16
Temmuz ayında en az 110 işçi iş cinayetlerinde can verdi İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi 2011 Ey- lül ayından bu yana işçi ölümlerini tespit etmeye çalışıyor. Suriye’yi anlamak çok mu zor? Herkes evinden çıksın! Bu bir kentsel dönüşüm soygunudur GSS: Paran kadar sağlık hülya kortun salih sinan fatma şenden Bütün bölge halklarının zor günlerdeki sığınağı Su- riye, ABD önderliğindeki emperyalist savaş bloku- nun kanlı saldırısına karşı ölüm kalım savaşı veriyor. Yönetimin kilit isimleri- ni öldüren toplu suikastın ardından, ABD, İngiltere, Fransa, İsrail, Türkiye, Suu- di Arabistan, Katar, Ürdün özel kuvvetlerinin eşgüdü- münde eğitilen, silahlandı- rılan, yönetilen gerici-faşist terör çeteleri, Şam'da ve Halep'te büyük bir taarru- za geçtiler. Ancak, Suriye pes etmiyor. Kemal Türkler: Kitle ve sınıf sendikacılığının önderi >> 11 Suçları: Sağlık hakkını savunmak >> 15 >> 12 Adnan Serdaroğlu: “Zalimin zulmüne direneceğiz” >> 8 >> 4 - 5 >> 7 >> 3 >> 5 >> 11 >> 14 Suriye pes etmiyor Yargıtay: “Cemevleri ibadethane değildir” AKP, iktidara geldiği günden bu yana işçi haklarına saldırmayı bir gelenek hâline getirdi. Bunun son örneği işçilerin alınteri kıdem tazminatına karşı girişilen kapsamlı saldırı. Büyük bir tepkiyle karşılaşacağını bilmese “işçiler ücretsiz çalışsın” Peki her şey bir tarafa AKP’nin kıdem tazminatına saldırı planı emekçiler için ne getiriyor? Ya da emekçilerden neler götürüyor? diyecek AKP, işçi haklarına kar- şı giriştiği saldırılarda işçilerden, sendikalardan, partilerden, de- mokratik kitle örgütlerinden gelen tepkiyi ölçerek adım adım ilerliyor. İşte bu bağlamda geçtiğimiz gün- lerde AKP’nin ilgili bakanları ve patron çevrelerince hazırlandığı çok kolay bir şekilde anlaşılabi- lecek bir Kıdem Tazminatı Fonu kanun taslağı basına sızdırılmak vasıtasıyla gündeme getirildi. Klasik AKP taktiği. Kamuoyuna bildir, tepki gelmezse, çok ses çık- mazsa yasayı geçir. Kıdem tazminatı hakkı gasbedilemez halk gazetesi Ağustos 2012 sayı 3 www.yenidunyagazetesi.com Kurucusu: Mustafa Suphi (1883-1921) 2.50 tl (KDV dahil)

Yeni Dünya - Sayı 3

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Yeni Dünya Ağustos 2012 (sayı3)

Citation preview

Page 1: Yeni Dünya - Sayı 3

Temmuz ayında en az 110 işçiiş cinayetlerindecan verdiİstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi 2011 Ey-lül ayından bu yana işçi ölümlerini tespit etmeye çalışıyor.

Suriye’yi anlamakçok mu zor?

Herkes evinden çıksın!Bu bir kentsel dönüşümsoygunudur

GSS:Paran kadar sağlık

lya

kort

un

salih

sin

an

fatm

a ş

en

den

Bütün bölge halklarının zor günlerdeki sığınağı Su-riye, ABD önderliğindeki emperyalist savaş bloku-nun kanlı saldırısına karşı ölüm kalım savaşı veriyor. Yönetimin kilit isimleri-ni öldüren toplu suikastın ardından, ABD, İngiltere, Fransa, İsrail, Türkiye, Suu-di Arabistan, Katar, Ürdün özel kuvvetlerinin eşgüdü-münde eğitilen, silahlandı-rılan, yönetilen gerici-faşist terör çeteleri, Şam'da ve Halep'te büyük bir taarru-za geçtiler. Ancak, Suriye pes etmiyor.

Kemal Türkler:Kitle ve sınıfsendikacılığının önderi

>> 11

Suçları:Sağlık hakkınısavunmak

>> 15>> 12

Adnan Serdaroğlu:“Zalimin zulmünedireneceğiz”

>> 8

>> 4 - 5

>> 7

>> 3

>> 5>> 11>> 14

Suriye pes etmiyor

Yargıtay:“Cemevleri ibadethanedeğildir”

AKP, iktidara geldiği günden bu yana işçi haklarına saldırmayı bir gelenek hâline getirdi.

Bunun son örneği işçilerin alınteri kıdem tazminatına karşı girişilen kapsamlı saldırı.

Büyük bir tepkiyle karşılaşacağını bilmese “işçiler ücretsiz çalışsın”

Peki her şey bir tarafa AKP’nin kıdem tazminatına saldırı planı emekçiler için ne getiriyor? Ya da emekçilerden neler götürüyor?

diyecek AKP, işçi haklarına kar-şı giriştiği saldırılarda işçilerden, sendikalardan, partilerden, de-mokratik kitle örgütlerinden gelen tepkiyi ölçerek adım adım ilerliyor.

İşte bu bağlamda geçtiğimiz gün-lerde AKP’nin ilgili bakanları ve patron çevrelerince hazırlandığı

çok kolay bir şekilde anlaşılabi-lecek bir Kıdem Tazminatı Fonu kanun taslağı basına sızdırılmak vasıtasıyla gündeme getirildi.

Klasik AKP taktiği. Kamuoyuna bildir, tepki gelmezse, çok ses çık-mazsa yasayı geçir.

Kıdem tazminatıhakkı gasbedilemez

halk gazetesiAğu

stos

201

2sa

yı 3

www.yenidunyagazetesi.comKurucusu: Mustafa Suphi (1883-1921) 2.50 tl (KDV dahil)

Page 2: Yeni Dünya - Sayı 3

Yüksek Askerî Şura’nın 1-4 Ağustos 2012 toplantısı sona erdi. AKP bu kez hedefine ulaştı. Ordu yönetim kademesinde kendisi-ne biat etmeyen bütün general ve amiralleri tasfiye etme planını ge-niş ölçüde tamamladı. Çeşitli suç-lamalarla tutuklattığı 40 generali emekliye ayırdı. Üstelik bu general ve amirallerin 17’si, görev süreleri yasal olarak bir yıl daha uzatıla-bileceği hâlde, tasfiye edildi. AKP, böylece rütbelerinde bekleme sü-resi dolmadığı için henüz emekliye ayıramadığı 12 general ve amirali gelecek yıl emekli etmenin yolunu da açmış oldu.

Hatırlanacağı gibi, geçen yıl Ge-nelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner, Kara Kuvvetleri Komuta-nı Orgeneral Erdal Ceylanoğlu, De-niz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Eşref Uğur Yiğit ve Hava Kuvvet-leri Komutanı Orgeneral Hasan Aksay’dan oluşan ordu üst komuta kurulu böyle bir plana evet deme-diği için istifa etmişti. Üst komuta kuruluyla birlikte istifa etmeyen Jandarma Genel Komutanı Orge-neral Necdet Özel’in genelkurmay başkanlığında oluşturulan ve bir yıldır görev başında olan şimdiki üst komuta kurulu AKP’nin planı-na onay verdi.

General ve amiralliğe terfi etme sırası gelen tutuklu albayların ve daha alt rütbedeki tutuklu subay-ların da emekliye ayrıldığı dikkate alındığında, ordudaki tasfiyenin ne kadar kapsamlı olduğu ortaya çıkıyor.

AKP, ordu üst komuta kurulu-nun Genelkurmay Başkanı Orge-neral Necdet Özel dışında kalan komutanlarını da kendisinden gör-mediğini çeşitli şekillerde ortaya koymuştu. AKP’nin tasfiye planını bu kez uygulatabilmesi, üst yöneti-min artık tam teslimiyet noktasına sürüklendiğini gösteriyor. AKP, orduyu mutlak iktidarının basit bir aleti durumuna getirme yolun-da çok büyük bir adım daha atmış oldu.

AKP içte ve dışta pervasızca savaş politikası yürütüyor. ABD ve NATO planları doğrultusunda ülkeyi, Suriye’yi ve bütün bölgeyi ateşe atıyor. Böyle bir dönemde or-dunun AKP’nin basit bir aleti du-rumuna düşürülmesi, tehlikenin ne kadar büyük olduğunu göste-riyor.

Şemdinli’de neler oluyorbüyük tasfiye

Orduda

Yıllardır Kürt sorununda üç maymunu oynayan iktidarlar şiddet sarmalını büyütürken; iki taraftan da çok sayıda can kaybı haberi gelmeye devam ediyor. En son Şemdinli’de yaşanan çatışmalarda çok sayıda Türk ve Kürt genci hayatını kaybetti.

Bölgeden her gün yeni çatışma haberleri geliyor. Suriye’de emper-yalist politikalara taşeronluk rolü üstlenenler kendi sınırları içindeki yangına kayıtsız. Son örnek, Tem-muz ayının son günlerinden beri Şemdinli kırsalılında yaşanmaya devam eden çatışmalar. Basına uy-gulanan sansür sonucunda kamu-oyu çatışmaların varlığından bile günler sonra haberdar olurken; Fırat Haber Ajansı’nın iddiasına göre AKP hükümeti can kayıpları ile ilgili sayıları küçülterek halktan gerçekleri gizliyor.

Radikal gazetesinin 5 Ağustos sayısında yer alan habere göre ise Şemdinli ve çevresinde belirli nok-talara giriş çıkış yasaklanırken, pek çok farklı bölgeden bomba ve kur-

şun sesleri gelmeye devam ediyor. Hükümet yaşananları gündem-

den düşürmek için ne kadar çaba sarf ederse etsin, bugün Şemdinli’de yaşananlar yıllardır yaşananların sadece küçük bir parçası. Bu tab-lonun sorumlusu; seçilmiş binlerce BDP’liyi uyduruk davalarla cezae-vine tıkanlar, yüzbinlerin oyunu alarak seçilen belediye başkanları-nı, milletvekillerini tutuklayanlar-dan başkası değil elbette.

Gelinen aşamada barış ve kar-deşlik yolundaki girişimleri güç-lendirmek için hamle yapmak gerekiyor. Bu noktada ilk adım olarak, BDP eş başkanı Selahattin Demirtaş’ın da dile getirdiği askerî operasyonlara son verilmesi çağrı-sını ciddiye almak gerekiyor.

Kamuoyunda haksız ve kitlesel tu-tuklamaların yol açtığı tepkiler bir süre önce hükümeti bu konu hakkın-da bir düzenleme yapmak zorunda bırakmıştı. 3. yargı paketine yapılan bir ekleme ile tepkilerin odağındaki özel yetkili mahkemeler kaldırıldı. Yeni sistemin en önemli unsuru ola-rak görülen özgürlük hâkimleri de görevlerine başladılar.

Bundan böyle özgürlük hâkimleri tutuklama, arama, el koyma, yakala-ma, gözaltına alma ve iletişimin tes-piti gibi kararlarla; bunlara yapılacak itirazları ele alacak. Daha önce bu kararlar, özel yetkili ağır ceza mah-kemelerindeki nöbetçi hâkimlerce veriliyordu. Ancak yeni atanan öz-gürlük hâkimleri de beklendiği gibi uygulamada herhangi bir değişiklik yaratmadı. İstanbul'da 24 Ağustos'ta göreve başlayan özgürlük hâkimleri Ağustos'un ilk haftasına kadar yap-tıkları tutukluluk incelemelerinde eski sistemin tüm vahametiyle de-vam edeceğini gösterdiler.

Odatv tutukluları ile diğer pek çok dosyadan uzun süredir tutuklu bulunan sanıkların ve müdafileri-nin yaptıkları tahliye istemleri ciddi bir gerekçe belirtilmeksizin peş peşe reddedildi. Yargı paketinin tanıtımı sırasında yeni paketin özgürlük için büyük bir adım olacağı iddasında bu-lunan AKP kurmayları ise uygulama karşısında sessizliklerini koruyorlar. Bir süredir meclis kulislerinde son-

bahara yeni bir yargı pa-ketinin ha-zırlanacağı konuşulur-ken, aynı ka-fayla çıkar-tılacak yeni paketin ne değiştirece-ği ise merak konusu oldu.

Özgürlük adınatutukluyorlar

Hükümetin “işkenceye sıfır tole-rans” çıkışını hepimiz hatırlıyoruz-dur. Peki icraatta durum ne? AKP, işkenceyi sıfırlamıyor, koruyor ve ödüllendiriyor. İşkence konusunda sessiz kalıyor, işkencecileri cezadan kurtarıyor, onların sırtını sıvazlıyor, yollarına devam etmelerini sağlıyor, onları ödüllendiriyor.

Emekli orgeneral Turgut Sunalp bir zamanlar, “Copa ne gerek var, elimizde taş gibi genç askerler var” demişti. AKP’liler askeri darbele-rin nasıl korkunç olduğunu anlatır-ken bu cümleyi lanetlerlerdi, şimdi de lanetlerler. Ama mangalda kül bırakmayan bu tavrın ne kadar sa-mimiyetten uzak olduğunu bir kez daha gördük: 1997 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi AİHM’de Türkiye’nin mahkûmiyet almasına neden olan, T.C mahkemeleri tara-fından işkenceciliği tescillenen Se-dat Selim Ay Terörle Mücadeleden Sorumlu İstanbul Emniyet Müdür Yardımcılığı’na atandı.

Sedat Selim Ay’ın atanmasından bu yana tepkiler dinmek bilmiyor. Kadın örgütleri, “işkenceciyi, teca-vüzcüyü tanıyoruz” şiarıyla Ay’ı teş-hir edip derhal görevden alınmasını talep ediyorlar. Demokratik kitle ör-gütleri, hukukçular, aydınlar, akade-misyenler, gazeteciler, insanlık onu-runa değer veren herkes ayakta.

Bu haklı taleplere Başbakan’ın, İçişleri Bakanı’nın ve emniyetin verdiği karşılıklar ise aslında dün-den bugüne hiçbir şeyin değişme-diğini gösteriyor. İdris Naim Şahin AİHM’in Sedat Selim Ay’ı mahkûm

eden kararını yalanlama gayretiyle, Ay’ın işkence timi tarafından ağır işkence gören, tecavüze uğrayan ve Ay’ı AİHM’de mahkûm ettiren Asi-ye Zeybek Güzel’i suçladı. Zeybek’in kadın bir arkadaşıyla bir plan yapıp uyguladığını, Güzel’in önce itirafçı sonra iftiracı olduğunu pişkinlik ve pervasızlıkla söyleyiverdi. Emniyet yoğun tepkiler üzerine gecikmeli bir açıklama yaptı. Ay’ın aldığı cezala-rın onun “terfisinde bir sorun teşkil etmediği”ni vurguladı. Yani işken-ceden mahkûm olmak devlette yük-selmek için bir sorun teşkil etmiyor! Başbakan da Ay’ı korudu. Tepkilerin Ay’ın terörle mücadelenin başına ge-tirilmesi nedeniyle ortaya çıktığını, bunu da “manidar” bulduğunu söy-ledi. “Onu kimseye yedirmem” dedi. İşkenceye bakış işte bu. İşkenceciyi kimseye yedirmeyiz! Bu kadar açık, bu kadar net. Dün de bugün de, dev-let tecavüzcülerini, işkencecilerini koruyor. AKP işkencenin, işkenceci-nin dostu.

Onların tutumu açık ve net. Ka-dınların, işkenceye-tecavüze karşı çıkan, insanlık onuruna inanan her-kesin de tutumu aynı netlikte olma-lı: Bu kararınızı asla kabul etmeye-ceğiz. Tescilli işkencecileri başımıza dikmenize asla katlanmayacağız. Tescilli işkenceci Sedat Selim Ay’ı derhal görevinden alın! İşkencenin, tecavüzün, işkence ve tecavüze kol kanat gerenlerin peşini bırakmaya-cağız. Kapitalist, despotik, ataerkil, cinsiyetçi, işkenceci-tecavüzcü siste-minizi ortadan kaldırana dek sesi-mizi yükselteceğiz.

Tescilli İşkenceci Görevden Alınsın

2

Ağu

stos

201

2

gündem

Page 3: Yeni Dünya - Sayı 3

AKP, iktidara geldiği günden bu yana işçi haklarına saldırmayı bir gelenek hâline getirdi. Bunun son örneği işçilerin alınteri kıdem tazmi-natına karşı girişilen kapsamlı saldırı. Büyük bir tepkiyle karşılaşacağını bilmese “işçiler ücretsiz çalışsın” diyecek AKP, işçi haklarına karşı girişti-ği saldırılarda işçilerden, sendikalardan, partiler-den, demokratik kitle örgütlerinden gelen tepkiyi ölçerek adım adım ilerliyor.

İşte bu bağlamda geçtiğimiz günlerde AKP’nin ilgili bakanları ve patron çevrelerince hazırlandı-ğı çok kolay bir şekilde anlaşılabilecek bir Kıdem Tazminatı Fonu kanun taslağı basına sızdırılmak vasıtasıyla gündeme getirildi. Klasik AKP taktiği. Kamuoyuna bildir, tepki gelmezse, çok ses çık-mazsa yasayı geçir.

Peki her şey bir tarafa AKP’nin kıdem tazmi-natına saldırı planı emekçiler için ne getiriyor? Ya da emekçilerden neler götürüyor?

İşçi düşmanı AKP’nin kıdem tazminatını or-tadan kaldırmak için hazırladığı taslakta askere giden işçi kıdem tazminatı alamayacak, evlenen

Kıdem tazminatıhakkı gasbedilemez “Yurtta sulh, cihanda sulh” politika-

sını “Türkiye’yi etkisizleştiren ve pısırık-laştıran statükoculuk” olarak tanımlayan Erdoğan’ın ABD, AB ve İsrail’e taşeron-luk anlamına gelen militarist yayılma-cılık politikası, sadece Suriye’yi değil, Türkiye’yi ve bütün bölgeyi ateşe atıyor.

AKP iktidarı, NATO’cu işbirlikçi egemenlerin geleneğine uygun olarak Suriye’ye karşı emperyalizmin üssü ola-rak hareket ediyor. İstila ve işgale doy-mayan ABD’nin Vietnam halkına karşı doğrudan savaşı sırasında Tayland’ın, Nikaragua halkına karşı vekâleten sa-vaşı sırasında Honduras’ın, Venezüella halkına karşı vekâleten savaşı sırasında Kolombiya’nın üstlendiği yataklık ve ta-şeronluk rolünü üstleniyor.

AKP, Türkiye’nin sınır bölgelerini Suriye’yi çökertmeye çalışan ölüm man-galarına açtı. Antakya’da Arap Alevi halkı, ilerici, devrimci, laik bütün güçler ölüm mangalarının insafına terk ediliyor. Malatya’nın Sürgü beldesinde, İstanbul Ayazağa’da, Muğla Dalyan’da Kürtlere ve Alevilere karşı şartlandırılmış kalabalık-lar linç ve katliam provaları yapıyor. Kürt savaşı şiddetleniyor. Halep yanarken Şemdinli ve Çukurca da yanıyor. Üni-formalı gençler karşılıklı olarak birbirini öldürüyor, ocaklar birbiri ardından sö-nüyor.

AKP emperyalist savaş blokuyla birlik-te yağma seferine çıkıyor. Gözünü bürü-yen kâr ve iktidar hırsıyla seferin sonunda emperyalistlerin ve siyonistlerin kendi ül-kesini de çökerteceğini görmüyor.

AKPateşle oynuyor

kadın işçi bir yıl içerisinde ayrılırsa kıdem tazmi-natı alamayacak, işçi haklı nedenle işten ayrılırsa kıdem tazminatı alamayacak, kıdem tazminatı miktarı azalacak, tazminatı ödenmeyen işçiye mahkeme yolu kapanacak, tazminatın tamamı ancak emeklilikte alınacak, devlet kıdem tazmi-natı için yaratılan fonu 10 yıl süreyle istediği gibi kullanacak, işveren prim ödemezse yaptırım ol-mayacak. İşten çıkarma kolaylaştığı için sendika-laşma azalacak.

Türkiye işçi sınıfının on yıllarca verdiği mü-cadelenin semereleri AKP eliyle üstelik zeytin yağı gibi üste çıkma taktikleri kullanılarak yok ediliyor. Ne demek prim ödemeyen patrona yap-tırım uygulamamak? Bir taraftan mevcut kıdem tazminatı uygulamasında ödeme garantisi yok diyeceksin, diğer taraftan getirmeyi düşündüğün yeni uygulamada patronun ödemesini keyfine bırakacaksın. İki yüzlülüğün daniskası. Kıdem tazminatının ödenmemesi işçinin değil, patro-nun sorunudur. Eğer kıdem tazminatının işçiye zamanında ödenmesini istiyorsan işçinin kıdem tazminatını ödemeyen patronlara karşı bir yasa çıkarırsın sorun çözülür. Yeni bir yasa hazırlama-na gerek yok.

AKP’nin işçi düşmanı bir parti olduğu bugü-ne kadar işçi haklarına yaptığı saldırılarla tescil-lenmiştir. İşçiler, emekçiler, sendikalar, odalar; partiler, demokratik kitle örgütleri sonbaharda Kıdem Tazminatı Fonu yasa taslağını meclis gün-demine getirmeyi ve yasayı çıkarmayı planlayan AKP’nin bu saldırılarına hazırlıklı olmalı.

Mısır’da Müslüman Kardeşler örgütünün temsilcisi Cumhurbaşka-nı Muhammed Mursi’nin atadığı ilk hükümet 2 Ağustos 2012 Perşembe günü göreve başladı.

Yüksek Askerî Konsey’in atadığı Kemal Ganzuri’nin başbakanlığın-daki son hükümette su kaynakları ve sulama bakanlığı görevinde bulunan Hişam Kandil, yeni hükümetin baş-bakanı oldu.

Eski düzenHüsnü Mübarek döneminde 20

yıl savunma bakanı olarak görev yapan ve 17 aydır Yüksek Askerî Konsey’in başı olan Mareşal Hüseyin Tantavi yeni hükümette de savunma bakanı olarak yer alıyor.

Bir önceki hükümetin maliye bakanı Mümtaz el Said, dışişleri bakanı Muhammed Kâmil Amr, si-gorta ve toplum işleri bakanı Necve Halil, tarihi eserler Bakanı Muham-med İbrahim, bilimsel araştırmalar bakanı Nadia Zahavi, çevre Bakanı Mustafa Hüseyin Kâmil ve savun-ma sanayi bakanı İbrahim Ali Sabri Ganzuri yeni hükümette de yerlerini korudular.

İslamcı bakanlarHükümette gençlik, yüksek öğ-

retim, enformasyon, adalet, iskân bakanlıkları Müslüman Kardeşler örgütüne verildi. Gençlik Bakanı Usame Yasin, yüksek öğretim ba-kanı Mustafa Mesut, enformasyon Bakanı Salah Abdulmaksut, adalet bakanı Ahmed Mekki, iskân bakanı Tarık Vefik oldu. Hükümette iki kü-çük İslamcı partiden de birer bakan var. Nahda Partisi’nden Hatim Salah sanayi ve dış ticaret bakanı, Vasat Partisi’nden Muhammed Mahsub savcılık ve kanuni işler bakanı oldu. Selefi İslamcı Nur Partisi, kendisine sadece çevre bakanlığı teklif edildiği için hükümete katılmaktan son anda vazgeçtiğini açıkladı.

Halktan eser yokHükümette Hüsnü Mübarek’i

yıkan devrimci halk hareketine ka-tılmış ilerici, devrimci, sol, laik ve yurtsever çevreleri temsil eden bir tek kişi göstermelik olarak bile bu-lunmuyor. Oysa Mursi kurulacak hükümetin halkın bütün kesimleri-ni kucaklayacağını, “hem istikrarı koruyacağını, hem Mısır devrimine sahip çıkacağını” ilan etmişti.

Kırılgan uzlaşmaHükümet, Amerika, Avrupa, İs-

rail ile komprador kapitalist oligar-şiye ve ordu üst yönetimine güven verecek bir uzlaşmayı temsil ediyor. Enver Sedat ve Hüsnü Mübarek dö-nemlerinde işbirlikçilik temelinde ordu ile Müslüman Kardeşler örgütü arasında yürürlükte olan gayriresmî koalisyon, Müslüman Kardeşler lehi-ne ciddi bir kaymayla sürüyor.

O dönemlerde eğitim, radyo ve televizyon ile yargı sistemini elinde bulunduran İslamcılar, şu anda bu alanlara ek olarak, yetkileri Yük-sek Askerî Konsey tarfından epeyce kırpılmış olsa da cumhurbaşkan-lığını, parlamentoyu, iskân, sanayi ve ticaret alanlarını da ele geçirmiş durumda. Ancak ordu üst yönetimi, savunma sanayisi, maliye ve dışişleri alanlarını hâlâ elinde tutuyor.

Kuşkusuz egemenler arasındaki bu uzlaşma bir yandan işçi sınıfının ve emekçi halkın mücadelesine, bir yandan da egemen oligarşinin iki kanadı arasındaki çelişmelere bağlı olarak son derecede kırılgan bir ni-telik taşıyor. Mısır halkının gerçek sorunlarına, emekçi halkın sömü-rüden, işsizlikten ve yoksulluktan kurtulma meseleri ile Mısır’ın ba-

ğımsızlığına ve egemenliğine ilişkin konular gündeme geldiğinde bu uz-laşma ister istemez çatırdayacak.

Filistin-İsrail ikilemiÖrneğin 5 Ağustos günü iftar sa-

atinde Filistin’in Gazze Şeridi ile Mı-sır arasındaki sınır noktasında saldı-rıya uğrayan 16 Mısırlı asker öldü.

Cumhurbaşkanlığı seçiminin so-nucu henüz açıklanmamışken Müs-lüman Kardeşler, ABD’den iktidar iznini almak için ABD emperyaliz-mine ve İsrail siyonizmine kölece teslimiyetin ürünü olan Camp David anlaşmasına uyacağını kamu önünde ilan etmiş, Sina yarımadasında “İsra-il düşmanları”nın bulunmasına mü-saade etmeme taahhüdünde bulun-muştu. Öte yandan, Mısır halkından siyasi destek sağlamak için Filistin kurtuluşunun bayraktarı olarak gö-rünmek zorunda. En azından ide-olojik beraberlik içerisinde olduğu Hamas’ı (Hamas, Müslüman Kar-deşler örgütünün Filistin koludur) bir şekilde desteklemesi gerekiyor.

Oysa hükümet, askerlerin ödü-rülmesinden sonra ilk iş olarak Gaz-ze-Mısır sınırındaki Refah sınır ka-pısını kapattı.

Karşıdevrim hükümetlerinin önünde istikrar olmayacak.

Mısır’da yeni hükümet

gündem 3A

ğust

os 2

012

Page 4: Yeni Dünya - Sayı 3

Yangından mal kaçırır gibiEmperyalist savaş bloku topyekün savaş mantığına uygun olarak derhâl Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne yeni bir karar tasa-rısı sundu. Amerika, İngiltere, Fransa ve Almanya’nın hazırladığı tasarı, Suriye’ye daha ağır yaptırımlar uygulanmasını öngörüyor ve sömürgeci bir işgalin yolunu açıyordu. Rusya ve Çin, Güvenlik Konseyi’nin 19 Temmuz Perşembe günü yapılan oturumunda ta-sarıyı veto etti.

Suriye’de kendi güdümlerinde yürütülen gerici-faşist isyanı gör-mezlikten gelen sömürgeci efendilerin tasarısı, Suriye ordusunun çetelere karşı silah kullanmasını yasaklıyor, şehirlerden ve yerle-şim bölgelerinden çekilmesini öngörüyordu.

15 üyeli Güvenlik Konseyi’nde emperyalist blokun karar tasarısı le-hinde 11 oy çıktı. Portekiz, Kolombiya, Fas, Togo, Guatemala, Azer-baycan ve Hindistan, tasarıyı hazırlayan dört emperyalist ülkeyle birlikte oy kullandı. Güney Afrika ile Pakistan ise çekimser kaldı.

Suriye yönetimi emperyalizmin topyekün saldırısı karşısında so-ğukkanlılığını korudu. Silahlı Kuvvetler, çeteleri temizlemek, sivil halkı korumak için harekete geçti. Şam’ın çetelerden geniş ölçüde te-mizlendiği, Halep’te ise çatışma-ların sürdüğü bildiriliyor. Halep Türkiye sınırına 50 km mesafede. Türkiye’nin sınır bölgesinde fiilen oluşturduğu tampon bölgeden ya-rarlanan, tanksavarlar ve uçaksa-varlarla donatılan istilacı çetelere karşı mücadele kolay olmayacak.

Soğukkanlımücadele

leştirebilecek bir karar aldı. Kürt nüfusun yoğun olarak yaşadığı bölgenin yönetimini Kürt halkı-na bıraktı.

19 Temmuz Perşembe günü başta Kobani olmak üzere çeşitli Kürt şehir, kasaba ve köylerinde, Kürt Yüksek Heyeti yönetime el koy-du. Kürt halkının kendi yaşadığı bölgede özyönetim ilan etmesi, Suriye savaşında yeni bir aşama-ya işaret ediyor. Şam'daki toplu suikastın ve Şam ile Halep'e yö-nelik istilacı taarruzun ertesi gü-nüne, Güvenlik Konseyi toplan-tısının yapıldığı güne denk gelen

Kürt özyönetimiEmperyalizmin ağır saldırısı al-tında bulunan Suriye yönetimi, gerici-faşist isyana karşı sürdür-düğü ölüm-kalım mücadelesine yoğunlaşabilmek amacıyla stra-tejik bir tercih yaptı. Kürt halkı-na karşı ayrımcılık politikasını reform süreci içinde zaten adım adım değiştiren yönetim, Suriye halklarını eşitlik temelinde bir-

bu gelişme, emperyalizme ve uşaklarına verilen ciddi bir yanıt anlamına gelebilir.

Kürt Yüksek Heyeti, amacını Suriye'nin toprak bütünlüğü içe-risinde Kürt halkının kendi ken-dini yönetebileceği özerk bir böl-ge kurmak olarak açıkladı. Kürt Yüksek Heyeti, PKK'ye yakın PYD (Demokratik Birlik Partisi) ve Barzani'nin KDP'sine (Kürdis-tan Demokratik Partisi) yakın Kürt Ulusal Konseyi'nin eşit sa-yıda temsilcisinden oluşuyor.

SURİYE

AKP politikasının iflasıABD’nin yönetimindeki emper-yalist savaş blokuna alet olan, Suriye’ye saldıran gerici-faşist güçlere komuta merkezi ve mer-kez üssü sağlayan AKP iktidarı, ilk şaşkınlığını üzerinden attık-tan sonra Suriye’deki Kürtler’in özerklik girişimine karşı teh-ditler savurdu. Barzani’nin KDP’sine bir itirazları olmadığı-nı, ancak özellikle “terörist” ola-rak tanımladığı PYD’nin etkisini kırmak için bölgeye askerî mü-

dahalede bulunma hakkı olduğunu iddia etti.

Suriye yönetimini yıkmak için baş rolü üstlenirse Amerika’dan tam politik destek, Suudi Arabistan ve Katar’dan bol mali kaynak alarak kolayca ya-yılmacılık yapabileceğini sanan AKP’nin hesabı tutmadı. Suriye’yi Osmanlı döneminde ol-duğu gibi köleleştirebileceği ha-yaliyle sefere çıkan AKP, içeride

savaş açtığı Kürt ulusal hareketi-nin bu kez sınırları dibinde yeni mevzi kazanmasıyla yüz yüze kaldı.

SURİYEPalmira

Suriye pes etmiyor18 Temmuz 2012 Çarşamba günü başkent Şam’da Ulusal Güvenlik Binası’nda yapılan bir toplantı sıra-sında Suriye’nin dört üst düzey gü-venlik sorumlusu katledildi. Savun-ma Bakanı Davud Raciha, Savunma Bakan Yardımcısı Asıf Şevket, Cum-hurbaşkanı Yardımcısı Hasan Türk-mani, Ulusal Güvenlik Örgütü Baş-kanı Hişam İhtiyar öldürüldü. Suriye yönetiminin din ve mezhep ayrımı gözetmeyen laik yapısını yansıtır şe-kilde, Davut Raciha Ortodoks Hıris-tiyan, Asıf Şevket Alevi, Hasan Türk-mani Sünni, Hişam İhtiyar Sünni kökenliydi.

Katliamın hemen ardından ABD, Suriye’ye yönelik ambargoyu daha da katılaştırdı. İngiltere Beşar Esad’ın derhâl istifa etmesini istedi; açıkla-masına “Yoksa sonun Kaddafi gibi olur” tehdidini de ekledi. Fransa, Baas yönetiminin sonunun geldiğini ilan etti.

Toplu suikast

Suikastla birlikte Şam ve Halep eş zamanlı olarak terör çetelerinin sal-dırısına uğradı. Amaç yönetimin toparlanmasına fırsat vermeden kargaşayı arttırmak ve Suriye'yi çö-kertmekti. Gerici-faşist çeteler ele geçirdikleri semtlerde laik, Alevi ve Hıristiyan aileleri kurşuna dizer, kamu binalarını yakıp yıkarken, bü-tün dünyada yatık medya “Suriye öz-gürleşiyor” diye haykırıyordu.

Şam ve Halep’esaldırı

Birleşmiş Milletler Örgütü ve Arap Birliği özel temsilcisi olarak Suriye konusunda barışçı politik bir çözüm bulmakla görevlendiren Kofi An-nan, 2 Ağustos günü istifa etti. İstifa kararı, 31 Ağustos’ta yürürlüğe gire-cek. Annan, Suriye’deki tarafların ve onları destekleyen dış devletlerin tu-tumlarını değiştirmemesi nedeniyle “sahada durumun daha da askeri-leştiğini” ve artık görevini yapamaz duruma geldiğini söyledi.

Kofi Annanistifa etti

4

Ağu

stos

201

2

gündem

Page 5: Yeni Dünya - Sayı 3

lya

kort

un

Suriye’yi anlamak

çok mu zor?Suriye, bağımsızlığını ve egemenliğini korumaya ça-

lışan ilerici bir ülkedir. Sömürgeciliğe, komprador bur-juvaziye ve büyük toprak ağalarına karşı antiemperyalist ve antifeodal mücadelenin işçilere, köylülere, kadınlara, farklı din ve mezhep gruplarına sağladığı kazanımlar (ban-kaların, büyük sanayi ve ticaret şirketlerinin kamulaştırıl-ması; köklü toprak reformu; parasız eğitim ve sağlık; ka-dın hakları; laiklik; cumhuriyet) hâlâ varlığını sürdürüyor.

Suriye, ABD’ye, NATO’ya, İsrail’e teslim olmadı. Filistin ve Lübnan halklarının siyonizme karşı mücadelesini des-tekledi. Suudi Arabistan gibi bağnaz dinciliği kabul etmedi.

Karşıdevrimci ayaklanmalarGerici-faşist Müslüman Kardeşler örgütü, emperya-

lizmin işbirlikçisi komprador burjuvazinin ve büyük top-rak sahiplerinin vurucu gücüdür. Ülkede gerçekleştirilen ilerici reformlara karşı çeşitli ayaklanmalar düzenlemiş-tir. ABD’nin, NATO’nun, eski sömürgeci efendi Fransa’nın, İsrail’in, Suudi Arabistan’ın ve Türkiye’nin çok yönlü deste-ğiyle örgütün özellikle Hama, Humus, Halep, İdlib şehirleri ve çevresinde yürüttüğü 1964-1965, 1973, 1976, 1979, 1980, 1982 ayaklanmaları sosyalist Sovyetler Birliği’nin de yar-dımıyla yenilgiye uğratılmıştı.

Sovyetler Birliği’nin ve sosyalist sistemin dağılmasın-dan sonra temel müttefiklerini kaybeden Suriye yönetimi, emperyalizme tavizler verip kapitalizme uyum sağlama yolunda çeşitli adımlar attı (yabancı sermayeye izin, bur-juvaziye sağlanan teşvikler, özelleştirmeler, menkul kıy-metler borsasının açılması gibi). Yine de, esas olarak an-tiemperyalist ve antisiyonist yönelimini sürdürdü; Filistin, Lübnan ve Irak halklarını desteklemeye devam etti; İran, Rusya ve Çin’le yakın ilişkilerini koparmadı. AKP’nin bütün ayartma çabalarına rağmen emperyalizmin ve siyonizmin kuklası olmayı reddetti.

Psikolojik savaşBütün dünyayı yeniden fethetme seferine çıkan emper-

yalist savaş bloku, Suriye’de son karşıdevrimci ayaklan-mayı bir buçuk yıl önce başlattı. Ülkeyi yakıp yıkan, gir-dikleri her yerde laikleri, Alevileri, Hıristiyanları katleden terör çeteleri, NATO’nun kapitalist yatık medya eliyle yü-rüttüğü psikolojik savaşa göre, “zulme uğramış Sünni ço-ğunluğun temsilcisi olan özgürlük savaşçıları”dır.

Buna karşılık, emperyalizmin ve siyonizmin kuklası ol-mayı kabul etmediği, komprador kapitalizmine kucak aç-madığı, emekçilerin sosyal kazanımlarını toptan ortadan kaldırmadığı, kadın haklarına ve laikliğe elveda demedi-ği için ABD, AB, NATO, İsrail, Suudi Arabistan, Katar ve AKP’nin hışmına uğrayan ilerici Suriye yönetimi, “Alevi azınlığa dayalı azınlık diktatörlüğü” olarak gösteriliyor.

Emperyalizmin psikolojik savaşı kimi ilerici ve sosyalist çevrelerin kafasını bile karıştırıyor. Emperyalizm ile Suriye arasında sözüm ona “tarafsız” kalan, emperyalizmin sal-dırısına karşı Suriye halklarını destekleme görevini sav-saklayanlar var.

Suriye bizizSuriye’de olanları anlamak çok mu zor? Suriye’de bugün

emperyalizmin ve siyonizmin güdümünde isyan edenler, 22 Ocak 1921’de Mustafa Suphi ve yoldaşlarını Erzurum’a sokmamak için sokaklara dökülen gerici Muhafaza-i Mu-kaddesat Cemiyeti mensuplarıdır. Solcu Tan matbaasını yıkmak, ilerici kitabevlerini yakmak için 4 Aralık 1945’te İstanbul’da Cağaloğlu ve Beyoğlu’nu basanlardır. 6-7 Ey-lül 1955’te İstanbul’un Rum halkını “temizlemek” için taş-lara, sopalara, kazmalara sarılanlardır. 16 Şubat 1969’da İstanbul’da “Emperyalizme ve Sömürüye Karşı İşçi Yü-rüyüşü” yapan devrimcileri, Dolmabahçe’ye demirleyen Amerikan 6. Filosu’nun gölgesinde katledenlerdir. 7-8 Temmuz 1969’da Kayseri’de Türkiye Öğretmenler Sendi-kası (TÖS) Genel Kurulu’nun yapıldığı Alemdar sinema-sını basan ve yakanlardır. 19-26 Aralık 1978’de Maraş’ta devrimcileri ve Alevileri katledenlerdir. 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta Alevileri, laik ve solcu aydınları yakanlardır.

Aslında her şey çok açık: Gerici-faşist terör çeteleri Suriye’de bizleri katlediyor.

19 Temmuz’da Güvenlik Konseyi’nden istedikleri kararı çı-kartamayan emperyalist devletler, 3 Ağustos Cuma günü Suriye’yi karalamak, Rusya ve Çin’i köşeye sıkıştırmak için Birleşmiş Millet-ler Genel Kurulu’ndan “Suriye’deki Durum” üzerine bir karar çıkarttı-lar. Hukuksal bağlayıcılığı olmayan karar, dünya kamuoyunu Suriye’ye karşı şartlandırmayı amaçlıyor. Su-udi Arabistan’ın hazırladığı, ABD ve Avrupa ülkelerinin desteklediği, olguları ters gösteren, yalan ve ifti-ralarla dolu bu karar 133 oyla kabul edildi. 12 ülke karara karşı oy kul-lanırken, 31 ülke çekimser kaldı. 17 ülke ise oylamaya katılmadı.

Emperyalist savaş blokunun, dünya dolar milyarderleri şebekesi-nin yaygınlığını ve etkisini gösteren karara karşı oy kullanan 12 ülke, Be-larus, Bolivya, Çin, İran, Kore De-mokratik Halk Cumhuriyeti, Küba, Myanmar, Nikaragua, Rusya, Suri-ye, Venezüella ve Zimbabve.

Genel Kurul’da oylamaOylamada çekimser kalan ül-

keler, Angola, Antigua ve Barbuda, Burundi, Cezayir, Ekvador, Eritre, Ermenistan, Fiji, Gana, Güyana, Hindistan, Kazakistan, Kırgızistan, Laos Demokratik Halk Cumhuri-yeti, Lesotho, Lübnan, Madagaskar, Mali, Namibya, Nepal, Pakistan, Saint Lucia, Saint Vincent ve Gre-nadinler, Samoa, Sierra Leone, So-lomon Adaları, Sri Lanka, Surinam, Uganda, Tanzanya ve Vietnam.

Oylamaya katılmayan ülkeler Dominik, Ekvator Ginesi, Etiyopya, Filipinler, Gambiya, Güney Sudan, Kamboçya, Kiribati, Kongo, Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Malavi, Svaziland, Özbekistan Tacikistan, Türkmenistan, Tuvalu ve Yemen.

Sömürgecilerin kararına karşı çıkma cesaretini gösteren ve çekim-ser kalan ülkeler, dünya nüfusunun ezici çoğunluğunu temsil ediyor. Bu da, emperyalist savaş blokunun aslında ne kadar güçsüz olduğunu gösteriyor.

Suriye daha iki ay önce, 6 Hazi-ran 2012’de başbakanlığa getirilen Riyad Hicab’ın görevinden alındı-ğını ve yerine yardımcısı Ömer İb-rahim Galavanci’nin getirildiğini açıkladı.

Suriye’ye karşı psikolojik savaş yürüten dünya yatık medyası, Ri-yad Hicab’ın ülkeden kaçtığını ve Ürdün’e sığındığını duyurdu. Ürdün hükümeti, Riyad’ın Ürdün’de ol-madığını açıkladı. Bu kez, Riyad’ın Katar’da olduğu iddia edildi.

ABD yönetimi, Riyad’ın kaçışını “Beşar Esad yönetiminin çöküşü” olarak tanımladı. Fransa, Esad yö-netiminin “sonunun göründüğünü” ilan etti.

Suriye Bakanlar Kurulu 7 Ağustos’ta yeni başbakanın baş-kanlığında ilk toplantısını yaptı. Enformasyon Bakanı ve Hükümet Sözcüsü Omran el-Zoubi toplan-tıdan sonra yaptığı açıklamada, “Suriye’nin kurumsal bir ülke ol-duğunu ve kaçanların yerine geçe-cek büyük bir beşeri kadroya sahip olduklarını” belirtti. Zoubi, Suriye

halkında ülkeyi koruyacak siyasi bilinç düzeyinin ve ulusal iradenin bulunduğunu vurguladı.

Yıkmaya ve işgal etmeye çalıştı-ğı ülkelerin yönetimlerini bölmek, askerî ve sivil yetkilileri çeşitli vaat, rüşvet, şantaj ve tehdit yöntemleriy-le devşirmek ABD’nin temel yön-temlerinden birini oluşturuyor. Üst düzey yetkilileri satın almak Irak ve Libya’nın çökertilmesinde önemli bir rol oynamıştı.

Suriye’de bugüne kadar en üst rütbelisi Tuğgeneral Menaf Tlas ol-mak üzere çeşitli rütbelerden suba-yın ve kimi diplomatların emperya-lizmin safına geçtiği biliniyor. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Suriye ordu ve iş çevrelerine sık sık ihanet çağrısında bulunuyor. Örne-ğin 26 Şubat 2012’de verdiği ve 12 Temmuz’da tekrarladığı klişe demeç şöyle: “Suriye ordu ve iş çevrelerine sesleniyorum. Esad yönetimini des-teklemeye devam ederseniz bir ge-leceğiniz olmaz. Ekonominiz harap oldu. Çöken bir rejime sarılacağını-za muhalefete geçin.”

Başbakan Riyad Hicab kaçtı

gündem 5A

ğust

os 2

012

Page 6: Yeni Dünya - Sayı 3

İş sağlığı ve güvenliği yasası çık-tı ancak iş kazalarında yaralanma ve ölümler son sürat devam ediyor. Hü-kümetin iş kazalarını ve işçi ölümlerini durdurmak gibi bir niyeti olmadığından her şey aynı tas aynı hamam. Değişen hiçbir şey yok. İstersen en düzgün ya-sayı çıkar, gerçekten niyetin olmadı-ğında ve uygulanmadığında ne işe ya-rar ki. İş sağlığı ve güvenliği yasası da bu yasalardan biri olmaya aday. Yasa çıkarken ve çıktıktan sonra hükümetin iş sağlığı ve güvenliği konularındaki tu-tumundan hükümetin yasayı ne kadar etkin uygulayacağını da anlayabiliriz.

Hükümet bu yasayı çıkarırken bir taraftan da havacılık sektöründe çalı-şan işçilerin grev yapmasını yasakladı. Bu yasağı uygularken havacılık sek-töründe çalışan işçilere karşı tutumu hükümetin iş sağlığı ve güvenliğine verdiği önemi açığa çıkardı. Bu adeta takke düştü kel göründü minvalinde oldu. Hava-İş sendikasının da yaptığı açıklamalarda belirttiği gibi havacılık işkolunda yapılan toplu sözleşme gö-rüşmelerinin tıkanmasının asıl nedeni ücret pazarlığı değil, iş sağlığı ve gü-venliğini ilgilendiren çalışma koşulla-rıydı.

Bakın bu konuda hakkını aradığı için işten atılan kaptan pilot Salih Bayrak ne diyor:

“Zaten bütün toplu sözleşme süre-ci boyunca (geçen aylarda Hava-İş ile THY A.Ş. arasında yürütülen) maaş konusu bizler için en son pazarlık ko-nusudur. Biz uçucuların, özellikle de pilotların öncelikli meselesi çalışma koşullarıdır… Şimdi THY zaten verimli kullanamadığımız ay içindeki 8 boş gü-nümüzü 7’ye indirmeyi planlıyor. Üste-lik boş günün ertesinde sabahın 3’üne, 4’üne uçuş koyuyor…”

Şimdi sormak gerekir. Eline her fır-sat geçtiğinde işçi haklarına, sendikal haklara saldıran AKP bir taraftan göz-leri boyamak için İş Sağlığı ve Güven-liği Yasası’nı çıkarırken bir taraftan da THY uçucu ekiplerinin çalışma saatle-rini uzatarak mı iş sağlığı ve güvenliği-ni sağlayacak?

THY’de çalışan Gökhan Eryılmaz’ın durumu ise yasa çıkarılmak üzereyken AKP’nin iş güvenliği ve sağlığına verdi-ği önemi açıkça ortaya koyuyor. THY’de çalışan Eryılmaz 1 Haziran 2012’de Seul’e gidiyor. 4 Haziran’da iş akdinin feshedildiği bildirilen Eryılmaz pilot arkadaşlarının da çabalarıyla Seul’de dönen uçağa pas (yani yolcu) olarak bi-niyor. Eyılmaz AKP icazetli THY yöne-timinin kedisini sadece yurtdışında iş-ten atarak yüzüstü bırakmadığını, aynı zamanda kendisinin uçakta bakmakla sorumlu olduğu uçağın 4. kapısının görevlisinin olmadan Türkiye’ye dön-düğünü ve THY yönetiminin yolcuların uçuş güvenliğini- ve tabii çalışanların iş güvenliğinin bir önemi yok- tehlike-ye attığını söylüyor. AKP yandaşı THY yönetimi iş sağlığı ve güvenliğini ihlal ederken AKP hükümeti güya işçileri korumak için! İş Sağlığı ve Güvenliği yasası çıkarıyor. Gel de inan.

Niyet başka olunca

rıza k

öse

Çanakkale İş Mahkemesi, Çanakkale On Sekiz Mart Üniversitesi ÇOMÜ’de taşeron şirket bünyesinde çalışan işçilerin taşeron ilişkisinin muvazaalı (hileli) olduğuna hükmetti. Böylece taşeron işçileri asıl işveren olan ÇOMÜ’nin işçisi hâline geldi. Bu karar Türkiye’deki yüz binlerce taşeron işçisi için de emsal teşkil ediyor.

ÇOMÜ’de taşeron şirket bünyesinde çalışan işçiler Sosyal-İş sendikasına üye olduktan sonra, sendika taşeron işçilerin muvazaalı (hileli) bir şe-kilde taşeron bünyesinde çalıştıklarını tespit etmiş ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'na baş-vuruda bulunmuştu. Bakanlığın görevlendirdiği müfettişlerin, ÇOMÜ'deki taşeron ilişkisinin mu-vazaalı olduğuna dair hazırladığı rapora ÇOMÜ Rektörlüğü tarafından itiraz edilmişti. Çanakkale İş Mahkemesi'nde süren dava sona erdi. Mahkeme ÇOMÜ Rektörlüğü'nün yaptığı itirazı redderek, müfettiş raporunu onadı. Böylece taşeron işçileri asıl işveren olan ÇOMÜ'nün işçisi hâline geldi.

DİSK'e bağlı Sosyal-İş Sendikası Genel Yönetim Kurulu yaptığı açıklamada, "ÇOMÜ’de örgütlen-me çalışmalarına başladığımız ilk günden bu yana, taşeron ilişkisinin ortadan kalkması ve işçilerin, asıl işveren olan Üniversite’nin işçisi olarak çalış-ması için mücadele ediyorduk. Bugün itibarıyla, bu mücadelemizde hukuken zafere ulaştık. Mahkeme kararı gereği, ÇOMÜ’de taşeron şirkette çalışan işçiler, başlangıçtan itibaren, yani Üniversite’de işe ilk girdikleri tarihten itibaren, asıl işverenin yani ÇOMÜ’nün işçisi hâline gelmiştir" denildi.

Davanın sendikanın ve üyelerin lehine so-nuçlandığını duyuran Sosyal-İş Sendikası yaptığı açıklamada, "Alt İşverenlik Yönetmeliği’nin 13. maddesi gereği, itiraz üzerine iş mahkemesi tara-fından verilen karar kesin olduğu için, iş müfettiş-lerinin “muvazaa” raporu kesinleşmiş oldu" dedi.

Sendika yönetimi, Alt İşverenlik Yönetmeli-ği’nin 13. maddesi gereği, mahkeme kararının do-ğurduğu hukuki sonuçları şu şekilde sıraladı:

1) Taşeron şirketin, tescili, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bölge Müdürlüğü tarafından iptal edilir. Dolayısıyla taşeronun Üniversitesi ile ilişiği kesilir.

2) Taşeron şirketin işçileri, başlangıçtan itiba-ren asıl işverenin işçisi sayılır.

3) Taşeron şirkete ve asıl işverene idari para ce-zası uygulanır.

Sosyal-İş Sendikası, gerekçeli kararın tebliğ edilmesinin ardından, mahkeme kararının uy-gulanması, işçilerin Üniversite bünyesine geçi-rilmesi ve toplu sözleşmeden doğan haklarının ödenmesi hususlarını görüşmek üzere ÇOMÜ Rektörlüğü’nden bir kez daha randevu isteneceğini söyledi. Bizzat ÇOMÜ Rektörü ve ÇOMÜ yetkili-lerinin defalarca kamuoyuna “Mahkeme kararına saygılı olacağız, gereğini yapacağız” diye açıkla-malar yaptığının altını çizen sendika yönetimi, "dolayısıyla sendikamız, ÇOMÜ Rektörlüğü’nden mahkeme kararının gereğini yapmasını talep ede-cektir. Sendikamız, gerek mahkeme kararının uy-gulanarak soruna çözüm bulunması, gerekse işten çıkarılan işçilerin işe geri alınması için her türlü diyaloga açıktır ve sorunu öncelikle görüşme yo-luyla çözmeye hazırdır" dedi.

ÇOMÜ işçisi mahkeme sürecini kazandı

Tek Gıda İş sendikasının daha önce 13 dönem toplu sözleşme imzaladığı Billur Tuz’un yeni pat-ronu sendikadan kurtulmak için işçileri işten atmaya kalktı. İşçiler 1 Ocak 2012’den bu yana dire-nişteler.

28 yıldır Billur Tuz’da örgütlü bulunan Tek Gıda İş sendikası 3 yıl önce el değiştiren firmanın yeni patronlarının saldırısı altında. İşyerinde sendikanın yetkisini düşürmeye çalışan patron mu-vazaalı (hileli) taşeronlaşmaya giderek sendikal örgütlenmeyi dağıtmaya çalışıyor. İşçileri hileli bir şekilde taşeronda gösteren patron sendikayı muhatap almaktan kaçınıyor.

Hile yetmez, bir de zor kullanmak lazım!Konu yargıya taşınmasına rağmen boş durmayan patron 1 Ocak’ta 54 işçiyi işten atarak yeni bir

saldırı daha başlattı. İşçiler de bu saldırıya karşı, işyeri önünde direnişe geçerek cevap verdi. Dire-nişte yedi ayını dolduran Billur Tuz işçisi inancından ve gücünden hiçbir şey kaybetmiyor. Kendileri gibi direnişteki işçiler, işçi sınıfının dostu parti, örgüt ve kurumlar ve birçok dost sendikanın direniş boyunca devam eden ziyaretleri de onlara ayrı bir güç taşıyor. Mesela Petrol İş Aliağa Şubesi de işçi-lere destek olmak için onların yanında bir direniş çadırı kurmuş.

Direniş ruhunu kaybetmeyen işçilerin karşısında patronun çok fazla şansı yok gibi görünüyor.

çBillur Tuz işçisi 1 Ocak’tan itibaren direnişte

6 emek gerçeği

Ağu

stos

201

2

Page 7: Yeni Dünya - Sayı 3

Temmuz ayında en az 110 işçi

Niğdeye bağlı 8 köyün, borçlarını ödemedikleri ge-rekçesiyle, MEDAŞ tarafından elektrikleri kesildi.

Alaylı, Çarıklı, Edikli, Hö-yük, Karaltı, Konaklı ve Or-hanlı köylüleri borçları ne-deniyle kesilen elektriklerini tekrar açtırabilmek amacıyla mülki amirlerle görüştüler. Görüşmelerinden sonuç ala-mayan köylüler seslerini du-yurabilmek amacıyla valilik önünde oturma eylemi de dü-zenlediler ancak yine sonuç alamadılar. Sulama yapabil-mek için elektriğe ihtiyacı olan köylüleri hiçbir devlet yetkilisi dikkate almadı.

Taleplerini duyuramayan yaklaşık 500 köylü Niğde-Kay-seri karayolunu lastik yakarak trafiğe kapattı. Elektriklerinin kesilmesini protesto eden köy-lülerin eylemi üzerine jandar-ma ve polis, köylülere biber gazları ve coplarla saldırdı. Kendilerini savunmak ama-cıyla köylüler de taşlarla karşı-lık verdi. Yaklaşık 6 saat süren eylemin ardından 15 köylü gö-zaltına alınarak emniyet mü-dürlüğüne götürüldü.

Elektrik olmadan sulama yapamayacaklarını ifade eden köylüler bu durumun devam etmesi hâlinde ürünlerinin tarlada çürüyeceğini, bunun da kendileri için felaket olaca-ğını belirttiler. Köylüler, dev-letin seslerini duymaması du-rumunda eylemlerine devam edeceklerini duyurdular.

Elektriğikesilenköylüleryolu kapattıİstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güven-

liği Meclisi 2011 Eylül ayından bu yana işçi ölümlerini tespit etmeye çalışıyor. Meclis, işçi ölümlerini ya-zılı ve görsel basını takip ederek, işçi örgütlerinden gelen haberlerden der-leyerek tespit etmeye çalışıyor. Mec-lisin Temmuz ayı raporuna göre 110 işçi, iş cinayetlerinde can verdi. Ka-dın erkek, genç yaşlı demeden tüm çalışanları tehdit eden iş cinayetle-rinin artarak devam ettiği raporda vurgulandı.

Meclis, iş kazaları adı altında ya-pılan cinayetleri nasıl belirledikle-rine dair açıklama da yaptı. Meclis, tespit çalışmalarında öncelikle iş kazalarının önlenebilir olduğundan yola çıkarak raporlarında iş kazaları-nı iş cinayetleri olarak tanımladıkla-rını, iş cinayetlerinde işçilerin sigor-talı olup olmadıklarına bakmaksızın iş yerlerinde ya da dışında, iş ile ilgili tüm süreçleri dikkate alarak ölümle-ri kayıt altına aldıklarını açıkladı.

İş cinayetleri her sene artıyorMeclis raporunda, SGK verilerine

göre 2010 yılında 1444, 2011 yılında ise 1563 işçi ölümünün gerçekleşti-ği açıklamasının yapıldığını, ancak kendilerinin kısıtlı imkânlarla ulaş-tığı rakamın bu sayının çok üzerinde olduğu ifade edildi.

Ülkemizde yaşanan işçi ölümle-rinin en çok güvencesiz çalışmanın yaygın olduğu inşaat ve enerji sektö-rü ile mevsimlik tarımda yaşandığı tespit edildi. Temmuz ayında 46 in-şaat işçisi düşerek ya da yollarda iş ci-nayetlerine kurban gitti. Türkiye’nin bir gerçeği olan mevsimlik tarım göçünde Kürt bölgelerinden Kara-deniz, Akdeniz ve Ege bölgesindeki tarım alanlarına çalışmaya giden iş-çilerden 18’i yaşamını yitirdi. Rapora göre ölümlerin yoğun olarak yaşan-dığı bir diğer sektör de enerji oldu.

Son dönemde HES ile gündemimize gelen enerji sektöründe yoğun taşe-ronlaştırma ve güvencesiz çalışma-nın yaşandığı bilinmekte. Sektörde Temmuz ayında 9 enerji işçisi yaşa-mını yitirdi. Nedenleri elektrik çarp-ması, yüksekten düşme ve Gerzan işçileri gibi yollarda kaza geçirmek.

Ülkenin her yanındaiş cinayeti yaşandıRapora göre Türkiye’nin tüm

bölgelerinde iş cinayeti tespit edil-di. En fazla iş cinayeti Ağrı, Antal-ya ve Kırıkkale’de yaşandı. Meclis kayıtlarına göre Temmuz ayında Ağrı’da 14 ölüm; Antalya’da 8 ölüm; Kırıkkale’de 6 ölüm; Ankara ve İzmir’de 5’şer ölüm; Batman, Kon-ya ve Manisa’da 4’er ölüm; Bursa, İstanbul, Kocaeli ve Malatya’da 3’er ölüm; Aydın, Çanakkale, Diyarba-kır, Edirne, Erzurum, Muğla, Sakar-ya, Şanlıurfa, Uşak ve Zonguldak’ta 2’şer ölüm; Afyon, Amasya, Artvin, Balıkesir, Bitlis, Denizli, Giresun, Hatay, Karabük, Karaman, Kars, Kayseri, Kırklareli, Kilis, Kütahya, Muş, Niğde, Ordu, Osmaniye, Rize,

Siirt, Sinop, Sivas, Şırnak, Tekirdağ, Tokat, Van ve Yozgat’ta 1’er ölüm yaşandı.

İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası bir şey değiştirmedi,iş cinayetleri devam ettiYeni çıkarılan İş Sağlığı ve Gü-

venliği Yasası da iş cinayetlerini engellemedi. Meclis, işçi ölümleri-nin artmasının güvencesizliğin de artmasıyla paralel olduğunu, taşe-ronlaştırma, esnek çalışma gibi uy-gulamalarla işçilerin fazla çalışma saatleri ve sağlıksız koşullara maruz kaldığını, bu koşulların iş cinayetle-rinin temel sebeplerinden olduğunu vurguladı. Hükümetin işçi ölümleri konusunda iki yüzlü bir tavır sergi-lediği, iş cinayetleri konusunda işçi-lerin lehine bir şey yapmaktan uzak oldukları da raporda yer aldı.

Meclis rapor sonunda “Temmuz ayında mevsimlik işçilerin toplu ola-rak yaşamını yitirdiği bu cinayetlerin son bulacağı bir ülke için sağlıklı ve güvenli çalışma mücadelemizi yük-seltmeye…” diyerek iş cinayetlerine karşı mücadeleye vurgu yaptı.

iş cinayetlerinde can verdi

AKP ve THY yönetiminin koor-dinasyonu ile havacılık sektöründe-ki örgütlenmeyi dağıtmaya dönük saldırılar 12 Eylül faşizminin bile yapamadığı havacılık iş kolunda grevin yasaklanmasıyla yeni bir aşa-maya girmişti. Bu gelişmelere tepki gösteren ve yasaların kendilerine tanıdığı işe çıkmama hakkını kul-lanan işçilerin ve sendikaları Hava İş'in direnişini kırmak için 305 işçi iş kanununa aykırı yöntemlerle işten atılmıştı. Fakat bu adım da işten atı-lan işçilerin Atatürk Hava Alanı'nda direnişe geçmeleriyle yanıtlandı. Doğrudan havacılık iş kolundaki örgütlenmeyi dağıtmayı yani Hava İş'i hedef alan gelişmeler karşısında işçiler ve sendikaları iki buçuk aydır direniyor.

Bu koşullar altında THY AO ile Hava İş arasındaki TİS YHK'ye ta-şındı. Görüşmelere işçileri temsilen Türk-İş temsilcisi katıldı. YHK'de görüşmeler başlamadan önce Hava-İş yönetimini üst kuruluşları olan Türk-

İş yönetimine taleplerini ve anlaşma sağlanamayan noktaları iletti.

Hava İş sendikasının internet si-tesinde yaptığı açıklamaya göre 23. Dönem TİS'le ilgili olarak kendile-rine sözlü olarak verilen bilgiye göre 22. Dönem TİS'te kazanılan hakların hiçbiri geriye götürülmedi. Ayrıca iş-verenin TİS dönemlerinin üç yıla çı-karılması talebi de reddedilmiş. Ayrı-ca ücret zamları işverenin 1. yıl yüzde 3, 2. yıl yüzde 3, sendikanın ortalama 1. yıl için istediği olan yüzde 17 ücret tekliflerine karşı ücret zammı olarak 1 yıl için; 1. altı ay yüzde 5, 2. altı ay yüzde 5 oranında 2 yıl; 3. altı ay yüz-de 4, 4. altı ay için yüzde 3 oranında zam yapılmış.

Hava İş sitesinden yapılan açıkla-ma “5 ay sonra yeni bir toplu iş sözleş-me süreci başlayacak ancak işverenin haklarımıza karşı saldırıları örgütlü davranmaz isek devam edecek, bu nedenle örgütlü mücadelemizi, birlik ve bütünlüğümüzü geliştirmeliyiz” ifadeleriyle son buldu.

Havada toplu sözleşmeyi YHK bitirdiAKP hükümeti tarafından faşist bir anlayışla grev yasağı getirilen havacılık iş kolunda yasak baskısı altında ilk toplu iş sözleşmesi (TİS) Yüksek Hakem Kurulu (YHK) marifetiyle imzalandı.

emek gerçeği 7A

ğust

os 2

012

Page 8: Yeni Dünya - Sayı 3

Adnan Serdaroğlu

DİSK Genel Sekreteri ve Birleşik Metal-İş

Sendikası Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu

ile kıdem tazminatı ve kıdem tazminatı

hakkına yönelik saldırılar konusuna dair

yaptığımız söyleşiyi sunuyoruz.

Yeni Dünya: Öncelikle merha-balar.

Adnan Serdaroğlu: Merhaba, hoş geldiniz.

Yeni Dünya: Son dönemde pat-ronlar ve hükümet tarafından işçi sınıfının ve toplumun gündemine giren kıdem tazminatı hakkına yö-nelik saldırılar konusunda ne dü-şünüyorsunuz?

Adnan Serdaroğlu: Kendimizi bildik bileli bu kıdem tazminatı konusu her zaman gündeme gelen bir mesele. Yani yeni tartışılan bir mesele değil, çeşitli hükümetler zamanında da gündeme geldi.

Çalışma hayatının büyük bir bölümünü ilgilendiren bir konu. O açıdan da kıdem tazminatının iş-verenler ve hükümetler açısından, işçiler açısından ne anlama geldi-ği ve buna karşı neler yapılması gerektiği konusunda da önemli tecrübeler edindik. O yüzden de olabildiğince, kıdem tazminatı konusunda toplumu bilinçlendir-meye, kıdem tazminatı konusunda bilinç bulanıklığı yaratmak iste-yenlere karşı toplumu mücadele etmeye çağırıyoruz.

Yeni Dünya: Kıdem tazminatı işçi sınıfının mücadele ile kazan-

dığı ve bir anlamda da iş güvencesi sağlayan ve işçinin birikmiş ücre-tinden oluşan haklardan bir tanesi. Kıdem tazminatı konusunda bu-gün gelinen noktada DİSK ne dü-şünüyor?

Adnan Serdaroğlu: Şimdi kı-dem tazminatını tarihsel açıdan ele almakta fayda var. Biliyorsunuz ki, kıdem tazminatı, kökleri 75 yıl öncesine dayanan ve o günden beri de süregelen, işçi hakkı konumuna gelmiş bir ücret ödemesidir.

İki kutuplu dünyada, Sovyetle-rin dünya üzerindeki etkisini yo-ğun olarak hissettirmeye başladığı bir dönemde, sosyal devlet ilkesi doğrultusunda birçok ülkede buna benzer uygulamalar yapılmış.

Şimdi biz kıdem tazminatını işçi arkadaşlarımızın ücretinin bir parçası, işverende kalan kısmı ola-rak değerlendiriyoruz. İlk kurul-duğu aşamalarda, tabii Türkiye’de bugünkü gibi gelişmiş bir sana-yinin ve işçi sınıfının olmadığı bir ortam var. O günkü hükümet, işçilerin yaşam standardını yük-seltmek açısından kısmi bir kıdem tazminatı uygulaması yapıyor. İşte o günkü şartlarda fabrikada veya işletmede çalışıp 5 yılı dolduran işçilere 15 günlük ücreti kadar bir ücret uygulaması düşünülüyor.

Sonra bu görüşülerek 3 yıla düşü-rülüyor. Daha sonra 1950’li yıllar-da 1 yılı dolduran işçilere 1 aylık ücreti doğrultusunda bir tazminat uygulaması başlatılıyor.

1950’lerden sonra işverenlerin bakışında da keskinleşme başlıyor. O tarihlerden bugüne kadar kıdem tazminatı tamamen işverenlerin üzerinde bir yük olarak algılanma-ya başlıyor. Tüm bunlar patronla-rın kafalarında “mutlaka kıdem tazminatının kaldırılması gerekir” diye bir his yaratıyor.

Özellikle 12 Eylül’den önceki süreçte tazminat tavanının olma-masından dolayı işverenlerde biraz daha kışkırtıcı bir pozisyon ortaya çıkıyor. O dönemlerde, kıdem taz-minatı arttırılabilir bir pozisyona dönüştürülüyor. Yani toplu söz-leşmelere kıdem tazminatı tavanı arttırılabilir diye maddeler konu-labiliyor.

İşverenler sendikal mücade-lenin yükselmesine tahammül edemiyorlar. 12 Eylül’de kıdem tazminatının kaldırılması doğrul-tusunda sermayenin yoğun baskısı olmasına rağmen sadece sınırlama getiriliyor. Bu, hem ikramiyeler, hem de kıdem tazminatı için de geçerli.

12 Eylül’den sonraki süreçte de

Özal, daha sonraki üçlü koalisyon, Çiller ve en son işte Tayyip Erdo-ğan hükümetleri kıdem tazminatı-nı ara ara gündeme getirdiler. İşve-renlerin yoğun baskısı sonucunda bu ortam yaratıldı. Yani ne zaman boşluğu bulurlarsa o zaman bu iş halledilecek gibi bir imaj yaratma-ya çalışıyorlar. Ne olacağı belli de-ğil ama kafanızın üzerinde sürekli sallanan bir kılıç var.

Zaten Hak-İş fonun olabilece-ğini söylüyor; Türk-İş “sözde” grev kararımız var diyor ama kendi içinde de fonun kabul edilebilir yanlarının olduğunu da söylüyor. Ama DİSK olarak fonun akıbetle-rini ve kıdem tazminatının nasıl kuşa çevrileceğini de bildiğimiz için şunu söylüyoruz: kıdem taz-minatı ciddi olarak gündeme gel-diği takdirde, biz işyerlerinde üre-timden gelen gücümüzü mutlaka kullanacağız. Ve bu belirli bir süre veya zaman dilimiyle de sınırlı de-ğil! Yasa geri çekilene kadar devam ettirilecektir.

Eylem programlarımız çeşitli, yani biz “zalimin zulmüne direne-ceğiz” başlığı altında bir mücadele hattı belirledik. Bu hattın içerisin-de hem kıdem tazminatı, hem de diğer saldırılara yönelik bir eylem programını azdan çoğa doğru,

“Zalimin zulmüne direneceğiz”

“12 Eylül’den sonraki süreçte

de Özal, daha sonraki üçlü

koalisyon, Çiller ve en son işte

Tayyip Erdoğan hükümetleri

kıdem tazminatını ara

ara gündeme getirdiler.

İşverenlerin yoğun baskısı

sonucunda bu ortam yaratıldı.”

8 ayın konuğu

Ağu

stos

201

2

Page 9: Yeni Dünya - Sayı 3

hafiften şiddetliye doğru bütün Türkiye’de hayata geçireceğiz.

Yeni Dünya: Sendikalara iletil-meyen ve kimin kaleme aldığı da belli olmayan bir taslak basında yer almaya başladı. “Kıdem Tazminatı-nın İşçilerin Bireysel Hesabına Ya-tırılması Hakkında Kanun Taslağı” başlığını taşıyan metnin içeriği hakkında neler söylemek istersiniz?

Adnan Serdaroğlu: Bu süslü bir başlık. Çürük elmayı şekerle kap-layarak topluma yedirmeye çalışı-yorlar. Son derece de güçlü bir ile-tişim ağları var, enformasyonu çok iyi sağlıyorlar. Yaptıkları işi kötü de olsa iyi göstererek kabul ettir-meye çalışıyorlar. Bu sadece kıdem tazminatı ile ilgili değil. Geçmişte de referandum, torba yasalardaki maddeler, sağlıkta dönüşüm; yani bunların hepsi çok süslü laflarla gündeme getirildi.

Neoliberal sistemde zaten işçile-rin, emekçilerin yararına bir şeyin olmayacağını da bilecek kadar tec-rübeliyiz. Ancak toplumun önemli bir kesimi bunu bilmiyor. Örneğin; insanlar ev aldığı zaman kıdem tazminatının belirli bir bölümünü kullanabileceğini zannediyorlar. Bunları tabii çok güzel anlatıyorlar.

Ama şunu bilmiyorlar ki yapı-lan hesaplamalara, düzenlemeye göre maaşı 1.000 tl olan 10 yıllık bir işçinin alacağı para yeni düzenle-meyle yaklaşık 4.000-4.500 tl civa-rında. Bu paraya hangi müteahhit ev verecek, onu da biz bilemiyoruz. Ev alınacağı kanaatine varan işçi, buna sanki sahip olmuş derecede seviniyor. Bir de bugünkü uygula-maya göre çalışanların büyük bir bölümü kıdem tazminatını alamı-yor deniliyor. Yüzde 90’ı alamıyor, yüzde 10’u alabiliyor. Peki niye ala-mıyor? Türkiye’de kıdem tazminatı alınamıyorsa, bu, yasaların uygu-lanmadığı anlamına geliyor. Yasa uygulanmıyorsa, bu, hükümetin suçudur.

O hâlde başka bir uygulama getirmek yerine suçu ortadan kal-dırmak daha rasyonel bir davranış olur. Oysa bunlar halkı, işçiyi de-ğil; sermayeyi düşünüyorlar. Bizim hesaplarımıza göre işçinin kıdem tazminatı açısından işverene ma-liyeti yüzde 8.3’tür. Bir kere bunu yüzde 4’e düşürüyor. Bu 15 günlük ücret karşılığı demektir. Artı yüz-de 2 olan işsizlik sigortasını yüzde 0.5’e düşürüyor. İşverenin bura-dan yüzde 1.5 kazancı var. Devlet de burada işsizlik sigortası ödeme payını düşürüyor. İşçi yüzde 1 öde-meye devam ediyor, işveren yüzde 0.5 ödüyor, devlet yüzde 0.5 ödü-yor. Yani 5 puanlık ödeme 2 puana düşüyor.

Ayrıca şu anda kıdem tazminatı hesabında ayni olarak alınan şeyler de dikkate alınıyor. Örneğin; servis ücreti, yemek ücreti, çocuk ücreti, başka birtakım kalemler, kıdem

tazminatı hesaplamasında dikkate alınıyor. Oysa yeni düzenlemeye göre artık dikkate alınmayacak. Burada da yaklaşık yüzde 1’lik bir kaybımız var. Yani çıkartılacak yasa işverenlere maliyeti 2/3 azal-tıyor. 30 günlük maliyeti 10 güne düşürüyor. Bu da en başından işçi için 2/3 oranında kayıp anlamına geliyor.

Dahası işveren kendi belirlemiş olduğu bir emeklilik sigortası üze-rinden bunu yapacak. Yani şirke-ti işveren belirliyor, kendi şirketi de olabilir. Ayrıca 10 yıl boyunca alamıyorsunuz. Kadınların hak-ları ortadan kalkıyor. Kadınların evlenme sürecinde, erkeklerin as-kerlik sürecinde almış oldukları haklar ortadan kalkıyor. İşverenin işten çıkartmasıyla birlikte alınan haklar ortadan kalkıyor.

Yeni yasa için 1 yıl dolsa da dol-masa da işçi hak kazanacak, herkes bu haktan yararlanacak deniyor. Yararlanamaz! Çünkü Türkiye’de şu anda ekonominin yüzde 50’si kayıt dışı. Siz kayıt dışının yüzde 50 olduğu bir yerde herkesi o hak-tan yararlandıramazsınız.

“Yeni yasa için 1 yıl dolsa da dolmasa da işçi hak kazanacak, herkes bu haktan yararlanacak deniyor. Yararlanamaz! Çünkü Türkiye’de şu anda ekonominin yüzde 50’si kayıt dışı.”

Geçmişte işsizlik sigortası ko-nusunda veya tasarruf teşvik fonu-na prim yatırılmayanlar nasıl bir akıbet içerisinde kalmışlarsa bunda da aynı şekilde olacak. Yani çok bü-

yük bir yaptırımı yok. Ödenmediği takdirde işçinin her ödenmeyen ay için dava açma hakkı var ve bu da büyük bir hukuki dosya ağırlığını ortaya çıkartacak; artı bir dava aç-manın maliyeti şu anda 600-700 tl.

Biz önümüze getirilen yasaların iyi, doğru yanlarını, kötü yanlarını tartışmaktan ziyade onu topyekün reddeden bir anlayışı önümüze koymuş durumdayız. Yani şurası iyi burası kötü, bunu kabul edelim öbürünü kabul etmeyelim gibi bir yaklaşım orada sizin gardınızın düşmesi anlamına gelir.

Bu taslak tamamen Avustur-ya modeli denen bir taslak. Bugün Avusturyalıların da reddetmiş ol-duğu ve kabul etmediği, sıkıntıları-nı yeni yeni yaşayarak gördüğü bir uygulama. Ve bu taslak TOBB’un (Türkiye Odalar ve Borsalar Birli-ği) kendi kurulları içerisinde tartı-şarak ortaya çıkartmış olduğu, hü-kümete sunmuş olduğu bir taslak.

Yeni Dünya: Çalışma Bakanı Faruk Çelik 30 yıldır kıdem tazmi-natı üzerinde bu düzenleme yapıla-cağına dair tartışma olduğunu fa-kat şu an kendilerinin gündeminde toplu iş ilişkileri yasasının olduğu-nu söyledi.

Adnan Serdaroğlu: Şimdi biz bakanın ne kadar doğru söyle-diğini bilmiyoruz. Yani iyi polis, kötü polisi mi oynuyorlar, onu da bilmiyoruz. Her şeyi başbakan bi-liyor bu ülkede. Kanarya sevenler derneğinin başkanının kim olaca-ğına başbakan karar veriyor, böy-le bir yapılanma var maalesef. O açıdan da ne Çalışma Bakanı’nın söylediği karşılık buluyor, ne de maliyeci bir bakanın. Aslında bu hazırlığı yapanlar maliyeci bakan-lar. Yani Mehmet Şimşek’tir, Ali Babacan’dır, Nihat Ergün’dür, hat-ta Fatma Şahin’dir. Bunların hepsi sermayenin yetiştirdiği insanlar ve

sermaye ne derse bunlar doğru ola-rak kabul eden kişiler.

Şimdi Çalışma Bakanlığı’yla, görünüşte, bu maliyeciler arasında bir çatışma var. TOBB’un hazır-lamış olduğu taslağı kamuoyuna sızdırıyorlar. Öbür taraftan Çalış-ma Bakanı çıkıyor “bizim böyle bir taslaktan haberimiz yok” diyor. Yani aslında ne idüğü belirsiz bir tartışma var, kimin ne yaptığı çok bilinmiyor.

Geçen Çalışma Bakanı’yla yap-tığımız görüşmede hiçbir şekilde kıdem tazminatının karşısına sen-dikalar yasasının konulmaması gerektiğini belirttik. Düzenleme-nin bizim tarafımızdan hiçbir şe-kilde kabul edilemeyeceğini, buna ne olursa olsun karşı çıkılacağını söyledik.

Hükümetin içerisinde güçlü bir sermaye lobisi var, sermaye lobisi hem özgür sendikal yasaların çık-masını istemiyor, hem esnek çalış-mayı zorluyor, hem kıdem tazmi-natını zorluyor, hem de istihdam bürolarını zorluyor. Bu açıdan da bugün ortaya çıkan görüntüler bi-zim biraz daha işe sıkı sarılmamızı gerektiriyor, bu işin ciddiliğinin gün geçtikçe fazlalaştığını gösteriyor.

Yeni Dünya: Daha önce Türk-İş Başkanı Mustafa Kumlu böyle bir taslağı basından öğrendiğini söyle-di. Hükümet çalışma yasaları ile il-gili çok köklü değişiklikleri bile işçi konfederasyonları ile görüşmeden düzenliyor. Böyle bir taslağın önce-den size ve diğer konfederasyonlara iletilmemesi konusunda neler söy-lemek istersiniz?

Adnan Serdaroğlu: Hükümet bugün sendikalara çarpık bakıyor, daha doğrusu Anadolu tabiriyle kaale almıyor. Dikkate almaz çün-kü iki büyük konfederasyon tes-lim olmuş; hükümete ve işverene. Türk-İş’in içerisindeki mücadeleci

ayın konuğu 9A

ğust

os 2

012

Page 10: Yeni Dünya - Sayı 3

yapı ise hem Türk-İş yönetimi ta-rafından, hem hükümet tarafından dışlanmış durumda. Şimdi DİSK olarak tek başımıza bu mücadeleyi sürdürmeye çalışıyoruz. Böyle bir görüntüde hükümetin emek örgüt-lerini ciddiye alması pek mümkün gözükmüyor. AKP’nin ilk iktidara geldiği dönemde sendikalı oranı yüzde 10-11’lerdeydi, bugün yüzde 5’lere düştü. Bu kadar zayıf ve bü-yük bölümü teslim olmuş sendika-lar hükümeti cesaretlendiriyor.

Bize görüşlerimizi zaten sormu-yorlar. Sendikaları teslim aldıktan sonra emek cephesiyle ilgili hiç-bir konuyu tartışma ihtiyacı duy-muyorlar. Çalışma Bakanı arada “danışma kurulunu çağırıyorum” diyor; ama orada da Türk-İş ve Hak-İş teslim olmuş, TİSK zaten işveren sendikası, bir de hükümet var! Peki, bu nasıl üçlü danışma? Şimdi burada bir diyalog ortamı yok, tam bir monolog ortamı var. Tıpkı, kamu sektöründe imzalanan sözleşmede belirlenen hakem heye-ti gibi. Orada da KESK tek başına mücadele ediyor.

Yeni Dünya: Hükümet tepkileri azaltmak için düzenlemelerin ka-zanılmış haklara dokunmayacağı-nı söylüyor.

Adnan Serdaroğlu: 20 yıl önce geçirselerdi, 20 yıl önce çalışan insanların haklarına dokunmuş olacaklardı. Kazanılmış haklara dokunmuyorum demek bir marifet değil. Bundan sonraki çalışanlar kıdem tazminatını hak etmemiş mi oluyor?

Ayırca, diyelim iki sene sonra ben iş yerinde kavga ettim veya bir hata yaptım, işten atıldım. Nasıl alacağım o kıdem tazminatını? O da muğlak; yani netleşmiş hiçbir şey yok. O açıdan da bütün bu şey-lerin işçiler arasında bir parçalan-mayı yaratmak için söylendiğini düşünüyoruz.

“Kazanılmış haklara dokunmuyorum demek bir marifet değil. Bundan sonraki çalışanlar kıdem tazminatını hak etmemiş mi oluyor?”

Yeni Dünya: DİSK’in kıdem tazminatı saldırılarına karşı kendi eylem planı olduğunu söylediniz. DİSK’in “zalimin zulmüne direne-ceğiz” kampanyası ile ilgili biraz daha bilgi verebilir misiniz?

Adnan Serdaroğlu: Biz bunun başlangıcını 15-16 Haziran’da yap-tık. Biliyorsunuz 15-16 Haziranlar sermayenin mücadeleci sendikaları yok etmek için planladığı bir kara günün sonucunda ortaya çıktı. Biz de 15-16 Haziran’da böyle bir baş-lıkla mücadele hattını önümüze koyduk. Bölgelerimizde imzalar topladık, yürüyüşler yaptık, fabri-ka girş çıkışlarında eylemler yap-tık, öğle yemeklerinde açıklama-lar yaptık, işletmelerde kokartlar taktık. Şimdi biz bölgelerde, bölge temsilciliklerimizde temsilciler kurulumuzu toplayacağız. Hem bölgesel eylemlilikleri orada karar-laştıracağız, hem de genel olarak yapılabilecek eylemlerin ipuçlarını orada ortaya çıkartacağız.

Muhtemelen bölge temsilcilikle-rimizde yapılacak bölge temsilcileri kurullarında bu işin biraz daha ete kemiğe bürünmesini sağlayacağız. Yani şu anda yönetim kurulumuz, DİSK yönetim kurulu başından so-nuna kadar programlanmış bir sü-reci ortaya çıkartmış değil. Bunlar sürekli beslenerek devam ettirile-cek. Onların ataklarına karşı aynen satranç gibi biz de yeni ataklar or-taya çıkartacağız. Onlar bizde nasıl

bir tedirginlik yaratıyorsa biz de onlarda belli bir rahatsızlık yara-tarak “biz sizin karşınızda elimiz kolumuz bağlı beklemeyeceğiz”, antremanlarımızı yapıyoruz, maça hazırız diyeceğiz. Bu fotoğrafı ver-mezsek bunlar iyice bunalan, aban-done olmuş toplumun boşluğunda yasayı geçirirler.

“Onlar bizde nasıl bir tedirginlik yaratıyorsa biz de onlarda belli bir rahatsızlık yaratarak “biz sizin karşınızda elimiz kolumuz bağlı beklemeyeceğiz” antremanlarımızı yapıyoruz, maça hazırız diyeceğiz.”

Yeni Dünya: Kıdem tazminatı-na yönelik saldırı bugün işçi sını-fının, sendikaların, emekten yana olan parti ve kurumların gündem-leri arasında. Sizce emek cephesi sermayenin bu saldırısına karşı bir cephe örebilir mi? Böyle bir birlik hükümete ve patronlara geri adım attırabilir mi?

Adnan Serdaroğlu: Kıdem taz-minatı bugün emekçilerin elinde kalan son cephelerden birisi. O hat-tı kaybetmememiz gerekiyor. Bunu da kaybedersek yenilmişlik hissi tamamen teslim olmayı ortaya çı-kartıyor.

Dönem dönem insanlar yenile-bilir, yeter ki yerden kalkmasını bi-lelim. Yerden kalkmazsanız sadece onu değil, geleceğinizi de kaybet-mişsiniz demektir, teslim olmuşsu-nuz demektir. Bu açıdan emekçiler için son derece önemli olan bu ko-nuyu biz o muhalif damarı kabar-

tarak mutlaka püskürtmek zorun-dayız. Şimdi bunun için bir cephe mutlaka örülmeli. Bu tek başına hiç kimsenin yapabileceği bir şey değil. Herkesin bu çorbada tuzu olması gerekiyor.

Bilinsin ki kıdem tazminatı eğer yok olursa, insanların işyerleriyle ve sendikalarla bağı zayıflar. İşten atılma son derece kolaylaşır. İşve-renlerin eli olabildiğince esnekleşir. Sendikalanma oranları son derece düşer, çünkü sendikalaşmak zor-laşır. Kıdem tazminatı bir başlan-gıçtır, sonuç değil. En zorundan başladı bunlar, en zorunu geçirir-sek, o cepheyi ele geçirirsek, ondan sonrakileri daha rahat yaparız diye düşünüyorlar.

Biz bu konuda sendikaları da uyarıyoruz. Diyoruz ki yani, iş-verene, sermayeye, hükümete tes-lim olmak belki bugün hoşunuza gidiyor olabilir; buz gibi havada, insana tatlı bir uyku gelmesi gibi. İşte burada uyanmanız gerekiyor, uyanın, bu cepheyi kaybetmeyin, insanları mücadeleye zorlayın veya yolunu açın. Bu mücadeleyi kaza-nırsak da yeniden yükselme süre-cini başlatırız.

Yeni Dünya: Bizim soracakları-mız bu kadar, sizin eklemek istedi-ğiniz bir şeyler var mı?

Adnan Serdaroğlu: Şimdi tabii, bunlar spesifik konular, bizim önü-müzde koca bir dağ var, o dağ ka-pitalizmdir. Şimdi biz kapitalizmi ortadan kaldırmadan, üzerindeki kayalarla uğraşmaya mahkûmuz. Kayalarla uğraşıyoruz, kaldırma-ya çalışıyoruz. Üstümüze gelenleri durdurmaya çalışıyoruz. 80’li yıl-lardan sonra, neoliberal politikalar, hep kendine uygun yasaların ve dü-zenlenmelerin olmasını zorluyor, her hükümete. Şimdi biz daha spe-sifik olarak ortaya çıkan sorunlarla boğuşuyoruz, püskürtmeye çalışı-yoruz ama genel anlamda sisteme karşı bir mücadele vermek gereki-yor. Eğer siz neoliberal sistemi ye-nemezseniz, bugün durdursanız da yarın başka bir sorunla karşınıza çıkacak. O açıdan neoliberalizmin esir aldığı tek kutuplu dünyada, daha insani bir düzeni el birliğiyle yaratmak zorundayız. Yoksa birin-de yenilirsin, birinde yenersin.

Kitle sendikalarının görevi za-ten kapitalist sistem içinde sömü-rüyü sınırlandırmaktır. Ama bizim asıl misyonumuz sadece sömürüyü sınırlandırma değil, ortadan kal-dırmak olmalı. Sendikalar olarak biz sözlük tarifinin dışına çıkmak zorundayız.

Yeni Dünya: Bize vakit ayırdığı-nız için teşekkür ediyoruz.

Adnan Serdaroğlu: Ben teşek-kür ederim, sağolun.

söyleşi: ilkin sarıfotoğraf: hamdi akçay

10 ayın konuğu

Ağu

stos

201

2

Page 11: Yeni Dünya - Sayı 3

Kemal Türkler 1926 yılında Denizli’de doğdu. Ailesi çiftçi olan Kemal Türkler, ilk ve orta öğrenimini Denizli’de tamamladı. 1947 yılında İstanbul’a gelerek Hukuk Fakültesine kaydoldu. Ayını yıl Bakırköy’deki Emaye-taş fabrikasında çalışmaya başladı. 1947’de Maden-İş sendikasına üye oldu. Sendikal faa-liyetlere başladı ve hukuk öğrenimini bıraktı. 1953 yılında sendikanın Bakırköy Şube Yöne-tim Kuruluna girdi. 1954’te sendikanın Genel Sekreteri oldu. Yine aynı yıl Yusuf Sidal Genel Başkanlığı bırakınca sendikanın yeni Genel Başkanı seçildi ve bu görevi katledildiği Tem-muz 1980’e kadar sürdürdü.

Kemal Türkler, tüm yaşamı boyunca de-mokratik sınıf ve kitle sendikacılığı düşünce-sine bağlı kaldı. Sosyalist düşüncenin sendikal hareket içinde hâkim olabilmesi için çok bü-yük çaba harcadı. 1961 yılında TİP'in kurucu-ları arasında yer alan Kemal Türkler, 1960'lı yıllarda Türk-İş'in izlediği sınıflar ve partiler üstü sendikacılık anlayışını reddetti. 1966 yılında SADA içindeki sendikalardan biri de Maden-İş'ti. Paşabahçe Grevi sırasındaki mu-halefet hareketinin başını çeken Türkler, daha sonra, sermayenin çıkarlarına hizmet eder bir sendikal politika izleyen Türk-İş'ten koparak 1967 yılında Devrimci İşçi Sendikaları Kon-federasyonu DİSK'i kurdu.

Kemal Türkler dönemin işçi hareketleri

yönlendiren sendikacılardan biriydi. 15-16 Haziran direnişi nedeniyle 1970 yılında di-ğer DİSK yöneticileriyle birlikte tutuklandı. DİSK'te toplumsal ilerleme çizgisinin ve mili-tan bir sendikacılık anlayışını ağırlık kazan-masında önemli bir payı vardı. Türkiye'de 1 Mayısın 1920'lerden sonra ilk defa 1976 ta-rihinde DİSK öncülüğünde yasal ve kitlesel olarak kutlanmasına öncülük etti. Yine aynı yıl 16 Eylül DGM direnişi nedeniyle kısa bir süre tutuklu kaldı.

Bu dönemde ilerici güçler tarafından izle-nen toplumsal ilerleme çizgisi ruhuna uygun olarak 1977 yılında DİSK adına UDC (Ulusal Demokratik Cephe) çağrısı yaptı. Bu çağrı DİSK içindeki çeşitli muhalefet kanatlarını, özellikle de sosyal demokrat kanadı harekete geçirdi. 26 Aralık 1977'deki DİSK genel ku-rulunda başkanlık seçimini kaybetti. Artık sadece Maden-İş'in tartışmasız genel başka-nıydı. Yine Maden-İş'in Aralık 1979'daki ge-nel kurulunda Enternasyonal marşı söylendi-ği gerekçesiyle 1 Ocak 1980'de bir ay tutuklu kaldı.

Kemal Türkler 22 Temmuz 1980 sabahı evinin önünde, arabasına binerken gerici-fa-şist güçlerce kurşunlanarak öldürüldü. Cena-zesini yüz binlerce işçi kaldırdı. Katillerinin kimler olduğu ve nerede yaşadıkları hep bili-ne geldi, ancak bir türlü bulun(a)madı.

O, sınıf ve kitle sendikacılığının

önderiydi

Kemal Türkler, katledilişinin 32. yılında yine unutulmadı.

Her 22 Temmuz’da Kemal Türkler’in mücadele arkadaşları İstanbul Topkapı’da bulunan mezarlık başında toplanırlar. Bu gelenek bu yıl da devam etti. DİSK ve bağlı sendikaların yöneticileri, DİSK eski genel başkanı Süleyman Çelebi, Kemal Türkler’in ailesi ve aralarında TKP 1920, TÜM-İGD, UİD-DER’in de bulunduğu ilerici, devrimci, demokrat parti ve örgüt-ler saat 11.00’de mezarlık girişinde bir ara-ya gelerek Türkler’in mezarına doğru bir yürüyüş gerçekleştirdi. Yürüyüş boyunca “Kemal Türkler aramızda”, “Katillerden hesabı emekçiler soracak” sloganları atıldı. Mezar başında 1 dakikalık saygı duruşuyla başlayan anma DİSK Genel Sekreteri Ad-nan Serdaroğlu’nun konuşmasıyla sürdü. Serdaroğlu, Kemal Türkler’in katillerinin egemenler tarafından aklandığına vurgu

salih

sin

an

Herkes evinden çıksın!

Bu bir kentsel dönüşüm

soygunudur

Kentsel dönüşüm projeleri gündemimizi her geçen gün daha da meşgul ediyor. Ne de olsa insanın en temel haklarından olan barınma hak-kını ilgilendiriyor. Kentsel dönüşümün bu kadar gündeme gelmesinin elbette çeşitli nedenleri var. Bu nedenleri iktidar sözcülerinden ya da be-lediye başkanlarından dinlediğimizde herkesin depreme dayanıklı konutlarda yaşama hakkı ol-duğu söylemi ile karşılaşıyoruz. Toplu konut pro-jeleri ile afet riski olan alanların güçlendirilece-ğini, sosyal alanlara daha fazla yer ayrılacağını dinliyoruz. Bu süreçte Başbakan bile “İktidarı kaybetme pahasına riskli konutları yıkacağız” söylemiyle ortaya çıktı.

Konut sorunu elbette çözülmesi gereken bir konu, insanların depreme dayanıksız çarpık kentleşme koşullarında yaşamasının savunula-cak yanı yok. Ancak burada toplumsal sorunla-rın temelini oluşturan paylaşım konusu devreye giriyor: Kentsel dönüşüm adı altında başlatılan süreçte yaratılan rant kimler tarafından paylaşı-lacak? Evlerinden edilen insanlar kentsel dönü-şüm projesi adı altında mahallelerinde yapılan konutlarda oturabilecekler mi? Bu toplu konut-larda kiralar ne olacak?

Kapitalist plansız ekonominin yarattığı bir sorun olan hızlı ve plansız kentleşme bugünün sorunu değil. 19. yy.’dan bu yana sanayileşen bü-yük kentlerde yaşanan ve bugün gelişmiş Avru-pa kentlerinde bile kısmen çözülebilen bir konu. Kısmen diyorum çünkü Avrupa kapitalizminin en büyük ortağı Almanya’da bugün bu kentsel dö-nüşüm ve kentsel dönüşümle ortaya çıkan büyük rantın paylaşım kavgası yakıcı bir biçimde gün-celliğini koruyor. “Kiralar çok yüksek” hareketi Berlin kentinin göbeğinde kurduğu çadırda son on yılda büyük bir hızla artan kiraları protesto etmeye devam ediyor.

İstanbul’da da eskinin kenar mahalleleri (en güzel örnekleri Tarlabaşı ve Sulukule oluşturu-yor) artık kentin en değerli arazileri konumunda. İnşaat tekellerine, AKP sözcülerine göre artık bu yerler burada kalanlara bırakılamayacak kadar değerli. Buraların boşaltılması ve rant kapıları-nın açılması için de türlü oyun sergileniyor. Evi-ni boşaltmak istemeyen vatandaş tapusu olsun olmasın AKP’nin inşaat tekelleri ile ortaklaşa çıkarttığı yasalara dayanılarak evinden atılıyor, kiracılar mevcut yasalarla hiçbir hak talep ede-miyor. Padişah yetkileriyle donatılan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile TOKİ her şeye karar ve-riyor.

Bugüne kadar yapılan kentsel dönüşüm pro-jeleri türlü deneyimlerle dolu. Sulukule’de yıllar-ca oturdukları evlerinden 40.000 tl. karşılığında çıkartılıp şehrin dışında TOKİ evlerine yerleş-tirilen Sulukuleliler, üzerine bir de borçlandırı-lırken, yıkılan evlerinin yerine yapılan yeni TOKİ evleri 500.000 tl.’den satışa sunuluyor. Bir radyo programında Tarlabaşı’nda oturan bir vatandaş “Tarlabaşı da tehlikeli bir yer değil mi?” sorusu-na “ Evet, Tarlabaşı çok tehlikeli bir yer çünkü metrekaresi 20.000 dolar” diye cevap veriyor. Yalnızca bu örnekler bile rantın büyüklüğünü gö-rebilmek açısından yeterli olacaktır.

Sonuç olarak kentsel dönüşüm denilen proje özünde sınıfsal bir sorundur, bir yanda emeğiyle geçinen yoksul halk, diğer yanda asalakça yaşa-yan zenginler. AKP, iktidarını kaybetme pahasına da olsa safını belirlemiş durumda. Bu saflaş-mada safımızı ranttan yana değil, emekçilerden yana koyarak kentsel dönüşüm adı altında in-sanların barınma haklarının ellerinden alınma-sına karşı örgütlü bir mücadele hattının örülme-si önem kazanıyor.

yaparak işçilerin yaşadığı sıkıntıların 70’li yıllardan bugüne katlanarak arttığını be-lirtti. Bu süreci tersine çevirmenin DİSK adına tarihsel ve sınıfsal bir sorumluluk olduğunu vurgulayan Serdaroğlu sözlerini “Sana söz veriyoruz. Katillerinden hesa-bı soracağız” diyerek bitirdi. Daha sonra söz alan Türkler’in kızı Nilgün Soydan da: “Katilleri aklayan AKP ve MHP’li milletve-killerinin elleri kırılsın. Katilleri bizim adı-mıza affedemezsiniz” dedi. Konuşmaların ardından anma “Kemal Türkler kavgamız-da yaşıyor” sloganları eşliğinde sona erdi.

Ağu

stos

201

2

11

Page 12: Yeni Dünya - Sayı 3

Amerikan tarihindeki en uzun grev olan Şikago’daki Congress Otel grevi hâlâ güçlü bir şekilde devam ediyor.

15 Haziran günü grevin 9. yıl dönümünü kutlayan 60 Congress Otel çalışanlarından Lola Contreras, “Bizler sadece kendimiz için değil; Şikago’daki bütün işçiler için müca-dele ediyoruz” dedi.

Contreras, bir bayram neşesiyle oluşturulan grev yerinde yürüyerek otelin önündeki kaldırımı tıka basa dolduran yüzlerce destekçiye de de-ğindi. Grevcilerin aileleri, diğer sen-dika üyeleri, kimi emek dostu din görevlileri ve demokratik kitle ör-gütlerinden aktivistler de grev yerin-de yerlerini aldılar.

Şikago Müzisyenler Federasyonu tarafından çalınan canlı müzik eş-liğinde yürüyen grev gözcüleri, ara-larında lüks arabalarından inenlerin de bulunduğu ve otele girmek için grevi ihlal ederek grev gözcülerini aşan patronları yuhaladılar.

Alanda, Congress Otel sahipleri-nin 2003 yılında otel çalışanlarının birliğini bozmak amacıyla sendika-sız, grev kırıcı işçileri, mevcut çalı-şanlarının yerine işe alma girişimle-rine dikkat çekmek amacıyla büyük şişme fareler kullanıldı. Otel sahip-leri, ABD ve Kanada Otel ve Tekstil İşçileri Sendikası’nın (Unite Here)

şehir merkezindeki otellerle müza-kere yaptığı, patronların il düzeyin-de toplu sözleşmeyi tanımayınca ve tek taraflı olarak daha düşük ücreti dayatarak kendi çıkarlarını öne sü-rünce çalışanlar greve başlamışlardı.

Latin Amerikalı göçmenlerin ve Afrika kökenli Amerikalı zenci iş-çilerin çoğunluğunu oluşturduğu grevciler, 3000 günü aşkın bir süre-dir her gün grev yerine giderek mü-cadelelerini sürdürüyor. Efrain Cor-tina, kendisine yola devam etmesini sağlayan şeyin ne olduğu sorulunca şu şekilde cevap verdi: “Burada-ki olaya sadece kendin içinmiş gibi bakmıyorsun; bütün sendika üyele-rine bakıyorsun.”

Şikago Emek Federasyonu (CFL) başkanı Jorge Ramirez, birçok insan için bu grevin ne kadar uzun sürdü-ğünü idrak edebilmenin oldukça güç olduğunu söyleyerek, diğer sendika-lardan gelen destek ve dayanışmayı öne çıkardı. Ramirez, grevcilerin ce-saretlerinden ve kararlılıklarından da övgüyle bahsederek; “Ben Şikago Emek Federasyonu başkanı olabili-rim, ancak sizler emek hareketinin liderlerisiniz” dedi.

Congress Otel sahiplerinin ger-çekten birer canavar olduklarını söyleyen Unite Here sendikasının 1 Nolu Şube başkanı Henry Tamarin, “Bugün burada sadece 12 tam za-

manlı işçi çalışıyor. Geri kalan işgü-cü, geçici işçi bulma kurumlarından kiralanıyor. Bu yöntem burada başla-dı ve otel endüstrisinin geri kalanın-da da yaygınlaşıyor” dedi. Tamarin, şehir yönetimiyle, diğer kamu çalı-şanlarının da yüz yüze kaldığı gibi, sözleşme sorunları yaşayan Şikago Polis Departmanı üyelerinin, burada diğerlerinin arasında bulunmala-rının ne kadar olumlu olduğundan bahsetti. Ayrıca aralarında çok sa-yıda bu grevle yetişen genç çalışanın bulunduğunu, gençlerin işçi hakla-rı için mücadele etmenin ne demek olduğunu öğrendiklerini ve bunu ileriye taşımak zorunda olduklarını söyledi.

Çalışanların ve sendikanın adil bir sözleşme imzalanana kadar mü-cadele edeceklerini belirten Tamarin sözlerini şöyle noktaladı:

“Bizler hiçbir yere gitmiyoruz, hâlâ buradayız. Mücadelemizden gurur duyuyoruz ve kavgamızı daha yüksek sesle haykıracağız. Geri dö-neceğiz!”

*John Bachtell ABD’nin Şikago kentinde yaşayan işçi ve ve sendika haberlerinin yer aldığı www.peop-lesworld.org adlı siteye haber ve yo-rumlar yazan emek dostu mücadele-ci bir işçi.

çev: ipek pınar şahin

Congress Otel çalışanları 9 yıldır grevdeler:

joh

n b

ach

tell*

“Hiçbir yere gitmiyoruz”

Yargıtay: “Cemevleri ibadethane değildir”Çankaya Cemevi Yaptırma Derneği, cemevini ibadethane olarak tanımladığı için kapatma kararıyla yüz yüze.

Çankaya Cemevi Yaptırma Derneği’nin tüzüğünde “Derneğin amacı, Çankaya’da yaşayan Alevi inançlı yurttaşların inanç ve iba-detlerini yerine getirme merkezleri olan cemevlerini yapmak ve yap-tırmaktır”, “Alevi inanç ve ibadet merkezi olan cemevlerini yapmak ve yaptırmak”, “İmar Yasası uya-rınca imar planlarında ibadet yeri olarak ayrılan alanlar üzerinde Alevi yurttaşların yaşadığı yerler-

de cemevi inşa etmek üzere giri-şimlerde bulunmak” ifadelerinin bulunması üzerine Ankara Valili-ği tüzüğü incelenmesi için İçişleri Bakanlığı’na göndermişti.

AyrımcılıkKonuyla ilgili olarak Diyanet

İşlerine görüş soran bakanlık “Ce-mevi ve benzeri yerler ibadethane sayılamaz” cevabını alınca Anka-ra Valiliği’ni harekete geçirmiş ve derneğe Haziran 2008’de tüzüğün ilgili hükümlerinin düzeltilmesiy-le ilgili yazı gönderilmişti. Dernek tüzüğünü değiştirmemekte ısrar edince de 2011 yılında, Ankara Va-liliği tarafından kapatma davası açılmıştı.

Ankara 16. Asliye Hukuk Mah-kemesi’nde 10 Şubat’ta başlayan dava sonucunda mahkeme kapat-ma istemini reddetmişti. Karara itiraz edilmesi neticesinde dosya Yargıtay’a gelmişti.

7. Hukuk Dairesi 25 Temmuz 2012’de oy çokluğuyla verdiği boz-ma kararıyla cami ve mescitler dı-

şında başka yerlerin ibadethane sa-yılamayacağına karar vermiş oldu.

Aleviler tepkiliYargıtay’ın bozma kararı bütün

Alevi kesimlerinde ve inanç özgür-lüğünü savunan kesimlerde tepkiy-le karşılandı. Aleviler haklı olarak, kararı hükümetin bütün topluma Sünni İslam anlayışını dayatması-nın sonucu olarak görüyorlar ve bu ayrımcı kararı protesto ediyorlar.

Yerel mahkeme ne demişti?Yerel mahkeme davayı reddet-

tiği kararındaki gerekçesinde “Ce-mevleri yüzyıllardır Alevilerin iba-det yeri olarak toplumca bilinmiş ve kabul görmüştür. Derneğin tü-züğünde yazılı bulunan ‘cemevleri ibadethanedir’ hükmü Anayasa’nın 2. maddesine aykırılık taşımadığı gibi kanunlarla da yasaklanmamış-tır” demişti.

Dosya tekrar yerel mahkemenin önünde. Mahkeme kararında dire-nirse konu Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’na gelecek.

MalatyaSürgü’deAlevilerelinç girişimi

Malatya'nın Doğanşehir ilçesine bağlı Sürgü beldesinde ırkçı şeriat-çı saldırganlar 28-29 Temmuz gecesi Alevi bir ailenin evine saldırdı.

Ramazan davulcusunun Alevi ol-duklarını bildiği Evli ailesinin önün-de tacize varacak bir şekilde davul çalarak rahatsızlık vermesi sonucu ailenin davulcuyu uyarmasıyla başla-yan olaylar lince döndü. Davulcu ile yaşanan tartışmanın ardından yüz-lerce kişilik bir güruh ailenin evini kuşattı, camlar taşlarla kırıldı ve evin yanındaki ahır yakıldı.

Jandarma “Kürtlere ölüm”, “Alevi-lere ölüm” diye bağıran, sık sık tekbir getiren, “Buradan gideceksiniz, yoksa Sivas gibi sizi yakarız” diye tehditler savuran kitleye doğru düzgün mü-dahale etmedi. Bu durumdan cesaret alan ve gittikçe gözü dönen saldır-ganların başlattıkları olaylar iki saat kadar sürdü. Olaylar ertesi gün de bu boyutlarda olmasa da devam etti. Bölgeden gelen bilgilere göre aileye dönük psikolojik baskılar ve tehditler devam ediyor. Aile yaşadıkları bölge-den göçe zorlanıyor.

Davulcu: “Benim davam değil, İslam davası.”Olayların başlamasında kilit rol

oynayan davulcu Mustafa Evşi iki gün sonra Radikal gazetesinden Ayça Örer ile yaptığı söyleşide sözde ken-dini savunurken ailenin olayları kış-kırttığını ve ailenin davula, ezana ve bayrağa küfrettiğini söylüyor. Kendi-leri de “doğal olarak” dini, ezanı ve bayrağı korumuş oluyor! Tabii Evşi konuya bayrağın nasıl karıştığını an-latmamış.

Olaylardan sonra 24 kişi gözaltı-na alınırken yalnızca Mustafa Evşi tutuklandı. Evşi kamu düzenini boz-makla suçlanıyor.

AKP Alevi düşmanlığınıtırmandırıyorSürgü'deki linç girişimi bütün ül-

kede başta Aleviler olmak üzere bü-yük tepki çekti. Alevi örgütlerinin önderliğinde komünist, sosyalist, devrimci, demokrat parti ve örgütler başta İstanbul, Ankara ve İzmir ol-mak üzere birçok yerde protesto ve dayanışma eylemleri düzenlediler. Bütün eylemlerdeki ortak fikir son zamanlarda AKP hükümeti eliyle tırmandırılan Alevi düşmanlığının kardeşlik ortamına zarar vermesiy-di. Hükümet kendi ırkçı, mezhepçi fikirleri doğrultusunda Kürtlere ve Alevilere düşmanlığı tırmandırıyor. Suriye'ye yapılan emperyalist müda-haleyi İsrail ve Amerika ile ortaklaşa yürüten hükümet mezhep düşmanlı-ğı ile işbirlikçi konumunu gizlemeye çalışıyor.

12

Ağu

stos

201

2

gündem

Page 13: Yeni Dünya - Sayı 3

Çalışan kadınlara ve erkeklere kreş hakkının ücretsiz olarak dev-let tarafından tanınması sosyal devletin bir yükümlülüğüdür. Son günlerde içeriği yeni olmayan bir tasarı gündeme getirildi. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Ka-dın Girişimciler Derneği (KAGİ-DER), Anne Çocuk Eğitim Vakfı (AÇEV), Dünya Bankası ve TÜSİ-AD ile birlikte ‘çalışan kadınlara kreş’ projesinin ilk sinyallerini ge-çenlerde verdi. Henüz ayrıntıları net olmayan tasarıda bu haktan yararlanabilmek için bazı koşullar var. ‘Çalışıyor’ olmak bunlardan başlıcası. Aile ve Sosyal Politika-lardan Sorumlu Bakanlığa baş-vurduktan sonra Sosyal Yardım Bilgi Sistemi (SOYBİS) tarafından uygulanacak gelir belirleme tes-tinde kişinin gelir düzeyi belir-lenecek ve bu gelir-ölçer testinde 0 ile 100 arasında bir puanlama yapılarak puana göre yardım ya-pılacak. Yardım ‘puanı tutan’ların 0-5 yaş arasındaki çocukları için verilecek. Yardım doğrudan kreşe verilecek, fakat yardımın henüz ne kadar olacağı belli değil.

Dışarıdan bakıldığında herkesi memnun edebilecek bir çalışma gibi gözükse de, daha dikkat-li bakıldığında tablonun hiç de toz pembe olmadığını göreceğiz. Öncelikle ilk bakışta göze çarpan bazı soru işaretleri var. ‘Esnek ça-lışma, evde çalışma’ gibi güvence-siz ve kayıt dışı çalışan kadınların bu tasarıdan nasıl yararlanacağı, bakım hizmetini verecek olan kurumların, niteliklerinin nasıl belirleneceği, nasıl denetlenece-ği, kreş desteğinin nasıl finanse edileceği gibi. Bir taraftan kamu kurumlarındaki kreşler kapatılır, diğer yandan İş Kanunu’ndaki değişikliklerle kreş kurma zorun-luluğu ortadan kaldırılır ve ‘çok masraflı’ olduğu gerekçesiyle ka-dın istihdamından uzak durmaya çalışan işverenlerin elini güçlen-direcek yasa değişiklikleri yapılır-ken işveren sendikaları ve onlara yakın kadın örgütlerinin beraber-ce hazırladığı taslağın işçi kadın-ların lehine olacağını düşünmek saflıktır. Kreş hakkı kadın örgüt-lerinin mücadelesiyle kazanılmış, bireysel değil, kolektif bir haktır. Kadınlar bu haklarını sermayenin daha fazla kâr edebilmesi için terk etmemeli, çıkarılan yasalarla iyice törpülenen bu hakları ve daha faz-lası için mücadeleyi daha da yük-seltmelidir.

Nasıl birKreş Hakkı?

Ağrı'nın Hamur ilçesinde kadına şiddetin son kur-banlarından Melek Karaaslan, 'namus meselesi' yü-zünden istenmediği köyüne kadınların omuzladığı tabutunun içinde döndü. 8 çocuklu bir ailenin en küçüğü olarak dünyaya gelen Melek, 16 yaşında Fer-di Karaaslan ile evlendirildi. Çocuk gelin Melek, ko-casından devamlı ve yoğun bir şekilde şiddet görme-ye başladı. Dayaktan kaçarken ilk çocuğunu sokakta dünyaya getirdi ve onun ölümü üzerine psikolojik sorunları iyice su yüzüne çıktı. Fiziksel ve psikolo-jik işkenceden başka bir şey olmayan evliliğinden babası tarafından kurtarılmaya çalışılsa da 'büyük' aile meclisi Melek'in işkencehanesine ve işkenceci-sine geri dönmesine karar verdi, namuslarına halel gelmemesi için. Melek'in durumunun vehameti, abi-sinin kardeşini görmek istemesi üzerine ortaya çıktı. Kocası ve kocasının ailesi tarafından sürekli bir şid-dete maruz kalan Melek'i abisi, tuvalette bir tahtanın üzerinde, kendi tuvaleti içinde yaralarını kurt kapla-mış olarak buldu. Melek Ağrı Devlet Hastahanesi'ne kaldırıldığında yalnızca otuz kilogramdı. Ağrı Dev-let Hastahanesi'nden bir yetkili Melek'i öldüreme-dikleri için ölüme terk ettiklerini belirtti. Melek'in ailesi perişan; kocası ve ailesi ise Melek'e baktık-larını, hastahaneye tekrar götüreceklerini ancak Melek'in babasının onları emniyete verdiğini, hiçbir şekilde dayak olayı olmadığını söyledi. Melek'in eşi ve eşinin babası gözaltına alındı ancak ifadeleri alın-dıktan sonra şaşırtıcı olmayan bir şekilde serbest bı-rakıldılar. Melek uçak ambulansla Erzurum Devlet Hastanesi'ne götürüldü ancak 28 Temmuz 2012'de hiç yaşamamış gibi hayata gözlerini yumdu.

Durup baktığımız zaman, burada suçlu olarak Melek'e işkence eden eşi ve ailesini rahatça görüyo-ruz. Peki ya rahatça göremediklerimiz? Melek'i çocuk

Peki ya rahatça

gelin edenlerin, namus meselesi denilerek Melek'i iş-kencecisi/işkencecilerine yollayan aile meclisi suçun uygulayacıları. Ya bu zihniyetin devamlılığını sağla-yanlar? Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın, Sağ-lık Bakanlığı'nın, onların bağlı olduğu hükümetin ve hepsinin taşıyıcısı olduğu kadının adını bakan-lıklardan silecek kadar kadını hayatın dışına iten, aileninse içine hapseden eril, cinsiyetçi zihniyetindir asıl suç. Ana akım medyada ‘Sağlık Bakanlığı'nın ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın olaya müda-hil olmasıyla...’ ibaresi, devletin bu olayları münferit olarak gördüğünün kanıtıdır. Melek'in katili ve asıl mücadele edilmesi gereken bu zihniyettir.

göremediklerimiz?

Gelen tepkiler sonucunda kürtaj yasağını yumuşatmak zorunda kalan hükümet şimdi çareyi polisiye yöntemlerde arıyor.

Antalya’da bir kadın doğum uzmanının muayenehanesi film-lere konu olacak bir operasyonla basıldı.

Gerekçe 4 aylık hamile bir ka-dına kürtaj yapmaya hazırlanıldığı yönündeki ihbar! Televizyonların “kürtaj baskını”, “kürtaja hazır-lanırken yakalandı” gibi ifadeler kullandığı baskına kadın örgütleri tepki gösterirken bir tepki de Türk Tabipler Birliği’nden geldi.

18 Temmuz günü bir açıklama yayınlayan TTB “Sağlık hizmeti sunulan muayenehaneye ‘gazete-

cilerle birlikte’ polis baskını ya-pılması, her açıdan mahremiyet ve masumiyet hakkının ihlalidir. Nitekim, henüz diğer hastalarla birlikte muayene için sıra bekle-yen bir hastaya ‘yakıştırılan’ ifade ile meslektaşımız gözaltına alın-mış, kamuoyuna ‘kürtaj yapmaya hazırlandığı’ şeklinde suçlu ola-rak sunulmuştur!” dedi. Kürtaj yapılacağı iddia edilen kadının ilk kez o gün doktorun muayeneha-nesine geldiğini ve henüz doktor tarafından muayene edilmediğini belirtti.

Kürtaj’da“polisbaskını”dönemi

kadınların sesi 13A

ğust

os 2

012

Page 14: Yeni Dünya - Sayı 3

fatm

a şe

nd

en

GSS: Paran kadar sağlıkBu yılın başında uygulanmaya

başlanan Genel Sağlık Sigortası için ödenecek primlerin tutarı Temmuz ayından itibaren arttırıldı. Herkesi sağlık sigortası kapsamına alacağı iddialarıyla getirilen Genel Sağlık Sigortası’nın karşı çıktığımız nokta-sı, herkesi kapsayacak olması değil. Kapsadığı alt gelir gruplarından, iş-sizlerden, çalışmayanlardan “prim” topluyor olması. Çalışan olmayan, yani maaş almayan bu kesimler “ge-lir tespiti”ne tabii tutularak, “hane” gelir ve giderleri tespit edilerek üç ayrı gelir grubundan birine dahil edilerek buna göre prim ödemeye başlayacaklardı. Mesele de buradan doğuyor zaten. Sıkça rastladığımız üzere, hâlen bu uygulamadan ha-berdar olmayan çok kişi var. Bunla-ra ise gıyaplarında borç kaydedili-yor. Borç kaydedildiği için de ileride faiziyle birlikte bu borç toplu olarak karşılarına çıkacaktır. Birçok kişi ya “yok canım, böyle bir uygulama ola-maz ki’ deyip ya da “gitmezsem belki borç çıkmaz” diye gitmiyor. Her iki durumda da bu konumdakiler sağlık sigortasından hem yararlanamamış olacaklar, hem de faiziyle birlikte ileride önlerine çıkacak borçla karşı karşıya kalacaklar.

Çalışanlar, emekliler, işsizlik si-

gortası vb. almakta olanlar kendi-liğinden GSS kapsamında, çünkü primleri maaşlarından kesiliyor. Ancak, çalışmayanlardan da, yani işsiz, köylü, henüz iş hayatına atıl-mamış gençler ve özellikle çalışma-yıp evli olmayan kadınlar gibi grup-lar da kendiliğinden GSS kapsamına alındı. Ancak, bu kesimler bu yılın başında ikamet ettikleri yerlerdeki sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarına giderek “gelir tespiti” yaptırmak zorundaydı. Gelir olarak ise “hane”ye giren her türlü para gelir kabul edildi. Buna kişinin ken-disi almasa da, babanın maaşı, bir kira geliri, dedenin üzerindeki tarla, hatta malul bir kişiye ait maluliyet sigortası varsa o da hanenin gelirin-den sayıldı. Ve evde bulunan örneğin işsiz bir kişinin üzerine düşen belli bir gelir payına göre “prim” ödemesi öngörüldü. İşte, mantıksızlık bura-da. Alt gelir gruplarının ödemesi ge-reken bu “prim” özünde bir tür vergi. Ama adil bir vergi sisteminde üst ge-lir dilimlerinden daha çok vergi top-lanıp alt gelir dilimlerinden daha az toplanması gerekir. Oysa, aşağıdaki tablodan da görülebileceği gibi, biz-de gelir grubu fark etmeksizin, hep-sinden yüzde 12 toplanıyor. Bakalım buna göre kimler ne ödeyecek:

2012 Temmuz-Aralık dönemi için ödenecek GSS primleri:

Gelirkodu

Kişi başınaaylık gelir durumu

Gelir aralığı (TL) Prim durumu

G0 Brüt asgari ücretin üçte birinin altında

0 – 313.50 Primi devlet tarafın-dan ödenecektir.

G1 Brüt asgari ücretin üçte biri ile asgari ücret arasında

313.50 – 940.50 Primini kişi ödeyecek. Prim tutarı:313.50 x %12 = 37.62 tl.

G2 Brüt asgari ücret ile asgari üc-retin iki katı arasında

940.50 – 1.881 Primini kişi ödeyecek. Prim tutarı:940.50 x %12 = 112.86 tl.

G3 Brüt asgari ücretin iki katından fazla

1.881 ve üzeri Primini kişi ödeyecek.Prim tutarı:1.773 x %12 = 225.72 tl.

Burada görüldüğü gibi kendisine hanede asgari ücretin üçte biri ile asgari ücret arasında görünen kişi-nin ödeyeceği yüzde 12’lik oran, yani 37,62 lira çok ağır gelecektir. Dikkat edin, bu kişinin kendisine ait bir geli-ri yok. “Hane”nin geliri esas alınıyor. Hatta gidere bakılıyor. Şu kadar kira ödeniyorsa, aylık faturaların tutarı şuysa vs. diye hesaplanıyor. Hane-ye reel bir gelir girmese dahi. Zen-ginler için ne var ki, alt tarafı 37,62 lira demesi kolay. Evde birden fazla kişi bu durumdaysa hane daha fazla zorlanacaktır. Bu rakam bazen kü-çük bir fark yüzünden de, kişi başına düşen gelir asgari ücret ile asgari ücretin iki katı arasındaysa 112,86 li-rayı buluyor. Geliri asgari ücretin iki katından fazla görünenin ödemesi gereken yüzde 12’lik oran ise 225,72 liraya tekabül ediyor. Ama “asga-ri ücretin iki katından fazla”nın ucu öyle açık ki, bu hanelerde kişi başı-na ödenecek bu 225,72 lira çoğu kez haneye dokunmaz bile. Bu kesimler özel sigorta kurumlarından faydala-nabiliyor ve sağlığa gereken parayı ayırabiliyor. Biz de zaten o yüzden bu sisteme karşı çıkıyoruz. Çünkü sis-

tem “paran kadar sağlık” sistemine dönüştürüldü. Parasız olanların, yani altta kalanların ise canı çıksın!

Hatırlayacağınız gibi, “gelir tes-piti”, yeşil kartlıların “toplumun sırtında” yük oluşturduğu gerekçe-siyle ve sözde haksız biçimde bun-dan yararlananların önüne geçmek için getirildi. Oysa, daha yılın ilk üç ayında gelir tespitinden sonra pri-mini devletin üstleneceği kişi sayısı milyonları bulmuştu. Asgari ücrete kadar gelir olanların ve 36 lira öde-yecek olanların sayısı ise neredeyse bir buçuk milyon. Yani aslında bu ke-simlerden de bu primin toplanma-ması gerekir. Kısacası mesele, top-lanan bu primin bir tür vergi oluşu. Vergilerin zenginlerden daha fazla toplanarak yoksullara aktarılması gerekirken, görüyoruz ki, adım adım tersine dönülmüş. Bilindiği gibi, yıl-lardır işverenlerin primleri “prim teşviki” adı altında devlet tarafından ödeniyor. Nereden? İşsizlik sigortası fonundan, yani çalışanlardan kesi-len paralardan.... Kısacası, buna son verilerek “parası olana sağlık” yeri-ne “herkese parasız sağlık” diyoruz.

Hızla gelişen bilişim alanında dışa bağımlılığı azaltmak ve güvenlik gibi gerekçelerle geliştirilen Linux tabanlı ulusal işletim sistemi Pardus’un geleceğine ilişkin soru işaretleri ço-ğalıyor. Anadolu Parsı anlamına gelen “Pardus” içerisinde gö-nüllülerin de olduğu geniş bir toplamın emeğiyle geliştiriliyor. Ne var ki proje yönetimi ve uygulaması baştan beri sorunlu.

Son olarak geçen ay okullara dağıtılan akıllı tahtalarda ku-rulu Pardus sistemlerini inceleyen gönüllüler bazı gariplikler farketti. Normalde Pardus komutları arasında olmayan çeşitli komutların sistemde olduğu görüldü. Bu da akıllara “acaba tahtalara Pardus adı altında farklı bir işletim sistemi mi ku-ruldu” sorularını getirdi.

Artan sorular üzerine, proje yürütücüsü olan TÜBİTAK’tan bazı yetkililerin yaptığı açıklamalarla, kurulanın Pardus de-ğil, “Debian” isimli başka bir program olduğu ortaya çıktı. Tahtalardaki işletim sisteminin Pardus olmamasının nedeni ise TÜBİTAK’ın Pardus yüklemeyi başaramaması imiş! De-bian sistemine ait logolar da “görünürlük” için Pardus olarak değiştirilmiş. TÜBİTAK’ın bu yöndeki açıklaması bu zamana kadar Pardus için harcanmış mesainin büyük ve önemli bir bölümünün heba olması anlamına da geliyor.

Bütün aksaklıklara rağmen, TÜBİTAK yetkilileri projenin devamı için adım atacaklarını beyan ediyorlar. Bu söylemin ne kadar samimi olduğu ve projeyi ne yönde etkileyeceği za-man içerisinde ortaya çıkacaktır. Fakat yaşanan asıl sıkıntı karar alma mekanizmalarında TÜBİTAK’ın uyguladığı yön-temlerle, özgür yazılım felsefesine ters düşmesi.

Ulusal işletim sisteminin

logosu var,

kendisinerede?

Daha önce AKP’li bir milletvekilinin gündeme getirdiği “internete TC kimlik numarası ile girilmesi” istemine Em-niyet Genel Müdürlüğünden de destek gecikmedi. Gerekçe: “bilişim suçlarının önüne geçmek”. Bir süre önce de “güvenli internet” isimli bir kampanya ile zaten internet büyük oran-da denetim altına alınmışken anlaşılan iktidara bu kadarı da yetmiyor.

Girişim yasalaşırsa, insanların yatak odalarına kadar her şeye müdahale edenler, internete giriş için TC kimlik numa-rası kullanımını zorunlu kılarak sanal alemde yapılanları daha rahat kayıt altında tutabilecek. Böylece muhalif yorum ve düşüncelerini internet üzerinden paylaşanlar, bireyel inanç ve yaşam tarzları iktidarı rahatsız edenler çok daha kolay fiş-lenebilecek.

Hâl böyle olunca, akıllara yeni düzenlemenin adının ne olacağı geliyor. Bir önceki sistemi halka “güvenli internet” ola-rak yutturan yetkililerin bu sefer yaratıcılıklarını daha fazla zorlamaları gerekeceğe benziyor.

İnternet“emniyet” altında!

14

Ağu

stos

201

2

teknopolitik

Page 15: Yeni Dünya - Sayı 3

Suçları:Sağlık hakkını savunmak

“Harçlar kalkıyor”mu dediniz?“Bu yıl özel üniversitelerin kayıt döneminde verdikleri reklam oranlarının ne kadar arttığı dikkatinizi çekti mi? “Vakıf” üniversitelerinin reklamları televizyon ekranları ile gazete say-falarını kaplamış durumda. Ancak Türkiye çe-lişkilerle dolu bir ülke. Etraf yıllık maliyeti 30-40 bin doları bulan özel üniversite reklamları ile dolup taşarken; başbakan bir anda “üniver-site harçlarının kaldırılacağı” müjdesini verdi. İlginçlik bununla da sınırlı değil. Daha geçen yıl bir grup üniversite öğrencisi “parasız eğitim istiyoruz” pankartı açtıkları için tutuklanmış-tı; yargılamaları ise hâlen devam ediyor.

Geçenlerde bir röportaj sırasında “ Şu anda biz bu harcı kaldırma kararı verdik. Arkadaşlar şu anda çalışmalarını yapıyorlar. Önümüzdeki dönemde inşallah harç almayı düşünmüyoruz.” diyen başbakan Erdoğan’ın zamanlaması da

dikkat çekici. Çeşitli yorumlara göre hüküme-tin üniversitelerin açılmasına kısa bir süre kala böyle bir açıklama yapmasındaki en önemli neden, her yıl öğrencilerin açılışlardan başla-yarak parasız eğitim talepli kitlesel eylemler düzenlemesi. Hükümetin bu eylemlerden ne kadar rahatsız olduğu biliniyor.

Öte yandan ayrıntılar ise henüz netleşmiş de-ğil. Örneğin: 2. öğretim öğrencileri, yüksek lisans ve doktora öğrencileri ile ders ve sınıf tekrarı yapan öğrencilerden alınan harçların da bu kapsama dahil olup olmadığı belirsiz. Her kayıt döneminde öğrencilerin ve aileleri-nin korkulu rüyası hâline gelen harçların bütü-nüyle kaldırılıp kaldırılmayacağını hep birlik-te göreceğiz. Ancak milyonlarca işçinin kıdem tazminatına göz dikildiği; işsizliğin çığ gibi büyüdüğü, özel eğitim kurumlarının mantar gibi çoğaldığı bu günlerde eğitimin bütünüyle parasız olması talebinin azalmak şöyle dursun çok daha önemli bir mücadele başlığı hâline geleceği ortada.

Belleklerimizi tazeleyelimAKP yasayı geçirmek için Meclisteki çoğunluk sul-

tasını kullanmıştı.. Mecliste yapılan oylamada yasa 88’i CHP’li, 3’ü BDP’li olmak üzere 91 redde karşılık 295 AKP’nin oyuyla kabul edilmişti MHP’liler yasanın tümü üzerinde yapılan oylamaya katılmazken, sadece Adana Milletvekili Ali Halaman çekimser kalmıştı.

Bir AKP dayatması Eğitim sistemini daha da gericileştiren, bilimsel

eğitimi ayaklar altına alan. çocukları zihinsel gelişim-lerini tam olarak tamamlayamadan büyük bir yükün altına sokan, zaten düşük olan kız çocukların okullaş-ma oranını daha da düşürecek olan 4+4+4 kademeli eğitim sistemi AKP tarafından topluma dayatılmıştı.

Dayatmaya karşıKartal halkı eylemdeİşte AKP'nin bu toplumu gericileştirme politikası

çerçevesinde İstanbul'da bu eğitim öğretim dönemi 76 İmam Hatip okulu açılması kararlaştırıldı. Bu okul-lardan birisi de Kartal'da İmam Hatip okuluna dönüş-türülmesine karar verilen Öğretmen Zekeriya Güçer İlköğretim Okulu. Ancak bu karar Kartallıların bü-yük tepkisine neden oldu. Kartal halkı bu kararı duyar duymaz okuluna sahip çıkmak için sokağa döküldü.

Kartal halkı okulun İmama Hatip okuluna dönüştü-rülememesi için 17 Temmuz Salı günününden bu yana eylemlerini aralıksız olarak sürdürüyor. Tepkilerini Kartal Esentepe Meydanı'nda toplanarak, mahalleler-de durumu protesto ederek, Kartal Kaymakamlığı'na yürüyüş düzenleyerek ve Kaymakamlık önünde basın açıklamaları yaparak dile getiren Kartal halkı okulla-rının imam hatip yapılmasına sessiz kalmayacaklarını ve izin vermeyeceklerini söylüyor. Veliler eylemlerine devam ediyorlar.

KCK operasyonları kapsamında Haziran ayı başlarında tutuklanan tıp öğrencilerinin tahliye talebi AKP iktidarının “özgürlük hâkimleri” tarafından reddedildi.

KCK soruşturması kapsamında hazi-ran ayında tutuklanan 13 tıp öğrencisi-nin tutukluluğu sürüyor. Sağlık hakkını savundukları için 2 aydır hapis bulunan öğrenciler 3. yargı paketi kapsamında tahliyelerini talep etse de talep AKP ikti-darının tanımıyla “özgürlük hâkimleri” tarafından öğrencilerle ilgisi olmayan bir suçlama temel alınarak reddedildi. Anka-ra TMK 10. Maddesi ile Görevli 1 No’lu Hâkimliği'nin tahliye talebini red gerekçe-si ise yeni bir yargı skandalına yol açtı.

Öğrenciler aslında dini duygularıistismar suretiyle dolandırıcılıkyapmış!Kararda “Üzerine atılı ‘dini inanç

ve duyguların istismarı suretiyle do-landırıcılık, suç işlemek amacıyla örgüt kurmak’tan Ankara 11. Ağır Ceza Mah-kemesi Hâkimliği’nin kararıyla tutuk-landıkları anlaşılmıştır” denildi. Kararın devamında öğrencilerin “silahlı terör ör-gütüne üye olmakla” suçlandıkları belirti-lerek dosyadaki teknik takip evrakı içeri-ğine göre, ‘kuvvetli suç şüphesinin varlığı,

ilk tutuklama kararında takdir olunan gerçeklerinin değişmediği, tutuklulukta geçen süre, kaçma şüphesinin bulunması’ dikkate alınarak taleplerin reddine karar verildiği belirtildi.

Avukat Mustafa Güler: “Hani gerek-çeler belirtilecekti... Yargımız gerçekten çok titiz çok!”

Karara tepki gösteren öğrencilerin avukatı Mustafa Güler “Hani artık tu-tuklama hâlinde gerekçeler belirtilecekti? Hâkimimiz de belirtmiş: "Teknik takip evrakı içeriği." Bu kadar. Başka? Başka yok. Daha da trajikomik tarafı ise çocuk-lara yüklenen suçlama belirtilirken “Dini inanç ve duyguların istismarı suretiyle do-landırıcılık” demişler. Yargımız gerçekten çok titiz çok!” diyerek iktidarın “adil-öz-gür yargı” yalanını açığa çıkardı.

İktidar çevrelerinin süslü paketlerle ortaya koyduğu 3. yargı paketinden ka-tillere özgürlük çıkarken sağlık hakkını savunanlara, seçilmiş milletvekillerine, düşünce suçlarına hapishanede “özgür-lüğe türküler söylemek” kalıyor. Tutuklu öğrencilerden Hacettepe 6. sınıf öğrencisi Mustafa Karakut, Gazi Tıp 6. sınıf öğren-cisi Ahmet Demirel ve Hacettepe Tıp 6. sı-nıf öğrencisi Birhat Şimşek, Hacettepe Tıp 4. Sınıf öğrencisi olan Tuncay Gökçen ve Recep Kar ise stajlarını yapamadıkları için tutukluluğun yanı sıra mezun olamamak-la da cezalandırılmış oluyor.

Kartal halkıokuluna sahip çıkıyor

gençlik 15A

ğust

os 2

012

Page 16: Yeni Dünya - Sayı 3

Türk sinemasının önemli yönet-menlerinden sayılan Metin Erksan 4 Ağustos 2012 günü hayatını kaybet-ti. 1929 ylında Çanakkale'de doğan Erksan, Türk Sineması'nın kurucu isimlerinden biri olarak görülüyor-du. Kendine has bir sinema anlayışı olan Erksan özellikle 1950'li ve 70'li yıllar arasında sanatsal açıdan önem taşıyan pek çok filme imza attı. ''Ka-ranlık Dünya'' isimli ilk filminde Aşık Veysel'in hayatını anlatan Erksan, çekimlerini Veysel'in köyünde ger-çekleştirerek yarı-belgesel bir yakla-şım geliştirdi. ''Dokuz Dağın Efesi'', ''Yılanların Öcü'' ve ''Acı Hayat'' gibi filmlerle toplumsal gerçekçi bir bakış açısıyla başarılı örnekler verdi. Daha sonra ''Susuz Yaz'', ''Sevmek Zamanı'' ve ''Kuyu'' gibi filmler çekti.

Susuz Yaz'la Türk sinemasında yeni bir dönem açtı1964 yılında ''Susuz Yaz'' isimli fil-

miyle Berlin Film Festivali'nde ''Altın

Ayı'' ödülünü kazanan Erksan, böyle-ce Türk Sineması'nın ilk uluslararası başarısına da imza atmış oldu. Filmin özellikle Avrupa'da gördüğü ilgi aynı zamanda diğer pek çok yapımcı ve yö-netmeni de kırsal yaşamın zorlukları ve feodalitenin etkileri gibi konuları işlemeye sevketti. Film, gösterime gireceği günlerde devlet eliyle san-sürlenmeye çalışıldı; ancak ödül al-masından sonra ülkede de hak ettiği ilgiyi görebildi.

80'li yıllardan sonra sinemayı bü-yük ölçüde bırakan Erksan bu kararın-da ülkede “özgür ve bağımsız sinema yapma ortamının daralmasının” etkili olduğunu söyledi. Ulusal bir sinema akımı yaratmaya çalışan Erksan'ın si-nema dili ve anlatım şekli sanat çev-relerinde hâlen tartışılan konulardan. Ancak Metin Erksan kendine has tarzı ve kamerasını piyasa ve reklam veren-ler için kullanmayan ilkeli duruşuy-la sinema dünyasında hatırlanacak isimlerden birisi olacak.

Türk sinemasında önemli kayıp!Yönetmen Metin Erksan hayata gözlerini yumdu

Türkiye, Londra 2012 Yaz Olim-piyat Oyunları’na 114 Olimpik ve 67 Paralimpik olmak üzere 181 spor-cu ile katıldı. 2008 Pekin Olimpiyat Oyunları’nda 68 sporcu ile temsil edilen Türkiye böylece rekor katılım-la olimpiyatlara gitmiş oldu. Türkiye kadın basketbol ve voleybol takım-larının katılımıyla da ilk defa takım sporlarında da temsil edilmiş oluyor. Katılan sporcuların çoğunluğunu ise kadın sporcular oluşturuyor. Atletizm dalında 33 sporcumuzdan 25’i kadın.

Türkiye adına ilklerle dolu olan 2012 Londra olimpiyatları geride bıraktığımız 8 gün sonucunda ba-şarısızlıklarla dolu oldu. 2008 olim-piyatlarında madalya kazandığımız halter, güreş branşlarında müsaba-kalar yapılmış olmasına rağmen spor-cularımız bir başarı elde edemediler.

Yüzmede 6 sporcuyla yarışmamıza rağmen ilk turlarda elendik. 2009 ve

2010’da güreşte dünya şampiyonu olan Selçuk Çebi de daha ilk ma-

çında yenilerek altın madalya şansı-nı kaybetti. Bu branşlardan madalya sesi çıkmaması umutlarımızı azalttı.

Türkiye sportif başarıda ilklere gi-remese de madalyalara vermeyi vaat ettiği ödüllerde listenin başlarında yer alıyor. Gençlik ve Spor bakanı Suat Kılıç altın madalya kazanacak sporcuya 2000 cumhuriyet altını ödül verileceğini açıkladı. Prim oranının ve katılan sporcu sayısının bu denli yük-sek olmasına rağmen madalya kaza-nılamaması, sorunun sporcularda ya da ödülde olmadığını gösteriyor. Ülkemizde okulların yüzde 93’ünde spor salonu bulunmuyor. Bu küçük is-tatistiksel veri bile başarısızlığımızın nedenlerini arayanlara bir cevap oluş-turabilir.

2012 Londra olimpiyatlarında 5 Ağustos itibarıyla 58 ülke madalya kazanmış durumda. Madalya yarışın-da ise Çin ile ABD arasında çekişme devam ediyor. Çin ve ABD’nin ardın-dan sırasıyla ilk 10’da Büyük Britan-ya, Güney Kore, Fransa, Almanya, İtalya, Kazakistan, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti ve Rusya bulunuyor.

Olimpiyatlararekor katılıma

rekor başarısızlık

İlk kez 2007 yılında düzenlenen Türkiye’nin alternatif tek rock festi-vali olan Rock-A Festivali’nin 6.’sı bu yıl İzmir Foça’da yapıldı. Festival, her yıl olduğu gibi bu yıl da, gönüllüler tarafından organize edilmesi ve daya-nışmayı ön plana çıkarmasıyla büyük ilgi gördü.

3-5 Ağustos tarihlerinde, Foça Kart Dere Koyu’ndaki Acar Kamping’te ya-pılan festivale katılımın 1250’yi aşkın çadırla 5000 kişiyi aştığı düşünülüyor.

Etsiz köfte “Falafel”‘Sistem Seninle Besleniyor Çek

Fişi’ ve ‘Benim Enerjim Bana Yeter’ sloganlarıyla enerji politikalarına eleştirel yorumlar getiren Rocksever-ler, “Aliağa’da Termik Santral İstemi-yoruz”, “Nükleer Katliamdır Karade-niz İsyandadır” pankartlarını astı.

“Kadınlar Barış İstiyor Savaşa Ha-yır” pankartının açıldığı festivalde, kadına şiddet de protesto edildi. Bazı gruplar ise ‘Etsiz yemek’ anlayışına çağrı yapmak için hazırladıkları etsiz köfte ‘Falafel’i ikram ederek hayvan haklarına dikkat çektiler.

Deniz, kum, güneşbu festival Beleş!Festivalde çeşitli atölyeler, kurum/

kuruluş ve insiyatiflerin stantlarının

yanı sıra farklı grupların organize et-tiği söyleşiler, gösteriler ve sohbetler düzenlendi.

Ayrıca bu yıl geçen yıllarda yapılan etkinliklere ek olarak Taraftar Hakları Derneği Girişimi tarafından düzen-lenen futbol müsabakası da yapıldı. Müsabakayı, cinsel yönelimi nedeniy-le hakemlik yapması engellenen Halil İbrahim Dinçdağ yönetti.

Bandista, Sky Crawlers, Necropo-lis, Ambulans, Bang, Deli Gömleği, Yavuzcan Çetin&Durmayan Orkestra, Entu, Enzo İkah, Eski Bando, Mavi Sa-kal (Karapaks), Yunanistan’ın Midilli adasından gelen Salia Badia Band gibi müzik gruplarıyla üç gün boyun-ca devam eden konserler, son gece Manga’nın sahne almasıyla son buldu.

Güncel gelişmeler ve yorumlar için yenidunyagazetesi.comsitesini takip edebilirsiniz.

halk gazetesi

AYLIK YEREL SÜRELİ YAYIN ISSN 1301–9031

Uluçınar Basın Yayın Reklam Sanat Hizmetleri Tic. Ltd. Şti.adına sahibi ve sorumlu yazı işleri müdürü: Onur BalcıSıraselviler Cd. Billurcu Sok. Ocaklı Han No: 3/6 Beyoğlu - İstanbul0212 245 28 11

Baskı: Yön MatbaasıDavutpaşa Cd. Güven San. Sit. B Blok K 1 No:366 Topkapı - İstanbul0212 544 66 34www.yenidunyagazetesi.com