276
YAKIN DOĞU ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TÜRK DİLİ ANABİLİM DALI TEZLİ YÜKSEK LİSANS PROGRAMI YÜKSEK LİSANS TEZİ MİKYASU’L-LİSAN KISTASU’L-BEYAN KÜTAHYALI ABDURRAHMAN FEVZİ GİRİŞ-METİN 2-47s. -TERİMLER SÖZLÜK DİZİNİ- SÖZLÜK TIPKIBASIM EMRAH ADAKLI 20031791 TEZ DANIŞMANI DOÇ. DR. ESRA KARABACAK 1

YAKIN DOĞU ÜNİVERSİTESİdocs.neu.edu.tr/library/4952320098.doc · Web viewSOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TÜRK DİLİ ANABİLİM DALI TEZLİ YÜKSEK LİSANS PROGRAMI YÜKSEK LİSANS

  • Upload
    others

  • View
    4

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

YAKIN DOĞU ÜNİVERSİTESİ

PAGE

8

YAKIN DOĞU ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TÜRK DİLİ ANABİLİM DALI

TEZLİ YÜKSEK LİSANS PROGRAMI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

MİKYASU’L-LİSAN KISTASU’L-BEYAN

KÜTAHYALI ABDURRAHMAN FEVZİ

GİRİŞ-METİN 2-47s. -TERİMLER SÖZLÜK DİZİNİ-SÖZLÜK TIPKIBASIM

EMRAH ADAKLI

20031791

TEZ DANIŞMANI

DOÇ. DR. ESRA KARABACAK

LEFKOŞA

2010

ÖZ

Çalışmamıza konu olan Kütahyalı Abdurrahman Fevzi Efendi’nin Mikyasu'l-Lisan Kıstasu'l-Beyan adlı eseri bir mukaddime, beş maksat ve bir hatimeden ibarettir. Yazar, eserini kaleme alma sebeplerini açıkladıktan sonra dil öğretiminin gerekleri üzerinde durmuştur. Avrupa'da dil öğretiminin nasıl önemsendiği belirtilerek bizlerin de bu konuyu önemsememiz gerektiğini anlatmıştır. Abdurrahman Fevzi Efendi, konuları açıklarken maksat ana başlığını kullanmıştır. Maksatları bablara, babları da nevlere, kısımlara, sınıflara ayırmıştır. Metnin başında ve bazen de maksatlarda açıklanması gereken ön bilgileri tevtia adı altında maddeler halinde izah etmektedir.

Metin kısmı 177 sayfadan meydana gelmektedir. Eserin başında içindekiler kısmı, terimlerin açıklandığı kısım, yazar hakkında ve basıldığı yer hakkındaki bilgilerin verildiği bir bölüm vardır. Eserin sonunda da bir doğru-yanlış cetveli bulunmaktadır. Bu durumda eser, toplam olarak 207 sayfadan meydana gelmektedir.

Çalışmamız önsöz, eserin günümüz Türkçesiyle kısmen çeviri niteliğindeki içeriği üzerine bir değerlendirmeyi de içine alan kapsamlı bir giriş, metin (2-47.sayfa), metnin tıpkıbasımı (2-47.sayfa), dilbilgisi terimleri dizin sözlüğü, sonsöz, kaynakça ve kısaltmalardan şeklinde yapılmıştır. Giriş, kısaca Türk dilbilgisi tarihi içinde Abdurrahman Fevzi’nin ve Mikyasu’l-Lisan Kıstasu’l-Beyan’ın yeri, eserin tanıtımı, yaptığımız çalışmanın metodu, eserin değerlendirilmesinden oluşmaktır.

Eser, Türk dilbilgisi tarihi içerisinde gerek içerik, gerekse dilbilgisi terimleri bakımından son derece önemlidir.

Anahtar kelimeler: Dilbilgisi, Abdurrahman Fevzi, Mikyasu’l-Lisan Kıstasu’l-Beyan, dilbilgisi kitapları, Türk dilbilgisi tarihi, dilbilgisi terimleri, Türkçe öğretimi.

ABSTRACT

About our work with the Abdurrahman Fevzi of a preface to his book Mikyasu’l Lisan-Kıstasu’l Beyan, consisting of five purpose and is a hatime. Writer, explain why his work after receiving written language teaching is focused on the needs. Importance of language teaching in Europe is by specifying how we should care about these issues told. Abdurrahman Fevzi subject heading used for the purpose of explaining. For the purpose of the section to sort parts, with part, divided in to classes. In the beginning of the text and purpose to be explained, sometimes under the name tevtia prior knowledge is described in articles.

Text consists of some 177 pages. Some of the contents of the beginning of the work, explained some of the terminology, the outhors were given information about and press about the place is a part. At the and of the work is a true-false scale. Work in this case, the total is made up of 207 pages.

Our study preface, a comprehensive introduction, the works of contemporary Turkish language partially translated in the nature of the content on the assessment, the text(2-47. page), the text of the facsimile of the (2-47. pages), grammatical terms directorie, dictionaries, and epilogue in the form were made. Brief introduction in the history of Turkish grammar, Abdurrahman Fevzi and Mikyasu’l Lisan-Kıstasu’l Beyan, presentation of the work we do this work method, work evaluation and consists of a bibliography. Today we do not use dictionary words in the text covers.

Must work with in the content on Turkish grammar, both in terms of grammatical terms is extremely important.

Key words: Grammar, Abdurrahman Fevzi, Mikyasu’l Lisan-Kıstasu’l Beyan, grammar books, history of Turkish grammar, grammatical terms, Turkish education.

ÖN SÖZ

Her dilde olduğu gibi Türkçenin tarihi boyunca dilbilgisi kitapları önemli rol oynamıştır. Biçim, söyleniş, cümle yapısı, anlam ve kelime tarihi bakımından belirli bir düzenlilik gösteren sistemli kelime gruplanmalarından meydana gelen dilin bu yönden incelenmesi olarak tanımlanan dilbilgisi, dil eğitim ve öğretiminin temelini oluşturmuştur.

Türkçe öğrenimine ve öğretimine önem verildiği bir devirde yetişen Abdurrahman Fevzi Efendi de Türk dilinin kurallarını anlatan Mikyasu’l-Lisan Kıstasu’l-Beyan adlı, üzerinde çalıştığımız eseri yazmıştır. Eseri, 1847’de yazmaya başlamış ve 1851’de bitirmiştir. Eser Türk dilbilgisi tarihi açısından son derece önemlidir. 1530’da Bergamalı Kadri’nin Müyessiretü’l-Ulûm adlı eserinden sonra, Türk dilinin Arapçanın gramerinden örneklerle de desteklenerek yazılmış olması sebebiyle son derece önem kazanmıştır. Çalışmamız Mikyasu’l-Lisan Kıstasu’l-Beyan adlı eserin 1299(1882)'da Meclis-i Maarifin izniyle İstanbul'da Mahmud Beg Matbaası'nda basılmış, Beyazıt Devlet Kütüphanesi, Osmanlıca Eserler Bölümünde, 29442 raf numarasıyla kayıtlı olan kopyası üzerinde yapılmıştır. 177 sayfa 17 bölümden oluşan bu eserin ilk 47 sayfası incelenmiştir. İnceleme, kapsamlı bir giriş, metnin Latin harflerine çevrilmesi (2-47.sayfalar arası), dilbilgisi terimleri sözlük-dizini, sözlük, tıpkıbasım, sonsöz, kaynakça ve kısaltmalar şeklinde yapılmıştır. Giriş, bölümünde Türk dilbilgisi tarihi hakkında genel bilgi verildikten sonra Kütahyalı Abdurrahman Fevzi’nin hayatı, Mikyasu’l-Lisan Kıstasu’l-Beyan’ın içeriği, tanıtımı, eserin günümüz Türkçesiyle kısmen çeviri niteliğindeki içeriği üzerine bir değerlendirme şeklindedir.

Çalışmamız Türk dilbilgisi tarihine katkısı bakımından önemli olacaktır. Bu çalışma sırasında beni yönlendiren, yardımlarını esirgemeyen, daima teşvik eden, danışman hocam Doç. Dr. Esra Karabacak'a minnet ve şükranla teşekkürlerimi sunarım. Ayrıca çalışmanın ortaya çıkması sırasında bilgisayarla ilgili teknik konularda daima yardımcı olan Öğretim Görevlisi Aykut Yasakcı’ya teşekkür ederim.

Emrah Adaklı

Lefkoşa, 2010

İÇİNDEKİLER

Öz.................................................................................................................................iii

Ön Söz...........................................................................................................................v

Kısaltmalar..................................................................................................................vii

Giriş...............................................................................................................................1

Metin.............................................................................................................................9

Eserin Günümüz Türkçesiyle Kısmen Çeviri Niteliğindeki İçeriği Üzerine Bir Değerlendirme.............................................................................................................97

Dilbilgisi Terimleri Sözlük İndeksi..........................................................................130

Sözlük.......................................................................................................................157

Tıpkıbasım................................................................................................................166

Son Söz.....................................................................................................................214

Kaynakça..................................................................................................................215

Özgeçmiş..................................................................................................................218

KISALTMALAR

Ar. :Arapça

bk. :Bakınız.

çev. :Çeviren

Far. :Farsça

hzl. :Hazırlayan

GİRİŞ

I. Dilin gramer bakımından incelenmesi ve araştırılması birtakım kuralların oluşturduğu metotlara dayanmaktadır. Yunanca yazı anlamına gelen gramma kelimesinden gelen gramer, biçim, söyleniş, cümle yapısı, anlam ve kelime tarihi bakımından belirli bir düzenlilik gösteren sistemli kelime gruplanmalarından meydana gelen dilin bu yönden incelenmesi olarak tanımlanmaktadır. Bu sistemi Türkçe için incelediğimizde Tanzimat'a kadar okullarda önem verilmediğini Arapça dilbilgisinin öne çıktığını görüyoruz. İlk Osmanlı medreselerinde eskinin devamı olarak Arapça öğretimi önemli idi. Tabii olarak Türkçenin Arapça ve Farsça ile münasebeti bu dönemde Türkçe öğretiminin kapsamlı olarak ele alınmasını engellemiştir. Anadolu Beylikleri döneminde ise Türkçeye daha çok önem verilmiş, pek çok eser yazılmıştır.

Türk gramerciliği Kaşgarlı Mahmut’un Kitabu Cevahiri’n-Nahv fi Lugati’t-Türk adlı eseriyle başlamıştır. Ancak eser kayıptır.Yine Kaşgarlı Mahmut’un Kitabu Divani Lugati’t-Türk adlı eseri Araplara Türkçe öğretmek amacıyla yazılmış dilbilgisi sözlük niteliğindedir. Tam anlamıyla bir Türkçe dilbilgisi olarak kabul edeceğimiz ilk eser ise Bergamalı Kadri’nin Müyessiretu’l-Ulum adlı eseridir. Batı Türkçesinin ilk grameridir. Eserde yer yer Türkçe şekiller verildiğinde Arapça karşılıkları da verilmektedir Tanzimat dönemi ve sonrası gramer tarihi bakımından önemlidir. Pek çok eser yazılmıştır. Batı tarzı diyebileceğimiz gramer kitapları bu dönemde yazılmıştır. İlk defa dilbilgisi terimleri kullanılmaya başlanmıştır. Bu eserlerin öncülüğünü yapan Ahmet Cevdet Paşa, dil öğretimi kitaplarıyla da bugünkü dilbilgisi kitaplarının şekillenmesini sağlamıştır. Abdurrahman Fevzi Efendi, zamanının bu akımına uyarak, Türk dilinin kurallarını anlatan Mikyasu’l-Lisan Kıstasu’l-Beyan adlı eserini yazmakla Türk diline gerçekten çok önemli bir hizmet vermiştir. Eser 1851’de basılmıştır. Hem Müyessiretu’l-Ulum ile benzerliği açısından hem de Arapça örneklere yer verilmesi ve aynı zamanda Cevdet Paşa’nın tarzından da etkilenmiş olması bakımından önemlidir. Daha sonra Türkçenin tarihî. seyri içinde pek çok farklı özelliğe sahip dilbilgisi kitapları yazılmıştır. Hepsi de yazıldığı dönemlere göre önemlidir. Bunlardan bazıları: Ahmed Cevdet. Kavâid-i Osmaniye. (İstanbul, 1267); Süleyman Paşa. İlm-i Sarf-ı Türkî. (İstanbul, 1298); Selim Sabit. Sarf-ı Osmanî. (İstanbul 1298); Ali Nazıma. Lisân-ı Osmânî. (İstanbul, 1302); Cevdet Paşa. Tertîb-i Cedîd-i Kavâid-i Osmaniye. (İstanbul, 1304); Fazlı Necib. Nev-usûl Sarf-ı Osmânî. (İstanbul, 1305), Mutavvvel Sarf-ı Osmânî. (İstanbul,1306); Atıf, M. Remzi. Kavâid-i Osmaniye. (İstanbul,1328); Ahmet Cevad. Lisân-ı Osmânî. (İstanbul, 1328); Ahmet Rasim. Amelî ve Nazarî Talîm-i Lisân-ı Osmânî. (İstanbul, 1325); Hüseyin Cahid. Türkçe Sarf ve Nahv. (İstanbul, 1326); Necib Asım.Yeni Tertib Muhtasar Osmanlı Sarfı. (İstanbul, 1308); Manastırlı Rıfat. Külliyât-ı Kavâid-i Osmaniye. (İstanbul, 1303), Hâce-i Lisân-ı Osmânî. (İstanbul, 1311); Raşid. Külliyât-ı Kavâid-i Lisân-ı Osmaniye. (İstanbul, 1317); Şemseddin Sami. Nev-usûl Sarf-ı Türkî. (İstanbul, 1310); Şeyh Vasfî. Mufassal Yeni Sarf-ı Osmânî. (İstanbul, 1316).

1928 yılında yeni Türk alfabesinin kabul edilmesiyle birlikte Türk gramerciliğinde yeni bir dönem başlamıştır. Yeni Türk alfabesiyle ilk gramer denemesi, Türk Dili Encümeni'nce 1928 yılında hazırlanan Muhtasar Türkçe Gramer adlı eserdir. Cumhuriyet döneminde bu eserle başlayan gramer yazma faaliyetleri günümüze kadar sürerek pek çok eser yazılmıştır.

II. KÜTAHYALI ABDURRAHMAN FEVZİ EFENDİ’ NİN HAYATI

(1802-1864)

Abdurrahman Fevzi Efendi, Kütahya’nın yetiştirdiği Türk diline hizmet etmiş önemli bir dil bilimcisidir. 1802 yılında Kütahya’da doğmuştur. Tam adı Seyyid Abdurrahman Halvetî er-Rufai el-Kütahî’dir. Babası, zamanın Kütahya bilginlerinden olan Sadıkzade Mustafa Efendi’dir. İlk eğitimini, memleketinde babasından din bilgisi olarak aldıktan (1828) sonra, 1829 yılında medrese eğitimi görmek için İstanbul’a gider. Müderris İmam Zade Esat Efendi’nin derslerine devam eder. Yüksek tahsilini tamamlayıp, 1833’de diplomasını alır. Müderris olur. 1834’de İstanbul’da Dâru’l-Hadis Valide Sultan müderrisliğine atanır. Bir yıl sonra (1835) da Harp Okuluna Arapça öğretmeni olarak tayin olur. Burada yirmi yıl aralıksız Türkçe, Arapça ve tarih dersleri verir. Sofya mevleviyeti rütbesine yükseltilmiştir (1858). 1863’de emekliye ayrılmış ve bir yıl sonra(1864) İstanbul’da vefat etmiştir. İstanbul, Eyüp Defterdar caddesi civarında Yâvedud Kabristanlığı’na defn edilmiştir.

Abdurrahman Fevzi Efendi, güzel ahlaklı, zeki, ilmin inceliklerine bilen, olgun, bir insan olarak belirtilmiştir. Bursalı Mehmet Tahir Osmanlı Müellifleri adlı kitabında Abdurrahman Fevzi Efendi’nin Mektebi Harbiye’de Kitabsız ismiyle şöhret olduğunu ve riyaziyyun-ı Osmaniye’den Mustafa Paşa’nın oğlu olduğunu belirtir.

III. MİKYASU’L-LİSAN KISTASU’L-BEYAN

I. Türkçe öğrenimine ve öğretimine önem verildiği bir devirde yetişen Abdurrahman Fevzi Efendi, zamanının bu akımına uyarak, Türk dilinin kurallarını anlatan Mikyasu’l-Lisan Kıstasu’l-Beyan adlı bu eserini yazmakla Türk diline çok önemli bir hizmeti olmuştur. Eseri, 1847’de yazmaya başlamış ve 1851’de bitirmiştir. Daha sonra kitabı üzerinde bazı düzeltmeler yaparak genişletmiştir. Eser, bir komisyon tarafından incelenmiş ve dilbilgisi açısından değerli görülerek kitabın basılmasına ancak yazarının ölümünden sonra karar verilmiştir. 1882’de Darüşşafaka adına basılmış ve Türkçe dersleri bu esere göre okutulmuştur. Tanzimat’ın ilk Türkçe grameri sayılmış ve yazarına Tanzimat’ın ilk Türk gramercisi ünvanı verilmişse de tamamlanma (1861) ve yayımlanma tarihi (1881) gözönünde tutulduğunda, basılı ilk gramer Keçecizade Mehmed Fuad’la Ahmed Cevdet Paşa’nın birlikte kaleme aldıkları, yarım yüzyıl okul kitabı olarak da önem kazanan Medhal-i Kavîd’dir (1851).

Türkçe gramer yazma konusunda hazırlıksız ve eğitimsiz ilk dönem Tanzimat aydınları, eğitim ve öğretimde ihtiyaç duydukları esere örnek alacakları bir sistemden yoksun olmaları ve medrese terbiyesinden geçmeleri itibarıyla en iyi bildikleri klasik Arapça için geliştirilen gramer metodu ilk çalışmalarına örnek olmuştur. Bu şablon ilk defa Anadolu sahasında yazılan ilk Türkçe gramer olan Müyessiretü’l Ulûm’da (1530) uygulanmış; fakat, yapısı ve kökeni farklı bir dil olması itibariyle Türkçeyi ele alan bu çaba sonuca varmamıştır. Aradan geçen sürede bu konuda yeni bir çalışma olmamıştır. 19. yüzyılda yazılan Türkçe gramerler, daha önce Anadolu sahasında yazılan ilk gramerin yöntemiyle benzerlik göstermiştir.

Abdurrahman Fevzi’nin takip ettiği yöntem, çağdaşlarından iki noktada farklılık gösterir: İlk olarak gramerinin çatısını kuracağı terimleri tespit etmiştir. Eserinin girişinde Istılâhât-i Mevzû’a ve Unvânât-i Muhteri’a başlığı altında terimler karşılıklarla vermiştir. Eserin bütününe serpiştirdiği diğer yeni terimlerle bunların sayısı oldukça fazladır. Arapça köklerden üretilen, ancak Türkçenin yapısına göre tespit edilen dilbilgisi terimleri açısından eser çok önemlidir. Bütün yapım ve çekim ekleri ayrı terimlerle karşılanmış, her bir mana değeri için de yeni terim karşılıkları kullanılmıştır. Eserde, anlam ayırt edici noktaları belirtmeye yönelik bir terim türetme sistemi söz konusudur. Eser, Türk Dil Kurumu uzmanlarından Ali Ulvi Elöve tarafından Dördüncü Türk Dili Kurultayı’na sunulmak üzere ilk altmış iki terimi, kendisinin türettiği karşılıklarla hazırlanmıştır(1940). Eserde, Türkçenin ses değerleriyle Arap alfabesini mukayese ederek yeni bir alfabe geliştirilmesi fikri savunulmuştur. Her sese bir harf, her harfe bir ses prensibini esas alan yeni Latin alfabesinin ilk müjdecisi olan Abdurrahman Fevzi Efendi yeni tekliflerini dilin kolay okunup anlaşılması, eğitim ve öğretimin hız kazanması için sunmuştur. En önemli görüşü, gramer başlığı altında imla, sarf(yapı bilgisi), nahv(sözdizimi) ve iştikak(türetme bilgisi)’ın birleştirilmesi gerektiğini ve ünlülerin kullanılmasının kaçınılmaz olduğunu savunmasıdır. Türkçenin ünlü sistemini göstermek için Batıda vovel(ünlü) denilen işaretlere benzer harflerin kullanılması veya her harfin ince ve kalın sıralı şekillerinin geliştirilmesi üzerinde durmuştur. Ona göre imla kılavuzunun olmayışı öğrenenin kelime kalıplarını öğrenmesini güçleştirmekte, zaman kaybına yol açmaktadır.

Abdurrahman Fevzi Efendi, Türkçenin ses yapısının temelini ince ve kalın ses uyumu oluşturduğunu vurgular. Yuvarlak-geniş ünlülerin ancak ilk hecede yer alması kuralı gibi konular etraflıca incelenmiştir. Zaman zaman standart Türkçenin dışına da çıkarak, Anadolu ağızlarından, Azeri ve Çağatay Türkçesinden de örneklerle eserinin genel Türkçeyi içine alan bir gramer olduğunu ifade etmiştir.

Şekil bilgisinde işlediği öz Türkçe kelime zenginliği ancak Cumhuriyet döneminde dikkat çekmiştir. Türk Dil Kurumu 1933’te, Türkçe söz varlığını tespit faaliyeti çerçevesinde İshak Refet’e Mikyasü’l-Lisan ve Kıstasü’l-Beyan’ı inceletmiştir. Eser, daha sonra, Jean Deny’nin Grammaire de la Langue Turque (dialecte Osmanli)’sinin tercümesinde Ali Ulvi Elöve’ye öncülük etmiştir.

Manastırlı Rıfat Efendi’nin Külliyât-ı Kavâid-i Osmâniye adlı eserinin girişinde, daha sonra da Osman Ergin’in Maarif Tarihi’nde Mikyasü’l-Lisan ve Kıstasü’l-Beyan’ın aslında iki cilt olduğu, sadece birinci cildinin Fevzi’nin oğlu Mustafa Safvet tarafından neşredildiğinden bahs edilir. Ergin eserin ikinci cildinin Hamidiye Kütüphanesi’nde olduğunu tahmin ettiğini bildirir.

Eser, 1530’da Bergamalı Kadri’nin Müyessiretü’l-Ulûm adlı eserinden sonra, Türk dilinin ikinci gramer kitabı olarak kabul edilmiştir. Anadolu sahasında Osmanlı Türkçesiyle ilgili gramer çalışmalarının ilki, Bergamalı Kadri'nin 1530 yılında yazdığı Müyessiretü'l-Ulûm adlı eseridir. Bu eserin yazılmasından yıllar sonra, 19. yüzyılda gramer çalışmaları yapılmaya başlanmıştır. Abdurrahman Fevzi Efendi’nin Mikyasu'l-Lisan Kıstasu'l-Beyan adlı eseri de bu dönemde yazılan bir eserdir. Bu eser, basım tarihinin yanı sıra yazılış tarihi itibarıyle de Müyessiretü’l-Ulûm'dan sonra yazılan ilk gramerdir. Eser, 1299(1882)'da Meclis-i Maarifin izniyle İstanbul'da Mahmud Beg Matbaası'nda bastırılmıştır. Eseri incelerken bu baskısından faydalandık. Eserin bu baskısı, Beyazıt Devlet Kütüphanesi, Osmanlıca Eserler Bölümünde, 29442 raf numarasıyla kayıtlıdır.

Mikyasu'l-Lisan Kıstasu'l-Beyan’ın metin kısmı 177 sayfa ve 17 bölümden meydana gelmektedir. Eserin başında içindekiler kısmı, terimlerin açıklandığı kısım, yazar hakkında ve basıldığı yer hakkında bilgilerin verildiği bir bölüm vardır. Bu bölüm de 22 sayfadan ibarettir. Eserin sonunda da 8 sayfalık doğru-yanlış cetveli bulunmaktadır. Baştaki 22 sayfalık bölüm ayrı, metin ve doğru-yanlış cetveli ayrı numaralandırılmıştır. Eser, toplam olarak 207 sayfadan meydana gelmektedir. Metin kısmında her sayfada 35 satır yer almaktadır. Eser, bir mukaddime, beş maksat ve bir hatimeden ibarettir. Temel bilgilerden sonra eser, konulara ve konular da aralarında bölümlere ayrılmıştır. Burada çalışmamıza dahil olan eserdeki 1. konunun 6 bölümünün üzerinde durulacaktır. Çalışmamız eserin metin kısmının ilk 47 sayfasını kapsamakttadır.

Abdurrahman Fevzi Efendi, konuları açıklarken maksat ana başlığını kullanmıştır. Maksatları bablara, babları da nevlere, kısımlara, sınıflara ayırmıştır. Buralarda açıklanması gereken ayrıntıları da hasîse, tenbih, mühimme, faide, tetimme adlarıyla açıklamıştır. Metnin başında ve bazen de maksatlarda açıklanması gereken bilgileri tevtia adı altında maddeler halinde izah etmektedir. Eserde ara başlıklar olarak ammâ ba’d, nev, kısm, mühimme, fa’ide, maksad, bab, tarik, hasâ’is, hasîse, tenbihât, tenbih, mu’tarıza, tetimme, matlab, mevzi terimleri kullanılmıştır.

Eser, Besmele ile bir başlangıcın ardından Allah’a hamdı ve Peygamber’e şükrü anlatan bir bölüm ile devam eder. Ammâ ba’d kısmı bir nevi önsözdür. Burada Abdurrahman Fevzi Efendi’nin dile verdiği önem yine kendisi tarafından anlatılır. Daha sonra aşağıdaki bölümleri içerir:

Türkçe kelimelerin fiil, isim ve edat olarak bölümlere ayrılması, fiil ile ismin türemiş, kendisinden türetilen ve kendisi kök olan(türememiş) biçimlerinin bölümlenmesi ve edatın kök(türememiş) olması, fiilin basit ve türemiş olarak bölümlere ayrılması., fiilin basit ve birleşik olarak bölümlere ayrılması., fiilin anlamlı ve anlamı eksik olan olmak üzere bölümlere ayrılması, anlam açısından tam(esas) ve eksik(yardımcı) bir fiilin geçişli ve geçişsiz olarak ayrılması., ismin belirli ve belirsiz olarak bölümlere ayrılması ve belirli isimlerin tür olarak on bir bölüm halinde incelenmesi.

Temel bilgilerden sonra eser, konulara ve konular da aralarında bölümlere ayrılmıştır:

Ekler, sesler, anlamlı kelimeler, edatlar, yardımcı sesler, işaret, asıl Türkçe kelimeler yapıları itibariyle (Arapçaya benzetilerek) sesler atılarak en az üç kök harf kalan yapılar, hece harfleri, her birinde kalınlık ve incelik kavramı, Arap dilindeki işaretler ve bu işaretlerin harflerle birleşmesi, harekelerin şekillenmesi, harflerin birbirine bitişen ve ayrık biçimleri, sessiz harflerin yanlarına konulan seslerle değişik anlamlar, hecelerle birleşmiş şekiller; harflerin eklenmesi, birleşme şekilleri, ekleri ve heceleri oluştururken uğradıkları değişimler; değişikliğe uğrayan harflerin çeşit ve bölümleri; kelimeye eklenirken ünlüsü atılan şekiller; zamirlerin bölümlere ayrılması.

Yazar, eserini kaleme alma sebeplerini açıkladıktan sonra dil öğretiminin önemi üzerinde durmuştur. Avrupa'da dil öğretiminin nasıl önemsendiği belirtilerek bizlerin de bu konuyu önemsememiz gerektiği vurgulanmıştır. Eserin en önemli özelliklerinden biri, dilbilgisi terimlerinin kullanılmasıdır. Yazarın kullandığı terimler, ne kendisinden önce yazılmış Müyessiretü'l-Ulûm'daki ne de daha sonra yazılmış gramerlerdeki terimlere benzemektedir. Mesela, görülen geçmiş zaman için o dönem gramerlerinde mazi-i şuhûdî, öğrenilen geçmiş zaman için mazi-i naklî terimleri kullanılırken Mikyasu'l-Lisan Kıstasu'l-Beyan'da mazi-i mahsusu'n-nisbe, mazi-i menkûlu'n-nisbe terimleri kullanılmaktadır. Eserde önemli bir başka özellik de fiillerin yapısının zaman, hades ve nispet diye sınıflanmış olmasıdır. Zaman, fiilin zamanını, hades fiilin hareketini, oluşunu, nispet ise fiil köklerinin ek alarak oluşturduğu biçimleri anlatmaktadır.

II. Çalışmamız sırasında eserin ilk 47 sayfası önce Latin harfleriyle okunmuştur. Eserin başındaki şükür ve dua cümlelerinden oluşan Arapça bölüm, eserin tamamı incelenmediği için çalışmamıza dahil edilmemiştir. Ayrıca en baştaki içindekiler bölümü de çalışmamıza dahil edilmemiştir. Bu bölümlerin eserin tamamıyla ilgili çalışma yapıldığında eklenmesi düşünülmüştür. Eser, ammâ ba’d bölümüyle başlatılmıştır. Metni Latin harflerine çevirmede Türk Dil Kurumu tarafından yayınlanan Yazım Kılavuzu’nun en son baskısı temel alınmıştır. Bugün de kullandığımız kelimeler yazım kılavuzundaki şekliyle alınmıştır. Yazım Kılavuzu’nda bulunmayanlarda uzatma için ^ işareti kullanılmıştır. Ayn ve hemze, kesme işaretleri ile sadece ortada kullanılmıştır. Farsça tamlamalar -i şeklinde okunmuştur. Metindeki dilbilgisi terimleri tespit edilmiş, geçtiği sayfalar belirtilmiş, sözlük dizin oluşturulmuştur. Bir terim bir sayfada birkaç kere geçmişse dizinde sadece bir defa gösterilmiştir. Bugün anlaşılması güç olan kelimeler için de bir sözlük oluşturulmuştur.

Eser, üzerine yapılan her çalışma farklı biçimdedir. Türk dilbilgisi tarihi için son derece önemli olan eserin üzerine yapılmış çalışmamız dahil bütün çalışmalar değerlendirilmeli ve Türk dilbilgisi tarihi içinde farklı alanlarda(terimler, görüşler, kelime hazinesi, anlatım biçimi gibi) ayrıntılı çalışmalara kaynak olmalıdır.

METİN*

(2) MİKYASU’L-LİSAN KISTASU’L-BEYAN

Bismillahirrahmanirrahim

(Ammâ ba’d) Erbab-i vukuf ve eshâb-i maarife tezkîr ve ihtardan müstagnî olduğu üzere dinin kıyam ve devamına ve dünyanın kıvâm ve nizamına bâdî ve sebeb-i adi olan ulûm-i diniyye ve şer’iyyeye dair ve maarif-i dünyeviyye ve sınâ’iyyeye mütedâ’ir olan kütüb-i musannafa ve resâ’il-i müellifenin çoğu elsine-i Arabiyye ve saireden bulunduğundan ve ale’l-husus bâ’is-i salâh ve dâ’i-i fellâhımız bulunan Kur’an-i mübîn ve ehâdîs-i fahru’l-mürselîn Arabiyyu’n-nazm ve’l-ibare olduğundan gerek Kur’an-i azîmu’ş-şanın ve ehâdîs-i kudsiyye ve nebeviyyenin nazm-i şerif ve meal-i münîflerine bi-kadri’t-tâka kesb-i vukuf eylememiz için gerek kütüb-i mesfûrenin meallerini tahsil birle elfâza ve ibârâtını lisan-i Türkiyye nakl ve tahvil eylememiz için ol emrde ol elsineyi az vaktte gereği gibi tahsil etmez. Umûr-i lazımadan idiği derkârdır ve bizce ise elsine-i merkumeyi vech-i mezkûr üzere tahsil ve tekmil hususu ol elsineyi yani (nahv) (sarf) (iştikâk) (hat) ismleriyle mersûm olan ulum-i Arabiyyeyi ve fünûn-i erba’a-i mezkûreden ibaret olan elsine-i ecnebiyye gramerlerini kıraat ve tekmilden başka bir suretle uyamayacağı vâreste-i kayd ve işardır. (Halbuki) bizim fünûn-i merkumeyi az vaktte gereği gibi tahsil ederek (3) makâsid-i diniyye ve metâlib-i dünyeviyyeye dair kütüb ve resâ’ilin hem meal hem mü’eddâlarını kesb-i vukuf etmez. Ve hem de ibarelerini lisanımızda peyderpey nakl ve tahvil eylemez. Âti’l-beyan umûr-i selâsenin muktezasını icraya menût ve mütevakkıfdır.

Birincisi, kelimât-i Türkiyyenin ve ol kelimâta mevzu ve dâl olan suver-i hurûf ve nukûş-i harekâtın hey’ât-i tagayyür ve tahavvülünü ve keyfiyyât-i teşekkül ve tebeddülünü ilam ve inhâ ve doğru söylenip yazmalarının tarikini ifhâm ve inbâ eder bir mecelle ve risalenin bulunmasına mütevaffıkdır. Zira elde öyle bir kitabımız olmadıkça elsine-i sairenin keyfiyyât-i tagayyürüne dair nizamâtı lisanımızın nizamıyla mukayese ve muvazene olunamayacağından başka kelimât-i Türkiyyenin bi-lâ karine okunacak surette yazılmalarının tariki dahi bilinemeyeceğinden ne elsine-i ecnebiyyenin kavânîn-i tagyiriyyesini beyan eden fünûn-i mâ ra’z-zikrâ az vaktte gereği gibi tahsil ve tekmil hususu olabilir ve ne de lisan-i âherde bulunan kütüb-i diniyye ve dünyeviyyenin ibarelerini lisanımıza nakl ve tebdil emri uyabilir.

İkincisi, fi’l-asl hurûf-i Arabiyyeden yirmi iki nev ve hurûf-i Farsîyye ve Türkiyyeden iki nev ve ancak hurûf-i Türkiyyeden bir nev harfe mevzu olup hurûf ve harekât-i Türkiyyede müştereken ve müterâdifen müstamel olan âti’l-beyan yirmi beş türlü suver-i hurûfa nukûş-i harekâtın maksad-i evvel âti’z-zikrin birinci babından anlaşılacağı vechle hurûf ve harekât-i Türkiyyeyi ifadede kusurları olduğundan ol suver ve nukûş-i müstameleyi veya mahv ve isbat ile bâb-i mezkûrda mebsût olan turuk-i selâsenin birine ircâ ederek tashih veyahut suver ve nukûş-i müstameleyi bazı alâmât ile takyîd ederek fiil-cümle ıslah etmeğe mütevaffıkdır. Zira eşkâl-i hurûf ve nukûş-i harekât suver-i kitâbet ve imlânın huyûlu ve maddesi menzilesinde olmalarıyla vech-i mezkûr üzere tashih veya ıslah olunmadıkça kelimât-i Türkiyyenin keyfiyyât-i tagayyür ve tahavvülünden ve eşkâl ve nukûş-i muharrirenin hey’ât-i teşekkül ve tebeddülünden bahs eden mesâ’ilin kâffesini mütekeffil ve müştemil olmak üzere tertib ve tanzim olunmuş olan işbu kitab ve mecelle her ne kadar kelimât-i Türkiyyeyi doğru söylemenin tarikini bildirdiği gibi doğru yazmanın tarikini dahi bildirirse de eşkâl ve nukûş-i müstamele artık ve eksik olduğu cihetle suver ve kavâlib-i matlûbadan her birine isâga ve ifrâg olunamayacağından hem mübtedîler için lisanımıza nakl ve tahvil olunacak kütübde kütüb-i Türkiyye-i mevcudede olduğu misilli anlamayacakları lugat-i ecnebiyyeyi istimale mecburiyet lazım gelecektir. Ve hem de kitâbet-i Türkiyyeyi tahsil yolunda olageldiği üzere pek çok zahmet çekilerek tekmil fünûn ve ulûma vakit kalmayacaktır.

Üçüncüsü, kütüb-i Arabiyyeden evvel-be-evvel okunması veya mütalaa olunması ehem ve akdam olanların hususen kütüb-i ehâdîs ve tefâsîrin mushaf-i şerif meselli hareke ve sükûn ve medd kasr ve temsil olunmalarına mütevaffıkdır. Zira hem ehâdîs-i nebeviyyenin ve hem kütüb-i sairenin meal ve mü’eddâları istihrac ve istinbât olunma ibarelerinin doğru okunup zabt olunmasına merbût ve ol ibarelerin doğru okunması dahi alâmât-i merkume ile mukayyed olmalarına manût olup halbuki ibârât-i mezkûre yazılageldiği üzere alâmât-i merkume ile mukayyed olmadığı surette ol ibârâtın doğru okunup zabt olunması bi’l-aks meallerini istihrac ve istinbâta tevakkuf edeceğinden ve bu ise devr-i batılı müstelzim olmakla ibârât-i merkume her hâlde doğru okunamayacağından bi’z-zarure tashih-i ibare ve kelimât için metûn-i lugata müracaatla izâ’a-i evkât etmez lazım gelecektir. Ve egerçi mesâ’il ve mübâhisine haricten vukuf ve ittilâsıyla bazı ibareleri doğru okunmuş olsa bile ol vukuf ve ittilâ’ın ibârât arasında bulunan esâmî ve elkâb meselli kelimâtı doğru okumamız hakkında bir Fâ’idesi olmayacağından bu cihetle yine metûn-i lugata müracaattan kurtulunmayacaktır.( İmdi lazımu’l-icra olan umûr-i selâse-i mesrûdeden ikinci emr yani hurûf (4) ve harekât-i Türkiyyede müstamel olan yirmi beş türlü nukûş ve eşkâli ya âti’l-beyan turuk-i selâsenin birine ircâ ile tashih yahut birkaç alamet ihdâs ve vaz ile nukûş ve eşkâl-i müstameleyi ıslah ederek kelimât-i Türkiyyeyi söylendiği gibi yazılma ve yazılanı bi-lâ karine okunma kabiline ifrâg birle kitâbet-i Türkiyyeyi hatt-ı Arabi-i mukayyed meselli silk-i nizama rabt ve hadd-i matlube iblâg etme hususu egerçi hurûf ve harekât-i Türkiyyenin ecnâs ve enva ve havası bi’l-külliyye zahire ihrac olunmuş olduğu cihetle umûr-i selâse-i mesrûdenin cümlesinden ehven ve eshel ve bununla bile fevâ’id ve menâfi’i eşmel ve ekmel bulunmuş ise de bi-lâ nizam yazıla gelen eşkâl-i kelimât-i me’lûfeyi bir mikdar tagyîr ve tebdil etme lazım geleceğinden husus-i merkumı icra ikinci ve üçüncü emrler meselli ulema-i milletin icmâ ve ittihâfına ve vükelâ-yi devletin kabul ve tasdikine mukârin irade-i gayr-i te’âde-i mulûkânenin şeref-i sudûrına mevkûl-i mevâdden bulunmuş olduğundan bundan sarf-i nazar olunmuş ve birinci emr ise yani kelimât-i Türkiyyenin keyfiyyât-i tagayyür ve tahavvülünden ve devâlî bulunan suver-i hurûf ve nukûş-i harekâtın hey’ât-i tebeddül ve teşekkülünden bahs eden mesâ’ilin kâfesini şâmil-i kütüb ve resâ’il tertib ve tanzim olunma hususu ise işar mâ ra’z-zikrden müstebân olduğu üzere hem kelimât-i Türkiyyenin her nev ve kısmını az vaktte doğru okuyup yazmamız ve bu cihetle erbab-i kalem tahsil-i kitabette ifnâ-i imar etmeyerek ulûm-i diniyye ve funûn-i hükmiyye ve sınâ’iyyeyi eyyâm-i şebâbette tekmile vakit bulmaları için ve hem ulûm-i diniyye ve fünûn-i hükmiyye ve sınâ’iyyeyi ahz ve tahsilimize vesile olan fünûn-i elsine-i Arabiyye ve saireyi az vakitte tekmil etmez. Ve bu cihetle talebe-i ulûm-i fünûn-i Arabiyyeyi tahsilde izâga-i evkât etmeyerek maksad-i aslı olan ulûm-i Kur’aniyye ve ehâdis-i nebeviyye ve şer’iyye ile istigâle ve hem de kitabet-i Türkiyyeyi tahsile ihtilâs-i vakt eylemeleri için akdem-i umûrdan bulunduğu gibi hükümet-i vâhide dahilinde bulunan akvâm-i muhtelifetü’l-elsine birbirlerinin lisanlarına arif olmadıkları surette her ne kadar müttahidetü’l-millet olsalar bile beynlerinde bu cihetle vahşet ve menâfiretin kıyamı ve herbiri diğerlerinin lisanlarına vakıf oldukları surette muhtelifetü’l-millet bulunsalar bile aralarında bu yüzden ülfet ve mevâlâtın devamı umûr-i tabî’iyyeden olduğuna nazaran devletimizin kullandığı lisanı zîr-i hükümetinde dahil ve âsûde-i hâl olan gerek müslim gerek sair bunca kabâ’il ve aşâ’irin bilip kullanmaları için dahi akdam-i umûrdan bulunmuştur. Bu surette her ne kadar müttahidetü’l-millet olsalar bile beynlerinde bu cihetle vahşet ve menâfiretin kıyamı ve her biri diğerlerinin lisanlarına vakıf oldukları surette muhtelifetü’l-millet bulunsalar bile aralarında bu yüzden ülfet ve mevâlâtın devamı umûr-i tabî’iyyeden olduğuna nazaran devletimizin kullandığı lisanı zîr-i hükümetinde dahil ve âsûde-i hâl olan gerek müslim gerek sair bunca kabâ’il ve aşâ’irin bilip kullanmaları için dahi akdam-i umûrdan bulunmuştur. Bu surette ilm-i lisan böyle menâfi’-i adîdeyi müştemil bir fenn-i celili’ş-şân iken ibrâz-i mü’essir-i cemîlede fâ’iku’l-emsâl zevât-i zevi’l-kemalden hiç birinin kemmiyyet-i hâmme-i himmeti bu muzmâr fevâ’id-i medâr cihetine sevk ve icâle ve cuybâr-i medâr-ı fikr ve ru’yeti ol vâdî semtine icra ve isâle olunması meğerse ke’l-misli’s-sair elsine-i ekâbirde mütedâ’ir işbu (kem terku’l-evvel li’l-ahirîn) kelamında merâm( şair istifham alâ vechi’l-inkâr olması ihtimaline dair makaleden sırr-i Ebu’s-Su’ûdî kabâle-i ahbâra imâle hikmetine mebni ve irâ’a tettakî gaybdan bu emrin fıtk ve rıtkı mevâlîden talib-i feyz-i ilâhî müznib muhattî sâhi seyyid Abdu’r-Rahman el-Halvetî er-Rufâ’î el-Kutahînin uhde-i ubûdiyyetlerine tefvîz ve ihale buyrulması olmuş ki mekteb-i maarif-i i’dâdiyye şâkirdânına ulûm-i Arabiyye vesaireyi talimi hengâmında (5) Avrupa mektebleri şâkirdânından dahil-i havza islam olmuş, on beş on altı yaşında efendiler eyyâm-i sibâvetlerinde mâder-zâd lisanlarının gramerlerini okumuş oldukları cihetiyle birkaç elsine-i ecnebiyye gramerlerinii tekmil ve resm ve inşâ ve coğrafya ve vâfir ulûm-i riyâziyyeyi okumuş ve tahsil etmiş olduklarını ve bu zâde fünûn-i Arabiyye ve Farsîyyeyi dahi hoca efendilerin takrîrât ve tabirât-i Türkiyyelerini henüz iyice fehm ve idrak edemedikleri hâlde hem-sâlleri ve zekâda emsal ve hem hâlleri bulunan şürekâlarından daha ziyade öğrenip bilmediklerini kerrâren ve merrâren müşahade etmekle evvel-be-evvel merci-i erbab-i ilm ve marifet ve ma’haz-i eshâb-i rakam ve kitabet olmak emeliyle hurûf ve harekât-i Türkiyyenin ecnâs ve envave havâs ve evsâfından vâvu’l-hurûf ve harekâta vaz ve ta’yin olunması lazım gelen nukûş ve alâmâtın halât-i intikâş ve irtisâmından ve hurûf-i mezkûreden mürekkeb olup dâru’s-saltanatü’s-seniyye ve memâlik-i saire-i Osmaniyyede müstamel olan kelimât-i Türkiyyu’l-aslın ecnâs ve enva ve evsâfından ve keyfiyyât-i tagayyür ve tahavvülünden ve mürekkebâtın enva ve aksamından ve keyfiyyât-i Türkiyyeden ve kelimât-i merkumeye delalet eden nukûş-i mürekkebe ve eşkâl-i müellifenin hey’ât-i tebeddül ve teşekkülünden bahs ederek kelimât-i mezkûreyi doğru söyleyip yazmanın tarikini bildirir. Kavâ’id ve zavâbitin kâffesini hâvî ve hâfil ve ol kavâ’id ve zavâbiti şerh ve izah eder. Emsile ve şevâhidin âmmesini kâfi ve kâfil bir kitab-i saht-nisâb tanzim ve tertib etme hülyasına dûçâr olmuş olmakla bî-ihtiyar lisan-i garib garibu’l-beniyyâtın medâhil ve mehâricine em’ân ve enzâr ve ma’âkil ve ma’âricine i’mâl-i hendese efkâr ederek kâfe-i ahval ve mesâ’ilini ve her birinin mevâzi-i zikr ve mihâlini hâtır-i fâtir ve zihn-i kâsırında icmâlen zabt ve ihzâr etmiş idi. Egerçi ikmal-i esbab-i rufâh hâl-i enbâ cins ve himemleti için dil-i viranesinde nihân ve muzmar olan gencine-i lisan-i Türkiyyu’l-beyanî ibraz ve izhâra bir yol arardı. Lakin her asırda bulunduğu vechle tarrârân ve gaddârân kırd-i nihâd ve hussâd-i ummu’l-fesâd Ebû Cehl Nejâdların fevâ’id ve menâfi’ini inkâr etmeleri hatırasıyla davasından nukûl ve izhârdan yine izmâra udûl eder idi. Çünkü her şeyin verâ-i ıstâr-i gaybdan ref-i nikâb-i adem ve âlem-i şahâdete izhâr-i dîdâr vücud ve vaz-i kadem etmesi bir vakte merhûn bir sebebe makrûn olduğundan naçar husul-i merâmının zuhuru hengâmına dîde-dûz intizar olarak beyn-i akdâm ve ahcâm etmekte iken e’âzim-i vükelâ-yi nâdiri’l-emsâlden bir sahib-i fazl ve kemal ile vuku bulan mebâhisât-i ilmiyye hilâlinda ilm-i lisanın fevâ’id ve menâfi’ine dair tarafeynden tul ve derâz-i makalât cereyan etmekle hakkında hüsn-i zanların mahz-i ibraz-i manasında şöyle buyurdular ki el-hâletu hâzihi kavâ’id-i Türkiyyeyi câmi bir kitab-i nâfi’in telif ve tertib olunması saltanat-i seniyyenin pek aşırı emel ve matlûbu olmakla evliyâ-i umûr-i kemal-i huyûr ve surûr ile çaresini aramakta bulunmuştur. Bu surette devlet ve milletimize bir hizmet-i mahsusa olmak üzere ber vech-i matlûb bir kitab tertib etmiş olsa Gazâlî yevmu’l-kıyam ibkâ-i nîk-nâm ile be-kâm ve mazhar-i iddia-i hayriyye has u âm olmakla beyne’l-en’âm makza’l-merâm olurdunuz gibi hikmet-âmîz ve gayret-engîz kelimât ile tahrîz ve igrâ buyurmaları akdâmca cây-gîr zamiri olan hâlât ve hülyayı mâ ra’z-zikrâ tehyîc ve beş on gün murûrunda ulûm-i Arabiyyede kesb-i maharet ve tahsil-i ülfet etmiş hoca efendilerden bi’l-intihâb üç beş zevatmaarif-i simâtın tavsî daire-i malumât ederek kitab-i matlûbı tanzim ve tertibe kesb-i miknet ve kudret eylemeleri için cânib-i devletten pârsa isbâl ve isrâ buyrulmaları dahi tehyîc-i mezkûru tervîc etmekle (mütevekkilen ale’l-meliki’l-allâm) sâlifu’l-beyan kitabı kendi matlûbu üzere tanzim ve terkîme altmış üçte vaz-i kalem-i ikdâm ve tahrik berâ’a-i ihtimâm (ve el-hamduli’llahi’l-mufazzali’l-menâm) altmış sekizde peyveste hayr-i intizam ve ihtimam eylemişti. Ancak bazı ibârât ve ifâdâtını ıslah ve izah ile kâlib-i mergûb ve makbule isâga ve ifrâg etmek ve bazı fevâ’id ve zevâ’id ferâ’id-i izâfe ve ilavesiyle mümkün mertebe had-i kemale îsâl ve iblâg etmekte iken (sübhâne’l-mukaddem ve’l-mu’ahhar bi-yedihi melekûtü küllü şeyin ve hüve alâ külli şey’in kadîr) enfusu ve afâkı ketâ’ib ve nevâ’ib ve sihâm-i mesâ’ibin hücum ve nüşûbu ile şikeste-bâl ve şûrîde hayal olmakla bir mikdarını ma’a’l-futûr tastîr ve tahrîr ve bir mikdarını dahi (li’l-eyyâm en yentefise) (6) ve tîresi iktibâz-i usrin inbisât-i yusra tebeddül-i eyyâmına tecil ve tehir etmişti. (Lehu’l-minne) Pâdişâh-i Cem Haşm ve şehinşâh-i merzâş-şiyem Sultan Abdülaziz Han İbnu’s-Sultâni’l-Gâzi Mahmûd Han (lâ zalet şumûs-ı şevketihî şârikatu meded-dühûr ve’l-eyyâm ve mâ barihat akmâru re’fetihi bârikatun alâ mefâriki’l-enâm) efendimiz hazretleri bi’t-teyidi’r-rabbânî ve’l-avni’s-samadânî serîr-i hilâfet-masîr Osmânî ve Evrenk muallâ-yi cihân-bânî üzere culûs-i hümâyûn Şevket Makrûn buyurdukları rûz-i fîrûz ma’delet-burûzdan beri seciyye-i zekiyye-i mülûkâne ve şehinşeh-i marziyye-i padişahâneleri muktezası memâlik-i mahrûsa-i şahanelerinde mekîn ve zill-i zelîl bî-adîl mülûkânelerinde asayişkarîn olan sunûf-i tab’a-i saltanatlarının tezâyüd-i asayiş-i bâl ve refâh hâlleri esbab-i kâmilesini istihsâl-i emr ehemmine sarf-i makdûr ve esbab-i mezkûreyi istihsâl ise (a’ti’l-kavs bârîhâ) zabıtası her umûru ehl ve erbabına sipariş ve tefvîzinden başka bir suretle uyamayacağı kalb-i keramet meheb-gîtî sitânelerine lâyıh ve ind-i âlem-pesend mülûkânelerinde vazıh olmaktan nâşî teveccühat-i sa’adet gayât tâcdârânelerin mevhibe-i sübhaniye ve atiye-i rabbânîh olan akl ve irfan ile ihmal-i zat ve istihsâl-i ulûm ve ma’arif ile tekmil sıfât etmiş eshâb-i kemalâta ma’tuf ve maksûr buyurma menvî zamir-i şahaneleri idiği evzâ-i padişahânelerinden malum-i ekâbir ve asâgir olmakla (lâ cerem) bâzâr-i kemal ve maarif-i zaman-i yemen iktirân-i hâkânîlerinde revâcîni bulma alâmât ve emârâtı be-dîdâr olmuş ve bu cihetle dâ’iyân-i devlet-i âliye ve tab’a-i saltanat-i seniyye evlat ve ahfâdı sâye-i mulûkânelerinde tevârî (gıyâbetü’l-cüb) cehl ve nâdânîden vâreste ve zîbâyiş-i ulûm ve maarif ile ârâste olmak için esbab ve vesâ’il-i tahsilâta teşebbüse ibtidâr etmede olmalarıyla asr-i meyâmin hasr-i mülûkâneleri (savânu’l-hükm ve’l-maarif) ünvanına sezâvâr nuhbe-i a’sâr-i rüzgâr olacağı aşikâr olmuştur. Binâen alâ zâlik yâdigâr-i ahd-i hilâfet penâhi ve ömr-i sânî abd-i bâ’is fakir-i Kütahî olmak ümid ve eminesiyle bâ akdâm ve ihtimam-i aceletu’l-vakt ikmal ve itmâm Mikyasu’l-Lisan Kıstasu’l-Beyan namıyla be-nâm eylemiştir. Bu da mahfi olmaya ki lisan-i Arabın kavâ’id-i tagyîriyye ve zevâbıt-i tahviliyyesini zabt ve her birini mahall-i layıkına vaz ile taht-i nizama rabt ederek bir kitab vaz ve ibdâ etmek ulûm-i sairenin mesâ’ilini tanzim ve tertib etmeden es’ab olduğu (evvelen delil-i lemy) ilm-i lisan-i Arab merâtib-i ulûm-i kesbiyyenin en nihayetinde vakı ilm-i ictihâdın a’zam-i erkânı olmasından müstebân (sâniyen delil-i ânî) lisan-i mezkûrun ahval-i tagyîriyye-i mütenevvi’asını mübeyyen mufassal ve mücmel-i kutub-i müellife ve resâ’il-i mürettibenin kesretinden ve izah-i ahval-i tagyîriyye beyan-i ma’ânî-i külliyye ve cüziyye hususlarında e’imme lugatından sadırolan kelimât-i muhtelife ve ahval-i muztaribenin vefretinden zahir ve nümâyân olur. Egerçi elsine-i aklâm ve elsine-i a’lâm-i mütesâviyetu’l-akdâm ve elsine-i a’lâm-i mütesâviyetu’l-akdâm olmadığı meselli elsine-i tavâ’if ve ümem dahi mütesâviyetu’l-akdâm olmadığından lisan-i Araba her cihetle müsâvî ve muadil-i lisan bulunmayacağı derkâr ise de lisan-i Türkî dahi kendisinde vakı kelimât-i mütegayyire envaından ez cümle emr-i hazır-i vâhid kalîlu’l-elfâz kesîru’l-ma’ânî yüz bin sîgaya kadr-i tebdil ve tahvil olunduğundan ve hey’ât-i külliyye-i efradiyye ve terkibiyyesine dair kâfe-i kavâ’id ve zavâbiti ise şuzûddan beri ve istisnadan ârî ve her birinin uyûn ve enhârı mütesâvi’l-mecarı bulunduğundan isbat-i sânî babında kâtı’a ve ba’s-i rusul vukuunda ayet-i sâtı’a garibu’l-bünyân bir lisan-i acîbu’ş-şan olduğu vâreste-i kayd ve eş’ârdır. Bu surette lisan-i Türkî bi’l-külliyye zayi olma derecesine gelmiş iken ahval-i tagyîriyesini bi-cemî envâihâ ve aksâmihâ zabt ve her birini mahal-i layıkına kayıd ile taht-i nizama rabt ederek bir kitab-i lisan-i Arabın ahval-i tagyîriyesini zabt ve rabtın su’ûbetinden dûn ve noksan olmadığı ifade-i sabıkadan be-dîdâr ve bu cümleyi kutub-i sarf ve nahvden her biriyle muvazeneden zahir ve aşikâr olmakla mütalaaya ragbet buyuran ehl-i kemal-i hasbu’l- beşeriyye sudûru derkâr olan hafvât ve aserât ve galatât ve saktâtını ma’ânînin kemal-i dikkatinden dolayı ifâdât-i lazımanın şiddet-i su’ûbetine hamle lutfen ve keremen tashihe himmet buyuralar. (Ceza’llahu anhu mak’ad-i sıdkın men zekerehu bi-lisâni sıdkın ve bi’llahi’t-tevfîk ni’me’l-mevlâ ve ni’me’r-refîk).

(7) Mesra’-i ulûm-i lisandan nahv, sarf, iştikâk-i hattın fenn-i vâhid olması beyanındadır.

Malum ola ki kelimât-i Arabiyye ve sairenin tagayyürât-i muhtelifelerinden ve ol kelimâta delalet eden suver-i hurûf ve nukûş-i harekâtın teşekkülât-i mütenevvi’alarından bahs eden mesâ’il-i mütekessireyi lisan ve imlayı hıfz ve vikâye-i emrinde birleştikleri cihete nazaran ilm-i vâhid addetme sureti caiz olduğu gibi ol mesâ’ilin mevzuat ve fevâ’idi âti’l-beyan dört nev mevzu ve faideye raci ve muvazzi olduğu cihete nazaran dört nev ilm ad ve itibar etme sureti dahi caiz olur. Pes elsine-i ecnebiyyede vakı kelimâtın ve ol kelimâta delalet eden suver ve nukûşun tagayyürât-i mütenevvi’a ve teşekkülât-i muhtelifelerini ifade eden mesâ’il-i mütekessireyi cem ve telif hakkında suret-i evveli münasib olmağın elsine-i mezkûre eshâbı ol kelamın tagayyürâtını suver ve nukûşunun teşekkülâtını ifade ve ilam eden mesâ’il-i mütekessireyi bir mahalde kayd ve (gramer) namıyla ilm-i vâhid addetmişler. Bu surette her lisanın (grameri) ol lisanda bulunan kelimâtı ve ol kelimâtın nukûş ve eşkâlini tabir ve tahvil ve tersîm ve teşkil etmenin tarikini beyan zımnında doğru söyleyip yazmanın tarikini îzân eden mesâ’il-i kesîre-i müellifeden ibaret bir fen olmuş olur. Ve lisan-i Arabda vakı kelimâtın ve ol kelimâta dâl olan suver-i hurûf ve nukûş-i harekâtın tagayyürât-i mütenevvi’a ve teşekkülât-i muhtelifelerini beyan eden mesâ’il-i mütekessireyi cem ve telif hakkında suret-i sâniye münasib olmağın e’imme-i lugat-i Arabiyye dahi ol kelimâtı ve devâlî olan suver ve nukûşu tagayyür ve teşkil etmenin tarihini ifade eden mesâ’il-i mütekessireyi dört kısma taksim ve ol kısmları (sarf) (iştikâk) (nahv) (hat) ismleriyle birbirlerinden temeyyüz ve başka başka tertib ve tanzim etmişler. Şöyle ki bazı kelimât-i Arabiyyenin lisanca sakil olan harflerini iskân ve kalb ve hazf ve idgâm ve teshîl ile hey’âtını tagayyür ve tebdil etmenin tarihini beyan zımnında telaffuzâtını tahfîf ve tadil etmenin yolunu gösteren mesâ’il-i mütekessireyi ayrıca cem ve telif edip (sarf) ismiyle tesmiye ve tavsif etmişler. Ve bazı kelimâtın evâ’il ve evâsıt ve ahirinde hurûf ve harekât ziyade ve tenkîs ederek suretlerini tagyîr ve suver-i mütenevvi’a ve emsile-i muhtelifeye tahvil etmenin tarihini beyan zımnında manasına münasib olan mana-yi mütenevvi’a-i matlûbayı ahsar-ı vech üzere tahsil etmenin yolunu ifade eden mesâ’ili başkaca tertib ve tensik edip (iştikâk) namıyla fünûn-i saireden temeyyüz ve tefrik etmişler ve bazı kelimâtın dahi terkibde vukuu cihetinden dolayı, ancak ahirinde ya harf veya hareke veya tenkîs ederek suretlerini tagayyür ve tebdil etmenin yolunu irâ’e zımnında ma’ânîlerine alâ vechi’t-tevârüd arız olan (failiyyet) ve (mefuliyyet) ve (izafet) meselli ma’ânî-yi harfiyyeleri tahsil ve ifade etmenin tariki ilâm eden mesâ’ili cem ve tertib edip nahv ismini tensib etmişler. Ve eşkâl-i hurûf ve nukûş-i harekâtı tersîm ve teşkil ve suver-i matlûbaya tebdil ve tahvil etmek tarihini beyan zımnında imlayı hatadan savn ve vikâye etmenin yolunu ifade eden mesâ’ili dahi başkaca zabt edip (hat) namını i’tâ etmişler. İmdi kelimât-i Türkiyyenin tagayyürât-i muhtelifelerini ve devâlî olan suver-i hurûf ve nukûş-i harekâtın teşekkülât-i mütenevvi’alarını beyan eden mesâ’il-i mütekessireyi dahi kelimât-i Arabiyyenin ve devâlî olan suver-i hurûf ve nukûş-i harekâtın tagayyürât ve teşekkülâtını ifade eden mesâ’il-i mütekessire meselli dört kısma taksim ve her kısmı bir râsimle başka başka tertib ve tanzim sureti uyabilirse de mesâ’il-i mezkûrenin ekseri mütedâhile olduğundan elsine-i ecnebiyyede vakı kelimâtın ve devâlî olan nukûş ve eşkâlin keyfiyyât-i tagayyür ve teşekkülünü ifade eden mesâ’il meselli bir mecellede zabt ve kayd ve bir nam ile ilm-i vâhid addetme sureti daha münasib olduğundan mesâ’il-i mütekessire-i merkumenin kâfesi mukteza-yi lisan-i Türkî üzere tanzim ve tevsîk ve ifadeye enseb ve elyak ve ahz ve telakkiye akrab ve vâfık surette tertib ve tensik olunarak bir mukaddime, beş maksad, bir hatimeye tevzi ve tefrik olunmuştur.

(8) Mukaddime kelime-i Türkiyyu’l-aslın aksam-i mütebâyine ve mütehâlifeye inkısamı beyanındadır.

Kelime-i Türkiyyenin Fiil ve İsm ve Harf Kısmlarına İnkısamı

Malum ola ki kelime-i Türkiyye ya fiil ya ism veyahut harf olur.

Fiil şol kelimedir ki nisbet-i tâmme-i zamaniyyeye ya bi’t-tedammün veya bi’l-mutabaka delalet ede(söyle, yaz, oku, anlamalı, ol, et, eyle, kıl, idi, imiş, ise) gibi.

İsm şol kelimedir ki mefhumiyyette müstakil ve mahkûmun aleyh ve mahkum bih olmağla salih manaya delalet ede( taş, taşlık, kırık, kesik, sen, ben, o, öyle, ora, bu, şu, böyle, şöyle, bura, şura, kim, ne) gibi.

Harf şol kelimedir ki gayrıda kâin manaya delalet etmekle mensûbün aleyh ve mensub olamaya(sende, bizden, iyice, anla, ha) kelimelerinin evâhirindeki (de, den, ce, ha) kelimeleri gibi.

Fiil ile İsmin Müştâk minh ve Müştak ve Câmid Kısmlarına İnkısamları ve Harfin Câmid Kısmına İnhisarı

Fiil dahi ya müştak minhdir bi-nefsihi nisbet-i emriyyeye delalet eden emr-i hazır-i mücerredler meselli(gül, ağla, ara, yürü, oku, de, ye) gibi. Veya müştaktır (taşla, gözle, gözet, okut, okutur, okumalı) gibi. Veya câmiddir(idi, imiş, ise) gibi. Ve keza ism ya müştak minhdir(güzel, deve, şu, bu) gibi ya müştaktır(yazan, yazıcı, güzelce, devecik, deveci, şuncağız, buncağız) gibi veya câmiddir(sen, ben, öyle, böyle, şöyle, kim) gibi. Ama harf kelime-i uhrâdan ahz olunmadığı gibi kelime-i uhrâya dahi isâga ve ifrâg olunmadığından ancak câmid olur ve (fiil-i müştak) dahi ya ancak fiilden müştaktır. Bi-nefsihi nisbet-i emriyyeyi mütedammin olan emr-i hazır-i mücerredden me’hûz olup bir rebâbda zikr ve beyan olunacak emr-i hazır-i mezîdun fîhler ile maksad-i sâlisede yine birer bâbda ifade olunacak fiil-i hâl ve müstakbel ve sairleri meselli(yazdır, yazıyor, okunmaz) gibi veya ancak ismden müştaktır. Hurûf-i emriyyeden işbu (-t ) ( -dA) (-r) (-irka ya -irge) (-sA ) (-msA) (-sIr ya -sUr) (-ik ya -ik) (-kIr ya -kUr) (-l) (-lA) (-lAn) (-n) (-vAr) harflerinden birinin lühûk ve inzimâmıyla nisbet-i emriyyeyi mütedammin olan emr-i hazırlar gibi (gözet, kıcırda, ever, yadırka, esirge, susa, benimse, azımsa, aksır, öksür, acık, gecik, gözük, fışkır, kaşkır, haşkır, püskür, tüskür, tükür, diril, çoğal, gözle, semizlen, atlan, suvar) gibi. Veya bizzat fiilden ve bi-vasıta ismden ve bi’l-vasıtateyn yine fiilden müştaktır (kesiklenecek, bilmezlen, görmezlen, şaşkınlan) gibi. Ve (ism-i müştak) dahi ya ancak ismden müştaktır (taşlık, güzelce, çobancık) gibi veya ancak fiilden müştaktır (kırmak, kırık, alkı, vergi, yazı) gibi. Veya bizzat ismden ve bi’l-vasıta fiilden müştaktır (şaşkınlık, düşkünlük, azkıca) gibi. Veya bizzat fiilden veya bi’l-vasıta ismden müştaktır (taşlamak, susamak, sulak, kışlak) gibi veya bizzat ismden ve bi-vasıta fiilden ve bi’l-vasıta ismden veya bi’l-vasıtateyn yine fiilden müştaktır (görmezlenen, bilmezlenen) gibi. Istılah-i maksad-i sâlisede kaydolunacak masadırve ef’âl ve sıfât ve esmâ bi-cemî envâihâ nisbet-i emriyyeye bi-nefsihi delalet eden emr-i hazır-i mücerredden müştak ve me’hûz olduğu gibi (yazmak, yazma, yazış, yazan, yazıcı, alkı, vergi) gibi nisbet-i emriyyeye hurûf-i emriyye mâ ra’z-zikr vasıtalarıyla delalet eden emr-i hazırlardan ve işbu iki nev emr-i hazırlardan müştak olan emr-i hazır-i mezîdun fîhlerden dahi müştak olmağla (susamak, suvarmak, suvaracak, yazdırtmamalı, kışkırtmamalı) gibi. Bi-nefsihi nisbet-i emriyye-i hitabiyyeyi mütedammin olan emr-i hazır-i mücerrede (müştak minh-i hakiki) ve hurûf-i (9) emriyye vasıta ve inzimâmıyla nisbet-i emriyye-yi hitabiyyeyi mütedammin olan emr-i hazırlar ile emr-i hazır-i mezîdun fîhlere (müştak minh-i izâfî) tesmiye olunmuştur.

Fiilin Mücerred ve Mezîdunfîh Kısmlarına İnkısamı

Fiil ya mücerreddir veya mezîdun fîhdir. Ve mücerred dahi ya mücerred-i hakikidir veya mücerred-i ürfîdir. (Fiil-i mücerred-i hakiki) şol emr-i hazırdır ki bi-nefsihi nisbet-i emriyyeyi mütedammin olup hurûf-i emriyyeden ve hurûf-i mugayyeretu’n-nisbeden hâlî ola (ara, bul, oku, yaz) gibi ve (mücerred-i ürfî) şol fiildir ki ancak hurûf-i mugayyeretu’l-ihdâsdan hâlî ola (gözle, geliyor) gibi. (teferruka) müştak minh-i izâfî mücerred-i ürfîden min vech-i e’am ve min vech ehassdır. Zira hurûf-i emriyye ile mutrif olan emr-i hazırlar hem müştak minh-i izâfî ve hem mücerred-i ürfî olurlar (gözük) gibi. Ve emr-i hazır-i mezîdun fîhler ancak müştak minh-i izâfî olurlar (araşdırma) gibi. Ve hurûf-i mugayyeretu’l-ihdâsdan hâli olup hurûf-i mugayyeretu’n-nisbeden biriyle mutrif olan fiiller ancak müccerred-i ürfî olurlar (görür, gözedür) gibi. (Mezîdun fîh) şol fiillerdir ki ahirinde hurûf-i mugayyeretu’l-ihdâsdan birden altıya kadar hurûf buluna hurûf-i mezkûreden ol hurûf-i emriyyeden biri gerek bulunsun (söyleşir) gibi gerek bulunmasın emsile-i sabıka meselli (hurûf-i emriyye) bi-hasebi’s-simâ lâhik oldukları ismlerde nisbet-i emriyye-i hitabiyyenin hudûsuna sebeb olan mâ ra’z-zikrden on dört hurûf-i basîta ve mürekkebedir. (Hurûf-i mugayyeretu’l- ihdâs) şol hurûf-i basîta mürekkebe-i caizu’l-ictimadır ki emr-i hazır mücerred-i hakiki ve ürfîye birden altıya kadar lâhik olup her biri lâhik oldukları emrin mütedammin oldukları hadesi tagyîr ve tebdil edeler (söyleşdürtdürülmeli) emrindeki (ş, dIr, t, dUr, l, m) harfleri. (Hurûf-i mugayyeretu’n-nisbe) şol hurûf-i basîta ve mürekkebe mümteni’u’l-ictima’dır ki emr-i hazır mücerred-i hakiki ve ürfî ve mezîdun fîhlere lâhik olup ol emrlerin mütedammin oldukları ma’ânî-i selâseden ya ancak nisbet-i emriyyeyi veyahut ma’a’z-zaman ya mahv ile veyahut tebdil ile tagayyür edeler (yazmak, yazıyor, yazar, yazacak, yazısar, yazmalı, yazan, yazıcı, coşkun, keskin) kelimelerinin evâhirindeki (-mAk, -yor, -r, -AcAk, -mAlI, -An, -icI, -kUn, -ya, -kIn) harfleri gibi.

Fiilin Basit ve Mürekkeb Kısmlarına İnkısamı

Fiil ya lafzen ve manen basittir (yaz, söyleme) gibi veya lafzen ve manen mürekkebdir (anlayama) gibi veya lafzen mürekkeb manen basittir. (okudu, okumuş, okusa) gibi. (Fiil-i mürekkeb) şol fiildir ki ikiden yediye kadar fiil-i mezkûr ve mukadderden vech-i mahsus üzere mürekkeb ola. (yazı yazıverip duramaya yazdı) gibi.

Fiilin Tam ve Nakıs Kısmlarına İnkısamı

Fiil ya tamdır veyahut nakıstır. (Fiil-i tam) şol fiildir ki mefhumiyyette müstakil ve mensûbün bih olan hadesi mütedammin ola. (oku, yazma, yazar) gibi. (Fiil-i nakıs) şol fiildir ki mefhumiyyette müstakil hadesi mütedammin olmaya gerek aslen hadesi mütedammin olmasın gerek mefhumiyyette gayr-i müstakil mensub olmağla gayr-i salih hadesi mütedammin olsun. Bu surette fiil-i nakıs iki nev olur:

Nev-i Evvel

Hadesden bi’l-külliyye hâli ve mücerred olan (idi, imiş, ise) fiilleridir ki emr-i hazırda lâhik oldukları hurûf-i mugayyeretu’n-nisbe musâbesinde olurlar.

Nev-i Sânî

Mensûbun bih (10) olmağa salih hadesden hâli ve mücerred ve gayrıda kâin hadesi mütedammin olandır ki bi-hasebi’s-simâ iki kısma münkasımdır:

Kısm-i Evvel

Mübtedâ ile habere mülâzamet eden (ol-, eyle-, et-, kıl-) fiilleridir. Bunlardan (ol-) fiili haberde kâin-i hades ve hâleti mütedammin olup haber-i mezkûr ile bi’l-ma’iyye fiil-i lazım ile ifade olunur. (Deli ol, korkak olma. Zeyd güzel olsun.) gibi. Bunlar (Delir korkaklanma. Zeyd güzellensin.) fiilleriyle ifade olunurlar ve (eyle-, et-, kıl-) fiilleri dahi yine haberde kâin-i hades ve hâleti mütedammin olup ol haber ile bi’l-ma’iyye (-i) harfiyle mutrif mefule müte’addî fiil ile tediye olunurlar. (Zeydi deli etmez. Bekir şerbeti ekşi eylemesin, kılmasın.) gibi. Bunlar dahi (Zeyd’i delirtme. Bekr şerbeti ekşitmesin, ekşiltdirmesin.) fiilleriyle tediye olunurlar.

Mühimme

Ef’âl-i erba’a-i mezkûre nakıs oldukları gibi tam dahi olurlar. (Olan oldu. Zeyd Amr’a yardım etmesin. Amr’a bu yardımı eyle. Zeyd namazı kıldı. Namaz kıldı.) gibi. Pes ol fiili nakıs olduğu surette (kün) (sir) manalarına ve tam olduğu surette tam olan (kün) manasına olur. Ve (et-, eyle-, kıl-) fiilleri dahi nakıs oldukları surette e’imme-i lugat-i Arabiyyenin ef’âl-i tammeden addettikleri (sayyir, ic’al) manalarına ve tam oldukları surette (if’al, i’mel, isna) meselli ef’âl-i mutlaka manalarına olurlar. Bu surette (sayyir) fiili lafzen ve (ca’ale) fiili manen (sâre) fiilinin müte’addîleri ve (et-, eyle-) fiilleri dahi nakıs oldukları vakitte (ol-) fiilinin min gayri lafzihi müte’addîleri olurlar. Niteki ef’âl-i tammeden (göster-, getir-) fiilleri (gör-, gel-) fiillerinin min gayri lafzihimâ müte’addîleri olurlar. Ve keza (eydilsin, eylensin) fiilleri lafzen ve (olsun) fiili manen ef’âl-i tammeden (etsin, eylesin) fiillerinin mechulleri olurlar.

Fâ’ide

Lisan-i terekkübde (nasara) fiiline ve müştakkâtına mukabil ve ayn-i manalarını mu’arrif ve müfessir kelimât-i iştikâkiyye bulunmadığından emsile-i Arabiyyede* vakı tercüme-i Türkiyyeleri (nasara) fiilinin ve müştakkâtının mufassalları bulunan mürekkebât âti’l-beyanın tercümeleri olurlar. Şöyle ki yardım etti mürekkebi (nasara) fiilinin mufassalı olan (fa’al, nasraten) mürekkebinin ve yardım ettik mürekkebi (nasarnâ) fiilinin mufassalı olan (fa’alnâ nasraten) mürekkebinin ve yardım ettiniz mürekkebi (nasartum) fiilinin mufassalı olan (fa’altum nasraten) mürekkebinin tercümeleri olurlar ve keza Zeyd Amr’a yardım etti mürekkebi (nasara Zeydun Amran) terkibinin mufassalı olan (fa’ala Zeydun nasraten li-Amrin) terkibinin ve Zeyd bize yardım etti mürekkebi (nasara Zeydun iyyânâ) terkibinin mufassalı olan (fa’ala Zeydun nasraten lenâ) terkibinin ve bize yardım olundu mürekkebi (nusirnâ) mürekkebinin mufassalı olan (fu’ile nasratun lenâ) terkibinin ve size yardım olundu mürekkebi (nusirtum) fiilinin mufassalı (fu’ile nasraten lekum) terkibinin tercüme ve tefsirleri olurlar. Bu surette emsile-i mezkûrede ef’âl-i mechulenin tercüme-i Türkiyyeleri lafzen ve manen hata fahiş olduğu eş’ârımızı iyice teemmül ve tedebbür zahir ve aşikâr olur.

Kısm-i Sânî

Ef’âl-i mürekkebenin sâlifu’l-beyanın icra-i mutavassıta ve ahîreleri olarak müstamel olan (ver-, dur-, yat-, ko-, kal-, bil-, gör-, yaz-) fiilleridir. Bunlar ya münferiden yahut ef’âl-i mürekkebenin ceza-i evveli olarak müstamel oldukları suretlerde ef’âl-i tammeden olurlar. Ve emr-i hazırda (I, A, Up) harflerinden sonra lâhik oldukları surette ef’âl-i nakısadan olup hurûf-i mugayyeretu’l-ihdâs hükmünde olurlar. (veriver, koyuver, gidedur, okuyadur, gülüpdurma, arayıp yatma, otura ko, otura kal, uyuya kal, bilebilir, söyleyebilir, okuyagör, yaza yazdı, yazı verip, durmaya yazdı) gibi.

(11) Fiil-i Tammın ve Nakıstan Bir Kısmın Müte’addî ve Lazım Kısmlarına İnkısamı

Fiil-i tam ile fiil-i nakısdan nev-i sâniyenin kısm-i evveli ya müteaddîdir veyahut lazımdır. (Müte’addî) şol fiildir ki ya bi-nefsihi (I) lı (A) lı mefullerden birine veya ikisine mütecaviz ola veyahut edevât-i ta’diyeden işbu (r, z, r, t, d, r) harflerinin münferiden ve müctemi’an ve mükerreren vech-i mahsus üzere lühûk ve inzimâmlarıyla bir (I) lı meful leh ve dörde kadar melfûz ve mukadder (A) lı mefule mücâviz ola. (Zeyd’i gör. Amr’a bak. Parayı Zeyd’e ver. Taamı pişir. Çocuğa memeyi emzir. Parayı Bekir’e verdirttir.) gibi. Bunların ahvali inşallahu ta’âlâ maksad-i saniyede mufassalan zikr ve beyan olunur. Istılah (I) lı mefule yani (A) harfiyle mutrif olan mefule (meful-i lazımu’t-ta’akkul) ve (A) lı mefule yani (A) harfiyle mutrif olan mefule dahi (meful-i gayr-i lazımu’t-ta’akkul) tesmiye olunmuştur.

Mühimme

Bi-nefsihi ancak (I) lı mefule müte’addî olan fiil ahirine (ş, l) harflerinin lühûkuyla ancak lazım ve (n) harfinin lühûk uyla bazı surette lazım ve bazı surette ancak (A) lı mefule müteaddî olur (Zeyd, Bekir ile görüşsün. Amr dinlesin Halit övünsün. Zeyd Bekire görünsün.) gibi. Ve ancak (A) lı mefule müte’addî olan fiil ahirine şîn-i mugâlebe lâhik olduğu vaktte lazım olur (Zeyd ile fesledişin.) gibi. Ve mefulün mezkûruna müte’addî olan fiil dahi şîn-i mübalaganın ve nûn-i sakinenin lühûk uyla ancak (A) lı mefule ve şîn-i mugâlebenin lühûk uyla ancak (I) lı mefule müteaddî olur (Zeyd’in eteği ayağına dolaştı, dolandı. Bekr Halid ile bulı söyleşsin. Zeyd Amr’a söylensin.) gibi. Bunların dahi kâfe-i ahvali inşallahu’l-mennân maksad-i saniyede mufassalan beyan olunacaktır.

İsmin Nekre ve Marifeye İnkısâmı ve Marifenin bi-Hasebi’l-İstikrâ On Bir Neve İnhisarı

İsm dahi ya nekre olur veya marife olur. (Nekre) şol ismdir ki mana-yi malûma tayin olunduğu vaktte ancak zat-i mana melhûz olup ol mananın sâmi’an malumiyeti ciheti melhûz ve muteber olmaya (deve, taş, yazlık, korku) gibi. (Marife) şol ismdir ki bir manaya tayin olunduğu zamanda hem zat-i mana melhûz ola ve hem ol mananın sâmi’an malumiyeti hâleti melhûz ve muteber ola. İşbu ism hîne’l-vaz gerek bi-husûma melhûz olsun gerek emr-i âm ve kaide-i külliyye zımnında icmâlen melhûz olsun ve bu iki surette mana-yi mevzu leh dahi gerek hususa melhûz olsun gerek emr-i âm zımnında icmâlen melhûz olsun imdi marife ale’l-ıtlâk on bir nevdir.

Nev-i Evvel

A’lâm ve elkâbdır (Ali, Veli, bey, oğlu).

Nev-i Sânî

Muzmerâttır. (Ben, sen, o, ora, öyle, biz, siz) zamâ’iri gibi.

Nev-i Sâlis

Esmâ-i işarettir. (Bu, şu, bura, şura, böyle, şöyle) gibi.

Nev-i Râbi

Esmâ-i kuneviyyeden (ki) ya (kı) ismidir. (Benimki, seninki, bununki, akşamki, onunki) gibi.

Nev-i Hâmis

Sıfat-i hadesedir (Parayı veren atı alan adam geldi.) gibi.

Nev-i Sâdis

(Ol) harfiyle masdar ve mahalli olan ismdir (Ol zat daha gelmedi.) gibi.

Nev-i Sâbi

(Şol) harfiyle masdar ve mahalli olan ismdir. (Fiil şol kelimedir ki nisbet-i tâmme-i zamaniyyeye delalet ede.) gibi.

Nev-i Sâmin

(Hani) harfiyle masdar ve mahalli olan ismdir (Hani söylediğim söz yok mu işte çıktı.) gibi.

Nev-i Tâsi

(I) harfiyle mutrif olan nekredir (Atı al. Parayı ver.) gibi. Harf-i mezkûr-i marifeye lâhik olduğu surette ancak edat-i meful ve nekreye lâhik olduğu surette hem edat-i meful ve hem edat-i tarif olur.

Nev-i Âşir

(n) harfiyle mutrif nekredir. (At çulı, anın çulu) gibi. Harf-i merkum dahi marifeye lâhik olduğu surette ancak harf-i izafet ve tahsis ve nekreye lâhik olduğu surette hem edat-i izafet ve tahsis ve hem edat-i tarif olur.

Nev-i Hâdî Âşir

Ati’l-beyan zamâ’ir-i muttasladan (-m, -n, -sI, -mIz, (12) -sInIz, -lArI) zamâ’irine muzâf olan ismdir (gülem, gülen, gülesi, güleniz, güleleri) gibi. Ve harf dahi basittir veyahut ikiden dörde kadar hurûf-i mebânîden mürekkebdir. Ve bu iki surette ya telaffuzda müstakildir veya mefhumiyyette gayr-i müstakil olduğu gibi telaffuzda dahi gayr-i müstakildir. Ve bu suretlerde mütealliki ya ismdir veya fiildir veya cümledir. Ve fiil olduğu surette mütedammin olduğu ma’ânî-i selâseden ya ancak hades itibariyledir veya ancak nisbet itibariyledir veya ancak zaman itibariyledir veya nisbetle zaman itibariyledir. Bunların emsile ve şevâhidini talib olan maksad-i evvelin ikincisi babına müracaat ede.

Maksad-i Evvel

Hurûf-i mebânî ve harekâtın ve hurûf-i ma’ânînin ve hurûf-i maklûbanın ve hurûf-i mahzûfenin ve hurûf-i zâ’ide müctelibenin ve muzmerâtın ve esmâ-ı işârâtın aksam ve ahkâmını mübeyyin mesâ’ildir ki yedi baba tarh ve taksim olunmuştur.

Birinci Bab

Kelimât-i Türkiyyu’l-aslın mevâd ve mebânî si olan hurûf ve esvâtın vâvu’l-hurûfa ârız ve üç harfe kadar musavvit olan hâlât ve harekâtın enva ve aksamı ve ahvali ve ahkâmı beyanındadır. Malum ola ki kelimât-i Türkiyyenin mebânî si olan hurûf-i hece bi-hasebi’z-zat yirmi üç nev olup her biri müfahham ve muraffak olmağın yani her birinde kalınlık ve incelik sıfatı olmağın mecmu’ı kırk altı kısm olur. Ve bu harflerden müfahham kısmı (damme-i halise) ve (damme-i münfetiha) ve (kesre-i halise) ve (fetha-i halise) ile ve murakkak kısmı hem harekât-i erba’a-i mezkûre ile ve hem de (kesre-i münfatiha) ile müteharrik olmağın harekât-i Türkiyye dahi beş kısm olur. Ve bu da malum ola ki kelimât-i Türkiyyenin birinci harfi müfahham olduğu surette hurûf-i bakiyeleri dahi velev zevâ’id-i mülhakadan olsunlar müfahham olmaları ve birinci harfi mirfak olduğu surette hurûf-i tâliyeleri dahi yine velev zevâ’id ve levâhikden olsunlar mirfak olmaları kelimât-i Türkiyyenin hasâ’isinden olmakla kelîmât-i Türkiyyenin her nevi dahi hurûf-i mebânînin enva’ı meselli müfahham ve murakkak kısmlarına münkasım olurlar. Bu surette kelimât-i Arabiyyenin ve ecnebiyyenin bi-lâ karine okunur. Hey’âtda yazıldığı gibi kelimât-i Türkiyyenin dahi bi-lâ karine okunma hey’âtında yazılmaları fi’l-asl hurûf-i Arabiyyeden yirmi iki nev ve hurûf-i Farsîyye ve Türkiyyeden iki nev ve ancak hurûf-i Türkiyyeden bir nev harfe mevzu ve mahsus olup hem hurûf ve hem harekât-i Türkiyyelerde müştereken ve müterâdifen müstamel yirmi beş nev nukûş ve eşkâli yani ( ى ه و ن م ل ڭ ك ق ف ع ط ص ش س ز ر د خ چ ج ت پ ب ا ) şekllerini âti’l-beyan turuk-i selâsenin birine ircâ ile tashih veyahut eşkâl-i mezkûrenin bazılarında sebt olunmak üzere birkaç alamet vaz ve icad ile ıslah etmeğe mütevakkıftır.

Tarîk-i Evvel

Hurûf-i Türkiyyeye yirmi üç türlü ve harekât-i Türkiyyeye dahi beş türlü şekl ve nakş vaz ve tahsis olunduktan sonra birinci harfin şekliyle resm ve terkîm olunmak üzere bir de alamet-i tefhîm veya alamet-i terkîk vaz ve tayin olunmaktır.

Tarîk-i Sânî

Hurûf-i Türkiyyeye yine yirmi üç türlü ve harekât-i Türkiyyeye dokuz türlü şekl ve nakş vaz ve tayin olunup tefhîm ve terkîk sıfatları nukûş-i harekât ile ifade olunmaktır. Niteki elsine-i ecnebiyyede (voval) tabir olunan şekller ile bazı surette hem hemze ve hem hareke ve hem tefhîm veya terkîk sıfatı ve bazı surette ancak hareke ve tefhîm ya terkîk sıfatı ifade olunur.

Tarîk-i Sâlis

Hurûf-i Türkiyyenin müfahham kısmına yirmi üç ve murakkak kısmına dahi yirmi üç ve türlü eşkâl ve nukûş vaz ve tayin olunup tefhîm ve terkîk sıfatları eşkâl-i hurûf ile ifade olunmaktır. Niteki elsine-i Arabiyyede hurûf-i seb’a-i müsta’liyede vakı tefhîm sıfatı ve baki hurûf-i müstakilede vakı terkîk sıfatı eşkâl-i hurûf ile ifade olunmuştur. Şu kadar ki ( ر ا ) harfinden vakı tefhîm ve terkîk sıfatları nukûş-i harekât ile ifade olunmuştur. Halbuki ânifen zikr olunan yirmi beş türlü eşkâl ve nukûşdan ( ص غ ) şeklleri (13) birer nev harfin ve ( ط ق ) şeklleri ikişer nev harfin müfahham kısmlarında ve ( ك ) şekli üç nev harfin murakkak kısmlarında ve baki yirmi türlü eşkâlin herbiri birer nev harfin müfahham ve murakkak kısmlarında istimal olunduklarından başka ( ى و ه ا ) şeklleri harekâtta dahi istimal olunmalarıyla eşkâl ve nukûş-i mevcûdeyi turuk-i selâse-i mezkûreden bi-hususihi birine ircâ ile tashih müşekkil göründüğü surette üçünden mürekkeb bir suret-i râbi’aya ircâ ile ıslah eshel olduğundan cümleye izah için işbu cedvel tanzim ve teşkil ve hasâ’is-i hurûf ve harekât ve birkaç tenbihât ile tezyîl olunmuştur.

şekl-i fetha-i halise

şekl-i kesre-i münfetiha

şekl-i kesre-i halise

şekl-i damme-i münfetiha

şekl-i damme-i halise

evsaf-i

hurûf

esmâ-i hurûf

eşkâl-i

hurûf

et

at

...

ét, éyle

ırmak

it

orman

örgü

urma

ürme

müfahhame

murakkaka

elif ve hemze

ا

ballı

belli

...

béldir

bıldır

bildir

bolluk

böl ,bölük

burgu

bürgü

müfahhame

murakkaka

ب

parsa

perde

...

pénir

pıhtı

pire

poyraz

pörtük

pus

püs

müfahhame

murakkaka

pâ-i müsellese

پ

tavlı, tavuk

terledi

...

téze

bulantı

tırpan

tilki

toz, toprak

kulak tozu

tuğ

tüğ

müfahhame

murakkaka

tâ-i mehmûse

ط

ت

azacık

ezecek

...

cénk

cıza

cizgi

coştu

cönk

cunba

cünbe

müfahhame

murakkaka

cîm-i muvahhide

ج

çağır

çevir

...

çéne

çık

çiğne

çok

çörek

çukur

çürük

müfahhame

murakkaka

çîm-i müsellese

چ

hakan

...

hırıltı

dahi

horla

yahut

müfahhame

murakkaka

خ

dal, daldı

deldi

...

déğmez

tırnak

dikmez

doydu

doğra

dört

duydu

dürt

müfahhame

murakkaka

dâl

tâ-i mehcûre

د

ط

ayrak

debrek

...

...

arık

erik

...

...

koruk

körük

müfahhame

murakkaka

ر

uzandı

özendi

...

...

azık

ezik

...

...

bozuk

yüzük

müfahhame

murakkaka

ز

sarsak

sensiz

...

sézdi

sızsız

siz

soysuz

söz

susuz

süz

müfahhame

murakkaka

sîn

sâd

س

ص

şaşma

üşendi

...

şén âdem

şımardı

şişti

şol

şöyle

şu

üşü

müfahhame

murakkaka

şîn

ش

boğa

büğe, düğe

...

...

çağıra

bağıra

eğirdi

...

...

oğunmak

öğünmek

müfahhame

murakkaka

gayn

kâf-i rahve

غ

ك

farıdı

fel, fes

...

...

fırıldak

fısıltı

fosurda

fol

...

pufulda

üfürdü

müfahhame

murakkaka

ف

kaç tane

kel

...

kéş

uyku

dünki

kor

kör

kusmak

küsmek

müfahhame

murakkaka

kâf

kâf-i mehmûstîn

ق

ك

kaç, kara

gel

...

gédi

algı

vergi

kol

göl

kul

gül

müfahhame

murakkaka

kâf

kâf-i mechûrtîn

ق

ك

puñar

siñek

...

...

yañılmak

yeñilmek

...

...

oñuldu

göñül

müfahhame

murakkaka

kâf-i nûniyye

ڭ

ağla

söyle

...

...

çalım

dilim

...

...

uluma

ölürse

müfahhame

murakkaka

lâm

ل

malası

meledi

...

...

kıymık

kesmik

mor

...

yağmur

kömür

müfahhame

murakkaka

mîm

(14)

م

ana, dana

enemek

...

né, néne

tanıdı

beni, seni

noldu

...

konuk

dönük

müfahhame

murakkaka

nûn

ن

vardı

everdi

...

vérdi

avındı

sevindi

...

...

kovuldu

dövüldü

müfahhame

murakkaka

vâv

و

hani, daha

hele,hep

...

héğbe

...

...

...

...

...

...

müfahhame

murakkaka

ه

yazmak

diyemez*

...

yém yémek yélmek

yıbık

yimek

yonmak

yönülmek

yunmak

yüzmek

müfahhame

murakkaka

ى

Hasâ’is-i Hurûf ve Harekât-i Türkiyye

Hasîse-i Ûlâ

Hurûf-i mâ ra’z-zikrden hemze harf-i şedîd ve kavi olup savtın zaaf ve tenezzülü hengâmında husulü asîr olduğundan kelimât-i Türkiyyenin ancak evâ’ilinde bulunup evâsıt ve evâhirinde bulunamaz. Bu surette harekât-i Türkiyyeden her birinin şekliyle hemze dahi ifade olunacağından eşkâl-i hurûf sâlifu’z-zikr turuk-i selâseden tarîkin evveline göre yirmi iki nev şekle ve tarîk-i selâse göre kırk dört nev şekle tenezzül etmekle eşkâl-i kelimâtı tahfif ve tenzil emri olabilirdi. Şöyle ki eşkâl-i harekâttan herbiri eşkâl-i kelimâtın evâ’ilinde bulundukları surette hem hemzeye ve hem de hareke-i mahsusasına delalet etmekle elsine-i ecnebiyyede vakı (voval) eşkâli meselli hemze-i müteherrika şekli olur ve evâsıt ve evâhir-i kelimâtta bulunmaları lazım geldiği surette üçüncü babda zikr olunacak zabıtadan müstebân olacağı vechle evâsıt ve evâhirindeki hemzât yâ hazf veyahut yâ’ya kalb olunacağından eğer evâsıt ve evâhir-i kelimâtta eşkâl-i harekâttan birisi bulunur ise ancak hareke şekli olur. Ve eğer ikisi veya üçü müteakiben bulunur ise şekl-i evvel mâ kablindeki harfin harekesine ve şekl-i sânî ve sâlis hem hemzeden maklûba yâ’ya ve hem de hareke-i mahsusasına delalet etmekle yâ-i maklûba-i müteherrika şeklleri olur (okuya, okuyayım) gibi. Zira üçüncü babda beyan olunacağı üzere bunların aslları (oku-a, oku-a-im) olup (U, A, I) şeklleri birer nev şekl-i basit ile tediye olunacağından kelime-i ûlânın hurûf ve harekâtına dâl olan altı adet şekller dört adet şekle ve kelime-i sâniyenin hurûf ve harekâtına dâl olan dokuz şekl dahi altı adet şekle tenezzül ederler.

Hasîse-i Sâniye

Ve yine hurûf-i mâ ra’z-zikrden (râ, gayn, kef, nazal n, lâm) harfleri lisanca hurûf ve esvât-i za’ifeden olduğu cihetle savtın şiddet ve kuvveti hengâmında telaffuzları sakil olduğundan ale’l-ıtlâk kelimât-i Türkiyyenin evâ’ilinde bulunamayıp ancak evâsıt ve evâhirinde bulunurlar.

Hasîse-i Sâlise

Hurûf-i mezkûrdan (z) harfi yani zâ-i mu’ceme sebeb-i mezkûre binaen kelimât-i Türkiyye-i iştikâkiyenin evâ’ilinde bulunamaz. Kaldı ki (lazım, züğürt, zengin) kelimeleri ya lugat-i menkuleden veyahut müvellideden oldukları sabit olur ise hurûf-i erba’a-i sabıka meselli mutlaka kelimât-i Türkiyyenin evâ’ilinde bulunmadığı mütehakkık olur.

Hasîse-i Râbi’a

( f, hı ) harfleri kelimât-i mutasarrıfadan ancak esvâttan me’hûz ve müştak kelimâtta bulunup kelimât-i iştikâkiyye-i sairede bulunduğu işidilmemiştir.

Hasîse-i Hâmise

Kelimât-i Türkiyyede ( râ, lâm, nûn )-i sakinelerden sonra (pâ-i müsellese) ve (tâ ve cîm-i muvahhide) ve (cîm-i müsellese) ve (kaf) ve (kâf-i mehmûstîn) ve (kaf ve kâf-mechûriyyetinden) biri sakin olarak bulunurlarsa her ikisini hurûf-i sabıkın harekesiyle telaffuz-i lisana sakil olmadığından sakinîn-i merkumeynin ictimaları alâ haddihi olur (çarptı, kovulup, seğirttir) (azaltma, konut, borç, ölç, kazanç, kork, ürkme, kalk, silk, denk) gibi.

Hasîse-i Sâdise

Harekât-i hamse-i mezkûreden damme-i münfetiha ile kesre-i münfetiha kelimât-i Türkiyyenin ancak harf-i evveline ârız olur. Bu surette ânifen zikr (15) olunduğu üzere (râ, gayn, kâf, nazal n, lâm) harfleri evâ’il-i kelimâtta bulunamadıklarından hareketeyn-i merkumeteyn ile müteharrik olamazlar.

Tenbihât

Tenbih-i Evvel

Hurûf ve harekât-i Türkiyyede müstamel olan mâ ra’z-zikr yirmi beş nev eşkâlden (tâ) şekli hem tâ’nın ve hem dâl’ın müfahham kısmlarında bi’l-iştirak (te, dâl) şeklleriyle bi’t-terâdüf min gayri ıttırâd istimal olunduğu (tavlı tavuk, toz toprak, dal budak, daldı, duydu, doydu) gibi. Ve (sâd) şekli sîn harfinin müfahham kısmında (sîn) şekliyle bi’t-terâdüf istimal olunduğu (soysuz, sarımsak) gibi. Ve (gayn) şekli bir nev harfin müfahham kısmında bi’l-infirâd istimal olunduğu (yağ, yağla, yağmur) gibi. Ve (kaf) şekli iki nev harfin müfahham kısmlarında bi’l-iştirak istimal olunduğu (kaç adet, kaç git, korku, uyku, alkı) gibi. Ve (kâf) şekli hem gayn harfinin ve hem iki nev kâf harfinin murakkak kısmlarında bi’l-iştirak istimal olunduğu (gör görmez, anlıyor) gibi. Ve (hâ-yi resmiye, elif) şeklleri iki nev harfin hem müfahham ve hem murakkak kısmlarında ve hem de harekât-i hamseden fetha-i halise de bi’l-iştirak ve’t-terâdüf bi-lâ ıttırâd istimal olunduğu (yaz, ara, ağla, pepe) gibi. Ve (vâv) şekli bir nev harfin hem müfahham ve hem murakkak kısmlarında ve hem de damme-i halise ve damme-i münfetihada bi’l-iştirak bi-lâ nizam istimal olunduğu (U) gibi. Ve (I) şekli bir nev harfin yine hem müfahham ve hem murakkak kısmlarında ve hem kesre-i halise ve kesre-i münfetihada bi’l-iştirak min gayri ıttırâd istimal olunduğu (eyle, ile, it, et) gibi ve eşkâl-i bakıyeden her biri dahi birer nev harfin hem müfahham ve hem murakkak kısmlarında istimal olunduğu ve bu cihetle (gayn, sad) şekllerinden maadası hurûf ve harekât-i Türkiyyeyi bi-hususihâ ifade ve beyan edemedikleri eş’âr mâ ra’z-zikrden müstebân ve cedvelden zahir ve nümâyân olur.

Tenbih-i Sânî

Hurûf ve harekât-i Türkiyye aralarına zikr olunan yirmi beş nev nukûş ve eşkâlin vaz ve tayin olunması hurûf ve harekât-i Türkiyyenin envave evsaf ve havâsı bilinmemesinden ve kelimât-i Türkiyyeden bir nev kelimede ve belki kelime-i vâhidede vakı hurûf-i müteharrikanın harekesi bazı surette yazılması ve bazı surette yazılmaması ve bazı surette muhalif yazılması (oku, okunur, okudu, olur, olunur, buldu, bulun, yazıldı, yazılır, ederek, gülerek, evveline, ahirine) gibi. Ve bu cihetle eşkâl-i kelimât dahi eşkâl-i hurûf ve nukûş-i harekât meselli nizamsız olması kelimât-i Türkiyyenin keyfiyyât-i tagayyür ve tebeddülü bilinmemesinden neşet eylediği aşikâr olur.

Tenbih-i Sâlis

Kelimât-i Türkiyyu’l-aslda hurûf-i Arabiyyeden (se, hı, zal, d-zad, zı, gayn) harfleri ve hurûf-i Farsîyyeden ( j ) harfi bulunmadığı yine cedelden müstefâd olur.

Tenbih-i Râbi

Harekât-i Türkiyyeden damme-i münfetihanın lisan-i Arabda bulunmadığı ve lisan-i Farsîde vâv-i mechule denilen damme olduğu ve kesre-i münfetihanın lisan-i Arabda emsile-i kübrâ ve lisan-i Farsîde yâ-i mechule denilen kesre olduğu lisanın merkumuna ednâ vukufu olan zevâta vazıh ve aşikâr olur.

İkinci Bab

Kelimât-i Türkiyyede ve cümlede kain-i ma’ânî-i cüz’iyye-i mütenevvi’ayı kesb ve tahsil için evâ’il ve evâhirlerine idhal ve ilhak olunan hurûf-i basîta ve mürekkebe caizu’l-ictima ve mümteni’u’l-ictimaın enva ve efradı ve ma’ânî ve ahkâmı beyanındadır ki leda’t-tetabbu ve’l-istikrâ iki yüz altmış üç nev ma’ânî-i cüz’iyye-i mütekâribe ve mütebâ’ideyi mütedammin ve müştemil yüz yirmi dokuz harfe iblâg ve îsâl olunmuş ve mecmu’ımutâli ve müdahili ve masadırve evâ’ili bulunan hurûfun envaı itibariyle yirmi iki neve idrâc ve idhal olunmuştur.

Birinci Nev

Hemzât-i müteharrika ile masdar olan hurûf-i mürekkebedir ki altmış manayı müştemil yirmi dokuz harfe iblâg olunmuştur.

Birincisi, elif harfidir yani bi-lâ hareke yazılagelen hemze-i meftûhadır. Malum ola ki harf-i mezkûr ya ism-i müfrede dahil olur veyahut cümleye lâhik ve muttasl olur. Eğer ism-i müfrede dahil olursa ol müfredin medlûlu olan şeyin mütekellime teveccüh ve ikbali matlûb idiğini işar etmekle edat-i nida olur. Oluşu yani münâdâ gerek karîb olsun (A oğlum oku.) gibi gerek ba’îd olsun (A filân buraya gel.) gibi şu kadar ki münâdâ eğer karîb olursa harf-i nida olan hemze-i mezkûre kasr (16) ve eğer ba’îd olursa ba’di nisbetinde med ve işbâ olunur. Ve eğer cümleye lâhik olursa bu surette ol cümle ya haberiyyedir veya inşâ’iyyedir. Eğer cümle haberiyye ise harf-i merkum ol cümlenin mazmununu gerek müsbet gerek menfi olsun muhatabı ikrar ve tasdike hamil ve dâ’î olan suale delalet etmekle edat-i istifham takrîriolur (Bu kadar para, buracık a, bu mürüvvet degil a.) gibi. Eğer cümle inşâ’iyye ise bu takdirce ol cümle-i inşâ’iyye bi-hasebi’s-simâ yâ cümle-i istifhamiyyedir veya cümle-i temenniyyedir. Eğer cümle-i istifhamiyye ise harf-i mezkûr bazı surette mana-yi istifhamı tekid ve teşdîd etmekle edat-i istifham ve isti’lâm olur (Zeyd okuyabilir mi a ? Bekir uyuyamaz mı a ?) gibi. Ve bazı surette istifhamdan mütevellid mana-yi inkârı muhatabın ikrar ve tasdik etmesine hamil ve câbir olan suale delalet etmekle edat-i istifham takrîriolur (Senin ekmeğin benim boynumun borcumu a.) gibi. Ve bazı surette inkâr-i mezkûrdan levm ve tevbîh tevlîd etmekle edat-i levm ve tevbîh olur (Zeyd buraya gelmeli, değil mi a ?) gibi. Lisan-i Arabda bundan (hellâ âtî hâzihi’l-mekân) ile tabir olunur. Ve bazı surette inkâr-i mezkûrdan tahsis tevlîd etmekle edat-i tahsis olur (Sen buraya gelmeli değilsin a.) gibi. Bundan dahi lisan-i Arabda (hellâ ilâ hâza’l-mekân) ile tabir olunur. Ve bazı surette istifhamdan mütevellid mana-yi taaccübünü tensîs etmekle âti’l-beyan yâ harfi gibi edat-i taaccüb olur. Şu kadar ki cümle-i istifhamiyye ta’cîbe ile ( a ) harfinin beynlerini fasl ederek sekt ile telaffuz lazım olur (Sen mi anlayacaksın ........a.) gibi. Ve yine bu surette ( a ) harfini cümle-i istifhamiyyeû ta’cîbenin üzerine takdim caiz olur (a ........ Zeyd mi okuyacak) gibi. Ve eğer cümle temenniyye ise bu surette ol cümle ya husulü mümteni olan hades-i gayr-i mütevakkı’ı taleb ve temenniyi mütedammindir. Veya husulü mümkün olan hades-i gayr-i mütevakkı’ı taleb ve temenniyi mütedammindir. Egerçi cümle temenni husulü mümteni olan ise ( a ) harfi bu nev temenniden levm ve tevbîh tevlîd etmekle edat-i levm ve tevbih olur. (Zeyd okusaydı a sen yazsaydın a siz deseniz a) gibi. Bunlardan lisan-i Arabda (lev lâ kara’a Zeyd lev mâ ketebet lev lâ kultum) ile tabir olunur. Ve eğer cümle-i temenniyye mümkinu’l-husul olan hadeseyi mütedammin ise bu takdirce hades ya vücudîdir veya ademîdir. Eğer vücudî ise harf-i mezkûr mana-yi temenniyi tahsise kalb etmekle edat-i tahsis olur. (Zeyd okusa a, yazsa a) gibi. Bunlardan lisan-i Arabda (lev lâ yakra’ Zeyd lev mâ yektubu) ile tabir olunur. Ve eğer ademî ise harf-i mezkûr mana-yi temenniyi zecr ve tahsise kalb etmekle edat-i zecr ve men olur (Söylemesen a) gibi. Ve bu da malum ola ki bir zatdan sadırolan kelamın ya lafzında veya manasında sâmi’in iştibâhı olduğu vaktte yalnız ( a ) harfiyle isti’lâm ve isticvâbı caiz olur. Mesela (Zeyd bugün güzel hava var.) dese müstemi’înden her kangısı kelam-i merkumu iyice fehm edemediği surette yalnız ( a ) harfiyle isti’lâm ve istifham eder. Takdir-i kelam (ne buyurursanız a) demek olur.

Tenbih

( a ) harfi sakinu’l-evâhir kelimâta lâhik olup edat-i taaccüb olmadığı surette kendini hazf ve fethasını harf-i ahîr-i sakine nakl caiz olduğu (yazsan a yazsana) gibi. Ve müteharriku’l-evâhir kelimâta lâhik olup yine edat-i taaccüb olmadığı surette yâ’ya kalb caiz olduğu (Yazsa a yazsa ya.) gibi muhâverât babından zahir olur.

İkincisi, (o) harfidir yani dammet-i münfetiha ile madmûm olan hemze-i müfahhamedir. Harf-i merkum hem edat-i taaccüb-i tahsinî olur (O çok şey bu.) gibi. Ve hem edat-i tehdid olur (O artık alıverir.) gibi. İşbu mu’înînin merkumundan herbiri gâh karine-i hâliyye ve gâh karine-i makâliyye ile müte’ayyin olur.

Üçüncüsü, ( a ) harfidir yani fethası hâ-i resmiye ile resm olunan hemzedir. Malum ola ki harf-i merkum ya emr-i hazıra lâhik olur veya kelime-i uhrâya lâhik olur. Eğer emr-i hazıra lâhik olursa bazı surette emr-i hazırın mütedammin olduğu nisbet-i hitabiyyeyi nisbet-i gaybiyyeye kalb etmekle âti’l-beyan (-sIn, -sUn) harfi gibi edat-i gıybet olur (Bunu böylece anlaya.) gibi ki (Anlasın.) demektir.

Mu’tarıza

Bu nev emr-i gaib ahirine (-lAr) harfinin lühûk uyla cem-i gaib ve (-im, -lIm, -sIn, -sInIz) zamirlerinin (17) lühûk larıyla müfred ve cem-i mütekellim ve muhatab olurlar (bileyeler, bileyeyim, bileyelim, bileyesin, bileyesiniz) gibi.

Tetimme

Ve bazı surette lâhik olduğu emr-i hazırın mütedammin olduğu nisbet-i emriyyeyi ve zamanı bi’l-külliyye selh ve tecrid edip ol emre failiyyet ve mefuliyyet hâletlerinin tevârüdüne vesile ve sebeb olmağla mavsûl harfi olur, yani mavsûl bih olur. Şu kadar ki bu surette harf-i merkumdan sonra edat-i taklîl ve tasgîr olan (-sI, -sU) harfini ilhak vacib olur (Söyleyesi geldi. Batasıya gitti.) gibi. Ve bazı surette lâhik olduğu emrin mütedammin olduğu nisbeti tamamiyetten ve zamanını bi’l-külliyye selh ve tecrid edip diğer mütedammin olduğu hades failin hâl ve şanını müfessir ve mübeyyin idiğini işar etmekle edat-i hâl olup emr-i merkum dahi hâl olur. Şu kadar ki hâl bi-hasebi’l-meal zarf olduğundan mütedammin olduğu hadesin fail-i zi’l-hâl ile kıyamı zaman-i amilenin mütedammin olduğu hadesin ol fail ile kıyam-i zamanına şümul ve ihâta vechle mukâreneti lazım eden olmağla ol şümulu beyan için hâl-i mezkûrun ya tekerrürü lazım gelir (ağlaya ağlaya geldi, güle güle gider), veyahut ahirine edat-i istimrâr olan (-rak ya -rek) harfinin lühûk u lazım gelir (Ağlayarak geldi, gülerek gider.) gibi. Meğer amil-i vâhidin iki hâli olup ol hâller mütezâdın olurlarsa veya amilin mütezâdından herbirinin hâli diğerinin hâliyle müttahidin olurlarsa (-rak ya -rek) harfini zikr ve hazf caiz olur (Yata kalka gitti. Düşe kalka gelir. Güle geldi, güle gider.) gibi. Bunlar yatarak kalkarak gitti, düşerek kalkarak gelir, gülerek geldi gülerek gider manalarına derler ve keza hâl-i merkum (de, gör) emrlerinden me’hûz olup (gör) emrinin