621
1 ULUSLARARASI BALKAN KONGRESĐ (INTERNATIONAL BALKAN CONGRESS) “21’inci Yüzyılda Uluslararası Örgütlerin Güvenlik Yaklaşımları ve Balkanlar’ın Güvenliği” (Security Approaches of International Organizations in the 21st Century and Security of the Balkans) 28-29 Nisan (April) 2011 Kocaeli – Türkiye Editör/Editor Prof. Dr. Hasret Çomak Yrd. Doç. Dr. Caner Sancaktar

ULUSLARARASI BALKAN KONGRESĐ (INTERNATIONAL BALKAN … · 2015-02-05 · 1 ULUSLARARASI BALKAN KONGRESĐ (INTERNATIONAL BALKAN CONGRESS) “21’inci Yüzyılda Uluslararası Örgütlerin

  • Upload
    others

  • View
    30

  • Download
    1

Embed Size (px)

Citation preview

  • 1

    ULUSLARARASI BALKAN KONGRESĐ (INTERNATIONAL BALKAN CONGRESS)

    “21’inci Yüzyılda Uluslararası Örgütlerin Güvenlik Yaklaşımları

    ve Balkanlar’ın Güvenliği”

    (Security Approaches of International Organizations in the 21st Century and

    Security of the Balkans)

    28-29 Nisan (April) 2011 Kocaeli – Türkiye

    Editör/Editor Prof. Dr. Hasret Çomak

    Yrd. Doç. Dr. Caner Sancaktar

  • 2

    ĐÇĐNDEKĐLER Düzenleyenler………………………………………………………………………...6 Bilim Kurulu………………………………………………………………………….8 Kongre Programı……………………………………………………………………...9 Önsöz………………………………………………………………………………..15 Preface……………………………………………………………………………….17 Açılış Konuşması …………………………………………………………………...19 21. Yüzyılda Yeni Güvenlik Anlayışları ve Yaklaşımları…………………………..21 Atilla Sandıklı, Bilgehan Emeklier 21. Yüzyılda BM, NATO, AB ve AGĐT’in Balkanlar’daki Güvenlik Yaklaşımı: Güvenlik Yönetişimi………………………………………………………………...42 Burak Tangör The Securitization Theory Application in Kosovo.....................................................61 Erdoan Shipoli The Contribution of Turkish-Serbian Relations towards Improving Security in the Western Balkans…………………………………………………………………….74 Athina Tesfa-Yohannes Tackling Ex-Yugoslav Ethno-political Dilemmas: The Cases of Kosovo and Vojvodin…………………………………………………………………………….85 Adrian Pop, Ragıp Gökçel Minority Education for Kosovo’s Turks: Faced with Poor Education and Near-Total Exclusion from Kosovo’s Society…………………………………………………..96 Gordana Bozic A Dream Hoped for but not to Be Realized: Albanian Opinions on the Merger of Natural Albanian Territories.....................................................................................102 Ramadan Çipuri Bosnian Political Stalemate: 2010 Elections and Aftermath....................................122 Murat Önsoy Bulgaristan Türklerinin Hakları ve Demokrasi Döneminde Bulgaristan Türkleri (1989 ve Sonrası)…………………………………………………………………..139 Erhan Vatansever The Impact of Ukraine-Macedonia Free Trade Agreement on Bilateral Economic Cooperation and Lessons Learned…………………………………………………150 Valeriy Kokot

  • 3

    China and the Balkans..............................................................................................157 Marius Dumitru Badea 2000’li Yıllarda Rusya’nın Balkanlar Politikası: “Elveda Rumeli”?.......................162 Vügar Đmanov Kosova Meselesi ve Çin’in Tutumu……………………………………………….169 Fatma Çoban Soğuk Savaş Sonrası ABD’nin Balkanlar Stratejisi……………………………….176 Göktürk Tüysüzoğlu Türkiye’nin Teknolojik Gelişimi ve Bölgesel Đşbirliği Đnisiyatifi…………………185 M. Oktay Alnıak Eski Türk Basınında Balkanlarda Çıkan Türkçe Vilayet Gazeteleri………………198 Nebahat Akgün Çomak Bosna-Hersek Đç Savaşında Đran…………………………………………………...210 Zafer Yıldırım The Impact of the Conflict in Bosnia and Herzegovina on the “Principle of Multilateralism”: The Case of the Contact Group…………………………………216 Gökçen Yavaş Eski Yugoslavya Coğrafyasında Kalıcı Barış Üzerine: Homojenleşme-Heterojen Kalma Paradoksu…………………………………………………………………..230 Muharrem Gürkaynak Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Uygulamaları………………...237 Arda Özkan Türkiye’ye Komşu Balkan Ülkeleri ile Ekonomik Đşbirliği ve Yatırım Đmkanları: Yunanistan ve Bulgaristan Örneği…………………………………………………250 Selim Bekçioğlu, Gülşah Sezen, Umut Tolga Gümüş Balkanlarda Jeopolitik Bölünmeler ve Türkiye……………………………………275 Nadire Filiz Đrge Türkiye – Yunanistan Đlişkilerinde Güvenlik Söylemi: Tarihsel Paradokstan Alternatif Söylemlere Çıkarımlar……………………………………………………………..298 Soner Karagül, Ceyhun Çiçekçi Soğuk Savaş Sonrası Türkiye-Bulgaristan Đlişkileri……………………………….315 Buket Önal Soğuk Savaş Sonrası Türkiye’nin Geleneksel ve Yeni Güvenlik Politikası Açısından Yunanistan’a Yaklaşımının Karşılaştırmalı Analizi……………………………….328 Abdullah Torun

  • 4

    Dönüşüm Sonrası Balkan Ülkelerinde Gelişen Uluslararası Halkla Đlişkiler (Slovenya ve Sırbistan Örnekleri)……………………………………………………………..336 Elgiz Yılmaz, Zeynep Güney 1989 Zorunlu Göçü ve Göçmenlerin Sosyal Entegrasyonu: Tekirdağ’daki Bulgaristan Göçmenleri Üzerine Bir Çalışma……………………………………..354 N. Aslı Şirin Balkanlar’da Aşırı Milliyetçilik: Bölgesel Đşbirliğine Engel………………………372 Caner Sancaktar Emerging Strategic Importance of H2S of Black Sea Among the Black Sea Neighbours Balkan Countries and Turkey…………………………………………391 Ayşe Nilgün Akın, Pelin Bolat, M. Oktay Alnıak Energy Supply Security in the Balkans……………………………………………400 Sasa Peric Balkanlarda Enerji Arz Güvenliği, Enerji Çeşitliliği ve Yenilenebilir Enerji Kaynakları………………………………………………………………………….403 Koray Ülgen, Sibel Akova Accommodating Energy Security in the Balkans.....................................................418 Didem Ekinci Balkanlar’da Enerji Diplomasisi…………………………………………………...430 Neslişah Yaşar Balkanlarda Enerji Arz Güvenliği ve Enerji Stratejilerinin Belirlenmesinde Rol Oynayacak Talep Tahmini…………………………………………………………440 Gönül Küçükyörü, Gülşah Sezen, Gülizar Seda Çorak European Union and Kosovo Issue: From a Peripheral Role to Central Stage?.......454 Birgül Demirtaş Coşkun Avrupa Birliği’nin Gemi ve Liman Güvenliği Düzenlemeleri…………………….474 Hacı Kara The EU Migration and Visa Policy Towards the Western Balkans………………..487 Melike Akkaraca Köse Avrupa Birliği’nin Balkan Politikası Çerçevesinde Balkanlarda Güvenliğin Sağlanması…………………………………………………………………………500 Mehlika Özlem Ultan Dayton Sonrası Bosna-Hersek’te Güvenliğin Sağlanmasında AB’nin Rolü………520 Adnan Seyaz

  • 5

    Türkiye Üzerinden Yunanistan’a ‘Yasadışı Göç’ ve FRONTEX………………….526 Elçin Macar Balkanlardaki Azınlıkların Dini Haklarının Güvenliği Sorunu: Heybeliada Ruhban Okulu Örneği………………………………………………………………………532 Salih Đnci Balkan Savaşları Sonrasında Ortaya Çıkan Göç Hareketlerinin Osmanlı Siyasal ve Sosyal Yaşamına Etkileri…………………………………………………………..543 Tuncay Bilecen Komünizm Dönemi Bulgaristan Türklerine Uygulanan Asimilasyon Politikası ve 1989 Göçü………………………………………………………………………….558 Nevin Türker Self Determinasyonun Sınırları: Kosova Örneği…………………………………..564 Đrfan Kaya Ülger Necati Cumalı’nın “Makedonya 1900” ile “Viran Dağlar” Đsimli Eserlerinde Balkan Coğrafyası ve “Güvenlik” Kavramı Ekseninde Đnsan Manzaraları………………..572 Tevfik Sütçü Aynı Coğrafyada Yeralan Bulgaristan Üniversiteleri ile Türkiye’deki Üniversitelerin Bilimsel Açıdan Analizi……………………………………………………………585 Ferit Arktın Security in the Black Sea Region and Regional Organizations……………………590 Aslıhan Anlar Balkanlarda Güvenliğin Sağlanmasında Türkiye’nin Rolü ve Karşılıklı Çıkarlar…………………………………………………………………………….603 Pınar Elbasan, Burak Ş. Şeker

  • 6

    DÜZENLEYENLER

    Onursal Başkanlar

    Prof. Dr. Sedat Laçiner, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü

    Prof. Dr. Enver Duran, Trakya Üniversitesi Rektörü

    Prof. Dr. Mustafa Aykaç, Kırklareli Üniversitesi Rektörü

    Prof. Dr. Osman Şimşek, Namık Kemal Üniversitesi Rektörü

    Prof. Dr. Sezer Ş. Komsuoğlu, Kocaeli Üniversitesi Rektörü

    Doç. Dr. Atilla Sandıklı, BĐLGESAM Başkanı

    Kongre Başkanları

    Prof. Dr. Adnan Orak, Namık Kemal Üniversitesi Rektör Yardımcısı

    Prof. Dr. Abdurrahman Fettahoğlu, Kocaeli Üniversitesi ĐĐBF Dekanı

    Prof. Dr. A. Kazım Kirtiş, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi ĐĐBF Dekanı

    Prof. Dr. Derman Küçükaltan, Trakya Üniversitesi ĐĐBF Dekanı

    Prof. Dr. Gülfettin Çelik, Kırklareli Üniversitesi ĐĐBF Dekanı

    Düzenleme Kurulu Başkanı

    Prof. Dr. Hasret Çomak, Kocaeli Üniversitesi

    Düzenleme Kurulu

    Doç. Dr. Ahmet Günşen, Trakya Üniversitesi

    Doç. Dr. Bekir Günay, Kocaeli Üniversitesi

    Doç. Dr. Đrfan Kaya Ülger, Kocaeli Üniversitesi

    Doç. Dr. Rasim Yılmaz, Namık Kemal Üniversitesi

    Doç. Dr. Yücel Acer, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi

    Yrd. Doç. Dr. Buket Önal, Kocaeli Üniversitesi

    Yrd. Doç. Dr. Çiğdem Vatansever, Namık Kemal Üniversitesi

    Yrd. Doç. Dr. Fahri Türk, Trakya Üniversitesi

    Yrd. Doç. Dr. M. Mert Sunar, Kocaeli Üniversitesi

    Yrd. Doç. Dr. Mehmet Bülent Uludağ, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi

    Yrd. Doç. Dr. Soner Karagül, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi

    Yrd. Doç. Dr. Zafer Yıldırım, Kocaeli Üniversitesi

    Yrd. Doç. Dr. Zekeriya Demir, Kırklareli Üniversitesi

  • 7

    Kongre Genel Sekreteri

    Yrd. Doç. Dr. Caner Sancaktar, Kocaeli Üniversitesi

    Kongre Sekretaryası

    Yrd. Doç. Dr. Ayhut Hamit Turan, Namık Kemal Üniversitesi

    Yrd. Doç. Dr. Lütfü Şimşek, Namık Kemal Üniversitesi

    Yrd. Doç. Dr. Oğuzhan Durmuş, Trakya Üniversitesi

    Öğr. Gör. Ayşegül Gökalp, Kocaeli Üniversitesi

    Okutman Selçuk Ardıç, Trakya Üniversitesi

    Arş. Gör. Adnan Seyas, Kırklareli Üniversitesi

    Arş. Gör. Arda Ercan, Kocaeli Üniversitesi

    Arş. Gör. Bilge Ercan, Kocaeli Üniversitesi

    Arş. Gör. Cemre Pekcan, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi

    Arş.Gör. Ceyhun Çiçekçi, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi

    Arş. Gör. Göknil Erbaş, Kocaeli Üniversitesi

    Arş. Gör. Hüseyin Mercan, Kırklareli Üniversitesi

    Arş. Gör. Mehmet Kaan Çalen, Trakya Üniversitesi

  • 8

    BĐLĐM KURULU

    Prof. Dr. A. Mesud Küçükkalay, Osmangazi Üniversitesi

    Prof. Dr. A. Kazım Kirtiş, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi

    Prof. Dr. Abdurrahman Fettahoğlu, Kocaeli Üniversitesi

    Prof. Dr. Adrian Pop, National School for Political Science and Public Administration,

    Romaina

    Prof. Dr. Ahmet Selamoğlu, Kocaeli Üniversitesi

    Prof. Dr. Ali Akdemir, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi

    Prof. Dr. Đlker Alp, Trakya Üniversitesi

    Prof. Dr. Kemal Turan, Kırklareli Üniversitesi

    Prof. Dr. Mete Tunçoku, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi

    Prof. Dr. Metin Toprak, Osmangazi Üniversitesi

    Prof. Dr. Oktay Alnıak, Bahçeşehir Üniversitesi

    Prof. Dr. Recep Duymaz, Trakya Üniversitesi

    Prof. Dr. Recep Đleri, Lumina - the University of South-East Europe, Romania

    Prof. Dr. Sarp Ertürk, Kocaeli Üniversitesi

    Prof. Dr. Sibel Turan, Trakya Üniversitesi

    Doç. Dr. Ahmet Kubaş, Namık Kemal Üniversitesi

    Doç. Dr. Alpay Hekimler, Namık Kemal Üniversitesi

    Yrd. Doç. Dr. Leyla Ateş, Namık Kemal Üniversitesi

  • 9

    KONGRE PROGRAMI

    Birinci Gün, 28 Nisan 2011

    Kocaeli Üniversitesi Prof. Dr. Baki Komsuoğlu Kültür ve Kongre Merkezi Büyük Salon

    09:30 - 10:00

    Kayıt

    10:00 - 11:00 Açılış ve Protokol Konuşmaları

    11:00 - 12:30

    Birinci Oturum 21’inci Yüzyılda Yeni Güvenlik Anlayışları ve Yaklaşımları

    Oturum Başkanı: Prof. Dr. Yusuf Bayraktutan, Kocaeli Üniversitesi Doç. Dr. Atilla Sandıklı, Bilgehan Emeklier, “BĐLGESAM: 21. Yüzyılda Yeni Güvenlik Anlayışları ve Yaklaşımları” Yrd. Doç. Dr. Burak Tangör, TODAĐE, “21. Yüzyılda BM, NATO, AB ve AGĐT’in Balkanlardaki Güvenlik Yaklaşımı: Güvenlik Yönetişimi” Res. Assist. Erdoan Shipoli, Fatih University, “The Securitization Theory

    Application in Kosovo”

    Athina Tesfa-Yohannes, Assistant Specialist in BĐLGESAM, “The Contribution of Turkish-Serbian Relations towards Improving Security in the Western Balkans”

    12:30 - 13:30 Öğle Yemeği

    13:30 - 15:00 Đkinci Oturum

    Balkanlarda Azınlık Sorunları ve Etnik Đhtilaflar Oturum Başkanı: Prof. Dr. Oktay Alnıak, Bahçeşehir Üniversitesi Prof. Dr. Adrian Pop, National School for Political Science and Public Administration, Romaina, Ragıp Gökçel, Ph.D. Candidate, Lumina - the University of South-East Europe, Romania, “Tackling Ex-Yugoslav Ethnopolitics Dilemmas: The Cases of Kosovo and Vojvodina” Gordana Bozic, Senior Analyst/Historian in the Department of Justice Canada, Crimes Against Humanity and War Crimes Section, Canada, “Minority Education

  • 10

    for Kosovo’s Turks: Faced with Poor Education and Near-Total Exclusion from Kosovo’s Society” Ramadan Çipuri, PhD Candidate and Lecturer, Epoka University, Albania, “A Hoped but not Realized Dream: Albanian Opinions on the Merger of Natural Albanian Territories” Dr. Murat Önsoy, Hacettepe University, “Bosnian Political Stalemate: 2010 Elections and Aftermath” Ar. Gör. Erhan Vatansever, Trakya Üniversitesi, “Bulgaristan Türkleri’nin Hakları ve Demokrasi Döneminde Bulgaristan Türkleri”

    15:00 - 16:30 Üçüncü Oturum

    Dünya Güç Merkezleri ve Balkan Politikaları Oturum Başkanı: Doç. Dr. Atilla Sandıklı, BĐLGESAM Valeriy Kokot, Embassy of Ukraine in the Republic of Macedonia, First Secretary on Economic Issues, Ukraine, “The Impact of Ukraine-Macedonia Free Trade Agreement on Bilateral Economic Cooperation and Lessons Learned” Badea Marius Dumitru, Babeş – Bolyai University of Cluj Napoca, Romania, “Disjunction versus Supremacy in Balkans: China” Yrd. Doç. Dr. Vügar Đmanov, Đstanbul Şehir Üniversitesi, “2000’li Yıllarda Rusya’nın Balkanlar Politikası: Elveda Rumeli” Öğr. Gör. Fatma Çoban, Giresun Üniversitesi, “Kosova Meselesi ve Çin’in Tutumu” Arş. Gör. Göktürk Tüysüzoğlu, Giresun Üniversitesi, “Soğuk Savaş Sonrası ABD’nin Balkanlar Stratejisi”

    16:30 – 17:00 Kahve Arası

    17:00 - 18:00

    Dördüncü Oturum Balkanlarda Bilim, Teknoloji ve Medya

    Oturum Başkanı: Prof. Dr. Nilgün Akın, Kocaeli Üniversitesi Prof. Dr. M. Oktay Alnıak, Bahçeşehir Üniversitesi, “Türkiye’nin Teknolojik Gelişimi ve Bölgesel Đşbirliği Đnisiyatifi” Yrd. Doç. Dr. Nebahat Akgün Çomak, Galatasaray Üniversitesi, “Türk Basınında Balkanlarda Çıkan Türkçe Vilayet Gazeteleri”

  • 11

    Kocaeli Üniversitesi Prof. Dr. Baki Komsuoğlu Kültür ve Kongre Merkezi Karadeniz Salonu

    13:30 - 15:00

    Birinci Oturum Yugoslavya’nın Parçalanması Sürecinde Güvenlik Bunalımı

    Oturum Başkanı: Prof. Dr. Hasret Çomak, Kocaeli Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Zafer Yıldırım, Kocaeli Üniversitesi, “Bosna-Hersek Savaşında Đran” Assist. Prof. Dr. Gökçen Yavaş, Beykent University, “The Impact of the Conflict in Bosnia and Herzegovina on the Principle of Multilateralism: The Case of the Contact Group”

    Yrd. Doç. Dr. Muharrem Gürkaynak, Süleyman Demirel Üniversitesi, “Eski Yugoslavya Coğrafyasında Kalıcı Barış Üzerine: Homojenleşme-Heterojen Kalma Paradoksu

    Arş. Gör. Arda Özkan, Giresun Üniversitesi, “Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Uygulamaları”

    15:00 - 16:30 Đkinci Oturum

    Türkiye ve Balkanlar Oturum Başkanı: Doç. Dr. Yücel Demirer, Kocaeli Üniversitesi Prof. Dr. Selim Bekçioğlu, Arş. Gör. Gülşah Sezen, Arş. Gör. Umut Tolga Gümüş, Adnan Menderes Üniversitesi, “Türkiye’ye Komşu Balkan Ülkeleri ile Ekonomik Đşbirliği ve Yatırım Đmkanları: Yunanistan ve Bulgaristan Örneği” Dr. Nadire Filiz Đrge, Marmara Üniversitesi, “Balkan Jeopolitiğinde Bölünmeler ve Türkiye” Yrd. Doç. Dr. Soner Karagül, Ar. Gör. Ceyhun Çiçekçi, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, “Türkiye – Yunanistan Đlişkilerindeki Güvenlik Söylemi: Tarihsel Paradokstan Alternatif Söylemlere Çıkarımlar” Yrd. Doç. Dr. Buket Önal, Kocaeli Üniversitesi, “Soğuk Savaş Sonrası Türkiye – Bulgaristan Đlişkileri” Arş. Gör. Abdullah Torun, Ankara Üniversitesi, “Soğuk Savaş Sonrası Türkiye’nin Geleneksel ve Yeni Güvenlik Politikası Açısından Yunanistan’a Yaklaşımının Karşılaştırmalı Analizi”

  • 12

    16:30 – 17:00 Kahve Arası

    17:00 - 18:00

    Üçüncü Oturum Serbest Konu

    Oturum Başkanı: Yrd. Doç. Dr. M. Mert Sunar, Kocaeli Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Elgiz Yılmaz, Ar. Gör. Dr. Zeynep Güney, Galatasaray Üniversitesi, “Dönüşüm Sonrası Balkan Ülkelerinde Gelişen Uluslararası Halkla Đlişkiler: Slovenya ve Sırbistan Örnekleri” Yrd. Doç. Dr. N. Aslı Şirin, Marmara Üniversitesi, “1989 Zorunlu Göçü ve Göçmenlerin Sosyal Entegrasyonu: Tekirdağ’daki Bulgaristan Göçmenleri Üzerine Bir Çalışma” Yrd. Doç. Dr. Caner Sancaktar, Kocaeli Üniversitesi, “Balkanlarda Aşırı Milliyetçilik: Bölgesel Đşbirliğine Engel”

    18:00 Kokteyl Resepsiyonu

    Đkinci Gün, 29 Nisan 2011

    Kocaeli Üniversitesi Prof. Dr. Baki Komsuoğlu Kültür ve Kongre Merkezi

    Büyük Salon

    10:00 - 11:30 Birinci Oturum

    Balkanlarda Enerji Arz Güvenliği Oturum Başkanı: Prof. Dr. Recep Đleri, Lumina - the University of South-East Europe, Romania Prof. Dr. Ayşe Nilgün Akın, Kocaeli University, Prof. Dr. M. Oktay Alnıak, Bahçeşehir University, Res. Assist. Dr. Pelin Bolat, Istanbul Technical University, “Emerging Strategic Importance of H2S of Black Sea Among the Black Sea Neighbours, Balkan Countries and Turkey” Sasa Peric, Institute of International Politics and Economics, Serbia, “Energy Supply Security in the Balkans” Yrd. Doç. Dr. Koray Ülgen, Ege Üniversitesi, Sibel Akova, Doktora Öğrencisi, Maltepe Üniversitesi, “Balkanlarda Enerji Arz Güvenliği, Enerji Çeşitliliği ve Yenilenebilir Enerji Kaynakları” Dr. Didem Ekinci, Çankaya University, “Accommodating Energy Security in the Balkans”

  • 13

    Neslişah Yaşar, Türkiye Petrolleri A. O. Strateji Daire Başkanlığı, “Balkanlarda Enerji Diplomasisi” Arş. Gör. Gönül Küçükyörü, Arş. Gör. Gülşah Sezen, Arş. Gör. Gülizar Seda Çorak, Adnan Menderes Üniversitesi, “Balkanlarda Enerji Arz Güvenliği ve Enerji Stratejilerinin Belirlenmesinde Rol Oynayacak Talep Tahmini”

    11:30 - 13:00 Đkinci Oturum

    Avrupa Birliği ve Balkanlar Oturum Başkanı: Prof. Dr. Adrian Pop, National School for Political Science and Public Administration, Romania Assoc. Prof. Dr. Birgül Demirtaş Coşkun, Başkent University, “European Union and Kosovo Issue: From a Peripheral Role to Central Stage?” Yrd. Doç. Dr. Hacı Kara, Kırklareli Üniversitesi, “Avrupa Birliği Gemi ve Liman Güvenliği Düzenlemeleri” Dr. Melike Akkaraca Köse, Istanbul Culture University, “The EU’s Migration and Visa Policy Towards the Western Balkans” Ar. Gör. Mehlika Özlem Ultan, Kocaeli Üniversitesi, “AB’nin Balkan Politikası Çerçevesinde Balkanlarda Güvenliğin Sağlanması” Ar. Gör. Adnan Seyaz, Kırklareli Üniversitesi, “Dayton Sonrası Bosna-Hersek’te Güvenliğin Sağlanmasında AB’nin Rolü”

    Kocaeli Üniversitesi Prof. Dr. Baki Komsuoğlu Kültür ve Kongre Merkezi Karadeniz Salonu

    10:00 - 11:30

    Birinci Oturum Balkanlarda Göç

    Oturum Başkanı: Prof. Dr. Recep Tarı, Kocaeli Üniversitesi Doç. Dr. Elçin Macar, Yıldız Teknik Üniversitesi, “Türkiye Üzerinden Yunanistan’a Yasadışı Göç ve FRONTEX” Yrd. Doç. Dr. Salih Đnci, Kırklareli Üniversitesi, “Balkanlardaki Azınlıkların Dini Haklarının Güvenliği Sorunu: Heybeliada Ruhban Okulu Örneği” Öğr. Gör. Dr. Tuncay Bilecen, Kocaeli Üniversitesi, “Balkan Göçlerinin Osmanlı Sosyal ve Siyasal Yaşamına Etkileri” Ar. Gör. Nevin Türker, Kırklareli Üniversitesi, “Komünizm Döneminde Bulgaristan Türklerine Uygulanan Asimilasyon Politikası ve 1989 Göçü”

  • 14

    11:30 - 13:00 Đkinci Oturum Serbest Konu

    Oturum Başkanı: Doç. Dr. Elçin Macar, Yıldız Teknik Üniversitesi Doç. Dr. Đrfan Kaya Ülger, Kocaeli Üniversitesi, “Self-determinasyonun Sınırları: Kosova’nın Bağımsızlığı Sorunu” Yrd. Doç. Dr. Tevfik Sütçü, Namık Kemal Üniversitesi, “Necati Cumalı’nın “Makedonya 1900” ve “Viran Dağlar” Đsimli Eserlerinde Balkan Coğrafyası ve “Güvenlik” Kavramı Ekseninde Đnsan Manzaraları” Öğr. Gör. Ferit Artkın, Kocaeli Üniversitesi, “Aynı Coğrafyada Yer Alan Bulgaristan Üniversiteleri ile Türkiye’deki Üniversitelerin Bilimsel Açıda Analizi” Res. Assist. Aslıhan Anlar, Middle East Technical University, “Security of the Blacksea Region and Regional Organizations” Pınar Elbasan, Burak Ş. Şeker, Doktora Öğrencisi, Kocaeli Üniversitesi, “Balkanlarda Güvenliğin Sağlanmasında Türkiye’nin Rolü ve Karşılıklı Çıkarlar”

    13:00 - 14:00 Öğle Yemeği

    14:00

    Kocaeli Kültür Gezisi için Hareket

  • 15

    ÖNSÖZ

    Balkanlar bölgesini, Türkiye açısından önemli kılan pek çok kültürel, tarihsel, sosyal, ekonomik ve politik bağlar mevcuttur. Bunlardan birisi ve en önemlisi, Balkan ülkelerinde Türk ve Müslüman toplulukların varlığıdır. Ayrıca, Türkiye’de önemli miktarda Balkan kökenli nüfus bulunmaktadır. Türkiye’deki Balkan kökenli nüfus ile Balkan ülkelerinde yaşayan akraba topluluklar arasında halen sıkı ilişkiler ve canlı bağlar mevcuttur.

    Balkanlar, kültürel, ekonomik ve politik ilişkiler bakımından Türkiye için son derece önemli bir bölgedir. Özellikle, sosyalizm sonrası dönemde Türkiye’nin bölge ülkeleri ile olan ekonomik, ticari, kültürel ve politik ilişkileri hızla gelişmiş ve gelişmeye devam etmektedir.

    12 Bağımsız Devletin bulunduğu Bölge aynı zamanda, Türkiye’nin Avrupa

    ile olan ilişkileri açısından da büyük önem arz etmektedir. Çünkü Balkanlar, Türkiye’nin Avrupa’ya açılan kapısıdır. Anadolu Yarımadası Avrupa ile Asya’yı, Balkanlar ise Batı Avrupa ile Türkiye’yi birbirine bağlayan köprüdür. Balkanlar’da barış, güven ve istikrarın sürdürülebilir olması, hem Türkiye’nin güvenliğini olumlu etkileyebilecek, hem de Avrupa ile olan kültürel, sosyal, tarihsel, ekonomik ve politik ilişkilerin gelişmesini daha da güçlendirebilecektir.

    1990’lı yıllar, Soğuk Savaş döneminin sona erdiği ve sosyalist rejimlerin

    yıkıldığı bir dönem olmuştur. Bu dönemde, Balkan ülkeleri ve toplumları köklü bir değişim ve dönüşüm sürecine girmişlerdir. Yugoslavya’nın parçalanmasıyla birlikte bölgede yeni yedi devlet ortaya çıkmıştır. Bu tür radikal gelişmeler bölgedeki devletlerarası ilişkileri derinden etkilemiş, yeni ve güncel sorunların ortaya çıkmasına neden olmuştur.

    Tüm bu yaşanan köklü değişim ve dönüşüm süreci beraberinde yeni

    ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel problemleri gündeme getirmiştir. Savaş sonrası barış ve güvenliğin inşası ve geliştirilmesi Balkanlar için önemli bir konudur ve güncelliğini sürdürmektedir.

    Balkanlar; Avrupa’yı Asya’ya, Asya’yı Avrupa’ya ve her iki kıtayı Anadolu’ya bağlayan bir köprü konumundadır. Avrupa’dan Türk Boğazlarına, Süveyş Kanalı’na ve nihayet Ortadoğu’ya ulaşım konusunda üs ve destek bölgesi konumunda olan Balkanlar, ayrıca altı denize açılan bir bölgedir: Karadeniz, Akdeniz, Marmara Denizi, Ege Denizi, Adriyatik Denizi ve Tiran Denizi. Bu konumuyla Balkanlar jeopolitik ve stratejik öneme sahip bir bölgedir.

    Jeopolitik ve stratejik konumu nedeniyle Balkanlar’ın istikrar ve güvenliği,

    sadece bölge ülkeleri için değil, aynı zamanda Avrupa ve Asya için de büyük önem arz etmektedir. Balkanlar’da ortaya çıkabilecek güvenlik bunalımları Avrupa’nın, Asya’nın ve bu iki yaşlı kıtayı birbirine bağlayan ülkemizin güvenliğini olumsuz etkileyebilecektir. Dolayısıyla daha güvenli bir Balkanlar, daha güvenli bir Avrupa, Asya ve Türkiye anlamına gelmektedir.

  • 16

    Tüm bu nedenlerden dolayı Balkanlar’da güvenlik ve istikrarın geliştirilmesi, yeni güvenlik anlayışlarının, yaklaşımlarının ve yönelimlerin belirlenebilmesi amacı ile Kocaeli Üniversitesi Umuttepe Yerleşkesi Prof. Dr. Baki Komsuoğlu Uluslararası Kültür ve Kongre Merkezi’nde, 28 ve 29 Nisan 2011 tarihlerinde “Uluslararası Balkan Kongresi” düzenlenmiştir.

    Uluslararası Balkan Kongresi’nde “21’inci Yüzyılda Uluslararası

    Örgütlerin Güvenlik Yaklaşımları ve Balkanlar’ın Güvenliği” konuları ayrıntılı olarak irdelenmiştir. 47 adet uluslararası bildiri Kongre’de sunulmuştur. Kongre çok başarılı biçimde icra edilmiştir. Kongrenin, üniversitelerimiz, uluslarımız ile ülkelerimiz arasında işbirliğinin geliştirilmesine önemli katkı sağladığı değerlendirilmiştir. Kongrede ayrıca, yeni işbirliği ve ortak proje olanaklarının üretilmesi, yaratılması ve geliştirilmesi konusunda irade beyan edilmiştir.

    28-29 Nisan 2011 tarihlerinde gerçekleştirilen Uluslararası Balkan

    Kongresi’ne destek ve katkı sağlayan Rektörümüz Prof. Dr. Sayın Sezer Şener Komsuoğlu’na, Kongrenin birlikte düzenlenmesini ve yürütülmesini sağlayan Trakya, Namık Kemal, Çanakkale Onsekiz Mart ve Kırklareli Üniversitelerinin Sayın Rektörleri ile Bilgesam Başkanı’na, Kongre Genel Sekreterliğini yürüten Yrd. Doç. Dr. Caner Sancaktar’a ve Uluslararası Đlişkiler Bölümümüzün öğretim elemanları ve öğrencilerine yürekten teşekkür ederim.

    Engin saygılarımla…

    Prof. Dr. Hasret ÇOMAK Kocaeli Üniversitesi Rektör Yardımcısı Uluslararası Balkan Kongresi Başkanı Umuttepe Yerleşkesi, 29 Nisan 2011

  • 17

    PREFACE

    There are many cultural, historical, social, economic and political ties that make the Balkan region vital for Turkey. The first and the most important of these is the presence of Turkish and Muslim communities in Balkan countries. Moreover, a major component of Turkey’s population is composed of people of Balkan descent, and these people are still closely related to their relative communities in the Balkans.

    In terms of politics, economics and cultural relations, the Balkans are of vital importance for Turkey. Turkey’s economic, commercial, cultural and political relations with the countries in the region have improved and are still improving especially after the socialist period.

    The region, with 12 independent states, is also important for Turkey’s relations with Europe since the Balkans are Turkey’s gateways to Europe. The Anatolian Peninsula connects Europe to Asia, and the Balkans connect Western Europe to Turkey. Therefore, peace, security and stability in the Balkans are vital both for Turkey’s security and the strengthening of its cultural, historical, economic and political relations with Europe.

    1990s witnessed the end of the Cold War and the collapse of socialist regimes. Balkan countries have been through an enormous transformation and transition period. Seven new independent states emerged after the dissolution of Yugoslavia. Such radical changes have deeply affected the inter-state relations in the region and caused new and recent problems to arise.

    This impressive transition and transformation process had brought up new economic, political, social and cultural problems. The reconstruction and improvement of peace and stability continues to be a vital issue for the Balkans.

    Balkans are the natural bridge that connect Europe to Asia, Asia to Europe and both continents to Anatolia. Balkans are a base and support centre that stretch from Europe to Turkish Straits, Suez Channel and the Middle East. The region is at the crossroads of six seas: the Black Sea, the Mediterranean, Marmara Sea, the Aegean Sea, the Adriatic Sea, and the Tyrrhenian Sea. This geographical location provides the Balkans a geopolitical and strategic importance.

    The stability and security of the Balkans, as a result of its geopolitical and strategic position, is not only important for the regional states but also for Europe and Asia. The security depressions that might occur in the Balkans will affect the security of Europe, Asia, and Turkey - the bridge that connects these two old continents. Therefore, more secure Balkans would mean a more secure Europe, Asia and Turkey.

    For all these reasons, “the International Balkan Congress” is organized on April 28-29, 2011 at Kocaeli University’s Umuttepe Campus, Baki Komsuoğlu Culture and Convention Center with the purpose of strengthening of security and stability in the Balkans, adoption and spread of new security approaches and focusing on new directions regarding security in the Balkans.

  • 18

    The International Balkan Congress has thoroughly studied the theme of “Security Approaches of the International Organizations in the 21st Century and Security of the Balkans”. 47 papers are presented, and the Congress was carried out with great success. The Congress is regarded as an important contribution to the cooperation between our universities, nations and countries. Intentions on creating new opportunities for cooperation and joint projects are declared.

    I would like to express my sincere thanks to our Rector, Prof. Dr. Sezer Şener Komsuoğlu for her support and contribution to the International Balkan Congress on April 28-29, 2011, Rectors of Trakya, Namık Kemal, Çanakkale Onsekiz Mart and Kırıkkale Universities and the President of BILGESAM for their cooperation in the organization and implementation of the Congress, Assist. Prof. Dr. Caner Sancaktar for his duty as the General Secretary of the Congress, the academic and administrative staff and the students of our department.

    Kind regards…

    Prof. Dr. Hasret ÇOMAK Kocaeli University

    Vice-Rector Chairman of the International Balkan Congress

    Umuttepe Campus, April 29th, 2011

  • 19

    AÇILIŞ KONUŞMASI

    Atilla Sandıklı*

    “Balkanlar ve Türkiye”

    Balkanlar her zaman dünya üzerindeki savaşların çoğunun ilk başlangıç yeri ya da sebebi olmuş, büyük devletlerin birbirleri arasındaki mücadelesinde umarsızca kullanılmıştır. Đnsanları yıllar boyunca savaş, yıkım ve kargaşa içerisinde yaşamaya mecbur bırakılmış, barış ve istikrara özlem duyan bir coğrafyadır.

    Balkanlar Tuna'dan Çanakkale'ye, Istranca'dan Đstanbul'a uzanır. Osmanlı mirası diyebileceğimiz müşterek kültür değerleri bölgeye ayrı bir anlam yükler. Doğu, Orta ve Batı Avrupa’yı Türkiye’ye bağlar. Orta ve Batı Avrupa’da yaşayan 3.5 milyon civarındaki Türk nüfusunun temel geçiş yoludur. Doğalgaz boru hatları bu bölgeden Avrupa’ya veya Türkiye’ye ulaşır. Demir yolları ve karayolları ile ticaret akışımız Avrupa’ya Balkanlar üzerindendir.

    20. Yüzyılın sonunda ve 21. Yüzyılın başında Đçte ve dışta gerçekleştirilen reform sayılabilecek düzeydeki değişiklikler ve ekonomik alanda sağlanan kazanımlar Türkiye’yi bölgesel bir güç haline dönüştürmüştür. Türkiye, bu süreç içinde Ortadoğu, Kafkaslar, Orta Asya ve Balkanlarda yani birinci derecede yakın kara havzalarında gitgide daha aktif ve daha bağımsız dış politika izlemiştir. Her ne kadar dış politikanın izlenmesindeki esaslar, hemen her ülke için değişmez ana ölçülere dayansa da, Türkiye bu ölçülere adalet ve hakkaniyeti de bir temel olarak eklemeyi, bu değerleri dünya barışının daha güçlü bir şekilde savunulması ve gerçekleştirilmesinde, hassas bir kriter olarak kullanmayı uygun görmüştür.

    Bu açıdan bakıldığında artık Türkiye’nin Balkanlardaki çıkarları sadece 500 yıllık tarih, bu bölgede yaşayan Müslüman-Türk halklar, milli sınırlarımız ve de stratejik çıkarlarımızla sınırlı değildir. Türkiye’nin iktisadi, siyasi, kültürel ve askeri alandaki bölgesel bir güç olma durumuyla da yakından ilgilidir. Bu yüzden Türkiye'nin bu bölgede aktif olması, bölgede ve hata tüm Avrupa ile birlikte dünya da barış ve istikrarın korunması için girişimlerde bulunması, ulusal politikamızın önemli bir parçasıdır ve öyle olmaya da devam etmelidir.

    Türkiye bir yandan bölge ülkelerinin bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğüne saygı duymakta, diğer yandan da Balkan ülkeleriyle ikili ilişkilerini geliştirmeye çalışmaktadır. Bu amaca katkı verecek birinci derecedeki güç, hiç kuşkusuz ülkemizdeki balkan varlığıdır. Türkiye sadece Trakya’da toprakları olduğu için bir balkan ülkesi değildir. Türkiye, balkanlara olan tesiri ve nüfuzu ve kendi ana vatanındaki balkan unsurlarıyla da bir balkan ve dolayısı ile başını Fransa ve Almanya’nın çektiği “Türkiye Avrupalı değildir” tezinin tersine Avrupalıdır. Eğer Fransa ve Almanya’nın iddia ettiği kesin bir doğru olsaydı, Türklük ve onun tesirleri Edirne’de kalır ve bu kimliğe ve bu kimliğin yakın akrabaları olan Arnavut, Boşnak, Kosovalı ve daha nice balkan kimliklerine Türkiye ve Türklerin hiçbir nüfuz ve yakınlığı olmazdı.

    * Doç. Dr., BĐLGESAM

  • 20

    Balkanlara ilgi duyan ve bölge ile gerek ekonomik, gerekse askeri veya stratejik alanda işbirliği arayan üçüncü ülkelerin tersine, Türkiye balkanlarla yakınlık kurma hususunda büyük bir sorun yaşamamaktadır. Çünkü Türkiye’nin bölgeyle olan yakınlığı sebeplerin ve suretlerin ötesinde bir gerçektir. Bu zati yakınlık sayesinde Türkiye, asaleten bir balkan ülkesidir. Öyle ki ülkemiz balkanlarda her bir halkla neredeyse ayni derecede yakınlık sahibidir. Bunun en büyük delili Türkiye’nin yakın zamanda Bosna-Hersek ve Sırbistan arasında sağladığı ve git gide ortak bir yapı kazanan işbirliği sürecidir. Hatta buna şaşıran AB bakanına Sırp dışişleri bakanın verdiği “bunu anlayabilmeniz için bizimle 500 yıl beraber yaşamanız gerekir” cevabı dahi oldukça manidardır. Sırp bakanın verdiği cevaba tüm kalbimle katıldığımı belirtmek isterim. Anadolu’da yaşayan balkan varlığının 500 yıldır yaşanan bu birlikteliğe bugün kayıtsız kalması mümkün değildir.

    BĐLGESAM’ın üniversitelerimizle birlikte “21. Yüzyılda Uluslararası Örgütlerin Güvenlik Yaklaşımları ve Balkanların Güvenliği” konulu uluslararası Balkan Kongresinin düzenlemesinde yer almasından büyük gurur duyduğumu belirtmek isterim. Üniversitelerimizin rektörlerine, kongreyi düzenlenmesinde görev alanlara ve tüm katılımcılara başarılar diler saygılarımı sunarım.

  • 21

    21. Yüzyılda Yeni Güvenlik Anlayışları ve Yaklaşımları

    Atilla Sandıklı*, Bilgehan Emeklier**

    Giriş

    20. yüzyıl, dünya tarihinin gördüğü en kanlı yüzyıllardan biri olma özelliğini taşımaktadır. I. ve II. Dünya Savaşlarında ölen milyonlarca insan, Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombasının on binlerce sivilin hayatına mâl olması ve gelecek nesillerin yaşamını tehdit etmesi ve ardından yaşanan Soğuk Savaş, 20. yüzyıl tarihini özetler niteliktedir. Sadece savaş ve çatışmalarla değil küresel ekonomik ve siyasi krizlerle, askeri-politik kamplaşmalarla ve ideolojik-jeopolitik bloklaşmayla geçen yüzyıl, dünya tarihi açısından fırtınalı gelişmelerin yaşandığı bir yüzyıl olarak siyasi tarih literatüründe yerini almıştır. Söz konusu olaylardan da anlaşılacağı üzere, geçtiğimiz yüzyılın dönüm noktalarını kriz ve savaşlar oluşturmuştur.1

    Tehdit, risk, kriz ve tehlikenin egemen olduğu 20. yüzyılın uluslararası sistemini ve ortamını Hobbes’un “insan insanın kurdudur” önermesiyle açıkladığı “doğal yaşam hali” teziyle; temel aktörler olan hegemonik devletlerin ilişkilerini ise Makyavel’in “amaca giden her yol mübahtır” düşüncesiyle betimlemek biraz abartılı olsa da yanlış olmayacaktır. Tarihi akış içersinde Tchuydides, Machiavelli ve Hobbes ile süregelen siyasi düşünce çizgisinin, 20. yüzyılın savaş, çatışma ve kriz odaklı güvenlik anlayışını etkilediği söylenebilir. Bu bağlamda vurgulanması gereken husus, 20. yüzyılın teorik ve pratik çerçevede güvenliği sağlayamadığı ve literatüre “buhranlar veya bunalımlar yüzyılı” olarak geçebileceğidir.

    20. yüzyılda güvenliğin tesisi konusunda başarısız olunması, içinde bulunduğumuz yüzyıldaki güvenlik sorunsalını daha da önemli kılmakta ve güvensizliğin nasıl çözümleneceğine dair öne sürülen teorik ve metodolojik yaklaşımları gündeme taşımaktadır. 21. yüzyıla, 11 Eylül saldırıları gibi küresel güvenlik-güvensizlik ikilemini ortaya koyan örneklemlerle girilse de, kuramsal düzlemde yeni yüzyılın yeni güvenlik anlayışı ve yaklaşımlarının nasıl olacağı merak konusudur. 11 Eylül tecrübesi nedeniyle uluslararası alandaki uygulamalarda beliren umutsuzluklar, akademik sahada ileri sürülecek yeni güvenlik tezleriyle belki ötelenecek; daha da önemlisi değer-bağımlı ve çok boyutlu bir güvenlik paradigmasıyla umuda dönüştürülebilecektir. Bu anlamda çalışmanın amacı, ilk çeyreğinde bulunduğumuz 21. yüzyılın eleştirel ve alternatif güvenlik yaklaşımlarını anlamlandırmak, açıklamak ve bu kuramsal çerçevenin günümüz güvenlik problematiğine uygulamada ne denli çözüm getirebileceğini tartışmaktır.

    Yeni güvenlik anlayışı ve bakış açılarına odaklanan bu çalışma iki ana bölümden oluşmaktadır. Đlk bölümde “yeni” nin “eski”yle anlaşılır ve anlamlı hale geldiği önermesinden yola çıkılarak geleneksel güvenlik yaklaşımı, ikinci bölümde ise inşa süreci 1990’lı yıllarda başlayan ve süregelen “yeni” güvenlik anlayışı incelenmektedir. Çalışmanın, uluslararası ilişkiler teorileri üzerinden güvenlik yaklaşımlarına yönelmesi; gerek zihniyet parametrelerinde -az da olsa- meydana

    * Doç. Dr., BĐLGESAM ** BĐLGESAM 1 Hüsamettin Đnaç, Ümit Güner, “Avrupa ve Amerikan Güvenlik Çatışmaları Bağlamında Türk Dış Politikası”, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, Cilt:6, No:1, 2006, s.132.

  • 22

    gelen değişimi ortaya koyması, gerekse de -henüz doğrudan sahaya yansımasa da- değişip-dönüşen güvenlik konseptinin karar alma mekanizmalarınca uygulanabilirliğini göstermesi bakımından önem arz etmektedir.

    1. Soğuk Savaş Dönemi Güvenlik Yaklaşımları

    Pratik-teori bağımlılığının ve etkileşiminin açıkça gözlemlenebildiği uluslararası ilişkiler disiplinindeki kavramsal ve kuramsal yaklaşımlar; sistemin yapısından, uluslararası konjonktürden, dönemin koşullarından, sistemdeki aktör sayısından, aktörlerin niteliği ile niceliğinden ve aktörlerin birbirleriyle ilişkilerinden doğrudan etkilenmektedir. Uluslararası ilişkilerin en temel olgularından ve kavramlarından olan güvenliğe ilişkin 1945-1990 dönemindeki çalışmalarda gözlemlenen durağanlığın, monotonluğun ve tekdüzeliğin, Soğuk Savaş konjonktürünün statik iki kutuplu yapısıyla paralellik arz etmesi yukarıdaki savı destekler bir argüman görünümündedir. Đki kutuplu sistemdeki güvenlik çalışmaları, Soğuk Savaş yıllarının hakim teorisi realizm ve neo-realizmin etkisi altında ortaya çıkmış ve şekillenmiştir. Liberal düşünce ve neo-Marksist yaklaşımlar, 1960’ların sonlarında ve 1970’lerdeki detant (yumuşama) döneminde klasik güvenlik anlayışını her ne kadar sorgulamaya açmış ve bu düzlemde güvenlik çalışmalarında bir geçiş dönemini simgelemişse de, iki bloklu yapının egemen güvenlik paradigması realist ve neo-realist düşüncenin ana varsayımlarıyla belirlenmiştir. Ontolojik çerçevesini realist ve neo-realist kuramın çizdiği geleneksel güvenlik paradigması; realist tezlerin temel argümanlarını yansıtır şekilde devlet-merkezli, ulusal güvenlik endeksli, güç -özellikle de askeri güç- eksenli homojen bir öze sahiptir. Klasik realizm ve neo-realizmin tekelinde var olan ve bu temel karakteristiğiyle iki kutuplu sistemin hegemonik ve statükocu kimliğini ve pratiğini çok net biçimde resmeden geleneksel güvenlik anlayışı, Soğuk Savaş yıllarının güvenlik paradigması olarak literatürdeki yerini almıştır.

    1.1. Geleneksel Güvenlik Paradigması ve Sınırlandırılmış Güvenlik Anlayışı: Realist ve Neo-realist Teorinin Güvenlik Perspektifi

    Klasik realist teorisyenler aslında doğrudan bir güvenlik kuramı ortaya koymamışlar; ancak uluslararası politikaya dair öne sürdükleri savlar ve yaptıkları kavramsallaştırmalarla daha sonra ortaya çıkan güvenlik literatürüne ciddi ve dolaylı bir katkıda bulunmuşlardır. Öyle ki realizm, tezleriyle II. Dünya Savaşı’nın ardından disiplinin egemen teorisi olmanın yanı sıra klasik güvenlik terminolojisinin oluşumunda da başat bir rol oynamıştır. Söz konusu teorik ve metodolojik katkıyla birlikte realizmin en dikkat çekici boyutlarından biri de, güvenlik perspektifini sürekli bir “güvensizlik” veya “güvende olmama durumu” üzerinden tanımlama çabası olmuştur.

    Realizmin güvensizliğe atfen tasarladığı güvenlik anlayışının anahtar kavramlarından biri; “insan doğasının kötü olduğu” ön kabulünden hareketle uluslararası politikayı açıklamada kullandığı “anarşi” metaforudur. Uluslararası ortamı anarşi üzerinden betimleyen realizm, uluslararası ilişkileri temel aktör biçiminde değerlendirdiği ulus-devlet yapıları arasındaki güç ve çıkar mücadelesine indirgemektedir. Güç eksenli “ulusal çıkar” tanımlaması yapan realistlere göre devletler, amaçlarını ve potansiyel çıkarlarını kinetiğe dönüştürebilmek için yeterli ve gerekli güce sahip olmak zorundadır. Makyavelist bir zihniyetle gücü neredeyse başlı başına bir amaç haline getiren realist düşünürlerin birçoğu, ulusal güç

  • 23

    öğelerinin nicel/maddi ve nitel/manevi unsurlardan oluştuğunu her ne kadar kabul etse de devletin kapasitesini yine de askeri güçle özdeş tutmaktadır. Realist teorisyenlerin hemen hepsine göre, devletler yeterli ve gerekli ulusal güce sahip olabilmek için sürekli askeri hazırlık içinde olmak durumundadır; zira devletlerin varlıklarını sürdürebilmelerinin ve ulusal güvenliklerini sağlayabilmelerinin en önemli unsuru askeri güçleridir.2

    Realist kurama göre anarşi ve güvensizliğin devamlılık kazandığı bir uluslararası arenada güvende olmanın birincil koşulu ve yolu, güç ve kapasite artırımıdır. Analiz birimi olarak ele aldıkları devletlerin rasyonel ve yekpare/bütüncül (unitary) yapılar olduğu ön kabulünden hareket eden realistler, ulusal gücü artırma imkan ve kabiliyetine sahip tek aktör olarak ulus-devletleri görmektedirler. Bu açıdan bakıldığında, realizmin sürekli atıfta bulunduğu “ulusal güvenlik” kavramsallaştırmasından algıladığı güvenlik türü, devletin güvenliğidir. Başka bir ifadeyle realist paradigma, devlet eksenli bir güvenlik perspektifi inşa ederek ulusal güvenlik vurgusu üzerinden ulusun/toplumun ve açıkça belirtmese de bireyin güvenliğini devletin güvenliğine bağımlı kılmaktadır. Üstelik devletin güvenliğinin ulusun (ve dolaylı yoldan bireyin-toplumun) güvenliğiyle eş tutularak devlet-bağımlı bir güvenlik projeksiyonu sunulması, savaş ve çatışma olguları üzerinde ısrarla duran realizmin çalışmalarında ön plana çıkardığı “güvensiz ortam” temasıyla da sürekli bir biçimde meşrulaştırılmaktadır. Böylece realist çalışmaların, devletlerarasındaki mevcut veya potansiyel çatışma alanlarına odaklanarak güvensizliğe yaptığı vurgu, devlet egemenliği ve toprak bütünlüğü söylemleriyle güvenliği devletin bekasına indirgeyen yaklaşımı daha anlamlı hale getirmektedir.

    Öte yandan realist teorinin güvenlik anlayışındaki bir diğer önemli nokta, devlet lehine tek-taraflı bağımlı kılınan güvenliğin askeri güç ve stratejiye denk tutulmasıdır. Bu nedenle realist analizlerde askeri-stratejik konular ve bunlara ilişkin politikalar ön plana çıkmaktadır. Realist düşünürler, askeri güç ve kapasiteye verdikleri önemin bir tezahürü olarak, devletlerin uluslararası arenada karşılaştıkları sorunları ve uluslararası ilişkiler gündemini hiyerarşik-piramidal bir sıralamayla irdelemektedirler. Buradan hareketle birincil politika-ikincil politika ayrımına giderek üçgenin en tepesine ulusal güvenliği, yani güç-merkezli askeri güvenliği ve stratejik konuları yerleştirmektedirler. Bir başka ifadeyle realistlere göre, devletin bekası için elzem görülen askeri-stratejik konular (ulusal güvenlik) birincil politikayı (high politics); ekonomik, sosyal ve kültürel konular ise ikincil politikayı (low politics) meydana getirmektedir.

    Klasik güvenlik çalışmalarına belki de en fazla katkı sağlayan teorik yaklaşım, güvenliğe odaklanarak ortaya doğrudan bir güvenlik kuramı koyan neo-realizm olmuştur. Nitekim Stephen M. Walt’un, neo-realist teorinin disiplinde ortaya çıktığı 1970’li yılları “Güvenlik Çalışmalarının Rönesansı” olarak betimlemesi; neo-realizmin güvenlik alanındaki merkezi konumunu göstermesi bakımından arz etmektedir.3 Bu bağlamda neo-realizmin “güvenlik ikilemi” (security dilemma)4

    2 Mustafa Aydın, “Uluslararası Đlişkilerin Gerçekçi Teorisi: Kökeni, Kapsamı, Kritiği”, Uluslararası Đlişkiler Dergisi, Cilt: 1, Sayı:1, 2004, s. 39. 3 Stephen M. Walt, The Renaissance of Security Studies (Güvenlik Çalışmalarının Rönesansı) adlı makalesinde güvenlik çalışmalarının ilk dalgasının II. Dünya Savaşı ile birlikte oluşturulduğunu (ki bunu güvenlik alanındaki “Altın Çağ”ın ilk basamağı olarak nitelendirir) belirtmekte ve güvenlik literatürünün bundan sonraki sürecini dönemlere ayırarak kavramsallaştırmaktadır. Söz konusu dönemselleştirmeye istinaden 1955-1965 yıllarını “Altın Çağ”; yaklaşık 1960’ların ortasından

  • 24

    kavramı, Soğuk Savaş konjonktüründe devletlerin nükleer ve konvansiyonel silahlanma pratiğini özetleyen bir model olarak literatürdeki yerini almıştır. Güvenlik ikilemine göre devletler, uluslararası ilişkileri “sıfır toplamlı bir oyun” biçiminde algıladıklarından uluslararası arenadaki davranış kalıplarını “nisbi kazanç”5 varsayımına dayandırarak kurgulamaktadırlar. Dolayısıyla neo-realizmde devletlerin güvenlikleri bu bağımlı değişkenlerin bileşkesiyle sağlanabilmektedir.

    Tümdengelimci neo-realist güvenlik anlayışı, anarşi olgusu üzerinden rekabetçi ve çatışmacı bir güvenlik perspektifi öngörse de, gerçekte işbirliği sürecini de yadsımamaktadır. Ancak Kenneth Waltz ve John Mearsheimer gibi “karamsar” neo-realistler6, işbirliğini devletlerin birbirlerini aldatma ihtimali ve göreli kazançlara yönelik ilgisiyle bağımlı tutarak işbirliği yapmanın sınırlılığını ön plana çıkarmaktadır. Buna rağmen, neo-realist teorisyenler işbirliği yerine ittifaklar, bilhassa da askeri ittifaklar yoluyla güvenliğin tesis edilebileceği üzerinde durmaktadır. Özellikle de Waltz gibi güçten ziyade güvenliği önceleyen “savunmacı/defansif” (defensive) neo-realistler;7 devletlerin birincil amaçlarının güç kazanmak değil varlıklarını korumak olduğunu öne sürmektedirler. Böylece her devlet mevcut güçlerini devam ettirerek, yani statükocu davranış modeliyle hareket ederek sistemdeki konumunu sürdürecek ve bu sürecin sonunda uluslararası sistemde ortaya çıkan güç dengesiyle güvenliğini sağlamış olacaktır. Başka bir deyişle güç dengesi, sistemin düzenleyici mekanizması biçiminde işlev görerek istikrarı sağlayacak ve sistemik güvenlik, devletlerin güvenliğini de beraberinde getirecektir.

    1970’lerin ortasına kadar olan dönemi “Altın Çağ’ın sona erişi”; 1970’lerin ortasından, özellikle de 1970’in sonlarından itibarenki süreci de “Rönesans” olarak nitelendirmektedir. Makalenin Türkçesi için bkz. Stephen M. Walt, “Güvenlik Çalışmalarının Rönesansı”, Avrasya Dosyası (Güvenlik Bilimleri Özel), Cilt: 9, No:2, 2003, s. 71-106. 4 Güvenlik ikilemi modeline göre, bir devletin güvenliğini sağlamaya yönelik faaliyetleri mevcut ya da potansiyel düşmanlarının güvenliğini tehdit etmekte ve tehlikeye sokmaktadır. A devletinin mutlak güvenliği B devletinin mutlak güvensizliği anlamına geldiğinden, bu durum devletleri güvensizlik sarmalına itmekte ve devletler arasında güven bunalımına neden olmaktadır. Bu konuda bkz. Tayyar Arı, Uluslararası Đlişkiler Teorileri, Alfa Yayınları, Đstanbul, 2004, s. 198. Soğuk Savaş sırasında Batı bloğunda yer almalarına rağmen, birbirini tehdit biçiminde algılayan Türkiye ve Yunanistan’ın silahlanma yarışı, güvenlik ikilemi modeline güzel bir örneklem oluşturmaktadır. 5 Klasik ve neo-realist teorinin temel varsayımlarından biri olan “nisbi (göreli) kazanç”a göre devletlerin işbirliği yapmaları, birbirinin kazançlarını mukayese etmelerine bağlıdır. Ancak hem realizm hem de neo-realizm devletler arasındaki ilişkileri “sıfır toplamlı oyun” olarak savladıkları için birinin “kazancı”, diğerinin “kaybı” anlamına gelmektedir. Buna göre A devletinin mutlak kazancı aynı zamanda B devletinin mutlak kaybı olarak algılandığından, bu devletler birbiriyle işbirliğine yanaşmazlar. Söz konusu sava göre örneğin olası bir işbirliğinde A devleti +2 kazanıyorsa B devleti de -2 kaybedeceğinden (ya da tersi), iki devlet de işbirliğinden kaçınır. 6 Waltz ve Mearsheimer örneklerinde olduğu gibi devletlerin işbirliği yapmalarına yönelik karamsar görüşlerin yanı sıra, iyimser görüşler de mevcuttur. “Koşulcu realistler” de denilen Charles Glaser gibi iyimser neo-realistlerin, karamsar neo-realistlere (standart yapısal realizm) karşı çıktıkları noktalar için bkz. John Baylis, Uluslararası Đlişkilerde Güvenlik Kavramı”, Uluslararası Đlişkiler Dergisi, Cilt:5, No:18, 2008, s. 75-76. 7 Waltz’un da öne sürdüğü gibi “savunmacı/defansif” (defensive) neo-realist teorisyenler, daha çok gücün daha az güvenliğe, yani bir bakıma güvensizliğe neden olacağını savlamaktadırlar. Buradan hareketle uluslararası sistemin, hükmetmek isteyen devletleri değil, statükoyu koruyan devletleri ödüllendirdiğini vurgulamaktadırlar. En etkini John Mearsheimer’ın olduğu “saldırmacı/hücumcu/ofansif” (offensive) neo-realist düşünürler ise, devletlerin sistemdeki güvenliklerini, elde edebilecekleri kadar çok güçle (ki güç maddi, özellikle de askeri kabiliyet olarak tanımlanmaktadır) sağlayabileceklerini ve bu nedenle revizyonist devletlerin daha güvenli olduklarını varsaymaktadırlar. Neo-realist paradigmadaki söz konusu kavramsal ayrışma için bkz. Chris Brown, Kirsten Ainley, Uluslararası Đlişkileri Anlamak, Çev: Arzu Oyacıoğlu, Yayınodası Yayınları, Đstanbul, 2008, s. 39.

  • 25

    Kısacası, uluslararası platformdaki aktörlerin davranış ve güvenliklerini belirleyen yapı, sistemdir. Görüldüğü üzere klasik realizmden farklı olarak neo-realizm, ulus-devlet yapılarının güvenliği yanında sistemin güvenliğini de (uluslararası-küresel güvenlik) göz önünde bulundurarak güvenlik halkasını genişletmiş ve güvenlik literatürüne yeni bir boyut kazandırmıştır.

    Neo-realizmin güvenlik yaklaşımını realizmden farklılaştıran ve klasik güvenlik terminolojisini az da olsa zenginleştiren bir başka unsur, neo-realist düşünürlerin analizlerine ekonomik faktörü eklemleme çabasıdır. Bu düzlemde Waltz, askeri-stratejik konuların yanı sıra ekonominin de artık güvenlik ve uluslararası ilişkiler gündeminde belirleyici bir rol oynadığını belirterek, bir bakıma ekonomik güvenlik üzerinde durmuştur. Neo-realistlerin uluslararası ekonomi-politiği, çalışmalarına dahil etmelerinde uluslararası pratik etkili olmuştur. Zira Vietnam Savaşı, hedefe ulaşmada tek aracın askeri güç ve kapasite olmadığını gösterirken; 1973 ve 1979 petrol şokları, uluslararası politika yapım sürecinde bundan sonra ekonomik parametrelerin de hesaplanması gerektiğini çok net bir biçimde ortaya koymuştur. Fakat neo-realizm, ekonomi-politiği her ne kadar literatüre eklemlemeye çalışsa da, askeri-stratejik konulara odaklanarak ağırlık merkezini sabit tutmuştur. Dolayısıyla bu perspektiften değerlendirildiğinde neo-realizmin uluslararası ekonomi-politik meselelerle ilgilenmesine rağmen, aslında askeri-stratejik ve politik sorunların önceliğini tekrar ve yeniden kurmaya çalıştığı söylenebilir.8

    Kısacası klasik realizm ve neo-realizmin ana varsayımları ve temel tezleri, geleneksel güvenlik paradigmasını meydana getirmiştir. Söz konusu paradigma, ulusal güvenlik kavramını büyük ölçüde askeri açıdan tanımlayarak 1945-1990 yıllarının güvenlik literatürüne hakim olmuştur. Klasik güvenlik paradigmasının temel ilgi alanı, devletlerin bekalarına yönelik tehditlerle mücadele etmeleri amacıyla geliştirmeleri gereken askeri imkan, kabiliyet, kapasite ve stratejilerdir.9 Realist güvenlik perspektifi üzerine tasarlanan ve Soğuk Savaş konjonktürü boyunca egemen olan tehdit odaklı klasik güvenlik paradigması, “iki süper güç arasındaki çekişmenin doğrudan silahlı çatışmaya dönüşmemesi durumu” şeklinde özetlenebilecek “sınırlı” ve “dar” bir anlayışa dayanmıştır. Klasik yaklaşımın dar ve sınırlı çerçevede oluşturduğu güvenlik konseptinde, konjonktürel ve sistemik değişkenlerin de büyük bir payı vardır. Zira Soğuk Savaş dönemindeki iki kutuplu uluslararası yapı ve konjonktür, güvenliğin -daha doğrusu güvensizliğin- genelde bloklar özelde ise ABD ve SSCB arasına sıkışmasına ve güvenlik pratiğinin rekabet-çatışma eksenli gelişmesine sebebiyet vererek paradigmanın da dar ve sınırlı tutulmasına zemin hazırlamıştır. O kadar ki, Soğuk Savaş yılları boyunca güvenliğin askeri ve hatta nükleer olmayan boyutları gündeme gelmemiş, getirilmemiş, getirilememiştir.10

    Geleneksel güvenlik anlayışının bu dar ve sınırlı yapısı klasik güvenlik formülasyonunun da çerçevesini çizmiştir: Tehdit = kapasite x niyet. Ancak bu formül, teoride değilse bile uygulamada büyük sorunlar içermektedir. Zira niyet, Hobbesiyen bir anlayışla çoğu zaman “kötü” olarak varsayıldığından tehdit hesaplamaları kapasite üzerinden yapılmakta ve söz konusu güvenlik yaklaşımı,

    8 Mustafa Aydın, a.g.e, s. 47. 9 John Baylis, a.g.e, s. 73. 10Pınar Bilgin, “Güvenlik Çalışmalarında Yeni Açılımlar: Yeni Güvenlik Çalışmaları”, SAREM, Cilt: 8, Sayı: 14, 2010, s. 73-74.

  • 26

    aktörleri ister istemez “güvensizlik sarmalına” götürmektedir. Nitekim Soğuk Savaş yıllarında hem ABD hem de SSCB ulusal güvenlik hesaplarını sadece birbirlerinin kapasitelerine dayandırmışlar ve dolayısıyla birbirlerini sürekli güvensizliğe itmişlerdir.11

    1.2. Klasik Güvenlik Paradigmasının Sorgulanması ve Geçiş Dönemi Güvenlik Yaklaşımları: Liberal Kuramlar ve Neo-Marksist Yaklaşımların Güvenlik Anlayışları

    Sistemin kendi içinde değişim geçirdiği 1960’lı ve 1970’li yılların uluslararası atmosferindeki görece ılımlı hava literatüre de yansımıştır. Yapısal, süreçsel ve teorik anlamda bir nebze geçiş dönemini simgeleyen zaman diliminde ileri sürülen kuramsal yaklaşımlar, klasik güvenlik anlayışının sorgulanmasını gündeme getirmiştir. Felsefi ve tarihi arka planını liberal düşünceden alan fonksiyonalizm, pluralizm ve transnasyonalizm ile Marksist teoriden alan neo-Marksist (Kuzey-Güney, Merkez-Çevre) yaklaşımlar, ortaya koydukları düşüncelerle realist teorinin güvenlik perspektifine alternatif model üreten kuramsal çalışmalar olarak ön plana çıkmıştır. Sözkonusu teorik yaklaşımlar, realizmin gücünü ve hegemonyasını kıramasalar da getirdikleri eleştiri ve önerilerle Soğuk Savaş sonrasındaki eleştirel güvenlik yaklaşımlarına ve yeni güvenlik anlayışına uygun teorik zemin hazırlamışlardır.

    Avrupa bütünleşmesi özelinde inşa edilen bir kuram olarak fonksiyonalizm; devlet ve entegrasyon arasındaki hassas ilişkiyi güvenlik olgusu bağlamında açıklamaktadır. Zira; yüzyıllar boyu birbirleriyle çatışma içinde yaşamış ve birbirlerini tehdit olarak konumlandıran toplumların işbirliğine yönelmesi, güvenlik sorunsalının çözümüne ilişkin somut bir referans noktası olmuştur. Fonksiyonalizm kuramı; ulus devlet eleştirisini, teknik konuların önemine vurguyu, siyasal kaygılardan uzak işlevsel uluslararası örgütlerin ön plana çıkarılmasını, ulus-devletlerin belli fonksiyonlarla donatılmış bu kurumlara yetki devrini, bir alanda başlayan fonksiyonel örgütlenmenin diğer alanlara da yansımasını ve siyasi sektörün elimine edilerek kalıcı barışın kurulduğu “Dünya Toplumu” yaratılmasını içeren bir model ortaya koymuştur.12

    Fonksiyonalizmin güvenlik ve barışı tesis etme yöntemi, güvenlik kapsamındaki siyasi konuları devre dışı bırakıp, diğer alanlarda (ulaşım, iletişim, teknoloji vb.) işbirliğini yaygınlaştırarak, karşılıklı güven oluşturulması biçimindedir. Böylece, karşılıklı bağımlılığın ve diğer alanlardaki işbirliğinin sağladığı güven hissi, aktörler arasındaki buzdan duvarları çözebilir ve aralarındaki etkileşim, tıpkı Almanya-Fransa örneğinde olduğu gibi siyasi güvenlik kapsamındaki konularda da işbirliğine uzanabilir. Fonksiyonalizmin literatüre katkısı genelde karşılıklı bağımlılık ve işbirliği vurgusuyla pluralist ve transnasyonalist kuramların önünü açması, özelde ise somut bir örnek üzerinden güvenlik sorunsalının çözümlenmesine ilişkin yöntem ve araçları paylaşması olmuştur.

    Pluralizm ve transnasyonalizm öncelikle devlet-merkezli realist paradigmaya karşı çıkarak, aktör çeşitliliği üzerinde durmaktadır. Devletlerin gerek ulusal

    11 Pınar Bilgin, a.g.e, s. 78. 12 Sinem Akgül Açıkmeşe, “Uluslararası Đlişkiler Işığında Avrupa Bütünleşmesi”, Uluslararası Đlişkiler Dergisi, Cilt: 1, No: 1, 2004, s. 6.

  • 27

    (bireyler, bürokrasi, hükümet, baskı ve çıkar grupları gibi) gerekse de uluslararası (uluslaraşırı ve uluslararası kurumlar, çok uluslu şirketler, sivil toplum örgütleri gibi) düzlemde tek başına bütüncül bir aktör olmadığını ileri sürerek, öngördükleri çok-aktörlü pluralist yapıda sadece devlete atfedilen klasik ulusal güvenlik anlayışını eleştirmektedir. Bu açıdan bakıldığında devletin-aktörün güvenliğinden değil, aktörlerin güvenliğinden bahsetmek daha doğru olacaktır. Üstelik John Burton’ın “örümcek ağı” modeliyle anlamlandırmaya çalıştığı uluslararası ilişkilerin iç içe geçmişliği ve karmaşıklığı, yani “karmaşık karşılıklı bağımlılık” olgusu, askeri gücü merkezi konuma yerleştiren geleneksel güvenlik anlayışının hiyerarşik yapılanmasını da sonlandırmıştır. Kaldı ki birincil-ikincil politika ayrımının kalktığı bir uluslararası ilişkiler gündeminde, askeri-stratejik güvenlik meselelerinin yanına siyasal, ekonomik, ticari, mali, kültürel, teknolojik, bilimsel alanların eklemlendiği geniş bir konu çeşitliliği vardır. Nitekim Joseph Nye’ın sert güç (hard power)-yumuşak güç (soft power)13 ayrımına dayanan tipolojisinde askeri-ekonomik güç (sert güç) kadar; yaşam tarzı, evrensel ve kültürel değerler, siyasal-demokratik normlar ile liberal kurum ve kurallara, bir başka deyişle yumuşak güce önem atfetmesi,14 günümüz güvenlik konseptinin çok boyutluluğunu gösteren bir yaklaşımı temsil etmektedir.

    Ayrıca pluralist ve transnasyonalist düşünürlere göre bilişim sistemindeki gelişmelerin aktörler arası iletişim ve etkileşimi artırdığı küresel bir ortamda belirsizlik ve güvensizlik azalarak işbirliği yapmanın faydası artmaktadır. Karşılıklı bağımlılığın çatışma riskini azaltacağını savlayan kuramcılar, işbirliği ve uzlaşma zeminine dayanan işbirliği eksenli bir güvenlik yaklaşımı öne sürmektedir. Zira çatışma ve anarşinin bertaraf edilmesi için çoğulcu demokratik kurumların varlığını ve dayanışmacı biçimlerini öneren Robert O. Keohane;15 küresel ısınma ve finansal krizler gibi küresel güvenlik sorunsallarına vurgu yaparak gerek aktör gerekse de konu bağlamında küresel yönetişime dikkat çeken James Rosenau16 gibi teorisyenler, güvenliği işbirliği çerçevesinde irdeleyen pluralist ve transnasyonalistler olarak öne çıkmaktadır. Söz konusu düşünürlerin güvenlik çalışmalarına katkısı, çatışma yerine işbirliği odaklı bir güvenlik anlayışı getirmeleri olmuştur.

    Buna karşın bağımlılığın karşılıklılık mantığını reddederek bu olgunun işteşliği yerine tek taraflılığını ele alan neo-Marksist yaklaşımlar, bağımlılık tezleri üzerinde durmaktadır. Geleneksel Marksist teorinin alt yapıya yerleştirdiği ekonomik faktörleri analizlerinin merkezine alan neo-Marksist kuramcılar; ekonomi eksenli bir güvenlik perspektifi sunarak bağımlılığı, ekonomi-politik gelişmişlik veya gelişmemişlik/azgelişmişlik üzerinden anlamlandırmaya çalışmaktadırlar. Analiz düzeyi olarak inceledikleri sistem çözümlemelerini yapısal bir problematiğe dayandırarak kapitalist sistemin, güvensizlik sarmalına sebebiyet verdiğini ileri sürmüşlerdir. Neo-Marksist düşünürler, Marksizmin burjuva-proletarya dikotomisi ekseninde savladığı sınıf mücadelesi sorunsalını bir bakıma yeniden üreterek uluslararası ilişkiler ve sistem okumalarını merkez-çevre tipolojisi üzerinden kurgulamışlardır. Bu bağlamda asıl çatışmanın Doğu ve Batı arasında değil, metropol ve uydu, gelişmiş ve azgelişmiş, merkez ve çevre; başka bir ifadeyle Kuzey ve 13 Nye’ın bu kavramsal çerçevede ABD dış politikasını eleştirel bir açıdan inceleyen çalışması hakkında bkz. Joseph Nye, Amerikan Gücünün Paradoksu, Çev: Gürol Koca, Literatür Yayınları, Đstanbul, 2003. 14 Aynı yerde, s. 10-15. 15 Robert O. Keohane, “Uluslararası Toplumda Egemenlik”, içinde: Küresel Dönüşümler, Haz: David Held, Anthony McGrew, Phoenix Yayınları, Ankara, 2008, s.190-191. 16 James Rosenau, “Yeni Bir Küresel Düzende Yönetişim”, içinde: Küresel Dönüşümler, s. 113-114.

  • 28

    Güney arasında yaşandığını öne sürmüşlerdir. “Kuzeyin güvenliği=Güneyin güvensizliği” şeklinde özetlenebilecek güvenlik-güvensizlik paradoksunun Kuzey ve Güney arasına sıkışmışlığını varsayan neo-Marksist yaklaşımın en somut savlarını ve tezlerini, Johan Galtung’un “Yapısal Emperyalizm”17 ve Immanuel Wallerstein’ın “Dünya Sistemi”18 kuramlarında görmek mümkündür. Coğrafya-mekân temel alınarak askeri-ideolojik eksende ortaya konulan jeopolitik yaklaşımların yerine, ekonomi-politik ekseninde sosyo-ekonomik analizler öne süren neo-Marksist çalışmaların; klasik güvenlik anlayışına getirdiği yeni bakış açısının ekonomik güvenlik modeli olduğu ifade edilebilir. Bu yönüyle söz konusu kuramsal perspektif, günümüz yeni güvenlik anlayışının ve eleştirel-alternatif güvenlik yaklaşımlarının öncüsü sayılabilir.

    2- Soğuk Savaş Sonrası Güvenlik Çalışmalarında Değişim-Dönüşüm: Yeni Güvenlik Anlayışı

    Soğuk Savaş yıllarındaki gibi sistemde eğer ikili güç dengesi oluşturabilecek bir “biz” ve “öteki” dengesi varsa ittifak/işbirliği ve tehdit tanımlamaları daha kolay yapılabilmekte; benzer algı ve beklentideki aktörler farklı kamplarda yer alarak ilişkilerini bu kutuplaşma üzerinden sürdürebilmektedir. Fakat sistem, Soğuk Savaş sonrasındaki gibi karmaşıklaştıkça oyuncuların güvenlik algılamalarını, birbirlerinin farklılığı üzerinden tanımlamaları da artmaktadır.19 Benzerlik ve farklılıkların eş zamanlı olarak iç içe girdiği ve arttığı 21. yüzyıl küresel sisteminde güvenlik ve tehdit tanımlamaları da çeşitlenmektedir. Güvenliğin genişlemesi, çeşitlenmesi ve derinleşmesi geleneksel güvenlik literatürünü ciddi biçimde tehdit etmekte; kim için, ne için, nereye kadar ve nasıl güvenlik soruları çerçevesinde alternatif güvenlik çalışmaları gündeme gelmektedir. Postpozitivist kuramlar olarak da bilinen eleştirel, postmodern, feminist ve konstrüktivist kuramların güvenlik anlayışları, eleştirel yaklaşımlar çerçevesinde klasik güvenlik paradigmasını sorgularken; doğrudan güvenlik çalışmaları yapan ve güvenliğe ilişkin ortaya ciddi tezler koyan Kopenhag Ekolü yeni güvenlik anlayışı inşa etmeye çalışmaktadır.

    2.1. Güvenliğin Resminin Yeniden Çizilmesi: Eleştirel Yaklaşımlar

    Eleştirel Okul, tıpkı modernitenin tek tipleştirdiği yaşam ve insan modelinde olduğu gibi, uluslararası ilişkiler disiplininde de realizmin tek-tip merkez kavramlar üzerine inşa edilmiş tek-tip bir dünya ile diğer olguları tahakküm altına aldığı eleştirisinden yola çıkmaktadır.20 Dolayısıyla kurama göre, disiplinin temel parametrelerinden birini teşkil eden güvenlik de aynı biçimde kartezyen, batılı, rasyonel bir erkek figürüyle imgelenen modern devletin tekeli altındadır. Bu çerçevede, “modern devletin bekası=güvenlik=yurttaşların güvenliği” şeklindeki formülasyon, tüm şiddeti meşrulaştıran, diğer olgu ve olayları maskeleyen bir boyuta 17 Johan Galtung’un merkez-çevre hakkındaki düşünceleri için bkz. Johan Galtung, “Emperyalizmin Yapısal Teorisi-Kısım 1, çev: Birgül Demirtaş-Coşkun, Uluslararası Đlişkiler Dergisi, Cilt:1, No:2, 2004, s. 25-46 ve Johan Galtung, “Emperyalizmin Yapısal Teorisi-Kısım 2, çev: Birgül Demirtaş-Coşkun, Uluslararası Đlişkiler Dergisi, Cilt:1, No:3, 2004, s. 37-66. 18 Immanuel Wallerstein’ın modern dünya sisteminin analizine ilişkin temel tezlerini özetleyen bir çalışma için bkz. Elçin Aktoprak, “Immanuel Wallerstein: Sosyal Bilimlere Yeniden Bakmak”, Uluslararası Đlişkiler Dergisi, Cilt:1, No:4, 2004, s. 23-58; özellikle bkz. s. 24-44. 19 Beril Dedeoğlu, “Yeniden Güvenlik Topluluğu: Benzerliklerin Karşılıklı Bağımlılığından Farklılıkların Birlikteliğine”, Uluslararası Đlişkiler, Cilt:1, No:4, 2004, s. 2. 20 Richard K. Ashley, “Political Realism and Human Interests”, International Studies Quarterly, Cilt: 25, No: 2, Symposium in Honor of Hans J.Morgenthau, 1981, s. 204-205.

  • 29

    ulaşmıştır. Oysaki kökeninde devlet, yurttaşları için güvenlik üreten bir araçtır.21 Eleştirel Okul bu doğrultuda, sistemin hegemon aktörünün gölgesi altında kalmış birey ve toplum güvenliğini, güvenlik incelemelerinde ön plana çıkarmakta; teorilerin kurucuları tarafından dayatılan söz ve imgelerin hegemonun çıkarlarına hizmet ettiğini ortaya koymaktadır. Devlet güvenliği/ulusal güvenlik, birey ve toplum güvenliği ile eş tutulduğundan; sistemin, hegemonun ya da devletin güvenliğini sağlamak adına bireysel güvenlik ve özgürlükler yok sayılabilmektedir. Eleştirel teori; bireysel özgürlükler ve birey güvenliğinin yeniden tesisi için devlet ile toplumsal gruplar ve bireyler arasında iletişimsel ussallığın modernitenin metalaştırıcı araçsal ussallığının yerini alarak, kamu alanının canlandırılması ve ister ulus devlet içinde isterse uluslararası ilişkilerde olsun demokratik düzenin bireylerin hayatına sirayet edecek bir biçimde işletilmesi gerektiğini savunmaktadır.22

    Postmodern kuramcılar, modernitenin ötekileştirici doğası üzerinden yola çıkarak, uluslararası ilişkiler düşüncesinin temel kavramları arasındaki hiyerarşik düzeni vurgulamaktadırlar: Savaş/barış, dost/düşman, düzen/anarşi, yerli/yabancı, merkez/çevre.23 Karşıtlıklar üzerine kurulu sistemde küreselleşme ile birlikte, tüm bu kavram ve olgular iç içe geçmekte, daha çok karşılaşmakta ve birbirlerine daha bağımlı hale gelmektedir. Bu doğrultuda, zaman-mekan sıkışması neticesinde kimliksel farklılıklar, her gün bir pota içinde erirken çatışmakta; iletişim devrimiyle kimlikler ve önyargılar bir yandan daha çok ayyuka çıkarken diğer yandan uzlaşma zemini aranmakta; klasik realist söylem ve imgeler belirsizlikler dünyasında otoritesini korumaya çalışmaktadır. Postmodern kuramcılar bu çelişkiler çerçevesinde güvenliği yorumlayarak, Batı merkezli sistemin birey güvenliğini her açıdan sarstığını vurgulamakta ve ayrıca bugün konuşulan “güvenlik” olgusunun Batı’yı öncelediğini savlamaktadır. Örneğin uluslararası göç yeni dünya düzeninin güvenlik ajandasında en üst sıralarda yer almaktadır. Oysa burada toplumsal güvenlik vurgusu altında hiyerarşik olarak üst sırada bulunan ve öncelenen göç alan ülkelerin toplumsal güvenliğidir; ardından ise göç etmek durumunda kalan toplumların güvenliği gelmektedir.

    Diğer yandan, postmodernistler dijital çağda savaşın kanlı gerçeğinden uzaklaşılarak, savaşın bilgisayar oyununa dönüştürüldüğünü vurgulamaktadır.24 Yeni teknolojiler, dijital savaşlarda simule edilirken, sadece bir mouse ve klavyenin yeterli olması, savaş sırasında insani boyutun ve insan güvenliğinin tümüyle kaçırılmasına ve şiddeti uygulayanın tümüyle yabancılaşmasına neden olmaktadır. Yanı sıra, iletişim devrimiyle birlikte savaşlar ve devlet tekeli dışında da insan güvenliği her an her yerden gelebilecek tehditlerle karşı karşıyadır. Bugün, Şangay’daki bir hacker Đstanbul’daki bir bilgisayara saldırıda bulunabilir ya da GDO’lu bir ürün dünyanın

    21 Pınar Bilgin,“Individual and Societal Dimensions of Security”, International Studies Review, Cilt: 5, No: 2, 2003, s. 203. 22 Fuat Keyman, “Eleştirel Düşünce: Đletişim, Hegemonya, Kimlik/Fark”, içinde: Devlet, Sistem, Kimlik, der: Atila Eralp, Đletişim Yayınları, Đstanbul, 2007, s. 234. 23 Trobjorn L. Knutsen, Uluslararası Đlişkiler Teorisi Tarihi, çev: Mehmet Özay, Açılım Kitap, Đstanbul, 2006, s. 367. 24 Bu konuda bkz. James Der Derian, “The Simulation Syndrome: From War Games to Game Wars”, Social Text, No: 24, 1990, s. 187-192.

  • 30

    bir diğer bölgesindeki insanların genetik kodlarını etkileyebilir; artık coğrafi uzaklıkların ve sınırların önemi büyük ölçüde azalmıştır.25

    Uluslararası ilişkiler literatürüne hızlı bir giriş yapan feminist uluslararası ilişkiler kuramı, disiplinin merkezi olgularını ve epistemolojik temellerini cinsiyet dikotomisi üzerinden eleştirmektedir. Buna göre mevcut uluslararası ilişkiler sistemi, hiç çocuğun doğmadığı ve hiç kimsenin ölmediği devletlerden oluşan sanal bir yapı olduğu26 ve realizmin güvenlik çalışmalarında anarşik ve tehlikeli bir dünyada devletin bekası için gerekli olan güç, otonomi ve rasyonalite gibi olgular da, “ideal erkek” tipi üzerine kurgulandığı noktasında yeniden sorgulamaya açılmıştır.27

    Bu bağlamda feminist güvenlik yaklaşımı; realist anlayışın reddi, soyut sistematik söylemin sorgulanması, kadınları günlük yaşamları ve güvenlik arasında güçlü bir bağın mevcudiyetinin bilinmesi, hakim devlet anlayışının eleştirisi ve dönüşüme uğrayan şiddetin yapısal olduğunun kabulü üzerine kurulmuştur.28 Direkt şiddet, devletler ve onların uluslararası çatışmaları üzerine odaklanırken; yapısal şiddet, sosyal grup ve bireylerin güvensizliği ile ekolojik tehditlerin yarattığı dünya güvensizliğini içermektedir.29 Bu tanımlamadan hareketle, uluslararası sistemdeki erkek merkezli kurgu dahilinde gerçekleşen direkt şiddet, yapısal şiddeti kökleştirmiştir. Feminist kuramın güvenlik anlayışına göre yapısal şiddetin çıktıları, sistem tarafından görünmez kılınan/varsayılan kadınların güvenliğini tehdit etmekte ve gündelik yaşamlarının her alanına sirayet etmektedir.

    Bu doğrultuda, feminist uluslararası ilişkiler kuramı çok boyutlu bir yaklaşımla güvenliği, başta ekolojik, fiziksel ve yapısal olmak üzere tüm kapsamlarıyla şiddetin azalması olarak ifade etmektedir.30 Feminist kuramcılar için güvensizliğin tanımı; başta cinsiyet, sınıf ve ırk olmak üzere tüm yapısal eşitsizliklerin etkileridir.31 Nitekim BM’nin Irak boykot kararında cezalandırılan, “anne ve ailenin taşıyıcısı” olarak kadınlar olmuştur. Aynı şekilde 1993’ün sonunda yaklaşık olarak 18 milyon mültecinin %80’ini kadın ve çocuklar teşkil etmektedir. Latin Amerika’da kredi programlarından sadece %7-11 arası bir oranda kadınlar yararlanmaktayken, Afrika’da tarımsal üretimin %80’ini gerçekleştiren kadınlar, tarım kredilerinin sadece %1’den yararlanmaktadırlar.32

    Bunun yanı sıra, kadın imgesinin bilinçaltında savaşları, yaptırım kararlarını ve müdahaleleri meşrulaştırıcı bir araç olarak kullanıldığı örnekler söz konusudur. 25 Johan Eriksson and Giampiero Giacomello, “The Information Revolution, Security, and International Relations: (IR) Relevant Theory?”, International Political Science Review, Cilt: 27, No: 3, 2006, s. 233-234. 26 Özlem Tür, Çiğdem Aydın Koyuncu, “Feminist Uluslararası Đlişkiler Yaklaşımı: Temelleri, Gelişimi, Katkı ve Sorunları”, Uluslararası Đlişkiler Dergisi, Cilt: 7, No: 26, 2010, s. 8. 27 J. Ann Tickner, “Feminist Responses to International Security Studies”, Peace Review 16:1, 2004, s. 44. 28 Muhittin Ataman, “Feminizm: Geleneksel Uluslararası Đlişkiler Teorilerine Alternatif Yaklaşımlar Demeti”, Alternatif Politika, Cilt: 1, No: 1, 2009, s. 23. 29 J. Ann Tickner, “Introducing Feminist Perspectives into Peace and World Security Courses”, Women's Studies Quarterly, Cilt: 23, No: 3-4, 1995, s. 48. 30 J. Ann Tickner, “You Just Don't Understand: Troubled Engagements between Feminists and IR Theorists”, International Studies Quarterly, Cilt: 41, No: 4, 1997, s. 624. 31 J. Ann Tickner, “What Is Your Research Program? Some Feminist Answers to International Relations Methodological Questions”, International Studies Quarterly, Cilt: 49, No: 1, 2005, s. 6. 32 J. Ann Tickner, “You Just Don't Understand: Troubled Engagements between Feminists and IR Theorists”, s. 625-626.

  • 31

    Nitekim 11 Eylül’den sonra medya; yardım bekleyen burkalı kadın figürlerine yer verirken, aslında ABD’nin kurtarıcı bir erkek figürü olarak algılara yerleşmesini sağlamıştır. Taliban yönetiminde kadınlar, kısıtlamalar altında adeta hapis hayatı yaşamaktayken Taliban’ın devrilmesinden sonra da kadınlar için pek bir şeyin değişmediğini söylemek mümkündür. Zira Afganistan’ın kırsal bölgelerinde kadınların halen büyük bir bölümü aynı hayatı yaşamaya devam etmektedir. Kadınlar, savaşın içinde her gün güvensizlik duygusuyla yüzleşmekte, aşırı fakirlik altında yaşamaktadır. Birçok kadın savaş sırasında ailelerini yitirmiştir.33

    Güvenlik üzerine çalışan feminist kuramcıların Bosna Savaşında yüzbinlerce kadının tecavüze uğraması34 ve tüm hayatları boyunca izlerini taşıyacakları güvensizlik duygusu içine çekilmelerine yaptıkları güçlü vurguyla erkek egemen uluslararası ilişkiler kuramlarını sorgulamaya açmaları; başta insan güvenliği olmak üzere devlet dışı tüm güvenlik alanlarının tartışılmaya açılmasına ve “görünür” kılınmasına destek olmuştur. Bu doğrultuda, feminist perspektiflerin literatüre en büyük katkısı, gender (toplumsal cinsiyet) dikotomisi üzerinden aslında biz/onlar ayrımının su yüzüne çıkarılmasına ve uluslararası çatışmalarda “diğerleri” üzerine düşünülmesine imkan vermesidir ki böylece harmoni içinde yaşayan bir dünyaya ulaşmanın ilk adımı atılabilir.35

    Đstikrarı ve düzeni anlatmakta son derece muktedir olan makro teorilerin; Soğuk Savaş sonrası sistemin çoğulcu ve parçalanmış resmini yorumlayamaması ve değişimi açıklamada yetersiz kalması literatürde yeni bir kan arayışına neden olmuştur. Pozitivizm ile postmodernizm; realizm ile liberalizm arasında bir ara kuram olarak karşımıza çıkan konstrüktivizm; küreselleşmenin yarattığı ikilemlerin, krizlerin, değişim ve dönüşümlerin, çarpışma ve birleşmelerin açıklanmasında oldukça ön plana çıkmıştır. Çünkü konstrüktivizm uluslararası ilişkileri güç ya da piyasa etkileşimi gibi maddi yapılar yerine fikirler, normlar, kültürler ve algılamalar sayesinde oluşan sosyal yapılar ekseninde değerlendirmektedir.

    Süper güçlerin karşılıklı etkileşimi içinde cereyan eden ve güvenliğin salt “kapasite x niyet = tehdit” kurgusu çerçevesinde değerlendirildiği bir dünyaya, 1992-1995 arasında 200.000 kişinin öldüğü Bosna; 1995’te 500.000’den fazla kişinin öldüğü Ruanda ve yeni doğan beş çocuktan birinin ancak 5 yaşına kadar yaşama ihtimaline sahip olduğu Afganistan36 tecrübeleri; güvenliğin süper güçlerin güvenliğine indirgenemeyecek kadar geniş ve derin, sadece maddi öğeler ve güç mücadeleleriyle açıklanamayacak kadar toplumsal hafıza, kimlik, algılama, inanç ve normları da barındıran çok boyutlu bir kavram olduğunu hatırlatmıştır. Güney Afrika’da Apartheid rejiminin kaldırılması, çeşitli silahların yasaklanması, köleliğin kaldırılması ve bazı rejimlerin sonlanması gibi olumlu gelişmeler de aktarılan ve içselleştirilen normlar kanalıyla güvenliğin yeniden tesis edilebileceğini ortaya koyan pozitif örnekler olmuştur.37 Konstrüktivizmin sosyal gerçeklere ilişkin vurgusu işte

    33 J. Ann Tickner, “On The Frontlines or Sidelines of Knowledge and Power? Feminist Practices of Responsible Scholarship”, International Studies Review, No: 8, 2006, s. 390. 34 “Kadınlara yönelik tecavüz, savaş dönemlerinde rutin bir cezalandırma yöntemidir”; bu konuda bkz. Muhittin Ataman, a.g.e, s. 26. 35 J. Ann Tickner, “Introducing Feminist Perspectives into Peace and World Security Courses”, s. 55. 36 Steve Smith, “Singing Our World into Existence: International Theory and September 11”, International Studies Quarterly, Cilt: 8, No:3, 2004, s. 508-509. 37 M. Finnemore and K. Sikking, “International Norm Dynamics and Political Change”, International Organization, Cilt: 52, No: 4, 1998, s. 890.

  • 32

    tam da bu noktada başlar. Kuram yalnızca güvenliği ele almasa da, sosyal yapı, normlar ve kimlikler ile güvenlik arasında kurduğu bağıntı, konstrüktivizmi güvenlik yaklaşımlarında ön plana çıkarır. Dünya politikaları, toplumsal bellek ve algılamalarla bugünü yorumlayan sosyal öznelerin etkileşiminin bir ürünüdür.38 Bu kapsamda, konstürüktivizmin uluslararası ilişkiler bulmacasında kimlik, norm, algılama ve önyargılar gibi parçaları daha iyi birleştiren sosyal gerçekliklere vurgu yapması, Soğuk Savaş döneminde dondurulan başka bir ifadeyle “güvenlik-dışı” bırakılan ve/veya yok sayılan olguları (cinsiyet, kimlik, göç, insan hakları, refah toplumu vb.) güvenlik gündeminde üst sıralara taşımıştır.

    Bir devletin askeri güvenlik kapasitesinin ne ifade ettiği tıpkı Wendt’in kült haline gelmiş “Đngiltere’nin 500 nükleer silahının ABD için Kuzey Kore’nin 5 nükleer silahından daha az tehlikeli olduğu” örneğindeki gibi39; o ülkenin düşman ya da dost ülke şeklinde algılanmasına istinaden yani kimlikler zemininde ötekileştirmeye bağlı olarak değişiklik arz eder. Çünkü özne ve yapı karşılıklı olarak birbirini yeniden inşa eder; özneler kuralları, kurallar özneleri biçimlendirir ve sosyal dünya, sosyal dünyanın şekillendirdiği insanlar tarafından şekillendirilir.40 Görüldüğü gibi, inançlar, önyargılar, normlar ve kimlikler dünya politikalarının sosyal yapısını oluşturan kurallar bütünüdür. Zira, toplumların kimliklerine aidiyet duygularını güçlendirecek biçimde birbiri hakkında önyargı oluşturmaları ve bu önyargıların peşinden gitmeleri insanlık tarihi kadar eski bir olgudur. Joseph de Maistre’in, “Hayatım boyunca Fransızlar, Đtalyanlar, Ruslar gördüm; Montesquieu sayesinde, Acem bile olunabileceğini biliyorum ama hiç insanla karşılaşmadım” cümlesi; kimliklerin ve öteki kimliklere ilişkin oluşmuş sosyal duvarların içinde bulunduğumuz yapıyı bir labirente çevirdiğini anlatır niteliktedir. Nitekim bu labirent; 21. yüzyıl dünyasında daha önce hiç bir zaman diliminde olmadığı kadar karşılaşmaların, çarpışmaların ve duvarların aşılmasının sancısını çekmektedir.41 Bu sancılı ortamda, güvenliğin sadece devletler arası olmaktan çıkarak toplumlar arası ve özneler arası boyutları da içeren bir yapı-söküme uğradığını söylemek yanlış olmayacaktır.

    Modernitenin sancılarını yaşayan insan, içinde bulunduğu kaotik dünyada kendini korumak, güvenli hissetmek ve öz varlığını garanti altına almak için kimliğini ve grup aidiyetini ön plana çıkarmaktadır. Çünkü kimlikler, insana kim olduğunu ve diğerlerinin kimler olduğunu söyler ve insan içinde bulunduğu belirsizlikte benliğini bilmenin gücüne erişir. Zira en temel insani gereksinimler; güvenlik, kimlik ve bunun tanınmasıyken, çoğunlukla çatışma ve krizlerin temelinde bu gereksinimlerin tanınmasının bir şekilde engellenmesi, baskı altına alınması ya da reddedilmesi gibi ihtimaller yatmaktadır. Bu durum, sorunların müzakere edilebilirliğini sekteye uğratır.42 Nitekim Wendt, bir ülkenin kendi güvenliğini

    38 Brian Frederking, “Constructing Post-Cold War Collective Security”, The American Political Science Review, Cilt: 97, No: 3, 2003, s. 364. 39 Alexander Wendt, “Constructing International Politics”, International Security, Cilt: 20, No: 1, 1995, s. 73. 40 Brian Frederking, a.g.e, s. 364. 41 K. Anthony Appiah, “Kimlik, Sahicilik, Hayatta Kalma: Çokkültürlü Toplumlar ve Toplumsal Yeniden Üretim”, içinde: Çok Kültürcülük: Tanınma Politikası, yayına hazırlayan: Amy Gutmann, Yapıkredi Yayınları, Đstanbul, 2010, s. 163. 42 Ömer Göksel Đşyar, “Uluslararası Đlişkilerde Krizlerin Tanımlanması ve Yönetimi”, içinde: Değişen Dünyada Uluslararası Đlişkiler, editör: Đdris Bal, Lalezar Kitabevi, Ankara, 2008, s. 265-266.

  • 33

    artırırken diğerlerinin güvenliğini tehdit etmesi ve/veya azaltması43 olarak ifade edilen güvenlik ikilemi olgusunu, devletlerin birbirlerinin çıkarları ve niyetleri üzerine inşa ettikleri intersübjektif algılama ve kabullerin sosyal yapısı olarak açıklar.44 Örneğin, Đran nükleer krizinde olduğu gibi karşılıklı algılama ve önyargılar, toplumsal benliğe yerleşmiş mağduriyet hissi ve çift taraflı güvensizlik hali gibi olgular, çözüm arayışlarına ket vurmaktadır. Kimlik ve güvenlik arasındaki bağıntı, küreselleşmenin Orta Doğu’da yarattığı çözülmeyle beraber farklı devletlerde yaşayan Şii toplumlar arasındaki etkileşimin artması ile de örneklendirilebilir. Kısacası, konstrüktivizmin güvenlik yaklaşımının literatüre en önemli katkısı “Medeniyetler Çatışması” tezinin tartışıldığı günümüz dünyasında geleneksel olguların dışına çıkarak, kimlik ile çatışma-güvenlik arasındaki bağıntıyı açıklamasıdır.

    2.2. Kopenhag Ekolü

    1990’larda güvenliğin çok boyutluluğunu ön plana çıkarak kavramsal güvenlik çalışmalarında önemli bir kırılma yaratan ve ayrıca 21. yüzyıl güvenlik çalışmalarının merkezi haline gelen Kopenhag Ekolü, güvenliği; devletlerin ve toplumların tehditler