1
YYEENNİİ AANNAAYYAASSAA HHAAKKKKIINNDDAA
GGÖÖRRÜÜŞŞ
vvee
BBEEKKLLEENNTTİİLLEERR
TÜRKİYE İHRACATÇILAR MECLİSİ
YENİ ANAYASA RAPORU
NİSAN 2012
.
2
SUNUŞ Türkiye, Cumhuriyetimizin 100. kuruluş yıldönümü olan 2023 yılında 500 milyar dolar ihracat, 2 trilyon doları aşkın milli gelir, dünya ticaretinden alacağı %1,5 seviyesindeki pay ile dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına girmeyi hedeflemektedir. 50 bini aşkın ihracatçının temsilcisi Türkiye İhracatçılar Meclisi olarak Yeni Anayasa yapım sürecine ekonomik bir boyut kazandırarak Anayasa’ya bakış açımızı zenginleştirmek istiyoruz. İnovasyon odaklı bir kurum olan TİM, 2023 vizyoner ihracat hedeflerini dinamik bir süreç ile yönetirken yeni anayasa ile bu hedefleri taçlandırmak arzusundadır. TİM, yeni anayasa yapım sürecinde ülkemizin siyasi, ekonomik ve sosyal yapısını sağlamlaştırmak üzere taslak bir anayasa metni hazırlamak yerine, İhracatçılarımızın yeni anayasadan beklentilerini ortaya koyan bir anket çalışması yapmayı tercih etmiştir. TİM olarak, Türkiye’de bugüne kadar yürütülen Anayasa çalışmalarında Anayasa ile ekonomi arasındaki ilişkinin genellikle göz ardı edildiği gerçeğinden yola çıkarak, bu boşluğu doldurma misyonu yüklendik. İç deniz şartlarına göre üretilmiş yelkenlilerle okyanusta bir maceraya atılmak yerine, okyanus şartlarına dayanıklı bir geminin nasıl yapılması gerekliliğini dikkate alan bir düzenleme üzerinde yoğunlaştık. Yeni anayasal düzeni kuracak olan Anayasayı, geçmişe ait tartışmaların, teknik detayların gölgesinde bırakmak yerine, 21. yüzyıl şartlarına uygun bir şekilde ülkemizdeki ekonomik ve sosyal şartları temsil eden, ayrımsız ve özgür tercihlerin katılımına dayanan bir düzen şeklinde tasavvur ettik. Türkiye’nin anayasal düzeninin yeniçağın gereklerine cevap verebilecek nitelikte olması için TİM olarak ihracatçılarımız arasında kapsamlı bir anket çalışması yürüttük. İhracatçılarımızın Yeni Anayasa’ya ilişkin görüş ve beklentilerinin değerlendirilmesi ve Anayasa yapım sürecine iş dünyasının görüş ve katkılarının aktarılmasını sağlamak amacıyla, Yeni Anayasa’nın içermesi beklenen temel ilkelerinin yanı sıra ağırlıkla Anayasa’nın ekonomiyi düzenleyici boyutuna yönelik görüşleri değerlendirmek üzere toplam 22 sorudan oluşan bir soru formu kullandık. İhracatçıların anayasaya ilişkin görüşlerini öğrenmede esas alınan bu çalışma, yeni Anayasaya ilişkin ekonomik bir yaklaşım ortaya koymaktadır. Elde edilen sonuçlar ışığında ihracatçıların nasıl bir anayasal düzen talep
3
ettikleri ölçülmeye çalışılmıştır. İhracatçılarımızın yüzde 97’si yeni Anayasanın gelecek kuşaklara karşı sorumluluk anlayışıyla doğayı koruyan ve kaynakların sürdürülebilir kullanımını güvence altına alan bir yapıda olması gerektiğini belirtmiştir. İhracatın sağlıklı büyümeye ve dünya piyasalarında mevcut, ortaya çıkacak ve çıkması muhtemel taleplere uygun üretim anlayışını esas alması ve ekonomi bürokrasisinin de bu talepleri karşılayacak şekilde yapılandırılması gerektiğini belirten ihracatçılarımızın oranı da yüzde 97’dir. Anketin sonundaki anayasaya ilişkin serbest talep kısmında ise toplam 638 ihracatçı açık taleplerini dile getirmiştir. Sonuç olarak ihracatçılarımız, Türkiye’nin geçmişten kaynaklanan cari sorunlarının özgürlükçü-demokratik bir anlayış temelinde hızla çözümlenmesini arzularken, Türkiye’nin 21. Yüzyılının büyük değişimlerine hazırlıklı olmasına imkân veren bir anayasaya işaret etmekte ve esas itibariyle geleceğe odaklanmaktadırlar. Anketin moderatörlüğünü ve çalışmanın raporlamasını yapan Dr. Osman Can’a, ankete katılan değerli ihracatçılarımıza ve TİM ekibine yaptıkları katkılar için teşekkür ediyorum. Türkiye’nin siyasi, sosyal ve ekonomik açıdan dünyanın lider ülkelerin arasında yer alabilmesini desteklemek üzere oluşturduğumuz bu çalışmanın ülkemize ve gelecek nesillerimize yararlı olmasını, Yeni Anayasa yapım sürecine önemli oranda katkı yapmasını diliyorum.
Mehmet BÜYÜKEKŞİ
BAŞKAN
4
YÖNETİCİ ÖZETİ
“Değişimi Gerçekleştirmek, Geleceği Tasarlamaktır” vizyonu ile Türkiye’nin iktisadi kalkınmasına öncülük eden Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) geçmişten bugüne ihracatımızı istikrarlı şekilde artırarak çok önemli başarılara imza atmıştır. Bugün ulaştığımız noktada “Sürdürülebilir İhracat Artışını” temin edebilmek ve ihracatçılarımızın küresel piyasada rekabetçiliklerini artırmak için yeni bir inşanın gerekliliğine ihtiyaç duymaktayız. Yeni bir inşanın gerekliliği için Yeni Anayasa yapım çalışmalarını destekliyoruz. Yeni anayasa yapım süreci Türkiye’nin ihracatçıları için oldukça heyecan uyandıran bir gelişme olmuş ve ihracatçılarımız başarısını Yeni Anayasa ile taçlandırmayı hedeflemiştir. 2012 yılının en önemli gündem maddelerinden biri olan Yeni Anayasa çalışmalarına TİM olarak inovatif bir katkı sağlamak istenmektedir. Bu çalışma piyasaların denetimi, asgari ücret, girişim özgürlüğü, dış ticaretin düzenlenmesi, bağımsız idari otoriteler, yerel yönetimler, siyasal karar alma mekanizması, STK’lar, teknolojik gelişim ve inovasyon gibi konularda İhracatçılarımızın temel yaklaşımlarını ortaya koymaktadır. İhracatçılarımızın Yeni Anayasa’nın ekonomiyi düzenleyici boyutuna yönelik görüşlerini değerlendirdiği bu çalışma ile TİM olarak bir Anayasa metni yazılmamış, bir çerçeve rapor hazırlanarak Yeni Anayasaya ilişkin temel ilke ve beklentiler paylaşılmıştır. Araştırmanın amacı, Türkiye genelindeki ihracatçıların Yeni Anayasa’ya ilişkin görüş ve beklentilerinin değerlendirilmesi, dolayısıyla Anayasa yapım sürecine iş dünyasının görüşlerinin aktarılması ve katkısının sağlanmasıdır. Araştırmanın hedef kitlesi, Türkiye genelinde İhracatçı Birlikleri üyesi 52 bin firma yetkilisi olarak belirlenmiş ve çalışma kapsamında Yeni Anayasa’nın içermesi beklenen temel ilkelerinin yanı sıra ağırlıkla Anayasa’nın ekonomiyi düzenleyici boyutuna yönelik görüşleri değerlendirmek üzere toplam 22 sorudan oluşan bir soru formu kullanılmıştır. Araştırma CAWI (Bilgisayar Destekli İnternet görüşmesi) yöntemi ile gerçekleştirilmiş ve programlanan soru formu TİM web sitesinde yayınlanmıştır. İhracatçılarımız çalışmanın bilimselliği açısından vergi numarası ya da T.C. Kimlik numarası ile sisteme giriş yaparak çalışmaya katılım göstermişlerdir. 30 Aralık 2011 tarihinde başlatılan bilgi toplama
5
süreci 1100 firmanın katılımını takiben 13 Şubat Pazartesi günü sonlandırılarak, 14-17 Şubat tarihleri arasında veri analizi ve raporlama sürecini tamamlanmıştır. Böylelikle 1100 İhracatçı 46 gün içinde 22 soruyu cevaplamıştır. Yeni Anayasa ve Anayasa yapım sürecinde ihracatçımızın yüzde 64’ü çok ya da biraz bilgili iken, yüzde 35’sı pek ya da hiç bilgili olmadığını belirtmiştir. İhracatçılarımızın yüzde 98’si, Yeni Anayasa’nın gelecek kuşaklara karşı sorumluluk anlayışıyla doğayı koruyan ve kaynakların sürdürülebilir kullanımını güvence altına alan bir yapıda olması gerektiğini, İhracatçılarımızın yüzde 97’si, ihracatın sağlıklı büyümeye ve dünya piyasalarında mevcut, ortaya çıkacak ve çıkması muhtemel taleplere uygun üretim anlayışını esas alması gerektiği ve ekonomi bürokrasisinin de bu talepleri karşılayacak şekilde yapılandırılması gerektiğini, İhracatçılarımızın yüzde 96’sı, Yeni Anayasanın girişim özgürlüğü ile yenilikçi ve rekabetçi ekonomi karşısında engel oluşturmayacak esneklikte olması gerektiğini, İhracatçılarımızın yüzde 95’i, üniversitelerin ekonomi dünyasıyla etkileşiminin güçlendirilmesi ve mevcut yapısının değiştirilerek merkeziyetçilikten kurtarılması gerektiğini belirtmişlerdir. Bu doğrultuda çalışma yedi ana bölümden oluşmaktadır. Girişi kısmını takiben ikinci bölüm, Türkiye Anayasacılığının Karakteristiğine ilişkin temel yaklaşımları içermektedir. Bu bölümde Yeni Anayasa’nın ne olması gerektiğini anlayabilmek için öncelikle Türkiye’nin eski Anayasasının ve anayasal düzeninin ne olduğu anlatılmıştır. İkinci bölüm, Türkiye’nin Anayasacılık tarihini özgün, yalın ve anlaşılır bir üslupla açıklamıştır. Bu noktada 1924 Anayasası’nın 105, 1961 Anayasası’nın 157, 1982 Anayasası’nın 177 maddeden oluştuğu dikkate alındığında, Anayasalardaki madde sayısındaki artışın demokrasinin değil vesayetin gücünü artırdığını söylemek mümkündür. Türkiye’de 1987’den sonra yapılan anayasal değişikliklerin çoğu özgürlükler alanında sistem dönüşümü açısından büyük etki yaratmamış ancak 1987, 2007 ve 2010
6
yıllarında yapılan üç Anayasa değişikliği önemli yapısal değişimlere neden olmuştur. Cari Anayasal düzeni yalnızca revizyonla sürdürmeye çalışmak ise Türkiye’nin aleyhine sonuçlar doğurabilecektir. Bu bölüm yeni bir Anayasal düzeni inşa etmenin gerekliliğini tarihsel bir perspektifle açıklamaktadır. Üçüncü bölüm, Anayasanın Doğasına ilişkin temel yaklaşımları içermekte olup Anayasa ve Ekonomi ile Osmanlı-Türk Anayasalarında Ekonomik Düzen Tercihi başlıklarından oluşmaktadır. Bu bölümde, Anayasal düzenin aynı zamanda bir ekonomik düzen olduğu ve modern Anayasacılık tarihinde ekonominin, gerek siyasal tercihlerin ortaya çıkması, belirlenmesi ve yönlendirilmesi gerekse ekonomik aktörlerin etkin hale gelmesiyle bağlantılı olduğu hususunu açıklamaktadır. Bu doğrultuda 1921 Anayasası, Türkiye Anayasa tarihinde ekonomi yönünden çok özel bir yere sahiptir. 1921 Anayasası Âdemi merkeziyetçiliği benimsemiş tek Anayasa olup, hangi ekonomik modelin tercih edileceği sorununu siyasetin ve ekonominin kendi dinamiğine bırakmaktadır. Bu bölüm küresel ekonomiye entegre olmuş ve siyasal iddiasını da buna göre yeniden tanımlamış Türkiye’nin yeniden tanımlanmış bir Anayasal düzene ihtiyaç duyduğunu vurgulamaktadır. Dördüncü bölümde, Yeni Anayasacılık kavramına ilişkin görüşler açıklanmıştır. Bu bölüm ekonomide ve siyasette geçmişin anayasal düzeni ve referansları ile yola devam etmenin sakıncasını ve yeni bir yol haritasıyla yola devam etmenin faydasını konu almaktadır. Yeni bin yılın gelişmelerine ayak uydurmak için ne yapılmalıdır sorusuna anket çalışmasında verilen cevaplar ve ulaştırılan görüşler ile yanıtlanmaya çalışılmıştır. Beşinci bölümde araştırmanın sonuçları değerlendirilmiştir. Bu bölümde araştırmanın amacı, hedef kitlesi ve araştırma süreci ayrıntılı olarak açıklanmış, akabinde 22 soruya verilen cevaplar grafik yardımıyla analiz edilmiştir. Ulaşılan önemli sonuçlardan bir tanesi, 1982 Anayasası’nda bugüne kadar yapılmış değişikliklerin, sorunların çözümünde etkili olduğunu düşünen katılımcıların oranının yüzde 39 olduğuna işaret etmektedir. Bu sonuç bizlere yeni bir inşanın gerekliliğinin rakamlarla da tescillendiğini göstermektedir. Altıncı bölüm sektör taleplerinin analizine ilişkin temel yaklaşımları içermektedir. Bu bölüm İhracatçılarımızın anket sonuçlarını açıklık ve kararlılıkla analiz etmektedir. Bu sonuçlardan hareketle ihracatçıların yeni bin yılın ihtiyaçlarına paralel bir tepki verdiğini söylemek mümkündür.
7
İhracatçılarımız bir yandan ekonomik akıl ile hareket ederken, bir yandan da bu aklın geleceğini esaslı bir şekilde dikkate almaktadır. Bu bölümde ortaya çıkan diğer önemli bir sonuç ise ihracatçılarımızın Cumhuriyetin korunması konusunda oybirliği ile hareket etmesi, Cumhuriyetin nitelikleri açısından elitizmin ürünü olan unsurlara tepki duyması, anayasal düzeni ulusal ve uluslararası gelişime hızla cevap verebilecek niteliğe kavuşturmak istemesidir. Yedinci bölüm Anayasa ilişkin somut talep ve önerilerimizi içermektedir. Bu bölüm Yeni Anayasanın toplumsal katılımcı, gelecek odaklı, özgürlükleri esas alan bir devlet konseptine sahip, hızlı ve rasyonel karar alma mekanizmaları ile donatılmış, barışçıl, çevreye duyarlı ve yenilenebilir politikaları öne çıkaran, yerel yönetimlerin güçlendirildiği, sosyal adaletin gerçekleştirildiği, teknolojik gelişim ve inovasyon odaklı olması gerekliliğine işaret etmektedir. Nihayetinde Yeni Anayasa Hakkında Görüş ve Beklentilerin sunulduğu bu çalışmada ihracatçılarımızın nasıl bir anayasal düzen talep ettikleri ölçülmeye çalışılmıştır. Elde edilen sonuçlar ışığında ihracatçılarımızın kısa, öz ve kolay anlaşılabilir, ideolojisiz, tabusuz, tarafsız ve etnik referanssız bir Anayasa talep ettikleri tespit edilmiştir. İhracatçılarımız Anayasal düzenin ulusal ve uluslararası ekonomik gelişmelere hızla cevap verebilecek yeteneğe kavuşmasını gerekli görmektedir. 50 bini aşkın ihracatçının temsilcisi olan Türkiye İhracatçılar Meclisi de 2023 Hedeflerimize ulaşmak için, ihracatçılarımızın rekabetçiliklerini, yeniliklerini, teknolojik gelişimlerini artırmak için böyle bir gerekliliğin önemine inanmaktadır. Bu bağlamda, Türkiye’nin üreten, yeniliğe açık ve dinamik ihracatçıları olarak demokratik reformlar sayesinde ekonomik gidişatımıza hız verebileceğimiz ve Yeni Anayasa’nın bizi barışa, kardeşliğe, özgürlüğe bir adım daha yaklaştıracağı düşünülmektedir. Yeni Anayasa’dan beklenti, toplumsal ve siyasal barışı sağlayan, gelecek odaklı, kültürel, etnik, dinsel ve dinsel farklılıklardan birini öne çıkarmayan, ekonomi politikalarının ve stratejilerinin belirlenmesinde merkezin karar yetkisinin kullanımına özel sektör temsilcilerinin katılımı sağlayan bir yapı tesis etmesi yönündedir.
8
Yeni Anayasa yeni bin yılın gerekleri ışığında sosyal adaletin gerçekleştirilmesi için farklı siyasal ve ekonomik programların özgürce yarışmasına imkân sağlamalıdır. Bunun için ülkenin yeraltı ve yerüstü kaynaklarının ekonomik gelişime ve topluma kazandırılması için gerekli hukuki değişikliklere gidilmelidir. Uygulanacak programlarla devlet teknolojik gelişim ve inovasyonla güçlendirilen alt yapı sunmalı, bilgiye ulaşımı, onun analizini ve uluslararası rekabetin enerjisine dönüştürülmesini mümkün kılmalıdır. 50 bini aşkın ihracatçının temsilcisi Türkiye İhracatçılar Meclisi olarak ihracatçılarımızın anayasaya ilişkin görüşlerini ölçmede esas aldığımız bu çalışma, yeni Anayasaya ilişkin ekonomik bir yaklaşım ortaya çıkarmaktadır.
9
İçindekiler
I. GİRİŞ: ........................................................................................................................ 10 II. TÜRKİYE ANAYASACILIĞININ KARAKTERİSTİĞİ .................................... 15
A. Türkiye’de Anayasa ve Uygulama Biçimleri ..................................................... 15 B. Türkiye’de Anayasa Değişiklikleri ve Yapısal Dönüşüm Momentleri .............. 21
C. Yeni Bir İnşanın Gerekliliği ............................................................................... 25 III. ANAYASANIN DOĞASI ..................................................................................... 28
A. Anayasa ve Ekonomi .......................................................................................... 29 B. Osmanlı-Türk Anayasalarında Ekonomik Düzen Tercihi .................................. 30
IV. YENİ ANAYASACILIK ....................................................................................... 36 V. ARAŞTIRMANIN SONUÇLARI ......................................................................... 39
A. Anket çalışması .................................................................................................. 39 B. Anket Sorularının Analizi ................................................................................... 40
VI. SEKTÖR TALEPLERİNİN ANALİZİ .................................................................. 53 A. Genel Durum ...................................................................................................... 53 B. Anayasanın Yapımı ve Biçimi ............................................................................ 55
C. Devlete İlişkin Temel Yaklaşım ......................................................................... 56
D. Temel İlkeler ve Özgürlükler ............................................................................. 57
E. Siyasal Teşkilatlanma ve Ekonomik Düzen Tercihi .......................................... 58 VII. ANAYASAYA İLİŞKİN SOMUT TALEPLER VE ÖNERİLER ........................ 61
VIII. EK 1 .................................................................................................................... 67
10
I. GİRİŞ:
Anayasa, demokratik bir ülkede “toplumsal sözleşmenin” hukuki belgesidir.
Bu sözleşme ise toplumun nasıl bir siyasal işleyişe sahip olacağına, iç barışını
nasıl sağlayacağına, dünya milletleriyle nasıl bir ilişki içinde olacağına ve
nasıl bir gelecek hayal ettiğine dair tasavvurlarının bir yansımasıdır.
Demokratik olmayan ülkelerde bu hukuki belge, yönetici elitin
tasavvurlarının bir yansımasıdır. Onun iktidarını meşrulaştırır. Asla toplum
sözleşmesi değildir.
Toplumların hafızası geçmişin deneyimlerinden oluşmaktadır. Bu hafıza,
yeni bir sözleşmenin inşası sürecinde sözleşmenin geçmişe bakan yüzünü
oluşturur; kimi zaman bir kopuşu, kırılmayı, kimi zamanda süreklilik içinde
değişimi ifade eder. Kuşkusuz bu durum, nasıl bir geçmişin yaşandığı ve
toplumun bu geçmişi benimseyip benimsemediği sorularıyla doğrudan
bağlantılıdır.
Ancak insanların bir arada yaşama istekleri topluma vücut veriyorsa,
toplumsal sözleşmenin esasının “geçmiş” deneyimler olduğunu söylemek
güçtür. Kötü bir geçmiş deneyiminin sözleşmeye yansıyan etkisi, bu
kötülüğün bir daha tekerrür etmemesi için gereken tedbirlerin alınmasıyla
sınırlıdır.
Ancak geçmiş hiçbir zaman sözleşmenin esasını oluşturamaz. Zira yalnızca
geçmişe bakan bir toplum dinamizmini yitirir, ortak yaşama iradesini
tüketir. Geçmişteki korkular, hesaplaşmalar veya geçmişin mistifikasyonu,
11
toplumun dinamizmini ortadan kaldırır. Sonuçta herhangi bir değer
üretemeyen toplumun tefessüh etmesi kaçınılmazlaşır. Oysa toplum, tam
da bu sonuçtan kaçınma arayışıyla bir araya gelen insanlardan oluşmaktadır.
Toplumsal sözleşmenin konusu asli olarak bir arada yaşamanın hukukunu
üretmek, ancak bu hukuku, daha iyi bir geleceğe doğru yürümenin imkânı
ve aracı olarak tasavvur etmektir. Yani sözleşmenin hedefi gelecektir.
Gelecek tasavvurunun hukukla saptanması mümkün değildir. Doğru
hukuksal ve kurumsal yapılar, bu tasavvura güvenli bir şekilde seyahat
etmeyi mümkün kılar. Toplumları geleceğe taşıyacak olan husus,
dinamizmdir, enerjidir; yaşama, mutluluğa, refaha ve huzura dair
beklentilerdir. Buna dünya barışına katkı sağlama sorumluluğunun
eklenmesi zorunludur. Zira barışı sağlanmamış bir dünyadan soyutlanmış bir
barış adası üretme iddiası gerçekçi değildir.
Bu dinamizm ve enerjinin toplumu tasavvur ettiği geleceğe götürebilmesi
ise sağlam (statik) kaidelere bağlıdır. Ancak kaideler, toplumun tasavvuruna
ulaşmasını engelleyici düzeyde yoğun olmamalıdır.
Peki, bu ilişki nasıl kurulabilir?
Bu soruya cevap verebilmek için, öncelikle toplumun olumlu-olumsuz hangi
tarihsel deneyimlerden beslendiğinin, geleceğini inşa ederken, hangi olgular
ile arasına mesafe koymak, hangilerini ise geleceğe taşıma arzusunda
olduğunun saptanması gerekecektir. Toplumun geçmiş ile ilişkisinin nasıl
belirleneceği ve anayasada hangi tedbirlere yer verilmesi gerektiği
12
hususunda ulaşılan çözümlerde, tüm bu soruların da cevabını görmek
mümkün olacaktır.
İkinci olarak anayasa ile toplum arasındaki ilişkinin irdelenmesi gerekir.
Toplumun demografik, kültürel, dinsel ve sair özelliklerini gösteren
haritalarının ortaya konması gerekir. Bu soru, geçmiş deneyimler de dikkate
alınarak birlikte yaşama hukukunun imkânlarının belirlenmesi bakımından
hayatidir.
Üçüncü olarak bir ülkede yeni bir kurumsal yapının ortaya çıkması,
toplumun ürettiği siyasal eğilimler ve siyasal aktörlerin etkinlik haritasına
bakılmasını da gerektirmektedir. Anayasanın asli aktörü toplum olmakla
birlikte, bunun fiiliyata geçmesi siyasal aktörlerin rehberliğine ve bu
doğrultudaki irade beyanlarına bağlıdır. Dolayısıyla siyasal ilişkiler ağı ile
nasıl bir anayasa sorusu birbiriyle bağlantılı konulardır. Uluslararası siyasal
ve ekonomik ilişkilerin ülkedeki anayasal düzenin tespit ve tayininde
belirleyici olduğunu gözden uzak tutmak güçtür.
Tüm bu değerlendirmeler geleneksel anayasa yapımının demokratik imkân
ve yöntemleri bakımından anlam ifade etmektedir. Ancak bir gerçek vardır
ki, teknoloji ve bilimin ulaştığı nokta, siyasal, kurumsal, toplumsal ve
bireysel algı, kabul ve alışkanlıklar da köklü devrimleri dayatmaktadır.
Dünya eski basitliğini ve anlaşılabilirliğini kaybetti. Artık yüz yıl öncesinin
tasavvurların bugün için geçerli olduğunu ileri sürmek güçtür. Buna
teknoloji ve bilimin, daha doğrusu bilişim teknolojisindeki ilerlemelerin
geleceği öngörülemez bir hızda yakınlaştırmaya başladığını, toplumun ve
13
bireylerin çok hızlı bir şekilde karar almaya ve siyaseti etkin kılmaya
zorladığını da ekleyebiliriz. Dolayısıyla geleneksel anayasa, kurumlar, siyasal
işleyiş ve toplumsal davranış kodları üzerine geleceği kurmanın gittikçe
imkânsızlaştığını görmek gerekir. İşte yeni Anayasal düzen inşa edilirken
irdelenmesi gereken hayati konulardan biri budur. Yani yeni anayasal düzen
nasıl kurulmalı ki, tüm bu gelişmeler karşısında gerekli esnekliği
gösterebilsin, güvensizliği ve belirsizliği toplumun sağduyusu ve yaratıcı
potansiyelini sergilenmesiyle aşmanın imkânlarını sunabilsin ve statikliğiyle
topluma ayak bağı olmasın.
Son olarak Anayasa ile ekonomi arasındaki ilişkinin irdelenmesi
gerekecektir. Başta Anayasa olmak üzere tüm kurumsal yapıların temelinde
ekonomi vardır. Toplumun geçmişe ilişkin hafızasının, gelecek kaygısının
veya tasavvurunun temelde ekonomi üzerine inşa edildiği, toplumun
kurduğu siyasal düzenin kendi içinde veya uluslararası düzlemde barışın
güvencesine dönüşmesinin ekonomiye bağlı olduğu ortadadır. Ekonomik
açıdan zayıf ülkeler dünya barışına katkı sunamadığı gibi, ortaya çıkan
risklerden daha fazla etkilenmesi de mümkündür.
Buna karşın Türkiye’de Anayasa çalışmalarında anayasa ile ekonomi
arasında ilişki genellikle yok sayılır. Anayasanın yalnızca özgürlük, geçmişle
hesaplaşma ve hukuki güvencelerden oluşan bir metin olduğu inancından
hareket edilir. Toplumsal çatışma hatlarının Anayasa ile
düzenlenebileceğine, çok iyi ve ideale yakın bir metin hazırlandığında, bu
çatışmaların çözümleneceğine inanılır. Gerçek hayatın normlarla
düzeltilebileceği sanılır. Bu mümkün olsaydı, 1924, 1961 ve 1982
14
Anayasaları tüm sorunlarımızı çözmüş olurdu. Türkiye’nin denenmiş ve
başarısızlığı kanıtlanmış anlayış ve tutumlardan beslenen yeni
denemelerden korunması gerekir.
Osmanlı Devleti 1500’lü yıllarda kendi toplumsal sorunlarını fermanlarla
çözmeye çalışırken, ekonomik olarak da Akdeniz’de hakimiyetin ötesini
düşünmezken, Avrupa yeni bir paradigma üretmekte ve yeni kıtalar
keşfetmekteydi. Dünyada yaşanan hızlı değişimler ve yeni bir binyılın yeni
paradigmasının kendisini dayattığı bugünlerde Türkiye’nin aynı hatayı
tekrarlamasına izin vermemek gerekir.
Diğer yandan artık okyanuslara açılma gerekliliğini anlamakla birlikte iç
deniz şartlarına göre üretilmiş yelkenlilerle bu maceraya atılmanın yanlışlığı
da ortadadır. Türkiye toplumunu tasavvur ettiği meşru hedeflerine
ulaştırmak için yalnızca yelkenli üzerinde yaşayanlar arasındaki ilişkilerle
yetinen bir düzen kuralı üretmekten çok, nasıl bir gemi yapılması
gerekliliğini de dikkate alan düzen üzerinde yoğunlaşmak zorunluluğu
doğmaktadır. İşte Türkiye’nin yeni anayasa arayışı bu nedenle yalnızca
özgürlük rejimi olmayıp içinde yaşamayı tasavvur ettiğimiz anayasal düzenin
de, 21. Yüzyılın şartlarına uygun bir şekilde yeniden inşa edilmesi arayışını
ifade eder.
Gerçekten de modernitenin 300 yılık süreçte ürettiği kurumların aşılmaya
başlandığı bir dünyada, Türkiye’nin geleceğine ilişkin kararının ifadesi olan
“Yeni Anayasa” çalışmalarının geçmişe ait tartışmaların veya etnik ya da
kültürel karşıtlıkların gölgesinde kalarak başarısızlığa uğramasını engellemek
15
zorunluluğu bulunmaktadır. Toplumda mevcut tüm siyasal, kültürel,
inançsal ve etnik karşıtlıklarına da ortak olan “geleceği” esas alarak, bir yol
açmak, pek çok tartışmanın anlamsızlığına işaret etmek, pek çok sorunun
ise doğru bir gelecek perspektifiyle ve doğru dinamiklerle süreç içinde
çözülebileceğini göstermek şarttır.
II. TÜRKİYE ANAYASACILIĞININ KARAKTERİSTİĞİ
Türkiye yeni Anayasasını arıyor. Bu yeni anayasanın ne olması gerektiğini
anlayabilmek için öncelikle Türkiye’nin eski anayasasının ve anayasal
düzeninin ne olduğunu ortaya koymak gerekir.
A. Türkiye’de Anayasa ve Uygulama Biçimleri
Türkiye’nin 1876 Kanuni Esasiyle başlayan bir anayasacılık tarihi vardır. 18
Bürokrat ve 10 Ulemadan oluşan bir komisyonca hazırlanan bu anayasa,
egemenliğin padişah ile bürokrasi arasında paylaştırılmasının hukuki belgesi
niteliğindedir.
Henüz tam olarak aydınlatılamamış 31. Mart Vakası’nın ardından dönemin
bürokratik siyasal seçkinlerince yapılan 1909 Anayasa değişikliklerinin
ardından Padişah meşruti monarşilerde görüldüğü gibi sınırlı yetkili ve
törensel bir siyasal aktöre dönüştürüldü ancak iktidar gücü
parlamentodan çok bürokraside yoğunlaştırıldı. İttihat ve Terakki
Cemiyetinin 1913 yılında Babı-Ali Darbesi sayesinde iktidarı üstlenmesiyle
birlikte, kanunu muvakkatlerle ülkenin anayasal düzeni merkeziyetçi bir
16
yapıya büründürüldü ve dönemin yükselen değerlerine uygun bir siyasal
işleyiş egemen oldu.
1924 Anayasası, Anayasaya aykırı bir şekilde feshedilen Birinci Meclisin
yerine oluşturulan ve yalnızca tek bir partinin temsil edildiği İkinci Mecliste
hazırlandı. Tek parti rejiminin kurulmasına engel olma kapasitesi
bulunmayan bu Anayasa 27 Mayıs 1960 Darbesiyle yürürlükten kaldırıldı.
Bunun temelinde yatan temel neden, Anayasanın sınırsız bir çoğunluk
hegemonyasına imkân tanımasından çok 1950-1960 döneminde Demokrat
Partinin aynı anayasaya aykırılığından kuşku bulunmayan iktidar imkânlarını
tek parti döneminin anayasal organlarına ve bürokrasisine karşı
kullanmasıdır.
Darbe ürünü olan 1961 ve 1982 Anayasaları ise Osmanlı modernleşmesinin
bir ürünü olan ve 1876’dan itibaren tedrici bir şekilde egemenliği kullanma
imtiyazını uhdesine alan bürokrasinin (siyasal seçkinlerin) hukuki meşruiyet
ihtiyacını karşılayan ferman anayasa niteliğinde belgelerdir.
Bu geleneğin dışında kalabilen tek Anayasa Kurtuluş döneminde yapılmış
olan 1921 Anayasasıdır. Nispeten katılımcı yöntemle hazırlanan bu Anayasa
âdemi merkeziyetçiliği esas almakta, yerel meclislerin özerkliğini ve şura
sistemini kabul etmektedir. Temel haklara yer vermemekle birlikte bu
Anayasanın 1. maddesinde; “Hâkimiyet bilâ kaydü şart milletindir. İdare
usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir”
ifadesi yer almaktadır. Yani, devlet doğrudan doğruya ve bizzat millet
tarafından idare edilecektir. Böyle bir devletin kendini oluşturan bireylerin
17
özgürlüğünü ihlal etmek hakkı ve yetkisi, hatta yeteneği olmazdı. Ayrıca
temel haklar devletin varlık nedenidir, devletin bunları tanıma gibi bir
yetkisi de olamaz. Bu yönüyle ilk defa ve asli bir şekilde toplumsal
dinamiklerce ve katılımla oluşturulan Amerikan anayasası ve anayasal
düzenine esaslı benzerlikler göstermektedir. Meşruiyeti oldukça güçlü olan
bu Meclisi, milletin kaderi hakkında tek ve son sözü söyleyecek biçimde
tanzim eden bu Anayasa, aynı zamanda halkın İstanbul’daki bürokrasiye
olan tepkisini yansıtmaktadır.
Bu açıklamalar ışığında, Türkiye’de seçkinci yapının güç kaybettiği 1918-
1922 döneminin olağanüstü koşullarında var olabilen 1921 Anayasası
dışındaki bütün anayasaların, “ferman anayasa” (octroi constitution)
olduğu ortaya çıkıyor. Bunun dışındaki hiçbir anayasada, yapım, etkileme ve
kabul iradesi bakımından Türkiye toplumunun etkisi bulunmamaktadır. Bu
anayasaların tamamı aslında anayasa ile kurulması gereken devletin
kurduğu, toplumun ise yalnızca tabi olduğu anayasalar ola gelmiştir.
Kabul etmek gerekir ki, 19. Yüzyılın sonları ve 20. Yüzyılın başlarında
savaştan savaşa sürüklenen ve uygulanan hatalı tarım, ekonomi ve idari
politikalarla artık örgütlü tepki verme yetisini ve imkanını bütünüyle
kaybetmiş olan toplumun bu dönemin özel şartları içinde “adalet”,
“özgürlük” ve “tercihlerine saygı” dışında siyasal işleyişe katılma gibi aktif
bir tepki vermesi pek mümkün değildi. Bu yüzden anayasal düzenin siyasal
elitlerce oluşturulması nispeten anlaşılabilir bir durumdu.
18
19. yüzyılın sonlarından itibaren egemenliği padişahla paylaşmaya başlayan,
1909’dan itibaren ana hatları itibariyle egemenliği kullanma gücüne
kavuşan bürokrasinin kendi tasavvuruna göre ürettiği anayasal düzen, süreç
içinde demokratikleştirilmek ve topluma ait kılınmak yerine, darbeler ve
sair demokrasi dışı müdahalelerle yalnızca siyasal elitler ve bürokrasinin
ihtiyaçlarına göre revize edildi ve temel yapısı değişmemiş bir şekilde
günümüze kadar geçerli kılındı. Anayasaların esas itibariyle yalnızca
numaraları değişti, ancak iskeleti değişmedi. Toplumsuz anayasal düzen
kesintisiz bir şekilde günümüze kadar geldi. Merkez bürokrasinin inşa, işleyiş
ve kültürü esas itibariyle bu sürecin bir sonucudur.
Anayasanın temel konusu bir ülkenin temel siyasal teşkilatı olduğuna
göre, 1921 Anayasası istisnasını saymazsak, Türkiye’de 1909’dan bu yana
hep aynı anayasal geleneğin egemen olduğunu kabul etmemiz
gerekecektir. Diğer bir ifadeyle o tarihten beri bu ülkede aynı anayasal
düzen geçerli olduğundan dolayı, her bir yeni anayasa aslında aynı
anayasanın biçim ve tarih değiştirilmiş hali olarak kabul edilebilir.
Bu yüzden Türkiye’nin geçmiş anayasal süreçleri, özgürlük ve demokrasi
mücadelesi sürecinden çok siyasal elitlerin kendi iktidarlarının devamı için
gerekli gördükleri anayasal araçları oluşturma, dönüştürme ve etkinleştirme
sürecidir. Anayasalar ise bu sürecin yalnızca şekli ve hukuki meşruiyetini
sağlayan metinler olarak kurgulandı.
Bu mantığa uygun diğer bir özelliğe dikkat çekmekte yarar vardır: 1921
Anayasası hariç tüm anayasalar teknik detaylarla doludur. Esasen
19
yönetmelikle düzenlenebilecek birçok konu ve kurum anayasada
düzenlenmiştir. Bunu siyasal elitlerin, güvence ve meşruiyet arayışı ile
hukuksal araçlara hükmetme ihtiyacıyla açıklamak mümkündür.
Toplum sözleşmesi niteliğindeki bir anayasa da detaylı olabilir. Ancak, bu
toplumun güvence ihtiyacından kaynaklanır. Detaylı ve teknik anayasaların
hukuk düzeninde durağanlığa ve donmaya yol açması, hızla anayasal
değişim süreçlerinin işletilmesiyle aşılmaya çalışılır. Türkiye’deki detaylı
anayasa ihtiyacı ise, siyasal kararları Meclisin yetki alanı dışına çıkarmak, en
azından zor şartlara bağlamak hedefinin bir ifadesidir.
1924 Anayasası’nın 105, 1961 Anayasası’nın 157 (+11 Geçici) ve 1982
Anayasası’nın 177 (+16) maddeden oluştuğu dikkate alındığında, siyasal
elitlerin vesayet gücündeki artışa paralel olarak anayasalardaki madde
sayısının arttığı söylenebilir.
Özetle detaylı ve teknik anayasa, bürokrasiyi güçlendiren, yasama
organını ve halkın temsilcisi olan siyasal aktörleri bürokrasi karşısında
zayıflatan, dolayısıyla demokratik yönetimi imkânsızlaştıran anayasadır.
Böyle bir anayasa, dünyadaki değişim ve teknolojik gelişmeler karşısında
ülkenin gerilemesi riskini yaratabilir.
Öte yandan 1921 istisnası dışında Cumhuriyet sonrası anayasalarında
merkeziyetçilik tercihi gittikçe katılaştırıldı. Oysa ademi merkeziyetçi 1921
Anayasası en nazik döneminde Türkiye’nin birliğini sağladığı ve tüm etnik
farklılıkların kurucu olarak kabul edildiği bir Anayasadır. Kurtuluşun ancak
20
ilkeler çerçevesinde sağlandığı bir gerçektir. Ancak sonraki anayasalarda
katı bir merkeziyetçiliğin kabul edilmesi, ülkenin birliği ve bütünlüğünün
veya kamu hizmetlerinin sağlıklı bir şekilde yürütülmesi gerekçesine
dayandırılsa da, 1921 şartlarıyla karşılaştırıldığında, bu gerekçenin isabeti
tartışmalı hale gelmektedir.
Çağdaş demokrasilerde anayasacılık birey ve toplumsal özgürlük talepleri
lehine iktidarın sınırlandırılması mücadelesi olarak kabul edilirken,
Türkiye’de anayasacılık hareketi bu noktada da bir sapmaya işaret eder.
Anayasal düzen demokratik iradeye dayanmadığından dolayı, anayasalarda
yer alan özgürlüklerin hayatta karşılık bulması ancak düzen aktörlerinin,
yani siyasal seçkinlerin tasavvurlarına ve politikalarına uyduğu ölçüde
mümkün olabilmiştir. İstiklal Mahkemeleri, Yassıada, Ülkücü-Turancı,
Sıkıyönetim ve sair yargılamalar ile fiili engellemelerde bunları görmek
mümkündür. Anayasacılık tarihimiz gösteriyor ki, sistem demokratik bir
şekilde inşa edilmediği sürece hiç bir toplumsal kesitin özgürlükleri güvence
altında olamaz.
Esasen 1921 Anayasası ile (detaylarla birlikte aynı sayıda maddeden oluşan)
1787 ABD Anayasası’nı hatırladığımızda, özgürlüğün zaten bireye ve
topluma ait olduğu ve devletin temel görevi ve varlık nedeninin bu özgürlük
alanına dokunmaması, onu dış tehditlerden koruması olduğu anlaşılır.
Ancak Türkiye Anayasalarının yukarıda belirtilen temel karakteristiğini
dikkate aldığımızda, anayasalarda özgürlük maddelerine yer vermenin;
bireysel ve toplumsal özgürlük alanlarına müdahaleyi meşrulaştırma ve
21
özgürlük alanlarını sınırlama ve kontrol etme amacı taşıdığını söylemek
mümkündür.
Siyasal sistemin dengesi siyasal seçkinler ile demokratik temsil organları
arasında sağlanmış olup, son söz yine siyasal seçkinlere bırakılmıştır.
Vesayet olarak nitelendirilebilecek bu sistemde yasama, yürütme ve yargı
erklerinin denge ve kontrol işlevi yoktur. Süreç içinde toplumsal destekle
vesayetin geriletildiği her durum, dengenin bozulmasına yol açmaktadır.
Bu da yeni sorunlara neden olmaktadır.
Kabul etmek gerekir ki, geçmiş yüzyılın tasavvurlarına göre üretilmiş, aynı
zamanda Türkiye’deki ekonomik ve sosyal şartlarından da doğmuş bu
anayasal düzen ile Türkiye’nin yoluna devam etmesi güçtür.
B. Türkiye’de Anayasa Değişiklikleri ve Yapısal Dönüşüm Momentleri
Geleneksel anayasal düzenin toplumsal meşruiyeti tükenmekle birlikte,
öngördüğü düzenin aşılması uzun ve sancılı gelişmelerin ardından
mümkündür. 1980’lerde başlayan ekonomide dışa açılma, açılan iletişim
kanalları üzerinden düşüncede, kültürde, bilimde ve dünya görüşünde de
dışa açılmayı beraberinde getirdi. Bunun süreç içinde bürokratik siyasal
kültürün sorgulanmasına ve toplumsal meşruiyetinin tükenmesine yol
açması kaçınılmazdı.
22
Toplumsal farklılaşma Parlamento üzerinden demokratik siyasal alanın
genişleme imkânlarını zorladı. Küresel gelişmelerin, dışa açılımı ve
totaliter/otoriter yapılarda değişimi zorlamasının buna katkısı büyüktür.
1960’larla birlikte klasik demokrasilerde geleneksek iktidar ilişkilerinin
sorgulanması ve tasfiyesiyle başlayan süreç, 1990’larda eski
otoriter/totaliter rejimlerin yerini dünyanın genelinde demokrasilerin
alması ve son olarak Arap coğrafyasında da diktatörlüklerin halk
hareketleriyle yıkılmasıyla 21. Yüzyıla çok farklı bir başlangıcın imkânlarını
sunmaktadır. Tüm bu gelişmelerin “temel hak ve özgürlüklerle ilgili
iyileştirme”yle sınırlı olmadığı, anayasal düzen değişimini esas aldığını
görmek gerekir.
Türkiye bu değişimin dışında kalamaz.
Türkiye’de 1987’den sonra yapılan anayasa değişikliklerinin çoğu
özgürlükler alanında iyileştirmeler sağlasa da sistem dönüşümü açısından
büyük etkileri olmadı. Ancak 1987, 2007 ve 2010 yıllarında yapılan üç
anayasa değişikliği önemli yapısal değişimlere neden oldu.
Bunlardan birincisi 1987 yılında Turgut Özal’ın çabasıyla gerçekleşen ve
yapısal dönüşümü mümkün kılan değişikliktir. Demirel, Ecevit ve Erbakan’a
getirilen siyaset yasağının da referandumda oylandığı bu değişiklik,
demokratik temsilcilerin anayasayı halkın yardımıyla değiştirmesini
kolaylaştırdı. Daha önce yalnızca 2/3’lük çoğunluklarla anayasa
değiştirilebilirken, 1987’den sonra 3/5’lik çoğunlukla da anayasanın
değiştirilmesi mümkün hale getirildi.
23
Birçok hukukçunun “tarihi” ilerleme olarak nitelendirdiği 1995 ve 2001
Anayasa değişiklikleri, yapısal bir dönüşümden çok temel hak ve özgürlük
alanlarında iyileştirmeler sağladı. Ancak Türkiye siyasal tarihi, özgürlük
sorunlarının kaynağının anayasanın metninde yer alan sorunlu
ifadelerden çok, anayasal düzenin yukarıda tanımladığımız pratiğinden
kaynaklandığını göstermektedir. Dolayısıyla, iyileştirme olduğu kuşkusuz
olan bu değişiklikler, yapısal bir dönüşüme işaret etmediklerinden dolayı
bireylerin hayatında esaslı bir karşılık bulmadı. Sosyal haklar alanındaki
1995 değişikliklerinin de, aynı kaderi paylaştığını belirtmek gerekir.
Yargı organlarının engellediği özelleştirme politikalarının önünü açmak için
1999 yılında Anayasa değişikliğine gidildi. Ancak bu değişiklik dahi,
uluslararası tahkim dışına yargının blokajını durdurmadı.
2004 yılında iki önemli konuda değişiklik yapıldı. Türkiye tarihinin ilk
cinsiyetler arası eşitlik sağlayan hukuksal düzenlemesi yani kadın-erkek
eşitliği anayasaya girdi. İkinci olarak Anayasa’nın 90. maddesinde değişiklik
yapıldı ve temel haklara ilişkin uluslararası sözleşmelerin hukuk
uygulamasında, kanunlara üstün olduğu kabul edildi. Bununla uluslararası
insan hakları uygulamalarının Türkiye yargı pratiğine yansıması arzulandı.
Ancak, her iki değişiklik de, öncekilerde olduğu gibi yapısal dönüşüm
içermeyen, sadece devlet aygıtına “bir şeyler” yapmasını salık veren
değişikliklerdi. Ancak “yapı” devam ettiğinden dolayı bu özgürlükçü
değişikliklerin hayata geçirilmesi sistem mantığı yönünden mümkün değildi.
24
“367” kararıyla doğan siyasi krizi çözmeyi amaçlayan anayasa değişikliği,
ikinci yapısal dönüşüm adımıydı. Bu değişikliğin ardından, bürokrasisinin
belirlenmesi ve sistemde fren ve denge işlevi yönünden önemli bir ağırlığı
olan Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesi, hem sistemde ikili
doğrudan meşruiyet imkanı sağladı, hem de devlet aygıtının halk
temsilcilerince denetlenmesinin imkanı doğdu. Ancak bu değişikliğin farklı
sorunlar doğurması ihtimali yüksektir.
Türkiye’deki demokratik siyasal aktörlerin yapısal dönüşümün gerekliliği
konusunda yeterli bir perspektif oluşturamaması nedeniyle, 2007’de bir
siyasi parti tarafından Anayasa Hukuku uzmanlarına hazırlatılan ve
geleneğin dışında olmayan bir Anayasa taslağının hayata geçmesi mümkün
olmadı. Ardından “devlet aygıtına bir şeyler yapmasını veya yapmamasını”
salık veren değişiklikler tercih edildi. Bu minvalde, 2008 yılında anayasa
değişikliği yapmak suretiyle başörtüsü sorunu çözülmek istendi. Oysa sorun
sistemin ürettiği sorundu ve sistemde değişim olmaksızın, “izin” normlarıyla
çözümlenmesi mümkün değildi.
1982 Anayasasında en temel yapısal dönüşüm 2010 anayasa
değişiklikleriyle yaşandı. Bunda değişikliklerin iptalini veya referandumda
reddedilmesini isteyenler dahi hemfikirdir. Kadın erkek eşitliği ve diğer
birçok alanda iyileştirme, memurlara toplu sözleşme hakkının tanınması ve
darbecilere karşı yargı yolunun açılması gibi temel haklara ilişkin birçok
değişiklikle birlikte, askeri yargının görev alanının daraltılması, Meclis’e bağlı
kamu denetçiliği kurumunun kurulması, Anayasa Mahkemesi ve HSYK’nın
yeniden yapılandırılması, eski anayasal düzende esaslı bir farklılaşmaya
25
işaret etmektedir. Sonuç olarak sistemin içinde irade birliği kayboldu.
Vesayet sisteminin üzerine oturduğu kontrol ve denge sistemi çöktü.
Yasama, yürütme ve yargı organlarının da kontrol ve denge yeteneği
olmadığından, demokratik bir sistemin inşası için imkan sağlansa da, siyasal
krizin derinleştiği inkar edilemez.
Farklı siyasal aktörlerce farklı bir değerlendirmeye tabi tutulsa da 12 Eylül
2010 tarihinde kabul edilen anayasa değişikliğinin, Türkiye’nin yeni bir
anayasaya olan ihtiyacını ortaya koyduğu gerçeği herkes tarafından kabul
edilmektedir. Zira yapılan bu değişikliklerin ardından artık eski iç tutarlılığı
bulunan otoriter/totaliter Anayasa’dan söz edilememektedir. Ancak ortaya
çıkan durumu, demokratik, katılımcı ve özgürlükçü bir anayasal düzen
olarak nitelendirme imkânı da bulunmamaktadır.
C. Yeni Bir İnşanın Gerekliliği
Anayasa bir siyasi teşkilat metnidir. Anayasa “devlet” değildir. Dolayısıyla
anayasal düzenin değişmesi devletin değişmesi veya yıkılıp yeniden inşası
anlamına gelmez. Yeni anayasal düzen kuracak olan bir Anayasa, Türkiye
Cumhuriyetinin 20. Yüzyılın olağanüstü koşullarında üretilmiş düzenini,
toplumun ayrımsız ve özgür tercihiyle katılımına dayanan tam demokratik
bir düzenle ikame edecektir.
Modern Anayasalar esas itibariyle siyasal düzeni ortaya koyar. Bu siyasal
düzenin demokratik ve özgürlükçü olup olmadığı, genel ilkeler veya
26
özgürlük maddelerinden değil, teşkilata, yani kurumlara ilişkin maddelerine
bakılarak anlaşılabilir.
Kurumların yapısı, yeknesak ve ideolojik, etnik, kültürel, dini ve benzeri
yönden tek kaynaktan beslenmeye imkân tanıyor ve hiyerarşik bir şekilde
işlemeye devam ediyorsa, bu yapının üreteceği pratiğin demokratik ve
özgürlükçü olması imkânsızdır.
Zira her bir anayasal düzen belirli bir toplum, dünya, birey tasavvuru
üzerine kurulur. Kurumlar haritası ise bu tasavvuru gerçekleştirecek biçimde
ayarlanır ve birbirleriyle ilişkilendirilir. Bu nedenle kurumsal yapılar aynı
kaldıkça, bu yapılardaki insanların siyasal görüşlerinin, inançlarının veya
yaşam tarzlarının değişmiş olması, kurumsal uygulama ve kültürü
değiştirmez. O tasavvura göre çalışmaya devam eder. Ton veya renk farkı,
işleyiş ve uygulama farkı meydana getirmez. Sistem daima kendi
kurucularının mantığına ve onun hedefine göre çalışır ve sonuç üretir.
Bu nedenle, faşizm ve komünizm sonrası ülkelerde ilk değişiklikler kurumsal
yapılarda gerçekleştirilmiştir. Sistem değişince aynı insanlarla bu defa çok
farklı kurumsal uygulama ve kültürün doğmaya başladığını geçmiş 60 yıla
bakarak söyleyebiliriz.
Türkiye toplumu 1921 Anayasasından sonra ilk defa kendi anayasasını
yapabilecek duruma gelmiştir. Bu defa hem yapma iradesini ortaya
koymaktadır, hem de bunu taşıyacak ekonomik, entelektüel ve kurumsal
yapı taşlarını üretmiş durumdadır.
27
Bu nedenle 19. ve 20. Yüzyılın tercihlerine, referanslarına, kurumsal
geleneğine ve aklına ihtiyaç bulunmamaktadır. Yüz yıllık bir siyasal
geleneğin olumlu deneyimlerinden yararlanma zorunluluğu bu gerçeği
değiştirmemektedir.
Türkiye’de anayasal düzen Avrupa’da 300 yıl önce üretilen teoriler ve
varsayımlardan esaslı bir şekilde beslenmiş durumdadır. Kıta Avrupası
anayasal geleneğinin yapısal krize girdiği bir dönemde, cari anayasal düzeni
yalnızca revizyonla sürdürmeye çalışmak, kaçınılmaz olarak Türkiye’nin
aleyhine sonuçlar doğurabilecektir.
Türkiye Anayasal düzeni siyasal elitlerin merkeziyetçilik istidadı nedeniyle
de toplumsal barışı tesis edemez durumdadır. Zira merkeziyetçilik
demokratik katılımı ve toplumun kendi kaderi hakkında karar vermesini ve
buna bağlı olarak sistemi sahiplenmesini güçleştirmektedir.
Merkeziyetçilikte örnek aldığımız Fransa dahi 2003 yılında cumhuriyetin
niteliklerinde değişikliğe giderek Fransa’nın ademi merkeziyetçi bir
cumhuriyet olduğunu kabul etmiştir.
Türkiye’nin cari anayasal düzeni içe kapanmacı, yani otarşiktir. Türkiye
toplumu geldiği nokta itibariyle hem içte, hem bölgesinde hem de küresel
düzeyde söz sahibi olmayı, savaş ve adaletsizlik üzerine kurulu olan
uluslararası paradigmaya karşı bir duruş sergilemeyi arzulamaktadır. Türkiye
toplumunun iddiası büyüyor. Bu iddiaya en büyük tehdit, dış aktörler
değildir. Mevcut anayasal düzen bu iddiayı hem eskiliği nedeniyle
taşıyabilecek durumda değildir, merkeziyetçi yapısı ve kurgusu itibariyle
28
iddiayı içeriden çökertecek bir risk unsuruna dönüşmektedir. Hem de
toplumsal barışa ulaşmayı engelleme kapasitesi nedeniyle sorun kaynağıdır.
Dünya nüfusunun hızla arttığı, kaynakların ihtiyaçları karşılama
kapasitesinin azaldığı, ekonomik gelişme için kullanılan kaynakların
yaşanabilir bir dünya açısından risk yarattığı gerçeği, Türkiye’nin gelecek
tasavvurunu yeniden şekillendirmesini zorunlu kılmaktadır. Yaşanabilir
çevre anlayışıyla yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmek bu tasavvurun
hayata geçmesi için şarttır. Ancak Türkiye’nin anayasal düzeninin
merkeziyetçi yapısı ve siyasal işleyiş biçimi, bu yönüyle de ihtiyaçlara cevap
vermekten uzaktır.
21. Yüzyılın iddiasını 19. Yüzyılın biçimlendirdiği bir anayasal düzenin
taşıması ve başarıya ulaştırması mümkün değildir.
Tarihin yeni karar aşamasına yaklaşıldığı şu günlerde toplum dinamiğini ve
ülkenin enerjisini doğru stratejilerle yönetip, yakalanan tarihi momenti,
geleceğe açık bir anayasal düzenle taçlandırma ve tarihe geçme fırsatı
doğmuştur.
III. ANAYASANIN DOĞASI
Ülkelerin anayasal düzenlerini pür hukuk bağlamında değerlendirmek
yalnızca hukuk eğitimi bakımından anlam ifade edebilir. Ancak Anayasal
düzen hukuk sorunu olmadan önce bir siyasi sorundur. Zira bir ülkenin nasıl
bir anayasal düzen kurması gerektiği, kendi barışını ve toplumsal düzenini
29
nasıl koruyacağına ilişkin soru daima siyasi bir sorudur. Bu soruya verilen
cevap ise anayasa metnini oluşturur. Yani Anayasa hukuku öncelikle
anayasa siyaseti tarafından üretilmiş bir hukuki rejimin ifadesidir.
Dolayısıyla Anayasa hukuki bir tartışmanın çok ötesinde siyasal bir
tartışmanın konusunu oluşturmaktadır. Yani Anayasal düzen aslında siyasal
bir yapıdır.
Ancak modern dünyanın Anayasacılık tarihine bakıldığında ekonominin
gerek siyasal tercihlerin ortaya çıkması, belirlenmesi ve yönlendirilmesi
üzerinden dolaylı olarak, bazen de ekonomik aktör ve dinamiklerin etkin
hale gelmesiyle doğrudan doğruya anayasal düzeni belirlediği görülür. Bu
açıdan da bakıldığında Anayasal düzenin aynı zamanda bir ekonomik düzen
olduğunu söyleme imkânı doğar.
A. Anayasa ve Ekonomi
Dünya anayasacılık hareketlerinin, ekonomik dinamiklerden beslendiğini,
batının doğu ile kurduğu “haçlı seferleri” ilişkisinin temelinde ekonomik
saiklerin de yattığı, doğunun ekonomik üstünlüğünü kırmanın coğrafi
keşifleri başlatan temel saiklerden olduğu bugün artık teslim edilmektedir.
Önceleri Akdeniz havzasında, ardından Kuzey Avrupa’daki sermaye
yoğunlaşması ve bunu takip eden endüstri devrimi, dünyanın siyasal
haritasını esaslı bir şekilde değiştirdiği gibi, üretim ilişkilerinde meydana
getirdiği değişimlere paralel olarak ülkelerin anayasal düzenlerinde de ciddi
değişimler meydana getirdi. Mutlak monarşilerden, meşruti monarşilere ve
parlamenter demokrasilere uzanan süreç hem ekonomik değişimlerinin
30
zorunlu sonucu, hem de bu değişimlerin meydana getirdiği siyasal ve
toplumsal ilişki farklılaşmasının bir karşılığıdır.
Ekonomi bir yandan “nasıl bir anayasal düzen?” sorusuna verilecek cevapta
karşımıza çıkar. Diğer yandan “nasıl bir ekonomi?” sorusu da verilen siyasal
sistem tercihiyle doğrudan bağlantılıdır.
B. Osmanlı-Türk Anayasalarında Ekonomik Düzen Tercihi
1876 Anayasasında ekonomik tercihe ilişkin hüküm yer almamaktadır.
Vergiye ilişkin hükümler, bütçe ve kesin hesap kanunlarının hazırlanması ve
harcamaların denetlenmesi için öngörülen Divan-ı Muhasebat (Sayıştay)
dışında ekonomi yönetimiyle ilgili hükümler de söz konusu değildir. 1876
yılının koşulları açısından değerlendirildiğinde, bunun genel ekonomik
tercihlerin belirlediği, ancak ekonomi-politik bir tercihi yansıtmadığı
görülmektedir.
1921 Anayasası ekonomik bir model arayışında değildir. Ekonomi politikası
konusu sosyal konular gibi, ekonominin kendi doğal sürecine bırakılmış
olup, devlet iktidarı kullananların, yani hükumetlerin halk tarafından
oyalanmış ekonomik tercihlerini hayata geçirme imkânı tanınmıştır. Bu
nedenle ekonomik tercihin okunabileceği “mülkiyet hakkı” veya “girişim
özgürlüğü” gibi öğelere yer vermemektedir.
Ancak 1921 Anayasasının Türkiye Anayasa tarihinde ekonomi yönünden çok
özel bir yeri vardır. Yukarıda da ifade edildiği gibi 1921 Anayasası ademi
merkeziyetçiliği benimsemiş tek Anayasadır. Halkın demokratik
31
temsilcilerinin katılımına etkide bulunduğu tek anayasa olduğunu dikkate
aldığımızda toplumsal tercih bakımından ademi merkeziyetçilik hususu
üzerinde özellikle durmak gerekir.
1921 Anayasası 10. Maddede ülkenin idari teşkilatlanmasını coğrafi ve
ekonomik ilişkiler ölçütüne göre tasnif etmektedir. Burada dikkati çeken
nokta, merkeziyetçiliğin önemli kilit kavramlarından olan ve 1961 ve 1982
anayasalarında da kullanılan “kamu hizmetlerinin gerekleri” ifadesinin
kullanılmamış olmasıdır. Bu tercihin bilinçli bir tercih olduğunu vilayetlere
tanınan özerklikten anlamak mümkündür. Zira 1921 Anayasasının 11.
Maddesi de ulusal ve uluslararası ekonomik ilişkiler arasında bir ayrım
yapmaktadır. Uluslararası ekonomik ilişkilerin yönetimi ve yürütülmesi
konusunu merkezi hükümetin tasarrufuna bırakırken, ekonomi, tarım ve
sosyal devlet faaliyetleri bütünüyle vilayetlere bırakılmaktadır. TBMM ise
bunun yasal çerçevesini çizmekle yetkilendiriliyor.
Dolayısıyla 1921 Anayasası hangi ekonomik modelin tercih edileceği
sorununu siyasetin ve ekonominin kendi dinamiğine bırakmaktadır. Ancak
Cumhuriyet dönemi anayasaların hiç birinde yapılmayan bir şeyi
yapmaktadır: ekonomi yönetimini yalnızca merkeze bırakmamakta, bunu
merkez ile yerel arasında paylaşmaktadır. Toplumsal yararın sağlanması
yetki ve gücünü bütünüyle merkezi otoriteye tanımak yerine, merkez ile
yerelin dengesine vurgu yapmaktadır. Bu yaklaşımın serbest piyasa
ekonomisinin en iyi uygulandığı Anglo-Amerikan tercihleri ile örtüştüğü ve
gerek ekonomik, gerekse siyasal liberalizmin hayat bulabileceği bir anayasal
çerçeve sunduğu anlaşılmaktadır.
32
1924 Anayasasına geçilirken âdemi merkeziyetçiliğe son verildi. Bu
anayasada da ekonomi yönetimine ilişkin bir kural olmamakla birlikte,
sözleşme özgürlüğünün tanındığını görüyoruz. Anayasa belirli bir ekonomi
politikasını dayatmak yerine bunu siyasal aktörlere bırakmaktadır. Ancak
öngördüğü siyasal sistem tek parti rejimine dönüşünce, ekonomi bütünüyle
merkezi yönetimin tercihine bırakılmış oldu. Yerel yönetimlerin ekonomi
yönetimindeki etki ve yetkileri sonlandırıldı ki bu tercihin çoklu ekonomik
merkezlerin ortaya çıkmasına engel olduğu söylenebilir.
Parti ile devlet özdeşliği nedeniyle partinin politikaları devlet politikasına
dönüştü. Cumhuriyetin ilk 7 yılında kısmen ekonomik liberalizm tercihi öne
çıkarken 1930’lardan itibaren devlet kapitalizmi esas alındı. Tek parti
yönetiminin sona erdiği 1950’den sonra yeniden “merkezci” ekonomik
liberalizme dönüldü.
27 Mayıs Darbesi ile ekonomi politikası alanında radikal bir değişim yaşandı.
Türkiye’de ilk defa Anayasa ile ne tür bir ekonomi politikasının yürütülmesi
gerektiği saptanmış oldu. Anayasa’nın Cumhuriyetin niteliklerini düzenleyen
maddesinde “milli” devlet vurgusuyla birlikte sosyal devlet ilkeleri temel
ilke olarak benimsendi. Anayasa Mahkemesinin yorumuyla da bu ilkeler
değiştirilmesi teklif edilemez bir niteliğe büründürüldü.
Anayasanın 39. Maddesinde devletleştirme bir anayasal imkân olarak
getirildi. 40. Maddesi özel teşebbüs kurma özgürlüğünü savunmakla birlikte,
mülkiyet hakkı sosyal bir hak olarak düzenlendi. Bu devletin sosyalizme
yakınlaşmasının bir işareti olarak kabul edilebilir. Devlet özel teşebbüslerin
33
milli iktisadın gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve
kararlılık içinde çalışmasını sağlayıcı tedbirler almakla yükümlü kılındı.
Anayasanın 41. Maddesinde ekonomik ve sosyal hayatın nasıl tanzim
edileceği karar altına alındı. Milli tasarrufu artırmak ve kalkınma planları
yapmak da devletin görevleri arasında sayıldı. Yine Anayasanın 129.
Maddesinde iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmanın ancak planla mümkün
olacağı benimsendi. Devlet Planlama Teşkilatının kuruluş amacı
hükümetlerin bu plana aykırı davranışlarını engellemekti. Ayrıca 130.
Maddede de tabii servet ve kaynakların devletin hüküm ve tasarrufu altında
olduğu, bunun da ötesinde bunların aranması ve işletilmesi hakkının devlete
ait olduğu, özel işletmelerin bu alanda faaliyette bulunmasının kanunun açık
iznine bağlı olduğu, yani hükümetin tasarrufunda olmadığı ifade edildi.
1961 Anayasasının ekonomi tercihini bu maddeler ışığında değerlendirmek
mümkündür. Anayasa 1930’ların dünya konjonktüründen doğan devletçi
tercihini ideolojik bir ilkeye dönüştürmüş ve bu çerçevede özel teşebbüsleri
siyasal tercihler bakımından sorun olarak görmüştür. Ekonominin temel
dinamiği Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) ile devlet tarafından sübvanse
edilen, dolayısıyla politik olarak devlete bağlı ithal ikameci özel sektör
olmuştur. Ekonominin temel girdisi olan yer altı ve üstü kaynaklar üzerinde
mutlak bir devlet tasarrufu tesis ederek, ekonominin dışında tutulmuştur.
Bu niteliğiyle örnek aldığı batılı demokrasilerin dışında bir yerde
konumlanmıştır.
Özet olarak siyasal, kültürel ve toplumsal içe kapanmacı politikayı esas alan
bir siyasal tercihe paralel olarak ekonomik içe kapanmacı anlayış esas
34
alınmıştır. Dolayısıyla 1961 Anayasal düzeninin serbest piyasa karşıtı bir
ekonomik tercihi öne çıkardığı anlaşılmaktadır. Anayasanın siyasal
yapılanma bakımından 1924’ün katı merkeziyetçi yapısını devam ettirdiği
dikkate alındığında, ekonomik düzen tercihinin merkezi denetleyen siyasal
elitin iktidar ihtiyacının karşılanmasına dönük olduğu söylenebilir. Diğer bir
ifadeyle Anayasa ile kararlaştırılan ekonomi tercihi dışında bir ekonomik
programı savunmak hukuken güçtür. Anayasanın iktidar haritası da,
demokratik temsile dayanan Parlamento ve hükümet gibi kurumların
toplumsal, siyasal ve ekonomik talepleri karşılaması ve bu eksende hızla
karar almasına imkân vermemektedir. Bu durum dünya çapında değişen
ekonomi paradigması ve küreselleşme faktörleriyle birleşince, Türkiye’nin
bu düzenle yoluna devam etmesi mümkün görünmemektedir. Gerçekten de
yeni ekonomi paradigmasına uyum sağlamak ve bu doğrultuda ekonomide
liberalizasyonu sağlamak için hazırlanan 24 Ocak kararlarının 1961
Anayasasıyla hayata geçirilemeyeceği kısa sürede anlaşıldı.
1980 darbesinin ardından başlayan yasal ve anayasal düzen değişikliği
ekonomik yönde bir paradigma değişikliğini esas almış görünüyor. 1982
Anayasası merkeziyetçilik, askeri vesayet ve özgürlüklere karşı mesafeli
tutumdan kaynaklanan sorunlarına karşın, ekonomik açıdan serbest piyasa
tercihini öne çıkaran bir anayasa oldu.
Anayasa’da sosyal devlet ilkesi kabul edilmekle birlikte, bunun Anayasanın
diğer maddelerine yansıdığı kadarıyla, hükümetlere yönelik bir öneri
niteliğini aşmamaktadır. Mülkiyet hakkı 1961 Anayasasının aksine klasik bir
hak olarak kabul edildi. Sözleşme özgürlüğü, 1961 Anayasasının aksine
35
herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmeksizin garanti altına alındı.
Anayasanın 166 ve devamı maddelerinde planlama ilke olarak devam
ettirilmekle birlikte temel bir yaklaşım değişikliği benimsendi. Planlama
verimlilik ve sanayiinin gelişmesi parametreleri üzerine kuruldu. Bu
planların hazırlanması ve onaylanmasında TBMM asli irade olarak
benimsendi.
Özet olarak bu açıdan bakıldığında 1982 Anayasasının 27 Mayıs 1960 ile
açılan parantezi kapattığı söylenebilir.
Yine 1990’lardan itibaren başlayan ve yargısal içtihatlarla özelleştirmeler
konusunda ortaya çıkan engelleyici hukuki tablonun 1982 Anayasanın temel
tercihlerine bu nedenle uygun olmadığı savunulabilir. Ancak 1982
Anayasasının iktidar haritası, merkeziyetçiliği ve içerdiği pek çok ideolojik
referans, Anayasanın adeta iki kimlikli niteliğinin işaretidir. Zira Anayasa
ekonomik tercih olarak serbest piyasa ekonomisini öne çıkarıp destekler
görünürken, ekonomik tercih ile zorunlu bağlantı içinde olan ülkenin siyasal
ve idari iktidar haritası ve özgürlükler rejimi yönünden otoriter rejim
özelliklerini muhafaza etmiştir. Bu tercihin kısa sürede siyasal krizlere yol
açması kaçınılmazdı. Zira gerek küresel, gerekse ulusal ekonomik talepler
karşılanırken, bunun gerektirdiği siyasal liberalizasyon ve ademi
merkeziyetçilik talepleriyle karşılaşılması kaçınılmazdır. Bu ise mütemadiyen
siyasal kriz demektir.
Kabul etmek gerekir ki, artık küresel ekonomiyle entegre olmuş ve iddiasını
küresel oyun kurallarına göre oynamaya başlayan toplumumuzun bu oyun
36
kurallarına göre biçimlenmiş ve siyasal iddiasını da buna göre yeniden
tanımlamış bir anayasal düzen tercihiyle karşı karşıyayız.
Türkiye artık içe kapanık bir siyasal modelle yola devam etmeyeceği gibi,
ulaştığı ekonomik güç ile ekonomik bir otarşizme de oldukça mesafeli bir
konumdadır. Bu nedenle Türkiye’nin iddiasını realize etmenin yolu çağı
doğru okumak ve kendini çağın gereklerine uygun olarak yapılandırmaktır.
IV. YENİ ANAYASACILIK
Yeni anayasacılıktan söz etmek, kuşkusuz ki Avrupa’da 300 yıldan beri
yerleşik olan anayasal düzen ve kurumların yeni bir etiketle sunulmasından
öte bir anlam taşımaktadır. Ancak yeni anayasacılık için yerel ve küresel
ekonomik ilişkilerde gerçekleşen dönüşüme kısaca bakmak gerekiyor.
Kabul edelim ki, endüstri devriminin biçimlendirdiği anayasal düzenler ile
buna imkân sunan algılar, referanslar veya siyasal kabulleri, yeni bir bin yıla
başlarken esaslı bir değişimle karşı karşıyadır. Yeni bir dünya şekilleniyor. M.
Castells’in (Enformasyon Çağı: Ekonomi, Toplum ve Kültür) de ifade ettiği
gibi, bilişim teknolojisi, kapitalizm ve devletçiliğin aynı dönem aralıklarında
krizlerle karşılaşması ve bunları takip eden yeni yapılanma talepleri yeni bin
yıla girerken, eski bin yılın siyasal kabullerinin meşruiyetini ortadan
kaldırıyor. Kapitalizmin 70’lere kadar geçerli olan refah devleti modelinin bu
tarihten sonra girdiği krizler, yeni yapılanmaları gerekli kılıyor.
Anayasalarında sosyal devlet iddiası bulunan ülkelerde dahi, merkezi siyasi
elitler veya demokratik siyasal temsilciler, özel sektör temsilcileri veya
37
örgütlü sermaye yapılarıyla bir araya gelerek yeni politikalar üretmek
zorunda kalıyor. Bu yeni politikaların temel özellikleri, kilit ekonomik
faaliyetlerin küreselleşmesi, örgütlenmede esneklik ve işgücüyle ilişkisinde
yönetime daha büyük yetki tanınmasıdır. Rekabet baskıları, esnek çalışma
ve örgütlü emeğin zayıflaması, sanayi çağında toplumsal sözleşmenin köşe
taşı olan refah devletinin daralmasına yol açıyor. Birey daha fazla öne
çıkıyor, devlet mekânının ekonomideki ağırlığı gittikçe azalıyor, ekonomi
yönetimi de çok merkezli, hatta merkezsiz bir niteliğe bürünüyor. Siyasal ve
ekonomik bağımsızlık karşılıklı bağımlılığa yerini bırakıyor ve bu bağımlılık
içinde ekonomide yeni rakipler, şirketler ve ülkeler, üretim, ticaret, sermaye
ve emekten giderek daha fazla pay talep eder hale geliyor. Türkiye’nin
küresel ekonomide ortaya çıkan yeni merkezlerden biri olduğu
tartışmasızdır.
Geçmiş bin yılın sonundaki siyasal dönüşümlerin ardından piyasa ekonomisi
küresel bir geçerlilik kazandı; farklı ülkelere, kültürlere ve hayatın farklı
alanlarına nüfuzunu derinleştirdi. Tarihte ilk defa küresel çapta aynı
ekonomik kurallar çerçevesinde örgütlenme gerçekleşiyor.
Teknoloji devrimi, ekonominin yeniden yapılanması ve geleneksel siyasal ve
kültürel kodlara yönelik küresel çapta yürütülen eleştiriler, toplumların
dayandığı üretim, iktidar ve deneyim ilişkilerinin yeniden tanımlanmasına
yol açtı.
Bir kere üretim ilişkileri toplumsal bir değişim geçirdi.
38
Öyle bir yüzyıla girdik ki, her boyutuyla yol ayırımıyla karşılaşıyoruz.
Ekonomide ve siyasette geçmişin anayasal düzenleri ve onların referansları
geçerliliklerini yitirdiğinden, yeni bir yol haritasıyla toplumların yollarına
devam etmesi gerekiyor. Batılı Anayasal düzen parametreleri batı için
siyasal kriz kaynağı oluşturuyorken, bunların bir kopyası niteliğindeki cari
Anayasal düzenin aynı krizlerden etkilenmesi kaçınılmazlaşıyor.
Öyle bir çağa giriyoruz ki, kurumlar ve normlar üzerinde yapılacak her bir
tartışma, tartışmanın başladığı an itibariyle eskiyor. Değer yargıları
geçerliliğini kaybediyor. Değişimi, toplumu ve ekonomik değişimi kurumlar
ve kurallarla denetim altına alma çabası anlamsızlaşıyor. Siyasal
yönetimlerin süreç yönetimi dışındaki tüm iddiaları hızla tükeniyor.
Bu çerçevede yasama, yürütme, yargı, güvenlik ve benzeri yapıların nitelik
değiştireceğini, geleneksel kuvvetler ayrılığı sistemiyle siyasal denge
arayışlarının işlevsizleşeceğini söylemek yanlış olmayacaktır.
Diğer yandan Bilişim teknolojisi ve biyolojik devrim gibi gelişmeler ile
insanoğlunun kullanacağı kaynakların gittikçe azalması toplumları yeni
meydan okumalarla karşı karşıya getiriyor. Hiç bir siyasal düzen kendini bu
meydan okumalara karşı içe kapanarak koruma imkânına sahip değildir.
Merkezde büyük bir otorite yaratmak suretiyle bu meydan okumalara karşı
durma imkânı bulunmamaktadır.
39
Yeni bin yıl gelişmeleri, toplumların Leviathan tarzı bir siyasal düzen
yaratarak, tüm sorumluluk ve ödevleri ona yükleyerek kendilerini güvence
altına alamayacağını hatırlatmaktadır. Zira yeni bin yılın tehditleri yalnızca
devlet otoritesiyle karşılanacak tehditler değildir. Dolayısıyla yeni bin yılın
iddiası da yalnızca merkezde bir devlet yaratmak suretiyle sürdürülebilir bir
iddia değildir.
Gerek ekonomik bir düzen tercihinin dayatılması, gerekse belirli bir
ekonomik düzenin dayatılmasını sağlayacak merkezi teşkilatlanma
modeliyle Türkiye’nin yoluna devam etmesi mümkün değildir.
Yukarıdaki açıklamalara bakıldığında Türkiye’nin anayasal düzenin yeni bin
yılın gereklerine cevap verebilecek nitelikte olmadığı görülmektedir.
Peki ne yapılmalıdır sorusuna, bu rapor, anket çalışmasına verilen cevaplar
ve ulaştırılan görüşlerden hareketle cevap vermeye çalışmaktadır.
V. ARAŞTIRMANIN SONUÇLARI
A. Anket çalışması
Araştırmanın amacı; Türkiye genelindeki ihracatçıların Yeni Anayasa’ya
ilişkin görüş ve beklentilerinin değerlendirilmesi, dolayısıyla Anayasa yapım
sürecine iş dünyasının görüşlerinin aktarılması, katkısının sağlanması olarak
belirlenmiştir.
40
Araştırmanın hedef kitlesini Türkiye genelinde İhracatçı Birlikleri üyesi 52
bin firma yetkilisi oluşturmaktadır. Çalışma kapsamında; Yeni Anayasa’nın
içermesi beklenen temel ilkelerinin yanı sıra ağırlıkla Anayasa’nın ekonomiyi
düzenleyici boyutuna yönelik görüşleri değerlendirmek üzere toplam 22
sorudan oluşan bir soru formu kullanılmıştır.
Araştırma projesi, CAWI (Bilgisayar destekli internet görüşmesi) yöntemi ile
gerçekleştirilmiştir. Programlanan soru formu TİM’in http://www.tim.org.tr
web sitesinde yayınlanmıştır. İhracatçılar çalışmanın bilimselliği açısından
vergi numarası / T.C. Kimlik numarası ile giriş yaparak çalışmaya katılım
göstermiştir.
30 Aralık 2011 tarihinde başlatılan bilgi toplama süreci 1.100 firmanın
katılımını takiben 13 Şubat Pazartesi günü sonlandırılmıştır. Ardından veri
temizliği ile son aşama olan veri analizi ve raporlama süreci 14-17 Şubat
2012 tarihlerinde gerçekleştirilmiştir.
B. Anket Sorularının Analizi
Anayasa’nın ekonomiyi düzenleyici boyutuna yönelik görüşleri içeren 22
soru katılımcı firmalar tarafından yanıtlanmış ve aşağıdaki sonuçlara
ulaşılmıştır.
41
Yeni anayasa ve anayasa yapım süreci konusunda kendinizi ne kadar bilgili
hissediyorsunuz?
1982 Anayasası’nda bugüne kadar yapılmış değişiklikler sorunların
çözümünde etkili olmuştur.
42
Bireysel özgürlükleri esas alan ve bireyi devlet karşısında koruyan yeni bir
anayasa gereklidir.
Anayasa yapılırken, başka ülke deneyimlerinden yararlanmakla birlikte,
Türkiye’nin tarihsel, kültürel ve sosyal dinamizmi esas alınmalı, geleceği
bunun üzerine inşa etme yöntemi tercih edilmelidir.
43
Yeni anayasanın hazırlanması sürecinde STK’lar aktif rol oynamalıdır.
Kısa ve devleti geleceğin ihtiyaçlarına göre yeniden yapılandırmakla yetinen
bir anayasa sorunların çözümünde daha etkili olacaktır.
44
Yeni anayasada devlet teşkilatı âdem-i merkezileştirilmeli; yerel yönetimler
güçlendirilmelidir.
Yeni anayasa, girişim özgürlüğü ile yenilikçi ve rekabetçi ekonomi karşısında engel oluşturmayacak esneklikte olmalıdır.
45
Yeni anayasa, gelecek kuşaklara karşı sorumluluk anlayışıyla doğayı koruyan ve kaynakların sürdürülebilir kullanımını güvence altına alan bir yapıda olmalıdır.
Yeni anayasada yenilenebilir kaynakların özel üretime açılması sağlanmalıdır.
46
Yeni anayasada asgari ücret ile ilgili bir düzenleme yer almamalıdır.
Yatırım, sanayi, teknoloji politikalarının Merkez bürokrasisi ve politik aktörlerin ortaklaşa kararıyla belirlenmesi anlayışından vazgeçilmelidir.
47
İhracat sağlıklı büyümeye ve dünya piyasalarında mevcut, ortaya çıkacak ve çıkması muhtemel taleplere uygun üretim anlayışını esas almalıdır. Ekonomi bürokrasisi de bu talepleri karşılayacak şekilde yapılandırılmalıdır.
Anayasal düzenin karar alma, dünyanın değişik ülkelerindeki ekonomi politikalarındaki değişimlere cevap verme yeteneği ve hızı arttırılmalıdır.
48
Sektörümüzün 2023 hedefini gerçekleştirmek için mevcut siyasal karar alma mekanizmalarının hızı yetersiz kalmaktadır.
Toplumsal barışı sağlamakla ve geleceğin teknolojik gelişmelerine hazırlıklı,
etkin ve minimum devlet yapılanmasıyla yetinen bir Anayasa,
sektörümüzün taleplerini karşılayacaktır.
49
Türkiye’nin etnik, kültürel, inanç ve sair toplumsal sorunlarının
çözümlenmesi sektörümüze olumlu yansıyacaktır.
Devlet teknolojik gelişim ve inovasyonla güçlendirilen alt yapıyı sağlamalı,
kendisi aktör olmaktan çıkmalıdır.
50
Üniversitelerin ekonomi dünyasıyla etkileşimi güçlendirilmeli, mevcut yapısı
değiştirilerek merkeziyetçilikten kurtarılmalıdır.
Bilişim ve teknoloji alanındaki gelişmeler karşısında, yakın zamanda siyasal
yapılarda esaslı değişimler olacaktır. Türkiye’nin buna hazırlıklı olması
gerekir.
51
Anayasal düzen güvenlik konseptinden uzaklaşıp ekonomik ve entelektüel
gelişim konseptine dayandırılmalıdır.
Yeni anayasadan daha başka ne tür beklentiniz vardır?
52
Yeni Anayasa ve Anayasa yapım süreci ile ilgili görüşlere katılım durumu
53
VI. SEKTÖR TALEPLERİNİN ANALİZİ
A. Genel Durum
İhracatçılarımızın anayasaya ilişkin görüşlerini ölçmede esas alınan çalışma
20 soruluk anket çalışmasıdır. Zira bu çalışmanın esası yeni Anayasaya ilişkin
ekonomik yaklaşımın ortaya konmasıydı. Elde edilen sonuçlar ışığında
ihracatçılarımızın nasıl bir anayasal düzen talep ettikleri ölçülmeye çalışıldı.
Anketin sonunda anayasaya ilişkin serbest talep kısmında toplam 638 kişi
açık talep dile getirdi.
Serbest talepler üç ana grupta toplanmaktadır.
Birinci gruptaki görüşleri özet başlıklara dönüştürdüğümüzde son iki yılda
Türkiye genelinde yeni anayasa konusunda yürütülen araştırma
sonuçlarında gözlemlenen sonuçlara paralel bir durum ortaya çıkmaktadır.
Bu çerçevede,
Yansız, ideolojisiz ve etnik vurgusuz,
Kadın-erkek eşitliği temelinde bir siyasal katılımı esas alan,
Doğaya saygılı, yaşanabilir bir gelecek tasavvurundan hareket eden,
Adaleti ve eşitliği öne çıkaran,
Toplumu ve bireyi merkeze alan,
Bağımsız, tarafsız, siyasal manipülasyona kapalı ve hızlı yargıyı tesis
eden,
Tabulardan, değiştirilemez maddelerden uzak,
54
Kuvvetler ayrılığı suretiyle siyasal dengeyi gözeten,
Eğitime ve bilimsel özgürlüğe, üniversitelerin özerkliğine vurgu yapan,
Özgürlükçü bir laikliği esas alan,
Kültürel, etnik, din ve dil sorunlarını özgürlükçü temelde çözen,
Siyasal işleyişte vesayeti kaldıran, demokratik denetimi tesis eden,
bir anayasa talebi karşımıza çıkmaktadır.
Sektörün ekonomik bakış açısını yansıtan görüşler ikinci grubu oluşturmakta
ve ankette ortaya çıkan görüşlerle aynı oranda kümelenmektedir.
Üçüncü gruptaki görüşler ise toplamın % 10’u aşmamaktadır. Bu görüşlerde
cari düzenin ideolojik, etnik, kültürel, siyasal ve idari yapılanmasının
korunmasından yana bir tutum göze çarpmaktadır. Ancak bu tutum alışın
temelinde yatan gerekçenin ülkenin bölünmesi veya yaşam tarzlarının
tehlikeye düşmesi korkusu olduğu gözlemlenmektedir.
Bu kaygıların anket cevaplarında benzer veya biraz yüksek oranda karşılık
bulduğu söylenebilir.
İhracatçılarımızın ankette ortaya çıkan anayasaya ilişkin taleplerini bir kaç
başlıkta toplamak ve analiz etmek mümkündür.
Ancak hemen belirtmek gerekir ki, ankette ortaya çıkan sonuç,
yorumlamaya gerek bırakmayacak açıklıkta ve kararlılıktadır. Sonuçlar tek
başına ihracatçılarımızın tercih parametrelerini ortaya koymaktadır.
55
B. Anayasanın Yapımı ve Biçimi
İhracatçılarımız yeni anayasanın yapılması aşamasında uluslararası
standartlar ve evrensel değerlerden yararlanmayı önemsemekle birlikte,
Türkiye’nin tarihsel, kültürel ve sosyal dinamizminin esas alınması ve
geleceğin bu temel kabuller üzerine inşa edilmesini talep etmektedir. Bu
talep, bir anayasanın, toplumun nasıl bir arada yaşamak ve nasıl yönetilmek
istediğine ilişkin temel kararın ifadesi olduğu gerçeğiyle örtüşmektedir.
Öte yandan Anayasanın tek bir parti tarafından yapılması veya
parlamentodaki partiler arasında yapılacak pazarlıklar sonucunda ortaya
çıkması tercihi reddedilmektedir. Anayasanın yapımına bireylerin, toplumun
ve özellikle sivil toplum kuruluşlarının katılımı şart koşulmaktadır. Buradan
hareketle, ihracatçılarımızın yeni anayasaya ilişkin kararı temsilcilere
bırakmadığını, toplumsal katılıma dayanan bir anayasa yapımına işaret
ettiğini söylemek mümkündür.
İhracatçılarımız hazırlanacak yeni anayasanın kısa, öz ve kolay anlaşılabilir
bir metin olarak hazırlanmasını, detayların yasal ve yasa altı düzenlemelere
bırakılması yönünde ağırlıklı bir eğilim ortaya çıkmaktadır. Anayasanın
kısalığı, toplumsal barışın ve geleceğin ihtiyaçlarına cevap vermenin bir
gereği olarak da görülmektedir.
Ancak buradaki kısalık, neye mal olursa olsun değil, toplumun barışını ve
geleceğe dönük tasavvurunu gerçekleştirmek için zorunlu olan detaylarla
birlikte değerlendirilmesi gerekir. Yani siyasal işleyişte denge ve kontrol
mekanizmalarını es geçen bir kısalık talebinden söz etme imkânı yoktur.
56
Buradan hareketle sektörün yeni bin yılın ihtiyaçlarına paralel bir tepki
verdiğini söylemek mümkündür.
C. Devlete İlişkin Temel Yaklaşım
Her şeyden önce ihracatçılar sektörü cari anayasal düzeni esas alan bir
anayasa veya kısmi değişikliklerle yetinen bir anayasa değişikliği tercihine
sıcak bakmamaktadırlar. 2011 seçimlerine giden süreçte tüm partilerin
toplumsal taleplere göre hazırlanacak yeni bir anayasa sözüyle paralel bir
yaklaşım ortaya çıkmaktadır.
İkinci olarak anayasal düzenin üzerine inşa edilmesi gereken temel tercihleri
ve referansları konusunda esaslı ve kararlı talepler ortaya çıkmaktadır.
Devletin güvenlik konseptinden uzaklaştırılması, özgürlük temelinde inşa
edilmesi istenmektedir. Öte yandan çokça sloganik ve doktriner ifadenin
kullanılması yerine entelektüel ve ekonomik gelişime yapılan vurgu dikkate
alındığında, pragmatik işleyen bir anayasal düzen tercihi öne çıktığı
söylenebilir. Siyasal düzenlere ilişkin anlayışlarda gelecekte hızlı
değişimlerin yaşanması olasılığına hazırlıklı olma talebi, bu yaklaşımı
desteklemektedir. Bu yaklaşım “sosyal devlet” anlayışını reddetmekle
birlikte, sosyal adalet politikalarının demokratik sorumluluk ilkesi gereğince
yerine getirilebilmesinin rasyonel imkânlarını da açmaktadır.
Sektör, anayasanın ideolojik ve doktiner tercihler üzerine kurulu olmasının,
hem demokratikleşmeyi engelleyici etkisi, hem özgürlüklere zarar verici,
hem de toplumsal çatışmaları tetikleyici potansiyelinin farkındadır.
57
İdeolojisiz, tabusuz, tarafsız ve etnik referanssız bir Anayasa talebi bu
gerçek ışığında değerlendirilmelidir. Dolayısıyla sektörün 1924, 1961 ve
1982 Anayasalarına uzak durduğu, anglo-amerikan anayasal düzen
tercihlerine yakın, esas itibariyle 1921 Anayasasının temel yaklaşımına sıcak
durduğu söylenebilir.
Yeni anayasanın hazırlanmasında sivil toplum kuruluşlarının görüşlerine
başvurulması yönündeki talebi de dikkate aldığımızda, bu cevapların aynı
zamanda sektörün halihazırda TBMM’de yürütülmekte olan yeni anayasa
sürecine desteği olarak okunabilir.
D. Temel İlkeler ve Özgürlükler
Diğer talepler kısmında dile getirilen görüşler de dikkate alındığında,
özgürlükler anayasal düzenin meşruiyet temeli olarak görülmektedir.
Bireysel haklar ve özgürlükler devlet tarafından tanımlanmayacağı gibi,
devletin neyin özgürlük olup olmadığını belirleme yetkisi de kabul
edilmemektedir. Bu her şeyden önce bireysel özgürlükler ile ekonomik
girişim özgürlüğü, dolayısıyla anayasanın ekonomi siyaseti bakımından da
belirleyicidir. Devlet bireylerin özgürlüğü üzerinde tasarrufta bulunduğu her
durumda, yalnızca bireysel “doğru” ve “yanlış” kriterlerini de koymaya
başlayacağı, buradan hareketle toplumu biçimlendirme gücünü elde
edeceği bilinmektedir. Bu yaklaşım ise yeni anayasacılık gerekleriyle
bağdaşmayacaktır. Bu temel yaklaşımı destekler mahiyette devletin kendini
bireyden ve toplumdan bağımsız bir güce dönüştürecek “güvenlik” konsepti
de reddedilmektedir. Devleti harekete geçirecek temel yaklaşımın genel
58
anlamda özgürlüklere saygının yanında ekonomik akıl ve entelektüel gelişim
olduğu dikkati çekmektedir.
Türkiye’nin etnik, kültürel, inanç ve sair toplumsal sorunlarının
çözümlenmesinin sektöre olumlu bir şekilde yansıyacağı kabul edilmektedir.
Bu kaçınılmaz bir sonuçtur. Zira Türkiye’nin etnik, kültürel, inanç ve sair
sorunlarının temel siyasal ve ekonomik tercihle bağlantılı olduğu ve bunun
da güvenlik konseptini geçerli kıldığını sektör temsilcileri görmektedir.
Son olarak özgürlük, ekonomi, doğa ve gelecek olgularının birbiriyle
bağlantılı olduğu ve doğru anayasal düzenin gelecek kuşaklara karşı
sorumluluk anlayışı içinde doğayı koruyan ve kaynakların sürdürülebilir
kullanımını güvence altına alan bir yapı özelliği göstermesini arzulamaktadır.
Bu yenilenebilir enerji tercihinin ekonomi siyasetinde dikkate alınması
çağrısı olarak okunabilir. Bu açıdan bakıldığında sektörün bir yandan
ekonomik akıl ile hareket ederken, diğer yandan bu aklın geleceği esaslı bir
şekilde dikkate aldığı görülmektedir.
E. Siyasal Teşkilatlanma ve Ekonomik Düzen Tercihi
Devletin şeklinin cumhuriyet olması konusunda herhangi bir itiraz söz
konusu değildir.
Ancak Cumhuriyetin yönetim şekline ekonomik yönden yaklaşıldığında, cari
anayasal düzenle farklılaşma ortaya çıkmaktadır. Bir kere yapımında ve
biçimlendirilmesinde toplumun yer almadığı anayasalarda Cumhuriyetin
59
siyasal elitlerin tasavvurlarına göre biçimlendiği, devletin siyasal, idari ve
ekonomik teşkilatının da buna göre oluşturulduğu açıktır. İşte anketten
çıkan sonuç oldukça nettir. Cumhuriyetin korunması konusunda oybirliği
varken, bunun nitelikleri açısından elitizmin ürünü olan unsurlara karşı tepki
söz konusudur. İnsan onuru ve özgürlükler üzerinde temellenen katılımcı
demokratik bir cumhuriyet talep edilirken, bunun katı merkeziyetçi geleneği
açıkça reddedilmektedir. Bu yaklaşım nasıl bir âdemi merkeziyetçiliğin
istendiğini açıklamasa da, mevcut merkeziyetçi yapının reddini somut bir
şekilde ortaya koymaktadır. Bu bağlamda üniter bir devlet olan Fransa veya
İtalya modeline benzer bir âdemi merkeziyetçilik tercihi kabul edilebilir.
Esasen bu yönüyle de 1921 Anayasasının olumlanmasını burada okumak
mümkündür. Bu eğilimin yeni bin yılın tercihlerine paralel düştüğü açıktır.
Zira katı merkeziyetçi bir yapıyla girişim özgürlüğünün hayata geçmesi pek
mümkün değildir. Yeraltı ve yerüstü kaynaklarının iktidar sağlayıcı bir imkân
olarak görüldüğü sürece, girişim özgürlüğünün veya yatırımda eşit muamele
görme talebinin karşılanamayacağı pek tabiidir.
İhracatın sağlıklı büyümeye ve dünya piyasalarında mevcut, ortaya çıkacak
ve çıkması muhtemel taleplere uygun üretim anlayışını esas alması
arzulanmaktadır. Bununla birlikte, ekonomi bürokrasisinin de bu talepleri
karşılayacak şekilde yapılandırılma talebi, çağdaş bir talep olup devletin
ekonomik tercih dayatmasının karşısında yer almaktadır. Ekonomik
kararların ekonomi bürokrasisinin inisiyatifine bırakılması, ekonomik
dinamiklerin kuruculuğunun reddi anlamına gelir. Bu talep ve yaklaşım 21.
Yüzyılın yeni anlayışıyla uyum içindedir.
60
Buna paralel bir sonuç da yatırım, sanayi, teknoloji politikalarının merkez
bürokrasisi ve politik aktörlerin ortaklaşa kararıyla belirlenmesi anlayışından
vazgeçilmesi talebinde ortaya çıkmaktadır. Yeni bin yılın ekonomi
düzeninde ekonomi politikaları yalnızca siyasi otoritelerce belirlenmemekte,
aksine sektör temsilcileri ve ekonomi aktörleri de eşit derecede kuruculuk
rolü üstlenmektedir.
Ekonomi politikasının ortaklaşa belirlenmesi talebi çok olumlu olsa da, bu
tek başına istenilen sonucu doğuramayacaktır. Zira ekonomi politikaları
son tahlilde ülkenin siyasal düzenin ve idari teşkilatının bütünüyle
ilişkilidir. Onu etkilediği gibi ondan da etkilenmektedir. Dolayısıyla merkez
ve yerel siyasal karar mekanizmalarının seri, hızlı ve rasyonel karar
verecek yapıya sahip olmadıkları ve bu kararların aynı hızda
rasyonelleştirip uygulayacak bir bürokrasi inşa edilemediği durumda,
bunun sektörü körelteceği ve girişim özgürlüğünü anlamsızlaştıracağı
açıktır. Zira siyasal süreçlerdeki hantallık hem ulusal, hem de uluslararası
rekabette yıkıcı etki yaratabilmektedir.
Bu gerekçelerle İhracatçılarımız anayasal düzenin ulusal ve uluslararası
ekonomik gelişimlere hızla cevap verebilecek yeteneğe kavuşmasını
gerekli görmektedir. Merkezi ve yerel yönetimler ile birlikte bürokrasi de
bu bağlamda değerlendirilmeli, etkin ve hızlı olmasını sağlayacak
basitlikte dizayn edilmelidir.
61
Bu bağlamda devletten iki talep söz konusudur. İlki toplumsal barışın
sağlanması, diğeri ise geleceğin teknolojik gelişmelerine hazırlıklı olma
talebi. Zira bu gelişmelerin siyasal sistemlerde köklü değişikliklere neden
olacağı belirtilmektedir. Değişikliklere hazır olmak demek, 21. Yüzyılda
kuşatıcı değil, süreçleri düzenlemekle yetinen devlet anlamına gelir. Buna
paralel olarak devletin teknolojik gelişim ve inovasyonla güçlendirilen bir
alt yapı sunması, ancak kendi başına bir ekonomik aktör olarak
işlememesi tercihi öne çıkmaktadır.
Bu iki temel taleple yetinen bir anayasal düzen talep edilmektedir. Zira
daha fazla devlet, daha az rekabetçi ekonomi, daha az özgürlük, daha az
esneklik ve daha fazla toplumsal sorun demektir.
Üniversitelerin ekonomi dünyasıyla etkileşiminin güçlendirilmesi, mevcut
yapısının değiştirilerek merkeziyetçilikten kurtarılması talebi, gelişmiş dünya
ekonomileriyle karşılaştırmadan doğan bir taleptir. Türkiye’de
üniversitelerin dünya bilimsel sıralamasındaki yeri ile ekonominin aldığı
konum arasındaki ilişki bu talebi tetiklemektedir.
VII. ANAYASAYA İLİŞKİN SOMUT TALEPLER VE ÖNERİLER
İhracatçılarımızın talepleri Türkiye’nin 21. Yüzyılının büyük değişimlerine
hazırlıklı olmasına imkân veren bir anayasaya işaret etmektedir. Türkiye’nin
geçmişten kaynaklanan cari sorunlarının özgürlükçü-demokratik bir anlayış
temelinde hızla çözümlenmesini arzularken, esas itibariyle geleceğe
odaklanmaktadır.
62
İhracatçılarımız hâlihazır siyasal ve kültürel çatışmaların ötesinde tüm
kesitlerin rasyonel taleplerine ve ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir
perspektif sunmakta; uzlaşmaz tarafların üzerinde uzlaşabilecekleri rasyonel
zemine işaret etmektedir.
Türkiye İhracatçılar Meclisinin İhracatçılara yönelik olarak yaptığı anayasa
çalışmasından doğan sonuçları şöyle sıralamak mümkündür:
1. Yeni Anayasa toplumsal katılımla oluşturulmalıdır. Partiler arası
pazarlıklardan çok, toplumsal talepleri esas alarak hazırlanmalıdır.
2. Kısmi bir anayasa değişikliğinden uzak durulmalı, temel esasları,
yapısı, tercihleri ve gelecek tasavvuru itibariyle toplumsal talepleri
merkeze alan yeni bir anayasa yapılmalıdır.
3. Anayasa, insanı ve özgürlükleri esas alan bir düzen kurmalıdır. Bu
çerçevede;
güvenlik konsepti yerine, insan onurunu esas almalıdır. Devlet ile ilgili
tüm ilke, değer ve kurumların meşruiyetinin insan onurunun
korunmasıyla orantılı olduğu vurgulanmalıdır.
4. Özgürlükleri tanıyan, düzenleyen ve sınırlayan bir devlet
konseptinden, özgürlükler arasında ayrım ve derecelendirme
yapmaksızın, özgürlüğü bireysel ve toplumsal tercih olarak kabul
63
eden, özgürlükler üzerinde tasarruf yetkisi bulunmayan, aksine
özgürlüklerin imkânı olan bir devlet konseptine geçilmelidir.
5. Siyasal işleyiş katılıma dayandırılmalı, özgürlükleri korumayı ve
geliştirmeyi hedeflemeli, rekabeti, girişimciliği, inovasyonu ve
entelektüel gelişimi desteklemelidir.
6. Siyasal düzen bu hedefleri gerçekleştirmek için gerekli işlevsellikle,
hızlı ve rasyonel karar mekanizmalarıyla donatılmalıdır.
7. Yeni anayasal düzen hem toplumsal ve siyasal barışı sağlamalı hem
de geleceğe odaklanmalıdır. Bunun için Anayasa herhangi bir
ideolojiye, etnisiteye ve benzeri dışlayıcılık potansiyeli yaratan
kavram ve referanslara yer vermemelidir.
8. Anayasa kültürel, etnik, dilsel ve dinsel, felsefi veya sair
farklılıklardan birini öne çıkararak geçmişte olduğu gibi toplumsal
barışı zedeleme girişimlerine izin vermemeli, siyasal iradenin bu
şekilde oluşumunu engellemelidir.
9. Anayasa yüz yıllık tarihsel süreçte ortaya çıkan pek çok toplumsal
sorunu çözme iddiasını ortaya koymamalı, aksine siyasal sistemin
bu sorunların çözümünü engelleme ihtimalini ortadan kaldırmalıdır.
Anayasa hesaplaşma veya yüzleşmenin yansıma bulduğu metin
olmaktan çok, bu süreci toplumun ve siyasetin çözüm yeteneğine
bırakmalıdır.
64
10. Anayasa egemenliği kullanan ve siyasette kontrol ve denge
sağlayan temel kurumlar dışında organlara yer vermemelidir.
Toplumsal barışın sağlanması, özgürlüklerin korunması ve siyasal
kontrol ve denge sistemi için zorunlu olan düzenlemeler dışındaki
detayları yasalara bırakmalıdır. Anayasa gelecek nesillere ve
insanlığa karşı sorumluluk bilincine vurgu yapmalı, çevreye duyarlı
yenilenebilir enerji politikalarını öne çıkarmayı görev tanımı içinde
kabul etmelidir.
11. Devlet teşkilatlanması ademi merkeziyetçilik düsturuna uygun
olmalıdır.
Bunun için; Merkezi yönetim karşısında yerel yönetimler
güçlendirilmelidir. Yerel yönetim gerek politik, gerekse ekonomik açıdan
merkezi dengelemelidir.
12. Âdemi merkeziyetçiliğin şekli ve derinliği hakkındaki tartışmalar
özgürlüklerin korunması, siyasal dengenin sağlanması ve ekonomik
gelişimi desteklemesi parametrelerine riayet edilerek
yürütülmelidir.
13. Ekonomi politikalarının ve stratejilerinin belirlenmesinde de
merkezin karar yetkisinin kullanımına özel sektör temsilcilerinin
katılımı sağlanmalıdır.
65
14. Anayasa, belirli bir ekonomik düzen tercihini dayatmayan, dönemin
koşullarının gerekli ve zorunlu kıldığı politikaların uygulanabilmesini
mümkün kılan bir yapı öngörmelidir.
15. Planlı ekonomi veya benzeri bir ekonomik modeli dayatmamalıdır.
16. Yeni bin yılın gerekleri ışığında sosyal adaletin gerçekleştirilmesi
için farklı siyasal ve ekonomik programların özgürce yarışmasına
imkân sağlamalıdır. Bunun için hem güçler dengesi sağlanmalı, hem
de siyasal işleyiş şeffaf ve denetlenebilir olmalıdır.
17. Ülkenin yeraltı ve yerüstü kaynaklarının ekonomik gelişime ve
topluma kazandırılması için gerekli hukuki değişikliklere
gidilmelidir.
18. Devlet model dayatmamalı, toplumca benimsenen modellerin
uygulanabilmesinin aracına dönüştürülmelidir.
19. Uygulanacak programlarla devlet teknolojik gelişim ve inovasyonla
güçlendirilen alt yapı sunmalı, bilgiye ulaşımı, onun analizini ve
uluslararası rekabetin enerjisine dönüştürülmesini mümkün
kılmalıdır. Devletin tüm teşkilat yapısında bu esas belirleyici
olmalıdır.
66
20. Üniversiteler merkeziyetçi bir yapıdan kurtarılarak, akademik
özgürlüklerin desteklendiği mekanlara dönüştürülmeli, hayatın içine
çekilerek ekonomik gelişimin yaratıcı dinamiği haline getirilmelidir.
67
VIII. EK 1
TABLOLAR
68
1. Yeni anayasa ve anayasa yapım süreci konusunda kendinizi ne kadar bilgili
hissediyorsunuz?
N %
Çok bilgiliyim 104 9,5%
Biraz bilgiliyim 604 54,9%
Pek bilgili değilim 282 25,6%
Hiç bilgili değilim 110 10,0%
Toplam 1100 100,0%
2. 1982 Anayasası’nda bugüne kadar yapılmış değişiklikler sorunların çözümünde
etkili olmuştur.
N %
Tamamen katılıyorum 105 9,5%
Biraz katılıyorum 326 29,6%
Pek katılmıyorum 370 33,6%
Kesinlikle katılmıyorum 268 24,4%
Fikrim yok 31 2,8%
Toplam 1100 100,0%
3. Bireysel özgürlükleri esas alan ve bireyi devlet karşısında koruyan yeni bir
anayasa gereklidir.
N %
Tamamen katılıyorum 884 80,4%
Biraz katılıyorum 161 14,6%
Pek katılmıyorum 29 2,6%
Kesinlikle katılmıyorum 16 1,5%
Fikrim yok 10 ,9%
Toplam 1100 100,0%
69
4. Anayasa yapılırken, başka ülke deneyimlerinden yararlanmakla birlikte,
Türkiye’nin tarihsel, kültürel ve sosyal dinamizmi esas alınmalı, geleceği bunun
üzerine inşa etme yöntemi tercih edilmelidir.
N %
Tamamen katılıyorum 903 82,1%
Biraz katılıyorum 121 11,0%
Pek katılmıyorum 34 3,1%
Kesinlikle katılmıyorum 29 2,6%
Fikrim yok 13 1,2%
Toplam 1100 100,0%
5. Yeni anayasanın hazırlanması sürecinde STKlar aktif rol oynamalıdır.
N %
Tamamen katılıyorum 761 69,2%
Biraz katılıyorum 234 21,3%
Pek katılmıyorum 36 3,3%
Kesinlikle katılmıyorum 20 1,8%
Fikrim yok 49 4,5%
Toplam 1100 100,0%
6. Kısa ve devleti geleceğin ihtiyaçlarına göre yeniden yapılandırmakla yetinen bir
anayasa sorunların çözümünde daha etkili olacaktır.
N %
Tamamen katılıyorum 631 57,4%
Biraz katılıyorum 265 24,1%
Pek katılmıyorum 113 10,3%
Kesinlikle katılmıyorum 70 6,4%
Fikrim yok 21 1,9%
Toplam 1100 100,0%
70
7. Yeni anayasada devlet teşkilatı âdem-i merkezileştirilmeli; yerel yönetimler
güçlendirilmelidir.
N %
Tamamen katılıyorum 586 53,3%
Biraz katılıyorum 302 27,5%
Pek katılmıyorum 112 10,2%
Kesinlikle katılmıyorum 65 5,9%
Fikrim yok 35 3,2%
Toplam 1100 100,0%
8. Yeni anayasa, girişim özgürlüğü ile yenilikçi ve rekabetçi ekonomi karşısında
engel oluşturmayacak esneklikte olmalıdır.
N %
Tamamen katılıyorum 932 84,7%
Biraz katılıyorum 119 10,8%
Pek katılmıyorum 21 1,9%
Kesinlikle katılmıyorum 11 1,0%
Fikrim yok 17 1,5%
Toplam 1100 100,0%
9. Yeni anayasa, gelecek kuşaklara karşı sorumluluk anlayışıyla doğayı koruyan ve
kaynakların sürdürülebilir kullanımını güvence altına alan bir yapıda olmalıdır.
N %
Tamamen katılıyorum 1007 91,5%
Biraz katılıyorum 66 6,0%
Pek katılmıyorum 10 ,9%
Kesinlikle katılmıyorum 7 ,6%
Fikrim yok 10 ,9%
Toplam 1100 100,0%
71
10. Yeni anayasada yenilenebilir kaynakların özel üretime açılması sağlanmalıdır.
N %
Tamamen katılıyorum 685 62,3%
Biraz katılıyorum 257 23,4%
Pek katılmıyorum 69 6,3%
Kesinlikle katılmıyorum 53 4,8%
Fikrim yok 36 3,3%
Toplam 1100 100,0%
11. Yeni anayasada asgari ücret ile ilgili bir düzenleme yer almamalıdır.
N %
Tamamen katılıyorum 391 35,5%
Biraz katılıyorum 196 17,8%
Pek katılmıyorum 209 19,0%
Kesinlikle katılmıyorum 243 22,1%
Fikrim yok 61 5,5%
Toplam 1100 100,0%
12. Yatırım, sanayi, teknoloji politikalarının Merkez bürokrasisi ve politik
aktörlerin ortaklaşa kararıyla belirlenmesi anlayışından vazgeçilmelidir.
N %
Tamamen katılıyorum 702 63,8%
Biraz katılıyorum 255 23,2%
Pek katılmıyorum 83 7,5%
Kesinlinle katılmıyorum 39 3,5%
Fikrim yok 21 1,9%
Toplam 1100 100,0%
72
13. İhracat sağlıklı büyümeye ve dünya piyasalarında mevcut, ortaya çıkacak ve
çıkması muhtemel taleplere uygun üretim anlayışını esas almalıdır. Ekonomi
bürokrasisi de bu talepleri karşılayacak şekilde yapılandırılmalıdır.
N %
Tamamen katılıyorum 964 87,6%
Biraz katılıyorum 105 9,5%
Pek katılmıyorum 12 1,1%
Kesinlinle katılmıyorum 9 ,8%
Fikrim yok 10 ,9%
Toplam 1100 100,0%
14. Anayasal düzenin karar alma, dünyanın değişik ülkelerindeki ekonomi
politikalarındaki değişimlere cevap verme yeteneği ve hızı arttırılmalıdır.
N %
Tamamen katılıyorum 887 80,6%
Biraz katılıyorum 149 13,5%
Pek katılmıyorum 35 3,2%
Kesinlinle katılmıyorum 13 1,2%
Fikrim yok 16 1,5%
Toplam 1100 100,0%
15. Sektörümüzün 2023 hedefini gerçekleştirmek için mevcut siyasal karar alma
mekanizmalarının hızı yetersiz kalmaktadır.
N %
Tamamen katılıyorum 597 54,3%
Biraz katılıyorum 312 28,4%
Pek katılmıyorum 110 10,0%
Kesinlinle katılmıyorum 47 4,3%
Fikrim yok 34 3,1%
Toplam 1100 100,0%
73
16. Toplumsal barışı sağlamakla ve geleceğin teknolojik gelişmelerine hazırlıklı,
etkin ve minimum devlet yapılanmasıyla yetinen bir Anayasa, sektörümüzün
taleplerini karşılayacaktır.
N %
Tamamen katılıyorum 695 63,2%
Biraz katılıyorum 257 23,4%
Pek katılmıyorum 81 7,4%
Kesinlinle katılmıyorum 46 4,2%
Fikrim yok 21 1,9%
Toplam 1100 100,0%
17. Türkiye’nin etnik, kültürel, inanç ve sair toplumsal sorunlarının çözümlenmesi
sektörümüze olumlu yansıyacaktır.
N %
Tamamen katılıyorum 789 71,7%
Biraz katılıyorum 169 15,4%
Pek katılmıyorum 74 6,7%
Kesinlikle katılmıyorum 47 4,3%
Fikrim yok 21 1,9%
Toplam 1100 100,0%
18. Devlet teknolojik gelişim ve inovasyonla güçlendirilen alt yapıyı sağlamalı,
kendisi aktör olmaktan çıkmalıdır.
N %
Tamamen katılıyorum 778 70,7%
Biraz katılıyorum 221 20,1%
Pek katılmıyorum 64 5,8%
Kesinlikle katılmıyorum 23 2,1%
Fikrim yok 14 1,3%
Toplam 1100 100,0%
74
19. Üniversitelerin ekonomi dünyasıyla etkileşimi güçlendirilmeli, mevcut yapısı
değiştirilerek merkeziyetçilikten kurtarılmalıdır.
N %
Tamamen katılıyorum 923 83,9%
Biraz katılıyorum 124 11,3%
Pek katılmıyorum 26 2,4%
Kesinlikle katılmıyorum 11 1,0%
Fikrim yok 16 1,5%
Toplam 1100 100,0%
20. Bilişim ve teknoloji alanındaki gelişmeler karşısında, yakın zamanda siyasal
yapılarda esaslı değişimler olacaktır. Türkiye’nin buna hazırlıklı olması gerekir.
N %
Tamamen katılıyorum 852 77,5%
Biraz katılıyorum 156 14,2%
Pek katılmıyorum 49 4,5%
Kesinlikle katılmıyorum 15 1,4%
Fikrim yok 28 2,5%
Toplam 1100 100,0%
21. Anayasal düzen güvenlik konseptinden uzaklaşıp ekonomik ve entelektüel
gelişim konseptine dayandırılmalıdır.
N %
Tamamen katılıyorum 465 42,3%
Biraz katılıyorum 354 32,2%
Pek katılmıyorum 165 15,0%
Kesinlikle katılmıyorum 83 7,5%
Fikrim yok 33 3,0%
Toplam 1100 100,0%
75
22. Yeni anayasadan daha başka ne tür beklentiniz vardır?
N %
Düşünce özgürlüğü olmalı 127 20,3%
İnsani değerleri ön planda tutan bir
anayasa olmalı 113 18,1%
Demokratik olmalı 108 17,3%
Kısa, öz ve anlaşılır olmalı 65 10,4%
Toplumsal barışı sağlamalı 47 7,6%
Üretim ve ihracat yapan firmaları
destekleyici nitelikte olmalı 45 7,2%
İnanç özgürlüğü olmalı 36 5,8%
Yargı ve hukuk sürecinin hızlı ve
bağımsız olması 25 4,0%
Eğitime önem verilmeli 22 3,5%
Ulusal bütünlüğü korumalı 21 3,4%
Hukukun üstünlüğünü savunmalı 20 3,2%
İlk 3 madde değiştirilmemeli 19 3,0%
Adil vergilendirme olmalı 19 3,0%
Devletin bütün kurumları şeffaf ve hesap
sorulur olmalı 18 2,9%
Bürokrasi azaltılmalı 14 2,2%
Diğer 103 16,5%
Baz 626
76
Yeni Anayasa ve Anayasa yapım süreci ile ilgili görüşlere katılım durumu
Tamamen
katılıyorum
Biraz
katılıyorum
Pek
katılmıyorum
Kesinlikle
katılmıyorum
Fikrim
yok
Pozitif
değerler
toplamı
Yeni anayasa, gelecek kuşaklara karşı sorumluluk anlayışıyla doğayı koruyan ve
kaynakların sürdürülebilir kullanımını güvence altına alan bir yapıda olmalıdır. 91,5% 6,0% 0,9% 0,6% 0,9% 97,5%
İhracat sağlıklı büyümeye ve dünya piyasalarında mevcut, ortaya çıkacak ve çıkması
muhtemel taleplere uygun üretim anlayışını esas almalıdır. Ekonomi bürokrasisi de bu
talepleri karşılayacak şekilde yapılandırılmalıdır.
87,6% 9,5% 1,1% 0,8% 0,9% 97,1%
Yeni anayasa, girişim özgürlüğü ile yenilikçi ve rekabetçi ekonomi karşısında engel
oluşturmayacak esneklikte olmalıdır. 84,7% 10,8% 1,9% 1,0% 1,5% 95,5%
Üniversitelerin ekonomi dünyasıyla etkileşimi güçlendirilmeli, mevcut yapısı değiştirilerek
merkeziyetçilikten kurtarılmalıdır. 83,9% 11,3% 2,4% 1,0% 1,5% 95,2%
Anayasa yapılırken, başka ülke deneyimlerinden yararlanmakla birlikte, Türkiye’nin
tarihsel, kültürel ve sosyal dinamizmi esas alınmalı, geleceği bunun üzerine inşa etme
yöntemi tercih edilmelidir.
82,1% 11,0% 3,1% 2,6% 1,2% 93,1%
Anayasal düzenin karar alma, dünyanın değişik ülkelerindeki ekonomi politikalarındaki
değişimlere cevap verme yeteneği ve hızı arttırılmalıdır. 80,6% 13,5% 3,2% 1,2% 1,5% 94,1%
Bireysel özgürlükleri esas alan ve bireyi devlet karşısında koruyan yeni bir anayasa
gereklidir. 80,4% 14,6% 2,6% 1,5% ,9% 95,0%
Bilişim ve teknoloji alanındaki gelişmeler karşısında, yakın zamanda siyasal yapılarda
esaslı değişimler olacaktır. Türkiye’nin buna hazırlıklı olması gerekir. 77,5% 14,2% 4,5% 1,4% 2,5% 91,7%
Türkiye’nin etnik, kültürel, inanç ve sair toplumsal sorunlarının çözümlenmesi sektörümüze
olumlu yansıyacaktır. 71,7% 15,4% 6,7% 4,3% 1,9% 87,1%
Devlet teknolojik gelişim ve inovasyonla güçlendirilen alt yapıyı sağlamalı, kendisi aktör
olmaktan çıkmalıdır. 70,7% 20,1% 5,8% 2,1% 1,3% 90,8%
Yeni anayasanın hazırlanması sürecinde STKlar aktif rol oynamalıdır. 69,2% 21,3% 3,3% 1,8% 4,5% 90,5%
Yatırım, sanayi, teknoloji politikalarının Merkez bürokrasisi ve politik aktörlerin ortaklaşa
kararıyla belirlenmesi anlayışından vazgeçilmelidir. 63,8% 23,2% 7,5% 3,5% 1,9% 87,0%
Toplumsal barışı sağlamakla ve geleceğin teknolojik gelişmelerine hazırlıklı, etkin ve
minimum devlet yapılanmasıyla yetinen bir Anayasa, sektörümüzün taleplerini
karşılayacaktır.
63,2% 23,4% 7,4% 4,2% 1,9% 86,6%
77
Yeni anayasada yenilenebilir kaynakların özel üretime açılması sağlanmalıdır.
62,3% 23,4% 6,3% 4,8% 3,3% 85,7%
Kısa ve devleti geleceğin ihtiyaçlarına göre yeniden yapılandırmakla yetinen bir anayasa
sorunların çözümünde daha etkili olacaktır. 57,4% 24,1% 10,3% 6,4% 1,9% 81,5%
Sektörümüzün 2023 hedefini gerçekleştirmek için mevcut siyasal karar alma
mekanizmalarının hızı yetersiz kalmaktadır. 54,3% 28,4% 10,0% 4,3% 3,1% 82,7%
Yeni anayasada devlet teşkilatı âdem-i merkezileştirilmeli; yerel yönetimler
güçlendirilmelidir. 53,3% 27,5% 10,2% 5,9% 3,2% 80,8%
Anayasal düzen güvenlik konseptinden uzaklaşıp ekonomik ve entelektüel gelişim
konseptine dayandırılmalıdır. 42,3% 32,2% 15,0% 7,5% 3,0% 74,5%
Yeni anayasada asgari ücret ile ilgili bir düzenleme yer almamalıdır. 35,5% 17,8% 19,0% 22,1% 5,5% 53,3%
1982 Anayasası’nda bugüne kadar yapılmış değişiklikler sorunların çözümünde etkili
olmuştur. 9,5% 29,6% 33,6% 24,4% 2,8% 39,1%