Upload
buitruc
View
247
Download
9
Embed Size (px)
Citation preview
AKTİF ÖĞRETİM TEKNİKLERİ İLE
SOSYOLOJİ ÖĞRETİMİ
DOÇ.DR. LEVENT ERASLAN
DERS NOTLARI
1
Giriş
Sosyal bilimler kapsamında önemli bir bilim dalı olan sosyoloji; toplum eksenli araştırma konularını
kendine çalışma alanı edinmiştir. Konusu itibariyle toplumu, toplumsal değerleri, sosyal gurupları, sosyal
sınıfları, ekonomik, siyasal, sosyal, dinsel ve hukuksal kurumları, nüfusu, örf, adet değer, norm ile inançları ve
bunlar arasındaki ilişkileri; değişmeleri inceleyen bir bilim dalıdır. Bu bağlamda sosyoloji, bireylere kendine özgü
geliştirdiği metodolojisi ile birlikte sosyolojik düşünme becerisi kazandırmakta ve böylece karmaşık toplumsal
olayların daha açık anlaşılmasını sağlamaktadır. Sosyolojik düşünme ya da toplumsal olaylara sosyoloji gözüyle
bakabilme yetisinin bireylere eğitsel süreçlerde erken yaşlarda verilmesi toplumu ve toplumsal olayları
“anlama” becerisinin daha yerleşik ve sistematik olmasını sağlayacaktır.
Sosyoloji öğretiminde geleneksel öğretim yöntem ve tekniklerinin kullanılmasının ortaya çıkardığı pasif
öğrenci tipolojisi yerine sosyolojinin temelinde var olan eleştirel bakışı kazandırıcı öğretim yöntem ve
tekniklerinin kullanılması gerekmektedir. Çağdaş eğitim anlayışının gereği olarak bu gerekliliğin öğretim
programlarında biçimsel olarak var olduğu fakat öğretmenlerin yeni teknikleri uygulamada zorluk çektikleri
bilinmektedir. Bu çalışmanın temel amacı, çağdaş öğretim tekniklerinin sosyoloji öğretiminde etkin olarak
kullanılabileceğini vurgulamaktır.
2
AKTİF ÖĞRETİM TEKNİKLERİ İLE SOSYOLOJİ ÖĞRETİMİ
Sosyoloji, insanların ortak yaşamı ve katılımlarıyla ortaya çıkan toplumu, toplum hayatını ve toplumsal
yapıyı: bu yapıda meydana gelen değişmeleri bilimsel yöntemin kendine özgü teknikleri ile inceleyen sosyal bir
bilim dalıdır. İncelediği toplumsal gerçeklikte olası yasa ya da benzeri işleyiş biçimlerini bulup ortaya koymak
çabası sosyolojinin bilim olma iddiasının önemli bir boyutudur ( Doğan, 2007, s. 36). Bir başka değişle sosyoloji;
insanların toplum içindeki bütün ilişki, davranış ve değişimi ile ilgilidir. Bu ilgi sosyolojinin özgün bilimsel
yöntemleriyle belirlenir ve analiz edilir. Özetle bireylerin belirli davranışlarda bulunmasını etkileyen toplumsal
güçleri çeşitli boyutları ile inceleyen yeni bir bilim dalıdır.
Sosyoloji bilimi bu özellikleri ile toplum içindeki bireylerin birbirleriyle ve aynı zamanda yine bireylerin
oluşturduğu sosyal kurumlar ile olan ilişkilerini temel alır. Bu bağlamda sosyolojinin, uğraş alanları, problem
konuları, tanımsal özellikleri ve metodolojisi sosyolojiyi diğer sosyal bilimlerden ayırmaktadır. Fichter’e göre
(2002, s.3); ekonomi bilimi maddi fenomenler, siyasal bilimler güç ve otorite gibi faktörler üzerinde dururken
sosyoloji insan “birlikteliği” gerçeği üzerine odaklaşır. Sosyoloji, bilgi gövdesi olarak insan ilişkileri gerçeğini alır,
bu gerçeğin toplumsal bağlamını temel alır. Söz konusu insan birlikteliğine katkıda bulunan veya ondan çıkarılan
her şey sosyolojidir.
Sosyal etkilerin insan davranışları üzerindeki etkisi ile ilgili çalışmalar eski Yunan’a değin uzansa da
Sosyoloji yaklaşık 200 yıl önce bir bilim haline gelmiştir. Sosyoloji derken onu, kendi inceleme nesnesi olan
özgün bir disiplin olarak iktisat, tarih, felsefe ve hukukla ilgili çalışmalardan açıkça farklılaştıran, sistematik bir
bilgi, özgül metodoloji kavramsal çerçeve kast ediliyorsa bilimler arasında ondokuzuncu yüzyıldan önce
sosyoloji yoktur (Swingewood, 1991,s.11). Sosyoloji biliminin doğuşunda 19.yüzyılın kendine özgü dönemsel
özellikleri, gerçekleşen olaylar, toplumun evrilmesi ve beraberinde oluşan yeni toplumsal yapı etkili olmuştur.
“Batı medeniyetinin, endüstri devrimini gerçekleştiren büyük değişiminin ardından sosyoloji bir ilgi odağı haline
gelmiştir. Bu büyük gelişim Batı Avrupa’yı kırsal, birleştirici ve durgun toplumdan, kentsel, çeşitli ve değişen bir
toplum haline getirmiştir (Giddens, 2005, s.6). “19.yüzyıl ile birlikte toplumlara ait her şey yeni bir boyut
kazanmıştır. Evrene, dünyaya ve toplumlara bakış değişmiştir. 19.yüzyıl düşünceye yeni bir boyut ve biçim
kazandırmıştır. Böylece günümüz sosyal bilimler düşüncesi ideolojik kavrayışlar ve düşün yönelimleri
şekillenmeye başlamıştır” (Kızılçelik, 2004, s. 3). Sosyoloji de bu dönemin özellikle beraberinde getirdiği ve
kentsel yaşamı alt üst yapan yeni ilişkiler ağından beslenmiştir. Böylece kentsel yaşamda oluşan ve
endüstrileşmenin beraberinde getirdiği refahın paylaşımı, toplumda oluşan yeni sınıfsal yapı ve talepleri,
kentsel yaşamın yeni yerleşmecileri toplumsal yaşamda “kaotik” durumların ortaya çıkışını güçlendirmiştir. Ve
böylece “toplum” bizatihi anlaşılması ve incelenmesi gereken bir kavram olarak sosyolojinin temel çıkış
noktasını oluşturmuştur. Fichter’in dediği gibi “Karmaşıklaşma düzeyi ve problemleri giderek artan bir toplumda
sosyolojiye ihityaç artar ve sosyologların saygınlığı yükselir” (2002, s.17). Böyle bir ortamda sosyolojinin
kurucusu olarak bilinen ve sosyal dünyanın doğal dünya ile aynı bilimsel tarzda incelenmesi gerektiğini savun
Fransız filozof Auguste Comte (1798–1857) Latince ”Socius” sosyal ve Yunanca “logos” mantık kelimelerinin
karışımı olan ve “sosyal mantık” anlamına gelen “sosyoloji” terimini üretmiştir Comte’a göre sosyolojinin temel
amacı; sosyal düzen kurallarını keşfetmektir, bu şekilde toplumsal istikrar devam ettirebilir.
3
SOSYOLOJİNİN TEMEL UĞRAŞ ALANLARI
Sosyoloji bilimi en genel olarak toplum ile ilgilenirken toplumsal yapı ve bu yapıyı oluşturan parçalar
olan kültür, toplumsal sınıf, statü, rol, kurum ve grupları açıklamak için uğraş verir. Bununla beraber toplumsal
düzeni sağlayan kurumlar da: (aile, ekonomi, eğitim, din, politika, hukuk, müzik, spor) sosyolojinin temel
tartışma alanlarını oluşturmaktadır.
Sosyoloji bilimi temel olarak çeşitli özelliklere sahiptir. Bu özellikler şöyle sıralanabilir;
- Sosyoloji bireysel sorunlarla ilgilenmez
- Pozitif bir bilimdir. Normatif değildir.
- Olması gerekeni değil, olanı inceler ( Nesneldir ).
- Sosyal olaylar arasında sebep - sonuç ilişkisi kurar.
- Toplumu bir bütün olarak ele alır ve bu bütünü oluşturan öğeler arasındaki ilişkileri araştırır.
- Benzer sosyal olayların ortak yönlerinden hareketle genellemelere ulaşır.
- Sosyal olayları çok yönlü ve çok faktörlü olarak ele alır.
- Diğer sosyal bilimlerle ilişki içindedir.
- Sosyal olayları inceleyip sonuçlar geçerli çözümler önerir.
- Sosyal değişme ve gelişmeleri ön plana çıkarır.
- Kendine özgü yöntem ve teknikleri vardır.
Bu özellikleri ile kendine özgü bir çalışma alanı oluşturan sosyoloji biliminin bireysel katkılarını da analizi
önemli bir süreçtir. Neden sosyoloji yapıyoruz ya da sosyoloji öğrenmek bize ne kazandırıyor, epistemik bir
kazanç mı yoksa bir bakış açısı mı kazandırıyor?
NEDEN SOSYOLOJİ YAPMALIYIZ ?
Her şeyden önce sosyal bilimlerin diğer alanlarında olduğu gibi sosyoloji insanın kavramsal gelişimini ve
zihin dünyasının zenginleşmesini sağlar. İnsanın yaşadığı sosyal çevrede (mahalle, eğitim ortamı, köy, kasaba,
kent) yalnız olmadığı duygusunu pekiştirecektir (Doğan, 2007, s. 65). Bir başka değişle sosyoloji insanlara sosyal
çevrelerinde kendileri gibi bir çok insanın olduğunu gösterebilen bir özelliğe sahiptir.
Giddens’a göre sosyoloji yapma, kendimizi gündelik yaşamlarımızın bildik sıradanlığından, yeni bir
bakışla uzaklaştırarak düşünmeyi öğretir ve sosyolojinin üç önemli yararı olduğunu bildiririr (2005, s.5);
- Kültürel farklılıkların farkında olma,
- Politik etkilerin değeri,
- Kendini aydınlatmadır.
Sosyoloji, karışık ve kompleks ilişkiler ağlarından oluşan ve toplumsal yaşamın anlaşılmasında, toplumda
oluşan olayların nedenlerini analiz edebilmede, toplumsal olayların sadece görünür değil aynı zamanda arka
planı ile değerlendirilmesi gibi önemli bir bakış açıları kazandırır. Bu bakış açısı modern-postmodern anlayışın
kendine özgü özellikleri bağlamında ürettiği yeni toplumun anlaşılmasında, oluşan yeni ilişki örüntüleri
algılamada bireylere yardımcı olacaktır.
4
Fichter ise neden sosyoloji sorusunu şöyle yanıtlamaktadır ( 2002, s.15):
“Öğrenci sosyolojiyi yalnız kendi için öğrenmeyi isteyebilir, çünkü toplum ve kültürü daha iyi tanımak istemektedir. Öğrenci sosyal yaşam bilgisini geliştirmek diğer insanları tanımada daha anlayışlı olmak ve başkalarını yargılarken daha tatmin verici bir nesnelliğe ulaşabilmek için sosyolojiye gereksinim duyabilir. Öğrenci toplumun kendinden beklediği çeşitli sosyal rolleri oynayan bir aktör olarak kendi içinde bulunduğu sosyal durumların sosyolojik bilgi birikimindeki karşılığını da böylece bulabilecektir. Sorgulamanın her alanında olduğu gibi, sosyoloji de kendi alanında seçicidir. Sosyal hayatın yüzeysel bir şekilde tanınıp anlaşılması için, sosyal hayatın özelliklerini vurgular ve aydınlatır. Kavrama gücümüzü geliştirir ve aynı zamanda pratik uygulamalar geliştirmemize yardımcı olur. Bir sosyologdan propagandanın etkili olabilmesi veya artan suç işleme oranı gibi sorunlara çözüm bulması istenebilir. Bununla birlikte sosyolojinin günümüzdeki kapasitesini bütün sosyal problemlere cevap verebilmesi için artırmalıyız”.
Bir kişinin sosyolojiden beklentileri nelerdir? Bu sorunun cevabı şöyle verilebilir; Bireylerin içinde yaşadığı
toplumun temel özelliklerini bilmek istemesi ve üyesi olduğu grubun ve çevrenin davranışlarını nasıl etkilediğini
anlama arzusudur. Böylece toplum içinde kurallara uyum ve değişim süreçlerinin kolaylaşılacağı görülecektir.
Ayrıca günlük olayların ardındaki gerçeklerin görülmesi, bireylerin seçim ve hareketleri üzerindeki toplumsal
etkiyi görebilme ve anlama isteğidir. Bu bağlamda sosyoloji yapabilme kadar sosyoloji öğretiminin önemi de
karşımıza çıkmaktadır.
SOSYOLOJİ ÖĞRETİMİ
Sosyoloji öğretimi sosyoloji yapabilmek kadar önemli bir uğraştır. Sosyolojinin araştırma yöntemleri ile
sosyoloji yapmanın önemi kadar bireylere sosyolojik düşünce ve bakış açısı kazandırma süreci de önemlidir.
Özellikle erken dönemlerde sosyolojik düşünce öğretiminin çağdaş öğretim yöntem ve teknikleri ile bireylere
kazandırılması etkili bir sosyolojik düşünce becerisinin gelişmesinde etkili olacaktır.
Sosyoloji öğretiminde bu bilimin çıkışında etkili olan pozitivist paradigmanın kuşatıcı etkisi
görülmektedir. Durkheim’ın ünlü ‘Olguları şeyler gibi inceleyin’ şeklindeki metodolojik kuralına dayandırıldığı
görülmektedir. Sosyal olguları doğadaki olgular gibi önceden verili nesneler olarak gören Durkheim’a göre bu
olgular, bizim dışımızda ve bizden bağımsız olarak vardırlar; öyle ki onlar, eylemlerimizi sınırlandırır ve irademize
hükmederler. Bu olgu tanımıyla Durkheim’ın, kartezyen olgu/değer ayrımını sosyal dünyanın incelenmesine
taşıdığı söylenebilir. Ona göre, bilimsel yöntem ya da sosyolojik yönteme bağlı kalındığında, şeyler/nesneler gibi
ele alınması gereken sosyal olgulardan düşünceye yönelmek zorunludur. Olgular, iradi müdahaleyle ortadan
kaldırılamazlar. Olguların bu ‘kalıcı’ özelliğini vurgulamak için Durkheim’ın doğa-toplum analojisine başvurduğu
bilinmektedir. Ona göre toplum, bir tür organizmadır ve bu organizmanın her parçası kendine özgü bir
fonksiyonu yerine getirir (Giddens, 2007, s. 37). Bu anlayışın sosyolojik düşüncenin temelinde yer alması
öğretim sürecinde de geleneksel yöntemlerin kullanılmasına neden olmaktadır.
Geleneksel olarak sosyolojinin doğuşunda kullanılan doğa bilimleri yöntemlerinin sosyoloji bilimine
uygulanmasıyla oluşan geleneksel yaklaşım uzun bir dönem sosyoloji öğretimine hakim olmuştur. Sunuş yolu ile
öğretim, düz anlatım yöntemi, soru-cevap tekniği, güdümlü tartışma gibi öğretim yöntem ve teknikleri
geleneksel sosyoloji öğretiminde etkili olmuştur. Bu uygulamaların temel özelliği öğretmeni bilgi kaynağı olarak
5
ele alması ve öğrenme-öğretme sürecinin merkeze almasıdır. Bunlara bağlı olarak geleneksel sosyoloji
öğretimi, bizzatihi toplumu anlama amaçlı sosyolojiyi sınıfa hapsetmiş ve öğretmen inisiyatifine bırakmıştır.
Ayrıca gezi, gözlem ve örnek olay (vaka analizi) gibi sosyolojide kullanılabilecek yöntemler de öğretmenlerin
becerisine ve tercihine dayalı olarak kullanılabilmiştir. Oysa sosyoloji öğretmek, sosyolojinin etkisini genişleten
çok önemli bir etkinliktir. Sosyoloji öğrenimi sonrasında öğrencilerin sosyolojiye ilişkin içerik, teori ve
metodolojisine eşlik eden bakış açısı ile birlikte eleştirel düşünce, disiplini uygulama yeteneklerini geliştiren
araştırmacı bakış, yaşadıkları toplumu daha iyi analiz edebilmelerini ve sosyal sorumluluklarını geliştirecek olan
sosyal katılım sağlama (Aditi& Sarabia, 2005) gibi nitelikler, sosyolojinin etkisini genişleten ‘öğretme’ eyleminin
sonucunda kazanılmaktadır ( Nazlı, 2007, s.4).
SOSYOLOJİ ÖĞRETİMİNDE YENİ TEKNİKLER VE UYGULAMA ÖRNEĞİ
Öğretim yöntem ve tekniklerinin çağdaş ve öğrenci merkezli yorumlamaları son dönemlerde hızla artmıştır.
Özellikle aktif öğrenci merkezli eğitim anlayışının hem uygulamada hem de akademik bağlamda önemsenmesi
yeni uygulamaların öğrenme-öğretme sürecinde kullanılmasına neden olmuştur. Aktif öğretim süreçleri,
öğrenenin öğrenme sürecinin sorumluluğunu taşıdığı, öğrenene öğrenme sürecinin çesitli yönleri ile ilgili karar
alma ve özdüzenleme yapma fırsatlarının verildiği ve karmaşık öğretimsel işlerle öğrenenin öğrenme sırasında
zihinsel yeteneklerini kullanmaya yöneltildiği bir süreçtir. Bu süreçte birey kendi öznel yargılarını, eleştirel ve
yaratıcılık bağlamında geliştirir, olay ve durumlara çeşitli açılardan yaklaşmayı öğrenir. Öğrenci çevresini
gözleyerek edindiği bilgileri geçmiş yaşantıları ile ilişkilendirir. Bu özelliklerin hakim olduğu sınıflarda güven,
enerji, özdenetim, gruba ait olma ve duyarlı olma gibi beş temel nitelik bulunmaktadır (Harmin, 1994 s.:3-4).
Aşağıda seçilen bazı yeni öğretim tekniklerinin sosyoloji öğretimine dönük uygulama çalışmaları bulunmaktadır.
6
1. GÖRÜŞ GELİŞTİRME TEKNİĞİ
Eğitim ortamında bir konuda yapılan düşünce alışverişinde, tartışmasında kişinin kendi görüşünü diğer görüşlerden de yararlanarak geliştirmesini ve savunmasını ya da değiştirmesini, karşı çıktığı görüşü benimsemesini sağlayan bir öğretme - öğrenme tekniğidir. Görüş geliştirme, belirgin çelişkiler ve kutuplaşmış tutumları kapsayan konuların öğretiminde öğrencilerde görüş geliştirmek için kullanılan bir tartışma yöntemi olarak tanımlanabilir. Bu yöntemin kullanılması için konuların belirgin çelişkiler ve kutuplaşmış tutumlar içeren konuların öğretiliyor olması gerekir. Görüş geliştirme, bütün sınıfın katılımı ile gerçekleştirilir (Gözütok, 2000, s.76, Burden and Byrd, 1994, s. 326).
Görüş geliştirme tekniğinde konu seçimi çok önemlidir. Mutlaka grup içinde farklılık yaratacak bir konu olmalıdır. Bütün öğrencilerin aynı fikirde olduğu konular bu teknikte kullanılmaz.
Örnek konular Toplumsal değişme ve gelişmede teknoloji önemli değildir. Küreselleşme toplumsal gelişime faydalıdır. Türk toplumunda sınıf kavramı yoktur. Sosyal medya yeni toplumsal iletişim zeminidir.
Avantajları
Öğrencilerin bir konuyla ilgili değişik bakış açıları oluşturmalarını ve konuya eleştirel olarak yaklaşabilmelerini sağlar.
Öğrencilerde fikirleri değiştirme, sabit fikirli olmayı engelleme ve açıklık gibi becerileri kazandırır.
Bireylerin savundukları görüşleri gerekçelendirmelerini sağlar. Sabit fikirli olma, değişime kapalılık gibi olumsuz durumları engeller. Öğrencilerde özgüven, hoşgörü, birbirine katlanma, konuşma, ikna ve değişime açıklık
becerilerini geliştirir. Demokratik tutum kazandırır. Sınıfın tümünü sürece katar. Farklı görüşlere saygı duymayı öğretir.
Sınırlılıkları
Konu tekniğe uygun seçilmezse görüş üretilmez. Öğrencilerin düzeyine uygun konu seçilmezse etkili görüşler üretilmez. Tartışma sürecinde görüşlerden ziyade kişiler hedef alınırsa sorunlar yaşanır. Tartışma sırasında her öğrenci kendi fikrini savunmaya kalkarsa ve toplu hareket etme
davranışı olursa amacından uzaklaşabilir. Öğretmenin sınıf yönetimi becerileri yeterli değilse amaca ulaşılamayabilir. Zaman alıcıdır. Kalabalık sınıflarda kullanımı zordur. Hedeften sapılabilir ve konu dağılabilir
Uygulama aşamaları
Konunun geçerli bir çelişki içerecek nitelikte olması gerektiğini bilmelidir.
7
Birbirleriyle ilişkili birden çok tartışma konusu belirlenir. Seçilen konuların tartışmaya açık konular olmasına dikkat edilmelidir.
Slogan kullanılmasını engellemelidir.
• Beş ayrı kartona;
- Kesinlikle katılıyorum
- Katılıyorum
- Fikrim yok
- Katılmıyorum
- Kesinlikle katılmıyorum
yazılarak sınıfta farklı yerlere asılır.
Konular tahtaya yazılır ve öğrencilere bir süre düşünme fırsatı verilir.
Öğrencilerin kendi görüşlerini gösteren kartonun altında yer alması istenir. Öğrenciler yerini aldıktan sonra tartışmaya başlanır. Öğrencilerin bulundukları noktada neden
durduklarını, açıklamaları, birbirini dinlemeleri ve ikna etmeye çalışmaları sağlanır. Öğrencilerin arkadaşlarının açıklamalarından etkilenip etkilenmedikleri sorulurken, ikna
olanların yerlerini değiştirmeleri sağlanmalıdır. Bütün öğrencilerin tartışmaya katılması için çaba harcanır. Konunun yeterince tartışıldığına emin olunduğunda tartışma sona erdirilebilir. Bu yöntemin sonunda “şu görüş doğru, bu görüş yanlıştır.” denilemez. Öğrencilerde; karşıt
görüşü dinleme, karşıt görüşe saygılı davranma, aynı konunun farklı bakış açılarını görme, kendi görüşlerinin değişebileceği kazanımlar ortaya çıkar.
Sosyolojik Kazanımları
Toplumsal olay ve durumlara farklı açılardan bakmayı öğretir. Eleştirel düşünme becerisini geliştirerek bireylerin içinde bulundukları toplumsal yaşama
dönük ölçütler bağlamında kritikler yapmalarını sağlar. Argümantasyon becerisi geliştirerek sosyolojik analizlerini ortaya koyduğu veri ve kanıtlarla
destekleme becerisini geliştirir.
Yararlanılan ve Önerilen Kaynaklar
Gözütok, F.D. (2004), Öğretmenliğimi Geliştiriyorum, (2. Baskı), Ankara: Siyasal Yayınevi
Burden Paul and David Byrd (1994), Methods for Effective Teaching, Pearson Education. Boston.
8
Uygulama Örneği
Ders Sosyoloji
Sınıf III
Ünite Kültür
Yaklaşık süre 40+40
Kazanım Küreselleşmenin toplumsal değişmeye olan etkileri olumludur
Kullanılan Teknik Görüş geliştirme
- Hazırlık EvresiGörüş geliştirme tekniğinin prensipleri gereği öğretmen, öğrencilerden de yardım alarak
“kesinlikle katılıyorum”-“kesinlikle katılmıyorum” aralıklarındaki önermeleri içeren kartonları sınıf duvarına asar. Öğretmen daha sonra tekniğin temel uygulama kurallarını öğrencilere açıklar; öğrencilerin kişilere değil fikirlere karşı çıkmalarını, kanıtlarını ve deneyimlerini paylaşmalarını ve diğerlerinin bakış açılarını anlamaya çalışmalarını, slogan kullanmadan eğilimlerini gerekçelendirmelerini istemiştir. Ayrıca katılımcıların birbirini saygıyla dinleyerek hoşgörü, katlanma, konuşma ve değişmeye açıklık becerileri beklediğini de ilave etmiştir. Daha sonra öğretmen öğrencilere konu ile ilgili hangi görüşü savunuyorsanız ilgili kartonun altına geçiniz açıklamasını yapar. Öğrenciler bir süre düşünürler ve aşağıdaki gibi görüşler sınıfa sunulur.
- Uygulama Evresi:
Öğrenciler öğretmenin açıklaması ile savundukları görüşü temsil eden kartonun altına geçerler. Konu ile ilgili sınıfta belirtilecek beş görüşe ait ortak fikirler şöyle ifade edilebilir;
Kesinlikle Katılıyorum: Küreselleşme günümüzde toplumsal değişimi etkileyen en önemli kavramdır. Günlük hayatımızda kullandığımız ürünlerden yabancı markalı olanları bir hatırlayın lütfen. En basitinden giysilerimiz her biri ayrı bir ülkeden geliyor. Her gün internette farklı ülkeler hakkında bilgiler alıyoruz, facebook, msn gibi araçlarla çok hızlı bir şekilde dünyanın dört bir yanına ulaşabiliyoruz. Milyonlarca insan, farkına varmaksızın uzak mesafeler ötesinden hayatlarını değiştirmekte olan küresel ağlara takılmaktadır. Devletler arasında sınırlar kalktı ve yatırımcılar artık yerel değil küresel eylemlerde bulunuyorlar. Bütün bu gelişmeler toplumsal değişmeyi elbette olumlu etkilemektedir. Dünya artık küresel bir köy halindedir. Bu yakınlaşma toplumları tamamen olumlu yönde etkilemektedir.
Katılıyorum: Küreselleşme toplumsal değişmeyi etkilemektedir. Uzak yaşam yerleri, farklı kültür ve anlayışlar, küreselleşme sonucu iletişime geçmekte ve birbirlerini tanımaktalar. Spor örneğinde olduğu gibi ünlü bir futbol takımının dünyanın her yerinde taraftar grubu bulunmakta ve bunlar internet aracılığı ile iletişime geçmektedir. Çeşitli sosyal hareketlerde buna örnek verilebilir. Örneğin çevre kirliliğine karşı küresel bir eylem hattı kurulabilmektedir. Kültürler birbiri ile yakınlaşmakta ve toplumlar farklı kültürlerin etkisi ile zenginleşmektedir.
9
Kararsızım: Aslında küreselleşmenin toplumsal değişime olumlu ya da olumsuz etkileri çok açık ve net değil. Küreselleşmeden ne anlaşıldığı ve nasıl yorumlandığı önemlidir. Küreselleşmenin az önce iki arkadaşımızın belirttiği gibi toplumsal değişmeye olumlu etkisi kadar olumsuz etkileri de olabilir. Örneğin hepimizin severek tükettiği küresel marka Mcdonald’s aynı zamanda bizim geleneksel yemek kültürümüzü bozmaktadır. Bence küreselleşmenin toplumsal etkisi iyice araştırılmalıdır.
Katılmıyorum: Ben ilk konuşan iki arkadaşıma katılmıyorum. Aslında küreselleşme büyük devletlerin küçük devletleri kontrol etme aracıdır. Bilim ve Teknolojide, sanat ve kültürde hep Batı kaynakları önde tutulmakta ve önemsenmekte, toplumsal değişmede küreselleşme olumsuz etki yapmaktadır. Batı değerleri iletişim araçları aracılığı ile öğretilmekte, bireyler kendi kültürlerine yabancılaşmaktadır . Toplumsal değişmede küreselleşme olumsuz etki yapmaktadır. Değişmenin yönü gerileme şeklindedir. Çünkü hakim bir anlayış sadece kendi değer ve markalarını toplumlara dayatmaktadır.
Kesinlikle Katılmıyorum: Küreselleşme toplumsal değişmeyi son derece olumsuz etkilemektedir. Az önceki arkadaşlarımız yatırımların küreselliği ve sosyal hareketlerin etkisini vurguladılar. Ancak unuttukları bir nokta var; yatırımlar ABD’li büyük şirketlerin. Bu şirketler bir günde nakit akışını ya da hisseleri çekerek o ülkenin ekonomisini bozabilmekte hatta yok etmektedir. Bu küresel büyük güç o ülkeler üzerinde siyasi güce sahip olmakta ve istedikleri projeyi yaşama geçirebilmekteler. Ulusaşırı STK’lar ile bazı ülkelerde yönetimleri ülkelerin kendi içinde, hem de ülkeler arasında çatışmalar ile değiştirebilmekteler Gürcistan, Ukrayna, Kirgizistan ve Kazakistan örneklerini unutmayalım. Böylece sonuç; ulusal hükümetlerin, küresel sermaye ve çok uluslu şirketler karşısında politika oluşturma ve egemenliğini kabul ettirtmede yetersiz kalması şeklindedir. Toplumsal değişme küresel aktörlerin istediği gibi olmakta, kendi yararlarına olumlu ya da olumsuz olabilmektedir.
Kararsızım bölümündeki öğrencilerden bir çoğu bu konuşmadan sonra Kesinlikle Katılmıyorum bölümüne geçebilirler ya da Katılmıyorum bölümünden Katılıyorum ya da Kararsızım bölümüne geçiş olabilir.
- Sonuç Öğretmen bütün bu görüşlerin farklı olduğunu belirterek tüm öğrencilerin fikirleri gerekçeleri ve
örnekleri ile sunduklarını ifade ederek ortaya konulan argümanları özetleyerek küreselleşmenin önemli bir kavram olduğunu aslında bu görüşlerin tüm dünyada var olduğunu ve küreselleşmeye olumlu, kararsız ve karşıt görüşlerin olduğunu belirterek etkinliğe son verir.
10
2. ALTI AYAKKABILI UYGULAMA TEKNİĞİ
Edward de Bono tarafından bulunan ve lateral (yanal) düşünme temeli bir tekniktir. Duygu ve düşünceleri temel alan altı şapkalı düşünce tekniğine biçimsel olarak benzer ancak uygulamaların paylaşımında kullanılır. Analitik düşünme yeteneği kazandırmayı amaçlayan bu teknik, bireyin olayları önyargıya kapılmadan ele almasını, belirli bir davranış tarzına takılmadan yeni uygulama biçimlerini öğrenmesini sağlar. Yaratıcılık ve seri düşünmeyi gerektiren bir tekniktir. Öğrenciye farklı durumlarda nasıl davranması gerektiği öğretilir. Böylece öğrencinin farklı durumlara uyum sağlaması kolaylaşır.
Her ayakkabının şekli ve rengi ayrıdır. Bu ayakkabılara yüklenen anlam da ayakkabıların şekli ve rengine göre değişmektedir. Bu tekniğin işleyişi Altı Şapkalı Düşünme tekniğine benzer. Yani altı şapkalı düşünme tekniği düşünmede altı ayakkabılı uygulama tekniği uygulamada işe yarar. Bu teknikte aynı andan iki tek ayakkabı giyilebilir. Bu yönden avantajlıdır.
Ayakkabıların Renklerine Göre Anlamları:
Lacivert Resmi Ayakkabı: Rutin işler ve resmi prosedürler izlenir. Rutin işler mükemmel şekilde uygulanır.
Gri Spor Ayakkabı: Resmi olmamayı ve rahatlığı simgeler. Bilgi toplarken çok yönlü olmayı ve tarafsız davranmayı gerektirir. Delil toplanır ve toplanan bilgi kullanılır.
Kahverengi Yürüyüş Ayakkabısı: Karmaşık durumları ifade eder. Uygulamada inisiyatiflerden ve esneklikten faydalanılarak sonuca ulaşılmaya çalışılır.
Turuncu Lastik Çizmeler: Tehlike, aciliyet ve krizi ifade eder. Acil müdahale gerektirir ve güvenliğin sağlanması en önemli iştir. Odaklanma ve öncelik oluşturma duygusu en önemli iştir.
Pembe Ev Terliği: İnsanların duygu ve düşüncelerine karşı hassas olmayı gerektirir. Duyarlılığı ve sıcaklığı temsil eder. İnsan korunur.
Mor Binici Çizmeler: liderlik ve hâkimiyet unsuru söz konusudur. Uygulamada bir yetkinin sağladığı üstünlüğü sağlama ile ilgilidir. Kişi kendi yeteneği ile değil otoriteden aldığı resmiyetle hareket eder.
Ayakkabı bu uygulamada bir simgedir. Derste ayakkabı giyilmesine gerek yoktur.
Avantajları
Öğrencinin ilgi ve güdülenme düzeyini arttırır. Bir duruma farklı açılardan yaklaşmayı öğretir. Öğrencileri sürece çeker ve motive eder. Geleneksel sınıf ortamını değiştirir. Öğrencinin belirli bir davranış kalıbına takılıp kalmasını engeller. Aynı durumda farklı davranışlar geliştirmeyi öğretir.
11
Sınırlılıklar Zaman alıcıdır. Kalabalık sınıflarda etkisi yoktur. Amaçtan uzaklaşılabilir. Bazı öğrenciler sürece katılmak istemeyebilir. Her konu için uygun olmayabilir. Öğrencilerin konu ile ilgili hazır bulunuşlukları düşük ise istenilen verim elde edilmeyebilir.
Uygulama Süreci:
1. Teknikte kullanılan ayakkabıların anlamlarını öğrencilere veriniz. 2. Süreyi belirtiniz (Konuya göre değişebilir) 3. Soruyu sorunuz ve öğrencilerin düşünmelerini sağlayınız.4. Öğrencilerin farklı renkteki ayakkabıları seçmelerini sağlayınız.5. Ayakkabısını alan öğrencilerin düşüncelerini ayakkabıların şekil ve anlamlarına
göre ifade etmelerini sağlayınız.6. Uygulamaya katılan her öğrenci uygulamasını yaptıktan sonra sınıfın genel bir
değerlendirme yapmasını sağlayınız.
Sosyolojik Kazanımları
Toplumsal yaşamda farklı durumlarda gerekli olabilecek davranışları öğretir. Bir toplumsal olayın birden fazla nedeni olabileceğini görür. Sosyolojik düşünmede çok önemli olan olaylara ön yargısız bakabilme becerisini kazandırır.
Yararlanılan ve Önerilen Kaynaklar
De Bono, Edward, Altı Ayakkabılı Uygulama , İnkilap Yayınları, 2009, Ankara. Aykaç, Necdet, Öğrenme- Öğretme Sürecinde Aktif Öğretim Yöntemleri, Naturel Yayıncılık
2005. Gözütok, F.D. (2004), Öğretmenliğimi Geliştiriyorum, (2. Baskı), Ankara: Siyasal Yayınevi Burden Paul and David Byrd (1994), Methods for Effective Teaching, Pearson Education.
Boston.
Uygulama Örneği
12
Ders Sosyoloji
Sınıf III
Ünite Toplumsal Yapı
Yaklaşık süre 40+40
Kazanım Bilim, teknoloji ve kitle iletişim araçlarının toplumsal değişime etkisini değerlendirir.
Kullanılan Teknik Altı Ayakkabılı Uygulama
- Hazırlık EvresiÖğretmen tekniğin işleyişini öğrencilere anlatır. Ayakkabıların anlamları öğrencilere aktarılır.
Öğretmen son günlerde ülkede yaşanan gençlik olayları ve sosyal medya tartışmamalarını hatırlatarak “ Toplumsal yaşamda internet kullanımı nasıl olmalıdır?” sorusuyla uygulamayı başlatır. Gönüllü olan altı öğrenciye hangi ayakkabıyı seçmek istediklerini sorar ve ayakkabıyı seçen öğrencilere hazırlık için bir süre verir. Hazırlık süresi bir sonraki derse kadardır. Hazırlığını yapan öğrenciler tahtaya kalkarlar her bir öğrenciye 8 dakika süre verilir.
- Uygulama Evresi:
1. Lacivert Resmi Ayakkabı (Resmi işleri temel al. Rutin işleri uygula. Prosedürleri temel al) Yaptığım araştırmalara göre internetin kullanımına dönük yasal düzenlemeler henüz bitmemiştir.
Bilgi Teknolojileri Kurumu ve Haberleşme Bakanlığı yasal hazırlıklar yapmakta, ancak mevcut 5651
Nolu İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi Ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla
Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun hem kamunun hem de bireylerin istedikleri gibi değil. Son
olaylarda görüldü ki özellikle sosyal medya tarafları ikiye bölmüş yasal yollarla kontrolün olmasını
isteyenler kadar bu kontrolü temel bir insan hakları ihlali olarak görenlerde var.
2. Gri Spor Ayakkabısı (Bilgi topla ve bu bilgiyi kullan. Araştırma yap ve delil topla. Objektif bilgiler sun)İnternet kullanımında dünyada üçüncü ülkeyiz ve hızlı bir ilerleme var. 36 milyon internet kullanıcı var. Sosyal medya sağlayıcısı Facebook’un Türkiye’de 32 milyon üyesi var. Ülkemizde günde ortalama 8 milyon tweet gönderiliyor. Bu rakam saniyede 92 tweete denk geliyor Ülkemizde son Taksim gezi olaylarında atılan tweet sayısı çok arttı. İnternet kullanımı o kadar yaygınlaştı ki internet üzerinde yapılan alışverişin toplamı milyonlarca doları buluyor.
3. Kahverengi Yürüyüş Ayakkabısı (İnisiyatiften ve esneklikten yararlan, Uygulamaya dönük pratik ve sağlam bilgilerden faydalan)İnternetin toplumsal yaşamdaki değişime olan etkisi herkes tarafından kabul edilmekte, bunun mutlaka uygulamaya dönük bir şekilde ele alınması lazım örneğin ilköğretimde okullarında medya okuryazarlığı dersinin içeriği daha esnek bir biçimde düzenlenerek bilinçli sosyal medya kullanımı, sanal etik gibi ünitelerinde konulması gerekmektedir.
13
4. Turuncu Lastik Çizmeler (Tehlikeyi azalt. Acil müdahale et ve güvenliği sağla. Odaklanma, aciliyet ve öncelik oluşturma)Bilinçsiz internet kullanımının yol açtığı sorunları görmeliyiz. Siber suçlar, bilişim suçları gibi kavramlar oluştu. İnternette dolandırıcılık, izinsiz kaydedilen fotoğrafları, videoları, ses kayıtlarını paylaşma, Sahte isimler kullanma, sahte haberler kurgulama ve paylaşma son günlerde çok arttı. Bunların önlemlerine dönük tedbirler alınmalıdır. 5. Pembe Ev Terliği ( İnsanları koru. hassas davran, insanların duygu ve düşüncelerine karşı duyarlı olma.)
İnternetin toplumsal yaşamdaki değişmedeki rolüne dönük tüm düşüncelere karşı saygılı olmalıyız. Çünkü herkes kendi gözlüğünden olaylara bakıyor. Ancak internetin toplumsal yaşamda oluşturduğu olumsuzlukları görerek yasal düzenlemeler yapılmalı ama bu yasal düzenlemelerde bireylerin hak ve hürriyetlerini engellememeli. Uzlaşı içerisinde hareket edilmeli
6.Mor Binici Çizmeler (Yetkiyi ifade eder, Otoriter ol. Hakimiyet kur temellidir.)
İnternet kullanımında kesinlikle kontrol olmalıdır. Yetki mekanizmaları işletilmeli herkes her istediğini söylememelidir. Böyle olursa düzensizlik söz konusu olur ve karmaşa, kaos ortamı oluşur. Elbette devlet her ortamı kontrol edecek. İnternet kullanım hesapları bunu sağlayan şirketlerce istenildiğinde devlet yetkililerine verilmelidir.
Bu sürecin sonunda sınıf ile beraber genel bir değerlendirme yapılır.
14
3. ALTI ŞAPKALI DÜŞÜNCE TEKNİĞİ
Edward de Bono tarafından bulunan ve özünde bir işletme tekniğidir. Renklerin insan psikolojine olan etkisinden hareket eder. Bir konuya ya da problem durumuna çeşitli açılardan bakmayı (analitik düşünme), düşüncelerin, önerilerin belirli bir düzen içinde sunulmasını, sistematikleştirilmesini temel alan bir öğretim tekniğidir. Tartışma konusu ile ilgili farklı duygular irdelenir.
Teknikte kullanılan şapkalar düşüncelerin ayrıştırılması amaçlı birer semboldür. Şapkaların rengi değiştikçe, rengin simgelediği düşüncelerin belirli bir düzen içinde sırasıyla aktarılması beklenir.Tekniğin temel amaçları şöyledir:
Düşünme sürecine odaklanıp geliştirmek Yaratıcılığı cesaretlendirmek, paralel ve lateral düşünme İletişimi iyileştirme Karar verme sürecini hızlandırma Tartışmalardan kaçınma
Şapkaların Renklerine Göre Anlamları:
1. Beyaz Şapka- Net bilgiler (tarafsız şapka)
Görüşülen konu ile ilgili net bilgiler, sayılar, araştırmalar, kanıtlanmış veriler ortaya konur. Kendisinden istendiğinde gerekli olgu ve rakamları veren bir bilgisayar düşünün. Bilgisayar tarafsız ve objektiftir. Yorumda bulunmaz, fikir üretmez. Beyaz düşünme şapkası taktığında düşünür, bir bilgisayarı taklit etmelidir.
Hangi bilgilere sahibiz? Hangi bilgiler eksik? İhtiyacımız olan bilgiyi nasıl elde ederiz? gibi sorulara yanıt arar.
2. Kırmızı Şapka- Duygular (Duygusal Şapka)Görüşülen konu ile ilgili olarak, kişilere hiçbir dayanağı olmadan hislerini söyleme şansı verir.
Kırmızı şapka, duygularını görünür kılar, böylece duygular düşünme haritasının veya harita üzerindeki rotayı seçen değer sisteminin de bir parçası olurlar. Öğrenci, kırmızı şapkayı kullanırken duygularını haklı göstermeye ya da onlara mantıklı bir temel sunmaya asla çalışmamalıdır.
Bu olay, durum, öneri, sorun vb. hakkında neler hissediyorum? Bu konudaki duygularım nelerdir? gibi sorulara yanıt arar.
3. Siyah Şapka-Olumsuz (Kötümser Şapka)Görüşülen konunun riskleri, gelecekte doğuracağı problemler, eleştiriler ortaya çıkar. Siyah
şapka düşünmesi özellikle olumsuz değerlendirmelerle ilgilidir. Siyah şapka düşünürü yanlış ve hatalı olan şeyleri gösterir. Bu düşünür risklere ve tehlikelere işaret eder. Bardağın boş tarafına bakma, şeytanın avukatı gibi deyimler bu şapka ile ilgilidir olumsuzluklar dillendirilir.
Bu önerinin bize zararları neler olabilir? Bu durum bize ne kaybettirir? gibi sorulara yanıt arar.
4.Sarı Şapka-İyimser Şapka (Olumlu Şapka)
15
Görüşülen konunun avantajları ortaya konulur. Getirileri göz önüne alınır. Sarı şapka düşünmesi olumlu ve yapıcıdır. Sarı renk güneş ışığını, parlaklığı ve iyimserliği sembolize eder. Siyah şapkanın tersine olumlu değerlendirmeler ile ilgilidir. Bardağın dolu tarafına bakma, Polyannacılık gibi deyimler bu şapka ile ilgilidir pozitif bakma ile ilgilidir.
Bu olayın bize sağlayacağı çıkarlar(yararlar) neler olabilir? Bu durum bize ne kazandırır ? gibi sorulara yanıt arar.
5.Yeşil Şapka- yaratıcılık (Yenilikçi şapka)
Görüşülen konuyla ilgili alternatifler araştırılır. Yaratıcılık ön planda tutulur ve toplantıya katılanların yaratıcı olmaları değil, orijinal, yeni, üretken olmasıdır. Yeşil şapka yaratıcı düşünme ile ilgilidir. Yeşil şapkayı takan kişi yaratıcı düşünmenin kavramlarını kullanacaktır. Yeşil renk verimliliği, büyümeyi ve tohumların değerini simgeler.
Konu ile ilgili alternatifler nelerdir? Bu konudaki değişik önerilerimiz neler olabilir? gibi sorulara yanıt arar.
6.Mavi Şapka-Sonuçlar (Serinkanlı şapka)Görüşülen konuyla ortaya çıkartılan beş düşünce bu aşamada sistematize edilir. Toplantının
sonuçları ortaya çıkarılır, durum analizi yapılır ve özetlenir. Mavi gökyüzünün rengidir kapsayıcı bir rol oynar. Mavi şapka düşünürü, düşünme faaliyetini düzenler. Bu şapka düşünürü orkestra şefi gibidir. Mavi şapka düşünürü, üzerinde düşünülecek olan konuları tanımlar. Sorunları tanımlar ve soruları biçimlendirir.
Ne oldu? (geçmiş) Ne oluyor? (şimdi) Sonra neler olmalı? (gelecek) gibi sorulara yanıt arar.
Şapka bu uygulamada bir simgedir. Derste ayakkabı giyilmesine gerek yoktur.
Avantajları Bireylere nasıl düşüneceklerini öğreten bir tekniktir. Çok boyutlu düşünme becerisi kazandırır. Öğrencilerin karar verme becerisini kazandırır. Öğrencilere kendisi ya da başkaları adına düşünebileceği düşünceleri analiz edebileceği bir
sınıf ortamı sağlar. Bireylerin bir olaya çeşitli açılardan bakmalarını sağlar. Analitik düşünme becerilerini geliştirir. Düşüncelerin sistemli olarak düzenlenmesini sağlar. Çözüm sürecinde tartışmaların uzamasını, karmaşıklaşmasını ve dağılmasını engeller. Katılımcılar çeşitli duyguların ortaya koyduğu düşünme biçimlerini öğrenirler.
Sınırlılıkları Zaman alıcıdır. Kalabalık gruplarda kullanımı zordur. Hedeften sapılabilir ve konu dağılabilir. Psikomotor alanda etkili değildir. Öğrenci gerçekte savunmadığı görüşleri savunabilir. Etkinlik sürece katılanlar ile sınırlı kalabilir. Öğrenciler rengin gerektirdiği düşünceyi bulamayabilirler. Bazı öğrenciler sürece katılmak istemeyebilir.
16
Uygulama Süreci
1. Teknikte kullanılan şapkaların anlamlarını öğrencilere veriniz. 2. Süreyi belirtiniz (Konuya göre değişebilir) 3. Problemi ortaya koyunuz ve öğrencilerin düşünmelerini sağlayınız.4. Öğrencilerin farklı renkteki şapkaları seçmelerini sağlayınız.5. Toplantı mavi şapkanın toplantıyı nasıl idare edeceğini, nasıl hedef ve amaçlara ulaşılacağını
duyuracağı ile başlar. 6. Tartışma Kırmızı şapkanın sorunu çözümü ile ilgili fikir ve tepkileri toplama düşüncesi ile
devam eder. Bu faz gerçek çözüm için kısıtların geliştirilmesi için de kullanılır. 7. Tartışma, fikirler ve muhtemel çözümler üretmesi için Yeşil şapkaya geçer.8. Daha sonra tartışma, bilgi üretmeyi düşünen Beyaz şapka ile çözümleri eleştirmeyi düşünen
Siyah şapka arasında gider gelir.9. Toplantı mavi şapkanın genel bir değerlendirmesi ve ortaya çıkan sonuçları açıklamasıyla sona
erer.
Sosyolojik Kazanımları
Öğrencilerin sosyolojik bir problem durumuna odaklanıp onu geliştirmelerini sağlar. Sosyolojik düşünce üretmede önemli olan paralel ve lateral (yanal) düşünmeyi geliştirir. Karar almadan konunun tüm boyutlarını görme amaçlıdır. Böylece doğru karar almayı ve
politika geliştirmeyi sağlar. Duyguları ve nesnelliği ortaya koyarak genel bir perspektif ortaya koyar. Sosyolojik tartışma sürecinde dağınıklık, düzensizlik ve karmaşayı engeller. Fikirleri sistemli hale getirmek ve düzenlemek Gereksiz tartışmaları engeller.
Yararlanılan ve Önerilen Kaynaklar
De Bono, Edward, Altı Şapkalı Düşünce, İnkilap Yayınları, 2002, Ankara. Aykaç, Necdet, Öğrenme- Öğretme Sürecinde Aktif Öğretim Yöntemleri, Naturel Yayıncılık
2005. Gözütok, F.D. (2004), Öğretmenliğimi Geliştiriyorum, (2. Baskı), Ankara: Siyasal Yayınevi Burden Paul and David Byrd (1994), Methods for Effective Teaching, Pearson Education.
Boston.
Uygulama Örneği
17
Ders Sosyoloji
Sınıf III
Ünite Toplumsal Kurumlar
Yaklaşık süre 40+40
Kazanım Boşanmanın birey ve toplum üzerindeki etkilerini analiz eder.
Kullanılan Teknik Altı Şapkalı Düşünme
Öğrenci beyaz şapkaya göre; “Boşanma evliliğin yasal olarak sona ermesidir. Taraflardan
birinin veya her ikisinin de isteği üzerine gerçekleşir. TÜİK verilerine göre 2012 yılında evlenen
çiftlerin sayısı 2011 yılına göre yüzde 1,9 artarak 603 bin 751'e, boşanan çiftlerin sayısı ise yüzde 2,7
artarak 123 bin 325'e yükseldi.
Kırmızı şapkaya göre; “ Evli çiftler arasında bağlılık, sevgi ve çiftlerin birbirine göstermiş
olduğu sabrın azalmasının üzücü bir sonuç olan boşanmayı beraberinde getirdiğini düşünüyorum”
ifadesini dile getirmiştir.
Siyah şapkaya göre; “Boşanma oranlarında görülen artış aile kavramının bozulmasına ve
toplumsal yapıda zedelenmelere neden olmaktadır” ifadesini dile getirmiştir.
Sarı şapkaya göre; “Mutsuz bir evlilik yaşayan çiftlerin boşanmaları hem kendi psikolojileri
hem de çevresel etkileri bakımından olumlu sonuçlar doğurmaktadır” düşüncesini dile getirmiştir.
Yeşil şapkaya göre; “Aile kurumunun varlığını koruyabilmesi için sağlık alanında aile hekimliği
uygulamasına benzer şekilde psikolojik destek uygulama programları yapılarak sorunların azaltılması
yoluna gidilebilir” şeklinde düşüncesini dile getirmiştir.
Mavi şapkaya göre; “Aile kurumunun varlığı için olumsuz psikolojik etkileri bakımından
yaşanan duruma göre olumlu sonuçlar doğurduğu saptanan boşanma kavramı, nedeni ve etkileri ne
olursa olsun mantıklı bir süreçten geçilerek karara bağlanmalıdır” şeklinde düşüncesini toparlamıştır.
18
4. KART GÖSTERME TEKNİĞİÖğrencilere öğrendiklerini gözden geçirme, değerlendirme, karar verme vb. fırsatlar sunar.
Önce öğrencilere çeşitli renklerde 3-5 adet küçük kart ya da kağıt parçalarından oluşmuş desteler dağıtılır. Her renge bir anlam verilir. Örneğin, yeşil tümüyle katılıyorum; mavi katılıyorum; beyaz kararsızım; sarı katılmıyorum; kırımız hiç katılmıyorum gibi. Sonra öğretmen işlenen konuyla ilgili bazı tümceler okur, bu tümceleri dinleyen öğrenciler önce hangi kartı seçeceğini düşünür, sonra seçtikleri kartı sıranın üzerine koyar, sonraki aşamada her öğrenci tek tek neden o kartı seçtiğini argümanlarıyla sunar.
Teknikte kullanılacak tümcelerin zıt, karşıt ve farklı düşüncelere uygun olması gerekmektedir. Bütün öğrencilerin aynı yönelim gösterecekleri tümceler bu teknik için uygun değildir.
Öğrencilerin birbirlerini saygı ve dikkatle dinlemeleri gerekmektedir.Zaman sıkıntısı olan sınıflarda 3 kart kullanımı önerilir;
Tamamen Katılıyorum (Mavi Renk) Kararsızım (Beyaz Renk) Hiç Katılmıyorum (Kırmızı Renk)
Görüş geliştirme tekniği gibidir. Sınıf kalabalık olduğunda bu teknik yerine kart gösterme tekniği seçilebilir. Avantajları
Öğrencilerin görüşlerini sözlü ifade etmesini geliştirir. Öğrencilerin kavramsallaştırma, düşünce üretme becerilerini geliştirir. Gruba dönük konuşma ve özgüven kazandırır. Öğrencilerin fikirlerini gerekçelendirmeleri sağlar. Öğrencilerin tümünün öğretim sürecine katılmalarını sağlar. Konunun anlaşılıp anlaşılmadığına dönük öğretmene veri sağlar.
Sınırlıkları
Konu ile ilgilisi bilgisi ve kavramsallaştırması düşük öğrenciler gerekli üretimi yapamayabilirler.
Bazı öğrenciler sürece katılmak istemeyebilir. Etkili zaman yönetimi sağlanmaz ise ders süresi yetmeyebilir. Öğrenciler tartışma sürecini kişiselleştirse tartışmalar çıkabilir. Öğrenci gösterdiği kart rengi ile ilgili argüman ortaya koyamayabilir. Her konu için uygun değildir.
Uygulama süreci
- Öğretmen her öğrenciye 3-5 renkli kart dağıtır.- Kartların anlamları sınıfça belirlenir.- Öğrencilere bir düşünme süresi verilir ( Konuya göre değişir 3- 5 dk.)- Öğretmen yargı içeren tümceyi sınıfa sunar.- Öğrenciler tümce ile ilgili düşüncelerini yansıtan renkli kartı havaya kaldırırlar.- Öğretmen random yolla öğrencilere söz hakkı vererek neden o kartı kaldırdıklarını sorar
( Farklı renklere söz hakkı verilmesi önerilir)- Öğrenciler tümce ile ilgili görüşlerini ifade eder.- Öğretmen öğrencilerle birlikte dersin sonlarına doğru bir değerlendirme yapar.
19
Uygulama Örneği
Ders Sosyoloji
Sınıf III
Ünite Toplumsal Değişme ve Gelişme
Yaklaşık süre 40+40
Kazanım Kitle iletişim araçlarının toplumsal değişime olumsuz katkıları vardır.
Kullanılan Teknik Kart Gösterme
Hazırlık evresi : Kart gösterme tekniğinin prensipleri gereği öğretmen tümüyle katılıyorum, katılıyorum, kararsızım, katılmıyorum, hiç katılmıyorum gibi renkli kağıtları öğrencilerin yardımıyla sınıfa dağıtır. Öğretmen daha sonra tekniğin uygulama kurallarını sınıfa açıklar. Ayrıca katılımcılara saygılı tavır ve tutum sergileyeceklerine inandığını belirtir. Daha sonra öğretmen konuyu sınıfa sunar. Öğrenciler bir süre düşünür ve görüşlerini bildirir.
Uygulama evresi : Öğrenciler öğretmenin sunduğu konuda görüşlerini ifade eden renkteki kartlarını gösterirler.
Kesinlikle katılıyorum; kartını kaldıran öğrencinin görüşü toplumsal değişme ve gelişmede kitle iletişim araçlarının olumsuz katkıları vardır. Kitle iletişim araçları yazılı, görsel ya da işitseldir. Gazete, radyo, internet kitle iletişim araçlarındandır. Ülkemizin geneli göz önüne alındığında en etkili kitle iletişim aracı televizyondur. Kişiler arası yüzyüze etkileşimi ortadan kaldırır. Sosyalleşmeyi engeller. Türk toplumunun en önemli yapısı aile olduğu için aile içi iletişim kopukluklarına sebep olur. Özgürlüğü ve özel hayatın gizliliğini engeller.
Katılıyorum; kartını kaldıran öğrencinin görüşü kitle iletişim araçları toplumsal yapıyı olumsuz etkiler. Televizyondur, internettir, radyodur uzun süre takip edildiğinde sağlık sorunları ortaya çıkarır. Ayrıca farklı kültürler kültürümüze empoze olur, kültür yapımız değişir.
Kararsızım; kartını kaldıran öğrencinin görüşü aslında kitle iletişim araçları teknolojinin hızla ilerlemesiyle, toplumlar ve insanlar arasındaki iletişimi sağlayan araçlar aracılığıyla olur. Teknolojik gelişme ve gündemi yakalama açısından olumludur, küreselleşme açısından olumsuzdur. Bundandır ki kararsızım.
Katılmıyorum; kartını kaldıran öğrencinin görüşü; ben az önce konuşan üç arkadaşıma katılmıyorum. Çünkü zamana ayak uydurmak isteyen insanoğlu beklentilerinin karşısında tarih boyunca pekçok yeni buluş bulmuştur. Televizyon, internet, telsiz gibi…Bu sayede insanlar bilgi alışverişinde bulunur, birbirleriyle irtibatı koparmazlar.
20
Hiç katılmıyorum; kartını kaldıran öğrencinin görüşü; herhangi bir sorunun çözümünde insanların geneline ulaşmak, onlara bu konu hakkında bilgi vermek, yüzyüze değerlendirmek çok zordur. Bu şekilde kamuoyu oluşturmak imkansızdır. Oysa kitle iletişim araçlarını kullanarak çok sayıda insana ulaşmak, bilgilendirmek, görüşlerini ve desteklerini almak çok kolaydır.
Sonuç : Öğretmen bütün bu görüşlerin farklı olduğunu belirterek tüm öğrencilerine fikirleri ve aktif katılımları için teşekkür eder. Kitle iletişim araçlarının olumlu ve olumsuz yönlerini anlatır.
Yararlanılan ve Önerilen Kaynaklar
Açıkgöz, Kamile Ün ( 2005), Aktif Öğrenme, Eğitim Dünyası Yayınları, İzmir, 2009 Burden Paul and David Byrd (1994), Methods for Effective Teaching, Pearson Education.
Boston.
21
5. KONUŞMA HALKASI TEKNİĞİ
Görüş farklılıklarını görmeye ve bunlara saygı göstermeye katkıda bulunan bir tekniktir. Bireylerin farklı görüşlerinin olduğunu ve bu görüşlerini rahat bir ortamda ifade etmelerini sağlar. Bu yöntemin amacı, sınıf içinde güven ve saygı atmosferini oluşturmak, öğrenciler arasındaki ilişkileri ve iletişimi geliştirmektir. Konuşma halkası bir öykü, bir canlandırma, bir olay, film üzerinden gerçekleştirilir. Katılımcılar kendilerini bu öykü ya da filmde yer alan bir karakterin yerine koyarak empati becerileri geliştirir.
Rol oynama ile konuşma halkası teknikleri empati becerisi geliştirme amaçlıdır. Ancak her iki tekniğin uygulama biçimi farklıdır. Rol oynama tekniğinde öğrenci bizzat olayı durumu canlandırır oynayarak hisseder. Konuşma halkasında ise bir durum, film ya da öykü üzerinden empati becerisi geliştirilir. Rol oynamada karakter canlandırılarak, konuşma halkasında ise karakter hakkında düşünerek empati kurulur.
Avantajları Öğrencilerde empati, iletişim, kendini ifade etme, farklı görüşIere saygı gösterme gibi
beceriler geliştirir. Duyguları ve düşünceleri ayırt etmeyi öğretir (Olayla ilgili duyguların ve düşüncelerin
ayrıştırılması doğru karar vermeyi sağlar) Empati becerisi geliştirir. Grup içinde konuşma duygu ve düşünceleri ifade etme becerisi geliştirir. Öğrenciler arasında güven, saygı, iletişimi geliştirir.
Sınırlıkları Öğrenciler gerekli empatiyi kuramayabilirler. Verilecek olay, konu, film ya da öykü öğrenci düzeyine uygun değilse amaca hizmet etmez. Öğrenciler katılmak istemeyebilir. Fikirler eleştirilirse öğrenciler katılmak istemeyebilir. Öğrencilerin uzun süre pasif dinleyici olmaları sıkıcı olabilir.
Uygulama Süreci1. Sınıftaki bütün masalar geriye çekerek sandalyeleri ya da sıraların oturma kısmını geniş bir
daire oluşturacak şekilde yerleştirin.2. Yöntemin uygulanmasında uyulması gereken kuraları tahtaya ya da büyük bir kartona yazıp
sınıfın duvarına asın ve tek tek okuyun.Kurallar
1.alaycı,aşağılayıcı ve kırıcı sözler kullanmayacağız.2. kimsenin söylediğine gülmeyeceğiz.3.konuşma nesnesi elimizde olmadan konuşmayacağız.4.konuşan arkadaşımızın yüzüne bakacağız.5.görüşlerimizin gerekçesini açıklamaya çalışacağız.6.sınıfla ilgili konular konuşurken isim verceğiz.7.yanlızca sıramız geldiğinde konuşacağız.8.söylenenleri çok dikkatli dinleyeceğiz.9. “ arkadaşıma katılarak şunu söylemek istiyorum”ya da “arkadaşıma katılmıyorum,çünkü…”gibi cümleler kurabiliriz.
22
3. Öğrencileri halka şeklinde oturtun.4. konuşma sırası belirtecek bir cisim bulundurun.(küçük bir kutu,bir deniz kabuğu vb.olabilir.).
bu cisim sırayla elden ele dolaşarak konuşma sırasını diğerini verir.5. Konuşmayı başlatarak durumu anlatın yada olayın canlandırılmasını sağlayın. Konuşma
konusu bir öykü ise öyküyü okuyun ya da bir öğrenciye okutun. Konuşmayı başlatacak materyal bir resim ise her öğrencide bulunacak şekilde resim çoğaltın. Durumun,olayın anlaşılmasından emin olun.
6. Konuşma nesnesinin yanınızdakine vererek konuşmaya başlayın.Konuşma halkası soru örnekleri
- sizce…ne hissetmiştir?- sizce…ne düşünmüştür?- buna benzeyen bir durum yaşadınız mı?- sizce ne hissetiniz?
7. yukarıdaki örneklerin her turda yalnızca biri konuşulur. Diğeri öbür turda konuşulur.8. cismi eline alan öğrenci konuşmak istemezse geç diyerek yanındakine geçirebilir.9. konuşma sırasını belirleyen cisim en son size geldiğinde sizde cevabınızı verin ,sonra da
söylenenleri hedefleriniz doğrultusunda özetleyin. 10. konuşma halkası yöntemine bağlantılı olarak başka bir yöntemle konuyu geliştirebilirsiniz.
Sosyolojik Kazanımlar
1. Sosyolojik analiz becerisine katkı sağlar.2. Empati becerisi ile kişilerin toplumsal bir durumda nasıl davrandıkları anlaşılır.3. Sosyolojik imgelem becerisini geliştirir.4. Toplumsal olayların bireylerce farklı algılanabileceği anlaşılır.5. Anlama ve karar verme becerilerini geliştirir.
23
Uygulama Örneği
Ders Sosyoloji
Sınıf 9
Ünite Sosyolojik Olay ve Metin Analizi
Yaklaşık süre 40+40
Kazanım Göç
Kullanılan Teknik Konuşma Halkası
Tekniğe uygun gerekli sınıf ortamı sağlandıktan sonra göç ile ilgili bir video izletildi. Videoda
Almanya’ya göç eden Türklerle yapılan röportajlar bulunmaktadır. Önce göç kavramı kişilere neyi
çağrıştırmakta ve göçün olumlu ve olumsuz sonuçları soruldu. Kimileri göçün İslami olarak hicrete
benzetti kimileri yaşadığı ülkeden davetli ya da davetsiz diğer ülkeye geçiş olarak tanımladı kimileri
çaresizliğin başladığı yer kimileri anayurttan anavatandan ayrılmak olarak tanımladı. Daha sonrada bu
tanımları yapan kişilerden göçün olumlu ve olumsuz yönleri dinlenildi. Olumlu yönleri şöyle anlatıldı:”
Almanlardan nasıl çalışılır, nasıl üretim yapılır, yan gelip yatmakla Allah’tan bir şey beklenmemesi
gerektiğini disiplinini öğrendik”. Olumsuz yönleri ise şöyle anlatıldı: Oraya çalışmaya giden insanların
robot ve makine gibi çalıştırılmaları, onlara insan gibi bakmadıklarından yakınmaktadırlar. Oraya
gidenler ahlak, örf, adet gibi değerlerin yok olduğunu çocuk yetiştirme kültürlerin kaybolduğunu,
ataerkil bir yapıya sahip olurken daha sonra bu yapı Almanların aile modeline dönüştüğünü söylendi.
Video izletildikten sonra obje herhangi bir öğrenciye verilerek öğrenciye “ eğer siz göç etmiş
olsaydınız, videodaki göç ile ilgili yorumlardan hangisine daha yakın bir açıklamada bulunurdunuz?”
diye sorulur. Ayıcık ilk öğrenciye verildi
1.öğrenci: Eğer ben göç etmiş olsaydım ikinci konuşmayı yapan amca gibi düşünürdüm. Çünkü bana
göre de göç yaşadığımız yeden başka bir yere yerleşmektir. Fakat göç ettikten sonra bir çok sorunla
karşılaşılmaktadır. Bunlardan önde geleni dil sorunudur. Görüyoruz ki dil bilmeyenler için bir kat daha
zorluk yaşanmakta ve hor görülmektedir. Üstüne kendi kültürleri ve yerleştikleri yerin kültürü
arasında sıkıştırılmışlar. Ben olsam kendi kültürümü korurdum.
İlk öğrenci ikinci öğrenciye ayıcığı uzattı.
2.öğrenci: Pas
24
3.öğrenci: Bana göre göç kavramı videodaki genç çift gibi herhangi bir olumsuzluk çağrıştırmıyor.
Çünkü insanlara yeni bir kültür, yeni disiplin anlayışları yeni kazanımlar sağlıyor. Ayrıca göç ile birlikte
eksik taraflarımızı tamamlıyoruz.
4.öğrenci: Bende kimlik arayışına girerdim. Çünkü bizim kültürümüz ile başkalarının kültürü aynı değil
en başta da aile yaşantıları, gelenek görenekleri, yemek kültürleri kıyafet kültürleri farklıdır. Örneğin
bizde fast-food kültürü yok iken batıdan bunu alarak kendi kültürümüze yerleştirdik,onlarda bizim
lahmacun ve dönerimizi alarak bir nevi kültürleşme yaşandı.
Pas diyen ikinci öğrenciye tekrar ayıcık verildi.
2.öğrenci: Ben olsam uyum sağlardım. Çünkü insanlar belli bir süreden sonra kendini bir gruba
aidiyetlik ihtiyacı duyuyor. Bende olsam iki kültür arasında sıkışmaktansa bir tanesini seçerdim.
İnsanın küçük yaştan itibaren bir aileye, arkadaş grubuna ve topluma ait olmak isterler. Bunun sebebi
ise kendilerini güvende hissetmektir, yalnız kaldıkları zaman kendilerinin hiçbir şey
gerçekleştiremeyeceklerini her zaman başkalarına bağlı olmadan yaşayabileceklerini düşünemiyorlar.
Sonuç
Öğretmen bütün bu konuşmaların farklı olduğunu söyleyerek tüm öğrencilerin fikirlerini
gerekçeleri ve örnekleri ile sunduklarını ifade ederek ortaya konulan argümanları özetleyerek göç
konusunun önemli olduğunu, neredeyse tüm toplumlarda farklı boyutlarda görüldüğünü, göçün
olumlu olumsuz tarafları ile konusunda sosyologların görüşleri olduğunu belirtir ve etkinliğe son verir.
Yararlanılan ve Önerilen Kaynaklar
Açıkgöz, Kamile Ün ( 2005), Aktif Öğrenme, Eğitim Dünyası Yayınları, İzmir, 2009 Burden Paul and David Byrd (1994), Methods for Effective Teaching, Pearson Education.
Boston.
25
6. DOĞRU MU YANLIŞ MI TEKNİĞİ
İşlenmiş konu ile ilgili bir dizi doğru ve yanlış ifadelerin yer aldığı kartlar hazırlanıp, sınıfa dağıtılır, kartı alan öğrenci ifadenin doğru olup olmadığını gerekçeleri ile açıkladıktan sonra sınıfça tartışılıp karara bağlanır.
Teknik genelde dersin sonunda öğrencilerin konuyu kavrama düzeyini ortaya çıkartmada bir değerlendirme aracı olarak kullanılabilir. Tekniğin uygulanması sürecinde yazılan bilgilerin öğrenci düzeyine ve konuyla ilgili olması gerekmektedir. Gerekli zamanlama ve cümle sayısının sınıf mevcuduna göre yapılması ve her öğrenciye mutlaka bir cümle düşmesi gerekliliği bulunmaktadır.
Avantajları Fikir üretme ve paylaşma temellidir. Başkalarına saygılı olma ve farklı düşüncelere açık olmayı
öğretir. Öğrencilere öğrenilenler hakkında düşüncelerini, bilgilerini paylaşmaları ve değerlendirme
yapmaları sağlanır. Öğrencinin bilgi düzeyini ölçmede etkilidir. Dersin girişinde seviye belirlemede öğretmene veri sağlar. Öğrencinin fikrini ifade etme becerisini geliştirir. Öğrencinin fikirlerini gerekçeleriyle ifade etmesini sağlar. Düşünme, araştırma, eleştirme,
grupla çalışabilme, yardım alma gibi yetiler kazandırır.
Sınırlılıklar Öğrenci ilgili sorunun doğruluğu ya da yanlışlığa dönük bir görüş veremeyebilir. Öğrencilerin düzeylerinin üstündeki cümleler sürecin verimsiz geçmesine neden olabilir. Kalabalık sınıflarda uygulanması güçtür. Öğrenciler verilen cümle ile ilgili gerekli kaynakları bulamayabilirler. Tartışma süreci uzayabilir yada kişiselleştirilebilir.
Uygulama Süreci
1. İşlenen konularla ilgili bir dizi doğru, bir dizi yanlış cümlenin oluşturulması ve küçük kartlara yazılması,
2. Kartların öğrencilere dağıtılması, 3. Öğrencilerin istedikleri bir yöntemle hangi cümlelerin yanlış, hangi cümlelerin doğru
olduğunu araştırmaları,4. Cümlelerin doğruluk ve yanlışlıklarının sınıfla tartışılması, 5. Öğretmenin gerekli yerlerde devreye girerek öğrencilere yardımcı olması.
Sosyolojik Kazanımları
Toplumsal ile ilgili konu ya da problemlerin tartışılmasında pratik sağlar Öğrenciler sosyolojik kavramlar hakkındaki bilgilerini sorgular. Öğrenciler sosyolojik kavramların doğruluğunu ya da yanlışlığını ayırt edebilir. Öğrencilerin sosyolojik araştırma yapma ve kaynak tarama becerisi gelişir. Öğrencilerin sosyolojik bir ifadenin doğruluğu ve yanlışlığı üzerine konuşabilmelerini sağlar.
Uygulama Örneği
26
Ders Sosyoloji
Sınıf III
Ünite Toplumsal Değişme ve Gelişme
Yaklaşık süre 40+40
Kazanım Toplumsal Çözülmeye Yönelik Çözüm Önerileri Nelerdir?
Kullanılan Teknik Doğru mu yanlış mı
Hazırlık evresi: Doğru mu yanlış mı tekniğinin prensipleri gereği öğretmen öğrencilerden üstünde doğru yanlış tümcelerin ifade edildiği kartların dağıtılmasını ister. Öğretmen daha sonra tekniğin temel uygulamalarını öğrencilerine açıklar. Öğrencilere hangi tümcelerin doğru hangi tümcelerin yanlış olduğunu araştırmaları, tümcelerin doğruluklarının ya da yanlışlıklarının sınıfça tartışılacağını ve gerekli yerlerde devreye gireceğini ifade eder. Bu arada fikirlerini rahatlıkla paylaşmalarını ve birbirlerine saygılı davranmaları gerektiğini ifade eder.
Uygulama evresi: Öğrenciler öğretmenin belirlediği konulardaki hazırlanmış tümceleri alırlar.
Tümceler :
Toplumsal çözülmede milli birlik güçlenir. (yanlış tümce) Kültürel değerler zayıflatılmalı. (yanlış tümce) Sosyal adalet gerçekleştirilmeli. (doğru tümce) Demokrasi zayıflar. (doğru tümce) Aile bağları kopartılmalı. (yanlış tümce) İnsan hak ve özgürlükleri kısıtlanmalı. (yanlış tümce) Milli birlik bilinci zayıflar. (doğru tümce) Toplumda farklı kimlik ve düşünceler tehdit olarak algılanılmalıdır.(yanlış tümce) Toplumun temel manevi değerleri artırılmalı. Sevgi, saygı, aileye bağlılık ve dayanışma
gibi. (doğru tümce) İç ve dış sorun ve tehlikelerde toplumsal uzlaşma sağlanmalı. (doğru tümce)
Sonrasında öğrenciler istedikleri yöntemle bu düşünceleri, konuyu araştırmaya başlar. Daha sonra da konuyla ilgili tümcelerin tartışılması başlar.
Toplumsal çözülmede milli birlik güçlenmez, tam tersine zayıflar der bir öğrenci. Mesela Kurtuluş Savaşı’nda milli birlik güçlendirildiği için başarılar elde edildi. Vatanımız milletimiz kurtuldu.
Başka bir öğrenci toplumda farklı kimlik ve düşünceleri tehdit olarak ele almalıyız der. Misyonerlik çalışmalarını inceledim bence bir tehdittir der. Öğretmen burada devreye girer. Her türlü kültür, insan, dil, din ve ırka saygı duymamız gerektiğini anlatır. Saygı görmek, özgür yaşamak istiyorsak farklılıklara saygı duymalıyız der.
27
Bir diğer öğrenci toplumun temel manevi değerleri(sevgi, saygı, aile bağları) artırılmalı der. Aile, toplumun en küçük yapı taşıdır der. Bir toplumu çökertmek istiyorsanız aileden başlayın. Bundandır ki bu değerler güçlendirilmeli der. Öğretmen devreye girer ve ailenin tanımını, önemini ve işlevini anlatır.
Başka bir öğrenci “sosyal adalet” kavramını incelemiştir ve der ki bir toplumda sosyal adalet gerçekleştirilmelidir. Çünkü sosyal adalet sınıf ve zümreler arasındaki farkı kaldırır, milli gelirin adaletli dağılımını sağlar, insanlar arasında fırsat ve eğitim eşitliği sağlar. Toplumun ekonomik, sosyal ve kültürel yönden eşitliğini savunur. Dolayısıyla sosyal adalet gerçekleştirilmelidir tümcesine katılıyorum.
Sonuç : Öğretmen toplumsal çözülmeyi, bir toplumun maddi, manevi ve kültürel öğelerinin bir araya gelerek bir anlam ifade edecek ve işleyen bir bütün oluşturacak biçimde birbirini tamamlayamamasıdır der ve tanımlar. Toplumda çözülme olursa ne gibi sorunlar yaşanabileceğini anlatır. Toplumsal çözülme olmaması için neler yapılması gerektiğini anlatır. Öğretmen öğrencilerine kendi içlerindeki görüşlerin farklı olduğunu belirterek araştırdıkları ve fikir beyan ettikleri, görüş geliştirdikleri için teşekkür eder.
Yararlanılan ve Önerilen Kaynaklar
o Veysel Sönmez, Öğretim İlke ve Yöntemleri, Anı Yayıncılık, Ankara, 2008.o Kabapınar, F., Oluşturmacı (Constructivist) Fen Öğretimi, Aktif Öğrenme ve Öğretme Yöntemleri
Seminer Ders Notları, Ankara, 2003, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Eğitim Araştırma ve Uygulama Merkezi.
o Kamile Ün Açıkgöz, Etkili Öğrenme ve Öğretme, Eğitim Dünyası Yayınları, İzmir, 2003.
7. KAVRAMSAL KARİKATÜR TEKNİĞİ
28
Kavramsal karikatür tekniği, günlük olayları içeren karikatür stilindeki resimler olup bilimsel konulara alternatif bir bakış açısı öne sürer ve karakterleri birbirleri ile tartışmaya davet eden bir özelliğe sahiptir. Diğer türdeki karikatürlerden daha kullanışlı ve etkili yapıya sahip ve özel bir adı olan karikatürlerdir. İlk olarak Londra da Fizik Enstitüsü desteğiyle yapılan bir çalışma sonucu metro araçlarında kullanılmıştır ve ‘ne düşünüyorsunuz?’ sorusunu içermektedir. Kavramsal karikatür: “Günlük olayları içeren karikatür stilindeki resimler olup bilimsel konulara alternatif bir bakış açısı öne sürer ve karakterleri birbirleri ile tartışmaya davet eder”. Kavram karikatürleri yapısal açıdan bilinen karikatürlerden farklı bir formatta olup içerisinde mizahi ve abartılı unsurları barındırmamasına karşın olay ve karakterlerin çizgiler ile anlatılıyor olması onlara karikatür özelliği yüklemektedir. Genellikle üç ya da daha fazla karakterin günlük bir olay hakkında karşılıklı soruları ya da fikirleri konuşma balonları biçiminde sunulmaktadır. Kavram karikatürlerinin birincil uygulama amacı bir kavram, durum ya da olay hakkında tartışma başlatmak ve beraberinde araştırmaya sevk etmektir. (Uğurel, 2007).
Fen bilimlerinde çok sık kullanılan bu teknik sosyal bilimlerde de gerekli kurgular yapılarak çok rahatlıkla kullanılabilir.
Avantajları Öğrencilerin var olan bilgi ve düşüncelerinin ortaya çıkarılmasını sağlar, Düşünceleri sorgulatarak ve derinleştirerek ayrıntıya girmeyi kolaylaştırır, Alternatif bakış acıları sunar, Tartışma ortamı yaratmak için bir uyaran olarak kullanılır, Öğrencilerin kendi düşüncelerini sorgulamalarını sağlar, Kavram yanılgılarını ve kararsızlıkları ortaya çıkarır ve giderilmesini sağlar, Araştırmaya yönlendirir, Katılımı ve motivasyonu artırır, Bir konuyu özetlemek ya da tekrar etmeye yardımcı olmak için kullanılabilir.
Sınırlıklar
Kavramsal karikatürlerde öğrenci istemeden abartıya başvurabilir Konular açık ve net bir şekilde anlatılmazsa öğrenci kavram yanılgılarını anlamakta zorluk
çeker. Sosyal bilimlerde kavram karikatürlerini fen bilimlerine göre uygulamak daha zorlu bir
işlemdir. Karikatürde yer alan görüşlerin sınırlı sayıda kelime içermesi nedeniyle konunun
derinlemesine incelenmesinin sınırlı düzeyde tutar. Kavram karikatürlerinin amacının ilgi çekmek ve düşünmeyi sağlamak olduğunu ancak bir
konunun tamamına ilişkin bilgi sunmada sınırlıdır.
29
Uygulama Süreci
1. Öğrencilerin sıkça yaptıkları kavram yanılgıları belirlenir. 2. Öğrencilerin öncelikle dersin temel kavram ve ilkelerine dayalı bir konu ile ilgili yanlış ve
doğru ifadeleri oluşturmakta, bu ifadeler, konunun olumlu ya da olumsuz yönleriyle ilgili olabilir.
3. Belirlenen bu ifadeler, insan veya hayvan figürleri kullanılarak bir poster üzerinde resimlendirilir ve öğrenciler tartışmalarını bu poster üzerinde yaparlar.
4. Tartışma sonrasında oluşan sonuçlar hazırlanan çalışma kağıdı üzerinde belirtilir.5. Çalışma kağıdında, posterde belirtilen ifadelerden hangisinin doğru olduğu işaretlenmekte
daha sonra yanıtın gerekçesi belirtilir.
Sosyolojik Kazanımlar
Kavramsal karikatürler öğrencileri sosyolojik araştırmaya sevk eder. Sosyolojik kavram yanılgılarının tespitinde ve giderilmesinde oldukça önem taşır. Öğrencilerin sosyolojik ön bilgi ve düşüncelerinin ortaya çıkarılmasını sağlar. Sosyolojik düşünceleri sorgulatarak ve derinleştirerek ayrıntıya girmeyi kolaylaştırır. Öğrencilere sosyolojik olay ve durumlara dönük alternatif görüş sunma, görüşleri paylaşma,
düşünceleri tartışmalarla geliştirme fırsatı verir.
30
Uygulama Örneği
Ders Sosyoloji
Sınıf III
Ünite Toplum ve Kültür
Yaklaşık süre 40+40
Kazanım Kültürün farklı anlamlarını ayırt eder.
Kullanılan Teknik Kavramsal karikatür
Hazırlık Evresi
Bu tekniğin esaslarına göre kavramsal karikatür sınıftaki herkesin görebileceği bir yere asılır.
Öğretmen daha sonra bu tekniğin temel uygulama kurallarını öğrencilere açıklar, öğrencilerin kişilere
değil fikirlere karşı çıkmalarını, kanıtlarını ve deneyimlerini paylaşmalarını ister. Ayrıca birbirini saygı
ve hoşgörüyle dinlemeleri gerektiğini hatırlatmalıdır.
Uygulama Evresi
31
Hazırlanan karikatür öğrencilere sunulur. Birbirine çok karışan bu kavramlar öğrencilerin yanılmasına
sebep olmuştur. İlk söz isteyen Ayşe’dir.
Ayşe: Bence gözlüklü karakterin dediği doğrudur. Çünkü kültürlenme olması için ilk önce kültürel
değerler bireye aşılanmalıdır ve birey kültürün sürecine dahil edilmelidir.
Büşra: Ben Ayşe’ye katılmıyorum çünkü, kültürlenme kelime anlamıyla bir zorunluluk arz ediyor. Yani
bir etkileşim var toplumlar arası ve etkileşim sonucu yeni bir sentez söz konusudur. Bu açıdan kız
karakter doğru söylemektedir.
Gökhan: Bence kültürlenmede bir değişim söz konusudur. Farklı toplumlardan gelen bireyler
etkileşim yaşadıktan sonra bunların kültürlerinde meydana gelen değişimlerdir. Bu açıdan ortadaki
karakter bana daha yakın gelmektedir.
Bu gibi fikirler öğrencilerden alındıktan sonra hangi öğrencilerde kavram yanılgısı olduğu tespit edilir
ve bu amaca yönelik farklı düzenlemeler yapılır.
32
Arkadaşlar hiçbiri değilBence kültürel değerlerin bireye kazandırılma sürecidir.
Hayır, yanılıyorsunFarklı toplumlardan gelen insanların etkileşim i sonucu Her ikisinin de değişmesidir.
Bence, farklı toplumlardan gelen insanların etkileşim sürecine girip yepyeni Bir kültür sentezine varmasıdır.
SİZCE KÜLTÜRLENMENEDİR?
g
ffB
SS
Sonuç
Öğretmen kavram yanılgılarını belirledikten sonra öğrencilere dönüt vermek amaçlı
yanlışların, yanılgıların neler olduğu üzerinde bir açıklama yapar.
Kurum-Kuruluş Kavram Karikatürü
33
Kuruluş,Kamusal bir
teşebbüs sonucu varlık gösteren bir
yapıdır.
Kurum,özel teşebbüslerin ağırlıksal olarak faaliyette
iİkiside aynı
şeyler…Kurum ,kuru
luş ne demekti ???
Yararlanılan ve Önerilen Kaynaklar
Keogh, Brenda, Naylor, Stuart (1999). “Concept Cartoons, Teaching And Learning İn Science: An Evaluation” International Journal Of Science Education, Vol. 21, No. 4, Pp. 431-446.
İnel,Necati (2009),’Kavramsal Karikatür’,Eğitim Fakültesi Elektronik Fen Ve Matematik Eğitimi Dergisi (Efmed),Cilt 3(Sayfa 1-16), Sayı 1
Ülgen, G. (2001). Kavram Geliştirme, Ankara: Pegem A Yayıncılık.
34
8.ANLAM ÇÖZÜMLEME TABLOLARI (AÇT)
Bu araç Amerikan literatürüne semantik özellikler analizi (semantic features analysis) terimiyle girmiştir (Fredericks ve Cheesebrough, 1993). Bu araç, öğrencilerin de katıldığı bir etkinlik ile iki boyutlu bir tablo olarak geliştirilir. Tablonun bir boyutunda özellikleri çözümlenecek olan varlıklar veya kavramlar yer alır, diğer boyutunda özellikler sıralanır. Anlam çözümleme tabloları bir ünite veya kavram sınıfta işlenmeden önce veya işlendikten sonra kullanılabilir. Kavram sınıfta işlenmeden önce kullanılırsa öğrencilerin kavramla ilgili ön bilgileri, eksiklikleri ve yanlış algılamaları tespit edilebilir. Böylece ders eksiklikleri veya kavramın sınıfta verilişi ona göre planlanır. Kavram işlendikten sonra anlam çözümleme tabloları ve kavram ağları yapılırsa değerlendirme yapılmış olur. Bir başka deyişle öğrencinin konuyu ne kadar anladığı ölçülmüş olur.
Fen bilimlerinde çok sık kullanılan bu teknik sosyal bilimlerde de gerekli kurgular yapılarak çok rahatlıkla kullanılabilir.
Avantajları
Öğrencilerde var olan kavram yanılgılarını ortaya çıkartmada etkilidir. Anlam çözümleme tabloları kavramların tanımlayıcı ve ayırt edici özelliklerinin
öğrenilmesinde etkili bir biçimde kullanılır. Öğrenci bu aracı hazırlarken öğrendiği sözcülerin anlamlarını daha önceki bildiği
sözcüklere bağlar, böylece kavram geliştirmiş olur. Anlam çözümleme tabloları bir defa hazırlandıktan sonra kavramları pekiştirmek içinde
kullanılabilir.
Sınırlıklar
Öğrenci kavramları ilişkilendiremeyebilir. Bilinmeyen kavramların betimlenmesi zor olabilir. Öğrenciler kavramların özelliklerini söyleyemeyebilir. Öğretmen tekniği iyi kurgulayamazsa amaca ulaşma güç olabilir.
Uygulama Süreci:
1) Öğretmen ders kitabında veya diğer yazılı kaynaklardan bir konu seçer. ( izleyeceği konu veya işleyeceği konur)
2) Konu başlığını tahtaya yazar, 3) Öğretmen öğrencilerin buldukları kavramları tahtanın sol tarafına alt alta yazar. 4) Öğrencilere adları yazılan kavramların özellikleri sorulur; onlardan bulabildikleri özellik
söylemeleri istenir. Özellikler tahtaya sıralanır.5) Bundan sonra iki boyutlu bir kavram özellikleri tablosu hazırlanır. Satır ve sütun başlıkları
belirlenmiş tabloyu her öğrenci defterine çizer.6) Öğrencilerden “ X ” ile bir özelliğin bir kavramda varlığını göstermek üzere tabloyu
işaretlemeleri istenir.
7) Sosyolojik Kazanımlar
35
Sosyolojik kavramsallaştırma pratiğini geliştirir. Sosyolojik bilgi ve kavramların gelişmesini sağlar. Sosyolojik kavramlar arası ilişkilendirme becerisini geliştirir. Sosyolojik kavramların somutlaştırarak, anlamlı ve kalıcı öğrenilmesini sağlar. Sosyolojik kavramlar arası karşılaştırma becerisini geliştirir.
9.KARTOPU TEKNİĞİ
36
Kartopu, daha fazla sayıda kişiyi kattıkça tartışmanın büyüdüğünü ifade eden basit bir terimdir(kartopunun karda yuvarlandıkça büyümesi ile aynı). Tekniğe kartopu denilmesinin nedeni grubun giderek genişlemesidir. Verilen bir problemi önce öğrencinin tek başına düşünmesi, daha sonra iki öğrencinin bir araya gelerek görüşlerini tartışmaları, dörtlü grupta bu görüşlerin karşılaştırılması, sekizli gruplarda aynı konunun tartışılıp karara varılması, son aşamada grupların görüşlerinin sınıfa sunulması ile süreç tamamlanır.
Bu teknik öğrencilere konularla ilgili kendi cevaplarını düşünmeyi ve aynı tema üzerindeki düşüncelerini değerlendirerek kendi aralarında kademeli olarak bir işbirliği sürecinin başlamasını sağlar. Sessiz öğrencilerin fikirlerini başlangıç olarak çift ve daha sonra daha büyük gruplarda paylaşmaları için cesaretlendirilmesi yararlı bir yoldur. Ayrıca bir konu üzerinde herkesin görüşlerinin temsil edilebileceğini sağlar ve tüm bir sınıf tartışması olmaksızın bir sınıfın fikir birliğine olanak verir.
Bu teknikte hareket ve iletişim kolaylığı için geniş bir alana ihtiyaç duyulur. Başka bir seçenek olarak, öğrenciler sandalyelerini uygun yerlere taşır ve masaların etrafında kümeler oluşturabilirler.
Avantajları
Öğrencilerin, tartışmayı yapılandırmak için tartışma öncesi akıl yürütme ve soru
oluşturma becerileri gelişir.
Analiz, sentez ve değerlendirme gücü kazandırır.
Öğrencilerin ilgi duyduğu ya da üzerinde anlaşmaya varamadığı konuların öğretiminde
çok etkili bir tartışma tekniğidir.
Öğrencilerin tartışma ve grupla çalışma becerilerinin geliştirilmesi için kullanılır.
Sınıf içi tartışmaları canlandırır.
Öğrencilerin ifade güçlerinin artmasına ve kendilerine güven duymalarına yardımcı olur.
Öğrenciler, görüşleri sessiz ve saygılı bir biçimde dinleme, dinlediklerini kendi cümleleri
ile ifade etme ve not alma becerisi kazanırlar.
Sınırlıklar
Kalabalık sınıflarda uygulamak zordur.
Öğrencilerin tartışma konusunda ön bilgileri yok ise hedef dışına çıkılabilir.
Zaman yeterliliği açısından sıkıntı yaşanabilir. Tüm öğrencilerin dinlenmesi mümkün
olmayabilir.
Teknik hakkında yeterli bilgiye sahip olmayan öğretmenler tarafından uygulanırsa sınıf
içerisinde tartışmanın kontrolünün sağlanması zor olabilir ve bu sebep ile sınıf içerisinde
kutuplaşmalar yaşanabilir.
37
Uygulama Süreci
1. İlgili bir soru sorulur ya da bir senaryo tasvir edilir.
2. Öğrenciler bireysel olarak düşüncelerini, fikirlerini ve/veya önerilerini yazarlar.
3. Öğrenciler ikili gruplar oluşturur ve cevaplarını karşılaştırırlar. Durumlarını tartışırlar ve konu üzerinde bir karar ya da uzlaşmaya varırlar, ve sonra bunu kaydederler.
4. Öğrenciler dört kişiden oluşan gruplara girerler ve benzer süreci üstlenirler. Diğer bir karara varılır ve not edilir.
5. Dört kişilik grup bu adımda sekiz kişilik grup haline gelir ve süreç tekrarlanır. İleri bir karara ulaşılır.
6. Gruplar büyüyorken bir konuşmacı/işi kolaylaştıran biri, zaman hakemi, kaynak yöneticisi ve yazıcı, vb. seçmek gerekli olacaktır.
7. Son olarak bütün sınıfın durumu daha sonra tartışılır ve doğrulanır.
8. Karar verilen duruma güçlü bir şekilde karşı çıkan her öğrencinin görüşü eğer birey onların fikrinin yeterince temsil edilebilir olmadığını düşünürse kayıt edilebilir.
9. Bilgi almak daha sonra sadece bilgiyi ve anlamayı değil, ayrıca etkinliğin sürecini de keşfetmeyi sağlar. Öğrenciler nasıl karara vardılar? Ulaşılan uzlaşım nasıldı? Hangi yeteneklerini kullanıyorlardı?
Uygulama Örneği
Ders Sosyoloji
Sınıf III
Ünite Toplumsal Kurumlar
Yaklaşık süre 40+40
Kazanım Aile
Kullanılan Teknik Kartopu
Türkiye’de ki aile içinde kadına yönelik şiddetle ilgili istatistiksel verilerin gerçeği yansıtmamasının
nedenleri sizce neler olabilir?
38
Tartışma konusu verildikten sonra öğrencilerin bireysel olarak düşünmeleri sağlanır. Daha
sonra bu tek kişilik düşünme bir arkadaşları daha eklenerek iki kişi olarak devam eder. Örneğin,
AHMET, Türkiye’de ki baskın güç olarak din olgusunu görür. Bu sebep ile aile içinde kadına
karşı uygulanan şiddetin topluma objektif olarak yansımamasının sebebini din olarak açıklar. Çünkü
dine göre aile içi mahremiyet önemlidir. Yaşanan iyi ve kötü her şeyin aile içinde kalmasını gerektiği
düşüncesi istatistikleri yanlış yönde etkilemektedir.
Ahmet’in bireysel olarak bu düşüncesine daha sonra yanına eklenen arkadaşı farklı bir bakış
açısı getirerek tartışmayı devam ettirir. Örneğin,
EBRU, bu durumun din ile alakalı olmadığını aksine eğitim ile hatta eğitimsizlikle alakalı
olduğunu savunur. İnsanların şiddeti saklamasının gerekli olduğunu düşünmesinin sebebinin
tamamen eğitimsizlik ile açıklar. Çünkü şiddet uygulayan birey ailesinde şiddet ile tanışır ve bunu
saklaması gerektiğini düşünür. Bu sorunun giderilmesi için bireyin eğitilmesi gerekir. Yapılan
araştırmalar gösteriyor ki bir kadın baba evinde şiddet görüyor ise kendi evliliğinde görmüş olduğu
şiddete ses çıkarmamaktadır.
Tartışma iki kişilik grupta devam ederken bu gruba sınıf içerisinden iki öğrenci daha katılarak
dört kişilik bir tartışma grubu oluşturulur. Örneğin,
EDA, şiddetin saklamasının sebebini eğitim ve dinin yanında Türk aile yapısıyla da ilgili
olduğunu savunur. Türk gelenek ve göreneklerinde ailenin kapalı ve mahrem bir topluluk olduğu
görüşü vardır ve bu görüş günümüze kadar varlığını sürdürmektedir. Bu sebep ile şiddet gören kadın
bu durumu saklaması gerektiğini düşünür.
SERKAN, Eda’ya benzer olarak şiddetin saklanmasının sebebini Türk toplumunda ki evlilik
tipleriyle ilgili olduğunu belirtir. Genelde yaşanan akraba evliliklerin de kişi şiddet gördüğünü saklama
gereği duyar. Çünkü şikâyet edeceği kişi hem eşi hem de yakın akrabası olduğu için bütün ailesinin ve
akrabalarının durumunu düşünerek bu durumu gizleme gereği duyar.
Bu tartışmalar yapıldıktan sonra dört kişilik tartışma grubuna sınıf içeresinden dört kişi daha
eklenerek tartışma sekiz kişi içerisinde yapılır. Örneğin,
NAZLI, bu durumu belirtirken kadınların korktuğunu ve bu yüzdende dile getiremediklerini
söyler. Kadınlar, şiddet görürler ve söylediklerinde daha ağır bir şiddete hatta canlarına kast
edileceğini düşünmektedirler. Şiddet gösteren insanlar, bunu da düşünerek ölümle tehdit
etmektedirler. Kadınlarda bunun korkusunu yaşamaktadırlar.
39
CİHAN ise, şiddet konusunda en büyük etkenin ekonomik olduğuna vurgu yapar. Kadınların
ekonomik olarak özgür olmaması, bu durumu dile getirmelerine engel olur. Kadınlar, şiddete maruz
kalırlar ve ekonomik olarak bağımlı olduklarından da saklama gereği duyarlar.
Bu iki kişinin yanına iki kişi daha eklenir. Örneğin;
ALİ, şiddetin saklanmasının nedenini Nazlı’ya benzer olarak korku olarak belirtir. Ama bu
korku çocukları için korkmadır. Çünkü şiddet gösteren eş, karısını çocukları üzerinden tehdit eder ve
korkutur. Bu durumu dile getirirse çocuklarına da şiddet uygulayacağını veya boşanma durumunda
çocuklarını göstermeyeceğini söyler. Kadın da bu durumlardan dolayı, kendi durumunu gizler.
GÜLŞAH ise, toplum baskısını savunur. Toplumsal olarak birçok baskı görürüz. Mahalle,
komşu, eş, dost, iş yaşamı, akraba gibi baskılardan örnekler vererek kadının bu durumlardan dolayı
şiddeti söylemediğini savunur. Kadın, şiddet gördüğünü komşu ya da akrabasına belli ederse ailece
ötekileşeceğine inanır. Bu durumu da bu sebeplerden dolayı gizli tutar.
Böylelikle tartışma tamamlanmış olur ve 2, 4, 8 olarak teknik uygulanır ve kazanım elde edilir.
Öğrenciler, hem bu tekniği öğrenmiş olur hem de arkadaşlarının görüşlerini öğrenmiş, kendi görüşünü
savunmuş, aynı zamanda kazanımı elde etmiş olur.
Active Learning and Teaching Methods for Key Stages-1 and 2, Nother Ireland Curiiculum, A PMB Puclication, 2007, Produced by CCEA, Clarendon Road, Belfast BT1 3BG.
Surgenor, Paul. Teaching Toolkit. UCD Teaching and Learning / RESOURCES, UCD Dublin Mayes, T. and S. de Freitas (2004). Review of e-learning frameworks, models and theories.
40
10.AKVARYUM (İÇ ÇEMBER) TEKNİĞİ
Sınıf içi tartışmaları canlandırmak, mümkün olduğu kadar çok sayıda öğrenciyi tartışmaya katmak için kullanılır. Sıraların iç içe iki çember halinde oturulacak şekilde düzenlenir. İç çemberde tartışma konusu hakkında konuşmak isteyenler, dış çembere ise dinleyiciler bulunur. (Bir akvaryumun dışarıdan izlenmesi gibi) Tartışma konusu öğrencilere verilir. Tartışmayı yapılandırmak ve sürdürmek için önceden bir soru listesi hazırlanmalıdır Tartışma sırasında çemberin dışındakilerin sessiz olması sadece iç çemberde oturanların konuşması gerekir. İç çemberdeki öğrencilerle dış çemberdeki öğrenciler yer de değişebilir. Daha sonra her iki grubun katılımıyla sonuca ulaşılır.
Avantajları
Öğrencilerin ilgi duyduğu ya da üzerinde anlaşmaya varamadığı konuların öğretiminde
çok etkili bir tartışma tekniğidir.
Öğrencilerin tartışma ve grupla çalışma becerilerinin geliştirilmesi için kullanılır.
Sınıf içi tartışmaları canlandırır.
Mümkün olduğu kadar çok sayıda öğrencinin tartışmaya katılımını sağlar.
Öğrencilerin ifade güçlerinin artmasına ve kendilerine güven duymalarına yardımcı olur.
Öğrenciler, görüşleri sessiz ve saygılı bir biçimde dinleme, dinlediklerini kendi cümleleri
ile ifade etme ve not alma becerisi kazanırlar.
Öğrencilerin, tartışmayı yapılandırmak için tartışma öncesi akıl yürütme ve soru
oluşturma becerileri gelişir.
Analiz, sentez ve değerlendirme gücü kazandırır.
Öğrenci merkezlidir.
Öğrencilerin empati yetisini geliştirir.
Sınırlıklar
Kalabalık sınıflarda uygulamak zordur.
Öğrencilerin tartışma konusunda ön bilgileri yok ise hedef dışına çıkılabilir.
Zaman yeterliliği açısından sıkıntı yaşanabilir. Tüm öğrencilerin dinlenmesi mümkün
olmayabilir.
Teknik hakkında yeterli bilgiye sahip olmayan öğretmenler tarafından uygulanırsa sınıf
içerisinde tartışmanın kontrolünün sağlanması zor olabilir ve bu sebep ile sınıf içerisinde
kutuplaşmalar yaşanabilir.
41
Uygulama Süreci
Sınıfın uygun bir yerine bir çember çizilir.
Çemberin ortasına bir boş sandalye konur.
Sınıfın tümü çemberin dışındadır.
Konu hakkında yorum yapmak isteyen sandalye oturur, düşüncesini söyler ve çemberin dışına
çıkar.
Çemberin dışındaki diğer öğrenciler tartışmayı izlerler, düşünür ve katılımcılara dönütler
verirler.
Tartışmayı yapılandırmak ve sürdürmek için önceden bir soru listesi hazırlanmalıdır.
Gözlemciler tartışma sırasında not almalı, tartışma sonunda sınıfa tartışmanın özeti
sunulmalıdır.
Sosyolojik Kazanımlar
Ders Sosyoloji
Sınıf III
Ünite Toplumsal Değişme
Yaklaşık süre 40+40
Kazanım
Kullanılan Teknik Akvaryum
Akvaryum tekniğine uygun olarak sınıfta oturma düzeni oluşturulur. Bunun için ilk olarak
sınıfın ortasına boş bir sandalye konulur ve bu sandalyenin çevresine sınıfın mevcuduna uygun olarak
bir çember yapılır. Örneğin 20 kişilik bir sınıfta 5 kişilik iç çember ve 15 kişilikte dış çember
oluşturulabilir. Teknikte uygulanacak tartışma konusu öğrencilere sunulur. Örneğin, Toplumsal
Değişme ünitesi ile ilgili olarak ’Dünya küçük bir köydür’ cümlesi öğrencilere tartışılması için söylenir.
İlk olarak sınıfın ortasında ki boş sandalyenin çevresinde bulunan 5 kişilik iç çemberde ki
öğrencilerden gönüllü olarak ilk öğrenci sandalyeye oturur ve kendi görüşlerini arkadaşları ile
paylaşır. Örneğin;
EVRİM, bilim ve teknolojin toplumsal ilişkilerde ve yapıda ki değiştirme gücü üzerinde durur.
Örneğin Japonya da meydana gelen bir değişmenin aslında bütün dünyayı etkilediğini çünkü
42
dünyanın gerçektende küçük bir köy olduğunu söyler. Evrim iç çemberde ki yerine geçer ve iç
çemberde ki başka bir öğrenci kendi isteği ile sandalyeye oturur.
SEMİH, çevremizde ki değişimlerin(iklim, ulaşım gibi)insan yaşamı üzerinde ki etiksi ve bu
durumun toplumsal değişmeye olumlu ve olumsuz katkısından bahseder. Vermiş olduğumuz tartışma
konusunu bu bağlamda ele alır Örneğin, Van depreminde sadece bu bölgede meydana gelen bir
olumsuzluğun tüm iller ve hatta ülkelerde bir etki yarattığını ve evrensen bir bütünleşmeye sebep
olduğunu vurgular.İç ve dış çemberde bulunan diğer öğrencilerde fikirlerini söyleyen Evrim ve Semih
arkadaşlarına dönüt verirler. Bu noktada öğretmenin yönetimi önemlidir. Süre ve tartışmanın sağlıklı
ilerlemesi için gerekli yerlerde müdahale etmelidir. Semih yerine geçtikten sonra iç çemberde ki
gönüllü olan diğer bir öğrenci sandalyeye oturur.
SİNA, ekonomi alanında meydana gelen toplumsal değişmelerin tüm dünya ülkelerini
etkilediğini söyler. Buna sebep olarak da vermiş olduğumuz tartışma konusu olan dünyanın küçük bir
köy olduğu cümlesinden hareket eder. Örneğin, günümüzde etkisini koruyan Amerika’da ki ekonomik
çalkantıları gösterir. Bu ekonomik krizin birbiri ile ilişkiler içerisinde olan diğer dünya ülkeleri
tarafından da hissedildiğini belirtir.
Sina kendi görüşlerini açıkladıktan sonra yerine geçer ve çemberde ki diğer bir gönüllü
arkadaşı sandalyeye oturur.
ALEV, ülkesel olarak ekonomide ki her türlü olumlu gelişmenin bulunduğu ülkenin orta
tabakasının gelişmesine yardımcı olur. Bu orta tabakanın gelişmesi ülkenin gelişmesine ve böylelikle
de küçük bir köy olan dünyanın gelişmesine sebep olacaktır. Çünkü dünyada bulunan her ülkenin
birbiri ile olumlu ve olumsuz bağlantıları bulunur. Bu görüşe iç çemberde bulunan Sina katılır. Çünkü
kendi görüşüne oldukça yakın bulur. Alev çemberdeki yerine geçtikten sonra iç çemberdeki son kişi
sandalyeye oturur ve görüşlerini belirtir.
BİLGE, vermiş olduğumuz tartışma konusu ile ilgili olarak farklı bir bakış açısı geliştirerek
Atatürk’ün geçmişte ki batılı ülkelerin gelişmelerini örnek aldığını ve bu sayede savaş sonrası Türk
toplumunu geliştirmeyi başardığını söyler. Bu bağlamda önemli olanın batının taklitçisi olmak yerine
örnek olarak Türk toplumuna doğru uygulanmasıdır. Atatürk bu noktayı en iyi şekilde fark etmiş ve
uygulamıştır. Atatürk ilkelerinin toplumsal değişme ve bütünleşmeye katkısının çok olduğunu söyler.
Son öğrenci olan Bilge de kendi düşüncelerini dile getirdikten sonra yerine geçer ve dış
çemberde bulunan sınıfın geri kalanında ki gözlemci öğrenciler de tartışma sırasında almış oldukları
notlar ışığında kendi görüşlerini dile getirirler. Öğretmen bu sıra da yönlendirici konumundadır. Sınıf
içerinde genel olarak bütün öğrencilerin görüşlerini aldıktan sonra öğretmen ünite ile ilgili olan
43
kazanımları öğrencilere verdiğini gözlemler ve bunu değerlendirme yaparak da kanıtlar. Tartışmayı
genel anlamda topladıktan sonra dersi bitirebilir.
44
11) İSTASYON TEKNİĞİ
Öğrencilerin düşünme becerilerini ve yaratıcılıklarını geliştirme amaçlı bir tekniktir. Öğrencilerde birlikte üretmek, özel ilgi ve yeteneklerini sergilemek ve başlanmış bir işe katkı sağlamaktan haz alma gibi özellikleri geliştiren, iletişim becerileri, kurallara uyma alışkanlığı, toplumsal bir sorun üzerinde düşünme ve “Ben de bir şeyler yapabilirim.” duygusunun oluşmasını sağlayan bir tekniktir.Derste işlenen konuların desteklenmesinde ve kavramsallaştırılmasında etkili olarak kullanılan bir ekiple çalışma tekniğidir.
Öğrencilerde çevrelerinde yaşananlara karşı duyarlılık, toplumda yaşanan sorunlara çözüm önerme gibi becerileri geliştirir.
Öğrenci kendisinin de bir şeyler üretebileceğini hisseder. Yaratıcılıkları gelişir. Yapılmakta olan bir işe katkı sağlama, bir grup üyesi olma gibi becerileri geliştirir. Öğrencilerde birbirini tanıma, birlikte çalışmalarını ve özel yeteneklerini ortaya çıkarmalarını
sağlar. Katılımdan keyif alma, kurallara uyma, İletişim gibi yetenekler ve beceriler geliştirir. Öğrencilerde ilgi ve güdülenmeyi artırır. Çekingen öğrencilerin öğretim sürecine aktif olarak katılımını sağlar. Öğrencilerde bende birşeyler yapabilirim duygusunu geliştirerek öz güven duygusunu
geliştirir.Sınırlılıkları
Kalabalık sınıflarda kullanışlılığı düşüktür. Öğrenme ortamın fiziksel özellikleri darlığı gibi nedenler öğrenme istasyonlarının oluşmasını
engelleyebilir. Öğrencilerin birbirini anlamaları, yarım kalan işi ele almaları, algılamaları problem teşkil
edebilir. Gruplardaki bütün öğrencİlerin etkin olmasını sağlamak güçtür. Her ders ve konu için kullanışlı değildir. Öğrenciler tekniğin özelliklerini anlayamazsa amacına ulaşmaz.
Uygulama Süreci
1. Üzerinde çalışılacak konuyu saptayın (Öğrencilerin görüşleri de alınarak konu belirlenebilir.).
2. Sınıf aşağıda olduğu gibi (dört, beş) istasyonlara bölünür.
- Slogan yazma
-Şiir yazma
-Hikaye (Öykü) yazma
- Resim çizme
3. Her istasyona gidecek kişileri belirleyip hiçbir öğrencinin dışarıda kalmaması sağlanır.
4. Etkinliği yönetecek biri olacak. Bu öğretmen olabilir.
5. Her istasyonda gözlem yapacak birer kişiyi, dört istasyon için dört kişiyi belirleyin. Bunların istasyon şefi olduklarını ve gruplara kılavuzluk edeceklerini ve ürünleri toplayıp getireceklerini söyleyin.
45
6. Grupları istasyonlara gönderip her grubun bulunduğu istasyonda on dakika çalışacağını söylenir. 1. grup slogan yazmaya, 2. grup şiir yazmaya, 3. grup hikaye yazma ve 4. grup resim çizme istasyonlarına gönderilir. Her grubun bir önceki grubun bıraktığı yerden işe devam etmesi sağlanır. Bir önceki grubun yaptıklarının yok sayılmasına izin verilmez. Buna dikkat edilmeli ve vurgulanmalıdır. Sözgelişi slogan yazmayı devam ettireceklerini, şiir yazmaya devam edeceklerini yeni tartışma tekniklerini ekleyeceklerini, yeni gazete haberi hazırlamaya devam edecekleri vurgulanacak.
7. On dakika sonra tekrar gruplar yer değiştirecektir. Bu işi bütün grup ve istasyondaki işleri tamamlayıncaya dek sürdürülür. Yani her grubun her istasyonda bir kez çalışması sağlanır. Yaptıklarını istasyonda bırakmaları söylenir.
8. Her istasyon şefinin yapılanların başkana (öğretmene) getirmesi. Slogan, şiir, öykü yazma, resim çizme ve sınıfa pekiştireç verilmesi.
Uygulama Örneği
Ders Sosyoloji
Sınıf III
Ünite Toplumsal Kurumlar
Yaklaşık süre 40+40
Kazanım Devlet- hükümet ilişkisini yorumlar.
Kullanılan Teknik İstasyon
Hazırlık
Devletin temel bir kurum olarak kalıcı olduğu, hükümetlerin ise belli bir süre devleti yöneten siyasal erkler olduğu bundan dolayı da hükümetlerin genel olarak demokratik bir toplumda iş başına geldiği vurgulanır.
Konu: Devlet ve hükümet kavramları.
Sınıfımız toplam 16 kişiden oluşmaktadır. Sınıfı 4’er kişilik gruplara ayırarak 4 istasyon hazırlanmıştır. Gruplar şu şekildedir:
1. Gruptaki Kişiler: Ali, Ayşe, Ahmet, Fatma.2. Gruptaki Kişiler: Mehmet, Selen, Sıla, Özge.3. Gruptaki Kişiler: Cem, Ceren, Salih, Kenan.4. Gruptaki Kişiler: Zehra, Zeynep, Süleyman, Hilal.
Birinci istasyonumuz slogan yazma istasyonudur. Bu istasyonda birinci gruptaki kişiler yer alıyor. İkinci istasyona ikinci grup, üçüncü istasyona üçüncü grup, dördüncü istasyona da dördüncü grup
46
gönderiliyor. Her istasyondaki grupların birer lideri olmak üzere toplam sınıfta dört lider oluyor. Bunlar gruba kılavuzluk eder ve ürünleri toplayıp sınıfa sunar.
Birinci grubun lideri Ayşe, ikinci grubun lideri Mehmet, üçüncü grubun lideri Ceren, dördüncü grubun ki ise Süleyman’dır.
1.GRUP → 2. GRUP →
4. GRUP → 1. GRUP →
3. GRUP → 4. GRUP →
2. GRUP → 3.GRUP →
3. GRUP → 4. GRUP 1.TUR BİTMİŞTİR.
2. GRUP → 3.GRUP 2. TUR BİTMİŞTİR.
1. GRUP → 2. GRUP 3. TUR BİTMİŞTİR.
4.GRUP → 1.GRUP . 4.TUR BİTMİŞTİR.
47
SLOGAN YAZMA
ŞİİR
YAZMA
HİKAYE(ÖYKÜ) YAZMA
RESİM ÇİZME
1. İSTASYON : SLOGAN YAZMA:
İlk grubumuz slogan yazma istasyonunda grup olarak slogan hazırlamaya başlamıştır:
“Toprak üstündedir bu devlet, devletin başındadır hükümet!”
10 dakikalık süre sona ermiştir. Birinci grup ikinci istasyona geçecektir. Böylece ilk tur bitmiş olur.İlk tur bitmiştir.
Dördüncü grup birinci istasyonda slogan yazmaktadırlar:
“Millet varsa eğer devlet olmaya değer!”
10 dakikalık süre sona ermiştir. Dördüncü grup ikinci istasyona geçecektir
Üçüncü grup birinci istasyonda slogan yazmaya geçmiştir:
“Yaşasın hükümet, devlete destek!”
Dördüncü grup, birinci istasyona geçmiştir ve:
“Devletimiz var olsun, milletimiz sağ olsun!”
2. İSTASYON: ŞİİR YAZMA
İkinci grubumuz şiir yazma istasyonunda grup olarak şiir yazmaya başlamışlardır:
Yaşasın Millet,
Bizimdir bu devlet,
Ne olursa olsun,
Var olacaktır Hükümet.
10 dakikalık süre sona ermiştir. İkinci grup ikinci istasyondan üçüncü istasyona geçecektir.
İlk tur bitmiştir.
Birinci grup ikinci istasyonda şiir yazmaya devam eder:
Toprak üstündedir devlet,
Vardır onun görevleri,
Bu görevleri yerine getiren,
48
Kendisidir hükümet.
Dördüncü grup şiir yazmak için ikinci istasyona geçer:
Devlet, bayrakta bütünlüğümüz,Devlet, vatan sevgisinde özümüz,Devlet, kardeşliğe bakan gözümüz.Devlet, sahip olduğumuz her şeyimiz.
Üçüncü grup şiir yazmak için ikinci istasyona geçer:
Vatanın bütünlüğünü sağlayan,
Vergileri toplayan,
Hep yanımızda olan,
Devlet değil midir, devlet?
3. İSTASYON: HİKAYE (ÖYKÜ) YAZMA
Üçüncü grup öykü yazma istasyonuna yani üçüncü istasyona gidiyor.
“Gruptaki kişiler beraber düşünerek öykü yazmaya başlıyorlar. Herkes bir fikir ortaya atarak bir şeyler söylüyor. Lider de yazmaya başlıyor. Şu şekilde kısa bir hikaye (öykü) oluşturuyorlar:
“Bir akşam Mustafa babasıyla beraber televizyonda haberleri izlerken, haberde devlet ve hükümet kavramlarının geçtiğini duyar. Anlamını bilmediği kelimeleri sürekli öğrenme çabasında olan Mustafa babasına merakla:”
- “Babacığım devlet ve hükümet ne demek?” diye sorar.- Babası: “ Oğlum devlet, bir toprak üzerinde var olan ortak amaçlarla bir araya gelmiş insan
topluluğuna denir. Hükümet ise, o devletin görevlerini yerine getirmesini sağlayan yetkili organdır. Mesela Bakanlar Kurulu.”
Mustafa yeni iki kavram daha öğrendiği için çok mutludur. Bu kavramları ve anlamlarını ertesi gün arkadaşlarıyla da paylaşır.”
10 dakikalık süre sona ermiştir. Üçüncü grup üçüncü istasyondan dördüncü istasyona geçecektir.İlk tur bitmiştir.
İkinci grup üçüncü istasyonda öykü yazmaya devam eder:
“Emre evde otururken birden aklına öğretmenin verdiği ödev gelmiştir. Geçen haftaki sosyoloji dersinde kurumları işlerken öğretmeni bir daha ki derse devlet ve hükümet kavramlarını öğrenip gelmelerini söylemiştir. Emre telaşla verilen ödevi yarına yetiştirmeye çalışmaktadır. Kitaplarını, interneti bu konuda yardım için kullanmıştır ve bulduğu tanımları defterine yazmıştır:
Devlet, bir ülkenin tüm kurumlarını temsil eder. Onların ülke tarihi boyunca süre gelmiş kültür benzeri bir birikilme yapılanışını anlatır. Örn: Türkiye DevletiHükümet, devletin başına geçmiş yönetimdir. Örn: 58. Hükümet.”
49
Birinci grup hikaye yazmaya devam etmek için üçüncü istasyona geçmiştir:
“Seçime yakın bir zamanda televizyonda sürekli konuşmaları izleyen Efe bir programda “Hükümetin başına biz geçeceğiz.” sözünü duyunca hükümetin aslında çok kullanılan bir kelime olduğunu fakat tam olarak anlamını bilmediğini fark etmiştir. Ertesi gün okulda öğretmenine seçimlerin yaklaştığını ve bazı kelimelerin sıkça tekrar edildiğini, özelliklede bunlardan biri olan hükümet kelimesinin tam olarak ne anlama geldiğini merakla sorar. Öğretmeni de “Bugünkü konumuz toplumsal bir kurum olan siyasetti.” der. Öğretmen hükümet kavramını devletle ilişkilendirerek açıklamaya çalışmıştır. Ve öğrencilerde fikirlerini söylemişlerdir.”
Dördüncü grup hikaye yazmak için üçüncü istasyona geçmiştir:
“Can öğretmen öğrencilerine hükümet ve devlet kavramlarının ne anlama geldiğini öğrenmeleri ve yakından tanımaları için onları geziye Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne götürmeye karar verir. Öğrencilerden Elif eve gelerek ertesi gün ki gezi için hazırlık yapar. Devlet ve hükümet kavramlarını arasındaki ilişkiyi araştırmak ister. Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni gezerken birazda olsun bilgisi olsun ister.”
4. İSTASYON: RESİM ÇİZME
50
Dördüncü turun sonunda grup liderleri bulundukları istasyondaki kağıdı alarak tahtaya çıkmışlardır.
Birinci grubun lideri olan Ayşe, bulunduğu ilk istasyondaki sloganların yer aldığı kağıdı okumaya başlamıştır.
İkinci grubun lideri olan Mehmet, bulunduğu ilk istasyon olan şiir yazma istasyonundaki kağıdı alarak şiirleri teker teker okumaya başlamıştır.
Üçüncü grubun lideri olan Ceren, hikaye(öykü) istasyonuna ait olan kağıttaki hikayeleri okumaya başlamıştır.
Dördüncü grubun lideri Süleyman ise, resimlerin bulunduğu kağıdı panoya asmıştır.
51
Bütün istasyonda yapılan çalışmalar sınıfa sunulduktan sonra öğretmen öğrencilere bu konudaki düşüncelerini ve bu çalışmanın onlara ne gibi bir katkısı olduğunu sorar. Öğretmen devletin ve hükümetin tanımını açıklar.
Hükümet Nedir?Hukuk ve siyaset biliminde biri dar, diğeri geniş anlamda kullanılan ve çeşitli anlamları olan bir kavramdır. Dar anlamda, bir devletin otoriteye ilişkin kaçarları uygulayan ve yürütme gücünü temsil eden bakanlar kurulunu ifade eden hükümet kavramı, geniş anlamda bir devletin yasama, yürütme ve yargı organlarını ve bunlara bağlı olarak devlet yetkisini kullanan tüm devlet organlarını içine alsın siyasal yönetim biçimini ifade eder. Demokratik hükümet, monarşik hükümet gibi. Geniş anlamda hükümet, günlük dilde devlet kavramı ile karıştırılır, zira hükümet, devlet adı verilen üstün varlığın sahip bulunduğu egemenlik yetkisinin sadece belli bir kısmım kullanan organ olup devletin unsurlarından sadece biridir.
Devlet nedir?
Bir ülkede, bir hükümete ve ortak kanunlara bağlı olarak yaşayan bir milletin veya milletler topluluğunun meydana getirdiği siyasi varlık. Genel ve klasik bir ifadeyle, belli bir toprak üzerinde müstakil bir teşkilat kurmuş insan topluluğuna devlet denir.
Bu tariften de anlaşılacağı gibi devlet, ferdi, tabii ve siyasi unsurdan meydana gelir. Bu unsurlar sırayla "nüfus, ülke ve hakimiyet"tir. Nüfus, devletin, birinci gerçek unsurudur. Halkı olmayan bir devlet düşünülemez. Bir devletin var olması için nüfusun az veya çok olmasının önemi yoktur. Nüfusu yüz milyonları geçen devletler olduğu gibi birkaç yüz binlik devletler de vardır. Ancak nüfusun çeşitli sebeplerle ve zamanla yok olması halinde devlet de ya yıkılır veya o bölgedeki insanların yerine başkaları geçerek devam eder. Fakat bu durumda ortaya çıkan devlet eski devlet değil, yeni bir devlettir.
Sosyolojik Kazanımlar
Bir işin bölümleri temel alındığından analiz becerisi gelişir. Sosyal olayların analizinde katkı sağlar.
Sosyolojik teorik ile pratik arasındaki boşluğu doldurur Sosyolojik kavramların yerleşmesinde etkilidir.
Etkinlik temelli bilgiler ve beceriler kazanılmasını sağlar. Böylece uygulamaya dönük sosyolojik davranışların gelişmesini sağlar.
52
12) KART EŞLEŞTİRME TEKNİĞİ
Kartların kullanıldığı ve genelde dersin sonunda kullanılan bir öğretim tekniğidir. Teknik öğrenilenlerin gözden geçirilmesi, netleştirilmesi ya da kalıcılığının artırılması gibi amaçlarla uygulanır. Konu ile ilgili kartlarda bulunan tanımlar, örnekler ve onların cevaplarından oluşan diğer kartları öğrenci kendi çabaları ile eşleştirir bu nedenle bu teknik öğrenciyi dinleyici rolünden yapan, araştıran ve öğrenen rolüne geçirir. Kalıcı, anlamlı ve etkili öğrenmelerin oluşmasını sağlar.
Avantajları
Bu teknikle öğrenci öğrenmiş olduğu bir konuyu verilen anahtar kelimeler ya da ipuçlarından yola çıkarak hatırlamaya çalışır.
Öğrenci kendi kartındaki kavramların karşılığını ararken birçok arkadaşıyla birlikte tartışarak düşünür bu da onların birlikte eğlenmelerini ve eğlenirken de öğrenmelerini sağlar.
Öğrenci kendi kavramlarından yola çıkarak mantık çerçevesinde oluşturduğu gerekçeleri eşini bulmak için kullanacak bu da öğrenmenin kalıcılığını sağlayacaktır.
Sınırlıkları
Öğrenci sayısının fazla olduğu sınıflarda bu tekniğin kullanılması zordur. Öğrenciler ikişerli olarak eşleşecekleri için sınıf mevcudunun çift olması gerekir. Teknik için bir ders saati yeterli olmayabilir. Sınıf alanının geniş olması gerekir. Kartlarda yazan kavramların öğrenciler tarafından önceden öğrenilmiş olması gerekir.
Uygulama Süreci
1.Her biri sınıftaki öğrenci sayısının yarısı kadar kart içeren iki dizi kart hazırlanır. Birinci dizide; öğrenilenlerle ilgili sorular, kavramlar, örnekler vb. yer alır. İkinci dizide ise; birinci dizidekilere eşleştirilebilecek yanıtlar açıklamalar, tanımlar, ilkeler, olaylar bulunur. Dizilerden birindeki kartlar numaralandırılır.2. Kartlar sınıfa dağıtılır.3. Öğrencilere, kendilerine gelen kartlarla ilgili hazırlık yapmaları için belirli bir süre tanınır.4. Öğrenciler, sınıfın içinde dolaşarak ve karşılaştıklarıyla konuşarak ellerindeki kartın eşini ararlar.5. Kartlarını eşleştirenler bunun gerekçelerini hazırlar.6. Kart numaraları rastgele söylenir ve numarası söylenenler kendi kartlarının içeriğini ve hazırladıkları gerekçeleri sınıfa sunarlar.
53
Uygulama Örneği
Ders Sosyoloji
Sınıf III
Ünite Birey ve Toplum
Yaklaşık süre 40
Kazanım Toplumsallaşma kavramının özelliklerini bilir.
Kullanılan Teknik Kart Eşleştirme
Hazırlık
Öğrencilere dağıtılmak üzere toplumsallaşma konusu ile ilgili bir sınıf mevcudu olan 18 kişilik kart hazırlanmıştır. Bunlardan 9 tanesi konuyla ilgili kavram soru ve örnek, diğer 9 tanesi de tanım, açıklama, cevap şeklindedir. Sınıf öğrencilerine dağıtılacak olan kartlar şöyledir;
54
Bireylerin kendi toplumlarının değerlerini, tutumlarını, örf ve adetlerini kazandığı, içselleştirdiği bir süreçtir. Bireyin doğumundan başlar ölümüne kadar devam eder.
1
Toplumsallaşma
Çocukluk toplumsallaşması Ergenlik toplumsallaşması Yetişkin toplumsallaşması
2
Toplumsallaşma Evreleri
Alt sistem içinde kendisi ve annesi vardır.
Tuvalet eğitimini öğrenir. Daha sonra bütün aile ile bağ
kurar. Ailenin rolü önemlidir.
3
Çocukluk toplumsallaşması
55
Ergenlik toplumsallaşması.
4
Önemli sosyal, kişisel ve fiziksel değişimler gerçekleşir.
Birey bilişsel ve manevi olgunluğa erişir.
Yetişkin toplumsallaşması.
Aile Okul Arkadaş grubu Kitle iletişim
6
Bu döneme ikincil sosyalizasyon denir.
İş, evlilik, emeklilik çevresi etkilidir.
Bireylerin sosyal birikimleri değişime direnç gösterir. 5
Toplumsallaşma araçları.
Bunlar hazırlanan kartlardan bazılarıdır. Bu kartlar öğrencilere dağıtılıp belirli bir süre verilir. Öğrenciler bu kartları o süre içinde eşleştirip gerekçelerini hazırlarlar. Öğretmen rastgele bir numara söyler ve o numara elinde bulunan öğrenci gerekçelerini sunmaya başlar;
2 Numara: Hocam bildiğimiz üzere toplumsallaşma hayat boyu devam eden bir süreçtir. Birey yaşamı boyunca gerek yaş olarak gerekse bilişsel değişiklikler nedeniyle hayatında çeşitli dönemler vardır. Bu dönemler içinde kişi farklı gruplarda ve farklı ortamlarda bulunur. Bana gelen kart üzerinde çocukluk, ergenlik ve yetişkin toplumsallaşması vardı. Bunlar aynı zamanda hayatımızda geniş anlamda düşünüldüğünde var olan ana evrelerdir. Bu nedenle bunların toplumsallaşma evreleri olduğuna arkadaşımla birlikte karar verdik ve bu kartın yanıtının bu olduğunu düşündük. Çünkü doğumla başlayan sosyalleşme ölüme kadar devam eder. Bireyin de yer aldığı sosyal sistem zamanla genişler daha fazla objelerle karşılaşır. Bütün bunların içselleştirilmesi ve bunlara uygun rollerin oynanması da çocukluk toplumsallaşması ve diğer toplumsallaşma evreleriyle gerçekleşir.
5 Numara: Bana denk gelen karttaki özellikleri okurken ikincil sosyalizasyon sürecidir cümlesiyle bunun yetişkin toplumsallaşması olduğunu anladım. Hocam konu anlatılırken sizinde belittiniz gibi çocukluk ve ergenlik toplumsallaşması birincil sosyalizasyon olarak adlandırılmaktadır. Sınıfta cevap kartlarını ararken ilk olarak göz önünde bulundurduğum şey bu oldu daha sonra cevabı bulunca arkadaşımın fikride şöyle oldu, yetişkin toplumsallaşmasında o anki sürece gelinceye kadar yaşanmışlıkların ve tecrübelerin getirdiği bir sosyal birikim vardır. Bu birikim sebebiyle kişi önceki dönemlerinde değişime açık olmasına rağmen bu dönem de değişim sorgulanmaya başlanır. Bu nedenle de bu süreçte değişime direnç gösterilir.
8 Numara: Elimde bulunan kartta yazanlar şöyledir, “Ali günün büyük bölümünü televizyon karşısında şiddet içerikli filmler izleyerek geçirmektedir.” Örnekte olduğu gibi Ali’nin sosyalleşmesine olumsuz etki yapan, tek yönlü iletişimi oluşturan sosyalizasyon aracı nedir?
Bunun cevabı kitle iletişim aracıdır. Ama takıldığım nokta şu ki belki bazı konularda kitle iletişimin olumsuz etkileri olsa da günümüz dünyasında televizyon vb. kitle iletişim araçlarının sosyalleşmemizde çok fazla katkıları olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Ama şuna katılıyorum internet kullanımın bu denli yaygınlaşması ile birlikte bireyler gerçek dünyanın dışında sanal dünya da sosyalleşmeyi daha fazla gerçekleştirmektedirler. Bu da belki de kitle iletişimin sosyalleşme üzerine olumsuz etkilerini tartışan günümüz yorumcularının destek aldığı, örnek gösterdiği en önemli olumsuzluktur.
Sosyolojik Kazanımlar
Sosyolojik kavramların bilişsel olarak öğrenilmesine ve yerleşmesini sağlar. İlişkilendirme becerisi kazandırma bağlamında sosyolojik olay ve durumların ilişkilendirilme
becerisi geliştirir.
Yararlanılan ve Önerilen Kaynaklar
Açıkgöz, Kamile Ün ( 2005), Aktif Öğrenme, Eğitim Dünyası Yayınları, İzmir, 2009
56
13) BİLGİ KESE KÂĞIDI TEKNİĞİ
Öğrencilerin her birine dağıtılan kesekâğıdı ile uygulandığı için bu adı almıştır. Önce o konu ile ilgili kavramlar öğretmen tarafından tahtaya yazılır. Sonra öğrencilere dağıtılan kesekâğıdının üstüne o konu ile ilgili ne biliyorlarsa yazmaları söylenir. Devamında yine birer kâğıt dağıtılan öğrenciler grup yapılır, birbirlerinden öğrenilen yeni bilgiler bu kâğıtlara yazılır ve kesekâğıdının içine konur.
Avantajları:
Öğrencinin arkadaşları ile iletişimini artırır.
Öğrencilerin yanlış veya eksik öğrendikleri kavramları, bilgileri düzeltme olanağı sağlar.
Öğrenciler, grup çalışması ile edindikleri bilgileri kendi yorumlarıyla yazabilme imkanı sunar.
Grup çalışması esnasında bilgi paylaşımını öğrenirler.
Öğrenciler bu teknik ile daha çabuk dönüt alırlar.
Sınırlılıkları:
Öğrenci, grup arkadaşlarından yanlış bilgi öğrenebilir.
Öğrenci, doğru öğrendiği kavramı grup çalışması sırasında yanlış öğrenebilir.
Grup çalışması olduğu için otorite zor sağlanır.
Uygulama Süreci
1) Bu teknikte konuyla ilgili temel bilgi ve kavramlar tahtaya yazılır ve öğrencilere birer kese
kağıdı dağıtılır.
2)Öğrenciler listedeki maddelerin her biriyle ilgili bildiği bir şeyi kese kağıdının üstüne
yazmaları, yazılacak düşünce yoksa boş bırakılması istenir.
3)Sınıfta 2-4 kişilik gruplar oluşturularak grup üyelerinin yazdıklarını birbirleriyle paylaşmaları
istenir.
4)Öğrencilere küçük kağıt ya da kartlar dağıtılarak bu kartlara anahtar maddelerle ilgili yeni
öğrendiklerini yazmaları ve kese kağıdına koymaları istenir.
5)Daha sonra kese kağıdının içindeki bilgiler gruplarla paylaşılır.
57
Ders Sosyoloji
Sınıf III
Ünite Toplum ve Kültür
Yaklaşık süre 40+40
Kazanım Kültürün Temel Kavramlarının Özelliklerini Bilir.
Kullanılan Teknik Bilgi Kese Kağıdı
Hazırlık Süreci
Öğretmen aşağıdaki kavramlar tahtaya yazar:
Kültür
Kültürleme
Kültürleşme
Zorla Kültürleme
Kültür şoku
Daha sonra öğrencilere kese kağıdı dağıtılarak bu kavramlarla ilgili bildiklerini yazmaları istenir.
1.Öğrenci:
Kültür: Bir toplumun tarihsel süreç içinde üretmiş olduğu ve kuşaktan kuşağa aktardığı her türlü
maddi ve manevi özelliklerin tümüdür.
Kültürleme: Bireyin yaşamı boyunca toplumun istek ve beklentileri doğrultusunda şekillenmesi
sürecidir.
Kültürleşme: Bir kültürün farklı kültürden bazı unsurları almasıdır.
Zorla Kültürleme: Her iki kültürün birbirini etkilemesi. Örneğin, savaş sonucunda her iki kültürün
karşılaşmasıyla ortaya yeni kültürün çıkması
Kültür Şoku: Bir kültürden başka bir kültüre geçişte bulunan bireylerin yeni kültüre uyum sağlamakta
karşılaştıkları zorluklar, sıkıntılar, bunalımlardır.
2.Öğrenci:
Kültür: Toplumun oluşturmuş olduğu, nesiller tarafından aktarılan değerlerin tümüdür.
58
Kültürleme: Bir bakıma bireyin biçimlendirilmesidir. Toplum bireyi kendi istek ve arzularına göre belli
bir şekle sokmasıdır.
Kültürleşme: Bireyin hakim kültürün etkisi ile kültür alışverişine girmesidir .
Zorla Kültürleme: Bir kültürün diğer kültürü isteği dışında değiştirme sürecidir.Örneğin, bazı ülkelerin
kendi dilini öğrenmeyi başka ülkeler üzerinde zorunlu kılmasıdır.
Kültür Şoku: Yurt dışına gidildiğinde maruz kalınan yeni ve farklı kültürlere karşı oluşan
tepkidir.Buradaki iklim, yemek alışkanlıkları, trafik, komşuluk ve arkadaşlık ilişkileri gibi unsurların
yabancı gelmesi ile bireyin karamsarlık ve hayal kırıklığı yaşamasıdır.
3. Öğrenci:
Kültür: Toplumun değerlerini oluşturan maddi ve manevi öğelerin toplamıdır.
Kültürleme: Toplumun istek ve beklentilerine bireyin uyum sağlaması ile gerçekleşir.
Kültürleşme: Farklı kültürden birey veya grupların etkileşme sürecidir.
Zorla Kültürleme: Hakim olan kültürün diğer kültürleri değiştirmesidir.
Kültür Şoku: Örneğin; yurt dışına çıkan bir bireyin kendi kültüründen farklı bir kültürle karşılaşması
sonucunda yaşadığı zorluklardır.
4.Öğrenci:
Kültür: Toplumun tarihsel süreç içerisinde oluşturduğu maddi ve manevi unsurların toplamına denir.
Kültürleme: Bireyin var olduğu toplumda doğumundan ölümüne kadar yaşadığı sosyalizasyon
sürecidir.
Kültürleşme: Farklı iki kültürün karşılaşarak etkileşim sonucunda yeni kültürel değerlerin oluştuğu
süreçtir.
Zorla Kültürleme: Bir kültürel değerin başka kültüre zorla aktarılmasıdır.
Kültür Şoku: Bireyin yeni bir kültürle karşılaşması sonucu kendi kültürüne yabancılaşmasıdır.
5.öğrenci:
Kültür: Toplumu oluşturan değerlerdir.
Kültürleme: Kültürün aktarılmasıdır.
59
Kültürleşme: Kültürlerin karşılıklı etkileşmesidir.
Zorla Kültürleme: Bir kültürün diğer kültür tarafından değiştirilmesidir.
Kültür Şoku: Bireyin kendi kültürü dışında başka bir kültürle karşılaştığı zaman yaşadığı zorluklar.
6.Öğrenci:
Kültür: Toplum tarafından benimsenen, içselleştirilen kurallardır.
Kültürleme: Bireyin kendi kültürüne yeni değerler katmasıdır.
Kültürleşme: Birden fazla kültürün karşılaşarak birbirini değiştirmesidir.
Zorla Kültürleme: Baskın kültürün alt kültürleri kendine benzetmesidir.
Kültür Şoku: Bireyin, değişmeler karşısında yeni oluşan kültürü benimseyememesidir.
Öğrenciler kavramlarla ilgili bildiklerini bu şekilde kese kağıdına yazarlar.Daha sonra 6 öğrenci ikişerli
olarak gruplara ayrılırlar.Bireysel olarak kese kağıdının üzerine yazdıkları kavramları birbirlerine okur
ve bu kavramları tartışarak yeni öğrendiklerini kağıtlara yazarak kese kağıdının içine atarlar.
1.Grup:
1.Öğrenci:
Kültür: Bir toplumun tarihsel süreç içinde üretmiş olduğu ve kuşaktan kuşağa aktarıldığı her türlü
maddi ve manevi özelliklerin tümüdür.
Kültürleme: Bireyin yaşamı boyunca toplumun istek ve beklentileri doğrultusunda şekillenmesi
sürecidir.
Kültürleşme: Bir kültürün farklı kültür ile karşılaşması sonucunda hem ondan etkilenip hem de onu
etkilediği süreçtir.
Zorla Kültürleme: Hakim olan kültürün diğer kültürleri kendi kültürünün içine çekmesidir.
Kültür Şoku:Bir kültürden başka bir kültüre geçişte bulunan bireylerin yeni kültüre uyum sağlamakta
karşılaştıkları zorluklar, sıkıntılar, bunalımlardır.
2.Öğrenci:
Kültür: Toplumun oluşturmuş olduğu maddi ve manevi unsurların, nesiller boyu aktarılmasıdır.
60
Kültürleme: Bir bakıma bireyin biçimlendirilmesidir.Toplumun bireyi kendi istek ve arzularına göre
belli bir şekle sokmasıdır.
Kültürleşme: Bireyin hakim kültürün etkisi ile kültür alışverişine girmesidir.
Zorla Kültürleme: Bir kültürün diğer kültürü isteği dışında değiştirme sürecidir..
Kültür Şoku: Birey kendi kültürü dışında bir başka kültür ile karşılaştığı zaman meydana gelir. Burada
kişinin karşı kültüre adaptasyon olamama durumu söz konusudur.
2. Grup:
1.Öğrenci:
Kültür: Toplumun değerlerini oluşturan maddi ve manevi öğelerin toplamıdır.
Kültürleme: Toplumun istek ve beklentilerine bireyin uyum sağlayarak yaşadığı sosyalizasyon
sürecidir.
Kültürleşme: Farklı kültürden birey veya grupların etkileşme süreci yaşaması ve yeni kültürel
değerlerin oluşmasıdır.
Zorla Kültürleme: Hakim olan kültürün, kültürel değerlerini zorla aktararak diğer kültürleri
değiştirmesidir.
Kültür Şoku: Birey, kendi kültüründen farklı bir kültürle karşılaşması sonucunda yeni kültüre karşı
uyum sağlamakta yaşadığı zorluklardır.
2.Öğrenci:
Kültür: Toplumun tarihsel süreç içerisinde oluşturduğu maddi ve manevi unsurların toplamına denir.
Kültürleme: Bireyin var olduğu toplumda doğumundan ölümüne kadar yaşadığı sosyalizasyon
sürecidir.
Kültürleşme: Farklı iki kültürün karşılaşarak etkileşim sonucunda yeni kültürel değerlerin oluştuğu
süreçtir.
Zorla Kültürleme: Hakim kültürün diğer kültürü değiştirmesidir.
Kültür Şoku: Bireyin yeni bir kültürle karşılaşması sonucu karşılaştığı zorluklardır.
3.Grup:
61
1.Öğrenci:
Kültür:Toplumu oluşturan maddi ve manevi unsurların birey tarafından içselleştirilmesidir.
Kültürleme:Toplumun istek ve beklentilerine uygun bir şekilde kültürün aktarılmasıdır.
Kültürleşme: Kültürlerin karşılıklı etkileşmesi ve bunun sonucunda her ikisinin de değişmesidir.
Zorla Kültürleme: Bir kültürün diğer kültür tarafından değiştirilmesidir. Burada daha çok baskın kültür
değiştiren taraftır.
Kültür Şoku: Bireyin kendi kültürü dışında başka bir kültürle karşılaştığı zaman yaşadığı zorluklar ve bu
değişimi benimseyememesi.
2.Öğrenci:
Kültür: Toplumların tarihleri boyunca oluşturdukları maddi ve manevi öğelerin birey tarafından
benimsenmesidir.
Kültürleme: Bireyin toplumun istekleri doğrultusunda kültürüne yeni değerler katmasıdır.
Kültürleşme: Birden fazla kültürün karşılaşarak birbirini değiştirmesi ve yeni kültürel öğelerin
oluşması sürecidir.
Zorla Kültürleme: Baskın kültürün alt kültürkeri kendine benzetmesidir.
Kültür Şoku: Bireyin, değişmeler karşısında yeni oluşan kültürü benimseyememesi ile birlikte sıkıntı ve
bunalım yaşadığı süreçtir.
DEĞERLENDİRME AŞAMASI:
Öğrenciler, öğretmenin dağıttığı kağıtlara yazdıkları yeni bilgileri grubuyla tartışarak kendi
yaptıkları tanımların doğru veya eksik olup olmadığını görme fırsatı yakalarlar.
Sosyolojik Kazanımlar
Yararlanılan ve Önerilen Kaynaklar
Açıkgöz, Kamile Ün ( 2005), Aktif Öğrenme, Eğitim Dünyası Yayınları, İzmir, 2009
Sönmez V. Öğretim İlke ve Yöntemleri,Anı Yay. 2008 ,Ankara)
62
14) BURADA HERKES ÖĞRETMEN TEKNİĞİ
Öğrenci ve öğretmenlerin bir konu hakkında beraberce sonuçlar çıkarmaları veya daha özet bir
ifade ile birbirlerine yardım ederek öğrenmeleri yöntemidir. Temeli işbirlikçi öğrenme modeline
dayanan bu teknikte öğrenci hem öğrenir hem öğretir. Öğretmen ise yönlendirici durumundadır.
Öğrencilere öğrenilenleri gözden geçirme, onlar hakkında soru çıkarma, değerlendirme yapma ve
öğretme fırsatları verir.
Avantajları
• Öğrencinin hatırlama, yargılama, değerlendirme, karar verme ve yaratıcı düşünmesini sağlar.
• Kişinin kendi kendini değerlendirmesini sağlar.
• Öğrencinin derse aktif katılımını sağlar.• Öğrencileri araştırmaya yönlendirir.• Merak ettikleri konu ve kavramlar hakkında bilgi edinmelerini sağlar.• Hem bireysel ve hem grupla çalışma becerisi kazandırır.• Öğrencilerin yaratıcı ve eleştirel düşünmesini geliştirir.
• Öğrenciler kendi hazırladığı sorularından farklı sorulara da yanıt bulur.
Sınırlıklar
• Sorulara cevap veremeyen öğrencinin kendine güveni azalır.
• Sorular iyi ifade edilemez ise anlaşılmaz, kasıtlı ve yönlendirici olursa öğrencinin serbest
düşünmesi engellenmiş olur.
• Zaman alan bir etkinlik olduğu için açısından kullanışlı değildir.• Gereksiz sorularla konu kapsamının dışına çıkılabilir.• Öğrencilerin önbilgi eksiği olan konularda soru yazma sıkıntısı ortaya çıkabilir.• Soru hazırlama öğrenciye bırakıldığı için hedef davranışların kazanılması zorlaşabilir.
Uygulama Süreci
Öğrencilere kart ya da kâğıtların dağıtılması
Öğrencilerin konuyu gözden geçirerek o konuda sorulmasını istedikleri soruyu yada
tartışılmasını istedikleri noktayı karta yazmaları.
Kartların toplanması ve karıştırılarak yeniden dağıtılması
Öğrencilerin kendilerine gelen karttaki soruyu ya da tartışmak istedikleri konuyu araştırıp ne
söyleyeceklerini saptamaları.
Soruların ve yanıtların sınıfa sunumu ve tartışılması
63
Ders Sosyoloji
Sınıf III
Ünite Toplumsal Değişme ve Gelişme
Yaklaşık süre 40+40
Kazanım Sosyal Dışlanma
Kullanılan Teknik Burada Herkes Öğretmen
11.sınıf Sosyoloji dersi, ünitesi, konusu sınıfa sunulur.
Hazırlık Evresi
Burada herkes öğretmen tekniğinin ilkeleri gereği öğretmen konuyu anlatır. Öğretmen konuyu
anlattıktan sonra öğrencilere kartlar dağıtır, öğrencilerin konuyu gözden geçirerek o konuda
sorulmasını istedikleri soruyu ya da tartışılmasını istedikleri noktayı karta yazmaları istenir, kartlara
yazıldıktan sonra kartlar tekrar toplanır ve karıştırılarak öğrenciler geri dağıtılır, öğrencilerin
kendilerine gelen karttaki soruyu ya da tartışma konusunu araştırıp ne söyleyeceğini kararlaştırır en
son sorular yanıtlanır ve değerlendirme aşaması meydana gelir. Hazırlık evresinde öğretmen
öğrencilerinin birbirlerine karşı saygılı ve hoşgörülü olmalarını ister.
Uygulama Evresi
Öğretmenin konuyu anlatmasından sonra öğrencilerde dağıtılan kartlara soruları yazarak konuyu
tartışmaya başlarlar:
1-Sosyal dışlanmaya maruz kalan fertler kimlerden oluşmaktadır?
-Yoksullar, engelliler, yaşlılar, azınlıklar, işsizler, eğitim seviyesi farklı olanlar, cinsiyet ayrımı
olanlar, madde bağımlıları vs.
2-Toplumda her gelir düzeyi düşük olan insanlar sosyal dışlanmaya maruz kalıyorlar mı?
-Hayır. Çünkü dışlanmış kişiler her zaman yoksul kişiler değildir. Örneğin göçmenler, azınlıklar,
belirli kadınlar ve çocuklar gibi bazı kişiler yoksul olmamakla birlikte toplumdan dışlanmış
olabilmektedirler.
3-Sizce toplumda dışlanmış kişilerle diğer insanlar arasındaki sosyal ilişkiler nasıldır?
64
-Toplumda sosyal dışlanmaya maruz kalan insanlarla sosyal ilişkiler sınırlıdır. Ancak bu ilişkiler
çok boyutlulukta olup mahalleden mahalleye toplumdan topluma değişmektedir. Örneğin bir
Çingene mahallesinde hırsızlık yapmak normal karşılanırken diğer mahallelerde bu anormal
olarak karşılanıp bunu yapan kişilere karşı ilişkiler soğuk bazen sert bir şekil alabiliyor ve bu
şekilde toplumdan o kişiler soyutlanıyor.
4-Yoksulluk kavramı nedir? Sizce yoksulluk kavramı kişiye göre değişir mi?
-Sosyal dışlanma ve yoksulluk bazen birbiri yerine geçebilen veya aynı anlama gelebilen
kavramlar gibi görülmektedir. Ancak yoksulluk mutluk ve göreceli yoksulluk olarak ikiye
ayrılır. Mutlak yoksullukta birey asgari yaşam standartlarına sahip olamamakta ancak göreceli
yoksullukta ise kişilerin ve hane halkının kendileri için uygun görecekleri bir tatmin düzeyini
sağlamaya yetecek bir gelire sahip olmamaları şekilde meydana gelen yoksulluktur.
5-Günümüzde tarikatlara ve cemaatlere mensup olan bireyler toplum tarafında dışlanmakta mıdır?
-Evet. Çünkü bireyler toplumla bütünleşemedikleri için ayrı gruplara ait olmak isterler.
6-Toplumdan topluma dışlanma değişiyor. Sizce Avrupa ile Türkiye arasındaki dışlanma nasıl farklılık
gösterir?
-Avrupa kültürü ile Türkiye kültürü arasında farklılık vardır. Kültüre göre de dışlanma şekilleri
değişmektedir. Örneğin Eşcinseller bizim kültürümüzde doğal karşılanmazken yabancı
ülkelerde eşcinseller rahatlıkla toplumun içinde bulunmaktadırlar. Ancak bizim ülkemizde
yolda bir eşcinsel yürürken tuhaf bakışlar altında kalmaktadır.
7-Sosyal dışlanma ile yoksulluk arasındaki farkı açıklayınız.
-Sosyal dışlanmada dışlamışlık topluma katılım şeklinde iken yoksullukta ise dışlanma maddi
kaynaktan doğmaktadır. Sosyal dışlanmada sebepler çok yönlü boyutluluk kazanırken
yoksullukta ise tek zeminli boyutluluk vardır. Sosyal dışlanmada birey vatandaşlık haklarından
tam anlamıyla yararlanamazken yoksullukta ise birey sadece ekonomik haklarından yoksun
kalır.
8-Dışlanmayı önlemekle çözülme engellenmiş ve toplumsal bütünleşme sağlanmış olur mu?
-Evet sağlanır. Çünkü toplumda dışlanmış olan engeller yoksullar, işsizler, vs bu gruplar için
toplumla bütünleşmesini sağlayan engeller ortadan kalkarsa toplum bu insanları kabullenir.
Örneğin işsiz bir kişiye iş olanağı sağlanırsa bireyin belli bir gelir kaynağı olacağı için kendine
65
olan güveni artacak ve toplum içinde kendini gerçekleştirmiş olacak ve bu sayede toplumla
bütünleşmiş olacaktır.
9-Toplumumuzda dışlanmış fertler vatandaşlık haklarından tam anlamıyla yararlanabiliyorlar mı?
-Yararlanmaktadır. Örneğin yaşlılar emeklilik maaşı almakta engellilerin bakım ve iş göreme
maaşı almaktadır. Yoksul olanlar için yeşil kart sağlık güvencesi verilmektedir.
10-Geleneksel toplumlardaki dışlanma modeli, modern toplumlarda ki dönüşümü nasıl olmuştur?
-Geleneksel toplumlarda dışlanma modeli daha çok sosyal devlet anlayışıyla bağdaşmayan bir
dışlanma modelidir. Modern toplumlarda sosyal devlet anlayışı geliştiği için dışlanmaya maruz
kalan bireyleri devletin içermesi daha kolay ve sağlıklı olmaktadır.
11-Yoksulluk bireyin yaşantısında ekonomik boyutu ele alırken psikolojik boyutu da ele almaktadır.
Katılıyor musunuz?
-Yoksulluğun psikolojik boyutu vardır. Ben hiçbir şey yapamıyorum herkesin evi, arabası var
diyen biri bu durumu düzeltemez fakat bunun geçici bir durum olduğunu bilen ve bu
doğrultuda çalışan biri yoksulluğu kader haline getiremez.
12-Türkiye’deki ekonomik krizlerin istihdam alanlarındaki sosyal dışlanmaya olan olumsuz etkileri
nelerdir. Tartışınız?
-Sosyal dışlanmayı genelde yoksulluk ve istihdam çevresinde ele alacak olursak ekonomik
krizlerin olumsuz etkileri sosyal dışlanmayı artırmıştır. İstihdam sıkıntısı yaşayan bireyler
toplumla bütünleşememe boyutu sonucunda psikolojik buhran yaşayabilir bunu çözmek
bireyi sağlığına kavuşturmak demektir.
13-Sosyal dışlanmaya sebep olan sosyal faktörler nelerdir?
- Sosyal faktörler, sosyal katılımın önünde engel teşkil edecek şekilde politika oluşturanların
ve işverenlerin anlayış ve davranışlarını etkileyebilir. Eski hükümlüler, madde bağımlıları,
özürlüler ve yaşlılar gibi belirli gruplara karşı toplumsal tutum ve davranışlar ayrımcılıkla
sonuçlanabilir. Eğitim, mesleki eğitim, nitelikler ve iş tecrübesi konularındaki eksiklikler gibi
kişisel faktörler, bireyin istihdama erişimini olumsuz etkiler.
Sonuç
Öğretmen kartları toplayıp tekrar dağıttıktan sonra ellerindeki kartlarla tartışma
konusu yaratan öğrenciler, her biri burada farklı bir boyut kazanabiliyor değişik kart aldıkları
66
için farklı sorulara farklı cevaplar bulup bunun üzerine tartışmaya gidiliyor. Sonuç aşaması
olduğundan dolayı sosyal dışlanmanın olumlu, olumsuz, karşıt görüşleri varsa ve yazılmamışsa
bunlar yazılıp tartışmaya son veriliyor.
Sosyolojik Kazanımlar
Yararlanılan Ve Önerilen Kaynaklar
Açıkgöz, Kamile Ün ( 2005), Aktif Öğrenme, Eğitim Dünyası Yayınları, İzmir, 2009
-Maden,Yrd.Doç.Sedat,Türkçe Öğretimi Ve Aktif Öğrenme,Pegem Yayınları,2011-Yavuz, Kudret Eren,Aktif Öğrenme Yöntemleri,Ceceli Yayınları,Nisan 2005,ANKARA
67
15) TOMBALA TEKNİĞİ
Tombala tekniği eğitsel bir oyun olarak kabul edilir. Öğrencilerin merakını uyandırıcı olmasından dolayı dikkatlerini toplamalarını ve derse olan ilgilerinin devamlılığını kolaylaştırır. Öğretilen konuların oyunla pekiştirilmesini sağlayan aynı zamanda öğrenme sürecini monotonluktan kurtararak zevkli hale getiren bir tekniktir.
Avantajları
Anlatılanların oyunla öğretilmesini sağlar. Öğrencilerin derse aktif katılımını sağlar. Dikkat çekici olduğu için motivasyonu arttırır. Oyunla rekabet yarattığı için dersin dikkatle takibini sağlar. Görsel materyal kullanıldığı için öğrenmeyi kolaylaştırır.(Maden,2011)
Sınırlılıkları
Her konu için yeni kartlar hazırlanacağından uygulama zaman açısından kullanışlı değildir. Oyuna odaklanmayla konudan kopma yaşanabilir. Herkes kendi kartındaki kavramla ilgilendiği için diğer kavramların öğrenilmesine engel
olabilir. Sadece çok fazla kavram,tanım ve konu başlığı içeren konular için kullanışlıdır.
Uygulama Süreci
Konunun temel kavram ve düşünceleri maddeler halinde açıklanır. Konunun sözcükleri ya da kavramları tombala kartlarına dağınık olarak yazılır. Hazırlanan tombala kartları öğrencilere dağıtılır. Öğretmen konuyu anlatırken tombala kartlarında kavram ya da tanımlamalardan biri
geçerse tombala kartında o kavramın üzerinin kapatılması istenir. Yatay, dikey ya da çapraz çizgilerle yan yana üç kutu kapatan öğrenciler tombala
yapmış olurlar. Aynı tombala oyununda olduğu gibi ilk sırayı dolduranlar birinci çinko, ikinci sırayı
dolduranlar ikinci çinko, üçüncü sırayı dolduranlar da tombala yapmış olurlar.
68
Ders Sosyoloji
Sınıf III
Ünite Toplum Ve Kültür
Yaklaşık süre 40+40
Kazanım Kültürle İlgili Temel Kavramları Bilir.
Kullanılan Teknik Tombala
Hazırlık
1.Öğrencilere aşağıdaki kavramlar derste öğretilir.
Maddi Kültür: İnsanların yaptıkları aletler, kullandıkları malzemelerdir. Binalar, her türlü araç-
gereç, giysiler vb.
Manevi kültür: İnançlar, değerler, semboller, normlar şeklinde tasnif edilebilir. Manevi
kültür, bir milleti diğer milletlerden ayırt etme imkânı veren örf, adetler, davranışlar, ahlak
anlayışı, değerler, sosyal normlar ve zihniyet değişiklikleridir.
Popüler Kültür: Modern toplumda devam eden "halkın" kültürüdür.
Üst Kültür: Bir toplumda geçerli olan genel kültür özellikleridir.
Alt Kültür: Üst kültür içindeki din, dil, töre ve etnik köken bakımından kendine özgü
özelliklere sahip toplulukların kültürüdür.
Kültürel Şok: Kendi kültür ortamından başka bir kültür ortamına katılan bireylerin yaşadıkları
bunalım ve uyumsuzluk durumudur.
Kültürleme: Toplumun, kendi kültürel özelliklerini yeni kuşaklara sosyalleşme yoluyla
aktarmasıdır.
Kültürleşme: Farklı kültürlerin karşılıklı etkileşime girmesiyle gerçekleşen kültür alış-verişidir.
Kültür Emperyalizmi Kültür emperyalizmi, gelişmiş ülkelerin az gelişmiş diğer kültürleri
özellikle kitle iletişim araçlarıyla etkilemesi ve kendine benzetmesidir.
Kültürel Yozlaşma: Yabancı kültürlerin olumsuz etkisi ve toplumun kendi öz değerlerine
yeterince sahip çıkmaması sonucu meydana gelen kültürel bozulmadır.
Kültürel Gecikme: Bir toplumdaki maddi kültür öğelerinde meydana gelen değişim hızına,
manevi kültür öğelerinin ayak uyduramaması oluşan uyumsuzluk ve görgüsüzlük durumudur.
Kültürel Asimilasyon: Bir kültürün, kendi içindeki azınlık kültürü eritmesi ve kendine
benzetmesidir.
69
Kültürel Yayılma: Bir kültürde ortaya çıkan maddi veya manevi kültür öğesinin dünyadaki başka kültürlere yayılmasıdır.
2. Öğrencilere tombala kartları verilir.3. Öğretmen konuyu anlatırken tombala kartlarında kavram ya da tanımlamalardan biri geçerse tombala kartında o kavramın üzerinin kapatılması istenir.
4.Yatay, dikey ya da çapraz çizgilerle yan yana üç kutu kapatan öğrenciler tombala yapmış olurlar.
5.Aynı tombala oyununda olduğu gibi ilk sırayı dolduranlar birinci çinko, ikinci sırayı dolduranlar ikinci çinko, üçüncü sırayı dolduranlar da tombala yapmış olurlar
ALT
KÜLTÜR
KÜLTÜREL ŞOK
KÜLTÜRLEŞME POPÜLER
KÜLTÜR
KÜLTÜR
KÜLTÜR
EMPERYALİZMİ
KÜLTÜRLEME
KÜLTÜREL
ASİMİLASYON
KÜLTÜRLEŞME
KÜLTÜREL
YAYILMA
ALT KÜLTÜR KÜLTÜRLENME
MANEVİ KÜLTÜR KÜLTÜREL ŞOK
MADDİ
KÜLTÜR
ÜST
KÜLTÜR
KÜLTÜRLEŞME POPÜLER KÜLTÜR KÜLTÜREL
YOZLAŞMA
70
KÜLTÜREL
GECİKME
KÜLTÜRLEME
POPÜLER
KÜLTÜR
KÜLTÜRLEME ALT
KÜLTÜR
KÜLTÜREL
ŞOK
KÜLTÜREL
YAYILMA
KÜLTÜR KÜLTÜREL
GECİKME
KÜLTÜR
EMPERYALİZMİ
MANEVİ
KÜLTÜR
KÜLTÜREL
ASİMİLASYON
KÜLTÜREL
GECİKME
KÜLTÜRLEŞME ÜST
KÜLTÜR
KÜLTÜREL ŞOK MADDİ
KÜLTÜR
KÜLTÜREL
YAYILMA
KÜLTÜR ALT
KÜLTÜR
ÜST
KÜLTÜR
MADDİ
KÜLTÜR
MANEVİ
KÜLTÜR
KÜLTÜRLEŞME
71
KÜLTÜREL
YOZLAŞMA
KÜLTÜREL
ASİMİLASYON
KÜLTÜREL
GECİKME
KÜLTÜREL
ŞOK
KÜLTÜREL EMPERYALİZM
POPÜLER KÜLTÜR
KÜLTÜREL
YAYILMA
KÜLTÜRLEME KÜLTÜRLENME
Sosyolojik Kazanımlar
Yararlanılan Ve Önerilen Kaynaklar
Açıkgöz, Kamile Ün ( 2005), Aktif Öğrenme, Eğitim Dünyası Yayınları, İzmir, 2009
-Maden, Sedat,Türkçe Öğretimi Ve Aktif Öğrenme,Pegem Yayınları,2011-Yavuz, Kudret Eren, Aktif Öğrenme Yöntemleri,Ceceli Yayınları,Nisan 2005,ANKARA
16) KÖŞELENME TEKNİĞİ
Genellikle net bir yanıtı olmayan sorular ve problemler üzerinde çalışırken kullanılır. Öğrencilere, problemin çözümü için bilgi toplamaları, onları çözümleyerek çözüm önermeleri ve önerilerini savunma fırsatı verir. Belirgin çelişkiler, karşıt görüşler içeren konuların öğretiminde kullanılan bir tekniktir. Öğrencilerin eğilimlerini gerekçelendirdikleri, bütün sınıfın etkin katılımını gerektiren, katılımcılarda konuşma, dinleme, tartışma becerilerini geliştiren bir tekniktir. Öğrencilerin küçük gruplarla değil büyük grup olarak katıldıkları bir çalışmadır. Bu teknik, oturarak değil ayakta icra edilmelidir.
Uygulanması sırasında yer alan başlıca işlemler şunlardır;
Uygulama Süreci
1.Uygun problemin seçilmesi ve açıklanması
2.Olası çözümlerin arasından özellikle tartışmalı olanların seçilmesi.
72
3.Seçilen çözümlerin kartonlara yazılarak sınıfın çeşitli köşelerine asılması.
4.Öğrencilerin kendilerine en uygun gelen çözümün asılı olduğu köşeye gitmeleri ve orada toplanmaları.
5.Aynı köşeyi seçenlerin oluşturduğu gruplarda o çözümü seçme nedenlerinin tartışılması ve gerekçelerin hazırlanması.
6.Hazırlanan gerekçelerin sınıfa sunulması.
7.Sınıf tartışması ve sınıf kararının alınması.
Avantajları
Derse olan ilgi ve motivasyonu artırarak aktif katılımı sağlar. İletişim, işbirliği ve problem çözme becerilerini geliştirir. Öğrencileri araştırma ve inceleme yapmaya yöneltir. Öğrenilenleri gözden geçirme, değerlendirme, karar verme fırsatı amacıyla kullanılabilir. Öğrencilerin bir konu hakkında düşüncelerini ve bilgilerini paylaşmaları ve değerlendirmeleri
esasına dayanır. Öğrencilere toplumsal ve demokratik değerler kazandırır. Öğrenciye anında dönüt, düzeltme ve pekiştirme imkânı verir. Öğrencilere grup oluşturma, söz alma, görüşünü açıklama, kendini ifade etme, tartışma gibi
toplumsal kazanımlar benimsetilir.
Sınırlılıkları
Uygulanması zaman alıcıdır. Her ders ve konuya uygulanamaz. Öğrenci köşesini seçtikten sonra yeni açıklamalar öğrense bile köşesini(kararını) değiştiremez. Birey görüş geliştiremez. Daha çok grup fikri ön plana çıkar. Tartışmalar sırasında sınıfta gürültü oluşur. Yanlış kullanımda hedef dışına çıkılabilir.
Uygulama Örneği
Ders Sosyoloji
Sınıf III
Ünite Toplum Ve Kültür
Yaklaşık süre 40+40
Kazanım Kültürlenme ve kültürleşme sürecinde kendi toplumsal
kültürünün önemini fark eder.
Kullanılan Teknik Köşelenme
Hazırlık evresi
73
Lise 3 sosyoloji dersi “Toplum Ve Kültür” ünitesinde “kazanımı çerçevesinde diğer kültürlere bakış açısı ve kendi kültürümüz konusu sınıfa sunulur.
Köşelenme tekniği çerçevesinde seçilen çözümler kartonlara yazılır ve sınıfın üç köşesine asılır. Öğretmen öğrencilerine, arkadaşlarına saygılı davranarak farklı düşünceleri de dinlemelerini ve neden bu düşünceyi savunduklarını gerekçesi ile birlikte söylemelerini ister.
Öğretmen öğrencilere hangi düşünceyi savunuyorlarsa o kartonun bulunduğu köşeye gitmelerini söyler.
Uygulama evresi
Öğrenciler hangi düşüncede ise o kartonun bulunduğu köşeye geçer ve düşüncelerini şöyle açıklarlar;
Toplumun kendi kültürünü temellendirmesi gerekir: Kültür yaşama şekli, inanç, örf, adet gibi maddi ve manevi değerlerden oluşan bir yapıdır. Tüm bu değerler toplumların kendilerine özgüdür ve kendi kültürü içinde yaşatmalıdır. Diğer toplumların kültürlerine açıklık yabancılaşmayı meydana getirir.
Toplumlar diğer kültürlere açık olmalıdır: Günümüzde kültürler arası etkileşim önemli bir yer tutmaktadır. Yaşanan toplumsal değişmeye ayak uydurabilmek için diğer toplumlarla olan sınırların kalkması gerekir. Değişme ile birlikte diğer kültürlere açık olunmalıdır.
Toplum diğer kültürlere açık olmalıdır fakat kültürler arası sınırlar bilinmelidir: Her toplumun kendine has bir kültürü vardır. Kapalı toplum özelliğini göstermemek ve yaşanan gelişmelerin ardında kalmamak için diğer kültürlere de açık olunmalıdır ancak kendi kültürel değerlerimi korumalıyız.
Sonuç
Üç farklı düşünce sınıfta tartışılarak, öğretmen rehberliğinde; kültür kavramının önemli olduğunu toplumların kendi kültürlerini korumalarını diğer kültürlere de saygılı ve hoşgörülü olunması gerektiği kararı alınır.
Sosyolojik Kazanımlar
Yararlanılan Ve Önerilen Kaynaklar
Açıkgöz, Kamile Ün ( 2005), Aktif Öğrenme, Eğitim Dünyası Yayınları, İzmir, 2009
17) KAVRAMSAL DEĞİŞME METİNLERİ
Fen bilimlerinde kullanılan bir teknik olarak kavramsal değişim metinleri tekniği sosyal bilimlerde ve özellikle kavram yanılgılarının sık yaşandığı sosyoloji alanında da kullanılır. Kavram yanılgısı, bir kavramın bilimsel teorilerce kabul edilen tanımlamalarından farklı bir şekilde öğrenilmesi olarak tanımlanır. Kavram yanılgılarının giderilmesinde bu teknik etkili olarak kullanılır.
74
Yapılandırmacı bir anlayışa sahip kavramsal değişim modeli, öğrencilerin kavram yanılgılarından yani bilimsel olmayan bilgilerinden bilimsel olarak doğru kabul edilen bilgilere geçiş yapabilmeleri konusunda öğrencileri cesaretlendiren alternatif bir yaklaşımı temsil etmektedir ve Piaget’in özümleme, düzenleme ve dengeleme ilkeleri üzerine kurulmuştur.Kavramsal değişim metinleri modeli, bilimsel olarak doğru olan bilgilerle kavram yanılgıları arasındaki çelişkileri açık bir şekilde ortaya koyan metinler olarak tanımlamaktadır. Özellikle öğrenci sayısının fazla olduğu sınıflarda kavram değiştirme metinlerinin uygulanması öğretmene yardımcı olabilir ve öğretimi zenginleştirebilir.
Uygulama Süreci1. Kavram değiştirme metinlerinde, öncelikle öğrencilerin konuyla ilgili ön bilgilerini ve
kavram yanılgılarını aktif hale getirmek için bir soru sorulur. 2. Daha sonra, o konuda en çok sahip olunan ortak kavram yanılgıları ifade edilir 3. Bu yanılgıların neden yanlış olduğuna dair açıklamalar yapılır. 4. Metinde en son olarak, konunun gerektirdiği bilgiler bilimsel bir çerçevede anlatılır ve
örneklerle zenginleştirilir.
Avantajları
Öğrencilerin derse aktif bir şekilde katılımları sağlanmıştır.
Bu metinler sayesinde öğrencilerin kavram yanılgılarının giderilmesinde ikna edilirliği
artar.
Kavramsal değiştirme metinleri okuyarak bilimsel olmayan kavramların yerini bilimsel
kavramlar alır.
Geleneksel öğretim teknikleri yerine aktif öğretim teknikleri kullanılarak dersin kalıcı ve
anlaşılır olması sağlanır.
Sınırlıklar
Kavram değişimi metinleri düzeyin üstünde kurgulanırsa verim elde edilemez.
Kavram yanılgıları doğru seçilmezse sonuç alınmaz.
Kavram yanılgılarından ve bunları çürütecek delillerin kurgulanması zor olabilir.
Tekniğin işlemleri iyi anlaşılmazsa uygulama verimsiz syreder.
Uygulama Örneği
Ders Sosyoloji
Sınıf III
Ünite Tüm üniteler
75
Yaklaşık süre 40+40
Kazanım Batılılaşma-modernleşme, grup-yığın ve suç-sapma
Kullanılan Teknik Kavramsal Değişim Metinleri
- Hazırlık Evresi
Kavramsal değişim metinleri tekniğini sosyolojik bir kavram olan ve öğrenciler arasında bir
yanlış anlamaya sebep olan batılılaşma-modernleşme, suç-sapma ve grup-yığın kavramlarına
uyguladık. Kavramsal değişim metinleri uygulanırken öncelikle kavram yanılgıları öğrencilere
anlatılır ve arkasında bu kavram yanılgılarının yanlış olduğunu ispatlayacak deliller sunulur.
Eğer bu tip testlerin bulunduğu kitapları bulmak zor ise öğretmen metinleri kendisi hazırlar.
Bizde burada öğrencilere üç tane kavramsal değişim metni hazırladık ve bu metinleri dikkatli
okuyarak yanılgılar arasındaki farkı öğrenmelerini istedik. Hazırladığımız metinler;
batılılaşma-modernleşme, grup-yığın ve suç-sapma ile ilgili.
1.Kavramsal Değişim Metni Örneği
Batılılaşma-Modernleşme Yanılgısı
Batılılaşma-modernleşme karşılaştırılmasında öne çıkan en önemli yanılgı
modernleşmenin batıya özgü olduğu yanılgısıdır. “Modern medeniyet batı medeniyetidir”
yanılgısı tümüyle yanlış bir saptamadır. Batı medeniyeti 8. ve 9. yüzyıllarda ortaya çıkmış ve
farklı özelliklerini bunu izleyen yıllarda kazanmıştır. Batı medeniyeti 17. ve 18. yy gelmeden
modernleşmiştir. Batı, modern olmadan çok daha önceleri de batı idi. Modernleşme sadece
batıya özgü değildir. Modernleşme ve batılılaşma arasındaki farklılığı görebilmek için gerekli
kıstaslardan biri batının üretmiş olduğu ürünün geleneksel toplumlarda bulunup
bulunmadığıdır. Eğer batı dışı toplumlarda batının üretmiş olduğu eşit ya da alternatif
olabilecek ürün varsa ve bu toplumlarda da batılı ürün tercih ediliyorsa burada rahatlıkla
batılılaşmadan söz edilebilir. Fakat batı dışı toplumlarda alternatif bir ürün yoksa ve bu ürün
hayatın zorunlu ihtiyacı haline gelmişse burada batılılaşmadan söz etmek zordur. Her ne
kadar modernleşme kavramı batı orijini olmayı kapsamış olsa da batı kimliğine ve tamamen
batı kültürüne bir vurgu olarak anlaşılamaz. Batı müziği, yemekleri ya da giyim tarzlarını
insanlar başka seçenek olmadığı için tercih etmezler. Sadece zevk, etkileme, kabullenme ve
76
kanıksamadan dolayı bunları kabul ederler. Modernlik daha çok zorunluluğun, ussallığın ve
pratik olmanın dayattığı bir kavramken batılılaşma zorunluluktan daha çok egemen kültürün
baskısı ve de zevk tercihi olarak karşımıza çıkar. Örneğin Türk kültüründe tarhana çorbasının
hazır çorba haline getirilmesi modernleşmenin; çorbanın bardakta içilmesi batılılaşmanın
göstergesidir.
2.Kavramsal Değişim Metni Örneği
Grup-Yığın Yanılgısı
Grup-yığın kavramları birçok insan tarafından yanılgıya sebep olacak kavramalardır.
Gündelik hayatta birçoğumuz bu yanılgıya düşmekteyiz. Çünkü bir araya gelen bir topluluk
gördüğümüzde onları bir grup olarak algılarız. Oysaki her gördüğümüz topluluk bir grup
değildir, yığında olabilir. Önemli olan o topluluk arasındaki etkileşimdir.
Grup, aralarında etkileşim olan, en az iki kişiden oluşan, belirli bir amaç etrafında bir araya
gelmiş göreli sürekliliği olan insanlardan oluşur. Örneğin; aile, okul, spor kulübü, sendika,
çeşitli dernekler ve siyasî partiler birer toplumsal gruptur. Çünkü burada bir araya gelen
insanlar arasında bir ortak amaç vardır. Herkes bu amaç doğrultusunda hareket eder. Mesela
okulda okuyan her öğrencinin amacı ilerde iyi bir meslek sahibi olmaktır.
Yığın ise; fiziksel olarak bir arada olmalarına rağmen, aralarında sosyal ilişki olmayan
insanlardan oluşur. Kırmızı ışıkta bekleyenler, bir basketbol maçını izleyenler gibi. Toplumsal
yığınlar kalabalıklar şeklinde gruplandırır. Kalabalıklar çeşitli nedenlerle bir araya gelmiş fakat
birbirleriyle etkileşim içinde olmayan insanların oluşturduğu yığınlardır. Örneğin, bir iş
yerinden ya da bir okuldan çıkanlar kalabalığı oluşturur. Ya da sinema salonundaki izleyiciler
bir yığın olma özelliği taşır. Yığınları bir grup , grupları da bir yığın olarak düşünmek doğru
değildir. İkisi birbirinden oldukça farklıdır.
3.Kavramsal Değişim Metni Örneği
Suç-Sapma Yanılgısı
Sapma ile suç kavramları birbirleriyle yakından ilişkili kavramlar oldukları için kavram
yanılgısına sebep olurlar. Burada karşılaşılan en önemli yanılgı “her sapmanın suç olduğu”
yanılgısıdır. Bu yanlış bir algılamadır.
77
Sapma kavramında örf, adet, gelenek ve görenek gibi toplumun benimsediği temel
normlara aykırılık mevcut iken, suç kavramının hukuksal boyutu ön plandadır. Her sapma bir
suç oluşturmazken, hukuka aykırı davranışların tümü suç olarak görülür. Suç olgusu nesnellik
gösterirken, sapmada öznellik gösterir. Adam öldürme tüm toplumlarca hukuki olarak suç
olarak kabul edilmiştir. Bir sapma olgusu kabul edebileceğimiz uyuşturucu kullanımı ise
tartışılır hale gelmiştir. Artık bazı ülkeler uyuşturucu kullanımını yasal hale getirmişlerdir.
Bir toplumda bir grup tarafından tanımlanan sapma davranışlar başka bir toplu tarafından
sapma olarak tanımlanmayabilir. Bu çerçevede sapma, suç tanımları ve bu davranışlara karşı
yapılması gereken yaptırımlar siyasal bir süreç içinde gerçekleşmektedir. Bir davranışta
hukuki yaptırım söz konusu olur ise bu davranışın suç olduğundan söz edebiliriz. Sapma
davranışında ise karşılaşılan en büyük yaptırım kınama ya da tolum tarafından dışlanma olur.
Bir davranışın suç olabilmesi için hukuki bir yaptırımla karşılaşılması gerekir. “Her sapma
davranışı suç değildir ancak her suç bir sapmadır”.
Yararlanılan Ve Önerilen Kaynaklar
KLAUSMEIER, H. J. (1992). Concept Learning and Concept Teaching. Educational Psychologist, 27(3): 267-286.
NOVAK, J., GOWiN, D.B. 1984. Learning how to learn. Cambridge University Press.
Aksay, E.Ç. ve Z. D.Şahin. İlköğeretim 7. Sınıf Fen Ve Teknoloji Dersi Boşaltım Konusunda Sahip Olunan Kavram Yanılgılarının Giderilmesine Yönelik Bir Çalışma (http://oc.eab.org.tr/egtconf/pdfkitap/pdf/538.pdf)
Ayaş, A. (2008). “Kavram Öğrenimi”, Kuramdan Uygulamaya Fen ve Teknoloji Öğretimi. (Ed: S.Çepni). Pegem Akademi Yayınları
3) Başer, M. E. Çataloğlu.(2005). Kavram Değişimi Yöntemine Dayalı Öğretimin Öğrencilerin Isı ve Sıcaklık Konusundaki Yanlış Kavramlarının Giderilmesindeki Etkisi. Hacettepe Üniversitesi E2itim Fakültesi Dergisi 2005-29: 43-52
4) Berber, N.C. ve Musa S.(2009). Kavramsal Değişim Metinlerinin İş, Güç, Enerji Konusunu Anlamaya Etkisi Selçuk Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı 27, Sayfa 159 -172, 2009
17. DÜŞÜN, EŞLEŞ, PAYLAŞ TEKNİĞİ
Düşün-Eşleş-Paylaş, öğrencilerin içerik hakkında konuştukları ve tüm grupla paylaşmadan önce
fikirlerini tartıştıkları üç aşamalı öğrenci hareketinden oluşan bir işbirlikli tartışma stratejisidir. İşbirlikli
öğrenmenin iki önemli özelliği olan ‘düşünme zamanı’ ve akran etkileşimi öğelerini ortaya çıkarır.
Düşün-Eşleş-Paylaş ‘ın amacı, öğrencilerin bilgiyi işlemelerine, iletişim becerileri geliştirmelerine ve
düşünmelerini saflaştırmalarına yardımcı olmasıdır. İnsanların işbirliğine dayalı, ortaya bir şey
78
koymalarını sağlamaktır yani önemli olan insanları grup çalışmalarına teşvik etmek ve birlikteliği
öğretmektir.
Uygulama Süreci Bu stratejiyle, öğretmen:
• Açık uçlu bir soru ya da problem ortaya atar.
• Öğrencilere, cevapları hakkında düşünmek için bir ya da iki dakika verir.
• Öğrencileri, cevaplarını tartışmaları ve fikirlerini paylaşmaları için eşleştirir.
• Öğrencilerin cevaplarını küçük bir grupla ya da tüm sınıfla paylaşmaları için fırsatlar verir.
Avantajları
Öğrencilerde iletişim kurma, kendini ifade etme, girişimcilik özelliklerini kazandırır.
Yaratıcı ve eleştirel düşünme becerilerini kazandırmaya dönük bir tekniktir.
Öğrencilerde farklı bir bakış açılarını görme becerisi kazandırır.
Bu teknik, öğrencilere gerekirse cevaplarını değiştirmeleri için de zaman verir ve ‘yanlış’
cevap verme korkusunu azaltır.
Sınırlıkları
Öğrencilerden bazıları grup ortamında çalışmayı sevmeyebilir yalnız çalıştığında başarı gösterebilir.
Grup içinde yıkıcı tartışmalar yaşanabilir. Üst düzeyde yetenekliler grup üzerinde baskı oluşturabilirler.
Yavaş öğrenen öğrencilerin gruptan dışlanması söz konusudur. Her ders ve konuda yeterli değildir. Öğretmenin anlatması gereken konuların öğretiminde
etkili değildir.
Uygulama Örneği
Ders Sosyoloji
Sınıf III
Ünite Toplumsal Kurumlar
Yaklaşık süre 40+40
79
Kazanım Üretim-tüketim ve bölüşüm kavramlar.
Kullanılan Teknik Kavramsal Değişim Metinleri
- Hazırlık Evresi
Öğretmen: Tüketimde çeşitliliğin artması sizce yararlı mıdır? Toplumumuzda ne gibi sonuçlar doğurur? Bu konuyla ilgili fikirlerinizi öğrenmek istiyorum. Fikirlerinizi ‘Düşün,Eşleş,Paylaş’ tekniğiyle ortaya koymanızı istiyorum. Toplam 18 kişisiniz, herkes 3’erli gruplara bölünsün. Düşünmeniz için size 5 dk. Süre veriyorum. Şimdi verdiğim konuyla ilgili herkes yanındaki eşine dönerek fikirlerini eşiyle tartışsın.
1.Grup
Meltem: Tüketimde çeşitliliğin artması bana göre yararlıdır. Tüketim noktasında sıkıntı yaşamak istemiyorum. Ürün çeşitliliği benim için çok önemli aynı üründen birden fazla olması benim işimi daha fazla kolaylaştırır. Ürün çeşitliliği arttıkça kalite artar, ayrıca herkesle aynı şeyi tüketmek istemem. Tüketim tarzı diğer insanlardan farkımı ortaya koymam önemli.
Ali: Tüketimde çeşitliliğin artması kalitenin artması anlamına gelmez. Çeşitliliğin artması bizleri tüketime yöneltir. Zamanla ihtiyacım olmadığı halde tüketim alışkanlığı edinen bir birey haline geliriz.
Mehmet: Bende Meltem gibi düşünüyorum. Çeşitlilik artarsa daha rahat bir alış-veriş süreci geçirebileceğimizi düşünüyorum.
2.Grup
Leyla: Eskiden insanlar tüketimde çeşitlilik olmadığı için sabit bir ürünü kullanmak zorundaydı. Şimdi ise herkes istediği şeyi istediği yerden alıp tüketebiliyor.
Elif: Tüketimde çeşitliliğin artması yaralıdır. Çünkü çeşitlilik insanları seçim ve tercih yapmaya itiyor. Bu çeşitlilik sayesinde kişi bir ürünü beğenmediği takdirde diğerini tercih edebiliyor.
Ahmet: Tüketimde çeşitlilik artarsa rekabet artar. Buda yararlıdır. İnsanlar daha az fiyata daha kaliteli ürünler alabilir.
3.Grup
Kadir: Tüketimde çeşitliliğin artması zararlıdır. Çünkü ürün çeşitliliği insanı gereksiz alış-verişe zorlar. Buda insanların ekonomik yapısını bozar.
Ayşe: Bana göre yararlıdır çünkü tüketici hem seçim yapma hakkına sahip olur hemde ürünleri daha ucuza mal edebilir. Ne kadar çok ürün varsa o kadar çok rekabet olur bu da ürünün fiyatına yansır.
Handan: Ben Kadir arkadaşıma katılmıyorum Çünkü insanlar eskiden ihtiyaçlarını karşılayamıyorlardı. İhtiyaçlarını karşılayacak bir mal yoktu. Bir ürün birden fazla amaçla kullanılıyordu. Şimdi ise eline attığı her yerde istediğini bulabiliyor.
80
4.Grup
Muhsin: Tüketim çeşitliliğinin artması bana göre zararlıdır. Çeşitlilik arttıkça rekabet arttığı için ürünün fiyatı düşer buda kalitenin düşmesine neden olur. Mesela Çin malları hem çok ucuz hem de dayanıksızdır.
Faruk: Bende Muhsin arkadaşıma katılmakla beraber insanlar artık ihtiyaçları olmadığı halde ürünün fiyat cazipliği onu gereksiz alış-verişe zorlar. Bir söz vardır ‘Ucuz mal alacak kadar zengin değilim’
Yunus: Sizlere katılıyorum arkadaşlar. Çünkü ürün çeşitliliğiyle mağaza vitrinlerinde çok sayıda ürünlerin sergilenmesi insanları güzelliğiyle tahrik ederek istem dışı alıma zorlar. Bu durumda hem alış-veriş artar hem de estetik olarak insanların değişmesine neden olur.Bu nedenle insanlar ürünlere olağanüstü değerler yükleyerek yaşamının vazgeçilmezlerine koyar.
5.Grup
Merve:bence seçme hürriyeti tanıdığından yararlı bir durum.sahte ürünlerin piyasada kol gezmesi can sıkıcı olsa da çeşitliğin artması taraftarıyım
Aslı:benim babam satıcı. Ürün çeşitliği fiyatları düşürüyor. Çünkü çeşitlilik arttıkça üreticiler arasında rekabet başlıyor. Üreticiler bu rekabet sonucu ürünlerin fiyatını düşürmek zorunda kalıyorlar.haliyle bu durum babamı olumsuz etkiliyor.
Hatice: üretici ve tüketici ayırımına girecek olursak üretici için zararlı ama tüketici için yararlı bir durumdur. Ama genel haliyle bence çeşitlilik artmalıdır.
6.Grup
Esra: Ttüketimde çeşitlilik arttıkça daha çok tüketmeye başlıyoruz. Boş zamanlarımızı tüketim için kullanmaya başlıyoruz. Çeşit çeşit ,renk renk ürünler daha çok cezp ediyor.ihtiyacımız olmadığı halde tüketme alışkanlığı ediniyoruz.
İbrahim: Çeşitlerin fazla olması beni kararsızlığa yöneltiyor. Bir kalem bile almaya kalksam yüzlerce çeşidini buluyordum bu da alışverişimizi uzamasına ve kararsızlığımın artmasına neden oluyor.
Fatma Zehra: Tüketimde çeşitliliğin artması refah seviyemizin de arttığını gösterir. Çünkü bir zamanlar ekmek bile bulamazenken şimdi hayal edemeyeceğimiz kadar çeşit bulunmaktadır. Tek tip olmak yerine farklılaşıyoruz.
Öğretmen: Siz ve eşlerinizin fikirleri paylaşma şansı olduğuna göre hanginizin tüm grupla fikirlerini paylaşacağınızı seçip düşüncelerinizi sınıfla paylaşın.
1.Grup:
Meltem: Mehmet ile tüketimde çeşitliliğin artmasının bize yararlı olduğu noktasında hemfikir olduk. Ürün çeşitliliğinin artması bizim için önemlidir. Aynı üründen birden fazla olması işimizi kolaylaştırır. Ürün çeşitliliği artarsa kalitede artar. Ali ise tüketimde çeşitliliğin artmasının bizleri tüketime yönelteceğini belirtti.
2.Grup
81
Leyla: Elif ve Ahmet ile birlikte tüketimde çeşitliliğin artması yaralıdır sonucuna vardık. Çünkü çeşitlilik insanları seçim ve tercih yapmaya itiyor. Eskiden insanlar tüketimde çeşitlilik olmadığı için sabit bir ürünü kullanmak zorundaydı. Şimdi ise herkes istediği şeyi istediği yerden alıp tüketebiliyor.
3.Grup
Handan :Biz grubumuzla birlikte yani Kadir Ayşe ve ben tüketimde çeşitliliğin artması yararlıdır sonucuna vardık.Aslında en başta uzlaşamamıştık ama daha sonra verdiğimiz örnekler doğrultusunda birbirimizin düşüncelerini etkiledik.çeşitlilik artarsa insan alışveriş yaparken daha rahat olur diye düşünüyoruz.
4.Grup
Muhsin:biz üç arkadaş bu noktada en baştan beri uzlaşmıştık.ortak düşüncemiz tüketimde çeşitlilik ürünlerin kalitesine etki ediyor. Çeşitlilik artıkça ürün kalitesi ve fiyatı düşüyor. Ayrıca insan ucuz ürünler karşısında tüketme isteğini frenleme noktasında zor anlar yaşıyor.
5.Grup
Aslı: Bana göre seçme hürriyeti tanındığı için olumlu bir durumken diğer arkadaşlarım olaya üretici ve tüketici açısından baktılar. Çeşitlilik tüketiciler için yararlı iken üreticiler için zararlıdır sonucuna vardık.
6.Grup
Fatma Zehra: Ürün çeşitliliğinin artmasının yararları olduğu kadar zaraları da vardır. Çeşit arttıkça hangi ürünü seçeceğimiz noktasında kararsız kalıyoruz. Saatlerimizi alış-veriş yaparak harcıyoruz.
Öğretmen: Hepinize yorumlarınız için teşekkür ederim.
RESİM-FOTOĞRAF ANALİZİ TEKNİĞİ
Resim analizinde, öğrencilere bir fotoğraf, harita ya da diyagram gösterilip, gözlemleri ve yorumları sorulur. Bu tip aktiviteler, öğrencilerin aniden dikkatini çekerken, derse başlamanın en iyi yollarından biridir. Resim analizi, bilgi, kavrama, uygulama ve analiz düzeyindeki davranışları gerektirir.
Resim analizi aynı zamanda dersin değerlendirme ve tartışma bölümlerinde de etkili kullanılabilir. Öğrencilere dağıtılan ya da yansıda sınıfa gösterilen bir resim ya da fotoğraf üzerinde sınıf için etkili tartışma süreçleri oluşturulabilir. Özellikle sosyoloji dersinde bu tür görsel objelerin somut olarak derse getirilmesi önem arz etmektedir. Derse getirilecek resim ya da fotoğraf öğrenciler tarafından da getirilebilir.
Grup çalışması şeklinde olabileceği gibi bireysel olarak da kurgulanabilir.
Uygulama Süreci
82
1. Sınıfa öğretmen ya da öğrenciler tarafından konu ile ilgili bir resim, fotoğraf getirilir.2. Öğrencilere bu resim ya da fotoğrafı ile ilgili dersin hedefleri bağlamında bir süre
incelemeleri istenir.3. Öğretmen yönlendirici tartışma sorularını öğrencilere yöneltir.4. Öğrenciler tarafından resim ya da fotoğrafta belirlenen enstanteler, vurgular,
ayrıntılar sınıfta paylaşılır.5. Bulguların sosyolojik kavramlar ile ilgili olmasına dikkat edilir.6. Tüm bulgular ve yorumlar sürecin sonunda tüm sınıfça tartışılır.
Avantajları
Öğrencilere bildiklerini ve kavradıklarını gerçek duruma uygulama fırsatı verir. Soyut düşünceler burada pratiğe, uygulamaya dönüştürülebilir.
Öğrenciler ders kitabı dışındaki materyallerden de yararlanma imkanına kavuşurlar. Konu ve sorun alanlarını ele alma, kavrama yeteneği ile birlikte problem çözme becerisi
geliştirir. Eleştirel düşünme ve karar verme becerileri gelişir. Tüm öğrencilerin tartışmalara katılması sağlanır. Gruplarla da uygulanabileceği için birlikte çalışma imkanı sağlar. Önceki öğrencilerle bağ kurar. Soyut bilgiler somut nesneler ile ilişkilendirilir. Kalıcı ve anlamlı öğrenme gelişir. Neden-sonuç ilişkisi kurma becerisi kazandırır.
Sınırlıklar
Resim ya da fotoğrafların amaca uygun olarak kurgulanması güç olabilir. Kalabalık gruplarda uygulanması güç olabilir. Öğretmenin grup liderliği yapamayacağı durumlarda olayın ayrıntılarını bilen bir lidere ihtiyaç
duyulur. Eğitsel bağlamda istenilen her sonuca ulaşılamayabilir. Tartışmaları yönetmede zorlukla karşılaşılabilir. Öğrenciler sürecin dışına çıkarak tartışmayı
bireyselleştirebilirler. Öğrenciler yeterli bilgi ve deneyimlere sahip değil iseler katılım az olabilir ve değişik fikirler
ortaya konulamayabilir. Bazı öğrenciler sürece katılmak istemeyebilir ya da bazı öğrencilerin tekelinde gerçekleşebilir.
Toplumsal şiddet
83
Çocuk İşciler
19. BİLGİ-İSTEK-ÖĞRENME TEKNİĞİ
Öğrencilerin anlatılacak konuyla ilgili ön bilgilerinin tespiti, bu tespite dayalı olarak hissettikleri öğrenme ihtiyacı ve bunların sonucunda ulaştıkları seviyenin öğrenci gözüyle belirlenmesini gösteren bir tekniktir.
84
Uygulama Süreci:
1. Öğrenciler ellerinde “Ne biliyorum, ne öğrenmek istiyorum, ne öğrendim?” başlıklarının bulunduğu kartlarını hazır bulundururlar.
2. Öğretmen anlatacağı konuyu sınıfa duyurur.3. Öğrenciler bu konuyla ilgili bildikleri her şeyi “Ne biliyorum?” başlığı altında ellerindeki
kartlara yazarlar.4. Öğrenciler daha sonra bu ön bilgilerine ek olarak anlatılacak konuyla ilgili öğrenme ihtiyacı
hissettikleri şeyleri “Ne öğrenmek istiyorum?” başlıklı bölüme yazar.5. Sonra öğretmen dersin işlenişine geçer.6. Konunun tamamı bittikten sonra öğrenciler bu kez ellerindeki kartların “Ne öğrendim?”
başlıklı bölümüne konu anlatıldıktan sonra öğrendikleri her şeyi yazarlar.
Avantajlar:
Öğrencilerin konuyla ilgili ön bilgilerinin tespitini sağlar. Ön bilgilerin tespiti sonucunda öğretmen, konuyla ilgili sınıfın düzeyi hakkında bilgi sahibi
olur. Öğretmen sınıfın düzeyi hakkında bilgi sahibi olacağı için plan-programını ve ders işleyiş
tekniğini buna göre belirler. Öğrencilere konuyla ilgili önceden bildikleri ile sonradan öğrendikleri arasında karşılaştırma
yapmasını sağlar. Öğrencilerin hissettikleri öğrenme ihtiyacına ulaşıp ulaşmadıklarını belirler.
Sınırlılıkları:
Her öğrencinin hazır bulunurluk düzeyi ve belirttiği öğrenme ihtiyacı birbirinden farklı olacağı için öğretmen tüm öğrencilerin isteklerini göz önünde bulundurarak ders işlediğinde hem zaman konusunda sıkıntı yaşayabilir hem de ön bilgisi fazla olan öğrenci, öğretmen diğerleriyle ilgilenirken dersten kopabilir.
Ne Biliyorum? Ne Öğrenmek İstiyorum? Ne Öğrendim?
Kulak beş duyu organımızdan Çevremizdeki farklı ses Her sesin bir kaynak tarafından
85
birisidir.kaynaklarını
oluşturulduğunu
Sesleri kulaklarımız sayesinde
işitiriz.
Ses ve ses kaynağı arasındaki
ilişkiyi
İşitme duyumu kullanarak ses kaynağının yerini ve durumunu tahmin etmeyi
Çevremizde birçok değişik sesler duyarız. Seslerin nasıl oluştuğunu
Titreşen her maddenin ses ürettiğini ancak bazı titreşimler sonucu oluşan sesleri duymadığımı
20. Bulmaca Yöntemi:
86
Kavramlar üzerinde çalışma, kavramları belli bir mantık çerçevesi içinde değerlendirmeyi sağlar. Öğrenme süreci esnasında kavramları ve durumları derinlemesine değerlendirirken kullanılır. (Yavuz, 2005, 110)
Bulmacalar insanların üzerinde çalışmaktan zevk aldığı etkinliklerdir. Farklı türlerde farklı amaçlar için hazırlanabilir ve çalışılabilir. Bir öğrenme materyali olarak bulmacalardan öğrenme ortamında değerlendirme amaçlı
faydalanabilirler. Yine öğretmenler bir öğrenme deneyiminin sonunda bulmacalardan oluşan çalışma kâğıtları
ile öğrencilerin konuyla ilgili öğrenme süreçlerini devam ettirebilir veya kavramlardan oluşan doldurulmuş bir bulmaca verilip bu bulmacadaki kavramlara uygun sorular hazırlama çalışmaları yürütülebilir.
Uygulama Süreci:
Çalışmanın amacı hakkında öğrenciler bilgilendirilir. Farklı bulmaca türleri konusunda öğrenciler bilgilendirilir. Çalışma esnasında kullanılacak kaynak materyaller ve kitaplar hazırlanır. Öğrenciler ikili gruplar oluştururlar. Öğrencilerden konuyla ilgili bir bulmaca hazırlamaları istenir. Çalışma bitiminde öğrenciler çalışmalarını tanıtırlar.
Avantajları:
Öğrenme ortamını zevkli hâle getirir. Öğrenciler, öğrenme sürecinde aktif olurlar. Kendi hazırladıkları bulmacaları öğrenmeleri daha kalıcı olur.
Sınırlıkları:
Zevkli öğrenme ortamı, çalışmada eğlence ortamının abartılmasına neden olabilir ve öğrencinin dikkati çabuk dağılabilir.
Konuyla ilgili öğrenciler bulmaca hazırlarken bilgiler arasında seçim yapmak zorunda kalacakları için yanlış veya eksik kararlar verebilirler. Daha önemli bir konu, daha önemsiz bir konunun gerisinde kalabilir.
Öğrenci konuyla ilgili olarak kendisini değerlendirirken sadece bulmacadaki bilgilere odaklanabilir, bu da eksik değerlendirmeye neden olur.
Aktif öğrenme tekniklerinin zorlukları bu teknik için de geçerlidir.
SOSYOLOJİ ÖĞRETİMDE PROJE YÖNTEMİ
87
Proje, zihinsel bir tasarımın belirli süreçler sonucunda somut ürüne dönüşmesidir. öğrencinin doğal koşullar altında yaşama benzeyen bir yaklaşımla problemlerin çözümünü amaçlayan zihinsel ve fiziksel bir etkinliktir. Amacı, öğrenciye birinci elden bir şeyin nasıl yapılacağını deneme fırsatı vermektir. Proje yöntemi öğrencinin, öğrenme-öğretme sürecinde pasif bir alıcı konumundan, araştıran, inceleyen, bilgiye ulaşan ve elde ettiği bilgileri kullanarak anlamlı bütünler haline getirip bu bilgilerle problem çözmesini amaçlar.
Genel kavramlara, düşüncelere ve bir disiplinin ilkelerine(prensiplerinE) odaklanır. Öğrencilerin problem çözümü için, araştırmaları, bilgi elde etmeleri ve bu bilgileri anlamlı bütünler haline getirerek bir ürün ortaya koyma görevlerini içerir. Gerçekçi ürünlerle en son noktaya ulaşmalarını sağlar. Öğrenciler için yaratıcı bir öğrenme deneyimi kazanmalarını hedeflemektedir.Proje yöntemi öğretim programının birbirinden bağımsız küçük bilgiler yığını olarak öğretilmesine karşı geliştirilmiş ve çağdaş ülkelerde uygulanmakta olan bir öğretim yöntemidir. Bu model ders senaryosu içinde mümkünse birden fazla dersin öğrenme hedeflerini kapsar. Öğrenci “Kendi şehrinizi kendiniz yaratın” gibi bir senaryosu içinde gerçek problemlerin çözümüne yönelik, ağırlıklı olarak, düşünme, problem çözme, yaratıcılık, bilgiye erişim, işleme, yeniden harmanlama, sorgulama ve uzlaşma gibi aktiviteler yapar. Bu hem bireysel etkinliğe, hem de küçük gruplar içinde ekipçalışmasına olanak veren bir süreçtir (Aytekin ve Rasan,2001).
Proje tabanlı öğrenme yönteminin ana felsefesi; çocuğun yaşadığı çevrede hayatı küçük ölçüde de olsa yaşamasıdır. Böylece hayatta işe yaramayan bilgilere yer verilmemiş olur.
Etkili Kullanım İlkeleri Proje amacı kesinlikle gerçekleşmeli ve ortaya nesne ve düşün niteliğinde bir ürün çıkmalıdır. Projenin konusu öğrencinin kapasitesinin çok altında veya üstünde olmamalıdır. Proje konusu mutlaka öğretmen tarafından onaylanmalıdır. Projeler hem sınıf hem sınıf dışında tamamlanabilecek şekilde esnek olmalıdır. Projeler tek bir konuyla sınırlı olmamalıdır. Disiplinler arası bir çalışmayı gerektirmelidir. Proje konuları, öğrencilerin ilgi ve yeteneklerini ortaya çıkarmaya ve onları geliştirmeye
yönelik olmalıdır. Projelerin tamamlanabilmeleri için gerekli araç ve gereçler hazırlanmalı ve öğrencilerin
kullanımına sunulmalıdır. Proje istendik etkinlikleri kapsayıcı olmalı ve boş uğraşılardan arındırılmalı Projenin hazırlanması için ayrılan süre yeterli olmalı Öğrencilere etkinlikler yoluyla sorunlarını çözebilme olanağı vermeli Öğrencinin yaratıcılık, sorumluluk va başarı duygusunu tatmasına uygun olmalı Öğrencileri düşünmeye, incelemeye ve araştırmaya yöneltmelidirler.
Özellikleri
88
Projeler genellikle bir dizi disiplin doğrultusundadır. Öğrencilerden bilgilerini ve becerilerini genişletmeleri beklenir.
Projeler belli bir zaman dilimi ile uzar. Genellikle bir çok okul saatinden bir okul yılına kadar sürer.
Projede birtakım insanlar çalışabilir, takım, tüm bir sınıf, birçok sınıf ya da bir çok uzak yerden olabilir. Bu durumda bireyler büyük bir projenin farklı bölümlerinde çalışırlar.
Öğrenciyi merkeze alan ve gerçek yaşam durumlarını sınıf ortamına taşır. Proje yöntemi disiplinler arası ilişki temellidir. Öğrenci ilgilendiği konuda keşfettiği bilgileri düzenleyerek sunar. Proje temelli öğrenmede tek çözüm yoktur. Birden fazla çözüm yolu üzerinde çalışılır. Öğrenciler bireysel ve grup halinde çalışır ve işbirliği, sorumluluk, paylaşma gibi özellikler
gelişir. Araştırma, sorgulama, yaratıcılık, problem çözme gibi üst düzey zihinsel beceriler kullanılır. Süreç ve ürün birlikte değerlendirilir. Sınıf içinde ve dışında yürütülür
Proje Konu Seçimi Ölçütleri Çocukların deneyimlerini (yaşantılarını) dikkate almalıdır. Araç ve gereçlerin uygunluğu Konunun çocukların yaşına ve gelişim düzeylerine uygunluğu Öğrencileri bireysel ve grupla çalışmaya yönlendirmelidir. Öğretrmen ve öğrenci birlikte konuyu belirlemelidir. İlginç sorular sormaya izin verecek nitelikte olmalıdır. Günlük yaşama ve gereksinimlere uygun olmalıdır. Birden fazla ders ya da konu alanını bütünleştirmelidir. (Disiplinler arası) Öğrencileri farklı kaynaklardan araştırma yapmaya yönlendirmelidir.
Proje Yöntemini Kullanacak Öğretmenlere Öneriler: Öğretmenlerin proje çalışmalarını başarılı bir şekilde yürütebilmeleri ve bu süreçte
öğrencilere gerekli destekte bulunabilmeleri için çeşitli öneriler şöyledir; Öğrencilere proje gereksinimlerinde yardım etmek için doğrudan öğretimi kapsayan bir dizi
öğrenme, öğretme aktiviteleri hazırlayın. Proje için önemli kaynaklar tarayın. Halk veya okul kütüphanelerinde bu kaynakların mevcut
olduğundan emin olun. Öğrencilere problemleri ya da sorularını tanımlamalarında yardımcı olun ve zaman içinde
amaçları yerine getirmede planlar geliştirin. Örnek olun, geri bildirim verin, araç-gereçleri, formları hazırlayın. Sonra öğrenci
öğrenmelerini geliştirici bir danışman olun. Esnek bir çalışma ortamı oluşturun. Bireysel ya da grup görüşmelerinde öğrenci düşüncelerini yoklayın ve sorgulayın. Grup dinamiğini oluşturana ve proje çalışmasında her seviyedeki zorluğu yenene dek bu
tutumu devam ettirin.
Proje Yönteminde İzlenecek Adımlar Hedeflerin belirlenmesi Değerlendirme ölçütlerinin belirlenmesi Planlanma-Çalışma takviminin oluşturulması
89
Araştırma-Eylem Proje sunumu için hazırlık Ürün ve sunumu (Raporlama, sergi, kermes, bilim şenlikleri) Değerlendirme
Avantajları Belli bir disiplinin kavramları ve prensiplerini inceler Öğrencilere gerçek hayatla ilgili konularda aktiviteler yaptırır. İş alanında başarılı olabilmek için gerekli ek yetenekler öğretir. Öğrencilerin kaynak araştırmalarını sağlayarak problem çözme yeteneklerini geliştirir. Öğrencilerin kendi bilgilerini, yapılandırmalarını sağlar. Öğrencilerin özerk olarak çalışmalarını gerektiren öğrenci merkezli bir yöntemdir. Birçok strateji kullanılarak değerlendirilen oldukça güvenilir ürünler bırakmayla sonuçlanır.
Öğrencilerin öğrenme sorumluluğu alma, öğrenme sürecini kontrol etme becerileri gelişir. Öğrencilerin, öğrenme sürecinde etkin kıldığı için öğrenmeye yönelik ilgi ve güdüleri artar. Öğrencilerin, yaratıcılıklarının gelişmesine katkı sağlayabilir. Öğrencilerin öğrenme becerilerini geliştirir ve zenginleştirir. Grupla çalışma ve işbirliğine dayalı öğrenme etkinliklerine katılımı sağlar. Doğal bir çevrede ve disiplinler arası bir anlayışla öğrenmeyi sağlar. Projenin odaklandığı konuların öğrenilmesini ve ilgili konuda uzmanlaşmayı sağlar.
Sınırlıkları Çalışma alışkanlığı ve yeteneği kazanmamış öğrenciler önemli sorunlarla karşılaşırlar. Gerekli planlama ve çalışma sistemi yapılmazsa proje sonunda ortaya ürün çıkmayabilir. Grup projelerinde, her bir üyenin ne kadar çalıştığını ve projeye ne ölçüde katkıda
bulunduğunu belirlemek güçtür. Proje yapım süreci kontrol edilmezse öğrenci projesini bir başkasına yaptırabilir. Projesini gerçekleştirmeyen bir öğrenci başarısızlık ve yetersizlik duygusu yaşabilir. Her ders ve öğretim konusu için geçerli olmayabilir. Zaman alabilir. Öğrenci proje konusunu somutlaştıramazsa başarısızlık oluşabilir. Gerekli gözetim ve denetimi sağlamak zor olabilir. Ekonomik olarak külfetli olabilir. Proje çalışmalarında süreç ve ürün değerlerinde zarar olabilir. Öğrenciler bilinen, özgün olmayan proje konuları seçebilirler. (Bilineni tekrar etme proje
yönteminin amacı değildir.)
PROJE ÖRNEKLERİ
90
Projenin Adı: Bir Sosyalleşme Ortamı Olarak Kadın Günleri
Projenin Süresi: 30 gün
Projede Kullanılan Araştırma Teknikleri: Katılımcı Gözlem, Anket
Sosyolojik Kavramlar : Sosyalleşme, Sosyal dışlanma, Sosyal birliktelik, Grup,
Hazırlayanlar: İlknur Acar, Büşra Sönmez Hatice Uyar
Danışman Doç.Dr.Levent Eraslan
Giriş
Öncelikle ev hanımlarının bu günlere daha çok katılım gösterdiğini görüyoruz. Bunun nedenlerini incelediğimizde; Ev hanımlarının ev ve ihtiyaç dahili sosyal ortamlar dışında bulunamadığını düşünürsek toplumda en çok bu grubun sosyalleşmeye ihtiyaç duyduğu ortaya çıkıyor. Bu günlerin yapılış amacı içinde günlük yaşamdaki stresten kurtulmak olduğu düşünülürse ev hanımlarının toplumsal rolleri gereği daha çok yorulduğu ve stres atmaya daha çok ihtiyacı olduğu sonucuna varabiliriz. Her insan kendini kanıtlama ve ifade etme amacı hissedebilir. Gün ortamları da bunu sağlar. Ev hanımlarının günlerde kendini gösterdikleri ilk alan evleri oluyor. Yaptığımız röportaj ve anketler sonucunda bazı kadınların günden iki hafta önce temizliğe başladığını öğrendik. Bunlardan yola çıkarak bir öncelik sıralaması yaparsak ilk olarak ev sonra yemekler en son olarak da görünüşleriyle öne çıkıyorlar. Konumuza ev hanımları üzerinden devam edelim. Gün ortamları aynı zamanda bu kadınların küçük çapta da olsa gelir elde etmelerine de yarıyor. Günlerde toplanmış olan bir grup tüketiciyle bir şeyler üreten ev hanımlarını buluşturuyor. Kendi elleriyle yaptıkları örgüleri, dantelleri, havlu kenarlarını vb. ürünleri satarak bir nevi pazar ihtiyacını (yani satış alanı ihtiyacını) görüyor. Günümüzde ise bu tür el emeklerinden daha çok bazı markaların makyaj, giyim, aksesuar ya da temizlik ürünlerini satarak gelir elde etmek tercih ediliyor. Bu markaların kataloglarıyla gün ortamlarında fazlaca müşteri bulunabiliyor.
Bu tip ortamlarda katılımcıların çoğunluğunun ev hanımı olması akla başka bir düşünceyi daha getiriyor. Buradaki dayanağımız; bu ortamlarda yapılması vazgeçilmez olan yakın çevreye ait insanların dedikodusu… Bu durum bize gösteriyor ki diğer insanların özel yaşamları hakkında en çok merak duyan, bu konuyu konuşmayı ihtiyaç eden grup da ev hanımlarıdır. Genelde düşünürsek de kadınlardır. Bunun nedeni ise ev hanımlarının kendi hayatlarında bulamadıkları farklılıkları merak etmek veya bir diğer deyişle kendi hayatlarındaki sıradanlığı örtmek istemeleri olabilir. Yukarıda çıkardığımız diğer sonuçlar kadın günlerini yararlı kılsa da son sonucumuzda başkalarının özel hayatının bu kadar fazla konuşulup eleştirilmesi pek de hoş bir durum değildir.
91
En Fazla Hangi Toplum Kesiminde Gün Yapılır?
Araştırmamızda gün yapan insanların ortak bir özelliği olarak yaşadıkları çevrenin, bireysel yaşam stilinden uzak, birbirleriyle fazlaca etkileşen bir kesim olduğunu gördük. Komşu ilişkilerinin gelişmiş olduğu kesimler gün için ideal bir çevre oluşturuyor.
Meslek Sahibi İnsanların Yapmış Oldukları Günlerin Farkları Nelerdir?
İlk olarak bu günlerin yapılış amacının altında genelde iş yüzünden birbirleriyle görüşemeyen insanların bu vesile ile aralarındaki bağı koparmamaları yatıyor. Aynı oranda etkili olan bir diğer neden ise ekonomiktir. Örneğin; bazı iş yeri arkadaşlarının gün ortamından vazgeçip belli günlerde, içlerinden birisinin eline toplu para geçmesi de gösteriyor ki meslek sahibi insanlar için amaç daha çok ekonomik sebeplere dayanıyor.
Bu insanların yaptığı günlerde daha çok iş hayatına yönelik konuşuluyor. Günlerde tercih ettikleri yerler arasında cafe, lokanta gibi mekânlar yer alabiliyor. Ancak
samimi olması açısından katılımcıların en çok tercih ettiği mekân ev oluyor. Dinledikleri müzik türü de farklılaşıyor. Yemek yerken arka planda klasik müzik eşlik
edebiliyor. Bu insanların kendilerini ispatlama ihtiyacı duydukları ilk alan ise kendi görünüşleri oluyor.
Oğullara Kız Bulma Platformu Olarak Kadın Günleri
Nasıl ki düğünler bu amaca hizmet edebiliyorsa bu ortamlardan da evlenecek bir genç kız bulmak için de yararlanılabilir. Hal ve hareketleri beğenilen her kız bunun için bir adaydır. Bu kızların beğenilmesi için ise sahip olması gereken genel özellikler; becerikli, hizmet etmeyi sevmesi ve büyüklerine saygı göstermesidir. Bu özelliklere sahip her genç kız ideal bir gelin adayı konumundadır.
Neden Daha Çok Kadınlar Böyle Bir Ortama İhtiyaç Duyuyor ?
Bu ortamlarda sık konuşulan bir konu da kadın olmanın zorluğudur. Yaşamın her alanında karşılaştıkları zorlukları birbirine anlatmak, hemcinsi ile paylaşmak isteğinden doğar. Kadın olarak toplumsal rollerinin ağırlığını, başka insanlarla paylaşarak atmak istemektedirler. Erkekler ise hem işlerinin yoğunluğundan hem de ihtiyaç duymadıklarından sıkça bu tip bir ortam kurmazlar.
Başka ülkelerde de gün benzeri kadın kadına buluşmaların olması bize, bunun dünya çapındaki kadınların yapısı gereği bir ihtiyaç olduğunu gösteriyor.
Bir diğer sebepse bazı kadınların toplum içinde birtakım davranışların ayıplanması nedeniyle bastırdıkları şeyleri, bu tip ortamlarda rahatlıkla konuşabiliyor ve yapabiliyor olmalarıdır. Örneğin; argo konuşmak, küfür etmek, sigara içmek… Bu tip davranışlar erkeklerde de ayıplansa bile kadınlara verilen tepki ve üzerlerinde oluşturdukları baskı daha büyük oluyor. İşte bu yüzden kadın kadına kurdukları samimi ortamlarda kendilerini daha rahat hissedebiliyorlar.
Türk kadınlarının buluşma noktası olan günler ,görünürde basit olaylar olarak algılansa da bunların altında yatan nedenler oldukça dikkat çekicidir.Bir kadın neden gün yapma gereksinimi duyar?bu sorudan yola çıkıp araştırdığımızda Türk kadınının yalnızlığı giriyor devreye.Evde eşiyle paylaşımı
92
azalan kadınların günlere katılma oranı diğer kadınlara göre oldukça fazla.Eşiyle çocuklarıyla paylaşım yapamayan kadın hemcinsleriyle biraraya gelerek bu eksikliği gidermeye çalışıyor.Evde varlığını net bir şekilde ortaya koyamayan kadın burada hemcinsleriyle derdini paylaşarak,onların da durumlarını görerek sohbet ederek kendini değerli hissetmeye çalışıyor.bu açıdan bakıldığında kadın günleri bir çeşit terapi özelliği taşıyor.
Bulgular
Emekli öğretmen Fatma Hanımla yaptığımız sohbette kadınların günlerden neler öğrendiklerini konuştuk.Emekli olduktan sonra evde oturup hiç bir şey yapmamanın kendine olan güvenini kırdığını söylüyor öğretmen hanım.Fatma hanım ”Evde oturmak kadına yaramıyor,hiç kimseyle konuşamıyorsun ,eşin okuldan geç geliyor yorgun argın eve geldiğinde de televizyonun karşısında oturup kalıyoruz.Sohbetlerimiz kısalıyor yada ben gün boyunca sustuğum için bana öyle geliyor.Gün içinde de zaten evde olduğum için kendime bakmamaya başlamıştımve bir süre sonra bunlar bende ciddi bunalımlar oluşturmaya başlamıştı.Sonuç olarak bu bunalımlar aile içi kavga olarak bize yansıyordu.Baktım olacak gibi değil kadınların günlerine katılmaya başladım.herkes giyinip süslenip gelince ben de tekrar kendime bakmaya başladım.Sohbet etme fırsatı bulduğum insanlardan kendimce bir şeyler öğrenmeye başladığmı ve artık yalnız olmadığımı benim de arkadaşlarımın olabildiğini gördüm.Evde sadece ev hanımıyken burada bana Fatma hanım denilmesi özgüvenimi de arttırdı.” sözleriyle kadın günlerinin aslında sadece basit bir toplantı olmadığını belirtiyor.
Kadınlar günlere sadece dedikodu yapmaya gitmiyorlar.Ailasine maddi destekte bulunabilen kadınlar bulunuyor bu günler sayesinde.El işi yazmalar,örgülifler,danteller yapıp burada müşteri buluyor kadınlar.kataloglar getirip tanıtımlarını yapıp bir yandan da çaylarını içip sohbet ediyorlar.Herhangi masraf yapmadan kendilerince mağrifetlerini hünerlerini maddiyata çevirebiliyor kadınlar.
Kadınlar bu günler sayesinde günün şartlarına ayak uydurmayı da öğreniyorlar.Evlerindeki eksiklerin yanısıra kendilerindeki eksikliklerin de farkına varıyorlar.Kendi kendineyken farkedemediği eksikliği bir başkasında görünce hareketlerine dikkat etmeye başlıyor.Unutulmamalıdır ki insan toplumsal bir varlıktır ve toplum içinde yaşamanın da belli başlı kuralları vardır.İnsanların içinde yaşamadan öğrenilecek bir şey değildir bu kurallar.Toplumumuzataerkbi toplum yapısı gösterdiği için erkekler kadınlara göre daha etkin faaliyet göstermektedir aile içinde.Ve yine kapalı toplum özelliği gösterdiğimizden dolayı erkeklerimiz kadınlarının dışarıda gezmesini,faaliyetlere katılmasını ayıp sayarken eşlerinin erkek arkadaşlarıyla konuşmasını şiddetle istememektedirler.Bununsonocudur ki kadınlar hemcinsleriyle kendi aralarında toplanıp sohbet etmektedirler.Yurt dışındaki kadın günlerinin durumu bu bağlamda bizim kadın günlerimizden oldukça farklıdır.yurt dışındaki kadın toplantıları paylaşımdan daha çok eğlenme amacı güderken bizim kadınlarımız bu günlerde sosyalleşme ve paylaşım ihtiyaçlarını gidermektedirler.
Kadın günlerini var da erkek günleri neden yok diye düşünüp bir de onları araştırdığımızda kadın günleri kadar aktif olmasa da bazı bölgelerde erkeklerinde haftanın belirli bir günü toplanıp gün yaptıklarını bulduk.Özellikle doğu bölgelerinde rastladığımız bu durumu bu güne katılan birisiyle konuşarak öğrendik.
Erzurum’da yaşayan Dr.Ethem Bey daha önce böyle günlerin olduğundan habersiz olduğunu Erzurum’a taşındığı iki yıl zarfında bu günleri öğrendiğini söylüyor.Toplanış amacı dini gibi gözükse de
93
kadın günlerinde gördüğümüz etkinlikleri burada da görüyoruz.Ethem Bey’in anlattığına göre her hafta bir kişinin evinde toplanılıyor.Kadın günlerinde gördüğümüz pasta çörek kültürü burada da etkisini gösteriyor.Gündüz çalıştıkları için akşamları toplanan erkekler akşama Kuranı Kerim okuyarak başlıyorlar ve ardından dini sohbetler yapıyorlar.Bu sohbetlerin ardından ikramlar ve normal sohbetler başlıyor.Ancak bu günlerin toplanış amacı kadınların ki kadar masumane değil ne yazık ki.Bu günleri düzenleyenler sadece dini aktivite için değil bünyesinde bulundukları dini gruplarını tanıtmak ve daha fazla üye toplamak için yapıyorlar.Kadın günlerinde bu durum çok daha nadir görülen bir durumdur.Kadınlar da toplandıklarında dua okurlar ancak bu durum tamamiyle inançla ilişkilidir.
Bakıldığında çalışmayan kadınlar çalışan kadınlara göre daha fazla gün yapma eğilimindedirler.Çalışan kadınlar iş yerlerinde,toplantılarda farklı insanlarla tanışma fırsatı elde edebildikleri için çok fazla ihtiyaç hissetmiyorlar günlere karşı.Daha önce de belirttiğimiz gibi insan toplumsal bir varlıktır ve başka insanlarla iletişime ihtiyaç duyar.Çalışan kadının bu bağlamda şansı oldukça fazladır,kendini ispat edebileceği,sosyalleşebileceği alan çok fazladır.Ev hanımlarının bu şansı olmadığı için onlar da bu günlerde toplanıp sosyalleşiyorlar.
Kadın günleri daha çok mahalle kültürünün fazla olduğu yerde etkili olmaktadır.Mahalle kültüründe insanlar iç içe yaşadıkları için birbirleriyle iletişimleri oldukça fazladır.Bu da biraraya gelme ve gün yapma ihtimallerini arttırıyor.Günümüzde apartman kültürü oldukça farklı işleyiş içerisinde.İnsanlar kapı komşusunu tanımadan aynı apartmanda günlerini geçiriyorlar.Bu durum aslında toplumsal bir problemin göstergesi olsa da insanlar hayatın akışında bunu farkedemiyorlar.
Kadınlar Arası Rekabet
Kadınlar aslında rekabet etmezler, doğada rekabet eden , ikili mücadeleye önem veren erkektir. Erkekler mücadelenin olduğu oyunlar üretirler; futbol, basketbol, güreş, boks gibi. Bu sporları sever, izlerler. Oyun partisi yapıp birbirleriyle kapışırlar. Kadınlarsa birbirlerini yok etmeye çalışır. “ Tek” olmak için savaşırlar.
Normal bir erkek bir ortama girdiğinde oradaki kadınlara bakar, en güzeli hangisi, kim yalnız, kim eğlenceli, bakar hesabını yapar. Bir kadın bir ortama girdiğinde yine oradaki kadınlara bakar. O da hesabını “ Benden güzel var mı, sorun yaratacak olan var mı, saçları nasıl , ne giymişler, hangisini nasıl elerim” diye yapar. Bir şekilde oradaki kadınlarla savaşır, oradaki ilgiyi kendi üzerine çekmek için alternatif yollar dener.
Kadınlar, kadınlar için giyinir, bakım yaptırır , kuaföre gider, süslenirler. Kadınlar için alışveriş yaparlar. Böylelikle diğerlerinden üstün, farklı, dikkat çekici olabilirler.
Tüm bunların gözlemini kadın günlerinde yapabiliyoruz. Örneğin; tesettürlü bayanlar bile bu ortamlar için özel olarak giyinebiliyorlar. Bu günlere özel olarak mini etekler, dekolte , makyaj gibi ayrıntıları bu bayanlarda bile görüyoruz. Bu da bize yukarıda açıklanan şeyleri kanıtlıyor.
94
SORU FORMU
1) Gün yapmaktaki amacınız nedir?Ekonomik ( )
Evdeki stresi atmak ( )
Sosyalleşmek ( )
Tanıtım amaçlı ( )
2) Gün için hangi mekanları tercih ediyorsunuz?Ev ( )
Cafe ( )
Lokanta ( )
Park ( )
3) Bu mekanları neden tercih ediyorsunuz?Ekonomik ( )
Samimilik ( )
Rahat olması ( )
4) Günlerde hangi tür müzik dinliyorsunuz?Klasik müzik ( )
Oyun havası ( )
Oryantal ( )
Türkü ( )
Arabesk ( )
5) Eşiniz ve çocuklarınız günleriniz hakkında ne düşünüyor?Olumlu ( )
Olumsuz ( )
Karışmaz ( )
95
6) Günlerde arkadaşlarınızla ne konuşursunuz?İş hakkında ( )
Ev hakkında ( )
Dini sohbetler ( )
Kadınlar hakkında ( )
Erkekler hakkında ( )
7) Gün arkadaşlarınızı neye göre seçersiniz?Güvenilirlik ( )
Akraba ( )
Maddiyat ( )
8) Katılımcıların meslek grupları nelerdir?Ev hanımı ( )
Öğretmen ( )
Diğer meslek grupları ( )
9) Toplantıda hangi alanda kendinizi ispatlamak istersiniz? Ev düzeni ve görünüşü ( )
Kendi görünüşüm ( )
Yaptığım yemekler ( )
10) Sizce erkekler gün yapmalı mıdır ?Yapmalı ( )
Yapmamalı ( )
Projenin Adı: Makyaj Kültürü
96
Projenin Süresi: 30 gün
Projede Kullanılan Araştırma Teknikleri: Katılımcı Gözlem, Anket
Sosyolojik Kavramlar : Popüler Kültür, Taklit, Moda,
Hazırlayanlar: Kasım Bozkır, Muharrem Şahin ,Yunus Demirdirek
Danışman Doç.Dr.Levent Eraslan
Giriş
Makyaj, Fransızca “maquillage” kelimesinden gelmektedir. Sözlük anlamı, yüzü güzelleştirmek
için boyama, yüz boyama, yüz bakımıdır. Makyaj genel anlamda bir yüzün güzelliğini veya kusurlarını
gizleyerek ve estetik bakımdan değeri olan niteliklerini belirgin duruma getirerek artırmaktır.
Makyajın tarihi insanlık tarihi kadar eskidir ve neredeyse yeryüzünde ki tüm toplumlarda
makyaj öteden beri kullanılagelmiştir. Makyaj ürünlerin kullanımıyla ilgili ilk arkeolojik veriler eski
mısır da bulunmuştur ve M.Ö 4000 yıllarına aittir. Eski Yunan ve Roma döneminde de makyaj
kullanımı oldukça yaygındır. Romalılarda ve eski mısırda zehirli etkileri bilinmeksizin sadece daha
güzel görünme adına yaygın şekilde kurşun ve cıvakullanmışlardır. İncil’den yapılan alıntılara bakılırsa
bu dönemde parfüm olarak boswelliaağacının özü ve özel bir kahve türü olan myrrh kullanılmıştır
( İncil exodus 30-34 ).Efesliler ise yanlarında sürekli olarak hoş kokulu yağ kesecikleriyle
dolaşmışlardır. Mısırlıların makyaj yaparken kullandıkları malzemeler ise çok çeşitlidir. Örneğin
gözaltını boyamakta rastık kullanmışlardır. Rastık; kurşun, bakır, bademkülü, odun isi vs. gibi
malzemelerden üretilmekteydi. Mısırlılar, göz çevresinin boyanmasıyla şeytanın savuşturulduğuna ve
görüşün daha da berrak hale geldiğine inanıyorlardı hatta göz çevresine makyaj yapmamak neredeyse
çıplaklıkla eşdeğer sayılıyordu. Cilt bakımında ise mısırlılar sütü yoğun olarak kullanmışlardır.
Cleopatra’nıncildini dinlendirmek ve güzelleşmek için süt banyoları yaptığı bilinmektedir. Bugün
Avustralya’da “eşek sütü” kullanılarak üretilmiş kremler yoğun olarak satılmaktadır ve cilt üzerindeki
olumlu etkisi ispatlanmıştır.
Afrika yerlileri kına ve rastık, Kuzey ve Güney Amerika yerlileri ise aynı dönemde bitki boyaları
ve isile yüz ve vücutlarını boyuyorlardı. Bu törensel zamanların vazgeçilmez bir öğesiydi.Orta
doğudaise kozmetik ürünlerini sadece eski İranlıların ( Persler ) yoğun olarak kullandıkları yönünde
veriler vardır.Arap kabilelerinin tarihi genellikle İslam dininin tarihiyle özdeşleşmiştir veArapların
İslam dinini seçmelerinden sonra “kontrol edilemeyen arzuları körüklediğine” inanmalarıyla kozmetik
ürünleri kullanmadıkları bilinmektedir. Zaman içinde İslam inanışında da kollara ayrılma gerçekleşmiş
ve bazı Müslümanlar kozmetik ürünleri kullanmaya başlamışlardır. Arap bilim adamlarından olan ve
97
30 ciltlik tıp ansiklopedisi EL-TASRIF’i yazan Ebu El Kasım El Zahravi’nin ( M.S 936-1013 )
buçalışmasının 19. cildi Kozmetik ürünlere ayrılmıştır. Daha sonra bu eserlerin Latinceye çevirisi
yapılarak tüm batı dünyasının yararlanması sağlanmıştır. El-Zahravi, Kozmetiği tıbbın bir kolu olarak
değerlendirmiştir hatta kozmetiği “güzellik ilacı” olarak betimlemiştir. Eserlerinde, aromatik
bitkilerden kokular elde etmeyi, daha sonra bu kokulardan yararlanarak kalıplar halinde koltuk altı ve
dudak için bakım ürünleri üretmeyi detaylı bir şekilde anlatmıştır.
Güney Asya’da ve özellikle Hindistan’da kına M.S 4. yüzyıldan bu yana yoğun olarak
kullanılmıştır. Kına genellikle saç boyamakta kullanılsa da, Hindu düğünlerinde geleneksel el ve ayak
boyama içinde kına tercih edilmiştir. Ayrıca rastık Hint kültürünün yüzyıllardır ayrılmaz bir parçası
olmuştur. Ancak unutmamak gerekir ki rastık, FDA ( Amerikan ilaç ve gıda dairesi ) tarafından
kullanılması yasaklanan zehirli maddelerden biridir.
Çin soyluları M.Ö 3000 den bu yana tırnaklarını parlak gösterebilmek için Arap reçinesi,
yumurtalı, jelâtin ve balmumu kullanmışlardır. Sıradan Çinlilerin tırnaklarına aynı işlemi yapmaları ise
yasaklanmıştır. Yüz boyanmasında ise soyluluğun seviyesine göre altın ya da gümüş renkli boyalar
kullanılmıştır. Daha az soylu olanlar ise kırmızı ve siyah renklerle yüzlerini boyamışlardır.
Japonya’da geyşaların yüzlerine makyaj yapmaları zorunluydu. Bu amaçla yalancı safran
(Carthamustinctorius) kullanmışlardır. Saçlarına yumuşatılmış balmumu sürmüşler, yüzlerini ise pirinç
tozundanelde ettikleri pudra ile renklendirmişlerdir.
Avrupa’da ortaçağ, Rönesans ve endüstri devrimine kadar geçen dönemde sıradan insanlar,
dışarıdatarımsal işlerde çalışmak zorundaydılar dolayısıyla beyaz tenli Avrupa ırkı güneşten
esmerleşiyordu. Daha soylu erkek ve kadınların ise boş zamanları olduğundan ve güneş
altındaçalışmak zorunda olmadıklarından ten renkleri değişmiyordu. Dolayısıyla Avrupa’da ten rengi
insanların soylu olup olmadıklarını anlayabilmek için bir ölçüt haline gelmişti. Soylular ten renklerini
daha beyaz gösterebilmek amacıyla yüzlerine pudra ya da arsenik karışımlı beyaz kurşun sürüyorlardı,
bu sayede daha da aristokrat bir görünüm elde ettiklerini düşünüyorlardı. İngiltere’de I. Elizabeth
yüzünü beyaz kurşunla süsleyen ( gençlik maskesi olarak tarihe geçmiştir ) en meşhur simalardan
biriydi.
Anadolu, yüzyıllar boyunca ipek yolu rotasında bulunduğundan eski dünyada her ne varsa
burayaulaşıyordu. Kına, Anadolu halkının düğün törenlerinde el ve ayaklarını boyamak ve saç
renklerini değiştirmek için kullandıkları bir ürün olmuştur. Ayrıca özel bir toprak türü olan “ kil “ de
saçları beslemek ve yumuşaklık kazandırmak için kullanılmıştır. 20. yüzyıla gelindiğinde ise Avrupa ve
Amerika’da makyaj yapmak modaya uymanın göstergelerinden biri haline gelmiştir. Özellikletiyatro,
müzikal ve bale gibi sahne sanatlarının çok yaygın olduğu bu dönemde önemli başrol oyuncuları bu
eğilimi tetiklemişlerdir. Bu oyuncular arasında en ünlü olanları ise MathildeKschessinska,Sarah
98
Bernhardt’tır.Ancak hiç kuşku yok ki makyajın bu denli hızla yayılmasının esas lokomotifi California
Hollywood ta ortaya çıkan sinema endüstrisidir. Makyaj sektöründe ki hızlı talep patlamasını erken
fark eden MaxFactor,Elizabeth Arden, Helena Rubinstein gibi firmalar bu dönemde
kurulmuşlardır.Modern zamanların ilk sentetik saç boyası L’oreal in de kurucusu olan
EugèneSchueller tarafından 1907 de bulunmuştur.1936 da ise EugèneSchueller ilk güneş koruyucu
kremi piyasaya sürmüştür.1992’lerin “yeni nesil” kırmızı ruj, kırmızı oje, koyu renk göz makyajı,bronz
cilt görünümü ise CocoChanel tarafından yaratılmıştır. Böylece soyluların beyaz tenli gibi görünmesi
saplantısı da yıkılmıştır. Chanel hem erkeklerin hem de bayanların bronz ten görünümü elde
edebilmeleri için düzinelerce farklı renkte ve türde ürünü üretmiştir. Ancak Asya’da hala beyaz tenli
olabilmek bir ayrıcalık olarak görünmektedir.1960-1970’lere gelindiğinde batı dünyasında esmeye
başlayan feminizm rüzgârı ve “bir obje değil bir birey” olarak görünme isteği, bayanların “sıfır makyaj”
ı tercih etmelerine yol açmıştır. 1970’lerden sonra ise kozmetik ürünleri “doğal görünüm” sağlayan ve
“sexi görünüm” sağlayan olarak iki grupta trendyakalamıştır.
İlk deodorant 1888 de, Role-on deodorant 1952’de,gazlı deodorantlar ise 1965 te üretilmeye
başlanmıştır. Ancak ozon tabakasına zarar verdiği gerekçesiyle Kyoto protokolünü imzalayan
ülkelerde eski nesil gazlı deodorantların üretilmesi ve satışa sunulması yasaklanmış durumdadır.
1990’lı yıllardan sonra ise yaşlanma karşıtı, bilimsel verilere dayanan dermo-kozmetik ürünler,
peptidler, doğal ajanlar içeren ürünler, doğaya zarar vermeyen renkli kozmetikler, amonyak
içermeyen organik saç boyaları, doğal tüy azaltıcılar, SLES ( Sodiumlaurylethersulfate ) ve SLS
(Sodiumlaurylsulfate ) içermeyen özel şampuanlar üretilmiştir. Ayrıca erkekler ve çocuklar için özel
olarak üretilmiş kozmetikler vs. artan oranlarda pazar payı bulmaktadırlar.
Elbette kozmetik ürünlere artan talebi fark eden birçok yerli ya da yabancı firma taklit
ürünlerle ya da2.kalite aktiflerle ürün geliştirme yoluna girmektedirler. Burada sorumluluk biraz da
tüketiciye düşmektedir. Ürün satın alırken araştırma yapılması ve ürün içeriğine çok dikkat edilmesi
zorunlu hale gelmiştir. Bu hem kalitesiz ürünleri ayırt etmede hem de bir ürüne hak ettiğinden yüksek
bedellerin ödenmemesinde seçilebilecek en doğru yoldur. Bugün dünya makyaj pazarının büyüklüğü
250 milyar dolar civarındadır, Türkiye’de ise makyaj pazarı sadece 2 milyar dolar büyüklüğe sahiptir
ve %80 i ne yazık ki yabancı markaların kontrolü altındadır. Avrupa’da kişi başına düşen kozmetik
harcaması 150 dolar iken bu rakam Türkiye’de hala30 dolar civarındadır. Ancak batı dünyasında genç
nüfusun azalması, Türkiye’de ise artması sebebiyle yakın gelecekte Türkiye’de kişi başına düşen
kozmetik harcamasının hızla artacağı öngörülmektedir.
Kadınlar neden makyaj yapar?
99
Bilim adamları kadınların neden makyaj yapmayı sevdiklerini araştırdı. İşte şaşırtan sonuç:
Yüzünü aynada makyajsız gören kadının, makyajdan sonra yüzünün başkalarına nasıl görüneceği
öngörüsü ve iyimserliğiyle harekete geçtiğini belirlediler. Daily Telegraph'ın haberine göre, bir
Japon kozmetik firması için, beyin uzmanı Dr. KenMogi ve ekibi tarafından yapılan ve 2 yıl süren
araştırmada, kadının yüzünü makyajlı ve makyajsız olarak nasıl algıladığıyla ilgili beyinde farklı
faaliyetlerin bulunduğu belirlendi. Beyin tarama cihazı kullanan bilim adamları, beynin kaudat
çekirdeğindeki faaliyetleri incelediler. Tarama sonucunda, bir kadın kendini makyajsız gördüğü vakit
başkalarının kendisini nasıl göreceğini öngördüğünü ve beynin "ödül sisteminin" harekete geçerek
zevk hissi veren dopamin salgıladığını saptadılar. Araştırmacılardan Saruwatari, "Daha önceki
araştırmalardan biliyoruz ki, beynin bu bölümü harekete geçtiğinde belli faaliyetlerden zevk alırız.
Bunu şöyle yorumluyoruz; birkadın yüzüne baktığında makyaj yaptığı zaman nasıl görüneceğini
tahayyül ediyor" dedi. Saruwatari, "Burada beklenti, teşvik ve hevesin bir karışımı söz konusu. Makyaj
kadınlarda, diğerleriyle ilişki kurulmasına ve zevk duyulmasına katkıda bulunuyor" diye ekledi. Bilim
adamları araştırmadan önce, kadınların makyajdan sonra pozitif hisler içine girdiklerini
düşünüyorlardı. Bunun kadınlar arasında yapılan bir araştırma olduğunu hatırlatan bilim adamları, bir
erkek sabah traş olduğunda ve yüzüne traş kolonyası sürdüğünde de benzer hisler içinde olabileceğini
söylediler.
Ayrıca bir cilt bakımı firmasının yaptırdığı ankete göre, 18-30 yaş arası her on kadından
altısının aklında, gece dışarı çıkmak için hazırlanırken giyecek seçtikleri sırada sevgilileri değil, kız
arkadaşları oluyor. Katılımcıların dörtte birinden fazlası da en içten iltifatları ereklerden değil,
tanımadıkları kadınlardan aldıklarını söyledi. Kadınların üçte ikisi, erkeklerin "güzel göründüklerini"
söylemelerinin standart bir kalıptan ibaret olduğuna, bunu düşünmeden söylediklerine inanıyor.
Katılımcıların yüzde 48'i yabancı bir kadından iltifat almayı tercih edeceklerini söylerken, yarıdan
fazlası hiçbir zaman sırf bir erkeği etkilemek için süslenmediklerini söylerken, yüzde 22'si bir erkeğin
düşüncesinin kendileri için pek bir şey ifade etmediğini belirtti. Bir ilişkisi olan kadınların yüzde 26'sı
partnerlerinin sıra kıyafetlere, makyaja ya da genel olarak modaya geldiğinde hiçbir faydalarının
olmadığını söyledi.
Her üç kadından ikisi ise saçlarını ya da makyajlarını değiştirdiklerinde partnerlerine göre kız
arkadaşlarının yorumda bulunmasının daha muhtemel olduğunu ifade etti.
Ama bu iltifatlara rağmen, kadınların dörtte biri, dışarı çıktıklarında kız arkadaşlarıyla aralarında bir
rekabet olduğunu düşünüyor. Dörtte biri, onlar kadar iyi görünebilmek için sürekli arkadaşlarının
tarzlarını taklit ettiklerini de itiraf ediyor.
100
MAKYAJ ANKETİ SONUÇLARI (BAYAN-100 kişiye yapıldı)
1-)Neden makyaj yaparsınız?
Güzel görünmek için
Kendimi iyi hissetmek için
Kusurlarımı örtmek için
Diğer sebepler Makyaj yapmam0%
5%
10%
15%
20%
25%
30%
35%
40%
2-)Gün içinde ne kadar sıklıkla makyaj yaparsınız?
Sadece bir kez İki kez Üç ve daha fazla Makyaj yapmam0%
10%
20%
30%
40%
50%
60%
70%
80%
3-)Asla vazgeçmem dediğiniz makyaj malzemesi nedir?
En çoktan en aza doğru şu şekilde sıralanıyor:
I. Göz kalemi ve Rimel
II. Ruj
III. Fondöten
IV. Diğer
101
4-)Hangi marka ürünleri tercih ediyorsunuz?
En çoktan en aza doğru şu şekilde cevaplandı:
I. Avon
II. Oriflame
III. Golden Rose
IV. MaxFactör
V. Flormal
VI. Diğer
5-) Asla kullanmam dediğiniz makyaj malzemeleri nedir?
Sırasıyla en çoktan en aza doğru şu şekilde cevaplandı:
I. Avon
II. Oriflame
III. Golden Rose
IV. Bilinmeyen markalar
V. Diğer
6-) Ayda makyaja ne kadar bütçe ayırıyorsunuz?
0-20 TL 21-50 TL 51 TL ve üzeri Harcama yapmayanlar0%
5%
10%
15%
20%
25%
30%
35%
102
7-) En çok nereye giderken makyaj yapıyorsunuz?
Özel b
ir ye
re gi
derke
n ( par
ti, yem
ek, ..
.
Dışarıy
a çıka
rken
Okula
gider
ken
Arkad
aşlar
ımın ya
nına gider
ken
Sevg
ilimle
buluşmay
a gid
erke
n0%
5%
10%
15%
20%
25%
30%
8-) İlk makyajınızı kaç yaşınızda yaptınız?
0-15 yaş 16-19 yaş 20 ve üzeri yaş Hiç yapmadım0%
10%
20%
30%
40%
50%
60%
9-) Çevreniz makyaj yapmanız hakkında ne düşünüyor?
Annem hoş karşılıyor
Babam hoş karşılamıyor
Normal karşılanıyor
Bilmiyorum Yapmam0%
10%
20%
30%
40%
50%
60%
103
10-) Makyajı ilk kime özenerek yaptınız?
Ablama Anneme Ünlülere Arkadaş Öğretmen Kimseye özenmedim
0%
5%
10%
15%
20%
25%
30%
35%
40%
45%
50%
11-) Küçük bir kızın makyaj yapmasına nasıl bakıyorsunuz?
Genel olarak olumlu cevap verilmemekle birlikte olumsuz cevap verenler soruyu şu şekilde
cevapladılar: Küçük kızların makyaj yapması masumiyetlerini ortadan kaldırmakta ve ciltlerinde ciddi
sağlık sorunlarını meydana getireceğini dile getirdiler.
12-) Makyaj yaptığınızda kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
İyi h
issed
iy...
Mutlu
hiss
ed...
Güzel h
issed
i...
Kötü h
issed
i...
Özgüve
nim yü
k...
Diğer
0%
5%
10%
15%
20%
25%
104
13-) Makyaj yapmadan dışarı çıkar mısınız?
EVET HAYIR0%
10%
20%
30%
40%
50%
60%
70%
14-) Sizce erkeklerin makyaj yapması gerekir mi gerekiyorsa bunun sizin için önemi nedir?
Gerekir Gerekmez0%
10%
20%
30%
40%
50%
60%
70%
80%
90%
100%
Gerekir diyenler: “Yüzdeki istenmeyen izlerin kapatılması için kullanmalılar ve televizyon
programına katılanlar da makyaj yapmalılar.”
15-) Arkadaşlarınızla konuşurken makyaj konusu açılıyor mu? Açılıyorsa kısaca bahseder misiniz?
Açılıyor Açılmıyor0%
10%
20%
30%
40%
50%
60%
70%
105
MAKYAJ ANKETİ SONUÇLARI ( ERKEK- 50 kişiye yapıldı)
1-)Bayanların makyaj yapması konusunda ne düşünüyorsunuz?
Yapmalı Aşırıya kaçmamalılar Kendileri bilir Yapmamalı0%
5%
10%
15%
20%
25%
30%
35%
2-)Hiç makyaj malzemesi kullandınız mı?
Kullanmadım Kullandım0%
10%
20%
30%
40%
50%
60%
70%
80%
Kullanılan makyaj malzemelerini ise çoktan aza doğru sıralayacak olursak: Fondöten, sürme,
rimeldir. Kullanmalarının nedeni ise bazı sağlık sorunlarından dolayı olduğu şekilde açıklıyorlar.
106
3-)Küçük bir kızın makyaj yapmasına nasıl bakıyorsunuz?
Olumsuz bakıyorum Olumlu bakıyorum0%
10%
20%
30%
40%
50%
60%
70%
80%
90%
100%
Bu konuda olumsuz görüş belirtenler ilerde çok ciddi sağlık sorunlarına yol açacağını, gencecik
tenlerini bozduklarını ve makyajın gerçek güzelliği örttüğünü belirtmişlerdir.
4-) Bildiğiniz makyaj malzemelerinin isimlerini yazınız?
En fazla bilinen makyaj malzemeleri başta ruj ve rimel olmak üzere sıra şu şekilde devam ediyor:
Göz kalemi, fondöten, far, allık, oje ve pudradır.
5-)Arkadaşlarınızla konuşurken makyaj konusu açılıyor mu?
EVET HAYIR0%
10%
20%
30%
40%
50%
60%
70%
Makyaj konusunun genelde kız arkadaşlarının yaptıkları makyaj hakkında olduğu yorumu yapıldı.
107
6-)Sevgiliniz makyaj yapıyor mu? Yapıyorsa bunun hakkında düşünceleriniz nedir?
EVET HAYR Sevgilim yok0%
5%
10%
15%
20%
25%
30%
35%
40%
45%
Sevgilisi makyaj yapanların çoğu sevgilisine makyajın yakıştığını düşünüyor. Sevgilisinin makyaj
yapmasını istemeyenlerde var. Sevgilisi makyaj yapmayanlar sevgilisinin doğal hallerini sevdiklerini
belirtiyorlar.
7-)Erkeklerin makyaj yapmasına nasıl bakıyorsunuz?
Kesinlikle karşıyım Yapılabilir0%
10%
20%
30%
40%
50%
60%
70%
80%
90%
Yapılabilir diyenler sürmenin İslam dininde yeri olduğu için sürme çekilebileceği düşüncesinde.
108
8-)Sizce makyaj yapmak gerekli mi?
Gerekli Gereksiz0%
10%
20%
30%
40%
50%
60%
70%
Gerekli görenler makyajın yakıştığını düşünüyor. Gereksiz görenler ise sağlık açısından zararlı
bulduklarını söylüyorlar.
9-)Erkeklere sorduğumuz “Kız arkadaşınız makyaj yapmanızı istese yapar mısınız?
Asla yapmam Yaparım0%
10%
20%
30%
40%
50%
60%
70%
80%
90%
Yaparım diyenler kız arkadaşlarını kırmamak için yapabileceklerini söylüyorlar.
109
KAYNAKÇA
http://www.kozmodermo.com/Default.aspx?pageID=56
http://www.narsanat.com/wp-content/uploads/2011/09/18-
sahnesanatlarindamakyajinuygulamamodelleri.pdf
http://www.dermoday.com/dosyalar/1235044094.pdf
http://www.kadinlarkulubu.com/makyaj-uygulama-teknikleri-fircalar-aplikatorler/265710-kadinlar-makyaj-yapar.html
http://haberinkalbi.com/tag/dunya-haberleri/kadinlar-neden-makyaj-yapar.html
http://www.menslifetoday.com/partner/content/zayiflatmaftp/tr/archive/feature/womens_biggest_lies/index.html
http://www.guzelvebakimli.com/kadinlar-neden-makyaj-yapar.html
Projenin Adı: DOLMUŞ KÜLTÜRÜ
110
Projenin Süresi: 30 gün
Projede Kullanılan Araştırma Teknikleri: Katılımcı Gözlem, Görüşme
Sosyolojik Kavramlar : Kültür, alt kültürler, grup, grup davranışları, ritüeller
Hazırlayanlar: Aysun Müge Uzakgiden, Melike Kedersiz, Duygu Doğan, Merve Bulun
Danışman Doç.Dr.Levent Eraslan
Giriş
Dolmuş, toplu ulaşımın yetersiz kaldığı durumlarda ortaklaşa kullanılan kent içi ulaşım sistemi ve bu sistemde kullanılan taşıtlar anlamına gelir. Genellikle otobüslerdeki gibi belli bir güzergâha sahip fakat otobüslere ek olarak yolcu indirip bindirmek için herhangi bir yerde durabilme özelliği olan taşıtlardır. Önceleri otomobillerin, zamanla minibüslerin de kullanıldığı dolmuş taşımacılığında yola çıkmadan önce bütün koltukların dolması beklenir ve araç tamamıyla dolmadan hareket edilmezdi. Bu nedenle kullanılan araçlara dolmuş denilmiştir.
Sanayi devrimi ile birlikte artan işgücü ihtiyacının karşılanması için kırsal kesimlerden kentlere yoğun göçler olmuştur. Bu göçler bir çok olguyu da beraberinde getirmiştir. Kentleşme bunlardan biridir. Göçlerle artan şehir nüfusu hızlı bir gelişim içine girmiştir. Ticaret, sanayi gibi faktörlerle birlikte şehir ilgi çekici bir alan olmuş ve sürekli bir büyümeye tabi olmuştur. Yeni evler, iş yerleri, fabrikalar kurulmuştur. Dolayısıyla şehir eskisinden daha büyük bir alana yayılmıştır. Bu kentsel büyümeyle birlikte insanların bir yerden başka bir yere yaya olarak gitmesi artık eskisi gibi kolay olmamaya başlamıştır. Herkesin araba alacak mali gücünün olmaması, kişilerin gidecekleri yerlerin ortak olması, aynı mahallede oturan insanlar, aynı fabrikada çalışan işçiler ya da aynı okula giden öğrenciler gibi, toplu bir taşıma aracına olan ihtiyacı doğurmuştur. Kısaca dolmuş tarihine bakmak gerekirse ;
Bugünkü dolmuşlar dünyada ilk defa 1900 yılı başlarında Londra'da görülmüştür. Osmanlı İstanbul'unda ise, daha eskilerden beri Haliç iskelelerinden dolunca hareket eden ve resmi olarak belirlenen ücret karşılığında yolcu taşıyan "nöbet kayıkları" vardı.1930'lu yıllarda tüm dünyayı etkileyen ekonomik kriz Türkiye'ye de yansıyınca, toplu ulaşım aracı tramvaya ilgi artmış,bu durum İstanbul'da taksi şoförlerini zor duruma sokmuştur.Şehirde dolmuşların ilk örnekleri de bu tarihlerde ortaya çıkmıştır.Taksi şoförlerinden Civan Ali'nin önderliğinde başlayan uygulamada ilk hatlar; Taksim-Karaköy, Şişli-Pangaaltı, Fatih-Beyazıt, Sirkeci-Karaköy'dü. Başka bir rivayete göre de dolmuşçuluk aynı yöne giden dört kişinin bir otomobile binmesiyle başlamış. Dolmuşçuluk giderek yaygınlaşırken,6 Kasım 1931 tarihinde alınan kararla, dolmuşlarda sarı-siyah çizgi uygulaması başlatılmıştır. Böylece dolmuşçuluk, dolmuşla ilk tanışan Türkiye geneline yayılmıştır."
111
Amaç
Üzerinde çalıştığımız sosyolojik bir yapı olan ‘dolmuş kültürü’ konusunu Kırıkkale dolmuşçuları olarak sınırlandırarak ve araştırmalar yaparak genel bir sonuca ulaşmaya çalıştık. Bu araştırmada katılımcı gözlem metodundan yararlandık.Bu konuya başlarken kabul etmek gerekirse biraz tereddütlerimiz vardı. Bizi ciddiye alıp cevap verip vermeyeceklerinden emin olamamıştık. Ancak ödeve başladığımızda bu kaygılarımızın çok yersiz olduğunu anladık. Gayet samimi itiraflar, cevaplar
112
aldık. Öğrencilere gayet ince davranmaya çalışıyorlar. Hiç bir ters cevapla karşılaşmadık. Aşağıda belirttiğimiz maddeler üzerinden çalışmalarımızı yürüttük:
Cinsiyet faktörü Yaş grupları Öğrenim durumları Dinledikleri müzik türleri Mesai saatleri Yeme-içme kültürleri Kılık kıyafet yönetmelikleri Şoförlerin birbirleriyle olan ilişkileri Gelir durumları Polis korkuları Öğrenciler hakkındaki düşünceleri
KIRIKKALE DOLMUŞLARI
113
ARAŞTIRMALARIN DEĞERLENDİRİLMESİ
Cinsiyet faktörüGörüşme yaptığımız dolmuşçuların hepsi erkekti. Bu durum Türkiye genelinde de böyledir. Ama
istisna durumlar da yaşanmaktadır. 1998 yılında Adana’da iki kadının belediye otobüslerinde şoförlüğe başlamasıyla diğer kadınların bu konudaki önyargıları kırılmıştır. Yaklaşık 50 yıl önce ''Şoför Nebahat'' adıyla sadece Yeşilçam filmlerinde görülebilen kadın şoförlerin gerçek hayattaki temsilcileri her geçen gün artmaktadır.
Kadınların bu meslekte arka planda kalmalarının nedeni sosyal olgularla sınırlandırılmalarıdır. Kadın-erkek arasındaki sosyal eşitsizlik bu alanda da kendini göstermektedir. Kadınlar erkekler kadar her ortamda rahatça kendini gösteremez bu durum sadece kadının karakterinden kaynaklanmamaktadır ayrıca toplumun kadına bakış açısı da bu duruma neden olmaktadır. Kadının erkek karakterine bürünmesi, erkek işi olarak görülen işleri yapması hoş görülmemektedir. Günümüzde böyle bir tablo mevcuttur ancak son zamanlarda bu durum kırılmaya başlanmıştır.
Yaş faktörüYaptığımız görüşmeler sonucunda bu işte genelde yaş aralığının 25-50 olduğunu saptadık. 17
yaşında mesleğe başlayan bir dolmuş şoförünün söyledikleri oldukça ilgimizi çekti. O yaşta ehliyetinin olup olmadığını sorduğumuzda ‘’Yoktu. Arabayı sürerken eğer karşımda polis görürsem okula götürdüğüm üniversite öğrencilerinden birini direksiyona geçiriyordum kendim de yan koltuğa oturuyordum.’’ cevabını aldık.
114
Bu kadar erken yaşta işe başlamasının ve risk almasının nedenini sorunca ise ‘’Üniversite okumadık. Baba mesleğini sürdürdük.’’ dedi.
Bu kişiler genelde bu mesleği uzun yıllardır sürdürüyor. Örneğin 17 yıldan beri bu mesleği yapan dolmuşçularla karşılaştık.
Öğrenim durumlarıİlköğretim mezunu, lise mezunu, lise terk, ikinci bir üniversite okuyan kişilerle görüşme yaptık.
İlköğretim mezunu olan kişi işinden gayet memnun olduğunu, aldığı paraya kanaat ettiğini belirtti. Lise mezunu olanlar iş şartlarının ağır ve aldıkları kazancın yetersiz olduğunu söylerken; ikinci bir üniversitesini okuyan kişi ise işini severek değil mecburiyetten yaptığını söylemiştir.
Sonuç olarak eğitimle birlikte artan bilinçlilik beklenti düzeyini artırmıştır. Öğrenim seviyesi yükseldikçe memnuniyet azalır. Kültür düzeyi artması bazı arayışları da beraberinde getirmiştir. En basitinden sinema, tiyatro, sosyal aktiviteler gibi. Bu nedenle kazançları onlara yetersiz gelmekte ve kendileri için bir şeyler yapamadıklarından yakınmaktadırlar.
Dinledikleri müzik türleriDolmuşlarda çalan müzikler dolmuşçuların müzik zevklerini yansıtmaktadır. Genelde
dinledikleri müzik türleri: İç Anadolu bozlak havaları, fantezi pop, arabesk, Orhan Gencebay, Cansever, Neşet Ertaş ve nadiren de olsa klasik rock. Bu ilgilerin şekillenmesinde etkili olan faktör genelde çevre ve kültürdür. Sadece yaşadıkları yerlerin müziklerini dinleyenler, sevenler genelde o yörenin insanlarıdır. Çünkü içinde yaşadıkları kültür gereği kulakları buna alışmıştır. Kişi eğitimde olsun kültürel anlamda olsun kendini geliştirmişse farklı müzik tarzlarını da dinlemiş ve kendi tarzını seçmiştir. Ama hayata tek pencereden bakanlar genelde yerel müziklerden başka bir tarza yönelmemişlerdir. Örneğin; ikinci üniversitesini okuyan dolmuş şoförü Ankaralı olmasına rağmen Ankara havaları hoşuna gitmemektedir, bunun yerine kendi tarzı olan klasik rock dinlemektedir.
Genelde tercih edilen arabesk tarzı müzikleri dinlemelerinin nedeni kader inancı, isyan, başkaldırı hayattan bezmişlik ve tükenmişliktir.
Mesai saatleriMesai saatleri kampüs dolmuşçuları için 07:30 ile 23:00 arası, şehir içi dolmuşlarında ise 06:30 ile 21:30 arasındadır. Kampüs dolmuşçuları hafta sonları çalışmazken şehir içi dolmuşlarında bir gün çalışma bir gün tatil sistemi uygulanmaktadır. Yoğun çalışma temposu içerisinde olan dolmuşçular kendilerine ve ailelerine vakit ayıramamaktan yakınmaktadırlar. Ortalama 15 saat çalışan dolmuşçular hem fiziksel hem de gün içinde meydana gelen olaylardan dolayı ruhsal açıdan bitap düşmektedirler. ‘ Arkadan gelen taksiye, minibüse, yayalara, para alıp verme konusuna, yolcuların
115
güvenliğine aynı anda dikkat etmek zorundayım. Özel konuları mesai saatlerimin dışında tutmalıyım.’ diye konuşan bir dolmuşçu durumunu ifade etti.
Tatil günlerinde vakitlerini nasıl değerlendirdiklerini sorduğumuzda evli olanlar: ‘ Genelde çocuklarıma ve eşime vakit ayırıyorum. Zaten evle sürekli eşim ilgileniyor. Ben de boş kaldıkça onun yükünü hafifletmeye çalışıyorum.’derken bekâr olanlar ise ‘ Mangal, av, balık tutma vb. toplantılar düzenliyoruz’ demişlerdir. Çoğunlukla dolmuşçuların bulunduğu bir kahve bile var.
Yeme –İçme KültürleriKısıtlı vakitlerin olması yemek kültürlerine de yansımıştır. Onları hazır gıdaları tüketmeye
mecbur kılmıştır. Lokanta yemekleri, çorba, döner, lahmacun, pide, sulu yemekler, çiğköfte gibi. Zaman yetersizliğinden dolayı ayaküstü bir şeyler tüketmeye hatta mesai saatlerinde dolmuş içinde yemeye bile sürüklemektedir.
Kılık kıyafet yönetmelikleriHem şehir içi hem kampus dolmuşçuları
için belediye tarafından denetlenen bir kılık kıyafet yönetmeliği bulunmaktadır. Bu yönetmeliğe göre siyah pantolon giyme ve kravat takma zorunluluğu vardır. Bu yönetmelikten dolmuşçuların bazıları memnun değil ve bunu ihmal etmekte iken bazıları ise bu kurala uymayı uygun buluyor. Yönetmelik hakkında görüşlerini sorduğumuzda şu gibi cevaplar aldık:
‘ Yönetmelik saçma. Uymuyorum. Ben memur muyum da kravat takıcam? ‘
‘Kravat takmayı sevmiyorum’
‘ Kravat takınca rahatsız oluyorum illa boynum açık olacak.’
‘ Uymak zorundayız ama uymuyoruz.’
‘ Memnunum bir şikâyetim yok. Kravat takıyoruz siyah pantolon giyiyoruz. Belli bir kıyafetimiz var’
‘ Yönetmelikten şikâyetçi değilim.’
Bu sonuçlara göre uyanlar varsa da çoğu dolmuşçu kıyafet yönetmeliğini gereksiz buluyor ve uygulamıyor. Bütün günlerini geçirdikleri dolmuşlarında rahat olmak istiyorlar. Uyanlar da
116
yaptıkları işin ciddi bir şekle büründüğünü düşünüyorlar. Genelde yolcular da kılık kıyafet, temizlik, bakımlılık gibi şeylere dikkat ediyorlar.
Şoförlerin birbirleriyle olan ilişkileri ‘Çok iyiyiz sorun yok.’
‘Hitabımız kibar. Ben Avrupa’da çalıştım. Dolmuşçular kaba diyorlar ama yalan.’
‘Arkadaşlarımdan memnunum hepsi çok iyi.’
‘Nerdesin la? diye hitap ederiz mesela. Samimiyiz.’
‘Naber lan? deriz.’
‘İsimlerimizle hitap ederiz’
‘Telsiz konuşmalarında plaka ile anlaşırız’
Birbirleriyle aralarındaki konuşmalarını sorduğumuzda verdikleri cevaplar bunlardı. Bizim yaptığımız gözlemlerde de karşılaştığımız değişik hitaplar vardı. Kendilerinden büyük bir dolmuşçu ağabeylerine ‘dayı’ diye sesleniyorlardı. Bir de birbirlerine taktıkları lakaplar vardı. ‘ Alamancı’ bunlardan birisi. Bizim gözlemlediğimize göre argo kelime dolmuşlarda kullanılmıyor.
Telsiz aracılığıyla birbirini bilgilendiriyorlar.Telsiz konuşmalarında geçen konular genellikle ‘ Nerde kaç öğrenci var?, Polis var mı?, Varsa nerdeler?’. Bazen telsizlerde kendi muhabbetlerini yapıp güldükleri de oluyor. Bizim karşılaştığımız bir olayda ise kırmızı ışıkta duran iki dolmuşçudan biri diğerine eczaneden aldığı ilacı uzatıyordu. Anladığımıza göre birinin vakti yoktu ve öteki onun için ilaç aldı. Ya da birinde bozuk para yoksa diğerine veriyor. Bir başka örnekte ise bir dolmuşçu kırmızı ışıkta durdu ve arkasına bakarak telsizi alıp ‘ Sakin ol Hüseyin arabaya çarpacaksın şimdi’ dedi. Ya da bir dolmuşun plakasını söyleyip‘ben bu otuz sekizle hiç anlaşamıyorum bana hiç bilgi vermiyor.’ diye kızıyordu. Birbirlerinin yolcu sayılarını bile kontrol ediyorlar. Örneğin çok yolcu alan bir dolmuşçuya diğeri kızıyordu: ‘ Hani sen boştun ben seni bekliyordum bana yolcu göndereceksin diye.’ söylendi.
Yani sürekli birbirleriyle iletişim içerisindeler. Genelde onları polis korkusu birbirine yaklaştırıyor. Ceza yememek için, ya da ihtiyaçları için birbirlerine yardım ediyorlar. Yardımlaşma dayanışma var ama bazıları bunu çıkar ilişkisi şeklinde düşünüyor. Ben ona yardım edersem o da bana yardım eder şeklinde düşünenler var. Ama bunların sayısı pek fazla değil genelde birbirleriyle samimiler ve iyi anlaşıyorlar. Hatta tatil günlerinde bile görüştüklerini, beraber eğlendiklerini söylüyorlar. Kırıkkale küçük bir yer. İnsanlar birbirlerini tanıyorlar ve gerçekten içtenler. Aralarındaki iletişim hiç bitmiyor. Beraber kendilerine ait apayrı bir dünyada yaşıyorlar gibiler. Ama Ankara gibi büyük şehirlerde bu böyle değil. Onlar bunu sadece bir iş olarak görüyor. Dolmuşçular sadece önemli günlerde birbirleriyle ilişki içerisindeler. Örneğin; düğün ya da cenaze gibi.
117
Gelir durumlarıAylık maaş almaktadırlar. Biz aldıkları maaşı sorduğumuzda 1000-1500 TL arasında değiştiğini
söylediler. Sosyal güvenceleri ise Bağ-kurdur. Çoğu maaşların azlığından yetiremediklerinden şikâyet etmektedir. Dolmuşçunun biri aldığı maaşın ev geçindirmeye yetmediğini ve çocuklarının ihtiyaçlarına yetişemediğini söyledi. Bu durum bir baba olarak kendisini ne kadar rahatsız ettiğini üzülerek belirtti. Bazıları ise bu soruyu cevaplamak istemedi.
Araç bakım masraflarını kendi ceplerinden karşılamaktadırlar. Haftada bir araç bakımı, tamir, yağ kontrolü yaptırmaktadırlar. Temizlik ise günlüktür. Bu da nerdeyse maaşlarının 1/3üne mal olabilmektedir.
Polis korkuları Kırıkkale polisi dolmuşçular için korkulu bir rüya gibidir. Birçok şehre nazaran Kırıkkale’de denetimler daha fazla. Bu hal dolmuşçuları bezdirmiş durumda. En büyük korkuları fazla yolcu taşımaktan dolayı yedikleri cezalar. Telsiz konuşmalarında da birbirlerini polislerden haberdar ediyorlar. Ceza konusunu sorunca ise:
‘ 154 lira ceza yedim bir keresinde. Ufacık bir çocuk bile olsa ayakta ceza yazıyorlar.’
Bir diğer dolmuşçu ise:
‘ Yıldırdılar ya. Eve ekmek götüremiyoruz’ diyerek şikayetini belirtti. Bir dolmuş yolcuğunda bir dolmuşçunun sitemi ise şu şekildeydi:
‘Bir saat uygulamanı yap git kardeşim. Bu ne bu kadar neredeyse evimize kadar girecekler.’ Böyle söyleyenlerin aksine polislerin uygulamasından memnun olan dolmuşçular da vardır. Polislerin trafiği düzene koyduklarını, Kırıkkale’deki araç kullanıcıları dikkatsiz ve kurallara uymuyorlar. Polislerin bunu engellemeye çalıştığını ve kazaları en aza indirgemek için uğraştıklarını düşünüyorlar.
Ceza yedikleri konular genellikle fazla yolcu alma, dur ikazına uymama, kırmızı ışıkta geçme gibi konulardır.
Öğrenciler hakkındaki düşünceleriÖğrencilerle en çok ring parası konusunda anlaşmazlık yaşıyorlar. Öğrencilerin parayı
vermemesinden çok şikâyetçiler. Bu konu hakkında düşüncelerini merak ettiğimizde:
118
‘Biz öğrencinin parayı gerçekten verip veremeyecek durumda olduğunu anlıyoruz. Ayağında 400 liralık ayakkabı var ama ring parasını vermeye tenezzül etmiyor ayıp denen bir şey var.’
‘Biz öğrencinin halinden anlıyoruz abi param yok veremeyeceğim dese anlayış gösteririz ama onlar bizi saf yerine koyuyorlar inerken bir de sırıtıyorlar.’ ‘Hırsızlığın büyüğü küçüğü olmaz’.
‘Bir keresinde öğrencinin biri ring ücretini vermeyince indirmedim merkeze kadar götürdüm, gıcıklık değil mi? ‘
‘Ring parasını vermeyenler sınıfını geçemesin’
‘ 1.50 tl nin üstü 10 kuruşu almadan tepemden gitmiyorlar, ama ring parasını vermiyorlar.’ şeklinde konuşmalar yaşanıyor.
Öğrenciler de 10 kuruşların geri gelmemesinden şikayetçi. Şahit olduğumuz öğrenci dolmuşçu konuşması çok ilginçti. Dolmuşçu:
‘Gençler burslara zam gelmiş artık ring parasını tam verirsiniz’ demişti. Öğrenci cevabı ise ‘Siz önce 10 kuruşları verin.’ oldu.
Ücret konusu dışında dolmuşçu-öğrenci ilişkileri gayet iyidir. Öğrenci müzik istediğinde açıyor oynamalarına bile bir şey demiyor. Hatta onlara eşlik ettiği bile oluyor. Öğrenciler arasında en popüler telsiz konuşması içinde Ramazan’ın olduğu konuşmalardır.
119
Projenin Adı:
Projenin Süresi: 30 gün
Projede Kullanılan Araştırma Teknikleri: Katılımcı Gözlem, Görüşme, Saha İncelemesi
Sosyolojik Kavramlar : Kültür, alt kültürler, Toplumsal Davranış, ritüeller
Hazırlayanlar: Mustafa Aksu, Abdullah Özler, Üzeyir Kahraman
Danışman Doç.Dr.Levent Eraslan
Giriş
Dilencilik Nedir?
Bu konuda kabul görmüş yaygın bir tanımın bulunmadığını belirtmekte yarar var; konuya
ilişkin çok farklı tanımlar yapılabilir: Dilenci, toplumda genel kabul gören ölçütler dâhilinde yaşamını
sürdürebilmek için sahip olması gereken ekonomik imkânlara, kendisinden veya toplumsal şartlardan
kaynaklanan olumsuzluklar nedeniyle sahip olamadığı için veya aslında yoksul olmadığı halde
kendisini yoksul göstererek ihtiyaç hissettiklerini elde edebilmek için, imkân sahibi olanlardan söz,
yazı veya davranışlarla para veya eşya isteyen kimsedir. Dilenci, isteğinin gerçekleşmesi için, istekte
bulunduğu kişinin vicdanına, duygularına hitap eden sözler kullanır veya tavırlar sergiler (Munzer,
1999).
Dilencilik insanlık tarihinin içine düştüğü istenmedik durumlardan birisidir. Başlangıç tarihi
tam olarak tespit edilemeyen dilencilik sosyal hayat içerisinde alt grupların en alt tarafında yer alan
ve toplum katmanları arasında en sevilmeyen grubunu oluşturmaktadır. Toplum içinde sosyal
adaletin bozulmasına paralel olarak artan fukaralık kavramı içerisinde artış gösteren dilencilik, o
toplumun bir diğer açıdan gelişmemişlik ya da az gelişmişliğinin fotoğrafını vermektedir. (Tekin, 2008:
347).
Dilencilik, çalışmadan, emek sarf etmeden maddi kazanç elde etme davranışıdır. Bu davranış,
hem insan gücünün değerlenmemesine, hem insan onuru denilen duygunun köreltilmesi ve insani ve
dini bazı temel duyguların istismar edilerek, beşeri ve sosyal yapının doku zedelenmesine uğramasına
imkân tanımaktadır. Dilenciliğe, özellikle dini duyguların yoğunlaştığı zaman ve mekânlarda daha sık
rastlanılmaktadır. Zaman olarak daha çok Ramazan ayları, Cuma günleri, Kandil gün ve geceleri;
mekân olarak da mezarlar, türbeler, cami avluları v.b bu iş için daha çok tercih edilmektedir.
120
İnsanlardan para alabilmek için her fırsat değerlendirilmektedir. Yani dilencilik, doğası gereği
oportünist bir karakter arz etmektedir.
1. Dilenciliğin Arka Planı ve Faktörler
Dilenme davranışı, yaygın bir şekilde ve tarihin hemen her döneminde var olmuştur. Ancak,
düz bir mantıkla, yoksulluğun da her zaman var olduğu ve buna bağlı olarak dilenciliğin her dönem
var olmasının olağan olduğu gibi bir nedenselliğe dayalı bir izah, olayın belki de en masum boyutunu
görmemizi sağlar. Oysa gözden kaçırılmaması gereken dilencilik olgusunun en temel yönlerinden
biri, onun bir istismar aracı oluşudur. Hatta gerek bizzat yaptığımız araştırma ve gözlemler, gerekse bu
konuda ilgili kurumlar aracılığı ile yapılmış çeşitli durum tespit raporları ve dosyalar ile az sayıdaki
akademik çalışmalar, olgunun, daha çok bu eksende var olduğunu bize düşündürmektedir. Buradan
hareketle, dilencilerin, belki iki faktörün etkisiyle dilendiklerini söyleyebiliriz. Ancak, birinci faktör yani
yoksulluk nedeniyle dilenmede, dillenen kişiler bu işi yapmakta zorlanmakta ve imkân ve fırsat
bulduklarında kendi emekleri ile veya buna imkân yoksa çeşitli resmi ve sivil kurum ve kuruluşların
ekonomik desteği ile zaten zorlanmadıkça başvurmadıkları dilenciliği terk edebilmektedirler.
Diyebiliriz ki, bu şekildeki dilencilik, yok denecek kadar azdır. Çünkü dilenciliği meslek edinmemiş olan
bu insanların dilenmeleri, kendilerine de rahatsızlık verici olduğundan, çoğunlukla ne olursa olsun
dilenciliği tercih etmemektedirler. Aslında bu grup insanlar, belki de salt yoksul kategorisinde olup,
dilenci olarak bile değerlendirilemezler. İkinci faktör, dilencilik olgusunun, asıl üzerinde durulması
gereken kaynağı olarak gözükmektedir. Bu dilencilik türü, mücadele edilmesi ve çözümü için
uğraşılması gereken bir psiko-sosyal problem olarak önümüzde durmaktadır. Çünkü insanlar eğer
dilenciliği meslek edinmemişlerse artık insan onuru denilen duyguyu köreltmişlerdir. Bu duygu,
insanın her halükârda dilenme ve isteme davranışına engel olan bir benlik duygusudur. Her birey,
kendi manevi varlığını koruma içgüdüsüne sahiptir. Diğer adıyla “izzet-i nefs” duygusu dediğimiz bu
duygu, insanın kendini sevmesi ile bağlantılıdır. Bu duyguyu kaybetmek, insanlar için pek çok olumsuz
davranışı yapabilmeyi doğal hale getirecektir. Nitekim bu duyguyu yitirmiş olan dilenciliği meslek
edinmiş kimi bireyler için tek önemli şey, muhataptan maddi bir şeyler koparmak olup, yerine göre
her yöntemi kullanmak söz konusu olabilmektedir. Bunların başında da, kadınların ve çocukların
istismarı gelmektedir. Onları sokaklara salarak istismar etmekte hiçbir sakınca görülmemektedir.
Onlar da, zamanla öğrenilmiş davranış ve ifadeleri içselleştirerek, bu tür meslek olarak algıladıkları
dilenciliğin çeşitli rol davranışlarını uygulamakta zorlanmamakta ve herhangi bir rahatsızlık
duymamaktadırlar. Zamanla sokak hayatının çeşitli risk ve problemlerine, yeri geldiğinde geçici olarak
cezaevi hayatının şartlarına alışan ve bu konularda duyarlılığını yitirme düzeyine ulaşan çok sayıdaki
dilenci bireyler, sosyal bir yara olarak iyileşmesi imkânsız bir noktaya doğru ilerlemektedir. Hatta
121
sosyo-ekonomik refah düzeyinin artması bile, bu işi bırakmayı sağlayamamaktadır. Yapılan
araştırmalarda, bu türden çok sayıda vakaya bizzat rastlamış olmamın yanı sıra, televizyon ve
gazetelerde de sık sık bu tür haberlere şahit olunmaktadır. Hiç Şüphesiz onların kangren olmuş
yaralarını tedavi etmek kolay değildir. Bunun için sistemli ve tüm toplum bireyleri, resmi ve sivil
kurum ve kuruluşların organize bir şekilde çalışmalarıyla mücadele etmek gerekir. Ancak, en azından
toplum bireylerine bu konuda duyarlılık kazandırmadan, salt polisiye yöntemlerle bu işi başarmanın
imkânsız olduğu da kaçınılmaz bir gerçek olarak önümüzde durmaktadır. (Karacoşkun, 2008: 216).
Hukuk disiplini, dilencilik olgusunu bireysel yaşamı ve toplumsal düzeni rahatsız edici eylem
kategorisi içinde normatif bir çerçevede ele almaktadır. Dilenciliğin içinde işlem gördüğü kabahatler
kanunu toplum düzenini, genel ahlakı, kamu sağlığını, sosyal çevreyi ve ekonomik düzeni korumayı
esas alan bir yetkiyle, dilenciliği yaptırımları olan kriminolojik bir eylem olarak değerlendirmektedir.
Bu yaklaşımın detayları, dilenciliğin sözlük anlamını da referans aldığımızda, dilenciliğin geçim
sağlama pratiğinin meşru olmayan bir eylem tipi olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır. Dilenciliğin
kelime anlamı ve hukuk terminolojisindeki kullanımı, bir olgunun ya da eylemin sınırlarını, biçimini ve
meşruluğunu ön plana çıkaran bir konsept oluşturmaktadır. Suç unsuru taşıyan ekonomik bir aktivite
olarak dilencilik, gündelik yaşamda bütün hukuki güvenlik ve beledi tedbirlere rağmen kendini devam
ettirmektedir. Başka bir ifadeyle, dilencilik olgusunun söz konusu konsept dışında, toplumsal yaşamda
hayatiyet bulan etkin bir veçhesi olduğunu vurgulamak gerekir (Parin, 2008a: 3).
Dilenciliğin arka planında muhtaç insanların toplumsal dayanışmayla ihtiyaçlarının giderilmesi
gibi makul bir gerekçe de bulunmaktadır. Bu haliyle gerçekten çalışamayacak ve muhtaç durumda
olanların, yaşamlarını devam ettirmek için toplumsal dayanışmanın yerine getirilmesine itiraz
edilmeyebilir. Ancak, bu iyi niyetli yaklaşımla bile, yanılma payı hiç de azımsanmayacak derecededir.
Çünkü dilenenlerin büyük çoğunluğu için dilenmek, muhtaç olmak ile, bunu meslek haline getirip
kolay yoldan hayatı devam ettirmek arasında ince bir çizgiyi ifade eder hale gelmiştir.
Dilencilik olgusu ve dilenci kişi ya da grupları yapı itibariyle çetrefilli bir konu özelliği
göstermektedir. Dilenciliğin devamını sağlayan toplumsal, kültürel, dinsel tutum ve anlayışlar, dilenen
kişi ya da grupların sosyo-ekonomik nitelikleri, dilenciliğin yaygın olduğu toplumsal alanlar, dilencilikle
mücadelede yetersiz kalan bireysel, toplumsal ve kurumsal politikalar, dilenciliği meşrulaştırıcı işleve
sahip yoksulluk, yaşlılık, özürlülük gibi unsurlar bir bütün olarak söz konusu problemin ana
bileşenlerini oluşturmaktadır. Bu bağlamda çok bileşenli ve kökenleri çok eskilere dayanan dilencilik
sorunuyla mücadelede ilk aşama dilenciliğin tarihsel soy kütüğünü, dilenme eyleminin anatomisini,
dilencilik olgusunun bileşenlerini, dilenci grupların özelliklerini ve dilenciliğin devamına imkân
122
sağlayan toplumsal dokunun karakteristik yapısını içeren bir çerçevenin ortaya konulmasıdır (Parin-
Tuna, 2008b: 8).
2.Dilenmenin Gerekçeleri
Dilenciler, çok farklı gerekçeleri dilenmelerinin nedeni olarak ifade etmektedirler. Bunlar içerisinde
en yaygın şekilde dile getirdikleri nedenler şunlardır:
2.1- İşsizlik/yoksulluk: İş bulamadığı, aç olduğu için dilenmek zorunda kaldığı gerekçesi
dilenciler tarafından ifade edilen en yaygın gerekçedir. Dilencilerin birçoğu “niçin dileniyorsun?”
sorusuna, iş bulamadığı için dilendiği cevabını vermekte ve “hırsızlık veya fuhuş mu yapayım, bunları
yapmıyor dileniyorum” diyerek durumunu meşrulaştırmakta ve böylelikle dilenciliği “ehven-i şer”
olarak algıladığını/göstermeye çalıştığı anlaşılmaktadır. Ancak, küçük bir iş karşılığında (araba
yıkamak, ev veya dükkân temizlemek gibi) ihtiyacını karşılayacak para teklifinde bulunulduğunda, bu
teklifi kabul eden dilenci yok denecek kadar az çıkmaktadır; çoğu hasta olduğu gerekçesiyle bu teklifi
geri çevirmektedir.
2.2- Hastalık/sakatlık: Yoksulluğu nedeniyle hastalığını tedavi ettiremediğini ve tedavi olmak
için dilenmek zorunda kaldığını veya hastalığı/sakatlığı nedeniyle çalışamadığından yaşamını
sürdürmek için dilenmek zorunda kaldığını söyleyenler bu gruba dahildir. Bazı dilenciler sahte hasta
raporlarını veya röntgen filmlerini hasta olduklarına ilişkin inandırıcılıklarını artırmak için
kullanmaktadırlar.
2.3- Yolda kalma: Daha çok otogar veya tren istasyonlarında dilenenlerin başvurdukları bir
yöntemdir. Genellikle temiz giysili ve düzenli görünümlü bu kimseler, parasını kaybettiği veya
çaldırdığı için memleketine gidemediğini, bilet almak için paraya ihtiyacı olduğunu belirterek,
kendisine bilet parası verilmesini rica etmektedirler. İnandırıcılığı artırmak için parayı borç olarak
istediğini ve daha sonra ödeyeceğini ifade eden ve yardım almayı başarmak için istekte bulunduğu
kişinin adresini alanlar da olmaktadır. Fakat kendilerine para verilmeyip de biletini almak
istendiğinde, bunu kabul etmeyerek parayı almaya çalışmaktadırlar.
3.Dilenme Biçimleri
Dilenciler genellikle hangi yöntemlerle dileniyorlar? Bu soruya yanıt olabilecek araştırma bulguları
şunlardır: Araştırma bulgularına göre dilenme işi başlıca iki farklı şekilde yürütülmektedir:
123
3.1- Doğrudan para veya eşya isteyerek dilenme: Dilencilerin tamamı kendisine verilen paraya
“hayır” demiyor. Fakat bazıları bir yiyecek maddesi, giyecek veya ev eşyası da isteyebilmektedir.
Bunlar daha çok evlerde veya işyerlerinde dilenenlerdir. Bazıları her ne kadar istediği eşyayı
doğrudan söylüyorsa da, ne verilirse almakta da tereddüt etmiyorlar. Bu ise, asıl ihtiyacının o eşya
olmadığının en önemli göstergesidir. Alınan her şey “kısa günün kârı” olarak değerlendirilmektedir.
3.2- Bir hizmet karşılığında para isteyerek veya verileni reddetmeyerek dilenme: Bunların
çoğunluğunu tartıcılar, kağıt mendil satanlar veya araba camı silenler oluşturmaktadır. Bu durumda
bulunanların büyük çoğunluğunu çocuklar oluşturmaktadır. Bunlar, verdiği hizmetin veya sattığı
malın karşılığı olarak para talep etmekte, para verilirken daha fazlasını isteyerek veya daha fazlası
verildiği zaman reddetmeyerek üstü örtülü bir şekilde dilenme işini yürütmektedirler. Ayrıca,
özellikle mezarlıklarda Kur’an okuyarak, dua ederek, mezar sulayarak veya temizleyerek, mezar için
su veya çiçek satarak, fal bakarak dilenme işini dolaylı şekilde yürütenleri de bu gruba dâhil etmek
mümkündür. Tüm bunların genel özellikleri; verdikleri hizmetin veya sattıkları ürünün karşılığında
borcun ne olduğu sorulduğunda “ne verirsen”, “gönlünden ne koparsa” gibi cevaplar vermeleridir;
belirli bir para miktarı ifade etmekten özellikle kaçınmaktadırlar. Ancak burada şunu ifade etmek
gerekir ki, verdikleri hizmet ve yaptıkları satışlarla bu grupta isimleri geçenlerin hepsini dilenci olarak
nitelemek çok doğru olmaz. Özellikle de tartıcılar ve kâğıt mendil satanlar bu konuda önemli bir
ayrıcalığa sahiptirler. Çünkü bunların içerisinde dilenmeyi reddeden ve emeğinin karşılığı dışında
verilenleri almayan veya almakta zorlananlar oldukça çoktur. Ancak ne var ki bu hizmetler ve satışlar
bazıları için dolaylı bir şekilde dilenme biçimi olarak kullanılabilmektedir. Dilenmek amacıyla böylesi
yöntemi tercih edenler için, bu yöntemin en çekici tarafı, yardımseverlerin “bu kişi çalışıyor, bu
dilenci değil” anlayışıyla, bir dilenciye verilenden daha fazla miktarda yardım etme eğilimi
taşımalarıdır.
4.Dilencinin Özellikleri
Türk edebiyatındaki divanlar esas alınarak yapılan taramalarda şiirlerde dilencilerin birtakım
özelliklerinin dile getirildiği görülmektedir. Bu hususiyetleri şöyle tasnif etmek mümkündür (Dikmen-
Çetin 2008: 530–533):
4.1.Birilerinden bir şey talep etme: Dilencinin en önemli vasfı, başkalarından yardım istemek, bir
şeyler talep etmektir.
4.2Üstü Başı Perişan Olma: Dilencilerin insanların merhametini celbetmek için üstüne yırtık ve
eskimiş elbiseler giymeleri geçmişten beri devam eden bir özelliktir.
124
4.3.Kanlı Gözyaşı Dökme: Dilencilerin insanların merhamet duygularını galeyana getirmek için
gözyaşı dökmeleri özelliği de vardır.
4.4.Yara-bere içinde Olma: Dilencilikle meşgul olanların, insanların acıma duygularını harekete
geçirmek için hasta ya da sakat numarası yaptıkları yahut hastalıklarını ve sakatlıklarını bu iş için aracı
kıldıkları bilinen bir gerçektir. Hatta bazen bu durumu kötüye kullanan çetelerin çocukları sakat
bırakıp kullandığı da görülmektedir.
4.5.Başı Önde Olma: Dilencilerin, başlarını öne ya da yana eğerek ellerini açıp istekte bulunmaları
sıkça görülen bir manzaradır. Hayâlî'nin beytinde menekşe ile dilenci arasında böyle 27 bir hayal
konu edilmiştir. Çünkü menekşe, botanik özelliği gereği çiçekleri yere doğru bakan bir çiçektir.
Boynunun eğriliği ve şekli itibariyle başı önünde duran dilenci gibi düşünülmüştür.
4.6.Âmâ Olma: Bir kısım dilenciler insanları etkilemek için âmâ yürüme engelli, hasta vs. şeklinde
görünürler. Bunun yanında gerçekten bu tarz rahatsızlıkları sebebiyle dilencilik yapmak durumunda
kalan insanların sayısı da az değildir.
4.7.“Allah Rızası için...” ifadesini Kullanmaları: Dilenciler, muhatabının durumuna göre,”Allah rızası
için fakire bir sadaka”, “Allah işini rast getirsin”, “Allah sevdiğine kavuştursun”, “Allah evladını
bağışlasın” gibi klâsik dilenme cümlelerini sıklıkla terennüm ederler. Dua adına ne dilenirse dilensin,
her cümlenin başına mutlaka “Allah” lafzı ilave edilerek dinî duygularistismar edilmektedir. Eski
dönemlerde de dilencilerin, “Allah rızası için bir sadaka” sözünün karşılığı olan “Ģey'enlillâh” ifadesini
kullandıkları görülmektedir.
4.8.Etek Açıp Dilenme: Beyitlerden anlaşıldığına göre dilenciler, eski dönemlerde de tas, kâse vb.
malzemeler kullanmadan sadece ellerini ya da eteklerini açmak suretiyle bile dilenmişlerdir.
4.9.Bayram Gibi Özel Günlerde Daha Çok Dilenme: Cami, türbe, mezarlık gibi dini duyguların
sömürüleceği yerler, dilencilerin en gözde mekânları olarak dikkatleri çekmektedir. Aynı zamanda
Cuma günleri, Ramazan ayı ve bayramlar adeta dilencilerin kutsal günleri gibidir”.
4.10.Rol Yapabilmeyi Becerebilme: Dilencilerin belki de en büyük özelliklerinden birisi rol yapmayı
becerebilmedir. Sakat olmadığı halde sakatmış gibi davranma, konuşabildiği halde konuşamıyormuş
gibi davranma ya da kör taklidi yapma, dilencilerin önemli özelliklerindendir.
4.11.Can Alıcı Sözcükler Kullanma: Dilencilerin bir diğer niteliği kullanacağı sözcükleri iyi seçmesidir.
Allah Rızası için, Peygamberin Hatırı için, Sevdiğiniz Hatırı için, Allah Gönlünüz Muradını Versin, Kızım
125
Ölüyor, Ne Olur Boş Geçme Ablacım/Abicim, vb. ifadeler dilencileri sık sık kullandığı ama insanlar
üzerinde etkili olan ifadelerdir.
5.Dilencilere Ait Duygular
Dilencilere ait duygular şu şekilde özetlenebilir (Dikmen-Çetin, 2008: 535):
5.1.Kötü Söz İşitmeye Tahammülü Olmama: İnsanlardan bir şey talep eden dilencinin, kötü
muameleye tahammül edemediği beyitlerde söz konusu edilmiştir. Bazen dilencinin, adeta,
karşısındaki kişiden kötü söz işitmektense hiçbir şey vermemesini tercih ettiği görülmektedir.
5.2.Utangaçlık: Dikkati çeken bir diğer duygu da, dilencilere utangaçlık duygusunun atfedilmesidir.
5.3.Küstahlık: Dilencilerin isteklerinin karşılanmadığı durumlarda küstah bir tavır sergilemelerinin söz
konusu edildiği beyit, bunun adet haline geldiğini göstermektedir. Bu tutumun ardından da
affedilmeyi bekledikleri dile getirilmektedir.”
Günümüzde de dilencilik, özellikle büyük kentlerde, gelip geçenin fazla olduğu metro giriş
çıkışı gibi genel yerlerde; cami önü, mezarlık, hastane bahçesi, parklar gibi toplumun duygusal olarak
hassas olduğu alanlarda bireylerin duygusal yönlerine hitap ederek, icra edilmektedir. Dilencilerin
varlığı o bölgelerde herhangi bir şekilde bulunan ya da gelip geçen insanları kimi zaman
ilgilendirmezken kimi zaman da rahatsız etmektedir. Yardım isteme nedenleri, söyleme biçimleri ve
görüntü olarak sergilenen durum önceden hazırlanmış bir senaryonun sahnelenmesi şeklindedir.
Çeşitli görsel ve işitsel senaryolarla kazanç elde etme biçimi olarak bir meslek gibi dilenciliğin
sürdürülmesi toplumsal hayatın örgütlenmesi içinde yer aldığını da göstermektedir. Toplumsal
yaşamda bireylerin onurlu bir yaşamı sürdürebilmeleri için gerekli donanımların toplumun
sosyalleşme süreci içinde kazandırılması gerçeği ile dilenciliğin süregelmesi hatta giderek daha fazla
sayıda kişinin dilenmesi ve dilenci çetelerinin kurduğu düzenler çelişkileri yansıtmaktadır. Bu çelişkiler
normlar geliştirerek norm dışı davranışlar için yaptırımlar uygulayan ya da uygulamak isteyen
toplumlarda süregelen sapkın davranışlar gerçeği için de geçerlidir. (Canatan, 2008: 419)
İnsanlar hayatları boyunca sürekli bir şeylere ihtiyaç duymaktadırlar. Kimi insan ihtiyaçlarını
kendi karşılamakta, kimisi de ancak başkalarının yardımını almak suretiyle bu işi başarabilmektedir.
Bu durum, temel ihtiyaçların karşılanmasında daha da önem kazanmaktadır. İhtiyaçların
karşılanmasında başkalarının yardımını almanın bir yolu da dilenmektir. Dilencilik, tarihi
bilinemeyecek kadar eski bir faaliyet alanı olup, topluma hayâca olumsuz etkiler yapan bir eylemdir.
İnsanlar bir arada yaşamaya başladıkları tarihten itibaren bazı bireyler dilenmek suretiyle geçimlerini
126
temin etmişlerdir. Bu da çoğu zaman, kazancının veya malının belli bir bölümünü başkalarıyla
paylaşmak zorunda kalan diğer bireylerin rahatsız edilmeleri sonucunu doğurmuştur.
Dilenciliğin ne zaman ortaya çıktığı konusunda bir fikir yürütmek çok zordur. İnsanoğlunun
çalışmak için yeterli iş gücünü bulamadığı, ya da çalışabilecek imkânı olduğu halde daha kolay para
kazanma anlayışı gibi çeşitli nedenlerle dilenciliğin en eski çağlardan beri var olduğunu söylemek
mümkündür.
Yoksul kesim toplumun ayrılmaz bir parçası olduğuna göre, yoksulla büyük bir bağ oluşturan
dilencilik de varlığını sürdürmüştür. Devletlerin refah seviyeleri nispetinde toplum içerisinde sayıları
azalıp, çoğalan dilenciler toplumun ayrılmaz birer parçası olmuşlardır.
6.Dilenmenin Araçları
Dilenmek amacıyla işyerlerine ve evlere gidenler de vicdana hitap yöntemini uygulamaya
çalışsalar dahi, insanlar bu kişileri daha çok “başlarından defetmek” eğilimi taşıyorlar ve ya hiç
yardım etmiyorlar yada çok az miktarlarda yardım ediyorlar; dolayısıyla bunlar, sokak
dilencileri kadar başarılı olamıyorlar. Araştırma sırasında “başından defetme” amacını bir çok esnaf
açıkça ifade etmiştir. Sokak dilencilerine gelince, bunlar doğrudan kişilerin vicdanlarına, acıma
duygularına hitap etmekte ve isterse yardım etmeden geçebilecek kişiyi bu şekilde kendilerine
yöneltmektedirler. Bu arada bazı araçları dilenciliği kolaylaştıran unsurlar olarak kullanılmaktadır. Bu
araçlar o kadar etkili olmaktadır ki, dilencileri takip işiyle ilgilenen ve yakaladıkları dilencileri,
dilenmekten alıkoyan ve evlerine/memleketlerine gönderen zabıta görevlilerinin birçoğu,
yakaladıkları dilencilere bazen çok acıdıklarını ve bizzat kendilerinin de yardım ettiklerini ifade
etmişlerdir. Dilenciler tarafından en yaygın biçimde kullanılan araçlar şunlardır:
6.1- Fiziksel/zihinsel özürler: Dilencilerin ifadelerinden anlaşıldığına göre, insanlar en çok
dilencinin fiziksel özürlü oluşundan etkileniyor ve yardım ediyorlar. Dolayısıyla bir dilencinin
fiziksel/zihinsel özürlü oluşu dilenme işini başarıyla yürütmesine önemli imkanlar sunmaktadır.
Özürün büyüklüğü ve dolayısıyla normal yaşam sürmeyi engeller nitelikte olması, insanları yardıma
daha güçlü olarak sevk etmektedir. Aynı zamanda yardım miktarının artmasına yol açmaktadır.
Araştırma sırasında, bazı dilencilerin kendilerini özürlü kılmaya veya öyle görünmeye çalıştıkları tespit
edilmiştir. Bunun en yaygın biçimini kol veya bacağı özürlü gibi (kırık, çıkık) göstermek veya yine kol
veya bacakta kötü görünümlü büyükçe bir yara oluşturmak teşkil etmektedir. Araştırmam sırasında,
iki gözü de kör taklidi yapan bir erkek dilenci tespit edilmiş; bu dilenci zabıta merkezine
götürüldüğünde, durumunun anlaşılacağını fark edince, kör olmadığını ama epilepsi hastası olduğunu
127
ifade etmiştir. Yine aynı şekilde, otogarlarda hareket etmek üzere olan otobüslerdeki yolculardan
ellerindeki yazılı kâğıtlar veya hastalık raporları aracılığıyla yardım isteyen ve genellikle konuşamayan
hasta taklidi yapanların genelde böylesi bir rahatsızlıkları olmadığı tespit edilmiştir. Bunlardan
birisi “yardımseverlerin” sorularından kurtulmak için konuşamayan taklidi yaptığını ifade etmiştir.
Dilenmeyi kolaylaştırmak ve geliri artırmak için, özellikle vücutta kötü görünümlü büyük yara
oluşturma işleminin gerçekte özürlü olmayanlar tarafından yoğun olarak uygulandığı anlaşılmaktadır.
Bunu sağlamanın en yaygın biçimini ise, vücudun yaralı görünmesi istenen kısmına yaş kavak ağacının
kabuğunun birkaç gün sarılması oluşturmaktadır. Böylelikle, kolay ve acısız bir şekilde, oldukça kötü
görünümlü bir yara oluşturulabildiği bazı dilenciler tarafından ifade edilmiştir.
6.2- Fiziksel/zihinsel özürlü birisiyle birlikte dilenmek: Bazı dilenciler, yardımseverlik
duygularını harekete geçirmek için fiziksel/zihinsel özürlü eşini veya çocuğunu dilenmenin aracı
olarak kullanmaktadır. Bazıları ise böylesi özürlü birisiyle bir ekip oluşturarak dilenmektedir. Bu
durumun bir örneği olması açısından belirtmek gerekirse; iki gözü de görmeyen 70 yaşlarında bir
dilencinin aslında eşi olmayan bir kadının yardımıyla dilendiği tespit edildi. Kadın, yardımlarını istediği
insanlara, görme özürlü erkeğin kocası olduğunu ve ona bakmaktan çalışamadığını söylemekteydi.
Anlaşıldığı kadarıyla, akşam olunca, gün boyunca dilenerek topladıkları parayı eşit
olarak paylaşıyorlardı.
6.3- Küçük yaştaki çocukla birlikte dilenmek: Dilenciliği bir meslek olarak algılayan kimselerin
en yaygın kullandıkları dilenme aracı çocuktur. Çocuğun yaşının küçüklüğü, insanların yardımseverlik
duygularını daha kolayetkilediği için, mevcut çocukların en küçük yaşta olanı dilenme aracı
olarak seçilmekte, eğer dilenme zamanı kış mevsimi ise çocuğa çok ince giysiler giydirilmekte ve
ayakları çıplak tutulmakta veya mevsim yaz ise çocuk kaldırıma, taş veya betonun üstüne yatırılarak
insanların etkilenmesi sağlanmaktadır. Son zamanlarda gittikçe yaygınlaşan bir dilenme biçimi de
saçları kazıtılan ve ağzına maske takılan çocuklarla dilenmedir. Bu şekilde çocuğa lösemi hastası
görünümü veren üç dilenciyle görüşülmüştür. Çocukların üçü de gerçekte hasta değildi; anneleri
(veya anneleri görünümündeki kadınlar) zabıta merkezinde bunu açıkça ifade etmişlerdir.
6.4- Dinsel söylemler ve görünümler: Yardımlaşmanın dinsel önemi ve din tarafından teşvik
edilmesi nedeniyle, dilencilerin sözlerine dinsel bir içerik kazandırdıklarına herkes şahit olmuştur;
“Allah rızası için” ifadesi söylemin en yaygın biçimini oluşturmaktadır. Ancak, bazıları etkiyi daha da
artırmak için “çocuğunun, sevdiğinin başı için”, “sevdiklerinin sadakası için” gibi ifadeleri de yaygın
olarak kullanmaktadır. Fakat çoğu kimsenin bilmediği daha ilginç bir durum araştırma sırasında tespit
edilmiştir. Tespit edilen şudur: Son yıllarda toplumda “türbanlı” olarak tanımlanan “tesettürlü”
128
bayanların çoğalması ve bu dinsel görünümün toplumda yaygınlık kazanması nedeniyle, bazı kadın
dilenciler “türbanı” ve “tesettürlü” kadınların giysisi olan pardösüyü bir dilenme aracı olarak
kullanmaktadırlar. Bunlar daha çok evlere giderek dilenmeyi tercih etmektedirler. Araştırma
bulgularına göre, bu kimselerin dilenme işini böylesi görünümle yapmalarının amacı şudur: Dilenciler
genellikle görünümleriyle toplum tarafından kolay tanındıkları için evlere gittiklerinde yardım
alamamakta veya küçük miktarlarda yardım almaktadırlar
7.Dilenmenin mekânları
Türkiye’deki dilencilerin en yaygın olarak tercih ettikleri dilenme mekânları şuralardır:
7.1- Sokak ve caddeler, cami önleri ve mezarlıklar.
7.2- Tren istasyonları, otogarlar ve otobüsler.
7.3- Evler ve işyerleri: Özellikle ev veya işyerlerine giderek yardım isteyen dilenciler içerisinde, asıl
amacı dilenmek olmayan, dilenci görünümü altında ev veya işyerinde herhangi bir kimsenin bulunup
bulunmadığını tespit amacı taşıyan ve eğer kimse yok ise oraya hırsızlık amacıyla girenlerin olduğu,
Emniyet yetkilileri tarafından belirtilmiştir.
7.4- Üst veya Alt geçitler: Daha çok büyük kentlerde karşılaşılan bir dilenme mekânıdır. Geçiş alanının
dar olması daha çok kişinin dil dilenciyle karşılaşmasını sağlamakta ve bu durum yardım edenlerin
sayısında artışa neden olmaktadır.
Belediye araştırdı: Dilencilerin yüzde 99’u ihtiyaç sahibi değil!
129
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı dilenci takip ekiplerinin 2012 yılında yaptıkları çalışmalardan
çarpıcı sonuçlar çıktı.Zabıta Daire Başkanlığı, bir yıl içinde 4 bin 936 dilenciyi yakalayarak hakkında
işlem başlattı. Çoğu kadın olan bu dilencilere Kabahatler Kanunu’na göre toplam 386 bin 786 lira para
cezası kesildi. Yakalanan dilencilerin üzerlerinden çıkan 32 bin 695 TL ise devlete aktarıldı. 2012
yılında yapılan denetimlerde bir dilencinin üzerinden çıkan en yüklü para 3 bin 580 lira olarak
kayıtlara geçti. Zabıtanın incelemelerine göre dilencilik yapanların yüzde 99’unun ihtiyaç sahibi
olmadığı, sadece dilenciliği kolaydan para kazanma yolu olarak gördükleri ortaya çıktı. Dilenciliği
meslek edinenlerin daha fazla para kazanabilmek için kalabalık şehirleri tercih ettiğini belirten Zabıta
Daire Başkanı Mustafa Tahmaz, İstanbul’da dilencilik yapanların yüzde 98’inin çeşitli illerden geldiğini
ifade ediyor. Gerçek ihtiyaç sahiplerine başta belediyeler olmak üzere hem devlet hem de sivil toplum
kuruluşlarının yardımcı olduğunu ifade eden Tahmaz, sokakta dilenen istismarcılara karşı dikkatli
olunması uyarısında bulunuyor. Avrupa yakası Zabıta Müdürü Bahtiyar Yılmaz ise “Günümüz
şartlarında asgari ücretle çalışan bir insan ayda ortalama 850 TL kazanabilmekte. Yani normal bir
çalışan günlük olarak yaklaşık 30 TL kazanabiliyor. Oysa bir dilencinin günlüğü 150-200 liraya kadar
çıkabiliyor.” diyor.(ZAMAN GAZETESİ,O6.01,2013)
KIRIKKALE’DE DİLENCİLİK OLGUSU
Kırıkkale ili kent merkezinde yer alan Zafer,Vatan,Hürriyet caddelerinde dilenen dilenciler ile
anket yapılan anketlerle görüşmeler sonucunda alan araştırması gerçekleştirilmiştir.Bu caddeler
üzerinde dilencilerin kendilerine mesken olarak seçtikleri yerler,genellikle halkın yoğun olarak
130
kullandığı kamusal alanlardır. İş merkezi önleri,pasaj önleri,ekmek fırını ya da market önleri
dilencilerin cadde üzerinde en fazla işgal ettikleri alanlardır. Cadde üzerinde yer alan camiler ise
özellikle Cuma günleri dilenciler tarafından yoğun olarak toplanılan alanların başında gelmektedir.
Dilencilerin halk açısından ise nasıl anlaşıldığı pek açık değildir. Özellikle namaz çıkışlarında hemen
hemen her vatandaşın dilencilere sadaka verdiğini çok rahat bir şekilde gözlemleyebilirsiniz.
İbadetten sonra “Allah kabul etsin” sözünü duyan cami cemaatinin çoğunun buna karşılıksız kalmadığı
açık. Cadde üzerinde gelip geçenlerin ise dilencilere pek aldırdıkları olduğu söylenemez. El açan
dilencilerden sürekli olarak uzak durulması, karşıdan görüldüğü takdirde yürüyüş istikametinin
değiştirilmesi ve bunun gibi durumlar artık çok normal karşılanmaktadır. Belki de bu yüzden dilenciler
özellikle halkın yoğun oldukları kamusal alanlarda toplanma gereği duymaktadırlar. Caddeler üzerinde
hemen hemen her 100 metrede bir karşınıza çıkan dilenciler genellikle ya oturmuş vaziyettedirler ya
da başları önlerine eğik, el açıp sizden sadaka istemektedirler. Kadın dilencilerin ise dilenme adına en
büyük silahları sahip oldukları çocuklarıdır. Genellikle her kadın dilencinin yanında küçük bir erkek ya
da kız çocuğu bulunmaktadır. Bu çocuklar, dilenci kadınların kucaklarında ya uyur haldedirler ya da
başları öne eğik, elleri açık ve annelerine sığınmış vaziyettedirler. Küçük kız çocuklarının çoğunlukla
başları örtükken erkek çocuklarının kıyafetleri gelen de yoktur, yani daha doğrusu alt tarafları çıplak
haldedir. Çoğu dilenci çocuğunun ayakkabısı da yoktur. Yazın ayaklar tamamen çıplakken, kışın lastik
botlar giyilmektedir. Kış aylarında dilenciler genellikle yaz aylarına göre daha az ortada
görünmektedirler. Zaten “kışı nasıl geçirirsiniz” sorusuna çoğu dilenci “evimde ısınarak” cevabını
vermiştir. Yine kış aylarında dilencilerin fırın önlerinde ya da kapı girişlerinde yoğunlaştıkları
görülmektedir.
Kırıkkale’de bazı dilencilerle yapmış olduğumuz görüşmeler ve bazı dilencilerin hayatları.
131
İBRAHİM AMCA
1. Neden dilencilik yapıyorsunuz?
Beyin felci geçirdiğimden dolayı
anca dilencilik yapabiliyorum
2. Dilencilik yapmanızda ailenizin
etkisi var mı?
Bakmakla yükümlü olduğum bir
çocuğum ve bir eşim var. Kendi
isteğimle yapıyorum.
3. Ne zamandan beri dilencilik
yapıyorsunuz?
Beyin felci geçirdiğimden beri
dilencilik yapıyorum. Gözlerimde
büyük bir problem olduğu için bu işi
tercih ettim.
4. Halk tarafından nasıl karşılanıyorsunuz?
Halk beni bir dilenci gibi değil de daha çok yardıma muhtaç biri olarak görüyor(biz de buna şahit olduk
bizim yanımızda esnafla şakalaştı. Bazıları poşetine bir ekmek bazısı meyve, kimisi ise poşetine simit
koyuyor.)
5. İmkânınız olsa çalışmak ister miydiniz?
Çalışmak isterdim. Fakat gözlerimdeki sıkıntıdan dolayı çalışamıyorum. Beyin felci geçirdiğim ve yaşlı
olduğum için kimse bana iş vermiyor.
6. Herhangi bir sağlık probleminiz var mı?
Evet. Beyin felci geçirdiğim için dileniyorum.
7. Komşularınız size yardım ediyorlar mı?
132
Evet. Genelde gıda yardımında bulunuyorlar.
8. Kaç kişiye bakıyorsunuz?
Bir çocuğuma ve eşime bakıyorum.
9. Halk tarafından hiç şiddete
uğradınız mı?
Hayır. Halk beni seviyor.
10. Hiçbir işte çalıştınız mı?
Daha önce bir fırında ve bir avukatın
yanında çalıştım.
11. Barındığınız bir eviniz var mı?
Evet var. Ama tam olarak benim değil dört bacımın hissesi de var.
12. Genellikle nerede dileniyorsunuz?
Camii önlerinde, cadde ve sokaklarda dileniyorum.
13. Günlük kazancınız size yetiyor mu?
Evet, Allah’a çok şükür yetiyor.
14. Kışın geçiminizi nasıl sağlıyorsunuz? Soğukta zorluk çekiyor musunuz?
Komşularımın ve esnafın yardımıyla kışı geçiriyorum. Evet soğuk beni çok etkiliyor.
15. Diğer dilencilerle aranızda bir sorun oluyor mu?
Genellikle olmuyor.( Geçenlerde yaptığımız bir gözlemde Cuma namazı çıkışında Erdoğan adlı bir
dilenciyle tartıştığına şahit olduk.)
KEMAL AMCA
1. Neden dilencilik yapıyorsunuz?
133
Beş-altı ay önce ayağım kırıldığı için çalışamıyorum. Bu yüzden dilencilik yapıyorum.
2. Dilencilik yapmanızda ailenizin etkisi var mı?
Evet var ayağımın kırılmasıyla çocuklarım beni terk etti. Bana bakacak kimse yok.
3. Ne zamandan beri dilencilik yapıyorsunuz?
Yaklaşık altı aydan beri dilencilik yapıyorum.
4. Halk tarafından nasıl karşılanıyorsunuz?
İyi karşılanıyorum.
5. İmkânınız olsa çalışmak ister miydiniz?
Çalışmak isterdim. Fakat ayağım kırıldığı ve düzelmediği için bana iş vermiyorlar, çalışamıyorum.
6. Herhangi bir sağlık probleminiz var mı?
Evet var.
7. Komşularınız size yardım ediyorlar mı?
Evet, genelde ediyorlar hatta ev sahibim kiranın bir kısmını almıyor.
8. Kaç kişiye bakıyorsunuz?
Eşim öldü ve çocuklarım da ayağım kırılınca beni terk etti. Tek başıma yaşıyorum.
9. Halk tarafından hiç şiddete uğradınız mı?
Hayır.
10. Hiçbir işte çalıştınız mı?
Evet, daha önce hurdacılık ve demircilik yaptım.
11. Genellikle nerede dileniyorsunuz?
Daha çok sokaklarda dolaşarak ve banka kuyruğunda bekleyen kişilerin yanlarında dileniyorum.
134
12.Ailenizde başka dilenen var mı?
Hayır yok.
13. Günlük kazancınız size yetiyor mu?
Yetiyor. Zaten yüz lira kira veriyorum.
14. Kışın geçiminizi nasıl sağlıyorsunuz? Soğukta zorluk çekiyor musunuz?
Kışın geçimimi komşuların yardımıyla geçiriyorum. Devletten aldığım kömür ile ısınıyorum.
KIRIKKALEDEKİ DİĞER DİLENCİLERİN RESİMLERİ
Yaşına aldırış etmeden annesi ile dilenen küçük çocuk.
135
Erdoğan amca (yukarıdaki kişi) genelde Cuma günleri camii önlerinde dileniyor.
Bu kadın banka kuyruklarında dilenmekte.
136
Bu kadın dilenirken küçük yaştaki çocuğunu dilenme aracı olarak kullanıyor.
GÖRÜŞMELERDEN ELDE ETTİĞİMİZ BULGULAR
İbrahim amca ilerleyen yaşı ve geçirdiği beyin felcine bağlı olarak çok az görmesinden dolayı
dilencilik yapıyor. Bakmakla yükümlü olduğu eşi ve çocuğundan ötürü dilenmekte olduğunu belirtti.
İbrahim amca Kırıkkale esnafı tarafından da sevgi ve hoşgörüyle karşılanmaktadır. Esnaf onu bir
dilenciden ziyade yardım edilmesi gereken bir yoksul olarak görüyor. Her türlü yardım ve desteği
esirgemiyor.
Kemal amca hurdacılıkla meşgulmüş lakin beş altı ay önce ayağı kırıldığını ve artık dilencilik
yaptığını söylüyor. Kendisiyle yaptığımız röportajda bizlere çelişkili ifadeler kullandı. Çocuklarının
ayağı kırıldıktan sonra kendisini terk ettiğini belirtse de daha sonra çocuklarım yok, öldü gibi ifadelerle
çelişti. Dilenciliği ayağının kırık olmasını bahane etse de o, gezerek dilenmeyi tercih ediyor(!). Bu
durum apaçık dilenciliğin sektörleştiğinin de bir nevi kanıtı oldu.
137
TABLO 1
1. Genelde hangi cins dilencilerle karşılaşıyorsunuz?
KADIN ERKEK TOPLAM
18–25 25–30 30ve üzeri 18–25 25–30 30ve üzeri 40(%100)
A.KADIN 8 2 1 9 1 1 22(%55)
B.ERKEK 3 0 1 2 6(%15)
C.KIZ ÇOCUK 1 1 1 4 1 0 8(%20)
D.ERKEK ÇOCUK 3 0 0 0 1 0 4(%10)
GRAFİK 1
138
18
–25
25
–30
30
ve ü
zeri
18
–25
25
–30
30
ve ü
zeri
40
(%1
00
)
KADIN ERKEK TOPLAM
0
5
10
15
20
25
A.KADINB.ERKEKC.KIZ ÇOCUKD.ERKEK ÇOCUK
Tablo 1’de görüldüğü gibi “Hangi cins dilencilerle karşılaşıyorsunuz?” sorusuna büyük bir
çoğunluğu(%55) kadın dilencilerle karşılaşıyoruz diyorlar. Kırıkkale de kadın dilencilerin çokluğu göze
çarpıyor. %15’i erkek dilencileri, %20’si kız çocuk dilencileri, %10’u da erkek çocuk dilencileri
işaretledi. Genele yaydığımızda ise Kırıkkale’de kadın dilenci oranı daha büyüktür.
TABLO 2
2.Dilenciyi görünce ne yaparsın?
KADIN ERKEK TOPLAM
18–25 25–30 30ve üzeri 18–25 25–30 30ve üzeri 40(%100)
A.YOLUMU DEĞİŞTİRİRİM 1 0 1 0 1 0 3(%7,5)
B.GÖRMEZLİKTEN GELİRİM 10 0 0 10 1 0 21(52,5)
C.PARA VERİRİM 3 2 0 3 2 3 13(%32,5)
D.KOVARIM 0 1 1 1 0 0 3(%7,5)
GRAFİK 2
139
KADIN ERKEK TOPLAM0
5
10
15
20
25
A.YOLUMU DEĞİŞTİRİRİMB.GÖRMEZLİKTEN GELİRİMC.PARA VERİRİMD.KOVARIM
Tablo 2’de görüldüğü gibi “Dilencileri görünce ne yapıyorsunuz?” sorusuna kadınların büyük
bir çoğunluğu ‘görmezlikten gelirim’ seçeneğini seçti. Erkeklerde kadınlar gibi görmezlikten gelmeyi
tercih ediyor. Genelde %52,5’i görmezlikten geliyor. Bir nevi onları dışlıyor, söylediklerine aldırış
etmiyorlar. Diğer verilen cevaplar da şu şekilde; %7,5’i yolumu değiştiririm, %35,5’i para veririm,
%7,5’i ise kovarım seçeneğini seçti.
TABLO 3
3.Genelde nerede daha çok dilenci görüyorsunuz?
KADIN ERKEK TOPLAM
18–25 25–30 30ve üzeri 18–25 25–30 30ve üzeri 40(%100)
A.Cami önlerinde 4 0 0 7 2 1 14(%35)
B.Banka önlerinde 0 0 1 0 0 2 3(%7,5
C.Lokanta önlerinde 0 1 1 1 2 0 5(%12,5)
D.Sokaklarda 11 2 0 5 0 0 18(%45)
GRAFİK 3
140
18
–25
25
–30
30
ve ü
zeri
18
–25
25
–30
30
ve ü
zeri
40
(%1
00
)
KADIN ERKEK TOPLAM
0
2
46
810
1214
1618
20
A.Cami önlerindeB.Banka önlerindeC.Lokanta önlerindeD.Sokaklarda
Tablo 3’de görüldüğü gibi “Genelde nerede daha çok dilenci görüyorsunuz?” sorusuna halkın
çoğunluğu cami önlerinde (%35) ve sokaklarda (%45) cevabını verdiler. Buralar dilencilerin en çok
tercih ettikleri yerler konumunda. Yaş grubuna göre 30 yaş ve üzerinin hepsi banka önlerinde(%7,5)
cevabını verdiler. Lokanta önlerini ise %12,5’lik kısım işaretledi
TABLO 4
4.Dilenciyi görünce gerçek ihtiyaç sahibi olup olmadığını nasıl anlarsınız?
KADIN ERKEK TOPLAM
18–25 25–3030ve üzeri
18–25 25–30 30ve üzeri 40(%100)
A.Fiziki durum 7 1 1 8 0 0 17(%42,5)
B.Giyim 0 1 0 3 1 1 6(%15)
C.Diğer insanların yardım edip etmemesine göre
0 0 0 0 2 0 2(%5)
D.İnandırıcı olmasına 7 1 1 3 1 2 15(%37,5)
141
GRAFİK4
18
–25
25
–30
30
ve ü
zeri
18
–25
25
–30
30
ve ü
zeri
40
(%1
00
)
KADIN ERKEK TOPLAM
0
2
4
6
8
10
12
14
16
18
A.Fiziki durumB.GiyimC.Diğer insanların yardım edip etmemesine göreD.İnandırıcı olmasına
Tablo 4’te görüldüğü gibi “Dilenciyi görünce gerçek ihtiyaç sahibi olup olmadığını nasıl
anlarsınız?” sorusuna halkın geneli ‘fiziki durumu’nu işaretledi (%42,5). İnsanlar dış görünüşleriyle
anlıyorlar. %37,5’i ‘inandırıcı olmalarıyla’, %15’i ‘giyimleri ile’ ve %2’lik kısımda ‘diğer insanların
yardım edip etmemesine göre’ seçeneklerini seçti.
TABLO 5
5.Dilenciye yardım etmediğinde kendinizi kötü hissediyor musunuz?
KADIN ERKEK TOPLAM
18–25 25–30 30ve üzeri 18–25 25–30 30ve üzeri 40(%100)
A.Evet 8 2 1 8 1 3 23(%57,5)
B.Hayır 7 1 1 6 2 0 17(%42,5)
GRAFİK 5
142
18–25 25–30 30ve üzeri 18–25 25–30 30ve üzeri 40(%100)KADIN ERKEK TOPLAM
0
5
10
15
20
25
A.EvetB.Hayır
Tablo 5’te görüldüğü gibi “Dilenciye yardım etmediğinde kendinizi kötü hissediyor musunuz?”
sorusuna %57,5’lik kısmı ‘evet’ cevabını verdi. %42,5’lik kısmı ise ‘hayır’ cevabını verdi. Bu sonuçta
çoğunluğun kendini kötü hissettiğini gösteriyor. Bu durumun nedeni ise dilencilerin insanlara
kendilerini acındırması, insanların da yardım etmeyince kendilerini vicdanen rahatsız hissetmesidir.
TABLO 6
6.Dilenciye yardım ettiğinizde en çok hangi sözleri söylüyor?
KADIN ERKEK TOPLAM
18–25 25–30 30ve üzeri 18–25 25–30 30ve üzeri 40(%100)
A.Allah razı olsun 6 0 1 2 1 3 13(%32,5)
B.Allah ne muradın varsa versin 5 2 0 7 2 0 16(%40)
C.Allah sevdiğine bağışlasın 2 1 1 5 1 0 10(%25)
D.Diğer 1 0 0 0 0 0 1(%2,5)
143
GRAFİK 6
18
–25
25
–30
30
ve ü
zeri
18
–25
25
–30
30
ve ü
zeri
40
(%1
00
)
KADIN ERKEK TOPLAM
0
2
4
6
8
10
12
14
16
18
A.Allah razı olsunB.Allah ne muradın varsa versinC.Allah sevdiğine bağışlasınD.Diğer
Tablo 6’da görüldüğü gibi “dilenciye yardım ettiğinizde en çok hangi sözleri söylüyor?”
sorusuna verilen cevaplarda yaş gruplarının etkisi göze çarpıyor. 30 yaş ve üzerine dilenciler ‘Allah
sevdiğinize bağışlasın’ derken, 18-25 ve 25-30 yaş grubuna ‘Allah ne muradın varsa versin’ demeyi
tercih ediyorlar. Bu sözler insanları kandırmak için bir nevi psikolojik bir silah olarak dillerinden
düşmeyen ve bitmeyen bir sözdür.
TABLO 7
7.Dilenciler sizlerle konuşmak isterse o an ne hissedersiniz?
KADIN ERKEK TOPLAM
18–25 25–30 30ve üzeri 18–25 25–30 30ve üzeri 40(%100)
A.Korkarım 2 1 1 0 1 0 5(%12,5)
B.Çekinerek yaklaşırım 4 2 1 4 1 3 15(%37,5)
C.Konuşurum 4 0 0 7 0 0 11(%27,5)
D.Diğer 5 0 0 2 2 0 9(%22,5)
144
GRAFİK 7
18
–25
25
–30
30
ve ü
zeri
18
–25
25
–30
30
ve ü
zeri
40
(%1
00
)
KADIN ERKEK TOPLAM
0
2
4
6
8
10
12
14
16
A.KorkarımB.Çekinerek yaklaşırımC.KonuşurumD.Diğer
Tablo 7’de görüldüğü gibi “Dilenciler sizlerle konuşmak isterse o an ne hissedersiniz?”
sorusuna kadınların büyük bir çoğunluğu ‘çekinerek yaklaşırım’ı işaretledi(%37,5). ‘Korkarım’ şıkkı ise
daha çok kadınların tercih ettiği bir şık konumunda(%12,5). Bunun nedeni ise dilencilerin kendilerine
zarar verebilecek bir yapıda olduklarını düşünmelerinden ileri gelmektedir. %27,5’lik kısım
‘konuşurum’u, %22,5’lik kısım ise ‘diğer’ şıkkını tercih etti.
TABLO 8
8.Aileniz dilenci olsaydı ne yapardınız?
KADIN ERKEK TOPLAM
18–25 25–30 30ve üzeri 18–25 25–30 30ve üzeri 40(%100)
A.Üzülürdüm 4 1 0 1 1 2 9(%22,5)
B.Kader 3 0 0 0 0 0 3(%7,5)
C.Okuyup ailemi kurtarmak isterdim 8 0 1 10 0 1 20(%50)
D.Ben de dilenci olurdum 0 2 1 2 3 0 8(%20)
GRAFİK 8
145
18
–25
25
–30
30
ve ü
zeri
18
–25
25
–30
30
ve ü
zeri
40
(%1
00
)
KADIN ERKEK TOPLAM
0
5
10
15
20
25
A.ÜzülürdümB.KaderC.Okuyup ailemi kurtarmak is-terdimD.Ben de dilenci olurdum
Tablo 8’de görüldüğü gibi “Aileniz dilenci olsaydı ne yapardınız?” sorusuna %50’lik bir
çoğunluk ‘okuyup ailemi kurtarmak isterdim’ seçeneğini işaretledi. Diğerleri ise sırasıyla ‘üzülürdüm’
(%22,5), ‘bende dilenci olurdum’ (%20) ve ‘kader’i ise (%7,5)’lik kısım işaretledi
TABLO 9
9.Çocuğunuzun dilenci bir arkadaşı olsaydı ne yapardınız?
KADIN ERKEK TOPLAM
18–25 25–30 30ve üzeri 18–25 25–30 30ve üzeri 40(%100)
A.Ona yardım ederdim 9 1 0 8 0 0 18(%45)
B."Bir daha onla konuşma"derdim 1 2 1 3 2 0 9(%22,5)
C.Taşınırdım 3 0 1 0 2 3 9(%22,5)
D.Bir şey yapmazdım 2 0 0 2 0 0 4(%10)
GRAFİK 9
146
18
–25
25
–30
30
ve ü
zeri
18
–25
25
–30
30
ve ü
zeri
40
(%1
00
)
KADIN ERKEK TOPLAM
02468
101214161820
A.Ona yardım ederdimB."Bir daha onla konuşma" derdimC.TaşınırdımD.Bir şey yapmazdım
Tablo 9’da görüldüğü gibi “Çocuğunuzun dilenci bir arkadaşı olsaydı ne yapardınız?” sorusuna
verilen cevaplar da şu şekilde; ‘ona yardım ederdim’ diyenler %45,“bir daha onla konuşma” derdim
%22,5, ‘taşınırdım’ %22,5 ve ‘bir şey yapmazdım’ ise %10’dur. ‘Taşınırdım’ ı işaretleyenlerin genelinin
çocuğunun olduğu, çocuklarını korumak istemelerinden dolayı böyle bir cevap verdiği göze çarpıyor.
TABLO 10
10.Dilencilerin kapınıza kadar gelmesinden rahatsız oluyor musunuz?
KADIN ERKEK TOPLAM
18–25 25–30 30+ 18–25 25–30 30+ 40(%100)
A.Evet 15 3 2 11 4 3 38(%95)
B.Hayır 0 0 0 2 0 0 2(%5)
GRAFİK 10
147
18–25 25–30 30+ 18–25 25–30 30+ 40(%100)KADIN ERKEK TOPLAM
0
5
10
15
20
25
30
35
40
A.EvetB.Hayır
Tablo 10’da görüldüğü gibi “dilencilerin kapınıza kadar gelmesinden rahatsız oluyor
musunuz?” sorusuna kadınların tamamı ‘evet’ cevabını verdi. Erkeklerde ise 2 kişi dışında geriye kalan
hepsi ‘evet’ cevabını verdi. Yüzde olarak ise %95’i rahatsız olurken %5’i rahatsız olmuyor.
TABLO 11
11.Dilenciler toplumdan dışlanıyorlar mı?
KADIN ERKEK TOPLAM
18–25 25–30 30ve üzeri 18–25 25–30 30ve üzeri 40(%100)
A.Evet 12 3 2 8 3 3 31(%77,5)
B.Hayır 3 0 0 5 1 0 9(%22,5)
GRAFİK 11
148
18–25 25–30 30ve üzeri 18–25 25–30 30ve üzeri 40(%100)KADIN ERKEK TOPLAM
0
5
10
15
20
25
30
35
A.EvetB.Hayır
Tablo 11’de görüldüğü gibi “Dilenciler toplumdan dışlanıyorlar mı?” sorusuna kadınların
büyük bir çoğunluğu ‘evet’(17 kişi) , diğer 3 kişi de ‘hayır’ dedi. Erkeklerde ise durum bundan farklı
değil; ‘evet’ diyenlerin sayısı 14, ‘hayır’ diyenlerin sayısı ise 6’dır. Yüzde olarak ise %77,5’i ‘evet’,
%22,5’i ise ‘hayır’ cevabını verdi.
Yaptığımız anketin altına yapılan yorumlar:
Allah yardımcıları olsun.
Dilencilerden nefret ediyorum.
Bence insanlar yardım etmeli, dalga geçip alay etmek yerine.
Anket daha dikkatle hazırlanabilirdi.
Dilenciliğin duygusal bir sömürü aracı olarak kullanıldığını düşünüyorum. Her insanın içinde
bir dilencilik misyonunun yattığı inancındayım.
Dilencilik aslında ihtiyaç sahiplerinin en son olarak başvuracağı bir şeydir. Ancak günümüzde
zenginler bile dilencilik yapıyorlar.
149
İhtiyacı olan da olmayan da dileniyor.
Kolay yolu seçen insanların tercihidir.
Gerçekten ihtiyaç sahiplerine yardım etmeyi daha çok istiyorum. Maalesef toplumumuzda
kimin ihtiyaç sahibi olduğunu bilmiyoruz.
Dilenciler çok sırnaşık oluyorlar.
Dilencilerin bazılarının gerçekten ihtiyaç sahibi olduğunu düşünüyorum. Bunu kolay yoldan
para kazanmak için yapanlar var. Yukarıdaki cevapların şekillenmesinde bu önemli bir
etkendir.
Her dilenci (sakatlar dışında) geçimini çalışarak sağlayabilir.
SONUÇ
Gözlemlerimize göre dilencilerin de çeşit çeşit olduğunu gördük. Kimisi sokak sokak gezerek,
kimisi de işlek caddelerde yere koyduğu bir kartonun üzerine oturarak dileniyor. Bazısı banka
kuyruğunda, bazısı da Cuma namazı bitiminde çıkıyor karşımıza.
Kırıkkale’de on yaşındaki kız çocuğundan yetmiş yaşındaki dedeye kadar her yaştan, her
cinsiyetten dilenci türüyle karşılaştık. Yaşlı olanlar ilerleyen yaşlarından ötürü çalışıp para kazanabilme
imkânı pek olmadığından dileniyor, onları dilendirtiyorlar bu olayın bir imkansızlık meselesi değil de
150
bir sektör haline geldiğini gösteriyor. ‘Kısa yoldan nasıl para kazanırım’ın önem kazandığı günümüz
dünyasında dilenciliğin önemli geçim kaynaklarından olduğunu gözlemledik.
Her gün onlarca kişiden para dilenen, her türde insanla karşılaşan dilencilerin ne kadar iyi
birer toplum analizcisi olduğunu gözlemlemektedir. Hepsi toplumu o kadar iyi analiz etmiş o kadar, iyi
biliyorlar ki, kimin para vereceğini, kime hangi duayı ederse para alabileceğini nerede daha çok
dilenirse para kazanabileceklerini çok iyi biliyorlar. Genç birini gördüklerinde ‘Allah sevdiğine
bağışlasın’ orta yaşlılara ‘Allah razı olsun’ demeyi ve banka kuyruklarında veya cami çıkışlarında
dilenmek bunlara örnek olabilir.
Çünkü dilencilerin sunduğu hizmet bir nevi psikolojik bir seans gibidir. Allah ne muradınız
varsa versin, Allah sizi sevdiğinize bağışlasın ya da Allah size sevdiklerinizle birlikte sağlıklı bir ömür
versin sözleri, dilenciye para veren kişileri ruhen ferahlatmaktadır, bu bir tür günah çıkarma gibi bir
şeydir. Hâlbuki dilenci için kullandığı sözler vitrin süslemesi, para verenler ise pazarda gezinen
müşterilerden farklı bir anlam taşımamaktadır.(PALABIYIK, 2010:177)
Dilencilikte bir diğer önemli nokta ise dilenciliği meslek haline getirmiş kişilerin çok çocuk
sahibi olması ve çocuklarını da dilenciliğe teşvik etmesidir. Bu durum dilenciliğin bir diğer kuşağa
aktarılması ile alakalıdır. Çünkü küçük yaşlarda çocuğa dilenciliğin öğretilmesi, onun bu yaşam
biçimine alıştırılması ve böyle devam ettirilmesi, bir sonraki neslin de dilenci yetişmesine neden
olmaktadır. Bunu önlemenin tek yolu da dilenci ailelerin çocuklarının izlenerek ya kendi aileleri
tarafından ya da devlet tarafından eğitim-öğretim seferberliğine dâhil edilmesidir.(PALABIYIK,
2010:178)
KAYNAKÇA
CANATAN, A. (2008) “Bir Sosyal Alış-Veriş Biçimi Olarak Dilenciliğin Tahlili”, Bir Kent Sorunu Dilencilik-
Sorunlar ve Çözüm Yolları Sempozyumu, (Yay. Haz. Suvat Parin), 18–19 Ekim, İstanbul, s. 419–424
FEYMİ, P. T. (2004) Yoksulluğun Sosyolojik Analizi: Bursa Örneği, Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Anabilim Dalı, Ankara.
KARACOŞKUN, M. D. (2008) “Bir İstismar Yolu Olarak Dilencilik”, Bir Kent Sorunu Dilencilik-Sorunlar
ve Çözüm Yolları Sempozyumu, (Yay. Haz. Suvat Parin), 18–19 Ekim, İstanbul, s. 215–223.
MUNZER, S. R. (1999) “BeggarsogGod”, Journal of Ethics, Summer, Vol: 27, Issue: 2, p, 305-327.
151
PARİN, S. (2008a) “Dilencilik Bir Yoksulluk Kategorisi midir”; Deniz Feneri Uluslararası Yoksulluk
Sempozyumu, 1-3 Şubat, İstanbul.
PARİN, S.-TUNA, K. (2008b) “Kent Yaşamı ve Dilencilik: İstanbul Dilencileri Üzerine Sosyolojik Bir
Araştırma”, Bir Kent Sorunu Dilencilik-Sorunlar ve Çözüm Yolları Sempozyumu, (Yay. Haz. Suvat
Parin), 18-19 Ekim, İstanbul, s. 147-158.
ŞENSES. F. (2006) Küreselleşmenin Öteki Yüzü: Yoksulluk, İstanbul: iletişim Yayınları.
PALABIYIK, A. (2010) ‘Sosyolojik bir olgu olarak yoksulluk ve dilencilik (Van ili örneği) yüksek lisans
tezi. s. 177-178
VATANDAŞ, C. ‘Dilenciler ve Dilencilik’(sosyolojik bir araştırma) makalesi. Sosyal bilimler dergisi
s.173-178
ZAMAN GAZETESİ,O6.01,2013
EK - 1
DİLENCİ-DİLENCİLİK KÜLTÜRÜ ANKETİ
1. Genelde hangi cins dilencilerle karşılaşıyorsunuz?A. Kadın B. Erkek C. Kız çocuk D. Erkek çocuk
2. Dilenciyi görünce ne yaparsın?A. Yolumu değiştiririm B. Görmezlikten gelirim C. Para veririm D. Kovarım
3. Genelde nerede daha çok dilenci görüyorsunuz?A.Cami önlerinde B. Banka önlerinde C. Lokanta önlerinde D. Sokaklarda
4. Dilenciyi görünce gerçek ihtiyaç sahibi olup olmadığını nasıl anlarsın?A. Fiziki durumu B. Giyim C. Diğer insanların yardım edip etmemesine
D. İnandırıcı olmasına5. Dilenciye yardım etmediğinde kendini kötü hissediyor musun?
A. Evet B. Hayır6. Dilenciye yardım ettiğinde en çok hangi sözleri söylüyor?
A. Allah razı olsun B. Allah ne muradın varsa versin
C. Allah sevdiğine bağışlasın D. Diğer
7. Dilenciler sizlerle konuşmak istediğinde o an ne hissedersin?A. Korkarım B. Çekinerek yaklaşırım C. Konuşurum D. Diğer
8. Aileniz dilenci olsaydı ne yapardınız?A. Üzülürdüm B. Kader C.Okuyup ailemi kurtarmak isterdim D. Bende
dilenci olurdum9. Çocuğunuzun dilenci bir arkadaşı olsaydı ne yapardınız?
A. Ona yardım ederdim B. ‘’ Bir daha onla konuşma’’ derdim
152
B. C. Yerimi değiştirirdim (Taşınırdım) D. Bir şey yapmazdım10. Dilencilerin kapınıza kadar gelmesinden rahatsız oluyor musunuz?
A. Evet B. Hayır11. Dilenciler toplumdan dışlanıyorlar mı?
A. Evet B. Hayır
Cinsiyet
A. Kadın B. Erkek
Yaşınız
A.18-25 B.25-30 C.30+Son olarak bu konuda eklemek istediğiniz bir şey var mı?
153
Projenin Adı: Orhan Gencebay Şarkılarında Toplum İmgesi
Projenin Süresi: 30 gün
Projede Kullanılan Araştırma Teknikleri: İçerik Analizi, Literatür Tarama
Sosyolojik Kavramlar : Toplum, Toplum Yapısı, Periferik kültür öğeleri, Müzik Sosyolojisi
Hazırlayanlar: Şeyma Büber İlknur Yılmaz
Danışman Doç.Dr.Levent Eraslan
154
Giriş
Orhan Gencebay Kimdir?
Orhan Gencebay 4 Ağustos 1944’te Samsun’da doğdu. Besteci, ses sanatçısı, şair, şarkı sözü yazarı,
virtüöz, enstrümanist, aranjör, müzik yapımcısı, müzik direktörü ve aktördür.
Dokuz üniversite adına verilmiş Uluslar Arası Montu Doktorası unvanına sahiptir.
Türk müziğine ortaya koyduğu ekolüyle yenilikler getirmiş ve kendi tarzını ortaya koymuştur. Bazı
çevreler çalışmalarını “arabesk” adıyla tanımlasalar da kendisi bu tanımı “yanlış ve eksik” bulmuş ve
“Ben Türk müziğinin devamıyım. Çağdaşlığın ve teknolojinin imkanlarını özgürce kullanarak ülkemin
tüm değerlerini zenginleştirmeye çalışan bir Türk sanatçısıyım” açıklamasını getirmiş ve yaptığı müziği
Türk müziğinde serbest çalışmalar diye nitelendirdi.
Orhan Gencebay müziğe 6 yaşında klasik batı müziği yapan Emin Tarakçı’dan keman ve mandolin
dersleri alarak başladı. Notanın ve müziğin temel prensiplerini Emin Tarakçı’dan öğrendi. Kendisine
her konuda destek olan ailesi, bağlamayı ve halk müziğini çok seven Gencebay’a bir bağlama aldı.
Gencebay 12-13 yaşlarına kadar halk müziğinin tüm özelliklerini öğrendi. Aşık Veysel ‘i ilk
duyduğunda 8-9 yaşlarındaydı ve çok etkilenmişti. Onu dinlediği zamanlarda her şeyi bir kenara
bırakır, ona konsantre olurdu. Aşık Veysel ona o yaşlarda dahi sanki dünyanın kurulumundan beri var
olan bir ifadeyi, sesi anlatıyordu. Onun sazının tınısından, sesinin tonundan verdiği mesajlardan çok
etkilendi.
Gencebay ‘ın çocukluk yıllarında en çok etkilendiği ve feyz aldığı kişi o zamanın en büyük
şöhretlerinden ve Türk halk müziğinin en iyi temsilcilerinden olan bağlama üstadı Bayram Avcı’ydı.
155
Hatta Gencebay’a o yıllarda Bayram Avcı’yı örnek almasından dolayı küçük Bayram diyorlardı. Ayrıca
Gencebay’ın hayatındaki önemli kişilerden biride Samsun’da bağlama çalmaya ilk yıllarda kendisine
bağlamanın önemli özelliklerini ve akord yapmayı dahi öğreten hocam dediği Efe Naci lakaplı Naci
Hoşgördü. Gencebay’ı Türk Halk Müziği’nde etkileyen diğer isimler ise: Çekiç Ali, Hacı Taşan,
Muharrem Ertaş, Orhan Subay, Emin Aldemir, Yılmaz İpek gibi değerli üstadlardı.
Gencebay 10lu yaşlarında Türk Sanat Müziği ve Türk Halk Müziğini kendi içinde değerlendirdi. Halk
müziğini ritmik bulurdu ve ritmin özelliklerini iyice kavradı. Müziğin ritim ve melodi olduğunu anladı.
Halk müziğinde ritimlerin farklı oluşu ona göre ülkemizin bir zenginliğiydi. Türk sanat müziğine de ilgi
duyan Gencebay 12-13 yaşlarında babasının ısrarı ile tambur çalmaya başladı. Özellikle yaylı tambur
çalmayı çok sevdi. Tıpkı Türk halk müziğindeki zenginlik sanat müziğinde de bulunmaktaydı. Gencebay
bu çeşitli makamları ve özellikleri tek tek incelenmesi gerektiği görüşündeydi. Gencebay sonuç olarak
bu iki müziğin özelliklerini araştırarak kendisine has bir armoni geliştirebileceğini fark etti.
Gencebay ilk bestesini 10 yaşında yaptı. Bestesi “Kara kaşlı esmerdi kim bilir kimi sevdi” isimli eserdir.
12-13 yaşlarında da ciddi besteler yapmaya başladı. 16 yaşından itibaren jazz ve rock müziği ile
ilgilenmeye başladı, tenor saksafon çaldı. Bazı gruplarla birlikte çalıştı.
1964 yılında TRT Ankara radyosunun özel olarak açtığı sınava katıldı. O dönemlerde Trt radyosu
sanatçısı olmak müzikte en üst seviyeye ulaşmaktı. Sınavı en üst derece kazanmasına rağmen bir çok
kişinin tepkisini almasından dolayı radyo genel sınav açtı bu sınavı da kazanmasına rağmen
söylenmeyen sebepten dolayı sınav iptal edildi. Sonra vatani görevini yapmak üzere İstanbul
Heybeliada’ya gitti. “Deryada bir salım yok” adlı Gencebay tarzı ilk eserini de askerliğinin son
dönemlerinde yaptı.
Askerden sonra TRT İstanbul radyosu sınavlarını kazandı. Bazı kişiler onun burada görev yapmasını
istemedikleri için çok çaba sarfettiler. Gencebay İstanbul radyosundan kendi isteği ile ayrıldı.
Radyodan ayrıldıktan sonra müzik çalışmalarına devam etti. Serbest çalışmalarını ortaya koyduğu
Sabır Taşı, Sevemedim Karagözlüm, gibi yüzlerce bestesi bir çok sanatçı tarafından seslendirildi. Bu
besteler Türk müziğinde yeni bir çığır açmaya başladı. Albümlerin yanı sıra bir çok filmde müzik
direktörlüğü yaptı. Müzik direktörlüğü yaparken Ömer Lütfi Akad, Metin Arksan, Atıf Yılmaz gibi
önemli yönetmenlerle çalıştı. Hudutların Kanunu, Ana, Kuyu bu filmlerden bazılarıdır.
1969 yılına gelindiğinde artık Gencebay’ın bu besteleri yorumlaması istenmişti. O her ne kadar bunu
istemese de Moda Plak sahibi Mahmut Tezcan ile bir tavla oyunda kaybetmesi üzerine verdiği sözü
yerine getirmek için ilk defa yorumcu olarak Başa Gelen Çekilirmiş-Sensiz Bahar Geçmiyor isimli
eserlerin 45liğini yaptı. Bu çalışmalarıyla yorumcu olarak tanındı şöhret oldu.
156
1969 yılının sonlarına doğru Tanrıya Feryat-ümit şarkısı 45’liğini yaptı. 1970 yılı başlarında Bir Teselli
Ver-Yorgun Gözler 45’liği Türkiye’deki şöhretinin zirvesine gelmesinin yanında Balkanlar ve Ortadoğu
da da şöhreti getirdi.
1972 yılına gelindiğinde Gencebay, Şahin Söğütoğlu, Yaşar Kekeva ile İstanbul Plak Kolektif Şirketi’ni
kurdular. Bir süre sonra bu şirketi fes ederek Kekeva ile Kervan Plak şirketini kurdular. Dönemin bir
çok başarılı, şöhret olmuş isimlerine ve şöhret kazandırdığı sanatçılarına yön verdi. Erkin Koray, Ajda
Pekkan, Muazzez Abacı, Mustafa Sağyaşar, Neşe Karaböcek, Ayten Alpman, Mine Koşan, Sezen Aksu,
Nil Burak, İzzet Altınmeşe, Gönül Yazar, Semiramis Pekkan, Belkıs Akkale, bunlardan bazılarıdır.
1978 yılında Türk müziğinin Avrupa’dan tüm dünyaya yayılması için Kekeva ile Berlin’de bir plak
şirketi kurdular. Almanya’da kurulan bu en büyük ilk müzik şirketi bir süre faaliyette bulundu. Aynı
yılın sonunda iki ortak ülkeye dönüş sırasında ağır trafik kazası geçirmelerinden dolayı şirketle
ilgilenemediler ve 1979’da şirketi kapatmak zorunda kaldılar.
1980 yılında ortağı Yaşar Kekeva’dan ayrılan Gencebay Kervan Plak şirketini kardeşi yeni ortağı
Burhan Kencebay ile devam ettirdi. 1996 yılına kadar devam eden bu ortaklıkla müzik piyasasına yön
verilemeye devam edildi. Kendi albümlerinin yanında yine bir çok değerli sanatçıyla tanışıp yeni
seslere şöhretin yolunu açtı. Ahmet Özhan, Samime Sanay, Biricik, Sibel Can, Volkan Konak, Linet,
Zeki Alasya-Metin Akpınar da bunlardan bazılarıdır. 1996’da kardeşi ve ortağından ayrılan Gencebay
oğlu Altan Gencebay ile hala faaliyette olan Kervan Plakçılık’da albümlerini çıkartmaya devam
etmektedir.
Gencebay şöhret olduğu 1969 yılından itibaren günümüze kadar 31 sinema filminde başrol oynamış
olup, müzikte gördüğü ilginin devamını filmlerinde de sürdürmüştür. Yapmış olduğu filmler gişe
rekorları kırmıştır. 1000’in üstünde bestesi bulunan Gencebay bunlardan 300 tanesini seslendirmiştir.
Orhan Gencebay Türkiye’nin müzik sektöründe kimsenin yakalayamayacağı bir tirajı yakalamış olup
yasal olarak bu sayı 70 milyon civarında plak kaset ve cddir.
Orhan Gencebay Arabeskinde Aşk
Türkiye de arabesk müzik üzerine yapılmış önemli çalışmalar bulunmaktadır. Arabeski popüler kültür
bağlamında Türkiye deki modernleşme ve kentleşme pratiğinin bir parçası olarak Meral Özbek in
çalışması bu anlamda bizi aydınlatan önemli eserlerden biridir. “Popüler kültür ve Orhan Gencebay
arabeski” başlığıyla çıkan 1988 yılında biten bu doktora çalışması daha sonra ilk basımı 1991 olmak
üzere kitap olarak basılmıştır Meral Özbek bu eserle birlikte arabesk meselesini “yozlaşmanın,
157
kültürsüzlüğün, arada kalmışlığın müziği” olarak tanımlayan bakış açısına karşı yeni bir söylem
geliştirerek, arabeski kırsaldaki alışkanlıklarla kentteki yeni hayat tecrübesinin deneyimlendiği
noktada kentle baş etme, kentin zorluklarına karşı yeni bir dil geliştirmenin müziği olarak anlamaya
çalışmıştır. Bu anlamıyla arabesk hem bir direnme hem de boyun eğmeyi içermektedir. Kültürel
çalışmalar geleneğinin açtığı yoldan tezini geliştiren ve kuramsal olarak çok zengin bir literatürle
meseleyi irdeleyen özbek çalışmanın ilerleyen bölümlerinde arabesk müziğin biçimsel
özelliklerindende bahsedecektir. Bizi bu çalışma açısından daha çok bu kısım ilgilendirmektedir.
Biz bu çalışmada aşıklık geleneğinin biçimsel özellikleri itibariyle hem arabesk müziğe hem de pop
müziğe etkisi olduğunu düşünmekteyiz ve bu durumu her iki müzik türü için de bazı örneklerle
açıklamaya çalışacağız. Öncelikle burada derdimizi anlatırken kritik bir noktaya meral özbek in
aracılığıyla dikkat çekmeliyiz. Belirli geleneksel ögeler yepyeni ortamlarda, yeni toplumsal öge ve
pratiklerle eklemlenerek, yeni biçim ve anlamlar kazanırlar; ve eğer kültürel devamlılıktan söz
edilecekse bu daha çok bir üslup devamlılığıdır. Yani hem arabeskte hem de pop müzikteki etkinin
doğrudan ve kesin bir etki olduğunu aasla savunmuyorum. Bu etkinin tam da değişen koşul ve
pratikler doğrultusunda bir kültürel devamlılığın tezahürü olarak ortaya çıktığını düşünüyorum. Yani
aşıklık geleneği ve geleneksel halk ezgilerinin söz konusu popüler müziklere değişik biçimlerde
sızdığını, bestecilerin hem sözlerinde hem de müzikal tınılarında bu etkiyi hissetmenin mümkün
olduğunu söylüyorum. Meral özbek de çalışmasında “gelenek taşıyıcısı olarak orhan Gencebay”
başlığı altında aşıklık geleneği ile rabıtasını anlamaya çalışır. Orhan Gencebay özellikle 1968-1979
yılları arasında yaptığı çalışmalarıyla ille de karşılaştırılmak istenirse en azından biçimsel olarak halk
aşıklarına benzetilebilir. Kentli bir halk aşığı (ozanı).
Bu benzetmenin nedenleri üzerinde dururken meral özbek öncelikle orhan Gencebay ın kendi şarkı
sözlerini ve bestelerini kendisinin yazması, yönetmesi, düzenlemesi ve -çok iyi- saz çalmasını örnek
olarak gösterir. Ayrıca Özbek sanatçının samsundan İstanbul’a gelişini ve ilk işlerini sazının eşliğinde
icra etmesini, ilk albüm kapaklarında elinde sazıyla kentli bir aşık portresi çizmesini de bu açıdan
değerlendirebileceğimizi (özbek ,1991, 176-177) ancak Gencebay ın şarkı sözlerindeki bazı temalar ve
biçimsel özellikler bizi aşıklık etkisinin biraz daha net okunabileceği bir noktaya getirir. Meral Özbek
aynı eserinin “ekler” bölümünde “Orhan Gencebay arabeski şarkı sözleri çözümlemesi” başlığı altında
bir analiz yapmıştır. Bu analize göre şarkı sözlerinde en fazla görülen bazı sözcüklerin sıklık
ortalamalarına bakıldığında 300-650 arasında aşk, ben, sen, sevmek, olmak gibi sözcüklere, 200-300
arası dert sözcüğüne 100-200 arası dünya, gün, biz, sevgili, vermek, gelmek, bilmek gibi sözcüklere
100-150 arası acı, can, çare, ölüm, leyla, ümit, hayat, kader, yara, gönül gibi sözcüklere
rastlamaktayız. Burada gördüğümüz bir çok sözcük aslında aşıklık geleneğinde de sık işlenen temalara
ilişkindir. Orhan Gencebay’ın şarkı sözlerindeki biçimsel özelliklere baktığımızda da hece ölçüsü ve
158
uyak düzenin aşıklık geleneğine yakın olduğu görülür. Örneğin; “batsın bu dünya” şarkısının nakarat
kısmında mani uyak düzeni görülür.
Ben ne yaptım kader sana (a) 8’li hece
Mahkum ettin beni bana (a) 8’li hece
Her nefeste bin sitem var (b) 8’li hece
Şikayetim Yaradan’a (a) 8’li hece
Ya da sevilen şarkılarından biri olan Gönül’de
Hepimiz bir misafiriz (a) 8’li hece
Zaman gelince göçeriz (a) 8’li hece
Ecel acı can alırken (b) 8’li hece
Her şeyimizden geçeriz (a) 8’li hece
Bu örnekler ziyadesiyle çoğaltılabilir ancak şunu da belirtmek gerekir ki arabesk gibi farklı müzik
türlerinin senteziyle ortaya çıkan melez bir müzik de yukarıda bahsettiğimiz biçimsel özelliklerin aynı
şarkı içinde bile bazen bir uyum söz konusu olabilmektedir. Meral özbek e yeniden dönecek olursak
Orhan Gencebay arabeskinde müzik yapısı hiçbir geleneksel yapıyla tek başına açıklanamıyor.
Kendisinin belirttiği üzere 5 tip şarkısı var:
1) Türk sanat müziği ağırlıklı
2) Türk halk müziği ağırlıklı (özellikle orta Anadolu tarzı )
3) Oryantal (oyun havası ağırlıklı)
4) Batı müziği ağırlıklı (armonik )
5) Ortada.
Orhan Gencebay’ın ortada dediği hiçbir belirgin ağırlığı olmayan bu melez şarkılar onun müziğinin
çoğunluğunu oluşturuyor. Kendisine göre Orhan Gencebay arabeskini özel kılan, asıl temsil edilen
parçalar ortada olan parçalardır.(özbek,1991,175.)
Bu ortada olma hali Orhan Gencebay ı kendi deyimiyle “serbest çalışmalar” yapmaya olanak
tanımaktadır. Bu durumda onun o döneme kadar denenememiş özgün bir müzik tarzı oluşmasına
159
olanak tanımıştır. Arabesk olarak tanımlanan bu müzik ilk dönemlerde devlet tarafından yasaklanmış
ancak 1990’lı yıllara doğru Özal’ın liberal bir hegemonya tesis etmeye çalışmasıyla serbest bırakılmış,
hatta “acısız arabesk” gibi bir kavramla teşvik edilmiştir. İlk dönemlerde Ferdi Tayfur ve Müslüm
Gürses in daha sonra da İbrahim Tatlıses’in katılımıyla Türkiye de bir dönem en fazla en fazla dinlenen
müzik türü olarak tarihe geçmiştir. Kaldı ki bütün bu saydığımız isimlerin kendileri neredeyse kültürel
bir kimlik aidiyeti içerisinde dinlenen hayran kitleleri bulunmaktadır. Arabesk müzik her ne kadar ilk
dönemlerde Meral Özbek in belirttiği gibi hem bir direnme hem de bir boyun eğişi barındıran sınıfsal
bir boyut içerisinde anlamlandırabilse de 1980 sonrasında Türkiye deki yoksul kentli kesimlerin
devletin sağ popülist hegemonyasını içselleştirmesinde önemli bir araç olmuştur. Nurdan Gürbilek in
ele aldığı haliyle bir taraftan son derece yoğun bir baskının yaşandığı öte yandan merkezsiz, dağınık
kendiliğinden bir söz patlamasının yaşandığı 1980’li yıllarının kültürel iklimin geçiş noktalarından
biriydi arabesk Gürbilek bir başka denemesinde 1990’lı yılları anlamaya çalışırken Orhan Gencebay’ın
hiçbir zaman ulaşılamayacak, uzak bir imgeye tutulmuş, aşık söyleminden, kontrolsüz, taşkın, dünya
nimetlerinden mahrum kalmış bir arzunun dışa vurumu olarak “ben de isterem” söylemine dikkat
çekmektedir. Sözü buraya getirmemizdeki sebep ise her ne kadar söz dizilişinin biçimsel özellikleri
itibariyle aşıklık tarzına yakın besteler üretilse de arabesk müzikteki temalar farklılaşmaya başlamıştır.
Bazen dibe vurmuş bir umutsuzluk, bazen pişkin bir talepkârlık, bazen bir güç ve erkeklik gösterisi
bazen de her şeyin boş olduğuna ilişkin bir vurdumduymazlık daha ağır basmıştır. Aşıklık geleneğinin
arabesk üzerindeki etkisi azalmış sadece arabesk müzik müzisyenlerinin albümlerinde okudukları aşık
ya da halk türkülerinden ibaret bir ilişki kalmış diyebiliriz.
160
Orhan Gencebay şarkılarında toplum imgesi
Orhan Gencebay şarkılarını inceleyecek olursak genel itibariyle bulunulan durumun çaresizliğine
başkaldırı, dünyanın düzenine isyan, yine dünyanın bozukluğunu buna yönelik doğan dert kederlerin
dile getirildiği görülecektir. En basitinden hepimizin bildiği “batsın bu dünya” şarkısında:
“ Yazıklar olsun, yazıklar olsun
Kaderin böylesine, yazıklar olsun
Her şey karanlık, nerde insanlık
Kula kulluk edene yazıklar olsun” Dizelerinde dünyanın düzenine, insanlığın bitişine yönelik sitemler
dile getirilmiştir. “kula kulluk eden” ibaresinde de insanın başka bir insana itaatinin çirkinliği dile
getirilmiştir.
“ Ben ne yaptım, kader sana
Mahkum etti, beni bana
Her nefeste, bin sitem var
Şikayetim Yaradan’a” sözlerinde kadercilik ve inanç anlayışını algılayabiliriz. Dünya düzeninin,
insanların ve ilişkilerinin bozulması, adalet, yardımseverlik ve iyilik kavramının yok olmasına yönelik
isyanını “bozamazsın beni dünya” şarkısında açıkça görebiliyoruz:
“Sen ne kadar bozulsan da,
Bozamazsın beni dünya
Çirkinlikler kitabına,
Yazamazsın beni dünya
Yazılmam dünya,
Söz vermişim Allah'ıma
Ortak olmam günahına,
Bir vefasız yâr uğruna ölemem dünya,
ne sevilmek, ne sevmek var,
161
ne insanlık, adalet var,
Uyamam ben düzenine,
Değişmem dünya, sen değiş dünya,
Yaratırken tanrım seni
Yaratığı en güzelini,
Paylaşmanın kıymetini,
Bilemedim, anlamadın bencilsin dünya,
Şeytan da sen, melekte sen,
Mahşer de, sen ahrette sen,
bu halinle en kötüden, çirkinsin dünya,
Ne sevilmek, ne sevmek var,
Ne insanlık adalet var,
Düzenine isyanım var,
değişmem dünya,
sen değiş dünya. Şarkı sonunda “Bu şarkım aslında dünyaya değil
Bu güzel dünyayı bozmak isteyenleredir.” Diyerek bu şarkının bozulan insanlığa yönelik olduğunu da
anlayabiliyoruz. Gencebay şarkılarında eleştirel bakış açısını yansıtmış, topluma şarkılarıyla insanlık
mesajı vermeye çalışmıştır. Bunun örneğini:
Utan utan
Ettiğinden utan
Gerçeği yalan katığından utan
Kırdığın gönüldür parçasından utan
Utan utan utan dostum
Verdiğin sözlerden gelecek günlerden
Bekleyen ümitlerden hasretlerden utan
Gönlümün hüznünden yas dökülen gözden
Aldığın her nefesten insanlıktan utan
Hiçbir şey vermeden avuç açan elden
162
Sevgisiz gönüllerden bencillikten utan
Ettiklerin sana kar kalacak senam
Ah alarak yarattığın fırsatlardan utan
Yukarıdaki “Utan” isimli şarkısından anlayabiliyoruz.
Gencebay şarkılarında görüldüğü üzere toplumsal düzensizliklerden bahsetmiş, buradan yola çıkarak
tıpkı örnek aldığı Aşık Veysel gibi şarkılarını “insanlığa mesaj” olarak armağan etmiştir.
Ey gönlüm sen benden neler istiyorsun
Mutluluk yetinmektir bunu bilmiyorsun
Neden şu haline şükür etmiyorsun
İsyan ediyorsun
Görmedin mi dünya hırsın kurbanıdır
Sende mi hırsla malum oluyorsun
Dünya gurbetinde birer misafiriz
Doğarken ne getirdin ne götürüyorsun
Orhan Gencebay şarkılarıyla insanlığa mesaj verirken toplumumuzun temel ögelerinden “inanç”
kavramı üzerinden gitmiştir. Yukarıdaki dizelerde de dünyanın geçici bir yer olduğunu söyleyerek
yapılan bunca isyanın, hırsın boş olduğunu ifade etmiştir.
Gencebay şarkılarında sadece toplum düzeninden değil bireysel sıkıntılardan da söz etmiştir. Dert ve
kederin çaresini bazen ölüm olarak bulmuştur. Buna
“Bu dünyada rahat yok
Ölüm belki kurtuluş
Al canimi ya Rabbim
Bitsin artık kahroluş” ve “Bıktım artık yaşamaktan
Çekmekle biter mi bu hayat” (kaderimin oyunu) bu dizelerinden yola çıkarak kanıt gösterebiliriz.
Orhan Gencebay’ ın bu şekilde toplumumuzda önemli bir yer edinmesinin sebebi şarkılarında halkı,
halkın acılarını, halkın duygularını anlatmasıdır. Önemli bir sanatçı olmasına rağmen bunu
163
kullanmamış halk diliyle konuşmuş, halkın dilinden yazmıştır. Bu yüzdendir ki bugünkü
toplumumuzda bile Orhan Gencebay’ın ve şarkılarının yeri ve saygınlığı apayrıdır.
“Yaşamak bu değil” şarkısının sözlerine bakıldığında:
Elimde bir kandil dolaşıyorum
Şu bozuk yollarda dertler içinde
Sağımda solumda can verenler var
Her dostun kavgası aynı biçimde
Nedir bu kin ne bu nefret
Hiç kalmamış cana kıymet
Parça parça olsan bile
Sabret gönlüm yine sabret
Yine karşımıza çıkan Gencebay’ın toplumsal meseleyi yansıttığıdır. Toplumdaki huzurun yok
olmasından, insanlığın bitmesinden söz etmiştir.
Orhan Gencebay toplumsal olumsuzlukları anlatırken her zaman ümitsiz olmamış çoğu zaman bireye
var olması gerektiğini belirtmiştir.
Yalnız değilsin şarkısında dediği gibi:
Yalnız değilsin, yalnız değilsin,
Doğduğun güne bak, Yalnız değilsin,
Geçtiğin Yola bak, Bir sen değilsin,
Yanız değilsin, yalnız değilsin,
Sevilirken severken ağlıyorken gülerken,
Son nefesi bile inanıp veriyorken,
Yalnız değilsin,
İşlediğin suçlardan ettiğin yardımlardan,
Her engeli aşıp yürüdüğün bu yolda yalnız
değilsin
Mademki yaşıyorsun tek başına değilsin,
Herkes gibi bütünden kopan parçasın, yalnız
değilsin.
Şarkının özellikle “mademki yaşıyorsun tek başına değilsin, herkes gibi bütünden kopan parçasın
yalnız değilsin” kısmında bireyin toplumun bir parçası olduğunun her ne kadar kopmalar yaşansa da
yalnız olmadığını belirtiyor.
“Sabret gönlüm sabret sabret
164
Allah bizimledir allah bizle
Allah tek ümittir ümitsize
Hangi kitap yazmış insan köle diye
Mutlaka çare var çaresize”
Sözleri ile Gencebay ümit aşılamaya toplumumuzun yapısına uygun olarak inanç anlayışı üzerinden
gitmiştir.
Gencebay’ın şarkılarından toplumumuzun yapısını, insanların yaşayışını çıkarabiliyoruz örneğin;
Allah'ın emriyle
Peygamber kavliyle
İstemiştim seni bana
Keremle Mecnun haliyle şarkısında toplumumuzun bir geleneğini görebiliriz. Ya da
Ara köhneleri meyhaneleri
Dolaş izbeleri viraneleri
Tanı aşk uğruna divaneleri
Derbeder var mıdır halimden öte sözlerinde genellememekle birlikte toplumumuzda farklı yaşayış
tarzlarının olduğunu da çıkarabiliriz.
Son olarak Orhan Gencebay’ın “bitecek dertlerimiz” şarkısını toplumsal bakış açısıyla değerlendirelim;
Alan aldı giden gitti ah ile
Ölen öldü kalan kaldı vah ile
Ah yaşanır mı bu zulümle kahır ile
Asırlara sığmaz bizim derdimiz
Yetmez olduk kendimize kendimiz of
Yılların günahı kaderde mi kalacak
Elbet bir gün insanlık
Sizden hesap soracak
Bin dertle bin gamla, yaşadık çok yılları
Sardıkça ezdi bizi, yoksulluğun kolları
Bir gün mutlaka göreceğiz bizde
O güzel yarınları
Biz görmesek de görecekler var
O mutlu yarınları
165
Haklıysan vur bize boyun kıldan incedir
Eğer insanlık yaşıyorsa
Bu acılar dert nedir
İnsanız, insanca yaşamaktır gayemiz
Ne şiddet nede isyan
Haktan yana derdimiz
Bir gün mutlaka yaşıyorsak eğer
Gülecek her birimiz
Biz görmesek de görecekler var
Bitecek dertlerimiz…
166
Gencebay bu şarkıda farklı olarak toplumun bir açığı olan yoksulluk temasına değinmiştir. Yine kaderci
bakış açısıyla olayların sebebine inmektense kaderdendir diyerek geçilmiş, fakat olaylara yine ümit
bakış açısıyla yaklaşılmıştır. Tıpkı atasözümüzdeki gibi “umut fakirin ekmeğidir!”
Bir Ömür Orhan Gencebay !
Gencebay’ın 60.sanat yılını kutlama adına yapılan ‘Orhan Gencebay İle Bir Ömür’ albümünde değişik
tarzların seslendirdiği Gencebay şarkılarının bireysellikten çok evrenselliği ifade ettiğinin de bir
göstergesidir.
Orhan Gencebay ve filmleri
Türkiye'yi 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi'nin karanlığına iten süreç, darbe dönemi ve darbe sonrası
yaşanan oldukça karmaşık olaylar ve gelişimler silsilesi; Türk toplumunda kimi kabuk tutmuş kimi hala
sızlamaya devam eden yaralar açmış, ülkenin siyasi rotasını değiştirmiş, yeni bir sosyal ve ekonomik
düzenin kapılarını aralamış, kendi totaliter ve hoşgörüsüz değer yargılarıyla beslediği yeni bir kuşağın
filizlenmesine neden olmuştur. Bu komplike dönemi tüm boyutları ile ele alıp irdelemek, ulusal ve
uluslararası platformda neden-sonuç ilişkileri bağlamında ele almak elbette oldukça güçtür. Konuyu
uzmanlarına bırakıp, bahsedilen süreçte Türkiye'nin hangi olumsuzluklarla boğuştuğunu, nelere göğüs
gerdiğini, dönemin yükselen ve alçalan değerlerini sadece başlıklar halinde sıralayalım: Cinayetler,
suikastler, bombalamalar, adam kaçırmalar, öğrenci ayaklanmaları ve işgaller, boykotlar, Demirel'in
"70 sente muhtacız" sözü ile özdeşleşen ekonomik darboğaz ve kıtlık, uzayan kuyruklar,
karaborsacılık, dağa taşa Karaoğlan yazarak yükselen sol hareket, artan milliyetçi- muhafazakârlık,
sıkıyönetim, darbe sonrası komünist avı, idamlar, gözaltılar, tutuklamalar, işkenceler, yakılan kitaplar
vb.
Bütün bu olan biten karşısında bir köşeye sinip de üç maymunu oynamayı kendisine yediremeyen
cesur aydın, sanatçı, yazar, akademisyenler; bir yandan sıkıyönetim, tutukluluk, yurt dışına çıkış yasağı
gibi engellemelerle mücadele ederken diğer yandan cunta yönetimine karşı düşme ve sansürle
cebelleşme pahasına bildiklerini okumaya devam etmişlerdir.
Sinemamızda, darbe sonrası yaşanan kişisel travmalar "Sen Türkülerini Söyle" filmine yapmış
olduğum yorum yazısında ayrıntıları ile açıkladığım üzere "12 Eylül Filmlerinin" temel konusunu teşkil
etmiştir.
167
Ertem Eğilmez'in Namuslu (1984), Atıf Yılmaz'ın Dolap Beygiri (1982), Başar Sabuncu'nun 1985 tarihli
Çıplak Vatandaş adlı filmleri de 12 Eylül süreci sonrası yaşanan ahlaki çözülmeyi, bireylerin karakter
yapılarındaki tahribatı sorgulayıcı yönleri ile darbe ile dolaylı olarak ilişkilendirilebilecek yapımlardır.
Yaşanan bu acılarla boyanmış kara tablo karşısında kayıtsız kalamayan, en azından umut verici
şarkıları ile kendi payına düşeni yerine getirme amacındaki alternatif bir ses de, müzik dünyasının
sazına ve sözüne güvenilir ismi Orhan Gencebay olmuştur.
"Heryer karanlık, nerde insanlık, kula kulluk edene yazıklar olsun" diyerek isyanını en yüksek
perdeden dile getirdiği "Batsın Bu Dünya" başta olmak üzere, Hor Görme Garibi, Yokluk, Hayat
Kavgası, Sende Bizdensin, Bitecek Dertlerimiz, Yaşamak Bu Değil gibi parçalarıyla da, yaşadığı aşklara
eşlik eden yoksulluğu, haksızlıkları, eşitsizlikleri dile getiren Orhan Gencebay, bu yönüyle de farkını
ortaya koymuş bir isimdir.
Sanatçı hakkında kapsamlı bir doktora tezi hazırlayan Meral Özbek'in deyimiyle aşka "toplumsal
dekor" yapan zulüm, kula kulluk etmek, çare, hak, düzenin bozuk olması, insanca yaşamak, hesap
sormak gibi söz ve deyimleriyle Orhan Gencebay, gerçekten de bir dönemin puslu atmosferini
müziğiyle yansıtabilmiştir.
Örnek verilen şarkı sözleri iyi niyetle incelenirse, içerdiği karamsarlık kadar bir tutam umut ışığı
sunmayı ihmal etmediği de görülecektir.Orhan Gencebay kaderci ve bezginlik aşılayarak insanları
bunalıma sürüklediği gerekçesiyle yerden yere vurulan arabesk müziğin babası(*) ve bu türün en sivri
çıkışı sayılan Batsın Bu Dünya parçasının söz yazarı ve bestecisi olarak sürekli bu konuda açıklama
yapmak zorunda kalmıştır. Bir röportajında söylediği şu sözler Gencebay'ın anlaşılabilmesi açısından
önemlidir: "Batsın Bu Dünya, belki bazılarınca, katı, belki olmayacak, karamsar bir bestedir. Ben hiç o
fikirde değilim. Bilakis, muhalefet yapan bir bestedir, olumsuzluğa karşı bir bestedir, karamsar olarak
yorumlanmamalı. Böyle olacağına Batsın Bu Dünya! demekteyim. Dünyanın batmasını kesinlikle
istemiyorum. Ama, böyle olacağına batsın bu dünya diye o muhalefetteki duygunun önemini
vurgulamak istemişimdir orada"
Orhan Gencebay'ın toplumsal sorunlarla içiçe geçmiş şarkılarındaki muhalif tavır, sinema kanalı ile
dekitlelelere ulaşmış ve yankı bulmuştur; ancak sinemasal etki, Gencebay'ın müzikal etkisi ile
kıyaslandığında sönük kalmış ve kalıcı olamamıştır. Gencebay'ın sıklıkla dikkat çektiği, sözünü ettiği
çatışmaların, Şerif Gören'in mensubu ve militanı olduğu sosyalist söyleme ait "sömürü düzeni",
"kardeşlik", "eşitlik" gibi kavramlarla örtüşmesi sonucu ikili ortak tepkilerini sinema yoluyla
koyabilmek amacıyla güçbirliği oluşturmuşlardır. Bu ortaklık, o güne dek çekilmiş şarkıcı-türkücü
168
filmlerinden çok farklı ve adını "toplumsal/toplumcu arabesk sinema" koyabileceğimiz tarza ait dört
tane film üretmiştir. İsimlerini Gencebay'ın şarkı sözlerinden alan bu dört film sırasıyla şunlardır:
Derdim Dünyadan Büyük (1978), Aşkı Ben mi Yarattım (1979), Kır Gönlünün Zincirini (1980), Feryada
Gücüm Yok (1981).
Filmlere dair ayrıntılara girmeden panoramik bir bakış sonucu varılacak ilk tespit, çok başarılı ve
amacına ulaşmış filmler olmadığı yönündedir .Arabesk bir alt metne ve standart Yeşilçam melodram
kalıplarına yaslanan bu dört film; sosyal adaletsizlik, iç göç ve gecekondu, çarpık kentleşme, arazi
mafyası vb.gibi çeşitli sosyal konularla baharatlandırılmıştır. Ancak, düzene ve çelişkilere yönelik
eleştiriler, mesajlar; incelikle, ironik ve usul usul değil, Şerif Gören'in dizginleyemediği ideolojik
coşkusuyla ajite ettiği sahne ve diyaloglar vasıtası ile tabir-i caizse bodoslama verilmiştir.Tabi ki,
filmlerinde müziği ön plana fazla çıkarmasıyla bildiğimiz Gören'e bu anlamda Gencebay şarkıları
önemli destek sağlamıştır.
FİLMLERE DAİR İZLENİM,TESPİT VE YORUMLAR
Filmler, genel anlamda sinemasal yönleri ile değil, sadece toplumsal konularla olan ilgisi, söz konusu
ettiği, atıfta bulunduğu ve altını çizdiği olay ve durumlar bağlamında analize tabi tutulmuştur.
Serinin en iyi ve tutarlı filmi, bence Derdim Dünyadan Büyük filmidir. İlk filmden son filme doğru
gelindikçe tutarsızlık, savrukluk ve "mesaj bombardımanı" da ayni doğrultuda ilerlemiştir. En kötüsü
ise hiç şüphesiz ki serinin finalini yapan Feryada Gücüm Yok filmidir.
DERDİM DÜNYADAN BÜYÜK (1978)
Orhan, en yakın arkadaşı ve ayni mahallede oturduğu Apo'nun (Tugay Toksöz) kızkardeşi İpek'i (İnci
Engin) içten içe sever; ancak yanlış anlaşılacağı düşüncesi ile bir türlü kıza ve ağabeyine açılamaz.
Apo'nun hapse düşerek kızkardeşini Orhan'a emanet etmesi sonucu Orhan en büyük aşkına
"ağabeylik" yapma zorunda kalır.
Film; elektriği ve suyu olmayan, yolları çamurlu, mahalle çeşmesinde ellerinde bidonları ile su sırası
bekleyen kadınları ve uzayıp giden minibüs kuyrukları ile, çevresini kuşatan lüks apartmanların
gölgesinde nefes almaya çalışan tipik bir gecekondu mahallesi tasviri ile başlar. (Planlar, aynı yıl
çekilen Kartal Tibet'în Sultan filmindeki planlarla birebir örtüşmektedir.)
Gecekondulu argosunda "konserve kutusu" olarak karşılığını bulmuş otobüslerde sabah akşam işe
yetişme ve eve ekmek götürme savaşı veren, cinsel tacize uğrayan kadınların çaresizliğinden medet
169
uman zamparalar, son model arabaları ile sürekli av peşindedir; sefalete daha fazla dayanamayan
kadınların pes edip arabalara binişleri de acı bir gecekondu gerçeği olarak gözler önüne serilir.
Otobüsteki bir yolcunun, okuduğu gazetedeki "Anarşinin kaynağı bulunmuş" şeklindeki habere yaptığı
alaycı yorum, dönemin anarşi ortamına yapılan bir göndermedir, ancak diğerleri gibi bu da oldukça
yüzeyseldir.
Orhan, yaşadığı gizli aşkın yanısıra Belediye Meclisi üyesi (bu benim tahminim, filmde bu konuda bir
netlik yok) olarak mahallenin su ve elektrik sorununun çözümü için de önderlik eder; konuyu meclis
gündemine getirerek çözüm önerileri sunar.Belediyedeki toplantıda Necmettin Erbakan'ı ve
dolayısıyla Milliyetçi Cephe'yi temsil eden,"ağır sanayi hamlesinden" bahseden üyenin tip, konuşma
ve tavırları sanki bir Kemal Sunal filmindeki "sakallı, cüppeli hoca" tiplemesi kadar basmakalıp ve
karikatürize bir tipleme olup, maalesef komik olmaktan öteye gidemez.
Mahalleli adına belediyeden su ve elektrik getirme sözü alan Orhan, mahalle halkını kanal açma
çalışmaları için göreve davet eder. Yaşlı, genç, kadın herkesin üzerine ne düşüyorsa canla başla yerine
getirmeye çalıştığı kanal açma sahnesinde dayanışmanın güzel bir örneği sergilenir.
Orhan'ın marangoz atölyesinde çalışan ve yakın arkadaşı olan Kerim (Menderes Samancılar) yeni
doğacağı çocuğunun ilki gibi karanlıkta değil, ışıkta doğmasını istemektedir. Nitekim doğan kızına Işık
adını verir. Işık ismi; elbette ki gelecekteki güzel ve güneşli günleri, aydınlık yarınları sembolize
etmektedir. Ancak ışık, aydınlık kavramları ile verilmek bu istenen mesaj, filmde ardı ardına olmak
üzere o kadar çok tekrar edilir ve göze batıra batıra verilir ki bütün etkisini ve özelliğini yitirir.
Kendisine emanet edilen ve hala çok sevdiği İpek'i, ülkenin en zenginlerinden Rahmi Kabancı'nın
(Sakıp Sabancı, Kabancı olarak değiştirilmiş.Bu da Kemal Sunal filmlerinde rastlanan bir unsur olup
ciddi içerikli bir film için komik kaçmıştır) oğlu Engin'in (Selçuk Özer) spor otomobiline binerken gören
Orhan'ın dünyası altüst olur.Olduğu yere çöküp kaldığı planda, yıldızlı logosuyla Mercedes bir
otomobil, kadrajda Orhan'ın çaresizliğine eşlik eder, daha doğrusu çaresizliği doğuran çelişkinin
sebebi olarak gövde gösterisi yapar.
Aslında İpek'in derdi aşk değil, yoksulluktur. İçinde debelenip durduğu acizlikten bir çıkış noktası
olarak Engin'e bel bağlamıştır. Bu sırada, elektriğe ve suya kavuşma hayaliyle yaşayan
gecekondululara evlerin yıkımı ile ilgili birer tebligat ulaşır.Yıkılacak gecekonduların yerine fabrikalar
kurulacaktır. Yıkım kararının ardındaki devasa güç, İpek'in müstakbel kayınpederi Rahmi Kabancı'dır.
170
Ertem Eğilmez'in Tarık Akan'lı, Hale Soygazi'li, Emel Sayın'lı tozpembe filmlerindeki peri masallarına
has "mutlu son" bu filmde gerçekleşmez, sınıfsal çatışma tüm acımasızlığı ile tokadını vurarak
sevgilileri kendine getirir. Ne Engin arabasından, bol paradan vazgeçebilir; ne de İpek, Engin'in
"yüksek statülü" mensubu ailesinin küçümsemelerine direnecek kadar güçlüdür.
Derdim Dünyadan Büyük filmi, Aşkı Ben mi Yarattım ve Feryada Gücüm yok filmleri gibi gösterişli bir
finalle noktalanır. Halkın en büyük güç olduğu, örgütlü bir toplum karşısında hiçbir gücün
duramayacağı ve yok olmaya mahkum olduğu vurgusu, Orhan'la ona inananların elele verdiği
sahnelerle ve müzikle güçlendirilir.
Orhan, canı pahasına gecekondu yıkımına karşı çıkar ve iş makinesi boğazına kadar dayansa da
kararlılığından vazgeçmez. Bütün mahalleli, Orhan'ın ardı sıra yıkımcılara karşı etten duvar oluşturur;
herkesin yüzünde direnişin onuru okunmaktadır; "Bitecek Dertlerimiz" şarkısı, devrimci bir marş gibi
hep bir ağızdan söylenir.
AŞKI BEN Mİ YARATTIM (1979)
Yeşilçam'da işlene işlene posası çıkarılmış başlık parası, cinayet, kan davası üçlemesi ile açılan ve
sıradan bir şarkıcı filmi minvalinde ilerleyeceği sanılan film, Orhan'ın İstanbul'a gelişi ile mecra
değiştirir, çeşitli açılımlar yaparak ilerler.
"Bir elinde tahta bavulu diğer elinde siyah kılıflı sazı ile İstanbul'u fethetmeye gelen yanık sesli
Anadolu'lu" silüetini belleklerimize kazıyan filmlerden birisidir. Otobüsten iner inmez meraklı gözlerle
İstanbul'u izlemeye başlayan Orhan'ın bakışlarında biraz ürkeklik, biraz iyimserlik ve umut, en fazla da
kendinle olan güven duygusu sezilir. Bu sahne, film boyunca Orhan'ın İstanbul ile karşı karşıya geldiği,
yüzleştiği ve konuştuğu üç sahneden ilkidir, ancak bu sahne konuşma içermez.En dramatik
sahnelerde bile değişmeyen yüz ifadesi ile sınırlı bir oyunculuk gücüne sahip olduğu söylenen
Gencebay, bakışları ve yüz ifadesi ile belirttiğim duyguların tamamını oldukça başarılı bir şekilde
verebilmeyi başarmıştır.
İstanbul'a dair ilk gözlemleri Orhan'ın nasıl bir keşmekeşin orta yerine düştüğünü açıkça gözler önüne
serer: Akıl almaz bir kalabalık, her kesimden insanın verdiği yaşam savaşı, seyyar kasetçiler, seks
dergileri ve seks filmleri oynatan sinemalar dışında jandarma ve polis panzerleri, sol örgütlere ait
afişler, dövizler, lüks bir otelin önünde konuşlanmış grevciler de Orhan'ın ilk izlenimlerine dair
görüntülerdir.
171
En az 45 dakikadan önce sıra gelmeyecek kuyruklara, minibüste mazota gelen son zamlardan sonra
muavin ve yolcular arasında gelişen münakaşalara, sokak çocuklarının sefaletine, pavyonda polis
baskınına, insan etinin ayni köyünde olduğu gibi para ile alınıp satıldığına şahit olan Orhan çok
geçmeden anlar ki İstanbul güçlülerin şehridir; orman kanunlarını egemen olduğu bu cangılda parası
ve nüfuzu olmayanın insan gibi yaşamaya hakkı yoktur.
Bu noktada, Orhan İstanbul'un karşısına ikinci kez dikilir. İlk tanışmadaki iyimserlik yerini şu sözleri ile
yerini karamsarlığa bırakmıştır: "İstanbul... Güzel İstanbul �Büyük İstanbul... Taşı toprağı altın İstanbul...
Bir lokma ekmek için hırsız mı olmalı insan?Sana yenilmeyeceğim... Hainlere, zalimlere
yenilmeyeceğim İstanbul..."
"Ben yokluğu yalnız bende sanırdım, meğerse ne yokluk çekenler varmış" sözlerinin eşlik ettiği
sahnelerle, sokak çocukları ile araba camı silip sokaklarda yatıp kalkan Orhan bu arada eski sevgilisine
çok benzeyen "vesikalı" Mehtap (Müjde Ar) ile de aşk yaşamaya başlar.Mehtap'ın, izleyenlerin hemen
hatırlayacağı o meşhur sahnede mahalle bakkalının "zulasını patlatarak" eve getirdiği erzak arasında
o dönem ancak tezgah altından temin edilen ve karaborsacılığın simgesi haline gelen "Sana" marka
margarininin adı da geçer.
Bütün olumsuzluklara rağmen şarkıcı olma hayallerini gerçekleştiren Orhan, bir anda bomba gibi
patlar ve günün adamı haline gelir.Ülkenin her yerinde Orhan Gencebay dinlenmektedir, ancak
parçaları TRT denetiminden geçmez. Bu durum filmde iki sahnede söz konusu edilir; Orhan TRT'nin
gerekçelerini "hiç... saçma sapan gerekçeler" olarak niteler.
Meral Özbek'e göre, resmi kültür politikalarının halka uzak oluşu, Kemalist Devrim'in ilerici düşünce
sistemi ve kültürel politikalarının özellikle Atatürk'ün ölümünden ve çok partili rejime geçilmesinden
sonra tabana yayılamaması arabesk müziğin ortaya çıkışını kaçınılmaz kılmıştır.
Arabesk müzik; köyden kente göçen ve kent kültürüne sağlıklı olarak eklemlenemeyen yığınların
müziği olarak tanımlanırken, sonraları "kent soylu" olanları da kapsayacak şekilde her türlü
uyumsuzluğu, bayağılığı ve kabalığı temsil eden bir kelime olarak anlam genişlemesine uğramıştır.
Şarkılarında olduğu gibi halktan yana, halkın yanında bir tavır sergileyen Orhan, büyük gazino
patronlarının gazinoya çıkma tekliflerini geri çevirir. Amacı, halk konserleri vermektir ve tehditlere
karşı şu sözleri ile karşı durur: "Böyle herkese, zora, kaba kuvvete boyun eğersek biz insan mı oluruz
koyun mu?".
172
Diğer iki filmde olduğu gibi, güzelliği ve çıplaklığı ile dekoratif bir unsur olan Müjde Ar, en dişe
dokunur repliğini bu filmde sarfeder: "Bu halk seni şöhret yaptı, beni de orospu".
Bu aşama da Orhan, İstanbul ile üçüncü ve son kez karşı karşıya gelir. Yumrukları sıkılıdır ve artık
karamsarlığı yerini öfkeye bırakmıştır. "Ulen İstanbul... Yaşlı şehir... Bunak şehir... Bizans... Kim
kazandı dersin? Ben mi? Sen mi? Kim?"sözleri ile adeta Orhan'ın İstanbul'a nefret kustuğu bu sahne
Yeşilçam'ın efsaneleri arasına girmiştir.
Aşkı Ben mi Yarattım filmi, yarı destansı bir Halk Konseri sekansı ile sona erer. Zulme boyun eğmeyen
Orhan, halkla buluşmasını engellemek isteyen güçler tarafından kırılan ellerini sarar. "Sazım, sözüm
halk için, kardeşlik için, insanlık için, garipler için, sevenler için, yeni bir dünya için" diyerek ölüme
meydan okur; Batsın Bu Dünya şarkısını halkı ile beraber coşkuyla söyler.
Bu sırada, arkasında duran ve kızıl zemin üzerine yazılı "ORHAN GENCEBAY HALK KONSERİ" pankartı,
bir konser pankartından çok örgüt pankartını andırmaktadır. Orhan Gencebay'ın eski basın
danışmanının söylediğine göre, ünlü sanatçı bu filmde beraber rol aldığı sokak çocuklarının
ihtiyaçlarını ömür boyu karşılamayı taahhüt etmiştir.
KIR GÖNLÜNÜN ZİNCİRİNİ (1980)
Kalantor babaları tarafından şımartılarak sefahat içerisinde gününü gün eden uçarı zengin çocukları
ve kirletip bir kenara attıkları kenar mahalle kızlarının hikayeleri Yeşilçam'da sık işlenmiş konulardan
birisidir. İşleniş biçimi genellikle dramatiktir ve ibret verme amaçlıdır.
Kır Gönlünün Zincirini filminde de Orhan'ın kardeşi Gülcan (Funda Ersin), Erman (Eray
Özbal)tarafından iğfal edilir ve intihar eder. Ancak,burada konu, Derdim Dünyadan Büyük filminde
olduğu gibi sınıf farklılığına vurgu yapılarak ele alınmıştır.
Film boyunca kaymak tabaka mensuplarının yalılarda, villalardaki renkli ve eğlence dolu yaşamlarına
şahit oluruz ki Gülcan'ı Erman'ın kollarına iten de bu yaşama duyduğu özentidir.Kardeşinin intiharını
araştıran ve çok geçmeden sebebini bulan Orhan, intikamını almak için silahtan çok daha etkili
olacağını sandığı kısasa kısas yöntemine başvurur. Orhan'da, kızkardeşinin ölümüne sebep olan
adamın kızkardeşi Ebru'yu (Müjde Ar) iğfal edecek ve böylece adalet yerini bulacaktır.
Gülcan'ın denizden cesetinin çıkarıldığı sahnedeki üzerine örtülen gazetelerde, üç yüz bin kişiye silah
ruhsatı verildiği haberi ve bir bankanın mevduata yüksek faiz konulu reklamı dikkat çeker.
173
Orhan'ın Ebru'ya sahip olma sekansında, Ebru'nun bekaretini kaybetmesinin, gülün ayaklar altında
çiğnenmesi metaforu ile sembolize edilmesi tam Şerif Gören tarzı (bir benzeri Taksi Şoförü filminde
izlenebilir) bir anlatım tekniği olarak göze çarpar. (Bu sahne, analizin amacı ile ilgili olmasa da ilginçliği
sebebi ile bahsetmeden geçemedim.)
Ebru'yu elde edip, "alın kızınızı" diyerek ailesinin önüne atan ve çok büyük tepki göreceğini düşünen
Orhan, Erman'ın "ödeştik" diyerek el uzatması ve babanın "bende önemli bişey sandım" sözleri ile
gösterdiği kayıtsızlık karşısında şaşkınlığını gizleyemez.Bu sahne; bireyciliğin, rekabetin ve daha fazla
kazanma uğruna her şeyin mübah olduğu kapitalist düzen karşısında etik değerlerin çözülüşünü ve
yarattığı ahlaki çöküntüyü tüm çıplaklığı ile ortaya koyar.
Lüks gazinoların zengin sofralarına meze olmak istemeyen halkçı Orhan, bu filmde de Halk Konseri
ısrarını sürdürür. Orhan ve orkestra elemanlarının stüdyodaki domatesli, peynirli yemek sahnesinde,
arkadaşlık ve paylaşım duyguları görüntülerle en güzel şekilde resmedildiği halde, Şerif Gören'i
tatmin etmemiş olacak ki saz arkadaşlarından birisi durumu Orhan'a ve dolayısı ile izleyiciye bir de
sözlü olarak bildirir: "Paylaşmak ne güzel şey be Orhan"
Amerikan kültür emperyalizminin bayraktarı, kapitalist düzenin ara bir amaç olarak inşa etmeye
çalıştığı tüketim toplumu ve bu toplumun tüketim alışkanlıklarına dair global bir simge halini almış
"Coca-Cola" imgesi, film boyunca tam üç kez ismi ve logosu ile yer alır.
1-Ülkenin en büyük ve nüfuzlu sermayedarlarından birinin oğlu olan Erman, sevgilisi Gülcan'ı
gecekondu mahallesinde arabası ile beklemektedir. Gülcan'ın arabaya bindiği planda, Erman'ın sinsi
gülüşüne dev bir Coca-Cola reklam tabelası fon oluşturur. Arabanın hareket etmesiyle bu kez kadraja
tamamen Coca-Cola tabelası hakim olur. Coca-Cola'nın, "geri planında" ise yerli sermayeye ait ve
sanki kenarda köşede unutulmuş gibi duran "Narin Tekstil" tabelası fark edilir. (Narin Tekstil
tabelasına atfettiğim anlam, tamamen "öküz altında buzağı aramak" olarak da değerlendirilebilir;
belki tamamen tesadüfidir. Her ne kadar sinemada çerçeveye giren hiçbir obje tesadüfi değildir dense
de,1970'li ve 1980'li yıllardaki filmlerimizde kadraja neler neler girmemiştir ki �Omuz çekimlerinde
yansıyan kamera gölgeleri, duvarlara yansıyan set ışıkları, film çekimini izleyen öbek öbek meraklılar,
sesli çekimlerde görünen mikrofonlar vb...)
Bu sahnede verilmek istenen muhtemelen, kapitalist egemenlerin dünya çapında yarattığı markaları
ile az gelişmiş ülkelerin kenar mahallerine kadar sokulmuş, sızmış olduğu gerçeğidir.
174
2-Denizden çıkan Ebru, erkek hizmetçi tarafından buz dolu bir kova içerisinde getirilen Coca-Cola'yı
gayet özendirici bir biçimde afiyetle içer. Şerif Gören, özetle Coca-Cola ile sermayeyi özdeşleştirmiştir;
daha doğrudan bir ifade ile " zenginler Cola içer" demek istemiştir.Ancak,tamamen reklam filmi
tekniği ile çekilmiş bu sahne oldukça kafa karıştırıcıdır.Açıkça sol ideolojiyi mesnet edinmiş bu filmde,
Coca-Cola'nın filmin sponsoru olduğu gibi abes bir düşünceyi bile akla getirmektedir.
3-Coca-Cola bu kez Ebru tarafından bizzat ismi zikredilerek talep edilir ve yine tepsi içerisinde
kendisine sunulur. Şerif Gören'in Coca-Cola imgesini, eleştiri materyali olarak ele aldığı savıyla
yazdığımıza göre şu çıkarsama kaçınılmazdır: Kaş yapayım derken göz çıkarılmıştır; benim de yaptığım
gibi ister istemez Coca-Cola markasının reklamı yapılmıştır.
FERYADA GÜCÜM YOK (1981)
Alışılagelmiş kalıplara sahip arabesk film tutkunlarını ilk izleyişte hayretler içerisinde bırakacak
derecede değinmeler ve diyaloglar içeren Feryada Gücüm Yok filmi, sinema tarihimizin en sıra dışı
şarkıcı-türkücü filmlerinden birisidir.(Tabi ki bu film bile, Remzi A. Jöntürk'ün birer absürtlük başyapıtı
sayılabilecek kimi türkücü filmleri ile yarışamaz.)
Mantıksızlık mantığı ile yazılmış senaryosu, gereksiz yan karakterleri ve iddialı önermelerinin yanısıra
Şerif Gören'e özgü tuhaf kurgu atraksiyonlarının (Orhan'la Oğuz Bey'in ilk karşı karşıya geldiği
sahnede, ikili birbirlerine gayet mesafeli, soğuk ve kendinden emin bakışlar fırlatırlar.Bu bakışma
esnasında, araya Orhan için açılan gazozun kapağının açılışı görüntüsü girer.Bakışmalar ayni
kararlılıkta sürerken bu kez de gazozun bardağa dökülüşü görüntülenir. İkili tokalaşır, bakışmalar hala
devam etmektedir; bardağa gazozun bardağa dökülüş planı tam üç kez daha araya girerek kafa
karıştırmaya devam eder),anlamlandırılamayan detayların (Reklam filmi çekimi esnasında yönetmen
ile metin yazarı arasında cereyan eden, Federico Fellini'nin Amarcord filmine ilişkin sinir bozucu
atışmalar) cirit attığı bir garip filmdir.
Hepsi bir yana, bu filmin en enteresan bölümleri, hiç kuşkusuz kara para kaynaklı dev bir yeraltı
örgütünün görünen yüzü olan Oğuz Bey'in (Nuri Alço), örgütün gücüne, amaçlarına ilişkin Orhan'a
hitaben attığı tiratlardır.
175
Oğuz Bey'e göre bu yapılanma, Orhan'ın aklının alamayacağı kadar güçlü ve geniş bir ağa sahiptir.
Örgüt, Türkiye'deki kara paraların %55 civarındaki kısmını meşru iş alanlarına dönüştürmektedir.
Bütün babalar, gayrimeşru yollardan kazandıklarını onlara yatırmaktadır. Vergisi verilmeyen paranın
karı büyük olduğu için her iki tarafta memnundur.
Turizme büyük önem vermektedirler; bu yüzden de Orhan'ın arazisini almak istemektedirler.Basın,
radyo, televizyon gibi araçlarla insanlarda tatil yapma özlemini harekete geçireceklerdir.
En önemlisi, on yıl içerisinde yepyeni bir kuşak yaratılacaktır. Bu kuşağın kılığı kıyafeti, yediği içtiği, saç
şekli, dinlediği müzik, okuyacağı kitaplar, izleyeceği filmler hep kendilerince belirlenecektir. Yeni bir
dünya düzeni kurulacaktır.Bunun içinde geniş bir sanatçı kadrosu oluşturulmuştur; memleketin en iyi
yazarları, ressamları, tiyatrocu ve yönetmenleri vb.bünyelerinde toplanmıştır. Bütün bunlar için
kesenin ağzı sonuna kadar açılacaktır.
Orhan'dan istenen, sahildeki arsasının yanısıra ülkenin en önemli sanatçılarından birisi olarak örgüte
dahil olmasıdır. Oğuz Bey, benzeri bir güç gösterisi içeren konuşmayı verdiği davet esnasında yineler.
Ancak bu sefer,Orhan ilkinde tam anlayamamıştır diyerekten, yaratmayı tasarladıkları yeni nesli
origami sanatını kullanarak bir kez de görsel olarak ortaya koyar.Bir diğer ilginç sahne, örgütle çalışan
bir mafya babası ile Oğuz Bey arasında geçer ki buram buram yapaylık kokan, zorlama bir sahnedir. İki
güçlü adam; Türkiye'de kara para, uyuşturucu, kara borsa, fuhuş, bankacılık sektörü ve bankerler
konulu görüş teatisinde bulunur, görüş ve temenniler dile getirilir. Konuşma esnasında istatistiki
rakamlar ve oranlar havada uçuşur.
Böylesine dehşetengiz sahnelere sahip olan film ,diğer yandan olanca heyecanı (!) ile akmaya devam
eder. Orhan vurulur; cinayetle suçlanır, kaçar. Müge (Müjde Ar), küçük yaşta ırzına geçen ahaliyle
yüzleşir; içinde birikmiş ne varsa haykırır.Müge'yi kirletenler ayni zamanda Orhan'a iftira atan
işbirlikçilerdir. Bir gece vaki yakalanırlar ve gözleri bağlanır; uçurumdan yuvarlama tehditi ve bıyık
yolma çeşitli yöntemlerle konuşturulurlar. Müge'nin sonradan amcasının kızı olduğunu öğrendiği
Pembe (Pembe Mutlu) kaçırılır vs.vs. Film, Aşkı Ben Yarattım filminde olduğu gibi bir Halk Konseri ile
Sona erer.
Feryada Gücüm Yok; halkların yönetilmesi(güdülmesi), yönlendirilmesi, düzenin devamını onaylayıcı
ve sorgulayıcılıktan uzak birey kültürünün yaygın kılınması amacıyla, çok masum gibi görünen kitlesel
iletişim araçları ve sanat ürünlerinin nasıl birer tehlikeli silaha dönüştüğüne dair söyledikleriyle dikkat
çekse de bu film için gerçekten de olumlu şeyler yazmak çok zor.
176
Diğer üç film, senaristinin Erdoğan Tünaş olmasından dolayı nispeten daha derli toplu ve anlaşılır
niteliktedir. Ancak, dengesi bozuk, kimyası tutmamış bu film, bir başka ifade ile "yamalı bohça"
gibidir.
Jenerikte senaristin adı verilmemiş. Sinematurk.com kayıtlarına göre bu filmin senaristi Şerif Gören.
Bana öyle geliyor ki, bu filmi yazan kişi o an aklına ne gelirse aşure kazanına atar gibi senaryoya
doldurmuş, sonra kendisi de işin içinden çıkamamıştır.(*) Yazıda, Orhan Gencabay'ın yaptığı müziğin
arabesk olduğu kabul edilmiştir. Ancak, en başta Gencebay'ın kendisi bu tanımı kabul etmemekte ve
müziğini "serbest çalışmalar" olarak adlandırmaktadır. Bu konuda en sağlıklı fikirler üretecek kişiler,
şüphesiz müzikolog ve sosyologlardır.
177
Bu yazı, Meral Özbek’in doktora çalışması olarak yazdığı ve kitaplaştırdığı, Popüler Kültür ve Orhan
Gencebay Arabeski adlı çalışmasını incelemeye ve eleştirmeye yönelik olarak kaleme alınmıştır.
Her ne kadar Özbek bu çalışmasında ‘Orhan Gencebay arabesk müziğinin nasıl ortaya çıktığını, içeriği
ve değişmesi konusunda bir çerçeve çizilmeye; arabeskin Türkiye’nin özellikle 1950 sonrası hızlanan
‘modernleşme’ sürecine nasıl bir anlam haritasıyla yanıt verdiğini, hem müzikal hem şarkı sözleri
yapısı ve hem de toplumsal anlamı açısından bakılarak incelenmeye çalışıldığını söylese de, kitabın ilk
bölümünün modernleşme, popüler kültür ve hegemonya konusunda, ister arabesk bağlamında
düşünelim isterse ondan bağımsız düşünelim, özellikle Türkçe literatür için oldukça önemli bir
kavramsal tartışmayı içerdiğini belirtmek gerekiyor.
Mazlumlara Dönüş Çabası: Sosyalist Bir Prespektifte Halka Ait Popüler Kültür
Arabesk gibi üzerinde çok konuşulmuş ama ‘bilimsel’ denebilecek çalışmalara çok da dahil olamamış,
ya da dahil edilecek kadar ciddi ve önemli bulunmamış; klasik Modernleşme kuramına dayanan,
genellikle anlamaktan çok baştan savmacı, yok sayıcı, indirgemeci bir tavırla ve ‘dışardan’ bir gözle
bakılmış bir konuyu; Kültürel Çalışmalar yaklaşımı içinden, eleştirel bir gözle, ‘mazlumlara dönme’
duyarlılığıyla ve bir ‘özgürleşme projesi’ kapsamında ele almış vefarklı bir perspektif geliştirmeyi
başarmış bir incelemeyle karşı karşıyayız.
Arabesk tartışmalarında yaygın ve egemen olan görüş, arabeski tartışırken genellikle ‘yoz’, ‘dejenere’,
‘zevksiz’, ‘kaderci’, ‘Arap müziği’, ‘ağlama kültürü’, ‘yanlış bilinçli’ gibi nitelemelere yaslanmakta, kimi
zaman açıkça dile getirmese de arabeskin bir ‘kitle kültürü’ olduğu yönünde geniş bir uzlaşma
sergilemektedir. Tabii buradaki ‘kitle kültürü’ kavramı dolaylı ya da dolaysız arabesk müziğin aslında
sanat olmadığı anlamı çıkartılacak bir biçimde kullanılmakta2 ve böylece, Özbek’in de belirttiği gibi,
kaderci bir söyleme sahip olduğu iddiasına dayanılarak, arabeskin hakim ideolojiye direnme ve
özgürleşme niteliklerine sahip olmadığı sonucuna ulaşılmaktadır. Oysa ulaşılan bu sonuç hem tehlikeli
ve tartışmalı, hem de ileride görüleceği üzere tam tersi de iddia edilebilecek bir sonuçtur.
Hemen belirtelim ki, Özbek’in çalışmasının önemi sadece Arabesk kültüre ilişkin egemen yaklaşımları
alaşağı etmesi, özgün, tutarlı ve kültürel tartışma alanında Türkiye’deki sosyalist perspektifi geliştirici
ve zenginleştirici bir tavıra sahip olması değil; tüm bu tartışmaları bir tür turnusol kağıdı gibi kullanıp,
özellikle Türkiye’deki batılılaşmacı ve Modernleşmeci solun kültür tartışmalarındaki ‘seçkinci’, kendi
varolmaları gereken politik ve ideolojik konumla çelişkili ‘duruşlarını’ sergilemesi ve bunları aşmaya
178
yönelmesidir. Kendi değişiyle, popüler kültürü ve arabeski anlamada sağ ve solun kullandığı
yüksek/alçak, hakiki/yoz gibi kendinden menkul ikilemlerin ardında hangi ortak varsayımların yattığını
ve bunun olmazlığını göstermeye çalışmasıdır. Sol için bu durum ne yazık ki daha da vahimdir. Meral
Özbek, halkın önemli olduğunu ve kazanılması gerektiğini varsayan sol perspektifin, halkın kurucu
öğelerinden biri haline gelmiş kentli halk sınıflarına ait bir kültürü, ‘kültürlü, aydınlanmış azınlık’ ile
‘cahil, yoz kaderci kitleler’ ikilemine dayalı bir çözümlemeyle küçümseyerek yok saymasını çok
şaşırtıcı bulmaktadır. ‘Halkın çeşitli kesimlerinin cahilliklerinden dolayı şu ya da bu biçimde dışardan
yola getirilmeye muhtaç olduğunu iddia eden buyurgan bir yaklaşımı sosyalist bir kültürel politikası
olarak kabul etmiyor:
“Yoksul kitlelerin kültürsüzlüğü ve onların sevdikleri şeylerin yozluğuyla uğraşmak yerine, insanları
eşit ve özgür yaşamaktan ve bu dünyayı ve kendini tanımak ve geliştirmekten mahrum eden
koşullarla, onların durduğu yerde, onlarla birlikte uğraşmayı seçen bir perspektif ve pratiğin sola
yakıştığını düşünüyorum." (s.10)
Meral Özbek tam da bu noktada, kitabı boyunca ele alacağı temel yaklaşımları da içinde söylem
olarak barındıran, haklı bir uyarıda bulunuyor:
“Hiçbir şeyi değiştirmeden, mevcut olanı paylaşmadan başkaları adına yapılan her ‘yüksek kültür,
sanat’ ısrarı, bunlara sahip olmadığı düşünülen kitleleri ikinci kez mahkum etmekten ve dahası
mevcut hakim kültürel iktidarın ekmeğine yağ sürmekten öte gitmiyor. Çünkü halka ait olarak
bildiğimiz popüler kültür alanı aynı zamanda hakim sınıfların at oynattıkları, egemenliklerini
pekiştirmek için üzerinden mücadele verdikleri ve kazanmak istedikleri bir alan. Hakim sınıfların değer
ve fikirleri, popüler duygu ve düşüncelerin içinde eritilerek, böylece de popüler alandaki direnme
etkisizleştirilerek, yaygınlaştırılıyor. O halde hem boyun eğme hem de direnmenin çelişkisini taşıyan
bu alan, sosyalist politikalarla eklemlenerek kazanılması gereken çarpışık bir mücadele alanıdır.” (s10-
11)
Görüldüğü üzere, hakim bakışın aksine, popüler kültürü ‘yoz’ olarak değil ‘halka ait’ bir kültür olarak
kabul ediyor. Popüler kültürü ne kapitalist kültür ile özdeş görüyor ne de tamamıyla ondan kurulmuş
kabul ediyor; (Hall’a referansla) sürekli gerilim içinde duran, teslim olma ve karşı koymaya, eski yeni
farklı tarzlara ait çelişkili öğeleriyle karmaşık olan ve kültürel iktidar ilişkileri ve mücadelesi
çerçevesinde de sürekli değişen bir kültürel alan olduğunu belirtiyor. Orhan Gencebay arabeskini de
böyle bir kültürel gerilim içinde değerlendiriyor.3
179
Popüler kültür kavramının Özbek’in çalışmasında benimsediği en önemli analiz kavramlarında birisi
olduğunu da eklemeliyiz.
Arabeski Yeniden Anlamlandırma: Hem Direnmenin Hem De Boyun Eğmenin Alanı
Arabeskin genel kabul gören değerlendirmesi onu, gelenekselcilik ve modernizm arasında kalmış
gecekondu kültürü olarak görmekte, toplumsal geçişin bunalımını yansıtan kültürel krizin ve
uyumsuzluğun dile getirilmesi diye nitelemekte; arabesk müziği ise Türkiye’nin çarpık
kapitalistleşmesinin yansıması olan yoz bir müzik olarak tanımlamaktadır.
Bu ortak duyusal değerlendirmeye örnek olarak Şenyapılı’nın Müzik Ansiklopedisi’ nde dile getirdiği
görüşleri veriliyor. Şenyapılı’ya göre arabesk müzik, kentlerde yaşayan ve kır kökenli geniş yığınların,
çevreye uyumsuzluklarının ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Arabesk sadece bir müzik olayı olmayıp,
kente göçen, kent yaşamıyla uyum sağlayamamış, kentlilerin ‘horlamaları’na, ‘küçümsemeleri’ne,
‘düşmanca tavır alışlar’ına ve ayrıca ‘işsizlik’e, ‘ekonomik yetersizlikler’e maruz kalmış kır kökenli
nüfüsün kültürüdür. Kırdaki geleneksel ortamı kente taşıyan bu nüfusun kırsal değerleri
bırakmamasının nedeni de bu uyumsuzluktur.
Özbek öncelikle bu değerlendirmelerde göze çarpan, toplumsal olgularla, kültürel ürünler arasında
kurulan yansıtma ilişkisini eleştirmektedir. Hakim yorum tarzına göre arabesk geçiş toplumunun
ürünü olarak, hem gelenekselin bozulmuş halini, hem de modern olamamış bir marjinalliği
yansıtırken, kır kökenli uyumsuz kentlilerin (gecekonducuların) kültürel ürünü olan arabesk müzik ise,
toplumsal geçişin bulanımını yansıtan bir kültürel bunalımın ifadesidir. Oysa Özbek, Hall’a referanla,
‘kültür’ ve ‘sınıf’ arasındaki ilişkinin ‘yansıma’ ilişkisi değil, bir ‘eklemlenme’ ilişki olduğunu söyleyerek
bu değerlendirmeleri doğru bulmamaktadır.(s. 22)
Bu noktada bir parantez açıp, ‘eklemelenme’ kavramının bu çalışmanın anahtar analiz
kavramlarından birisi olduğunu belirtelim. Bu eklemlenme ilişkisine örnek olarak ANAP’ın arabesk ile
ilişkisini vermektedir. Şöyle ki, 1969- 77 yılları arasında, büyük kentlerdeki gecekondulu seçmen
CHP’ye oy verirken, 1983 yılıyla birlikte ANAP’a oy vermeye başlaması, o dönemde arabesk müziğin
TRT’den yayınının yasak olmasına rağmen, iktidardaki ANAP’lı seçkinleri, seçim kampanyalarında
arabesk şarkıları kullanması ve arabesk müziğe yasağın kaldırılması konusunu parti içinde
tartışmasıyla arabeskin yananlamlarına ‘sağcı’ bir nitelik eklenmiştir. Ancak Özbek’e göre, arabesk
zevk ile ANAP’a oy verme arasındaki ilişki, bütünüyle örtüşen ve birbirini tanımlayan bir ilişki olmayıp,
180
belli bir tarihi bağlamda, siyasi-hukuki yaptırımların ve ideolojik hegemonyanın da belirlediği bir
ilişkidir. (s 22) Bu noktada Özbek, yine Hall’a referans yaparak, can alıcı bir tespitte bulunuyor:
“(...)ANAP üyelerinin arabeski ‘sevmeleri’, ‘arabeskin’ bütünsel bir yeni-muhafazakar ideolojiye sahip
olduğunu ispat etmez. Bu olsa olsa hakim ideolojinin nasıl işlediğini ortaya koyabilir: Yani, hakim
siyasal-kültürel ideoloji, ortak duyudaki çelişkilerden yararlanarak, gerçekten aşağıdan gelen ihtiyaç
ve zevkleri kendi sistemi içinde özümsediği ve bu öğeleri hegemonik bir ideoloji olarak yeniden
kurduğu ölçüde başarılı our." (s. 22-23)
Öte yandan Özbek, Senyapılı’nın arabesk müziği gecekondu müziği nitelemesine karşı çıkarak, onu
kent kültürünün bir ürünü olarak görür.5 Çünkü arabeskin ortaya çıkışını sağlayan tüm etmenler,
sanayileşme süreci ile birlikte gelen ve ancak kentlerde varlık bulan etmenlerdir.
Arabeske yönelik hakim bakış, Özbek’e göre, popüler kültürün aşağıdan yukarı doğru gelen, zaman
içinde konumu değişen/değiştirilen ve ‘hem direnme hem de bir boyun eğme alanı’ (Hall) olduğunu,
onun çok yönlü anlamını ve önemini gözardı etmektedir. Türkiya’nin aşağıdan yukarıya doğru ortaya
çıkan ilk büyük kitlesel kültürel biçimlenmesi denebilecek arabesk müzik:
“Türkiye’nin 1960’lardaki ‘modernleşme’ sürecine hem bir yanıt, hem de bizzat bu ‘modernleşme’
sürecini oluşturan bir biçimlenmedir.” (s.25)
Bu değerlendirmelerin ışığında Özbek, Şenyapılı’nın aksine, arabesk müziğin kentlere göçen kırsal
nüfusun hem çevreye uymasının, var kalmanın yolunu bulabilmesinin başarılı bir göstergesi, hem de
‘kırdaki geleneksel ortamı kente taşıyarak ‘değil, toplumsal yapı bakımından kentsel usüllerin etkisi
altında var kalmanın göstergesi olduğunu belirtmektedir. Görüldüğü üzere bu bakış, aslında pek çok
değerlendirmede de görülen, bir tersyüz etmeyi barındırmaktadır.
‘Geçiş’ Toplumlarında ‘Geleneksel’ ile ‘Modern’ Arasındaki İlişkiyi Anlama Çabası: Karma ilişki ve
Biçimlerin Eklemlenmesi
Modernleşme esas olarak, Batılı olmayan toplumların ‘geleneksel toplum’dan ‘modern toplum’a
doğru geçirmekte oldukları, ‘geleneksel toplum’, ‘geçiş toplumu’ ve ‘modern toplum’ şeklindeki üç
aşamalı değişim sürecini ifade eder. Modernizm ile ilgili kuramsal tartışmanın Özbek’in çalışması için
önemi, arabesk konusunda Türkiye’de hakim olan yaklaşımın örtük kaynağının, Modernleşme
Kuramının bu konudaki varsayımlarına dayanması; yani ‘kente göçen kır kökenli nüfusun’ kültürü olan
arabeskin ‘geleneksel’ ya da ‘geri’ olduğu, ve ‘kentsel (modern) yaşantıya uyamamanın’ ifadesi
olduğunun iddia edilmesidir. Bu çalışmanın asıl ilgi alanı ise, Modernleşme kuramının ‘geleneksel’ ve
‘modern’ kavramları arasında kurduğu ‘ikililik’ ilişkisidir.
181
Modernleşme kuramına göre, ‘geçiş’ toplumlarında, geleneksel toplumsal ilişki ve biçimlerle Batı’dan
ihraç edilenler arasında uzlaşmaz bir çelişki yaşanmakta; geleneksel-modern ‘ikililiği’nin devam ettiği
bu toplumlarda, geleneksel değer ve kurumların modernleşmeye direnmekte ve engel teşkil
etmektedir. Özbek Modernleşme kuramına yönelik eleştirilerden bahsetmekte ve ‘kültürel değişim’
açısından eleştirilerin ortak noktalarını tespit etmektedir:
“Ortak olduğu ileri sürülecek olan her iki nokta birbirini bütünleyen ve geleneksel (kapitalizm-öncesi)
ve modern (kapitalizm) kategorileri (üretim tarzları) arasındaki ilişkinin yeniden biçimlendirilmesine
ilişkindir. Birincisi, ‘geçiş’ toplumlarında eski ile yeni arasındaki ilişkinin karma biçimlerin hakimiyetiyle
sonuçlandığı; ikincisi ise, birer ideoloji olarak geleneksellik ve modernliğin birbirini dışlamayabileceği
üzerinedir.”(s. 36)
Bir noktada, Singer’in modernleşme kuramına alternatif olarak geliştirdiği kültürel değişim kuramının
temelini oluşturan karma ilişki ve biçimler kavramlarıyla karşılaşıyoruz. Hint toplumunu örnek olarak
veren Singer, kültürel değişimi bir uyum mekanizması olarak kavramsallaştırıyor. Biçim ve ilişkiler
açısından ise bu değişimin karma ilişki ve biçimler getirdiğini; geleneğin değişmeye kapalı durağan bir
yapısı olmadığını ve geçiş toplumlarında geleneksel ile modern arasındaki ilişkilerin çeşitli biçimleri
olduğunu, ancak bu ilişkinin hakim biçiminin birleşme ilişkisi olduğunu belirtiyor. Özbek, Gufield’ın
yukarıdaki yaklaşımı kabul ettiğini ve fakat Singer’in toplumu birim olarak almasına karşın, toplumsal
farklılıkların önemini vurguladığını; özgül geleneklerin içeriğindeki çeşitliliğe dayanarak, modern
biçimlerle aralarında ‘kabul etme’ (yerine geçme), ‘yadsıma’ ve ‘iç içe geçme’ ilişkileri olabileceğini
söylediğini hatırlatıyor.
Görüldüğü gibi, modernleşme kuramını içerden eleştiren görüşler, geleneksel-modern ilşkisinde
‘ikililiğe’ karşı, ‘karma’ ilişki ve biçimlerin varlığını savunuyorlar. Marksist paradikmadaki
‘eklemlenme’ kavramının üstünlüğü ise, bu ilişkinin bir süreç olduğu ve hem ‘karma’ hem de ‘çelişki’
niteliklerini birarada taşıdığı önermesinde yatmaktadır. Bu bağlamda Özbek’in Gencebay arabeskiyle
ilgili olarak burada yazdığı dipnotu alıntılamadan geçemeyeceğiz:
“Bu çalışmada Orhan Gencebay arabeskinin ortaya çıkış nedenleri, biçim ve anlamı incelenirken,
terimin kendisi kullanılmasa bile, ilşki ve biçimlerin ‘karma-çelişkili’ ya da – Stuart Hall’un popüler
kültür tanımında da görüleceği gibi ‘boyun eğme- direnme’- şeklinde belirlenen ‘eklemlenmiş’
niteliğine dayanılacaktır.”(s. 43)
Bir güdüp-yönetme aracı olarak geleneğin icadından, bağımlılık perspektifiyle destekleyerek Üçüncü
Dünya ülkelerinin özgüllüğünden bahseden ve nasıl bir modernleşme sorusuna cevap arayan Özbek,
182
geleneksel denilen ve eklemlenerek biçim değiştirse de en azından bazı öğeleri açısından devamlılık
gösteren biçim, ilişki ve değerleri, direnme açısından anlamlı kılanın, bunların paylaşımcı bir istemi
yansıtmaları ve böylece özgürleşme projesi açısından dönüştürülebilme potansiyeline sahip
olmalarıdır diyor.
Modernleşme ve Popüler Kültür: Hegemonya, Kitle Kültürü ve Popüler Kültür Tartışması
Modernleşme ve modernlik kavramlarını Berman’ın yaklaşımına uygun olarak tanımlanmaktadır:
modernleşme kapitalist endüstrileşme süreçlerinin kamaşık bir bütünüdür. Bu kavramsal tercih,
modernleşmenin mutlaka ‘modernlik’ getirmeyeceği, başka bir değişle modernleşmenin ‘modernlik’
tasarımları ile denk düşmediği yerlerin ortaya konabilmesini sağlamaktadır. Berman modernleşme
süreçlerinin yarattığı tarihsel tecrübeyi, toplum ve birey düzeylerinde ifade ediyor. Sosyoekonomik ve
bireysel gelişmenin bireyde yarattığı gerilim tecrübesinden bahsediyor. Özbek bu yaklaşımın, özellikle
Gencebay şarkıları ile müziği ve kendisi hakkında söylediği sözler bütününde ifadesini bulan bireysel
tecrübenin anlamının ortaya konmasında yararlı oduğunu düşünüyor. Sosyoekonomik gelişme olarak
modernleşme ile buna ilişkin tecrübenin ifadesi olarak ‘modernleşmeye yanıt’ arasındaki ilişki ya da
modernleşme ile popüler kültür arasındaki ilişki, Kültürel Çalışmalar’ın, özellikle Staurt Hall’un
kavramları aracılığıyla geliştirilmiştir. Hall’a göre:
“Popüler kültür, saf anlamda ne bu reform ve dönüştürme süreçlerine karşı popüler geleneklerin
direnmesi, ne de onların yerine, üzerine geçirilen yeni bir biçimdir. Popüler kültür, bu dönüşümlerin
gerçekleştiği; oluştuğu alanlardır. (...) Popüler kültürdeki ikilikten, yani popüler kültür içinde
kaçınılmaz olarak bulunan kapsanma (kontrol altına alınma) ve direnmenin çifte hareketinden...”
(s58-59)
Özbek buradan hareketle, ‘kaderci’ bir söyleme sahip olduğu iddia edilen arabeskin
özgürleştirici/ütopik bir yana sahip olduğunu ve özgürleştirici bir proje açısından genel olarak popüler
kültürün önemli olduğunu ortaya koymak için, sanat-popüler kültür, özgürleşme- güdüp yönetme
tartışmalarının içine girer. Kitle kültürü kavramını salt ticari bir beyin yıkama, boş bir oyalanma ve her
açıdan uluslararası şirketler tarafından belirlenen bir ‘komplo’ kur***** göre tanımlayan ve kültürün
günlük hayattaki işlev ve işleyişlerini gözardı eden güdüp yönetme sosyoloklarını değil; onların
yaklaşımını ‘hegemonya’ kuramı aracılığıyla dolaylı bir biçimde eleştiren ve sanat- popüler kültür
ilişkisini farklı bir paradikma içinden reddeden İngiliz Kültürel Çalışmaları yaklaşımını benimser.
Özbek’in Türkiye’deki arabesk kültüre yönelik hakim olan görüşlerden farklı olduğunu belirttiğimiz
analizlerini ve değerlendirmelerini temellendirdiği yaklaşımlardan en önemlisi olarak gördüğümüz
popüler kültür anlayışına geçmeden önce, arabeskin ideolojik eklemlenme sürecine açıklık
183
getirebilecek olan hegemonya probleminden bahsetmek gerekiyor. Hegemonya kavramını, Batı
toplumlarında hakimiyetin nasıl sürdürüldüğünü açıklamaya dair, Gramsci’nin geliştirdiği bir
kavramdır. Yönetici sınıflar fraksiyonları ittifakının bağımlı sınıflar üzerinde bütünlüklü bir otorite
kurması sonucu ortaya çıkar. Bu otoritenin temel kaynağının bağımlı sınıfların rızasının olduğunu,
üstyapıların hegemonyanın başarıldığı esas alanı teşkil ettiğini ve bu alanda hegemonyanın ideoloji
aracılığla işlediğini belirtmek gerekiyor. Ancak hegemonyada önemli olan, onun verili ve sürekli bir
durum olmaması; aksine, aktif bir biçimde kazanılıp korunması gerektiğidir. Başka bir değişle, sürekli
hegemonya yoktur.
Özbek’in Popüler Kültür ve Orhan Gencebay Arabeski adlı çalışmasının, bizce, en can alıcı, en kritik ve
bir tür yol ayrımı olarak değerlendirilebilecek tartışmalardan biriside popüler kültürü kavramı ile ilgili
tartışmadır. Daha önce de belirttiğimiz gibi popüler kültür anlayışında Hall’in şu yaklaşımı
belirleyicidir:
“(...) (popüler kültür) iktidarda olanların kültürüne karşı ya da onun adına mücadelenin alanlarından
biridir. O mücadele içinde aynı zamanda, kaybedilecek ve kazanılacak olan şeydir: Boyun eğme ve
direnme alanıdır. Kısmen hegemonyanın yükseldiği ve güvenlik altına alındığı yerdir... Popüler
kültürün önemli olması bu nedenledir.” (s.87)
Bu çalışmada kitle kültürü ve popüler kültür kavramları yer değişebilir kavramlar olarak
kullanılmamış, aksine ‘popüler kültür’ kavramı tercih edilmiştir. Popüler kültürün tanımlanması ise:
“(...) ‘Kültürel Çalışmalar’ yaklaşımı çerçevesinde tanımlanan ‘kültür’ anlayışı ile ‘halka ait’ anlamına
yaslanan belirli bir ‘popüler’ anlayışının beraberliği ile oluşturulmuş olan, Stuart Hall’un ‘popüler
kültür’ tanımlanmasına dayanmaktadır. Bu çerçevede topyekun ‘güdüp yönetme’ kuramı yerine,
‘hegemonya’ kuramına yaslanılmıştır.” (s.88)
Özbek, yukarıda özetlenmeye çalışılan kavramsal çerçeve ile ilgi tartışmaları bitirirken, arabesk kültür
üzerine bu kavramsal çerçevenin ışığında yeniden bir değerlendirme yapar. Arabeski yalnızca müzik
endüstrisinin körüklediği bir meta olarak kabul etmez. Özellikle 1976’lar öncesinde, yani müzik
endüstrisinin Türkiye’de atılımından önceki dönemde ortaya çıktığını, gecekondulardaki ifade tarzıyla
örtüşen yapısıyla da yalnızca bir meta olmadığını, aynı zamanda bir yaşam tarzı olduğunu belirtiyor.
Orhan Gencebay Arabeski: ‘Batsın bu dünya’dan ‘Yaşamak ne güzel’e ‘Böyle Gelmiş Böyle Gitmez’
Bir kültürel ürün olarak Orhan Gencebay arabeskinin müzik ve söz yapısı incelendiğinde, Türkiye’nin
1951’ler sonrası hızlanan ‘modernleşme’ sürecine getirdiği, müphem olarak nitelendirilen yanıt şu
184
şekilde açıklanır: bir yandan ‘geleceği açık görür, ‘ilerlemeyi’ onaylar, diğer yandansa insani değerler
açısından özellikle popüler geleneğe yaslanarak, modernleşmeyi eleştirir.
Özbek’e göre Orhan Gencebay şarkı sözleri ‘aşk-sevgi’ dünyası üzerine kurulu olan duygusal bir kod
aracılığıyla konuşmaktadır. Bir anlam haritası olarak Orhan Gencebay arabeski:
“(...) gündelik ve pratik ilişkileri anlamlandırırken, kavramsallaştırırken ve öte yandan aynı zamanda
gündelik hayatta yönelimler yaratırken, duygusal tecrübeyi baştacı etmiş, problem haline getirmiş
görünmektedir. Aşk, yaşama hakkı ve isyandan kader ve derde dek tüm kavramları kendisine
bağlamakta; ‘seven’in kendine, ötekine, başkalarına, ve toplumsal sorunlara gösterdiği tepkiler ‘aşk’la
bütünleştirilerek, aşk süzgecinden geçirilerek ifade edilmektedir.” (103)
Orhan Gecebay’ın arabeski, 1960’lardan itibaren modernleşme sürecinin ivme kazandığı bir dönemde
popüler sınıfların gündelik hayat tecrübesinin bir duyarlılık olarak ifadesi şeklinde
değerlendirmektedir. Bu duyarlılığın odaklaştığı noktalar, olumlu/olumsuz değerleriyle, bu tecrübenin
en çok acı verdiği ya da alkışlandığı yerlere işaret etmekte; aşk etrafında odaklaştığı, iş ve maddi hayat
konularını ‘gölge hayat’ gibi dışta bıraktığı için, bu duygusal vurgusuyla biçimsel olarak ütopik
niteliğini kazanmaktadır. Ancak şunu hatırlatmak gerekir ki, Orhan Gencebay’ın biraz kendine özgü
denebilecek arabeski ile, 1980 sonrası Müslüm Baba’dan Küçük Emrah’a pek çok şarkıcının içinde yer
aldığı arabeski aynı kefeye koymamak ve ayırmak gerekir. Özbek bu ayrımın üzerinde özellikle
duruyor ve özellikle 1980 öncesi ve sonrası arabeskin farklılığını pek çok açıdan açıklamaya girişiyor.
1980 öncesi, özellikle gecekondulular ve lümpen proletaryanın ‘başkaldırısını’ ifade eden kültürel
ürün olarak yorumlanan arabesk, 1983 sonrası yeni-muhafazakar ANAP ile özdeşleştirilmeye
başlanmıştır. Başlangıçta bir ‘alt kültür’ niteliği gösteren arabesk müzik, o kültürü ilk kez tüketerek-
yaratan grupları aşıp genelleşmiş ve böylece sitem içinde evcilleştirilmiştir. 1980 sonrası ortaya çıkan
çeşitli arabesk müzik tarzlarının kaynağı da Orhan Gencebay arabeskidir. Ferdi Tayfur’ların, Nejat
Alp’leri, Ümit Besen’lerin, folk arabesk, taverna, oryantal arabesk, devrimci arabesk gibi türlerin
olduğu bir ortamda artık ne türdeş bir arabesk müzikten ne de türdeş bir dinleyici kitlesinden
bahsedilmesi mükündür. Ayrıca Orhan gencebay arabeskinin Türkiye’nin modernleşmesine duygusal-
direnen yanıtının taşıdığı radikal potansiyel, 1983 sonrası arabeskinde ‘hem ağlarım hem giderm’
tüende bir duygusal-pragmatik yanıta dönüşmüştür. Özbek değerlendirmelerini şöyle sürdürür:
“Stuart Hall’un dediği gibi popüler kültür, hakim kültür ve popüler gelenek arasındaki mücadelenin
‘boyun eğme ve direnme’ alanıdır; kültürel iktidar kendisini neyin makbul neyin makbul olmadığına
185
dair çizdiği çizgi ve bu çizgiyi hukukun yanısıra eğitim ve kültür kurumları aracılığıyla da korumasıyla
kendini ortaya koyar. 1980’ler Türkiye’sinde arabeskin yaygın olan türleri- hem hegemonyanın işleyişi
gereği hem de popüler sınıfların direnmesi sonucu- makbul sınırından içeri alınmıştır (...).” (s.136)
Kitabın daha sonraki bölümlerinde, Özbek, devlet müdahalesi, modrnleşen hayat pratikleri, Türk
müziğine radyo yasağı, Türk sinemasında şarkılı Mısır filmleri gibi konular çerçevesinde Orhan
Genceba arabeskinin nasıl ortaya çıktığını açıklamaya; müzik yapısı ve şarkı sözleri açısından Orhan
Gencebay arabeskinin özelliklerinin neler olduğu ve bunların nasıl değiştiği gibi soruları yanıtlamaya
çalışmaktadır.
Son bir değerlendirme : Popüler Kültür İncelemeleri
Popüler Kültür ve Orhan Gencebay Arabeski adlı bu çalışma, Türkiye’deki arabesk kültür incelemeleri
alanında gerçekten de Stokes’in dediği gibi bir dönüm noktasıdır. Çünkü, Eğrigönültaş’ın, Özbek
tarafından da sahiplenilen ve hakim değerlendirmeden oldukça farklı olan, 1979-80’lerde dile
getirdiği yorumları bir kenara ayırdığımızda, kimi zaman, örneğin Emre Kongar gibi , ‘Özgürleşme mi?
Arabeskleşme mi?’ adlı makalesinde, arabeskin toplumsal saygısızlık özelliği olduğunu söyleyip
‘gecekondu kültürü’ diye aşağılayan , kimi zaman Onat Kutlar gibi arabesk müziği kaderci ve yoz bir
‘ilkel müzik’ olarak tanımlayan ya da Yılmaz Öztuna gibi arabesk müziği, ‘milli kültür ve psikolojiye en
olumsuz ve dejenere tesirleri’ taşıyan ‘lahmacun musikisi’ olarak görüp ansiklopedisinde iki satırlık
yer verip önemsemeyen8 seçkinci hakim değerlendirmelerin aksine; bu çalışmanın, genelde
Türkiye’deki modernizm ve popüler kültür maceralarını açıklayan kavramsal çerçevesiyle, ve özelde
bu çerçeveden ve duruştan yola çıkarak yaptığı arabesk kültür değerlendirmesiyle, sosyalist
perspektifi aslında olması gereken noktaya çektiği, yani halkı anlamak, kazanmak ve daha özgür bir
yaşam adına birlikte yürütülecek bir mücadeleye katmaya yönelik oldukça önemli bir katkı yaptığı
rahatlıkla söylenebilir.
186
DİPNOTLAR
1. Özbek, M. (1991) Popüler Kültür ve Orhan Gencebay Arabeski, İstanbul: İletişim Yayınları.
2. Sanatın karşıt kavramı kitle kültürüdür’ (Lowenhal)
3. Can Yücel’in 1980 yılında, ‘Arabesk Olayı: Ne dediler’ adlı soruşturmaya verdiği yanıt Meral
Özbek’in yaklaşımına yakınlığıyla ve dolayısıyla diğerlerinden farklı olmasıyla dikkat çekmektedir.
Nevzat Atlığ, Selim İleri, Atilla İlhan, Atilla Özdemiroğlu, Cemal Reşit Rey, Ruhi Su, Vedat Nedim
Tör’ün de yanıt verdiği bu soruşturmada şunları söylüyor: Önemli olan hızla değişen halkın,
eğilimlerini görmezlikten gelen sanat çevrelerine, sanat akımlarına ve elbette bu alandaki yanlış
devlet politikalarına göstermiş olduğu tepkidir. Arabesk müzik, işte böyle bir tepki olarak, içinde
elbette hem olumlu hem de olumsuz yanları barındırmaktadır. (Bakınız Milliyet Sanat Dergisi, Yeni
Dizi, 9, 1 Ekim 1980, s22)
4. Şenyapılı, Ö.(1985) Müzik Ansiklopedisi, Cilt 1, Ankara: Uzay Ofset Ltd.
5. Martin Stokes, Özbek’in çalışmasının yayımlanmasından bir yıl sonra yayımlanan ‘Türkiye’de
Arabesk Olayı’ adlı kitabının girişinde benzer bir yaklaşımı sergiler: Arabesk, şehir için şehirli bir
müziktir. (1992: 17) Ne kötü bir tesadüftür ki Özbek’in ve Stokes’ın kitapları birbirlerinden
yaralanamazlar. Stokes, kitabının 1998’de yayımlanan Türkçe çevirisinde şöyle yakınır: Meral Özbek’in
bu alandaki nefis kitabı (kitabın ayrıntıları ve nüanslarıyla bu kitap asla yarışamaz; Özbek’in kitabını
benim kitabım yayınlandıktan neredeyse bir yıl sonra okuyabildim) önemli bir dönüm noktasını
simgeliyor. (1992: 17)
6. Emre Kongar (1994) "Özgürleşme mi? Arabeskleşme mi?", Hürriyet Gösteri, no: 46, 80-81
7. Onat Kutlar (1980) "Arabesk Olayı", Milliyet Sanat Dergisi, no: 9, 18-19
8. Yılmaz Öztuna (1990) Büyük Türk Musikisi Ansiklopedisi, s.63, Ankara: Kültür Bakanlığı Kültür
Eserleri Dizisi.
187
Projenin Adı: Coğrafya Ve İklimin Halk Oyunları Üzerindeki Etkisi
Projenin Süresi: 30 gün
Projede Kullanılan Araştırma Teknikleri: İçerik Analizi, Literatür Tarama
Sosyolojik Kavramlar : Coğrafya sosyoloji ilişkisi,Folklor, Ritüeller, Kutlama
Hazırlayanlar: Gonca Nur Arı, Elif Bayer, Ayşe Kılıçarslan
Danışman Doç.Dr.Levent Eraslan
Giriş
Halk Danslarinin Ortaya Çikişi Ve Gelişimi
188
İlkel dönemlerde insanlar doğa olaylarına anlam veremedikleri için bir 'yaratıcı' aramışlar; olguları somutlaştırmaya çalışmışlardır. Yine de anlamlandıramadıkları olguları mistik bir düşünce ile açıklamışlardır. Somutlaştırdıkları varlıklara, nesnelere bir saygı duyuş olan kültü yaşamışlardır. Külte göre tapınmalar, dinsel törenler ve büyüler geliştirmişlerdir; bunları gelenekselleştirmişlerdir. Bu dönemde ortaya atılan bu düşüncelerle mitologya oluştu. Bu inanışa bağlı oluşan sanatta danslar ve danslı törenler önemli bir yer tutmaktaydı. Bu dinsel törenlerin sözlü bölümü mitoslardan, somutlaştırılan kavramı anlatan nesne ve eylemlerde ritüellerden oluşur. Böylece gelenekler sanatta kendini gösterdi.
Makineleşme ile insanlar bireyselleşmeye başladı. Böylece insanlar doğa olayları karşısında kendi güçlerini fark ettiler ve artık kesin olarak bireyselleştiler. Artık ilkel dönemlerindeki büyüyü, dinsel törenleri ve bu geleneksel işlemleri en önemli bölümünü oluşturan dansları; kötü ruh korkusundan değil, ortak iş yapmanın zevkli olması, birbirlerinden güç kazanma, iş bölümünün sağlamlaşması, dayanışma ve bütün değerleriyle birbirini anlama... Gibi nedenlerle yaptılar. Artık halk dansları dinsel kökenli törenler olmaktan çıktı ve toplu coşkuyu simgeledi.
Anadolu folkloru de yukarıda anlattığımız dönemlerden geçmiştir. Anadolu insanı Orta Asya’dan Anadolu’ya gelinceye kadar birçok eski kültürden etkilenmiş ve tabi ki etkilemiştir. Zaman içinde bu etkilerin kaynakları, doğuş anlamları ve amaçları unutulsa da danslar günümüze kadar gelmiştir. Anadolu’daki danslarımız da dinin yanı sıra dilde etkili olmuştur. Örneğin orta Asya’da şaman dininin halk danslarında etkili olduğunu 'bar' sözcüğünden anlıyoruz. Bu sözcük günümüzde doğu Anadolu’nun davul oyunlarının genel adı iken geçmişte şamanın davulunun tutağına verilen addı.
Şamanizm’in yanı sıra mani ve İslam dinide Anadolu’daki danslara etki etmiştir. Özellikle İslam dini ile birlikte Anadolu halkı büyük bir manevi değerler bütünlüğü oluşturmuş ve bunu da danslara yansıtmışlardır. İslamiyet’in kadın erkek ilişkilerinde sınırlayıcı olması danslara yansımıştır. Bu etkiye göre kadınla erkeğin aynı oyunda birlikte oynamamaları toplumun içe kapanık ve dar gruplardan oluştuğunun, üretim ilişkilerinin aile topluluklarına dayalı olduğunun ve ortak üretimin bulunduğunun bir göstergesidir.
Dinsel ögelerin dansa etki etmesi büyüsel ögelerin yok olduğu anlamına gelmez. Dansların
189
oynanış nedenlerinin tapınış ve bolluk isteği olması bunu gösteriyor. Örneğin Anadolu’da eskiden dionisos şenlikleri olarak bilinen oyunlar yerini yine aynı amaçla yapılan bağ bozumu şenliklerine bırakmıştır. Buda mekanik toplum yapısından organik toplum yapısına geçişte bile hala büyüsel ögelerin etkili olduğunu gösterir.
Anadolu uygarlıkları coğrafi özellikler, iklim, yaşam koşulları, savaşlar, diller ve dinler gibi daha birçok sebepten dolayı büyük bir zenginlik taşır. Toplum yapısının mekanik olduğu eski dönemlerde bilgi aktarımı yoğun olmadığı için Anadolu insanı kültürünü büyük ölçüde korumuştur. Zamanla göçler savaşlar ve toplumsal örgütlenme ile etkileşim başlamış ve makineleşme ve sanayileşme ile birlikte bilgi aktarımı daha da artmıştır. Bu gelişen toplumsal yapı elbette dansı da etkilemiş ve günümüzde değer yargılarının değişmesiyle dans da değişmiştir.
Dans dünya ülkelerinin sanat ürünü haline getirdikleri ve toplumları gösterdikleri doğal ve geleneksel kültürleri içinde, fertlerin sanatsal duygularla içgüdüsel ve bedensel olarak uyum sağladıkları müzikli ritmik hareketleridir. İfadesiyle tanımlayabileceğimiz bir oyundur. Halk dansı da diyebileceğimiz halk oyunlarımızı genel dans anlamından ayıran özellikler onların toplumsal ve otantik oluşlarıdır.
HALK OYUNLARINDA GİYSİLER TAKILAR VE SÜSLER
Halk oyunlarının vazgeçilmezi olan kıyafetleri incelemekle başlayalım...
Giysi türleri değişik coğrafyaların yerel özelliklerine göre şekillenirken, bir taraftan da giysilerin daha kolay rahat ve gösterişli olması amacı ile birtakım eklemeler yapılır. Kemik, cam, metal ve tahta parçaları giysilerle birlikte şekillendirilmiş renklendirilmiş ve hatta zamanla bir sanat eseri üzerine getirilmiştir.
Giysinin güzelliği renkliliği ve zenginliği fark edilmelidir ve unutulmayacak bir hava yaşatılmalıdır. Türk halk oyunlarına bu yönden baktığımızda bütün bölgelerde hatta en küçük yerleşme merkezindeki oyuncularda bile bu fikir geçerliliğini korur. Halk oyunları gündelik yaşayış içinde her gün gündeme gelmez onun icra edileceği özel günler vardır. Hem iç hem de dış giyimdeki parçalar yöre şartlarına en uygun insan sağlığı açısından en yararlı olan
190
özellikleriyle ortaya çıkmışlardır. Ayrıca mevsimlerin durumuna göre bu parçalara bazı eklemeler yapılabildiği gibi kumaş türünün de değiştiği görülür.
Her yöre kendine özgü özellikler gösterse de Türkiye'nin genelinde ortak kullanılan giysi parçaları vardır. Tüm parçaları göstermek yerine bazı genel parçaları ve onların özelliklerinden kısaca söz edeceğiz...
Halk oyunlarında hareketleri engellememesi, terleyen vücudun teri dışarıdan görülecek şekilde dışarı vermemesi amacıyla bedene giyilen gömlek, kimi yerlerde ak gömlek, ak göynek, iç mintan vb. adlarla tanınmıştır. Hemen hemen tüm kıyafetlerde 'yanış' adı verilen motifler bulunur. Yün iplikle eteklerine işlenen yanışlar göz değmesi, nazar inancından koruyucu renk olarak kabul edilen ya mavi renkli ya da türkün hemen her yerde sevip tercih ettiği kırmızı renkte olurlar. Kullanılan yün iplikler kök boya ile boyandığından solma diye bir şey söz konusu olamaz.
Ak gömleğin altına giyilen don ise, ya büzme paçalı olarak ya da diz üstüne gelecek biçimde yapılmıştır. Bazı bölgelerde buna dizlikte denir. Üste giyilen başka bir parça içlik adıyla tanındığı gibi göğüs altından geçen ve aynı zamanda bayanlarda sütyen görevini yapan astarlı bir giysidir.
Türkiye'nin hemen her köşesinde görülen 'üç etek ' bazı yörelerde 'telli' adıyla da bilinir. Özellikle uzun ömürlü olması istenilen mimari yapılarda görülen 1500 yıllık 'hayat ağacı' motifinin arka etekte yırtmaca kadar özellikle Türkmenler arasında yaygın olduğu belirlenmiştir. Kıyafete işlen ilen bu motiften insanında uzun ömürlü olmasını dilediklerini çıkarabiliriz.
Kadın giyiminde kuşaklar çok yaygın ve çeşitlidir. Üzeri çeşitli taşlarla süslü olabilir. Kemer böylece çok zengin renkli ve göz alıcı bir giysi parçası olarak kadın giyiminde önemli bir yere sahip olmuştur. Antep yöresinde de kullanılan Türkmenler arasında görülen kuşak türü olan 'şal kuşak 'ın yün olmasının sebebi hakkında beli soğuktan korumak biçiminde açıklamalarda yapılmıştır.
191
Bazı halk oyunlarında rol alan gelin giyimi daha fazla özen ve dikkat ister. Özellikle gelin başı bağlama ise ayrı bir tören sonunda hazırlanır. Şuan bile kuaförlerde 'gelin başı' adı altında saç süsleme sanatı özenle uygulanmaktadır. Gelinin baba evinden çıkışı hüzünlü bir müzik çalınırken ve herkesin gözleri yaşlar içinde iken son kez baba evi bakar; gözleri yaşlı baba evinden uğurlanır. Erkek evinden gelen konuklara teslim edilir ve gelin alayı yola çıkar. Halk oyunlarında görülen sahnelerde bu olay sergilenmektedir. Olayın akışı ve gelişmesi değişik bölgelerdeki oyunlar içerisinde yer bulur. Örneğin; Denizli yöresinde gelin alayı köyün tüm genç erkeklerinden oluşur ve gelini almaya giderken özel bir ritimle yürüyerek gelin evine giderler. Bu yürüyüş esnasında 'erkekçe' bir ses çıkartırlar.
Baş, bazı yörelerde açık olmasına rağmen birçok yerde örtülüdür. Fes, külah, kasket, takke, şapka, puşi vb. kadın başı kadar süslü ve renkli değildir. Zeybek bölgesinde gördüğümüz başlar ise rengârenk oyaların yer aldığı ve fesin üzerine sarılan parçalar, erkek baş giysisinin en gösterişli bölümüdür.
Başta giyilen genellikle 'fes 'olmuştur. Üzerine altın taklidi pullar, boncuklar ve çavdar sapından örülmüş süsler yerleştirilir. Çukurova’da zenginlik göstergesi olduğu için bu pullar gerçek altından idi. Maraş ise el sanatlı altın pullarıyla tanınmış ilimizdir.
192
'Yazma' feslerin üzerine atılan beyaz renkli veya koyu renkli örtüdür. Bazı yörelerde yazmanın rengi ve süsü medeni hal hakkında bilgi verir. Örneğin beyaz renkli yazma bekâr kızları, çok renkli ve süslü yazmalar gelinleri, koyu renkli yazmalar yaşlı kadınları ve siyaha yakın olanlar ise ihtiyarları temsil eder. Çukurova veya Toroslarda ise bu ayrımlar çok daha detaylı bilgi verir. Bir kadının dul olup olmadığı hatta dul olup yeniden evlenmek isteyip istemediği gibi.
Ayağa giyilen pabuç ise genç kızlarda kırmızı gelinlerde ise sarı renktedir.
Yerleşme yerinin büyük olması durumunda sokağa çıkılması gerektiğinde manto gibi baştan giyilen kara renkli, kalın dokumalı bir uzun etek daha vardır. Bu manto kadınların iç giyimlerini gizlerken başlarındaki süslü fesleri de 'perde' denilen büyük bir yazma örter. Büyük yerlerde sokağa ancak böyle çıkılır.
İç Anadolu bölgesinde Eskişehir önemli bir halk oyunları ve halay merkezidir. Burada 'sarka, altıparmak, sulu, cezir, pançaklı gezi, sevai, krom...'gibi isimleri alan değişik süs ve kıyafetlere rastlanır. Önemli olan bu kıyafetlerin kadife olanları ve sert kumaştan olanlarının tercih edilmesidir buda yörenin ikliminin kıyafetler üzerindeki etkisini gösterir.
Bütün bu giysi parçaları kadının halk oyunlarındaki hareketlerini, mimiklerini tamamladığı gibi, onun yansıttığı heyecanı, coşkuyu, mutluluğu, kederi, üzüntüyü de çevresindekilere hissettirir. Yüze yapılan makyajın yanı sıra saçlarına verdiği şekil, tarama biçimi, zülüfleri, perçemleri apayrı bir güzellik katar. Hele uzun olan saçların bele, hatta dizlere kadar uzanması seyredenleri heyecanlandırır... Karacaoğlan’ın da bu güzellikler hakkındaki yorum:
O geline dedim, güzeller ağı
Senin için dolandım karlı dağı
Alayımda sana altın saç bağı
Torla topla ince bele ser gelin
Halk oyuncularının oyunlarındaki hareketliliği, rahatlığı, esnekliği ve estetik güzelliği hiç güçlük çıkarmadan ortaya çıkaracak olan, kesinlikle ayağa giyilen parçadır. Genellikle sarp
193
kayalık, dikenli çalılık ortamlardaki halk oyunlarında çizme yahut kalın çorap üzerine çarıktan gelen sağlam kaytanlarla bağlı bir parça bu vahşi doğa şartlarıyla başa çıkabilmek için tercih edilmektedir.
Erkek giysilerini tamamlayan önemli aksesuarlar arasında ise para kesesi mendil, yağlık ,pazı bent ,saat kösteği, hamayıl ,muska, tabaka ,silahlık ,çevre, kama vb. saymak mümkündür.
HALK OYUNLARI VE RENKLER
Halk arasındaki birçok olay genellikle o toplumun bireyleri tarafından gözlendiğinde anlamlanır fakat o topluluğa yabancı olanlar bu olayları boş gözlerle seyrederler. Örneğin oynayan ekibin ortasında kızlar arasındaki gelinin başına takılan küçük bir ayna yabancılar tarafından süs gibi anlaşılsa da bu aynanın asıl amacı gelini kötü niyetli bakışlardan, kem gözlerden, kıskançlık ve hasetten korumaktır.
Kıyafetlerde kullanılan renkler arasında ak, kara, gök mavisi, yeşil, sarı, kızıl veya kırmızı en başta yer alır. Eski Türklerde dünyanın yönünün belirlenmesinde bile renkler geçerliydi. Örneğin Uygur Türkçesinde doğu=mavi, batı=ak, güney=kızıl ve kuzey=kara biçiminde adlandırılıyordu.
Şimdi biz de renklerin anlamlı dünyasına bir atalım
Mavi: Bugün göz rengi olarak nazar inancından önemli yeri olan bu renk eskiden doğu anlamında kullanıyor idi. Hatta Türkler de asıl hakanın kendisi ‘mavi’ yani ‘doğu’ daki biçiminde isimlendiriliyordu. Ayrıca Türkler kendilerini kök(gök)Türk (=mavi Türk) olarak isimlendirilmiştir.
Ak: Saflık, temizlik, şans getiren kader, yaşlılık ve asalet anlamlarını içerir. Şaman inançlarının yaşatıldığı dönemlerde bu inancın etkisiyle adalet, ululuk ve güçlülük anlamlarını da kazanmıştır. Altay Türkleri arasında cennet anlamında da kullanılmıştır. Savaşlarda yüksek
194
rütbelerde komutanların veya hükümdarların ak giysiler üzerinde olduğu belirtilmiştir. Yani hâkimiyet ve üstünlük belirtmektedir. Bugün bile kullandığımız ‘alnı ak’ , ‘yüzü ak ‘ , ‘alnının akıyla ‘ vb. sözlerimiz bu kelimenin anlamını yansıtır.
Kara: Kötü ruhların sembolü olan kara; ışıksız, karanlık ve kötülüklerin olduğu yerleri yansıtır. Şaman inancına göre felaketlerin, kıtlıkların ve hastalıklara sebebi olan yer altı tanrısı Erlik kara renkle adlandırılmıştır. Dede korkut hikâyelerinde yas ve mezar bayraklarının olduğu çadırlar ‘karalı göklü otağı ‘ biçiminde adlandırılmıştır. Günümüz Türkçesinde hala kullandığımız ‘kara haber’, ‘kara ölüm’, ‘ölüm bir kara devedir, her kapıya çöker’ ve ‘ölüm kara yüzünü gösterdi’ gibi deyişler karanın hala aynı anlamda kullanıldığının simgesidir.
Yeşil: Ümit, sevinç, niyet, kutsallık ve bereket anlamlarında olan bu sözcük kökünün ‘yaş’ olması dolayısıyla bolluk ve refah anlamlarına da gelir. Hıdır ellez gününde ‘yeşillikler’ arasında dolaşıp niyet tutmak çok yaygın bir gelenektir. Hatta Türk mitolojisindeki ruhlardan birinin oğlunun adı yaşıl(yeşil) idi ve bu ismin çocuğun yetişip büyümesini sağladığına inanılır. Müslümanlıkta da yeşil kutsal bir renk olarak da kabul edilmiştir.
Kızıl: bu renk kan, ateş, hiddet, öfke, aşk ve coşku anlamlarını çağrıştırır. Osmanlı donanmasında ve azap askerlerinde kırmızı bayrakların kullanıldığı bilinmektedir.
Sarı: dünyanın merkezinin sembolüdür. Altın sarısı veya sırma rengi zenginliği temsil eder. Uygur Türklerinde egemenlik belirten sarı renk Harzemşahlar’da bayrak olarak kullanılmış, Selçuklularda ve Osmanlılarda hükümdara mahsus bayrak sarı olarak kullanılmış.
HALK OYUNLARININ BELİRLİ ÖZELLİKLERE GÖRE GRUPLANDIRILMASI
Bu bölümde halk oyunlarının çeşitli gruplandırılışlarını inceleyeceğiz.
Bölgesel tür özelliklerine göre;
195
Zeybek: Aydın, İzmir, Muğla, Denizli, Bilecik, Eskişehir, Kütahya, Çanakkale, Kastamonu, Uşak, Balıkesir, Manisa, Burdur…
Halay: Bitlis, Bingöl, Diyarbakır, Elâzığ, Malatya, Kahramanmaraş, Erzurum, Erzincan, Sivas, Mardin, Muş Yozgat, Çorum, Adana, Ankara, Siirt, Hatay, Tokat, Şanlıurfa…
Horon: Trabzon, Samsun, Artvin, ordu, Rize
Bar: Erzurum, Kars, Ağrı, Artvin, Gümüşhane, Bayburt, Erzincan
Hora: Kırklareli, Edirne, Tekirdağ, Çanakkale..
Karşılama: Edirne, Tekirdağ, Kırklareli, İzmit, Adapazarı, Çanakkale, Bursa, Bilecik
Kaşık: Eskişehir, Afyon, Kütahya, Bilecik, Kırşehir, Konya, Mersin, Antalya, Bolu, Bursa…
Bengi: Balıkesir, Manisa, Bursa, Çanakkale…
Dansçıların sayı ve cinsiyetine göre
Tek kişilik kadın dansları: estireyim mi ( bolu) yoğurt (Eskişehir)
Tek kişilik erkek dansları: zeybek(aydın) misket( Ankara)
İki kişilik kadın dansları: ördek(bolu) mandalar(Kırklareli)
İki kişilik erkek dansları: Hançer Barı (Erzurum), Kırkaz Zeybeği (Eskişehir)
Toplu kadın dansları: Güvercin (Erzurum) Çömüdüm (Kütahya)
Toplu erkek dansları: Coşkun Çoruh (Artvin) Koçaklama(ağrı)
Kadın erkek karışık danslar: Delilo (Elâzığ), Dokuzlu (Gaziantep)
Hayvan yansımalı danslar
Tavuk Barı(Erzurum) tavuğun hareketlerini anlatır
ceylani(Kars) ceylanın yürüyüşünü anlatır.
Serçe oyunu(Gaziantep) serçe sıçramalarını taklit eder
İş ve günlük yaşamını taklit eden danslar
Tesi(Artvin) yün eğirmeği
Türkmen kızı (İçel) hamur yoğurma ekmek yapmayı anlatır.
Kadın erkek ilişkilerini taklit eden danslar:
Sarı zeybek (Sivas) ve bıçak(Elâzığ) erkeğin kadına dil dökmesini ve sonunda beraberliklerini
196
anlatır.
Çarpışma ya da savaşı konu alan danslar:
Hançer barı( Erzurum),bıçak horunu (Trabzon) saldırma, vuruşma ve savunma taklitlerine dayanır.
Çandırlı tüfek oyunu(Giresun) dansçıların tüfeklerle belli bir noktaya ateş etme hareketlerine dayanır.
Kılıç ve kalkan oyunu (bursa) dansçıların kılıç ve kalkan seslerine uyarak çarpışmalarını anlatır.
Doğa olaylarını anlatan danslar:
Uzun dere(Kars) ve coşkun Çoruh(Artvin) ırmağın akışını, coşkunluğunu canlandıran hareketleri anlatır.
Kavak (Erzurum) kavak ağacının rüzgârla harekeyi canlandırılır.
Konumuzu sınırlandırmak adına halk oyunlarının detaylarına Ege iç Anadolu ve Akdeniz bölgelerinde değineceğiz.
EGE BÖLGESİ
Zeybek
Tek kişi tarafından ya da birkaç oyuncunun çember şeklinde dizilmesiyle oynanır. Zeybek, halkı koruyan cesur bir adamı temsil eder. Zeybek oynayan dansçı, kollarını omuz hizasında, elleri başıyla aynı hizada olacak şekilde iki yana doğru açar ve bazı oyunlarda kollarını dirseklerden hafifçe kırar. Büyük adımlar atarak ağır ağır hareket eder. Ara sıra yere doğru eğilip bir dizin yere dokundurulması, bu dansın belirgin hareketlerindendir. Efenin dizini yere vurması düşmanları korkutmak adına yeri sarstığını gösteren bir harekettir.
Yapılan incelemelere göre Zeybek oyununun yırtıcı bir kuş olan kartalın hareketlerinin yansıtılmasından oluştuğu belirtilmektedir.İlk hareketde; Kartalın uçmaya hazırlık yapmasıgibi zeybek oyununda kollar aşağıdan yukarıdoğru görülmektedir
197
İkinci harekette; kartalın kalkış anında kanatlarını açışı gibi, zeybekte de kollar ağır ağır havalanır ve oyun başlar.
198
Üçüncü harekette; kuşun kanatlarınıçırpması gibi, zeybekte kollar oyun süresince aşağı yukarıiner ve kalkar.
199
Dördüncü harekette; kuşun konmaya hazırlık yapmasına benzer. Zeybek kollarını indirir.
200
Beşinci harekette; zeybeğin çömelmesi yine kuşun yere konmaya başlaması gibidir.
201
Zeybeğin hikâyesi
Pisi ‘de küçük bir evde, bir anne ve iki oğlu kendi hallerinde yaşarmış. Babalarını küçük yaşta kaybetmenin ezikliğini, annelerinin dul olmasının getirdiği sorunları, tütüncülük denilen o en meşakkatli ziraatçilik türünü, yokluğu ve çevre baskısını en derinden yaşarlarmış. Anne Hatice oğulları büyüdükçe onlara söz geçiremez olmuş, ne yapacağını şaşırmış. Ağabey Kerimoğlu Hüseyin (ölmüş babasının adı Kerim'miş) ara sıra güzlü tütün alım satımı yaparmış…
Hikâyemiz böyle başlıyor, bu hikâyeyi sizlerle paylaşmamın nedeni bu günlerde gittiğim halk oyunları kursunda en çok Kerimoğlu zeybeğinden etkilenmem. Zeybek oynarken hissettiğimiz ahenk ve hoşluk yanı sıra, hikâyesinin de oldukça hüzünlü olması beni etkiledi. Okuduktan sonra sizlerin de bu türküyü daha farklı hislerle dinleyeceğinizi düşünüyorum.
Kerimoğlu zeybeği Muğla 'ya bağlı Yeşilyurt (eski adıyla Pisi) beldesinin Türkiye genelinde bilinen bir türküsüdür.
Türkünün hikâyesi
202
Pisi 'de küçük bir evde, bir anne ve iki oğlu kendi hallerinde yaşarmış. Babalarını küçük yaşta kaybetmenin ezikliğini, annelerinin dul olmasının getirdiği sorunları, tütüncülük denilen o en meşakkatli ziraatçilik türünü, yokluğu ve çevre baskısını en derinden yaşarlarmış. Anne Hatice oğulları büyüdükçe onlara söz geçiremez olmuş, ne yapacağını şaşırmış. Ağabey Kerimoğlu Hüseyin (ölmüş babasının adı Kerim'miş) ara sıra güzlü tütün alım satımı yaparmış. Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde devletin dış borçları nedeniyle Avrupa devletleri tütün üretiminden elde edilecek vergi gelirlerini müsadere altına almışlar, Tütün Rejisi denilen bu sistemde Reji bir yandan ülke kaynaklarının bu şekilde gaspını sağlarken, bir yandan da tekel konumlu alıcı sıfatıyla tütün üreticisini ezermiş. Reji' den başka yere tütün satmak yasakmış. Reji istediği fiyatı verir, ödemeyi de istediği zaman yaparmış. Arkasında devletin yabancı ülkelerle akdettiği anlaşmalar olunca da, hükmü ve varlığı kanun koruması altında, kolluk kuvvetleri de emrindeymiş. Reji' ye birazcık karşı gelen, Reji aleyhinde birazcık konuşan, dayağı yer otururmuş. Ağabey Hüseyin en çok karşı gelenlerden ve en çok konuşanlardan olduğundan devamlı hapis yatar dururmuş. Böyle bir ortamda halkın tek gelir kaynağı kaçakçılıkmış. Kaçakçılık denilen de kendi tütününü kendi istediğine satmakmış.
1889’da gösterirken küçük kardeş Eyüp (Kerimoğlu)’da 17 yaşlarına gelmiş. O da delikanlılığın verdiği ateşle bu düzene ve sisteme isyan edenlerdenmiş. Ağabeyi Hüseyin hapse girdikçe Eyüp de hiddetlenir, daha da isyankâr olurmuş.
Günlerden bir gün, Pisi' ye yakın bir köyde arkadaşları ile düğüne gitmişler. İlerleyen saatlerde Kerimoğlu Eyüp arkadaşları ile zeybek oyununa kalkmışlar. Bunun üzerine Muğlalı zenginlerin Pisi ovasındaki arazilerinin kâhyalığını yaptığı için Pisi muhtarı olan İzzet Ağa gençlere; “Utanmadınız mı bunca büyüklerin önünde oyuna kalkmaya. Ne zaman adet oldu büyüklerden izin almadan oyuna kalkmak” demiş ve küfürle devam etmiş. Zira büyüğünden izin almadan zeybek oynamaya kalkmak hakaret sayılırmış. Muhtarın karşı hakaretleri üzerine taraflar arasında tartışma çıkmış. Kerimoğlu Eyüp tartışma esnasında belinden çıkardığı bindirme tabancası ile muhtarı öldürmek için ateş etmiş. Ancak muhtar aniden kendini yana atınca sadece kolundan yaralanmış. Düğün yerinde bulunan muhtarın adamları Eyüp’e vurmaya başlamışlar ve onu çok fena hırpalamışlar. Bir ara bir fırsat bulan Eyüp ellerinden kurtulmuş ve evine sığınmış.
Çok geçmeden kolluk kuvvetleri Eyüp'ün evini kuşatmış ve Eyüp dağlara doğru kaçarken çıkan çatışmada Eyüp’ün silahından çıkan bir mermi ile bir zaptiye ölmüş. Kerimoğlu Eyüp hiç yoktan bir katil olmuş. Zaptiyeler uzun süre dağda Eyüp'ün izini sürmüşler ama bulamamışlar. 19 yaşındaki bu zeki ve çevik genci ele geçiremezler. Ve nihayet Milas ’ta kaçakçı yakalamakla ünlenmiş “Kör Arap” lakaplı İsmail Çavuş’a haber salarlar.
Kör Arap, daha önce girdiği bir çatışmada gözünün birini kaybettiğinden ve çok esmer tenli olması sebebi ile bu lakap ile anılırmış. Çok acımasız ve çok keskin nişancıymış.
İşinde uzman olan Kör Arap işe istihbarat edinerek başlamış ve Kerimoğlu Eyüp’ün Çakallar denilen bir mezrada, İbişoğlu İbrahim ’in çoban kulübesinde kaldığını tespit etmiş.
203
1901'in çok güzel bir bahar günüymüş. Öğleden sonra dört sularında, pırıl pırıl güneşli bir hava, çamların arasında dolaşan hafif bir meltem, Eyüp'ü tedbirsiz kılmış olacak ki, geceleri dağlarda kaçak dolaşıp, gündüz olunca vardığı İbişoğlu’nun kulübesinde çok derin bir uykuya yatmış. Pencere ve kapının açıldığını fark etmemiş. Uyuyan insanı yılan sokmazmış ama yılanın yapmadığını Kör Arap yapmış o sokmuş. Mışıl, mışıl uyuyan Eyüp'e hiç acımadan ve uyandırmadan, canına kıyıvermiş.
Eyüp'ün ölümünden sonra annesi Hatice kahrına fazla dayanamamış, o da çok geçmeden ölmüş. Ağabey Hüseyin önce Yerkesik’e yerleşmiş, çok geçmeden orayı da terk etmiş, nereye gittiğini hiç bilen olmamış.
Ama gün gelecek “Reji” de tarihe karışacaktı. Daha da önemlisi, Eyüp, yöre insanları için kaderine razı olmamanın, her ne olursa olsun direnmenin sembolü oldu. Pisi'nin ve Yerkesik'in de bir kahramanı vardı artık: 19 yaşında, mükâfat için kalleşçe vurulan “Kerimoğlu Eyüp”. Halk, kendi kahramanı için, Reji'nin ayakçısı Kör Arap'ı inceden tiye alan türküsünü yakmıştı bile.
Haydülen de ülen de,
Karadağların sandalı da, sandalı.
Al ganlara boyanmış,
Kerimoğlu’nun her yanı da her yanı.
Öf aman da aman da
Şu dağlarda keklik kalmadı.
Oyna len de koca Arabım sen oyna,
Senden başka yiğit (!) kalmadı.
Öf ülen de aman da
yerkesikle şu pisinin arası
Nerelerde bozulmuş
Kerimoğlu’ylan körarabın arası
Bağ belleme
İÇ ANADOLU BÖLGESİ
204
Yoğurt Oyunu
Bu dans eski bir türkmen-yörük dansıdır. Kadın erkek karşılık oynar. Silifke ekonomisinde hayvancılığın yeri önemlidir. Oyunun başından sonuna dek yoğurdun üretimini gözlemek olasıdır. Yoğurt Türkmen yaşantısında önemli yeri olan yiyecektir. Türkmenler eski dönemlerde yoğurt yapar bunu satarlardı. Günlük yaşama girerek baş yiyecek olan yoğurt türkü ve oyun olarak gelmiş günümüze. Yoğurt Türkmen için geçim kaynağı olması nedeniyle büyük bir saygınlığa sahiptir. Bu saygınlık da Türkmenleri yoğurdun bereketi için oyun oynamaya yöneltmiştir.
AKDENİZ BÖLGESİ
Keklik Oyunu
Keklik dansının anlamı ile ilgili olarak üç değişik varyant bulunmaktadır.Kekliğin sekişi kanat çırpışı ötüşü gerdan kırışı zıplayışı anlatılır. Kekliğin taklididir.Keklik insan olur bir çalının dibinden çıkar. Kaşıklar kanat olur ayaklar seker. Bir av doğa oyunudur.Avcıdan kaçan kekliğin taklididir.
205
Türkmen Kızı Oyunu
Eski Türkmenlerin kıtlıktan bolluğa kavuşma törenlerini canlandırır. Türkmen kızlarının yaşamlarını bu oyunda görmek mümkündür. Süt sağma, yayık yayma, hamur yoğurma gibi faaliyetleri oyunu süsleyen figürlerdir. Oyun kızlar tarafından daire biçiminde oynanır. Eller oyunda taklit amaçlı kullanıldığı için kaşık kullanılmaz. Oyun türkülüdür.
DEĞERLENDİRME YAZISI "Coğrafya ve İklimin Halk Oyunları Üzerindeki Etkisi" adlı antropolojik sosyoloji konulu araştırma projemize halk oyunlarının tarihi gelişimini araştırmakla başladık. Araştırmamızda bulunduğumuz çıkarımlardan biri halk oyunlarımızın günümüze kadar orijinalliğini kaybetmeden değişmesinin kültürümüze olan bağlılığımızı ispat etmesidir.
Araştırmamızın devamında halk oyunlarının vazgeçilmez parçalarından biri olan kıyafetleri inceledik. Bu incelemelere göre sosyolojik bakış açısıyla kıyafetlere, kıayfetlerin renklerine ve aksesuarlara baktığımızda;
Kişinin yaşadığı bölgenin iklimini (Örneğin; İç Anadolu Bölgesinin sert iklimi nedeniyle kıyafetlerin kumaşlarının kadife olması vb.)
Kişinin yaşadığı bölgenin coğrafyasını (Örneğin; Doğu Anadoluda erkeklerin çoraplarının onları çalılardan ve kayalardan koruması için kalın ve sert olması vb.)
Kişinin medeni halini (Örneğin; kadınların yazmasının renginden ya da kıyafetindeki aksesuarlarından evli ya da bekar olduğunun anlaşılması vb.)
206
Kişinin ruh halini (Örneğin; kıyafetlerin renginin hüzün, mutluluk, yas gibi duyguları anımsatması vb.)
anlayabiliriz.
Halk oyunlarının isimleri bile toplumun kültürüyle olan ilişkisini anlatmaktadır. Tarım ve hayvancılıkla geçinen Türk toplumunda halk oyunları, hayvan isimleri ile anılırken oyun da hayvan taklidini göstermektedir. Örneğin; horoz oyunu, kartal oyunu, keklik vb.
Kısacası sosyolojinin önemini ve hayata farklı bir açıdan bakmayı özetleyen bu araştırmada halk oyunlarımızın gelenek ve göreneklerden ziyade iklim, coğrafya ve kültürün bileşimi olduğu kanısına vardık.
KAYNAKÇA TÜRK HALK OYUNLARI - RUHİ SU (T.C. KÜLTÜR BAKANLIĞI HALK KÜLTÜRLERİNİ
ARAŞTIRMA VE GELİŞTİRME GENEL MÜDÜRLÜĞÜ YAYINLARI)
TÜRK KÜLTÜRÜ VE HALK OYUNLARI - PROF. DR. NEVZAT GÖZAYDIN (ASIA YAYINLARI)
TÜRK HALK OYUNLARININ SAHADA DEĞERLENMESİNDE KARŞILAŞILAN PROBLEMLER SEMPOZYUMU (T.C. KÜLTÜR BAKANLIĞI YAYINLARI)
http://www.bakimliyiz.com/turkuler/32086-silifke-yoresi-halk-oyunlari.html
MESLEKİ EĞİTİM VE ÖĞRETİM SİSTEMİNİN GÜÇLENDİRİLMESİ PROJESİ (T.C. M)
207
208
209