F.Zeynep Özatahttp://zeynepozata.wordpress.com
Bloglar ve Pazarlama
80’ler ve 90’larda ne yapardık?
Internetimiz yoktu ama...
Her akşam yatmadan önce günlüğümüze olan biteni yazan,
Birbirine hatıra defterleri yazdıran, Gazete ve dergilerde görüp beğendiğimiz
yazıları ve fotoğrafları bir defterde biriktiren ve bunları arkadaşlarıyla paylaşan bir jenerasyonduk.
Yıl 2005: Blogistan’ın Keşfi
Blog öncesi dünyada yazılı basının, kitle iletişim araçları için ortaya koyduğu bir model vardı. Şanslı bir azınlık, bilgiyi elinde tutuyordu. Gazeteler veya global üretim devleri, kalabalıkların ne öğreneceğine karar veriyordu. Bu elit grup, sırları güvence altına alır ve daha sonra bilgiyi, istedikleri miktarda, tüketicilere, çalışanlara, yatırımcılara ve medyaya dağıtırlardı.
Yıl 2005: Blogistan’ın Keşfi
Blog’lar tüm bu dünyayı başaşağı çevirdi. Geleneksel iletişim denklemine blogları dahil ettiğinizde, akla “basın kim?” ve “medyanın tanımı nedir?” soruları geliyor. Yayıncılar ile halk arasındaki açık giderek kapanıyor. Bu durum, kitle iletişimini baş aşağı çeviriyor, yani kitle iletişimini (mass media), kalabalıkların/kitlelerin iletişimine (media of the masses) dönüştürüyor.
Dünya değişiyordu...
Dünya, geri dönülmez bir şekilde değişiyordu ve biz buna tanıklık etmekle kalmıyor aynı zamanda bu değişimin içinde yer alıyordık.
Daha doğrusu, değişimi bizler yaratıyorduk.
Bloglar pazarlamaya ne sunabilirdi?
Blogların sahip olduğu güç, firmaları cezbediyordu.
Firmalar bu mecranın dışında kalmak istemiyorlardı ama tam olarak blogları nasıl kullanabileceklerini de bilmiyorlardı.
Bloglar pazarlamaya ne sunabilirdi?
Bloglar pazarlamaya ne sunabilirdi?
Blog takipçiliği
Kurumsal bloglar ve çalışan blogları
Ağızdan ağıza iletişim
Blog reklamcılığı
Pazarlamaya ne oluyordu?
Pazarlama geçmişte bir noktada sağır olmuştu ve tüketiciyi dinlemeyi bırakmıştı.
Bu yeni ortamlar sayesinde tüketici de sesini duyurabilecekti.
Güç dengeleri değişecek, en azından karşılıklı bir dengeye kavuşacaktı.
Pazarlamaya ne oluyordu?
Firmaların ve pazarlamacıların o güvenli “monologlarını” terkedip, riskli de olsa müşterileriyle “diyalog” kuracaklarına dair bir umut vardı.
Yıl 2008: Blog küre durmuyor
2005 yılı tahmini blog sayısı: 34 milyon
2008 yılı: 112 milyon + 73 milyon + ???
Türkiye’de blog sayısı: 700-750 bin
Türk firmaları blog küreyi farkediyor
Blog denen bir şey vardı ve bu “şey” kendileri için faydalı olabilirdi.
Sayıları az da olsa firmalar bu değişimi ve kendilerinin de değişmesi gerektiğini farkediyorlardı.
Ama dünyanın heryerinde hala eski
alışkanlıklarını bırakamamış olanlar vardı...
Ne kadar güveniliriz?
Blog küre dürüstlük ve şeffaflık istiyordu. Buna uymayanlar, blog kürede cayır cayır yakılacaklardı.
Edelman bile bunu yaparsa: Wal-Marting Across America
Bu hataların bedelini kimler ödüyor?: Blog küre? Firmalar? Tüketici?
Ne kadar güveniliriz?
Internet çöplük mü olacak?
Spam bloglar (sploglar) blogküreyi bastı: Blog küre splogküre mi olacak?
İçerik hırsızlığına dur demek mümkün mü? Yemek bloglarının savaşı Utanç Duvarı
Interneti bir iletişim ve deneyim alanı olarak kullanmak isteyen firmalar, bu risklerin ne kadar farkında?
Reklamın iyisi kötüsü olmaz diyenler...
Bu firmalara kim akıl hocalığı yapıyor?
Ne azman bir “baş ağrısı” olmaya başlıyoruz?
Blog küreyi “yönetmek” mümkün mü?
Bloglar sadece bir pazarlama aracı mıdır?
Söyleyecek sözümüz var ve dinlenmek istiyoruz.
Bloglarımız bizlerin web üzerindeki kimliği.
Blogları sadece bir pazarlama aracı olarak tanımlamak ve blog kürenin gerçekten ne ifade ettiğini anlamadan hareket etmek, bu girişimin altında yatan ruhu, bu yazarların harcadıkları saatleri ve emekleri hiçe saymak olur.
Son söz
Kimsenin birbirine çıkın gidin diyemeyeceği bir bağ ile Internet’in içinde yer alıyoruz.
Internet ne sadece biz blog yazarlarının sahip olduğu bir alan, ne de firmaların pazarlama amaçları için bir oyun havuzu.
Giderek teknolojik bir yapı olmaktan çıkıp, sosyal bir ortama dönüşüyor ve insanileşiyor.
Son söz
Her kim ki bu alanda yaşamak ve bu alandan faydalanmak istiyorsa bu sorunları görmeli ve çözümü için de kendi üzerine düşeni yapmalıdır diye düşünüyorum.
Aksi taktirde içtenlikten yoksun ve içinde çöpten başka birşey olmayan bir deniz yaratmış olacağız.
Teşekkürler...