28

İnsan ve Hayat Dergisi Kasım Sayısı

Embed Size (px)

DESCRIPTION

İnsan ve Hayat Dergisi'nin Kasım sayısına ait basın bültenidir. Makalelerin devamı İnsan ve Hayat Dergisi'nde yer almaktadır.

Citation preview

Page 1: İnsan ve Hayat Dergisi Kasım Sayısı
Page 2: İnsan ve Hayat Dergisi Kasım Sayısı

Bağlar Mah. Mimar Sinan Cad. No:52 Güneşli - Bağcılar / İSTANBUL

Tel: (0212) 657 77 35 (12) Faks: 657 82 96www.insanvehayat.com

[email protected] / Yazı İş[email protected] / Abone ve Dağıtım

DAĞITIM VE ABONELİK

KASIM 2012BASIN BÜLTENİ

İnsan ve Hayat dergisine çocuk eki dahil, yine 40

liraya abone olabilirsiniz.

Abone olun, bir dergi fiyatına iki dergi evinize gelsin.

İnsanın Çocukla veÇocuksuz İmtihanı

Tüp Bebek

İmam-ı Şafi Hazretleri “İlim ikidir: Beden ilmi, din ilmi” diyor. Böyle demesinin birçok sebebi olabilir. Bu sebeplerden biri doğum ve çocuğun yetişmesinde karşımıza çıkıyor. Bu nasıl mı oluyor? İnsanın kendisinden sonra istiğfar edecek bir evlat yetiştirmesi neslinin devamı ve İslamiyet’in yaşanması için önemli. Yeni doğan evladın istiğfar etmeyen biri olması, ebeveynin evlatla imtihanı, evlatlarının olmadığı durumlar ise onların çocuksuz imtihanları oluyor. Bu ikinci imtihanın halli tıp ilmini ilgilendiriyor, birincinin halli ise din ilmini. Tüp bebek yöntemi nedir? Riskleri var mıdır? Dinen caiz midir? Kimler tüp bebek için başvuru yapabilir? Sadece kısır olanlar mı tüp bebek yöntemine başvurmalıdır? Tedavi süresi ne kadar uzundur?

Bir öğretmen olarak hep merak etmişimdir. İnsan, içinden çıktığı toplumun eksiklerini nasıl görmeli, onları nasıl düzeltmeli diye. Peygamber

Efendimiz (s.a.v) dönemindeki toplumun sosyal ve kültürel özellikleri ortada. Bu insanları nasıl yetiştirdi, onlara nasıl şuur kazandırdı, onları numune birer dava adamı haline nasıl dönüştürdü? Peygamberimiz’i (s.a.v) bir usve-i hasene yapan özelliklerin yanında, eğitimci yapan hususiyetler nelerdi?

EskimeyenTek Terbiye Usûlü

ÜcretsizÇocuk

Eki

Paylamanın Tadı: Aure Bu yazımızda sizlere her zaman duyduğunuz ve merak

ettiğiniz aşureden bahsedeceğim. Aşurenin ne anlama geldiğini, nasıl ortaya çıktığını ve aşure gününde neler yapmamız gerektiğini anlatacağım.

Aşure, hicri yılın ilk ayı olan Muharrem ayının onuncu günüdür. Aşure kelimesi Arapça on anlamındaki “aşara”

kelimesinden geliyor.Kelimenin içinde “aş” olması aklımıza yemeği getirebilir. Yani

Aşure, sadece “karışık aş” demek olan buğday, nohut, fasulye gibi tanelerle kuru yemişlerin bir arada şekerle kaynatılmasıyla yapılan bir tür yemeğe denilmiyor. Aşure gününde birçok önemli hadiseler olmuş.

Page 3: İnsan ve Hayat Dergisi Kasım Sayısı

Kaynak Yapılan İnsanlık Yeniden Kıymetlendiriliyor Afrika’dan Amerika kıtasına götürülen yaklaşık 20 milyon köle, ekonomiye kaynak yapıldı. O kaynakların en meşhuru da Kunta Kinte… 4 milyon kölenin aslanlara ve köpek balıklarına yem yapıldığı da kayıtlarda. Osmanlı ise Güney Afrika’ya gönderdiği Ebubekir Efendi ile kıta insanını kaynak yapma yerine kıymetlendirmeyi misyon edindi. Ebubekir Efendinin izinden giden gerçek İslam Âlimleri şimdilerde o görevi devraldı. İnsanları kıymetlendirme seferberliği yeniden başlatıldı hem de Afrika’nın tamamında…

Bir “Oyun İçinde Oyun Gerçeği” YazısıSon 10 yılda oyun sektörü dünyada 70 milyar dolarlık bir rakama ulaştı. Milyarlarca dolar büyüklüğe ulaşan oyun pazarında şirketler, sadece oyun lisansı satarak para kazanmıyorlar. Saatlerce oynandıktan sonra sanal para kazandıran düzen, kazanılan sanal paralarla oyun özellikleri, silahlar, eşyalar satıyor. Oyunu satan şirket, isteyene gerçek para vererek oyun içinde sanal para satıyor. Oyun içinde oyun burada başlıyor. Şirketler bu durumda milyarlarca dolar gelir elde ediyorlar.

Âlemlerin En Şereflisi-ni O Taşıdı DEVE

Arabistan çöllerinin kavurucu kumlarında ya da Orta Asya’nın

geniş çölleri ve kayalık yaylalarında hiçbir hayvan deve kadar rahatlıkla yol alamaz. Çünkü ayet-i kerimede

de işaret edildiği üzere çöl şatlarında harika bir donanımla yaratılmıştır.

Bir öğretmen olarak hep merak etmişimdir. İnsan, içinden çıktığı toplumun eksiklerini nasıl görmeli, onları nasıl düzeltmeli diye. Peygamber

Efendimiz (s.a.v) dönemindeki toplumun sosyal ve kültürel özellikleri ortada. Bu insanları nasıl yetiştirdi, onlara nasıl şuur kazandırdı, onları numune birer dava adamı haline nasıl dönüştürdü? Peygamberimiz’i (s.a.v) bir usve-i hasene yapan özelliklerin yanında, eğitimci yapan hususiyetler nelerdi?

Önce Selam Sonra Kelam

Dedelerimiz, “Önce selam sonra kelâm” demişler. Dostlar, mü’minler karşılaştıklarında, ellerini birbirlerine uzatmadan önce “selamün aleyküm” deyip selamlaşırlar. Selamdan sonra “Hoş geldin, yerin geniş olsun, oturun, rahat olun” manasında “Merhaba” demek güzel bir iltifat sözüdür.

“Selamün Aleyküm,Merhaba”

Bu yazımızda sizlere her zaman duyduğunuz ve merak ettiğiniz aşureden bahsedeceğim. Aşurenin ne anlama geldiğini, nasıl ortaya çıktığını ve aşure gününde neler yapmamız gerektiğini anlatacağım.

Aşure, hicri yılın ilk ayı olan Muharrem ayının onuncu günüdür. Aşure kelimesi Arapça on anlamındaki “aşara”

kelimesinden geliyor.Kelimenin içinde “aş” olması aklımıza yemeği getirebilir. Yani

Aşure, sadece “karışık aş” demek olan buğday, nohut, fasulye gibi tanelerle kuru yemişlerin bir arada şekerle kaynatılmasıyla yapılan bir tür yemeğe denilmiyor. Aşure gününde birçok önemli hadiseler olmuş.

MANTIKSamet, Turgut ve Rasim kendi aralarında şöyle ko-nuşurlar:

Samet: Turgut suçlu.Turgut: Samet yalan söy-ledi.Rasim: Samet suçlu.Samet: Rasim, yapacağı ilk konuşmada doğru söyle-yecek.Turgut: Samet yalan söy-ledi.Rasim: Samet iki konuşma-sında da yalan söyledi.Suçlu kimdir?

Hayat BöyleBir gün şairlerden biri sokaktan

geçiyordu.Evin penceresinden sokağa paspas

silkeliyorlardı.Şair üstüne serpilen tozlardan

kaçmaya çalışarak mırıldandı:- Hayat böyledir: Sen ne kadar mağrur olursan ol, hakipaya(toprağa) yüz sürdürürler.

Page 4: İnsan ve Hayat Dergisi Kasım Sayısı

/ İBADET TAKVİMİ

İbadet Takvimi

Müslümanların Yılbaşısı15KASIM

20121 Muharrem 1434PERŞEMBE

Milletlerin bir zamanı önemli olarak kabul edip ona değer vermesi takvim başlangıçlarına da akseder. Bundan dolayı önemli dinî, siyasî, sosyal ya da ekonomik olaylar takvim başlangıcı olarak kabul edilebilir. İslam medeniyetinde Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) hicreti hicrî takvimin başlangıç noktasını oluşturur. İslam âlimleri asırlardır bu takvim üzerinde ilmî araştırmalar yapmış ve bu araştırmalar dinî vecibelerin vakit çerçevesinde uygun olarak yerine getirilmesine yardımcı olmuştur. Hazreti Ömer (r.a.) zamanında Hicret’in 17. yılında, Takvimin 1. yılı ve o yılın Muharrem ayı hicri kameri takvimin yılbaşısı kabul edilir. O yıl 1 Muharrem’in rastladığı 16 Temmuz 622 tarihi de hicri kameri takvimin başlangıcı kabul edilir.

İbadet hayatımız hicri takvim etrafında şekillenmiş ve ibadet takvimi haline gelmiştir. Günümüzde hicri takvim denildiğinde aklımıza ilk olarak ibadet hayatımız gelir.

MUHARREM AYIMuharrem ayı, hicrî senenin birinci

ayıdır.Tevbe Sûresi’nin, 36. âyet-i

kerîmesinde; “Muhakkak ki; Allâhü Teala katında ayların sayısı, Cenab-ı Hakk’ın kitabında gökleri ve yeri yarattığı günden beri on ikidir. Bunlardan dördü haram olanlardır...” buyrulmuştur. Bu aylar Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Receb aylarıdır. Bunlara eşhuru hurum; (haram aylar) denilir.

Bu aylarda yapılan isyanın günahı diğerlerinden daha çok, ibadetin sevabı diğerlerinden daha kıymetli olduğundan diğer aylara nisbeten daha fazla hürmet edilmesi lâzım gelir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Muharrem ayından bir gün oruç tutan kimseye, bir gününe karşılık otuz günlük sevap vardır.” buyurmuştur. Bir başka hadîs-i şerîfte; “Ramazan orucundan sonra oruçların en faziletlisi Muharrem ayında tutulan oruçtur.” buyrulmuştur. Muharrem ayının birinden onuna kadar 10 gün oruç tutmak faziletli ibadetlerdendir. Bu on günlük orucu tutamayanlar, mümkünse 8, 9 ve 10. günlerde oruç tutmalıdırlar.

Hicri Aylar

MuharremSaferRebiül evvelRebiül ahirCemaziyel evvelCemaziyel ahirRecepŞabanRamazanŞevvalZilkadeZilhicce

Page 5: İnsan ve Hayat Dergisi Kasım Sayısı

Aşure Günü

24KASIM 201210 Muharrem1434CUMARTESİ

Muharrem ayının onuncu günü aşure günüdür. Aşure gününde çok büyük ve mühim hâdiseler meydana gelmiştir. Fakîh Ebu’l-Leys Hazretleri’nin Tenbîhü’l-Gâfilîn kitabında, Aşure günü meydana gelen hâdiselerden bâzıları şunlardır:

1. Göklerin ve yerin yaratılması,2. Âdem aleyhisselâmın tevbesinin

kabul edilmesi,3. Nûh aleyhisselâmın gemisinin

karaya oturması,4. Mûsâ aleyhisselâmın, Firavun’un

şerrinden kurtulması ve Firavun’un helâk olması,

5. İbrâhim Aleyhisselâmın dünyâya gelmesi ve ateşten kurtulması,

6. Eyyûb aleyhisselâmın hastalıktan şifâ bulması,

7. Yûnus aleyhisselâmın balığın karnından kurtulması,

8. Süleyman aleyhisselâma saltanat verilmesi,

9. Hz. Hüseyin (r.a.)’in şehîd edilmesi.

10. Kıyâmetin kopması da Aşure günü olacaktır.

Muharrem ayı içinde, Allâhü

Teâlâ’nın o günde itaat ve ibadet edenlere çok büyük sevaplar ihsan edeceği Aşure günü vardır.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Her kim Aşure günü çoluk-çocuğuna cömert davranırsa, Allâhü Teâlâ senenin tamamında ona rızık genişliği verir.” buyurmuştur.

Tâbiînin büyüklerinden Süfyân-ı Sevrî (r.a.) (v. 161) “Biz bunu elli sene tatbik ettik, rızık genişliğinden başka bir şey görmedik.” demiştir.

Muharrem ayının onuncu (Aşure) günü; önceki bir gün yâhut sonraki bir gün ile birlikte oruç tutmak sünnettir. Yalnız Aşure günü oruç tutmak tenzîhen mekruhtur. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Medine’ye hicret buyurduğunda Yahûdilerin Aşure günü oruç tuttuklarını gördü de “Bu ne orucudur?” diye sordu. Onlar da “Bu gün büyük bir gündür. Bu gün Allah Azze ve Celle’nin İsrâiloğullarını Firavundan kurtardığı gündür. Mûsâ (a.s.) (Allâh’ın bu lutfuna şükür için) oruç tutmuştur. (Biz de tutarız)” dediler.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Biz Mûsâ(nın sünnetini ihyâ)ya sizden daha lâyığız.” buyurdu da o gün oruç tuttu, ashaba da tutmalarını emreyledi. Böylece Aşure orucu vacib oldu. Ancak Ramazan orucu farz kılındıktan sonra Aşure günü oruç tutmak müstehab olmuştur.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Aşure günü oruç tutup ashabına da tutmalarını emrettiğinde; “Yâ Resûlallâh! Yahudi ve Hıristiyanlar o güne hürmet ediyorlar.” dediler.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Öyle ise gelecek sene -inşaallâhü Teâlâ- dokuzuncu günü(yle beraber) tutarız.” buyurdular.

Aşure gününeler yapılır?

• O gün, eve ufak-tefek erzak alınırsa, bir sene boyunca evde bereket olur.

• En az on Müslümana birer selâm veya bir Müslümana on defa selâm verilir.

• Fakir fukarâ sevindirilir.• O gün gusledenler, bir sene ufak-

tefek hastalık görmezler.

(Kaynak: Fazilet Takvimi)

Ayın Hadis-i

Şerifi“Sevdiğini ölçülü sev,

günün birinde düşmanın olabilir. Düşmanına da ölçülü

düşmanlık et, günün birinde dostun olabilir.”

(Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Tirmizî)

Page 6: İnsan ve Hayat Dergisi Kasım Sayısı

/ HABERLER

Uzmanlar, “Fen Edebiyat Fakülteleri niçin tercih edilmiyor?” sorusunu kısa, öz ve net bir şekilde “ İş bulamıyorlar.” diye cevaplıyorlar. Bu sene Fen-Edebiyat fakültelerinin özellikle fizik, kimya, biyoloji hatta matematik bölümleri dahi boş kaldı. Bazı üniversitelerde bu bölümleri tercih edenlerin sayısı ikiyi, üçü geçmezken, bu durum “Bilim adamı yetiştirmek maksadıyla kurulan bu fakültelerin sonu mu geliyor?” sorusunu akla getiriyor.

Formasyon tartışmaları ve dershaneleri kapatmayı ön gören bir eğitim sistemi, Fen-Edebiyat fakültelerine olan rağbeti azalttı. Kimse temel bilimleri okumak istemiyor. “Fen-Edebiyat fakültelerinden mezun olanların araştırmacı, akademiysen (bilim adamı) olması gerekirken, Türkiye’de bu fakülteler, daha çok öğretmen olmak için tercih ediliyor.” diyen Kimya Öğretmeni Mesut Uğurdoğan, “Eğitimde önemli olan eğitim hayatını (üniversiteyi) bitiren gencin, ister özel sektörde

isterse devlet kademelerinde iş bulabilmesi ve istihdamıdır. Ancak bu fakültelerden mezun olanların iş bulma ve istihdam imkânları çok sınırlı. Kimse bu bölümlerde okuyarak zor bir yola girmek istemiyor. Ama ben seçtiğim dalda ne olursa olsun bilim yapacağım diyen talebeler de olabilir.” şeklinde konuştu.

Bu sene fizik, kimya, biyoloji ve matematik bölümlerinde kontenjan problemi yaşanıyor. Her sene dolan matematik bölümlerinde bu yıl kontenjanların yarısı bile dolmadı. Eğitimciler, dünya hayatının gerçeklerinden olan temel bilimler (fizik-kimya-biyoloji ve matematik) olmadan bilimin olmayacağını söylüyorlar. Bu temel bilimlere öğrenci gelmemesi, bu yıla kadar temel bilimlere Türkiye’nin yatırım yapmadığını, bilgiyi ithal ettiğini gösteriyor. Bu da önümüzdeki yıllarda Türkiye’nin uygulamalı bilimleri desteklemekte daha çok zorlanacağı manasına geliyor.

5 Üniversitede Kontenjanlar ve Yerleşen Öğrenci Sayısı

İstanbul ÜniversitesiFizik: Kontenjan 320, yerleşen 75.

Afyon Kocatepe ÜniversitesiBiyoloji: Kontenjan 47, yerleşen 1. Kimya: Kontenjan 47, yerleşen 0. Matematik: Kontenjan 186, yerleşen 43.

Atatürk ÜniversitesiMatematik: Kontenjan 236, yerleşen 53.Biyoloji: Kontenjan 67, yerleşen 3. Kimya: Kontenjan 103, yerleşen 9.

Balıkesir Üniversitesi Biyoloji: Kontenjan 186, yerleşen 9. Kimya: Kontenjan 186, yerleşen 11.

Çukurova ÜniversitesiBiyoloji: Kontenjan 164, yerleşen 44.Fizik: Kontenjan 93, yerleşen 2. Kimya: Kontenjan 164, yerleşen 16.

Fen-Edebiyat FakültelerininSonu mu Geliyor?

ABDULLAH AKSAN

Page 7: İnsan ve Hayat Dergisi Kasım Sayısı

Bundan kırk yıl önce şimdi çok bilinen bir ilaç şirketinin müdürü, ilaç pazarının hasta insanlarla sınırlı olmasını büyük bir problem olarak tanımladığında, herkes hayret etmişti. Hatta söz konusu müdür, daha o zamanlarda amacının tıpkı “ciklet gibi, su gibi ilaç satmak olduğunu”, bunun için sağlıklı insanlara yönelik ilaç üretmek gerektiğini söylediği zaman, kimse öyle bir şeyin olacağına ihtimal vermemişti. Ancak zaman müdürü haklı çıkardı.

Bugün bir çok insan gerekmediği halde medikal çevrelerden ya da medyadan etkilenerek doktora gidiyor. Geçen yıl sadece ilaçlar için 45 milyar lira harcandığı bildiriliyor. Tüketilen kutu ilaç sayısı 2 milyara ulaştı. Aynı dönemde antibiyotiklere 1.2 milyar, ağrı kesicilere 939 milyon lira harcandı.

Sağlık harcamalarının artması çevre faktörleri, nüfusun şehirlere

yığılması, bozulan hava ve su kalitesi, mesleki hastalıklar, yoğun hayat temposu, işsizlik kaygısı, endişe, stres, korku… ilaç (tedavi) firmalarının kışkırtmaları ile ilgili. Bütün bunların sonunda kendini hasta hisseden bir yığın insan.

Hastalananların sayısı giderek artıyor, her geçen yıl daha çok sayıda insan tedavi görüyor. İlaç ve tedavi giderlerindeki artışı önlemek için yeni formüller denenmeye başlandı. Çok sık hastaneye giden aileler belirlenerek, onlara fazla ilaç kullanmanın zararları anlatılıyor. Ailelerin kapısı çalınarak, emar çektirmenin zararları, ilaçların yan etkileri anlatılıyor. Aşırı ilaç kullanmanın zararlarını anlatmak için broşürler, afişler hazırlanıyor. Kamuoyunu bilinçlendirmeyi amaçlayan broşürlerde, “Gereksiz film ve emar sağlığınızı bozar. Çok

ilaç kullanımı değil, bilinçli ilaç kullanımı sizi sağlığınıza kavuştur.” gibi sloganlar yer alıyor. Yapılan bu çalışmalarla ilaç kullanıcılarının bilinçli olması teşvik ediliyor.

Önce sağlık parayla alınır, satılır hale getirildi; şimdi de bunun önüne geçilmeye çalışılıyor. Görünen o ki sağlıklı insanlara yönelik “ciklet gibi ilaç” çalışmaları onların istediği şekilde, bizim de aleyhimize işliyor.

İlaç kullanımına bir misal vermek gerekirse, çok değil bir nesil önce çocuğunun “yaramaz, utangaç yahut çekingen” olduğunu düşünen anne- babalar, artık çocuklarının “dikkat eksikliği, hiper aktivite bozukluğu veya sosyal fobi’den muzdarip” olduğunu düşünüyorlar. Yaramazlığın ilacı yok; lakin hiper aktivitenin var. Bu da gösteriyor ki önce kavram değişiyor arkasından ilacı geliyor.

Önce Kavramı Getiriliyor, Arkasından İlacı

ARİF OLGUN YEŞİLYURT

Page 8: İnsan ve Hayat Dergisi Kasım Sayısı

İnsanın Çocukla ve Çocuksuz İmtihanı

Tüp Bebekİmam-ı Şafi Hazretleri “İlim ikidir: Beden ilmi, din ilmi” diyor. Böyle demesinin birçok sebebi olabilir. Bu sebeplerden biri doğum ve çocuğun yetişmesinde karşımıza çıkıyor. Bu nasıl mı oluyor? İnsanın kendisinden sonra istiğfar edecek bir evlat yetiştirmesi neslinin devamı ve İslamiyet’in yaşanması için önemli. Yeni doğan evladın istiğfar etmeyen biri olması, ebeveynin evlatla imtihanı, evlatlarının olmadığı durumlar ise onların çocuksuz imtihanları oluyor. Bu ikinci imtihanın halli tıp ilmini ilgilendiriyor, birincinin halli ise din ilmini.

ÖMER DEMİR - HÜSEYİN GÜNEY

Page 9: İnsan ve Hayat Dergisi Kasım Sayısı

DOSYA /

Devamı “İNSAN ve HAYAT” dergisinde

İnsanın doğumu hem bedenle ilgili hem de ruhla ilgili bir durum. Bedenle ilgili durumun ayrıntıları tıp ilmiyle

anlaşılıyor. Ruh, yani manevi yönünün ise din ilminin sınırları içerisinde araştırılması gerekiyor. Evlat hasretiyle imtihan olan aileler var. Onlar için tüp bebek meselesini araştırdık. Tüp bebek diye bilinen tekniğin araştırılması, döllenmenin laboratuar ortamında yapılmasından dolayı tıp ilmini, mahremiyet ve meşruiyet noktasında ise din ilmini ilgilendiriyor. Bu çerçevede konuyu araştırdık. İki ilim dalından, ilgili uzmanlarla konuştuk.

Bu yazımız ilk başta çocuğu olmayan aileleri ilgilendiriyor, sonra da evladı olup da onu günün zor şartlarında Allah’ın rızasına uygun yetiştirmesi gerekenler için ibret olacak. Öncelikle Hazreti Allah taktir etmediği müddetçe çocuğun doğması mümkün değil. Bunun bilinmesi gerekiyor. Ancak konunun uzmanlarıyla konuşurken kısırlık hadiselerinin son yıllarda arttığını öğreniyoruz. Çağımızda kısırlığı tetikleyen yeni birçok sebep ortaya çıkmış. Buna çare bulmak için kapı kapı dolaşan aileler var.

Bu konuda Üroloji Uzmanı Basri Çakıroğlu şunları söylüyor: “Sigara, alkol, stres, yanlış beslenme alışkanlığı, kronik hastalıkların artması kısırlığı tetikliyor. Şeker hastalığı, kanser, karaciğer ve akciğer hastalıklarıyla kan hastalıkları gibi kronik hastalıklar kısırlığın en yaygın sebeplerini oluşturuyor. Bunun yanında yüksek ısı, kullanılan bazı ilaçlar, zirai ilaçlar, radyasyona maruz kalmak, dar elbise giymek gibi sebeplerle de karşılaşıyoruz. Son olarak anatomik bozukluklar var. Bu grupta da genetik sebepler, çocukluk döneminde yumurtaların vücut içerisinde yüksek ısıya maruz kalması gibi durumlarda kısırlık görülebiliyor. Kısırlığın olmaması

için bu saydıklarım üzerinden önlemler almak gerekiyor.”

Yeryüzünün kimyevî atıklarla kirlenmesi, doğal gıdaların temininin zorluğu, yan etkili ilaçların varlığı, hava kirliliği genetik rahatsızlık taşıyan bebeklerin dünyaya gelmesine sebep olmaktadır. Kimi zaman ise sperm yetersizliği ya da rahim yollarının tıkanıklığı gibi sebeplerle aileler çocuk özlemiyle yanıp tutuşmaktadır. Tıp ilminin ilerlemesiyle günümüzde sağlıklı yumurtaların tespiti yapılarak sağlıklı bebeklerin doğumu, tedavi veya laboratuvar ortamında döllenme ile gerçekleştirilebiliyor. Peki, bu nasıl oluyor?

Tüp bebek yöntemi nedir? Riskleri var mıdır? Dinen caiz midir? Kimler tüp bebek için başvuru yapabilir? Sadece kısır olanlar mı tüp bebek yöntemine başvurmalıdır? Tedavi süresi ne kadar uzundur?

Page 10: İnsan ve Hayat Dergisi Kasım Sayısı

/ RÖPORTAJ

Türkiye’de ilk tüp bebek merkezi 1978 yılında Ege Üniversitesi’nde kuruldu. O günden bugüne tüp

bebek yöntemiyle doğan bebek sayısı 50 bini geçti. Geçen 34 yıla rağmen tüp bebek konusu toplum tarafından yeterince anlaşılabilmiş değil. Tüp bebek merkezleri sadece tüp bebek yönteminin uygulandığı, hatta başkasının spermi ile aileler çocuk sahibi yapıldığı gibi çok yanlış bir düşünce oluştuğundan, bu merkezlerden uzak durulmuş. Tüp bebek merkezleri ne tür hizmetler verir? Uygulamalar nasıldır? Kimler tüp bebek merkezlerinden hizmet almalıdır? Burada alınan sperm ve yumurtaların başkası ile karışma tehlikesi var mıdır? Ailelerin yasal güvencesi var mıdır? Kısırlığın nedenleri ve tedavi yöntemleri nedir? Bu ve merak uyandıran soruları sizler adına Doç. Dr. Birgül Gürbüz’e sorduk. Tüp bebek konusunda 33

yıllık tecrübesiyle ve çok sayıda hastaneye tüp bebek ünitesi kurmasıyla tanınan Doç. Dr. Gürbüz dergimiz vasıtasıyla çok önemli açıklamalar yaptı, ailelere çeşitli konularda uyarılarda bulundu.

Sizi tanıyabilir miyiz? Tüp bebekle ilgili çalışmalarınız ne zaman başladı?

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirdikten sonra yurt içinde ve yurt dışında çeşitli kurumlarda çalıştım. 1991 yılında Amerika’ya gittim. Burada Johns Hopkins Üniversitesi Üreme Endokrinolojisi, İnfertilite ve Tüp Bebek Bölümü’nde çalıştım. Oradaki yenilikleri, teknikleri öğrenme imkânım oldu. Türkiye’ye

“Tüp BebekEn Son Çaredir”

Hisar İntercontinantal Hospital Tüp Bebek (IVF) Merkezi Direktörü Doç Dr. Birgül Gürbüz, tüp bebek merkezlerinin toplum tarafından yanlış bilindiğini belirterek, “Tüp bebek merkezi olarak önceliğimiz, erkekte olsun kadında olsun kısırlığı tıbbi veya cerrahi yöntemlerle tedavi ederek, aileleri normal yoldan bebek sahibi yapmaktır. Tüp bebek bizim için en son çaredir.” dedi.

RÖPORTAJ: SALİH MENTEŞEOĞLU

Doç. Dr. Birgül Gürbüz

Page 11: İnsan ve Hayat Dergisi Kasım Sayısı

Devamı “İNSAN ve HAYAT” dergisinde

döndükten sonra bir süre daha uzman olarak çalıştım. 2005 yılında ise İstanbul Zeynep Kamil Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne geçerek burada Tüp Bebek ünitesini kurduk. Bu ünitenin kurucu hekimlerindenim. Burada Doçent ünvanımı aldıktan sonra da devletten emekli oldum. Sonra TDV İstanbul 29 Mayıs Hastanesi’nin talebi üzerine burada da tüp bebek ünitesini kurdum ve 5 yıla yakın çalıştım. Ardında da Hisar İntercontinantal Hospital’e geçerek burada en yeni teknolojik cihazlarla donanımlı güzel bir tüp bebek ünitesi kurduk. Çok yakın zamanda da ilk

tüp bebeğimiz doğdu.

Tüp bebek yöntemi nedir? Size sadece çocuğu olmayan aileler mi başvuruyor, başvurmalıdır?

Tüp bebek yöntemi çocuk sahibi olamayan hastalara çare amacıyla ortaya çıkmış, evli çiftlerin sperm ve yumurtasının laboratuvar ortamında döllenerek kadının rahmine yerleştirilmesiyle çocuk sahibi olmalarını sağlayan bir yöntemdir. Sonradan tıp bilimi ilerledikçe, özellikle genetik hastalıkla doğabilecek bebeklere de

çare olmaya başlamıştır. Genetik rahatsızlığı bulunan karı kocanın sperm ve yumurtaları incelenir, hastalık taşıyan yumurta ve sperm ayrılıp sağlıklı sperm ve yumurta laboratuvar ortamında dölleniyor. Döllenen embriyolardan da bir parça alınarak tekrardan genetik rahatsızlık taşıyıp taşımadığı incelenir. Eğer embriyoda hiçbir rahatsızlık yoksa kadının rahmine transfer ederek sağlıklı bir bebeğe kavuşmaları sağlanıyor. Bu önemli bir gelişmedir. Genetik hastalık riski taşıyan evli çiftler bize başvurabilirler.

Peki, aileler nereden bilecek doğacak çocuklarının genetik rahatsızlığı olup olmayacağını? Bunun belirtileri var mıdır?

Her iki tarafın ailesinde herhangi bir rahatsızlık yoksa bu çok maliyetli olduğundan gerek yok. Ancak, ailenizde ve sizden önceki nesillerde küçük yaşta kayıplar, bilinen genetik hastalıklar varsa, erken düşükler yaşanıyorsa, akraba evliliği varsa o ailelere çocuk düşünmeden önce ön taramaya, kontrole gelmelerini tavsiye ederim.

Tüp bebek yöntemi çocuk sahibi olamayan hastalara çare amacıyla ortaya çıkmış, evli çiftlerin sperm ve yumurtasının laboratuvar ortamında döllenerek kadının rahmine yerleştirilmesiyle çocuk sahibi olmalarını sağlayan bir yöntemdir.

Page 12: İnsan ve Hayat Dergisi Kasım Sayısı

/ İNSAN KIYMETLERİ

Page 13: İnsan ve Hayat Dergisi Kasım Sayısı

Devamı “İNSAN ve HAYAT” dergisinde

Kaynak Yapılan İnsanlıkYeniden Kıymetlendiriliyor

Afrika’dan Amerika kıtasına götürülen yaklaşık 20 milyon köle, ekonomiye kaynak yapıldı. O kaynakların en meşhuru da Kunta Kinte… 4 milyon kölenin aslanlara ve köpek balıklarına yem yapıldığı da kayıtlarda. Osmanlı ise Güney Afrika’ya gönderdiği Ebubekir Efendi ile kıta insanını kaynak yapma yerine kıymetlendirmeyi misyon edindi. Ebubekir Efendinin izinden giden gerçek İslam Âlimleri şimdilerde o görevi devraldı. İnsanları kıymetlendirme seferberliği yeniden başlatıldı hem de Afrika’nın tamamında…

ALİ KEMAL

Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethi ve torunu Kanuni Sultan Süleyman’ın Akdeniz’i bir ‘Müslüman

gölü’ haline getirmesi, insanlık tarihinde yeni bir dönemi başlattı. Çünkü bu tarihten sonra haçlılar, Kutsal Kudüs kamuflajını bir kenara bırakıp tamamen gerçek amaçları için yeni yollar aramaya başladılar. Bunun sonucunda Coğrafi Keşifler yapıldı ve doğu daha organize bir biçimde yağmalanmaya başlandı. Sanayi devrimi ile birlikte yağmalama tam anlamıyla sistematik bir hal aldı. Hatta sadece doğal kaynaklarla yetinilmedi, özellikle Afrika’dan insanlar da köleleştirildi, kaynak haline getirildi.

İspanyolların desteğiyle Kristof Kolomb’un 12 Ekim 1492’de Amerika kıtasına ayak basmasıyla bugünkü anlamda İnsanın Kaynak (İK) yapılma tarihi başlıyor. Tarihi kayıtlara göre kıtanın altın ve gümüşünü ele geçirme yarışına giren İspanyollar, direnen yerlileri imha ediyorlar. Büyük imparatorluklar kuran İnkalar, Mayalar, Aztekler ve Toltekler tarih sahnesinden siliniyor. Kızılderililer ise filmlere figüran olacak kadar kalıyor. Portekiz ve İngiltere gibi başka ülkelerin de katıldığı operasyonun ikinci aşamasında ise Amerika kıtasında büyük tarım çiftlikleri kurma furyası başlıyor. Fakat bu sefer yeni bir problem çıkıyor: Çiftliklerde çalışacak

Page 14: İnsan ve Hayat Dergisi Kasım Sayısı

Bir “Oyun İçinde Oyun Gerçeği” Yazısı

Son 10 yılda oyun sektörü dünyada 70 milyar dolarlık bir rakama ulaştı. Milyarlarca dolar büyüklüğe ulaşan oyun pazarında şirketler, sadece oyun lisansı satarak para kazanmıyorlar. Saatlerce oynandıktan sonra sanal para kazandıran düzen, kazanılan sanal paralarla oyun özellikleri, silahlar, eşyalar satıyor. Oyunu satan şirket, isteyene gerçek para vererek oyun içinde sanal para satıyor. Oyun içinde oyun burada başlıyor. Şirketler bu durumda milyarlarca dolar gelir elde ediyorlar.

YUNUS ÖZEN

/ TEKNOLOJİ

Page 15: İnsan ve Hayat Dergisi Kasım Sayısı

Kişiye özel bilgisayarların bir ağ ile birbirine bağlanmadığı zamanlarda, oyunlar ya tek kişilikti ya da bir bilgisayarda

iki kişi ile oynanırdı. Bilgisayarlar birbirine bağlanınca, birlikte oynanabilir oyunlar arttı. İnternetin şahsi kullanım için yaygınlaşması ile birlikte insanlar evlerinde oturarak, dünyanın farklı yerlerindeki insanlarla karşılıklı oyun oynayabilir oldular. Saatlerce ya da günlerce oynayıp bilgisayarın başından kalkamayan hasta insanlarla karşılaşmak hiç de zor değil artık. İnsanların bir türlü başından kalkamayıp sürekli oynamak istedikleri bu oyunlar, çok kullanıcılı rol yapma oyunlarıdır. (MMORPG)

Binlerce kişinin birbiriyle etkileşim halinde, çevrimiçi olarak oynayabildiği bu oyunların içerisinde oyuncular, sohbet edebilmekte, takım kurup birlikte oynayabilmekte, birbirlerine oyun içerisinde kullandıkları sanal aparatları ya da silahları verebilmekte ve hatta satabilmektedir. Oyun içerisinde karşılıklı etkileşim de sunuyor olması bu oyunları sosyalleşmek için tercih edenlerin sayısını artırmakla birlikte, oynayanların da oyunlara bağımlı olmasına sebep olmaktadır.

Türkiye’de 30 milyon civarında internet kullanıcısı olduğu düşünülüyor. İnternet kullanıcılarının hemen hemen hepsinin sosyal ağ sitelerinde hesabı var. Birçok ülkede benzeri oranlar oluşunca sosyal siteler üzerinden oynanabilen, oyuncuların sitedeki arkadaşları ile etkileşim kurabileceği oyunlar geliştirildi. Bu oyunlar oynayanları kendine bağlayabiliyor. Tek bir oyuna tutulup aylarca, yıllarca oynamak pek görülmese de zamanının çoğunu bu sitelerde farklı oyunları oynayarak geçiren insan sayısı zannedildiğinden daha fazladır.

Konuşma telefonu, oyun telefonu olduSon iki senede cep telefonları

yerlerini akıllı telefonlara devretmeye

başladı. Tablet denilen dokunmatik ama telefon ekranından daha büyük ekranlara sahip cihazların da yaygınlaşmasıyla birlikte mobil oyun denilen basit yapılı, bölüm geçmenin kolay olduğu oyunlar geliştirildi ve onların da bağımlıları oluştu. Böylece konuşma telefonu, oyun telefonu oldu.

Bilgisayarda oynanan birçok oyunun, oyun konsolları ile oynanan sürümleri de var. Oyun konsolları televizyon ekranına da bağlanabilen, oyun oynamak için geliştirilmiş makinalardır. CD ya da DVD okuyucusuna sahiptirler. Oyunları büyük televizyon ekranlarının karşısında klavye ya da mouse aygıtları ile sınırlı kalmadan, oyun için özel geliştirilmiş aparatlarla oynamak mümkün olmaktadır.

İnternetin şahsi kullanım için yaygınlaşması ile birlikte Saatlerce ya da günlerce oynayıp bilgisayarın başından kalkamayan hasta insanlarla karşılaşmak hiç de zor değil artık.

Devamı “İNSAN ve HAYAT” dergisinde

Page 16: İnsan ve Hayat Dergisi Kasım Sayısı

/ MEDYA

Simgelerve Sem-boller Ca-GInda Si-nema

“Batılı dünya tabiat, insan, ekonomi ve tarih ile ilişkisini yeniden kurgularken merkeze aldığı değer, daha çok ka-zanmak, daha çok zengin olmak, dünyaya ve tabiata do-layısıyla da diğer insanlara, toplumlara ve kültürlere daha çok hükmetmek oldu. Bunun için de alabildiğince sö-mürü, alabildiğince haksızlık ve zulüm üzerine kurulu bir dünya inşa ettiler.”

MUSTAFA GÜNDÜZ

Page 17: İnsan ve Hayat Dergisi Kasım Sayısı

Avrupa’da başlayan modern hayat insanlığın serüvenine her yönüyle farklı bir boyut getirdi. Bu yeni boyutlar içinde belki de bizi en

çok etkileyen ve köklerimizde kopartan ama nerede ise kimsenin çok da üzerinde durmadığı şey, İslâmi (ezanî) saatin değişmesi oldu.

Ezanî saatin yerine yavaş yavaş alafranga saat sisteminin kullanılmaya başlamasıyla, kimseler fark etmeden bize özgü hayatın dilimlenmesi kaybolup gitti. Dolayısıyla da günlük hayatımız yabancısı olduğumuz bir medeniyetin saat dilimine uyar hale geldi. Artık dünyanın her yerinde olduğu gibi, bizde de sabah saat beşlerde başlıyor, iş alanlarına sekizde hareket ediliyor ve on ikide ara verilerek, akşam beşte çalışma saatleri bitmiş oluyor. Böylece çalışma, işe başlama, dinlenme eve dönüş ve istirahat gibi zamanlar yeni bir forma girdi.

İşte bu yeni form arasında bizi ilgilendiren önemli alanlardan biri hayatımıza tatil, eğlence zaman, mekân ve araçlarının girmesidir. Bu gün artık hemen herkes son derece özümsemiş biçimde günün, haftanın ve senenin

bazı bölümlerini tatil, boş ve eğlence olarak algılamaktadır. Bu tepki vermez alışkanlığa herhangi bir karşı duruş ya da uygulama şöyle dursun, karşı fikri savunmak bile hayli garip gelmekte ve yadırganmaktadır. Bu durum aslında kendi medeniyet ve zihniyet dünyamızdan, İslâmî hayat dairesinden ne kadar uzaklaştığımızın bir göstergesidir.

Batılı dünya tabiat, insan, ekonomi ve tarih ile ilişkisini yeniden kurgularken merkeze aldığı değer, daha çok kazanmak, daha çok zengin olmak, dünyaya ve tabiata dolayısıyla da diğer insanlara, toplumlara ve kültürlere daha çok hükmetmek oldu. Bunun için de alabildiğince sömürü, alabildiğince haksızlık ve zulüm üzerine kurulu bir dünya inşa ettiler. Öyle ki, bu gayri insani düzen, kısa bir süre sonra kitlesel ölümlere, toplumsal başkaldırılara, derin ve sonsuz ahlâki çöküntülere sebep olduğunda, bu hastalıklardan bir nebze de olsun kurtulmanın yollarını aramaya başladılar. Başta işçi hakları, sigorta, hafta sonu tatili, ek mesai, iş arası, yaz tatili gibi uygulamalar belirli bir süreç dâhilinde bu mantığın ve uygulamanın bir sonucu olarak ortaya çıktı.

Devamı “İNSAN ve HAYAT” dergisinde

Page 18: İnsan ve Hayat Dergisi Kasım Sayısı

/ GEZİ KÜLTÜR

Toros Yaylalarında Bir Ziyaret Durağı

Soğanlı Yaylası

Yol bilmez, iz bilmez-ler için çok zor Toroslar’ın yaylaları. Bir rehber olma-dan asla. Biz de rehber eş-liğinde sizler için çok me-rak ettiğiniz bu yaylala-rı gezmeye çalıştık. Kim vardı buralarda, kimler gelmiş, nasıl şenlenmiş-ti bu yaylalar? İzler var-dı buralarda, daha tap-taze. Biz de bu izleri ta-kip ettik. Karar verdik, bir izden gitmeye, zamanın imkânsızlıklarında müca-dele verilen ulaşılmaz yer-leri görmeye, bu hasreti bir nebze gidermeye, izle-rin yerlerini görmeye...

MEHMET İSMAİL CİNDEMİR

Page 19: İnsan ve Hayat Dergisi Kasım Sayısı

Devamı “İNSAN ve HAYAT” dergisinde

Devrin zor şartlarında ilim okutmak için mesafeler kat edilir, akıl almaz külfete katlanılır bazen.

Dağ bayır, ova çayır, taş tepe demeden bir şeyleri öğretmenin derdine düşülür. Bunca fedakarlık ve feragat, insanlara hakiki ilmi dosdoğru aktarmanın verdiği mesuliyetin ağırlığından olsa gerek. Ki, hiçbir güç, şart ve imkânsızlık bu mesuliyetten daha ağır değildir. İşte, Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri (k.s) devrin baskılarından uzaklaşarak talebe yetiştirmek niyetiyle İstanbul’dan ayrılır. Toros Dağları’nın zirvesinde 2300 rakımlı Soğanlı Yaylası’nda yörük çadırlarında ders okuttuğu zor zamanların yolculuğu başlar. Ve bu gezimiz onu anlatır.

Rehber olmadan asla…

Pazar sabahı ailecek yola çıktık. Yollar çoğunlukla stabilize olduğundan aracınızın altının yüksek olması gerekir. Günübirlik bir ziyaret olacağından önemli bir hazırlık yapmadık diyebilirim, bir miktar yiyecek içecek ve yanınıza bir parça kalın giysi almakta fayda var. Ne de olsa 2300 rakıma çıkacağız. En önemli hazırlık bir rehber ayarlamaktır ki Mevla rast getirdi. Rehberimiz emekli bir öğretmen Musa Zengin. Kendisi yörük, bütün araziyi avucunun içi gibi biliyor, hem de hatıralarıyla.

Rehberimizi Ayvagediği Yaylasından aldıktan sonra Mersin’in yaylalarını bir bir

geçerek ilerliyoruz. Ayvagediği, Değirmendere, Kızılbağ, Değnek, Tırtar.. Tırtar’dan sonra asfalt yol bitiyor. Kokar çeşmede 5 dakika mola, rakım 1500. Birazdan Dümbelek Boğazı’ndan zirveye 2300 rakıma tırmanacağız.

Sağlı sollu ardıç ağaçlarıyla kaplı dimdik zikzaklı yolda zorlu bir tırmanışın ardından Dümbelek Boğazını aşıyoruz. Son bir kaç ardıç ağacı da geride kalıyor. Artık önümüzde uçsuz bucaksız bozkırlar uzanıyor, derken ilk yörük çadırları da görünmeye başlıyor. Stabilize yoldan toprak yola sapıyoruz.

Dümbelek boğazını aştıktan sonra Toros yaylalarında karşımıza çıkan

ilk yörük çadırları

Page 20: İnsan ve Hayat Dergisi Kasım Sayısı

Mimarlığın Yükselen Binalarla İmtihanıMimarlık insanla, insan ölçüsüyle doğrudan ilgili bir kavramdır. Çünkü mimarlık, mahal kalitesi demektir. İnsan, birkaç istisnadan başka bütün zamanlarda, imarî olarak müdahale edilmemiş fizikî bir mahalde bulunmaz. Bu açıdan mimarlığın günlük hayatımızda yeri zannedilenden daha fazladır.

KEMAL ZAVLAK / Mimar

/ MİMARİ

Page 21: İnsan ve Hayat Dergisi Kasım Sayısı

Mimarlık deyince akla mekân gelir. Mekân, çevrili alan; harîm demektir. Harîm ile

işin içine bazı mertebe mülkiyet kavramı dâhil olur. Bu mülkiyet gerçek bir kişi, ya da kişiler olabildiği gibi kamu da olabilir. Her ne ise, mülkiyetin olduğu her mahalde, bir duvarla da olsa, bir sınırdan, dolayısıyla imarî bir faaliyetten bahsetmek mümkündür. Diğerleriyle sınırın başladığı yerde ise mimarlık hayatımıza dâhil olur.

Bu yazıda mimarlık demekle, lisans eğitimi ile kazanılan bir mesleği değil, mimarlık mefhumunun kendisini kastediyoruz. Her insanın mimari bir kültürü öyle ya da böyle mutlaka vardır. Bir insanın sağlığını korumak için doktor olmasının şart olmadığı gibi diğerleri ile kendisi arasına makul bir çizgi çekebilmesi için mimar olmasına gerek yoktur. Ancak bu çizginin sonrasında atılan her adım ve yüklenen her sanatta bir ihtisas elbette vardır.

Binaların özel ihtisasa

ihtiyacı var

Teknoloji çok hızlı ilerliyor ve ihtisas ve ihtisaslığın önemi akıl almaz bir şekilde gelişiyor. Pek çok temel branşın tanınmayacak derecede kollara ayrılması, sonra da o kollardan birinin, ilk neş’et ettiği ana branştan daha meşhur ve muteber olması bilinen bir hakikattir. Anlı şanlı yazılım teknolojisinin, atası cebiri gölgede bırakması, cebirin, matematiğin bir kolu, onun ise mantıktan türeme bir pozitif bilim olması ve mantığın ise bu kadar kadim bir nazari ilim olmasına rağmen eski bir alet muamelesi gördüğü malumdur. Mimarlık da böyle pek çok mesleklere, ekollere

ayrılmıştır.

Endüstri mühendisliğinden, kadastroya, otomobil tasarımından, uçurumlar üzerinde ahşap köprülere kadar… Hattı zatında temel ölçü insandır ve imar cümlesindendir. Fakat teorik olarak, insan ölçüsünün dâhil olduğu her fiziki tasarımı ‘imar’ kavramı içerisinde ele almak, işin tasnifinde yön duygusunu kaybetmemize sebep olabilir. Örfî, yani pratikteki uygulamalar daha belirleyicidir ve günümüzde imar denince, icat ya da imal anlamak lazım gelmez, bina anlaşılır. Bu da mimarlık demektir.

Uzmanlıkların

birleşmesiyle ustalık ve

iyi işler ortaya çıkıyor

Tabi ki işi zorlaştıran bir faktör de bir bina yapmanın, teferruatlı ve gerçekten birçok ihtisasın lazım geldiği bir iş dalı olmasıdır. O kadar ki, günümüzde tek imzalı bina

artık yok, yani mümkün olamaz. Sadece projelendirme aşamasında bile, avan projelerden, uygulama ve detaylara, sair mühendisliklere kadar pek çok disipline ihtiyaç duyar. İşin işletmecilik kavramı ve finans cephesi ise ayrıca önemli bir konudur. Hatta yerine göre en mühimidir. Sonuçta ‘proje yönetimi’ kavramı, bu kadar uzmanlığı yönetmek anlamına da gelen ve iş kaleminin çok fazla olduğu zamanımız inşaatlarında yükselen bir kavramdır.

Aslında usta bir mimarı, usta yapan şey biraz da budur. Yani karar aşamasına ait olan pekçok sahada yeterli ve yetenekli olmak. Mimar Sinan’ı büyük usta yapan şey, binanın en küçük detayına kadar ölçek ve nisbet olarak kendi içinde asla çelişmeyen, üstün bir oran ile beraber gelen göze hitap eden mimari şölendir. Evet ama Mimar Sinan aynı zamanda dahi bir mühendis, usta bir zemin etüd uzmanı, büyük bir şehirci, çağının ötesinde bir akustikçi, sanatında mahir bir tezyinatçı, güvenilir bir müteahhit v.s…’dir.

Devamı “İNSAN ve HAYAT” dergisinde

Page 22: İnsan ve Hayat Dergisi Kasım Sayısı

Bir öğretmen olarak hep merak etmişimdir. İnsan, içinden çıktığı toplumun eksiklerini nasıl görmeli, onları nasıl düzeltmeli diye. Peygamber Efendimiz (s.a.v) dönemindeki toplumun sosyal ve kültürel özellikleri ortada. Bu insanları nasıl yetiştirdi, onlara nasıl şuur kazandırdı, onları numune birer dava adamı haline nasıl dönüştürdü? Peygamberimiz’i (s.a.v) bir usve-i hasene yapan özelliklerin yanında, eğitimci yapan hususiyetler nelerdi?

AHMET AKÇA

EskimeyenTek Terbiye Usûlü

Devamı “İNSAN ve HAYAT” dergisinde

/ RAHBERLİK

Page 23: İnsan ve Hayat Dergisi Kasım Sayısı

Devamı “İNSAN ve HAYAT” dergisinde

O beni dinlemezHoca Merhum Sivrihisar’da

hatip iken kaymakamla aralarında kavga çıkar. Bir müddet sonra da kaymakam ölür. Hoca’ya:

— Hoca Efendi kaymakam öldü, telkinini siz verseniz, derler. Hoca şöyle cevap verir:

— Siz ona telkin verecek bir başkasını bulun, zira benimle kavgalıdır, söylediğimi dinlemez

İlim mi para mı? İmamı Âzam Hazretleri’nin

en büyük talebesi İmam Ebû Yusuf’tur. Bu zat talebeliği zamanında bir gün hamama gitmek ister. Fakat parası yoktur. Hamamcıya, “Parası olmadığını, fakat para yerine kendisine dinî bir mesele öğretebileceğini” söyler. Hamamcı,

- Bana fetva değil para lâzım, paran yoksa hamama girme, der.

Üzülerek dönen Ebû Yusuf, hocasına gelir ve ilmi bırakacağını söyler. Sebebini de anlatır, İmamı Âzam Hazretleri kendisini teselli eder ve:

- Evladım, sabret. İlme devam et. İlim seni aziz eder, der.

Aradan seneler geçer. Ama hamamcıdan gördüğü üzücü hareket hiç aklından çıkmamaktadır. Bu arada kendisi memleketin en yüksek ilmî makamındadır. Bütün meseleler kendisinden sorulmaktadır. Bir gün kendisinden bir soru sorulur. Soru şudur:

Kızını evlendirmek isteyen bir kişi, ona dünyanın en kıymetli şeyini çeyiz vermek üzere yemin etmiştir. Bu yeminini nasıl yerine getireceğini, sormaktadır. Soran kim olsa beğenirsiniz? O hamamcı.

İmam Ebû Yusuf, hamamcıyı tanır ve “Şu kadar altın verirsen, bunun cevabını alabilirsin.” der. Hamamcı razı olur ve bilmem kaç altına fetvayı alır. Fetva şudur:

- Kızına bir adet Kur’an-ı Kerîm ver. Yeminin yerine gelir.

Hamamcı memnun olarak ayrılacağı sırada, İmam Ebû Yusuf der ki:

- Falan zaman hamama almadığın talebe benim. O zaman sana öğreteceğim dini mesele buydu. Bir hamam ücretine öğrenecektin. Altınların sende kalsın ama bu da sana ders olsun. İlim her zaman paradan önemlidir.

Dingo’ nun ahırıAtlı Tramvaylar, tramvaylar iki atla çekilirdi. Şişhane yokuşunu

çıkabilmek için Azapkapı’dan takviye at alınması gerekirmiş.Tramvay bu haliyle Taksim e kadar gelir. Burada çıkartılan atlar, bu

gün Taksim alanının batı kısmındaki Sular İdaresi kısmı ile Fransız Konsolosluğu arasında bir ahırda bir süre dinlendirilir, sonra tramvaya bağlanmadan boş olarak Azapkapı’ya götürülürlermiş.

Taksim’deki bu ahırı Dingo adlı bir Rum vatandaşı işletirmiş. Gün boyu bir sürü atın girip çıkmasından dolayı dilimizdeki ‘’ Burası Dingo’ nun ahırı mı giren çıkan belli değil. ‘’ sözünün buradan geldiği söylenir.

Yedi şeyde hayır yoktur

1. Huşu olmayan namazda,2. Lüzumsuz şeylerden

kaçınılmadan tutulan oruçta,3. Düzgün telaffuz etmeden, acele

ile Kur’an okumakta, 4. Günahlara engel olmayan

ibadette,5. Cömertlik bulunmayan malda, 6. Samimiyet bulunmayan

dostlukta,7. İhlâs olmayan duada. Hazreti Ali (r.a.)

EDEBİSTAN /

Page 24: İnsan ve Hayat Dergisi Kasım Sayısı
Page 25: İnsan ve Hayat Dergisi Kasım Sayısı

HAYVANLAR ALEMİ /

DEVE

D evenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiği-ne, dağların nasıl dikildiği-ne, yeryüzünün nasıl yerleş-

tirildiğine (ibret nazarıyla) bir bak-mazlar mı? Bu ayet-i kerimede deve özellikle zikredilmiştir. Çünkü deve mana itibariyle kendisi ile birlikte zik-redilen nesnelerle uyumludur. Yukarı-da gölgeleyen gökyüzü, yüklere yük-lenmiş yeryüzü ve çeşitli ağırlıkları ta-şıyan dağlar tıpkı üzerlerine yük vu-rulmuş deve gibidir. Bulutlar tatlı su yüklüdür. Develer ise ağır ağır yükle-ri taşırken yeryüzü de dağları yüklen-miştir. Bu ayetteki kelimelerin tertibin-deki deve, gökyüzü ile dağlar yeryü-zü ile zikredilmiş bir tenasüp içindedir. Bu kâinattaki her şey Allah’ın emrine âmâdedir. Tıpkı bir cümlede kâtip, ka-lem, kırtasiye ve mürekkep kelimesinin bulunması gibi.

Kur’an-ı Kerim’de deveye işaret ediyor, insanların her şeye ibret gözüyle bakması isteniyor. Muhakkak ki bu yaratılış harikasının farkına varmak Hazreti Allah’ı anlamada bir misaldir. Gelin bu misali beraber inceleyip, nasıl bir anatomiye göre yaratıldığına birlikte bakalım.

Arabistan çöllerinin kavurucu kumlarında ya da Orta Asya’nın geniş çölleri ve kayalık yaylalarında hiçbir hayvan deve kadar rahatlıkla yol alamaz. Çünkü ayet-i kerimede de işaret edildiği üzere çöl şartları için deve harika bir donanımla yaratılmıştır. Vücutlarında yeterince su ve besin depoladığından, öbür yük hayvanlarının açlık ve susuzluktan öleceği bu zorlu şartlara günlerce dayanabilirler.

Kendi dilinden “Deve”

Hörgücümüz:Uzun bir yolculuğa çıkmadan

besiye alınan biz develere birkaç gün boyunca bol yiyecek ve su verilir. Alınan bu gıdalar yağa dönüşerek hörgücümüzde depolanır. Gerekli gıda depolayan bizler artık haftalarca hiç yem yemeden yolculuk yapabiliriz. Uzun yolculuklar sonrası hörgüçlerimizdeki besini kullandığımızdan dolayı hörgüçlerimiz gevşer.

Âlemlerin En Şereflisini O Taşıdı

Arabistan çöllerinin kavurucu kumlarında ya da Orta Asya’nın geniş çölleri ve kayalık yaylalarında hiçbir hayvan deve kadar rahatlıkla yol alamaz. Çünkü ayet-i kerimede de işaret edildiği üzere çöl şatlarında harika bir

donanımla yaratılmıştır.

MEHMET ÇAPAR

Devamı “İNSAN ve HAYAT” dergisinde

Page 26: İnsan ve Hayat Dergisi Kasım Sayısı
Page 27: İnsan ve Hayat Dergisi Kasım Sayısı

Bu yazımızda sizlere her zaman duyduğunuz ve merak ettiğiniz aşureden bahsedeceğim. Aşurenin ne anlama geldiğini, nasıl ortaya çıktığını ve aşure gününde neler yapmamız gerektiğini anlatacağım.

Aşure, hicri yılın ilk ayı olan Muharrem ayının onuncu günüdür. Aşure kelimesi Arapça on anlamındaki “aşara” kelimesinden geliyor. Kelimenin içinde “aş” olması aklımıza yemeği getirebilir. Yani Aşure, sadece “karışık aş” demek olan buğday, nohut, fasulye gibi tanelerle kuru yemişlerin bir arada

şekerle kaynatılmasıyla yapılan bir tür yemeğe denilmiyor. Aşure gününde

birçok önemli hadiseler olmuş. Bu olayların bazıları şunlardır:

Abdullah ÖZBEK

Paylamanın Tadı: Aure

•Göklerinveyerinyaratılması,•Âdemaleyhisselâmıntevbesininkabuledilmesi,•Nûhaleyhisselâmıngemisininkarayaoturması,•Mûsâaleyhisselâmın,Firavun’unkötülüğündenkurtulması

•İbrâhimAleyhisselâmındünyâyagelmesiveateştenkurtulması,

•Eyyûbaleyhisselâmınhastalıktanşifâbulması,•Yûnusaleyhisselâmınbalığınkarnındankurtulması,

•Süleymanaleyhisselâmasaltanatverilmesi,•HazretiHüseyin(r.a.)’inşehîdedilmesi.•HazretiYakup’un,oğluHazret-iYusuf’akavuşması,

•HazretiYusuf’unkuyudançıkması,•KıyâmetinkopmasıdaÂşûrâgünüolacaktır.

Page 28: İnsan ve Hayat Dergisi Kasım Sayısı

Yavru AslanM. Serdar ATEŞ

Bir varmış bir yokmuş, evvel zamanda bir ormanda aslanlar yaşarmış. Ormanlar kralı aslanın birbirinden güzel dört tane yavrusu olmuş. Yavrulardan üç tanesi dişi, bir tanesi ise erkekmiş. Anne aslan yavrularının hepsine büyük bir şefkat gösteriyor, hiçbirini diğerinden ayırmıyormuş.

Ancak aslan kral bu şekilde davranmıyor, erkek olan

yavruya daha çok ilgi gösteriyormuş.

Bir gün anne ve baba aslan arasında anlaşmazlık olmuş. Kral, erkek yavruyu yanına almış. Anne aslan ile diğer yavrulardan ayrı bir yere götürmüş.

Kral aslan küçük yavruya, “Bundan sonra sana ben bakacağım. Güçlü bir erkek aslan olacaksın ve ileride benim yerime bu ormanın kralı olacaksın.” demiş.

Yavru aslan bu durumdan hiç memnun olmamış. Oysaki o anne ve babasının birlikte yaşamasını, kardeşleri ile birlikte olmayı istiyormuş. Bu yüzden babasına belli etmeden gizli gizli ağlıyormuş.

Kral aslan, anne aslan ve diğer yavrularını uzaktan izliyor, durumlarına

Bir Masal