kıyamettir.
Evren içerisindeki hassas dengenin bozulması da kıyametin kop-
ması olayıdır. Tarih de dengeyi bozanlarla korumak isteyenlerin
ölümsüz mücadelesinin adıdır. Peygamberler ilahi dengeyi tavır
ve davranışlarıyla sembolleştiren ideal örneklerdir. Kitaplar denge
öğretisinin ilahi metinleri.“... Her şey için bir ölçü koydu siz ölçüden
şaşmayınız...64” derken bunun altını çizer. Bu sadece bizim için ge-
çerli değil, geçmişte tarih sahnesinden silinmiş toplumların teme-
linde dengeyi koruyamamaları yatar. Bu bağlamda Hz. Nuh’un
kavmi peygamberin beşer olmaması gerektiğini ifade ederek den-
geyi sarsmışlardır.65 Neticede yok olmakla karşı karşıya kalınıyor-
du. Arkasından gönderilen Hz. Hud yeni bir dinin değil bozulan,
yani rayından çıkmış bir toplumu yeniden istikamet sahibi yap-
mak için gönderilmişti66. Hz. Salih topluma ve kamuya ait değerle-
re saygısız bir toplumda alabildiğine gayret göstermesine rağmen
onları yok olmaktan koruyamamıştır.67. Hz. İbrahim’in karşısına
dikilen Nemrut azgınlığın ve dengesizliğin zirvesini temsil ederce-
sine tavır sergiliyor ve yok olmaktan kurtulamamıştır.68 Hz. Lut’un
kavmi fıtrata aykırı çirkin ve iğrenç hareketler sergilemesi denge-
63 Ebu Davud, Cihad 133; Nesai, Cenaiz 66; İbn Mace, Cihad 34; Muvatta, Cihad 23;
Müsned, 4/114,5/196. 64 Rahman, 55/7-8; İslamoğlu, Yürek Fethi, s. 39. 65 Hud, 11/28. 66 Hud, 11/50-59. 67 A’raf, 7/73-79;Hud, 61-68; Hicr, 15/80-84; İsra, 59; Hacc, 22/42; Şuara, 26/141-
159;Neml, 27/45-53. 68 Bakara, 2/258.
Uluslararası Din Bilimleri Çalıştayı / Iğdır Üniversitesi
Uluslararası Din
Bilimleri Çalıştayı
30 Aralık 2017
295
sizliğin bir başka boyutunu ortaya koyarak çekip gitmişlerdi69.
Hz. Şuayb’ın kavmine en çok söylediği ifadelerden biri “Bütün
işlerinizde ölçü tartıyı tam olarak gözetin hukuken onların olan şeyden
insanları yoksun bırakmayın; ve iyi bir düzene kavuşturulduktan sonra
kalkıp yeryüzünde bozgunculuk yapmayın...70” ayetinde aynı problem-
le karşılaşılmaması için Kur'ân-ı Kerîm bizi de şöyle ikaz ederek,
şöyle ifade eder:"İşte böylece sizin dengeli bir ümmet olmanızı istedik
ki, insanlığa örnek ve model olasınız ve Resul de size örnek ve model ol-
sun71." Bu ümmetin en büyük özelliği ve örnekliği de dengeli üm-
met olmasıdır. Hz. Peygamber(s.a.v.) özellikle ölçüyü yakalamada
geçmiş toplulukların davranış tarzlarına dikkat çekerek ümmetini
uyarmıştır72. Doğal olanı terk etmek, fıtri ve ontolojik olana aykırı
davranmak, hayatı akîm bırakır. Kâinatın her karesinde denge
mevcuttur. Karelerden bir tanesinin kaldırılması dengenin bozul-
ması anlamına gelir. Zehirli yaratıklar ortadan kaldırılınca meyda-
na gelen başka bitkilerde zehirin ortaya çıktığı görülmüştür. Afri-
ka’da zehirli yılanlar ortadan kaldırılınca buğdaylar zehirli olarak
bitmiştir. Yani zehirli olan da bile abesiyet yoktur.
Din ve dengenin bir başka boyutu da; Hz. Peygamber(s.a.s.)
ruhbaniyetin İslâm’da olmadığını, sizin ruhbaniyetiniz cihattır –
yani; İslâm ile insanlar arasındaki engelleri kaldırıp Allah ile bu-
luşturmanızdır- diye ısrarla söylemesine rağmen73 bu gibi negatif
tavırları sergilemeyi isteyenler çıkmıştır. Hiç evlenmek istemeyen,
sürekli oruç tutmak isteyen, sürekli namaz kılmak isteyen sahabe-
ler için Hz. Peygamber(s.a.v.) bu davranışlarının fıtrata uygun
olmadığını söylemiş74, dinden soğutur diye cemaatle uzun namaz
69 A’raf, 7/80-84; Hud, 11/77-83; Hicr, 15/61-77; Enbiya, 21/74-75; Şuara, 160-175;
Neml, 27/54-58. 70 A’raf, 7/85; Hud, 11/84-94; Ankebut, 29/36-37. 71 Bakara, 2/143; 72 Buhari, İ’tisam 14; Müslim, İlim 6; İbn Mace, Fiten 17; Müsned, 3/84. 73 Müsned, 3/82, 266;6/226; Darimi, Nikah 3. 74 Buhari, Nikâh 1; Nesai, Nikah 4; Sıyam 76; Müsned, 2/216, 3/241, 285: Ebu Davud,
Tatavvu 27; Ramazan 1.
International Workshop on Religious Sciences / Iğdır University
Int. Workshop on
Religious Sciences
30 December 2017
296
kıldıranı uyarmıştır.75 Bir sefer esnasında Hz. Peygamber(s.a.v.) bir
kalabalık tarafından bir adam üzerine gölge yapıldığını görür ve
adamın durumunu sorar. Halk onun oruçlu olduğunu söyledikleri
zaman, Hz. Peygamber(s.a.v.) seferde –böyle meşakkatle- oruç
tutmak faziletli ibadetlerden- değildir76 buyurmuştur.
Said b. Hişam anlatıyor: "Önce karımı boşamak, sonra ken-
dime ait malları satmak, elime geçenlerle at ve silah alarak ölünce-
ye kadar cihad etmek için Medine'ye göç ettim. Kavmimden karşı-
laştığım bir gurup, daha önce de altı kişilik bir ekibin Hz. Peygam-
ber(s.a.v.) zamanında böyle bir işe teşebbüs ettiklerini, Hz. Pey-
gamber(s.a.v.)'in "ben size güzel bir örnek değil miyim?" diyerek
onları bu işten men ettiğini haber verdi. Ben de evime, ailemin
yanına geri döndüm77 der.
Hayatın her anında meydana getirilen ifrat ve tefrit öldürücü
bir zehir hükmündedir. Toplum dengede tutulmadığı zaman neti-
ce almak oldukça zordur. Böyle bir tutum dini hayatın dışına, hatta
hayat için gönderilen din, hayata karşı konuşlanmış bir öğreti ola-
rak algılanmaya götürür. Fıtrata aykırı tavır sergileme toplumu ve
ferdi kaosa sürükleyeceği Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından ifade
edilerek ümmetine bundan kaçınmalarını tavsiye ederek şöyle
buyurmuştur: “Aşırı gidenler hep helak oldu mahvoldular78” Bu hadi-
sin ne anlama geldiğini yukarıda ifade edilen ve ruhbaniyet adı
altında sergilenen sapma ve yozlaşmalar açıkça gösteriyor. Kurân-ı
Kerîm, yukarıda da açıkça görüldüğü üzere dengeli bir toplum
inşa etme talebindedir. Dengeli bir toplum fertlerin karşılıklı ilişki-
lerinin sağlıklı olduğu bir toplumdur. Karşılıklı ilişkilerin sağlıklı
olduğu toplumda barışın sözde değil özde olduğu bir toplumdur.
5. Din ve Toplum İlişkisi
Yaşadığımız dünyada hemen hemen her gün ve herkesten işit-
75 Buhari, Ezan 61, 62, 63; Müslim, Salat 182, 183, 184. 76 Buhari, savm 36; Müslim, Sıyam 92, 102. 77 Müsned, 6/53; Tirmizi, Vitir 14; Muvatta, Salatu'l-Leyl, 15;Nesai, Hacc 52; İbn
Mace, İkame 127. 78 Darımi, Mukaddime 19; Müslim, İlim 7; Ebu Davut, Sünnet 5; Müsned, I, 386.
Uluslararası Din Bilimleri Çalıştayı / Iğdır Üniversitesi
Uluslararası Din
Bilimleri Çalıştayı
30 Aralık 2017
297
tiğimiz fakat bir türlü netice alamadığımız veya almak istemedi-
ğimiz bir husus var. Nedir o diye soracak olursanız, yabancısı ol-
madığınız bir kavramdır bu; "toplumda birlik ve beraberliği sağlama."
Bu memlekette yaşayıp bu kelimenin yabancısı olan yok gibidir.
Fakat her nedense bu kavramın içi bir türlü doldurulamamış,
"temcid pilavı" gibi tekrar edile gelmektedir. Acaba bu çok mu zor-
dur da tahakkuk etmiyor.
Kur'an-ı Kerim'in gönderiliş gayesinin temel esprisi de gönde-
rildiği toplumu bir arada yaşatma formülünü hayata geçirmektir.
Fakat bu hiçbir zaman farklılıkları aynileştirmek için değildir. İn-
sanlar arasında düşünce ve fikir ayrılıkları olması doğaldır. Bu
Allah'ın yasası gereğidir."Eğer rabbin dileseydi, insanları bir tek üm-
met yapardı. Ama birbirleriyle tartışmaya devam
dir79."İnsanların değişik düşünmesi, giyinmesi, konuşması, birta-
kım farklılıkların olması kadar doğal bir şey yoktur. Yeter ki bu
farklılık karşılıklı düşmanlığa ve yok etmeye dayanmasın. Farklı
olmak bir toplum için zenginliktir, güzelliktir. Bunun düşmanlığa
dönüşmesi yıkıma götürür. Kur'an-ı Kerim bünyesinde Müslüman,
Yahudi, Hıristiyan, Mecusi, Ateist/ dehriyyun...,gibi çeşitli fikir
guruplarından ayrı -ayrı bahsederek bir arada yaşamalarını temin
ve tavsiye eder. İnsanlar toplumda yaşayan her fikir ve düşünceye
karşılıklı tahammül etmelidir. Yoksa "suçlu" beyaz ise "suçlu" dur;
"siyah ise "siyah suçlu"dur. Benzer şekilde, "terörist" Hıristiyan ise
"teröristtir", ama Müslümansa "İslamcı terörist" denilebilmekte-
dir80. Halbuki suçlu suçludur. Bu şekildeki bir ötekileştirme top-
lumun temel yapısına dinamit koymaya eşdeğerdir. Toplumsal ve
siyasal özgürlükler; bir topluluğun, başka toplulukların özgürlük-
lerine tecavüz etmeksizin ve tehdit oluşturmaksızın, istediği gibi
yaşamasıdır81. Aynı şekilde giyinen, düşünen aynı felsefeye aynı
şekilde inanan insanlardan kurulu bir toplum, bazı filozofların,
ütopyacıların ve diktatörlerin hayalini süslemişse de, tarihi tecrübe
79 Hud, 11/118. 80 Talu, "Öteki'nin Medyada Yeniden Üretimi", s. 90 81 Ateş, "Öteki'yi Anlamak," s. 121.
International Workshop on Religious Sciences / Iğdır University
Int. Workshop on
Religious Sciences
30 December 2017
298
bunun mümkün olmadığını gösteriyor. Bizim gibi imparatorluk
bakiyyesi değil de, tek kaynaktan gelen katışıksız toplumlarda bile,
toplum mühendislerinin özlediği türden bir "birlik beraberlik" sos-
yolojik olarak imkânsızdır.
Ayvazoğlu’nun dediği gibi: “İnsanların kimi dindardır, kimi
değil; kimi şu mezheptendir, kimi bu mezhepten; kimi şu felsefeye
inanır, kimi bu felsefeye; kimi A partisindendir, kimi B partisin-
den; kimi hayvan severdir, kimi hayvanlardan nefret eder; kimi
Galatasaraylı, kimi Fenerbahçelidir; kimi zekidir, kimi aptal... Ha-
sılı, herkes bir yığın kimlik taşır. Demokrasilerde, bütün bu kimlik-
lerin kamusal alana yansıması kaçınılmazdır...” Sadece bir memle-
kette değil bir evde bile değişik kimliklere sahip çocukların olması
kadar tabi bir şey yoktur. Bırakın değişik kimliklere sahip olmayı,
Cenab-ı Hak, Hıristiyan ve Yahudi kadınlarıyla bir Müslüman'ın
evlenmesini yasaklamamış, aksine uygun görmüş, yemeklerinden
yenilmesini haram kılmamış, çünkü fıtratın gereği budur. İnsanlar
ayrı dinlere müntesip olsalar bile aynı yastığa baş koymayı aynı
sofrada bir araya gelmeyi öğrenmeliler. Evdeki beraberlik, toplu-
ma, oradan da memleketin birlik ve beraberliğine götürür.
Hz.Peygamber, gönderildiği toplumda bunu layıkı veçhile sağla-
mıştır. Medine'ye gelir gelmez tek tip insan, tek tip düşünce, tek
tip kıyafet değil, Medine'de yaşayan bütün inanç guruplarını bir
arada yaşatmıştır. Mazlum kim olursa olsun, kimin hakkı hukuku
çiğnenir, ihlal edilir, özgürlüğü kısıtlanır, mağduriyete uğrarsa ona
mutlaka, ama mutlaka yardım edilecektir, şeklinde antlaşma metni
hazırlamışlardır82.
Bizim en büyük sıkıntımız nedir diye sorsalar söylenecek tek
şey; insanları bir arada yaşatamamadır. Bir arada yaşamak zorun-
dayız çünkü bizim gidecek başka yerimiz yoktur. Bulgaristanlı
buraya sığınır, Kuzey Osetya'lı buradan yardım bekler, Bosnalı,
Karabağlı, Kosova'lı , Arnavutluklu, Kuzey Iraklı, hepsinin ümidi
biz değil miyiz. Herkesin sığınağı ve dayanağı Türkiye değil mi-
82 Hamidullah, l-Vesaiku's-Siyasiyye, s. 59.
Uluslararası Din Bilimleri Çalıştayı / Iğdır Üniversitesi
Uluslararası Din
Bilimleri Çalıştayı
30 Aralık 2017
299
dir? Ama şunu unutmayın bizim sığınacak hiçbir yerimiz yoktur.
Toplumsal barışın sağlanmasında dayatmanın olmaması ge-
rekir. Dinlerin gönderiliş gayesi baskı ve dayatmayı kaldırmaktır
dense doğrudur.
6. Din ve Dayatma İlişkisi
Kuran'ı Kerim'de tefekkür/düşünce hayatının yer etmesini
sağlamak adına mutlaka faaliyetlerde bulunulması gerektiği ısrarla
vurgulanır. Bu hususta muhataplara baskı ve yıldırmaların olma-
ması gerektiğinin altı da ayrıca çizilir:"Dinde baskı-zorlama-
tiksindirme yoktur. Doğru ve güzel olan, çirkinlik ve sapıklıktan açık
biçimde ayrılmıştır...83" "Artık uyar, düşündür. Çünkü sen bir uyarı-
cı/düşündürücüsün. Üzerlerine musallat bir despot değilsin84." "...O
halde tebliğ etmek sana, hesap sormak bize düşer85." "Resule itaat eden
Allah'a itaat etmiş olur. Yan çizen çizsin, biz seni onlar üzerine bekçi
göndermedik86." "Allah dileseydi, şirke batmazlardı. Biz seni onlar üze-
rine bekçi yapmadık. Sen onlara vekil de değilsin87. Bütün bunlar insan-
ların muhalif bile olsa çok rahat bir şekilde düşünmelerini sağla-
mak içindir. Düşünce ve baskıya cezanın değil teşvikin yapıldığı-
nın en çarpıcı ifadeleridir.
İnsana düşen başkasının nasıl ve neyi düşüneceğini tayin ve
tespit etmek değil, akla kapı açıp ıhtiyarı-tercihi elinden almamak-
tır. Düşünceye ipotek koymayı Allah'ın yasakladığını yukarıdaki
ayetler ortaya koymaktadır. Bu sadece dindar için değil, “inanma-
yanın” bile teminatı dindir. Şiddet ve hakaret içerikli olmamak
kaydıyla her türlü fikir ve düşüncenin rahat ifade edebilme ortamı
hazırlama görevi din müntesiplerine aittir.
Kur'an'da karşıt fikirlerin anlatılmasına müsamaha ve imkân
verilerek bu hususta hiçbir zaman baskı yoluna gidilmemiştir.
Hâkimiyete sahip olma adına Nemrud İlahlık iddiasında bulun-
83 Bakara, 2/256. 84 Ğaşiye, 88/21-22. 85 Ra'd, 13/40. 86 Nisa, 4/80. 87 En'am, 6/107.
International Workshop on Religious Sciences / Iğdır University
Int. Workshop on
Religious Sciences
30 December 2017
300
muştur. Bu husustaki fikirlerini çok rahat bir şekilde serdedebil-
miştir. Allah'ta bize bunları Kur'anda hikâye ederek anlatır. Olay
şöyledir:
"Allah kendisine hükümranlık verdiği için şımararak Rabbi hakkın-
da İbrahim ile tartışan kişinin haline bir baksana! İbrahim O'na "Benim
rabbim hayatı veren ve hayatı alandır" deyince O: "Ben de yaşatır ve
öldürürüm" dedi. Bunun üzerine İbrahim: İşte Allah güneşi doğudan
doğuruyor, haydi sen de batıdan doğdur bakalım", der demez kafir apışıp
kaldı. Zaten Allah zalimleri muvaffak kılmaz88."Burada dikkate sunu-
lan Allah'ın sahasına müdahele manasına gelen fikir ve düşüncele-
rin çok rahat bir şekilde ifade hürriyetine sahip olmasıdır. Allah'ın
insanla diyaloga girmesinin en güzel örneğidir.
Yanlış da düşün(ül)se o fikrin gelişip boy verme imkânı ve-
rilmelidir. Her düşünce karşıtı ile vardır ve gücünü karşıtına borç-
ludur. Karşıdakinin yanlışlarını ortaya koyarak kendisi ufuklara
açılır. Hoşgörüsüz akımlara, görüşlere bile hoşgörülü olacak kadar
cömert olmak gerekir89. Kur'an aşağıda geleceği gibi İnsanların
ilahlık iddiasını bile nakleder. Ortaya koyduğu hakikatler karşı-
sında diğerleri mum gibi eriyip gitmişlerdir. Kendine güveni olan
başkasına baskı uygulamaz. Başkasını baskı altında tutup sindire-
rek imkân tanımama acizliğin ifadesidir. Bundan olsa gerektir,
Kur'an eleştiriden çekinmez, kendi kendini müdafaa eder.
Tarih'te hiçbir kültür çizmeyle yok edilememiştir. Kur'anı Ke-
rimin getirdiği fikirlere karşı baş edemeyen Mekke’liler, Câhız’ın
dediği gibi "İlmi/fikri delil getiremeyince kılıçlara başvurdular." Bu
şekildeki bütün girişimler Kur'anın sürekli parlamasını ve kök
salmasını netice vermiştir. Bütün muhalefetlere rağmen günümüze
kadar gelmesi bunun en güzel delili değil midir? Mussolini, Hitler,
Stalin, Franko gibi insanlar yalnız milyonlarca cana değil, insanlı-
ğımıza, onurumuza da kıydılar. Hepsi de tek biçimli insan meyda-
na getirme isteriyle kendilerini Tanrı'nın yerine geçirdiler. Kendi
88 Bakara, 2/258. 89 Selçuk, Demokrasiye Doğru, s. 26.
Uluslararası Din Bilimleri Çalıştayı / Iğdır Üniversitesi
Uluslararası Din
Bilimleri Çalıştayı
30 Aralık 2017
301
akıllarının ürettiği tek gerçeği topluma dayatarak, kendilerinden
menkul yol göstericiliği benimseyerek toplumsal olayla-
rın/olguların kişilere aktörlere teslim olmayacak kadar karmaşık
olduğunu düşünmediler...90
Yukarıda ifade edildiği gibi hiçbir peygamber ilahi vahyi ya-
yarken baskı ve cebir yolunu kullanmaz. Fikirleri baskı ve cebir
yolu ile kabul ettirmede ortaya çıkacak olan manzara fertlerin iki-
yüzlü/münafık olarak ortaya çıkmalarıdır.
Hâlbuki açık yürekli bir muhalif bin tane ambalajlı Müslüma-
na/Münafığa yeğdir. Münafıklık örtülü bir din inkârıdır. Fikir ve
düşünce özgürlüğünün olmadığı toplumlarda ikiyüzlü insanlar
sayılamayacak kadar çok olur. Sebebi de fikrini aykırı da olsa ifade
etme imkânı bulamamıştır. İnsanı insan olmaktan çıkaran nifak
hareketi, Allah katında da çok çirkin bir nefret unsurudur. Toplum
yapısından mutlaka atılması gereken bir virüstür.
Bütün bunlara mukabil hürriyet Allah'ın bir ihsanı, ikramı ve
imanın bir hassasıdır. İnsanın kutsadığı şeyleri karşımızdakinin de
kutsamasını bekleyip mecbur tutamayız. Sahip olduğumuz değer-
lerin saygıya ve kutsanmaya en layık değerler manzumesi olduk-
larını ikna ile kabul ettirdikten sonra ondan bir şeyler bekleyebili-
riz. İmanın gelişme ve boy verme yeri ancak düşünce özgürlüğü-
nün sağlam ve duyarlı olduğu yerlerdir. Hz. Peygamber iman
hususunda özgür bir ortamın oluşturulmasını hep talep etmiş,
baskı ve cebir yolu ile kabul edilen ve ettirilen imanın Allah katın-
da kayda değer olmadığını ifade etmiştir. Kur'an ve sünnette Al-
lah'a karşı mükellef olduğumuz ibadetlerin terkinde dünyevi bir
cezanın takdir edilmemesinin temel esprisi dinin ve imanın ancak
özgür bir ortamda gelişeceğinin ortaya konmasıdır.
Toplumda fikirlerin ifade edilme imkânını bulamaması tarihte
değişik sıkıntılar meydana getirmiştir. Bunun başında ambalaj-
lı/maskeli Müslüman tipi diye anılan münafıkların türemesi gelir.
Böyle bir durum toplumsal barışa hizmet etmez.
90 Selçuk, Demokrasiye Doğru, s. 31.
International Workshop on Religious Sciences / Iğdır University
Int. Workshop on
Religious Sciences
30 December 2017
302
7. Din ve Haram Lokma İlişkisi
Bütün ilahi metinlerin gönderilmesinin bir boyutu da insanla-
rın bir arada barışık ve birbirlerinin hukukuna riayetini temin
içindir. Bir arada, hak ve hukuklarına riayet edilmeyen toplumlar
krizden kurtulamadıkları gibi bu toplumlar "başı belalı" toplumlar
olagelmiştir.. Kutsal metinlerin insanların hayatına dahil olmaları-
nın esas sebebi toplumların başını beladan kurtarmaktır. Kur'ân-ı
Kerîm'de:"Birbirinizin mallarını haksız şekilde yiyip tüketmeyin ve
başkalarına ait meşru mallardan hiç birini bilerek haksızlıkla tüketmek
için hukuki hilelere başvurmayın91." diyerek inanan insana nasıl bir
hayat tarzı istediğini ortaya koyar.
"Ey imana ermiş olanlar! Birbirinizin mallarını haksız yollarla -
karşılıklı rızaya dayanan ticaret yoluyla da olsa- heba etmeyin ve birbiri-
nizi mahvetmeyin; zira Allah, sizin için bir rahmet kaynağıdır92." derken
Müminler başka bir kimsenin mal varlığını haksız şekilde tüket-
mekten alıkonulmuşlardır. Bu haksızca alınan mal yetime ait bir
mal ise Kur'ân-ı Kerîm'in bu husustaki tehdidi son derece çarpıcı-
dır: "Yetimlerin mallarını günahkârca yiyip bitirenler, sadece karınlarını
ateşle doldurmuş olurlar. Çünkü öteki dünyada yakıcı bir ateşe mahkûm
olacaklar93."
Toplumsal hayatımızda ayırımı yapılmadan başkasına ait ma-
lın yenmesi değil "yaklaşılmaması" gerektiği vahiy tarafından
ifade edilmiştir94. Hz. Peygamber (sas) başkalarına ait mallara
ümmetinin dikkat etmesini istemiş. Kendisine başkasının malını
gasp ettiğine dair her hangi bir suçlama isnat edilememiş ve üm-
metini ise şöyle uyarmıştır: “ Ey İnananlar! Kıyamet gününde sizden
birinizi zimmetine geçirdiği deve, at, inek ve koyun gibi hayvanlar, kendi-
lerine has sesler çıkarır, vaziyette boynuna yükletilmiş olarak Allah’ın
91 Bakara, 2/188. 92 Nisa, 4/29. 93 Nisa, 4/10. 94 Duha, 93/9; Mal;İsra, 17/34;Fecr, 89/17; Maun, 107/2; İnsan, 76/8; Bakara,
2/83,177,215,220.
Uluslararası Din Bilimleri Çalıştayı / Iğdır Üniversitesi
Uluslararası Din
Bilimleri Çalıştayı
30 Aralık 2017
303
huzuruna gelmiş bulmayayım95. O zaman o kişi de “ Bana yardım et
Ya Resulallah “ diyerek inleyecek ve ben de, senden Allah’ın aza-
bını gideremem, sana bu gerçeği tebliğ etmiştim diyeceğim.” Yani
bu günkü ifadesi ile para kasaları, başkasından hediye diye alınan
haksız mal, adam kayırma, zulüm ile mahşere gelmeyin. Anne,
baba ve kardeşlerimizden, hanımlarımızdan kaçacağımız o gün
yani mahşer ve mizan günü oldukça çetin geçecektir.
Hz. Peygamber(s.a.v.) başkasına –kamuya- ait mal uhdesinde
iken vefat eden kimsenin cenaze namazını kılmayıp sahabe-i
Kirâm'a siz kıldırın deyiverir.96
Hz. Peygamber(s.a.v.) ile beraber cihada çıkarak öldürülen
kimse için sahabe-i Kirâm ne mutlu ona cennete ulaştı ve şehid
oldu dediklerinde Hz. Peygamber(s.a.v.) “hayır o şimdi cehen-
nemdedir” demesi. Bunun sebebini araştırırken eşyaları arasında
kamuya ait bir çalıntı malın olduğunu fark etmeleri bu hususta
güzel bir örnektir.97
Kur'ân-ı Kerîm Hz. Salih'in kavminin helakine dikkat çeker-
ken onların helakin eşiğine getiren hususun bütün topluma ait
kamu malı mesabesindeki "deveye" saygı göstermeyip onu ortadan
kaldırdıkları hususu nazara verilir. Bütün bunlardan şu anlaşılır
ki, fert cihad meydanında bile olsa haram lokma onu felakete götü-
rebiliyor. Bir toplum helale riayet etmedikçe rahat yüzü göremez.
İkinci dünya harbinde ünlü Maginot –majino- hattının Almanlar
tarafında aşılmasını, Fransız askerlerin zevk ve eğlenceye dalarak
görevlerini tam yapmamalarına bağlayan Fransa başbakanı, rad-
yodan yaptığı konuşmasına şu cümle ile başlamıştı: "yurttaşlarım
zevk bizi mahvetti98."
Hz. Peygamber (sas) inanan insanın “harami” olmasını değil,
95 Buhari,Hibe 17. 96 Ebu Davud, Cihad 133; Nesai, Cenaiz 66; İbn Mace, Cihad 34; Muvatta, Cihad 23;
Müsned, IV, 114,V, 196. 97 Darimi, Siyer 47; Müslim, İman 30; Müsned, I, 30, III, 47. 98 Öztürk, Depremin Gösterdikleri, s. 52.
International Workshop on Religious Sciences / Iğdır University
Int. Workshop on
Religious Sciences
30 December 2017
304
"hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir şey yemiş değildir99" buyu-
rarak üretmemiz gerektiğini ve bulunmamız gereken çizgiyi gös-
terir. En temiz kazanca ise şöyle cevap vermiştir."Kişinin kendi
elinin emeği, bir de dürüst ticaretin kazancı100." Yine bir defasında
Tebük dönüşünde Sa'd b. Muaz ile karşılaşıp tokalaşmış, ellerinin
nasırlaşmış olduğunu nafakasını temin için hurma bahçemde çalı-
şıyorum" cevabını verince Hz. Peygamber(s.a.v.) Sa'd b. Muaz'ın
elini öpmüş ve "işte bu eller Allah’ın sevdiği ellerdir" buyurmuştur101.
8. Din ve Toplumsal Mutluluk
Cenab-ı Hakkın tarih boyunca gönderdiği bütün kutsal metin-
lerin temel gayesi belli bir sınıfın veya gurubun huzur ve saadeti
değil, bütün bir toplumun mutluluğunu temin etmektir. Hayat
denizinde belli bir sınıfa ait adacıkların oluşmasını önleme hemen
herkesin görevleri arasındadır. Bir vücuttaki bütün azalar sağlam
olmadığı sürece, nasıl vücut sıhhat bulamazsa, toplumun da en
küçük ferdi huzur ve saadeti yakalayamadığı müddetçe toplumsal
saadet yakalanamaz.
Hz. Peygamber(s.a.v.)"Birbirlerini sevmede, birbirlerine merha-
mette, birbirlerine şefkatte inanan insanların misali, bir bedenin misali
gibidir. Vücuttan bir uzuv rahatsız olsa, diğer uzuvlar da aynı sıkıntıyı
çekerler102." Derken mutluluğu paylaşmada bütün toplumun bir
vücut gibi algılanması gerektiğini özenle vurgular. Bunun yaka-
lanması için aynı duygu, düşünce ve ideale sahip olunması gerek-
mez. Hz. Ömer bir defasında herhangi bir tapınağın önünden ge-
çiyordu, orada sakalı göbeğinde, iki büklüm, bembeyaz saçlarıyla
yaşlı bir insan duruyordu. Onu görünce dizlerinin bağı çözüldü ve
iki büklüm oldu ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Niye ağlıyor-
sun ya Emire'l-Müminin? Diye sorulduğunda bu yaşına rağmen
halen iman nasip olmamış mealinde sözler söylemişti103. İnsanın
99 Buhari, Buyu15, Enbiya 37. 100 Müsned, IV, 141. 101 Bardakoğlu, "Hukuk ve Ticari Hayat", İlmihal -İslâm Ve Toplum- II, 409. 102 Buhari, Edep 27; Müslim, Birr 66. 103 İbn Kesîr, Tefsîru Kur'âni'l-Azîm, VIII, 406.
Uluslararası Din Bilimleri Çalıştayı / Iğdır Üniversitesi
Uluslararası Din
Bilimleri Çalıştayı
30 Aralık 2017
305
kendi tattığı mutluluğu bir başkası ile paylaşması olayı bu olsa
gerektir. Çünkü bu kendi mutluluğunu başkasının mutsuzluğunda
değil, mutluluğunda görmenin açık ifadesidir.
Kur'ân-ı Kerîm"Ey Mü'minler kendiniz için özenle ayırdığınız
şeylerden başkaları için ayırmadıkça gerçek mutluluğa ulaşmış olamazsı-
nız...104"diyerek kendisini başkalarının ihtiyaçlarını karşılama için
duyarlı hale getirmeyen kimsenin mutlu olamayacağını ifade eder.
Başkalarının mutluluğunu temin etme anlamına gelen başkasına
borç para verme Cenab-ı Hakka verilmiş gibi telakki edilmektedir.
Kur'ân-ı Kerîm:"Kimdir o yiğit ki Allah'a güzelce ödünç verir. Allah da
onun verdiğinin mükafatını kat kat artırır. Allah rızkı kısar da, bollaştırır
da. Zaten hepiniz döndürülüp ona götürüleceksiniz105" diyerek İnsana
yapılan iyiliğin mevlaya yapıldığı anlamına geldiğinin altı çizil-
mektedir. Mutluluğu tatmanın yolu insanların sahip oldukları
imkanları başkaları ile paylaşmaktan geçer. "Allah faizli kazançları
bereketten mahrum eder, ama karşılıksız yardımları artırarak bereketlen-
dirir...106" Kendi mutluluğunu başkalarının mutsuzluğu üzerine
bina edenler hep kaybetmiş, paylaşanlar hep kazanmıştır. Faiz
emek sarf etmeden başkasının alın terini sömürme ve ensesinde
boza pişirerek elde edilen haram kazançtır. Sadaka ise karşılıksız
herhangi bir maddi karşılık beklemeden yapılan yardımdır ki bu
tamamen başkalarının mutluluğunu temin için verilir.
Bugün yeryüzünde birçok problemin temelinde nimetlerin
sağlıklı ve dengeli paylaşılmamasında yatmaktadır. Yeryüzündeki
kaynakları mutlu bir azınlık % 80'nini, geriye kalan % 20'lik kısmı-
nı dünya nüfusunun % 80'i paylaşmaktadır ki böyle bir manzara
insanlığın huzur ve saadeti adına pembe bir tablo teşkil etmemek-
tedir. Asıl pembe tablo oluşturmanın yolunu Kur'ân-ı Kerîm şöyle
göstermektedir."...Kendileri ihtiyaç duysalar bile o kardeşlerine öncelik
verir onlara verilmesini tercih eder107." Kendi mutluluklarını başkala-
104 Âl-i 'İmrân, 3/92. 105 Bakara, 2/245; Hadid, 57/11. 106 Bakara, 2/276. 107 Haşr, 59/9.
International Workshop on Religious Sciences / Iğdır University
Int. Workshop on
Religious Sciences
30 December 2017
306
rının mutluluğunda görmenin pratik yolunu Kur'ân-ı Kerîm gös-
termektedir.
Hz. Peygamber(s.a.v.)'e bir adam gelip açlıktan kıvrandığını
ifade eder. Kendisinde yiyecek bir şey bulunmayınca, buna kim
sahip çıkar diye sahabeye söyler. Sahabeden Ebu Talha onu alıp
evine götürür. Evde çocuklarının yiyeceğinden başka yiyecek ol-
madığını öğrenir. Fakat mevlaya gönül vermiş, imanın bütün ilik-
lerine işlediği peygamber dostu Ebu Talha başkasının mutluluğu-
nu kendi ve ailesinin mutluluğuna tercih eder. Misafirini güzelce
ağırlar. Öyle bir ağırlama ki gökler bile dile gelir. Yukarıdaki ayet
nazil olur108. Allah'ı razı etmenin onun rızasını kazanmanın yolu-
nun geçtiği esas başkalarının mutluluğunu kendi mutluluğuna
tercih etmedir. Mum misali erirken başkalarını aydınlatma.
Sahabe-i Kirâm'dan birine bir kelle hediye edilir. O da "karde-
şim falan ve ailesi buna bizden daha fazla muhtaçtır" der ve ona gönde-
rir. O da bir başkasına derken bu suretle tam yedi ev dolaşır ve
nihayet yine öncekine dönüp gelir. Bütün bunlar tarihin şahit olup
fakat halen bizim şahit olamadığımız hadiselerdir. Mutlu bir dün-
ya kurmanın yolu bundan geçmektedir. Yermuk savaşında şehid-
ler arasında son nefesine gelmiş yaralıların, kendilerine verilen bir
yudum suyu arkadaşları arasında nasıl dolaştırdıklarını tarih
yazmıştır.109 En çok sevdiği dostundan bile vazgeçerek başkalarını
tercih etme olayı "kardeşliğin tesisi110" olarak hep yad-ı cemille anı-
lacaktır. Toplumsal barışın sağlanmasının en güzel yolu topulu-
mun bir iman ahlak cemiyeti haline getirilmesi olayıdır.
9. Dini Yanlış Anlama Problemi
Tarih boyunca dinin anlaşılması ve yorumlanması hep tartışıla
gelmiştir. Bakış açısı çok önemlidir. Yamuk bakma, yanlış anlama-
ya vesile olur. Rahmet olan vahiy yanlış anlaşılırsa sıkıntılara se-
bep olabilir. Tarihte haricilerin toplumda kaos üretmelerinin teme-
108 Buhari, Edahi 61; Müslim, Hacc 475; Ebu Davud, Cenaiz, 67; Nesai,Kasame 3; İbn
Mace, Diyat 28. 109 Elmalılı, Hak Dini Kur'ân Dili,VII/504. 110 Elmalılı, Hak Dini Kur'ân Dili, VII/504.
Uluslararası Din Bilimleri Çalıştayı / Iğdır Üniversitesi
Uluslararası Din
Bilimleri Çalıştayı
30 Aralık 2017
307
linde yanlış anlama sorunu vardı. Hariciler parlak ve yaldızlı söz-
lerin tesiri altında kalıyorlardı. Hamaset duyguları ve kelimelerin
zahirine saplanmak hevesi, haricilerin açık özelikleridir. Fedakar-
lık, serkeşlik, ölümden çekinmemek, sebepsiz tehlikelere atılmak
gibi vasıflar bunlardan bir kaçıdır. Bütün bunlar bilgiye dayanma-
yan tamamen hisse dayanan özelliklerdir. Bilgiye dayanmayan bir
hususun toplumda huzuru temin etmesi oldukça zordur.
Haricilerin içinde öyleleri vardı ki, Hz. Ali hutbe okurken sö-
zünü keserlerdi. Hatta o, namaz kılarken namazını kesenler bulu-
nurdu. Hakem olayından dolayı Hz. Ali’yi tekfir ettiler. Allah'tan
sevap umarak Müslümanlara meydan okuyanlar bile vardı. Böyle
yapmakla Allah'a yaklaştığını zannederlerdi. O kadar ileri gittiler
ki Abdullah b. Habbab b. Eret'i öldürdüler cariyesinin karnını deş-
tiler. Bunların çoğunda güya İslâm'a hizmet etmek düşüncesi
hâkimdi fakat buna yanlış yolda yürüdüler. Onlarla konuşmak için
Hz. Ali, ibn-i Abbas'ı onlara gönderdi. İbn-i Abbas gelince ona
ikramda bulundular. Karşısında öyle adamlar gördü ki uzun
müddet secde ede ede alınları dağlanmış gibi yara olmuş, elleri,
yerlere çöken deve dizleri gibi kalınlaşmış, sırtlarında yıkana yıka-
na eskimiş gömlekleri olan insanlar gördü.111
Bunların akidelerinde ihlas üzere olduklarında şüphe yok. Fa-
kat bu ihlasın noksan tarafları çok, evvela dini anlayışları yanlıştı.
Dinin özünü anlamada problemleri vardı. "Kendilerine muhalif her
Müslümân'ın kanını helal saymaları büyük hatalarındandı."
Ebu'l-Abbas Müberrid şöyle diyor: "Hariciler bir defa bir Müs-
lümân ile bir Hıristiyan'a tesadüf etmişler. Müslümân'ı öldürmüş-
ler Hıristiyan'a peygamberine olan ahdini muhafaza etmesini tav-
siyede bulunmuşlar...
Abdullah b. Habbab'a rastladılar, boynunda Kur'ân-ı Kerîm
asılı yanında da hamile olan karısı vardı. Bunlar Abdullah'ı yaka-
layıp:
111 Zehra, İmam Şafii, s. 104.
International Workshop on Religious Sciences / Iğdır University
Int. Workshop on
Religious Sciences
30 December 2017
308
-Şu boynunda asılı olan kitap bize seni öldürmemizi emredi-
yor, dediler.
-Ebu Bekir ve Ömer hakkında ne dersin? Diye sordular. O da
onları hayırla yad etti.
-Hakem tayin etme hadisesinden önce Hz. Ali hakkında ve
keza Hz. Osman'ın altı senesi hakkında ne dersin? Dediler. O da
yine hayırla yadederek cevap verdi.
-Hakem meselesi hakkında ne dersin? Diye sordular o da şu
cevabı verdi:
-Benim diyeceğim şudur. Hz. Ali Allah'ın kitabını sizden çok
âlâ bilir. Dinini sizden daha iyi korur, sizden daha çok basiret sa-
hibidir. Onlar da;
-Sen hidayete tabi olmuyorsun, adamlara isimlerine bakarak
tabi oluyorsun, dediler ve onu dere kenarına çekip hayvan boğaz-
lar gibi kestiler!...
Orada bulunan bir Hıristiyan'dan hurma satın almak istediler.
O da:
-Hurma parasız sizin olsun, dedi.
-Parasız asla kabul etmeyiz, dediler. Hıristiyan bu adamların
yaptıklarına şaşarak:
-Ne acayip kimseler, dedi. Abdullah b. Habbab gibi bir zatı
öldürdüler, bizden parasız hurma kabul etmezler!...112
Bütün bunlar dini yanlış anlama ve yorumlamanın toplumda
meydana getireceği kaosların bir numunesidir. Tek tip insan oluş-
turma gayretleri, kendileri gibi düşünmeyene hayat hakkı tanı-
mama anlayışının ürünü bunlar.
Halife el-Vasık, Ahmet b. Nasr'ı halku'l-Kur'an meselesinde
imtihana çekti. Ahmet b. Nasr Kur'an'ın kelamullah olduğunu
söyledi; rü'yetullah meselesinde tevcih edilen suale de "rivayetlerin
bu şekilde geldiği" cevabını verdi. Bu cevap halifeyi daha çok sinir-
112 Zehra, İmam Şafii s. 105-107.
Uluslararası Din Bilimleri Çalıştayı / Iğdır Üniversitesi
Uluslararası Din
Bilimleri Çalıştayı
30 Aralık 2017
309
lendirmiş ve sana yazıklar olsun, Allah'ı mahdud ve mücessem bir
şekilde mi göreceksin diye ona bağırmıştır.
Halife bundan sonra bir kılıçla bir de ip istemiş, başını bağla-
mış ve ipi çekmelerini emretmiş, sonra da elinde bulunun kılıçla
başını gövdesinden ayırmıştır. Bu baş önce Bağdat'ın doğusunda
sonra da batısında bazı günler halka teşhir edilmiştir. Teşhir esna-
sında başın bir kulağına asılmış olan ve el-Vasık tarafından yazılan
bir kâğıtta şu ibareler bulunuyordu:
"Bu baş Allah'ın, Emiru'l-Mümin'in el-Vasık eliyle katlettiği
kafir, müşrik, sapık Ahmed b. Nasr'ın başıdır. Kur'ân-ı Kerîm'in
mahlukiyeti ve teşbihin nefyi hakkında deliller getirilerek tevbe
etmesi ve hakka dönmesi istenmiş, fakat inadı yüzünden buna
yanaşmamıştır. Onun cehenneme girmesini ve elim akibetine ka-
vuşmasını kolaylaştıran Allah'a hamd olsun. Emiru'l-Mümin'in bu
mesele hakkında ona sorduğu halde, o, teşbihi ikrar etmiş ve küfür
ile konuşmuştur. Bu sebeple onun kanını ve lanetlenmesini Emi-
ru'l-Mümin'in helal kılmıştır113."
Totaliter bir anlayışla idare edilen toplumlarda bu şekildeki
zihniyetin görülmesi tarih boyunca hep olmuştur. Çünkü idarenin
temel amacı toplumu değil de kendini koruma ve kendini “yanlış
yapmaz” anlayışına kaptırmalarından kaynaklanır.
Hz. Peygamber(s.a.v.) gönderildiği toplumun sivilleşmesini
temin etmiş daha tebliğin ilk dönemlerinde kendisine yapılan bü-
tün –makam, rant...!- gibi teklifleri ret etmiş, "...vallahi bir elime
güneşi bir elime de ayı verecek kudrette olsanız bile bu davadan vazgeç-
mem...114" diyerek bütün insanlığa toplumun aydınlatılması adına
ışık olmuştur. Kendisini eleştiren sahabeye hoşgörü ile bakıp115,
iman ve ahlak toplumunu tesis etmiştir. Hz. Peygamber(s.a.v.)'den
113 Taberi, Tarih, VII, 326-330; İbnu'l-Esir, el- Kamil, VII, 15. 114 İbn Hişâm, es-Siretu'n-Nebeviyye, I, 285 115 "...Ya Muhammed adaletli ol..." şeklinde gelen vakıa için bkz. Müslim, Zekat 142;
Buhari, Edep 95; Müsned, III, 56; Ya Muhammed bana hakkımı ver (...) zira sen ne
kendi malından ne de babanın malından veriyor değilsin..." bkz. Ebu Davut Edep 1;
Nesai, Kasame 24.
International Workshop on Religious Sciences / Iğdır University
Int. Workshop on
Religious Sciences
30 December 2017
310
sonra da Hz. Ebu Bekir göreve başlama hutbesi –mesajın-da- sivil
toplum oluşturma adına topluma güvence vermiş ve sivil itaatsiz-
liği öngörmüştür116. Hz. Ömer hutbe irad ederken kendisini eleşti-
ren bir kadına haklı olduğunu söylemiş kendisinin ise hata yaptı-
ğını ifade etmiştir117. Bütün bunlar gösteriyor ki dinin gayesi insa-
nın "erdemli" olmasını temin ederek bu sayede "iman ve ahlak"
toplumunu teşekkül ettirmektir. Bu da toplumda özgürlüğün te-
mini ile olur. Cenab-ı Hak "kendisini inkâr-reddetme özgürlüğü-
nü" bile vermekten çekinmez.
12. Yeni Bir Toplumun İnşasında Din
Tarih boyunca toplumu yapılandırmada dinin ve din adamı-
nın yeri inkâr edilemez boyuttadır. Negatif veya pozitif anlamda
olsun din toplumu şekillendirmede hep rol oynamıştır. Din top-
lumsal ve kamusal hayattan uzaklaştırılmadığı müddetçe “medeni-
yet sıçraması” yapacağı bir gerçektir. Bu ülkenin demografik yapı-
sını bir arada tutmak için genelde “din” özelde İslam etkin bir
toplumsal “harç” görevini yerine getirir. Yeter ki yukarıda ifade
edildiği gibi din bir “müessese” olarak ciddiye alınmış olsun. Mil-
leti millet yapan değerler yıpratılmasın. Bu değerler yıpratılmadığı
müddetçe dinin başlıca fonksiyonlarından biri olan farklılıkları bir
arada yaşatma özelliği kendini gösterir.
İnsanoğlu bugün doğru sayılanın yarın yanlış çıktığı, bugün
güzel görünenin yarın çirkin ilan edildiği bir dünyada kendisini bu
sonsuz dalgalanmalardan kurtaracak değişmez değerlere sarılmak
zorundadır. Dinin yapacağı katkıyı Kur’an-ı Kerim şöyle anla-
tır:”Onların kalplerini o birbirine ısındırıp bir araya getirdi. bağdaştırdı,
kaynaştırdı. Şayet sen dünyada bulunan her şeyi sarf etseydin bile yine de
onların kalplerini birbirine ısındırıp kaynaştıramazdın; ama işte Allah
onları bir araya getirdi…118” Elmalı’lı şöyle der: “...Serveti bolca da-
116 Bkz. Allah'a itaat ettiğim müddetçe bana itaat edin aksi halde itaat etmeyin
demiştir. Bkz. Muttaki, Muntehâb-ı Kenzi'l-Ummal fi Suneni'l-Akval ve'l-Ef'âl II/136. 117 Müttaki, Muntehâb-ı Kenzi'l-Ummal fi Suneni'l-Akval ve'l-Ef'âl VIII, 298; Râzi,
Tefsiru'l-Kebir, X, 13. 118 Enfal, 8/63.
Uluslararası Din Bilimleri Çalıştayı / Iğdır Üniversitesi
Uluslararası Din
Bilimleri Çalıştayı
30 Aralık 2017
311
ğıtmakla çeşitli insanları görünürde bir araya getirmek mümkün
olabilirse de, kalplerin vicdanların uyuşması dostluğu bununla
mümkün olmaz. Allah aralarında kalpleriyle kalıplarıyla araların-
daki açıklığı kaldırıp, iman-ı tevhid ile öyle bir muhabbet ve ülfet
verdi ki hakta dış ve içleri bir nefis gibi uyuştular, sağlam yapı
gibi, sağlıklı bir toplum oldular.”119
”Yatırımlarla, zenginleşmeyle bu iş halledilir diyorsanız aldanırsı-
nız. Fikri –kalbi- psikolojik meseleler parayla çözülmez. Besleyici sesler
üsluplar aydınlatmalar yok oldu. Ruhları, zihinleri gönülleri besleyici
ışıklar çok fersizleşti.” Sözleri toplumsal yapımızı virüs gibi kemiren
problemlere çözüm üretmede nasıl bir yol takip edilmesi gerekti-
ğine dikkat çeker.
Netice
Din, insanları hem bu dünyada hem de ahirette mutlu etmek
için gönderilen bir ilahi bir mesajdır. Getirdiği değerler evrensel-
dir. İnanç özgürlüğü, canın korunması, malın dokunulmazlığı,
dinin korunmasını istediği olmazsa olmaz esaslardır. Kendi mün-
tesiplerinin hukukunu koruduğu gibi kendisine inanmayanların
da fikir ve inanç özgürlüğünün korunması garantisini verir.
Din insana gönderilmiş. Din insan içindir. İnsan din için de-
ğildir. Din, menfaate, ticarete ve çıkar ilişkisine alet edilmemelidir.
Din, tarih boyunca yorumlanarak hem tahriften korunur hem
de değişen şartlara göre ortaya çıkan krizlere çözüm önerileri su-
nar. Sağlıklı yorumlanmadığı zaman da yeni sıkıntıların oluşumu-
na “vesile” edilebilir. Rahmet olan din yanlış “yorumlandığında”
kendi müntesipleri arasında bile kaoslar meydana getirebilir.
Onun içindir ki bugün, şiddet ve hakaret içermeyen vahyin ruhuna
uygun bir din yorumuna ihtiyaç duyulmaktadır.
Kaynakça
Âcluni, İsmâil Muhammed, Keşfu'l-Hafa ve An Muzili'l-İlbas
Amme İştehere Mine'l-Ehâdisi Ala Elsineti'n-Nas, Mûessetu'r-Risâle,
119 Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, IV, 151-152.
International Workshop on Religious Sciences / Iğdır University
Int. Workshop on
Religious Sciences
30 December 2017
312
Beyrut, 1985.
Ahmed b. Hanbel, Müsned, Beyrut, th.
Arslantürk, Zeki, Kutsalın Dönüşü, Yeni Toplum Arayışları, İs-
tanbul, 1998.
Ateş, Toktamış , "Öteki'yi Anlamak," Karizma Aylık Düşünce
Dergisi, Temmuz-Eylül, Sayı: 3, Yıl. 2000, s. 121.
Aydın, Mehmet, "Türkiye'nin "Din Problemi"ne Genel Bir Ba-
kış", Türk Dünyasının Dini Meseleleri, TDV Yayınları, Ankara,
1998.
Ayvazoğlu, Beşir, "Bir Tavsiyem Var," Zaman, 6 Eylül, Çar-
şamba, 2000.
Bardakoğlu, Ali, "Hukuk ve Ticari Hayat", İlmihal -İslâm Ve
Toplum- ,isam, İstanbul,,1999.
Buhâri, Ebu Abdillah Muhammed b. İbrahim, Sahihu'l-
Buhâri, Mısır, 1212.
Bugünkü Japonya, haz. Dışişleri Bakanlığı, Japonya, 1979.
Carrel, Alexis, Dua, trc. Alper Yücetürk, Yağmur Yayınları, İs-
tanbul, 1967.
_____, İnsan Denen Meçhul, trc. Zunus Ender, Hayat Yayınları,
İstanbul, 1997.
Cezeri, Abdurrahman, el-Fıkh Ala Mezahibi'l-Erbaa, İstanbul,
1986.
Dârımî, Ebu Muhammed Abdullah, es-Sünen, Mısır, 1978.
Ebu Davud, Süleyman İbnu'l-Esas, es-Sünen, Beyrut 1980.
Yazır, Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur'ân Dili, Eser Neşri-
yat, İstanbul 1986.
Ersoy, Mehmet Akif, Safahat, İstanbul, 1984.
Erdoğan, Mehmet, "Makasıd'ı Şeria Bağlamında Sünnet ve Hadi-
sin Anlaşılması", İslâm'ın Anlaşılmasında Sünnetin Yeri ve Değeri,
Ankara, 2003.
Esed, Muhammed, Kur'an Mesajı –Meal-Tefsir-, Trc. Cahit
Uluslararası Din Bilimleri Çalıştayı / Iğdır Üniversitesi
Uluslararası Din
Bilimleri Çalıştayı
30 Aralık 2017
313
Koytak, Ahmet Ertürk, İstanbul 1999.
Güler, İlhami, Dine Yeni Yaklaşımlar, Eskişehir, 1999.
Günay, Ünver, Din Sosyolojisi, İnsan Yayınları, İstanbul 2000.
Güngör, Erol, İslâm'ın Bugünkü Meseleleri, Ötüken Yayınları,
İstanbul 1981.
Hamidullah, Muhammed, el-Vesaiku's-Siyasiyye, Beyrut, 1987.
İbnu'l-Esir, İzzuddin Ebu'l-Hasan Ali eş-Şeybâni, el-Kâmil fi't-
Târih, Beyrut, 1967.
İbn Hişâm, Ebu Abdİlmelik, es-Siretu'n-Nebeviyye, Beyrut,
1990.
İbn Kayyim el-Cevziyye, Şemsuddin Ebi Abdillah Muham-
med b. Ebi Bekr, Zadu'l-Meâd Fi Hedyi Hayri'l-'İbâd, Beyrut, 1996.
İbn Kesir, Ebu'l-Fidâ İsmail, Tefsiru'l-Kur'âni'l-Azim, Kahra-
man Yayınları, İstanbul 1985.
İbn Mace, Ebu Abdillah Muhammed, es-Sünen, thk. M. Fuad
Abdulbâki, Mısır, 1985.
Keskin, Abdulbaki, Doğu-Batı ve 21. Yüzyıl Üçgeninde İslam, -
Makaleler- Ankara, 1994.
Kettani, Muhammed Abdu'l-Hayy, et-Teratibu'l-İdariyye fi-
Nizami'l-Hukumetin Nebeviyye, Rabat, 1921.
Kılıç, Recep, "Dini Nasıl Anlamalı", Hz. Muhammed ve Genç-
lik, TDV Yayınları, Ankara,1995.
Malik b. Enes, el-Muvatta, thk. M. Fuad Abdulbâki, Mısır,
1985.
Muttaki, Ali el-Hindi, Muntehâb-ı Kenzi'l-Ummal fi Suneni'l-
Akval ve'l-Ef'âl (Ahmed b. Hanbel Müsned'inin Kenarında) Beyrut,
1985.
Müslim, Ebu'l-Huseyn Müslim b. el-Haccac el-Kuşeyri, Sahihu
Muslim, İstanbul 1985.
Nesâi, Ebu Abdirrahman b. Şuayb, es-Sünen, thk. Abdulfettah
Ebu Gudde, Beyrut, 1992.
International Workshop on Religious Sciences / Iğdır University
Int. Workshop on
Religious Sciences
30 December 2017
314
Öztürk, Yaşar Nuri, Din Ve Fıtrat, Yeni Boyut Yayınları, İstan-
bul, 1995.
_____, Kur'an'ın Temel Kavramları, Yeni Boyut Yayınları, İstan-
bul,, 1996.
_____, Depremin Gösterdikleri, Yeni Boyut Yayınları, İstanbul,,
1996.
Râzî, Fahruddin Muhammed b. Ömer, et-Tefsiru'l-Kebir
(Mefâtihu’l-Gayb), Beyrut, 1982.
Rousseau, J. Jacques, Emil, trc. Heyet, İstanbul, 1966.
Serinsu, Ahmet Nedim, "Diyanet İşleri Başkanlığının Topluma
Sunduğu Hizmetlerde Toplam Kalite Yönetimini Neden Ve Nasıl Kulla-
nalım." Uluslararası Avrupa Birliği Şurası, Ankara, 2000, I,163.
Selçuk, Sami, Türkiye'nin Demokratik Dönüşümü, Ankara, 2001.
_____, Demokrasiye Doğru, Yeni Türkiye Yayınları, Anka-
ra,,1999.
Sezen, Yümni, Sosyoloji Açısından Din, İstanbul, 1988.
Taberî, Ebû Cafer Muhammed b. Cerîr b. Yezid, Tarihu’t-
Taberi, (Tarihu’r-Rüsul ve’l-Mülûk), Mısır, th.
Talu, Umur ,"Öteki'nin Medyada Yeniden Üretimi", Karizma Ay-
lık Düşünce Dergisi, Temmuz-Eylül, Sayı: 3, Yıl. 2000, s. 90.
Tan, Zeki, Kur’an’a Göre Toplumun Yapılanmasında İlim Ve Âli-
min Rolü, Ark Yayınları, İstanbul, 2010.
Tirmizi, Ebu 'İsa Muhammed b. 'İsa, el-Camiu's-Sahih, thk. A.
Muhammed Şakir, Mısır, 1985.
Tolstoy, Leo Nikolayeviç, Din Nedir?, trc. Murat Çiftkaya, İs-
tanbul, 1998.
Toynbee, Arnold, Medeniyet Yangılanıyor, trc. Ufuk Uyan, İs-
tanbul, 1991.
Zehra, Muhammed Ebu, İmam Şafii, trc. Osman Keskioğlu,
Ankara, 1996.