Yüksek Lisans Tezi
1950’LER TÜRKİYE’SİNDE EDEBİYAT DERGİCİLİĞİ: POETİKALAR VE POLİTİKALAR
ASLI UÇAR
TÜRK EDEBIYATI BÖLÜMÜ Bilkent Üniversitesi, Ankara
Haziran 2007
Bilkent Üniversitesi
Ekonomi ve Sosyal Bilimler Enstitüsü
1950’LER TÜRKİYE’SİNDE EDEBİYAT DERGİCİLİĞİ: POETİKALAR VE POLİTİKALAR
ASLI UÇAR
Türk Edebiyatı Disiplininde Yüksek Lisans Derecesi Kazanma Yükümlülüklerinin Parçasıdır
TÜRK EDEBİYATI BÖLÜMÜ Bilkent Üniversitesi, Ankara
Haziran 2007
Bütün hakları saklıdır.
Kaynak göstermek koşuluyla alıntı ve gönderme yapılabilir.
© Aslı Uçar, 2007
Anneanneme
Bu tezi okuduğumu, kapsam ve nitelik bakımından Türk Edebiyatında Yüksek Lisans derecesi için yeterli bulduğumu beyan ederim. ………………………………………… Yrd. Doç. Dr. Süha Oğuzertem Tez Danışmanı
Bu tezi okuduğumu, kapsam ve nitelik bakımından Türk Edebiyatında Yüksek Lisans derecesi için yeterli bulduğumu beyan ederim. ………………………………………… Doç. Dr. S. Dilek Yalçın-Çelik Tez Jürisi Üyesi
Bu tezi okuduğumu, kapsam ve nitelik bakımından Türk Edebiyatında Yüksek Lisans derecesi için yeterli bulduğumu beyan ederim. ………………………………………… Yrd. Doç. Dr. Laurent Mignon Tez Jürisi Üyesi
Ekonomi ve Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü’nün onayı ………………………………………… Prof. Dr. Erdal Erel Enstitü Müdürü
ABSTRACT
THE POETICS AND POLITICS OF TURKISH LITERARY MAGAZINES
IN THE 1950s
Uçar, Aslı
MA, Department of Turkish Literature
Supervisor: Yrd. Doç. Dr. Süha Oğuzertem
June 2007
This study sought to answer the question of how Turkish literary journalism
affected the conditions of literary production and consumption in the 1950s. The first
chapter is devoted to the survey of literature and methodological issues. According to
the method specified in the first chapter, the second chapter gives comparative
analysis of the poetics of five different literary magazines, namely Hisar, Mavi,
Pazar Postası, Varlık and Yeditepe published in the 1950s, in order to demonstrate
their specific contributions to the protection and tranformation of literary values.
Since inter-journalistic relations was one of the main characteristics of the period, the
third chapter deals with the relations between the magazines and literary debates on
which they focused. Two conceptual frameworks indirectly related to the study of
literary magazines—Jürgen Habermas’ and Hannah Arendt’s notion of “public
sphere” and Bourdieu’s “field of cultural production”—have been discussed and
criticized according to the empirical evidence that has been drawn from the 1950’s
literary journalism. In conclusion, it is asserted that inter-journalistic relations in the
1950s—ranging from consensus to conflicts—helped literary magazines to define
poetics that enabled them to fuel literary production and consumption.
Keywords: Literary magazines, literary public sphere, field of cultural production,
inter-journalism
iii
ÖZET
1950’LER TÜRKİYE’SİNDE EDEBİYAT DERGİCİLİĞİ: POETİKALAR VE
POLİTİKALAR
Uçar, Aslı
Yüksek Lisans, Türk Edebiyatı Bölümü
Tez Yöneticisi: Yrd. Doç. Dr. Süha Oğuzertem
Haziran 2007
Bu çalışmada, 1950’ler Türkiye’sinde edebiyat dergiciliğinin edebî üretim ve
tüketim koşullarını nasıl etkilediği araştırılmıştır. Tezin ilk bölümü kaynaklara ve
yöntemsel sorunlara ayrılmıştır. Bu bölümde belirlenen yönteme göre, ikinci
bölümde Hisar, Mavi, Pazar Postası, Varlık ve Yeditepe dergilerinin poetikaları
karşılaştırmalı olarak çözümlenerek edebi değerlerin oluşturulmasında, korunmasına
ve değiştirilmesinde oynadıkları roller gösterilmiştir. Dergiler arası ilişkilerin
1950’lerdeki edebiyat dergiciliğinin en belirgin özelliği olmasından yola çıkılarak
tezin üçüncü bölümünde dergiler arası ilişkiler ve edebi tartışmalar irdelenmiştir.
Tezde yapılan gözlemlere dayanılarak edebiyat dergileriyle dolaylı olarak ilgili iki
kuramsal yaklaşım—Jürgen Habermas ve Hannah Arendt’in “kamusal alan”
anlayışları ve Pierre Bourdieu’nün “kültürel üretim alanı” kavramsallaştırması—
tartışılmış ve eleştirilmiştir. Sonuç olarak, 1950’lerde uzlaşmadan çatışmaya kadar
uzanan dergiler arası ilişkiler dizgesinin dergi poetikalarını biçimlendirerek
dergilerin edebî üretim ve tüketim koşullarını etkilemesine yardımcı olduğu ileri
sürülmüştür.
Anahtar Kelimeler: Edebiyat dergileri, edebî kamu, kültürel üretim alanı, dergiler
arasındalık
iv
TEŞEKKÜR
Eleştirelliğini, disiplinini ve titizliğini örnek almaya çalıştığım tez danışmanım Süha
Oğuzertem’e tezimin başından sonuna kadar desteğini, eleştirilerini, fikirlerini ve
güvenini benden esirgemediği için ne kadar teşekkür etsem azdır. Bu çalışmayı
gerçekleştirirken Süha Oğuzertem’in özgür ve yaratıcı düşünceyi özendiren ve
destekleyen tarafını da tanıma olanağı buldum. Tez jürisinde yer alan, yorumları ve
eleştirileriyle bu teze büyük katkıda bulunan Laurent Mignon ve S. Dilek Yalçın
Çelik’e tezime zaman ayırdıkları için minnettarım. Hayatım boyunca her koşulda
beni desteklemiş ve bana güvenmiş olan anneme, yurt yaşantıma renk ve neşe
katarak tez yazarken bana enerji veren Nergiz ve Filiz’e, varlığıyla yaşamıma anlam
katan Burak’a da teşekkür ederim.
v
İÇİNDEKİLER
Sayfa
ABSTRACT . . . . . . . . . iii
ÖZET . . . . . . . . . . iv
TEŞEKKÜR . . . . . . . . . v
İÇİNDEKİLER . . . . . . . . vi
GİRİŞ: 1950’LERİN GENEL GÖRÜNÜMÜ . . . . 1
BÖLÜM I: KAYNAKLAR VE YÖNTEMLER . . . . 10
BÖLÜM II: POETİKALAR . . . . . . . 38
A. Hisar: Geleneksel Edebî Değerlerin “Kalesi” . . . 38
B. Varlık: “Yeniliğin Sınırları” ve Köy Edebiyatı . . . 48
C. Mavi: Edebî Değerlerin Sorgulanması . . . . 59
Ç. Yeditepe: Bayram Yerinde Ölüm Dirim Savaşı . . . 66
D. Pazar Postası: Köyden Kente Edebî Değişim . . . 71
BÖLÜM III: POLİTİKALAR . . . . . . 81
A. Dergiler Arasındalık . . . . . . 81
B. Tartışma mı, Polemik mi? . . . . . 87
1. Köylü Konuşması ve Gerçekçilik . . . 88
2. Toplumculuğun “Sıcak” Savaşı . . . . 91
3. “Garip” Ülkesinde İhtilâl . . . . 101
vi
4. Şiirdeki Dönüşümün Tartışılması veya “İkinci Yeni” . 109
SONUÇ: TARTIŞMALAR VE KURAMLAR . . . . 115
EKLER . . . . . . . . . 125
A. Süreli Yayın İstatistikleri . . . . . . 125
B. Dergi Künyeleri . . . . . . . 126
C. Dergilerin İlk Sayılarının Kapakları . . . . 129
SEÇİLMİŞ BİBLİYOGRAFYA . . . . . . 130
ÖZGEÇMİŞ . . . . . . . . . 139
vii
GİRİŞ
1950’LERİN GENEL GÖRÜNÜMÜ
Tanzimat’tan bu yana edebiyat dergileri edebî türlerin, biçimlerin ve
tekniklerin geliştirilmesinde önemli bir rol oynamıştır. “Edebiyatın nabzı dergilerde
atar” ifadesi kalıplaşmış bir yargı olsa da, edebiyat dergilerine ilişkin çalışmalar
oldukça sınırlıdır. Edebiyat dergilerinin modern Türk edebiyatının gelişimine yaptığı
katkı genellikle kabul edilmekle birlikte, dergilerin nasıl bir rol oynadığına ilişkin
araştırmalar bulunmamaktadır. Bu tezde, Türkiye’de 1950’lerde yayımlanan Hisar,
Mavi, Pazar Postası, Varlık ve Yeditepe dergilerinin edebî anlayışları ve birbirleriyle
ilişkileri gözlemlenerek edebî değerlerin oluşturulmasında, korunmasında ve
değiştirilmesinde nasıl bir rol oynadıkları araştırılmaktadır. Köy romanı türünün
geliştiği, öyküde ve şiirde modernist biçimlerin denendiği 1950’lerde, edebiyat
dergilerinin edebî üretim ve tüketim koşullarını nasıl etkilediği irdelenmiştir.
Edebiyat dergilerinin temel işlevinin edebî üretim ve tüketim arasında aracılık
etmek olduğu söylenebilir. Ancak, edebiyat dergileri edebî yapıtları sergileyen bir
vitrin olmanın ötesinde, edebî üretim ve tüketimin koşullarını da etkiler. Türkçedeki
“dergi”, İngilizcedeki “magazine” sözcüklerinin etimolojik kökenleri edebiyat
dergilerinin birincil işlevine dikkat çeker. Türkçedeki “dergi” sözcüğü, “derlenmek”
fiilinden türetilmiştir. İngilizce ve Fransızcadaki “magazine” sözcüğü ise Arapça
1
“mahzen” sözcüğünden gelmektedir. Kâmûs-ı Türkî’de “mahzen” sözcüğünün
Arapçada “mal ve eşya koymaya yarayan kapalı yer, ambar, kiler” anlamında
kullanıldığını belirtilmektedir (817). Sözlükte, Türkçe “mağaza” sözcüğünün Arapça
“mahzen’den galat olan” Fransızca “magasin” sözcüğünden geldiği belirtilmektedir
(811). Etimolojik kökenler, her ne kadar edebiyat dergilerinin birincil işlevi olan
edebî üretim ve tüketim arasındaki aracılığa dikkat çekse de, “mağaza” metaforu, bu
aracılık işlevinin “edilgen” bir derleme ve sergileme olduğu yönünde yanıltıcı
olabilmektedir. Bu noktada, tarihsel olarak edebiyat dergilerinin ikincil bir işlevi
daha olduğunu belirtmek gerekir. Edebiyat dergileri, edebî yapıtların vitrini oldukları
kadar, edebiyatın tartışıldığı bir forum olma işlevini de taşırlar.
Edebiyat dergilerinin çalışmasılması, farklı edebî ve kültürel anlayışların
ortaya çıktığı tarihsel ve maddi koşulları anlamamıza olanak sağlar. Edebiyat
tarihinin güncel kayıtlarını içeren dergiler, bu alandaki araştırmalar için büyük önem
taşır. Türkiye’de sınırlı sayıdaki modern edebiyat tarihi çalışmasının genellikle yazar
ve yapıt odaklı olduğu görülür. Yazar ve yapıt odaklı edebiyat tarihi incelemeleri,
yazarların yaşamları ve yapıtları hakkında temel bilgiler edinmeye yardımcı olur.
Ancak, yazarların üretim yaptıkları dönemlere ilişkin bilgiler, madde başlıkları veya
akım adları altında, satır aralarına sıkışabilmektedir. Edebiyat dergilerinin
çalışılması, dönemin edebî ve kültürel ortamının daha iyi anlaşılmasına yardımcı
olur.
Dergilerin yakından incelenmesi, edebiyat tarihini yazarların veya kanonik
yapıtların tarihi olmaktan kurtardığı gibi, edebî yapıtların nasıl bir bağlamda
üretildiğini anlamamıza da katkıda bulunur. Bu noktada edebiyat dergilerinin
çalışılması, edebî yapıtların üretildikleri dönemin ruhunun anlaşılabilmesinde bir
zorunluluk olarak karşımıza çıkar. Pierre Bourdieu, “The Field of Cultural
2
Production, or: The Economic World Reversed” (Kültürel Üretim Alanı, veya:
Tersyüz Edilmiş bir Ekonomik Dünya) başlıklı yazısında “dönemin ruhu”nu
anlamamıza yardımcı olacak şeylerin ihmal edilmesinin sonuçları hakkında şöyle
der: “ ‘dönemin ruhu’nu oluşturan her şeyin göz ardı edilmesi yapıtların
gerçeksizleşmesine (derealization) yol açar. Dönemin en somut tartışmalarına onları
bağlayacak her şeyden soyutlanmış yapıtlar […] yoksullaşır ve boş bir hümanizm
veya entellektüalizme dönüşürler” (32). Edebiyat dergilerinin araştırılması, edebî
yapıtları üretildikleri dönemin somut tartışmalarına bağlamamıza olanak sağlar.
Edebî ve eleştirel çalışmalara yer veren süreli yayınlar olarak edebiyat
dergileri, edebiyat eleştirisi ve iletişim araştırmalarının kesiştiği ara bir yazınsal tür
olarak karşımıza çıkar. Bu noktada, 1950’lerde dünyada ve Türkiye’de edebiyat ve
basın alanlarındaki gelişmelerinin genel bir görünümünün verilmesi gerekir.
Dünyada, 20. yüzyılın ortasında uluslararası ilişkiler, sanat-edebiyat ve basın
alanlarında üç kırılma yaşanmıştır. Siyaset alanında, İkinci Dünya Savaşı sonrası
Soğuk Savaş dönemi başlamış ve çift-kutuplu dünya düzenine geçilmiştir. Jürgen
Habermas, Kamusallığın Yapısal Dönüşümü’nde Batı Avrupa’da 20. yüzyılın
ortalarından itibaren basının ticarileşmesiyle birlikte burjuva kamusal alanının
çözülmeye başladığına işaret eder. 20. yüzyılın ilk yarısına kadar Avrupa’da etkili
olmuş deneyci sanat ve edebiyat akımları genelde “modernist” veya “avangard”
başlığı altında toplanır. 1950’lere kadar ard arda gelen sembolizm, izlenimcilik,
dışavurumculuk, sürrealizm ve dadacılık gibi modernist ve avangard akımlar, Avrupa
sanat ve edebiyat ortamını sarsmıştır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise bazılarının
modernizmin devamı olarak kabul ettiği, bazılarının da “postmodernizm” başlığı
altında değerlendirdiği soyut dışavurumculuk, pop art, minimalizm, neo-dada,
performans sanatı gibi akımlar görülmektedir. E.H. Gombrich, Sanatın Öyküsü adlı
3
kitabının 1995 tarihli 16. baskısında, bu kitabın ilk olarak yayımlandığı 1950
yılından beri sanat tarihinde gözlemlediği en önemli olayın, herhangi bir yeni akımın
doğmasından çok, deneysel sanat akımlarının “yarattığı şaşkınlığın iyice azalmış
olması ve artık deneysel her şeyin basın ve yayın tarafından benimsenir gözükmesi”
olduğunu belirtir (610). Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı’ndan 1960’lara kadar sanatta
“soyut dışavurumculuk” akımının ve figüratif olmayan sanatın etkili olduğu
söylenebilir. Edebiyatta ise, 1950’lerde “somut şiir” (concrete poetry) ve absürd
tiyatro akımları görülür. Twentieth-Century Literary Movements Dictionary’de
(Yirminci Yüzyıl Edebi Akımlar Sözlüğü) yer alan tarihlere göre edebî akımlar
listesinden, 1950’lerde Almanya, Avusturya, Belçika, Brezilya, İngiltere, İsveç,
Norveç gibi pek çok ülkede “somut şiir”in yaygınlık kazandığı anlaşılır (838).
Absürd tiyatronunda 1950’lerde Almanya, Çekoslovakya, Fransa, İngiltere, Polonya
gibi ülkelerde tanındığı görülmektedir (838). Listenin Türkiye başlığında ise İkinci
Yeni ve Köy Romanı akımlarına rastlanır (838).
Türkiye’de de dünyada olduğu gibi 20. yüzyılın ortasında siyasal ve
toplumsal değişimler, basın alanında gelişmeler görülmektedir. Amerika’nın İkinci
Dünya Savaşı sonrası izlediği komünizmi “çerçeveleme” politikası ve Türkiye ve
Sovyetler Birliği arasındaki ilişkilerin Sovyetler Birliği’nin toprak talepleri yüzünden
bozulması sonucu bu dönemde Türkiye ve Amerika arasında yakın ilişkiler
kurulmaya başlamıştır. Amerika, 1947’de kabul edilen Truman Doktrini’yle Türkiye
ve Yunanistan gibi ülkelere finansal ve askeri destek sağlama kararı almıştır. Yine
1947’de uygulamaya konulan Marshall Planı’yla Türkiye’nin de dâhil olduğu
Avrupa ülkelerine finansal destek sağlanmıştır. Erik J. Zürcher’e göre, bir yandan
İkinci Dünya Savaşı’nda halk kitlelerinin CHP iktidarına karşı duyduğu artan
hoşnutsuzluk, diğer yandan uluslararası konjonktürde Türk liderlerinin Marshall
4
Planı’ndan ve Amerikan askeri ve finansal desteğinden yaralanma arzusu,
Türkiye’nin demokratikleşme sürecini hızlandırmıştır (217-19). Türkiye’de 1945’te
çok partili sisteme geçilmiş ve 1946’da genel seçim yapılmıştır. Zürcher’e göre halk
desteğine rağmen usulsüz oylamalar sonucu Demokrat Parti (DP) 1946 seçimini
kaybetmiştir (222). Bu dönemde Soğuk Savaş’ın etkileri de Türkiye’de hissedilmeye
başlamıştır, CHP ve DP karşılıklı olarak birbirlerini komünizme karşı “yumuşak”
davranmakla suçlamıştır (223). Soğuk Savaş’ın etkisiyle 1948 ve 1949’da sola karşı
“cadı avı”na çıkılmıştır ve toplumcu romancı Sabahattin Ali öldürülmüştür (223).
1946’dan itibaren liberal serbest piyasa ekonomisine yönelen Türkiye’de, 1950’de
DP’nin büyük bir çoğunlukla iktidara gelmesiyle tarıma dayalı bir modernleşme
programına geçilmiştir. DP iktidarının ilk yıllarında Amerikan yardımlarının da
etkisiyle tarım alanında büyük bir gelişme yaşanmıştır (235). Tarıma verilen desteğe
rağmen, artan kentleşme ve sanayileşmeyle birlikte köyden kente ilk büyük göç
dalgası 1950’lerde görülmüştür.
İkinci Dünya Savaşı sonrası modern baskı ve gazetecilik yöntemlerinin
günlük basına girmeye başlaması, siyasal ve sosyal hareketliliğin artması ve basınla
ilgili özgürleştirici düzenlemeler, basının nitelik ve nicelik açısından hızla
gelişmesine yol açmıştır (Atabek 125). Gülseren Adaklı, 2006 yılında yayımlanan
Türkiye’de Medya Endüstrisi adlı kitabında, Tanzimat’tan bugüne kadar basının
“medya”ya evrimini inceler. Adaklı, kitabında 1940’ların sonlarından itibaren ticari
ve kitlesel basına doğru evrilmenin başladığını, 1960 ve 1970’lerde bu sanayileşme
ve profesyonelleşme eğilimin ivme kazandığını, 1980’lerden itibaren de basının
“medya tekeli”ne dönüştüğünü ileri sürer. Adaklı, “Batıda 19. yüzyılın başlarında
tarafgir basına doğru evrilme sürecinin bir benzeri[nin] Türkiye’de 1940’lı yılların
sonunda gerçekleşmeye başlamış” olduğunu belirtir (114). Gülseren Adaklı’ya göre,
5
bu yıllarda tek parti döneminin kapanması ve Demokrat Parti hükümetinin
başlangıçta basına nispi bir özgürlük ortamı sağlaması, okuyucu kitlesinin artışının
basındaki ticarileşme eğilimiyle örtüşmesinde etkili olduğunu ileri sürmüştür (115).
Adaklı’ya göre “çok partili yaşama geçişle birlikte kitlelerin politizasyon oranındaki
göreli artış, basını da daha zengin bir tartışma ortamına sürüklemiştir” (115). Ancak,
yazar bu dönemde basının tartışma zenginliği içine girmesinin, doğrudan siyasete
girme kanallarının yaratıldığı 1960’lı yıllarla kıyaslandığında “oldukça sınırlı bir
demokratik ortama işaret et[tiğinin]” de altını çizer (116).
Tek partili dönemden çok partili döneme geçilen bu dönemde edebiyat
dergilerinin sayısında nicel bir artış olduğunu ileri sürmek olanaklıdır. 1928 yılından
beri her yıl yayımlanmakta olan İstatistik Yıllığı’nda, 1951’den itibaren Milli
Kütüphane verilerine göre hazırlanan “konularına göre süreli yayınlar” istatistiğine
de yer verilmektedir. Bu istatistiklere dayanılarak oluşturulan 1940-2005 yılları arası
konularına göre süreli yayınlar tablosu ve yıllara göre edebiyat dergisi grafiği, tezin
Ek A bölümünde bulunmaktadır. Edebiyat dergisi grafiğinden 1945-1950 yılları
arasında dergi sayısının neredeyse iki katına çıktığı görülse de, 1950 yılındaki dergi
sayısı İkinci Dünya Savaşı’nın yeni başladığı 1940 yılıyla kıyaslandığında dergi
sayısında sadece yüzde 12’lik bir artış olduğu dikkat çeker. Milli Kütüphane
verilerinin ve bu verilere dayanılarak oluşturulan istatistiklerinin güvenilirliklerinin
kuşkulu olduğunu belirtmek gerekir. Derleme Kanunu uyarınca süreli yayınlar Milli
Kütüphane’ye gönderilmek zorunda olsa da, çok sayıda derleme kaçağı olduğu
tahmin edilmektedir. Diğer bir nokta da, dergilerin neye göre sınıflandırıldığıdır.
Edebiyat dergilerinin, “kültür ve sanat dergisi”, “fikir ve sanat dergisi” gibi farklı alt
başlıklarda da yayımlandığı düşünülürse, kataloglandırma sırasında edebiyat
dergilerinin başka türler altında kaydedilme olasılığının bulunduğu anlaşılır. Tuncer
6
Uçarol, Edebiyat ve Eleştiri dergisinin Mayıs-Haziran 2003 tarihli 67. sayısında yer
alan “Günümüzde Edebiyat Dergileri (Genel Görünüm)” başlıklı yazısında, kişisel
çabalarıyla 2002 yılında 172 edebiyat dergisi yayımlandığını saptar (97). Devlet
İstatistik Ensitüsü’nün istatistiklerinde ise 2002 yılında 100 edebiyat dergisi, 131
güzel sanatlar ve eğlence dergisi kaydedilmiştir.
Bu dönemde, edebiyat dergilerinde ne ölçüde bir artış olduğunu saptamak
güçse de, edebiyat dergileri sayısında da bir artış olduğunu söylemek olanaklıdır.
1950’lerdeki edebiyat dergilerinde, dergi sayısının arttığını bildiren çok sayıda
yazıya karşılık, azaldığına dair bir gözleme bu tezde ele alınan dergiler arasında
rastlanmamıştır. Örneğin, İlhan Geçer, Mart 1953 tarihli Hisar dergisinin “Sanat
Dergileri Arasında” köşesinde şöyle söylemektedir: “Son aylarda aramıza yeni yeni
katılan sanat dergilerini görüp de sevinmemek mümkün mü?” (2). Yine İlhan Geçer
(Bülent Nafiz takma adıyla), Ekim 1955 tarihli “Dergiler Arasında” köşesinde benzer
bir gözlem yapar (16). Varlık dergisinde de sanat dergilerinin çoğaldığına dair
yazılara rastlanmaktadır. Örneğin 1 Ağustos 1954 tarihli Varlık dergisindeki
“Edebiyat Tenkidi” başlıklı yazıda şöyle denir: “Bu kağıt darlığında sanat dergileri
durmadan çoğalıyor. Buna sevinmemek elde değil” (2). Yeditepe’de de “Dergiler”
köşesinin, yurtta edebiyat ve sanata ilginin artması, okur kitlesinin gelişmesi ve dergi
sayısının çoğalması nedenleriyle oluşturulduğu söylenmektedir (“Dergiler” 7).
1950’lerde edebiyat dergilerinin tirajlarının yüksekliği de göze çarpmaktadır.
Bu dönemde Varlık dergisinin tirajı 7-8 bin, Hisar ve Mavi’nin 2 bin, Yeditepe’nin
500-1500, Pazar Postası’nın ise bin civarındadır. 1950’lerde Türkiye nüfusunun
ortalama 25 milyon, okur-yazar oranının yaklaşık yüzde 40 olduğu düşünülürse bu
tirajların bugüne göre yüksekliği anlaşılır. Bugün, yaklaşık yüzde 90 okur-yazar
oranına sahip 70 milyonluk Türkiye’de o dönemdeki Varlık’ın tirajına yaklaşan bir
7
edebiyat dergisi yoktur. Varlık’ın tirajı okur-yazar oranıyla ve nüfusla doğru orantılı
olarak artsaydı, bugün 45 bin civarında olması gerekirdi.
Bu dönemde, basındaki ve edebiyat dergilerindeki nitel değişimler, okur
kitlesinin artması gibi nedenlerin de etkisiyle edebiyat dergilerinde yoğun bir
tartışma ortamı olduğu gözlemlenir. 1950’lerde gerek dergiler arası iletişimin,
gerekse tartışma ve polemiklerin dergilerin tirajlarını etkilediğini ileri sürmek
olanaklıysa da, dönemin en çok satan dergisi olan Varlık’ın tiraj değişimlerine
bakıldığında tartışma-tiraj arasında doğru bir orantı olmadığı görülür. Çünkü, Varlık
özellikle 1950’lerin ikinci yarısından itibaren tartışma ve polemiklerden uzak dursa
da tirajını korumuş, hatta artırmıştır.
Atilla Özkırımlı, ansiklopedik Türk Edebiyatı Tarihi’nin birinci cildinde yer
alan “Çağdaş Türk Edebiyatı” başlıklı maddede Demokrat Parti’nin baskıcı
yönetimine karşın 1950 sonrası edebiyat ortamının belirgin özelliğinin çok seslilik ve
çok yönlülük olduğunu belirtir (320). Varlık dergisinde başlayan köy edebiyatı
tartışmaları, Hisar ve Mavi dergisi arasındaki “toplumsal gerçekçilik” tartışmaları, bu
iki dergide Garip akımının eleştirilmesi, Pazar Postası ve Yeditepe’deki İkinci Yeni
tartışmaları dönemin çok sesli ve çok yönlü edebiyat ortamının dikkate değer bir
görüntüsünü verir. 1950’lerin başında toplumsal değişimlere ve köyden kente göç
olgusuna koşut olarak tartışmaların köy romanı üzerine yoğunlaştığı, 1950’lerin
ikinci yarısındaki tartışmalarda ise İkinci Yeni’nin ağırlık kazandığı görülmektedir.
Soğuk Savaş’ın da etkisiyle toplumcu yazın bu dönemdeki edebiyat dergilerinin
ortak tartışma konusu olarak öne çıkmaktadır.
Bu çalışmanın, “Kaynaklar ve Yöntemler” başlığını taşıyan ilk bölümünde
önce dönemin edebiyat dergilerine ilişkin Türkçe kaynaklar değerlendirilmiştir,
ardından edebiyat dergiciliği hakkında yakın tarihli üç İngilizce kaynak
8
incelenmiştir. Daha sonra bu tezde edebiyat dergilerinin nasıl ele alınacağı
belirtilmiştir. Tezin “Poetikalar” başlıklı ikinci bölümünde Hisar, Mavi, Pazar
Postası, Varlık ve Yeditepe dergilerinin poetikaları çözümlenerek 1950’lerdeki edebî
üretim ve tüketim süreçlerinde nasıl bir rol oynadıkları tartışılmıştır. Üçüncü bölüm
olan “Politikalar”da, dergiler arası ilişkiler ve dönemin tartışma ortamı irdelenmiştir.
Sonuç bölümünde ise bu dönemin edebiyat dergiciliğine ilişkin ikinci ve üçüncü
bölümlerde yapılan gözlemlerin nasıl bir kuramsal çerçevede değerlendirilebileceği
tartışılmıştır. Tezin Ek A bölümünde konularına göre süreli yayınlar tablosu ve
edebiyat dergisi sayısı grafiği bulunmaktadır. Ek B’de bu tezde ele alınan dergilerin
künye bilgilerine yer verilmiştir. Ek C’de ise dergilerin ilk sayılarının dergi
boyutlarına göre küçültülmüş kapak fotoğrafları bulunmaktadır.
9
BİRİNCİ BÖLÜM
KAYNAKLAR VE YÖNTEMLER
Edebiyat dergilerinin ayrı bir yazınsal tür olarak incelenmesi, yeni ve
gelişmekte olan bir çalışma alanıdır. Edebiyat eleştirisi ve medya çalışmaları
arasında kalmış ara bir tür olarak edebiyat dergileri, iki çalışma alanı tarafından da
genellikle ihmal edilmiştir. Bundan dolayı edebiyat dergilerinin incelenmesine
yönelik yerleşik yöntemler ve kuramlar bulunmamaktadır. Dergilerde yer alan
metinlerin çokluğu ve çeşitliliği dergi çalışmalarında karşılaşılan diğer bir güçlüktür.
Hangi metinlerin nasıl ele alınacağını belirlemek yöntemsel bir zorunluluk olarak
karşımıza çıkmaktadır. Bu açılardan tezde edebiyat dergilerinin nasıl ele alınacağını
belirlemek amacıyla tezin bu bölümünde öncelikle edebiyat dergileriyle ilgili sınırlı
sayıdaki yaklaşımın elden geldiğince kapsamlı bir değerlendirmesi yapılmıştır. İlk
olarak, bu tezde ele alınan edebiyat dergileri ve dönemin edebiyat dergiciliğiyle ilgili
Türkçe kaynaklar gözden geçirilmiştir. Ardından, yeni ve gelişmekte olan edebiyat
dergileri çalışma alanında yapılan yakın tarihli üç İngilizce inceleme, bu alandaki
gelişmeler hakkında bilgi vermek ve yöntemsel sorunlara işaret etmek açısından
irdelenmiştir. Farklı dönemlerde, çeşitli kültürlerin edebiyat dergiciliğini
karşılaştırma olanağı vermeleri açısından Mark Parker’ın 1820 ve 1830’larda İngiliz
edebiyat dergiciliğini ele alan kitabı, Frank Shovlin’in 1923-1950 yılları arasında
10
İrlanda edebiyat dergilerini inceleyen çalışması ve Elisabeth Kendall’ın 1960’larda
Gallery 68 dergisine ve dönemin avangard akımına odaklanan kitabı üzerinde
durulmuştur. Bu çalışmalarda edebiyat dergilerinin nasıl ele alındığı, hangi
yöntemlerin ve düşünsel yaklaşımların kullanıldığı serimlenmiştir. Son olarak da, bu
tezin yöntemsel tutumu belirlenmiştir.
Edebiyat dergilerinin ayrı bir tür olarak incelenmesinin gerekliliği açık olsa
da, bu konuda Türkçede çok az eleştirel çalışma bulunmaktadır. Erdal Doğan’ın
Edebiyatımızda Dergiler adlı kitabı ve Vedat Günyol’un Sanat ve Edebiyat Dergileri
bu konudaki temel Türkçe kaynaklardır. Şükran Kurdakul da Şairler ve Yazarlar
Sözlüğü adlı yapıtının “Cumhuriyet Döneminde Çıkan Düşün ve Sanat Dergileri”
bölümünde madde başlıkları altında dergilere ilişkin kısa bilgiler vermektedir.
Uzunca bir tarihsel dilimi kapsayan bu üç çalışmada Türk edebiyat tarihindeki çok
sayıda dergiyle ilgili temel bilgiler bulunmaktadır. Bu çalışmalardan, hangi
dönemlerde hangi dergilerin çıktığını öğrenmek ve bu dergilerin yönelimleri
hakkında genel bir fikir edinmek olanaklıdır. Ancak nispeten uzun bir tarihsel
dönemi kapsayan ve çok sayıda dergiyi ele alan bu çalışmalarda bazı yanlışlıklar
bulunabilmekte ve çalışmaların geniş kapsamından dolayı dergiler hakkındaki
bilgiler çok kısa olarak verilebilmektedir.
Bu tezde ele alınan edebiyat dergileri hakkında, yukarıda adları verilen genel
çalışmaların yanı sıra bir veya iki dergiye odaklanan hacimli yüksek lisans ve
doktora tezleri de bulunmaktadır. Varlık dergisiyle ilgili YÖK’te kayıtlı yedi yüksek
lisans tezi, Hisar dergisi üzerine ise beş yüksek lisans ve bir doktora tezi vardır.
YÖK’te Pazar Postası, Yeditepe ve Mavi hakkında yüksek lisans veya doktora tezine
rastlanmamıştır.
11
Varlık hakkındaki tezlerin dördü oldukça hacimlidir ve bu dergide
yayımlanan şiir, roman, öykü, eleştiri, çeviri, tiyatro hakkındaki yazıların,
çözümleme ve polemiklerin ayrıntılı dökümünü verir. Serap Cavkaytar, “Varlık
Dergisinin İlk 150 Sayısındaki Edebiyat Yazılarının Sınıflandırılması” başlıklı
yüksek lisans tezinde dergide yer alan öykü, şiir, oyun gibi edebî türleri, çözümleme
ve eleştiri yazılarını, tartışma ve polemikleri ele alarak bu yazılardan ve edebî
yapıtlardan aktarma ve alıntılar yapar. Derginin ilk 150 sayısında yayımlanan edebî
yapıtlara, yer alan şair ve yazarlara dair istatistikler de vermektedir. Ahmet Teke’nin
“Varlık Dergisinin 151-300 Sayılarının Edebî Yönden İncelenmesi”, Olcay Saltık’ın
“Varlık Dergisinin 301-400 Sayılarının Edebî Yönden İncelenmesi” ve Hilmi
Demiral’ın “Varlık Dergisinin 400-500 Sayılarının Edebî Yönden İncelenmesi”
başlıklı tezleri de Serap Cavkaytar’ın teziyle oldukça benzer bir biçimde
düzenlenmiştir. Bu tezlerde kapsamlı dökümlerle Varlık dergisinin edebiyatımızda
önemli bir rol oynadığı sonucuna varılır. Olcay Saltık, “Varlık Dergisinin 301-400
Sayılarının Edebi Yönden İncelenmesi” başlıklı tezinin sonunda şöyle der: “Gerek
dil konusunda gösterdiği hassasiyet, gerek yeni edebiyat anlayışının yerleşmesindeki
katkıları, gerek edebî şahsiyetlerin ve eserlerin tanıtılmasında gösterdiği çabalar,
Cumhuriyet Sonrası Edebiyatımızın şekillenmesinde derginin önemli bir rol
oynadığını gösterir” (335).
Varlık dergisinin 1953-1959 yılları arasındaki 400-500 sayılarını inceleyen
Hilmi Demiral da kapsamlı bir dökümantasyon işleminin ardından, tezin “Sonuç”
bölümünde “Varlık dergisi’nin ilk sayısından itibaren edebiyat ve kültür hayatımızda
etkin bir rol oynadığı” ve Yaşar Nabi’nin “gerek düşünceleriyle gerekse sayfalarında
yer verdiği genç sanatçılarla yeni şiirin en büyük savunucusu” olduğu sonuçlarına
varır (431-32). 1950’lerin ikinci yarısından itibaren Varlık dergisinin tam da “yeninin
12
savunuculuğu”nu yapmadığı için eski “etkinliğini” yitirdiği, Varlık’ın bu dönemde
toplumcu edebiyat anlayışına da, İkinci Yeni akımına da kapalı kalmakla eleştirildiği
düşünülürse, Demiral’ın 1953-1959 arasında Varlık’ın ve Yaşar Nabi’nin “yeni şiirin
savunucusu” olduğu yönündeki tezinin hangi temele dayandırılarak oluşturulduğu ve
hangi “yeni şiir”den söz edildiği anlaşılamamaktadır. Nitekim, Demiral tezinde
1953-1959 yılları arasında Varlık’ta en çok şiiri çıkan şairlerin Mesut Tarcan, Talip
Apaydın, Hasan Şimşek, Fazıl Hüsnü ve Özker Yaşin olduğunu belirtir (437). Bu
açıdan, Demiral’ın 1953-1959 arasında Varlık’ta en çok şiiri yayımlanan şairleri
hangi yeni şiir eğilimiyle eşleştirdiğini anlamak güçtür.
Varlık dergisi hakkında yapılan son tez, Sema İnalkaç’ın “Varlık Dergisi’nin
Yayınlandığı İlk Yıllardaki Sanat Faaliyetleri (S.1-60)” başlıklı, 2006 yılında yaptığı
yüksek lisans tezidir. Bu tezde de Varlık’ta yayımlanan düzyazı, şiir ve makalelerin
değerlendirmesi ve sayımı yapılmıştır. Bu kapsamlı çalışmaya, “Varlık Dergisinin
Yayı[m]landığı İlk Yıllardaki Siyasî, Sosyal ve Kültürel Panaroma”, “1923-1940
Yılları Arasındaki Edebiyat Ortamı ve Dönemin Dergilerine Bakış”, “Varlık
Dergisinin Teşekkülü ve Özellikleri” başlıklı bölümler de eklenmiştir. “Dönemin
Öne Çıkan Dergileri” alt bölümü diğer dergilerle karşılaştırmalı bir çalışma olduğu
beklentisini yaratsa da, bu alt bölümde 13 dergiye ilişkin kısa bilgiler verilmektedir.
Bu kapsamlı çalışmanın sonunda da Varlık’ın “Türk kültür ve sanatına önemli
hizmetlerde bulunduğu”, “pek çok edebî şahsiyetin yetişmesini sağladığı” ve
“Atatürkçü bir anlayışla İnkılâp Türkiye’sinin en önemli yayın organlarından biri
olduğu” sonucuna varılır (493).
Varlık’ın farklı dönemlerini ele alan ve benzer sonuçlara varan genel
kapsamlı beş tezin yanı sıra bir de derleme çalışması bulunmaktadır. İbrahim Şeref
Kaya, “Varlık Dergisi’nde Şiire ve Şiir Tenkidine Dair Yazılar (1933-1953)” başlıklı
13
1010 sayfalık yüksek lisans tezinde, Varlık dergisinde şiirle ilgili çıkan yazıları
derlemiştir. 29 sayfalık “Giriş” Bölümünün ardından, geri kalan 981 sayfaya
Varlık’taki “şiir sanatı ve şiir tekniğine dair yazılar” eklenmiştir. “Önsöz” bölümünde
tez yazarı, “derginin bütünlüğünü muhafaza etmek” için yazıları dergide olduğu gibi
kronolojik sırada “tasnif” ettiğini söylemektedir (5).
Songül Öksüz’ün “Varlık Dergisi’nin Kültürel Konulara Yaklaşım Biçimi
(1950-1960)” başlıklı yüksek lisans tezi, çok genel kapsamlı olmaması ve özgül bir
konuda tartışma yürütmesi açısından diğer altı çalışmadan ayrılır. Öksüz, tezinde tek
partili dönemden çok partili döneme geçişte Varlık dergisinin ideolojik yönelimini
tartışmış ve 1955’ten sonra Varlık’ın kendi ideolojik çizgisine uygun düşmeyen
yapıtları yayımlamaması nedeniyle yeni edebiyat akımlarını yakalayamış olduğunu
savunmuştur. Tezde, 1950’lerdeki edebiyat dergiciliği karşılaştırmalı olarak
incelenmemesine rağmen, “Varlık dergisi[nin] yayınlandığı ve incelediği dönem
içinde diğer dergilerden yazarlara telif ücret ödemesi, her şeye rağmen yayın
kalitesini düşürmemesi, Atatürkçülükten taviz vermemesi” ile farklı olduğu ileri
sürülmüştür (143). Edebiyat dergileri arasında karşılaştırmalı bir çalışma yapılmayan
ve sadece Varlık üzerinde yoğunlaşan bu tezde, diğer dergilerle Varlık arasında
olduğu ileri sürülen farkların hangi ölçütlere göre belirlendiği açımlanmamıştır.
Hisar dergisiyle ilgili yapılan yüksek lisans tezlerinin konuları, nispeten daha
özgüldür. Bu çalışmalarda, dergide çıkan bütün yazılar değil, belli türdeki yazılar ve
edebî yapıtlar değerlendirilir. Hıfzı Toz’un tez çalışması Hisar’da çıkan şiirleri,
Nazmi Şengezer’in tezi Hisar ve Türk Edebiyatı dergilerinde çıkan şiir kuramı
yazılarını, Mehmet Emin Batmaz bu dergilerdeki eleştiri yazılarını, Necdet Akay
öykü ve roman yazılarını, Bünyamin Nami Tonka ise tiyatro kuramı yazılarını ele
alır.
14
Hıfzı Toz, “Hisar Dergisi Hakkında Bir Değerlendirme Çalışması” başlıklı
tezinde Hisar dergisinin şiir anlayışını incelemiş ve “Hisarcılar”ın “Garipçiler’e ve
Marksist şiire karşı hem bir alternatif hem de millî bir tepki olarak meydana
geldiğini” söylemiştir (123). Derginin “ideolojik bir tercihten ziyâde sanat endişesini
ön planda tut[tuğunu]” ve “fikir ayrımına gitmeden her sanatçıya kapılarını açmış”
olduğunu ileri sürmüştür (123). Bu noktada, Hisar’ın söylemindeki çelişki, Hisar’ın
söylemini karşılaştırmalı olarak incelemeyen Toz’un tezinde de ortaya çıkmaktadır.
Hisar, Garipçilere ve Marksist şiire karşıysa, bütün sanatçılara kapısını nasıl açmış
olabilir? Bu noktada, bu tezin tutarlı olabilmesi için iki varsayım gerekmektedir. Ya
Hisar, Garipçileri ve Marksist şairleri “sanatkâr” olarak kabul etmemektedir ve
sanatkâr olarak kabul etmediği bu şairlere kapısı açık değildir. Ya da, Garipçilere ve
Marksistlere karşı olsa da, ürünlerini “sanat” olarak kabul etmekte ve bu şiirlere de
kapısını açmaktadır. İkinci olasılık, Hisar dergisi Marksist şiire ve Birinci Yeni
şiirlerine yer vermediği için geçersizdir. Bu durumda, birinci varsayım geçerlidir.
Sonuç olarak, Hisar’ın bir şiiri sanat eseri olarak kabul etmesini belirleyen ölçütler
kendi yazın anlayışı olduğu için, sadece kendi yazın anlayışındaki her sanatçıya
açıktır; dolayısıyla gerçekte bütün sanatçılara açık olduğu doğru değildir.
Nazmi Şengezer’in “Hisar ve Türk Edebiyatı Dergilerinde Şiir Teorisi
Yazıları” başlıklı tezi iki derginin şiir anlayışını karşılaştırması ve tezin başında
karşılaştırmalı edebiyat yönteminin önemini vurgulaması açısından önemlidir.
Ancak, karşılaştırılan edebiyat dergilerinin şiir anlayışları birbine çok benzemektedir
ve “karşılaştırma”nın önemi vurgulansa da dönemin diğer şiir anlayışlarının
çözümlemesi yapılmadan bu iki derginin şiir anlayışları, dönemin “diğer” şiir
anlayışı ile karşılaştırılır. Tez yazarına göre, bu iki derginin yayımlandığı yıllarda,
biri estetiği, diğeri ideolojiyi ön plana çıkaran iki ayrı şiir anlayışı mücadele
15
hâlindedir (186). Şengezer, değerlendirdiği 145 yazıda en fazla üzerinde durulan
konunun “estetik” olmasından, iki dergiye yazanların çoğunluğunun şair olmasından
yola çıkarak her iki derginin yazarlarının da “şiirin endişesi”ni duyduğunu iddia
etmiştir (186). Ancak tezde, ideolojiyi öne çıkardığı iddia edilen şiir anlayışıyla ilgili
herhangi bir veri yoktur. Estetik-ideoloji zıtlığının neye göre kurulduğu
açımlanmamıştır. Dikkat çeken diğer bir nokta da, tez yazarının bu iki dergideki şiir
hakkında yazıların en fazla “estetik” üzerinde durduklarını istatistiksel dökümlerle
gösterdikten sonra, estetik hakkındaki bu yazıların amacının “şiirin amacı dışında
kullanılmasını ve farklı ideolojilere hizmet etmesini” engellemek olduğunu iddia
etmesidir (188-89). Konusu estetik olan yazılar, nedense ideolojiyi engellemek gibi
özünde ideolojik olan amaçlar taşımaktadır. Şengezer, tezinin sonunda bu iki
derginin de “şiirin etkili olmasında ve yanlışlarından büyük ölçüde sıyrılmasında” rol
oynadığı ve şiirin bu sayede “kendi hâline bırakılmamış, uğrayacağı muhtemel
tahribatlar[ın] büyük ölçüde engellenmiş” olduğu sonucuna varır (192). Bu noktada,
bir şiirin nasıl “yanlış” olabileceği ve bu “yanlışlarından” nasıl kurtulabileceği de
ayrı bir soru olarak karşımıza çıkmaktadır. Tez yazarı, Hisar dergisinin “ideolojik
şiir”in değer taşımadığı yönündeki söylemini benimsemiş görünmektedir.
Necdet Akay, “ ‘Hisar’ ve ‘Türk Edebiyatı’ Dergilerinde ‘Hikâye ve Roman’
Yazıları-Tahlil ve Mukayese” başlıklı yüksek lisans tezinde ele aldığı dergilere daha
eleştirel bir mesafeden yaklaşmakta gibi görünür. İki derginin de roman ve öykü
hakkında yayımladıkları yazılarla Türk edebiyatına hizmet ettiklerini belirtse de,
sadece “kendi dünya görüşleri doğrultusunda yazar ve bunların eserlerine yer
vermesini”, “hikâye ve roman alanında eserlerine yer verilen yazar sayısının azlığı”nı
eleştirir (113). Ancak, bu eleştirel mesafe politik ve normatif yargıya dönüşür. Akay,
Hisar dergisinin sadece kendi ideolojine uygun düşen yapıtları yayımlamasını
16
eleştirirken politik bir yargıda da bulunur: “Tarık Buğra, Sevinç Çokum, Emine
Işınsu elbette değerli yazarlarımızdır. Ama Türk Edebiyatı sadece bunlardan ibaret
değildir. Artık, Türkiye’de milliyetçi-devrimci ayrımı yapılmamalıdır. Herkes
milliyetçi-devrimci olmalıdır” (113).
Öztürk Emiroğlu, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatında Hisar Topluluğu ve
Edebî Faaliyetleri adlı kitaplaştırılmış doktora tezinde Hisar grubunun ortaya
çıkışını anlatır; dergide yer alan yazıları türlerine ve konularına göre sınıflandırarak
bu yazıların değerlendirmesini yapar. Kitabın “Sonuç” bölümünde ise Hisar
şairlerinin “Türk edebiyatına hiçbir yenilik getirmedikleri yolunda ileri sürülen
iddialar”ın haksız olduğunu savlayarak Hisarcıların yenilikçi sayılmamalarının
nedenini “yeni bir söylem”le ortaya çıkmamış olmalarına bağlar (508). Ayrıca,
“edebiyat tarihlerinde ve antolojilerinde Hisarcılara yer vermeyenlerin ideolojik
farklılıktan dolayı böyle bir davranış içerisine girdikleri”ni iddia eder (508). Hisar’ın
Türk edebiyatına yaptığı katkıyı göstermeyi amaçlayan ve yer yer eleştirel
mesafesini kaybeden kitapta, Hisar bağlamında dönemin edebiyat dergiciliği
değerlendirilir. Kitapta, dönemin edebiyat toplulukları ve şiir ortamı Hisarcılar, Mavi
Grubu ve İkinci Yeni Hareketi olmak üzere üçe ayrılır. Ancak, “dönemin edebiyat
toplulukları”, Hisar açısından bir sınıflandırılmaya tabi tutulmuştur. Emiroğlu,
“1950-1980 Dönemi Edebiyat Dergileri ve Hisar Etrafındaki Edebî Faaliyetler”
başlıklı alt bölümde şu sonuca varır:
“Hisar’ın yayında olduğu dönemde (1950-1957; 1964-1980) bir hayli
dergi çıkmış olmasına rağmen çok güçlü sanat ve edebiyat toplulukları
ortaya çıkmamıştır. Burada yukarıda üzerinde durduğumuz ideolojik
etkinin büyük payı vardır. Aslında aynı düşünce etrafında
kümeleşmeler çok fazladır. Ama gruplaşma sanata yeni bir estetik açı
17
getirmek endişesiyle oluşmadığı için sanat ve edebiyat bakımından bir
anlam taşımaz” (74).
Varlık ve Hisar dergileri hakkında yapılan tezler, bu dergiler hakkında
kapsamlı ve ayrıntılı bilgiler vermeleri açısından oldukça değerlidir ve kuşkusuz iki
dergi de Türk edebiyatına katkı yapmışlardır. Ancak, diğer dergilerle karşılaştırmalı
bir çalışma yapmadan, dergilerin Türk edebiyatına hangi yönlerden nasıl katkıda
bulunduğunu somut ve nesnel bir biçimde ortaya koymak güçtür. Tek dergiyle veya
birbirine benzer iki dergiyle sınırlı kalan çalışmalar, ele alınan derginin yazınsal
söylemiyle sınırlı kalabilmekte ve eleştirel mesafelerini yitirebilmektedir. Ayrıca,
dönemin edebiyat ortamının görüntüsü yansıtılamamakta, sadece ele alınan derginin
edebî anlayışı ve bakış açısıyla sınırlı kalınmaktadır.
Son olarak, edebiyat dergileriyle ilgili Türkçe kaynaklar arasında Ahmet
Oktay’ın Toplumcu Gerçekçiliğin Kaynakları kitabına değinmek gerekir. Temel
amacı toplumcu gerçekçiliğin kaynaklarını incelemek olan kitapta 1950’lerin
edebiyat dergiciliği doğrudan ele alınmasa da, Oktay 1925-1940 yılları arasındaki
edebiyat dergiciliğine ilişkin özgün gözlemlerde bulunur. Ahmet Oktay, bu
dönemdeki dergilerin hiçbirinin salt edebiyat dergisi olmamasına ve dergilerde
“şiirden, felsefeye, hukuktan resme, sinemadan toplumbilime; çeşitli sanat, yazın,
kültür ve siyasa sorunları üzerinde durulduğuna” dikkat çeker (337). Oktay’a göre bu
dönemde “ekonomi”, dergilerin başlıca ilgi alanı olarak belirmektedir (337). Yazar,
bu dönemin dergilerini ilgi alanlarının çeşitliliğinden dolayı “yamalı bohça”ya
benzetir (415). Ayrıca, 1925-1940 yılları arasındaki dergilerin kuramdan çok “ürün
yayınlama”ya önem verdiklerini ve “alabildiğince canlı ve kavgacı” olduklarını
belirtir (419).
18
Ahmet Oktay, 1950’lerdeki edebiyat dergiciliğini dolaylı olarak ilgilendiren
bazı iddialarda da bulunur. Oktay, “1940 Kuşağı diye adlandırılan şair ve yazarların
siyaset serüvenlerinin gereğinden fazla önemsediğini, hatta mistifiye edildiğini
düşün[düğünü]” belirtir (407). Oktay, Türk sanatçılar üzerinde belli ölçülerde
“baskı” her zaman olsa da ve bu yüzden şair ve yazarlar “maddî / manevî acı” çekmiş
olsa da, konulara olgusal düzeyde yaklaşan bilimsel çözümlemelerin “yakınma ve
yerinmelerle ilgilenemeyeceğini[n]” altını çizer (408). Ahmet Oktay, baskıcı
“iktidar”ın toplumcu kuşağı “susturduğu” ve yerine Garip akımını yerleştirdiği
yönündeki komplo teorilerini de eleştirir. Toplumcu şiiri irdelerken “faturayı yalnız
iktidar baskısına ve Garip hareketine çıkar[mamak]” gerektiğini vurgular (413).
Ahmet Oktay, 1939’da Gavsi Ozansoy “tasfiye” konusunu ortaya atmadan önce “N.
Fazıl’dan, O. Veli’ye, A. Halet’ten Dinamo’ya, A. Kaptan’dan Nail V.’ye tüm bir
sanatçı kuşağı”nın toplumcu eğilimli dergiler etrafında toplandığını belirtir (419). O
günlerdeki “tasfiye” kavgasına değinen Oktay, bu kavganın dergilerin dışına, günlük
basına taşmasına dikkat çeker. Oktay’a göre “Basın’ın yazına gösterdiği bu ilgi,
1950’lere kadar sürmüş, tasfiye hareketinin başarısından sonra ayrı bir yol tutturan
O. Veli, bu ilgi dolayısıyla daha geniş kitlelere ulaşabilmiştir” (420). Ahmet
Oktay’ın yorumuna göre, “yenilikçi yazın’ın egemenliğini ilan ettiği dönemde,
toplumcu yazarlar hem yenilikçi ama liberal eğilimli yazarlarla aralarındaki mevcut
kendiliğinden bağdaşmaya son ver[miş] hem de bu olaya bağlı olarak çaptan
düşmeye başla[mıştır]” (419).
Oktay’ın birbiriyle çelişkili görünen iki tezi vardır. Bir yandan “1930’larda
güçlü bir toplumcu yazın bulunduğu, ama sonradan siyasal konjonktürde saptığı”
görüşünün “1960’lardan sonra edinilmiş bir sanı” olduğunu belirtir (428). Diğer
yandan, 1944-1960 yılları arasında toplumcu yazarlarda bir “içe kapanış” olduğunu
19
iddia eder (422). Oktay’a göre toplumcular bu dönemde “yazmayı ve yazıyorsa
yayımlamayı bırakmıştır” (422). Ancak bu içe kapanışın siyasi baskı sonucu olduğu
yönündeki teze de bu dönemde yazınsal üretim yapan Fethi Naci ve Asım Bezirci
gibi toplumcu eleştirmenleri, Attilâ İlhan ve Ahmed Arif gibi şairleri örnek
göstererek itiraz eder (422). Daha sonra ise 1960’lara kadar toplumcu yazının “Yaşar
Kemal, Orhan Kemal, A. İlhan, İ. Berk gibi genel yenilikçi yazın tarafından da
kullanılan ideolojik öğelerden yararlanan ve bu yararlanma içinde daha ilerici öğeleri
öne sürebilen yazarlar ve şairler dışında hep marjinalde üretilmiş” olduğunu ileri
sürer (437). Bu dönemde, toplumcu yazının “marjinalde” üretilmesine üç neden
gösterir. Oktay’a göre toplumcu yazarlar marjinalliği “toplumculuğun bir göstergesi”
olarak kabul etmiş ve “liberal burjuva aydınlarının dergilerinde” görünmek
istememişlerdir. Ayrıca, burjuva dergilerinin de onları yayımlamaya gönüllü
olmadığını iddia eder. (437). Oktay, bir “içe kapanış” gözlemlediği 1944-1960 yılları
arasında “içe kapanış”ın sadece siyasi baskı nedeniyle olmadığını göstermek için
yazınsal üretim yapan çok sayıda toplumcu şair ve yazarı örnek verdiğinden, bu
dönemde hangi toplumcu yazarların üretim yapmadığı ve hangilerinin “marjinalde”
üretim yaptığı anlaşılamamaktadır.
Sonuç olarak, Türkiye’de edebiyat dergileri hakkındaki kaynaklar oldukça
sınırlıdır; ayrıca mevcut kaynaklarda kuramsal ve yöntemsel sorunlarla
karşılaşılabilmektedir. Ancak bu durum sadece Türkiye’de yapılan edebiyat dergisi
çalışmaları için söz konusu değildir. Edebiyat dergilerinin ayrı bir yazınsal tür olarak
incelenmeye başlanması oldukça yenidir. Mark Parker, 2000 yılında yayımlanan
Literary Magazines and British Romanticism (Edebiyat Dergileri ve İngiliz
Romantizmi) adlı kitabının “Giriş” bölümünde, eleştirinin edebiyat dergilerini ayrı
bir yazınsal tür olarak inceleme yönündeki isteksizliğine dikkat çeker. Parker,
20
edebiyat dergileri hakkında yapılan çalışmaların azlığının altını çizerek edebiyat
dergilerinin başlı başına bir çalışma alanı olması gerektiğini vurgular (1). Parker’a
göre akademisyenler, edebiyat dergilerini ayrı bir yazınsal tür olarak incelemek
yerine, bu dergileri ilgilendikleri konu hakkındaki tezlerini kanıtlayabilecek
materyalleri çekip aldıkları bir arşiv olarak kullanma eğilimindedir (3). Mark Parker,
bu durumu şöyle özetler: “The Romantics Reviewed gibi dergi materyallerini
derleyen çalışmalar tarihsel izleri takip etmeyi ve dönemin eleştirel ruhunu anlamayı
kolaylaştırsa da, akademisyenler dergileri hâlâ ayrı ayrı makalelerin toplandığı bir
koleksiyon, tikel edebî yapıtlara veya eleştirel düşüncelere yer veren bir kullan-at
sistemi olarak değerlendirme eğilimindedir” (3). Parker’a göre bu eğilimin temel
nedeni böyle bir çalışmada karşılaşılan zorluklardır. Bu zorluklar, dergilerdeki
yazılarının çokluğu ve çeşitliği, dergilerin karmaşıklığı ve bu konuda “düşünsel bir
çerçevenin ve materyallerle ilgili güvenilir tanımlamaların bile bulunmamasıdır” (2).
Kuşkusuz, edebiyat dergilerinin çalışılmasında zorluklar bulunmaktadır; ancak
zorlukların bu alanda çalışmaya engel olmadığı, tam tersine bu zorlukların bu alanda
daha önce yeterince çalışılmamasından kaynaklandığı söylenebilir.
Mark Parker, Literary Magazines and British Romanticism adlı kitabında 19.
yüzyılın ilk yarısında yayımlanan London Magazine (1820-21), New Monthly (1821-
1825), Blackwood’s Edinburg Magazine (1822-1825) ve Fraser’s Magazine (1833-
1834) dergilerini ele alır. Parker çalışmasının başında üç amacı olduğunu belirtir:
edebiyat dergilerinin ayrı bir çalışma alanı olabileceğini göstermek, İngiltere’de
1820-1830’larda edebiyat dergilerinin egemen edebî tür olduğunu tartışmak ve
dergilerin Romantizm tartışmalarını nasıl şekillendirdiğini araştırmak (1). Parker,
kitabının “Giriş” bölümünde dergi çalışmalarında karşılaşılan sorunları belirttikten
sonra, süreli yayın eleştirisine yönelik iki tarihsel yaklaşımı irdeler. İngiliz eleştirmen
21
William Hazlitt’in ve İskoç tarihçi-filozof James Mill’in 1820’lerde süreli yayınlar
hakkındaki yazılarını karşılaştırır. Parker, süreli yayın dünyasının kamusal
kavgalarına, kara çalmalarına ve bunların sonucu gelen hukukî davalara batmış
birinden beklenebileceği gibi Hazlitt’in dergi dünyasını bütün canlılığıyla ve
ayrıntılarıyla verdiğini belirtir (7). Ancak Parker’a göre Hazlitt, dergilerle ilgili
yazılarında daha çok kişilikler üzerinde durduğundan, en azından o dönemdeki süreli
yayın dünyasına aşina olmayan okurlar için, bu yazılar açıklıklarını yitirirler (7).
Mark Parker, James Mill’in 1824’te yayımlanan “Periodical Literature” (Süreli
Edebiyat) başlıklı yazısının Hazlitt’in yazılarından bütünüyle farklı olduğunu iddia
eder (7). Hazlitt’in sistematik olmayan, oyuncu ve retorik cümlerle süslü yazılarının
yanında Mill’in kırk sayfalık yazısı, sistematik çözümlemeye ve alıntılara ayrılmış
“ağırbaşlı” bir yazıdır (7). Parker’a göre Hazlitt’in çözümlemeleri süreli edebiyat
dünyasının güncel durumlarına ve estetik konularına yönelikken Mill,
çözümlemelerinde tikel örnekleri ve kişilikleri göz ardı ederek tarafsız bir şekilde
ideoloji eleştirisi yapar (8). Parker, Hazlitt’in dergi dünyasındaki nüansları ve imaları
yakından bilmesinin çözümlemelerini sınırladığını, Mill’in de “soyutlama
tutkusu”nun yazılarında sistematik bir körlük yarattığını ileri sürer (8). Mark Parker,
İngiltere’de yakın zamanlı akademik dergi çalışmalarının Mill ve Hazlitt’in ortaya
koyduğu iki farklı yaklaşımı takip ettiğini söyler (9).
Mark Parker’a göre Hazlitt’in edebiyat dergilerine yaklaşımı sürekli
anekdotlar ve yalıtılmış olgularla bir noktaya varamama riski taşırken Mill’in cesur
soyutlamaları dergi okuma deneyimini gözardı eder (12). Parker, edebiyat dergilerini
ele alırken yöntemsel olarak Mill ve Hazlit’in yaklaşımlarını birleştirmeyi dener.
Mark Parker, Mill’den ödünç aldığı deyimle “tahterevalli” yöntemi uyguladığını
belirtir (12). Bu yöntem, bir tahterevalli gibi Hazlitt’in ayrıntıcı ve tikelci
22
yaklaşımıyla Mill tarzı soyutlamalar arasında sürekli gidip gelmeyi içerir (12).
Parker, “tahterevalli” yöntemini uyguladığı çalışmasında, Mill tarzı
“soyutlama”lardan başlar ve o dönemdeki dergilerle ilgili bazı genellemeler yapar.
Önce, yaklaşımları çok farklı olsa da Mill ve Hazlitt’in 1830’lardaki edebiyat
dergileri hakkında anlaştıkları tek konuya dikkat çeker: İki yazar da dergilerin ve
dergilerdeki yazıların her şeyden önce metalar olduğunda anlaşmıştır (12). Hem
Mill’e, hem de Hazlitt’e göre süreli yayınlar okunabilmek ve başarı kazanabilmek
için okurlara zevk vermelidir (12). Mill, süreli yayınların bir kitap gibi zaman içinde
okur kazanma olanağı bulunmadığına dikkat çekerek dergilerin okur-yazar halkı
aydınlatmak için iyi bir yol olmadığını belirtmiştir (aktaran Parker 2). Parker, 1820’li
yıllardaki dergi yazımının (periodical writing) erken dönem Romantik yazımından
farklılıklarını vurgular. Parker’ın ele aldığı geç Romantik dönemde dergilerdeki
yazın “akılcılaştırılmış” ve ticarileşmiştir (12). Parker’a göre bu dönemde dergilerde
“uzmanlaşma” ve “iş bölümü” başlamıştır (13).
Mark Parker, 1820-1830 yılları arasında İngiltere’de dergiciliğin bir
özelliğine daha dikkat çeker. Parker’a göre “soyluluk mücadelesi” (strugggle for
gentility) o dönemdeki dergi dünyasının içine işlemiştir. Parker’ın ele aldığı iki dergi,
London Magazine ve Blackwood’s birbirine rakiptir; London Magazine dergisinin
editörü John Scott, Blackwood’s dergisinin “gizli” editörlerinden biri olan John
Gibson Lockhart tarafından düelloda öldürülmüştür. Scott, Blackwood’s dergisinde
aynı yazarın çok sayıda takma ad kullanmasını eleştirerek “günümüz edebiyatının
onuru tehlikeye girmiştir” der (alıntılayan Parker 22). Scott, Lockhart’ı Blackwood’s
dergisinin editörü olarak ilan eder ve derginin “organize sahtekârlık planlarından,
iftiralarından ve açgözlülüğünden” sorumlu olduğunu iddia eder (23). Parker’a göre
Lockhart’ın derginin editörlük görevlerini Blackwood ve Wilson’la birlikte
23
yürüttüğü kesindir (24). Ancak Lockhart, dergiyle olan ilişiğini açıklamayı reddeder
(24). Parker, Scott ile Lockhart arasında Scott’un ölümüyle sonuçlanan düelloyu, orta
sınıf aristokrasi taklidinin ve “soyluluk mücadelesi”nin en uç örneği olarak ele alır
(26). Ayrıca, pazar payı için rekabet eden iki dergi arasında düelloya kadar varan
polemiklerin ticari nedenlerini de vurgular. Parker’a göre Scott, polemiklerin satış
arttırıcı rolünü iyi bilmektedir (22). Blackwood’s dergisi de sansasyonlarla kötü ün
yaratarak işe başlamış ve satışlarını o kadar yükseltmiştir ki, yayımcısı iftira
davalarının masraflarını, iş yapma maliyeti olarak ödemeye dünden razıdır (22).
Mark Parker’ın Literary Magazines and British Romanticism adlı kitabının
ilk iki bölümü kişi odaklıdır. “The Political Context of Elia Essays” (Elia Yazılarının
Siyasal Bağlamı) ve “A Conversation Between Friends: Hazlitt and the London
Magazine” (Arkadaşlar Arasında Bir Sohbet: Hazlitt ve London Magazine”
bölümlerinde editörler ve dergiye katkıda bulunan yazarlar arasındaki ilişkileri
irdeler. Sonraki iki bölümde Parker, bireyler ve onların ortaklaşa eylemleri üzerinde
durmaya devam etse de, dergilerin daha “biçimsel” çözümlemelerini yapar (28).
“The Burial of Romanticism: the First Twenty Installments of ‘Noctes Ambrosianae ’
”de (Romantizmin Defni: ‘Noctes Ambrosianae’ in İlk Yirmi Tefrikası) Blackwood’s
dergisinde edebiyat ve eleştiri arasındaki sınırları belirsizleştiren deneyci “Noctes”
yazı serisini ele alırken Blackwood’s dergisiyle ilgili tarihsel çözümlemelere de yer
verir. Dördüncü bölüm olan “Magazine Romanticism: The New Monthly: 1821-
1825” (Dergi Romantizmi: New Monthly: 1821-1825) başlıklı kısımda, Blackwood’s,
London Magazine ve New Monthly dergilerinin romantizm anlayışlarını karşılaştırır.
Kitabın son bölümü olan “Sartor Resartus in Fraser’s” da (Fraser’s Dergisinde
Sartor Resartus) dergiye katkıda bulunan yazarların editör kontrolünden çıkma
süreçlerini çözümler. Parker’a göre London Magazine, Blackwood’s ve New Monthly
24
dergileri, bu dergilere yapılan bireysel katkıları editoryal kontrolleri altında
tutmuşken Fraser’s dergisine yazan Thomas Carlyle, bu süreci tersine çevirmiş ve
bilinçli bir şekilde dergiyi kendi anlayışına uydurmuştur (29). Parker’ın çalışması,
edebiyat dergilerinin ayrı bir yazınsal tür olarak incelenmesi gerektiğini ileri sürmesi,
edebiyat dergileri çalışmasında karşılaşılan yöntemsel ve kuramsal zorluklara dikkat
çekmesi ve yöntemsel öneriler içermesi açılarından önemlidir.
Frank Shovlin, 2003 yılında yayımlanan The Irish Literary Periodical: 1923-
1958 (İrlanda Edebiyat Dergileri: 1923-1958) adlı kitabında edebiyat dergilerini ayrı
bir tür olarak inceleyen çalışma alanına katkıda bulunmak istediğini belirtir (9).
Shovlin, çalışmasında 1923-1958 yılları arasında yayımlanan altı İrlanda edebiyat
dergisini ele alır. Altı bölüme ayrılmış kitapta, sırasıyla The Irish Statesman, The
Dublin Magazine, Ireland Today, The Bell, Envoy ve Rann dergileri incelenir.
Shovlin, “Giriş” bölümünde, dergi seçiminde rol oynayan ölçütleri ve dergilerin nasıl
ele alındıklarını anlatır. Frank Shovlin, belirgin bir editoryal çizginin takip
edilebilmesi açısından, yayınını kesintisiz olarak sürdürmüş dergileri seçtiğini belirtir
(4). Editör yazılarına yer vermeyen, düzenli ve sürekli olarak yayımlanmayan
dergiler seçilmemiştir (4). Shovlin, seçtiği edebiyat dergilerinden üçünün açıkça
siyasî, diğer üçünün ise temel olarak edebî olduğunu söyler (4). Shovlin’e göre
politika ve sanatın sıklıkla kesiştiği İrlanda edebiyat dergileri, İrlanda’daki kültürel
ve tarihsel eğilimleri anlamaya yardımcı olurlar; Richard Kearney’in deyimiyle “belli
bir dönemin nabzını tutarlar” (4). Frank Shovlin, edebiyat dergilerinde çok sayıda
yazı ve yapıt bulunduğu için bu dergilerdeki sınırlı sayıda yazara ve akıma
yoğunlaştığını belirtir; bu seçimi yaparken halihâzırdaki yazarlardan çok, editörlerin
yarattığı ve yetiştirdiği imzalara ağırlık verdiğini söyler (5-6).
25
Frank Shovlin, dergileri ele alırken özellikle iki yaklaşımı göz önünde
bulundurduğuna dikkat çeker. Bunlardan birincisi, bağlamsal (contextual)
yaklaşımdır; Shovlin, kendi yaklaşımının Mark Parker’ın edebiyat dergilerinin edebî
yapıtlarla ikincil bir ilişki içinde bulunmadığı, dinamik bir ilişki içinde anlam
yarattığı yönündeki görüşünden etkilendiğini belirtir (9). Shovlin, edebiyat
dergilerini “ayrı bir tür” olarak ele almanın yeni bir çalışma alanı hâline gelmeye
başladığına da dikkat çeker (9). Shovlin, bağlamsal yaklaşımın yanı sıra, İngiliz
edebiyat dergileri aracılığıyla “edebî ağları” (literary networks) ve kişiler arası
ilişkileri çözümleyen David Goldie ve Jason Harding’in yaklaşımlarına değinerek
kitabında İrlanda’daki benzer ağlara işaret ettiğini dile getirir (10).
Shovlin, son olarak İngiliz ve İrlanda edebiyat dergilerini karşılaştırır. İki
adanın farklı tarihsel koşullarının edebiyat dergilerini farklı şekilde etkilediğine
dikkat çekerek İngiltere’de 1920 ve 1930’larda yayımlanan edebiyat dergilerinin
daha çok estetik konuları tartıştığını, ancak İrlanda dergilerinin yeni yetenek
keşfetmek ve sanatsal tonu belirlemek gibi konulardan çok ulusal kimlik sorunlarını
ele aldığını dile getirir (11). Shovlin’in çalışmasının en güçlü tarafı, İrlanda’daki
siyasal değişimlerin edebiyat dergilerini nasıl etkilediğini göstermesidir. Editörlerin
ve dergi yazarlarının “ulusal kimlik” konusuna yaklaşımlarının ve IRA olan
ilişkilerinin serimlenmesi kitapta önemli bir yer tutar.
Genel olarak bakıldığında, Shovlin’in The Irish Literary Periodical 1923-
1950 adlı kitabında editörler ve yazarlar arasındaki ilişkiler üzerinde odaklandığı
gözlemlenir. Shovlin’in, dergilerdeki edebî kişileri ve kişiler arası ilişkileri odağa
alan yaklaşımı özellikle İrlanda kültür ve edebiyat hayatını yakından tanımayanlar
için zorluk yaratmaktadır. Ortalama otuz sayfalık bölümlerde, çok sayıda kişi
hakkında bilgi verilmektedir. İlk bölümün ilk dört sayfasında 15 kişinin adı geçer.
26
Kitabın girişinde malzemelerin neye göre ayıklanmış olduğu söylense de, genel
olarak kitabın bölümlerinde ayrıntı bolluğu gözlemlenmektedir; ayrıntıları
düzenleyen belirgin bir organizasyona ise rastlanmamaktadır. Örneğin, ilk bölüm
olan “The Irish Statesman 1923-1930”un ilk paragrafında derginin kapanışı, ikinci
paragrafta derginin kuruluşu, üçüncü paragrafta ise derginin sahibi anlatılır.
Dördüncü paragrafta ise derginin sahibi olan Sir Horace Plunkett’ın “mandıracılık,
arıcılık, tavukçuluk ve kooperatif notları gibi köşeler” içeren The Irish Homestead
adında bir tarım gazetesi daha olduğunu öğreniriz (14). Shovlin, “Giriş” bölümünde,
kitabın ilk iki bölümünde İrlanda’nın Edebî Uyanış (Literary Revival) döneminden
sonraki edebî poetikalarının inceleneceğini ve maddi tarih ile türsel gelişmeler
arasında ilişki kurulacağını söylemektedir (6). İrlanda devrimi (1919-22) sonrası
öyküde canlanma yaşandığı ve romantik şiirden gerçekçi kurmacaya geçişin ilk kez
AE (George W. Russell) ve Seumas O’Sullivan gibi editörler tarafından fark edildiği
ve desteklendiği belirtilir (7). Ancak, ilk bölüm olan 35 sayfalık “The Irish
Statesman: 1923-1950” bölümünde derginin editörü olan AE’nin romantik şiirden
gerçekçi öyküye geçişi desteklemesinden sadece iki sayfada bahsedilir; ikinci bölüm
olan “The Dublin Magazine 1923-1958”de bu derginin sayfalarında İrlanda’nın yeni
yazarlarının Edebi Uyanış’ın köy romantizmine gösterdiği tepkiye 1.5 sayfada
değinilir. Eğer Parker’ın iki çeşit yaklaşım (Mill ve Hazlitt) tipolojisi kabul edilecek
olursa, Shovlin’in ayrıntıcı ve nüanslara dayanan sistemsiz bir anlatımı, ideoloji
eleştirisiyle birleştirdiği söylenebilir.
İngilizcede edebiyat dergileriyle ilgili yakın tarihli bir kaynak da Elisabeth
Kendall’ın 2006 yılında yayımlanan Literature, Journalism and Avant-Garde:
Intersection in Egypt (Edebiyat, Dergicilik ve Avangard: Mısır’daki Kesişim) adlı
kitabıdır. Elisabeth Kendall’ın Mısır edebiyat dergiciliği hakkındaki kitabı oldukça
27
sistematiktir. “Giriş” bölümünde kitabın konusu belirtildikten sonra, kitapta geçen
“avangard”, “modernist” gibi terimlerin hangi anlamlarda kullanıldığı anlatılır;
kitaptaki bölümlerin kısa özetleri verilir. Kendall, çalışmasının başında Arapça
edebiyatta modern edebî tekniklerin ve biçimlerin gelişiminde dergilerin büyük rol
oynamasına karşın bu konuda hemen hemen hiç çalışma yapılmamış olmasına da
değinir (1). Kendall, Bourdieu’nün “alanlar” kuramından hareketle diğer Arap
ülkelerinde olduğu gibi Mısır’da da kültürel alanın, daha büyük bir alan olan “iktidar
alanı”na bağlı olduğunu söyler (1). “Literary Journalism in Egypt: Its Emergence and
Development” (Mısır’da Edebiyat Dergiciliği: Ortaya Çıkışı ve Gelişimi) başlıklı
birinci bölümde 1819’dan 1950’ye kadar Mısır’da edebiyat dergiciliğinin tarihsel
gelişimi anlatılır. Kendall, 19. yüzyılın sonlarında Mısır’da çok küçük bir okur kitlesi
bulunduğunu, yayıncılık maliyetlerin yüksek olmasından dolayı okurların birden
fazla dergi almak yerine tek dergi almayı tercih ettiklerini ve aldıkları derginin çeşitli
konuları kapsamasını beklediklerini belirtir (21). Kendall’a göre bu nedenlerle
uzmanlaşmış sanat ve edebiyat dergileri o dönemde oldukça kısa sürelidir (21).
Yazar, 1882-1952 yılları arasında İngiliz sömürgesi olan Mısır’da, 20. yüzyılın
başlarında okur kitlesinin genişlemesi ve milliyetçi farkındalığın artmasının
edebiyatın gelişiminde büyük etkisi olduğunu belirtir (27). Milliyetçi bir gazete olan
Al-Jarida’nın millî Mısır edebiyatı yaratma çağrıları, bazı kaynaklarda ilk Arap
romanı olarak kabul edilen Zaynab’ın (1913) yayımlanmasıyla yanıtlanmıştır (29).
Bu dönemde, sadece edebiyata ve sanata ayrılmış Al-zuhur dışındaki dergiler daha
çok genel kültür dergileridir.
Kendall, 1920’lerin ortalarından İkinci Dünya Savaşı’na kadarki dönemi
Mısır edebiyat dergiciliğinin “altın dönem”i olarak adlandırır (37). Bu dönemdeki
edebiyat dergiciliğini genel ve uzmanlaşmış alanlar olarak ikiye ayıran Kendall’a
28
göre dergicilik piyasası genişledikçe, bazı kültür dergileri popüler İslamî-Arap
eğilimleri yansıtmaya başlamıştır; ancak, daha edebiyat merkezli dergiler genellikle
Batılı kültür malzemesini tanıtmayı sürdürmüştür (38). Kendall’a göre edebî alanda,
birbirini izleyen avangardlar, Batı kültüründen etkilenmiş uzmanlaşmış dergilerde
laiklik yanlısı (pro-secular) millî Mısır kültürünü geliştirmeye devam etmiştir (38).
Kendall, genel kültür dergileriyle uzmanlaşmış edebiyat dergileri arasında bir ayrım
olduğunu düşünür. Ona göre “genel kültür dergileri”, edebiyat alanında özgül bir
görev yüklenme duygusundan yoksun olma eğilimindedir; edebî içerikleri deneyci
değildir; tartışma yaratmaktan çok popüler taleplere yanıt verirler (39). Yazar,
“uzmanlaşmış edebiyat dergileri”ni de kendi içinde iki gruba ayırır: popülistler ve
ilericiler (45). Popülistler, halkı eğlendirmeyi amaçlarken ilericiler yeni ve deneyci
edebî teknikler geliştirmeye çalışırlar (45). Elisabeth Kendall, 1920 ve 1930’larda al-
Fajr ve Apollo gibi uzmanlaşmış avangard dergilerin “edebî evrim”e ivme
kazandırdığını söyler (50). Kendall’ın Mısır’daki edebiyat dergileri arasında
gözlemlediği bu ikilikte, uzmanlaşmış avangard edebiyat dergilerini daha “olumlu”
ifadelerle tanımladığı, genel kültüre ağırlık veren edebiyat dergilerini ise
olumsuzlayarak anlattığı dikkat çekmektedir.
Elisabeth Kendall, çalışmasının ilk bölümünde Mısır’da edebiyat
dergiciliğinin tarihsel gelişimini değerlendirdikten sonra “Literary Journalism in
Egypt: Increasing Politicization” (Mısır’da Edebiyat Dergiciliği: Artan
Politikleştirme” başlıklı ikinci bölümde İkinci Dünya Savaşı’ndan 1960’lara kadarki
Mısır “kültürel alanı”nı ele alır. İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen dönemde al-Kâtib al-
Misrî dergisi (1945-1948), varoluşçuluk ve bağlanmışlık (engagement) hakkındaki
fikirleriyle modern Arap edebiyatının gelişiminde önemli rol oynayan Camus, Joyce,
Kafka ve Sartre gibi modernist Avrupalı yazarları ilk kez Mısırlı okurlara tanıtmıştır
29
(56). Diğer yandan, 1940’larda ve 1950’lerde Marksist edebiyat dergilerinin
yayılması edebiyatta gerçekçiliği özendirmiştir (60).
Elisabath Kendall, kitabının “Theoretical Basis of the Avant-Garde in 1960’s
Egypt” (1960’larda Mısır’da Avangardın Kuramsal Temeli) başlıklı bölümünde ise
Gallery 68 dergisi üzerinde yoğunlaşarak 1960’larda Mısır avangard kuşağının
kuramsal kaynaklarını çözümler. Bu bölümü izleyen “The Sixties Generation and Its
Politics of Literature” ’da (60 Kuşağı ve Edebiyat Politikaları), Pierre Bourdieu’nün
kültürel alan kuramını kullanarak Gallery 68 dergisi örneği üzerinden marjinal ve
egemen edebiyat anlayışları arasındaki diyalektik ilişkiyi inceler (110). Kendall’a
göre Gallery 68 dergisi kendisini radikal-muhalif olarak tanımlamasa da, deneyci
içeriğiyle Mısır avangardının “anne figürü” olarak kabul edilebilir (133).
Elisabeth Kendall, kitabının “The Sixties Generation in Search of a Specific
Literary Identity” (Özgül bir Edebî Kimlik Arayan 60 Kuşağı) başlıklı bölümünde
Mısır’daki 60 kuşağının özellikle üç konudaki çatışmaları alevlendirdiğini
gözlemlemlemiştir: Batı etkisi, eski-yeni edebiyat, “bağlanmışlık” ve toplumcu
gerçekçilik (140). Kendall’a göre o dönemdeki Mısır edebiyat dergileri estetik
konularda farklı görüşlere sahip olsalar da ortak bir paydaları vardır; farklı konumları
savunsalar da tartışma konuları ortaktır (199). Kendall, Gallery 68 dergisi etrafında
toplanan 60 Kuşağı’nın alevlendirdiği çatışmaları incelerken bu kuşağın yazın
alanında, edebî kimliğini kabul ettirme ve pozisyon kazanma mücadelesi üzerinde
durur (189). Bu bölümü izleyen, “The Establishment of a New Literary Paradigm:
1970s and Beyond” (Yeni Bir Edebî Paradigmanın Yerleşmesi: 1970’ler ve Sonrası)
başlıklı son bölümde, Kendall, 1970’lerde avangard 60 kuşağının “simgesel
sermaye” kazanarak yazın alanında marjinal pozisyondan egemen pozisyona
geçtiğini söyler (188). Yazarın belirttiğine göre 70’lerde deneyci yazarlar Gallery 68
30
benzeri dergiler kurarak yerleşik geleneklere karşı çıkmışlardır (188). Bu dönemdeki
dergileri yazın alanının özerk alt alanı olarak ele alan Kendall, bu özerk alt alanda
yapılan meşruiyet mücadelelerinin 60 kuşağını kanonlaştırmasıyla marjinal
pozisyonların diğerlerine geçtiğini vurgular.
Kendall’ın çalışması, daha önce yapılan İngilizce çalışmalardan, düşünsel bir
çerçeve kullanması açısından ayrılır. Parker’ın ve Shovlin’in İngiliz ve İrlanda
edebiyat dergiciliği hakkındaki çalışmaları daha çok ampirik gözlemlere
dayanmakta, Kendall ise Mısır edebiyat dergiciliğine ilişkin ampirik gözlemlerini
Fransız sosyolog Pierre Bourdieu’nun “kültürel üretim alanı” modeline göre
yorumlamaktadır. Kendall, Bourdieu’nun yaklaşımından hareketle 1960’larda
Gallery 68 dergisinin etrafında avangard Mısır edebiyatının oluşumunu, simgesel
sermaye ve edebî meşruiyet kazanmaya yönelik mücadeleler açısından
değerlendirmiştir.
Sonuç olarak, edebiyat dergiciliği hakkında Türkçe ve İngilizcedeki
çalışmalar artmakla birlikte hâlen sınırlıdır ve edebiyat dergiciliğine ilişkin düşünsel
çerçeveler henüz yeterince gelişmemiştir. Bu durum, Mark Parker’ın da belirttiği gibi
edebiyat dergileri hakkındaki çalışmaları diğer alanlardaki çalışmalara göre daha
ampirik verilere dayanan tümevarımcı bir çerçeve içinde gelişmeye zorlamaktadır
(2). Bu noktada, bu tezde nasıl bir yöntemsel yaklaşımın tercih edildiği ve
malzemenin nasıl ele alındığını açımlamak gerekir. Yukarıda değerlendirilen Türkçe
ve İngilizce kaynaklar, bu tezde dergilerin nasıl ele alınacağı ve nelere dikkat
edileceği konusunda öngörüler sağlamakla birlikte, Hisar, Mavi, Pazar Postası
Varlık ve Yeditepe dergileri bu kaynaklardaki yaklaşımlardan farklı bir tarzda
irdelenmiştir. Bu tezde, kişi ve kişilerarası ilişkiler odaklı bir yaklaşım değil, dergi ve
dergiler arası ilişkiler odaklı bir bakış açısı benimsenmiştir. Mark Parker’ın Hazlitt
31
(bireyci, tikelci, ayrıntıcı) ile Mill (sosyolojik, tümelci, genellemeci) tipolojisi ele
alınan konu açısından uygun bulunmamıştır; bu ikisi arasında gidip gelmek de bir
çözüm olarak kabul edilmemiştir. Genellemeci ve soyutlamacı olmayan çalışmalar
yapmak için editör-yazar odaklı bir yaklaşım zorunlu değildir, edebiyat sosyolojisi
çalışmaları tarihsel ve somut olgulara dayanılarak da yapılabilir. Bu tezde, editör ve
yazarlara odaklanılmamakla birlikte, dergi editörlerinin ve dergilere katkıda bulunan
yazarların yazıları, dergi poetikalarını ve dergiler arası politikaları açımlamak için
kullanılmıştır. Dolayısıyla, bu çalışmada edebiyat dergiciliği belli bir kurama göre
ele alınmamış, öte yandan tezin “Sonuç” bölümünde, ampirik gözlemlerin nasıl bir
düşünsel çerçevede yorumlanabileceği tartışılmıştır.
Bu noktada, “edebiyat dergisi” tanımından başlayarak bu tezde “poetikalar”
ve “politikalar” ile neyin kastedildiğinin açımlanması gerekir. John Weightman,
“The Role of the Literary Journal” (Edebiyat Dergisinin Rolü) başlıklı yazısında
uzmanlaşmış edebiyat dergisini şöyle tanımlar: “Edebî değerleri politikadan ve kâr
güden yaklaşımlardan koruyan, yazarlar için bir vitrin ve forum hizmeti gören,
kolektif edebî modaların ve eğilimlerin tutarlılık kazanmasına yardımcı olan, güncel
edebî üretime ilişkin süreli yayındır” (alıntılayan Kendall 5). Bu tanımlama bazı
sorunlar içerse de yararlı olabilir. Tanımın ilk kısmı oldukça sorunludur; edebiyat
dergilerinin sadece “edebî değerleri” korumak gibi bir misyon yüklendikleri
tartışmaya açıktır. Bazı edebiyat dergileri “edebî değerleri” korumaya yönelik tutum
taşırken (örneğin bu tezde ele alınan Hisar ve nispeten Varlık), bazıları yeni edebî
değerler oluşturmaya yönelebildiği gibi (örneğin Pazar Postası ve nispeten
Yeditepe), bazıları da edebî değerleri sorgulayabilir (Mavi gibi).
Tanımın ikinci kısmı, edebiyat dergilerinin tarihsel olarak yüklenmiş
oldukları ikincil işleve, yani eleştirel tartışmalar ve polemikler için bir diyalog ortamı
32
oluşturma işlevine dikkat çekmektedir. Ancak edebiyat dergilerinin yalnızca yazarlar
için bir forum işlevi gördüğünü söylemek güçtür; yazarların yanı sıra yayıncılar,
editörler, eleştirmenler, akademisyenler ve okurlar için de bir diyalog ortamı
yaratırlar.
Tanımın üçüncü kısmı ise, edebiyat dergilerinin yazınsal üretim üzerindeki
etkisine işaret eder. Ancak edebiyat dergilerinin yazınsal üretim üzerindeki etkileri
“kolektif modaların ve eğilimlerin tutarlılık kazanmasına yardımcı olmak”la sınırlı
değildir. Edebiyat dergileri yeni eğilimlerin sadece “tutarlılık” kazanmasına değil,
tanınmasına ve tartışılmasına da öncülük eder. Örneğin, Pazar Postası dergisinin
editörü Muzaffer Erdost, İkinci Yeni akımına ad vermekle ve yapıtlarını dergide
yayımlamakla kalmamış, bu kolektif şiirsel eğilimin tanımlanması ve anlaşılması için
yazdığı yazılarla, uzun yıllar sürecek bir tartışma başlatmıştır. Diğer bir nokta da,
edebiyat dergilerinin sadece edebî üretim konusunda rol oynamakla kalmayıp edebî
tüketimi de etkilemesidir. Edebiyat dergileri, edebî eğilimlerin ve yeni türlerin
tanıtılmasında ve tanımlanmasında rol oynadığı gibi, edebî zevk ve değerlerin
değişmesine yol açarak edebî tüketimi de yönlendirir.
Bu noktada karşımıza çıkan soru şudur: Edebiyat dergileri edebî üretim ve
tüketimi nasıl etkiler? Mark Parker’ın da belirttiği gibi, edebiyat dergileri tikel ve
birbirinden farklı yazıların rastgele bir araya getirildiği bir havuz oluşturmaz. Bu
noktada, bu yazıların “nasıl” derlendiği önem kazanır. Edebiyat dergileri, tam da bu
derlenme biçimleri ile edebî üretim ve tüketim koşullarının yeniden üretilmesinde
veya değişmesinde rol oynar. Dergi poetikaları, dergilerin düzenleyici ilkeleri ve
yazın anlayışlarını oluşturur. Ancak, düzenleyici ilkeler soyut ve sabit bir yapıya
değil, tarihsel ve dönüşmekte olan somut ilkelere işaret etmektedir.
33
Orhan Burian, Ufuklar’ın Mart 1952 tarihli ikinci sayısında yer alan “Başsöz”
yazısında dergilerin birbirleriyle ilişkili üç işlevinden söz eder. Burian’a göre
dergiler, çağındaki ve alanındaki değişimleri yansıtmalı, olayları ve değişimleri bir
değer süzgecinden geçirmeli ve bunu yaparken çağına uygun ölçütler kullanmalıdır:
“Değişiklikleri gösterirken değerlendirmek de dergilerin yaptığı bir iştir. Alanındaki
her şeyi aksettirmemek, ancak bilinmesinde fayda gördüğü değişiklikleri haber
vermekle esasen bir seçim yapıyor, yani olayları bir değer süzgecinden geçiriyordur”
(33). Orhan Burian’ın belirttiği üzere dergiler, günün olaylarını bir “değer
süzgecinden” geçirerek, belli “ölçütlere göre” değerlendirerek yayımlarlar. Dergiler,
yaptıkları seçimler ve kendilerine özgü derlenme biçimleri ile edebî üretim ve
tüketim üzerinde etkili olabilmektedir. Bir araya getirilmiş yazılar bütünü olmaktan
öteye ancak özgül yazınsal duruşlarıyla geçebilir, bir kimlik kazanabilirler. 20. yüzyıl
Türk öykücülüğünün önde gelen yazarlarından Tomris Uyar, Nisan 1968 tarihli
Papirüs’te yayımlanan “Dergilerin Düşündürdüğü” başlıklı yazısında bunu,
dergilerin dergiye katkıda bulanan yazarların ötesine geçerek “kendi yaşam
payları”nı edinmeleri olarak adlandırır. Uyar, dergilerin kendilerine özgü “yaşam
payları”yla edebî üretim ve tüketim üzerinde etkili olmalarını şöyle değerlendirir:
[Dergiler] yönetildikleri kadar yönetmeye başlıyorlar bir süre sonra,
kendilerine yapılan katkı oranında katkıda bulunuyorlar yazarlarına ve
okurlarına.
Yazarlar, artık yalnız kendi yazdıklarına değil, dergideki bütün öbür
yazıların bileşimine de bağlı kalmak zorunluluğunu duyuyorlar;
derginin sentezine göre yazıyorlar. Çoğu kere farkında bile olmadan.
Okura gelince...okur, baştan kendi seçmesi sonucu aldığı bir dergiye
koşullanıyor gitgide, beğenisini, eleştiri açısını ona göre ayarlıyor ister
34
istemez. Bütün bu öğeler birleşince dergi herkesin bir şeyler kattığı
‘ayrı’ bir kişilik haline geliyor; işte demek istediğim yaşama payı bu.
(1)
Editör, yazar ve okur, bir edebiyat dergisini oluşturan bileşenler olsa da, Tomris
Uyar’ın belirttiği gibi, bu bileşenlerin oluşturduğu dergilerin bir “yaşama payı” ve
“ayrı kişilikleri” bulunur. Bu tezde “poetika” ile kastedilen dergilerin kendilerine
özgü “yaşam payları”dır.
Dergi poetikalarının, hangi yazıların, yapıtların yayımlanıp hangilerinin
yayımlanmayacağı konusunda belirleyici olmalarının yanı sıra, yazarlar ve şairler de
yazınsal üretimlerini değerlendirecekleri dergiyi seçerken dergi poetikalarını göz
önünde bulundururlar. Buna karşılık, tikel dergi poetikalarını etkileyen tarihsel ve
kültürel koşullar da vardır. Değişik dönemlerde İngiliz edebiyatında dergilerin
özellikleriyle İrlanda veya Mısır edebiyatında dergi poetikalarını etkileyen
tartışmalar farklılık gösterir. Orhan Burian, dergilerin çağlarına uygun olmalarını bir
“vazife” saymıştır; bu anlamda “dönem ruhu” dergilerde kendiliğinden açığa vurulur.
Tezin ikinci bölümü olan “Poetikalar” bölümünde, dergilerin yazın anlayışları
incelenerek edebî üretim ve tüketim üzerinde nasıl bir rol oynadıkları
araştırılmaktadır. Ele alınan dergilerin poetikalarını ortaya koymak için yararlanılan
temel metinler, dergi manifestoları ve editör yazıları olarak belirlenmiştir. Ancak,
dergilerin açıkladıkları ilkeler ile somut olarak ortaya koydukları yazın anlayışları
arasındaki farklara da dikkat edilecektir. Örneğin, Hisar ve Varlık dergilerinin
manifestolarında ve editör yazılarında dergilerin “yenilikçi” tutumuna yapılan
vurgular ile dergilerin dönemin “yeni” eğilimlerine kapalı olması arasındaki çelişki
üzerinde durulacaktır.
35
Jason Harding’e göre, edebiyat dergiciliği “boşlukta kendi başına yapılan
zihinsel spekülasyonlar değildir; daha çok devam etmekte olan kültürel konuşmalara
yapılan bir müdaheledir; iç içe geçmiş ve değişmekte olan süreli yayın ağları ve
yapılarıyla yapılan bir diyalogdur” (alıntılayan Shovlin 9). Gerçekten de, Türkiye’de
1950’lerdeki edebiyat dergilerine bakıldığında, dergilerin birbirinden yalıtılmış
olmadığı, birbirleriyle ilişki içinde oldukları görülür. Dolayısıyla, tezin üçüncü
bölümü olan “Politikalar” bölümünde, dergiler arası ilişkiler incelenmiştir. Poetika
ve politika arasında yapılan ayrımın fiili olmaktan işlevsel olabilecek bir ayrım
olduğunun altını çizmek gerekir. Dergilerdeki materyalin çokluğu ve bunları
sınıflandırma güçlüğü gibi yöntemsel sorunlardan dolayı poetika ve politika arasında
bir ayrım yapılmıştır. Bu tezde, “poetika”, tikel dergilerin özgül yazınsal duruşlarına
işaret ederken “politika”, dergiler arası ilişkiler bütününü imlemektedir. Dergilerarası
ilişkilerin (politikaların), dergilerin yazınsal duruşlarını (poetikalarını) etkilediğini
söylemek olanaklıdır. Dergiler de dönemin tartışmaları etrafında “konuşarak ve
eyleyerek” diğerlerinden farklılıklarını ve kimliklerini ortaya koymakta ve
oluşturmaktadır. Bu açıdan, tezin üçüncü bölümünde, dergilerin tikel yazınsal
duruşlarının görünürlük kazandığı dergiler arası ilişkiler irdelenecektir. Politikalar
bölümünde, 1950’lerdeki edebiyat dergilerindeki “dergiler arasında” köşeleri ve
tartışmalar / polemikler dergiler arasındaki ilişkileri göstermek için kullanılan temel
metinlerdir. Tezin “Sonuç” bölümünde “Poetikalar” ve “Politikalar” bölümündeki
bulgulardan hareketle, bu bulguların nasıl bir düşünsel çerçevede
değerlendirilebileceği tartışılmıştır.
Bu tezde ele alınan Hisar, Mavi, Pazar Postası, Varlık ve Yeditepe
dergilerinin seçiminde iki ölçüt rol oynamıştır. Öncelikle, seçilen dergilerin
birbirinden farklı yazınsal anlayışlara sahip olmalarına dikkat edilmiştir. Ayrıca, bu
36
dergiler 1950’lerde tartışma yarattıkları veya aktif biçimde tartışmalarda yer aldıkları
için seçilmiştir. Varlık ve Yeditepe dergileri dönemin köy edebiyatı tartışmalarında
aktif rol oynamış, bu tezde ele alınan bütün dergiler güdümlü edebiyat ve toplumsal
gerçekçilik tartışmalarına katılmış, Hisar ve Mavi dergilerinde Garip akımı
eleştirilmiş, Pazar Postası ise Türk edebiyatında uzun yıllar devam edecek olan
İkinci Yeni tartışmalarını başlatmıştır. Kuşkusuz, 1950’lerde yayımlanan A, Kaynak,
Seçilmiş Hikâyeler, Türk Dili, Yeni Ufuklar ve daha birçok dergi dönemin
edebiyatına ve kültürel yaşamına önemli katkılarda bulunmuşlardır. Ancak, bu
katkılar ölçülemeyeceğinden dolayı, dönemin tartışmalarında farklı edebî anlayışları
en iyi temsil edebileceği düşünülen dergiler seçilmiştir.
37
İKİNCİ BÖLÜM
POETİKALAR
Tezin bu bölümünde Hisar dergisinin 1950-1957, Varlık dergisinin 1950-
1960, Mavi dergisinin 1952-1955, Yeditepe dergisinin 1950-1960 ve Pazar Postası
gazetesinin 1951-1952 ile 1956-1958 yılları arasındaki yazınsal duruşları
irdelenmektedir. Dergilerin tek tek ele alındığı alt bölümlerde, önce dergiler
hakkında temel bilgilere yer verilmiştir. Dergilerin sahip ve editörleri, kaç yıl ve kaç
sayı çıktığı, fiziksel görünüşleri gibi konularda bilgi verildikten sonra, bu
dergilerdeki editör yazılarından ve manifestolardan hareketle dergi poetikalarının
çözümlemesi yapılmıştır. Bu çözümlemelerde sırasıyla Hisar, Varlık, Mavi, Yeditepe
ve Pazar Postası dergilerinin edebî üretim ve tüketim koşullarında oynadıkları rol ve
“edebî değer”lere karşı tutumları tartışılmıştır. Son olarak da, dergilerin
karşılaştırmalı ve genel bir değerlendirmesi yapılmıştır.
A. Hisar: Edebî Değerlerin “Kalesi”
Hisar, 16 Mart 1950 tarihinde Ankara’da aylık “Fikir, Sanat ve Edebiyat
Dergisi” olarak çıkmaya başlar. İki yayın dönemi olan derginin ilk yayın dönemi
Ocak 1957 tarihli 75. sayıya kadar devam eder. İkinci yayın dönemi ise Ocak 1964-
Aralık 1980 tarihleri arasındadır. Bu tez çalışması için derginin 1950-1957 yılları
38
arasındaki ilk 75 sayısı incelenmiştir. 26 x 19 cm ebatlarında olan dergi, 9. sayısına
kadar her ay rengi değişen kapak üzerine beyaz bir “Hisar” silüeti ve büyük
puntolarla yazılmış beyaz “Hisar” başlığı ile yayımlanır. Ocak-Şubat 1951 tarihli 9-
10 sayısından, birinci yayın döneminin son sayısı olan Ocak 1957 tarihli 75. sayıya
kadar ise beyaz kapak üzerine değişen renklerde “Hisar” başlığının altında yerli ve
yabancı ressamların resim, gravür ve desenleri yer alır. Derginin kapağında, o sayıda
yer alan imzalar da bulunur. Ocak 1955 tarihli 64. sayıya kadar, dergi 30 kuruş ve 20
sayfadır; bu sayıdan itibaren derginin fiyatı 50 kuruşa, sayfa sayısı ise 24’e çıkar.
Derginin son iki sayfası Garanti Bankası, Etibank, Halk Bankası, Sümerbank,
Türkiye İş Bankası, Ziraat Bankası gibi bankaların; Koç Ticaret, Petrol Ofisi,
Phillips, Tariş gibi kuruluşların; Krem Pertev ve Sapiksin Şampuan gibi ürünlerin
reklamlarına ayrılmıştır. Mehmet Çınarlı, Altmış Yılın Hikayesi kitabında Hisar’ın ilk
sayısının 2 bin adet basıldığını söylese de, Hisar’ın birinci yayın dönemi olan 1950-
1957 yılları arasındaki tirajına dair bir rakama rastlanamamıştır (171). Çınarlı,
1964’ten sonraki ikinci yayın döneminde ise Hisar’ın baskı sayısının “bir edebiyat
dergisi için büyükçe bir rakam olan 7000’lere kadar yükselmiş” olduğunu belirtir
(298-99).
Derginin ilk yayın döneminde, Ekim 1955 tarihli 63. sayıya kadar sahibi
Mehmet Çınarlı, Ocak 1956 tarihli 64. sayıdan itibaren ise Fehmi Özçelik’tir. Nevzat
Yalçın’ın derginin editörlüğünü yaptığı 10 Mart 1951-1 Ağustos 1951 tarihleri
arasındaki kısa dönem dışında, 1950-1957 yılları arasında derginin editörü İlhan
Geçer’dir. Mehmet Çınarlı hatıralarını anlattığı Altmış Yılın Hikayesi adlı kitabında,
1948-1949 yıllarında Maliye Bakanlığı’nda stajyer olarak çalışırken İstanbul
Pastahanesi’nde Hisar topluluğunun nasıl oluştuğuna ve Hisar dergisinin nasıl
çıkarmaya başladıklarına da değinir. İlk kez Halkevi’ndeki bir toplantıda dergi
39
çıkarma fikrini ortaya attığını belirten Çınarlı, bu toplantıda konu fazla tartışılmasa
da “şiir zevki ve anlayışı bakımından kendi[ne] yakın bulduğu İlhan Geçer, Gültekin
Samanoğlu, Mustafa Necati Karaer gibi arkadaşlarla” yaptığı görüşmelerde dergi
çıkarma fikrinin sık sık gündeme geldiğini dile getirir (168). Mehmet Çınarlı,
İstanbul Pastahanesi’nde yapılan “İlhan Geçer, Gültekin Samanoğlu, Mustafa Necati
Karaer, Halil Soyuer, Fikret Sezgin, Yahya Benekay, Hasan İzzet Arolat ve Fehmi
Özçelik’in katıldığı bir toplantıda” kendisinin dergi sahipliğine, İlhan Geçer’in ise
“yazı işleri müdürlüğü”ne seçildiğini, Soyuer’in dergi çıkmadan önce, Sezgin,
Benekay ve Arolat’ın birkaç sayı çıktıktan sonra dergi kuruculuğundan ayrıldığını
belirtir (169). Hisar’ın kurucuları aynı zamanda dergide en çok yazısı ve şiiri çıkan
imzalardır. Öztürk Emiroğlu’nun belirttiği üzere “derginin idari kadrosunu oluşturan
imzalar ve Hisar topluluğunun önemli altı ismi, özellikle derginin yayın döneminde
üst düzey bürokrat olarak görevlidirler” (91).
Derginin sahibi Mehmet Çınarlı, Hisar’ın ün veya maddi kazanç elde etmek
için kurulmadığını çeşitli yazılarda vurgular. Çınarlı’nın Dergiler Günü’nde yaptığı
konuşma Nisan 1995 tarihli dergide “Hisar Dergisi Hakkında” başlığıyla yayımlanır.
Bu yazıda Çınarlı, Hisar gibi bir derginin ün veya para getirmediğini, her sayıda
“İşte güzel bir sayı daha çıkardık” diyebilmenin zevki için beş yıldır çalıştıklarını
belirtir (5). Ancak, Hisar’ın devlet yardımı aldığına dair iddialar bulunur. Öztürk
Emiroğlu’na göre bu iddiaların temel nedenleri, dergide hemen her sayıda çeşitli
kamu kuruluşlarının reklamlarının yer alması ve Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı ile
bazı resmi kuruluşlarının dergiye abone olmalarıdır (269). Diğer bir dikkat çekici
nokta da, dergide en çok yayımlanan şair ve yazarların aynı zamanda derginin
kurucuları arasında bulunmasıdır.
40
Hisar dergisinin adı, derginin poetikasında etkili olan koruma ve savunma
eğilimine işaret eder. Derginin sahibi olan Mehmet Çınarlı, Mayıs 1987 tarihli Türk
Dili dergisinde yayımlanan “Hisar’dan Hatıralar” başlıklı yazıda dergiye neden Hisar
adını verdiklerini şöyle anlatır:
Bu dergiyi çıkaranlar Hisar’ın yabancı taklitçiliğine karşı milli sanatı,
ideoloji baskısına karşı hür düşünceyi, dilde tasfiyeciliğe karşı
yaşayan Türkçe’yi savunmasını istemişlerdir. Bunların savunulacağı
bir kale idi Hisar [....] Bir de şimdi bize Hisarcılar deniliyor. Edebiyat
kitaplarında Hisarcılar diye adımız geçiyor. Eğer Kale deseydik
Kaleciler diyeceklerdi. Bunu düşündük, Kale demekten sarfı nazar
ettik, Hisar dedik. (305)
Savunmanın ve korumanın yanı sıra “Hisar” adının işaret ettiği askerî bir yan anlam
daha vardır: savaş. Mehmet Çınarlı, Hisar dergisinin Mart 1970 tarihli 150. sayısında
yer alan “Yirmi Birinci Yıla Girerken” başlıklı yazısında “Hisar” adının içerdiği
savunma anlamına ek olarak bir savaş çağrısı da içerdiğini söyler: “Hisar adı milli
kültüre ihanet eden, milli değerleri yok etmeye çalışanlara, dilimizi, edebiyatımızı,
soysuzlaştırmayı gaye edinenlere bir savaş çağrısıdır” (3). Çınarlı’nın yazısında,
yabancı taklitçiliği-milli sanat, ideoloji baskısı-hür düşünce ve dilde tasfiyecilik-
yaşayan Türkçe arasında ikilikler kurarak ikincileri korumak için birincilere savaş
açıldığı görülmektedir.
Hisar’ın manifestosu olarak kabul edilebilecek 1 Ekim 1951 tarihli
“Açıklamak Gerekirse” başlıklı yazı da bir savunma niteliği taşır. Derginin 18.
sayısında çıkan bu yazıda, Hisar’ın ilk sayısında “Niçin Çıkıyoruz?” başlıklı bir yazı
yayımlayarak ilkelerini açıklamayışlarının nedeninin “okuyucuyu dergi hakkında
vereceği hükümde tamamiyle serbest bırakmak” olduğu söylenir (6). Ancak, böyle
41
bir yazı yayımlamamış olmalarının derginin yazınsal duruşu hakkında bazı yanlış
anlaşılmalara neden olduğu belirtilerek Hisar’a yöneltilen eleştirilere yanıt verilir ve
derginin resmi “şiir görüşü” bu yazıda “açıklanır”. Hisar’ın iddia edildiği gibi aruzcu
olmadığı, “şiirin dışına, kalıbına değil, içine, özüne bakan; yeniliği zarurî sayan,
fakat onu şekilde değil, ruhta, muhtevada arıyan” bir anlayışa sahip olduğukları ve
“güzel olan her şiire—ne şekilde yazılmış olursa olsun—Hisar’da yer verdik[leri]”
belirtilir (6-7). Hisar’ın “genç nesle” yeterince yer vermediği yönündeki eleştiriye
karşılık dergide 105 değişik imzanın yer aldığı ve “yeni bir kabiliyeti yayın sahasına
çıkarma”nın onları “her zaman bahtiyar ettiği” söylenir (6-7).
Derginin manifestosu sayılabilecek “Açıklamak Gerekirse” başlıklı yazının
sonunda derginin muhafazakâr olduğu yönündeki eleştiriler reddedilir:
Bizi muhafazakârlıkla suçlandıranlar, bu tâbirden, eskiye körü körüne
bağlanıp yeniliği reddetmeyi kastediyorlarsa, çıkardığımız 18 sayı
bizim böyle bir düşünceden ne kadar uzak olduğumuzu isbata kâfi
gelir.
Yok, eğer bazı yabancı ideolojilere âlet olmadığımız gibi, bu
ideolojilere hizmet edenlere de dergimizde yer vermediğimiz,
şiirimizin tabiî gelişme seyrine uyarak yeniliği ararken
köksüzleşmemeye bilhassa gayret ettiğimiz için bize muhafazakâr
deniliyorsa, bu ithama rağmen de yolumuzu değiştirecek değiliz. (7)
Her ne kadar bu yazıda Hisar’ın “muhafazakâr” olduğu reddedilse de, derginin
kültürel değerleri koruma yönündeki “ölçülü” yenilik anlayışı ve ideoloji-karşıtı
duruşu muhafazakârlık tanımlarıyla örtüşmektedir. Muhafazakârlık, en genel
tanımıyla, adının da işaret ettiği gibi geleneksel, toplumsal ve kültürel değerlerin
korunmasına yöneliktir. Muhafazakârlığın en belirgin özelliklerinden biri, Roger
42
Scruton’un The Meaning of Conservatism (Muhafazakârlığın Anlamı) adlı yapıtında
belirttiği gibi, “dilsiz” (inarticulate) oluşudur. Muhafazakârlık kendini formüller
veya maksimler hâlinde ifade etme, kendi görüşünü açıklama konusunda isteksizdir,
ya da çoğunlukla gerçekten de kendini ifade etme konusunda yeteneksizdir (9).
Scruton, muhafazakâr tutumun kendini daha çok etkinlikleri yoluyla ifade etmeyi
tercih ettiğini, ölçülülük taraftarlarının ancak sıkıntılı dönemlerde düşüncelerini
açıklama ihtiyacı hissettiğini belirtir (4-5). Nitekim, Hisar da derginin ilk 18
sayısında, amaçlarını ve görüşlerini doğrudan dile getirmek yönünde isteksiz
davranmış ve dergide yayımlanan yapıtlar aracılığıyla kendini ifade etmek istemiş,
ancak yöneltilen eleştirel karşısında bir savunma ihtiyacı hissederek “Açıklamak
Gerekirse” yazısını yayımlayarak amaçlarını ve görüşlerini dile getirmeye
çalışmıştır.
Hisar’ın manifestosunda ve editör yazılarında kullanılan savunma-savaş
terminolojisi dikkat çekicidir. Hisar, Mehmet Çınarlı’nın deyimiyle, “yeni edebiyatın
parazitlerine” ve “yeni” edebiyatın sözcülüğünü üstlenmiş dergilere karşı savaş
hâlindedir. Çınarlı, “Altıncı Yıla Girerken” başlıklı yazısında Hisar’ın çıktığı yıllarda
bazı edebiyat dergilerinin “ileri sanat” ve “yeni sanat” adı altında sanatı “kirli
maksatlar”a alet etmekte olduğunu ve ilk kez Hisar dergisinin bu dergilerle
mücadeleye başladığını ileri sürer (3-4) (Burada “yeni edebiyat”la Birinci Yeni
kastedilmektedir. İkinci Yeni akımı doğmadan önce Birinci Yeni “yeni edebiyat” adı
altında geçiyordu). Çınarlı, Hisar’ın atıldığı bu “savunma savaşını” şöyle dile getirir:
“yeni edebiyatın parazitlerine karşı şimdi en az 5-6 derginin şiddetle devam ettirdiği
mücadeleye bundan beş sene önce ilk kez Hisar dergisi atılmıştır. Dört taraftan
hücum eden bir sürü düşman karşısında yalnızdık. Bizi yenilik düşmanlığı ve eski
taraftarlığıyla suçlandırdılar” (3-4). “Düşman”, “mücadele”, “kirli maksatlar”,
43
“parazitler”, “yabancı ideolojiler” gibi sözcükler Çınarlı’nın yazılarındaki anahtar
sözcüklerdir.
İdeoloji karşıtlığı, derginin poetikasında önemli rol oynar. Her ne kadar
sanata ideoloji karıştırılmaması gerektiği bağlamında olsa da, bu tezde ele alınan
dergiler arasında “ideoloji” sözcüğünü en çok kullanan Hisar’dır. Derginin sanat
anlayışında sanat ve ideoloji birbirinden kesin çizgilerle ayrılır. Mehmet Çınarlı, 1
Temmuz 1954 tarihli Hisar dergisinde, “Bir Yazı Dolayısıyl[a]” başlıklı yazısında
sosyal realizm tartışmalara değinerek “sanat sanat içindir” tezini ilginç bir şekilde
savunur. Çınarlı’ya göre, “sanat sanat içindir” tezi, “sanat toplum içindir”, “sanat
insan içindir” tezlerini de içine alır (4). Mehmet Çınarlı, genellikle romantizmle
ilişkilendirilen “sanat sanat içindir” sloganını gerçekçi sanatı kapsayacak kadar
genişleterek şöyle der: “ ‘Sanat sanat içindir’ demek, sanatkâr toplumla ilgisini
kesecek, fildişi kulesine çekilecek, sadece hayaller ve düşler aleminde yaşıyacak
demek değildir. ‘Sanat sanat içindir’ tezi—bugünkü mânasıyla—gerçekçi bir sanatı
da içine alır” (5). Çınarlı’ya göre geriye kalan, sanat değeri taşımayan “propaganda
broşürleri, ihtilâl beyannameleridir. (5) Bu zıtlık içinde, Hisar kendini ideolojisizmiş
ve salt sanat taraftarıymış gibi sunar.
Ferrucio Rossi-Landi, Marxism and Ideology (Marksizm ve İdeoloji) adlı
kitabında, herhangi bir muhafazakâr ideolojiyi ayırt etmenin ilk ve en temel
ölçütünün, kendini ideoloji dışı konumlandırması olduğunu söyler (311). Hisar da
kendi söylemini diğer ideolojilerle savaşan ideoloji dışı bir söylem gibi kurmuştur.
Söylemini estetik-ideoloji karşıtlığı üzerine kuran dergide, belli ideolojilere yakınlık
gösterenler, “sanatkâr” olarak değer taşısalar da taşımasalar da “ezilmelidir”. Çınarlı,
“Üzülmemek Elde mi?” başlıklı yazısında şöyle der:
44
Yazılarını çok beğendiğim bazı şair ve hikâyecilerin nasıl olup da bir
komünist, bir vatan haini olduklarını anlayamam. [....] Sanatkâr olarak
ister bir değer taşısınlar, ister taşımasınlar, vatanımızı ve hürriyetimizi
yıkmak için çalışanların mutlaka ezilmesine taraftarız. [....] Memleket
sanatı onlarla yükselecekse—Arif Nihat’ın bir şiirinde söylediği
gibi—olmaz olsun! (3)
Paradoksal bir biçimde, sanata ideolojinin karıştırılmasına karşı olan Hisar’da sanat
yapıtları değerlendirilirken ve yayımlanırken yazarlarının “birtakım ideolojiler”e
bağlı olup olmadığı temel ölçüt olarak alınır. Örneğin derginin editörü olan İlhan
Geçer, “Evler ve Dilek” başlıklı kitap tanıtım yazısında Necatigil’in şiirlerini şöyle
över: “Memnuniyetle görüyoruz ki, şairin fikirlerinde ne bir takım ideolojilerin
iğrenç tellallığı, ne de politik bir edâ var. Şiire sokulması bir çoklarınca gelenek
hâline gelen ve sözde yenilik, ilerilik sayılan küfür çok şükür Necatigil’in içli ve
temiz mısralarını bulandırmıyor” (16). Mehmet Çınarlı ise 1 Haziran 1954 tarihli
“Hep Aynı Metod” başlıklı yazısında, Attilâ İlhan ve arkadaşlarını bazı şairleri övüp,
diğerlerini yererken “propoganda ve ideoloji” ölçütünü kullanmakla eleştirirken, aynı
ölçütü Attilâ İlhan ve arkadaşlarını eleştirmek için kullanır. Çınarlı’ya göre “Attilâ
İlhan ve arkadaşları için sanat sadece bir vasıta, daha doğrusu maskedir. Açıkça
ortaya koyamadıkları siyasi fikirlerini bir sanat görüşü olarak kabul ettirmeye
çalış[maktadırlar]” (3).
Hisar dergisi, milliyetçi-muhafazakâr bir çizgi izlese de dönemin bazı
dergilerinde suçlandığı gibi “Osmanlıcı” ve “gerici” olduğunu söylemek güçtür.
Dergide, Batı taklitçiliğine karşı çıkılmakta ve millî değerlere dayanan bir edebiyat
anlayışı savunulmaktadır, ancak Batı kültürü karşıtı veya Cumhuriyet karşıtı bir
tutum göze çarpmamaktadır. Mehmet Çınarlı, “Hep Aynı Metod” başlıklı yazısında
45
Attilâ İlhan’ı dergiyi Osmanlıcılık ve gericilikle suçladığını belirterek bu iddialara
şöyle karşı çıkar:
Efendim, bunlar Mustafa Kemal’e bağlı imişler. Okuyucularımız
şahittir ki, biz de candan bağlıyız. ‘Milli milliyetçi, aydınlık, batılı ve
Türk’ bir sanat istiyorlarmış. Biz de öyle... ‘Bugün Fuzulî gibi
yazılamazmış’mış. Biz de hiçbir zaman aksini ileriye sürmedik.
Peki, aramızda uçurum nereden doğuyor? Biz Mustafa Kemal’i Türk
vatanını, istiklâlini kurtaran büyük asker; Türkiye cumhuriyetini
kuran, onu batının seviyesine ulaştırmak için gerekli devrimleri yapan
devlet adamı; ‘Ne Mutlu Türküm diyene!” dediği zaman gözleri
yaşaran büyük vatanperver ve milliyetçi olarak hakikî hüvviyetiyle
tanıyor ve seviyoruz.
Onlar Mustafa Kemal’i bir yıkıcılık sembolü olarak göstermeye
çalışıyor, cemiyetimizin temellerine kazmalarını indirirken onun ismi
arkasına saklanmak istiyorlar. (4)
Çınarlı, yazısının devamında Hisar’da Batı sanatını ve düşüncesini kötüleyen tek bir
yazı olmadığını da vurgular ve Attilâ İlhan’ı kara çalmakla suçlar (4). Çınarlı’nın
dediği gibi dergide, Batı karşıtı yazıtı bulunmamaktadır. Derginin kapağında ve iç
sayfalarında Batılı ressamların resimlerine rastlanmakta, hemen her sayısında çeviri
yazılara veya yapıtlara yer verildiği görülmektedir. Ancak, Hisar dergisinde “yeni
sanat”ı savunan dergilerin “komünist” olduğunun ima edilmesi gibi, diğer bazı
dergilerde de “eskiye dayanan” bir yenilik anlayışını savunan Hisar’ın gerici olduğu
iddia edilmiştir.
Hisar’ın edebiyatta yenilik anlayışı, milllî kültürden ve geçmişten kopmama
temeline dayanır. Yazılarında sık sık Yahya Kemal’in “kökü mâzide olan âtiyim”
46
dizesini alıntılayan Çınarlı, “Radyoda ‘Hisar’ Saati” programındaki röportajında da
yenilik anlayışlarını şöyle dile getirir: “Bize göre sanatta yenilik, eskiyle bütün
bağları koparıp soysuzlaşmak değildir. Yeni mutlaka eskiye dayanacak eskiden
kuvvet alacaktır” (18). Bu noktada, Hisar dergisinde “eski”yle ne kastedildiğine
bakmak gerekir. Hisar dergisinin en temel yayımlanma nedeni, 1940’larda gelişen
Garip akımına ve toplumsal / toplumcu gerçekçiliğe karşı çıkmaktır. Hisar
dergisinde 1950’lerde devam eden bu edebî anlayışlara tepki gösterilirken, Yahya
Kemal’den Milli Edebiyat akımına ve Beş Hececilere kadar uzanan 1940 öncesi
edebî değerler çizgisi savunulur.
Sahibi ve editörü aynı zamanda derginin şairleri olan Hisar dergisi daha çok
şiir odaklıdır. Dergide daha çok Hisar topluluğuna dâhil olan Yahya Benekay,
Mehmet Çınarlı, İlhan Geçer, Mustafa Necati Karaer, Munis Faik Ozansoy, ve Fehmi
Özçelik, Gültekin Samanoğlu, Fikret Sezgin, Nevzat Yalçın gibi isimlerin şiirleri ve
yazıları yayımlanır. Hisar “yeniliği zarurî saydığı”nı ve “yeni imzalara” yer
verdiklerini söylese de, gerek şiirde gerekse de öyküde dönemin “yeni” kabul edilen
hemen hemen hiçbir imzası ve akımı Hisar’ın sayfalarında yer almamıştır. Papirüs
dergisinde yayımlanan “Bir Dergi: Hisar” başlıklı yazıda derginin 17 yıllık yayın
hayatında, “tek bir şair, tek bir hikâyeci, tek bir edebiyat eleştirmeni yetiştirmemiş”
olduğu iddia edilir (43). Yine aynı yazıda, Hisarcıların “Yahya Kemal’i Ahmet
Muhipleştirerek yazmak istedikleri” ileri sürülür (43).
Öztürk Emiroğlu’na göre ise Hisarcılar yeni bir şiir söylemiyle ortaya
çıkmamış olsalar da, “yeni gelenekçi şiir”in temsilcileridir (509). Emiroğlu, Hisar
şairlerinin şiirlerini çözümlemese de, Munis Faik Ozansoy ve Mehmet Çınarlı’nın
“Yahya Kemal Beyatlı’nın söyleyiş, iç ahenk ve yapı bakımından dilimize getirdiği
‘neo-klasik’ tarza, daha sade ve daha fazla Türkçe kökenli kelime kullanarak farklı
47
bir hava kattıklarını” iddia eder (509). Bu tezde ele alınan diğer edebiyat
dergilerinden farklı olarak Hisar, divan edebiyatı, halk edebiyatı ve Tanzimat
edebiyatı ile ilgili yazılara geniş yer vermiştir. Hisar şairlerinin şiirlerinin ne kadar
yenilikçi olduğu, “geleneğe” dayanarak yeni bir şiir üretip üretmedikleri tartışmaya
açık olsa da, 1940 öncesi edebî değerleri koruma yönünde bir tutum taşıdıkları
söylenebilir.
B. Varlık: Yeniliğin Sınırları ve Köy Edebiyatı
Türk edebiyatı tarihinin en uzun ömürlü dergisi olan ve Haziran 2007 tarihi
itibariyle 1197. sayısına ulaşan Varlık, 15 Temmuz 1933 tarihinde on beş günde bir
yayımlanan “Sanat ve Fikir Mecmuası” olarak Ankara’da çıkmaya başlar. İlk
sayısında derginin künyesinde sadece Sabri Esat’ın ismi bulunsa da, Yaşar Nabi
Nayır, Varlık dergisinin kırkıncı yılı için Milliyet Sanat dergisine verdiği röportajda
dergiyi Sabri Esat Siyavuşgil ve Nahit Sırrı Örik’le kurduklarını, ancak Sabri Esat ve
Nahit Sırrı’nın bu “zaten platonik kalan” ortaklıktan ayrıldığını belirtmektedir (3).
Arslan Kaynardağ, “Atatürkçü Kuşakların Yayıncısı” başlıklı yazısında derginin
çıkarılırken şöyle bir anlaşmaya varıldığını belirtir: “İlk iki sayının ana parasını yazar
Nahit Sırrı Örik koyacak, yazı işlerini Yaşar Nabi üzerine alacaktır. Derginin sahibi
olarak Fransa’da yeni dönen Sabri Esat Siyavuşgil görünecektir. Ünlü romancı
Abdülhak Şinasi Hisar da onlarla işbirliği yapmaya söz vermiştir” (108).
Kaynardağ’ın belirttiğine göre dergi yeni ve genç imzaların katılımıyla güçlenmesine
rağmen, okurlardan yeterince ilgi görmemiş ve “ancak resmi yardımlarla ayakta
kalabilmiştir” (109). Bu ilgisizlik üzerine, iki yıl geçmeden Nahit Sırrı ortaklıktan
ayrılmış, Sait Faik’in bir öyküsünün askeri mahkemeye verilmesi üzerine 1941’de
Sabri Esat derginin sahipliğini bırakmıştır (109). 1946 yılında bütün resmi
48
yardımların kesilmesi üzerine Yaşar Nabi evini satarak İstanbul’a yerleşmiş ve
Varlık Yayınevi’ni kurmuştur (110). 1933-1950 yılları arasında Varlık dergisinde
Garip akımı desteklenmiş ve ilk şiirleri yayımlanmış, ayrıca Fazıl Hüsnü Dağlarca,
Ahmet Muhip Dıranas, Behçet Necatigil, Cahit Sıtkı Tarancı gibi çeşitli şairlere yer
verilmiştir. Sait Faik Abasıyanık, Sabahattin Ali gibi öykücülerin öyküleri de bu
dönemde Varlık dergisinde yayımlanmıştır. Bu tez çalışması için Varlık dergisinin 1
Ocak 1950 tarihli 354. sayısından, 15 Aralık 1959 tarihli 516. sayısına kadarki
dönemi incelenmiştir.
1950-1960 arası 31,5 x 23 cm ebatlarında yayımlanan Varlık dergisinin
kapağında, Hisar’ın kapağında olduğu gibi yabancı ve yerli ressamlara ait resimler
veya edebiyatçı-sanatçı fotoğrafları bulunmaktadır. Her sayıda rengi değişen kapakta
o sayıdaki imzalara da yer verilir.1 Ocak 1950’den 1 Ocak 1951 tarihine kadar 30
kuruşa satılan dergi 16 sayfadır; bu tarihten itibaren fiyatı 50 kuruşa, sayfa sayısı
24’e çıkar. 1 Ocak 1954’te herhangi bir fiyat artışı olmadan sayfa sayısı 32’ye
çıkarılır. 1 Şubat 1956’da kâğıt sıkıntısı nedeniyle tekrar 24 sayfaya düşer. 1 Ocak
1950-1 Mayıs 1956 arası aylık olarak çıkan dergi, 1 Haziran 1956’dan itibaren on
beş günde bir çıkmaya başlar. Enflasyonist baskıların arttığı 1958 ve 1959 yıllarında
iki fiyat artışı daha gerçekleştirilir; Varlık’ın fiyatı 1 Temmuz 1958’de 80 kuruşa, 1
Mart 1959’da 1 liraya çıkar. Bu dönemde Varlık dergisinde çok az sayıda reklam ve
ilana rastlanır. Derginin son sayfasında genellikle Varlık Yayınevi’nden çıkan
kitapların listesi verilir; zaman zaman Türkiye İş Bankası’nın reklamlarına da
rastlanmaktadır. Varlık’ın sayfa düzenlenişi bu tezde ele alınan diğer dergilere göre
daha düzgündür; 1950’ler boyunca dergide “Ayın Olayları”, “Edebî Portreler”,
“Gazeteler ve Dergiler Arasında”, “Güzel Sanatlar”, “Kitaplar Arasında”, “Köyden
49
Sesler”, “Okuyucularımızla Başbaşa” ve “Tiyatro” gibi köşeler nispeten düzenli ve
sürekli bir biçimde yer alır.
Dönemin en çok satan dergisi olan Varlık dergisinin tirajı yaklaşık 7 bindir.
Varlık, bazı sayılarında baskı adetlerini ikinci sayfada yazmaktadır. Örneğin, 1
Ağustos 1954 tarihli Varlık’ta baskı adeti 7 bin, 15 Ağustos 1957 tarihli Varlık’ta 8
bin ve 1 Kasım 1958 tarihli Varlık’ta 8 bin 500 olarak verilmektedir. Derginin
tirajının bu dönemde 7-8 bin civarında olduğu görülmektedir.
Dikkat çeken diğer bir nokta da, Varlık’ın bu tezde alınan edebiyat dergileri
içinde, haftalık siyasi gazete olan Pazar Postası dışında, siyasi ağırlıklı yazılara en
fazla yer veren dergi olmasıdır. Yaşar Nabi Nayır’ın Varlık’taki başyazılarının büyük
çoğunluğu siyasi ağırlıklı, özellikle de demokrasi ve irtica konusunda yazılardır.
Varlık’ta doğrudan siyasetle ilgili yazılar da önemli yer tutar. Varlık’ın bu dönemde
eklektik olmayan belirgin bir yazınsal duruşu olsa da, edebiyat dışı yazılara Yeditepe,
Mavi ve Hisar gibi dergilere kıyasla daha çok yer vermesi dikkat çekicidir.
Varlık’ın manifestosu sayılabilecek üç yazı, dergi poetikasının 1933’ten
1950’lere gelindiğinde nasıl değiştiğini açımlamaya yardımcı olur. Varlık’ın 15
Temmuz 1933’de yayımlanan ilk sayısında derginin çıkarılma amacının
memleketteki sanat dergisi boşluğunu doldurmak olduğunu söylenir (16). “Varlık Ne
İçin Çıkıyor” başlıklı bu yazıda, Varlık’ın “yaradıcı bir İnkılâp neslinin sanat
sahasında da var olduğunu göstermek ve onun için çalışmak” istediği belirtilir (16).
Varlık, Kemalizm’in “inkılapçılık” ilkesi doğrultusunda “yenilikçi” bir edebiyat
kuşağı için çalışacaktır. Manifesto niteliği taşıyan bu yazıda, dilde özleşmenin de
Varlık için önemli olacağının altı çizilir. Bu yazıdan yirmi yıl sonra yayımlanan
“Yirminci Yıldönümümüz” başlıklı yazıda da, Türkçeleştirilebilecek birkaç sözcük
dışında Varlık’ın programının yirmi yıl sonra da aynı olduğu vurgulanır: “Yirmi yıl
50
önce programımızı o kadar isabetle çizmişiz ki, aradan bunca olaylarla dolu uzun bir
zaman geçmiş olmasına rağmen yolumuz da inançlarımız da tıpa tıp aynı kalmıştır.
Yalnız şu farkla ki bugün kendimizi eskisinden de imanlı, yeni Türk sanatına
güvenimizi eskisinden de sarsılmaz buluyoruz” (2). Bu yazıda da, Varlık’ın
Atatürk’e ve Atatürk inkılaplarına bağlılığı yinelenir.
15 Temmuz 1958 tarihli “25 Yıl” yazısında Varlık’ın ilk çıktığında neyse hâlâ
öyle olduğu vurgulansa da, bu daha önceki manifestovari yazılardan farklıdır ve
Varlık’ın poetikasındaki değişime işaret eder. Bu yazıda Varlık’ın “her neslin, her
görüşün, her tarzın gerçek değerlerine kapılarını her zaman sonuna kadar açık
tuttuğu” vurgulanır (2). Ancak, daha sonra Varlık’ın kapısını ne ölçüde açık tuttuğu
belirtilir. Varlık, “edebiyata yeni ve taze hava getiren gençleri” baş tacı etse de,
“yeninin yobazı olmaktan da dikkatle kaçınmıştır” (2). Burada “yeninin yobazı”
ifadesi dikkat çekicidir; Varlık her türlü yeniye değil, yalnızca bazı yeniliklere
açıktır. Yazıda, Varlık’ın “bir takım acemice denemelere tecrübe tahtası” olmaya
niyetli olmadığı vurgulanır. Daha önceki manifestolarda, sanatta “inkılap” bir
sınırlama getirilmeden desteklenmesine rağmen, bu yazıda bu desteğe sınırlar
getirilmesi dikkat çekicidir. 15 Temmuz 1958 tarihinde yayımlanan bu yazıda,
Varlık’ın İkinci Yeni’ye kapılarını kapalı tuttuğu yönündeki eleştirilere dolaylı olarak
yanıt verdiği görülmektedir.
Varlık yeniliğe özellikle iki noktada sınır çeker. “Edebiyatı politikaya alet
etmek istiyenlere” de, “fildişi kule sanatçılarına” da karşıdır (2). Varlık, Yeditepe ve
Yeni Ufuklar dergileri arasında 1953-1956 yıllarında “güdümlü sanat”la ilgili sert
tartışmalar olmuştur. Aslında, Varlık’ın edebiyat hem toplumcu olmasın, hem de
fildişi kulede oturmasın tavrı ilk bakışta çelişkili görünmektedir. 1 Mart 1954’te
yayımlanan “Güdümlü Edebiyat” yazısında Varlık’ın bu çelişkili gibi görünebilecek
51
tutumun altında yatan ilkenin “sanatçıya karışılmaması gerektiği” düşüncesi olduğu
belirtilir (2). Varlık dergisi “güdümlü sanat” konusunda tartışmalara girse de, İkinci
Yeni konusunda nispeten suskun kalmıştır. Konur Ertop, “Edebiyatımıza Yön Veren
Yaşar Nabi” başlıklı yazısında, Varlık’ın 1955’lerden sonra toplumcu yazına da,
“avangard” edebiyata da karşı çıktığı için edebiyattaki gelişmelerin uzağında
kaldığını ve “altın dönemi”ni geride bıraktığını ileri sürer (101).
Varlık, 1950’ler boyunca köy enstitülü yazarlara ve şairlere öncelik veren
özgül yazınsal çizgisini devam ettirir. “Edebiyatı politikaya alet etmek isteyenler”le
aynı fikirde olmasa da, 1950’ler boyunca halkçılık-köycülük politikasının bir uzantısı
olan köy enstitüleri ve köy kalkınması sorunlarına büyük önem vermiştir. Bu yıllarda
derginin “Köy Öğretmeninin Notları”, “Köyden Sesler”, “Köyden Notlar” gibi
köşelerinde köy sorunlarını işleyen yapıtlar yayımlanır; köy enstitülü yazar ve
şairlerin yapıtlarına geniş yer verilir. Mahmut Makal’ın “Köy Öğretmeninin Notları”
köşesine yazdığı yazılar derlenerek 1950 yılında Bizim Köy adı altında yayımlanır.
Yaşar Nabi Nayır, Bizim Köy’ ün “Birkaç Söz” başlığını taşıyan önsözüne şöyle
yazar:
Bir Orta Anadolu köyünün acı gerçeği, bana öyle geliyor ki bütün
çıplaklığıyla ilk defa olarak bu kitapta dile geliyor. [....] O sade derdi
göstermekle yetinmiştir. Devasını bulmak salahiyet ve makam
sahiplerine düşer. [...] Bizim Köy’ün sadece bir edebi eser gibi değil,
Türk köylüsünün kalkınması, Türk köylüsünün insanlık haklarına
kavuşması uğrunda yazılmış bir rapor, hatta isterseniz bir ithamname
gibi okunması lazımdır. (3-4)
Mayıs 1950’de yayımlanan “Köy Kalkınması ve Enstitüler” adlı yazısında da “köy
enstitüsü mezunundan köyünde inkılâbın mümessili, köy davasının öncüsü olmasını”
52
istediğini belirtir (3). “Güdümlü” edebiyata karşı olan Yaşar Nabi Nayır, edebiyat
“inkılâb”ın ve “köy davası”nın hizmetinde olduğunda karşı çıkmamakta, tersine
bunu desteklemektedir.
Bu noktada, Varlık’ın “güdümlü edebiyat” karşısındaki tutumunun daha iyi
açımlanması gerekir. Varlık’ın Yeditepe ve Yeni Ufuklar’la girdiği “güdümlü
edebiyat” tartışması, CHP’nin köycülük-halkçılık politikası ile toplumculuk
arasındaki ayrışmaya da işaret eder. Köycülük, halkçılık, devrimcilik ve devletçilik,
Ahmet Oktay’ın deyimiyle 1938’e kadar “ortak-yaşarlık” içindedir. Bu ortak-
yaşarlık, “1938’den itibaren sona ermeye başlamış, tümüyle terkedilmesi, ancak
1960’lardan sonra, o da ancak bir süre mümkün olmuştur” (Toplumcu Gerçekçiliğin
Kaynakları 375). Varlık, bu dönemde “köycülük-halkçılık” kapsamında
değerlendirebilecek ürünleri desteklemiş, ancak toplumculuğa mesafeli yaklaşmıştır.
Toplumcu yazını savunan Yeditepe ve Yeni Ufuklar dergileriyle arasındaki “güdümlü
edebiyat” tartışmaları bu ayrışmaya işaret etmektedir.
Varlık dergisinin “güdümlü edebiyat”a sanat değeri taşıdığına inandığı sürece
karşı çıkmamış olduğunu belirtmek gerekir. Yaşar Nabi, “Gene Güdümlülük
Üzerine” yazısında tutumunu şöyle dile getirir: “Ben ‘sanat için sanat’ yaptıklarını
söyleyenlere de, ‘toplum için sanat’ yaptıklarını söyleyenlere de kızmıyorum. Bence
asıl mesele burada değil. Ne yapmış ona bakıyorum. Eserinin değerini tartıyorum”
(30). Hisar da, Varlık da “fildişi kule”ye ve “edebiyatı politikaya alet etmeye
çalışanlar”a karşı olsalar da, Varlık “sanat değeri” taşıdığına inandığı sürece
toplumcu yapıtlara açık olmuştur. Yaşar Nabi, Samim Kocagöz’le polemiğe girdiği
“İllallah” başlıklı yazısında bu durumu şöyle dile getirir:
Güdümlü olmayan var mı? diye soruyor bay Kocagöz. İşte koca Sait
Faik. Bir anketimize verdiği cevapta “Ben güdümlü değilim, ama
53
güdümlü sanat da olabilir itirazım yok” demişti.[....] İşte koca Cahit
Sıtkı, Cahit Külebi, Fazıl Hüsnü, Sabahattin Kudret... Sayalım mı?
Sanat değeri taşıdığı için ben Orhan Kemal’in eserini de inkâr etmem,
Yaşar Kemal’in de. Ama onlar sanatçı kişiler, sosyal kaygı yanında
sanat kaygısı da taşıyorlar. Bu kaygıdan kendini tamamen sıyırdığı
içindir ki Bay Kocagöz’ün yazıları bir değer taşımıyor. (28)
O yıllarda Orhan Kemal, Yaşar Kemal gibi bazı toplumcu yazarların yapıtlarını
Varlık Yayınevi basmaktadır. Ancak, dönemin bazı dergilerinde Varlık’ın bu tavrı
“telifçilik” veya ticari tutum olarak görülür. Hüsamettin Bozok, Yeditepe’deki “Gene
Güdümlü Sanata Karşı” yazısında, Yaşar Nabi’yi “ ‘dâvalı’ sanat eserini de, ‘sanat’
için sanat tezini de birarada tutanlar, yani telifçiler” arasına sokar (1).
Varlık, İkinci Yeni tartışmalarında ise suskun kalmıştır; şiirdeki değişimi
resmi olarak “tanımaz” ve bu konuda polemiklere girmez. Polemiğe girmek bir
anlamda rakibi tanımak ve kutsamaktır; saldırıda bulunmak rakibin tanınmasına ve
kabul edilmesine yardımcı olabilir (Bourdieu 42). Bu açıdan, Varlık dergisi “İkinci
Yeni” olarak adlandıran şairlerin şiirlerini yayımlamadığı gibi, bu konuda doğrudan
tartışmalara da girmez. Varlık konuya girmez, ancak sanatta “gerçek” bir yenilik
olmadığını, olan bitenin “kuru gürültü” olduğunu ima eden kısa yazılar yayımlar.
Örneğin, 1 Ağustos 1958 tarihli Varlık dergisinde “15 Günün Olayları” köşesinde
“Gerçek Öncülük” altbaşlıklı kısa bir yazı yayımlanır. Bu yazıda, derginin hiçbir
zaman yeniliğe karşı olmadığı belirtilerek, okurlara Varlık’ın “şimdiye kadar Sait
Faik’i, Cahit Sıtkı’yı ve Orhan Veli’yi desteklemiş” olduğu hatırlatılır (2). Ancak,
Varlık’a göre “Orhan Veli’den beri kendini kabul ettirebilecek yeni bir yol
açılmamıştır” ve “sanat alanında kuru gürültüler bir saman alevi kadar çabuk söner
gider” (2). Varlık’ın İkinci Yeni’yi “kuru-gürültü” olarak değerlendirmesine rağmen,
54
İlhan Berk’in Galile Denizi adlı şiir kitabının 1958 yılında Varlık Yayınevi’nden
çıkması edebiyat çevresinde şaşkınlıkla karşılanır. Veysel Arseven, İlhan Berk’le
yaptığı röportajda Berk’e şu soruyu sorar: “Yıllardan beri Varlık’ta şiiriniz
yayımlanmadığı halde, son kitabınızın Varlık yayınları arasında çıkması, gerek sizin,
gerekse de Varlık’ın davranışı bakımından, sanat çevrelerinde yadırgandı ve hayretle
karşılandı. Sizin düşünceniz nedir?” (1). İlhan Berk, yanıtında Galile Denizi’ni
Yeditepe başta olmak üzere bütün yayınevlerine gönderdiğini, ancak hiçbiri
basmadığı için bir arkadaşın öğüdünü tutarak Varlık Yayınevi’ne gönderdiğini
belirtir (1).
Dönemin bazı dergilerinde Varlık’ın ve Varlık Yayınevi’nin “ticari”
tutumuna yönelik iddialar içeren bazı yazılar çıkar. Yaşar Nabi’nin aktardığına göre
Attilâ İlhan, Kaynak dergisinin Şubat 1954 tarihli sayısında çıkan “Yeni Edebiyat
Vurgunculuğu” başlıklı polemik yazısında isim vermeden “bobstiller denilen”
şairleri destekleyen bir yayınevinin ilk düşüncesinin kâr etmek olduğunu ileri
sürmüştür (“Yeni Edebiyat Vurgunculuğu” 30). Yaşar Nabi Nayır, 1 Mart 1954
tarihli Varlık’ta yayımlanan, İlhan’la aynı başlığı koyduğu “Yeni Edebiyat
Vurgunculuğu” yazısında Attilâ İlhan’a şöyle yanıt verir:
[M]adem ki bu yayınevinin ilk düşüncesi kâr etmektir [,] neden
okunmadığı için kimsenin basmaya yanaşmadığı ‘yeni edebiyat
üzerine iş yapma’ya kalkışmıştır? Başka bir gayesi olmasa neden
‘ticari bakımdan kârlı ve mühim bir iş’ alanı olan magazin janrını,
pornografi edebiyatını, hatta edebiyatın yerleşmiş, okuyucusu hazır
şekillerini değil de yenisini, en az rağbette olanını iş edinir ve bunu
tutturacağım, sevdireceğim diye yıllar yılı didinir durur? (30)
55
Muzaffer İlhan Erdost ise 22 Ocak 1956 tarihli Pazar Postası’nda “Bir Avuç
Yazarın Dergi” başlıklı yazısında, Varlık Yayınevi’nin “ülkenin en zengin yayınevi”
olduğunu ileri sürerek Yaşar Nabi’yi yazarlarına telif ödememekle eleştirir (7).
Erdost, bu yazıda Varlık dergisinin 1 Ocak 1956 tarihli sayısında çıkan “Kıran
Kırana” başlıklı yazıya değinmektedir. Varlık dergisinde “Ayın Olayları” köşesinde
çıkan bu imzasız yazıda, büyük olasılıkla Yaşar Nabi, edebiyat dünyasındaki
kavgalara dikkat çekerek “Ne oluyor a dostlar? Nedir paylaşamadığımız? Şurada bir
avuç insanız, oturup güzel güzel geçinsek, herkes kendi hakkına razı olsa ne olur
sanki kıyamet mi kopar?” diye sorar. Erdost, “herkesin kendi hakkına razı olması”
üzerinde durarak retorik karşı sorular yöneltir: “Hangi hakkımıza razı olsak? Nerde
bir yerde açık kapı görülürse hemen birbirini sömürmeye yarışan bir toplum
anlayışının, kişi oğluna saygısızlığın başat olduğu bir zamanda neden herkes hakkına
razı olacak?” (7). Ardından, Yaşar Nabi’nin Varlık’ın ardından yayınevi ve basımevi
kurarak “işi genişlettiğini” söyler ve “bütün bu gelirini yazarlara borçlu” olduğunu
iddia eder (7). Erdost’a göre Yaşar Nabi, “telif haklarını gerektiği gibi ödemeyen,
ödese de, birinci dünya savaşı ayarlaması üzerinden ödeyen bir dergici olarak bilinir”
(7). Muzaffer İlhan Erdost, Yaşar Nabi’nin yazarlarıyla sözleşme imzalamamasını da
eleştirir (7). 12 Şubat 1956 tarihli Pazar Postası’nda Nurullah Ataç’ın Erdost’un
yazını eleştiren “Varlık Yayınları” başlıklı yazısı 6. sayfada, Erdost’un bu yazıya
yanıt veren “Yanlış Anlaşılan” başlıklı yazısı 7. sayfada basılır. Ataç, “Varlık
Yayınları” yazısında Erdost’un Yaşar Nabi’ye “para kazandığı için çattığı”nı söyler
(6). Ataç’a göre Erdost, “birtakım yazarlarımızın tanınmasını sağladığı, birçok Batı
yazarlarının yapıtlarını dilimize çevirip yayımladığı için Bay Yaşar Nabi’yi
öveceğine para kazanmış olmasını başına kak[maktadır]” (7). Erdost ise “Yanlış
Anlaşılan” yazısında Yaşar Nabi’nin para kazanmasına çatmadığını, “yazarın kalem
56
hakkını ödeyebilecek durumda” olsa da, “yazar haklarını korumama”sını eleştirdiğini
söylemektedir (7).
Erdost’un dönemin kavgalarının sömürüye karşı yapılan bir hak savaşı olduğu
yönündeki yorumu bir yana bırakılırsa, Varlık’ın telif ödeyip ödemediği tartışmaya
açıktır. Bu tezde ele alınan kaynaklar arasında, Varlık’ın telif ödemediğine ilişkin bir
veriye veya başka bir iddiaya rastlanmamıştır. Ancak, Yaşar Nabi’nin yazarlarıyla
sözleşme imzalamadığı doğrudur. Yaşar Nabi, 1 Ocak 1956 tarihli “Gazeteler ve
Dergiler Arasında” köşesinde yer alan “Aşağılık Kompleksi” alt başlıklı yazıda Sait
Faik hariç yazarların hiçbiriyle sözleşme imzalamadıklarını söylemektedir (31).
Ancak Yaşar Nabi, bu durumun kendilerinden çok yazarlara faydası olduğunu, çünkü
yapıt tutulduğu zaman ikinci ve üçüncü baskılar için yazarlara daha çok ödeme
yapmak zorunda kaldıklarıni ileri sürer (31). Yaşar Nabi, 1 Aralık 1956 tarihindeki
Varlık dergisinin “Gazete ve Dergiler Arasında” köşesinde yer alan “Eksik
Olmasınlar” başlıklı yazıda, zenginliğine yönelik iddialara şöyle yanıt verir: “Dergi
sütunlarında bazı gençler arasıra bana sıra sıra apartmanlar yaptırıyor, dizi dizi
otomobiller bağışlıyorlar. [....] Ama neşelerini kaçırmak bahasına da olsa bir gerçeği
itiraf edeceğim: Aslı yok öyle şeylerin. Şu yeryüzünde ne bir karış toprağım, ne bir
mülküm var” (30).
Bu dönemde Varlık’ın diğer dergilere göre yüksek tirajının, şiirdeki
yeniliklere ve toplumculuğa mesafeli yaklaşmasının derginin ticarileştiği yönündeki
eleştirileri tetiklediği düşünülebilir. Ancak, derginin DP politikalarına ters düşecek
bir biçimde köy enstitülerini desteklediği, sayfalarında sık sık devletten kâğıt
alamamaktan şikayet ettiği ve reklamlara çok az yer verdiği de göz önünde
bulundurulması gereken etmenlerdir. Bu noktada, Varlık’ın olası “ticari” tutumu
irdelenirken okurlarıyla ilişkisine daha yakından bakmak gerekir. 1950’lerde Varlık
57
dergisi, bugün bile bir edebiyat dergisi için oldukça yüksek sayılabilecek bir tiraja
sahiptir. Yaklaşık 7-8 bin civarında olan tirajı, bu tezde ele alınan dergiler arasındaki
en yüksek tirajdır. Varlık’ın izlediği köy edebiyatı çizgisinin tirajını yükselten
öğelerden biri olduğu söylenebilir. Arslan Kaynardağ, “Atatürkçü Kuşakların
Yayıncısı” başlıklı yazısında, Varlık’ın 1946’dan sonra “bir yandan Tahsin Yücel
kuşağı, bir yandan Mahmut Makal, Talip Apaydın, Mehmet Başaran gibi köy
enstitülü yazarlar”ın katkılarıyla daha etkili hâle geldiğini ve okur kitlesinin
genişlediğini belirtir (110). Ayrıca, Varlık’ın okurlarıyla ölçülü bir samimiyet
çerçevesinde diyalog içine girdiği gözlemlenir. Derginin, gerek “Ayın Olayları” ,
gerekse de “Okuyucularımızla Başbaşa” köşelerinden okur eleştirilerine ve
taleplerine önem verdiği anlaşılır.
Varlık dergisi, bu dönemde şiir ve öyküde “öncü” ve “yenilikçi” sıfatını diğer
dergilere kaptırsa da, 1946’lardan itibaren izlediği köy edebiyatı çizgisi genelde
romancılığın, özelde köy romanı türünün gelişimine katkıda bulunmuş, bu da edebî
tüketimi etkilemiştir. Emre Kongar, “Yaşar Nabi Nayır’ın Türk Edebiyatı’ndaki
Yeri: Varlık Dergisi ve Varlık Yayınları” başlıklı yazısında Varlık’ın okurlarını bir
üniversite gibi eğitmesine değinir (94). Kongar, Varlık’ın “özellikle Anadolu’nun
çeşitli kent ve kasabalarında ve hatta köylerinde görev yapan aydınlar, öğretmenler”
tarafından “bir vaha” gibi karşılandığını belirtir (94). Tahsin Yücel de “Yaşar Nabi
Okulu” başlıklı yazısında Varlık’ın köy öğretmenleri üzerindeki etkisine değinerek,
1940’la 1960 arasında Varlık’ın Türk sanatçılarına “hiçbir şey vermediyse de bir
okur kitlesi” vermiş olduğunun altını çizer (165).
58
C. Mavi: Edebî Değerlerin Sorgulanması
Mavi, 1 Kasım 1952 tarihinde “Aylık Sanat ve Fikir Dergisi” olarak
Ankara’da çıkmaya başlar. İlk beş sayısının ilk sayfasında, sayfanın üstünde
ortalanmış bir şekilde küçük kare mavi fonun üzerine beyaz harflerle “Mavi” yazar.
5.-25. sayı arasında kare fonların rengi her sayıda değişir ve değişen fonların
üzerinde beyaz bulut silüetleri bulunur; 5.-13. sayılarında “Mavi” yazısı siyah
harflerle, 13.-25. sayısı arasında beyaz harflerle yazılır. Yazının altında farklı
ressamlara ait resimler bulunmaktadır. 25. sayıya kadar gazete boyutuna yakın
derginin ilk sayfasında, yazılar ve şiirlerin yanı sıra o sayıdaki imzalar da yer alır. 25.
sayı ile 28. sayı arasında, Mavi dergi boyutunda çıkar ve saman rengi kapağının
üstünde yatay ve dikey çizgiler ve bu çizgiler arasındaki renkli ve ufak karelerin
içinde dergide yer alan imzalar bulunur. 28. sayıdan itibaren Son Mavi adını alan
derginin bu sayısında kapak tasarımı bulunmaz, kapakta sadece dergi adı ve
dergideki imzalar yer alır. 29. ve 30. sayılarında ise kapakta dağınık bir biçimde
yerleştirilmiş renkli ve ufak dikdörtgenler bulunur. Dergi nispeten kısa yayın
hayatında dört kez kapak tasarımını değiştirir. İlk 24 sayısı 25 kuruş ve 8 sayfa olan
derginin 25-30 sayıları 50 kuruştur; 25-28. sayıları arası 34 sayfa, 29. sayıdan
itibaren ise 20 sayfadır. Dergi 8 sayfayken son sayfası, 34 sayfayken son üç sayfası
reklam ve ilanlara ayrılır. Dergide İller Bankası, Phillips Radyo Fabrikaları,
Sümerbank, Vakıflar Bankası ve Ziraat Bankası gibi banka ve kuruluşların reklam ve
ilanlarına rastlanır.
1 Aralık 1954 tarihli 25. sayıya kadar derginin künyesinde sahibi ve editörü
olarak Teoman Civelek’in adı geçer; 25.-28. sayılarda Teoman Civelek dergi sahibi
sıfatını taşımaya devam etse de, editörü Özdemir Nutku olmuştur. Derginin Son Mavi
adını aldığı 1 Nisan 1955 tarihli 28. sayıdan itibaren dergi künyesinde derginin sahibi
59
olarak Özdemir Nutku yer alır. Öztürk Emiroğlu, derginin ilk 24 sayısının Teoman
Civelek’in yönetiminde Mavi adıyla, son 8 sayısının da Özdemir Nutku yönetiminde
Son Mavi adıyla çıktığı ileri sürer (49). Ancak, derginin adı 28. sayıya kadar
Mavi’dir ve derginin yazı işleri 25. sayıdan itibaren Özdemir Nutku’ya geçmiş olsa
da derginin sahibi künyede Teoman Civelek olarak görünür. Mavi’nin ne zaman
kapandığı ve kaç sayı çıktığı hakkında çeşitli kaynaklarda çelişkili bilgiler yer
almaktadır. Derginin 1 Temmuz 1955 tarihli 30. sayısında “Okuyucularımıza”
başlıklı bir yazıyla derginin Haziran sayısının maddi imkânsızlıklar nedeniyle
çıkamadığı, derginin bu sayıyla yaz tatiline girdiği, tatilden sonra dönmek umudunda
oldukları okuyuculara bildirilir (11). Erdal Doğan ve Vedat Günyol, Mavi’nin toplam
36 sayı çıktığını söylemektedir. Öztürk Emiroğlu ise Mavi’nin 36 değil 32 sayı
çıktığını iddia eder (46). Memet Fuat, “Mavi Hareketi Nedir?” başlıklı yazısında
Mavi’nin 30. sayısında ara verdikten sonra “Mart 1956’da ‘Sahibi Özdemir Nutku,
Yazı İşleri Yönetmeni: Ümit Serdaroğlu’ olarak yeniden sanat gazetesi boyutlarında
yayımlanmaya başla[dığını]” ve 31, 32, 33. sayılar çıktıktan sonra kapandığını
belirtir (301). Milli Kütüphane kayıtlarında dergi 32 sayı gözükse de, kütüphanede
derginin ilk 22 sayısı bulunur. Beyazıt Kütüphanesi’nde ise derginin ilk 30 sayısına
ulaşılabilmektedir.
Mavi, bu tezde ele alınan dergiler arasında yazınsal duruşu nispeten en
belirsiz olandır. Ahmet Oktay “‘Mavi’ bir Dergi Olarak Beklentileri Karşılamamış,
Sadece Haber Vermiştir” başlıklı yazısında Mavi’nin ünlülerden yazı ve şiir isterken
siyasal-sanatsal görüş ayrılıklarını önemsemediğini, bu yüzden de bir “yamalı bohça”
izlenimi verdiğini söyler (3). Derginin kurucularından olan Bekir Çiftçi, Milliyet
Sanat dergisinin Mavi dergisi hakkında yaptığı bir soruşturmaya şöyle yanıt verir:
“Mavi’yi, Kasım 1952’de şiirlerini basılı olarak görmek isteyen Ankara Atatürk
60
Liseli gençler yayınladı, bizler. Teoman Civelek, Umran Kıratlı, ben. ‘Rüştümüzü’
bile—Teoman Civelek dışında—‘ispat etmemiştik’, başlangıçta daha tutarlı bir
amacımız olduğunu söyleyemem” (6). Çiftçi’nin dile getirdiği gibi, derginin sahibi
ve editörü olan Teoman Civelek dışında, henüz rüştünü ispat etmemiş gençlerin
kurduğu Mavi’nin başlangıçta belirgin ve tutarlı bir amacı yoktur.
1 Kasım 1952 yılında yayımlanan ilk sayısında Teoman Civelek, “Mavi’nin
Düşündürdükleri” yazısında amaçlarını şöyle dile getirir:
Biz, memleketimizin fikir ve sanat kalkınmasından birer “Er” olarak
çalışma azmindeyiz. Şunu da belirtmek isteriz ki, fikir ve sanatı,
sosyal bir sınıf veya zümrenin bir kavga bayrağı olarak
kullanmıyacağız.
Hürriyet’in ve barış’ın rengi olan “MAVİ”, memleket bütünlüğü
içinde çalışmayı kendisine hedef bilmiştir.
Bu toprağı, insanları ile, düşünce ve duyguları ile, kaderi ile, yani,
bütün’ü ile kavrayan fikir ve sanat adamları safımızda yer alabilirler.
(4)
Civelek’in yazısında Mavi’nin Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlılığı dile
getirilmekte, ancak derginin yazınsal-sanatsal duruşu hakkında somut bir açıklama
yapılmamaktadır. Ancak derginin ilk sayılarında yayımlanan bazı yazılar, Mavi
dergisinin “Mavi Anadoluculuk” anlayışının etkisinde olduğu izlenimini verir.
Mavi’nin poetikasındaki belirsizliğin en temel nedeni, kurucularının
gençliklerinin yanı sıra, derginin bir kimlik arayışı içinde olmasıdır. Derginin
yazarlarından olan, 25. sayıdan itibaren derginin editörlüğünü, 28. sayıdan itibaren
Son Mavi adını alan derginin sahipliğini üstlenen Özdemir Nutku, derginin heterojen
yapısını şöyle dile getirir: “birbirine hiç benzemeyen birçok genç ozan ve yazar
61
toplanmışız o dergide” (7). Ancak, Nutku’ya göre birbirine benzemeyen bu yazarları
bir araya getiren iki amaç da vardır: “o dönemdeki yazın değerleri üzerinde bir
tartışma açmak” ve “ulusal sanat anlayışının toplumcu gerçekçilikle” gelebileceği
tezini ileri sürmek (7). Aslında, “edebî değerlerin sorgulanması” Sait Faik’in
etkisiyle, “toplumsal gerçekçilik” ise Attilâ İlhan’ın etkisiyle dergi poetikasında
belirleyici bir hâle gelmiştir.
Derginin ikinci yılına girmesi dolayısıyla yapılan konuşmalarda Sait Faik
Mavi’nin daha kavgacı olsa daha iyi olacağını belirtmiştir: “Mavi güzel dergi, ama
biraz daha kavgacı, biraz daha deli olsa rengine zarar gelmez” (1). Teoman Civelek
derginin 15. sayısında yayımlanan “Kavga mı” adlı başyazısında Sait Faik’in bu
sözlerini de aktararak, derginin bundan sonra daha kavgacı olacağını duyurur: “Usta
hikâyecimizin söylemek istediği kavga, sanatı böyle bir aydınlığa çıkartacak olan
kavgadır. Gerçek değerlerimizi ortaya koyacak, değersizleri ve şişirmeleri ayıracak
bir kavga ve savaş sanatımızın yararınadır” (1). Civelek, bu yazısıyla Mavi’nin
bundan sonra daha tartışmacı ve sorgulayıcı bir dergi olacağı mesajını verir. Ancak
Civelek’e göre bu kavga kişisel bir kavga olmayıp “Gerçek sanatı, gerçek kıymeti
ortaya koyacak kavga…” olacaktır (1).
Mavi, Attilâ İlhan’ın 20. sayıdan itibaren yayımlanmaya başlayan yazılarıyla
önceden duyurduğu gibi daha kavgacı bir hâl alır. Ahmet Oktay, derginin 1 Mayıs
1954 tarihli 19. sayısında “Kendi Kendisi ile Çelişen Adam yahut Sokaktaki Adam’a
Dair” başlıklı bir yazı yayımlar. Bu yazının üzerine 20. sayıda Attilâ İlhan dergiye
bir yanıt yazısı yazar. Ahmet Oktay, “ ‘Mavi’ bir Dergi Olarak Beklentileri
Karşılamamış, Sadece Haber Vermiştir” başlıklı yazısında Attilâ İlhan’ın dergide
çıkmasının gelecek için yazınsal tasarılar yapılmasına yol açtığını belirtir (3). Oktay,
bu yazı üzerine Attilâ İlhan’ın Şişli’deki evine gittiğini ve orada derginin “sosyal
62
realist bir çizgi izlemesi ve imgeci sanatı savunması konusunda görüş birliği”
sağladıklarını söyler (3). Ancak, Ahmet Oktay’ın dediğine göre Özdemir Nutku,
Bekir Çiftçi ve Ülkü Arman böyle bir değişikliğe olumlu yaklaşmışsa da, derginin
sahibi olan Teoman Civelek “gönülsüzdür” (3). Derginin 21. sayısından itibaren
Attilâ İlhan’ın tartışma ve polemikler yaratan “sosyal realizm” yazıları
yayımlanmaya başlar.
Attilâ İlhan’ın Mavi’de yazmaya başlaması ve “sosyal realizm”
tartışmalarıyla Mavi ve Hisar arasındaki ilişkiler oldukça gerginleşir. Hisar’da
“sosyal realizm”in maskelenmiş bir komünizm propogandası olduğunu ima eden
yazılar çıkar. Hisar’ın 1 Kasım 1954 tarihinde yaptığı “Sosyal Realizmin Mahiyeti,
Yeni Türk Sanatındaki Yeri, Fayda ve Zararları Nelerdir?” başlıklı ankette, Peyami
Safa, “sosyal realizm” deyimini Marksistlerin kullandığını, bunun yerine bazen
“Réalisme révolutionnaire” dediklerini söyler (10). Bunun üzerine, Mavi’nin 1 Aralık
1954 tarihli 25. sayısında derginin “sosyal realizm”in yayın organı olmadığına dair
bir “açıklama” yayımlanır. Ancak, “Bir Açıklama” başlığı taşıyan bu yazıda derginin
poetikası konusundaki kararsızlıklar hissedilir:
Bazı gazete ve dergilerde Mavi, “Sosyal Realizm”in organı olarak
gösterilmektedir. Dergimizin Sosyal Realizm’le hiçbir ilişiği yoktur.
Mavi, bu konuda gerçeği ortaya çıkaracak tartışmalara zemin olmak
hazırlayabilmek ümidiyle Attilâ İlhan’ın yazılarına sütunlarında yer
vermiştir.
Dergimiz bu konuda bir anket hazırlamakta olup, anket sonunda,
kendi görüşünü de okuyuculara bildirecek, Sosyal Realizm karşısında
durumunu açıklayacaktır. (4)
63
Bu açıklamada, önce derginin “sosyal realizm”le bir ilişiği olmadığı söylenmekte,
ancak sonra derginin “sosyal realizm” karşısındaki tutumunun yapılacak anket
sonunda açıklanacağı belirtilmektedir. Bekir Çiftçi ve Ahmet Oktay derginin artan
baskılar ve jurnaller yüzünden böyle bir açıklama yapmak zorunda kaldığını
söylerler. Bekir Çiftçi, Milliyet Sanat’ın soruşturmasına verdiği yanıtta Mavi’nin
“ağır ve haksız suçlamalardan korktuğu için” 25. sayısında “sosyal realizmin organı
değilim” açıklamasını yapmış olduğunu belirtir (6). Ahmet Oktay’a göre ise
“toplumsal yaşamda gözlemlenmeye başlayan artan baskı havasının yaygınlaşması”
ve “bu jurnallerin abartılmasına yol açan psikolojiler” Attilâ İlhan ile derginin bir
bağı olmadığı yönündeki açıklamaya yol açmıştır (“ ‘Mavi’ Bir Dergi Olarak...” 4).
Asım Bezirci ise “İkinci Yeni’nin Tarihçesi” başlıklı yazısında, Mavi’yi
“toplumcu” bir dergi olarak niteler. Bezirci’ye göre, “Beraber, Yeryüzü ve Mavi gibi
toplumcu dergiler karşılaştıkları baskıdan dolayı yayınlarını keserler” (64). Ancak
derginin poetikasinın “sosyal realist” çizgiyle ne kadar uyuştuğu tartışmaya açıktır.
Ne de olsa Attilâ İlhan’ın yazıları dışında dergide “sosyal realizm”i savunan yazılara
rastlanmaz. Attilâ İlhan da, Mavi’de açılan edebî değerler sistemi soruşturmasına
verdiği yanıtta, Mavi’yle birlikte Evrim, Şiir Sanatı, Şairler Yaprağı, Yenilik gibi
yeni dergiler yerleşik edebi değerlerle “tartışma ve hesaplaşma” hareketine katılsa
da, “Mavi dâhil bütün yeni dergiler[in] Sosyal REALİZM yoluna girme[miş]”
olduğunu ve sosyal realizme kuşkuyla yaklaştıklarını belirtir (5, 8).
Mavi’nin poetikasının “sosyal realist” çizgiyle ne kadar örtüştüğü tartışmaya
açık olsa da, derginin poetikasında edebî değerlerin sorgulanmasına yönelik bir
tutumun bulunduğu kesindir. Mavi bu tutumu son sayılarına kadar devam ettirir. 26.
sayısında açtığı “Edebiyatımızda Değerler Sistemi” adlı soruşturmayı 30. sayısına
kadar sürdürerek edebî değerleri tartışmaya açar. Ancak, soruşturmaya katılanların
64
çoğu, yerleşik edebî değerlerin kişisel kaygılardan uzak bir şekilde tartışarak ve
eleştirerek “tasfiye” edilmesinin gerekliliğini vurgulasa da, yanıtlarında genellikle
edebî değerleri tartışmaktan çok dönemin şairlerine ve yazarlarına yönelik iddialarda
bulunmuştur.
Ahmet Oktay’a göre Mavi’nin başlattığı bu kavga “sonraki yıllarda Pazar
Postası’nda daha değişik boyutlarda sürdürül[müş] ve şiirsel açıdan ‘İkinci Yeni’
olayını doğur[muştur]” (4). Ahmet Oktay, Mavi’nin bir dergi olarak beklentileri
karşılamamış ve yetkin yazınsal ürünler verememişse de İkinci Yeni’yi haber vermiş
olduğunu belirtir (3). Oktay’a göre Mavi, “biçim-içerik ilişkilerinin daha kuramsal
bir düzeyde çözümlenmesi gereksinimini uyandırmış, dahası: Yerleşik ya da
iktidardaki biçemin ve izleklerin bir ötesi olduğunu sezdirmiştir. O öte’yi, ‘İkinci
Yeni’ diye adlandırılan ve Türk şiirini bütünüyle dönüştürecek olan (bu
adlandırmaya katılalım ya da katılmayalım) girişim bulacaktır” (3). Orhan Duru da,
Mavi’de yerleşik yazına karşı çıkmak gerektiğini hissettiklerini ve “Mavi’den sonra
bir bakıma şiirsel başkaldırma sayılabilecek ‘ikinci yeni’nin geldi[ğini]” belirtir
(“Soruşturma: Otuz Yıl Sonra...” 6).
İlk bakışta Mavi, edebî değerler sistemini ve Garip şiirini tartışmaya açarak
edebî bir dönüşümün yolunu açmış gibi görünmektedir. Bezirci’ye göre Attilâ İlhan
(Yılmaz Gruda ile birlikte) 1954’te Mavi’de Garip şiirine savaş açıp bu akımı
“silkelemiş”, diğer yandan da “imgeye, duyguya, müziğe, diğer edebi sanatlara
kapılarını aralayan şiirler” yazarak “İkinci Yeni diye adlandırılan ve özcü şiir
çizgilerinden uzaklaştırılan/saptırılan yeni şiirin ilk öncülerinden” olmuştur (66-67).
Mavi’de Attilâ İlhan’ın ilk “sosyal realizm” yazısı 1 Temmuz 1954, edebî
değerler sistemi anketi ise 1 Ocak 1955 tarihlidir. Asım Bezirci, İkinci Yeni’ye yol
açan şiirlerin 1954 Mayıs’ından itibaren Yeditepe, Şiir Sanatı, A, Yenilik, İstanbul ve
65
Pazar Postası’nda yayımlanmaya başlamış olduğunu belirtir (84). Bu durumda,
“İkinci Yeni” olarak adlandırılan şiir eğiliminin doğumu Mavi’deki sosyal realizm ve
edebî değer tartışmalarıyla hemen hemen eş zamanlı, hatta daha öncedir. Cemal
Süreya’nın ilk şiiri olan ve 1953 yılında Mülkiye dergisinde yayımlanan
“Şarkısıbeyaz” bu şiirsel dönüşümün başlangıcı olarak kabul edilirse, Mavi’de
1954’ün Temmuz’undan sonra başlayan tartışmaların İkinci Yeni’yi doğurmuş
olmasından söz edilemez. Ancak, Oktay’ı belirttiği biçim-içerik tartışmaları ile Pazar
Postası’ndaki tartışmalar arasında süreklilik bulunduğunu ileri sürmek olanaklıdır.
Mavi’nin nasıl kapandığına dair farklı görüşler vardır. Ahmet Oktay’a göre
Mavi, “yazınsal ve siyasal iktidara karşı bir platform oluşturmaya, yani sözcüğün asıl
anlamıyla ‘hareket’ olmaya başladığında, ‘Mavi’nin dağılması / dağıtılması için her
türden girişim yapılmıştır” (3). Asım Bezirci’ye göre Mavi, “gittikçe yoğunlaşan
baskılar ile Mehmet Çınarlı ve Peyami Safa’nın iftiraları yüzünden” kapanmak
zorunda kalır (67). Yılmaz Gruda ise derginin kapanmasındaki nedenin “ülke
çapındaki cayırtıdan korkmak” olmadığını, “dergiyi çıkaracak paraları kalmadığı”
için dergiyi kapatmak zorunda kaldıklarını belirtir (“Soruşturma: Otuz Yıl Sonra...”
6).
Ç. Yeditepe: Bayram Yerinde Ölüm-Dirim Savaşı
Yeditepe, 1 Nisan 1950’de “On Beş Günlük Sanat ve Edebiyat Gazetesi”
olarak İstanbul’da yayımlanmaya başlar. Sahibi ve editörü Hüsamettin Bozok’tur. Bu
tez çalışması için derginin 6-11 Aralık 1959’a kadarki ilk 211 sayısı incelenmiştir.
Küçük boy gazete (34 x 24 cm) ebatlarında yayımlanmaya başlayan dergi, 1 Nisan
1951’e kadar 4 sayfadır ve 20 kuruşa satılır. Derginin ilk sayfasında, sağ üst köşede
“Yeditepe” yazısı, bu yazının arkasında her sayıda rengi değişen bir İstanbul silüeti
66
bulunur. Dergi özellikle ilk yıllarındaki kâğıt kalitesi, yer verdiği resim ve
illüstrasyonlarının canlılığı ile bu tezde ele alınan diğer dergilerden ayrılır. Ancak,
kâğıt sıkıntısı ve artan maliyetler yüzünden derginin kâğıt kalitesinde 1950’ler
boyunca sürekli bir düşüş göze çarpar. Yeditepe, 1950-1960 arası görüntüsünü de sık
sık değiştirir. Dergi, 1 Nisan 1951’den itibaren boyutlarını büyüterek (40 x 24 cm)
gazete ebatlarına yaklaşır; sayfa sayısını 8’e, fiyatını da 30 kuruşa çıkararak aylık
yayımlanmaya başlar. 1 Mayıs 1952 tarihinden itibaren ise tekrar on beş günlük
yayımlanır. Derginin fiyatı, artan enflasyonist baskılarla 1 Şubat 1956’da 50 kuruşa,
1 Ekim 1958’de 75 kuruşa çıkar. 1-15 Nisan 1959’da dergi ebatlarında 16 sayfa
olarak 100 kuruştan satılır; Yeditepe, gazete formundan çıkarak dergi formuna
bürünür. Dergide Sapiksin Şampuan, Gripin, Puro Sabun gibi ürünlerin reklamlarına
rastlanır. Güzel sanatlar, müzik, tiyatro ve sinemaya ilişkin yazılar Yeditepe’de bu
tezde ele alınan diğer dergilere göre nispeten daha çok yer tutar. Derginin adı
İstanbul’un yedi tepesini çağrıştırdığı gibi “yedi” sanatı da çağrıştırmaktadır.
Papirüs’te yayımlanan “Bir Dergi: Yeditepe” başlıklı yazıda Yeditepe’nin tirajının
500-1500 civarında olduğu belirtilir (45).
Ülkü Tamer, Kitap-lık dergisinde yayımlanan “Yeditepe Bir Bayram Yeri
Gibiydi” başlıklı yazısında, Yeditepe’ye ilişkin deneyimlerini şöyle dile getirir:
Bir yayınevi gibi değildi Yeditepe. Yazarların buluştuğu cümbüşlü bir
bayram yerini andırıyordu. Fikret Âdil, Eflatun Cem Güney, İlhan
Tarus, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Samim Kocagöz, Muzaffer
Buyrukçu, Nevzat Üstün, Melih Cevdet Anday, Oktay Rifat, Salâh
Birsel, Edip Cansever, Cemal Süreya, Kemal Özer, Adnan Özyalçıner
ilk aklıma gelenler. (262)
67
Tamer’in adını verdiği yazar ve şairler, Yeditepe’nin poetikasını anlamak açısından
önemlidir. Yeditepe, gerçekten de yazınsal tavır açısından ilk bakışta oldukça
eklektik görünür. Bu tezde ele alınan 1950’lerdeki edebiyat dergileri içinde hem
toplumcu yazarların yapıtlarına, hem Birinci Yeni şairlerinin şiirlerine ve hem de
İkinci Yeni şairlerinin şiirlerine yer veren tek dergidir. Arif Damar, Cahit Irgat, A.
Kadir gibi toplumcu şairler; Birinci Yeni şairleri Orhan Veli, Melih Cevdet Anday,
Oktay Rifat’ın yanı sıra İlhan Berk, Edip Cansever, Cemal Süreya, Turgut Uyar da
Pazar Postası’ndan önce sık sık Yeditepe’de görünür. Öyküde ise Muzaffer
Buyrukçu, İlhan Tarus, Cengiz Yörük gibi imzalar öne çıkar. 1950 kuşağı
öykücülerine ise rastlanmaz.
Papirüs dergisinde yayımlanan “Bir Dergi: Yeditepe” başlıklı yazıda, az
sayfalı olan Yeditepe’nin sanata edebiyattan daha çok yer vermesi, belirgin “bir sanat
eğilimine, bir eleştiri anlayışına ya da bir dünya görüşüne” sahip olmaması ve
“Abdullah Rıza Ergüven’i, Ümit Yaşar’ı Edip Cansever’le, onu Attilâ İlhan’la, onu
da Melih Cevdet’le yan yana basmaktan çekinmeme[si]” eleştirilmiştir (45). Bu
yazıda, Türkiye’de edebiyat dergilerinin editoryal poetikalara sahip olmamaları
eleştirilmekte ve özellikle Yeditepe’de bu kusurun belirginleştiği ileri sürülmektedir
(45).
Yeditepe, her ne kadar ilk bakışta “eklektik” görünse de, bu görünüşün altında
derginin poetikasının temeli gizlidir: bütün yenilik hareketlerine açık olmak ve
düşünce özgürlüğünü savunmak. Yeditepe’nin rastgele derlenmiş gibi görünen
sayfalarının arkasında bu seçim yatar. Hüsamettin Bozok’un Dergiler Günü’nde
yaptığı konuşma 1 Nisan 1954’te Yeditepe’de “Dergilerimiz Günü” başlığıyla
yayımlanır. Bozok, bu yazıda Yeditepe’nin bu seçimini şöyle dile getirir:
68
Gazetemizin sayfaları, millî benliğimizi, özümüzü kaybetmemek
şartiyle, her türlü yenilik hareketlerine açık oldu. Geniş bir hürriyet
havası içinde, her türlü görüş ayrılıklarına saygı gösterdik. Bazen aynı
sayfa üzerinde iki komşu sütun arasında çetin tartışmalar oldu. Gazete
bugün de, kendi yayın faaliyetini acı şekilde tenkid eden okuyucu
görüşlerine yer vermektedir. (1)
Yeditepe, Hüsamettin Bozok’un da belirttiği üzere edebî yeniliklere ve farklı fikirlere
açık olmuştur. “Bir Dergi: Yeditepe” yazısında eleştirilen derginin “bulanıklığı”nın,
Yeditepe’nin fikir özgürlüğü ve yenilikçiliğe vurgu yapan demokratik “dünya
görüşü”nden kaynaklandığı ileri sürülebilir.
Yeditepe farklı görüşlere ve yeniliklere açık olsa da, özgül bir bir çizgisi de
vardır ve temelde toplumcu sanat ve edebiyat anlayışını savunmaktadır. Turgay
Keser’in Hüsamettin Bozok’la yaptığı röportajda Bozok, Yeditepe dergisinde
“Sosyalist gerçekçi akımın yazarlarına özel bir önem ver[diklerini], onların eserlerini
bas[tıklarını]” belirtmektedir (www.evrensel.net). “Güdümlü edebiyat”
tartışmalarında da, Yeditepe’nin toplumcu sanatı savunduğunun altı sık sık çizilir.
Aslında, “Bir Dergi: Yeditepe” yazısında da, Yeditepe’nin “toplumcu yönsemesi”ne
vurgu yapılmakta ve “İkinci Yeni’ye istemeye istemeye sayfalarını açtığı”
söylenmekte, yine de “dergininin sık sık yüz değiştirmesi” eleştirilmektedir (44-45).
Ancak, Yeditepe’nin farklı görüşlere açık olması, Erdal Doğan’ın belirttiği gibi
Yeditepe’yi “birçok sanatsal tartışmanın yapıldığı ‘serbest kürsü’ haline” getirir (50).
Doğan, derginin tartışmalarda tarafsızlığını korurken, “edebiyatın toplumdan yana
görüşünden de en ufak ödün verme[diğinin]” altını çizer (50).
Bozok, “Dergilerimiz Günü” yazısında, Yeditepe’ye ve dönemin diğer
edebiyat dergilerine ilişkin diğer bir noktaya dikkat çeker: ölüm-dirim savaşı.
69
Hüsamettin Bozok, derginin diğer editör yazılarında da sık sık derginin verdiği ölüm-
kalım mücadelesine değinir. Yeditepe’nin tiraj sıkıntıları ve maddi imkânsızlıkları,
Bozok’un okurlarına temel seslenişini oluşturur: “Yeditepe’ye Abone Bulunuz”.
Tirajı hiçbir zaman 1500’ü geçmeyen Yeditepe, “Okuyucularımıza” yazısında
okurlara şöyle seslenir: “Yeditepe her şeye rağmen yaşamak azmindedir. Zira yaptığı
işin bir memleket hizmeti olduğuna bütün güciyle inanmaktadır” (1). Hüsamettin
Bozok, röportajında derginin de yayınevinin de kâr etmediğini, kâr amacı
gütmediklerini ve başka işlerden kazandığı parayı burada harcadığını belirtir
(www.evrensel.net).
Yeditepe sadece finansal bir ölüm-dirim savaşı vermez. Bozok, “Dergilerimiz
Günü” yazısında, Yeditepe ve benzeri yayınların yaptıkları asıl mücadelenin “satış ve
satışsızlık yani kendilerinin ölüm-dirim savaşı değil, kökleri çok derinlerde olan,
memleket çapında bir eski-yeni dâvası” olduğunu söyler (1, 8). Bu noktada,
Yeditepe’nin “yenilerin mücadele alanı” olduğunu söylemek yanlış olmaz. Derginin
diğer bir amacı da yeni yetenekleri ortaya çıkarmak ve tanıtmaktır. Hüsamettin
Bozok, “Gazetemiz 9 Yaşında” başlıklı yazısında şöyle der: “Kaliteli bir sanat için
çalışmaya, sayfalarında en genç ve değerli imzaları toplamıya çok gayret sarfetmiş,
ünlü de olsa kof ve köhne değerlerden kaçınmayı kendine amaç bilmiştir” (1). Tarık
Dursun K., “Parantez içinde Hüsamettin Bozok ve ‘Yeditepe’ ” yazısında Servet-i
Fünûn gibi Yeditepe’nin de bir yetişme ve yetiştirme okulu olduğunun altını çizer
(207). “Bir Dergi: Yeditepe” yazısında da “şiirde Nevzat Üstün, Metin Eloğlu, Edip
Cansever, Cemal Süreya; hikâyede Muzaffer Buyrukçu, Tarık Dursun, Cengiz
Yörük; eleştiride Memet Fuat” gibi birçok yazarın Yeditepe’de geliştiğini ve
kimliğini bulduğu belirtilir (44). Eleştiride Memet Fuat’ın adının anılması anlamlıdır.
Bu bağlamda, Yeditepe sadece yeni sanatçılar değil yeni bir eleştirmen de
70
yetiştirmiştir. Memet Fuat, “Kendini Eleştirmek” yazısında onu eleştirmenliğe
başlatanın Hüsamettin Bozok olduğunu belirtir:
Ben eleştirmenliğe hazırlanmış, eleştirmen olabilmek için gereken
eğitimi görmüş bir kimse değilim. Bambaşka bir sanat alanında
çalışıyordum. Eleştirmenliği başıma Hüsamettin Bozok sardı.
Gazetesine yazı bulamıyordu. ‘Sen bu işi beceriyorsun, Yeditepe’ye
sık sık yaz,’ diye tutturdu. Ben de yazdım. Onun oyununa gelmeden
önce, arada sırada eleştiri yazıları da karalayan tanınmamış bir
sanatçıydım. Sonra göz açıp kapayıncaya kadar bir de baktım adım
eleştirmene çıkmış. (28)
İkinci Yeni şairlerinin de yapıtlarını, Pazar Postası’ndan önce Yeditepe’de
yayımlama olanağı bulduklarını söylemek yanlış olmaz. Yeditepe, kısıtlı sayfalarında
yeni sanatçılara olduğu kadar, şiirde Orhan Veli, Oktay Rifat, Melih Cevdet Anday,
Fazıl Hüsnü Dağlarca, öyküde Halikarnas Balıkçısı gibi nispeten daha eski kuşaktan
imzalara da yer verir. Aslında, Yeditepe’nin verdiği eski-yeni mücadelesinde, iki
tarafa da yer verdiği ve ikisi arasında bir bağ kurduğu da söylenebilir. Doğan Hızlan,
“Yeditepe” başlıklı yazısında şöyle der: “Genç kuşak için usta yazarlarla tanışmak,
birbiriyle arkadaş olmak için uygun bir mekandı. Dergi adeta bu işlevi de
üstlenmişti” (143). Yeditepe, eski-yeni edebiyat tartışmalarındaki çift taraflı
mücadelesini uzun yıllar sürdürse de, ölüm-dirim savaşını mali sıkıntılar nedeniyle
1984’te yitirir.
D. Pazar Postası: Köyden Kente Edebiyattaki Değişim
“Haftalık siyasi gazete” olan Pazar Postası’nın ilk sayısı Ankara’da 4 Şubat
1951 yılında yayımlanır. 40 x 28 cm ebatında olan gazete, 8 sayfadır ve 25 kuruşa
71
satılır. Sahibi ve editörü eski CHP milletvekili ve bakanı Cemil Sait Barlas’tır. Cemil
Sait Barlas, günlük bir gazete olan Son Havadis’i de çıkarmaktadır. Pazar
Postası’nın 4 Şubat 1951 tarihli ilk sayısında Memduh Şevket Esendal’ın “Hanife”
adlı öyküsü ve çeviri bir polisiye roman tefrikası dışında edebiyatla ilgili hiçbir şey
yoktur. Derginin üçüncü sayısından itibaren ise Nurullah Ataç’ın yazıları
yayımlanmaya başlar. 25 Mart 1951 tarihli 8. sayısından itibaren de 12 sayfalık
derginin bir sayfası “Sanat-Edebiyat” köşesine ayrılır. 19 Ağustos 1951 tarihli
sayısında ise “Sanat-Edebiyat” köşesi iki sayfaya çıkar. Derginin ilk yayın dönemi
31 Ağustos 1952 tarihli 79. sayıyla sona erer. Derginin bu ilk yayın döneminde, daha
çok çeviri şiir ve öyküler yayımlanmakta, “Sanat-Edebiyat” köşesinde ise güzel
sanatlar, tiyatro ve müzikle ilgili yazılara ağırlık verilmektedir. Derginin ilk
döneminde, daha çok Can Yücel’in T.S. Eliot, W.B. Yeats ve W.H. Auden gibi
şairlerden yaptığı çeviriler ağırlıklı olsa da, Edip Cansever ve İlhan Berk gibi
şairlerin şiirlerine de rastlanabilmektedir. Bu dönemde, Attilâ İlhan’ın şiir ve yazıları
da sıklıkla dergide yer alır; 1952’de İlhan’ın Sokaktaki Adam romanının tefrikası
yapılır.
Yaklaşık üç buçuk yıl aradan sonra 1 Ocak 1956 tarihinde Pazar Postası
yeniden yayımlanmaya başlar. Erdal Doğan, Edebiyatımızda Dergiler kitabının
“Pazar Postası” bölümünde dergide “1955’lere kadar siyasi yazıların ağırlıkta
olduğunu” söyler (53). Ancak, Ağustos 1952-Ocak 1956 arası Pazar Postası
yayımlanmamıştır. İkinci Yeni tartışmalarının yoğun olduğu 1956 ve 1957 yıllarında
gazetenin “Sanat-Edebiyat” köşesi hâlen iki sayfadır. 1958 yılının Nisan ayında
gazetenin sayfa sayısının 14’e çıkmasıyla birlikte edebiyat-sanat sayfası da 4 sayfaya
çıkar; 2 Kasım 1958’den itibaren 16 sayfaya çıkan gazetenin hemen hemen yarısı
sanat ve edebiyata ayrılmıştır. Bu tez çalışması için gazetenin birinci yayın
72
dönemindeki ilk 79 sayısının ve ikinci yayın döneminde 1959’a kadarki 155
sayısının sanat ve edebiyat sayfaları incelenmiştir. Milli Kütüphane kayıtlarında
1959 yılına ait 42 sayı ve 1960 yılına ait bir sayı gözükse de, bu sayılar
bulunamamıştır. Beyazıt Kütüphanesi’nde ise Pazar Postası’nın 1958 yılına kadarki
sayılarına ulaşılabilmektedir. Pazar Postası’nın tirajı hakkında bir bilgiye
rastlanamadıysa da, Muzaffer İlhan Erdost, 12 Ekim 2006 tarihli görüşmemizde,
hatırlayabildiği kadarıyla Pazar Postası’nın tirajının bin civarında olabileceğini
belirtmiştir.
Pazar Postası’nın ilk sayısının birinci sayfasında gazetenin kurucusu ve
sahibi olan Cemil Sait Barlas’ın “Pazar Postası Niçin Çıkıyor” başlıklı yazısı yer alır.
Barlas, bu yazısında Pazar Postası’nın en temel amacının inkılapçılığın korunması
olduğunu belirtir:
Genç Türkiye Cumhuriyetini yaratan ve ortaçağ zihniyetinden bu
cemiyeti kurtaran (inkılâpçılık) prensiplerinin müdafaası lâzım geldiği
fikrindeyiz. Bunun yapılabilmesi için de inkılâbın sebeplerini
araştırmak ve (tez)leştirmek zarureti vardır. Çıkmaya başlayan (Pazar
Postası) bu yolda memlekete ufak bir hizmet ederse gayesine erişmiş
olacaktır. (1)
Pazar Postası “haftalık siyaset gazetesi” olarak çıktığından manifestosunda derginin
poetik duruşu hakkında bir açıklama yer almaz.
Dergi künyesinde Muzaffer İlhan Erdost’un adı 23 Haziran 1957 tarihinden
itibaren editör olarak geçmeye başlamıştır. Ancak, kendisiyle 12 Ekim 2006
tarihinde yaptığım görüşmede, Erdost derginin editörlüğünü 1956’dan itibaren fiilen
yürütmeye başladığını belirtmiştir. Erdal Doğan’a göre Pazar Postası, Erdost’un
editör olmasıyla beraber “her hafta yayımlanan şiir, öykü, çeviri, eleştiri ve polemik
73
yazılarıyla 1956 sonrası edebiyatımızın en etkili dergilerinden biri olur” (53). Pazar
Postası siyasi bir gazete olarak yayımlanmasına rağmen Muzaffer İlhan Erdost ve
İkinci Yeni akımıyla özdeşleştirilir. Doğan’a göre “yeni bir şiirsel oluşuma doğru
yola çıkıldığı, bu oluşuma Pazar Postası’nın sayfalarını açtığı görülür” (54). Aslında,
bu yeni şiirsel oluşum Pazar Postası’ndan ve 1956’dan önce filizlendiyse de, bu
oluşumun tartışılması Muzaffer İlhan Erdost ve Pazar Postası’yla başlamıştır.
Erdost, 29 Temmuz 1956’da Pazar Postası’nda yayımlanan “İlhan Berk”
başlıklı yazısında Yeditepe dergisinde yeni bir şiirin gün geçtikçe geliştiğini söyler:
“Bugün Orhan Velilerin, Fazıl Hüsnülerin, Behçet Necatigil’lerin ilerisinde yeni bir
şiirimiz var mı? Yeditepe dergisini okuyanlar, orada İlhan Berk’i, Turgut Uyar’ı,
Cemal Süreya’yı, Tevfik Akdağ’ı, Yılmaz Gruda’yı, bunlarla birlikte ayrı bir şiirin
gün geçtikçe geliştiğini görmüşlerdir” (7). Bu yazının yazıldığı tarihte, Muzaffer
İlhan Erdost henüz “İkinci Yeni” adını koymamıştır. Bu adı ilk kez Son Havadis
gazetesindeki 19 Ağustos 1956 tarihli “İkinci Yeni” başlıklı yazısında kullanmıştır.
Erdost’a göre İkinci Yeni akımını ilk “bulgulayan” Yaşar Nabi’dir; Varlık, “bu tam
belirginleşmemiş şiiri, ayırma yeteneği göstererek yayımlamamıştır” (“İkinci Yeni
Üzerine...” 76-77).
Birinci ya da ikinci yayın döneminde, Pazar Postası’nın poetik duruşunu
açımlayan manifesto niteliğinde yazılar yayımlanmaz. Ancak, 1956’nın ortalarından
itibaren derginin editörlüğünü üstlenen Muzaffer İlhan Erdost’un çoğu yazısının
şiirdeki değişimi anlamaya, tanımlamaya ve tartışmaya yönelik olduğu söylenebilir.
Örneğin, “Tartışma Yanılmaları” başlıklı yazısında Erdost, asıl amacını şöyle dile
getirir:
İkinci yeni üzerine yazdığım yazılar yanlış hücumlara uğradı. Benim
işim, belirmeye başlayan bir şiirin değerini belirtmekti. Ben o şiiri
74
yanlış anlamış, yanlış değerlendirmiş olabilirdim. Bana karşı duranlar,
o şiiri göstererek benim yanıldığımı söylemediler de, yazılarımı, hiç
düşünmeden “doğru” diye ele alıp, doğrudan doğruya benim
sözlerime cephe aldılar. Oysa kaç kere söyledim. Bizim işimiz bu
şiirin soyunu-sopunu gün ışığına çıkarmak olmalıdır. Bir kere bu şiirin
ne olduğunu bilelim ki, ondan sonra tutumumuzu saptayalım. (7)
Erdost’un bu dönemde yazdığı yazıların çoğu, bu yazısında da belirttiği gibi, temelde
bu şiirin ne olduğunu anlamaya yöneliktir. Ancak, Erdost’un yazıları şiirdeki
değişimi anlamaya ve tartışmaya yönelik olsa da, Erdost’un İkinci Yeni hakkında
söyledikleri pek çok eleştirmen tarafından tartışılmadan, bu şiirin “ilkeleri” olarak
kabul edilmiş ve bu “ilkeler” hedef alınmıştır.
Erdost, daha sonraki yazılarında ise o dönemde Pazar Postası’nda şiirin
özgürleşmesini savunduğunu belirtir. Cumhuriyet gazetesinde 14 Ocak 1990 yılında
yayımlanan “ ‘Papirüs’ Düşçüsüyle Buluşma” başlıklı yazısında şöyle der: “Pazar
Postası’nda şiirin tam özgürleşmesini savunurken, şiirin anlamsıza kadar özgür
olması gerektiğini de vurguladım. Bunu, bugünkü kadar açık, yalın bir biçimde ifade
ettiğimi söylemem doğal ki” (117). Şubat 1989’da Argos’ta yayımlanan “İkinci Yeni
İçin Yeni Türevler: ‘Anlamsıza Kadar Özgürsün’ ” yazısında ise Pazar Postası’nda
“kendini özgürmüş gibi duyumsayan ve duyumsatmak isteyen bu davranışa, derginin
sayfalarını [...] açıverdiğini” söyler (112). Öte yandan, Muzaffer İlhan Erdost, Pazar
Postası’nda İkinci Yeni’yi ve “şiirin özgürleşmesini” savunmuş olsa da, derginin
sayfalarını gerek kendi yazıları aleyhinde gerekse de İkinci Yeni aleyhinde yazılara
da açık tutmuştur. Erdost’un “İkinci Yeni İçin Türevler: ‘Anlamsıza Kadar
Özgürsün’” yazısında belirttiği gibi İkinci Yeni’nin aldığı tepkiler de Pazar
Postası’nda yayımlanmıştır (113). Pazar Postası’nda Halis Acarı takma adıyla yazan
75
Asım Bezirci’nin yanı sıra Ahmet Oktay ve Fethi Naci gibi toplumcu eleştirmenlerin
yazılarına da rastlanır.
İronik bir biçimde, bazı eleştirmenler tarafından Demokrat Parti “dikta”sının
bir ürünü olarak kabul edilen İkinci Yeni, en geniş yeri DP’ye muhalefet eden Pazar
Postası’nın sayfalarında bulmuştur. Asım Bezirci, 1986 yılında yayımlanan “İkinci
Yeni Bir Kaçış Şiiri(mi)dir” başlıklı yazısında, Ahmet Oktay’ın Gösteri dergisinde
çıkan “İkinci, Yeni Üstüne” yazısını eleştirmiştir. Bezirci’ye göre Pazar Postası o
dönemde Oktay’ın ileri sürdüğü gibi DP’ye muhalefet eden biricik dergi değildir,
DP’ye muhalefet eden “Gerçek (1950), Hür Marko Paşa (1949-1950), Medet (1950) ,
Yeni Başdan (1946-1950), Yeni Ses (1948-1951), Yeditepe (1945-85), Yer Yüzü
(1951-1952), Adembaba (1952), Beraber (1952-1953), Mavi (1952-1956), Yeni
Ufuklar (1953-1956)” gibi sol kanat dergiler de vardır (214). Pazar Postası, DP’ye
muhalefet eden tek dergi olmasa da, Bezirci’nin saydığı ve bu tezde ele alınan
Yeditepe ve Mavi gibi edebiyat dergilerinin DP’ye muhalefet ettiği söylenemez.
1950’de yayımlanmaya başlayan Yeditepe’nin kuruluş yılının yanlış verilmiş
olmasının yanı sıra, Yeditepe bir “edebiyat ve sanat gazetesi”dir; doğrudan siyasetle
ilgili yazılara yer vermez. Bu açıdan “toplumcu” bir yazın anlayışını savunmuş olsa
da, Yeditepe’de DP’ye muhalefet eden yazılara rastlanmaz. Mavi dergisinin Attilâ
İlhan’ın yazılarına yer vermesi dışında “toplumcu” bir yazın anlayışını savunduğunu
söylemek de güçtür; ayrıca Mavi’de de Yeditepe gibi doğrudan siyasetle ilgili ve
DP’ye muhalefet eden yazılara rastlanmaz.
Bezirci’ye göre Pazar Postası DP’ye muhalefet eden tek dergi olmamasının
yanı sıra, “tavrı da yumuşaktı[r]” ve dergi hiç kovuşturmaya uğramaz (215). Bir
siyaset gazetesi olan Pazar Postası’nin Bezirci’nin DP’ye muhalefet eden dergiler
arasında saydığı Mavi ve Yeditepe’ye göre daha açık ve sert bir tavrı olduğu kesindir.
76
Cemil Sait Barlas, başyazılarında ülkenin siyasi ve ekonomik bir “buhran”
geçirdiğini belirterek DP’yi, DP’nin siyasi ve iktisadi politikalarını, fikir
özgürlüğünü kısıtlamasını sık sık eleştirir. “Neden Sosyalistliği Beğeniyoruz?”
yazısında sosyalizmi komünizmden ayırarak, devletçi ve sosyal güvenliğe dayanan
sosyalizm anlayışını beğendikleri belirtir (1). Dergi hiç kovuşturmaya uğramasa da,
derginin sahibi Cemil Sait Barlas, 1957 seçimleri ertesinde idam talebiyle
tutuklanarak hapse atılmıştır. Barlas’ın tutuklanmasının ardından Pazar
Postası’ndaki başyazısında Bülent Ecevit, “Devrimciliğin Geçirdiği Son Sınav”
başlıklı yazısında Cumhuriyet’in ciddi bir tehlike altında olduğunu ve bu tehlikenin
kaynağının DP olduğunu ileri sürmüştür (1). Cemil Sait Barlas’ın tutuklanmasından
sonra da, DP’ye sert bir biçimde muhalefet eden yazılar Pazar Postası’nda
yayımlanmaya devam eder.
İkinci Yeni şiirleri o dönemde DP’ye sert şekilde muhalefet eden dergilerden
birinde yer almış olsa da, bu durum 1950’lerdeki şiirsel dönüşümün bir “kaçış”
hareketi olup olmadığına dair bir kanıt oluşturmaz. Aslında, temeldeki sorun bazı
toplumcu eleştirmenlerin bu değişimi “kaçış”, “baskı”, “dikta” gibi kısır terimlerle
açıklamasıdır. Nedense bazı toplumcu eleştirmenler, şiirdeki değişimin toplumsal
değişimle ilgisini araştırmak yerine, bu değişimi güncel siyasal olaylarla açıklama
yoluna gitmişlerdir. DP’nin baskısı ve düşünce özgürlüğüne getirdiği kısıtlamalar,
kuşkusuz 1950’lerin somut bir gerçeğidir. Ancak Erdost’un da belirttiği üzere, “genel
ve kolay bir izah tarzı haline gelen ‘baskı’ gerekçesi, gerektiği kadar kullanılmalıdır”
(alıntılayan Oktay, Toplumcu Gerçekçiliğin Kaynakları 407). Örneğin Asım Bezirci,
1950’ler boyunca komünistlik imalarına aldırmadan Kaynak, Mavi, Pazar Postası,
Seçilmiş Hikâyeler ve Yeni Ufuklar ve gibi pek çok dergide “sosyal realizm”i ve
“Atatürkçü” bir sosyalizmi savunmuş olan Attilâ İlhan’ın şiirlerindeki “bireysel”
77
yönü bile “baskı”yla açıklamıştır. Bezirci, İlhan’ın şiirleri için şöyle der: “Gerçi bu
şiirlerin—baskıdan ötürü—bireysel yönü ağır basar, ama yeni bir ses ve deyiş
getirdikleri gözden kaçmaz” (“İkinci Yeni’nin Tarihçesi” 67).
Bazı toplumcu eleştirmenlerdeki şiirsel değişimi “baskı”, “dikta”, “kaçış” gibi
formüllerle açıklama eğilimi, 1950’lerin köyden-kente göç ve kentleşme gibi iki
önemli sosyolojik olgusunu gözden kaçırmalarına neden olmuştur. Muzaffer İlhan
Erdost “Pazar Postası İçin Bir Pazar Söyleşisi” başlıklı yazısında Pazar Postası’nı
“köylünün kentliye koştuğu bir coğrafya, kentlinin de kendini görüp sevdiği bir arsa”
olarak tanımlar (99). Erdost’a göre köyün kente aktığı, yeni bir kültürün filizlendiği
bu ortamda değişen toplumsal yapıyla birlikte, bu ortamdaki insan da, “değişen
insanın estetiği, dili, şiiri de değişmiştir” (100-03). Pazar Postası, şiirdeki bu
değişimi desteklemiştir.
Bu tezde ele alınan beş derginin ayrı poetikalara sahip olması, dönemin
edebiyat dergiciliğine ilişkin genellemeler yapmayı güçleştirse de, ele alınan
dergilerin bazı ortak özellikleri de bulunmaktadır. Manifestolarda veya dergi
editörlerinin / sahiplerinin yazılarında, dergilerin “kültür ve sanata hizmet etmek”
gibi amaçlar taşıdığı belirtilir. Bu dönemin edebiyat dergilerinde Mark Parker’ın
İngiliz edebiyat dergilerinde gözlemlediği türde ticari bir profesyonelleşmeden ve
uzmanlaşmadan söz etmek güçtür. Varlık içeriğiyle ve Yeditepe daha çok renkli
baskı, sayfa kalitesi gibi fiziksel özellikleriyle okurların zevkine duyarlık gösterse de,
iki derginin de okurları eğlendirmek gibi bir amacı olduğu söylenemez. Mavi ve
Hisar’da dergi kurucularının edebî ürünlerine sık sık rastlanır. Dergicilerin ticari bir
kazanç veya ün peşinde olup olmadıkları veya varsa bu amaçların derecesi tartışmaya
açıktır. Ancak, dergi editör ve sahiplerinin profillerine bakıldığında ticari anlamda
bir uzmanlaşma ve profesyonelleşme olmadığı görülür. Dergiye ticari yatırım yapan
78
bir dergi sahibi ve bu ticari yatırımdan sorumlu bir editör profili yoktur. Mavi, Varlık
ve Yeditepe’nin sahipleri ve editörleri aynı kişilerdir. Hisar’da Mehmet Çınarlı, İlhan
Geçer’le editöryal sorumlulukları paylaşıyor gibi görünmektedir. Pazar Postası’nda
ise Cemil Sait Barlas siyasi yazıların, Muzaffer İlhan Erdost edebî yazıların editörleri
olduğu görünümünü çizerler. Derginin ilk sayfalarındaki başyazıları Barlas
yazmakta, “Edebiyat-Sanat” köşesinde ise düzenli olarak Erdost’un yazıları
çıkmaktadır.
Yenilik anlayışları farklı olsa da, beş dergi de edebiyatta yeniliği
savunmaktadır. Hisar’ın poetikası “eskiye dayanan” bir yenilik anlayışı üzerine,
Varlık’ın bu dönemdeki poetikası sınırlı ve aşırıya kaçmayan bir yenilik anlayışı
üzerine, Yeditepe’nin anlayışı yeniliğe açık olmak üzerine, Pazar Postası’nın anlayışı
ise yeniliği özgür bırakmak üzerine kurulmuştur. Mavi’nin poetikası ise edebî
değerleri sorgulamayı temel almıştır.
1950’lerin edebiyat dergilerinde, 1925-1940 arası dergilere kıyasla eklektiklik
nispeten azalmış görünmektedir. Haftalık siyasi gazete olan Pazar Postası hariç, bu
tezde ele alınan dergilerde güzel sanatlar, tiyatro, müzik yazılarına yer verilse de,
edebiyatın öncelikli olduğunu söylemek olanaklıdır. Hisar, Mavi, Varlık ve Yeditepe
dergilerinde ekonomi veya hukuk gibi alanlarda hemen hemen hiçbir yazı yoktur.
Varlık dergisinde doğrudan siyasetle ilgili yazılara rastlanmakla birlikte, Hisar, Mavi
ve Yeditepe’de salt siyasal konularda yazılar bulunmamaktadır. Ancak Pazar Postası
dışındaki dergilerde doğrudan siyasetle ilgili yazılar çok az olsa da, edebiyat
yazılarında ve tartışmalarında edebî ve politik söylemler sıklıkla iç içe
geçebilmektedir. Eklektiklik azalmış olsa da, Elisabeth Kendall’ın Mısır edebiyat
dergiciliğini incelerken yaptığı uzmanlaşmış avangard edebiyat dergisi-genel kültür
dergisi ayrımından söz etmek güçtür. Kendall’ın Mısır edebiyat dergilerinde
79
gözlemlediğinin tersine Türkiye’de 1950’lerde deneysel ve biçimci arayışlar
uzmanlaşmış / avangard bir edebiyat dergisinde değil aslında bir siyaset gazetesi olan
Pazar Postası’nda en geniş yeri bulmuştur.
80
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
POLİTİKALAR
Tezin bu bölümünde dergiler arası ilişkiler iki alt bölümde incelenecektir:
“Dergiler Arasındalık” ve “Tartışma mı, Polemik mi?” Bu ayrımın fiili bir ayrım
olmaktan çok işlevsel bir ayrım olduğunun altının çizilmesi gerekir. “Dergiler
Arasında” köşelerinde yayımlanan yazılar sıklıkla tartışma ve polemik içerebildiği
gibi, bu köşeler dışında yer alan tartışma ve polemiklerde de diğer dergilere
göndermeler yapılmaktadır. “Dergiler Arasındalık” alt bölümünde, bu köşelerin
çözümlemesi yapılacaktır. “Tartışma mı, Polemik mi?” alt bölümünde ise dergilerin
dönemin tartışmalarında aldıkları tutumların serimlemesi yapılacaktır. 1950’lerde
edebiyat dergilerinde en çok tartışılan konular dört alt gruba ayrılmıştır: “Köy
Edebiyatı”, “Güdümlü Edebiyat ve Sosyal Realizm”, “Birinci Yeni” ve “İkinci
Yeni”. Bu dönemde dil-devrik cümle, öznel-nesnel eleştiri ve eleştirinin yokluğu gibi
konularda da yoğun tartışmalar yürütülse de, bunlar edebî üretimi ve tüketimi
doğrudan etkilemediği için tezin kapsamı dışında bırakılmıştır.
A. Dergiler Arasındalık
1950’lerdeki edebiyat dergiciliğinin en belirgin özelliklerinden biri “dergiler
arasındalık”tır. Bu dönemde, dergiler arasındaki yoğun iletişimin en temel
81
göstergeleri “Dergilerde”, “Dergiler Arasında” gibi köşelerle, dergiler arasında süren
tartışma ve polemiklerdir. Dergi eleştirisi, 1950’lerdeki edebiyat dergilerinde
azımsanmayacak bir yer tutar. “Dergiler Arasında” gibi köşelerde yer alan yazılar,
tartışma ve polemik yaratabildiği gibi, hâlihazırdaki tartışmalar da bu köşelere
taşınabilmektedir. Bu köşelerin dışında da, bu tezde ele alınan edebiyat dergilerinde
tartışma ve polemik yazılarına sıklıkla rastlanmaktadır. Memet Fuat, 1952 ve 1998
arasında yaptığı tartışmaları derlediği Tartışmalar kitabının “Sunu” bölümünde bu
durumu şöyle dile getirir:
1950’lerde yazın dergilerinin aşağı yukarı hepsinde “dergilerde”,
“dergiler arasında” gibi üst başlıklarla sunulan bölümler olurdu. Bu
bölümlerde değinme nitelikli eleştirilerin yer alması tartışmalara yol
açardı. İlkin bu bölümleri okuduğumuz, salt bu bölümleri için
aldığımız dergiler vardı. Örnekse, bilimsel incelemeler yayımlayan,
ağırbaşlı, donuk “Türk Dili” dergisini Nurullah Ataç’ın “Dergilerde”
bölümü için alırdık. Sanırım öbür dergileri benzer bölümler açmaya
yönlendiren de salt bu bölümüyle bilimsel bir derginin okurlarından
gördüğü olmuştu. (7)
O dönemde, “Dergiler Arasında” köşelerini Nurullah Ataç, Yaşar Nabi Nayır, Memet
Fuat gibi isimlerin yazması, dergi eleştirisine ve tartışmalara verilen önemi doğrular
niteliktedir.
1950’lerde basındaki nicel ve nitel değişim sonucu edebiyat dergilerinde de
diğer dergilerden haberler veren “Dergiler Arasında” köşeleri oluşturulmaya başlar.
İlk kez 1951 yılında Türk Dili dergisinde Nurullah Ataç’ın “Dergilerde” köşesi
yayımlanmaya başlamış, 1957’ye kadar devam etmiş, ancak Ataç’ın ölümüyle
kesintiye uğramıştır. 1958’den sonra 1963’e kadar kesintili olarak bu köşe devam
82
etmiştir. 1953-1957 arasında Varlık dergisinin çoğunlukla Yaşar Nabi’nin yazdığı
“Gazete ve Dergiler Arasında” köşesinden Hisar, Mavi, Yeditepe, Yeni Ufuklar gibi
dergilerle girdiği polemikler takip edilebilmektedir. Yeditepe dergisinde ise beş kez,
kısa aralıklarla yayımlanan dergiler köşeleri oluşturulur. 15 Kasım 1953-15 Haziran
1954 yılları arasında Memet Fuat “Kitaplar, Dergiler, Gazeteler” köşesini yazmış,
1955 yılında iki sayıda Melih Cevdet Anday’ın “Dergileri Okurken” köşesi yer
almış, 1 Haziran 1956’dan itibaren dört sayı Tahir Alangu’nun “Dergiler” köşesi
yayımlanmış, 1958 yılındaki üç sayıda “Dergiler” köşesinde Arif Yalçın yazmış ve
son olarak 1959 yılında Memet Fuat ve Cemal Süreya’nın ortak yazdığı “Dergiler
Arasında” köşesi üç sayı devam ettirilmiştir. Tahir Alangu’nun “Dergiler” köşesinin
oluşturulduğu 1 Haziran 1956 tarihli Yeditepe’de, köşe sunulurken yurtta edebiyat ve
sanata ilginin artması, okur kitlesinin gelişmesi ve dergilerin artması gibi nedenlerle
Yeditepe’de “Dergiler” köşesinin oluşturulduğunu söylenmektedir (7). Pazar
Postası’nın ilk yayın döneminde Baki Kurtuluş, ikinci yayın döneminde 1 Ocak
1956-23 Nisan 1956 arası, o dönemde Pazar Postası’ndan yazmasından ve
üslûbundan dolayı Nurullah Ataç olduğu tahmin edilen A., daha sonra ise İlhami
Soysal “Dergiler Arasında” köşesinde yazmıştır. Hisar dergisinde ise 1952-1954
arası “Sanat Dergileri”, “Dergiler”, “Dergilerde” gibi çeşitli başlıklar altında, 1954-
1956 arası “Dergiler Arasında” başlığı altında Mehmet Çınarlı, İlhan Geçer, O.
Fehmi Özçelik gibi isimlere rastlanır. Mavi dergisinde, 1953-1954 yılları arasında
“Dergiler Arasında” köşesinde Nezih Ümit ve Kemal Aydın’ın yazıları
yayımlanmıştır.
1950’lerdeki tartışma ve polemiklerin, dergilerin ve bu dergilerdeki imzaların
tanınması üzerinde etkili olduğu düşünülebilir. Örneğin Memet Fuat, Tartışmalar
kitabının “Sunu” bölümünde adının kısa sürede duyulmasını tartışmaya olan
83
düşkünlüğüne bağlar (8). Nitekim, kültürün ve basının endüstrileşme aşamasında
olduğu, ama henüz endüstrileşmemiş olduğu 1950’lerde, edebiyat dergilerinde kitap-
tanıtımı türünden yazılar bugüne göre nispeten daha az yer tutmakta, tartışma-
polemik türünden yazılar yazarların tanınırlığını artırabilmektedir. Ancak, bu
“tanınma” neden değil sonuçtur. Bu tartışma ve polemiklerin sadece “tanınma” veya
“edebi meşruiyet” kazanma amaçlı yapıldığını ileri sürmek güçtür; “tanınma”,
yapılan tartışma ve polemikler sonucu olarak ortaya çıkabilmektedir. Ayrıca, tartışma
ve polemiklerin “tanınma” üzerinde “sınırlı” bir etkisi olduğunu belirtmek gerekir.
Her polemikçi “ün” kazanmadığı gibi, tartışmalara ve polemiklere girmediği hâlde
tanınan çok insan vardır.
Tirajları ne ölçüde etkilediği tartışmaya açık olsa da, “Dergiler Arasında” gibi
köşelerin, dönemin dergilerini ve bu dergilerde çıkan yazıları hâlihazırdaki dergi
okuyucularına tanıtarak, diğer dergilerin de tanınmasına ve satılmasına yardımcı
olduğu düşünülebilir. Örneğin Konur Ertop, “Ataç’ın Taşradaki Küçük Dergileri”
başlıklı yazısında, Nurullah Ataç’ın Türk Dili dergisindeki “Dergilerde” köşesinin,
onu diğer dergilere de yönelttiğini şöyle dile getirir: “Yavaş yavaş ben de onun
sözünü ettiği Varlık, Yeni Ufuklar, Seçilmiş Hikâyeler gibi, sayfalarında tanınmış
yazarları ağırlayan dergileri okumaya başlamıştım” (10).
“Dergiler Arasında” köşelerinde tartışma ve polemiklerin yanı sıra, yeni çıkan
dergilerin tanıtımlarına, dergi eleştirilerine ve dergilerde çıkan yazıların tanıtım ve
eleştirisine yer verilir. Dergiler arası ilişkileri bu köşelerden takip etmek
mümkündür. Örneğin, Mavi dergisi ilk kez yayımlanmaya başladığında Ocak 1953
tarihli Hisar’ın “Dergiler” başlığı taşıyan sütununda şöyle tanıtılır: “Ankara’da iki
aydır yeni bir fikir ve sanat dergisi yayımlanıyor: MAVİ. Sanat ve basın alemimize
kızıl ve yeşillerin dadandığı bir zamanda çıkan MAVİ huzur verdi bize” (18).
84
Mavi ve Hisar arasında bir sürtüşmenin başlamadığı bu dönemde Mavi’de de
Hisar hakkında olumlu yazılar yayımlanır. Örneğin, 1 Temmuz 1953 tarihli
“Dergiler Arasında” köşesinde Hisar şöyle övülür: “Az mı saldırıya uğradı bu dergi?
Az mı alay edildi? Belki bunların içinde haklı olanları da vardı. Ama ‘Hisar’ın her
şeye rağmen beğenilecek, sevilecek, övülecek bir yönü var: Bütün bu hücumların
ortasında sağa-sola sapmadan dosdoğru yolunda yürüyor” (4). Ancak, O. Fehmi
Özçelik, Hisar’da Ağustos-Eylül 1953 tarihinde yayımladığı “Gazetelerde-
Dergilerde” başlıklı yazısında Hisar ve Mavi arasında daha sonra başlayacak
sürtüşmenin ilk işaretlerini verir. Özçelik, bu yazısında Teoman Civelek’in Mavi
dergisinde yayımlanan “Sanatta Kalkınma” başlıklı yazısını eleştirir. Civelek bu
yazıda, devletten sanatçıyı desteklemesini istemiştir. Özçelik, Civelek’in söylediği
şeylerle “sanatı ve sanatçıyı devlet emir altına koymakta, adeta bir güdümlü sanat
yaratmakta” olduğunu iddia eder (16).
Attilâ İlhan’ın Mavi’de yazmaya başlamasıyla birlikte, Hisar ve Mavi
arasında oldukça gerilimli bir ilişki başlar. 1 Haziran 1954 tarihli Mavi dergisinde
Kemal Aydın, “Dergiler Gazeteler Arasında” köşesinde Mehmet Çınarlı için oldukça
sert ve kişisel yorumları da içeren bir yazı yazar. Bu yazıda, “Çınarlı ve benzerleri,
yeni şiir yazıldıkça, sevildikçe düştükleri aşağılık duygusundan kurtulmak için etrafa
saldırıp duruyorlar”, “Güldürmek için artiste ne lüzum var? Çınarlı gelsin sahneye
kâfi” gibi cümleler yer almaktadır. Mehmet Çınarlı, Eylül 1954 tarihli Hisar’ın
“Dergiler Arasında” köşesinde, Mavi’deki “Dergiler Arasında” köşesinde
yayımlanan yazılara şöyle yanıt verir:
Mavi’nin ilk çıktığı günden beri tek endişemiz onun memleketimiz ve
edebiyatımız için zararlı saydığımız adamların aleti olmasını önlemek
olmuştur. Bunun için kendilerine defalarca ikaz ettik. [....] Amma
85
onlar bu ikazlarımıza kulak verecek yerde, bizi kendilerine düşman
saydılar. Hiç lüzumu yokken bize düşman olan dergilerin avukatlığını
üzerlerine aldılar. Her cephesiyle Maviciler’den daha iyi tanıdığımız
Attilâ İlhan gibi bir adamı da başlarına geçirip bize hücuma geçtiler.
(16)
Mehmet Çınarlı yazısını Mavi’nin de Yeni Ufuklar, Seçilmiş Hikâyeler ve Kaynak
gibi dergilerin arasına katılmasının onlara “vız geldiğini” belirterek bitirir (16).
Çınarlı’nın andığı dergiler, Hisar’ın poetikasına ters düşen ve sıklıkla tartışmalara
girdiği toplumcu eğilimli dergilerdir.
“Dergiler Arasında” köşelerinde, o dergi poetikasıyla uyumlu dergiler
genellikle övülürken uyumlu olmayanlar eleştirilir. Örneğin, Mehmet Çınarlı, Ocak
1954 tarihli “Dergiler Arasında” köşesinde Peyami Safa’nın çıkardığı Türk
Düşüncesi dergisine desteğini şöyle dile getirir:
Peyami Safa Türk düşüncesi adında bir dergi çıkarmaya başladı. Sol
cereyanlarla mücadele eden fikir ve sanat dergilerinin çoğalmasını
sevinçle karşılaşıyoruz. Türk milliyetçiliği bu yıl Türk Düşüncesi ve
ondan bir ay evvel çıkmaya başlayan İstanbul dergisiyle iki sağlam
kale daha kazanmıştır. Fikir ve sanat hayatımıza—bize ait her şeyi
yok etmek istiyen—parazitlerin hâkim olması güçleşiyor (14).
“Dergilerde” köşeleri, dergiler arası sürtüşmelere, tartışma ve polemiklere
sahne olabilse de, temel amaç diğer dergileri ve diğer dergilerde çıkan şiir ve yazıları
okurlara tanıtmaktadır. Bu köşelerin yazarları, diğer dergilerde beğendikleri şiirleri,
yazıları da sık sık okurlara aktarmaktadır. Örneğin, Yeditepe dergisinde Cemal
Süreya ve Memet Fuat’ın ortak yazmaya başladığı “Dergiler Arasında” köşesinin bu
amacı şöyle dile getirilmektedir: “bu sayfalarda, edebiyat dergilerinde çıkmış dikkate
86
değer şiirleri ve yazılardan bazı parçaları aynen iktibas edeceğiz. Böylelikle hem
okuyucularımıza güzel şeyler sunmuş, hem de bu güzel şeyleri yayınlamış olanlara
küçük bir hizmette bulunmuş olacağız” (6).
“Dergiler Arasında” köşeleri, çoğu zaman tartışma, dergi tanıtımı ve
eleştirisi, şiir ve yazı tanıtımı gibi pek çok öğeyi birlikte içerir. Örneğin, Varlık
dergisinin 1 Şubat 1954 tarihli 403. sayısındaki “Gazete ve Dergiler Arasında”
köşesinde birbirinden farklı içerikler taşıyan alt başlıklar vardır. “1953’ün Eserleri”
başlığı altında, Vatan gazetesindeki sanat sayfasındaki bir ankete değinilir;
“Türkçe’nin Sözdizimi” başlığı altında Türk Dili dergisinde Ahmet Ateş’in
yayımladığı bir yazı eleştirilir; “Edebiyat ve Halk” başlığı altında Haldun Taner’in
Akşam’daki bir yazısından alıntı yapılır; “Doğu Ahlâkı” başlığı altında Devrim
Gençliği dergisinin son sayısı övülerek “dikkate değer” bulunan bir yazıdan parça
aktarılır; “Nasıl Okuyorlar” başlığı altında Nurullah Ataç’ın bir yazısı eleştirilir,
“D[ı]ranas’ın Bir şiiri” başlığı altında, Dıranas’ın İstanbul dergisinde çıkan bir şiiri
alıntılanır; “Güdümlü Sanat” başlığı altında Memet Fuat’la polemiğe girilir (27).
Sonuç olarak, 1950’lerde edebiyat dergilerindeki “Dergiler Arasında”
köşeleri içerdikleri tartışma ve polemik öğeleriyle dergiler arası farklı yazınsal ve
politik duruşların sergilendiği bir platform olduğu kadar, yer verdikleri tanıtıcı
yazılarla edebiyata hizmet eden diğer dergilerin ve bu dergilerde yazan yazarların
okur kitlesine tanıtılmasına katkıda bulunur.
B. Tartışma mı, Polemik mi?
Tartışma ve polemik sözcükleri sıklıkla birlikte ve birbirinin yerine
kullanılabilmektedir. İkisi arasında önemli ayrımlar bulunmasına karşılık, tartışma ve
polemik yazıları çoğu zaman iç içe geçmekte, tartışmalar polemikleri içerebilmekte,
87
kişisel polemikler tartışmalara dönüşebilmektedir. Tartışma ve polemik arasında en
temel fark, tartışmanın diyaloğa ve iletişime, polemiğin ise kişisel çatışmaya ve
mücadeleye yakınlığıdır. Polemik sözcüğü yerine kullanılan “kalem savaşı”,
polemikçi yerine kullanılabilen “kalemşör” gibi ifadeler, ikisi arasındaki bu temel
ayrıma işaret eder. Polemiklere tartışmanın “kör” noktaları veya iletişimin köreldiği
yerler olarak da bakılabilir. Tartışmalar, tartışılan konunun sorgulanması ve
“doğru”nun bulunmasına yönelikken, polemiklerde iki dogmatik bakış açısının
çarpışması söz konusu olabilir. Dogmatik bakış açısı yaratan polemiklerde, rakibi
küçük düşürücü ve kişisel ifadelere rastlanabilmektedir.
Tezin bu bölümünde, dönemin edebiyat tartışmalarında dergilerin tutumları
değerlendirilecek ve tartışma yazılarında nasıl bir eğilimin bulunduğu saptanacaktır.
Aşağıda dört alt başlıkta ele alınan tartışmaların tarihsel kökleri Tanzimat’a kadar
dayanmakta olup tartışmaların çoğu eski tartışmaların farklı biçimde yeniden
üretimidir. Tezin kapsamı açısından, tartışmaların tarihsel gelişimi ve ayrıntıları
verilmeyecek, daha çok dergilerin tutumları ve tartışmaların yönelimleri
irdelenecektir.
1. “Köylü Konuşması” ve Gerçekçilik
1950-1953 yılları arası en çok tartışılan konu köy edebiyatıdır. 1950 yılında
Mahmut Makal’ın Bizim Köy kitabının yayımlanmasıyla ivme kazanan köy edebiyatı
tartışmaları özellikle iki konuda odaklanır: dil ve gerçekçilik. 1952’lere kadar Varlık
dışında bu tezde ele alınan diğer edebiyat dergileri arasında bu tartışmalar yankılarını
bulmaz. Varlık dergisinde ise köy edebiyatı konusunda karşıt görüşlere yer verilmese
de, Bizim Köy’ün gerçekleri yansıtmadığı yönündeki görüşler eleştirilir. İsmet Özalp,
Varlık dergisinde yayımlanan “Bizim Köyün Yankıları” yazısında Bizim Köy’ün
88
yarattığı etkiyi şöyle dile getirir: “Anadolu köyü bu durumda mı imiş? Anadolu
köylüsü böyle mi imiş? diye şehirli aydın büyük bir şaşkınlığa kapıldı” (15). Bizim
Köy’ün yarattığı ilk tartışma, köy gerçeğini yansıtıp yansıtmadığı hakkındadır.
Özalp, yazısının devamında Bizim Köy’ün etkileri hakkında şöyle der: “Kimisi de
inanmıyormuş, ya bilmediğinden ya da işine öyle geldiği için. Kitaptakileri çoğu
mübalağa diyorlarmış. Görmesek inanırdık böylelerine” (15). Bizim Köy’ün ilk
yankıları köy gerçekliğini yansıtıp yansıtmadığı konusunda olsa da, bu tartışmanın
gerçekçilik tartışmasına dönüşmesi 1952’lerden sonra olacaktır.
Memet Fuat’ın 15 Aralık 1952 tarihinde Yeditepe’de yayımlanan “Köylü
Konuşması” başlıklı yazısının yankıları iki yıl boyunca devam etmiştir. Memet Fuat,
bu yazısında, köyü konu alan romanlarda gerçekçilik adına köylü şivesi
kullanılmasını eleştirmektedir. Memet Fuat, köylü konuşmasının dil sorunları
yüzünden uzun vadede edebiyat üzerinde olumsuz etkileri olacağını düşünmektedir.
Memet Fuat’a göre, yazar “halk öyle konuşuyor diye, yapıtlarını kötü konuşma
örnekleriyle doldurursa, dilin bozulmasına yardımcı olmuş olur” (1). Ona göre “dilin
bozulmasına” yol açan gerçekçilik, yol gösterme gücünden yoksundur ve “yazarın
dili örnek dil olmalıdır” (1). Ayrıca, köylü konuşmasının yapıtın anlaşılmasını
güçleştireceğini de iddia etmektedir (1). Memet Fuat buna çözüm olarak, gerçekçi
oyun yazarlarının dili nasıl incelediğine bakmak gerektiğini söyler (6). Memet Fuat,
yazısında köylü konuşması hakkında çeşitli argümanlar getirerek bu konuda
tartışmaya davet eder: “Yanılıyorsam, susmayın, söyleyin neden yanıldığımı” diye
seslenerek bu sorunu tartışmaya çağırır (1).
1 Şubat 1953 tarihli Yeditepe’de Can Yücel, şive taklidinin gerekliliği üzerine
yazar. Yeditepe’nin hem köylü konuşması lehine hem de aleyhine yazılan yazıları
yayımlaması dikkat çekicidir. “Şive taklidi” tartışması, 1953 yılı boyunca dergiler ve
89
gazetelerde devam eder. Yeditepe dergisinde Memet Fuat’ın yazılarından bu
tartışmaların izlerini ve yankılarını takip etmek mümkündür.
Memet Fuat’ın 15 Kasım 1953’te yazdığı “Şive Taklidi” yazısından
tartışmanın yayıldığı açıkça gözükmektedir. Bu yazıda şive taklidi konusunda Orhan
Kemal’in Dünya gazetesindeki yazısına, Melih Cevdet Anday’ın Akşam gazetesinde
Orhan Kemal’i eleştiren yazısına, Tarık Buğra’nın Yenilik’teki yazısına, Samim
Kocagöz’ün Yeditepe’deki yazısına değinilirr Memet Fuat, tartışmanın gidişini
özetledikten sonra bu konuda “Nurullah Ataç, Sabahattin Eyüboğlu, Yaşar Nabi,
Vedat Günyol, Hüsamettin Bozok, Fahir Onger, Adnan Benk gibi eleştirmenlerin,
Yaşar Kemal ve Kemal Bilbaşar gibi öykücülerin ve romancıların” da görüşlerini
beklediğini söyler (5). Memet Fuat yazısını “Melih Cevdet’in de dediği gibi, bu işi
uzun uzun konuşmak, tartışmak, gençlere doğru yolu göstermek gerekir” diyerek
bitirir (5). Yazının sonunda tartışmanın “doğru yolu gösterici” olduğu yönünde
yapılan vurgu dikkat çekicidir.
Memet Fuat’ın “Şive Taklidi” yazısında adını andığı eleştirmen ve yazarların
çoğu tartışmaya katılır. Kemal Bilbaşar, Orhan Kemal, Samim Kocagöz ve Fahir
Onger gibi yazar ve eleştirmenler şive taklidinin yapıtın gerçekçiliği açısından
gerekli olduğunu ve dili zenginleştirdiğini öne sürerken Nurullah Ataç, Tarık Buğra,
Memet Fuat, Melih Cevdet Anday gibi eleştirmen ve yazarlar şive taklidinin
gerçekçilikle ilgisi bulunmadığını ve dili bozduğunu iddia ederler. Varlık
dergisindeki “Şive Taklidi” başlıklı yazıda ise o dönemdeki Varlık’ın “aşırı uçlardan
kaçınma” yönündeki poetikasıyla uyumlu olarak iki tez de “aşırılıkları” yüzünden
eleştirilerek şöyle denir: “Ayrı lehçeli insanları kendimiz gibi konuşturmak şüphesiz
ki inandırma imkânını zayıflatır. [....] Bununla beraber şiveli konuşmaların çok fazla
yer tuttuğu eserlerin okunmayı, zevk almayı bir dereceye kadar güçleştirdiğine de
90
şüphe yok. Şu halde bütün mesele doz işinde. O bakımından iki tez de haklı ve iki tez
de aşırılıkları yüzünden haksız” (23).
Hisar dergisi ise bu tartışmalar karşısında nispeten suskundur. Bu konuda
doğrudan bir tartışmaya girilmese de, O. Fehmi Özçelik, 1 Aralık 1953 tarihli
Hisar’ın “Dergilerde” köşesinde şive taklidi tartışmasını “ideolojik” olarak
değerlendirir. Özçelik’e göre gerçekçi romanda şive taklidini gerekli gören Orhan
Kemal ile, şive taklidini gerekli görmeyen Tarık Buğra arasında “bir dünya görüşü”
farkı vardır (18). Özçelik, tartışmayı ideolojik bir boyuta çekerek şöyle der:
“Elbetteki insanın manevî değerlerine inanan ve içine inmeye çalışan Tarık
Buğra’yla sanatı bir propoganda vasıtası sayan ve insana sade midesi yönünden ilgi
duyan Orhan Kemal arasında bu kadarlık görüş ayrılığı olacak” (18). Özçelik, “şive
taklidi” ve gerçeklik tartışmasını Orhan Kemal (maddeci dünya görüşü) ve Tarık
Buğra (idealist dünya görüşü) arasında çift kutuplu ideolojik bir mücadeleye çevirir.
2. Toplumculuğun “Sıcak” Savaşı
1950-1954 yılları arasında dergilerdeki köy edebiyatı tartışmalarını 1953-
1956 yılları arasında yoğun bir biçimde devam edecek olan “güdümlü edebiyat” ve
“sosyal realizm” tartışmaları izler. Bu bölümde ele alınan diğer tartışmalardan farklı
olarak, toplumcu yazın tartışmalarına bu tezde yer alan bütün dergiler katılır. Ahmet
Oktay, Toplumcu Gerçekçiliğin Kaynakları’nda ilk “tutarlı” toplumcu gerçekçi
önermelerin toplumcu yazının terminolojisinin kurulmaya başladığı 1950’lerde
görülmüş olduğunu söyler (428). Oktay’a göre Türk yazınında çağdaş anlamda
toplumcu eleştiri, 1950’lerden sonra Fethi Naci, Attilâ İlhan ve Asım Bezirci ile
açılmış ve kuramsal bir taban edinmiştir (391). Ancak Oktay, Attilâ İlhan’ın kendini
“sosyal realizm” tartışmasının başlatıcısı saymasını eleştirerek, onun yarattığı
91
tartışmaların “çeşitli nedenlerle kesilmiş bir tartışmanın devamı” olduğunun da altını
çizer (460).
1950’lerdeki toplumcu edebiyat tartışmalarında bir terminoloji karışıklığı söz
konusudur: davalı edebiyat, güdümlü edebiyat, gönüllü edebiyat, bağlanmış-tutulmuş
edebiyat, aktif realizm, sosyal realizm gibi terimler yeterince tanımlanmadan
kullanılır. Tartışmaların büyümesinde “güdümlü edebiyat” teriminin tam
anlaşılmaması ve tanımlanmaması önemli rol oynar. Bu terimle ne kastedildiği
açımlanmadığından, tartışma karşılıklı polemikler hâlinde gelişmiştir. “Güdümlü
edebiyat”, Sartre’ın “littérature engagée” terimi yerine kullanılmakta, ancak Sartre’a
veya felsefesine herhangi bir gönderme yapılmadan, daha çok toplumcu gerçekçi ve
propagandacı edebiyat kastedilmektedir. Öte yandan, bu terminolojik karışıklık, bu
dönemdeki Türk edebiyatı tartışmalarına özgü değildir. Örneğin, Elisabeth Kendall,
Mısır’da da güdümlülüğün-bağlanmışlığın (commitment) toplumcu gerçekçilikle
hemen hemen eş anlamlı hâle geldiğini söyler (164). Ancak bu kavramsal karışıklık
yalnızca gelişmekte olan ülke edebiyatlarına da özgü de değildir. Theodor Adorno,
1962 tarihli “Commitment” (Bağlanmışlık) yazısında bağlanmış-güdümlü edebiyat
ve özerk edebiyatla ilgili çok az kuramsal tartışma olmasına değinerek
“bağlanmışlık” tartışmasındaki karmaşaya dikkat çeker.
Tartışmanın, Memet Fuat’ın 15 Aralık 1953 tarihli Yeditepe’de yayımlanan
“Güdümlü Eleştirme” yazısıyla başladığı söylenebilir. Memet Fuat, bu yazısında
Yaşar Nabi’nin Aralık 1953 tarihli Varlık’taki yazısını eleştirir. Varlık dergisinde
imzasız olarak çıkan “Edebiyat Tenkidi” başlıklı yazıda edebiyatçıyı “memleketin
gidişini doğru yola sokmakla görevli bir nevi politikacı, propagandacı haline”
getirmeye çalışan eleştirmenleri eleştirmekte ve onlara politika alanına gitmelerini
söylenmektedir (2). Memet Fuat’a göre eleştirmenler de sanatçılar gibi istedikleri
92
ölçüyü kullanmakta serbest olmalıdır (5). Fuat, Yaşar Nabi’nin tutumunu şöyle
değerlendirir: “Eleştirmecilerin yargılama ölçütlerine karışmak, onları gütmiye
kalkışmaktan başka bir şey değildir. Yaşar Nabi güdümlü sanatı hiç sevmez, nasıl
olmuş da böyle bir yazı yazmış anlıyamadım” (5).
Yaşar Nabi, Memet Fuat’ın yazısına 1 Şubat 1954 tarihli Varlık dergisinin
“Gazete ve Dergiler Arasında” köşesinde “Güdümlü Sanat” başlıklı yazıyla karşılık
verir. Yaşar Nabi, “güdümlü sanat”ın ne olduğuna dair bir tartışmaya girmeden
Memet Fuat’ın güdümlü sanatı hiç sevmediklerini söylemekle “tam deyimi
kullanmış” olduğunu belirtir (27). Kendisi ise, Memet Fuat’ın yazısından şöyle bir
sonuç çıkarır: “sanatçıya karışılır, eleştirmeciye karışılmaz” (27). Kendisi ise şöyle
bir yorum yapar: “sanatçıya karışılmamalı, ama ona karışmaya kalkan bir
eleştirmecinin yaptığına elbette karışılır” (27). Eleştirmene karışmak-karışmamak
meselesine dönüşen güdümlülük tartışmasına Melih Cevdet Anday, Adnan Benk ve
Nurullah Ataç gibi isimler de katılır. 1 Nisan 1954 tarihli Varlık’ ta çıkan
“Açıklama” yazısında Yaşar Nabi, sanatçıya da, eleştirmene de karışılmaması
gerektiği konusunda Memet Fuat’la anlaştıklarını belirtir (31). Ancak, tartışmalar
bundan sonra iki koldan devam eder. Varlık, Yeditepe ve Yeni Ufuklar’da tartışmalar
eleştirmenin güdümlülüğünden edebiyatın güdümlüğüne dönmüş, Mavi ve Hisar
arasında ise “sosyal realizm” tartışmaları başlamıştır.
1 Ekim 1954 tarihli Varlık dergisinde çıkan “Güdümlü Edebiyat” başlıklı
yazıda Yaşar Nabi, “güdümlü edebiyat” teriminin bazı anlaşmazlıklara yol açtığını
belirterek bu terim ile ne kastettiklerini şöyle dile getirir:
Bu sözü biz icat etmedik. İlkin Yeditepe’de Memet Fuat kullandı. Biz
de kabul ettik. [....] O pek malum engagé edebiyat karşılığı
kullanıyoruz. Çünkü engagé’nin bu anlamda münasip karşılığı yok
93
dilimizde, bir terimin de ille lûgattaki karşılığı ile karşılanması şart
değildir. Bazı kimselerin sandıkları gibi engagé sözü tek başına
“gönüllü” anlamına gelmez.[....] Engagé tek başına bağlanmış, bağlı
anlamındadır. Batı dünyasında da tam bizim güdümlüye verdiğimiz
anlamda kullanılagelmektedir. Engagé edebiyatçı belli bir siyasi
doktrini kabul etmiş, onun sanata çizdiği yola bağlanmış, bunun dışına
çıkamıyan, hürriyetten de tabiatıyle mahrum yazarlar için kullanılıyor.
(31)
Yaşar Nabi, “güdümlü” sözcüğünü ilk kez Memet Fuat’ın kullandığını iddia etse de,
Hisar dergisinde O. Fehmi Özçelik “güdümlü sanat” terimini Memet Fuat’tan önce
kullanmıştır. O. Fehmi Özçelik, 1 Eylül 1953 tarihli Hisar dergisinde yayımlanan
“Gazetelerde-Dergilerde” köşesinde Teoman Civelek’in “Sanatta Kalkınma” yazısını
eleştirmekte ve şöyle demektedir: “Yazarın söylediği şeyler sanatı ve sanatçıyı
tamamiyle devletin emri altına koymakta, adeta bir güdümlü sanat yaratmaktadır ki
bunun sanatın ana unsuru olan hürriyetle ne dereceye kadar bağdaştığını Allah bilir”
(17).
Yaşar Nabi, “Güdümlü Edebiyat” başlıklı yazısında Sartre’ın littérature
engagé terimini kullansa da, Sartre’ın bağlanmış edebiyat kavramına gönderilme
yapılmadığı açıktır. Bu yazıda “belli bir siyasi doktrin” ile sosyalizm kastedilmekte
ve güdümlü edebiyat ile bu “doktrine” bağlı edebiyat yani toplumcu gerçekçilik ima
edilmektedir. Yaşar Nabi’nin yazısında, bu terimin “gönüllü” edebiyat olarak
çevrilmesine karşı çıkması da dikkat çekicidir. Çünkü Hüsamettin Bozok, Son
Havadis gazetesinde çıkan “Güdümlü Sanat Saçmalığına Karşı” adlı konuşmada
güdümlü yerine “gönüllü” deyimini önerir. 1 Ekim 1954 tarihli Yeditepe dergisinde
94
Can Yücel de, “Güdümlü Değil Gönüllü” yazısında sanata ad vermek gerekirse
güdümlü yerine gönüllünün daha uygun olduğunu söyler (7) .
Hüsamettin Bozok ve Can Yücel’in yazılarına Yaşar Nabi, 1 Kasım 1954
tarihli Varlık’ta “Güdücüler ve Gürültücüler” başlıklı yazısında yanıt verir. Yazılarda
Bozok ve Yaşar Nabi’nin birbirlerine yönelttikleri kişisel saldırılar bir tarafa
bırakılırsa, terminolojik bir anlaşmazlık olduğu kesindir. Yaşar Nabi’ye göre
sosyalist “ideolojiyi eserlerini onun isteklerine uydurmak zorunda kalanlar için”
kullanılır “engagé” sözcüğü (31). Hüsamettin Bozok ise “Gene Güdümlü Sanata
Karşı” yazısında bu sözcüğü ne anlamda kullandığını şöyle dile getirir: “Sanatçının
kötü politika oyunlarına, memleket menfaatlerine aykırı cereyanlara
kapılmadan, içinde bulunduğu toplumun ana meseleleriyle, davalarıyla
yoğrulmasını ve bunu eserine aksettirmesini beklerim. Sanatçı bu yaratma işini kendi
içinden gelen ateşle heyecanla yapmalıdır. [....] ‘Engagée’ kelimesini bu manâda
kullandım” (3). Bozok, aynı yazısında amacının bu terimi tespit etmek olmadığını
belirterek “bunu dil işini iyice kavramış estetikçiler düşünsün” der. Bu noktada,
sorunun sadece terminolojik değil aynı zamanda politik de olduğunun altının
çizilmesi gerekiyor. “Güdümlü edebiyat”ı sosyalist doktrinin edebî sözcülüğü olarak
ele almanın o dönemdeki imaları çok açıktır. Sosyalizm yasak olmasa da,
komünizmin yasak olduğu, Soğuk Savaş’ın yoğun günlerinin yaşandığı bu dönemde,
güdümlü edebiyatı Sovyetler Birliği’nin resmî edebiyat ve sanat politikası olan
“toplumcu gerçekçilik” ile eş tutmanın bir komünizm suçlamasına dönüşebilmesi
olanaklıdır. O yüzden Bozok, yazısında üstüne basa basa toplumcu yazını
savunduklarını, ama sanatçının “memleket menfaatlerine aykırı cereyanlara
kapılmadan” toplumcu olmasını beklediğini söylemektedir.
95
Tartışmanın “Sosyal Realizm” kolu nispeten daha kuramsal ve yazınsal bir
yönsemeyle başlar. 1 Mayıs 1954 tarihli Mavi dergisinde Ahmet Oktay’ın “Kendi
Kendisi İle Çelişen Yahut Sokaktaki Adam’a Dair” başlıklı eleştiri yazısı yayımlanır.
Oktay, Attilâ İlhan’ın Sokaktaki Adam romanını eleştirdiği bu yazısında şöyle der:
“İşte bu noktada sosyal realist olduğunu iddia eden Attilâ İlhan bindiği dalı kesmiştir.
Sosyal realist bir sanatçı nasıl olur da meselenin sathında kalıp, memleketinin
kaderinde rol oynamaktan kaçınan bir adamı kınamaz, seçeceği doğru yolu
göstermez. Görülüyor ki Attilâ İlhan kendi ölçülerini inkâr etmiştir” (5). Oktay’ın
yazısının üzerine Attilâ İlhan, 1 Haziran 1954 tarihli Mavi dergisinde bir açıklama
yazısı yayımlar. “Attilâ İlhan’ın Açıklaması” başlığı taşıyan bu yazıda İlhan,
Oktay’ın yazısından çıkardığı sonucu şöyle özetler: “Ben buradan şunu çıkardım:
Hasan menfî bir tiptir, sosyal realist bir sanatçı böyle menfi bir tipi kınamalıdır,
müsbet bir tip olmanın lüzumunu göstermeli idi. Aksi halde kendisiyle çelişmiş olur.
Ve Attilâ İlhan göstermediği için çelişmiştir” (5).
Ahmet Oktay’ın yazısında toplumcu gerçekçiliğin “olumlu tip” kategorisine
doğrudan gönderme yapılmasa da, Attilâ İlhan, Ahmet Oktay’ın eleştirisini toplumcu
gerçekçiliğin terminolojisine göre yorumlamıştır. İlhan, Oktay’ın eleştirisine
Sokaktaki Adam’ın planladığı üç romanlık serinin ilk romanı olduğunu ve üçüncü
roman olan Herkesin Eli Ötekinin Cebinde’de “olumlu tipi” işleyeceğini Sokaktaki
Adam’ın sonuna eklenen röportajında belirttiğini söylerek yanıt verir ve Oktay’ı
dikkatsizlikle eleştirir (5). Toplumcu gerçekçiliğin temel kavramlarından biri olan
“olumlu tip” tartışılmasa da, bu “sosyal realizm”in bir ölçütü olarak kabul edilir.
Toplumcu gerçekçilikten nispeten farklı olan toplumsal gerçekçilik (sosyal realizm)
için toplumcu gerçekçiliğin bir ölçütünün tartışılmadan ve sorgulanmadan kabul
edilmesi dikkat çekicidir.
96
1 Temmuz 1954’te ise Attilâ İlhan’ın Mavi dergisinde “sosyal realizm”in
ilkelerini ortaya koymaya çalıştığı yazılar serisinin ilki gelir: “Sosyal Realizmin
Münasebetleri Yahut Başlangıç”. Attilâ İlhan’ın “sosyal realizm”e ilişkin daha önce
de Kaynak ve Yeni Ufuklar gibi dergilerde yazıları çıkmış olsa da, Mavi’deki yazıları
“sosyal realizm”in ilkelerini daha sistematik bir biçimde ortaya koyma çabasını
içerir. Attilâ İlhan bu yazısının girişinde Yılmaz Gruda’dan “sosyal realist
eleştirmecinin hangi bilgi ve ölçütlere sahip olması gerektiğini madde madde belirten
bir yazı serisi bekle[diğini]” söyleyen bir mektup aldığını, Ahmet Oktay, Ferit Edgü,
Oğuz Arıkanlı gibi sanatçıların da kendisinden aynı şeyi istediğini söylemektedir (1).
Ancak, İlhan’ın bu dizisinin ilk yazısı daha çok polemikçi bir nitelik taşımakta ve
sosyal realizmin ilkelerinden çok, “bobstiller” dediği Garip hareketine ve “aktif
realistler” olarak adlandırıdığı 40’ların toplumcu gerçekçilerine yönelttiği saldırıları
içerir.
Attilâ İlhan, 1 Ağustos 1954 tarihli Mavi’de yayımlanan “Sosyal ve Estetik
bir Platform Lüzumu” başlıklı yazısında “sosyal realizm”in ilkelerini polemiksiz ve
oldukça net bir şekilde orta koyar. İlhan, sosyal realistlerin “ilkin ülkemizin,
milletimizin, edebiyat ve sanatımızın, yaşadığımız şu devirdeki gerçek durumunu
ilmi, tarihi, içtimai bir görüşle tahlil ve tesbit” etmekle başlamaları gerektiğini söyler
(2). Attilâ İlhan sosyal realizmin kısaca ne anlama geldiğini şöyle vurgular “[sosyal
realizm] mevcut ve ilerde çıkabilecek bütün iktisadi-içtimai meselelerde kendini söz
sahibi sayıyor. İlkin içtimai-tarihi bir ilim düşüncesi ve metodu ile milli şartların ve
gerçeklerin izahını yapmağa çalışıyor, bilâhare bu düşünce ve izahları
sanatlaştırıyor” (7).
İlhan’ın “millilik” vurgusu dışında, sosyal realizme ilişkin yaptığı vurgular,
ekonomik-toplumsal-tarihsel koşulların gerçekçi tarzda “sanatlaştırılması”, toplumsal
97
gerçekçiliğin genel tanımıyla tutarlıdır. A Dictionary of Twentieth-Century Art’ta
(Yirminci Yüzyıl Sanatı Sözlüğü) toplumsal gerçekçilik (social realism) şöyle
tanımlanır: “Toplumsal, siyasi veya ekonomik koşulların, genellikle sol-kanat bir
bakış açısıyla, gerçekçi bir tarzda yorumlanması anlamında kullanılan çok geniş bir
sanat terimi” (Chilvers, www.oxfordreference.com). Toplumsal gerçekçilik sol kanat
bir bakış açısı içerebilse de, toplumcu gerçekçilikten farklı olarak komünist
ideolojiye doğrudan bir bağlılık taşımamaktadır. Ayrıca, toplumcu gerçekçilik gibi
belli biçimsel zorunlulukları yoktur. Nitekim, İlhan da yazısında sosyal realizmin
“sanatın ‘spesifik-hususi’ karakterini unutmadan, imajlar vasıtasıyla” hayatı
yansıtması gerektiğini ileri sürer (7).
Attilâ İlhan’ın “sosyal realizm” yazılarına ilk tepki Mehmet Çınarlı’nın 1
Haziran 1954 tarihli “Hep Aynı Metod” yazısıyla gelir. Mehmet Çınarlı, bu yazıda
İlhan’ı sanatı propoganda vasıtası yapmakla suçlamaktadır: “Attilâ İlhan ve
arkadaşları için sanat sadece bir vasıta, daha doğrusu bir maskedir. Açıkça ortaya
koyamadıkları siyasi fikirlerini bir sanat görüşü olarak kabul ettirmeye çalışıyorlar”
(3). Çınarlı’nın “açıkça ortaya koyamadıkları fikirler” ifadesi dikkat çekicidir;
“açıkça ortaya koyamadıkları fikirlerle” yasak olan komünizm kastedilmekte,
veAttilâ İlhan’ın “sosyal realizm” adı altında propaganda yaptığı imâ edilmektedir.
Hisar’daki diğer yazılarda da ve “sosyal realizm” anketinde bu imalar devam ettirilir.
Sosyal realizmin toplumcu gerçekçilikle karıştırılması sadece Hisar’a veya
milliyetçi-muhafazakâr dergilere özgü değildir. Nurullah Ataç da, toplumsal
realizmi, toplumcu gerçekçilikle karıştırmıştır. Attilâ İlhan, Son Mavi’nin 1 Haziran
1955 tarihli birinci sayısında çıkan “Abbas’ın Yol Defterinden: Kuzu Postunda Eski
bir Kurt..” başlıklı yazısında Hisar’daki “sosyal realizm” anketine değinerek derginin
sosyal realizmin “alnına kıpkırmızı bir ‘made in USSR’ damgası” yapıştırmaya
98
çalıştığını iddia ettikten sonra, Nurullah Ataç’ı Dünya gazetesindeki bir yazısından
dolayı jurnalcılıkla suçlar (3).
Toplumsal gerçekçilik tartışması Pazar Postası’nda Osman Mazlum takma
adıyla yazan Cemal Süreya veAttilâ İlhan arasında devam etmiştir. Ancak bu
tartışmanın diğerlerinden farkı, Cemal Süreya’nın Attilâ İlhan’ın “sosyal realizm”ini
“toplumcu” olmamakla eleştirmesidir. Osman Mazlum takma adını kullanan Cemal
Süreya, 1 Eylül 1957 tarihli Pazar Postası’nın 34. sayısında yer alan “Ömer Haybe”
başlıklı yazısında sosyal realistler “biraz toplumbilim okumuş birer Zola’dan başka
birşey değildirler” der (6). Derginin 6 Ekim 1957 tarihli 39. sayısındaki
“Toplumculaştırmadıklarımızdan” başlıklı yazısında ise, Attilâ İlhan’ın Forum
dergisindeki bir yazısına değinerek “sosyal realizm”in toplumsallığını August Comte
“pozitivizmiyle” karıştırır:
Sosyal realizm şu ya da bu kişiyi yöresinde topladıysa, sosyal realizm
üstüne tartışıldıysa bu onun [Attilâ İlhan’ın] kuru toplumsallık
görüşünden değil, toplumcu pozisyonda at oynatışından, yeni ve
seçkin bir vicdan getirir yollu olmasındandı elbet. Yoksa toplumsallık
eski hikâye. Günün yirmi saatinde sapına kadar pozitivist dört saatinde
de bir öğrencisinden armağan olan karısının mezarı başında romantik
duygularla göz yaşı döken August Comte zamanından beri var. (6)
Attilâ İlhan, Pazar Postası’nın 17 Kasım 1957 tarihli 45. sayısında yer alan ve Cemal
Süreya’nın yazılarına yanıt niteliği taşıyan “Osman Mazlum’a karşı Ömer Haybo!”
başlıklı yazısında “ne kadar uğraştımsa da yine de derdimi iyice anlatamamışım”
diyerek toplumcu gerçekçilik ve toplumsal gerçekçiliğin tanımlamalarını tekrar yapar
(6). İlhan, toplumcu gerçekçiliğin toplumculuğu ile kendi toplumculuğunu
karşılaştırak şöyle der: “Bunlar [toplumcu gerçekçiler] topyekûncu, tartışmasız ve
99
‘güdümlü’dür—Güdümlü kelimesinin yeri burada işte [...]. Attilâ İlhan: —Ben
Toplumcu Gerçekçi değilim dediği vakit, işte bu anlayışın ve tutumun sınırları içinde
değilim diyordu. Yoksa toplumcu olmak şerefi hiç bir kimsenin, hiçbir yöntemin
‘inhisarı’na girmez” (7). Cemal Süreya yine Osman Mazlum takma adıyla yazdığı 8
Aralık 1957 tarihli Pazar Postası’nın 48. sayısında yayımlanan “Ömer Heybe”
başlıklı yazısında, Attilâ İlhan’ı “samimiyetsizlik” ve “bilgisizlik”le suçlar (7).
Cemal Süreya’ya göre İlhan’ın “samimiyetsizliği”, “toplumcu kavramını diktacı,
partici ve tek tipçi olarak tespit ya da mahkum et[mesinde]” yatar (7). Cemal Süreya,
İlhan’ın “toplumsal kavramının toplumcu oluşu da” içerdiğini ileri sürmesinin
“bilgisizliği”ni anlattığını iddia eder (7). Bu arada, Attilâ İlhan’ın İkinci Yeni’ye
karşı “savaş”ı da başlamıştır; Pazar Postası’nın 8 Aralık 1957 tarihli 45. sayısında
Cemal Süreya (takma ad kullanmadan) “Sirk” başlıklı yazısında da, Attilâ İlhan’ın
İkinci Yeni’nin “anlamsızlar sirki” olduğu yönündeki saldırılarına yanıt verir (6).
Genel olarak Attilâ İlhan’ın “sosyal realizm” terimiyle ne kastettiği ya
anlaşılmamış ya da anlaşılmak istenmemiştir. Bu iletişim kopukluğunda o dönemde
bilgiye ulaşmanın zorluğunun da payı vardır. Bu dönemde kuramsal kaynaklar ve
kitaplar sınırlıdır; bugünkü gibi internetten sosyal realizmin tanımını bulmak olanaklı
değildir. Attilâ İlhan’ın Paris’te öğrendiği ve toplumcu gerçekçiliğe bir alternatif
olarak kabul ettiği sosyal realizm, sözcükler itibariyle sosyalist realizmi
çağrıştırmaktadır. Diğer bir etken de, ne yazıldığını yeterince incelemeden
“etiketleme” eğilimidir. Attilâ İlhan’ın 1950’ler boyunca polemikçi bir üslupla farklı
dergilerde farklı şairlere “bobstiller”, “anlamsızlar sirki” gibi etiketler yapıştırdığı
düşünülürse, “sosyal realizm”in başına da aynısının gelmesi ironiktir.
Güdümlü edebiyat ve sosyal realizm tartışmalarına genel olarak bakıldığında,
aslında “ideolojik ve propogandacı” bir edebiyatı savunan kimse yoktur ve Attilâ
100
İlhan da dâhil herkes “ideolojik ve propogandacı” edebiyat anlayışına karşıdır. Yine
herkes farklı derecelerde de olsa edebiyatım “toplumsal” bir öz taşımasına taraftardır
ya da toplumsal olmasına karşı değildir. Ancak ya terminoloji kaynaklı bir iletişim
kopukluğundan veya politik farklılıklardan dolayı tartışmalar polemikler zinciri
olarak uzamıştır. Bu dönemdeki dergilerde toplumcu yazının tartışılmasında Soğuk
Savaş’ın etkisi olduğu da görülmektedir. Bazı dergiler toplumcu eğilimli dergilerin
“komünist” olduğunu ima ederken, toplumcu eğilimli dergiler de toplumcu veya
toplumsal edebiyatı savunurken Sovyetler Birliği’nin resmi edebiyat politikası olan
toplumcu gerçekçilikten uzak durduklarının altını çizmişlerdir.
3. “Garip” Ülkesinde İhtilal
Ali Bulut, “Birinci Yeni” şiirine “ilk sistemli tepki”nin Hisar dergisinden
geldiğini belirtmektedir (alıntılayan Emiroğlu 76). 1950’lerde Garip hareketine ilk
tepki Hisar’dan gelmişse de, bu tepkinin Garip şiirine ilk tepki olduğunu söylemek
güçtür. Necati Tonga, Türk Edebiyatı dergisinin Şubat 2007 sayısında yer alan
“Orhan Veli İmzasıyla Yayımlanmış Bir Şiir Üzerine” başlıklı yazısında Garip
hareketine yönelik ilk eleştirilerin Akbaba çevresinde toplanan Yusuf Ziya Ortaç ve
Orhan Seyfi Orhon gibi kalemler tarafından yapılmış olduğunu söyler (88). Tonga,
Garipçilere “bobstil” yakıştırmasının da Akbaba dergisinde yazan Yusuf Ziya Ortaç
ve Orhon Seyfi Orhon tarafından tarafından yapıldığını belirtir (88). Garip hareketine
ilk eleştirilerin Hisar’dan önce Akbaba mizah dergisini çıkaran Hececi şairler Yusuf
Ziya Ortaç ve Orhon Seyfi Orhon tarafından yöneltildiğini söylemek olanaklıdır.
1950’lerde ilk tepki Hisar’dan gelmiş olsa da, bu tepkinin ne ölçüde “sistematik”
olduğu tartışmaya açıktır.
101
Mehmet Çınarlı, Ocak-Şubat 1951 tarihli Hisar’da yayımlanan “Yeni Şiir”
başlıklı yazısında yeni şiir adı altında “saçmalık” ve “acayiplik”lerin ortaya atıldığını
iddia eder. Çınarlı, yazısının başında şöyle der: “Yeni şi’ir diye ortaya atılan
acayiplikler şi’ire ve şaire cemiyetteki itibarını tamamiyle kaybettirmekle beraber,
her aklına esenin, eline kalemi aldığı anda, kendisini şair sanıp, yüksek perdeden
konuşmasını da sağlamıştır” (12). Çınarlı’ya göre bu akımın bu kadar rağbet bulmuş
olması “vezin ve kafiyeden başka ‘şi’ir’ kelimesinin en geniş şekilde ifade ettiği
mânayı” toptan inkâr ederek şairliği ucuzlaştırmış ve “kolaylaştırmış” olmasıdır (12).
Çınarlı, daha sonra Birinci Yeni’nin öncülerinin “rakı şişesinde balık olmak”, “yüz
paralık bulut istemek” gibi “mantıksızlıklarının bir değer taşıdığına inanacak kadar
saf ve cahil kimseler olmadıkları”nı belirterek, onların “akıllı-uslu şi’irler yazmak
mümkünken kendilerini böyle saçma sapan konuşmaya sevkeden sebeb”in bir çığır
açma arzusu veya kolayca ün kazanmak isteği olabileceğini söyler (12).
Çınarlı’nın “Yeni Şiir” yazısında, yeni şiirin “komünist” yönelimler taşıdığı
da ima edilmektedir. Çınarlı’ya göre “milletlerin tarihleriyle bütün bağlarını
koparmak, içtimaî kıymet ölçülerini altüst etmek isteyen komünizmin, şimdiye kadar
güzel, değerli, mukaddes tanıdığımız her şeye pervasızca hücum eden bu şiir
cereyanını ne derece benimsemiş, desteklemiş olduğunu söylemeye lüzum yoktur”.
Mehmet Çınarlı, komünizmin yeni şiir akımını benimsediğini ve “desteklediğini”
iddia etmekte, ancak bu iddiasına somut bir kanıt göstermemektedir. Çınarlı’ya göre
bu o kadar apaçık bir gerçektir ki, söylemeye “lüzum” bile görmemektedir. Çünkü,
ona göre “İleri sanat (!) dergilerini takip eden okuyucular”, “şi’ir ve sanat maskesi
altında neler yapıldığını, mânasız, irtibatsız gibi görünen bazı satırcıklarla neler
telkin edildiğini gayet iyi bil[mektedirler]” (12). Burada Çınarlı, ilk söylediğiyle
çelişkiye düşmektedir. İlk önce bu şiirlerin “saçma ve mantıksız” olduğunu iddia
102
etmekte, ancak daha sonra “manâsız” görünen bu şiirlerin aslında “mânasız”
olmadığını, “komünist” yan anlamlar içerdiğini ima etmektedir. Çınarlı yazının bir
sonraki paragrafında söylediklerini kanıtlamak için şöyle der: “ ‘Ey şişe, bey şişe—
Gel, gel de bardağıma işe’ tarzında şiirler (!) neşreden bir derginin, Yahya Kemal’in
şair olmadığını ispat maksadıyle tertiplediği ankete bu çığır mensuplarının verdiği
cevaplar, gerçek kıymetleri inkâr yolunda ne dereceye kadar ileri gittiklerini isbata
kafîdir” (12). Kaynak dergisinin Yahya Kemal anketine gönderme yaparak, bunu
yeni şiir akımını savunanların Yahya Kemal’i, dolayısıyla “gerçek kıymetleri”
reddettiğinin bir kanıtı olarak ele alır. Çınarlı, yazısına yeni şiiri savunduğu için
“onların bu derecede şımarmasına neden olduğu” gerekçesiyle Nurullah Ataç’ı
suçlayarak devam eder; milliyetçiler ve sanatseverler için “yeni şi’ir namı altında
şi’irimizin ve edebiyatımızın daha fazla baltalanmasına” ve “gençlerin yanlış yollara
sürüklenmesine” engel olmanın bir görev olduğunu vurgulayarak yazısını bitirir.
Bu yazı üzerine, Çınarlı ile Nurullah Ataç ve Turhan Dökmeci arasında
polemikler başlar. Mehmet Çınarlı, Turhan Dökmeci’ye yanıt niteliği taşıyan
“Kimlere Kaldı” yazısında ilk yazısına bazı açıklamalar getirmiş ve “yeni şiir
tarzında yazı yazan her şairin komünist olduğu”nu iddia etmediklerini söylemiştir
(16). Çınarlı ilk yazısında “yeni şiirin sol cereyanlara alet olduğunu ve bazı
kimselerin açıkça yapamadıkları telkin ve propagandayı mânasız gibi görünen
şiirlerle yapmaya çalıştıklarını belirt[miş]” olduğunu söyler (16). Yine Turhan
Dökmeci’nin “Rakıya Dilekçe” şiirinden alıntıladığı kısmı komünist propagandasına
değil, “bayağı şiir”e örnek olarak gösterdiğini belirtir (16).
Mehmet Çınarlı, Aralık 1953 tarihli Hisar dergisinde çıkan “Yeni Şiir ve
Yeni Bir Eleştirmeci” başlıklı yazısında eski-yeni mücadelesini şairler arası bir
iktidar çatışması olarak ele alır. Çınarlı yazısında Türk edebiyatındaki eski-yeni
103
tartışmasını “savaş” metaforlarıyla anlatarak, “şiir ülkesinde” yeni bir ihtilâlin
gelmekte olduğunu haber verir. Çınarlı’ya göre 15-20 yıl önce yetişen bir nesil,
“yenilik tahtına” oturmak için “şiddetli savaşlar” vermiştir (6). Bu şairler, bu tahtı ele
geçirdikten sonra, “şiir ülkesine” hep bereber hükmetmişlerdir (6). Çınarlı, Kaynak
dergisini kaynak göstererek son zamanlarda “sıkı durun putlar, sıkı nârası”nın tekrar
işitildiğini belirtir ve “yeni şiirin sulh ve sükûn ülkesinde yeni bir kaynaşmaya şahit
oluyoruz. Bir müddet sonra bu ülke için zarurî olan iç savaşın başlaması
beklenilebilir” der (6).
Çınarlı yazısının devamında “Yeni şiir ülkesine” saldıran “kalemşör”Attilâ
İlhan’ın Kaynak’taki yazılarına değinerek, İlhan’ın “yeni şiir mefhumunu” daha da
anlaşılmaz hâle getirdiğini belirtir (6). İlhan’ın Kaynak’taki yazılarından alıntılar
yaparak onun “şiiri propaganda vasıtası sayan veya onu siyasî, iktisadî bir makaleden
ayırmayan malum gruba” mensup olduğu iddiasını yineler. Çınarlı’ya göre bu
“malum gruba” dâhil olmadıkları için Cahit Sıtkı, Cahit Külebi, Fazıl Hüsnü ve
Behçet Necatigil, Attilâ İlhan’ın saldırılarına uğramaktadır (7). Çınarlı, adını andığı
şairleri de “o guruba ‘biz sizden değiliz! diyeme[mekle]” eleştirir (7). Çınarlı,
yazısını Cahit Sıtkı, Cahit Külebi, Fazıl Hüsnü ve Behçet Necatigil’i “bulundukları
hareketsizlikten kurtulup” Attilâ İlhan ve arkadaşlarının karşısına çıkmaya davet
ederek bitirir (7).
Mavi dergisinde “yeni şiir”e ilk tepkiyi, Attilâ İlhan’ın “Sosyal Realizmin
Münasebetleri Yahut Başlangıç” yazısında bulmak mümkündür. İlhan, Birinci Yeni
şairlerini CHP “dikta”sının şairleri olmakla eleştirir. İlhan’a göre “bobstiller dikta
partisinin kanatlarına sığındılar, tekerleme folkloruna, uydurma koşmalara, formalist
türkülere gittiler, kendileriyle çeliştiler, kendilerini inkâr ettiler” (2). Ayrıca İlhan,
Garip hareketinin “yanlış anlaşılmış” ve “yanlış adapte edilmiş” bir sürrealizm
104
hareketi olduğunu iddia eder (2). Ancak Attilâ İlhan bu iddialarını temellendirmez;
“okuyun Garip Önsözünü gülümsemeden edemezsiniz” demekle yetinir (2).
Mavi dergisinde Birinci Yeni şiirine polemiklerden uzak, nispeten eleştirel ve
sorgulayıcı bir tavır alınması, 1 Ocak 1955 tarihli 26. sayıyla başlar. Bu sayının ilk
yazısı Ahmet Oktay’ın “Orhan Veli’nin Yeri” başlıklı yazısıdır. Bu yazıda, dogmatik
varsayımlarla hareket edilmeyip Garip hareketinin anlamı sorgulanır. Ahmet Oktay,
yazısının başında “Orhan Veli’yi bugün heyecanımız yatıştıktan sonra, yazılarını,
şiirlerini yeniden okuyup, biraz soruşturan bir şekilde incelemek daha aydın ve
gerçekçi bir kanıya ulaşmak için en doğru yoldur” der (3). Daha sonra Türk
edebiyatının Tanzimat’tan bu yana geçirdiği değişimlere kısaca değinerek “Garip
hareketinin anlamı nedir” diye sorar (4). Bu yazının ele alınan diğer yazılardan farkı,
önceden kabul edilmiş yargılarla değil, bir soruyla başlamasıdır. Orhan Veli’nin şiir
anlayışını Garip manifestosundan alıntılar yaparak açımladıktan sonra, ilkin Orhan
Veli’yi şiirden “imaj”ı kovmakla eleştiren Oktay, şiirden “imaj”ı kovmasının Orhan
Veli şiirini fazla etkilemediğini belirtse de, takipçilerinin şiirlerini olumsuz
etkilediğini ileri sürer (28). Oktay’ın yönelttiği ikinci eleştiri ise, Orhan Veli’nin
şiirlerinde “hiciv” düzeyinde kalması, toplumsal ve psikolojik gerçekliklerin derinine
inememesidir (29). Ahmet Oktay, yazısında Orhan Veli’nin şairliğini ve Türk
edebiyatındaki tarihsel yerini inkâr etmeden, onu şiirinde imgeye ve toplumsal
gerçekliklere yeterince yer vermemekle eleştirir.
Mavi’nin 1955 yılındaki aynı sayısında Türk edebiyatında “değerler
sistemi”ni tartışan bir soruşturma başlatılır. Mavi’nin 26, 27 ve 28’inci sayılarında
yürütülen soruşturma kapsamında sırasıyla Bekir Çiftçi, Özdemir Utku, Ahmet
Oktay, Tahsin Yücel, Bumin Güney, Demir Özlü, Güner Sümer, Orhan Duru,
Muzaffer Erdost, Yılmaz Gruda ve Attilâ İlhan “Bugün Türk Edebiyatının kabul
105
edilmiş bir değerler sistemi vardır. Bu değerler sisteminin okuyucu önünde
tartışılmasına taraftar mısınız? Niçin?” sorularına yanıt verirler. “Değerler
sistemi”nin tartışılması beraberinde bir olguyu daha getirir: yerleşik değerlerin
“tasfiye”si. Bekir Çiftçi, soruşturmaya verdiği yanıtta yeni nesle düşen görevin “edep
sınırlarını aşmadan, insafı elden bırakmadan, şahsiyata düşmeden ve nihayet eser
vermeyi ihmal etmeden bugünküleri ‘tasfiye’ etmek” olduğunu belirtir (8). Ahmet
Oktay da, yeni neslin görevinin değerleri eleştirerek ortaya çıkarmak olduğunu
belirtir ve bu açıdan “bu tartışma ve tasfiye olmalıdır ve olacaktır” der (9). Tahsin
Yücel de “sahte değer”leri silmek açısından tartışmanın gerekli olduğunu, ancak bu
tartışmayı yaparken ön yargılardan ve şahsi kaygılardan uzak olmaya dikkat edilmesi
gerektiğini söyler (10). Bumin Güney’in yanıtı ise “geliyoruz”dur: “GELİYORUZ.
Ve bu gelişle büyük bir savaş başlıyor” (6).
Soruşturmaya katılanların çoğu edebî değerlerin kişisel kaygılardan uzak bir
şekilde tartışarak ve eleştirerek “tasfiye” edilmesinin gerekliliğini vurgulasalar da,
çoğu, yanıtlarında edebî değerlerin tartışılmasından çıkıp kişilere yönelik iddialarda
bulunmuştur. Örneğin, Bekir Çiftçi’ye göre “Sabahattin Kudret, Behçet Necatigil,
Melih Cevdet, Metin Eloğlu şair, İlhan Tarus, Tarık Buğra, Samim Kocagöz, Naim
Tirali hikâyeci geçinmektedir” (7). Demir Özlü’ye göre “[Haldun] Taner sanatçı bile
sayılmamalı”dır (7). Güner Sümer yanıtında “Bir Külebi yıllardır beylik kafiyeler
düşürmekten, bir Salah Birsel Hacıvâtlık, bir Haldun Taner, meddahlık yapmaktan
bıkıp usanmamıştır” (7). Adı anılan şair ve yazarların hangi “edebî değer”leri temsil
ettikleri yönünde bir değerlendirme olmadığı gibi, soruşturmaya yanıt verenlerin
çoğu “edebî değer”lerle birbirinden farklı “isimleri” kastetmektedir. Nispeten daha
tutarlı ve nesnel eleştiriler yönelten Ahmet Oktay’ın yanıtı bile, “Fazıl Hüsnü, büyük
şair diye yutturulmaya çalışılıyor. Megalomani hastalığına yakalanmış bir Birsel,
106
tekerlemelerini ve paradokslarla dolu ilkelerini değişmez gerçekler diye empoze
etmeye çalışıyor. Necatigil, ağlamaklı ve can sıkıcı kafiyelerle donatılmış mısralarla
eskilerin seviyesine düşüyor” gibi kişisellik seviyesi çok yüksek cümleler
içermektedir (9).
Soruşturmaya en son yanıt veren Attilâ İlhan, “edebî değerler” tartışmasının
aldığı yönü eleştirir. İlhan, yanıtında tartışmanın yöntem ve tutum tartışması
olmaktan çıkarılarak “bir kişilik tartışması”na dönüştürülmesini eleştirir (8). Attilâ
İlhan’a göre yapılması gereken “şu veya bu şairin kişiliği veya taklidciliği”ni
tartışmak değil, “yeni Türk sanatının milli ve Atatürkçü sınırlar içinde kalarak ne
türlü bir sanat tutumu tutması gerektiğini araştırmak”tır (8). İlhan, Ahmet Oktay
dışında “hesaplaşma hareketi”ne katılan sanatçıların, “öncülere hesap sorarken
sistemli ve düzenli bir yol tutmamaları”nı eleştirerek, tartışmanın “sosyal ve estetik
bir temele yaslanmak” zorunda olduğunu belirtir (9). Mavi’deki tartışmalarda,
tartışırken “kişisel kaygılardan uzak durulması” gerekliliği normatif olarak
belirtilmişse de, tartışmalar polemiğe dönüşerek kişilere yönelmiştir.
1950-1955 yılları arası Garip akımına dile getirilen tepkiler, daha çok
birbirine zıt iki dergi olan Hisar ve Mavi’de toplanmıştır. Güner Sümer, 1 Nisan
1955 tarihli Son Mavi’nin ilk sayısındaki “Safgil’e Karşıt” başlıklı yazısında,
birbiriyle çatışan iki derginin de Garip akımına karşı çıkması hakkında, ilginç
yorumlarda bulunur. Güner Sümer’in aktardığına göre, Nurettin Safgil, Yenilik
dergisinde çıkan bir yazısında “Mavicileri Osmanlı üstatların ekmeğine yağ
sürmekle” suçlamaktadır (17). Sümer, Safgil’le “Batılı edebiyatın temsilcileri,
öncüler, uzun kavgalardan ve tartışmalardan sonra Osmanlı anlayışını mağlup
et[miş]” olduğu konusunda aynı fikirde olmadığını, “mağlup edildiği sanılan
Osmanlı anlayışı[nın] tekrar ortaya çıktı[ğını] iddia eder (17). Sümer’e göre,
107
“Osmanlı ustalarının” ellerinde Hisar, Toprak, Türk Düşüncesi ve Türk Sanatı gibi
dergiler, ve bu dergilerin “en az öncüler kadar okuyucuları var[dır]” (17). Sümer,
dönemin edebiyatının ilginç bir yorumunu yaptığı yazısında, Hisar gibi dergilerin
“Osmanlı sanat”ını savunurken öncülerin “karşılarında jurnalci kişiler” olduğu için
korktuklarını ve kendi köşelerinde “pısırık pısırık yazıp çiz[diklerini]” iddia eder
(17). Sümer’in yorumuna göre daha sonra, Osmanlı görüşünü savunanlara karşı önce
Attilâ İlhan, sonra da “genç neslin genç sanatçıları” olan kendileri çıkmıştır (17).
Güner Sümer’e göre, kendileri Osmanlıcılarla kavga ederken öncüler “Osmanlı
görüşüyle mücadele açmış olan Attilâ İlhan’a Mavicilere karşı çıkmaktan
çekinme[mişlerdir]” (17). Sümer, bunlardan yola çıkarak “Mavicileri Osmanlı
zevkini savunanların ekmeğine yağ sürmekle kadar suçlamak kadar kuşça bir yargı
olamaz” sonucuna varır (17). Mavi’nin soruşturmasına verdiği yanıtta “öncülere
sahneyi terkedin demekle artık bırakın yazmayın demiş sayılamayacağını” belirten
Sümer, “yazsınlar Varlık, Yenilik gibi kendileriyle beraber işlemini yitirmiş dayılara
sırtlarını dayamışlar nasılsa” der (28).
Milliyetçi-muhafazakâr Hisar dergisinin dönemin bazı dergilerinde iddia
edildiği gibi “Osmanlıcı” olduğunu söylemek güç olsa da, “eskiye dayanan” bir
yenilik anlayışını savunmak amacıyla Garip akımına tepki gösterdiği açıktır.
Ancak, Mavi’de farklı yazarlar, farklı nedenlerle Garip akımına karşı çıkıyor gibi
görünmektedir. Ahmet Oktay ve nispeten Attilâ İlhan daha tutarlı bir yaklaşımla
Garip akımını eleştirseler ve ikisi de toplumcu ve imgeci bir edebiyat anlayışını
savunsalar da, diğer Mavicilerin neyi savundukları anlaşılamamaktadır.
Birinci Yeni tartışmalarının yapıldığı bu dönemde Pazar Postası kapalıdır.
Yeditepe ve Varlık dergileri ise bu konuda nispeten suskun kalır. 1 Haziran 1955
tarihli Varlık dergisinde çıkan “Yanlış Hesaplar” başlıklı yazıda, Mavi’de yapılan ve
108
bir “tasfiye” girişimine dönüşen Garip tartışmalarına örtük bir gönderme yapar.
Varlık’a göre bu tartışmalar ün ve başarı kazanmak için yapılmaktadır:
Son zamanlarda bollaşan sanat dergileriyle birlikte yanlış bir
zihniyetin de alıp yürüdüğü göze çarpıyor: sağa sola çatarak dikkati
üstüne çekmek! [....] Şöyle muhakeme yürütenler oluyor: Orhan Veli
kendinden önceki nesilleri inkâr etti ve muvaffak oldu. Şu halde
yapılacak iş Orhan Veli nesli de dahil olmak üzere bütün eskileri inkâr
etmektir. (2)
Ancak, tanınmak için yapılan bu hesapların “yanlış” olduğunun belirtildiği bu
yazıda, Orhan Veli’nin “inkârcılığı” yüzünden değil, yapıtlarıyla ün kazanmış
olduğunun altı çizilir (2). Başkalarına “çatmak” geçici bir süre için dikkat çekse de,
tanınmanın ölçüsünün “değer” olduğu vurgulanır (2).
4. Şiirdeki Dönüşümün Tartışılması veya “İkinci Yeni”
Hisar ve Mavi’de Garip akımına tepkiler dile getirilirken, Yeditepe gibi bazı
dergilerde “sessiz ve sakin bir şekilde” şiirsel bir dönüşüm yaşanmaktadır. Mavi’de
“sosyal realizm” ile başlayan, dönemin şair ve yazarlarına yöneltilen bir tasfiye
girişimine dönüşen tartışmaları, 1956’dan itibaren “İkinci Yeni” tartışmaları izler. İlk
bakışta, Mavi’de edebî değerlerin sorgulanması edebî bir dönüşüme yol açmış gibi
görünür. Ancak Mavi’deki bu tartışmalar ve “İkinci Yeni” olarak adlandırılan şiirsel
dönüşüm eş zamanlı olarak gelişmiş olsa bile, aralarında zorunlu bir ilişki yoktur.
Mavi’de “geliyoruz” diyerek tasfiye hareketine girişenler ile İkinci Yeni olarak
“gelenler”—Yılmaz Gruda dışında—aynı kişiler değildir. 1954’ten itibaren Mavi’de
tartışmalar sürerken, Erdost’un sonradan “İkinci Yeni” adını verdiği şairlerin şiirleri
“sessiz ve sakin” bir şekilde yayımlanmaya başlamıştır. “İkinci Yeni” adı verilen
109
şiirsel değişim ile edebî değerlerin sorgulanması arasında doğrudan bir ilişki
bulunmasa da, Mavi’de başlatılan tartışmalar ve Pazar Postası’nda İkinci Yeni
“tartışmaları” arasında bir süreklilik vardır. Mavi’de başlayan “edebî değer”
tartışması, nispeten daha kuramsal ve yazınsal bir düzeyde biçim-içerik tartışması
olarak Pazar Postası’nda yankısını bulur.
İkinci Yeni tartışmaları 1956-1958 arasında özellikle Pazar Postası’nda,
1958’den itibaren de daha çok Yeditepe’de yoğunlaşmaktadır. Mavi ve Hisar
dergileri bu dönemde kapanmıştır. Ancak Hisar 1964’ten sonraki ikinci yayın
döneminde, İkinci Yeni akımına da karşı itirazlar yöneltecektir. Varlık ise
tartışmaların yoğun olduğu 1956-1958 arasındaki dönemde doğrudan tartışma ve
polemiklere girmez. Ancak bu dönemde gerek Pazar Postası’nda gerekse de
Yeditepe’de “İkinci Yeni” adı verilen şiirsel eğilimle ilgili bütün görüşlere yer verilir.
İkinci Yeni tartışmalarının diğer tartışmalardan temel farkı, bu tartışmalarda biçim,
içerik, anlam, öykü gibi edebî terimlere daha fazla yer vermesi ve tartışmalarda
kişisellikten nispeten uzaklaşılmasıdır. Bu bağlamda, daha önceki bazı tartışmalarda
görülen muhatabı aşağılayıcı ve küçültücü tavra nispeten daha az rastlanmaktadır.
Pek çok kaynakta İkinci Yeni’nin Garip şiirine tepkiden doğduğu söylense de,
“İkinci Yeni” adı altında geçen şairlerinin söylemlerinde Garip akımına doğrudan bir
tepki bulmak güçtür. Cemal Süreya’nın A dergisinde Ekim 1956’da çıkan ünlü
“Folklor Şiire Düşman” yazısında Oktay Rifat’a yönelttiği eleştiriler dışında, İkinci
Yeni şairlerinin Garip akımına veya Garip şairlerine karşı “putkırıcı” bir tavırları
olduğu söylenemez.
Pazar Postası’ndaki tartışmalar kişisellikten nispeten uzak olsa da, daha
önceki tartışmalarda görülen “etiketleme” ve “yanlış anlama” eğilimi, bu
tartışmalarda da gözlemlenir. Bu dönemdeki tartışmalardan, edebiyat eleştirisine
110
miras olarak “İkinci Yeni” olarak adlandırılan şiirsel yönelimi etiketleyen
“soyutluk”, “kapalılık”, “anlamsızlık” gibi terimler kalmıştır. Murat Devrim
Dirlikyapan, “ ‘İkinci Yeni’ Dışında Bir Şair: Edip Cansever” başlıklı yüksek lisans
tezinde eleştirmenler tarafından İkinci Yeni “maketi”nin nasıl oluşturulduğunu
ayrıntılı bir biçimde açımlar. Dirlikyapan, bu “maket”in oluşmasında büyük payı
olan Erdost’u “henüz üç yıllık geçmişi olan bir şiir deneyini tanımlamaya, ‘ilkelerini’
belirlemeye çalışmakta oldukça erken davrandığı” için eleştirir (10-11). Şüphesiz,
“tartışma yanılmaları”nın ve farklı şiir anlayışları olan şairlerin “İkinci Yeni maketi”
adı altında değerlendirilmelerinin edebiyat eleştirisine olumsuz bir etkisi olmuştur ve
kuşkusuz Erdost’un bunda büyük payı vardır. Ancak, Erdost’un başlattığı
tartışmaların İkinci Yeni şairlerinin üretimine ve ürettikleri şiirlerin tüketimine de
katkısı olmuştur. Birincisi, şairler edebî üretimlerini Pazar Postası’nda geniş bir
biçimde yayımlama imkânı bulmuştur. İkincisi, bu tartışmalar şairlerin
tanınırlıklarını artmasına katkıda bulunmuştur. Örneğin ilk şiiri 1953’te yayımlanan
Cemal Süreya, üç yıl gibi nispeten kısa bir sürede tanınmış bir şair hâline gelmiştir.
Üçüncüsü, bu tartışmalarla gündeme gelen şairler, tanınırlıklarının artmasının yanı
sıra, şiir anlayışlarını geniş bir biçimde açıklama ve tartışma olanağına kavuşmuştur.
Erdost’un şiirde gözlemlediği değişimi bir ad altında sunması, bu şiirsel değişimi
önyargısız bir biçimde anlamaya ve tartışmaya çalışması, alternatif bir şiir
kanonunun oluşmasına yardımcı olmuştur.
1950’lerdeki edebiyat dergilerindeki tartışma konularının genel ve güncel
ilgiye yönelik olmaları da dikkat çekicidir. Genel olarak bakıldığında, 1950’lerin
başlarındaki köy edebiyatı tartışmalarının günlük basına da yayıldığı, 1953-1956
arası dergilerin çoğunun toplumcu yazın tartışmasına katıldığı, dönemde Garip
akımına yöneltilen tepkilerin daha çok Hisar ve Mavi’de dile getirildiği, 1956-1958
111
arasında İkinci Yeni tartışmalarının ise Pazar Postası’nda yoğunlaştığı
görülmektedir.
Dergilerin poetik tutumlarının bu tartışmalar etrafında biçimlendiği
gözlemlenmektedir. 1950’ler Türkiye’sinde tartışılan konular ile 1960’larda Mısır
edebiyatında tartışılan konular (eski-yeni edebiyat, bağlanmış edebiyat ve Batı
etkisi) arasındaki benzerlik de dikkat çekicidir. Eski-yeni edebiyat ve “bağlanmış”
toplumcu edebiyat tartışmaları Türkiye’de 1950’lerdeki edebiyat dergiciliğinin de
ortak paydasını oluşturur; ancak, Batı etkisinin tartışılması Hisar dergisi dışında
nispeten daha az yer tutar. Mısır’da cumhuriyetin 1952 devrimiyle kurulduğu ve
1967 İsrail yenilgisi düşünüldüğünde, bu dönemde Mısır edebiyat dergilerinin daha
anti-emperyalist ve millî kimliği bulmaya yönelik bir tutum taşıması daha iyi
anlaşılabilir. Diğer bir fark da, Mısır’daki edebiyat dergilerinde avangard ve
modernist edebiyat tartışmalarının daha çok öykü üzerinde yoğunlaşmasıdır.
1950’lerde Türkiye’de şiir ve öykü eş zamanlı bir dönüşüm geçirse de, edebiyat
dergilerindeki tartışmalar daha çok şiire odaklanmıştır.
Bu dönemde,“tartışma” ve “polemik” eğilimlerinin iç içe olduğu
gözlemlenir. 1950’lerde genel eğilimin “tartışma”nın önemine inanç olduğu
söylenebilir. Örneğin Memet Fuat, Tartışmalar kitabının “Sunu” yazısında
tartışmanın yaratıcı ve “doğruyu getirici” yönlerini vurgularken dönemin tartışma
eğilimini şöyle dile getirir:
Tartışmanın, karşıt düşünceleri değerlendirmenin önemine inanılan bir
ortamda yetişmiştim. Çevremdekiler hangi konu açılsa ne
düşündüğümü söylememi isterlerdi. Onlara göre tartışma yaratıcıydı.
Giderek bilim adamlarının bile değinmeler, incelemeler bir yana,
karşılıklı kitaplar yayımlayarak tartıştıklarını, ancak bu tartışmaların
112
ışığında gerçeklere ulaşıldığını öğrendim. Yazın alanındaysa
tartışmalar doğruyu getiriciliğinin yanı sıra, ilgi çekicilikleriyle de
önemliydiler. Bir dergi ele alındığında ilk okunan tartışma yazıları
oluyordu. (7)
1950’lerde tartışmanın “gerçeğin belirlenmesi”ne yardım ettiğine dair bir
yönelimden söz etmek olanaklıdır. Bu eğilim doğrultusunda, ilk yazılarının genelde
tartışma yazıları olduğunu belirten Memet Fuat, “Köylü Konuşması” adlı yazısının
“uzantıları[nın] iki yıl boyunca dergiden dergiye yankılanmış, karşıt görüşlerin
sergilenmesi sonucu önemli bir sorun[un] aydınlanmış” olduğunu belirtir (8).
Memet Fuat’la “Güdümlü Sanat” tartışması yürüten Varlık dergisinin 1 Şubat
1954 tarihli 403. sayısında yer alan “Gazete ve Dergiler Arasında” köşesinde de,
Memet Fuat’ın görüşlerine katılmasalar da, tartışmanın “gerçekleri belirlediği”
yönündeki inanç şöyle dile getirilir: “tartışmaların daima faydalı olduğuna,
gerçeklerin belirlenmesine yardım ettiğine inanıyoruz” (27). Mavi dergisinde de
“edebî değerler sistemi” soruşturmasında tartışmanın edebî değerlerin
belirlenmesinde oynadığı role vurgu yapılmıştır. Ancak dergilerdeki tartışma
eğiliminin artmasıyla birlikte, tartışmaların ikizi olan polemiklerin de hız kazandığı
söylenebilir. Dönemde “tartışma”nın önemine, tartışmanın “kişisellikten” uzak
olması gerektiğine vurgu yapılmış olsa da, çoğu zaman bu tartışmalar polemiğe
dönüşmüştür. Dikkat çeken diğer bir nokta da, bazı tartışmacıların “diğer”
tartışmacıların “ün” peşinde olduğuna dair yaptığı yorumlardır. Bazı tartışmacılara
göre, tartışmacı “ben” doğruyu savunurken veya gerçeği ararken, polemikçi “öteki”
ün veya tanınma peşindedir. Mark Parker 1830’lar İngiltere’sindeki sonu düelloya
varan polemiklerin altında yatan nedenin ticari rekabet olduğunu belirtse de aynı şeyi
1950’ler Türkiye’sindeki polemikler için söylemek güçtür. 1950’ler Türkiye’sinde
113
dergiler arası çatışma ve tartışmaların, farklı edebî ve siyasî görüşlerden
kaynaklandığı söylenebilir.
114
SONUÇ
TARTIŞMALAR VE KURAMLAR
Edebiyat dergilerinin ayrı bir tür olarak incelenmesi, gelişmekte olan bir
çalışma alanıdır ve bu alanda yapılan araştırmalarda yöntemsel sorunlarla
karşılaşılabilmektedir. Bu açıdan, 1950’ler Türkiye’sinde edebiyat dergiciliğini ele
alan tezin ilk bölümü, kaynaklara ve yöntem sorunlarına ayrılmış, tezde nasıl bir
yöntem izleneceği belirlenmiştir. Dergi odaklı ve karşılaştırmalı bu çalışmada,
metinler belli bir kurama göre ele alınmamış, dergilerde yer alan çok ve çeşitli
metnin ayıklanabilmesi açısından poetikalar-politikalar ayrımı yapılmıştır. Bu
yönteme göre, dergilerdeki bütün malzemenin dökümü yapılmamış, dergi
manifestoları, dergi sahip ve editörlerinin yazıları temel alınarak dergilerin edebî
anlayışları, tezin ikinci bölümü olan “Poetikalar” bölümünde çözümlenmiştir.
“Politikalar” bölümünde ise dergiler arası yoğun iletişimin göstergesi olan “Dergiler
Arasında” köşeleri ile tartışma yazıları temel alınmıştır.
Dergilerin “edebî değerler” karşısındaki tutumlarının sorgulandığı
“Poetikalar” bölümünde, bu dönemde dergilerde edebî uzmanlaşmanın artmasına
karşın ticari anlamda bir uzmanlaşma veya profesyonelleşmeden söz etmenin güç
olduğuna dikkat çekilmiştir. Varlık içeriğiyle, Yeditepe daha çok biçimiyle okur
115
zevkine duyarlılık gösterse de, Mavi ve Hisar’da dergi kurucularının edebî ürünlerine
sık sık rastlansa da, dergicilerin ticari bir kazanç ya da ün peşinde olup olmadıkları
veya ne ölçüde böyle bir tutum taşıdıklarının tartışmaya açık olduğu belirtilmiştir.
1950’ler Türkiye’sinde dergiler arasında yoğun ve canlı bir tartışma ortamı
olmasından yola çıkılarak tezin üçüncü bölümü olan “Politikalar”da dergilerin ortak
paydasını oluşturan tartışmalar etrafında Hisar, Mavi, Pazar Postası, Yeditepe ve
Varlık dergilerinin aldığı tutumlar serimlenmiştir. 1950’lerdeki edebiyat dergilerine
bakıldığında, dergiler arası yoğun bir iletişim ve tartışma ortamı olduğu dikkat
çekmektedir. Dergilerin, dönemin tartışmaları etrafında edebî kimliklerini
oluşturdukları / ortaya koydukları, dergiler arası poetik ve politik farklılıklarının da
bu tartışmaları ürettiği görülmektedir. Hisar dergisi, Garip akımına karşı çıkarken
1940 öncesi edebî değerleri savunmakta, diğer yandan dönemin yerleşik edebî
değerlerini sorgulama yönünde bir tutum alan Mavi’yle çatışmaktadır. Varlık özgül
köy edebiyatı çizgisini sürdürürken okur kitlesini geliştirmekte, toplumcu yazına
mesafeli yaklaştığı için toplumcu eğilimli Yeditepe’yle tartışmaktadır. Dönemin eski-
yeni bütün edebî değerlerine yer veren Yeditepe’de gelişen İkinci Yeni, Pazar
Postası’nda tartışılmaktadır. Dönemin tartışmalarında en polemikçi isimleri de dâhil
olmak üzere çoğunluk, tartışmaların “doğruyu getirici” ve “gerçeği aydınlatıcı”
yönlerini vurgulamış, tartışmalar yapılırken eleştirel, sistemli ve kişisellikten uzak bir
yöntem benimsemesi gerektiğine inanmış, ancak yine aynı çoğunluğun büyük bir
bölümü iletişimin kör noktalarından kaçınamamıştır. 1950’lerdeki edebiyat dergileri
arasındaki tartışmaların çoğunda, normatif olarak tartışmanın önemine, kişisellikten
uzak olması gerektiğine vurgular yapılmasına rağmen, tartışmaların çoğunda
muhatabı ikna etmeye yönelik argümanlardan çok, onu tehdit edici, küçültücü,
aşağılayıcı imalara rastlanmaktadır.
116
Tezin ikinci ve üçüncü bölümlerinde irdelenen edebiyat dergileri ve dergicilik
ortamındaki tartışmalar nasıl bir kuramsal bağlamda değerlendirilebilir? Edebiyat
dergilerinin ayrı bir yazınsal tür olarak incelenmesi için yerleşmiş kuramlar ve
düşünsel çerçeveler yoktur. Bu noktada, yazınsal yaşamla dolaylı olarak ilgili olan
iki farklı modeli ele almak açımlayıcı olabilir. Hannah Arendt ve Jürgen
Habermas’ın “Kamusal Alan” yaklaşımı ve Pierre Bourdieu’nun “Kültürel Üretim
Alanı” kavramsallaştırması, farklı yönleriyle yazınsal yaşamdaki ilişkileri anlamak
için önemli ipuçları sunarlar.
Türkiye’de 1950’lerin tartışmacı ve polemikçi ortamı, ilk bakışta bir “edebî
kamu” görüntüsü çizer. Kamuyu kitleden ayıran, akılcı-eleştirel tartışmalar yürüten
bir topluluk meydana getirmesidir. Alman felsefeci ve sosyolog Jürgen Habermas,
1962 yılında yayımladığı geniş yankılar uyandıran kitabı Kamusallığın Yapısal
Dönüşümü’nde, 18. yüzyıldan 20. yüzyıla kapitalizmle birlikte gelişen burjuva
kamusal alanın oluşumunu ve çöküşünü tarihsel olarak çözümler. Habermas, “edebî
kamu”yu temsilî kamu ve burjuva kamusu arasında bir köprü olarak niteler. Batı
Avrupa’da 17. yüzyılda kahvehanelerde ve salonlarda oluşmaya başlayan ilk “edebî
kamu”, 18. yüzyıla gelindiğinde kültür ve sanat eleştirilerinin yapıldığı dergiler
etrafında toplanmaya başlamıştır. Habermas’a göre ilk kez kahvehanelerde,
salonlarda oluşmaya başlayan ve daha sonradan “basın ve profesyonel eleştiri
organları ile bir arada tutulan kamusal topluluk [...] edebî akıl yürütmeye dayanan
kamuyu / kamuoyunu meydana getirir” (127). Eleştirel akıl yürütme faaliyeti ile
edebî kamu, bireylerin eleştirel-akılcı tartışmalarla ortak kararlar aldıkları ve
kamuoyunu belirledikleri “kamusal alan” adı verilen yaşam alanını öncelemiştir.
117
Habermas’a göre Helenik kamu modeli, Rönesans’tan günümüze kadar
normatif gücünü devam ettirmiştir (61). Habermas, Yunanlıların yorumuyla aktarılan
Helenik kamu modelini şöyle betimler:
Yunanlıların bilincinde kamu, özel alanın karşısında bir özgürlük ve
istikrar âlemi olarak yükselir. Her şey kamunun ışığında açığa çıkar,
herkesin gözüne orada görünür. Meseleler vatandaşlar arasındaki
konuşmalarda dile gelir ve şekillenir. Eşitler arasındaki çatışmada en
iyi olan ortaya çıkar ve gerçek özüne bürünür. (60)
Jürgen Habermas’a göre, Helenik kamu modeli 20. yüzyılın ortalarına kadar etkisini
sürdürür; ancak 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren basının ticarileşmesiyle
burjuva kamusal alanı çözülmeye başlar (301).
Habermas, edebî kamunun “eleştirel-akılcı tartışmaları”nın burjuva kamuyu,
dolayısıyla modern demokratik kurumları öncelediğini belirtse de, “edebî kamu”
kavramına Türkçesi 404 sayfalık kitabın yaklaşık 60 sayfasında değinir. Gerek
Türkçede, gerekse de İngilizcede Habermas’ın “kamusal alan”ını tartışan çok sayıda
kaynak bulunmasına rağmen, “edebî kamu” olgusunu değerlendiren herhangi bir
Türkçe kaynağa rastlanmamıştır; İngilizcedeki kaynaklar da oldukça sınırlıdır. Bu
bağlamda, edebî kamunun nasıl işlediğini anlamak güçtür. Edebiyat tartışmaları söz
konusu olduğunda, siyasî süreçteki gibi karar alma mekanizmalarından ve
demokratik bir süreçte formel tartışmalarla edebî kamuoyunun oluşumundan söz
etmek güçtür. Diğer bir sorun da, Habermas’ın tartışmaların akılcılığına ve
eleştirelliğine, bunun sonucu oluşan uzlaşmaya yaptığı vurgudur. Türkiye’de
1950’lerin edebiyat dergiciliğine bakıldığında, normatif olarak Helenik kamu
modelinin benimsendiği söylenebilse de, yapılan tartışmaların ne kadar akılcı olduğu
118
ve bu tartışmalar sonucunda gerçeğin ne derecede “özüne büründüğü” tartışmaya
açıktır.
Bu noktada, Alman siyaset kuramcısı Hannah Arendt’in kamusal alan
modeline bakmak yardımcı olabilir. Habermas, Arendt’in kamusal alan modelinden
esinlenmiş olsa da, aralarında önemli ayrımlar vardır. İkisi de Helenik kamusal alan
modelini örnek olarak almış olsa da Habermas, kamusal alanda iletişimin akılcılığına
ve kamuoyuna vurgu yaparken, Arendt iletişimdeki çok-sesliliğe ve özneler-arasılığa
vurgu yapar. Habermas’ta akılcı-eleştirel tartışma “hakikatin ortaya konması”na ve
kamusal bir görüş birliğine yönelikken, Arendt hakikat ve tartışmayı birbirinden
ayırır. Tartışmayı, politik yaşamın özü olarak kabul eden Hannah Arendt, “Hakikat /
Doğruluk ve Siyaset” başlıklı yazısında, hakikat ve tartışma-politika arasındaki
zıtlığı şöyle dile getirir:
Diğer bütün hakikatler gibi olgusal hakikat de tanınmayı isterken
mütehakkimdir, tartışmaya meydan vermez. Oysa tartışma, siyasi
yaşamın tam da özünü oluşturur. Siyaset penceresinden bakılacak
olursa hakikatle meşgul olan düşünce ve iletişim tarzları kaçınılmaz
olarak mütehakkimdir; başka insanların görüşlerini dikkate almaz.
Oysa görüşlerin dikkate alınması tam anlamıyla siyasi olan bütün
düşüncelerin nişanesidir. (290)
Arendt’in politika ve iktidar anlayışında, çoğulluk, eşitlik, karşılıklılık ve
özneler-arasılık gibi ilkeler ön plana çıkar. Hiyerarşik olmayan, simetrik ve
karşılıklılığa dayanan kamusal alanı çoğulluğu mümkün kılarak, karşılıklı tanımaya
ve farklılığa saygıya dayalı bir politika imkânı verir (Seyla Benhabib’den aktaran
Villa 714). Arendt, “Kamu Alanı: Müşterek Alan” başlıklı yazısında “kamu alanının
gerçekliği[nin], ortak dünyanın kendine sunduğu ve haklarında hiçbir ölçüm ve
119
paydanın belirlenmediği, aynı anda sayısız perspektif ve veçhenin mevcudiyetine
dayan[dığını]” belirtir (83). Ancak, Arendt’in sadece kamusal alandaki çoğulluğa
değil, bu çoğulluğu mümkün kılan “paylaşılan ortak dünya”ya vurgu yaptığına da
dikkat çekmek gerekir. 1950’lerde dergilerdeki tartışmalardan bir “hakikat” veya
“kamuoyu” zorunlu olarak çıkmasa da, tartışma konuları ortaktır ve ortak tartışma
konuları etrafında dergiler farklı edebî ve politik görüşleri sergilerler.
Arendt’in yukarıda kısaca özetlenen kamusal alan tasarımına dayanan politika
ve iktidar anlayışı, Machiavelli’den modern siyaset bilimine uzanan, iktidarı
asimetrik, hiyerarşik ve tek taraflı olarak tanımlayan klasik yaklaşımlardan oldukça
farklıdır. Arendt’in de belirttiği gibi “iktidar” konusunda soldan sağa tüm siyasal
kuramcılar uzlaşmış gibidir (41). Hannah Arendt, Şiddet Üzerine adlı yapıtında C.
Wright Mills’in “Tüm siyaset iktidar mücadelesinden ibarettir; iktidarın nihai biçimi
şiddettir” ifadesini alıntılayarak Bertrand de Jouvenel’den Mao Zedong’a kadar
siyasal iktidarı şiddetle ve kuvvetle eşitleyen anlayışı eleştirir (41-42). Buna karşılık
Arendt, Atinalıların ve Romalıların iktidarı, egemenlik, yasa veya kumandayla
özdeşleştirmeyen kavrayışlarını hatırlatır (46).
Siyaset felsefesinde politikayı asimetrik ve hiyerarşik bir iktidar mücadelesi
olarak görme eğilimi, Pierre Bourdieu’nün yazınsal alan hakkındaki düşüncelerinde
de yankısını bulur. Bourdieu’ye göre yazınsal ve sanatsal alan, görece bir özerkliğe
sahip olsa da, iktidar alanının içinde yer alır (“The Field of…” 37). Bu alan da, diğer
alanlar gibi mücadele ve rekabet alanıdır; diğer alanlarda olduğu gibi egemenler ve
egemen olunanlar vardır. Bourdieu, kültürel üretim alanını, büyük ölçekli kültürel
üretim alanı ve sınırlanmış kültürel üretim alanı olmak üzere iki alt alana ayırır.
Ekonomik alandan nispeten daha özerk olan sınırlanmış kültürel üretim alanının
“tersyüz edilmiş” dünyasında mücadeleler, ekonomik sermaye kazanmaktan çok
120
simgesel sermaye (prestij, tanınma, onur ve ün gibi) kazanmaya yöneliktir.
“Kaybedenin kazandığı” tersyüz edilmiş yazınsal alanda, “çok satmak gibi” bir
ekonomik başarı, simgesel sermaye kazanmaya ve kutsanmaya (consecration) engel
olabilir (aktaran Johnson 8).
Bourdieu’ye göre “alanın tarihinin, meşru algılama ve değerlendirme
kategorilerini kabul ettirmeye yönelik tekelci bir iktidar mücadelesi tarihi olduğunu
söylemek yeterli değildir”; mücadelenin kendisi alanın tarihini yaratmaktadır (“The
Production of Belief” 106). Bourdieu’ye göre söz konusu olan, hâlihazırda isim
yapmış sanatçılar-yazarlar ile yeni gelenler arasında edebî meşruiyet savaşıdır. Bir
tarafta, süreklilik ve yeniden üretim isteyen egemenlerle, diğer tarafta yenilik,
farklılık ve devrim isteyen yeni gelenler arasındaki savaş, alanın tarihini yazar (106).
Bourdieu’nün yazınsal-kültürel alanın üretimini kavramlaştırmasında, siyaset
felsefesindeki asimetrik ve hiyerarşik iktidar anlayışının etkileri açıktır.
Tarihe yaptığı vurgulara rağmen, Bourdieu’nün ortaya koyduğu “soyut
yapı”nın tarihsel bağlamı tartışmaya açıktır. Verdiği örneklerin hepsi 19. ve 20.
yüzyıl sanat ve edebiyatına aittir ve çoğunluğunu avangard sanatçıların ve yazarların
yapıtları oluşturmaktadır. Ancak, yazınsal alanın tarihini belirleyen yeni ve eski
arasındaki “mücadele”, ezeli ve ebedi bir tarihsel gerçeklik olarak sunulur. Tarihsel
olarak diğer bir sorun da, edebî yapıtların üretildikleri tarihsel ve toplumsal bağlama
bu kadar vurgu yapan Bourdieu’nün, yazınsal-kültürel alanı tarihsel ve toplumsal
bağlamı dışında incelemesidir. Yazınsal alanın aktörleri (yazarlar, eleştirmenler,
yayıncılar, editörler vb.) toplumsal ve ideolojik koşullardan bağımsız olarak sadece
edebî “meşruiyet” (legitimacy) ve “simgesel sermaye” savaşı veren birimlere
indirgenmiştir.
121
Bourdieu’nün “kültürel alan modeli” ironik bir biçimde Mehmet Çınarlı’nın
“Yeni Şiir ve Yeni bir Eleştirmeci” başlıklı yazısında savaş metaforlarıya betimlediği
dönemin edebiyat ortamını hatırlatır. Çınarlı, yazısında şiir “ülkesi”nde yenilik
“taht”ına oturmak için yeni bir “ihtilâl” başladığını haber veren yazısında, Necatigil,
Cahit Sıtkı gibi şairleri de bu “savaş”a katılmaya çağırmıştı. Gerçekten de, bu
dönemde Hisar dergisinde Garip’e ve dönemin Garip etkisindeki şairlere savaş
açılmış, Mavi dergisinde de “eski” veya “eskimiş” şiiri “tasfiye” etmeye yönelik bir
girişim yapılmıştır. Bu iki dergi arasında da, farklı politik ve poetik görüşlerden
dolayı sert mücadeleler yaşanmıştır. Bu bağlamda, Türkiye’de 1950’lerdeki dergiler
arası tartışma ve polemik ortamını da Bourdieu’nun perspektifiyle edebî değerlerin
belirlenmesine yönelik bir edebî “meşruiyet” mücadelesi olarak okumak olanaklıysa
da, ampirik ve tarihsel veriler bu okumayı özellikle iki noktada geçersizleştirir.
Birincisi, kültürel alandaki aktörlerin niyetlerinin kesin olarak bilinemezliğidir. Bu
dönemde kültürel alandaki mücadelelerin, daha sonra “ekonomik sermaye”ye
dönüştürülebilecek “simgesel sermaye” kazanmaya yönelik olduğuna dair metinsel
veya ampirik bir kanıt bulunmamaktadır. Toptancı bir bakışla, kültürel alandaki
bütün aktörlerin “ün kazanmak” peşinde olduğunu söylemek spekülatif bir yargı
olacaktır. İkincisi, bu mücadeleler sonunda “tanınma” ve “ün kazanma” gelebilse de,
bu zorunlu olan bir neden değil, zorunlu olmayan bir sonuçtur. 1950’lerde “eski
şiir”e yönelik bir mücadele yürüten herkes “simgesel sermaye” kazanmadığı gibi,
Bourdieu’nün terminolojisiyle dönemde “simgesel sermaye” kazanan, “eski şiiri”
yıkmak için doğrudan bir mücadeleye girmeyen ve “sessiz sakin” bir biçimde yeni
biçimler arayan İkinci Yeni şairleri olmuştur.
Bourdieu’nün “kültürel alan” modelinin tarihsel ve ampirik temelleri özellikle
1950’lerin edebiyat dergiciliği bağlamında tartışmaya açıktır; ancak dikkat çektiği
122
önemli bir nokta vardır: iktidar mücadeleri. Bu noktada, karşımıza iki farklı model
çıkar: Arendt’in çoğulluğa, diyaloğa, iletişime dayalı “kamusal alan” modeli ile iki
zıt kutup arasında iktidar mücadelelerin yaşandığı “kültüre alan” modeli. Ancak, bu
modeller çatışıyor gibi görünseler de bizce uzlaştırılamaz değillerdir. Bu noktada,
Bourdieu’nün kültürel alandaki bütün ilişkileri iktidar ilişkileriyle eş tutması da,
Arendt ve Habermas’ın iletişimin üretebileceği “mücadele” anlamındaki iktidar
etkilerini göz ardı etmesi de eleştirebilir. İletişim ve iktidar ilişkilerini iç içe
geçebilseler de, eş olmadıkları gibi zıt da değildirler. İletişim kopuklukları veya
iletişimsizlik farklı poetik ve politik görüşler arasında yaşanan iktidar
mücadelerinden kaynaklanabileceği gibi, bilgi eksikliği veya sadece insanın yanlış
anlama yönündeki “yaratıcılığından” da kaynaklanabilmektedir.
Tartışmanın, sadece siyasi yaşamın değil, edebî yaşamın da temeli olduğunu
düşünmekle beraber, “politika”dan diyalog ve uzlaşmadan, mücadele ve savaşa kadar
uzanan ilişkiler dizgesini anlayabiliriz. 1950’lerdeki edebiyat dergilerine
bakıldığında, dergiler arası dayanışmaları görmek mümkün olduğu kadar, dergiler
arasında ciddi çatışmalar görmek de mümkündür. Bu bağlamda, 1950’lerde edebiyat
dergilerindeki tartışma ve polemikler, sadece edebî meşruiyet veya simgesel sermaye
kazanmak için yapılmış hâkimiyet mücadeleleri olarak değil, dergiler arası diyalog
ortamının ve nispeten “dönem ruhu”nun dışavurumları olarak da değerlendirilebilir.
Kuşkusuz, bu tartışmalar ve polemikler yeni edebî değerlerin oluşturulmasında ve
tanıtılmasında büyük bir rol oynamış ve bu bağlamda “iktidar etkileri” üretmişlerdir.
Ancak Muzaffer İlhan Erdost’un editörlüğünü yaptığı Pazar Postası’nın sayfalarında
kendisiyle polemiğe giren yazıları yayımladığı, Hüsamettin Bozok’un sahibi ve
editörü olduğu Yeditepe dergisini birbirinden farklı ve çatışan görüşlere açtığı
123
düşünülürse, bu dönemdeki yazınsal kamunun belli ölçülerde de olsa düşünsel
farklılıklara saygı gösteren çoğulcu ve demokratik bir tutum taşıdığı da görülebilir.
Habermas ve Arendt’in kamusal alan anlayışları, “normatif” ve “ütopyacı” olmakla
eleştirilmiş olsa da, bu normatif ve ütopyacı anlayışın 1950’lerdeki edebiyat
dergilerinde içkin olarak bulunduğunu söylemek olanaklıdır. Bu bağlamda,
Habermas’ın da, Arendt’in de kamusal alan tasarımlarının, idealize edilmiş ve eksik
tasarımlar olmakla birlikte, bütünüyle ütopyacı olmadığı söylenebilir.
Türkiye’de edebiyat dergisi çıkarmanın kendisi, 1950’lerde olduğu gibi
bugün de başlıbaşına “ütopyacı” bir iştir; çoğu zaman ticari bir kazanç getirmediği
gibi, edebiyata katkıda bulunan dergi sahip ve editörlerine fazla bir “ün” de getirmez.
Ancak bugünün edebiyat dergiciliğinde, dergiler arası bir iletişimden de, dolayısıyla
iletişimsizlikten de söz etmek güçtür. Edebiyat dergileri, güncel edebiyatın
tartışıldığı eleştirel bir forum olma özelliğini büyük ölçüde yitirmiş gibi
görünmektedir. Türkiye’de 1980 sonrasında basın alanında eleştirel tartışma yürüten
kamusal toplululuğun yok olması ve kitlesel basına geçiş, ticarileşme ve tekelleşme
gibi olgularla açıklanabilse de edebî kamunun çözülmesi edebiyat dergilerinin
“tekelleşmesi” veya “ticarileşmesi”ne bağlanamaz. Çünkü, edebiyat dergileri
alanında bir tekelleşmeden çok paylaşılan ortak dünyanın kaybolmasıyla bir
“parçalanma”dan söz etmek olasıdır. Edebiyat dergisi sayısının artmasının bir
bölünmeye yol açabileceği varsayılsa bile, Devlet İstatistik Enstitüsü’nün rakamları
temel alınırsa dergi sayısının 1950’lere oranla yalnızca bir kat arttığı ve bu artışın
nüfus ve okur-yazar oranındaki artışa göre düşük kaldığı görülür. Bugünkü dergi
tirajlarının düşüklüğü de ayrı bir göstergedir. Bu olguya nelerin sebep olduğunu
anlamak güç olsa da, 1950’lerde çoğulluğu ve çok sesliği olanaklı kılan “ortak
dünya”, bugün büyük ölçüde yitirilmiş gibi görünmektedir.
124
EKLER
EK A: SÜRELİ YAYIN İSTATİSTİKLERİ
TABLO 1: Konularına Göre Yayımlanan Gazete ve Dergiler 1940-2005
1940 1945 1950 1960 1965 1970 1975 1980 1985 1990 1995 2000 2005Toplam 334 647 1658 1890 2470 2362 2019 2568 2614 2594 2357 5653Genel 1076 1106 1443 1243 1030 1366 1794 1366 1499 3083Felsefe 3 4 9 5 9 4 6 6 8Din, ilahiyat 15 19 18 19 15 15 21 23 20 99Sosyal bilimler 290 365 507 653 608 728 418 794 456 1099Dil bilimi 5 4 8 4 4 8 3 5 9Kuramsal bilimler 7 9 31 30 24 25 20 8 7 101Uygulamalı bilimler 131 188 237 216 166 209 131 94 203 630Güzel sanatlar ve eğlence 38 82 121 118 87 112 101 131 103 297Edebiyat 64 38 77 82 95 70 59 60 83 107 46 36 144Tarih, coğrafya, biyografi 11 18 26 15 16 18 13 21 16 103
43
54
Kaynak: Yukarıdaki tablo 1951, 1952, 1960, 1970, 1976 ve 2005 tarihli Türkiye
İstatistik Yıllığı’nda ve İstatistik Göstergeler 1923-2002’de bulunan, Milli
Kütüphane verilerine dayanılarak hazırlanmış “Konulara Göre Kitap, Dergi ve
Gazete Yayını” istatistikleri temel alınarak oluşturulmuştur.
GRAFİK 1: Yıllara Göre Edebiyat Dergisi Sayısı
64
38
77 82 95
59 60
83
107
46 36
144
20
40
60
80
100
120
140
160
1940 1945 1950 1960 1965 1975 1980 1985 1990 1995 2000 2005
Kaynak: Yukarıdaki grafik Tablo 1’deki verilere dayanılarak hazırlanmıştır.
125
EK B: DERGİ KÜNYELERİ
Tablo 1: Hisar Dergisinin 1950-1957 Yılları Arasındaki Künyesi
Hisar Kuruluş: 16 Mart 1950 Idare Yeri: Ankara 16.3. 1950 10.3.1951 1.8.1951 Ocak 1955 Ocak 1956
Türü Aylık Fikir ve Sanat ve Edebiyat Dergisi
Sahibi Mehmet Çınarlı Fehmi Özçelik
Editörü İlhan Geçer Nevzat Yalçın İlhan Geçer
Fiyatı 30 Kuruş 50 Kuruş
Sayfa Sayısı 20 sayfa 24
Ebadı (Boy x En) 26 x 19 cm
Tablo 2: Varlık Dergisinin 1950-1960 Yılları Arasındaki Künyesi
Varlık Kuruluş: 15 Temmuz 1933 Idare Yeri: Ankara İstanbul (1946) 1.1.1950 1.1.1951 1.3.1953 1.1.1954 1.2.1956 1.6.1956 1.7.1958 1.3.1959
Türü On Beş Günlük Sanat ve Fikir Mecmuası
Aylık Sanat ve Fikir Dergisi
On Beş Günlük Sanat ve Fikir Dergisi
Sahibi Yaşar Nabi Nayır
Editörü Yaşar Nabi Nayır
Fiyatı 30 Kuruş 50 Kuruş 80 Kuruş 1 Lira
Sayfa Sayısı 16 24 32 24
Ebadı (Boy x En) 32 x 23 cm
126
Tablo 3: Mavi Dergisinin 1952-1955 Yılları Arasındaki Künyesi
Mavi ve Son Mavi Kuruluş: 1 Kasım 1952 Idare Yeri: Ankara Son Mavi 1.11. 1952 1.12.1954 1.4.1955 1.5.1955
Türü Aylık Fikir ve Sanat Dergisi
Sahibi Teoman Civelek Özdemir Nutku
Editörü Teoman Civelek Özdemir Nutku
Fiyatı 25 Kuruş 50 Kuruş
Sayfa Sayısı 8 34 20
Ebadı (Boy x En)
Tablo 4: Yeditepe’nin 1950-1960 Yılları Arasındaki Künyesi
Yeditepe Kuruluş: 1 Nisan 1950 Idare Yeri: İstanbul 1.4.1950 1.6.1951 1.5.1952 1.2. 1956 1.10.1958 1-15.4.1959
Türü On Beş Günlük Edebiyat ve Sanat Gazetesi
Aylık Edebiyat ve Sanat Gazetesi
On Beş Günlük Fikir ve Sanat Gazetesi
On Beş Günlük Edebiyat ve Sanat Dergisi
Sahibi Hüsamettin Bozok
Editörü Hüsamettin Bozok
Fiyatı 20 Kuruş 30 Kuruş 50 Kuruş 75 Kuruş 100 Kuruş
Sayfa Sayısı 4 8 16
Ebadı (Boy x En) 34 x 24 cm 40 x 28 cm 33 x 23 cm
127
Tablo 5: Pazar Postası’nın 1951-1958 Yılları Arasındaki Künyesi
Pazar Postası Kuruluş: 4 Şubat 1951 Idare Yeri: Ankara 4.2.
1951 4.3. 1951
25.3. 1951
19.8. 1951
23.12. 1951
9.3. 1952
1.1. 1956
23.6. 1957
20.4. 1958
2.11. 1958
Türü Haftalık Siyasi Gazete
Devrimci Gençliğin Gazetesi
Sahibi Cemil Sait Barlas
Editörü Cemil Sait Barlas
Cüneyt Arcayürek
Altan Öymen
Baki Kurtuluş
Muzaffer Erdost
Fiyatı 25 Kuruş 30 Kuruş 50
Kuruş 75 Kuruş
Sayfa Sayısı 8 12 14 16
Sanat ve Edebiyat Sayfaları
- 1 2 4 ila 6 6 ila 8
Ebadu (Boy x En)
40 x 28 cm
128
EK C: DERGİLERİN İLK SAYILARININ KAPAKLARI
129
SEÇİLMİŞ BİBLİYOGRAFYA
Abasıyanık, Sait Faik. “Mavi Üstüne”. Mavi 13 (1 Kasım 1953): 1.
“Açıklamak Gerekirse”. Hisar 18 (1 Ekim 1951): 6-7.
Adaklı, Gülseren. Türkiye'de Medya Endüstrisi: Neoliberalizm Çağında Mülkiyet ve Kontrol İlişkileri. Ankara: Ütopya Yayınevi, 2006.
Adorno, Theodor W. “Commitment”. Der. Fredric Jameson. Aesthetics and Politics. Londra ve New York: Verso, 1999. 177-95.
Akay, Necdet. “ ‘Hisar’ ve ‘Türk Edebiyatı’ Dergilerinde ‘Hikâye ve Roman’ Yazıları: Tahlil ve Mukayese”. Yayımlanmamış yüksek lisans tezi. Çanakkale: Onsekiz Mart Üniversitesi, 2001.
Arendt, Hannah. “Hakikat / Doğruluk ve Siyaset”. Geçmişle Gelecek Arasında. Bahadır Sina Şener. İstanbul: İletişim Yayınları, 1996. 271-319.
——. “Kamu Alanı: Müşterek Alan”. İnsanlık Durumu. Çev. Bahadır Sina Şener. İstanbul: İletişim Yayınları, 1994. 74-85.
——. Şiddet Üzerine. Çev. Bülent Peker. İstanbul: İletişim Yayınları, 1997.
Atabek, Nejdet ve Erdal Dağtaş. Kamuoyu ve İletişim. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi, 1998. Ataç, Nurullah. “Varlık Yayınları”. Pazar Postası 4.7 (12 Şubat 1956): 6.
Aydın, Kemal. “Dergiler Gazeteler Arasında”. Mavi 20 (1 Haziran 1954): 7.
Barlas, Cemil Sait. “Neden Sosyalistliği Beğeniyoruz?” Pazar Postası 4.24 (10 Haziran 1956): 1.
——. “Pazar Postası Niçin Çıkıyor?” Pazar Postası 1.1 (4 Şubat 1951): 1.
Berk, İlhan. “İlhan Berk’le Bir Konuşma” Röportajı yapan Veysel Arseven. Yeditepe 163 (15 Eylül 1958): 1, 5.
Bezirci, Asım. “İkinci Yeni Bir Kaçış Şiiri(mi)dir”. İkinci Yeni Olayı 213-23.
130
——. “İkinci Yeni’nin Tarihçesi”. İkinci Yeni Olayı 61-89.
——. İkinci Yeni Olayı. İstanbul: Evrensel Basım Yayın, 2005.
“Bir Açıklama”. Mavi 25 (1 Aralık 1954): 2.
“Bir Dergi: Hisar”. Papirüs 9 (Şubat 1967): 43-45.
“Bir Dergi: Yeditepe”. Papirüs 3 (Ağustos 1966): 44-45.
Bourdieu, Pierre. “The Field of Cultural Production, or: The Economic World Reversed”. Çev. Richard Nice. The Field of Cultural Production 29-74.
——. The Field of Cultural Production: the Essays on Art and Literature. Der. Randal Johnson. New York: Columbia University Press, 1993.
——. “The Production of Belief: Contribution to an Economy of Symbolic Goods”. Çev. Richard Collins. The Field of Cultural Production 74-112.
Bozok, Hüsamettin. “Dergilerimiz Günü”. Yeditepe 58 (1 Nisan 1954): 1, 8.
——. “90 Yılı Dolduran Çaba”. Röportajı yapan Turgay Keser. 2 Mart 2006. <http://www.evrensel.net/06/03/02/kultur.html>
——. “Gazetemiz 9 Yaşında”. Yeditepe 152 (1 Nisan 1958): 1.
——. “Gene Güdümlü Sanata Karşı”. Yeditepe 73 (15 Kasım 1954): 1, 3.
——. “Güdümlü Sanat Saçmalığına Karşı”. Yeditepe 70 (1 Ekim 1954): 1.
Burian, Orhan. “Başsöz”. Ufuklar 1.2 (Mart 1952): 33.
Cavkaytar, Serap. “Varlık Dergisinin İlk 150 Sayısındaki Edebiyat Yazılarının Sınıflandırılması”. Yayımlanmamış yüksek lisans tezi. Eskişehir: Osmangazi Üniversitesi, 2001.
Cemal Süreya. “Sirk”. Pazar Postası 5.48 (8 Aralık 1957): 6.
Chilvers, Ian. “Social Realism”. A Dictionary of Twentieth-Century Art. Oxford University Press, 1998. 1 Mayıs 2007. <http://oxfordreference.com>
Civelek, Teoman. “Kavga mı”. Mavi 15 (1 Aralık 1953): 1.
——. “Mavi’nin Düşündürdükleri”. Mavi 1 (1 Kasım 1952): 4.
Çınarlı, Mehmet. “Altıncı Yıla Girerken”. Hisar 59 (1 Mart 1955): 4-5.
——. Altmış Yılın Hikayesi. İstanbul: Kitabevi, 1999.
131
——. “Bir Yazı Dolayısıyl[a]”. Hisar 51 (1 Temmuz 1954): 4-5.
——. “Dergiler Arasında”. Hisar 45 (1 Ocak 1954): 14-15.
——. “Dergiler Arasında”. Hisar 53 (1 Eylül 1954): 13-16.
——. “Hep Aynı Metod”. Hisar 50 (1 Haziran 1954): 3-4.
——. “Hisar’dan Hatıralar”. Türk Dili 425 (Mayıs 1987): 304-17.
——. “Hisar Dergisi Hakkında”. Hisar 60 (Nisan 1955): 4-5.
——. “Kimlere Kaldı”. Hisar 12 (7 Nisan 1951): 16.
——. “Radyoda ‘Hisar’ Saati”. Hisar 38 (Şubat 1967): 16-18.
——. “Üzülmemek Elde mi?” Hisar 34 (1 Şubat 1953): 3.
——. “Yeni Şiir”. Hisar 9-10 (Ocak-Şubat 1951): 12.
——. “Yeni Şiir ve Yeni Bir Eleştirmeci”. Hisar 44 (1 Aralık 1953): 6-7.
——. “Yirmi Birinci Yıla Girerken”. Hisar 75 (150) (Mart 1970): 3-5.
Çiftçi, Bekir. “Soruşturma: Bugün Türk Edebiyatının kabul edilmiş bir değerler sistemi vardır. Bu değerler sisteminin okuyucu önünde tartışılmasına taraftar mısınız? Niçin?” Mavi 26 (1 Ocak 1955): 6-10.
——. “Soruşturma: Otuz Yıl Sonra (1952-1982) Mavi Dergisini ve Mavi Hareketini Nasıl Değerlendiriyorsunuz?” Milliyet Sanat 61 (1 Aralık 1982): 6-7. Demiral, Hilmi. “Varlık Dergisinin 400-500 Sayılarının Edebi Yönden İncelenmesi”.
Yayımlanmamış yüksek lisans tezi. Eskişehir: Osmangazi Üniversitesi, 2003.
“Dergiler”. Hisar 33 (1 Ocak 1953): 18.
“Dergiler”. Yeditepe 108 (1 Haziran 1956): 7.
“Dergilerde”. Hisar 44 (1 Aralık 1953): 14-15, 18.
“Dergiler Arasında”. Mavi 9 (1 Temmuz 1953): 4.
“Dergiler Arasında”. Yeditepe Yeni Seri 2 (16-30 Haziran 1959): 6-7, 10.
Dirlikyapan, Murat Devrim. “ ‘İkinci Yeni’ Dışında Bir Şair: Edip Cansever”. Yayımlanmamış yüksek lisans tezi. Ankara: Bilkent Üniversitesi, 2003.
Doğan, Erdal. Edebiyatımızda Dergiler. İstanbul: Bağlam Yayıncılık, 1997.
132
Duru, Orhan. “Soruşturma: Otuz Yıl Sonra (1952-1982) Mavi Dergisini ve Mavi Hareketini Nasıl Değerlendiriyorsunuz?” Milliyet Sanat 61 (1 Aralık
1982): 6.
Ecevit, Bülent. “Devrimciliğin Geçirdiği Son Sınav”. Pazar Postası 5.44 (10 Kasım 1957): 1.
“Edebiyat Tenkidi”. Varlık 401 (1 Aralık 1953): 2.
“Edebiyat Tenkidi”. Varlık 409 (1 Ağustos 1954): 2.
Emiroğlu, Öztürk. Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatında Hisar Topluluğu ve Edebî Faaliyetleri. Ankara: T.C. Kültür Bakanlığı, 2000. Erdost, Muzaffer İlhan. “Bir Avuç Yazarın Derdi”. Pazar Postası 4.4 (22 Ocak
1956): 7-8.
——. “İkinci Yeni İçin Yeni Türevler: ‘Anlamsıza Kadar Özgürsün’ ”. İkinci Yeni Yazıları 108-15.
——. “İkinci Yeni Üzerine Muzaffer Erdost’la Bir Konuşma”. İkinci Yeni Yazıları 75-83.
——. İkinci Yeni Yazıları. Ankara: Onur Yayınları, 1997.
——. “İlhan Berk”. Pazar Postası 4.31 (29 Temmuz 1956): 7.
——. “ ‘Papirüs’ Düşçüsüyle Buluşma”. İkinci Yeni Yazıları 116-18.
——. “Pazar Postası İçin Bir Pazar Söyleşisi”. İkinci Yeni Yazıları 99-107.
——. “Tartışma Yanılmaları”. Pazar Postası 5.6 (3 Şubat 1957): 7.
——. “Yanlış Anlaşılan”. Pazar Postası 4.7 (12 Şubat 1956): 7, 11.
Ertop, Konur. “Ataç’ın Taşradaki Küçük Dergileri”. Varlık 1091 (Ağustos 1998): 10 12.
——. “Edebiyatımıza Yön Veren Yaşar Nabi”. Yaşar Nabi’ye Saygı. İstanbul: Varlık Yayınları, 1982. 96-114.
“Gazete ve Dergiler Arasında”. Varlık 403 (1 Şubat 1954): 27.
Geçer, İlhan. “Sanat Dergileri Arasında”. Hisar 35 (1 Mart 53): 2, 16-17.
——. “Kitaplar: Evler ve Dilek”. Hisar 37 (1 Mayıs 1953): 16-17.
“Gerçek Öncülük”. Varlık 483 (1 Ağustos 1958): 2.
Gombrich, Ernst H. Sanatın Öyküsü. Çev. Erol Erduran ve Ömer Erduran. İstanbul:
133
Remzi Kitabevi, 1997.
“Güdümlü Edebiyat”. Varlık 404 (1 Mart 1954): 2.
Günyol, Vedat. Sanat ve Edebiyat Dergileri. İstanbul: Alan Yayıncılık, 1986.
Gruda, Yılmaz. “Soruşturma: Otuz Yıl Sonra (1952-1982) Mavi Dergisini ve Mavi Hareketini Nasıl Değerlendiriyorsunuz?” Milliyet Sanat 61 (1 Aralık
1982): 6.
Güney, Bumin. “Soruşturma: Bugün Türk Edebiyatının kabul edilmiş bir değerler sistemi vardır. Bu değerler sisteminin okuyucu önünde tartışılmasına taraftar mısınız? Niçin?” Mavi 27 (1 Şubat 1955): 6-8.
Habermas, Jürgen. Kamusallığın Yapısal Dönüşümü. Çev. Tanıl Bora ve Mithat Sancar. İstanbul: İletişim Yayınları, 2005.
Henderson, Helene ve Jay P. Pederson. Ed. Twentieth Century Literary Movements. Detroit, Michigan: Omnigraphics Inc., 2000.
Hızlan, Doğan. “Yeditepe”. Kitap-lık 42 (Temmuz-Ağustos 2000): 143.
İlhan, Attilâ. “Abbasın Yol Defterinden: Kuzu Postunda Eski Bir Kurt..” Son Mavi 28.1 (1 Nisan 1955): 3-4, 26-27.
——. “Attilâ İlhan’ın Açıklaması”. Mavi 20 (1 Haziran 1954): 5.
——. “Osman Mazlum’a Karşı Ömer Haybo!” Pazar Postası 5.45 (17 Kasım 1957): 7.
——. “Soruşturma: Bugün Türk Edebiyatının kabul edilmiş bir değerler sistemi vardır. Bu değerler sisteminin okuyucu önünde tartışılmasına taraftar mısınız? Niçin?” Son Mavi 29.2 (1 Haziran 1955): 5, 8-12.
——. “Sosyal ve Estetik Bir Platform Lüzumu”. Mavi 22 (1 Ağustos 1954): 1 ve 7.
——. “Sosyal Realizmin Münasebetleri yahut Başlangıç”. Mavi 21 (1 Temmuz 1954): 1, 2.
İnalkaç, Sema. “Varlık Dergisi’nin Yayınlandığı İlk Yıllardaki Sanat Faaliyetleri (S.1-60)”. Yayımlanmamış yüksek lisans tezi. Ankara: Gazi Üniversitesi, 2006.
İstatistik Göstergeler 1923-2002. Ankara: Devlet İstatistik Enstitüsü, 2003.
İstatistik Yıllığı 1951. Ankara: İstatistik Genel Müdürlüğü, 1952.
İstatistik Yıllığı 1950. Ankara: İstatistik Genel Müdürlüğü, 1953.
Johnson, Randal. “Editor’s Introduction: Pierre Bourdieu on Art, Literature and
134
Culture”. Bourdieu, The Field of Cultural Production 1-29.
Kaya, İbrahim Şeref. “Varlık Dergisi’nde Şiire ve Şiir Tenkidine Dair Yazılar: 1933- 1953”. Yayımlanmamış yüksek lisans tezi. Konya: Selçuk Üniversitesi, 1992.
Kaynardağ, Aslan. “Atatürkçü Kuşakların Yayıncısı”. Yaşar Nabi’ye Saygı. İstanbul: Varlık Yayınları, 1982. 107-15.
Kendall, Elisabeth. Literature, Journalism and the Avant-Garde: Intersection in Egypt. Londra: Routledge, 2006.
“Kıran Kırana”. Varlık 426 (1 Ocak 1956): 2.
Kongar, Emre. “Yaşar Nabi Nayır’ın Türk Edebiyatındaki Yeri: Varlık Dergisi ve Varlık Yayınları”. Yaşar Nabi’ye Saygı. İstanbul: Varlık Yayınları, 1982. 80- 96.
Mazlum, Osman. “Ömer Haybe”. Pazar Postası 5.34 (1 Eylül 1957): 6.
——. “Ömer Heybe”. Pazar Postası 5.48 (8 Aralık 1957): 7.
——. “Toplumculaştırmadıklarımızdan”. Pazar Postası 5.39 (6 Ekim 1957): 6, 11.
Memet Fuat. “Güdümlü Eleştirme”. Yeditepe 51 (15 Aralık 1953): 5, 7.
——. “Kendini Eleştirmek”. Eleştiri Üstüne. İstanbul: Adam Yayıncılık, 2001. 28- 29.
——. “Köylü Konuşması”. Yeditepe 27 (15 Aralık 1952): 1, 6.
——. “Mavi Hareketi Nedir?” Tartışmalar 286-304.
——. “Sunu”. Tartışmalar 7-8.
——. “Şive Taklidi”. Yeditepe 49 (15 Kasım 1953): 5.
——. Tartışmalar. İstanbul: Adam Yayınları, 2001.
Nafiz, Bülent. “Dergiler Arasında”. Hisar 52 (1 Ağustos 1954): 17-18.
——. “Dergiler Arasında”. Hisar 63 (Ekim 1955): 16-18.
Nayır, Yaşar Nabi. “Birkaç Söz”. Bizim Köy. İstanbul: Varlık Yayınları, 1957.
——. “Gazete ve Dergiler Arasında: Açıklama”. Varlık 405 (1 Nisan 1954): 31.
——. “Gazete ve Dergiler Arasında: Aşağılık Kompleksi”. Varlık 426 (1 Ocak 1956): 28-29.
135
——. “Gazete ve Dergiler Arasında: Eksik Olmasınlar”. Varlık 425 (1 Aralık 1956): 29-30.
——. “Gazete ve Dergiler Arasında: Gene Güdümlülük Üzerine”. Varlık 414 (1 Ocak 1955): 30. ——. “Gazete ve Dergiler Arasında: Güdücüler ve Gürültücüler”. Varlık 412 (1 Kasım 1954): 30-31. ——. “Gazete ve Dergiler Arasında: Güdümlü Edebiyat”. Varlık 411 (1 Ekim 1954): 30-31. ——. “Gazete ve Dergiler Arasında: Güdümlü Sanat”. Varlık 403 (1 Şubat 1954):
27.
——. “Gazete ve Dergiler Arasında: Yeni Edebiyat Vurgunculuğu”. Varlık 404 (1 Mart 1954): 30-31.
——. “İllallah”. Varlık 420 (1 Temmuz 1955): 28.
——. “Köy Kalkınması ve Enstitüler”. Varlık 358 (1 Mayıs 1950): 3.
——. “Varlık Dergisi Kırkıncı Yılında”. Milliyet Sanat 9 (1 Aralık 1972): 3 ve 10.
Nutku, Özdemir. “Soruşturma: Otuz Yıl Sonra (1952-1982) Mavi Dergisini ve Mavi Hareketini Nasıl Değerlendiriyorsunuz?” Milliyet Sanat 61 (1 Aralık 1982):7. Oktay, Ahmet. “Kendi Kendisi İle Çelişen yahut Sokaktaki Adam’a Dair”. Mavi 19 (1 Mayıs 1954): 5. ——. “Mavi Bir Dergi Olarak Beklentileri Karşılamamış, Sadece Haber Vermiştir”. Milliyet Sanat 61 (1 Aralık 1982): 2-4. ——. “Orhan Veli’nin Yeri”. Mavi 26 (1 Ocak 1955): 3-4, 27-29.
——. “Soruşturma: Bugün Türk Edebiyatının kabul edilmiş bir değerler sistemi vardır. Bu değerler sisteminin okuyucu önünde tartışılmasına taraftar mısınız? Niçin?” Mavi 26 (1 Ocak 1955): 6-10.
——. Toplumcu Gerçekçiliğin Kaynakları. İstanbul: Tümzamanlaryayımcılık, 2000.
“Okuyucularımıza”. Yeditepe 12 (15 Kasım 1950): 1.
Öksüz, Songül. “Varlık Dergisi’nin Kültürel Konulara Yaklaşım Biçimi (1950- 1960)”. Yayımlanmamış yüksek lisans tezi. Ankara: Ankara Üniversitesi, 2002.
Özalp, İsmet. “Bizim Köyün Yankıları”. Varlık 359 (1 Haziran 1950): 15.
Özçelik, O. Fehmi. “Dergilerde”. Hisar 44 (1 Aralık 1953): 14, 18.
136
——. “Gazetelerde-Dergilerde”. Hisar 40-41 (Ağustos-Eylül 1953): 16-17. Özkırımlı, Atilla. “Çağdaş Türk Edebiyatı”. Türk Edebiyat Tarihi. Cilt 1. İstanbul:
İnkılâp Kitabevi, 2004. 302-328.
Özlü, Demir. “Soruşturma: Bugün Türk Edebiyatının kabul edilmiş bir değerler sistemi vardır. Bu değerler sisteminin okuyucu önünde tartışılmasına taraftar mısınız? Niçin?” Mavi 27 (1 Şubat 1955): 6-8.
Parker, Mark. Literary Magazines and British Romanticism. Cambridge: Cambridge University Press, 2000.
Rossi-Landi, Ferrucio. Marxism and Ideology. Çev. Roger Griffin. Oxford: Clarendon Press, 1990.
Safa, Peyami. “Bir Anket: Sosyal Realizmin Mahiyeti, Yeni Türk Sanatındaki Yeri, Fayda ve Zararları Nelerdir?”. Hisar 55 (Kasım 1954): 10.
Saltık, Olcay. “Varlık Dergisinin 301-400 Sayılarının Edebî Yönden İncelenmesi”. Yayımlanmamış yüksek lisans tezi. Eskişehir: Osmangazi Üniversitesi, 2000.
Scruton, Roger. The Meaning of Conservatism. Hamphshire: Palgrave, 2001. Shovlin, Frank. The Irish Literary Periodical 1923-1958. Oxford: Clarendon Press,
2003.
Sümer, Güner. “Safgil’e Karşı”. Son Mavi 28.1 (1 Nisan 1955): 16-17, 28.
——. “Soruşturma: Bugün Türk Edebiyatının kabul edilmiş bir değerler sistemi vardır. Bu değerler sisteminin okuyucu önünde tartışılmasına taraftar mısınız? Niçin?” Mavi 27 (1 Ocak 1955): 6-8.
[Şemsettin Sami]. Kâmûs-ı Türkî (Sadeleştirilmiş ve Genişletilmiş). Haz. Mertol
Tulum. İstanbul: Tercüman Gazetesi, 1985.
Şengezer, Nazmi. “Hisar ve Türk Edebiyatı Dergilerinde Şiir Teorisi Yazıları”. Yayımlanmamış yüksek lisans tezi. Çanakkale: Onsekiz Mart Üniversitesi, 1997.
“Şive Taklidi”. Varlık 400 (1 Kasım 1953): 22-23.
Tamer, Ülkü. “Yeditepe Bir Bayram Yeri Gibiydi”. Kitap-lık 38 (Güz 1999): 261-63.
Tarık Dursun K. “Parantez İçinde Hüsamettin Bozok ve ‘Yeditepe’ ”: Kitap-lık 50 (Kasım-Aralık 2001): 205-07.
Tonga, Necati. “Orhan Veli İmzasıyla Yayınlanmış Bir Şiir Üzerine”. Türk Edebiyatı 400 (Şubat 2007): 88-90.
137
Toz, Hıfzı. “Hisar Dergisi Hakkında Bir Değerlendirme Çalışması”. Yayımlanmamış yüksek lisans tezi. Ankara: Gazi Üniversitesi, 1994.
Türkiye İstatistik Yıllığı 1960-1962. Ankara: Devlet İstatistik Enstitüsü, 1962. Türkiye İstatistik Yıllığı 2005. Ankara: Türkiye İstatistik Kurumu, 2006. Türkiye İstatistik Cep Yıllığı 1970. Ankara: Devlet İstatistik Enstitüsü, 1972. Türkiye İstatistik Cep Yıllığı 1976. Ankara: Devlet İstatistik Enstitüsü, 1977. Türkiye İstatistik Cep Yıllığı 1980. Ankara: Devlet İstatistik Enstitüsü, 1980. Uçarol, Tuncer. “Günümüzde Edebiyat Dergileri (Genel Görünüm)”. Edebiyat ve
Eleşiri 67 (Mayıs-Haziran 2003): 94-113.
Uyar, Tomris . “Dergilerin Düşündürdükleri”. Papirüs 23 (Nisan 1968): 1-6.
“Varlık Ne İçin Çıkıyor?” Varlık 1 (15 Temmuz 1933): 16.
Villa, Dana R. “Postmodernism and the Public Sphere”. The American Political Science Review 86.3 (Eylül 1992): 712-21.
“Yanlış Hesaplar?” Varlık 419 (1 Haziran 1955): 2.
“25 Yıl”. Varlık 482 (15 Temmuz 1958): 2.
“Yirminci Yıldönümümüz”. Varlık 396 (1 Temmuz 1953): 2.
Yücel, Can. “Güdümlü Değil Gönüllü”. Yeditepe 70 (1 Ekim 1954): 1, 7.
Yücel, Tahsin. “Soruşturma: Bugün Türk Edebiyatının kabul edilmiş bir değerler sistemi vardır. Bu değerler sisteminin okuyucu önünde tartışılmasına taraftar mısınız? Niçin?” Mavi 26 (1 Ocak 1955): 6-10.
——. “Yaşar Nabi Okulu”. Yaşar Nabi’ye Saygı. İstanbul: Varlık Yayınları,
1982. 162-66.
Zürcher, Erik J. Turkey: A Modern History. Londra ve New York: I. B. Tauris, 1994.
138
ÖZGEÇMİŞ
Aslı Uçar, 10 Haziran 1977 tarihinde İzmir’de doğdu. 1999 yılında Bilkent
Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. Beş yıl dış ticaretle
ilgili işlerde çalıştıktan sonra, 2004 yılında Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı
Bölümü’nde yüksek lisans çalışmalarına başladı. Hâlen bu bölümde yüksek lisans
öğrencisidir.
139