Upload
others
View
4
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
VI. DİNi YAYlNLAR •
KONGRESI
. . -ISLAM, SANAT VE ESTETIK-
(29-30 Kasım-Ol Aralık 2013 1 İSTANBUL)
Çağdaş Türk Ro.manında Dini-Tasavvufi Içerik
Prof. Dr. Alaattin Karaca Karamanoğlu Mehmet Bey Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Öğretim Üyesi
Türk edebiyatında hakikaUgerçeklik anlayışının değişmeye başladığı Tanzimat döne
minden itibaren, dine bakışta da önemli kırılmalar meydana gelmiştir. İşte bu nedenle,
edebiyatımızdaki, hatta daha geniş anlamda, düşünce hayaturuzdaki 'iman' sarsıntı
sını temelden kavramak istiyorsak, gerçeklik anlayışımızdaki felsefi değişimi izlemek zorundayız. Sosyal ve düşünsel hayatımızın din ve tasavvuf merkezli olduğu 15-18.
yüzyıllarda Divan edebiyatı, beş duyu organlanyla algılanan evrenin öte'sindekini (me
tafiziği) asıl Hakikat olarak gördüğünden, evreni ve olguları, 19. yüzyılda çıkan realist,
natüralist, rasyonalist ve pozitivist algılardan oldukça 'farklı bir gerçeklik' anlayışı doğrultusunda yansıtmıştı.r. Bu elbette, kaynağı dini-tasavvufi bir 'Hakikat' anlayışı
dır. Daha aÇLkçası, "Yürü, o nadir bulunur cevheri ara!", "Olma dil-beste-i sılret zinhar
( Surete asla gönül bağlama)", "Olma dU-beste amma ciMnın nakşına (Dünyanın na
kışlarına gönül bağlama)" vb. örneklerde de görüleceği üzere, Divan şiirinin tasavvuf eksenli poetikasında somut gerçeklik amaçlanmaz, mutlak bilgiye akılla, duyularla,
rasy onalist yöntem ve tasvirlerle ulaşı1amaz ... Esas itibariyle İslam sanatı, Aristo'nın
dış dünyayı taklide dayanan mirnetik anlayışına ve gerçeği akılla kavramaya dayanan Apollonlk yönteme terstir. O nedenle Divan edebiyatında, Mutlak Hakikat' i kavrama ve
tasvir etmede, yeri düştükçe aşkın; yani kalbin üstünlüğüne, aklınsa acizliğine vurgu
yapılır. Fuzuli'nin "Aşk imiş her ne var alemde!İlim bir kil u kal imiş ancak" beyti de bu
anlayışı ifade eder. Kısaca söylemek gerekirse, Divan şüri, esas itibariyle irfani gelenekten kaynaklanan, asıl amacı dünyevi gerçek olmayan, Mevlana'nın deyişiyle "cihanın
can"ını arayan, dini-tasavvufi bir Hakikat anlayışına sahiptir. İşte tam da bu nedenle,
Divan edebiyatı, -her ne kadar la-dini eserler bulunsa da-, din ve tasavvuf eksenli bir poetikaya bağlıdır.
275
VI. Dini Yayınlar Kongresi
Ancak bu poetik anlayış, dünyadaki gerek felsefi, gerekse toplumsal değişimlere
paralel olarak -özellikle eğitim alanındaki değişimler, yeni okullar ve yeni derslerle'-,
Osmanlı mülkünde de 19. yüzyıldan itibaren sarsılmaya, Mutlak Hakikat amaçlı sanat
ve onun alegorik ve semboliklmecaz1 dili, dünyevi gerçeğe u ymadığı ileri sürülerek eleş
tirilmeye başlannuştır. Namık Kemal ve nesli, büyük bir açlıkla 'realist' bir edebiyatın,
hendesenin, riyaziyenin peşinden koşmuşlar, bu çerçevede Divan edebiyatını gerçeğe
uymamak, realist olmamakla eleştinniŞler, aslında farkında olmadan dünya ile dini, fı
zikle metafiziği ayırarak seküler bir edebiyatınisanatın da yolunu açmışlardır. Tanzimat
devri edebiyatçılarının hemen çoğunun yazı ve şiirlerinde Divan edebiyatırun •gerçeklik'
anlayışı sorgutanır verealist (dünyevi) bir edebiyatın özlemi dile getirilir. Namık Kemal
"Mukaddime-i Celal"de, Ziya Paşa "Şiir ve İnşa" da, Recaizade Mahmut Ekrem Araha Sevdası'nın "Ön söz"ünde hep bu arılayışı savunur, bu özlemi dile getirir. Artık Türk
edebiyatı, kalbin değil aklın rehberliğinde ve dünyevi gerçeğin peşindedir, bu da doğal
olarak, din ve tasavvufun, buna 'özgü temaşa'nın sanatın dışına bırakılmasına, iman
dan şüpheye ve inkara doğru bir gidişe yol açar ... Çünkü akıl, kuşkudur, kuşku soruyu
doğurur, soru şüpheyi beraberinde getirir, imanı zayıflatır. Ama nafile! Şinasi bir kez
"Vahdet-i zatına aklımca şehadet lazım.", "Ziya-yı akl ile tefrik-i hüsn u kubh olunur/Ki
nur-ı mihrdir elvanı eyleyen teşhir" demiştir2• Gerçi peşinden "Ne dedim tövbeler olsun
bu da bir fı'l-i şerdir" dizesiyle pişmanlığını ifade etse de, ok yaydan çıkmıştır bir kere.
Onunla beraber Ziya Paşa da "Terci-i Bend"inde büyük bir karamsarlık duygusuyla,
dünyadaki tüm adaletsizlikleri adeta 'Dlnn'ya yükleyerek, içinde 'isyan' ve 'dini buhran'
izleri barındıran şu soruları sorar3 :
"Kimdir bu aczi has kılan nev' i ademe
Kimdir bu nev' i eşref eden cürrıle aleme
ı Nitekim, o dönemde Mel<teb-i Tıbbiye'nin kütüphanesindeki mateıyalist kitaplar Mac Farlaine'i dahi hayrete düşürmüş, "Çoktan beri bu kadar düpedüz materyalizm kitaplarını toplayan bir koleksiyon görmeıniştim. Genç bir Türk oturmuş, dinsizliğin el ki~ı olan Systeme de la Nature'ü okuyordu (Baron d'Holbach'ın ünlü eseri), bir başka öğrenci Diderot'nun jaques la Fataliste'inden, Le Compere Mathieu'dan parçalar okuyarak martfetini gösteriyordu ... Raflarda cabanis (öteki ünlü Fransız materyalisti)'nin Rapports du Physique et du Moral de I'Homme adlı eseri göz!! çarpacak bir. yer almıştı." sözleriyle şaşkınlığını ifade etmiştir. Bkz. Murat Kacıroğlu, "Bir Bunalımın Anatomisi: Thnzimat Şiirinde İnanç Krizleri". Tiirkish Studies, Volum e 41 ı-n Wınter, 2009, s. 2132.
2 Şinasi'nin pozitivist akılcı düşüncelere yakın olduğu ve bu düşüncelerini, Paris'te iken dostluk kurduğu oryantalist Silevstre de Sacy, Ernest Re nan, Agust Comte'ın öğrencisi Littre gibi düşünürlerden etkilendiği bilinmektedir. Bunlara Voltaire'i ve Montesquieu•yu da katmak gerekir. Bu arada Ernest Renan'ın İbnRüştüzerine önemli bir eseri bulunduğu da akılda tutulmalıdır. Bkz. Murat Kacıroğlu, agm. s. 2137.
3 Bkz. Murat Kacıroğlu, agm, s. 2147.
276
Şeytan u nefsi kimdir eden alet-i şün1r Kimdir koyan zebün-ı hevayı cehenneme
Kimdir bu kargaha çeken perde-i hafa Kimdir veren tasavvur-ı teftiş ademe"
Üçüncü Oturum
Ziya Paşa'dan sonra Harnit, bu soruları sürdürür; özellikle "Makber", Tanpınar'ın deyişiyle "iman ile şüphe arasında bir boşlukta asılnuş olmanın ürpermesi"dir. O da bu manzumesirıde ölümü materyalist bir anlayış doğrusunda algılamakta ve dolayısıyla İslam geleneğinden ayrılmaktadır. Hatta "Halk edip irısanlan, hayvanlan /Sonra mahvetmek nedendir anları?" dizeleri de bir iman sarsıntısının, bir irıanç krizirıirı en belirgirı ifadesi olarak okunabilir.
İşte bu 'buhranlı ve şüpheci" söyleyiş, zamanla daha da güçlenerek, Allah 'ı, Cennet' i, Cehennem'i irikara kadar varacak, Türk edebiyatında yavaş yavaş bir dirıi buhran, bir inanç problemi; hatta bir dirı karşıtlığı ortaya çıkmaya başlayacaktır'. Tevfık Fikret, Beşir Fuat, Baba Tevfik bu buhranın, Türk edebiyatındaki ilk temsilcilerirıdendir. örneğin Fikret, "Haluk'un Amentüsü" ve "Tarih-i Kadim" şiirierirlde bu buhranı irikara kadar götürür. Bununla beraber, Tanzimat döneminde Ahmet Midhat Efendi, dirıi irıançlara bağlı, yeri düştükçe bu değerleri sosyal hayat için gerekli gören ve savunan bir kalem olarak öne çıkar5• Hatta Tanzimat döneminde, özellikle Ernest Renantarafından ortaya atılan "İslam, ilerlemeye ve bilime engel bir diridir." iddiasına karşılık, Namık Kemal Renan Müdqfaanamesı'nde, Ahmet Midhat Efendi Niza-z ilm ü Din adlı eserirıde
"İslam"ı savunurlar. Aslında bu dönemde, Tanzimat döneminiri bazı şair ve yazarlarını -özellikle Ahmet Midhat Efendiyi- meşgul eden sorunların başında söz konusu iddialar gelmektedir ve Ahmet Midhat, çeşitli romanlarında, bu oryantalist iddialara, sıkça Hristiyanlıkla İslarniyet'i karşılaştırarak cevap verir. O nedenle Tanzimat dönemi Türk romanında Ahmet Midhat Efendi "İslam" ın müdafı kalemi olarak öne çıkar. Tabiatıyla onun romanlarında dirı sorunu da diğer toplumsal sorunlar dairesirlde önemli bir yer tutar. Arıcak başta da belirtildiği üzere, Ahmet Midhat Efendide dirı daha çok, "İslam ilerlemeye, bilime engel midir, değil midir?" sorusu bağlamında, bu teze cevap niteliğinde bir refleksle ele alınmıştır.
Tanzimat'tan sonra Servet-iFünün roman ve şiirirıde, dirıirı veya tasavvufun edebiyatırnızdan giderek çekildiğine tanık oluyoruz. Bu dönemin iki önemli romancısı Halit Ziya ve Mehmet Rauf'un eserlerirıe göz atıldığında, dirıi konulara yer verilmediği, roman kahramanlannın dirıi irıançlarının hemen hiç söz konusu edilmediği, bu kahramanların
4 Bkz. Murat Kacıroğlu, "Bir Bunalımın Anatomisi: Tanzimat Şiirinde İnanç Krizleri", Tiirkish Studies, Volume 4/ I-II Winter, 2009, s. 2127.
S Kemal Timur, "Tanzimat Dönemi Türk Romanında Din Duygusu ve inançlar", Tiirkish Studies, Volume 4/ I-II Winter, 2009, s. 2089-2125.
277
VI. Dini Yayınlar Kongresi
çoğunun Boğaz kenarındaki yalı ve konaklarda ikamet eden zengin, Batılı yaşayışı benimsemiş, Batılı mürebbiyeler tarafından büyütülen kozmopolit bir çevreye mensup
olduğu dikkati çekmektedir.
İkinci Meşrutiyet'ten sonraki dönem, pozitivist ve materyalist düşüncelerin daha da yayıldığı, dolayısıyla din karşıtı duygu ve düşüncelerin Türk edebiyatında daha sıkça karşılaşıldığı bir dönemdir. Özellikle Ahmet Cevdet'in içtihad dergisinde toplanan Kılıçzade Hakkı, Celal Nuri, Ali Kfuni gibi isirrıler, pozitivist felsefe dahilinde, eğitimin
modernleşmesi, medrese eğitiminin eleştirisi, kadın hakları, aile, medeniyet ve din, Arap harflerinin değiştirilmesi vb. konularda yazılar kaleme alırlar. Kuşkusuz bu yazılarda ileri sürülen düşünceler, hem edebiyatımızda, hem de Cumhuriyet döneminin bazı politikalarının belirlenmesinde etkili olacaktır. Nitekim Nesime Ceyhan, "İkinci Meşrutiyet Devri Türk Hikayesinde Din Duygusu ve Dini Müesseselerin Tenkidi" başlıklı makalesinde; "Din, entelektüeller tarqfindan henüz açıkça reddedilebilir bir unsur değildir; ancak, devrin hikqyelennde samimi din dl{)lgusunun aziiğı dikkatimizi çeker. "6
cümlesiyle buna işaret eder. ömer Seyfettin'in kimi öykülerindeki samimi din duygusu bir yana bırakılırsa, Refik Halit'in "Boz Eşek", "Yatır", Nazım'ın "Görücü ve Tosun", "Kılıçzade Hakkı'nın içtihad'da yayınıladığı "Yunus Hoca Talebe" gibi öykülerinde, Cumhuriyet dönemi Türk roman ve öyküsünde sıkça karşımıza çıkacak olumsuz din adamı tiplerinin ve din karşıtı bir söylemin örneklerine rastlarımaktadır7• Buna karşılık 1908 sonrasında arka arkaya patlak veren savaşlar, bu savaşlarda Batı'nın emperyalist, saldırgan tutumu, yazar ve şairleriinizin bir kısmını belki de zorunlu olarak, dini ve
milli değerlere yaklaştırrnış, eserlerinde, -özellikle savaş temalı eserlerde- dini duygu ve inançlara sıkça vurgu yapılınıştır. Ali Ekrem'in, Mehmet Emin Yurdakul'un, Yusuf Ziya'nın, Halit Fahri Ozansoy'un Balkan Savaşı veya Birind Dünya Savaşı nedeniyle kaleme aldığı şiirlerindeki din duygusunu bir 'savaş edebiyatı' bağlamda değerlendirmek gerekir. Arıcak Mehmet Akif, o dönemde ve sonrasında, "İslam' ın son yurdu" olarak nitelediği Dsınarılı Devleti'nin yıkılışma karşı, bütün gücüyle İslam'a sarılmış, Sqfahat'ta dini inanç ve d uygulara geniş yer vermiş, din karşıtlığlna şiddetle muhalefet
etmiş, çöküşümüzün ana nedeninin dinden ayrılmak olduğunu belirtmiş, çöküşe karşı İslam'a sarılmayı önerrniştir. Bu çerçevede Akifi, din karşıtı edebiyatın karşısında duran ilk öncü ·Şairlerden saymak gerekir. Akifi daha sonra Cumhuriyet döneminde Necip Fazı!, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, Rasim Özdenören, M. Akif İnan, Erdem Beyazıt, AHieddin özdenören, Hareket dergisi, Mavera ekibi, Edebiyat Dergisi çevresL Hece, DergaJı, Türk Edebiyatı dergisinde toplanan ve adlarını bu kısa bildiride sayamayacağım
bazı yazar ve şairler izleyecektir.
6 Nesime Ceyhan, "İkinci Meşrutiyet Devri Türk Hikayesinde Din Duygusu ve Dini Müesseselerin Tenkidi", Tiirkish Studies, Volume:2/2, Sp ring 2007, s. 140.
7 Bkz. Nesime Ceyhan, agm, s. 144.
278
Üçüncü Oturum
cumhuriyet döneminde ise, yeni rejimin hem dine, hem de Osmanlıya aldığı reaksiyoner olumsuz tavır nedeniyle, Türk edebiyannda dini, din adamlarını kötüleyen, aşağılayan bir 'inkılap edebiyatı'nın vücuda getirilmeye çalışıldığı dikkat çeker. Çünkü bazı inkılapçı aydırılar, dinin ve Osmanlı'nın hemen her alanda ülkeyiltoplumu gerilet
tiği düşüncesindedir. O nedenle bu iki unsura (din ve Osmanlı) çeşitli edebi eserlerde sistemli bir biçimde saldınlrnıştır. Kuşkusuz bunun edebiyatımızdaki en tipik örnekleri, Halide Edip'in Vurun Kahpe'si ile Reşat Nuri'nin Yeşil Gece'sidir. Her iki romanda da (Hacı Fettah ve Hafız Eyüp adlı din adamı tipleri aracılığıyla) dine, dirıi eğitime, medrese ulemasına, din adarrılarına şiddetle saldırılır, onlar yobaz, kaba, cahil, ilerlemeye karşı birer engel ve hatta Kurtuluş Savaşı'nda düşmanla işbirliği yapan bir 'hain' olarak nitelenir. Bununla kalınmaz, bu eserlerin, dolayısıyla düşüncelerin yayılması için özellikle çaba gösterilir. Buna en bariz örnek, Yeşil Gece'nin 1968'den başlayarak
ayrıca tiyatroda sahnelenmesi8 ve Vurun Kahpeye'nin fılme alınmasıdır. Yeri gelmişken belirtmeli ki, dine ve din adarrılarına karşı bu olumsuz, aşağılayıcı tavır ve özellikle düşmanla işbirliği yapan hain damgası bundan sonra yazılan, özellikle köy romanlarında da karşımıza çıkacak, hatta bu aşağılarnalara bir de 'üfürükçülük, falcılık, muskacılık" yaftası eklenecektir. Bu bağlamda Türk roman ve öyküsünde, Cumhuriyet'ten itibaren, cinsel arzularını üfürükçülük, muskacılık adı altında tatmin eden 'CincVmuskacı Hoca'
tiplemesi sıkça karşımıza çıkacaktır.
Cumhuriyet'in ilk yıllarında, iktidarın "inkılap edebiyatı" adı altında teşvik ettiği din karşıtı, din adarrılarını aşağılayan siyasal söylem, 1940'lardan sonra Marksist anlayış doğrultusunda ortaya çıkan "köy edebiyatı"nda da sürdürülür. örneğin Orhan Kemal'in
romanlarında, Fikret Uslucan'ın tespitlerine göre, din, devleti, inkılapları geriletecek bir unsur, halkı mücadeleden alıkoyan, uyutan bir afyon ve toplumdaki adaletsizliklerin kaynağı olarak gösterilmektedif9. Nitekim Uslucan'ın Bereketli Topraklar üzerinde adlı romandan yaptığı şu alıntılar, aslında Marksist köy romanlarının çoğunun dine bakışını
özetlemektedir10:
"Kul acımaz bunlara, Allah acımaz. Allahın unuttuğu irisanlardır bunlar!. . Peygamberler kitaplar dolusu sabır, tevekkül, kanaat getirmişlerdir bunlara. Hiçbir işe yaramayan, hiçbir işe yaramayacak olan sabır, tevekkül, kanaat!..." (s. 167) " ... sonra, aç çocukların feryadı göğe yükselir. Önerrıli değildir. Peygamberler Allah adına sabır getirnıişlerdir ya, hiç önemli değildir aç çocukların göklere yükselen feryadı!. .. Ölseler
8 Selçuk Çıkla, "Türk Edebiyatında Kanon ve İnkılap Kanonu", Muhqfazakiir Düşünce Dergisi, 5.13-14, Yaz-Güz 2007, s. 56.
9 Fikret Uslucan, "Orhan Kemal'in Bazı Romanlannda Bir Eleştiri Unsuru Olarak Din", 1/ırkish Studies, TürkolqjiDergisi, S.2, 2006, s.101.
10 Uslucan, agın, s. 111.
279
VI. Dini Yayınlar Kongresi
bile ne? Öte dünya vardır, birer kuş olup uçacaklardır Cennet-i .Ala'ya. Cennet-i Ala'da
yağ dan, baldan dağlar, sütten ırmaklar ...
Analar, bir deri bir kemik analar, kucaklannda kucaklarında açlıktan ölen yavru
larına kana kana gözyaşı bile dökemezler. Peygamberler mi, hacılar hocalar nu öyle
demiş: Allah verdi, Allah aldı. Kul ne ki Allah'ın iradesi karşısında? Ondan daha nu iyi
bilecekler? Hikmetirıden sual edilir mi? Yarın onlar, ellerinde bakraç bakraç Cennet-i
Ala suları, analannı Cennet kapılarında bekleyecekler. Analar kucaklannda ölü ölüve
ren yavrularına ağlamamalı, sevirımelidirler. Bu yalan dünyada yaşayıp da günahların
çeşitleriyle kirleneceklerine, henüz günah çağına varmadan ölerek Cennet' e uçmuşlardır
kuş gibi. Allahın sevgili kullarıdır onlar!.. (s.167 -168)"
Bütün bu dirı karşıtı söyleme, Cumhuriyet dönemirlde en büyük ve ilk tepkiyi kuşku
suz Necip Fazı!, özellikle 1943'ten itibaren çıkarmaya başladığı Büyük Doğu'da koymuş
tur. Bu tepkiyi daha soma milliyetçi bir söylerrıle iç içe geçmiş bir halde Osman Yüksel
Serdengeçti'nirı eserieriride de buluruz. Büyük Doğu'daki bu tepki, gençler üzerinde
etkili olur, Diriliş, Edebiyat Dergisi, Mavera, Hece, Dergiih, Türk Edebiyatı gibi dergi
lerde yetişen şair ve yazarlar, dirıi, yeniden sanat anlayışlarının odağına alarak eserler
vermeye başlarlar ve Cumhuriyet'irı dirı karşıtı söylernirıe karşı çıkarlar. Ancak bu dirı
odaklı veya dirı karşıtı söyleme reaksiyon olarak doğmaya başlayan "yerli edebiyat",
kendi içirıde farklılıklar arz eder. Bunları şöyle gruplandırmak mümkün:
a) Popüler İslami edebiyat 1960'ların sonunda ilk örnekleri görülmeye başlayan bu edebiyatın öncüsü, kuş
kusuzMinye/i Abdullah'la Heki..riıoğlu İsmail' dir. Onu daha so,maHuzur Sokağı ile Şule
Yüksel Şenler, Ernirıe Şenlikoğlu, Hüseyirı Karatay, Halit Ertı:iğrul, Raif Cilasun, İsmail Fatih Ceylan, Sirran Yağmur. .. gibi yazarlar izler. Bu romanlar, esas itibariyle, yozlaşan,
rnodernizrrıle ve peşpeşe gelen irıkılap rüzgarlarıyla özünden kopan/koparılan, diriden
uzaklaşan toplumu eğitmek, deyiş yerirıdeyse "hidayete erdirmek" amacıyla yazılrıuş,
estetik endişeden, tarihi derirılikten ziyade didaktizme, ep ik tarza kaçan eserlerdir. Söz
konusu eserlerde, İslam'ın sanat, güzellik anlayışı, estetik tavrı, dil hassasiyeti, soyut
lama yöntemi, süslemeciliği, dil tasarrufu, en önemlisi ge_leneksel İslam edebiyatının
birikimi göz ardı edilmiş, yalnızca terbiye ve hidayet gözetilmiştir. Kuşkusuz bu durum,
kimi Müslüman hassasiyeti olan eleştirmenlerce, Müslümanların sanat-edebiyat anla
yışıru, zevkirıi, birikirnirıi küçülttüğü, nitelikli eserlerirı, yazarların ve okurlarm önünü
kestiği vb. gerekçelerle eleştirilmiştir. Bu konuda Ahmet Sait Akçay'ın Bellekteki Hun1er
adlı eseri ve Cihan Aktaş'ın, ömer Lekesiz' iri çeşitli eleştiri yazılan örnek verilebilir. An
cak ne olursa olsun, bir dönernde bu tür eserleriri geniş bir diridar okur kitlesi bulduğu
da göz ardı edilemez.
280
Üçüncü Oturum
b) Sanat-estetik kaygısı taşıyan dini içerikli edebiyat
Dini hassasiyetiere sahip birtakım yazarlar, 1960 saması popüler bir edebiyata yöne
Iirken,_19SO'lerden itibaren aynı hassasiyetiere sahip birtakun genç şair ve yazarlar ise, islam'ın sanat-estetik anlayışını, geleneksel edebiyat birikimini göz önünde tutarak, -tabü ki, Necip Fazıl'dan etkilenerek- yeni bir dille edebi eserler vermeye başlarlar. Kuşku
suz Sezai Karakoç, bu anlayışın öncülerindendir. Karakoç, adeta İslam tarihinde ve edebiyat geleneğimizde bir arkeolajik kazı yaparak, İslam'ın edebiyatını yeniden keşfeder ve bunu bir 'aşk estetiği' ile süsleyerek diriitme girişiminde bulunur. Aynı çabayı daha soma Rasirn Özdenören, Mustafa Kutlu, Hüseyin Su, Neclp Tosun, Ramazan Dikmen,
Nazan Bekiroğlu, Cihan Aktaş gibi yazarlar sürdürecek ve estetik endişeyi göz önünde tutan öykülere imza atacaklardır. Onları şiirde Akif inan, Ah1eddirı Özdenören, Erdem Beyazıt, cahit Zarifoğlu, M. Attila Maraş, Ragıp Karcı, Hüsrev Haterrıi, Beşir Ayvazoğ
lu, İhsan Deniz, Ebubekir Eroğlu, Hilmi Yavuz, Ali Günvar ve adını anamadığımız pek çok şair izler ... Ancak romanda bu çizgide eser veren yazar azdır. Yirıe de, günümüzde Nazan Bekiroğlu, Sadık Yalsızuçanlar, İskender Pala, Emirıe Işınsu gibi yazarlar estetik
kaygıları önde tutan dirı!-tasavvufi içerikli romanlar yazmaktadırlar. Ancak bunlardan ayrı olarak, postmodern sanat anlayışının etkisiyle dirı ve tasavvufu, sanatsal bir oyun aracı olarak görüp metinlerarası yöntemle eserlerirıe katan Orhan Pamuk (Kara Kitap),
Elif Şafak (Pinhan, Aşk vb.), İhsan OktayAnar (Puslu Kıtalar Atlası, Kitab-ül Hiyel Amat, Suskun/ar), Ahmet Ümit (Bab-ı Esrar) gibi yazarlar da vardır.
c) İslam estetiğine ilişkin çalışmalar
Şimdi bütün bunlara paralel olarak, yetersiz olmakla beraber, özellikle 1980 sonrasında, İslam'ın sanat ve estetik anlayışını, edebiyat, müzik, hat, mimari, ebru, mirıyatür, nakış gibi geleneksel sanat birikimirıi irıceleyen ·eserlerin ortaya çıkmaya başladığını da belirtrneliyim. Çünkü dirı eksenli bu edebi hareketlenme, az da olsa, kimi eleştirmenleri,
kimi sanatçıları bu alanda çalışmaya yöneltmiştir. Bu yöneliş bir ihtiyaçtır, çünkü "şuursuz şür" olmaz. Sanatın bilinci poetik eserlerdir. Bu bağlamda Necip Fazıl'ın "Poetika"sı, Cumhuriyet dönemindeki seküler anlayışa karşı ilk teorik direniş denemesidir. Onu
Edebiyat Yazılan'ndaki kimi denemeleriyle Sezai Karakoç izler. Karakoç'un özelli.kle soyutlamaya ve geleneğirı diriltilmesirıe ilişkirı yazıları önemle kaydedilmelidir. Bunun yanına Rasirn Özdenören'irı Ruhun Malzemefen'ni ve Hilmi Yavuz'un bu konuya ilişkin
yazılarını eklemek gerekir. Ardından Turgut Cansever'irı İslam 'da Şehir ve Mimarf, Beşir Ayvazoğlu'nun Aşk Estetiği, İslam Estetiği ve İnsan, Thran Koç'un İslam Estetiğı; Din Dili, Mahmut Erol Kılıç'ın Sifi ve Şiir, ömer Lekesiz'irı Sanat Bizim Neyimize, Seyit Hü
seyirı Nasr' dan çevrilen İslam Sanatı ve Maneviyatı gibi es erler, çağdaş Türk edebiyatını
dini estetik teorisi bakımından besleyen/besieyecek çalışmalardır.
281
VI. Dini Yayınlar Kongresi
Bütün bunlar, ister Cumhuriyet'in ilk yıllanndan itibaren başlayan ve sonra Marksist edebiyatla güçlenen din karşıtı söyleme bir reaksiyon olsun, isterse İslam sanat geleneğine bilinçli bir yönelişin göstergesi olsun, isterse de postmodern edebiyatın bir ezoterik, fantastik oyun aracı olsun, günümüz Türk edebiyatında dine ve tasavvufa doğru bir yönelişin bulunduğuna işaret etmektedir. Bu yöneliş sonucu son yıllarda, dini ve tasavvufi içerik, Türk romanında da farklı şekillerde ele alınmaya, görülmeye başlanmıştır.
1980 SONRASINDA TÜRK ROMANINDA DİN VE TASAVVUFA YÖNELiş
1980, Türk siyasal hayatında olduğu gibi edebiyatta da önemli bir dönüm noktasıdır. Türkiye, 1970'1erin siyasal kavga ve terör ortamından sonra 1980' de bir askeri darbeyle karşı karşıya gelmiş, sıkıyönetimin ardından Turgut Özal hükümeti döneminde hızla dünyaya açılmış, bu açılım hemen her alanda olduğu gibi din alanında hissedilmiş ve dolayısıyla din-edebiyat ilişkisine de yansımıştır. O yıllarda edebiyatımııda görülmeye başlayan Postmodernizm, bu çerçevede, modernizmin din karşıtı, dini gerilecici bir engel olarak görme anlayışına karşı, geleneği kendi kapsamına alarak, din ve tasavvufla dolaylı bir bağ kurar. İşte dinle-tasavvufla kurulan bu 'postmodern' ilişki, 1980 sonrasında kimi Türk yazarlarını, özellikle postmodernizmin metinlerarası ilişki yöntemiyle, gelenekle ve dolayısıyla tasavvuf edebiyatınuzın kimi klasikleriyle yüz yüze getirir. Bu bağlamda temas kurulan başlıca kaynaklar ve şairler. Feridüddin Attar Mantıku't-Tayr, Şeyh Galip Hüsn ü Aşk, Fuzuli Lf[y!ii ve Mecnun, Mevlana Mesnevf, Firdevsi Şehniime, Yusl!f u Züleyha, Ashdh-ı Kelf, Nuh 1UJanı gibi kıssalar, kimi yazarlar için Risale-i
Nur'lar, Cüneyd Bağdadi, Yunus Emre, Mevlana, Aziz Mahmut Hüdai, Hacı Bayram-ı Veli, Hacı Bektaş-ı Veli, İbn-i Ara bi gibi şahsiyetlerin menkıbevi hayatları, Neşati, Naili, Baki, Fuzuli, Nedim, Şeyh Galip gibi Divan şairlerinin şiirleri, tabü ki Kuran-ı Kerim, İncil ve Tevrat'tır. Ancak bütün bu yönelişlerden hareketle, postmodernizmin dinden yana bir tavır takındığı söylenemez. Çünkü postmodern edebiyat için din-tasavvuf, yalnızca metni zenginleştiren bir araçtır. Bunlan aklımızda tutarak, 1980 sonrası Türk romanında din ve tasavvuf karşısında iki ana eğilimden söz edebiliriz. Bunlar;
Dini hassasiyetle değil de postmodern kaygıyla dini-tasavvufı kaynaklardan yararlanan yazarlar·
Son dönemde, bu yazarların başında, Orhan Pamuk, Elif Şafak, İhsan Oktay Anar ve Ahmet Ümit gelmektedir. Bunlardan Orhan Pamuk'un, örneğin Kara Kitap'taki ana kaynağı Şeyh Galip'in Hüsn ü A§k'ıdır. Pamuk, Mevleviliğin bu ünlü tasavvufı mesnevisini almış, eserdeki Aşk'ın Hüsn'e ulaşma öyküsünü, yani tasavvuftaki seyr ü sülük üzre insan-ı kfuni.l olma yolculuğunu, bir kurgusal şema olarak kullanmış, romanında Galip'in Rüya adlı eşini arayışını, bu seyr ü sillük şemasına oturtmuş, hatta Galip adıyla Şeyh Galib'e, Celal Salik adlı gazete yazanyla da Mevlana Celaleddirı Rumi'ye atıfta bu-
282
Üçüncü Oturum
lunmuştur. Bu çerçevede, Kara Kitap'taki Galip, Hüsn ü Aşk'taki Aşk'tır. Şeyh Galip'in
eserindeki Hüsn, Pamuk'ta Rüya ile karşılanmıştır. Romandaki Galip, Rüya'yı Celal'in
gazete yazılarını izleyerek, ama tasavvuftaki birtakım engellere karşılık gelebilecek
olaylardan (romandaki iki kadın, Türkan Şoray ve Belkıs, tasavvuftaki nefse karşılık gelen engelleri çağrıştırmaktadır, aynı şekilde apartman kararılığı da Hüsn ü Aşk'taki
'kuyu' engeline karşılık gelir) sonra, Şehr-i kalp Apartmanı'na ulaşır. Pamuk bu mekan
adıyla da Hüsn ü Aşk'taki Diyar-ı kalb'e atıfta bulunur. Tıpkı Leyla ve Mecnun'da
Mecnun'un aşkının Leyla'dan Allah'a.yönelmesi gibi, Galip de bir süre sonra Rüya'yı
bırakıp Celal'i aramaya başlar, hatta sonunda Celal' e dönüşür. Kuşkusuz bu dönüşüm,
müridin mürşide dönüşmesi, tasavvuftaki mürşitle özdeşleşme ve rabırayı anımsat:..
maktadır. Romanın sonunda Galip'in tümüyle kendini Celal gibi hissetmesi ve "Ben bir
başkasıyım." demesi, bir arılarnda tasavvuftaki fena'ya ulaşma haline denk düşer. Bu
bilgilerden acılaşılacağı üzere, Pamuk Kara Kitap'ta tasavvufun pek çok unsurundan,
kurgusal ve sembolik anlamda yararlanmış, bu bağlamda Mantıku 't-Tqyr, Hüsn ü Aşk,
Leyla ve Mecnun gibi tasavvufı eserlerle metirılerarası ilişkiler kurmuştur. Ancak Kara
Kitap, bir tasavvufi eser değil, tasavvufun sembolik dilirıin ve seyr ü süh1k kurgusunun
kullanıldığı bir romandır. Bu nederıle Kara Kitap'ı Müslüman hassasiyetiyle yazılmış
bir roman olarak kabul edemeyiz. Çünkü İslam estetiğinde, eserin-okurun ve yazarın,
üçünün birden 'ehl-i dil' olması beklenir. Aksi halde, yazar ehl-i dil olmazsa, asıl ma
nayı ifade edemez, dolayısıyla eseri surette kalır, 'mana-yı mücerred'e ulaşamaz, aynı
şekilde okur ehl-i dil olmazsa, eseri anlayamaz, bir mana dalgıcı olamaz. Bütün bunlara
karşın, Orhan Pamuk, eserinde tasavvufi içeriği, bir kurgusal unsur olarak kullanmış
görünmektedir.
Tıpkı Orhan Pamuk gibi, Elif Şafak da Pinhan'dan başlayarak çeşitli romanlar
da, özellikle de Aşk'ta, eserini dini-tasavvufi kimi kitaplara, özellikle Mevlana'nın
Mesnevi'sine göndermeler yaparak bina eder. Romanlarının çoğunda çokkültürlülük,
kimlik bunalımı, ikilemde kalma gibi temaları işleyen Şafak, bu sorunları daha çok,
tasavvufun vahdet-kesret karşıtlığı bağlamında ele alır. örneğin Pinhan'da çift cinsiyedi
bir kişinin yaşadığı kendini arama yolculuğu, bir seyr ü sülük kurgusu içinde verilir ve
bu arayışta, Pinhan sa.Iik, Dürri Baba Tekkesi'nin şeyhi Düm Baba ise mürşittir. Ese
rin sonunda Pirıhan, birtakım engelleri aşıp, 'kapı'ya ulaşır kendisiyle yüzleşip aslını
bulur. Eserde, tasavvuftaki anlarrılarına denk düşecek şekilde, 'nokta, halka, devir,
kapı, anasır-ı erbaa' gibi sembollere sıkça yer verilmiştir. Böylece Şafak da, Pamuk gibi
tasavvufun sembolik dili, rakamları vs. ile ezoterik bir metin oluşturur. Ancak tasavvufı
göndermelerle örülen bu romana da, özde tasavvufi bir eser denemez. Çünkü Pinhan'da
tasavvuf dilsel, kurgusal bir araçtır.
283
VI. Dini Yayınlar Kongresi
Şafak'ın dini-tasavvufi konulara stkça yer verdiği bir diğer romanı Aşk' tır• 1• Şafak,
bu romanında Ella Rubinstein'in öyküsüne, Mevlana ile Şenis'in öyküsünü eklemler. Esas itibariyle o da, çoğu yazar gibi öyküsünü Mevlana ile Şems'in menkıbevi hayatı üzerine kurar. Bu bağlamda Ahmet Eflaki Dede'nin Menakibü'l-Arjjin adlı eseri ve Mevlana'nın Mesnevi'si en önemli iki kaynaktır. Bu eserlerden hareketle yazar, tasavvufun pek çok kavramını, örneğin tqsavvuftaki dört aşama, şeriat, tarikat, marifet, hakikat, mürşitlik, müritlik, seyr ü sülı1k, halvet, vahdet-i vücud, insan-ı kamil, sema, nefs vb ... ele almış ve öyküsü içinde bu kavramları yorumlamıştır. Şafak böylece eserinde, 13. yüzyıl Konya'sına dönerek Mevlana ve Şems aracılığıyla, din-tasavvufla, gelenekle bir bağ kurmuş, ancak bu unsurları 'postmodern' bir tavırla -bir Müslüman hassasiyetiyle değil, İslam estetiğinin 'Cihanın cc1nını bulmak' anlayışı doğrultusunda değil- eserine yerleştirmiştir. Şafak'ın romanlarındaki asıl sorunsal 'Mutlak Hakikat' değil, çokkültürlülük, kimlik bunalımı, ikilemde kalmak vb. gibi konulardır. Şafak, modern dünyaya ait bu sorunları, tasavvufun sembolleriyle anlatmaya çalışmaktadır.
Polisiye romanın günümüzdeki temsilcisi Ahmet Ümit de, Bab-ı Esrar' ı ile Mevlana kervanına katılır. Ümit, bir sigorta şirketinde çalışan Karen aracılığıyla, hem onun arayışını (bir tür seyr ü silluk kurgusu içinde), hem de Mevlana ile Şems ilişkisini iç içe anlatır. Onun da ana kaynağı Ahmet Eflaki'nin Menakibü'l-Anjin adlı eseridir. Ümit Şems'in öldürülüş öyküsünü merkeze alarak tasavvufi konulara girer, Mesnevi'den alıntılar yapar. Böylece iki cinayet olayından hareketle, Şems'in öldürülüş olayını ele alma fırsatı yakalar, Türk edebiyatında belki de ilk kez tasavvufi içerikli bir polisiyeye imza atar. Tasavvuf, daha özel olarak Mevlevilik, Mevlana Şems ilişkisi bu kez de bir polisiyeye kaynaklık etmiştir.
' Bu dönemde, din ve tasavvufi öğretilere, kaynaklara yönelen bir başka roman yazarı İhsan Oktay Anar'dır. Anar, ilk romanıPuslu Kıtalar Atiası'ndan itibaren öykülerini Şeytan-insan mücadelesi üzerine kurar. Bu bağlamda insanın ölümsüzlük arayışı, bilgirlin sınırı, varlığın bilgisi, bilgi-iktidar ilişkisi, hırs, doğaya müdahal~ vb. konulara değinir. Bu sorunları anlatırken de özellikle dinler tarihine, peygamberler tarihine yönelir, öyküsünü dinler tarihindeki kimi peygamberlere, kimi olaylara atıflar yaparak kurar. Örneğin ilk romanında Ebrehe ile Fil Suresi'ne, Hz. Bünyamin'e,lflrasiyab'ın Hikifyelen'nde stk stk Şehname'ye, Kitab'ül Hiyel'de Hz. Davut'a, Calut'a, ·Davut'a balışedilen güçlere, Amat'ta Hz. Nuh'a, İsrafil'e, sur-ı İsrafil'e, Hz. Süleyman'a, Suskunlar'da Hz. isa'ya (Hz. İsa ile ilgili pek çok olaya), Hz. Davut'a, Hz. Musa'ya, Aziz Yahya'ya, Habil ve Kabil'e, Mevleviliğe vb. yer verir. Bu bağlamda Tevrat, İncil ve Kur'an başlıca kaynaklarıdır. Hat-
tl Bk. Muhammed Hüküm, "Elif Şafak'ın Aşk Romanında Postmodern Bir Unsur Olarak Tasav-
284
vuf", 1lırkish Studies, Volume: 5/Spring 2010, s. 621; Filiz Ferhatoğlu, Esra Akpınar, "Günümüz 'lürk Romanlannda Sufi Öğretilerinin Kullarulması", QSES. Uluslararası Sosyal ve Ekonomik Bilimler Dergisi, 2 (1): 2012, s. 47-58.
üçüncü Oturum
ta romanlarında yer yer bu ilahi kitaplardan alıntılar yapar. Kanaatimce Taberf Tarihi de
romanlarının dinHasavvufı içeriğinin en önemli kaynaklarındandır. Ancak Anar, dinler
tarihinden aldığı bu küçük öyküleri, isimleri, olayları, mekanları, dinin özünden kopa:
rır ve eserinde bir eğlence, bir oyun, hatta bir karikatür metni olarak kullanır. örneğin
bunu en çok da Suskunlar'da yapar. Dolayısıyla onda da din ve tasavvuf, okurda bir
tür fantastik etki bırakmak, eğlendiemek amacıyla kullanılmaktadır. Yoksa bu eseriere
gerçekte dini-tasavvufı roman demek mümkün değildir. Çünkü asıl konuları din veya
tasavvuf değildir.
DİNİ VE ESTETİK HASSASİYETLERLE DİNi-TASAVVUFi KAYNAKLARDAN YARARLANAN YAZARLAR
Dinl ve tasavvufı konulara postmodern bir anlayış doğrultusunda yönelen, eserlerini
dini tasavvufi şahsiyetleriri hayatiarına ve geleneksel metinlere atıflar yaparak ören ilk
gruptaki yazarlar dışında, bir başka grup roman yazarı var ki, aynı konulara yönel
mekle beraber onlardan farklı bir tavır içirıdedirler. Romanda Nazan Bekiroğlu, Sadık
Yalsızuçanlar, Emine Işınsu, öyküde Rasirn özdenören, Mustafa Kutlu, Hüseyin Su bu
grupta yer alan başlıca yazarlardır. Bu yazarları diğerlerinden ayıran en önemli fark, diri
veya tasavvufa, eseri eğlenceli, fantastik kılacak bir 'araç' olarak bakmamaları, aksirıe
metnirı asıl amacı olarak görmeleridir. Kısaca söz konusu yazarlarda diri veya tasav
vuf, özünden koparılarak verilmez, zaten asıl amaç dirıi, tasavvufu veya dinl-tasawufi
şahsiyetlerin hayatlarını anlatmaktır. Anlatırken de, İslam'ın estetik anlayışına, İslam'ın
insana, evrene ve varlığa bakışına uygun bir ifade tarzı kullanmaya çalışırlar. Ayrıca
yazarın ruh dünyasıyla eserin ruh dünyası 'İslam' noktasında örtüşür. örneğin Nazan
Bekiroğlu, İsim ile Ateş Arasmda adlı romanında, tarihle kader arasında İslami bir bağ
kurar. Akıl-kalp karşıtlığında, tasavvufun kalp ile bilme, kalp ile teslimiyet, kalp ile
aşık olma düşüncesini ele alır. Bu romanda da tasavvuftaki akıila kalp arasında kalma
hilline yer verilir ve sonunda gerçeğin ancak kalp ile bilirıebileceği, gerçek aşka ancak
kalple ulaşılabileceği düşüncesi savunulur. Nitekim Mevlana da bu düşünceyi; "Tahta
bacaklarla yürüyen felsefenın (aklın), aşk meydanında alacağı mesafe y0ktur." cümle
siyle ifade eder.
Nazan Bekiroğlu gibi Sadık Yalsızuçanlar da romanlarında dinl ve tasavvufı konulara
yer verir. Örneğin Gezgin'de büyük İslam aiirni Muhyiddirı İbn Arabi'nirı hayatını, kendi
ruh dünyasındaki seyr ü sülfiku anlatır. Eserde İbn Arabi, değişik yerlerde seyahat eder,
bir anlamda nefis çeşitli mertebelerden, menzillerden geçerek ( nefsiri yedi mertebesi),
insan-ı kamil mertebesine ulaşır. Bu çerçevede romanda Melamilik, Vahdet-i vücud
felsefesi, Hurfifılik gibi dini tasavvufı konulara değinilmiş, Hallac-ı Mansur, Bayezıd-ı
Bestaeni gibi mutasavvıflardan bahsedilmiştir.
285
VI. Dini Yayınlar Kongresi
· Bu dönemde romanlarında dini-tasavvuff konulara yer veren bir başka yazar, Emi
ne Işınsu'dur. Işınsu, özellikle Kqf Dağı'nın Ardında adlı romanından başlayarak bu
tür konuları ağırlıklı olarak işlemeye başlar. Ancak o, diğerlerinden farklı olarak Türk
mutasavvıfların biyograffsini romanlaştırır. Bu çerçevede Bukağz'da Niyazi Mısıi'nin,
Hacı Bzyram'da Hacı Bayram-ı Veli'nin, Bir Ben Vardır Bende Benden İçen'de Yunus
Emre'nin, Hacı Bektaş'ta Hacı Bektaş-ı Veli'nin hayatını romanlaştırır. Bunlar bir tür
menkıbevi romandır. Böylece 1980 sonrası Türk edebiyatında ünlü mutasavvıfların
hayatlarını konu edinen biyografık romanlar da yer bulmuştur.
Işınsu ile beraber, ünlü mutasavvıfların, özellikle Mevlana'nın hayatını konu edinen,
ancak daha çok popüler nitelikte olan romanların hızla çoğaldığı dikkati çeker. Sinan
Yağmur'un Aşkın Gözyaşlan I-D (2011), Melahat Kıyak Ürkmez'in Gönül Bahçesinde Mevkinci (2007) ve D{yar-ı Aşk: İlahi U/ak Şems-i Tebrizi (201 O), Okan Tiryakioğlu'nun Mevlana Aşk Beni Sende Öldürür (2011), Devrim Altay'ın Şems-i Tebrizi ve Mevlana Celaleddin-i Rumi (2009), İbrahim Murat'ın Güneşin Gözyaşlan: Şems-i Tebrizi (201 O)
adlı eserleri de bu bağlamda değerlendirilebilir. Onları 1960'larda çıkan popüler İslami
romanların yeni bir versiyonu olarak değerlendirmek mümkündür.
SONUÇ
Türk edebiyatı, Tanzimat'tan itibaren pozitivist, materyalist felsefenin, realizm ve
naturalizm tutkusunun etkileriyle, İslam estetiğinden kademe kademe uzaklaştı, koptu.
Bu kopuş, Cumhuriyet rejimiyle beraber, dinin ve tasavvufun, toplumsal hayattan da
çekilmesine koşut biçimde giderek din karşıtı bir söyleme büründü. iktidarın din ve
tasavvuf karşısındaki olumsuz tutumu, mimari ve musikiye olduğu gibi edebiyata da ' yansıdı. Divan edebiyatı (dolaylı olarak dini ve tasavvufı içetik), okullardan dahi ko-
vulmak istendi. Bu siyasal dışlamaya koşut biçimde, Türk edebiyatında, Cumhuriyet'in
ilk yıllarında, dini ve din adarnlarını kötüleyen siyasal bir söylem baş gösterdi. Buna,
1940'larda Necip Fazı!, özellikle Bi{yük Doğu'su ile tepki gösterdi. Cumhuriyet dönemin-. .
de ilk kez "Şiirin asıl gayesi Mutlak Hakikat' e ulaşmaktır." diyerek, Türk edebiyatında
dini yeniden poetikanın merkezi haline getirdi. Bu poetik anlayıştan ve karşı siyasal
söylemden etkilenen kimi genç şair ve yazarlar, dini ana değer olarak kabul eden es
tetik kaygıyla yoğrulmuş bir edebiyat vücuda getirdiler. Buna karşılık, 1950'lerden
sonra popüler bir İslam edebiyatı da filiz verdi. Bu yazarlar, Cumhuriyet'in ilk yıllarında ortaya çıkan din karşıtı siyasal söyleme, yine siyasal bir söylern1e tepki gösterdiler ve
eserlerinde popüler bir dille, dindar insanların yaşadıkları toplumsal baskıları, dinden
kopuşun neden olduğu yıkımı ve yeniden dine dönüş gibi temaları işlediler. o billde
Cumhuriyet'in kuruluşundan 1980'lere kadar din karşısında iki farklı tavrın öne çıktı
ğını söyleyebiliriz .. Birinci grupta, eserlerinde din karşıtı bir söylemi tercih edenler yer
almaktadır. Bu tavrın temsilcileri Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki inkılapçı yazarlar (Ör.
286
Üçüncü Oturum
Reşat Nuri, Halide Edip, Sadri Ertem, Reşat Enis) ile köy edebiyatının Marksist roman
cılarıdır (Ör. Fakir Baykurt, Orhan Kemal) . İkinci grup, din karşıtı söyleme bir tepki
olarak doğan, dini değerleri savun~n yazarlar. Bu gruptaki yazarlar da kendi içinde
ikiye ayrılır: Kimileri Hekimoğlu İsmail, Şule Yüksel Şenler gibi popüler bir söylemle dini
konulan ele alırken, kirnileri de estetik bir kaygıyla dini ve tasavvuti konulara eğilirler
(Ör. Rasim Özdenören, Mustafa Kutlu). Ancak her ne kadar şiirde Sezai Karakoç, İslam
estetiği üzerinde düşünmüş, şiirlerine beslenme kaynağı olarak İslam medeniyetinin
temel eserlerini almışsa da, onun dışındaki çoğu yazar 1980 öncesinde, Türk edebiya
tındaki dini ve tasavvuti birikimden yeterince yararlanamarnıştır. İşte bu nedenle söz
konusu dönemde, zengin bir damar olan din ve tasavvuf edebiyatıyla, geleneğimizle
sağlıklı bir bağ kurulamarnış, din ve tasavvufyeniden sanatırruzın!edebiyatımızın zen
gin bir darnan olamamıştır.
1980 sonrasına gelince; Özal dönemirlin din karşısındaki olumlu tavrına ve post
modernizmin gelenek karşısındaki arzulu tavrına koşut olarak, Türk edebiyatında da
din ve tasavvuf bir ilgi odağı haline gelmeye başlar. Herşeye karşın, din karşıtı söylem
devam etmekle beraber, zayıflar. Ancak bu dönem edebiyatında da din ve tasavvufkar
şısında farklı tavırlar vardır. İlki, din ve tasavvufu postmodern edebiyat için zengin bir
kaynak olarak gören ve romanlarında dini ve tasavvuti eseriere sık sık göndermelerde
bulunanlar. Bu gruptan, Orhan Pamuk, Elif Şafak, İhsan Oktay Anar, Ahmet Ümit gibi
yazarlar, dine ve tasavvufa, edebi eseri ezoreterik, simgesel, fantastik kılan bir 'oyun'
gibi bakarlar ve metinlerarası ilişkilerle dini tasavvufı kimi eski eserlerle bağ kurarlar.
Bu tavırda İslam estetiğinin değil postmodern estetiğin ilkeleri geçerlidir; yani bu tür
edebi metinlerde yazarlar, "cihanın cam'nı aramazlar. İkinci grup, İslam estetiğinin has
sasiyetlerine uygun olarak dini ve tasavvufi konulara eğilir. Geleneksel dini ve tasavvufi
eseriere yönelmek, onlardan beslenmek, onlarla metinlerarası ilişkiler kurmak her iki
grubun da ortak yanıdır. Ancak biri bunu postmodern estetik, diğeri ise İslam estetiği doğrultıısunda vücuda getirir. İlkinde din, tasavvuf, bir edebi oyun, bir araç, hatta üs
tünde oynanabilen, değiştirilebilen bir araç iken, diğerinde bir amaçtır ve yeni bir es ere
mal edilirken özünden asla kopanlmaz.
Oturum Başkam: Evet, değerli Alaaddin Karaca hocamıza teşekkür ediyoruz.
Kendileri bize roman ve edebiyatın İslamiyet'le olan ilişkisinden olumluluk ve olum
suzluk boyutlanyla bahsetti. Tabü, İslami konulan alan diyeyim genel olarak, romanlara
Semiha Ayverdi ve Safiye Erol'ü de eklemek gerekiyor.
Teşekkür ediyoruz kendisine.
Diğer konuşmacımız değerli Cüneyt Issı hocamız. Bize, şiir vadisine geçiyoruz şimdi,
"Çağdaş Türk Şiliinde Şiir" başlıklı bir tebliğ sunacaklar.
Buyurun Cüneyt hocam.
287