Bu kitap “Minik Yazarlar” projesi kapsamında “Kepez Atatürk İlkokulu-
Çanakkale, Özel Toros Ortaokulu-Mersin Ve Çaycuma Çomranlı İlkokulu-
Zonguldak” okullarındaki öğrencilerin yazdığı hikayelerden oluşmuştur.
ADALET
Teneffüs zili çalmış, arkadaşlarımla okul bahçesine oynamak için
çıkmıştık. Efe ile Ömer aralarında tartışmaya başladılar. Efe “yerden
yüksek” oynamak istiyordu. Ömer ise “yakar top” oynamak istiyordu.
Aralarındaki tartışma, gittikçe büyümeye başladı. Hepimizin keyfi
kaçmıştı. Gereksiz bir tartışma yüzünden zamanımın da boşa gidiyordu.
Hemen araya girip bu teneffüs Efe’nin diğer teneffüs Ömer’in oynamak
istedikleri oyunu sınıfça oynayabileceğimizi söyledim ve bu fikir için
oylama yapmayı önerdim. Sınıf arkadaşlarımın hepsi beni tebrik etti ve
arkadaşlarımızla aramızda oylama yaptık. Oylama sonucuna göre ilk önce
Efe’nin önerdiği “yerden yüksek” oyunu oynadık. Diğer teneffüste
Ömer’in önerdiği “yakar top” oyununu oynadık. Sınıf arkadaşlarımla çok
güzel zaman geçirmiştik.
Önerdiğim oylama kararından dolayı sınıftaki tüm arkadaşlarım beni
kutlamışlardı. Adaletli davranmanın herkese huzur getirdiğini o gün bir
kez daha anladım.
HASAN EFE YILDIRIM 3-B
KEPEZ ATATÜRK İLKOKULU - ÇANAKKALE
KEPEZ ATATÜRK İLKOKULU - ÇANAKKALE
ÇİÇEKLERİN ADALETİ
Okullar tatil olur olmaz Mert ile Mete, yaz tatilin geçirmek için Ankara’daki evlerinden
İzmir’e geldiler. Çok mutluydum çünkü en iyi anlaştığım kuzenlerimle harika bir yaz tatili
geçirecektim. Gelecekleri gece heyecandan uyuyamadım. Hem karne hediyemi de henüz
almamıştım. Bütün derslerim iyiydi. Güzel bir hediyeyi hak ettiğimi sanıyordum. Mert ile Mete’nin
gelişi de ayrı bir hediyeydi benim için. Sabah bütün uykusuzluğuma rağmen fırladım yataktan. Bir
daha bütün geceyi hayal kurarak geçirmeyeceğime dair de kendime söz verdim. Kuzenlerim
dedemlerde kalacaklardı. Burası bahçe içinde rengârenk çiçeklerin sizi selamladığı tek katlı bir
evdi. Uyanır uyanmaz kahvaltı yapmadan gittim yanlarına. Nasıl olsa mis gibi ıhlamur kokan bir
kahvaltı bekliyordu beni. Çabucak hasret giderdik. Hayal dünyamızın sonsuzluğuna dalacağımız
oyunlar bizi bekliyordu.
Güneşin tüm sıcaklığı etrafı kavururken biz bahçedeki ağaçların serin gölgesinde oyundan
oyuna koşuyorduk. Sıradaki oyunumuz da yine kurallarını bizim belirlediğimiz bir top oyunuydu.
Ben soluklanmak için bir köşeye çekildim. Kahkahalarımız bahçede dolaşıyordu. Derken Mete,
topu bahçenin diğer tarafına, dedemin en sevdiği çiçeklerinin olduğu bölüme doğru hızlıca attı. Top
o kadar hızlıydı ki pek çok saksı devrildi ve çiçeklerin büyük bir bölümü ezildi. Hepimiz çok
şaşırmıştık. Ne yapacağımızı bilemez halde bu küçük suçu gizlemeye, görmemiş gibi davranmaya
karar verdik.
Akşam yemeğine hepimizi suçumuzu bilerek oturduk. Gözlerimizi masadan
kaldıramıyorduk. Dedem her akşam yaptığı gibi bahçe kontrollerini tamamlayıp yanımıza geldi.
Yüzünden belliydi öfkeli olduğu. Biz ise heyecandan nefis yemeklerin kokusunu, zil çalan
karnımızın sesini bile duyamıyorduk. Lafı dolandırmadı dedem. Bunu kimin yaptığını sordu bize.
Ben ve Mert bu olayın görgü tanıklarıydık belki de. Mete ise suçluydu. Kendisinden
beklemediğimiz bir hareketle birden öne atıldı ve bunu Mert’in yaptığını söyledi. Topu atan Mete
idi. Hem de öyle bir sert atmıştı ki topu, boynu ezilmedik çiçek kalmamıştı. Küçük kardeş Mert,
ağabeyinin korkusundan ve bir daha onunla oyun oynamayacağı düşüncesin acısıyla sustu ve suçu
kabul etti. Dedemin sesi yükseliyor ve Mert’in gözyaşlarıyla karışıyordu. Sonunda dayanamadım ve
olan biteni dedeme anlattım. Böyle bir haksızlığa göz yummak suça ortak olmaktı. İçimde doğruyu
söylemenin gururunu hissettim.
Ertesi gün dedem Mete’ye çiçek dikme ve onlarla yaz boyunca ilgilenme cezası verdi. Bu
çok güzel bir ceza olmuştu. Bahçemizdeki rengârenk çiçeklerin görüntüsü büyülüyordu bizi. Yaz
mevsiminin yakınlığına kapılıp gidiyorduk.
ÖZEL TOROS ORTAOKULU
İYİLİK
Bir akşamüzeriydi. Evimizin karşısındaki bakkaldan ekmek almak için evden
çıktım. Trafik çok yoğundu. Yolun karşı tarafına geçeceğim zamanı beklerken, yolun
karşısında, yaşlı bir teyzenin karşıya geçmekte zorlandığını gördüm. Yaşlı teyzenin
bir elinde baston, diğer elinde poşetler vardı. Yaşlı teyzeye seslenerek “Teyze dur,
acele etme. Ben yanınıza gelip yardım edeceğim, sizi karşıya geçireceğim.” dedim.
Yaşlı teyze “Tamam oğlum, acele etmiyorum.” dedi. Trafiğin uygun olduğu anda
karşıya geçip, teyzenin elindeki eşyaları alıp, elinden tutup karşıya geçirdim. Evinin
nerede olduğunu sordum. Bastonuyla evinin olduğu sokağı gösterdi. Evi yakındı.
Teyzeyi evine kadar götürdüm. Çok mutlu oldu ve bana teşekkür etti.
Aradan bir iki hafta geçmişti. Annemle alışveriş merkezine gittik. Annemden
izin alıp oyuncakların olduğu yere gittim. Orada oyuncak bir kepçe buldum. Onunla
oynamaya başladım. Kendimi oyuncağa öyle kaptırmıştım ki annemin bana
seslendiğini bile duymamıştım. Bir an aklıma annem geldi, etrafımda arandım ama
annemi göremiyordum. Çok korkmuştum. Ağlamaya başladım. Yanıma yaklaşan
yaşlı bir teyze niye ağladığımı sordu. Annemi kaybettiğimi söyledim. Teyze başımı
okşadı ve korkmamam gerektiğini söyledi. Kafamı kaldırdığımda o teyzenin geçen
hafta benim karşıdan karşıya geçirdiğim teyze oluğunu gördüm. Elimden tutup beni
anons yerine götürdü. Anonsu duyan annem hemen yanıma geldi. Annem de çok
korkmuştu ve ağlıyordu. Annem beni görünce hemen bana sarıldı. Annem ile birlikte
yaşlı teyzeye teşekkür ettik. Yaşlı teyze “İyilikler karşılıksız kalmaz. Sen bana geçen
hafta yardım etmiştin. Şimdi de benim sana bir iyiliğim dokundu.” deyip oradan
uzaklaştı.
KAYRA KADİR TURAN 3-B
KEPEZ ATATÜRK İLKOKULU - ÇANAKKALE
KEPEZ ATATÜRK İLKOKULU - ÇANAKKALE
İYİLİĞİN SICAKLIĞI
Soğuk bir gün… Kış ayının bütün acımasızlığının iliklere kadar işlendiği bir günde Robert
dışarıda dolaşırken bir adam gördü. Bu soğuk, karlı günde adamcağızın üstünde çok ince kumaştan
olan bir pantolon ve bir tişört vardı. Zavallı adamın üşüdüğü her yerden belli olmaktaydı. Robert
da diğer insanlar gibi yapmadı, adamı görmemiş gibi davranmadı. Adamın yanına gitti ve ona hal
hatır sordu. Tabii ki bu sırada ona kendi kabanını vermeyi de ihmal etmedi. Daha sonra adamı
karnını doyurabilmesi için harika bir yere götürdü. Adam gözlerine inanamadı. Çünkü hayatı
boyunca hiç bu kadar fazla yemek çeşidini bir arada görmemişti. Robert ve Robert'in adının Arthur
olduğunu öğrendiği adam ile birlikte tıka basa yemek yediler. Arthur hem yemeğini afiyetle yiyor
hem de her lokması için Robert’a ayrı ayrı teşekkür ediyordu. Robert bu yabancı adama yardım etti.
Aklına kendisinin eski günleri geldi. Kendisi de bu hiç bilmediği yerde yalnızdı. Bunun ne demek
olduğunu en iyi kendisi bilirdi. En son tatlılarını da yedikten sonra kalkıp gittiler.
Arthur, Robert'in çok zengin olduğunu düşündü. Aslında öyle değildi. Robert bu şehre çalışmak
için gelmişti ve tek başına yaşıyordu. Robert dışarıdan göründüğü kadar mutlu değildi. Robert, bu
yardımıyla birlikte ilk defa biriyle tanışmış oldu. Robert, her zaman Arthur'a maddi ve manevi
olarak yardım etti, hatta ona iş bile ayarladı. Arthur aslında çok zekiydi ama okula belli bir süre
gidebildiği için kendini geliştirememişti. Arthur'un zekâsının büyüklüğünü fark eden Robert da ona
elinden gelen her konuda yardım etti.
Yıllar sonra Arthur çok zeki ve başarılı bir patron oldu tabi ki Robert ile birlikte. Uzun
çalışmalarından sonra Robert ve Arthur kendilerine ait birer holding kurdular. Birçok insanla
beraber çalışıyorlar, pek çok kişiyi iş sahibi etmenin mutluluğunu yaşıyorlardı. Aylar sonra
Robert'in işleri kötüye gitmeye başladı. Oysaki Arthur her gün daha iyiye gidiyordu. En sonunda
Robert, borçlarından dolayı iflas etti.
O zamanlar Arthur'la arası çok iyi değildi. Rekabet ortamının getirileri bu iki arkadaşın arasını
açmıştı. Fakat Arthur durumu öğrenince hemen Robert'ın yardımına koştu. Ne de olsa bu eski
dostun ona ihtiyacı vardı. Bu dayanışmanın ardından Robert eski başarısına geri kavuştu. Robert
çok mahcuptu. Ama Arthur bundan şikâyetçi değildi. Çünkü tüm bu lüks hayatını Robert'a
borçluydu.
Zehrasu Tırtar - 6/D
ÖZEL TOROS ORTAOKULU
ÇAYCUMA ÇOMRANLI İLKOKULU - ZONGULDAK
PAYLAŞMA
Aslı ile Zuhal çok iyi anlaşan iki arkadaştı. İkisi de aynı sınıfta, aynı sırada
oturuyorlardı. Derslerde kalemlerini, boyalarını birlikte kullanıyorlardı. Her zaman
sınıf arkadaşlarına çok iyi davranıyorlardı.
Okulda zaman çabuk geçiyordu. Öğlen yemeği için çıkış zili çalmıştı. Aslı ile
Zuhal eşyalarını topladılar. Öğle yemeği almak için kantine inecekleri sırada Zuhal
annesinin öğlen yemeği için verdiği harçlığı evde unuttuğunu fark etti. Birden gözleri
doldu. Ne yapacağını bilemedi. Arkadaşının üzgün olduğunu gören Aslı, Zuhal’in
elinden tutup niye ağladığını sordu. Zuhal üzgün ve kısık bir sesle harçlığını evde
unuttuğunu, karnının aç olduğunu söyledi. Aslı biraz düşündü, annesinin ona
söylediği aklına geldi. Annesi “Her zaman sınıf arkadaşlarınla okul eşyalarını,
yiyeceğini paylaşmalısın.” derdi. Aslı elini cebine attı. Cebinden çıkardığı parayı
Zuhal’e göstererek “Bu parayla ikimiz de karnımızı doyurabiliriz.” dedi. İki arkadaş
okul kantinine gidip kendilerine yiyecek bir şeyler aldılar. Aldıkları her bir yiyeceği
ortadan ikiye bölerek paylaştılar. İkisinin de karnı doymuştu. O gün dostlukların bir
şeyler paylaştıkça daha da güzelleştiğini anladılar.
MUSTAFA ATA DALAKLI 3-B
KEPEZ ATATÜRK İLKOKULU-ÇANAKKALE
KEPEZ ATATÜRK İLKOKULU-ÇANAKKALE
GERÇEK MUTLULUK
Nisan dokuz yaşındaydı.3. sınıfı bitiriyordu bu yaz. Kardeşi Helin ise dört yaşında biraz
haylaz, hareketli ama söz dinleyen bir çocuktu. Yaz yaklaştıkça Nisan’ın da heyecanı giderek
artıyordu. Çünkü karnesini almasına çok az kalmıştı ve derslerinin hepsi iyiydi. Sonunda o çok
istediği bebeğe kavuşacaktı. Anne ve babasından aylardır bir bebek istiyordu. Altın saçlı, deniz
gözlü bir bebek… Sanki canlı gibi, biraz konuşsa onunla cevap verecek gibi. Karne günü gelip çattı.
Nisan’ın heyecanı da iki kat arttı. Hep beraber Nisan’ın karnesini almak üzere okula gittiler.
Karnesini gururla tutuyordu çünkü bütün notları çok iyiydi. Öğretmeni hem ailesini hem de Nisan’ı
tebriklere boğuyordu. Bu yaz tatili iyi geçecek anlaşılan, diye düşündü Nisan. Arkadaşlarından kısa
bir süre ayrı kalacaktı ve bunun burukluğunu yaşıyordu. Herkesle vedalaştıktan sonra o çok sevdiği
oyuncakçının yolunu tuttular. Önce vitrine şöyle bir göz gezdirdi. Gözüne çarpan başka bebekler,
tahta arabalar, yapbozlar ışıl ışıldı. Oyuncakların renkli dünyasında kendine bir yer aradı. Bir
eksiklik vardı ama. O çok beğendiği bebek yoktu oralarda. Hemen dükkânın sahibine bebeği tarif
etti. Ama adam ellerinde o bebekten hiç kalmadığını söyledi Nisan’a. Bütün hayalleri suya
düşmüştü Nisan’ın. Kendisine gösterilen hiçbir bebeği de beğenmiyordu. Sanki özel bir şey vardı o
sarı saçlı bebekte. Bir sihir… Bir oyun arkadaşı… Nisan gözyaşlarını tutamadı.
Eve vardıklarında Nisan çok mutsuzdu. Helin ablasının bu haline çok üzülüyor türlü
şaklabanlıklarla onu güldürmeye çalışıyordu. Ama ne yaparsa yapsın onu bir türlü mutlu
edemiyordu. İçeri geçti ve bütün oyuncaklarını minicik elleriyle getirdi. Sora da ,”İstediğin bütün
oyuncaklarımı alabilirsin yeter ki üzülme.” dedi ablasına. Nisan kardeşine sımsıkı sarıldı ve o anda
gerçek mutluluğun oyuncakla değil kardeşiyle oynamak olduğunu anladı. Çünkü Helin Nisan’la
sadece oyuncaklarını değil; üzüntüsünü, sevincini, sırrını her şeyini paylaşmıştı. Helin Nisan’la
sevgisini paylaşmıştı…
ÖZEL TOROS ORTAOKULU
OYA İLE KİMSESİZ KEDİ
Soğuk bir kış günüydü. Oya sıcacık odasında kitap okuyordu. Dışarıdan gelen
ses onun dikkatini birden dağıttı. Önceleri sesin ne olduğunu anlayamadı. Daha sonra
kulak kabartınca bunun bir kedi miyavlaması olduğunu anladı. Sesi dikkatle
dinlemeye devam etti. Ses giderek inceliyor, acı dolu bir yakarış halini alıyordu.
Oyanın tüyleri diken diken olmuş kalbinde bir sızı başlamıştı. Kedinin bu acı dolu
miyavlamalarına dayanamadı hemen pencereyi açtı. Bahçeyi şöyle bir gözden
geçirdi. Tam da kediyi görmekten umudunu keseceği sırada yapraklarını dökmüş
kuru ağacın dibinde karlar arasında sapsarı tüyleri olan simsiyah gözlü bir yavru kedi
gördü. Yavru kedi titriyor ve artık ayakta durmada zorlanıyordu. Aç olduğu her
halinden belliydi. Oya kalbinde yeniden bir sızı hissetti. Sanki üşüyen ve aç olan
kendisiymiş gibi hissetti. Dayanamadı ve hemen bir kaba su ile akşam annesinin
yaptığı yemekten arta kalan yemeklerden biraz koyup yavru kediciğin yanına gitti.
Yavru kedi Oya’yı görünce korktu kaçmak istedi ama kaçamadı. Oya elindeki su ve
yemeği yavru kediye göstererek yere koydu. Yemeğin kokusunu alan yavru kedicik
hemen yemeği yedi, suyunu içti ve karnını doyurdu. Oya yavru kedinin karnının
doyduğunu görünce çok mutlu oldu. Ancak bu mutluluğu kısa sürdü. Birden kar lapa
lapa yağmaya başladı. Oya yavru kedi için yeniden endişelenmeye başladı. Sonra
hemen eve gidip annesine yavru kediciğin durumunu anlattı. Annesi ile birlikte Oya
ellerinde küçük bir koli ile yeniden bahçeye çıktılar. Yavru kedi onları görünce
birden heyecanlandı. Oya ve annesi yavru kediyi yanlarında getirdikleri küçük
kolinin içine koyup eve getirdiler. Oya çok mutlu oldu. Yavru kedi de sıcakta tüyleri
kuruduktan sonra gözleri hemen kapandı. Yavru kedi sabaha kadar mışıl mışıl uyudu.
Onun rahat ettiğini gören Oya da sabaha kadar mışıl mışıl uyudu.
KEREM KAAN ÖZDEMİR 3-B
KEPEZ ATATÜRK İLKOKULU-ÇANAKKALE
KEPEZ ATATÜRK İLKOKULU-ÇANAKKALE
MERHAMETLİ KIZ
Bir kış günüydü. Camdan bakmak için balkona çıkmam lazımdı. Az zaman
sonra çıktım bir de ne göreyim bir kuş donmuştu. Hemen koşup anneme haber
verdim annem de kuşun yanına gitti ve bana donmuş dedi. Annem eline alıp eve
getirdi. Kanepenin üstüne koydu ve işine devam etti. Eve babam gelince kanepenin
yanına gidince bu ne diye sordu annem kuş dedi. Babam ise bunun burada ne işi var
dedi. Annem ise kuşu kızımız görmüş ve ben bakmaya gidince donmuştu. Hemen eve
getirdim dedi. Babam ise bana aferin demişti. Ama ben babamın bana neden aferin
dediğini anlamamıştım. Ama olsun babamdan aferin aldım ya bu bana yeter dedim. O
kuşa baktım da yerinde yoktu. Annem camı açınca uçup gitmişti. Anneme
çağırmıştım anne bak gitmiş dedim. Annem iyileşince uçup gitmiş dedi. Ama ben
yine korkuyordum çünkü yine donar diye. Ama köyde hiçbir şey yapamadım. Bir
tane adamın evi yoktur ve kışta anneme söyledim onu misafir odasına alırız dedim.
Annem ve babam buna tamam dedi ve onu çağırdık. Onu misafir odasına getirdik.
Annem orada dinlen dedi. Babam da gidip ona kalacak otel buldu. Sabah olunca onu
oraya bıraktık.
Sudenaz SALMAN
ÇAYCUMA ÇOMRANLI İLKOKULU
MİSAFİRPERVERLİK
Damla’nın annesi telefonla konuşuyordu. Damla telefon konuşmasından
Fatmaların akşam oturmaya geleceklerini anladı. Damla hemen heyecanla odasından
fırlayıp annesinin yanına gitti.
Damla “Anne akşama Fatmalar mı gelecek?” diye heyecanla annesine sordu.
Annesi “Evet kızım. Bu akşam Fatma, annesi ve babasıyla birlikte bize gelecekler.”
dedi. Damla çok mutlu oldu, annesine sıkıca sarıldı.
Damla ile annesi akşam gelecekleri misafirleri için hazırlıklara başladılar.
Damla “Anne ben hemen odamı toparlamalıyım.” dedi. Annesi de “Ben de mutfağa
gidip misafirlerimiz için bir şeyler hazırlayıp pişireyim”. dedi.
Damla’nın annesi misafirleri için çikolatalı pasta, börek ve poğaça yaptı. Fatma
ve Damla için meyve suyu hazırladı. Akşam olmuştu. Bütün hazırlıklar
tamamlanmıştı. Kapı çaldı. Damla, annesi ve babası ile birlikte sevinçle kapıyı
açtılar. Misafirlerine “Hoş geldiniz” dediler. Onlara en güzel terliklerini verip,
salondaki en güzel yerlere oturmaları için buyur ettiler. Annesi ile Damla misafirleri
için hazırladıkları yiyecekleri ikram ettiler. Damla ile Fatma Damla’nın odasında
oyun oynarken, anne ve babaları salonda sohbet ettiler. Birkaç saat sonra Fatmaların
ailesinin eve gitme vakti geldi. Damla bu duruma biraz üzülse de tekrardan
görüşeceklerini düşünerek sevindi. Onlar için hazırlık yapmaktan ve Fatmaların
ailesini misafir olarak ağırlamaktan çok mutlu oldular. Damla ve ailesi misafirlerini
kapıya kadar uğurlayıp onlara “Güle güle gidin, yine bekleriz” dediler.
BEYZA AKŞAHİN 3-B
KEPEZ ATATÜRK İLKOKULU-ÇANAKKALE
KEPEZ ATATÜRK İLKOKULU-ÇANAKKALE
ÇAYCUMA ÇOMRANLI İLKOKULU-ZONGULDAK
DOSTLUK
Ben arkadaşımı çok seviyorum. Arkadaşım bugün bize gelecek. Bize gelirken
yeni aldığı oyuncağını da getirecek. Oyuncağını çok merak ediyorum.
Öğlenleyin kapı çaldı. Heyecanla kapıyı açtım. Arkadaşım yeni aldığı oyuncağı
ile kapıdaydı. Onu odama davet ettim. Yeni aldığı oyuncağı torbadan çıkardı.
Karşımda sapsarı saçları olan bir oyuncak bebek duruyordu. Bu yeni oyuncak bebeği
çok beğenmiştim. Beraber bir süre arkadaşımın yeni oyuncağı ile oynadık. Oyun
sonunda arkadaşım onun yeni oyuncak bebeğini çok beğendiğimi fark etti.
Arkadaşım bu durumda yeni oyuncak bebeğinin bir süre bende kalabileceğini söyledi.
Çok sevindim. Arkadaşım yeni oyuncağını bir süreliğine bana veriyordu. Ben de ona
oyuncaklarım arasından en sevdiğim oyuncağı hediye ettim. İkimizde çok mutluyduk.
Zaten ne demişler; “sevgi paylaştıkça çoğalır.”
Arkadaşımla oynamak için evimizin bahçesine çıktık. Bir süre bahçede
oynadık. Annem bizim için yiyecek hazırlamış, bize seslendi. Hemen içeriye girip
ellerimizi yıkayıp, karnımızı doyurduk. Canım arkadaşımla birlikteyken zaman
hemen geçiveriyordu. Akşam olmak üzereydi. Arkadaşımın babası bizim evin
telefonunu aradı. Arkadaşımın hazırlanıp evin önüne çıkmasını istedi. Arkadaşım
giderken yeni oyuncak bebeğini bana bıraktı, ben de ona kendi oyuncağımı verdim.
Birbirimizden ayrılacağımıza çok üzülüyorduk. Ama önümüzdeki hafta sonu ben
onlara gidecektim. Zaten okulda da görüşüyorduk. Ama bize yetmiyordu. İnsan
dostlarıyla birlikte olduğunda zaman hemen geçiyordu.
Dostlarımızla birlikte olduğumuzda zamanın çabuk geçtiğini ve güzel mutlu bir
zaman geçirdiğimizi o gün bir kez daha anladım.
SUDENUR GÖÇ 3-B
KEPEZ ATATÜRK İLKOKULU-ÇANAKKALE
KEPEZ ATATÜRK İLKOKULU-ÇANAKKALE
GERÇEK DOST
Watson, cam kenarına oturmuş yağmurun dinmesini bekliyordu. Sakin başlayan bir günün
ardından günün sakinliğini bozan bir yağmurdu bu. Elindeki dergiyi kapatıp yağmur damlalarının
aceleyle cama vurmasını seyretmeye başladı. Daha sonra içeri Sherlock girdi. Aklının bir türlü
çözemediği o vakalardan birinde kaldığı her halinden belliydi. Watson ona seslendi ve neler
olduğunu sordu. Sherlock ise kafasının çok karışık olduğunu ve çözmesi gereken bir olay olduğu
söyledi.
Sherlock her zaman böyleydi. Dalgın görünürdü, aslında zeki biriydi. İnsanların garipsediği
her türlü olayla o ilgilenirdi. O gün yine garip bir olayın içinde olduğu belliydi. Sherlock’ın kafası
bu olayla çok meşguldü. O sırada içeri bütün bu dalgınlığı bir bulut gibi dağıtan bir bayan girdi. Bu
kadın da telaşıydı. Elindeki şemsiyeyi yağmur damlalarından temizlemeye çalışıp kapattı. İçeri
doğru hızla girdi. Bu genç bayan için de bir şeylerin yolunda gitmediği belliydi. Bu güzel bayan
Sherlock’a yanaştı ve ondan kendisine yardım etmesini istedi. Onun pek çok olayı çözmekte başarılı
olduğunu ve kendisine de bir konuda yardımcı olup olamayacağını sordu. Sherlock ona
memnuniyetle yardım edeceğini söyledi. Bayan evinin Boston Caddesinde olduğunu söyledi.
Buranın çiftlik evine de yakın olduğunu ve bu nedenle de hafta sonları oraya rahat gittiklerini
söyledi. Fakat her dönüşlerinde evde farklı yerlerde notlar bulduklarını söyledi. Çok korktuklarını,
evlerine giren bu yabancı ya da yabancıları Sherlock’tan bulmasını istedi. Sherlock aslında
ilgilenmesi gereken pek çok başka iş varken Bayan Marry’e de söz vermenin ağırlığını hissetti.
Ayrıca bu gizemli olay onun kafasını da iyice karıştırmıştı.
Etrafına baktı ve dostu Watson’u göremedi. Hâlbuki bu eski dostla dertleşmek ve biraz
olsun rahatlamak istiyordu. Yağmurun cama vuruşunu seyretmeye devam etti. Hayat karmaşık bir
oyun, diye düşündü. Bu oyunda bizlerin yanında olabilecek gerçek dostlara ihtiyacımız vardı.
Dertleşebileceğimiz, bizi doğru ve yanlışlarımızla kabul edebilecek gerçek bir dost…
Az sonra Watson, elinde bir kahveyle dostu Sherlock’un yanına oturdu. Elindeki kahveyi ona
uzattı ve,”Al bakalım dostum, bir kahve seni dalgın düşüncelerinden ayırır; bir dost ise o dalgın
düşüncelerine çözüm bulabileceğin bir sohbete çağırır. Dedi. Doğru söylemişti Watson. Artık
düşünceleri sağlam bir limana yanaştırmak gerekirdi.
Helin Doğan - 6/D
Özel Toros Ortaokulu
ÇAYCUMA ÇOMRANLI İLKOKULU-ZONGULDAK
DÜRÜSTLÜK
Murat çok hareketli bir çocuktu. Her zaman yaramazlık yapacak bir durum
bulurdu. Hatta bir keresinde merdivenlerden inen arkadaşına koşarken çarpmış,
zavallı çocuk kırılan kolu yüzünden bir ay hastanede yatmıştı. Ailesi bu duruma çok
üzülmüştü.
Murat’ın en iyi arkadaşı Melih’ti. O gün okulda teneffüs zili çaldığında Murat
ile Melih teneffüse çıkmak istemediler. Sınıfta sadece ikisi kalınca sıraların arasında
koşarak oynamaya başladılar. Sınıfta oynarlarken birden Murat’ın ayağı kaydı ve
öğretmen masasına çarparak düştü. Murat’ın öğretmen masasına çarpmasıyla masa
üzerinde duran yer küre modeli yere düştü ve paramparça oldu. Murat çok korktu.
Melih’i de yanına alıp hiçbir şey olmamış gibi hemen bahçeye çıktılar. Zil çalmış
herkes sınıflarına girmişti. Sınıfa giren öğrenciler yer küreyi yerde parçalanmış halde
görünce şaşırdılar. Herkes yer küreye ne olduğunu merak ediyordu. Öğretmen sınıfa
girince yer küreye ne olduğunu ve bu olayı kimin yaptığını sordu. Herkes sınıfta
tahminler yürüterek isimler söylüyordu. Sınıftaki öğrencilerin hepsi bu olayı Melih’in
yaptığını iddia ediyorlardı. Melih çok üzgündü. Yerküreyi kıranın Murat olduğunu
biliyordu ama arkadaşının adını söyleyemezdi. Melih’in başı önünde gözleri
yaşarmıştı. Murat arkadaşının bu halini görünce çok üzüldü. Kendisi yüzünden onun
suçlanmasına dayanamadı ve birden “Öğretmenim yer küreyi ben kırdım.” dedi.
Herkes Murat’a bakıyordu. Murat öğretmenine ve arkadaşlarına yer kürenin nasıl
kırıldığını anlattı. Öğretmeninden ve arkadaşlarından özür diledi. Harçlıklarını
biriktirerek sınıfa yeni bir yer küre alacağını söyledi. Bu dürüst davranışı sonucunda
öğretmeni Murat’ı tebrik etti ve ona “Yer küreyi kırman kötü bir davranıştı ancak
bunu kırdığını kendin dürüstçe söylemen örnek bir davranıştı.” dedi. Bütün sınıf
Murat’ı bu dürüst davranışı sonucunda tebrik etti.
İZZET KUTAY ÖZDEMİR 3\B
KEPEZ ATATÜRK İLKOKULU-ÇANAKKALE
KEPEZ ATATÜRK İLKOKULU-ÇANAKKALE
YALANCILIĞIN BEDELİ
Tuana 9, kardeşi Sıla ise 6 yaşındaydı. Güneşli bir hafta sonu sabahı annelerinin onlara verdiği sözün heyecanı ile uyandılar. Bugün dışarı çıkacaklardı, birlikte yemek yedikten sonra sinemaya gireceklerdi. Güzel bir kahvaltının ardından dışarı çıkmak için en sevdikleri kıyafetlerini giydiler.
İlkbaharın geldiği artık her halinden belliydi. Ağaçlar çiçek açmış yol boyunca rengârenk bir şölen sunuyordu. İnsanlar da güzel havanın etkisiyle kendilerini parklara, bahçelere atmışlardı. Tuana, Sıla ve anneleri Buket Hanım önce uzun bir yürüyüş yaptılar. Ardından acıktıklarını fark edip en sevdikleri yiyecek olan hamburgercinin yolunu tuttular. Yorulmuşlardı, bunu oturunca anladılar. Sohbet ederken zamanın nasıl geçtiğini anlamadılar bile. Bu güzel havada sinemaya gitmekten vazgeçtiler. Çünkü güneş o kadar güzel ısıtıyordu, gökyüzü o kadar açıktı ki sinemaya kapanmak istemediler. Sahildeki çay bahçesinde dondurmalarını yediler. Uçurtma uçuran çocukları seyrettiler. En yükseğe hangi uçurtmanın çıkacağına dair iddiaya girdiler. Zaman su gibi akıp giderken Tuana ve Sıla neşe içinde oradan oraya koşuyorlardı.
Eve dönme vakti geldiğinde yine ağaçlı yoldan geçtiler. Biraz buruklardı bu sefer. Gün ne çabuk bitmişti böyle. Ağaçlı yolun sonuna büyük bir oyuncak mağazası açılmıştı. Birbirinden güzel bebekler, renkli saatler, kurmalı arabalar, ışıklı helikopterler… Tuana ve Sıla gözlerini vitrinden ayıramadı. Anneleri de onları kırmak istemedi ve dükkânı gezmeye karar verdiler. Yalnız bir şartı vardı Buket Hanım’ın: Yeni bir oyuncak satın almak yoktu. Çünkü evde pek çok oyuncakları vardı. Tuana ve Sıla heyecanla girdiler içeri. Oyuncakların renkli dünyasında kayboldular. Derken gözlerine ilişen bir oyuncak ayıcığı çok beğendiler. Annelerinin şartı geldi akıllarına yüzleri asıldı. Tuana’nın aklına bir fikir geldi. Oyuncağı sırt çantasına koyup çıkacak böylelikle oyuncak ayı onun olacaktı. Bunu bir filmde görmüştü. Annesinin buna ne kadar çok kızacağını düşünmeden çocukça bir istekle oyuncağı çantasına koydu. Yüzü kıpkırmızıydı. Şimdi ne olacak diye düşündü. Sıla ise ablasının bu hareketine çok şaşırdı. Bunu yapmaması için onu uyardı ama Tuana dinlemedi.
Çıkış kapısına yöneldiklerinde Tuana ellerinin ve ayaklarının titrediğini fark etti. Bir an önce dükkândan çıkmak istiyordu. Tam kapıdan çıkarken bir ses duydu. Güvenlik alarmı çalmıştı. Tuana ne yapacağını bilmez bir halde kapıda kaldı. Annesi ve kardeşi de… Güvenlik görevlisi çantalarını araması gerektiğini söylediğinde Tuana gözyaşlarını tutamadı. Çantasından ona ait olmayan bir oyuncak çıktı. Buket Hanım ve Sıla ne yapacaklarını bilemediler. Üstelik Tuana onu ben koymadım diyerek yalan söyledi herkese. Annesi ise olan biteni anlamıştı. Güvenlik görevlisi bu küçük kızı affetti ama ona bunun çok büyük bir suç olduğunu ve böyle bir konuda asla ona yalan söylememesini öğütledi.
Güzel başlayan gün kötü bitmişti ama Tuana çok büyük bir ders almıştı. Uzun bir süre yaşadığı bu olayın etkisinden kurtulamadı.
Buket Çelik - 6/D
Özel Toros Ortaokul
ÇAYCUMA ÇOMRANLI İLKOKULU-ZONGULDAK
ÇAYCUMA ÇOMRANLI İLKOKULU-ZONGULDAK
VATAN SEVGİSİ
Babamın mesleği gereği vatanımızın birçok şehrini daha bu küçük yaşımda görmüştüm. Babamın
yine tayini çıkmıştı. Evde tayininin nereye çıktığını öğrenmek için sabırsızlıkla bekliyorduk. Sonunda akşam
babam eve geldiğinde bize güzel haberi verdi. Babamın tayini Çanakkale’ye çıkmıştı.
Yoğun geçen hazırlıklar sonucunda, Çanakkale’ye okullarımızın on beş tatilinde olduğu dönem
taşındık. Çanakkale’ye geldiğimizde tek istediğim şey büyüklerimden defalarca dinlediğim “Çanakkale
Şehitliği” ne gitmekti.
Ailem Çanakkale’ye taşındıktan sonra Kepez Beldesi’nde oturmamızın bizim için daha iyi olacağına
karar verdi. Taşındığımız yerde evimize en yakın okul olan Kepez Atatürk İlkokulu’na kaydımı yaptırdık.
Yeni okulum için çok heyecanlıydım. Öğretmenimi ve arkadaşlarımı tanımak için sabırsızlanıyordum.
Okullar açıldıktan sonra okulumu çok sevmeye başladım. Sınıf arkadaşlarım ve öğretmenim çok iyi
insanlardı.
Zaman çabuk geçiyordu. Mart ayıydı. Öğretmenimiz bir gün sınıfa geldi ve bize “Çocuklar size bir
sürprizim var.” dedi. Heyecanla bütün sınıf öğretmenimizin söyleyeceklerini bekliyorduk. Sonra bize o güzel
haberi verdi. Öğretmenimiz bizleri “Çanakkale Şehitliği” gezisine götüreceğini söyledi. Arkadaşlarım ve ben
çok sevindik. Akşam eve gittiğimde anneme güzel haberi verdim. Bütün gece mutluluktan uyuyamadım.
Sabah heyecanla yataktan fırladım. Okula geldiğimizde bizi geziye götürecek olan otobüs ve
rehberimiz hazırdı. Gezimiz başlamıştı. Önce Çanakkale Limanı’ndan arabalı vapura binip Eceabat ilçesine
geçtik. Kalbim güm güm atıyordu. Başımı nereye çevirsem her yer Çanakkale Deniz Zaferi’ni ve o savaşı
anlatan anıt ve yapılarla doluydu. Rehberimiz gezi boyunca adım adım bütün savaş alanını gezdirdi.
Gezdiğimiz yerlerde derin bir sessizlik vardı. Duyduğumuz rüzgârın, kuşların ve rehberimizin sesiydi.
Şehitlerimizin gösterdiği fedakârlıkları, yaptıkları kahramanlıkları dinlerken zaman zaman gözyaşlarımızı
tutamadık. Bu toprakların ne zor şartlarda kazanıldığını anladım. Bugün bu topraklarda rahat bir şekilde
yaşıyorsak bunu şehitlerimize ve gazilerimize borçlu olduğumuzu anladım. Özellikle rehberimizin bize
detaylı anlattığı Seyit Onbaşı’nın hikâyesi beni çok etkiledi. On kişinin kaldıramadığı koca mermiyi vatanı
için kaldırması beni çok etkiledi. Bazen bazı arkadaşlarımız yerdeki çöpleri bile kaldıramazken Seyit
Onbaşı’nın yaptığı beni çok etkiledi.
Bizlerde vatanımız için, bayrağımız için gece gündüz çalışmalı elimizden ne geliyorsa yapmalıyız.
Bu vatanı bize emanet eden Atatürk’ümüzü ve şehitlerimizi sevgiyle ve saygıyla her zaman yüreğimde
yaşatacağım.
KADİRHAN ENGİN 3\B
KEPEZ ATATÜRK İLKOKULU-ÇANAKKALE
KEPEZ ATATÜRK İLKOKULU-ÇANAKKALE
ÇANAKKALE GEÇİLMEZ
Çanakkale Savaşı’nın en kritik dönemleriydi o zamanlar. Ülkenin dört köşesinde yaşlı, genç,
kadın, erkek herkes tek yürek tek bilek olmuştu. Vatan toprağıydı bu. Öyle kolay kolay düşmana
bırakılmazdı. Hem vatan, kanlarımızla sulanmadıkça vatan olmazdı. Bebeler öksüz, kızlar eşsiz,
okullar mezunuz kalmıştı.
Savaşın bütün kötülüğünü, acımasızlığını yaşayan bir çocuktu Yavuz. Aylar önce babası gitmişti
savaşa. Bir tek yaşlı dedesi, annesi ve kız kardeşi kalmıştı hayatında. Kendini hepsine karşı sorumlu
hissediyordu. Babasının bıraktığı boşluğu doldurmak ona düşüyordu. Annesi her defasında ona,
”Vatan için oğlum.” diyordu. Vatan için… Toprak için… Bizlerin yaşayabilmesi için birilerinin
savaşması hatta ölmesi gerekiyordu.
Yavuz, babası gittikten sonra kendisini daha bir büyümüş hissediyordu. Annesiyle beraber
tarlaya gidiyor, dedesine yardım ediyordu. Kız kardeşiyle oynuyor ona bir ağabeylikten çok babalık
yapacağına dair kendisine söz veriyordu. Köye de haberler geliyordu. Düşman ağır kayıplar
veriyordu. Türk askerleri de öyle. Gidenler dönmez olmuştu. Bütün köy halkı özellikle de kadınları
gidenlerinin ardından canlarını dişlerine takmış hem karınlarını doyurmak hem de cepheye
göndermek için ekip biçiyorlardı. Yavuz, elleriyle kazıyordu toprağı. Durmadan dinlenmeden
annesiyle sırt sırta vermiş babasının geleceği günün hayaliyle yaşıyorlardı. Dönecekti babası, buna
inanıyorlardı. Bu umutla yaşıyorlardı. Aradan geçen zaman sadece bu umudu pekiştiriyor, kavuşma
gününün heyecanını ateşliyordu.
Aradan dört yıl geçti. Köyün her yerinde bayram sevinci vardı artık. Düşman Çanakkale’de
bozguna uğratılmıştı. Çanakkale geçilmemişti ve geçilmeyecekti. Bu sürede Yavuz, babasından ara
ara gelen mektuplarla avunuyordu. Âmâ son zamanlarda mektup da gelmez olmuştu. İyice
meraklanmışlardı. Her gün tren istasyonuna gidiyor kalbi yerinden çıkacak gibi babasını
bekliyordu. Birkaç haftanın sonunda umutları iyice kaybolmuştu. Tıpkı gökyüzünde kayan yıldızlar
gibi… Çünkü kimse gelmiyordu. Bir haber de yoktu. Yavuz babasının öldüğüne asla inanmıyordu.
Yaşlı dedesi ve annesi çoktan umutlarını yitirmişlerdi. Ama Yavuz içinde yanan ateşi asla
söndürmüyordu. Ölü ya da diri, babasından bir haber bekliyordu.
O gün… Rüzgârın ağaçları bile yerinden sökecek kadar kuvvetle estiği o gün çıkageldi Ahmet.
Yorgun, bitkin ama gururla geldi. Bir elinde küçük bir çanta diğer elinde vatan sevgisiyle geldi.
Çanakkale’de bir kolunu bırakıp geldi. Vatana kendinden bir parça feda etti. İsminin önüne eklenen
”Çolak” lakabını sırtına yükleyip rüzgâra dost olup evine geldi.
Ceren KURT
Özel Toros Ortaokulu - 6/D
KINALI ALİ’NİN VATAN SEVGİSİ
Komutan cepheye yeni gelen askerleri kontrol ediyor. Bir ara saçının ortası sararmış bir çocuk
gördü. Merakla “adın ne senin evladım.” der. Çocuk “Ali” diye cevap verir.”Nerelisin”
der.”Tokat’lı “der.”Peki evladım bu kafanın hali ne?” Ali “Annem cepheye gelirken kına yaktı” der.
Komutan merak eder “Anana sor” der. Ali’nin okuma yazması olmadığı için arkadaşlarına yazdırır.
Kız kardeşini, kendinden küçük kardeşini sorar kendilerini merak etmemesini kendileri var oldukça
düşman bir adım daha ilerleyemeyeceğini yazdırır mektubu bitirirken anası aklına gelir anasına
”Anacığım kafama kına yaktın burada komutanım ve arkadaşlarım benle dalga geçtiler sakın
kardeşim Ahmet’e de yakma onunla da dalga geçerler der.
Aradan zaman geçer kınalı ali ve bölüğündekilerin tamamı cephede şehit düşerler. Daha sonra
Kınalı Ali’nin mektubunun cevabı gelir ve komutan okur. Babası “Oğlum Ali nasılsın iyi misin
gözlerinden öperim. Öküzü sattık paralarının yarısını sana yarısını da kardeşine veriyoruz. Ali
ananın san diyeceği var. Anası anlatır. Oğlum Ali yazmışsın ki kafandaki kınayla dalga geçmişler.
Biz üç şey için kına yakarız.1.Gelinlik kıza gitsin ailesine çocuklarına kurban olsun
diye.2.Kurbanlıklara Allah’a kurban olsun diye.3.Askere giden yiğitlerimize vatana kurban olsun
diye” der. Mektubu okuyan ve askerler ağlarlar.
3-A Elanur Demircan
Çaycuma Çomranlı İlkokulu-ZONGULDAK
SEVGİ
Bir ilkbahar günüydü. Beyza Nur’un annesi Selma Hanım “Pikniğe gidelim
mi?” diye sordu. Beyza Nur ile babası birbirlerine bakıp büyük bir mutlulukla Selma
Hanım’ın isteğini kabul ettiler. Hemen hazırlıkları yapıp, arabaya binip yola çıktılar.
Deniz kıyısındaki akasya ağaçlarının olduğu piknik alanına geldiler. Yiyeceklerini
çıkarıp tatlı tatlı yediler. Boğazdan geçen gemileri seyrettiler. Çok mutlu olan Beyza
Nur anne ve babasına sarılıp “Anneciğim ve babacığım ben sizi çok seviyorum.” dedi.
Annesi ve babası Beyza Nur’a sarılıp onu çok sevdiklerini söylediler.
Beyza Nur piknik alanında ip atlamaya başladı. İp atlarken birden ayağı kaydı
ve yere düştü. Yere düşünce kolu acımıştı ve birazda kanamaya başlamıştı. Anne ve
babası hemen Beyza Nur’un yanına giderek onu yerden kaldırdılar. Babası Beyza
Nur’un kolunu yıkadı, annesi de yanlarında getirdikleri yara bandını yaranın üzerine
yapıştırdı. Beyza Nur’un annesi Selma Hanım’ın gözlerinden yaşlar akıyordu. Beyza
Nur annesinin neden ağladığını sordu. Annesi ona “Sen benim canımdan bir
parçasın, sana bir şey olduğunda ben çok üzülüyorum. Çünkü seni çok seviyorum.”
dedi.
Eve dönme zamanı gelmişti. Beyza Nur ve ailesi eşyalarını topladılar. Eve
döndüler. Beyza Nur eve gelir gelmez odasına geçti. Beyza Nur piknikte olanları
annesinin kendisi için nasıl endişelenip üzüldüğünü ve babasının da nasıl onun için
çabaladığını düşündü. Beyza Nur ailesine sevgisi anlatan bir şiir yazmaya karar verdi.
“Ailem ailem güzel ailem.
Severim sizi dünyalar kadar.
Hep beraber olacağız sonsuza kadar.
Benim canım ailem.”
Beyza Nur şiirini güzelce yazdıktan sonra şiirinin üzerine çiçek yapıp anne ve
babasına verdi. Anne ve babası şiiri okuyunca çok duygulandılar. Birbirlerine mutlu
bir şekilde sıkıca sarıldılar.
BEYZANUR MEYVECİ 3-B
KEPEZ ATATÜRK İLKOKULU-ÇANAKKALE
KEPEZ ATATÜRK İLKOKULU-ÇANAKKALE
KARŞILIKSIZ SEVGİ
Pelin on dört yaşında bir kızdı. Bu yıl 8. Sınıfa geçmişti. Aslında okulunu çok severdi eskiden beri. Ama bu yıl sanki işler biraz değişmişti. Her şeyden çabuk sıkılıyor, kimsenin onu anlamadığını düşünüyordu. Çocuk muamelesi görmeyi kendisi için çok üzücü buluyor ve bu nedenle kendi başına bir şeyler yaptığını ailesine göstermek istiyordu.
Son zamanlarda sürekli atışıyorlardı. Ailesinin çok korumacı davrandığını kendisinin ise büyüdüğünü iddia ediyordu. Anne ve babasıyla yok yere kavga ediyor ve yalnız kalmayı tercih ediyordu.
Tartıştıkları bir akşamın sabahında yine okulda arkadaşlarıyla konuşuyordu Pelin. Hemen hemen hepsi aynı duyguları yaşıyorlardı. Ergenlik dedikleri dönem böyle miydi? Okul çıkışında arkadaşlarıyla bir şeyler yapmak için sözleşmişlerdi. Son dersten sonra okuldan çıkarken kapıda anne ve babasını gördü. Bütün hayalleri suya düşmüştü çünkü ailesi onu okuldan almaya gelmişti. Ailece yemek yiyeceklerdi. Arkadaşlarına gelemeyeceğini söyledi. Birlikte zaman geçirmeye ihtiyaçları olduğunu düşünmüştü babası. Hem bu Pelin’ e de iyi gelebilirdi. Pelin ise tam aksine yine ailesinin onun büyüdüğünü görmek istemediğini ve arkadaşlarının yanında küçük düştüğünü düşünmüştü. Bütün yemek boyunca yüzünü astı Pelin. Ailesine çok kızmıştı.
Ertesi gün okula giderken annesi Pelin’e montunu yanına almasını çünkü yağmur yağabileceğini söyledi. Aldırış etmedi Pelin. Okuldan dönerken aniden ve çok şiddetli yağmur başladı. Pelin çok üşümüştü. Eve dönüş yolunda bir anne ve üç yavru kedi gördü Pelin. Anne kedi, yavrularını yağmurdan korumak için üzerlerini kapatıyordu. Pelin bunu görünce birden durdu. Bir süre onları izledi ve sonra vicdan azabı duyduğunu fark etti. Onu böylesine korumak isteyen, onu karşılıksız seven ve onun mutluluğu için her şeyi yapan ailesi geldi aklına. Çok üzüldü. Onları incittiği için bir kez daha kızdı kendine.
Eve koşa koşa gitti. Vardığında annesinin, onun en sevdiği yemekleri hazırladığını gördü. Ona sımsıkı sarıldı. Yaptıkları ve yaşattıkları için özür diledi annesinden. Sofrayı hazırlamasına yardım etti. Babasının gelmesini heyecanla beklemeye başladı. Pelin, üzerinden kalkan yüklerle hafifliyor gibiydi.
Elif Çakıcı -6/D
Özel Toros Ortaokulu
TAKIM OLMA
Ben üçüncü sınıfa gidiyorum. Okuldaki arkadaşlarımla boş zamanlarımızda
futbol oynuyoruz. Ben de arkadaşlarım da futbol oynamayı çok seviyoruz.
Bizim oynadığımız futbol öyle televizyonda izlediğimiz gibi olmuyor. Maç
başladığı anda hepimiz topun arkasından koşuyoruz. Topun kime geleceği belli
olmuyor. Herkes gol atmak istiyor, kimse kimseye pas vermiyor ve kaleyi kimse
koruyamıyor. Ayrıca sürekli her yere koştuğumuz için çok yoruluyoruz. Bir de
unutmadan maç esnasında hepimiz aynı yere koşunca fazlasıyla kazalar ve
yaralanmalar oluyor.
Bir gün sınıf öğretmenimiz futbol oynarken bizi dikkatlice izledi. Her iki
takımda oynayan biz oyuncularının da savaşır gibi oynadığımızı gördü. Yanımıza
geldi. Bize “Çocuklar futbol bir takım oyunudur. Takım oyunlarında da, takım
çalışmalarında olduğu gibi herkesin farklı bir görevi vardır. Herkes takımındaki
görevini en iyi şekilde yerine getirirse başarılı olursunuz. Başarı size mutluluğu ve
güzel bir oyunu sağlar.” dedi. Sonra eline bir taş alıp toprak üzerinde hepimizin
özelliklerine göre oynayacağı yerleri, sahada durmamız ve oynamamız gereken
alanları gösterdi. Hepimizin bir birimize göre farklı özelliklerimiz vardı. Gol atmak
hızlı olan iki arkadaşımızın işi, kaleyi kaleci ile savunmak başka bir arkadaşımızın
işiydi.
Sahaya dönüp yerlerimizi aldık. Artık hep birlikte topun ardından
koşmuyorduk. Yorulmuyorduk, yaralanmıyorduk. Takımdaki arkadaşlarımızla
paslaşıp güzel bir oyun oynuyorduk. Oyun çok güzel ve zevkli bir hale gelmişti.
O gün sadece futbol oynamayı değil takım çalışmasını da öğrenmiş olduk.
GÖKMEN KORKMAZ 3-B
KEPEZ ATATÜRK İLKOKULU-ÇANAKKALE
KEPEZ ATATÜRK İLKOKULU-ÇANAKKALE
TATLI REKABET
Ceren 5. sınıfa giden çok neşeli, biraz telaşlı ama arkadaşlarını çok seven biriydi. En iyi
anlaştığı arkadaşı Aslı ile her şeyini paylaşırdı. Birlikte oyunlar oynar, çok güzel vakit geçirirlerdi.
Son zamanlarda sınıfta olan bazı şeyler ikisinin de canını sıkıyordu. Arkadaşları arasında
bölünmeler başlamıştı. Önceleri birbirlerini çok seven ve çok iyi anlaşan bu arkadaşların arasına
kara kedi mi girmişti? Ceren ve Aslı bu durumu sınıf öğretmenlerine açmaya karar verdiler. Çünkü
ikisi de bu duruma çok üzülüyordu.
O gün Türkçe öğretmenleri sınıfa geldiğinde olayları biraz daha dikkatli gözlemlemeye çalıştı.
Derse girmeden de eline uzun bir tahta çubuk aldı. Öğretmen sınıfa girince sesler kesilmişti. Herkes
yerine yerleşmiş ve eşyalarını hazırlamaya çalışıyordu. Öğretmen biraz bekledi. Herkes öğretmenin
elindeki çubukla ne yapacağını merak ediyordu. Öğretmen yanına Deniz’i çağırdı ve tahta çubuğu
kırmasını söyledi. Deniz zorlanmadan çubuğu kırdı. Sonra iki parça olan çubuğu birleştirip
kırmasını istedi. Deniz biraz zorlandı ama çubukları kırdı. Sonra öğretmen kırık çubukları bir araya
getirdi ve böylece kırmasını istedi. Deniz uğraştı ama kıramadı. Sanırım hepimiz öğretmenimizin ne
yapmaya çalıştığını anlamıştık. Öğretmenimiz de birlik olma, beraber hareket etme, sınıf olma
konusunda bizlerle uzun uzun konuştu. Sonra bizleri iki takıma ayırıp çok güzel bir oyun oynattı.
Takım liderlerimiz, öğretmenin onun kulağına söylediği oyunu sessizce anlatmaya çalışıyordu.
Takım arkadaşları olarak bizler de öğretmenin söylediğini, takım liderimizin hareketlerinden
anlamaya çalışıyorduk.
İyice hırslanmıştık. Bu tatlı rekabet kırılan dostluk bağımızı pekiştirdi. Herkes hatasını
anlamıştı. Aslı ve ben de bu durumun düzelmesine çok sevinmiştik. Teneffüslerde hemen
takımlarımızı oluşturuyor, görev dağılımı yaparak yeni oyunlar yaratıyorduk. Öğretmenimizin
verdiği bu örnek bizlerin hafızasındaki yerini de almıştı.
Ödül UÇAR
Özel Toros Ortaokulu - 6/D
YAŞLILARA SAYGI
Bir gün annem, ben ve babaannem halamlara gitmek için şehir içi dolmuş
durağında bekliyorduk. Hava soğuk ve yağmurlu olduğu için durak çok kalabalıktı.
Otobüsün durağa yanaşmasıyla birlikte herkes bir birini itip otobüse binmeye
çalışıyordu. Zar zor otobüse bindik. Otobüsün bütün koltukları doluydu. Babaannem
ayaktaydı ve zar zor duruyordu. Otobüsün arka koltuklarında ise gençler oturuyordu.
Gençler ellerindeki cep telefonu ile oynuyor kendi aralarında yüksek sesle konuşup
gülüşüyorlardı. Otobüsteki bütün yolcular gürültüden rahatsız oluyorlardı.
Otobüs biraz ilerledikten sonra birden durdu. Otobüsteki bütün yolcular neden
durduğumuzu anlamaya çalışıyorlardı. Otobüs şoförü yerinden kalktı ve şoför
koltuğunun yanındaki yükseltiye basarak yükseldi. Herkes şoföre bakıyordu. Şoför
gür bir sesle babaanneme bakarak “Teyzeciğim gel sen benim yerime otur.
İnsanlığımız daha ölmedi. Cep telefonlarına mahkûm olmuş gençler hadi bakalım
şimdi gülün!” dedi. Hepimiz çok şaşırdık. Oturan bütün yolcular birden ayağa kalktı
ve babaanneme yer vermeye çalıştılar. Babaannem herkese gülümsedi ve “Biraz geç
kalmadınız mı?” dedi.
Sonunda otobüste biraz rahatlama olmuştu. Yaşlı teyzeler ve amcalar oturmuş
biz gençler ise ayakta yolculuğumuza devam etmiştik. Şoförün yapmış olduğu
davranış beni çok etkilemişti.
Ertesi gün okula gittiğimizde yaşadıklarımı öğretmenime ve arkadaşlarıma
anlattım. Öğretmenim bizlere bir kez daha toplu taşıma araçlarında uyulması gereken
kuralları anlatırken keşke herkes bu kuralları bilse ve uygulasa diye düşündüm.
MİNA GÜLER 3-B
KEPEZ ATATÜRK İLKOKUU-ÇANAKKALE
KEPEZ ATATÜRK İLKOKUU-ÇANAKKALE
ÖRNEK DAVRANIŞ
Berk, okuldan eve dönmek için sabırsızlanıyordu. Çünkü hava çok güzeldi ve parkta
arkadaşlarıyla oynayabilecekti. Okulların kapanmasına da az kalmıştı üstelik. Çantasını zil
çalmadan toplamıştı. Vakit kaybetmek istemiyordu. Kulağı okul zilindeydi.
Eve gittiğinde annesini mutfakta ona bir şeyler hazırlarken buldu. Zaten nefis kokular daha Berk
kapıdan girmeden tüm apartmanı sarmıştı. Hemen annesine sarıldı Berk, daha sonra üzerini
değiştirdi ve karnını doyurmak için mutfağa girdi. Arkadaşlarıyla buluşmak için sabırsızlanıyordu.
Hızlıca bir şeyler yedi ve hemen evlerinin karşısındaki parkın yolunu tuttu.
Ayağında topunu sektire sektire ilerlerken banka oturan Ali amcayı gördü Berk. Adamcağızın
elinde ağır olduğu her halinden belli olan pazar poşetleri vardı. Belli ki alış veriş yapmıştı. Ama çok
yorulmuştu. Bankta otururken güçlükle nefes alıyordu. Berk hiç düşünmeden gitti yanına. Onu bu
halde görünce çok üzüldü. Hemen elindeki poşetlere sarıldı ve evine kadar götürebileceğini söyledi.
Yaşlı adam çok sevinmişti. Ali amca önde Berk arkada evin yolunu tuttular. Berk bütün poşetleri
Ali amcanın evine kadar çıkardı. Ali amca çok mutlu olmuştu. Yalnız yaşıyordu. Fakat mahalleli
tarafından çok sevilirdi. Herkesin sevdiği ve saygı gösterdiği Ali amca iyice yaşlanmıştı. Berk’in bu
davranışı onu duygulandırmıştı. Berk’e kapıda beklemesini söyledi ve içeriden ona kırmızı sulu bir
elma getirdi. Berk bu ödül için teşekkür etti ve oradan ayrıldı.
Parkın yolunu tuttuğunda ağzında elmanın tatlılığı ve yardımcı olabilmenin gururu vardı.
Arkadaşlarına başından geçenleri anlattı. Arkadaşı Murat da geçen gün başına böyle bir şey
geldiğini ve karşından karşıya geçmekte zorlanan bir teyzeye yardım ettiğini anlattı. Yaşlıların
bizlere zaman zaman ihtiyaçları olduğunu ve onlara seve seve yardım etmek gerektiğini vurguladı.
Onlar da bu davranışları için Berk ve Murat’ı kutladılar. Bütün çocuklar bu konuda daha dikkatli
olacakları konusunda birbirlerine söz verdiler.
Berk Gözaydın 6/D
Özel Toros Ortaokulu