Upload
others
View
10
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
YETKİN DÜŞÜNCE Ha k i k.a t i n kaynağına y o ı c u ı u k
S ayı: '4 /Yıl: 1 1 Ekim-Kasım-Aralık 1 2018 . . ... ~ ;· .:.. ... . .. :..· ··· ' Imtiyaz Saliibi İlimyurdu Yayıncılık ve Eğitim Hiz. Ltd. Şti. adına Latif Kınataş
Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Tekin
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Muhammet Çelik
Satış-Pazarlama-Abone ve Dağıtım Yasin Demir [email protected]
Kapak Tasarım Ömer Faruk Yıldız
Mizanpaj Mehdi Yılmaz
Yönetim Yeri Adresi: İlimyurdu Yayıncılık ve Eğitim Hiz. Ltd. Şti. Molla Gürani Mah. Akkoyunlu Sk. No: 36 Fındıkzade, Fatih 1 İSTANBUL Tel : +90 2ı2 S33 OS 3S Faks : +90 212 631 S3 69 e-mail: [email protected] Web : www.yetkindusunce.com
Basım Yeri: Enes Basın Yayın ve Matbaacılık Ltd .Şti.
Litros Yolu, Fatih Sanayi Sitesi No: 12/210 Topkapı 1 İSTANBUL Tel: +90 212 SOl 47 63
Abonelik (Yıllık 4 Sayı) Bireysel: 100 TL . Kurumsal: ıso TL Fiyatı: 20 TL
ISSN: 2602-436S Yayım Türü: Yerel Süreli - (3 Aylık)
Yayın Kurulu Adnan Demircan Fatih Yaman Kadir Canatan Latif Kınataş Muhammet Çelik Mustafa Tekin Nuri Yılmaz
Danışma Kurulu Ahmetel-Katip Ali Köse Ayşe Yaşar Ümütlü Celal Türer Celaleddin Çelik Davut Dursun Dursun Çiçek . Hasan Onat Hüseyin Karaman İhsan Toker İlhami Güler İsmail Taş Lütfü Sunar M. Mahfuz Söylemez M. Ali Büyükkara M. Muhtar Şankıti Mehmet Azimli -Mustafa Çevik Mustafa Öztürk Osman Gürnan Ö. Mahir Alper Sönmez Kutlu Şaban Ali Düzgün Şinasi Gündüz Ümit Aktaş Vejdi Bilgin Yıldız Ramazanoğlu
Her hakkı mahfuzdur. YETKiN DüşONa'deki yazıların izin alınmad:ı.n veya kaynak gÖsterilmeden her türlü ortamda çoğaltılması yasaktır. Yayınlanan yazıl~dan, yazarlar sorumludur.·
Özellikle çağımızda ahlak, dini
kaynaklarından
bağımsız bir otorite olarak işlev
görmektedir.l)inin
kendine özgü, birden fazla (maddi ve manevi)
yaptırımları vardır.
llbJakise,~ıda
belirttiğimiz gibi daha çok toplumsal kontrol mekanizmasıyla işler.
. Ahiakın Imkan ve
Koşulları
Kadir CANATAN Prof. Dr./Sabaharrin Zaim Üniversitesi
A hlakın ne olduğu kadar
onun nasıl somutlaştınla
cağı da önemli bir tartışma
konusudur. Özellikle ikinci nokta,
bizim gibi, ahlakın bolca edebiyatı
nın yapıldığı ancak uygulanmadığı
toplumlarda çokça müzakere edil
mesi ve tartışılması gereken bir ko
nudur. Bu noktada şu temel soruyu
sormalıyız: Acaba ahlakın somutlaş
ması, yani hayata geçirilmesi, belirli
değişkenlerle alakah mıdır, ne tür
değişkenler ahlakı destekler? Ya da
ahlaki çözülmeye yol açar? Bu soruya
geçmeden önce ahlak nedir, ahlaki
kurallann tabiatı, başka tür kurallar
dan nasıl ayrılmaktadır, sorularına
kısa bir cevap vermeye çalışacağız.
Ahlaki davranışların, normal
davranışlardan farkı, övülmeye, gü-
04- YETKiNDÜŞÜNCE J 17
Ahiakın İmkan ve Koşulları
zel demeye layık olmasıdır.' Başka bir deyişle, insanlar bu tür davranış
lara bir değer atfederler ve bu değer veriş biçimi, maddi değerlere verilen
önemden farklı bir durum arz eder. Kendisini başkaları için feda eden
bir askerin davranışı, yüksek bir değere sahiptir. Fakat bu değer maddi
olarak ölçülemez ve karşılığı verilemez. Ahlaki değer ve davranışlar in
san zihnindeve kalbinde bir değer ve kıymete sahiptirler.
Ahlaki değerler ve kuralların doğası, toplumda geçerli olan diğer de
ğer ve kurallardan farklıdır. Eğer bu farklar ortaya konabilirse, ahiakın
toplumda nasıl bir boşluğu doldurduğu ve nasıl bir etki sahibi oldu
ğu anlaşılabilir. Her şeyden önce ahlaki kurallar, hukuksal kurallardan
farklıdır. Hukuksal kurallar yaptınmlı kurallardır. Bu kuralların ihlal
edilmesi durumunda ilgili otoriteler kişileri cezalandırırlar. Cezalandır
ma ve bundan doğan korku, hukukun dayanağıdır. Şu bir gerçek ki, bir
ülkede cezalar ne kadaryüksekse kurallara uyum da o nisbette yüksektir.
Bazı ülkelerde, sözgelimi insanların trafik kurallarına uyması, o ülkenin
ulaştığı medeniyet düzeyinden ziyade cezaların yüksek olmasıyla bağ
lantılıdır. Hukuk kurallarına kıyasla ahlak kuralları, "yumuşak" kural
lardır. Çiğnendiğinde hiç kimse size ceza vermez.
O zaman ahlak kuralları nasıl işler?
Ahlak kurallamu ayakta tutan şey, toplumsal kontroldür. Toplum
sal kontrolün yüksek olduğu köy, kasaba ve küçük topluluklarda ahlaki
kurallardan sapma azdır. Anonim ve kozmopolitan yaşantının yüksek
olduğu kent toplumlarında toplumsal denetim pek fazla işlemez. Bu
nedenle Batı toplumlarında kent yaşarnı için şu söz söylenmiştir: "Kent
havası insanı özgürleştirir." Kentsel hava, insanı öylesine özgürleştirir ki insanlar kuralları çiğnemenin özgürlük olduğu~u düşünürler.
1
Ahlak kuralları, "sert" hukuk kurallarından farklı olduğu gibi; selam-
laşma, misafir ağırlama, yemek yeme, koı:uşma gibi görgü kurallarından
da farklıdır. Görgü kurallan da ahlak kuralları gibi toplumsal kontrol
mekanizmaları aracı4ğıyla işlerler. Yine ahlak kurall.arı gibi yazılı değil
dir. Ancak bu kurallar bölgeden bölgeye değişebilirler. Ahlak kuralları
daha evrensel bir niteliktedir ve ~amandan zamana ya da bölgeden böl-
1 Murtaza Mutahlıari, Ahlak Felsefesi, s. 14, Çıra Yayınlan, İstanbul 201 7.
ı8 1 YETKiN DüŞÜNCE- 04
Kadir Canatan
geye kolayına değişmezler. Öte taraftan hukuk, topluma ahlak ve görgü
kuralları dikte etmez. Başkalarını rahatsız etmediğiniz sürece hukuk
kurallarının size karşı bir bağlayıcılığı söz konusu değildir.
Din kuralları ile ahlak kuralları arasındaki ilişki daha karmaşıktır.
Din çoğu zaman ahiakın da kaynağıdır ve dolayısıyla büyük ölçüde
birbirleriyle örtüşürler. Ancak bir toplumda din farklılıklarına rağmen
ortak bir ahlak ortaya çıkabilir. Özellikle çağımızda ahlak, dini kaynak
larından .bağımsız bir otorite olarak işlev görmektedir. Dinin kendine
özgü, birden fazla (maddi ve manevi) yaptırımları vardır. Ahlak ise, yu
karıda belirttiğimiz gibi daha çok toplumsal kontrol mekanizmasıyla
işler. Eğer bir toplumda ahlak ve din birbirinden kopmarnışsa bu iki kurum birbirine yardımcı olur ve birbirini pekiştirir.
Bir toplumda ahlak konusunda ilerleme kaydedebilmek için bazı
şartların oluşturulması gerektiği, hem akli hem de toplumsal olarak sa
vunabilir bir meseledir. Ahiakın hangi koşullarla alakah olduğunu dü
şündüğümüzde en azından birkaç şartın yerine getirilmesi gerekir. Bu
şartların başında "doğru" bir ahlak öğretisi gelmektedir.
Doğru Bir Ahlak Öğretisi
Ahlaki bir davranış sergilemek için ilk önce, hangi değerlerin uyul
maya layık, hangilerinin uyulmaması gereken değerler olduğunu bilme
miz gerekir. Uyulmaya layık olan değerler "pozitif', uyulmaması gere
ken değerler ise "negatif' değerlerdir. O halde pozitif değerleri, negatif
değerlerden ayırt edecek kriter nedir? Doğru bir ahlak öğretisinin ne
olduğu konusu, "Ahlak Felsefesi"nin en temel tartışma konusudur. Bu
konuda çok farklı görüşler olmakla birlikte temelde üç öğretinin öne
çıktığını söyleyebiliriz. İlk olarak "en yüksek iyl"nin muduluk olduğunu söyleyen ve bu nedenle de "mutluluk ahlakı" olarak telakki edilen Aris
to'nun görüşü ünlenmiştir. Aristo muduluk ile ahlak arasında sıkı bir
bağ görmektedir. Ona göre, insanların bir kısa vadeli amaçları, bir de
nihai amaçları vardır: Nihai amaç, mutluluktur. Mutluluğun üç özelliği
vardır: r) Muduluk, başka bir şeyin aracı değildir, bizatihi kendisi bir
amaçtır. 2) Mutluluk kendinden başka bir şeye ihtiyaç duymaz ve 3)
Mutluluk, akla uygun erdemli faaliyetin belirlediği bir hayattır.
04 ·YETKiN DÜŞÜNCE 1 ı9
Alilakın imkan ve Koşulları
Aristo açısından erdem, insanın hassaları olan etkilerıim ve olanak
larla değil, huylada ilgilidir. Erdem, huy, huy ise yatkınlıktır. Huylar;
az, aşın ve orta etkilerıimler olarak karşınuza çıkarlar. Sözgelimi kor
kaklık, cesaretin azlığına ve eksikliğine işaret eder; atılganlık ise gözü
pekliktir ve ·aşınlıktır. Ama yiğitlik anlamında cesaret orta yoldur.ve bu
erdemli bir davraruştır.
Aristo'ya göre erdemli olmak zordur. Bunun bazı koşulları vardır.
Her şeyden önce zorla yapılan bir davranış erdem değildir, isteyerek
yapılmalıdır. İkinci olarak bilgisizce yapilan bir iş erdemli değildir, bile
rek yapılmalıdır. Üçüncü olarak istek ile tercih aynı şey değildir! Erdem
tercilıle olur! Tercih enine boyuna düşünülmüş şeydir. Son olarak enine
boylİna düşünme, amaçlardan ziyade araçlarla ilgilidir!
Felsefe tarihi boyunca ahlak konusundaki görüşler
farklılaşmış tır. Antik ve Ortaçağ'da ahlaki norm özne
dışında aranmış ve kendi başına iyilik olan bir kaynağa
dayandınlmıştır. Bu çoğu zaman ya doğa yasasıdır ya
da Tanrı yasasıdır.
Ahlak felsefesinde doğru de-
ğerin ne olduğunu söyleyen ikinci
önemli görüş Epikür'ün hazcı ahlak
felsefesidir. qna göre ahlak, insanın
"acılardan kaçınması, haziara yönel
mesidir". Hazzı ahlak konusunda
kriter olarak alması, bazı eleştirilere
konu olmuştur, ancak Epikür "haz"
derken sadece maddi değil, manevi
hazları da kasteder. Sözgelimi;· ~şinin bir yardım yapması ona haz veri
yorsa bu da ahlaki bir eylemdir. Epikür de, tıpkı Aristo gibi mutluluğa
ulaşmayı en yüksek değer olarak görmüş ve yine insani ilişki biçimin.i.q
zirve noktası olarak dostluğu öngörmüştür.
Ahlak felsefesinde üçüncü önemli görüş, Kant'a ait olan "vazife ah
lakı"dır. Kant'a göre iyi olan yatkınlıklardan 'değil, vazife duygusuyla
yapılan bir şeydir. Salt kendi eğilimlerinden dolayı bir işi yapan kişi,
kişisel beğeni, haz ve keyfi bir hareket içindedir. Oysa yüksek bir duygu
olan vazife duygusu, ahiakın temelidir.
Felsefe tarihi boyunca ahlak konusundaki görüşler farklılaşmıştır.
Antik ve Ortaçağ' da ahlaki norm özne dışında aranmış ve kendi başına
iyilik olan bir kaynağa dayand.ı.n4mştır. Bu çoğu zaman ya doğa yasa
sıdır ya da Tarın yasasıdır. Modem zamanlara geçerken ahlaki yasalar
20 1 YETKiN DÜŞÜNCE- 04
Kadir Canatan
dışardan bir otoriteden ziyade insanın kendi içinde ararunış ve hüma
nizm, "İnsan her şeyin ölçütüdür" prensibini ortaya atmıştır. H üma
nizm çağdaş zamanlarda bir ileri adım olan postmodernizmi doğurmuş
ve postmodernisder özneyi ahlakın temeli olmaktan çıkarmışlardır.
Günümüzde ciddi bir ahlak krizi yaşanrnaktadır. Bu krizin özünü,
değerlerin değişmesi ya da değerler boşluğu (nihilizm) oluşturmamak
tadır. Günümüzde kendisine dayandığımız pek çok değerler (demok
rasi, eşitlik, insan hakları, çoğulculuk vs.) bulunmaktadır, sorun daha
çok bu değerlerin temellendirilrnesi noktasındadır. Söz konusu değerler
gerek objektif temeller gerekse kollektifbağlayıcılık açısından tartışmalı
bir konumdadırlar. Daha da önemlisi, küreselleşen dünya küresel de
ğerleri gerektirirken, bu konuda lokal ve ulusal toplumların üzerinde
uzlaşacağı değerler bulunmamaktadır.
Özgürlük ve Ahlak ilişkisi
Ahiakın gerçekleşmesinin şartlarından bir diğeri, özgürlüğün mev
cudiyetidir. Özgürlüğün pozitif ve negatif tarumları bulunmaktadır. Özgürlük, en azından insanın yapmak istediklerini serbestçe yapabil
mesi için engellerden uzak olmasıdır. Sözgelirni seyahat özgürlüğünüz
kısıdanmışsa, özgürlüğünüzün bir kısmı yok edilmiş demektir ve bu
durumda kendinizi tutsak hissederseniz. Fakat ekonomik i.mka.nlannız
yerinde değilse, seyahat özgürlüğünüz olsa da bunu kullanamazsıruz.
Demek ki özgürlüğün aktif olarak kullanılması için bazı başka şartların
da tahakkuk etmiş olması gerekir.
Ahlak ile özgürlük ilişkisine gelince, bu ilişki birçok boyutu olan bir
konudur. Bir eylemin ahlaklı olabilmesi, özgürlük ortamına bağlıdır.
Eğer bir şeyi yapmak zorunda iseniz o zaman bu yaptığınız iş ahlaklı bir
eylem olsa bile, burada niyet ve ~ade söz konusu olmadığı için bunun
ahlaki olarak nitdenmesi güçtür. Ahlaki eylemin ideal ortamı, iyi ve kö
tünün bulunduğu bir yerde iyi olanı özgür irade ile seçmektir. Seçmek
bir özgürlük meselesidir. H er türlü zorunluluk (doğal, siyasal, tarihsel,
toplumsal ve ekonomik) özgürlüğü ve seçme işlemini ortadan kaldırır ve
insan eylemini anlamlı olmaktan çıkarır. O zaman insan eylemi, rüzgara
kapılıp giden bir yaprağın fiilinden farksız hale gelir.
04 - YETKiN DÜŞÜNCE 1 21
Ahiakın imkan ve Koşulları
Özgürlük, kadercilik fikriyle taban· tabana zıtlık arz eder. Kaderci
liğin iki formundan bahsedebiliriz: İlahi kader ve dünyevi kader. İlahi
_kader, dikey düzlemde insarun Tanrı tarafından cebr altında tutulması
dır. Eğer Tanrı, sizin döğumdan ölüme kadar ne yapacağınızı taktir et
mişse, siz bu taktir senaryosunda sadece figüran olarak hareket edersiniz
ve eylemlerinizin ahlaki hiçbir zemini yoktur. Üstelik bu Tanrı, bir de
sizi kendi iradenizle yapmadığınız eylemlerinizden dolayı sorguya çekip
yargılıyorsa bu absürd bir durumdur!
Dünyevi kaderin tarihsel, coğrafık, toplumsal ve nefsi biçimleri
vardır. Ali Şeriati, "İnsanın Dört Zindaru"nda bu zorunluluk tiplerini
dle-~ış ve her birini insanın zindam olarak nitelemiştir. İnsanı be
lirleyen ve aline eden ilk etken tabiattır. "Beşer olduğumuz, doğal ve
maddi bir varlık olduğumuz ve tabiatta yaşadığımız için tabiat kendi
özelliklerini bize yüklüyor. Eğer ben çölde doğmuş, yetişmiş ve ge
lişmişsem veya denizin kenarında, doğuda, batıda ya da bir ekvator
bölgesinde vs. doğup yetişmişsem, suyun, havanın ve gıda ürünleri
nin benim ruhsal durumlanm, düşünce tarzım, güdülerim, ilgilerim,
temayüllerim ve hayatım üzerinde şiddetli etkileri olmuş demektir.
Demek ki ben, "ben" imin düşüncesel eğilimleri, ruhsal halleri, duygu
ları ve içgüdülerinde değilim, aksine beni gerektiği şekilde meydana
getiren tabiattır."•
Şeriati'nin tabiatın belirleyiciliği dediği şey sadece coğrafi yapı de
ğildir, o aynı zamanda doğa yasalarını ve hatta kendi tabiatımızın bize
koyduğu sınırlamaları da kastetmektedir. İnsan, önemli ölçüde tabiat
varlığıdır. O, beşer olmaktan insan olmaya doğru adımlar attıkça bu
özelliğinden uzaklaşmaya ve bilakis tabiata egemen olrİıaya başlar. Çün
kü insan, tabiatı değiştiren, yaratan ve meydaila getiren bir varlıktır. O,
tabiartan koptuğu ölçüde insanlaşrruştır. "Doğal bilimler, fizik, kimya,
jeoloji, astronomi, teknoloji, bizi tabiatın belirleyiciliğinden kurtaran
araç ve vesilelerdir."JFakat Şeriati'ye göre insan bilim ve teknolojinin
gelişmesiyle tabiartan kurtulurken, bu kez de bunların egemenliğine
girmiş ve yeni bir yabancılaşma serüveni başlamıştır.
2 Şeriati, Ali (2010), Kendisi Olmayan İnsan, s. 162, Fecr Yayınlan, Ankara. 3 A.g.e., s. 164.
Kadir Canatan
İnsanı belirleyen ikinci etken, tarihin belirleyiciliğidir. Şeriati'ye
göre insanlık bu belirleyicilik biçimini algılamakta zorluk çekmektedir.
Çünkü ilkel insan bile tabiatın kucağında ve onunla yüz yüze yaşadığı
için tabiatın belirleyiciliğini hisseder ve görür, ama tarihin belirleyicili
ğini anlamak üstün ve ileri bir zihin ister. Şeriati'ye göre "Tarih, insa
run olma serüveni demektir."• Her insan kendi biyografısine ve düşünce
tarzına baktığı zaman tarihin ürünü olduğunun farkına varu. Sözgelimi
hiçbir insan kendi dilini seçmemiştir, o tarihin vergisidir. Kendisi ta
rihsel süreç içinde geliştiği gibi bizi de kendi tarihselliğine bağlı kılar.
Sadece dilimizi değil, giyinme tarzımızı da, hayat tarzımızı da tarih bize
yüklemiştir. Tarihin belirleyiciliğine, yani kendimizi tarihin aleti olarak
görme anlayışına historisizm denmektedir.
İnsan tarihin belirleyiciliğinden nasıl kendini kurtarabilir? Şeriati'ye göre
bunu biz ancak tarih felsefesini ve tarih bilimini taruyarak, zamanın, yani
tarihin hareket yasasını keşfetmek ve kavramak yoluyla gerçekleştire biliriz.
Nasıl tabiatın yasalauru bilmekle oridan kurtuluyorsak, tarihin de yasalan
nı taruyarak ondan kurtulabiliriz. Bu noktada tarihte nerede durduğumuz,
tarihin bize yüklediği misyon ve tarihselliğimizin farkına varma meselesi
önemli bir meseledir. Tarih, reddedilerek değil, tanınarak aşılabilir.
Üçüncü belirleyici etken, toplumdur. Şeriati'ye göre, "Toplumun
nasıl bir cebir olduğu, hepsinden daha açı.ktır."sDoğada yetişen bir mey
ve veya bitki ne ise insarun toplumda yetişmesi de öyledir. İnsan, top
lumun bir meyvesidir. Bazı sosyologlara göre "ben" diye bir şey yoktur.
"Ben"de varolan ne varsa hepsi toplumdandır. Heyecanlarımız, anı ve
çağrışırnlarımız, kısaca sahip olduğumuz her şeyi bize içinde yetiştiği
miz sosyal çevre yüklemektedir. Birey seçmez,,birey için seçen toplum
dur. İşte, bu toplumun belirleyiciliğidir. Pekiyi bu belirlenimden nasıl
kurtuluruz? Şeriati, bir sosyolog olarak bu soruya "Sosyoloji ile"6 diyerek
cevap vermektedir. "Sosyoloji, bilen insan olarak bana toplum yasala
rına dair bilgi veren; toplumun bireyi -örnek olarak beni- nasıl mey
dana getirdiği konusunda bilgi veren; sonra sosyal bir düzen ve sosyal
4 A.g.e., s. 165. 5 A.g.e., s. 169. 6 A.g.e., s. 170.
04 - YETKiN DüŞÜNCE 1 23
Ahiakın imkan ve Koşulları
çevrenin ne gibi unsur ve etkenlerden oluştuğu, ayrıca birey tarafindan
meydana getirilen bu unsur ve etkenierin esas olarak nasıl meydana gel
dikleri; sosyal sistemi değiştiren etkenlerle beşeri toplumun veya milli - toplumun değişimine ~ebep olan şeylerin neler olduğu konularında bilgi
veren bir bilim dalıdır."7 Değişen toplurnlara elikkat çeken Şeriati, gü
nümüzde sosyolojik bilginin toplumsal değişime nasıl destek verdiğine
ve toplurnların nasıl olup da kısa sürede sıçramalar yaptığına örnekler
vermekte ve şu sonuca varmaktadır: "Burada artık toplum insanı mey
dana getirmerniştir .... Toplumun belirleyiciliğinden, toplumun yükle
diği özelliklerden, toplumun ve hareketinin bilimsel yasalarına aşina ol
mak suretiyle kurtulmak mümkündür ve kendi eğilim ve iradesine göre
bütün ilişki ve düzenleriyle bir toplum inşa edilebilir. Nitekim günümüz
dünyasında bu işin şekillendiğini görmekteyiz."8
D ördüncü belirleyicilik, insanın kendi kendisini belirlemesidir. İn
sanın kendi kendisini belirlemesi nedir? ''Bende bir güdü, bir dürtü veya
şiddetli bir eğilim olduğu ve beni sahip olduğum kuvvetli arzu ve zevk
sebebiyle ister istemez kendine doğru sürüklediği zaman -bencillik,
cinsel güdü, güç hırsı, paracılık vs. gibi- burada ben dördüncü zindan
veya belirleyiciliğin, yani kendi belirlenimimin esiriyim demektir."9 Şe
riati'yi göre insan, çoğu zaman kendi seçimlerinin kendi nefsinden ve
dürtülerinden bağunsız olduğunu düşünür, oysa pek çok insan seçimle
rini kendi nefsinin arzu ve isteklerine göre yapar. Bu durumda da bir öz
gürlükten bahsetmek doğru olmaz. Nefis zindaruyla, Şeriati sadece kaba
içgüdü ve dürtüleri değil, nefsin arzu, istek ve hayallerini de ifade eder.
İnsanın bu zindam hertaraf edip ond~ kurtulmasının yolu, "kendine
karşı başkaldırmak ve iç duvarlıi.nnı yıkmaktır; insan mecburen kendini
yıkmak, yadsımak, dizginlemek, engellemek ve. kendine isyan etmekle an
cak özgürlüğünü elde edebilir. Bu iş, teknoloji ve bilimin uhdesinde değil
dir, bilim ve teknolojiyle insan tabiat cebrine egemen olur, tabiat cebrini
mağlup eder, tabiatın ürünü olan insan, tabiata egemen olur. "•o Önceki
belirleyiciler karşısında insan, onlan taruyarak onlardan kurtulabilir, ancak
7 A.g.e., s. ı 70. 8 A.g.e., s. ı 71. 9 A.g.e., s. ı 71. 10 A.g.e., s. ı75.
24 1 YETI<iN DüŞÜNCE- 04
Kadir Canatan
insanın kendinden kurtulması bunları bilmekle mümkün değildir. İnsa
nın kendisine karşı isyan edebilmesi için mantık ve ak1i değerlendirmeden
daha güçlü bir im.kana ihtiyacı vardır. Bu mantık dışı güç de "din" dir. n
"Din" derken, Şeriati'nin Adem kıssasını nasıl yorumlad.ığını tek
rar hatırlamamız gerekiyor. Ona göre Adem, cennette yasak meyveye
uzanınakla bir açıdan Tanrı'ya isyan etmiştir, ama öte açıdan da özgür
lüğünü kazanmıştır. İnsan, ilk önce cennet denilen tarih öncesi hayatta
her şeye sahip olmasına rağmen bir yasak duvanru aşarken, farkında ol
sun ya da olmasın kendini keşfetrniştir. D ünyadaki hayat, insanın irade
ve özgürlük içinde sınav olduğu bir mekandır. Bu anlamda din, insanın
aşkın boyurlarına dikkat çeken ve insanı bu boyutlarıyla var olmaya da
vet eden bir öğretidir.
Özedersek, insan hem dikey hem de yatay anlamda bağımlılıklar
dan kurtulup özgürlüğünü kazandıkça, ahlaki bir varlık olma im.kanına
kavuşmaktadır. Bu anlamda özgürlük, ahl:ikıı olmanın bir ön şartıd.ır.
Toplumsal Kontrol ve Anomi
Özgürlük ve doğru ahlak öğretisi gibi değişkenlere kıyasla ahiakın top
lumsal kontrol ile ilişkisi daha somut bir meseledir. Geleneksel toplum
larda sosyal kontrol yüksek olduğu için, ahlaka arka çıkan ve destekleyen
bir toplumsal yapı mevcuttu. Modernleşme süreçlerinde toplumsal yapı
ların çözülmesiyle sosyal kontrol azaldı ve hatta Durkheim'in tespit ettiği
üzere anamik bir durum ortaya çıktı. Anomi, kelime anlamı itibariyle
"kuralsızlık'' demekse de sosyolojik olarak toplumsal normların etkinliğini
yitirmesi halidir. Anamik toplumlar geçiş toplumlandır. Hızla değişen
toplumlarda eski yapılar ve değerler altüst olmuştur, yeni yapılar ve değer
ler ise henüz otunnamıştır. Kent toplumlarında anonim ortamlar, yeni bir
ahlaki norm ve değerler düzeninin oluşmasını da engellemektedir.
Modem toplumda ahlaki değer ve normlann etkinliğini yitirmesinin
bir başka sebebi de çoğulculaşmadır.Modern bir toplumda bireylerin
tipik durumları çok farklıdır. Gürılük yaşamlarının farklı kesimleri, on
ları, son derece farklı ve sık sık acımasızlık derecesinde çelişik anlam ve
ll A.g.e., s. 176.
04 • YETKiN DüŞÜ!'\CE 1 25
Ahiakın imkan ve Koşulları
deneyim dünyalan ile karşı karşıya getirir. Modern yaşam tipik olarak
ileri derecede bölümlere aynlnuştı.r ve bu bölünmenin (biz bunu ço
ğulculuk olarak adlandırmayı tercih edeceğiz) sadece gözlenebilir sosyal
temaslarda değil, bilinç düzeyinde de önemli tezahürlerinin olduğunu
anlamak önemlidir. u Modern insan, sürekli yer değiştiren ve hiçbir za
man kendi evinde değilmiş hissiyle yaşayan bir insandır. Modern insa
nın kişiliği, bulunduğu ortama ve ilişkiye girdiği kurumlara göre farklı
şekiller alan şizofrenik bir yapı arz eder.
Farklılaşma ve kurumsal çoğulculaşma süreçlerinin sonucu olarak kül
türel ve ahlaki değerleri yeni kuşaklara aktarmakla görevli olan aile ve okul
gibi kurumlar arasında bir işbölümü gerçekleşmiştir. Bu işbölümüne göre
aile çocuğa değer ve normlan aktaran bir kurum iken, okul daha çok bilgi
ve beceriler kazandıran bir kuruma dönüşmüştür. Bunun anlamı şudur:
Terbiye ile eğitim birbirinden ayrılmıştır. Öte taraftan aile, geleneksel
kültürü ve ahlaki alışkanlıklan aktarmakonusunda diretirken, okul; mo
dem değerleri aktarma konusunda kendisini görevli hissetmektedir.
Bu kurumsal farklılaşmanın Osmanlı toplumunda 19. yüzyılda baş
ladığını söyleyebiliriz. Nitekim Said Halim Paşa, eğitimde eski ve yeni
usul arasındaki farkı şöyle koymakt~dır: "Müsbet ilim ve fenlerin hakim
olduğu asnmızda, çocuklanrruza ehliyet ve iktidar kazandırmak için ye
gane vasıta olarak kabul edilen yeni öğretim metodunun tanzim ve tertip
olunciuğu sırada, ahlak ile bilginin, terbiye ile tahsilin ayn şeyler olduğu
anlaşılamarruştır. Yeni usul, sadece zihniyet hayranlığı ile fen üzerine bina
edilmişti. Kısır bir taklitten ibaret kaldı. Tahsil bakımından elde edilen
neticenin basitliği bu usulü itibardan düşürmeye fazlfJ.sıyla yetti. Aynca
'öğretimi ıslah' gayesiyle ihdas olunan bu yeni ~sul, onu ortaya koyanların
da hiç ummadıklan daha tesirli bir netice meydana getirdi: Aile hayatı ile
beraber toplumu da bozdu."'l Paşa, eğitimde ahlak ve bilginin, terbiye ve
tahsi.li.n farklı şeyler olduğunu, ama bunlan aynştırmanın sonuçlannın va
hameti üzerinde durmuş ve toplumda aydın ve halk ikilemi yanında ailede
de kuşak çatışmasını beraberinde getirdiğini vurgulamıştır.
12 Berger, P. & Berger, B. &!KellnC'r, H., Modernleşme ve Bilinç, s. 76, Pmar Yayınlan, İstanbul 1985.
13 Halim Paşa, S., Bubranlanrruz, s. 87, İz Yayıncılık, 1stanbul1991.
26 1 YETKiN DÜŞÜNCE· 04
Kadir Canatan
Paşa'ya göre başımıza gelen felaketierin teşhisinde ciddi bir yanlışlık
yapılmıştır. T eşhisin yanlış olması, kaçınılmaz bir şekilde çözümlerin de
yanlış olmasını beraberinde getirmiştir. "Biz hala bütün felakederimizin
sebebini cehaletimizden biliyor ve bunda ısrar ediyoruz. Kendimizde
ilim eksikliğinden baş~ bir noksan bulmuyoruz. Bilgi sahibi kimselerin
de kötülük yapabileceklerine ihtimal vermiyor, ilim ve tekniği her şeye
deva sanıyoruz."14 "İlrni kazançlarımız ancak ahlaki noksanlıklarımızı
giderebileceğimiz derecede faydalı olacaktır. Aksi takdirde ilmirniz,
kötü temayüllerim.izi teşvik edip artırmaktan ve zararımıza sebep ol
maktan başka bir şeye yaramaz. "•s
Geçmişte aile, okul ve sokak arasındaki bağlar din tarafından sağlanı
yordu. Din, modern toplumda giderek allevi alana ve özel yaşama çekil
miş ve neticede bütünleştirici ve eşgüdümü sağlayan bir şemsiye kurum
olmaktan çıkmıştır. "Sosyal yaşam dünyalarının çoğulculuğunun din ala
nında son derece önemli bir etkisi vardır. ·insanlık tarihinin büyük bir
kısmında, toplumların anlamlı bir bütünlük kazanabilmeleri yolunda,
din, hayati bir rol oynamıştır. Toplum içinde faaliyet gösteren muhtelif
anlamlar, değerler ve inançlar, insan hayatı ile bir bütün olarak evren ara
sında rabıta kuran realitenin kapsamlı bir yorumuyla bir arada bulunurlar.
Gerçekten, sosyolojik ve sosyo-psikolojik bakış açısından, din; irısanın
evrende kendisini evinde hissetmesini sağlayan kognitif ve normarif yapı
olarak tanımlanabilir. Dinin pek uzun bir zamandır devam edegelen gö
revi, çoğulculuk tarafından ciddi bir şekilde tehdit edilmektedir. Yaşarnın
farklı kesiderine şimdi birbirinden farklı anlarnlar ve anlam sistemleri yön
vermektedirler. Sadece dini gelenekler ve bunlara vücut veren kurumlar
için bu farklı sosyal yaşarn dünyalarını kapsamlı bir dünya görüşünün ça
tısı altında toplamak güç olmamakta, fakat ayni zamanda, tabanda daha
da önemlisi, dini açıdan realite tanımlarının inandırıcılığı, bireyin sübjek
tifbilincinin tehdidi altında bulunmaktadır."'6
Hayatımız, farklı kurum ve anlam sistemlerinin etki alanı içinde ol
duğu müddetçe bunların bizde tutarlı bir ahlaki kişilik yara~ası m üm-
14 A.g.e., s. 103. 15 A.g.e., s. 87, Sh. 105-106. 16 Berger, P. & Berger, B. &Kellner, H., Modernleşme ve Bilinç, s. 92, Pınar YaYınJan,
İsıanbul 1985.
04 - YETKiN Düşüı\CE 1 27
Ahiakın imkan ve Koşulları
kün gözükmemektedir. Kurumsal çoğulculuk, bilinç ve kişilik üzerinde
sürekli bir biçimde yaz-bozlar uygulamakta ya da çelişik değerleri aynı
anda yerleştirmeye çalışmaktadır. Bu şartlar altında ahlaki değerlerin
içselleştirilmesi problematik bir hale gelmektedir.
Hayatımız, farklı kurum ve anlam sistemlerinin
etki alanı içinde olduğu müddetçe bunlinn bizde
tutarlı bir ahlaki kişilik yaratması mümkün gözükmemektedir.
Kurumsal çoğulculuk, bilinç ve kişilik üzerinde
sürekli bir biçimde yaz-bozlar uygulamakta
ya da çelişik değerleri aynı anda yerleştirpıeye
çalışmaktadır.
Adalet ve Ahlak ilişkisi
Son olarak ahlak ile adalet arasında
ki ilişkiye odaklanacağız. Acaba ahlak,
bir toplumda belirli bir düzeyde ada
letin sağlanmış olmasını gerektirir mi?
Başka bir deyişle ahiakın gerçekleşmesi
için adalet şart mıdır? Bu noktada Isfa
hani'nin görüşlerine başvurmak ilginç
olacaktır. Isfahani, dinde iki daire ayırt
etmektedir: Adalet dairesi ile fazilet
dairesi. Adalet,_gerekli ve zorunlu ola
nı yerine getirmektir. Şeriat ya da gü-
nümüz deyimiyle hukuk, adalet fikrini
gerçekleştirmek isteyen sistemdir. Bu asgari bir çerçevedir. Hayatı sür
dürmek için bu zorunlu bir temeldir. Fakat hayatı ve insanı güzelleştir
rnek isterseniz, bu yeterli değildir. Hayatı ve insanı güzelleştirmek için
adaletin üzerine fazileti, yani ahlak.ı inşa etmek gerekir. Adaleti ihmal
eden bir kimse ahlak.ı tamamlayamaz. Çünkü o kişi daha henüz adalet
dairesine girmiş sayılmaz. Ancak adaleti yerine getirdikten sonra faz!
leti yerine getirebilir. Fazilet, adaleti tamamlayan ve güzelleştiren bir
sistemdir. Isfahani, görüşlerini · Kur' an' la temellendirmek için şu ay eti
nakleder: "Şüphesiz Allah adaleti, ilisanı ve yakınlara yardım etmeyi
ernreder" (Nahl, ı6:9o).
Burada kullanılan kavramlar ve sıralama ilginçtir. "Adalet", eşitliği
içerir ama ondan daha geniş bir kavramdır. Eşit durumlarda eşit mua
meleyi gerektirir. Bundan sonra "ilisan" kelimesi gelir ve ilisan; güzel
lik, uygunlUk, güzel olan şeyi en güzel şekilde yapmak demektir. Şöyle
bir formülasyon yapabiliriz: İslam hukuku, adaletin hukukudur; İslam
ahlak.ı ise ilisan ahlakıdır. Adalette, karşıdakinin hakkını vermek söz
28 ı YETKiN DÜŞÜNCE- 04
Kadir Canatan
konusu iken, ilisanda daha fazlasını vermek ve daha güzeli ile karşılık
vermek söz konusudur.
Eğer bir toplumda ·adalet, asgari bir çerçeve olarak yerleşmernişse, o
zaman bundan daha yüksek bir çerçeve olarak ahiakın yerleşmesi kolay
gözükmemektedir. Hz. Muhammed'in bir keresinde şu sözü söylediği
nakled.ilir: ''Neredeyse fakirlik insanları inkara sürük.leyecekti." Bu söz
bir toplumdaki ekonomik gelir dağılımı ile inanç ve ahlak arasındaki
ilişkiye parmak basmaktadır. Fakat bu ilişki, tek yanlı olarak görülme
melidir. Kur'an'ın genel yapısından yoksulluk ve yoksunluk kadar refah
ve bolluğun da insanları inkara ve ahlaksızlığa sürüklediği anlaşılmak
tadır. İkincisiyle alakalı olarak Maun Suresi'ndeki şu ayetler oldukça
çarpıcıdır: "Ey Muhammed! Dini yalan sayanı gördün mü? Öksüzü ka
kıştı.ran, yoksulu doyurmaya yanaşmayan kimse işte odur. Vay o namaz
kılanların haline ki: Onlar kıldıklan namazdan gafildirler. Onlar göste
riş yaparlar. Onlar (eğreti olarak) basit şeyleri dahi vermezler" (rop/).
Yoksulluk ve yoksunluk duygusu insanlarda otoriteye isyanı motive
ederken, :refah ve bolluk ise yeterlilik (istiğna) duygusunu harekete ge
çirir. Yeterlilik duygusuna sahip olan kişi kimseye muhtaç olmadığını
ve sahip olduklannı kendisinin elde ettiğini düşünür. Bu ise insanlarda
şükür yerine küfur duygusunu geliştirir. Buradan şu sonuca varabiliriz:
Bir toplumun ahlaki bir düzeyi yakalayabilmesi için, insandaki sü.fli
duygulan harekete geçirecek bir adaletsizlik içinde olmaması, tam ter
sine adaleti yerine getirmiş olması gerekir. Adalet, ahiakın teminatıdır.
Sonuçlar
Türkiye'de rg. yüzyılın ikinci yarısından bu yana aydınlarımız, ahlaki
bir krizden bahsetmektedirler. Fakat ahlak krizi, çoğu zaman şikayet ve
gözlemlerden öteye ciddi bir analize tabi tutulmuş değildir. Toplumsal
ve ahlaki yaşam konusunda olumsuz bir tablonun çizilmesi, gerçekçi
teşhis ve çözümlerin önerilmemesi durumunda sadece toplumsal ka
ramsarlığı artırmaktadır. Şu bir gerçek ki, ahlaki değer ve normlar ile
toplumsal gerçeklik arasındaki uçurum kapanmak yerine açılmaktadır.
Bu uçurumun kapatılması için her şeyden önce bu uçuruma yol açan
toplumsal, ekonomik, siyasal ve psikolojik faktörler konusunda ciddi
Ahiakın imkan ve Koşulları
bir analiz gerekmektedir. Bu analizi yapma yolunda atılan aclımlar, kü
çümsenmiş ve ahlakın bazı toplumsal şartlada alakah kılınması, ahiakın
mantığına ters bulunmuştur. Sözgelimi; ahiakın gelişmişlik düzeyi ile
ilişkisi nedir? Gelişmiş toplumlar ahlaken daha yüksek bir seviyede mi
dirler? Ya da siyasal rejimlerle ahlak arasında bir bağıntı kurulabilir mi?
İnsan her rejimde ahlaklı olabilir mi? Bu ve buna benzer sorular, ciddi
bir şekilde araştırılıp sorgulanmamıştır. idealist bir yaklaşımla ahiakın
her türlü koşullarda gerçekleştirilebileceği varsayılmıştır.
Bazı idealist kişilerin her türlü koşullarda ahlaklı olabileceğini kabul
edebiliriz, ancak bu bireysel durumlar bir istisna olmaktan kurtulamaz-
1ar .. Ahlak, toplumsal bir olaydır ve toplumsal olarak yaşanabilmesi için
kuru bir idealizm yeterli değildir. idealizm, ahlaki bir yaşantının psiko
lojik ve fikri temeli olarak gereklidir, ancak yeterli değildir. İbn Hal
dun'un "Mukaddime"de, Montesquieu'nin ise "K.anunların Ruhu"nda
gösterdiği gibi toplumsal yaşam bir bütündür ve bütünün parçalan ara
sında etkileşim vardır. Eğer bir ülkenin siyaset ve ekonomisinde işler
yolunda gitmiyorsa, ahlak ve manevi hayatında da işler yolunda gitmez.
Sağlıklı bir ahlaki ve manevi hayatın inşası için toplumsal değer ve
idealleri yüceltmek bir çözüm değildir, bilakis yüceltilen değer ve norm
lar hayattan koparlar ve buharlaşırlar. Öte taraftan ahlak, hiçbir zaman
şekilcilik ve gösterişçilik ile de gerçekleştirilemez. Bilakis bu da ahiakın
altını oyar. Ahlak, ihlas ve içtenlik gerektirir. İçerde bir vicdan oluşma
dıkça, toplumsal kontrol (mahalle baskısı) da ahlakı ayakta tutmaz. Ah
lakı geliştirmek için topyekun bir hamle gerekmektedir. Kur' an, bunun
siyasal olduğu kadar toplumsal olduğu konusunda da mesajlar vermek
tedir. "Bir toplum kendisini değiştirmedikçe Allah · qnların durumunu
değiştirmez." (Ra'd, IJ:n)J!I
30 1 YETKiN Düşiil'CE- 04