i
T.C. DUMLUPINAR ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SOSYOLOJİ ANABİLİM DALI
Yüksek Lisans Tezi
KENT YOKSULLUĞU, SOKAK ÇOCUKLARI VE SUÇ
Danışman: Yrd. Doç. Dr. Musa ŞAHİN
Hazırlayan:
Esra IŞIK
200492050122
KÜTAHYA – 2007
ii
Kabul Onay Esra IŞIK’ın hazırladığı, “KENT YOKSULLUĞU, SOKAK ÇOCUKLARI VE
SUÇ” başlıklı Yüksek Lisans tez çalışması, jüri tarafından lisansüstü yönetmeliğinin
ilgili maddelerine göre değerlendirilip kabul edilmiştir.
......./……/2007 Tez Jürisi Prof. Dr. Ali Rıza ABAY Yrd. Doç. Dr. Musa ŞAHİN Yrd. Doç. Dr. Recep YILDIZ Prof. Dr. Ahmet KARAASLAN
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü
iii
Yemin Metni:
Yüksek lisans tezi olarak sunduğun “Kent Yoksulluğu, Sokak Çocukları ve Suç”
adlı çalışmamın, tarafımdan bilimsel ahlak ve geleneklere aykırı düşecek bir yardıma
başvurmaksızın yazıldığını ve yararlandığım kaynakların kaynakçada gösterilenlerden
oluştuğunu, bunlara atıf yapılarak yararlanılmış olduğunu belirtir ve bunu onurumla
doğrularım.
Esra IŞIK
iv
ÖZGEÇMİŞ
1981 yılında Çanakkale’nin Çan ilçesinde doğdu. 2004 Haziranında
Dumlupınar Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümünü bitirdi. Aynı yıl
sosyoloji bölümünde tezli yüksek lisans programına başladı. Halen bölümde Araştırma
Görevlisi olarak görev yapmaktadır.
v
ÖZET
Ülkemizin en önemli sorunlarından bir tanesi sokak çocuklarıdır. Özellikle
1950’den sonra tarımda makineleşme ile plansız kentleşme ve iç göçler arttı. Kırsal
kesimden kentlere göç eden aileler, yoksulluk yüzünden parçalanmaya başladı.
Kent hayatı kırsal kesim insanı için önceleri çok cazipti. Kırsal kesim insanı
şehirde çalışmayı denedi; ancak iş sektörü bu insanlar için yeterli değildi. İşsizlik ve
kentsel yoksulluk yüzünden aileler çocukları üzerindeki kontrolü kaybetti ve böylece
sokak çocukları ortaya çıktı.
Elbette biz sokak çocuklarını sadece yoksullukla açıklayamayız. Yanlış
arkadaşlıklar, şiddet içeren medya programları, alkol ve uyuşturucu kullanımı sokak
çocuklarının diğer nedenleridir.
Ancak bu çalışmayla da ortaya koymaya çalıştığımız gibi sokak
çocuklarının en temel sebebi kentsel yoksulluktur.
vi
ABSTRACT
One of the important social problems of our country is the issue of homeless
kids. Especially after 1950, the rise of unplanned urbanization and rural-to-urban
migrations along with mechanization in farming lead the migrating families to
disintegrate because of poverty.
City life was very attractive for rural people before. They tried to work in
cities but working sector couldn’t enough for all this people. Because of unemployment
and urban poverty, families losed the control over their children and in this way the
problem of homeless children emerged.
Of course, only we cannot explain homeless children with poverty.
Unapproved friendships, media programmes including harshness, using alcohol and
drugs are other causes of homeless children.
But as we try to show in this work, rural poverty is the most important
reason of homeless children.
vii
İÇİNDEKİLER Sayfa
ÖZET............................................................................................................................ v
ABSTRACT................................................................................................................. vi
TABLOLAR VE ŞEKİLLER ...................................................................................... x
KISALTMALAR ......................................................................................................... xi
TEZ HAKKINDA........................................................................................................ xii
GİRİŞ ........................................................................................................................... 1 BİRİNCİ BÖLÜM
KENT YOKSULLUĞU EKSENİNDE KAVRAMSAL VE KURAMSAL
ANALİZ
1.1. KENT YOKSULLUĞUNUN SOSYOLOJİK ANLAMI.....................................5
1.1.1. Türkiye’de Sanayileşme ve Kentleşme...................................................... 7
1.2. YOKSULLUK ...................................................................................................... 13
1.3. YOKSULLUKLA İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR ........................................... 15
1.3.1. Mutlak Yoksulluk ..................................................................................... 16
1.3.2. Göreli Yoksulluk....................................................................................... 16
1.4. YOKSULLUK KÜLTÜRÜ .................................................................................. 20
1.5. YOKSULLUK YAN KÜLTÜRÜ ....................................................................... 23
1.6. YOKSULLUK TİPLERİ ...................................................................................... 24
1.6.1. Fizyolojik Yoksulluk................................................................................. 25
1.6.2. Sosyo-Kültürel Yoksulluk......................................................................... 26
1.6.3. Değer Yoksulluğu ..................................................................................... 27
1.6.4. Etik Yoksulluğu ........................................................................................ 28
1.6.5. Çevresel Yoksulluk ................................................................................... 28
1.7. TÜRKİYE’DE YOKSULLUĞUN ARKA PLANI .............................................. 29
1.7.1 Osmanlı Döneminde Kent Yoksulluğu ve Mürtezika Sınıfı ...................... 32
1.7.1.1 Osmanlı Devletinde Sokak Çocukları ........................................... 33
1.7.1.2 Vakıflar ve Yoksulluk Yönetimi................................................... 35
1.7.2 Cumhuriyet Döneminde Kent yoksulluğu ve Sosyal Eşitsizlik ................. 36
1.8. YOKSULLUĞUN BİREYSEL VE TOPLUMSAL YANSIMALARI ................ 37
1.8.1.Bireysel Yansımalar ................................................................................... 38
1.8.1.1.Sekülerleşme ................................................................................. 39
viii
1.8.1.2. Yabancılaşma ............................................................................... 40
1.8.1.3. Farklılaşma................................................................................... 42
1.8.2. Toplumsal Yansımalar .............................................................................. 43
1.8.2.1 Gecekondulaşma ........................................................................... 44
1.8.2.2 Kentsel Kirlenme .......................................................................... 46
1.8.2.3 Toplumsal Kadercilik.................................................................... 47
1.8.2.4 Toplumsal Kirlenme ..................................................................... 48
1.8.2.4.1 Suç.................................................................................. 48
1.8.2.4.2 Sokak Çocukları ............................................................. 53
İKİNCİ BÖLÜM
SAPKIN YOKSULLUK, SOKAK ÇOCUKLARI ve SUÇ
2.1. SAPKIN YOKSULLUK....................................................................................... 56
2.1.1.Katlanılabilir Yoksulluk ............................................................................ 56
2.2. SOKAK ÇOCUKLARI ........................................................................................ 57
2.2.1. Sokakta Çalışan-Çalıştırılan Çocuklar ...................................................... 58
2.2.2. Sokakta Yaşayan Çocuklar ....................................................................... 63
2.3. YOKSULLUK VE SOKAK ÇOCUKLARI ........................................................ 65
2.3.1.Yoksulluğun Bir Sonucu Olarak Sokak Çocukları .................................... 66
2.4. SOKAK ÇOCUKLARI VE SUÇ ......................................................................... 68
2.4.1. Türkiye’de Çocukların En Fazla İşledikleri Suçlar................................... 70
2.4.2. Cinsiyete Göre Suç Dağılımı .................................................................... 71
2.4.3. Yaş Gruplarına Göre Suç Dağılımı ........................................................... 73
2.5. ÇOCUKLARI SUÇA İTEN NEDENLER ........................................................... 74
2.5.1. Ailevi nedenler .......................................................................................... 76
2.5.1.1. Aile İçi Şiddet .............................................................................. 79
2.5.1.2. Boşanma....................................................................................... 81
2.5.1.3. Evlilik Dışı Çocuklar.................................................................... 85
2.5.2. Arkadaş Grupları....................................................................................... 87
2.5.2.1. Çeteler ve Organize Suç Örgütleri ............................................... 90
2.5.2.2. Ergenlik Döneminde Model Alınan Yanlış Arkadaşlar ............... 91
2.5.3. Demografik Nedenler................................................................................ 93
2.5.3.1. İç Göçler ve Gecekondulaşma ..................................................... 95
ix
2.5.3.2. Dış Göçler ve İkili Kültür Çatışması............................................ 97
2.5.4. Kitle İletişim Araçları ............................................................................... 99
2.5.4.1. Televizyon Programlarının Çocuk Suçluluğuna Etkisi................ 101
2.5.4.2. Şiddet İçeren Diziler ve Filmler .................................................. 103
2.5.4.3. Haber Programlarının Suça Etkisi................................................ 104
2.5.4.4. Sanal Ortam ve Suç...................................................................... 106
2.5.5. Bağımlılık Yaratan Maddeler ve Suç........................................................ 108
2.6. SOKAK ÇOCUKLARININ MARUZ KALDIĞI TEHLİKELER....................... 109
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
SOKAK ÇOCUKLARININ TOPLUMA KAZANDIRILMASI
AÇISINDAN KÜTAHYA’ DA YOKSULLUK YÖNETİMİ
3.1. KÜTAHYA’DA KENT YOKSULLUĞU............................................................ 113
3.1.1 Nüfus Göstergeleri ..................................................................................... 113
3.1.2. İşsizlik Ve Sosyal Eşitsizlik ...................................................................... 114
3.1.3. Çocuk Nüfusu Ve Eğitim Durumu............................................................ 116
3.1.4. Sosyal Hizmet Ve Çocuk İlişkisi .............................................................. 118
3.1.5. Çalışan Çocuklar Ve Çocukların Sokağa İtilme Nedenleri....................... 120
3.2 SOKAK ÇOCUKLARI VE ÇOCUK SUÇ ORANLARI..................................... 121
3.2.1 Çocukların Suç Dağılımları........................................................................ 121
3.3. KÜTAHYA’DA YOKSULLUK YÖNETİMİ VE ÖRGÜTSEL YAPISI ........... 123
3.3.1.Kamu Örgütlenmesinin Yapısal Analizi .................................................... 124
3.3.1.1.Huzurevi........................................................................................ 126
3.3.1.2. Kız Yetiştirme Yurdu................................................................... 127
3.3.1.3. Erkek Yetiştirme Yurdu ............................................................... 127
3.3.1.4. Kütahya Çocuk Yuvası ................................................................ 128
3.3.1.5. Kütahya İli Sosyal Yardım Verileri ............................................. 128
3.3.1.5.1. Belediye......................................................................... 129 3.3.1.5.2. Vakıflar Bölge Müdürlüğü............................................ 130
3.3.2. Sosyal Hizmetler Ve Sokak Çocukları...................................................... 131
3.3.3. Sokak Çocuklarının Topluma Kazandırılması .......................................... 133
SONUÇ ........................................................................................................................ 135
KAYNAKÇA............................................................................................................... 138
DİZİN........................................................................................................................... 147
x
TABLOLAR VE ŞEKİLLER
Tablo 1.1. Kır ve Kent Nüfusu..................................................................................... 11
Tablo 2.1. Yıllara Göre 12-14 Yaş Grubundakilerin İşgücü Durumu, Türkiye ........ 62
Tablo 2.2. Yıllara göre suç türü .................................................................................. 70
Tablo 2.3. Çocukların Yaş Grupları, Suç Türleri Ve Mahkumiyet Durumları ........... 73
Tablo 3.1. Kütahya ilinin 2000 Genel Nüfus Sayımına Göre, cinsiyet,
okur-yazarlık, eğitim durumu .................................................................... 114
Tablo 3.2. Kütahya ilinin 2000 Genel Nüfus Sayımı sonuçlarına göre iş gücü
durumu ve cinsiyete ait verileri................................................................... 115
Tablo 3.3. Kütahya ilinin 2000 Genel Nüfus Sayımı sonuçlarına göre
işgücünde olmayan nüfus ........................................................................... 116
Tablo 3.4. 2005 Yılı rakamlarına göre Kütahya ilindeki eğitim kurumları
ve bu kurumlarda eğitim gören öğrenci sayıları, okullardaki öğretmen
sayıları ve derslik sayıları ........................................................................... 117
Tablo 3.5. DİE’nin 2000 sonuçlarına göre Kütahya İlindeki 0-19 yaş
arasındaki çocuk nüfusu ............................................................................. 118
Tablo 3.6. Kütahya İl Emniyet müdürlüğü 2005/2006 yılında yaptığı
çalışmalar neticesinde sokakta çalışan çocukların dağılımı ....................... 120
Tablo 3.7. Kütahya İl Emniyet Müdürlüğünün verilerine göre 2005-2006
yıllarında 18 yaş altı çocukların suç dağılımları ...................................... 122
Tablo 3.8. Huzurevinde Mayıs 2004 itibari ile kalanların durumları ......................... 126
Tablo 3.9. Huzurevindeki oda tipleri, sayıları.............................................................. 127
Tablo 3.10. Mayıs 2004 itibari ile Kütahya Çocuk Yuvasında kalan çocukların
sayıları ve yaşları....................................................................................... 128
Şekil 3.1.Sosyal Hizmet Kurumlarının Örgütsel Yapıları ........................................... 125
xi
KISALTMALAR
Kısaltma Açıklama
ABD Amerika Birleşik Devletleri
a.g.e. Adı geçen eser
Bkz. Bakınız
Çev. Çeviren
DİE Devlet İstatistik Enstitüsü
DPT Devlet Planlama Teşkilatı
KİT Kamu İktisadi Teşebbüsleri
s. Sayfa
ss. Sayfalar arası
SHCEK Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu
STK Sivil Toplum Kuruluşları
T.C. Türkiye Cumhuriyeti
TUİK Türkiye İstatistik Kurumu
Yay. Yayınevi,Yayınları
xiii
ARAŞTIRMANIN AMACI
Çocuk Hakları Sözleşmesi, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 20
Kasım 1989 tarihinde kabul edilmiştir. Bu sözleşmenin birinci maddesinde : “ Çocuğa
uygulanabilecek olan kanuna göre daha erken yaşta reşit olma durumu hariç, on sekiz
yaşına kadar her insan çocuk sayılır.” ikinci maddesinde ise.’ bu sözleşmeye taraf olan
devletlerin hiçbir ayrım gözetmeksizin yetkileri altında bulunan her çocuğa sözleşmede
belirtilen hakları tanıyıp taahhüt etmeleri gereklidir.’ifadeleri yer alır. Bu maddelerle de
çocukların temel hakları koruma altına alınmıştır.
Çocuklar, bir ülkenin geleceği, bir toplumun teminatıdır. Çocukları
yetişkinlerden ayıran en önemli özellik, çocukların verdikleri kararlardan, yaptıkları
hatalardan dolayı kendilerinden önce yetişkinlerin sorumlu olmasıdır. Hayatı tanımaya,
hayatın gerçeklerini öğrenerek büyümeye çalışan çocuklar ailelerinin ve devletin
güvencesi altında yaşamalıdır. Geleceğini güvence altına almayan toplumlar çok ciddi
sorunlarla yüz yüze kalırlar. Bu nedenle sokak çocukları sorununu tüm boyutları ile ele
alarak bu sorunu ortadan kaldırmaya yönelik çalışmalar yapılmalıdır. Sağlık, eğitim,
beslenme, barınma gibi temel haklardan yoksun büyüyen sokak çocukları kendilerine
verdikleri zararın yanında çevrelerine de zarar vermektedirler. Bu nedenle sokak
çocukları konusunu ele alırken bu noktaları göz önünde bulunduracağız.
Tüm bu söylemlerin ışığında çalışmamızın amacı; sokak çocukları
sorunsalını tüm yönleri ile ortaya koymak, sokak çocuğu nedir, neden ortaya çıkmıştır,
sorularının yanıtlarını aramak diyebiliriz. Bu bağlamda sokak çocukları ve suç sorunu
kent yoksulluğu ekseninde analiz edilecektir.
Osmanlı Devleti’nden günümüze değişen toplumsal değerler çerçevesinde
şekillenen aile yapısı ve yoksulluk kültürü, kentleşme ile ortaya çıkan göç ve tüm
bunlarla bağlantılı olarak sokaklarda yaşam mücadelesi veren, suç batağında çırpınan
çocuklar, çalışmamızda sorunu ortaya koyarken değineceğimiz başlıca konulardır.
Araştırmamızın bir diğer basamağını ise sosyal hizmetler konusu
oluşturmaktadır. Bu konu Kütahya’daki sosyal hizmet kurumlarının yaptıkları
çalışmalar ekseninde ele alınacak ve bu bağlamda Kütahya’da sokak çocukları ve suç
sorununun boyutları kent yoksulluğu ile bağlantılı olarak analiz edilecektir.
xiv
ARAŞTIRMANIN ÖNEMİ
Sokak çocukları, üzerinde pek çok sosyal bilimcinin çalışma yaptığı bir
konudur. Bu konuyu seçmemizin nedeni güncel bir sorun olmasının ötesinde ortaya
konulacak çözümlere yardımcı olmak ve bu sorunun çözümlenmesinde ilk aşama olarak
gördüğümüz sorunun tanımlanması açısından bir bakış açısı oluşturmaktır. Sokak
çocukları, sokakların çalışan çocukları, sokaklarda suç makinesine dönüşen çocuklar,
birbirinden farklı ve birbiri ile ilişkili sosyal gerçekliklerdir. Bu tanımlamaları
birbirinden ayıran ve birbirine yaklaştıran noktaları tespit etmek, ve buna göre çözüm
üretmek gerekir. Ayrıca henüz bu sorunun ciddi anlamda ortaya çıkmadığı
şehirlerimizde de alınacak önlemler adına faydalı olabilecek bir araştırma ortaya
koymak araştırmanın öne çıkan nedenlerinden biridir.
Ülkemizde sanayileşme ile birlikte ortaya çıkan göç, gecekondulaşma,
parçalanmış aileler, yoksulluk kültürü gibi sosyal sorunlarla doğrudan bağlantılı
olduğunu düşündüğümüz sokak çocukları sorununu araştırırken bu problemin ortaya
çıkardığı bir diğer problem olan suçlu çocuklar sorununa da değinerek çocukların
özellikle de sokak çocuklarının suça itilmesinin sebeplerini de inceleyerek konunun ne
denli kapsamlı ve önemli olduğunu göreceğiz. Buradan hareketle diyebiliriz ki bu
araştırmanın ortaya koyacağı değerlendirmeler; başta yoksulluk olmak üzere sokak
çocukları,suç ve yoksulluğun getirisi olan pek çok sosyal problem arasındaki bağlantıyı
görme ve çözüm projeleri geliştirme imkanı ve fırsatı verecektir. Daha öncede
değindiğimiz ve konumuzla bağlantılı olduğunu belirttiğimiz, aile, göç, sanayileşme,
gecekondulaşma gibi olgular yoksulluk çerçevesinde ele alınacak ve sokak çocukları
gerçeği ile ilişkilendirilerek bu sorunun tanımlanmasında yardımcı olacaktır. Aynı
zamanda bu sorunla ilgili olarak yapılan çalışmalar sosyal hizmetler başlığı altında
incelenerek konunun bir başka boyutuna değinilecektir.
ARAŞTIRMANIN HİPOTEZLERİ
Tarım toplumlarının en belirgin özelliği olan geleneksel yaşam tarzı ve
birliktelik duygusu kapitalist dönemdeki sanayileşme ile çözülmeye başlamıştır. Aile
fertlerinin, beraber üretip beraber tükettiği toprağa bağlı örgütlenme anlayışının ortadan
kalkması ile birlikte sınıfsal ve mekansal farklılıklar meşrulaşmış, ve zamanla bu
farklılıklar arasında sosyo-ekonomik yarılmalar meydana gelmiştir. Bu durum sosyal
xv
mesafeyi de olumsuz etkilemiştir. Bireylerin beklentilerinde de büyük değişikliklere
neden olan sanayileşme, kültürel, sınıfsal ve mekansal sorunların ortaya çıkmasına
zemin hazırlamıştır.
İşte bu sorunlardan biri aile içi ilişkilerin uğradığı erozyondur. Geleneksel
ailedeki bağlar ne denli kuvvetli ise sanayi toplumlarındaki aile içi bağlar o denli zayıf
ve kopmaya müsaittir. Kırsal alanlardan kentlere doğru zorunlu bir nüfus hareketi
ailenin üstlendiği roller de zorunlu olarak değişmesiyle sonuçlanmıştır. Göç eden aile
fertleri yeni rollerine adapte olmaya çalışırken aile olmanın sorumluluğunu terk etmeye
başlamışlardır. Gelenek ve modernlik arasında sıkışıp kalan bireyler, yoksulluğunda
omuzlarına yüklediği ağırlık altında ezilmişlerdir.
Bu nedenle toplumsal dönüşümün bir göstergesi olarak kentleşme süreci
salt sanayileşme ile açıklanabilecek bir durum değildir. Sanayileşmenin etkisi elbette ki
vardır; ancak asıl neden tarım sektöründeki yeniliklerle ortaya çıkan işsizlik ve kentsel
hayatın özendiriciliğidir.
Bütün bu söylemlerden hareketle ortaya koyacağımız çalışmamızın genel
hipotezi şudur:
Batıda tipi sanayileşmeyi destekleyen politikaların üretilmesi ve Batı
kaynaklı yardımlarla desteklenmesi; pazar ekonomisine geçiş esasına dayalı
makineleşme, topraktan beslenen köylünün işsiz kalmasına neden olmuştur. Böylece
kentlere göç eden kırsal nüfus, yaşanan toplumsal dönüşümün planlı ve koordineli
yürütülememesinden dolayı yoksullukla karşı karşıya kalınca, yoksulluğun özellikle de
kentsel yoksulluğun türevi olan sokak çocukları sorunu ortaya çıkmıştır.
Yan Hipotezler:
• Sanayileşme kentlere göçü cazip hale getirmiştir.
• Kentlerdeki sanayileşme hızı kentlere göç hızından daha yavaş bir seyir
izlediği için işsizlik ve yoksulluk ortaya çıkmıştır.
• Sanayileşmeden göçe bağlı yoksulluk sokak çocukları sorunsalını
oluşturmuştur.
• Yoksulluk aile içi ilişkileri aşındırmakta ve anomik davranışları ortaya
çıkarmaktadır.
xvi
• Yoksulluğun bir sonucu olarak aile kurumunda meydana gelen
parçalanmalardan en fazla çocuklar etkilenmektedir
• Sokaklarda yaşayan ve çalışan çocuklar başta şiddet ve cinsel istismar
olmak üzere pek çok problemle karşı karşıyadır.
• Osmanlı Devleti’nde sokak çocuklarının ciddi bir sosyal sorun
olmamasının en önemli nedeni toplumsal yapının önemli bir parçası olan
dayanışmacılık ve mevcut olan birliktelik ruhudur.
• Sokak çocukları her geçen gün suç batağına saplanmakta ve yapılan
çalışmalar bu çocukların topluma yeniden kazandırılması noktasında yetersiz
kalmaktadır.
• Gecekondulaşma kısmen sokak çocukları sorununa yol açan faktörlerden
biridir.
• Aile içi şiddet, medyada yer alan şiddet içerikli programlar ve sanal
ortamdaki şiddet içeren oyunlar çocukları suça teşvik etmektedir.
• Yanlış arkadaş seçimleri ve ailelerin bu konudaki duyarsızlıkları
çocukların suç işlemesinde etkilidir.
• Sokak çocukları sorununun olmadığı yahut ciddi boyutlara ulaşmadığı
şehirlerde bu konuda yapılacak ön çalışmalar sorunun ileride büyümesini önlemek adına
yararlı olacaktır.
• Özellikle metropollerde sokak çocukları sorunu daha ciddi boyutlardadır.
• Sokak çocukları küresel ölçekte bir sorundur.
• Sokak çocukları alkol, uyuşturucu gibi tehlikelerle karşı karşıyadır ve
işledikleri suçlar artmaktadır.
ARAŞTIRMANIN EVRENİ VE ÖRNEKLEMİ
Sokak çocukları küresel bir sorundur. Ancak Türkiye eksenli bir çalışma
yapacağımız için bu sorunu ortaya koyarken, toplumsal yapının değişmesi neticesinde
meydana gelen kurumlar arası farklılaşmalardan ve sosyal ilişkilerdeki kopmalardan
hareket ettik.
xvii
Bu nedenle çalışmamızın evreni Türkiye’dir. Bunun yanında tezimizde
Kütahya il merkezindeki, sokak çocuklarını, suç oranlarını, kentsel yoksulluğun
boyutlarını ve sosyal hizmet çalışmalarından da bahsetmeye çalıştık.
ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ
Çalışmamıza başlarken öncelikle sınırlarımızı belirledik. Sokak çocukları
sorununu tanımlamak için nereden başlamamız gerektiğine karar verebilmek için bu
konuda yapılmış çalışmaları inceledik. Genel bir kaynak taramasından sonra sorunun
ortaya çıkmasında etkili olduğunu düşündüğümüz Türk toplumsal yapısındaki
dönüşümler ve kurumlar arasındaki değişimlerden yola çıkarak kuramsal çerçeveyi
oluşturduk. İlk olarak Türkiye’deki sanayileşme sürecinin nasıl yaşandığını, buna bağlı
olarak kentleşme olgusunu ve kentleşmeye bağlı ortaya çıkan kentsel yoksulluğu
açıkladık. Yoksulluk kuramları, Osmanlı Devleti’nde yoksulluk yönetimi, yoksulluğun
yol açtığı sosyal sorunlar yine çalışmamızın ilk bölümünde ele aldığımız konulardı.
İkinci bölümde ise sokak çocukları nedir, aile içi ilişkiler, arkadaş çevresi,
ve medyadaki şiddet içerikli programlar sokak çocuklarının ortaya çıkmasında ne kadar
etkilidir sorularına yanıt aradık. Üçüncü ve son bölümde ise Kütahya örnekleminden
hareketle Kütahya’da sosyal hizmet kurumlarını ve sokak çocukları sorununu inceledik.
Teorik bir çalışma olma özelliği taşıyan araştırmamız, aynı zamanda istatistiksel veriler
içermektedir.
1
GİRİŞ
Başta yoksulluk olmak üzere yoksulluğun yol açtığı pek çok yan unsur
günümüz toplumlarının en önemli sorunlarından biri olan ‘ sokak çocukları’ ve çocuk
suçluluğunun artmasındaki temel etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Değişen
toplumsal koşullara bağlı olarak bu sorunu sadece ekonomik boyutuyla ele almak yanlış
olacağı gibi, daha öncede altını çizdiğimiz ekonomik boyutu görmezden gelmek de bizi
yanlış tespitlere götürür. Sokak çocukları sorunu ile ilgili çalışma yaparken tek bir
nedenden hareket etmek ve bu sorunu tek bir neden çerçevesinde değerlendirmek
yerine, farklı etmenleri bir arada sorgulayarak çok yönlü bir analiz yapmaya çalışacağız.
Fakat bu analizi yaparken de sorunun kaynağını oluşturduğuna inandığımız yoksulluk
ve yoksulluğa bağlı olarak ortaya çıkan sosyal sorunların daha fazla üzerinde durmaya
çalışacağız.
Yoksulluk sadece fakir ülkelerinin değil zengin ülkelerin de mücadele ettiği
bir sosyal gerçeklik olarak ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle yoksullukla mücadele etmek
amacıyla her toplumun geliştirdiği farklı hizmetler vardır. Yoksulluk, kendi başına bir
sorun olmasının ötesinde, bizimde çalışmamızın temelini oluşturan ‘sokak çocukları’
gibi problemlerin de ortaya çıkmasında rol oynar. Yoksullukla mücadele eden ülkeler
bu nedenle yoksulluğun yol açtığı diğer sorunlarla da mücadele etmek zorunda kalırlar.
Toplumlar bir taraftan kendi içlerinde çalışmalar yaparken diğer taraftan, yoksulluğu
önleyebilmek için küresel ölçekte bir araya gelerek uluslar arası mücadele programları
düzenlerler. Bu programların temel özelliği tek bir ülkeyle sınırlandırılmadan,
yoksullukla mücadele eden her ülkeye destek sağlamaya yönelik olmasıdır. Özellikle
ekonomik olarak gelişmiş ülkelerin düzenlediği ve finanssal olarak desteklediği
yoksulluk projeleri, dünya gelirinin büyük bir kısmını kontrol eden bu ülkelerin bir
anlamda günah çıkarması olarak değerlendirilebilir.
Yoksulluk sadece parasal anlamda ele alınabilecek bir durum değildir. Aynı
zamanda özellikle son dönemde sosyal bilimcilerin de üzerinde durduğu bir kültüre de
kaynaklık eder. Yoksulluktan veya yoksulluğa bağlı olarak şekillenen yaşam
koşullarının insanlarca farklı kabulünden kaynaklanan bu yan kültür, yoksulluğun
kendisinden bile daha zor çözümlenecek durumlara yol açmaktadır. İleride daha
2
ayrıntılı olarak ele alacağımız bu yoksulluk yan kültürünün sokak çocukları ile ilişkisini
de ortaya koymaya çalışacağız.
Küreselleşme, kentleşme, göç, bozulan aile içi ilişkiler, artan şiddet, kentleri
çepeçevre saran gecekondular ve bu gecekondulardaki olumsuz yaşam koşulları, sokak
çocukları sorununa kaynak teşkil eden diğer önemli faktörlerdir. Aslında genel olarak
bakarsak bu faktörlerin çoğunun temelinde de yoksulluk yer alır.
Sanayileşme ile birlikte geleneksel dönem olarak adlandırdığımız tarım
toplumları döneminden, üretimin fabrikalarda yapıldığı, sermayenin önem kazandığı ve
aile içi ilişkilerin kopuklaşmaya başladığı döneme geçilmiştir. Bu geçiş toplumsal
yaşamda da bir takım çözülmeleri beraberinde getirmiştir. Bunun da ötesinde
sanayileşme sonrası ortaya çıkan bilgi toplumlarında özellikle aile değerlerinin uğradığı
tahribat daha da belirginleşerek, insanların çalışmak ve ilerlemek dışında pek az şeyi
düşünür hale geldikleri, yüz yüze ilişkilerin giderek kaybolduğu bir hayat tarzı
hâkimiyeti ortaya çıkmıştır.
Bilgiyi elinde bulunduranlar bir yandan dünya üzerinde istediği her yere
ulaşarak mevcut kaynakları özgürce kullanmışlar, bir yandan da keselerini
doldurmaktan geri kalmamışlardır. Yani birileri durmadan zenginleşirken geriye
kalanlar durmadan yoksullaşmışlardır. Yoksulluğun getirdiği kaos ortamı zamanla bu
zengin ülkeleri de tehdit eder boyuta ulaşınca yine yoksulluğa karşı mücadele de en
fazla ses onlardan çıkmıştır. Aynı zamanda bu kaos ortamını bertaraf etmek amacını
kullanarak, ellerinde bulundurdukları baskı araçlarını meşrulaştırma yoluna giden bu
ülkeler, kendi içlerinde var olan sorunları çözmek konusunda nedense bu kadar istekli
değillerdir. O nedenledir ki onca zenginliğe rağmen bu ülkeler yoksulluğun getirisi olan
pek çok sorunla boğuşmaktadır. Bu ülkelerde de gecekondulaşma, suç, sokaklarda
yaşayan çocuklar ve evsiz insanlar azımsanmayacak sayıdadırlar.
Bütün bu değerlendirmelere bakarak diyebiliriz ki gelişmiş ülkelerdeki
sokak çocukları sorunu diğer ülkelerdeki sorundan farklı olarak yoksullukla çok fazla
ilişkili değildir. Elbette ki gelişmiş ülkelerin sokaklarında yaşamla boğuşan çocuklar
yoksulluktan nasibini almış olsalar da bu sorun daha fazla çözülen aile bağları ve
dışlanmışlıkla ilişkili olarak algılanmalıdır. Yaşam standartlarının yüksek olduğu
ülkelerde toplumsal birliktelik, dayanışma, komşuluk, bireysel yardımlaşma, ailenin
3
kutsallığı gibi değerler çözülmektedir. İnsanların sosyal sorunların çözümünü devlete ve
sosyal dayanışma kurumlarına devrettiği bu toplumlarda, sokak çocukları sorunu fakir
ülkelerinden farklı bir seyir izlemektedir.
Çalışmamızda ele alacağımız diğer bir konu sokak çocukları ile ilişkili
olarak irdeleyeceğimiz göç unsurudur. Özellikle daha öncede bahsettiğimiz sanayileşme
ile birlikte daha iyi hayat koşulları istemiyle kırsal kesimlerden kentlere göç edenler,
sanayisi gelişmiş büyük şehirlerin çevresinde gecekondu dediğimiz, ne tam kırsal ne de
tam kentsel yaşamı sürdüren insanların yaşadığı, mekânların oluşmasına yol açmaktadır.
Bu belirsizlik ve aitsizlik duygusuna yoksulluk da eklenince, buralarda yaşayan
çocuklar ailelerinden ve toplumdan koparlar. Zaten suç çeteleri de özellikle böyle
çocukları hedef olarak görmektedirler.
Bu nedenle ülkemizdeki sokak çocuklarına ilişkin değerlendirmeler
yapacağımız bu çalışmada özellikle üzerinde duracağımız konu yoksulluk olacaktır.
Henüz istenilen refah düzeyine ulaşamamış olan ülkemizde açlıkla, işsizlikle mücadele
eden ailelerin içinde bulundukları durumdan en fazla çocuklar etkilenmektedir. Bu da
sokaklarda çalışan çocukları ortaya çıkarmaktadır. Yoksulluğun sokaklarda yaşamaya
zorladığı sokak çocuklarının sayısı da artmaktadır.
Yoksulluktan yola çıkarak çizmeye çalışacağımız tabloda, sosyal hizmetler
de önemli bir yer teşkil etmektedir. Sokak çocuklarının yeniden topluma kazandırılması
ve bunların temel ihtiyaçlarının karşılanması için mevcut kurumların çalışmalarını,
yeterliliklerini ortaya koymaya çalışacağız. Sokak çocuklarına karşı devlet ve sivil
toplum örgütleri kadar birey olarak bizler de sorumluyuz. Toplumsal duyarlılığımızı
arttırarak bu soruna kayıtsız kalmadığımız ölçüde çözüm adına yol alabiliriz.
İşte tüm bu söylemleri geniş olarak ele alacağımız çalışmamızın, sokak
çocukları gibi ciddi bir problemi tasvir etmek açısından önemli olacağı düşünülmelidir.
5
1.1. KENT YOKSULLUĞUNUN SOSYOLOJİK ANLAMI
İnsanların bireysel sorunları olduğu gibi, yeryüzündeki bütün devletlerin de
kendilerine has sorunları vardır. Bu sorunlar, bazen geçmişin getirdiği tarihsel
birikimlerin ürünü olabilir ya da söz konusu ülkenin coğrafi konumundan
kaynaklanabilir. Ancak asıl halledilmesi gereken dünyanın ortak problemleridir. Açlık,
susuzluk, işsizlik gibi sayabileceğimiz daha pek çok sorun çözüm beklemektedir.
Zengin ülkeler yeryüzü kaynaklarını özgürce kullanırken geri kalanlar varlıklarını
devam ettirebilmenin mücadelesini vermektedirler.
İlginç olan şudur ki, bu sorunlara karşı en fazla çözüm üretme çabasında
olan da yine bu sorunların pek çoğuna kaynaklık eden zengin devletlerdir. Örneğin söz
konusu yoksulluk olduğunda, dünya yeraltı ve yerüstü kaynaklarını fazlasıyla ve
adaletsizce kullanan devletler, bir araya gelerek açlıkla mücadele programları
hazırlamaya çalışırlar. Bunun nedeni vicdani bir arınma mıdır, yoksa başka hesaplar
mıdır, tartışılır. Ancak rahatlıkla söyleyebiliriz ki, yoksulluk sorunu yüzyıllardır
yaşanılan ve bir türlü çözümlenemeyen bir durum olarak yukarıda saydığımız diğer
sorunlara kaynaklık etmektedir. ”Ne var ki, yoksulluk bir ölçüde göreli bir sorundur. Ve
sözü edilen ülkelerde bile, geri kalan hepimizin yoksulluk diye tanımlayacağımız
koşullarda yaşayan çok insan bulunduğu apaçıktır.”(FRIEDMAN; 1988,307) Zengin
ülkeler bir taraftan yoksul ülkelere sözde yardım etmeye çalışırken diğer taraftan da
kendi ülkelerindeki bu insanlarının yoksulluklarıyla savaşırlar.
İtiraf etmek gerekir ki yoksulluk dediğimiz durum da tıpkı yaşam koşulları
gibi dönüşüme uğramıştır. Özellikle konu Türkiye olduğunda insanın nerde o eski
yoksullar diyesi geliyor. Elbette ki yoksulluk özlenilecek, desteklenilecek bir şey değil.
Burada anlatmaya çalıştığımız tezimizde de sıkça bahsedeceğimiz yoksulluğun yeni
yüzü, yani kentsel yoksulluktur. Kentsel yoksulluk, yoksulluğun boyut değiştirmiş ve
daha da karmaşıklaşmış halidir. İleride kentleşme ile de bağlantısını ortaya koyacağımız
kentsel yoksulluk iyi hesaplanmamış ve alt yapı olarak gerekli tedbirler alınmamış
toplumsal değişimin getirisidir.
Kent yoksulluğu, yoksulluktan farklı bir durumu ifade eder. Yoksullar,
toplumun bir parçasıdır. Yanı toplumsal yapıdan kopuk veya bağımsız değillerdir.
Yaşadıkları şartların bilincindedirler. Kentsel yoksullar ise toplumdan kopuk, güven
6
duygusundan yoksun ve bütünleşmeye karşı negatif tutum içindedirler. Kentsel
yoksulluk, ekonomik ve toplumsal alandaki değişimlerden ortaya çıkmıştır.
Yoksulluktan farklı olarak kentsel yoksulluk; ekonomik dönüşümler sebebiyle kırsal
kesimden kentlere göç edenleri istihdam edebilecek iş olanaklarının kısıtlı olması ve
dönüşümün yol açtığı toplumsal kırılmalardan, kurumlar arası ilişkilerin tam anlamıyla
şekillenememesinden doğan yoksulluk olarak tanımlanabilir. Kentsel yoksullara hemen
her toplumda rastlamak mümkündür. Çünkü sanayileşme tüm ülkeleri etkilemiş ve
kentleşmeyi arttırmıştır. Kentleşme; kentsel yoksullar, sokak çocukları, gecekondulular,
gibi kitlelerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Ancak kentleşme dediğimiz süreci
salt sanayileşme ile açıklamak da doğru olmaz. Sanayileşme kentleşmeyi hızlandırsa da,
kentleşmenin tek nedeni değildir.
Dünyanın her yerinde kentleşme ve kentleşmeye bağlı ortaya çıkan
problemler analiz edilirken yerel yapılar, yaşanılan toplumsal dönüşümler, tarihsel
birikimler ve geleneksel özellikler dikkate alınmak zorundadır. Çünkü batıda yaşanılan
ve modern kentlerin ortaya çıkmasında etkili olan sanayileşme gelişmekte olan
ülkelerde aynı aşamalardan geçmemiştir. Bu çalışmanın asıl konusunu oluşturan
Türkiye’deki sokak çocukları, kentsel yoksulluk ve getirisi olan sosyal sorunlar
ekseninde incelenecektir. Türkiye’de sanayileşme süreci, kentleşme ve kentsel
yoksulluktan hareketle ortaya koyacağımız sokak çocukları, toplumsal deneyimlerimiz
dikkate alınarak tanımlanacaktır.
Ancak tüm bunlardan önce kent ve kentleşme nedir sorusuna yanıt
aramamız gerekir. Kent farklı tanımlamalara açık bir kavramdır. Tanımlamayı yaparken
nüfus, üretim gibi ölçütlerden yola çıkabiliriz. “Belli bir yönetsel örgüt biriminin
sınırları içinde kalan yerlere kent, bu sınırların dışındaki alanlara köy denilmesini
gerektiren tanımlar, yönetsel sınır ölçütünü kullanan tanımlardır.” (ERKAN;2002,16)
Yönetsel ölçütlerden farklı olarak üretim tipinden hareketle bir tanım yapmak da
mümkündür. Üretim tipinden yola çıkarak, kent tarımsal etkinliklerden farklı olarak
özellikle sanayileşmenin yoğun olarak görüldüğü alanlardır, diyebiliriz.
(ERKAN;2002,17)
Aynı zamanda kentle ilgili kullanılan kavramlar vardır. Bu kavramların
başında kentleşme gelir. Kentleşme, kentlerin veya kentlerdeki nüfusun sayıca
7
artmasıdır. (KELEŞ;2000,19) Bu iki kavram tanım olarak farklı gibi görünse de birbiri
ile bağlantılı kavramlardır. Kentleşme bir süreci kent ise bu sürecin yaşandığı yerleşim
alanını ifade eder. Kentleşmeyi şehirleşme olarak da tabir edebiliriz. Netice itibariyle
hangisini kullanırsak kullanalım, bu süreç Türkiye’de oldukça karmaşık yaşanmış ve
sosyal sorunların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Türkiye’de kentleşmeyi açıklarken
ekonomik ve siyasi gelişmelerden hareket etmemiz gerekir. “Kentleşme olgusu, bir
nüfus olayı olduğu kadar, temelinde sosyolojik, teknolojik ve ekonomik faktörlerin
bulunduğu karmaşık bir sürecin ortaya koyduğu bir olaydır. Sanayi devrimi ile bu süreç,
her ülkede, her zaman ve her bölgede farklı biçimde ve farklı oranda gerçekleşmiştir.”
(ÖZDEMİR;2004,102)
1.1.1.Türkiye’de Sanayileşme ve Kentleşme
Osmanlı İmparatorluğu tarımsal etkinliklere dayalı bir toplum modeli
çerçevesinde yapılanmıştır. Gelirlerinin büyük bir kısmını tarımdan elde eden Osmanlı
Devleti, azınlıkların elindeki birkaç küçük işletme ve yerel el sanatları atölyesi dışında
sanayileşme yolunda yatırım yapmamıştır. Ancak Batıda yaşanılan gelişmeler
karşısında, alınan tedbirlere rağmen devlet içinde bulunduğu dar boğazdan
çıkamamıştır. Batının ezici sanayisine dayanamayan Osmanlı, Batının ürettiği malları
sattığı bir pazar haline gelmiştir. Kurtuluş savaşına kadar artarak devam eden bu
olumsuz koşullar, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla gerçekleştirilen yeni
atılımlarla aşılmaya çalışılmıştır. Uzun savaş dönemlerinde elinde olanı da kaybeden
halk yoksullaşmış, ihtiyaç duyulan kurum ve kuruluşlar da olmadığı için ülke tam bir
çıkmaza sürüklenmiştir. Böylesi bir dönemde sanayileşmeye ağırlık vermek için 1924
yılında Türkiye İş Bankasının kurulmuş, bunu 1925 yılında da sanayi kredisi için Sanayi
Bankasının kuruluşu izlemiştir. Aşar vergisinin kaldırılması, 1927 Teşvik-i Sanayi
Kanunu sanayileşmeye çalışan genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk adımlarıydı. Ancak
Lozan Antlaşmasındaki “Ticaret Sözleşmesi” ve milli bir bankanın eksikliği atılımları
engelliyordu. 1930-1938 yıllarını kapsayan devletçilik döneminde devlet eliyle planlı
bir sanayileşme gerçekleştirmek için çalışmalar yapıldı. 1934-1938 yıllarını kapsayan “
Birinci Sanayi Planı” kapsamında yirmi fabrika kuruldu. 1936 yılında daha geniş
kapsamlı ikinci sanayi planı hazırlandı. Ancak İkinci Dünya savaşının başlamasına az
bir zaman kala bu plandan vazgeçildi ve “ İktisadi Savunma Planı” uygulandı. İkinci
Dünya savaşının yol açtığı yoksulluktan savaşa girmemesine rağmen etkilenen
8
halkımız, bu gelişmelerden Devletçilik politikasını sorumlu tutan politikacılara umut
bağladı. 1950 yılına gelindiğinde iktidarda artık Serbest Pazar Ekonomisini savunan bir
parti vardı.( Demokrat Parti Dönemi) Bu partinin kurduğu hükümetin ana hedefi tarıma
öncelik vererek, sanayileşmeyi özel sektöre bırakmaktı. Bu hedefler doğrultusunda
tarımda makineleşmeye hız verildi. Traktörün tarım sektörüne girmesiyle de ortaya
çıkan işsizlik, kırsal kesimde yaşayan insanları kentlere göç etmek zorunda bıraktı. 1954
yılına gelindiğinde ise elverişsiz hava koşulları, tarım sektöründeki sorunların artmasına
neden olunca hükümet sanayileşme politikasına yöneldi. Aynı sene devlet ve özel sektör
fabrikaların kurulup işletilmesinde ortak bir çalışmaya girdiler. 1984 yılında Özal
Hükümeti, yabancı sermaye girişini serbest bıraktı ve KİT’lerin özelleştirilmesi yoluna
gitti. Bu serbest piyasa ekonomisi ülkede bazılarını zenginleştirirken bazılarını da
olduklarından daha da fakirleştirdi. Ardında gelen ekonomik krizler, hükümet
değişiklikleri, ülke içinde sanayileşmenin istikrarsız bir yol izlemesine neden oldu.
(YALÇIN;2004,319-348)
Batıda sanayileşme kentleşmeyi arttıran en önemli faktördür. İşçi sınıfının
fabrikaların kurulduğu bölgelerde yaşamak için göç etmeye başlaması ile mevcut
kentlerin nüfusu artmış, kentleşme hız kazanmış ve yeni kentler ortaya çıkmıştır.
Gelişmiş ülkelerde yaşanılan sanayileşmenin bir sonucu olarak kentleşme ülkemizdeki
kentleşmeyle belirgin farklılıklar gösterir. Yukarıda özetlemeye çalıştığımız
sanayileşme süreci Türkiye’de, Batıda olduğu gibi bir dönüşüme yol açmamıştır.
Kentleşmenin hız kazandığı yıllar özelikle 1950’lerden sonradır. Çünkü bu yıllarda
gerçekleştirilen ekonomik ve sosyal politikalar kentlerde yaşayan insan sayısının
artmasını sağlamış ve şehirleşme oranlarının diğer yıllara nazaran yükselmesine yol
açmıştır. (ERKAN;2002,85) Ancak yaşanılan toplumsal değişme sürecini özümsemek
ve bu sürece ayak uydurmak sanıldığı kadar kolay olmamıştır. Zaten bu dönemdeki
siyasi çalışmaların da çok fazla tutarlı olduğunu ve sonuçları hesap edilerek yapıldığını
söyleyemeyiz. İktidardakilerin sık sık değişmesi, planlamaların bir noktada tıkanmasına
ve sağlıklı yürütülememesine neden olmuştur.
Kurtuluş savaşı gibi bir savaşı yaşamış olan Türk Milleti yoksulluk ve
sefalet dolu yılları geride bırakma özlemiyle doluyken akabinde gelen İkinci Dünya
Savaşı, halkın daha da yoksullaşmasına yol açmıştır. Daha sonra sanayileşme
9
çabalarının bir uzantısı olan tarımda makineleşme göçü körüklemiştir. Kemal Karpat o
dönemi şu şekilde özetlemektedir:
“Adnan Menderes’in iktidara gelen Demokrat Parti’si, büyük oranda
Amerika Bileşik Devletleri’nin 1951 ile 1953 arasında sağladığı yardım sayesinde,
kısmen tarımsal üretimi arttırmak, kısmen de üst tarımsal kesimlerin taleplerine uymak
için büyük bir tarımsal mekanizasyona girişti. Bu dönemde tarıma giren yaklaşık 40,000
traktör 1,000,000 civarında çiftçiyi tarımdan çıkardı. Tarımın makineleşmesinin hızı
1953 ile 1957 arasında yumuşadı ve bundan sonra tedrici olarak arttı.”
(KARPAT;2003,104)
Bu üç yıllık süre işsizliğin ve yoksulluğun artmasında etkili olmuştur.
Tarımda çalışan ve işsiz kalan köylü kentlere göç etti. Bu göç kentleşme sürecinde
önemli bir faktördür. Bunun yanında, Kongar’ın da belirttiği tarım topraklarının
dağılımındaki eşitsizlik, tarımsal gelirlerin düşük olması, toprakların çok parçalı olması,
ekilebilir alanların sınırlara dayanması, itici öğeler olarak kentlere göçü ve kentleşmeyi
arttırmıştır. Çekici öğeler; sanayideki ücretlerin tarımdaki ücretlere nazaran yüksek
olması, kent yaşamının özendiriciliği, Osmanlı Döneminde kentlerde yaşayanların
ayrıcalıkları, eğitim, sağlık, ulaşım gibi hizmetlerin kırsal kesimlere oranla gelişmiş
olması kent hayatını cazip kılmaktadır. Yine özellikle doğu ve güneydoğudaki terör ve
şiddet, güvenlik gerekçesiyle bu bölgelerde yaşayan halkın göç etmesine yol açmıştır.
(KONGAR;2001,550-554) Ne var ki güvenlik gerekçesiyle gerçekleştirilen göçleri
sadece terör ekseninde değerlendirmek yeterli olmaz. Teröre ek olarak kan davaları,
toprak ağalarının, bazı aşiretlerin baskıları, göçün artmasındaki diğer bazı etmenlerdir.
(KARPAT;2001,105)
Türkiye’de kentleşme hükümetlerce de desteklenmiştir. Kentleşme
politikalarını genel haliyle kalkınma planlarında görebiliriz. I. Beş Yıllık Kalkınma
Planında (1963-1967) açıkça belirtilmese de, sundukları iş olanakları ile orantılı olarak
kentlerin büyümesi ve bölgeler arası dengelerin korunması istenmiştir. II. Beş Yıllık
Kalkınma Planında (1968-1972) daha açık ortaya koyulan kentleşmeden,
sanayileşmenin, ekonomik ve toplumsal gelişmenin bir sonucu olarak bahsedilmiş,
kentleşmenin neticesinde ortaya çıkan sorunlar ve bölgeler arası dengesizliklerin
giderilmesiyle ilgili, I. Plandan farklı olarak, daha ayrıntılı ilkelere yer verilmiştir. III.
10
Beş Yıllık Kalkınma Planında (1973-1977) tüketim alışkanlıklarının üzerinde
durulmuştur. Lüks tüketim mallarının yaygınlaşması nedeniyle sanayiye yönelik
yatırımların kısıtlandığı ve geri kalmış bölgeler sorununun yerel yönetim birimlerince
çözülebilirliği, planların bütünlüğü ilkesini ihlal edeceği için belli yörelere kalkınma
planları hazırlanmasının durdurulacağı söylenmiştir. IV. Planda (1978-1983) kentlerin
yaşanılabilir kılınmasına ağırlık verilmiştir. Ayrıca ilk kez doğal ve tarihsel çevrenin
korunmasının öneminden de bu planda bahsedilmiştir. V. Kalkınma Planında ( 1985-
1989) nüfus hareketleri devam ettiği sürece kentleşmenin yavaşlamayacağı kabul
edilmiş ve şehirleşmenin doğru şekilde yönetilmesi için alınabilecek tedbirler
sıralanmıştır. VI. Beş yıllık Kalkınma Planı (1990-1994) kentleşme hızının
yavaşlayacağı varsayımından hareketle şekillendirilmiştir. Kentlerde kaliteli ve sağlıklı
bir yaşam amacı ve kentler arası uzlaşmanın desteklenmesini öngören bu planda
birtakım ilkelere yer verilmiştir. VII. Kalkınma Planında (1996-2000) nüfusu bir
milyonu aşan kentlere göçü yavaşlatıcı politikaların uygulanması ve sanayileşmeyi
teşvik edici çalışmaların göçü engelleyebileceğine yönelik fikirler öne çıkarılmıştır.
(KONGAR;2001,502-503)
Kentleşme hükümet politikalarının bir sonucu olarak da değerlendirilebilir.
Hükümetler kentleşmeyi arttırıcı politikalar üretmişler ve kalkınma planları vasıtasıyla
kentleşmeyi desteklemişlerdir. (KELEŞ;2000,55-59) Kalkınma planlarıyla, kentleşme
ve sanayileşmenin devlet tarafından düzenli bir şekilde yürütülmesi amacına karşın hızlı
hükümet değişiklikleri, planların istenildiği gibi uygulanmasında birtakım pürüzlerin
çıkmasına yol açmıştır.
Hükümet uygulamalarıyla desteklendiğinin altını çizdiğimiz kentleşme,
sanayileşme ile orantılı yürütülmediği için ortaya çıkan sorunların çözümü zorlaşmıştır.
Hükümetler sanayi kuruluşlarının ülke ekonomisinin kalkınmasında ne kadar önemli
olduğu fikrinden hareketle sanayileşmeye hız verince, bu düşünce ile paralel olarak
kentleşmede önem kazanmıştır. Ancak yedinci planda üzerinde durulan göçün olumsuz
sonuçları ne yazık ki hesaplanmamış, kentler göçün ağır yüküne hazırlıklı olmadığı için
çarpık kentleşme, kentsel yoksulluk, suç oranlarında artış, sokak çocukları gibi pek çok
problemle yüz yüze kalınmıştır.
11
Tablo 1.1: Kır ve Kent Nüfusu
YIL Toplam Nüfus
Kent Nüfusu
Kent Nüfus Oranı (%)
Kır Nüfusu
Kır Nüfus Oranı (%) Dönemler
Şehirleşme Hızı
YEARS (1)
Total Population
Population (2)
Population (%) Population
Population (%) Periods Yüzde
1970 35.605.176 10.221.530 28,7 25.383.646 71,3 1965-1970 5,3 1975 40.347.719 13.271.801 32,9 27.075.918 67,1 1970-1975 5,4 1980 44.736.957 16.064.681 35,9 28.672.276 64,1 1975-1980 3,9 1985 50.664.458 23.238.030 45,9 27.426.428 54,1 1980-1985 7,7 1990 56.473.035 28.958.300 51,3 27.514.735 48,7 1985-1990 4,5 2000 67.420.000 38.660.969 57,3 28.759.031 42,7 2000 2,9 2001 68.407.000 39.708.871 58,0 28.698.129 42,0 2001 2,7 2002 69.388.000 40.823.268 58,8 28.564.732 41,2 2002 2,8 2003 70.363.000 41.924.098 59,6 28.438.902 40,4 2003 2,7 2004 71.332.000 43.036.058 60,3 28.295.942 39,7 2004 2,7
(Kaynak: www.die.gov.tr)
Yukarıdaki istatistiklere baktığımızda da özellikle 1950’lerden sonra
şehirleşme oranının artmış olduğunu görebiliriz. Özellikle 1980-1985 yılları arasında
7,7 ye ulaşan şehirleşme hızı daha öncede değindiğimiz V. Beş yıllık kalkınma planında
da ele alınmış ve netice olarak göç devam ettiği sürece kentleşme hızının düşmeyeceği
belirtilmiştir.
1997 nüfus sayımlarına bakacak olursak da, Türkiye’de kentleşme
oranlarında gelişmiş ülkeler düzeyinde bir artışın varlığından bahsedebiliriz. Nüfusun
yaklaşık üçte ikisinin kentlerde yaşadığı 2000’li yıllardaki bu durum, kentleşmenin
devam ettiğinin de bir göstergesidir.(KONGAR;2001,550)
Kırsal kesimde artan nüfusla orantılı olarak artmayan iş alanları, bu nüfusu
istihdam edemeyince ortaya çıkan işsiz kesim çoğu kez yasal olmayan para kazanma
yollarını seçmiştir. Bunun dışında kalanlar yoksullukla mücadele etmeye çalışırken bir
taraftan da toplumdan hızla uzaklaşmış, uzaklaştırılmışlardır. Kendilerini toplumun bir
parçası olarak görmedikleri, içinde yoksullardan farklı olarak kentsel yoksullar
dediğimiz yeni bir yoksulluk sınıfı ortaya çıkmıştır.
Kentsel yoksulluğun çizdiği sınırlarda sıkışıp kalan sadece bu insanlar
olmamıştır. Aynı zamanda kent dokusu da bozulmaya başlamış, şehirleri saran
gecekondular, alt yapı sorunları, hizmet alanındaki sıkıntılar, adeta hızlı kentleşmenin
beklenmeyen misafirleri gibi göç edenlerin bavulları içinde fark edilmeden gelip,
şehirlere yerleşmişlerdir. Kısaca; “Hızla kentleşen bir ülke olmak, gerçekte, hızla kırdan
12
kente göç anlamına gelmektedir. Kırdan kente göçenleri ise kentte önemli sorunlar
beklemektedir. Zira, kent, kırsal kökenlilerin yoğun talebi karşısında kendi bünyesinde
sağlıklı olmayan yapılaşmalara kucak açmıştır..” (AYTAÇ,AKDEMİR;2003,56)
Bu çözümsüzlük içinde en fazla zarar gören çocuklardır. Çalışmamızın
ilerleyen bölümlerinde de ayrıntılı olarak ele alacağımız, kentlerin yoksul çocukları,
kentleşmenin baş döndüren hızından ve ortaya çıkardığı yoksulluktan ötürü ne tam
çocukluklarını yaşayabilmişler ne büyüdüklerinin farkına varabilmişlerdir. Kentlere
eklenen her yeni hayat, aslında hayalleriyle birlikte kentsel yoksulluğun içerisinde yavaş
yavaş kaybolup gitmesinin başlangıcı olmaktadır. Köylerden şehirlere göç eden ve
şehirlerin çevrelerindeki alanlarda ikamet eden insanlar gördükleri ile yaşadıkları
arasındaki uçurumun derinliği karşısında bocalamakta, adeta sudan çıkmış balık misali
çırpınmakta, alışkın olmadığı kentsel yalnızlıkta, alışkın olduğu dayanışmacı, kırsal
yaşamın değerlerini aramaktadır.
“ Şehirlerde düzenli bir gelire sahip olmayan, dışlanan ve sınıf bile olmayan
insanların mevcudiyeti ne yazık ki göz yumulamayacak duruma gelinemeyecek
haldedir.” (AYTAÇ,AKDEMİR;2003,70) Bu noktada kentsel tabakalaşmanın en altında
yer alan yeni kentlilerin yaşamış olduğu uyum sorunu kültürel açmazları da beraberinde
getirmektedir. Entegrasyon süreci karşılıklı kültürel etkileşimle kolaylaşacak ve farklı
kimliklerin kaynaşmasına sebep olabilecekken, kentsel yalnızlık yaşayan yeni
kentlilerin entegrasyonunun ilk basamağını dışlanmak oluşturmaktadır. Bu dışlanma
beraberinde nefret ve öfkeyi, doğal olarak da kentlerde şiddeti doğurmaktadır.
“Yoksulluğun üzerlerini örttüğü hayatları yaşayan tüm bu dışarıdakiler, bir bakıma
kentin onlardan kurtulmaya çalıştığı bir yandan da kentin güvenliksiz yatağında yeniden
filiz verdikleri toplumsal bir sorunu oluşturmaktadırlar.“ (AYTAÇ,AKDEMİR;2003,69)
Toplumsal sorunun çözümünden ziyade çözümsüzlüğünün tartışıldığı
kentlerde, sonradan eklenen kırsal kesim insanı ile kentin yerlileri diye tabir
edebileceğimiz kent sakinleri arasındaki tutumlar oldukça kesin çizgilerle ayrılmıştır.
Gecekondu insanı asla onun gibi olamayacağını düşündüğü kent zenginine karşı öfkeyi,
keşkeleri, yaşarken kent zengini de kırsal kesimden kalkıp gelerek manzarasını bozan
bu potansiyel suç kitlelerini şehrin ahenkli vücudunda çıkmış yara olarak görür.
Dışarıdan bakıldığında görülmesi zor olan bu iç çatışma durumu, kentlerde artan şiddet
13
olayları ve suç oranlarındaki belirgin artışta kendini belli etmektedir. Kentleşme
dediğimiz süreç öylesine bir kaos ortamı yaratmıştır ki, aslında toplumsal gelişmeye
katkı sağlaması beklenen bir faktör toplumsal gelişmenin önünü tıkayan sorunlar
silsilesine yol açmıştır. Önemli olan yenilikleri sindirebilmek, değişime ayak
uydurabilmektir. Eğer değişim sadece belli bir kesimin artısı haline gelirse sözünü
ettiğimiz ikilik toplumda uçurumların oluşumuna neden olur
1.2. YOKSULLUK
Yoksulluk insanoğlunun yıllardır mücadele ettiği bir sorundur. Yoksulluğun
ortadan kaldırılmasına yönelik yapılan çalışmalar, yoksul insanlar için küresel ölçekteki
yardım kampanyaları, her geçen gün, artarak devam etmektedir. Dünya kaynaklarının
dengesiz kullanımı, gelir dağılımında eşitsizlik, yaşanılan savaşlar, bazılarının
zenginliğine zenginlik katarken bazılarını daha da yoksullaştırmıştır. Bu adaletsiz
durum suçu ve şiddeti tetiklemektedir. Bu çalışmada özellikle üzerinde durduğumuz
kentsel yoksulluk acilen çözümlenmesi gereken bir sosyal sorundur. Ancak bu noktada
belirtmemiz gereken kentsel yoksulluğun yoksulluktan farklı olduğu gerçeğidir.
Çalışmamızın başında da değindiğimiz bu farklılık, kentsel yoksulluğun, kentleşme
neticesinde ortaya çıkan olumsuz sosyo-ekonomik şartlara bağlı oluşmasından
kaynaklanır.
Yoksulluğun nedenleri çok değişik olabilir. Bir ülkedeki toprakların
verimsiz, su kaynaklarının yetersiz oluşu, kalabalık nüfus, çalışma alanlarının azlığı,
ardı ardına yaşanılan savaş, iç isyan vb. sebeplerden dolayı bozulan ekonomi ve
sayabileceğimiz buna benzer pek çok neden yoksulluğun ortaya çıkmasına etki eder.
Ama önemli olan toplum olarak yoksulluğu kabullenmek yerine çözüm yolları
geliştirmektir. Hiçbir şey yapmadan oturup bir kurtarıcı beklemek, yoksulluğu kader
olarak görmek, yoksulluğun mevcut topluma daha da yerleşmesine neden olur.
“ Çalışma, emek, alın teri yerine umuda yatırım yapan kültürlerde “cehalet”
ve “bilinçsizlik” alabildiğine kök salar. Dünyayı ve dünyevi olanı değersiz hale getiren
bir felsefe kabul görmeye başlar. Yoksulluğu kader haline dönüştüren de işte bu
felsefedir.” (DOĞAN;2004,111) Eğer bir topluma bu felsefe yerleşmişse, bu felsefenin
o toplumda yok edilmesi, yoksulluğun yok edilmesinden daha zordur. Daha sonra da
14
değineceğimiz, yoksulluk yan kültürü dediğimiz bu durum özellikle gecekonduların
olduğu, şehrin varoş kesimlerinde yaşatılmaktadır.
Görüldüğü üzere yoksulluk farklı durumların ifadesi olabilmektedir.
Genellikle para veya gıda yokluğunun işareti olarak tabir olunan yoksulluğun sınırlarını
genişletmek mümkündür. Kültür, hizmet, inanç yoksulluğundan söz edebiliriz. Ancak
yoksulluk en çok bireylerin beslenme, barınma gibi temel ihtiyaçlarının
karşılanamamasını akla getirir. Yoksulluk tanımlanırken de bu kriterlerden hareket
edilir.
Yoksulluk denildiği zaman net bir tanımdan bahsetmek kolay değildir. “Bu,
yoksulluğun zaman ve mekân göreliliğinin getirdiği olağan bir durumdur. Ayrıca,
kavram çok boyutluluğu da içermektedir.“(ÜNAL;2004,13) Fakat bu göreceliğin
verdiği net bir tanım zorluğuna karşın genel bir tanımdan bahsedebiliriz. Bireylerin
temel gereksinimleri olarak ifade edebileceğimiz, beslenme, barınma, sağlık gibi
ihtiyaçlarını karşılayamayacak durumda olmalarına yoksulluk denir. DPT’ nin yaptığı
yoksulluk çalışmasında fakirlik ya da yoksulluk şu şekilde açıklanmıştır;
“Yoksulluğu dar ve geniş anlamda olmak üzere iki türlü tanımlamak
mümkündür. Dar anlamda yoksulluk, açlıktan ölme ve barınacak yeri olmama durumu
iken, geniş anlamda yoksulluk, gıda, giyim ve barınma gibi olanakları yaşamlarını
devem ettirmeye yettiği halde, toplumun genel düzeyinin gerisinde kalmayı ifade
eder.“(www.die.gov.tr ;16.03.2006)
Bu tespitin yanı sıra üzerinde durulması gereken bir diğer nokta
yoksulluğun ölçülmesidir. Ölçüm yapılırken farklı verilerden ve farklı yöntemlerden
yararlanılır. Özelikle gelir düzeyinden hareketle yapılan ölçümlere daha sık rastlamak
mümkündür. Bu ölçümlerde insanların temel gereksinimlerini karşılayabilecekleri bir
yoksulluk sınırı belirlenir. Ortalama geliri bu sınırın altında kalanlar yoksul olarak tabir
edilir. En basit şekilde özetlemeye çalıştığımız bu yöntemin uygulanması elbetteki uzun
ve zahmetli araştırmaları gerektirmektedir. Yine günlük gelirden, hane halkı
büyüklüğünden, eğitim düzeyinden, iş durumlarından, tüketim harcamalarından
hareketle de yoksullukla ilgili çalışma ve ölçümler yapılabilmektedir. Bütün bu
ölçümler yapılırken, ölçümün yapıldığı ülkenin ekonomik ve sosyal koşulları göz
15
önünde bulundurulur ve bu özelliklerden hareketle anket, nüfus sayımı gibi
uygulamalarla yoksulluk ölçülür.
Yoksulluğun ölçülmesi ve tanımlanmasında önemli olan bir veri de çocuk
yoksulluğudur. Dünyanın her yerinde yaşanılan yoksulluk durumundan en fazla zarar
gören kesimi çocuklar oluşturur. En gelişmiş toplumlarda bile görülen çocuk yoksulluğu
ciddi boyutlara ulaşmıştır. “Yoksulluğun bir sonucu olan açlık özellikle çocuklar
arasında görülür. Food Research and Action Center’ın yaptığı bir araştırmaya göre
ABD’de 12 yaşın altındaki çocukların %13’ü açlık çekmekte, milyondan fazlası da açlık
tehlikesi yaşamaktadır.“(BENOKRAİTİS;1993,324) Yine “çocuklar ülke nüfusunun
%27’sini oluşturur; ama bunların %40’ı yoksuldur.” (EİTZEN, ZİNN; 1992,149)
Rakamlar dünyanın en gelişmiş ve zengin ülkesinde bile böyle ise, Afrika gibi ülkelerde
nasıldır? tahmin etmek zor. İşte yoksulluğun vahametini görebilmek adına yoksulluğu
ölçmek ve tanımlamakta bu noktada önem kazanmaktadır.
1.3. YOKSULLUKLA İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR
Yoksulluk tanımlanırken temel kavramlar üzerinden farklı tanımlamalar
yapılabilmektedir. Sadece besin eksikliği veya yokluğu anlamında kullanılmayan
yoksulluk aynı zamanda hizmetlerden yararlanamamak, uzun bir yaşam sürememek,
temiz su kaynaklarından faydalanamamak, sosyal dışlanma, gibi durumların da ifadesi
olabilmektedir. Bu nedenle yoksulluk nedir sorusuna yanıt aranırken bu temel
kavramlardan hareket edilmektedir. Bir anlamda yoksulluğun çeşitleri olarak da
değerlendirebileceğimiz bu kavramlar, yoksulluğun çok boyutluluğunun ortaya
çıkardığı bir çeşitliliktir.
Yoksullukla ilgili temel kavramlar denildiğinde ilk akla gelenler çoğu kez
mutlak yoksulluk ve göreli yoksulluk olmaktadır. Bunlara ek olarak yoksulluk
çeşitlerini ya da diğer bir ifade ile yoksullukla ilgili temel kavramları çoğaltabiliriz.
Gelir yoksulluğu, insani yoksulluk, subjektif yoksulluk, objektif yoksulluk vb.
yoksulluk çeşitleri de farklı; ama birbiriyle benzerlik gösteren, birbiriyle ilgili yoksulluk
çeşitleridir.
16
1.3.1. Mutlak Yoksulluk
Mutlak yoksulluk, bir insanın hayatını sağlıklı bir şekilde devem
ettirebilmesi için gerekli olan günlük besin ihtiyacının karşılanamaması durumunu ifade
eder. Bireylerin günlük alması gereken kalori miktarını alamaması halinde de mutlak
yoksulluktan bahsedebiliriz. Mutlak yoksulluk hane halkı sayısına, işsizliğe, yaş ve
cinsiyete bağlı olarak değişebilir.
Dünya Bankasının yaptığı çalışmalar neticesinde ortaya çıkan tabloya göre
bireyin alması gereken günlük besin miktarı 2400 k/ cal. olmalıdır. Belirlenen miktarın
altında kalori alan insanlar mutlak yoksullukla karşı karşıya kalmışlardır. Buna bağlı
olarak az gelişmiş ülkelerde mutlak yoksulluk sınırı 1 dolar, ülkemizde ve Doğu Avrupa
ülkelerinde mutlak yoksulluk sınırı, 4 dolar, sanayisi gelişmiş ülkelerde de 14.40 dolar
olarak belirlenmiştir.(CÖMERTLER;2004,58)
Yukarıda sözünü ettiğimiz mutlak yoksulluk sınırlarının sanayisi gelişmiş
ülkelerde daha yüksek olduğunu görebiliriz. Bu da sanayileşmenin ve gelişmenin arttığı
toplumlarda bireylerin günlük besin ihtiyaçlarını karşılayabilmek için daha fazla gelire
sahip olası gerektiği anlamına gelir. Sanayileşen, buna bağlı olarak kentleşme
oranlarının hızla arttığı ülkelerde eğer bu dönüşümle paralel olarak artmayan iş
olanakları ve gelirler söz konusu ise, o ülkede yoksulluk kaçınılmaz bir durum olarak
ortaya çıkar.
1.3.2. Göreli Yoksulluk
Günlük karşılanması gereken kalori ihtiyacının yanında, bireylerin içinde
bulundukları sosyal gruba, yerleşim yerine göre bir karşılaştırma söz konusu olduğunda
daha yoksul olması durumunu ifade eder. Yoksulluk yaşanılan şartlar göz önünde
bulundurulduğunda değişkenlik gösterir. Bu nedenle yoksulluk araştırmaları yapılırken
yerleşim yeri, imkân ve olanaklara ulaşılabilirlik incelenir.
Bir sosyal grup veya bireyin yoksulluğunun diğer sosyal grup ve bireylerle
karşılaştırılarak incelenmesiyle göreli yoksulluk dediğimiz yoksulluk belirlenir. Yeterli
ve dengeli beslenmek insanların hayatını sağlıklı bir şekilde devam ettirebilmesi için
zorunludur. Ancak buna ek olarak besin tüketiminin yanında tüketilmesi gerekli olan
toplumsal kültürel gereksinimler de vardır. İşte bu gereksinimleri karşılanabilirliği diğer
bireyler yahut hane halkları ile karşılaştırmalı olarak analiz edildiğinde göreli yoksulluk
17
sonuçlarına ulaşılır. En fazla kullanılan temel yoksulluk kavramlarını başında gelen
göreli ve mutlak yoksulluğa ek olarak değinebileceğimiz diğer yaklaşımlar şunlardır;
Objektif Yoksulluk: “Objektif yoksulluk, yoksulluk/refah ölçütü olarak
askeri ihtiyaç düzeyinin normatif yaklaşımla belirlenmesini ifade eder.“
(ÜNAL;2004,14)Yoksulluğun ortaya çıkmasında etkili olan durumların tespit edilmesi
ve yoksulluğun ortadan kaldırılması için nelerin yapılabileceğinin incelenmesi için
belirlenmeye çalışılan bakış açıları objektif yoksulluğun kapsamında değerlendirilir.
Subjektif Yoksulluk: Subjektif yoksulluk belirlenirken esas alınan kriter
bireylerdir. Bireylerden hareketle bir ölçüt tanımlanır. İhtiyaçlarını asgari düzeyde ve
tercihleri doğrultusunda tespit eden bireylerin seçimlerinden yola çıkılarak toplum için
genel bir yaşam standardı oluşturulur ve bu standarttan hareketle yoksulluk sınırı çizilir.
Çizilen yoksulluk sınırının altında kalanlar yoksul olarak tabir edilir.
İnsani Yoksulluk: İnsanların çeşitli hizmetlerden faydalanabilirliği, daha
uzun ve sağlıklı bir hayat sürdürebilirliği, temiz su kaynaklarını kullanabilirliği ve bu
kaynaklara ulaşabilirliği durumu insani yoksullukla ilgilidir. Beslenme ve barınmanın
yanında her insanın, devletin eğitim, sağlık, iş güvencesi gibi hizmetlerinden
yararlanma hakkı vardır. Bunun yanında dünya su kaynaklarından herkesin yeteri kadar
faydalanabilmesi içinde gerekli çalışmalar yapılmalıdır. İşte bu noktada eğer bireyler bu
olanakları çeşitli nedenlerle kısmen veya hiç kullanamıyorsa o toplumlarda insani
yoksulluğun varlığından bahsedebiliriz.
Gelir Yoksulluğu: “Gelir yoksulluğunda, yoksulluk sınırı olarak bir asgari
gelir ve tüketim düzeyi söz konusudur.“(CÖMERTLER;2004,59) Bu tüketim ve gelir
düzeyine erişilememesi gelir yoksulluğunun var olduğu anlamına gelir.
Sosyo-Ekonomik Yoksulluk: Bu yoksulluk güven duygusundan yoksun
olma, aidiyet, girişimcilik, fırsatları değerlendirme gibi özgürlüklerin kısıtlanması,
psikolojik anlamda güçsüzlüğü ifade eden yoksulluk ölçütüdür.
Korunmasızlık: Bireylerin hayatlarını devam ettirebilmeleri için gerekli
olan beslenme, barınma, temiz su kaynaklarından yararlanma olanaklarının azlığı
dışında düzenli bir gelirlerinin olmaması, eğitim, sağlık gibi hizmetlerin yetersizliği,
sosyal güvencelerinin olmaması, aileler arası dayanışmanın yokluğu, iş gücüne
18
katılamama veya bu durumların kısıtlılığı korunmasızlık olarak değerlendirilir.
(ÜNAL;2004,15)
Yoksullukla ilgili kullanılan bu kavramlar aynı zamanda yoksulluk eşiğinin
belirlenmesinde de yardımcı olur. Yoksulluk eşiği olarak adlandırılan varsayımsal çizgi
yoksularla yoksul olmayanlar arasındaki ayrım kabul edilir. Yoksulluğun varolduğu
toplumlarda yaşam kalitesi düşer. Zaten bu düşüş yoksulluğun bir göstergesidir. Yine
nüfus artışındaki düzensizlikler de yoksulluğu etkileyen bir diğer husustur. Artan nüfusu
istihdam edebilecek düzenlemeler yapılmazsa yoksulluk ve getirisi olan birçok sorun
oluşur.
Yoksullukla mücadele bir anlamda ortaya çıkabilecek sorunların bertaraf
edilmesi anlamına gelir. Çalışmamızın konusu olan sokak çocukları olsun, suç
oranlarındaki artışlar olsun, toplumsal yabancılaşma ve aile kurumundaki çözülmeler
olsun hepsinin temelindeki faktörlerden biri olan yoksulluk sadece devletin politikaları
ile çözümlenemez. Üstelik yoksulluk çözümlenmedikçe kronikleşir ki bu da
yoksulluktan daha vahim bir durumun ortaya çıkması anlamına gelir. Amacımız her ne
kadar yoksulluğu ve sokak çocuklarını tanımlayabilmek olsa da bu çalışmada birkaç
öneriye de yer verebiliriz:
• Her şeyden önce yoksulluğun ortadan kaldırılması için yapılacak
çalışmalar koordineli ve planlı bir şekilde yürütülmelidir.
• Artan nüfus ve iş gücü talepleri dikkate alınarak yeni iş alanlarının
açılmasına öncelik verilmelidir.
• Yapılan ya da yapılması planlanan çalışmalar sivil toplum örgütleri ve
devlet işbirliği ile gerçekleştirilmeli, halkın da katılımı sağlanmalıdır.
• Kentleşme hızı dikkate alınarak hizmet kurumları arttırılmalı ve çarpık
kentleşmeyi önleyici tedbirler alınmalıdır.
• Gecekondulaşmanın olduğu yerlerde düzenlemeler yapılmalı ve bu
alanların şehir etraflarında oluşan birer çıkıntıdan ziyade şehrin birer parçası haline
dönüştürülmesi sağlanmalıdır.
19
• Sosyal hizmet kurumlarındaki aksaklıklar ve eksikler giderilmeli ve
ihtiyaçlar doğrultusunda sosyal hizmet kurumlarının kapasite ve olanakları
arttırılmalıdır.
• Sokaklarda yaşayan ve çalışan çocukların topluma yeniden
kazandırılması için caydırıcı tedbirler alınmalı ve bu çocukların eğitimlerini devam
ettirebilmeleri için devlet tarafından destek sağlanmalıdır.
• Ayrıca sokak çocuklarına psikolojik destek verilmesi için gerekli
birimler kurulmalı ve bu çocukların sokaklara dönmesi engellenmelidir.
• Yoksulluğun çözümlenmesinde ülke bütünlüğü dikkate alınarak özellikle
doğu illerine yatırım özendirilmeli ve bu illerdeki sanayi kuruluşlarının oluşumuna
öncelik verilmelidir.
• Tarım sektöründe çalışan kesimin hakları gözetilmeli ve iyileştirici
önlemler alınmalıdır.
• Aile kurumunun ne denli önemli olduğu unutulmamalı ve bunun devamı
adına çeşitli programlarla aile içi şiddet, kadının istismarı gibi olumsuzluklara karşı halk
bilgilendirilmelidir.
• Terör, kan davası gibi güvenliği tehdit eden durumların önlenebilmesi
için devlet, halk ve güvenlik birimleri ortak çalışmalar yaparak bu nedenlere bağlı göç
önlenmelidir.
• Yoksulluğun bir kültür haline dönüşmesi çok tehlikeli bir durumdur. Bu
nedenle kaderci bir anlayışı özendirici durumların medya aracılığı ile halka ulaşması
engellenmeli buna ek olarak kolay yoldan para kazanılabileceği, şiddetle istenilenlerin
elde edileceğini anlatan programlara karşı önlemler alınmalıdır.
• Sosyal güvencelerden tüm insanların yararlanabilmesi için düzenlemeler
yapılmalı, eğitim, sağlık gibi hizmetlerden halkın yeterince faydalanması sağlanmalıdır.
• Yolsuzluk, torpil, adam kayırma gibi olumsuzluklardan halkın zarar
görmesi engellenmelidir. Böylece halkın devlete ve kamu kurum ve kuruluşlarına ön
yargı ile yaklaşmasının önüne geçilmelidir. (IŞIK;2006,8-9)
20
1.4. YOKSULLUK KÜLTÜRÜ
Yoksulluk ve yoksulluk kültürü arasındaki belirgin farkları daha iyi
kavrayabilmek için öncelikle yoksulluk nedir sorusuna yanıt aramaya çalıştık.
Yoksulluğun tanımı, yoksulluğun ölçülmesi ve yoksullukla ilgili temel kavramlardan
hareketle çerçevesini çizmeye çalıştığımız yoksulluk, kültür haline dönüştüğü veya
dönüştürüldüğü zaman tehlikeli bir hal alır. Bu tehlikeli durumu daha iyi kavrayabilmek
için yoksulluk kültürü ne demektir? öncelikle buna bakmalıyız.
Yoksulluğun içinde bir de yoksulluk kültürü diye adlandırdığımız bir
oluşum vardır. Pek çok araştırmacıya göre yoksulların yaşam tarzları toplumun diğer
tabakalarına mensup olan bireylerden belirgin biçimde ayrılır ve bu yaşam tarzı diğer
toplumlardaki yoksulların yaşam tarzları ile karakteristik benzerlikler taşır. Sözünü
ettiğimiz benzerlikler bize, yoksulluğun kendine has bir kültürel yapılanmasının
varlığına işaret eder. Yoksulların paylaştığı kültürel kodlar yoksulluk kültürünün
parçasıdır. (HARALAMBOS, HOLBORN; 1995,149) Yoksulluk kültürü özellikle
kırsal kesimden kentlere göç eden ve kentlerin çevresinde varoş dediğimiz alanlarında
hayatlarını sürdürenlerin yaşattığı bir yoksulluk durumunu ifade eder. Gecekondularda
yaşayan bu insanlar toplumdan kopuk, güven duygusundan yoksundurlar.
Büyük toplumla kaynaşamayan, sefalet içinde yaşayan, yalnız ve dışlanmış
olan yoksullar, yoksulluk kültürünün devam ettirilmesi adına potansiyel grubu
oluştururlar. Her toplumun kendine has değerleri, kültürü, inançları, sadakatleri
mevcuttur. Bütün bu saydıklarımız temel kültürü oluşturur. Yoksulluk kültürünü
yaşayanlar temel kültürden sapma durumu ile karşı karşıyadırlar. Sapmanın yanı sıra
yeni kültür kalıpları oluşturan gecekondulular, işsiz ya da geçici işlerde çalışan,
evindeki eşyaları rehine veren, para kazandığında tasarruf etmek yerine harcayan, kısıtlı
yiyeceklerle yeterli beslenemeyen bir kesimdir. Bu kesim kalabalık ve alt yapı sorunu
olan mahallelerde, alkolü fazlaca tüketen, şiddete başvuran, eşleri tarafında sık sık terk
edilen, kısa yoldan köşeyi dönme hevesiyle kumar oynamak, çete kurmak, kavga etmek
gibi eğilimlere sahip olanlardır. (TÜRKDOĞAN;1996,18-19)
Yoksulluk kültürünün yaşandığı alanlarda sağlıklı aile yapılarından
bahsetmek zordur. Bugün bulduğunu bugün tüketen, geleceğe dair hiçbir planı ve
beklentisi olamayanlar, devlete ve kurumlara güvenmemekte ya da az
21
güvenmektedirler. Kısaca “ bir toplumda yoksul insanlar olduğu sürece problemleri de
olacaktır. Yoksulluk kültürü, sanayileşme süreci içine itilmiş toplumların yarattığı
çarpık düzenin neticesidir.” (TÜRKDOĞAN,1996,64) Bu çarpık düzen mevcut kültürün
gelecek nesillere aktarılması adına da sorunlara neden olmaktadır. Çünkü yoksulluk
kültürünün yaşandığı, yaşatıldığı yerlerde birliktelik ruhu ve sınıf olma bilincinden
bahsedilemez.
Yoksulluk kültürünün varolduğu yerleşim yerlerindeki evler genellikle tek
veya iki odalıdır. Gecekondu dediğimiz bu yerleşim alanlarında tek bir evde dört beş
kişi bir arada yaşamakta, bazen bu sayı daha da fazlalaşabilmektedir. Oldukça zor
koşullarda hayatlarını idame ettirme gayretinde olan bu insanlar, ev halkından her
bireyin ev ekonomisine katkı sağlamak için çalışmak zorunda kaldığı bir yaşamı
paylaşmaktadırlar.
Buraya kadar tasvir etmeye çalıştığımız yoksulluk kültürünün bir diğer
yüzünü de zenginlik kültürü oluşturur. Zenginlik kültürü de tıpkı yoksulluk kültürü gibi
toplumun ortak değerlerinden, kabullerinden, paylaşımlarından farklı olarak bir tarz
oluşturmak ve bu tarzın sınırları içinde dış dünyadan kopuk yaşamaktır. Zenginlik
kültürünü yaşayanlar kendi aralarında oldukça bağlı görünseler de, asıl olan onların
kendi aralarındaki bu bağ toplumsal bütünlükten bahis olduğunda söz konusu
olmamaktadır. Yeni zenginler olarak da tabir edebileceğimiz zenginlik kültürünü
yaşayan bu kesim, gününü gün etmekte, lüks tüketim mallarını kullanmakta, tatillerini
genellikle yurt dışında geçirmekte, gece klüpleri, tanınmış barlarda ardı ardına
şampanyalar patlatmakta, garsonlara bir ayda kazanabileceklerinden de daha fazla
bahşiş dağıtmaktadırlar. Gittikleri mekanlarda krallar gibi karşılanan ve son model
arabalarla dolaşan yeni zenginler çocuklarını da yurt dışında okutmakta, özel dersler
aldırmaktadırlar.
Türkdoğan’ın da bahsettiği bu yeni zenginler ya da zenginlik kültürünü
yaşayanlar eski zenginlerden bariz biçimde ayrılmaktadırlar. Bu iki grup maddi anlamda
benzerlikler gösterse de ciddi ölçüde farklılıkların da temsilciliğini üstlenmektedirler.
Eski zenginler genel kültüre yeni kazanımlar eklemek adına ne derece yaratıcıysa, yeni
zenginlerde mevcut kültürden koparak sadece kendilerinin içinde bulundukları bir koza
örmek konusunda o kadar maharetlidirler.(TÜRKDOĞAN;1996,32)
22
Zenginlik kültürünün kozasındakilerin parfüm kokulu, renkli ve markaları
dışına taşmış yaşantıları, ne kadar tüketirsen o kadar bizdensin anlayışıyla
çerçevelenmektedir. Moda olan gerçek olandır. Medya tarafından da yapılması, alınması
gerekenlerin allanıp pullanarak altın tepside sunulduğu günümüz Türk Toplumu, daha
sonra ayrıntılı olarak bahsedeceğimiz, geleneksel kodlardan uzaklaştıkça kırılmalarla,
parçalanmalarla, sosyal sapmalarla daha çok mücadele temek zorunda kalmaktadır.
Ancak her ne kadar yoksulluk ve zenginlik kültürü toplumun mevcut olan
ortak kültüründen sapmalar meydana getirse de, özellikle yoksulluk kültürünün pozitif
yanları da vardır. Yoksulluk kültürü meydana getirdiği yan kültürler aracılığı ile bir
kültürel denge yaratır. Buna ek olarak daha öncede bahsettiğimiz yoksulluk kültürünü
yaşayanların siyasi katılımlarının düşük olması ve kamu kurumlarına, politik
yapılanmalara karşı içinde bulundukları önyargılar, onları bazı siyasi kimliklerce
kullanılma ve siyasete alet edilmeleri konusunda korur, direnç yaratır.
(TÜRKDOĞAN;1996,83)
Özellikle üzerinde durduğumuz yoksulluk kültürünün Türkiye’deki
yansımasını özetlemeye çalıştık. Bu konuda yapılan çalışmaların başında gelen
isimlerden biri de Kemal Karpat’tır. Karpat’ın, “Türkiye’de Toplumsal Dönüşüm”
adlı eserinde yoksulluk kültürüyle ilgili olarak beyan ettiği bir görüşüne de yer
vermeden olmaz. Türkdoğan’dan farklı olarak Karpat, bu eserinde Türkiye’de
gecekondu yerleşmelerinde yoksulluğun varolduğunun ancak kültür yoksulluğunun
olmadığının altını çizmiştir. Yine bu eserinde Karpat incelemelerini esas alarak
istisnalar dışında gecekonduların, suç, fahişelik, genç sapkınlığı, iktisadi tükenmişlik ve
radikalizm merkezleri olmadığını, sadece daha iyi şartlarda yaşamak arzusunda
olanların hayatlarını idame ettirdikleri birer alan olduğunu belirtmiştir.
(TÜRKDOĞAN;1996,52)
Buraya kadar bahsettiğimiz yoksulluk kültürünü kavram olarak ilk kullanan
Amerikalı antropolog Oscar Lewis olmuştur. Oscar Lewis, yoksulluk kültüründen
bahsettiği üç eserinde yoksulluk kültürünü bir alt kültür olarak değerlendirmiştir. Aynı
zamanda yoksulluk kültürü ile kapitalizm arasındaki ilişkiyi de net çizgilerle ortaya
koyan Lewis’e göre bu kültür nesilden nesile aktarılmaktadır.(ÖZBUDUN,2002,60-61)
İster yoksulluk isterse zenginlik alt kültürü olsun, her iki durumda olumsuz neticelere ve
23
durumlara yol açsa da, bazı araştırmacılara göre alt kültürel oluşumlar kültürel
zenginlik olarak değerlendirilmektedir.
Özellikle zenginlik alt kültürü günümüzde tüketimle özdeşleşmektedir. Her
şeyin hızla değiştiği bu çağda, medya aracılığı ile durmadan yeni şeyler almaya sevk
edilen insanlar, sanki ne kadar çok tüketirse o kadar önemli olabilecekleri anlayışlarıyla
kurgulanmışlardır.
1.5. YOKSULLUK YAN KÜLTÜRÜ
Yoksulluk kültürü kavramını ilk olarak Oscar Lewis’in ortaya attığını
söylemiştik. Lewis, yoksulluk kültürünü yüksek tabakada yer alanların istedikleri
hedeflere ulaştığını gören, aşağı sınıfın tepkiselliği, başarılı olmanın imkansız olduğunu
düşünmeleri, hayal kırıklıklarıdır diye tanımlıyor. Lewis’e göre bu kültür çocuklar
vasıtasıyla nesilden nesile geçer. Aşağı kültüre mensup çocuklar belli bir yaşa
geldiklerinde içinde bulundukları yoksulluk kültürünü içselleştirirler, psikolojik
anlamda destek görebilecekleri kimse olmadığı için, önlerine çıkan fırsatları
değerlendiremezler.(LEWİS;1974,52) Yoksulluktan farklı olarak, yoksulluğun
sanayileşme ve kapitalizmin dönüştürmesiyle aldığı yeni bir şeklin ifadesi olan
yoksulluk kültürü kavramını Orhan Türkdoğan, yoksulluk yan kültürü olarak ifade
etmiştir. Yoksulluk yan kültürü kavramı, yoksulluk kültürü kavramı ile aynı şeyi
anlatır.(bkz. TÜRKDOĞAN;1996)
Bana göre yoksulluk ile yoksulluk yan kültürü arasındaki belirgin farkı
görebilmek için verilebilecek en güzel örneklerden biri için Kurtuluş Savaşı
sonrasındaki yıllara bakmak gerekir. İşgale uğramış ve varını yoğunu, kendisine ait
olanları tekrar geri alabilmek uğruna tüketmiş olan bir milletin içinde bulunduğu
yoksulluk, toplumdan bağlarını kopartmadıkları ve gelecek adına ümitlerini yitirmek
yerine çok çalışıp tekrar ayağa kalkmak umudunu taşıdıkları için kültür haline
dönüşmemiştir. Ancak, Türk Toplumu yeniden yapılanma sürecine girdikten belli bir
süre sonra sanayileşme yolunda atılan adımların bir getirisi olan kentleşme, yoksulluk
yan kültürünün filizlendiği gecekonduların, dolaylı olarak da olsa, ortaya çıkmasına yol
açmıştır.
24
Yoksulluğun ya da Türkdoğan’ın tabiri ile yoksulluk alt kültürünün,
gelişmiş toplumlarda bile rastlanılan bir durum olması elbetteki şaşırtıcı değildir.
Özellikle bilginin değiştirip dönüştürücülüğünün yükselişte olduğu bu zamanda,
gelişmiş toplumlarda bile bu bahsettiğimiz değişim ve dönüşümlerin gerisinde kalan
veya yeterince faydalanamayan kesimler mevcuttur.
“Teknolojik yeniliklere en kolay tepki veren ekonomik sahadır. Yani
teknolojik yenilenme öncelikle ekonomik sahada değişim süreçlerini devreye sokar. Bu
sürece en geç katılan ise kültürel sahadır. İnsanlar kültürel miraslarını daha zor
değiştirirler.”(ERKAN;1998,94) Kısaca teknolojinin kuşattığı bir toplumda, kültürel
değerlerini ellerinden bırakmak istemeyen, ama buna rağmen diğerleri gibi yaşamak,
yaşayabilmek arzusunda olan bireyler, onlara öğretilenlerle, gördükleri arasında sıkışıp
kaldıkları için, belki de, etraflarına kabuk örme gayretine girişirken, diğerleri de, onları
görmezden gelme yolunu seçmişlerdir. Burada bahsolunan kültürün yoksulluk yan
kültürüne yol açtığı tezi değil, kültürün değişimi ya da değişimi kabullenişi yavaşlattığı
görüşüdür.
1.6. YOKSULLUK TİPLERİ
Yoksulluk sadece besin eksikliği anlamında kullanılmaz. Besin yokluğu,
temiz su kaynaklarının olmayışı, barınılan yerlerin sağlıksızlığı, vb. durumlara ek olarak
daha başka yoksulluk getirileri de vardır. Sosyo-kültürel yoksulluk, etik yoksulluğu,
değer yoksulluğu, çevresel yoksulluk gibi yoksulluk tipleri de yoksulluğun ortaya
çıkardığı durumlardır. Yoksulluğun insanların hayatındaki etkilerini tek bir kelimeyle
açıklamak istesek bu kelime şüphesiz ki “mahrumiyet” olurdu. İnsan olmanın getirisi
olan duygusal ve sosyal ihtiyaçlardan mahrum olma durumu yoksulluğun tanımında
kilit noktadır. Belirttiğimiz gibi insan sadece yiyip-içen bir varlık değildir. Toplumsal
gelişimin ön koşulu üretmektir. Üretici bireyler her anlamda gereksinimleri karşılanmış
bireyler anlamına gelir. Ertesi gün nerede kalacağını, nereden besin bulacağını düşünen,
hastalıklı, sağlıksız insanlardan oluşan bir ülkenin mevcudiyetini uzun süre muhafaza
etmesi beklenemez.
Devletler halkının gereksinimlerinin karşılanmasında birinci derece
sorumludur. Yaşamın devamı adına gereken besin, su, sağlık ihtiyacı karşılansa bile bu
yeterli olmaz. İnsanların psikolojik sağlıklarını bozan durumların ortadan kaldırılması,
25
kültürel değerlerin yaşatılması, ahlaki çöküntünün önüne geçilmesi de yoksulluğun
ortadan kaldırılması anlamına gelir.Yoksul insanların yaşadığı koşullar onları
toplumdan ve haliyle toplumu bir arada tutan değerlerden uzaklaştırır. Bu da bir tür
yoksulluk yani mahrumiyettir.
1.6.1. Fizyolojik Yoksulluk
İnsanların yaradılış özelliklerinden biri sahip oldukları iç dengedir. Bu iç
denge dediğimiz bütünsellik, insan iç organlarının, dokularının, hücrelerinin uyum
içinde işleyişi anlamına gelir. İç dengenin korunması bireylerin sağlıklı bir şekilde
varlıklarını sürdürebilmeleri adına çok önemlidir. Fizyolojik yoksulluk dediğimiz
yoksulluk tipi ise bu iç dengenin korunabilmesi için bireylerin alması gereken besin
ihtiyacını karşılayamamalarıdır. Fizyolojik yoksulluğu aslında sadece besin ihtiyacıyla
sınırlandırmamalıyız. Aynı zamanda temiz su yokluğu da fizyolojik yoksulluk olarak
değerlendirilebilir. Eğer insanlar almaları gereken kalsiyum, vitamin, mineral ve
proteinleri sağlayamazlarsa, vücuttaki uyum bozulur. Bütün bu gereksinimleri bizler
besinlerden alırız. Yeterli beslenememe halinde organlar fonksiyonlarını yerine
getiremez ve insan vücudu fizyolojik olarak deforme olur. Bu deformasyon sürekli
olursa sadece sağlık açısından değil buna ek olarak çevre ile ilişkiler açısından da
sorunlar ortaya çıkar.
Yeterli beslenemeyen ve neticesinde hastalanan her bireye yoksulluk
nedeniyle bu durumdadır demek yanlış olur. Fakat en fazla yoksul insanlarda fizyolojik
problemlere rastlanılmaktadır. Fizyolojik yoksullukla karşı karşıya kalanlar, içinde
bulundukları koşullar yüzünden çevreleriyle de sağlıklı ilişkiler kuramazlar. Çünkü
bedensel rahatsızlıklar insanların sosyal hayatlarını da etkilememektedir. Ayrıca bu
insanlar yoksulluk sorununu ortadan kaldırabilmek ve gerekli besinlere ulaşabilmek
adına bazen yasadışı yollara sapabilmektedirler.
Unutulmaması gereken her şeyden önce beslenebilmenin zorunluluğudur.
Su ve gıda olmadan yaşayabilmek mümkün değildir. Özelikle Afrika gibi çok yoksul
ülkelerde ölümlerin çoğu yeterli beslenememeye bağlı olarak ortaya çıkan
hastalıklardan, temiz su kaynaklarının olmaması yüzünden önlenemeyen salgınlardan
olmaktadır.
26
1.6.2. Sosyo-Kültürel Yoksulluk
Yoksulluk çok yönlü bir süreçtir. “Yoksulluk meselesi üzerinde kafa yoran
bir çok sosyolog, psikolog, siyaset bilimci meselenin yalnızca ekonomik kriterlerle
ölçülemeyeceği, yoksulluğun ekonomik görüntüsünün dışında bir muhtevasının da
olduğu görüşündedirler.”(AKBAL;2004,40) Buradan hareketle denebilir ki,
yoksulluğun bir diğer boyutu da sosyo-kültürel yoksulluktur. Fizyolojik yoksulluktan
farklı olarak sosyo-kültürel yoksulluk daha çok maddi olmayan yoksulluğun temsilidir.
Sosyo-kültürel yoksulluktan bahsetmeden önce sosyo-kültür nedir? Neden önemlidir?
Sorularına yanıt aramalıyız. Sosyo-kültür bir toplumu meydana getiren bireyler ve
gruplar arası ilişkileri belirleyen değerler bütünüdür. Maddi paylaşımlara ve katılımlara
ek olarak sosyal ve kültürel paylaşımlar ve katılımlar da bütünleşmede temel güç
kaynağıdır.
Sosyo-kültür, toplumsal bir birleştirici vazifesi görür. Süreklidir ve tarihidir.
Bütün bu özelliklerine ek olarak sosyo-kültür, sosyal statüler, roller, aileler aracılığı ile
devredilir. Bireylerin beklentilerinin, ihtiyaçlarının karşılanmasında, karakterlerin
şekillenmesinde onlara yol gösteren sosyo-kültür, grupları oluşturanların birleşmesinde
ve diğer gruplardan ayrılmasında belirleyici olan nitelikleri barındırır. Sosyo-kültür,
gelenekler, örfler, adetler, göreneklerle çerçevelenmiş, kültürel semboller, simgeleri
içeren, insanlara bazı davranışları, değerleri, düşünceleri aktaran bütünlüktür.
(NİRUN;1994,212-214)
Bütün bu açıklamaların ışığında sosyo-kültürel yoksulluğun ne olduğunu
daha iyi tespit edebiliriz. En basit haliyle, sosyo-kültürel yoksulluk, sosyal ve kültürel
hayattan, değerlerden yoksunluk olarak tanımlanabilir. Yoksul kimselerin önceliği
karınlarını doyurabilmektir. Daha sonra devlet hizmetlerden yararlanma, konut ihtiyacı,
güvenlik vb. istekler gelir. Tabi ki bu saydıklarımız bireyden bireye ve toplumdan
topluma farklılıklar gösterebilmektedir. Ancak bu listede değişmeyen tek şey ilk sırayı
oluşturan yeterli beslenme ihtiyacıdır. Yoksullar, besin yokluğu veya azlığının yanı sıra
sosyal hayata yeterince katılamama, yaratıcılıklarını ortaya koyma şansından mahrum
olma ya da yeterince bu şansa sahip olamama, güvensizlik, örneğin sevgi, sahiplenilme,
gibi psikolojik ihtiyaçların eksikliği, korunmasızlık, kültürel değerlerden kopuş, vb.
27
sorunlarla da mücadele etmek durumundadırlar ki bu da sosyo-kültürel yoksulluğa
işaret eder.
Sosyo-kültürel yoksulluğun bir diğer yönü de, siyasal yabancılaşmadır.
Yoksul insanlar siyasal konularda daha az katılımcı ve güvensizdir. Alt ve orta
sınıflarda siyasi sisteme karşı takınılan tavır üst sınıftan belirgin biçimde ayrılır. Yurttaş
kültürünün ya hiç gelişmediği ya da az geliştiği gözlenen yoksullarda, özellikle yoksul
çocuklarda öz denetim yeterince gelişememektedir. (AKBAL;2004,41)
1.6.3. Değer Yoksulluğu
Değer yoksulluğu, değerlerin yeterince yaşatılmaması, yaşanılmaması
anlamına gelmektedir. Peki nedir bu değerler? Yoksullar gün be gün toplumdan
uzaklaşmaktadırlar ve bu da toplumsal birlik ve bütünlük adına ciddi kırılmalara yol
açmaktadır. Neticede bireylerleri bir arada tutan en önemli faktörlerden biri paylaşılan
ortak değerlerdir. Bu değerlerin ortadan kalkması durumunda çatışmalar, şiddet,
kaçınılmaz olur. Yoksullukla karşı karşıya olanlar, hayatlarını devam ettirmek için
mücadele ederken farkında olmadan toplumdan kendilerini soyutlarlar. Çoğu kez
yoksulluklarının neden olduğu bir ümitsizlik onları çepeçevre sarar. İşte bu ümitsizlik
yoksulların toplumun diğer fertleri ile paylaşımlarını kısıtlar. Bazen bu diğerlerinin
illaki çevrede yer alanlar olması gerekmez. Aile içinde de, aileyi bir arada tutan saygı,
hoşgörü, güven, yardımlaşma gibi unsurlar yoksulluktan kaynaklanan sorunlar
yumağının arasında unutulup gider. Bu nedenledir ki aile içi şiddet, sokak çocukları, suç
vb. olumsuzlukların en fazla görüldüğü ortamlar, sevgi bağları zedelenmiş, hayatlarını
devam ettirebilmek adına birbirinden uzaklaşmış, yoksul kesimlerdir.
Değer yoksulluğu konusuna aslında sadece yoksul insanlar açısından
bakmakta yanlış olur. Sanayileşme ve kentleşmenin artması ile ne yazık ki yoksulluk
sorunu olmayan bireyler arası ilişkilerde de birtakım kopmalara neden oluştur.
Komşuluk, dayanışma, yardımseverlik eskiye oranla daha az önemsenir olmuştur.
İlginçtir ki aynı apartmanda karşı karşıya dairelerde oturanlar birbirlerinden habersiz
yaşantılarını devam ettirmekte, iki adım ötedeki olup bitenler hakkında en ufak bir
malumata sahip olmamaktadırlar. İşte tüm bunlar elimizden kayıp giden
değerlerimizdir.
28
1.6.4. Etik Yoksulluğu
Bilimin, teknolojinin hakim olduğu çağımızda, artık etik değerler eskiye
nazaran önemini yitirmiş görünüyor. Paranın aldığımız nefes kadar kıymetli olduğu bir
toplumda elbetteki onu elde edebilmek için ahlaki boyutunu sorgulamadan her şeyi
yapabilecek insanların sayısı göz önüne alındığında ne kadar zengin olursak olalım
aslında etik yoksulu kimseleriz demek pek de yanlış olamasa gerek.
Yoksulluk sadece beslenme, barınma, hizmet sıkıntısı olarak
algılanmamalıdır. İster zengin isterse fakir olsun, olanlara, yapılanlara ve en önemlisi
yaptıklarımıza ahlaki çerçeveden bakamıyorsak o zaman etik yoksulluk ile yüz yüzeyiz
demektir. Şehirleşme oranlarındaki artış, şehirlere yığılan kalabalık, iş kollarının şehir
nüfusunu istihdam edememesi bazı insanların kuralları hiçe sayarak illegal yollardan
diğerlerini sömürerek bir yerlere gelmesine neden olmuştur.
Çalışarak elde etmekten ziyade elde etmenin yüceldiği, torpil, adam
kayırma, tanıdık, amca, dayı senaryolarının oynandığı, bir toplumsal sistemde kolay
para kazanma duygusu ön plana çıkmaktadır.(DOĞAN;2004,117) Bilginin eğitimin, iyi
bir yerlere gelebilmek için yeterli olamayacağı kanaati yaygınlaştıkça öne çıkan anlayış
“üzümünü ye bağını sorma “ anlayışı olmaktadır.
1.6.5. Çevresel Yoksulluk
Kentleşme, sanayileşme ve durmaksızın artan şehir nüfusundan ve bunun
bir sonucu olarak artan yoksulluktan bahsederken yoksulluğun getirisi olan çevresel
yoksulluğa aslında biraz değindik. Ancak çevresel yoksulluğu sadece gecekondulaşma
olarak değil de, çarpık yapılanmanın doğaya verdiği zararlar ekseninde de ele almalıyız.
Kent çevresini saran varoşlar, yoksulluğun yaşandığı, yaşatıldığı en belirgin
mekanlardır. Kentsel dokuya zarar veren bu çarpık yapılaşma örneğine ek olarak, kent
içindeki trafik, sanayi kuruluşlarının atıkları ile kullanılamaz hale gelen su kaynakları ve
daha birçok kentsel getiri eklendiğinde tam anlamıyla bir çevresel yoksulluk söz konusu
olmaktadır.
Bilindiği gibi fiziksel ve sosyal çevrenin en fazla tahrip olduğu yerler
şehirlerdir. Hem nüfus hem de faaliyet bakımından kırsal alanlara nazaran daha yoğun
olan şehirler, doğaya ve canlılara zarar vermektedir. Ekolojik dengeyi bozan çarpık
29
şehirleşme, ormanların, yeşil alanların, konut yapımı için katledilmesine sebep
olmaktadır.(GÜRPINAR;1995,100)
Çevresel yoksulluk, hava kirliliği, denizlerin kirlenmesi, kullanılabilir su
kaynaklarının kirlenmesi, gürültü kirliliği, toprak kirliliği ve çöpler, sanayi atıkları gibi
canlıların yaşamını tehdit eden çevresel sorunların varlığı, doğanın yavaş yavaş
kaybedilmesi anlamına gelir. Bütün bu saydıklarımız daha önce de ifade ettiğimiz gibi
şehirleşmenin, özellikle de çarpık ve plansız şehirleşmenin birer neticesidir.
Aynı zamanda, endüstri kuruluşlarının artışı, turistik yerlerdeki arazilerin
bilinçsizce kullanımı, bazı otellerin çevreye verdiği zararlar, tarihi mekanların yeterince
korunmaması, tarıma elverişli toprakların tarım dışında amaçlar doğrultusunda yok
edilmesi ve toprak-insan ilişkilerinin bozulması çevresel yoksulluğa sebep olur.
(YAVUZ;1995,84) çevresel yoksulluk sadece günümüzde ortaya çıkan bir sorun
değildir. İnsanoğlu endüstrileşme ile birlikte doğaya daha fazla zarar vermeye başlamış
ve ortaçağdan günümüze kadar geçen süre içerisinde bu çevresel yıkım katlanarak
süregelmiştir.
Endüstrileşmenin ortaya çıktığı ilk yıllarda o zamanın ana maddesi olan
keresteye duyulan ihtiyaç ağaçların bilinçsizce yok edilmesine neden olmuştur.
Örneğin, “1300’lerde Fransa’da ormanlar yaklaşık 140 milyon dönümlük bir alanı
örtüyordu; bugünkünden yaklaşık 8 milyon dönüm daha çok.” (GİMPEL;2004,73) Daha
sonra kerestenin yerini alan kömür de hava kirliliğine yol açmıştır. Zamanla gelişen
sanayi ve teknoloji kirliliğin daha ciddi boyutlarda yaşanmasına yol açmıştır. Özellikle
günümüzde kimyasal atıklar doğa üzerinde geri dönüşümü imkansız tahribatlar
yapmaktadır.
1.7. TÜRKİYE’DE YOKSULLUĞUN ARKA PLANI
Buraya kadar ayrıntılı bir şekilde irdelemeye çalıştığımız yoksulluk,
insanların hayatta kalması adına ciddi tehlikeler oluşturmaktadır. Açlıktan ölmek,
hastalık durumunda tıbbi yönden yardım alamamak, sağlıksız ortamlarda yaşamak, tam
anlamıyla yeterli giyeceğe sahip olamamak gibi bedensel tehlikelere ek olarak, sosyal
ve psikolojik yönden de negatif durumların ifadesi olabilen yoksulluk, Bauman’ın
ifadesiyle, mutlu bir yaşamı ifade eden tüm imkanlardan yoksun bırakılmak, hayatın
sunmak zorunda olduğunu almamaktır. (BAUMAN;1999,59-60)
30
Küresel bir sorun olan yoksulluk, ülkemizde de ciddi anlamda
yaşanmaktadır. Gelir dağılımındaki eşitsizlikler, şehir ve bölge farklılıkları, yoksulluğun
boyutlarını göz önüne sermek adına ilginç veriler sunmaktadır. Türkiye’de yoksulluğun
arka planını ortaya koymadan önce kısaca dünyada yoksulluğun ortaya çıkmasında
etkili olduğunu düşündüğümüz birkaç noktayı da belirtmemiz gerekir. Küreselleşme
kapsamında yeniden şekillenen ve serbest pazarın ortaya çıktığı ekonomik model pek
çok insanın işsizlikle karşı karşıya kalmasına neden olmuştur.
1980’lerde İMF ve Dünya Bankasının da destekleriyle sermayenin
küreselleşmesi ve çok uluslu şirketler ve uluslar arası kredi kuruluşlarının dünyadaki
nüfusun yarısından fazlasının yaşamını etkileyen ekonomiyi belli başlı bir kesime
emanet etmesi neticesinde emek ucuzlamıştır.(CHOSSUDOVSKY;1999,42)
Küreselleşme, üretilen malların tüketilmesi için yeni çözümler sunmuştur. Neoliberal
politikalar kültür de dahil her şeyi pazarlanabilir hale getirmiştir. Her şeyin
pazarlanabilmesi bir tarafa üretilenler, uluslar arası arenada tek bir merkezden
dağıtılıyor, tüketim furyası artıyor ve zenginler sermayelerini büyütürken fakirler daha
da fakirleşiyorlardı. Bu arada etkisini yitiren sosyal devlet ulus aşırı şirketler için faydalı
olurken destek bekleyen yoksullar için zararlı olmuştur.
Ülkemizdeki yoksulluğa baktığımızda, dünyada yaşanılan bu gelişmelerin
etkilerini görebiliriz. Kurtuluş Savaşından sonra 1930’lu yıllardaki sanayi planları ve
1960’lardaki beşer yıllık kalkınma planları ile sanayileşme adına önemli atılımların
gerçekleştirildiği bir dönem yaşanmıştır. Bu esnada dünyayı etkisi altına alan
küreselleşmeden, o zamana kadar kapalı bir ekonomik yapı sergileyen Türkiye, ne yazık
ki olumsuz bir biçimde etkilenmiştir. 1980’li yıllarda, dışa kapalı olan ekonomimiz dışa
açılma stratejisi ile yeni bir şekil kazandı. Ancak bir süre başarılı seyreden büyüme bir
müddet sonra yolsuzluklar, kayıt dışı ekonomi, enflasyon, borçlanma gibi nedenlerle
gerilemeye başladı.(ÜNAL;2004;20-21)
Bu gerilemeye ek olarak yaşanılan stratejik dönüşüm başta işçi sınıfı olmak
üzere toplumun önemli bir kesiminin yoksullaşmasına neden oldu. Peki neden yeni bir
model arayışına girildi? Daha önce bahsetmeye çalıştığımız kapitalizmin içine düştüğü
krizin aşılması küreselleşme ve yeni pazarları bulunması ile çözümlenmeye çalışıldı.
Elbetteki yeni pazar arayışları ve dünyayı etkisi altına alan küreselleşme kapitalizmin
31
krizine çözüm olsa da Türkiye’de kapitalizm krizi fazlasıyla hissediliyordu. Bu yüzden
1980 sonrası dışa dönük bir ekonomik model benimsendi. Bu model ne yazık ki
yoksulluğu arttırdı ve isteneni gerçekleştiremedi. (BAŞKAYA;2004,169-170)
2000’li yıllara gelindiğinde ise Türkiye’de iki önemli kriz yaşandı. 2000’nin
Kasımında yeterince darbe alan ekonomi daha fazla ayakta kalamadı ve 2001 yılının
Şubat ayında büyük bir ekonomik çöküntü yaşandı. Bu krizlerin ardında ise bütçedeki
önlenemeyen açıklar, kamu harcamalarındaki savurganlıklar vardı.(DENİZ;2004,49-50)
Bütün bunlara ek olarak sosyal devletin giderek kamusal alandan çekilmesi, pazar
ekonomisi kavramının yaygınlaşması, toplumsal tüketime yönelik harcamaların
azaltılması ile yoksulluk ve işsizlik katlanarak artmıştır. (ALADA;2002,241) Bunların
yanında, lüks tüketim alışkanlıkları, kredi kartı harcamalarındaki aşırılık ve kredi kartı
mağdurlarının gün be gün çoğalması yoksulluğa yol açan diğer sebeplerdendir.
Türkiye’de yoksulluğun arka planını incelediğimizde en dar anlamıyla yukarıda
özetlemeye çalıştığımız tablo karşımıza çıkar. Sanayileşme çabaları, buna bağlı olarak
artan kentleşme, dünyadaki her ülkeyi öyle veya böyle etkileyen küreselleşme,
durmadan artan dış borçlar, kısa ömürlü iktidarlar ve bunun neticesinde artan enflasyon
oranları, kısılan sosyal harcamalar, devletin özel teşebbüsü destekleyici tutumu
neticesinde birdenbire zenginleşen kesime karşın fakirliği daha da artan kesim
arasındaki gelir dengesizliği…kısacası ülkemizde yoksulluk halen artmakta ve ciddi
boyutlarda sosyal sorunların ortaya çıkmasına zemin hazırlamaktadır.
Yoksulluğun ortadan kaldırılması için şüphesiz ki atılacak ilk adım istikrarlı
ve dışa bağımlı olmayan bir ekonomik yapılanma olmalıdır. Kendi kaynaklarından
yeteri kadar faydalanamayan ülkemiz gerekli yatırımları yaparak milli sermayeyi
güçlendirici tedbirler almak zorundadır. Aynı zamanda toplumsal dengelerin korunması
ve yoksullara yönelik sosyal hizmetlerin arttırılarak devlet desteğinin daha da hissedilir
hale getirilmesi yoksulluğun bertaraf edilmesi için şarttır. Eğitim, sağlık, altyapı gibi
hizmet sektörlerine ayrılan harcamalar da iyileştirilmelidir.
Özellikle sosyal hizmetler alanında ortaya çıkan özelleşmenin yarattığı
ikilik yukarıda sözünü ettiğimiz yoksulluğun en kilit noktalarından biridir. Üst gelir
gruplarına yönelik özel okullar, hastaneler, tüketim alanları hızla türerken alt gelir
gruplarına devlet tarafından sunulan kamu hizmetleri bütçelerinin kısılması,
32
hizmetlerinin kötüleşmesi, düşük maaşlar, varolan kapasiteyi karşılayamayan kurumlar
zenginlerle fakirler arasındaki uçurumu büyütmektedir.(KEYDER;2000,35)
Konut sıkıntısı da yine bir diğer önemli sorundur. Zenginler son derece lüks
konutlarda olağan üstü güvenlik önlemleri içinde yaşamlarını sürdürürken yoksullar, alt
yapı eksiklikleri ile mücadele etmektedir. Seçim dönemlerinde verilen sözler
gecekondulaşmayı tetiklerken, bu durumdan rant elde edenler konut sıkıntısı
yaşanmasının diğer sorumlularıdır. “Toprağın tarımsal kullanımından kentsel kullanıma
geçilmesi, yani arsa olarak kullanılması, kentsel kullanım için toprak üzerinde alt yapı
yatırımlarının yapılması yol, yeşil alan gibi kamusal hizmetlerin sunulması arsa değerini
– toprağın sahibinin denetimi dışında –arttırmaktadır.”(ÖZER; 2006,464) Artan arsa
değerleri de yoksulların konut sahibi olabilme olasılıklarını ortadan kaldırmakta,
gettolaşmaya yol açmaktadır.
1.7.1. Osmanlı Döneminde Kent Yoksulluğu ve Mürtezika Sınıfı
Kent yoksulluğu ya da yoksulluk Osmanlı Devletinde özellikle son
dönemde karşımıza çıkmaktadır. Parlak imparatorluk yıllarının ardından Batıdaki
gelişmelere ayak uyduramayan ve sanayileşmeden faydalanamayan Osmanlı, sorunun
çözümünü teknolojik alan yerine sosyal alanda arama yolunu seçince gerilemeye
başlamıştır. Batılı devletlerin sanayiye öncelik verip, yeni pazar arayışlarına girdiği
dönemlerde, Osmanlı Devleti ticaretin önemini henüz kavrayamamış, çözüm yolunu
askeri alanda yapmaya çalıştığı yeniliklerde arıyordu.
Osmanlı, Fransa’da 1789 devrimleri ile ortaya çıkan teknolojik gelişmeleri
ve diğer ülkelerin bu devrimleri takip eden sanayileşme süreçlerini yakalayamamıştır.
Bunun nedeni her şeyden önce toplumsal yapıdan kaynaklanan farklılıktır. Özellikle
Osmanlının son dönemlerindeki çabaları neticesinde, Batıdaki bu gelişmeler ve
dönüşümler ülkemize getirilmeye çalışılmıştır. Ancak tepeden inmeci ve gerekli alt yapı
hazırlanmadan oluşturulmaya çalışılan bu sistem, Anadolu insanı ile İstanbullu
ikilemini belirginleştirmekten ve devletin çöküşünü hızlandırmaktan başka işe
yaramamıştır.
Batıdaki dönüşümü sosyal hayatta arayan Osmanlı Devleti, Avrupa’ya
eğitim için gönderdiklerinin, özellikle İstanbul’a taşıdığı batı tarzı hayatı çabucak
benimsemiştir. İstanbulluluğun yüceltildiği, partilerin, baloların ardı sıra düzenlendiği,
33
Paris’ten getirtilen son model kıyafetlerin lüks mağaza vitrinlerini süslediği bu dönemde
unutulan ne yazık ki devletin yalnızca İstanbul’dan ibaret olmadığı düşüncesidir.
Akabinde gelen birinci dünya savaşı, devlet kasasını artık bin bir güçlükle doldurabilen
ve gün be gün kötüleşen halkın yoksulluğuna tuz biber ekmiştir. İşte Osmanlı
Devletinde uzun yıllar kenetlenmiş halde yaşayan refah dolu halk artık yoksulluğun
faturasını ödemektedir.
Osmanlı Devletinin içinde bulunduğu bu durum başlangıçta elbetteki böyle
değildi. Devletin yükseliş yıllarında daha sonrada ayrıntılı olarak ele alacağımız
vakıflar, lonca teşkilatı, ahilik, mahalle yönetimi, fakirlerin, düşkünlerin, kimsesizlerin
kollandığı bir sistemi oluşturmaktaydı. Özellikle vakıf sistemi içerisinde yoksullar, mali
durumu iyi olanlarca bağışlanan mülkler ve bu mülklerden elde edilen gelirler
vasıtasıyla gözetiliyordu.
Mürtezika sınıfı ise “vakıfların gelir ve menfaati, kendilerine şart kılınan
kimseler için kullanılan bir tabirdir.“(KAZICI;2003,8) Yoksullar ya da muhtaçlar sınıfı
da diyebileceğimiz bu sınıf, toplumsal dayanışmanın en güzel örneği olan vakıf sistemi
diye adlandırılan, yoksulluk gibi önemli bir sorunun ortadan kaldırılması için halkın
kendi arasında geliştirdiği yapılanmanın, koruduğu kimselerdir. Mürtezika sınıfı,
vakıflar aracılığı ile para ve yiyecek, giyecek gibi yardımlara nail olur. Osmanlı
Devletinde tebaanın şekillendirdiği bu yoksulluk yönetimi paylaşmanın, sosyal
sorumluluğun ve birlikte hareket etme kabiliyetinin yaşandığı, yaşatıldığı bir zemin
meydana getirmiştir.
1.7.1.1. Osmanlı Devleti’nde Sokak Çocukları
Osmanlı Devleti’nde aile kurumu çok önemliydi. Dolayısıyla çocuklar da
aileyi bir arada tutan unsur oldukları için son derece değerliydi. Gelecek adına da
çocukların kıymetinin farkında olan Osmanlı, çocukların eğitimine ve iyi şartlarda
yaşatılmalarına son derece dikkat etmiştir. Biraradalığın, dayanışmanın ve
yardımlaşmanın var olduğu bir toplum modeli ekseninde örgütlenen Osmanlı Devletini
uzun yıllar yaşatan bekli de bu değerler bütünlüğüydü.
Batıdaki teknoloji ve modernleşme ile karşı karşıya kalıncaya kadar
Osmanlı da sokak çocukları diye bir kesimin varlığından söz etmek doğru olmaz.
Toplumsal sistemin en küçük yerel yönetim birimi olan mahalle teşkilatı, aile
34
kurumunun önemsenmesi ve yüceltilmesi, lonca sistemi, sorumluluk anlayışı ve
oluşturulan kefaret zinciri, zengin kimselerin toplumsal yapıya olan duyarlılıklarının bir
yansımasını ifade eden vakıf ve imaretler, yüksek ahlak anlayışı, toplumun kendi içinde
oluşturduğu oto kontrol mekanizması, sokak çocuklarını oluşturacak bir alan
oluşumuna müsaade etmemekteydi. (ALADA;2002,249) Osmanlı toplum sisteminin
üstlendiği, kendi içinde yapılanan bu dayanışmacı oluşum sokak çocuklarının bir sorun
haline dönüşmesini engelleyerek, kimsesiz yahut fakir çocukların topluma
kazandırılmasında önemli rol oynamıştır.
Babasının velayetinde olan çocuk, eğitim açısından annesinin denetimine
tabiidir. Osmanlı’da eğer çocuğun ailesi yoksa korunup kollanması gereken çocuğa
amcaları, veya diğer büyükler bakarlar, geçimini temin ederlerdi. Yine devlet fakir
ailelere, dul kadınlara, ikiz yahut üçüz sahibi olan acizlere yardım ederdi. Günümüzde
sokaklara terk edilen pek çok çocuk suç çetelerinin ellerine düşmekte, köprü altında,
inşaatlarda, yaşamaya çabalamakta, devlet tarafından yerleştirildikleri yurtlar da yeterli
olmamaktadır. Ama Osmanlı Devletinde bu tür şeylere rastlamak pek olası değildi.
Çünkü evlilik dışı çocukların terk edilmesi durumunda, bu çocukları devlet başkalarına
emanet edip maaş bağlıyordu. Evlat edinme kurumunun da görüldüğü Osmanlı Devleti,
evlat edilenin, evlat edenin yasal mirasçısı olmasını da sağlamıştır.(ORTAYLI;
2004,97)
Bütün bu toplumsal sistem çocuklara karşı herkesin sorumlu olduğunun bir
göstergesidir. Evlat edinme kurumu, yoksul, aciz, kimsesiz çocukların rahat
yaşayabilmelerinin temini açısından çok önemlidir. “ Osmanlı toplumunda bu tip evlat
edinme yanında geniş bir ahretlik kurumu (hiçbir hakkı olmayan ve vazifeli olarak ev
halkına dahil edilen) çocuklar vardır. “(ORTAYLI;2004,97)
Özellikle aile kurumuna atfedilen değer, İslam Dininin de bu konudaki
destekleyici söylemleri, evlilik ve çocuk sahibi olmanın hem devletin bekası hem de
ahlaki unsurların devamı için gerekliliğini ortaya koymuştur. Osmanlı Devletinin
yükseliş yıllarında, devlet halk için vardı. Halk da bu anlayışa devlete karşı gösterdiği
sadakat ile karşılık veriyordu. O dönemlerdeki padişahların eğitime verdikleri önemi de
açılan medreselerden ve hocalarına duydukları derin saygıdan anlayabilmek
35
mümkündür. Eğitimin ve ailenin önemsendiği bir toplumda elbetteki sokak çocukları
olgusundan bahsetmek pek de mümkün olamaz.
1.7.1.2. Vakıflar ve Yoksulluk Yönetimi
Yoksulluk yönetiminde vakıflar önemli bir yere sahiptir. Osmanlı
toplumunda, lonca teşkilatı, ahilik kurumunun yanında vakıflar, yardımlaşmanın halkın
her kesiminde hissedilir kılınması adına çalışmışlardır. “ Hukuk Diliyle Vakıf ve
Dernek gönüllü olarak kamu yararına çalışan ve kar paylaşma amacı gütmeyen birer
hukuk tüzel kişisidir. Tüzel kişilik bir amaç için kurulur.”(BALOĞLU;1996,6)
Uygurlara kadar uzanan vakıf geleneği günümüzde de varlığını sürdürmektedir.
Elbetteki değişen şartlar ve koşullar karşısında bir takım dönüşümler geçiren vakıflar,
yoğun emek ve çabalar neticesinde oluşturulmuştur.
Vakıf sisteminde geliri yerine kendisinden faydalanılmak üzere bağışlanmış
olan binalara, arsalara vb. menkullere hayrat, gelir kaynağı olarak değerlendirilecek
olanlara ise akar denir. Vakfa bahşedilen mülklerin ne şekilde kullanılacağı vakfiye adı
verilen belge ile tespit edilir. Osmanlı ve Selçuklu Devletlerinde, yol, çeşme, hastane,
köprü gibi ihtiyaçlar vakıflar vasıtasıyla giderilmekteydi. Buna ek olarak, fakirlerin,
yetimlerin, kimsesizlerin gözetilmesi, öğrencilere burs, hocalara maaş verilmesi işlerini
vakıflar üstlenmişti. Aynı zamanda, Türk vakıf eserleri de sosyal ve ekonomik hayatın
yaşanıp yaşatıldığı mekanlar olarak varlık bulmuşlardır. Camilerin etrafına kurulan,
medrese, imaret, çeşme, kütüphane, sebil gibi yapılar halkın bir araya gelip
yardımlaştığı, tartıştığı, bilgi alışverişinde bulunduğu mekanlardır. Fakirler, yolcular bu
mekanlarda ağırlanmış, halk ve hocalar bu mekanlarda bir araya gelmişlerdir. Vakıf
sistemini bu derece sistemli hale getiren en önemli şey şüphesiz ki içinde barındırdığı
inanç sistemi olmuştur. Dünya malının dünyada kalacağı fikrinden yola çıkılarak, mutlu
ederek mutluluğa ulaşmayı hedefleyen bu inanç sistemi vakıf müessesine güç katmıştır.
(YEDİYILDIZ;www.os-ar.com,08.05.2006)
Yukarıda sözünü ettiğimiz vakıflar Osmanlı’da Tanzimat’a kadar varlığını
sürdürmüş, Tanzimat’tan sonra ise, ortaya çıkan ikilik vakıf sistemini bir noktada devre
dışı bırakmıştır. Vakıflar tam anlamıyla ortadan kalkmasa da, devlet sosyal
yardımlaşmayı batılılaşma çerçevesinde kendi bünyesinde kurgulamaya yönelmiştir.
Vakıflar bir yana sosyal dayanışmada bir diğer olgu olan lonca teşkilatı da batılılaşma
36
sürecine ayak uyduramamış ve yıkılmıştır.(GÜL;2004,353-354) Tarihi olarak
Selçuklulara dayanan vakıf sistemi Osmanlı devletinde uzun yıllar yoksulluk gibi bir
sorunu ortadan kaldırmaya yönelik ciddi bir görev üstlenmiş ve bu görevi de
başarmıştır. Zaten Osmanlıyı ayakta tutan değer yargılar arasında yardımseverlik ve
sosyal sorumluluk ve ahlak anlayışı önemli yer tutmuştur.
1.7.2. Cumhuriyet Döneminde Kent Yoksulluğu ve Sosyal Eşitsizlik
Osmanlı döneminde Batıdaki gelişmelere ayak uydurabilme çabaları ne
yazık ki toplumsal ikiliğe yol açmış, sosyal eşitsizlik daha da belirginleşerek taşrada
yaşayanlarla, Avrupalı olabilme çabasındaki İstanbullular arasında farklılaşmaya neden
olmuştur. Özellikle son dönemde bu ikilik devletin içinde bulunduğu durumun daha da
zorlaşmasına neden olmuştur. Birinci dünya savaşı ve kurtuluş savaşı yılları da en fazla
taşradaki insanın hayat şartlarını etkilemiş, halkı daha da yoksulaştırmıştır.
Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında devletçilik ilkesi çerçevesinde sanayileşme sürecine
giren genç Türkiye, 1950’li yıllara geldiğinde hızla artan nüfus ve kentlerle karşı
karşıya kalmıştır. Bu arada Batıda çok daha önceleri başlayan sanayileşme yavaş yavaş
yerini bilginin egemen olduğu bir modele terk etmektedir.
1980’li yıllarda pazar ekonomisine geçiş, sosyal devletin rollerini
kısıtlarken, yeni neoliberal düzen, tüm dünyayı etkisi altına almış, emek ucuzlamış,
küresel ölçekteki ulus aşırı şirketler yeni pazar arayışlarını hızlandırarak yoksul
ülkelerin bir anlamda yoksulluklarına yoksulluk katmıştır. Dünyadaki bu gelişmelerden
elbetteki ülkemiz de nasibini fazlasıyla almıştır. Tüketim furyası gerek medya sektörü
gerekse devletin dışa açılımcı politikasındaki eksikler sebebiyle artarken, sosyal
eşitsizlik de olabildiğince büyümüştür. 2000’li yıllara gelindiğinde ardı ardına yaşanan
iki büyük ekonomik kriz işsizliği ve yoksulluğu daha da körüklemiş, kentlerin çevreleri
daha önce de bahsettiğimiz, kırsal alandan göçüp gelen insanların oluşturduğu
gecekondularla dolup taşmıştır. Özellikle 1950’li yıllarda başlayan bu göç dalgasının
yarattığı olumsuzluklar günümüzde halen çözümlenemeyen alt yapı ve ekonomik
sorunlar nedeni ile katlanarak sürmektedir.
Cumhuriyet’in ilk yılları, uzun süren bir kurtuluş mücadelesinden çıkmış
yorgun Türk milletinin varını yoğunu tükettiği ve bir ülkeyi sıfırdan devraldığı
zamanlardı. Yolları, köprüleri, köyleri harap edilmiş olan Türkiye Cumhuriyet’i,
37
Atatürk’ün önderliğinde yeniden yapılanma sürecine girdi. Bu dönemde kendi
kaynaklarımızdan yararlanılarak baştan inşa edilmeye çalışılan ülkemiz, sonraki yıllarda
sıkça yaşanan hükümet değişiklikleri, İMF ve Dünya Bankasına bağımlı hale gelen
ekonomi, durmadan inip çıkan enflasyon oranları ve hızla artan nüfusu istihdam
edebilecek iş alanlarının eksikliği nedeni ile kentsel yoksullukla karşı karşıya kaldı.
Özellikle Özal hükümeti döneminde servetin paylaşımı fikri bazılarını zenginleştirirken
diğerlerini yoksullaştırmıştır. Devletin fabrika kurması için desteklediği ve her
mahallede bir zengin sloganıyla ortaya koyduğu model, bekleneni ya da bir diğer ifade
ile umut edileni verememiştir.
1.8. YOKSULLUĞUN BİREYSEL VE TOPLUMSAL
YANSIMALARI
Yoksulluk, bireysel ve toplumsal ölçekte sorunların ortaya çıkması anlamına
gelir. Eğer bir toplumda yoksulluk kontrol edilemeyecek boyutlara varmışsa bunun
anlamı, o toplumda suç oranlarında artış, çatışma, sokak çocukları, çarpık kentleşme,
gibi sorunların varolduğudur. Yoksulluk, bireyleri yasa dışı yollardan para kazanmaya
iter. Elbetteki buradan yoksul olan herkes illegal yollara başvuracaktır anlamı çıkmaz,
fakat yoksulluğun suçu arttırdığı da bir gerçektir. İnsanların her şeyden önce
beslenmeye, sağlıklı koşullarda barınmaya ihtiyacı vardır. Bedensel ihtiyaçlara ek
olarak bir de sosyal ihtiyaçların giderilmesi gerekir. Bireylerin çevreleri ve aileleriyle
kurdukları iletişim, kendilerine duydukları güven, inançları söz konusu olduğunda
içinde bulundukları yoksulluk, sosyalizasyonlarını negatif yönde etkiler.
Aslında ifade etmeye çalıştığımız nokta yoksulluğun sadece yoksul insanlar
için değil toplumun bütünü için bir tehlike olduğudur. Yoksul olmaktan ziyade, tüketim
toplumunda yoksul olmak daha vahim neticeler doğurur. Zorunlu ihtiyaçlarını bile
karşılayamayanlar ile kişisel zevklerini en iyi, en pahalı ve en moda olanla tatmin
edenlerin arasındaki mesafe büyüdükçe, kin, nefret, şiddet, kıskançlık, duyguları
davranışlara akseder. Birlik, bütünlük, saygı, duyarlılık gibi meziyetler yerini
ayrımcılık, kavga, zarar verme, dışlama gibi durumlara terk eder. “ Tüketim toplumunda
toplumsal aşağılanmaya ve “iç sürgüne” neden olan her şeyden önce, bireyin tüketici
olarak yetersizliğidir.” (BAUMAN;1999,60)
38
Günümüzde tüketimin belirleyiciliğinin söz konusu olmadığı toplumlar
bulmak mümkün gözükmemektedir. Ulaşılmaya çalışılanın bilgisayar klavyesindeki tek
tuş kadar yakın olduğu bir zamanda, kolay elde etmenin tahtından ettiği değerler,
günbegün kaybolmaktadır. İnsanları bir arada tutan değerler ortadan kalktıkça
paylaşılacak hiçbir şey kalmamaktadır. Yani bir tarafta yoksulluğun, bir tarafta yok olan
değerlerin körüklediği sosyal eşitsizlik açlıktan, bakımsızlıktan ve en önemlisi
sevgisizlikten kaybettiğimiz çocuklarımızın yüreklerinde geleceğe taşınmaktadır.
1.8.1. Bireysel Yansımalar
Yoksulluğun, özellikle de çalışmamızda açıklamaya çalıştığımız kentsel
yoksulluğun neden olduğu bireysel durumlar ruhsal ve psikolojik sorunlara yol açar.
Psikolojik anlamda çöküntü yaşayan yoksullar, içinde bulundukları hayat şartlarını
davranışlarına ve diğerleri ile olan ilişkilerine yansıtırlar. Güvensizlik, içe kapalılık,
sosyalleşememek gibi problemler yoksullukla yakından ilgilidir. Geçimini
sağlayabilmek için geçici işlerde çalışan yada yasal olmayan yollara başvuran, kolay
yoldan köşeyi dönme planları yapan yoksul insanlar hayal ettikleri şartlara
ulaşamayacakları fikrine kapıldıkları taktirde, umutlarını, mücadele ruhlarını
kaybederler. Çevrelerinde kendilerinden çok daha iyi koşullarda hayatlarını sürdürenleri
gördükçe isyan ederler, kin ve nefret duyguları kabarır.
Yoksul ailelerde ise, aile içi iletişim, saygı, sevgi yitirilir. Bu durum ‘tüm
yoksullar için geçerlidir’ diyemeyiz; fakat pek çok yoksul ailede, aile olmanın gerekleri
yaşam kavgasında kaybolup gitmektedir. Özellikle kırsal kesimden kentlere göç eden ve
kentlerin çevresinde bir iki odalı evlerde hayatlarını sürdüren kalabalık ailelerde her
birey çalışmak zorundadır. Çocuklar eğer okuyorlarsa okuldan arta kalan zamanlarda ya
da tatillerde aile bütçesine katkı sağlamaya çalışırlar. Yoksulluğun, imkanların
kısıtlılığının, başaramamanın, hayal kırıklıklarının, faturası genellikle kadınlara ve
çocuklara kesilir. Aile içi şiddet, iletişimsizlik, suça eğilim gibi durumlarında sıkça
yaşandığı kentlerin yoksul ailelerinde mutluluğu ve belki de kurtuluşu dışarıda arayan
çocuklar ergenlik çağlarında kendilerine model alabilecekleri ebeveynlerden yoksun,
geleceklerinden endişeli, bireyler olarak yetişmektedir.
39
Yoksulluğun neden olduğu bireysel yansımaları sadece yoksul insanlar da
görmemekteyiz. Aynı zamanda tüketim toplumunun değişmez aktörleri haline gelen
zenginler de çevrelerinde olup bitenler karşısında duyarsızlaştıkça insan olmanın
gereklerinden uzaklaşmakta, kentlerine sonradan gelip yerleşen gecekondu insanını
çoğu kez hem kendi hem de yaşadıkları şehir adına tehdit olarak algılamaktadırlar.
Bizden olan, bizim insanımız olan her iki kesim arasındaki sosyal eşitsizlik arttıkça
toplumsal ve bireysel dengeleri muhafaza etmek de güçleşmektedir.
1.8.1.1. Sekülerleşme
Dinsel söylemler açısından baktığımızda genel olarak her inanç sistemi
yoksulların korunup kollanması gerektiğini söyler. Özellikle İslam Dini, dünya malının
dünyada kalacağını, paylaşmanın, yoksul, yetim hakkı gözetmenin öbür dünyada
ödüllendirileceğini ifade eder. Buna karşın yoksulluk bir anlamda dini duyguların
zayıflamasına neden olabilmektedir. Aslında din-yoksulluk ilişkisine iki ayrı
pencereden bakmak mümkündür. Bazen yoksulluk dini duyguları körüklerken bazen de
bireylerin dinden uzaklaşmalarına sebep olabilir.
Aile dinselliğin yaşatıldığı en küçük toplumsal birimdir. Aile içerisinde
dinin, ibadetlerin, inançların mahremiyeti dikkat çekicidir. Bir çocuğun dinle ilk
tanışması ailede olur. Dini duyguları kuvvetli bir ailede yetişen çocuk, dinsel
yapılanmanın her aşamasına şahit olur.(SUBAŞI;2004,128) Kimi zaman yoksulluk söz
konusu olduğunda, yoksulluğun aşılabilmesi, rahat bir hayat sürebilmek ve ihtiyaçların
karşılanabilmesi adına dine bağlılık daha da su yüzüne çıkar. Bazen bireyler, yaratıcıya
kendilerini görüp gözetmesi için dua ederler, cefa dolu yaşamlarının aslında bir sınav
olduğunu ve öteki dünyada sabretmeleri karşılığında mükafatlandırılacaklarını
düşünürler. Bazen de içinde bulundukları şartlara şükredip zamanla her şeyin yoluna
gireceğini, bir şekilde önlerine onları kurtaracak, refaha ulaştıracak bir kapının
açılacağını umut ederler.
Eğer yoksullar çabalamak yerine içinde bulundukları durumu kabullenme
yolunu seçerek, bir gün bir yerde bir şekilde yoksulluktan kurtulacakları umudu ile
yaşamaya devam ederlerse bu yoksulluğun kader haline dönüştüğü anlamına gelir.
Zamanla bu durum çaresizlik ve umutların yitirilmesiyle içinden çıkılmaz bir hal alır.
Bütün bu bahsettiklerimiz dinle yakından ilgilidir. Elbette ki din insanları özellikle de
40
zenginleri yoksul olanlarına karşı sorumlu davranmaya, fakirleri de daha fazla
çalışmaya, şükretmeye davet eder. Ancak yoksulluğun bir diğer yüzü de şudur ki;
yaşanılan acılar, başarısızlık, hayal kırıklığı, içinde bulunulan şartların olumsuzluğu,
işsizlik ve buna benzer pek çok durum bireyleri isyan ettirir. Çevrelerinde iyi şartlarda
yaşayanları gördükçe dünyanın adaletsizliğine, kendilerini koruyup gözeteceğini
düşündükleri hiçbir şeyin olmadığına inanırlar ve bu onları dinden uzaklaştırır. Bu
nedenle yoksulluk bazen sekülerleşmeye sebep olabilmektedir.
Özetle, gerek Hıristiyanlık, gerekse Müslümanlık olsun ortak söylem
mülkün Allah’a ait olduğudur. Önemli olan çalışmaktır. Birey çalışarak kazandığını
emanet olarak görmeli ve bu emanete uygun bir hayat sürdürmelidir. Fakirler,
sabretmeli, zenginlerde şükretmelidir. İki büyük dindeki bu ortak söylem, kutsal
metinlerde de ortaya konmuştur.(BİLGİN;2003,234-235)Din ve yoksulluk ekseninde
değerlendirilmesi gereken dini duyguların çok güçlü olmadığı ve bireylerin dünyevi
değerlere daha fazla önem verdiği toplumlarda yoksulluk sorunu dine sarılmaktan çok
dinden kopuşu güçlendirebilir.
1.8.1.2. Yabancılaşma
Yabancılaşma, sosyolojik anlamda oldukça sık duyduğumuz, toplumsal
yapılar ve toplumsal dönüşümler için başvurulan bir kavramdır. Kavram, “en genel
çerçevesiyle bireylerin birbirinden ya da belirli bir ortam veya süreçten uzaklaşmalarını
anlatır.” (MARSHALL; 1999,798) Söz konusu kentleşme olduğunda bu kavram, kırsal
kesimlerden kentlere göç edenlerin, kentsel yaşama karşı takındıkları tavır ve
sergiledikleri davranışların ifadesi olarak kullanılabilir. Kent hayatı, sonradan gelip ona
dahil olanlar adına oldukça dönüştürücü olabilmektedir. Sadece fiziksel bir dönüşümden
ziyade bahsolunan kişisel bir yaklaşım gelişimidir.
Kentlere gelip, kent hayatına katılanlar, daha öncede belirttiğimiz gibi ne
tam kentli ne de tam köylü olabilmişlerdir. Şüphesiz ki yorucu mücadeleler neticesinde
sosyal ve ekonomik yönden iyi yerlere gelenler de mevcuttur. Fakat genel anlamda
baktığımızda kent çevrelerine yerleşen ve günübirlik işlerde gelecek teminatı
olmaksızın yaşayan insanların sayıca diğerlerinden fazlalığı göze çarpar. Yabancılaşma
kavramı işte tam bu noktada bu tip insanlarımızın hayata karşı duruşlarını ifade etmek
açısından kullanılabilir. Yoksulluğun, kentlerde kabuk değiştirmiş hali olan kentsel
41
yoksulluğa maruz kalan gecekondu insanı, toplumun, devletin kısacası kendi gibiler
dışında olan herkesin yapabileceği hiç bir şey kalmadığına inandığında ya içine kapanıp
umutsuzluklarıyla avunur ya da farklılaşmaya başlar. Genel kural ve kaidelerin yavaş
yavaş dışına çıkar. Bazen bu durum illegal davranışların doğmasına sebep olabilir.
Ancak önemli olan sergilenen illegal davranışlardan ziyade bunun benimsenerek
içselleştirilmesidir. Mesela hiçbir zaman çevresinde gördüğü kentliler gibi
olamayacağını kabullenen birey için yaptıklarını sorgulamak ve çevreyi dikkate alarak
hareket etmek gibi bir zorunluluk yoktur. Bu insanların bir araya gelerek kurguladıkları
yeni yaşam ne göç etmeden sürdürdükleri köy hayatı gibidir ne de göç ettikten sonra
kendilerini karşılayan ve zoraki içeriye buyur eden kent hayatı gibidir. Yabancılaşma
kavramı bu insanların işte tam bu noktada sergiledikleri duruşun etiketi olabilir. Evet,
onlar yabancıdır, yabancılıkları kent sakinlerinin tüketici kimliklerine, saatlerle
sıkıştırılmış hayatlarına, birbirlerine karşı mecburiyet ve iş dışındaki mesafelerine, köy
insanının ise yardım severliğine, tanıdık olmanın verdiği güven hissine, yokluk
karşısındaki sabır ve sükunetlerine sahip olamamanın getirisidir.
Anthony Giddens’ın, Goffman’dan aktardığı kavramı ile bakacak olursak
bu bir anlamda uygar kayıtsızlıktır. Giddens’ın bahsettiği uygar kayıtsızlık “modern
sosyal yaşantıya katılanlar arasında kamusal alanlarda tanımlanmaktadır. Buna göre,
caddede yürüyen kentli bireyler “yabancı” ile karşılaştıklarında öncesi birbirlerini
süzmekte daha sonra bakışlarını başka bir yönde odaklaştırarak devam etmektedir.”
(AKTARAN: ASLANOĞLU; 1998,78) Moderniteye ve dahası modernitenin
mekanlarına yani kentlere metropollere özgü olan bireyselcilik, kabullenme, sahiplenme
ve içselleştirme davranışlarını da silip süpürmüştür. Uygar kayıtsızlık, (yada uygar
ilgisizlik ) bu bağlamda bir davranış kalıbının ifadesidir.
“Yerel topluluğun her zaman için en geniş toplumsal örgütlenmenin temeli
olarak varolduğu modernlik öncesi kültürlerde “yabancı” (sözcüğü) bir “kişi”ye-
dışarıdan gelen ve potansiyel olarak şüpheli birine- işaret eder. Başka bir yerden gelip,
küçük bir topluluğun içine giren bir kişinin bu topluluk içinde uzun yıllar yaşadıktan
sonra bile, topluluk üyelerinin güvenini kazanmadığı bir çok durum olabilir. Modern
toplumlarda ise tersine, yabancılarla aynı biçimde bir etkileşime giremeyiz.”
(GİDDENS;1994,75)
42
Giddens bu durumun güven oluşturma ile ilişkili olduğunu ifade etse de
ülkemiz için güvenlik sorunsalı son birkaç yılda ciddi bir hal almıştır. Öyle ise bu
güvenlikten ziyade kentli ve köylü olmanın ayrıldığı o ince çizginin ifadesi olabilir.
Kent sakini için de yabancı olan gecekondulu, kentin bir parçası olmayı asla
başaramayacaktır. Bunda gecekondulaşmanın pozitif bir şekle bürünememesinin ve
sürekli sorunlar silsilesinin göbeğinde yer almasının da etkisi büyüktür.
1.8.1.3. Farklılaşma
Farklılaşma kavramını kullanan George Simmel, bu kavramı bireyin
evrimsel anlamda ilerlemesi ve evrimselleştirici yarar olarak betimlemiştir. Simmel’in
bahsettiği sosyal farklılaşma, toplumun büyümesi, karmaşıklaşması ile bireylerin
hareketlerinin daha rahatlaması, özgürlüklerinin artması ve ait oldukları gruplarla
bağlarının çözülmesi yani bireylerin bireyselleşmeleri anlamında yol kat etmeleri
manasına gelir. Simmel’e göre bu durum bireylerin yaşam imkanlarını arttıran bir
şeydir. Gelişmemiş toplumlarda insanlar bağlı oldukları gruplar aracılığı ile
nitelendirilirken, gelişmiş toplumlarda farklılaşan ve genişleyen çevre bireyin ilerlemesi
açısından pek çok seçenek sunar.(JUNG; 1995,45-48) Bu seçeneklere ek olarak Simmel
şehir insanının kendi dışındakilerle olan ilişkileri konusunda da sergilediği tutumu
açıklarken bireyselleşmenin bir diğer yönünü gözler önüne sermektedir. “ Metropoliten
insanın başkalarına yönelik davranışı resmiyet ve çekingenlik göstermektedir. Simmel,
bu çekingenliğin içsel boyutunun sadece kayıtsızlık olmadığına, aynı zamanda hafif bir
nefret veya en azından karşılıklı yabancılık duygusu ve iğrenme olduğuna inanıyordu. “
(WEBER;2000,35)
George Simmel’in bahsettiği sosyal farklılaşma bireyin topluma uyum
sürecinde farklılaşıp ayrışarak, bir uyum yakalayıp geliştiği noktasına odaklanır.
Ülkemiz açısından durum analizi yapılacak olursa, Simmel’in teorisinin, gelişim
anlamında bazı sorunlara kaynaklık ettiği kanaatindeyim. Simmel’in bahsettiği gibi
toplumsal yapıda meydana gelen değişimler (ki burada bahsolunan özellikle kentleşme
sürecidir) bireylerin bireysellikleri adına imkanlarını ve hareketlerini özgürleştirici
olabilir. Ancak bu durum, yardımlaşma güdüsü, biraradalığı sağlayan kültürel değerler
için risk alanı oluşturabilir. İnsanın bireyselliği ile yalnızlığı da artar. Kentlerde
yaşanılan ve sorunlara karşı bireyleri duyarsızlaştıran faktör budur. İnsanoğlu çevresel
43
değişime uyum sağlamak konusunda sıkıntı çekmekte ve bu da gecekondulaşma, sokak
çocukları, suç oranlarında artış gibi olumsuz şartlara sebep olmaktadır. Elbette ki
kentsel sorunların kökeni kentleşme değildir. Kentsel sorunların kökeni hazırlıksız ve
plansız kentleşmedir. Geleneksel değerlerle yoğrulmuş insanları kentlerin yalnızlığına
iten ekonomik koşullar, kentlerin parlak ışıklarından uzaktaki varoşlarda da onların
yakasını bırakmamaktadır.
George Simmel’in ifade etmeye çalıştığı sosyal farklılaşma bireyselleşme ve
özgürleşme adına rahatlatıcı görünse de unutulmaması gereken bireylerin
davranışlarında geleneksel bağların ne denli önemli olduğu gerçeğidir. Modernite
denilen süreç, bireye sınırsız imkanlar sunsa da, bireyin sıkıntılarına engel
olamamaktadır. Büyük kentlerdeki şatafatlı, rengarenk yaşamların ötesinde bu cazibeye
asla ulaşamayacak insanların varolduğunu bilmek bir anlamda toplumsal uçurumu da
kabullenmek anlamına geliyor ki, kentlerdeki hayatın tam tasviri budur.
Kırsal yaşamlarda bireylerin sıkıntılarını paylaşabilecekleri, yardım
görebilecekleri kendi dışındakiler yani diğerleri mevcuttur. Bu diğerleri bireyin dahil
olduğu bir sosyal grup, dini ve kültürel birlik veya geniş bir aile olabilir. Kentlerde ise
bireyler sadece ihtiyaçları doğrultusunda sosyal gruplarla ilişkiye geçerler. “Bu
bakımdan ele alındığında, yine kır ve kent ailesinin yapısal bir karşıtlık içinde
bulunduğu ve her ikisinden de ayrılan yönleri ile yeni kentlilerin ikisi ortasında yer
aldıkları görülmektedir. “(SENCER; 1979, 449-450) Arada kalmışlık tam anlamı ile
nereye ait olunduğu ve nasıl yaşanılacağı konusunda göç eden kır insanını sıkıntıya
sokmaktadır. “Toplumsal yaşamın ikili bir farklılaşma ve kutuplaşma sürecine girmesi
ve bu sürecin belirli etiketlerle hızla evrimleşmesi, mekana yansıyarak, bugün
karşılaştığımız belli başlı kentsel sorunları görüntüleştirmektedir.”(TOLAN; 1977,36)
1.8.2. Toplumsal Yansımalar
Buraya kadar yoksulluğun bireysel yansımalarından bahsetmeye çalıştık.
Yoksulluğun yol açtığı psikolojik ve sosyal tahribat kimi zaman öylesine derin
olmaktadır ki, yoksulluk ortadan kalksa bile neden olduğu sorunlar devam etmektedir.
Bu sorunların ortadan kaldırılması için her şeyden önce toplumun ve devletin el ele
vererek hayat şartlarını herkes için eşit ve yaşanılabilir hale getirmesi, kısacası sosyal
eşitsizlikleri ortadan kaldırması gerekmektedir.
44
Yoksulluk bireysel sorunların yanında toplumsal ölçekte de bazı negatif
durumlara neden olabilmektedir. Gecekondulaşmanın, çevresel kirlenmenin yoksullukla
yakından ilgisi vardır. Aşağıda daha ayrıntılı olarak ele alacağımız gecekondulaşma,
çevresel kirlilik netice itibari ile toplumsal ölçekte problemlerdir; ancak yansımaları
toplumsal olduğu kadar bireyseldir de. Yani özünde yoksulluğun ister toplumsal, isterse
bireysel yansımalarından bahsedelim, her ikisi de ötekini etkileyebilmektedir.
1.8.2.1. Gecekondulaşma
Yoksulluğun toplumsal yansımalarından belkide en önemlisi gecekondu
gerçeğidir. ”Gecekondu yapmaktaki temel amaç, göçen kimsenin satınalma gücü çok
kısıntılı olduğundan, olanak ölçüsünde ucuz konut sahibi olabilmektir.”
(KIRAY;1998,92) Gecekondular kentleşme ve yoksulluk bağlamında ele alındığında
ortaya çıkan tablo pek de iç açıcı olmamaktadır. İlk bakışta sadece ekonomik
yetersizliklerin bir sonucu olarak görünen gecekondular, uygulanan yanlış politikaların
neticesinde çarpık kentleşmenin en bariz ifadesi haline gelmiştir. Alt yapı eksiklikleri,
hizmet birimlerinin yetersizliği, sağlıksız koşullar gibi pek çok sorunla yüz yüze olan
gecekondu insanı, aynı zamanda yoksulluk kültürü olarak tabir ettiğimiz alt kültürün de
oluşumuna kaynaklık etmektedir. “Merkezi hükümetler, imar affı yasalarıyla
gecekondulaşmayı adeta teşvik etmekte; kısa vadeli çıkarlarını ön plana almakla
sorunların katlanarak çoğalmasına ve sonuçta çözümsüz hale gelmelerine seyirci
kalmaktadırlar.“(OKUTAN;1995,30) Gecekondulaşma görüldüğü üzere oldukça
karmaşık ve çarpık bir düzenin neticesi olarak varlığını sürdürmektedir.
“Gecekondunun sözlük anlamı ‘izinsiz olarak hemen bir gecede çatılıveren
yapı’ anlamındadır.“(ERKAN;2002,124) Ülkemizde gecekondu olgusunun ortaya çıkışı
II. Dünya Savaşı yıllarına rastlar. 1948 yılında kentlerde gecekondu sayısı, 25-30 bin,
1953 yılında 80 bin, 1960 yılında 240 bin, 1983 yılında 1,5 milyondu. 1945 ve 1960
yıllarında politikacıların gecekondulara artık olmuş bitmiş diyerek tapu dağıtmaları, bu
olguyu bir anlamda özendirici hale getirmiştir. Tarihsel açıdan bakıldığında
gecekondulaşma sürecini şu şekilde özetleyebiliriz. İlk olarak 1960‘lara gelene kadar,
yoksul aileler yaptıkları gecekonduları barınma ihtiyaçlarını karşılayabilmek için
kullanıyorlardı. 1960-1970 yıllarında gecekondular konut gereksinimini karşılamaktan
ziyade kiraya verilerek gelir elde etmek amacıyla kullanılmaya başlandı. 1970-
45
1980’lerden sonra iş iyice ticarete dökülmüş ve gecekondu bir sektör haline gelmiştir.
Artık gecekonduları satan firmalar vardı. Buna ek olarak şehirlerde memurluk, kapıcılık
yapan kimseler gecekondu yaparak bunları kiralamaya başladı. Gecekondunun borcunu
kira ile karşılayan bu insanlar sayesinde gecekondular sık sık el değiştirir oldu.
(KELEŞ;2000,385-394)
Gecekondulaşma gerçeği terimsel olarak Türkçe’ye yeni kavramlar da
kazandırmıştır. Gecekondu mahallesi, gecekondu halkı gibi bu yeni kavramlar bir
anlamda oralardaki yaşamı özetlemektedir.(KONGAR;2001,562) İkinci dünya
savaşından sonra hız kazanan sanayileşme, ülkemizde de kentleşmeyi arttırmıştır.
Ancak ülkemizdeki bu kentleşme hareketini karşılayacak yeterli konut bulunmaması ve
varolan konut arsalarının da fiyatlarının artması gecekonduların oluşumuna neden
olmuştur. Sanayileşmenin bir uzantısı olan serbest pazar ekonomisi konut sektöründeki
talepleri arttırınca, bu alandaki vurgunculuk da yeni bir boyut kazanmıştır. Kentlerde bir
taraftan büyük apartmanlar yükselirken, diğer taraftan kırsal kesimden kentlere göçüp
gelenlerin şehir çevrelerindeki gecekonduları çoğalarak artmıştır.(GÖRGÜLÜ;1998,21)
Gecekondulaşmanın hem zararlarından hem de faydalarından bahsedilebilir.
Kent dokusunu zedeleyen ve yoksulluğun yaşandığı, yaşatıldığı yerler olarak algılanan
bu mekânların, faydaları şunlardır; her şeyden önce gecekondulaşma, sanayileşme ve
serbest pazar ekonomisinin yarattığı konut açıklarının kapatılmasında sayısal olarak
alternatif bir çözümdür. Gecekondu yapım aşamasında yardımlaşma ve dayanışmayı
güçlendirir. Yaratıcı bir zekanın ürünü olan bu yerleşim mekanları son olarak, yapım
aşamasında bir ölçüde olsa da işsizliğe çözüm sunmaktadır. Zararlarına gelince,
gecekondular sanayi kuruluşlarına yakın, yaşamaya elverişli olmayan, kurak, kirliliğin
fazla olduğu arazilere yapılmaktadır. Alt yapı sorunlarının olduğu bu arazilerde kısa
sürede kurulan gecekondular ihtiyaçları karşılayacak niteliklerden yoksundur. Yine
önceleri ucuz gibi görünen bu yapılar eksiklikleri giderilmeye çalışıldıkça oldukça fazla
masrafa neden olmaktadır.(KELEŞ;2000,381-384)
Aslıda gecekondular, vatandaşlarca, istihdam ve maddi gelir elde etme adına
bir alternatif oluştursa da, uzun vadede, gecekondular yoksulluğun ve işsizliğin
yaşandığı yerlerdir.(DOĞAN;2003,141) Gecekondu insanları, içinde bulundukları
46
geçim sıkıntıları nedeniyle geleceğe yönelik beklentilerini yitirmekte, yaratıcılıklarını
yoksulluğun içinde kaybetmektedirler.(TÜRKDOĞAN;2002,517)
Gecekonduların batı ülkelerindeki bir diğer adı da slumdur. Ancak
ülkemizdeki gecekondu tipi yerleşmelerle aynı gibi görünse de slumları
gecekondulardan ayıran belli başlı özellikler mevcuttur. Genellikle tek katlı, tek odalı
olan ve toplumsal dönüşümün sonucu olarak ortaya çıkan gecekondular slumlarla
karşılaştırıldığında daha sağlıklı mekanlardır. Gecekondularda kalanlar kırsal kesimden
kentlere göçüp gelenler, slumlarda yaşayanlar ise kentlilerdir. Slumlarda çok katlı
yapılarda birden fazla aile bir arada yaşamaya çalışırken, gecekondularda kalabalıkta
olsa genel olarak tek aile yaşar. Kent içerisinde konumlanmış olan slumlara karşın
gecekondular kentlerin çevrelerini sarıp sarmalamaktadır.(KELEŞ;2000;376-377)
İstisnai durumlar dışında ayrıca , gecekondularda slumlara nazaran daha iyi yaşam
standartlarına ulaşma arzusunda olan insan toplulukları göze çarpmaktadır.
(KELEŞ;2000;52)
Kısacası gecekondular kentleşme neticesinde, kırdan kentlere göç edenlerin
kentlerin etraflarında oluşturdukları mekanlardır. Bu mekanlar yoksulluğun getirisi olan
sorunlarla boğuşmanın yanı sıra, kentsel kirlenmeye de neden olmaktadır. Daha sonra
ayrıntılı olarak ele alacağımız kentsel kirlenme hem gecekondularda yaşayanların
sağlıklarını hem de toplumun bütününü tehdit etmektedir.
1.8.2.2. Kentsel Kirlenme
Özellikle gecekondulaşma ve çarpık yapılanma kentsel kirliliği arttıran en
önemli nedenlerin başında gelmektedir. Çevre kirliliği ekolojik sistemin bozulması
anlamına gelir. Sanayileşme, doğanın tahrip edilmesi, yoğun kentleşmenin getirisi olan
hava kirliliği, su kaynaklarının gerektiği gibi değerlendirilememesi ve su kaynaklarının
kirliliği, çöplerin gelişi güzel dağılması doğaya büyük zararlar vermektedir. Bütün bu
saydıklarımız şehirleşmenin düzenli olarak planlanamamasından kaynaklanmaktadır.
Yine gecekondu bölgelerindeki yaşam koşulları çoğu kez sağlık açısından zararlı
olmaktadır.
Gecekondular kurulurken yok edilen ormanlık alanlar, aşırı betonlaşma,
denizlerin kirletilmesi, tarihsel değerlerin tahribatı kentsel kirlenmenin sonuçlarıdır.
Kentlerde nüfus arttıkça, insanların ihtiyaçları da artmaktadır. Özellikle büyük
47
şehirlerdeki otomobil sayılarının fazlalığı, fabrikalar, hava kirliliğine yol açar. Turizm
sektöründeki yenilikler ve kurulan tesislerin doğaya verdiği zararlar, yol ve otopark
yapımı için yok edilen yeşil alanlar kentsel kirliliğin neticeleridir.(ERKAN;2002,140-
148)
1.8.2.3 Toplumsal Kadercilik
Daha öncede bahsettiğimiz gibi yoksulluktan daha tehlikeli olanı
yoksulluğun kader haline dönüşmesi, dönüştürülmesidir. Eğer yoksulluğun kader haline
dönüşmesi herkesçe kabullenilirse, o zaman yoksulluğun ortadan kaldırılması adına
yapılacak bir şey kalmamıştır. Sosyal eşitsizliklerin fazlasıyla yaşandığı, zenginlerle
fakirlerin arasındaki uçurumun derinleştiği toplumlarda, yoksullar içinde bulundukları
şartlardan bir an önce kurtulmak adına bazen yanlış yollara sapabilirler. Bazen de bu
durum tam tersi bir seyir izler. Yoksul kimseler güç hayat şartlarının bir gün bir şekilde
ortadan kalkacağına ve kendilerinin de diğerleri, gibi iyi koşullarda yaşayacaklarına
inanırlar. Fakat bu onlar için sadece bir umut olmanın ötesine geçmez.
Yoksullar içlerinde taşıdıkları umutlarını yitirmezler; ancak hayallerine
ulaşmak için de hiçbir şey yapmazlar. Oturup, onları yoksulluktan kurtaracak birini ve
ya birilerini, beklerler. Kısacası varlarını, yoklarını kadere teslim etmiş olan bu
kimseler, bugün bulup bugün tüketirler, geçici işlerde çalışırlar. Eğer buraya kadar
bahsettiğimiz anlayış toplumun bütününe yayılırsa bu toplumsal kaderciliğe dönüşür.
Toplumsal kadercilik bireylerin yaratıcılıklarını, çalışma azimlerini yok eder
Örneğin Hindistan’daki kast sisteminde, kast tabakası dışında kalanlar
çektikleri cefa dolu hayatlarına katlanma yolunu seçmekte, eninde sonunda bu
yaşadıklarının tekrar dünyaya geldiklerinde ödüllendirilerek ortadan kalkacağına
inanmaktadırlar. Bu durum inançlarla ve toplumsal yapı ile de yakından alakalıdır.
Ancak Hindistan’dakilerin sahip oldukları bu kaderci anlayış, onları içe kapalı ve esnek
olmayan bir sınıfsallığa itmektedir.(DOĞAN;2003,110-111) Hangi ülkede veya
toplumda olursa olsun yoksulluğun kaderciliğe dönüşmesi, yoksulluktan kurtulma
çabalarını zorlaştırmaktadır. Bireyler daha iyi şartlarda yaşama isteklerini yitirdiklerinde
ya da bu isteklerini belli değerlerle gölgelediklerinde toplumsal kadercilik kaçınılmaz
hale gelir.
48
1.8.2.4. Toplumsal Kirlenme
Çalışmamızın başından beri açıklamaya çalıştığımız yoksulluk ve
yoksulluğun yol açtığı sorunlardan, sokak çocukları ve suç, toplumsal kırılmaların birer
yansımasıdır. Giderek artan sokak çocukları ve suç sorunlarının, biran önce
çözümlenmesi gerekmektedir. Yoksulluk, özellikle de kentsel yoksulluk toplumsal
bağların zayıflamasına, toplumu bir arada tutan değerlerin kaybolmasına neden olur. Biz
buna toplumsal kirlenme diyoruz. Bu başlık altında inceleyeceğimiz, sokak çocukları ve
suç konularını çalışmamızın ikinci bölümünde daha ayrıntılı ele alacağız.
Hızlı ve plansız kentleşme ile kırdan şehirlere göç edenlerin oluşturdukları
gecekondular, yoksulluğun yaşatıldığı alanlardır. Bu alanlarda aileleri bir arada tutan
sevgi, inanç, saygı gibi unsurlar, ekonomik koşulların olumsuzluğu nedeniyle
yitirilmekte, tabir yerindeyse, aile fertlerinin her biri kendi başlarının çaresine bakmak
zorunda kalmaktadır. Türk toplum yapısının özünde yardımseverlik, dayanışmacılık, bir
aradalık gibi değerler vardır. İslam dininin etkisiyle de bu değerler yüceltilmiş, aile
kurumuna özel bir önem atfedilmiştir. Ancak sanayileşmenin etkisiyle artık toplumsal
değerlere eskisi kadar sahip çıkılmamakta, insanlar gelişen teknolojinin de etkisiyle
yalnızlaşmakta, insan olmanın gereklerinden uzaklaşmaktadır. Tıpkı çevremiz gibi
yavaş yavaş tükettiğimiz insanlığımızın da faturası ne yazık ki ağır olmaktadır.
1.8.2.4.1. Suç
Yoksulluk ve suç birbirleriyle doğrudan bağlantılı olgulardır. Yoksulluğun
suç üzerinde tam anlamıyla olmasa da etkisi vardır. Ekonomik olanakların yetersiz
olduğu durumlarda, bireyler ihtiyaçlarını giderebilmek adına suç işlerler. Elbette ki bu
işlenen suçların özünde sadece ihtiyaçlarını gidermek düşüncesi yatmayabilir. Kimi
zaman lüks yaşama isteği ve güçlü olmak arzusu da insanları suça iter. Yeryüzünde
suçun varolmadığı hiçbir toplumdan yahut ülkeden bahsedemeyiz. Küçük veya büyük
çapta olsun suç, insanoğlu varolduğu ilk zamandan beri karşılaşılan bir durumdur.
Yunan düşünürleri de suçun üzerinde durmuşlardır. Örneğin Platon suçun,
tutkular, hazlar ve bilgisizlikten meydana gelen bir çeşit ruh hastalığı olduğunu
söylemiştir. Platon’a göre suçun önlenebilmesi için yapılacak şey aydınlatılmaktır.
Aristoteles’e göre ise, suçun nedenlerini fakirlik, devrim ve sosyal koşullarda aramak
gerekir. Aristoteles, suçlular üzerine yaptığı analizlerinde de, suçluları toplum düşmanı
49
olarak kabul etmekte ve cezalandırılmaları gerektiğini savunmaktadır. Yani bugüne
kadar pek çok bilim adamı suç konusunda çeşitli görüşler ileri sürmüş ve suçu
açıklamaya çalışmıştır. Çünkü suç olgusu çok genel bir olgudur.(YAVUZER;1986,6)
Suç olgusunun genelliğine ek olarak aynı zamanda nisbiliği yani göreceli oluşu da bir
diğer noktadır. Suç, işlendiği mekana, işleniş sebebine, işleyen kişinin içinde bulunduğu
psikolojik duruma, yaşına göre değişir. Örneğin günümüzde ağır suçlar diye tabir edilen
bazı suçlar, geçmişte ağır suç kapsamında değerlendirilmezdi. Bunun tam tersi de
mümkündür. Geçmişte ağır suç sayılmayan bazı suçlar günümüzde ağır suç kapsamında
sayılmaktadır.(DÖNMEZER;1994,49)
İster ahlaki, ister biyolojik, isterse toplumsal bağlamda ele alınsın, suçun
nedenlerini genel olarak dört başlık altında değerlendirebiliriz:
• Biyolojik Nedenler
• Psikolojik Nedenler
• Sosyolojik Nedenler
• Sosyo-Psikolojik Nedenler (SOKULLU; www.kriminoloji.com,
18.05.2006)
Suçun biyolojik nedenleri arasında, körlük, sağırlık, topallık, çolaklık,
zayıflık, hastalık, gibi bedensel bozukluklarla yaş ve cinsiyet gibi biyolojik özellikler
etkilidir. Bedensel arızaların neden olduğu suçların genlerle ve kronik bozukluklarla
ilişkisini ortaya koyan çalışmalar mevcuttur.(DÖNMEZER;1994,117-118)Buna ek
olarak bedensel eksikliklerin iş bulma durumunu veya çalışmayı olumsuz yönde
etkilediği hallerde, bireylerin suç işleme oranlarının da arttığı bir gerçektir. Suçun
psikolojik nedenleri de suça kaynaklık eden önemli durumların oluşumuna zemin
hazırlar. Psikolojik sorun yaşayanlar, psikolojik rahatsızlığı olanlar suç işlemeye
meyillidirler. İnsanlar bedensel gelişimlerine ek olarak zihinsel anlamda da gelişirler.
Birtakım sebeplerden dolayı kişi eğer zihinsel gelişimini yeterli ölçüde
tamamlayamazsa, psikolojik rahatsızlıklar yaşar, bu rahatsızlıklar giderilmezse veya
önemsenmezse kişi toplumdan kendini soyutlar ve suç işlemeye yatkın biri olur.
50
Suçun nedenleri arasında şüphesiz ki en geniş kapsamlı olanı sosyolojik
nedenlerdir. Siyaset, ekonomi, çevre, kurumlar, arkadaş çevresi, aile, örf ve adetler, din,
eğitim, gibi sosyolojik konularla suç arasındaki bağlantıları ortaya koyan örnekler ve
çalışmalar mevcuttur. Sosyo-Psikolojik nedenler de suç üzerinde ekilidir. Bireyin içinde
yaşadığı sosyal çevrenin bireyin psikolojik yapısında yarattığı deformasyonlar suç
işleme eğilimini arttırır.
Çalışmamızın asıl konusu sokak çocukları olduğu için suç olgusunu uzun
uzadı ya anlatmak yerine sokak çocukları sorununun ortaya çıkmasında etkili olduğunu
düşündüğümüz çarpık kentleşme ile suç arasındaki bağlantıyı ortaya koymaya
çalışacağız. Genel olarak şehirleşme, gecekondulaşma, iç göçler, gelenek ve
göreneklerin şehirleşme sürecindeki yansımaları suçla bağlantılıdır. Kırsal kesimlere
nazaran kentlerde suç oranları daha fazladır. Şehirleşme sürecinde artan nüfus kontrol
mekanizmalarını zayıflatmakta ve yetersiz bırakmaktadır. Kırsal kesimlerde toplumsal
ilişkiler daha belirgin olduğu için bireyler suç konusunda daha duyarlı davranabilmekte,
gelenek ve göreneklerin ortaya çıkardığı sosyal kontrolde bir anlamda suçu önleyici
olabilmektedir. Çarpık kentleşmenin kente göç edip gelenlere hazırladığı sürprizler,
suçu tetikler. Kırsal kesimden şehirlere daha iyi şartlarda yaşamak umuduyla gelenlerin
aradıklarını bulamamaları, yoksulluk, hizmet alanlarındaki yetersizlikler, konut
sorunları, şehir hayatının hızlı temposuna ayak uyduramamak, bireyleri suça iter.
Kültürel farklılıklar, kolay yoldan köşeyi dönme hayalleri, entegrasyon zorlukları,
günden güne kopan aile bağları, sanayileşmenin neden olduğu çevresel zararlar ve buna
benzer pek çok problem suçu arttırır.
Kırsal kesimde yaşayanların alışkanlıkları, davranışları, şehirlerde
yaşayanlardan belirgin biçimde ayrılır. Kırsal kesim insanı, şehir insanına nazaran daha
dayanışmacı, oto kontrol mekanizması daha gelişmiş ve daha sahiplenicidir. Bütün bu
özellikler ve davranış kalıpları şehre göçle beraber anomik durumların oluşmasına yol
açar. Şehir hayatında kopuk ilişkilerle örülü olan toplumsal yapı kırsal kesimdeki
dayanışmacı ruhu da içinde kolayca eritebilmektedir. Göç edenlerin uyum sorunları,
ekonomik koşulların zorlayıcılığı, arada kalmışlıkları suç işleme oranlarının artışını
etkiler. Yine şehir insanını kalabalıklar içindeki yalnızlığı, iş hayatının yorucu temposu,
gelişen teknolojinin unutturduğu insanlar arası ilişkiler ve paylaşımlar bireyleri bazen
suça iter. (HANCI;www.kriminoloji.com,17.05.2006)
51
Suç denilince şüphesiz ki en fazla karşılaşılan suçlar mala karşı işlenilen
suçlardır. Özellikle son zamanlarda hemen her gün sayısız gasp, hırsızlık gibi olaylar
yaşanmaktadır. Bunun yanı sıra, cinayet, adam yaralama, dolandırıcılık, ırza geçme
suçları da, önemli oranlardadır. Kısaca söz ettiğimiz bu suçlar artan nüfusla, sanayi,
ekonomi ve siyasi alanda yaşanan dönüşümlerle büsbütün artmıştır. Sadece üreten
olmayan aynı zamanda tüketen de olan kitleler, büyük şehirlere göç edince, ihtiyaçların
karşılanması zorlaşmış, bu süreci hızlandıran tarım sektöründeki makineleşme işsizliği
körüklemiştir.(DÖNMEZER;1994,66) Ülkemizde yaşanılan toplumsal dönüşümlerin
yarattığı kırılmalar, lüks tüketim alışkanlıklarının yaygınlaşması, sosyal eşitsizlikler,
suça neden olmaktadır. Bir tarafta her istediğine fazlasıyla sahip olanlar diğer tarafta
temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayanlar, işte bu tablo var oldukça suç da kaçınılmaz
bir olgu olarak varlığını sürdürecektir.
Suç olgusunun nisbiliğinden daha önce bahsetmiştik. Suç çok karmaşıktır ve
bir takım faktörlere göre değişebilir. Suçun işlendiği çevre, suçu işleyenin cinsiyeti, yaşı
ve bunun gibi pek çok faktör suçun ortaya çıkışında bağımsız değişkenlerdir. Bu
bağımsız değişkenleri şu şekilde sıralamak mümkündür:
• Cinsiyet
• Yaş
• Medeni Hal
• Meslek
• Öğrenim Durumu
• Suçun İşlendiği Yer ve İşleniş Zamanı
• Aile Yapısı ve Aileye ilişkin Özellikler
• Ekonomik Düzey
Yukarıda sözünü ettiğimiz tüm bu değişkenler suçun niteliğine göre farklılık
gösterebilir. Suç incelenirken ve suçla ilgili hüküm verilirken bu değişkenler dikkate
alınmak zorundadır.(İÇLİ;1993,18) Suç olgusu incelenirken bu değişkenler
çerçevesinde suçun işleniş tarzına, amacına, yönelik olduğu kişi veya kurumlara
bakılarak da suçun niteliği tespit edilir. Suçun niteliği dikkate alınarak Türk Ceza
52
Kanununda suçların sınıflaması yapılmıştır. Bu sınıflamaya göre suçları şu şekilde
sınıflamak mümkündür:
1. Vatana İhanet Suçları
2. Hürriyete karşı Suçlar
3. Devlet Yönetimine Karşı Suçlar
4. Adliyeye Karşı İşlenen Suçlar
5. Kanun Düzenine Karşı Suçlar
6. Kamu Güvenine Karşı Suçlar
7. Kamu Esenliğine Karşı Suçlar
8. Genel Ahlaka ve Aile Düzenine Karşı İşlenen Suçlar
9. Kişiye Karşı Suçlar
10. Mala Karşı Suçlar (İÇLİ;1993,8-11)
Yukarıda belirttiğimiz suç sınıflamaları en genel başlıklar halinde ele
alınmıştır. Bu genel başlıklar altında suçlar daha ayrıntılı biçimde tasnif edilmekte ve
Türk Ceza Kanununda belirtilmektedir. Örneğin yalan yere yemin etme suçu, adliyeye
karşı işlenen suçlar kapsamında değerlendirilir. Bunun yanında ırza geçme, zina,
kaçırmak, alıkoymak ise genel ahlaka ve aile düzenine karşı işlenen suçların içerisinde
sayılmaktadır. Suç olgusu çok yönlü bir sorunsaldır. Suç denildiği zaman bu olgunun
ahlaki, hukuki, ekonomik, siyasi, dini, kültürel boyutlarından bahsedebilir ya da suçu
analiz ederken bu etkenler çerçevesinde çalışabiliriz.
Bazı teorisyenlere göre suç ahlaki, bazılarına göre ise ekonomik temellidir.
Bu bağlamda sosyal yapı, sosyal süreç ve sosyal çatışma teorileri suç davranışı
açıklanırken devreye girer. Bu çalışmanın asıl amacı sokak çocukları sorununu ortaya
koymak olduğu için suç kavramı ile bağlantılı olarak sokak çocukları sorununu sosyal
yapı teorisi çerçevesinde değerlendirme yolunu seçtik. Çünkü sosyal yapıda meydana
gelen dönüşümler neticesinde ortaya çıkan kırılmalar toplumsal düzeni olumsuz yönde
etkilemekte ve sokak çocukları, suç, gecekondulaşma gibi olgulara zemin
hazırlamaktadır.
53
1.8.2.4.2. Sokak Çocukları
Yoksulluğun zarar verdiği en önemli kesim çocuklardır. Özellikle ergenlik
döneminde içinde bulundukları koşullardan fazlasıyla etkilenen çocuklar, suç işlemeye
daha meyilli olurlar. Bu nedenle ailelerin, çocukların yetişkinliğe geçtikleri bu dönemde
daha anlayışlı ve sabırlı olmaları gerekir. Yaşadıkları ekonomik güçlükleri
algılayabilmekte zorlanan çocuklar, isteklerinin karşılanması adına ısrarcı davranırlar.
Arkadaşlarıyla benzer koşullara sahip olmaya çabalarlar. Bunu gerçekleştiremedikleri
zamanda aileleri ile çatışmaya girerler. Kısacası çocuklar yetişkinlerden farklı olarak
daha kolay etkilenebilen bir yapıya sahiptirler. Korunmaya ve yol gösterilmeye ihtiyacı
olan çocuklar yoksulluk, çarpık kentleşme, yanlış arkadaş seçimi, aile kurumundaki
olumsuz dönüşümler, neticesinde sokaklarda hayatlarını sürdürmekte, hakları olan
eğitim, sağlık gibi hizmetlerden yararlanamamakta, suç işlemekte yani sokak çocukları
dediğimiz acı filmin gönülsüz kahramanlarını oynamaktadırlar.
Sokaklarda yaşayan, çalışan; köprü altlarında, izbe, terkedilmiş köhne
mekanlarda barınan bu çocuklar hayatlarını devam ettirebilmek için gasp, kapkaç,
yankesicilik adam yaralama vb. suçlara bulaşmaktadırlar. Buna ek olarak çetelerce
kullanılmakta, cinsel istismara uğramakta, tiner, bali, gibi uyuşturucu maddelerden
medet ummakta ve alkol bağımlısı olmaktadırlar. Sokaklarda yaşayan veya çalışan her
çocuk sözünü ettiğimiz bu durumlarla karşı karşıya olmasa da er yada geç sokakların
karanlığında kaybolmaya mahkumdur. Önemli olan bu çocuklara sahip çıkmak ve
onların hak ettiği hayatı yaşamalarını sağlamaktır.
Sokak çocukları sorununun ortaya çıkmasının nedenlerinden en önemlisi
kentsel yoksulluktur. Kente göç eden aileleri yaşadıkları uyum zorlukları, içinde
bulundukları olumsuz ekonomik koşullar, aile içindeki, denetim mekanizmasını
zayıflatmaktadır. Sokaklarda özgür ve istediği gibi bir hayat sürebileceği fikrine kapılan
çocuklarda evden kaçarak sokaklarda yaşamayı seçmektedirler. Buna ek olarak aile içi
şiddet, cinsel taciz, ailenin parçalanması, medyanın gösterdiği şatafatlı hayat, arkadaş
çevresinin etkisi çocukları sokağa iten diğer önemli faktörlerdir. Çalışmamızın ikinci
bölümünde daha ayrıntılı inceleyeceğimiz sokak çocukları gerçeği hem çocuklara hem
de topluma zarar vermektedir. Bu sorunun ortadan kalkması için öncelikle sosyal
54
dayanışma mekanizmaları geliştirmeli ve yoksulluğun önlenmesine yönelik çalışmalar
yapılmalıdır.
Sokak çocukları sorunu sadece devletin ya da siyasilerin sorunu değildir.
Toplumun her kesiminin bu soruna karşı duyarlı olması gerekir. Halkın, sivil toplum
örgütlerinin, planlı bir şekilde hareket etmesi zorunludur.
56
2.1. SAPKIN YOKSULLUK
Bu bölüme kadar yoksulluktan, yoksulluğun kentlerdeki şekil değiştirmiş
hali olan kentsel yoksulluktan bahsettik. Ancak birde sapkın yoksulluk olarak
adlandıracağımız ve maddi imkan kısıtlılığından ziyade, kentsel yoksulluğu yaşayan
bireylerin yoksulluğun etkisi ile sergiledikleri davranışların kalıplaşması ve
yaygınlaşması durumundan söz etmemiz gerek. Yoksulluk dediğimiz olgu fiziksel ve
sosyal ihtiyaçların karşılanamamasıdır. Bir mahrumiyeti ifade eden yoksulluk,
yaşandığı müddetçe bireylerin davranışlarını da etkileyerek onları değiştirir. Birey her
ne kadar bu değişime karşı direnç gösterse de şartların zorlayıcılığı, bireydeki direnci
kırar. Dayanma gücünün kırılması tam olarak yoksullukla ilgili değildir aslında.
Yoksulluğu yaşayanlar, yaşadıkları şartların değişmeyeceği fikrine inanırlarsa bu onları
sapkın yoksulluğa itebilir.
Her yoksulluk durumu sapkın yoksulluk değildir. Bir toplumda
dönüşümlerin, savaşların, ekonomik bunalımların yaşandığı geçiş dönemleri en fazla
halkı etkiler. Daha önce de bahsettiğimiz Kurtuluş Savaşı yıllarında olduğu gibi halkın
yoksul düştüğü, varını yoğunu tükettiği zamanlar olabilir. Her şeye sıfırdan başlamanın
gerektiği bu zamanlar da halkın birbirine kenetlendiği sık görülen bir durumdur.
Nitekim sorunlar ancak bu şekilde aşılarak günümüze gelinmiştir. Kurtuluş Savaşı
yıllarında olsun, ekonomik buhranlarda olsun, karşılaşılan yoksulluk katlanılabilir
yoksulluk olma özelliği taşır. Yoksulluk kıskacında kalmış halk bu zamanlarda
değerlerine, inançlarına daha sıkı sarılmışlardır.
Bugün kentlerde görülen sapkın yoksulluk olduğu gibi insanlar, illegal
yollardan kazanç elde etmek yerine çalışarak kazanmayı seçmişlerdir. Şüphesiz ki o
dönemlerde de suç olayları görülmüştür; ama günümüzde ki ile kıyaslanamayacak
boyutta.
2.1.1. Katlanılabilir Yoksulluk
Katlanılabilir yoksulluk, şartlar ne olursa olsun yoksulluğun illegal
faaliyetleri meşrulaştırma aracı olarak görülmediği mahrumiyeti ifade eder. Yoksulluğu
yaşayanlar gereksinimlerini karşılamaktan mahrum olsalar bile, onları ayakta tutan
geleneksel ve dini değerlerin yitirilmediği ve aktarıldığı bir hayat sürdürebildikleri
sürece aşılamayacak sorun yoktur. Oysaki tam tersi olursa, yani yoksullukla karşı
57
karşıya kalanlar yoksulluğu toplumsal itiraz aygıtı olarak kullanırlarsa sapkın yoksulluk
dediğimiz yoksulluğun en tehlikeli hali ortaya çıkar. Bugün büyük kentlerde yaşanılan
kapkaç olayları, sokakları mesken tutan sokak çocukları da bunun bir neticesidir.
Nasıl olsa çalışarak kazanmak mümkün değil, fikrine sahip olanlar suçu
yaşadıkları yoksulluğu kullanarak meşrulaştırırlarsa sokaklarda güven içerisinde
yürüyebilmek imkansızlaşır. Köşeyi dönmeyi kafasına koyan herkes yoksulluğu bahane
ederek hareket etmeye başlar. Bu, aslında bizlere yabancı gelmeyen bir tasvir.
Metropollerde her gün yaşanılan gasp, hırsızlık, adam yaralama gibi suçların kökenine
inildiğinde çoğunda elde etme, sahip olma güdüsünün yattığı görülebilir.
Bu sahip olma arzusu kentsel yoksullukla baskınlaşır ve yitirilen değerlerin
de etkisi ile eyleme dökülür. Katlanabilir yoksulluğun, sapkın yoksullukla yer
değiştirdiği zaman bu zamandır. Her yoksul kent insanı için geçerli olmasa da artan suç
oranları, ortada ne kadar büyük bir sorun olduğunun ip uçlarını vermektedir. Varoş
insanı dışlandıkça, iş imkanları azaldıkça bahsettiğimiz sapkın yoksulluk bir zehir gibi
önce geleneksel değerleri, ananeleri, inançları ve son olarak vicdanımızı yok etmeye
devam edecektir.
2.2. SOKAK ÇOCUKLARI
Çalışmamızın ikinci bölümünü sokak çocuklarına ayırdık. Bu bölümde
sokak çocukları sorununu tüm yönleri ile ele almaya çalışacağız. Ekonomik şartlardaki
olumsuzluklar, kentleşme ve kentleşmenin sonucu ortaya çıkan kentsel yoksulluğun
getirisi olan, sokak çocukları, sayıları gün geçtikçe artan bir kitleye dönüşmektedir.
Sokak çocukları hem kendilerine hem de içinde bulundukları topluma ciddi zararlar
vermektedirler. Bu sorunu çözmenin ilk basamağını şüphesiz ki sokak çocukları
sorununu tanımlamak oluşturmaktadır. Ancak sorunun tanımlanmasının ardından
çözüm adına bir şeyler yapılabilir. Çünkü sokak çocukları, çok yönlü ve karmaşık bir
sorundur. Her şeyden önce sokaklarda yaşayan ve sokaklarda çalışan çocuklar arasında
belirgin farklılıklar mevcuttur. Yine sokak çocukları olarak tanımladığımız çocukların
bir kısmının ailesi yokken bir kısmının, tam anlamıyla olmasa da, en azından kendisi
ile ilgilenebilecek bir yakını vardır. Yani sokak çocukları ile ilgili yapılacak
çalışmalarda bu nüanslar göz önünde bulundurulmalıdır.
58
Her çocuğun sağlıklı bir ortamda büyümeye, yeterli beslenmeye, eğitim
hizmetlerinden yararlanmaya hakkı vardır. Bir toplum ancak bu koşullarda geleceğini
emanet edebileceği nesiller yetiştirebilir. Unutulmaması gereken çocukların korunmaya,
sahiplenilmeye ihtiyacı olduğudur. Tek başına bırakılan, horlanan, anlayışla
yaklaşılmayan, dışlanan, güven duygusu aşılanmayan çocuklar suç işlemeye, sokaklarda
yaşamaya, eğilimli hale gelirler. Kısacası bedensel ve psikolojik açıdan sağlıklı birer
birey olamazlar.
Çocukların, seçtikleri arkadaş grupları, içinde bulundukları çevre ve aile
ortamı, onların karakterlerinin şekillenmesinde birinci derecede etkili faktörlerdir.
Arkadaş gruplarının, aile fertlerinin yanlış davranışları, yoksulluk, şiddet, ilgisizlik
çocukları suça ve sokaklara iten en önemli nedenlerdir. Sokaklarda çalışan, sokaklarda
yaşayan, sokaklarda suç işleyen çocukların topluma yeniden kazandırılması için ilk
önce bu çocukları sokaklara iten nedenlerin ortadan kaldırılmasına çalışılmalı, aile
kurumunun önemi üzerinde durulmalı ve işsizliğe, kentsel yoksulluğa çözümler
üretilmelidir.
Yoksulluktan en fazla etkilenenin çocuklar olduğu unutulmamalıdır. Sırf
aile bütçesine katkı sağlasın diye çalışmaya itilen çocukların, sokaklardaki özgürlüğe,
kolay para kazanılabileceği fikrine alıştığı taktirde ailelerini terk ederek yeni yaşam
alanı olarak sokakları tercih ettiği bir gerçektir. Yine bu duruma ek olarak aile içi şiddet,
cinsel istismar, gibi sebeplerden dolayı sokaklarda yaşamayı seçenler, devlet
yurtlarından kaçıp sokaklara sığınanlar, arkadaş çevresinin etkisiyle sokaklarla
tanışanlar, sokak çetelerinin eline düşenler, kapkaç, gasp gibi yasadışı yollardan para
kazanmaya çalışanlar, adam öldürme, yaralama, tecavüz gibi ciddi suçları işleyenler ne
yazık ki bu ülkenin geleceği olan çocuklardır.
2.2.1. Sokakta Çalışan-Çalıştırılan Çocuklar
Sokakta yaşayan çocuklarla, sokakta çalışan veya çalıştırılan çocuklar ilk
bakışta birbiriyle aynıymış gibi görünse de, aslında çok farklı özelliklere sahip iki ayrı
grupturlar. Sokakta çalışan çocuklar genellikle okul harçlıklarını çıkartmak, aile
bütçesine katkı sağlamak amacıyla geçici işlerde çalışırlar. Yine bu çocukların bir kısmı
da meslek öğrenmek için aileleri tarafından oto tamircilerinin, kaportacıların,
berberlerin..vs. yanına çırak olarak verilirler. Bu iş kollarında çalışan çocuklar okuldan
59
ayrılmış ya da hiç okumamış çocuklardır. Sokaklarda çiçek, mendil satan, ayakkabı
boyacılığı yapan, arabaların camlarını silen çocuklar okulla işi bir arada yürütürler.
Sokak çocukları ile ilgili genel görüşlere baktığımızda ortaya çıkan tablo
pek iç açıcı değildir. Toplumun büyük çoğunluğu sokak çocukları denildiği zaman tiner,
bali kullanan, çevresine saldıran, kapkaç, gasp, hırsızlık gibi suçlara bulaşan, şiddete
eğilimli kesimi anlarlar. Oysaki yukarıda saydığımız olumsuz özellikler, sokak çocuğu
kategorisinde değerlendirilen bütün çocuklar için geçerli değildir. Özellikle kırsal
kesimden şehirlere göç eden ailelerin yaşadığı gecekondu mahallelerinde, aile içi
ilişkilerin tam anlamıyla deforme olmadığı yaşamlarda, çocuklar okul ihtiyaçlarını
karşılayabilmek, aile bütçesine destek olabilmek adına geçici ve günübirlik işlerde
çalışmakta, simit, mendil, su satmakta, çöp toplamakta, tatil günlerinde ayakkabı
boyamakta, kısacası suç işlemeden, suça bulaşmadan sokaklarda çalışmaktadırlar.
Geceleri evlerinde uyuyan, geleceği ile ilgili ümit besleyen bu çocuklar da sokak
çocuğu olarak tanımlanırlar.
Sokaklarda çalışan çocukları daha iyi anlayabilmek için şöyle bir sıralama
yapabiliriz;
1) Aileleri Olduğu Halde Sokakta Çalışan Çocuklar: Bu gruba dahil olan
çocuklar, daha öncede belirttiğimiz gibi aile bütçesine katkı sağlamak ya da kendi
ihtiyaçlarını karşılayabilmek için geçici işlerde çalışırlar. Ancak altını çizmemiz
gereken önemli bir husus bu çocukların bir kısmının ailesinin, bir kısmının da kendi
isteği ile çalıştığıdır. Yaşadığı ekonomik sıkıntıların farkında olan ve kendince ailesine
destek olmak isteyen, ihtiyaçlarını kendisinin karşılaması gerektiği düşüncesine sahip
çocuklar kendi istekleri ile çalışırlar.
Bazı ailelerde, çocukların özelliklede yetişkin çocukların katkılarına ihtiyaç
olduğu düşüncesi mevcuttur.(DOĞAN; http://yayim.meb.gov.tr) Bu aileler çocuklarını
çalışmaya sevk ederler. Onların kazanacağı para bir anlamda maddi sorunların
hafifletilmesi anlamına gelir. Çocuklar çalışmak taraftarı olmasalar bile annelerinin
özellikle de babalarının ısrarı, zorlamaları neticesinde çalışırlar.
Sözünü ettiğimiz bu çocuklar ailelerinin yanında kalmaktadırlar. Sokaklarda
yaşayan çocuklara nazaran suç işleme, cinsel istismara uğrama, çetelere katılma, gibi
60
olumsuz durumlarla karşılaşma riskleri daha düşük olmakla birlikte, buradan, tamamen
bu risklerden uzak oldukları anlamı çıkarılamaz.
2) Ailesi Olmayan Çocuklar: Bir aileye sahip olmayan ve sokaklarda
çalışan çocuklar denildiği zaman daha sorunlu bir grup akla gelmektedir. Bu çocuklar
kendisi ile ilgilenebilecek bir ebeveyne sahip değildirler. Hayatlarını sürdürebilmek için
gerekli olan şeyleri kendileri temin etmek durumunda oldukları için geçici işlerde
çalışırlar veya sık sık iş değiştirirler. Bu çocuklar ya aile içi şiddet, baskı gibi
nedenlerden ötürü evlerini terk etmişlerdir, ya da gerçekten kendisine bakabilecek bir
yakını olmadığından dolayı çalışmak durumunda kalmışlardır.
Ailesi olmayan çocukların durumları da farklılık gösterebilir. Örneğin;
- Bu çocukların bir kısmının anne-babası yoktur. Ya vefat etmiştir ya da
çocuk küçük yaşlarda çeşitli nedenlerden dolayı yuvaya bırakılmış, terkedilmiştir.
Yuvadan kaçan, yaşı dolduğu için yuvadan ayrılmak durumunda kalan bu çocuklar belli
bir eğitime tabi olmuş daha sonra da çeşitli sektörlerde çalışmaya başlamışlardır. Bu
çocuklardan yuvadan kaçanlar dediğimiz gruba dahil olanlar genellikle sokaklarda
yaşayan, suç işlemeye daha meyilli, bu gün bulduğunu bugün tüketen, eğitimini yarım
bırakmış çocuklardır.
- Ailesi olduğu halde bu sıralamaya dahil edebileceğimiz bir diğer grup
ise aile içi ilişkiler nedeniyle evini, yaşadığı şehri, köyü, kasabayı terk eden, sokaklarda
yatıp kalkan, geçici işlerde çalışan, çetelerce sömürülme, kullanılma riski yüksek, suç
işleyen ya da suç işlemeye meyilli olanlardır. Anne, babasından dayak yiyen, cinsel
tacize maruz kalan, dışlanan, aşağılanan, çeşitli işlerde çalışmaya zorlanan çocuklar
çözümü çoğu kez kaçmakta bulmuşlardır. Büyükşehirlerde yaşam savaşı veren bu
çocukların bir kısmı şanslı olmakta ve kendini geçindirebilecek bir iş bulabilmektedir.
Bir kısmı ise geçici işlerde çalışmakta, ileride ne olacakları konusunda en küçük bir
ümit taşımamaktadırlar.
Sokak çocukları daha önce de belirttiğimiz gibi ilk bakışta aynıymış gibi
görünse de birbirinden oldukça farklı sorunlar sebebiyle zor koşullarda yaşam
mücadelesi vermektedirler. Genellikle çevre tarafından serseri, işe yaramaz, zararlı,
görülen bu çocuklar toplumdan sökülüp atılması gereken bir çıban muamelesi görürler.
Oysaki hiçbir çocuk yaşadığı ve yaptığı kötü şeylerin tek sorumlusu değildir.
61
Özel günlerde, bayramlarda, rengarenk kıyafetler içinde etrafına gülücükler
saçan minik yürekler bizlere ne kadar keyif veriyorsa, sokakların tenha köşelerinde
ellerinde alkol şişeleri, bali poşetleri ile kendinden geçmiş minik yürekler de o derecede
içimizi acıtmalıdır. Anlık ahlarla geçiştirdiğimiz, bize veya sevdiğimiz insanlara zarar
verdiklerinde nefret ettiğimiz, akşam evimize gittiğimizde unutup bir sonraki
karşılaşmaya kadar hatırlamadığımız bu çocuklara her gün yenileri eklenmektedir.
Yoksulluk başta olmak üzere, eğitim sistemindeki eksiklikler ve ucuz
işgücünün tercih edilmesinden dolayı çocuklar çalışma hayatında yer almaktadır. Ama
bu çocukların çalıştıkları yerlerde çeşitli istismarlar, fiziksel ve ruhsal gelişimlerini
olumsuz etkileyebilecek şartlar söz konusu olabilir.(www.turkis.org.tr,31.08.2006)
Denetim eksiklikleri, ailelerin çocuk emeğine duydukları gereksinim, çocukların
çalışarak elde ettikleri ile kendini büyümüş ve işe yayar hissetmesi çalışan çocuk
sayısını arttırmaktadır.
Çalışan çocukları bekleyen tehlikeler çoğu zaman görmezden gelinmekte ya
da umursanmamaktadır. Oysaki çocukların uzun süre çalışmaları onların iş kazalarını,
çeşitli hastalıklara yakalanma riskini, arttırır. Kimyasal ürünleri kullanan iş kollarında
çalışmaları, çocukların kalp, karaciğer, akciğer... rahatsızlıklarına yakalanmalarına yol
açabilir.(www.turkis.org.tr) Bütün bunlara ek olarak daha sonra da bahsedeceğimiz kız
çocukların fuhuş sektöründe kullanılması da çalışan çocuklar sorununun bir diğer
yüzüdür.
Devlet İstatistik Enstitüsünün verilerine göz atacak olursak 1992 yılından
2000 yılına gelininceye kadar çocukların iş alanlarındaki istihdamının giderek azaldığını
görebiliriz. Fakat azalma çocukların özelliklede 12-14 yaş grubundaki çalışan
çocukların tamamen ortadan kalktığı anlamına gelmez. Eğitim alacakları, sokaklarda
oyun oynayacakları yaşlarda bedenlerinin ve ruhlarının kaldıramayacağı yükleri
taşımaya çalışan bu çocuklar ilerleyen zamanlarda ciddi ruhsal sorunlarla
karşılaşabilirler.
62
Tablo 2.1. Yıllara Göre 12-14 Yaş Grubundakilerin İşgücü Durumu,
Türkiye (Bin)
12-14 yaş grubu
YILLAR Cinsiyet Nüfus İstihdam %
Toplam 3.785 843 22,3
1992 Erkek 1.930 476 24,7
Kadın 1.855 367 19,8
Toplam 3.848 614 16,0
1993 Erkek 1.960 381 19,4
Kadın 1.888 233 12,3
Toplam 3.933 737 18,7
1994 Erkek 2.002 435 21,7
Kadın 1.931 302 15,6
Toplam 4.003 706 17,6
1995 Erkek 2.040 412 20,2
Kadın 1.963 294 15,0
Toplam 4.011 668 16,7
1996 Erkek 2.044 377 18,4
Kadın 1.967 291 14,8
Toplam 4.000 585 14,6
1997 Erkek 2.037 351 17,2
Kadın 1.963 234 11,9
Toplam 3.968 527 13,3
1998 Erkek 2.021 296 14,6
Kadın 1.947 231 11,9
Toplam 3.936 472 12,0
1999 Erkek 2.002 277 13,8
Kadın 1.934 195 10,1
Toplam 4.140 469 11,3
2000 Erkek 2.147 221 10,3
Kadın 1.993 248 12,4
(DİE-Hanehalkı İşgücü Anketleri,
www.calısma.gov.tr/calısan_cocuklar/yillara_gore.htm)
63
Yukarıdaki verilere ek olarak 2003 yılı II. Dönem HİA sonuçlarına göre
Türkiye genelinde;
• 12-17 yaş arası çalışan çocuk nüfusu 773 bindir.
• Bu çocukların % 57.2’si tarım, %20.5’i hizmet, %19.3’ü sanayi
sektöründe çalışmaktadır.
• %54.3’ünü erkeklerin oluşturduğu bu çocukların %33’ü (255 bin
kişi) kentsel yerlerdedir. (http://www.die.gov.tr)
2.2.2. Sokakta Yaşayan Çocuklar
Sokaklarda çalışan çocukların durumunu tasvir ederken, bir anlamda
sokakta yaşayan çocuklara da değindik. Ama sokaklarda yaşayan çocukların, sokaklarda
çalışan çocuklardan ayrıldığı noktaları tam olarak tespit etmedik. Sokaklarda yaşayan
çocuklar her şeyden önce sokaklarda çalışan çocuklardan daha fazla risk altındadır.
Çünkü sokaklarda çalışan çocukların en azından barınma, beslenme gibi ihtiyaçlarını
karşılama olasılıkları daha fazladır. Burada elbette ki bu ihtiyaçların tam anlamıyla
karşılanmasından bahsetmiyoruz. Ancak hayatlarını sokaklarda sürdüren çocuklar
çalışan çocuklar gibi geçici de olsa bir işe sahip olmadıkları için suç işleme, çevrelerine,
kendilerine zarar verme oranları daha fazla olmakla birlikte şiddete uğrama, su istimal
edilme, yasadışı işlerde kullanılma, cinsel istismarla karşı karşıya kalma gibi sorunlara
daha açıktırlar.
Sokaklarda yaşayan çocukların içerisinde de mutlaka çalışan fakat
gidebileceği bir evi olmadığı için sokaklarda, arsalarda, barınmaya çalışanlar
mevcuttur. Yine de bu çocukların arkalarında kendilerine sahip çıkacak iyi-kötü bir
aileleri olmadığı için çalıştıkları geçici işler onları kurtarmaya yetmemektedir.
Sokaklarda yaşayan çocuklara ait genel bir profil söz konusu olduğunda şöyle bir tablo
ortaya çıkar;
Bu çocuklar, aile kurumuyla tamamen bağlarını kopartmışlardır, maddi ve
manevi ihtiyaçlarını çevrelerinde bulunanlardan ve arkadaşlarından gidermektedirler.
Yaşamlarını sokaklarda sürdürdükleri için, sosyal ve fiziksel gelişimleri tehlike
altındadır. Madde kullanımına diğer çocuklara nazaran daha açıktırlar. Bazen yakın
çevreleri bazen de bulundukları yerde yaşayanlar tarafından şiddete maruz kalabilirler.
64
Özellikle son onbeş yılda sayıları katlanarak artan bu çocukların mekanları
metropollerin sokak araları, boş inşaatlar, köprü altları, metro girişleri...vs dir.(AKIN;
www.sosyalhizmetuzmani.org)
“Sokakta çalışan çocukların tamamına yakını bir ‘normal’ ailenin gözetimi
altında yaşamaktayken; sokakta yaşayan çocuklar aile bağını ve dolayısıyla koruyucu
otoritesini tümüyle kaybetmiştir”(KARATAY;2003,261) Eğitim kurumlarından, sağlık
güvencesinden faydalanamayan, aile sevgi ve şefkatinden yoksun büyümeye çalışan
sokak çocukları, toplumsal sorunların bir getirisidir. Bu toplumsal sorunların başında
şüphesiz ki kentleşme gelmektedir. Kentleşmenin yan getirisi olan yoksulluk, aile
kurumundaki bozulmalar, ülkemizde pek çok çocuğun yukarıda belirttiğimiz durumlarla
karşı karşıya kalmasına neden olmaktadır.
İster sokakta yaşasın, isterse ailesi ile yaşadığı halde sokaklarda çalışsın
neticede sokak çocuğu diye tabir edilen bu çocuklar yetişkinlerin bile zor tahammül
ettiği koşullara zayıf bedenleri ile direnememektedir. “ Hepsinden daha vahim olanı da
şiddete, cinsel istismara maruz kalma, başkaları tarafından suç işlemeye zorlanma,
yaralanma, kronik-tehlikeli bulaşıcı hastalıklara yakalanma riski”dir.(AKBAŞ;2006,8)
Özellikle kız çocukları fuhuş batağına sürüklenmekte, daha ergenliklerini bile
yaşayamadan yetişkin birer kadın olmanın verdiği ağır sorumluluklarla karşı karşıya
kalmaktadırlar. HIV/AİDS, cinsel yolla bulaşan hastalıklar bu çocuklar için büyük
tehlike oluşturmaktadır.
“Çocuğun Ticari ‘Seks İşçiliği’, on sekiz yaşından küçük olanın
cinselliğinin nakdi ya da ayni karşılık için değiş tokuşu olarak tanımlanmaktadır.
Genelde bu, ‘Çocuk İşçiliği’nin en kötü koşullarda gerçekleştirilen türüdür.”
(KÜNTAY,ERGİNSOY; 2005,59) Kız çocukları kadar yaygın olmamakla birlikte
erkek çocuklarına da seks işçiliği yaptırıldığı görülmektedir. Ancak genel olarak evden
kaçarak sokaklarda yaşamayı tercih eden kız çocukları fuhuş batağına saplanır. Bu
çocuklar ya aile içi şiddet, baskı, cinsel tacizden dolayı ya da hayallerini
gerçekleştirmek için evlerini terk ederler. Özellikle son yıllarda devlet yurtlarından firar
eden genç kızların dramları da sık sık basında yer almaktadır. Devlet yetiştirme
yurtlarındaki koşullardan şikayetçi olduğu için bazen de arkadaş çevresinin etkisiyle
sokaklarda yaşamayı seçen bu genç kızların kadın simsarlarının eline düşmesi, seks
65
işçisi olarak çalıştırılması sık rastlanılan bir durumdur. Aslında sokaklarda yaşayan
çocuklarla ilgili yapılan çalışmalarda bu kızlarımızın durumları da göz önünde
bulundurularak çözüm üretilmesi şarttır.
2.3. YOKSULLUK VE SOKAK ÇOCUKLARI
Sokak çocuklarının ortaya çıkmasında etkili olan temel faktörlerden biri hiç
şüphesiz ki yoksulluktur. Ancak burada sözü edilen yoksulluk genel bir durumun
ötesinde özellikle sanayileşemeden artan kentsel yoksulluğun ifadesidir. Örneğin küçük
köy ve kasabalarda da yoksulluktan bahsedebiliriz. Fakat bu yerleşim yerlerinde yoksul
da olsalar aileler çocuklarına sahip çıkmaktadırlar. Bu da bize sokak çocukları
sorununun yoksulluktan ziyade kentsel yoksullukla ilintili bir durum olduğunu gösterir.
“Zira yoksulluk, ekonomik bir kategori olmanın yanı sıra, kişilerin içinde
yaşadığı, anlamlandırdığı, başa çıkmak için çeşitli yöntemler geliştirdiği toplumsal bir
durumdur.“(ERDOĞAN;2002,9-10)
Bu toplumsal durum büyük şehirlerdeki hayat şartları ile yakından ilgilidir.
Özellikle kırsal kesimden kentlere göç eden ailelerin yaşadıkları uyum sorunları, aile içi
ilişkilerin deformasyonunda büyük rol oynar. Küçük yerleşim yerlerinde yoksullukla
mücadele etmek daha kolaydır. Yardımlaşmanın, dayanışmanın, komşuluk ilişkileri ve
akrabalık bağlarının kentlere göre daha yoğun olduğu kırsal alanlarda bireyler içinde
bulundukları olumsuzluklara karşı durabilmektedirler. Bu karşı duruş kimi zaman
kabulleniş de olsa, en azından şehirlerdeki gibi vazgeçişleri beraberinde
getirmemektedir. Şehirlerdeki yoksulluk insanların ellerini, ayaklarını bağlayan
zincirlerden kurtulması için her yolu denemelerine sebep olabilmektedir. Seçilen yolun,
ister yasal, isterse yasadışı olsun gördükleri ile yaşadıkları arasındaki uçurumun bir an
önce kapanması için şarttır mantığı ön planda olduğu sürece, ahlaki boyutu
sorgulanmaz.
Yoksulluk, özellikle kentsel yoksulluk çocukları erken yaşlarda çalışmak
zorunda bırakmaktadır. Ailesinin zorlamasıyla ya da kendi isteği ile çalışan bu
çocukların pek azının düzenli bir işi vardır. Mendil satan, ayakkabı boyayan, araba camı
silen, belli noktalarda dilenen çocuklar kazançlarını ailelerinin ihtiyaçları için ya da
aileleri yoksa kendi hayatlarını devam ettirebilmek için kullanmaktadırlar. Sokak
çocukları diye tabir ettiğimiz bu çocuklara dünyanın her yerinde rastlamak mümkündür.
66
Zaten çocuk işçiliği geleneksel döneme kadar uzanan bir durumdur. Geleneksel
ailelerde her birey, çalışmak zorundadır. Aile hep birlikte üretir ve hep birlikte tüketir.
Gelişen teknolojiye bağlı olarak şekil değiştiren koşullarda çalışma hayatına yeni bir
boyut kazandırmış, artan nüfusa bağlı olarak köyden kente göç beraberinde çarpık
kentleşmeyi getirmiştir. Çarpık kentleşmeden etkilenen aileler kendi sorunları ile
boğuşurken, çocuklar ortaya çıkan boşluktan, çatışmalardan kurtulabilmek için
sokakları tercih eder olmuşlardır.
Ülkemizde de çok ciddi bir sorun haline gelen sokak çocukları ile ilgili
yapılan yasal düzenlemeler ne yazık ki bu çocukları sokaklardan kurtarmaya
yetmemektedir. Oysaki anayasamızda çocuk işçiliği ile ilgili pek çok yasal düzenleme
bulunmaktadır. Bu yasalara baktığımızda genel olarak çocuk istismarının önlenebilmesi,
sağlığını, gelişimini engelleyecek iş kollarında çalışmalarının önüne geçilebilmesinin
temel hedef olarak belirlendiğini görebiliriz. Fakat kentsel yoksulluğa tam anlamı ile
çözüm bulunamadığı için çocuklar sokaklarda çalışmaya devam etmektedirler.
Anayasamızın Yeni İş Kanununun 71. maddesi on beş yaşını doldurmamış
çocukların çalıştırılmasını yasaklamaktadır. Yine aynı madde on dört yaşını ve
ilköğretimini tamamlamış çocukların eğitim ve gelişimlerine engel teşkil etmeyecek
hafif işlerde çalışabileceklerini belirtir. 72. maddeye göre ise on sekiz yaşından küçük
çocuklar maden ocakları, tünel inşaatı gibi işlerde, çalışamazlar. 73. madde sanayide on
sekiz yaşından küçüklerin ve geceleri genç işçilerin çalışmasını yasaklar. Yine 85, 86 ve
87. maddelerde çocuk işçilerin ağır işlerde çalıştırılmamasını, on dört yaşından on sekiz
yaşına kadar çalışacak olan işçilerden sağlık raporu alınmasını öngörür. Bunlara ek
olarak, Hıfzısıhha Kanunu, Mesleki Eğitim Kanunu, İlköğretim ve Eğitim Kanunu,
Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu, Borçlar Kanunu, 506 Sayılı Sosyal Sigortalar
Kanunu ve Sendikalar Kanunu ile çalışan çocuklarla ilgili düzenlemeler yapılarak
çalışma koşullarının düzenlenmesi amaçlanmıştır.(www.calışma.gov.tr )
2.3.1. Yoksulluğun Bir Sonucu Olarak Sokak Çocukları
Sokak çocukları sadece yoksulluk bağlamında analiz edilebilecek bir sorun
değildir. Yoksulluk bu soruna neden olan faktörlerden sadece bir tanesi olarak ele
alınabilir. Ancak çalışmamızın daha önceki bölümlerinde de açıklamaya çalıştığımız
gibi, yoksulluğun bambaşka bir boyutu olarak karşımıza çıkan kentsel yoksulluk, sokak
67
çocuklarının ortaya çıkmasında temel etkendir. Kentleşme dediğimiz süreç içerisinde
yaşanılan toplumsal dönüşümler, toplumsal yapının en küçük ve en önemli birimi olan
aile kurumunda derin tahribatlara neden olmuş, bu tahribatların en net yansıması da
çocuklar üzerinde görülmüştür.
Aile bütçesine destek olsun diye altından kalkamayacağı ağır işlerde
çalışmak zorunda bırakılan çocuklar, çalışan çocuklar sorununa; gelir dağılımındaki
adaletsizliğin, işsizliğin içinde dağılıp giden ailelerde sokaklarda yatıp kalkan, suça
bulaşan, sokak çocukları sorununa yol açmaktadır. Yoksulluk, özelliklede kentsel
yoksulluk, çocuklara fiziksel ve ruhsal açıdan zarar verir.
Erişkin birer birey olana kadar çocuklar anne ve babalarının sorumluluğu
altındadır. Bu nedenle çocukların manevi açıdan sevgiye, ilgiye ve anlayışa; maddi
açıdan yeterli ve dengeli beslenmeye ihtiyaçları vardır. Bu gereksinimler öncelikle
sağlıklı bir aile ortamında karşılanmalıdır. Yarın ne yiyeceğini düşünen, sürekli şiddet
ve yoksulluk tehdidi altında yaşayan aile bireyleri için ilk düşünülmesi gereken şey ne
yazık ki en son düşünülmekte, yaşanılan sıkıntılara çocuklar da dâhil edilerek, onlardan
da aile bütçesine katkı sağlamaları beklenmektedir.
Günümüzde sokaklarda çalışan çocuklar sorunu ile karşı karşıya isek de
bunun yanında bu çocukların bir kısmı evden kaçarak köprü altlarında yaşamayı tercih
ediyorsa bunun temel nedeni kentsel yoksulluktur. Maddi açıdan sorunsuz ailelerin
çocukları da evden kaçabilir, sokaklarda yaşamayı tercih edebilir, ancak bu çok düşük
bir olasılık olmakla birlikte yoksul ailelerdeki kadar sık görülen bir durum değildir.
Özellikle kırsal alanlardan kentlere göç edenler, kentlerdeki zor koşullara
uyum sağlamak konusunda başarılı olamamaktadırlar. Bunun nedeni Türkiye’de
sanayileşme hızının kırsal kesimlerden kentlere göçün hızı ile orantılı bir seyir
izlememesinden kaynaklanmaktadır. Geleneksel aileden koparak kentlere göçüp gelen
bireyler bu cazibe merkezlerinin görünmeyen yüzü ile karşı karşıya kaldıklarında ne
yapacaklarını şaşırırlar.
Bir tarafta işsizlik diğer tarafta gözlerinin önünde yaşanan lüks hayatlar, bu
ikilem arasında sıkışıp kalan insanlar kendilerine ve topluma ait değer yargıları
yitirmeye başlarlar. Değer yargılarını sürdüremedikleri için de görüp hiçbir zaman sahip
olamadıkları hayata ulaşabilmek için illegal yollara başvurmaya başlarlar.
68
Bu nedenle, suç ve boşanma oranlarındaki artışın, aile içi şiddetin, sokak
çocuklarının en önemli nedeni kentsel yoksulluktur. İçinde biriktirdiği öfkeyi,
dışlanmışlık hissini, en yakınında olanlara yani ailesine yansıtan birey, aile kurumuna
ve aile kurumunu bir arada tutan temel faktöre yani çocuklara zarar verir.
Bireylerin sahip oldukları aidiyet duygusu yitirildikçe nerede oldukları ve ne
oldukları soruları cevapsız kalır. Bu sorulara cevap bulabilmek için bir şekilde
kendilerini ifade etme, ben de varım diyebilme gereksinimi duyarlar. Kendi yaşam
standartlarında bu ifade pekte kolay olmamaktadır. Örneğin ergenlik çağındaki bir
çocuk rahat koşullarda yaşayanları merakla takip eder, onlardan ne gibi bir farkı
olduğunu bulmaya çalışır ve zamanla ailesini suçlamaya başlar. Bu nedenle özellikle
kimliğini oturttuğu bu kritik devrede çocuklar çevreleri ile sürekli bir çatışma
halindedir. Kendi içindeki çatışmalara bir de aile ortamında yaşanılan çatışmalar
eklenince, çoğu kez çocuklar aradıkları özgür ortamı sokaklarda bulmaktadırlar. Eğer
aile çocuğu çalışması için sokaklara teşvik etmişse, paranın verdiği mutluluğa kolay
alışan çocuk bir daha eve dönmek istemez. Belki de bu yüzden geçmişte değer
yargılarıyla ifade edilen aidiyet, günümüzde cepte taşınılan para ile ifade edilmektedir.
Ülkemizde ne yazık ki gelir dağılımında ciddi bir dengesizlik söz konusudur
ve “Türkiye’de gelir dağılımındaki adaletsizliğin sonucu olarak ortaya çıkan yoksulluk,
çocuk çalışmasının itici gücünü oluşturmaktadır.”(SERTER;1997,12) Çalışan
çocukların sokakların çirkin yüzü ile tanışma olasılıkları oldukça yüksektir. Fuhuş ve
suç çetelerinin özellikle bu tip çalışan, maddi olanakları kısıtlı, sokaklarda yaşayan ve
kalabalık ailelere mensup çocukları tuzaklarına düşürdükleri su götürmez bir gerçektir.
Kısaca ifade etmek gerekirse, sokak çocukları sorunu özellikle ülkemizin
hızlı bir kentleşme sürecine girdiği ellili yıllarda yaşanmaya başlamıştır. Artan iç
göçlere yaşanılan toplumsal dönüşümler eklenince kurumlar bireylerin artan
ihtiyaçlarına göre yeni bir yapılanmaya gidememiştir. Ayrıca mevcut işsizlik katlanarak
artınca ilk çözülme aile kurumunda başlamış, toplumun temelinde yaşanan bu sarsıntı
sokak çocukları gibi önemli bir soruna kaynaklık etmiştir.
2.4. SOKAK ÇOCUKLARI VE SUÇ
Sokak çocukları toplum tarafından genelde potansiyel suçlular olarak
görülür.Bunun en önemli nedenlerinden biri özellikle son zamanlarda sıklaşan hırsızlık,
69
fiziksel saldırı gibi suçlardaki artıştır. Sokaklarda yaşam mücadelesi veren çocukların
hepsi suça bulaşmasa da, özellikle tiner, bali gibi uçucu madde kullanan çocukların
çevrelerine zarar vermeleri tüm sokak çocuklarının suçlu olarak değerlendirilmelerine
yol açmaktadır.
Çocuk suçluluğu evrensel bir sorundur. Suç işleyen çocukların hepsi sokak
çocuğu değildir. Yani sokak çocukları sorununu kökten halletmiş olsak bile bu suçlu
çocuklar sorununu hallettiğimiz anlamına gelmez. Fakat bizim çalışmamızın temelini
sokak çocukları oluşturduğuna göre suçluluk kavramı ile sokak çocukları kavramını bir
araya getirerek bir analiz yapmamız gerekecektir. Bu nedenle çocuk suçluluğu
dediğimizde asıl vurguladığımız suç işleyen çocuklar değil suç işleyen veya suç
işlemeye meyilli sokak çocukları olacaktır.
“Tüm gelişmiş Batı ülkelerinde “Çocuk Suçluluğu” dendiğinde akla
hırsızlık gelmektedir.“(YAVUZER;1998,7) Ülkemize baktığımızda da çocukların en
fazla işlediği suçların çalma, gasp etme üzerine yoğunlaştığını görebiliriz. Normal
koşullarla elde edemediklerini illegal yollardan ele geçirebilmek ya da hayatlarını
sürdürebilmek için şart olan gereksinimleri alabilmek adına suça bulaşan çocuklar,
emniyet güçlerince yakalansalar bile yaşları tutmadığı için çoğu kez sokaklara serbest
bırakılmaktadırlar.
Ailevi nedenlerle, arkadaş çevresinin etkisiyle veya başka bir sebeple
sokaklarda yaşayan çocuklar suç işlemeye meyillidir. Sadece sokaklarda yaşayanlar
değil aynı zamanda sokaklarda çalışan çocukların da suça bulaşma olasılıkları fazladır.
Basit bir örnekle açıklamak gerekirse; bir aile düşünelim anne baba ve çocuktan oluşan.
Maddi olarak rahat bir yaşamları olsun. Bu ailemiz çocuklarına gerekli sevgiyi ilgiyi de
versinler. Şimdi tüm bunlara bakarak biz bu ailede yetişen çocuğun suç işlemeyeceği
varsayımında bulunabilir miyiz? Cevabimiz elbette ki hayır. Çünkü bir çocuğun
toplumsallaşmasındaki tek faktör aile değildir. Buna ek olarak böyle bir aile ortamında
büyüse bile çocukların ergenlik dönemleri son derece sorunlu geçmektedir.
Ergenlik dönemlerinde kendini keşfetme çabası bazen çocukları olumsuz
davranışlara itebilir. Şimdi başa dönelim. Sokaklarda yaşayan, ergenliğini anne ve
babalarının denetiminde ve anne babalarının yardımları olmaksızın geçiren bir çocuk
için doğru ya da yanlış ayrımı ne kadar kolay olabilir ki? Yanında anne ve babası
70
olduğu halde bir çocuğun çevresinden etkilenerek yanlış yapma olasılığı varken bir
sokak çocuğundan nasıl uyumlu davranış beklenebilir?
Elbette ki açıklamaya çalıştığımız sokak çocuklarının suç işlemesi
normaldir tezi değil. Sadece sokaklarda yaşayan veya çalışan çocuklar için hayatın ne
kadar zor olduğu ve bu çocuklar için yapmamız gereken çok şeyin bulunduğudur.
2.4.1. Türkiye’de Çocukların En Fazla İşlediği Suçlar
Suça neden olan pek çok etkenden bahsedebiliriz. Ancak bu etkenlerden en
baskın olanı şüphesiz ki çevresel olanlardır. Özellikle bahsettiğimiz suçluluk durumu
çocuklarla ilgiliyse bu durum çocuktan ziyade gerçek suçlunun aile, çevre veya
toplumsal yapıdaki çarpıklıklarda aranması gerektiği anlamına gelir.
Ülkemizde suç işlenme oranları giderek artmaktadır. Özellikle çocukların
işledikleri suçlar akıl almaz bir boyuta ulaşmıştır. Artık caddelerde rahat rahat
yürüyememekten şikayet eden insanların görüntüleri haber bültenlerinin alışık
olduğumuz kareleri arasına girmiştir. Özellikle sokaklarda gasp, yankesicilik gibi
olaylarda belirgin bir artış vardır. İstatistikler de bunu doğrulamaktadır.
Tablo 2.2. Yıllara göre suç türü
SUÇ TÜRÜ 1998 1999 2000 2001
2002
2003 2004
Adam öldürmek 142 118 83 82 57 62 45
Hırsızlık 309 214 147 91 136 83 51
Irza geçmek 59 42 28 43 54 27 30
Fiili Livata 50 23 31 19 34 22 27
Yaralama 15 10 7 6 6 5 7
Gasp 102 120 100 98 139 103 134
Diğer 29 57 32 19 31 27 40
Kaynak: www.die.gov.tr./cin/adaletIst.htm
Devlet İstatistik Enstitüsünün çalışmalarına bakacak olursak, 1998-2004
yılları arasında ıslah evine giren çocukların çoğu hırsızlık ve gasp suçu işlemiştir. Bu
suçları ne yazık ki adam öldürme ve ırza geçme suçları izlemektedir. Hırsızlık ve gasp
suçlarının gözle görünür şekilde fazla olması hiç şaşırtıcı değildir. Çünkü çocukların
hayalleri yetişkinlerden daha büyüktür. Bu hayallerini legal yollardan
71
gerçekleştiremeyen, aile sevgisinden uzak ve güvensiz çocuklar bir anlamda suç
işleyerek kendilerini ispatlama yolunu seçmektedirler. Buna ek olarak gereksinimlerini
karşılayacak en kolay yol hırsızlık ve gasptan geçmektedir. İleride daha ayrıntılı ele
alacağımız çeteler çocukların suç işlemelerindeki diğer bir etkendir.
Ankara Ticaret Odasının üç resmi kurumun verilerinden yararlanarak
hazırladığı rapor ise çocuk suçluluğunun ürkütücü boyutlarını göz önüne sermektedir.
Bu rapora göre;
• Mala karşı işlenen suçlardan % 25’ini çocuklar işlemekte ve bu
çocukların %80’i hırsızlıkla suçlanmaktadır.
• 100 cinayet vakasında şüphelilerin 9’unu çocuklar oluşturmaktadır.
• İntihar teşebbüsünde bulunan 100 kişiden 20 tanesini çocuklar
oluşturmaktadır.
• 2000 yılındaki veriler çocuk sanıkların sayısını 88 bin olarak gösterirken
bu rakam 2003 yılına gelindiğinde 124 bine çıkmıştır.
• 2005 Temmuz ayından itibaren cezaevindeki 100 kişiden 3’ü çocuktur.
(www.atonet.org.tr,)
2.4.2. Cinsiyete Göre Suç Dağılımı
“Cinsiyet ve suç ilişkisi ele alındığında bütün toplumlarda kadınların suç
işleme oranlarının erkeklerden düşük olduğu görülmektedir. Ancak kadın suçlu oranı
ülkeden ülkeye, sosyo-kültürel yapıdaki farklılıklara bağlı olarak değişmektedir.“
(İÇLİ;1993,23) Ülkemizde kadınlar genel olarak toplumsal yaşamda arka plana
itildikleri için erkekler kadar girişken ve aktif değillerdir. Ayrıca kadınların erkeklere
nazaran daha duygusal ve fiziki açıdan daha zayıf olmaları, itaatkar ve uysal
yetiştirilmeleri, onları bir nebze de olsa suçtan uzak tutabilmektedir. Elbette ki tüm bu
varsayımlar kadınların suç işlemediği anlamına gelmez.
“Tarih boyunca erkek suç oranları kadınlardan yüksek olmuştur. Sadece
kadınlara has bazı suç türleri (örneğin; fahişelik, çocuk düşürme gibi) bu durumun
dışında kalır.” (İÇLİ;1993,27) Buna ek olarak kadınların işledikleri suçlar erkeklerin
işledikleri suçlara nazaran daha düşük ehemmiyette olduğu için çoğu kez emniyet
72
organlarınca daha barışçıl metotlarla çözülmekte bu yüzden suç istatistiklerine
yansımamaktadır. (DÖNMEZER;1994,125)
Söz konusu çocuk suçlular olduğunda ise özellikle son yıllarda kız
çocuklarının da suç işleme oranlarında belirgin bir artış göze çarpmaktadır. Ancak kız
çocuklarının suç işleme oranları kadar suç mağduru olma oranları da yüksektir. Fuhuş
sektöründe kız çocukları belirgin ölçüde kullanılmaktadır. Çeşitli nedenlerle evden
kaçan kızların sonu ne yazık ki kötü olmakta, ya tecavüze uğrayarak öldürülmekte ya da
erkeklere pazarlanmaktadırlar. Çetelerin eline düşerek alınıp satılan, dilenmeye,
kapkaça zorlanan çocukların önemli bir bölümü de kız çocuklarıdır.
Suç oranlarının cinsiyete göre dağılımına baktığımızda ise karşımıza 2005
itibariyle şöyle bir tablo çıkıyor; (www.atonet.org.tr)
• Her yüz çocuk şüpheliden 87’si erkek, 13’ü kız.
• Hırsızlık suçuyla yakalanan 100 çocuğun 13’ü kız.
• Kız çocuklarının en fazla işledikleri suç yankesicilik ve her yüz şüpheli
kız çocuğunun 43’ü bu nedenle suçlanıyor.
• Şahsa karşı işlenen suçların faillerinden %14’ü kız çocuğu.
• İntihara teşebbüs eden çocukların %77’si kız çocuğu.
Bütün bu rakamlara ek olarak 2005 yılı itibari ile Emniyet Genel Müdürlüğü
tarafından açıklanan suç istatistikleri söyle;
2005 yılında işlenen 487 bin 762 suçtan 56 bin 675’ini çocuklar işlemiş. 35
bin 309 çocuk ise bu suçların mağduru olmuş. Bu suçlardan şahsa karşı işlenenlerin 3
bin 275’i kız çocukları tarafından, 21 bin 72’si erkek çocukları tarafından işlenmiş.
Mala karşı işlenen suçlardan 3 bin 391’ini kızlar, 25 bin 695’ini erkek çocuklar işlemiş.
Tüm bu rakamlar karmaşasının aslında basit bir açıklaması var. Ülkemizde
her geçen gün çocuk suçluluğu artmaktadır ve çocuklarımızı sokaklarda yaşamaktan,
sokaklarda çalışmaktan kurtarmadığımız sürece artmaya devam edecektir. Geçmiş
yıllara baktığımızda kız çocuklarının suç işleme oranlarının bariz bir biçimde yükseldiği
görülmektedir. Bunda şüphesiz ki aile içi şiddetin, yanlış arkadaşlıkların, medyada
73
gösterilen şaşalı hayatlara olan özentinin, kısacası kentsel yoksulluğun getirisi olan tüm
etkenlerin rolü büyüktür.
2.4.3. Yaş Gruplarına Göre Suç Dağılımı
Suçu etkileyen faktörlerden biri de yaş gruplarıdır. Bazı suçlar belli bir yaş
grubunda daha sık görülmektedir. Şu suçu sadece şu yaş grubundakiler işler diye bir
genelleme yapamasak da, suç istatistikleri bize birtakım ipuçları vermektedir. Söz
konusu suç işleyen çocuklar olduğunda en fazla işlenen suç türünün hırsızlık olduğu
görülmektedir. Çünkü “genellikle denilebilir ki, daha çok aktif olan, hareket ve şiddet
gerektiren suçlar gençler tarafından işlenmekte buna karşılık hile ile işlenen fiiller yaş
bakımından olgunluğu gerektirmektedir.”(DÖNMEZER;1994,121)
Çocuk ve çocuk ağır ceza mahkemelerinde sonuçlanan davalara göre çocuk
suçluların yaş gruplarına göre dağılımı şöyledir;
2005 yılında 12-15 yaş arasındaki toplam 6963 çocuğa hırsızlık suçu ile
dava açılmış, bunlardan 3508’i mahkum edilmiştir. Yine aynı suçtan 16-18 yaş arasında
23215 çocuk sanıktan 9212’ si mahkum edilmiştir. Bunun dışında çocukların yaş
grupları, suç türleri ve mahkumiyet durumları aşağıda belirtilmiştir.
Tablo 2.3. Çocukların Yaş Grupları, Suç Türleri Ve Mahkumiyet Durumları
YAŞ GRUBU 12-15 YAŞ 16-18 YAŞ
İSNAD EDİLEN SUÇ
TOPLAM
SANIK MAHKUMİYET
TOPLAM
SANIK MAHKUMİYET
Müessir Fiil 2262 736 7332 2262
Trafik Kanununa Muhalefet 242 118 3073 964
Gasp 241 37 1201 349
Irza Tasaddi 172 32 1232 158
Ateşli Silahlar Kanununa Muhalefet 138 25 790 172
Şahıs Hürriyetini Tahdit 85 11 575 83
Hükümete Karşı şiddet ve Mukavemet 34 12 608 105
Uyuşturucu Madde ile İlgili Suçlar 36 11 440 65
Adam Öldürme Cürümleri 42 10 380 115
Kız, Kadın ve Erkek Kaçırma 14 1 288 17
(Kaynak: www.adli-sicil.gov.tr)
74
Çeşitli suçlara bulaşmış çocuklar çoğu kez cezai müeyyideleri olmadığı için
serbest bırakılmaktadır. Bu nedenle istatistikler göründüğünden daha yüksek rakamları
içermektedir. Ancak özellikle son yıllarda çocuk suç oranlarındaki artışa ek olarak suç
işleme yaşının da hayli düştüğünü gözlemlemekteyiz. Özellikle gasp, hırsızlık gibi
suçlar söz konusu olduğunda daha doğru ve yanlışı bile tam olarak idrak edemeyecek
kadar küçük çocuklar suça bulaşmakta, daha doğrusu bulaştırılmaktadır.
“Emniyet Genel Müdürlüğü verilerine göre, her yıl 100 bine yakın çocuk
hakkında adli işlem yapılıyor. Çocuklar da suç işleme yaşı ise 10’un altına düştü.”
(www.ntvmsnbc.com) Bu veriler ne kadar içimizi acıtsa da ne yazık ki gerçek. Her
geçen gün birkaç çocuğumuz daha sokakların ve suçun karanlık yüzü ile tanışmaya
devam ediyor. Hem de sevgiye, ilgiye ve yardıma en çok ihtiyaç duydukları yaşlarda.
2.5. ÇOCUKLARI SUÇA İTEN NEDENLER
Çocukların suça itilme nedenlerini tek bir kelime ile açıklamak zorunda
olsaydık, bu kelime şüphesiz ki kentsel yoksulluk olurdu. Ancak belirtmemiz gerekir ki
kentsel yoksulluk gibi bir sorunla yüz yüze olmayan çocuklar da suç işlemektedir. Fakat
bu çalışmada bizi asıl ilgilendiren sokak çocukları olduğu için, suç olgusunu da sokak
çocuklarına göre incelememiz gerekiyor. Çocukları sokaklara iten nedenler aslında,
onları suça iten nedenlerin de çıkış noktasını oluşturmaktadır.
Hızlı ve çarpık kentleşmenin getirdiği yaşam koşullarına ayak uydurmakta
zorlanan aileler, kolaylıkla parçalanabilmektedirler. Aileyi bir arada tutan geleneksel
değerler bütünü günümüz koşullarına ve baş döndürücü değişim hızına ayak
uyduramamaktadır. Kırsal kesimde yaşayanlar arasındaki bağların kentlerde yaşayanlar
arasındaki bağlardan daha kuvvetli olduğu bir gerçektir. Bu nedenle kırsal kesimde
yaşanan yoksulluk daha az yıpratıcı olmaktadır. Komşuluk ilişkilerinin hala
bozulmadığı yerlerde birbirlerine az da olsa destek olan insanlar mutsuzlukları,öfkeleri
ve çaresizlikleri ile daha kolay başa çıkabilirler.
Kırsal kesimden maddi sıkıntılar ya da başka nedenlerle kentlere göçen
aileler, kent hayatına kolay kolay adapte olamazlar. Ayrıca “köy toplumunda edinilen
beceriler kentte işe yaramadığı gibi, değer yargıları ve deneyimler de yol gösterici
değildir.” (YÖRÜKOĞLU;2002,213) Tüm bu sıkıntılar arasında var olma mücadelesi
veren ailelerin çocukları da “ sokaklarda öteberi satar,karaborsacıların eline düşer,
75
kendini karakolda bulur. Dayak yer, örselenir, aşağılanır. İlk masum suçundan ağır ceza
gören çocuğun tutunacağı yol toplumdan öç almaktır. “(YÖRÜKOĞLU;2002,213)
Bu öç alma dürtüsünün bir diğer boyutu da yaşanılan hayata karşı duyulan
öfkeden kaynaklanıyor olabilir. Yani çocuk yukarıda bahsettiğimiz durumlardan hiç biri
ile karşılaşmamış olsa da gördüklerine sahip olamamanın verdiği öfkeyi çevresinden
çıkarmak isteyebilir. Aile içi geçimsizliklerin ayyuka çıktığı, ihtiyaçların hiçbir zaman
karşılanamadığı, ailenin her ferdinin çalışmak zorunda olduğu, sosyal hayattan kopuk
kalmış yaşantının ağırlığını daha küçük yaşlarda yüklenmek zorunda kalan çocuklar için
bazen sokaklar kurtuluş olabilmektedir. Anne ve babalarının kavgalarını ya da geçim
zorlukları ile ilgili öğütleri dinlemekten bunalan çocuk, para kazanmanın tadına
varmışsa hiç eve dönmemesi de söz konusu olabilir. Burada dikkat çekmek istediğimiz
husus sokakların bu çocuklar için cazip mekanlar haline gelmesinin yarattığı tehlikedir.
Çünkü çoğu kez anne ve babalarının bile koruyup kollayamadığı bu çocuklar sokaklarda
iyice savunmasız kalmakta ve suç işlemeye meyilli hale gelmektedirler. Sokaklar
yetişkin insanlar için bile ürkütücü olabilmektedir.
Özetle, sokak çocuklarını suça iten nedenler genel olarak hızlı ve düzensiz
kentleşme ile ortaya çıkan kentsel yoksulluğun ve bu kentsel yoksulluğu en üst seviyede
yaşayan kırsal kesimden göç eden insanımızın kente adaptasyon sorunlarından
kaynaklanmaktadır. Buna bağlı olarak şekillenen ya da mevcut şeklini koruyamayan
hayat tarzları en çok çocuklar üzerinde yıpratıcı etkiye sahiptir. Yani;
• Aile içi şiddet
• Yanlış arkadaş seçimleri
• Ailedeki geçimsizlik
• Şaşalı hayatlara duyulan özenti
• Erken yaşlarda çalışmak zorunda kalan çocuklar
• Yetiştirme yurtlarındaki eksiklikler
• Kolay para kazanmanın tadı
• Çocuklar üzerindeki kontrolün zayıflaması
• Yardımlaşma olgusunun yavaş yavaş ortadan kalkması
76
• Özellikle gecekondu bölgelerindeki zor yaşam koşulları
• Sevgi, ilgi ve anlayış eksikliği
• Gelir dağılımındaki adaletsizlik
• Çeteler
• İşsizlik, çocukları suç işlemeye meyilli hale getirtmekte veya suçun
kollarına itmektedir.
“Görüldüğü gibi suç işleyen çocuk yoktur, suça itilen çocuk vardır. Suça
yönelen çocuk, ailedeki ve toplumdaki düzensizliklerin bedelini ödeyen, sonra da
topluma ödeten çocuktur.“ Suç işleyen çocuklara ceza vererek, onları toplumun dışına
iterek tekrar suç işlemelerine yardımcı oluyoruz. Zaten yaşadığı hayat onu yeterince
toplumdan soyutlamışken bir de işlediği suçtan dolayı dışlanan çocuk artık nefret ve
öfkesini bir şekilde dışa vurur. “Suçlu denen çocuk daha baştan, vazgeçilmez bir çok
hakkından yoksun bırakılan, dolayısıyla yasadışı yollardan hakkını almaya zorlanan
çocuktur.” (YÖRÜKOĞLU;2002,214)
2.5.1. Ailevi Nedenler
Toplumun en küçük yapıtaşı olan aile, birlik, beraberlik ve dayanışmanın
temelini oluşturur. Geleneklerin, kültürün gelecek nesillere aktarılması adına bir
teminattır. Üstlendiği taşıyıcılık rolü tarihsel birikimlere katkı sağlar. “Aile, çocuklu
veya çocuksuz karı kocadan oluşan, az veya çok bir süresi olan bir birlik veya sosyal
örgütlenmedir. Sosyal sistemin en küçük birimi olan aile, iç organizasyonu bakımından
bir grup, toplum organizasyonu bakımından ise, temel bir kurumdur.”
(TÜRKKAHRAMAN; 2006,149)
“Aile kurumu sosyalizasyon sürecinin kaynağı durumundadır. İnsanın
kazandığı duygu, düşünce, inanç ve davranışların kökleri ailededir.”(NİRUN;1994,19)
Çocuk öncelikle eğitimini aileden alır. “ Çocuğun zeka ve kişilik gelişiminde, özellikle
ilk çocukluk döneminde anne ve baba davranışlarının büyük rolü olduğu görülmektedir.
Kişilik meseleleri açısından bu etki, daha da büyük önem taşımaktadır.”
(SUNGAR;1986,114) Dini ve ahlaki kazanımların kaynağı olan aile yaşanılan
toplumsal dönüşümlerden de en fazla etkilenen kurumdur. Geçmişten günümüze
77
geçirdiği değişimler bir yana ailenin değişmeyen tek özelliği şüphesiz ki çocuk
yetiştirme sorumluluğudur.
Özellikle sanayileşme sonrası aile kurumunda bariz deformasyonlar
görülmektedir. Artan boşanma oranları, gayri meşru ilişkilerin yaygınlaşması, aile içi
şiddetin artması ve saygının timsali olarak aile kurumunda saygının yitirilmesi, mikro
ölçekte aileyi bir arada tutan en kutsal değer olarak çocukları, makro ölçekte ise aile ile
şekillenen toplumu zedelemektedir.
Aile kurumundaki yanlış modeller ve yanlış davranışlar çocuğun suça
itilmesinde en önemli etkenlerden biridir. Ebeveynlerinden yoksun bir çocuk, yahut
ebeveynleri tarafından şiddete maruz kalan bir çocuk, ihtiyacı olan sevgiyi, anlayışı
dışarıda tatmin etmeye çalışır. Aşırı gevşek bir yetiştirme modeli ya da bunun tam tersi
aşırı disiplinci bir model çocuğu yanlış davranışlara iter.
Bütün bunların yanında aile yapısının da çocuk üzerindeki etkisi önemlidir.
Örneğin kırsal kesimdeki geniş ailelerde anne ve babanın yanında çocuk, ailenin diğer
fertleri tarafından da kontrol edilir. Amca, dayı, yenge,hala gibi akrabalar çocuğun
üzerinde etki sahibidirler. Baba da geniş aile yapısı içerisinde sadece eşine ve çocuğuna
karşı değil ailenin diğer büyüklerine karşı da sorumlu olduğu için şiddete yönelebilecek
davranışlarını rahatça sergileyemez. Karşılıklı bu kontrol mekanizması hem aile hem de
çocuk için oto kontrol oluşturur. Çocuk böyle bir yapılanma içerisinde kolay kolay
yanlışa yönelemez. Bu da suç işlemesini engeller.
İç göçler aile kurumunu zedelemektedir. Geniş aileden koparak kentlerde
tek başına kalan aileler, kent hayatının zorluklarına dayanmak konusunda pek başarılı
olamamaktadırlar. Bir yanda yoksulluk, diğer yanda kentlerin baş döndürücü büyüme
hızları. Bütün bunların arasında kaybolup giden aileler geleceğe dair taşıdıkları
ümitlerini yitirmektedirler. Kentleşmenin hızlı olması aynı zamanda hizmet
kurumlarında bir takım noksanlıkların da ortaya çıkmasına neden olur. Yeterli hizmeti
alamayan, düzenli bir işi olmayan ebeveynlerin kafası sürekli meşgul olduğu için
çocuklarına karşı yeterli ilgiyi veremeyebilirler. Hayatta karşılaştıkları başarısızlıklar
ve hayal kırıklıkları kimi zaman ebeveynleri içki, kumar,gibi kötü alışkanlıklardan
geçici umut ve mutluluk sağlama yoluna itebilir. Kimi zaman da illegal yollarla kolay
78
yoldan köşeyi dönme hevesine kapılmalarına neden olabilir. Tüm bu karmaşada
zedelenen , dağılma noktasına gelen aile çocuklarının suç işleme olasılıkları fazladır.
“Doğumdan itibaren çocuk, yaşamın her alanında yetersiz bir durumdan
daha yeterli duruma gelirken en büyük desteği anne ve babasından alır. Çocuklar birçok
davranışlarını anne-babayı taklit ederek yaparlar.”(DEMİR;2004,17) Eğer çocuğun
taklit edebileceği bir anne babası yoksa bu çocuğun yanlış modellere açık olabileceği
anlamına gelir. Sokaklarda yaşayan, çalışan ve sokaklarda suça bulaşan çocukların aile
yapılarında mutlaka bir olumsuzluk mevcuttur. Bu olumsuzluklar;
• Anne ve babanı ayrı olması.
• Ebeveynlerden birinin madde veya alkol bağımlısı olması.
• Anne ya da babanın üvey olması.
• Anne, baba ya da her ikisinin de vefat etmiş olması.
• Çocuğun aile içi şiddete ya da tacize maruz kalması.
• Çocuğun ebeveynleri tarafından çalışmaya zorlanması.
• Ebeveynlerin çocukla ilgilenmemesi.
• Yeterli beslenememe, ihtiyaçların karşılanamaması.
• Yaşadıkları yerin sağlıksız ve izbe bir mekan olması.
Yukarıda saydığımız olumsuz koşullara daha bir çok madde ekleyebiliriz.
Ancak genel hatları ile bu maddelerden biri veya bir kaçı çocuğun evini terk etmesine,
sokaklarda yaşamayı tercih etmesine, çetelerin ve insan tacirlerinin eline düşmesine
kısacası suç işlemesine, kullanılmasına yol açabilir. Bu yüzden aile kurumu, çocuğun
kendi ayakları üzerinde durup, yanlışı doğruyu tam olarak kavrayabilecek yaşa
gelinceye kadar korunup, kollanması adına hayati önem taşımaktadır.
Şimdi çocukları suça iten nedenlerden en önemlileri olduğunu
düşündüğümüz üç durumu analiz edeceğiz; Şiddet boşanma ve evlilik dışı ilişkiler.
Yetişkinler kendi sorunları ile o kadar meşgul olurlar ki bazen çocukların gerçekten
neye ihtiyacı olduğunu anlayamazlar. Bu da çocuğun ihtiyaçlarını temin etmek için suç
işlemesine, yasadışı işler yapmasına sebep olabilir.
79
2.5.1.1. Aile İçi Şiddet
Çocukları sokaklara ve haliyle suça iten ana nedenlerden bir tanesidir. “Aile
ortamları içindeki şiddette erkekler birincil yer tutmaktadır. Evdeki şiddeti, ailenin bir
üyesinin öteki üyelerine yönelttiği fiziksel suistimal olarak tanımlayabiliriz.”
(GİDDENS;2001,173) Aile içi şiddet kadına, çocuklara yönelik olabilir. Çok sık
görülmemekle birlikte erkeğe yönelik şiddete de rastlanmaktadır. Ülkemizde özellikle
kadına yönelik şiddet çok sık görülen bir problemdir.
Aile içi şiddetin çeşitli boyutları olabilir. Bu nedenle birkaç başlık altında
şiddet konusunu irdelemek daha sağlıklı olacaktır;
a. Kadına Yönelik Şiddet: Aile içi şiddetin en bariz yansıması kadına
uygulanan şiddettir. Bu şiddet davranışı genellikle fiziksel darp olmakla beraber,
psikolojik şiddet de kadına yönelik şiddetin bir diğer yüzüdür. “Evlilik içi fiziksel şiddet
ve dayak sık sık tekrarlama fikri olan bir davranış kalıbıdır. Bir kez dayak yiyen bir
kadının bu davranışla tekrar karşılaşma olasılığı oldukça yüksektir.”(AKTAŞ;1997,9)
Kadınlar ister fiziksel, isterse psikolojik (Aşağılama, Tehdit etme, Hor Görme,
Kıyaslama, Eve Kilitleme, Sosyal Haklarından Mahrum Etme...vs.) şiddete maruz
kalsınlar, bu kadınları olduğu kadar çocukları da olumsuz yönde etkiler.
Şiddete uğrayan kadınlar, kendilerine uygulanan şiddet devam etse bile aynı
ortamda ve aynı şartlarda yaşamayı sürdürmektedirler. Bunun en önemli nedeni,
kadınların aileden ayrıldıkları taktirde sığınabilecekleri yerin ve daha sonrasında
hayatlarını sürdürmeye yetecek ekonomik özgürlüklerinin olmamasıdır. Yine kadınlar
sosyal hayattan erkeklere nazaran daha kopuk yaşadıkları için kendilerini bekleyen
gelecekten korkmaktadırlar. Yine kadınların yetiştirilişi, onları eşlerine tam anlamıyla
itaate yönelttiği için, çoğu kez kendilerine şiddet uygulayan eşlerini haklı çıkaracak
sebepler bulmaktadırlar.
2003 Yılında yapılan Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırmasında, bu çalışmaya
katılan 15-49 yaş arasındaki kadınlardan %39’u eşlerinin kendilerini dövmeleri
hakkında en az bir tane haklı olduğunu düşündükleri neden bildirmişlerdir.
(www.ksgm.gov.tr) Kadına yönelik şiddettin yaşla, eğitim durumuyla, yaşanılan coğrafi
bölge ile,ekonomik durumla doğrudan bir bağlantısı kurulamaz. Çünkü hayat şartları,
yaşları, eğitimleri birbirinden çok farklı olan kadınlar da şiddete maruz kalmaktadır.
80
Kadına yönelik şiddet aile içi saygı ve güven ortamını derinden
sarsmaktadır. Gözünün önünde annesi şiddete maruz kalan bir çocuğun sağlıklı bir
ruhsal gelişiminden söz edilemez. Böyle bir ailede yetişen çocukta ya güven eksikliği ya
da acımasızlık ve nefretin geliştiği gözlemlenmektedir. Çocuklar çoğu kez şiddetle
karşılaştıklarında, ya içlerine kapanırlar ya da şiddetin var olduğu ortamdan uzaklaşmak
adına ellerine geçen her fırsatı değerlendirme yolunu seçerler. Annesi şiddete uğradığı
için evden kaçan, babasına ya da şiddet uygulayana şiddetle karşılık veren çocukları
sayısı azımsanmayacak orandadır.
Özellikle kentsel hayatın kısır döngüsünde sıkışıp kalan ailelerde, erkekler
başarısızlıklarının, çaresizliklerinin, sıkıntılarının bir yansıması olarak eşlerine,
çocuklarına şiddet uygulayabilmektedirler.
b.Çocuğa Yönelik Şiddet: Ülkemizde çocuklara yönelik şiddet haberleriyle
sık sık karşılaşıyoruz. Sokaklarda yaşam mücadelesi veren, suç işleyen, suça alet olan
çocukların büyük bir kısmı şiddet mağdurudur. “Ana baba dayağından sakat kalan, ölen,
sürekli işkence gören çocukların sayısı azalacak yerde artıyor.(...) Ortaçağ işkencelerine
benzer yöntemlerle çocuklar ana baba elinde sakatlanıyor ve ölüyorlar.“
(YÖRÜKOĞLU;2002,91)
Üstelik çocuğa yönelik aile içi şiddet sadece dayak ve işkence ile sınırlı
değil. Özellikle kız çocukları aile içi taciz ve cinsel istismar, hatta tecavüz gibi sapkın
davranışların hedefi olabiliyor. Bütün bu şiddet davranışları çocukların evden kaçması,
suç işlemesi hatta intiharı ile sonuçlanabiliyor. Şiddete uğrayan çocuklar bazen daha
olup biteni idrak edebilecek yaşta olmamakla birlikte bazen de tam kişiliklerini
kazanmaya başladıkları yaşlarda yeni ergenlik dönemlerinde olabiliyorlar.
“Bir çocuğu hayatının ilk yıllarında elde ettiği izlenimler çok güçlü etkiler
yapar. En önemli dersler bu devrede elde edilir. “(DÖNMEZER;1994,260) Aile ortamı
çocuk suçluluğu üzerinde doğrudan etkilidir;
• Şayet aile içinde hakaret, dayak söz konusu ise çocuk bunları taklit eder.
• Çocuğun evde yaşadığı kötü deneyimler onu,yanlış ortamlara itebilir.
• Ailenin çocuğa yönelik davranışları, çocukta onarılması zor ruhsal
sorunlara neden olabilir.
81
• Şiddete maruz kalan çocukta zihinsel ve fiziksel rahatsızlıklar meydana
gelebilir ve bunlar bazen kalıcı olabilir (DÖNMEZER;1994,257)
Şiddetin diğer önemli bir boyutu da bireylerin kendilerine uyguladıkları
şiddettir. Özellikle ergenlik çağındaki çocukların dikkat çekmek, içinde bulundukları
sıkıntılı durumlara karşı tepki göstermek ve hissettiklerini dışa vurmak amacıyla
kendilerine zarar verdikleri rastlanılan bir durumdur. Sokak çocuklarının pek çoğu da
jilet,bıçak ve benzeri aletlerle kollarını, vücutlarının çeşitli yerlerini kesmekte, bir nevi
kendilerine şiddet uygulamaktadırlar. Argoda faça atmak diye tabir edilen, kendini
kesmek, kendine zarar vermek durumu bir nevi dışa vurum taktiği olarak
değerlendirilebilir.
Şiddet çocuklara, kadınlara,yaşlılara yönelik olabilir. Yine şiddet fiziksel,
psikolojik, sözlü, ekonomik ve cinsel yönde uygulanabilir. Her kime yönelik veya her
ne şekilde olursa olsun şiddet tasvip edilmesi mümkün olmayan bir durumdur. Çünkü
şiddet sorunları çözmekten ziyade sorunların artmasına neden olur. Bir sorunu şiddetle
çözmeye çalışırken farkında olmadan bambaşka bir soruna kapı açmış oluruz.
Ülkemizde en fazla kadınlara ve çocuklara yönelik şiddet yaygın olarak
görülmektedir. Son yıllarda da artan sokak çocukları sorunu, bu çocukların çevrelerine
karşı uyguladıkları şiddetin artmasına neden olmuştur. Karınlarını doyurabilmek için
çevrelerine zarar vermekten çekinmeyen bu çocukların davranışları bazen hiç suçu
olmayan tek yaptığı o sırada orada bulunmak olan insanların hayatına mal
olabilmektedir.
Özetle, ister kadına isterse çocuğa yönelik olsun, aile içi şiddetten en fazla
zarar gören şüphesiz ki çocuklardır. Çocukları sokaklardan, suç işlemekten kurtarmak
istiyorsak aile içi şiddeti önleme yollarını bulmalıyız.”Çocuklara kötü muamele tek bir
etkenle açıklanamaz ve yalnız psikopatolojik bir eğilim olarak kabul edilmemelidir.
Günümüzde artık zihinsel ve ruhsal yönden hastalıklı olmayan bireyin başkalarına zarar
vermeyeceği varsayımı geçerliliğini yitirmiştir.“ (KÜNTAY,ERGİNSOY;2005,44)
2.5.1.2. Boşanma
Sokak çocukları sorununun temelinde yatan nedenlerden biri aile içi ilişkiler
ve ailedeki olumsuz değişimlerdir. Tıpkı bunun gibi çocuğun suça itilmesinde de aile
çok önemlidir. Özellikle boşanma çocukları negatif yönde etkiler. “Boşanma evlilik
82
anlaşmasının sona ermesi demektir. Boşanma ile aile parçalanmakta, çocuk ya babanın
yanında, çoğunlukla da annenin yanında kalmaktadır.” (PEKER;1994,43) Boşanmanın
nedenleri çok çeşitli olabilir. “Ailenin yapı ve fonksiyonları toplumsal değişmeye
paralel olarak değişmektedir. Evrensel ve statik bir aile yapısından söz etmek
imkansızdır. Zaman sürecinde, aile üyelerinin sayısında, yapısında ve görevlerinde
sürekli değişmeler olmuştur.“ (ASLANTÜRK,ANMAN;1999,265) Değişen aile yapıları
bazen bu değişimlere ayak uydurmakta zorlanır. Ya da bu değişimler aile bağlarını
zayıflatabilir. İşte o zaman boşanmalarda artış olması kaçınılmazdır.
Boşanmayı sadece aile kurumundaki değişimlerle açıklayamayız. Toplumsal
yapıdaki eksiklikler, çatışmalar, kırılmalar ve dönüşümler de boşanma oranlarını
etkilemektedir. “Teknolojik ve ekonomik değişiklikler kadının rolünü de etkilemeye
başladı ve onu değiştirdi. Anne sütü yerine geçebilecek yiyeceklerin bulunması, kadını
çocuğunu emzirmek için evde kalmaktan kurtardı. Böylece kadınlar daha fazla boş
zaman ve özgürlüğe kavuştu.”(ÖZKALP;1993,125) Kadınlar böylece çalışma hayatında
daha fazla yer edinmeye başladılar. “ Kadının çalışma hayatına girmesi ve kendi
ayakları üzerinde durabilmesi, mutsuz evliliklerde boşanma oranını yükseltmektedir.
Ayrıca boşanma ile ilgili yasaların bu süreci kolaylaştırması boşanmayı arttıran
sebeplerden bir başkasını oluşturmaktadır.“ (BOZKURT;2005,275)
Tüm bunların yanı sıra boşanmanın diğer nedenleri ekonomik koşulların
zorlayıcılığı, aile içi şiddet, alkol- uyuşturucu kullanımı, uyumsuzluk, çevrenin etkisi,
eşlerin ihaneti, yaşam koşullarından memnuniyetsizlik, hastalık vs. olabilir. Her ne
sebepten olursa olsun boşanma denilen durumdan en fazla etkilenen şüphesiz ki
çocuklardır. Anne ve babanın ayrılma sürecinde yaşananlar çocukları fazlasıyla
hırpalamaktadır. Bu sürecin akabinde anne veya babanın evden ayrılması yani
boşanmanın gerçekleşmesi çocuklar üzerinde psikolojik travmaların oluşmasına yol
açabilir.
Ailenin parçalanması ile çocuğun olumsuz davranışlar kazanması, intihar
eğiliminin artması, sokaklara ve suça yönelmesi, zararlı alışkanlıklara açık hale gelmesi,
yanlış arkadaş seçmesi gibi sorunların arttığı bir gerçektir. “ Ailesiz kalmak, aile
ortamından yoksun kalmak ve aile dışında yaşamak çocuk ve gençlerin bir risk
ortamında kalmaları anlamına gelir. Aileden yoksun kalmak çocuk ve gençlerin yaşama,
83
bakılma, korunma, yetişme ve hayatta kalma olanaklarını sınırlar.”
(ŞENTÜRK;2004,192-193)
Çocuk yetişkin bir birey olana kadar hayatının her evresinde anne ve
babasına ihtiyaç duyar. Çocuğun dünyaya gözlerini açtığı ilk anda gördüğü anne ve
babasıdır. Yine çocuk ilk model olarak anne ve babasını seçer. Onları taklit eder, onlar
gibi davranmaya çalışır. İleriki yaşlarda da çocuğa yol gösterip, onu kötülüklerden
koruyacak kişilerin başında ailesi gelir. Aile kurumunun parçalanması demek çocuğun
en önemli dayanağının sarsılması demektir. Doğru olan mümkün olduğu kadar aile
kurumunu bir arada tutmaktır. Ancak boşanma kaçınılmazsa bile bu durumdan çocuğun
en az şekilde etkilenmesi sağlanmalıdır. “Ama ne yazık ki pek çok aile boşanma
aşamasına geldikleri zaman son derece hissi davrandıkları için, bu tip sorunları akıl,
mantık ve ilim yolu ile çözmeye çalışmamaktadır. Bunun zararını şüphesiz birinci
planda çocuklar çekmektedir. “ (ÇAKMAKLI;1996,40-41)
Boşanan ailelerde çocukların karşı karşıya kalabilecekleri durumları şu
şekilde maddeleştirebiliriz:
• Boşanma neticesinde çocuk ortaya çıkan maddi sorunlardan etkilenebilir.
• Boşanma sırasında yaşanan kötü olaylar çocuğun özgüvenini sarsar.
• Boşanmanın ardından genellikle ebeveynler çocuğa aşırı ilgi gösterir, bu
da çocuğun ebeveynlerine her istediğini yaptırabileceği düşüncesine kapılmasına yol
açar.
• Boşanmalardan sonra çocuk ortada kalabilir.
• Kendi sorunları ile boğuşan ebeveynler çocuğa yeteri kadar ilgi
göstermeyebilir. Bu da çocuğun ilgi ve anlayışı yanlış ortamlarda aramasına sebep
olabilir.
• Boşanma sonucunda ebeveynlerin tekrar evlenmesi gündeme gelebilir ve
çocuklar üvey anne ya da üvey baba gerçeği ile yüz yüze kalırlar.
• Çocuk evlilik kurumuna karşı önyargılar oluşturur bu da ileriki yaşamını
etkiler.
84
• Çocuk anne ve babasının dikkatini tekrar üzerinde toplamak için yanlış
davranışlara yönelebilir.
• Çocuklarda ruhsal dengesizlikler, uyum sorunları ve güvensizlik
oluşabilir.
Tüm bunlar çocuğun potansiyel suçlu olarak yetişmesinde etkili faktörlerdir.
“Çocuk suçluluğu ve parçalanmış aile arasındaki ilişki aranırken, aile bütünlüğünün
ortadan kalma sebeplerine; ölüm, boşanma, terk dışında çocuğun veya ebeveynlerinin
eğitim, çalışma vb. sebepler dolayısıyla aileden ayrılması dahil edilmelidir.“
(AKALIN;2005,52)
Boşanma çocuk için olduğu kadar toplum için de oldukça zararlı sonuçlar
meydana getirir. Çünkü sağlıklı bir toplumun temelinde sağlıklı insan ilişkileri yatar. En
küçük toplumsal birim olarak aile, sağlıklı bireylerin yetiştirilmesinde hayati bir
fonksiyonu yerine getirmekle yükümlüdür. Ancak aile kurumu kurtarılmayacak kadar
yıpranmışsa boşanma kaçınılmaz olabilir. Geçmiş yıllarda ve özellikle geleneksel
ailelerin yaygın bir biçimde görüldüğü kırsal kesimlerde boşanma pek hoş olmayan ve
onaylanmayan bir olay olarak görülmektedir.
“Bu daha çok, erkek ve kızın “namuslu”, “dürüst” olması dışında,
evlendikleri kimselerden çok fazla bir şey beklememeleri, köy cemaatlerinde “yuva
yıkma”nın çok kötü bir şey olduğu, kadın için de “yuvası yıkılmış” olmanın bir felaket
olduğu yolundaki yaygın inanç ve fertlerin üzerindeki sosyal baskı rol oynamaktadır.
(...) Boşanmayı haklı gösterecek en mühim sebep, “namus” meselesidir. (...) Bunun
yanında kırsal sektörde boşanmayı normal kılan bir başka faktör de kadının kısırlığıdır.
(ÇALIK;1994,74-75)
Kırsal kesimden kentlere göç dolaylı olarak boşanmayı arttıran bir diğer
etkendir. Kırsal kesimde aile kurumuna daha fazla önem verildiği ve yukarıda söz
ettiğimiz boşanmayı zorlaştıran etkenler, kentler söz konusu olduğunda ortadan
kalkmaktadır. Kadınların daha kısıtlı ve sosyal anlamda daha geri planda bir yaşam
sürdürdüğü kırsal kesimden kentlere göç eden ailelerde kadınların yaşadıkları dönüşüm
bariz bir biçimde boşanma oranlarını arttırmaktadır. Tek bir gelirle yaşamanın
neredeyse imkansız olduğu kentlerde, kadınında aile bütçesine katkı sağlamak adına iş
hayatına girmesi onu daha sosyal ve daha az sabırlı hale getirebilir. Kırsal kesimde
85
olduğu gibi kendisini kapatan gelenekler ve kurallardan da sıyrılan kadın bazen yaşadığı
en küçük olumsuzlukta bile evini terk edebilir hale gelmektedir. Bu her zaman böyle
olmasa da rastlanılan bir durumdur.
Erkek de ise şartlar daha farklı etkiler yaratmaktadır. Boğucu kent yaşamı,
işsizlik, evde onun kazancına muhtaç bekleyen eş ve çocukların varlığı, gözünün
önünde akıp giden rahat yaşamlara asla ulaşamayacağının tokat gibi yüzüne vurması ve
bunun gibi pek çok sorun onun evi terk etmesine sebep olabilir.
Çocuklara gelince, onlar parçalanmış ailelerin sokaklara armağan ettiği,
suça teşvik ettiği, hayatta yapayalnız bıraktığı birer miras olarak toplumsal yapının en
acı gerçekliğidir. Çocuklar kendi içlerinde biriktirdikleri korkularını başkalarına,
topluma, kendilerine zarar vererek atmaya çalışırlar. Hayata, aile diye bir kuruma,
çıkarsız sevgiye, anlayışa olan inançları o kadar sarsılmıştır ki, bu yüzden yetiştirme
yurtlarından kaçarlar, nefret ve intikamla büyürler, kendilerine uzatılan her eli
kendilerine zarar vereceği düşüncesi ile geri iterler, başlarını okşamaya kalksanız
vuracaksınız diye saldırmaya kalkarlar. Çocuklar bizlerin bu hale getirdiği birer
potansiyel suç makinelerine dönüşürler.
Bunun yanı sıra boşanmanın çocuklarda farklı etkiler yarattığının da altını
çizmemiz gerekir. Erkek ve kız çocuklar için boşanmış bir aileye sahip olmanın
zorlukları farklılık gösterebilir. “Boşanan ailelerde çocuklar genellikle annenin yanında
kaldığından, kızlar bir anne modelini sürekli görebilir, ancak erkek çocuklar baba
modelinden yoksun kalırlar. “(CÜCELOĞLU;1999,382) Akrabalar, ailenin diğer
fertleri bu boşluğu her ne kadar doldurmaya çalışsa da, babanın yerini alamazlar.
Çocukların sokaklarda değil de sıcak aile ortamında yaşaması için aile
kurumu başta olmak üzere toplumsal yapıdaki aksaklıkların giderilmesi için yapılacak
görevler sadece devlete ait değildir. Çünkü bu sorunlar hepimizi fazlasıyla
etkilemektedir.
2.5.1.3. Evlilik Dışı Çocuklar
Bir çocuğun sağlıklı bir yaşam sürebilmesi için sağlıklı bir aile ortamında
büyümesinin ne denli önemli olduğundan pek çok kez bahsettik. Çocuğun kişiliğinin ilk
tohumları ailede atılır. Bu tohumlar yeşerir ve zamanı gelince büyüyüp yeni meyveler
verir. İşte toplum da, bu büyüyüp yeşeren fidanlardan oluşur. Bu fidanlara gerekli özen
86
gösterilmezse, bakımı yapılmazsa kururlar, kırılırlar. Benzetmemiz durumu tam anlamı
ile ifade etmese de çocukların bir ülkenin yarınları için ne ifade ettiğini anlamamıza
yardımcı olduğunu sanıyorum.
Ailenin parçalanmasının çocuklara verdiği zararları açıklamaya çalıştık.
Fakat bundan daha kötü bir durumda hiç ailesi olmayan çocukların gördüğü zararlar.
Yarım bir aile hiç olmayan bir aileden iyidir; tezinden hareketle, evlilik dışı çocukların
karşılaştığı sıkıntıları hayal etmek bile insanı yeterince üzüyor. Evlilik kurumu eski
değerini yitirse de, Batı ile kıyaslandığında ülkemizde halen önemli görülmektedir. Bu
nedenle çocuk sahibi olmanın yolu evlilikten geçer. Toplumsal değerler, gelenekler, örf
ve adetler evlilik dışı ilişkileri pek hoş karşılamaz. Çocuk sahibi olmak için ön koşul
evliliktir.
Ancak değişen yaşam koşulları bireyleri geleneksel kalıplarından
çıkarmakta ve evliliğin olmazsa olmazlığını ortadan kaldırmaktadır. Bu tür ilişkilerden
meydana gelen çocuklara evlilik dışı çocuklar adını veriyoruz. Bazen kadın ve erkeğin
evliliği hiç düşünmediği halde sırf çocuk yüzünden evlendiğine şahit olabiliriz. Bu bir
anlamda sorunu çözmüş gibi görünse de, bazen içinde bulunulan durum evlilikle
çözümlenmeyecek kadar karmaşık olabilir. Aileleri tarafından evlenmelerine kesinlikle
onay verilmeyen, buna rağmen birlikte olup çocuk sahibi olan çiftlerin yolları camii
avlularına, apartman girişlerine ve hatta çöp konteynırlarına düşmektedir. Sanırım
neden bahsettiğimiz oldukça açık. Çocuk doğduktan sonra (ki bir şekilde çocuğun
yaşamına son verilmemiş, verilememiş ise) bireyler onu terk etmekten başka çıkar yol
bulamayabilirler. Bunun ahlaki boyutunu tartışmak yerine konumuzla ilgili olarak
çocuğun geleceğini sorgulamak daha anlamlı olacaktır.
Ailesi tarafından (ki aslında ortada tam olarak aile diyebileceğimiz bir
kurum yok) terk edilen çocuklar devlet güvencesine alınarak yetiştirme yurtlarına ve
çocuk yuvalarına yerleştirilmektedir. Reşit olana kadar buralarda barınan çocukların
eğitimlerini ve ihtiyaçlarını da bu kurumlar vasıtası ile devlet karşılamaktadır. Elbette ki
bu yurtların ne denli yeterli hizmet verdiği ve çocuk yurttan ayrılma yaşına geldiğinde
onu bekleyen hayat şartları tartışılır. Fakat önemli olan anne ve babasının dünyaya
getirip, daha sonra yapayalnız bıraktığı bu çocuklardaki ruhsal ve psikolojik
sorunlardır.”Çocuğun mutlu, açık ve korkusuz büyümesi için çevresinden belli sıcaklığa
87
gereksinimi vardır ki bunu ana-babasının dışında elde etmesi oldukça
güçtür.”(RUSSELL;1998,122)
Evlilik dışı çocuklar anne ve baba sevgisinden mahrum büyüdükleri için
zaten hayata bir sıfır mağlup başlarlar. Bir yurt, bir yuva yahut bir yurt görevlisi asla
anne ve babanın yerini tutamaz. Kaldıkları yerlerden kaçan, insan tacirlerinin eline
düşen, sömürülen, kullanılan, alınıp satılan, hırsızlığa, fuhuşa zorlanan bu çocuklara
sorsak herhalde dünyaya gelmek istemezlerdi.
Şüphesiz ki devletin kimsesiz çocuklara yönelik hizmetlerinde yapacağı çok
şey var; fakat asıl önemli olan anne ve babaların yapabilecekleri. Çocuğu dünyaya
getirmek sadece bir başlangıçtır. Zor olan çocuğa sahip çıkabilmek, onu korumak,
sevmek ve yanında olmaktır. Evlilik dışı çocuklarda en büyük sorumluluk (toplumsal
yapı göz önüne alındığında ) erkeğe düşmektedir. Ülkemizde bir kadının gayri meşru bir
ilişkiden hamile kalıp çocuk sahibi olduğunda karşı karşıya kalacağı yaptırımlarla, bir
erkeğin karşı karşıya kalacağı yaptırımlar mukayese edilemez. Çünkü toplum namus
konusunda kadına daha fazla sorumluluk yüklemektedir. Bu nedenle böyle bir durumda
erkeğin kadına destek olup, onun arkasında durması ve çocuğuna sahip çıkması son
derece önemlidir. Özellikle doğuda törelerin katı kuralları gölgesinde yaşayan insanlar
evlilik dışı ilişkilere karşı çok sert tavır almaktadır. Hatta söz konusu kadının rızası
olmadan gerçekleşen ilişkiler bile olsa. Kadın ya tecavüzcüsü ile evlendirilip hayatı
boyunca mutsuzluğa mahkum edilmekte ya da kadına, erkeğe ve hatta karnındaki
çocuğa ölüm cezası kesilerek ceza aile üyelerince infaz edilmektedir.
Gayri meşru çocuklardan bahsederken atlamamamız gereken bir diğer konu
evlat edinmedir. Ebeveynleri tarafından terk edilen çocukların bazıları çeşitli aileler
tarafından evlat edinilirler. Devletin çeşitli kriterler aradığı evlat edinme durumu
çocuğun yaşı ilerledikçe bir takım sorunların ortaya çıkmasına yol açabilir. “Birçok,
çalışmada çocuğun evlat alınma yaşının, sonucu etkileyen temel etmenlerden biri
olduğu saptandı. Bebekler ilk altı ay içinde evlatlık alınacakları eve yerleştirilirlerse,
buralara kolay alışırlar.“ (WOLFF;2004,160)
Ülkemizde evlat edinme çok yaygın görülen bir davranış değildir. Bunun
nedenlerinden bir tanesi ailelerin çevrelerinden gelebilecek tepkilerden çekinmesi olarak
88
ifade edilebilir. Buna ek olarak bir diğer neden gelişen tıp sayesinde artık çocuk sahibi
olmanın farklı ve kolay metotlarının ortaya çıkmasıdır.
Ülkemizde bir çocuğun evlat edinilebilmesi için, evlat edinecek kişi veya
kişilerde bir takım şartlar aranır. Eşlerin birlikte evlat edinmesi, en az beş yıllık evli
olmaları, ya da tek başına evlat edinen kişinin otuz yaşını doldurmuş olması, evlat
edinilenin evlat edinenden en az on sekiz yaş küçük olması bu şartlardan bazılarıdır.
(www.nvi.gov.tr)
2.5.2. Arkadaş Grupları
Çocukları suça iten nedenler arasında aile içi ilişkilerin yapısından, boşanma
faktöründen ve evlilik kurumunun öneminden bahsettik. Bütün bunlara ek olarak
arkadaş gruplarının önemine de değinmemiz gerekiyor. Çünkü çocuklar belli bir yaşa
geldikten sonra anne ve babasına yüklediği anlamları arkadaşlarına yüklemeye başlarlar.
Bu durum kimi zaman çocuğun ailesi ile çatışmasına bile neden olabilir. Çocukların
sosyal ve psikolojik gelişimlerini sağlıklı bir biçimde tamamlayabilmeleri için en az
içinde yaşadıkları aile ortamı kadar, kuracakları arkadaşlık ilişkileri de önemlidir.
“Arkadaşlık ilişkileri her ne kadar her çağda önemli olsa da ailelerin sayıca
küçülmesi, geniş aile ile ilişkilerin azalması, okulda geçen yılların artması, okul dışında
çok sayıda örgütlü biçimde faaliyet gösteren grupların gelişmesi ile özellikle
günümüzün bireyci toplumlarında giderek önem kazanmaktadır.” (HORTAÇSU;
2003,243)
Arkadaşlık ilişkilerinin önem kazanması bir taraftan oldukça iyi bir durum
gibi görünüyor olsa da, değişen toplumsal yapı içerisinde arkadaşlık kavramı da
bambaşka bir boyut kazanmıştır. Kavramın değişen boyutundan bahsetmeden önce,
kavramın analizini yapmalıyız. “Arkadaşlık modern kültürlerin ortak bir terimi olmakla
birlikte, bilim adamları tarafından fazla üzerinde durulmayan bir olgudur.(...) Fakat
arkadaşlık, dünyanın hiçbir yerinde akrabalıkla ilgili bir terim değildir. “
(MARSHALL;1999,39) Bu kavram daha çok bireylerin beraber olarak bir şeyler
yapmaktan hoşlandığı, vakit geçirdiği, konuşup tartıştığı, karşılıklı olarak güven
duygusu geliştirdiği, sırlarını paylaştığı, diğer bireyleri işaret eder.
89
İlk arkadaşlıklar çocukluğun ilk dönemlerinde kurulan ilişkilerdir. Bu genel
olarak çocuğun yakın çevresindeki diğer çocuklarla ( örneğin aynı apartmanda , aynı
mahallede yaşayan çocuklar, akraba çocukları ) sınırlıdır ve oyun üzerine kurulu bir
durumudur. Çocuğun yaşı ilerledikçe arkadaş seçimleri ve arkadaş seçenekleri değişime
uğrar. Kreş ve okul arkadaşlıkları oyun oynamaya bağlı birlikteliklerin farklı anlamlar
kazanmasına sebebiyet verir. Çocuk bu dönemde arkadaşlarını, arkadaşlarının kendi
hakkındaki düşüncelerini, onların anlattıklarını daha fazla önemsemeye başlar. Bu
durum kimi zaman çocuğun ailesinden uzaklaşmasına sebep olabilir. Çocuk için,
özellikle ergenlik döneminde, arkadaş ortamlarında kabul görmek, onaylanmak,
benimsenilmek, çok önemlidir. Yani yanlış arkadaşlık seçimleri çocukları yapmaması
gereken olumsuz davranışları yapmaya itebilir.
Pek çok çocuk suçlu, yanlış arkadaş seçimlerinin kurbanıdır. Sadece
arkadaşına bir şeyleri ispatlamak, onu yalnız bırakmamak için suça bulaşan çocukların
sayısı az değildir. “ Çocuğun arkadaş grubuna karşı çıkması çok zordur. İstemeyerek de
olsa grubun çoğunluğunun istediği davranışı yapmak zorunda kalır. Aksi taktirde
korkaklıkla, mızıkçılıkla suçlanır ki hiç bir çocuk bu duruma düşmek istemez.“
(PEKER;1994,54)
Aileler çocuklarının arkadaş seçimleri konusunda duyarlı davranmalı,
çocuğa baskı uygulamadan, onu kontrol etmelidir. Çocuğunun seçimlerine karşı
disiplinci bir tutum takınan ebeveynler, çocukları içinde bulundukları arkadaş
gruplarından uzaklaştırmak yerine, o grubun çocuğun gözünde daha cazip hale
gelmesine neden olabilirler. Doğru seçilmiş bir arkadaş çocuğun sosyal gelişiminde ne
denli önemli ise, yanlış seçilmiş bir arkadaş da o denli tehlikelidir.
Söz konusu sokak çocukları olduğu zamanda, kurulan arkadaşlıklar bazen
çok kötü sonuçlar doğurabilir. Aile içi ilişkilerin yıprattığı çocuklar bazen kurdukları
arkadaşlıkların da etkisi ile sokaklarda yaşamayı seçebilir. Zaten bir kaçış yolu arayan
bu çocuklar için sokaklarda yaşayan, suç işleyerek hayatını ikame ettiren bir arkadaş
örneği ve onun anlattıkları güven verici ve cazip gelebilir. Çocuk içinde yaşadığı
çıkmazdan kurtulmak için yanlış arkadaşların peşine takılarak daha da büyük yanlışlara
sürüklenebilir.
90
2.5.2.1 Çeteler ve Organize Suç Örgütleri
Özellikle son zamanlarda çeteler ve organize suç örgütlerinin sayısında
bariz bir artış göze çarpmaktadır. Metropollerde şebeke halinde çalışan bu örgütler
nedeniyle sokaklarda güven içerisinde yürüyebilmek neredeyse imkansız hale gelmiştir.
Organize suç örgütü dediğimiz zaman, suçun her türlüsünü işleyen, genellikle ekip
halinde çalışan hiyerarşik bir yapılanma aklımıza geliyor. “ Örgütlü suçlar kategorisi
içerisine bugün başta uyuşturucu madde cürümleri, kara parayı aklama fiilleri girmekte
ve mafia tipi örgütler tarafından söz konusu fiiller icra edilmektedir.”
(DÖNMEZER;1996,217) Elbette ki tek bir suçlunun yanında, grup halinde çalışan bu
suçluların, daha ürkütücü olduğunu itiraf etmek gerekiyor.
Çeteler ve suç örgütlerinin suç işleme metotları, işledikleri suçlar kadar
çeşitlilik göstermektedir. Araba hırsızlığı, uyuşturucu ticareti, kapkaç, gasp, haraç alma,
otopark mafyalığı ve daha sayabileceğimiz pek çok illegal faaliyetin arkasında bu
organize yapılanmaların çıktığına, haber bültenlerinde sık sık şahit olmaktayız. Ancak
madalyonun arka yüzünde daha acı bir tablo mevcuttur. Öyle ki bu suç örgütlerinin
bazıları çocukları kullanmakta ya da bu suç örgütlerinin bazıları çocuk sayılabilecek
yaşlardaki gençlerden oluşmaktadır. Bazen seçilen yanlış arkadaşların etkisiyle bazen de
zorla bu örgütlere üye olan çocuklar, hem kendi hayatlarını hem de diğer insanların
hayatını tehlikeye atmaktadır.
Dışlanan, ailesi tarafından sahip çıkılmayan ve her anlamda sağlıklı bir
ortamda yetişmeyen çocuklar bazen kendilerini içinde bulundukları arkadaş grubunda
ifade etme yolunu seçerler. “Başlangıçta oyun grubu olarak ortaya çıkan beraberlik,
ergenlik çağındaki gençlerin özellikleri nedeniyle giderek suçlu çetesine
dönüşebilmektedir.“ (YAVUZER;1994,47)Bu nedenle ergenlik dönemi olarak
adlandırılan devre çok önemlidir. “Ergenlik döneminin kendini arama,kurulu düzene
başkaldırma, çelişkiler ve belirsizlikler içinde bulunma şeklinde özetlenebilecek bazı
özellikleri, gençte onu destekleyecek, değerlerini paylaşacak ve bu ölçüde de
özdeşleşebilecek bir arkadaş grubu özlem ve ihtiyacını doğurmaktadır.“
(www.iem.gov.tr)
91
Her çocuğun şanslı doğmadığı bir gerçektir. Birisi sıcak bir ailede güven ve
huzur içerisinde büyürken, bir diğeri geleceğini kaybettiği sokaklarda ezilmişliğin,
sevgisizliğin intikamını alabilmek için tüm risklere rağmen yaşamaya çalışmaktadır.
Kısacası “Çocukların konumu alabildiğine değişiktir birbirinden. Bazıları öyle bir çevre
içinde yaşarlar ki, düşmanca izlenimlere kaynaklık eder bu çevre, dünyayı çocuğa
düşmanmış gibi gösterir. “ (ADLER;2004,55)Hayatı boyunca geçirdiği her günde bu
düşman dünyadan öç alabilmek için eline geçen her fırsatı değerlendiren çocuk, kendisi
ile aynı durumda olan diğerleri ile bir araya geldiği zaman tam bir suç makinesine
dönüşür.
Çeteler ve organize suç örgütlerine kendi rızası ile katılan çocuklar dışında,
bu örgütlerce kandırılarak kaçırılan ve kullanılan çocuklarda mevcuttur. Özellikle kırsal
kesimlerden kentlere göç eden ailelerin çocuklarını hedef olarak seçen bu örgütler bazen
kırsal alanlarda yaşayan çocukları da kaçırarak, kentlerde suça zorlamaktadır. Kırsal
alanlarda yaşayan çocukların kaçırılarak kentlere getirilmesinin sebebi, bu çocukların
ailelerinin kalabalık nüfuslu, çok çocuklu ve fakir olmalarıdır. Neticede çocuk sayısı
fazladır ve ailenin kaçırılan çocuğunun arkasını arayabilecek imkanları kısıtlıdır.
Kentlerde yaşayan ailelerin çocukları seçilirken aranılan temel kriterde gecekondu
bölgelerinde yaşayan, maddi sıkıntı çeken, geçim derdine düşen anne ve babanın
ilgilenemediği, sosyal çevreye uyum sıkıntısı çeken çocuklar olmasıdır. Gerek
kentlerden, gerekse kırsal kesimlerden kaçırılan çocuklar metropollere getirilerek
çetelerce fuhuşa, gasp ve kapkaça, dilencilik yapmaya zorlanılmaktadırlar.
2.5.2.2. Ergenlik Döneminde Model Alınan Yanlış Arkadaşlar
Çocuğun, özellikle ergenlik döneminde edindiği arkadaşlar, onun hayatında
yönlendirici olur. Ergenlik dönemi çocuğun bedensel ve duygusal anlamda geliştiği
hassas bir dönemdir. Ergenlikte çocuğun geçirdiği fizyolojik değişimler onu içine
kapanık, utangaç, sıkılgan biri haline getirebilir. “Bu çağın ani değişiklikler çağı olduğu
iyi bilinmeli ve değerlendirilmelidir. Aile istemese bile çocuk bu ani değişiklikler
nedeniyle sık sık tutum ve davranışını yeniden gözden geçirecektir. Sabırlı olmak
lazımdır. (5 kural hatırlanmalıdır, sevgi, tolerans, otorite, sabır, inanma)”
(ÇAKMAKLI; 1991,164)
92
“Öncelikle, çevremizdeki dünyaya bakışımızı oluşturan, aile içinde
yaşadığımız deneyimlerdir.“ (HEDGES;1997,147) Bu deneyimler yaşadığımız sürece
yol gösterici olur. Nasıl ki aileden elde edilen iyi kazanımlar fayda sağlıyorsa, kötü
kazanımlar da zarar getirir. Ailenin ergenlik döneminde çocuğa karşı davranışları,
çocuğun ileriki hayatında sergileyeceği tutumlarını etkiler. “Arkadaş çevresi de aynı
şekilde tutum oluşumuna etki eder. Müziğe, giyim ve saç biçimine, davranış tarzına ve
bunun gibi bir çok tutum objesine yönelik tutumlarımız arkadaş çevresinden etkilenir.”
(KAĞITÇIBAŞI;1999,120)
Ergenlik döneminde çocuğun sahip olduğu arkadaşlar bazen aile faktörünün
önüne geçebilir. Çocuk bu dönemde ailesi ile paylaşamadığı pek çok şeyi arkadaşları ile
paylaşır. Bu durumda ailenin çocuk üzerindeki kontrolünü azaltır. Özellikle kırsal
kesimden kentlere göç ederek, zor koşullarda geçim mücadelesi veren aileler
düşünüldüğünde, bu ailelerin hayat kavgasına dalarak çocuklarından uzaklaşması,
ergenliğinin sıkıntıları yaşayan çocukları daha da sorunlu hale getirir ve çocuk için
edinilen arkadaşlıklar vazgeçilmez ve sorgulanamaz bir hal alır. İşsizlik, aile içi
sıkıntılar, anne ve babanın ilgisizliği, anlayışsızlığı, çocuğun ihtiyaçlarının
karşılanamaması, aile bütçesine katkı sağlamak veya başka nedenlerden dolayı çalışmak
zorunda kalması, ergenlik çağının zorlayıcılığı ile birleştiğinde suç işleyen, evden
kaçan, sokaklar da yaşayan, alkol, uyuşturucu kullanan çocukların var olması
kaçınılmaz hale gelir.
Çocuklar ergenlik döneminde çevrelerinden fazlasıyla etkilenirler.
Yeniliklere, farklı deneyimlere daha açık bir hale gelirler. Daha önce yapmadıkları,
yapmayı düşünmedikleri davranışları, sırf arkadaşları tarafından dışlanmamak için
yapmaya başlarlar. Anne ve babalarının söyledikleri her söze karşılık verirler.
Büyüdüklerini düşündükleri için her konuda özgürce hareket edebilme haklarının
olduğunu varsayarlar. Tek başlarına her işin altından kalkabilecekleri fikrine kapılırlar.
Ailelerinin ve yakın çevrelerinin davranışlarına müdahale etmesinden, nasihat
işitmekten hoşlanmazlar ve böyle şeylere tepki gösterirler.
İşte ergenlik dönemi bu denli karmaşık ve anlaşılmaz bir dönemdir.
Özellikle aileler bu dönemde çocuklarını tanımakta zorluk çekerler. Hayatı boyunca
anne ve babasına sesini bile yükseltmemiş bir çocuk ergenliğin ortaya çıkardığı
93
fizyolojik ve psikolojik durumların sıkıntısıyla anne ve babasıyla bağırıp çağırarak
kavga edebilir. Ergenlik döneminde çocuğun davranışları en fazla arkadaşlarını
etkilediği söylenebilir. Daha öncede defalarca belirttiğimiz gibi, bu dönemde çocuklar
arkadaşlarının söylediklerine, onların yaptıklarına önem verirler. Çocuk için arkadaşları
her dönemde etkilidir; ancak özellikle bu dönemde bu etki daha da belirgin hale gelir.
Yakınında her istediğine sahip olan, rahat yaşayan, güzel giyinen, büyük ve
gösterişli evlerde oturan, arkadaşlarının varlığı çocuğun aklına neden ben onun gibi
değilim sorusunu getirir. Özellikle popüler kültür olarak adlandırdığımız ve son
dönemde varlığını baskın halde hissettiren yaşam biçimleri en fazla gençleri etkisi altına
almaktadır. Moda mekanlar, giyim tarzları, markalar, yeme alışkanlıkları, aktiviteler,
hatta konuşma biçimleri gençler arasında hızla benimsenmekte ve yaygınlaşmaktadır.
Kırsal kesimden gelip, gördükleri ile yaşadıkları arasında bocalayan çocuk için bu
alışılması ve içinden çıkılması hiçte kolay olmayan bir durumdur.
Çocuk ergenlikte “çevresinde daima “onun gibi olmak” istediği kişiler arar.
Böylece, özdeşleşme (identification) yaparak, kişiliğine biçim verirken, yetiştiği
çevrenin ekonomik ve sosyo-kültürel koşullarının etkisi altında, sorumluluk ve özerklik
arasında denge kurmak ister. “(YAVUZER;1993,111) Eğer çocuk model aldığı kişileri
yanlış seçerse yanlış davranışlarda bulunur. Özellikle ergenlik dönemindeki yanlış
arkadaşlar çocuğu suç başta olmak üzere illegal pek çok eyleme itebilir. Yani çocuk
denge kurmak isterken mevcut dengesini de bütünüyle yitirebilir.
Özetle çocukların ergenlik dönemi çok önemlidir. Bu dönemde model
alınan yanlış arkadaşlar çocuğa zarar verir. Çocuk ilk olarak anne ve babasını örnek alır,
onlar gibi davranmaya çalışır. Daha sonra çocuk sosyalleştikçe çevresinde yeni
modeller aramaya başlar, bu model bazen öğretmeni, meşhur bir pop şarkıcısı ve çoğu
kez arkadaşları olur.
2.5.3. Demografik Nedenler
Çocukları suça iten nedenler başlığı altında inceleyeceğimiz bir diğer konu
da demografik nedenler. Demografik nedenler olarak iç göçler, dış göçler,
gecekondulaşma ve kültür çatışmasından bahsedeceğiz. Sokak çocukları dediğimiz
sorunun ortaya çıkmasında, kentleşme ve iç göçlerin etkisinden uzun uzadıya bahsettik.
Özellikle 1950’kerden sonra ülkemizde hız kazanan iç göçler ve kentleşme süreci,
94
kentsel yoksullar diye tabir ettiğimiz marjinal grupların ortaya çıkmasına zemin
hazırlamıştır. Kentsel yoksulluk tek başına olmasa da, çocuk suçluluğunu da tetikleyen
bir durumdur.
Çocuk suçluluğunun tek bir nedenle açıklayamayız; fakat çocuk
suçluluğuna temel hazırlayan toplumsal koşulları analiz edebiliriz. İç göçler ve kültürel
çatışmalar yapacağımız bu analizde hareket noktamızı oluşturacaktır. Ancak bu
analizden evvel ülkemizde kentleşme olgusuna tekrardan kısaca değinmenin konunun
kavranması açısından faydalı olacağı kanaatindeyim.
Türkiye’de kentleşme sanayileşme ile bağlantılı olarak özellikle 1950’lerde
hız kazanmıştır. Kentleşmeyi tetikleyen faktörlerden daha önce söz etmiştik. Fakat ana
hatları ile bu kentleşmenin kırsal alanlarda güçleşen hayat koşulları, işsizlik ve kurulan
az sayıdaki sanayi kurumlarının kent çevrelerinde olmasından kaynakladığını
söyleyebiliriz. Kentleşme süreci, kırsal alan insanının olduğu kadar kent insanının da
yaşamını değiştirmiştir. Kısa sürede artan nüfus kentlerde alt yapı ve planlama
sorunlarını gün yüzüne çıkarmıştır ve buna ek olarak göçün en önemli sebeplerinden
biri olan işsizlik ne yazık ki kentlerde de insanımızın yakasını bırakmamış, mevcut iş
alanları nüfusu barındıracak yeterliliğe sahip olmadığı için göç edenler için onları
bekleyen hayat tam bir hayal kırıklığı olmuştur.”Kentleşmeye ilişkin sorunsal alanın
kökeninde aslında, kentsel yaşama ilişkin toplumsal eylem pratiğinin toplumsal
aktörlerce yaratılamayışı ve kültürel düzlemde biçimlenişini gerçekleştirememiş
kimlikler yatmaktadır.” (GENÇ; 1997,128)
Hayal kırıklıkları bir yana, kente uyum güçlükleri, göç eden insanımızın
özelliklede çocukların çeşitli problemlerle karşılaşması anlamına gelmekteydi.
Geleneksel değerlerle yetişen, büyük ailelerden gelen, köy insanımız şehirlerdeki
yalnızlıkla tanışınca tabir yerinde ise sudan çıkmış balık misali ne yapacağını şaşırmış,
buna birde yoksulluk eklenince aile bağları yavaş yavaş kopmaya başlamıştır. Bu tür
ailelerin çocukları için hayat daha da zordur. Ethem Çalık bu durumu şu şekilde
açıklamaktadır;
“Şehre yeni gelen ailelerde aile reisi ve çocuklar arasındaki kopukluk ve
çatışma, daha kuvvetli olmaktadır. Yeni bir çevreye gelen ve emeği ile çalışmak
zorunda olan büyükler, an’anelerinden kopmamakta, kopmak ihtiyacı da
95
hissetmemektedir. Onlar değişmeyi bozulma dejenere olma olarak idrak etmekte,
köydeki cemaat hayatını sürdürmek ve bu yeni çevrede yalnızlıktan kurtulmak için,
devamlı surette akraba ve hemşehri gruplarıyla münasebet kurmaktadırlar.(...)değişme
ve yeniliğe karşı daha hassas olan çocuklar ise bulundukları statüden memnun
değillerdir. Onlar kendilerini akranlarıyla başka ölçülerde mukayese etmektedir.
“(ÇALIK;1994,76)
Çalık’ın da bahsettiği gibi çocuklar için yeniliklere ayak uydurmak
yetişkinlere oranla daha kolaydır. Çocuklar gördüklerinden daha çabuk etkilenirler ve
gördüklerini daha çabuk öğrenirler. Ayrıca çocukların hayalleri daha büyük ve çeşitlidir.
Bu hayalleri gerçekleştirmenin yolu illegal yollardan geçse bile, çocuklar bunu tam
anlamıyla idrak edebilecek olgunluğa erişmişlerdir diyemeyiz.
Aileleri tarafından bütçeye katkı olsun diye sokaklarda çalışmaya itilen ya
da çalışmasına göz yumulan, dışlanan, şiddet gören ve terk edilen çocuklar suça açık
hale gelirler ki; özellikle kentlerde çocuk suçluluğu ne yazık ki günümüzde akıl almaz
boyutlara ulaşmıştır.
2.5.3.1. İç Göçler ve Gecekondulaşma
İç göçlerin yarattığı sıkıntılardan bahsettik. Bu bölümde iç göçlerin çocuk
suçluluğu üzerindeki etkilerini açıklamaya çalışacağız. “ Türkiye kırdan kente kitlesel
göç olgusu ile tanıştığı 1950’li yıllarda bu sürecin beraberinde getirdiği sarsıntılarla baş
edebilmesini sağlayacak bir dizi mekanizma geliştirmiştir. Kitlesel göç olgusunun
sarsıcı etkilerini hafifleten en temel kurum gecekondu olmuştur.”(ÖZER;2004,33)
Şehirleşmenin temel sorunlarından birini oluşturan konut yetersizliği bir anlamda
gecekondulaşma ile çözümleniyor gibi görünse de bu aslında yepyeni sorunların
başlangıç noktasıdır. Kent çevrelerini saran kaçak yapılaşmalar, kentsel dokuya zarar
vermiş, alt yapı sorunlarını arttırmış, buralarda yaşayan insanlar içinde sağlıksız
koşullara sahiplik yapmıştır. Yine gecekondulaşma marjinal sektörlerin doğmasına da
sebebiyet vermiştir. Gecekondu mafyası olarak adlandırılan kesim, gecekondulaşmadan
ciddi rantlar elde etmiştir. Gecekondulaşmada siyasilerin de payı yok değildir. Seçim
zamanı dağıtılan tapular, verilen sözlerin kimi zaman varoşları cazip kıldığı gerçeğini de
unutmamak gerekir.
96
Elbette ki kentleşmenin ve iç göçlerin tek negatif tarafı gecekondulaşma
değildir. “Şehir gittikçe artan bir çekim gücüne sahip olmakla beraber, kendisine
çektiklerini hergün biraz daha boğmaktadır. Kontrolsüz, plansız bir şehirleşme bir süre
sonra; hava ve su kirlenmesi trafik tıkanıklığı ve bir çok sosyal uyuşmazlık probleminin
ortaya çıkmasına neden olmaktadır."(ÜNSAL;1982,197) Sorunlar silsilesi içinde
büyümeye çabalayan çocukları bekleyen bir geleceğinde pek parlak olduğunu söylemek
güç. Zaten bunu her gün televizyonlarda izlediğimiz, gazetelerde okuduğumuz suç
makinesine dönüşmüş çocuk haberlerinden anlayabiliriz.
Kentleşme planlı ve koordineli uygulandığı zaman fayda sağlayacak bir
süreçtir. Ne yazık ki zamanında kontrol altına alınmadığı ve ileride ortaya çıkabilecek
sorunlar hesaplanmadığı için kentleşme ülkemize acı faturalar çıkarmıştır. Aslında her
şey tarım sektörüne gerekli önemin verilmemesi, topraklarımızın ne kadar değerli
olduğunun anlaşılamamasının neticesidir. Köylerde karnını doyuramayan insanımız
kentlerin yolunu tutmuştur. “Peki tüm bunlar olup biterken, kentlerimizde oluşacak iş
gücünü istihdam edecek endüstriyel bir gelişme sağlanabilmiş midir? Elbette hayır.
Dolayısıyla, kırdan kopan nüfusu kentlerimiz kucak açarak bekler durumda değildir.”(Y
ALÇIN;2004,119)
Köylerden kentlere göçen insanımızın kentlere uyum sürecinde yaşadıkları
pek çok filme de konu olmuş, çekilen Türk filmlerinde, taşı toprağı altındır diyerek
köylerden göçüp özellikle İstanbul’a gelen insanımızın yaşadıkları çelişkiler sık sık
halka yansıtılmıştır. Çok çocuklu ailelerin kentlerde dağılıp gittiği, acı dolu filmler bir
döneme damgasını vurmuştur. Ancak film deyip geçtiğimiz bu olayların gerçeği
yansıttığını da söylemek yanlış olmaz.
Filmlere bile konu olan göçler ve kentleşme süreci ülkemizin acı bir
tablosudur. Bu sürecin en mağdurları şüphesiz ki çocuklar olmuştur. Sadece anne veya
babanın çalışmasıyla geçinemeyen aileler, çocukları çalışmaları için sokaklara salmakta
bir sakınca görmemektedir. Bu çocuğun rızasıyla da olsa , bir yetişkin için bile son
derece tehlikeli olan sokaklar çocukları ya yutmakta ya da potansiyel suçlulara
dönüştürmektedir. Sadece sokaklar değil aynı zamanda parasızlık, yoksulluk çocukları
suç işlemeye iter. Hatta bazen aileler kendi elleri ile çocukları dilenmeye, kapkaça,
hırsızlığa teşvik etmektedirler.
97
2.5.3.2. Dış Göçler ve İkili Kültür Çatışması
İç göçler kadar dış göçler de çocuk suçluluğu üzerinde etkili olmaktadır.
Ülkemizde dış göçler 1960’larda ivme kazanmıştır ve o yıllar kadar yoğun olmasa da
günümüzde de halen devam etmektedir. Dış göçler dendiğinde aklımıza hep
Almanya’ya yapılan işçi göçleri gelmektedir. Tabi ki Almanya dışına da göç veren bir
ülke olmamıza karşın bir dönem Almanya’ya yapılan çok sayıdaki işçi göçü hafızalarda
yer etmiştir. Hatta “Alamancı” tabiri de o zamanlardan günümüze miras kalan bir
terimdir. Almanya’da çalışanlar için kullanılan bu terim bir dönemin adeta özeti gibidir.
Dış göçlerle iç göçler arasında da bir bağlantı kurulabilir. Kırsal kesimden
kentlere göç edenlerin bir kısmı bu göçü yurt dışına gidebilmek hayali ile yapmış, bir
kısmı da kentlerde karnını doyuramayacağının farkına varınca şansını dış ülkelerde
denemeye karar vermiştir. Yurt dışına göç edenlerin yazdıkları mektuplar ve anlattıkları
da dışa göçü cazip kılan bir unsurdur. Yine uzun yıllar yurt dışında çalışıp, ülkesine
zengin dönenler halkımız için birer örnek teşkil etmiştir.
“Türkiye’nin 1948’de başlayan Marshall Planı çerçevesinde aldığı dış
yardımlar sonucu sürekli birikerek büyük sorunlar çıkarmaya başlayan dış borç sorunu
dışa göçün önemli nedenlerindendir.“(YALÇIN;2004,128) Devlet işçi göçleri ile döviz
rezervini arttırmayı planlamış hatta bu işe yaramıştır. 1961 Anayasasından sonraki beş
yıllık kalkınma planında ülkedeki işsizliğin ortadan kaldırılması ve döviz akışı için öne
sürülen politikaları gerçekleştirmek amacıyla dış ülkelerle göç anlaşmaları imzalandı ve
bu anlaşmalardan ilki 1961 yılında Almanya ile imzalanan göç anlaşmasıdır.
(İÇDUYGU ve SİRKECİ; 1999,254-255)
Dış göç maddi ölçekte insanımıza kazandırsa da, manevi anlamda çok şey
kaybettirmiştir. Ülkesinde kazandığı davranış kalıpları, geleneksel değerleri beraberinde
götüren işçiler gittikleri ülkelerde uyum sorunu yani ikili kültür çatışması yaşamışlar,
hatta bu pek çok sosyal bilimciye de araştırma konusu olmuştur. Her zaman olduğu gibi
bundan en fazla etkilenenler çocuklardır. Evde ülkemize ait değerler ve geleneklerle
yaşayan, dışarıda ise daha özgür ve farklı bir kültürel yapılanmayla karşılaşan göç
çocuklarının bu ikilemin sonucu olarak suç işledikleri görülmektedir.
98
M. Fikret Gezgin Avusturya’daki Türk işçilerini analiz ettiği eserinde, yurt
dışına giden işçilerin ve ailelerinin karşılaştığı sorunları beş başlık altında analiz
etmiştir. Bu analizin dış ülkelerdeki Türk işçilerin karşılaştıkları sıkıntıların
kavramsallaştırılmasında oldukça faydalı olacağı kanaatindeyiz;
• Adaptasyon: Adaptasyon süreci Türk işçilerin çalıştıkları toplumda
yapmaları gereken işlere dair yaşadıklarını ifade eder. Daha açık bir ifade ile işçilerin iş
yerlerinde uyması gereken kurallar, ikamet edilen mekana dair zaruri görevler,
sağlık,güvenlik ve ücret konusundaki işlemler...vs hepsi adaptasyon sürecini ifade eder.
Bu süreç ilk başlarda sıkıntılı geçse de yurt dışında kalma süresiyle orantılı olarak
hafifler.
• Uyum: Göçmen işçilerimizin yaşadığı bir diğer sıkıntı da yaşadıkları
ülkenin diline, ülke sakinlerinin hayatlarına, içinde bulunduğu farklı kültürel kodlara
uyum sağlamasıdır. Bu uyum o ülkenin tüm değerlerini içselleştirip yaşamasından
ziyade, algılayıp farkında olabilmesidir.
• İntegrasyon: Bu kavram farklı görüşleri ve düşünceleri barındıran
karmaşık bir durumun ifadesidir. Bazen asimilasyon olarak da anlaşılan integrasyon
kavramını “işçilerin çalıştıkları ülkenin değerlerine dahil olmasıdır; diye özetleyebiliriz.
• Asimilasyon: Özellikle uzun yıllar yurt dışında çalışan işçiler ve aileleri
için geçerli olan asimile durumu, işçilerin kendi kültürel benliklerinin yaşadıkları
ülkenin kültürel potası içerisinde erimesi anlamına gelir.
• Akkültürasyon: Bu kavram kendi kültürünü de beraberinde götüren
işçilerimizin zamanla çalıştıkları ülkenin kültürüne dahil olması ile mevcut kültürlerini
değiştirmeleridir. Yani yaşanılan kültürel temaslar vasıtasıyla oluşan değişim
akkültürasyondur (GEZGİN;1994,45-80)
Özetle yurt dışına göç eden ailelerin devlete ve çevrelerine faydaları olduğu
gerçeğinin yanında, yaşadıkları kültürel çatışmalar da ciddi boyutlardadır. Küçük
yaşlarda yurt dışına giden “çocukların eğitimi ve öğretimindeki güçlükler, yurda
döndükten sonra ortaya çıkan uyumsuzluklar, bu sosyal problemler arasında dikkatleri
çekecek seviyeye ulaşmıştır. “ (ERDOĞMUŞ;1985,160) Sadece çocukların eğitimi
değil çocukların yaşadıkları ülkenin normlarına uyum aşamaları da sıkıntılı
99
olabilmektedir. Eğer çocuk daha etrafında olup bitenlerin farkında olamayacak kadar
küçük yaşlarda göçü yaşamışsa uyum süreci daha kolay olabilir; fakat bu defa da çocuk
için asıl sıkıntı kendi yurduna döndüğünde başlar. Kuralların gösterdiği farklılığı
kavraması, o kuralları kabulünden çabuk olsa da, bu ikilem yaşayıp, neyin doğru, neyin
yanlış olabileceğini algılamasında gösterdiği direnci ortadan kaldırmaz.
2.5.4. Kitle İletişim Araçları
Günümüz toplumlarında kitle iletişim araçlarının egemenliği tartışılamaz.
Teknolojinin bize sunduğu nimetlerin başında gelen kitle iletişim araçları hayatımızın
vazgeçilmezleri arasına girmiştir. Bu bireylerin ilişkilerine de yansımakta, artık özel
hayat başta olmak üzere mahremiyet gerektiren her şey kitle iletişim araçları vasıtasıyla
gözler önünde yaşanır hale gelmektedir. Faydaları olduğu kadar zararları da uzun yıllar
tartışılan televizyon, bilgisayar, telefon gibi araçların toplum üzerindeki yönlendiriciliği
her geçen gün artmaktadır.
Kitle iletişim araçları doğru kullanıldığında ve belli amaçlara hizmet
etmediği taktirde çok faydalı olabilir. Ancak kitleler üzerindeki yönlendiricilikleri
dikkate alındığında ne denli tehlikeli olabileceklerine de tarih boyunca defalarca şahit
olunmuştur. Örneğin Hitler’in kitle iletişim araçları ile fikirlerini halka nasıl yaydığını
sanıyorum ki bilmeyen yoktur. Yine bazı fikirlerin meşrulaştırılmasının yolu o fikirlerin
halka ulaştırılmasıyla mümkündür, bunun için de kitle iletişim araçlarından faydalanılır.
Bu araçlar vasıtasıyla insanlık dışı olaylar bile halkın gözünde bir anda büyük
kahramanlıklara, bu olayları gerçekleştirenlerde kahramanlara dönüşebilir.
Kitle iletişim araçlarının faydalarının da olduğundan söz ettik. Tüm
olumsuzluklarının yanında kitle iletişim araçları dünyada olup bitenleri anında bizlere
ulaştırır. Oturduğumuz yerden dünyanın bir ucunda yaşananlar hakkında bilgi sahibi
oluruz. Ayrıca görsel anlamda kitle iletişim araçlarının öğrenmeye de yararlı olduğu
gerçeğini de göz ardı edemeyiz. Sadece halk için değil sermaye için de kitle iletişim
araçları olmazsa olmazdır. Ürünlerin pazarlanması, tanıtılması hep kitle iletişim araçları
vasıtasıyla yapılır. Bu nedenle ciddi bir reklam sektörü oluşmuş durumdadır.
Görselliğin insan üzerindeki tesirini keşfeden üreticiler bu sektöre büyük paralar
yatırmaktadır ve günümüzde her şey reklam malzemesi olarak kullanılabilir hale
gelmiştir. Bazen bir ölüm, bir çocuk, bir suç bile bu sektöre malzeme olur. Normalde
100
felaket diye adlandırabileceğimiz şeyler öyle allanıp pullanıp bizlere sunulur ki, bu
felaket oldu diye mutlu bile olabiliriz. Önemli olan ne olduğu değil, bize olanın nasıl
sunulduğudur.
Kitle iletişim araçlarının meşrulaştırıcılığından bahsettik. Aslında bu misyon
hiç de hafife alınabilecek bir şey değildir. Şiddet başta olmak üzere yaşanılan
çarpıklıklar, kötülükler kitle iletişim araçları sayesinde apaçık bizlere sunulur. Bizler
buna öylesine alışırız ki çıkan savaşlar, öldürülen, katledilen insanlar, işlenilen suçlar
karşısında duyarsız hale geliriz. Bir cinayet haberinin ardından sunulan komik bir haber
ya da bir magazin haberi, cinayet haberinin etkilerini kolayca ortadan kaldırabilir ve bu
ülkemizde olup bitenler hakkında daha az duyarlı, daha az düşünen, daha az eleştiren
bireyler haline gelmemizi sağlar. Zaten amaç mümkün olabildiği kadar halkı
hissizleştirmektir.
Başta televizyon olmak üzere tüm kitle iletişim araçları bireylere nasıl
davranmaları, ne yapmaları konusunda telkinlerde bulunur. Fakat bunu o kadar dolaylı
yoldan yapar ki, bizler farkına bile varamayız. Örneğin moda programları, dergilerdeki
boy boy, alabildiğine şatafatlı moda reklamları halkı pazarlanmak istenilen ürüne
yönlendirir. Bu durumdan şüphesiz en fazla etkilenen çocuklar ve gençlerdir. “Görsel
enformasyon çocuğu apansız yakalayıp yetişkin dünyasına sokmuştur.” (ÖZTÜRK;
2002,21) Bu sezonun moda renkleri, moda mekanları, moda ayakkabıları, moda
aksesuarları şunlardır diye bizlere sık sık aktarılanlardan ne kadar etkilendiğimiz
birbirinin aynısı gibi dolaşan insanların varlığı ile kanıtlanmaktadır. Yani medya
tüketime teşvik eder, makbul olan az soru soran, çok tüketen tek tip bireyler
yaratmaktır.
Ayrıca görsellik de çok önemlidir. Aktörler bizlerin yerine tartışır, aşk
yaşar, ağlar, kavga eder. Kitle iletişim araçları öylesine etkilidir ki bazen bize gösterilen
her şeyi gösterenlerden daha gerçekçi algılamamıza sebebiyet verir. Sevgilisinden
ayrılan birinin göz yaşlarına kanıp televizyon karşısında ağladığımız, çok ihtiyacı
olduğunu düşündüğümüz fakir bir delikanlıya Mısır’daki halasından miras kaldığı için
sevinç çığlıkları attığımız, özel hayatları malzeme yapıp ekran önünde kıyasıya kavga
ettirilenlere sinirlenip yastıkları tekmelediğimiz çok olmuştur. Elbette ki tüm bu
durumlar bir sonraki görsel şölene dek silinip gider. Peki ya silinmeyenler? İşte bu
101
bölümde kitle iletişim araçlarının bireylere, özelikle de çocuklara verdiği silinmesi
mümkün olmayan, kalıcı hasarlardan bahsedeceğiz.
2.5.4.1. Televizyon Programlarının Çocuk Suçluluğuna Etkisi
Günümüzde medyanın yetişkinler ve çocuklar üzerinde ne kadar büyük
etkiye sahip olduğundan bahsettik. Eskiye nazaran hayatımızın daha da vazgeçilmez
unsuru haline gelen kitle iletişim araçları bireylerin davranışlarını dahi
yönlendirmektedir. Yüz yüze ilişkilerin köreldiği, insanların birbirleriyle sadece
ihtiyaçları olduğu zaman konuşmaya tenezzül eder hale geldiği günümüz toplumlarında,
bizlerin yerine durmadan konuşan, fikir beyan eden birinin varlığını hiçte
yadırgamıyoruz aslında. Hatta onu alıp evimizin baş köşesine oturttuğumuz ve saatlerce
bıkmadan usanmadan dinlediğimiz oluyor.
Bahsettiğimiz şeyin televizyon olduğu gayet açık sanırım.”Televizyon
bilimsel ve teknolojik araştırmaların bir sonucu olarak icat edildi. Onun bir sosyal
iletişim aracı olarak gücü o kadar büyüktü ki sosyal ilişki biçimlerimizi ve
geleneklerimizin pek çoğunu değiştirdi.”(WİLLİAMS;2001,229)Bizleri eğlendiren ve
güldüren bu aracın, ne denli tehlikeli olabileceğini de atlamamak gerekiyor, özellikle de
söz konusu çocuklar olduğunda. “Çocuk ruhu boş bir plak gibidir ama bu plağa
istediğinizi kaydedemezsiniz. Çocuk istediklerini kaydeder, sizin vermek istedikleriniz
bir kenara yığılır. Hayatına asıl yön veren kendi seçtikleridir.“(ŞİRİN;1999,132) İşte bu
nedenle televizyonlarda yayınlanan şiddet içerikli programlar çocuğun psikolojisinde
derin tahribatlara neden olur. Çocuk yaşamı boyunca her sorunun şiddetle
çözümleneceği fikrine kapılır. Daha saldırgan ve daha sorumsuz hale gelir. Yine bazı
programlarda çocuğa sunulan renkli dünyalar, çocuğun kendi hayal gücünü
geliştirememesine sebep olur. Çocuk sosyal ilişkilerinden soyutlanır, yanlış tüketim
alışkanlıkları kazanır. (BALTAŞ; 1996,194)
Televizyon programlarının çocuk üzerindeki en önemli etkilerinden bir
diğeri çocuğu suça teşvik etmesidir. Bu tüm programlar için geçerli bir durum olmasa
bile, genel olarak çocuğun televizyondan etkilenerek pek çok olumsuz davranış
kazandığını söyleyebiliriz. Çocuk, televizyon ve suç bağlantısını daha iyi analiz
edebilmek için şöyle bir sıralama yapabiliriz:
102
• Bazı programlardaki şiddet, çocuğu kendine ve yakın çevresine zarar
verebilecek hareketlerde bulunmaya itebilir. Çünkü çocuğun hayranı olduğu bir
kahraman şiddet uyguluyorsa çocuk bundan etkilenecek ve model aldığı kişinin
davranışlarını tekrarlayacaktır. Çocuk için sevdiği, beğendiği kişinin yaptıklarını
tekrarlamak, onun gibi olmak demektir. Bu kişi bazen bir aktör, bazen de bir hayal
kahramanı olabilir. Çocuk için önemli olan hayranlık duyduğu kişi gibi olmaktır. Eğer
ki arkadaş çevresinde de onun hayranı olduğu kahraman beğeniliyorsa, söz konusu
etkilenme daha şiddetli bir hal alabilir. Örneğin çocuğun etkilendiği kişi hırsızlık
yapıyorsa ve bunun sonucunda alkışlanıp, sanki iyi bir şey için yapmış gibi
gösteriliyorsa, çocuğun zihninde “Hırsızlık yapmak övünülecek bir davranıştır.” fikri
oluşabilir.
• Yine bazı programlar çocukları sürekli tüketime teşvik eder. Çocuk bu
programlarda gördüklerine sahip olabilmek için her şeyi yapar hale gelir. Günümüzde
tüm değerlerin alınıp satılır olmasının, insanların sınırsız tüketime teşvik edilmesinin,
gelir dağılımındaki uçurum dikkate alındığında, ne kadar ciddi bir sorun olduğunu
görmemek imkansızdır. Mesela çocukların izledikleri çizgi film kahramanlarının
figürlerinin, çocuğun kullanabileceği her türlü malzemede yer alması, çocuk için
bunlara sahip olabilmeyi cazip hale getirir. Ayrıca, durmadan ortaya atılan moda
kavramı çocukları ve gençleri kısa zamanda etkisi altına alarak, tüketime teşvik eder.
Tüm bunları yapacak mali gücü olmayan çocuklar ve gençler için, her gün gözlerine
sokulan şatafatlı hayatı yaşayabilmenin bedeli bazen suça bulaşmak olabilir. “Reklamlar
da özentiye sebep olmakta, çocuklar kanaatkarsızlığa, tatminsizliğe ve isyana
sürüklenmekte, para, eğlence, lüks ve şöhret tutkusu artmaktadır. “(PEKER;1994,74)
Bu tutku bazen öyle boyutlara ulaşır ki, çocuk, kısa yoldan zengin ve şöhretli olabilmek
için evden kaçmayı bile göze alır. Zaten sık sık evden kaçan ve kötü insanlar tarafından
kandırılarak kullanılan gençlerin, çocukların haberlerine rastlıyoruz.
• Televizyonun tüketime teşvik etmekten başka üstlendiği bir diğer misyon
da her şeyi görünür kılmaktır. Mahremiyet, özel hayat gibi kavramlara medyanın
literatüründe pek rastlanmaz. Burada suçlanması gereken medya mıdır yoksa özel
hayatını uluorta ifşa edenler midir? Tartışılır. Fakat bizim için önemli olan her şeyi
görünür kılan medyanın çocuklara verdiği görünmeyen zararlar. Beğendikleri, hayranlık
duydukları ünlü insanların her gün çorap değiştirir gibi sevgili değiştirdiğini gören bir
103
çocuğa aile kurumunun kutsallığı ve mahremiyetini öğretmek nasıl mümkün olabilir ki?
Televizyonlardaki cinsellik kokan yayınlar da işin bir diğer boyutudur.
“Televizyonlarda seyredilen açık saçık aşk ve öpüşme sahneleri de
çocuklarda yaşlarına ve kişilik özelliklerine göre çeşitli problemler ortaya
çıkarabilmektedir. Bu tür filmler çocukları tahrik etmekte ve onlarda uyandırdığı taklit
unsurunun da etkisiyle bazılarını olumsuz cinsel davranışlara, hatta cinsel suçların
işlenmesine kadar götürebilmektedir.“ ( PEKER; 1994,73-74)
Özetle bazı televizyon programları çocuk suçluluğu ve çocuk psikolojisi
üzerinde olumsuz etkiye sahiptir. Çocuk, anne ve babasının davranışlarından,
çevresinden, arkadaşlarından nasıl etkilenip onları model alıyorsa, televizyonda
gördüklerinden de etkilenip, beğendiği aktörleri, şarkıcıları model alır. “ Televizyonun
“ekran esareti” getirdiği, beşeri ilişkileri dondurduğu, ahlaki değerleri aşındırdığı, lüks
tüketimi teşvik ettiği, insanları eve bağladığı söylenebilir.”(ERKAL;1998,209)
Televizyondaki yapımların bir diğer etkisi de çocuklarımızı kendi kültürümüzden
uzaklaştırmasıdır. “Televizyonda kadınlara, gençlere ve çocuklara yönelik yayınlara yer
verilmektedir. Bu yayınların önemli bir kısmı yabancı menşelidir. Yabancı kaynaklı
yayınlar ait olduğu toplumun tüketim ve davranış kalıplarının yaygınlaşması yönünde
etkili olmaktadır. “(DOĞAN; 1996,1316) Oysaki medya kültürel değerlerimizin
tanıtılması, gençler tarafından benimsenmesi adına çok önemli bir vasıta olma özelliği
taşır. Bu nedenle televizyon yayıncılığı çok büyük bir sorumluluk gerektirir.
2.5.4.2. Şiddet İçeren Diziler ve Filmler
Medyanın çocuk üzerindeki etkilerinden bahsettik. “Bireyin
sosyalleşmesinde medyanın etkisi giderek artmaktadır. Medya, çocuğa hem eleştirel
düşünmeyi kazandırabilir, hem de dikkat edilemediği zaman dogmatik bir birey
olmasına da yol açabilir. “(BAYRAK ve Diğerleri; 2005,287) Çocuklardaki merak ve
öğrenme duygusu, yetişkinlerden daha güçlüdür. Çocuk eğer uzun saatler boyunca
televizyon izliyor, izlediği programlarda ailesi tarafından kontrol edilmiyorsa, bu
çocuğun televizyondan gelebilecek her türlü olumsuz etkilenmeye açık olduğu anlamına
gelir. Sadece yetişkinlere yönelik bazı dizi ve filmleri izleyen çocuğun, gördüğü şiddet
içerikli sahneleri bilinç altına yerleştirmesi, çocuğu şiddete karşı duyarsızlaştırır. Şiddet
104
çocuk için normal, uygulanabilir bir olguya dönüşür. Çocuğun izlediği şiddet içerikli
dizi ve filmler arttıkça, çocuğun şiddete karşı hissettiği normallik duygusu pekişir.
Bunun yanı sıra “film kahramanları, çeşitli davranışlarıyla çocuktaki
saldırganlık dürtülerini harekete geçirebilmekte ve onu saldırgan kılabilmektedir.”
(VATANDAŞ;2003,46) Son yıllarda gençler arasında giderek yaygınlaşan saldırganlık
bunun bir kanıtıdır. Çocuk evde babasının annesine şiddet uyguladığına şahit oluyorsa,
izlediği dizilerde, filmlerde şiddet ödüllendirilen bir davranış olarak gösteriliyorsa, bu
durum çocukta hiçbir şeyin şiddet olmadan çözülemeyeceği fikrinin yerleşmesine yol
açar. Şiddet içeren, vurdulu kırdılı, bol kanlı, aksiyon dizileri ve filmleri medyada prim
yapmakta, yüksek reytingler almaktadır. Bunu keşfeden yapımcılar mafyavari dizilere,
özellikle son yıllarda, öncelik vermekte, neredeyse halk mafya dizileri ile yatıp kalkar
hale gelmektedir. Bu tür dizilerin kahramanlarına duyulan hayranlık o kadar ciddi
boyutlara ulaşmıştır ki, başta gençler olmak üzere bireyler, filmin veya dizinin
kahramanı gibi konuşmaya, giyinmeye ve davranmaya başlamışlardır.
Şiddeti bu kadar meşrulaştıran ve normalleştiren medyanın bundan kazancı
elbette ki vardır. Çünkü şiddet her zaman ilgi gören bir unsurdur. Merak uyandırır, etki
yaratır ve yönlendirir. “Medya yayınlarını “günahkarlık”a sürükleyen nedensellik zinciri
şöyledir: medya parayı reklamdan kazanmakta ve reklamverenler seyirci istemekte,
seyirci ise “şiddet ve cinsellik” ile avlanmaktadır” (BOSTANCI;1998,93) Günümüzde
gençler okullara ellerinde silahla ve bıçakla giriyorsa, tecavüz olayları bu kadar sık
yaşanıyorsa, şiddet çocukların oyunlarında yer alacak kadar yaygınlaşmışsa, daha
okuma yazma bile bilmeyen çocuklar silah markalarını ezbere biliyorsa, suçu birazda
çocuk üzerindeki kontrolünü yitiren ailelerde aramamız gerekiyor. Evinde birden fazla
televizyon bulunan çocuk, saatlerce internet kafelerden çıkmadığı halde bundan haberi
bile olmayan anne ve babalar da en az medya kadar suçludur.
2.5.4.3. Haber Programlarının Suça Etkisi
TÜİK’in (Türkiye İstatistik Kurumu) 2006 yılında yaptığı Aile Yapısı
Araştırması, ülkemize ait ilginç tespitler sunmuştur. Bu araştırmanın bir bölümü de
Türk ailelerinin televizyon karşısındaki tavırlarını ve bakış açılarını ortaya koyan
verileri içermektedir. Araştırmaya göre ailelerin televizyon hakkındaki düşünceleri
şöyledir:
105
• Çalışmaya katılan ailelerin %16.4’ü çocuklarının her istediği zaman
program izleyebileceğini ifade etmişlerdir.
• %27.9’u televizyon yayınları ile ilgili şikayette bulunmuşlardır.
• %29.4’ü televizyonun aileye zaman ayrılmasını engellediğini
belirtmişlerdir.
• Televizyonun aile içi ilişkileri kötü yönde etkilediğini savunanların oranı
%61.1’dir.
• Ve son olarak televizyonu genellikle ailece izleyenlerin oranı %69.2’dir.
(www.tuik.gov.tr)
Veriler göstermektedir ki aileler genel itibariyle televizyon karşısında
çocuklarıyla beraber vakit geçirmektedirler. Anne ve babasıyla televizyon izleyen
çocukların yanlış programları izlemek konusunda ailesi tarafından daha kolay kontrol
edilebileceği düşünülse de, anne ve babaların bu konuda ne kadar hassas ve duyarlı
davrandığı tartışılır. Özellikle haber bültenlerinin etkileyiciliği göz önüne alındığında
çocukları bekleyen tehlikeye dikkat çekecek kadar ciddidir.
Haber bültenleri ve haber programları dünyada ve ülkemizde olup bitenleri
takip edebilmemiz adına faydalı programlardır. Ama dünyada ve ülkemizde her zaman
iyi şeylerin yaşanmadığını düşünürsek, bazen haberlerin de psikolojik olarak kötü
sonuçlara yol açabileceğini tahmin etmek pek de zor olmaz. Yanında anne ve babası
olsa bile çocuğun ayrıntıları ile cinayet, katliam, suç haberlerini izlemesi, bu durumları
doğal karşılar hale gelmesine, etkilenerek benzer davranışlara yönelmesine neden
olabilir.
Mustafa Ruhi Şirin’e göre çocuklar haberlerin etkilerine fazlasıyla
açıktırlar; çünkü televizyon çocukların haberleri yoğun bir biçimde almasını sağlar;
çocuklar televizyondaki haberlere inanırlar, verilen haberlerin önemli olduğunu
düşünürler, televizyon çocuklara haberleri vermek konusunda ulaşılması kolay bir
araçtır ve görüntülü, sesli olması, kullanılan dil bu etkilenmeyi arttıran
faktörlerdir.(ŞİRİN; 1999,148)
106
Haber programlarında sunulan kötü olaylar kadar son zamanlarda artan
magazinsel haberler de çocukları olumsuz etkilemekte ve suça teşvik etmektedir. Anne
ve babaların bu konuda bilinçli davranması, dikkat etmesi gerekir. Kendi çocuğunun
kontrolünü sağlayamayan ailelerin dışarıdan gelen kontrollere açık çocuklar
yetiştirdiklerini unutmamaları ve bu dış kontrollerin her zaman doğru yönde
olmayacağını bilmeleri şarttır.
2.5.4.4. Sanal Ortam ve Suç
Çocuk suçluluğuna etki eden bir diğer faktör sanal ortam diye
nitelendirdiğimiz internettir. İnternet insan yaşamında büyük kolaylıklar sağlayan bir
araç olarak oldukça faydalıdır. Dünyanın her yerinden, her türlü bilgiyi ister görüntülü,
isterse yazılı olarak bizlere ulaştıran internet, aynı zamanda iş hayatında da vazgeçilmez
bir yardımcıdır. Zamandan tasarruf sağlayan, bilgileri kolayca depolayan ve istenildiği
anda herkesin kullanımına açan bu araçla artık oturduğumuz yerden alışveriş bile yapar
hale geldik.
Bunca güzel taraflarına karşın internet, bilinçli ve yasal amaçlarla
kullanılmazsa büyük tehlikeler içerir. Eğer çocuk internet ortamına aile tarafından
denetlenmeden kolaylıkla girebiliyorsa bu, çocuğu internetten gelebilecek zararlara
açık hale getirir. Porno içerikli, bölücülük propagandası yapan siteler çocuğun ruh
sağlığını olumsuz etkiler. Buna ek olarak insanların birbiriyle sohbet etmesini sağlayan
ve chat siteleri olarak tabir edilen sitelerde çocuklar kötü emelleri olan diğer insanların
tuzaklarına düşebilir. Özellikle son yıllarda sık sık duyduğumuz bu durum ciddi bir risk
alanı oluşturmaktadır. Bu sitelerde kendini farklı ve yanlış tanıtan bireyler çocukları
çeşitli metotlarla etkileyerek onları istekleri doğrultusunda kullanmaktadır.
İnternetin yanında çocuklarımızı bekleyen bir başka tehlike de bilgisayar
oyunlarıdır. Şiddet içeren bu oyunların başında saatlerce bıkmadan usanmadan oturan,
internet kafelerde zamanını ve parasını bu oyunlara harcayan çocuklarda, şiddet bilinç
altına yerleşerek sıradanlaşır. Yine porno içerikli oyunlarda olayın bir diğer yüzüdür.
“Bu oyunların oynanması, bazı çocukları cinsel yönden aşırı uyarmakta, bazılarında
nefret ya da suçluluk duygusunun oluşumuna, bazılarında ise cinsel suç işlenmesine ya
da normalden sapan bir davranışa neden olabilmektedir.”(YAVUZER;2005,226)
107
Gerek bilgisayar oyunları gerekse internet çocukların gelişimine zarar
verebilir. Geçmişte sokaklarda top oynayan, ip atlayan, ağaçlara tırmanan çocuklar
günümüzde bilgisayar karşısında vakit geçirmektedir. Çocukların sosyal gelişimini de
olumsuz etkileyen bilgisayar, çocuğun arkadaşlarına ve ailesine vakit ayırmasını
engeller. Gerçek arkadaşlıkları sanal arkadaşlıklara tercih eden yeni nesiller için bu
durum es geçilemeyecek kadar önemlidir. Yine bilgisayara sahip olabilmek iyi bir gelir
seviyesini gerektirdiği için çocuklar arasında kıskançlık, özenti gibi duyguların
oluşumuna neden olabilir. Bu duygular çocuğu bilgisayara sahip olabilmek için
yapmaması gereken davranışları yapmaya itebilir.
Özellikle internet ortamını kullanarak bölücü ve illegal fikirlerini yaymaya
çalışan örgütler, sapkın gruplar, dini duyguları istismar ederek kendi amaçlarını
gerçekleştirecek bireylere ihtiyaç duyan yapılanmalar, çocukları ve gençleri hedef
almaktadırlar. Onlara çeşitli vaatlerle düşüncelerini aşılayan bu insanlar, çocukları ve
gençleri kullanmakta, onlara istediklerini yaptırmakta sonuç olarak da, isyankar, suç
işlemeye hazır gençlerin yetişmesine yol açmaktadırlar.
Bu konuda Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğünün düzenlediği
“İnternette Güvenlik Kampanyası” kapsamında şu tedbirlere yer verilmiştir:
• İnternet bağlantısı olan bilgisayar çocuğun kendi odasında değil,
ebeveynler tarafında kolaylıkla takip edilebilecek salon, oturma odası gibi yerlerde
bulundurulmalıdır.
• Çocuğun internette nerelere girdiğini öğrenmeye yarayan programlar
kullanılmalıdır.
• Çocukların internet vasıtasıyla bilinmeyen kişilerle temas kurması
engellenmelidir.
• Çocukların illegal sitelere girmemesi için anne ve babaların dikkatli
davranması gereklidir.(TUNA;2007,4)
Tüm bunlar çocukları ve gençleri bilgisayarın olumsuz etkilerinden uzak
tutar. Aslında bilgisayar ve internet hayatımızı kolaylaştırmanın yanı sıra eğitim
açısından da faydalıdır. Önemli olan çocuklarımıza bilgisayar ve internetin yararlı
taraflarını göstermektir.
108
2.5.5. Bağımlılık Yaratan Maddeler ve Suç
Alkol, sigara ve uyuşturucu maddeler ile suç arasında doğrudan bir ilişki
vardır. Bu maddeleri kullanan insanlar çoğu zaman bilinçlerini kaybettikleri için suç
işlemeye daha meyilli hale gelirler. Aynı zamanda bu tür maddeler bağımlılık yarattığı
için, bunları bulamadıkları zaman elde etmek için her şeyi yaparlar. Gençler arasında da
yaygın olarak görülen alkol ve sigara kullanımı, uyuşturucu madde kullanımına da
açılan bir yoldur.
İnsanlar hayatın zorlayıcı taraflarından, kişisel sıkıntılarından kaçış yolu
olarak gördükleri bu maddelerin zamanla esiri olurlar. Geçici rahatlama sağlayan alkol
ve uyuşturucular, kullananların hem bedenlerine hem de zihinlerine zarar verir. Bunları
kullananlar kendilerinden geçerler, düşünemezler, hareketlerini kontrol edemezler ve
saldırganlaşırlar. Şiddete meyilli hale gelirler. Fakat asıl tehlike gençler ve çocuklar
içindir. Özellikle ergenlik çağındaki çocuklar bu tür maddelere karşı açık hedeftirler.
“Kendi kimliğini oluşturma süreci, kaçınılmaz olarak keşif ve denemeyi içerir ve bu,
uyuşturucu denemeye kadar uzanabilir. (...)Bir grup olarak ergenler, sık sık risk alarak
sınırları zorlarlar.”(SCHWEBEL; 1998,28-29)
Bazen arkadaş ortamında, bazen de büyüklerinden özentiyle başlanılan alkol
uyuşturucu ve sigara fiziksel olduğu kadar ruhsal yönden de çocuklara zarar verir. Bu
zararların farkında bile olmayan gençler geçici mutlulukların verdiği hazla, zaman
içerişinde geriye dönemeyecekleri bir yola girerler.
Özellikle sokak çocukları bu tür maddeleri içinde bulundukları kötü
durumdan kurtulmak için kullanmaktadırlar. Umut Çocukları derneğinin başkanı Y.
Ahmet Kulca’ya göre sokak çocuklarının madde kullanımının ardında yatan nedenler
şunlardır: her şeyden önce tiner, bali gibi maddeler ucuz olduğu ve her yerde satıldığı
için ulaşılması kolaydır. Bu maddelere ulaşan çocuk, bu maddelerin verdiği geçici
rahatlama hissi ile güzel hayaller kurabilir, daha kolay hareket eder, fiziksel acılara daha
dayanıklı hale gelir ve kendini daha güçlü hisseder.(KULCA;2005)
İster sokak çocuğu olsun isterse ailesinin yanında yaşayan çocuklar olsun
günümüzde madde kullanımı artmaktadır. Örneğin sigara diyip geçtiğimiz ve çoğu kez
dikkate bile almadığımız madde uyuşturucunun ilk basamağını oluşturabilmektedir.
Aile içerisinde sigara kullanımı çocuğa olumsuz bir örnek teşkil eder. Babasının ya da
109
annesinin sigara içtiğine şahit olan çocuk, sigarayı iyi bir şeymiş gibi algılayabilir. Önce
sigara, sonra alkol, sonra uyuşturucu haplar derken çocuk zamanla madde bağımlısı
haline gelir. Elbette ki her sigara kullanan çocuk uyuşturucu kullanacak diyemeyiz;
fakat belirttiğimiz gibi madde bağımlılığı bazen tütün maddelerinin kullanımı ile
başlayabilmektedir.
Bağımlılık yaratan maddeler çok çeşitlidir ve insan bir kere bunlara alıştığı
zaman kolay kolay kurtulamaz. Özellikle de gençler bu tür maddeleri kullanmaya
başladıklarında zaman içerisinde bağımlı olurlar ve bu maddelere ulaşabilmek için her
şeyi yaparlar. Zaten uyuşturucu satıcıları da bunu çok iyi bildikleri için gençleri hedef
alırlar. Onlara sattıkları mal karşılığı her istediklerini yaptırabilirler ve genç bir süre
sonra uyuşturucunun ve uyuşturucu satıcısının kölesi haline gelir.
Sokaklarda yaşayan, çalışan çocuklar daha fazla risk altındadır. Özellikle
son zamanlarda haber bültenlerine sık sık konu olan tinerci ve balici çocuklar, genel
olarak bakıldığında ailesi olmayan veya ailesi varsa bile onlar tarafından kontrol
edilmeyen, ekonomik sıkıntı yaşayan, parçalanmış aile çocuklarıdır. Bu çocuklar ucuz
ve kolay ulaşılabilir olmasından dolayı tiner, bally gibi maddeleri tercih etmektedirler.
“Tiner, bally gibi isimlendirilen ve burun yolu ile solunarak kullanılan maddeler petrol
türevleridir ve genel olarak uçucu madde olarak bilinirler” (CEYLAN; 2007,54) Söz
konusu maddeler ciddi sağlık sorunlarına yol açmakta ve ciddi bir tedavi süreci
gerektirmektedir. “Bu maddelerin kullanımının çocuk yaşlarda başlaması, daha ağır
maddelerin kullanımına geçişte basamak oluşturması, uçucu madde kullanımını ve
bununla ilgili bozuklukların önemini arttırmaktadır. “(CEYLAN; 2007,55)
2.6. SOKAK ÇOCUKLARININ MARUZ KALDIĞI TEHLİKELER
Buraya kadar sokak çocukları kimdir, sokak çocuklarının ortaya çıkmasına
yol açan toplumsal ve ekonomik şartlar nelerdir konularını analiz etmeye çalıştık. Bu
konular içerisinde sokak çocuklarını bekleyen tehlikelerden de şüphesiz ki bahsettik.
Fakat genel olarak özetlememiz gerekirse sokak çocuklarını bekleyen ve sokak
çocuklarının maruz kaldığı tehlikeler şöyle özetlenebilir:
• Şiddet: Sokak çocukları, yaşamlarını sokaklarda sürdüren veya
günlerinin büyük bölümünü sokaklarda çalışarak (mendil satarak, araba camı silerek,
ayakkabı boyayarak...vs) geçiren çocuklardır. Kentleşme ile çoğalan metropollerde
110
zaten zor olan hayat şartları çocuklar için daha da büyük riskler taşır. Yetişkinlerin bile
tehlikelere açık olduğu sokaklar, çocuklar için başlı başına birer düşmandır. Sokak
çocukları, sokaklarda şiddete maruz kalabilirler. Aslında bu şiddet sadece sokaklarla
sınırlı değildir. Zaten öyle olsaydı, belki de bugün bu kadar çok sokak çocuğu olmazdı.
Bazen aile içi şiddet, okullardaki şiddette çocuklara zarar vermekte hatta onları
sokaklara itmektedir.
• Sağlık Sorunları: Sokak çocuklarının maruz kaldığı tehlikelerden bir
diğeri yaşadıkları sağlık sorunlarıdır. “Bu çocukların sağlıklı beslenmeleri sokak
ortamında mümkün olmamakta, elde ettikleri besinler sağlık açısından ciddi tehlikeler
oluşturmaktadır. “(İLDEŞ; 2004,457)Yoksul ortamlarda bile gerekli gıdayı bulamayan
çocuklar, sokaklara düştüklerinde başlı başına bir açlık problemi ile karşı karşıya
kalırlar. “ Sokağın her türlü pisliği içeren ortamında kapılan enfeksiyonlar geri dönüşü
olamayacak kronik hastalıklarla, büyüme ve gelişim bozukluklarına yol açmaktadır.
“(İLDEŞ; 2004,457)
Ayrıca “Sokak çocukları cinsel yolla geçen hastalıkların bulaşma riskine
açıktır; buna HIV de dahildir. Bulaşma, hastalıklı biriyle para için ya da zorla ilişkiye
geçmekle olabilir. “(ENNEW; 1998,24) Yine AIDS hastalığı da sokak çocukları için bir
diğer tehlikedir. Cinsel istismara açık olan sokak çocukları fuhuş sektöründe de
kullanılmaktadır.
Bütün bunlara ek olarak çalışan çocuklar kaldıramayacakları ağır işlerde
kullanıldıkları taktirde, vücutlarında fiziksel bozukluklar oluşabilir. Ergenlik çağındaki
çocuklar bedensel gelişimlerini tamamlamadıkları için çalışılan sağılıksız ortamlar
ileride tedavisi mümkün olmayan sağlık sorunlarına yol açabilir. Yine sokak çocukları
uyuşturucu madde ve alkol kullanımına açıktırlar. Elbette ki hepsi uyuşturucu veya
alkol kullanıyor diyemeyiz. Ama son yıllarda sokak çocukları arasında bali ve tiner
kullanımı yaygınlaşmıştır. Son olarak “baskı, yüklenilen ağır sorumluluklar, karşılaşılan
istismar ve ihmale yönelik davranışlar çocuklarda ciddi duygusal zedelenmelere, hatta
ruh sağlığının yitimine neden olabilmektedir.”(İLDEŞ; 2004,458)
• Suç Örgütleri Ve Çeteler: Daha önce de bahsettiğimiz bu konu sokak
çocuklarını bekleyen bir diğer tehlikedir. Uyuşturucu satıcılığından tutun da, gasp,
kapkaç ve dilencilikle köşeyi dönenler yaptıkları işlerde çocukları özellikle de sokak
111
çocuklarını kullanırlar. Çünkü bu çocukların arkasını arayan yoktur. Çocukların da
barınacak yere, karınlarını doyuracak besinlere ihtiyacı olduğu için kolaylıkla çetelerin
ve örgütlerin ağına düşmektedirler.
Özetle sokak çocukları toplumumuzun kanayan bir yarasıdır ve ne yazık ki
bu konuda yapılan çalışmalar çocukları sokağa düşmekten kurtarmaya yetmemektedir.
Sokaklarda yaşayan, çalışan çocuklar yukarıda açıklamaya çalıştığımız tehlikelilerle
karşı karşıya kalmaktadır ve neticede olarak çocuklar duygusal ve fiziksel yönden
sağlıksız birer birey olarak yetişmektedir. Sokaktaki çocuklar bir yana yapmamız
gereken daha sokaklarla tanışmamış çocuklar için önlem almaktır. Çünkü sokaktaki
çocuklar ne kadar kurtarılırsa kurtarılsın devamı geldikçe bu sorun tam olarak
çözümlenemez. Bunun için toplumsal sorunlar iyi analiz edilmeli ve gerekli tedbirler
alınarak hem sokaklardaki çocuklar yeniden topluma kazandırılmalı hem de çocukların
sokağa düşmesi engellenmelidir. Çünkü toplumumuzda ki her çocuktan bizler
sorumluyuz.
113
3.1. KÜTAHYA’DA KENT YOKSULLUĞU
Kütahya ilinde yoksulluğun boyutlarını, sokak çocukları sorunsalını ve
sokak çocuklarının yeniden topluma kazandırılması adına belli misyonlar üstlenen
kurum ve kuruluşların personel durumları, çalışma yöntemleri ve sıkıntılarını
incelemeye çalışacağız. Kütahya ili tam anlamı ile metropol şehir özellikleri
sergilemese de, gelişime açık ve gelişen bir yerleşim alanıdır. Oldukça zengin bir
tarihsel geçmişe sahip olan Kütahya’da işsizlik, diğer iller gibi en önemli problemlerin
başında gelmektedir. Geleneksel ve kültürel değerlerin hala yaşatıldığı şehir
üniversitesi, tarihsel dokusu ve çinicilik sektöründeki ünüyle tanınmakta ve nüfusu
saydığımız bu özellikleriyle bağlantılı olarak artmaktadır.
Öncelikle Kütahya ilini tanımaya; daha sonraki bölümlerde ilimizin sokak
çocukları sorununda nasıl bir özellik sergilediğini analiz etmeye çalışacağız. Son olarak
Kütahya’daki sosyal hizmet kurumları, sivil toplum örgütleri hakkında bir
değerlendirme yapacağız.
3.1.1. Nüfus Göstergeleri
Kütahya, 11.977 Km² yüz ölçümüne sahip, %57.5’i dağ, %11’ ova, %31.5’i
platolardan oluşan, tarım arazileri 409.488 Ha, mera-çayır alanı 88.209Ha, orman alanı
612.592, toplam arazileri 1.187.500 Ha olan bir ildir. İlin 2000 yılı sayımlarına göre
nüfusu 656.903’dür. Bu nüfusun 318.869’u il ve ilçe merkezinde, 338.034’ü bucak ve
köylerde yaşamaktadır. Nüfus artış oranı 1990-2000 sayımına göre 12.81’dir. Nüfus
yoğunluğu Km²’ye 55 kişidir. Kütahya 75 belediyeden, 541 köyden ve 13 ilçeden
oluşmaktadır.(www.kutahya.gov.tr; 26.02.2007) “Kütahya ve çevresi, gerek fiziki
coğrafya şartları gerek beşeri ve iktisadi coğrafya şartları bakımından Ege, Marmara ve
İç Anadolu bölgeleri arasında bir geçiş teşkil eder.” (DÖNMEZ;1981-1982,1)
Yukarıdaki verilerden anlaşılacağı üzere Kütahya ilinde nüfus artış hızı
fazla olmamakla birlikte pek kalabalık bir yerleşim alanı olmadığı da söylenebilir. İlin,
2000 Genel Nüfus Sayımına Göre, cinsiyet, okur-yazarlık, eğitim durumu ise şu
şekildedir;
114
Tablo 3.1. Kütahya ilinin 2000 Genel Nüfus Sayımına Göre, cinsiyet, okur-
yazarlık, eğitim durumu
DEĞERLER ERKEK KADIN
Toplam sayı 299 073 293 109
Okuma yazma bilmeyen 16 192 48 389
Okuma yazma bilen 282 880 244 713
Bir okul bitirmeyen 60 172 59 422
İlkokul 119 077 141 931
İlköğretim 10 166 5 849
Ortaokul 29 785 10 132
Ortaokul dengi meslek okulu 933 326
Lise 30 056 14 959
Lise dengi meslek okulu 18 563 6 327
Yükseköğretim 14 123 5 739
Mezuniyeti bilinmeyen 5 28
Okuma yazma durumu bilinmeyen 1 7
(kaynak; DİE, www.tuik.gov.tr, 26.02.2007)
Bu sonuçlar bize Kütahya’da okur yazarlık oranlarının pek çok ile nazaran
daha yüksek olduğunu göstermektedir. Fakat genel bir değerlendirme yapacak olursak,
2000 nüfus sayımına göre eğitim durumunun pek iç açıcı olmadığı söylenebilir. Fakat
üniversitenin de etkisi ile eğitim seviyesinde artış yaşanmaktadır.
3.1.2. İşsizlik ve Sosyal Eşitsizlik
Kütahya şehir olarak tam anlamıyla sanayileşmesini tamamlayamamıştır.
Üniversitenin varlığı ile son yıllarda artan iş olanakları ne yazık ki tek başına
Kütahya’daki işsizlik sorununa çözüm olmamaktadır. “Kütahya ili tarih boyunca uzun
bir süre tarım sektöründeki üretimi ile gelirini sağlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu
döneminde çinicilik, dokumacılık ve dericilik merkezi olmuştur. İmalat ve sanayileşme
sürecine gerçek anlamda Cumhuriyet döneminde geçilmiştir.” (ERCAN ve Diğerleri;
2002,319)
Genel olarak kapalı bir toplum modeli sergileyen Kütahya ilinde, şehirleşme
ve alt yapı sorunları tam anlamıyla çözümlenememiştir. Aslında turizm adına tarihsel
geçmişi ile potansiyel bir alan oluşturmasına karşın, Kütahya’daki tarihsel değerlerin
115
yeterince kullanılamaması ve tanıtılamaması pek çok insana iş kapısı açacak bir
sektörün ortaya çıkışını engellemektedir.
Kütahya’da 2005 rakamları ile özel sektöre ait 308 adet tesis mevcuttur.
Kamuya ait tesislerin sayısı 5’dir. Çalışan sayısı 103.356 iken iş isteyenlerin sayısı
5.402 olarak tespit edilmiştir. Çalışanlar emekli sandığı, SSK ve Bağ-Kur’a bağlıdır.
(www.kutahya.gov.tr) Kütahya Sanayi ve Ticaret Müdürlüğünün “Kütahya 2005
ekonomik ve Ticari Durum Raporu”ndan alıntılayarak aktardığımız bu rakamlar bize
Kütahya’nın gelişmekte olan bir il görüntüsü sergilediğini gösteriyor. 2000 Genel Nüfus
Sayımı sonuçlarına baktığımızda ise Kütahya’nın iş gücü durumu ve cinsiyete ait şu
verilerle karşılaşırız;
Tablo 3.2. Kütahya ilinin 2000 Genel Nüfus Sayımı sonuçlarına göre iş
gücü durumu ve cinsiyete ait verileri
DEĞERLER TOPLAM ERKEK KADIN
Toplam Nüfus 525 699 264 942 260 757
12 yaş ve daha yukarı yaştaki nüfus ***** 187 622 127 805
İstihdam ***** 176 151 124 413
İşsiz ***** 11 471 3 392
İş gücünde olmayan ***** 77 319 132 951
Bilinmeyen ***** 1 1
(Kaynak; DİE, www.tuik.gov.tr)
Bu veriler bize Kütahya’da işsizlik rakamlarının azımsanmayacak oranlarda
olduğuna işaret etmektedir. Yine aynı yılın işgücünde olmayan nüfus sayımı sonuçları
şöyle bir tablo oluşturmaktadır;
116
Tablo 3.3. Kütahya ilinin 2000 Genel Nüfus Sayımı sonuçlarına göre
işgücünde olmayan nüfus
DEĞERLER TOPLAM ERKEK KADIN
Toplam Nüfus 210 270 77 319 132 951
İş arayıp son üç ayda iş arama kanalı kullanmayanlar ***** 5 590 2 052
Öğrenci ***** 41 415 30 182
Ev kadını ***** ***** 96 061
Emekli ***** 24 642 3 723
İrad sahibi ***** 3 800 814
Diğer ***** 1 872 119
(Kaynak; DİE, www.tuik.gov.tr)
Görüldüğü gibi Kütahya ili iş gücü anlamında ciddi bir potansiyele sahiptir.
Fakat mevcut sanayi kolları ve sektörler söz konusu potansiyeli ikame edecek yeterliliğe
sahip değildir. Her gelişmekte olan şehir gibi Kütahya ilinde de nüfus arttıkça bu durum
bazı sıkıntıların ortaya çıkmasına sebep olacaktır. Bugün İstanbul, Ankara, İzmir gibi
metropollerde rastladığımız sokak çocukları sorunu ileriki yıllarda Kütahya ili için de
söz konusu olabilir. Çünkü tezimizde en başından beri vurguladığımız kentsel
yoksulluk, büyüyen tüm iller için tehdit oluşturmaktadır.
Kütahya ilinde mevcut iş kolları büyümekte, hatta Güral Porselen gibi
dünya çapında iş yapan kurumlar yer almaktadır. Ancak bu kurumlar işsizliği ortadan
kaldırmaya yetmeyeceği için çalışan ve kazananlarla, çalışmayanlar arasındaki sosyal ve
ekonomik eşitsizlik büyüyecek, büyüdükçe de, kentsel sıkıntılar (gecekondulaşma, suç
oranlarında artış, sokak çocukları...) artacaktır. Kütahya’da başta çinicilik olmak üzere
şeker fabrikaları, un fabrikaları, gıda sanayi ve kömür sanayi vardır. Buna ek olarak
çimento, kiremit, mermer, maden, inşaat, süt ürünleri, kereste, makine üretimi yapan
kuruluşlar mevcuttur. Bu çeşitliliğe karşın sektörel büyüme tam anlamı ile
sağlanamadığından işsizlik görülmektedir.
3.1.3. Çocuk Nüfusu ve Eğitim Durumu
2005 Yılı rakamlarına göre Kütahya ilindeki eğitim kurumları ve bu
kurumlarda eğitim gören öğrenci sayıları, okullardaki öğretmen sayıları ve derslik
sayıları şöyledir;
117
Tablo 3.4. 2005 Yılı rakamlarına göre Kütahya ilindeki eğitim kurumları ve
bu kurumlarda eğitim gören öğrenci sayıları, okullardaki öğretmen sayıları ve derslik
sayıları
İlköğretim Adet
Resmi İ.Ö.O.
Okul sayısı 346
Derslik sayısı 2.858
Öğretmen sayısı 3.191
Öğrenci sayısı 65.897
Özel İ.Ö.O.
Okul sayısı 7
Derslik sayısı 118
Öğretmen sayısı 128
Öğrenci sayısı 1.410
Ortaöğretim
Genel Ortaöğretim
Okul sayısı 28
Derslik sayısı 494
Öğretmen sayısı 714
Öğrenci sayısı 12.643
Özel Lise
Okul sayısı 3
Derslik sayısı 38
Öğretmen sayısı 59
Öğrenci sayısı 664
Mesleki Teknik Ortaöğretim
Okul sayısı 37
Derslik sayısı 464
Öğretmen sayısı 844
Öğrenci sayısı 11.215
Yüksek Öğretim
Fakülte Sayısı 7
Yüksekokul 19
Enstitü 2
Öğrenci Sayısı 22.748
Öğretim Görevlisi Sayısı 722
Okur Yazar Olanların Nüfusa Oranı %98
Kaynak: (www.kutahya.gov.tr)
118
Bu rakamlardan da anlaşılacağı üzere Kütahya ilinde ciddi bir genç nüfus
söz konusudur. Bu genç nüfusun ileriki yıllarda potansiyel iş gücü olduğu göz önüne
alınırsa, Kütahya ilindeki iş olanaklarının arttırılmasının önemini daha net
kavrayabiliriz. Kütahya ilinin okur-yazarlık oranlarında da geçmiş yıllara nazaran
belirgin bir artış olduğu da aşikardır.
Kütahya İlindeki çocuk nüfusuna göz atacak olursak DİE’nin 2000
sonuçlarına göre 0-19 yaş arasındaki çocukların sayıları şöyledir;
Tablo 3.5. DİE’nin 2000 sonuçlarına göre Kütahya İlindeki 0-19 yaş
arasındaki çocuk nüfusu
YAŞ ARALIĞI KIZ ERKEK TOPLAM
0-4 26 398 27 568 53 966
5-9 26 103 27 592 53 695
10-14 29 176 30 702 59 878
15-19 33 368 35 210 68 578
(Kaynak; DİE, www.tuik.gov.tr)
3.1.4. Sosyal Hizmet ve Çocuk İlişkisi
Sosyal Hizmet kurumları bir ülkede hayati roller üstlenen kuruluşlardır.
Ülkemizdeki Sosyal Hizmetleri üç kategoride inceleyebiliriz. İlk olarak Sosyal Hizmet
dendiğinde Kamuya bağlı Sosyal Hizmetler akla gelir. Bunlar kamuya bağlı mahalli ve
merkezi birimler tarafından gerçekleştirilmektedir. Merkezi anlamda Sosyal Hizmet
veren ve Başbakanlığa bağlı olan kurumlar arasında Çocuk Esirgeme Kurumu, Vakıflar
Genel Müdürlüğü veya Bakanlıklar (Sağlık ve İçişleri Bakanlığı, Milli Eğitim
Bakanlığı..) sayılabilir. Yine yerel ölçekte Belediyelerin, İl Özel İdarelerinin ve Köy
İdarelerinin de Sosyal Hizmet Birimleri mevcuttur. İkinci olarak kamu dışında Sosyal
Hizmet veren gönüllü kuruluşlar, son olarak da özel kuruluşlar bulunmaktadır. (ABAY;
2004,594)
Sosyal Hizmet kuruluşları toplumsal yapıdaki kırılmaların önüne
geçilebilmesi ve onarılması noktasında çok önemlidir. Sosyal Hizmet vasıtasıyla “Genel
nüfus çocukluk ergenlik, gençlik ve yaşlılık olmak üzere evrelere ayrılarak kimsesiz ve
119
korumaya muhtaç olanlar devletin şefkat alanına alınır. Sosyal hizmet devletin ana
rollerinden biri haline gelir.”(ŞAHİN; 2004,661)
DİE’nin 2000 Nüfus Sayımı sonuçlarına göre ülkemizde 0-18 yaş arasındaki
çocuk nüfusunun %0,08’i koruma altına alınan çocuklardan oluşmaktadır ve bu yaklaşık
20.000 çocuk demektir. Koruma altına alınan çocukların bir kısmının anne ve babası
yoktur, bir kısmı anne ve babası tarafından terk edilmiştir, bir kısmının anne ve babası
belli değildir ve son olarak bir kısmı aileleri tarafından suistimal edilmektedir. (I. Sosyal
Hizmet Şurası, Ön Komisyon Raporları, 2004, Ankara)
Sosyal Hizmet Kurumlarının bir ailenin yerini tutmadığı gerçeği bir tarafa,
bu kurumların korunmaya muhtaç çocukların yeniden topluma kazandırılması ve eğitim
görmeleri adına ne denli önemli oldukları ortadadır. Ülkemizin bir sosyal devlet olduğu
fikrinden hareket edecek olursak, bu ülkede yaşayan her bireyin devlet güvencesinde
olması gerektiği sonucuna varırız. Türkiye’de sosyal hizmet kuruluşlarını iki başlık
altında inceleyebiliriz: İlk olarak devletin kendi bünyesinde yer alan SHÇEK, Emekli
Sandığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Sağlık Bakanlığı, Belediyeler ve İl Özel İdareleri,
yoksulluk ve yardımları düzenlerler. İkinci grubu Sivil Toplum Kuruluşları oluşturur.
Sivil Toplum kuruluşları genellikle bağışlarla, gönüllü katılımlarla ve organizasyonlarla
çalışmalarını yürütür.
STK’lar devletin yeterli olmadığı pek çok alanda önemli çalışmalara ve
projelere imza atmaktadır. Örneğin Eğitim Gönüllüleri Vakfı pek çok çocuğun eğitime
kazandırılması adına düzenlediği kampanyalar ve geniş katılımcıları ile dikkat
çekmektedir. Fakat bu tür kuruluşların da kendi içinde yaşadıkları sorunlar olduğunu da
söyleyebiliriz. Bu sorunların en önemlisi kaynak sıkıntısıdır. (EMİROĞLU; 2004, 523)
Sosyal Hizmetlerin en fazla faal olduğu çalışmalar genel itibari ile
çocukların korunması ve eğitilmesi alanlarında yoğunlaşmaktadır. Aileleri tarafından
sahip çıkılmayan, terk edilen ve suça, çalışmaya itilen çocukların başta barınma olmak
üzere sağlık, eğitim gibi gereksinimleri sosyal hizmet kurumlarınca giderilir. Bu
noktada bu kurumlarla iş birliği yapan gönüllü kuruluşların da katkıları
unutulmamalıdır. Sokaklardan toplanan, aileleri tarafından kurumlara verilen ve
kimsesiz kalan çocuklar başta yurtlar olmak üzere kreşlerde, bakım evlerinde hayatlarını
devam ettirirler.
120
3.1.5. Çalışan Çocuklar ve Çocukların Sokağa İtilme Nedenleri
Kütahya ili sokak çocukları açısından metropollerle kıyaslandığında çok
fazla sorunlu bir şehir sayılmaz. Ancak büyüyen bir kent olarak Kütahya için gerekli
tedbirler alınmazsa sokak çocukları sorununun büyüyeceği aşikardır. Şehirlerdeki sokak
çocukları sorununun en temel nedeninin kentsel yoksulluk olduğundan bahsetmiştik.
Kütahya ilinde de yoksulluk sorunu beraberinde sokakta çalışan çocuklar sorununu
ortaya çıkarmıştır. özellikle maddi olanakları yetersiz ailelerin çocukları kendi
ihtiyaçlarını karşılayabilmek ve ailelerine destek olabilmek için çalışmaktadır.
Kütahya geneline bakarsak çocukların Pazar yerlerinde poşet satıcılığı başta
olmak üzere çeşitli işleri yaptıkları göze çarpar. Ana caddelerde anneleri ile dilenen,
mendil satan, tartıcılık yapan çocukların varlıkları dikkat çekicidir. Sayıca fazla
olmamakla birlikte bu çocuklar daha şimdiden hayatın karanlık yüzü ile tanışmışlardır.
Kütahya İl Emniyet müdürlüğü 2006 yılında yaptığı çalışmalar neticesinde
70 çocuğun sokaklarda çalıştığını tespit etmiştir. Emniyet Müdürlüğünün, Kütahya
Merkez ve genelinde 13-25 Aralık 2006 tarihleri arasında Pazar yerlerinde, otogar ve
istasyon mevkiinde, Çarşı, Ulu Camii, Ali Paşa Camii civarında, Hisar Döner gazino
civarında, Maltepe Parkı, Azot Sitesi, Belediye Kültür Sarayı Parkında yaptığı
araştırmalar neticesinde ortaya çıkan istatistikler şöyledir;
Tablo 3.6. Kütahya İl Emniyet müdürlüğü 2005/2006 yılında yaptığı
çalışmalar neticesinde sokakta çalışan çocukların dağılımı
SOKAKTA ÇALIŞAN ÇOCUKLAR
YAPTIKLARI İŞ 2005 YILI 2006 YILI
Tartıcılık 08 -
Ayakkabı Boyacılığı 09 -
Poşet Satıcılığı 39 53
Mendil Satıcılığı 10 01
Araba Camı Siliciliği 03 -
Pazarda Arabacılık - 09
Poşet Satıcılığı ve Arabacılık - 06
Dilencilik - 01
TOPLAM 69 70
Kaynak: Kütahya İl Emniyet Müdürlüğü
121
Bu rakamlar bize Kütahya ilinde 2005 yılından 2006 yılına kadar sokak
çocuklarının sayısında artışın olmadığını gösteriyor. Ancak poşet satıcılığı yapan
çocukların sayısında ciddi bir artış göze çarpıyor. Özellikle Pazar yerlerinde yapılan
poşet satıcılığı, arabacılık gibi işler çocuklar için cazip işlerdir. Bu alanda çalışan
çocuklar Pazar yerlerinde alışveriş yapan insanlara ısrarla poşet satmaya çalışmakta ve
bu poşetleri alanlar olduğu için çocuklar poşet satıcılığı yapmaya devam etmektedirler.
3.2. SOKAK ÇOCUKLARI VE ÇOCUK SUÇ ORANLARI
Kütahya’da sokak çocukları sayı bakımından çok olmasa da suç işleyen
çocukların sayısı azımsanmayacak orandadır. Fakat diğer illere bakacak olursak bu suç
oranlarının sevinilecek kadar düşük olduğu da söylenebilir. Özellikle İstanbul gibi
metropollere göre. 2005 ve 2006 yılı Emniyet verilerine göre Kütahya da 18 yaş altı
çocukların en fazla hırsızlık, müessir fiil ve trafik suçu işlediği göze çarpar.
Bütün işlenen suçlar elbette ki söz konusu çocuklar olduğu için tutuklama
ile sonuçlanmamıştır. Ancak yinede çocukların suç işlemesi, suça bulaşması ve aileleri
tarafından suça itilmesi başlı başına bir sorundur. Ve bu sorun sadece Kütahya iline
değil tüm şehirlerimize has bir durumdur. Şüphesiz ki suçun işlenmediği bir toplum
düşünmek hayalden öteye gidemez; ama önemli olan geleceğimizi emanet ettiğimiz
çocuklarımızı suçtan uzak tutabilmektir.
3.2.1. Çocukların Suç Dağılımları
Kütahya İl Emniyet Müdürlüğünden elde ettiğimiz veriler 2005-2006
yıllarında 18 yaş altı çocukların işledikleri suçların türlerini ve olay sayısı ile tutukluluk
durumunu kapsamaktadır. Bu verilere göre ilimizdeki 18 yaş altı çocukların suç
dağılımları şöyledir:
122
Tablo 3.7. Kütahya İl Emniyet Müdürlüğünün verilerine göre 2005-2006
yıllarında 18 yaş altı çocukların suç dağılımları
2005 YILI 2006 YILI
SUÇUN NEVİ Olay Sayısı
Toplam Şüpheli
Tutuklu Sayısı Serbest
Olay Sayısı
Toplam Şüpheli
Tutuklu Sayısı Serbest
Hırsızlık 59 71 3 68 74 100 4 96
İntihara Teşebbüs 71 71 - 71 41 30 - 30
Müessir Fiil 102 135 - 135 81 98 - 98
Taciz Ve Lisanen Hakaret 18 21 - 21 16 90 - 9
Çocuk Kaçırma - - - - 1 - - - Küçük Yaşta Kız Çocuğu Alıkoyma Ve Irza Geçme 8 12 4 8 2 1 1 -
İlaç / Gıda Zehirlenmesi 65 65 - 65 13 - - - 6136 Sayılı Kanuna Muhalefet 4 4 - 4 1 1 - 1
Izrar 8 14 - 14 3 3 - 3
Trafik Kazası 78 82 - 82 53 30 - 30
Adam Yaralama 37 48 5 43 24 21 1 20
Yangın 1 1 - 1 2 1 - 1 Küçük Yaşta Kız Çocuğu Alıkoyma 39 49 - 49 28 6 - 6 Küçük Yaşta Çocuğu Terk Etmek 79 77 - 77 12 2 - 2 Esrar Maddesi Bulundurmak Ve Kullanmak - - - - 1 1 - 1 Fuhuş İçin Yer Temin Etmek Fuhuşa Teşvik - - - - 2 - - - Gürültü Yaparak Rahatsız Etmek - - - - 1 1 - 1 Çocuklara Porno Film Seyrettirmek - - - - 1 - - - Dikkatsizlik Ve Tedbirsizlik Sonucu Yaralanmak - - - - 1 - - - Mesken Mah. İhlal Ve Bıçak Tehdidi 1 1 - 1 1 1 - 1
TOPLAM 570 651 12 638 358 305 7 299
Kaynak: Kütahya İl Emniyet Müdürlüğü
Bu veriler Kütahya’da 2006’da 2005’e nazaran çocuk suçlarında belirgin bir
düşüş olduğunu göstermektedir. Bu sevindirici bir durumdur. Şüphesiz ki bunda
Emniyet Müdürlüğünün ve Kütahya’daki yönetimin etkisi büyüktür. Bu rakamlara ek
olarak 2005 yılında yapılan çalışmalarda uçucu, uyuşturucu ve psikotrop madde
kullandığı söylenen 27 kişi tespit edilmiştir. Bunlardan 16’sının 0-18 yaş grubundan,
11’inin 18 yaşından büyük olduğu belirlenmiştir. 18 yaş altındakilerin aileleri ve
123
kendileri ile yapılan görüşmeler ve çalışmalar neticesinde 2006 yılında bu maddeleri
kullanan çocuk tespit edilmemiştir. (Kaynak: Kütahya İl Emniyet Müdürlüğü)
3.3. KÜTAHYA’DA YOKSULLUK YÖNETİMİ VE ÖRGÜTSEL
YAPISI
Her şehir gibi Kütahya’da da birtakım sosyo-ekonomik sıkıntılar
yaşanmaktadır. Özellikle büyümekte olan kentlerde gelir dağılımındaki adaletsizlik, iş
olanaklarının kısıtlı olması, hızla artan nüfus, çözümlenmesi gereken problemlerin
başında gelir. Kütahya ilinde özellikle üniversitenin kurulmasından sonra belirgin bir
nüfus artışı göze çarpmaktadır. Üniversitenin varlığı halk için yeni iş olanakları sunsa
da, bu yeterli olmamaktadır.
Genel itibari ile bakıldığında Kütahya İlinde halkın büyük çoğunluğu tarım
ve hayvancılık yaparak hayatlarını sürdürmektedir. Sanayi sektörü (özellikle madencilik
ve seramik) varolsa da işsizlik ve yoksulluk başta da belirttiğimiz gibi diğer şehirlere
benzer şekilde Kütahya’nın da ana sorunlarındandır.
Kütahya İlinde nüfus özellikle son yıllarda artmıştır. Nüfus artışı demek
ihtiyaçların da artması demektir. Bireylerin en temel ihtiyaçları beslenme ve barınmadır.
Bu ihtiyaçların giderilmesi için bireylerin çalışması gereklidir. Fakat iş olanaklarının
yetersizliği bu gereksinimlerin karşılanmasını zorlaştırmaktadır. İşte bu noktada
yoksulluğun yaşandığı kentlerde, yoksullar devlet tarafından bir şekilde
desteklenmelidir. Devlet bu insanlara çeşitli hizmetler sunarak, onların sıkıntılarını
hafifletmeye çalışırken, diğer yandan da yoksulluğu ortadan kaldırmaya yönelik
çalışmalar yapmalıdır. Bu devletin görevidir.
Devlet sözünü ettiğimiz problemleri Sosyal Hizmet Kurumları vasıtasıyla
çözümlemeye çalışır. Buna ek olarak Sivil Toplum örgütleri de üzerlerine düşen görevi
yaparlar. Eğer bir ülkede devlet, Sosyal Hizmet Kurumları ve Sivil Toplum Kuruluşları
arasındaki koordinasyon sorunsuz işliyorsa, o ülkede sıkıntıların aşılması daha kolay
olur. İşte buradan hareketle çalışmamızın son bölümünde Kütahya İlindeki Sosyal
Hizmet Kurumlarının organizasyonel yapılarını incelemeye çalışacağız.
124
3.3.1. Kamu Örgütlenmesinin Yapısal Analizi
Sosyal Hizmet Kurumları kimsesiz çocukların barındırılması, eğitimi,
korunması, yaşlı ve bakıma muhtaç insanların ihtiyaçlarının giderilmesi, çeşitli
sebeplerle devlete sığınan kadınların hayatlarını idame edebilmeleri için gerekli
tedbirlerin alınması gibi önemli görevler üstlenmişlerdir. Aynı zamanda yardıma
gereksinim duyan, yoksullara sosyal yardım ulaştırılması da bu kurumların yaptıkları
arasındadır. Sosyal yardım ister maddi, isterse manevi olsun toplumsal düzenin ve
refahın devamı adına gereklidir. “Günümüzde yoksunluk, insani yoksunluğun
oluşmasında en belirleyici faktör olması nedeniyle, sosyal yardım hizmetlerinin
odaklandığı temel sorun olmaktadır. Dolayısıyla, sosyal yardım hizmetleri, yoksulluğun
temel belirleyici olduğu bir alanda hizmet üretmek durumundadır.” (www.sydtf.gov.tr)
Ama daha önce kurumların çalışma düzenlerini anlayabilmek adına örgütsel yapılarını
incelememiz gerekir;
125
T.C.
VALİ
İL SOSYAL
HİZMETLER
KURULU
VALİ YARDIMCISI
İL SOSYAL
HİZMETLER
MÜDÜRÜ
İL MÜDÜR
YARDIMCILARI
• ÇOCUK YUVALARI
• YETİŞTİRME YURTLARI
• HUZUREVLERİ
Şekil 3.1.Sosyal Hizmet Kurumlarının Örgütsel Yapıları
Kütahya Sosyal Hizmet Kurumları da sosyal yardımlaşmanın devamı adına
üzerine düşenleri yapmaktadır. Bu kurumların görev ve sorumluluklarından daha
ayrıntılı bahsedeceğiz.
126
3.3.1.1. Huzurevi
Kütahya Sosyal Hizmet Kurumlarından Huzurevi, kendisine bakacak
kimsesi ve sosyal güvencesi olmayan, üzerine kayıtlı bir gayrimenkulu bulunmayan,
yaşlıların ücretsiz; ekonomik gücü olan yaşlıların da ücretli olarak kabul edildiği bir
birimdir. Her bireyin bir gün yaşlanacağı prensibinden hareketle, çevresi tarafından
sahip çıkılmayan veya sahip çıkacak kimsesi olmayan yaşlılarımıza hizmet sunan,
onların başta barınma, beslenme ve sağlık olmak üzere çeşitli gereksinimlerini
karşılayan huzurevi toplumsal huzur adına da önemli bir misyon üstlenmiştir. Huzur
evinde kalmak isteyen yaşlılarımız, huzurevine, Sosyal Hizmet İl Müdürlüğüne
başvurabilirler. Huzurevinde kalmak isteyen yaşlılarımızın, kabul edilebilmesi için bir
takım koşullar belirlenmiştir. Bu koşullar;
• 60 yaş ve üzerinde olmak
• Kendi ihtiyaçlarını (banyo, yeme-içme...) karşılayabilir durumda olmak
• Ruh sağlığı yerinde olmak
• Bulaşıcı hastalığı olmamak
• Uyuşturucu madde ve alkol bağımlısı olmamak
• Eğer herhangi bir mal varlığı ve sosyal güvencesi yok ise bunu raporla
saptamış olmak
Tablo 3.8. Huzurevinde Mayıs 2004 itibari ile kalanların durumları
Kalan Yaşlı Sayısı
Nitelikleri Ücretli ücretsiz Toplam Kapasite
Huzurevi Birimi 16 34 50 54
Özel Bakım Birimi 1 10 11 11
Toplam 17 44 61 65
Kaynak: (www.kutahyashcek.sitemynet.com)
Huzurevinde Mayıs 2004 itibari ile, toplam 50 yaşlı bulunmaktadır. bu
yaşlılarımızdan 16’sı ücretli, 34’ü ise ücretsiz barındırılmaktadır. Kütahya Huzurevinin
kapasitesi 65’tir ve Huzurevindeki oda tipleri şu şekildedir;
127
Tablo 3.9. Huzurevindeki oda tipleri, sayıları
ODA TİPLERİ ODA SAYILARI
C Sınıfı Oda (2 Kişilik) 19
D Sınıfı Oda (3 Kişilik) 5
D Sınıfı Oda (3+1 Kişilik) 1
Kaynak: (www.kutahyashcek.sitemynet.com)
3.3.1.2. Kız Yetiştirme Yurdu
Kütahya Kız Yetiştirme Yurdu 2028 sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk
Esirgeme Kurumu Kanunundaki tanıma uygun kız çocuklarının yetiştirilmesi,
korunması ve bir iş, meslek sahibi yapılması ile yükümlü Sosyal Hizmet Kurumudur.
Diğer illerdeki kız yetiştirme yurtlarında olduğu gibi, Kütahya’daki Kız yetiştirme
Yurdunda da, söz konusu kanuna ilişkin maddelerde belirtilen; anne veya babası
olmayan, anne veya babası ya da her ikisi belli olmayan, anne veya babası tarafından
terk edilen, anne veya babası tarafından çeşitli tehlikelere, kötü alışkanlıklara karşı
savunmasız bırakılan 13-18 ve 18 yaş üzeri kız çocukların fiziksel ve ruhsal
gelişimlerini sağlıklı bir biçimde tamamlamalarını sağlamak amacını gerçekleştiren
kurumdur.
Yurttaki çocuklar reşit olana kadar devlet koruması altındadır. Ayrıca
yurtlardaki çocuklar 3413 sayılı yasa uyarınca Kamu Kurum ve Kuruluşlarındaki
%1’lik kadroya yerleştirilmektedirler. Yine yurtta kalanların orta öğretime devamları
halinde yurtta kalma süreleri 20 yaşına, yüksek öğretime devamları halinde ise yurtta
kalma süreleri 25 yaşına kadar uzatılabilmektedir. (www.kutahyashcek.sitemynet.com)
3.3.1.3. Erkek Yetiştirme Yurdu
Kütahya Erkek Yetiştirme Yurdu 110 kişi kapasiteli bir Sosyal Hizmet
Birimidir. Yurtta kalan erkek çocukların her türlü ihtiyaçları yurt yönetimi tarafından
belli bir düzen içerisinde karşılanmaktadır. Yurt binası 1968 yılında inşa edilerek
hizmete sokulmuştur. Bina üç katlı olup, geniş bir bahçeye ve bitişiğinde gençlerin oyun
oynayıp vakit geçirebilecekleri oyun ve futbol sahasına sahiptir.
128
Erkek yetiştirme yurdunda 1 müdür, 1 ayniyat saymanı, 1daktilograf, 1
sosyal çalışmacı, 1 hemşire, 2 öğretmen, 2 aşçı, 1 kaloriferci ve 11 hizmetli görev
yapmaktadır. Gerek kız yetiştirme yurdu gerekse erkek yetiştirme yurdundaki
çocuklarımıza ve gençlerimize belli miktarlarda harçlık verilmektedir. Bu çocukların
her türlü ihtiyaçları yurt tarafından karşılanmakta ve yurt yönetimince gençlere, ileride
iş bulmaları konusunda yardımcı olunmaktadır. (www.kutahyashcek.sitemynet.com)
3.3.1.4. Kütahya Çocuk Yuvası
Kütahya Çocuk Yuvası 1962 yılında 7560 m²’lik bir alana kurulmuş, 700
m²’lik bir binadır. Kurumda 06-12 yaş grubundaki çocuklara hizmet verilmektedir.
Çocuk yuvasında, 1 Sosyal Hizmet Uzmanı, 3 Öğretmen, 3 Çocuk Eğiticisi, 1 Hemşire
olmak üzere toplam 20 personel görev yapmaktadır. Yuvadaki çocuklar ders dışında
çeşitli sosyo-kültürel faaliyetlere de katılmaktadır. Bu faaliyetler çocukların ruhsal
gelişimleri açısından da oldukça büyük bir öneme sahiptir. Mayıs 2004 itibari ile
Kütahya Çocuk Yuvasında kalan çocukların sayıları ve yaşları şöyledir;
Tablo 3.10. Mayıs 2004 itibari ile Kütahya Çocuk Yuvasında kalan
çocukların sayıları ve yaşları
YAŞ GRUBU ÇOCUK SAYISI TOPLAM
0-6 --- --- ---
7-12 18 48 66
13+ -- -- --
TOPLAM 18 48 66
Kaynak: (www.kutahyashcek.com)
3.3.1.5. Kütahya İli Sosyal Yardım Verileri
“Kütahya modern ekonomik örgütlenmeden post modern ekonomik
örgütlenmeye geçemeyişin sıkıntılarını alt gelir gruplarında yoğun olarak yaşamaktadır.
Bu problem yoksulluğun yoğunluk kazanmasına neden olmaktadır.”(ŞAHİN;2004,655)
Kentte yaşanılan söz konusu yoksulluğun aşılması ve etkilerinin minimum düzeye
indirilmesi adına, fakir insanlara yapılan yardımlar önem kazanmaktadır. Özel
derneklerin yardımlarının ve bireysel yardımların yanında Belediye tarafından verilen
sosyal yardımlar ile Vakıflar Bölge Müdürlüğünün yaptığı çalışmalar dikkat çekicidir.
129
Fakir, sakat, kimsesiz insanların ihtiyaçlarının giderilmesi, yaşam
kalitelerinin arttırılması, hasta ve bakacak kimsesi olmayanların tedavi ettirilmesi gibi
amaçlar çerçevesinde yoğunlaşan sosyal yardımlar, toplum içindeki ekonomik dengenin
korunması ve farklılıkların tehdit edici bir şekle bürünmesinin önüne geçilmesi için
gereklidir.
Kütahya ilinde yardım yapılacak kişiler belirlenirken adil davranılması ve
gerçekten ihtiyacı olanlara ulaşılması son derece önemli bir parametredir. Bu nedenle
yapılan sosyal yardımlardan faydalanacak kişilerde bir takım kriterler aranır. Fakirlik
kriterleri olarak adlandırılan bu maddeleri özetleyecek olursak:
a. Hiç geliri olmayanlar (sürekli hastalığı olanlar, yaşlı olanlar, evinin
iaşesini temin edecek kimsesi olmayanlar, dul ve bakacak kimsesi olmayanlar, evi kira
olanlar, bakacak kimsesi olmayanlar, sosyal yardım almayanlar)
b. Gelir düzeyi 100 ile 200 YTL olanlar (evi kira olan, 3’den fazla çocuğu
olanlar, üniversitede çocuğu olanlar, sürekli hastalığı nedeniyle tedaviye muhtaç
olanlar)
c. Asgari ücretli ve emekli maaşı asgari ücret düzeyinde olanlar (evi kira
olanlar, maaşında haczi olanlar, 3’den fazla çocuğu olanlar, üniversitede okuyan çocuğu
olanlar, eşi cezaevinde olup iaşesini temin edecek kimsesi olmayanlar, resmi boşanma
sürecini tamamlamamış olanlar)
d. Çalışabilecek durumda olup da işsizlik nedeni ile çalışamayanlar (eşi
tarafından terk edilen bayanlar, bakıma muhtaç çocuğu olanlar, özründen dolayı
çalışamayanlar)
3.3.1.5.1. Belediye
Yukarıda saydığımız fakirlik kriterleri çerçevesinde Kütahya Belediyesince
Fakirlere yemek yardımı, asker maaşı yardımı, fakir maaşı yardımı, yakacak
yardımı, su indirimi yardımı, ev tamiri yardımı, sağlık yardımı, yol yardımı ve şartlara
göre geçici barınma evi yardımı yapılmaktadır. Belediyenin 2006 yılı sosyal yardım
verileri ise şöyledir:
130
- Kütahya Belediyesi 2006 yılında 43 ailenin evine 135 kişilik yemek
yardımı yapmış, bu yemek yardımı ailelerin bizzat evlerine götürülerek
gerçekleştirilmiştir. Yine 105 aileye belediye aş evinden 265 kişilik yemek dağıtılmış,
Ramazan ayında ise 9450 vatandaşa iftar yemeği verilmiştir.
- 560 kişiye 300 kg. yakacak (odun) yardımı yapılmıştır.
- 69 tane çocuk sünnet ettirilmiştir.
- 2400 öğrenciye kırtasiye yardımı yapılmıştır.
- 254 vatandaşa indirimli su verilmiştir.
- 205 vatandaşa ulaşım yardımı (en yakın ile gönderilmesi) yapılmıştır.
- 69 diyaliz hastası haftada 3-4 gün evlerinden alınarak hastaneye
götürülmüş, tedavileri tamamlandıktan sonra evlerine bırakılmışlardır.
- Zor durumda olan 90 kişiye ev tamiri yardımı yapılmıştır.
- Yine belediye 130 fakir aileye ayda yaklaşık 100 YTL olmak üzere
toplamda 165.685,99 YTL maaş ödemiştir.
- Bu ailelere ayni olarak (ilaç yardımı, kömür yardımı, kısa süreli
yardımlar, yiyecek yardımı) yapılan yardım tutarı toplamda 489.301,77 YTL’dir.
- Askerde oğlu olan ve maddi durumu iyi olmayan 50 aileye (aylık
yaklaşık 60-70 YTL olmak üzere) toplam 13.862 YTL yardım yapılmıştır. (Kaynak:
Kütahya Belediyesi)
3.3.1.5.2. Vakıflar Bölge Müdürlüğü
Kütahya Vakıflar Bölge Müdürlüğüne Kütahya, Eskişehir, Afyonkarahisar
ve Uşak illeri bağlıdır. Bu illerdeki toplam taşınmaz sayısı 7261 adettir. 2006 yılı geliri
2.130.896,00 YTL’dir ve 2007 yılında 2.400.000,00 YTL gelir beklenmektedir.
Vakıflar Bölge Müdürlüğünün imarethanelerinden 2004 yılında 700 kişi faydalanmakta
iken bu sayı Ekim 2004 itibari ile 2500 kişiye Ocak 2006 itibari ile 3000 kişiye
çıkarılmıştır. Şuan 4 ilin her birinde 750’şer kişinin evine sıcak yemek servisi
yapılmaktadır. Ocak 2007 ayından itibaren Müdürlüğe bağlı illerin ilçe merkezlerinde
ihtiyaç sahiplerine her ay kuru gıda yardımı yapılmaktadır. Her ay kuru gıda yardımı
yapılan muhtaç sayısı 3750 kişidir. Bölge Müdürlüğünden yemek ve kuru gıda alan
131
muhtaç sayısı da 6750 kişidir. İhtiyaç sahiplerine yapılan yardım miktarı 3.678.360,00
YTL’dir.
Vakıflar Bölge Müdürlüğünce hiçbir sosyal güvencesi bulunmayan,
geçimini temin edemeyecek kadar fakir ve kimsesiz, ama ve yetim olanlara aylık 239.00
YTL muhtaç maaşı ödemesi yapılmaktadır. 2006 yılında, muhtaç maaşı kontenjanı 87
kişiden 170 kişiye çıkarılmıştır ve halen 95 kişiye maaş ödemesi yapılmaktadır.
Yine 2006-2007 öğretim yılından itibaren 88 öğrenciye (ortaöğretim) aylık
50 YTL burs verilmeye başlanmıştır. 2007 Nisan ayından itibaren bu sayı 169 kişiye
çıkarılmıştır. Bu burslar okulların açık olduğu 9 ay boyunca verilmektedir. Müdürlük
2006 yılında 42 adet cami için ilgili köy muhtarlıkları ve derneklere toplam 151.000,00
YTL yardım yapmıştır.
Bütün bu rakamlar bize sosyal yardıma ihtiyacı olan ne kadar insan
olduğunu göstermektedir. Kamu kurumlarınca, özel kuruluşlarca ve derneklerce yapılan
yardımlar yoksullukla ve kentsel yoksullukla mücadelede atılan önemli adımlardır.
Yoksulluktan en fazla etkilenen kesim çocuklardır. Çocukların iyi şartlarda ve mutlu
yetişebilmesi için her birey tıpkı sosyal hizmet kurumları gibi üzerine düşeni
yapmalıdır. “ Toplumsal bütünleşmeyi sağlayan mekanizmalar işlevlerini sürdürdükleri
oranda toplumsal yapı dayanışma ve birliktelik ve refah paylaşımı üretmeye devam
eder. Toplusal dengeyi oluşturan mekanizmalar sürekli aynı verimlilikte işlevselliğini
sürdüremez.” (ŞAHİN;2004,659) Bu nedenle bireysel yardımlar, özel derneklerde kamu
kurumları kadar önemlidir.
3.3.2. Sosyal Hizmetler ve Sokak Çocukları
Ülkemizin önemli sorunlarından biri olan sokak çocukları sorununu buraya
kadar analiz etmeye çalıştık. Hayatlarına çeşitli nedenlerden dolayı sokaklarda devam
eden ya da sokaklarda çalışmak durumunda kalan çocuklar, çok büyük tehlikelerle karşı
karşıya kalmaktadırlar. İstismara ve sömürüye açık olan sokaklarda, kendilerini
bekleyen bu tehlikelerden bihaber yaşayan çocuklarımızın sayısı da her geçen gün
artmaktadır.“Türkiye’de ilk sokak çocuklarına 1940’lı yıllarda İstanbul’da
rastlanmaktadır. “(GÜNEŞ,KALAYCI;2004,9) Daha sonra değişen sosyo-ekonomik
yapıyla paralel olarak artan iç göçler sokak çocuklarının sayısını arttırmış, özellikle
132
yaşanan geçim sıkıntısında bir alternatif çözüm yolu olarak görülen çocuk emeği,
çocukların sokaklara itilmesinde etkili olmuştur.
Sokak çocukları yani sokaklarda yaşayan, ailesi olmayan veya ailesi olduğu
halde ailesinin ya da kendi isteği ile sokaklarda çalışan çocukların bir şekilde
sokaklardan kurtarılması, sağlıklı koşullarda hayatlarının sürdürmelerinin sağlanması,
eğitimlerinin tamamlanması, gerekliyse rehabilite edilmeleri için başta devletin sosyal
hizmet kurumları olmak üzere tüm topluma önemli görev ve sorumluluklar
düşmektedir. Sosyal hizmet kurumları bu çocukların barınma, beslenme, eğitim sağlık
ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Ancak ne yazık ki ülkemizde sosyal hizmet kurumlarının
personel ve kaynak sıkıntısı mevcuttur.
Bu sıkıntılara karşın, kurumlar görevlerini yerine getirmeye çalışmaktadır.
Özellikle son dönemlerde medyada da geniş yankı bulan yurtlardaki çirkin görüntüler,
bu kurumlarla ilgili yapılacak daha çok şeyin, kat edilecek daha çok mesafenin
olduğunu göstermektedir. Elbette ülkemizdeki her sosyal hizmet kurumu kötü ve
yetersizdir diye bir genelleme yapamayız; fakat belirttiğiz gibi bu kurumların personel
ve kaynak sıkıntılarının, koordinasyon eksikliklerinin bir an önce giderilmesi şarttır.
Çocuklara hizmet veren sosyal hizmet kurumlarını kısaca tanıtacak olursak;
- Çocuk Yuvaları: Çocuk yuvaları, 0-12 yaş arasındaki çocukların
barındırılması, korunması, söz konusu yaş grubundaki çocuklara sosyal ve psikolojik
destek verilmesi amacıyla kurulmuş yatılı birimlerdir.
- Yetiştirme Yurtları: Bu yurtlar 13-18 yaş arasındaki korunmaya muhtaç
çocuklara hizmet vermektedir. Çocukları korumak, eğitimlerini sağlamak, iş ve meslek
sahibi yapmak gibi görevler üstlenen yurtlar kız ve erkek yurtları olmak üzere ülkemizin
hemen her yerinde faaliyet göstermektedir.
- Çocuk ve Gençlik Merkezleri: Bu merkezler, aile içi sorunlar,
yoksulluk ve yoksulluktan kaynaklanan sıkıntılardan dolayı sokaklara düşen, kötü
alışkanlıklar edinen, çeşitli tehlikelere maruz kalan risk grubundaki çocukların rehabilite
edilmeleri ve topluma sağlıklı birer birey olarak yeniden kazandırılmaları amacıyla
kurulmuş yatılı ve gündüzlü sosyal hizmet kuruluşlarıdır.
133
- Engelli Çocuklara Yönelik Bakım ve Rehabilitasyon Merkezleri:
Engelli çocuklara hizmet veren bu rehabilitasyon merkezleri, bedensel ve zihinsel
özürlü çocuklarımızın eğitilmesi, onlara hayatlarını kolaylaştıracak çeşitli becerilerin
kazandırılması ve sosyalleşmeleri için gerekli olan eğitim ve yardımları sağlayan
kurumlardır. (I. Sosyal Hizmetler Şurası Ön Komisyon Raporları; 2004,23)
Yukarıda bahsettiğimiz tüm bu kurumlar başta sokak çocukları olmak üzere
sokak çocuğu olma riski taşıyan korunmaya muhtaç çocukların ihtiyaçlarını karşılamak
adına gerekenleri yapmaktadır. Yine Koruyucu Aile ve Evlat Edinme yönetmelikleri ile
de bu kurumlar çocukların aile ortamında ve aile desteği ile hayata hazırlanmalarına
yardımcı olmaktadırlar.
3.3.3. Sokak Çocuklarının Topluma Kazandırılması
Sokak çocuklarının sokaklardan kurtarılması kadar, topluma kazandırılması
ve onların sokaklara dönmelerinin engellenmesi de çok önemlidir. Özellikle suç işleyen
çocukların tekrar suç işlemelerinin önlenmesi ve yaşadıkları psikolojik sorunların
ortadan kaldırılması öncelikli görevdir. “ Sorunlara sadece idari karar ve uygulama
planlarıyla yaklaşım eksik olacaktır. Bütün bunları gerçekleştirmede en önemli güç
toplumsal katılımdır. Kent toplumu sorumluluk üstlenmek zorundadır”
(SULA;2004,558) Aile içi ilişkilerin zedelenmesi, yaşanılan ekonomik sıkıntılar,
çevresel uyum problemi gibi nedenlerden dolayı sokaklarda çalışan, yaşayan veya
sokaklara düşmeye meyilli çocukların topluma yeniden kazandırılması için yapılacakları
şu şekilde sıralayabiliriz;
- Öncelikle sokaklarda çalışan çocukların engellenmesi için, onları
sokaklarda çalışmanın para, dolayısıyla da özgürlük kazandıracağı fikrinden
uzaklaştırmak gerekmektedir. Sokak çocuklarıyla ilgili yapılan çalışmalar bizlere bir
şekilde sokaklardan kurtarılan çocukların kısa bir süre sonra yeniden sokaklara
döndüğünü göstermektedir.
- Eğer rehabilite edilen çocuk tekrar aynı koşullarda yaşamını
sürdürecekse bu söz konusu çocuğun sokaklara dönme riski yüksektir. Bu nedenle ilk
yapılması gereken, çocukları sokaklardan toplamaktan ziyade toplumsal yaşam
koşullarının iyileştirilmesi olmalıdır.
134
- Eğer çocuk bir şekilde suça bulaştıysa veya sömürüye, suistimale
maruz kaldı ise, bu çocuğu sadece koruma altına almak yeterli olmaz. Uzun yıllar çocuk
psikolojik destek görmeli ve kendine güveni sağlanmalıdır.
- Toplum bu çocuklara destek vermeli, onları potansiyel suç makinaları
gibi görmek yerine topluma yeniden kazandırılmaları adına üzerine düşenleri
yapmalıdır.
- Sosyal hizmet kurumlarının şartları iyileştirilmeli, eksiklikleri
giderilmeli, kapasiteleri arttırılmalı ve koordineli bir şekilde çalışmaları sağlanmalıdır.
- Hiçbir çocuk kaderine terk edilmemeli, ileride hayatlarını kurmalarını
sağlayacak iş ve meslek edindirme kursları ile çocukların beceri ve yetenekleri ortaya
çıkarılarak bu çocuklar desteklenmelidir.
- Emniyet birimleri ile devlet ortak çalışmalarla çocukları sömüren, suça
teşvik eden, kullanan kişileri engellemeli ve çocuklara karşı işlenen suçların cezaları
ağırlaştırılmalıdır.
- Töre ve namus cinayetlerine karşı alınan tedbirler arttırılarak madur
çocuklar ve gençler koruma altına alınmalıdır.
- Uyuşturucu, alkol gibi kötü alışkanlıklar kazanmış olan çocuklar özel
tedavilerle ve psikolojik destekle topluma yeniden kazandırılmalı, bu konudaki sorumlu
kuruluşlar sayıca arttırılmalıdır.
Yukarıda özetlediğimiz gibi aslında çocuklar için yapılacak çok görevimiz
var. En önemlisi de onları dışlamak yerine onlara kucak açmak. Çünkü çocuklar bizim
çocuklarımız ve kolayına kaçıp onları kaderine terk etmek, kısa vadeli çözümler
üretmek bizleri bu sorundan kurtarmaya yetmeyecektir.
135
SONUÇ
Bu tezde günümüzün en önemli sorunlarından biri olan sokak çocukları
sorununu tüm yönleri ile ortaya koymaya çalıştım. Sadece toplumumuza özgü olmayan
sokak çocukları özellikle son yıllarda artmaktadır. Temel hipotezimizde de belirttiğimiz
gibi sokak çocuklarının ortaya çıkmasında Batı tipi sanayileşmeyi destekleyen
politikaların üretilmesi ve tarım sektöründeki makineleşme ile artan iç göçler
neticesinde yaşanılan toplumsal dönüşümün planlı ve koordineli yürütülememesinden
dolayı yoksulluğun dönüşüme uğrayarak kentsel yoksulluğun oluşmasının etkisi
büyüktür.
Tezimin alt hipotezlerinden biri sanayileşmenin kentlere göçü cazip hale
getirdiğidir. Batıdaki sanayileşme her ülkeyi olduğu gibi ülkemizi de etkilemiştir. Uzun
yıllar tarıma dayalı bir model çerçevesinde şekillenen toplumumuz, 1950’lerde tarım
sektöründe makineleşmeye hız verilmesi ile kentleşme yolunda ilk ciddi adımlarını
atmıştır. Daha önce bir ailenin el birliği ile yaptığı işleri artık bir kişi traktör vasıtasıyla
daha kısa sürede yapabilmektedir. Bu durum aslında teknolojik anlamda iyi bir
atılımdır. Fakat hesaplanmayan ve sonuçları günümüze kadar ulaşan sıkıntı, ailenin
geriye kalan bireylerinin ne iş yapacağıdır. Kısaca tarımdaki yenilik artı iş gücü
doğurarak, bu iş gücünün kentlere göç etmesine zemin hazırlamıştır. Buna ek olarak
kentlerin çekiciliğinin, kırsal kesim insanında uyandırdığı yeni umutlarda ne yazık ki
kentsel hayatın bu göç dalgasına hazırlıklı olup olmadığı sorusunu unutturacak kadar
kuvvetlidir. Köylerde yapacak işi olmayan insanımız, çalışıp karnını doyurabileceği
umuduyla kentlere doğru yola koyulurken beraberinde götürdüğü değerlerinin bir
kısmını da köyde bıraktığını fark etmemiştir.
Bir diğer hipotezimizde de göstermeye çalıştığımız gibi köy insanı, göç
ettiği kentlerdeki sanayileşme hızının kentlere göç hızından daha yavaş seyir
izlemesinden dolayı işsizlik, dolayısıyla da yoksulluk sorunu ile yüz yüze kalmıştır.
Ortaya çıkan bu yoksulluk aile içi ilişkilerde belirgin değişimlerin yaşanmasına ve bu
değişimler neticesinde aile içi ilişkilerin yıpranmasına, anomik davranışların görülmeye
başlamasına sebep olmuştur.
136
Kent hayatına uyum sağlamakta zorlanan, gecekondu dediğimiz kentlerin
etrafını çepeçevre saran alanlarda yaşayan, en önemlisi de istediklerini gerçekleştirecek
fırsatı bir türlü yakalayamayan kırsal kesim insanı artık ne tam anlamıyla köylü nede
tam anlamıyla kentlidir. Geçim derdi, boğazlarını sıktıkça, yanı başlarındaki şatafatlı
hayat gözlerine girecek kadar yaklaştıkça, gecekondulularda nereye ait olduklarının
ikileminde daha fazla sürüklenir olmuşlardır. Bir taraftan da yoksulluğun neticesi olarak
aile içi ilişkiler aşınmış ve anomik davranışlar ortaya çıkmıştır. Aile bireylerinin
birbirlerine olan bağlılıkları, güvenleri ve en önemlisi destekleri, yoksulluk neticesinde
kaybolmaya başlamıştır. Bir diğer hipotezimizde belirttiğimiz gibi; bu durumdan en çok
etkilenen de şüphesiz ki çocuklardır. Çünkü ailelerinin içinde bulunduğu yoksulluk artık
eski yoksulluk değildir. Köylerde el birliği ile halledilen sıkıntılar, kentlerde herkesin
kendi sıkıntısı olup çıkıvermiştir. Umutlar, değerler, inançlar zedelenerek şükür ve
kanaatkârlığın unutulmasına sebep olmuştur. Bu yeni durum kentsel yoksulluktan başka
bir şey değildir. Gecekondu insanı, güvenmek, inanmak gibi kelimelerin anlamını
unuttukça köşeyi dönmek için her yol mubah fikri hızla yaygınlık kazanmıştır.
Kentsel yoksulluğun ilk kurbanı aile olmuştur. Ailenin sosyo-ekonomik
açıdan yaralanması, çocukları sokaklara itmiştir. Artan aile içi şiddet çocukların
psikolojik ve sosyal gelişimlerine zarar verirken aslında bu onlar için sığınacak yeni bir
alanın da varlığının ilk sinyalleridir. Çocuk dayaktan, kavgadan, yoksulluktan kaçacak
tek yer olarak sokağı görmüş ve sokak çocukları dediğimiz olgu ortaya çıkmıştır. Evini
terk eden, ebeveynleri tarafından çalışmaya itilen çocukları bekleyen tehlikeler ise
zannedildiğinden daha büyüktür. Onların kazanacağı iki kuruş ödenecek bedellerin
yanında hiçtir.
Çocukları sokaklara iten nedenler ne yazık ki sadece bu kadarla sınırlı
değildir. Çevresinde gördüğü rengârenk yaşantı çocukları yetişkinlerden daha fazla
etkilemiştir. Medya ve sanal dünya da bu rengârenk hayatın elçileri olmuşlar ve her şey
(hatta gizli kalması gerekenler bile) görünür kılınmıştır.
Netice ortadadır aslında. Sokaklarda suç işleyen, sokaklarda ölen,
sokaklarda tiner, bali kullanan, kendine zarar veren, çevreye saldıran gencecik bedenler.
Ülkemizde yaşanılan sıkıntıların temelini oluşturan gelir dağılımındaki adaletsizliğin,
sonuçları hesaplanmadan girişilen siyasi hareketlerin, bedelini neden çocuklar
137
ödemektedir? Çünkü çocuklar savunmasızdır, korunmaya gözetilmeye, sevgiye, ilgiye,
eğitime ve en önemlisi aileye ihtiyaç duyarlar. Tehlikelere en açık grup onlardır. Daha
çocukluklarını yaşamadan büyümek zorunda kalan küçük yürekleri, taşıyamayacakları
acıların altında ezildikçe kaybolan hayallerin hesabını sordukları sokaklarda yitip
giderler.
Bugün sokaklarda bu ülkenin geleceği dediğimiz çocuklarımız suç işliyorsa,
istismar ediliyorsa, bir mal gibi alınıp satılıyorsa, kullanılıyorsa bundan toplum olarak
hepimiz sorumluyuz. Bizler bu çocukların çalışmasına göz yumuyorsak, ekranlardaki
şiddete, her yerde peynir ekmek gibi satılan baliye aldırış etmiyorsak, maddi gücümüz
yerinde olduğu halde her şeyi devlete ve sosyal hizmet kurumlarına yüklüyorsak bir
şeyler yolunda değil demektir.
Osmanlı Devletinde bir çocuk kimsesizse o çocuk mahalledekiler tarafından
sahiplenilir, okutulur, barındırılır olmazsa vakıflar aracılığı ile ihtiyaçları karşılanırdı.
Komşuluk, akrabalık, dostluk değerliydi. Bugün insanlar yan dairelerinde kimin
yaşadığından bihaberler. Güven duygusu ortadan kalkmış durumda. Suç oranları almış
başını gidiyor. Yanlışın nerede olduğunu merak ediyorsanız ben söyleyeyim; yanlış
yozlaşan değerlerimizde, yavaş yavaş kaybettiğimiz insanlığımızda,
yardımseverliğimizde.
Sokak çocukları ya da sokakların çocukları, alt tarafı iki kelime, ama
altındakiler bu tezle anlatılamayacak kadar çok cümle ihtiva ediyor!...
138
KAYNAKÇA
KİTAPLAR
ABAY Ali Rıza, “Türkiye’de Kamusal Sosyal Hizmetlerin Algılanması ve
Uygulanması Sorunu”, Birinci Sosyal Hizmetler Şurası, SHÇEK Yay.,
Ankara, Nisan, 2004.
ADLER Alfred, İnsanı Tanıma Sanatı, Çev. Kamuran ŞİPAL, Say Yay., İstanbul,
2004.
AKBAL İsmail, “Demokrasi Açısından Yoksulluğun Değerlendirilmesi”, IV. Aile
Şurası “Aile ve Yoksulluk” Bildirileri, T.C. Başbakanlık Aile Araştırma
Kurumu Başkanlığı Yay., Ankara, Mayıs, 2004.
AKTAŞ Aliye Mavili, Aile İçi Şiddet ve Önleme Yolları, Somgür Yay., Ankara, 1997.
ALADA Adalet B, “Küreselleşme, Yoksulluk ve Şiddet Bağlamında Sokak
Çocukları”, Yoksulluk Şiddet ve İnsan Hakları, TODAİ Yay., Ankara,
Mayıs, 2002.
ASLANOĞLU Rana A., Kent Kimlik ve Küreselleşme, Asa Yay., Bursa, 1998.
ASLANTÜRK Zeki, AMMAN M. Tayfun, Sosyoloji, M.Ü. İlahiyat Fak. Vakfı Yay.,
İstanbul, 1999.
AYTAÇ Ö., AKDEMİR İ.O, “Türkiye’de Yeni Kentli Yoksulluk Sorunu”, Yoksulluk,
Deniz Feneri Yay., İstanbul, Temmuz, 2003.
BALOĞLU Zekai, “Çağlar Boyu Vakıf Geleneği Olan Ülkede Yeni Bir Milli
Yaklaşım”, Türk Vakıfları, Tüsev Yay., İstanbul, 1996.
BALTAŞ Zuhal, ”Tv Yayınlarının Etkisi”, Basın Kendini Sorguluyor, Türkiye
Gazeteciler Cemiyeti Yay., İstanbul,1996.
BAŞKAYA Fikret, Sömürgecilik Emperyalizm Küreselleşme, Maki Yay., Ankara,
Mayıs, 2004.
BAUMAN Zygmunt, Çalışma, Tüketicilik ve Yeni Yoksullar, Çev. Ümit Öktem,
Sarmal Yay., İstanbul, Şubat, 1999.
139
BAYRAK Coşkun ve diğerleri, Öğretmenlik Mesleğine Giriş, Pagem Yay., Ankara,
Ekim, 2005.
BENOKRAİTİS Nijole V., Marriage and Families, Prentice-Hall, Englewood Cliffs,
New Jersey, 1993.
BİLGİN Vejdi, “Dinlerin Yoksulluğu Algılayışı Üzerine Bir İnceleme”, Yoksulluk,
Deniz Feneri Yay., İstanbul, Temmuz, 2003.
BOZKURT Veysel, Değişen Dünyada Sosyoloji, Aktüel Yay., İstanbul, Şubat, 2005.
CHOSSUDOVSKY Michel, Yoksulluğun Küreselleşmesi, Çev. Neşenur Domaniç,
Çiviyazısı Yay., Ocak, 1999.
CÖMERTLER Nemciye, “ Kadının Penceresinden Yoksulluk”, IV. Aile Şurası “Aile
ve Yoksulluk” Bildirileri, T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu
Başkanlığı Yay., Ankara, Mayıs, 2004.
CÜCELOĞLU Doğan, İnsan ve Davranışı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1999.
ÇAKMAKLI Kemal, Sorunlu Aileler, T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yay.,
Ankara, 1996.
--------------, Aileler İçin Sosyal Hizmet, Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yay.,
İstanbul, 1991.
DEMİR Gürcan ve Diğerleri, Anne-Baba El Kitabı, Kütahya Valiliği Rehberlik ve
Araştırma Merkezi Müdürlüğü, Ağustos, 2004.
DENİZ M. Bülent, “Değişen Tüketim Alışkanlıklarının Yoksullaşma Üzerinde Etkisi ve
İsraf Ekonomisi ”, IV. Aile Şurası “Aile ve Yoksulluk” Bildirileri, T.C.
Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı Yay., Ankara,Mayıs, 2004.
DOĞAN D. Mehmet, “Türkiye’de Kadın ve Aile Anlayışı Konusunda Kitle İletişim
Vasıtalarının Tahrif Edici Tesirleri”, Medya II, Yeni Türkiye Yay, Ankara,
Kasım-Aralık, 1996.
DOĞAN İsmail, “Türkiye Yoksulluğunun Sosyo-Kültürel Zemini”, IV. Aile Şurası
“Aile ve Yoksulluk” Bildirileri, T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu
Başkanlığı Yay., Ankara, Mayıs, 2004.
140
DOĞAN M. Cihangir, “Gecekondu Bölgelerinde İşsizlik ve Yoksulluk Problemi”,
Yoksulluk, Deniz Feneri Yay., İstanbul, Temmuz, 2003.
DÖNMEZ Yusuf, “Kütahya ve Çevresinin Fiziki Coğrafyası”, Kütahya, İ.Ü. Yay.,
İstanbul, 1981.
DÖNMEZER Sulhi, Kriminoloji, Beta Yay., İstanbul, Kasım, 1994.
EİTZEN Stanley, ZİNN M. Baca, Social Problems, Wordsworth Associates,
Massachusetts, 1992.
EMİROĞLU Metin, “Sosyal Hizmetler ve Sivil Toplum Kuruluşları Etkililiği”, Birinci
Sosyal Hizmetler Şurası, SHÇEK Yay, Ankara, Nisan, 2004.
ENNEW Judith, Sokak Çocukları ve Çalışan Çocuklar, Çev. Çiçek ÖZTEK,
UNİCEF Yay., Ankara, 1998.
ERCAN İzzet ve diğerleri, Kütahya 2002, Kütahya Valiliği İl Özel İdaresi Yay.,
Ankara, 2002.
ERDOĞAN Necmi, “Yoksulları Dinlemek”, Yoksulluk Halleri, Türkiye’de Kent
Yoksulluğunun Toplumsal Görünümleri, Demokrasi Kitaplığı Yay.,
İstanbul, Ağustos, 2002.
ERKAL Mustafa E., Etnik Tuzak, Der Yay., İstanbul,1998.
ERKAN Hüsnü, Bilgi toplumu ve Ekonomik Gelişme, Türkiye İş Bankası Yay.,
Eylül, 1998.
ERKAN Rüstem, Kentleşme ve Sosyal Değişme, Bilim Adamı Yay., Ekim, 2002.
FRIEDMAN Milton, Kapitalizm ve Özgürlük, Altın Kitaplar Yay., İstanbul, Kasım,
1988.
GEZGİN M. Fikret, İşgücü Göçü ve Avusturya’daki Türk İşçiler, İ.Ü. Yay., İstanbul,
1994.
GİDDENS Anthony, Modernliğin Sonuçları, Çev.Ersin Kuşdil, Ayrıntı Yay.,
İstanbul, Nisan, 1994.
------------, Sosyoloji, Ayraç Yay., Ankara, 2001.
141
GİMPEL Jean, Ortaçağda Endüstri Devrimi, Çev. Nazım Özüaydın, Tübitak Yay.,
Ankara, Kasım, 2004.
GÖRGÜLÜ Zekai, “Gecekondunun Yasal ve Niteliksel Dönüşümü Ya Da Hisseli
Bölüntülü Alanlar”, Göç, Kent ve Gecekondu, Birsen Yay., İstanbul, 1998.
GÜL Ahmet, “Sosyal Yardım Olgusu ve Sosyal Yardım Hizmetlerinin Gelişim Tarihi”,
IV. Aile Şurası “Aile ve Yoksulluk” Bildirileri, T.C. Başbakanlık Aile
Araştırma Kurumu Başkanlığı Yay., Ankara, Mayıs, 2004.
GÜRPINAR Ergun, Çevre Sorunları, Der Yayınları, 3. Basım, İstanbul, 1995.
HARALAMBOS M., HOLBORN M., Sociology, Colins Educational, Harper Colins
Publishers, London, 1995.
HEDGES Patricia, Kişiliğinizi Tanımanın Yolları, Çev. Banu BÜYÜKKAL, Rota
Yay., İstanbul, Temmuz,1997.
HORTAÇSU Nuran, Çocuklukta İlişkiler, İmge Yay., Ankara, Şubat, 2003.
IŞIK Esra, “Kentsel Yoksulluk Bağlamında Sokak Çocukları”, V. Sokakta Çalışan ve
Yaşayan Çocuklar Sempozyumu, Sunulmuş, Yayınlanmamış Bildiri,
Gaziantep, 4 Kasım 2006.
İÇDUYGU A, SİRKECİ İ., “Cumhuriyet Dönemi Türkiye’sinde Göç Hareketleri”, 75
Yılda Köylerden Şehirlere, Tarih Vakfı Yay., İstanbul, Şubat, 1999.
İÇLİ T. GÜNŞEN, Türkiye’de Suçlular, Atatürk Kültür Merkezi Yay., Ankara, 1993.
İLDEŞ Nihal, “Hatalarımızla Yoksullaştırdığımız Çocuklarımız”, IV. Aile Şurası “Aile
ve Yoksulluk” Bildirileri, T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu
Başkanlığı Yay., Gaziantep, Mayıs, 2004.
JUNG Werner, George Simmel Yaşamı, Sosyolojisi, Felsefesi, Ark Yay., Ankara,
Ekim, 1995.
KAĞITÇIBAŞI Çiğdem, Yeni İnsan ve İnsanlar, Evrim Yay., İstanbul, 1999.
KARATAY Abdullah ve Diğerleri, “Beyoğlu Bölgesinde Yaşayan Yoksul Aileler ve
Sokakta Çalışan Çocuklar”, Yoksulluk, Deniz Feneri Yay., İstanbul, Temmuz,
2003.
142
KARPAT Kemal H., Türkiye’de Toplumsal Dönüşüm, Çev. Abdülkerim Sönmez,
İmge Yay., Ankara, Aralık, 2003.
KAZICI Ziya, Osmanlı Vakıf Medeniyeti, Bilge Yay., İstanbul, Aralık, 2003.
KELEŞ Ruşen, Kentleşme Politikası, İmge Yay., Ankara, Ocak, 2000.
KEYDER Çağlar, İstanbul Küresel ile Yerel Arasında, Çev. Sungur Savran, Metis
Yay. 2000.
KIRAY Mübeccel, Kentleşme Yazıları, Bağlam Yay., Ankara, Kasım, 1998.
KONGAR Emre, 21. Yüzyılda Türkiye, Remzi Kitabevi, İstanbul, Ekim, 2001.
KÜNTAY Esin., ERGİNSOY Güriz, Ticari Seks İşçisi Kız Çocukları, Bağlam Yay.,
İstanbul, Kasım, 2005.
LEWİS Oscar, İşte Hayat, Çev. Vahit Çelikbaş, İstanbul, E Yay., 1974.
MARSHALL Gordon, Sosyoloji Sözlüğü, Çev. O. AKINBAY, D. KÖMÜRCÜ, Bilim
ve Sanat Yay., Ankara, 1999.
NİRUN Nihat, Aile ve Kültür, Atatürk Kültür Merkezi Yay, Ankara, 1994.
NİRUN Ata, Sistematik Sosyoloji Yönünden Aile ve Kültür, Atatürk Kültür Merkezi
Yay., Ankara, 1994.
OKUTAN Atakan, Türkiye’de Kentleşme ve Siyasi Yapı, Türk Demokrasi Vakfı
Yay., Ankara, Ekim, 1995.
ORTAYLI İlber, Osmanlı Toplumunda Aile, Pan Yay., İstanbul, Mart, 2004.
ÖZBUDUN Sibel, “Küresel Bir “Yoksulluk Kültürü” mü?”, Yoksulluk Şiddet ve
İnsan Hakları, TODAİ Yay., Ankara, Mayıs ,2002.
ÖZDEMİR Kerim, “Türkiye’de Kırsal Sanayiinin Kentlere Olan Göçler Üzerine
Etkisi”, Kentsel Ekonomik Araştırmalar Sempozyumu, DPT Yay., Mart,
2004, Cilt II.
ÖZER İnan, Kentleşme, Kentlileşme ve Kentsel Değişme, Ekin Kitabevi, Bursa, 2004.
143
--------------, “Türkiye’de Kentleşme ve Kentsel Değişme”, Türkiye’nin Toplumsal
Yapısı, Nova Yay., Ekim, 2006.
ÖZKALP Enver, Sosyolojiye Giriş, Anadolu Üniversitesi Yay., Eskişehir, 1993.
PEKER Hüseyin, 99 Soruda Çocuk ve Suç, Çocuk Vakfı Yay., Eylül, İstanbul, 1994.
RUSSELL Bertrand, Evlilik ve Ahlak, Çev. Vasıf ERANUS, Say Yay., İstanbul, 1998.
SCHWEBEL Robert, Hayır Demek Yetmez, Çev.Özlem Tüzel Akal, Optimist Yay.,
İstanbul, 1998.
SERTER Nur, “Sosyo-Ekonomik Sorunlar”, Sanayi Bölgelerinde Çalışan Çocukların
Sorunları, TİSK Yay., Kasım, 1997.
SUBAŞI Necdet, “Dindarın ve Yoksulun Yaşam Dünyası Aile Odaklı Stratejiler”, IV.
Aile Şurası “Aile ve Yoksulluk” Bildirileri, T.C. Başbakanlık Aile Araştırma
Kurumu Başkanlığı Yay., Ankara, Mayıs, 2004.
SULA Havva, “Yoksulluk Göç ve Kentleşmenin Sonucu: Sokakta Yaşayan ve Çalışan
Çocuklar”, IV. Aile Şurası “Aile ve Yoksulluk” Bildirileri, T.C. Başbakanlık
Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı Yay., Ankara, Mayıs, 2004.
SUNGAR Ayhan ve diğerleri, Ruh Sağlığı, Tercüman Yay., İstanbul, 1986.
ŞAHİN Musa, “AB’ye Üyelik Sürecinde Kütahya’da Sosyal Hizmetin Durumu ve Yeni
Paradigma İhtiyacı”, Birinci Sosyal Hizmetler Şurası, SHÇEK Yay., Nisan,
2004.
ŞENTÜRK Ünal, “Çocuk Haklarını Öğrenmeyi Engelleyen Bir Olgu Olarak Ailenin
Parçalanması”, Birinci Sosyal Hizmetler Şurası, SHÇEK Yay., Ankara,
Nisan, 2004.
ŞİRİN Mustafa Ruhi, Televizyon Çocuk ve Aile, İz Yay., İstanbul, 1999.
TOLAN Barlas, Büyük Kent Sorunlarına Toplu Bir Bakış, Ankara İktisadi ve Ticari
İlimler Akademisi Yay., Ankara, 1977.
TÜRKDOĞAN Orhan, Aydınlıktakiler ve Karanlıktakiler, Timaş Yay., İstanbul,
Eylül, 1996.
------------, Türk Toplum Yapısı, Çamlıca Yay., İstanbul, Nisan, 2002.
144
TÜRKKAHRAMAN Mimar, Kurumlar Sosyolojisine Giriş, Alp Yay., Ankara Ekim,
2006.
ÜNAL Gülsen, “Türkiye’de Yoksulluk Kavramı ve Yoksulluk Araştırmaları”, IV. Aile
Şurası “Aile ve Yoksulluk” Bildirileri, T.C. Başbakanlık Aile Araştırma
Kurumu Başkanlığı Yay., Ankara, Mayıs, 2004.
ÜNSAL Şamil, Şehircilik, Sosyoloji Konferansları, İstanbul Üniversitesi Yay.,
İstanbul, 1984.
VATANDAŞ Celalettin, Aile ve Şiddet Türkiye’de Eşler Arası Şiddet, Afyon
Kocatepe Üniversitesi Yay., Afyon, Mayıs, 2003.
YALÇIN Cemal,Göç Sosyolojisi, Anı Yay., Ankara, Ekim, 2004.
YALÇIN Durmuş ve Diğerleri, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Cilt II, Can Yay.,
Ankara, 2004.
YAVUZ Fehmi, Çevre Sorunları Genellikle ve Ülkemiz Açısından, Ankara
Üniversitesi, Siyasal Bil. Fak. Yay., Ankara, 1995.
YAVUZER Haluk, Psiko-Sosyal Açıdan Çocuk Suçluluğu, İ.Ü. Yay., İstanbul, 1998
------------, Çocuk ve Suç, Remzi Kitebevi, İstanbul, Haziran, 1994.
YÖRÜKOĞLU Atalay, Değişen Toplumda Aile ve Çocuk, Özgür Yay., İstanbul,
Ekim, 2002.
WOLFF Sula, Problem Çocuklar, Çev. O. ARAL, S. KARA, Say Yay., İstanbul, 2004.
WEBER Max, Şehir, Çev. Musa CEYLAN, Bakış Yay., İstanbul, Haziran, 2000.
DERGİ MAKALELERİ VE GAZETELER
AKALIN Nejat, “Çocuğun Suça İtilmesinde Toplumsallaşma Öğelerinin Etkisi”,
Evrensel Kültür, Sayı:157, Ocak, 2005.
BOSTANCI M. Naci, “Bütün Kötülüklerin Anası Medya Şiddet ve Cinsellik”, Türkiye
Günlüğü, Cedit Yay.,Ankara, Ocak-Şubat,1998.
CEYLAN Pınar, “Torbanın İçinden Sokağa Bakmak”, Alternatif, Yıl:1, Sayı:1, Ocak,
2007.
145
ÇALIK Etem, “Türkiye’de Aile Meselesi”, Türkiye Günlüğü, Sayı:30, Eylül-Ekim,
1994.
DÖNMEZER Sulhi, “Çağdaş Toplumda Şiddet ve Mafia Suçları”, Cogito, Yapı Kredi
Yay., , Sayı 6-7, Kış-Bahar, 1996.
GENÇ Ernur, “Kentleşme,Geleneksel-Modern Geriliminde Kimlikler ve Özgüllüğün
Farklı Biçimleri”, Türkiye Günlüğü, Ankara, Sayı:46, 1997.
TUNA Arda, “İnternette Yalnız Kalmasın”, Posta Gazetesi, 09.02.2007.
WİLLİAMS Raymond, ”Teknoloji ve Toplum”, Çev.Aytaç YILDIZ, Doğu Batı, Yıl:4,
Sayı:15, 2001.
İNTERNET KAYNAKLARI
AKBAŞ Abdurrahman, “Çocuklar Sokakta Solmasın”,
www.diyanet.gov.tr/turkish/sureliyayınoku,, 06.07.2006.
AKIN Mahmut, “Sokak Çocukları Sorununun Sosyo-Demografik Nedenleri”,
www.sosyalhizmetuzmani.org/sokakcocuklarisoruni.htm, 31.01.2005.
DOĞAN İsmail, “Çocuk Hakları Açısından Türkiye’de Çocuk Olgusu”,
http://yayim.meb.gov.tr/yayimlar/151/dogan.htm, 31.01.2005.
GÜNEŞ S., KALAYCI A.R., “Sokakta Yaşayan/Çalışan Çocuklar”, www.aile.gov.tr
27.12.2006.
HANCI İ. Hamit, “İç Göçler ve Çarpık Kentleşme”, www.kriminoloji.com, 17.05.2006.
KULCA Y. Ahmet, “Sokak Çocuğu Kimdir?”, www.umutcocukları.org.tr, 31.01.2005.
SOKULLU R. Füsun, “Suçun Nedenleri”, www.kriminoloji.com, 18.05.2006.
YEDİYILDIZ Bahaettin, “ Türk Kültür Sistemi İçinde Vakfın Yeri”, www.os-ar.com,
08.05.2006.
www.die.gov.tr ,12.03.2006.
www.die.gov.tr ,“2002 Yoksulluk Çalışması Sonuçları”, 16.03.2006.
www.turkis.org.tr/icerik/cocukiscilik.htm,“Çalışan Çocukların Sorunları ve Çözüm
Yolları”, 31.08.2006.
146
www.calısma.gov.tr/calısan_cocuklar/yillara_gore.htm,DİE-Hanehalkı İşgücü
Anketleri, 31.08.2006.
http://www.die.gov.tr, 31.08.2006.
http://www.calısma.gov.tr/calısancocuklar/ulusalmevzuat.htm,Çocuk İşçiliği İle İlgili
Ulusal Mevzuat, 31.08.2006.
www.die.gov.tr./cin/adaletIst.htm, 27.11.2006.
www.atonet.org.tr/turkce/bulten/bulten/.php3.sira=412 “Çocuk Suçlular Raporu”,
27.11.2006.
www.adli-sicil.gov.tr/istatistikler/1996/cocuk14a.htm, 20.12.2006.
www.ntvmsnbc.com/news/347420.asp, 19.12.2006.
www.ksgm.gov.tr, Kadına Yönelik Şiddet, 23.11.2006.
www.nvi.gov.tr, “Evlat Edinme”, 23.01.2007.
www.iem.gov.tr “Çocukların Suça Yönelmelerinde Ailenin Etkisi ve Önerilerimiz”,
24.01.2007.
www.tuik.gov.tr, Aile Yapısı Araştırması, 29.01.2007.
www.sydtf.gov.tr, “Yoksullukla Mücadelede Sosyal Yardımlar ve Devlet”, 24.03.2007.
www.kutahyashcek.com, 26.04.2007.
DİĞER KAYNAKLAR
Kütahya Belediyesi.
Kütahya İl Emniyet Müdürlüğü.
Kütahya Vakıflar Bölge Müdürlüğü.
147
DİZİN
A ABD .................................................................. xi, 15 Adaptasyon ..............................................................98 Almanya ..................................................................97 Anthony Giddens....................................................41 Asimilasyon.............................................................98
B Bauman....................................................................29 Beş Yıllık Kalkınma Planı .........................................9
Ç Çeteler ..........................................viii, 76, 90, 91, 110 Çocuk Suçluluğu ................................ix, 69, 101, 144
D Değer Yoksulluğu............................................. vii, 27 DPT ............................................................xi, 14, 142 Dünya Bankası.............................................16, 30, 37
E Entegrasyon .............................................................12 Ergenlik ............................viii, 69, 90, 91, 92, 93, 110
F Farklılaşma ...................................................... viii, 42
G Gecekondu............... 12, 21, 44, 45, 95, 136, 140, 141 George Simmel ..........................................42, 43, 141 Göreli Yoksulluk .............................................. vii, 16
İ İç Göç ...................................................... viii, 95, 145 İntegrasyon ..............................................................98 İnternet...........................................................106, 107
K Katlanılabilir Yoksulluk .................................. viii, 56 Kemal Karpat.......................................................9, 22 Kentleşme. vii, 6, 7, 9, 10, 13, 18, 28, 67, 94, 96, 109,
140, 142, 143, 145 Kurtuluş Savaşı............................................23, 30, 56
L Lewis .................................................................22, 23
M Marshall Planı..........................................................97 Mutlak Yoksulluk............................................. vii, 16
O Objektif Yoksulluk ..................................................17 Orhan Türkdoğan.....................................................23 Osmanlı Devleti.. vii, xiii, xvi, xvii, 7, 32, 33, 34, 137
P Platon.......................................................................48
R Rehabilitasyon .......................................................133
S Sanayi Bankası ..........................................................7 Sanayileşme.........................vii, xv, 2, 6, 7, 27, 31, 46 Sosyal Eşitsizlik................................... vii, ix, 36, 114 Sosyal Hizmetler ix, xi, 118, 119, 127, 131, 133, 138,
140, 143 Sosyo-Kültür............................................. vii, 26, 139 Subjektif Yoksulluk.................................................17 Suç...iii, viii, ix, 48, 49, 51, 52, 69, 71, 72, 73, 76, 90,
106, 108, 110, 121, 137, 143, 144
T Terör ........................................................................19 Toplumsal Yapı .....................................................143
V Vakıf........................................................35, 138, 142 Vakıf Geleneği.......................................................138 Varoş .......................................................................57
Y Yoksulluk Kültürü .................................................142