Upload
murat-mm
View
228
Download
3
Embed Size (px)
DESCRIPTION
Yasıma Kaihl Edebiyat fasikülü
Citation preview
KITA
Gelmek te mukadder, gidivermek te cihandan.
Ağlar ya gönül, belki olur keyfine handan.
Ukbâya yarar bir işe meyletmeli lâkin,
Kurtulmama mâni oluyor şeytan-ı lâin.
M. Tarık ABLAK 11-A
Vezni: mef‟ûlü / mefâîlü / mefâîlü / feûlün
Kalem bir aynadır hayatı yansıtmayı bilene...
Aylık Kültür Edebiyat Haber Dergisi Ocak 2010 sayı: 3
-Mehmet Akif ERSOY
-Guguk Kuşu
-Hesap
-Etkinlikler
-Anafor
-Labirent
-
YANSIMA
Kültür-Edebiyat Haber Dergisi
Kartal Anadolu İmam Hatip
Lisesi Kültür Edebiyat Kulübü
yayınıdır.
Sayı:3 Ocak 2010
SAHİBİ
Kartal Anadolu İmam Hatip
Lisesi Adına Okul Müdürü Mitat
TEKÇAM
Genel Yayın Yönetmeni
Murat ÖZMEN
Yayın Kurulu
Ümmügülsüm KURUKOL
Ayşe Sadiye DOYMUŞ
Zeynep TEMEL
Tasarım
Ayşe Sadiye DOYMUŞ
İletişim Adresi:
Dergimiz ; 2140 Sayılı Tebliğ-
ler Dergisi’ nde yayımlanan
Eğitici Çalışmalar Yönetmeli-
ği’ ne göre hazırlanmıştır.
Yayımlanan yazıların sorumlu-
luğu yazarlarına aittir.
Uyarı: Dergi içersindeki yazı ve
şiirlerin sahibinden habersiz
kopyalanması, kaynak belirt-
meksizin alıntı yapılması hakkı
saklıdır.
YANSIMA’ dan...
„Bismillahirrahmanir rahim...
Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi şerle de ha-yırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz bize dön-dürüleceksiniz. ‟ ( 21/ 35)
Birinci dönemin son sayısından merhaba...
Dönem sonu aldığımız haberler dolayısıyla
buruk bir önsözün ilk satırlarıdır okuduklarınız.
İlki, okulumuzun şoförlüğünü yapan, doku-
zuncu sınıftan beri tanıdığımız, güler yüzlü, hoşsoh-
bet, nüktedan biri olan Halil ÇAKIR amcamızın vefat
haberiydi. Daha Pazartesi günü yemekhanede gördü-
ğümüz, önceki hafta şakalaştığımız Halil Amca, salıya
yetişememişti. Yansıma‟nın ikinci sayısındaki yar-
dımlarından dolayı minnettardık ve üçüncü sayı için
bugün yarın konuşalım diyorduk, nasip olmadı. On-
suz bir sayı çıkarırken şimdi, onu anmadan geçemez-
dik. Allah‟tan rahmet diliyoruz...
İkinci haber ise okulumuzun ney kursuna
katılan, Semiha Şakir Anadolu Lisesi‟nde okuyan ar-
kadaşımız Melis‟in ameliyat olması haberiydi. Bu sayı
hazırlanırken okuyucu, bir yandan da Melis‟e dua
ediyorduk. Ve şimdi sen de öğrendiğine göre kardeşi-
mizi dualarında eksik etmeyeceğini umuyoruz.
Yeni dönemde güzel haberlerle, yeni sayılarda
buluşmak üzere...
Ayşe Sadiye DOYMUŞ 12-C
2
Ayın fotoğraf ı
Kiliselerden çıktıktan sonra uğradığı-mız bir Hristiyan bir kitapçıda bizlere
"Mesih İsa ' nın Tanrılığı" ve
"Marangozdan da Öte" Kitapları ile "Mecdelli Meryem' in Gözünden İsa
Mesih" isimli filmi hediye ettiler.
Birçoğumuz için oldukça farklı
ve bilgilendirici bir gezi oldu.
43
Etkinlik Sayfaları: Ayşe Sadiye DOYMUŞ
etkinlik
42
vardı. Katolik Kilisesi, Anglikan Kilisesi' ne göre daha yoğun-du. Hz. İsa' nın camekandaki heykelinin önünde dua edip haç
çıkaran ve dua edip mum diken insanları gördük. Mumların
yaındaki dua ise şöyleydi:
“Ey Rabb buradan yaktığım mum ile vaftiz olduğumda
içimde yaktığın ışığı bana anımsat. İçimdeki sevgiyi bana ye-
niden uyandır. İçimdeki her türlü bencilliği, kıskançlığı ve kini yakarak kül et ve yüreğimi ısıt. Ey Rabb kilisede uzun sü-
re kalamayacağım. Bu mumu yanık bırakıyorum. Gün boyun-
ca duamın sürmesine yardımcı ol.”
OCAK YANSIMA‟LARI... Şiir-Anaf or...........................................4 Şiir-Yürüyorum...........................................5 Mensur Şiir-Bilmedin …………………………………………………..6-7-8 Şiir-Nerede…………………………………………….………………… 9 Öykü-Guguk Kuşu…………………………………………...10-11-12-13 Şiir-Hesap…………………...14 Şiir-O Yokken Yanmak……………………………………………………..15 Araştırma-Mehmet Akif ERSOY………………………………...16-17-18-19-20 Ayın Fotoğraf ı.............................................21 Mektup..…………………………….22-23 Öykü-İçerisi Daha Tehlikeli……………………………….24-25-26 Deneme-Karanlık Avludaki Mercanlar...........................27 Şiir-Oyun…………………………………………………………………..28-29 Deneme-Labirent………………………...30-31 Şiir-Kelebeğin Ömrü…………………………………………………..32 Deneme-Bazen……………………………………………...33 Etkinlikler…………………..………………………...34-35-36-37-38-39-40-41-42-43
Not: Eğer sizin de yazacak kelimeleriniz varsa ve burada yayınlansın istiyorsanız
12-C sınıf ından Ümmügülsüm KURUKOL' a müracaat edebilirsiniz!
3
şiir
Bu bir anafor;
Eksik olan yerimizin intiharı,
Anlaşılmayan dertlerin,
Yok olmuş cevap anahtarı.
Silinmez camların,
İşlenmiş buğuları.
Evhamı kaçmış,
Bilinmeyen hesapların.
Damla olup süzülmek bile çile
Şeffaf olsa bile, teller bir mapushane.
Tam ortasında yarım kalmış çeyrek insan!
Bu bir anafor hem de insan esir alan.
Tek elde kalmış bir tekerleme.
Tekerlek gibi dönmüş bu avare.
Bu anaforda yol bulmak ne çare…
Sevimsiz kalmış bunca hece…
Nergis TOPÇU 12-C
4
41
etkinlik
Alaaddin amcanın oğlu İlhhami TUNÇ
Kilise-Sinegog Ziyaretleri
Cemevi ziyaretinden iki gün sonra, yo-
lumuz Avrupa yakasına, farklı iki dinin ibadet-hanelerine düştü.
İlk durağımız 1930 ' lu yılların sonların-da, Galata ve Beyoğlu semtlerinde yoğunlaşan
Musevi nüfusun ibadethane ihtiyacını karşıla-
mak için yapılmış olup, 1951 ' de açılan ve Or-tadoğu 2nun en büyük sinegogu olan Neva Şa-
lom ' du.Sadece ibadet değil düğün, sünnet gibi
törenlerinde yapıldığı sinegog aynı zamnda bir
müze ve sergi salonuna da sahipti. 1986 ve
2003 yıllarında yapılan saldırılardan dolayı yo-
ğun bir güvenlik taramasından sonra girebildiğimiz ibadethanede, hanımlara ayrılan üst balkona çıkamadık.Onun yerine Hahambaşının konuşmasını daha
rahat dinleyebilmek için erkeklerin sıralarına oturduk. Hahambaşı sohbetinde
Yahudilikten, İslâm' a benzeyen ve ayrılan yönlerinden bahsetti. On Emri İbaranice ve Türkçe olarak ondan dinledik. En çok ilgimizi çeken durumlardan
biri sinegogun sadece ibadet amaçlı olmaması hayatın en önemli anlarında Ya-
hudilere ev sahipliği yapmasıydı. Düğün, sünnet ve cenaze törenlerinin yanısıra yeni doğan bebeğe isim verme, ergenliğe girmiş bireylere dini sorumluluk verme
törenlerinin de sinegogta yapıldığını öğrendik. Günlük ibadetlerden bayramları-
na ibadet şekillerinden kutsal kitaplarına kadar birçok konuya değinilen konuş-manın ardından orada çalışan bir Müslümanla da konuşma fırsatıı bulduk. Öğ-
rendiğimize göre Müslüman çalışanların yanıbaşlarındaki camiye beş vakit na-
maz için gitme hakları mecut.
Sinegogtan çıktıktan sonra gittiğimiz kiliselerde rehberlik yapacak kimse
olmadığından, hocalarımızın rehberliğinde gezdik. İlk gitiğimiz kilise Anglikan,
ikincisi ise Katolik kilisesiydi. Malum tarihten ötürü yapılan yılbaşı hazırlıkları
etkinlik
seyin' in şehit edilmesinden bahsedildi.Aynı acıyı yaşıyorduk, aynı sevgiyi
taşıyorduk. Dedenin konuşmasının ardından arkadaşlarımız ona çeşitli so-
rular yönelttiler ve Alevilik ' in ibadet şekilleri hakkında bilgi sahibi olduk
Bir kez daha iman ettik ki; "Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?"
Sohbetin ardından toplu fotoğraf çekimi ve yemek ikramıyla ziyareti-mizi sonlandırdık.Çok şey kazandık Elhamdülillah.
40
şiir
5
YÜRÜYORUM Sonunu göremediğim bu yolda, yavaş yavaş.
Uzun adımlarla ilerliyorum.
Ne gülmeye mecalim, ne de ağlamak için bir damla yaş…
Hepsi gitti…
Şimdi ıssız sokakların koynunda
Kızamıyorum; çünkü kendi ellerimle teslim ettim.
Artık ben, ben değilim.
Doğruyu yanlıştan, karayı beyazdan ayırt edemiyorum!
Karşı olduğum şeyler hayat yapbozumda bir parça oldular.
Şimdiyse kelimelerin bittiği yerdeyim.
Artık yazamıyorum.
Bedenim dik, alnım ak olsa ne çıkar;
Yüreğimde sonbahar olduktan sonra! ..
Mervenur UZGUR 12-C
mensur şiir
BİLMEDİNBİLMEDİNBİLMEDİN
Hiç sormadın ama ben yine de söyleyeyim;
En çok yağmurlu ve soğuk havayı severim.
O insanın içini titreten,
İnsanları sokakta köşe kapmaca oynatan,
Yağmuru… Ve soğuğu…
Yağmur;
O kadar dolmuş ki içi, havada tane tane iken bir göl, bir okyanus ol-
muş adeta. Üzerine biraz gelindiği anda bardak bardak boşaltmış okyanusu.
Bu yüzden günlerce sürmüş yağmurun yağması, içini akıtması. Günlerce,
haftalarca, yıllarca biriktirdiği gözyaşlarını ümidini yitirdiği an salıvermiş.
Her şeyi tüm çıplaklığı ile gördüğünde tutamamış kendini… Bilememiş ne
yapabileceğini… Unutuvermiş tüm hatırdakileri, değerleri…
Soğuk;
Ümidini yitirmeyip her şeye sıcak bakan, herkese yakın olan hava;
elinde olan tek şeyi, ümidini, yitirdikten sonra artık içindekileri tutamayıp
boşaltırken her şeye, herkese karşı bir soğukluk kaplamış içini. Yalnızca
düşünür olmuş, yitirdiği ümidini nasıl kazanabileceğini, anılarını tekrar
eskisi gibi nasıl gülümseyerek hatırlayabileceğini düşünür olmuş…
6
39
etkinlik -
Cemevi Ziyareti Okulumuz, geçtiğimiz ay 22 Aralık‟ta Ali Tarık Ziyad YILMAZ, Hüseyin
ARAZ ve Hüsnü BECER hocalarımızın rehberliğinde bir grup öğrenciyle Kar-
tal Cemevi Vakfı „na ziyarette bulundu.
Aynı topraklarda yaşayıp birbirimize uzak kalmamak, tanış olmak adı-
na gerçekleştirdiğimiz ziyarette; Aleviler, Alevilik ve Cemevi hakkında
kapsamlı bilgiye sahip olurken, aklımıza takılan sorulara da cevaplar ara-dık. Avludaki Zülfikâr simgesinin yanından geçip ibadethaneye girdiğimiz-
de ilk gözümüze çarpan duvarlardaki temsili 12 imam ve Hz. Mehdi resim-
leriydi. Hz.Ali' yi temsil eden resim en büyükleriydi. Onun altında dedenin oturduğu ve konuşma yaptığı, çini motifleriyle süslü ahşap kürsünün
önünde "Lâ Feta İllâ Ali Lâ Seyfe İllâ Zülfikâr" yazıyordu.Biraz geride ise
Besmelenin Tercümesi vardı: "Esirgeyen ve Bağışlayan Allah' ın adıyla" . Kadınlar ve erkeklerin birlikte ibadet ettikleri mekânda, yarım halka şeklin-
de yerleştirilmiş minderlere oturduk ve sohbet başladı. Kerbela' nın yıldö-
nümü olması sebebiyle elbette Hz. Hasan' dan ve Hz. Hüseyin ' den ve Hz. Hü
misyonumuzun sadece din adamı olmak değil hayatın her alanında başarılı olmak ge-
rektiğini vurguladı. Erkan KANDEMİR „den her şeyin geçip geriye sadece arkamızdan söy-lenenlerin kalacağını hatırladık bir kez daha. İsmail KAYA ve Mustafa
GÖZÜBÜYÜKOĞLU anlattıkları anılarla programa renk katarken, son konuşma sırası el-
bette Feyzullah KIYIKLIK „a aitti. Yokluklarla okuduklarını, mücadelelerini anlatan KI-YIKLIK, imam hatip yıllarında besledikleri umutla buraya geldiklerinin altını çizdi. Bu
yılların kıymetini bilmemiz gerektiğini de “ Ol mahiler ki derya içredir ama deryayı bil-
mezler” sözüyle dile getirdi.
etkinlik
misyonumuzun sadece din adamı olmak değil hayatın her alanında başarılı olmak ge-
rektiğini vurguladı. Erkan KANDEMİR „den her şeyin geçip geriye sadece arkamızdan söy-lenenlerin kalacağını hatırladık bir kez daha. İsmail KAYA ve Mustafa
GÖZÜBÜYÜKOĞLU anlattıkları anılarla programa renk katarken, son konuşma sırası el-
bette Feyzullah KIYIKLIK „a aitti. Yokluklarla okuduklarını, mücadelelerini anlatan KI-YIKLIK, imam hatip yıllarında besledikleri umutla buraya geldiklerinin altını çizdi. Bu
yılların kıymetini bilmemiz gerektiğini de “ Ol mahiler ki derya içredir ama deryayı bil-
mezler” sözüyle dile getirdi.
38
mensur şiir
Yağmur… Ve soğuk…
Ben böyle havayı severim işte.
Nedenini sormadın!
Ama ben yine de söyleyeyim;
Yağmur yitirdiklerimi,
Soğuk ise onları kazanmaya çalışımı
Anlatırmış…
Yağmur da soğuk da beni anlatır olmuşlar,
Beni dillendirmişler.
Senden ve benden habersiz…
Senin bana farkında olmadan
Yaşattıklarını yansıtır olmuş herkese.
Soluduğumuz hava şahit olmuş yaşadıklarıma
Tattığım en derin,
Kapanmak bilmeyen acılara...
O kadar çok akıtmışım ki gözyaşlarımı
Senin gözlerinden
Bir damla bile akmasın diye ağlar olmuşum…
7
mensur şiir
Sormadın ama ben söyleyeyim;
Yağmurlu ve soğuk havada,
Tek başıma yürümeyi,
Dalgaların kıyıya çarpışlarına,
Tek başıma şahit olmayı severim.
Çünkü bilirim yanımı dolduracak kişinin
Asla sen olmayacağını…
Bilirim ki şimdiye kadar sen yoktun,
Şimdiden sonra da olmayacaksın yanımda…
Sormadığın o kadar çok şey var ki
Aslında hiçbir zaman sormadın ki beni
Bilmedin bile varlığımı.
Ben de bir sen olduğunu bilmedin.
Sen tatmadın ki hiç bu yağmuru, bu soğuğu…
Anlamadın ne söylüyorlar,
Kimden bahsediyorlar…
Merve YILMAZ 12-C
8
37
etkinlik
Vefa Günleri 5. programı 15 Ocak‟-
ta İstanbul Milletvekili Feyzullah KIYIKLIK adına yapıldı. Okul Ko-
ruma Derneği „nde okulumuz için
birçok hizmette bulunan KIYIKLIK ‟ın hayatının yanı sıra mezunların
anılarının da anlatıldığı programda
mezunların ve mensupların aynı havayı soluduğu anlar görülmeye
değerdi.
Açılış konuşmasını yapan Okul Müdürümüz Mitat TEKÇAM büyük insanların idealleri, normal insanlarınsa hayalleri olduğunu belirttikten sonra Feyzullah KIYIK-LIK „ın okulumuza hizmetlerinden bahsetti. Sonrasında yayınlanan
slaytla, KIYIKLIK „n hayatına dair bilgiler verildi. Okulumuz mezun-larından Mehmet Fazıl KANYILMAZ, başarıların tesadüfen gelmedi-ğini ve bize yapılan hizmetlere borcumuzu misyon bilinciyle ödeye-ceğimizi belirttikten sonra sahneyi Feyzullah KIYIKLIK „ın oğlu ve 1994 yılında derece çıkararak okulumuzun adını duyuran M. Önder KIYIKLIK „a bıraktı. Önder KIYIKLIK tam da Fazıl ağabeyimizin kal-dığı yerden aldı sözü ve
Vefa Günleri 5’İn
Ardından…
36
etkinlik
.Erdem Okulu
Okulumuzda gerçekleştirilen Erdem Okulu Proj esi, 19 Ocak 2010
günü gerçekleştirdiği dönem sonu programıyla, dönemin en kapsamlı Er-
dem Okulu çalışmasına imza attı.
Her ay bir tanesi işlenen; “Sorumluluk-İrade” ve “Edep-Hayâ-İffet”
konularının işlendiği program, mesneviden okunan bir hikaye ile başladı.
Ardından Hz. Yusuf Kıssası ile ilgili bir çalışma sunuldu. Modanın insanları
nasıl esirleştirdiği, okulumuz üzerinden verilen örneklerle belirtildi. Yakup
SELEN hocamızın teşvikleriyle gerçekleştirilen huzurevi ziyaretine dair
izlenimler ve bir köylü kızı olan Gülizâr‟ın aynı topraklarda yaşamamıza
rağmen birbirimize uzaklığımızı anlattığı videosu en etkileyici çalışmalar-
dandı.
Kardeş Okul Proj esiyle okulumuzda misafir ettiğimiz kardeşlerimi-
zin slaydından sonra günün konuşmacısı, yazar Halis KURALAY‟dı. Doğuş-
tan âmâ olan KURALAY Hoca, acaba onun mu yoksa bizim mi görmediğimiz
hakkında ciddi şüphelere düşürecek bir konuşma yaptı. Oldukça nüktedan
kişiliği sayesinde dinleyicileri bir an tebessümsüz bırakmadı. Abisinin yap-
tığı telden harflerle ve araba plakalarına dokunarak öğrendiği yazıdan, psi-
koloj i mezuniyetine ve sonrasında aldığı görevlere kadar eğitim hayatının
zorluklarını nasıl alt ettiğini anlattı. Konferans bitiminde “Hayata Dokun-
mak isimli kitabını imzalayan Halis Hoca, Engelliler ve İmtihan isimli kitabı-
nı kısa zamanda bitirebilmek için dualarımızı istedi.
şiir
9
NEREDE?
Güneş yerini ay ve yıldıza teslim ediyor.
Zor ve telaşlı anlar yaşanıyor sahnede,
Rollerin son anları yansıyor perdeye.
Can diye mırıldanıyor herkes, Cânân nerede?
İzleyiciler dem vuruyor, ayak diriyor.
Görememek onları kör eden,
Duyamamak onları sağır eden.
Duygusuzluk kol gezerken, duygular nerede?
Hakikat sergileniyor ezelden ebede.
Avucuna yazılıyor numaran silinmemek üzere.
“Seyir etme” diyor; “gel” diye yalvarıyor.
Sahne insana cenneti vaadederken, insanlar nerede?
Rüveyda KAYA 12-D
öykü
GUGUK KUŞU Tahta sandalyeleri çayevinin bahçesine taşıyor. Kilidi Ah-
raz açıyor. Kilit kapının dili; süpürge Ahraz‟ın. Kapının sözü kilide;
Ahraz‟ın sözü süpürgeye geçiyor. Bir sağa bir sola döndürüyor sü-
pürgeyi.
Duvardaki guguklu saat zamanı ele veriyor. Sabahın beşi;
dolunay, büyücü maskesini çıkarmamış henüz. Ağzını büzüp bir boşluk
yapıyor Ahraz. Kavislerden başlayan bir seyrime dudaklarını ele geçiriyor.
Buradan üfleyerek bir şeyler mırıldanmayı hayal ediyor fakat tüm çabaları-
nın sonu kuru bir böğürtüden ibaret. Öte yandan acele ediyor. Güneş yağıp,
kar buharlaşmaya başlamadan her işi bitmeli. Çelimsiz vücudunu olanca
çevikliği ile hareket ettiriyor.
Bu şirin çayevinde sabahlar hep böyle başlıyor. Kadınların her sa-
bah ekmek yapması gündelik işlerden sayılıyorsa, çayevinin ezan vakti ka-
pısını açması da gündelik sayılmalı. Gün, uğurlanmaya hazır. Peki ya gel-
mezse günün sonu!
* * *
Guguklu saat bu sabah oldukça sakin. Doğmak için acelesi olmayan
güneşleri andırıyor. Saatin penceresi açılıp kuş kafasını uzatıyor: Altı. İn-
sanlar uyanıyorlar mı?
* * *
Ne tuhaf! Ahraz üflemediğinde çıkıyor ses. Dupduru! Yalnız kendisi
duyabilir. Süpürgeyi tutamak yapıp ağırlığını sağ ayağının üstüne toplamış.
Cebinden aldığı radyoyu kılıfından çıkarırken parmakları titriyor. Küçük,
kurşuni düğmeye dokunur dokunmaz bir şeylerin yükseleceğini düşünüyor.
Düğme radyonun dili. Dokunuyor. Tık yok. Kusurun radyoda olduğu konu-
sunda ısrarlı. Bekliyor Ahraz. Birdenbire işitmeye başlaması mümkündür
10
etkinlik
Üçüncü dönem 1950 yılında başlar. Çok partili hayata geçişin yaşandığı bu
dönemde dini hayatla ilgili düzenlemeler tek parti dönemi kadar yoğun de-
ğildir.
İşte o konferanstan notlara düşen aforizmalar:
Ancak geleceği kurmak isteyen insanlar tarihi ciddi olarak inceler.
İnkılap tarihi, din meselelerinin zeminidir.
Medreselerin kapatılmasından bu yana Türkiye din meselesini çözebilmiş
değildir.
Türkiye‟de dinle alâkalı olmayan hiçbir mesele yoktur.
İmam-hatip okulları, dini hayatın korunmasını beslemiştir. Fakat dînî dü-
şüncenin modernleşmesini isteyen insanlar da bizim içimizden çıkmıştır.
Batı Avrupa‟da modernleşme ilerledikçe kiliseler boşalıyor, bizde camile-
rin dolup taşması artıyor.
Camilerin yeterliliğinin ölçüsü, Cuma cemaatini alıp almadığıdır.
Demokrasi dediğimiz şey aslında o kadar da bel bağlanacak bir şey değil
ama –zayıf da işlese– halkın düşüncelerini, yaşayışını ortaya çıkarır.
Türkiye‟de tek tek baktığınız zaman pek pirim vermeyeceğiniz halkın çok
bilge ve enteresan bir dayanışma birikimi vardır.
35
34
etkinlik
OKU
Prof. Dr. Prof. Dr. iismail KARA Misafirimizdi...smail KARA Misafirimizdi...
DUKÇA
Okudukça Etkinlikleri‟nin bu ayki konuğu, Prof. Dr. İsmail KARA
idi. Okulumuzda standı açılan kitapla-
rıyla kendisi gelmeden önce tanıştığımız
hocamız, “Cumhuriyet Dönemi‟nde Din
Meseleleri” konusunu üç ana başlık
üzerinden ele aldığı bir konferans verdi.
O üç ana başlık şöyle:
İlk dönem, 1920-1924 yılları
arasında geçen süredir. Modernleşmede
son sürat gidilirken öte yandan dini has-
sasiyetlerde de bir artış görülür. Örne-
ğin; o zamanki mecliste, daha önce Os-
manlı Devlet‟inde görülmemiş bir uygu-
lama yapılmış ve meclis kürsüsünün
arkasına şûra ayeti yazılmıştır. 1924 önemli bir yıldır. Çünkü bu yıl din ko-
nusunda üç yeni ve önemli karar alınır. Halifeliğin ilgası, medreselerin ka-
patılması ve Diyanet İşleri Başkanlığı‟nın kurulması…
İkinci dönem, 1924-1950 yılları arasındaki sadece dinle alakalı de-
ğil, bir çok meselede değişimlerin yaşandığı yıllardır. Yeni bir devlet kurul-
muştur. Batı Avrupa‟dan farklı olan çelişkili modernleşme sürecimiz bu
dönemde de sürer. Bir taraftan hafızlık yapma olanakları kısıtlanırken diğer
taraftan Elmalılı Hamdi YAZIR‟ın 19 ciltlik tefsiri yayınlanır ve üniversitele-
rin son sınıflarına dağıtılır.
öykü
belki de? Bu gerçekleşseydi, sunucunun heyecandan durup, sık sık yutkundu-
ğuna, konuşurken kalbinin nasıl attığına tanık olacaktı. “ Okyanustan esen bir
rüzgâr güneydeki köyleri tehdit edecek. Rüzgâr kısa sürede fırtınaya dönüşe-
cek.” sözlerini işitecekti. Ardından gelen “ Dışarı çıkma zorunluluğu olanlar
dikkatli davranmalıdır .” uyarısı dikkatini çekecekti.
Hiçbirini duymadı. Rutinin tadını çıkarmaya devam etti. Çay içti, çö-
rek yedi, boynuna kolonya sürdü. Radyoyu kapatıyorken bir şarkı mırıldandı.
Karmakarışık bir yığın ses dalgası gırtlağına sürtünerek çıktı. Ne söylediğini
kim bilebilirdi? Tüm bunları sık sık gördüğü kâbusun tesirinden kurtulmak
için yapıyor olabilir miydi? Rüyasında konuşan bir saate dönüştüğünü görü-
yordu sürekli. Bu rüyayı görmeye başlayalı bütün saatler dikkatini çekiyordu.
Meşe kapının açıldığını fark etmedi, ayak seslerini de. Adam dimdik
ilerliyordu. Işıltılı yüzünü bir karartı yokluyordu. Hızla belirip kaybolan bir
karartı bu. Ayın yarı gölgeli iken aldığı vaziyet nasılsa kuytuya çekilme ile
meydanda kalmayı seçme arasında zorlanıyormuş gibi ikilimde kalmış, kuşku-
lu bir yüz. İskemlelerin arasında yürürken tezgâha bir göz attı, o kadar. Onu
görür görmez genzinde acı bir tat duydu Ahraz. Ellerini arkasında kurdele yap-
tı. İki parmağının arasındaki sigarayı avuç boşluğuna iterken bileğini geriye
doğru büküyordu. Ani bir kararla bu gizlilik isteğinden cayıp düzeltti duruşu-
nu. O da ne?
Cepkenin sağ cebinden çıkardığı saate bakıyor adam, vakit erken. Gün
doğmamış yerine koyarken saatin zinciri akıyor. “Zincir, kösteğe bağlı kordon,
bilekteki atar damara. Dakikalar, saniyelerin ilerlemesine bağlı…” Bunları dü-
şünürken, zincirin pırıltısında yüzüyordu Ahraz-
‟ın gözleri. Sıkıldığı utandığı korktuğu ve sevindiği
vakitler gözlerini sıkıca kapatırdı.Bir türlü aklın-
dan ve kolundan çıkamayan bir şarkı ile kol kola
olurdu böyle anlarda. Gözleri yarı kapalı, “ Çay
koyayım.” diye geçirdi içinden ve genç adımları
onu tezgâha sürükledi. Topal ayağı sağlam olan
ayağından bir adım gerideydi yürürken.
11
öykü
Adamın “ Tütün çıkarımı getiriver oğul çay sonra! ” diye
bağırdığını düşünerek o yöne döndü. Alışkanlıkla, ne istediğini
ve ne zaman istediğini anlıyordu. Kendini bildi bileli bu adamın
yanında idi. Duymak isteyip de duyamadığı bu muydu? Bir türlü
karar verememekle birlikte “Peki usta” diyen bedenini kımıldatırken
saatteki kuşa takıldı gözleri. Tutku mu yoksa öfkemi var bu kuşun
duruşunda? İçine bir huzursuzluk yayıldı. Rahatlamak için kapıya
yanaştı. Dışarıda uyuyan bir denizin sessizliği var. Dışarıdan gelen homur-
tuları bilmemek ne güzel!
* * *
“İnsanlar buraya boşuna ocak demezler” derken tütün kesesini ma-
sada yuvarlıyordu adam. Sararmış, tütün kokan parmakları ve avuçlarıyla
nereye baktığını bilmeden baktı, sonra dalıp gitti. Bu haliyle, saatteki tuhaf-
lığı serinlemekten çok uzaktaydı. Kuşun gözleri üstünde ardı ardına içtiği
tütün, gölgeler oluşturuyordu yüzünde. İnsanların gelmesini beklerken,
hareketleri yavaşlıyordu. Adam mermerleştikçe kuşun bakışları sıcak insanî
bir ifade almıştı. Tüylerinde bir parlaklık ve yumuşaklık belirmişti. Morla-
şan gagasında bir pembelik, uyuşuk pençelerinde bir canlılık beliriyor, so-
ğuk kanatları ısınıyordu. Tüyleri ürperdikten ve bir iki kanat çırptıktan son-
ra eline hışımla konan serçeyi fark edemeyecek kadar cansızlaşmıştı adam.
Serçe, elini gagalıyordu. Sevdiği halde sevdiğinden ilgi görmeyen
bir canlının hıncıyla ve nazikçe. Hayır,hayır! Tüm bunlar faydasız. Kan akı-
yor elinden adamın, böyle olmasını istemezdi kuş. Gagasını açtığı yarayı
iyileştirmek için kullandı bu kez. Yara kendi gövdesindeymiş gibi acı duyu-
yordu. Kafesine uçarken binlerce kuşun hüznü ile çırptı kanatlarını. Havayı
dolduran kanat sesleri çarptı duvarlara. Fakat kuş biraz olsun sakinleşme-
miş. Öyle ki kuşun adama düşmanca bakışları, rüzgârı uzaklardan çağırdı.
“Gördükleri düş mü yoksa gerçeğin bir boyutu mu?” diye düşünüyordu ah-
raz. İşaret diliyle sesleri adama tarif edip kuşu adaman gösterdi. Boşa yo-
rulduğunu anladı, sustu. Onun sesleri duymaz ve olanları görmez oldu-
12
deneme
33
BAZEN Bazen korkardım yara almaktan, beni yaralayabilecek insanların
varlığından ve korkardım acı çekmekten. Daha sonra anladım ki hiç kimse beni yaralayamazmış benden ve sevdiklerimden fazla…
Nedendir bilmem bazen bir suç iki insana aitse ve hangisi size
daha yakınsa o insanları ikisine değil de size uzak olana bağlarsınız suçu ve nedenini… Oysa suç ikisinindir bilirsiniz yinede yapamazsınız ayrımı
olamazsınız adaletli…
Yıllarca yanıldım ben. Suçu tek bir kişiye bağladım hep ama sonra anladım ki en büyük suç benimdi onun değil… Onların değil… Ben yi-
ne kendimce sınıflandırmışım insanı iyi ve kötü diye… Bana göre iyi ve
kötü diye…
Oysa suç benimmiş sevdiğimi koruyup sevmediğimi itmişim. Ya-
nılmışım. Şaşırmışım. Şaşıymışım şaşırtmışım… İtilen cezasından fazla-
sını çekince kayrılan kendini suçlardan azat eder olmuş. Ona göre de o zaten suçsuzmuş…
Yine de ben olmuşum kendimi hayal kırıklığına uğratan. Ne kayır-
dığım dost olmuş bana ne ittiğim elimde kala kala tek bir şey kalmış, tek bir şiir kalmış Asaf‟tan…
Dün sabaha karşı kendimle konuştum
Ben hep kendi kendime çıkan bir yokuştum
Yokuşun başında bir düşman vardı
Onu vurmaya gittim kendimle vuruştum…
Bazen ne suçlu olur kendiyle konuşan ne de diğeri… Bazen bir de bakarsınız siz olmuşsunuz konuşan kendi kendine bir sabaha karşı…
Edibe Beyza Uysal 11-F
şiir
32
KELEBEĞİN ÖMRÜ Güneş hükmü verdiyse gözlerine
Sıcaklığını hissedemeyeceksen her bir zerrende…
Göremeyeceksen yağmurun renklerini griliklerde…
Kasvet saracaksa ruhunu “berekette”
Söylemek istediğin çok şey var doğan güne…
Kelebeğin ömrüne adayacaksan mutluluğu
Ve her gelende arayacaksan avuntuyu
Umudun olmayacaksa her bir renginde göğün
Yıldızlardan medet umma boşuna!
Sabah olacak nasılsa…
Ve gülümseyebiliyorsan bunca şeye rağmen hâlâ!
Âlâ…
Büşra ŞEKER 9-H
öykü
emindi. O an aklında tek şeyin olduğunu bildi çünkü – nerede bu insanlar –
Kafesine çekilen kuş acı acı ötüp baktı bir süre. Titremeye başladı,
damarlarından kan çekiliyordu. Gagası morarıp, pençeleri uyuşuyor; tüyleri
matlaşıp, kanatları donuklaşıyordu. Bakışlarındaki canlılık kaybolurken
gözleri pelteleşti, taşlaştı gövdesi.
Varlığını usul usul hatırladı adam. Bir elini diğerinin üstünde gez-
dirirken fark etti oyuğu. Hafifçe irkilmekle birlikte fazla durmadı üstünde.
Beyaz kâğıda incecik sarılan tütünü dudağına dayadı. Bir uğultunun ardın-
dan yukarı kaldırdı başını ve havada incecik halkalara dönüşen dumanın
ardından baktı.
Saatin kadranında yalnız “yedi” rakamı var. Siyah bir “yedi”. Ahraz
kuşa bakarken suskunluğu derinleşmişti. Çayını tazeliyor, ne yapılacaksa
onu yapıyordu.
Dudakları kıpırdıyor adamın fakat yutkunmakla kalıyor. Kelimeler
soğuk…Buz kesiliyor gırtlakta, çıkamıyorlar.
Ne horoz öttü, ne karga göründü. Bir uğultu dolaşıyordu içeride.
Onlarca bardaktaki çayın aynı anda karıştırılması ile oluşan çınlama uğul-
tuyla karıştı. Krom kaşıklar bardaklarla dans ettikçe her şey daha net ayrıştı.
Masaların etrafında sandalyeler bomboş. Dışarı bakıyor ahraz. Karda ayak
izleri var, yürüyen yok. Derin bir uykuda gibi köy.
Saatin kuşu durmadan, artık kimsenin duyamayacağı güçte ötüyor.
Kapılar yerinden sökülüyor, çerçeveler duvardan iniyor. Rüzgâr çayevinin
bahçesinden tüm köye yayılıyor. Ağaçlar kökün-
den sökülüyor, kayalar yuvarlanıyor dağlardan.
Sular yerin altına çekiliyor. Saatin kadranı hep
yediyi gösteriyor. İçinde dinmeyen bir uğultu ile
kuş bağırıyor. Guguk seslerinden kuşun ne söyle-
diğini anlıyor adam. Ahraz konuşuyor.
Nur Fidan Çerko 11-C
13
şiir
14
Yalnız kendine gelince haykırır nefes! Tek haklı kendisi gibi bakar suratına
Ne dersen de edep uğramaz etrafına. O edepsiz var şimdi benim karşımda;
Bana taktığı yafta, baktım onun alnında! Hani özlediğin uzak gelir başucuna,
Kaçtığın hesap hep yanı başındadır aslında…
Çukuruna günahkâr biriktiren Cehennem;
Dokunmaz sanılır kendi tenine. Sakındığın tenindir günahın nârındaki,
Cennetin güzelliğidir bedenindeki edebi, Edeptir insanı güzel yapan değeri,
Korktuğun hesaba iyi hazırlan bedevi!
HESAP
Elmas KARAGÜLLE 12-C
Kuyuya attığım taşlar çarpıyor yüzüme,
Özgürlüğe uçurduğum kuşlar çırpmıyor kanatlarını.
Hani bir dilek tutup gülersin ya gökyüzüne;
O gökyüzü saklıyor artık yıldızlarını!
Çaresiz kalınca titrersin korkak gibi
Utandığın korkaklık çarpılır yüzüne,
O çarpmalar sarıyor beni sımsıkı.
Başarmak için attığın adımda sendelersin,
Gülmek için açtığın ağzın, kapatır diğerlerini.
Ayıptır böylesi, bilir herkes,
deneme
31
labirentin içinde buluyorum kendimi her yer simsiyah… Du-
varlara tosluyorum çıkış yolunu ararken… Ama daha çok
kayboluyorum, karışıyorum orada. Ve sonra dua ediyorum
her şeyin pişmanlığında… çekinerek, utanarak, ağlayarak çı-
kıyorum Yüce Rabbin huzuruna ve yardım dileniyorum. Ona
el açıyorum. Şükrediyorum verdiklerine, yüzüm kızarmadan
daha fazlasını istediğimden özür diliyorum, tövbe ediyorum.
Temiz bir kalple yapıyorum tüm bunları, biliyorum ondan
başkasının yardım edemeyeceğini. İlahi güce sığınıyorum
nefsimin yenileceği korkusuyla…
Gözlerimi açtığımda… Ve o zaman labirentin sonun-
da, çıkış kapısında olduğumu görüyorum. Allah‟tan başka
kimseden dilenmemem gerektiğine daha çok inanarak ve
Kur‟an‟ı hayatıma değil hayatımı Kur‟an‟a uyarlamaya söz
vererek atıyorum ilk adımlarımı. Yere basıyor ayaklarım, ya-
lanlarla uçmuyor havalarda…
Merve Nur DEĞER 11-C
deneme
30
LABİRENT Kulağıma durmadan bir şeyler fısıldayan, beynimin içinde
beni delirten, kim olduğunu bilmediğim, varlığından bile emin
olmadığım biriyle konuşarak şizofren gibi davranıyorum. Bula-
nık bir yaşamda ne kadar temizlemeye çalışsam da kopukluklar
oluyor, tutunmaya çalıştığım dallar beni tartmıyor. Dengeyi
koruyamayacak bir konumdayım. Bu yüzden hep boşluğa düşü-
yorum. Çekiniyorum insanlardan, utanıyorum halimden…
“Değişmeyen tek şey değişimdir.” diyen Descartes‟in cümleleri-
ne güvenerek çabalıyorum. Temizlenmeye çalışıyorum çamur-
lardan. Susuyorum, kitapların aralarında sıkışıyor, nefsimi ter-
biye etmeyi bilmediğimden Müslüman kimliğimin gerektirdik-
lerinin her birinde bir kolaylık arıyorum. Üzülüyorum, üzüyo-
rum, üzdüğüm için üzülüyorum… Boğuluyorum! Kimsenin
canını yakmaya hakkım olmadığını düşünerek kapatıyorum
kapılarımı hayata, kendimle kalıp kendi kendime hayat karga-
şasında mücadele veriyorum. Kendini kelepçelemek gerekir
suçluluk duygusunun baskın olduğu zamanlar. Kendimden
bıktım, bu bıkkınlıkla yuvarlanıyorum yollarda, sürünüyorum
olaylarda… Yüreğim çarpışsa da başkalarının yürekleriyle,
uzaklaşıyorum bana uyandırdığı hislerden, sevgi sözcüklerin-
den. Kendime rakipler buluyor, yarışıyorum, herkesi geçiyo-
rum. Bir hayat kalıyor, takılıyorum orada, yeniliyorum. Bütün
mutluluklarımı bir tokat gibi savuran hayat acıtıyor, kara bulut-
lar sarıyor etrafımı… Şimşekler çakınca aydınlanıyor orada ka-
buslarım, vuslatın sevinciyle kahkahalar atıyor kısacık bir an
olduğunun habersizliğinde… Ve yine karanlık, karanlık… Bir
şiir
15
O YOKKEN YANMAK
Onsuzluk yakıp kül eder ya insanı,
Ben o duyguyu hiç tatmadım!
Onsuz olup, nasıl kavrulur insan?
Onsuzluk bir kor gibi nasıl düşer de
Alev topuna çevirir insanı?
Ben o duyguyu hiç tatmadım! ..
Ben, sen olmadığın için üşüdüm.
Senden uzakta olduğum için üşüdüm…
Sensizlik yüreğimi dondurdu.
Ben, hiç kavrulup kül olmadım.
Yüreğim senden uzaksa nasıl yansın ki?
Yüreğim, senin yanında değil ki yansın.
Yüreğim! Sen donmaya alış…
Tuba GEDİKOĞLU 10-F
Yalnız kendine gelince haykırır nefes! Tek haklı kendisi gibi bakar suratına
Ne dersen de edep uğramaz etrafına. O edepsiz var şimdi benim karşımda;
Bana taktığı yafta, baktım onun alnında! Hani özlediğin uzak gelir başucuna,
Kaçtığın hesap hep yanı başındadır aslında…
Çukuruna günahkâr biriktiren Cehennem;
Dokunmaz sanılır kendi tenine. Sakındığın tenindir günahın nârındaki,
Cennetin güzelliğidir bedenindeki edebi, Edeptir insanı güzel yapan değeri,
Korktuğun hesaba iyi hazırlan bedevi!
HESAP
16
araştırma
“Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?”
Âkif; şüphesiz büyük bir vatanseverdi. Yurdunun kurtuluşunu duyuncaya
kadar gözyaşı akıtmış ve vatanının kurtulması için elinden geleni yapmıştır.
Şiirleriyle, vaazlarıyla halkı uyandırmak için uğraşmış, bunda da başarılı ol-
muştur.
Âkif‟in yurduna duyduğu aşkın sonucunda da Türk milleti, İstiklâl Marşı
gibi benzeri olmayan bir esere sahip olmuştur.
“Cânı, cânanı bütün varımı alsın da Hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ.”
Peki, Âkif sadece bir vatansever miydi? Yaşadığı toprakları canını, kanını,
varlığını fedâ edecek kadar çok seven Âkif‟i yurdundan, milletinden, bayrağı-
nın serin gölgesinden sadece bir şey ayırabilirdi: İslâmiyet…
Topraklarına âşık bu mütevazı adam, sadece dini uğruna, Allah uğruna,
peygamber uğruna ülkesini terk edebilirdi. Ve öyle de oldu… Onun sırf fesini
çıkarmamak için ülkeyi terk ettiğini yazanlar, söyleyenler olmuştur. Fakat
Âkif‟i tanıyan, anlayan hiç kimse böyle bir iddiada bulunmaz. O „tek vatanını‟
fesi için değil, bütün değerlerden üstün tuttuğu dînî için terk etmiştir. Şöyle
der:
şiir
Cambazın ipi kopunca döküldü yalan boncukları,
Yalana mı yoksa cambaza mı yanmalı?
Sahi neydi bu oyunun kuralı?
Sanırım biri ipi kesmiş olmalı.
Al sana insanlık!
Al sana kocaman bir mesele!
Ümit bahşeder hüznünde bile!
Ama önce çıkarmalı şu deli gömleğini,
Sefil esaretinin kırmalı bozuk kilitlerini.
Ruhuna verilen isyan kapsüllerini,
İçmen için elinde, irindir tuttuğun!
Ayaklar altında görünmez olan,
Çiğnenmiş insanlığındır unuttuğun!
Ayşe Sadiye DOYMUŞ 12-C
29
şiir
Karşımda duran yüz fakiri al sana!
Biçimsiz maskeler veriliyor alsana!
Bak!
Cümle pazarında söz kılıfları satılıyor.
Çamurda debelenen kelimeler,
Açık artırmada zımpara ifadeler…
Ve daha neler neler!
Sahnede kandırmaca oyunu,
İşte bir figüran rol çalıyor!
Eşitlik denizi kendi balıklarını boğdu yine.
Solungaç mı? Hikaye!
28
araştırma
“Vatan-cüdâ olayım sinesinde İslâm‟ın
Bu akıbet, ne elim intikamı eyyâmın! ”
İslâmiyet‟in hilâlli göğsünde yaşamak adına ay-yıldızlı topraklarından
„cüdâ‟ kalmaya razı olmuştu Âkif. Mısır‟a gitmeliydi; gitmek zorundaydı…
Gitmezse tâviz vermiş olacaktı, bir tâviz arkasından başka tâvizleri de geti-
rirdi. Gitti…
Tam on bir yıl uzak kaldı tek sevgilisi Türkiye‟den. Döndüğünde yataktan
kalkamayacak kadar hastaydı. Yine de son nefesini vatan topraklarında ve-
receği için mutluydu. 27 Aralık 1936‟da şühedâ kanıyla yıkanmış toprağı
ona kucak açtı…
“Görmeyi arzu ettiği iki hedefi vardı. Biri, vatanın düşmandan
kurtulmasıydı. Bu uğurda; rahatını, maaşını, ailesini, İstanbul‟u terk etmiş,
fiilen millî mücadele harekâtına katılmıştı. İkinci hedefi ise İslâm idealinin
gerçekleşmesiydi. İslâm‟ın ayakta kalan son kalesi olarak Türkiye‟yi biliyor,
Türkiye‟nin kurtulmasıyla da büyük İslâm idealinin gerçekleşeceğine inanı-
yordu. Birinci hedefinin gerçekleşmesi onu bahtiyâr etmişti. Fakat ikinci
hedefi arzu ettiği noktaya erişemeyince bedbâht oldu. İhtiyari bir sürgün
gibi kendisini vatanından uzak kalmaya mahkûm etmişti.” (Mehmed Âkif-
Bir Karakter Heykelinin Anatomisi, sf: 26, Prof. Dr. Orhan OKAY)
Onun davası İslâmiyetti…
17
18
araştırma
“Mehmed Âkif gerçek bir dava adamıydı. Baytar olarak Rumeli‟den Ara-
bistan‟a kadar bütün Memâliki-i Şahane‟de dolaşırken, Meşrutiyetten sonra
yazar olarak, İstiklâl Harbi‟nde ve nihayet kendini gurbet cehennemine ata-
rak, ömrünün son on yılında… Her zaman davası için çalışmıştır.” (Safahat
Tetkikleri, sf: 51, M.Ertuğrul DÜZDAĞ)
Âkif‟in yazdıkları, savundukları, düşündükleri lafında veya kaleminde
kalmamıştır. Doğru bildiği her şeyi yaşamına da geçirmiştir. Zaten o, eserle-
rini kaleme alırken adetâ hayatını kelimelere nakşetmiştir. Bunu kendisi de
söylemiştir:
“ Hayır, hayâl ile yoktur benim alışverişim…
İnan ki her ne demişsem, görüp de söylemişim.
Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek:
Sözün odun gibi olsun, hakikat olsun tek! ”
Gördüklerini söyleyecek kadar cesurdur Âkif ve doğruyu söyleyecek ka-
dar da mert… Allah‟ın hoş görmediğini asla hoş görmedi. Namussuzluğa,
ahlaksızlığa, tembelliğe, miskinliğe, yalana dolana katlanamazdı.
Müslüman çalışkan olmalıydı. Terakkinin tek yolu buydu. İslâm‟ın emri
de buydu. Tembellik rezillerin işiydi.
“Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası
Dostunun yüz karası, düşmanının maskarası.”
deneme
27
KARANLIK AVLUDAKİ MERCANLAR Küçük mercan taşlarının serpildiği bir avludayım şimdi…
Renk renk, desen desen mercanlar… Eğilip yerden toplamak istiyorum onları, sonra birleştirip kendime bir hayat kurmak istiyorum onlardan. Gö-
züktüğü gibi, renkli ve ışıltılı bir hayat.
Bütün geçmişimi yıkmak istiyorum bir an, soluk almayı yeniden öğren-
mek, güneşe bu taşlarla çıkmak, o ışığı yansıtmak, yaşatmak istiyorum. Bu-
lutlarda dolaşıyorum sanki. Ayaklarımı hissetmeyişimin mutluluğunu taşı-yorum, düşüncelerimle buluşmaya hazırlanırken… Fark edilmek istiyorum
sıradan dünyanın içinden. Önce denizden bir ev yapmaya çalışıyorum ken-
dime, üst üste koyduğum her damlanın düştüğünü göre göre… Körüm belki de, istiyorum yine de, güneşin altında parlayan, renkli mercan taşlarıyla
süslü bir gece.
Göz altıma hafifleten bir serinlik iniyor sessizce. Beynimdeki iniltiler
kirpiklerime düşüyor, acı vere vere. Farkındalık çöküyor şimdi içimdeki benliğe. Fark edilmek isteyişimin farkındalığı bu belki de. Hayat fark ettiri-
yor yapmak istediğim olanaksızlığı. İstemesem de fark ediyorum yaparken
yıktıklarımı, yıkılmasından korktuğum her tabunun aslında her geçen gün benim tarafımdan yıkıldığını.
Yanılıyorum işte, korkuyorum şimdi ilerlemekten. Temkinli davranıyo-rum atacağım her adıma hazırlanırken. Küçük bir gülüşü bile esirgiyorum
artık fark etmeden. Kararıyorum şimdi geceden de erken. Ne güneş var gö-
zümde ne de evren… Kaybettim ben evimi denizden. Şimdi uzaklaşıyorum, gidişimin sebebini söylemeden.
AYŞENUR AÇIKEL 12-C
öykü
26
***
- Psikoloj ik bir sarsıntı geçirmiş. Bir müddet müşahede altında tutma-
mız gerekiyor. Korkmanızı gerektirecek bir durum yok. Bundan sonra yar-
dım alması gerekecek. İnşallah çabuk atlatacak.
- Ne zaman uyanır?
- Çok uzun sürmez.
- Peki, teşekkür ederiz.
- Geçmiş olsun.
- Sağ olun.
Sıçrayarak uyandığında annesini görünce birden mutlu oldu. Na-
sıl yaşıyordu? Nasıl bulmuşlardı onu? Deminki mahlûkları onlar da gör-
müşler miydi? Görmediyseler ya? Anlatsa ona inanırlar mıydı?
- Kızım, uyandın sonunda. Çok korktuk. Kötü bir şey oldu diye. Bak-
kaldan çıktıktan sonra başın dönmüş galiba, bayılıp düşmüşsün. Bize he-
men haber verdiler, sağ olsunlar. Biz de seni, buraya getirdik. Bir saattir
uyuyordun. Şimdi niye böyle korku içinde uyandın, kötü bir rüya mı gör-
dün?
Ne diyeceğini şaşırdı bir an. Demin yaşadıkları?! ..
Kafası iyice bulanmıştı. Sadece “Ben de çok korktum.”
diyebildi.
Ümmügülsüm KURUKOL 12-C
araştırma
19
Zulme, haksızlığa boyun eğmezdi Âkif… Her zaman mazlumun yanınday-
dı.
“Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem! ”
(Safahat/ Âsım)
Zevk ü sefa içinde ömür geçirmeye tahammülü yoktu. İstediği gibi bir
yaşam sürebilirdi. Fakat o tıpkı peygamberi gibi karın tokluğuna yaşamayı
tercih etti. Bunca yoksul insan içinde o nasıl sultan yaşamı sürebilirdi ki?
“Ben sefaletten ölürken seni sıkmazsa refah,
Hak erenler buna ummam ki desin: eyvallah.”
(Safahat/ Âsım)
Sözü „odun gibi‟ doğruydu, hakikatti. “Ölümden yahut ona yakın bir şey-
den başka insanı hangi şey yolundan, sözünden alıkoyabilir?” demiş, insan-
ların hakikatten saptıklarını gördükçe hayrete ve dehşete düşmüştür.
Ve onun gözünde âyetler insan hayatında ne kadar söz sahibiyse insan o
kadar insan olabilirdi. İnsan Allah‟ı sevdikçe, ona boyun eğdikçe diriydi.
Yoksa onun bir leşten farkı olamazdı ve yine insan diri kalmak istiyorsa,
Kur‟an-ı Kerim‟in diriliğine de inanmalıydı.
“ İnmemiştir hele Kur‟an bunu hakkiyle bilin,
Ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için! ”
araştırma
Milliyetçiliğin yanında; ırkçılığın karşısındaydı Âkif… Millî değerlere
sahip çıkmalı fakat ırk ayrımı yapılmamalıydı. Bu, insanların arasına tefrika
sokar ve hatta bir imparatorluğu yok ederdi. Öyle de oldu…
“Ayrılık hissi nasıl girdi sizin beyninize!
Fikr-i kavmiyeti şeytan mı sokan zihninize?
Birbirinden müteferrik bu kadar akvâmı,
Aynı millettin altında tutan İslâm‟ı
Temelinden yıkacak zelzele kavmiyettir.”
O, hayatını İslâm düşüncesine göre şekillendirmiş, dini uğruna memle-
ketini terk etmiş, döneminde İslâm‟ı en çok haykıranlardan olmuş fakat
bunları da yeterli görmeyerek:
“Ben böyle bakıp durmayacaktım, dili bağlı…
İslâm‟ı uyandırmak için haykıracaktım.”
(Safahat/ Gölgeler)
Âkif bunca sene sonra sadece İstiklâl Marşı için mi sevildi? Uzun yılla-
rın ardından unutulmamasının, şiirlerinin tazeliğini hâlâ korumasının asıl
sebebi neydi?
O, Hakk‟ın söylediğini savundu yaşamı boyunca. Hakkı anlatan bir ada-
mın yararlandığı yegâne kaynak Kur‟an ise nasıl unutulabilirdi ki? İşte Âkif
bu yüzden sadece çerçeveler arasında değil, her vatansever Müslüman‟ın
yüreğindedir.
Saliha Zeynep ERGÜN 12-C
20
öykü
25
Bu dalgınlıkla eve dönüş yolunu tuttu. Yollara bakıyordu. Ama hiçbir
şey algılamıyordu. Beynini içinde olanlar buna engel oluyordu. Her zamanki
baş ağrısı şimdi şiddetini daha da artırmıştı. Bir an dengesini kaybedip, dü-
şecek gibi oldu işte bu sırada bir duvara tutundu. Biraz toparlanır gibi olun-
ca bu duvarda bir farklılık hissetti. Demin evlerinin bulunduğu sokağa dal-
mamış mıydı? O halde burada ne işi vardı? O dengesizlikle yolu şaşırmış
olmalıydı. Şimdi doğru yolu nasıl bulacaktı? Ne kadar uzaklaşmıştı ken-
di mahallesinden? “Babamı aramalıyım” dedi. Ama telefonu evde unut-
muştu. Geri dönememe telaşı sarmıştı şimdi. O anda karşıdaki metruk, izbe
bir bina dikkatini çekti. Şimdi kendi halini unutmuş, evle ilgili düşüncelere
dalmıştı.
Bu evde kim bilir neler yaşanmıştı? Acaba orda da kendi gibi birileri
var mıydı? Kendisi nasıldı peki? Bu gibi düşüncelerle binaya doğru yürü-
meye başladı. İçeride birilerini görmek istiyordu. Bu evle ilgili şeyler bilen
birilerini. Neden bu kadar dikkatini çekmişti bu ev? Neden bu denli merak
ediyordu? Bilmiyordu. Hiçbir şey bilmiyordu. Aklına hâkim olamıyordu.
Kendini bulamıyordu. Hâlbuki sabah ne güzeldi… İşte, yine olmamıştı iste-
diği.
Kendini ararken etrafında başkalarını gördü. Hayal miydi, gerçek mi?
Bunlar nasıl tiplerdi böyle. Ne insan ne başka bir şey. Daha önce böyle
mahlûklar görmediğine emindi. Biri üzerine doğru mu geliyordu? Ne yapa-
bilirdi ona? Ama çok korkuyordu; tek hissettiği buydu.
Kaçıyordu şimdi. O mahlûkların üzerine doğru geldiğini gördüğü için.
Onlardan kaçıyordu. Elinden başka bir şey gelmiyordu. Durup beklemenin
sırası değildi. Çünkü kalıp üzerlerine gitmek için çok mecalsizdi.
Bu eski evin içinde üst kata çıkan merdivenler gördü. Merdivenler-
den çıkarsa kurtulabileceğini umuyordu. Bu yüzden onlara doğru yönel-
di. Hala peşindeydi o garip şeyler. Ona “Gelme! ” diye yalvarmaya başladı.
Bu sırada arkasındaki boşluğu fark edemedi. Bir adım ötedeydi her şey, dü-
şerse hepsi bitecekti. O, bunu anlamadan korku ve telaşla o adımı attı. Bü-
tün korkular bitmişti artık…
öykü
İÇERİSİ DAHA TEHLİKELİ
Güzel bir gün geçirmenin yolu güne güzel uyanmaktan geçerdi. Ama
bu günlerde ne güzel ne de kötü başlangıçlar kanıksandığı gibi noktalanmı-
yordu. “Geçer…” diyordu. Hep böyle sürecek değildi ya.
Bugün, eskiden sevmediği ama nedense son zamanlarda onu mutlu
eden bir şekilde uyandı. Güneş odasına dolmuş, içerisini aydınlatıyordu.
Güzel bir gün olacaktı. Bir de şu başının ağrısı olmasaydı…
Her sabahki rutin işlerini yaptıktan sonra salona geçip oturdu. Evdeki-
ler bir saate ancak uyanırlardı. Balkondan gelen yumuşak rüzgâr içini ferah-
latıyordu. Dışarı çıkıp bu rüzgârı daha iyi hissetmek istedi. “Gidip ekmekle
gazeteyi alayım.” dedi kendi kendine. Çıkmak için hazırlandığı sırada aklın-
dan, onun dışarı çıktığını duyunca bir de ekmekle gazeteyi aldığını görünce
evdekilerin diyeceklerini geçiriyordu. Babası: “Allah Allah! .. Hangi dağda
kurt öldü?” diyecek, kardeşi ise: “Hayret abla! Sana bir şey yapmamışlar.”
Diye dalga geçecekti.
Oldum olası hiç sevmemişti bu evden çıkma işini. Bir şey için dışarı
gönderdiklerinde babaannesinin deyimiyle boynuna ip takılıyordu. Sanki
kapıdan adımını attığı an idam sehpası ve cellâdı onu karşılayacaktı. “Peki,
ben nasıl okula gidiyorum?” diye sordu kendine. Sonra cevap verdi: “ Okul
başka… O dışarıdan sayılmaz. Beni korkutmuyor.” İyi de okul nerden çık-
mıştı şimdi? En son cellâdı onu asmıyor muydu? Beyninin derin karanlığı
dışarıdan sessiz ve dalgın gösteriyordu onu. Ortalıkta tek bir ışık süzmesi
kalmaması için karanlık var gücüyle çalışıyordu.
Bakkala girip ekmek ve her zamanki gazeteden alıp çıktı. İçindeki mü-
cadele gitgide büyüyordu. Harbin etkileri yayılıyordu. Beyninin içinde saf-
lar oluşmuş, birbirlerine siper alan saflar harekete geçmek için fırsat kollu-
yordu. Bu savaşın amacı en derin karanlığı elde etmekti.
24
ayın fotoğraf ı
21
mektup
22
Sevgili arkadaşım,
Düşündüm sana nasıl hitap edeceğimi fakat bir anda tüm kelimeler
sustu, dostluğunun karşısında bir acziyet bürüdü hepsini. Sonra bende ara-
larından en basitini seçtim. Bu seçimimin nedenini merak ediyor musun ?
Etmezsin ki sen... Senin için ithafların ve kelimelerin bir önemi yoktu ki...
Dudaklarımdan değil kalbimden dökülürdü yakınlığın... Kalemimden değil
gözlerimden okurdun sana olan seslenişimi. Neyse yinede söyleyeceğim.
Basite kaçtım çünkü dış görünüşün ihtişamı içeriği gölgede bırakmasın,
derinliğini kaybedip sığlaşmasın dostluğun tanımı ve varlığı…
Bunun bir nüshasını da seni gönderdiğimiz o son yolculukta görmedik
mi zaten. Bedenin yok işte... Fakat ruhun ve kalbin yine benimle . Sen git-
meden önce öğrenmiştik sözsüz konuşmayı. O yüzden desteğin uzaklardan
yerini buluyor hiç merak etme. Seni duyuyorum. Ne fark eder ki herkes
kulağıyla duyar dostu... Ben yüreğimle duyuyorum, yaşanmışlıklarımızla
kavrıyorum seni. Çırpınışımın nedenini asla yanlış anlama. Sitem değil,
isyan değil... Cevapların geliyor kulağıma fakat soruların… İşte soruların
gelince aklıma, ne sesin kalıyor kulağımda ne siluetin dokunuyor gözleri-
me. Çok mu sorunsuzsun orada ? Muhtemelen öylesindir. Bana ihtiyacında
kalmamıştır. Hayır hayır ! Sakın yanlış anlama, senin adına çok seviniyo-
rum. Anlaşılmamaktan yakınıyordun hep... Seni Rabbimden iyi kim anlar.
İnanıyorum kardeşim hak ettiğin yerdesin, sen gittin ben kaldım. Buruklu-
ğum bundan olsa gerek... Boş boş bakışlarımı herkes,gidişinle sarsılan psi-
koloj im olarak adlandırıyor. Yanılıyorlar...
Gittin ve dirildin. Oysa ben yaşarken dirilemiyorum daha... İşte bun-
dan dolayıdır yanlış anlaşılmam...
Hep uğraştın şu asık suratımı güldürebilmek için. Ben ağlardım yağ-
murlar gibi,sen gülüşünle yaşlarımı süsler gökkuşakları oluştururdun.
mektup
23
5 sene geçti... Koskoca 5 yıl geçti be kardeşim.Hiç değişmedim biliyor
musun? Olduğun yerde sayma derdin bana. Tutamadım sözümü ne yapa-
yım…
Bunu ilerleyiş olarak sayar mısın bilmiyorum ama, birlikte hayalini
kurduğumuz üniversitenin son sınıfındayım şimdi. Kabul etmeyecek bunu
bir adım olarak görmeyeceksin. Çünkü maneviyat açısından bir adım bile
ilerleyemedim. Kimse elimden tutmuyor. Bu sözüme ne kadar kızdığını gö-
rür gibiyim. Elimde değil, senin bana inandığın kadar kendime inancım
yok..
„Ölenle ölünmez‟ demişlerdi seninle bir bütün olduğumuzu bilenler...
Gülüyordum içimden. Nerden bilsinler ki ölenin yaşadığını,yaşayanın öldü-
ğünü... Onlarda tüm geri kalanlar gibi dışarıdan görünene yorum yapıyor-
lardı.
Tıpkı konuştuğumuz gibi. Mezun olunca bir kütüphane açacağım. Adı-
nı da „diriliş‟ koyacağım. Sahibinin ölgünlüğüyle tezat oluşturacak ama ol-
sun. Çok bölük pörçük yazdım farkındayım. Geride bıraktığın ben gibi…
Tekrarlıyorum, ne bir sitem ne de isyan bu mektup...
Daha fazla yazmayacağım... Sembolikti zaten kelimeler... Yazsam da
yazmasam da beni anladığını biliyorum. Hatta daha şimdiden cevabı hisse-
diyorum.
Hayata dönüyorum yeniden. Sana ayırdığım bu küçük zaman dilimin-
den gözü yaşlı ayrılıyor olsam da hiçbir ayrılığın ebedi olmadığının bilin-
cindeyim artık. Ebediyette görüşmek üzere kardeşim…
Hoşça kal….
Hatice Kübra KAYA 12-C