32
KADIN Göçmen Kadınlar Birliği 2015- Sayı 26- Fiyatı: 2 Euro Wir stehen ein - Gegen Rassismus und Ausgrenzung! Frauensolidarität stärken - Für Entgeltgleichheit und sichere Arbeit!

Wir stehen ein - Gegen Rassismus und Ausgrenzung ... · boyu, saçının rengi, surat ifadesi fotoğraf kare-sinin içindedir. Haber metni de aynı şekilde. Haber ”karısını

  • Upload
    others

  • View
    12

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

KADINGöçmen Kadınlar Birliği2015- Sayı 26- Fiyatı: 2 Euro

Wir stehen ein - Gegen Rassismus und Ausgrenzung!Frauensolidarität stärken -Für Entgeltgleichheit und

sichere Arbeit!

2015• NO 26 KA DIN

İçindekilerm O kadınların fotoğrafları................ Sayfa 4m 8 Mart’a hazırlanırken................... Sayfa 6m Asgari ücretle ilgili 10 soru....,,.... Sayfa 10m Esnek çalışma işçilerin aleyhine.... Sayfa 12m Kadın kitaplığı............................... Sayfa 23m Dünyayı aşk mı kurtaracak?.......... Sayfa 26

Deutsche Seitenm PEGIDA und reaktionäre islamische- nationaleKräfte sind zwei Seiten einer Meda-ille!..............................................................Seite 19m „Unsere Kraft liegt in unserem Miteinander...“............................................................. Seite 20m 10 Fragen zum Mindestlohn.............................................................. Seite 21

Merhaba14 Şubat’ta dünyanın birçok ülkesinde veAlmanya’nın çeşitli şehirlerinde kadınlar,şiddet, taciz, tecavüz, yapısal adaletsizlik,kadınların toplumsal yaşama katılım hakkı-nın gasp edilmesini prostesto ederek adalet veeşitlik talebiyle sokaklara, dans etmeye çıktı.Bu yılın ana şiarı ise devrimdi.Göçmen Kadınlar Birliği’ne bağlı derneklerve üye kadınlar bu yıl da eylemlere katıldı.Mehtap Savaşçı için, Tuğçe Albayrak için,Maria P. için, dergimiz baskıya girmesinean kala nasıl vahşice katledildiğini duy-duğumuz Özgecan Aslan için ve katledilen,şiddete uğrayan bütün kadınlar için dansetti. 14 Şubatta kadınların ayrımcılığın ve şidde-tin esas hedefi olmasına ve şiddeti yaratan,besleyen, körükleyen bütün uygulamalara„hayır“ diyen kadınlar mücadelelerinin sü-receğini de dile getirdiler.

+++

Bu sayımızda yine çok sayıda konuyu ele al-maya çalıştık. Dergimizin çıkmasına kat-kıda bulunan bütün arkadaşlarımızateşekkür ediyoruz. Kimileri yazılarıyla, ki-mileri fotoğraflarıyla, kimileri görüş ve öne-rileriyle içeriğimizin zenginleşmesine katkısundular. Bu arada derneklerimizin vegruplarımızın olduğu yerlerde redaksiyonlaroluşturma önerimize ilk reaksiyon Frank-furt’tan geldi. Frankfurt redaksiyonu çoksayıda yazı ve resimle katkı da bulundu kikimilerine ne yazık ki sayfa sayımızın sınır-lılığı ve gündemdeki konuların yoğunluğunedeniyle yer bile veremedik. Arkadaşlarımı-zın yazılarını ve dergimizin sayfalarındadeğerlendiremediğimiz başka yazıları inter-net sayfalarımızdan okuyabilirsiniz.

Keyifli okumalar

Im pres sumGöç men Kadınlar Bir liği

Bun des ver band der Mi gran tin nen in Deutschland e.V.

Franz-Wer fel-Str.37 - 60431 Frank furt am Main

www.mi gran tin nen.netin fo@mi gran tin nen.netV.i.s.d.P: Si dar Carman

Re dak si yon: Pe lin Şener, Si dar Çarman, Mehtap Çallı,

Nurten Kum, Serpil Karahan, Aslı Aydın ÖzdemirLayout: Pelin Şener

Kon to No: Bun des ver band der Mi gran tin nen

in Deutschland e.V.Post bank Dort mund

IBAN: DE81440100460770471460BIC: PBNKDEFF

Mehtap Savaşçı

Tuğçe Albayrak

Maria P.,

Özgecan Aslan...

Şiddete maruz

kalan vekatledilen tüm

kadınlar için

dans ediyoruz...

DENiZ ALAN HELD

Gazetelerde özellikle politika ve sporhaberleri dışında kullanılan haber fo-toğraflarında baş aktör erkeklerdenziyade kadınlardır hep. Haberin ko-nusu ne olursa olsun kadının eteğinin

boyu, saçının rengi, surat ifadesi fotoğraf kare-sinin içindedir. Haber metni de aynı şekilde.Haber ”karısını bıçaklayan adam”ın değil ”, 'ko-cası tarafından bıçaklanan kadın”ın haberidir.

Son yıllarda Türkiye gazetelerinde kadına karşı iş-lenen şiddet haberleri eskiye nazaran daha çok yayın-lanıyor. Gazetelerde kadın cinayeti haberiokumadığımız tek bir gün yok gibi. Hatta bazen gaze-telerin üçüncü sayfaları sadece şiddet görmüş veyaöldürülmüş kadınların resimleriyle dolu. Aile içi şiddetTürkiye'de yaygın bir sosyal problemdir, yani kadın-ların dayak yiyor olması yeni bir vaka değildir. Tabii kibirçok şiddet olayı kapalı kapılar arkasında vuku bulurama, bu o kadar yaygındır ki kendi ailemiz içindeşahit olmamışsak komşularımızın başına gelen birolayı duymuşuzdur mutlaka. Bu sorunun bu kadar gö-zümüze sokulmasına gerek kalmadan anlayamayız mı

acaba kadınların siddete maruz kaldığını?Peki o zaman medya bu konuyu neden bu kadar

çok gösteriyor? Türkiye’de kadına karşı şiddet günü-müzde gerçekten artmakta mı, yoksa medya bir sü-redir olmakta olan bir durumun nihayet farkına mıvarmakta?

Normal şartlarda her gün tekrar eden bir olayınhaber değeri gazetecilerin nazarında çok düşüktür,çünkü olay sıradanlaşmış, sadece aktörleri değişmiş-tir. Meselâ artık eskisi kadar çok trafik kazası haberigörmeyiz medyada, zira olay o kadar alışılagelmiştirki bir kişinin daha trafik kazasında can vermesi bizi ki-şisel olarak fazla etkilemez, sadece istatistik rakam-larını artırır. Böyle bir olayın bazı özel şartlarda,mesela olay yerinden çarpıcı bir fotoğraf yakalan-mışsa, haber değeri yükselir.

Ayşe Paşalı’nın morarmış gözleriyle yüzlerce kezkarşılaştık. Fotoğraf hiç tekrar basılmadı ama, çıplaksırtına saplı bir bıçakla manşet olan Şefika Etik’i dehatırlarız. Otobüs durağında çiçekli elbisesiyle uzan-mış şekilde fotoğraflanıp 45 gün sonra ölen MeralTahta'yı da. Türkiye’de her gün kadınlar bıçaklanıyor,işkenceye maruz kalıyor ya da dayak yiyor, amahaber sadece bu örnektekiler gibi nadir yakalanan,çarpıcı ya da estetik fotoğrafları çekilebilirse gündemyaratıyor. Hatta bazen fotoğraflar haberin önüne ge-çiyor.

4

O kadınların fotoğrafları

2015• NO 26 KA DIN

5

Gerçekten de yukarıda bahsettiğim üç haber fo-toğrafı çok iyi ve kaliteli fotoğrafçılık eserleri. ŞefikaEtik’in resminde olduğu gibi tek bir karede ölümü,çıplak insan vücuduna girmiş bir bıçağı, dışarı çıkmışiç organları bu kadar net ve açık şekilde gösterenbaşka bir haber fotoğrafı yoktur. Ayşe Paşalı’nın res-minde pek fazla şiddet göze çarpmıyor ama, morar-mış gözlerindeki ifade çok şey anlatıyor. Komahalinde otobüs durağında uyuyormuş gibi yatanMeral Tahta da çok güzel ve masum görünüyor.

Peki bu haberlerde neden bu çok fotoğraf kulla-nıldı? Tabii ki, haberin kendisine dikkat çekip habermetni okunsun diye. Peki metni okuyunca ne öğren-dik biz okuyucular? Birbirlerinden farklı bireyler olanve farklı sosyal ve kültürel gruplara ait olan halk negibi mesajlar aldı? Adamın biri gene bildiğimiz klasiksebeplerden dolayı beraber olduğu kadına saldırmıştı.Bildiğimiz sebepler işte; kıskançlık, aldatma, ayrılmakisteme, evden kaçma vs. hepsi de kadından kaynak-lanan ve kültürümüzde hoş karşılanmayan durumlar.Zira bizim kültürümüzde kadın edepli, kocasına veevine bağlı olmalıdır. Yani bütün bunlar kadının ceza-landırılması için birçok erkeğin, hatta kadının naza-rında, haklı sebeplerdir. O zaman bu kadın başınageleni hak etmiştir zaten.

Peki, düzenli olarak kocasından şiddet gören birkadın bu fotoğraflarda ne görür? "Bu kaza benim debaşıma gelebilir" düşüncesi birçok kaza haberindeaklımıza gelen ilk şeydir. Örneğin trafik kazaları ve in-sanların o kazalarda nasıl ezildiklerini gösteren fotoğ-raflar birçoğumuzun emniyet kemeri kullanmayabaşlamasına sebep olmuştur. Dayak yiyen birçokkadın da ertesi gün yüzündeki morluğu komşularına”bir ev kazası” olarak açıklamaz mı? Uzun lafın kısasıbu kadınlar o fotoğraflarda kendilerini görürler vemuhtemelen şöyle düşünürler:

”Bu benim de başıma gelebilir. O zaman ayağımıdenk alsam, kocamı daha fazla kızdırmasam iyi olur.Şefika gibi sığınma evine kaçmak mı? Sakın! Bak sı-ğınma evi de O’nu bıçaklanmaktan kurtaramamış ki.Ya kocam cinnet geçirip beni böyle bıçaklarsa... Benmezara, kocam hapse... Çocuklar ne olur? Ya buhalimi bir gazeteci eskaza fotoğraflarsa ve resmimŞefika’nınki gibi manşet olursa... Çocuklarım, ailemne duruma düşer? Ben en iyisi dizimi kırıp oturayım,yediğim dayaklardan kimseye bahsetmeyeyim.”

Kendisini o hale getiren ve sonradan katili olacakkocasının yanında sessiz ve tepkisiz oturuyorduAyşe Paşalı mahkeme binasının bekleme salonunda:

”Kocasından şikayetçi olmuş, mahkemeye vermiş.Sonuç ne? Koca serbestçe gelip sokak ortasında Ay-şe’yi bıçaklayıp öldürmüş. Demek ki devlet de benikoruyamayabilir. O zaman kanunlara başvurmak dabana fayda etmez, kocamdan şikayetçi olsam da işeyaramaz.”

Meral Tahta’nın durumu diğer ikisinden biraz fark-lıydı. Bekardı ve erkek arkadaşı tarafından komayasokulmuştu. Meral, otobüs durağının bankında göğüsdekolteli elbisesi ve ıslak saçlarıyla sanki kendi evininkoltuğundaymış gibi yatıyordu. Kolunda dövmesivardı ve gazetenin yazdığına göre bir barda çalışı-yordu.

"E o zaman bu zaten pek de edepli bir kadın de-ğilmiş, hak etmiş başına geleni."

Şimdi tekrar düşünelim: Türkiye medyası kadınakarşı şiddet haberlerini yoğun bir şekilde gündemegetiriyor. Her fırsatta kadını dövmenin iyi birşey ol-madığını, bu soruna karşı birşeyler yapılması gerekti-ğini söyleyen kampanyalar düzenliyor. Aynıgazeteler bireysel olaylar olduğunda da böylesi fo-toğraflar kullanıp, olay yerine merakını gidermek içingelen insanların, biraz önce karısına onlarca bıçakdarbesi saplamış adamın veya son nefesini vermekteolan kadının söylediklerini derleyerek (Misal: ŞefikaEtik cinayeti haberi, Habertürk 06.10.2011) habermetnini hazırlayıp sabahki baskıya yetiştiriyor. Üze-rinde bu kadar önemle durulan, bitmesi için kampan-yalar düzenlenen bir toplumsal sorunun haberi böylemi yapılmalı?

Medyanın insanların sosyal hayatını bir şekilde et-kilediğini ve kamu anlayışını şekillendirmekte oynadığırolün önemini artık hepimiz biliyor olmalıyız. Bazı ga-zetelerinin kadınla ilgili konuları ele alış tarzı halkın”kadın”a bakış açısını şekillendiriyor ve kadının mağ-duriyetine katkıda buluyor olabilir mi acaba? Gerçi birülkenin medyası, insanları toplumun genel düşüncetarzından farklı hareket etmesini sağlayamaz, çünkübirey ve medya arasında dinamik bir ilişki vardır veher iki taraf da birbirini etkiler. Yani medyadaki kadıntemsîli o toplumun kadına bakış açısından bağımsızolamaz. Ama 21. Yüzyıl Türkiyesi’nde kendini top-luma ispatlamaya, imkan bulabilse neler yapabilece-ğini göstermeye, en önemlisi birçok kişi tarafındanerkeğe nazaran zayıf, güçsüz, kapasitesiz bir yaratıkolarak algılanan imajını değiştirmeye çalışan kadın,her gün gazete haberlerinde gördüğümüz gözü mo-rarmış, kanlar içinde, zavallı ve yardıma muhtaç hal-lerini gösteren bu fotoğraflarla bunu nasılbaşarabilir? Sürekli bu fotoğraflara maruz kalan halkkadının aslında daha farklı olduğuna nasıl inanır?

Hiç dikkat ettiniz mi? Türkiye’de hiçbir gazeteninGenel Yayın Yönetmeni kadın değildir. Acaba medya-daki bu tarz kadın temsilleri, bu erkek egemenmedya tarafından, erkeğin kadına karşı üstünlüğünümuhafaza etmek ve otoritesini sarsmamak içinbilinçli olarak hazırlanıyor olabilir mi?

Medyanın, bilinçi ya da bilinçsiz, kadına şiddethaberlerini bu kadar yoğun ele alması bazı olumlu so-nuçlar da doğurmadı değil. Özellikle Paşalı'nın veEtik'in ölümleri devlet yetkililerinin de ilgisini çekti veciddi çalışmalar başlatıldı. Yeni medya etiği düzenle-meleri yapıldı, cinayet davalarında tahrik indirimi uy-gulanmamaya başladı. Ne var ki zamanla gündemdeğişti ve medya da konunun sosyolojik boyutuyla il-gilenmez oldu.

Umalım ki bu haberlerden sonra alınan önlemlerve çıkarılan yasalar toplumda ve yargıda az da olsabir etki yaratabilmiş olsun. Yoksa o fotoğraflar sa-dece tiraj kaygısı ile yayınlanmış ve geçici bir gün-dem yaratmaktan başka bir işe yaramamış olacaklar.

2015• NO 26 KA DIN

6

MEHTAP ÇALLI

Dünyanın dört biryanı ateş çem-beri, Ukrayna’danOrtadoğu’ya, Ma-li’ye kadar birçok

ülkesinde emperyalistlerinkendi çıkarları uğruna kış-kırttığı savaşlarda halklarbirbirine kırdırılıyor. Savaşlargibi sömürü de tarihte ben-zeri görülmemiş boyutlaraulaştı. Tekellerin kasalarıdolarken emekçilerin işçile-rin sırtındaki yükler giderekbüyüyor.

Yapılan araştırmalar; zen-ginle yoksul arasındaki uçuru-mun hiçbir dönem bu kadarderin olmadığını gösteriyor.Buna göre 2015 yılında dünya-nın en zengin yüzde 1’lik kesiminin geliri geride kalanınyüzde 99’undan daha yüksek olacak. Ama öte yandantüm bu gelişmelere rağmen, dünya işçi sınıfının veemekçi halkların umutlarını yeşerten bir dönemden ge-

çiyoruz. Kobane’den Yunanistan’a, Afri-ka’dan Güney Amerika’ya emekçiler bu sal-dırılar karşısında diz çökmeyip önemlibaşarılara imza attı yakın geçmişte. Ve bumücadelelerin tümünde kadınlar önemli biryer tuttu.

KOBANE:Kobane’de 3,5 ay süren bir direniş sonu-

cunda Kürt halkı bölgeyi Ortaçağ karanlığınagömmek isteyen IŞİD güçlerini geri püs-kürttü. Batılı emperyalistlerin ve onların Tür-kiye gibi işbirlikçilerinin dolaylı ve dolaysızdestekleri sonucu Irak ve Suriye’de güçle-nen IŞID, YPG ve YPJ önderliğindeki Kürt di-renişi tarafından Kobane’den sökülüp atıldı.Yaklaşık 2 yıl önce gerçekleşen Rojava dev-rimiyle birlikte Güney Kürdistan’da laik vedemokratik öz yönetimler oluşturulmayabaşlanmıştı. Kadın erkek eşitliği, insan hak-ları, demokratik özgürlükler ve benzerleriniileri sürerek bölgedeki müdahalelerine ge-rekçe gösteren emperyalistler ilk baştaIŞİD’in Rojava devrimini boğmasını hedefle-

mişti. Ancak Kürt halkının güçlü direnişi sonucunda ev-deki hesaplarının çarşıya uymadığını görünce denetimitümüyle kaybetmemek için sözde IŞİD karşıtı bir koalis-yon oluşturmak zorunda kaldılar. Onların kısmi müdaha-

8 Mart’a hazırlanırken...Dünyanın bir çok bölgesindeher geçen gün yeni bir geliş-menin yaşandığına tanıkoluyoruz. İşçi ve emekçi-lerin, halkların, kadınlarınözgürlük ve daha iyi biryaşam için verdikleri mü-cadeleye karşı saldırılar çokyönlü olarak sürüyor. Bu yıl8 Mart hazırlıklarını birtaraftan dünyadakigelişmeleri konu ederek birtaraftan da ayrımcılığa veırkçılığa karşı taleplerimizlesürdürüyoruz. Bu anlamdagelişmelerin kimi başlıklarınısizin için derledik...

leleri de Kobane direnişini gölgeleyemez. Kadın direniş-çilerin özel olarak önemli bir yer tuttuğu bu direnişdünya ezilen halklarının bölgeye umutla baktığına dagösteriyor.

YUNANİSTAN: İşçi sınıfının ve emekçilerin umutlarını güçlendiren

diğer bir gelişme de Yunanistan’da yaşandı. 2009 kriziile birlikte emekçilerin, işçilerin en zor yaşam koşulla-rına maruz kaldıkları bu ülkede, krizle birlikte milyon-larca işçi işten atıldı. Yunan halkının büyük çoğunluğuaçlığa ve yoksulluğa mahkum edildi. Bu krizden ve da-yatılan zor koşullardan yine en fazla kadınlar etkilendi.Başta Alman bankaları olmak üzere, Avrupalı tekellerinkasalarına yüzlerce milyar dolar akıtmak için sözde Yu-nanistan’ı kurtarma paketleri hazırlandı. Özelleştirme-ler, işten atmalar, sosyal hak gasplarına maruz kalanYunan halkı bu saldırılar karşısında mücadeleden geridurmadı. Çok sayıda genel grev gerçekleştirildi. Müca-dele alanları doldu taştı. Ve seçimler Radikal Sol Koalis-yon Syriza’nın hükümete gelmesi ile sonuçlandı. Bugelişmeden rahatsız olan AB, emekçilerin bu zaferininİspanya başta olmak üzere, başka AB ülkelerine sıçra-masını engellemek için kolları sıvadı. Şantaj, tehdit poli-tikaları ile bu ülkelerdeki işçi sınıfını ve emekçileri baskıaltına almaya çalışıyorlar. Bu yıldırma çabalarına karşıonların yanında yeralmamızı gerektirecek bir süreç bizibekliyor.

CHARLIE HEBDO: Yakın geçmişe damgasını vuran diğer bir gelişme de

Charlie Hebdo saldırısı ve sonrasındaki gelişmelerdi.Önce medeniyetler savaşı teorisini ortaya atan, ardın-dan 11 Eylül saldırılarını kullanan emperyalistler, emek-çileri dini inanç farklılıkları temelinde kışkırtma politikasıizliyor. Ortadoğu’da yaşanan mezhep çatışmaları, dinmotifli propagandalar, bir yanda yeni saldırılara zeminoluştururken diğer yanda dini gericiliğin güçlenmesinede yol açtı. Paris’teki Charlie Hebdo saldırısını bu çer-çevede değerlendirmek gerekiyor. Aynı şekilde onlarcaülkenin devlet başkanı ve başbakanının katılımıyla yapı-lan ve timsah gözyaşlarının döküldüğü yürüyüşü de...Burada da amaçlarına ulaşamayacakları aslında dünya-nın her yanında emekçilerin bu olayı kınayan karşı du-ruşları ile ortaya çıktı.

PEGİDA:Benzeri bir değerlendirmeyi aslında Almanya’daki

Pegida hareketi içinde yapabiliriz. Onyıllardır izlenenırkçı ve ayrımcı politikaların oluşturduğu zemin üze-rinde yükselen bu hareket özü itibari ile emekçilerietnik köken ve inanç temelinde bölmek, kışkırtmak veortak mücadelelerini engellemek için çaba harcıyor. Ha-reketin kendi denetimleri dışına çıkacağından kaygıla-nan egemenler, ilk başta gösterdikleri toleransı sonrakidönemlerde göstermediler. Bunda elbette Pegida vetürevlerinin ortaya çıktığı her kentte çok daha kitleselbir antifaşist hareketin varlığı da etkili oldu. Emekçilerburada da bölme çabalarına güçlü bir yanıt verdiler.

TTİP: (Transatlantik Ticaret ve İşbirliği Ortaklığı)Bu gösterilerin zirveye çıktığı günlerde Berlin’de

50.000 kişinin katıldığı bir başka yürüyüş oldu. Pegidahaberlerini manşetten veren medya bu eylemi birkaçsatırla geçiştirdi ama bu eylemle protesto edilen TTİP,önümüzdeki yıllarda işçi ve emekçilerin gündemini çok

meşgul edecek. ABD ile Avrupa Birliği arasındaki ticariilişkileri düzenleyecek olan bu sözleşme, hem bu ülke-lerdeki hem de dünyanın diğer ülkelerindeki işçi veemekçilerin yaşamını tamamiyle sermayenin çıkarlarınaendekslemeyi hedefliyor. Tekeller, ulusal meclislerinkarar ve denetiminden tümüyle kurtarılıyor ve serma-yenin çıkarları herşeyin üstünde tutuluyor. Kapalı kapı-lar ardında yapılan görüşmelerden ortaya çıkacak busonuçlar, emekçilere dayatılmak isteniyor. Ama güçlübir işçi- emekçi direnişi olacağını bu alanda da görüyo-ruz. Sadece Almanya’da 3 ay gibi kısa bir sürede 800bin imza toplandı. Önümüzdeki aylarda da yine kitleselgösteriler yapılacak. Bu çalışmalara dahil olmak için ko-nuyu daha fazla gündemimize almak ve tartışmak zo-rundayız.

TÜRKİYE’DE YAŞANAN GELİŞMELER:Türkiye’de yaşanan gelişmeleri aslında hepimiz ya-

kından izliyoruz. Her türlü hak gösterisini, işçi grevini,öğrenci yürüyüşünü, çevre eylemini, kendisine yönelikbir darbe olarak nitelendiren AKP hükümeti ve onunbaşındaki Erdoğan işçi sınıfını- emekçi halkı, kadınlarıbaskı altına almak için, her gün yeni bir yasa çıkarıyor.Bunun son örneği, önceki gün meclis gündemine getiri-len 3 güvenlik paketi oldu. Polis devleti olma yönündehızla ilerleyen Türkiye’yi sıcak günleri bekliyor. Hükü-met, dini inançları, islami referansları öne sürüp bu sal-dırılarını kabul ettirmeye çalışıyor. Toplumsal yaşamgericileşiyor. Bundan da en fazla kadınlar etkileniyor.

2015• NO 26 KA DIN

7

2015• NO 26 KA DIN

8

‘Benim bedenim benim kararım’

ÖZGE KURU

İspanya’da kürtaj hakkının kısıtlanmasınayönelik gelişen mücadeleye sınırların öte-sinden destek geliyor. Geçtiğimiz aylardaCenevre’de yapılan Avrupa Kadınlar Lobi-si’ne katılan Fransız delegasyonu 2015’in

Mart ayında yapılacak Pekin+20 zirvesine kür-taj tasarısının öncelikli gündem yapılmasınıönerdi.

Aile Planlaması Birliği’nin yanı sıra sivil toplumörgütlerinin de aralarında bulunduğu Avrupa Kadın-lar Lobisi’nin, dünya çapında doğum kontrol yön-temlerine ve sağlıklı kürtaja ücretsiz ve yasalyollarla ulaşılmasını talep eden “420 Manifestosu”adlı bir bildirgeyi yayınlamasının ardından, Fran-sa’nın Avrupa Birliği’nde kürtaj hakkının gasp edil-mesine karşı lobi faaliyeti yürütmesi gözleriFransa’ya çevirdi. Fransa’nın bu adımlarını hızlandı-ran neden ise başta İspanya olmak üzere birlik içe-risinde kürtaj hakkı kısıtlamalarının yaşanması.

2014 yılında Fransa’da birçok kadın örgütünün,kürtaja verdikleri isimle “hamileliği gönüllü bir şe-kilde durdurma hakkı” için yürüttükleri ısrarlı müca-

dele, kendi ülkelerini aşarak Avrupa genelinde sesgetirmeye başladı.

AB HAREKETE GEÇECEK Mİ?Fransa’da devam eden Avrupa Birliği’nin ulus-

lararası bir yasa düzenlemesi yönündeki hareketinhedefinde kürtaj hakkı dışında kadınlara ve LGBTİbireylere yönelik şiddetin önlenmesi ve fahişelikleilgili talepler de bulunuyor. Ancak Pekin+20 zirve-sinde delegasyon yalnızca kürtaj hakkının yasallaş-masına odaklanacak. Fakat bu o kadar kolaygörünmüyor. Öncelikle uluslararası kanun için birmekanizmanın olmadığı belirtiliyor. Daha önemlisiise AB’nin bu konudaki tutumu. Avrupa Parlamen-tosu Nüfus Forumu Sekreteri Neil Datta, ulusal birkanunun çıkarılması ya da anayasanın revize edil-mesi gerektiğini söylerken, Fransa dahil Avrupa ül-kelerinde yükselen kürtaj karşıtı harekete dikkatçekti. Datta, en ilerici ülkelerin bile AB’nin kendikürtaj politikasını belirlemesini istemeyeceğini dü-şünüyor.

2013 yılında sosyalist politikacı Portekizli EditeEstrela’nın tüm Avrupa’da kadınların kürtaja vedoğum kontrol yöntemlerine güvenli bir şekildeulaşması yönünde verdiği yasa tasarısı Avrupa Par-lamentosu’nda reddedilmişti.

sınırları aşıyor

İspanya’da kürtaj hakkının kısıtlanmasına Fransız kadınlar karşı çıkıyor. Avru-palı kadınlar kendi ülkelerinde haklarını elde etmek ya da korumak adınakomşuları için de mücadele etmek zorunda olduklarının farkında.

2015• NO 26 KA DIN

9

FRANSA’DAN TÜM AVRUPA’YA ÇAĞRIFransa’dan Ekmek ve Gül muhabiri Özge Altun’un

verdiği bilgilere göre, 2014 yılında kadın hakları müca-delesine damgasını vuran konuların başında gelen kür-taj hakkı için Avrupa genelinde şubat ayında yapılanyürüyüşe Fransa çapında 80 kadın hakları örgütü, der-nek, sendika, yeşil ve sol parti katıldı. 40 bin kişininkürtaj hakkı için yürüdüğü eylem öncesinde ve sonra-sında kürtaj hakkı için çağrılarına devam eden kadın ör-gütleri, İspanya’da hak gaspına dikkat çekti. “Benimsağlığım, benim bedenim, benim hakkım” sloganıylakürtaj hakkının bir sağlık sorunu olduğuna dikkat çekenFemmes Solidaire (Kadın Dayanışması) adlı örgüt, çağ-rısında Avrupa Birliği sınırlarında bulunan İspanya’dakürtaj hakkının radikal bir şekilde kısıtlanmak istenme-sine karşı çıkıyor: “Rajoy hükümetinin yürürlüğe sok-mak istediği bu yasa yıllardır direnmekte olan kadınhakları hareketini baltalarken tutucu ve aşırı dinci kesi-min yükselmesine sebep olacaktır. Femme Solidaireolarak İspanya’daki kadınların uluslararası mücadelesinidestekliyor ve bu mücadelenin arkasında olacağımızıdile getiriyoruz.”

Bir diğer kadın hakları grubu Collectif droit des Fem-mes (Kadın Hakları Kollektifi) de İspanya’daki hareketedestek veriyor. Grup “İspanya’daki ve diğer ülkelerdekikısıtlamalara hayır. Karanlığa karşı özgürlük”, başlığıylaAvrupa’da yaşayan herkesi eylemlere ve mücadeleyeçağırıyordu.

Grubun altını çizdiği talepler kısaca şöyle:· Kadınların kendi bedenleri hakkında kendi karar-

larını verebilecekleri, Avrupa İnsan Hakları temellerineaykırı olan hiçbir zorlamaya maruz kalınmayan bir Av-rupa için mücadele edelim.

· İspanya’daki kadınların yıllarca mücadele edipkazandıkları hakları geri almaları için destekleyelim.

· Bu temel hakların Avrupa temel yasalarına kay-dolması ve Fransız hükümetinin de bu yönde hareketegeçip bunu talep etmesini istiyoruz

· Bu aynı zamanda demokratik bir mücadeledir.Kadın ve erkek vatandaşlar arasındaki eşitliği sağlamakiçin; cinsiyeti, cinsel eğilimi ne olursa olsun bu evrenselbir hak ve demokrasinin önemli bir gereğidir.

WeNews’in haberine göre Fransa’da sağlık örgütleride kendi kazanımlarını korumak için konuyu tartışmayadevam etmek zorunda olduklarını belirtiyor. Paris’tebulunan Medecins du Monde adlı sağlık kurumunda cin-sel sağlık ve doğum kontrolü sağlığı programı danış-manlarından Sandrine Simon, “geriye gitmekistemiyorsak konuyu konuşmaya devam etmemiz gere-kiyor. Eskiden Avrupa, doğum kontrolü hakları konu-sunda BM ile ağız birliği içindeydi. Polonya ve Malta’dansonra bu mümkün değil” diyor. Avrupa Birliği’nde kür-taj hakkı tehlikede olan tek ülke İspanya değil. Malta vePolonya’nın yanı sıra İrlanda ve Andora kıtanın en kısıt-layıcı yasasına sahip olan ülkeler arasında. Bu durumbirlikteki diğer ülkeleri de etkiliyor.

Yükselen tüm bu seslerin duyulmadığını söylemekhaksızlık olur. İspanyol kadınların mücadelesinin yanısıra komşulardan gelen bu destekle İspanyol hükümetikürtajı kısıtlama planını geri çekmek zorunda kalmıştı.

Kenya’da bir kadınınmini etek giydiğiiçin dövülmesi son-rası yüzlerce kadınbaşkent Nairobi so-

kaklarını doldurdu. Kadınlarınyürüyüşünde “Ne istersek onugiymeye hakkımız var” denildi.Kasım ayında başkent Nai-robi’de çekilen ve bir kadınınmini etek giydiği için darpedildiği anları kayıt altına alı-

nan görüntüler sosyal medyaüzerinden yaygınlaşmış vebüyük bir öfke yaratmıştı. Ey-lemin düzenleyicilerinden RuthKnaust, Capital FM radyosunayaptığı açıklamada şiddetinkadınları, erkekleri ve çocuk-ları etkilemeye devam ettiğinibelirterek bunun sağlıklı ilişki-ler geliştirilmesini engellediğinidile getirdi. “Benim kıyafetimbenim kararım” dövizleri ve

bayrakları taşıyan çoğunluğukadın yüzlerce kişi “Herkesiçin onur, saygı ve adalet”çağrısı yaptı. Kadınlar, kadınayönelik şiddete tepki gösterdi.Eylemi provoke etmek üzerekadınların kapalı kıyafetler giy-mesi gerektiğini savunan birgrubun da alana geldiği ve birkadının bu eylemciler tarafın-dan taciz edildiği belirtildi.

Kenya: Ne istersek onu giyeriz!

2015• NO 26 KA DIN

10

iSAF GÜN

1- Kimler yasal asgar i ücret alab i li r?Prensip olarak 2015'ten itibaren bütün işçilerin

8,50 Euro brüt saat ücreti alma hakları vardır. Ancakbazı istisnai düzenlemeler ve özellikle de toplu sözleş-melerle ilgili belli süreyle sınırlı geçiş düzenlemeleri bu-lunmaktadır.

2011'de düşük ücret sınırı 9,50 Euro'ydu. 2012'deçalışanların yüzde 15'i yani 5,2 milyon emekçi 8,50Euro'nun altında saat ücreti aldı. Çalışan kadınlarındörtte birinin saat ücreti 8,50 Euro'dan düşüktü. Bukadınlar yasal asgari ücret uygulamasından karlı çıka-caklar. Yasal asgari ücret düşük ücret sınırının altındaolduğundan düşük ücret sektörü ortadan kaldırılmayıpsadece düzenlenmiş oluyor. 8,50 Euro ile sadece çokdüşük bir asgari ücret verilmiş olacak. (Düşük ücretolarak ortalama ücretin en fazla üçte ikisi kadar olanücretler tanımlanıyor.)

2- Geçiş düzenlemeler i var mı?8,50 Euro'luk asgari ücret bazı emekçiler için

2015'te değil daha sonraki yıllarda başlayacak.Gazete dağıtıcıları için:

2015'te asgari 6,38 Euro2016'da asgari 7,23 Euro2017'de asgari 8,50 EuroÇalıştıkları sektörde geçerli bir asgari ücret olanlar

için: 2017'den itibaren asgari 8,50 Euro

3-Hangi branş larda yasal asgar i ücrettenfark l ı asgar i ücret var?

Prensip olarak yasal asgari ücret her branş için ge-çerlidir.

Ancak 1 Ocak 2015'ten sonra da geçici olarak 8,50Euro'dan daha az saat ücreti ödenebilecek branşlarvardır.

Örneğin kuaförlerde, mezbahalarda, tarım, ormancı-lık ve bahçecilikte çalışanlara geçici olarak daha az saatücreti ödenebilir.

Ancak1 Ocak 2017'den itibaren herkes için 8,50Euro yasal asgari ücret geçerli olacaktır.

4-Stajyer lerin durumu nası l?Stajyerler de 8,50 Euro'luk asgari ücretten yararla-

nabilirler ancak bazı istisnalar vardır:Okul, çıraklık eğitimi ve sınavlara bağlı olarak mec-

buri staj yapanlar. Mesleğe yönlendirme veya üniversiteye başlama ön-

cesi gönüllü olarak en fazla üç ay staj yapanlar.Meslek eğitimi ve yüksekokul eğitimi sırasında daha

önce staj yapılmamış bir yerde yapılan staj. 18 yaşından küçük meslek eğitimi almamış stajyer-

ler.Kısaca, yüksekokul eğitimine bağlı olarak üç aydan

fazla staj yapan stajyerler yasal asgari ücret hakkınasahiptirler. Yüksekokul veya meslek eğitimini bitirdik-ten sonra staj yapmaya başlayanlar ise stajyerliğin ilkgününden itibaren yasal asgari ücret hakkına sahiptir-ler.

5-Uzun sürel i işs iz ler asgar i ücretten ya-rarlanacak lar mı?

Uzun süreli işsizler herhangi bir işe girdiklerinde 7.aydan itibaren yasal asgari ücret hakkına sahiptirler.(Uzun süreli işsiz olarak bir yıldan fazla işsiz olanlar an-laşılmalıdır.)

6-Asgar i ücret alabi lmek için 18 yaş ındaolmak mı gerek ir?

Prensip olarak hayır, ama meslek eğitimini bitirmiş18 yaşın altındaki gençler asgari ücret kapsamı dışın-dadırlar. Yaşlarından bağımsız olarak çıraklık eğitimi al-makta olanlar ve gönüllü çalışanlar (ehrenamtlich)asgari ücret uygulamasının dışındadırlar.

7-Mini iş lerde özel bir durum var mı?Hayır, mini işlerde çalışanlar yasal asgari ücret alır-

lar.

8-Asgar i ücret in hesaplanmas ında nelerdikkate al ınır , neler al ınmaz?

Bir emekçinin çalıştığı yerden ücreti yanısıra başkayardımlar ya da ücrete ek olarak ödenen para alması

Asgari ücretle ilgili 10 soru

2015• NO 26 KA DIN

11

Birleşmiş Milletler çocukyardım örgütü Unicef'in 'Dur-gunluk Döneminde Çocuklar'adlı raporuna göre 2008 yılın-daki kriz, ek olarak 2,6 milyonçocuğu yoksulluğa mahkumetti. Dünyanın en zengin 41 ül-kesinde 76,5 milyon çocukyoksul. Kriz en fazla Yunanis-tan, İtalya, İspanya ve Hırvatis-tan gibi Güney Avrupaülkelerindeki çocukları etkiledi.

Almanya, Unicef'in araş-tırma yaptığı ülkeler arasındaorta sıralarda yer alıyor. Ül-kede çocuk yoksulluğunun ted-ricen azaldığı belirtildi.

Ekonomik kriz, sanayi ülke-lerinde korkunç sonuçlara yolaçtı. Unicef'in Roma'da açıkla-dığı araştırmaya göre2008'den bu yana 2,6 milyonçocuk yoksulluk sınırının altınakaymış durumda. En zenginülkelerde 76,5 milyon yoksulçocuğun yaşamakta olduğunadikkat çekilen araştırmada buülkelerde hane gelirlerininönemli ölçüde azaldığı belir-tildi.

Araştırma AB ve OECDüyesi 41 ülkede yapıldı. Bu ül-kelerde yoksulluğa mahkumedilen çocuklarla yoksulluktankurtulan çocukların sayısı ara-sındaki fark 2,6 milyon olarakbelirlendi. 41 ülkeden 23'ündeyoksul çocukların sayısının art-masının doğrudan ekonomikkrizle bağlantılı olduğu 18'indeise çocuk yoksulluğunun azal-dığı bildirildi. Çocuk yoksullu-ğunun azaldığı ülkelerden olanAvustralya, Şili, Finlandiya,Norveç, Polonya ve Slovak-ya'da çocuk yoksulluğununyüzde 30 oranında düştüğü,

Almanya'da ise yoksulluktankurtulan çocukların oranınınsadece yüzde 1,3'te kaldığı or-taya çıktı.

Yoksulluğun en fazla arttığıülkeler ise Yunanistan, İtalya,İspanya, Hırvatistan gibi GüneyAvrupa ülkeleri, Estonya, Le-tonya, Litvanya gibi Baltık ül-keleri ve İrlanda, İzlanda veLüksemburg. Yunanistan'dahane başına gelir 2008-2012yılları arasında 1998'deki dü-zeye, İrlanda ve İspanya'da ise10 yıl öncesinin düzeyinedüştü. Avrupa'nın en zenginülkelerinden Lüksemburg'ta dagelir düzeyi çok azaldı.

Bu ülkelerde yaşları 15-24arasındaki gençler de krizinkurbanı oldular. Yoksul gençlermeslek eğitimi yeri bulamadık-ları gibi üniversite öğrenimin-den de mahrum bırakıldılar. Buyaş grubunda işsizlik oranı daönemli derecede yükseldi.

Unicef, krizden etkilenen ül-kelerde 2008-2010 yılları ara-sında krizin etkilerinin tamolarak görülmediğini ancak da-yatılan tasarruf paketlerininçocuk ve gençlerin durumunukötüleştirdiğini belirterek,özellikle Akdeniz ülkelerineçözüm konsepti olarak sunulantasarruf planlarını eleştirdi.Unicef Sekreteri O'Malley, zen-gin ülkeleri çocuk yoksulluğunakarşı felaket ortaya çıkmadantedbir almaya, iyi ve kötü za-manlarda çocukları korumayaçağırdı. Bu ülkelerin çocuk yok-sulluğu ile mücadelede örnekolmaları gerektiğini belirtenO'Malley, çocukların ihtiyaçları-nın politikanın öncelikli konusuolmasını istedi.

halinde bunların asgari ücretin hesaplan-masında dikkate alınıp alınmayacağı ko-nusunda yasal bir açıklama yok. Ancakgümrük bu sorunla ilgili olarak araştırmayapıyor. Bu konuda bilgi www.zoll.deadresinden edinilebilir.

Asgari ücret hesaplanmasında dik-kate alınmayacak hizmet ve ek ücretödemeleri

- Pazar, gece ve vardiya ek ödemeleri - Kirlilik ve tehlike ek ödemeleri - Akord çalışmaya bağlı olarak alınan

ikramiye- Bahşiş- İşverenden ve devlet destekli

tasarruflarDikkate alınacaklar: - Temel ücret- Özel bir çalışmaya bağlı olmayan ek

ödemeler.

9-Asgari ücret ne zamanartar?

Asgari ücrete ilk zam 1.1. 2017 tari-hinde olacaktır. Ondan sonra da iki yıldabir artacaktır.

10-Asgar i ücret uygulanmasın-dan yarar lanmak iç in ne yapmamgerekir? Bu konuda nerelerdenyardım alabi l i r im?

Yazılı olarak başvuruda bulunmak ge-rekir. Yazıda çalışılan günler ve saatlerbelirtilmelidir. Bu nedenle her gün işe nezaman başlandığı, ne zaman mola veril-diği, ne zaman bittiği konusunda notalınması ve bu notun işverene onaylatıl-ması iyi olur. Eğer mümkünse beraberçalıştığınız kişi ve kişileri tanık olarakgöstermenizi tavsiye ederiz. Önemli olanişçilerin haklarını bilmeleri veya bilgilendi-rilebilecekleri yerlerden yardım istemele-ridir. Sendika üyeleri bu konudasendikalarından yardım alırlar.

2 Ocak 2015'ten itibaren DGB yasalasgari ücretle ilgili bir Hotline (telefonservisi) başlattı. Danışma hizmeti değişikdillerde örneğin Türkçe olarak da müm-kün.

DGB-Mindestlohn-Hotline: 0391 /4088003 ( sabit telefon ücreti) 31mart'a kadar Pazartesi-Cuma günleri ara-sında 07.00-16.00 arasında hizmet su-nacaktır.

Ekonomik kriz 2,6 milyonçocuğu daha yoksul yaptı

2015• NO 26 KA DIN

12

„Almanya’da çalışma süreleri son zamanda kısaldı,heterojenleştirildi ve esnekleştirildi. Ancak bu adımlarher zaman çalışanların yararına olmadı. İşçilerin çıkarla-rının güme gitmemesi için yasalar ve TİS’ler yoluylayeni düzenlemeler yapılması gerekir.“

Bu saptama, Hans Böckler Vakfı bünyesinde çalış-malarını sürdüren Ekonomi ve Sosyal Bilimler Enstitüsü(WSİ) tarafından hazırlanan ‚Çalışma Süreleri Rapo-ru’ndan. Saat 9’da işbaşı, saat 12’de öğle molası, saat17’de paydos. Yaygın kanıya göre tipik bir işgünününakışı böyledir. Ancak bu standart model, artık günügeçmiş model olma tehlikesiyle karşı karşıya. WSİ’ninbir araştırmasına göre, Part Time işlerde veya vardiyasisteminde çalışanların, telefonla çağrılınca işe gidenle-rin sayısı giderek artıyor. Bu tür işlerde çalışan kadınla-rın sayısında ise büyük bir artış söz konusu.

Dr. Nadine Absenger, Dr. Elke Ahlers, Dr. ReinhardBispinck, Prof. Dr. Alfred Kleinknecht, Dr. ChristinaKlenner, Dr. Yvonne Lott, Dr. Toralf Pusch ve Dr. Hart-mut Seifert adındaki araştırmacılar kendi incelemele-rine ve veri analizlerine dayanarak, ayrıca Almanya’daçalışma sürelerinin nasıl bir gelişme eğilimi gösterdiğiniirdeleyen bilimsel metinleri inceleyerek bir çalışmayaptı. Bu analize göre, çalışma sürelerinin kısaltılmasıgeçmişte işyerlerinin güvence altına alınmasını sağladı.Çalışma sürelerinin eşzamanlı olarak esnekleştirilmesiise bir ikileme yol açıyor: Esnekleştirme bir yanda, ör-neğin ekonomik kriz dönemlerinde, mesai sürelerininhavuzda biriktirilmesi yöntemiyle istihdamı güvence al-tına alırken, diğer yanda güvencesiz işlerde çalışmaya,daha fazla randıman baskısına ve çalışma yaşamıyla

özel yaşam arasındaki sınırların silinmesine yol açıyor.

PARÇALI VE DEĞİŞİK AÇILARDAN ÇOK KUTUPLUBİR TARZ

Raporu kaleme alan bilimcilere göre, çalışma saatle-rini düzenleyen modern bir politika, cinsiyetçi eşitsiz-liklere yol açmayan ve çalışanların çalışma sürelerinikendilerinin belirlemesini teşvik eden, belirlenen süre-lerin işverenin ihtiyacı doğrultusunda değiştirilmesiniengelleyen düzenlemeler içermeli. Rapora göre, ça-lışma sürelerini belirleme politikasında önemli işleviolan TİS tarafları, yasa koyucu, işyeri temsilcilikleri vepersonel dairesi yönetimleri gibi önemli aktörlerdenoluşan bir birlik, böylesi bir politikanın hayata geçiril-mesi şansını artırabilir.

Araştırmaya göre, gerçekten çalışılan sürenin nasılgeliştiği yakından incelendiğinde, „parçalı ve değişikaçılardan çok kutuplu bir tarz“ ortaya çıkmış durumda.Ortalama haftalık süresinin 1992-2012 yılları arasında38,1 saatten 35,5 saate düşmüş olmasının temel ne-deni, Part Time işlerin bu dönemde neredeyse ikiyekatlanmış olmasında yatıyor. Bu işlerin oranı bugünyüzde 27’ye ulaşmış durumda. Bu gelişmeden ilkbaşta kadınlar etkileniyor. Tam günlük işlerde çalışan-ların haftalık çalışma süreleri, ortalama olarak 41,9saate ulaşıyor. Bu ise 20 yıl öncesine göre pek bir de-ğişiklik olmadığı anlamına geliyor. Oysa çalışma süreleribağlamında bir dönüşüm yaşandığı gözlenebiliyor:“Tek vardiyalı, Pazartesi-Cuma günlerini kapsayan nor-mal çalışma süresi artık neredeyse ortadan kalktı. Haf-talık çalışma süresi giderek daha fazla haftasonlarını

Esnek çalışma işçilerin aleyhineAlmanya’da çalışmakoşulları son derece esnekdurumda. Esnek çalış-manın işyerlerini “güvenc-eye aldığı gerçeğini” ortayakoyan yeni bir araştırmabunun karşısında işçilerindurumunun gözetilmediğinedikkat çekiyor. DGB’yebağlı Hans Böckler Vakfıbünyesinde çalışmalarınısürdüren Ekonomi veSosyal Bilimler Enstitüsü(WSİ) tarafından hazırlananraporun özetiniokurlarımıza sunuyoruz.Önümüzdeki süreçte gün-deme daha fazla gelecekolan “çalışma yaşamının in-sancıllaştırılması” ve “iyi iş– iyi ücret” tartışmaları içiniyi bir zemin oluşturduğunudüşünüyoruz.

2015• NO 26 KA DIN

13

da kapsıyor.” Araştırmacılara göre çalışanların yarıdanfazlası arada sırada da olsa gece vardiyasına gidiyor,vardiya sistemiyle veya hafta sonunda çalışıyor.

TİS’lerle belirlenmiş yıllık çalışma süreleri – diğer birdeyişle anlaşılan haftalık çalışma süresi ve izin günleri –WSİ araştırmasına göre 1980’lerin ortasından itibarengözle görülür bir şekilde geriledi ve 1990’lı yıllardan buyana 1.660 saat civarında yerinde sayıyor. Haftalık ça-lışma süresinin TİS’lerle kısaltılmasına paralel olarakadım adım bir esnekleştirme gerçekleşti. WİS raporunagöre bugün artık “esnekleştirme, bütün işkollarını kap-sayacak şekilde ve üretimin ihtiyaçları gözetilerek dahafazla değiştirilmesi mümkün olmayan düzeye ulaştı.”Bağıtlanan TİS’lerin büyük çoğunluğu, işverenlere haf-talık çalışma sürelerini değiştirme, kısa devre çalışmasistemine geçme, çalışma sürelerini mevsimsel olarakayarlama, haftasonları veya vardiya sistemiyle çalışmaolanağı tanıyor. Buna karşılık işçilerin çalışma sürelerineilişkin çıkarlarının güvence altına alınması konusunda birilerleme sağlanmış değil. Gerçi Part Time çalışma süre-lerinin düzenlenmesi ve kimi özel sosyal durumlardaişten bir süreliğine muaf tutulma gibi konularda bazıileri girişimler söz konusu. Ancak bu sadece birkaç iş-kolu ile sınırlı. Ayrıca işçi haklarının istisna düzenleme-leri ve işletmenin çıkarları aracılığıyla sınırlandırıldığıifade ediliyor.

ÇALIŞMA SÜRELERİNİN KISALTILMASI – İSTİHDAMDAİSTİKRAR

WSİ araştırmasına göre, ortalama çalışma süreleri kı-salmış olmasına rağmen ülke genelindeki toplam ça-lışma hacmi 2012 yılında, 1995 yılının düzeyindegerçekleşti. Bunun nedeni ise, çalışanların sayısının37,7 milyondan 41,6 milyona çıkmış olması. Yani istih-damdaki bu artış, uzmanlara göre esas itibarıyla iş hac-minin paylaştırılmış olmasından kaynaklanıyor.Kadınların çalışma yaşamına daha fazla katılmaları vegöçe bağlı olarak emek hacminin arttığı gözetildiğinde,işsizliğin yine de gerilemiş olmasının tek nedeninin ça-lışma sürelerinin kısaltılması olduğu ifade ediliyor. Builerlemenin kadın-erkek eşitsizliğinin sürdürülmesi paha-sına sağlanmış olması ise, bilim insanlarının eleştirelyaklaştıkları bir nokta. Çalışma sürelerinin düzenlenmesipolitikasının ne kadar belirleyici olabileceğini ekonomikve mali krizin de gösterdiğine işaret ediyorlar. Havuzdabiriktirilen mesai sürelerinin paylaştırılması ve kısadevre çalışma sistemine geçilmesi yoluyla, kriz döne-minde istihdamda büyük kırılmaların engellendiğini belir-tiyorlar. Bu ise, denetimli esnekleştirmenin sağladığıolumlu bir etki olarak değerlendiriliyor.

RANDIMAN ARTIRMA SİYASETİ STRESE YOL AÇIYORWSİ uzmanlarına göre işletmeler düzeyinde randı-

manı yükseltme baskısı giderek artıyor. DGB’nin ‘iyi işkriterleri’ne göre çalışanların yüzde 60’ı, aynı süredegiderek daha fazla iş çıkarmak zorunda kaldıklarını ifadeediyor. Yaklaşık dörtte biri ise, çalışma sürelerinin dı-şında da telefon veya elektronik posta yoluyla ulaşılabi-lir durumda. Buna bağlı olarak bu kesimin yüzde 37’siücretsiz fazla mesai yapıyor. Bu gelişmeyi derinleştirenve çıkarılan işi artırmak üzere baskıyı yükselten bir dizibaşka etken var: Çıkarılması hedeflenen ürün hacmininişveren tarafından belirlenmesi, bu konuda çalışanlarlasözleşmeler yapılması ve proje çalışmaları. Araştırmacı-

lara göre bu etkenler, “çalışma süresinin yoğunlaştırıl-ması ve üretkenliği artıracak tarzda düzenlenmesi” so-nucuna yol açıyor. WSİ’nin işçi temsilcilerine yönelikgerçekleştirdiği bir ankete katılanların yüzde 37’si, işçi-lerin kısmen günde 10 saatten fazla çalışmak zorundakaldıklarını ifade ediyor. Hedeflenen ürün hacmi somut-laştırıldığında bu oran yüzde 47’ye çıkıyor. Bu dayat-maların olmadığı işletmelerin yüzde 34’ünde işçilerkoruyucu sağlık düzenlemelerine uymuyor. Dayatmala-rın olduğu işletmelerde ise bu oran yüzde 41. Bu işlet-melerin dörtte birinde işçiler hasta olmalarına rağmenişe gidiyor. Diğerlerinde bu oran yüzde 22.

ÇAĞRILINCA İŞE GİTMEArtan esnekleştirmenin yol açtığı sorunlu yansıma-

lardan birisi de, WSİ araştırmasına göre çağrıldığında işegitme şeklinde tanımlanan uygulama. Bu örnekte, çalı-şanlar iş randımanını işletmenin ihtiyaçları gözetilerekortaya koymak zorunda. Günümüzde Almanya’daki iş-letmelerin yüzde 8’i bu uygulamadan yararlanıyor.Diğer bir deyişle ücretlilerin yüzde 5,8’lik bölümü buuygulama kapsamında. Araştırmacılar, bu uygulamanınişverenlere azami esneklik olanağı tanıdığını, ancak işçi-ler açısından güvencesiz işlerde çalışma zorunluluğunudoğurduğunu ifade ediyor. Bu uygulamayla ekonomikriskler tümüyle işçilerin sırtına yıkılıyor. Bu işlerde çalı-şanlar hayatlarını sürdürebilecekleri bir ücret alamama-larına rağmen, çalışıp çalışmayacaklarını veya ne zamançalışacaklarını bilmedikleri için ne boş zamanını planla-yabiliyor, ne de ek bir işe girebiliyor. İşçi temsilciliklerive sendikalara, bu alanda bir yasal düzenleme olmadığısürece mümkün olduğunca bu uygulamanın sınırlandırıl-masından yana tavır koymaları öneriliyor.

CİNSİYET EŞİTSİZLİĞİ BÜYÜYOROrtalama haftalık çalışma süresi, WSİ’nin hesaplama-

larına göre 1992-2012 döneminde kadın işçilerde 34saatten 30,5 saate, erkeklerde ise 41,8’den 39,8saate geriledi. Bu gelişmede part time işler belirleyicirol oynadı. Bu noktada kadın ile erkek işçilerin haftalıkçalışma sürelerinde uçurum derinleşerek, 7,8’den 9saate çıktı. WSİ araştırmacılarına göre bu fark, Av-rupa’daki en büyük farklardan.

İnsanların çalışarak kazandıkları ücretle yaşamlarınısürdürme imkânlarının olup olmadıkları, hastalık, işsizlikve yaşlılıkta yeterli bir güvenceye sahip olup olmadık-ları, nasıl bir işte çalıştıklarına ve hangi ücreti aldıklarınabağlı olduğu için sorunlu bir durumla karşı karşıyayız.Bu nedenle uzmanlar cinsiyetler arasında “adil bir işpaylaşımı” gerçekleşmesi için, “aile çalışma süresi”ninmaddi imkanlarla teşvik edilmesi gibi özendirici önlem-ler alınmasını öneriyor. Bunun dışında, Part Time işlerdeçalışanların çalışma sürelerinin belirlenmesinde kararhakkına sahip kılınmalarını, örneğin tam günlük işedönme gibi hakların tanınmasını, minijob adı verilen iş-lerde işverene tanınan özendirici uygulamaların ve çift-lere sağlanan vergi kolaylıklarının iptal edilmesiniöneriyor. WSİ uzmanlarına göre, bu açıdan önemli olandiğer bir konu da, çalışma sürelerine ilişkin olarak, insa-nın yaşamı boyunca değişkenlik gösteren durumlarauygun seçenekler sunulması.

76 sayfalık raporun tamamı için:http://www.boeckler.de/pdf/p_wsi_re-

port_19_2014.pdf.

2015• NO 26 KA DIN

14

YILDIZ EREN

Charlie Hebdo’nun yazı kurulu üyelerininvahşice katledilmesi, Fransa’nın enufak yerleşim biriminden bütün kentle-rine kadar her yerde, barbarlığa ve fa-şizan saldırılara karşı halkın öfkesini

sokağa taşırdı. Geleneksel olarak basın ve ifadeözgürlüğüne bağlı olan Fransız halkı, hunharcakatledilen gazetecilere ve onların yarattığı de-ğerlere sahip çıkmak için sokağa çıktı. Belki debu insanların çoğu gazeteyi tanımaz, almaz oku-mazlardı ve onların yayın çizgisiyle de hemfikirdeğillerdi. Ama halkın her kesiminin olayın duyul-masının ardından kendiliğinden alanlara çıkması,işbaşındaki hükümetin ve burjuva partilerin debuna sarılmasına yol açtı.

Sadece Fransız devleti düzeyinde de değil, AvrupaBirliği ve hatta uluslararası platform devlet yönetici-leri sokağa inme ihtiyacını neden duydular sorusu hepaklımıza takıldı. İktidarı, bütün askeri ve politik yöne-timi ellerinde tutanlar, sokağa çıkıp kime karşı öfkeifade edeceklerdi? Besbelli ki, halkın haklı tepkisinin

yaratacağı öfke selinin kendilerine yönelebileceğikaygısı güttüler ve işi tersine çevirerek halkı mani-püle etmeye çalıştılar. Devlet onlara sahip çıkıyor gö-rünerek kendi çıkmazından kurtulmaya çalıştı. SadeceAvrupa çapında değil, dünya ülkelerinin 50 devlet vehükümet başkanı düzeyinde temsil edilmelerinin vehepsinin Fransa’ya koşmasının nedenlerini sorgulama-mız gerekiyor.

Sanki daha kısa bir süre önce Suriye’de, dış des-tekle yaratılan muhalefete halkın temsilcisi diyenlerbunlar değildi. Fransa Dışişleri Bakanlığı bunları bura-lara davet edip Avrupa Birliği’nin bugünün katillerinisilahlandırması için çağrılara öncülük ediyordu. Askerimüdahalede bulundukları Afganistan’da, Irak’ta, Lib-ya’da ve başka birçok Ortadoğu ülkesinde dinci fana-tik ve şeriatçı yönetimleri işbaşına getiripdestekleyen bunlar değiller mi ? Şimdi kendi elleriyleyarattıkları canavarla nasıl baş edeceklerini bilemiyor-lar. Dolayısıyla hepsinin Paris’te milyonların öfkesininardına sığınarak bu vahşi katliamı lanetlemeleri hiçinandırıcı değildir. Tıpkı 11 Eylül saldırısının halklarnezdinde yarattığı öfke ve acının, emperyalist burju-vazi tarafından kendi çıkarına kullanılması gibi, “Fran-sa’nın 11 Eylül’ü » tanımlanması da bunlara yarıyor.

Eşitlik, kardeşlik ve özgürlük için birlikte mücadele

2015• NO 26 KA DIN

15

Tepkiyi doğru tarafa yöneltmekHalklar elbette mesleğinin başında acımasızca

kurşuna dizilenlerin arkasından öfke ve acıyla sokağafırlıyorlar. Ama asla kendi gerici amaçları için yarar-lanmak isteyen devletin ve hatta ırkçı-faşizan parti-lerin yedeği ve dolgu maddesi olmak istemezler.Charlie Hebdo’nun en yaşlı ve tecrübeli elemanların-dan olan ve olayda yaşamını yitiren Wolinski’nin kızıElsa şöyle diyor : “Babam hayatı boyunca ayırımcı-lığa ve ırkçılığa karşı mücadele etti ve 80 yıl bo-yunca özgür düşünen bir insan olarak yaşadı. Eğerkatledilmesine tepki olarak Fransız kardeşleri gidipLe Pen’in ırkçı partisine oy verirlerse mezarındarahat yatamaz.”

Şimdi bu terör olaylarının yarattığı öfke ve infialortamı yatıştığında, iki tehlike var kapıda. Birisi, hü-kümetin ve hatta Avrupa çapında hükümetlerin bufırsattan faydalanarak gerici ve özgürlükleri kısıtla-yan yasalar çıkarma girişimleridir. Bu yöndeki açık-lama ve hazırlıklar, daha cenazeler kaldırılmadanbaşladı bile. İkincisi ise, bir süreden beri özellikleFransa’da ve tüm Avrupa düzeyinde krizin yarattığıortamdan yararlanarak güç toplayan aşırı sağcı,ırkçı-faşizan parti ve grupların devreye girmesidir.Fransa’da bunların temsilcisi olan Front National,zaten ilk günden itibaren göçmen emekçilere karşızehir kusan, kışkırtıcı ve bölücü propagandaya buolay dolayısıyla bir kez daha başladı bile. Seçimlerdebunu oya dönüştürmek için daha da azıtacaklarınıbilmek gerekir.

Fransa halkının milyonlarla sokağa çıkmış olması,yürüyüşlerde tamamıyla sağduyulu ve cesaretlitutum takınmış olması, barışçıl hoşgörülü bir top-lumda yaşamak isteğini ifade etmiş olması çokönemlidir. Hükümetin ve aşırısı ve ılımlısıyla diğerburjuva partilerinin hevesini kesecek olan da, bu tu-tumdur.

Charlie Hebdo’nun aykırı gazetecileriCharlie Hebdo dergisini çıkaranların hiçbir zaman

hemfikir olmadıkları bu siyasal sistem ve yönetimin,mevcut durumda onlara sahip çıkmaktan başka al-ternatifleri yoktu. Charlie Hebdo dergisinin yazı ku-rulunu oluşturan Wolinski, Cabu, Tignous, Honore,Charb her türlü baskıya, ayrımcılığa karşı mizah yo-luyla direniş kuşağının temsilcileriydi. Toplumsal ge-lişmelere, haksızlıklara kalemleriyle eserler yaratarakyanıt veriyorlardı. Yarattıkları sempati, Fransız halkı-nın olağan değerleriyle özdeşleşiyordu.

Muhalif mizah çizgisiyle Charlie Hebdo, diğermizah dergilerinden farklıydı. Bundan dolayı vahşicekafalarına kurşun sıkıldığında halk, “Fikirleri öldüre-mezsiniz” diyen komün şairinin geleneğini bir kezdaha hatırlıyor ve “Hepimiz Charlie”yiz diye haykırı-yordu.

11 Ocak Pazar günü milyonlar sokağa çıktığında,devlet başkanlarının resmi kortejinin dışındaki yürü-yüşün önünde yer alan Charlie Hebdo dergisi çalışan-larından geriye kalanlar, bu “ulusal birlik vebütünlük” kortejini gülümseyerek izlediler. “Katledi-len arkadaşlarımızın anısı için buradayız, bizlerin budevlet büyükleriyle birlikte olma ruhumuz yok” der-ken, bir gerçeğe parmak basıyorlardı. Hatta katlia-mın ertesi günü Notre Dame kilisesinin çanlarının

onların anısına çalmasını da ikiyüzlülük olarak değer-lendiriyorlardı. Charb, Wolinski,Tignous, sağ olsaydı,bunlarla kesinlikle barışmazdı diyorlardı.

Charlie Hebdo ilk kez saldırıyauğramıyor

Ancak hiçbir zaman bu kadar şiddetli ve ölümlesonuçlanan bir saldırıya maruz kalmamıştı.

Cezayir kurtuluş mücadelesinde sömürgeciliğetutum almış aydınların destek verdiği dergi ilk kez1969’da Hara Kiri adıyla çıkar. 1981’de dergi İçişleriBakanlığının emriyle kapatılır.

1992’de derginin duayenlerinden Wolinski’ninönerisiyle Charlie Hebdo adını alır ve yeni bir ekipleyeniden yayına başlar.

11 Eylül 2001’de Amerika’da meydana gelen sal-dırıdan sonra derginin islamı değil, anti-amerikancılığımahkum etmesi, Fransız sol çevrelerinde eleştiriyeyol açar.

Dergiyi çıkaranların belli bir kesimi sol eğilimli in-sanlar olarak, büyük partilerin yöneticileriyle veresmi politikacılarla ve toplumlara hakim dinlerle alayetmeyi, mizah çizgisi olarak benimserler.

Avrupa Birliği anayasası referandumunda hayıroyu kullanarak, bir kez daha aykırılığa oynarlar.

2006 yılında Danimarka gazetesi Jyllanda-PostenHz. Muhammed’i çizen karikatürler yayınladı. CharlieHebdo da destek için bu karikatürleri sayfalarına ta-şıdı. Bu durum birçok Müslümanın tepkisini çekti.

2011’de dergi, ‘Chariat Hebdo’ (Haftalık Şeriat)başlığıyla çıktı ve yine Hz.Muhammed’i resmeden birkarikatür yayınladı. Bunun ardından dergi bürolarınamolotof kokteyli kullanılan saldırılar düzenlendi, der-ginin bütün arşivi yerle bir edilerek yakıldı.

2012 yılında Hz.Muhammed’e hakaret etmeklesuçlanan ‘Müslümanların Masumiyeti’ filmiyle ilgiliolarak birçok ülkede düzenlenen gösteriler üzerine,Peygamber’i çıplak gösteren karikatürler de yayın-ladı. Derginin son karikatürlerinden biri IŞİD lideriEbubekir el-Bağdadi hakkındaydı. Karikatürde Bağda-di’ye sağlıklı iyi seneler dileniyordu.

Siyasetçilere ve dinlere mizahiyaklaşım

BBC’nin Paris muhabiri Hugh Schofield, CharlieHebdo’nun Fransız yayıncılığında, 1789 İhtilali önce-sinde Marie-Antoinette’i topa tutan “skandal broşür-ler” geleneğinin günümüzdeki saygıntemsilcilerinden olduğunu söylüyor.

O dönem kraliyet ailesindeki seks skandalları veyolsuzlukları hicveden bu gelenek, bugün sağ siya-setçileri, polisi, bankacıları ve dinleri hedef alıyor.

1969’da ortaya çıkan, 1981’de yayınını sonlandı-ran, 1992’de yeniden yayın hayatına dönen dergiyıllar içinde hem Hıristiyanlık hem İslam hem de Ya-hudiliği hicveden birçok karikatür yayınladı. Dergisayfalarında mastürbasyon yapan rahibeler, prezer-vatif takan Papalar yer aldı. Dergi hep ‘kışkırtıcı birmizah yayıncılığı’ çizgisinde yer aldı. Bütün budönem boyunca derginin içi de sürekli hareketliydi.Radikal sol, laik çizgideki derginin tarihinde birçokbölünme yaşandı, siyasi tavrı nedeniyle kovulanlar,istifa edenler oldu.

2015• NO 26 KA DIN

16

ELiF ÇiğDEM ARTAN

Frankfurt Tarih Mü-zesi’ndeki Bibliothekder Alten Projesi içinbir hafıza kutusu ha-zırlamaya başlayan

Frankfurt Göçmen KadınlarDerneği’nin çalışmaları, Ekimayında yapılan toplantıda oluş-turulan Çalışma Grupları’nın ar-dından (belgesel film, öykükitabı, 10. Yıl filmi, 10. Yıl ki-tabı, bir yıllık çalışmanın dokü-mantasyonu, koro kaydı,arkadaşlık kitabı, resimler ve elişleri), iki çalışma grubunaodaklanarak devam ediyor.

Her Pazar saat 14:30’da biraraya gelen kadınlar, düzenlenenatölye çalışmalarında hafıza ku-tusu için hazırlayacakları belgeselfilm ve öykü kitabının detaylarınıtartışıyorlar. İki kısım halinde ha-zırlanan atölye çalışmalarında, ilkoturumda teorik bilgiler, ikincioturumda da grup tartışmaları yeralıyor.

Belgesel film için sözlü tarihyöntemini kullanmayı planlayankadınlar, atölye çalışmalarında buaraştırma yöntemini değerlendir-diler; sözlü tarih nedir, görüşmeci

ve anlatıcının arasındaki ilişki nasılgelişir, sözlü tarih projesi nasılgeliştirilir ve BdA projesinde bizbu yöntemden nasıl yararlanabili-riz sorularına yanıtlar arandı. Ha-zırlanan çalışma kâğıtlarıüzerinden sözlü tarihin ortaya çı-kışı ve kullanım alanları hakkındabilgi edinen kadınlar, Leyla Neyzive Haydar Darıcı tarafından hazır-lanan “Türkiyeli Gençler Anlatı-yor” sözlü tarih projesini debirlikte incelediler.

Sözlü tarihi kısaca, anlatılma-yanın tarihini yazmak olarak ta-nımlayabiliriz. Başka bir ifadeyle,alternatif bir tarih yazımı. Söz ko-nusu projede Muğlalı ve Diyarba-kırlı gençlerin Doğu ve Batıhakkındaki düşünceleri dinlenmişve yapılan görüşmeler bir film, birkitap ve bir sergi ile anlatıya dön-üştürülmüş: Göçler, yenilikler, ke-şifler, korkular, sevinçler, önyargılar... Projenin filmini izleyenkadınlar, anlatılarda kendi yaşantı-larından da parçalar buldular vebenzer konuların kendileri ve Al-manlar arasında da olduğunu vur-guladılar.

BdA belgesel film projesininderdini uzun süre tartışan kadın-lar, sonunda filmin ana temasınınGöçmen Kadınlar Birliği’nin yürüt-

tüğü çok yönlü politik, kültürel vesosyal çalışmaları temel almasınave kadınların verdikleri mücadele-leri Almanya’daki yaşam hikâye-leri üzerinden yansıtan birbelgesel hazırlamaya karar verdi-ler.

Öte yandan, belgesel film gö-rüşmelerinde kullanılacak yönte-min sözlü tarih olması, anlatıcıyıyönlendirmeyen, onu serbest veakıcı bir anlatıma teşvik eden so-ruların hazırlanması gereğini do-ğurdu. Bu bağlamda sorularıniçeriğini oluşturacak alt temalarüzerine çalışan kadınlar, olabil-dikçe geniş bir çerçeve içindegöçmen kadınların dil, eğitim, ça-lışma hayatı, aile vb. alanlarındayaşadıkları sorunları ele alan alttemalar belirlediler. Belgesel filmprojesinin en somut adımı da gö-rüşme yapacak kadınların ilk tas-lak listesinin oluşturulmasıylaatıldı. Atölye çalışmasına katılan-lar arasında gönüllü olanlarla bir-likte, başka kadınların isimleri deönerildi.

Projenin heyecanıyla birliktebelgesel filmin senaryosu hak-kında da fikirler paylaşıldı. Örne-ğin, filmin açılış sahnesinişimdiden kararlaştırdık diyebiliriz:

İşte Bizim Hikâyemiz:BdA119.de

2015• NO 26 KA DIN

17

Bir animasyon çalışması üzerindeGöçmen Kadınlar Birliği’nin kuruluşuve Almanya’da diğer bölgelerde ör-gütlenmesi kronolojik sıra ile anlatı-lacak. Daha sonra, belirlenentemalarla ilgili anlatılar peş peşe biraraya getirilecek. Müzik olarak daFrankfurt Göçmen Kadınlar DerneğiKorosu’nun söylediği türkülerin kul-lanılması önerildi. Görüşme yapılankadınların tamamına filmdeyer verilemeyebilir.Filmin sınırlı sü-resi dolayısıyla,derdimizi en iyianlatan anlatılarınfilmde kullanılma-sında hemfikir olankadınlar, yapılanbütün görüşmeleri,tekil kayıt olarak, ha-fıza kutusuna yerleştirecekler.

Belgesel film çalışma grubundatartışılan konulardan biri de gö-rüşme yapılacak kadınların nasıl se-çileceği. Belli bir temsiliyetisağlamak amacıyla anlatıcı kadınlarüç ana grupta toplandı; birinci grup,Almanya’da doğanlar, ikinci grup,çocuk yaşta gelenler ve son grup,yetişkin olarak gelenler. Yetişkingöçmenlerin de göç etme sebeple-rine göre, çalışma, okuma, evlilik vemülteci gibi, alt gruplarda bir arayagetirilmesine karar verildi.

Bir yandan öykü kitabı çalışmagrubu da hazırlıklarına devam edi-

yor. Atölye çalışmalarında yaratıcıyazarlık üzerine yoğunlaşan kadın-lar, kendi göç hikâyelerinden biranıyı, ya da başka bir kadının hikâ-yesini kaleme alacaklar. İster-lerse Türkçe, isterlerseAlmanca yaz-makta ser-

bestler.Öykü kitabı

Türkçe-Almanca ikidilliyayımlanacak. Atölye çalışmalarında kurmaca-

nın farklı unsurları değerlendirildi.Murat Gülsoy’un “Büyübozumu” ki-tabından yola çıkarak yapılan çalış-malarda, olay örgüsü, zaman,betimleme, mekân, bakış açısı, ka-rakterler ve diyaloglar birlikte oku-nan bir öykü üzerinde tek tekincelendi ve yazarın bu unsurlarınasıl kullandığı üzerine fikir alışveri-şinde bulunuldu.

İlk oturumda öykünün edebinoktalarını tartışan kadınlar, ikincioturumda kalemi-kâğıdı ellerine alıpyazıyla haşır neşir oluyorlar. Yazıiçin tanınan süre sona erdiğindeyüksek sesle metinler okunuyor veyazarın tarzı üzerine eleştirel birdeğerlendirme yapılıyor. Bir fotoğ-

raftan yola çıkarak ya da ellerindetuttukları farklı kalp biçimlerine

yazdıkları metinlerle ka-dınlar yazı konusundasaklı tuttukları cevheride keşfetme fırsatıbuldular.

Göçmen Kadın-lar Birliği’ne kendihikâyelerini an-latma fırsatı

sunan Bibliothek derAlten projesinin en keyifli

parçalarından biri dewww.bda119.de adresinde bulunanblogu. BdA119 Göçmen KadınlarBirliği’nin Frankfurt Tarih Müze-si’ndeki projesinin adı olarak seçildi.BdA, Bibliothek der Alten’in başharflerinden oluşan bir kısaltma ve119 ise Göçmen Kadınlar Birliği’ninprojedeki raf numarası. İkisinin bir-leşiminden ortaya çıkan blog ise ça-lışma grubu sorumlularının kalemealdıkları atölye çalışmalarının özet-leriyle hem bir yandan proje gün-cesi gibi bir işlev görüyor, hem debir yandan kadınlar arasındaki coğ-rafi sınırları ortadan kaldırıyor. Pro-jede yer alan ve henüz buradabahsetmediğimiz çalışma gruplarıve atölye çalışmalarına dair dahadetaylı bilgiye, çalışmalardan fotoğ-raflara ve kadınların çalışmalar sıra-sında yazdıkları metinlere buadresten ulaşabilirsiniz. Her şey gibiBdA119 blogu da değişerek gelişe-cek.

Kış geceleriLeyla Çakır

Soğuk kış geceleri, annem önce sobanın üzerindegüğümle su kaynatır bize sırayla banyo yaptırır, temizelbiselerimizi giydirir, "hadi şimdi uslu uslu oturun, bençamaşır yıkamaya gidiyorum" derdi.

Tek başına bakır leğenlerde saatlerce çamaşır yıkar,yıkadıklarını çamaşır iplerine asar gelirdi. Hiçüşüdüğünü fark etmezdik ya da o hissettirmezdi. Okulkıyafetlerimiz tertemizdi. Siyah önlük tertemiz, beyazyakalıklar kolalıydı. Ertesi sabah öğretmenimiz bizi te-mizlik saatinde herkese örnek öğrenci diye gösterdiğindegururlanırdık da, annemin neler yaşadığını fark etmez-dik.

Yıllar sonra annemi bir gün kar yağarken, karda gez-mek ne zevkli olur diye gezmeye götürmek istedik. İste-medi. "Hayır ben karı sevmiyorum, soğuktan çokçektim" dediğinde, ilk defa karın soğukluğunu hissettimve üşüdüm.

2015• NO 26 KA DIN

18

ARZU ERKAN*

Almanya’da yaşayan Türkiyeligöçmen kadınların yaşamına, müca-delelerine tanıklık edeceğiz...

Ekmek ve Gül olarak, 25 Kasımarifesinde Göçmen Kadınlar Birli-ği’nin daveti ile gittiğimiz Al-manya’da, 5 farklı kentte Türkiyelikadınlarla bir araya gelme fırsatıbulduk. Bu heyecan verici yolcu-lukta çok şey biriktirdik. Kadına yö-nelik şiddeti de konuştuk kadınlarla,IŞİD barbarlığına karşı Kobanê’desüren destansı direnişi de... Neoli-beral politikaların sonucu olarak ça-lışma yaşamında yaşanandönüşümü de, artan güvencesizliğide... Stuttgart, Köln, Frankfurt,Hamburg, Berlin... 5 farklı kent, on-larca kadın... Hepsi birbirindengüzel, birbirinden içten. Biz nekadar uzaksak Almanya’da yaşayanTürkiyeli kadınların yaşamına, onlaro kadar yakınlar bize. Türkiye’deyaşanan gelişmeleri çok yakındantakip ediyorlar, memleket diye çar-pıyor yürekleri...

GÖÇMEN KADINLARGÜVENCESİZ ÇALIŞIYOR

Sohbetimiz sırasında Türkiyelikadınların ve genel olarak göçmenkadınların yaşam ve çalışma koşulla-rının son derece ağır olduğunu öğ-reniyoruz. AKP Hükümeti’nin OrtaVadeli Ekonomik Programına da al-dığı güvencesiz ve esnek çalışmabiçimlerinin tamamı uygulanıyor Al-manya’da. Kiralık işçilik, Minijob yaniPart-Time çalışma nicedir göçmenkadınların istihdam biçimi olmuş.Eşit işe, eşit ücretin hala en önemlitalep olduğu Almanya’da kadınlarerkeklere göre ortalama yüzde 22daha düşük ücret alıyor.

Çocuk bakımı hizmetlerine erişi-min sınırlı ve pahalı olduğu Alman-ya’da göçmen kadınlar çoğunluklaayda 450 Euro’ya Part-Time işlerdeçalışıyorlar. Günde iki saat çalışılanpart-time işlerle kadınlar çocuk,yaşlı bakımı, ev işleri gibi ‘görevle-rini’ de aksatmamış olurken, sağlıkve de işsizlik sigortasından yoksunolarak çalışıyorlar. Üstelik 45 yıllıkçalışmanın ardından emekli olabilir-lerse aldıkları emekli maaşı 200

Euro seviyesinde oluyor.Söyleşi sırasında öğreniyoruz ki

toplantıya katılan kadınların nere-deyse tamamı Minijob’larda hertürlü güvenceden yoksun çalışıyor.Üstelik çoğunlukla yeterli düzeydeAlmanca bilmedikleri ve bu tip birçalışmayla çocuklarının bakımınıkendileri yapabildikleri için de göç-men kadınlar bu işleri tercih ediyor-muş. Altını çizmeden geçmeyelim;Göçmen Kadınlar Birliği, kurulduğugünden bugüne tam zamanlı, gü-venceli işler için mücadele ediyor.

ŞİDDETE KARŞI MÜCADELEKadına yönelik şiddet ve kadın

cinayetleri de Almanya’da yaşayanTürkiyeli kadınların mücadele alanla-rından. Almanya’nın Kassel ken-tinde eşinden ayrılarak kızıyla tekbaşına yaşam mücadelesi veren,sırf ‘yaşam tarzını beğenmedikleriiçin’ abisi tarafından hunharca kat-ledilen Mehtap Savaşçı davasınıtakip ediyor göçmen kadınlar da.Tıpkı Türkiye’de olduğu gibi kadıncinayetleri karşısında medyanın ta-kındığı cinsiyetçi tutuma, katili ak-lama çabasına karşı mücadeleediyorlar.

Almanya ziyaretimizin 3. durağıolan Frankfurt’ta, Offenbach ken-tinde McDonalds’a ait bir cafenintuvaletinde tacize uğrayan iki gençkadına yardım ettiği için saldırıyauğrayan ve beyin ölümü gerçekle-şen Tuğçe Albayrak’ın 23. doğumgününde yatmakta olduğu hastaneönündeki eyleme katıldık göçmenkadınlarla. Hastane önü mahşeri ka-labalık, her yaştan ve de her milli-

yetten insanla doluydu. Özelliklegenç kadınların katılımı dikkat çeki-ciydi. Yüzlerde öfke ve hüzün biraradaydı.

10 günlük ziyaretimizde çok şeybiriktirdik Almanya’da. Dileğimizdergimizin bundan sonraki sayıla-rında Almanya’da yaşayan Türkiyelikız kardeşlerimizin mücadelesi iledaha da zenginleşelim. İlk tuğlayıbu yazı ile koyup, yapının yüksel-mesi dileğiyle...

KIZKARDEŞLİK KÖPRÜSÜNÜNHARCI

Irak ve Suriye’de yaşanan IŞIDBarbarlığı, barbarlığa karşı Koba-nê’de süren destansı direniş de ko-nuşuldu söyleşilerimiz boyunca.Türkiye’de batı illerinde kurulan KızKardeşlik Köprüsünü Almanya’da dakurmuştu Göçmen Kadınlar Birli-ği’nden kadınlar. Türkiyeli kız kar-deşleri gibi onlarda işyerlerinde,yaşadıkları mahallelerde kapı kapıgezerek IŞID zulmünden kaçarak ül-kemize sığınan Kobanêli kadınlarladayanışma kampanyaları örgütle-mişlerdi. Öyle örnekler vardı ki pay-laşmamak olmaz. Ekstra temizlikişlerine giderek kazandığı maaşınıdestek için getiren kadınlardantutun da, Kastamonulu bir Türk ola-rak kendi katkısının yanı sıra kom-şularından 800 Euro toplayan birkadın arkadaşa kadar... Kız kardeş-lik köprüsünün harcını elleriyle kar-mıştı göçmen kadınlar tıpkı Türkiyelikız kardeşleri gibi...

*Ekmek ve Gül Dergisi Editörü,EMEK Partisi Kocaeli İl Başkanı

Emekçi kadınların mücadelesi sınırları aşıyor...

19

Seit vier Monaten besc-häftigt sich die ganzeRepublik mit PEGIDA.Nicht wenige habensich gefragt was das

überhaupt ist. Hört sich ja ersteinmal ziemlich niedlich an. Wiedie Piggy von der MuppetShow, nur mit einem DA amEnde. Oder sind es die „Peinlic-hen Europäer ganz in Gestaltvon aussterben bedrohten“.Manchmal werden sie auch Eu-ropäische Idioten genannt. Dasist auch eine Meinung. Dochdas Ganze damit abzutun reichtunserer Meinung nach nicht. Wirwürden uns das zu leicht mac-hen.

Hinter dieser vermeintlich „nied-lichen“ Abkürzung versteckt sichein ziemlich sperriger Name: „Pat-riotische Europäer gegen die Isla-misierung des Abendlandes“.Spätestens jetzt ist wohl jeder Le-serin und jedem Leser klar warumsich die ganze Republik solangedamit beschäftigt.

Diese Gruppe wurde Ende Okto-ber 2014 in Dresden gegründetund organisiert seit dem, jedenMontag Demonstrationen, Auf-märsche und Kundgebungen inDresden. Angefangen haben sie am20 Oktober 2014 mit ca. 300 Teil-nehmerInnen. Diese Zahl wuchs mitjeder Woche, bis zur Teilung derder Gruppe bis auf über 15000TelnehmerInnen.

Die Initiatoren dieser Aktionensind Rechte „Rattenfänger“, die dieGunst der Stunde auszunutzenversuchen. Ihre Hetze betreibendie mit dem Anspruch, das christ-lich-jüdische Abendland zu vertei-digen. Entscheidend ist aber, wasder Nährboden für diese Rechte,Menschenfeindliche Stimmungs-macher ist. Der Nährboden istneben den Internationalen Ent-wicklungen, die geführte Politik inDeutschland.

Angesichts der gegenwärtigenIntegrations- und Flüchtlingspolitikhaben sie auch ein leichtes Spiel.

Auch wenn die sich jetzt spal-ten und schwächer werden, istdennoch eine Diskussion angesto-ßen worden, wo die Vorurteile undRessentiments große Teile der Ge-

sellschaft vergiftet hat. Wir erin-nern uns noch sehr gut an Ros-tock, wie weit das ausarten kann.

Es ist nachgewiesen, dass inden letzten Monaten, der Rassis-mus in Deutschland gestiegen ist.Dass sich die Gewalt gegen Mig-ranten und Flüchtlingsheime seitOktober 2014 mehr als verdoppelthat.

Terror, Ausbeutung und Rassis-mus sind zwei Seiten einer Meda-ille.

Natürlich verurteilen wir den is-lamistischen Terror, oder alleDschiadistischen Organisationenund Kräfte wie den IS oder andere,wo sie auch immer sind. Ob in denNahen Osten oder In Europa. Diesebarbarischen Kreise gehören nichtzu einer zivilisierten modernenWelt.

Durch den Terroranschlag vonParis, wo 17 Menschen getötetwurden, nehmen die Diskussioneneine andere Wendung an. Auchwenn die ersten Reaktionen sichmehr darauf konzentrierten denTerror zu verurteilen, häufen sichFragen über den Umgang mitIslam, in Europa lebende Muslimeund weitere Sicherheitsmassnah-men. Themen wie Islamofobie undreaktionäre Integrations- undFlüchtlingspolitik werden erst ein-mal ausgeklammert. Die sozialeund politische Situation unterdenen die meisten Migranten undFlüchtlinge leben müssen zu hin-terfragen, wird als deplaciert ange-sehen. Man muss ja nicht wegenArmut und Sozialbenachteiligungzum Terroristen werden. Wie wahr!Die Anfälligkeit wächst aber durchdiese Umstände umso mehr.

Ein typisches Merkmal bürgerlic-her Ideologie ist, gesellschaftlicheVerhältnisse zu psychologisierenund damit das Bewusstsein für diewahren gesellschaftlichen Ursachenvon Unsicherheit und Perspektivlo-sigkeit zu verhindern.

Ein dumpfes Gebräu medialerBerichterstattung, die den Islamständig als gewalttätig, menschen-verachtend und frauenfeindlichdarstellt, drängt viele Jugendlicheins Abseits und somit in die Fängeder Fundamentalisten und radikaleIslamisten. Wobei an dieser Stellegesagt werden muss, dass in eini-gen Studien dokumentiert wird,das von den ca. 4 Millionen in De-utschland lebenden Muslimen etwa46% angeben, nie oder nur einpaar Mal im Jahr eine Moscheeoder ein Gebetshaus aufsuchenwürden.

Die Gefahr der an die 7000geschätzten Salafisten und andereradikal islamische Kräfte und Orga-nisationen möchten wir keineswegsunterschätzen. Die Diskrepanzaber, zwischen dem wie stark siewirklich sind und wie sie dargestelltwerden ist nicht uninteressant.

Der 11. September war auchfür viele islamische Organisationenein Wendepunkt. Die internationa-len politischen Entwicklungen unddie Situation in den Nahen Osten,haben diese Organisationen fürihre Zwecke ausgenutzt. Sie prä-sentirren sich als die Verteidigerdes Islams und der Unterdrücktendes Westens.

Sie betreiben längst nicht nurdumpfen Nationalismus und Isla-mismus, sondern holen die Jugen-dlichen dort ab wo sie sind. Alleswas Jugendliche anspricht wieSport, kulturelle Aktivitäten, Ausf-lüge, Feier etc. wird angeboten.Ihre Aktivitäten in den sozialenNetzwerken sind ebenfalls nicht zuunterschätzen.

Ob PEGIDA oder andere rassis-tische Kräfte oder rückwärtsge-wandte islamische nationalistischeKräfte, sie treiben einen Keil undschüren Feindschaften zwischenMenschen unterschiedlicher Her-kunft und Religion. Es ist dringen-der denn je, die Gemeinsamkeitenin den Vordergrund zu stellen undgemeinsam für ein besseres Lebenund Zukunft einzustehen.

PEGIDA und reaktionäre islamische- nationaleKräfte sind zwei Seiten einer Medaille!

20

Vom 07. – 08.02.2015 rief der Bundesver-band der Migrantinnen zu seiner bundeswei-ten Vertreterinnenversammlung ein. 30Vertreterinnen aus 11 Städten kamen zu-sammen, um am diesen Wochenende die Ar-

beit des Migrantinnenverbandes auszuwerten. Auf derTagesordnung stand neben der Diskussion der (frauen-)politischen Lage, dem Ausblick auf die daraus resultie-renden Aufgaben für die zukünftige Arbeit, vor allemdie intensive Auswertung der Arbeit der lokalen Frauen-gruppen und des Bundesvorstands.

Die konservative Politik, der mit und in Folge derweltweiten Anspannung zwischen den Großmächten undkriegerischen Auseinandersetzungen in regionalen Scha-uplätzen wie in der Ukraine und im Nahen Osten in denvergangenen Monaten sichtbar erstarkte, hat in beson-ders gravierender Weise Frauen weltweit massiv ergrif-fen. In zahlreichen Wortbeiträgen wurde besonders überdie Ursachen und Ziele der rassistischen Pegida-Bewe-gung diskutiert. Hervorgehoben wurde auch, dass nebender Zuspitzung von Konflikten, Angriffen auf demokra-tische Rechte und Kriegen, der Protest von Menschen –und in vielen Beispielen auch von Frauen – wächst undbreitere Kreise umschließt. Als Beispiel nannten die Teil-nehmerinnen auch den Erfolg der Syriza-Bewegung inGriechenland gegen die Würgepolitik der Troika.

In der Auswertung der Arbeit tauschten die Vertre-terinnen ihre Erfahrungen aus. Dabei wurden mehrerePunkte bzw. Bedürfnisse formuliert. Im Kern der Arbeitmuss das Ziel stehen jegliche Hürden zu beseitigen, dieFrauen hindern, sich am gesellschaftlichen Leben undKämpfen für ihre Rechte und Gleichberechtigung zu be-teiligen. So ist auch Realität, dass bspw. eine Teilneh-merin tagelang mit ihrer Familie um ihre Teilnahme ander Vertreterinnenversammlung streiten musste. DerSchritt aus der Tür – dieses Bild wurde häufig von denTeilnehmerinnen verwendet, um zu veranschaulichen,wie schwer der Schritt von den eigenen vier Wändennach draußen für Frauen sein kann. Aber auch das Ge-genteil ist der Fall. Die Erfahrungen aus der Praxis zei-gen, dass es hierzu erfolgreiche Beispiele gibt. „Wirmüssen einen langen Atem beweisen, nicht sofort auf-geben, sondern immer ganz nah bei den Frauen, ihrenProblemen und ihrem Alltag sein“ – so der mehrheitlicheStandpunkt der Teilnehmerinnen.

10 Jahre Bundesverband der Migrantinnenin Deutschland

Am 20.03.2005 wurde auf einer Konferenz in Kölnmit über 200 Teilnehmerinnen der Bundesverband derMigrantinnen gegründet. Anlässlich des 10 jährigen Bes-tehens des Migrantinnenverbandes beschlossen die

Vertreterinnen eine Reihe von Veranstaltungen. Nebenlokalen Feierlichkeiten, die auf das gesamte Jahr verteiltwerden, sprachen sich die Frauen für die Organisationeiner bundesweiten Frauenfeier im November 2015 aus.Geplant werden weiterhin regionale Versammlungenbzw. Konferenzen, zu der Gewerkschaften und befreun-dete Frauenorganisationen eingeladen werden.

Internat ionaler Frauentag 8.März In vielen Städten bereiten sich unsere Mitgliederg-

ruppen auf die Feierlichkeiten zum Internationalen Fra-uentag vor. Zentrales Motto des diesjährigen Aufrufsunseres Migrantinnenverbandes lautet: Gegen Rassis-mus und Ausgrenzung – Frauensolidarität stärken fürLohngerechtigkeit und Gleichberechtigung!

Die Feierlichkeiten des BV der Migrantinnen zum In-ternationalen Frauentag werden in diesem Jahr vom01.März bis zum 15.März stattfinden. Sie sind gleichzei-tig Begegnungen mit Frauen, die wir in den zurücklie-genden Monaten bei den Protesten gegen Pegida, beiden Solidaritätsaktionen für Kobane, bei Diskussionsve-ranstaltungen, Gesprächsrunden im Stadtteil oder inChor- und Theaterkursen kennenlernten. In den meistenStädten steht das Programm fest, die Flugblätter undPlakate sind in Druck oder befinden sich bereits in derVerteilung. Die Herausforderung wird darin bestehen, alldie Energie und Kraft, die in diesen Tagen in kollektiverArbeit geleistet und umgesetzt wird, auch über den8.März hinauszutragen. Denn: selbst aktiv werden, dasLeben selbst formulieren, Probleme erkennen und ge-meinsame Ziele setzen. Nicht alleine, sondern mit Ge-werkschaften, Frauenverbänden, mit Kolleginnen amArbeitsplatz, mit Nachbarn im Stadtteil und vielen ande-ren Mitstreiterinnen.

One Bi l l ion Ris ing am 14.FebruarDer Tod der jungen Studentin Jyoti Singh Pandey im

Dezember 2012 infolge einer brutalen Massenvergewal-tigung sorgte weltweit für Empörung. Der grausame Fallwar die Geburtsstunde des sogenannten „One Billion Ri-sing Day“ am 14.Februar, der in den Folgejahren alsweltweiter Streiktag in über 200 Ländern mit Veranstal-tungen begangen wird. In Deutschland hatten im ver-gangenen Jahr in über 190 Städten Frauen öffentlichePlätze besetzt – mit Tänzen und anderen Formen ihres„Streiks“. Tausende Frauen in Deutschland nutzten letz-tes Jahr den globalen Streiktag, um ihren Protest gegenGewalt an Frauen auf bedeutende Weise zu demonstrie-ren. Es ist davon auszugehen, dass der One Billion Ri-sing - Day 14.Februar auch in diesem Jahr großeFrauenmengen in lokalen Veranstaltungen zusammen-bringen wird. Dafür spricht vor allem die Zahl der bisherangemeldeten Veranstaltungen vor Ort.

„Unsere Kraft liegt in unserem Miteinander...“Vertreterinnenversammlung des Bundeverbandes der Migrantinnen

2015• NO 26 FRAU

21

ISAF GÜN

1. Wer hat den Anspruch?Grundsätzlich haben alle Arbeitnehmerin und Arbeit-

nehmer ab 2015 einen Anspruch auf Zahlung eines Min-destlohns in Höhe von 8,50 € brutto je Stunde. Es gibtaber hiervon Ausnahmeregelungen und zeitlich befris-tete Übergangsregelungen vor allem für Tarifverträge.Die Niedriglohngrenze lag 2011 bei rund 9,50 Euro. ImJahre 2012 verdienten 15% der Beschäftigten unter8,50 Euro, das waren 5,2 Millionen. Und ein Viertel allerberufstätigen Frauen verdiente unter 8,50 Euro. Diesewerden von dem Mindestlohn profitieren. Da der ge-setzliche Mindestlohn unterhalb der Niedriglohngrenzeliegt, wird der Niedriglohnsektor nicht abgeschafft,sondern reguliert. Mit 8,50 Euro wird lediglich ein un-terstes Niveau definiert. (Als Niedriglohn gilt ein Ein-kommen von höchstens zwei Dritteln des mittlerenLohns (Medianlohns) in Deutschland).

2. Gibt es Übergangsregelungen?Der Mindestlohn von 8,50 € beginnt für einige Besc-

häftigte nicht gleich im Jahr 2015, sondern erst spä-ter:

• Für ZeitungszustellerInnen erfolgt die Einfüh-rung stufenweise:

2005 : mindestens 6,38 € brutto 2006: mindestens 7,23 € brutto 2007: mindestens 8,50 € brutto • Beschäftigte mit BranchenmindestlöhnenAb 2017: mindestens 8,50 €3.Wo gibt es abweichende Branchenmin-

dest löhne?Grundsatz: Der Mindestlohn gilt ausnahmslos für alle

Branchen. Aber es gibt Branchen, in denen auch überden 1. Januar 2015 hinaus übergangsweise weniger als8,50 Euro gezahlt werden darf. Zum Beispiel bei Friseu-ren, Beschäftigten in der Fleischindustrie, in der Land-und Forstwirtschaft, Gartenbau. In jedem Fall gilt aberab 01.01.2017: 8,50 EUR für alle!

4. Was ist mit Prakt ika?Auch Praktikantinnen bekommen den Mindestlohn

von 8,50 Euro brutto pro Stunde. Es gibt aber hierAusnahmen, u.a.: bei

• Pflichtpraktika, z.B. die aufgrund einer Schul-,Ausbildungs- oder Prüfungsordnung verpflichtend zu le-isten sind,

• maximal 3 Monate bei freiwillige Praktika zurBerufsorientierung oder für die Aufnahme eines Studi-ums dienen.

• maximal 3 Monate bei berufs- oder hochschu-lausbildungsbegleitende Praktika, wenn nicht bereitszuvor ein solches Praktikumsverhältnis mit demselbenAusbildenden bestanden hat

• PraktikantInnen unter 18-jährigen ohne Beruf-sausbildung

Vereinfacht gesagt: Praktikanten haben einen Ans-pruch auf den gesetzlichen Mindestlohn, wenn sie beg-leitend zu einer Hochschulausbildung ein freiwilligesPraktikum ableisten, nur dann, wenn dieses länger alsdrei Monate dauert. Haben sie eine Hochschul- oderBerufsausbildung bereits absolviert und absolvieren siedanach ein Praktikum, haben sie ab dem ersten Tag

einen Anspruch auf den Mindestlohn.5. Was ist mit Langezeitarbeits losen?Sie halten den Mindestlohn erst ab dem 7. Monat.

Langzeitarbeitslose sind Menschen die ein Jahr oderlänger arbeitslos sind.

6. Muss man 18 Jahre a lt sein? Grundsätzlich nein, aber: Jugendliche unter 18 ohne

abgeschlossene Berufsausbildung sind vom Mindestlohnausgenommen. Ausgenommen sind auch Auszubil-dende (unabhängig vom Alter) und ehrenamtlich Tä-tige.

7. Gibt es Besonderheiten bei den „Mini-Jobs?

Hier gibt es keine Besonderheit. „Mini-JobberInnen“erhalten den Mindestlohn.

8. Was darf a l les auf den Mindest lohn an-gerechnet werden? Und was nicht?

Erhält der Arbeitnehmer neben dem laufenden Lohnweitere Leistungen oder Lohnbestandteile, so stelltsich die Frage, ob diese „zusätzlichen Leistungen“ beider Berechnung des Mindestlohnes berücksichtigt wer-den. Dazu schweigt das Gesetz. Allerdings hat sich derZoll bereits in der Vergangenheit mit der Frage befasst,welche Leistungen auf die tariflichen Mindestlöhne nachdem Arbeitnehmer-Entsendegesetz angerechnet wer-den können und welche nicht. Diese sind unterwww.zoll.de abrufbar.

Diese Leistungen dürfen nicht auf den Mindestlohnangerechnet werden- zum Beispiel:

• Sonntags-, Nacht- oder Schichtzuschläge• Schmutz- oder Gefahrenzuschläge • Akkordprämien• Trinkgelder • Vermögenswirksame LeistungenDiese Leistungen dürfen wohl berücksichtigt wer-

den:• Grundgehalt• Zulagen, wenn sie an keine gesonderte Leis-

tung gebunden sind 9. Wann wird der Mindestlohn erhöht?Die erste Erhöhung soll zum 1.1.2017 erfolgen,

anschließend soll der Mindestlohn alle 2 Jahre steigen.10. Wie mache ich den Mindest lohn gel-

tend? Und wo bekomme ich Unterstützung?In der Regel schriftlich geltend machen. Dabei sind

die Tage und Zeiten zu benennen an denen gearbeitetwurde. Es empfiehlt sich daher täglich eigene Aufzeich-nungen über Beginn, Pause, Ende und Art der Arbeit zumachen und vom Arbeitgeber bestätigen zu lassen.Wenn dies nicht möglich ist, sollten zumindest Zeugennotiert werden, die die Zeiten bestätigen können.

Wichtig ist, dass die Beschäftigten ihre Rechte ken-nen. Und Rat einholen! Gewerkschaftsmitglieder erhal-ten rechtlichen Rat von ihrer zuständigenGewerkschaft. Ab dem 2. Januar 2015 wird der DGBzum Start des gesetzlichen Mindestlohns eine Hotlineschalten. Auch für ausländische Beschäftigte werdenBeratungsangebote in verschiedenen Fremdsprachenmöglich sein, z.B. in Türkisch. Die DGB-Mindestlohn-Hotline: 0391 / 4088003 (zum Festnetztarif) wird biszum 31. März 2015 montags bis freitags von 7 bis 20Uhr sowie samstags von 9 bis 16 Uhr erreichbar sein.

10 Fragen zum Mindestlohn

2015• NO 26 FRAU

22

Frauen arbeiten größtenteils zu niedrigenLöhnen, in unfreiwilliger Teilzeit, Leih-oder Zeitarbeit, befristet, zu „flexiblenArbeitszeiten“ und in ungesichertenBeschäftigungsverhältnissen, wie „Mini-

jobs“. Weniger als ein Drittel der arbeitenden tür-keistämmigen Migrantinnen arbeiten insozialversicherungspflichtigen Tätigkeiten. Fra-uen sind im europäischen Vergleich in Deutsch-land im Niedriglohnsektor überrepräsentiert. DerFrauenanteil am Niedriglohnbereich beträgt ins-gesamt 69,6%. Weniger Lohn bedeutet wenigerGeld am Monatsende. Immer mehr Menschen unddarunter eben auch viele Frauen, sind oder wer-den arm, obwohl sie arbeiten. Das Risiko, arbeits-los zu werden, ist für Migrantinnen und Migrantenin Deutschland anderthalbmal höher als bei De-utschen.

Immer mehr Geringverdiener können von ihrem Ein-kommen nicht leben. Nach einer aktuellen Studie derUniversität Duisburg-Essen, waren 1,3 Millionen Mensc-hen, die einer Arbeit nachgehen, auf zusätzliche Sozi-alleistungen nach ALG II angewiesen. Fast jeder Drittemuss so trotz Arbeit ergänzend „aufstocken“. Es ble-ibt dabei: Arbeit muss zum Leben reichen- das giltauch für Migrantinnen. Besonders gravierend ist dieseEntwicklung für Frauen. Sie stellen nicht nur Dreiviertelder Geringverdiener dar, sondern verdienen auch beigleicher Arbeit rund 23 Prozent weniger Lohn als Män-ner.

Das ist nicht die Arbeitswelt, die wir uns vorstellen.Das ist nicht die Zukunft, die wir uns wünschen.

Der Kampf für existenzsichernde Löhne und ge-

rechte Arbeitsbedingungen ist daher gleichzeitig derKampf von Frauen für ihre Gleichstellung und ihremRecht auf ein selbstbestimmtes Leben!

• Gleicher Lohn für gleiche und gleichwertige Ar-beit!

• Sozialversicherungspflicht ab dem 1.Euro!• Eigenständige Arbeitserlaubnis – unabhängig

vom Ehemann• Ausweitung und Stärkung der Weiterbildung

für Migrantinnen

Gegen Rassismus und AusgrenzungIn den letzten Wochen wurden in verschiedenen

Städten Deutschlands Demonstrationen und Kundge-bungen veranstaltet, wo die „Patriotischen Europäergegen die Islamisierung des Abendlandes“ (Pegida)marschieren. Die Zahl der Teilnehmer ist nicht zu un-terschätzen. Im Januar haben Fanatiker etliche Redak-teure in Paris brutal ermordet. Nun benutzt Pegida diegrausame Tat, um gegen Menschen islamischen Glau-bens und Flüchtlinge zu hetzen. Damit befeuern sie dieSpirale aus Hass – und spielen den Tätern in die Hände.In ganz Europa sind rechte Parteien auf dem Vor-marsch und versuchen die Ängste der Menschengegen Flüchtlinge und die Schwächsten in unserer Ge-sellschaft zu lenken. Übergriffe auf Flüchtlinge habenim vergangenen Jahr stark zugenommen. Ob PEGIDAoder andere rassistische Kräfte oder rückwärtsge-wandte islamische nationalistische Kräfte - sie treibeneinen Keil und schüren Feindschaften zwischen Mensc-hen unterschiedlicher Herkunft und Religion. Es istdringender denn je, die Gemeinsamkeiten in den Vor-dergrund zu stellen und gemeinsam für ein besseresLeben und Zukunft einzustehen.

Wir stehen ein - Gegen Rassismus und Ausgrenzung!Frauensolidarität stärken - Für Entgeltgleichheit und sichere Arbeit!

2015• NO 26 FRAU

23

ELiF ÇiğDEM ARTAN

“Dayak, cinsel şiddet, manevî baskı, çocuğuna yapı-lan işkence ve envai çeşit eziyet karşısında dayanmagücü kalmayıp kocasını öldüren kadınların hikâyeleri...”

Gazeteciliğe 1998 yılında Evrensel gazetesindebaşlayan 1982 İstanbul doğumlu Sibel Hürtaş, çeşitliajanslar ve gazetelerde yüksek yargı muhabirliği yaptı.Adliye koridorlarında davaları takip etmek için koştu-rurken tanıştı onlarla: Canına Tak Eden Kadınlar. Farklıbahanelere uydurulan kılıfların altında kadınların kurbanedildiği cinayetlerin sıradanlaştığı bir toplumda, koca-sını öldüren kadınlar insanları şaşırtıyor. Sibel Hürtaş dabize bu istisnai ve şaşırtıcı kadınların hikâyelerini anlatı-yor.

“Çocukları okuldan alacakmış, ‘Aldırmam,’ dedim.Onun üzerine bizi dövdü. Sonra tüfeğini doldurdu. Eviniçinde biz önde o arkada, kovaladı. Yoruldu, ‘Hele biuyuyum, uyanayım seni öldürcem’ dedi bana. Tüfeğiduvara yaslayıp, uyudu. Daldıktan sonra tüfeği aldım,vurdum. Şimdiye kadar çocuklarım için katlanmıştımona, ‘Çocukları da okuldan alacaksa niye katlanayım’dedim. Vurdum. Sonra da Jandarma’ya yürüdüm, tes-lim oldum. Hiç pişman değilim, keşke daha önce yap-saymışım.”

Sibel Hürtaş, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fa-kültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Özlem Albayrak vePsikolog Alp Ardıç ile birlikte cezaevlerinin yolunu tutu-yor. Onlar aslında kadınların kocalarını neden öldürdük-lerini değil, mahkemede sanık sandalyesinde neden tekkelime etmediklerini anlamak istiyorlar.

“Tarihini hatırlamadığım bir zaman, bir duruşma sa-lonunda, benim de omuzlarım hayli ağırlaşmış, canımsıkılmış, pek keyifsiz olduğum günlerden birinde bir ka-dına rastlamıştım. Kocasını öldürmüş bir kadına. Osanık sandalyesinde, ben izleyici sırasındaydım. Yüzünübile görmedim. Sadece sessizliğiyle tanıştım, müebbethapis cezası alırken tüm duruşma salonunu kasıp kavu-ran kayıtsızlığıyla. Bir kadını neyin bu denli sessiz bıra-kabileceğini düşündüm durdum. Bu olaydan uzun yıllarsonra aklımdaki soruya yanıt bulabilmek için kadınlarınkaldığı cezaevlerine gitmeye karar verdim.” – SibelHürtaş

Görüşmelerde ortaya çıkan bulgulardan biri cinselşiddetin yaygınlığı. Zorla dışkı yedirtilen, başkasıyla cin-sel ilişkiye girmeye zorlanan, ilk eşlerinden olan çocuk-

ların ikinci eşler tarafından taciz edilmesi... Kadınlarınbazıları kocalarının bu davranışlarını “sapkın” olarak ni-telendirip susuyorken, çok azı utana sıkıla anlatabilmecesaretini kendinde buluyor. Mahkeme salonundaki il-gili-ilgisiz bir sürü kişinin bulunduğu mahşeri kalabalıkdüşünüldüğünde, kadınların neden haklarında verilenkararlara kayıtsız kalıp sustukları anlaşılabiliyor.

Kadınlar, kocalarından ve şiddetten kurtulmak için,mağdur kimliklerini bırakıp mücadele etmenin yollarınıaramışlar; baba evine, polise ve mahkemeye gidip elleriboş dönmüşler. Yaşadıkları cinsel istismarı değil, sa-dece kaba şiddeti anlatabilen kadınlar ailelerinden um-dukları desteği görmemiş ve koca evine dönmeleri içinzorlanmışlar. Bazı kadınlar intiharı bile denemiş.

Zorla, gidecek yeri, sığınacak kapısı olmadığından kı-zıyla o adamın yanına gittiğini söyleyecekti. Her güniçip kendisini nasıl dövdüğünü, sokaklara çıkıp para ka-zanması için nasıl da hırpaladığını, hatta kapı dışarı etti-ğini söyleyecekti, o kötü günlerde bile kızını hiçbırakmadığını anlatacaktı. Sustu. - Helal

Sibel Hürtaş, cezaevlerinde dinledikleri kadınların hi-kâyelerini anlatı şeklinde değil, kısa öyküler ile sunuyorokuyucuya. Böylece hem görüşme yapılan kadınlarınkimliklerini gizleyebiliyor, hem de kadının hikâyesininanlatımını güçlendirerek, biz okuyucuların durumu dahanet görebilmesini sağlıyor. Hikâyelerin belki de en vu-rucu noktası, benzer cinayet aletlerinin kullanılması; birbıçak ya da bir çekiç. Aslında kadınların bu cinayetleriuzun uzadıya planlamadıklarını ve dayanma güçlerininkalmadığı bir anda mutfakta ellerine hızlıca gelen biraletle kocalarını öldürdüklerini gösteren bu durum, kita-bın adını da tamamlıyor: Canına tak eden kadınlar.

Dayanma gücükalmayan istisnai veşaşırtıcı kadınlarınhikâyeleri

Kadın Kitaplığı

Canına Tak Eden KadınlarSibel Hürtaş, İletişim Yayınları, Temmuz 2014, 192

sayfa

2015• NO 26 KA DIN

24

ZAHiDE YENTÜR

Federal Basın Dairesi'nin ve Sol Parti Fede-ral Parlamento Milletvekili Buchenholz'undavetlisi olarak dört günlüğüne Berlin'egidiyoruz. Frankfurt Göçmen KadınlarDerneğin'den, Rüsselsheim Göçmen Ka-

dınlar Birliği Komite'sinden elli kadın bir Pazargünü, Frankfurt Tren İstasyonun'dayız. Trenimizzamanında geliyor. Bir kompartıman bize ayrılmış.Göz açıp kapayıncaya kadar Berlin'deyiz. Ya dabize öyle geliyor. Halayların, türkülerin, sohbetle-rin hızı Berlin'e kadar devam ediyor.

İlk gün Federal Alman Parlamento'sundayız. İçeri alı-nıyoruz. Parlamenterlere ayrılan oturum alanının üs-tünde halka ve basına açık tribünlere oturuyoruz.Parlemento'nun Berlin'e gelmesiyle binadaki mimari de-ğişiklikleri, Parlamento'nun geçmişini anlatıyor bir gö-revli. Daha sonra Buchenholz yerinde olmadığı için,Sabine Leidig bizi karşılıyor. Parti çalışmalarını anlatı-yor. Sorular soruluyor. En çok da, göçmen kadınlarınAlmanya'daki yasal hakları üzerine soruluyor.

“Burada nası l ik i buçuk saat geçireceğ iz?”Üçüncü gün, eski Doğu Berlin'de bulunan Berlin Karl-

horst “Alman-Rus Müzesin'deyiz. 1945'de Kızıl OrduNazi faşizmini yendikten sonra, daha sonraki kuşaklaraNazilerin saldırılarını, halkların faşizme karşı nasıl müca-dele ettiğini anlatmak için Sovyetler Birliğinin önerisiyleyapılmış müze. Müze'ye girerken, “burada iki buçuk

saati nasıl geçireceğiz” diyor bazı kadın arkadaşlar. İlkolarak, İkinci Dünya Savaşını bitiren kaputülasyonun ya-pıldığı salondayız. ABD, İngiltere, Fransa, Sovyetler Bir-liğinin savaşın galipleri olarak oturduğu bu salondaAlman Nazilerine kapının bir kenarına itilmiş masada yerayrılmış. Diğer masalarda bir şenliğin izleri göze çarpar-ken, Alman Ordu'sundan Hava, Kara ve Deniz Kuvvet-lerinden birer generalin oturduğu masada su bardaklarıvar.

Müzeyi gezmeye devam ediyoruz. Goebels'in Naziordusuna kesin talimatları:“Yahudiler bir faredir, öldü-rün”, “bolşevikler yılandır, boynunu ezin”, “Alman ordu-sunun işgal ettiği yerlerdeki birliklere merkezdenyiyecek ve ihtiyaç nakli yapılmayacaktır. Çünkü oralar-daki gıda stokları ve malzemeler savaşan Alman Or-du'suna verilmek zorundadır”, “savaş esirlerine kurşunharcamayın. Bırakın açlıktan ölsünler”. Savaş ve insanlıksuçları listesi uzuyor. Kızıl Ordu'ya ait bir paltoyu gir-mek, Kızıl Ordu subayı olmak hemen oracıkta kurşunudizilme nedeni.

Bir zeka cetveline rastlıyoruz. Halkların zeka veahlak düzeyini ölçen bir cetvel. Batı ve Kuzey Avrupahalkları uygar insana daha yakın, Doğu'ya ve Güney'egittikçe halkların ahlak ve zeka düzeyi düşüyor bu cet-vele göre. Bir cam vitrindeki üç çocuk ayakkabısı yüre-ğimizi burkuyor. Doğu'daki bir toplama kampındangeriye kalan diğer eşyaları görüyoruz.

Sovyet kadını faş izme karş ı d irendiBir fotoğrafın önünde kilitleniyoruz. Nazi askerlerinin

arasında bir Kızıl Ordu kadın askeri. Sovyetler Birliği'ninordusunda onbinlerce kadın, sosyalist Anavatanın ve

Berlin gezisindennotlar

2015• NO 26 KA DIN

insanlığın faşizmin elinden kurtulması için savaşmaktan ve can-larını vermekten çekinmemişler. Naziler, bu kadınlardan biriniesir aldığında, türlü işkenceleri üzerlerinde dener, hatta cephegerisindeki ailelerine de birer fotoğrafını gönderirmiş. NazımHikmet'in “Tanya” şiirini hatırlıyorum birden.

Bir grup Nazi’nin arasında mağrur ve sakin duruyor kadın.Nazilerin ağzı kulaklarında. Bir sirk hayvanına bakar gibi bakı-yorlar kadına. Sadece küçük burnunun üzerindeki ince kırışıklık-tan iğrenme duygusu yakalıyorum. Başına gelecekleri biliyorelbet. Birazdan saçlarını usturayla sıfıra vuracaklar, gömleğinigöğüslerini ortada bırakacak şekilde aşağıya çekecekler veidam edildiğinde boynuna bir yafta asacaklar. Kadın sakin vemağrur. Başını usulca öne dikerek birşeyler anlatıyor. Faşistlerne yaparsa yapsın birgün zaferin geleceğini de biliyor olmalı.İkinci Dünya Savaşında, yaklaşık 30 milyon insan öldürüldü.Bunun 6 milyonu Yahudilerdi. 7 milyonu diğer halklar. SovyetlerBirliği’nin ödediği fatura ise çok yüksek: 17 milyon Sovyet va-tandaşı. Hitler, tarihte ilk kurulan işçi devleti Sovyetler Birliği'neazgınca saldırdı. Bu müzede açıkça görmek mümkün bu ger-çeği.

Pol it ika tart ışmak hoşumuza gidiyorMüzeden çıkıyoruz. “Burada nasıl iki buçuk saat geçirece-

ğiz” diyen kadın arkadaşlar, “akşama kadar kalamaz mıyız bu-rada” diye soruyorlar. Ayağımızı sürüye sürüye çıkıyoruzmüzeden. Kobane'deki savaşı tartışıyoruz. “Çıkar savaşları veinsanların katledilmesi bitti sanki” diyor bir kadın arkadaş. Birdiğeri daha gerilere gidiyor ve bize Kerbela’yı anlatıyor.

Akşam otele geldiğimizde, Berlin Göçmen Kadınlar Derne-ği’nden kadın arkadaşları buluyoruz lobide. Sıcacık bir sohbetbaşlıyor. Çalışmalarımızı anlatıyoruz birbirimize. Deneyimlerimiziaktarıyoruz. Birbirimizi yüreklendiyoruz. Üçüncü günün biteceğiyok gibi.

Ciddiye mi al ındık? Berlin'deki son günümüzde, İçişleri Bakanlığı'na davetliyiz.

Alt-Mobbit'de bulunan İçişleri Bakanlığı’ndan üç görevli ile bulu-şuyoruz. Görevliler kendi aralarında işbölümü yapmışlar, biri İç-işleri Bakanlığı'nın görevlerini ve örgütlenmesini anlatıyor.“Almanya'daki yabancılar” onların konusuymuş. Sunumları bitti-ğinde ve bize söz geldiğinde kamuoyunda “dönerci cinayetleri”olarak bilinen NSU davasının neden yavaş ilerlediğini soruyoruz.İçlerinden en güler yüzlüsü, bir kadın bu soruya cevap veriyor:“Elimizden geleni yapıyoruz”.

Kadın arkadaşlar tek tek söz alıp sorunlarını dile getiriyorlar.Entegrasyon kurslarının yeterli olmadığı ve kadınlara verilecekAlmanca kurslarında çocuk bakımının mutlaka yapılması gerek-tiği söyleniyor. “Entegrasyona, dil öğrenmeye evet ama bununiçin daha fazla olanak istiyoruz” diyoruz. “Göçmen Kadınlar Bir-liği, göçmen kadınların özgürleşmesi, eşit haklar elde etmesiiçin mücadele ediyor” denildiğinde genç erkek görevli “benimkarım ev işlerinden ve çocuk bakımından sorumlu. Ne varbunda?” diyor.

Eğitim sistemi eleştiriliyor. Çocuklarımızın eğitim sistemindedışlandığı, meslek eğitim yerlerinin azlığı nedeniyle iyi bir mes-lek edinemediklerini söylediğimizde şu cevabı alıyoruz: “Bu top-lumda bizim şoföre de, sıvacıya da, temizlik görevlisine dehepsine ihtiyacımız var”. Talepler devam ediyor: Yabancı diplo-maların eşitlenmesinde yaşanan sıkıntılar, kadınlara vasıflı mes-lek kursları vb. Tartışıyoruz, sorunlarımızı dile getiriyoruz,çözüm önerileri ileri sürüyoruz. Kadın görevli, bizi ciddiye aldık-larını belirtiyor. İçişleri Bakanlığı’ndan ayrıldığımızda geriyekalan iki saati Berlin'de dilediğimiz gibi kullanmamız söylendi-ğinde, kalabalık bir grupla “Simit Sarayı”na dalıyoruz. Bazı arka-daşlar alışveriş için mağazalara dağılıyor. Artık dönüş yolu.

GÖRÜŞLER:Şükran Aslan (44 yaşında, sağlıkçı, Rüs-

selheim'): Ben politik açıdan yeterli buldum ge-ziyi. Berlinin tarihsel geçmişi, yakın geçmiş vepolitika konusunda çok şey öğrendim. Herkesbirbirini tanımadığı halde kaynaştık. Diyaloğageçtik. Kadınlar birbirimizi tanıdık, sorunlarımızıpaylaştık.

Zeynep Çetin (49 yaşında, sekreter veFrankfurt): Benim için çok güzel geçti gezi.Berlin'i daha önce görmüştüm ama bu seferbaşka bir gözle gördüm. O zamanlar 15 yaşın-daydım. Göçmen Kadınlar Birliği’nden arkadaş-larla birlikte olmak, onları daha yakındantanımak ve ortak sorunlarımızı paylaşmak çokhoşuma gitti. Almanya'nın politik yapısına iliş-kin bilgilendim. En çok parlamento binasını be-ğendim. Sovyet Müzesi’nden etkilendim.Müzede gördüklerimle Almanya'nın yakın tari-hini daha iyi anladığım gibi, İkinci Dünya Sa-vaşı’nda yapılan katliamlar sanki beniboğacaktı. İnsanlar çok dramlar yaşamış. İçiş-leri Bakanlığı’ndaki tartışmamız güzel oldu. Ka-dınlar olarak sorunlarımızı ve taleplerimizi dilegetirmemiz ve bütün bunların dinlenmesi, cid-diye alınması hoşuma gitti. Güzel bir geziydi.

Gülten Özer (42 yaşında, Frankfurt): Ençok Sovyet-Alman Müzesini beğendim. İkinciDünya Savaşı'na ilişkin hep batılıların ağzındanbilgilendik. Bir de karşı taraftan, olaylara bak-mak çok değişikti. Çok şey öğrendim bu gezi-den.

El i f Tepeli (34 yaşında, Terzi, Rüssels-heim): Seviyeli, samimi çok güzel bir ortamımızoldu. Çok güzel kaynaştık. Bu gezinin bize çokşey öğrettiğine ve kazandırdığına inanıyorum.Kadınlar kendi kabuklarından çıkarak, bir şehritarihi ve politikasıyla tanıdılar. Herkese tavsiyeederim.

Gü lseren Pel it (44 yaşında, Satış Uz-manı, Frankfurt: )İyi ki Göçmen Kadınlar Der-neği var ve ben onlarla tanıştım. İyi ki budernekten arkadaşlarım var. Derneğe üye deği-lim ama arkadaşlarla birlikte olmak çok zevkveriyor bana. İçişleri Bakanlığın'daki tartışma-mızda, sorunlarımızı ve taleplerimizi dile getir-dik. Çocuklarımızın geleceği, bugünden birşeylerin değişmesine bağlı.

Sev i l Oyan (41 yaşında, Rüsselsheim):Genel kültürümü geliştirdiği için müze gezisinibeğendim. İlk kez geliyorum böyle bir geziye.Berlin'i değişik açılardan tanımak çok faydalıoldu. Göçmen Kadınlar Derneği'ne teşekkürediyoruz. Kendi imkanlarımızla bunu yapamaz-dık. Ortamımız çok güzeldi. Dostluklarımız gü-zeldi. Kadınları biraraya getiren fikirleri veortak sorunlarıdır.

25

2015• NO 26 KA DIN

26

Günümüzün yükselen yıldızı, bir kişiyeduyulan aşk. Hayatın tek hedefi „Bay veBayan Doğru“yu bulmak. Ne büyük biryanılgı... İki kişilik dünya aslında Marx'ında söylediği gibi bencilliğin başka araç-

larla sürdürülmesinden başka bir şey değil...Okullarda öğrencilere er ya da geç dinin yerine

geçen- geçirilen- yedek ideolojiler hakkında bilgi verilir.Amaç gerçek ve gerçeküstü dünyada onları etkileyenkonularda yardımcı olmaktır. Tehlikeli 'kurtarıcılar'akarşı çocukları, gençleri güçlü kılmak adına yapılır bu.Derslerde film ve müzik yıldızlarını hele de politik lider-leri tanrılaştırmamaları, futbolda fanatikliğin zararları,para, kariyer ve aşırı sporun bağımlılık yapacağı öğreti-lir. Ne yazık ki kısa süre sonra yaşamlarına girecek engüçlü yedek din konusunda öğretmenlerinden hiçbirşey öğrenmez çocuklar: Bu tehlikeli güç aşktır... Aşktansöz ederken, hani hiçbir şarkının, hiçbir filmin onsuzolamadığı, iki kişinin birbirini görüp, delice bağlandığıromantik aşktan söz ediyoruz. Çarpılmış gibi birbirlerinibulurlar, aşk başlar ve artık hep mutludurlar, ölünceyekadar mutlu. Ah, ne kadar romantik...

Hiç kimse, hiçbir tanrı, hiçbir cennet bu kadar bizietkilemez, kuşatmaz. Yalnızlaştığımızdan mı acaba?Sözde özgürlük, istediğin gibi yaşama şansı derken birbakıyorsun bize bir üniforma giydirmişler ve kendimizinsözde seçtiği bir hayatı dayatmışlar. Buradan kurtulma-mız zorunlu, ama nasıl? Sunulan tek alternatif iki kişilikbir dünya. „Bay ya da Bayan Doğru“ yu buluverdik mi,aşkı yaşamaya başladık mı, varsın yansın dünya...

MUTLUYUZ! BAŞARDIK! BİRBİRİMİZİ BULDUK!Aşktan yedek din olarak söz etmemiz abartı falan

değil, gözlemlerin sonucu. Aşk, sahte dinlerin tüm kri-terlerine uygun: Tüm dinler gibi bu din de fedakarlığıninsanın kurtuluşuna yol açacağını söyler, başka tanrılara

izin vermez, iki kişilik bir cennet ya da tek kişilik bir ce-hennem vaat eder. Bu dinin bayramları sevgililer günü,doğum günleri ve evlilik yıldönümleridir. Bu günlerianlam ve önemine uygun kutlamayan sevgisiz kalır, ce-zalandırılır. Ana duaları: 'Seni seviyorum!', 'Sen benimherşeyimsin!' ve 'Delinim senin!' dir. İbadet formlarıöpüşmek ve cinsellik olarak belirlenmiştir. Putları, çekti-rilen resimlerdir. İbadethane yatak odası, ilahisi ise belkiilk dans edildiğinde, belki ilk elele tutuşulduğunda çalanbir aşk şarkısıdır. Yani aşkın bir sahte din olduğunu an-lamamak için insanın kör olması gerekir. Bakın duvar-lara, batılı dünyada haçtan çok kırmızı bir kalpgörürsünüz. Evlerde eskiden haç asılan, Meryem Anabibloları konulan yerlerde artık iki kişilik mutlu dünyamı-zın fotograf ve simgeleri var. Adeta bağırıyoruz: Mutlu-yuz, birbirimizi bulduk, başardık, kurtulduk!!!!

Eğer aşıksak, sürekli ;'Sanki bulutların üstünde uçu-yorum!', 'Yeniden doğmuş gibiyim!' 'Hayal alemindehissediyorum kendimi!' deriz... Gerçek dinin ermiş in-sana vaat ettiği de bunlar değil midir ki?

Evet, şimdiye kadar okuduklarınıza, 'Ne var bunda?Doğal değil mi? Bu karşı çıkışlar, mutlu olamayan, aşkıbulamayan, bulanları da kıskanan kişilerin tepkisi.' diyekarşı çıkabilirsiniz. Ama durum öyle değil!!!!

AŞKIN YAN ETKİLERİHer psikolog, her terapist aşkın tahribatları üzerine

ciltler dolusu kitap yazabilir. Kurtuluş beklentisi gerçek-leşmediğinde ortaya çıkan tahribatlar üzerine! İnsanınkurtuluşu başka bir insana bağlanarak gerçekleşmez kı-sacası! Size yeryüzünde cennet vadeden(ler) yaşamı-nızı cehenneme çevirebilir(ler)... Karşılıklı büyükbeklentiler sizi kendiniz olmaktan çıkarır ve büyük hayalkırıklığına yol açarlar. Bulutlar üzerinde uçarken bir ba-karsınız yere çakılıvermişsiniz. Taptığınız kişi zamanlahuysuz, bencil birine dönüşüverir. Hoşunuza gitmeyenbirçok yanı olduğunu görüverirsiniz, bu da normaldir.

Dünyayı aşk mı kurtaracak?

27

2015• NO 26 KA DIN

Artık bundan sonra yapabileceğiniz şey sab-rınıza güvenerek 'aşk'ı yaşatmaya çalışmak-tır.

Psikiyatr M. Scott Peck, romantik aşkınen büyük yalan olduğunu söylüyor. Kendi-sine tedaviye gelenlerin filmlerdeki, şarkılar-daki aşkı aradıklarını, bulamadıklarında altüstolduklarını belirterek; 'Bu insanlar hayatıngerçekliklerinden kaçarak, iki kişilik bir dün-yaya sığınıyorlar. Issız bir adada yaşar gibi,başkalarına, başkalarının sorun ve acılarınagözlerini yumarak tekleşmeye çalışıyorlar.Bunun olamayacağını gördüklerinde ise ol-durmak için korkunç bir enerji harcıyorlar.Yine de olmayınca yıkılıyorlar.' diyor. ErichFromm, bu durumu 'sahte aşk' adını vererekgözler önüne seriyor: 'Hiç kimse ebediyen,bir zamanlar deliler gibi sevdiği birinin tümihtiyaçlarına cevap veremez, yaşamını o in-sana göre düzenleyemez. Bu nedenle deligibi sevdiğini düşündüğü yeni bir insan ararve kısır döngü başlar...'

Yine de 3Bay ve Bayan Doğru“ arayışısürer gider. Bu arayışın bir başka nedeni deyalnız yaşayan, evlenmeyen kişiye toplum-sal bakıştır. Eşi olmayan kişi beceriksizdir,boşanmış kişi evliliği bile yürütememiştir,başka ne yapabilir ki? Kimine acınır, çöpça-tanlık yapılmaya başlanır, kimine ise gülünür,'ondan adam ya da kadın olmaz!' denir.

GENİŞLETİLMİŞ BENCİLLİKAşkı göklere çıkaranlardaki iki yüzlülük de

bambaşka bir şeydir. Belki de onların aşkıkutsal, temiz ve ebedi olduğu için... Kimsever eşini başka bir kadına duyduğu aşknedeniyle terkeden erkeği? Beşinci kez aşkevliliği yaptığını söyleyen kadına hangi gözlebakılır? O nedenle aşk bitti denmez, ayrılı-nan kişinin fiziki veya ruhi olarak çok değiş-tiğinden, ilk tanışılan kişi olmaktançıktığından söz edilir... Ne olursa olsundemek ki 'Bay ve Bayan Doğru' bulunma-mıştır. Bulununca o iki kişilik dünya kurula-caktır. Bir gün karşına çıkıverecektirölünceye kadar elele, dizdize, gözgöze ola-cağın kişi... Aşk işte, sahte dindir aşk:Sorun insanın doğasında değil, henüz kısme-tinle karşılaşmamanda. Bir bul kurtulacaksın,bulutların üstünde dolaşacaksın, yenidendoğmuş gibi olacaksın. Gözlerin kimseyi gör-meyecek, dünya yansa umurunda olmaya-cak... Ah, ne romantik!

Yazımızı Karl Marx'tan bir sözle bitirelimen iyisi: "Sevgi sadece bir insana bağlılıkdeğildir. Bir tutumdur. Kişinin sadece birsevgi nesnesine değil, bütünüyle dünyayabağlılığını gösteren bir kişilik yapısıdır. Kişisadeci bir tek kimseyi seviyor, başka herşeye karşı ilgisiz kalıyorsa sevgisi sevgideğil, genişletilmiş bencilliktir.”

Söyleyin bakalım şimdi: Marx da mı baş-kalarının mutluğunu kıskanıyor(du)?

M. Günther'in FAS'taki yazısı esas alına-rak Semra Çelik tarafından derlendi.

DENiZ HELD / YASEMiN ALBAYRAK INCE

25 Kasım'da Kassel Friedrichsplatz'ta Uluslararası Ka-dına Karşı Şiddetle Mücadele Günü vesilesiyle hazırlanansokak standında, Almanya'da özellikle göçmen kadınlarınuğradığı şiddete dikkat çekmek ve halk arasında farkındalıkyaratmak amacıyla çeşitli konuşma ve sergiler gerçekleşti-rildi.

Kassel Kadınlar Birliği, Göçmen Kadınlar Birliği KasselGrubu ve kadın hakları örgütü Terre des Femmes'nin bera-ber organize ettiği etkinlikte Kadın Sığınma Evi, Kassel TürkKadınlar Birliği, ver.di (Birleşik Hizmet Sendikası), KasselBelediyesi Kadın Bürosu ve Kassel DIDF Kadın Kolu gibidiğer kadın organizasyonları da yer aldı. Göçmen KadınlarBirliği'nden Bircan Özdemir'in Türkçe ve Almanca olarakokuduğu bildiride, kadına uygulanan şiddetin Almanya'dayüksek olduğuna dikkat çekildi ve sorunun kökenlerinin ata-erkil sistemin yanısıra toplum içinde kabullenilmiş kadınınerkeğe eşit olmadığını iddia eden anlayışta aranması gerek-tiği anlatıldı. Ayrıca kendi ayakları üzerinde durabilen güçlübireyler olabilmeleri için kadın göçmenlerin haklarının artırıl-ması gerektiğinin de altı çizildi. Şiddeti kınayan ve bu so-runa karşı ciddi bir savaş verilmesini savunan kadınaktivistler, ayrıca ekim ayında öldürülen arkadaşları MehtapSavaşçı'nın ve Offenbach'ta tacize uğrayan iki genç kızayardım etmek isterken aldığı darbe sonucu yoğun bakımagiren ve sonrasında beyin ölümü gerçekleşen üniversite öğ-rencisi Tuğçe A.'nın anısına uyarı nöbeti tuttu.

Kaldırım taşlarına yerleştirilmiş döviz ve afişlerde iseerkek şiddetine maruz kalmɪş altɪ kadɪnɪn hikayesi an-latɪlɪyordu. Standɪn önünden geçmekte olan birçok ilgili va-tandaşın okuduğu bu metinlerde doğu ülkelerinden gelen,dayaktan kurtulmaya ya da boşanmaya çalışan bu kadın-larɪn eşleri tarafından nasıl öldürüldükleri anlatılıyordu.

Nazım Hikmet'in "Bulutlar Adam Öldürmesin" şiirinin deokunduğu sokak etkinliğine Mehtap Savaşçı'nın arkadaşlarıve Türkiyeli kadınlar kadar Alman vatandaşları da ilgi gös-terdi.

Kassel'deki 25 KasımEtkinliğinde Mehtap Savaşçı veTuğçe Albayrak da Anıldı

2015• NO 26 KA DIN

28

BAHAR ATÇI

Baskı ve şiddete başkaldıran, her türlübedeli göze alarak direnen kadınlar mü-cadele tarihinde yerlerini almışlardır. 25Kasım bu günlerden biridir. 25 Kasım1960 yılında, diktatörlüğe karşı müca-

dele ettikleri için Mirabel Kardeşler öldürülmüştür.Devlet olayın üzerini örtmek için trafik kazası diyegöstermeye çalışmış. Ancak daha sonraDominikCumhuriyeti Diktatörlüğü’ne karşı mücadele ettik-leri için askerler tarafından tecavüz edilerek, vah-şice öldürüldükleri ortaya çıkmıştır. Mirabelkardeşler özgürlük mücadelesi verdikleri Trujillodiktatörlüğü tarafından katledildiler!

1981 yılında Kolombiya’da toplanan Latin AmerikaKadın Kurultayı’nda bu şiddete karşı Patria, Minerva veMaria Mirabel kardeşlerin öldürüldüğü gün olan, 25Kasım, “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Müca-dele ve Dayanışma Günü” olarak kabul edildi. 25 Kasımtarihi kısacası sistemin şiddetine karşı çıkıştır.

Bugüne bakıldığında; bedenimize, kimliğimize, eme-ğimize dönük şiddet, baskı ve ayrımcılığa karşı müca-delemiz hala sürmekte...

Yasalar azınlığın, güçsüzün, ötekilerin haklarını koru-mak yerine çoğunluğu, güçlüyü, egemeni kayırmayadönükse bundan cesaret alan herkes her şeyi yapar.Maalesef bunu her alanda görmek mümkün. Erkek, ka-dına taciz, tecavüz, dayak, baskı yaparken sistem tara-fından korunacağı bilinciyle hareket ediyor. Kadınayönelik cinayetleri, şiddeti meşrulaştıran medya da ka-tilin suç ortaklığını yapıyor. Bunu yakın zamanda Türki-ye'nin en çok okunan gazetesinin Avrupa ekindegördük. Suçlunun nasıl haklı olarak gösterilmeye çalışıl-dığını okuduk. Yine Türkiye medyasında bir programdasunucu kadının reyting için, eşini öldürmüş birini nasıltopluma sempatik göstermeye çalıştığını da gördük!

Bu şiddeti uygulayanların asla münferit ve sadecepsikolojik rahatsızlığa dayalı olduğuna inanmıyorum.Dolayısıyla çözümü de kişisel tedavi veya imhada değil,toplumsal ve kamusal- kurumsal tedavi ve iyileştirmedegörüyorum.

Araştırmalara göre erkeklerin bulunduğu ortamlardakadınların daha az konuştuğu ve konuştuklarında dakarşılarındakileri destekleyici stratejiler kullandıkları ilerisürülüyor.

Feministler bu durumu kadınların, erkeklerin dünya-sını yansıtan dille iletişim kurmakta güçlük çekmelerine,konuşurken kendilerine güvenmediklerinden sık sıkonaylanmak istemelerine bağlıyorlar. Kadınların, dil kul-lanımında erkeklerle eşit olanakları paylaşamadıkların-dan, dilsel bir dışlanma yaşadıklarını ve değişikdurumlarda etkili iletişim kurmakta güçlük çektiklerinibelirtiyorlar. Böylece kadınların toplumdaki alt konumudile yansımış oluyor. Bu durum, kadının toplumdaki ko-numunun yaratılmasına ve sürdürülmesine de katkıdabulunuyor.

Toplumsal üretime katılamayan ve ev içine hapsedi-len kadınlar, düzenin “gönüllü” koruyucuları haline geti-rilmekte. Kadınlar, toplumsal üretime katılamadıklarıiçin özgürleşememekte, böylece düzenin dayatmalarınıkabullenen bir bilinci aşamamaktadır. Sadece evi içindeyaşayan, kendi ailesinin sorumluluğunu alan ev kadın-ları, doğal olarak sadece ailesinin çıkarlarını düşün-mekte, toplumsal sorunlara ve mücadeleye uzakdurmaktadırlar. Bu da beraberinde duyarsızlaşmayı, aileüyelerinin düzen içinde yer edinmesini sağlamak içinçaba harcamayı, düzenle uyumlu yaşamayı koşullamak-tadır.

Erkek egemen toplumlardaki en büyük sorunlardanbiridir bu. Konuşan kadınların sevilmediği bir dünya bu-rası. Aslında korkudan kaynaklanıyor. Bilimsel olarak ka-nıtlar var, toplumsal değerler var ve kadınlar dünyanınneresinde olurlarsa olsunlar konuştuklarında korkutur-lar. Çünkü konuşmanın devamı eylemdir. Kadınlar as-lında birçok insanın bilgisinin aksine çok iyi konuşurlaranlatmak istediklerini herkese doğru bir şekilde anlata-bilirler. Bu yüzdendir ki bunu bilen erkek egemen top-lumlarda ki dünyanın tamamında kadınların konuşmasıiyi karşılanmaz hatta çok fazla konuşan kadın öncebaba sonra çevre, daha sonra eş ve daha daha sonradiğer erkekler ve hatta etrafındaki bastırılmış sindirilmişkadınlar tarafından da kötü damgası yerler. Bu nedenle-dir ki kadınlar konuşmaktan kaçıyor, fikirlerini beyanedemiyorlar. Kadınlar doğuştan itibaren onlara çizilen;cici kız, hanım kız rollerini benimseyip, bu rolün onlaragetiri sağladığına inanarak yaşamlarını devam ettiriyor-lar ve arkadan gelen yeni cici kızlarını bu anlayışla ye-tiştirmeye gayret gösteriyorlar.

Sistemin istediği, yani kadının eve kapanışı sağlan-mış oluyor! Kadının sokakta erkekler arasında kahkahaatmasına bile karşı olan yöneticilerin de işine geliyor vebu zihniyet için bir problem teşkil etmiyor. Şiddet, güçve ataerkillik "iktidar"ın beslendiği temel alanları oluş-turuyor.

Kadınların rahatça konuşabildiği bir dünya dileğiyle...

Kadına Şiddete Hayır!

2015• NO 26 KA DIN

29

ELiF DEMiRHAN

Aynur Hayırlı, Lünen’de terzilik yapıyor. 3 çocuk an-nesi. 25 yıl önce eşiyle birlikte Almanya’ya gelir. Neylekarşılaşacağını çok tahmin edemeyen Aynur yaşadıkla-rını anlatıyor:

“O zamanlar hayalimdeki Almanya başkaydı. İşsizve dilsiz bir yaşam. Korkunç birşey. Önce dokuz ay Al-manca kursuna gittim. Pek bir şey öğrenemedim diye-bilirim. Daha sonra iş aradım.Kadınların iyi bir iş bulma olanağıkısıtlıydı. Eşim kısa bir süre sonrafabrikada iş buldu. Bu olanak ka-dınlar için biraz zordu. Dil başlı ba-şına bir sorundu. Çevremdekiyabancı kadınların hepsi temizlikişlerinde çalışıyordu. Yabancı kö-kenli kadınların çoğu özellikle te-mizlik sektöründe çalışıyordu. Bubeni ürkütmüştü. İşin hepsi işama, kadın bedeni için çok yıpratı-cıydı.

Çok gençtim, evde de oturmakistemiyordum. Sonra yaşlılara yar-dım eden bir kurumda işe başla-dım. Birkaç yıl orada çalıştım.Daha sonra başka bir yerde terzi-lik kursu verdim. İstikrarlı iş bula-madigim icin işsiz kalıyordum.

Uzun yıllar çocuğum olmadı.Çocukları çok seviyorum. İnsanlarbeni ‘çocuğu olmayan kadın’ diyebirbirlerine tanıtırlarmış. Bunu duyunca üzülüyordum.Daha sonra üç çocuğum oldu. Tek maaşla yaşam dazorlaştı derken 10 yıl önce ‘neden bir dükkan açmaya-yım’ dedim. Küçük oğlum üç buçuk yaşındaydı. Üççocuk da bakıma muhtaç durumdaydılar. Buna rağmenyaşamımı ev kadını olarak sürdürmek istemiyordum.Büyük bir cesaretle bu işe başladım. Eşim fabrika işçisive vardiyalı çalışıyor. Ama her şeye rağmen bütün ce-saretimi toplayıp kendime bir terzi dükkanı açtım“diyor.

Aynur nasıl başardığı sorumuza ise şöyle yanıt veri-yor:

“Halkımızın bir sözü var, ‘Göründüğü gibi zor değil’derler ya, benim işim tam tersine. Çok zor. Terzilik in-celik isteyen bir iş. Kendisine değer veren titiz insanlarterziye gelirler. Öyle olunca senin de çok titiz olmangerekiyor. Ben terziliği Türkiye’de öğrenmiştim. Amabizim öğrenme stilimizle buradaki terzilik çok farklı. Buzorlukların yanı sıra bir de dil sorunu yaşıyordum. Al-mancam çok mükemmel olmadığı için işimin mükemmelolması gerekiyordu. Çok güzel dikmeliydim. Benim işimşöyle zordu. Hem yabancısın, dil sorunu hala yaşıyor-sun ve yaptığın iş çok dikkat isteyen bir iş. Bunlarınhepsini bir arada nasıl yaptığımı düşününce kendim deinanamıyorum. Şunu da söylemeden edemeyeceğim.İnsan isterse birçok şeyin üstesinden gelir. Özellikle ka-dınların daha fazla üretime katılması lazım. Birincisisosyal yaşamın farklılaşır, kendine güvenin gelişir, diğerbir yandan üreten insan farklı düşünür. Emek veren

insan emek karşıtı olmaz. Değerleri korur. Daha top-lumsal düşünebilir, bu işin bana bunları kattığını biliyo-rum. Yeteneğini keşfediyorsun. Sadece dikmiyorsun,aynı zamanda dikerken düşünüyorsun, düşündüklerimidikiş gibi yazabilseydim roman yazabilirdim diyorum.

Üretime katıldığın için aile içinde de bir değerin veyerin var. Çocuklarıma da örnek oluyorum. Evde oturanüretmeyen bir kadın olmak istemedim doğrusu.

Kendimi vardiyalı çalışan bir işçi gibi düşünüyorum.İşim bitince ev işi ve çocukların so-runları başlıyor. Evle dükkan birbi-rine yakın. Bu da benim işimikolaylaştırıyor. Arada gelip makine-den çamaşırları çıkartıp asıyorum.Yemeğimi yapıyorum. Ya da çocuk-lara yemeklerini veriyorum. Aynur şöyle devam ediyor....

„Kadınların en büyük sorunuhepsini bir arada götürmek. Elbisedikerken akşam yemeğini düşünü-yorum. Çocukların günlük ödevini,okulunu.. Hangisini anlatayım ki.Koşuyorum ama yorulmuyorum.Eşler arasında da yardımlaşmaolunca birçok sorun kendiliğindençözülüyor.

Ben yaptığım işi çok severek ya-pıyorum. İşimiz gereği doğal birçevre ediniyoruz. Bir müşterim de-falarca bir pantolununu tamir içingetirdi. Pantolonun dikilecek yerikalmamıştı. Bir gün dayanamadım

sordum, ‘neden bu eski pantolonu sürekli tamir ediyor-sun?’ Üzülüyordum. Genç bir çocuk. ‘Bana verdiğin pa-ralarla yenisini alabilirsin’ dediğimde, çocuğun cevabışu oldu ’bu pantolon annemden bana kalan bir hatıra’.Annesi genç yaşta ölmüş. Bunu duyunca çok etkilen-dim. Bu tür insanlarla çok karşılaşıyorum. Bu iş ol-mazsa ben bu insanları nasıl tanırdım diyedüşünüyorum. Bir diğer müşterim, diktiğim bir iş çokhoşuna gitmiş olmalı ki, resimleyerek çerçeveye koydu-ğunu söyledi. Bizim işimiz aynı zamanda zanaattır. Buyıl müşterilerimle onuncu yılımızı kutladık. Bu on yıllıksüreç içerisinde manevi olarak kazandıklarıma bakınca‘iyi ki bu işe başlamışım’ diyorum.“

Aynur, terzilik işine başlamadan önce Alman ailelerihakkında farklı düşündüğünü ve önyargıyla baktığınısöyleyerek;

“İnsanları tanıyorsun. Bu toplum hakkında hep ön-yargılar kafamızda vardı. Ben bunları kırdım. Eğer buişi yapmasaydım bu toplumu da tanımayacaktım. Ailedüzenleri çok güzel. Birbirlerine değer veriyorlar. Ellincievlilik yıllarını kutlarlarken onların gözlerindeki sevgiyigörmenizi isterim. Birbirlerine saygılı ve sevgi dolu birtoplum. Bize benzemeyeni biz hemen kötü diye yansı-tıyoruz bu da bizim önyargımız. Ben bunların hepsinikırdım bu iş sayesinde. Bir müşterim altı yıl oğluma üc-retsiz Almanca dersi verdi. Bunların hepsi emek ve de-ğerdir. Ben bu insanlara nasıl kötü diyebilirim ki. İnsaninsandır. Çalışmıyor olsaydım, belki de çocuklarımı dakendim gibi önyargılı yetiştirecektim.“  diyor.

Çalışmıyor olsaydım...

30

Baştan söyleyeyim. Pakize teyzenizgrip oldu. Hem de haftalardır kendinitoparlayamıyor. Bu yüzden bu sayıdayazmayı onun yerine ben üstlendim.Haklı olarak kim olduğumu merak edi-

yorsunuzdur. Benimle henüz tanışmadınız.Belki ilk sayılarda bahsim geçmiş olabilir. Evet,sanıyorum adım geçti. Ben Pakize´ninMünih´te yaşayan oğluyum. Hani şu sevmediğigelininden bahsediyor ya ara ara, onun eşi.Ama bu konuya girmek istemiyorum. Ayrıcaeşimin annemle olan ilişkisi beni hiç mi hiç ilgi-lendirmiyor.

Adım Hüdaverdi. Bu kadarını bilin yeter. Ge-risi fasa fiso.

Sizinle bu sayıda paylaşmak istediğim konu,tahmin edersiniz ki, Pegida!

Nasıl bir illet, nasıl bir virüs anlamadım gitti!Saldırgaaaan, dağılaaaaan, her yana aynı andayayılaan bir hastalık! Düşündükçe sinir oluyo-rum! Hayır, yaşadığımız yüzyılda dünyayı batıve doğu alemine ayırmanın ne manası var!Döndük mü `Ali baba ve kırk haramiler`dünya-sına! Hoş geldiniz, pardon selamın aleykum ozaman! Yakında marketlerde kılıç da satsınlar,tam olsun!

Market demişken, Paris’te vahşet yaşananmarkette bir kaç insanın hayatını kurtaran, yaniinsanlık eden adama da insan gözüyle bakma-yıp „Yahudi´leri kurtaran müslüman“ gözüylebakmalarına ne demeli? Artık düpedüz dinegöre mi ayırıyoruz insanları? Vatandaşlık ya daetnik köken ayrımcılıkları demode oldu da benmi kaçırdım? Birgün uyandım ve artık bir Müs-lüman bir Yahudi´yi kurtardı, iki Müslüman yediHristiyan´ı öldürdü söylemlerinin önem kazan-dığı bir dünyada yaşadığımı fark ettim. Gerçek-ten şaşırdım. Bunları aşmıştık sanıyordum,safmışım. Peki o müslümanlık adına insanlarıkatledenlere ne demeli? Ne denir ki böyle in-sanlıklarını bir kenara atmış varlıklara! Vallaha

bilemedim. Kelimelerim tükendi. Annem olsa oyakıştırırdı onlara hemencicik bir sıfat. Hiç ol-madı yüzlerine tükürüyorum onların, der çıkardıişin içinden. Ama ben onun gibi olamadım hic-bir zaman. Hep doğru kelimeleri aradım. Amabazen vahşet öyle büyük oluyor ki kelimelervahşeti azaltabilir mi acaba düşüncesiyle kulla-nılamıyor. Bir öyle vahşet de Kobani’de yaşanı-yor. Kelimeler kifayetsiz kalıyor.

Ama Pegida öyle değil işte! Pegida´ya ağızdolu kızabiliyorsun. Pegida be git aaaaaaa! di-yebiliyorsun! Be git, rahat bırak bizi! Mikropseni! Hatta rap şarkılarına bile dahil edebiliyor-sun. Ben yaptım mesela. Bunu da sizinle sonolarak paylaşayım da benim yazım da annemin-kiler kadar eğlenceli olsun:

Pegida, Megida, deli misin Algidabilirdik, severek tüketirdiksayende ondan da tiksindik!Gıdalardan soğuttun,öff, etrafı kokuttun,Milleti korkuttumsandın fakat naber, Köln´e geldin düşman sayısından bihaber,seni kahkahalarla gönderdilerdönüs trenine bindirdiler seni gidi gida seni! seni gidi Pegida!Be git aaaaaa!Yetti beaaaaaaa!

Hadi hepinize iyi seneler. Ali´nin Ali, Chris-tian´ın Christian, Rachel´in Rachel olduğu,dinin özel hayat dışına çıkmadığı, ulu orta in-sanların dine göre sıfatlandırılmadığı, aynı za-manda düşünce özgürlüğünün bırakın vahşetetabi tutulmasını, tartışmaya bile açık olmadığıbir yeni seneniz olsun. Güzel günler, Pakizelidergi sayıları sizin olsun. Ama bu defa benimlegeçirdiğiniz için sağolun.

Hüdaverdi

Pakize Teyze2015• NO 26 KA DIN

Pegida, be gitaaaaa!

GKB Frankfurt olarak 8 Mart çalışmaları hızla devamediyor. Frankfurt Kadın Korosu bu çalışmalardan biri.

GKB kurulduğundan beri koro çalışmalarımız sürü-yor. Koro elemanlarının bir kısmı koromuzun kuruluşun-dan beri iki haftada Yusuf Sönmez hocamızınyönetiminde buluşuyor. Koro herkese açık. Bu yıl GKBkorosunun onuncı yılı olması nedeniyle şarkılarımızı ‘ha-yata güzel türküler söylüyoruz’ şiarı bütün dünyaemekçi kadınları için hep birlikte yine söyleyeceğiz.

Amacımız şöhret olmak değil. Koromuz aracılığıyla,sistem tarafında dört duvar arasına sıkıştırılmış olankadın arkadaşlarımızla birlikte birşeyler paylaşırken, varolan sorunlarımızı paylaşarak azaltmak, bir nebze deolsa kendi yeteneklerimizin de ortaya çıkmasına vesileolmak. Bizim için hem bir sosyal etkinlik hem de bir te-rapi diyebiliriz. Ayrıca koromuz Alman ve diğer uluslarınetkinliklerine de katılıyor. Bu yıl 8 Mart’ta DGB korosuile birlikte sahne alacağız. Tüm kadınları bu ve benzeriçalışmalarımızda yanımızda görmek istiyoruz ve des-teklerinizi bekliyoruz.

31

2015• NO 26 KA DIN

Avrupa’dan değişik kadın örgütlerinin katılımcısıolduğu reMade and reLive! (teksilde geri dönüşümve yeniden yaşatma) proje çalışmalarının 5. buluş-ması Londra’da gerçekleştirildi. Day-Mer LondraToplum Merkezi’nde değişik atölye çalışmalarınınyapıldığı buluşmada, kadınlar ülkelerinde süren ça-lışmalardan örnekler verdi, karşılıklı deneyimlerinipaylaştı. Öte yandan kadınlar, Londra’nın tarihi veturistik mekanlarını gezdi.

AB ve Ulusal Ajans’ın “Grundtving Hayat Boyuöğrenme” programı ortaklığında 7 ülkeden 7 ortaklıbu projenin amacı “aile içi şiddete uğramış ve işsiz30-50 yaşlarında, kendi ayakları üzerinde durmakisteyen kadınların bu kapsamda bir eğitimle yaşam-larını sürdürebilmelerine yardımcı olmak”. Kullanımsüresini bitirmiş tekstil ürünlerinin geri dönüşüm ileyeniden işlenmesini hedefleyen proje ile ilgili atölyeçalışmaları Yunanistan, Almanya, İngiltere, İtalya,Hollanda, Litvanya, Türkiye’de sürüyor. Öte yan-dan öğretmen ve öğrenciler projenin gerçekleştiğiülkeleri ziyaret ederek örnek ürünleri uygulamalarıve çalışmaları inceliyorlar. Projeye katılan kadın ör-gütleri ise şunlar:

Research Centre of Women’s Affairs, GreeceBundesverband der Migrantinnen in Deutschland

e.V., GermanyASSOCIAZIONE IRENE _Iniziative Ricerche Espe-

rienze per una Nuova Europa, ItalyMoterų informacijos centras, LithuaniaFederatie van Uit Turkije Afkomstige Vrouwen

in Nederland (HTKF), NetherlandsBUCA EVKA-1 KADIN KÜLTÜR VE DAYANIŞMA

DERNEĞİ EVİ, TurkeyDAY-MER TURKISH & KURDISH COMMUNITY CEN-

TRE, United Kingdom

Göçmen Kadınlar Birliği’ne bağlı dernekleri temsileden kadınlar 7-8 Şubat tarihlerinde Neuss’da bir arayageldi. Frankfurt, Berlin, Düsseldorf, Neuss, Köln, Dort-mund, Hamburg dernekleri ve Stuttgart, Nürnberg, Bie-lefeld, Geislingen gruplarından kadınların temsil edildiğibuluşmada güncel ve politik gelişmelerin kadınlar açısın-dan ne anlama geldiği tartışıldı, çalışmalar değerlendi-rildi ve önümüzdeki dönem açısından da planlar yapıldı.2005 yılında kurulan Göçmen Kadınlar Birliği’nin 10. yı-lını farklı etkinliklerle kutlama kararı alan temsilciler, ka-dınların hakları ve talepleri için birleşmesinin olanaklarınıyaratma doğrultusunda neler yapabileceklerini de ayrın-tılarıyla tartıştılar. Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü ha-zırlıklarını da değerlendiren temsilciler, 8 Mart’ıAlmanya’nın birçok şehrinde ayrımcılığa, ırkçılığa veeşitsizliklere karşı taleplerle ve çok yönlü etkinliklerlekutlayacaklarını da açıkladılar.

Göppingen Göçmen Kadınlar Derneği (GGKD) 25Ocak Pazar günü olağan yıllık üye toplantısını gerçek-leştirdi. Toplantıya, 2014 yılı faaliyet programının de-ğerlendirilmesi ile başlandı. 2015 yılı planlarının dayapıldığı toplantıda, Tiyatro Dialog’un gösterime sun-duğu "Aschenputtel oder was gugscht du Alibaba"adlı oyunun tanıtımı da yapıldı. 1 Mart Pazar günü Dr.Psikolog Aslı Aydın Özdemir ve sendikacı İsaf Gün’ünkatılımıyla bir panel düzenleme kararı alan kadınlar, 8Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü ise Göppingen’defarklı uluslardan kadın örgütleriyle birlikte kutlayacak-lar.

Frankfurt

ReMade ReLiveTemsilciler buluştu

Göppingen

Diğer bölgelerdeki etkinliklerimiz için:www.migrantinnnen.net

DüsseldorfDüsseldorf Göçmen Kadınlar Derneği aylık buluşmala-

rına ve etkinliklerine devam ediyor. Aralık ayında yıl sonukahvaltısında buluşan kadınlar, hem bütün bir yılı değer-lendirdiler hem de kahvaltının gelirini Kobane ile dayanış-maya ayırdılar. Ocak ayında ise Dortmund GKD üyeleriniağırlayan Düsseldorflu kadınlar, Düsseldorf ve Dort-mund’da devam eden çalışmalar konusunda deneyimlerinipaylaştılar. Düsseldorf GKD ile ilgili etkinlikler için ayrıntılıbilgi: http://www.migrantinnen-duesseldorf.de

In der Türkei sammelt sich ein landesweiterProtest gegen die Gewalt an Frauen und ander reaktionär-islamistischen Politik der AKPRegierung

Immer mehr Frauen werden Opfer von Gewalt.Jüngstes Opfer ist die 20jährige Özgecan Aslan ausMersin / Türkei.

Özgecan Aslan wurde auf bestialische Weise Opfereines Vergewaltigungs-versuchs. Um die Tat zu ver-tuschen, wurden ihre Hände abgeschnitten, ihre Le-iche verbrannt, anschließend in das nahegelegeneFluss geworfen. 3 Täter, darunter Vater und Sohn,sind zwischenzeitlich gefasst. Sie stammen aus demnationalistischen-faschistischen Umfeld der GrauenWölfe. Seither sammelt sich ein landesweiter Protestgegen das grausame Verbrechen an der jungenPsychologiestudentin.

Frauenorganisationen in allen Teilen des Landeshaben zu breiten Protesten in vielen Städten aufgeru-fen. Tausende Frauen von der Westküste bis zu denkurdischen Provinzen zeigen geschlossen ihre großeBestürzung und ihre Wut gegen das Verbrechen anÖzgecan.

„Wir trauern nicht, wir rebellieren“; „Wir werdenalles umstürzen, was Gewalt gegen Frauen rechtfer-tigt“ so die lauten Stimmen der Frauen im Protest.Die Frauenbewegung in der Türkei erstarkt. Sieumschließt immer mehr Frauen und politische Kreisein ihre Reihen und für ihre Forderungen. Sie ist einwichtiges und dynamisches Element der Demokratie-bewegung geworden, die keine Scheu mehr hat aufeine direkte Konfrontation mit Regierung. Die autori-tär-reaktionäre Politik der AKP-Regierung unter Erdo-gan / Davutoglu drängt die Lage der Frau in derTürkei in eine zunehmend verheerende Richtung.

Schluss mit der Politik, die Gewalt gegen Frauenrechtfertigt und ihren Körper für ihre reaktionäre-isla-mistische Ziele missbraucht..

Özgecan wurde Opfer in einem gesellschaftlichenKlima, in der die AKP Regierung die Unterdrückung

der Frau als „naturgegeben“ proklamiert, ihre Gleichs-tellung mit reaktionär-islamistischen Argumentenabstreitet. Offiziellen Erhebungen zufolge, habenFälle von Gewalt an Frauen, Mord und Vergewaltigungerheblich zugenommen. Offensichtlich ist dabei, dassder Anstieg von Gewalt gegen Frauen im Zusammen-hang mit der AKP-Regierung steht. So sind seit derRegierungsübernahme im Jahr 2002 Fälle von Gewaltgegen Frauen um 1.400 Prozent gestiegen. Täglichwird mindestens eine Frau Opfer von Vergewaltigung.In den letzten 5 Jahren hat die Zahl der sexuellenÜbergriffe, wie Vergewaltigung oder Belästigung, um30% zugenommen. 2012 legte die AKP Regierungeinen Gesetzesentwurf vor, mit dem das Recht aufAbtreibung grundlegend eingeschränkt und die Kai-serschnittgeburten nahezu verboten werden soll. DasGesetz wurde dank des breiten Protests der Frauen-bewegung abgewehrt. Die Praxis zeigt jedoch, dassviele staatliche Krankenhäuser zunehmend die Abtrei-bung verweigern.

Mit der als „4+4+4“ bezeichneten Bildungsreformhat Ministerpräsident Erdogan einen Freifahrtscheinfür Kinder-/Mädchenheirat ausgestellt. Im Jahr 2012wurden acht wegen Gruppenvergewaltigung und Fol-ter verdächtige Männer durch das Gericht „aus Man-gel an Beweisen“ freigesprochen“ (Fethiye-Urteil).Jedes vierte Mädchen wird Opfer von sexueller Ge-walt. In den letzten 5 Jahren hat die Zahl der sexuel-len Übergriffe, wie Vergewaltigung oder Belästigung,um 30% zugenommen; 50% der Vergewaltigungsop-fer sind jünger als 18 Jahre. Jedes vierte Mädchenwird Opfer von sexueller Gewalt.

Im vergangenen Jahr legte die AKP Regierungeinen Gesetzesentwurf vor, mit dem das Recht aufAbtreibung grundlegend eingeschränkt und die Kai-serschnittgeburten nahezu verboten werden soll.

Im November 2011 rechtfertigte ein türkischesGericht die systematische Gruppenvergewaltigung aneiner 13-Jährigen in der Stadt Mardin (Schande-Ur-teil).

Die Bilanz der AKP Regierungspolitik ist aus Sichtder Frauen verheerend. Sie ist ein tragisches Zeugniseiner islamistisch-konservativen Regierung, die Kin-derheirat legalisiert, den geistigen und politischenNährboden für Gewalt gegen Frauen legt, Täterschützt und Opfer bestraft, das Selbstbestimmungs-recht der Frau über ihren Körper nicht anerkennt undgar verletzt, sowie Politik mit dem Körper der Fraubetreibt. Ferner appellieren wir an die türkischeRechtsprechung, die bisherigen Bestrebungen hin-sichtlich einer von patriarchalischen Strukturen bef-reiten Rechtsordnung ernst zu nehmen und alsWächter der Frauenrechte zu agieren- und nicht alsderen vollstreckender Henker.

Wir solidarisieren uns dem Protest mit der Frauen-bewegung in der Türkei an; wir rebellieren mit ihnengegen den grausamen Tod an Özgecan Aslan.

Solidarität mit dem Protest gegen den grausamen Tod an Özgecan Aslan

„Wir trauern nicht, wir rebellieren!“

Bundesverband der Migrantinnen in Deutschland e.Vwww.migrantinnen.net [email protected]